6. Cilt - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi

Transkript

6. Cilt - Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
NEVŞEHİR ÜNİVERSİTESİ
KAPADOKYA ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ (NEVKAM)
1.Uluslararası
NEVŞEHİR
TARİH VE KÜLTÜR
SEMPOZYUMU
BİLDİRİLERİ
16-19 Kasım 2011, Nevşehir
6
Cilt
Editör
Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER
1. Uluslarası Nevşehir Tarih ve
Kültür Sempozyumu Bildirileri
Nevşehir Üniversitesi Yayınları: 2
Editör
Yrd. Doç. Dr. Adem ÖGER
ISBN: 978-605-4163-02-1 (tk)
978-605-4163-09-0 (6.cilt)
1. Baskı
Nisan, 2012 / Ankara
Kapak ve Sayfa Tasarımı
Grafik-Ofset Matbaacılık Reklamcılık
Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
1. Cadde 1396. Sokak No: 6
06520 (Oğuzlar Mahallesi)
Balgat-ANKARA
Tel
: 0 312. 284 16 39 Pbx
Faks : 0 312. 284 37 27
E-mail : [email protected]
Web : grafiker.com.tr
Baskı, Cilt
Ofset Yayıncılık Ltd. Şti.
Kazım Karabekir Caddesi
Ali Kabakçı İşhanı 85/3
İskitler-ANKARA
Tel
: 0 312. 384 00 18
Faks : 0 312. 342 16 52
DESTEKLERİ İÇİN
Nevşehir Valiliği’ne, Nevşehir Belediyesi’ne, TÜBİTAK’a,
Avanos Belediyesi’ne, Başdere Belediyesi’ne, Çat Belediyesi’ne,
Derinkuyu Belediyesi’ne, Göre Belediyesi’ne, Gülşehir Belediyesi’ne,
Göreme Belediyesi’ne, Hacıbektaş Belediyesi’ne, Kavak Belediyesi’ne,
Mustafapaşa Belediyesi’ne, Uçhisar Belediyesi’ne, Ürgüp Belediyesi’ne
TEŞEKKÜRLERİMİZLE
İÇİNDEKİLER
BİLDİRİLER
(Bildiriler Alfabetik Olarak Sıralanmıştır)
Nevzat TOPAL
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-I ‘Atîka Defterine Göre
Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir) ........................................................................ 5
Nihat BOYDAŞ
Sanat ve Din ................................................................................................. 35
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri .............. 41
Nimet ÖNÜR
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi .................................................... 67
Niyazi YAŞAR
Kapadokya Hikâyeleri .................................................................................... 93
Nurgül SUCU
Ürgüplü Bir Şeyhülislam: Ürgübî Mustafa Hayri Efendi ................................. 101
Nurhan ÖZKAN- Fatma GEMİCİ
Nevşehir İli Düğün Adetleri ve Nevşehir Müzesinde Bulunan Geleneksel
Gelinliklerin Giyim Sanatları Açısından İncelenmesi ...................................... 111
Nurten ERTUL
Edebiyatta ve Popüler Kültürde “Karamanlılar” ........................................... 129
Oğuz ÖZDEM
Karamanlıların Kapadokya’da Yaşadıkları Alan İçerisinde
Müslüman Türklerle Sosyal Hayat Paylaşımı ................................................. 135
Osman GÜLDEMİR- Nermin IŞIK
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri ......................................................... 151
Ömer SAYLAR- Ayşegül ŞİŞMAN
Nevşehir İli Su Potansiyeli ve İl Ekonomisine Katkısı ...................................... 177
Önder MET- İsmail Mert ÖZDEMİR- Uğur SAYLAN
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği ............................... 195
Örcün BARIŞTA
Nevşehir ve Çevresindeki Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti
Dönemi Kültür Varlıkları Üzerine Yapılmış Bazı Yayınlar ................................ 205
Özcan ÖZKARAKOÇ
Cumhuriyet Dönemi Değişen Kültür Ortamında,
Derinkuyu’lu Bir Heykeltraş : Hakkı Atamulu................................................ 227
Özgün ÖZÇAKIR- Neriman ŞAHİN GÜÇHAN
Göreme Açıkhava Müzesi’nin Sunum Sorunlarının
İncelenmesi ve Değerlendirilmesi ................................................................. 239
Özgür Kasım AYDEMİR
İktidar Felsefesi’nin Temel Özellikleri Yönünden Hacı Bektaş-ı Veli
Velâyetnâmesi’nin Söylem Çözümlemesi ..................................................... 249
Özlem GENÇ
Kapadokya`nın Önemli Azizlerinden Biri: Doğu Manastırcılığının
Kurucusu Aziz Basil ..................................................................................... 261
Özlem KARAKUL
İbrahimpaşa Köyü’nün Kültürel Değerleri ve Dönüşümü .............................. 271
Paola POGLIANI
Restorasyon Çalışmaları Aracılığı ile Kapadokya Kayalık Kiliselerine
Değer Kazandırma Çalışmaları..................................................................... 289
Parvana BAYRAM
I.Dünya Savaşında Bakü Cephesinde Vefat Eden Nevşehirli Şehitler .............. 303
Pınar ÜLGEN
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi ........................... 315
Ramazan ADIBELLİ
Kapadokya ’ya Hıristiyanlığın Giriş Süreci ..................................................... 351
Recep DİKİCİ
Damad İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki Kütüphânesi ve
Nevşehirli Âlim ve Ediplerin Yazma Eserleri................................................... 371
Remzi KILIÇ- Mehmet Akif CİHAN
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı ............................................ 389
Remzi KUZUOĞLU
Eski Asur Dönemi’nde Nevşehir ve Çevresi ................................................... 415
NİĞDE SANCAĞI MERKEZ KASABASI ÂSÂR-I ‘ATÎKA
DEFTERİNE GÖRE NEVŞEHİR VE ARAPSUN (GÜLŞEHİR)
NEVŞEHİR AND ARAPSUN (GÜLŞEHİR) WITH RESPECT TO
ANTIQUES BOOK OF CENTRAL DISTRICT OF NİĞDE PROVINCE
Nevzat TOPAL*
ÖZET
1324 (1907) tarihinde Niğde Maarif Müdürlüğünün emirleri çerçevesinde Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defteri düzenlenmiştir. Süleymaniye Kütüphanesi, İzmirli İ. Hakkı Kısmında 2455
numara ile kayıtlı bulunan bu defter 26 sayfa olup 9-14 sayfaları arası Arapsun, 17-26 sayfaları arası Nevşehir’e aittir. Bu defter,
Nevşehir ve Arapsun’a ait mimarî eserlerden bahseden önemli bir
çalışmadır. 1907 tarihinde Niğde Sancağına ait böyle bir defterin
düzenlenmesi, diğer şehirlerde de benzer bir çalışmanın bu tarihlerde yapıldığı izlenimini vermektedir. Bu çalışmada defterde yer alan
Nevşehir ve Arapsun’a ait eserleri değerlendirerek bugünkü durumlarını mukayese edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Arapsun (Gülşehir), Niğde, Sinason
(Mustafapaşa), Ortahisar
ABSTRACT
In 1324 (1907), Antiques Book of Niğde town Centre District was
prepared by the order of Niğde National Education Directorate. The
book, which is registered under the number of 2455, is located at
İzmirli İ. Hakkı section of the Library of Süleymaniye. It has 26 pages and among them the part between the pages 9-14 belongs to
Arapsun and the part between the pages 17-26 belongs to Nevşehir. This book is important in terms of being one of the first records
that refers to architectural works which belong to Nevşehir and
*
Yrd. Doç. Dr., Niğde Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,
e-posta: [email protected].
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
5
Nevzat TOPAL
Arapsun. Edition of such a book in 1907 in province of Niğde gives
us the impression that similar studies were carried out for different
provinces at the same period. In this research, it has been attempted to compare the current situations of the works of Nevşehir and
Arapsun with their conditions in the book.
Key Words: Nevşehir, Arapsun (Gülşehir), Niğde, Sinason (Mustafapaşa), Ortahisar.
Giriş
Niğde Âsâr-ı ‘Atîka Defteri’nde yer alan, defterin düzenlendiği tarihte
Niğde’nin kazaları durumunda bulunan Gülşehir ve Nevşehir’deki mimarî
eserler ve bugünkü durumları değerlendirilecektir.
Defterde Niğde Sancağına bağlı Arapsun (Gülşehir) Kazası, Arapsun’a
bağlı Ortahisar ve Sinason Karyeleri ile Nevşehir kazasında bulunan mimarî
eserler hakkında bilgi verilmiştir. Arapsun’da bulunan dört camii, Ortahisar karyesinde iki camii ve bir hisar, Sinason karyesinde bulunan iki camii
hakkında kısa bilgiler verilmiştir.
Nevşehir’e ait verilen bilgiler ise daha kapsamlıdır. Nevşehir Kazası’nda
bulunan oniki camii, altı medrese, altı han ve bir hamam hakkında bilgiler
yer almaktadır. Verilen bilgiler eserlerin isimleri, bulundukları yer, bânîleri,
bazılarının ise ne zaman yapıldığı verilmiştir. Eserlerin bir kısmında ise kitabeleri hakkında tafsilat verilmektedir. Ancak eserlerin mimarî özellikleri ve
diğer hususlara ait bilgiler yer almamaktadır.
Defterde tanıttığımız mimarî eserlerin bulundukları yere ait bilgiler için
defter kayıtları esas alınarak verilmiş olup eserlerin isimleri ve bulundukları
yerlere ait isim değişikliklerini [ ] içinde gösterilmiştir.
Defterde mimari eserlere ait tarihler verilirken bazen tamir kitabeleri olduğu belirtilmemiştir. Bu husus bir takım karışıklıklara sebep olmaktadır.
A. Arabsun [Gülşehir] Kazası
Arabsun, XX. asrın başlarında Niğde’ye bağlı bir kaza merkezi iken
Aksaray’ın 14 Ekim 1920 tarih ve 40 numaralı kanunla vilayet olması üzerine Aksaray’a bağlanmıştır1. 20 Mayıs 1933 tarihinde Aksaray vilayetinin
1
6
TBMM, Zb. C., D. I, C. 5, s. 60-62.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
ilga edilmesi üzerine Arapsun tekrar Niğde vilayetine bağlı bir kaza durumuna gelmiştir2. 1948 yılında Arapsun adı yerine Gülşehir ismi resmiyet
kazanmıştır3. 30 Haziran 1954 tarih ve 6429 sayılı kanunla Niğde’ye bağlı
olan Gülşehir yeni vilayet olan Nevşehir’e bağlanmıştır4.
I. Camiler
Defterde ilk olarak Gülşehir’e ait mimarî yapılardan bahsedilmektedir.
Niğde sancağı Arapsun kazasında bulunan dört cami anlatılmıştır. Bu camilerden ikisine ait kitabelerden bahsedilmiştir. Ayrıca dört caminin de
bulundukları yerler ile banileri hakkında bilgi verilmiştir.
I.I. Camii Cedid [Kurşunlu Camii]
Defterde Camii Cedid olarak ifade edilen bu camiinin çarşı kurbinde Silahdar Karavezir Seyyid Mehmed Paşa tarafından yaptırıldığı belirtilmiştir5.
Halk arasında Kurşunlu Camii olarak bilinmektedir. Camii Gülşehir Karavezir Silahdar Seyyid Mehmed Paşa külliyesi içerisindedir. Camii bugün
Gülşehir imar planına göre 331 ada ve 14 parselde yer almakta olup, Hürriyet Mahallesi, M. Akif Ersoy Caddesinin kuzeyinde, Karavezir Mehmet
Paşa Medresesi’nin kuzeybatısındadır6.
Harim kapısının yukarısına yerleştirilmiş, sülüs hatlı üç satır, dört sütun on
iki mısradan meydana gelen kitabe kaydına göre, Sultan I. Abdülhamit
zamanında Silahtar Mehmet Paşa7 tarafından 1193/1779 tarihinde yaptırılmıştır. Aslî halini günümüze kadar koruyan camide, 1954–1971 yılları
arasında avlu duvarında, avlu kapısında, şadırvanda ve tuvaletlerde ona2
3
4
5
TBMM, Zb. C., D.IV, C. 15, s. 199.
Bilinmeyen Kapadokya Gülşehir, Gülşehir Kaymakamlığı, s. 16.
TBMM, Zb. C., D. X, C. 1, s. 343-361.
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defteri, Süleymaniye Kütüphanesi, Kısmı: İzmirli İ.
Hakkı, Kayıt No: 2455, s. 9-10. (eser bundan sonraki dipnotlarda defter olarak kısaltılacaktır).
6 Mehmet Ekiz, Nevşehir’de Türk Dönemi Mimarî Eserleri, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilimdalı, Doktora Tezi, Ankara 2006, s. 63.
7 Kırşehir vilayetinin Arabsun kazasında 1148/1735 senesinde doğan Mehmed Paşa, on iki yaşında
İstanbul’a gelerek aşçıbaşı diye şöhret bulan Surre emini dayısı Süleyman Ağa’nın tavassutu ile
1751 yılında Saray Helvahanesinde çalışmaya başlamıştır. Daha sonra Teberdâr, Enderun Hazine-i
Hümayun Kâtibi, Hasoda Mabeyincisi, Hazine-i Hümayun Kethüdası, Silahdar ve Sadrazam olmuştur. 1781 tarihinde vefat etmiştir. Doğum yeri olan Arapsun’da Camii, imaret, mektep, kütüphane
ve hamam yaptırmış, şehre su getirtmiştir. Küçük bir köy olan Arapsun’a yapmış olduğu imar faaliyetlerinden sonra Gülşehir adını vermiş ve bu yeni ismi vakfiyesine de kaydettirmiş ise de, eski ismi
söylenmeye devam edilmiştir. Esmerliğinden dolayı silahdarlığında Kara Silahdar ve sadaretinde
Kara Vezir denilmiştir. Daha geniş bilgi için bkz. (İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.IV/2, TTK,
Ankara1983, s. 427–429).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
7
Nevzat TOPAL
rımlar yapılmıştır ve halen ibadete açıktır8. Defterde yer almaya kitabenin
transkripsiyonu şöyledir:
Şahı-şahanî hamidü’ş-şeyh
Sadr-ı zişanî Silahdar Paşa
Hayr-ı niyetle rızayı hak içun
Kıldı bu cami-i pür-nur-ı bina
Sıdkile asaf-ı ‘âlîşâna
Beş vakitte idelim hayr dua
Tam tarih-i itmâmın da
Oldı bir beytle Lutfî gûya
Kıldı bu cami-i ihya-lillah,
Sahibü’l-sadr Mehmed Paşa,
sene 11939.
I.II. Kaya Camii [Aşçıbaşı Süleyman Ağa Camii]
Gülşehir’e ait ikinci sırada bahsedilen eser Kaya Camii’dir. Mahalle Caddesinde bulunan camii Ahmed oğlu Aşçıbaşı Süleyman Ağa10 tarafından
1147/1734 senesinde yaptırıldığı belirtilmiştir11.
Camii bugün, Cumhuriyet Mahallesinde, kuzeyinden Ümit Caddesi, güneydoğusundan Beyler Sokak’ın geçtiği güneye meyilli bir arazide bulunmakta
olup güney tarafında Karavezir Mehmet Paşa Hamamı yer almaktadır12.
Defterde caminin kitabesi verilmiştir13. Defterde verilen kitabenin Harim
kapısının yukarısına yerleştirilmiş, sülüs hatlı üç satırlık kitabe karşılaştırıldığında bir takım eksikliklerin olduğu görülmektedir. Bir bölümü kayaya
oyularak oluşturulan eser halk arasında “Kaya Camii” olarak anılmaktadır.
Caminin 1964 senesinde giriş kısmının bir bölümü kendiliğinden yıkılmış
olup 1996 senesinde kırma çatı ile örtülerek kiremitle kaplanmıştır. Halen
ibadete açıktır14.
8
9
10
11
12
13
14
Ekiz, agt, s. 64
Kitabe için bkz. (Erol 1973: 7)
Gülşehir’deki Karavezir Camisini yaptıran Silahtar Mehmet Paşa’nın dayısıdır. Aşçıbaşı diye şöhret
bulmuş Surre emini görevinde bulunmuştur. (Uzunçarşılı, IV/2, s. 427).
Defter, s. 9-10.
Ekiz, agt, s. 131.
Defter, s. 10.
Ekiz, agt, s. 132.
8
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
Caminin kitabesi diğer kaynaklarda yer alan bilgilerle de karşılaştırılarak
eksik olan bölümler [ ] içinde verilmiştir. Caminin kitabesinin transkripsiyonu şekildedir15;
Saray-ı Padişahîde ser-i aşpez iken el Hak
Süleyman nam Ağa yaptı pakîze bir ibadetgâh
[Arapsun karyesi muhtaç idi bu camii pake]
Mahallinde hulus üzre binasın eyledi dil-hâh
Ahalisi beş vakitte sahibu’l-hayra dua etsin
[Ki bu resme nice hayra muvaffak eyleye Allah]
Zihî nev ma’bed-i âlî güzide câmi’ü’t-takvâ
Hemişe feyz-i Hakk’ile pür olup ma’mur ola hergâh
[Yazılsun babına tahsin ile tarih-i itmamı]
Ne camidir kabul ola yapıldı hasbeten-lillah
[Sahibü’l-hayrat ve’lhasenat Süleyman Ağa İbn-i Ahmed] sene 1147 Muharrem
I.III. Kürtlü [Kütlü] Camii
Gülşehir’e ait bilgi verilen üçüncü camii ise Kürtlü camiidir. Defterde caminin Çayır Mahalle Caddesi’nde olduğu ve Emin Ağa tarafından yaptırıldığından bahsedilmiştir16. Caminin inşa tarihi ve kitabesine ait bilgiler yer
almamaktadır. Gülşehir’de yaptığımız incelemelerde Kürtlü ismiyle bir camiye rastlanmamıştır. Konu ile ilgili olarak bilgisine müracaat ettiğimiz Yılmaz Bayar yaşlılardan duyduğu bilgiler doğrultusunda Gülşehir’de Kütlü
Camii’nin bulunduğunu ve bu caminin mevcut olmadığını ifade etmiştir17.
Bilgisine müracaat ettiğimiz Hakan Dobada ise ailesinin elinde bulunan
şecerede Emin Ağa’ya ait kıymetli bir malumat yer almaktadır18. Bu şecerede Ahmed Hasan Ağa’nın oğlu olarak gösterilen H. 1238/1822-1823
doğumlu Emin Ağa, uzun boylu, kumral bıyıklı ve Kütlü sokağındaki Kütlü
Camiinin sahibi olarak izah edilmiştir19. Defterde Kürtlü olarak izah edilen
caminin zamanla (r) harfi düşerek Kütlü olarak telaffuz edilmiş olmalıdır.
15
16
17
18
19
Ekiz, agt, s. 131; Bilinmeyen Kapadokya Gülşehir, s. 72.
Defter, s. 9.
Yılmaz Bayar, 1973 doğumlu.
Hakan Dobada, 1976 doğumlu.
Gülşehirli Dobada Ailesinin Şeceresi (Hakan Dobada vasıtasıyla uaşılmıştır).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
9
Nevzat TOPAL
Bugün mevcut olmayan bu caminin yapılan izahlar neticesinde Çayır Mahallesi, Kutlu Sokak, 12 numaralı binanın doğu tarafında yer alan, bahçe
olarak kullanılan alan olduğu söylenmektedir20.
I.IV. Çayır Mahalle Camii
Çayır Çeşme’de bulunan bu caminin Molla Yusuf tarafından yaptırıldığı
belirtilmektedir. Ancak caminin ne zaman yapıldığı ve kitabesine ait bir
kayıt yer almamaktadır21. Bugün camii mevcut olup Çayır Mahallesi, Kaya
Sokak No:2’de bulunmaktadır.
B. Arabsun (Gülşehir) Kazasına Bağlı Ortahisar Karyesi
Defterde Gülşehir kazasına bağlı Ortahisar karyesinde yer alan iki cami ve
hisar hakkında bilgi yer almaktadır. Ortahisar Ürgüp’ün 6 km. batısında
bir kasaba merkezi olup bugün Ürgüp ilçesine bağlıdır22. 1530 senesinde
Niğde Sancağı, Ürgüp kazasına bağlı bir köydür23. Defterin düzenlendiği
tarihte Niğde Sancağı, Arapsun Kazasına bağlı bir karyedir.
I. CAMİLER
I.I. Abdioğlu Camii Şerifi [Abdioğlu Camii]
Defterde Ortahisar karyesinde bahsedilen ilk camidir. Bu caminin tepe
mevkiinde Abdioğlu Hacı Mehmed Ağa tarafından yaptırıldığı belirtilmiştir24. Caminin her iki kitabesinde de 1258/1842-1843 senesinde inşa
edildiği yazılıdır. Cami bugün 29 pafta 5234 parselde kayıtlıdır25. Camii
bugün mevcut olup ibadete açıktır26.
Caminin harim kapısı üstündeki birinci kitabenin transkripsiyonu şöyledir:
Bu hayratı hisarı orta içre hakk guna etti.
Ki Abdizade El-Hac Mehmed’dir bina etti.
Bu yola çok meşakkatle nice derd ve elem çekdi.
Hitamında meserretle hakka şükr ile hamd etti.
20
21
22
23
24
25
26
10
Yılmaz Bayar, 1973 doğumlu; Hakan Dobada, 1976 doğumlu.
Defter, s. 9.
Ortahisar kasabası hakkında bkz. (Emrullah Güney vd, Nevşehir İli Yakın Çevre İncelemeleri, İstanbul 1974, s. 158-159; Remzi Rehber, Nevşehir ve Göreme, Yeni matbaa, Ankara 1961, s. 42).
387 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rûm Defteri (1530), I, s. 103.
Defter, s. 11-12.
http://www.korumakurullari.gov.tr/dosya/1-275209/h/anitsal-kultur-varliklari.pdf (06.09.2011)
Cami hakkında ayrıca bkz. (Ali Kaptan-Salim Koçak, Doğa, Tarih ve Kültür Hazinesi Orta Hisar, s.
48.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
Hüda hayrın kabul ide hemen dergah-ı izzetle
Rızaya bezl-i mal idub hezaran sim ü zir döktü.
kılın mü’min olan ıhvan selatı hamsei bunda
Bila şekkin vela şüphe hüda boynuna farz etti.
Bu ra’na caminin tarihini edim size tarif
Sene binikiyüzelli ve hem dahi sekiz etdi.
[İlahi dilerim senden bu İbrahim kulun dahi
Bu hayrın defterinde kaydını senden niyaz etti.]27
Camii harim kapısı üzerinde iki ayrı kitabe bulunmasına rağmen defterde
bu iki kitabe birleştirilerek tek bir kitabe gibi verilmiştir. Caminin giriş kapısının üstünde bulunan ikinci kitabenin transkripsiyonu şöyledir:
Yapılmış bir güzel asar [camii]28 bulunmaz mislü sanisi
Ki Abdizade el-hac Mehmed Ağa banisi
Düşersin bir meded isminde söyle sadıkı tarih
Yarın ol ruz-ı mahşerde ola naci bu cami [1258]
I.II. Sultan Alâeddin Camii Şerifi [Alâeddin Camii]
Defterde Ortahisar karyesinde bahsedilen ikinci eserdir. Camii Atik mahallesinde29 bulunduğu söylenen eserin Sultan Alaeddin tarafından inşa
ettirildiği belirtilmiştir30. İnşa kitabesi bulunmayıp 1274/1857 senesine ait
bir tamir kitabesinden bahsedilmektedir.
Gafil olmayı bi-vefa deyr-i ma sivada kim kala
Ayetle sabit olmuş hayr eden hayr bula
Ehl-i hayratın mekanı şüphesiz Cennet ola (Tarihi Tamiri 1274)31
Bugün mevcut olan camii ibadete açık olup 29 pafta 5855 parselde kayıtlıdır32.
27
28
29
30
31
32
Abdioğlu Camii harim kapısı üstünde bulunan yukarıdaki kitabenin bu iki satırı defterde verilmemiştir. (defter, s. 11-12).
Defterde asar olarak okunan ifade kitabede camii olarak yazılmıştır.
Camii bugün, Eski Mah. Alaeddin Sokak, 17 numaradadır.
Defter, s. 11-12.
Kitabenin günümüz Türkçesi karşılığı şöyledir:
Gafil olma vefasız bu dünyada kimse kalmaz. Ayetle sabit olmuştur hayr eden hayr bulur, hayrat
yaptıranın mekanı şüphesiz cennettir.(1857)
http://www.korumakurullari.gov.tr/dosya/1-275209/h/anitsal-kultur-varliklari.pdf (06.09.2011)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
11
Nevzat TOPAL
II. Hisar
İki camii dışında bahsedilen diğer bir fizikî yapı hisardır. Defterde karyenin
ortasında olarak belirtilen hisar hakkında fazla bir açıklama bulunmamaktadır. Yapılan kısa açıklamada karyenin ismini bu hisardan aldığının rivayet
edildiği belirtilmiştir33.
C. Arabsun (Gülşehir) Kazasına Bağlı Sinason (Mustafapaşa) Karyesi34
Sinason’da (Mustafapaşa ) bulunan üç cami hakkında kısa bilgiler yer almaktadır. Camilerin inşa tarihleri, nerede bulunduğu ve banileri hakkında
bilgi verilmiş, ancak kitabeleri ve diğer mimarî özelliklerine ait bilgiler bulunmamaktadır. 881/1476 senesi Karaman Eyaleti Vakıf defterinde Sinason Karaman Eyaleti, Ürgüp Vilayetine bağlı bir karyedir. 881/1476 senesi
vakıf defterinde Damsı Camii Vakfı’na ait izahta şu bilgiler yer almıştır:
“Karyeyi Sinason Tabi Ürgüp”.35. 1530 senesinde Niğde Sancağı, Ürgüp
Kazasına bağlı karye durumundadır36. Defterin düzenlendiği tarihte ise
Arapsun (Gülşehir) kazasına bağlı bir karyedir.
I. CAMİLER
I.I. Camii Şerif [Sipahi Camii]
Defterde Sipahi mahallesinde bulunan caminin 931/1524-1525 senesinde
yaptırıldığı belirtilmiştir37. Cami hakkında başka bir bilgi yer almamaktadır.
Bugün Mustafapaşa Kasabasında sipahi mahallesi isminde bir mahalleye
ve Camii şerif isminde bir camiye rastlamamaktayız. Bugün Yukarı Mahalle, Bayezid Caddesi, Mescit Sokak, No: 19 da Sipahi Camii isminde bir
camii bulunmaktadır. Camii üzerinde 1834 tarihi yazılıdır. Bu tarihin nasıl
tespit edildiğinin sorduğumuzda yaşlılardan aldıkları bilgi çerçevesinde belirlendiği belirtilmiştir38. Cami üzerinde bulunan inşa tarihi hiçbir kaynak
tarafından belirtilmemiştir. Bugün mevcut ve ibadete açık olan Sipahi Camii olarak bilinen bu eserin, defterde zikredilen Camii Şerif olabileceğini
düşündürmektedir.
33
34
35
Defter, s. 11-12.
Ürgüp’ün 7 km. güneyinde bulunan bir yerleşim birimidir.
TK 564, s. 73/b; Feridun Nafiz Uzluk, Fatih Devrinde Karaman Eyâleti Vakıfları Fihristi, Ankara
1958, s. 56, Akgündüz, age, s. 153.
36 387 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rûm Defteri (1530), I, s. 104.
37 Defter, s. 13-14.
38 Murat Sakarya, 1967 doğumlu, Belediye çalışanı.
12
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
I.II. Camii Kebir
Defterde bahsedilen ve mevkii belirtilmeyen caminin El-Hac İbrahim tarafından inşa ettirildiği ifade edilmiştir. İnşa tarihine dair bir kayıt yer almamaktadır39. Bugün kasaba ortasında aynı isimle bir cami mevcuttur. Cami
üzerinde inşa tarihi olarak 1601 tarihi yazılı olup bu tarihi tespitini de
herhangi bir kaynağa dayandırmamışlardır. Bu cami mevcut olup ibadete
açıktır.
I.III. Şeyh Ali Camii Şerifi [Şeyh Ali camii]
Defterde bahsedilen üçüncü eser ise Şeyh Ali Camii’dir. Caminin Abdullah
oğlu El-Hac Hüseyin tarafından 1240/1824-1825 senesinde yaptırıldığı
belirtilmiştir40. Ancak caminin mevki hakkında bilgi verilmemektedir. Bugün Yukarı mahalle, Bayezid Caddesi, No: 19’da kayıtlı aynı isimle bir cami
bulunmaktadır. Bu camii ibadete açıktır. Camii üzerinde inşa tarihi olarak
1802 senesi yazılıdır. Bunu nasıl tespit ettiklerini sorduğumda herhangi bir
kaynağa dayanmadığı görülmektedir41.
D. Nevşehir Kazası
Osmanlı idari taksimatında Nevşehir’in çekirdeğinin oluşturan Muşkara
Köyü 1518 tarihinde Niğde Sancağının Ürgüp kazasının Uçhisar nahiyesinin bir köyüdür42. Bu durumun 1530 senesi kayıtlarında da devam
ettiği görülmektedir43. 1725 senesinde Damat İbrahim Paşa tarafından
kaza merkezi haline getirilmiş ve adı Nevşehir olarak söylenmeye başlamıştır44. 1924 senesindeki idari yapılandırmada Niğde’ye bağlı bir ilçe
merkezidir45. Kırşehir’in vilayetten düşürülmesi ile birlikte Nevşehir 30
Haziran 1954 tarih ve 6429 sayılı kanunla vilayet haline getirilmiştir.
Bu tarihe kadar Niğde Vilayetine bağlı olan Gülşehir çıkarılan kanunla
Nevşehir’e bağlanmıştır46.
39
40
41
42
43
44
45
46
Defter, s. 13-14.
Defter, s. 13-14.
Murat Sakarya, 1967 doğumlu, Belediye çalışanı
İlhan Şahin, “Nevşehir”, DİA, 33/2007, s. 65.
387 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rûm Defteri (1530), I, s. 103.
Bilge, age, s. 46.
Şahin, “Nevşehir”, s. 65.
Arif Bilge, Nevşehir ve Lâle Devri, Nazımbey Basımevi, Konya 1966, s. 11.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
13
Nevzat TOPAL
I. CAMİLER
I. I. Camii Şerif [Damat İbrahim Paşa Camii]47
Defterde eserin Cami-i Cedit Mahallesinde merhum İbrahim Paşa (Damat
İbrahim Paşa) tarafından yaptırıldığı ifade edilmiştir48.
Eserin bulunduğu mahallenin isminin değişmediği görülür. Eser bugün
Cami-i Cedit Mahallesinde, batı ve güney yönlerinden Cami-i Kebir Caddesi tarafından kuşatılan, kuzeydoğuya meyilli bir arazinin doğu tarafına
örülen istinat duvarıyla sınırlanan bir alana yerleştirilen eser, Damat İbrahim Paşa Hamamı’nın güneyinde bulunmaktadır49.
Caminin iki adet kitabesi bulunmaktadır. Büyükçe bir mermer levhaya yazılmış kitabelerden biri, avlunun kuzeybatı köşesindeki kapı açıklığının,
diğeri ise harim kapısının biraz yukarısında yer almaktadır. Kitabelerinde
caminin Sadrazam Damat İbrahim Paşa50 tarafından III. Ahmet döneminde yaptırılmış olduğu kaydedilmiştir. Kaynaklarda her iki kitabenin de
1140/1727 senesine ait belirtmişlerdir. Ancak defterde harim kapısı üzerindeki kitabenin 1139 senesi olduğu kaydedilmiştir51. Mimarı Mehmet
Ağa olan cami halk arasında kurşun kaplı kubbesinden dolayı “Kurşunlu
Camii” denilmektedir. 1960, 1982, 1997-1998 yıllarında restorasyon yapılan cami ibadete açıktır52.
İç kapı (harim kapısı) üzerinde bulunan kitabe defterde 1139/1726-172753
senesi olarak gösterilmiştir. Yapılan ebced hesabı da bunu doğrulamaktadır54. Diğer kaynaklarda inşa tarihi 1140/1727 senesi olarak belirtilmektedir55. Kitabenin defterde olan dizgisi ile bina üzerinde bulunan mevcut hali
47
Damat İbrahim Paşa Külliyesi içerisinde yer alan camidir. Bkz., (İlknur Aktuğ, Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993, s. 16-30; Ekiz, agt, s. 10); Cami,
Nevşehir imar planına göre, 252 ada ve 16 parselde yer almaktadır. (Ekiz, agt, s. 10)
48 Defter, s. 17-18.
49 Cami, Nevşehir imar planına göre, 252 ada ve 16 parselde yer almaktadır. (Ekiz, agt, s. 10)
50 Eski adı Muşkara olan Nevşehir’de doğmuştur. Babası Zeydin (İzdin) voyvodası Sipahi Ali Ağa
(Müstakimzâdeye göre Hasan Bin Halil), annesi Fâtıma Hanımdır. Lale devrinin meşhur sadrazamı
olan İbrahim Paşa Muşkara’yı imar ederek Nevşehir adını vermiştir. Lale devri sonunda çıkan isyan
neticesinde öldürülmüştür. Bu konuda geniş bilgi için bkz. (Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.IV/1., s.
147; . C.IV/2, s. 310-316; M. M. Aktepe, “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa”, İA, IX, İstanbul 1964,
s. 234-239).
51 Defter, s. 17-18.
52 Ekiz, agt, s. 11.
53 Defter, s.18.
54 ‫ﺥیﺭﺍﺕ ﺏﻭﺕﻭﻕﻭﺍ ﻩﺩﺕﻕﻭ ﺵﺏ ﺭﺩکﺭک کﻡﺕیﺍ ﺍﻉﺩ‬
‫( یﺩپﺍی ﻝﺩﺏ یﺏ ﺍﺵﺍپ ﻡیﻩﺍﺭﺏﺍ یﻩﻝﻝﺍﺕیﺏ ﻭﺏ‬1134+5=1139)
55 Ahmet Refik, agm., s.173; Aktuğ, age, s. 86-88; Ekiz, agt, s. 11.
14
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
farklılık göstermektedir. Defterde ebced düşülen satırların sonda olması
gerekirken ortada yazıldığı tespit edilmiştir. Kitabenin sonunda ise “harrahu el-‘abbu’l-müznib el-fakîr Veliyûddin gafire lehu” ifadesi yer almaktadır56. Cami iç kapı üzerinde bulunan halini dikkate alınarak kitabenin
transkripsiyonu şu şekildedir;
Cenab-ı Hazret Sultan Ahmed Han Gazi Kim
Binâ-yı şevketin mi’mâr-ı sun’i lem yezel yapdı
İmâm-ı müslimîn kim cam’i ahlâk-ı hünsâdır
Vücûdîn feyz-i Mevlâ muktedâ-yı her düvel yapdı
Ne geldi ne gelür evreng-i mülke misli zirâ kim
Anın yaptığı hayratı ne evvel ne ahir yaptı.
O Şehinşâh-ı dehrin sîhr-i hâssı sâdr-ı mümtâzı
Ki Mevlâ hân-ı dergahından iksîr-i emel yapdı.
Cenâb-ı âsaf İbrahim Paşa kim Hâlil-âsa
Yıkılmış dilleri çok ka’be-i mezd-i ‘amel yaptı
Mizac-ı devleti şûr-ı aduv ifsâd itmişken
İdüb ıslâh-ı zâtü’l-beyn bi-ceng ü cedel yapdı.
İdüb ‘atf-ı ‘inân vâdî-i hayra tûsen-i tab’ı
Ne hâk üzre kadem basdıysa bir ra’na mahal yaptı.
Husûsân matla’-ı hurşîd-i zâtı olduğu belde
Ki ihyâ idüb ânı Nevşehir kıldı güzel yapdı.
Becâ-yı senk-i zîre sim ü zer döktü esasında
Bu dilcu cami’i nittiyse itti mâhasal yapdı.
Hele billâhi ol sadr-ı mu’all kadr-i cûd âyîn
İlâ yevmi’l-kıyme fahre lâyık bir mahal yapdı.
Zebân hâme-i Vehbi bilüb yavsifde ‘aczin
Ne söz yapdı ise musaddâk mâ-kill û dil yapdı.
Hemîşe hânmân-ı devletin ma’mûr ide Mevlâ
Ki böyle bir ibâdetgâh-ı Rabb-ı lemyezel yapdı.
Duâ itmek gerekdir beş vakitde okunup tarih
Bu beytullâhı İbrahim Paşa bî-bedel yapdı.(1134+5=1139)
56
Bunu günahkâr fakir kul Veliyûddin yazdı Allah onu bağışlasın. (Defter, s.18; Aktuğ, age, s. 88)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
15
Nevzat TOPAL
harrahu el-‘abbu’l-müznib el-fakîr Veliyûddin gafire lehu 57
Defterde devamla caminin dış kapısı üzerinde bulunan kitabe verilmiştir58.
Bu kitabe 1140/172759 senesine ait olup Lale devrinin ünlü Divan Şairi
Nedim’e yazdırılmıştır60. kitabenin transkripsiyonu şu şekildedir;
Âlemin hâkânı Sultan Ahmed âli-i himem
Kim cihânda zât-ı âli şânıdır zıll-ı hüdâ
Cümle şâhân içre kılmış zât-ı pâken serfirâz
Hazret-i feyyâz-ı mutlak eyleyüb lutf ü ‘itâ
Ol şehinşâh-ı hümâyûn pâye kim şâyestedir.
Olsa cârub-ı der-i vâlâsı şâhper-i hümâ
Ol muazzam şehriyâr-i heft-kişver kim ânın
Muntazamdır devleti ber âsaf eyle hâliyâ
Sadr-ı âz’âm saf-ı âlicenâb muhterem
Ya’ni İbrahim Paşa ma’den-i cûd u’ atâ
Kûşe kûşe eyleyüb âfâkı hep mâmûre-zâr
Bir eserle eyledi hep semti pür’izz û ‘alâ
Ba-husûs işte bu Nevşehir-muallânın dahî
İtdi her bir cânibin âsâr-ı hûb dil-kuşâ
Bu münevver cami’-i â’liyi bünyâd eyleyüb
Buldu bu şehr-i lâtîfin kadri hakkâ i’tilâ
Bu mu’allâ cami’ oldukça mekân-ı kudsiyân
Eyleye mahfûz bânisin cenâb-ı Kibriyâ
Didi bu mısra’la târih-i itmâmın Nedîm
Kıldı İbrahim Paşa cami-i Enver binâ61
57
58
59
60
61
16
Kitabe metni için bkz. (Ahmet Refik, “Damat İbrahim Paşa Zamanında Ürgüb ve Nevşehir”, TOEM,
III/80 (1340), s. 173; Ahmet Refik Altınay, Damat İbrahim Paşa Döneminde Ürgüb ve Nevşehir,
haz. Eftal Ş. BATMAZ-Bekir KOÇ, Ürgüp Belediye Başkanlığı, Ankara 2005, s. 42-43; Bilge, age, s.
55; İlknur Aktuğ, Nevşehir Damat İbrahim paşa Külliyesi, Kültür Bakanlığı, Ankara 1993, s. 86-88);
Kitabenin günümüz Türkçesi ile karşılığı için bkz. (Aktuğ, age, s. 88).
Bu kitabe Camii avlusunun Kuzeybatı giriş kapısında bulunmaktadır.
‫( ﺍﻥﺏ ﺭﻭﻥﺍ ﻉﻡﺍﺝ ﺍﺵﺍپ ﻡیﻩﺍﺭﺏﺍ یﺩﻝیﻕ ﻡیﺩﻥ ﻥﻡﺍﻡﺕﺍ ﺥیﺭﺍﺕ ﻩﻝﻉﺍﺭﺹﻡ ﻭﺏ یﺩیﺩ‬1140)
Ahmet Refik, agm, s. 172.
Kitabe için bkz. (Ahmet Refik, “Damat İbrahim Paşa Zamanında Ürgüb ve Nevşehir”, TOEM, III/80 (1340),
s. 172; Ahmet Refik Altınay, Damat İbrahim Paşa Döneminde Ürgüb ve Nevşehir, s. 41; Arif Bilge, age, s.
51; Aktuğ, age, s. 83-85) ayrıca kitabenin günümüz Türkçe karşılığı için bkz. (Aktuğ, age, s. 84-85)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
I. II. Camii Atik [Kara Camii]
Defterde Camii Atik Mahallesinde İbrahim Paşa tarafından yaptırıldığı kaydedilmiştir62. İbrahim Paşa tarafından Nevşehir’de yaptırılan ilk eserlerden
biri olması açısında önemlidir63. Muşkara, Osmanlı Devletinde III. Ahmed
(1703–1730) zamanına kadar Ürgüp kazasına bağlı bir köy idi. XVIII. yy.a
kadar da bu köy görünümünden kurtulamamıştır. III. Ahmed zamanında
sadrazam olan İbrahim Paşa (Sadareti 1718–1730) zamanında, doğduğu
köye büyük önem verilmiş; camiler, çeşmeler, medrese, imaret ve hamam
ile çeşitli binalar yaptırılarak gelişmesi sağlanmıştır. İlk olarak 1131/1719
senesinde Cami-i Atik mahallesinde Kara Camiini yaptırmıştır64. Kapısı
üzerindeki kitabe Şair Dürrî Efendiye yazdırılmıştır65.
Veziri sahibü’l-hayrât İbrahim paşa kim
Vücûd-ı pâkı ayn-ı rahmet oldu dîn-i dünyaya
Müşerref eyleyince devleti ol sa’âdetle
Muvaffak oldu lütf hazret-i bârî ta’âlâya
Şehinşâh-ı mu’azzam ya’ni Sultan Ahmed Gazî
Anı me’mûr kıldı hıdmet-i bâb-ı mu’alâlya
Olunca kâtib dârü’s-sa’âde bir nice müddet
Zuhûra geldi zâtından nicedir kerânmâye
Anın ardınca mirâhûr-u evvel oldu ikrâmâ
Vezâret şıkkına zirâ oldur evveleyn-i pâye
Bâsub pâyen-i rikâbe oldu Dâmâd-u şehinşâhi
Netice mühr-ü pâkî aldı geçti sadr-ı â’lâya
Virüb mülkün nizamın sulha şâd etdi dünyayı
Gedikler kıldı ihsân eyledi a’lâ ve ednâya
Muvaffak oldu İstanbul içre nice hayârta
Revâmı Maskat-ı re’sinde hayrı olmamak vâye
62
63
Defter, s. 19-20.
Günümüzde Kara Camii olarak bilinen eser, cami-î Atîk Mahalesi’nde, doğusunda Kara Camii Sokak, kuzeyinde Eski Konak Sokak bulunmaktadır. Günümüzde ibadete açık olan eser 1987/1988
yıllarında onarım geçirmiştir.
64 Ekiz, agt, s.8
65 Ahmet Refik, agm, s. 166.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
17
Nevzat TOPAL
Bu âli cami’i kıldı bin mi’mâr-ı himmetle
Sezâdır hemser olsa beyt-i ma’mûr felek-sâye
Evvela makbûl-i sa’yi yapdı İbrahim beytü’llâh
‘İbâdat hakkadır dâim-i duâ’i eshâb-ı hayrâta
Mahaldar gelse cem’ olsa Müslümanlar musallâya
Budur dünyada zehr-i âhiret erbâb-ı ‘ukbâya
Gice gündüz kılûb beş vaktini bunda salâ-ı ehli
Hemîşe secde-i şükr eylesünler lütf-ü mevlâya
İlahi devletin pâyende kıl ömrün füzûn ile
Ola dâim muvaffak böyle hayrât-ı dilârâya
Melekler dediler tebrik ile tarihin ey Durri
Selâdır cami’ i’lâ-yı İbrahim Paşa’ya.(1131)66
Defterde iç kapı (harim kapısı) yukarısındaki kitabeden başka dış kapı üzerindeki kitabeden bahsedilmektedir67. Bu kitabede 1131/1719 senesine
ait olup transkripsiyonu şu şekildedir:
Vezir-i Hazret-i hân Ahmed İbrâhim Paşa kim
Ana mahsurdur ancak nizâmı din ü dünyanun
Nizâm-ı mülke irmişken halel etrâf-ı âlemde
Tarîk-i sathile müfid itdi rahın cümle a’dânun
Diyarında murad itdi ki bir hayrât ide icad
Füzûn oldı anun tedbîrine takdîri Mevlânun
Ana nâzır olan el-Haci İbrahim Ağa hâlâ
Yapub bir câmi oldı anda hep makbul ihvânun
Hulus ile anun sa’y ü cemil ü hidmet-i pâki
Sezâ kıldı anı etrâfına ol kân-ı ihsanun
Belîgâ bir du’a geldi lisâna oldı hem târîh
“Bu câmi-i tayyib kabri ola İbrahim Paşanun” (1131)
66
67
18
Ahmet Refik, agm, s. 166; Altınay, age, s. 31-32.
Bu kitabe avlunun doğu duvarındaki kapı açıklığının yukarısında bulunmaktadır. Kitabenin transkripsiyonu ve günümüz Türkçesi için bkz. (Ekiz, agt, s. 109-110)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
I. III. Fişenkcioğlu Camii
Kapıcıbaşı Mahallesinde bulunan caminin Fişenkcioğlu Feyzullah Efendi68
tarafından yaptırılmıştır69. Camiinin kitabelerinde 1273/1856 senesinde
yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bugün Nevşehir camileri içerisinde Kapıcubaşı
Mahallesinde Fişenkci Camii bulunmaktadır70. Kapısı üzerinde bulunan kitabenin transkripsiyonu şu şekildedir.
Yâ rab în bünyâd-ı âlî tâ ebed ma’mûr bâd
Çeşm-i bed zîn câmi‘î zîn âsitâne dûr bâd
Sâhib-i in câmii da’im bâd bâ-nâz u naim
Dostâneş nâsır u bed-hâh-ı û makhûr bâd
Hâtif-i ez gayb-râ goftem ki în târîh-i men.
Fehmiyâ heftad se sâl-râ begû meşhûr bâd
Diğer kitabesinin trabkripsiyonu şu şekildedir.
Kalb ile iki elin kaldırıb didi Atâ
Târihinde câmi‘i feyz-i İlâhîdir bu câ
În nazargâh-ı İlâh târîh olur dîğer ana
Turmayub var kıl namâzı Hakk’a çok eyle duâ71
I. IV Bekdik Camii [Orta Bekdik Camii]
Bekdik camii olarak bahsedilen cami Bekdik mevkiinde Abdulhamid Ağa
tarafından yapıldığı belirtilmektedir72. Cami bugün Bekdik Mahallesi, Tahta Camii Sokak üzerinde bulunmaktadır. Orta Bekdik Camii olarak söylenmektedir73. Defterde caminin tamir kitabesi verilmiştir. Tamir kitabesinden caminin Abdülaziz’in kölelerinden Nergiz Kalfa tarafından 23 Receb
1296/13 Temmuz 1879 senesinde tamir edildiği anlaşılmaktadır74. Muhtelif tarihlerde tamir gördüğü anlaşılan caminin halen ibadete açık olduğu
görülmektedir.
68
69
70
71
72
73
74
Camiinin banisi Feyzullâh Efendinin ünlü müzisyen, bestekâr, etnolog Ahmet Adnan Saygun’un
dedesi olduğu belirtilmiştir. (Mehmet Kırbıyık, “Fişenkçi Camii Kitabeleri”, Nevşehir Kültür ve Tarih
Araştırmaları, I/4 (Aralık 2005), s. 16).
Defter, s. 21-22.
http://www.nevsehirmuftulugu.gov.tr/camiler/Fişekçi-Camii.html (10.09.2011)
Camiinin her iki kitabesinin transkripsiyonu ve günümüz Türkçesi için bkz. (Kırbıyık, agm, s. 15)
Defter, s. 21-22.
Ekiz, agt, s. 163.
Harim kapısının yukarısına, talik hatlı her biri kartuşlar içine yazılmış altı satırlık kitabedir. (Ekiz, agt,
s. 163)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
19
Nevzat TOPAL
Bu kitabenin transkripsiyonu şöyledir:
Harâb olmuş idi bir dem bu dilgüşâ cami-i zîbâ
Temâşâ eyledikçe abidân eyler idi hayfâ
Hüdâ Rûh-ı Latifin şâd ide Abdülâziz Hân’ın
Gark-i rahmet itsun haşre dek ol Hazreti Mevlâ
Anın memlûkesinden Zülfî Nergis Kalfa çün himmet
İdüp ikmâl-i ta’mirin hemândem eyledi ihyâ 23 Recep Sene 129675.
I. V Eskili Camii
Defterde Eskili Mahallesinde bulunan camii Rabia Hanım tarafından yaptırıldığı söylenmiştir76. Camiinin bugün Cumhuriyet Mahallesi, Kitapçı
Sokak’ın güneyinde meyilli bir arazi üzerinde bulunmaktadır. Harim kapısının yukarısındaki kitabesinden H.1275/M.1858–1859 yıllarında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Eser son olarak 1966 yılında yapılan tadilat sonucu
asli halini tamamen kaybetmiştir77.
Hoca İbrahim Efendi sıdk-ı hukukuyla
Bu cami-i muallaya mamur u abad eyledi
Hakk-ı taala tay’ini meşkur ve afak eylesun
Ta millet-i islam var olmakdır bi-hakk-ı maksadı
Hurufu mantukıyle söyledi tarihini ‘Âdil
Himmet güzarı havale-i ilan kıla ol mabedi
I. VI Kaya Camii
Kaya mahallesinde bulunan caminin Süleyman Baba tarafından yaptırıldığı belirtilmiştir. Defterde bu caminin Nevşehir’in birkaç haneden mürekkep Muşkara köyü olduğu zamanda yaptırıldığı ifade edilmiştir78.
75
Defter, s. 22; Ekiz, agt, s. 163, dn 127; Kitabenin günümüz Türkçesi şöyledir:
Bu gönül açıcı güzel cami bir zamanlar harap durumdaydı
Caminin bu harap vaziyetini gören halk hayıflanırdı
Tanrı Abdülaziz Han’ın ruhunu şad etsin
Kıyamete kadar Tanrı ona rahmet etsin
Onun kölelerinden Zülfi Nergis Kalfa yardım etti
Bu caminin tamirini tamamlayıp ona yeniden hayat verdi.
13 Temmuz 1879 (Ekiz, agt, s. 163, dn 127).
76 Defter, s. 21-22.
77 Ekiz, agt, 182.
78 Defter, s. 23-24.
20
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
Bugün bu caminin; Camii-Atik Mahallesinde, güney ve doğusunu Kaya
Cami Sokak’ın kuşattığı güneye meyilli bir arazi üzerinde yerleşen eser son
olarak 1955 yılında yapılan tadilat sonucu asli halini tamamen kaybettiği
belirtilmiştir 79.
I. VII Piroğlu Camii
Çarşı içinde bulunan caminin Hacı Ali Bey tarafından yaptırıldığı bildirilmiştir80. Piroğlu Camii ve sonraki camilerin sadece isimleri ve banileri hakkında bilgi verilmiştir.
I. VIII Bekir Efendi Camii
Çarşı içinde bulunan caminin Bekir Efendi tarafından yaptırıldığı bildirilmiştir81.
I. IX Ali Bey Camii
Çarşı içinde bulunan caminin Ali Bey tarafından yaptırıldığı bildirilmiştir82.
I. X Tahta Camii
Tahta Cami mahallesinde bulunan caminin ahali (halk) tarafından yaptırıldığı bildirilmiştir83.
I. XI Kapıcıbaşı Camii
Çarşı yakınında bulunan caminin Kapıcıbaşı Osman Ağa tarafından yaptırıldığı bildirilmiştir84.
I. XII Müfti Camii
Kapıcıbaşı mahallesinde bulunan caminin Müfti-i Esbakzade Hacı Ahmed
Hazım Efendi tarafından yaptırıldığı bildirilmiştir85.
II. Medreseler
Defterde Nevşehir’e ait altı medreseden bahsedilmektedir. Bunlardan
Kurşunlu medresesi kitabesi verilmiş diğerlerinin kitabeleri verilmemiştir.
79
80
81
82
83
84
85
Ekiz, agt, s. 183.
Defter, s. 23-24.
Defter, s. 23-24.
Defter, s. 23-24.
Defter, s. 23-24.
Defter, s. 23-24.
Defter, s. 23-24.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
21
Nevzat TOPAL
1317 tarihli Konya Vilayet Salnamesinde şehirde 8 medrese olduğu bildirilmiş ancak bunların isimleri verilmemiştir86. Bundan yaklaşık yedi yıl
sonra 1324/1907 senesinde düzenlenen defterde altı medreseden bahsedilmiştir87. Diğer iki medresenin kullanılmaz durumda m? yoksa defteri
düzenleyen tarafından alınmamış mıdır? Bilinmemektedir.
II. I. Kurşunlu Medresesi
Medresenin çarşı ittisalinde (yakınında) olduğu ve İbrahim Paşa tarafından
1139/1726-1727 yaptırıldığı belirtilmiştir88. Medrese üzerinde bulunan kitabe şair Vehbi’ye yazdırılmıştır. Medrese bugün mevcut olup Cami-i Cedit
Mahallesi, Cami-i Kebir Caddesi üzerinde, Damat İbrahim Paşa Camii’nin
batısında yer almaktadır89. Medresenin mimarî hassa Mimar Başı Mehmet
Ağa olup90, medrese 1964 ve 1987/1988 senelerinde onarım geçirmiştir.
Asli halini korumaktadır. Medresenin iki kitabesi bulunmaktadır. bunlarda
biri 1139/1726-1727 senesine, diğeri 1140/1727-1728 senesine aittir91.
Defterde bu kitabelerden birincisi verilmiştir.
Defterde yer alan 1139/1726-1727 senesine ait kitabenin transkripsiyonu
şöyledir.
Ebu’l-feth muzaffer Şehriyâr-ı ma’adalet küster
Ki Zât-ı pâki ânın mazharı innâ ca’elnâdır
Cihânbân-ı mu’azzam hazret-i şâhinşah-i â’zam
Hidiv-i cem hedm-i zıll-ı zelîl-i hâlik-i kâdir
Cenâb-ı hazret-i Sultan Ahmed Han Gazi kim
Der-i dergâh-ı lütf û cûdi mihrâb-ı temennâdır
Değildir mehdini mümkün ü lîken şükr-i vâcibdir
Ki zâtı ni’met-i mahz-ı cenb-ı hakk te’âlâdır
O hâkân simâ menkabet kim’ adl û re’fetle
Muradı â’lemi ma’mûr idüb dünyayı ihyâdır
Anınçün mazhar-ı esbâb-ı te’yîd eyleyüb mevlâ
Muvaffak itdi bir düstûra kim b-misl û hemtâdır
86
87
88
89
90
91
22
Konya Vilayet Salnamesi, sene 1318, s. 287.
Defter, s. 22-26.
Defter, s. 23-24.
Ekiz, agt, s. 24.
Ahmet Refik, agm, s. 170; Ekiz, agt, s. 24.
Ekiz, agt, s. 24.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
Nizâm-ı din ü devlet ya’ni İbrahim Paşa kim
Olub eserine peyrev-i şâhrâh hayra bûyrâdır
Veziri â’zam Ekrem medâr-ı râhat-ı âlem
Ki dâmâd-ı kerem mû’tâd şâh-ı kişver ârâdır
Sitûdekâr û gerdârı müsellem hüsn-i etvârı
Anın hayrât û âsârı birûn-ı hadd ihsâdır
Biri ezcümle bu ma’mûre-i pâkize mevki-i kim
Defâtirhânede Nevşehir ismiyle müsemmâdır
O hurşîd-i sa’det terakkî olmakla münifinden
Zemini şimdi ref’etde revâk-ı çarh-ı hemtâdır
Nedir bu yâ mu’allâ bek’a-i pâkize-i vâlâ
Ki hüsn-i tarh-i hayret bahş-ı erbâb-ı temennâdır
Sipihr-i ‘ilm ü dânişdir bu â’li medrese gûya
İçinde hücreler mânend-i burc-ı çarh-ı pirâdır
Sebk-hân-ı du’a-yı hayr olub aç safha-veş destin
Sırr û şân-ı ilhi cümle mine müheyyâdır
Bu dârü’l-‘ilimde neşr-i kemâl fazl olundukça
İde bânisini sadrında dim hâliki kâdir
Ola ömrü füzûn hasmı nikûn mülk-i zühd birûn
Hemîşe ne kubâb-ı âsumân tâ böyle ber-câdır
Sezâ altûn kalemle yazsalar tarihin ey Vehbî
Bu vâlâ medrese icâd-ı İbrahim Paşa’dır (1139)92
II. II. Tahta Medresesi
İbrahim Paşa tarafından yaptırılan ikinci bir medrese olup, Kurşunlu Camii
civarında olduğu belirtilmiştir93. Medresenin inşa tarihi ve tamirine ait bir
bilgi yer almamaktadır. Medreseyi İbrahim Paşa’nın sadrazamlık günlerinde (1718-1730) yaptırmış olmalıdır. Bugün mevcut değildir.
II. III. Piroğlu Medresesi
Çarşı içinde bulunan medresenin Cafer Efendi tarafından yaptırıldığı belirtilmiştir94. Medresenin inşa tarihi ve kitabesi hakkında bilgi yer almamaktadır.
92
93
94
Ahmet Refik, agm, s. 173-174; Altınay, age, s. 44-45; Bilge, age, s. 58-59; Aktuğ, age, s.89-91.
Defter, s. 25.
Defter, s. 25.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
23
Nevzat TOPAL
II. IV. Köse Vaiz Medresesi
Herikli Mahallesinde bulunan medresenin Herikli aşiretinden95 Hasan
Efendi tarafından yaptırıldığı ifade edilmiştir. Ancak inşa tarihi ve kitabesi
hakkında bilgi bulunmamaktadır96.
II.V. Kapucubaşı Medresesi
Kapucubaşı Mahallesinde Kapucubaşı Osman Ağa tarafından yaptırıldığı
belirtilmiştir. İnşa tarihi olarak 1230/1814-1815 senesi gösterilmiştir97.
II.VI. Orduoğlu Medresesi
Kapucubaşı Mahallesinde bulunan medresenin Orduoğlu Hacı Seyyid
Efendi tarafından 1250/1834-1835 senesinde inşa edildiği belirtilmiştir98.
Defterde esere ait bir kitabe ve başka bilgi yer almamaktadır. Aynı mahallede Orduoğlu Camii ve Çeşmesi yer almaktadır99.
III.Hanlar
III.I. İbrahim Paşa Hanı [Beylik Hanı]
Kurşunlu Camii civarında bulunan Han’ın İbrahim paşa tarafından yaptırıldığı belirtilmiştir. İnşa tarihi hakkında bilgi verilmemiştir100. İbrahim Paşa
Nevşehir’in ticaret merkezi olabilmesi için Külliyesine han yaptırmıştır. İbrahim Paşa tarafından yaptırılan Han oniki-onbeş odadan oluşmaktadır.
İçindeki dükkânlarda abacı, astarcı, çukacı, kumaşçı ve kuyumcu esnafının
bulunduğu bilinmektedir101. 1142/1730 senesinde yaptırılan hanın kitabesini Raşid yazmıştır102.
95
Bu aşiretin 1727 senesinde Sadrazam İbrahim Paşa tarafından Muşkara köyünün imar ve
iskân edilerek Nevşehir’e dönüştürülmesi sırasında iskân ettirilmiştir (Cengiz Orhonlu, Osmanlı
İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, Eren yayıncılık, İstanbul 1987, s. 71, 111). Nevşehir ve çevresine aşiretlerin iskanı için bkz. (Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri 966-1200, Enderun
Kitabevi, İstanbul 1989, s. 169, 173, 174, 175, 211). A. Avni Ali Candar 1933 senesinde Nevşehir
ve çevresinde yaşayan Türk ve Türkmen aşiretleri arasında Herekli/Erekli isimli aşiretten bahsetmiştir. (A. Avni Ali Candar, Memleket Tetkikleri-Ankaradan Nevşehre-Yolda ve Nevşehir Havalisinde
Gördükleri, Ankara Halkevi Neşriyatı, Ankara 1933, s. 33).
96 Defter, s. 25.
97 Defter, s. 25-26.
98 Defter, s. 25-26; Bu medresenin 1961 yılında yıkılarak yerine aynı isimle Orduoğlu Camii’nin yaptırıldığı ifade edilmiştir. (http://www.nevsehirmuftulugu.gov.tr/camiler/Orduoğlu-Camii.html/03.09.2011)
99 Orduoğlu Camii ve Orduoğlu Çeşmesi ile üzerlerinde bulunan kitabeleri için bkz. (Mehmet Kırbıyık, “Orduoğlu Camii”, Nevşehir Kültür ve Tarih Araştırmaları”, II/5 (Haziran 2006), s. 18-19).
100 Defter, s. 25.
101 Ahmet Refik, agm, s. 182; Aktuğ, age, s. 9.
102 Hanın kitabesinin Transkripsiyonu için bkz. (Ahmet Refik, agm, s. 182-183; Aktuğ, age, s. 103-105).
24
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
III.II. Müftü Hanı
Çarşı derununda olduğu söylenen hanı Müftüzade Hacı Hazım Efendi tarafından yaptırılmış olup inşa tarihi verilmemiştir.103.
III.III. Süleyman Efendi Hanı
Adı geçen hanın nerede olduğu belirtilmemiştir ancak listede yer alan bir
üsteki Müftü Hanı ile aynı civarda olduğu düşünülmektedir. Bu han Hacı
İbrahim ve Hacı Mahmud Ağa’lar tarafından yaptırılmış olup inşa tarihi
belirtilmemiştir104.
III.IV. Kalender Hanı
Bu hanında nerede olduğu belirtilmemiştir. Ancak çarşı derununda olduğu düşünülmektedir. Bu han 1262/1845-1846 senesinde Ali Yazıcıoğlu
İsmail Efendi tarafından yaptırılmıştır.105.
III.V. Hamid Aşcı Hanı
Bu hanında nerede olduğu belirtilmemiştir. Ancak çarşı derununda olduğu düşünülmektedir. Bu han 1263/1846-1847 senesinde Hamidkarzadeler tarafından106.
III.VI. Hacı Eyüboğlu Hanı
Bu hanında nerede olduğu belirtilmemiştir. Ancak çarşı derununda olduğu düşünülmektedir. Bu han 1123/1711-1712 senesinde Hacı Eyüboğlu
Ömer tarafından yaptırılmıştır107.
IV. Hamamlar
IV. I. İbrahim Paşa Hamamı
Çarşı ittisalinde (yakınında) olan bu hamam 1140/1727-1728 senesinde
İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kapısı üzerindeki kitabeyi ise İbrahim Paşa Lale Devri’nin şairlerinden Nedim’e yazdırmıştır108.
Şehriyâr-ı bahr û berr sâhibkırân-ı şark û garb
[Hüsrev-i Cem pâye] Sultan Ahmed gerdûn cenâb
103
104
105
106
107
108
Defter, s. 25.
Defter, s. 25.
Defter, s. 25-26.
Defter, s. 25-26.
Defter, s. 25-26.
Defter, s. 25-26; Altunay, age, s. 49; Ahmed Refik, agm, s. 176-177; ayrıca hamamın kitabesi ve
Türkçesi için bkz. (Aktuğ, age, s. 101-103).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
25
Nevzat TOPAL
[Ol şehinşâh-ı hümyûn kadr-ı vâlâ rütbe kim
Fahr ider dergâhina İskender itse intisâb]
Ol şehin dâmâd-ı vâlâşân-ı sadr-ı â’zamı
Ya’ni İbrahim Paşa ol vazîr-i kâmyâb
‘Âlemi lebrîz kıldı cûdunun âvâzesi
Belki çıktı çarha mânend-i du’a-yı müstecâb
Ol ihyâsı bu hamâm-ı münevver kim ânın
Ruşenâ her mermer-i sâfi misâl-i mâhitâb
Sahibin hakk eyleyüb sadr-ı sa’âdette mekîn
Eylesün böyle nice asâr-ı hayre müstetâb
Eyledim çün vakit itmâmın Nedim’dan sû’al
Böyle iki mısra’-ı tarih ile verdi cevâb
Cûd-ı İbrahim Paşa kerem idüb bâzârını [1140/M. 1727-1728]
Buldı bu hamâm ile şehr-i zibâb û tâb109 [1140/M. 1727-1728]
Sonuç
Niğde Maarif Müdürlüğünün emirleri doğrultusunda 1907 senesinde hazırlanan Niğde Sancağı Merkez Kazası Asar-ı Atika Defteri isimli defterde
Niğde’ye bağlı Nevşehir ve Arapsun Kazası ile Arapsun Kazasının Sinason ve Ortahisar karyelerine ait kısa fakat önemli malumatlar verilmiştir.
Defterde yer alan eserler tablo halinde ek olarak verilmiştir. Gülşehir’de
4 camii, Ortahisar karyesinde 2 camii ve hisar, Sinason karyesinde ise 3
camii hakkında bilgi verilmiştir. Nevşehir kazasına ait olarak verilen bilgiler
daha kapsamlıdır. Nevşehir’de 12 camii, 6 medrese, 6 han ve 1 hamam
hakkında malumat verilmiştir. Yaptığımız incelemelerde bu eserlerin bir
bölümünün bugün mevcut olmayıp zamanla yok olduğu tespit edilmiştir.
Çalışmamızda defterde ismi geçen eserlerin 1907 senesi ile günümüzdeki
durumları mukayese edilerek ortaya konulmuştur.
Muşkara ismiyle küçük bir karye damat İbrahim Paşa’nın yapmış olduğu
imar faaliyetleri neticesinde gelişerek Nevşehir adı ile bir şehir durumuna
gelmiştir. Nevşehir’deki mimarî eserlerin bir kısmının Nevşehir’e yerleştirilen Türkmen zümreler tarafından yapıldığı görülür. Herikli, Eski-il, Boynuİncelü, Bekdik, Danişmendlü Nevşehir’e yerleştirilen zümreler arasındadır.
109
İbrahim paşa tarafından yaptırılan bu hamam’ın kitabesini Nedim’e yazdırmıştır. (Ahnet Refik,
agm, s. 176-177).
26
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
Arapsun’da Karavezir Silahdar Seyyid Mehmet Paşa tarafında imar ettirilerek Gülşehir adı ile tesis edilmiştir. Nevşehir’i Damat İbrahim Paşa,
Gülşehir’i de Karavezir Silahdar Seyyid Mehmet Paşa yaptıkları imar faaliyetleri ile önemli ölçüde geliştirmişlerdir.
Arapsun (Gülşehir) Kazası
Eserin Adı
Camii Cedid
[Kurşunlu Camii]
Kaya Camii
Yeri
Çarşı Kurbinde
Mahalle Caddesi
Çayır Mahalle
Kürtlü [Kütlü Camii]
Caddesi
Çayır mahalle Camii Çayır Çeşme
Banisi
İnşa Tarihi
Silahdar Karavezir
1193/1779
Mehmed Paşa
Aşcıbaşı Süleyman Ağa 1147/1734
Emin Ağa
Belirtilmemiş
Molla Yusuf
Belirtilmemiş
Arapsun (Gülşehir) Kazası Ortahisar Karyesi
Eserin Adı
Yeri
Abdioğlu Camii
Tepe Mevkiinde
Sultan Alâeddin
Camii Şerifi
Cami-i ‘Atik
Mahallesi
Karyenin
Vasatında
Hisar
Banisi
Abdi oğlu Hacı
Mehmed Ağa
İnşa Tarihi
Sultan Alâeddin
1274 (Tamir)
1258/1842
Arapsun (Gülşehir) Kazası Sinason Karyesi
Eserin Adı
Camii Şerif [Sipahi
Camii]
Cami-i Kebir
Yeri
Banisi
İnşa Tarihi
Sipahi Mahallesi
Belirtilmemiş
931/1524
Belirtilmemiş
El-Hac İbrahim
El-Hacı Hüseyin b.
Abdullah
Belirtilmemiş
Şeyh Ali Camii Şerifi Belirtilmemiş
1240/1824
Nevşehir Kazası
Eserin Adı
Camii Şerif [Damad
İbrahim Paşa Camii
Cami-i Atik [Kara
Camii]
Fişenkcioğlu Camii
Bekdik Camii
Yeri
Banisi
İnşa Tarihi
Camii Cedid M.
Merhum İbrahim Paşa
1140/1727
Cami-i Atik M.
İbrahim Paşa
1131/1719
Fişenkcioğlu Feyzullah
Efendi
Bekdik Mevkiinde Abdülhamid Ağa
Kapucubaşı M.
Belirtilmemiş
1296/1879
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
27
Nevzat TOPAL
Eskili Camii
Kaya Camii
Piroğlu Camii
Bekir Efendi Camii
Ali Bey Camii
Tahta Camii
Eskili M.
Kaya M.
Çarşı İçinde
Çarşı İçinde
Çarşı İçinde
Tahta Camii M.
Kapucubaşı Camii
Çarşı ittisalinde
Müftü Camii
Kapucubaşı M.
Kurşunlu Medresesi
Çarşı İttisalinde
Kurşunlu Camii
Civarı
Çarşı derununda
Tahta Medresesi
Piroğlu Medresesi
Köse Vaiz Medresesi Herikli M.
Kapucubaşı
Medresesi
Kapucubaşı M.
Orduoğlu Medresesi Kapucubaşı M.
İbrahim Paşa Hanı
Kurşunlu Camii
Civarı
Müftü Hanı
Çarşı Derununda
Süleyman Efendi
Hanı
Kalender Hanı
Hamid Aşcı Hanı
Hacı Eyüboğlu Hanı
İbrahim Paşa
Hamamı
Çarşı İttisalinde
Rabia Hanım
Süleyman Baba
Hacı Ali Bey
Bekir Efendi
Ali Bey
Ahali Tarafından
Kapucubaşı Osman
Ağa
Müfti-i Esbakzade Hacı
Ahmed hazım Efendi
İbrahim Paşa
1275/1858
Belirtilmemiş
Belirtilmemiş
Belirtilmemiş
Belirtilmemiş
Belirtilmemiş
Belirtilmemiş
1139
İbrahim Paşa
Cafer Efendi
Herikli Aşiretinden
Hasan Efendi
Kapucubaşı Osman
Ağa
Orduoğlu Hacı Seyyid
Efendi
İbrahim Paşa
Müftüzade Hacı Hazım
Efendi
Hacı İbrahim ve Hacı
Mahmud Ağa
Ali Yazıcıoğlu İsmail
Efendi
Hamidkarzadeler
tarafından
Hacı Eyüboğlu Ömer
Ağa
İbrahim Paşa
1140/1727
Tablo: Niğde Âsâr-ı ‘Atika Defterinde yer alan eserlerin listesi
28
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
Kaynaklar
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atika Defteri, Süleymaniye Kütüphanesi,
Kısmı: İzmirli İ. Hakkı, Kayıt No: 2455.
Konya Vilayet Salnamesi, sene 1318.
387 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rûm Defteri (1530), I.
TBMM, Zb. C., D. I, C. 5
TBMM, Zb. C., D. X, C. 1.
TBMM, Zb. C., D.IV, C. 15.
TK 564, s. 73/b
Ahmet Refik, “Damat İbrahim Paşa Zamanında Ürgüb ve Nevşehir”, TOEM, III/80
(1340), s. 156-185.
Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri 966-1200, Enderun Kitabevi, İstanbul
1989.
Aktepe, M. M., “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa”, İA, IX, İstanbul 1964, s. 234239
Aktuğ, İlknur, Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara 1993.
Altınay, Ahmet Refik, Damat İbrahim Paşa Döneminde Ürgüb ve Nevşehir, haz.
Eftal Ş. BATMAZ-Bekir KOÇ, Ürgüp Belediye Başkanlığı, Ankara 2005.
Bilge, Arif, Nevşehir ve Lâle Devri, Nazımbey Basımevi, Konya 1966
Bilinmeyen Kapadokya Gülşehir,Gülşehir Kaymakamlığı.
Candar, A. Avni Ali, Memleket Tetkikleri-Ankaradan Nevşehre-Yolda ve Nevşehir
Havalisinde Gördükleri, Ankara Halkevi Neşriyatı, Ankara 1933.
Ekiz, Mehmet, Nevşehir’de Türk Dönemi Mimarî Eserleri, Ankara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Anabilimdalı, Doktora Tezi, Ankara
2006.
Erol, Oktay, Gülşehir ve Çevresindeki Türk-İslam Eserleri Üzerinde İnceleme, Ankara Üniversitesi, Lisans Tezi, Ankara 1973.
Güney, Emrullah vd, Nevşehir İli Yakın Çevre İncelemeleri, İstanbul 1974.
Kaptan, Ali -Salim Koçak, Doğa, Tarih ve Kültür Hazinesi Orta Hisar
Kırbıyık, Mehmet, “Fişenkçi Camii Kitabeleri”, Nevşehir Kültür ve Tarih Araştırmaları, I/4 (Aralık 2005), s. 13-16.
Kırbıyık, Mehmet, “Orduoğlu Camii”, Nevşehir Kültür ve Tarih Araştırmaları”, II/5
(Haziran 2006), s. 18-19
Orhonlu, Cengiz, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, Eren yayıncılık,
İstanbul 1987.
Rehber, Remzi, Nevşehir ve Göreme, Yeni matbaa, Ankara 1961
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
29
Nevzat TOPAL
Şahin, İlhan, “Nevşehir”, DİA, 33/2007, s. 64-67.
Uzluk, Feridun Nafiz, Fatih Devrinde Karaman Eyâleti Vakıfları Fihristi, Ankara
1958
Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, C.IV/2, TTK, Ankara1983.
http://www.korumakurullari.gov.tr/dosya/1-275209/h/anitsal-kultur-varliklari.pdf
(06.09.2011)
http://www.korumakurullari.gov.tr/dosya/1-275209/h/anitsal-kultur-varliklari.pdf
(06.09.2011)
http://www.nevsehirmuftulugu.gov.tr/camiler/Fişekçi-Camii.html (10.09.2011)
Kaynak Kişiler
Hakan Dobada, 1976 doğumlu.
Murat Sakarya, 1967 doğumlu, Belediye çalışanı.
Yılmaz Bayar, 1973 doğumlu.
30
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
Ekler
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
31
Nevzat TOPAL
32
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Niğde Sancağı Merkez Kasabası Âsâr-ı ‘Atîka Defterine Göre Nevşehir ve Arapsun (Gülşehir)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
33
Nevzat TOPAL
34
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
SANAT VE DİN
ART AND RELIGION
Nihat BOYDAŞ*
ÖZET
Sanat hakkında konuşmak zevkli’ce fakat sanat yapmaya nazaran,
daha da zordur. Çünkü sanat yapmak vehbii’dir, sanat hakkında konuşmak ise kisbîdir. Yani sanat hakkında konuşmak araştırmayı, çalışmayı gerektirir; böyle bir uğraş dar kapıdan geçmeye çalışmaktır.
Sanatın kökeni, amacı, türleri, zamana mekâna göre değişebilir.
Çünkü sanat denen fenomen açık kavramdır (open concept). Bu şu
demektir, sanat bilimcileri, sanatın nitelikleri konusunda bir paydada buluşup, anlaşamıyorlar. Sanat bilim gibi ilerlemez, sanatta genel
geçer kural “değişim”dir.
İnsan neden sanat yapar, sanata neden bu denli düşkünüz? Zaman
sanatlarında, sanatın amacı, kökeni, izleri(belki de sözel olduğu için)
mekân sanatlarına nazaran, daha açık seçiktir, daha anlaşılır bir niteliktedir. Sanatın atası dindir ve onunla ortak yönleri vardır. Sanat
bütün dönemlerde dinden beslenmiştir. Bugün sanatın laikleştiğini
iddia etsek bile, dünyanın en ünlü sanat eserleri din adına yapılmaktadır. Dolayısıyla sanatın kökeninde inanç ve fanilik korkusu, tanatofobi bulunduğunu söylemek pek de iddialı bir görüş olmayacaktır.
Bilimin, sanatın, dinin kaynağının hayret etmek olduğu Eflatun’dan
beri söylenir. Doğadaki bir niteliğe hayret eden insan sanata, tanrıya, bilime ulaşmak için kanatlanır. Kültürün en veciz tanımı, tabiatı insanlaştırmaktır. Kapadokya’ya olan hayretimiz; maddeye
değil manaya olan, insana olan, kaderimize olan endişelerimizden
kaynaklanmaktadır. Bölgedeki duvar resimleri; İsa’nın, Meryem’in,
havarilerin, yani inancın resimleridir. Bu freskoların sanat için yapıldığını iddia etmek, pek doğru olamasa gerek.
Anahtar Kelimeler: Sanat, Din, Nevşehir
* Prof. Dr., Gazi Üniversitesi, Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü, Resim- İş Eğitimi ABD.
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
35
Nihat BOYDAŞ
ABSTRACT
Talking about art is enjoyable, but it is difficult as compared with
performing art. For, performing art is innate while talking about it
is acquired in time. That is to say, talking about art requires some
research and studies; such a struggle is just like trying to go through a narrow door. The origin, goal, and genres of art can vary
according to space and time. For, the art phenomenon is an open
concept. This means that art scientists cannot find the least common denominator concerning the qualities’ of art, and they cannot
compromise with one another. Art doesn’t progress like science;
the well-accepted rule of art is “changing”.
Why does man perform art and why are we so addicted to art? The
goal, origin and traces of time arts, (maybe because it is oral), are
more explicit and comprehensible as compared with arts venues.
Art’s ancestor is religion and art has some in common with it. Art
is supported by religion during all periods. Although we claim that
art, today, has secularized, the most famous art works of the world
have been performed for the sake of religion. Hence, it won’t be
too assertive to express that the fear of belief and mortality, in other
saying, thanatophobia lies in art’s origin.
Since the time of Plato it has been said that the source of science,
art and religion is astonishment. A person who is astonished by an
attribute of nature becomes overjoyed to reach art, God and science. With its shortest definition, culture is humanization of nature.
Our astonishment by Cappadocia doesn’t result from our worries
about substance, but it results from our worries about sense, man
and our destiny. The paintings in the region are the paintings of Jesus Christ, of Mary and of the apostles, namely the paintings of belief. To claim that these frescos were made for art is not quite right.
Key Words: Art, Religion, Nevsehir
Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
Bu bildirimi ‘’Benim aşk mektebim Yozgat’tır diyen şiir ve şair sevdalısı
merhum Nevşehir’li mimar Numan Kıyat‘ın hatırasına ithaf ediyorum…
İhtiyatla söylemek isterim ki, sanat hakkında konuşmak, sanat yapmaktan
zordur. Neden mi? Sanat yapmak vehbi’dir, sanat hakkında konuşmak
ise kisbîdir. Sanat hakkında konuşmak dar kapıdan geçmeye çalışmaktır.
Üstelik sanat denilen fenomenin açık kavram (open concept) oluşu konuş-
36
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sanat ve Din
macının işini daha da zorlaştırır, cesaretini kırar. Bu arada sanatçıları darıltmak, gücendirmek tehlikesi de vardır. Sanat evreninde çalışanlar hatta bu
evrenin dışında kalanlar da kendilerince sanatı tanılamaya çalışırlar. Oysa
ki yukarıda söylediğimiz gibi, sanat açık kavramdır. Sanatın kökeni, amacı,
türleri, hatta nitelikleri konusunda sanat bilimcileri, her devirde, her kültürde ortak bir paydada buluşamamışlardır. Her sanatçıya, sanat izleyicisine, sanat tüketicisine sanat teorisine uyan bir tanım yapmak neredeyse
imkansızdır. Her sanat eserinde bulunması gereken, her sanat eseri için
yeterli olabilecek nitelikler tespit etmek de tartışmalıdır. İşte bu nedenledir
ki sanat, bilim gibi kapalı bir kavram değil, açık kavramdır. Sanatın tanımı
yapmak gibi mayınlı bir araziye girmeyeceğim. Fakat bu tür çabanın güçlüklerini dile getirecek birkaç çabadan söz açacağım. Picasso’nun sanat
tanımı, Aziz Augustinus’un zaman tanımına benzer: “Sanat bir yalandır;
fakat bu yalan çok zor bir sanattır”. Fuzuli geçmişin uzak ufuklarından
bize kırgın, münkesir, mugber, acı bir tebessümle karşımıza dikilir.’’Biz
daha önce söylemedik mi? Neden bizim sözümüze değil de o İspanyol’un
sözüne itibar ediyorsunuz? Biz ondan daha önce demedik mi?
Ger derse Fuzuli güzellerde vefa var
Aldanma ki şair sözü elbet yalandır.
Bağışla bizi Su kasidesi’nin-duasının- mübarek dili! Biz bilerek yada bilmeyerek atasını öldüren Yunan yalanlarının muhayyel kahramanı Oidipus gibi
atalarımızı öldürdük! Suçumuz çok büyük!
Devam edelm. Hz. İsa sırtında haç, Golgotha Tepesi’ne işkence ve hakaretlerle düşe kalka tırmanırken, kendi kendine mırıldanıyormuş: Baba!
Bunları affet, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!(Father! Forgive them for
they know not what they do!) Marxist estetik İsa’nın bu sözünü sanatçılara uygular. Beyaz adam daha da ileri gider: ‘’sanatçıların dilini kesmek
lazım’’ der. Konuşmaktan ziyade, üretsinler, herkes kendi işine baksın!
Demeye gelir olmalı bu söz. Hazır bu noktaya gelmişken Yahya Kemal
Beyatlı sanat yapmanın arka planında hepimizin bir miktar ilah olduğunu
iddia eder. Bir de İbnül Emin’in fikrini alalım. ‘’Onlar bilinmek için okurlar,
bense bilmek için’’ . Bilerek veya bilmeyerek unuttuğumuz Osmanlı’da bu
konuda şöyle der:
Bilirsin ki bilmezsin
Bir bilene sormazsın
Korkarsın ki sorunca
Bilirler ki bilmezsin
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
37
Nihat BOYDAŞ
Acaba sanatçılar bilinmek için mi çalışırlar? Gerçi bu düşüncenin, çabanın
arka planı zengindir, polifoniktir. Bilinmek, hatırlanmak, büsbütün unutulmamak. Bu iddianı en güzel, en anlamlı örneklerini şiir dünyasında buluruz.
Minnet huda’ya devlet-i dünya fena bulur
Baki kalır sahife-i alemde adımız
Ölmek acıdır, yaşayıp köhnemek hazin
Buna bir çare yok mudur ya Rabb-el alemin?
Ve gönül tanrısına der ki
Pervam yok verdiğin elemden,
Her mihnet kabulum yeter ki
Gün eksilmesin penceremden
Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan
Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan
Dönmeyen gemiler olduk açıktan
Adımızı soran, arayan var mı?
Tanatafobia! Acaba sanatın arka planında (tanatafobia) ölüm korkusu mu
kodlanmış? Ayrılık korkusu mu, adem korkusu mu dur sanatı esrarlı kılan?
Bunun için mi Mevlana mesnevisine ayrılıktan şikayetle başlıyor? Başka
düşünürlerinde söylediği gibi sanat ölümden sonra hayat mı yada sanat,
ölümün gülen yüzü mü?
Ali İzzet Begoviç’e göre sanat bir tür ibadettir; Dinsiz sanatçı vardır, fakat dinsiz sanat yoktur. Eflatun’dan başlayarak pek çok düşünüre göre
(özellikle göğün emirlerini bilen düşünürler) sanat hayret ırmağından beslenir. Hayret etmeyen insanın, hayvandan farkı yoktur Hegel’e göre. Bir
gülün rengin, biçimine, kokusuna, varoluş biçemine hayret eden insan,
dine(tanrıya), sanata, bilime ulaşabilir. Din ile sanat arasındaki ortak payda
ebediyet olmalı! Bilimin varacağı son nokta, insan beyhudedir, fanidir yok
olup gider! Din ile sanat ise insanın ölümsüzlüğüne, ebedi olması gerektiğine odaklanır.
Sanat felsefe ve dinin temeli insanın dikkatini, bilinmezlere, sırlara, muammalara çekmesinde yatmaktadır. Bu da meditasyonla, tefekkürle mümkündür. Hayret etmek, düşünmeye öğrenmeye yönelmek demektir.
Mestane nukuş-u suveri aleme baktık
Her birini özge bir temaşa ile geçtik.
38
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Sanat ve Din
Bütün sanat türlerinde genellikle geçerli olan sanat ilkeleri vardır ki estetik
objeyi bunlardır değerli kılan. Bu kredoların en önemli ikisini ele alalım.
Tekrar ve Birlik. Bu ilkeler nerden ve nasıl bulunmuştur, alınmıştır? Bu ilkeleri ashab-ı kaal bulmadı. Bunlar tabiatta vardılar. Onlar yüce yaratıcının,
büyük tasarımcının, göklerdeki prologdan başlayarak, varlığın temelindeki
prensipleridir. İnsan bunları hayretle keşfetti.
Hakk’ı biz bulduk deyu zannetmesin ashab-ı kaal
Cuylar çün erdiler deryaya hamuş oldular.
Sanat ve dinin akrabalıkları işte bu ilkelerden kaynaklanmaktadır. Varlık,
kainat hatta sanat işte bu ilkelerle anlaşılmaktadır. Bu da meditasyonla
tefekkürle mümkündür. Çünkü bu ilkeler olmasaydı varlığı ve sanatı anlayamazdık. Kaos, akıl ve mantığımızın dışındadır. Sanat evrenine bakarsak,
dünyanın en ünlü sanat şaheserleri din adına yapılmıştır ve bunlar tasarım
ilkeleriyle anlaşılabilir. Mısır, Yunan, Roma panteonu olmasaydı bu kültürlerden geriye ne kalırdı acaba? Rönesanstan itibaren giderek laikleşmeye
başlayan batı sanatı bugün kültür ve ruhu zenginleştirme amacını gene bu
mükemmel aleme hayret ve kendi zaafını kabul etme kaderine razı olma
realitesine dayandırmaktadır. Hegel doğu inanç (din), batı bilim kafasıdır
derken sanatın kaynağının doğu yani din olduğunu ima etmiyor mu? Öte
yandan İslam’ın bütün sosyal hayatı, inanç sistemi özellikle cami etrafında
toplanır ve şekillenir. Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre cetlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Türk İslam sanatının felsefesini rahman suresinin
26-27. ayetleriyle açıklamaya çalışan batılı sanat tarihçiler İslam sanatının
İslam dini ile olan ilişkisine işaret ediyorlardı. Sadrlardan satırlara nakledilen kutsal metin (Kuran-ı Kerim) güzel yazılır (hüsn-i hat) güzel okunur.
Minarelerde beş vakit okunan ezanlar sırasıyla saba, rast, hicaz, segah,
uşşak makamlarındadır. Şimdi Kapadokya’ya olan hayretimizin nedeni
fresklerin sanat eseri olmasından mıdır? Yoksa Mevlana’nın da dediği gibi,
her mekandaki duvar ve tavanın suretleri mimarın düşüncesinin gölgesi
midir? O zaman bu resimler , burada yaşayan insanların düşüncelerinin
suretlerinden başka ne olabilir. Sanatın, dinin en dikkate değer ve heyecan verici yanları, insanı-hümanizmayı- unutulmuş kalbi kırık küçük dertli
insanlarda aramalarıdır.
Hem fakirim, hem dilenci, hem melikim, hem padişah
Hem menem üstad-ı sanat hem anın muzduriyem
Şah olup dünyaya hükmetmeyi saadet sandılar
Hak-i pay-i kuy-i fakr olmayı rezalet sandılar
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
39
Nihat BOYDAŞ
Dizeleri bu manada, kalbi kırıkları teselli eden, ruhlarını zenginleştiren incilerdir. Bu sözler belki de tam uşşuur olmayan göğe bakan sanatçıların
duaları değil de nedir? Şiirleri, poetikası zaman zaman söz yazarlığını geride bırakan Cemal Safi’nin bir şiiriyle din ve sanat ilişkisini tatlıya bağlamaya çalışalım. Tatlı demişken; bir bardak çayı tatlandıran içine atılan şeker
mi yoksaonu karıştıran kaşık mıdır? Bakalım, hayret edelim din mi sanatı
sanat mı dini kullanıyor?
Kahrını çektiysem vardır bir neden
Sensin bu duyguyu bende üreten
Gübredir toprağı verimli eden
Kim kimi kullanmış şöyle bir düşün
O senin aslına rücu edişin.
Kaynaklar
Arvasi, S. Ahmed; Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, İstanbul
Ayvazoğlu, Beşir. (1992). İslam Estetiği, İstanbul,
Boydaş, N. (2004). Sanat Eleştirisine Giriş, (2.Baskı) Ankara, Gündüz Yayıncılık
Doğan, H.M. (2001). Yüzyılın Türk Şiiri I.II.III, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları:1427
Doğan, Mehmet H.(1998). Şiir ve Eleştiri, İstanbul
Erkal, Vedat (1996), Sanat ve İnsan, İstanbul Timaş Yayınları
Esrar Dede, (2000), Haz: (İlhan Genç), Tezkire-i Şuara-yı Mevleviyye, Ankara,
AKM Başkanlığı Yayınları.
Hegel, G.W.F. (1994). Estetik I, İstanbul, Payel Yayınevi
İnal, M.K. (1959). Son Hattatlar, İstanbul, Maarif Basımevi
İzzetbegoviç, Ali. (2006). Doğu ve Batı Arasında İslam (5. Baskı), İstanbul, Nehir Yayınları
Karaismailoğlu, A. (2007). Mesnevi, Ankara, Akçağ Yayınları
Kıyat, Numan (1936), Edebi Abideler, İstanbul Tecelli Matbaası
Laqueur, Hans-peter (1997). Hüve’l-Baki, İstanbul,
Maitland, G. (1951). The Art of Color and Design, Megraw-Hill Book Company,
INC, Newyork, London
Moran, B. (1972). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul, E.F. Derneği
Naci, M. (1995). Osmanlı Şairleri, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi
Oğuz, Burhan; Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri, Simurg,
İstanbul
Onan, N.H. (1991). İzahlı Divan Şiiri Antolojisi (2.Baskı), İstanbul, Milli Eğitim Basımevi
Tanpınar, Ahmet Hamdi. (1987), Beş Şehir, İstanbul Dergah Yayınları
Tunalı, İsmail (1971). Sanat Ontolojisi, İstanbul
Tunalı, İsmail. (1984). Estetik (5.Baskı), İstanbul, Remzi Kitabevi
Yetkin, S.K. (2007). Estetik Doktrinler, Ankara, Palme Yayıncılık
40
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR’İN TATLARİN KASABASINDAKİ
KAYA KİLİSELERİ VE DUVAR RESİMLERİ
THE ROCK-CUT CHURCHES AND
THEIR WALL PAINTINGS IN TATLARIN AT NEVŞEHİR
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA*
ÖZET
Nevşehir’e bağlı olan Tatlarin, Ürgüp’ün 37 km. batısında, Acısu
çayı üzerindedir. Tatlarin kasabasındaki kaya kiliseleri ve resimleri
günümüze değin ayrıntılı olarak incelenmemiştir. H.Rott, “Küçük
Asya’daki Bizans Anıtlarını” içeren seyahatnamesinde, Tatlarin’deki
yapılardan sadece “Karaca Kilise” ye değinmiştir. F.Hild ve M.Restle
ise bölgedeki 1300 yılına tarihlediği bir yapının duvar resimlerinden
kısaca bahseder. Konu ile ilgili ilk monografik yayın, C.Jolivet-Lévy’e
aittir.
Tatlarin’deki I ve II no’lu olarak adlandırılan bitişik iki kilise, birbirinin güneydoğu, kuzeybatı yönündedir. Kiliseleri, aynı dönem içinde
değerlendirmek mümkündür. Tatlarin’deki her iki kilisenin duvar resimleri 12-13. yüzyılın ikonografik özelliklerini göstermekle birlikte
bölgesel karakter taşır. Özellikle 1212 tarihli Gülşehir’deki Karşı ve
Yüksekli 1 no’lu (13.yy.) kiliseler ortak ikonografik özelliklere sahip önemli bir örnektir. Ayrıca Akdeniz bölgesindeki örnekler de
Tatlarin’deki resimlerle benzer ikonografik özellikler gösterir. Resimlerinin üslubu, Kapadokya’daki diğer anıtsal resim sanatı örnekleri
içinde değerlendirildiğinde, resimlerin çağdaşlarına göre farklı üslup
özellikleri gösterdiği dikkati çeker. Tatlarin’deki bu resimler, Gülşehir
Karşı kilise resimleri ile ortak üsluba sahip olmakla birlikte taşrasal özellikler yansıtır. Türk hakimiyeti altındaki yörelerde bölgesel
sanatçıların çalıştığı bilinmektedir. Bu dönemdeki yerel atölyeler ve
gezici sanat grupları 13. yüzyılda; Tatlarin ile birlikte Gülşehir Karşı,
Ortaköy Aziz Georgios kiliselerinde de kendini hisettirir. Genelde
* Doç.Dr., Erciyes Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü,
e-posta:nkarakaya @ erciyes.edu.tr
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
41
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
11. yüzyılın çizgisel üslubunu hatırlatan resimlerin, Suriye, Kıbrıs,
doğu Akdeniz ve Kilikya’nın 13. yüzyıl resim üslubunu yansıttığı da
ileri sürülür.
13. yüzyıla tarihlenen Tatlarin I ve II no’lu kiliseler ile birlikte Karaca Kilisenin, I.Theodoros Laskaris döneminde yapılmış olduğu
görülür. Bu dönemde bölgede yaşayan Bizans halkı yaşamlarını
huzurlu birşekilde devam ettirmekle birlikte, idareci olarak Laskaris
İmparatoru’nu benimserler. Dolayısıyla Tatlarin I ve II no’lu kiliseleri,
Bizans ve Selçukluların bir arada yaşadığı bu dönemde, sınır belirsizliği ile birlikte sosyal, politik, kültürel değişim ve karmaşa içinde,
Bizanslıların sanat faaliyetlerini sürdürdüklerine dair önemli kanıtlardan biridir.
Anahtar Kelimeler: Gülşehir, Bölgesel, Laskaris.
ABSTRACT
Tatlarin in the region Cappadocia is located in 37 kilometers west
of Urgup (H. Prokopios), in 48 kilometers northeast of Aksaray
(Koloneia), in 10 kilometers north of Aci Lake. Any elaborate study has not been made so far on the rocky settlement and
churches at the town Tatlarin. H. Rott talks about just only one
of the works at Tatlarin, Karaca Church, at his travel book titled
‘Byzantine Monuments in Asia Minor’. F. Hild and M. Restle briefly
mention about the wall paintings of a work they call ‘a chapel or
rock-cut church with paintings’ and date to the year 1300. The
first publication on the topic is C. Jolivet-Lévy’s book containing
‘the painting programmes at the apses of the rock-cut churches
through Cappadocia’.
The adjacent two churches called Number I and II at Tatlarin have
been built in southeast-northwest direction. It is something possible to assess Church of Number I and II at Tatlarin within the same
period. Though the wall paintings of both the churches at Tatlarin
have the iconographical characteristics of the 12-13th centuries,
they display some regional traits. Especially Karsi Church dated to
1212 and Church of Yuksekli Numbered I (13th century) are significant samples bearing common iconographical features. Also, the
samples from Mediterranean display similar characteristics to those
at Tatlarin. When the style in the wall paintings of Tatlarin Number
I and II to be assessed within the other monumental samples of
painting art through Cappadocia, that the paintings bear distinctive stylistic features compared with their contemporaries catch the
eyes immediately. These paintings at Tatlarin very close to the linear
style of 11th century have a common style with the paintings at
42
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
Gulsehir Karsi Church of 13th century. Karsi Church resembles the
painting style of Numbered I, and this must be to have been built
by the same local workshop. It is known that some regional artists
worked through the region under the Turkish authority. The local
workshops and travelling groups of artist show themselves at Gulsehir Karsi, Ortakoy Saint George besides Tatlarin during the 13th
century.
The churches of Number I, II and Karaca at Tatlarin dated to the 13th
century were built in the age of Theodore Laskaris I. The Byzantine
people living in the region led a peaceful life, and adopted Emperor
Laskaris. Thus, the churches of Numbered I and II at Tatlarin are
those of the significant proofs that Byzantines kept on their artistic activities at the period Byzantines and Seljuks lived side by side
within the social, political and cultural change and chaos and along
with the boundary ambiguity.
Key Words: Gülşehir, Local, Laskaris.
Kapadokya bölgesinde bulunan Tatlarin, Ürgüp(H.Prokopios)’ün 37 batısında, Aksaray (Koloneia)’ın 48 km. kuzey doğusunda, Acı gölün ise 10
km. kuzeyinde bulunmakla birlikte, Kızılırmağın bir kolu olan Acısu Çayı
üzerinde, ortaçağda haberleşme noktası olarak bilinen Konya (Ikonion) –
Kayseri (Kaisareia) ve Ankara (Ankyra) yolu üzerinde yer almaktadır1. Bir
kale tarafından korunan bu kayalık Bizans yerleşimi günümüzde kalenin
ismi ile anılmaktadır2 (Çizim 1).
Burada 1975 yılında bulunmuş bir yer altı şehri ile beraber birçok kilisenin
varlığından söz edilmektedir3. Konumuz Tatlarin’deki kaya kiliseleri ve duvar resimlerini oluşturmaktadır. Yerleşimin doğusunda yeni tespit edilen,
yayınlanmamış iki kilise ile birlikte I ve II no’lu olarak adlandırılan birbirine
bitişik iki kilise ve batıda Karaca kilise bulunmaktadır. Yapılardan özellikle
I ve II No’lu kiliselerin duvar resimleri iyi korunabilmiştir. Bu duvar resimlerinin restorasyonu 1991 yılında, Nevşehir Müzesi ve Arkeolog, Restoratör
Rıdvan İşler sorumluluğu altında başlanmış ve 1994 yılında tamamlanmıştır.
1
2
3
Hild, Restle: 1981, II, 292; Hild: 1977, 66,71,79, fig. 40.
Hamilton: 1842, II, 247; Jolivet-Lévy, Demesnil: 1996,1, dn. 3.
Hamilton: 1842, II,246-247; Rott: 1908,249 (Karaca Kilise); Restle: 1978, col. 997,1106; JolivetLévy, Demesnil: 1996, 21,dn. 5.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
43
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
Çizim 1
Tatlarin kasabasındaki Bizans kaya yerleşimi ve kiliseler günümüze değin
ayrıntılı olarak incelenmemiştir. H.Rott, “Küçük Asya’daki Bizans Anıtlarını” içeren seyahatnamesinde, Tatlarin’deki yapılardan sadece “Karaca
Kilise” ye değinmiştir4. F.Hild ve M.Restle ise bölgedeki “şapel veya resimli
kaya kilisesi” olarak belirttiği ve 1300 yılına tarihledikleri duvar resimlerinden bahseder5. C.Jolivet Lévy, kitabının kısa bir bölümünde Tatlarin I
No’lu kilisenin kuzey güney apsislerinde yer alan sahne ve figürleri tanıtmıştır6. Konu ile ilgili ilk monografik çalışma 1996 yılında C.Jolivet-Lévy
ve N.Lemaigre Demesnil tarafından yapılmıştır7. Makalede, Tatlarin’deki I
ve II no’lu kiliselerin mimari özelliklerine değinilmiş, özellikle II no’lu kilisenin duvar resimleri incelenmiştir. 2001 yılında Jolivet-Lévy’in yayınladığı
bir bildiride, Tatlarin’deki kiliselerin duvar resimleri kısaca tanıtılarak, tarihlenmeye çalışılmıştır8. Aynı araştırmacı, 2001 yılında yayınladığı Kapa4
5
6
7
8
44
Rott: 1908, 249.
Hild, Restle: 1978, col. 997,1106.
Jolivet Lévy: 1991, 233-234.
Jolivet-Lévy, Demesnil: 1996, 21-63.
Jolivet-Lévy: 1999; Jolivet-Lévy 2001 a.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
Çizim 2
dokya’daki kaya kiliselerinin duvar resimlerini anlatan kitabının kısa bir
bölümünde, Tatlarin I no’lu kiliselerin duvar resimlerini değerlendirmiş,
2003 yılında yayınladığı makalesinde ise, aynı kilisenin restorasyon sonrası duvar resimlerini kısaca tasvir ederek, II no’lu kilisenin resimlerine de
değinmiştir9.
I ve II no’lu kiliseleri birbirinin güneydoğu-kuzeybatı yönünde inşa edilmiştir (Çizim 2). Duvar resimlerini incelediğimiz Tatlarin I ve II no’lu kiliseleri,
aynı dönem içinde değerlendirmek mümkündür. Fakat buna rağmen, mimari ve duvar resimlerinin özelliklerine dayanarak, çağdaş olan kiliselerden hangisinin daha önce yapıldığını tespit etmek zor görünür. Her iki ya9
Jolivet-Lévy: 2001 b, 251-254 ; Jolivet-Lévy: 2003, 80-85.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
45
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
Çizim 3
pının duvar resimleri ile birlikte mimari özellikleri, kiliselerin bölümlerinin
işlevlerini belirlememize yardımcı olur.
Kuzeybatıya yönelik inşa edilen I no’lu kilise iki neflidir (Çizim 2). Nefler
bir birinden ortadaki iki büyük paye ile ayrılır. Kuzey nef, doğuda merkezi
içerde at nalı şeklindeki bir apsis ile sonuçlanır. Apsisin ortasında yarım
yuvarlak, kuzeyinde ise dikdörtgen küçük birer niş yer alır. Nefin kuzey
duvarında yarım yuvarlak iki niş vardır. Nişlerden doğudakinin duvarındaki
bir açıklıkla düzensiz planlı küçük bir mekana geçilir. Kuzey duvarın üst
bölümü doğu ve batıda, buradaki resimlere dikdörtgen panolar oluşturacak şekilde kademelenmiştir. Beşik tonozla örtülü nefin zemini, güney
nefin bugünkü zemininden yüksektir. Beşik tonoz başlangıcı bir silme ile
belirlenmiş olup tonoz ortada bir takviye kemeri ile ikiye ayrılır. Güney nef,
kuzey neften daha uzun ve yüksek olup doğuda at nalı biçiminde bir apsise sahiptir, Zemini neften tek basamakla yükseltilen apsisin, kemer söve
iç yüzeylerinde, bugün tamamen yok olan templonun izlerine rastlamak
mümkündür. Kuzey ve güney apsisler arasında dar bir geçit dikkati çeker.
Nefin kuzeyindeki duvar payelerinden doğudaki günümüz gelememiştir.
Paye, doğusundaki yuvarlak kemerin başlangıç seviyesinden itibaren yok
olmuştur. Batıdaki paye ise tümüyle ayaktadır (Çizim 3).
Nef, güneyde doğu-batı doğrultusunda iki destek dizisi ile “T” planlı bir
bölüme açılır (Resim 1). Bu bölümün doğu ve batısında bulunan beşik
tonozlu küçük dikdörtgen bölümler “ köşe odaları” olarak değerlendirile-
46
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
bilir. Güneybatı köşe odasının güney duvarında kiliseye girişi sağlayan ve
daha sonra kapatılan orijinal dikdörtgen kapı bulunur. Kapı dışta yuvarlak
kör bir kemerle çevrelenmiştir. Nefin güneyindeki “T” planlı bölümü “narteks” olarak belirlemek mümkündür. Narteksin güneydoğu köşe odası ile
o’na bitişik, mezar nişinin önünde yer alan merkezi bölümün zemininde
mezarlara rastlanır. Nefin, batı duvarında, eksenin kuzeyinde yer alan kapı
bugün kiliseye girilmekle birlikte, güneydeki II no’lu kilise ile bağlantı sağlanmaktadır
II No’lu kilise de I no’lu gibi iki nefli olarak inşa edilmiştir (Çizim 2). Yapıya
giriş, temelinden yıkılmış ve yerine yeni bir duvar örülmüş olan, güney
nefin güney duvarındandır. Bugün kiliseye, güney nefin apsisinin güneyinde yer alan küçük kapı ile girilir. Her iki nefin doğusunda, merkezi içerde
yarım yuvarlak birer apsis yer alır. Beşik tonozla örtülü olan nefler, birbirine
kemerlerle bağlanan iki paye ile ayrılır (Çizim 3). Kemerler doğu ve batıda
duvar payelerine oturmaktadır. Kuzey nefin kuzey duvarında, doğuda yer
alan kapı açıklığı muhtemelen sonradan yapılmıştır. Kilisenin güney nefini
batı duvarının büyük bölümü onarılmıştır. Orijinalde güney duvarın doğu
bölümünde yuvarlak kemerli, dikdörtgen bir niş bulunmaktadır (Resim 2).
Aynı dönem içinde yapılan Tatlarin I ve II no’lu kiliselerden hangisinin daha
önce yapıldığını tespit etmek zordur. Araştırmacılardan Jolivet-Lévy kiliselerin mimari özellikleri ile birlikte konumu da dikkate alarak, II no’lu kilisenin daha önce yapılmış olabileceğini öne sürer. I no’lu kilisenin kuzey
nefinin, II no’lu kilisenin kuzey apsisine zarar vermemesi için kısa yapıldığını, dolayısıyla I no’lu kilisenin II no’ludan sonra inşa edilmiş olabileceğini
belirtir10. Kapadokya bölgesinde, Tatlarin’de olduğu gibi birbirine doğubatı yönünde bitişik olarak inşa edilen “çifte kilise” örnekleri vardır. Bunlar; Göreme Eski ve Yeni Tokalı, Soğanlı Karabaş kiliseleri ile Erdemli Aziz
Nikolaos kilisesi ve şapelidir11.
Kiliselerin duvar resimleri önemli özelliklere sahiptir. I No’lu kilisede ise
toplam yedi sahne vardır. Sahnelerden biri Apokrif, dördü İncil, ikisi Tevrat
kaynaklıdır. Ayrıca altı sembolik sahne; Meryem ve çocuk İsa, Baba ve
Oğul ile Teophany’den oluşur. Kilisedeki toplam kırkdokuz tek figür; aziz,
10
11
Jolivet Lévy, Demesnil: 1996,24.
Bölgedeki çifte kilise örnekleri için bkz. Ötüken: 1982; Rodley: 1985, 193-202 (Soğanlı Karabaş);
213-222 (Göreme Eski ve Yeni Tokalı); Jolivet Lévy , Demesnil: 1996, 22; Karakaya: 2003 , Çiz.4
(Erdemli Aziz Nikolaos Kilisesi ve Kuzeydoğu Şapeli).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
47
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
azize, piskopos, martir, incil yazarları, melek, İmparator ve bani (?) tasvirlerini içerir. Tatlarin II no’lu kilisede ise toplam altı sahneden biri Apokrif,
beşi İncil kaynaklıdır. Deesis (yakarış), Meryem ve çocuk İsa, Emmanuelçocuk İsa ve Blakherniotissa Meryem’den oluşan beş sembolik sahne vardır. Yapıdaki altmış dokuz tek figür ise ; aziz, azize, piskopos, martir, keşiş,
imparator ve imparatoriçe ile bani tasvirlerinden oluşur.
Tatlarin I ve II no’lu kiliselerin sahnelerinde, dört kanonik İncil, Tevrat ile
birlikte Vahiy, Mezmur ve Apokrif kaynaklardan; Nikodemus İncili kaynak
olarak kullanılmıştır. Vaftiz, Kudüs’e Giriş, Metamorfosis, Çarmıhta İsa,
Boş Mezar Başında Kadınlar sahneleri dört İncil’de anlatılmaktadır. Her iki
kilisedeki Anastasis sahnesinin kaynağı Nikodemus İncili’dir. Tevrat konulu
sahneler; Üç İbrani genci Fırında ve Daniel Arslanlar Çukurunda’dır. Teophany sahnesinde Yuhanna’nın Vahiy’den başka, Tevrat’tan İşaya, Hezeikel
ve Daniel peygamberlerin ayetlerinden, hymnoslardan alıntılarla birlikte
Apokaliptik metinler ve peygamber rüyalarından yararlanılır.
Kilisenin Kuzey nefinin doğusundaki apsiste, yarım yuvarlak kubbede ortada tahtta İsa, sağında Meryem, solunda Vaftizci Yahya, Kerubim ve Serafimler ile dört İncil yazarı sembollerinden oluşan “ Teophany” sahnesi
vardır.Sahne erken dönemlerden itibaren genellikle apsis yarım kubbesinde tasvir edilmiştir. Özellikle Kapadokya bölgesinde ikonoklasmus dönemi
ile 10. yüzyıllar arasına tarihlenen çok sayıda kilisenin apsisinde yer alır
12
. Apsis duvarında eksendeki niş içinde Meryem ve Çocuk İsa (Nikopoia
Meryem) bulunur. Apsis duvarında, üst şeritte dört İncil yazarı vardır. Bölgede İncil yazarlarının apsis programına dahil edildiği örnekler sınırlıdır.
Göreme Eustathios kilisesinde (10/12.yy) yazarlardan birkaçı apsis duvarındadır13. Kastoria Panagia Mavriotissa kilisesinde (13.yy) İncil yazarları
apsis duvarında, üst şeritte karşılıklı olarak resmedilmiştir14.
Güney nefin apsisinde eksendeki yarım yuvarlak niş içindeki Meryem ve
Çocuk İsa tasvirinin altında kızıl kahve şeritteki beyaz harflerle yazılmış tek
satırlık kitabe yapının banisi ile birlikte tarih vermesi açısından önemlidir
(Resim 3). Kitabede ; [----] ΒΙΜΑΝ ΔΙΑ [CΥΝΔ]ΡΟΜΥC ΤΗC ΔΟΥΛΗC ΤΟΥ ΘΕΟΥ
ΡΟΔΑΘΥC ΠΡΟΤΟΠΑΠΑΔΙΑC ΕΤΟΥC SΨΚΓ ΕΝ(ΔΙΚΤΙΩΝΟC) Γ, [----] β
βῖμαν
μαν δι
διὰ
[συνδ]ρομῦςς ττῆςς δούλης το
τοῦ Θ(εο)
Θ(εο)ῦ ῾Ροδάθυς
Ροδάθυς προτοπαπαδιᾶς,
προτοπαπαδι ς, ἔτους
τους ςψκγ
ςψκγ´,,
[συνδ]ρομ
12
13
14
48
Ihm: 1960,42-51; Woodfin: 2003-2004 , 47-48.
Restle: 1967, II, plan XIII.
Chatzidakis: 1985, fig. 11,12; Jolivet-Lévy: 2002a,276, dn.13.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
ἐν(δικτι
ν(δικτιῶνος)
νος) γγ´ [----]Bema,
[----]
tanrının hizmetkarı, Protopapadias Rodathis’in
yardımıyla, 6723 yılı, endiksiyon 3” yazmaktadır Araştırmacı C. Jölivet
Levy’e göre; ithaf içerikli olan bu yazıtta kiliseye bağış yapan ve bir din
adamının eşi olan Protopapadias Rodathis adlı kadın baniyi ve 1215 tarihini öğrenmekteyiz15.
I No ‘lu kilisenin kuzey nefinde apsisin en alt şeridindeki küçük boyutta,
halesiz figürler buradaki mezarların ait olduğu kişilerin portresi olmalıdır. Ayrıca nefin batı duvarındaki “Baba-oğul” tasvirinin bugün sadece
dış hatları belirgindir 16.Tahtta oturmuş biçimde verilen Tanrı (Baba) sağ
elinde kitapla tasvir edilmiştir. Figürün kucağında, solda küçük boyutta
İsa görülür. Sahnenin iki yanında ise , Tanrı ve İsa’ya dönük iki melek belirgindir. Bu sahne bölgedeki ünik bir örnek olması açısından önem taşır.
Tatlarin’de 12-13. yüzyıllarda, anıtsal resim sanatında dini-politik mesajların önemsendiği, inancın gücünün liturjik metinler eşliğinde aktarıldığı
bilinir. Dolayısıyla, Tatlarin I no’lu kilisedeki Mezmur kaynaklı Baba-Oğul
tasvirinde, 1166 yılındaki konsilde alınan ve 13. yüzyıl başlarına kadar tartışılan kararın resimsel yolla yansıtıldığı düşünülür. 13. yüzyılda, Ortodoks
kilisesi, İsa’nın kutsallığı, Kutsal Üçlü, Baba-Oğul, diriliş gibi polemik yaratan tartışmalara sebep olur17. Sahnedeki “Baba” figürünün özdeşleştirildiği beyaz saçlı İsa, “Günlerin En Eskisi İsa” olarak Kapadokya’da da
resmedilmiştir18. Anadolu dışındaki örnekler ise geç dönemlerde karşımıza
çıkar19. Tatlarin’de Baba-Oğul tasvirindeki dini mesaj, aynı kilisenin kuzey ve güney neflerindeki Mezmur kaynaklı Hodegetria Meryem’de de
verilmiştir. Çocuğun tanrısallığı, annesi Meryem’in kollarında cisimleşmiş
“logos” olarak yer alması biçiminde vurgulanarak, Ortodoks kilisesi’nin
dogma ve liturjisine göre; tanrı’nın ete ve kemiğe bürünüp, İsa olarak
cisimleşmesi şeklinde yorumlanır20. Sahnenin iki yanında bulunan başmelekler insanlığın kurtuluşu ve yeniden dirilişin öğeleridir. Anna ve Ioakim
ise Meryem’in tanıklarıdır.
15
16
17
18
19
Jolivet Lévy: 2003, 81; Jolivet Lévy: 2001b, 84.
Jolivet Lévy: 2002 a,278-283; Jolivet Lévy: 2003,83.
Jolivet- Lévy: 2002 a, 280-282.
Günlerin En Eskisi İsa için bkz. Kreahling Mc Kay: 1997.
Grottaferrata kilisesinde (1200) , Kastoria Koumpelidiki kilisesinde (1270) Baba figürünün kucağındaki yetişkin İsa elindeki madalyon içinde güvercin tutar. Bu tasvirler genellikle “Kutsal Üçlü”
olarak değerlendirilir. Bu örnekler için bkz. Spatharakis: 1999,349 fig. 345,348; Folgero: 2005 ,
393-394, fig. 1,1b.
20 Jolivet- Lévy: 2003,81.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
49
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
Resim 1
Resim 2
50
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
Resim 3
Resim 4
İki nefli kiliselerde işlevlerine göre neflerde sahnelerin konularının da değiştiği görülmektedir. İki nefli kiliselerde işlevlerine göre neflerdeki sahnelerin konuları da değişir. İbadet amacıyla kullanılan neflerde genellikle
İsa’nın çocukluk, yetişkinlik dönemine ait sahnelerin yanı sıra çektikleri
dönemine ait sahnelerin de yer aldığı bilinir. mezar işlevi gören neflerde
ise ölüm-diriliş konulu sahnelerle birlikte İsa’nın çektiklerine ait sahneler
resimlenmiştir. Mezar işlevi ile kullanılan bazı neflerin resimsiz bırakıldığı, kimi zaman Kızıl Çukur Ioakim ve Anna kilisesinde (9.yy) olduğu gibi
bitkisel motiflerle bezendiği görülür21. Güllüdere Ioannes/Ayvalı (9-10.yy),
Soğanlı Ballık (10-11.yy.), Karabaş (1060-1061), Şahinefendi Kırk Martir
(13.yy) kiliselerindeki mezar işlevli neflerde ölüm, diriliş ve İsa’nın çektiklerine ait sahneler tasvir edilmiştir 22. Tatlarin kiliseleri ile ortak resim programı özellikleri gösteren Kapadokyada’ki iki nefli yapılara örnek olarak, 13.
yüzyıla ait; Şahin Efendi Kırk Martir, Cemil Baş Melekler kiliseleri verilebilir.
21
22
Restle: 1967, III, plan XXXIII (Kızıl Çukur).
Restle: 1967, III, plan XXIX (Güllüdere), plan XLV (Kırk Martir), plan XLVIII (Karabaş); Jolivet-Lévy:
1991, 255-256 (Ballık).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
51
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
Tatlarin I no’lu kilisenin duvar resimleri yoğunlukla gömü işlevine ayrılan
güney neftedir. I No’lu kilisede, 4 sahne İsa’nın çektikleri dönemine aittir.
İsa’nın çocukluk ve yetişkinlik dönemine ait sahneler tasvir edilmemiş ya
da günümüze gelememiştir. Kapadokya bölgesinde sadece İsa’nın çektikleri
dönemine ait sahnelerin resmedildiği, iki nefli yapı örneğine rastlanmamaktadır. Fakat genel olarak baktığımızda, özellikle 13. yüzyılda, İsa’nın yaşamının çektikleri dönemine ait sahnelerin kiliselerin resim programında yoğun
olarak tasvir edildiği görülür. Tatlarin’deki kilisede, sahneler arasında kronolojik bir sıralamadan söz edilemez. Sahne seçiminde genelde İncil kaynaklı,
İsa’nın çektikleri dönemine ait Bayram sahnelerine ağırlık verilmiş, tasvirin
bulunduğu yerin işlevi ile ilişkin olmasına dikkat edilmiştir.
Nefin batı bölümünde, tonoz ve batı tonoz alınlığında İncil konulu üç sahne
bulunmaktadır. Tonozun kuzey ve güney yarısında karşılıklı olarak “Anastasis” ve “Boş Mezar Başında Kadınlar” resmedilmiştir. Tonozun batı alınlığında ise “Çarmıhta İsa” yer alır. Tonozdaki sahneler arasında kronolojik bir
sıralama yoktur. Özellikle birbirine zıt iki tema olan “ölüm ve dirilişin” yan
yana, “Çarmıhta İsa” ve “ Anastasis” sahneleri ile vurgulanması, bilinçli bir
uygulamadır (Resim 4). Ayrıca diriliş konulu; “Boş Mezar” ve “Anastasis”
sahnelerinin de karşılıklı resmedilmesi dikkat çekicidir. Anıtsal resim sanatında 11. yüzyıldan itibaren görülen tasvirler arası bu tür ilişki, özellikle geç
dönemlere ait anıtsal resim sanatı örneklerinde uygulanmıştır 23.
Kilisenin güney nefinin güneyinde yer alan, orijinalde girişin bulunduğu
ve narteks olarak değerlendirebileceğimiz “T” planlı bölümün gömüye
ayrıldığı söylenebilir. Bu bölümün güneyindeki zemini yükseltilmiş niş ise
muhtemelen özel kişilerin defini için ayrılmıştır. Nişin duvarlarındaki aziz,
martir, İmparator Konstantin ve Helena figürleri bu düşüncemizi doğrular.
Tatlarin II no’lu kilisenin kuzey nefindeki sahnelerin ölüm ve diriliş ile ilgili temaları, 12-13. yüzyıllara ait kiliselerin resim programına uyum sağlamakla birlikte nefin gömü işlevini vurgular. Dolayısıyla kilisenin kuzey nefinin gömü ve
cenaze törenleri için ayrılmış olduğunu söylemek mümkündür. “Metamorfosis, Çarmıhta İsa, Anastasis” gibi sahnelerle vurgulanan ölüm ve diriliş temaları, bu nefin işlevi ile ilgili olarak baninin isteğine göre düzenlenmiştir (Resim 5).
Kilisenin beşik tonozu, kızıl kahve şeritlerle kuzey ve güney olmak üzere
iki bölüme ayrılmıştır. Tonozun kuzey bölümü genelde sahneler, güney
bölümü ise tek martir figürlerini içermektedir (Resim 6) . Söviş Şahinefendi
Kırkmartir kilisesinin (13.yy) de güney nefinin tonozunun kuzey yarısı aziz
23
52
Restle: 1967, II, plan XVIII (Elmalı), plan XXII (Karanlık); Karakaya: 2003, 22, çiz. 7 (Kilise Camii).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
tasvirlerine, güney yarısı ise İncil konulu iki sahneye ayrılmıştır24. Bizanslı’lar
Tanrı’ya genelde doğrudan ulaşmak yerine, Tanrı’ya daha yakın olduklarına ve Tanrı’ya daha kolay ulaşabileceklerine inandıkları bazı kutsal kişiler
aracılığıyla ulaşmayı tercih etmişlerdir 25. II No’lu kilisedeki martirlerin de
programdaki yoğunluğu, yapının kuzey nefinin gömü işlevine ayrıldığını doğrular. Tatlarin’deki tonozun kuzey yarısının doğusundaki İmparator
Konstantin ve Helena da ölen için Tanrı’dan şefaat dileyen aracılardır.
Tonozun kuzey bölümünde, ortada “Metamorfosis” sahnesi yer alır. Batıda ise “Anastasis” vardır (Resim 5). Özellikle Anastasis sahnesi gömü
şapellerinde sıkça resmedilmiştir. İnsan Cennet’e sadece ruhu ile değil,
bedeniyle de girecektir ve Tanrı ile bütünleşmesi de sadece ruhu ile değil,
aynı zamanda bedeniyle de olacaktır 26. Bedenin diriltilmesi ile ilgili ikonografik temalardan; özellikle Anastasis sahnesinin mezar şapelleri açısından baniler tarafından tercih edildiği ve ölüm kültü ile ilgili bir çok yapıda
bu sahnenin apsis ya da önemli başka yerlerde resmedildiği söylenir 27.
Sahneler arasında kronolojik bir düzen gözetilmemiştir. Batı duvarın tonoz
alınlığında ise apsisin karşısında ve ayrıcalıklı bir konumda “Çarmıhta İsa”
resmedilmiştir. Sahne, apsisteki Meryem ve çocuk İsa tasvirinin karşısında
resmedilmiş olması bakımından da önemlidir. Çarmıhta İsa sahnelerinin
batı duvarda ve apsisteki Meryem tasviri ile karşılıklı resmedilmiş örneklerinin, 12. yüzyıldan itibaren görüldüğü bilinir 28. Özellikle Açık Saray’daki kilise (geç 12.yy- erken 13.yy), sahnenin batı duvarda tasvir edildiği
benzer örnektir 29. Mistra’daki geç döneme ait H.Sophia kilisesinin kuzeydoğu şapelinde, batı duvarın tonoz alınlığındaki Çarmıhta İsa sahnesi,
Tatlarin’deki gibi apsisteki Meryem ve çocuk İsa’nın karşısındadır 30. Nefin
kuzey duvarında, dirilişin ön belirtisi ola Metamorfosis, Kudüs’e Giriş ve
ölüme karşı zaferi; Anastasis gibi sahnelerle vurgulanan ölüm ve diriliş
temaları, bu nefin mezar işlevi için, baninin isteğine göre düzenlenmiştir31.
Sadece sahnelerin değil, nefteki aziz, azize gibi tek figürlerin de baninin
tercihi ile yapıldığı, kuzey nefin bani için bir anma yeri olarak düzenlendiği
de ileri sürülmektedir. Nefteki tek figürlerin yoğunluğu, baninin azizleri
24
25
26
27
28
29
Restle: 1967, III, plan XLV.
Akyürek: 1996, 122.
A.g.e., 190.
A.g.e., 190.
Jolivet-Lévy, Demesnil: 1996, 40, dn. 68.
Açık Saray için bkz. Schiemenz: 1973/1974, 258; Rodley: 1985, 146; Jolivet- Lévy, Demesnil:
1996, 40, dn. 68.
30 Dufrenne:1970, pl.32, XX.
31 Jolivet-Lévy, Demesnil: 1996, 40.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
53
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
Resim 5
Resim 6
54
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
anma ve onlardan şefaat dilemesinin resimsel yolla anlatımıdır32. Nefin güney duvardaki payelerin biri üzerinde rastladığımız genç bani portresi ile
birlikte Çarmıhta İsa sahnesi altında çok az bir bölümü günümüze ulaşan
bani tasviri dikkat çekicidir. Tatlarin’de her iki kilise, bani tasvirleri ile önem
taşır. Bölgede, 13. yüzyıla tarihlenen yaklaşık dört kilisede de bani tasvirleri görülmektedir. Bu kiliseler, Göreme’de Karanlık, Çarıklı, Belisırama’da
Kırkdamaltı ve Gülşehir’deki Karşı kiliselerdir.
Kilisenin güney nefinin apsis yarım kubbesinde Deesis ile altta ayakta,
cepheden piskoposlar tasvir edilmiştir (Resim 7). İsa’nın çocukluk ve yetişkinlik dönemine ait sahneler bu nefin daha çok ibadet amacıyla kullanıldığını düşündürmektedir. Kilisenin genelinde, İsa’nın yaşam dönemlerine ait
sahnelerin birbiri ile aynı oranda tasvir edildiği dikkati çeker. Sahnelerden
2’si İsa’nın çocukluk, 2’si yetişkinlik, 3’ü ise çektikleri dönemine aittir. Yaşam ve ölüm temalarının işlendiği iki nefli kiliselerden özellikle Şahinefendi Kırk Martir, neflerden birinde İsa’nın çocukluk, diğerinde ise çektikleri
dönemine ait sahnelerin yer alması bakımından Tatlarin II no’lu kilise ile
paraleldir. Kuzey ve güney duvarlardaki bazı kalıntılardan , duvarların üst
şeridinde muhtemelen tek aziz piskopos, martir tasvirlerinin olduğu anlaşılır. Aynı duvarın doğu bölümündeki fragman burada muhtemelen “
Mısır’a Kaçış” sahnesinin resmedildiğini gösterir.
Nefin tonozunun doğu bölümü, ortadan kızıl kahve bir şeritle ikiye bölünmüştür. Kuzey bölümde “İsa’nın Vaftizi” yer alır . 12-13. yüzyıl anıtsal resim
sanatında İsa’nın vaftizi sahnesi sıkça betimlenmez 33. Tonozun güney bölümdeki figürlerin de bir sahneye ait olması muhtemeldir. Bu sahne İsa’nın çocukluk dönemine ait sahnelerden biri; “İsa’nın Mabede Takdimi (?)” olabilir34.
Sonuçta, Tatlarin II no’lu kilisenin güney nefi; İsa’nın çocukluk ve yetişkinlik
dönemi, kuzey nefi ise çektikleri dönemine ait sahneleri içermektedir.
II No’lu kilisede, İsa’nın yaşam dönemlerine ait sahnelerin birbiri ile aynı
oranda tasvir edildiği dikkati çeker. 2 sahne İsa’nın çocukluk, 2’si yetişkinlik, 3’ü ise çektikleri dönemine aittir. Sahnelerden 5 ‘i Bayram sahnesidir.
12-13. yüzyıllardaki anıtsal resim sanatında, İsa’nın yaşam siklusu, yapı
32
33
34
Jolivet-Lévy, Demesnil: 1996,40.
Ötüken, Bulgurlu, Yandım, Peker: 2007, 33.
Sahne, iki nefli kiliselerde yoğun tasvir edilmiştir. Güllüdere Ioannes/Ayvalı (9-10.yy.) ve Sinasos
Oniki Havari(9-10.yy.), Gelveri (Güzelyurt) Ahmatlı (10-11.yy), Göreme Eustathios (10/12.yy.), Cemil Baş Melekler (13.yy) kiliselerinde neflerin tonozlarında görülür Cemil Baş Melekler kilisesi için
bkz. Jolivet-Lévy: 1991, 157-160; Rodley: 1985, 157-160
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
55
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
Resim 7
Resim 8
56
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
boyutları, plan özellikleri, bani istekleri ve dini mesajlara bağımlı olarak en
az dört ve en çok otuz üç sahne ile betimlendiği bilinir 35. Aynı yüzyıllarda
programda ağırlıklı olarak İsa’nın Kudüs’e Girişi ile başlayan olayları içeren
İsa’nın çektikleri dönemi ve ölümünden sonraki sahneler öncelik kazandığı ve sahne seçiminde dönemin sosyo politik yapısı, Hıristiyanların gittikçe
yitirdiği beklentiler vurgulandığı ileri sürülür 36. Ölüm ve yaşam temalarının
işlendiği Tatlarin II no’lu kilisenin resim programı, 13. yüzyılın özelliklerini
gösterir. Özellikle 13. yüzyıla ait Şahinefendi Kırk Martir kilisesi, bir nefin
İsa’nın çocukluk, diğer nefin ise çektikleri dönemine ait sahneler içermesi
bakımından Tatlarin’e benzer.
Tatlarin’deki her iki kilisenin duvar resimleri 12-13. yüzyılın ikonografik
özelliklerini göstermekle birlikte bölgesel karakter taşır. Özellikle 1212 tarihli Gülşehir’deki Karşı ve Yüksekli 1 no’lu (13.yy.) kiliseler ortak ikonografik özelliklere sahip önemli örneklerdir37. Ayrıca Akdeniz bölgesindeki
örnekler de Tatlarin’deki resimlerle benzer ikonografik özellikler gösterir.
Tatlarin II no’lu kilisede yoğunluk tek aziz, azize figürlerine verilmiştir. Kimi
zaman farklı portre özellikleri ile resmedilen bu azizlerin isimlerinin sadeleştirilip, deforme edildiği bilinir38.
Tatlarin I ve II no’lu kiliselerin duvar resimlerinin üslubu, Kapadokya’daki diğer anıtsal resim sanatı örnekleri içinde değerlendirildiğinde, resimlerin çağdaşlarına göre farklı üslup özellikleri gösterdiği dikkati çeker . I
No’lu kilisenin 1214/15 tarihli kitabesine göre , bölgedeki çağdaş duvar
resimlerine baktığımızda, Tatlarin resimlerinin farklı bir yere sahip olduğunu görürüz. Fakat aynı bölgede 13. yüzyıla ait bazı kiliselerin duvar
resimlerinin, tatlarin ile çok yakın üslup özellikleri gösterdiği dikkati çeker.
Kapadokya bölgesinde kitabesi ile 13. yüzyıla tarihlenen; Gülşehir Karşı
(1212), Şahinefendi Kırk Martir (1216-1217), Suvasa (1222-1254), Mavrucan Stratelates (1256-1257), Ortaköy Georgios (1293), Belisırama Kırkdamaltı (1283-1295) kiliseleri bilinmektedir. Genelde 11. yüzyılın çizgisel
üslubuna yaklaşan Tatlarin’deki bu resimler, 13. yüzyıla ait Gülşehir Karşı
kilise resimleri ile ortak üsluba sahiptir. Karşı kilise daha çok I no’lu kilisenin resim üslubu ile benzeşmekle birlikte büyük ihtimalle aynı yerel atölye
35
36
37
38
Ötüken, Bulgurlu, Yandım, Peker: 2007, 33.
A.g.e., 33.
Yüksekli ve Karşı kiliseler için bkz. Jolivet-Lévy: 1987; Jolivet Lévy: 200b; Jolivet-Lévy: 2002c.
Jolivet-Lévy, Demesnil: 1996,60.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
57
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
tarafından yapılmış olmalıdır39. 1215 tarihli kitabesi olan I no’lu kilisenin
apsisindeki resimler, aynı kilisenin diğer resimleri ile genelde benzer üsluba sahiptir. Bu tarih, II no’lu kiliselerin duvar resimleri için de geçerlidir.
Bu nedenle her iki kilisenin duvar resimleri 13. yüzyıl içinde değerlendirilebilir. Türk hakimiyeti altındaki yörelerde bölgesel sanatçıların çalıştığı
bilinmektedir. Bu dönemdeki yerel atölyeler ve gezici sanat grupları 13.
yüzyılda; Tatlarin ile birlikte Gülşehir Karşı, Ortaköy Aziz Georgios kiliselerinde de kendini hisettirir.Ayrıca bu dönemde İstanbul’da eğitim alarak
bölgeye dönen sanatçıların varlığı da bilinmektedir40. 12-13. yüzyıllarda
Kapadokya duvar resimlerinde daha taşrasal özellikler görülmektedir. Bu
dönemde yöre Türk hakimiyeti altına girmiş , kimi zaman Selçuklu etkisi
duvar resimlerinde de kendini göstermiştir. Thierry bu karma üslubun 13.
yüzyıl içinde Gülşehir, Mavrucan 2 No’lu Kilise ile Orta köy Aziz Georgios
kiliselerin duvar resimlerini etkilemiş olabileceğini belirtir41.
Tatlarin kiliselerindeki duvar resimlerinde görülen taşrasal üslubu, Anadolu dışındaki 13. yüzyıla ait abidevi resim sanatı örneklerinde de görmek
mümkündür. Yunanistan’da Kithera adasındaki Aziz Anargyroi, Blasios ve
Polykarpos kiliselerinin 13. yüzyıla ait duvar resimlerinde orantısız figürler,
oval yüzlerde çizgisel ayrıntılar, saç ve sakalda çizgisel hacim ile birlikte
elbise kıvrımlarında çizgisel yaklaşım Tatlarin duvar resimleri ile aynı niteliktedir 42. Yunanistan’da 13. yüzyıla tarihlenen Monembasia’da Aziz Nikolaos ve Kipoulas Aziz Anargyron kiliseleri duvar resimleri de Tatlarin gibi
taşrasal üslup özellikleri taşımaktadır 43.
Tatlarin kiliselerinin duvar resimlerinin 11. yüzyılın çizgisel eğilimini taşımakla birlikte Suriye, Kıbrıs ve doğu Akdeniz bölgesi ile Kilikya’nın 13.
yüzyıl sanatını anımsattığı ileri sürülür 44. Her iki kilisede görülen üslup,
11-13. yüzyıla ait Suriye’de Nebek’teki Musa kilisesi ile Mısır’da Kariye’de
bulunan Mu’allaqa kiliselerindeki figür üslubunu yansıtmaktadır 45. Ayrıca
İtalya’da 13. yüzyıla ait Poggiardo St.Maria kilisesinin kriptasındaki duvar
39
40
41
42
Jolivet-Lévy: 2003, 82.
Thierry: 1988, 368.
A.g.e., 360.
Chatzidakis, Bitha: 1997, 52, fig. 1 (Aziz Anargyroi), 116, fig.6-7 (Aziz Blasios), 290, fig. 8 (Aziz
Polykarpos).
43 Drandakis: 1977-79, fig.8-10 (Aziz Nikolaos); Drandakis: 1980, fig. 24-38 (Aziz Anargyroi).
44 Jolivet-Lévy, Demesnil: 1996, 61, dn.128’de araştırmacı I no’lu kilisenin resimlerinin üslubunu,
Kiev H.Sophia kilisesi resimleriyle benzeştirmektedir.
45 Falla Castelfranchi: 1990, fig. 49 (Nebek), fig.50-51 (Kariye).
58
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
resimlerinde de benzer üslup vardır 46. Kilikya’dan 13. yüzyılın ilk çeyreğine
ait bazı Ermeni minyatürlerinde de benzer üslubu görmek mümkündür 47.
Tatlarin duvar resimleri fresko ve secco tekniklerinde yapılmıştır. Resimler,
13. yüzyıl duvar resim teknik özelliklerine sahiptir. Analizler, II no’lu kilisede “Mısır Mavisi (Azurid)” adı verilen bir pigmenti ortaya çıkarmıştır48.
Erken dönemlerde ve 9-10. yüzyıllarda kullanılan bu pigmentin, Karanlık
kiliseden sonra, geç döneme ait Tatlarin II no’lu kilisede görülmesi dikkat
çekici olup, resimleri özel kılmaktadır.
Yerleşimin doğusunda bulunan diğer kilise (No:1) ise kısmen ayaktadır
(Çizim 4). Tek nefli olarak inşa edilen yapının apsis ile kuzey duvarındaki
resimler çok az görülebilmektedir. Apsis yarım kubbesinde Pantokrator
İsa ile altta piskoposlar, kuzey duvarda ise tek aziz figürleri resmedilmiştir
(Resim 8). Aynı bölgede tümüyle günümüze gelen bir başka tek nefli kilise
(No:2) ise resimsizdir (Resim 9). Beşik tonozla örtülü yapının kuzey duvarında mezar nişine rastlanmaktadır.
Yerleşimin kuzeyinde Karaca Kilise yer almaktadır49. Tek nefli olarak inşa
edilen yapı, giriş mekanını içeren narteks ile ibadet mekanı yani naos’tan
oluşur. Naos’un kuzey ve güney duvarlarında üçerden altı adet dikdörtgen biçimli mezar nişleri vardır. Yapının duvar resimleri is altında olduğu
için zorlukla görülebilmektedir. Kilisenin giriş bölümünü içeren nartekste
İsa’nın çocukluk dönemine ait sahneler görülmektedir. Kuzey ve güney
yönünde iki bölüme ayrılan tonozda Müjde(?) ve İsa’nın Doğumu sahneleri vardır.Tonozun kuzey bölümündeki sahne oldukça tahrip olmuştur.
Burada sağda üç kademeli bir seki üzerindeki kızıl kahve maphorionlu,
haleli kadın figürü Meryem olmalıdır. Meryem’in sağında ise ona doğru
uçarak gelen melek figürü görülür. Müjde(?) olarak değerlendirdiğimiz bu
sahnenin sağındaki sahneler ise tespit edilememiştir. Tonozun güney bölümünde ise İsa’nın Doğumu resmedilmiştir. Sahnenin solunda altta Yusuf
ile İsa’ya tapınan çobanlar, üstte melekler vardır. Sahnenin sağ alt bölümünde ise İsa’nın ilk banyosu çok az görülebilmektedir. Narteksin doğu
tonoz alınlığında ise İsa’nın Tapınağa Takdimi resimlenmiştir (Resim 10).
46
47
Panayotidi: 1994, fig. 33-35.
Nersessian: 1993, fig.110 (Rochester Univ.,72/3628, fol.203v), fig.124,125 (İstanbul-Galata, Gregorius kil., fol.202, 253v).
48 Mısır Mavisi için bkz. Chase :1971.
49 Karaca kilise için bkz. Uyar : 2007, 624, fig. 12.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
59
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
Resim 9
Resim 10
60
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
Sahnenin ortasındaki kiborium altında kucağında İsa ile birlikte Meryem
ve karşısında rahip bulunmaktadır. Sahnenin solunda ise Yusuf görülür.
Yapının apsis yarım kubbesinde Pantokrator isa büst şeklinde tasvir edilmiştir. Apsis yarım kubbesi altındaki şeritte ayakta, cepheden piskopos
figürleri dikkati çeker. Apsis duvarının merkezinde yer alan niş içinde Meryem ve çocuk İsa (Hodegetria Meryem) vardır.Apsis zafer kemerinin iç yüzeyinde ise baş melekler (?) yarım kubbede tasvir edilen İsa’ya doğru yakarır şekilde tasvir edilmişlerdir. Apsis zafer kemerinin iki yanındaki Meryem
ve baş melek figürleri “Meryem’e Müjde” sahnesini oluşturur.
Kilisenin kuzey ve güney duvarlarındaki mezar nişlerinin duvarları ile kemer iç yüzeylerinde duvar resimleri vardır. Güneydeki nişlerin duvarlarında
atlı asker azizlerin tasvir edildiği dikkati çeker. Kuzey duvarda, özellikle
ortadaki nişin duvarında “İsa’nın Vaftizi” sahnesinin resmedildiği görülür.
Araştırmacılardan Uyar, kilisedeki arkosolium nişlerinden birinde rahip ve
ressam “Archigetas” adını tespit etmiş ve aynı nişteki asker azizin kalkanı
üzerindeki çift başlı kartal motifinden söz etmiştir 50. Araştırmacı çift başlı
kartal motifinin Selçukluların bilinen en iyi sembolü olduğu gibi, aynı tasvirin 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bizanslılarda da kullanıldığını belirtir. Böylece, bu motifin, Kapadokya’da, Bizans ve Selçuklular arasındaki
sosyal, kültürel ve politik aracı rolünü benimseyen Hıristiyan topluluğun
bir belirtisi olarak gösterir51.
Kilisenin ibadet mekanının tonozu ise İsa’nın çektikleri dönemine ait sahnelere ayrılmıştır. Tonozun doğu bölümünde İsa’nın göğe çıkışı tasvir edilmiştir.
Tonozun batı bölümü ise kuzey ve güneyde yatay şeritlerle ikiye ayrılmıştır.
Tonozun kuzey bölümünün batısında, üst şeritte Metamorfosis resmedilmiştir. Tonozun güney bölümünün batısında, üst şeritte Yahuda’nın İhaneti, bu sahnenin doğusunda ise Çarmıhta İsa tasvir edilmiştir (Resim 12).
Yahuda’nın İhaneti sahnesinde merkezde İsa ve o’na sarılmış, öpmek üzere
olan Yahuda vardır. Sahnenin sağ ve solunda eli sopa ve mızraklı kalabalık
insan grupları dikkati çeker. Sahnenin sağ alt bölümünde ise Petrus baş kahinin uşağının kulağını keserken resmedilmiştir. Sahnenin solundaki İsa’nın
haçını taşıyan Kirine’li Simeon (?) olabilecek figür, sağda bir figür tarafından,
sırtından itilmektedir. Tatlarin’de I No’lu kilisenin güney nefinin, güneyindeki
nişin tonozunda, doğuda elleri mızrak ve kalkanlı kalabalık ve İsa’nın hale50
51
Uyar: 2007, 624, fig.13.
Uyar: 2007, 625.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
61
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
sinin çok az bir bölümü mevcuttur. Bu veriler “ Yahuda’nın İhaneti” sahnesine ait olabilir. 12-13. yüzyıllara ait Elmalı, Çarıklı ve Karanlık Kiliselerde
de aynı konulu sahne vardır52. Sahne, geç dönem anıtsal resminde sıklıkla
resmedilmiştir. Karaca kilisede Çarmıhta İsa sahnesinde çarmıhın üstündeki
çok sayıda melek figürleri, üç Meryem ve Yahya’nın jesti gibi ikonografik
özellikler 12. yüzyıl sonrasını göstermektedir.
Tonozun güney bölümünün batısında, alt şeritte İsa’nın mucizelerine ait
sahneler yer almaktadır. Sahnenin merkezinde üstte bir melek görülür. Bu
şeritte İsa iki kez tasvir edilmiştir. Solda İsa’nın yatalak inmeli bir hastayı
iyileştirmesi konulu sahne görülür. Hasta İsa’nın önünde, yatağını kaldırmış, ayakta tasvir edilmiştir. Sağda ise muhtemelen İsa’nın bir ölüyü diriltme sahnesi resmedilmiştir. Bu sahnenin doğusunda, aynı şeritte Havari
Thomas’ın şüpheciliği sahnesi görülür. Sahnenin sağ ve solundaki mimari
arka fon önünde altışardan on iki havari çok az belirgindir. Sahnenin merkezinde İsa sağ eli ile havari Thomas’ın elini yarasına dokundurmaktadır.
Sahneler arası kronolojik bir sıra yoktur. Resimlerin ikonografik ve üslup
özellikleri genellikle 13. yüzyıl içinde değerlendirilebilir.
Karaca kilisenin bulunduğu mevkide yeni bir kilise tespit edilmiştir. Tümüyle yıkılmış olan yapının bugün sadece apsis bölümü görülebilmektedir. Burada bir baş melek tasviri vardır (Resim 13).
Sonuç olarak, incelemeye olanak veren bu kiliselerin çoğunluğu duvar
resimleri ile birlikte 13. yüzyıl içinde değerlendirilebilir. Özellikle kitabesi ile 13. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen Tatlarin I ve II no’lu kiliselerin,
I.Theodoros Laskaris döneminde yapılmış olduğu görülür. Latin hakimiyetinin olduğu bu dönemde Anadolu’da Theodoros Laskaris’in idaresinde
İznik (Nikaia) devleti kurulur. Nikaialı Laskaris’lerin etkin idaresi ve akıllı
ekonomik yönetimi altında Bizans Anadolu’sunun 1204-1261 yılları arasında refaha kavuştuğu ve Selçuklularla ticari ilişkilerde bulunduğu bilinir.
Bu dönemde bölgede yaşayan Bizans halkı yaşamlarını huzurlu bir şekilde
devam ettirmekle birlikte, idareci olarak Laskaris İmparatoru’nu benimserler. Dolayısıyla Tatlarin kiliseleri, Bizans ve Selçukluların bir arada yaşadığı
bu dönemde, sınır belirsizliği ile birlikte sosyal, politik, kültürel değişim
ve karmaşa içinde, Bizanslıların sanat faaliyetlerini sürdürdüklerine dair
önemli kanıtlardan biridir.
52
62
Jerphanion: 1932, I,2.388-389.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
Kaynaklar
Akyürek, E. Bizans’ta Sanat ve Ritüel, İstanbul 1996.
Chase, W.T. Egyptian Blue as a Pigment and Ceramic Material, Science and Archaelogy (ed. R.H. Brill), Cambridge 1971.
Chatzidakis, M. Byzantine Art in Greece, Mosaics- Wall Paintings, Kastoria, Athens 1985.
Chatzidakis,M., Bitha, I. Ευρετήριο Βυζαντινών Τοιχογραφιών Ελλάδος, Κύθηρα,
Κύθηρα Athens 1997.
Drandakis,N.B. “Οι Τοιχογραφίες του Αγίου Νικολάου στον Άγιο Νικόλαο Μονεμβασιάς”,
Δελτίον της Χριστιανικής Αρχαιολογικής Εταιρείας (1977-79), 35-61.
Drandakis, N.B. “Οι Τοιχογραφίες των Αγίων Αναργύρων Κηπούλας”, Αρχαιολογική
Εφημερίς (1980), 97-118.
Dufrenne, S. Les Programmes Iconographiques des Eglises Byzantines de Mistra,
Paris 1970.
Falla Castelfranchi, M. “ La Pittura Bizantina in Salento (Secoli X-XIV)”, Ad Ovest
di Bisanzio il Salento Medioevale (ed. B. Pellegrino), Lecce 1990, 129-214.
Folgero,O. “ The Iconography of St. Maria a Grottaferrata: a re reading”, Νέα
Ρώμη 2 (2005), 391-418.
Hamilton, W.J. Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia, with some account of their antiquities and geology, London 1842.
Hild, F., Restle, M. Tabula Imperii Byzantini, Kapadokien, 2, Wien 1981.
Hild, F. Das Byzantinishe Strasensystem in Kappadokien, Vienne 1977.
Ihm, C. Die programme der Christlichen Apsismalerei vom vierten Jahrhundert
bis zur mitte des achten Jahrhunderts, Wiesbaden 1960.
Jerphanion, G.de, Une Nouvelle Province de l’art byzantin : Les Eglises Rupestres
de Cappadoce, I-II, Paris 1932.
Jolivet-Lévy, C. “Nouvelle découverte en Cappadoce. Les églises de Yüksekli”,
Cahiers Archéologiques 35 (1987), 113-141.
Jolivet-Lévy, C. Les Eglises Byzantines de Cappadoce, Le programme iconographique de I’abside et de ses abords, Paris 1991.
Jolivet-Lévy, C., Lemaigre Demesnil, N. “Nouvelles églises à Tatlarin, Cappadoce”, Monuments et Mémories, Foundation Eugéne Piot 75 (1996), 21-63.
Jolivet-Lévy : 2001 a
Jolivet-Lévy, C. “Art Chrétien en Anatolie Turque: le témoignage de peintures
inédites à Tatlarin”, Eastern Approaches to Byzantium. XXXIII Spring
Symposium of Byzantine Studies, Warwick 1999, Aldershot 2001.
Jolivet-Lévy : 2001 b
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
63
Nilay ÇORAĞAN KARAKAYA
Jolivet-Lévy, C. La Cappadoce Médiévale, Images et Spiritualité, Paris 2001 .
Jolivet-Lévy : 2002 a
Jolivet-Lévy, C. “Art chrétien en Anatolie turque: le témoignage de peintures
inédites à Tatlarin”, Etudes Cappadociennes, London 2002, 273-284.
Jolivet-Lévy : 2002 b
Jolivet-Lévy, C. “ Images et espace cultuel à Byzance: I’ exemple d’une église de
Cappadoce (Karşı kilise, 1212)”, Etudes Cappadociennes, London 2002,
285- 321.
Jolivet-Lévy : 2002 c
Jolivet-Lévy, C. “ Nouvelle découverte en Cappadoce. Les eglises de Yüksekli”,
Etudes Cappadociennes, London 2002, 168-218.
Jolivet-Lévy, C. “ Nouveaux décors du XIIIe siècle à Tatlarin”, Dossiers d’
Archéologie 283 (2003), 80-85.
Karakaya, N. “ 2002 Yılı, Kayseri Yeşilhisar İlçesi Erdemli Köyü’ndeki Kaya Kiliseleri Duvar Resimleri”, 21. Araştırma Sonuçları Toplantısı, 2, Ankara 2003,
17-28.
Kreahling Mc Kay, G. Ancient of Days in Byzantine Manuscripts, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, University of Virginia, Virginia 1997.
Nersessian, S. Der. Miniature Painting in the Armenian Kingdom of Cilicia, from
12 to the Fourteenth Century, Dumbarton Oaks Studies, 1993.
Ötüken, S.Y. “ Zweischiffige Kirchen in Kappadokien und in den Angrenzenden
Gebieten”, Jahrbuch der Österreichischen Byzantinistik 32/4 (1982), 543552.
Ötüken, S.Y., Bulgurlu,V., Yandım, S., Peker, N. “ Resim Sanatında İnancın İmgeleri” Kalanlar, 12-13. Yüzyıllarda Türkiye’de Bizans, (ed. A. Ödekan),
İstanbul 2007, 33-37.
Panayotidi, M. “ Quelques Affinités Intéressantes entre Certaines Peintures dans
le Magne et dans L’Italie Méridionale”, Ad Ovest di Bisanzio il Salento
Medioevale (ed. B. Pellegrino), Lecce 1990, 117-125.
Restle, M. Byzantine Wall Painting of Asia Minor, I-III, Recklinghausen 1967.
Restle, M. “ Kappadokien” Reallexikon zur Byzantinischen Kunst 3 (1978)
col.968-1115.
Rodley, L. Cave Monasteries of Byzantine Cappadocia, Cambridge 1985.
Rott, H. Kleinasiatische Denkmaler aus Pisidien-Pamphylien, Kappadokien und
Lykien, Leipzig 1908.
Thierry, N. “La Peinture de Cappadoce au XIIIe siècle” Colloques scienctifiques
de’l Academie Serbe des Arts, Vol. XLI, Classe des Sciences historiques, 11,
Belgrad 1988, 299-366.
64
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir’in Tatlarin Kasabasındaki Kaya Kiliseleri ve Duvar Resimleri
Uyar, T. “ Thirteenth-Century Byzantine Painting in Cappadocia: New Evidence”
On İkinci ve On Üçüncü Yüzyıllarda Bizans Dünyasında Değişim, 1.Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu, İstanbul 2007, 617625.
Woodfin, W.T. “A Majestas Domini in Middle-Byzantine Constantinople”, Cahiers Archéologiques 51 (2003-2004), 45-53.
Çizim Listesi:
Çizim 1. Tatlarin, Vaziyet Planı (Çizen; Nihal Ergün)
Çizim 2. Tatlarin, I ve II No’lu Kiliselerin Planı (Çizen; Nihal Ergün)
Çizim 3. Tatlarin, I ve II No’lu Kiliselerin doğu-batı kesiti, kuzeye bakış (Çizen;
Nihal Ergün)
Çizim 4. Tatlarin, Tek Nefli Kilise (No:1), plan (Çizen; Nilay Çorağan Karakaya)
Resim Listesi:
Resim 1. Tatlarin, I No’lu Kilise, güney nef, güneye bakış.
Resim 2. Tatlarin, II No’lu Kilise, doğuya bakış.
Resim 3. Tatlarin, I No’lu Kilise, güney nef, apsisteki niş.
Resim 4. Tatlarin, I No’lu Kilise, güney nefteki “Anastasis” sahnesi,detay.
Resim 5. Tatlarin, II No’lu Kilise, kuzey nefin tonozu, kuzey bölümü.
Resim 6. Tatlarin, II No’lu Kilise, kuzey nefin tonozu, güney bölümü.
Resim 7. Tatlarin, II No’lu Kilise, güney nef, apsis.
Resim 8. Tatlarin, Tek Nefli Kilise (No:1), apsis.
Resim 9. Tatlarin, Tek Nefli Kilise (No:2), doğuya bakış.
Resim 10. Tatlarin, Karaca Kilise, narteks, “İsa’nın Tapınağa Takdimi” sahnesi.
Resim 11. Tatlarin, Karaca Kilise, naos, tonozdaki “Metamorfosis” sahnesi.
Resim 12. Tatlarin, Karaca Kilise, naos, tonozdaki “Yahuda’nın İhaneti” sahnesi, detay.
Resim 13. Tatlarin, Göçük Kilise, apsisteki Baş Melek figürü.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
65
YENİ İLETİŞİM OLANAKLARI İÇİNDE NEVŞEHİR TURİZMİNİN
MARKALAŞMASINDA İNOVASYONLARIN VE
NİŞ PAZARLAMANIN ÖNEMİ
THE IMPORTANT OF INNOVATIONS AND NICHE
MARKETING FOR BUILDING NEVŞEHIR TOURISM
BRANDING IN NEW COMMUNICATION FACILITIES
Nimet ÖNÜR*
ÖZET
Günümüzde başarılı turizm girişimleri, çevrenin ve diğer kaynakların
sürdürülebilir turizm anlayışı içinde kullanılmasını ve gelecek nesillerinde bu kaynaklardan yararlanabilmeleri konusunda önlemlerin
alınmasını gerektirmektedir. Küresel dünyanın iletişim alt yapısı içinde sürdürülen tanıtım faaliyetleri, yeni turist tipinin taleplerini giderebilecek farklı konsept ve hizmetlerin (inovasyonların) belirlenerek
farklılıkları öne çıkaran markalaşmayı önemli hale getirmektedir.
Küresel iletişim ve ulaşım olanaklarının artmasıyla küçülen ve çok
uzak mekanların bile merak uyandırdığı bir dünyada, mal ve hizmetlerin markalaşmasının iletişim gücü, hem tanıtım kolaylığı sağlamakta hem de tüketicilerde güven oluşturmaktadır. Doğal, tarihi ve
kültürel zenginliklerin sunumunda mal ve hizmetlerin değerini yükseltecek inovasyonların keşfedilerek oluşturulan markaların tüketicilerle buluşturulması, söz konusu alanlara olan ilgiyi arttırmaktadır.
Yaratılan markaların, telekomünikasyon ve sosyal medya olanakları
üzerinden küresel dünyada dolaşıma girmesi, sürdürülebilir turizm
kalkınması için önemli bir girişimdir.
Hizmet üretimi ve rekabet faktörlerinin iç içe geçtiği dünyada, yörenin tarihi, doğal ve kültürel zenginliklerin tanıtımında; hem inovasyonlarla hizmetin sunum süreci yenilenerek rakipleri karşısında
farklılık yaratılmakta hem de “niş pazarlar” olarak da adlandırılan
eko-turizmi yoluyla, bölgenin farklılığı öne çıkarılmış olmaktadır.
* Prof. Dr. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü,
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
67
Nimet ÖNÜR
Günümüzün “İnovasyona Dayalı Turizm Geliştirme Stratejisi ve
Planlamaları” kapsamında; geçmiş uygarlıklardan gelen kültürel
birikimlerin, ekolojik zenginliklerle buluşturularak mitleştirilmesi
ve dolaşıma girmesi önemlidir. Geçmişten bu yana yöre insanının
yarattığı tarih ve kültür zenginliklerinin, coğrafi olayların biçimlendirdiği fiziki çevrenin özelliklerinin ve toplumsal bellekteki var olan
kültürel birikimlerin bu yeni tanıtım olanaklarıyla buluşturulması,
küresel dünyada bölgenin markalaşma sürecinde önemli bir potansiyel yaratacaktır.
Bu çalışmada; Küreselleşme ve yeni iletişim olanaklarında Nevşehir
İli Turizminin markalaşması, marka kimliği ve kültürü tartışılacaktır.
Bunun için yörenin geçmişten gelen kültür geleneği içinde ayrı birer
derinlik oluşturan, Nevşehir İline bağlı ilçelerin kültürel birikimlerinin
öne çıkarılması ve markalaşma sürecinde yaratılması olası “nişler”
üzerinde durulacaktır. Nevşehir ili Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün
“Turizm Aktiviteleri ve Kültürel Detaylar” Web sitesinde yer alan
yörenin kültürel birikimleri dikkate alınarak, markalaşmada öneriler
getirilecektir. Böylelikle hem iç hem de dış turizm potansiyelinin geliştirilmesine yönelik olası stratejiler belirlenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yeni iletişim teknolojileri, Sürdürülebilir Turizm, Niş Turizmi, Markalaşma, İnovasyon.
ABSTRACT
Nowadays, successfull turism interprises implementing, is required
to take precautions in concept of sustainable tourism in the use of
environment, other sources and protection of available these resources for next generations. It is made promotional activities, satisfied the demands of a new tourist type important the branding,
by determining different concepts and services (innovations), within the global communication infrastructure in the global world,
Power of communication branding of goods and services as to ease
promotion and having confidence creating for consumers in the
shrinking world intriguing even remote places via global communication and transportation possibilities increased. The mark recognation creating by discovering innovations and value-enhancing
goods and services in presentation of natural, historical and cultural
richness, is apprized of intriguining interests in turism spaces in guestions.Created such trademarks is an important initative the circulation on internet and telecommunication facilities through global
world for sustainable tourism developments.
68
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
Tourism differences of region is came forward through eco-tourism
also known as niche markets in promation of historical, natural and
cultural endowments, so it is created differences presentation process renewed the services process through innovations in the world
produced with competition and services.
Today, it is important to mythicize catch up the cultural background
from past civilizations with ecological prosperities and their circulations on world-web under the scope of “innovation-based tourism
development strategy and planning”. It will create an important
potential to process of branding the region to gather the new promotion facilities with cultural wealth created by local persons since
past history and physical environmental features shaped by geophysical environment events in the global world.
In this study, is discussed branding, brand culture and brand identities of Nevşehir tourism in globalization and new communication
facilities. Therefore and branding within the bounds of possibility
niches, highlight cultural accumulations formed cultural diversities
tradition from past of provinces in Nevşehir are debated . It will
take into account, Tourism Activities and Cultural Details fromWeb
Page of Nevşehir Culture and Tourism Directorate and it will bring
forward proposals on branding. So it will try to determine the potentials of inner and possible strategies for tourism development.
Key Words: Ion Technologies, Sustainable Tourism, Niche Tourism, Branding, Innovations.
1. Giriş
Günümüzde gelişmekte olan ülkeler için turizm,başarılı kalkınma sürecinde önemli bir yatırım alanıdır. Küresel dünya pazarı içinde bu ülkelerin
rekabet edebilmeleri için, sahip oldukları çevrenin, doğal kaynakların ve
turizm varlıklarının korunması geliştirilmesi gerekir.Bu kaynakların gündelik gereksinimleri sürdürülebilir kullanımlarının yanı sıra, iyi bir pazarlama stratejisi ile turizm sektörü güçlendirilebilmesi için doğal ve kültürel
kaynakların hem korunması hem de turizm sektörü içinde pazarlanmaları
gerekmektedir.
Turizme katkı sağlayacak doğal ve kültürel varlıkların kalkınma politikaları
içinde uzun dönemli çevresel vizyonlar içinde düşünülmesi gerekmektedir. Kalkınmada doğal kaynaklara olan bağımlılık, diğer gelişmiş ülkelere
göre fazladır. Bu durum, gelişme sürecine yabancı sermayelerin baskıları
sonucunda yaratılan dengesizliklere neden olmaktadır.Turizm alanında
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
69
Nimet ÖNÜR
sermaye yatırımları ve bilgi teknolojileri kullanımı yetersizdir.Dış sermayenin turizm alanlarına düzensiz olarak girmesi turizm alanlarının gelişimini
düzensizliğe itebilmektedir.Bu durum turizm sektörünün sürdürülebilir olmasını etkilemektedir. Turizm faaliyetlerinin sürdürülebilir olması, destinasyonun doğal, tarihi, kültürel ve sosyal estetik değerlerinin korunarak
geliştirilmesi ve turizm için çekiciliklerinin sürdürülmesini gerektirmektedir.
Küreselleşen dünyanın dönüşümü içinde bilgi teknolojilerinin yarattığı
iletişim olanakları ülkelerin turizm destinasyonlarını küresel dinamiklere
açmaktadır. Söz konusu endüstrilerin çevresini, küresel dünyada iletişim
teknolojilerinin kurduğu iletişimin sınırları belirlemektedir. Günümüzde
dünyanın bir çok ülkesinde turizm önemli bir kalkınma aracı olarak görülmektedir. İletişim teknolojileri turizm sektörünün gelişmesi için; yeni ve
esnek hizmet sunarak rekabet edebilme gücünü yükseltebilmektedir. Destinasyon tanıtımı, otel vb.konularda elektronik rezervasyonlar, bireysel çeşitli olanaklara ulaşabilme yoluyla doğal ve kültürel varlıkların tüketicilerle
buluşturulmasında web siteleri, önemli işlevler sağlamaktadır.Web sitesi
tanıtım ve çeşitli turizm işlemlerinin yapabilmelerini kolaylaştırmaktadır.
Dünya turizm ticaretinde e-turizm önemli bir yer tutmaktadır. Bu alan dağıtım şirketlerinin aldıkları çeşitli hizmetler karşılığındaki komisyonları ortadan kaldırdığı için tercih edilmektedir.
Turizm sektörünün artan rekabet süreci turizm şirketlerinin başarılı tanıtım
faaliyetlerini sürdürmeleri gerektirmektedir. Hemen her turizm şirketini,
marka olma çabası içine dahil etmektedir.Ülke ve ürün bağlamında başarılı olmak ve rakiplerinden daha etkili olabilmek için şirketlerin bilgi teknolojileri üzerinden çeşitli iletişim kanallarının kullanmaları gerekmektedir.
Hem markanın yaratılması hem de güncellenerek sürdürülmesi önemlidir.
Bu nedenle markalaşma mutlaka yaratılması gereken bir olgudur. Tespit
edilen turizm markasının, bir çok yönden yeniliğin ve başkalığın ve keşfedilmesi izlenimi vermesi ve ulaşılıp gezilip görülmesi gereken turizm varlıklarıyla çağrışım kurması gerekmektedir. Bu nedenle küresel dünyada var
olabilmek için, sanal alanda önemli bir imajın yaratılması önemlidir. Marka
farklılığı yaratmada yaratılan nişler bir pazarlama stratejisi yaratmaktadır.
Niş pazarlamada yörenin doğal ve tarihsel özellikleri tüketiciye sağlanabilecek olası hizmetlerle birlikte fark yaratmaktadır. Benzer hizmetler veren
benzer pazarlama faaliyetleri içindeki firmaların yarattığı boşlukların keşfedilerek doldurulması ile sürdürülen bir turizm etkinliğidir. Özellikle Tür-
70
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
kiye gibi doğal ve tarihi dokusu farklı olan ve halen keşfedilmeyi bekleyen
özelliklerin niş turizmi olarak pazarlayabilmek farklılık yaratmak pazarlamada önemli bir alan oluşturmaktadır.
Bu çalışmada Küreselleşme ve yeni iletişim olanakları içinde Nevşehir ili turizminin markalaşması ve marka kimliği ve kültürü tartışılacaktır.Markaların yaratılmasında yörenin kültürel özelliklerinden yararlanma süreci tartışılacaktır.
2. Yeni İletişim Teknolojilerinin Turizm Sektöründeki Önemi
Günümüzde dünyanın hemen her ülkesinde mevcut turizm kaynakları yeni iletişim teknolojileri üzerinden dünyaya pazarlanmaktadır. Bilişim
teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, makro ve mikro ölçekli ekonomik faaliyetleri dönüştürmekte ve küreselleştirmektedir. Tüm sektörlerde bilgi ve
ekonomik tabanlı eko turizm işletmeleri bu yeni teknolojilerin gündelik
yaşama getirdikleri olanaklarla geniş coğrafi alanlarda faaliyet gösterebilir
hale gelmişlerdir.
Bilgi teknolojileri dünyanın her yerinde yaygınlaşması bakımından 1980’li
yıllardan itibaren oldukça hızlı gelişmiş olup, turizm endüstrilerinin yapısal
işleyişini değiştirmektedir. İnternet bu konuda önemli bir işleve sahiptir.
Elektronik ticaretin yaygın olarak kullanıldığı bir alan olarak, birçok turizm
kuruluşu internet ve web sayfaları üzerinden rekabet sürecine girmekte ve
bilgi teknolojileri üzerinden küresel destinasyonlar var olma stratejilerini
sürdürmektedirler. Potansiyel turistin yaratılmasında çeşitli turizm firmalarına ve seyahat edenlere bilgi sağlamada bu teknolojiler, önemli bir araç
olma özelliğini korumaktadır.
Bilgi teknolojilerinin turizm için kullanılması sadece internet üzerinden
yaygınlaştırılan bir tanıtım broşürü değil, tam tersine bu broşürdeki bilgilerin karşılığı olan hizmetlerinde detaylandırılmasını sağlamaktadır.Her
türlü hizmetin şeffaf bir hale getirilmesi mümkündür. Bu durum hem çevrim içi hem de çevrim dışı denetleme ve erişim olanaklarının yaratılmasını
sağlayarak, turizm faaliyetlerinin başarı şansını arttırmaktadır. İçerik ne kadar yüksek kalitede sunulursa, tüketicileri etkileme olanakları yakalanmış
olmaktadır (Pröll, Retschıtzegger:2000,182-191).
Gelişmiş ülkelerde bu alanda yapılan çalışmalara göre,sosyo demografik özellikler bakımından ileri yaşlarda olanların gelir durumunun ve boş
zaman aralıklarının yükselmesi nedeniyle interneti, gezme görme amaçlı
daha çok kullanma eğiliminde oldukları görülmektedir (Law,Fuchs ,Ricci
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
71
Nimet ÖNÜR
F: 2011,75). Ancak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin turistlerinin bilgi
teknolojilerini kullanımları arasında farklılıklar vardır.
Gelişmekte olan toplumlarda halen bilgisayar okur yazarlığı oldukça
düşüktür(Berberoğlu: 2010,113-114, Gray,Campbel 2006: 256-262 )
“Bilgi uçurumu ve bilgi gediği” adı verilen farklılıklar, sosyal sınıflar arasında varlığını sürdürdüğü için, bilgi teknolojilerine yönelim demoğrafik özelliklere göre değişmektedir. Turizm sektörünü küresel dünyada canlı tutan
bilgi teknolojileri ile turizm endüstrisinin bileşenleri olan seyahat acentaları, tur operatörleri, konaklama ve yiyecek servisleri, gezme, görme, eğlence ve dinlenme yerleri, vb. ürün ve servislerin sunumu bilgi teknolojileri ne
yoğun gereksinim duymaktadırlar.
Turizm ekonomisinin fiyat, hizmet miktarı ve özellikleri, rakiplerin mevcut
stratejileri, ürün özellikleri ve ürün sunum biçimleri ile ilgili çeşitli kararların alınmasında bu teknolojileri sinerji yaratmaktadır. Turizm sektöründe
kullanılan bilişim teknolojileriyle hem işlem kapasiteleri artmakta hem de
giderek daha da ucuzladığından, kullanımları yaygınlaşmaktadır.
Turizm sektörü elektronik ticaret üzerinden çok fazla uzak mesafelere
kadar ulaşabilme olanaklarına kavuşmaktadır. O nedenle pazarın alanı
oldukça geniştir.Bir çok tanıtım etkinliklerinde destinasyonla birlikte markalaşmayı birlikte öne çıkarmaktadır.Küresel Pazar içinde çeşitli şirketler,
mesafe engelini aşarak kendilerini her yerde var edebilecek bir çok aracılara sahip olmaktadırlar. Mallar ve hizmetler kişiselleştirilmiş bir biçimde
sunulmakta ve turizm dağıtım kanalları hızla değişmektedir. Hatta turizm
bireyselleşmekte, seyahat acentaları gibi geleneksel hizmet kurumlarının
aracı rolünü ortadan kaldırabilmektedir (Williams ,Palmer:1995,263-275)
Günümüzde her turizm işletmesi sektörün doğal yapısı gereği online
dağıtım sistemlerini kullanarak, hedef tüketicilere bilgi yoğun bir erişimi
hedeflemektedirler. Hedefin yerel özellikleri dikkate alınarak, onları destinasyona bağlayacak biçimde hazırlanan web sitesi içeriği oldukça yalın
ve mesajının alımlanması kolay olması gerekmektedir. Böylelikle bölgenin
turistik özelliklerinin her yere yayılması uygu hale gelebilir. Potansiyel tüketiciler kadar, iş için de aynı anda turistik faaliyetlerde bulunabilmektedirler. Bu tür tüketicilerin bir çoğu, yüksek düzeyde internet kullanıcısıdırlar
.Benzer yaş ve gelir düzeyinde olan profesyoneller, bu teknolojileri çok iyi
kullandıklarından, destinasyonun bilgi alt yapısının gelişmiş olması aynı
zamanda bir prestij kaynağı oluşturmaktadır. Şirketin potansiyelini ve gücünü çok fazla arttırmaktadır ancak ülkelerin bilgi alt yapısı birbirlerine
72
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
göre farklılıklar taşıdığı için, toplumda bu teknolojilerin benimsenme düzeyi ile iletişim teknolojilerinin kullanımı ve verimlilik artışı turizm sektörünün gelişim düzeyi birbiriyle yakından ilişkilidir.Turizm şirketleri hizmetleri sunma hususunda on-line olmayı, hem tüketiciler açısından hem de
kendileri açısından ucuz olmasındandır. Benzer hizmetleri sunan rakipleri
arasında da karşılıklı etkileşim ve rekabet yaratmalarının kolay olmaktadır.
Tüketicilere sunulan mal ve hizmetler üzerinden yaratılan rekabet ve tüketici memnunuiyeti, interaktiflik konularında sunulan avantajlarla sanal
ortamda üstünlük yaratılmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerin turizm amaçlı tasarlanmış web sitelerinde
donanım ve bilgi yetersizliği nedeniyle, tek başına belirleyici bir neden
olmayıp,başarı yeterli değildir. Web sitesinde yapılan düzenlemelerle ziyaretçi sıklığı arttırılabilir ve bu yolla siteye konulan destinasyon bilgileri,
hedef tüketiciler ulaştırılabilinir. Web siteleri küresel pazarın gereksinimleri
çerçevesinde tüketici odaklı olarak kurulmaktadır. Böylece iletişim teknolojileri üzerinden yaygınlaşan ve dolaşıma giren destinasyonun bilgisi tüketiciler tarafından konduğu haliyle değerlendirilmektedir.
Sheldon and Mak 1987, Harlam ve arkadaşlarının 1995’de, Munger ve
Grewal 2001’ de İngiltere’de yaptıkları çalışmalarda; Akdeniz ülkelerindeki deniz kum,vb. tüketici tercilerinde, birbirinin yerine ikame edilebilecek durumda olan destinasyonların imaj ve isimlerinden bağımsız olarak
sundukları paketlenmiş ürün ve hizmetlerin sayısının ve niteliğinin tüketicilerin satın alma eğilimini etkilemekte olduğu sonucuna varmışlardır
(Rewtrakunphaiboon, Oppewal:2008,127-128). Çünkü karar sürecinde
tüketiciler, online tanıtımlar üzerinden karşılaştırıldıklarında internet üzerinden sunulan bilginin tercih etme hususunda önemli bir etkisi söz konusudur. Destinasyonun sanal alanda temsil ediliş biçimi, eksik bilgilerin
olması hem sitenin imajını düşürmekte hem de tercih edilmeme nedeni
olarak görülmektedir.Farklı kültürlerden kişilerin alımlayabileceği özellikte portalın dizaynı,estetiği ve çevrim içi ve dışına anında ulaştırılabileceği hızlı e-hizmetlerin olması, proaktif bir kurulum,vb. isteye olan güveni
artırmaktadır (Sıgala,Sakellaridis:2004,12) Web sitesine ilave edilen ses,
simulasyon ve diğer multi medya özellikleri de kullanılarak hizmetin kalitesi arttırılabilmektedir. Kişisel bilgisayarlar, cep telefonları üzerinden web
sitesi ile kolayca iletişim kurulabilmesi gerekmektedir. Arama motorlarından da benzer şekilde kolayca bağlanabilme özelliği göstermeli, nezaket,
esneklik,tüketici gereksinimlerine yanıt verecek nitelikte dizayn edilmelidir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
73
Nimet ÖNÜR
Web sitelerinin ne ölçüde gereksinimleri yerine getirip getirmediği hususu
şu kriterler temelinde değerlendirilebilmektedir(13). a.Web sitesinde yer
alan bilgilerin güncel olup olmadığı, b.Tüketicilerin alım gücüne göre etkileşim kurulabilecek yazılım donanımının olması,c.Kişileştirilmiş bilgi ve hizmete olanak tanıması, on-line güvenlik ve bilgi hizmeti ve bilginin gizliliği,
d.Web sitesinin bilgi indirme ve yanıt verme özellikleri,e. Tasarım esteti ve
etkileşim kolaylığı, f.Görsel çekicilik ve site içi dolaşım kolaylığı, g.Sitenin
iş ve diğer işlemler için kolay kullanılabilirliği, h.Diğer web siteleriyle olan
etkileşimliliği,vb. özelliklere sahip olma durumu olmak üzere..
Web sitelerinin işlevi temelinde önemi ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle
tüketicilerin öncelikle diğer web sitelerine kolayca ve doğrudan bağlanabilmeleri gerekir. Çünkü tüketiciler kullanımlarına göre, web siteleri üzerinden turizm kuruluşuna nlam yüklemektedir.Semantik tabanlı web siteleri olarak adlandırılabilecek bu siteler, akıllı ajanların kullanıldığı, önceden
öngörülemeyen durumlarda adaptif olma özelliği gösterebilmektedirler
Ouzzani M.,Bouguettaya:2004,34-44). Dünya web sitesi üzerinde destinasyonu temsil eden bu siteler, destinasyonlarla tüketiciler arasında köprü
oluşturmaktadır. Bu nedenle tüketicilerin çok rahatlıkla gereksinimlerini
giderebilecekleri özellikleri taşımaları gerekmektedir.
Web sitelerinin üzerinden tüketicilere bir çok özendirici hizmetin sunulabilme olanağı vardır.Destinasyonun özelliklerini tanıtımın yanı sıra çeşitli
hizmetlerin ve ürünlerin fiyatlarında düşmelerin güncellenmesi, indirim
kuponları, ödüllü çekilişler, vb. sunularak tüketim cazip hale getirilebilmektedir. Bu nedenle web siteleri üzerinden yapılan tanıtım, bilgi teknolojilerinin sunulduğu olanaklar birleştirilerek daha başarılı hale getirilebilmektedir. Turizm endüstrilerini diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri olan üretilen ürünlerin ve hizmetlerin saklanamaz olması, sürekli
bir tüketim için bilgi akışı gerektirmektedir. Hızlı ve sürekli tüketim, iyi bir
imaj yaramakta ve tüketici potansiyelini arttırmaktadır.Dolayısıyla etkililik
haberleşme ve iletişim, birimler arasında koordinasyon gerektirmektedir.
Bütün bu işlemlerin web siteleri üzerinden hızlı bir şekilde yapılabilmesi
mümkündür. Hatta bu teknolojiler sektörün lokomatifidir. Bu nedenle bilgi teknolojileri küresel dünyada turizm sektörünün ayrılamaz bileşenidir.
Küreselleşme süreci bu teknolojiler üzerinden ilerlediği için, ülkelerin sahip
oldukları coğrafyalarda turizm zenginliklerinin dünya turizm sektörüne
eklemlenebilmesine de alt yapıyı hazırlamış olmaktadır.
74
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
3. Sürdürülebilir Kalkınma ve Sürüdürülebilir Turizm
1980’lerden itibaren dünya çok boyutlu uluslar arası ticaret sistemine geçmiştir. Ulusal sınırların ötesine ulaşmayı kolaylaştıran ve bilgi teknolojileri
alt yapısı, hemen hemen her alanda mal, sermaye, hizmetin ülkeler arasında serbest dolaşımını kolaylaştırmaktadır. Yasalar ve toplumsal düzenlemeler ile teknolojik gelişmenin sunduğu yeni olanaklar, bir çok alanda
ülkeler arasındaki sınırların geçirgenliğini arttırmıştır. Bu gelişmelere koşut
olarak, ekonomik toplumsal ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılık güçlenmiştir. Öte yandan, küreselleşmenin yarattığı etkileşim salt ekonomik
alanda değil, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda bir değişimi ve dönüşümü
yaratmaktadır.
Küresel değişimin içinde gelişme dengesizlikleri de yaratılmaktadır. Bir yandan dünyanın kaynaklarının gelecek kuşaklara aktarılması ve yaşanabilir
bir dünyanın devam edebilmesi için, sürdürülebilir kalkınmaya gereksinim
vardır. Ülkelerin gelecekte çevre politikalarıyla uyumlu turizm kalkınmaları için, insan ile doğa arsında dengelerin kurularak doğal kaynakları tüketmeden kalkınmayı olanaklı hale getirmeyi ve gelecek nesillerin yaşam
alanlarını korumanın hedeflemesi gerekmektedir.Sürdürülebilir kalkınma,
sosyal, ekolojik,ekonomik ve mekansal, kültürel boyutları olan bir açılıma
sahiptir. Sermaye birikim ve toplumsal kalkınma sürecinde; altyapı geliştirme, tarımsal ve endüstriyel kalkınma, çevreyi koruma ve gözetleme, doğal
kaynakları rasyonel kullanarak geliştirme, mekansal ilişkilerin gerektirdiği
çeşitli hizmetlerin vb., ekonomik büyümeye katkı yapanlarda da dahil olmak üzere, tüm faaliyetler sürdürülebilir bir tarzda insanın yaşam kalitesine yaptıkları katkı çerçevesinde değerlendirilmektedir.
İlk kez 1972’de Stockholm’de Birleşmiş Milletler İnsan ve Çevre Konferansında Türkiye’nin de katıldığı 113 ülke çevre konusunda toplantı yapılmış
aynı konu 1983’te de ele alınmış ve çevrenin korunması için kamuoyunun
bilinçlendirilmesi gerektiği karara bağlanmıştır. 1987’de “Ortak Geleceğimiz” ya da Brundtland Raporu olarak ; Eko-kalkınma olarak Sürdürülebilir
kalkınmanın özelliklerine değinilmiştir (Joseph, Hulse:2007,11-18). İnsan
sağlığı ve doğal dengeyi koruyarak sürekli bir ekonomik kalkınmaya olanak verecek şekilde, doğal kaynakların rasyonel yönetimini sağlamak ve
gelecek nesillere yaşabilecekleri bir doğal fiziki ve sosyal çevre bırakmak
yaklaşımıdır. Böylesi bir yaklaşım, kalkınmanın her aşamasında ekonomik
ve sosyal politikalarla çevre politikaların birlikte ele alınıp, entegre bir şe-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
75
Nimet ÖNÜR
kilde uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen ülkeler, çevre politikalarıyla uyumlu olmak durumundadırlar. Bir çok
politika bu bağlamda belirlenmektedir.
Dünyanın gelişmekte olan ülkelerinde, önemli bir gelişme sektörü olması dolayısıyla,turizm de sürdürülebilirlik, önem tekil etmektedir.Ülkelerin
kalkınmalarında doğal kaynaklar kadar bu alan da geliştirilmeye çalışılmaktadır. Kalkınma sürdükçe doğal kaynaklar da azalma ortaya çıkmaktadır.Ülkelerin ekonomik kalkınmada ki yetersizlikleri, kaynakların savruk
kullanılmasına neden olabilmektedir.Bu durumda çevreyi yenileyerek ya
da çevrenin kendi kendisini yeniden üreterek sürdürülmesi hususunun benimsenmesi gereken stratejilerin uygulanması gecikebilmektedir. Ayrıca
yabancı sermaye kabulünde, pazarlıksız ,özensiz ve güçsüz olan taraf olmaları, kurulan endüstrilerin işletilmesinde ve uygulanması gereken yaptırımların uygulanmasında önlemlerin yetersiz olduğu görülmektedir.Oysa
teknolojik ilerlemeler, kalkınmada doğal kaynak kullanımını azaltmaktadır.
Üretim teknolojilerindeki geri kalmışlık, doğanın ve doğal kaynakların da
tahrip olması anlamına gelmektedir.Bu tahribi yaratacak ekonomik büyümeye gelen geçici destekler, sınırsız doğanın ve doğal olan varlıkların kullanımına yol açtığı için, kaynakların gereksiz tüketimi ile sonuçlanmaktadır. Ancak kalkınmanın sürdürülebilmesi için, yerelin turizm değerlerini de
korunması gerekmektedir.Turizmin doğal, tarihsel kültürel varlıkları, tek
bir ulusun değil, tüm dünyanın malıdır. O nedenle tüm dünyanın sahip
çıkması ve koruması gerekmektedir.Söz konusu varlıkların ülkelerin ulusal
sınırları içinde kalması, diğer toplumların turizm varlıklarına duyarsız kalmasını doğallaştırmamalıdır. Dolayısıyla destinasyonların turizm varlıkları
bir yandan iletişim teknolojileri ile dünyaya açılırken, diğer taraftan günümüzde hakim çevre anlayışı olan “sürdürülebilir çevre hareketi” içinde
korunmaları gerekmektedir.Sürdürülebilir bir çevre anlayışı içinde kentleşme, sürdürülebilir tarım,vb. bir kalkınma anlayışı içinde turizm varlıkları
endüstrileşmeye açılmalıdır.
Turizm bir endüstridir ve özel sektör ve devletin birlikte yürüttüğü ve yürütmesi gerektiği algılanan bir alandır. Sürecin işleyişi toplumdan topluma
değişmektedir.Sürdürülebilirlik değerleri hükümet politikalarıyla iç içe geçmelidir.Bu konuda devletin rolünü üstlenen hükümetler, yerel yönetimlerin, hukukun,bürokrasinin işleyişi içinde kamu, yarı kamu ve özel sektörün
üzerinde denetleyici olmak durumdadır.Böylelikle devletin sınırları içinde
yer alan toplulukların turizm potansiyellerinin harekete geçirmesinin yanı
76
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
sıra, sürdürülebilirliğinin de sağlanması mümkün olabilecektir.Turizmin
olduğu kadar dünya turizm hareketlerinin de dikkate alınarak, sürdürülebilinmesinde gözetim işlevinin yerine getirilmesi gerekmektedir. Örn.
Seyahat etme arzusu bireysel bir tercihtir ancak, seyahat edilecek destinasyonun güvenliğinin sağlanması hükümetler arası koordinasyonlarla
gerçekleşmektedir (Trevor,Sofied: 2003,23-25).
1980’leren itibaren tüm dünyadaki ekonomik yeniden yapılanma süreci,
yerelin ekonomik potansiyelini keşfetmeye ve ekonomi içinde değerlendirme anlayışı, mevcut varlığın kısmen de olsa merkezden ayrımlaşan ekonomik özerkliği, turizm alanlarını da etkilemiştir.Bu alana kayan sermaye
hareketlerini ve yapılanmaları küresel dönüşümlere açmıştır.Aynı sürece
tekabül eden kültürel küreselleşme de turizm varlıklarına olan tüketim
eğilimlerini artırmıştır. Çünkü insanların yaşam tarzları ve yaşamdan beklentilerini de değişmiştir. Salt fizyolojik olarak nitelendirilebilecek gündelik
yaşamın doğrudan gereksinimleri temelindeki yönelimler değişmemiş, algılanan sınırsız gereksinimler içinde artan merak ve ilgi temelinde mekanların tüketimi zorunlu bir hal almıştır.Günümüzde tüketim toplumunun
değerlerinin yaygınlaşması, artan boş zamanların aralıklarının tüketim ideolojisiyle nasıl doldurulması gerektiği hususunun yönlendirilmesi sonucu
mekanların tüketilmesine olan ilgi artmıştır.Turizm alanlarının ve farklı mekanların ve turistik hizmetlerin tüketilmesi de önemi önemli bir tüketim
alanı görülmektedir.
Dünyadaki gelinen değişim ve tüketim talepleri doğrultusunda pek çok
kişi, ülkesinde aktif olarak turizm talebinde bulunmaktadır.Hatta bir yaşam biçimi olarak gezme ve görme arzusu belirginleşmiştir. Ortaya çıkan
bu eğilimler, makro düzeyde ülkeler arası ilişkileri ve kültürel etkileşim
platformunu da değiştirmektedir. Değişen turizm sektörlerinin işleyişi ve
değişen yeni koşullara uyum sağlama ve bilgi teknolojileri alt yapısı üzerinden rekabete açılma ve küresel düzlemde birbirine eklemlenme durumu,
bu alanı gözetlenebilir hale getirmiştir. Değişen yeni koşullara göre kendini yenileyemeyen ülkelerin turizm sektörünün, mevcut turizm varlıklarının
zenginliğine rağmen geri plana düşmeleri kaçınılmaz olmaktadır. Tüketiciler bilindiği üzere reklamlardan etkilenmektedir. Sanal dünyada temsil edilen işletmenin imajı çerçevesinde, tercihlerde bulunabilmektedirler. Algılanan nitelikli işletmeleri ve daha kaliteli hizmet anlayışını tercih etmektedir.
Çevre bilinci ve çevre korumacılığı konusundaki duyarlılık, sürdürülebilirlik
imajı içinde daha çok dikkati çekebilmektedir. Süreç, turistlerin tüketim
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
77
Nimet ÖNÜR
eğilimini ve kararlarını dolayısıyla toplam turizm pazarını etkilemektedir.
Zorunlu olarak, ülkelerin turizm pazarlarını etkilemektedir. Dünyadaki neo
liberalizmin mantığı ve yatırım koşulları gereği ortaya çıkacak rekabet sürecinde bir çok ülke yatırım engellerini ortadan kaldırmaya yönelmektedir.
Bu durum çevrenin koruması ve doğal ve kültürel varlıkların gelecek kuşaklar için sürdürülebilmesinde zaten düşük olan çevre bilincinin de etkisiyle pek çok ülkede süreç sorunlu bir biçimde ilerlemektedir.
Yerelin turizminin sürdürülebilirliği, yerel üzerinde gelişen bir “sürdürülebilir bir eko turizm modeli” üzerinde gelişmektedir.Bu model şu şekilde
açıklamaktadır (Raina, Agarwal: 2004,355). Bu sistemin girdilerini; insan kaynakları, doğal kaynaklar, hükümet politikaları, tüketim harcamaları, iç yatırımlar oluşturmaktadır.Diğer faktör olan iç turizm pazarlama
sistemi ise ; seyahat acenteleri ve tur operatörleri, bağımsız ajanlar ve
operatörleri, taşıma sistemleri; küresel hava yolu küresel ve yerel otobüs
işletmeciliğinden oluşmaktadır.Destinasyon alt sistemi ise; doğal ve kültürel çekicilik, uluslar arası oteller ve şirketler, kara ve hava yolu alt yapısı,
yerelin sahip olduğu olanaklar,vb. olmak üzere. Bu modelin ara değişkenleri ise, değişen tüketici doyumları, yürürlüğe konan sosyal politikalar,
medya ve enformasyon teknolojileri, çevresel ilgiler ve topluma etkileri,
vb. olmak üzere çeşitlenmektedir.Bütün bu unsurların karşılıklı etkileşimi
içinde,Sistemin çıktılarını ise, Kültürel değişme, çevresel değişme, çevrenin
kirlenmesine karşı koruma, ekonomik yarar ve maliyet, turist memnuniyeti olmak üzere, çeşitlenmektedir.
Burada temel çevresel özelliklerin dikkate alınarak, sürdürülebilir turizm
ilkeleri tekrar gözden geçirilerek tüketilme özelliğine sahip bütün varlıklarının kullanılabilmesi, olanaklardan yararlanırken, kalıcı olmaya ve dünya
turizm sektörü içinde yer almaya adeta bir marka yaratarak sürdürülmesine duyarlı kalınması önemlidir.
4. Turizmde Markalaşma ve Niş Turizmi
Turizmde kullanılan bilgi teknolojilerinin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte, destinasyonların çevresi de genişlemiştir.Küresel dünyada rekabet
edebilmek ve rakiplerini geride bırakabilmek için şirketler marka geliştirmek durumundadırlar.Markalaşma süreci; destinasyonun sahip olduğu
özelliklerin bilgi ve iletişim teknolojileri üzerinde temsilini, kamu ve özel
sektörün o güne kadar gelen bilgi birikiminin paylaşılmasını, yeni bir imajın geliştirilmesi için yeni stratejilerin yürürlüğe konulmasını ve bu konuda
78
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
gereken tüm girişimlerin zamanında yapılmasını ,vb. konularda bir dizi yeniliği ve girişimi dikkate almayı gerektirir. Günümüzde, enformasyon bolluğu ve çeşitliliğinin olduğu bir dünyada ülke ve ürün tanıtımı bağlamında
başarılı ve etkili olmak için; farklı olma ve rakiplerin enformasyonlardan ve
mesajlarından ayırt edilebilir bir etki oluşturma bilincini gerektirmektedir.
Böylelikle marka yaratmada öncelik pazar payını arttırma çabasından çok,
farklı bir ürün ya da kategori oluşturmak önemlidir. Bu konuda pazarlama
iletişiminden yararlanılmaktadır. Destinasyonun ait olduğu ülkenin uluslararası imajı da önemlidir. Özellikle işletmenin krize girdiği dönemlerde
bile tüketicinin hala aynı bölgeyi ve yeri tercih etmesi durumu önceden
var olan imajın bir sonucudur. Bu imaj, aynı zamanda olumlu bir başlangıç
reklamı da oluşturmaktadır. İyi bir markanın ürünü ve hizmeti sektörde
tutundurmada yardımcı unsurlardan biridir ve tüketici taleplerini sürekli
kılmaktadır. Pazarlama masraflarını azaltır. Sektörün diğer ürünleri karşısında güçlü kalmasını sağlar.
Destinasyonun uluslar arası turizm ve kültürel mirası, tarihi ve doğal güzellikleri, gözde mekanları, şirketlerin sunduğu ürün ve hizmetler, müzik ve
sanat ve diğer kültürel ürünler, spor, insanlar, yatırım ve istihdam olanakları,vb.
hepsi imajı etkileyen unsurlardır. Yoğun rekabet koşulları da birbirine benzer ve birbirinin yerine ikame edilebilecek olan turistik doğal kültürel ve
hizmetlerin, birbirine göre farklılık yaratabilecek özelliklerini öne çıkarılması gerekmektedir. Bu nedenle destinasyonların rakipleri karşısında farklılığını belirginleştiren güçlü bir markasının olması gerekmektedir.
21. yüzyıla gelinceye kadar, marka kavramını geliştirecek ve öne çıkaracak bir takım değişimler yaşanmıştır. Her geçen gün daha çok firma, bu
konuda kendi gücünü sürdürmek için, rakiplerini geride bırakacak girişimlerde bulunmaktadır. Günümüzde artan tüketim gereksinimleri, satın
alınacak mal ve hizmetlerin mevcut doğrudan işlevini öne çıkarmayı çok
gerilerde bırakmıştır. Dolayısıyla rekabet işlev düzeyinden uzaklaşmıştır.
Malın ve hizmetin yaratılan imajı üzerinden pazarın bölümlenmesi anlayışı
yaygınlaşmaktadır ve rekabet sürecinde bu alanda etkin olmak zorunluluğu kabul görmektedir. Tüketicilerin homojen kitlesel özellikleri de ortada
kalkmıştır.Tüketicilerin farklı kültürel yapılara ve yaşam biçimlerine yönelmeleri, tüketim kalıplarında değişimlere neden oluştur. Ayrıca medya seçenekleri de artmıştır. Medya kullanımındaki farklılaşma ve çeşitlilik, tüketicilerle iletişim kurmayı zorlaştırmaktadır. Bu durumda firmalar birtakım
farklılıklar yaratarak, bu farklılıklarını markada somutlaştırarak, pazara
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
79
Nimet ÖNÜR
dahil olmaktadırlar. Markanın en önemli hususu mal ve hizmetin imajını destekleyecek, marka ismi, markaya yüklenen anlam, marka kişiliği,
olmak üzere önemli unsurlara sahip olmasıdır ( Gündoğdu:2006,85-87).
Turizm işletmelerinin nasıl algılandığı son derece önemlidir. Sonuçta tanıtım bir mesaj aktarımıdır. Mesaj alılmayan tarafından kodunun iyi çözümlenmesini gerektirmektedir.Bu nedenle mesajın görselliği ve yarattığı imaj
öne çıkmaktadır.Ancak kuşkusuz markanın mesaj olarak işlevi e önemlidir.
Markanın rekabet ortamında işlevlerini şu şekilde sıralamak olasıdır. (Gündoğdu, 88).
a. Tutundurmada faydalıdır, talep yaratmada etkilidir.
b. Firma ve tanıtılan ürünün hizmeti imajının yerleşmesini sağlar.
c.Firmanın satışını ve rekabet gücünü arttırır.
d. Daha önce piyasada başarılı olmuş bir marka ürüne yeni ürünler ekleyebilir.
e. rakipleri içinde farklı bir fiyat stratejisi izleyebilir,
f. Marka tescil edilerek yasal bir konum kazanır.
Marka sahibine bir güvence yaratır. Tüketicilere ise:
a. Mal hakkında bilgi sağlar.
b. Kalite garantisi sunar.
c.Benzerlerinden farklı bir kategori ve pazara işaret ettiği için statü belirler.
d.Tüketiciye ürünle ilgili güvenceler verir.
e.Tüketici ürünün markalı olması halinde satış garantisi ve hizmetlerinin
satın alındıktan sonra da devam edeceğini rahatlığını hisseder
Marka yaratma sürecinde öncelikle destinasyonun özellikleri temelinde
ikna edici mesajların dikkate alınarak tartışmasının yapılması gerekmektedir. Çünkü gerçekte destinasyonun belirginleştirilen özellikleri temelinde
bir çok farklı tanımları yapılabilir. Her biri, birbirini tamamlayan bir başka
özelliği öne çıkarmaktadır. Destinasyon; özellikleri farklı yönleriyle sunulduğu için, turistik mal ve hizmetler çok boyutlu tanıtım özelliklerin yüklenmiş olduğu bir ürüne dönüşmektedir. Fiziksel olarak bir fabrika ve bir
hizmet alanı olarak görülmelidir. Bu özelliklere destinasyonun atraksiyonları denilmektedir (Peters,Welermair, Katawanke:2006,65).
80
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
Yaratılan markanın kalıcı olabilmesi önemlidir. Marka kimliğinin yaratılması ve imajını merkeze alan bir strateji izlemeyi gerektirir. Tüm turizm
işletmelerinde sratejik planlamaya uygun olarak marka yönetimini gerektirir.Böylelikle marka yönetimi markanın her açıdan korunmasına yönelik
etkinliklerin belirlenmesini ve markanın fonksiyonelliğini öne çıkaran çalışmaları ve çabaları ifade etmektedir.
Bireyler gibi markaların da öne çıkan kişilik özellikleri vardır.Marka kişiliği
markanın diğer markalardan farklılaşmasını sağlayan belli duygulara ve
kişilik özelliklerine sahip olduğuna dayanan önemli bir unsurdur. Bu bağlamda marka, tüketicilerin sosyo-demografik özelliklerine göre, turizm
mekanlarının ve hizmetlerinin tüketilmesiyle birlikte, doğaya duyarlı ve
farklı kişilik özelliklerin öne çıkmasını sağlayıcı unsurlar da marka kişiliğini
belirlemektedir.Turizm işletmeleri kürese pazar olanakları içinde markalarını rekabet edebilir hale getirmek için, marka bilinirliliği yüksek güçlü
destinasyonların marka özellikleri dikkate alarak, doğaya, insana, çevreye
duyarlı bir imaj yaratmak için kullanacakları özellikleri planlamaları gerekmektedir. Hatta bu bağlamda bir tanıtım strateji oluşturabilirler.”Duyarlı
ürün duyarlı bireyler” olarak yaratılan marka kişiliği, tüketim eğilimini de
arttırabilmektedir. Bu etkinlikler gerçekleştirildikten sonra, destinasyonun
özelliklerini öne çıkarırken, benzerlerinden farklılık yaratan kuruluşun öz
kaynaklarını harekete geçirebilir. Ayrıca diğer rakip destinasyonların şirketleriyle iyi ilişkilerin geliştirilmesi, barış içinde bir dünya miti içinde, marka
kişiliğinin ve imajının yer alması önemlidir.
Morgan ve Prictcharta göre kişileştirilmiş marka, kalbe ve beyne hitap etmelidir. Markanın beyni, mantıksal yönünü kalbi de içerdiği özelliklerin
uyandırdığı duygusal yöne hitap etmelidir. Beynin iletişimi markanın rasyonel değeri iken, kalbi de iletişim ve duygusallığa önem veren yönünü
açığa çıkarır. Markanın fayda piramidi tüketici ilişkilerinin toplamıdır.Ancak marka büyükçe mantıksal unsurlar önemini kaybeder. Fakat tüketicinim markaya olan duygusal bağımlılığı kalıcıdır. Bu güven öyle güçlü olmalıdır ki, piyasa da ne kadar farklı ve çelişkili marka bulunursa bulunsun,
tüketicilerin marka sadakatini sürdürülebilmeleri gerekir. Söz konusu sadakatinin yaratılmasında markanın bilinen adı önemlidir. Bunun için güçlü
marka olabilmek düzenli ve kaliteli bir hizmet ve karşılığında oluşan bu tüketici bağlılığı, şirketi en üt düzeye yaklaştırılabilir( Doğanlı: 2006,45-50).
Böylelikle marka şirkete, diğer markalardan ayırt etme, prestij sağlama,
tercih oluşturma işlevi sağlamaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
81
Nimet ÖNÜR
Pazar dinamiklerini ayakta tutabilmek için, turizm tanıtım faaliyetlerinde
destinasyon üzerinden sembolik olarak üretilen anlamların aktif tüketiciyle buluşturulması gerekmektedir. Ancak değişen bireysel yönelimler
ve farklı tüketim eğilimleri, turistlerin farklı anlamlara bağlanması yoluyla
tercih etmeyi gerektirmektedir.Böylelikle kitlesel turizm tanıtım eğilimlerinden, bireysel eğilimleri yakalamaya doğru bir değişimin olduğu dikkate
alınmalıdır. Bu konuda farklı ilgiler çerçevesinde pazarı bölümleyerek, hedefi dikkate alarak belirlenen nişler üzerinden turizm pazarlaması yapılabilmektedir. Bu şekilde bir gelişme için, bir ön hazırlığa gidilmesi gerekmektedir. Söz konusu araştırma ve hazırlık safhasında şu soruların karşılığı
bulunmaya çalışılmalıdır.
İlgili destinasyonun turizm mal ve hizmetlerini tüketiciler:
a. Niçin satın alma gereği duyacaklardır?
b.Satın alma isteği uyandıran nedir?
c.Satın alacak olan kimlerdir?
d. Hangi yoldan satın alacaklardır?
e.ne zaman ve nereden satın alacaklardır?
Bu soruların yanıtları, destinasyonun özellikleri dikkate alınarak genel
tüketici eğilimlerinin değil,daha küçük tüketici kitlesinin talepleri doğrultusunda belirlenenleri niş pazarlama girişimleri ile yapılabilir. Destinasyonların çeşitli özellikleri birer niş olarak değerlendirildiğinde pazarlama olanakları ve ürün marka değeri yeniden keşfedilmiş olmaktadır. Bu küçük
özellikleri bazı büyük şirketler dikkate almaya değer bulmayabilirler ya da
önem vermemiş olabilirler.
Günümüzde tüketicilerin istek, ihtiyaç ve beklentileri bu bağlamda arayışları sürekli olarak değişmekte ve bilgi teknolojilerinin olanakları üzerinden
farklı kültürel eğilimler üzerinden çeşitlenebilmektedir. Bilgi teknolojileri
geliştikçe bireyselleşen eğilimler kitlesel turizm içinde önemini kaybedebilmektedir. Bu durumda işletmeler, stratejik hareket etmekte ve rakiplerden
önce tüketicinin ilgi istek ve ihtiyaçlarını karşılamak için girişimde bunmaktadırlar. İşte niş pazarlama yoluyla gereksinimleri tam olarak karşılanamamış olan küçük tüketici grupların, istek ve ihtiyaçlarını karlılıklarını
arttırma aracı olarak önem kazanabilmektedir.Daha önce daha önce kimsenin fark etmediği ya da fark edilse bile önem vermediği pazarlar belirlenerek, marka ve tanıtıma ek özellikler yüklenmektedir. Yeni keşfedildiği
82
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
için başlangıçta rekabet yoktur. Ancak zamanla niş pazarın küçülmesi ve
rakip sayısının artma riski bulunmaktadır.
Shani ve Chalasani’ye göre niş pazarlamada başarılı olabilmek için, diğer
deyişle ideal bir niş pazarının şu özelliklere sahip olması gerekmektedir
(Güreş, Akgül: 2010,300).
a.Kar elde edebilmek için, niş pazar ve satın alma gücü yeterli büyüklükte
olmalıdır.
b. Niş pazarın gelişme potansiyeli olmalıdır.
c.Rakiplerin çok fazla önemsemeye değer bulmadıkları pazarlar olmalıdır.
d.İşletme niş pazarı iyi bir şekilde işletmek için, gereken kaynak ve beceriye sahip olmalıdır.
e. Sağlanan müşteri sadakati ile rakiplerin bu pazarlara girmesinde engel
oluşturulmalıdır.
f. Belirlenen niş pazardaki müşteriler ulaşılabilir olmalı ve halihazırda nişpazar başka bir işletme tarafından keşfedilmemiş, kapılmamış olmalıdır .
Kitlesel pazarda tüm pazar için tek bir ürün modeli sunulurken, niş pazarlama da az sayıda insanı tatmin edecek ürünler temel alınmaktadır.
Bunun için öncelikle pazar niş’inin belirlenmesi gerekmektedir. Niş’in tespit edilmesi müşteri isteklerinin belirlenmesi ve güncellenmesiyle birlikte gitmektedir. Daha sonra turistik mal ve ürünlerin sunulması için belirlenen pazarın analiz edilmesi ve pazarı oluşturanların ortak özellikleri
dikkate alınarak tüketicilerin ayrımlaştırılmaları gerekmektedir.Değişik
tüketici grupları bu turistik mal ve hizmeti niçin satın almaları gerektiğinin farkındadırlar.”Niş”ler bir pazarlama araştırması yöntemi olarak düşünülmelidir.Analizde ortaya çıkan pazarlama segmentlerinin her biri için
öne çıkan mal ve hizmetlerin tespit edilmesi gerekmektedir. Daha sonra
tutundurma çabası içinde hedef kitle ile bir iletişim stratejisi oluşturulması zorunludur. Kitle iletişim araçları vasıtasıyla ve sosyal medya aracılığıyla hedef kitle ile bağlantı kurulması zorunlu hale gelmektedir. Mal ve
hizmetlerin hedef ulaşabileceği değişik kanalların (açık hava reklamları,
medya, vb. tespit edilerek ) gereken mesajlar verilmeli ve varsa eksikler giderilmelidir. Amaca ulaşılıp ulaşılamadığı konusundaki ölçümlerden sonra
gerekiyorsa üründe değişiklikler yapılabilmelidir.Ürün ve hizmet planlamasına yeni yaklaşımlar getirebilinmektedir.Niş pazarlar turizm sektöründeki
küçük işletmelerin ayakta kalmasına en büyük katkı sağlayan bir unsur
olarak ortaya çıkmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
83
Nimet ÖNÜR
Turizm sektörünün geliştirilmesinde belirlenen nişlerle pazarlama faaliyetlerinin arttırılmasının yanı sıra inovasyonların da tespit edilerek mal ve
hizmetlerde değişikliklerin, yenilikleri tespit edilmesi, yeni konseplerin yaratılması gerekmektedir. Tespit edilen yeniliklerle malın sunumu, tıpkı yeni
bir ürün gibi turiste hizmet ve ürün sunmak rekabete önemli bir değer
katmaktadır.
Turizm firmaları çoklukla yoğun rekabet ortamında birçok yeniliklerle yüzyüze gelmektedirler.Yoğun rekabet ortamında var olan özellikler üzerinden
tüketici ve aracı kurumların deneyimleri yenilik yaratmada bir girdi oluşturmaktadır.İnovasyon yaratmanın iki boyut vardır.İlki;deneyim ekonomisi
de denilebilecek olan bir eğilimdir ki,firmaların tüketicileri için getirdikleri
ve kendilerine fark yaratacak destinasyonun ya da şirketin markasına katkı
sağlayacak özelliklerin tespit edilmesi gerekir.Diğeri ise,firmanın etkinlik
sınırı içinde değişiklik yaratacak ya da tam net olmayan bulanık gözüken hizmetlerde yer almaktadır.Böylece inovasyolar, sadece şirketin değil,
şirketin iç alanında değil, dışındaki hizmetlerde de uygulanabilmektedir.
(Hall,Williams: 2008,232)
Böylelikle turizm sektöründe inovasyon sürdürülebilir bir büyüme, artan
rekabet gücü, daha yüksek kar, daha iyi ve değeri yüksek ürün ve hizmet
sunumu olarak düşünülmelidir. Firmaların büyümesine girdi oluşturmaktadır. Böylelikle inovasyon yaratma, artan rekabet gücü , bilişim teknolojilerinin etkisi, çeşitlenen hizmet sektörü ve gelişen ulaşım olanakları turizmde yenilik yaratmanın gerekli olduğu durumlarda sıklıkla baş vurulan
bir yöntemdir. İnovasyonlar stratejik olarak ürün ,hizmet ve finansal amaç
ve büyüme alanlarında oluşur.Söz konusu ürün ve hizmetlerin misyonunu
ve stratejik rollerini belirginleştirmeye hizmet etmektedir.
5. Nevşehir İli Turizminin Markalaşma Sürecinde İnovasyon ve Nişlerin Önemi
Nevşehir yöresinin tarihi kültürel ve doğa yapısındaki farlılıklar, turizm
yoluyla yerel kalkınmada önemli bir girdi oluşturmaktadır.Ancak yeterli
değildir. Turizmin geliştirilebilmesi için kaynak israfının önlenmesi gerekmekte, devlet ve özel sektör iş birliği ile yöre turizm varlıkları sürdürülebilir
turizm kriterleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Küresel dünyanın gelişmiş destinasyonlarıyla rekabet edebilecek sermaye yatırımlarının, bilgi
teknolojileri alt yapısının geliştirilmesi ve özellikle bu alan kamu desteğinin sağlanmasının önemi ortadadır. Ayrıca söz konusu gelişim sürecinde
84
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
yöre halkına yeterli ticari meta oluşturacak bilgi ve deneyim kazandırma
konusunda destek sağlanması gerekmektedir. Küreselleşmenin dinamikleri içinde rekabet edemeyen küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin yok
olacağı bilinen bir gerçektir.
Nevşehir destinasyonunun tarihi, kültürel ve coğrafi değerlerinin daha
etkin ve verimli bir şekilde tanıtılması, sürdürülebilir bir turizm hareketliliğinin sağlanması ve bölgede turizm ile ilgili sorunların yerinde tespiti ve
çözüm önerilerinin geliştirilmesi için gereken etütlerin yapıldıktan sonra
Nevşehir markalaştırılmaya çalışılmalıdır.
Öncelikle yörenin Türkiye içinde bir bölge olması dikkate alındığında,
küresel pazar içinde Nevşehir, bir Türkiye destinasyonudur. O nedenle
Türkiye’nin önde giden imajı dikkate alınarak, bu yöreye özel bir önem
atfedilmesi gerekmektedir. Dünya turizm verileri ile Türkiye turizm verileri
karşılaştırılmalıdır. Dünya turizmi postmodern küresel kültürün yarattığı
“mekanların tüketimi “ temelinde biçimlenmiştir. Giderek yılın bütününe
yayılmış bir turizm anlayışına doğru değişim söz konusudur. Nevşehir ilinin
yıl boyunca tarihsel, kültürel ve yerel coğrafi değerlerinin aktif bir biçimde kullanılabilir olması gerekmektedir. Turistik beklentiler değişmiştir.Bu
günün eğilimlerine uygun olarak ve eskiye oranla görece harcama düzeyi
yüksek ancak daha çok çeşitli ve kaliteli hizmet anlayışı ve beklentileri artmaktadır. Bu nedenle devletin özel şirketlerin yanı sıra bir kalkınma stratejinde aktif rol alma zorunluluğu vardır. Bütün yıla yayılan turizm etkinlikleri
bütün dünyada çeşitlenmektedir. Bu bağlamda mevcut ürünler üzerinde
geliştirilmesi gereken detaylar farklılığı yaratacak “ajanlar” olarak değerlendirilmelidir. Nevşehir yöresinin sürekli aktif bir turizm potansiyeli yıl boyunca kongre turizmi, kuş gözetleme, kale ve kelebek, safari, av,üzümşarap , çiftlik evi düğünü, vb. yörenin doğal ve tarihsel değerlerinin de
dahil olduğu çeşitli konular mitleştirilerek, turizm etkinlikleri olarak gösteriye dönüştürülebilinir. Ayrıca yöreyi tanıtan ya da yapımların Kapadokya
bölgesinde gerçekleştiği filmler, müzikler, sergiler,vb. düzenlenerek arka
alan (mekan) olarak bölgenin coğrafi özelliklerin öne çıkarılmaya çalışılması ve bir kamu politikası olarak desteklenmesi gerekmektedir. Kuşkusuz
bu konuda daha önceki yıllaradan beri gelen bir film mekanı olma özelliği
yeterli görülmemelidir.Filmde yer almanın yanı sıra senaryoların denetlenmesi, tanıtımdaki imajı zayıflatan unsurların giderilmesi gerekmektedir.
Bunun için turistik alanlar denetlenmelidir.Yöreye özgü mallarla iç içe sunulan yabancı malların satışının önüne geçilemese de her malın kimliği ile
ilgili açıklamanın mutlaka yer almasına özen gösterilmesi gerekmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
85
Nimet ÖNÜR
Dünya turizm destinasyonları içinde yerini belirlemek ve var olan mevcut
turizm potansiyelini anlamak, geleceğe ilişkin ön beklentiler sağlayabilmek için SWOT analizinin yapılmasının önemi ortadadır. Buna göre İlin
turizm açısından güçlü ve zayıf yönleri,dış çevreden kaynaklanan tehditler ve fırsatlar tespit edilerek, gelecek hedefe ulaşabilmek için bir strateji
geliştirilmesi gerekmektedir. Dünya turizm destinasyonlarının benzerleri
tespit edilerek tanıtımda bir kıyaslama yapılmalıdır.
Yöre turizm varlıklarına baktığımızda doğa , termal sağlık, kongre, balon
turizmi, kültür turizmi gibi özelliklerin öne çıktığı etkinlikler zaten mevcuttur. Bu varlıklar, medya ve diğer elektronik iletişim ortamlarında yörenin
tarihinden gelen hikayeler, mitlerle birleştirilerek, gezilip mutlaka görülmesi gereken yerler ve etkinlikler olarak imaj zenginleştirilmelidir. Özellikle
web sitesinde görsellik son derece sınırlı tutulmuştur. Dijital fotoğraf teknikleri kullanarak, çeşitli turistik özelliklerim mitleştirilmesi ve esrarengiz
bir temsil yaratılması gerekmektedir. Bu konuya ilişkin yeni turizm alanları,
metaforlarla görsel zenginliğe dönüştürülmesi gerekir. Örn. Gelen turislerle ilgili yapılacak bu yöreyi niçin ve neden tercih etikleri, kaldıkları süre
içinde ne şekilde bir hareketlilik gösterdikleri tespit edilerek, elde edilen
veriler değerlendirilerek, gelecek için oluşturulacak stratejilerde dikkate
alınmalıdır. Ahiler Kalkınma Ajansı tarafından hazırlanan raporda yer alan
TÜİK verilerine göre, Kapodokya’ ya gelen turistlerin daha çok Japonya ve
Doğu Asya kökenli turistler olduğu görülmektedir http://www.ahi-ka.org.
tr/upload/pdf/turizm_potansiyeli.pdf.
Kapodaokya markası Nevşehir destinasyonu içinde daha çok öne çıkmış olduğu dikkati çekmektedir. Öne çıkaran doğal varlıkların, Peribacaların olduğu bilinmektedir.Ülkemizde Nevşehir ili 282.000 nüfusuyla varlığının çok üstünde
yılda turist ağırlayan bir çok turistik yöreyi geride bırakan bir şehirdir. Ancak bu
değerlendirme iç turizm açısında geçerli olabilir. Potansiyel olarak dış turizm
destinasyonlarıyla kıyaslandığında oldukça yetersiz olduğu görülmektedir.
Yörenin potansiyeli düşünüldüğünde yeni inovasyonların oluşturma gereği ortadadır. İnovasyonların belirlenmesinde;ortam, pazar, tüketici, rakiplerin dikkate alınması zorunluluğu vardır. Bu bağlamda planlı bir aksiyona
geçerek, gelecekte planlı bir eylem hazırlığı içinde olunmalıdır.Bunun için
bir inovasyon yani AR-GE ekibi ve alt yapısı oluşturulmalıdır. Sürekli dünyanın gelişmiş destinasyonlarının özelliklerini karşılaştırmak gerekmektedir. Stratejinin ve ilgili çözümlerin güncellenmesi zorunludur. Söz konusu
86
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
AE-GE ekibi sürekli çalışmalarını sürdürmek durumunda olmalıdır. Dünyanın gelişmiş turizm kentleriyle, Nevşehir’i karşılaştırarak gelişme seyri yol
haritası oluşturmalıdır. İnovasyonlarla müzelerin ve ören yerlerinin anlamlarının yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Yöreyi iyi tanıyan ekip üyelerinin yanı sıra dışarıdan bakan bir göz ile gelişmeler yönetilmelidir. Çünkü
buralar tarih öncesinden günümüze kadar gelen ve topoğrafik olarak çeşitli uygarlıkların ürünü olan özgün ve belirgin özelliklere sahiptir. Tarihsel arkeolojik, sanatsal ve bilimsel, sosyal ve teknik bakımlar dan dikkate
değer ve kısmen de inşa edilmiş insan emeği ve kültür varlıkları ile tabiat
varlıklarının birleşmesi dikkate alınarak, her bir ören yer ve müzelerin temsil ettiği geçmiş uygarlıkların özelliklerini vurgulayan marka sloganları eşliğinde tanıtım yapılmalıdır. Bu bilgiler bilgi teknolojileri üzerindeki tanıtım
faaliyetlerinde de kullanılmalıdır.Turizm rehberlik hizmetlerinin yeniden
ele alınması gereği ortadadır. Yörenin gezilip görülmesi, daha cazip hale
getirebilecek rehberlerin ve tanıtım faaliyetinde bulunanların hizmet içi
eğitiminin bir kamusal turizm politikası olarak yönetilmesi gerekmektedir.
Bu geçmiş tarihi temsil eden yapıların, uluslar arası toplantı ve etkinliklere
ev sahibi olması güçlü bir tanıtım etkinliği olacaktır. Nevşehir müzesi, Zelve - Avanos Aktepe, Çavuşin Kilisesi - Avanos - Çavuşin Kaymaklı Yeraltı
Şehri - Kaymaklı Kasabası, Derinkuyu Yeraltı Şehri – Derinkuyu, Açıksaray
– Gülşehir, St. Jean Kilisesi – Gülşehir, Özkonak Yeraltı Şehri - Avanos Özkonak Kasabası, Mazi Yeraltı Şehri, Tatlaring Kilisesi - Acıgöl- Ürgüp Paşabağları - Avanos – Çavuşin. benzer şekilde Ürgüp müzesi de çevre ören
yerleriyle birlikte değerlendirilmelidir.Ören yerlerindeki kiliselerin tanıtımı,
İslam dünyası nın dışındakiler için daha çok dikkat çekebilecektir. Bu tanıtımların da web sitesinde yer alması gerekmektedir.Böylelikle tüketicilerin
daha önce alışık olmadıkları bu yeni ürünün piyasa tanıtımının bilimsel
sunumlar çerçevesine gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Tespit edilen inovasyonlar yoluyla yörenin dünya turizmi içinde yaratılan
farklılığı ile ayırt edici bir konuma yerleştirilmesi gerekmektedir. Turistler
için marka çağrışımları önemlidir. Çağrışımlar doğal ve tarihi güzellikler
üzerine yerleşmiş olan geçmişin izlerini taşıması gerekmektedir. Tanıtımda
beldeler bağlamında yaratılan kategoriler, tek bir özelliğe odaklanmalıdır.
Diğer doğal ve tarihsel özelliklerin konumlandırılışı, öne çıkan bu özelliğe
göre konumlanmış bir biçimde yerleşim kazanmalıdır. Kişi bu yöreyi bu
beldeyi gezerken, kendi kendine neyi tüketmekte olduğu fikrine odaklanabilmelidir. Tıpkı popüler kültür içinde yer alan dünya markalarını tüke-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
87
Nimet ÖNÜR
timinde hissedilen duyuma benzer bir his yaratılabilmelidir. Günümüzde
küresel postmodern kültür içinde yer alan “hiper otantik olma ve nostaljinin metalaştırılması” konusu ile yörenin yerel özellikleri yeniden inşa
edilerek,farklı bir kültür atmosferi oluşturabilecektir. Küresel dünyada sosyal medya ile kurulacak bağlantıları zenginleştirilmesi gerekmektedir.
Dünya turizmi içinde Nevşehir destinasyonunun bir marka kişiliği olmalıdır.
Tutarlı ve sürekli kalıcı olabilecek bir marka imajı, diğer turizm beldelerinin
önüne geçmesine izin vermelidir.Marka konumunun sürekliliği yani tutarlı
bir marka imajının sağlanması hususu ise, “bu yöreyi tüketicilerin hangi
kimlik öğeleriyle hatırlanacağı”kriterini dikkate almayı gerektirmektedir.
Yani yöreyi gezen turistin aklında tutabilmesi gereken hangi özellikler olması isteniyorsa önceden belirlenerek, bir Nevşehir markası ve kişiliği oluşturulmalıdır. Örn. Dinlerin harmanlandığı kültürel bir atmosfer,vb. gibi.
Marka olarak Nevşehir’in sunduğu ya da çağrışım kurduğu özelliklerin
ürün ve hizmetlerine geçmişten gelen kültürel özelliklerin kullanıldığı ve
yöre turizmine mistik bir hava katan “ belirlenen bir değer” eklenmesi gerekmektedir.Tıpkı reklamlarla bir malın öne çıkan özelliği gibi. Örn. Belirli
markaların doğa dostu olması gibi…Ancak bu durum sürdürülebilir turizm
etkinlikleri içinde, sürekli yenilenmesi ve güncellenmesi gerekmektedir.
Dünya turizmi içinde Nevşehir markası yeniden konumlandırılabilinir.Var
olan turizm ürünlerine ve hizmetlerine yeniden yüklenen anlamlar çerçevesinde marka, yörenin eşsiz ve sınırsız olarak kültürel varlıkları içinden bir
marka özelliği olarak zenginleştirilmesi gerekmektedir. Özellikle psikolojik
konumlandırma çok işlevsel olabilir. Tüketiciler, markaya inanmalı, güvenmeli ve zihninde yüceltmelidir. Yani buraya gelen bir turist çok önemli bir
turizm atmosferinde yaşamakta olduğunu hissetmelidir. Tanıtım hizmetlerinde var olan doğal turistik varlıklara yüklenen anlamlarla , doğa ve kültür
özgünlüğünü kaybetmeden adeta yeniden yazılmalıdır.Zamanla markanın
eskimesini ve sıradanlığa düşmesini engellemek için, sürekli değişiklik yaratmalıdır. Bir marka bağımlılığı yaratacak şekilde, gelen turistlere yörenin
keşfedilecek yeni özellikleri olduğu izlenimi verilmelidir. Hatta bunla ilgili
olarak değişik turizm şirketleriyle anlaşılarak, farklı ücretlendirme ile farklı
paketler sunulmalıdır. Her turist grubuna aynı hizmet verilmemelidir.Bu
nedenle tüm özelliklerin dağınık bir biçimde değil de kontrollü olarak sunulması gerekmektedir. Kuşkusuz tüketiciler sürekli markayı diğer marka
olmuş turizm alanlarıyla kıyaslamakta, ödedikleri bedelin karşılığını alabilme hususunda maliyet-değer hesabı yapabilmektedir.Marka daha fazla
maliyet daha fazla değeri ifade edecek biçimde düzenlenmelidir.
88
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
Günümüzde kitle turizminden uzaklaşanlara bireysel hareket edenlere
sunulabilecek paketlerde bölgenin yaratılmış nişleri dikkate alınabilinmektedir. Ör. Sadece arkeolojik alanlara ilgisi olanlara, doğaya, inanç için
mevcut yörenin özelliklerine, gastronomi turizmine,vb. yöre özelliklerinin
her biri birer niş pazarı olarak turizme katılabilir. Kapadokya bölgesinde
Nevşehir ili kültür turizmi kilise ve manastırları ile de tanınmaktadır. Çarıklı
Kilise, Yılanlı Kilise, Tokalı Kilise, Azize Barbara Kilisesi, Azize Catherine
Şapeli, Elmalı Kilise, Basil Kilisesi, Kızlar Manastırı ve Meryem Ana Kilisesi
bölgede yer alan kilise ve manastırlardan sadece bir kaçıdır. İnanç turizmi
bu nedenle önem teşkil etmektedir. Ayrıca Kapodokya ve Nevşehir destinasyonunun bir dünya markası haline gelmesinde, popüler kültürden
yararlanılarak, doğal dokuyu bozmayacak biçimde yeni yaşam alanları yaratılabilir.Büyük alışveriş merkezlerinin outletleri, spor turizmi, eski türk
sporlarının karşılaşmaları, bölgenin arkeolojik özellikleri diğer folklorik
özelliklerle harmanlanarak, dünya turizmi içinde farklılık yaratılabilinmektedir. Kitle turizmine uygun olan ören alanları da yeniden değerlendirilmelidir. Bütün bu alanlar ve etkinlikler web sitesinde ilgili görsel materyallerle
desteklenmelidir. Bir turizm markasının mutlaka bir logosu isim, logosu,
amblemi olmalıdır. Marka bu ayırıcı özellikleriyle de sanal dünyada yerini
alması gerekmektedir. Bu logolar amblemler, yöreye ait turistik eşyalarda
ve büroşür, vb oluşmalıdır.
Kapodokya Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin, Nevşehir’in markalaşmasında önemli bir işlevinin olacağı ortadadır. Bir çok tarihi konuda bilimsel
çalışmalara ağırlık verilmesinin gerekmektedir. Geçmişin her bir uygarlığı ve
bu uygarlıkların öne çıkan özellikleri, dünya turizmi içinde birer niş olarak
değerlendirilebilir.Turizm etkinliklerini geçmişten bu güne olan dökümanları
da dikkate alarak Nevşehir markası yaratmada önemli gözüken gerek akademik çalışmalara gerekse çeşitli projelerin yürürlüğe konulması bakımından girişimleri yapılmasına gerek duyulmaktadır.Bir çok bilimsel etkinliklerin
ve araştırma sonuçlarının değerlendirerek, marka kimliğini ve kişiliğini,vb.
önceden belirlenmelidir.Elde edilen gelişimler ve girişimler, günün koşullarına uyan ve beklentilere yanıt verecek bir web sitesi üzerinden dünyaya
paylaşıma açılmalıdır.Üç boyutlu görüntülerle desteklenen yörenin turizm
varlıkları ile ilgili bilgilerin yer alması gerekmektedir.Çeşitli tüketim biçimlerinin sunulacağı paketlere karşılık gelen “adeta sanal gezilerin yer alacağı”
bütüncül bir web sitesinin yeniden düzenlenmesi, yörenin tanıtımında ve
marka faklılığının yaratılmasında önemli gözükmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
89
Nimet ÖNÜR
Kaynaklar
Ahiler Kalkınma Ajansı Raporu,
http://www.ahi-ka.org.tr/upload/pdf/turizm_potansiyeli.pdf
Anholt S. (2009)Handbook on Tourism Destination, Madrid, World Tourism Organization and European Travel Commission publishing.
Arthur Gray,H,Campbel J.( 2006 ) “Educational Trends in Thai Businesses Utilizing
Information Technology”, Encyclopedia Of Developing Regional Communities With İnformation And Communication Technology, edit, Stewart
Marshall,Wallace Taylor,Xing Huo Yu, London, an Imprint Idea roup inc.
Berberoğlu ,E. (2010) “Yaşam Boyu Öğrenme İle Bilgi ve İletişim Teknolojileri Açısından Türkiye’nin Avrupa Birliği’ndeki Konumu”, The Journal of Knowledge Economy & Knowledge Management / Volume: V. FALL. http://www.
beykon.org/2010/FALL/B.Berberoglu.pdfhttp://www.beykon.org/2010/
FALL/B.Berberoglu.pdf 12.10.2011
Doğanlı B.(2006) Turizmde Destinasyon Farklılaşması ve Antalya Örneği” Süleyman Demirel Üniversitesi İşletme Bölümü Basılmamış Doktora Tezi http://
www.belgeler.com/blg/q76/turizmde-destinasyon-markalasmasi-veantalya-ornegi-destination-branding-in-tourism-antalya-case
Gündoğdu A. (2006) Turizmde Dış Tanıtım Olgusunun Marka Konumalndırma
Açısından Değerlendirilmesi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Örneği, Ankara, Basılmamış Master Tezi.
Güreş,N, Akgül V. (2010)” Niş (Nıche) Pazarlama Ve Hatay Turizmine Yönelik Niş
Hall C.M. Williams (2008)Tourism and Innovation,New York, Routledge Taylor
and Francis Group inc.
Joseph H. Hulse (2007)Sustainable Development at Risk:Ignoring the Past,
India,Cambiridge University Press,
Ouzzani M.,Bouguettaya (2004)” Efficient Access to Web Services”. IEEE Internet
Computing,March-April 34-44. www.computer.org/internet/.
Pazarlama Stratejilerinin Belirlenmesi”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, yıl 2010, cilt 7, sayı 13.298-309.
Peters,M.Welermair Katawanke P.(2006), ”Stratejik Brand Management of Tourism Destinations Creating Emotions and Meaningful Intangibles”,
edit;Keller P, Bieger T. Marketing Eficiency in Tourism, Berlin, Hubert of co
Göttingen.
Pröll B, Retschıtzegger W. (2000) “Discovering Next Generation Tourism Information Systems”, Journal of Travel Research,Vol,39, November, pp 182-191.
90
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Yeni İletişim Olanakları İçinde Nevşehir Turizminin Markalaşmasında
İnovasyonların ve Niş Pazarlamanın Önemi
Raina,A.K.,Agarwal S.K. (2004) The Essence of Tourism Development:
Dynamics,philosophy and Strategies, Yeni Delhi,Sarup and Sons ltd.
Rewtrakunphaiboon,W., Oppewal H. (2008) “Effects of Package Holiday Information Presentation ön Destination Choice” Journal of Travel Research,
Volume 47,Number 2, November 2008,127-136.
Sıgala M.,Sakellarıdıs (2004) “Web Users’ Cultural Profıles And E-Servıce
Qualıty:Internatıonalızatıon Implıcatıons For Tourısm Web Sıtes”, Technology & Tourism, Vol. 7 pp. 13–22 .www.cognizantcommunication.com.
Trevor H.B.,Sofied.(2003)”Empowerment for Sustainable Turism Development,
Oxford, Elsevier Science Ltd.
Williams A.P.,PALMER A.J.(1995) “Tourism Destination Brands and Electronic
Commerce: Toward Synergy, “ Journal of Vacation Marketing, Vol.5, no 3.ss.263275, Henry Steward Publishing.
Zanger T, Gattringer C.,Groth A. .(2011) “Silver Surfers & eTourism: Web Usability and Testing: Methods for the Generation 50plus” Edit:Law R.,Fuchs
M,Ricci FInformation and Communication Technologies in Tıurism, January 26-28, Proceedings of The International Conference in Innsbruck,
Austria,New York.Springer Wien.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
91
KAPADOKYA HİKÂYELERİ
CAPPADOCIA STORIES
Niyazi YAŞAR*
ÖZET
“ ÇEÇ HİKAYELERİ…” alt başlıklarını da içeren eser, Kapadokya’nın
tarihinde ve mitolojisinde gezintiler yaparak, bizleri bölgemizin zengin geçmişiyle yüzleştirir.
“ Türklerin Tarihi” adlı çalışması da olan yazarımız, mitolojideki
Kapadokya’yla günümüz Kapadokya’sı arasında bağlantılar kurarken, yaşanmışlıkların sıcaklığını hissettirir. Sümer Çoban Tanrısı
Dimuzi, Aşk Tanrıçası İnanna, İştar; Emir üzümü, Hattuşa karası, gaz
ve kükürt kokusu, sağlık veren zehirli su; bölgeye özgü sayısız çiçek,
ağaç, kuş türü; İdiş Dağı, Cıncık Tepe, Masa Dağı, Bal Kayası, Saray
Pınarı, Hırka Dağ bizimledir.
Kapadokya ordusunun savaş taktiklerini okurken, kendimizi savaş
alanında hissederiz.
Kralın “Sanat eseri bırakmayan kral, güve yeniği olan tahtaya benzer. Bu tahta yansa, közü bile olmaz” gibi öğüt ve uyarılarıyla,
Anadolu bilgeliğine ulaşırız.
“Gökyüzünü kalın katmanlarla kaplayan güvercin ordusuna karışan
beyaz kumru, Masa Dağ’daki Prens’in mezarı üzerinde döne döne
uçarken, hıçkırıklarla ağlıyordu. Ve dünyanın diğer kumruları da
hem uçuyor hem ağlıyorlardı. Kumruların yere düşen gözyaşları, birer taşa dönüşüyor ve mezar üzerinde kehribar rengi bir buğday çeçini andırıyordu.” gibi bölümlerle destan ve efsane havası da alırız.
“Kapadokya Hikayeleri”, “cılga su, gölek, ıpıl ıpıl, yanmuk, çıtılgı, saylak
taşı…” gibi yöresel sözcüklerle bölgenin yöreselliğini de yansıtmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Hikayeleri, Mitoloji, Çeç Hikayeleri.
* Şair-Yazar, Kar Yazın Sanat Kültür Dergisi, e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
93
Niyazi YAŞAR
ABSTRACT
The work, which includes the subtitles, “ÇEÇ STORIES…”, hikes
within the history and mythology of Cappadocia and allows us to
face the rich history of our region.
As our novelist, who has published the “ History of Turks”, establishes the connection between Cappadocia in mythology and in
present, he makes us feel the warmth of life experiences. Sumerian
Shepherd God, Dimuzi; Love Goddess, İnanna, İştar; Emir grape,
Hattis black, gas and sulfur smell, poisoned water giving health;
numerous flower, tree, bird species specific to the region; İdiş
Mountain, Cıncık Hill, Masa Mountain, Bal Rock, Saray Spring,
Hırka Mountain are, all with us.
As we read the war tactics of Cappadocia army, we feel ourselves
in the battlefield.
We reach to the Anatolian wisdom with advises and warnings of
the King saying, “The king, who doesn’t bequeath an artistic work,
seems like a wood with moth holes. If this wood fires, even there
is not its ember”.
We inspire the saga and legend through such phrases, “As the white dove, mixing between the pigeon army which covers the sky
with thick layers, flew swirling over the grave of Prince in Masa
Mountain, it was sobbing. And other doves of the world were also
both flying and sobbing. The tear drops of the doves, falling down
to ground, were turning to the stone and appeared like an amber
wheat heap on the grave.”
“Cappadocia Stories”, reflects the localness of the region with the
local words such as “cılga su (thin water path), gölek (pond), ıpıl
ıpıl (shining), yanmuk (trapezoid), çıtılgı (flame, thin tree branches,
etc.), saylak taşı (flat stone)…”
Key Words: Cappadocia, Stories, Mythology, Çeç Stories.
Sunum:
H. İbrahim Tokmak, Kapadokyalı bir rehber; Anadolu’ya, özellikle de
Kapadokya’ya tutkun çağdaş bir derviş. Tarihe olan özel ilgisini, çocukluğunda başlayan yurt ve doğa mayasıyla beslemiş.
Fransız Arkeolog Michel Coindoz ve Avusturyalı Mimar Andrew Rogers
gibi bilim insanlarına bölgede kılavuzluk ederken, süreç içerisinde “ Çeç
Hikâyeleri”ni yoğurmuş:
94
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya Hikâyeleri
“ Bu hikayeleri, büyüklerimizden daha önce de duymuştuk. Aile boyu büyük yorgan (tatlık) altında ayaklarımızı ısıttığımız uzun kış gecelerinde, dev
masalları dinlerdik.
Korku ve ilgi bir arada giderdi.
Çeç Höyük, hep gözümün önünde hep hayalimde oldu, beni eski masalların rüzgarına çekerdi.
Gel zaman git zaman küçük iş yerimde müşteri beklerken, Fransız Arkeolog
Madam Thierry ve kocası çıkageldiler. Bana Çeç’i sordular. Yarımyamalak
Fransızca’mla yerini anlatmaya çalıştım. Baktım olmayacak, yanlarına düşüp bizim bağ yolundan Çeç Tepe’ye götürdüm onları.
Zorlu bir tırmanıştan sonra, Masa Dağ’ın düzlüğüne ulaştık. Çeç Höyük’ün
sırtına kadar varan 3- 4 metre genişliğinde kalın taş merdiven basamakları
vardı. Sol kenar bir buçuk metre kadar yükseklikte kalın bir taş duvarla sınırlandırılmıştı. Tol üzerinde, belli aralıklarla üç köşe şapkalı babalar vardı.
120 cm. olduğunu tahmin ettiğim geniş merdivenlerde 10- 15 basamak
yürüdükten sonra, 30 metrelik bir sahanlığa ulaştık.
Çeç’in tepesine giden daha küçük taşlardan yapılmış keçi yolunu andıran
taştan bir merdiven yükseliyordu. Yürüyerek zirveye çıkmıştık. Çeç’in tepesi, iki hörgüçlü deveye benziyordu.
Ne kadar da yükseğe çıkmıştık. Kızılırmak, ta aşağıda gümüş gibi parlıyordu. Bizim Damlamaç Vadisi yemyeşildi. Balkayası, kınalı yeleli bir aslan gibi
oturmuş, bizi seyrediyordu.
Bir uzun şerit metreyle yukarıdan aşağıya Çeç’in yüksekliğini ölçtük.
Konuşulanlardan anladığım, bu tepe özenle yapılmış bir anıt mezardı. Bir
prense ya da krala ait olabilirdi.
Avustralyalı Mirar Andrew Rogers’in Karadağ mevkiinde büyük para ve
emek harcayarak tepeler üzerine yaptığı onlarca eser, Çeç Tepe’nin tanıtım ve ulaşımına büyük katkı sağlayacaktır.” S: 8- 9
Kapadokya Hikâyeleri’nde, İbrahim Tokmak’ın öncelikli amacı, tarihe
gönderme yaparak Kapadokya’nın üstünlüğünü ve farklılığını ortaya koymaktır.
“ Kapadokya Hikâyeleri”, katkı sunanlara yönelik “ İyi ki Vardınız” teşekkürüyle başlıyor.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
95
Niyazi YAŞAR
“ Önsöz”de, kaynaklarından, çocukluğunun yansımalarından, niyetinden
ve hedeflerinden söz ediyor İbrahim Tokmak.
Öyküler; “ Çeç Hikâyeleri- 1, Böbrekleri Ağrıyan Adam”,” Nefes
Darlığı Çeken Adam”, “ Prens ve Kumruses” sırasını izler.
“Çeç Hikâyeleri- 1, Böbrekleri Ağrayan Adam”, geçişlerle iç içe işlenmiş öyküler.
Sanırım yazar, bilinçaltında halktan kopuk yönetimleri eleştirmek istemiştir. Saray erkanının günlük yaşamıyla böbrek ağrıları çeken çobanın yaşamı bir arada. Ne var ki, tarihimizdeki bilge, barışçı, halkçı hükümdar
tiplemesi de ihmal edilmemiştir. Kral avdadır, erkanına sorar ve yanıtlar:
yoktur. Akıl her zaman rehberimiz olmalıdır.” S: 17“
Bakınız, yaşamla ölüm arasındaki sınır ne kadar da yakın. Keklik için yaşam ve özgürlük, şahinin keskin pençeleri arasında ne de çabuk bitiverdi.
Şahin avını avladı. Biz bu olaya hangi noktadan bakmalıyız? Kekliğin yaşamının son bulması açısından mı, bizim iyi bir av yaptığımız yönünde mi?
Bu konuda görüşler değişebilir, fakat gerçek, gerçektir.
Olayın biraz derinine inersek, savaşı kaybedenle kazananın durumunda
hiçbir fark, yazar burada günümüzle bağlantı kurarak, Kral’a şunları söyletir: “ Biz, büyük bir kavşak üzerinde olan ülkemizi çok iyi savunmak
durumundayız. Hep ilerlemeliyiz.
Milletimizle birlikte olmalıyız. Barışı, adaleti ve eşitliği sağlamalıyız.
Kültürümüzle öğünmeliyiz. Uygarlıkta en önde olmalıyız. Sözlerimden gereken dersler çıkarılsın.” S: 17
Bu öykülerde Kapadokya’nın daha da geçmişine vurgular var: “ 21 Mart’ta
Kral ve Başrahibe Tanrıları temsilen evleniyorlardı. Bu büyük tören, Sümer
Çoban Tanrısı Dimuzi ile Aşk Tanrıçası İnnanna arasındaki kutsal evliliği
temsilen her yıl yapılan bir şenlikti.” s: 13
“Kral Tanrı, Avanos’un batısında, yöreye hakim görüşteki Masa Dağ’ı çok
severdi.
Kutsal evlilik törenleriyle önemli şenlik ve kutlamalar hep orada yapılırdı.”
S: 15
“Nefes Darlığı Çeken Adam” öyküsünde ise sanatı ve sanatçıyı baş tacı
eden Kral’ın gezisi ve Kral’ın emekli hekimbaşısının yardımcı olarak
Balkayası’nın balıyla sağlığına kavuşturduğu çanak ustası anlatılmaktadır.
96
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya Hikâyeleri
“Kral çok heyecanlıydı. Masa Dağ’a gidip heykelleri yerinde görmek istiyordu. ‘ Tanrılarım için, halkım için, gelecek konuklarım için bu eserler çok
anlamlı olacaktır.
Heykeller krallığımızın bir tanığı olarak, yüzyıllarca bu tepede kalacaktır.
Dünya fani, lakin eserler ölümsüzdür.’ S: 27- 28 ‘Kralı yücelten, yaptığı
işler ve sanattır. Sanat eseri bırakmayan Kral, güve yeniği olan
tahtaya benzer. Bu tahta yansa, közü bile olmaz’ dedi.” S: 32
Gelelim “ Prens ve Kumruses” öyküsüne:
Kalevadileri’ne geziye çıkan Prens’in omzuna bir kumru konar. Kaynaktan
su içen kumru, masal güzeli bir kıza dönüşür. Kumruses denilen bu güzelle Prens arasında başlayan aşk, “aşk ve evlilik sınavı”ndan sonra görkemli
bir evliliğe varır. Ne var ki, bu masalsı evlilik uzun sürmez, çünkü saldırıya
uğrayan Kapadokya, savaşmak zorunda kalır ve kazanan taraf olmuşken,
ne yazık ki Prens’ini savaşta kaybeder.
Kumruses bu acıya dayanamaz, “Yedi gün boyunca acı ve hüzünle kıvranan Kumruses, bahçeye çıktı. Temiz havayla başı dönmeye başladı.
Gökyüzü yine kalın bir tabakayla kaplanmıştı. Yüreği acıyla yanıyordu.
Dili damağı kurumuştu. Gücü yoktu. Kaynak suyunun duvarına oturdu.
Su şırıltısını duyar gibi oldu. Gökte kendi yansımasını gördü, tanıyamadı.
Sudan bir yudum içti. Yeniden kumru olup uçtu.” S: 86
Anadolu halk masallarının bir finali. Bir farkla: “Onlar erdi muradına, biz
çıkalım kerevete” değil.
Yazar Tokmak, burada tarih, efsane, masal süreğinde masal birleşimine
giderken gerçekliği gözetmiş sanırım. Ortada bir savaş varsa, ille ki yıkım
ve acı olacaktır. Ayrıca da olay ve kurgu açısından gerilimi yükseltmiştir.
Bu öyküde ayrıca yurt sevgisinin ve savunmasının yüceliği, Türk savaş geleneği ve taktikleri hem tablo gibi hem de ironik düzeyde işlenmiştir.
“Memleket savunmasının kutsallığı, herkes tarafından bir kez daha anlaşılmıştı.” S: 85 vurgusuyla günümüze de bir gönderme yapılmıştır.
“Nefes Darlığı Çeken Adam” öyküsünde: Sağlığına kavuşmak umuduyla
Balkayası serüvenine çıkan çanak ustası, “Ey güneş, yüce güneş, kolaylat
yolumu güneş” s: 45
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
97
Niyazi YAŞAR
“Ey güneş,
Yüzüme bak güneş
Göğsüme nefes
Dizlerime güç isterim güneş” s: 49 yakarışında bir “ şaman”dır, Gök
Tengri’den yardım dilemekte, O’nun koruyuculuğuna sığınmaktadır.
Yine gecenin karanlığında, Balkayası’nda bir mağaraya düşen çanak ustası, su damlalarıyla kendine geldiğinde,
“Gün ola aydınlana
Zalim yokuş düz ola
Göğsüme nefes, dizlerime güç dola” diye yakardığı söylem; Yunus , Hacı
Bektaş, Balım Sultan… yani Anadolu Alevi- Bektaşi süreğini ifade eder.
“Kara yılan gitse n’olur
Benim cefam bitse n’olur” s: 50 Bu söylem, Dede Korkut, Karac’oğlan,
sagu/ destan esintisi taşımıyor mu?
Çanak ustasının Balkayası’nda tüttürdüğü türkü:
“Bugün ben de yaşarım
Bir genç gibi koşarım
Olanlara şaşarım” s: 50 mani ve taşlama türlerini çağrıştırmıyor mu?
Sonuç olarak; “ Kapadokya Hikâyeleri” Anadolu’nun, özellikle de
Kapadokya’nın tarihinden ve kültüründen beslenen İbrahim Tokmak’ın
hayat hikayesi, doğayı ve hayatı yorumlama biçimidir. Bunu yaparken, dilini, kendine özgü söylemi de kurmuştur. Birkaç örnek:
“Badem ağaçları yamaçları pembeye boyamışlardı. Her renkte çiçek açan
nevruzlar, kendilerini gösterebilmek için yarışıyorlardı. Geleniler, tarla kenarlarından çalışmaya giden insanları el göğüste selamlıyor, sonra da çocuksu bir utangaçlıkla kaçıp yuvalarına gizleniyorlardı. İbibikler daha yeni
ötmeye başlamışlardı. Siyah ve portakal renklerinden oluşan baharın müjdecisi bu şıklık ve zarafet sembolü kuşlar, her ötüşünde insanın kalbini
hoplatıyordu.” S: 14
“Kızılırmak, yatağında sere serpe yatan bir melek gibiydi. Üstlerinden geçen kınalı keklik kümesi sessizliği bozarken, kralın güneşe doğru gri zeytin
gözlerinin parlamasıyla, ayakta duran ya da oturan herkes kendine bir
çekidüzen verdi.” S: 16
98
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya Hikâyeleri
“ Güneş Hırka Dağı’na çarpacakmış gibi duruyordu. Ortalık gri, mavi, kızıl
renklere boyanmaya başlamıştı. Güneş, Erciyes’e benzeyen bir volkan gibi
duran Hırka Dağı’nın arkasına geçmişti. Güneşin batışı hızlanıyor, bütün
doğa kırmızı güllerden oluşan bir tabloya dönüşüyordu.
Erciyes’in zirvesi, gümüş gibi parlıyordu. Krala rengarenk çiçekler sunan
çocuklar gibiydi.” S: 19
“İki kişi, devlet yürüyüşüyle bize doğru geliyordu.” S: 7
Uzun süre sözde dolaşan bu öyküler nihayet yazıya dökülmüş, okurlarına
ulaşmıştır.
Devamı da gelecektir.
Kitabın yazarı: H. İbrahim Tokmak
Yayınevi: Yön Yayınları / İstanbul - 2011
EKLER:
01-Kitap kapağı
02-Avanos Peribacaları fotoğrafı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
99
Niyazi YAŞAR
100
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
ÜRGÜPLÜ BİR ŞEYHÜLİSLAM:
ÜRGÜBÎ MUSTAFA HAYRİ EFENDİ
A SHEIKH-AL ISLAM FROM URGUP:
MUSTAPHA HAYRI EFFENDI OF URGUP
Nurgül SUCU*
ÖZET
Nevşehir’in yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biri de Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi’dir. Trablusgarp vilayeti Evkâf müdürlerinden Ürgüplü Abdullah Avni Efendi’nin oğlu olan Mustafa Hayri
Efendi, Sultan V. Mehmed Reşad devrinde ve 16 Mart 1914 ila 6
Mayıs 1916 tarihleri arasında toplam 2 sene 1 ay 21 gün meşihat
makamında kalmıştır. Şeyhülislamlıktan evvel Adliye ve Evkâf nezaretlerinde de bulunmuştur. O dönemde sivil elbise giydiği ve “Hayri
Bey” olarak anıldığı hâlde şeyhülislam olduktan sonra ilmiye kıyafetine girmiş ve “Efendi” unvanıyla anılır olmuştur. Güzel ahlakı ve
gayretiyle tanınan Hayri Efendi, vakıflar sahasındaki çalışmalarıyla
meşhurdur. İmarethaneleri kaldırıp onların yerine vakıf hanları tesis
edilmesi ve muhtaçlara yemek yerine para dağıtılması konularında
çalışmaları vardır. Vakıf hanları onun zamanında inşa edilmiş muazzam binalardır. Mustafa Hayri Efendi, Said Halim Paşa hükûmeti
döneminde kendi isteğiyle istifa etmiş ve bir daha meşihat kabul
etmemiştir.
Makalemizde Şeyhülislam Ürgübî Mustafa Hayri Efendi’nin hayatı
ve şahsiyeti üzerinde duracak, Nevşehir’in yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biri olan Hayri Efendi’yi çeşitli yönleriyle tanıtmaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Ürgüp, Şeyhülislam, Mustafa Hayri Efendi.
*
Öğr. Gör. Dr., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
101
Nurgül SUCU
ABSTRACT
One of the prominent figures that grew up in Nevshehir is Sheikh-al
Islam Mustapha Hayri Effendi of Urgup. Son of the Tripolis Director
of Foundations Abdullah Avni Effendi of Urgup, Mustafa Hayri Effendi served for a total of 2 years, 1 month and 21 days during the
reign of Sultan V. Mehmed Reshad and between 16 March 1914
and 6 May 1916. He was minister of Justice and Foundations before was appointed Sheikh-al Islam. During that period, he wore
civilian clothes and called “Mr. Hayri”, he began to wear cap and
gown of the educated class after he became Sheikh-al Islam and
was called “Effendi”. Known for his good social ethics and hard
work, Hayri Effendi worked especially in the field of foundations.
Public houses of foundations were massive buildings that were built during his time. He planned to abolish hospices which served
food to the poor and instead set up foundation public houses and
give the poor money instead of food. Mustapha Hayri Effendi resigned during the administration of Said Halim Pasha government and
did not accept office again.
In our article, general features of the period when Sheikh-al Islam
Mustapha Hayri Effendi of Urgup, his life and personality will be
described and thus Hayri Effendi, one of the leading figures who
grew up in Nevshehir, will be presented to the public.
Key Words: Urgup, Sheikh-al Islam, Mustapha Hayri Effendi.
1. Doğumu, Ailesi ve Eğitimi
Osmanlı Devleti’nin 124. şeyhülislamı olan1 Mustafa Hayri Efendi; Trablusgarp vilayeti eski Evkâf müdürü Abdullah Avni Efendi’nin oğludur. Hicri
1283 (1866/67) yılında Ürgüp’te doğar. Dedesi II. Sultan Mahmud zamanı
Ürgüp ulemasından Kadı İbrahim Efendi’dir. Dedesinin babası Nakîbü’lEşrâf Abdullah Efendi, büyük babaları da yine ulemadan Abdurrahman
ve Hasan Efendilerdir. Kökleri, Karamanoğulları’na inen ve Karamanoğlu
İbrahim Bey’in Ürgüp’teki Câmi-i Kebîr evkâfının mütevelliliğini üstlenen,
ilmiye sınıfına mensup bir aileye dayanır. Babası Abdullah Avni Efendi bu
tevliyet görevini ifadan çekinmiş, Mustafa Hayri Efendi kendisi de bu görevi amca oğullarına tevdi etmiştir.
İlk eğitimine Ürgüp’te amcası Hacı Münif Efendi’nin yanında başlayan
Mustafa Hayri Efendi; orada Molla Câmî’ye kadar okumuş, güzel yazı
1
Abdülkadir Altınsu, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara 1972, s. 243.
102
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüplü Bir Şeyhülislam: Ürgübî Mustafa Hayri Efendi
derslerini ise Ürgüplü Hoca Mahmud Efendi’den almıştır. Dönemin Sivas
ili Adalet müfettişi olan ağabeyi Hakkı Bey’in yanında bir müddet kalmış
ve bu esnada Şeyh Mur Ali Baba’dan Farsça, Âlim Efendi’den de Arapça
öğrenmiştir. Hicri 1300 (1884) yılında İstanbul’a gelen Hayri Efendi Fatih
semtinin Akdeniz cihetinde bulunan Başkurşunlu Medresesi’ne kaydolur
ve bu medresede Molla Câmî okutmakta olan Taşköprülü Abdullah Rüşdü
Efendi’nin derslerine devam eder. Hicri 1302 (1886) senesinde ise babasıyla birlikte Ürgüp’e döner ve iki yıl süreyle tahsil zamanlarında Kayseri’ye
gidip Yağmuroğlu Medresesi’nde hücre-nişîn olur. Bir taraftan Yağmuroğlu Medresesi hocalarından biri olan Karakimseli Efendi’den Mantık,
Ma‘ânî, Beyân ve Bedî‘iyât dersleri alırken diğer taraftan da tatillerini geçirdiği Ürgüp’te dayısı Müftü Ahmed Tâhir Efendi’den Tefsir dersleri alır.
Hicri 1304 (1888) yılında tekrar İstanbul’a döner ve eski hocası Abdullah
Rüşdü Efendi’nin Tasavvurât derslerine katılarak hicri 1312 (1895) senesinde icazetname alır. Medrese derslerinin yanında Hukuk Mektebi’ne de
devam eden Mustafa Hayri Efendi, hicri 1313 (1897) yılında pekiyi derece
ile okulundan mezun olur.2
2. Resmî Görevleri ve Vefatı
Mustafa Hayri Efendi, mezuniyetten hemen sonra ibtidâ-i dâhil pâyesiyle
Bursa’da müderris olarak meslek hayatına başlar. Bir buçuk ay sonra da
görevi mûsıla-i Süleymâniye’ye nakledilir. Daha sonra Adliye Nezâreti’ne
geçen Hayri Efendi önce Maraş, ardından 1900’de Trablusşam Bidâyet
Mahkemesi müddeiumumi yardımcılığı, 1901’de de Lazkıye sancağı
Bidâyet Mahkemesi Ceza Dairesi başkanlığı yapar. II. Meşrutiyet’e kadar
Adliye Nezâreti bünyesinde çeşitli görevlerde bulunur. 1902’de Suriye
vilâyetine, 2 yıl sonra Manastır Merkez Bidâyet Mahkemesi müddeiumumi
yardımcılığına, 1906’da da Selanik Ceza Dairesi başkanlığına tayin edilir.
II. Abdülhamid döneminde İstanbul, Suriye ve Selanik’te genç zâbit ve
mekteplilerin kurdukları siyasi teşekküllere daima ilgi duyan, bazılarında
da fiilen sorumluluk üstlenen Hayri Efendi; ceza reisi olarak Selanik’te bulunduğu sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında oluşturulan siyasi
teşekkülde önemli hizmetler görür. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Niğde mebusluğuna aday olur ve seçim sonucunda Niğde mebusu olarak
Meclis-i Meb‘ûsan’a girer. 1908’de Dârü’l-fünûn Hukuk şubesi Mecelle
müderrisliğine, 1909’da Medresetü’l-kudât Tanzîm-i İ‘lâmât-ı Cezâiyye
hocalığına tayin edilir. 1910 yılında Meclis-i Meb‘ûsân 1. reis vekili olur.
2
Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, C. 4, s. 74, İstanbul 1996.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
103
Nurgül SUCU
22 Aralık 1910’da İbrahim Hakkı Paşa kabinesinde Evkâf-ı Hümâyûn
nâzırlığına getirilen, ayrıca kısa sürelerle Dâhiliye, Orman ve Medâin
nezâretlerine vekâlet eden Hayri Efendi; görevinin ağırlığı sebebiyle
Dârü’l-fünûn Mecelle müderrisliğinden ayrıldıktan sonra, Hicaz’daki durumun ıslahı ve oradaki dinî kurumların idaresi için teşkil edilen komisyona üye seçilir ve birinci rütbeden Mecidiye nişanıyla taltif edilir. 29 Eylül
1911’de İbrahim Hakkı Paşa kabinesinin istifası üzerine Said Paşa’nın kurduğu hükûmette Adliye Nezâreti ile Şûrâ-yı Devlet Başkanlığı’na asaleten,
Evkâf-ı Hümâyûn Nezareti’ne vekâleten tayin edildiyse de her iki görevden
de istifa eder ve sonrasında Evkâf Nezâreti’ne asaleten ikinci defa atanır.
1911 tarihinde Maârif Nâzırı Emrullah Efendi’nin Kırklareli’ne gitmesi
üzerine bu nezâretin işlerini fahri olarak görür. Said Paşa kabinesinin istifası üzerine Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’nden ayrılır ve Medresetü’l-Kudât
Kânûn-ı Cezâ muallimliğine tayin edilir. Bu esnada üçüncü kez Evkâf
Nezâreti’ne getirildiyse de rahatsızlığı sebebiyle bu vazifeden ayrılır. Hicri
1331 (1912) yılında dördüncü kez Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti’ne getirilir
ve aynı zamanda Cem‘iyyet-i Tedrîsiyye-i İslâmiyye Hey’et-i Umûmiyyesi
başkanlığına seçilir, 1. mertebe Osmânî nişanıyla taltif edilir.
18 Rebiülâhir 1332 (16 Mart 1914) yılında Evkâf Nezâreti uhdesinde kalmak üzere Said Paşa kabinesinde şeyhülislam olur.
Mustafa Hayri Efendi’nin şeyhülislam olması hasebiyle Ali Emîrî Efendi
şöyle bir tarih düşürür:
Kâ’inâta böyle i‘lan eyledim târîh-i tâm
Mustafâ Hayrî Bey oldu yümn ile müftî’l-enâm3
(1332)
Eskiden sarıklı iken sonradan sarığı çıkardığı hâlde şeyhülislamlığa tayini
üzerine tekrar ilmiye kıyafetine girmesi münasebetiyle İhsan Adlî’nin söylediği bir kıta ise şöyledir:
Bir sarık bir de uzunca cübbe
Şeyh eden şâbı bu gün hil‘attir
Şeyhülislâm olagelmiş Hayri
Gerçi fetvâyı veren Tal‘at’tır4
3
4
Veli Ertan, Tarihte Meşihat Makamı İlmiye Sınıfı ve Meşhur Şeyhülislâmlar, İstanbul 1969, s. 130-134.
Mehmed Zeki Pakalın, “Hayri Efendi (Mustafa Hayri Efendi)”, Sicill-i Osmanî Zeyli Son Devir Osmanlı Meşhurları Ansiklopedisi, C. 9, s. 22, Ankara 2008.
104
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüplü Bir Şeyhülislam: Ürgübî Mustafa Hayri Efendi
Recep 1334 (6 Mayıs 1916) tarihinde Meşihat ve Evkâf Nezâreti’ndeki
görevlerinden çekilen Mustafa Hayri Efendi’nin yerine Musa Kâzım Efendi
şeyhülislam olur.
Resmî görevlerinden istifa ettikten sonra bir müddet köşesine çekilen
Mustafa Hayri Efendi; Sultan Vahdeddin’in saltanatında 14 Ekim 1918’de
kurulan İzzet Paşa kabinesinde Adliye Nezâreti’ni üstlenir. 1. Dünya Savaşı
sonunda imzalanan antlaşmaların ardından İngilizlerin İstanbul’u işgalinden sonra eski kabine üyelerinden birçoğu gibi Mustafa Hayri Efendi de
Malta’ya sürgüne gönderilir. Daha önceden mevcut olan kalp rahatsızlığı burada şiddetlenince genel validen tedaviye gönderilmesi talebinde
bulunur. Bu arada, kendisinin ve arkadaşlarının durumunun düzeltilmesi
için Osmanlı hükûmetine ve İngiliz genel valiliğine de müracaatları olur.
Daha sonra serbest bırakılan Mustafa Hayri Efendi Roma’ya gider. Bu sırada papa kendisini Vatikan’a davet ederek görüşmek isterse de; Mustafa
Hayri Efendi’nin, ancak Anadolu’daki Yunan zulmünü engelleme konusunda bir teşebbüsü olursa kendisini ziyaret edebileceğini söylemesi üzerine görüşme gerçekleşmez. İstanbul hükûmetinin icraatlarından memnun
olmayan Mustafa Hayri Efendi, Anadolu’ya geçmeye karar vererek bir
vapurla İtalya’dan ayrılıp Antalya’ya gelir ve oradan da Ankara’ya geçer.
Ankara’da Mustafa Kemal ve diğer devlet erkânı ile çeşitli görüşmelerde
bulunur. Kendisine yapılan görev tekliflerini ise, hastalığı nedeniyle reddeder.5 Ömrünün geri kalan kısmını Ürgüp’te geçiren Mustafa Hayri Efendi, 7 Temmuz 1921 tarihinde Ürgüp’te vefat eder. Yine Ürgüp’te Büyük
Câmi’in avlusunda bulunan kabrinin mezar taşında şöyle bir kıta yazılıdır:
Zâir bu mezârın içi bilsen ne büyüktür
Koynundaki na‘şın ne büyük bir eli vardır
Mes‘ûd ölüme kabre değil taşa muhtâc
Her hatvede raks ettiği bin heykeli vardır6
Oğullarından Suat Hayri Ürgüplü; iki defa başbakanlık (1965-1966 ve
1972 yılları), Gümrük ve Tekel Bakanlığı, elçilik ve senato başkanlığı görevlerinde bulunmuş önemli devlet adamlarımızdandır. Diğer oğlu Münir
Hayri Ürgüplü ise aslen avukat olup bir dönem milletvekilliği de yapmıştır.
Adliye nâzırlığı görevinde bulunan Necmeddin Molla’nın damadıdır.7
5
6
7
Mehmet İpşirli, “Hayri Efendi, Mustafa”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 17, s. 62-63, İstanbul 1998.
Ertan, age., s. 137.
Pakalın, agm., s. 24.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
105
Nurgül SUCU
3. Önemli İcraatları ve Etkileri
Bazı kaynaklarda, ulemadan olduğu için “Efendi”, bazılarında ise, pek çok
idari görevde bulunmuş olması hasebiyle “Bey” sıfatlarıyla anılan Mustafa
Hayri Efendi; tarafımızdan şeyhülislamlık gibi ilmiye sınıfına ait bir sıfatla
ele alındığından, şahsını bu unvanla yâd etmiş bulunmaktayız.
Şeyhülislam Mustafa Hayri Efendi; medreseler ve vakıflar sahasındaki yenilik ve öncülüklerinin yanında, I. Dünya Savaşı’nda meşhur “cihâd-ı ekber”
fetvalarını veren devlet adamıdır. 11 Kasım 1914’te olağanüstü koşullarda
toplanan kabinede I. Dünya Savaşı’na girme temayülü ağır basınca bazı
nâzırlar istifa ettikleri hâlde hem meşihat hem de Evkâf Nezâreti uhdesinde bulunan Mustafa Hayri Efendi, harbin gerekliliği hususunda ısrar eder
ve kabinenin kararının hemen akabinde meşhur “cihâd-ı ekber” fetvalarını verir. Beş fetvadan oluşan bu dinî-hukuki belgede Mustafa Hayri Efendi
sırasıyla, padişahın cihat emrine herkesin katılmasının farziyetini; hilâfet-i
İslâmiyye’yi ortadan kaldırmak isteyen Rusya, İngiltere ve Fransa’nın idaresinde bulunan bütün Müslümanların bu devletler aleyhine birleşmesinin
şart olduğunu; bu farziyete rağmen cihada katılmayanların ağır bir cezaya
duçar olacaklarını; yukarıdaki devletlerin tebaası olan Müslüman askerlerin Osmanlı (İslâm) askerini öldürmeleri durumunda büyük günaha gireceklerini ve son olarak İtilaf Devletleri idaresinde bulunan Müslümanların
Osmanlı Devleti’ne yardımcı olan Almanya ve Avusturya aleyhine hareket
etmelerinin, bu devletin zararına olacağı için büyük günah olduğunu ilan
eder. Mustafa Hayri Efendi o günlerde Berliner Tageblatt gazetesinin İstanbul’daki muhabirine verdiği bir demeçte de I. Dünya Savaşı hakkındaki
görüşlerini, ilan edilen cihâd-ı ekberin boyutlarını ve mahiyetini eski dönemlerdeki Haçlı seferleriyle mukayese ederek açıklar.
Mustafa Hayri Efendi üstlendiği meşihat ve bilhassa Evkâf nâzırlığı sırasında çok önemli ve köklü icraatlara girişmiştir. Bu icraatlar, medrese-mektep
programlarının ve vakıfların ıslahı şeklinde başlıca iki noktada toplanabilir.
Medreselerdeki icraatına, “teşkilât-ı Hayriyye” denmiştir. Medrese ıslahatının ilk olarak İstanbul’dan başlaması uygun görülmüş, İstanbul medreseleri
bir heyet tarafından tek tek dolaşılarak durumları çeşitli açılardan tespit edilmiştir. Medresetü’l-vâ‘izîn, Medresetü’l-hattâtîn ve Medresetü’l-kudât adlarıyla yeni medreseler kurulmuştur. Fizikî çalışmalarla birlikte ders programları üzerinde de durulmuş, dinî derslerin yanında sosyal ve teknik derslerin
sayısı artırılmış, öğrenim sürelerinde yeni düzenlemeler yapılmıştır.
106
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüplü Bir Şeyhülislam: Ürgübî Mustafa Hayri Efendi
Mustafa Hayri Efendi’nin Evkâf nâzırlığı zamanında vakıflarda da önemli ıslahat ve gelişmeler sağlanmıştır. Evkâf mektebinin kurulması ile vakıf
muamelelerinin düzene konulması ve süratlendirilmesi, imaretlerin ıslahı,
vakıf kiralarının artırılması, “cihet”lerin usulüne uygun verilmesi (Tevcîh-i
Cihât Nizamnâmesi), vakıf müzesinin (Evkâf-ı İslâmiyye Müzesi) ve matbaasının (Evkâf-ı İslâmiyye Matbaası) teşkili, kendine has mimarileriyle
büyük vakıf hanlarının inşa edilmesi, Gurebâ Hastanesi’nin yeni bina ve
imkânlara kavuşturulması, vakıf kütüphanelerinin tamiri, Fâtih Câmii’ne
elektrik tesisatı döşenerek ilk defa bir vakıf eserin bu şekilde aydınlatılması gibi icraatlar, onun döneminde gerçekleşen önemli gelişmelerdendir.
Ayrıca tecrübeli devlet adamlarının vakıfların ıslahı ve geleceği konusunda yazılı ve sözlü görüşleri alınarak bu sahada yapılacak ıslahatlar daha
sağlam temeller üzerine oturtulmaya çalışılmıştır. Lakin memleketin içinde
bulunduğu olumsuz şartlar ve idari kadroların kifayetsizliği gibi nedenlerden dolayı bu teşebbüslerden beklenen neticeler elde edilememiştir.8
Mustafa Hayri Efendi’nin şeyhülislamlığı zamanında Fetvahânenin Hey’et-i
İftâiyyesi Hakkındaki Nizamnâme ile fetvahâne bünyesinde “te’lîf-i mesâ’il”
ve “taharrî-i mesâ’il” adıyla iki ayrı daire kurulmuştur. Bunlardan “te’lîf-i
mesâ’il” dairesi, meşihatça tespit edilen konular hakkında dört mezhebe ait fıkıh kitaplarındaki bilgileri toplamak, yazılı ve basılı fıkıh ve fetva
kitaplarından büyük bir fetva mecmuası tertip etmek, bu arada zamanın
ihtiyaçlarına uygunluğu sebebiyle Hanefi mezhebinde müftâ-bih olmayan
bir görüşü veya diğer üç mezhep imamına ait bir içtihadı uygun görmesi
hâlinde konuyla ilgili gerekçeli bir mazbata hazırlamakla görevlendirilmiştir.9 Bu nizamnamede yer alan hükümler, başlangıçtan beri sıkı bir şekilde
Hanefi mezhebindeki müftâ-bih görüşleri esas alan Osmanlı Devleti’nin,
zamanın ihtiyaçlarını dikkate alarak diğer görüş ve mezheplerden faydalanma kapısını açması bakımından önemlidir. Fetvahânenin bu tür faaliyetlerinden olarak başta nafakât, nikâh ve talâk gibi konular olmak üzere
bütün hukuki meselelerdeki müftâ-bih görüşlerin “el-Ahkâmü’ş-Şer‘iyye
fi’l-ahvâli’ş-şahsiyye” adı altında toplanıp tercüme ve telif edilmesine karar verilmiş, bu eserin birinci cildi olarak da Fetva Emini Ali Haydar Efendi
tarafından tertip edilen Kitâbü’n-Nafakât (İstanbul 1333) adlı eser yayımlanmışsa da bu çalışmaların devamı gelmemiştir.10
8
9
10
İpşirli, agm., s. 63-64.
Ferhat Koca, “Fetvahâne”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 12, s. 496-500, İstanbul 1995.
İpşirli, agm., s. 64.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
107
Nurgül SUCU
4. Hakkındaki İzlenimler
Mustafa Hayri Efendi İttihat ve Terakki Cemiyeti erkânı arasında bulunarak
faal roller üstlendiğinden dolayı lehinde ve aleyhinde pek çok şeyler söylenmiş ve yazılmıştır. Bununla beraber güzel ahlaklı, mütevazı, çalışkan,
verimli, vatanperver ve hamiyetli bir devlet adamı olduğu hemen onu tanıyan herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Nitekim kendisini yakından tanıma fırsatı bulan Mâbeyn Başkâtibi Hâlid Ziyâ Uşaklıgil, hatıralarında, âyanlığa tayini yüzünden uğradığı itirazlardan bahsederken, istişare
etmek üzere hatırına ilk gelen şahsın Hayri Efendi olduğunu kaydettikten
sonra onun hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirir:
“Onun ahlâkının salâbetine ve muhâkemesinin rezânetine birçok ahvalde
şahit olmuştum. Az söyler, daima uzun düşünür, harekete geçmek için
acele etmez, fakat faaliyete başlayınca ağır yürüyor zannedilmesine rağmen çok iş çıkarır pek vakur bir zât idi. Onunla pek anlaşmış, birbirimizi
pek sevmiştik...” 11
Yine Mâbeyn Başkâtiplerinden Ali Fuad Bey, Mustafa Hayri Efendi’nin
şeyhülislamlıktan ve bilumum resmî görevlerinden istifasının sebebini
bizzat kendisinden dinleyerek hatıratına şöyle geçirmiştir: “- Geçen gün
Enver Paşa’nın yalısının arkasındaki köşkte vermiş olduğu ziyafette siz de
hâzırdınız: Gördünüz; o masraflar, o ihtişamlar neyle oluyor? Ben artık
onlarla birlikte bulunamam!..” Harb-i umumide ordu ve millet açlıktan
kırılırken işte böyle bir debdebe ve tantana içinde safa süren İttihat ve Terakki Cemiyeti büyüklerinin mirasyedilikleri nihayet kendi şeyhülislamlarını
bile çileden çıkarıp istifaya mecbur etmiş ve bu hadiseden sonra Mustafa
Hayri Efendi bir daha meşihat kabul etmemiştir.12
Dönemin tanınmış muharrirlerinden Nahit Sırrı Örik ise “Veliyyü’n-niam
Efendilere Dair” başlıklı seri yazısının dördüncüsünde yine Mustafa Hayri
Efendi hakkında şöyle der: “Mehmed Es‘ad Efendi’yi fesli bir Evkâf Nâzırı
iken istihlâf etmiş olan Hayri Efendi’yi ise hürriyetin ikinci yılında ve babamla beraber Boğaziçi vapurunda seyahat ederken görerek kendisine
takdim edilmiştim. Uzun boylu, yuvarlak yüzlü, yuvarlak siyah sakallı ve
yassı burunlu bir zattı. Sırrı Bey’e karşı fevkalade bir saygı gösterip, önü
ilikli ellerini kavuşturmuş bir hâlde oturmuş ve benimle de adeta akran ile
11
12
Pakalın, agm., s. 23.
İsmail Hami Danişmend, Osmanlı Devlet Erkânı, İstanbul 1971, s. 161-162.
108
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Ürgüplü Bir Şeyhülislam: Ürgübî Mustafa Hayri Efendi
konuşur gibi konuşup babamın Hukuk Mektebi’nden talebesi olduğunu
ve her bildiğini ondan öğrendiğini söyleyerek lüzumundan ve haddinden
çok fazla mütevazı davranmıştı. Babamın da, bir taraftan estağfirullah
derken aynı zamanda gülerek: ‘Ama o zaman kıyafetleri böyle değildi.
Başlarında bir kocaman sarık vardı.’ demesi üzerine, müstakbel şeyhülislamın biraz mahcup bir tebessümle mukabele ettiğini hatırlıyorum. Müstakbel şeyhülislamı meşihat makamına geçerek sarığı tekrar sarmış ve talebelik zamanındakinden elbette mükellef bir cüppeyi sırtına yeniden geçirmiş olarak görmedim. Ama iki yıl sonra ve tekrar babamla birlikte Evkâf
Nâzırı bulunduğu sırada kendisine bir daha rastladım. İtiraf edeceğim ki,
zaman kendisini hayli değiştirmişti. Bana hitap lütfunda bulunarak veya
bulunmaksızın Sırrı Bey’in hocalığına ve buna ait minnetlere söz asla intikal etmediği gibi, oturuşunu da, konuşuşunu da ziyadesiyle farklı bulmuştum. Bu ciheti kaydettikten sonra ilave edeyim ki Hayri Efendi pek izzetli
ve elinden iş çıkar bir adamdı. Evkâf Nezâreti’nde evraka imza atmakla
gün geçirmemiş, pek çok eser vücuda getirmiştir. Valilik mesleğine girseydi, Midhat Paşa’nın yolunda muvaffakiyetlerle yürüyen bir vali olurdu.
Şeyhülislamlığı esnasında Evkâf Nâzırlığı’nı muhafaza etmiş ve sanıyorum
ki şer‘î mahkemelerin Adliye Nezâreti’ne devri üzerine gücenip çekilerek
şeyhülislamlığa esbak Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi gelmişti. Mütareke
sıralarında kurulan pek kısa ömürlü Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’nde Adliye
Nâzırı oldu ve bilahare Malta’ya sürgün gitti. Malta’dan İtalya yolu ile ve
cüppesiyle sarığını artık çıkarmadan dönerken, o sırada Roma’da bulunan
pederimi oturmakta olduğu Flora isimli otelde ziyaret lütfunda bulunmuş
fakat ben o tarihte Roma’dan ayrılmış bulunduğumdan maalesef kendisini bir kere daha göremedim. Malta’da pek mahzun günler geçirdiğini ve
pek solgun bir benizle hiç ağzını açmadan köşesinde oturduğunu söylerler. Vatana döndükten sonra da memleketine gitmiş ve ömrünün kalan
günlerini mutlak bir inziva hayatı içinde geçirmiştir...”13
Sonuç
Osmanlı Devleti’nin 124. şeyhülislamı olan Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi
Nevşehir’de yetişen önemli şahsiyetlerden biridir. Dürüstlüğü, güzel ahlakı, gayreti ve çalışkanlığıyla tanınan Mustafa Hayri Efendi 16 Mart 1914 ila
6 Mayıs 1916 tarihleri arasında toplam 2 sene 1 ay 21 gün şeyhülislamlık
vazifesini yürütmüştür. Dönem dönem Evkâf Nâzırlığı görevinde ve me13
Pakalın, agm., s. 24.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
109
Nurgül SUCU
muriyetinin ilk yıllarında çeşitli devlet kademelerinde farklı idari görevlerde
bulunan Mustafa Hayri Efendi’nin medreseler, vakıflar ve fetvahâne ile
ilgili önemli hizmetleri olmuştur. Kendisi ayrıca I. Dünya Savaşı sırasında
meşhur “cihâd-ı ekber” fetvalarını veren ve halkı milli mücadeleye teşvik
yolunda önemli adımlar atan şeyhülislamdır. 7 Temmuz 1921 tarihinde
Ürgüp’te vefat eden Mustafa Hayri Efendi, yine Ürgüp’te bulunan Câmi-i
Kebîr’in avlusundaki aile kabristanında medfûndur.
Kaynaklar
Albayrak, Sadık, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Kültür İşleri Daire Başkanlığı, 5C.
Altınsu, Abdülkadir, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1972.
Danişmend, İsmail Hami, Osmanlı Devlet Erkânı, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1971.
Ertan, Veli, Tarihte Meşihat Makamı İlmiye Sınıfı ve Meşhur Şeyhülislamlar, Bahar
Yay., İstanbul 1969.
İpşirli, Mehmet, “Hayri Efendi, Mustafa”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 17, s. 6264, İstanbul 1998.
Koca, Ferhat, “Fetvahâne”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 12, s. 496-500, İstanbul
1995.
Pakalın, Mehmed Zeki, “Hayri Efendi (Mustafa Hayri Efendi)”, Sicill-i Osmânî Zeyli
Son Devir Osmanlı Meşhurları Ansiklopedisi, C. 9, s. 20-25, AKDTYK TTK
Yay., Ankara 2008.
110
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR İLİ DÜĞÜN ADETLERİ VE NEVŞEHİR MÜZESİNDE
BULUNAN GELENEKSEL GELİNLİKLERİN GİYİM SANATLARI
AÇISINDAN İNCELENMESİ
STUDY OF THE WEDDING CEREMONY, CUSTOMS OF NEVŞEHIR
AND TRADITIONAL BRIDE GOWNS WHICH ARE IN THE MUSEUM
OF NEVŞEHIR IN TERMS OF CLOTHING ARTS
Nurhan ÖZKAN* - Fatma GEMİCİ**
ÖZET
Bugün üzerinde en çok fikir yürütülen kavramlardan birisi kültürdür.
Farklı bilim dalları kültüre kendi disiplinleri çerçevesinde tanımlar
getirmeye çalışmışlardır. Kültürün tanımı genel olarak şu şekildedir;
geçmişten günümüze insanoğlunun toplumla ve doğayla ilişkileri
sonucu ortaya koydukları maddi, manevi ürünlerin tümü (Sevindik:
2005, 14).
Kültürün bir dalı olan özel günler arasında sıralanan evlenme adetleri ve bugünlerde giyilen özel gün giysileri kültürün vazgeçilmez
unsurlarındandır. Fakat adetlerimizin gün geçtikçe daha az uygulanması ve geleneksel giysilerimizin de gün geçtikçe daha az kullanılması kültürümüzün önemli bir dalını oluşturan düğün adetleri
ve giysilerimizi yok olma tehdidiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Gelecek nesillere kültürümüzü tanıtmak, kültürümüzün yok olmasını
engellemek amacıyla bu çalışma yapılmıştır.
Araştırmada Nevşehir ili gelin giysilerinin tanımı, tarihçesi ve Nevşehir ili düğün adetleri konularına yer verilmiştir. Konu ile ilgili kaynaklar taranmıştır. Düğün adetleri ile ilgili Nevşehir’in yaşlılarıyla
röportajlar yapılmıştır. Nevşehir müzesinde bulunan gelin giysileri
ise gelin giysilerinin özelliklerine göre hazırlanmış olan gözlem fiş-
* Arş. Gör., Mesleki Eğitim Fakültesi Giyim End. ve Giyim San. Eğitimi Bölümü,
e-posta:[email protected]
** Öğr. Gör., Mesleki Eğitim Fakültesi Giyim End. ve Giyim San. Eğitimi Bölümü
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
111
Nurhan ÖZKAN - Fatma GEMİCİ
leri aracılığıyla incelenmiştir. Giysilerin model ve kesim özelliklerini
belirten fotoğraflara yer verilmiş, birebir kalıpları çıkartılmıştır. Nevşehir müzesinde bulunan ve inceleme kapsamına alınan gelinliklerin
özellikleri gözlem fişlerinden, fotoğraflardan ve kalıplarından elde
edilen bilgiler ışığında belirlenmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Düğün giysileri, Düğün adetleri
ABSTRACT
Today, one of the concepts that is opined most is culture. Different
brances of science tried to to make a definition of culture within
their own disciplines. The definition of culture is generaly as it follows: all of the products both pecuniary and meral human kind
displayed as a result of its relations with society and nature.
The wedding traditions that stand in the line of special days which
are a branch of culture and the dresses that are worn on these
special days are the in dispensable elements of culture. But, bath
less applying of our customs and the less usage of our traditional
dresses put our wedding customs and dresses which form an important branch of our culture in front of the treat of non-existence.
This study is done in purpose of introducing our culture to the next
generations and preventing it from non-existence.
In this study, the definition of bride gowns (dresses) of Nevşehir,
their history and the wedding ceremony customs of Nevşehir were
studied. The sources about this subject were searched. Interviews
were made with the elders of Nevşehir about traditions of wedding ceremonies. The bride dresses (gowns) in Museum of Nevşehir
were inspected with the inspection of the observation slips which
were prepared according to the characteristics of the bride dresses
(gowns). The photos which specify the model and the cut characteristics were added and they had been molded one to one. The characteristics of the wedding gowns that are in Museum of Nevşehir
and included in this study had been tried to determined in light of
the observation slips, photos and patterns.
Key Words: Nevşehir, Bride clothes, Wedding ceremonies.
1- Giriş
Giyim insanların var olduğu günden itibaren temel ihtiyaçlar arasındadır.
İnsanlar kendilerini doğa şartlarına karşı giyinerek korumuşlardır. İlk insanlar doğayı çok iyi gözlemlemiş, beslenmek için avlanmış, avladıkları
hayvanların derilerini giysi yapımında kullanmışlardır. Zaman içerisinde
112
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Düğün Adetleri Ve Nevşehir Müzesinde Bulunan
Geleneksel Gelinliklerin Giyim Sanatları Açısından İncelenmesi
hayvanların yünlerinden faydalanmış, ip yapıp dokumuş, sıkıştırıp keçe
yapmıştır. Yaptıkları keçeleri ve dokumaları natüralist bir üslupla süslemiştir. Bu süsleme giysilerinde de kendini göstermiş ve giyim sanatsal nitelik
kazanmıştır.
En süslü giysiler özel günlerde giyilmektedir. Düğün de özel günler arasındadır. Düğünlerde en önemli kişiler gelin ve damattır. Gelin ve damadın
giysilerinin kumaşı, modeli, süslemesi, özenle seçilmiştir.
Gelin: “Evlenmek için hazırlanmış, süslenmiş kız veya yeni evlenmiş kadın” olarak tanımlanmaktadır. (www.tdkterim.gov.tr)
Koçu gelin entarisini (gelinlik): “Eski toplum hayatımızda kadın tuvaletinde bir kadının ömrü boyunca giydiği en pahalı en süslü entarinin adı”
olarak belirtmektedir.
Kadınların en önemli giysisi olan gelinliklerde baştan beri kırmızı renk kullanılmıştır. Gelin elbiselerinin özel bir modeli yoktur. Zamanın modellerine
göre pahalı kumaşlardan dikilmiştir. Sarayda kırmızı renk gelinlik kullanılırken halk, kırmızı, mor, mavi renk gelinlikler kullanmıştır. 1879’lardan
sonra batı etkisiyle açık renk gelinlikler giyilmiştir. II. Abdülhamit ‘in kızı
Naime Sultan, Kemalettin Paşa ile evlenirken ilk kez beyaz gelinlik giymiştir. (Önge: 1995, 37). Böylece beyaz gelinlik giyilmeye başlamış ve daha
sonra gittikçe yaygınlaşarak geleneksel gelinliklerin kullanılmamasına sebep olmuştur. Geleneksel gelinlikler ise sandıklarda ve müzelerde hatıra
olarak saklanmaktadır. Bu çalışmada Nevşehir müzesinde bulunan özel
gün giysilerinden örnekler giyim sanatları açısından incelenmiştir.
2- Nevşehir Düğün Adetleri
Folklor özellikleri bakımından Niğde, Kayseri ve Kırşehir’den etkilenmeler
görülür. Nişan ve düğün törenleri, eğlenceleri pek az değişiklikle hemen
her köyde aynıdır (Güney: vd.,1974,55). Yöre evlenmelerinde töresel uygulamalar sürdürülürken kimi geleneklerin de değişime uğradığı görülmektedir. Görücü yoluyla evlenme yaygındır. Ancak evlenecek çiftlerin
görüşlerine de başvurulur. Başlık parası ya da değişik nedenlerden dolayı
sıkça rastlanan kız kaçırmalar giderek azalmaktadır. Erkeklerde askerlik
dönüşü, kızlarda ise 17-18 yaş evlenme çağıdır. Askerlik dönüşü ya evlenecek gencin ağzı aranır, ya da genç başkası aracılığıyla evlenme isteğini
ana babalarına duyurur (Turhan: vd., 2004, 124).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
113
Nurhan ÖZKAN - Fatma GEMİCİ
Beğenilen bir kıza dünür gidilir. Babaanne, dede, elti (büyük), kayınvalide,
baba gibi aile büyükleri kız evine görücü gider. Çay ya da kahve içilir. Allah’ın
emri Peygamber’in kavliyle kız oğlana istenir. Kız evi düşünmek için süre ister.
Bu arada oğlan evi damadı da alarak tekrar gider. Damat geriden görülür.
Kız evi olumlu karar verdiğinde “Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle kızımızı
istediniz, bizde düşündük taşındık kızımızı size verdik” der ve söz kesilmiş
olur. Düğünün nasıl yapılacağı, takılar ve şerbet içme günü konuşulur.
Şerbet içime günü için geline takılar, elbise, ayakkabı, çorap, iç çamaşırı,
terlik vb., şerbet için gerekli olan malzemeler, çerez alınır. Şerbet içme
(nişan) kız evinde yapılır. Şerbet içme günü oğlan evi ve kız evinin yakınları
gelir. Şeker ve boya ile yapılan renkli şerbetin üzeri al pullu örtü ile örtülür.
Sini içerisinde kayınvalideye götürülür. Kayınvalide besmele ile örtüyü açar
ve siniye bahşiş bırakır, şerbet içilir, çerezler dağıtılır, yüzükler takılır.
Şerbet içildikten sonra oğlan evine “inandım” bohçası gider. Bohçada damada ve yakın akrabalarına gömlek, kravat, çorap, çamaşır vb. bulunur.
“İnandım” bohçasından sonra düğün hazırlıkları yapılır. Şerbet içme ile
düğün arasına bayram girerse gelin kıza çeşitli hediyeler alınır. Eğer ramazan bayramıysa gelin kıza oğlan evinin maddi durumuna göre elbiselik
kumaş, altın takı, ayakkabı vb. alınır. Kurban bayramında ise boynuzunda
altın takı olan koç ve çeşitli hediyeler gider.
Düğün için hazırlıklar birkaç gün önceden başlar, “pazarlık bozma” veya
“düzen düzme” adı verilen alışverişe çıkılır. Bu alışverişte oğlan evi ipekli
kumaş, patiska, kaput gibi kız çeyiz yapılacak kumaşların yanı sıra gelin kıza evlendikten sonra bir süre yetecek kıyafetlik ipek, basma, pazen,
kadife kumaşlar, gelin kızın akrabalarına hediyeler, düğünde kız evinin
pişireceğin yemeğin malzemelerini alır. Kız evinden alışverişe gelenlerin
karınlarını doyurarak evlerine bırakır. Alınan malzemeler oğlan evine gider. Daha sonra kız evi yemek hazırlar ve oğlan evini davet eder. Oğlan evi
de çarşıdan alınanları bohçalara koyarak kız evine getirir. Burada yenilir,
içilir ve böylece pazarlık bozma adeti yerine getirilmiş olur.
Kız evine kumaşlar ulaşınca kız evi yünleri yıkar, çırpar, pamukları attırır,
yorgan, yastık ve yastık başlarını diker, bunları doldurur, daha önceden
çeyiz olarak hazırlanmış olan dantel ve çeşitli nakışlarla yorgan ve yastıklar süslenerek kızın çeyizi hazırlanır. Kayınvalidenin evinde hazırladığı
bir oda gelin odası olarak yerleştirilecektir. Kızın çeyizlerini oğlan evine
getirme merasimi olan “seysana” yapılır. Kızın çeyizlerini alacak bir araba
114
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Düğün Adetleri Ve Nevşehir Müzesinde Bulunan
Geleneksel Gelinliklerin Giyim Sanatları Açısından İncelenmesi
tutulur. Davulcu ve zurnacı ile çalgılı çalınarak kız çeyizi almaya gidilir. Kız
evinde gençler kapının arkasına geçip kapıyı kilitler. Oğlan evi bahşiş vererek kapıyı açtırır ve içeri girer. İçeride de sandığın üzerine gelinin yakın
akrabalarından biri oturur, “sandık çıkmıyor” der ve bahşiş ister. Sandığa
oturana da bahşiş verildikten sonra çeyizler evden çıkarılır. Bu arada kız evi
oğlan evinin getirdiği arabaya basma, havlu veya seccade bağlar. Sandıkta
çeyizlerin yanında tavuk, baklava, dolaz, kaymak da gider. Kız evinden
büyükler çeyizleri odaya sermeye gider. Çeyizler serilir, yenilir içilir ve “oda
serme” adeti de yerine getirilmiş olur.
Düğüne davet için “ev okuma” yapılır. Ev okuma için bir kadına hediye verilir o kadın tek tek bütün köyü dolaşır ve düğüne davet eder. Davet edilen
evden makarna, pirinç, un, fasulye, nohut, bulgur, para vb. verilir. Kadın
omzundaki heybeyi doldurur. O gün düğün okuma tamamlanır.
Düğünün başladığı “bayrak kaldırma”, “bayrak dikme” gibi adlar alan
törenle topluma ilan edilmektedir. Bu törenin başlama zamanı yerleşim birimlerine göre değişiklik göstermektedir. Ağırlıkla perşembe akşamı, cuma
sabahı veya cuma camisinden çıkıştan sonra bayrak töreni yapılmaktadır.
Bu tören camiden alınan bayrağın duası yapıldıktan sonra, erkek evinin
görünür bir noktasına dikilmesiyle sona ermektedir. Bayrak gününden
sonra haftalık düğünün günleri şu adları almaktadır. Pazartesi “zamah
günü”, salı “kızbaşı” veya “kız hamamı” günü, çarşamba “kına günü”
perşembe “gelin alma” veya “gerdek” günü, cuma “kakül kesme”, “duvak” veya “gale” günüdür. Zamah günü düğünlerinde müzik ve eğlencenin ağırlıklı olduğu yerleşimlerde, eğlence için özel bir oda tahsis edilmektedir. Bu odada “hayırlı olsun”a gelenler müzik ve eğlence ortamına
iştirak etmektedir (Sevindik: 2005, 15).
Salı günü gelin hamama götürülür. Hamam günü yapılır. Kız ve oğlan evi
yakınları hamama gider. Gelin yıkanır, yenilir, içilir ve eğlenilir.
Çarşamba günü kına yapılır. Kız evinde kazanlarla yemek pişirilir. Tarhana
çorbası, yoğurt çorbası, bamya, pilav, nohut, boyalı şerbet yapılır. Köy halkı ve oğlan evi yemeğe gelir, köy halkı kız evine hediyeler getirir, kaşıklarla
oynanır. Oğlan evi fıstık getirir ve oradaki herkese fıstık dağıtılır. Oğlan
evinde de yemekler hazırlanır. Köy halkı oraya da giderek yer içer. Akşamüzeri kız evinden oğlan evine üzeri pullu duak örtülü damat bohçası
“dutu” ve baklava gider. Akşam oğlan evinde erkekler “güveyi donatma”
töreni yapar. Dualarla damada kıyafetler giydirilir, “nahıl övme” geleneği
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
115
Nurhan ÖZKAN - Fatma GEMİCİ
yerine getirilir. Nahıl övme işi bağlama, klarnet ve keman eşliğinde, sözleri
Mahfi Bab’ya ait olan bir ezgi ile yapılmaktadır. Övgü bitiminde damat ve
arkadaşları nahılın dibine para atar. Bu para nahılcının olur. Daha sonra
nahıl alınarak gerdek odasında bir köşeye konur ve düğün bitimine kadar
orada bekletilir (Koçak, vd.: 1998, 200). Kız evine kınaya sadece kadınlar
gider. Kınada davul zurna ve tef ile türkü söylenip, eğlenilir. Geline kına
yakılacağı zaman gelin avcuna açmaz, kayınvalide gelinin avcuna altın,
para koyarak avcunu açtırır ve hüzünlü türküler eşliğinde kına yakılır.
“Kızım kınan kutlu olsun
Vardığın yer mutlu olsun
Kız anası kız anası
Hani bunun öz anası
Atladı çıktı eşiği
Sofrada kaldı kaşığı
Büyük evler yakışığı” diye türkü söylenir. Gelinin arkadaşları kına gecesi
kız evinde kalarak sabaha kadar eğlenirler.
Perşembe sabah camiden gelinir dua edilir ve öğleye doğru gelin almaya gidilir. Gelin almaya giderken kadınlar renkli çarşaf giyerler (gelin almaya giden
kadınlara yenge, erkeklere seymen denir). Önde çalgı, arkalarında seymenler
ve onların arkalarında da yengeler sıraya girerek gelin almaya giderler. Kız
evine gelindiğinde kapı tutulur, kapı bahşiş verilerek açtırılır ve buna “kapı
bastırak” denir. Kayınvalide ve görümce gelini koluna girerek evden çıkarılır
ve oğlan evine gidilir. Gelin kapılının önüne gelince bereket için buğday, para
atılır. Oğlan evi misafirlere yemek yedirir. Akşamüzeri kız evinden oğlan evine baklava, tavuk gelir. Kayınvalideye teslim edilir kayınvalide bahşiş verir ve
gelen tavuk ve baklavayı gelin ve damadın odasına bırakır. Yatsı namazından
sonra damat camiden gelir ve gelinle birlikte odasına çekilir.
Cuma günü gelin erkenden kalkar, kalan tavuk ve baklavayı kayınvalideye
teslim eder ve kayınvalide de “ağız tadı” olarak gelen misafirlere ikram
eder. Gelin evdeki erkekleri gönderdikten sonra “kakül kesme” için süslenir. Kadınlar gelir, gelinin saçı kakül kesilir. Yenilir, içilir, eğlenilir. Gelin bu
arada kayınvalidesinin aldığı kumaşlardan dikilen giysileri giyerek gelenlere gösterir. Böylece düğün bitmiş olur.
İki gün sonra kız evine el öpmeye gidilir. Kız evinden damada hediyeler
verilir.
116
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Düğün Adetleri Ve Nevşehir Müzesinde Bulunan
Geleneksel Gelinliklerin Giyim Sanatları Açısından İncelenmesi
3- Nevşehir Müzesinde Bulunan Özel Gün Giysilerinden Örnekler
3-1 Örnek 1: Üç Etek ve Cepken
Fotoğraf No: 1-B Kol Detayı
Fotoğraf No: 1-C Yaka Detayı
Fotoğraf No: 1-A Genel Görünüm
Fotoğraf No: 1-D Kumaş Detayı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
117
Nurhan ÖZKAN - Fatma GEMİCİ
Çizim 1:
Örnek 1’in üç etek kalıp çizimi
Çizim 2:
Örnek 1’in cepken kalıp çizimi
Gelin elbisesi üç etek, çepken ve şalvardan oluşmaktadır. 19. yy’a tarihlendirilmektedir. 2893 Envanter numaralı üç etek entari için kutnu kumaş
kullanılmıştır. Astarı krem patiskadır. Mavi ve kırmızı renkli pamuklu dikiş
ipliği, hazır harçtan yapılmış birit ilikler ve krem rengi düğmeler kullanılmıştır. Makinada düz dikiş tekniği ile dikilmiştir. Üç eteğin boyu bileklere
kadar, hakim yakalı, kolları eli kapatacak uzunlukta tasarlanmıştır. Yan
peşlerle genişlik arttırılmış ayrıca yanlara yırtmaç çalışılmıştır. Üç eteğin ön
ve arka uzunlukları birbirine eşittir. Kol ağzı model uygulamalıdır. Kordon
tutturma tekniği ile uçları temizlenmiş ve süslenmiştir. Kordon üzerinde
sarı simli harç, harcın üzerinde tekrar siyah kordon, onun üzerinde ise
basit nakış iğneleri ile süsleme yapılmıştır. Üç eteğin yaka kısmında bele
kadar inen geometrik motifli süslemede kordon tutturma tekniği görülmektedir.
2162 Envanter nolu cepken için siyah kadife kumaş kullanılmıştır. Kırmızı
astarlıdır. Hakim yakalı, ön ortası kapanma paysız, bele kadar inen cepken
uzun kolludur. Omuzları dikişsiz, arka ortası kumaş katıdır. Süslemesinde,
stilize edilmiş bitkisel motifler kordon tutturma tekniği ile sırt kısmını tamamen kaplamıştır. Aynı motifler ön ortasında da görülmektedir. Pul ve
boncuk zenginleştirilmiştir.
118
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Düğün Adetleri Ve Nevşehir Müzesinde Bulunan
Geleneksel Gelinliklerin Giyim Sanatları Açısından İncelenmesi
3-2 Örnek 2: Şalvar ve Cepken
Fotoğraf No: 2-B Şalvarın
Genel Görünümü
Fotoğraf No: 2-A Genel Görünüm
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
119
Nurhan ÖZKAN - Fatma GEMİCİ
Fotoğraf No:2-C Cepken’in Genel Görünümü
Çizim 3: Örnek 2’nin
cepken kalıp çizimi
120
Çizim 4: Örnek 2’nin
Şalvar kalıp çizimi
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Düğün Adetleri Ve Nevşehir Müzesinde Bulunan
Geleneksel Gelinliklerin Giyim Sanatları Açısından İncelenmesi
1995 envanter numaralı cepken mor kadife kumaştandır. Yardımcı malzeme olarak bordo pamuklu kumaş, mor renkli dikiş ipliği, sim kordon
kullanılmıştır. Cepken kalça hizasında, hakim yakalı, kuplu, ön ortası kapanmasız, takma uzun kollu, arka ortası pilikaşeli olarak tasarlanmıştır.
Makinada düz dikiş tekniği ile dikilmiştir. Ön parçalar, kol ve arka kordon
tutturma tekniğiyle geometrik motifler, şal deseni ve helozonik kıvrımlarla
süslenmiştir. Giysinin etek ucu ve ön ortası biye ile temizlenmiştir.
2028 envanter numaralı şalvar 19. yy’a tarihlendirilmektedir. Giyside kırmızı
kadife kumaş, beyaz pamuklu kumaş, kırmızı dikiş ipliği, sim ve pul kullanılmıştır. Şalvarın boyu bileğe kadardır. Belinden uçkur geçmektedir. Şalvar
ortası oyuk şal deseni ile süslenmiştir. Desenin uç kısmı ve oyuk olan orta
kısmında çiçek deseni oluşturulmuştur. Şal deseninin dış konturlarına simle
Maraş işi tekniği uygulanmış, etrafına da pullar dizilmiştir. İç kısmı kafes şeklinde doldurulmuştur. Aralarına altı çizgiden meydan gelmiş stilize çiçekler
yapılmış, uçlarına da pullar dikilerek kompozisyon tamamlanmıştır.
3-3 Örnek 3: İki Parçadan Oluşan Gelinlik
Fotoğraf No: 3-B Roba Detayı
Fotoğraf No: 3-A Genel Görünüm
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
121
Nurhan ÖZKAN - Fatma GEMİCİ
Fotoğraf No: 3-C Süsleme Detayı
Çizim 5: Örnek 3’ün kalıp çizimi
122
Çizim 6: Örnek 3’ün etek
kalıp çizimi
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Düğün Adetleri Ve Nevşehir Müzesinde Bulunan
Geleneksel Gelinliklerin Giyim Sanatları Açısından İncelenmesi
811 Envanter numaralı giyside kırmızı saten kullanılmıştır. 19. yy’a tarihlendirilmektedir. Yardımcı malzemeler, kırmızı renk astar, kırmızı dikiş ipliği, fermuar, sim, pul, hazır dantel, kurdela ve krem renkli hazır harçtır.
Makinada düz dikiş tekniği ile dikilmiştir. Giysi iki parçadan oluşmaktadır.
Hakim yakalı, robalı ve kolları uçlara doğru genişleyerek elleri örtmektedir.
Etek, ayak bileklerine kadar uzundur. Parçalı olarak tasarlanmıştır. Hakim
yakanın kenarlarına hazır harç geçirilerek süslenmiştir. Roba, dantel, hazır
harç, kurdela ve maraş işi tekniğinde stilize dallarla bezenmiştir. Kol uçları
hazır harç ve dantelle temizlenmiş ve süslenmiştir. Kol ucunda maraş işi
tekniğinde yapılmış kıvrım dal ve çiçekler, çiçeklerin arasında pullar görülmektedir. Etek, Osmanlı İmparatorluğunun geç dönem süslemelerinden
olan, buket halindeki çiçeklerden oluşan demet ve stilize kıvrım dal ve
çiçek motifleri maraş işi tekniğinde işlenmiş, pul-boncukla zenginleştirilmiştir. Etek ucu çift sıra hazır harç geçirilerek süslenmiş ve temizlenmiştir.
3-4 Örnek 4: İki Parçadan Oluşan Gelin Elbisesi
Fotoğraf No:4-A
Genel Görünüm
Çizim 7: Örnek 4’ün kalıp çizimi
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
123
Nurhan ÖZKAN - Fatma GEMİCİ
Çizim 8: Örnek 4’ün etek kalıp çizimi
49 Envanter numaralı, 19. yy’a tarihlenen mavi atlas gelin giysisi iki parçadan oluşmaktadır. Yardımcı malzeme olarak dikiş ipliği, fermuar, dantel,
sim iplik ve pul kullanılmıştır. Makinada düz dikiş tekniği ile dikilmiştir.
Hakim yakalı, robalı, uzun kollu üst beden uzun eteği kemer ile birleştirilmiştir. Hakim yakanın üst kısmı model uygulamalıdır. Maraş işi tekniği
ile “S” ve ”C” kıvrımlar yapılmış, ortalarına pullar yerleştirilmiştir. Roba,
maraş işi tekniği ile yapılmış çiçekler, stilize dallar ve pullarla süslenmiştir.
Roba üzerine dantel ve maraş işi tekniğiyle bir parça geçirilmiş ve giysiye hareket verilmiştir. Kol uçları model uygulamalıdır. Dilimli kol uçlarına
stilize dal, çiçek ve yapraklar maraş işi tekniği ile işlenmiş, pullarla ve uç
kısmındaki dantel ile süsleme tamamlanmıştır. Kemerde ortada bir çiçek,
“C” ve “S” kıvrımlar, maraş işi tekniği ile işlenmiş, pul ve boncuklarla
zenginleştirilmiştir. Etek boydan boya stilize çiçek, dal, yaprak maraş işi
tekniği ile bezenmiş, pul-boncuk tutturma tekniği ile süsleme yapılmış,
etek ucuna ise dantel geçirilmiştir.
124
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Düğün Adetleri Ve Nevşehir Müzesinde Bulunan
Geleneksel Gelinliklerin Giyim Sanatları Açısından İncelenmesi
4- Sonuç ve Öneriler
Bölge kıyafetlerine kullanılan malzeme noktasında bakıldığında, daha çok
dönemlerinin modasının takip edildiği anlaşılmaktadır. Osmanlı Devleti’nin
sınırları içerisinde değişik bölgelerde üretilen Kutnu, Bindallı, Canfes, Kadife gibi kumaş tarzı dokumalar sıkça kullanılmıştır. Bunların yanı sıra
Merkez ve Ürgüp ilçeleri ile Göreme beldesinde tezgahta dokunan Çulfa
adı verilen kumaş da bölge kıyafetlerinde sıkça kullanılmıştır. Cumhuriyet
Döneminde ise Nazilli Basması ve Amerikan Bezi (Kaput) adı verilen dokumaların yaygınlaştığı görülür (Sevindik: 2009, 52).
Özel gün giysilerinde, kırmızı rengin yoğun olarak kullanıldığı görülmektedir. Astarları pamuklu kumaştandır. Süslemesinde sim iplik, pul-boncuk,
tırtıl, dantel, kordon, biye, hazır harç kullanılmıştır.
Giysilerde hakim yaka uygulaması yaygındır. Omuzlarda dikiş olmaması,
yakanın oyularak açılması sebebiyle yaka esner, yakanın esnememesi için
2-3 cm eninde bir kumaş geçirilir, zamanla kalıp çiziminin yaygınlaşmasıyla 2-3 cm enindeki kumaşın hakim yakaya dönüştüğü düşünülmektedir.
İncelenen örneklerde kollar takma koldur ve kol uçlarına doğru genişlemektedir. Kemer her örnekte görülmektedir.
Özel gün giysilerinin süslemelerinde maraş işi, pul boncuk tutturma ve
kordon tutturma yaygın olarak kullanılmıştır.
Nevşehir ilinin geleneksel yapısı, kuşaklar arası aktarımların azalmasına
paralel olarak hızlı değişim süreci yaşamıştır. Kapalı kültür özelliğinin hakim olduğu dönemlerde, aile büyükleri çocukların yönlendirilmesi noktasında birincil derecede etken olmuşlardır. O dönemlerde, sosyalleşme ise,
köy odaları, sıra geceleri, komşu gezmeleri gibi ortamlarda oluşmuştur.
Günümüze gelindiğinde aile ve geleneksel kurumların rolünü, okullar ve
medya sektörü üstlenmiş gözükmektedir. Bu değişim geleneksel yapıyı etkileyerek, hızla değişmesine yol açmıştır (Sevindik: 2005,17). Geleneksel
yapımızı gelecek kuşaklara aktarmak, korumak ve yaşatmak için şu önerilerde bulunulabilir.
Geleneksel giysilerimizin röprodüksiyonları yapılmalıdır.
Günümüz özel gün giysilerinde geleneksel giysilerimizin model, kesim,
dikiş teknikleri ve süsleme özelliklerinden yararlanılmalıdır.
Geleneksel kumaşlar giysi dikiminde kullanılmalıdır. Kız Meslek Liselerinin
tekstil ve hazır giyim bölümlerinde, Mesleki Eğitim Fakültelerinin el sanat-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
125
Nurhan ÖZKAN - Fatma GEMİCİ
ları, giyim, hazır giyim ve moda tasarımı bölümlerinde yüksek okulların
tekstil bölümlerinde müfredatlarda geleneksel kültürümüzü tanıtıcı derslere yer verilmelidir.
Bilinçsiz saklama koşulları yüzünden zamanla yok olma tehlikesi ile karşı
karşıya olan geleneksel giysilere gereken değer verilmeli ve halk nasıl saklanması ve korunması gerektiği konusunda bilinçlendirilmelidir.
Kültürümüzün önemli bir dalı olan geleneksel el sanatları iletişim araçlarıyla halka tanıtılması ve önemi kavratılması önerilebilir.
Kaynak Kişi Künyeleri
Adı Soyadı: Sadakat GÜN
Doğum Yeri: Nevşehir
Doğum Tarihi: 1946
Mesleği: Ev hanımı
Açık Adresi: Esentepe Mahallesi Ufuk Sokak Emek Apt. Nevşehir.
Adı Soyadı: Fatma GÜLER
Doğum Yeri: Nevşehir
Doğum Tarihi: 1963
Mesleği: Ev hanımı
Açık Adresi: Esentepe Mahallesi Zambak Sokak Çınar Apt. Nevşehir.
Adı Soyadı: Melahat DOĞRUER
Doğum Yeri: Nevşehir
Doğum Tarihi: 1951
Mesleği: Ev Hanımı
Açık Adresi: İvrişi Mahallesi İnci Sokak No:16 Göre Kasabası Nevşehir.
Adı Soyadı: Nazmiye GÜLER
Doğum Yeri: Nevşehir
Doğum Tarihi: 1979
Mesleği: Ev hanımı
Açık Adresi: Esentepe Mahallesi Zambak Sokak Çınar Apt. Nevşehir.
Adı Soyadı: Aziz GÜZELGÖZ
Doğum Yeri: Nevşehir
Doğum Tarihi: 1959
Mesleği: Antikacı
Açık Adresi: İmran Mahallesi Dağıstanlı sokak No:44 Ürgüp Nevşehir.
126
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Düğün Adetleri Ve Nevşehir Müzesinde Bulunan
Geleneksel Gelinliklerin Giyim Sanatları Açısından İncelenmesi
Kaynaklar
Güney, Emrullah, Hüseyin Güney, Hatice Güney, Sonsel Güney, Nevşehir İli Yakın
Çevre İncelemeleri, İstanbul, 1974.
Koçak, Turgut, Mehmet Demir, Veleddin Birsöz, Nadir Yapsakaloğlu, Feyzullah Aybar, Cafer Okur, Mustafa Taş, Uğur Aydoğan, Murat E. Gülyaz,
vd., Nevşehir İl Yıllığı, Ankara, 1999.
Koçu, Reşat Ekrem, Türk Giyim Kuşam Süslenme Sözlüğü, Ankara,1967.
Önge, Ergül, Türk Giyim Tarihi Ders Notları, Konya, 1995.
Sevindik, Hüseyin, “Kültür ve Gelişim Safhaları”, Nevşehir Kültür ve Tarih Araştırmaları, Yıl:1, Sayı:1, Nevşehir, 2005.
_______,“Nevşehir İlinde Evlenme Geleneği Üzerine Tespitler”, Nevşehir Kültür ve
Tarih Araştırmaları, Yıl:1, Sayı:2, Nevşehir, 2005.
_______,“Nevşehir Yöresi Giyim Kuşam Kültürü”, Geçmişten Geleceğe Nevşehir
Kültür ve Tarih Araştırmaları, Yıl:4, Sayı:12, Nevşehir, 2009.
Turhan, Alaattin, Adnan Türkdamar, Fazıl Parlak, Mustafa Varol, İsmail Başer,
Mustafa Kaya, Hüseyin Sevindik, Oğuz Özden, Kamil Arısaman, Hüsnü
Baş, İzzet Ertürk, Yaşar Albay, Veysel Karasu, Hayrettin Tükel, Murat E.
Gülnaz, İ. Hakkı Aydoğan, Uğur Aydoğan, Nevşehir’in 50. Yılı, 2004.
www.tdkterim.gov.tr 28.10.2011
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
127
EDEBİYATTA VE POPÜLER KÜLTÜRDE “KARAMANLILAR”
TURKISH LITERATURE AND CAPPADOCIA KARAMANLİLAR
Nurten ERTÜL*
ÖZET
“KİMLİK” romanı, “belgesel” tarzda araştırıldı ve kaleme alındı.
Kapadokya’da yaşayan ve mübadele ile Yunanistan’a giden Karamanlıları 2004 yılında araştırmaya başlayan yazar, çalışmalarını 2006
yılında tamamladı. Çalışması için çok sayıda yerli ve yabancı kaynağa
ulaştı. Ardından Karamanlı konusunu bilen, bu kimliğe mensup kişilerle görüş alış verişinde bulundu. Çalışma sırasında Kapadokya bölgesinin pek çok köyünde nesilden nesile aktarılan ve unutulmaya yüz
tutmuş sözel tarihi kayıt altına aldı. Nevşehir ile Niğde’nin iki köyünün merkezde olduğu romanda sözel tarih ile kültürü, yazıya geçirdi.
Ayrıca Yunanistan’a giden Karamanlılarla temasa geçerek, kültürün
oradaki devamlılığını izledi. KİMLİK aynı zamanda; Cumhuriyet tarihimizde, bu kesime ve bölgeye yönelik gözlemlerle kurgulanmış, ilk
roman olma özelliğine sahip. Ayrıca Kapadokya ve Karamanlı Kültürünün neden yerel kültür kapsamında bir roman konusu olduğu anlatılıyor. Karamanlı kültürünün ülkedeki diğer yerel kültürler karşısında
unutulmasının sebepleri gözler önüne seriliyor.
Anahtar Kelimeler: Kimlik, Nurten Ertul, Kapadokya, Karamanlılar
ABSTRACT
“IDENTITY” novel, “documentary” style, was investigated and it
was written. Living in Cappadocia, and the author began to research the population exchange with Greece to the Karaman in
2004, studies completed in 2006. Work has reached a very large number of domestic and foreign sources. Then who knows the
subject Karamanli,exchanged views with people who belong to this
identity. Transmitted from generation to generation, many in the
* Yazar, e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
129
Nurten ERTÜL
village of Cappadocia region during the study, and nearly forgotten historical record has secured verbal. Nevsehir and Nigde in the
center of the novel, oral history and culture of the two villages,
spent writing. Karamanlılarla also been contacted to Greece, was
followed by the continuity of the culture there. IDENTITY at the
same time, our Republic’s history, observations of this sector in the
region andconstructed, with the distinction of being the first novel.
Cappadocia is also within the scope of local culture and why culture Karamanli Explains that the subject of a novel.Karamanli culture
in the country in the face of the other local cultures unutulmasınınreasons are spread in front of the eyes.
Key Words: Identification, Nurten Ertul, Cappadocia, Karamanlilar
Konuşmama Kapadokya’yı Nevşehir kentinin özelinde bilim, sanat ve kültür alanında tartışmaya açan Kapadokya Araştırma ve Uygulama Merkezi
(NEVKAM) Yöneticileri’ne teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bölgenin
geçmiş çağlardan günümüze uzanan tarihinin bilim adamı tarafsızlığıyla
ele alınması her zaman dile getirdiğimiz bir konuydu.
Cumhuriyet döneminin ilk Karamanlı romanı Kimlik’in yazarı olarak ben
de edebiyatta Kapadokya ve Karamanlı algısını anlatacağım. Ayrıca popüler kültürde ve medyada Karamanlı ile Kapadokya, yerli halk gibi kavramların nasıl değerlendirildiği konusuna değineceğim. Çünkü KİMLİK
romanında yer alan bir takım kavramlar, ülkemizde bu alana yönelik ön
yargılarında değişmesine neden oldu.
Edebiyat dünyasında ve etkili medya çevrelerinde Karamanlı ile Kapadokya ne anlama geliyor?
Aslında Yaşar Kemal, İnce Memed romanında, “O güzel insanlar o güzel atlara bindiler ve gittiler” cümlesiyle bizlere bugün Anadolu kentlerinin durumunu anlatmıyor mu? Bu cümleyi, Kapadokya ve Karamanlılar için de kullanmayı çok seviyorum. Günümüzde sadece edebiyatta ve popüler kültürde
değil; yaşamın her alanında Kapadokya ve Karamanlı denildiğinde sadece,
şunu görüyorum: “O güzel insanlar, o güzel atlara bindiler ve gittiler”.
Bizim olan her şey gibi Kapadokyanın da Karamanlıların da ne yazık ki gittikleri yolları takip ederek, silinmiş anılarla, fotoğrafları değerlendirerek izlerini bulmaya çalıştım. Tam olarak bulabildim mi, kafamdaki bütün soru
işaretlerini giderebildim mi? Elbetteki sizlere de cevabım: “Hayır” olacaktır.
130
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Edebiyatta ve Popüler Kültürde “Karamanlılar”
Çünkü yazılan her cümle, bulunan her yeni kayıt bereberinde pek çok
soruyu da getiriyor. Nedenlerin, ya da niçinlerin sonu gelmiyor.
KİMLİK romanını yazmaya karar verdiğimde, Kapadokya çoktan turizm
merkezi olmuştu. Elbette Kapadokya’nın turizm merkezi olmasında da Avrupalıların bölgeye olan merakı önemli olmuştu. Ne yazık ki bizlerde Avrupalının bu ilgisi karşısında Kapadokya’yı keşfettik. Ancak Kapadokya’nın
en eski sakinleri, yani yerlileri olarak bilinen Karamanlılar ise ülkenin en
önemli aydınları olarak görülen kesimlerde dahil bilinmemekteydi. “Ben
Karamanlıyım” dediğimde; aydın ve dinler arası hoş görüye göre hayatını
yaşayan pek çok kişi şaşkınlıkla ve alaycı bir gözle bakar:
-Gerçekten mi? Peki Türkiye’de Karamanlı kaldımı ki de siz Karamanlıyım
diyorsunuz ? şeklinde sorularla karşılaşırdım.
Bu imalı soruların ne anlama geldiğini henüz bilmediğim için aynı kararlılıkla cevap verirdim çocuk saflığıyla.
-Evet Karamanlılar Türkiye’de yaşıyor ve ben Karamanlıyım…
Sonuç mu? Şaşırmış ve inatçılığım karşısında da sinirlenmiş bir şekilde müsaade isteyerek uzaklaşmalarla biterdi.
Oysa benim bu ısrarcılığımın sebebi: merak ettiğim Kapadokya’daki Karamanlı konusunda vitrinde görünen okumuş - yazmış kimselerden bilgi
toplama konusunda yardım istemekti. Ne yazık ki, İstanbul’da çevremdeki
kitle henüz tam anlamıyla ne Kapadokya’yı biliyor ne de Karamanlıları
tanıyordu.
O halde iş başa düşmüş.
“Gazete araştırma tekniklerini kullanarak popüler kültüre hitap eden bir
belgesel roman yazmak”
KİMLİK romanını yazmak, İstanbul’da ulusal basında muhabir olarak görev yapmama rağmen; çok kolay olmadı. Kaynaklara ve doğru insanlara
da ne yazık ki ülke içinde değil; ülke dışında ulaşabildim.
Ülke içinde Prof.Dr.Semavi Eyice, Fethi Dinçer gibi ulusal anlamda bilinen
birkaç isim vardı. Yerel anlamda ise dar bir çevrede gönüllü olarak yaptıkları bu alandaki çalışmaları sıkıştırmak zorunda kalan Oğuz Özmen, Emin
Selamoğlu, Ömer Fethi Gürer gibi isimler.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
131
Nurten ERTÜL
Ne yazık ki bizim olan pek çok şeyde olduğu gibi bu alanda da sözel ve
belge arşiv çalışmalarına belli ve düzenli bir yerden ulaşamadım.
Kapadokya ve Karamanlılarla ilgili düzenli bir şekilde arşiv tutan
Yunanistan’dan bilgi almak zorunda kaldım. Bu bizim için bir eksiklik.
Kökü bizde olan her şeyi sahiplenmemiz, arşiv tutmamız ve araştırmacıların rahat ulaşabileceği bir hale getirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ne
yazık ki, Osmanlı Arşivinde bile tamamen bize ait olan bu konuda çalışmama cevap verecek kaynaklara ulaşmakta güçlük çektim. Niğde’yle ilgili
bilgi ise çalışma alanımla ilgili neredeyse hiç yoktu kayıtlarda.
Gördüğünüz gibi ülkenin edebiyatçısı, gazetecisi, yöneticisi, etkili isimleri Kapadokya’nın turizimden kaynaklanan önemini biliyor; ne var ki yerli
halklarının kimliği konusunda yeterli bilgiye sahip değil. Hatta bölgeye
ve halklarına yönelik çok fazla da önyargı vardı. Oysa bir ülkenin aydını,
gazetecisi, edebiyatçısı vs… vitrininde olan meşhur etkili isimler ön yargılı olmak gibi bir hakka sahip değildir. Ancak Kapadokya ve halklarına
ait ne yazık ki bilgi yok ancak ön yargı var. Hatta Karamanlıların da artık
Türkiye’de zamana yenik düşen ve yok olan ırklardan olduğu yönünde de
bir kabulleniş vardı.
Oysa şu bir gerçek ki; “Yeryüzünde yaşayan canlı ırkları, genellikle tamamen yok olmaz. Asimile olur veya daha güçlü bir kültüre dönüşür.”
Bu yüzden hiçbir zaman bir ırkın yok olabileceğine hem bilimsel hem de
duygusal olarak inanmak istemiyorum. Bu yüzden çalışmalarıma hız verdim. Hatta bütün bu olumsuzluklar beni kamçıladı, “kesinlikle popüler
kültürün de çok iyi anlayabileceği bir eser ortaya çıkartmalıyım” diye …
“Demek ki eksiklik varmış ve Tanrı bu konudaki çalışmalara bir taş koymayı da bana nasip etmiş” diye düşündüm. Bu yüzden araştırmalarımı önce
ailemle, Niğdeli köylülerimle daha sonra Yunanistan’daki Nevşehirli hemşerimizle tartışarak yazdım. Sonuçta KİMLİK yani cumhuriyet döneminin
ilk Karamanlı romanı bu şartlar altında doğmuş oldu.
Medya ile tanıtımlarda, edebiyat çevrelerinde KİMLİK romanı tamamen
muhabirlerin elinde doğan ve büyüyen çelimsiz bir çocuk olarak kaldı, bu
şartlar altında.
Ne yazık ki edebi çevreler ile medyanın etkili isimleri görünüşte çok mutlu
oldular, beni kutladılar. Romanı kendilerine hediye ettiğimde beni ayağa
kalkarak, saygıyla ve sevgiyle uğurladılar. Ne var ki köşelerinde tek kelime
132
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Edebiyatta ve Popüler Kültürde “Karamanlılar”
yazmadılar. Şiddetli bir görmezden gelme uyguladılar. Samimiyetine güvendiğim pek çok edebayatçı, gazeteci ve yayıncı büyüğümüz ise: “Neden kızım, neden bunu sen yazdın. Bunu sen yazmayacaktın ki?”şeklinde
serzenişte bulundular. Hiç merak etmediğim için bu iyi niyetli serzenişleri
duymazdan geldim.
Sonuçta, Kimlik ile Kapadokya’yı ve en önemli halklarından birisi kabul
edilen Karamanlılara, popüler kültürde hayat vermiş, bu alanda çalışmalar
yapan pek çok isimsiz kahramanın arasındaki yerimi almıştım. KİMİLİK ile
Karamanlıların edebiyatımızdaki diğer önemi de belgesel tarzda konuları
ele alışım ve bu tarzda yazmam oldu. Bu haliyle de KİMLİK hayal dünyasını
zorlayan bir roman değil buna karşılık Kapadokya ve Karamanlılarla ilgili
ön yargıları değiştirmeye yönelik tarihsel gerçekliklerin kurgulanmasıyla
oluşturulan bir roman olma özelliğini taşıyor.
Çünkü yazı çok önemlidir. Tarih ise geçmişte yaşanmış gerçekliklerdir.
“Okumak” ise daha da önemlidir. Çünkü dinimiz de önce “okuyun” der.
Bu yüzden okuyacak olan güzel insanlar için yazmak, Allahın biz yazarlara
verdiği en büyük nimettir.
Bütün kutsal kabul ettiğim yazı, tarih ve okumak gibi kavramları bir araya getirirken, yüzde yüz hayal dünyam üzerine kurgulamaktan özellikle
kaçındım. Tarihsel gerçekliklerin üzerinden giderek kurgu yapmayı tercih
ediyorum. Çünkü bir yazar olarak tarihsel gerçekliklerle oynayacak kadar
da kendimi ne yazık ki cesur bulmuyorum. Belgesel tarzı tercih etmemin
de en önemli sebebi bu…tarihe karşı vicdanen kendimi sorumlu hissetmem.
Hepinize beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Herkese iyi okumalar
diliyorum…
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
133
KARAMANLILARIN KAPADOKYA’DA YAŞADIKLARI
ALAN İÇERİSİNDE MÜSLÜMAN TÜRKLERLE
SOSYAL HAYAT PAYLAŞIMI
SHARING SOCIAL LIFE OF KARAMANLI PEOPLE LIVING IN
CAPPADOCIA REGION WITH MUSLIM TURKISH PEOPLE
Oğuz ÖZDEM*
ÖZET
Anadolu’da Türkçe konuşan ve yazılarında Yunan alfabesi kullanan
zümre, Karamanlı Ortodoks Türkler olarak adlandırılmaktadır. Milli
mücadelenin son döneminde açık bir biçimde Türk Ortodoks olarak
adlandıran ve tarihi süreçte ise Ortodoks Rum toplumu içerisinde
ayrı bir kimlikle Zımmiyan-ı Karaman veya Karamanyan olarak adlandırılan bu topluluk, Anadolu’da özellikle Karaman, Konya, Kayseri, Niğde, Nevşehir ve Isparta gibi yerlerde yaşamıştır. TBMM ile
Yunan Hükümeti arasında 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan “Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol”
gereğince Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden
Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu mübadelesine girişilmiştir. Bu kapsamda, Nevşehir ve çevresinde
(Nevşehir Merkez, Ürgüp, Mustafapaşa), Derinkuyu (Suvermez, Yazıhöyük, Zile), Niğde (Gölcük, Misti/Misli Fertek, Sementra, Andaval,
Hasköy, Aravan/kumluca, Kurdanos/Hamamlı, Bor), Aksaray (Güzelyurt, Uluağaç), Kayseri (İncesu, Zincidere, Pınarbaşı, Endürlük, Develi) yaşamakta olan Karamanlı Ortodoks Türkler, Yunanistan’ın başta
Selanik olmak üzere çeşitli şehirlerine yerleştirilmiştir. Günümüzde
Yunanistan’ın Selanik, Larissa, Eviya Adası (Prokopi, Neasinasos, Neapoli, Neagelveri, Kapadokya) Atina, Prea ve Halkida gibi yerleşim
yerlerinde yaşayan Karamanlı Ortodoks Türkler zengin bir kültür mi* Gazeteci-Yazar. e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
135
Oğuz ÖZDEM
rasına sahiptir. Bildirimizde, Kapadokya’da yaşayan Karamanlıların
Müslüman Türklerle olan sosyo-kültürel ilişkileri değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Karamanlılar, Türkler, Sosyal Hayat.
ABSTRACT
People living in Anatolia who spoke Turkish and used the Greek
alphabet were called Karamanli Orthodox Turks.These people referred to as Turkish Orthodox during the last period of Turkey’s War
of Independence and as Zımmiyan-ı Karaman or Karamanyan in
the Greek Orthodox community, inhabited such cities in Anatolia as
Karaman, Konya, Kayseri, Niğde, Nevşehir and Isparta.
As of May 1st, 1923, pursuant to the migration protocol signed
on January 30th, 1923 between the Turkish Grand National Assembly and the Greek government, there was a forced exchange
of people between the two countries, namely between the Turkish
nationals with Greek Orthodox faith living in Turkey and the Greek
nationals with Muslim faith living in Greece.
In this context, Karamanli Orthodox Turks living in such places as
Nevşehir (Nevşehir, Ürgüp, Mustafapaşa), Niğde (Gölcük, Misti/Misli Fertek, Sementra, Andaval, Hasköy, Aravan/kumluca, Kurdanos/
Hamamlı, Bor), Aksaray (Güzelyurt, Uluağaç), Kayseri (İncesu, Zincidere, Pınarbaşı, Endürlük, Develi) had to be resettled in Greece,
particularly in Thessaloniki, Larissa, Eviya Island (Prokopi, Neasinasos, Neapoli, Neagelveri, Cappadocia), Athens, Prea and Halkida.
The paper deals with the socio-cultural relations of the Karamanlilar
living in the Cappadocia Region, who had a rich cultural heritage
with the Muslim Turkish People.
Key Words: Cappadocia, Karamanlilar, Turks, Social Life.
Türklerin iç Asya’dan Anadolu’ya başlattıkları geçiş, tarih sürecinde binli
yıllardan başlayarak, özellikle 5-6-7 ve 8. yüzyıllarda artarak devam etmiştir. Bu gelen Türkler, Uzlar ve Peçeneklerdi-Gagauzlar-Bizans etkisiyle
Hıristiyan Ortodoks inancını benimsemişler ama tek kelime Bizans dili bilmezlerdi, Türkçe konuşurlar, yunan alfabesiyle Türkçe yazarlardı, Rumlarla
hiç bir bağları yoktu, hatta kız bile alıp vermezlerdi.
Bizanslılar, bunların bir kısmını, Kilikya kapısı olarak bilinen Gülek boğazı’nı
aşan Arap akınlarını durdurmak için adeta canlı bir kalkan olarak kullanmak amacıyla Anadolu’ya gönderdi. Ancak belki de bu davranışları Bi-
136
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıların Kapadokya’da Yaşadıkları Alan İçerisinde
Müslüman Türklerle Sosyal Hayat Paylaşımı
zanslıların yaptıkları en büyük hata oldu ve bu insanlar, Malazgirt savaşında Türklerin Anadolu’ya girmesinde büyük rol oynadılar ve hepimizin
bildiği gibi savaş sırasında saf değiştirerek Selçukluların yanında yer aldılar.
Alman filolojisi uzmanı, Kırgız bilim adamı Prof. Dr. Amangeldi Abdulcabbaroviç, şu bilgileri veriyor:
“Atalarımız Hunlar, Mongolya steplerinde yaşıyordu. Çinlilere galip geldiler. MS 3. yüzyılda kuraklık oluştu. Hunlar Batı’ya akın etmeye başladı.
Ordu millet idiler.
Attila’nın ölümünden sonra devlet fazla yaşamayınca, Macaristan’dan
Anadolu’ya gelip Karaman, Sivas ve Konya’ya yerleşti. Onlar Tanrı dinindeydiler. Bu göç MS 560–600 yılları arasında gerçekleşti.”
Gazeteci yazar Aslan Bulut ise “Sera Ortamında Karadeniz” adlı yazısında;
“İşte, mübadelede Yunanistan’a gönderdiğimiz Ortodoksların çoğu,
Attilla’dan sonra Anadolu’ya yerleştirilen Türk’lerin torunlarıdır. Halen
Türkçe bilirler. Anadolu’daki mezar taşları Türkçedir. Türkçe konuşan Ortodoksların Türk olduğunu Yunanlılar da bilmektedir,”
Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra meydana çıkan Anadolu beyliklerinden biri Karaman oğulları beyliğidir ki, Osman oğullarından
sonra en büyük ve en kuvvetli olan beyliktir. Karaman oğulları beyliği 200
yılı aşkın bir süre, Anadolu topraklarında hüküm sürdükten sonra, bir eyalet olarak Osmanlıya bağlanmış ve Karaman eyaleti, Osmanlı’nın önemli
bir parçası olmuşsa da Osmanlı ile çekişmeler hiç bitmemiştir, işte belki de
bu nedenledir ki Karaman’ın tarihçesinde şöyle bir not vardır.
“Osmanlıların önemli eyaletlerinden biri olan Karaman eyaletinde yaşayan halkın bir bölümünü oluşturan Karamanlıların Hıristiyan Türk, ya da
Türklüğü kabul eden Rumlar oldukları sanılır. Bunların çoğu İstanbul’a göç
ettirildi.”
Karamanlıların Türkçe konuşmaları yanında yazı dillerinin neden Grek alfabesi olduğu yolunda ise iki temel neden ortaya konabilir.
1- Esasen Türk oldukları için bundan daha tabii bir şey olamazdı. Din olarak Hıristiyan Ortodoks olabilirlerdi ama Millet olarak Türk’tüler ve bu nedenle Türkçe konuşmayı asla bırakmadılar. Diğer yandan, kilise ile olan
bağların da kopmaması için Grek yazısını da kullanmaları gerekiyordu ve
işte bu nedenle akıllıca bir formülle ikisi birleşti.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
137
Oğuz ÖZDEM
2- Türkçe konuşmaya Mecburdular çünkü artık giderek yozlaşmaya ve bozulmaya başlayan Türkçenin içine düştüğü durumu fark eden Karaman
oğlu Mehmet Bey, Türk Milliyetçilik tarihine altın harflerle yazılması gereken, 12 Mayıs 1277 yılında yayınladığı bir fermanla “Bu günden sonra hiç
kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil
kullanmaya” diyerek Türkçeden başka bir dilin konuşulmasını yasaklamıştı.
Mustafa Tokmakçı, 2005 yılında yayınlanan bir makalesinde “Karaman
yöresinde bulunan “Bin bir kilise” bu bölgenin 1922 yılına kadar Türk Hıristiyanlar için yurt edinildiğini ortaya koyuyor. Konya, Niğde, Nevşehir,
Kayseri, Ankara civarları Hıristiyan Karaman Türklerinin yaşadığı yerler.
Bunun dışında bir kısmının İstanbul, İzmir ve Trabzon’da varlıklarını sürdürdüğü biliniyor. İsimleri Türk olan ve Türkçe Hıristiyan tapınış gösteren,
Türkçe konuşan, Grek harflerini kullanarak Türkçe dini ve edebi eserler
verip yayın yapan ancak karşılıklı değişime tabi tutularak Anadolu’dan göç
ettirilen Hıristiyanlardı bunlar.”Kavimler Kapısı–1” kitabının yazarı Hale
Soysü, 1924 yılına kadar Aksaray, Ihlara Vadisi, Ürgüp, Göreme, Derinkuyu, Akşehir, Ereğli, Ermenek, İçel, Antalya ve Fethiye’de Hıristiyan Karaman Türklerinin yaşadığını belirtiyor.
Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, “Alanya-kadim eyyamından beru Urum
(Rum) keferesi bir mahallededir... Amma Urum lisanı bilmeyub, batıl Türk
lisanı bilirler. Ve Antalya, dördü Urum keferesi mahallesidir. Amma keferesi asla Urumca bilmezler, Batıl Türkçe lisan üzre kelamet ederler” diyerek bölgedeki Hıristiyan azınlığın Türk kökenli olduğunun ve dillerinin de
bozulmadığının altını çiziyor. Hıristiyan Türkler içinde Karamanlıların yeri
ayrı bir öneme sahip. Tek kelime Rumca bilmeyen ve ibadetlerini Türkçe
yapıp, yazı dilinde Grek alfabesini kullanan Karamanlıların Türk soyundan
geldiklerini hemen hemen tüm tarihçiler kabul ediyor. Bazı Yunan tarihçiler hariç, Hıristiyan Türkler tarih boyunca Rumlarla -yani Helen-Grek-İyon
kökenli insanlarla- hep karıştırıldı.
1922–1923 yılları arasında 16 sayı yayınlanan “Anadolu’da Ortodoksluk
Sadası” adlı gazete, Karamanlıların Hıristiyan Türkler olduğunu ısrarla savunuyor. Prof. Dr. J. Eckmann’a göre Karamanlılar, Hıristiyanlığı benimsemiş Selçuklu Türklerinden başkası değil. Gagauzlar üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Atanas Monof da aynı görüşe sahip olduğunu söylüyor.
Esasen Selçuklu ve Osmanlı halkının bir bölümünü Bizans’tan kopup ayrılan bu gruplar oluşturuyordu.
138
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıların Kapadokya’da Yaşadıkları Alan İçerisinde
Müslüman Türklerle Sosyal Hayat Paylaşımı
Bu konu ile ilgili olarak Dr. Mustafa Daş “Selçuklu Ülkesinde Bizanslı mülteciler” başlığı altındaki araştırmasında; (Toplumsal tarih 84. fasikül Syf
4-11)
“14 ve 15. yüzyıllarda Türklerin başarılarını Patrik Athanas-“hiç kuşku yok
ki bizim günahlarımız nedeniyle Türkler şehirlerimizin sahibi oldular” diyerek açıklamıştı. Türklerden nefretle bahseden-Barbarlar, agerenler veya
en kâfirler-Türk fetihlerini asla kabul edilemez yasa dışı ve skandal olarak
gören Bizanslı kronikçiler için, nedeni ne olursa olsun
Türklerle komşuluk ilişkisi kurmak affedilmez bir hata, hatta ihanet ve
Hıristiyanlığa karşı işlenmiş bir suçtu. Fakat aynı Bizanslı yazarlar bazı asillerin Bizans yönetimine tepki duyan halk gruplarının Selçuklu ülkelerine iltica ettiklerini çoğunluğu satır aralarında olmak üzere yazmaktan da kendilerini alamamışlardır. Kimileri için şaşırtıcı da olsa bazı Bizans gruplarının
Selçuklu ülkesine sığınmış oldukları bir gerçektir.
Bu durumda ister istemez aklımıza bir takım sorular geliyor Bu Bizanslı
mülteciler kimlerdi? Neden Selçuklu ülkesini sığınma yeri olarak tercih ettiler?
Bizanslı mültecilerin bu ülkeyi tercihlerinde bu ülkede ve Konya sarayındaki güçlü Ortodoks Rum varlığının etkili olduğu kuşkusuzdur. İlk Türkmen akınlarının yıkıcı etkinsinin geçmesi ve Selçuklu rejiminin tam olarak
yerleşmesinden sonra Anadolu’daki yerli Hıristiyanların Selçuklu devletiyle bütünleştiği artık inkâr edilmez bir gerçektir. Üstelik bu uyum Selçuklu devletinin baskısıyla değil, tam aksine hoşgörülü yönetimi sayesinde
gerçekleşmiştir. Kısaca hatırlatırsak, Bizans yönetiminde, Anadolu’nun
Ortodoks olmayan halkları mezheplerini değiştirmek için büyük baskılara maruz kalmış-Ermeniler, Süryaniler-Selçuklu yönetiminin kurulmasıyla
Anadolulu Hıristiyanlar arasında dinsel çatışma son buldu ve özellikle Ermeni ve Süryaniler kendilerine tanınan “zımmi” statü altında inançlarını
sürdürme olanağı buldular.
Ortodoks Rum halka gelince onlar da Bizans yönetimi altında büyük sıkıntılar yaşamışlardı. Anadolu’da Selçuklu egemenliği öncesinde Bizans asker
ve sivil feodallerin arasında iktidar mücadelelerinin yaşandığı bir dönem
geçirmişler, bu dönemde feodaller küçük arazi sahibi Bizanslıların mülklerini ellerine geçirerek onları kendi topraklarında ırgat ve köle durumuna
düşürmüşlerdi. Üstelik kilise ve büyük toprak sahipleri vergiden muaftı,
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
139
Oğuz ÖZDEM
buna karşılık köylüler ve küçük toprak sahipleri ağır vergiler altında eziliyordu. Ayrıca askeri gücü felç olmuş Bizans Türkmen akınlarından korunamıyordu.
Selçuklu sultanları Hıristiyan tebaalarına karşı sadece dinsel hoşgörü göstermekle kalmayıp ekonomik nedenlerle onlara karşı daha özverili davranıyorlardı. Bu durum onların entegrasyonunu güçlendirmişti. Bu entegrasyona 1141 yılında Antalya yöresinde bulunan imparator İoannes
Kommenos bizzat şahit olmuştu. Olayı Niketas şöyle anlatıyor. “Beyşehir
Gölü içerisinde yaşayan Halk Hıristiyan olmakla birlikte, o sıralarda kayıkları aracılığı ile Konya Türkleri ile çok canlı ilişkiler sürdürmekteydiler.
Böylece bunlarla Türkler arasında sadece kuvvetli bir dostluk kurulmakla
kalmamış bunlar adet ve gelenekleriyle hemen hemen Türkleşmişlerdi. Bu
nedenle de Bizanslıları kendilerine Düşman olarak görüyorlardı.”
diyor. Bu noktada bir şeyin daha altını çizmemiz gerekecek. Karamanlılarla
Selçukluların organik bağlılığının başka bir kanıtı da, Karamanlıların da
Selçuklular gibi yazıtlarında, eserlerinde çift başlı kartal motifi kullanmalarıdır. Çift başlı kartal Selçukluların sembolüdür, aynı zamanda Bizanslılar
da kullanmıştır. Sinasos’da, İncesu’da ve daha birçok bölgedeki ev ve binaların duvarlarında Selçukluların sembolü olan bu armaların kullanılması,
karamanlıların kendilerini kesinlikle Selçukluların bir parçası olarak gördüğünün resmi değilse nedir?
değer bir bağı da vardır Ayrıca çift başlı kartal arması tarihte ilk kez Hititler tarafından kullanılmış, sonra Bizans ve 11. yy da Anadolu Selçukluları
kullanmış. Bu amblem Arnavutluk Cumhuriyetinin, Erzurum, Erzincan ve
Konya Büyükşehir Belediyesinin, Konya Sporun, Yunanistan AEK takımının, Selçuk ve Atatürk üniversitelerinin sembolü olurken, Rusya da bir
Rublenin arkasında da yerini almıştır. Yani bu simgenin uluslar arası da
araştırmaya
İstanbul’un fethinden sonra, şehrin insan gücünü artırmak –ve yukarıda
bahsettiğimiz üzere karamanlıların yoğun bir nüfusla aynı merkezde toplanmalarını engellemek için- uygulanan zorunlu iskân sonucu İstanbul’a
getirilen Karamanlılar, Öncelikle Yedikule’ye yerleştirildiler. Burada büyük
bir mahalle oluşturdular, geçimlerini zennat ve ticaretle sağlıyorlardı. Özellikle kuyumculuk ve işletmecilikte çok yetenekliydiler. İşyerleri çoğunlukla
kapalı çarsı ve civarındaydı. Kadınları genellikle topluma kapalıydı, hamam
ve kilise ibadetleri dışında pek dışarı çıkmazlardı. Evlerinde, özellikle na-
140
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıların Kapadokya’da Yaşadıkları Alan İçerisinde
Müslüman Türklerle Sosyal Hayat Paylaşımı
kış işleme konusunda olağanüstüydüler. Bu yapılan işler genellikle eşleri
ya da kapalı çarşı esnafı yoluyla satılırdı. Dar gelirli Karamanlı aileleri ise
kadın, erkek, çocuk, mahalle aralarında yumurta, peynir, tavuk ve sebze
satarlardı.
Süreç içerisinde Karamanlılar, Yedikule’den; Fener, Tahtakale, Cibali, Kum
kapı semtlerine ve diğer Rum cemaatlerinin yaşadıkları semtlere dağıldılar. Büyük çoğunluğu ticaretle uğraşıyorlardı. Hatta öyle ki yurdun değişik
kesimlerinden gelenler kendi aralarında meslek grupları oluşturarak adeta
bir örgütlenme ve gizli bir dayanışma sergiliyorlardı. Örneğin Niğde ve
Niğde köylerinden özellikle Kurdanos köyünden gelenler sabun ticaretiyle,
Aravan’dan gelenler kuruyemişçilikle, Ürgüp Sinasos’dan ( Mustafa paşa)
gelenler havyar ve tuzlu balık, Niğde Fertek’ten gelenler şarap ticaretiyle,
Kayseri ve civarından gelenler pastırma ve sucuk ticaretiyle uğraşıyorlardı.
Dükkânları genellikle Eminönü ve Galata civarındaydı.(int.www.minidev.
com/kulturler-rum-karamankültürü)
Aslında bu zorunlu göç, yıllar sonra bambaşka bir şekilde Karamanlıların
işine yarayacaktı. İstanbul’da önemli ticaret noktalarını ele geçiren Karamanlılar, bir süre sonra kuracakları yardımlaşma ve dayanışma dernekleri
aracılığı ile geldikleri bölgelere inanılmaz yardımlar yapacaklardı. Özellikle
bu yardımlar kilise, okul ve para şeklindeydi.
Nevşehir ve Yöresinde kurulan Hıristiyan okulları ve kiliselerde görevlendirilen rahiplerin ve din adamlarının, her türlü giderleri resmi yardımlar
yanında, fazlasıyla bu derneklerden karşılanıyordu. Sık sık bölgeyi ziyarete
çıkan okuryazar karamanlı görevliler, bu gün edindiğimiz bilgilerin birçoğuna temel kaynak olan bilgileri tutuyorlar, istatistiksel bilgiler topluyorlarki bu bilgiler çoğunlukla bölgede yaşayan halkın Ortodoks ve Müslüman
olarak nüfusa oranı, Türk ve Ortodoksların sahip oldukları okul sayısı, tarım ve ticarette dağılımı.- şeklindeydi.
Nevşehir ve yöresi okullarla ilgili bilgilerin toplandığı en kapsamlı çalışmalardan biri, 1820–1920 tarihleri arasını ele alan 124 sayfalık “Salnameydi”
Dersaadet Eforiyasının Yüzüncü sene-i devriyesi adıyla yayınlanan salnamede “Nevşehir Mektepleri” başlığıyla yer alan makaleyi, Foti ve Stefo
Benlisoy, Toplumsal tarih dergisinin 74. sayısında yer vermiş. Söz konusu
kitap İstanbul’da yaşayan Nevşehirli Rum Cemaatinin çabasıyla oluşturulmuş ve karamanlıca yazılmıştır. Kitabın yayınlanma sebebi, giriş kısmında
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
141
Oğuz ÖZDEM
şöyle dile getiriliyor.(Nevşehir mekteplerinin Dersaadet eforiası-mütevelli
heyet- Nevşehirlilerin İstanbul’da tesis ettikleri ilk cemiyetin tarih-i tesisinden bu ana değin yüzüncü senesini akmali münasebetiyle 27 Temmuz
1920 tarihinde akdettiği içtimaisinde bu mesut vaka dolayısıyla…)
…Kapadokya’daki Ortodoks cemaatlerinde ya da karamanlıların eğitim
faaliyeti 199. yy ortalarında umum mekteplerin ortaya çıkışına kadar özel
öğretmenler vasıtasıyla Gerçekleştirilmekteydi…
….Kitaptan öğrendiğimiz kadarıyla Nevşehir’de ilk cemaat okulunun kuruluşundan evvel ve gerekse bundan bir müddet sonrasına kadar böyle ev
mektepleri bulunmaktaydı. Örneğin Konstantinos Ferteklioğlu’nun evinde
idare ettiği mektep, 1882 senesine kadar tedrisata devam etmiştir. Yine
1880 senesine kadar “Rahil” denilen bir kadın tarafından evinde idare
edilen kız mektebi pek büyük hizmetler ifa etmiştir.
Bunlardan “Pedonomus” tesmiye edilen Simeon’un mektebi mümtaz
bir mevkii ihdaz etmişse de maatteessüf pek az süre devam etmiştir.
“Zincidere”deki manastırda eğitim gören fıtraten zekâ ve dirayet sahibi
olan Simeon 1814 de Nevşehir’e dönüşünde babasının evinde bir özel
okul açar. Bu okulda Simeon oldukça yeni usuller uygulamış ve bir haylide
başarılı olmuştur. Kitapta Filippos Aristovulos’un hatıralarından bir bölüm
de şöyle; “ Talebeyi sınıflara taksim ederek yazıp okumayı ve ilm-i hesabı tamamıyla değilse de hemen hemen Lancester denilen Allilodidaktiki
usul* üzerine tarif ederdi. Pederi Avraam civar dağlardan tebeşire benzer
bir nevi taş keşfettiğinden bu taşlarla siyah tahta üzerine yazdırdı.
*Allilididaktik veya onu geliştiren İngiliz eğitimci Joseph Lancaster’ın adıyla anılan bu yöntem Küçük Asya’daki Rum Ortodoks okullarında uygulanan ilk ciddi öğretim metoduydu. Buna göre okulun ilk iki sınıfındaki
öğrencilere yaşta daha büyük ve üst sınıflardaki iyi öğrenciler ders veriyordu. Bu dönemde öğretmen bulmanın bilhassa da iktisadi yönden arz
ettiği güçlükler düşünüldüğünde söz konusu yöntemin 19. yy da Küçük
Asya’daki tüm okullarda yaygınlaştırılmasına şaşmamak gerekir.
Simeon, Nevşehir’e bu modern yöntemi tanıştıran kişilerden biriydi.
• Yalnız Simeon’un okullarındaki bu başarı ilerde ona atılan bir iftira ile
son bulur ve Nevşehir’den uzaklaştırılmasına neden olur.
• bir ara not: Aynı durum yine bir Nevşehirli olan Papa Yorgios için de
olmuştur ve Papa Yorgios da uğradığı bir iftira sonucu Nevşehir’den kovalanmıştı.
142
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıların Kapadokya’da Yaşadıkları Alan İçerisinde
Müslüman Türklerle Sosyal Hayat Paylaşımı
• Nevşehir’de ilk cemaat okulu 1804 yılında kurulmuştur. Zira 1847–
1848 senelerinde mezkûr mektepte muallimlik eden Nazianzu Leonidis, 1805 senesinde mektebin muallimliğine tayin edilen Theoktisos’un
ilk didaskolos(öğretmen) olduğunu zikrediyor. Ancak o sıralarda cemaat
içerisindeki kısır çekişmeler ve iftiralar nedeniyle kapanmış olmalıdır. İşte
İstanbul’da bulunan Nevşehirliler 1820 senesinde bir eforia(mütevelli heyet) kurarak memleketlerindeki eğitimin örgütlenmesine giriştiler.
• İşte bu örgütsel çalışma anlayışı ile de özellikle, 18.yy başlarında kurdukları matbaa ve tesislerde kitap, gazete ve dergi çıkarmaya başladılar ve bu
basılı eserler en ücra köşelere dahi ulaştırılıyordu.
• Ancak Kapadokya’da okulların kalıcı kılınması oldukça güç bir hedefti
zira öğretmen yokluğu, bulunduğunda da görevlerinde sürekli kalamamaları-Nevşehir örneğinde olduğu gibi- oldukça ciddi bir sorundu. Uygun
personelin bulunamaması, Yerli öğretmenlerin yetiştirilmesi, kitap ve diğer
araçların temini, cemaatin maddi refah düzeyinde dengeli ve devamlı bir
ilerleme tutturamaması, okulların gerekli kaynaklarının devşirilmesi, cemaat içindeki rakip hiziplerin çekişmesi, bölgedeki eğitim faaliyetlerinin
karşılaştığı önemli sorunlardandı. Bu sorunlarla baş edememenin neticesinde de okullar bir müddet sonra kapanıyordu.
• Bu cemaat okullarının bir bölümünde Türkçe dil kullanılırken bir bölümünde ise kesinlikle Türkçenin kullanılmasına izin verilmiyordu. Örneğin
Gelveri’deki cemaat okulunda Türkçe konuşmak kesinlikle yasaklanmış.
1905 senesinde yayınlanan bir nizamnamede bu özellikle belirtilmişti.
Buna uymayan öğrencilerse dayakla dahi cezalandırılıyordu.
• Eğitimin yaygınlaştırılması için oluşturulan cemiyetler de dikkatlerini
Rumcanın yaygınlaştırılmasında topladılar. Hatta 1879 tarihinde Atina’da
yapılan Helen sillogları Konferansında Türkçe, Bulgarca vb. dillerin kullanılması “soydaşlar” için Eksellinisşan” Yeniden Helenleştirme” tabiri kullanılır. Ancak gelişmelere rağmen Türkçenin geriletilmesi hedefine tam
olarak ulaşılmaz. Karamanlıca yayınların çokluğu ile Rumcanın yanı sıra
Karamanlıca yazılmış cemiyet nizamnameleri buna delalet eder.
• Örneğin cemaatin büyük ölçüde Türkçe konuştuğu Nevşehir’de “ Vasilyas” cemaatinin kayıtları hem Rumca hem de Karamanlıca-Türkçe- tutulmaktaydı. Cemiyetin halka açık ilk toplantısında başkan konuşmasını
Türkçe yapmıştı. Yine Papa Yorgios cemiyetince neşronulan 1913 yıllığın-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
143
Oğuz ÖZDEM
da Yunanice yerine Türkçe kullanılmış olması sağlar ve bunu; “ Hemşerilerimizin bazıları Anadolu dilini(Türkçe) terk etmemiz ve bu salnameyi
Yunanice yayınlamamızı tavsiye ediyor, Onlara şu soru ile cevap veriyoruz.
Yunancayı yeterince bilenler yüzde kaçtır, Bilmeyenler kaç? Bu türden bir
eseri anlamak içinse iyi Yunanca bilmek gerekir. Vaktiyle okullarımızda
Yunanca öğrenmiş olanların hangisinin aklındadır bunlar?” şeklinde savunurlar.
Karamanlılar Türkçe konulan Rumlar mıdır? Yoksa Hıristiyanlığı benimsemiş Türkler midir? Bu konuda bilim adamları görüş birliğine varamıyorlar.
Cami Baykut, prof. Mehmet Ersöz, Gotthard Jaeschke bunarın Türk olduğunu, Spiros Vryonis, Faruk Sümer, Prof Talat Tekin gibi yazar ve bilim
adamları ise karşı görüşü savunuyorlar.
Karamanlıları en güzel anlatan şu dörtlüğe baktığımızda:
“Gerçi Rum isek de Rumca bilmez, Türkçe söyleriz
Ne Türkçe yazar okur, ne de Rumca söyleriz.
Öyle bir mahlut-u hatt-ı tarikimiz vardır ki,
Hurufumuz Yunanice, ama Türkçe meram eyleriz“
Karamanlılar ister Türk olsunlar ister Rum, aynı topraklarda yüzyıllardır evleri duvar duvara, tarlaları, bahçeleri yan yana, iş yerleri aynı sokakta olan
ve aynı dili kullanan bu insanların geçmişte söylenen özlü sözleri de ortak
kullandıkları anlaşılıyor.
• Bu noktada anti parantez bir konuya dikkat çekmek isterim. Özellikle Kapadokya bölgesindeki manastırların büyük bölümünün inşa tarihine
baktığımıza 1720-1750 tarihleri arasında olduğunu görürüz. Bunun sebebi yine “Moni Flaviyanon” adlı kitabın 2. cildinde şöyle açıklanıyor.
• “Damat İbrahim Paşa, cennet mekan Sultan Ahmet Han hazretleri tarafından Enderun-u hümayuna alınarak iltifat ve ihsan-ı şahaneye mahzar
olmuştu. müsharanın başkaca ahali ile şenlenmesi için, Kayseri ve Konya
eyaletleri dahilinde bulunan karye kasaba ve şehirlerde 1000 kilise inşasına izin alınmış ve dahi irade-i seniyeden şerif südur buyrulmuştu. Şunu
dahi işar edelim ki 1715 senesinde İstanbul patrikliğine tayin olunan patrik
3. İeremias Efendi, patrik olmazdan evvel, Kayseri Metropoliti iken, Damat
İbrahim Paşa hazretleri ile dost olarak, kiliselere ihtiyaçları olduğunu arz
etmiş ve patrik olduğunda dahi, Kayseri eperhiyasının halini unutmamış
olduğundan, İbrahim Paşa’ya defaatle rica ve iltimasla, irade-i padişahi
1000 kilise inşasına müsaade alınmıştı.”
144
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıların Kapadokya’da Yaşadıkları Alan İçerisinde
Müslüman Türklerle Sosyal Hayat Paylaşımı
Zaten, Karamanlıca yazılı hemen her kaynakta, o dönemde yaşayan Rum
Ortodoksların Türkçe konuştukları belirtilir. Yalnız sade vatandaşların değil kilise görevlilerin, papazların hatta daha üst makamlarda bulunan ve
İGÜMENOS ve patriklerin de halka yaptıkları söylevlerini Rumca ve Türkçe
yaptıkları görülür.
• ZİNCDEREDEKİ IOANNES PRODROMOS manastırı ile ilgili yazılı 5 ciltlik
eserde, (2.cilt sayfa 162) “özellikle Kapadokya bölgesine gönderilen İgümenos ve metropolitlerin mutlaka iyi derecede Türkçe bilmeleri de özellikle istenirdi.” diye yazıyor.
Kitabın birçok yerinde bölgeyi gezen papaz ve İgümenosların halka Türkçe vaaz verdikleri söylenmektedir. Bu da gösteriyor ki halkın kullandığı dil
Türkçeydi.
• Karye (köy) ve kasabaların tanıtımlarında ise özellikle kullanılan Rumcanın bozuk olduğu, anlaşılmadığı vurgulanmaktadır. Hatta öyle ki dışardan gelen ve Türkçe bilmeyen, Rumca konuşan kişilerin, burada kullanılan
Rumca lisanı anlamadıkları özellikle vurgulanmaktadır.
• Örnek: (Moni Flavianon) İgümenos Paısos’tan bahsederken onun İstanbul ve Kayseri eperhiyalarında gezerken verdiği vaazları hem Türkçe, hem
de Rumca yatığını belirtiyor ve şöyle yazıyor…
KAYSERİ EPERHİYASI
• “Kayseri’nin etrafında bulunan köy ve kasabaların tamamında lisan-ı
Osmani tekellüm olunmaktaysa da bazı karyeler vardır ki Rumcayı da konuşurlar fakat o kadar anlaşılmazdır ki, kimisi Laz elfasınca(elif ba –alfabe)
diğeri de Türkçe ile karışık olarak tekellüm ederler. Daha acayibi de lügatların ekserisi kesik ve lisan-ı Türki elfası üzerine tebdil, tanzim ve tasrıh
kılınmıştır. Hatta bir karyeden diğer bir karyeye birisi gittiğinde Rumca
bilirse de onların lisanını anlayamazdı. (IOANNES PRODROMOS MANASTIRI 2.CİLT)
1-Kayseri metropolitleri adlı karamanlıca yazılı eserde Suvermez (Floyta)
nın dilinden bahsederken: “ Suvermezlilerin lisanı gayetle değişmiş ve belki de büsbütün sevie-yi mahsusiyesini yitirmiş Ellinikadır.
2- Sementra ve Ulu Ağaçla ilgili olarak “Lisanları karışık Rumcadır” der
3- Gelveri : Ahalinin kullandığı dil Türkçedir. Gelverililerin kullandığı dilde
çok sayıda atik Yunan kelimelerine tesadüf edilir. der
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
145
Oğuz ÖZDEM
• Kapadokya’da konuşulan ortak dil Türkçe olunca, günlük yaşamda kullanılan sözler, şarkılar, maniler, ninniler, efsaneler ve masallar hatta atasözleri dahi ortak kullanılır olmuştur.
Sosyal Hayat
• DÜĞÜN ADETLERİ: Nevşehir Niğde ve Kayseri bölgesinde yaşayan Karamanlılarda, aynen bizde olduğu gibi düğünlerde, nişanlarda, kız isteme,
kız görme ve kına gecelerinde konukları eğlendirmek için çeşitli eğlenceler
düzenlenir, maniler söylenirdi. Çoğu ortak olan bu adetler yalnızca dini
yönden farklılık gösterirdi. Düğün anında çalınan müzikler, söylenen türküler, çekilen halaylar dışardan bakıldığında yapılan düğünün Müslüman
bir ailenin mi yoksa Hıristiyan bir ailenin mi olduğunu anlamak oldukça
zordu. Adet ve geleneklerse hemen hemen aynıydı.
“Damat ve gelinin el öptürmesi” âdeti,”Cehiz görme”, “Oyalı yazma dağıtma”, “güvey hamamı”, “Semah gecesi”, “Gelin almak”, “Gelin güvey
oynaması”, “Kız evi- Oğlan evi” “Beşik kertmesi”, “Gözünüz aydın”, “Allah hayırlı etsin”, “Darısı öbür evlatlarınıza olsun”, “Düğün sofrası” gibi
sözler ve uygulamalar bizim kültürümüze hiç de yabancı değildir.
Örneğin bir köyde yapılan nikah töreninde davul, zurna, dümbelek gibi
çalgılar bu durumun devam ettiğini gösteren adetlerdi. Gelin ve güvey
kiliseye giderken gelinin ata biner, güvey, ana babası ve akrabası önden
ilerler ve oyunlar eşliğinde kiliseye girerlerdi. Ancak çalgılar kilisenin kapısına kadar gelir, törenden sonra devam ederdi.
Evangelios Misailidis’in “Temaşa-i Dünya ve Cefakar uCefakeş” adlı
eserinde(Çeviri Vedat Günyol-Robert Anhegger syf:117-118) Annika adlı
bir kadının Karamanlılar hakkındaki olumsuz görüşlerine cevaben, Karamanlılarla ilgili şu bilgiler veriliyor.
“Kokana Annika, Karamanlılara dahl etmekle(dil uzatmakla) İstanbullulara dil uzatmış olursun. Zira asıl Karamanlı ararsan İstanbullulardır. Cümle
İstanbullular’ın ahvaline teaccüp ederim ki, Üsküdar’dan Ötede bulunan
Kaffe-i (Bütün) Anadolulara Karamanlı tabir edilir. Bu adet yalnız İstanbulda olup başka diyara mahsus değildir. Eğerçi (eğer ki) Anadolu’nun bir
ufak sancağı Karaman tabir olunmakla Keffe-i Anadoluların Karamanlı
denmesi lazım gelir ise Nefs-i İstanbul’da Sultan Mehmet civarında Büyük
Karaman, Küçük Karaman ismi ile iki Karaman bulunduğu takdirde, İstanbulluların asıl Karaman denilmesi lazım gelmez mi?
146
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıların Kapadokya’da Yaşadıkları Alan İçerisinde
Müslüman Türklerle Sosyal Hayat Paylaşımı
• Malum ki Anadolu’da Konya vilayei dahilinde Karaman ismi ile bir sancak
var ise de Hıristiyan ahalinin eseri olmayıp, misafireten bera-i ticaret maksadıyla birkaç rum ve ermeni vardır ve Anadolulara Karamanlı ismi ta Sultan Murat Han-ı Gazi Hazretlerinin asrına sehven (yanlışlıkla) İstanbul’un
Karamanından dolayı kalmıştır. Şöyle ki Anadolu’dan İstanbul’a gelen
taşçı, sıvacı ve duvarcı ustaların, amelelerin cümlesi Büyük Karaman ve
küçük Karamanda otururlardı ve devlet ebiyesine (binalarına) veya onun
bunun binasına ustalar iktiza ettiğinde (gerektiğinde) “gidin birkaç nefer
Karamanlı usta getirin” derlerdi yani Karamanda oturan ustalar demekti.
O ustaların Kaffesi Anadolulu olduklarından vakit geçerek İstanbullular
Kaffe-i Anadoluluları Karamanlı zannettiler ve böylelikle bu isim kalmış ise
de yanlıştır, asıl Karaman İstanbul’dadır.”
• Karamanlılar Konya, Nevşehir, Niğde, Aksaray, Kayseri, Ankara, Alanya,
Safranbolu merkezlerinde, köy ve kasabalarında yoğunlaşmışlar. Ama bilinenin aksine Türkologlarca yapılan araştırmalar Balkanlarda ve Tüm Karadeniz şeridinde yaygın olduklarını göstermiştir.
• Şimdi bütün bu araştırmalardan ve incelemelerden sonra sanırım Karamanlılar hakkında biraz da olsa kafalarımızda bir şeyler netleşmiştir ancak ne yazık
ki Lozan anlaşmasının kesin ve bağlayıcı hükümleri onları diğer dindaşlarından
ayıramadı. Aslında şüphesiz Atatürk, Karamalıların durumlarını ve konumlarını çok iyi biliyordu ancak kesin olan bir şey vardı ki o da zamanın konjüktürel
yapısının ayrım yapmayı oldukça zorlaştırdığıydı. Çünkü Papa Eftim’in milli
mücadeledeki önemini en iyi bilenlerin başında Atatürk gelmektedir.
• Peki, neydi Papa Eftim’in milli mücadeledeki yeri ve Mustafa Kemal Paşa
ile olan ilişkisi?
• Aslında burada iki şeyi birbirinden daha amiyane bir tabirle “Sapla samanı” ayırmak gerekiyor. Yunanlıların İç Anadolu’ya yürümeleri ve Ege
Rumlarının onlarla birlikte hareket etmelerine karşın, Anadolu’da yaşayan Karamanlıların asla onlara destek vermemeleri, dahası karşı koymaları
aynı dine mensup ama farklı kültürdeki bu insanları karşı karşıya getirmiştir. Üstelik Papa Eftim ve Atatürk arasındaki bu işbirliğini sağlamıştır.
• Papa Eftim’le- o tarihteki adıyla Keskin metropoliti Pavlos Karahisaridistanışmak isteyen Mustafa Kemal O’nu 4 Eylül Sivas kongresinden önce
Sivas’a davet ederek uzun uzun görüştü.” Diyor.
• Hatta bu noktada ilginç bir de anekdot verelim, Mustafa kemal ile Pavlos Karahisaridis’i bir araya, çok ilginç bir isim getirmişti. Çerkez Ethem.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
147
Oğuz ÖZDEM
• Türk Ortodoksları Cemaati lideri ve Papa Eftim’in Oğlu olan Selçuk Erenerol
bu tanışma için; “Atatürk, Anadolu’daki Hıristiyanların Kayseri’deki toplantısını dikkatle takip ediyordu. Babamla tanışmak isteyince de Yozgat Akdağ
madeninden komşumuz olan Çerkez Ethem bu görüşmeyi sağlıyor” diyordu.
• Kurtuluş savaşı sırasında ve öncesinde Ankara hükümetine başvurarak
Hıristiyan Ortodoks olduklarını, ancak soyları yönünden Türk olduklarını sık
vurgulayan Türk Hıristiyanlar Fener Rum Patrikliğinin etkisinden kurtulmak
için sürekli bağımsız bir kilise kurulmasını da talep etmekteydiler. Nitekim 11
Nisan 1921 de Kastamonu valisi Sami Bey bu yönde bir dilekçeyi Ankara’ya
yollamıştır. Yine araştırmalarda Ankara merkezli bir patrikhanenin kurulması
yönünde Trabzon Ortodoks cemaatinin bir dilekçesine de rastlanıyor.
• Bu dilekçelerden biri Maçkalı Ortodokslardan gidiyor ve dilekçelerinde
özetle “ Anadolu’da tarihen dahi müspet olduğu üzere Rum Elenik namıyla hiçbir millet yoktur. Mevcut Rumlar yalnızca asırlardır Türk Müslümanlarla barış içinde birlikte yaşayan Türk Ortodokslardır.” Deniliyordu.
Türk Ortodoks olduklarını ısrarla vurgulayan Kayseri, Nevşehir, Niğde kısaca Kapadokyalı Karamanlılar da Kurtuluş savaşı sırasında diğer Hıristiyan
topluluklardan çok farklı bir strateji çiziyorlardı.
• Atatürk, her zaman Paba Eftim’e “Baba Eftim” olarak hitap etmekteydi. Ki Papa Eftim adı, sonraları Atatürk’ün bu söylemi dikkate alınarak hep
“Baba Eftim (Erenerol)” olarak söylendi.
• Teoman Ergene “İstiklal Harbinde Türk Ortodokslar” adlı eserinde, “Kurtuluş savaşının alevlendiği bir noktada Türk Ortodokslar, Ankara’nın da iznini alarak 21 Eylül 1922 de Kayseri Zincidere’de bir toplantı yaptılar. Kongreye Gümüşhane Episkoposu Yervasyos, Konya Metropoliti Prokobios, Antalya Episkoposu Meletios ve diğer bölgelerden 70 civarında temsilci katıldı.
Kongrede Türk Hıristiyanlar bir Türk Ortodoks patrikhanesinin kurulmasına
karar verdiler. Bu kongrenin en önemli kararı ise Keskin Metropoliti Pavlos
Karahisaridis, “Papa Eftim” adıyla patrik ilan edildi. Kimi kayıtlarda bu toplantıya önemli noktalarda gözlemci ya da izleyici olarak asker ve milletvekilleri de katılmıştı. Savaşın başlamasıyla birlikte, Yunanistan’ın Anadolu’yu
işgal faaliyetlerine girişmesi üzerine, Fener Rum Patrikhanesi Anadolu’da
yaşayan tüm Hıristiyanların, Yunanistan lehine faaliyette bulunmaya davet
ettiyse de Anadolu’da yaşayan Türk Ortodokslar bu davete icabet etmediler
ve bu oyuna gelmediler. Kurtuluş savaşında Fener Rum patrikhanesinin tüm
baskılarına rağmen Milli Mücadele tarafında yer aldılar.
148
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Karamanlıların Kapadokya’da Yaşadıkları Alan İçerisinde
Müslüman Türklerle Sosyal Hayat Paylaşımı
• Papa Eftim’in bizzat Büyük Taarruz’dan önce Ankara’da TBMM binasının önünde Atatürk’ün de hazır bulunduğu bir mitingde halka şöyle
sesleniyordu. “Düşmanlarımızın her şeyi var, bizim silah ve cephanemiz
bile yok. Fakat göğsümüzde imanımız var mutlaka kazanacağız. Yaşasın
muzaffer Türk ordusu.”
• Atatürk’ün “Bir ordu kadar Türk milletine yaralı olmuştur.” dediği Papa
Eftim’e Milli mücadele sonrası, Savaş yıllarında verdiği destekten ötürü
bizzat kendisi İstiklal Madalyası vermiştir. Nitekim savaş sonrası 1924 yılında Atatürk Papa Eftim’den Fener Rum Patrikhanesinin başına geçmesini
ister ama Eftim bu teklifi kabul etmez fakat yeni gelecek olan patrikte
olması gereken özellikler için de Atatürk’e 11 maddelik bir bilgi verir.”
• Ancak, Atatürk’ün ısrarlı tutumu karşısında Papa Eftim yardımcısı ile
İstanbul’a giderek patrikhane yönetimine el koyar. Ankara hükümetinin
dış baskılar karşısında dayanamayarak kendisini tekrar Ankara’ya çağırmalarına kadar da orada kalır ama ne yazık ki bu insanları, savaş sonrası
acı bir sürpriz bekliyordu. Lozan görüşmeleri sırasında 30 Ocak 1923 de
varılan anlaşmayla, Anadolu’daki Hıristiyanların ırkına ve kişisel durumlarına bakılmaksızın değişime tabii tutulmalarına ve Yunanistan’a gönderilmelerine karar verildi.
• Lozan anlaşmasının, işte bu maddelerine dayanarak, Anadolu’da yaşayan ve gayri Müslim sıfatı taşıyan insanlar mübadeleye tabii tutuldular.
• Kitaba, Karamanlıların bu mübadeleye tabii olmaları gerekir miydi diye
bir soru ile başlamıştım. Aslında olamamaları gerektiğini, Lozan barış görüşmelerine müşavir olarak katılan Celal Bayar, Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi’ye şöyle dile getiriyordu. “Biliyor musun Hamdullah, son yıllarda Atatürk’ün en büyük üzüntüsü, bu mübadeleyle Anadolu’dan binlerce Hıristiyan Türk’ün gönderilmesiydi. Paşam yapmayın bunlar öz be öz
Türk’tür dedim. Kendisine kitaplar gönderdim. Fakat dinlemedi.
• Aslında bu karar, Anadolu Ortodoksları için vatana kavuşma değil, sürgüne gönderilme gibi bir anlam taşıyordu. Nitekim gidişleri sırasında yürek
paralayan sahneler ortaya çıktı. Her ne kadar kendisi, ailesi ve İstanbul’da
yaşayan Rumlar bu karardan muaf tutulmuşsa da bu anlaşmaya Papa
Eftim’in neden tepkisiz kaldığı tam olarak bilinmemektedir. Ama şurası bir
gerçek ki Yunanlılarına Anadolu’yu işgali ve bu bölgede yaşayan Rumların
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
149
Oğuz ÖZDEM
onlarla iş birliği, Anadolu’da yaşayan Hıristiyanların sonunu hazırlayan en
önemli etken olmuştur.
• Ve ne yazıktır ki gönderilenler, Yunanistan’da “ Turko Soporos-Türk Tohumları” diye aşağılandılar Yunanlı olarak kabul edilmediler. İslamiyet ve
Ortadoğu üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Bernard Lewis “Yunanistana gönderilen Karaman Rumları din itibarıyla Hıristiyan Ortodokslardır
ama tek kelime Rumca bilmezler, dilleri grek yazısı ile yazdıkları Türkçeydi.
Kapadokya’nın değişik yerlerinde bıraktıkları kitabeler, ezar taşları bu dille
yazılmıştır. Buna karşılık Yunanistan’dan gönderilen Türklerse pek az Türkçe biliyor ya da hiç bilmiyorlardı. Yapılan uygulama aslında bir Türk-Rum
mğbadelesi değil daha çok Rum Ortodoks- Mslüman mübadelesi idi.” der.
150
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR MUTFAK KÜLTÜRÜ VE YEMEKLERİ
NEVŞEHİR CUISINE
Osman GÜLDEMİR* - Nermin IŞIK**
ÖZET
Maddi kültür içersinde önemli bir yer tutan mutfak kültürü, bir milletin ideolojik ve kimlik bilgilerini incelemede de mühim bir kaynaktır. Türk mutfağının gerek tarihi geçmişi, gerekse şu an içersinde
bulunan halkın geniş bir coğrafyadan bir araya gelmiş olması; diğer
dünya mutfakları içersinde dikkat çeken, önemsenen, ileri bir yer
edinmesini sağlamaktadır.
Nevşehir, klasik Türk mutfağını yansıtmakla birlikte, tarih öncesi kültürlerin, farklı dinlerin ve toplumların da birikimlerini barındırdığından ayrıca önemli görülmektedir.
Çalışmada, Nevşehir mutfak kültürü ve yemeklerini: günlük öğünler; geçiş dönemlerinde yapılan yiyecekler, yemekler ve bunlarla ilgili
yapılan uygulamalar (doğumdan ölüme kadar); kutsal günler; neşeli
günler; istek/dilek sofraları; kışlık yiyecekler; sofra düzenleri; mutfak
araçları; pişirme yöntemleri; servis düzenleri; mutfak mimarisi; içecekler; yemekler ve tarifleri (çorbalardan, yöresel çarşı yemeklerine
kadar) ekseninde kayda geçirmek amaçlanmıştır.
Bunun için kaynak kişi görüşmeleri yapılmış ve basılı ilgili kaynaklardan yararlanılarak mutfak kültürü ve yemekleri derlenmiştir.
Nevşehir’in turistik potansiyeli de göz önünde bulundurularak, gastronomi turizmine hizmet edecek daha detaylı çalışmalar ve projeler üretilmesi, ilgili kurum bağlantıları kurularak uygulanması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir mutfak kültürü, Nevşehir yemekleri,
Gastronomi
* Öğr. Gör., Uludağ Ün., Harmancık Meslek Yüksekokulu, Aşçılık Programı,
e-posta:[email protected]
** Yrd. Doç. Dr., Selçuk Ün., Aile Ekonomisi ve Beslenme Eğitimi ABD. e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
151
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
ABSTRACT
Cuisine holds an important place in the material culture, an examination of the nation’s ideological and also an important source of
identity information. Turkish cuisine, both historical past, and the
people who come together from a large area, provide importance,
and attract attention.
Nevsehir, as well as reflecting the classic Turkish cuisine, is hosting
prehistoric cultures, different religions and societies are also seemed important.
In this study, it is aimed to search Nevsehir cuisine and meals in these
sub subjects: daily meals, foods in times of transition, the food and
related applications (from birth to death), the holy days, happy days;
requests/wishes tables; winter foods, table layouts, kitchen equipments, cooking methods; service techniques; kitchen architecture;
drinks; dishes and recipes (from soups to local market dishes).
Thus, interviewed with the people and using related sources, cuisine and foods has been compiled.
Considering the Nevsehir’s tourism potential, producing more detailed studies and projects which serve gastronomy tourism and
implementation by connection with the relevant institutions are
recommended.
Key Words: Nevsehir cuisine, Nevsehir dishes, Gastronomy
“Toprağınız bereketli olsun,
Arpa diye ektiğiniz buğday,
Ekmeğiniz ak olsun.”
Hacı Bektaş-ı Veli
(Anonim, t.y.: 121).
1. Giriş
Doğu ile Batı’nın buluşma noktası Anadolu’daki yemekler, coğrafi değişiklikleri, mevsimleri, yerel ürünleri ve çeşitli kültürleri yansıtır. (Mandeville,
2000: 5; Roden, 2007: 3, 140). Bu tarihsel ve coğrafi geçmiş Türkiye’yi
birçok yönden görülesi yer olarak özelleştirmekle beraber mutfak kültüründeki orijinallikte bazı yemeklerini tatmak için seyahat etmeye yöneltecek düzeydedir. Nitekim dünyadaki çoğu insan Türk mutfağını en iyi mutfaklar arasında görmektedir. (Boniface ve Cooper, 2009: 356; Davidson,
2002: 352).
152
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
Anadolu turizmini geliştirme çalışmalarında yöresel yemeklerin önemli bir
katkısı olacaktır. Anadolu mutfağının dünyadaki kapsamlı mutfaklar arasında yer alması için klasik favori Türk yemeklerinin modern yorumlarla ve
modern mekânlarda sunumunu canlandırmak büyük önem arz etmektedir. Tarihsel olarak çok köklü bir mirasa sahip olan Anadolu mutfağının,
turizm amaçlı ticari sunumuna yönelik eğitimlerin artırılması, yemeklerin
ticari amaçlı sunumu için menüler düzenlenmesi ve yemeklerin standart
tarif kartlarının oluşturulması, Anadolu turizminin gelişimine önemli katkılar sağlayabilecektir. (Avaz ve Güllü, 2008).
Nevşehir, klasik Türk mutfağını yansıtmakla birlikte, tarih öncesi kültürlerin, farklı dinlerin ve toplumların da birikimlerini barındırdığından önemli
görülmektedir.
Çalışmada, Nevşehir mutfak kültürü ve yemeklerini: günlük öğünler; geçiş
dönemlerinde yapılan yiyecekler, yemekler ve bunlarla ilgili yapılan uygulamalar (doğumdan ölüme kadar); kutsal günler; neşeli günler; istek/dilek
sofraları; kışlık yiyecekler; sofra düzenleri; mutfak araçları; pişirme yöntemleri; servis düzenleri; mutfak mimarisi; içecekler; yemekler ve tarifleri
(çorbalardan, yöresel çarşı yemeklerine kadar) ekseninde kayda geçirmek
amaçlanmıştır.
2. Nevşehir
Nevşehir, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde “Muşkara” adlı küçük bir yerleşim birimiydi. Nevşehir’in kaderi burada doğan ve doğduğu şehri ve yöre
insanını unutmayıp onlara vefa borcunu ödeyen İbrahim Paşa ile değişti.
İstanbul’da sarayda helvacı çırağı olarak iş bulan, çalışkanlığı ve zekâsıyla
Osmanlı devletinin en yüksek kademelerine yükselen İbrahim Paşa, Osmanlı Sultanı III. Ahmet döneminde önce danışman, sonra paşa oldu.
Devrin Padişahının kızı ile evlenen ve Sadrazam olan İbrahim Paşa’nın,
imar faaliyetlerinden sonra gelişmeye başlayan kent, “yeni kent” anlamına gelen Nevşehir adını aldı. (Çuhadar, 1997: 38; Bayrak, 2005: 249).
3. Nevşehir’de Beslenme
Halkın beslenmesinde tarım ve hayvancılık ürünleri önemlidir. Bulgurlu
yemekler ve çorbalar her mevsim tüketilir. Tarhana çorbası özellikle bir
kış yemeğidir. Ekmek; genellikle yufka ve çörek şeklinde yapılır. Patates,
fasulye, nohut, mercimek; patlıcan, biber, domates, pırasa, lahana; üzüm,
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
153
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
zerdali, kayısı, erik bölgede yetiştirilen ve tüketilen sebze, meyve ve bakliyattan bazılarıdır. Üzüm bağı olanların beslenmesinde pekmez ve benzeri
gıdalar büyük yer tutar. Ayrıca bölge, şarapları ile ünlüdür. (NB, 2000: 51;
Narin, 2001: 2, 3; Gürsu, 2001: 1; Çayır, 2002: 1; Atacan, t.y.: 169).
4. Günlük Öğünler
Kış Mevsiminde
Sabah: Düğ(ü) çorbası, tarhana çorbası, kesme çorbası, pancar çorbası,
şire çorbası, bazlama, işleme, kömbe, dönderme, patates kavurması, patlıcan kavurması, biber kavurması, patates kızartması. Peynir, zeytin, yumurta, reçeller (çilek, vişne, gül, patlıcan, kayısı, vb) ağıtma ve yumurtalı
ekmek tüketilir. (Narin, 2001: 3; Gürsu, 2001: 1; İnce, 2004: 4).
Öğle: Kırmızı mercimek çorbası, tarhana çorbası, bulgurlu kabak, kuru fasulye, kabak dolması, kesme mantı, erişte, bamya, tandır fasulyesi, patates yemeği, bulgur pilavı, mercimekli pilav, soğanlama, mercimekli pancar,
çiçek dolması, serde pilavı, pıt pıt pilavı, dıvıl, nohut yahnisi, ayva yahnisi
gibi yemekler yenir. (Narin, 2001: 3; Gürsu, 2001: 1; İnce, 2004: 4).
Akşam: Akşam yemeğinde tüketilenler ise mercimek yemeği, nohut yahnisi, tandır fasulyesi, bamya, madımak cacığı, etli mantı, gendirme, ayva
dolması, yaprak sarması, çanak, tava, erişte, kesme mantı, sızgıt, hamur
köftesi. (Narin, 2001: 3).
Yat geberlik/yatsı ve sonrası: Pekmez, peynir, yufka ekmek, közde patates (kumpir), şekerli ceviz içi yenir. (Narin, 2001: 3; Gürsu, 2001: 1).
Yaz Mevsiminde
Sabah: Kış mevsimindeki yiyecekler gibidir. Ayrıca söğüş domates, biber,
salatalık, marul, maydanoz, taze soğan ve yenilebilen yabani otlar tüketilir. (Narin, 2001: 3; Gürsu, 2001: 1; İnce, 2004: 4).
Öğle: Kış yiyeceklerinin aynısıdır. Farklı olarak katma çorbası yenmektedir.
(Narin, 2001: 3; İnce, 2004: 5).
Akşam: Kabak çiçeği dolması, pezik sarması, yeşil fasulye, semiz otu pilavı gibi yemekler tüketilir. (Keziban, 2001: 1).
Yat geberlik/yatsı ve sonrası: Kış mevsimindeki yiyeceklerle beraber,
öğle yemekleri gibidir. (Narin, 2001: 4; Keziban, 2001: 1).
154
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
5. Geçiş Dönemlerinde Yapılan Yiyecekler, Yemekler ve Bunlarla İlgili Yapılan Uygulamalar
Doğum: Doğum olduktan sonra loğusa kadına, yaralarının iyileşmesi ve
sütünün bol olması için çeşitli besinler verilir. Komşular bu türden yemekler yaparak lohusayı ziyarete giderler. Badem çorbası adı verilen tatlı bir
çorba içirilir. Ceviz, kuru üzüm, bali bulamaç, helva ve lokum gibi tatlı
ağırlıklı yiyecekler verilir. Sütünün çoğalması için ise bulgur çorbası, şerbet
ve kayısı ezmesi gibi sulu yiyecekler yedirilir. Soğuk içeceklerden kaçınılır. Gelen misafirlere etli ekmek ve çay ikram edilir. (Kıran, 2000; Akgün,
2000; Narin, 2001: 4; İnce, 2004: 5). Ayrıca misafirlere loğusa şerbeti de
ikram edilir (Gökçesöz, 2000; Çayır, 2000; Sevindik, 2011: 9).
Kırk kovalama: Bebeğin doğumundan 40 gün geçtikten sonra 40 tane
buğday, 40 tane taş toplanır (buğdayı bereketli olması için, taşları da çocuk taş gibi olsun hasta olmasın diye toplarlar). Bir kovanın içine ılık su
doldurulur, buğday ve taşlar içine atılır. Bebeği yıkadıktan sonra bebeğin
üzerine kalbur tutularak bu sudan dökülür. Anne de aynı şekilde banyo
yapar ve bu sudan kalbur tutarak döker. (Narin, 2001: 4; İnce, 2004: 5).
Diş hediği (buğdayı): Bebeğin ilk dişi çıkmaya başlayınca babaannesi
hedik kaynatır ve bundan komşu ve akrabalara dağıtır. Misafirlere genellikle çay ve etli ekmek ikram edilir. (Narin, 2001: 4; İnce, 2004: 5). Önceden bulgur kaynatılır, türlü çerezlerle sini hazırlanır. Bulgur ortaya konur
ve yenilerek eğlenilir. (Kıran, 2000).
Sünnet: Kına gecesinde ailenin maddi durumuna göre meyve suyu, kuru
pasta ve kuru yemiş ikram edilir. Ertesi gün çocuk sünnet olmadan evvel
mevlitli ve yemekli bir davet yapılır. Yemekler bir gün öncesinden büyük
kazanlarda hazırlanmaya başlanır. Genellikle nohutlu yahni, yaprak sarması, şehriye çorbası, sulu köfte gibi yemekler pişirilir. Ya da etli ekmek ve
ayran ikram edilir. Eğlence esnasında karışık çerez dağıtılır. (Kıran, 2000;
Akgün, 2000; Narin, 2001: 5).
Askere uğurlama: Askere gidecek gencin evinde akraba ve arkadaşlarına davet verilir. Şehriye çorbası, pirinç pilavı, tavuk, bamya yemeği, sulu
köfte, baklava, sütlaç ve mevsime göre meyve hazırlanır. Yemekten sonra
eğlenilir. Bu arkadaş eğlencesinde meyve suyu, kuru pasta ve kuru yemiş
ikram edilir. Asker gitmeden önce eş, dost ve akrabalar gencin orada yiyemeyeceğini düşünerek baklava, kurabiye, börek yollarlar. (Tuğ, 2000;
Narin, 2001: 5; İnce, 2004: 5).
Söz kesme: Misafirlere çerez ve pasta ikram edilir. (Çayır, 2002: 6).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
155
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
Nişan: Nişan töreni günü gelenlere şerbet sunulur. Tatlı veya şeker dağıtılır. (Narin, 2001: 5; İnce, 2004: 5).
Cumalık: Nişandan sonra üç hafta üst üste Cuma akşamları, akrabalar,
erkek tarafı ve konu komşu kız tarafına gelir. Her gelişlerinde kıza hediyeler ve kuruyemişler getirirler. Kız tarafı da misafirlere kahvaltı çıkarır, gece
boyu eğlenilir. (Gürsu, 2000).
Nikâh: Nikâh düğünden birkaç gün veya birkaç hafta önce yapılır. Fazla
kişi davet edilmez ve özel bir merasim olmaz. (Kıran, 2000; Tuğ, 2000).
Hamam günü: Hamama girerken veya çıkarken, kızın annesi gelenlere
meyve ve kuruyemiş ikram eder. (Gürsu, 2000).
Çeyiz asma: Kız tarafı yemek verir. (Çayır, 2002: 7).
Kına gecesi: Kına gecesine sadece kadınlar iştirak eder. Yemek verilmez,
paketlerde karışık çerez, lokum, fıstık dağıtılır. (Kıran, 2000; Tuğ, 2000;
Narin, 2001: 6; İnce, 2004: 6).
Düğün: Gelin oğlan evine girerken kapı eşiğinde kurban kesilir. Damat
veya babası tarafından “saçı” denilen metal para ve buğday karıştırılarak
gelinin üstüne saçılır. Gelin eve girdikten sonra kadınlar arasında eğlenceler devam eder. Eğlencelere bir süre ara verilip, etli ekmek ve ayran ikram
edilir. (Narin, 2001: 8). Düğün yemekleri aileden aileye farklılaşmakla birlikte; nohutlu yahni, sulu köfte, yaprak sarması, biber dolması vb yaygın
olanlarıdır. (Gürsu, 2000).
Nahıl övme: Ürgüp yöresinde birkaç köyde düğünlerde uygulanan bir
gelenek olan övme, evlenecek erkeğin uğurunun açılması ve toplumda
sayılması içindir. Nahıl 1,5-2 m yüksekliğindeki tahta iskeletten ve düz,
bükümlüğü gül vb şekiller verilmiş grafon kağıtlarıyla süslenmektedir. Erkeğin gelecek hayatının aydın olacağı inancıyla nahıl üzerine dört mum
konulur. Geçmiş dönemlerde nahıl ağacının üzerine gerçek ve balmumundan kuşlar ve çeşitli meyveler takıldığı da görülmüştür. Düğünlerde çarşambayı, perşembeye bağlayan gece “güvey donatma töreni” yapılır. Bu
tören sırasında gündüz hazırlanan nahıl güveyin yanına konularak mumlar yakılmaktadır. Övgü bitiminde damat nahılın dibine para atar. (Narin,
2001: 8, 9; İnce, 2004: 7).
Yüz açımı: Damat gelinin yüzünü açar “yüz görümlüğü” denilen hediyesini verir. Daha sonra onlar için hazırlanmış olan börek, baklava, tavuk ve
çerez yerler. (Narin, 2001: 9; İnce, 2004: 8).
156
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
Düğünden sonraki gün: Cuma günü “kakül kesme” günüdür. Öğleye doğru erkek evinde kadınlar toplanarak gelinin kakülüne keserler. Bu
tören genç kızların kadınlığa geçişinin başlangıcı olarak kabul edilir. Yine
bu törende oynanır ve yemekler ikram edilir. Tarhana çorbası, pirinç pilavı
üzeri nohut yahnisi, bamya, sulu köfte, Kemalpaşa tatlısı, mevsime göre
meyveler sunulur. (Narin, 2001: 8; İnce, 2004: 8).
Düğün haftası (düğünden sonraki hafta): Gelin gelenlere önce şeker,
lokum sonra çay ikram eder. En son ise meyve sunar. (Narin, 2001: 9,10;
İnce, 2004: 8).
Ölüm: Cenaze kalktıktan sonra lokum ve gül suyu dağıtılır. Ölü evinde
bir hafta yemek pişirilmez, yakınlar haber vererek yemek yapar ve götürür. Genellikle şehriye çorbası, pilav, nohut yahnisi, sulu köfte, salata, ekmek, mevsime göre çeşitli meyveler götürülür. Ölünün kırkıncı ve elli ikinci
günlerinde halka yemek verilir. (Akgün, 2000; Narin, 2001: 10; Aytekin,
2011: 31).
6. Kutsal Günler
Ramazan bayramı: Önceden baklavalar, sütlaçlar, börekler yapılır. Şeker,
lokum, kolonya ve çerez alınır. Bayram günü erkekler namazdan geldikten
sonra kahvaltı yapılır. (Narin, 2001: 10; İnce, 2004: 8).
Kurban bayramı: Kesilen kurban eti ve sakatattan, domates ve biber
ile kavurma yapılır. Yanına kahvaltı hazırlanır. Akrabalar, en büyüklerinin
evinde toplanırlar ve birlikte yerler. (Kıran, 2000).
Kadir gecesi: Öküz helvası denilen un helvası yapılır. Komşulara üçer tane
dağıtılır. (Kıran, 2000).
Aşure günü: Aşure gününde, içinde en az 7 çeşit yiyecek olan ve mutlaka
kurban etinden de katılan “şire çorbası” pişirilir. Bu hazırlanan aşure en
az 7 eve dağıtılır. Aşure koyulan tabakların yıkandığı su toprağa dökülür.
(Güven, 2000; Tuğ, 2000; Narin, 2001: 10).
Mevlid okutma: Mevlid genellikle camide okutulur ve şerbet, şeker dağıtılır. (Narin, 2001: 10). Ölen bir kişi için mevlid okutuluyorsa, ölenin sevdiği
yemekler hazırlanır. Ancak günümüzde pide ve meyve suyu da dağıtılmaktadır. (Güven, 2000; Tuğ, 2000; İnce, 2004: 8).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
157
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
7. Neşeli Günler
Hıdırellez: Evde hazırlanıp getirilen kek, börek, dolma, sarma, çerez gibi
yiyecekler yenilir. Oyunlar oynanır, eğlenilir. (Güven, 2000; Tuğ, 2000).
8. İstek/Dilek Sofraları ve Diğerleri
Yağmur duası: Pirinç pilavı ve et kavurması yapılır. (Çayır, 2002: 10).
Yol sofraları/yemekleri: Yola çıkmadan önce börek, kuru köfte, bazlama, işleme gibi yiyecekler hazırlanır. (Narin, 2001: 11; İnce, 2004: 8).
9. Kışlık Yiyecekler
Erik, üzüm, kayısı kurutulur. Erik kurusuna “kak” ya da “bak” denir ve gerektiğinde hoşaf için kullanılır. Patlıcan da kurutularak kışın yemeği yapılır.
Nohut, fasulye, yeşil ve kırmızı mercimek kurutulur. Kesme mantı, erişte
hazırlanır. Bulgur kaynatılır, kışlık kavurma yapılır. Domates ve biber turşu
ve salça yaparak saklanır. Asma yaprağı salamurası ve çeşitli turşular (üzüm
vb) yapılır. Güzün bazı aileler koyun ya da inek keserek etini sucuk yaparlar.
Etleri kurutup kışın yemeklerde kulanlar da vardır. Yufka kış öncesi pişirilir,
üst üste yığılarak bütün kış boyu tüketilir. Tarhana hazırlanır. Reçeller, pekmez hazırlanır. (Kıran, 2000; Narin, 2001: 2, 3, 11; İnce, 2004: 8).
Bulgur kaynatma: Bulgurun çavdarı temizlenir. İyice temizlendikten sonra büyük kazanlara konulur. Tandırlar yakılır ve kazanlar yerleştirilir. Bolca
su katar ve hiç beyazı kalmayacak şekilde kaynatılır. Bu esnada damlar
süpürülür, hazırlanır. İyice kaynayan bulgur dama incecik serilir. Kuruyuncaya kadar bekletilir. Sonra kalın bulgur ve düğü (ince) olarak dövülür.
Tekrar serilip kurutulur, küplere yerleştirilir. Her küpe bereketli olsun diye
3’er tane çörek otu atılır. (Gürsu, 2000).
Çömlek peyniri: Taze inek ve koyun peynirleri karıştırılır. Suda bekletilerek acısının çıkması sağlanır. Süzüldükten sonra elle parçalanıp, tuzlanır. Sonrasında hava almayacak şekilde çömleklere basılır. Çömleğin ağzı
çamurla ya da hamurla sıkıca kapatılır. Bu çömlekler kilerde hazırlanan
dere kumundan toprağa ters olarak gömülür ve en az 3-4 ay kadar bekletildikten sonra tüketilir. Bekletme süresi uzadıkça daha yoğun bir lezzet
kazanır. (İşçen, 2011: 124).
Etlik: Sonbaharda kesilen inek, dana veya koyuna etlik adı verilir. Kesilen
et kışın kullanılmak üzere çeşitli şekillerde1 saklanır. (Narin, 2001: 40).
1
Kemik kısımları tek tek bir ipe dizilir ve kurutulur. Kıyma çekilerek yağ ile kavrulur. Kuşbaşı doğranıp yağ ile kavrulur (sızgıt). (Narin, 2001: 40).
158
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
Kabak çekirdeği: Ürgüp’ün geleneksel çerezleri arasındadır. İçleri büyük
ve lezzetli olan çekirdekler, uzun kış gecelerinde soba başı sohbetlerinin
vazgeçilmezidir. Kabak çekirdeği elde etmek için bir tür balkabağı kullanılır. Ayıklanıp, kurutulan çekirdekler büyük fırınlarda sütle kavrulduktan
sonra tüketilir. (İşçen, 2011: 123).
Kışlık yufka: Yerli halkın çoğu yılda 1-2 kez, 4-5 ay yetecek şekilde yufka
ekmeği yapar. Bu işe gece yarısı başlanır ve akşama kadar devam edilir.
İmece usulü yürütüldüğünden, ev sahibi gelenlerin öğün yemeklerini karşılamak zorundadır. İş süresince çeşitli mani, türkü ve bilmecelerle eğlenilir. (Tuğ, 2000; Narin, 2001: 39).
Un, su, tuz ile sertçe bir hamur hazırlanır. Biraz dinlendirildikten sonra
bezelere ayrılır. İnce bir şekilde oklava ile açılır. Sacda alt üst pişirilir. Üst
üste istiflenerek saklanır. Kullanılacağı zaman su serpilir, üzeri örtülerek
yumuşaması beklenir. (Narin, 2001: 39, 40).
Kurutulmuş et: Önceleri kasap olmadığından kişiler kendi etlerini temin
için kestikleri hayvanların etlerinin bir kısmını tuzlayıp kuruturlar. Günümüzde et kurutması yapılmamaktadır. (Atacan, t.y.: 169).
Turşu yapımı: Yörede yemekle birlikte yenilen en yaygın garnitür
“turşu”dur. Kasabada yapılan turşular bu tüketime uygun olarak çok çeşitlidirler. Biber turşusu turşuların en çok tüketilenidir. Bunu yanında domates, yeşil fasulye, kavun, karpuz turşusu, salatalık, acur turşusu yapılır.
Üzüm turşusu ise yemekle birlikte yenilmekten ziyade akşam oturmalarında ortaya gelen çerezle birlikte misafire ikram edilmektedir. Üzüm turşusunun suyu da kendisi kadar makbuldür. Yörede üzüm turşusu gibi suyu
içilen bir başka turşu da yörede “kirabolu” denilen gilaboru meyvesinden
yapılan turşudur. (Karaaslan, 2009: 428).
10. Sofra Düzenleri
Bazı bölgelerde yer sofraları kullanılır. Bunlar ahşaptandır. Sofra bezi serilir,
onun üzerine plastik leğen veya kasnak denilen yuvarlak çember ya da
yine tahtadan yapılmış açılıp kapanan kasnak konulur. Onun üzerine sini
yerleştirilir. Yemekler ortaya konulan tek kaptan yenilir. (Tuğ, 2000; Narin,
2001: 11; İnce, 2004: 8).
11. Mutfak Araçları
Bakırdan ekmek tenceresi, kalaylı pekmez leğeni, kazanlar, güğüm, toprak
tencereler, testiler, turşu küpleri, çömlekler, güveçler, elek, hamur tahtası,
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
159
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
satır, lenger, yemek tabakları, siniler, kaşıklar bıçaklar, çatallar gibi araçlar
kullanılır. (Kıran, 2000; Narin, 2001: 11; İnce, 2004: 8).
12. Pişirme Yöntemleri
Yiyecekler fırında, tandırda, çömlekte, sacda, közde, haşlama, kızartma
yöntemleri kullanılarak pişirilmektedir. (Kıran, 2000; Narin, 2001: 11;
İnce, 2004: 8).
13. Servis Düzenleri
Bazı evlerde yemekler bir tabaktan yenilmektedir. Yemekler sofraya çorba,
ana yemek, tatlı ve varsa meyve sırası ile konulur. İştah açmak için yemeklerle birlikte salata, turşu ve soğan kullanılır. (Akgün, 2000; Narin, 2001: 11).
14. Mutfak Mimarisi
Geleneksel mutfaklar evin aşağı katında bulunur. Tabanı toprak, tavanı
tahta, üzeri asma çubuğu ve topraktan olur. Mutfakta tandır2, tüplü ocak
bulunur. Yere oturmak için kilim serilir, “terek” denilen ve duvara monte edilen, 8-10 katlı raflar bulunur. Dolaplar yağ dolabı, tel dolap diye
isimlendirilir. Ayrıca bir de malzemelerin saklandığı kayıt damı yani kiler
bulunmaktadır. (NB, 2000: 52; Narin, 2001: 11, 12).
15. İçecekler
Üzüm suyu, kayısı suyu, şerbetler, hoşaflar (üzüm, incir, vb), beyaz şarap,
kırmızı şarap gibi içecekler tüketilir. (Akgün, 2000; Narin, 2001: 11, 12).
Loğusa şerbeti: 2 kg şeker, 10-15 karanfil, kırmızı boya 5 lt su ile kaynatılır. Soğuduktan sonra servis yapılır. (Gökçesöz, 2000; Çayır, 2000).
16. Yemekler ve Tarifleri
Çorbalar
Börek çorbası: 1/3 sb Nohut yıkanır ve bir gün önceden ıslatılır. Şişen
nohutlar yıkanır ve süzülür, 2 sb su eklenerek düdüklü tencerede 40 dk
pişirilir. 1 sb un ve su ile katı bir hamur yoğrulur, üzeri örtülüp 5 dk din2
Tandır, genellikle evin ortasında veya yemek yapılan bir odası içinde yere açılmış, yaklaşık bir metre
derinliğinde ve 60 cm çapındaki kuyuya verilen isimdir. Kapadokya’da çoğunlukla kaya olan evlerin
tabanında tandır çukurunun hazırlanması çok kolaydır. Hazırlanan tandır çukurunun içine, Kızılırmak
çamurundan hazırlanarak pişirilip kurutulan bir iç bölüm yerleştirilir. Böylece tandır ocağı hazırlanmış
olur. Tandırın içinde odun ateşi yakılır ve yemekler bu ateşin közü üzerinde pişirilir. Isındıktan sonra,
iç çeperlerine ekmekler yapıştırılarak fırın gibi de kullanılabilir. (İşçen, 2011: 114, 115).
160
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
lendirilir. İnce bir şekilde açılır, 1,5 cm2’lik kareler şeklinde kesilir. İnce doğranmış kuru soğan, kıyma, tuz ve karabiberle hazırlanan harçtan ortalarına yerleştirilir. Karelerin dört ucu tepede toplanacak şekilde yapıştırılır.
Tepside sallayarak unlanır. Nohuda salça ve tuz eklenir, 2 sb su daha ilave
edilip kaynatılır. Hamurlar bu karışıma eklenir, 15 dk pişirilir. Tava içersinde
yağda nane kavrulur. Limon suyu ile beraber çorbanın üzerine gezdirilir.
Kaynayınca altı söndürülür ve biraz dinlendirilir. (Narin, 2001: 13; İnce,
2004: 9).
Bulgur çorbası: Yağda soğan kavrulur. Salça ve su ilave edilir, kaynatılır.
Bulgur eklenir ve pişinceye kadar kaynatılır. (Baş, 2000).
Bulgurlu aş: İnce doğranmış soğan sıvıyağda pembeleştirilir. Salça katılıp kavrulur. Önceden haşlanmış nohut, mercimek ve bulgur katılır. Biraz
daha kavrulup suyu ve tuzu eklenir. Piştikten sonra üzerine yağla kavrulmuş nane gezdirilir. (Gürsu, 2001: 9).
Düğ(ü) çorbası: İnce doğranmış 1 soğan yağda kavrulur, nane eklenir ve
bir-iki karıştırılır. Kıyma ilave edilir ve kavrulur. Salça eklenir, kavrulduktan
sonra 6 sb su ilave edilir. Kaynayınca 1 çb düğ dökülür, tuz atılır, 10 dk
piştikten sonra tüketilir. (NB, 2000: 52; Narin, 2001: 16; İnce, 2004: 11).
Katıklı aş: Yarma pişirilir, nohut akşamdan ıslatılır ve pişirilir. Yarma, nohut ve süzme yoğurt karıştırılır; suyla cıvıtılarak soğuk olarak yenilir. (Atacan, t.y.: 169).
Katma çorbası: 2 sb yarma iyice pişirilir. 2 sb yoğurt ile tuzlu ayran yapılır.
Pişirilen yarmalar ilave edilir ve ayrana eklenir, soğuk olarak tüketilir. (Narin, 2001: 15; İnce, 2004: 10).
Kesme çorbası: ½ çb nohut bir gece önceden ıslatılır. Yarım çb mercimek
ile bol su içersinde haşlanır. İçine çorbalık kesme atılır. Bir tavada yağ ve
nane kızdırılır, çorbaya eklenir. Bir taşın kaynatılır, tuz eklenip karıştırılır.
(Narin, 2001: 15; İnce, 2004: 11).
Pancar çorbası: 2 tane pancarın kabukları soyulur, dilimlenip su ile haşlanır. 1 çb yarma ve tuz ilave edilir, iyice pişirilir. (Narin, 2001: 14; İnce,
2004: 10).
Patates çorbası: Kaynar su içersinde patatesler haşlanır. Kabukları soyulur ve rendelenir. Salça, su, tuz bir tencerede kaynatılır. Kaynayan karışımdan rende patatese bir kepçe koyarak ılıştırılır, ardından çorbaya eklenir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
161
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
Kaynayıncaya kadar karıştırılır. Tereyağında nane ve kırmızı toz biber yakılır, çorbanın üzerine dökülür. (Narin, 2001: 13; İnce, 2004: 10).
Sütlü çorba: Kaynamış bulgura ya da düğüye süt ilave edilerek pişirilir.
(NB, 2000: 52)
Tandır çorbası: 1/3 sb nohut bir gece önceden ıslanır, 2 sb su eklenip
düdüklü tencerede 40 dk pişirilir. Patatesler kaynar suda haşlanır, soyulur
ve rendelenir. İnce doğranmış 1 soğan yağ içersinde öldürülür, salça eklenir ve çevrilir. Su ile birlikte nohut, tuz ve 2 sb su eklenir, kaynatılır. 1/3
sb bulgur eklenir, 20 dk pişirilir. Patates rendesi çorba suyu ile ılıştırılır ve
ardından çorbaya eklenir. 6-7 dk daha pişirilir. Tavada tereyağında nane
kızdırılır, çorbaya eklenir. (Narin, 2001: 14; İnce, 2004: 10).
Tanna (tarhana) çorbası: Yarma, pişirilerek tuluk yoğurduyla yoğrulur.
Bu haliyle bir gün süreyle ekşimeye (mayalanmaya) bırakılır. Ardından bu
karışım, çemberimsi şekiller halinde, çiğ adı verilen sazlık bitkisinden yapılmış sergilikte altı gün kurutulur. Kurutulan tannalar kış kayıtı3 olarak
saklanır. Çorba haline getirilirken her kişi için bir parça kurutulmuş tanna
alınır. Akşamdan ılık suya konularak, dağıtılıncaya kadar bekletilir. Hafif
ateşte kaynatılır, kesilmemesi için bir bardak soğuk su ilave edilir. Yağda
salça kavrulur ve nane ile birlikte üzerine gezdirilir. (İnce, 2004: 11; Atacan, t.y.: 169).
Yeşil mercimek çorbası: 2 adet soğan, 2 adet biber ve kabuğu soyulmuş
2 domates doğranır. 1 sb yeşil mercimek ve 1 tavuk göğsü ile hepsi bir
tencerede pişirilir. Tavuk pişince ince ince didiklenir. Başka bir tencerede
yağda salça kavrulur, nane ve su ilavesiyle diğer malzemeler birlikte kaynatılır. 1 sb erişte eklenir, pişince tüketilir. (Kayıran, 2000).
Yumurtalar
Çılbır: Kaynamış tuzlu suya yumurta kırılır ve pişirilir. Tabağın altına sarımsaklı yoğurt üstüne de pişen yumurtalar yerleştirilir. Üzerine kırmızı toz
biberli kızgın yağ gezdirilir. (Narin, 2001: 17; İnce, 2004: 11).
Dönderme: Yumurta, un, su, tuz ve karbonat karıştırılır. Kızgın yağlı tavaya ince bir kat şeklinde dökülür, alt üst ederek kızartılır. (Narin, 2001: 17;
İnce, 2004: 11).
3
kayıt: Kış için ayrılan yiyecek. (TTASSA, t.y.).
162
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
Ferfene: Yağda kızartılmış yumurtadır. Ziyafet yemeği anlamı da taşımaktadır. (Narin, 2001: 17; İnce, 2004: 11).
Kaygana: 5 yumurta, 3 yk un ve tuz iyice çırpılır. Tereyağı ile alt üst çevrilerek tavada pişirilir. Sıcakken 1 çb toz şeker serpilerek yenilir. (Özbek,
2000).
Yumurtalı patates: Patatesler küçük küpler halinde doğranır. Tereyağı ile
bir tavada kavrulur. Pul biberi ve tuz ekilir. İsteğe göre çırpılmış yumurta
veya bütün bütün kırılarak pişirilir. (Çayır, 2000).
Etler- Kümes ve Av Hayvanları
Biryan: 1 adet kuru soğan ince kıyılır. 2 yk sıvıyağ karışımda pembeleştirilir. 1 kg kuşbaşı dana eti ilave edilir, suyunu çekene kadar kavrulur. tuz,
karabiber ve 5 sb su eklenir, bir taşım kaynatılır. 2 sb pirinç nişastası gidene kadar yıkanır, süzdürülür. Uygun bir tepsiye yayılır, üzerine et suyuyla
birlikte dökülür. 180 C°’lik önceden ısıtılmış fırında 40 dk pişirilir. 7 yk
tereyağı kızdırılır ve üzerine gezdirilir. (Atacan, t.y.: 170).
Sulu et köftesi: 1 orta boy soğan ince doğranır, 1 kg kıyma, 1 sb ince
bulgur, 1yk un, 1 yumurta, ince kıyılmış maydanoz, karabiber ve tuz ile
yoğrulur. Nohut büyüklüğünde köfteler yuvarlanır. Tencerede, kaynar su
içersinde pişirilir. Tava içersinde ince doğranmış 1 soğan yağ ile pembeleştirilir, salça eklenerek kavrulur. Köftenin içine dökülüp, bir iki taşım kaynatılır. (Özbek, 2000; Narin, 2001: 42; İnce, 2004: 22).
Balıklar
En ünlü balığı yayındır. Yayın şiş olarak hazırlanır. (Çayır, 2002: 15).
Kuru Baklagiller
Nohutlu yahni: Nohutlar bir gece önceden ıslatılır. İnce doğranmış soğan, koyun eti ile birlikte yağla kavrulur. Önce nohutlar, sonra et çömleğe
konulur. Su ve salça eklenir, tandırdaki köz halindeki ateşin içine gömülerek pişirilir. (NB, 2000: 53; Kıran, 2000; Gürsu, 2000; İnce, 2004: 22).
Tandırda kuru fasulye (ağpakla): 2 sb kuru fasulye ayıklandıktan sonra
haşlanır. 2 adet ince doğranmış kuru soğan yağ ile kavrulur; salçası eklenir. Toprak çömleğe fasulye, soğan, kaburga veya kurutulmuş et, tuz ve
pul biberi konulur. Üzerine su ilave edilir, çömleğin ağzı kapatılır. Saman
yakılarak harlanmış tandırda, közlerin arasına koyulur. Tandırın ağzı kapatılır. 4-6 saat sonra çıkarılır. (NB, 2000: 52; Atacan, t.y.: 169).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
163
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
Sebzeler (Etli/Etsiz sebze yemekleri)
Bamya: 100 g kuru bamya ılık su ile ıslanır. Tencerede 4 yk sıvıyağ ile 200
g kuşbaşı doğranmış et kavrulur. İri doğranmış 2 domates ve ½ yk salça
eklenir, karıştırılır. Bamya eklenir, limon sıkılır, 1 tk pul biberi ve 1 tk tuz
eklenir. Su ilavesiyle pişirilir. (Narin, 2001: 43; İnce, 2004: 23).
Çanak: Kuşbaşı et, çeşitli sebzeler (özellikle patlıcan); yeşil biber, domates,
soğan, sarımsak ve yağ ilavesiyle toprak çanak içersinde fırında pişirilir.
(Narin, 2001: 21; İnce, 2004: 13).
Çiçek cacığı: Yarım kg kabak çiçeği ayıklanır ve doğranır. Tencerede su
kaynatılır, çiçekler atılır ve pişirilir. ½ çb bulgur ilave edilip 5 dk daha pişirilir. Bir tavada yağda soğan pembeleştirilir, salça eklenip biraz daha kavrulur, cacığa eklenir, bir-iki taşım kaynatılır ve ocaktan alınır. (Narin, 2001:
21).
Çiçek dolması: Dört yk sıvıyağda ince doğranmış 1 soğan kavrulur. Salça
eklenir, bir-iki karıştırılır, 2sb bulgur elenip biraz daha kavrulur. 250 g kabak çiçeği ayıklanıp, yıkanır. İçleri bu bulgurlu karışım ile doldurulur. Ağız
kısımları üste gelecek şekilde tencereye dizilir. Az su ile kısık ateşte 10 dk
pişirilir. (Güven, 2000; Narin, 2001: 21; İnce, 2004: 13).
Dıvıl: Haşlanmış patates ile bulgur iyice yoğrulup, küçük yuvarlaklar yapılır, yağda kızartılır. (NB, 2000: 54; Narin, 2001: 40; İnce, 2004: 21).
Firek cacığı: Firekler (yeşil, olmamış domates) haşlanır, yıkanır ve süzülür.
Yağda 1 adet ince doğranmış soğan kavrulur, 1 yk salça eklenir ve bir-iki
karıştırılır. Firekler ilave edilir. Biraz kavrulduktan sonra üzerini kapatacak
kadar sıcak su eklenir, 5 dk pişirilir. ½ çb bulgur ve 1 tk tuz eklenip karıştırıldıktan sonra ağzı kapatılıp pişirilir. (Narin, 2001: 19; İnce, 2004: 12).
Güveçte patlıcan: Güvecin tabanına 1 tk tereyağı ve ince doğranmış 1
küçük soğan koyulur. ½ patlıcan alacalı soyulur ve irice doğranır. 3 domates, 3 biber, ¼ demet maydanoz, 2 diş sarımsak doğranır. ½ kg tavuk
budu 2-3 parçaya ayrılır. Salça, sıvıyağ ve tereyağı katılıp karıştırılır. Güveç
içersine tüm malzeme yerleştirilir. Kısık ateşte su eklemeden 30 dk pişirilir.
Pişmeye yakın tuz atılır ve karıştırılır. Dinlendirildikten sonra tüketilir. (Narin, 2001: 23; İnce, 2004: 14).
Naneli kabak: Beş adet kuru soğan ince doğranır. Düdüklü tencerede
pişirilir, biber salçası eklenip, 2 sb et suyu ile kaynatılır. Tencereye bir sıra
164
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
et, üstüne doğranmış kabak, domates, biber, soğan, sarımsak dizilir; tuz
kırmızı toz biberi ve nane serpilir. Üzerine sulandırılmış salça dökülür ve
doğranmış bir demet maydanoz konulup pişirilir, koruk sıkılır. Cacık ve
kuru soğanla servis edilir. (Narin, 2001: 18; İnce, 2004: 12).
Pancar yemeği: Bir adet pancar soyulur, dilimlenir ve haşlanır. Daha sonra ince ince doğranıp içine 1 çb yeşil mercimek eklenip pişirilir. (Narin,
2001: 19; İnce, 2004: 12).
Pancarlı aş: Şeker pancarı soyulup küp şeklinde doğranır. Tencerede kaynayan suya eklenir, yumuşayana kadar haşlanır. Bulgur eklenir ve suyunu
çekene kadar pişirilir. (Güven, 2000).
Patates köftesi: Beş orta boy patates haşlanır, soyulur ve rendelenir. 2
dilim ekmek içi ıslatılır ve iyice sıkılır. 2/3 demet maydanoz incecik kıyılır.
Patates, ekmek içi, maydanoz, 5 yk beyaz peynir, tuz, 1 yumurta ve karabiber karıştırılarak hamur haline getirilir, 18 parçaya ayrılır. Her parçadan
oval şekilli köfteler hazırlanır. Yağlanmış tepsiye dizilir. Köftelerin üzerine
sıvıyağ gezdirilir. Önceden ısıtılmış orta sıcaklıktaki fırında pembeleşinceye
kadar pişirilir. (Narin, 2001: 20; İnce, 2004: 13).
Patlıcan cacığı: Aynen firek cacığı gibi yapılır ancak patlıcan kullanılır.
(Narin, 2001: 20; İnce, 2004: 13).
Pezik (pancar yaprağı) sarması: İnce doğranmış kuru soğan sıvıyağda
pembeleştirilir, pirinçler eklenir, 2-3 dk kavrulur. Tuz ve su ilavesiyle suyunu çekene kadar pişirilir. İnce doğranmış maydanoz, nane ve baharat
ilavesiyle demlendirilir. Pezikler içle birlikte asma yaprağı sarar gibi sarılır,
tencereye dizilir, su eklenir. Üzerine kapak veya tabak konularak 40 dk
kadar pişirilir. (Gürsu, 2001: 9).
Sütlü kabak: İnce doğranmış 1 soğan sıvıyağda pembeleştirilir, salça eklenir. Biraz kavrulduktan sonra soyulup doğranmış kabaklar ilave edilir.
Hafif kavrulur, çok az süt ve tuz ilave edilerek pişirilir. (Gürsu, 2001: 8).
Tandır fasulyesi: 1 kâse kuru fasulye haşlanır ve çömleğin içersine 100
g kuşbaşı et veya kurutulmuş kemik ile koyulur. Üzerine su eklenip ağzı
kapatılır. Tandırdaki köz ateşinde 1-2 saat pişirilir. Bir tavada 2-3 ince doğranmış soğan yağ ile pembeleştirilir, salça eklenip kavrulur. Pişen fasulyenin içersine tuz ile birlikte karıştırılır. Bir iki taşım kaynatılır ve tüketilir.
(Narin, 2001: 41; İnce, 2004: 21).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
165
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
Tıkırdatma kabak: İnce doğranmış 1 soğan sıvıyağda pembeleştirilir,
kuşbaşı et ilave edilir. Kabaklar soyulup doğranır ve etler biraz piştikten
sonra eklenir. Kısık ateşte, su katılmadan pişirilir. (Akgün, 2000).
Yaz türlüsü: Üç patlıcan ve 3 kabak alacalı soyulur, aynı boyda doğranır.
250 g fasulye ayıklanır ve doğranır. 3 adet patates soyulup doğranır. Tencere içinde yağda ince doğranmış 1 soğan pembeleştirilir. 250 g kuşbaşı et
eklenip kavrulur. Doğranmış 3 adet biber ve 3 adet domates eklenir. Biraz
kavrulduktan sonra salça ilave edilir. Bütün malzeme ve doğranmış ¼ demet maydanoz karıştırılır. Tencereye koyulur, çok az su ile pişirilir. (Narin,
2001: 22; İnce, 2004: 14).
Yeşil domates dolması (göyönü): 2 sb pirinç ılık tuzlu suda 1 saat bekletilir. 2 adet ince doğranmış soğan 1 çb zeytinyağında pembeleştirilir.
Pirinç ilave edilir ve 2-3 dk karıştırılır. Tuz, karabiber ve ½ sb su eklenir.
Suyunu çekmeye yakın ince doğranmış ½ demet maydanoz ve ½ demet
nane karıştırılır, demlenmeye bırakılır. 1,5 kg domatesin üst kısımları kapak olacak şekilde sapları kesilip içleri boşaltılır. Hazırlanan harçla doldurulur ve tencereye dizilir. Domateslerin içlerinden çıkan içlerin yarısı, ½ sb
su ve tuz ilave edilip kapağı kapalı halde yarım saat pişirilir. (Tuğ, 2000).
Yenebilen Yabani Bitkiler
Yörede halk ilacı olarak kullanılan yabanî bitkilerden ebeğümeci ve ısırgan
otu (Malva neglecta ve Urtica dioica) türlerinin toprak üstü kısımlarından
yemek (zeytinyağı, salça, tuz, su katılarak) yapımında, kuşburnu ve yabangülü (Rosa canina ve Rosa hemisphaerica) meyvelerinden marmelat
yapımında yararlanılmaktadır. (Şenkardeş, 2010: 136, 137).
Madımak: Yarım kg madımak ayıklanıp, kıyılır. Kaynar su içersine koyulur,
10 dk sonra 1 çb bulgur eklenir. Yağda ince doğranmış 1 soğan pembeleştirilir, salça koyulup kavrulur. Madımağa ilave edilir, 1-2 taşım kaynatılır.
Sarımsaklı yoğurtla beraber yenilir. (Narin, 2001: 24; Çayır, 2002: 16; İnce,
2004: 14).
Semizotu yemeği:. Tereyağında kıyma, soğan, salça kavrulur. Semizotu
temizlenir, yıkanır, doğranır ve ilave edilir. Üzerine kaynar su ilave edilir. Biraz pişince pirinç konulur. İsteğe göre sarımsaklı yoğurt ile tüketilir. (Çayır,
2000).
166
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
Salata Çeşitleri
Çoban salata: Üç domates, 3 biber, 2 kuru soğan irice doğranır. Tuz,
sıvıyağ, limon ilave edilip karıştırılır. Üzerine yoğurt koyulup, servis yapılır.
(Narin, 2001: 25; İnce, 2004: 15).
Söğüş patlıcan salatası: Dört adet patlıcan közlenir, kabukları soyulup
irice doğranır. 2 soğan, 3 domates, 6-7 yaprak marul, ¼ demet maydanoz, 3 yeşil biber ince doğranır. Tüm malzemeler, 6-7 zeytin, tuz, baharat
ve sıvıyağ harmanlanır. (Narin, 2001: 24; İnce, 2004: 15).
Meyve ile yapılan yemekler
Ayva boranısı: Pekmezli ayva dolması tarifi gibi yapılır; pirinç yerine bulgur kullanılır. (Gürsu, 2001: 10).
Bitirgen kayısı yahnisi: 1 kg kuru ve çekirdekli bitirgen kayısısı, üzerine
örtecek kadar su ile bir kaba ıslatılır. 500 g et kuşbaşı doğranır, üzerini
örtecek kadar suyla haşlanır. Haşlanan etler tereyağı ile kavrulur. Islanan
kayısıların çekirdeği (pötletilerek) çıkarılır, içleri işaret parmağı ile düzeltilir.
Diğer yanda 150 g pirinç, üzerini örtecek kadar suyla haşlanır ve kayısıların içlerine doldurulur. Bir tencereye 250 g pekmez, bir bardak su, tuz,
fesleğen ve karanfil konup 1-2 taşım kaynatılır. Hazırlanan kayısılar çömleğe dizilir, üzerine kavrulmuş et ilave edilir. En son olarak pekmezli su
süzülerek etin üzerine dökülür, 5-6 taşım kaynatılır. Arzuya göre sıcak ya
da soğuk servis yapılır. (Çakır, 2005).
Kayısı yahnisi: 250 g kemikli et parçalara bölünür, suda haşlanır. Yumuşayınca fazla suyu alınır. Yıkanmış ½ kg kuru kayısı eklenir. Tuz ve 1
sb pekmez katılıp çok hafif ateşte kayısılar yumuşayıncaya kadar pişirilir.
(Kıran, 2000; Atacan, t.y.: 170).
Pekmezli ayva dolması: 100 g kıyma bir tencere içersinde kendi suyunu
çekene kadar kısık ateşte pişirilir. 1/3 sb pirinç yıkanır ve süzülür. 6 orta
boy ayva yıkanır ve içleri oyulur, kararmamaları için limonlu suda bekletilir.
Kıyma, pirinç, pekmez, 1 tk kişniş4, ½ tk tuz ve 1 yk tereyağı karıştırılır.
Ayvaların içi bu karışımla doldurulur. Yayvan bir tencereye yerleştirilir. 1,5
sb sıcak su eklenir ve ayvalar yumuşayıncaya kadar, yaklaşık 30 dk pişirilir.
(NB, 2000: 54; Narin, 2001: 33; İnce, 2004: 19).
4
Küçük taneli bir tür çekirdeksiz kuru üzüm, kuş üzümü (BTS, t.y.).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
167
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
Pilavlar
Bulgur pilavı: 2 yk tereyağında 250 g kuşbaşı et kavrulur. 2 adet ince
doğranmış kuru soğan eklenir, kavurmaya devam edilir. 2 adet ince doğranmış domates ilave edilir ve eriyinceye kadar pişirilir. Salça, 1,5 sb bulgur, tuz eklenir bir-iki karıştırılır. 3 sb su ilave edilip 10 dk pişirilir. Biraz
suluca bırakılıp tüketilir. (Narin, 2001: 25, 26; İnce, 2004: 15).
Mercimekli pilav: Bir çb yeşil mercimek bol su ile haşlanır. 1,5 sb bulgur
ilave edilip pişirmeye devam edilir. Bir tavada tereyağında ince doğranmış
1 kuru soğan ve ardından salça kavrulur. Tuz ve su ile beraber pilava ilave
edilir, karıştırılır. (Narin, 2001: 27; İnce, 2004: 16).
Patatesli pilav: Bir orta boy patates soyulup, nohut büyüklüğünde doğranır ve haşlanır. Üzerine 1,5 sb bulgur ilave edilip pişirilir. Bir tavada tereyağında ince doğranmış 1 kuru soğan ve salça kavrularak tuz ile birlikte
pilava eklenip karıştırılır. (Narin, 2001: 27; İnce, 2004: 16).
Pıt pıt pilavı: Aynen bulgur pilavı gibi yapılır, sadece kalın değil ince bulgur kullanılır. (Narin, 2001: 26; İnce, 2004: 15).
Sanayi pilavı: 2 sb pirinç yıkanır, süzülür. Pilav tavasında tereyağında 250
g kuşbaşı et kavrulur. İnce doğranmış 3 sivri biber eklenir biraz daha kavrulur. Pirinç, 2 diş sarımsak, tuz, karabiber, 1 yk salça ilave edilir, bir-iki
karıştırılır. Su eklenip 15 dk pişirilir. (Narin, 2001: 26; İnce, 2004: 16).
Makarnalar
Dolma mantı: 1 kg un uygun bir kaba alınır ve ortası havuz gibi açılarak
içine 1 yumurta, ½ çb sıvıyağ, 1 yk tuz ve az su ilave ederek sert bir hamur
yoğrulur. 6 bezeye ayrılır. Oklava ile açılır, 1,5X1,5 cm.lik kareler şeklinde
kesilir. 2 soğan rendelenir, ½ demet maydanoz ince kıyılır; 250 g kıyma,
1 yk karışık salça, karabiber, pul biberi, tuz ile iyice karıştırılır. Kesilen kare
hamurların içersine parça parça yerleştirilir. Hamurlar tek tek, dört köşesi
bir araya getirilerek yapıştırılır. Hazırlanan mantılar, yağ ve tuz eklenmiş
kaynayan suda pişirilir. Sarımsaklı yoğurtla karıştırılır, üzerine kızdırılmış
tereyağı ve pul biberi gezdirilir. (Atacan, t.y.: 170).
Erişte: Buğday unu, su ve tuz ile sert bir hamur hazırlanır, dinlendirilir.
Yufkalar şeklinde açılır ve ince ince kesilir. Kurutulduktan sonra sac üzerinde pembeleşene kadar kavrulur. (Narin, 2001: 28).
168
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
Erişte: Tencerede su kaynatılır, tuz ile birlikte 2 sb kavrulmuş erişte atılır,
haşlanır. Fazla suyu süzülür. 2 yk kaşığı tereyağı kızdırılır, üzerine gezdirilir.
(Narin, 2001: 28; İnce, 2004: 16).
Etli mantı: 3,5 sb un, tuz, 1 yumurta ve su ile kulak memesi yumuşaklığında bir hamur yoğrulur, beziler5 yapılır. Ekmek tahtasında yufka şeklinde açılır, 2cm2’lik kareler şeklinde kesilir. İnce kıyılmış 1 kuru soğan, 250
g kıyma, ¼ demet maydanoz, 1 tk kırmızı toz biberi, 1 tk karabiber ve
tuz ile harç hazırlanır. Kesilen hamurları ortasına koyulur ve köşelerinden
kapatılır. Kaynar tuzlu su içersinde pişirilir. Üzerine yağda kavrulmuş salça
koyularak servis edilir. (Narin, 2001: 29; İnce, 2004: 17).
Peynirli erişte: Kaynayan tuzlu su içersinde 2 sb kavrulmuş erişte haşlanır. Fazla suyu süzülür. 2 yk tereyağı kızdırılıp, 1 çb çömlek peyniri ile
beraber erişte ile karıştırılır. (Narin, 2001: 28; İnce, 2004: 17).
Samsa mantı (kuş dili): Un, su, tuz ile katı bir hamur yoğrulur. İnce bir
şekilde açılır. 3 cm genişliğinde şeritler halinde kesilir. Üst üste konularak
küçük üçgenler şeklinde kesilir. Kaynar suda haşlanır ve süzülür. Sarımsaklı
yoğurtla karıştırılır. Kıyma, biber, domates ve salça birlikte kavrulur, üzerine dökülerek yenilir. (Kayıran, 2000).
Börekler
Bazlama: ½ sb ılık suda 1 tk şeker ve 1 paket yaş maya bekletilir. 6 sb
unun içersine dökülür ve yeterince ılık su ile hamur yapılır. 2-3 saat mayalandırılır, hamur tahtasında açılır ve sacda pembeleşene kadar pişirilir.
Tereyağı ile yağlanır. (Narin, 2001: 38).
Çığırtma/Cığıtma: 1 kg un, 2 yk maya, tuz ve su ile kulak memesi yumuşaklığında hamur yoğrulur. Mayalanınca cevizden biraz büyük bezeler
yapılıp merdane ile açılır. Arasına peynirli maydanozlu iç koyulup kapatılır,
kızgın yağda kızartılır. (Tuğ, 2000; Özbek, 2000).
Göre ekmeği: 1 kova unun içersine 1 paket yağ maya, 2 kg haşlanmış
patatesin rendesi, yeterince tuz ve su katılarak yumuşak bir hamur yapılır,
mayalandırılır. Bezilere ayrılır, küreklere konulup yassı hale getirilir. Kara
fırınlarda pişirilir. (Narin, 2001: 39).
5
Orta boy patates büyüklüğünde hamur yumağı, beze (Narin, 2001: 29).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
169
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
Ispanaklı tandır böreği: 4,5 sb un geniş bir kaba elenir, 1,5 yk tuz eklenir, ortası açılır, maya ve şeker ¼ sb su ile ezilip koyulur. Üzerine biraz
un serpilir, ılık ortamda maya kabarana kadar bekletilir. 1,25 sb ılık su
azar azar eklenerek yumuşak bir hamur hazırlanır, ele yapışmaz duruma
gelene kadar yoğrulur, 1 saat mayalandırılır. 2 orta boy soğan ile 1 kg
ıspanak kavrulur, tuz ve karabiber ile lezzetlendirilir. Hamurdan bezeler
yapılır, tepsi büyüklüğünde açılır. Yufka araları yağlanarak her iki yufkada
bir ıspanaklı harçtan koyularak üst üste koyulur. 1 yumurta ¼ sb yoğurt
ile karıştırılır ve böreğin üzerine sürülür. Önceden ısıtılmış fırında yaklaşık
30 dk pişirilir. (Narin, 2001: 37; İnce, 2004: 20).
İşleme: 4 sb un, 1 tk tuz ve yeterince su ile kulak memesi yumuşaklığında
hamur yoğrulur. Bezelere ayrılır, nemli bez altında dinlendirilir. Maydanoz kıyılır ve peynirle karıştırılır. Bezeler açılır ve çırpılmış yumurta sürülür.
Harçtan koyularak kapatılır. Sac üzerinde alt üst edilerek pişirilir. Üzerine
tereyağı sürülerek yenilir. (İnce, 2004: 21).
Kömbe: Esmer undan mayalı hamur hazırlanır. Mayası gelince ½ cm inceliğinde 10 cm çapında hazırlanarak, iki sac arasında pişirilir. (Narin, 2001:
39).
Patatesli: Patates haşlanır ve soğan, salça ile kavrulur; tuz, kırımızı biber,
pul biberi, karabiber ile lezzetlendirilir. Hamura koyulup pişirilir. (Narin,
2001: 38).
Soğanlama: ½ kg soğan, ½ kg kıyma, 4 domates, 4 sivri biber 3 yk sıvıyağ ile kavrulur, kıyılmış maydanoz, tuz, karabiber ve pul biber ile lezzetlendirilir. Hamur içine koyulup pişirilir. (Narin, 2001: 38).
Şekerli: Açılan hamura sıvıyağ sürülür, şeker serpilerek pişirilir. (Narin,
2001: 38).
Hamur Tatlıları
Aside: Yağda un kavrulur, pekmez ve şeker katılır. Kaşık ile düzeltilip tabaklara konulur. (Akgün, 2000; Narin, 2001: 30; İnce, 2004: 17).
Baklava: İki yumurta, 1 çb yoğurt, 1 çb sıvıyağ, 1 tk soda ve alabildiğince
un ile kulak memesi yumuşaklığında bir hamur yoğrulur. Bezeler yapılıp
dinlendirilir. Nişasta serperek incecik açılır. Oklavaya yarısına kadar sarılır,
ortadan kesilir (istenirse içine ceviz konulabilir). Oklava üzerinde büzülür
ve çıkartılarak kibrit kutusu büyüklüğünde kesilir, tepsiye dizilir. Diğer yarı-
170
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
sına da aynı işlem uygulanır. Üzerine 1 sb eritilmiş tereyağı gezdirilir. Pembeleşene kadar fırında pişirilir. 4 sb şeker, 4 sb su ile kaynatılır, indirmeye
yakın limon sıkılır. Hamur soğukken ılık şurup gezdirilir. (Narin, 2001: 31,
32; İnce, 2004: 18).
Bulamaç: 5 yk un, 1 sb pekmez ve ½ tk tuz karıştırılır. 4 sb su azar azar
dökülerek sıvı hale getirilir, kısık ateşte kıvam alana kadar pişirilir ve servis
edilir. (Narin, 2001: 32; İnce, 2004: 18).
Dolaz: Yumurta, un, su6 ile bulamaç yapılır. Yağ içersinde pembeleşene
kadar karıştırılır. Lengere alınıp, üzerine pekmez7 konulur. (Akgün, 2000;
Narin, 2001: 16; İnce, 2004: 11; Atacan, t.y.: 170).
Dolma: Yağla un kavrulur, üzerine pekmez, şeker veya bal dökülerek servis edilir. (Narin, 2001: 29; İnce, 2004: 17).
İrmik tatlısı: Yağda irmik kavrulur, kaynamış şeker ilavesiyle pişirilir. (Narin, 2001: 29; İnce, 2004: 17).
Kıvırma: Bir çb yoğurt, 1 adet yumurta, 1 çb sıvıyağ, ½ tk soda, 1 tk tuz,
1 çb şeker ve yeterince un karıştırılarak, kulak memesi yumuşaklığında bir
hamur yoğrulur. Hamur tahtasında çok ince açılır ve dört parça şerit halinde kesilir. Büzülür ve kıvrılır, tepsinin ortasından başlayarak yuvarlanarak
tepsiye dizilir. 5 yk tereyağı eritilip üzerine gezdirilir. Pembeleşene kadar
fırında pişirilir, üzerine soğuk şerbet dökülür (Narin, 2001: 31; İnce, 2004:
18).
Un helvası: 1 sb tereyağında 300 g un pembeleşene kadar kavrulur. 3 sb
su ile 3 sb şeker kaynatılarak şurup hazırlanır. Una dökülerek iyice karıştırılır. Koyulaşınca ateşten alınır ve kapağı kapatılarak demlendirilir. (Fındık,
2000).
Sütlü ve Hafif Tatlılar
Aşure (şire çorbası): Fasulye ve nohut haşlanır. Yarma ile beraber bir tencerede pişirilir. Yeterince pekmez ve su eklenir. Kıvamı çorba gibi olduktan
sonra üzerine fındık, fıstık, çetene, tuz ve ceviz serperek servis edilir. (Narin, 2001: 30; İnce, 2004: 18).
Sütlaç: Yarım sb pirinç, 1,5 sb su ile yumuşayıncaya kadar pişirilir. 1,5 yk
6
7
Veya süt (NB, 2000: 54).
Veya şeker kestirmesi veya bal (NB, 2000: 54).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
171
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
nişasta 5 sb süt ile açılır ve pirince eklenir. 10 dk ardından 1,75 sb şeker
ilave edilir ve 2 dk daha pişirilir. Kâselere paylaştırılır, üzerine tarçın serperek soğutulur. (Narin, 2001: 35; İnce, 2004: 20).
Sebze ve Meyve Tatlıları
Ayva tatlısı: Üç orta boy ayva boyuna ikiye bölünür, çekirdek yatakları
çıkarılır. Kaynar 1 sb su ile tencereye koyulur. Yumuşayana kadar pişirilir.
Üzerine 1 sb şeker serpilir ve 5-6 dk daha kaynatılır. Tepsiye alınır, üstten
ısıtmalı fırında ayvaların üstü hafif kahverengileşene kadar 10-15 dk kızartılır. Soğuyunca, ortalarına kaymak koyularak ve kıyılmış Antep fıstığı
serperek servis edilir. (Narin, 2001: 34; İnce, 2004: 19).
Hoşaf: Kurutulmuş üzüm, kayısı, erik vb şeker ve su ilavesiyle pişirilir. (Narin, 2001: 30; İnce, 2004: 17).
Kabak tatlısı: Bal kabağı soyularak kibrit kutusu büyüklüğünde doğranıp
yıkanır. Tencereye konur ve az su ile pişirilir. Üzerine pekmez dökülerek
servis edilir. (Narin, 2001: 30; İnce, 2004: 17).
Kayısı dolması: Genellikle bitirgen denilen tatlı kayısıdan yapılır.
30 adet kuru kayısı yıkanır, bir gece önceden su ile ıslatılır. Kendi suyunda
20 dk pişirilir. Üzerine ½ sb şeker serpilir. 8-10 dk kısık ateşte pişirilir. Süzgeçle sudan alınır ve ortaları açılır. İnce kıyılmış 1/3 sb badem veya ceviz ile
doldurulur. Açık kısımları üste gelecek şekilde servis tabağına yerleştirilir.
Şurubu 3-5 dk kaynatılıp koyulaştırılır. Kayısıların üzerine dökülür. Soğuyunca üzerine kaymak koyularak yenilir. (Narin, 2001: 34; İnce, 2004: 19).
Kayısı tatlısı: Aynen incir gibi yapılır. (Narin, 2001: 30).
Köftür: Bakır leğene üzüm şırası konulur. Karıştıra karıştıra un ilave edilir.
Ocak üzerinde karıştırarak koyulaşana kadar pişirilir. Ardından geniş bir
tepsiye dökülür. İyice soğuduktan sonra baklava dilimi şeklinde kesilir ve
güneşte kurutulur. (Gürsu, 2001: 11; Göncü vd., 2010: 743).
Pekmezli karışık hoşaf: 6 adet kuru erik, 18 dilim kuru elma, ¼ sb kuru
üzüm, 7 sb su içersinde yarım gün ıslatılır. Islatma suyu ile birlikte meyveler
yumuşayıncaya kadar pişirilir. Pekmez ilavesiyle 2 taşım daha kaynatılıp
tüketilir. (Narin, 2001: 35; İnce, 2004: 20).
Yemiş tatlısı: İncir yıkanır, tencere içersinde az yağda iki çevrilir, ılık su ve
pekmez ilavesiyle pişirilir. (Narin, 2001: 30; İnce, 2004: 17).
172
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
Muhtelif Yemek ve Tatlılar
Beyaz bulamaç: 5 yk un, ½ tk tuz, 4 sb su ile sıvı hale getirilir. Kısık ateşte
koyu bir kıvam alana kadar pişirilir. 3 yk tereyağında 1 yk kırmızı toz biberi
kızdırılır ve bulamacın üzerine dökülerek servis edilir. (Narin, 2001: 33;
İnce, 2004: 19).
Diş buğdayı: Buğday düdüklü tencerede pişirilir. İsteğe göre mercimek,
nohut, kuru fasulye de haşlanıp içine katılır. İster tuzlu, ister şekerli 1 yk
ceviz ezmesi ilave edilerek yenilir. (Özbek, 2000).
Gendi(r)me: Yarma iyice haşlanır. Yağ ve et8 ilavesiyle çömleğe koyulur.
Ağzı kapatılarak akşama kadar tandırda pişirilir. (NB, 2000: 53; Narin,
2001: 40; Gürsu, 2001: 11; İnce, 2004: 21).
Hamur köftesi: 2 sb düğ, 2 sb un, 1 tk kırmızı biber, tuz ve su ile sert bir
hamur yoğrulur. Nohut büyüklüğünde yuvarlaklar yapılır. Kaynar su içersinde pişirilir. Tavada yağ içinde ince doğranmış 1 soğan salça ile kavrulur.
Köftelere eklenip bir iki taşım kaynatılır. (Narin, 2001: 42; İnce, 2004: 22).
Yeşil mercimek yemeği: Yağda doğranmış 2 soğan ve 100 g kuşbaşı et
kavrulur. 2 yk salça ve 1 sb mercimek katılarak karıştırılır. Tuz ve su ilavesiyle pişirilir. (İnce, 2004: 22).
Ekmek ve Ekmekten Yapılan Yiyecekler
Bazlama yağlaması: Tereyağı eritilip kızdırılır. İçine pekmez katılıp 2-3
dk kaynatılır. Bazlamalar küçük küpler şeklinde doğranır, tepsiye dizilir.
Pekmez, tereyağı karışımı üzerine dökülür. (Gürsu, 2001: 6).
Bazlama: Un, maya, ılık su ve tuz ile mayalı hamur hazırlanır. Yoğrulurken
içine haşlanmış rende patates katılır. Mayalanan hamur küçük bezelere
ayrılır. Yarım cm kalınlığında açılır. Peynir, kıyılmış maydanoz ile harç hazırlanır, açılan hamurun ortasına yayılır, diğer yarısı katlanarak yarın daireler
elde edilir. Üzerlerine yumurta sarısı sürülür ve ekmek pişirilen taş fırında
sac üzerinde pişirilir. (Gürsu, 2001: 6).
Hamursuz: 2 kg unun ortası açılır, 1 sb yoğurt, maya, tuz ve biraz sıvıyağ
konulur, ılık su ile yumuşak bir hamur yoğrulur. Bezelere ayrılır ve ince
yufkalar şeklinde açılır. Yufkaların üzerine önceden kızdırılmış sıvıyağ gez8
Et yerine kurutulmuş kemik de kullanılabilir (Narin, 2001: 40).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
173
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
dirilir ve her tarafı yağlanır. Rulo şeklinde sarılır, iki ucundan tutulup biri
sağa biri sola olmak üzere kıvrılır. Sündürülüp inceltilir. İyice inceltilen rulo
ucundan başlayarak daire şeklinde sarılır. Merdaneyle 1 cm kalınlığında
açılır, üzerine yumurta sarısı sürülür. Önceden ısıtılmış fırında kızarana kadar pişirilir. (Gürsu, 2000).
Omaç: 1-2 adet yufka parçalanır, 2 yk tereyağında kavrulur. Üzerine çırpılmış 4 yumurta eklenir, pul biberi ekilerek yenilir. (Çayır, 2000).
Yöresel Çarşı Yemekleri
Testi kebabı: Etler kuşbaşından daha küçük parçalar halinde kesilir. Domates, biber, soğan, sarımsak ince doğranır. Etler altta kalacak şekilde
testi malzemelerle doldurulur. Aralara tereyağı yerleştirilir. Testinin ağzı
kapatılır. Fırında ortalama 2 saat pişirilir. Testinin baş kısmı fazla parçalanmadan kırılır ve tüketilir. (Çayır, 2002: 19).
Yemeklerle İlgili Hikâyeler
Hacı Bektaş Veli, yörede bir yerde yemek yemek isteğiyle durmuştur. Önüne bir tabak yumurta konur fakat misafirperver ev sahibi, yumurtanın yenilebilmesi için en gerekli malzeme olan tuzu birçok kere istemesine rağmen
getiremez. Derviş bir mucize gerçekleştirir ve bu köyün bir daha tuzsuzluk
çekmeyeceğini söyler. Bastonunu toprağa koyar ve şu an Hacıbektaş’ta
bulunan tuz ocaklarını açar. (Halme, 2006: 50; Karakaya, 2007: 38).
Kayseri’den yola çıkan Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, Sinasos’a varır. Ekmek
yapan kadınlardan biri: “Derviş Baba buyur ekmek al. Kusura bakma ekmeğimiz karadır ki, buğday eksek arpa biter” der. Bunun üzerine Hacı
Bektaş-ı Veli “Toprağınız bereketli olsun, arpa diye ektiğiniz buğday, ekmeğiniz ak olsun.” diye dua eder. (Anonim, t.y.: 121).
17. Sonuç
Nevşehir mutfağı da en az diğer bölgelerimizin mutfak kültürü kadar çeşitlidir ve kendine özgü tarifler, uygulamalar barındırmaktadır.
Geniş kapsamlı “mutfak kültürü alan araştırmaları” yaparak, elde edilen
bilgilerin uzmanlarca uygulanıp, fotoğraflanması ve ardından besin değerleri açısından incelenmesi; ilgili kurum ve kuruluşlarla iş birliği yapılarak
tanıtım-koruma faaliyetleri yürütülmesi önerilmektedir.
174
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Mutfak Kültürü ve Yemekleri
Kısaltmalar
sb
çb
tk
yk
dk
m
su bardağı
çay bardağı
tatlı kaşığı
yemek kaşığı
dakika
metre
Kaynaklar
Anonim. (t.y.). Bir Rüyaya Uyumak: Kapadokya. İstanbul: Yelken Basım (Nevşehir
Valiliği).
Atacan, Veysel (Editör). (t.y.). 81 İlin Yöresel Yemekleri. Ankara: TDV Yayın Mat.
Avaz, Nurettin ve Güllü, Metin. (2008). AB Destekli Kalkınma Programları Çerçevesinde Yerel Halkın Yöresel Mutfak Konusunda Bilinçlendirilmesi Üzerine
Örnek Bir Proje Uygulaması. II. Gastronomi Sempozyumu ve Sanatsal Etkinlikler. 10-11 Nisan 2008, Antalya.
Aytekin, Osman. (2011). “Derinkuyu’da Ölüm Âdetleri”. Nevşehir Halk Kültürü
Araştırmaları 1 (Editör: Adem Öger). Nevşehir: Nevşehir Üniversitesi Yayınları.
Bayrak, M. Orhan. (2005). İlk ve Orta Çağda Anadolu Tarihi. İstanbul: Bir Harf
Yayınları.
Boniface, Brian ve Cooper, Chris. (2009). Worldwide Destinations: The Geography of Travel and Tourism (5. Baskı). Slovenia: Elsevier.
Büyük Türkçe Sözlük (BTS). (t.y.). Kişmiş. Türk Dil Kurumu. http://tdkterim.gov.tr/
bts/, Erişim Tarihi: 17.08.2011.
Çayır, Serdar. (2002). Nevşehir Yöresi Halk Mutfağı. (Yayımlanmamış alan çalışması). Konya: Selçuk Üniversitesi, Aile Ekonomisi ve Beslenme Eğitimi Bilim
Dalı.
Çuhadar, Mehmet. (1997). Kapadokya. İstanbul: Rehber Basım Yayın Dağıtım.
Davidson, Alan. (2002). Akdeniz Balık Yemekleri (2. Baskı). Ankara: Dost Kitabevi.
Göncü, Ali., Tokatlı, Fadime ve Hayta, Mehmet. (2010). Geleneksel Nevşehir Köftürü Üretimi. 1. Uluslararasi “Adriyatik’ten Kafkaslar’a Geleneksel Gidalar”
Sempzoyumu. 15-17 Nisan 2010, Tekirdağ.
Gürsu, Keziban. (2001). Nevşehir Yöresi Geleneksel Yemekleri. (Yayımlanmamış
alan çalışması). Konya: Selçuk Üniversitesi, Aile Ekonomisi ve Beslenme
Eğitimi Bilim Dalı.
Halme, Ayşe Şerife. (2006). 19 yy 2. Yarısında Nevşehirin Sosyal ve Ekonomik Durumu (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Niğde: Niğde Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
175
Osman GÜLDEMİR - Nermin IŞIK
İnce, Murat. (2004). Nevşehir Yöresinde Yemek Kültürü. (Yayımlanmamış alan çalışması). Konya: Selçuk Üniversitesi, Aile Ekonomisi ve Beslenme Eğitimi Bilim Dalı.
İşçen, Yavuz. (2011). Ürgüp Düşler Ülkesinde Bir Kültür Yolculuğu. Ankara: Ürgüp Tanıtma Vakfı Yayınları.
Karaaslan, Mehmet. (2009). Kapadokya Bölgesi’nde Yapılan Kışlık Hazırlıklar ve
Gıda Maddelerinin Muhafazası. II. Geleneksel Gıdalar Sempozyumu. 2729 Mayıs, Van.
Karakaya, Meliha. (2007). Seyahatnamelerde Nevşehir (Yayımlanmamış yüksek
lisans tezi). Niğde: Niğde Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yakınçağ
Tarihi Bilim Dalı
Mandeville, John. (2000). Turkey. London: New Holland Publishers.
Narin, Yusuf. (2001). Nevşehir Yöresinde Yemek Kültürü. (Yayımlanmamış alan çalışması). Konya: Selçuk Üniversitesi, Aile Ekonomisi ve Beslenme Eğitimi Bilim Dalı.
Nevşehir Belediyesi (NB). (2010). Nevşehir Kent Rehberi. Nevşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü.
Roden, Claudia. (2007). Arabesque: a taste of Morocco, Turkey, and Lebanon.
China: Knopf, Borzoi Books.
Sevindik, Hüseyin. (2011). “Nevşehir Yöresi Doğum Adetleri”. Nevşehir Halk Kültürü
Araştırmaları 1 (Editör: Adem Öger). Nevşehir: Nevşehir Üniversitesi Yayınları.
Şenkardeş, İsmail. (2010). Ürgüp (Nevşehir) Yöresinin Geleneksel Halk İlacı Olarak
Kullanılan Bitkileri (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). İstanbul: Marmara
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Farmasötik Botanik Anabilim Dalı.
Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nde Söz Arama (TTASSA). (t.y.). Kayıt. http://
www.tdkterim.gov.tr/ttas/?kategori=derlay&kelime=kayıt, Erişim Tarihi:
17.08.2011.
Kaynak Kişiler
Akgün, Makbule. (d. 1933). Ev Han. Nevşehir. Görüşme tar.: 16.07.2000.
Baş, Nezihe (d. 1958). Ev Han. Avanos, Nevşehir. Görüşme tar.: 16.07.2000.
Çakır, Meliha. (d. 1927). Ev Han. Ürgüp, Nevşehir. Görüşme tar.: 04.01.2005
Çayır, Emsal. (d. 1960). Ev Han. Avanos, Nevşehir. Görüşme tar.: 16.07.2000.
Fındık, Sevim. (d. 1962). Ev Han. Avanos, Nevşehir. Görüşme tar.: 16.07.2000.
Gökçesöz, Şefika. (d. 1926). Ev Han. Avanos, Nevşehir. Görüşme tar.: 16.07.2000.
Gürsu, Hanife. (d. 1923). Ev Han. Nevşehir. Gör Görüşme tar.: 16.07.2000.
Güven, Ayten. (d. 1941). Ev Han. Nevşehir. Görüşme tar.: 16.07.2000.
Kayıran, Fatma. (d. 1957). Ev Han. Avanos, Nevşehir. Görüşme tar.: 16.07.2000.
Kıran, Zeliha. (d. 1915). Ev Han. Nevşehir. Görüşme tar.: 16.07.2000.
Özbek, Belkızar. (d. 1957). Ev Han. Avanos, Nevşehir. Görüşme tar.: 16.07.2000.
Tuğ, Nadide. (d. 1946). Ev Han. Nevşehir. Görüşme tar.: 16.07.2000.
176
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
GÖREME AÇIKHAVA MÜZESİ’NİN SUNUM SORUNLARININ
İNCELENMESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ
ANALYSIS AND EVALUATION OF GÖREME OPEN AIR MUSEUM’S
PRESENTATION PROBLEMS
Özgün ÖZÇAKIR* - Neriman ŞAHİN GÜÇHAN**
ÖZET
Dünya Miras Alanı Kapadokya’da bulunan Göreme Açıkhava Müzesi, M.S. 4. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar yoğun bir şekilde manastır
hayatı yaşanmış kaya oyma yerleşimidir. Duvarları hristiyanlıkla ilgili
duvar resimleriyle boyanmış kaya oyma mekanların bulunduğu Göreme Açık Hava Müzesi, manastır eğitim sisteminin başladığı yer olarak kabul edilir. Göreme Açıkhava Müzesi, İzmir’deki Efes Örenyeri
ve Denizli’deki Hierapolis Örenyeri’nden sonra, 778,010 ziyaretçisiyle 2010 yılında Türkiye’de en çok ziyaret edilen üçüncü açıkhava
müzesidir.1 Göreme Açıkhava Müzesi’ne, 1991 yılında hazırlanan
Çevre Düzenleme Projesi ile alanın sunumuyla ilgili bazı düzenlemeler yapılmış ve o tarihten sonra da Göreme Açıkhava Müzesi Çevre
Düzenlemesi bütüncül olmayan çeşitli müdahaleler görmüştür.2 Bu
müdahaleler, yeni bir müze mağazasının inşaasından bilgilendirme
panolarına kadar bir çok uygulamayı içermektedir. Ancak, bütüncül olmayan mevcut çevre düzenlemesinin yeterli olmadığı konusu
Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararlarında ile
konuyla ilgili diğer kurumların yazışmalarında sıkça dile getirilmiştir.
* Arş. Gör., ODTÜ, Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Ana Bilim Dalı
e-posta:[email protected]
** Doç. Dr., ODTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Restorasyon Ana Bilim Dalı
e-posta:[email protected]
1
Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİMM Müze ve Örenyeri ( 2010 Yılı Toplam ) İstatistikler. Erişim tarihi:
6 Mayıs 2011 http://dosim.kulturturizm.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFA
AF6AA849816B2EFA510106937B3F39C
2 Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Arşivi, Göreme Açıkhava Müzesi ile ilgili verilen kararlar
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
177
Özgün ÖZÇAKIR - Neriman ŞAHİN GÜÇHAN
Bu bildiride, Göreme Açıkhava Müzesi’nin sunumuna ilişkin devam
etmekte olan yüksek lisans tez çalışması3 kapsamında yapılan alan
araştırmalarının bir kısmı sunulacaktır. Göreme Açıkhava Müzesi’nin
sunumunun mevcut durumuyla ilgili yapılan tespitler; doğal çevre,
yollar, yapılı çevre, bakı noktaları, bilgilendirme panoları gibi sunum
ve peyzaj elemanları ve kullanım başlıkları altında incelenecek ve bu
inceleme sonucunda bir ön değerlendirme yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Göreme Açıkhava Müzesi, Sunum, Çevre Düzenleme Projesi
ABSTRACT
Göreme Open-air Museum is Turkey’s third most visited openair museum after Ephesus in İzmir and Hierapolis in Denizli with
778,010 visitors in 2010. As a result of Environmental Arrangement
Projects which was prepared in 1991, some arrangements are done
to presentation of Göreme Open-air museum. After 1991, several
interventions are also done to Environmental Arrangement Project
of Göreme Open-air Museum but these interventions are not done
in complementary approach. These interventions range from construction of new museum shop to design of information panels. Insufficiency of current environmental arrangement project is often
mentioned in the decisions of Nevşehir Council of Conservation of
Cultural and Natural Entities and other public instuitions interested
in Göreme Open-air museum.
In this paper, part of the ongoing master thesis that is related to presentation of Göreme Open-air Museum will be presented. Analysis
on the current state of presentation of Göreme Open-air Museum
will be done under the titles of natural environment, roads, buildings, view points, information panels etc. After the analysis phase,
preliminary assessment will be made.
Key Words: Göreme Open-Air Museum, Presentation, Environmental Arrangement Project
3
“Kültürel ve Doğal Miras Alanlarının Sunum Problemi: Göreme Açıkhava Müzesi İçin Bir Öneri.” başlıklı tez, ODTÜ Mimarlık Bölümü Mimarlık Anabilim Dalı Restorasyon Yüksek Lisans
Programı’nda Doç. Dr. Neriman Şahin Güçhan yürütücülüğünde Araş. Gör. Özgün Özçakır tarafından çalışılmaktadır.
178
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Göreme Açıkhava Müzesi’nin Sunum Sorunlarının İncelenmesi ve Değerlendirilmesi
Giriş
Dünya Miras Alanı Kapadokya bölgesinde yer alan Göreme Açıkhava
Müzesi, kültürel ve doğal önemi nedeniyle her yıl çok sayıda turist çekmektedir. Ziyaretçilerine farklı deneyimler sunan duvar resimleriyle boyanmış kaya oyma mekanları ile önemli bir turistik potansiyele sahip Göreme Açıkhava Müzesi’nin, alanın nasıl gezileceğine dair stratejileri içeren
bir sunum programı yoktur. Bu bildiride, Göreme Açıkhava Müzesi’nin
günümüzde nasıl sunulduğu incelenecek ardından, Göreme Açıkhava
Müzesi’nin sunum sorunları değerlendirilecektir.
Resim 1. Göreme Açıkhava Müzesi’nden bir görüntü, karşıda “Karanlık Kilise”
Bu bildiri üç bölümden oluşmaktadır. Bildirinin ilk bölümünde, Kültürel
ve Doğal Miras sunumun tanımı yapılacak ve tarihinden kısaca bahsedilecek, Freeman Tilden’in ve ICOMOS Ename Tüzüğü’nce tanımlanmış
ilkeler özetlenecektir. Bildirinin ikinci bölümünde ise, Göreme Açıkhava
Müzesi’nin mevcut durumundan ve bugüne kadar Göreme Açıkhava
Müzesi’nde sunuma yönelik yapılan çalışmalardan; üçüncü bölümünde
çeşitli başlıklar altında Göreme Açıkhava Müzesi’nin sunum varolan programından bahsedilecektir. Bildirinin sonuç bölümünde ise Göreme Açıkhava Müzesi sunum programı yönünden değerlendirilecektir.
1. Kültürel ve Doğal Miras Sunumu’nun Tanımı ve Kapsamı
Kültürel ve Doğal Mirasın Sunumu sistemli olarak ilk defa, Amerika Birleşik
Devletleri Milli Parklar Dairesi’nde görevli Freeman Tilden tarafından dile
getirilmiştir.4 Freeman Tilden 1957 yılında yayınlanan “Interpreting Our
4
Kültürel ve doğal miras sunumu Freeman Tilden öncesinde ilk olarak doğabilimci John Muir ve
sonrasında yine bir doğabilimci olan John Enos Mills tarafından dile getirilmiştir. ABD’de Yosemite
Ulusal Parkı’nın kuruluşuna öncelik eden Muir, kültürel ve doğal mirasının sunumuyla insanla-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
179
Özgün ÖZÇAKIR - Neriman ŞAHİN GÜÇHAN
Heritage”5 kitabında kültürel ve doğal miras sunumunu; “kültürel veya
doğal mirasın anlamını ortaya çıkaran ve bunu kültürel veya doğal miras
nesnesini, yapısını, peyzajını ya da alanını sunum sürecine birinci derecede
dahil ederek yapan her türlü iletişim süreci” şeklinde tanımlamaktadır.
(Tilden: 2008,25) Tilden aynı kitabında, kültürel ve doğal miras sunumu
için altı ilke tanımlamaktadır. Bu ilkelerin kapsamında, kültürel ve doğal
miras sunumun nasıl olması gerektiği, kültürel ve doğal miras sunumun
amacı ve “salt bilgi” ile “sunum” farkları gibi konulara değinilmektedir.
Tilden’in altı ilkesi şu şekilde özetlenebilir:
a. Ziyaretçi; sunumu yapılan nesne, yapı, peyzaj ya da alan ile – sunum
programı aracılığı ile – doğrudan bir ilişki kuramıyorsa, yapılan sunum kısır
ve faydasızdır.
b. Bilgi tek başına sunum değildir. Sunum bilgiye dayanarak sunulacak
alanın anlamının ortaya çıkarılmasıdır. Alanın sunumun yapılabilmesi için
bilgiye ihtiyaç duyulmakla beraber sunum ve bilgi farklı şeylerdir.
c. Sunulan nesne; ister bilimsel, ister tarihi, isterse de mimari olsun; sunum bütün sanatları birleştiren bir sanattır ve her sanat bir dereceye kadar
öğretilebilir.
d. Sunumun asıl amacı öğretmek değil, ziyaretçiyi kışkırtmak/provoke etmektir.
e. Sunum programı; bütünün parçalarını sunmamalı, hiçbir parçayı atlamadan bütüne odaklanmalıdır.
f. Çocuklara yönelik hazırlanan sunumlar yetişkinler için hazırlananlarla
aynı olamaz. Farklı yaş grupları için farklı sunum programları geliştirilebilir.
(Tilden:2008,25-36)
Tilden’dan sonra kültürel ve doğal mirasın sunumu konusunda bir çok
akademik çalışma yapılmakla beraber, sunum konusunda bir çok proje de
uygulamaya geçirilmiştir. 2002 yılında ICOMOS, Ename Tüzüğü adıyla sunum üzerine bir tüzük yayınlamıştır. Bu tüzük sunum konusunda yayınlanan ilk uluslararası tüzük olması nedeniyle önemlidir. Ename Tüzüğü’nde
rın sunulan miras alanını anlayacağını ve alanı korumak için çaba göstereceğini söylemektedir.
Muir’in desteği ile sunum üzerine çalışnmaya başlayan Mills’in, kültürel ve doğal miras sunumu
konusunda çok sayıda makalesi vardır.
5 Tilden, Freeman. Interpreting Our Heritage. 4th ed. North Carolina: The University of North Carolina Press, 2008
180
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Göreme Açıkhava Müzesi’nin Sunum Sorunlarının İncelenmesi ve Değerlendirilmesi
interpretation/yorumlama ile presentation/sunum ayrı ayrı tanımlanmış
ve yedi sunum ilkesi maddelenmiştir. ICOMOS Ename Tüzüğü’ne göre
interpretation/yorumlama kamu bilincini yükseltmek ve kültürel miras
anlayışı geliştirmek için tasarlanmış potansiyel faaliyetlerin tümünü ifade
etmektedir. Bu faaliyetler, basılı ve elektronik yayınlar, halka açık konferanslar, alan içinde ve alan dışında yer alan yerleştirmeler, eğitim programları, toplumsal faaliyetler, devam eden araştırma ve eğitim programları ile
interpretation/yorumlama programının kendisinin değerlendirilmesi içerir.
Presentation/sunum ise kültürel miras alanının sunum içeriğinin hazırlanması ile fizikel erişimi ve sunum altyapısının bir bütün olarak planlanmasıdır. Zorunlu olmamakla beraber multimedya uygulamaları ve website’leri gibi günümüz teknolojilerini kullanarak da yapılabilecek bu planlama;
bilgilendirme panoları, müze tipi sergilemeler, tasarlanmış yürüyüş patikaları, eğitimler ve rehberli turlar ile sağlanabilir. En son 16 Mart 2007
tarihinde güncellenen Ename Tüzüğü’nde tanımlanan yedi sunum ilkesi
ise şu şekilde özetlenebilir:
a. Erişim ve Anlama: Kültürel miras alanının ziyaretçiler tarafından anlaşılmasını ve kültürel miras alanının değerinin farkına varılmasının gerekliliğini tanımlar. E name Tüzüğü’ne göre kültürel miras alanın değerinin
anlaşılmasıyla, kamusal bilinç oluşur ve alanın korunması ile sürekliliği
sağlanabilir.
b. Bilgi Kaynakları: Kültürel miras alanının sunum programı hazırlanırken;
kültürel miras alanını dikkatli bir şekilde belgeleyen bilgi kaynakları, bilimsel ve akademik yöntemler doğrultusunda kullanmalıdır.
c. Bağlam ve Yerleşim: Kültürel miras alanının somut ve somut olmayan
değerlerinin, alanın kendi kültürel/ doğal yerleşiminde ve bağlamında korunması gerekir.
d. Özgünlük: Kültürel ve Doğal miras alanlarının özgünlüğüne saygı duyulması gerekmektedir. Sunum altyapısı hazırlanırken bu özgünlüğün korunması ve alanın özgünlüğüne zarar verilmemesi gerekmektedir.
e. Sürdürülebilirlik: Kültürel ve Doğal Miras alanlarının sürdürebilirliğini;
kamuya alanı anlatarak, kamunun devam eden koruma çalışmalarına katılımını sağlayarak ve sunum alt yapısını sürekli güncelleyip bakımını yaparak sağlamak gerekir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
181
Özgün ÖZÇAKIR - Neriman ŞAHİN GÜÇHAN
f. Kapsayıcılık: Sunum programın geliştirilmesinde bütün paydaşlar tasarım sürecine dahil edilmelidir.
g. Araştırma, Değerlendirme ve Eğitim: Kültürel ve Doğal Miras alanlarının
sunumu için yeni teknolojileri kullanan, araştırma ve eğitim odaklı teknik
ve profesyonel ilkeler geliştirilmelidir. Bu ilkeler kendi bağlamlarında sürdürülebilir olmalıdır.
Tilden’in bahsettiği ilkeler ile ICOMOS Ename Tüzüğü’nün ilkeleri değerlendirildiğinde, ilkelerin bütün kültürel veya doğal miras alanları için geçerli olduğu söylenebilir. Ancak, alanların özelliklerine göre farklı uygulamalara gidilmesi gerekmektedir. Örneğin içinde yaşamın devam ettiği
bir yerleşimde hazırlanacak sunum programının yerleşimde yaşayanların
hayatına ne kadar müdahale edeceği bir sorunken, artık yaşantının olmadığı bir alanda – örneğin arkeolojik alanlarda – böyle bir sorunla karşılaşılmamaktadır. Bu nedenle her alan için farklı öneriler geliştirilmesi, farklı
önerilerin geliştirilebilmesi için de sunulacak doğal veya kültürel miras alanının her yönüyle analiz edilmesi gerekmektedir.
2. Göreme Açıkhava Müzesi’nin Mevcut Durumu
Bildirinin bu bölümünde, Göreme Açıkhava Müzesi’nin yerinden, tarihsel öneminden, ziyaretçi sayısından ve bugüne kadar Göreme Açıkhava
Müzesi’nde sunuma yönelik yapılan çalışmalardan bahsedilecektir.
Harita 1. Göreme Açıkhava Müzesi’nin çevre ilçelere göre konumu
Göreme Açıkhava Müzesi, Nevşehir’e 13 km. uzaklıkta ve Göreme kasabasının 2 km. doğusunda yer alır (Harita 1). Göreme Açıkhava Müzesi,
1985 yılında ilan edilen Göreme Milli Parkı içinde yer alır. Aynı zamanda,
Göreme Açıkhava Müzesi 1985 yılında Dünya Miras Alanı kabul edilen
182
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Göreme Açıkhava Müzesi’nin Sunum Sorunlarının İncelenmesi ve Değerlendirilmesi
Kapadokya bölgesinde yer alır. Göreme Açıkhava Müzesi Birinci Derece
Doğal ve Arkeolojik sit alanı içindedir (Harita 2).
Harita 1. Göreme Açıkhava Müzesi’nin Milli Park ve Sit Sınırları içinde
konumu
Göreme Açıkhava Müzesi Doğu-Batı doğrultusunda yer alan yüksek kaya
kütleleri arasındadır. Yüksek kaya kütleleri, Göreme Açıkhava Müzesi yerleşiminin dışarıdan farkedilmesini engellemektedir. Yüksek kaya kütleleri
arasındaki böylesi bir yerleşim, bölgede yaşayan hristiyanların dışarıdan
gelen saldırılara karşı korunmalarını kolaylaştırmıştır.
Göreme Açıkhava Müzesi, M.S. 4. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar yoğun bir
şekilde manastır hayatı yaşanmış kaya oyma yerleşimidir. Bugünkü Göreme Açık Hava Müzesi, manastır eğitim sisteminin başlatıldığı yer olarak
kabul edilir. Duvarları hristiyanlıkla ilgili duvar resimleriyle boyanmış hemen her kaya bloğunun içinde kiliseler, şapeller, yemekhaneler ve oturma
mekanları mevcuttur. Kiliselerde işlenen konular İncil ve Hz. İsa’nın hayatından alınmıştır. Göreme Açıkhava Müzesi’nde farklı dönemlere tarihlenen bir çok kaya oyma kilise ve manastır vardır. Bunlar, Kızlar ve Erkekler
Manastırı, Aziz Basil Kilisesi, Elmalı Kilise, Aziz Barbara Kilisesi, Yılanlı Kilise, Karanlık Kilise, Çarıklı Kilise ve Tokalı Kilise‘dir (Plan 1).6 Göreme Açıkhava Müzesi’nin hristiyanlık tarihindeki kültürel önemi dışında, kayaların
oyulmasıyla inşa edilen kaya oyma mekanlarıyla doğal bir öneme sahiptir.
6
http://www.nevsehirkulturturizm.gov.tr/belge/1-41404/goreme-acik-hava-muzesi.html
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
183
Özgün ÖZÇAKIR - Neriman ŞAHİN GÜÇHAN
Bu nedenle Göreme Açıkhava Müzesi, ulusal ve uluslarası ölçekte her yıl
binlerce turist çekmektedir.
Göreme Açıkhava Müzesi, İzmir’deki Efes Örenyeri ve Denizli’deki Hierapolis Örenyeri’nden sonra, 778,010 ziyaretçisiyle 2010 yılında Türkiye’de
en çok ziyaret edilen üçüncü açıkhava müzesidir.7 2009 yılındaki ziyaretçi
sayılarına baktığımızde, 2010 yılında ziyaretçi sayısı hızlı bir artış göstermektedir.8 Son 15 yıllık ziyaretçi sayısına baktığımızda ise ziyaretçi sayısındaki artış değişken bir grafik göstermekle beraber, ziyaretçi sayısında uzun
vadede artış gözükmektedir (Tablo 1).
Plan 1. Göreme Açıkhava Müzesi Planı9
7
Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİMM Müze ve Örenyeri ( 2010 Yılı Toplam ) İstatistikler. Erişim tarihi:
20 Eylül 2011 http://dosim.kulturturizm.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFA
AF6AA849816B2EFA510106937B3F39C
8 2009 yılında Göreme Açıkhava Müzesini 647,833 kişi ziyaret etmiştir.
9 Plan çizimi, PROTA’nın Çevre Düzenleme Projesi çizimi ile Google Earth görselinin çakıştırılması ile
bilgisayar ortamında Özgün Özçakır tarafından üretilmiştir.
184
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Göreme Açıkhava Müzesi’nin Sunum Sorunlarının İncelenmesi ve Değerlendirilmesi
Tablo 1. Göreme Açıkhava Müzesi’ni ziyaret eden turist sayısının yıllara
göre değişimi
Göreme Açıkhava Müzesi’nde bugüne kadar sunuma yönelik birçok çalışma yapılmıştır. Bildirinin bu bölümünde bugüne kadar yapılan çalışmaların
bir bölümü anlatılacaktır.10 Göreme Açıkhava Müzesi’nde yapılan çalışmalardan ilki ve en kapsamlısı 1957 yılında hazırlanan Göreme Milli Parkı
için hazırlanan Uzun Devreli Gelişme Planı’dır. Bu çalışmadan sonra; çeşitli
yıllarda yol düzenlemesi, açık alanlar, giriş turnikeleri ve müze mağazasına
yönelik çalışmalar yapılmıştır. Kültür ve Tabiat Varlıklrını Koruma Kurulu
tarafından onaylanan bazı projeler uygulamaya geçirilmiş, bazıları ise uygulamaya geçirilememiştir.
Göreme Milli Parkı Uzun Devreli Gelişme Planı 11
Amerikan Milli Parklar Dairesi desteğiyle hazırlanan projede, Göreme Milli
Parkı geneli Uzun Devreli Gelişme Planı hazırlanırken, Göreme Açıkhava
Müzesi için de ufak çaplı bir sunum programı hazırlanmıştır. Bu program
kapsamında, Göreme Açıkhava Müzesi için gezi yolu/tarihi patika, park
yeri ve tuvalet önerilmiştir (Plan 2). Önerilen gezi yolu/tarihi patika, bugün
kullanılmakta olan gezi yolu ile aynıdır.
10
Göreme Açıkhava Müzesi’nde sunuma yönelik yapılan çalışmalar, Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Arşivi’ne ve yapılan literatür taraması sonucunda ulaşılan kaynaklara referans
verilerek anlatılmıştır.
11 Göreme Milli Parkı, Uzun Devreli Gelişme Planı, 1967
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
185
Özgün ÖZÇAKIR - Neriman ŞAHİN GÜÇHAN
12.10.1984 ve 16.11.1984 Tarihli İki Rapor 12
Arkeolog Ömer Yörükoğlu tarafından 12 Ekim 1984 tarihinde Taşınmaz
Kültür ve Tabiat Varlıkları Ankara Bölge Kuruluna gönderilmek üzere hazırlanan raporda, Göreme Açıkhava Müzesi’nin sunumunun iyileştirilmesi için
yapılmak istenenler yer almaktadır. Bunlardan bir kaçı; ziyaretçiler tarafından
oluşturulan keçi yollarının bordür taşı ile kaplanması; Kızlar Manastırı’nın
altındaki hacimin üst düzey ziyaretçilerin dinlenmesi için düzenlenmesi, gerekli görülen yerlere basamakların yapılması ile ağaçların bulunduğu gölgelik yerlere kayalar oyularak oturma birimlerinin yapılmasıdır.
16 Kasım 1984 tarihinde bu rapora cevap olarak Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Ankara Bölge Kurulu uzmanlarınca hazırlanan raporda ise
30 Ekim tarihli rapordaki tavsiyelerin değerlendirilmesini içerir. Yaya yollarının bordür taşı ile kaplanması 16 Kasım tarihli raporda uygun bulunmakla beraber, oturma birimlerinin kayaların oyularak yapılmasının alana
geri dönülemez bir tahribat yapacağına değinilerek bunun uygun olmadığı dile getirilmiştir. Bununla birlikte, oturma birimlerini tek başına tasarlanmasından öte aydınlatma birimleri, satış üniteleri, tanıtıcı levhalar gibi
farklı donatıların da düşünülerek “sokak donanımı” üzerinde durulmasını
tavsiye edilmiştir. 30 Ekim tarihli raporda belirtilmeyen “odeon” düzenlemesinden de ikinci raporda söz edilmektedir. Müze içinde eğimli alana
12
Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Ankara Bölge Kurulu, Sayı: 1022, Tarih: 30.10.1984
186
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Göreme Açıkhava Müzesi’nin Sunum Sorunlarının İncelenmesi ve Değerlendirilmesi
beş basamak şeklinde yapılması düşünülen odeon yapısının – böyle bir
alana müze içinde ihtiyaç olduğu belirtilmekle birlikte – sakıncalı olduğu
dile getirilmiştir. 16 Kasım tarihli raporda, Kızlar Manastırı’nın üst düzey
ziyaretçiler için dinlenme mekanı olarak kullanılmasına da karşı çıkılmıştır.
Göreme Açık Hava Müzesi Çevre Düzenleme Projesi 13
1991 yılında hazırlanan proje, Göreme Açıkhava Müzesi için hazırlanan
ilk Çevre Düzenleme projesi olması açısından önemlidir. PROTA tarafından
hazırlanan projede, mevcut durumun analizi yapılmış ve analiz doğrultusunda müze içine ve yakın çevresine yeni açık alan kullanımları (otopark,
çay bahçesi, meydan gibi…) bakı ve panaroma noktaları gibi girdiler gözönünde bulundurularak getirilmiştir. Hazırlanan projede verilen en göze
çarpan karar Göreme Açıkhava Müzesi önündeki taşıt yolunun trafiğine
kapatılması ve sadece yayalara bırakılmasıdır. Bununla beraber; projede
genel otopark düzenlenmiş, protokol otoparkı tanımlanmış, otopark ile
açıkhava müzesi arasındaki boşluğa park tasarlanmış, otopark ile müze
girişi arasındaki yola, yol boyunca ve yol sununda bakı noktaları tasarlanmıştır (Plan 3). Bu proje, Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurumu tarafından onaylanmakla beraber uygulamaya geçmemiştir.
Plan 3. PROTA tarafından hazırlanan Göreme Açıkhava Müzesi Çevre Düzenleme Projesi
13
Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Sayı: 1902, Tarih: 10.05.1991
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
187
Özgün ÖZÇAKIR - Neriman ŞAHİN GÜÇHAN
Göreme Açıkhava Müzesi Yol Düzenlemesi 14
17 Ağustos 1998 tarihinde Nevşehir İl Trafik Komisyonu tarafından onaylanan yol değişikliği önerisine göre, Göreme Açıkhava Müzesi önünden
geçen ve Göreme ile Ortahisar’ı bağlayan yolun taşıt trafiğine kapatılması
kararlaştırılmıştır (Plan 4).
Plan 4. Göreme Açıkhava Müzesi önünden geçen yolun değişiklik öncesi
ve sonrası durumu
Göreme Açıkhava Müzesi İçerisinde Yapılan Açık Alan Düzenlemesi15
Bu projede Karanlık Kilise ve Elmalı Kilise arasındaki yeşil alana, teraslı bir
açık alan tasarlanmıştır (Plan 5). Bu proje, Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanmıştır. Proje alanının Göreme
Açıkhava Müzesi’nin tam merkezinde yer alması, proje konusunda soru
işaretleri oluşturmaktadır. Proje uygulamaya geçmemiştir.
Plan 5. Göreme Açıkhava Müzesi içerisinde yapılan açık alan düzenlemesi
14
15
Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Sayı: 1515, Tarih: 30.12.1998
NKTVKK, Sayı: 1660, Tarih: 02.06.2001
188
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Göreme Açıkhava Müzesi’nin Sunum Sorunlarının İncelenmesi ve Değerlendirilmesi
Elektronik Geçiş Sistemi ve Gişe Düzenlemesi 16
Projeye göre Göreme Açıkhava Müzesi’nde elektronik geçiş sistemine geçilerek gişelerin üstü kırma çatılı ahşap strüktür ile örtülecektir. Göreme
Açıkhava Müzesi’nde elektronik geçiş sistemine geçilmesine rağmen üst
örtü uygulanmamıştır. Günümüzde, elektronik geçiş sisteminin üstünde
çadır bezinden geçici bir örtü kullanılmaktadır (Plan 6).
Plan 6. Elektronik Geçiş Sistemi ve Gişe Düzenlemesi
Yeni Müze Mağazası Tasarımı 17
Göreme Açıkhava Müzesi Mağazası projesinde, müze mağazasının mevcut
yeri korunarak müze mağazasında yeni bir düzenlemeye gidilmesi önerilmektedir. Projeye göre müze mağazası önünde gömük açık alan tasarlanacak ve
bu açık alan kafenin uzantısı olarak çalışacaktır. Bununla beraber, müzedeki
tuvalet bu yapıya taşınacaktır. Proje Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanmış ve uygulanmıştır. Günümüzde Göreme
Açıkhava Müzesi’nde yeni müze mağazası hizmet vermektedir (Resim 2).
Resim 2. Göreme Açıkhava Müzesi içerisindeki yeni müze mağazası
16
17
NKTVKK, Sayı: 3010, Tarih: 14.07.2003
NKTVKK, Sayı: 2300, Tarih: 06.10.2009
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
189
Özgün ÖZÇAKIR - Neriman ŞAHİN GÜÇHAN
Gezi Güzergahı ve Merdivenler İle İlgili Düzenlemeler 18
Merdiven basamaklarındaki ve yollardaki aşınma nedeniyle ziyaretçiler müzeyi ziyaret ederken rahat edememekte ve yaralanmalara varan kazalar olmaktadır. Bu nedenle, merdivenlerde ve gezi güzergahı üzerinde aşınmuş merdiven basamaklarının taş ile kaplanması gibi düzenlemeler yapılmıştır (Resim 3).
Resim 3. Merdivenler ile ilgili yapılan düzenlemelerin öncesi ve sonrası
Seyyar Satış Birimi 19
Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından Göreme
Açıkhava Müzesi’nde kullanılması uygun bulunmayan seyyar satış birimi, müze içerisinde hediyelik eşya satılması için tasarlanmıştır (Resim 4).
Bu seyyar satış biriminin Türkiye’deki bütün tarihi yerlerde kullanılması
öngörülmüştür. Böylesi seyyar satış birimleri yerine, Göreme Açıkhava
Müzesi’ne bütüncül olarak yaklaşan Çevre Düzenleme Projesine gerek olduğu, kurul kararında dile getirilmiştir.
Resim 4. Seyyar Satış Birimi
18
19
NKTVKK, Sayı: 3412, Tarih: 20.07.2010
NKTVKK, Sayy: 2721, Tarih: 25.10.2010
190
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Göreme Açıkhava Müzesi’nin Sunum Sorunlarının İncelenmesi ve Değerlendirilmesi
3. Göreme Açıkhava Müzesi’nin Sunum Yönünden İncelenmesi ve
Değerlendirilmesi
ICOMOS Ename Charter’da interpretation/yorumlama ve presentation/
sunum’un yazılı ve elektronik yayınlar, konferanslar, eğitim programları,
bilgilendirme panoları, gezi güzergahı ve çoklumedya uygulamaları gibi
bir çok aracı olduğu belirtilmiştir. ICOMOS Ename Charter’a bağlı kalarak ve Göreme Açıkhava Müzesi’ndeki mevcut sunum altyapısını da göz
önünde bulundurarak, müze sunum yönünden beş başlık altında incelenecektir. Bu başlıklar; gezi güzergahı, bilgilendirme panoları, ziyaretçi
olanakları – müze mağazası, café, tuvalet –, çoklumedya uygulamaları ve
internet siteleri ile yayınlar, uluslararası dergi makaleleri ve filmlerdir.
Ziyaretçi Güzergahı
Göreme Açıkhava Müzesi’nde ziyaretçilerin dolaşması için kiliselerin yanından geçen ve alanı çevreleyen bir gezi yolu tasarlanmıştır. Ziyaretçi güzergahı müze içerisindeki bütün kiliseleri dolaşıp başladığı yere geri dönmektedir
(Plan 7). Gezi yolunun büyük kısmı taş parke kaplıdır. Gezi yolundan kiliselere bazen merdivenlerle olmak üzere doğrudan ulaşım sağlanmaktadır.
Plan 7. Ziyaretçi Güzergahı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
191
Özgün ÖZÇAKIR - Neriman ŞAHİN GÜÇHAN
Bilgilendirme Panoları
Göreme Açıkhava Müzesi’nde çok sayıda ve çeşitli bilgilendirme panoları kullanılmıştır. Müze girişinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
yanınlanan yönerge ile Dünya Miras Alanları girişinde bulunması zorunlu hale getirilmiş ve alanın Dünya Miras Alanı olduğunu belirten pano
bulunmaktadır. Gezi güzergahının başında, müzeyi tanıtan ve müzenin
haritasının bulunduğu bir pano vardır. Bununla beraber, her kilise girişinin
yanında kilise hakkında bilgi veren dört dilde hazırlanmış bilgilendirme
panoları bulunmaktadır. Aynı zamanda, audio guide/sesli rehber için yerleştirilmiş ve sesli rehber numaralarını belirtmek için kullanılan tabelalar
da kilise girişlerinde ve kilise içerilerinde kullanılmıştır. Bunların dışında,
müze mağazası tarafından yerleştirilmiş panolar ile uyarı amacıyla müze
yönetimi tarafından yerleştirilen panolar da vardır. Müze içerisindeki pano
ve tabelalar bazen direk olarak duvarlara çakılmış, bazen de yere sabitlenmiştir. Göreme Açıkhava Müzesi’ndeki panoların ve tabelaların tasarımları
birbirinden çok farklı olup, tasarımlarında bir bütünlük yoktur (Resim 5).
Resim 5. Göreme Açıkhava Müzesi’nde kullanılan bilgilendirme panolarından örnekler
Ziyaretçi Olanakları
Göreme Açıkhava Müzesi’nin ziyaretçi olanakları açısından çok zengin olduğu söylenemez. Göreme Açıkhava Müzesi girişinde bilet gişesi ile beraber Audio Guide/Sesli Rehber kiralama gişesi de bulunmaktadır. Müze gişelerini geçtikten hemen sonra, müze mağazası ve kafeterya vardır. Müze
192
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Göreme Açıkhava Müzesi’nin Sunum Sorunlarının İncelenmesi ve Değerlendirilmesi
mağazasında Kapadokya ile ilgili yayınlar ile hediyelik eşyalar satılmaktadır.Erkekler Manastırı önünde ise açıkhava kafeteryası ve hediyelik eşya
standları bulunmaktadır (Resim 6).
Resim 6. Göreme Açıkhava Müzesi’ndeki ziyaretçi olanakları
Çoklumedya Uygulamaları ve İnternet Siteleri
Göreme Açıkhava Müzesi ile ilgili büyük kısmı turizm firmalarınca hazırlanmış olan çok sayıda web sitesi bulunmaktadır. Bu web siteleri aracalığıyla
Göreme Açıkhava Müzesi hakkında çok sayıda bilgi yer almakla birlikte,
Göreme Açıkhava Müzesi’nin 360 derecelik görüntülerine de ulaşılabilir.
Web sitelerinin dışında çeşitli mobil uygulamalar da ziyaretçilerin özellikle
müzeyi ziyaret ederken kullanabilecekleri araçlardır. Bu uygulamalar, belli
bir ücret karşılığında cep telefonlarına ya da mobil cihazlarına yüklenebilmektedir. Müze girişinde kiralanabilcek Audio Guide’lar da müze ziyareti
sırasında ziyaretçilere sesli bilgi vermektedir (Resim 7).
Resim 7. Çoklumedya Uygulamaları ve İnternet Siteleri
Yayınlar, Uluslararası Dergi Makaleleri ve Filmler
Göreme Açıkhava Müzesi hakkındaki yayınlar sunum/yorumlama programının bir parçası olarak kabul edilebilir. Kapadokya ile ilgili çok sayıda
yayın vardır. Bu yayınlar hem akademik yayınlar hem de turist rehberleri
olması nedeniyle farklı ziyaretçi gruplarına hitap etmektedir.
Kapadokya ilk olarak National Geographic dergisinin Nisan 1919 sayısında
“ The Cone-Dwellers of Asia Minor” başlığıyla yer almıştır. Bundan başla-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
193
Özgün ÖZÇAKIR - Neriman ŞAHİN GÜÇHAN
yarak Kapadokya, çoğu kez uluslarası dergilerde yer almıştır. 1969 yılında
ise Pier Paolo Passolini’nin Medea filmi Kapadokya’da çekilmiştir. Bütün bu
makaleler ve filmler, Kapadokya’nın dünya çapında tanınmasını sağlamıştır.
Sonuç
ICOMOS Ename Tüzüğü’nde sunum ve yorumlama programları için çeşitli
sunum araçları tanımlanmasına rağmen, Göreme Açıkhava Müzesi sunum
programı dahilinde kullanılan sunum araçları ziyaretçi güzergahı, müze
mağazası ve müze kafeteryası, bilgilendirme panoları ile Audio Guide’dır.
Sunum programının bu dört başlık altında toplanması, uluslararası örneklere baktığımızda yeterli değildir. Müze sunum programının müze ziyaretçisi için farklı deneyimler sunması gerekmektedir. Bunların dışında, Göreme Açıkhava Müzesi içerisinde panaroma ve bakı noktaları gibi çeşitli
görsel değerler vardır. Bu görsel değerlerle ilgili bir çalışma yapılmamış ve
sunum programında bu değerler göz önünde bulundurulmamıştır.
Göreme Açıkhava Müzesi gibi ulusal ve uluslararası ölçekte çok sayıda turist çeken bir yerin bütüncül bir sunum programının olmaması, alanın yeteri kadar anlaşılmasını engellemekte ve ziyaretçilerin müzede geçirdikleri
süreyi azaltmaktadır. Bu nedenle, Göreme Açıkhava Müzesi için bütüncül
bir sunum programı hazırlanması gerekmektedir.
Kaynaklar
ICOMOS, 2006. The ICOMOS Charter for the Interpretation and Presentation of
Cultural Heritage Sites (Revised Fifth Draft), <www.enamecharter.org/>,
ICOMOS.
Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 1515 sayılı ve 30.12.1998
tarihli kararı
NKTVKK’nın 1660 sayılı ve 02.06.2001 tarihli kararı
NKTVKK’nın 2300 sayılı ve 06.10.2009 tarihli kararı
NKTVKK’nın 3010 sayılı ve 14.07.2003 tarihli kararı
NKTVKK’nın 3412 sayılı ve 20.07.2010 tarihli kararı
NKTVKK’nın 2721 sayılı ve 25.10.2010 tarihli kararı
Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 1902 sayılı ve 10.05.1991
tarihli kararı
Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Ankara Bölge Kurulu’nun 1022 sayılı ve
30.10.1984 tarihli kararı
Tilden, Freeman. Interpreting Our Heritage. 4th ed. North Carolina: The University of North Carolina Press, 2008
194
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
NEVŞEHİR İLİ SU POTANSİYELİ VE
İL EKONOMİSİNE KATKISI
THE WATER POTENTIAL OF NEVŞEHİR PROVINCE AND ITS
CONTRIBUTION TO THE ECONOMY OF CITY
Ömer SAYLAR* - Ayşegül ŞİŞMAN**
ÖZET
Su; canlıların günlük yaşamda biyolojik faaliyetlerini gerçekleştirmeleri için kullandığı vazgeçilmez bir etken olmasının yanı sıra, canlılara ev sahipliği yapma, sanayide, ticarette ve her alanda karşımıza
çıkan önemli bir maddedir. Su; iklim değişikliği, sanayileşme, aşırı
ve bilinçsizce su tüketimi, çarpık kentleşme gibi nedenlerden dolayı gün geçtikçe azalmaktadır. Dünyada kullanılabilir nitelikteki su,
toplam su miktarının çok az bir kısmıdır. Bu nedenle su; bölgelerin
ekonomisi ve kalkınması açısından stratejik olarak oldukça önemlidir. Bu çalışmada, Nevşehir İli’nin mevcut su potansiyeli araştırılmış;
su potansiyelinin Nevşehir ekonomisine olan katkısı incelenmiş ve
mevcut su potansiyelinin korunması, aynı zamanda bölge ekonomisine katkısı için çözüm yolları önerilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Su potansiyeli, Kızılırmak
ABSTRACT
Water as well being an indispensible element for the activities of
the living organisms it also provides habitat to the all sorts of organisms and is a compound which we encounter in every walks
of life ranging from industry to domestic use. However it is depleted day by day due to changes in climates, industrialization,
excessive and unconscious consumption and distorted urbanization. The potable fresh water in the world constitutes a very little portion of the total reserves. That is why water is strategically
important for the economies and the promotion of the regions.
This study deals with investigation of the water potential of Nev* Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Kastamonu Eğitim Fak. İlköğretim Fen Bilgisi
Eğitimi, e-posta:[email protected]
** Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Ankara, e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
195
Ömer SAYLAR - Ayşegül ŞİŞMAN
şehir province its contribution to the economy of the city and the
preservation of the current water potential and the effect on the
economy of the region.
Key Words: Nevşehir, Water potential, Kızılırmak
I. Giriş
Yerkürenin dörtte üçünü kaplayan su kütlesi gezegenimizde canlılığın
başlıca kaynağıdır. Ancak dünya üzerinde bu denli fazla yer kaplayan su
kaynaklarının %97,5’i okyanuslarda bulunur. Yeryüzündeki toplam suyun yalnızca %2,5’i tatlı sudur. Yeryüzündeki toplam tatlı suyun %68,7
‘si buzullarda, %30,1’i yer altı sularında, %0,8’i donmuş tabaka halinde
ve %0,4’ü ise yüzey ve atmosferik su olarak bulunmaktadır [1]. Bu verilerden de anlaşılacağı gibi yeryüzündeki toplam suyun büyük çoğunluğu
okyanuslarda içilemeyen su olarak bulunmaktadır. Yeryüzündeki toplam
tatlı suda farklı şekillerde bulunmaktadır ve bu nedenle kullanılabilecek su
miktarı daha kısıtlıdır.
Türkiye’de yıllık ortalama yağış 501 milyar m3’ tür. Bu suyun 274 milyar
m3’ ü toprak ve su yüzeyleri ile bitkilerden olan buharlaşmalar yoluyla atmosfere geri dönmekte, 69 milyar m3’lük kısmı yeraltı suyunu beslemekte,
158 milyar m3’ lük kısmı ise akışa geçerek çeşitli büyüklükteki akarsular
vasıtasıyla denizlere ve kapalı havzalardaki göllere boşalmaktadır. Yeraltı
suyunu besleyen 69 milyar m3’ lük suyun 28 milyar m3’ ü pınarlar vasıtasıyla yerüstü suyuna tekrar katılmaktadır [2].
Su, canlılık faaliyetleri için en önemli bileşiktir ve önemli bir yaşam kaynağıdır. Tarımda, hayvancılıkta, endüstride, içme ve kullanmada, enerji üretiminde ve ulaşımda olduğu gibi hayatın birçok alanında sudan faydalanılır.
Ayrıca su çeşitli su canlılarına ev sahipliği yaparak; insan ve diğer canlıların
besin maddesi sağlayabileceği kaynaklardan biridir. Bunlara ek olarak su
turizm ve ticaret içinde oldukça önemli bir kaynaktır. Bunun için günümüzde artan nüfusun taleplerini karşılamak için gün geçtikçe daha fazla
suya ihtiyaç duyulmaktadır.
Canlılar hayatsal aktivitelerini gerçekleştirmek için suya ihtiyaç duyar ve
tüm canlıların yapısal özelliklerine bağlı olarak (boy, yaş, kütle vb) değişmekle birlikte bedenlerinin %65-75’i sudan oluşmaktadır. Kanın %90’ından fazlası, kasların ise %80’inden fazlası sudur. Su bitkisel ve hayvansal
hücrelerin hayatı için önemli bir maddedir ve dokularda su oranının %20
196
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Su Potansiyeli ve İl Ekonomisine Katkısı
’ye düşmesi ile genellikle dokuların ölmesi gerçekleşir. Canlılar vücutlarında gerçekleşen biyokimyasal reaksiyonlar sebebiyle çok fazla su kaybetmektedir ve bir insanın bu kaybı gidermesi için günlük 2,5 litre su tüketmesi gerekmektedir [3].
Su tarımsal faaliyetler ve endüstri için oldukça önemli girdidir. Ülkemizde
de kullanılabilir suyun büyük bir kısmı tarımsal amaçlı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca günlük yaşantımızda yaşam kalitesini belirleyen unsurlardan
biri ise enerjidir. Su potansiyellerinden yararlanılarak temiz, maliyeti ucuz,
verimli hidroelektrik enerji üretilerek yenilenebilir enerji kaynakları oluşturulmaktadır ve bu enerji ile köy, kasaba, şehir gibi yerleşim birimlerinin
enerji ihtiyaçları karşılanmaktadır.
II. Nevşehir İli’nin Su Potansiyeli
Nevşehir İli su potansiyelini başlıca Kızılırmak Nehri ile birlikte; göletler ve
barajlar oluşturmaktadır. İldeki barajlar ve göletler Avanos, Gülşehir, Hacıbektaş, Kozaklı ve Ürgüp ilçelerinde yoğunlaşmaktadır.
2.1. Nevşehir-Kızılırmak
Kızılırmak Nehri, Türkiye’nin kendi topraklarından doğarak yine, kendi
topraklarından denize dökülen en uzun akarsuyudur. Uzunluğu 1355
km’dir. Deniz taşımacılığı için kullanılmaz. Başlıca kolları; Delice Irmağı,
Devrez ve Gökırmak’tır. Yağmur ve kar sularıyla beslenen nehrin rejimi
düzensizdir. Temmuz ve Şubat ayları arasında su düzeyi düşük olarak akan
nehir, Mart ayında hızla kabarmaya başlar ve Nisan ayında en yüksek su
düzeyine ulaşır. Ortalama debisi 184 m³/sn olan nehrin 20 yıllık gözlem
süresince en az 18,4 m³/sn’ye ve en çok 1,673 m3/sn’ye ulaştığı tespit
edilmiştir [4].
Nevşehir İli’nin belli başlı tek akarsuyu Kızılırmak’ın il sınırları içerisinde kalan kısmıdır. Başka akarı yoktur. Kızılırmak, volkanik yapının oluşturduğu
Kapadokya vadisinde kuzeydoğudan il sınırlarına girerek kuzeybatıya doğru akarak Nevşehir’in dışına çıkmaktadır. İlin kuzeyinde doğudan-batıya
uzanırken Gülşehir, Avanos ve Ürgüp ilçelerinden geçmektedir. Nehrin iki
tarafında gittikçe yükselen biri volkanik, diğeri strüktürel iki yayla bulunur
ve bu yaylalar arasında yer alan geniş ve çıplak bir vadinin içinden akmaktadır. Arazi yapısı nedeniyle Kızılırmak Nehri bu yörede çok su kaybetmektedir. Buna karşılık akışını etkileyecek ve onu besleyebilecek bir kolu
bulunmamaktadır. Değişik toprak yapısı olan yerlerden geçtiği için dai-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
197
Ömer SAYLAR - Ayşegül ŞİŞMAN
ma bulanık bir su görüntüsü vermektedir [5]. Yayın (Silurus glanis), sazan
(Cyprinus carpio), karabalık (Clarias lazera), akbalık (Leuciscus cephalus)
nehirde yaşayan balık türleridir.
2.2.Barajlar
Nevşehir İli’nde işletmede olan Ayhanlar Barajı, Damsa Barajı ve Tatların Barajı olmak üzere üç baraj vardır. Ayrıca halen inşaatı süren Doyduk
Barajı’da bölgede bulunan barajlar arasındadır. Tüm bu barajlar 9,2 km2
alana ve 100,208 hm3 (0,1km3) hacme sahiptir. Barajların yapılma amaçları sulama veya taşkınları önlemek içindir [6].
Baraj Adı
Ayhanlar Barajı
Damsa Barajı
Tatların Barajı
Normal su kotunda
göl hacmi
21,87 hm3
7,017 hm3
2,208 hm3
Normal su kotunda
göl alanı
2,76 km2
0,837 km2
0,203 km2
2.2.a. Ayhanlar Barajı
2003 yılında sulama amaçlı kullanıma açılan bir barajdır. Baraj 1773 ha’lık
sulama alanına sahiptir. Su toplama kapasitesiyle bölgedeki en büyük barajdır. Kaynağını Kızılöz Deresi’nden alır [6]. Avlanmanın tamamen yasak
olduğu iç sulardır. Baraj suyunda yaşayan yada ekimi yapılan balık türleri
hakkında bilgi edinilememiş ve kaynağına rastlanılmamıştır.
2.2.b. Damsa Barajı
1971 yılında sulama yapmak ve taşkın önlemek amaçlı kurulan barajdır.
709 ha sulama alanına sahiptir. Kaynağını Damsa Çayı’ndan almıştır [6].
Yapılan çalışmalarda baraja sazan (Cyprinus carpio), ak levrek (Sander lucioperca) ve kadife (Tinca tinca)aşılanmıştır [7, 8]. Yılda 2.5 Ton/Yıl sazan
balığı üretilmektedir. Göletin her tarafı su bitkileri ile kaplı olması balıkçılık
açısından verimliliği yüksek olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca baraj balık tutmayı sevenler için oldukça güzel bir mekan oluşturmaktadır. Barajın
etrafında bulunan yeşil alan yerli ve yabancı turistlerin dinlenip piknik yapabileceği hoş bir ortam oluşturmaktadır.
2.2.c. Tatların Barajı
1966 yılında sulama yapmak ve taşkın önlemek için kurulmuştur. 454 ha
sulama alanına sahiptir. Kaynağını Derinöz’den alır [6]. Avlanmanın tama-
198
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Su Potansiyeli ve İl Ekonomisine Katkısı
men yasak olduğu iç sulardır. Baraj suyunda yaşayan ya da ekimi yapılan
balık türleri hakkında bilgi edinilememiş ve kaynağına rastlanmamıştır.
2.3. Göletler
Nevşehir İli’nde doğal göl yoktur. Nevşehir ilinde; toplam 7 adet gölet
vardır. Nevşehir İli’ndeki gölet rezervuarları toplamı 401 ha’dır [9]. Bunlar
sulama amaçlı yapılan Kumtepe, Yalıntaş, Kozaklı Taşlıhöyük, Avanos Özkonak, Bölükören, Tuzköy ve Karaburna göletleridir. Balıklandırma projeleri ile 1998 yılında Yalıntaş Göleti’ne 15.000 adet aynalı sazan(Cyprinus
carpio), 2003 yılında Tuzköy Göleti’ne 30.000 adet aynalı sazan(Cyprinus
carpio) ve Karaburna Göleti’ne de 2001 yılında 10.000 adet yavru aynalı
sazan (Cyprinus carpio) balığı bırakılmıştır.
III. Nevşehir Ekonomisine Katkısı
Nevşehir ilindeki barajlar sulama yapmak ve taşkınları önlemek için kurulmuştur. Barajlar tarımda sulama amaçlı kullanılırken, tarım alanlarının
yeterli olarak ve zamanında sulanmasını sağlar. Aynı zamanda bu barajlar yerleşim ve tarım alanlarını taşkınlara karşı korur. Bunlara ek olarak
barajlar potansiyel balık türlerinin yanında, uygun aşılama yöntemleri ile
farklı cins balıklarında yetişmesine olanak sağlar. Bu sayede avcılık gelişerek alternatif besin kaynakları oluşmuş olur. Barajların etrafında mesire
yerlerinin geliştirilmesi, hem yerli halkın hem de yerli ve yabancı turistlerin
dikkatini çekmekte ve insanların vakit geçirebileceği nezih bir ortam oluşturmaktadır.
Kızılırmak Nehri, toprak yapısı sebebiyle de bölge kalkınmasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Avanos’ta Hititlerden günümüze kadar çanak
çömlek yapımı devam ederek gelmiştir. Kızılırmak yataklarından ve Avanos dağlarından toplanan yumuşak ve yağlı killi topraklar, elenip ve iyice
yoğurularak çamur haline getirildikten sonra çanak çömlek yapımı gerçekleştirilmektedir. Çamurdan yapılan bu ev aletleri suyun yaz aylarında
soğuk kalmasını sağlamak için, yemeklerin saklanması için ve son zamanlarda da çok önemli süs eşyaları şeklinde kullanılmaktadır. Bu ürünlerin
yapım işlemleri turistlerin ilgisini çektiği için şov halini almıştır.
Nevşehir’in Kozaklı İlçesi’ndeki kaplıcalar bölgenin önemli yer altı sularını
oluşturmaktadır. Kaplıcalar sağlık turizmi için oldukça faydalıdır. Kozaklı
kaplıcaları, Alman Kaplıcaları Birliği sınıflamasına göre sodyumlu, kalsiyumlu, klorlu olup A ve C grubu şifalı sular grubuna girmektedir [10].
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
199
Ömer SAYLAR - Ayşegül ŞİŞMAN
Kozaklı kaplıcalarından iltihabı olmayan romatizmal hastalıkların, kireçlenmelerin, cilt hastalıklarının, kronik iltihaplı kadın hastalıklarının, damar
sertliklerinin, mantar hastalıklarının tedavisinde başarılı sonuçlar alındığı gözlenmiştir. Kaplıca etrafında; bu doğal sudan yararlanmak isteyen
kişilerin konaklayabileceği birçok sayıda otel ve motel bulunmaktadır.
Kozaklı’da ki bu kaplıcaları hastalık nedeniyle veya dinlenme amaçlı olarak her yıl binlerce ziyaretçi gelmektedir. Jeotermal enerji ile termal turizm
veya tedavinin yanı sıra konut, sera gibi yapıların ısıtma işlemleri de sağlanmaktadır. Sıcaklığı 98 0C bulan Kozaklı jeotermal suları evler, tesisler vs.
yerlere ulaştırılarak Kozaklı da 1000 konutun ısısı sağlanmaktadır. Ayrıca
sıcaklık sebebiyle Nevşehir’in Kozaklı ilçesinde 500-700 m2 arasında değişen 20 civarında sera kurulmuştur [11]. Seralarda sebze meyve üretimi
yapılarak her yıl tonlarca ürün elde edilmektedir.
Nevşehir’de bitkisel üretim alanında patates yetiştiriciliği ilk sıralarda gelmektedir. Bitkisel üretim için su vazgeçilmez bir unsurdur. Ancak Nevşehir’de
toprak yapısının geçirgenliğinin fazla olması ve su tutma kapasitesinin düşük olmasından dolayı bölgede su yeterince değerlendirilememektedir.
1997-2000 yılları arasında Nevşehir-Niğde yöresinde yapılan patates yetiştiriciliğinde damla sulama yöntemi çalışmalarına göre; patates yetiştiriciliğinde sulama yöntemi olarak yağmurlama yöntemi kullanıldığı ve gübreleme yöntemi olarak da gübrenin direkt olarak toprağa verildiği veya
havuzlarda eritildikten sonra yağmurlama yöntemi ile toprağa verildiği
tespit edilmiştir. Ancak patates bu şekilde yetiştirildiği takdirde bölgenin
toprak yapısı sebebiyle hem çok fazla su kullanıldığı hem de gübredeki
azotun yer altı sularına kadar ulaştığı gözlenmiştir. Araştırmada su kaybını önlemek, yer altı sularını nitrat yönünden kirletmemek ve de patates
üretiminden en iyi verimi almak için damla sulama yöntemi denenmiş ve
damlama sulama yöntemi ile suyun daha verimli kullanıldığı ve yeraltına
ulaşan azot miktarının azaldığı açıkça ortaya konmuştur. Araştırma sonuçlarına göre; daha önce yapılan denemelerde yağmurlama sulama yöntemi
kullanıldığında ortalama 4000 kg/da patates yumru verimini alabilmek
için yaklaşık 1200 mm su uygulandığı tespit edilmiştir. Ancak aynı ortalama patates yumru verimi sağlamak için, damla sulama-fertigasyon sistemi
ile 600 mm su uygulanmıştır. Bu uygulama ile su kullanımında yarı yarıya
bir azalma olduğu gözlenmiştir. Aynı çalışma ile yağmurlama yöntemiyle
verilen gübredeki azotun toprak derinliklerine inen miktarı, damla sulama
ile verilen azotun toprak derinliklerinde kalan miktarının iki katı olduğu
gözlenmiştir [12].
200
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Su Potansiyeli ve İl Ekonomisine Katkısı
IV. Sonuç ve Öneriler
Günümüzde su; iklim değişikliği, aşırı ve bilinçsizce tüketim, kirlilik, endüstriyel faaliyetler, kuraklık ve çölleşme, nüfus artışı, kentleşme, sulak
alanların yok edilmesi, tarımsal sulama yanlışlıkları gibi insan faaliyetleri ile
oluşan nedenlerle tehdit altındadır. Su kaynaklarının bu gibi sebeplerden
dolayı kirlenmesi ya da yok olması ile birlikte su; artık bölgesel bir sorun
olmaktan çıkıp, küresel bir sorun haline dönüşmektedir.
Dünyadaki su rezervlerinin de azalması ile su ülkelerin ekonomilerinin belirlenmesinde ve ülke stratejik öneminin oluşmasında oldukça önemli bir
fırsattır. Kullanılabilir suyun gün geçtikçe azaldığı görülmektedir. Bunun
için su, petrol ve ya enerji kadar önemli bir boyut kazanmıştır. Su dağılımı
dünyada eşit olmadığı için zamanla su oranı fazla olan ülkeler daha fazla
söz hakkına sahip olacaktır.
Ülkelerde su rezervlerinin bulunması önemli olmasına rağmen, mevcut su
potansiyelini korumakta oldukça önemlidir. Mevcut su rezervlerinden kullanım amaçlı aktarma yaparken buharlaşma, sızma, bilinçsiz su tüketimi
gibi sebeplerden su kaybı olmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma için; gerekli
alt yapıların oluşturulması ve halkın bilinçlendirilmesi çok önemlidir. Su
potansiyelinden en iyi verimi sağlamak için mevcut potansiyeli bilmek ,
ihtiyaçları bilmek ve bunlara uygun su politikalarının oluşturulması faydalı
olacaktır.
Tüm dünyada olduğu gibi; nüfus artışına paralel olarak gerçekleşen iklim
değişikliği, bilinçsiz tüketim, ihtiyaçların artması ve uygulanan yanlış politikalar sebebiyle ülkemizde de su sıkıntısı yaşanmaktadır.
Ülkemizde yaşayan insanların beslenme şekillerine bakıldığında bölgeler
göre değişik alışkanlıkların öne çıktığı görülür. Ege ve Akdeniz bölgeleri
bitkisel ağırlıklı beslenirken, İç Anadolu insanlarının beslenmesinde genellikle karbonhidrat ve protein öne çıkmaktadır. Protein ihtiyacını karşılamak
için daha çok hayvansal ürünler, özellikle büyükbaş hayvanlar tercih edilmektedir. Bu durum uzmanların görüşlerine ters düşmektedir. Uzmanlara
göre büyükbaş hayvanlar yerine su ürünleri tercih edilmelidir. Bunun için;
Nevşehir ilindeki su potansiyelleri, bulundukları yerler dikkate alınarak
önce suların analizleri ve verimlilik durumlarının tespiti yapılarak uygun
balık türlerinin ekimi yapılmalıdır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
201
Ömer SAYLAR - Ayşegül ŞİŞMAN
Nevşehir İli’ndeki barajlar sulama yapmak ve taşkınları önlemek amacıyla
kurulmuştur ancak burada dikkat edilmesi gereken husus; tarım için gerekli suyun kullanıldığı barajlarda su iletme sistemini en iyi şekilde geliştirmek olmalıdır. Artan nüfus ve buna bağlı olarak da su talebini ve sorunlarını da artırmaktadır. Günümüzde bu durum küresel bir boyuta ulaşmıştır.
Günümüzde su sorunlarını azaltmak için; suyu hangi alanda kullanmak
gerekiyorsa teknolojiden en iyi şekilde yararlanarak, en iyi yöntemi kullanmayı gerektirir. Bunun içinde sulama barajlarında suyun aktarımı için
kapalı kanal sistemleri yapmak uygun bir yöntem olabilir. Suyun birçok
alana yönlendirildiği baraj sistemlerinde buharlaşmayı alt düzeye indirmek
su birikimi için faydalı olacaktır.
Kızılırmak’ın Nevşehir İli sınırları içinde kalan kısmı; su kaynağı bakımından büyük öneme sahip olmasının yanında, bölgenin turizm potansiyeli
bakımından da giderek önem kazanmaktadır. Nevşehir doğal yapısı sebebiyle her yıl yüzlerce turist çekmektedir. Nevşehir’in Avanos ve Gülşehir
ilçelerinden geçen Kızılırmak nehrinin etrafında yapılması düşünülen balık
restorantları, çay bahçeleri, büfeler ve spor merkezlerinin yapılması ya da
nehirde kayık, gondol, su motoru turları gibi aktivitelerin gerçekleştirilmesi bölgeye gelen yerli ve yabancı turistlerin eğlenip dinlenebileceği güzel
bir ortam oluşturacaktır. Tüm bu etkenler bölge ekonomisine oldukça katkı sağlayacaktır.
Nevşehir İli’nde su kirliliği ölçümü ve önlenmesi konusunda bazı eksiklikler
vardır. Su kaynaklarının ölçüm ve denetiminin zamanında yapılmaması,
bölgede su veya diğer kaynakların analizinin yapılacağı laboratuvarların
bulunmaması ve arıtma tesislerinin olmaması gibi nedenler ilde su kirliliğinin önlenmesinde karşılaşılan güçlüklerdir.
İlde su kirliliğini önlemek için kanalizasyon şebekelerinin iyi yapılması ve
kanalizasyon şebekelerine arıtma tesislerinin kurulması, yerleşim merkezinde foseptik kullanılması, tarımsal amaçlı kullanılan ilaç ve gübrelerin
aşırı ve yanlış kullanımının önlenmesi ve halkın su kullanımı konusunda
bilinçlendirilmesi oldukça önemlidir.
Sonuç olarak; su insan, hayvan ve bitkilerin hayatsal aktivitelerini gerçekleştirmek için oldukça büyük öneme sahiptir. Bu nedenle içme ve kullanma suyunun kalitesi oldukça önemlidir. Ayrıca mevcut su potansiyeli
doğru şekilde kullanıldığı takdirde ülke ekonomisine çok büyük girdi sağ-
202
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir İli Su Potansiyeli ve İl Ekonomisine Katkısı
lamaktadır. Ancak her geçen gün çevresel ve insan faaliyetleri ile oluşan
olumsuz dış etkiler nedeniyle sular kirlenmekte ve mevcut su potansiyeli
giderek azalmaktadır. Hayatın her alanında gerekli olan bu kadar önemli
olan suyun korunması ve gelecek kuşaklara içilebilecek nitelikte su bırakmak için, ilk önce insanların bilinçlendirilmesi gerekmekte bunun yanı
sıra su ile ilgili ihtiyaçlar belirlenip suyun kullanımı için uygun politikalar
geliştirilmelidir. Nevşehir İl sınırlarındaki göletlerle ilgili önemli bir konu
ise buradaki göletlerin balıklandırma durumudur. Bu durumla ilgili olarak mutlaka valilik-üniversite işbirliği yapılmalı, valiliğin destek vereceği bir
proje ile tüm göletlerin su ölçümleri yapılmalı, verimlilik durumları belirlenerek fizibilite raporları hazırlanmalı ve bu doğrultuda da balık türlerinin
ekimi yapılmalıdır. Bu balık türleri tesbit edilirken daha çok tatlı su levreği
(Sander lucioperca) ve yayın(Silurus glanis) gibi ekonomik balıklar tercih
edilmelidir.
Kaynaklar
UNESCO, The United Nations World Water Development Report 2 Section 2:
Changing Natural Systems, Chapter 4, Part 1. Global Hydrology and Water Resources, p.121
T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı, Çevresel Göstergeler 2009
Ilgar, R., Dünya Su Yönetimi ve Su Eğitimi/ World Water Management and Water
Education
Önal, S., 2009. Yapay Sinir Ağları Metodu ile Kızılırmak Nehri’nin Akım Tahmini.
Yüksek Lisans Tezi
İzbırak, R., 1972. Türkiye-1. Milli Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları Kültür Yayınları,
Milli Eğitim Basımevi-İstanbul
www.dsi.gov.tr
Çetinkaya, O., 2006. Türkiye Sularına Aşılanan veya Stoklanan Egzotik ve Yerli
Balık Türleri,Bunların Yetiştiricilik Balıkçılık,Doğal Populasyonlar ve Sucul
Ekosistemler Üzerindeki Etkileri:Veri Tabanı İçin Bir Ön Çalışma. 1. Balıklandırma ve Rezervuar Yönetimi Sempozyumu
Mert, R., S. Bulut, G. Yıldırım, M. Yılmaz, A. Gül. 2010. Damsa Baraj Gölü (Ürgüp) Suyunun Bazı Fiziko-Kimyasal Parametrelerinin Araştırılması. Gazi
Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 30, Sayı 2, 285-302
T.C. Nevşehir Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü Nevşehir İli 2009 Yılı Çevre
Durum Raporu
TERZİOĞLU, H.S., 2009. Türkiye’de Termal Turizm ve Nevşehir-Kozaklı Kaplıcası
İncelemesi
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
203
Ömer SAYLAR - Ayşegül ŞİŞMAN
Çetin, T., 2011. Termal Turizm Potansiyeli Açısından Kozaklı (Nevşehir) Kaplıcaları.
International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/1, p. 878-902, TURKEY
Halitligil, M. B., H. Onaran, N. Munsuz. 2001. Patates Yetiştiriciliğinde Damla Sulama ve 15N Tekniklerinin Kullanıldığı Fertigasyon Araştırmaları. TÜBİTAK,
Proje No: TOGTAG-1692
204
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
TURİZM VE BÖLGESEL GELİŞME:
KAPADOKYA BÖLGESİ ÖRNEĞİ
TOURISM AND REGIONAL DEVELOPMENT:
THE CASE OF CAPPADOCIA REGION
Önder MET* - İsmail Mert ÖZDEMİR** - Uğur SAYLAN***
ÖZET
II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızlanan turizm hareketleri ile bugün
turizm, Dünyanın en büyük endüstrilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Dünya Turizm Örgütü’nün öngörüleri, turizm endüstrisinin gelecekte de yüksek hızla büyüyeceğini göstermektedir. Gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere göre turizmden daha büyük
paylar almaktadırlar. Turizm ülke ekonomilerine ciddi katkılar sağladığı gibi, hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerde önemli bir
sorun olan bölgesel eşitsizliklerin ve dengesizliklerin giderilmesinde
de çok önemli bir rol oynamaktadır. Dünyada ilk evrede kitle turizmi
biçiminde olan ve kıyı bölgelerinde yoğunlaşan turizm olgusu, giderek alternatif turizm ürünlerine yönelen bir eğilim göstermektedir.
Alternatif turizm ürünleri veya çeşitleri içinde en önemli unsur kültür
turizmidir. Başta kültür turizmi olmak üzere alternatif turizm çekicilikleri ülkelerin daha çok iç kesimlerinde yoğunlaşmakta ve geniş bir
coğrafi dağılım göstermektedir. Daha önce yeterince gelişme şansı
bulamayan bölge ve yöreler, artan alternatif turizm talebi ile ekonomik ve sosyal gelişme imkanlarına günümüzde hiç olmadığı kadar
sahip görünmektedirler. Kitle ve kıyı turizminden önemli bir pay almayı başaran Türkiye, deniz-kum-güneş turizminin olumsuz bir etkisi olan çarpık gelişmeden kendini koruyamamıştır. Türkiye’nin, kıyı
turizmine ek olarak, zengin ve çeşitli alternatif turizm potansiyeline
*
Yrd. Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu
e-posta:[email protected]
** Y.L. Öğr., Balıkesir Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu
e-posta:[email protected]
*** Y.L. Öğr., Balıkesir Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu,
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
205
Önder MET - İsmail Mert ÖZDEMİR - Uğur SAYLAN
sahip olduğu şüphesizdir. Bunlar içinde Kapadokya bölgesinin tam
anlamıyla kendine özgü ve eşsiz tarihsel, kültürel ve doğal çekiciliklerinin ayrı bir yeri vardır.
Bu çalışmanın amacı, Kapadokya bölgesinin, turizm potansiyeli
göz önünde tutularak turistik gelişme seviyesini ve bunun bölgenin ekonomik gelişmesine katkısını belirlemek ve hak ettiği düzeye
gelebilmesi için politika önerileri geliştirmektir. Bunun için bölgeye
ilişkin ikincil kaynaklardan ve istatistiklerden yararlanılmasının yanı
sıra, yöre halkına ve turizm işletmelerine yönelik bir anket yapılmıştır. Kapadokya bölgesinin hak ettiği turistik gelişme seviyesine
erişmesi, sadece bölgesel değil ülke ekonomisi için de önemli bir
etki kapasitesine sahiptir. Kapadokya turizminin gelişmesi ile artan
turist sayısı aynı zamanda ülke genelinde çok düşük olan turist başına harcamayı arttıracaktır. Kapadokyanın bir turizm markası olması
ve gelişmesi, Anadolunun benzer nitelikteki diğer yöreleri için de bir
model olmasını sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Turizm, Bölgesel gelişme
ABSTRACT
With the accelerating movement of tourism after World War II, tourism is today recognized as one of the biggest industries in the
world. The predictions of World Tourism Organization show that
the tourism industry will also grow rapidly in the future. Through tourism, developed countries receive larger shares from tourism market than developing countries. Tourism not only provides significant
contributions to the economies of countries, but also plays a very
important role in eliminating disparities and regional inequalities
that are a major problem in both developed and developing countries. The tourism phenomenon which was in the form of mass and
coastal tourism at the first stage in the world is increasingly turning
to alternative tourism as a trend. Cultural tourism is undoubtedly
the most important component among alternative types of tourism
products. Attractiveness of alternative tourism, including cultural
tourism, concentrates particularly in the inner parts of the country
and show a wide geographic distribution. Due to the increasing
demand for alternative tourism, regions that do not have previously
enough chance to develop economically and socially, seem to have
more opportunities today than ever. Turkey, which has managed to
take a significant share of the mass and coastal tourism, is conf-
206
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği
ronted to the negative impact of sea-sand-sun tourism themselves.
There is no doubt that Turkey, in addition to coastal tourism, has
the rich and varied potential of alternative tourism. Cappadocia
region has a truly unique place among them through its historical,
cultural and natural attractiveness.
The purpose of this study is to identify the level of tourist development of the Cappadocia region and its contribution to the economic development of the region, taking its tourism potential into
consideration and develop policy recommendations. For this, a survey is planned for local people and tourism enterprises as well as
on the exploitation secondary sources and statistics of the region.
Enhancing the level of tourist development in the Cappadocia region is not only important for the regional economy but also for the
country’s economy potentially. The increasing number of tourists
with the development of tourism in Cappadocia will at the same
time increase the spending per tourist that is very low throughout
the country. If Cappadocia can be a tourism brand and a developed
region, it can constitute a model for other regions which have similar nature in Anatolia.
Key Words: Cappadocia, Tourism, Regional development
1. Giriş
Dünya ekonomisinin gelişimine genel olarak bakıldığında, bölgelerarası
gelişme farklılıklarının “sanayi dönemi”nde en üst noktaya çıkarak önemli bir sorun oluşturduğu ve bölgesel kalkınma kavramının sanayi çağına
özgü bir kavram olduğu görülmektedir. Sanayi devriminden önce çok
uzun süren “tarım dönemi” boyunca da ülkeler ve ülkeler içindeki bölgeler arasında şüphesiz gelişme farklılıkları bulunuyordu. Fakat 18. Yüzyılın
ikinci yarısında sanayi devriminin yaşanması ile sanayi sektöründe yaratılan yüksek katma değer hem ekonomik kalkınmayı hızlandırmış hem de
ülkeler ve bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını aşırı derecede arttırmıştır.
Bölgelerarası gelişme farklılıklarının giderilmesi için izlenecek bölgesel kalkınma politikaları doğal olarak çoğunlukla sanayi sektörü içinde aranmıştır. Tarım sektörü, sanayi dönemi öncesi zenginlik simgesi olarak geçmişte
kalmış ve bugün sanayiye bir alternatif oluşturamamaktadır.
Endüstri devrimi sonrası, tarım ve hayvancılık gibi geleneksel üretim alanlarının ekonomideki önemini kaybetmesi, sanayi ve endüstriyel üretimin
önem kazanması toplumların sosyal, kültürel ve ekonomik yapılarında
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
207
Önder MET - İsmail Mert ÖZDEMİR - Uğur SAYLAN
değişimlere neden olmuştur. Bu durum kırsal alanlarda yaşayanların ekonomik koşullarını kötüleştirmiş, yaşam standartlarını düşürmüş ve daha
iyi iş olanaklarının bulunduğu kentlere göç nedeniyle hem kırsal alanların
hem de göç alan kentlerin sosyal ve kültürel yapılarında çarpık gelişmeler
meydana gelmiştir (Bahçe, 2009: 1).
Gelişen ülkelerde sanayi işletmelerinin az sayıda bölgede yığılma gösterdiği gözlemlenmektedir. Bu durum, bölgeler arasında gelişmişlik farklılıkları
yaratarak önemli bir sorun oluşturmaktadır. Yığılma ekonomilerinin olması halinde devletlerin sanayiyi ülke sathına yayma politikaları da başarılı olamamaktadır (Mutlu, 2011: 284). Avrupa Birliği bölgesel kalkınma
ajansları aracılığıyla soruna çözüm bulmaya çabalamaktadır.
Ortaya çıkan bu dengesizlikleri azaltmak amacıyla geri kalmış bölgeleri
kalkındırmaya yönelik politikaların izlenmesi gerekmektedir. Geri kalmış
bir bölgenin kalkındırılması için ise bölgenin tüm kaynaklarının analiz edilerek kabiliyet ve kapasiteleri ortaya konmalı ve bölgenin mevcut durumu
ile hedeflenen yapısal öngörüye uygun olarak kısa, orta ve uzun vadeli
politika araçları tutarlı bir biçimde oluşturularak uygulamaya konmalıdır.
Uzun yıllardan beri az gelişmişlikten gelişmişliğe ulaşmada kalkınma ve
büyümeye en müsait sektör olarak “sanayi” görülmüştür. Ancak bir bölgede sanayileşmenin önemini ve sanayileşmenin getirdiği dinamizmi inkâr
etmeden bölgesel potansiyeller dikkate alınarak hizmetler sektörünün ön
plana çıkarılması ve bölgenin kalkınmasında turizmin sanayileşme için gerekli olan sermaye birikiminin sağlanmasına yardımcı olacak sürükleyici
bir sektör olabileceği de göz önünde tutulmalıdır. Turizm, tarım ve sanayi
gibi başka kaynakları olmayan bölgeler için önemli bir kalkınma aracıdır
(Doğan ve Yıldız, 2007: 2).
Sanayileşmenin batıda ve özellikle Avrupa’da yarattığı zenginlik, akabinde
turizm olgusunu da beraberinde getirmiştir. Fabrika tipi üretim merkezlerinde yoğun ve monoton çalışma koşulları, gelir artışı ve kısalan çalışma saatleri, çağdaş anlamda turizmin temel dinamikleri olmuştur. Turizm,
kazanılan gelirlerin farklı bölgelerde harcanmasına neden olarak gelirin
yeniden dağılımını sağlamakta, böylece birçok sektörün gelişimine ve bölgesel gelişmişlik farklılıklarının azaltılmasına katkıda bulunmaktadır. Turizmin hammaddesinin doğal, kültürel, tarihsel vb çekicilikler olması ve bu
değerlerin coğrafi anlamda yaygın olması, bölgesel gelişmişlik farklılıklarının turizm ile azaltılabilmesi açısından kolaylık sağlamaktadır. Bununla
208
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği
birlikte, deniz-kum-güneş dışındaki alternatif turizm ürünlerine son yirmi
yılda artan talep eğilimi, turizm potansiyeli olan az gelişmiş bölgelerin kalkınması için umut vericidir.
Türkiye, kıyı ve kitle turizmi ile dünyada sayılı bir turizm destinasyonu olmasına rağmen, yurt sathına yaygın zengin alternatif turizm kaynaklarını
yeterince değerlendirebilmiş ve turizm gelişmesini tüm yurda ve on iki aya
yayabilmiş bir ülke değildir. Kültür ve Turizm Bakanlığı, “Türkiye turizm
Stratejisi 2023” belgesi hazırlayarak bunu hedeflemiştir (TTS 2023; Tek,
2009: 172). Türkiye’nin özgün değerlerinden ve alternatif turizmin en
önemli ögelerinden biri olan kültür turizmi açısından eşsiz ve simge yerlerden biri olan Kapadokya olağanüstü bir turistik değerdir. Bununla birlikte
bu bölge, 1970’lerden bu yana kültür turlarına sahne olmasına karşın arzulanan seviyede turizm geliri sağlayamamaktadır. Bu çalışmanın amacı,
Kapadokya bölgesinde yoğunlaşan turizm olgusunun bölgenin gelişimine
katkılarını değerlendirmek ve bu katkıların arttırılması için önerilerde bulunmaktır. Bu amaçla bölgede turizmin ekonomik yararlarını en iyi bilme
durumunda olan turizm işletmeleri yöneticileri ile yerel halkın görüşlerine
başvurulmuştur. Araştırmada anket yöntemi kullanılmıştır.
2. Turizmin Bölgesel Gelişmeye Etkileri
2. Dünya Savaşı sonrası hızlanan uluslararası turizm, önce Avrupa
kıtası’nda ortaya çıkarken hemen sonrasında Akdeniz kıyılarına yönelmiş,
jetlerin gelişmesi sonucu tüm dünyaya yayılmıştır (Öztürk ve Yazıcıoğlu,
2002: 184). Ulaşım ve iletişimin gelişmesi ile turizm günümüzde dünyanın en büyük endüstrilerinden biri haline gelmiştir. Uluslararası turizm rakamlarına ülke içi turizm hareketlerinin de eklenmesi halinde olağanüstü
bir ekonomik büyüklükle karşılaşılır. Dünya Turizm Örgütü’nce hazırlanan
“Turizm 2020 Vizyonu”na göre dünyada 2020 yılında turist sayısının
1,5 milyar kişi, toplam turizm gelirlerinin ise 2 trilyon ABD doları olacağı
tahmin edilmektedir (Yılmaz, 2009: 66). Turizmin hızlı büyümesi, turizm
ürünlerinin ve mekanlarının çeşitlendirilmesini sağlamaktadır (Batman ve
Ulusan, 2010: 245).
Turizmin ekonomilerin gelişimine sağladığı katkıların görülmesi, ülkelerin
turizm sektörüne önem vermelerine neden olmaktadır. Uluslararası turizmin sağladığı döviz girişi gelişmekte olan ülkeler açısından özel bir öneme sahip olsa da turizm gelişmiş ülke ekonomilerinde de önemli bir yere
sahiptir. Uluslararası turizmin önemli bir bölümü gelişmiş ülkeler arasında
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
209
Önder MET - İsmail Mert ÖZDEMİR - Uğur SAYLAN
gerçekleşmektedir. Turizm geliri ve turist sayısı bakımından en önde gelen
ülkelerin gelişmiş ülkeler olduğu görülmektedir (TYD, 2009). Gelişmekte
olan ülkeler de turizm potansiyellerini değerlendirerek turizmden aldıkları
payı arttırmaya çalışmaktadırlar.
Geniş bir turizm potansiyeline sahip Türkiye, 1980’li yıllardan itibaren kıyı
turizmine olan talebe karşılık vererek Akdeniz ve Ege bölgelerinin turizm
ile gelişmesini sağlamıştır. Ancak kıyılardan uzak olan bölgeler, bu olanaktan yeterince yararlanamamışlardır. Bununla birlikte 1990’lı yılların
başlarında gelişmiş ülkelerdeki üst sosyal tabakaların istek ve arzuları değişmeye başlamıştır. Son 20 yılda turizm talebi standart kitle turizminden,
turistlere daha esnek ve anlamlı deneyim sağlayan, kişiye uyumlaştırılmış
özellikler taşıyan turizm türlerine kaymaktadır (Bahçe, 2009: 2). Yapılan
bazı araştırmalar alternatif turizm talebinin artmakta olduğunu doğrulamaktadır. Örneğin Türsab’ın 2005’deki araştırmasında % 62 olan denizkum-güneş talebi 39’a düşerken, kültür turizmine talep % 11,5’den %
23’e yükselmiştir (Yeşiltaş ve Öztürk, 2008: 9). Dünya Turizm Örgütü’ne
göre dünyada turizm seyahatlerinin % 37’sini kültür turizmi oluşturmakta
ve bunun her yıl % 15 büyüyeceği tahmin edilmektedir (Uygur ve Baykan,
2007: 32). Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçilerin illere dağılımına bakıldığında, en fazla pay alan Antalya, İstanbul, Muğla, İzmir ve Aydın illerinin
paylarında önceki yıllara göre bir düşüş göze çarparken diğer illerin payı
artmaktadır (http://www.ttyd.org.tr/tr/page.aspx?id=1666, 15.04.2011).
Özetle, son yıllarda dünyada ve Türkiye’de deniz-kum-güneş ile simgelenen kıyı turizmine karşılık alternatif turizmin artma eğilimi, içsel bölgelerin
gelişmesine olan umudu arttırmaktadır (Met, 2011: 538).
Turizmin ana kaynağının doğal ve kültürel değerler olması, turizm kaynaklarının ülkelerde coğrafi olarak alternatif ekonomik kaynaklara göre daha
adil ve dengeli bir dağılım özelliği göstermesini sağlamaktadır (Yılmaz,
2009: 2). Türkiye, alternatif turizm kaynakları yönünden oldukça zengindir
(Bkz.: Akpınar ve Bulut, 2010). 1970’lere kadar Türkiye’de turizm, alternatif turizmin önemli bir unsuru olan “kültür turizmi” biçiminde idi. Topkapı sarayı, Ayasofya, Troya, Efes, Kapadokya, Perge-Aspendos, Sümela
manastırı, yabancılar için çekim noktaları idi. Yabancı turistler, karayolu ile
Kars’a, Van’a kadar giderek Doğu Anadolu’daki arkeolojik eserleri geziyordu. Türkiye’nin öne çıkan imajında doğa, tarih, arkeoloji, sanat ve kültür vardı. 1980’lerden sonra kıyı turizmi başladı. Türkiye, “kültür turizmi”
yerine “güneş-deniz-kum” turizmi ile yabancı turist çekme arayışına girdi.
Türkiye, “kültür ülkesi”nden “ucuz tatil” ülkesine dönüştü (Uras, 2011).
210
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği
Aslında turizmin bir ülke ekonomisine katkıları, turizm ile bir yörenin
gelişimine paraleldir. Bir ülkede turizm geliştiğinde, öncelikle belirli bölge ve yörelerin gelişimi yoluyla ülke ekonomisi gelişmektedir. Örneğin
Türkiye’de turizm ile önce Antalya bölgesi gelişirken bu aynı zamanda
ülke ekonomisine doğrudan bir katkı niteliği taşımaktadır. Ülke ekonomisi
turizmin katkıları ile gelişip tüm vatandaşlar dolaylı olarak bundan fayda
sağlarlarken, turizmin geliştiği bölge ve yöreler, öncelikle, doğrudan ve
daha fazla fayda sağlamış olmaktadırlar. Çünkü turizmin geliştiği yörelerde turizm yatırımları yapılmakta, yöre halkı daha kolay iş bulabilmekte,
gelirlerini çoğaltabilmektedir. Buna ek olarak yöre halkı turistlerle birlikte
yüksek altyapı standartlarından ve rekreasyonel imkanlardan yararlanırlar.
Diğer ekonomik gelişme araçları ile karşılaştırıldığında, yaşam standartlarındaki gelişme turizm ile çok daha hızlı ve kapsamlı sağlanabilmektedir.
Türkiye’de turizm her yıl mevcutlara ek olarak ortalama 20 bin kişiye iş yaratmaktadır. Aynı zamanda turizm Anadolu’ya yayılarak yatırım yapan tek
sektör olma özelliğini korumaktadır. Bölgelerarası gelişmişlikteki dengeyi
sağlamaktadır. Halen yapılmakta olan yüz otelden 68’i üç büyük il dışındadır. Oteller, 54 sektöre doğrudan iş ve aş yaratmaktadır. Otuz yılda yapılan
turizm yatırımlarının toplam tutarı 35 milyar doları geçmiştir. Ayrıca bu
sektör diplomasiye katkı sağlamaktadır. Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerini geliştirmede lokomotif bir sektördür. Bunun en güzel örneği Rusya’dır
(Okur, 2011). Turizmin Türkiye ekonomisine en önemli katkılarından biri
de, ekonominin “yumuşak karnı” olan cari açığın kapatılmasında oynadığı veya oynayacağı roldür. Ülkede son yıllarda cari açığın yükselmesinin
başlıca nedeni ihracatın katma değerinin azlığının yanısıra ihracatın ithalat
bağımlılığıdır. Enerji ithalatı da cari açıkta önemli bir etkendir. İhracattan
elde edilen her 100 doların 65 doları tekrar ithalata harcanırken, turizmden elde edilen her 100 dolara karşılık ithalat harcaması ise 1 doların altındadır (Oğuz, 2011). Turizmin sağladığı dövizin neredeyse tamamı yerel
kaynaklarla sağlanmakta ve katma değeri yüksek olmaktadır.
Türkiye’de turizm ile gelişen veya gelişim sürecinde olan yörelere Şirince, Beypazarı, Safranbolu ve Akdeniz/Ege kıyılarında birçok yöre örnek
verilebilir (Met, 2011: 531). Antalya ilinde turizmin gelişmesi ile birlikte
Akdeniz bölge ekonomisi sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralamasında üst
sıralara yaklaşmıştır (Gülbahar, 2009: 44). Güney İtalya da turizmin bölgesel kalkınmaya etkisine verilebilecek güzel bir örnektir (Doğan ve Yıldız,
2007: 30). Türkiye’de son zamanlarda gerek yöresel/kentsel düzeyde, gerekse daha geniş bir alanı kapsayan bölgesel düzeyde, turizm ile bölgesel
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
211
Önder MET - İsmail Mert ÖZDEMİR - Uğur SAYLAN
kalkınmışlık farklarını azaltma amacıyla yapılan araştırmalar artmıştır. Yapılan bölgesel çalışmaların bir kısmı Doğu Anadolu, Güney Anadolu vb.
bölgeleri kapsarken (Kabasakal, 2007; Menteş, 2006; Eceral ve Özmen,
2009) bazı çalışmalar da Göller bölgesi gibi birbirine yakın turistik çekiciliklerin bir bütün oluşturduğu bölgeleri konu almaktadır (Durgun, 2006;
Yıldız, 2007). Bu alandaki kimi çalışmalar da kentsel/yöresel mekanların
bir marka, bir destinasyon olarak geliştirilmesine yöneliktir (Met, 2011;
Sarı, 2010; Akpınar, 2004; Uçar vd., 2010).
Kapadokya bölgesi turizmine yönelik az sayıda çalışma yapılmıştır. Bugünkü Kapadokya Bölgesi Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir illerinin
kapladığı alandır. Daha dar bir alan olan kayalık Kapadokya Bölgesi ise Uçhisar, Ürgüp, Avanos, Göreme, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden
ibarettir. Kapadokya bölgesi, doğa ve tarihin dünyada en güzel bütünleştiği
yerdir. Coğrafik olaylar peribacalarını oluştururken, tarihi süreçte insanlar
da bu peribacalarının içlerine ev, kilise oymuş, bunları fresklerle süsleyerek
binlerce yıllık yaşlı medeniyetlerin izlerini günümüze taşımıştır. (http://www.
kultur.gov.tr/TR/belge/1-19685/kapadokya.html, 10.09.2011).
Ahiler Kalkınma Ajansı’nın bölgenin turizm çalıştayı için hazırladığı “saha
çalışmaları raporu”na göre bölgede turizm en fazla Nevşehir ilinde yoğunlaşmaktadır ve kitle turizmi biçiminde yapılmaktadır. Buna bağlı olarak
turist sayısına önem verilmekte ve başlıca turizm sorunlarını turizm gelirlerinin azlığı ve turistlerin konaklama süresinin kısalığı oluşturmaktadır.
Erciyes kayak turizmi ve Kozaklı termal tesisleri bölgede diğer önemli çekiciliklerdir ve Kapadokya turizminin pazarlanmasında çevredeki turistik çekiciliklerin de kapsanarak konaklama süresinin uzatılması önerilmektedir
(http://www.ahi-ka.org.tr/upload/pdf/turizmrapor.pdf, 10.09.2011). Yabancı turistlerin Kapadokya’ya yönelik tutumlarını araştıran bir çalışmada
da ziyaretçilerin çok büyük bölümünün yaşadıkları deneyimi olumlu hatta beklenenden daha iyi olarak niteledikleri tespit edilmiştir (http://www.
hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/34-201-210,.pdf, 10.09.2011).
3. Turizmin Kapadokya Bölgesinin Gelişimine Etkilerini Belirlemeye
Yönelik Bir Araştırma
3.1. Araştırmanın Amacı, Kapsamı ve Yöntemi
Bu araştırma; Kapadokya bölgesinin, turizm potansiyeli göz önünde tutularak bölgenin kalkınmasında turizmin etkilerinin ve bu etkilerin arttırılmasına ilişkin görüşlerin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Böylece turizmin
212
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği
bölgenin gelişmesine katkısı belirlenerek, bölgenin turizm açısından hak
ettiği düzeye gelebilmesi için politika önerileri geliştirilebilir.
Araştırmanın evrenini Kapadokya bölgesinde yaşayan yöre halkı ve bölgedeki turizm işletmeleri oluşturmaktadır. Çalışmanın tüm Kapadokya
bölgesindeki yöre halkını ve turizm işletmelerini kapsaması hem zaman
hem de maliyet açısından mümkün olmadığından çalışma 75 adet turizm
işletmesi ve 75 adet yöre halkına yönelik toplam 150 adet anket ile sınırlandırılmıştır. Ancak çeşitli nedenlerden dolayı 115 adet (52 adet turizm
işletmesi, 63 adet yöre halkı) kullanılabilir ankete ulaşılmıştır.
Anket formları üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; Kapadokya bölgesinin kalkınmasında turizmin etkilerini belirlemeye yönelik 12
adet ifade, anketlerin ikinci bölümünde ise Kapadokya bölgesinin kalkınmasında turizmin etkilerinin arttırılmasına ilişkin görüşlerin belirlenmesine
yönelik 8 adet ifade bulunmaktadır. Her iki anket formunda da birinci ve
ikinci bölümdeki ifadeler 5’li Likert ölçeğidir. Bu ifadeler Yıldız (2007) tarafından hazırlanan doktora tez çalışmasından esinlenerek hazırlanmıştır.
Anketlerin üçüncü bölümünde; katılımcı işletmelerin profili ile ilgili 9 adet
soru ve katılımcı bireylerin profili ile ilgili 5 adet soru yer almaktadır. Veriler SPSS 11.5 for Windows istatistik programı yardımıyla analiz edilmiştir.
Veriler üzerinde frekans analizi, standart sapma analizi ve Cronbach alfa
güvenilirlik testi yapılmıştır.
3.2. Araştırmanın Bulguları ve Yorumlanması
Araştırmanın güvenilirliğini belirlemek için Cronbach alfa testi yapılmıştır.
Yapılan analize göre Cronbach alfa (α) değeri 0,8590 olarak hesaplanmıştır. Güvenilirlik analizi sonuçları incelendiğinde, bulunan değerin 0,80
değerinden yüksek olduğundan dolayı araştırmanın yüksek düzeyde güvenilir olduğu görülmektedir.
Araştırmaya katılan yöre halkı sayısı toplam 63’dür. Araştırma sonuçlarına
göre, katılımcıların 45’i (%71.4) erkek, 18’i (%28.6) kadındır. Ankete katılanların, %23.8’i (15) 18-25, %19.0’u (12) 26-35, %28.6’sı (18) 36-45
ve %28.6’sı (18) 46 yaş ve üzeri kişilerden oluşmaktadır.
Katılımcıların doğum yerlerine bakıldığında, %61.9’u (39) Kapadokya
Bölgesi içi, %38.1’i (24) Kapadokya Bölgesi dışıdır. Yöre halkına; yaptıkları
işin turizmle ilgisi ve ailelerinde kendisi dışında turizm sektöründe çalışan
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
213
Önder MET - İsmail Mert ÖZDEMİR - Uğur SAYLAN
bir birey olup olmadığı sorulmuştur. Buna göre; katılımcıların %71.4’ü (45)
turizmle direkt ilgili, %14.3’ü (9) turizmle dolaylı ilgili, %14.3’ü (9) turizmle ilgisi olmayan işlerde çalışmaktadır. Ayrıca katılımcıların %50.8’inin (32)
ailesinde kendisi dışında bir birey turizm sektöründe çalışmakta, %49.2’sinin (31) ise çalışmamaktadır. Araştırmanın sonuçlarından da anlaşılacağı
üzere, turizm sektörünün Kapadokya Bölgesi’nde yaşayan yöre halkı için
büyük bir önemi vardır.
Araştırmaya katılan turizm işletme sayısı toplam 52’dir. Bu işletmelerin
%44.3’ü (23) konaklama işletmesi, %11.5’i (6) turistik restoran, %9.6’sı
(5) seyahat acentesi/tur operatörü, %5.8’i (3) ulaştırma işletmesi ve
%28.8’i (15) hediyelik eşya mağazasıdır. Turizm işletmelerinde bir yılda
ortalama %48.1’inde (25) 0-10, %17.3’ünde (9) 11-20 ve %34.6’sında
(18) 31 ve üzeri kişi çalışmaktadır.
Araştırmaya katılan işletmelerin müşterilerinin çoğunu %73.1’i (38) yabancı turistler, %15.4’ü (8) yerli turistler ve %11.5’ini (6) yerel halk oluşturmaktadır. Ayrıca katılımcılar müşterileri olan turistlerin %76.9’unun
(40) orta gelir ve %23.1’inin ise (12) zengin gelir grubuna ait turistler
olduğunu belirtmişlerdir.
Araştırmaya katılan konaklama işletmelerine (23 adet), turistlerin (yerli ve
yabancı) ortalama kalış süresi, ortalama ne kadar harcama yaptıkları ve
işletmelerin yıllık ortalama doluluk oranları sorulmuştur. İşletmelerdeki turistlerin %56.5’i (13) 1-2 gün, %39’1’i (9) 3-4 gün ve %4.4’ü (1) 5-6 gün
konaklama yapmaktadır. İşletmelerdeki bir müşteri ortalama, %65.2’si
(15) 0-100$, %4.4’ü (1) 101-200$, %13.0’ü (3) 201-400$ ve %17.4’ü
(4) 601$ ve daha fazla harcama yapmaktadır. Konaklama işletmelerinin
yıllık ortalama doluluk oranı, % 4.4’ü (1) %50’den az, %26.1’i (6) %5160, %13.0’ü (3) %61-70, %52.1’i (12) %71-80 ve %4.4’ü (1) %80’den
fazladır. Elde edilen sonuçlara göre; Kapadokya Bölgesindeki araştırmaya katılan konaklama işletmeleri doluluk oranı bakımından iyi seviyelerde
olmasına rağmen, işletmelere gelen turistlerin kalış süreleri ve yaptıkları
harcama istenilen düzeylerde değildir.
Tablo 1’de Araştırmaya katılan turizm işletmeleri yöneticilerine, günümüzde turizmin Kapadokya bölgesinin kalkınmasındaki etkisini nasıl değerlendirdikleri ve gelecekte turizmin bölge ekonomisine katkısı hakkındaki
düşünceleri sorulmuştur.
214
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği
Tablo 1. Turizm İşletmeleri Yöneticilerine Göre Turizmin Günümüzde ve
Gelecekte Bölgenin Kalkınmasını Etkileme Düzeyleri
Günümüzde Turizmin
Kapadokya Bölgesinin
Kalkınmasındaki Etkisini Nasıl
Değerlendiriyorsunuz?
Frekans (N)
Yüzdelik Dilimi
(%)
Çok az
3
5.8
Az
6
11.5
Orta
16
30.8
İyi
18
34.6
Çok İyi
9
17.3
Toplam
52
100
Aynı Kalır
3
5.8
Artar
40
76.9
Azalır
9
17.3
Toplam
52
100
Gelecekte Turizmin Bölge
Ekonomisine Katkısı Hakkındaki
Düşünceniz?
Tablo 1’e göre, araştırmaya katılanlar günümüzde turizmin Kapadokya
Bölgesinin kalkınmasını (%34.6) iyi ve (%30.8) orta düzeylerde etkilediğini belirtmişlerdir. Ayrıca gelecekte turizmin bölge ekonomisine katkısının
artacağı düşüncesi hakimdir (%76.9). Elde edilen sonuçlara göre, turizm,
bölgenin kalkınması açısından büyük bir rol oynamaktadır. Diğer deyişle,
turizm ve bölgesel gelişme ilişkisi bu yöre için hayati bir önem arz etmektedir.
Tablo 2’de turizm işletmeleri yöneticilerine ve yöre halkına göre Kapadokya Bölgesinin kalkınmasında turizmin etkileri yer almaktadır (turizm işletmesi yöneticileri ve bölge sakini yerel halkın konuya ilişkin görüşleri büyük
oranda paralel olduğundan, cevaplar birleştirilerek değerlendirilmiştir):
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
215
Önder MET - İsmail Mert ÖZDEMİR - Uğur SAYLAN
%
n
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölgeye döviz
girişi sağlayarak
1 0,9 8
bölgesel
kalkınmayı
olumlu
etkilemektedir.
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölgede yeni
istihdam
imkanları
sağlayarak
bölgesel
kalkınmayı
olumlu
etkilemektedir.
216
1 0,9 2
%
n
%
Standart Sapma
Kesinlikle
Katılıyorum
Katılıyorum
Fikrim Yok
n
Aritmetik Ortalama
n
Katılmıyorum
Değişkenler
Kesinlikle
Katılmıyorum
Tablo 2. Turizm İşletmeleri Yöneticilerine ve Yöre Halkına Göre Kapadokya Bölgesinin Kalkınmasında Turizmin Etkileri
%
n
%
7,0
1
0,9 30 26,1 75 65,1 4,47 0,89195
1,7
2
1,7 48 41,8 62 53,9 4,46 0,70446
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölgeye yatırım
yapılmasını
sağlayarak
** ** 4
bölgesel
kalkınmayı
olumlu
etkilemektedir.
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölgede
kültürlerarası
etkileşimi
sağlayarak
bölgenin
sosyal açıdan
kalkınmasını
olumlu
etkilemektedir.
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölgede alt ve
üst yapının
gelişmesini
sağlayarak
bölgesel
kalkınmayı
olumlu
etkilemektedir.
3,5
4
3,5 52 45,2 55 47,8 4,37 0,71893
5 4,3 8
7,0 ** **
1 0,9 7
6,1
8
31 27,0 71 61,7 4,34 1,08453
7,0 44 38,2 55 47,8 4,26 0,89919
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
217
Önder MET - İsmail Mert ÖZDEMİR - Uğur SAYLAN
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölgede kişi
başına düşen
geliri arttırarak
bölgesel
kalkınmayı
olumlu
etkilemektedir.
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölgeye
yabancı
sermaye girişi
sağlayarak
bölgesel
kalkınmayı
olumlu
etkilemektedir.
Kapadokya
Bölgesinde
turizm, doğal
alanların
korunması
açısından
bölge halkının
duyarlılığını
arttırmaktadır.
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölgeye yönelik
çevre bilinci
ve kalitesinin
artmasını
sağlamaktadır.
218
3 2,6 5
4,3 13 11,3 32 27,9 62 53,9 4,26 1,00076
2 1,7 9
7,8 26 22,6 31 27,0 47 40,9 3,97 1,05515
1 0,9 28 24,3 ** **
3 2,6 25 21,7 2
33 28,7 53 46,1 3,94 1,23433
1,7 32 27,9 53 46,1 3,93 1,26159
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölge halkının
arkeolojik,
tarihi ve
mimari
varlıkların
korunmasına
yönelik bilincini
arttırmaktadır.
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölgenin diğer
bölgelerle
arasındaki
gelişmişlik
farkının
azalmasını
sağlamaktadır.
1 0,9 31 26,9 11 9,6 30 26,1 42 36,5 3,70 1,24234
11 9,6 20 17,4 5
Kapadokya
Bölgesinde
turizmin
gelişmesi,
bölgede tarım
ve sanayi
sektörlerinin
de gelişmesine 14 12,2 28 24,3 7
katkı sağlayarak
bölgesel
kalkınmayı
olumlu
etkilemektedir.
4,3 39 33,9 40 34,8 3,66 1,36190
6,1 42 36,5 24 20,9 3,29 1,36352
** Cevap verilmemiştir.
Tablo 2’de turizm işletmeleri yöneticilerine ve yöre halkına göre Kapadokya bölgesinde turizmin gelişmesi bölgeye en çok döviz girişi, yeni istihdam
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
219
Önder MET - İsmail Mert ÖZDEMİR - Uğur SAYLAN
imkanları, yatırım yapılması ve bölgede kültürlerarası etkileşimle bölgenin
sosyal açıdan kalkınmasında olumlu etki yapmaktadır.
Tablo 3’de turizm işletmeleri yöneticilerine ve yöre halkına göre Kapadokya Bölgesinin kalkınmasında turizmin etkilerinin arttırılmasına ilişkin
görüşler yer almaktadır:
n
%
%
n
%
Yeterli tanıtım
yapıldığı takdirde
Kapadokya
Bölgesine yönelik 2 1,7 ** ** ** ** 13 11,3 100 87,0 4,81
turistik talep artar.
Bölge halkı turizm
konusunda
bilinçlendirildiği
takdirde
Kapadokya
** ** ** **
Bölgesine yönelik
turistik talep artar.
Nitelikli
personel
istihdamının
arttırılması ile
** ** 8 7,0
Kapadokya
Bölgesine yönelik
turistik talep artar.
220
Standart Sapma
Kesinlikle
Katılıyorum
Katılıyorum
n
Aritmetik Ortalama
n % n %
Fikrim Yok
Katılmıyorum
Değişkenler
Kesinlikle
atılmıyorum
Tablo 3. Turizm İşletmelerine ve Yöre Halkına Göre Kapadokya Bölgesinin
Kalkınmasında Turizmin Etkilerinin Arttırılmasına İlişkin Görüşler
0,60091
3
2,6 27 23,5 85 73,9 4,71
0,50896
3
2,6 24 20,9 80 69,5 4,53
0,85144
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği
Ulaşım imkanları
geliştirildiği
takdirde
Kapadokya
2 1,7
7,8
9
Bölgesine yönelik
turistik talep artar.
Turistik tesislerde
hizmet
kalitesinin
arttırılması ile
Kapadokya
** ** 9 7,8
Bölgesine yönelik
turistik talep artar.
3
2,6 18 15,7 83 72,2 4,48
0,99442
6
5,2 28 24,3 72 62,7 4,41
0,90789
Altyapı
geliştirildiği
takdirde
Kapadokya
2 1,7 1 0,9 17 14,8 29 25,2 66 57,4 4,35
Bölgesine yönelik
turistik talep artar.
Turistlere
yönelik eğlence
olanakları
geliştirildiği
takdirde
6 5,2 8 7,0 14 12,2 13 11,3 74 64,3 4,22
Kapadokya
Bölgesine yönelik
turistik talep artar.
Turistik tesis
kapasitesi
arttırıldığı takdirde
Kapadokya
15 13,0 31 27,0 11 9,6 11 9,6
Bölgesine yönelik
turistik talep artar.
47 40,8 3,38
0,89041
1,21439
1,54796
** Cevap verilmemiştir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
221
Önder MET - İsmail Mert ÖZDEMİR - Uğur SAYLAN
Tablo 3’de turizm işletmeleri yöneticilerine ve yöre halkına göre Kapadokya Bölgesinin kalkınmasında turizmin etkilerinin arttırılması için; yeterli
tanıtımın yapılması, bölge halkının turizm konusunda bilinçlendirilmesi,
nitelikli personel istihdamının arttırılması ve ulaşım imkanlarının geliştirilmesi gerekmektedir. Böylece Kapadokya Bölgesine yönelik turistik talep
de artar.
4. Sonuç ve Öneriler
Yaşanan deneyimler, endüstriyel yatırımları çekemeyen az gelişmiş bölge ya da yörelerin, turizm potansiyelinin harekete geçirilmesi ile gelişme
gösterebileceğini kanıtlamaktadır. Turizm ile gelişmek ya da turizmin ekonomik ve sosyal faydalarından yararlanmak sadece gelişmekte olan ülke
ve bölgelere özgü bir olgu değildir. Gelişmiş ülkeler ve şehirler de, artan
turizm hareketliliğinden yararlanarak gelişmelerini daha hızlı ve kapsamlı
gerçekleştirebilmekte ve marka destinasyon olabilmektedirler. Gelişmekte
olan ülkelerin ve ülkeler içinde az gelişmiş bölge ve yörelerin turizm aracılığıyla kalkınmaları ise, bölgelerarası gelişme farklılıklarını azaltıcı etkileri
bakımından ayrı bir öneme sahiptir.
Bu çalışmada, Orta Anadolu bölgesinde yer alan, uzun sayılabilecek bir
turistik geçmişi bulunan ve özgün turizm değerlerine sahip olan Kapadokya bölgesinde turizmin bölge kalkınması üzerindeki etkilerini belirlemeye
yönelik bir alan araştırması da yapılmıştır. Bu araştırma, turizmin bölgeyi
geliştirici katkılarının arttırılması için yapılması gerekenleri ana başlıklar
halinde belirlemeyi de kapsamaktadır. Bölgenin turizm ile sosyal, ekonomik ve diğer yönlerden gelişiminin en iyi tanıkları durumunda olan turizm
işletmeleri yöneticileri ile yörede yaşayan vatandaşların doğrudan konuya
ilişkin kanaatlerini belirleme yöntemi tercih edilmiştir.
Kapadokya Bölgesi’nde yaşayan yöre halkından araştırmaya katılanların
çoğunluğunu erkek, 35 yaş ve üzeri, Kapadokya Bölgesi içi doğumlu ve
turizmle direkt ilgili işlerde çalışan kişiler oluşturmaktadır. Ayrıca katılımcıların çoğunun ailesinde kendisi dışında da bir birey turizm sektöründe çalışmaktadır. Anlaşılacağı üzere, turizm sektörünün Kapadokya Bölgesi’nde
yaşayan yöre halkı için büyük bir önemi vardır.
Kapadokya Bölgesi’ndeki turizm işletmelerinden araştırmaya katılanların
çoğunluğunu ise konaklama işletmeleri oluşturmaktadır. Araştırmaya katılan işletmelerin çoğunda bir yılda ortalama 0-10 kişi çalışmakta, müşterilerinin çoğunluğunu yabancı ve orta gelir grubuna ait turistler oluştur-
222
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği
maktadır. Araştırmaya katılan konaklama işletmelerindeki turistler işletmelerde ortalama 1-2 gün konaklamakta ve ortalama 0-100$ harcama
yapmaktadır. Konaklama işletmelerinin yıllık ortalama doluluk oranı ise %
71-80’dir. Elde edilen sonuçlara göre; Kapadokya Bölgesindeki araştırmaya katılan konaklama işletmeleri doluluk oranı bakımından iyi seviyelerde
olmasına rağmen, işletmelere gelen turistlerin kalış süreleri ve yaptıkları
harcamalar istenilen düzeylerde değildir.
Araştırmaya katılan turizm işletmeleri yöneticilerine, günümüzde turizmin
Kapadokya bölgesinin kalkınmasındaki etkisini nasıl değerlendirdikleri ve
gelecekte turizmin bölge ekonomisine katkısı hakkındaki düşünceleri sorulmuştur. Sonuçlara göre; katılımcılar günümüzde turizmin Kapadokya
Bölgesinin kalkınmasını iyi ve orta düzeylerde etkilediğini belirtmişlerdir.
Ayrıca gelecekte turizmin bölge ekonomisine katkılarının artacağı düşüncesi hakimdir.
Araştırmaya katılanlara göre; Kapadokya Bölgesinin kalkınmasında turizmin etkileri en çok bölgeye döviz girişi sağlanmasında, yeni istihdam imkanları yaratılmasında, bölgeye yatırım yapılmasında ve kültürlerarası etkileşimle bölgenin sosyal açıdan kalkınmasında olumlu etki yapmaktadır.
Ayrıca katılımcılara göre; Kapadokya Bölgesi’nin kalkınmasında turizmin
etkilerinin arttırılması için yeterli tanıtımın yapılması, bölge halkının turizm
konusunda bilinçlendirilmesi, nitelikli personel istihdamının arttırılması ve
ulaşım imkanlarının geliştirilmesi gerekmektedir. Böylece Kapadokya Bölgesine yönelik turistik talep de artar.
Kapadokya bölgesinde turizmin daha da geliştirilerek bölgesel kalkınmanın daha ileri noktalara taşınabilmesi için bazı öneriler geliştirilebilir: Bölgede ekonomik kalkınmanın sınırlı kalmasının başlıca nedenini, gelen yerli
ve yabancı turistlerin kalış sürelerinin kısalığı ve harcama tutarlarının yetersizliği oluşturmaktadır. Turistler, doğal ve tarihi eserleri ziyaret ettikten
sonra bölgeden ayrılmaktadırlar. Bu durumda turistleri bölgede daha fazla
tutacak ve daha fazla harcama yapmalarını sağlayacak ek çekiciliklerin ve
etkinliklerin planlanması gerekmektedir. Bunun için yakın destinasyonların
çekiciliklerinin de bölgesel turistik ürün içinde tanımlanması ya da bölge
içinde yeni çekicilik ve aktivitelerin tasarımı etkili bir yol olabilir. Bölgeye
olan turist talebini arttıracak tanıtım enstrümanının daha yoğun ve etkili
kullanılması da kuşkusuz yararlı olacaktır. Turizm olayında bir yerde yerel
aktörler çok sayıda ve çeşitlidir. Bu aktörlerin, dar bireysel çıkarları açısın-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
223
Önder MET - İsmail Mert ÖZDEMİR - Uğur SAYLAN
dan turizme bakmaları, ortak ve uzun vadeli bölgesel çıkarları görememeleri önemli bir handikap oluşturmaktadır. Bu nedenle, benzer yerler
için de olabileceği gibi, turizm etiğinin sektörün her alanına yerleştirilmesi
ve genel olarak bölge halkının turizm konusunda bilinçlendirilmesi, kısa
vadeli ve bireysel yaklaşımları aşmayı sağlayabilir. Bu konuda yerel mesleki
örgütlere büyük görevler düşmektedir. Son olarak, her yörede olabileceği
gibi, büyüleyici bir mekan olan Kapadokya bölgesinin de, kongre ve toplantı pazarından daha fazla pay almak üzere gerekli girişim ve çabaları
göstermek, bölge turizmini geliştirici bir etki yaratabilir.
Kaynaklar
Ayşe Durgun, (2006), “Bölgesel Kalkınmada Turizmin Rolü: Isparta Örneği”, Süleyman Demirel Üni. SBE İktisat Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, İsparta.
Elif Akpınar, Yahya Bulut, (2010), “Ülkemizde Alternatif Turizmin Bir Dalı Olan Ekoturizm Çeşitlerinin Bölgelere Göre Dağılımı Ve Uygulama Alanları”, III. Ulusal
Karadeniz Ormancılık Kongresi, 20-22 Mayıs, Cilt: IV, 1575-1594.
Erdal Akpınar, (2004), “Doğu Anadolu Bölgesi’nde Alternatif Turizm Merkezi Olmaya Aday Bir İlçe: Kemaliye”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 6 (2), 217-236.
Gökhan Menteş, (2006), “ Kültürel Mirasın Korunması ve Turizmin Geliştirilmesi
İçin Bir Yönetişim Modeli: Güneydoğu Anadolu Örneği”, (www.tepav.org.
tr/sempozyum/2006/bildiri/bolum5/5_1_mentes.pdf-)
Gülay Özdemir Yılmaz, (2009), “Yerel Ekonomik Kalkınma Ve Turizm İlişkisi Üzerine Bir Çalışma: Kemer Örneği”, BAÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Turizm İşletmeciliği Ve Otelcilik ABD, Basılmamış Doktora Tezi, Balıkesir
Güngör Uras, (24.04.2011), “Pekin’e Göre Çözüm: Kültür Turizmi”, Milliyet.
http://www.ahi-ka.org.tr/upload/pdf/turizmrapor.pdf, (10.09.2011).
http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/34-201-210,.pdf,
(10.09.2011).
http://www.kultur.gov.tr/TR/belge/1-19685/kapadokya.html, (10.09.2011).
http://www.ttyd.org.tr/tr/page.aspx?id=1666, (15.04.2011).
http://www.sp.gov.tr/documents/Turizm_Strateji_2023.pdf, (10.04.2011).
Meliha Okur, (12.05.2011), “Siyasetin Unuttuğu Sektör: Turizm”, Sabah.
Metin Uçar, Hüseyin Çeken, Şevket Ökten, (2010), Kırsal Turizm ve Kırsal Kalkınma – Fethiye Örneği, Detay Yayınları, Ankara.
Murat Tek, (2009), “Kamu Yatırımlarında Turizmin Yeri, Türkiye Turizm Stratejisi
2023’de Marka Kentler Projesi: Eleştirel Bir Değerlendirme”, Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, C. 20, Sayı 2, Bahar: 169-184.
224
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Turizm ve Bölgesel Gelişme: Kapadokya Bölgesi Örneği
Murat Yeşiltaş ve İlker Öztürk, (2008), “Bölgesel Kalkınma Çerçevesinde Alternatif Turizm Faaliyetlerine Yönelik Bir Değerlendirme: Sivas Örneği”, C.Ü.
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 9(1), 1-18.
Onur Gülbahar, (2009), “Turizmin Bölgelerarası Gelişmişlik Farklarını Gidermedeki Rolü (Türkiye Örneği)”, İktisadi Ve İdari Bilimler Dergisi, C. 23, Sayı: 1,
Ocak, 19-47.
Önder Met, (2011), “Turizm İle Yöresel Gelişme: Sinop İçin Bir Turizm Gelişim
Stratejisi Önerisi”, 1. Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı Bildirileri,
Fırat Kalkınma Ajansı, 22-23 Eylül 2011, Malatya, 529-539.
Özgür Sarı, (2010), “Tourism as Tool for Development: The Case of Mawlana
Tourism in Konya”, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Ankara.
Sadık Bahçe, (2009), “Kırsal Gelişimde Kültür (Mirası) Turizmi Modeli”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (25), Aralık, 1-12.
Selma Meydan UYGUR, Eda BAYKAN, (2007), “Kültür Turizmi Ve Turizmin Kültürel Varlıklar Üzerindeki Etkileri”, Ticaret Ve Turizm Egitim Fakültesi Dergisi,
Sayı: 2, 30-49.
Servet Mutlu, (2011), “Yığılma Ekonomileri, Bölgesel Politikalar ve Yokuş Yukarı
Koşmak”, 1. Uluslararası Bölgesel Kalkınma Konferansı Bildirileri, Fırat Kalkınma Ajansı, 22-23 Eylül 2011, Malatya, 277-285.
Seyhun Doğan ve Zafer Yıldız, (2007), “Bölgesel Kalkınma Turizm İlişkisi ve Göller
Bölgesi Kalkınmasında Alternatif Turizm Potansiyelinin Kullanılabilirliğine
Yönelik Bir Araştırma”, Süleyman Demirel Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 2(6), 147-181.
Şeref Oğuz, (20.04.2011), “Türk Turizminin Yumuşak Karnı”, Sabah.
Tanyel Ö. Eceral, Canan A. Özmen, (2009), “Beypazarı’nda Turizmin Gelişimi ve
Yerel Ekonomik Kalkınma”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 5(2),
46-74.
Uğur Kabasakal, (2007), “Bölgelerarası Kalkınma ve Turizm: Elazığ Örneği”, Fırat
Üniveristesi, Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları, Elazığ.
Yeliz Ulusan ve Orhan Batman, (2010), “Alternatif Turizm Çeşitlerinin Konya Turizmine Etkisi Üzerine Bir Araştırma”, Selçuk Üni. Sosyal Bilimler Enstitü
Dergisi, (23), 244-260.
Yüksel Öztürk ve İrfan Yazıcıoğlu, (2002), “Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Alternatif Turizm Faaliyetleri Üzerine Teorik Bir Çalışma”, Ticaret ve Turizm Eğitim
Fakültesi Dergisi, (2), 183-195.
Zafer Yıldız, (2007), “Turizmin Bölgesel Kalkınmaya Sağladığı Katkılar ve Göller
Bölgesi Uygulaması”, İstanbul Üniversitesi SBE İktisat Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
225
NEVŞEHİR VE ÇEVRESİNDEKİ OSMANLI İMPARATORLUĞU
VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ KÜLTÜR VARLIKLARI
ÜZERİNE YAPILMIŞ BAZI YAYINLAR
PUBLICATIONS ABOUT CULTURAL PROPERTY OF NEVŞEHİR
BELONGING TO THE OTTOMAN EMPIRE AND THE TURKISH
REBUPLIC PERIOD
Örcün BARIŞTA*
ÖZET
Doğal güzellikleriyle uluslar arası ünü bulunan Nevşehir Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemlerindeki kültür varlıklarıyla kayda değer illerden birisidir. Her iki dönemde taşınmaz kültür
varlığı yanısıra mimariyle bağlantılı ve taşınabilir nitelikteki kültür
varlıklarıyla bilinen bu ilin maddi kültür varlıkları güzel sanatlar dışında kalan ve önceleri el sanatları- süsleme sanatları kapsamında
ele alınan giderek halk plastik sanatları olarak süregelen toprak işleri, taş işleri, iplik işleri, metal işleri, ağaç işleri vb. başlıklar altında
kümelenmekte ve yapılan ürünlerle geniş bir alana yayılmaktadır.
Pek çok bilim insanı, tekniker, sanatçı ve sanatseverin ilgisini çeken
bu yöredeki taşınmaz ve taşınabilir nitelikteki kültür varlıkları çeşitli
bakış açılarıyla incelenmiş, araştırılmış ve ya Nevşehir adı ile ya da
başka adlarla yayınlanmış bazı yayınlarla belgelenmiş ve tanıtılmıştır. Ancak günümüze değin bu yazılı kaynakların dökümü, taraması
tamamlanmamış, bu yayınlara toplu bir bakış, bir değerlendirme
yapılmamıştır.Benzer bir olgu görsel kaynaklar için söz konusudur.
20.yüzyılın ikinci yarısında özellikle peri bacalarıyla dikkat çeken bu
ilin kültür varlıkları üzerinde yapılmış araştırma ve yayınlarda bir artış
görülmekle birlikte bunların yörenin zengin taşınmaz ve taşınabilir
nitelikteki kültür varlıklarının bütününü kapsamadığı, birbirinden
kopuk kaldığı bu bağlamda kültür varlıklarını belirleme ve belgeleme aşamalarında istenilen düzeye ulaşan bir veri tabanı bulun* Prof.Dr., İskele Yolu Sokak, No 4/17, Ereken Apt. Bostancı Kadıköy İstanbul
e-posta:orcunbarista@gmail. com, Tel: 05335296496
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
227
Örcün BARIŞTA
mayışından ve bir bilgi bankası havuzunun hazırlanamayışından
kaynaklanan bir bilimsel boşluğun oluşmuş olduğu fark edilmektedir. Bu boşluğu boyutlarının bazı yayınların değerlendirme ve karşılaştırma ünitelerinde taşıdığı önemli niteliklerle yer verilmiş olan
Nevşehir’deki kültür varlıklarını da kapsayan, Nevşehir adı başlıkta
yer almayan yayınların bazılarına ulaşılamayışı, bazı yayınların çok
az sayıda basılı olması, yöresel yayınların bazılarının ulusal platforma ulaşamayışı vb. gibi nedenlerle genişlediği gözlenmektedir. Bu
boşluğun doldurulması için önce bir durum saptaması yapmanın
zamanı gelmiş görülmektedir.
Burada amacımız bu konuda güzel sanatlar dışında kalan el sanatları- süsleme sanatları ve halk plastik sanatları isimleri altında kümelenen maddi kültür ürünleri ile ilgili bilimsel boşluğu doldurmak
yolunda bir adım atmak ve bir tür tarama değerlendirme niteliğindeki bir bildiri ile 1984 yılı ile 2009 yılları arasında bir araştırmacının
başka deyişle Barışta’nın anket ve görsel tanımlı araştırmalarla elde
ettiği bilgilere dayanarak hazırlamış olduğu bazı kitaplar ve bir bildiride yer alan Nevşehir ve çevresi kültür varlıkları ile ilgili bilgilerden
bir derleme yapmak ve bu yolla 1980’li yıllardan 2009 yılına değin
geçen zaman şeridi içinde belgelenmiş bazı kültür varlıklarına yönelik bir döküm sunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Nevşehir Osmanlı İmparatorluğu- Türkiye
Cumhuriyeti Kültür Varlıkları Yayınlar
ABSTRACT
Nevşehir which is famed with natural beauty is also remarkable
with the cultural property belonging to the Ottoman Empire Period
and the Turkish Republic Period. This region which is well known
with architectural property as well as moveables formerly so called
handicrafts, decorative arts and those reached today with the name
of plastic folk art gathered under the topics of pottery-earthenware, stone sculpturing, textiles, metal work, woodwork cover an
extensive field of cultural goods. For both periods publications either entitled with or without the name of Nevşehir are made by scientist, artists and enthusiasts depending on studies, research where
major branches of this cultural property were recorded and exhibited from several aspects. Up till now an evalution on these written
sources is not done. Same situation is visible on visual sources.
Although during second half of the 20. Century a widely held interest is obvious on Nevşehir with the fairy chimneys. Our knowledge
of the cultural property of Nevşehir with a rich variety is limited and
228
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ve Çevresindeki Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemi
Kültür Varlıkları Üzerine Yapılmış Bazı Yayınlar
not sufficient for showing the richness of the cultural property. A
brief survey of the publications dealing with this region they indicate that documentation about the cultural property has not finished
yet and a scientific gap is visible. This gap which is widened by communication of knowledge between some units of publications titled
with other names which draws attention on the cultural property of
Nevşehir and help them to gain the recogniation they deserve. The
present situation points out that attention should be drawn on this
gap and base of datum of this cultural property should be collected
and recorded via a data bank. In this connection efforts to meet the
needs of a data bank must be shown to start this scientific work
with an interdisipliner approach.
In this paper my aim is to make a contribution to this data bank by
recording some of the units of my publications such as books and
paper gained by my investigations, research dealing with the cultural property of Nevşehir starting from the year 1984- ending 2009
and to offer a gathering of my studies.
Key Words: Nevşehir Ottoman Empire- Turkish Republic Cultural
Property Publications
Bildiri aşağıda dizilen yayınlarla sınırlıdır.
Barışta, H.Örcün, Cumhuriyet Dönemi Türk İşlemeleri Desen ve Terminolojisinden Örnekler, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 55, Maddi Kültür Dizisi , 2, Ankara , 1984, s. 65, 66.. 2.Baskı,
2001, s. 117, 118.
Barışta, H.Örcün, Turkish Handicrafts, Tsukuba Expo 85, Ankara,
1985,s.55.
Barışta,H.Örcün,Türk El Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları:
975, Ankara, 1988, s.32,33; İlaveli 2. Baskı, 1998, s. 37,38.
Barışta, H.Örcün,”19. Yüzyıla Ait Türk Halılarından Nevşehir’de Bulunan
Beş Örnek”,Dokuzuncu Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi Bildiriler, İstanbul,1991, Kültür Bakanlığı, Ankara 1995, Birinci Cilt, s.265-273.
Barışta, H.Örcün, İstanbul Çeşmeleri, Azapkapı Saliha Sultan Çeşmesi,
Kültür Bakanlığı, Tanıtma Eserleri Dizisi:65, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara,1995, s.108.
Barışta, H.Örcün, 19-20 Yüzyıl iç Anadolu ve Orta Akdeniz Bölgesi Türk
Kirkitli Dokumaları Üzerine, Türk Soylu Halkların Halı Kilim Cicim Sanatı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
229
Örcün BARIŞTA
Uluslar arası Bilgi Şöleni Bildirileri 27-31 Mayıs 1996 Kayseri, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 1998, s. 42, 46
Barışta, H.Örcün, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Türk İşlemeleri, KültürBakanlığıYayınları/2342, Ankara, 1999, s. 98.
Barışta,H.Örcün.Osmanlı İmparatorluğu Dönemi İstanbul’undan Kuşevleri, Kültür Bakanlığı,OsmanlıDizisi,SanatEserleriDizisi306, Ankara, 2000,
s.34, 43, 246, 247, 248, 249, 251, 255, 264, 274, 286, 290, 344.
Barışta, H.Örcün, Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Halk Plastik Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara, 2005, s. 346, 347, 348.
Barışta, H.Örcün,Osmanlı İmparatorluğu Dönemi İstanbul Cami ve Türbelerinden Ağaç İşleri, Atatürk Kültür Merkezi,2009, s.460, 464, 468, 474,
475, 486.
TBMM Geleneksel Türk El Sanatları Üretici ve Sanatkarların Sorunlarının
Araştırılarak, El Sanatlarının Geliştirilmesi, Korunması ve Gelecek Kuşaklara Aktarılması İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98inci İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir
Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve (10/128) Esas Numaralı
Meclis Araştırması Komisyon Raporu, Dönem 22, Yasama Yılı: 4, S.Sayısı:
1006, 2005.
Geleneksel El Sanatları Türkiye Profili Ön Araştırma Raporundan
Bir Kesit
Milli Eğitim Bakanlığı Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü.
Söz konusu yayınlar ve içerdikleri Nevşehir kültür varlıklarıyla ilgili bilgi ve
görseller şöyle sıralanabilir.
BARIŞTA,H.Örcün, Cumhuriyet Dönemi Türk İşlemeleri Desen ve Terminolojisinden Örnekler, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 55, Maddi Kültür Dizisi, 2, Ankara, 1984, s. 65,66. 2.Baskı,
2001, s. 117,118.
Türk işleme Sanatı Tarihi derslerine kaynak oluşturmak üzere Türk işlemelerinin Cumhuriyet Dönemindeki alan terminolojisini belirlemek amacıyla
1980’li yıllarda başlatılan bu çeşitli illere yönelik araştırma ürünü çalışmada Nevşehir yöresinde Ortahisar ve Ürgüp’te işlemelerin varlığı belirlenmiştir. Yapılan değerlendirme doğrultusunda:
230
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ve Çevresindeki Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemi
Kültür Varlıkları Üzerine Yapılmış Bazı Yayınlar
Ortahisar’da “gergah fişkiri” adı verilen peşkirlerin dokunup işlendiği, kasımpatı çiçeğinin Kayseri çiçeği olarak adlandırıldığı anlaşılmıştır.(s.65, 117).
Ürgüp’te ise “dört ayaklı gergef” ile “yoğ iğne”, “yırık gözlü iğne” ile
işleme ve “üç ayaklı cufalık tezgahı” ile dokuma yapıldığı ortaya çıkmıştır.
(s.65, 117)
Burada İşlemelerde kullanılan gereçler, seçilen işleme tür, seçilen konu ve
kullanılan renkler şöyle aktarılabilir.
Kullanılan Gereç
Yöredeki Adı
pamuklu keten
tülbent
pamuklu iplik
yollu dokuma
dantel
fitilli
kıvrak
pamuk haki
sakangur
tentene
Seçilen İşleme Türü
Yöredeki Adı
mendil
çevre
kupon kumaş
yelek
çarşaf
sumak peşkir
yağlık
mendil
defecik
pamuklu yelek
gergah çarşafı
sumat peşkir ( s.66 117)
Uygulanan İğne
Yöredeki Adı
sarhoş bacağı
çengel iğne
Blonye iğnesi
kaz ayağı
kilitli iğne
tel akıtma,sırma akıtma
yörme, bal gömeci
Seçilen Süsleme Konusu
Yöredeki Adı
HüsnüYusuf,kilisekapısı,kartopu,nalca,yangül,yengeç,filiz,
Kullanılan Renk
Yöredeki Adı
güvez
çivid mavisi
beyaz,sarı sim
krem
güvezi
çividi
klaptan
kirli sarı (s. 66,118)
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
231
Örcün BARIŞTA
BARIŞTA, H.Örcün, Turkish Handicrafts, Tsukuba Expo 85, Ankara,
1985,s.55.
1985 yılında Japonya’da açılan Tsukuba Expo 85 Fuarı için hazırlanan
bu tanıtım broşürü niteliğindeki kitapta: Beylikler Dönemi ağaç işlerinde
önemli bir yeri olan Ankara Etnoğrafya Müzesinde bulunan 11928 envanter numaralı, Ürgüp Damsa Köyü Taşhun Paşa Cami minberine yer verilmiş
ve bu minberin kakma, düz satıhlı ve yuvarlak satıhlı derin oyma ve delik işi
ile bezenmiş, kapısının fotoğrafı gerekli açıklama ile yayınlanmıştır.(s.55)
BARIŞTA,H.Örcün,Türk El Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları:
975, Ankara, 1988, s.32,33; İlaveli 2. Baskı, 1998, s. 37,38.
Yukardaki İngilizce çalışmanın genişletilmiş biçimi ile Türkçe kaleme alınan bu kitaplarda: Beylikler Döneminde kakma tekniğinin başarı ile uygulanmış olduğu örnekler arasında Ankara Etnoğrafya Müzesinde bulunan
11928 envanter numaralı, Ürgüp Damsa Köyü Taşhun Paşa Cami minberine yer verilmiş ve kakma, ajur yanısıra düz satıhlı ve yuvarlak satıhlı derin
oyma teknikleri ile bezenmiş minber kapısının bir fotoğrafı yayınlanmıştır.
(s. 32,33; 37,38)
BARIŞTA, H.Örcün,19. Yüzyıla Ait Türk Halılarından Nevşehir’de Bulunan Beş Örnek, Dokuzuncu Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi, İstanbul,1991, Kültür Bakanlığı,Ankara 1995,Örnek, s.265-273.
Bu bildiri 9,10 Mayıs 1990 yılında Nevşehir Valiliğince düzenlene Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Sempozyumunda Yrd. Doç Dr. Yaşar Erdemir
tarafından sunulan, “Damat İbrahim Paşa Külliyesinin Süslemeleri “ konulu bildirisinde desen özelliklerine değinilen ve Erdemir’ce Damat İbrahim
Paşa’nın yaptırmış olduğu cami ve kütüphanede serili olduğu belirlenen
dört halı ile Gülşehir Karavezir Camisinde bulunan büyük boyutlu bir saf
halıyı konu almaktadır. Bu halıların iplikleri üzerinde Marmara Ünivesitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Dobak Labaratuvarında o zaman araştırma görevlisi olan Prof.Dr. Recep Karadağ tarafından 28.6.1991 tarihinde Tin Layer Chromotography (ince tabaka kromotografları) alınarak yapılan boya
analizleri (s. 268) ışığında hazırlanan bu bildiride ile ilk defa bir grup Uşak
tipi olarak adlandırılan halı laboratuarda gerçekleştirilen kimyasal analizleri ile uluslar arası bir Türk sanatı kongresinde tanıtılmış ve sunulan bildiride
Nevşehir yöresinde Geç Dönemde bir halı üretim merkezi kurulmuş olabileceği üzerinde durulmuştur.
232
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ve Çevresindeki Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemi
Kültür Varlıkları Üzerine Yapılmış Bazı Yayınlar
BARIŞTA, H.Örcün, İstanbul Çeşmeleri, Azapkapı Saliha Sultan Çeşmesi,
Kültür Bakanlığı, Tanıtma Eserleri Dizisi:65, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara,1995,s. 108.
İstanbul Çeşmelerinin belgelenmesi, tanıtılması ve kazanımların öğrenci
yararına sunulmasına yönelik bu çalışmada: Azapkapı Saliha Sultan Çeşmesindeki vazoda çiçek motifleri değerlendirilirken 1720 tarihli İstanbul
Damat İbrahim Paşa Camisinin kapısındaki motiflere değinilmiş ve vazoda çiçek motifleri ile bezenmiş Nevşehir Damat İbrahim Paşa Cami minberinden bir ayrıntı verilmiştir.(s.108) Bilindiği gibi 1726-1727 tarihinde
inşa ettirilen1 caminin minber fotoğrafı, ve taş bezeme minberin yedi kedi
gözünün ikisi oyulmamış mermer yüzey üzerine dönemin yaygın motiflerinden olan vazoda çiçek motifi işlenmiştir açıklaması ile yayınlanmıştır. 2
BARIŞTA, H.Örcün, 19-20 Yüzyıl iç Anadolu ve Orta Akdeniz Bölgesi Türk
Kirkitli Dokumaları Üzerine, Türk Soylu Halkların Halı Kilim Cicim Sanatı
Uluslar arası Bilgi Şöleni Bildirileri 27-31 Mayıs 1996 Kayseri, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 1998, s. 42, 46.
1988-1996 yılları arasında İç Anadolu ve Doğo Akdeniz Bölgesinde yapılan alan taraması kapsamında yer alan Nevşehir’in Müzesinde değerli
kirkitli dokumaların bulunduğu(s.42); Giderek azalan kilim dokumacılığın
Nevşehir-Gülşehir’de yeniden canlandırma çalışmalarının sürdürüldüğü
kayıt edilmiştir.(s. 46)
BARIŞTA, H.Örcün, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Türk İşlemeleri, Kültür
Bakanlığı Yayınları/2342, Ankara, 1999, s. 98.
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi işlemelerini tanıtmak ve öğrenci ile sanatseverlerin yararına sunmak amacıyla hazırlanan bu kitapta Osmanlı
İmparatorluğu Döneminde İstanbul’da işlenerek her yıl Hacca gönderilen Kabe örtüleri ve bunların içinde taşındığı küçük çadır görünümündeki mahfillere değinirken örnek olarak Kurşunlu Camisinde asılı bulunan,
Ayet-el Kürsi, yazı şeritleri ile bezenmiş ve “Halled Allah’ı mülke bu Ahmet
Mevlana Ömer kelimeleri okunan mahfile yer verilmiş ve bu mahfilin fotoğrafı “Nevşehir Kurşunlu Cami’inden bir mahfilden detay.(19. yüzyıl)”
açıklaması ile yayınlanmıştır.( s.98. 111)
1
2
İlknur Aktuğ, Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesi, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1992, s 1
Altuğ, a.g.e.,s.70, 67.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
233
Örcün BARIŞTA
Günümüzde bu mahfil Ankara Vakıf Eserleri Müzesinde sergilenmektedir.
BARIŞTA,H.Örcün, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi İstanbul’undan Kuşevleri, Kültür Bakanlığı,Osmanlı Dizisi, Sanat Eserleri Dizisi 306, Ankara,2000.
s.34, 43, 246, 247 ,248, 249, 251, 255, 264, 274, 286, 290, 344.
Osmanlı İmparatorluğu Döneminde İstanbul’da yapılmış kuşevlerini belgeleme, tanıtma ve örnekleri öğrenci ve sanatseverlerin yararına sunmak amacıyla hazırlanan bu kitabın giriş ve değerlendirme ünitelerinde
Nevşehir’de bulunan taştan yapılmış çeşitli biçimlerde kuşevleri ile alçıdan
yapılmış bir kuşevine değinilmiş ve fotoğraflarına yer verilmiştir. Bunlar
sayfa ve fotoğraf numaralarıyla şöyle sıralanmaktadır.
Göreme ‘den kuşevleri Türk Dönemi öncesi (s.34-83,84). Ayrıca Göreme
için Bk.3
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Cami şadırvanınden bir kuşevi. ( s. 43- 101)
Nevşehir Nar Ulu Cami minaresinden bir kuşevi. ( s.43- 102)
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Camisinin destek kulesinden kuşevleri. ( s.
246-505)
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Cami portali ve aynı portalden kuşevleri.
(s.247-508,509)
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Camisinden kuşevleri ve birinden ayrıntı.
(s.248- 510,511Nevşehir Damat İbrahim Paşa Medresesinden bir kuşevi. (s.249-513)
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Medresesinden bir kuşevi. (s.251-518)
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Medresesinden kuşevleri. (s.255- 525,526)
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Medresesinden çökertme ile yapılmış
kuşevleri. (s.264-545)
Nar Ulu Camisinden kare, kırık kemer biçiminde kovuklar.( s.274-563)
Nar Ulu Camisinden dikdörtgen biçimli kovuklar (s.274 564)
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Kütüphanesini bezeyen alt katı balkon biçiminde tasarlanmış kuşevleri.( s. 286- 587,588)
3
Yıldız, Ötüken, Göreme, Kültür Bakanlığı, Ankara,1987.
234
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ve Çevresindeki Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemi
Kültür Varlıkları Üzerine Yapılmış Bazı Yayınlar
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Kütüphanesinin kapı ve pencereleri belirlenmiş bir kuşevinin cephe ve yandan görünüşü. (s. 290-594,595)
Nar Ulu Camisini bezeyen çıkmalı bir yapı olarak tasarlanmış kuşevininyandan görünüşü. (s.344- 675)
BARIŞTA.,H.Örcün, Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Halk Plastik Sanatları,
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara, 2005, s. 346, 347,348.
Türkiye Cumhuriyeti Dönemi halk plastik sanatlarını belgelemek, tanıtmak ve Halk plastik sanatları derslerine kaynak oluşturarak öğrencilerle
sanatseverlerin yararına sunmak ve saptanan sanat dallarını ustalarıyla
tanıtmak amacıyla hazırlanan bu kitapta çömlekçilik alanındaki uygulamaları ve ustası ile kayda değer Avanos’a yer verilmiştir. Burada Avanos’ta
yapılan çömlekçilikle ilgili şu bilgiler aktarılmıştır. “Özonak’tan getirilen
kırmızı toprak boyası ile boyanması ve perdahlanması ile dikkat çeken
Avanos çömleklerinin Kızılırmak yatakları Gedik, Kurabayır, Cinderesi, Ali
Bey ve Kızılöz vb. gibi yörelerden getirilen toprakla “çanakhane” olarak
isimlendirilen işlikte bazen topraktan oluşturulmuş çarkla yapılmakta ve
“yanalak” denilen ünitelerde kurutulmakta sonra fırınlarda pişirilmektedir. Örnekler arasında sırlı küp örnekleri de vardır. Galip Körükçü tanınan
bir ustadır.”( s.346)
Bu bilgilere ek olarak yapılan becerili çalışmaları kanıtlamak için aşağıdaki
sayfa ve numaralı fotoğraflara yer verilmiştir.
Galip Körükçü işliğinden çamur biçimlendirme uygulamaları. (s.347 922,
923).
Aynı işlikten boya, çamur, ve çarklardan ayrıntılar. (s.348 924, 925, 926,
927)
BARIŞTA, H.Örcün, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi İstanbul Cami ve Türbelerinden Ağaç İşleri, Atatürk Kültür Merkezi, 2009, s.460, 464, 468,
474, 475, 486.
Istanbul cami ve türbelerindeki ağaç işlerini belgelemeye, tanıtmağa ve
öğrenci ile sanatseverlerin yararına sunmağa yönelik bu kitabın:
Osmanlı İmparatorluğu Dönem, Ağaç İşlerinin Besleyen Anadolu ve Çevresindeki Türk Çağı kaynakları ünitesinin Beylikler Dönemi başlığı altında
“Kuşkusuz Beylikler Döneminin özgün ağaç işi türü Ürgüp Damsa köyü
Taşhun Paşa Camisinin cevizden yapılmış mihrabıdır”( s. 22) şeklinde kul-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
235
Örcün BARIŞTA
lanılan gereçle ilgili alıntı yapılmış bir cümle almaktadır4. Tekniklerlerden
delik işi konusunda bilgi verilirken “Daha da başka bir örnek Ürgüp Damsaköy minberidir. Burada geçme olarak oluşturulmuş korkuluk ve minber
tacı ilgi çekmektedir” şeklinde bir cümle ile minberin önemine değinilmiş
ve iki fotoğrafı yayınlanmıştır. (s.25)
Değerlendirme ünitesinde ise Nevşehir Damat İbrahim Paşa Cami başka
deyişle Kurşunlu Cami de bulunan ağaç işlerine yer verilmiştir. Bunlar sayfa ve fotoğraf numaralarıyla şöyle sıralanabilir.
Nevşehir Kurşunlu Cami ana giriş kapı kanatlarının görünüşü. (s. 4601097, 1098)
Gülşehir Karavezir Camisinin ikinci kat kapı kanatlarından biri.(s.4641110)
Nevşehir, Kurşunlu Cami vaaz kürsüsünün görünüşü. (s. 468-1120)
Nevşehir Kurşunlu Camisinin ikinci kat kafesi ve aynı kafesten ayrıntılar.
(s.474,475- 1130,1131,1132)
Nevşehir Damat İbrahim Paşa Cami müezzin mahfili, tavan süslemelerinden ayrıntılar. (s.486-1157,1158)
Bu kişisel çalışmalar dışında Nevşehir ve çevresindeki kültür varlıkları üzerinde başka araştırma ve yayınlar yapılmıştır. Bunlardan el sanatları tamlaması başlığı ile ele alınan iki yayın dikkat çekmektedir. Bunlardan birincisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi ikincisi ise Milli Eğitim Bakanlığı Kız Teknik
Öğretim tarafından gerçekleştirilmiştir. Her iki yayında Nevşehir’in el sanatları dalları, ürünleri ve ustaları ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgiler
şöyle aktarılabilir.-TBMM Geleneksel Türk El Sanatları Üretici ve Sanatkarların Sorunlarının
Araştırılarak, El Sanatlarının Geliştirilmesi, Korunması ve Gelecek Kuşaklara Aktarılması İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98inci İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir
Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve (10/128) Esas Numaralı
Meclis Araştırması Komisyon Raporu, Dönem 22, Yasama Yılı: 4, S.Sayısı:
1006, 2005.
4
Gönül Öney, Beylikler Dönemi Sanatı, Atatürk Dil ve Tarih Kurumu, Ankara, 1989, s. 34.
236
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Nevşehir Ve Çevresindeki Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemi
Kültür Varlıkları Üzerine Yapılmış Bazı Yayınlar
Komisyon tarafından İllerden İstenmiş Olan Geleneksel Türk El sanatlarına
İlişkin Rapor Özetleri başlığı altında yer alan illerden gelen bilgiler arasında
Nevşehir den gelen bilgi şöyle özetlenmiştir.
“Toprak kap sanatı, halı, kilim dokumacılığı, bakırcılık, semercilik, ve palancılık faaliyetlerinin sürdürülmekte olduğu, culfa dokumacılığının ise
artık yapılmamakta olduğunu belirtmektedir. İki adet fabrikasyon tipi büyük atölye ile 30 küçük atölyeninde toprak kap sanatının yürütülmekte
olduğu, halı ve kilim dokumacılığın çok azaldığı, kilimciliğin Gülşehir Kaymakamlığının yürüttüğü satışa dönük proje ile yaşatılmağa çalışıldığını,
bakırcılık faaliyetini sürdüren iki ustanın kaldığını, semer ve palancılıkla
uğraşan usta sayısının da 2 olduğu belirtilmektedir.” (s.81)
Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğünce hazırlanan Geleneksel El Sanatları Türkiye Profili Ön Araştırma Raporundan Bir Kesit isimli yayında
Türkiye’de illerde uygulanan el sanatları yaşatılan el sanatları- kaybolmaya
yüz tutmuş el snatları ve kaybolmuş el sanatları olmak üzere üç başlık
altında toplanmıştır. Bu raporda Nevşehir başlığı altında
Yaşatılan El Sanatları: Çanak, çömlekçilik-firkete oyacılığı-Hacı Bektaş taşıiğne oyacılığı-İşlemeciliği- mekik oyacılığı-tığ oyacılığı-yorgancılık
Kaybolmaya Yüz Tutmuş El Sanatları: Bakır işlemeciliği- folklorik bebek
yapımı-halı dokumacılığı-hamut-hesap işi işlemeciliği-heybe yapımı-kilim
dokumacılığı-saraciye
Kaybolmuş El Sanatları: Ağaç oymacılığı- Bartın işi işlemeciliği-peşkir
dokumacılığı-sap örücülüğü-üzerlik yapımı olarak sıralanmaktadır.(s. 148)
Yukarda sıralanan yazılı kaynaklar Nevşehir ve çevresinde geçmiş ve günümüzde kayda değer kültür varlıkları bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Çeşitli zaman dilimlerine tarihlenen sanat dalları ile ustaların ürünü olan
bu örnekler daha ayrıntılı araştırılmalı ve bilimsel bir sistematikle kayıt edilmeli ve bir bilgi bankası kurulmalıdır. Kayıt aşamasında sağlıklı bir veri
tabanı hazırlanması için önce Nevşehir’in kültür varlıkları sınıflanarak adlandırılmalı sonra kodlanarak açılan sayfalara yapılmış yayınlar işlenmeli,
bir durum saptaması yapılmalı bu yolla engin kültür mirası bulunan el
sanatları tamlaması altında kümelenen mimari ile bağlantılı ve bağlantısız
kültür varlıklarının geçmiş örnekleri ve yeni arayışlarla süregelen halk plastik sanatları belgelenmelidir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
237
CUMHURİYET DÖNEMİ DEĞİŞEN KÜLTÜR ORTAMINDA,
DERİNKUYU’LU BİR HEYKELTRAŞ: HAKKI ATAMULU
A SCULPTORE FROM DERİNKUYU IN THE CHANGING CULTURE
MEDIUM OF REPUBLIC PERIOD: HAKKI ATAMULU
Özcan ÖZKARAKOÇ*
ÖZET
Cumhuriyet Türkiye’si kuruluş evresinde görselliğe, dışavuruma
ayrı bir önem atfetmiştir. Bu nedenle kültür ve sanat etkinlikleri
Cumhuriyet’in değişim sürecinin ana halkalarından birini oluşturmuştur. Birinci Dünya Savaşı ertesinde Batı, sanatta yeni arayışlara
yönelirken, Cumhuriyet Türkiye’si de kültür ve sanat alanında çetin
bir sınav vermiş, sanatın her alanı yeni bir anlayışla ele alınmıştır.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren sıkıntılı bir siyasi ve toplumsal ortamda şekillenen sanat, yalnızca estetik bir sorun olmamış, çağdaşlaşmayı sağlayacak devrimlerin gerçekleştirilerek, halka
benimsetilmesi işlevini de yüklenmiştir. Bu bağlamda sanata önem
verilmesi, okuma – yazma oranının düşük olduğu ülkede, göze ve
kulağa hitap eden sanatın, bireyi daha kolay etkilediği gerçeğinden
ilham almıştır. Bu düşüncenin odak noktasın da ise geniş kitleleri
etkisi altına alan ve kamusal alanların vazgeçilmez bir unsuru olan
anıt uygulamaları etkili olmuştur. Cumhuriyet kuşağı heykel sanatçıları içinde sahip olduğu estetik anlayış, malzemeye olan hâkimiyeti
ve güçlü tekniğiyle Hakkı Atamulu gerçekleştirdiği eserlerle bu anlamda döneme damgasını vurmuş bir sanatçıdır. Figürlü yapıtlarında çok temiz modellenmiş büyük kitleleri, stilize edilmiş detaylarla
hareketlendirmiş, yapıtlarında tok ve dolu kitleleri uyum içinde bir
araya getirmiştir. Sanatçının heykel adına gerçekleştirdiği uygulamalar dönemin sanat ortamına yeni bir soluk, hareketlilik ve çeşitlilik kazandırmıştır.
Anahtar Kelimeler: Hakkı Atamulu, Derinkuyu, Heykel.
* Dr., Nevşehir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim - İş Öğretmenliği,
e-posta: [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
239
Özcan ÖZKARAKOÇ
ABSTRACT
Republic’s Turkey attributed particular importance to the visuality
and expression during the period of foundation. Therefore, cultural
and art activities constituted one of the main rings of changing
period. After the World War I., West tended to new ways of searching in art, while Republic’s Turkey gave a difficult exam in the fields
of culture and art, and every single field of art were discussed with
a new understanding. Art that was shaped in a trouble political
and social medium from the first foundation years of the republic
was not only an aesthetical problem, but also burdened the function to infuse reforms that would provide modernization into people
by realizing them. In this context, attaching importance to the artin a country having low literacy rate- and art that is pleasing to the
eye and ear- gained inspiration from the truth that it could easily
influence an individual. In the focal point of these thoughts, monument applications that are indispensable components of public
domains and that exercised control over large masses have been
influential. Hakkı Atamulu was an artist who left his mark on that
period with his works due to his understanding of aesthetic, material domination and powerful technique among republic period
sculpture artists. He stylized large masses that are modeled very
clearly in his works, activated with details and gathered up satiated
and full masses in his works accordantly. Application performed by
this artist for sculpture added anew breath, mobility and variety to
the art medium of period.
Key Words: Hakkı Atamulu, Derinkuyu, Sculpture
1. Giriş
Sanat yapıtları, içinde şekillendikleri tarihsel süreçten koparılamayan nesnelerdir. Sanatçı-toplum ilişkisinin sonucuna zorunlu olarak bağlı olan
ve bu süreçte yer alan kültürel oluşumların birer gerçekliğidirler (Gören,
1998:25).
Sanat yapıtları aynı zamanda sanatçının yaratıcı gücünün de bir ifadesidir
ki; bu gücün çok çeşitli toplumsal dinamiklerle birleşmesi, sanatçıda üretim mekanizmasının harekete geçmesini sağlamaktadır. Sanatçının üstün
yaratma kapasitesinin altında yatan güç ise, toplumun kültürel gerçekliğidir (Aslıer, 1977).
Yüzyıllar boyunca kültürel gerçekliğin etki alanında olan, doğal olarak da
bu gerçekliğin oluşumunda rol oynayan sanatçı, yaşadığı çağın olanakla-
240
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Cumhuriyet Dönemi Değişen Kültür Ortamında, Derinkuyu’lu Bir Heykeltraş: Hakkı Atamulu
rından gerek teknik gerekse düşünsel boyutta yararlanmak durumunda
kalmıştır. Sanat yapıtının yapısında var olan bu nitelikler, eserin izleyiciye o
dönemin sanat, sosyal, kültürel hatta ekonomik ve siyasal yaşamına ilişkin
bilgiler vermesini de sağlamaktadır (Gören, 1998:25). Bu durum sanatçının toplumla olan yakın ilişkisinin bir göstergesidir.
Yaşadığı dönemin ruhunu yakalayabilen sanatçıların yaratımlarında görülen
özgün ve çarpıcı ifadeler, insanlık tarihinin yaşadığı değişim olgusunun kayda geçen en önemli şahitleridir. Tabi oldukları coğrafyaların, kültürlerin ve
dönemlerin etkileriyle sanatçılar yüzyıllardır, yaratımlarının fiziksel varlığını
ve aynı zamanda da kimliğini inşa etme eylemlerini gerçekleştirirken; sosyal,
kültürel, siyasal ve ekonomik unsurların tamamından etkilenmişlerdir.
Tüm dünyada; İnsani değerlerin tamanının aşırılıklarla şekillendiği, sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin iç içe geçtiği, endüstriyel üretimin egemen olduğu, bilimin akıl almaz bir hızla gelişim gösterdiği, iletişim olanaklarının yaygınlaştığı, korkunç savaşların yaşandığı ve buna bağlı olarak da
toplumsal değişimin gerçekleştiği 20. Yüzyıl’da İmparatorluk sisteminden
Cumhuriyet rejimine geçen Türk toplumu da büyük bir sınav vermiştir.
I.Dünya Savaşının arifesi olarak nitelendirilebilecek bu dönemde, 1912
Nisan’ında Derinkuyu’da dünyaya gelen Atamulu, toplumsal değişim sürecinin trajedisini çok küçükken yaşamış en ağır bedeli ödeyerek babasız
kalmıştır (Atamulu, t.y: 4). Bölgenin Asur kolonilerine kadar uzanan ilk
sakinlerinin, Romalıların, Bizanslıların daha sonraları da Rum ve Müslüman toplulukların kültürel mirasıyla zenginleşen bölgede, bu değerlerle
mayalanan Atamulu, kendi ifadesiyle bitmek tükenmek bilmez bir enerjiyle küçük yaşlarda bölgeden ayrılmış, tahsil hayatına İzmir, İstanbul ve
Bursa da devam etmiştir (Atamulu,1996:1).
Sanatçı 1943 yılında Güzel Sanatlar Akademisi heykel bölümüne girdiğinde, Türkiye de heykel eğitimi batılı anlamda 60 yılını tamamlamış, Osgan
Yervant’la başlayan süreçte, İhsan Özsoy (1876-1944), İsa Behzat (18751916), Mahir Tomruk (1885-1949), Nijat Sirel, Ratip Aşir Acudoğu, Ali Hadi
Bara, Zühtü Müridoğlu, Nusret Suman, Kenan Yontuç, Sabiha Bengütaş, Nermin Faruki gibi isimlerle Türk heykel sanatı akademik bir çizgiye ulaşmıştır.
Bu arada Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçilen kısa
dönemde toplum da hızlı bir biçimde değişmiştir. 1850–1940 yıllarına isabet eden bu dönem, Anadolu coğrafyası’nın gördüğü en dinamik zaman
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
241
Özcan ÖZKARAKOÇ
dilimlerinden biridir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan ve
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hızlandıran gelişmeler, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin altyapısını oluşturmuştur (Berktaş, 2010: 153).
Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluş evresinde görselliğe ve dışavuruma verdiği önem kültür ve sanat etkinliklerini, Cumhuriyet’in değişim sürecinin
ana halkalarından biri haline getirmiş, adlarını saydığımız sanatçılarla heykel sanatı Türk toplumunda kabul görmeye başlayan bir sanat dalı haline
gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı ertesinde Batı, sanatta yeni arayışlara yönelirken, Cumhuriyet Türkiye’si de kültür ve sanat alanında çetin bir sınav
vermiş, sanatın her alanı yeni bir anlayışla ele alınmıştır (Toprak, 1998:4).
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren sıkıntılı bir siyasi ve toplumsal
ortamda şekillenen sanat, yalnızca estetik bir sorun olmamış, çağdaşlaşmayı sağlayacak devrimlerin gerçekleştirilerek, halka benimsetilmesi işlevini de yüklenmiştir. Bu bağlamda sanata önem verilmesi, okuma – yazma
oranının düşük olduğu ülkede, göze ve kulağa hitap eden sanatın, bireyi
daha kolay etkilediği gerçeğinden ilham almıştır (Öndin, 2003:147). Bu
düşüncenin odak noktasın da ise geniş kitleleri etkisi altına alan ve kamusal alanların vazgeçilmez bir unsuru olan anıt uygulamaları etkili olmuştur.
Cumhuriyet kuşağı heykel sanatçıları içinde sahip olduğu estetik anlayış,
malzemeye olan hâkimiyeti ve güçlü tekniğiyle Hakkı Atamulu gerçekleştirdiği eserlerle bu anlamda döneme damgasını vurmuş bir sanatçıdır.
Güzel sanatlar fakültesinde Mahir Tomruk’la başlayan heykel eğitimine
1937 yılında Akademi reformu kapsamında getirilen Rudolf Belling’le
devam eden Atamulu, Üçüncü yılın sonunda Almanya’ya gitmiş Frankfurt’taki sanat okulu başöğretmeni Garbe atölyesinde bir yıl çalıştıktan
sonra Berlin teknik Yüksekokulunun heykel bölümünde Arnobreker’in
atölyesinde “usta öğrenci” olarak iki yıl çalışmıştır. Burada Klimis Scheibe ve Kolbeyi tanımıştır. İkinci Dünya Savaşı engeliyle karşı karıya kalarak
yurda dönen Atamulu, Belling’in atölyesinde çalışmalarını sürdürmüştür
(Atamulu, 1996: 11).
Kararlı ve azimli kişiliğinin cüretkârlığı ve sahip olduğu sanatsal öngörüleri
sayesinde dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’le aralarında geçen diyalog sonunda Malatya’da gerçekleştirilecek İnönü Anıtı’nın (Resim
1) yapımını üslenmiş, 6 metrelik anıtı Şadi Çalık’la beraber gerçekleştirmiştir. Figürün bastığı yerin yanlarında ikişer metre boyunda altı kabartma
bulunmaktadır (Atamulu, 1996: 12).
242
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Cumhuriyet Dönemi Değişen Kültür Ortamında, Derinkuyu’lu Bir Heykeltraş: Hakkı Atamulu
3 metre boyundaki Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Anıtı (Resim 2), sanatçının para almadan gerçekleştirdiği ve Belling’in “Şimdiye kadar
Türkiye’de yapılan en güzel yapıt” ifadesini kullandığı eseridir. Eserin
şuan üzerinde bulunmayan, sağ elindeki zeytin dalı barışı, sol elindeki lale
“Lale Devri”ni ve kaidesi üzerindeki “Mühür” Osmanlı İmparatorluğu’nu
ifade etmektedir. İstanbul Üniversitesi önünde bulunan Atatürk heykeli
(Resim 3), Nevşehir Derinkuyu’da bulunan ve Mısır yontularında egemen olan plastik kütle anlayışının arkaik bir uzantısı niteliğindeki Taş Atatürk anıtı (Resim 4), Mucur Yontusu, Bor Atatürk Figürü, Hacıbektaş
Figürü, Ürgüp’te bulunan balıklı çeşme ile halı pazarı girişinin üzerindeki
büyük soyut yontular, Erzurum Kongre Anıtı (Resim 5) ve daha birçok
eser, sanatçının Türk heykel sanatına kazandırdığı onlarca yapıtın bazılarıdır (Atamulu, 1996: 17).
Figürlü yapıtlarında çok temiz modellenmiş büyük taş kütlelerini, stilize edilmiş detaylarla hareketlendirmiş, yapıtlarında tok ve dolu kitleleri
uyum içinde bir araya getirmiştir. Zamanının ruhunu eserlerinde ustaca
yakalayan sanatçı adeta taşın kalbine dokunmayı başarmıştır. Figüratif
soyut heykellerinde birbirini karşılayan form eğrilerinde enerji akışını ustaca kütleye yerleştirmiş formdan mekâna geçiş elemanı olarak boşlukları
etkili biçimde kullanmıştır. Sanatçının heykel adına gerçekleştirdiği uygulamalar dönemin sanat ortamına yeni bir soluk, hareketlilik ve çeşitlilik
getirmiştir.
Atamulu, Belling’le başlayan II.Dünya Savaşı sonrasında Paris’e giden Zühtü Müridoğlu, Hadi Bara gibi isimlerle benimsenen non- figüratif ve soyut
anlayışlarla devam eden yenilikçi yaklaşımların oluşturduğu güven ortamında, gelenekle yeniyi aynı ortamda ele alabilen sanat kültürünü nicel ve
nitel açıdan geliştiren bir sanatçıdır.
Henüz on yaşındayken ayrıldığı Derinkuyu’ya döndüğünde Anadolu’yu
karış karış gezmiş olan Atamulu, dünyanın dört bir yanına yaptığı seyahatlerde, Paris’ten, New York’a, Tebriz’den, Kandahar’a kadar seyahat etmiş, dünya kültür mirasını yakından inceleme fırsatı bulmuştur. Memleketi
Derinkuyu için öngördüğü kent kurgusu için büyük çabalar sarfetmiş olan
Atamulu, iki dönem belediye başkanlığı yapmış ve bu hizmetlerini taçlandırmak, güzel sanatların ne olduğunu ve toplumdaki fonksiyonu ile çevreyi nasıl etkileyeceğini göstermek maksadıyla 1970 yılında kültür parkı inşa
ettirmiştir (Atamulu, t.y: 5).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
243
Özcan ÖZKARAKOÇ
2. Sonuç
Doğduğu topraklarda yarattığı sanat ortamında ürettiği onlarca yapıtla,
Türk heykel sanatının bugünlerine ışık tutan Atamulu, heykel sanatının
Batılı anlamda mazisi çok uzaklara gitmeyen tarihinde, gerek figüratif,
gerekse non-figüratif anlamda eşsiz eserler bırakmış, öncü bir sanatçıdır.
Sanat’ın ve üretimin ön koşulu olan entelektüel çizgiyi çok erken yaşlarda
kazanmış olması ve şüphesiz yaşam koşullarının kendisine kazandırdığı
öngörülerle, kültürel değerleri harmanlamış ve kendisine manevi bir dünya yaratmıştır. Bu dünyanın oluşumunda şüphesiz almış olduğu yurtiçi ve
yurtdışı sanat eğitiminin çok özel bir yeri olmalıdır ki Atamulu, kendi öz
kültüründen çıkarttığı değerlerin, özgün yorumlarında, çağdaş batı heykelinin güncel uyarlamalarındaki çizgiyi yakalamıştır. Belki de Atamulu’yu
eşsiz ve farklı kılan ana etken, kültürel değerlerin sanatçıların yaratma kurgusundaki çekim gücünü fark ederek bu güce kendini bırakmış olmasıdır.
Derinkuyu’nun yetiştirdiği asırlık sanat çınarı, bırakmış olduğu sayısız eserle sadece metropollerde sanat yapılabileceği tezini çürüterek, Türk Heykel Sanatı’nın ana referans noktalarından birini oluşturmuştur. Sanatçının
Heykel Sanatına ve Derinkuyu’ya kazandırdığı dinamizmin, bölgeye tekrar
kazandırılması ve sanatçının adına kurulacak bir müzede eserlerin sanatseverlerle buluşturulması ümidiyle.
Kaynakça
Aslıer, Mustafa (1977). Çağdaş Görsel Sanatı Oluşturan Etkenler. 2000 Yılına
Doğru Sanatlar Sempozyumu Bildiriler Kitabı. 24-28 Ekim 1977. İstanbul:
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi- Planlama- Programlama Grubu Yayını.
Atamulu, Hakkı (1996). Yontularım. Ankara: Odak Ofset.
Atamulu, Hakkı (Tarihi Bilinmiyor). Derinkuyu (Malakopya )ve Yontucu Hakkı Atamulu. Özel Basım Katolog Eser.
Berktaş, Esin (2010). 1940’lı Yılların Türk Sineması (1.Baskı). İstanbul: Agora Kitaplığı.
Gören, Ahmet, K. (1998). 50. Yılında Akbank Resim Koleksiyonu, Akbank Kültür
ve Sanat Kitapları: 66, İstanbul.
Toprak, Zafer (1998). Cumhuriyet ve Sanat. (Editör: Veysel Uğurlu). Savaş ve Barış. İstanbul: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.
Öndin, Nilüfer (Güz2003). Cumhuriyet’in Kültür Politikası ve Sanat. Sanat Dünyamız, 89/2003, 145-157
244
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Cumhuriyet Dönemi Değişen Kültür Ortamında, Derinkuyu’lu Bir Heykeltraş: Hakkı Atamulu
Resim 1
Resim 2
Resim 3
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
245
Özcan ÖZKARAKOÇ
Resim 4
Resim 5
246
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Cumhuriyet Dönemi Değişen Kültür Ortamında, Derinkuyu’lu Bir Heykeltraş: Hakkı Atamulu
Resim 6
Resim 7
Resim 8
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
247
Özcan ÖZKARAKOÇ
Resim 9
Resim 10
248
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İKTİDAR FELSEFESİ’NİN TEMEL ÖZELLİKLERİ YÖNÜNDEN HACI
BEKTAŞ-I VELİ VELÂYETNÂMESİ’NİN SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ
A DISCOURSE ANALYSIS OF HACI BEKTAŞ-I VELİ’S VELÂYETNÂME IN
TERMS OF THE MAIN FEATURES OF PHILOSOPHY OF POWER
Özgür Kasım AYDEMİR*
ÖZET
Türk-İslam kültür evreninin önemli figürlerinden Hacı Bektaş-ı
Veli’nin düşünce sistemi Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarının ötesinde tüm Dünyada büyük bir ilgi ve saygı ile karşılanmaktadır. Bu
öncü kişiliğin mezarı ve makamı Nevşehir’e bağlı Hacıbektaş ilçesinde bulunmaktadır. Bu bağlamda, Nevşehir’in temel kültürel değerlerinden Hacı Bektaş-ı Veli’nin Velâyetnâme’si üzerine dilbilimin
ve felsefenin kesişim evreninde disiplinler arası bir çalışma gerçekleştirilecektir. Böylelikle Velâyetnâme’nin çağdaş iktidar felsefesine
yönelik temel özellikleri söylem çözümlemesine dayalı olarak belirlenmiş ve değerlendirilmiş olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Hacı Bektaş-ı Veli, Velâyetnâme, İktidar Felsefesi, Söylem Çözümlemesi, Michel Foucault.
ABSTRACT
The thought system of Hacı Bektaş-ı Veli, one of the significant figure
of Turkish-Islamic cultural world, is welcomed with a great interest
and respect not only within the borders of Turkey but from all around
the world. This pioneer character’s grave and place is in Hacıbektaş,
the county of Nevşehir. In this sense, we will make an interdisciplinary
study of Hacı Bektaş-ı Veli’s Velayetnâme, one of the basic cultural
value of Nevşehir, within the linguistics and philosophy’s intersection
world. Thus the main features of Velâyetnâme, which are directed
for the contemporary Philosophy of Power, will be determined and
evaluated on the basis of the discourse analysis.
Key Words: Hacı Bektaş-ı Veli, Velâyetnâme, Philosophy of Power,
Discourse Analysis, Michel Foucault.
* Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
e-posta: [email protected], www.aydemirler.org
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
249
Özgür Kasım AYDEMİR
I. Giriş
Yirminci yüzyılın sonu itibariyle sosyal bilimlerin önemli dayanak noktalarından biri haline gelen söylem; daha çok rasyonalizmin, determinizmin,
pozitivizmin ve empirizmin güdümündeki tekdüze çözümlemelerin devrini kapatarak kendi çağını başlatmıştır. Böylelikle dil, toplumsal bağlamdaki çok boyutlu anlamsal ve işlevsel çıkarımlarla, toplumsal bağlamın tüm
özelliklerini barındıran bir ağ özelliği kazanmıştır. Söylemin fiili hükümranlığı karşısındaki bireyler de, tâbiyet karşıtı mücadelelerini, iktidarın kendilerine sağladığı söylem alanı ve olanağı içerisinde sergileyebilmektedirler.
Bu yönü ile söylem çözümlemeleri; felsefe, sosyoloji, antropoloji gibi bilim
dallarının da ilgisini çekmiştir.
“Söylem çalışmalarının İngilizcede ‘söylem çözülemesi’ başlığını taşıyan
ilk çalışma olarak Noam Chomsky’nin de hocası olan Zelling Harris’in Language dergisinde 1952 yılında yayımladığı makale ile başladığı kabul edilmektedir (Kocaman 1996: 2)”. Bu çalışmaların ardından Alman ve Fransız
yorum ekollerinin çalışmalarından da felsefî anlamda etkilenen söylem çalışmaları daha çok postyapısalcı yaklaşımın etkisinde kalmış ve yurt dışındaki bu emekleme evresinden sonra ülkemizde de dilbilim çalışmalarında
yer edinmeye başlamıştır. “Türkçe’de (…) söylem sözcüğünün bugünkü
anlamıyla ilk kez Berke Vardar ve arkadaşlarınca (1980) hazırlanan dilbilim
sözlüğünde kullanıldığı kabul edilmektedir (Kocaman 1996: 6)”.
Yazılı ifadeleri karşılayan metin adlandırması karşısında söylemim kapsamı, sadece sözlü ifadeleri değil yazılı ifadeleri de içermektedir. Söylem terimi ile metin arasındaki önemli ayrımlardan birisi de söylemin toplumsal
bağlam ile olan ilişkisidir. Bu ayrım için Ahmet Kocaman, şu saptamada
bulunmuştur: “Kimi yaklaşımlarda bağlamın içine aldığı bir öğe olan metin, anlamları gerek sözlü gerek yazılı biçimde dilbilgisi yapılarıyla sunan
öğedir. Söylem ise metin ve bağlam arasındaki ilişkilerle anlam kazanan,
dolayısıyla her iki öğeyi de içine alan bir kavramdır (Kocaman 1996: 46)”.
Böylelikle ister yazılı ister sözlü olsun dil birliklerinin tamamının bağlamı ile
birlikte söylem kavramı ile nitelenebileceğini belirtebiliriz. Bu bilginin koşutunda, güncel metinlerden ziyade artzamanlı metinler, söylem çözümlemelerinin önemli veri kaynaklarından birini oluşturmaktadır. Toplumsal
ilişkiler bağlamına yönelik dil çözümlemeleri ilgili toplumların önemli özelliklerinin belirlenebilmesine imkân tanımaktadır.
“XI. Yüzyıldan başlayarak önce Arapça ve daha sonra da Farsça ve Türkçe
250
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İktidar Felsefesi’nin Temel Özellikleri Yönünden
Hacı Bektaşı Veli Velâyetnâmesi’nin Söylem Çözümlemesi
menkabelerin toplandığı eserlerle zengin bir menkabe edebiyatı gelişmiş,
bu edebiyatın mahsulleri menâkıbnâme veya Velâyetnâme olarak adlandırılmıştır… Bir tasavvuf ıstılahı olarak veli, düşmanın zıttıdır. Allah’a dost
veya Allah için dost kişi demektir. (Duran 2007: 13,14).” Bu Allah dostlarının olağanüstülüklerini de barındıran menakıb kitapları içerisinde, Türkçe
yazılmış olan Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnâmesi, önemli bir yere sahiptir.
Türk kültürü içerisinde köken olarak Yesevîliğe bağlı olan ve Anadolu’nun
Türkleşmesinde ve Müslümanlaşmasında önemli bir rolü üstlenmiş olan
“Bektaşiliğin etkili olmasının en önemli nedenlerinden biri, düşünce, eylem ve ayinlerini Türkçe üzerinden yapmalarıdır (Noyan 1998: 214).” Bu
yönüyle Bektaşilik sadece Moğol istilası karşısında zulme uğrayan Türkmen
nüfusun inanç kalkanı olmamış, Arapçanın ve Farsçanın baskısı karşısında Türk’ün dil kalkanı işlevini de üstlenmiştir. Bektaşilerin “Bu tutumları,
Türkçenin gelişmesine neden olmuştur. Ayrıca kimliğinin temelini oluşturan dili saldırılara karşı koruyarak, kimliklerinin sürekliliğini sağlamıştır (Bıçak 2009: 469).” Bektaşiliğin, dönemin toplumsal yapısı ve mitik düşünce
sistemi üzerinde böylesi önemli bir etkiye sahip olduğu da göz önünde
bulundurulduğunda Velâyetnâme’nin önemi daha belirgin bir şekilde algılanabilecektir. Kesin olmamakla beraber, “Firdevsî-i Rûmî” ve “Firdevsî-i
Tavîl” lakabıyla tanınan Bursalı İlyas Bin Hızır tarafından yazıldığı bilinen
Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnâmesi; “Hâcı Bektaş’ın nesebi, doğumu, çocukluğu, Ahmed-i Yesevî ile münâsebeti,ve onun işaretiyle Anadolu’ya
gelişinin anlatılmasıyla başlar. Onun Anadolu’ya geldikten sonraki hayatı, devrin diğer mutasavvıf ve ünlü şahsiyetleriyle olan münasebetlerinin
menkabeleriyle gelişir. Halîfelerin bazılarının menkabelerinden seçmeler
ve ölümü ile devam eden Velâyetnâme; padişah II. Bayezid’in türbenin
çatısını kurşunla kaplatmasıyla ilgili menkabeyle son bulur (Duran 2007:
18)”. Velâyetnâme’deki bilgilere göre küçük yaşta Hoca Ahmed Yesevî
halifelerinden Şeyh Lokmân-ı Perende’nin yanına verilen Hacı Bektaş-ı
Veli’ye “hünkâr” lakabı, gösterdiği keramete dayalı olarak, hocası tarafından verilmiştir. Çalışmamızda, evrensel ölçütlerdeki bilgeliği de kabul edilmiş olan tarihi bir Türk yol göstericisinin hayatının menkıbevî aktarımlarına
dayalı olmakla birlikte zengin bir toplumsal içeriği ve güçlü bir iktidar yapısını barındıran tarihi bir metinden, Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnâmesi’nden
hareketle, iktidar felsefesi bağlamında söylem çözümlemesi gerçekleştirilmeye çalışılacaktır. Ancak gerek söylem çözümlemesinin çok boyutluluğu
ve eserin zengin bir içeriğe sahip olması gerekse bildirinin yapısal sınırlara
sahip olması bizleri söylem çözümlemesinde içerik sınırlamasına yönlen-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
251
Özgür Kasım AYDEMİR
dirmiştir. Belirtilen gerekçelerle, söylem çözümlemesi, kuramsal bağlamda
benimsemiş olduğumuz iktidar felsefesinin temel özelliklerinden aşağıda
belirtilen beşi ile sınırlandırılacaktır:
a. İktidar aracı niteliğiyle özgürlük,
b. İktidar aracı niteliğiyle bilgi,
c. İktidar aracı niteliğiyle ideoloji,
d. İktidarın denetim aracı niteliğiyle Panopticon,
e. İktidar uygulayıcısı niteliğiyle çoban/biyo-iktidar kurgusu.
II. Yöntem
Söylem ve iktidar kavramları çoğunlukla iç içe görülse de farklı ekollerce
farklı konumlamalara tâbi tutulmuştur. Çalışmamızda, söylemin toplumsal
yönüne ve iktidar mücadelelerini barındırmasına vurgu yapması ile tanınan ve toplumsal odaklı söylem çözümlemelerine yeni bir boyut kazandıran Michel Foucault’nun söylem ve iktidar kurgusu temel yöntem olarak
kullanılmıştır.
Velâyetnâme gibi tarihsel metinler Michel Foucault’nun kavramsallaştırmasıyla “arşiv” olarak adlandırılmaktadır. Arşivlere yönelik söylem çalışmalarını da Nietzsche’nin ‘soybilim’ (généalogie) kavramından etkilenerek
“arkeoloji” olarak adlandıran Foucault için arkeolojik söylem çözümlemeleri iktidarın çözümlenebilmesi için büyük önem taşımaktadır. Foucault’ya
göre söylem çalışmaları; büyük bir sabır gerektiren tozlu raflarda kalmış
arşivlere, mimari tasarımlara, yönetimle ilgili belgelere vb. yönelik de gerçekleştirilebilmelidir. Foucault’nun yenilikçi terminolojisi sonucu söylem
çalışmalarında işletilen ‘arşiv’ ve ‘arkeoloji’ kavramlarının birbiri ile olan
ilişkisini belirginleştirebilmek adına, ilgili terimleri Ferda Keskin, ana hatlarıyla şu ifadelerle konumlandırmaktadır: “Kabaca bir tarifle arkeolojik
analizin amacının bilgiyi mümkün kılan tarihsel koşulları ve bu koşulların
belirlediği epistemik mekânı ortaya çıkarmak olduğunu söyleyebiliriz (Keskin 1999: 18)”. Keskin’in bu ayrımı, alana, önemli karmaşaları ortadan
kaldıracak bir açıklık kazandırmaktadır.
Michel Foucault’un iktidar felsefesinin kurgulanabilmesinde modernitenin
öncü ve özgün muhalifi Theodor W. Adorno ve modernite eleştirmenliğinin yanı sıra bilgi ile iktidar bağlantısının Avupalı ilk kâşifi niteliğindeki
Friedrich Nietzsche önemli basamakları oluşturmaktadır. “Çalışmanın özü,
iktidar teorisinin yeniden oluşturulmasıdır (Foucault 2003: 110)”. diyen
252
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İktidar Felsefesi’nin Temel Özellikleri Yönünden
Hacı Bektaşı Veli Velâyetnâmesi’nin Söylem Çözümlemesi
Foucault’nun konumladığı iktidar kavramını tercih etmemizin gerekçesi,
çoğu marksist çözümlemelerdeki algılamadan farklı olarak, iktidarın salt
devlet ile sınırlı olmadığı görüşünü benimseyişimizdir. Hacı Bektaş-ı Veli
Velâyetnâmesi’nde yer alan günlük yaşama yönelik örneklemeler de, bizi,
yaşamın geneline yayılmış etken bir iktidar felsefesi üzerine odaklanmaya
yönlendirdi. Nitekim Foucault’a göre “(…) ilk kavranması gereken şey, iktidarın yerinin devlet aygıtı olmadığı ve devlet aygıtlarının dışında, üstünde, yanında çok daha düşük düzeyde işlev gören iktidar mekanizmalarında değişiklik yapılmadığı takdirde toplumda hiçbir şeyin değişmeyeceğidir
(Foucault 2003: 43)”.
III. Bulgular ve Çözümlemeleri
Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnâmesi üzerine gerçekleştirdiğimiz söylem çözümlemesi Michel Foucault’un kurguladığı iktidar felsefesinin belirtilen
temel kavramları bağlamında söylem çözümlemesine tâbi tutulmuştur. Bu
doğrultuda, ilgili özelliklere sahip alıntılara metnimizin hacminde gereksiz
genişlemelere yol açmaması adına mümkün olduğunca az yer verilmiştir.
III.a İktidar Aracı Niteliğiyle Özgürlük
“İktidarın uygulanması başkalarının eylemleri üzerinde eylemde bulunmak olarak tanımlandığında, bu eylemler insanların başka insanlar tarafından ‘yönetilmesiyle’ karakterize edildiğinde, bu uygulamaya önemli
bir unsur dahil edilmiş olur: özgürlük. İktidar yalnızca özgür özneler üzerinde ve yalnızca onlar özgür oldukları sürece uygulanır (Foucault 2005:
75)”. Özgürlük, ana metnimizde yönelik söylem çözümlemelerinde somut örnekleriyle ortaya konulacağı üzere, karmaşadan uzak, yalın düzlemdeki iktidarın kontrol altında tuttuğu yönlendirilmiş bir özgürlüktür.
Velayetnâme’de Türk kültür tarihinin önemli bilgelerine yönelik ifadede,
Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’nin Yunus Emre’yi Tapduk Emre’ye göndermesi
hadisesinde somutlandığı üzere, iktidar, özneye yönelik teklifini yineleyebilir ya da daha cazip kılabilirken asla bir zorlama söz konusu olmamaktadır. Nitekim asıl amaç özenenin gönüllülüğüdür ve bu gerekçeyle,
iktidarın erk sahibinin de iktidar uygulatıcısı olarak gönüllülük göstermesi
gerekmektedir. Bu bağlamda, Velâyetnâme’de belirtildiği üzere Hünkâr’ın
Yunus Emre’nin getirdiği alıcın başına önce sırayla bir, iki ve nihayetinde
on nefes önermesini Yunus Emre hür iradesiyle reddedip karşılığında, isteği üzerine, buğday alabilmiştir. Ancak kararından kimsenin yönlendirmesi
olmadan pişmanlık duyan Yunus’un buğdayı geri verip Hünkâr’ın nefesini
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
253
Özgür Kasım AYDEMİR
talep etmesi karşısında bu kez Hünkâr “ol iş şimden sonra olmaz biz ol
küflün miftâhın Tapduk Ermeye sunduk varsun nasîbin andan alsun (V.
082b)” buyurmuştur. Böylelikle özgür özne kendi iradesiyle geri çevirdiği tâbiyet fırsatını iktidar uygulayıcısının da isteği doğrultusunda tekrar
kazanabilme imkanına sahiptir. Zira Hoca Ahmed Yesevî tarafından, Hacı
Bektaş-ı Veli’ye, Anadolu’ya gitmesi istemi ve “Kutbu’l-Aktablık” müjdesi
ifade edildiğinde kendisi de özgür iradesi ile bunu kabul etmiş üstelik bu
uğurda babasından kendisine geçecek olan sultanlık makamını da terk
edip bu makamı amcasının oğluna tevdi etmiştir. Belirtilen özelliklere dayalı olarak özne kavramının, iktidar felsefesi bağlamındaki kuramını uyguladığımız Michel Foucault’daki tanımlamasındaki özelliklerini görebilmekteyiz. “Özne sözcüğünün iki anlamı vardır: denetim ve bağımlılık yoluyla
başkasına tabi olan özne ve vicdan ya da özbilgi yoluyla kendi kimliğine
bağlanmış olan özne. Sözcüğün her iki anlamı da boyun eğdiren ve tabi
kılan bir iktidar biçimini telkin ediyor (Foucault 2005: 63)”. Ferda Keskin,
özne kavramının sınırlarını daha belirgin bir yapıda sunabilmek için kendisinin aktarmış olduğu bilgiye şu dipnotu eklemiştir: “Türkçedeki ‘özne’
kelimesi burada Foucault tarafından belirtilen ilk anlamı taşımıyor. Fransızca ‘sujet’ kelimesi aynı zamanda ‘tebaa’ yani tabi (boyun eğmiş) anlamı
taşıyor. Aynı şekilde Fransızca ‘assujetir’ kelimesini de Foucault iki anlamda kullanıyor: özneleştirmek ve tabi kılmak, boyun eğdirmek (Foucault
2005: 63)”. Bu bilgilere paralel olarak Velâyetnâme’de özneyi tanımlayan
re ya (riayet eden), teb (tabi olan), muti (itaat eden) benzeri adlandırmalar Foucault’nun (özgür) özne kavramını tam olarak karşılayabilmektedir.
Eserde İslâm’a davet edilenlerin de bir bilgi formu niteliğindeki sergilenen
keramet sonrasında, özgür iradeleri ile itaat etmeleri, yine iktidarın olumluladığı öznenin özgürlüğü vurgusu olarak değerlendirilebilir.
İnsanlar arasında tek fark oluşturucu unsur olan takva söz konusu olduğunda özgür özne buyruklara muhatap olabilmektedir. Hacı Bektaş-ı
Veli Velâyetnâmesi’nin söyleminde bu özellik; Eski Türkçe, Orta Türkçe
ve Eski Anadolu Türkçesi döneminde de kullanılan emir kipi biçimi “– ıl/
gil”in (ikinci teklik kişi için (– ıl/gil+ø) kullanımı ile desteklenmiştir. Ancak burada da genel kurgumuzda belirtmiş olduğumuz üzere öznenin
ilgili buyruğu alma isteği/gönüllülüğü söz konusudur. Nitekim kendisine
yönelik buyruk verme hakkı, belirtmiş olduğumuz üzere maddî bir statüden değil manevî mertebeden kaynaklanmaktadır. Velâyetnâme’de, Hoca
Ahmed Yesevî’nin Hacı Bektaş’a yönelik; “seni rûm erenlerine baş kılduk
254
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İktidar Felsefesi’nin Temel Özellikleri Yönünden
Hacı Bektaşı Veli Velâyetnâmesi’nin Söylem Çözümlemesi
sulıca karayük’i sana yurt virdük destûrdur ayruk eglenme revâne olgıl (V.
028b)” İfadesinde kullanılan -gıl emir kipi eki ile hem emir veren kişinin
bu yetkiye haiz oluşuna vurgu yapılmakta hem de öznenin emri kabul edişinin sosyal bağlamı ve emir veren kişinin ulviyetine yönelik saygı bildirilmektedir. Bu doğrultuda Hacı Bektaş-ı Veli’nin sözcelerinin aktarımında da
“Hünkâr buyurdı, emr eyledi” benzeri ifadeler de belirtilen işleve sahiptir.
III.b İktidar Aracı Niteliğiyle Bilgi:
İktidar kavramında da, iktidar felsefesinde de özne temel birimlerdendir. Belirtmiş olduğumuz iktidar kurgusunda öznenin özgürlüğüne vurgu
yapıldığını ifade etmiştik. Özgür özne; söylem çözümlememizin bu aşamasına dek vurgulanan, iktidarın etkin gücü “bilgi” ile iknâ edilinceye,
tâbi kılınıncaya kadar varlığını koruyabilmektedir. Velâyetnâme’de bilgi,
bilgeliği kabul görmüş bir rol modelin menkıbevî hayatı üzerinden daha
etkili bir şekilde sunularak öznenin iktidara gönüllü tâbiyetini sağlayan
temel unsur niteliğindedir. Farklı coğrafyalardaki farklı kültürler içerisinde
somutlamalarla, yaşanmışlıklarla pekiştirilen mitik bilgi formları dönemin
dil özelliklerine de bağlı olarak duru bir Türkçe ile sunulmuştur. Anlaşılır
olma amacına da hizmet eden bu kullanım içerisinde sade, yalın, Türkçe
ifadelerin sonuna dahi eklenen ve “yani” sözcüğü ile başlayan açıklama
cümleleri de bulunmaktadır. Böylelikle, kullanılan dilin özelliği, söylemin
etkinliğini ve söylem içerisinde bilginin gücünü sağlamlaştırmaktadır.
Bilginin güce dönüşümü doğruluğu ile ilgilidir. Doğru bilginin ediniminde
yöneticinin/öznenin tek kaynağa göre hüküm vermemesi, davranış sergilememesi gerekmektedir. Bu nedenle, edindiği bilgileri doğrulatmasının, sınamasının gerekliliği vurgulanmıştır. Toplum içerisinde güce sahip
olanın, hakikate vakıf olması gerekmektedir. Eserde yer alan “Hünkar
Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerinin Kayseriyye Şehrinde Gösterdügi Velayet
Beyânıdur” başlığı altında Hacı Bektaş-ı Veli’nin Kayseri beyine yönelik
ifadesi olarak sunulan “ yarınki gün öyle vaktinde göresin geleler başını gövdenden alalar (V. 117b).” sözcesinde Hacı Bektaş-ı Veli’yi haklı ve
güçlü kılan geleceğe ilişkin iddia formundaki bilgisinin doğruluğudur. Bu
doğru bilgi belirtilen anlatıda güce ve etkinliği arttırıcı bir keramete dönüşerek iktidar yapısını güçlendirmektedir. Böylelikle genelde menkıbelerin/
Velâyetnâmelerin, özelde ise Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnamesi’nin öğretisel
(didaktik) özelliklerinin, sunulduğu kişinin, iktidarını güçlendirmesi yanında ilgili kişiye aktarılan “bilgi” aracılığıyla yüklenen sorumlulukla, bireysel
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
255
Özgür Kasım AYDEMİR
ya da toplumsal nitelikli özneyi iktidara tâbi kıldığını ve asıl iktidar yapısının güçlendirildiğini belirtebiliriz. Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnamesi’ndeki
iktidar aracı niteliğine sahip olan bilgi –mitik formda olmasına rağmenetkinliğini bugün Türk kültür evrenini de aşan evrensel bir teveccühle karşılanmasıyla ispatlamış ve iktidar alanını güçlendirmiştir.
III.c İktidar Aracı Niteliğiyle İdeoloji:
Velâyetnâme’nin söyleminde güçlü bir iktidar yapısının varlığına karşın bu
çok yönlü iktidar yapısının ideolojik boyutu bulunmamaktadır. Söylem çözümlemelerine yönelik çalışmalarda ana referanslardan biri olan Teun Van
Dijk’in ifadesiyle, ideolojik çözümlemeye olanak vermek için şu özellikler
bulunmalıdır:
“a.) Bizim hakkımızda olumlu şeyleri vurgula.
b.) Onlar hakkında olumsuz şeyleri vurgula.
c.) Bizim hakkımızda olumlu şeyleri vurgulama.
d.) Onlar hakkında olumsuz şeyleri vurgulama (Çoban, Özarslan 2003:
57)”. Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnamesi’nde toplumun alt grupları, çatışma içerisindeki “biz ve onlar”a dayalı ideolojik bir yapıda değil de hakikati benimsemiş olanlarla henüz benimsememiş olanlar olarak “geniş
ve kapsayıcı biz” içerisinde verilmiştir. “Biz”in varlığını sürdürebilmesi ve
etkinliğini arttırabilmesi için ortadan kaldırması gereken “onlar” değil,
onların edimlerindeki olumsuzlanan özelliklerdir. Ancak belirtilen, olumsuzlanan özellikler, bir aitlik vurgusuna dönüşmemekte, İslam dışı inancı
benimseyenlerle dahi özdeşleştirilmemektedir. Böylelikle olumluluğun evrensel ölçütleri öne çıkarılmaya çalışılarak, öznel vurgulamalara ve ideoljik
yaftalamalara söylemde yer verilmemektedir. “Bizler ve Onlar hakkındaki
söylem (…) çoğunlukla bizim iyi eylemlerimiz ve onların kötü davranışları
hakkındaki hikayeler şeklinde örnekler ve açıklamalarla tanımlanır. İşlevsel
olarak böyle önermeler (ya da tüm hikayeler) bir başkasını, kanıt ya da
delil sunabildiği için çoğunlukla daha önce ifade edilen önermeyi, desteklemeye hizmet eder. Bir başka deyişle, öyküler tartışmadaki bildirimler olarak iş görürler (Çoban, Özarslan 2003 : 63)”. Belirtmiş olduğumuz üzere,
tarihsel ya da dinsel nitelikli olsun Velâyetnâme’nin söyleminde “bizler”
ve “onlar” ayrımı bulunmamaktadır. Ayet ve hadisler başta olmak üzere,
çeşitli dinsel anlatıları genel İslâmî söylemin içerisinde kendisine dayanak
256
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İktidar Felsefesi’nin Temel Özellikleri Yönünden
Hacı Bektaşı Veli Velâyetnâmesi’nin Söylem Çözümlemesi
alan Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnamesi’nin söyleminde, İslamiyet dışında
bir dini benimseyenler, Dijk’in ideolojik söylem çözümlemesi kurgusuyla
çelişir nitelikte olumlu özelliklere de sahip olabilmektedir. Hacı Bektaş-ı
Veli’yle dalga geçmesi sonucu Frengistan’a atılan Müslüman çobanı, hatasından dolayı uyaran da kiliseden çıkan bir ruhban olabilmektedir. Metinde ruhban, çobana hitaben “hey miskîn derd-mend sen kandan erenler
kandan ki senün gibi kişi kutb-ı cihan veliye tolaşur sana bu iş erenlerden
oldı kim yine çare erenlerden olur (V. 063.a).” ifadesini kullanabilecek
kadar iktidarca olumlulanmıştır. Ancak küfr içerisinde olanların müminlere
eziyet etmesi durumunda hoşgörü yerini kafirle mücadeleye bırakmaktadır. Bu mücadelenin gerekçesi ve kararlılığı Hacı Bektaş-ı Veli’nin “hacetüm senden budur kim ya İlah, kafirün Rûşen günin eyle siyâh, çûn ki
küffâr mü’mine itdi özin, görmesün kırk güne dek güneş yüzin (V. 021a)”
ifadesiyle somutlanan bedduasında da yer almaktadır. Alıntılanan ifadenin
devamındaki “biz-onlar” ideolojik çatışma özelliği taşımasa da karşı (karşıt değil) grupların adlandırmaları söylem içerisinde dikkat çekicidir. Kafir
adlandırmasının karşısında Türk adı kullanılmıştır. İslâmiyet’i bünyesinde
özümsemiş olarak verilen Türk öznesinin konumu “kafir bulımaz Türk’e
zafer (V. 023a).” İfadesiyle belirtilmiştir. Türk’ün iktidar yapısınca olumlulanan ilkesi ise, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ağzından “er yavuzluk idene ihsân
ider, eylüge eylügi hod hayvan ider (V. 023b)” sözcesiyle belirtilmiştir.
III.d İktidarın Denetim Aracı Niteliğiyle Panopticon:
Bu metaforun varlığına adını aldığı bir hapishane ilham vermiştir. “Panopticon ya da gözetim evi merkezi bir gözetleme kulesi etrafında birçok
hücreden oluşan, bir gardiyanın birçok mahkumu aynı anda denetleyebildiği büyük dairesel yapı bir anlamda çelişkili de olsa, Jeremy Bentham’ın
yaratıcı imgeleminin ürünüdür (Bentham 2008: 77)”. Panopticona dayalı
gözetim ve denetim mekanizmasının temel özelliği gereği, gözetimde ve
denetimde bulunanlar mahkumiyetlerinden habersiz olan herkese “eşit
uzaklıkta” gözlem yapmak durumundadır. Velâyetnâme’de de gerek
mutlak iktidar sahibi gerekse olumlulanan iktidar uygulayıcıları insanlara,
halka eşit mesafede bulunmaktadır. Yakınındakine de uzağındakine de
eşit mesafede oluş, eserde kimi zaman don değiştirme motifi içerisinde
kimi zaman hayli uzak mesafeleri üç adımda dahi katedebilecek yetiye
sahip oluş içerisinde sunulmaktadır. Bu doğrultuda insanların eşitliğine uç
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
257
Özgür Kasım AYDEMİR
veren bilginin de yine iktidarca kurgulanmış olduğunu belirtebiliriz. Zira,
evren algısının şeklî yansıması niteliğine de sahip olan resim sanatının İslam toplumlarına ilk giriş türü olan minyatürlerde de benzeri bir kurgu
bulunmaktadır. Minyatürlerde insanlar başta olmak üzere evrendeki hiçbir
varlığın fiziksel, maddi, özelliklerinden dolayı bir diğerinden daha yakın
ya da büyük çizimine rastlanılamaz. Burada da panopticon kurgu içerisindekilerin eşit tutulması gerektiği vurgusu vardır. Nitekim minyatür resim
sanatındaki bu kurgunun temelinde de İslam dini içerisinde özneyi öne çıkaran özellik, daha önce de belirttiğimiz üzere takvadır. Takva, tasavvufta
“Allah’a boyun eğerek azabından sakınmak, cezayı gerektiren davranışlardan nefsi uzaklaştırmak suretiyle korunmak; insanın kendisini Allah’tan
uzaklaştıran şeylerden uzak durması (Uludağ 2001: 342).” olarak tanımlanmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnâmesi’nde ifade edilen kerametler
de sahip olunan takvanın sonucu olarak değerlendirilebilir. Ancak burada
takva sahibinin takvasını ispatı ve ifşası değil, insanların kerametleri algılaması söz konusudur. Belirtilen algılama sürecinde de panopticon kurgusuna dayalı olarak gözlem hakimdir. Eserde kişilerin haberdar oldukları
kerametleri görme ve ardından ikrar etmeleri denetimin yanında gözlemi
bilgi ediniş ve kabulleniş işlevi ile de karşımıza çıkarmaktadır. Bu bağlamda
Foucault’un panopticon kurgusu, iktidar aracı olarak Fıransız düşünürün
belirtmediği bir ek boyutla da Velâyetnâme ’nin söyleminde kullanılmaktadır.
III.e İktidar Uygulayıcısı Niteliğiyle Çoban Biyo-İktidar Kurgusu
İktidar alanı metnimizde, Foucault’nun iktidar kurgusunun temel savını
destekler özellikte, günlük yaşama ilişkin alanlarda da görülebilmektedir.
Günlük yaşamdaki iktidar kurgusunun önemli uygulayıcılarından biri de
çobanlardır. “Firavun Mısırlı bir çobandı. Aslında taç giyme töreninde ritüel
olarak çobanın değneğini alırdı… bu pastoral temayı geliştirip genişletenler İbranilerdi. Gene onların inanışlarında oldukça özel bir nitelik vardı:
Halkının çobanı Tanrı ve yalnızca Tanrı’dır. Bunun tek bir olumlu istisnası
vardı: Monarşinin kurucusu olan Davud, çoban olarak gönderme yapılan
tek kişidir. Çoban sürüyü derleyip toplaması gereken, sürüsünün selametini sağlaması gereken onları bir amaç doğrultusunda, elçi konumundaki
kendisinin uygun gördüğü yolda yürüten, yol aldıran kişidir. Çoban, iktidarın uygulayıcısı, sürüsünü götürdüğü yol(lar) ise iktidarın amacına yönelik
stratejinin somutlanmasıdır (…) Ancak bu metafor kimi düşünürlerce Grek
258
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İktidar Felsefesi’nin Temel Özellikleri Yönünden
Hacı Bektaşı Veli Velâyetnâmesi’nin Söylem Çözümlemesi
kültürüne, Hristiyanlık’a ya da Yahudilik’e dayandırılsa da biz; bu metaforun, İslamiyet’e ya da İslamiyet öncesi Türk kültürüne dayandığını da
değil, insanlık tarihi içerisinde evrensel bir özellik taşıdığını düşünmekteyiz.
Nitekim İslam dini peygamberi Hz. Muhammed de bir çoban idi. (Aydemir
2007: 553)”. Dinler tarihindeki peygamberlerin asıl mesleklerinin tüccarlık
değil de çobanlık oluşu, belirtmiş olduğumuz iktidarın özellikleri ile örtüşmektedir. Emanetçi olan, hayvanların asıl sahibi ile hayvanlar arasında
aracı olan çoban, sürüyü korumakla yükümlüdür. Foucault’nun iktidar kurgusu içerisinde önemli metaforlardan biri olan “çobanlık” Velâyetnâme
’nin söyleminde de belirtilen doğrultuda işletilmiştir. Hacı Bektaş-ı Veli
Velâyetnâme si’nde, Sarı Saltuk’un konuşan öküzü kurban etmesine ilişkin
metinde yer alan kişinin öküzlere yönelik tavrı belirtmiş olduğumuz bağlam
doğrultusunda dikkat çekicidir. “Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî Kaddesa’llâhu
sırrahu’l-’azîz hazretinün âsitânesinde Açak nâm bir kimesne varıdı iki öküz
birle çift sürerdi hem husûsla makdûrın dirîg kılmazdı ve hidmetinde kimse
kusûr bulmazdı ol öküzlere ri’âyet idüp hoş dutardı yemlerin ziyâde virürdi
yirlerin yumşak iderdi şol vechile kim ’uryân olup yuvarlanurdı gövdesine
batan nesneyi giderürdi hidmet iderdi (V. 077b)” sözcesinde Foucault’nun
ortaya koyduğu bu temel iktidar yapısı özveri vurgusuyla birlikte açıkça ifade edilmiştir. Bunun yanında Hacı Bektaş-ı Veli’nin bir çobanı frengistana
atıp geri getirmesinin anlatıldığı bölümde de iktidar temsilcisinin karşısındakini sözle dahi incitmekten çekinmesi gerektiği ve ağır bir duruş sergilemesi gerektiği olumlulanmaktadır.
IV. Sonuç
İncelememizin ve değerlendirmemizin sonucunda Hacı Bektaş-ı Veli
Velâyetnâme si’nin iktidar felsefesi bağlamında zengin söylem özellikleri
barındırdığını belirtebiliriz. Bu bağlamda Türk kültür tarihi içerisinde böylesi öneme sahip metinlerin felsefî dayanağa bağlı dilbilimsel çözümlemelerinin, ilgili metinlerin farklı özelliklerinin de ortaya çıkarılmasına katkı
sağlayabileceğini belirtebiliriz. Eserin iktidar felsefesi bağlamında her yönüyle incelenmesinin bir bildiriden çok hacimli bir kitap çalışması olabileceğini, çalışmamız içerisinde alıntılara –mümkün olunduğunca- az yer
verilmesinin de bildirinin biçimsel sınırları ile ilişkili olduğunu belirtebiliriz.
Yaşamın her alanında var olan iktidar yapısının belirtilen iktidarı daha güçlü kılacağı teorisi, iktidar felsefesinin değerlendirdiğimizin beş temel özelliği bağlamında Velâyetnâme ’nin söyleminde de somutlanmıştır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
259
Özgür Kasım AYDEMİR
Kaynaklar
Aydemir Ö.K., 2007. Hataî’nin Şiirlerinden Hareketle İktidar Çözümlemesi, 2.
Uluslararası Türk Kültür Evreninde Alevilik ve Bektaşilik Bilgi Şöleni, Gazi
Üniversitesi, Ankara, s. 549-558.
Bentham J. vd. 2008. Panopticon Gözün İktidarı, Çeviren: Barış Çoban, Zeynep
Özarslan, Su Yayınları, İstanbul.
Bıçak A., 2009, Türk Düşüncesi I Kökenler, Dergah Yayınları, İstanbul.
Çoban B., Özarslan Z., (haz.) 2003. Söylem ve İdeoloji, Çeviren: Barış Çoban,
Zeynep Özarslan, Nurcan Ateş, Su Yayınevi, İstanbul.
Duran H., 2007, Velâyetnâme Hacı Bektâş-ı Veli, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara.
Duran H., 2010, Velâyetnâme’ye Göre Hacı Bektâş-ı Veli, Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş-ı Veli Araştırma Sergisi, S. 55, s. 129-137, Ankara.
Foucault M., 2003, İktidarın Gözü, Çeviren:Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Foucault M., 2005. Büyük Kapatılma, Çeviren: Işık Ergüden, Ferda Keskin, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul.
Keskin F., 1999. Söylem, Arkeoloji ve İktidar, Doğu Batı, Sayı:9, s.15-23.
Kocaman A. (haz.), 1996. Söylem Üzerine, METU Press, Ankara.
Noyan D.B., 1998, Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik, I. Cilt, Andıç Yayınları,
İstanbul.
Uludağ S., 2001, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, İstanbul.
260
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
KAPADOKYA`NIN ÖNEMLİ AZİZLERİNDEN BİRİ:
DOĞU MANASTIRCILIĞININ KURUCUSU AZİZ BASİL
ONE OF THE IMPORTANT SAINTS OF CAPPADOCIA:
SAINT BASIL, THE FATHER OF EASTERN MONASTICISM
Özlem GENÇ*
ÖZET
Kapadokya ilkçağın sonlarında Hristiyanlık için önemli bir merkezdir. Batı dünyasının dini olan Hristiyanlık`ta kilise babaları oldukça
büyük bir öneme sahiptir. Öyle ki fikirleri eski olsa da muhafaza edilmekte ve ölüm günleri yortu şeklinde anılmaktadır. Bu kilise babalarından biri 330-379 yılları arasında yaşamış olan Aziz Basil`dir. Hem
Hristiyanlığın temellerinden biri olan teslis inancının hem de doğu
manastırcılığının gelişmesinde oldukça büyük bir etkiye sahip olan
Aziz Basil, kilise tarafından “büyük” unvanıyla onurlandırılmıştır.
İstanbul`da ve Atina Üniversitesi`nde klasik felsefe ve antik literatür
üzerine eğitim görmüştür. Evine döndüğünde küçük kardeşinin ölümü onu bir hatip olmaktan uzaklaştırıp manastır hayatı yaşamaya
itmiştir. 357`de Mısır`ın, ve Suriye`nin keşişlerini ziyaretle kendini bu
hayata hazırlamak istemiştir ama dağınık yaşamlarını görünce, kurallardan oluşan yeni bir manastır sistemi kurmaya yönelmiştir. Aziz
Basil`in koyduğu manastır kuralları Ortodoks manastırlarında halen
geçerlidir. Manastırını Kapadokya`da antik bir kent olan İbora`da
kurmuştur. Ancak uzun süre keşiş olarak kalmamıştır. Kayseri piskoposu Eusebius`un ölümünden sonra bu göreve getirilmiştir.
325`te toplanan İznik Konsili, Hz. İsa`da cisimleştirilen “oğul” kavramının “baba” ile tek bir cisim olduğunu ilan etmişti. Yani öz itibarıyla baba aynı zamanda oğuldur. Kilisede Ariusçuluğa bağlı olan
birçok kişi bunu yadırgamıştır. Arius der ki; oğul yüceltilmiş bir yaratıktır ama temelde babadan yaratılmıştır. Yani ayrı özlerdir. Burada
Aziz Basil`in Hristiyanlığa olan büyük katkısı anlaşılmaktadır. Çünkü
Basil teslis inancının doğruluğunu kanıtlamak için çaba sarfetmiş ve
* Doktora Öğrencisi, Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
261
Özlem GENÇ
Ariusçuluğa karşı koymuştur. Basil`in taktiği ise halk dualarında asla
aktif olarak ruhun babayla öz olarak bir olduğunu ya da Tanrısallığını inkâr etmemesi şeklindedir. Basil, 375 civarında yazdığı Kutsal
Ruh Üzerine adlı eserinde de baba, oğul ve ruhun ayrılamaz olduğunun kabul edilmesi gerektiğini iddia etmektedir. Bu eseri sayesinde
kilise içinde “Kutsal Ruh Teoloğu” olarak tanınmıştır.
Basil getirdiği kurallar ve kurduğu manastır ile Bizans manastırcılığının ortaya çıkışındaki en önemli kişidir. Bu nedenle doğu manastırcılığının kurucusu olarak kabul edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Aziz Basil, Kapadokya, Manastır
ABSTRACT
Cappadocia is an important center for Christianity at the end of
the First Age. Church fathers are very important in Christianity, the
religion of Western World. They are so important that their ideas
are kept even if they are old-fashioned and the dates of their death
are commemorated as a feast. One of these church fathers is Saint
Basil who lived between the years 330-379. Saint Basil, who has
a great fluence on both the development of the belief of Trinity
which is one of the Fundementals of Christianity and the development of Eastern Monasticism, was honored by the Church with the
title “Great”. He was educated in İstanbul and Athens on classical
philosophy and the antique literature. When he returned home,
the death of his brother caused him to abandon practicing rhetoric
and begin living a life of monastery. In 357, he wanted to prepare
himself for this life by visiting the monastics in Egypt and Syria;
however, upon seeing their loose way of life, he decided to build a
new monastery system made up of rules. The monastery rules set
by Saint Basil are still effective in Orthodox monasteries. He built
his monastery in İbora, an antique city in Cappadocia. However, he
wasn’t a monastic for a long time. He was appointed as the Bishop
of Kayseri after the death of the former Bishop, Eusebius.
İznik Concile gathered in 325 and announced the concept of
“Son”, embodied in Jesus, was one with the concept “Father”.
That is, essentially, the Father is also the Son. Many people devoted to Arianism opposed to this. Arius says: the Son is a superior being but he is created from the Father in essence. Thus, they
are separate beings. At this point, we can understand Saint Basil’s
great contribution to Christianity. Because, Basil tried to prove the
truthfulness of the concept of Trinity and also opposed Arianism.
Basil’s strategy was not denying actively in public prayers that the
262
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya`nın Önemli Azizlerinden Biri: Doğu Manastırcılığının Kurucusu Aziz Basil
Holy Spirit was essentially one with the Father and also divine. In
his work, written in 375 with the title “On the Holy Spirit”, Basil
claims that it should be accepted that the Father the Son and the
Holy Spirit are inseparable. Thanks to, this work, he was recognized
as the “Holy Spirit Theologian” within the Church.
Basil is the most important figure in the emergence of Byzantine
monasticism with the rules he brought and the monastery the founded. Thus, he is recognized as the father of Eastern Monasticism.
Key Words: Saint Basil, Cappadocia, Monastery.
Manastırlar kendini dine adamış kişilerin bu dinin gereklerini daha iyi yerine getirebilmek amacıyla, Tanrı`ya ibadet için bir araya geldikleri, şehrin
uzağında ya da merkezinde, din mensupları ya da krallar tarafından kurulmuş, içinde yatakhane, yemekhane, kiler, mutfak ve kilise gibi çeşitli
bölümleri barındıran oldukça kapsamlı bir yapılardır.
Manastırların yönetimi ve işleyişi kendi kendine oluşmuş değildir. İçinde yaşayan münzevilerin ya da keşişlerin uymak zorunda oldukları belli
kurallar vardır. Bu kurallar yemek saatlerinden ibadet ve uyku saatlerine
hatta yapılacak işler ve hangi saatlerde hangi işlerin yapılacağına kadar
pek çok ayrıntıyı belirtmektedirler. Bu kuralları belirleyenler ise manastırın
kurucu azizleridir. Örneğin doğu manastırlarında Aziz Basil`in, batı manastırlarında Nursia`lı Aziz Benediktus`un kuralları kabul edilmiştir. Yalnız bu
iki şahsiyet arasında manastır kuralları ve manastır kurumunun oluşması
göz önüne alındığında öncelikle bahsedilmesi gereken kişi Aziz Basil`dir.
Çünkü Aziz Basil, Benediktus`tan çok daha önce yaşamış ve ona da örnek
olacak olan manastır sistemini ve kurallarını vücuda getirmiştir. O, doğu
manastır sistemini biçimlendiren bu kuralları IV. yüzyılda yaşamış olan Aziz
Pachomios`dan esinlenerek oluşturmuştur ve bu kurallar Uzun ve Kısa Kurallar olarak adlandırılmıştır.(Doğan: 2003,75)
Birkaç yüzyıl sonra Aziz Benediktus batı için doğu geleneğinden farklı bir
manastır geleneğine ihtiyaç duyulduğunu düşünerek, doğu manastır tarzı
üzerinde yaptığı bazı değişikliklerle batının manastır geleneğini belirleyecek ve bu gelenek batının hemen hemen tüm manastırlarında uygulamaya konulacaktır. Kuralını oluştururken ise Aziz Basil`in kuralını (Regula)
temel alacaktır. Onun izinden giden ve Benedikten manastır geleneğinin
uzun tarihinde ikinci önemli kişi olan Aniane`li Benedikt (Cabaniss: 1995,
213) de günümüze gelebilen iki metninden birinde, kendinden önce yazıl-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
263
Özlem GENÇ
mış ve izlenmesi gereken manastır kuralları içerisinde Aziz Basil`in kuralına
da yer vermiştir. (Rourrat: 1922, 260) Zaten iki kural da incelenecek olursa
ortak noktaların fazlalığı hemen dikkati çekecektir. Bu nedenledir ki Aziz
Basil hem doğu hem de batı manastır sistemi için oldukça büyük bir öneme sahiptir. Bizim için asıl önemli olan ise Hristiyan dünyası için bu denli
büyük bir değere sahip olan bu azizin Kapadokya bölgesinde doğmuş,
çalışmış ve ölmüş olmasıdır.
1. Hayatı
Aziz Basil yaklaşık 329 yılında Kayseri`de Hristiyan bir ailenin oğlu olarak
doğmuş ve 379 yılında ölmüştür. Babası Yaşlı Senyör Basil bir retorik öğretmeni olmasının yanı sıra Anadolu`nun üç bölgesinde de mal varlığına
sahip olan (Payne: 1957,113) saygın bir avukattır (Silvas: 2007,1) ve annesi Emmelia din uğruna şehit olmuş kadınlardan biridir. Kayıtlarda dört
kardeşi olduğundan söz edilmektedir: kadınların dini yaşamı için oldukça
çaba sarf etmiş olan Azize Macrina (327-379), münzevi olan ve bir kaza
sonucu ölen Naukratios (330-357), Kapadokya`nın üç büyük azizinden1
biri olarak kabul edilen St. Gregory (of Nyssa, 340-394), Sivas piskoposu
olan Peter (345-392).(Barrois:1986,27) Aziz Basil, Azize Macrina`dan sonra doğmuştur.
Büyükannesi Azize Yaşlı Macrina`dan Neocaesarea (Niksar) kilisesinin kurucusu ve Pontus`un büyük havarisi (Rousseau: 1998,4) olarak bilinen
Aziz Gregory Thaumaturgus`un dini geleneğinin gereklerini öğrenen
(Guiley: 2002,314) ve ilk eğitimini Kayseri`de alan Aziz Basil daha sonra
İstanbul`da (Comings: 2005,8) ve eğitim için dönemin en iyi hocalarının
bulunduğu Atina`da tarih, şiir, geometri, astronomi ve klasikler üzerine
(Payne: 1957,114) eğitim görmüştür. 349 ve 356 yılları arasında Atina`da
bulunan Aziz daha sonra ülkesine dönmüştür. Bu dönemden itibaren
kız kardeşi Macrina`nın etkisiyle ailesinin zenginliğinden gönüllü olarak
vazgeçerek ziyaret ve seyahatlere başlamıştır. Kapadokya`nın küçük manastırları ve mağaralarındaki rahibeleri ve münzevi rahipleri ziyaret etmiş
(Olson: 1999, 176), Mısır ve Suriye gibi doğu ülkelerine seyahatlerde bulunduktan sonra geri dönmüştür. (Guiley: 2002, 1) Bu dönemden itibaren
manastır faaliyetlerine başlamış ve ilk olarak Annesi bölgesinde ailesinin
1
Aziz Basil, kardeşi Gregory of Nyssa ve arkadaşı Gregory of Naziansus Kapadokyalılar olarak bilinirler.
264
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya`nın Önemli Azizlerinden Biri: Doğu Manastırcılığının Kurucusu Aziz Basil
sahip olduğu topraklar üzerinde erkekler için bir cemaat kurmuştur. Daha
sonra Kapadokya`ya geçerek hem erkekler hem de kadınlar için dini cemaatler kurmuş ve uyulması gereken talimatları yazmıştır. Birkaç yıl sonra
Kapadokya`nın merkezi olan Kayseri`ye giderek burada rahip olmuştur. Politik görüşmeler ve teolojik anlaşmazlıklarda Kayseri piskoposu Eusebius`a
yardım eden Basil, 368-369 yıllarındaki sert kıtlık boyunca hastalık ve açlığa müdahale edilmesi için hayır kurumları inşa ettirmiştir.
370 yılında Kayseri piskoposunun ölmesiyle birlikte bu göreve atanan Aziz
Basil 1 Ocak 379`da ölene kadar bu görevde kalmış, 50 kadar kırsal piskoposu yönetmiş (Van Dam: 2002,62) ve otoritesi Anadoluda`ki 11 bölgeye kadar uzanmıştır. (Payne: 1957, 126) Piskoposluk görevini yürütürken imparatorluktaki birçok sivil ve dini liderle mektuplaşmıştır. Valilere,
vergi toplayıcılara, dullara, generallere, Gaul ve Ermenia`daki kiliselere ve
Yakındoğu`nun tüm ruhbanlarına çoğu uzun olan mektuplar göndermiştir. (Payne: 1957, 128) Hatta bu mektuplar sonradan koleksiyon halinde
Ortodoks kilise yasası içine dâhil edilmişlerdir.( Zgourides: 2007,1) Fakirler için sosyal adaleti teşvik etmiştir. Kişisel ahlak ve maneviyata büyük
ilgi göstermiştir. Erdemler ve kötülükler hakkındaki dini öğütleri dikkate
değer felsefi eğitimini ve psikolojik anlayışını yansıtmaktadır. Bunlardan
biri öfke üzerinedir. Ayrıca sıklıkla İncil metinlerinin edebi anlamı üzerine
odaklanmıştır.(Harrison: 2005,12)
2. Eserleri
Ölümünden 70 yıl sonra Kadıköy Konsili tarafından “Babaların en büyüğü” olarak adlandırılan Aziz Basil`in eserleri şu şekildedir:
· Hexaemeron: dokuz dini öğütten oluşmaktadır. Bu öğütler Yaratılış
1`deki altı günlük yaratılış ile ilgilidir.(Akin: 2007, 252)2
· 1., 7., 14., 28., 29., 32., 33., 54., 55., 58., 59., 61. ve 114. ilahiler üzerine öğütler.3
2
Bilindiği üzere Hristiyanların Kutsal Kitap`ının ilk bölümü Tevrat ve Zebur`dan oluşmaktadır. Burada bahsedilen de bu ilk bölümün başında yer alan Yaratılış kısmıdır. Yaratılış`ın 1. maddesinde
Tanrı`nın dünyayı altı günde yarattığından söz edilmektedir.
3 Hristiyanlıktaki ilahi okuma geleneğinin temeli, Kutsal Kitap`larının Mezmurlar 150: 3-5 nolu bölümlerinde yer alan şu öğütlere dayanmaktadır: “Boru çalarak O`na övgüler sunun! Çenkle ve lirle
O`na övgüler sunun! Tef ve dansla O`na övgüler sunun! Saz ve neyle O`na övgüler sunun! Zillerle
O`na övgüler sunun! Çınlayan zillerle O`na övgüler sunun!” İşte bu nedenledir ki Hristiyanlıkta saz,
ney, lir ya da tef çalınarak oluşturulmuş olan ilahileri okumak oldukça kutsal ve önemlidir. Yukarıda
adı geçen sayılar Mezmurlar bölümünde yer alan ilahilerin sıra numaralarıdır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
265
Özlem GENÇ
· Eunomius`a karşı beş kitap: (Olson: 1999,176)4 Eunomius (y.335-394)
Aryanizm yanlısı bir yunan piskopostur. Aryanizm “baba” ve “oğul”un
farklı özler olduğunu, “oğul”un “baba”dan yaratılmış olduğunu, bu nedenle aynı olmadıklarını savunan görüştür. Aziz Basil buna şiddetle karşı
çıkmış ve Hristiyanlıktaki Üçleme inancının sağlamlaşmasına katkıda bulunmuştur. Zira o, tersini savunmaktadır. Bu eseri de bu amaçla kaleme
almıştır. Eunomius taraftarları Birinci İstanbul Konsilinde mahkûm edilmişlerdir.
· Isaiah`ın ilk 16 bölümü üzerine yorum.5
· Perhiz üzerine öğütler.
· Şükran üzerine öğütler.
· Şehit Julitta6 üzerine öğütler.
· Kıtlık üzerine öğütler.
· Kıskançlık üzerine öğütler.
· Kutsal Vaftiz üzerine öğütler.
· İman üzerine öğütler.
· Şehit Barlaam7 üzerine öğütler.
· Şehit Gordius8 üzerine öğütler.
· Kırk Kutsal Şehit üzerine öğütler.
· Alçakgönüllülük üzerine öğütler.
· Şehit Mamas üzerine öğütler. (Skedros: 2001,295)9
· Sabellianlara karşı yazılmış dini öğütler: Sabellianlar, 3. yüzyılda Roma`da
âlim olan Sabellius`un takipçileridir. Bu akım Üçleme inancını reddetmekte
ve Baba, Oğul ve Kutsal Ruh`un 3 ayrı öz olduğunu savunmaktadır.
4
5
6
7
8
9
Piskopos olmadan önce yazılmıştır.
Isaiah Türkçe`ye Yeşaya olarak çevrilmektedir. Yeşaya İ. Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında Kudüs`te
yaşamış bir peygamberdir. İbranice`de “Rab kurtarır” anlamına gelmektedir. Isaiah Kutsal Kitap`ta
bulunan bölümlerden biridir ve 66 bölümden oluşmaktadır. Aziz Basil ilk 16 bölümü yorumlamıştır.
Şehit Julitta Kayseri`de çok zengin bir kadınken, Hristiyanlık uğruna şehit olmuştur.
Hristiyan olduğu için öldürülen ama ölmeden önce elini sıcak kömür ateşinde kaybeden Kayserili
bir şehittir.
Kayserili bir askerdir. Hristiyan olduğu için ordudan atılmış ve sonra da kafası kesilmiştir.
Aziz Basil şehitlerle ilgili yazdığı bu beş öğüdü şehitler kültünü desteklemek için yazmıştır. Azizin
yaşadığı dönemde Kapadokya bölgesinde onların hatıralarına ve inançlarına büyük saygı gösterilmiştir.
266
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya`nın Önemli Azizlerinden Biri: Doğu Manastırcılığının Kurucusu Aziz Basil
· Kutsal Ruh Üzerine: 30 bölümdür. En önemli teolojik eserlerinden biridir.
Yaklaşık 375 yılında yazılmıştır. Bu eser bir Hristiyan lider tarafından Kutsal
Ruh`un kişiliği üzerine yazılmış ilk eserdir. Bu eserinden dolayı Aziz Basil
Kutsal Ruh Teoloğu olarak tanınmaktadır.(Olson: 1999, 177)
· 365 mektup.
· Hakiki Bekâret üzerine bir bilimsel eser.
· Aziz Basil Litürjisi. (Smith: 1879,46-47)
Eserleri arasında belki de en önemlisi oluşturmuş olduğu litürjidir. Aziz
Basil Kapadokya`daki kilisede kullanmak için Antioch`daki (Antakya) kiliseden St. James`in litürjisini ödünç almış ve onu düzenleyerek kısaltmıştır.
Aziz Basil`in bu litürjisi halen Ortodoks kiliselerinde paskalya perhizinde,
yılbaşı arifelerinde, 6 Ocak`ta kutlanan yortuda ve 1 Ocak tarihinde kullanılmaktadır.(Counsel: 1999,47) Bizans yazarlarına göre 1000 yılına kadar
sürekli kullanılan Basil litürjisinin bu tarihten sonra yerini Pazar günleri ve
azizlerin günlerinde kutlanan Chrysostomos litürjisine bırakmasının nedeni, biraz daha uzun olmasıdır.(Acara: 1998,188)
Aziz Basil`in yazdıklarının önemi çeşitli dillere tercüme edilmesi ve uzak
ülkelere kadar ulaşmış olmasından da anlaşılmaktadır. Şöyle ki; Basil`in
yazdıkları Ermenice`ye, Süryanice`ye, eski Mısır diline, Gürcüce`ye, Slav diline ve Latince`ye çevrilmiştir. 5. yüzyıldan itibaren metinlerinin Yunanca el
yazmaları İtalya, Fransa ve Kuzey Afrika`ya girmiştir. Basilciliğin İngiltere`ye
girişi ise Canterbury`e Tarsus`lu Theodore`nin varışı ile aynı zamana denk
gelmektedir. O, Anglo Sakson manastır dünyasında sarsılmaz bir yer edinmiştir. Anglo Sakson İngiltere`sinde Basil`in ismi ilk kez Theodore`nin Penitentials adlı eserinde görülmektedir. Bu eser 7. yüzyılın sonunda derlenmiş
bir yasa koleksiyonudur.(Corona: 2006,28-29)
Ayrıca 397 yılında Rufinus10 doğudaki yolculuklarından sonra Aquileia`ya
döndüğünde Pinetum başrahibi Urseius`un isteğiyle Basil`in manastırda
yaşayanlar için yazdığı kurallarını Latince`ye tercüme etmiştir. (Clarke:
1913,147) Bu kural (Regula) 203 soru ve cevaptan oluşmaktadır. (Lawless:
1999, 739) Batı manastırcılığının kurucusu kabul edilen Aziz Benediktus
da işte bu kurallardan yararlanarak kendi kuralını oluşturmuştur. Buna örnek olarak Benediktus`un kuralının 33. maddesi verilebilir. Burada geçen
10
Rufinus of Aquileia (345-410) rahip, tarihçi ve teologtur. Özellikle Yunanca`dan Latince`ye yaptığı
çevirilerle bilinmektedir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
267
Özlem GENÇ
“consider” kelimesi harfi harfine Aziz Basil`den alıntılanmıştır. (Kardong:
1996,273) Başka bir örnek olarak sessizlik konusunda yazılanlar da gösterilebilir. Hem Aziz Basil (Dreuille: 2000, 144) hem de Benediktus manastırın içinde sessizliğin çok gerekli ve önemli olduğunu belirtmişlerdir.
Ayrıca her ikisinde de sesli gülmek suçlanmıştır. Yalnız Aziz Basil`in sessizlik
konusunda biraz daha katı olduğu görülmektedir. Çünkü o, halk arasında
sesli dua edilmesine de karşı çıkmaktadır. (Ouspensky: 1999,13) Aynılığa
bir kanıt olarak batıda eğitim verme işinin manastırların bir görevi olduğunu ve Aziz Basil tarafından da bunun önerildiğini, bütün çocukların kilise
okullarına alınmasının istendiğini görüyoruz. (Doğan: 2003,76)
3. Katkıları
Kıskançlıklar ve yanlış anlaşılmalar arasında yaşayan Aziz Basil, karakteri, dayanıklılığı, enerjisi, eğitimi ve konuşma yeteneğiyle piskoposlar için
model olmuş biridir. (Butler: 2007,238)Grek manastır hayatında en güçlü
etkiye sahip olan kişidir.(Hall: 1991, 179) Bizans manastırcılığı da onun
kuralını takip etmektedir.(Ousterhout: 2005,178)
Yukarıda belirtildiği üzere batı manastırcılığının kurucusu Aziz Benediktus
kuralını (Rule) oluştururken Basil`in kuralından çok yararlanmıştır. Bunun
ne denli önemli bir etki olduğunu anlayabilmek için Benediktus`un kurduğu Benedikten tarikatının Avrupa tarihindeki önemini bilmek gereklidir.
Kısaca bahsedecek olursak Benedikten tarikatı Ortaçağ Avrupa`sının en
yaygın olarak kabul gören tarikatıdır. Bahsi geçen dönemde her alanda
en belirleyici unsurun din olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Sosyal
hayattan kültürel ve siyasi hatta ekonomik hayata kadar din her alana
egemen konumdadır. Din adamlarının söyledikleri Tanrı`nın kelamı gibi kabul görmekte, söylenenlere uymayanlar da dinden çıkarılmak gibi sadece
din adamlarının yetkisi dâhilinde olan ve çok büyük bir ceza olarak kabul
edilen bir yaptırımla karşı karşıya bırakılmaktadırlar. Aslında Hristiyanlığın
bünyesinde var olmayan hatta başlangıçta dünya işlerinden kaçmak için
bir yol olduğuna inanılan manastır hayatı ise bu dini hayatın bir parçasıdır.
Üstelik kiliselerin olmadığı sarp ve uzak yerlerde dahi kurulabilmeleriyle
ve halktan uzak bir inziva yeri olma özellikleriyle bu kurumlar Hristiyanlık için çok büyük bir öneme haizdir. İşte bu denli önemli olan manastır kurumu Ortaçağda çoğunlukla Aziz Benediktus`un kurallarıyla yönetilmektedir. Aziz Benediktus ise kurallarını oluştururken Aziz Basil`den
yani Kapadokya`nın en önemli azizlerinden birinden faydalanmıştır. Şöy-
268
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya`nın Önemli Azizlerinden Biri: Doğu Manastırcılığının Kurucusu Aziz Basil
le de denilebilir; Aziz Basil`in kuralları Aziz Benediktus yoluyla Ortaçağ
Avrupa`sının manastır hayatının kurallarının temelini oluşturmuştur. Yani
Kapadokya bölgesinde bu bölgenin ihtiyaçlarına göre hazırlanan kurallar
bütünü, batının ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenerek Benedikten tarikatının kuralları haline sokulmuştur. Elbette Aziz Benediktus kurallarını
oluştururken sadece Aziz Basil`den yararlanmamıştır. Cassian gibi başka
önemli şahsiyetlerden de yararlanmıştır ama bizim için önemli olan birçok
noktada Aziz Basil`in temel alınmış olmasıdır.
Azizin Hristiyanlığa olan en önemli katkısı Üçleme inancının sağlamlaşmasına hizmet etmiş olmasıdır. Bu amaçla Baba ve Oğul`un farklı özlerden
oluştuğuna inanan Aryanizme karşı şiddetle karşı koymuştur. Hatta dönemin Aryanizm taraftarı İmparatoru Valens`e bile bu konuda karşı çıkmış,
Valens`in gözdağı vermek için gönderdiği elçilerden korkmadığını açık bir
dille ifade etmiştir.
Manastır hayatının ortaya çıktığı Mısır ya da sonradan geliştiği yer olan
batıda olduğu gibi uzak yerlere büyük manastır kurma fikrinden hoşlanmayarak, halk ile iç içe ibadet edilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu nedenle manastırlarını yerleşim yerlerine uzak olmayan yerlerde inşa ettirmiştir.
Cemaatle ibadet etmenin önemine inanan aziz, fakirleri de unutmamış ve
onlar için bina kompleksleri kurdurtmuştur.
Yunan geleneğinde Noel Babası adı verilen ve her 1 Ocak`ta çocukları ziyaret ederek onlara hediyeler verdiğine inanılan azizin başı, Yunanistan`da
Athos dağındaki Büyük Lavra manastırında korunmaktadır.
Aziz Basil`in ölümünden sonra manastır hayatı eski canlılığını kaybetmiş ve
keşişlerin sadece bir manastıra bağlı olmaları gibi bir koşul da var olmadığından manastırlar yavaş yavaş terk edilmeye başlanmıştır. Kısacası batı,
doğudan aldığı bu kurumu - belki de Benedikten tarikatı sayesinde – koruyabilmiş ancak doğu manastırcılığı uzun ömürlü olamamıştır.
Kaynaklar
Acara, M.; Bizans Ortodoks Kilisesinde Litürji ve Litürjik Eserler, Hacettepe Edebiyat
Fakültesi Dergisi, cilt:15, sayı:1, İstanbul, 1998.
Akin, D. L.; A Theology For The Church, B&H Publishing Group, USA, 2007.
Barrois, G. A.; The Fathers Speak, St. Basil, St. Gregory of Naziansus, St. Gregory of
Nyssa, St. Vladimir`s Seminary Press, 1986.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
269
Özlem GENÇ
Butler, A.; Lives of The Saints: With Reflections For Every Day in The Year, Forgotten Books, 2007.
Cabaniss, A.; “The Life of St. Benedict Abbot of Aniane and of Inde”, Soldiers
of Christ, Ed.: T. Noble, T. Head, The Pennsylvania State University Press,
USA, 1995.
Clarke, W. K. L.; St. Basil The Great: A Study in Monasticism, Cambridge University
Press, Great Britain, 1913.
Comings, J. B.; Aspect of The Liturgical Year in Capadoccia (325-430), Peter Lang
Publishing, Germany, 2005.
Corona, G.; Ælfric`s Life of Saint Basil The Great, Biddles Ltd., Great Britain, 2006.
Counsell, M.; 2000 Years of Prayer, Hymns Ancient & Modern Ltd., Norwich, 1999.
Doğan, S. “Ortaçağ Manastır Sistemi: Doğu ve Batı Manastırları”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:20, Sayı:2, İstanbul, 2003.
Dreuille, M.; The Rule of Saint Benedict and The Ascetic Traditions From Asia to
The West, MPG Books, England, 2000.
Guiley, R.; The Quotable Saint, Visionary Living, USA, 2002.
Hall, S. G.; Doctrine and Practice in The Early Church, Wm. B. Eerdmans Publishing, USA, 1991.
Harrison, V. E. F.; On The Human Condition, St. Vladimir`s Seminary Press, USA, 2005.
Kardong, T.; Benedict`s Rule, Liturgical Press, USA, 1996.
Lawless, G.; “Rules, Monastic”, Augustine Through The Ages, Ed.: Allan D. Fitzgerald, Wm. B. Eerdmans Publishing, USA, 1999.
Olson, R. E.; The Story of Christian Theology, InterVarsity Press, USA, 1999.
Ouspensky, L.; Vladimir Lossky, The Meaning of Icons, St. Vladimir`s Seminary
Press, USA, 1999.
Ousterhout, R. G.; A Byzantine Settlement in Cappadocia, Dumbarton Oaks, USA, 2005.
Payne, R.; The Holy Fire: The Story of The Fathers of The Eastern Church, St.
Vladimir`s Seminary Press, USA, 1957.
Rourrat, P; Christian Spirituality, vol. 1, Burns Oates & Washbourne Ltd., London, 1922.
Rousseau, P.; Basil of Caesarea, University of California Press, USA, 1998.
Skedros, J. C.; “Cappadocian Fathers on The Veneration of Martyrs”, Studia Patristica,
Vol. XXXVII, Ed.: M. F. Wiles, E. J. Yarnold, Peeters Publishing, Belgium, 2001.
Silvas, A.; The Asketikon of St. Basil The Great, Oxford University Press, USA, 2007.
Smith, R. T.; St. Basil The Great, Wyman and Sons, London, 1879.
Van Dam, R.; Kingdom of Snow: Roman Rule and Greek Culture in Cappadocia,
University of Pennsylvania, USA, 2002.
Zgourides, G. D.; Saint Basil The Great on Sin, Suffering and Salvation, Lulu Press,
USA, 2007.
270
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İBRAHİMPAŞA KÖYÜ’NÜN
KÜLTÜREL DEĞERLERİ VE DÖNÜŞÜMÜ
CULTURAL VALUES OF İBRAHİMPAŞA VILLAGE AND THEIR
TRANSFORMATION
Özlem KARAKUL*
ÖZET
İbrahimpaşa Köyü, geleneksel yapıları ve süregelen köy yaşamı açısından özgünlüğünü koruyan bir yerleşimdir. Usta-çırak ilişkisiyle
devam eden yöresel yapı kültürü, geleneksel yapı geleneğinin uzun
yıllardır sürekliliğini sağlamıştır. Köydeki geleneksel yapılar, kaya
oyma ve taş yığma yapı tekniklerinin birlikte kullanımıyla inşa edilmektedirler. Köyün kültürel değerleri, geleneksel yapı kültürü içinde
oluşturulan konutlar, ortak kullanım yapıları, geleneksel yapı üretim
etkinlikleri ve kültürel pratiklerden oluşmaktadır. Bu çalışma, kültürel değerlerin belgelenmesi ve sunumu için, mimari belgeleme
yöntemlerinin yanısıra, kültürel yapıyı anlamaya yönelik halkbilim
yöntemlerini kullanmaktadır.
İbrahimpaşa Köyü, son dönemde etkisini arttıran hızlı bir dönüşüm
sürecinin etkisi altındadır. Köyün dönüşüm süreci, özellikle turizm
ve göç olguları, geleneksel köy yaşamını önemli ölçüde etkilemiştir.
Köy, konumu ve sahip olduğu kültürel değerleri açısından, turizmin
yozlaştırıcı etkisinin tehdidi ile karşı karşıyadır. Bu durum, turizmin
etkilerinin, koruma politikalarıyla dengelenmesinin gereğini ortaya çıkarmaktadır. Değişim süreci, değişimin yapı stoğu ve yaşama
kültürü üzerindeki dönüşümünü arttırmakla beraber, geleneksel
yaşamın sürekliliğini yok edememiştir. Son birkaç yıldır, devam eden
tekil koruma ve restorasyon uygulamaları, köyün geneline yönelik
bir koruma anlayışı ve vizyonuna sahip değildir. Bu durum, kültürel
değerleri belgelemeye yönelik envanter çalışmalarına ivedilikle baş* Yrd.Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Heykel Bölümü,
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
271
Özlem KARAKUL
lanması gereğinin de göstergesidir. Envantere yönelik bu çalışmalar,
fiziki özelliklerin belgelenmesi yanısıra, kaybolan, değişen ve süregelen geleneksel kültürel pratikleri içerecek biçimde geliştirilmelidir.
İbrahimpaşa Köyü’nde, değişime direnmekte olan kültürel değerlerin
sayısı oldukça yüksektir. Köyde, terk edilmiş, işlevlerini yitirmiş ve bir
kısmı harabeye dönmüş çok sayıda ortak kullanım yapısı ve geleneksel konutun yanısıra, köylülerin yaşamını ve kültürel pratiklerini sürdürmekte olduğu çok sayıda geleneksel konut bulunmaktadır. Kültürel değer çeşitliliğine koruma yaklaşımı olarak, fiziki korumanın yanısıra, kültürel pratikleri ve köylünün yaşama kültürünü de sürdürmeye
yönelik bütüncül bir koruma anlayışının oluşturulması zorunludur. Bu
çalışma, İbrahimpaşa Köyü’nün kültürel değerleri ve dönüşümüne
yönelik genel bir değerlendirme yapmayı amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: İbrahimpaşa Köyü, Kültürel Değerler, Koruma
ABSTRACT
İbrahimpaşa Village is a settlement preserving its authenticity regarding traditional buildings and continuing village life. Local building
culture, which has been continued by master-apprentice relationship, has provided the continuity of local building tradition for long
years. The traditional buildings in the village have been constructed
by using the methods of carving-out and building-out together.
The cultural values of the village are constituted by the dwellings
produced by traditional building culture, commonly used buildings,
traditional building practices and cultural practices. This study uses
the methods of folklore for understanding cultural structure besides the architectural surveying methods to document and present
cultural values.
İbrahimpaşa Village is under the effects of the rapid transformation process, which has accelerated recently. The transformation
process of the village, especially, the facts of tourism and migration, has considerably affected the village life. Village is under the
serious threat of the degenerative effects of tourism because of its
location and cultural values. This situation demonstrates the need
for balancing the effects of tourism with the conservation policies.
The transformation process could not have eliminated the continuity of the traditional life, while accelerating the transformation
272
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İbrahimpaşa Köyü’nün Kültürel Değerleri ve Dönüşümü
on building stock and living culture. For a few years, the continuing individual conservation and restoration implementations do
not possess a conservation understanding and vision of the overall
village. This situation is the indicator of the urgent need for the
studies of documentation and inventorying cultural values. These
studies related to inventory need to be developed to include changing and continuing cultural practices besides the documentation
of the physical features.
In İbrahimpaşa Village, there are a considerable number of cultural
values resisting change. In the village, there are a large number of
traditional dwellings, in which villagers continue to carry out cultural practices, besides the high number of the out-of use or ruined commonly used buildings and the traditional dwellings. As a
conservation approach to the variety of cultural values, besides the
physical conservation, a holistic conservation understanding concerning cultural practices and living culture is necessary to be developed. This study aims to make an evaluation regarding the cultural
values of İbrahimpaşa Village and their transformation.
Key Words: İbrahimpaşa Village, Cultural Values, Tourism, Migration, Conservation
1.Giriş
İbrahimpaşa, Kapadokya Bölgesi sınırları içinde bulunan, Nevşehir ili Ürgüp ilçesi’ne bağlı bir köydür. Kapadokya Bölgesi’nin, uzun jeolojik süreçler içinde oluşmuş, kendine özgü yer oluşumu (Erk: 1984, 14), köyün mimarisinin oluşumunda ağırlıklı rol oynamaktadır. Bölgenin jeolojik oluşumunun ana malzemesi olan tüf, yapı üretim sürecinde, ‘oyma’ ve ‘yığma’
yöntemleri ile kullanıma elverişlidir. Köy, jeolojik yapısının yanısıra, tarihi,
doğal, mimari özellikleri açısından Kapadokya Bölgesi’nin genel özellikleri
ile benzerlik göstermektedir. Fiziki yapısı, mimarisi ve geleneksel yaşamın
sürekliliği açısından, özgünlüğünü önemli ölçüde koruyan bir yerleşim olmasına karşın, bulunduğu konum nedeniyle, turizmin olumsuz etkilerine
açıktır. Bu çalışma, İbrahimpaşa Köyü’nün kültürel değerlerini ve son yıllarda geçirdiği hızlı dönüşümünü irdelemekte, korumaya yönelik genel bir
değerlendirme yapmayı amaçlamaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
273
Özlem KARAKUL
Resim 1. İbrahimpaşa Köyünün yakın
çevresi (Kaynak: Google Maps)
Resim 2. İbrahimpaşa Köyü’nün genel
görünümü (Karakul, 2011)
İbrahimpaşa Köyü’nün özel topografik yapısı, yerleşim özelliklerini ve yapı
tipolojilerini belirlemede, iklimin yanısıra en önemli çevresel etmendir. Engebeli yer oluşumu, güneyden kuzeye ve doğuya doğru akan, OrtahisarKavakbileği Deresi’nin (Türkmen: 1999, 43) çevresinde oluşan vadiyle tanımlanmaktadır. 1938 yılında yapılmış olan İbrahimpaşa Köprüsü, köyün
iki yakasını birbirine bağlamaktadır. Vadi boyunca, çok sayıda kaya oyma
şapel, kilise, güvercinlik ve ambar bulunmaktadır. Kültürel değerlerinin
zenginliğine rağmen, İbrahimpaşa’da koruma çalışmaları, turizmin gelişimine koşut olarak, son yıllarda artan geleneksel ev satışı ve restorasyonlarıyla birlikte başlamıştır. Köy, 1999 yılında kentsel sit ve 3. Derece doğal
sit olarak ilan edilmiştir1. Koruma kurulundan edinilen bilgilere göre, köyde az sayıda tescilli bina ve açık alan bulunmaktadır. Bunlar arasında üç
adet konut, İbrahimpaşa Köprüsü, Karakaya bölgesindeki mezarlık alanı
ve köyün içindeki mezarlık alanı2 bulunmaktadır. Son yıllarda, turizmin gelişimiyle birlikte, tescilli olmayan yapıların restorasyon faaliyetleri de ivme
kazanmıştır.
2. Tarihçe
Köyün tarihsel geçmişine ilişkin en eski buluntular, 10 yüzyılın ortasına
tarihlenen, Babayan Kilisesi’ ndeki duvar resimleri (Giovannini: 1971, 199)
olsa da, Kapadokya Bölgesi’nin, tarih öncesi dönemlerde de yerleşim yeri
1
Nevşehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 12.11.1999 gün ve 1123 sayılı kararı ile
sit ilanı yapılmıştır.
2 Tescilli yapı ve açık alanlarla ilgili, bkz. Nevşehir Kültürel ve Doğal Değerleri Koruma Kurulu’nda
bulunan tescil fişleri incelenmiştir.
274
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İbrahimpaşa Köyü’nün Kültürel Değerleri ve Dönüşümü
olduğu bilindiğinden, köyün geçmişinin çok daha eski olduğu düşünülmektedir. 4’üncü yüzyıldan 13’ üncü yüzyıla kadar, bu bölgede Hristiyan
topluluklar yaşamış, Ürgüp, bu toplulukların merkezinde olmuştur (Vryonis: 1971, 42). Giovannini’ye (1971, 69) göre, Kapadokya Bölgesi’nde yaşayan Hristiyan ve Müslüman toplulukların arasında, hoşgörüye dayalı bir
birliktelik olduğu, ve bunun, kültürel etkileşimlerle birlikte, kültürel pratiklere ve anlatımlara ve fiziki çevre ve mimariye yansıdığı söylenebilir (Giovannini: 1971, Korat: 2003, Yurt Ansiklopedisi (1984), 8, 6068). Korat’a
(2003, 68) göre, Kapadokya’da o dönemde yaşayan Hristiyan Rumların
tamamı, Müslümanlar gibi Turkofon’du3 ve Karamanlıca denilen bir Türkçe konuşuyorlardı. Çevresel etmenlerin, din farkı gözetmeksizin, her iki
dine bağlı toplulukların yapılarının oluşumunda etkili ve belirleyici olduğu
gözlemlenir. Örneğin İbrahimpaşa Köyü’nde, yığma yapılardaki kitabeler
Müslüman Türklerin yaşadığı dönemi göstermesine rağmen, bütün yapılarda ve yaşam tarzında, ortak kültürel geçmişin izleri açıkça görülmektedir. Bu kültürel geçmişin, Müslüman ve Karamanlı Hristiyanların yaşam
biçimlerinin sentezinin ürünü olduğunu söylemek yerinde olacaktır.
3. İbrahimpaşa Köyü’nün Kültürel Değerleri
“Kültürel miras” ve “kültürel değer” kavramları, uzun yıllar boyunca, fiziki çevreler ve yapılar odaklı tartışılmıştır4. Son dönemde, artan “somut
olmayan kültürel miras”5 tartışmalarıyla birlikte, bu kavramların içerikleri,
kültürel yapıyı ve değerleri de kapsayacak şekilde yeniden tanımlanmaya
çalışılmaktadır. Fakat, bu bütüncül kültürel miras tanımlama çalışmaları,
henüz koruma uygulamalarına yansımamıştır. Bu bağlamda, bu çalışma,
kültürel değerler kavramını, somut ve somut olmayan değerleri içerecek
şekilde geniş bir perspektifte değerlendirerek, geleneksel yapı kültürü üretimi olan konutlar, ortak kullanım yapıları, açık alanlar, geleneksel yapı
üretim etkinlikleri ve kültürel pratik ve anlatımların tümünü bu kapsamda
değerlendirmektedir. Bu bağlamda, ilk olarak köyün mekan organizasyonu, yapı ve açık alan ilişkilerini, daha sonra yapıları, kültürel pratik ve
3
4
Korat’a (2003, 68) göre, Türkçeden başka dil bilmeyen kişiler “Turkofon” olarak anılır.
Kültürel miras kavramı, 2000’li yıllara kadar, 1972, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi’ndeki tanımıyla, yapılar, yerleşimler gibi fiziksel çevre ve varlıklara odaklı tartışıldı.
Kültürel miras koruması, tanıma uygun bir şekilde fiziki ve maddi varlıkların korumaya yönelikdi.
Yaşayanlar, kültürel ve sosyal yapılar, bu tartışmaların içine girse de, resmi tanımınve koruma kararlarının içinde yerini bulamamıştı.
5 “Somut olmayan kültürel miras”, 2000’li yılların başlarından itibaren tartışılmakta olup, tanımı ve
korunmasına yönelik yapılan UNESCO 2003 Sözleşmesi, tartışmaların temel dayanağı olmuştur.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
275
Özlem KARAKUL
anlatımlarla ilişkileri açısından incelenerek, kültürel değerlerin genel bir
değerlendirmesi yapılacaktır.
Köylülerin kültürel pratikleri, geçim etkinlikleri, sosyalleşme etkinlikleri ve
ev içi etkinliklerden oluşmaktadır (Karakul, 2011). Köylüler, genellikle tarım ve hayvancılıkla geçinmektedirler. Ticari faaliyetler, kaya oymacılık ve
taş ustalığı da ikincil geçim etkinliklerini oluşturmaktadır. Ev içi etkinlikler
arasında gündelik uğraşların yanısıra, üretim etkinlikleri de önemli yer tutmaktadır. Özellikle kış hazırlığı olarak yapılan pekmez, meyve ve sebze kurutma faaliyetleri, yöreye özgü en yaygın kültürel pratiklerdir. Sosyalleşme
etkinlikleri, düğün, bayram törenlerininin yanısıra, birlikte yapılan üretim
etkinliklerini ve günlük sosyal etkileşimleri de kapsamaktadır.
2.1 Köyün Mekan Organizasyonu: Açık Alanlar ve Kültürel Pratiklerin İlişkisi
Köyün mekân organizasyonu içinde açık alan ve yapı ilişkileri ve düzeni ve
yapıların mekân organizasyonu, kültürel pratiklerin uygulanmasına yönelik bir düzeni açık bir şekilde yansıtmaktadır. Bu nedenle, köyün kültürel
değerlerinin ilk grubunu oluşturan, açık alanların, kültürel pratiklerle ilişkisi açısından değerlendirilmesi önem kazanmaktadır. Yapıların arasında,
fiziksel olarak planlanmamış boşluk izlenimi veren açık alanlar, köylülerin çeşitli kültürel pratiklerine mekân olmuş özel alanlardır. İbrahimpaşa
Köyü’nde kültürel pratiklerin uygulanma biçimi ve fiziki özelliklerin birlikteliği açık alanları tanımlamaya yardımcı olmaktadır. Kamusal alanları
oluşturan köy meydanı ve sokaklar, sosyalleşme etkinlikleri başta olmak
üzere ekonomik etkinliklerin de odağıdır. Kahvehaneler, bakkallar, internet kafe, ‘Ardiye’ ya da ‘Delidamı’ olarak adlandırılan oyun mekânları6,
muhtarlık, meydanı çevreleyen yapılardır. Köy Meydanı, düğün, asker
uğurlama ve cenaze törenleri gibi sosyal pratikler için toplanma mekânı
niteliğindedir. Bunların dışında, genellikle erkeklerin sosyal etkileşim alanı
olarak yaşayan bir mekân olan Meydan, son yıllarda turizmin hızlı gelişimiyle birlikte turistik turların da durağı olmuştur.
Köy meydanının köy yaşamındaki merkezi rolünün yanı sıra, fiziki olarak
tanımlanmasa da, kullanıcıların, kültürel pratiklerinin tanımladığı yarı-kamusal açık alanlar vardır. Bu alanlar, genellikle, beş ya da altı komşu ya6
Köydeki kahvehanelerde oyun oynamak, gençleri çalışmaya teşvik etmek için, muhtarlık tarafından yaklaşık 40 yıl önce yasaklanmıştır (Kaynak Kişiler: İbrahim Atıcı, Mehmet Ali Kilimci).
276
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İbrahimpaşa Köyü’nün Kültürel Değerleri ve Dönüşümü
pının yaşayanları tarafından ortaklaşa ve dönüşümlü kullanılan alanlardır.
Bu alanların, kültürel değer olarak tanımlamak ve korumak, köy yaşamının
sürekliliğini sağlamak açısından oldukça önemlidir. Bu alanların bir kısmı
fiziksel olarak sınırlı olmakla birlikte, diğerleri kamusal alanların uzantısı
niteliğindedir. Bu alanlardan, yapıların giriş mekânları, kapı önleri, kadınların sosyalleşme mekânları niteliğindedir. Yapılar arasındaki yarı-kamusal
açık alanlar ise, genellikle, avlusu olmayan köylülerin, düğün törenleri gibi
sosyalleşme etkinlikleri ve kış hazırlıkları gibi üretim etkinliklerini yaptıkları
alanlardır. Kış hazırlığı olarak yapılan etkinliklerin en önemlisi olan pekmez
üretimi, bu alanlarda, komşu evlerin yaşayanları arasında dönüşümlü olarak yapılmaktadır.
Resim 3. Köy Meydanı: Sosyal pratiklerin Resim 4. Yarı-kamusal alanda birlikte
ve ticari etkinliklerin mekânı (Karakul, 2011) pekmez üretme pratiği (Karakul, 2011)
2.2 Yapılar: Yöresel Yapı Kültürü Ürünleri
İbrahimpaşa Köyü’nde, kültürel değerler olarak kabul edilen yapılar, yöresel
yapı kültürü ve geleneğinin ürünüdür. Köydeki geleneksel yapılar, kültürel
pratikler, anlatımlar ve çevresel etmenlerin etkileşimlerinin sonucu olarak
oluşmuşlardır (Karakul, 2011). Köyün geleneksel yapıları, kaya oyma ve
taş yığma tekniklerinin birlikte kullanımıyla inşa edilmişlerdir. Yapılar, üretim tekniklerine göre, yerel yapı malzemesi kullanılarak, ‘oyma’ ve ‘yığma’
olarak tanımlanabilecek7, iki farklı birimin farklı birlikteliklerinin ürünüdür.
Oyma birim, halk arasında “kayadam” olarak adlandırılmaktadır. Yığma birimlere ise “kemer oda” denilmektedir. Köyün geleneksel yapıları arasında,
ortak kullanım yapıları ile geleneksel konutlar bulunmaktadır.
7
Stea ve Turan (1993, 192) oyma ve yığma mekan terimlerini, Kapadokya’da mekan yapımında
düşünülebilecek temel mimari elemanlar arasında kullanmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
277
Özlem KARAKUL
2.2.1 Kamusal | Ortak Kullanım Yapıları
Kamusal ya da ortak kullanım yapıları, geçmişten günümüze, kültürel
pratiklerle kurduğu ilişkiler açısından köyün yaşamının önemli bir parçası olmuş, korunması gereken kültürel değerlerdir. Fiziki olarak varlıklarını
koruyan şapel, çamaşırhaneler, camiler, fırınlar, güvercinlikler, ambarlar ve
çeşmelerin yanında, zaman içerisinde yok olmuş, fakat köylülerle yapılan
derinlemesine görüşmeler sonunda varlığı ortaya konulan çok sayıda ortak kullanım yapısı olduğu anlaşılmaktadır.
Çamaşırhaneler: Köyde, köylülerin “Yunak”8 adını verdikleri, iki eski çamaşırhane bulunmaktadır. Köyün ortasında, meydan civarında ve köyün
eski mahallesinin meydanında bulunan çamaşırhanelerin her ikisi de çeşme,
ana yıkama mekanı ve su deposundan oluşan bir bütün olarak yapılmışlardır. Çamaşırhanelerin, geçmişte, kadınlar arasında ki sosyal etkileşimin de
merkezleri olduğu bilinmektedir. Günümüzde ise, işlevini yitirmiş, mimarileriyle uyumsuz yeni işlevlere mekan olmuşlardır. Köy meydanına yakın olan
çamaşırhane, oyma ana yıkama mekanı olan, çeşmeye bitişik olarak tasarlanmış olup, şu anda köylü kasapların kesimhanesi olarak kullanılmaktadır.
Eski mahallede bulunan çamaşırhane ise, geleneksel bir konutun alt katında
yığma sistemle inşa edilmiş olup, depo olarak kullanılmaktadır.
Resim 5. Köy meydanı civarındaki
çamaşırhane
Resim 6. Eski Mahalle’ deki
çamaşırhane
Ortaklaşa Kullanılan Fırınlar: Köylülerle yapılan derinlemesine görüşmelere göre, geçmişte kadınların yoğun olarak kullandığı, kamusal alanlarda ki fırınlar, çoğunlukla, kullanılmamaktan dolayı yıkılmıştır. Evlerin
avlusunda bulunan birkaç fırın, hala kullanılmaktadır.Köylülerden edinilen
8
Kaynak Kişi: Seyit Ertuğrul
278
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İbrahimpaşa Köyü’nün Kültürel Değerleri ve Dönüşümü
bilgilere göre, köyde, farklı zamanlarda ortaklaşa kullanılan, altı adet fırın
vardı9. Bu fırınlar, taştan yapılmış, bir ya da birkaç pişirme bölümünden
oluşan yapılardı.
Camiler: İbrahimpaşa Köyü’nün, eski ve yeni camileri, dinsel etkinliklerin yanında, sosyal etkileşimlerinde odağında olan kültürel değerlerdir.
1957’de yapılan yeni cami, geleneksel yapı diliyle farklılıklar gösterse de,
eski mahallede bulunan eski cami, mimari nitelikleri ile korunması gerekli bir yapıdır. Yığma taş sistemiyle inşa edilmiş olan cami, tonoz üst
örtülü iki ana mekandan, ve yanlarda depo olarak kullanılan, ikincil oyma
mekanlardan oluşmaktadır. Giriş mekanı, ana mekana geçiş mekanı niteliğinde, tonoz üst örtülü bir mekandır. Yan duvar üzerinde girişi olan,
oyma bir yakacak deposu bulunmaktadır. Mimari eleman olarak, değişik
boyutta nişler bulunmaktadır. Ana ibadet mekanı ise, birbirine kemerlerle
bağlanmış iki ana kolonla, iki bölüme ayrılmıştır. Bu mekanın içinde, ahşap konstrüksiyon sistemiyle inşa edilmiş bir asma kattan oluşan, Kadınlar Mahfeli bulunmaktadır. Yan duvardan geçilen, oyma bir depo mekanı
vardır. Mimari eleman olarak, oldukça süslü bir mihrap, bir minber ve bir
kürsü bulunmaktadır. Eski bir kitabeyi de içeren bu mekanın duvarlarının,
geçmişte duvar resimleriyle süslü olduğu söylenmektedir10. Üstü sıvanmış
ve boyanmış olan bu resimlerin izleri, düşen sıva katmanları arasında izlenebilmektedir.
Resim 7. Eski Cami
Resim 8. Eski caminin
iç görünüşü
Resim 9. Eski Cami’de
Kadınlar Mahfeli
9
Kaynak Kişiler: Mehmet Ali Kilimci, Abdullah Tosun, Şeküre Koçdemir, Halime Ertuğrul, Hayriye
Aktürk, Sabit Aksoy
10 Kaynak Kişi: Mehmet Ali Kilimci
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
279
Özlem KARAKUL
Köy Meydanını Çevreleyen Kamusal Yapılar: Köy meydanını çevreleyen kamusal yapılar, meydandaki kültürel pratiklerle olan ilişkileri ve
köy yaşamının merkezinde olmaları açısından, kültürel değer olarak ele
alınmaktadır. Bu yapılardan, Köy Kahvesi ve Köy Odası, yapım sistemi ve
mimari özellikleri açısından, geç dönem yapılarıdır11. Cumhuriyet’in ilk
yıllarında meydanı çevreleyen okul yapısı, 1985’de yıkılmıştır12. Bu okul,
yakın yerleşimler arasında yapılan ilk ilkokul olması nedeniyle köylülerin
gurur kaynağıdır. Günümüzde, yıkılan okulun alanına, park düzenlemesi
yapılmışsa da, bu alan köylüler tarafından çok kullanılmamakta, kahvehanelerin gölgesinde kalmaktadır. Meydanın 100 yılı aşkın geçmişiyle, köy
yaşamının merkezinde olduğu düşünülürse, meydan ve çevreleyen yapıların, köylüler için taşıdığı anlamların korunması ve sürdürülmesi önem
kazanmaktadır.
Resim 10. Köy Kahvehanesi:
Erkeklerin sosyalleşme mekanları
Resim 11. Köy kahvehanesinin
yarı-açık mekanı
Ambarlar: Vadi boyunca, süregelen kışlık erzak saklama ile geçmişte
yapılan soğuk hava depoculuğu etkinliğinin mekanları olan çok sayıda
ambar bulunmaktadır. İbrahimpaşa Köyü, Kapadokya Bölgesi’nde, Uçhisar, Göreme, Ortahisar, Mustafapaşa’da olduğu gibi, limonluk da denen
soğuk hava depolarının merkezlerinden biridir13. Bu ambarlar, narenciye
depolamak isteyen yabancılara kiraya verilmektedir. Bu ambarların, soğuk
ortamı, meyvelerin bozulmasını önlediği gibi, tadını ve ağırlığını artırdığı
için tercih edilmektedirler (Türkmen: 1999, 130-131). Günümüzde, kurak
11
Köy Kahvesi ve Köy Odası’nı içeren yapı, 1972 yılında yıkılıp tekrar yapılmıştır (Kaynak Kişiler:
Mehmet Ali Kilimci, Ethem Öztürk, Muammer Erdoğan
12 Kaynak Kişiler: Mehmet Ali Kilimci, Seyit Ertuğrul, Muammer Erdoğan
13 Yurt Ansiklopedisi (1984), 8, 6084.
280
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İbrahimpaşa Köyü’nün Kültürel Değerleri ve Dönüşümü
havaların da etkisiyle, tüfün nemi azalmış, bu durum depoculuğu olumsuz
etkilemiştir14.
Güvercinlikler: İbrahimpaşa Köyü vadisi boyunca çok sayıda güvercinlik bulunmaktadır. Kapadokya Bölgesi’nde güvercin yetiştiriciliği, yüzyıllardır önemli bir gelenek olarak sürdürülmüştür (Giovannini: 1971, 76;
İmamoğlu, Korumaz, İmamoğlu: 2005, 79; Ousterhout: 2005, 154). Güvercinlikler, bağların toprağının verimini artıran gübre edinmenin yanısıra,
sembolik ve dinsel bir çok anlam taşırlar. Güvercinliklerde, çeşitli geometrik motifler ve özel renklerden oluşan süslemelerin yanında, Nazara karşı
Maaşallah yazısı olurdu15.
Şapel: Vadide bulunan şapel, köyün en eski yapısıdır. 10. Yüzyıl ortalarında, Bizans döneminde yapılmıştır (Türkmen: 1999, 43-44; Giovannini:
1971, 199). Şapel, literatürde “Babayan Kilisesi” ve “Papa Yuhannis Kilisesi” adlarıyla da anılmaktadır (Korat: 2003, 258; Giovannini: 1971, 199).
Şapel, İbrahimpaşa Köprüsü geçildikten sonra, köyün karşı yakasında ki,
konutların birinin alt kısmında bulunmaktadır. Şapel, oyma bir yapı olup,
çok çeşitli duvar resimleri, geometrik ve renkli figürlerle süslenmiştir. Yapının bir dönem, güvercinlik olarak da kullanıldığı ve süslemelerin bir kısmının bu dönemde yapıldığı ve yapının ciddi zarar gördüğü söylenmektedir
(Türkmen: 1999, 43; Korat: 2003, 258).
Resim 12. Şapelin dışardan
görünüşü (Karakul, 2011)
14
15
Resim 13. Şapel
duvarındaki duvar resmi
(Karakul, 2011)
Resim 14. Şapeldeki
duvar resimlerinde İsa
figürü (Karakul, 2011)
Kaynak Kişi: Hüseyin Ertuğrul
Kaynak Kişi: Mehmet Ali Kilimci
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
281
Özlem KARAKUL
2.2.2 Geleneksel Konutlar
Kaya oyma yapıların çok daha eski olduğu bilinmesine rağmen, İbrahimpaşa Köyü’ndeki geleneksel konutlar, yığma yapılardaki kitabelere göre,
çoğunlukla 1900 lerin başlarına ve 1800 lerin sonlarına tarihlenmektedir.
İbrahimpaşa konutun, ev içi etkinlikler ve gündelik uğraşların yanısıra, üretim etkinlikleri ve sosyalleşme etkinliklerinin de mekanlarıdır. David Stea
ve Mete Turan’ın (1993) Kapadokya konutunu en küçük üretim birimi olarak tanımlaması, İbrahimpaşa Köyü geleneksel konutları içinde geçerlidir.
Üretim- tüketim ilişkilerinden etkilenen, kültürel pratikler arasındaki ilişkiler,
konutların mekânsal organizasyonuna yansımaktadır. Bu ilişkilerin, konutlara yansıyan en temel özelliği, iş ve yaşam etkinlikleri arasındaki ayrımdır.
Bu ayrım ve gruplanma, oyma ve yığma mekânların düzenini de belirlemektedir. Kültürel pratiklerin ilişkisine göre, konut içindeki her bir kat ve teras
çatılar, bir kültürel pratik düzlemi olarak incelenebilir. Genellikle iki katlı olan
konutlarda, terasların kullanımıyla birlikte, kültürel pratiklerin uygulandığı
üç ya da üçten fazla yaşam seviyesinden bahsedilebilir (Karakul, 2011).
Resim 15. İbrahimpaşa’nın geleneksel konut görünüşleri (Karakul, 2011)
282
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İbrahimpaşa Köyü’nün Kültürel Değerleri ve Dönüşümü
Resim 16. Teras çatılarda seviye
farklılık ve çeşitliliği (Karakul, 2011)
Resim 17. Avlular: Yaşama ve üretim
pratiklerinin mekânı (Karakul, 2011,
2008, 2007)
İbrahimpaşa konutunun, mekânsal özellikleri, kültürel pratiklerin uygulanma biçimi yanında, yöresel malzeme ve yapı tekniklerinin kullanımıyla
tanımlanmıştır. Kaya oyma ve taş yığma mekânlar, kışın ılık, yazın serin
olduğundan, yaşayanlar için konforlu bir ortam sunarlar. 60-100 cm kalınlığındaki duvarların yalıtım özelliği, ‘Kayadam’ denen oyma birimlerde,
uzun süreler yiyecek saklamaya uygun koşullar oluşturmaktadır. Mekânsal
özelliklerinin yanısıra, mekânlar, kültürel pratiklerin uygulanma biçimi ve
anlamlarıyla ilişkili olan mimari eleman ve dekoratif elemanları açısından
da incelenebilir. Genellikle yığma taştan yapılan, tonozlu üst örtülü yaşama
mekânları, “özelleşmemiş”16, çok amaçlı mekânlardır. Halk arasında “kemer oda” denen bu mekânlarda, oturma, yemek yeme, yatma gibi gündelik yaşam uğraşlarının ve misafir ağırlama etkinliklerinin tümü gerçekleşir. Bazı yaşama mekânlarının köşesinde, banyo için kullanılan bir taş ya
da duvara oyma bir mekân bulunabilir. Çok amaçlı yaşama mekânlarında,
mimari eleman olarak, sedir, şömine, yüklük, çeşitli boyutlarda dolaplar,
geometrik süslemeli nişler ve lambalıklar bulunmaktadır. Genellikle kaya
oyma sistemle yapılan iş ve üretim mekânlarından bazıları, ‘tandır evi’,
‘kış evi’, ‘tafana’, ‘yazlık’, ‘ambar’, ‘ahır’ gibi mekânlardır. ‘kış evi’, içerdiği etkinliklere bağlı olarak, ‘tandır’, ‘şırahane’ ve farklı boyutlarda nişler
içermektedir. ‘Şırahaneler’, İbrahimpaşa konutunda, pekmez üretmek için
kullanılan özelleşmiş mekânlardır.
16
Stea ve Turan (1993, s.192) “özelleşmiş ve özelleşmemiş mekanlar” terimlerini, Kapadokya’da
mekan yapım çalışmasında düşünülmesi gereken temel mimari elemanlar arasında kullanmaktadır. Asatekin (2005), geleneksel Anadolu konutu mekanları arasında “özelleşmemiş çok amaçlı
mekanlar” ve “özelleşmiş mekanlar” ayrımını kullanmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
283
Özlem KARAKUL
3. Değişim | Dönüşüm Süreci
İbrahimpaşa Köyü, son dönemde etkisini arttıran hızlı bir dönüşüm sürecinin etkisi altındadır. Köyün dönüşüm süreci, özellikle turizm ve göç olguları, geleneksel köy yaşamını önemli ölçüde etkilemiştir. Köy, konumu ve sahip olduğu kültürel değerleri nedeniyle, turizmin yozlaştırıcı etkisinin ciddi
tehditi altındadır. Bu durum, turizmin etkilerinin, koruma politikalarıyla
dengelenmesinin gereğini ortaya çıkarmaktadır. Değişim süreci, değişimin
yapı stoğu ve yaşama kültürü üzerindeki dönüşümünü arttırmakla birlikte,
geleneksel hayatın sürekliliğini de yok edememiştir. Kültürel değerler üzerindeki tahribatın artışı, ivedilikle koruma stratejilerinin oluşturması gereğini gözler önüne sermektedir.
Turizm, kentsel değerlerin, köy hayatına girmesini ve köylüler tarafından
benimsenmesini sağlayarak (Bal: 1995, 36) özellikle yaşama kültürü ve
değer sistemleri üzerinde önemli etkiler yapmaktadır. Son yıllarda getirdiği yeni ekonomik etkinlikler nedeniyle, köylüler tarafından turizme ekonomik değer verilmektedir17. Yeni etkinliklerin, yeni mekân gereksinimini
artırması ve yabancıların yerleşme isteğiyle, köydeki geleneksel konutların
satışı, yeni yapı ve restorasyon etkinlikleri önemli oranda artış göstermiştir.
Diğer yandan, birçok kırsal yerleşim de olduğu gibi İbrahimpaşa Köyü de
göçten oldukça etkilenmektedir18. Tarım alanlarının kısıtlılığı, değişen iklim koşulları, tarımsal üretimi, köylülerin ihtiyaçlarını karşılayamaz düzeye
düşürmüştür. Yeni ekonomik etkinlik arayışı içindeki köylüler, başka kent
ve ülkelerde iş arayışına başlamışlardır. 1950’lerden beri devam eden bu
süreç, son yıllarda hızını artırmıştır19. Köylüler, göçün temel nedenlerinin
işsizliğin yanısıra, değişen yaşam ve teknolojik gelişmelerle, geleneksel yapıların mekânsal özelliklerinin uyumsuzluğu olduğunu dile getirmektedirler. Dile getirilen bu uyumsuzluğa rağmen, göç eden köylülerin bir çoğu,
yazları ve tatillerde köye gelip, geleneksel köy yaşamını sürdürmeye ve
kültürel pratikleri uygulamaya devam etmektedirler.
Turizm ve göçün yarattığı kültürel etkileşimlerle artan yaşama kültürü ve
değer sistemleri üzerinde yaratmış olduğu dönüşüm, kültürel pratikler ve
17
18
Kaynak Kişiler:Sabit Aksoy, Rujiye Taktak, Semiha Ayaz, Fatma Balcı
İbrahimpaşa Köyü’nün nüfusu, son yıllarda, göçten dolayı, önemli oranda azalmıştır. Son 12 yıl
içinde, nüfusu yarı yarıya azalmış olan köyün nüfusu, 2009 da yapılan son sayıma göre 820’dir.
Köylülerden edinilen bilgilere göre, son yıllarda, Nevşehir, Ankara, İstanbul ve Mersin gibi şehirlere
göç hız kazanmıştır.
19 Kaynak Kişiler: Seyit Ertuğrul, Mehmet Emin Deveci, Semiha Ayaz, Abdullah Tosun
284
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İbrahimpaşa Köyü’nün Kültürel Değerleri ve Dönüşümü
anlatımların ve dolayısıyla mekânların dönüşümünü de beraberinde getirmiştir. Bir taraftan, göçle birlikte terkedilen, satılan ve harabeye dönüşen
geleneksel konutlar, diğer yandan, yaşam tarzı ve sosyal yapıda oluşan
değişikliklerle, kültürel pratiklerin köylüler tarafından uygulanmasında
azalma ve yok olması değişimin kültürel değerler üzerindeki etkilerinin
başlıcalarıdır. Değişim sürecinin yapı stoğu üzerindeki etkilerini, geleneksel yapıların kullanım durumları açıkça ortaya koymaktadır. Köydeki geleneksel yapıların %60’ını halen kullanılan yapılar, %16’sını kullanılmayan
boş yapılar ve %24’ünü ise harabeler oluşturmaktadır (Karakul: 2011,
93). Bu durum, köyün neredeyse yarısının, kullanılmayan konutlar ve harabelerden oluştuğunu gözler önüne seriyor. Kullanılan yapıların ise, kültürel pratiklerdeki değişime paralel olarak, mekansal ve mimari eleman
değişikliklerine maruz kaldığı görülmektedir. Özellikle pekmez yapım ve
kayısı kurutma pratiklerindeki değişim, mekân organizasyonlarını oldukça etkilemiş ve yapılardaki koruma sorunlarını başlatmıştır. Bu iki pratiğin
uygulanmasındaki değişiklikler, yeni mekân ihtiyaçlarının doğmasına ve
mimari elemanlarda değişikliklere neden olmaktadır. Geleneksel konutlardaki eski şırahanelerin terkedilip, terasların ve avlulara eklenen yeni şırahanelerin, pekmez yapımında kullanılması da bu değişimin göstergesidir.
Kayısı kurutma etkinliğinin değişimi kükürtleme işleminin başlangıcıyla
birlikte, öncelikle 70 yıl önce, “kükürt damları”nın mekan organizasyonuna katılmasını, günümüzde ise ürününün azlığı nedeniyle, kullanılmamasına neden olmuştur
4. Tartışma ve Sonuç: Fiziksel yerine Bütüncül Koruma
İbrahimpaşa Köyü’nün değişim sürecinin kültürel değerler üzerinde yaratmış olduğu tahribatın, ivedilikle koruma çalışmaları ile kontrol altına
alınıp, düzeltilmesi gerekmektedir. Ne yazık ki, son birkaç yıldır, devam
eden tekil koruma ve restorasyon uygulamaları, köyün geneline yönelik
bir koruma anlayışı ve vizyonuna sahip değildir. Ayrıca, koruma çalışmaları, yapıların ve çevrenin kültürel yapısı ve fiziksel özellikleri arasındaki
etkileşimleri yeterince incelemeyen, yapının sadece fiziki özelliklerini onarma amaçlı yapılan çalışmalardır. Bu durum, kültürel değerleri, bütüncül
bir şekilde belgelemeye yönelik envanter çalışmalarına acilen başlanması
gereğinin de göstergesidir. Envantere yönelik yapılacak olan bu çalışmalar,
fiziki özelliklerin belgelenmesi yanısıra, kaybolan, değişen ve süregelen
geleneksel kültürel pratikleri içerecek biçimde geliştirilmelidir. Bu amaçla,
halkbilim ve etnografik araştırma yöntemleri ve mimari belgeleme yöntemlerini birlikte kullanacak bir çalışma yöntemi planlanmalıdır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
285
Özlem KARAKUL
İbrahimpaşa Köyü’nde, değişime direnmekte olan kültürel değerlerin sayısı oldukça fazladır. Köyde, terkedilmiş, kullanımlarını kaybetmiş ve bir
kısmı harabeye dönmüş çok sayıda ortak kullanım yapısı ve geleneksel
konutun yanısıra, köylülerin yaşamını ve kültürel pratiklerini sürdürmekte
olduğu çok sayıda geleneksel konut bulunmaktadır. Kültürel değer çeşitliliğine koruma yaklaşımı olarak, fiziki olarak korumanın yanısıra, kültürel
pratikleri ve köylünün yaşama kültürünü de sürdürmeye yönelik bütüncül
bir koruma anlayışının oluşturulması zorunludur.
Koruma süreci, kültürel değerlerin tespiti, envanteri konusunda, bütüncül bir yaklaşımın ürünü olmalıdır. Fiziki belgeleme ve fiziksel korumanın
dışına çıkıp, kültürel anlatım ve pratiklerle, fiziksel çevrenin karşılıklı etkileşim ve dengelerini gözeten bir koruma anlayışı getirilmelidir. Bir yandan,
fiziksel çevrenin korunması ve yaşatılması, diğer yandan köy yaşamının
ve kültürel pratiklerin değişime uyum sağlayarak sürekliliğinin korunması, bütüncül korumanın temel amacıdır. Bu amaca ulaşabilmek, doğru
stratejileri oluşturabilmek, öncelikle, kültürel değer çeşitliliğini ve değişim
süreçlerini doğru ve bütüncül belgelemek ve anlamayı gerektirmektedir.
Örneğin, şırahenelerdeki değişimin nedenlerini anlamadan, köylülere geçmişte olduğu gibi kültürel pratiklerini aynı şekilde tekrarlatmaya çalışmak,
nostaljik bir tiyatrodan öteye gidemeyecektir. Bu yaklaşım, yüzyıllardır, değişerek uygulanan kültürel pratiklerin, doğal gerçekliğini anlamadan dondurmaktan başka bir şey değildir. Koruma, hiçbir zaman değişim sürecinden kopuk düşünülemez. Koruma, değişim sürecini doğru değerlendirip,
gelecekte olası gelişmeleri de dikkate alarak, bugünün şartlarına uygun
kararlar üretmeyi gerektirir.
Kaynakça
Asatekin, G. (2005). Understanding traditional residential architecture in Anatolia, The Journal of Architecture, 10, 4, 389- 414.
Bal, H. (1995). Turizmin Kırsal Toplumda Aile İçi İlişkilere Etkisi, İstanbul: Doğaİnsan Yayınları.
Erk, M. F. (1984). Akköy: A Study on Vernacular Architecture with Reference to A
Specific Case. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, ODTÜ Mimarlık Bölümü,
Ankara.
Giovannini, L. (Ed.). (1971). Arts of Cappadocia. London: Barrie and Jenkins.
İmamoğlu, V., Korumaz, M., İmamoğlu, Ç. (2005). A Fantasy in Central Anatolian Architectural Heritage: Dove Cotes and Towers in Kayseri, METU JFA,
2005/ 2, 22:2, 79-90.
286
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
İbrahimpaşa Köyü’nün Kültürel Değerleri ve Dönüşümü
Karakul, Ö. (2011). A Holistic Approach to Historic Environments Integrating
Tangible and Intangible Values Case Study: İbrahimpaşa Village in Ürgüp,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, ODTÜ Mimarlık Bölümü, Ankara.
Korat, G. (2003). Taş Kapıdan Taçkapıya Kapadokya. İstanbul: İletişim Yayınları.
Ousterhout, R. (2005). A Byzantine Settlement in Cappadocia. Washington, D.C:
Dumbarton Oaks research Library and Collection
Stea, D., Turan, M. (1993). Placemaking Production of Built Environment in Two
Cultures. Great Britain.
Türkmen, K. T. (1999). Bilinmeyen Kapadokya’dan Bir Kesit, Ankara: Ürün Yayınları.
UNESCO. (2005). Convention on the Protection and Promotion of the Diversity
of Cultural Expressions. October 20. Paris. Retrieved December 23, 2004,
from http://unesdoc.unesco.org/images/0014/001429/142919e.pdf
UNESCO. (2003). Convention for the Safeguarding of the Intangible Cultural
Heritage. 32nd Session of the General Conference. September 29- October
17. Paris. Retrieved December 23, 2004, from
http://unesdoc.unesco.org/images/0013/001325/132540e.pdf
UNESCO. (1972). Convention Concerning the Protection of the World Cultural
and Natural Heritage. 17th Session of the General Conference. November
16. Paris. Retrieved April 14 , 2008, from http://whc.unesco.org/archive/
convention-en.pdf
Vryonis, S. (1971). The decline of medieval Hellenism in Asia Minor and the process of Islamization from the eleventh through the fifteenth century, Berkeley: University of California Press.
Yurt Ansiklopedisi: Türkiye İl İl: Dünü, Bugünü, Yarını. (1984). 8, Nevşehir, 60516145 Nevşehir, İstanbul: Anadolu yayıncılık
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
287
RESTORASYON ÇALIŞMALARI ARACILIĞI İLE KAPADOKYA
KAYALIK KİLİSELERİNE DEĞER KAZANDIRMA ÇALIŞMALARI
THE IMPROVEMENT OF THE ROCK CHURCHES OF CAPPADOCIA
THROUGH THE RESTORATION
Paola POGLIANI*
ÖZET
Rapor halinde sunduğum çalışma, bölgede UNESCO’nun 1965 yılında gerçekleştirdiği ilk çalışmadan başlayarak, günümüze kadar
süren çalışmalarla, turizmin gelişimi için büyük öneme sahip olduğu
düşünülen Kapadokya’daki kayalık kiliselerin muhafazası ve kiliselere değer kazandırma konuları üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Çalışmaların başlamasından sonra, birkaç yıl içinde bütün Kapadokya Bölgesi, UNESCO’nun (1985) “Word Heritage List” inde yer elde
etmeyi başarmış ve hemen arkasından Göreme Açık Hava Müzesi
düzenlenmiş ve Tokalı (1973-1980) ve Karanlık (1979-1990) Kiliseleri restore edilerek halkın ziyaretine açılmıştır.
Kapadokya’daki eserlerin muhafaza hikayesinin analizinden yola
çıkarak ve Tuscia Üniversitesi’nden (Bakınız M. Andoloro’nun ve
C. Bordino’nun bu Sempozyum’daki katkıları) İtalyan çalışma grubunun Şahinefendi’de Altı Parmak Kilisesi’nin, resim süslemeleri
üzerinde yaptığı restorasyon çalışmalarının da ışığında, hazırladığım
bu raporun amacı, bölgedeki kayalık kiliselerin muhafazası ile ilgili
konuların ne şekilde ele alındığını ve gelecekteki çalışmalar için ne
kadar yol gösterici olacağını gözler önüne sermektir.
Özellikle de, geçmişte daha çok restorasyon ve eserlerin teker teker
halkın ziyaretine açılması ile paralel olarak yürüyen koruma planının
analizi ile, bugün dünyanın dört bir yanından gelen turistlerin akınına uğrayan bu topraklara değer kazandırılmasını amaçlayan daha
geniş çalışmaların temeli atılmak istenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Rock Painting, Değer Kazandırma, Kapadokya, Göreme Açık Hava Müzesi.
* Researcher of the Tuscia University, Department of Science of Cultural Heritage (Università degli
Studi della Tuscia, Dipartimento di Scienze dei beni Culturali, Largo dell’Università snc, 01100
Viterbo (Italy), e-mail: [email protected]).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
289
Paola POGLIANI
ABSTRACT
The paper will focus on the development of preservation and valorisation of the rock churches in Cappadocia from the first campaign
of the UNESCO team (1965) until today as important tools for the
development of tourism.
Within a few years the entire region of Cappadocia has become
part of the “Word Heritage List” of UNESCO (1985), the Göreme
Open Air Museum has opened and the church of Tokali (19731980) and the church of Karanlik (1979-1990) have been restored
and opened to the public.
From the analysis of the conservation history of the monuments of
Cappadocia and in light of the experience that we are conducting
in Şahinefendi, where the Italian mission of the University of Tuscia
(see also M. Andaloro and C. Bordino in this Symposium) is restoring the mural paintings of the Fourty Martyrs church’s (Altï Parmak
Kilise), the paper aims to investigate how was addressed the issues
related to the preservation of rock paintings in the region as a precondition for future action.
In particular, the analysis of the conservation plan, developed in
the past mainly through the restoration of individual monuments
and their opening to the public, wants to lay the groundwork for a
broader debate on the valorisation of the territory that today is the
destination of a large flow of international tourism.
Key Words: Rock Painting, Valorisation, Conservation, Cappadocia, Göreme Open Air Museum.
The admission of Cappadocia in the “Word Heritage List” of UNESCO in
1985 represents the last phase of a path started by the government of
the Republic of Turkey at the end of the Sixties, in association with international organizations1.
As a matter of fact, since 1965, several international missions took place
in Turkey, in order to define a touristic development plan. The architects
Piero Sanpaolesi2 and Piero Roselli3 cooperated since the very first missi1
Göreme National Park and the Rock Sites of Cappadocia become World Cultural Heritage the 6
December 1985 belong the cultural and natural criteria (Ref. 357). http://whc.unesco.org
2 Protagonist of the culture of the architectural restoration of the second half of the twentieth
century, Piero Sanpaolesi (Rimini, January 8, 1904 - Florence, March 9, 1980) was an engineer,
architect and historian of Italian architecture. Gurrieri and Centauro (2005); Spinosa (2011).
3 The architect Piero Roselli was professor of Urban Restoration at the Department of History and
Restoration of Architectural Structures of the Florence University in Italy. Fantozzi Micali (2003).
290
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Restorasyon Çalışmaları Aracılığı İle Kapadokya Kayalık Kiliselerine Değer Kazandırma Çalışmaları
ons, being in charge of studying the territory of Cappadocia, of Pamphilya and the Izmir region4.
The Cappadocia area was particularly examined by the architect Piero
Roselli, who carried out the study of the rupestrian structures in order to
provide a schedule for their conservation and restoration with the outlook
of creating cultural tourism routes5.
The work of Roselli laid the foundations for the tourism growth and the
improvement of several sites; he located interesting landscapes where
the touristic routes should pass through – Zelve, Avanos-Sari Han-SofularCokek, Genezin, Nevşehir-Avcilar-Ortahisar-Ibrahimpaşa, MustafapaşaCemil – and indicated the most suitable areas for the birth of national
parks: the Göreme valley, the Zelve valley, the Cavusin valley, the Soğanli
valley and the Peristrema valley6.
On the base of the results gathered in the first surveys on the territory,
new missions were developed which combined the study mostly bent on
the definition of the touristic routes with the need of preservation and
protection of the cultural and landscape heritage of the area.
A first assessment of the conservation condition was arranged for the
rock churches and both the conservation condition and the presence of
previous preservation interventions were described, persisting in the urgent need of protection for those buildings that remain terribly preserved
in the sites of: Göreme, Cavusin, Soğanli, Peristrema, Acik Saray.
Some proposals for major urgent interventions emerged from the analysis
of its deterioration:
- restrict visitor access and protect the paintings from vandalism;
- regulate the location of stormwater;
- consolidate the buildings have serious structural problems;
4
The first mission took place from the 7 to 27 July 1965 to study the conditions and prospects of
tourism in order to establish a special program for tourism development related to conservation
and enhancement of monuments. ICCROM, Mission Turquie, 1965.
5 As part of the work plan for the “Tourism development and enhancement of historical sites and
monuments in Cappadocia, Pamphily and the region of Izmir”, July-August 1966, Roselli was
able to take care of the land of Cappadocia updating the list of localities that must be explored
and marking the places that lend themselves more to the system of new tourist facilities. Roselli
(2003).
6 ICCROM, Mission Turquie, 1966/1.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
291
Paola POGLIANI
- chemical intervention where necessary to harden the rock;
- fill in the gaps to prevent water infiltration;
- to protect the frescoes by means of suitable measures of consolidation7.
The sequent interventions led to an important restoration work in the Göreme valley that consisted in the recovery of three important monuments
- Tokalı church, Karanlık Church and El Nazar church - and in the urgent
conservation work of Elmalı, St. Barbara, Kiliclar and Saklı churches.
After the first contact, taken in 1969 for the conservation and restoration
of the rock churches of Cappadocia8, it’s since 1971 that teams of specialists were formed for the studies concerning the conservation of the landscape and the artistic and architectural heritage, particularly of Göreme9.
The contributions of prof. Cevat Erder10, prof. Kemal Balkan11 and two
ICCROM specialists, prof. Giorgio Torraca12 and Paolo Mora13 flowed
into two main projects: one concerned with the interior surfaces of the
rock churches (1972)14 and the other regarding the structural problems
(1982)15.
The research conduct for the mission of the Tuscia University in Cappadocia, directed by Maria Andaloro, and which I belong, included a particular
7
8
9
10
11
12
13
14
15
ICCROM, Mission Turquie, 1966/1.
Mission conducted by Martin Weaver of the Laboratory of the Department for conservation and
restoration of historic monuments, Faculty of architecture M.E.T.U. Ankara (27 October 1969).
ICCROM, Mission Turquie, 1969/1.
Following the request made by Adile Ayda, delegate of the Embassy of Turkish Republic of Turkey,
a first mission was organized with the aim of assessing the conservation problems of the area and
prepare a plan of action to achieve in the years 1972-1974. ICCROM, Mission Turquie, 1971/2.
Cevat Erder was archaeologist. He founded in 1964 the Department of Conservation of Historic
Monuments at Middle East Technical University (METU, Ankara) of which was chair from 19641973. During the years of his interest on the rock settlement of Cappadocia he was member of
the Executive Council of ICOMOS (1965- 1974). In 1977-1979 he was appointed Dean of the
METU Faculty of Architecture and in 1981 was elected director of the ICCROM (1981-1988).
Bouchenaki (2009): 4.
Kemal Balkan take part of the mission as Turkish delegate to the Council of Europe. Asatekin
1995:2.
Giorgio Torraca (1927 – 2010) was a chemist collaborating with the different disciplines involved in the conservation of cultural heritage. Former Deputy Director of ICCROM and Associate
Professor at the Faculty of Engineering of the University of Rome, ‘ Sapienza’ , he had a close
relationship with the Italian Istituto Centrale per il Restauro, but also with ICOM, IIC, the Getty
and UNESCO. www.giorgiotorraca.com.
Paolo Mora was a chef restorer of the Centarl Institut of Conservation. Cecchini in press.
ICCROM, Mission Turquie, 1972/1.
Structural conservation project for Göreme, UNESCO 1983.
292
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Restorasyon Çalışmaları Aracılığı İle Kapadokya Kayalık Kiliselerine Değer Kazandırma Çalışmaları
attention to the analysis of those restoration processes16. Archive and
bibliographic investigations have allowed to spot the purposes, the work
methods and the materials used by the team directed by the ICCROM17.
The experience conducted within the 2011 campaign in the Tokalı church,
together with the study of the documentation of those restoration interventions, permitted to verify directly on the monuments how were
handled the ticklish issues concerned to the conservation of the pictorial
heritage of the most relevant church in the Göreme Open Air Museum18.
The conservation of the mural paintings of the Tokalı Kilise began in 1973
and has been completed in 1980 when the Church was reopened to the
public19.
The project had two main aims that have been accomplished:
- to conserve and restore one of the most important mural painting of
Cappadocia. It’s an example for future preservation works;
- to train a local team of Turkish specialists who would put in safety the
other mural paintings in the Göreme area.
The state of preservation of the church in 1973 shows that the deterioration have been raised quickly in recent times [1]. The main problems of
conservation that were found at Tokalı Kilise were:
- plaster detachment [2] caused by a loss of adhesion between the strata
due to temperature and relative humidity variations. In the case of Tokalı also the vibrations that result from the passage of tourist buses and
cars on the road, that is situated in front of the church, would seem to
be one of the agents responsible for the detachment of plaster;
- friability and scaling of the pigment-bearing layer [3] are due to the loss
of cohesion and loss of adhesion between strata due to a high relative
humidity;
- damages caused by vandalism. Extensive lacunae, incisions and graffiti,
as a result of a mechanical shock produced by the impact of an object
deface particularly the figures and the faces.
16
The survey of the University of Tuscia (Viterbo, Italy) took place in Cappadocia from the 2006. See
ANDALORO 2008; ANDALORO 2009; ANDALORO 2010; ANDALORO 2011a; ANDALORO 2011b.
17 Pogliani in press.
18 See Maria Andaloro in these proceeding: M. Andaloro, The new Tokalı Kilise, or the Sistine Chapel
of Cappadocia.
19 For the conservation project of the Tokalı Church see: Schwartzbaum 1986; Ozil 1995; Schwartzbaum 1995.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
293
Paola POGLIANI
The study of the execution technique was deeply highlighted in the preliminary surveys by means of scientific investigations that took place in
1975 and 1976 at the laboratories of Central Institute for Restoration
in Rome and in Champs sur Marne in France20. The investigations were
carried out on the samples taken in the central apse and in the narthex
of the Tokalı in order to identify pigments and the presence of binders. In
the New Church has been identified that red ochre, yellow ochre, green
and other natural earths, carbon black, white gypsum and lapis lazuli
were used as pigments. The investigations showed also the presence of
a proteinic agent, probably casein, used as binder. Moreover, most of the
halos were painted with a simple base coat of yellow ochre and traces of
gold leaf are seen on the halos of Christ and the Virgin.
At the same time of the preliminary surveys, since 1973, started also the
restoration work.
In the project took part Paolo Mora, chief restorer of the Central Institute
for Conservation in Rome, who began the work and supervised the initial
treatments. Also took part in the project Revza Ozil, Samiye Yavuz and
Ridvan Isler of the Turkish Ministry of Culture and Tourism, Isabelle Dangas and Paul M. Schwartzbaum, chief conservator of ICCROM21.
The most difficult intervention concerned the strengthening of the plaster
that was heavily detached from the support [4].
The adhesion of plasters was followed by the fixation of the paint layer
and the cleaning. The cleaning was a very delicate process because of
the fragile nature and condition of the paint layer and for the presence
of different kind of substances that need to be removed [5]. By means of
different methods, deposits of candle smoke that coated most of the paintings were removed and dust, mud, bird excrement, insects, lead pencil
and charcoal inscriptions were encountered.
Once the cleaning procedure was completed, following the re-integration
procedure developed by ICR, the lacunae were reintegrated with a thin
transparent coat of watercolors and were applied slightly lighter but in a
similar tone to the lacunae in order to correct visual disturbances caused
by the sharp contrast between the light plaster preparation exposed by
losses and darker pictorial layers [6].
20
21
The results of the analisies were publish from Schwartzbaum (1986).
ICCROM, Mission Turquie, 1973-1980.
294
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Restorasyon Çalışmaları Aracılığı İle Kapadokya Kayalık Kiliselerine Değer Kazandırma Çalışmaları
After forty years, with the help of a scaffold it has been possible verify
that the ICCROM intervention had certenly slowed down the deterioration that had to be heavily active at that time.
However, in recent times, degradation processes like pigments loss have
appeared and the paintings surface seems to be covered by a lot of dusts.
A huge strata of atmospheric deposit covers the whole surface indeed,
and accumulates in thick depths along all the horizontal and warped jutting surfaces.
For these reasons rises the need of undertaking a new documentation
campaign for the preservation status and for an emergency intervention
on the rock paintings22.
Coming back to the past restorations, we have to remind that the intervention made on the pictorial decoration in the Tokalı church was not
an isolated instance. Indeed in 1979 was launched also the restoration
jobsite for the paintings of the Karanlık church in the Göreme Open Air
Museum that re-opened to the public in 199023.
As for the Tokalı, there were two objectives: the restoration of the wall
paintings and the training of a Turkish team. Every year, as a matter of
fact, five or six archaeologists24 working for the Ministry of Culture and
Tourism of the Republic of Turkey accompanied the ICCROM restorers
directed by Revza Ozil, who accumulated a good experience at the Tokalı
and become chief of the activities of Göreme for seventeen years.
Simultaneously to the restoration jobsite of the Karanlık Kilise, in the Göreme valley were carried out some urgent conservation operations on the
mural paintings that were in a bad conservation condition and on the
buildings that unveil structural problems25.
Among those we have to remember the intervention conducted in the
church complex of Elmalı and Santa Barbara that showed various fractu22
See Maria Andaloro in these proceeding: M. Andaloro, The new Tokalı Kilise, or the Sistine Chapel
of Cappadocia.
23 Ozil, ICCROM, Mission Turquie, 1985/4; ICCROM, Mission Turquie, 1982/1; Zari, ICCROM, Mission Turquie, 1981/2; Dangas 1995.
24 The team included the friends Fazil Acikgoz, director of the Archeological museum of Nigde and
Gulseren Dileikitas that are working together with us in the Tuscia University worksite in Şahinefendi and Göreme.
25 Convegno Urgup
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
295
Paola POGLIANI
res in the rock support from which the water leached over the paintings.
In 1980 and 1984 was conducted the strengthening of the paintings in
Elmalı, and outside, fractures and the mostly eroded portions were filled
with mortar26.
The objectives established for the conservation project of the rupestrian
churches in the Göreme area, arranged by Unesco, in collaboration with
the Turkish Government, were gained with success.
However, in the same years, the degradation of a lot of rupestrian structures was rising considerably: the residual portion of the portico of the
Church of St John the Baptist at Çavisin collapsed (1975) [7, 8], the Church
of El Nazar in Göreme had suffered several further falls over subsequent
years [9], and the Maryem Ana Church presented a serious danger27.
The schedule of the structural interventions for the churches in the Göreme valley begun yet in 1974, proceeded slowly.
A first study of the typology and of the causes of the deterioration of the
churches in Göreme valley was conducted in 1974 by Jean Granier from
the research center Sol-Expert, Soletanche group28.
Afterwards UNESCO, ICCROM and the Faculty of Architecture of the
Middle East Technical University of Ankara developed an investigation
plan comprehending the hydrogeological surveys, rock sample analyses,
photogrammetric documentation in order to provide a reliable basis for
future restoration interventions and some tests to develop the correct
intervention methodology29.
The real work in the field for the research on structural problems began
when the United Nation Development Programme (UNDP), The Ministry of
Tourism and Information and the Ministry of Culture started the collaboration and the project “Structural conservation project for Göreme” had
been prepared and registered as a National Project in November 198230.
The actions taken concerned a structural monitoring of a group of buildings, the restoration work on the El Nazar Church31 [10] and a series of
26
27
28
29
30
31
ICCROM, Mission Turquie, 1983/3, 1986/2, 1988/1; De Witte 1995; Rossi 1995.
Thierry199; Roselli 1994; Jolivet-Lévy 1997: 116-119.
ICCROM, Mission Turquie, 1974.
UNESCO 1983: 37 – 42.
UNESCO 1983.
Yorulmaz and Ahunbay 1995.
296
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Restorasyon Çalışmaları Aracılığı İle Kapadokya Kayalık Kiliselerine Değer Kazandırma Çalışmaları
chemical and structural trials involving the protection were carried out on
the rock complex of witch Elmalı Kilise and St. Barbara Kilise are part32.
Today the structural problem of the rupestrian settlement of Cappadocia
is not yet solved and the most part of the interventions were proper architectural restorations that are using materials with a similar technological
characteristic to the original but often there were reconstruction interventions that imitated the external morphology of the mass of stone that are
embracing the cave churches [10].
Normally the first issue was to solve static problems for the immediate
future and to protect the paintings . This goals were largely achieved
with interventions using simple techniques but today a large part of these
shows a bad state of preservation and the need of a new treatment33.
The physical deterioration of the structures accelerated in the last years
shows the necessity of a new effort for the structure conservation that has
to be faced with the inclusion of more resources and competences able
to plan interventions suitable to be accepted in the cappadocian landscape. Landscape that, thanks to the action of water and wind, which have
engraved the tuff created by volcanos, is characterized by unusual rock
formations that were excavated by the man and used as habitation and
place of cult.
The restoration of single monuments, risks to lose much of the value and
significance if becoming an isolated part of the environmental context, especially in Cappadocia where the synthesis between the natural, historic,
artistic and anthropological aspects reaches the highest level of expression.
In the future conservation plan the formations of the Cappadocia landscape must preserve their characteristics in order to conserve their attraction for tourists and in the meanwhile must preserve the value as a work
of art and the memory of the monastic life34 life and of the modern life in
the rock-hewn spaces35.
32
33
ICCROM, Mission Turquie, 1984.
Are an example of restoration work conducted on the structures of the churches: SS. Joaquin
and Anna in the Kizilcukur valley, the Archangel at the monastery of Cemil, the Forty marthyrs in
Sahinefendi and the Sarica at Urgup.
34 See Chiara Bordino in these proceeding: C. Bordino, A land dwelt by God. The development of
Christian Church in the region of Nevşehir (IV-XIII centuries) and its role in visual arts.
35 Tucker 2000; see Bixio, Caloi and de Pascale in these proceeding.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
297
Paola POGLIANI
As Roselli note, the development of tourism in Cappadocia until today, indeed, is based on the exploitation of the resources of the region consisting
of natural, historical and artistic heritage36. For that reason is strictly necessary to find the connection between the tourism development and the
conservation of those resources through an appropriate improvement and
a communication plan that cuts the people living in this area on the deal
and the tourists who have to take an active part in this planning process.
Bibliography
ANDALORO 2008
M. Andaloro, Rock Paintings of Cappadocia: Images, Materials and State of Preservation, in XXV International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Kocaeli, 28 May - 1 June 2007), Ankara 2008, pp. 163-178.
ANDALORO 2009
Eadem, Project on the Rock Paintings in Cappadocia. The Church of the Forty
Martyrs in Şahinefendi (Report 2007), in The XXVI International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Ankara, 26-30 May 2008),
Ankara 2009, pp. 187-200.
ANDALORO 2010
Eadem, Project on the Rock Paintings in Cappadocia. The Church of the Forty
Martyrs in Şahinefendi (Report 2008), in The XXXI International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Denizli, 25-29 May 2009),
Ankara 2010, pp. 517-533.
ANDALORO 2011
Eadem, The project on the rock paintings in Cappadocia and the Church of the
Forty Martyrs in Şahinefendi. Analyses and Restoration (Report 2009), in
The XXXII International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Istanbul, 24-28 May 2010), Ankara 2011, pp. 155-172.
ANDALORO 2011 b
Eadem, International Symposium of Excavations, Survey and Archaeometry (Malatya, 23-27 May 2011), in press.
ASATEKIN1995
G. Asatekin, General framework of conservation activities in Göreme valley, Cappadocia, in The safeguard of the rock-hewn churches of the Göreme valley, Proceedings of an international seminar, (Ürgüp, Cappadocia, Turkey,
5-10 September 1993), Rome 1995: 1-6.
36
Roselli 1995. See also Özçakır and Şhain Güçhan in these proceeding.
298
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Restorasyon Çalışmaları Aracılığı İle Kapadokya Kayalık Kiliselerine Değer Kazandırma Çalışmaları
BOUCHENAKI 2009
M. Bouchenaki, From Rome Centre to ICCROM. Milestones on the Path of the
International Centre, ICCROM Newsletter, 35 (October 2009): 1-4.
CECCHINI
S. Cecchini, ad vocem Paolo Mora, Dizionario Biografico degli Italiani, in press.
DANGAS 1995
I. Dangas, Conservation of mural paintings of the Karanlik Church, Göreme (Turkey), in The safeguard of the rock-hewn churches of the Göreme valley, Proceedings of an international seminar, (Ürgüp, Cappadocia, Turkey,
5-10 September 1993), Rome 1995: 171-180.
DE WITTE 1995
E. De Witte, Conservation of the Göreme rock, in The safeguard of the rockhewn churches of the Göreme valley, Proceedings of an international seminar, (Ürgüp, Cappadocia, Turkey, 5-10 September 1993), Rome 1995:
109-204.
FANTOZZI MICALI 2003
O. Fantozzi Micali (ed.), Intorno al restauro. Monumenti, città, territorio. Scritti
per Piero Roselli, Firenze 2003.
GIOVANNINI 1971
L. Giovannini, Arte della Cappadocia, Nagel 1971.
UNESCO 1983
Göreme land of the fairy Chimneys, UNESCO 1983.
GUERRIERI AND CENTAURO 2005
F. Gurrieri and G. A. Centauro (eds.), Sanpaolesi: il restauro come scienza. Omaggio a Piero Sanpaolesi nel centenario della nascita, Firenze 2005.
JOLIVET-LÉVI 1997
C. Jolivet-Lévy, La Cappadoce: mémoire de Byzance , Paris 1997.
OZIL 1995
R. Ozil, The objectives of the international mural paintings conservation project
(Göreme, 1973-1990) in The safeguard of the rock-hewn churches of the
Göreme valley, Proceedings of an international seminar, (Ürgüp, Cappadocia, Turkey, 5-10 September 1993), Rome 1995: 163-170.
POGLIANI
P. Pogliani, Fra conservazione e valorizzazione. Il piano per il recupero delle chiese
rupestri in Cappadocia (1966-1990), in Terra di Roccia e pittura. La Cappadocia e il Mediterraneo, atti delle Giornate di Studio (Viterbo, 19-21
giugno 2008) a cura di M. Andaloro, in press.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
299
Paola POGLIANI
ROSELLI 1994
P. Roselli, Restoration of rock-hewn churches of the Göreme valley (Cappadocia,
Turkey) and environmental protection, in La conservazione dei monumenti
nel bacino del Mediterraneo: atti del 3° simposio internazionale, Venezia,
22-25 giugno 1994, Fassina, Vasco (ed.); Ott, Heinrich (ed.); Zezza, Fulvio
(ed.), Venezia 1994, 485-492.
ROSELLI 1995
P. Roselli, Historical background of touristic development in the Göreme area
with respect to environmental protection, in The safeguard of the rockhewn churches of the Göreme valley, Proceedings of an international seminar, (Ürgüp, Cappadocia, Turkey, 5-10 September 1993), Rome 1995:
31-40.
ROSELLI 2003
P. Roselli, Rapporto e relazioni sulla Cappadocia: 1966, 1993, 994, in O. Fantozzi
Micali (ed.), Intorno al restauro. Monumenti, città, territorio. Scritti per
Piero Roselli, Firenze 2003: 179-226.
ROSSI 1995
P. P. Rossi, Stability analysis and monitoring of rock-hewn churches in the Göreme valley, in The safeguard of the rock-hewn churches of the Göreme valley, Proceedings of an international seminar, (Ürgüp, Cappadocia, Turkey,
5-10 September 1993), Rome 1995: 125-133.
SPINOSA 2011
A. Spinosa, Piero Sanpaolesi. Contributi alla cultura del restauro nel Novecento,
Firenze 2011.
THIERRY 1991
N. Thierry, Destruction of the sites and mural paintings of Cappadocia: natural
and human causes, in Science, technology, and European cultural heritage, proceedings of the European symposium (Bologna, Italy, 13-16 June
1989), N.; Baer, N.S. (ed.); Sabbioni, C. (ed.); Sors, André I. (ed.), Guildford, Surrey: Butterworth-Heinemann Publishers 1991: 505-510.
TUCKER 2000
H. Tucker, Tourism and The loss of meory in Zelve, Cappadocia, in “Oral History”,
vol. 28, No. 2, Memory and Place (Autumn 2000): 79-88.
SCHWARTZBAUM 1986
P. M. Schwartzbaum, The conservation of the Mural Paintings in the Rock-Cut
Churches of Göreme, in A. Wharton Epstein, Tokalı Kilise. Tenth-century
metropolitan art in Byzantine Cappadocia, Washington DC 1986: 52-57.
300
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Restorasyon Çalışmaları Aracılığı İle Kapadokya Kayalık Kiliselerine Değer Kazandırma Çalışmaları
SCHWARTZBAUM 1995
P. M. Schwartzbaum, The ICCROM project for conservation of mural paintings in
the rock churches of the Göreme valley (1971-1983), in The safeguard of
the rock-hewn churches of the Göreme valley, Proceedings of an international seminar, (Ürgüp, Cappadocia, Turkey, 5-10 September 1993), Rome
1995: 187-202.
YORULMAZ, ÇILI, AHUNBAY 1989
M. Yorulmaz, M. and F. Çili, and Z. Ahunbay, Structural consolidation of El Nazar
church, Cappadocia, Turkey, in Structural repair and maintenance of historical buildings, Southampton; Basel: Computational Mechanics Publications; Birkhäuser, 1989: 361-370.
Archives - ICCROM Library, Rome
Tourism development and conservation of sites and monuments of some regions
in Turkey. ICCROM, Mission Turquie, 1965.
Tourism development and enhancement of historical sites and monuments in
Cappadocia, Pamphily and the region of Izmir. ICCROM, Mission Turquie,
1966/1.
Preliminary research into the performance of pencapsula and polyvinyl acetate coatings as field conservation media for building materials: a re-examination
of the Goreme problem. ICCROM, Mission Turquie, 1969/1.
Dossier concerning a project of restoration of the mural paintings of Göreme,
May 1971. ICCROM, Mission Turquie, 1971/2.
Programme for the conservation of the rock churches in the Göreme area. ICCROM, Mission Turquie, 1972/1.
Eglise de Tokali. Goreme. Mission septembre - octobre 1973. ICCROM, Mission
Turquie, 1973/1.
J. Burckhardt, Rapport de la deuxième mission à Göreme en Turquie, 13 septembre - 28 octobre 1974: église de Tokali. ICCROM, Mission Turquie,
1974/1.
J. Granier, Etude de la conservation structurale du site de Göreme. ICCROM,
Mission Turquie, 1974/2.
I. Dangas, Rapport de la troisième mission à Göreme en Turquie, 7 septembre
- 26 octobre 1975. (complément aux rapports de J. Burckhardt et R. Bouquin). Eglise de Tokali. ICCROM, Mission Turquie, 1975/2.
R. Bouquin, Rapport de la troisième mission à Göreme Cappadoce, Turquie, du 7
septembre au 27 octobre 1975. Travaux exécutés dans les églises de Tokali
et Elmali. ICCROM, Mission Turquie, 1975/2.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
301
Paola POGLIANI
Bouquin, Robert ; Dangas, Isabelle ; Robouch, Tatiana ; Schwartzbaum, Paul M,
Interim project report: the conservation of rock churches in the goreme
area, Turkey. ICCROM, Mission Turquie, 1976/1.
Schwartzbaum, Paul M ; Silver, Constance, Conservation of the churches in the
goreme valley, turkey. 1977 and 1978 mission report. ICCROM, Mission
Turquie,1978/2.
I. Dangas, Conservation des peintures de l’eglise de goreme. Mission, iccrom, 3
septembre - 3 octobre 1980. ICCROM, Mission Turquie,1980/1.
Goreme Turchia. Chiesa di Karanlik, chiesa di El Nazar. Indagini sui materiali costitutivi. ICCROM, Mission Turquie, 1982/1.
Zari D., Gorëme, Karanlik Kilise. Mission report September 1981. ICCROM, Mission Turquie, 1981/2.
I. Dangas, Goreme. Rapport des missions 1984 et 1985 + traitements de conservation et restauration. Tomes i-ii-iii. ICCROM, Mission Turquie, 1985/2.
Goreme, structural consolidation, ICCROM mission, 8-14 sept. 1985. ICCROM,
Mission Turquie, 1985/3.
O. Revza, Conservation of the wall paintings of Karanlik church, Gorëme. ICCROM, Mission Turquie, 1985/4.
Malliet, Jef; Rossi, Pier Paolo, Göreme, Structural consolidation. Mission report,
July 28-August 2, 1986, ICCROM, Mission Turquie, 1986/2.
Structural conservation of Göreme. Project findings and recommendations. ICCROM, Mission Turquie, 1988/1.
I. Dangas, Göreme (Turquie): rapport des missions 1981 à 1990. Traitements
de conservation et restauration. Tome I: rapport; Tome II: documentation
graphique; Tome III: documentation photographique. ICCROM, Mission
Turquie, 1990.
302
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
I. DÜNYA SAVAŞINDA BAKÜ CEPHESİNDE VEFAT EDEN
NEVŞEHİRLİ ŞEHİTLER
MARTYRS FROM NEVSEHIR WHO DIED DURING THE FIRST
WORLD WAR IN BAKU FRONT
Parvana BAYRAM*
ÖZET
1918 yılında Ermeniler, Rusların ve İngilizlerin desteğini alarak
Azerbaycan’ın Bakü, Salyan, Şamahı, Aksu, Kürdemir ve diğer bölgelerinde katliam yaparak sivil halka divan tutmaya başlar.
Azerbaycan’daki Müsavat partisinin lideri olan Mehmed Emin Resulzade askeri yardım istemek amacıyla Osmanlı Devleti’ne gelerek
burada çeşitli temaslarda bulunur. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti Kafkasya, Çanakkale, Sina ve Filistin, Hicaz-Yemen,
Irak- İran, Galiçya ve Makedonya olmak üzere aynı anda toplam
sekiz ayrı cephede savaşmaktaydı. Kendisi de çok zor durumda
olan ve aynı anda birkaç cephede savaşan Osmanlı Devleti, Nuri
Paşa komutasında Kafkas İslam Ordusu adı altında bir ordu kurarak
Azerbaycan’a yardıma gönderir. Kafkas İslam Ordusu, Ermeniler tarafından işgal edilen Azerbaycan topraklarını, özellikle Bakü şehrini
15 Eylül 1918 yılında Ermeni, Rus ve İngiliz askerlerinden kurtarır.
Bakü cephesindeki bu savaşa Osmanlı Devletine bağlı bütün bölge
ve eyaletlerden askerler katılmış ve bu askerlerin birçoğu Azerbaycan topraklarında şehit olmuştur. Halen Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde mezarları evliya mezarı gibi ziyaret edilen çok sayıda Türk
şehidinin mezarı bulunmaktadır.
Bu bildiride Azerbaycan’da savaşarak şehit olan Nevşehirli askerlerden bahsedilecektir.
Anahtar Kelimeler: I. Dünya Savaşı, Bakü cephesi, Nevşehirli şehitler.
* Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları
Bölümü, e-posta:[email protected], [email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
303
Parvana BAYRAM
ABSTRACT
In 1918, Armenians, with the support of Russians and the English,
started to torture the Azerbaijan people after making genocide in
the some parts of Azerbaijan such as Baku, Salyan, Şamahı, Aksu,
Kurdemir.
Mehmed Emin Resulzade, the leader of the Musavat (Equity) Party
in Azerbaijan, paid a visit to Ottoman Empire in order to get military
help and he made some connections there. During the First World
War Ottoman Empire was battling in eight different fronts. These
were The Caucasus, Canakkale, Sina and Palestine, Hejaz-Yemen,
Iraq, Iran and Galicia fronts. Ottoman Empire which was in a difficult situation and which was battling in different fronts, after constituting an army called Caucasian Islam Army under the command
of Nuri Pasha sent it to Azerbaijan to help them. Caucasian Islam
Army saved the Azerbaijan land occupied by the Armenian. The
army saved the city of Baku from Armenian, Russian and English
soldiers on September 15th.
Soldiers from every state and region of Ottoman Empire attended
to this war which was on Baku front and most of them were martyred in Azerbaijan land. In different parts of Azerbaijan, there are
still so many graves of Turkish martyrs which are visited as if they
are the graves of the Saint. In t is edict, we will talk about the
martyrs from Nevsehir who died while battling in Azerbaijan.
Key Words: First World War, Baku Front, Martyrs from Nevsehir.
“Qardaş Azәrbaycan Türkünün mәnafeyi hәr bir Türk üçün müqәddәsdir.
әgәr Azәrbaycanın azadlığı yolunda yeni qurbanlar lazım olarsa, ona da
hazırıq”. Nuri Paşa
I. Dünya Harbi Sırasında Kafkas İslam Ordusu’nun Kurulması ve Amacı
1. Dünya Harbi devam ederken Rusya’da Bolşeviklerin hâkimiyete gelmesi
sonucunda Kafkaslar iyice karışır. Zengin petrol kaynakları ile Bolşevik Rusya’sının, İngilizlerin ve Almanların iştahını kabartan Bakü, alınması gereken
önemli bir nokta olarak görülür. Bu sırada, 1915 yılından itibaren Transkafkasta her birinde 1000–1200 atlı süvarisi olan Ermeni birlikleri de oluşturulur ve “Büyük Ermenistan” hayaliyle Azerbaycan’ın ve Anadolu’nun
birçok yerinde Türkleri katletmeye başlar. Daha 1905 yılından itibaren
Azerbaycan’da Ermeni katliamları başlamış bulunmaktaydı. Böyle karışık bir ortamda Azerbaycan Türklerinden oluşan Difai teşkilatı üyeleri
304
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
I. Dünya Savaşında Bakü Cephesinde Vefat Eden Nevşehirli Şehitler
1915 yılında gizlice Enver Paşa ile görüşmüş ve Osmanlı orduları Güney
Azerbaycan’a gireceği takdirde, Kuzey Azerbaycan’da ve Dağıstan’da aynı
anda Difai’lerin de bağımsızlık mücadelesine başlaması konusunda anlaşmışlardı. Ermenilerin süratle silahlanması, Bolşevik Rusya’sının ve İngilizlerin Bakü’de çöreklenmesi gibi sebeplerden dolayı 1917 yılından itibaren
Transkafkas Komiserliği tarafından Müslüman Harbi Birleşmeleri adı altında General Ali Ağa Şıhlinski başkanlığında bir ordu kurulmuştur. Bu ordunun merkezi komutanlığı Tiflis’te bulunmaktaydı (Tekleli; Rıhtım, 2008: 9).
İngiliz, Alman, Bolşevik Rusyası ve Ermeni saldırısı karşısında kalan Azerbaycan Türkleri 1917 yılından itibaren bağımsızlık isteklerini çeşitli platformlarda dile getirmeye başlarlar. Hatta bunun için Musul’a gidilerek
gizlice Enver Paşa ile görüşmeler bile yapılır (Görüryılmaz, 2009: 95). Bu
temaslar devam ederken Ermenilerin lideri Stepan Şaumyan Bakü’de Bolşeviklerle birleşerek Bakü Sovyeti’ni kurup başkanlığı eline alır.
30 Mart-1Nisan 1918 tarihinde Ermeniler Ruslarla ve Bakü’deki diğer Hıristiyan azınlıklarla birleşerek Müslüman Türk halkını katletmeye başlarlar.
Sadece Bakü katliamında 20 bin insan katledilir. Ermeni süvari desteleri
ve İran cephesinden dönen Rus askerleri birleşerek Azerbaycan’ın diğer
bölgelerinde de katliamlar yapmaya devam ederler. Arka arkaya Şamahı
(3–16 Nisan 1918; 8000 insan katledilmiştir), Göyçay, Kürdemir, Ağsu,
Quba (21Nisan -1Mayıs 1918, üç bin insan katledilmiştir) ve diğer yerlerde
günahsız halka her türlü işkence, hakaret ve soykırım uygulanır. Yollar ve
sokaklar cesetlerden geçilemez hale gelir (Görüryılmaz, 2009: 98).
Ermeni katliamlarının durdurulması ve Azerbaycan şehir ve kasabalarının
Ermenilerden temizlenmesi için Azerbaycan heyeti Osmanlı devletinden
yardım ister. Osmanlı Sultanı V.Mehmet Reşat’ın fermanı ile Musul cephesinde bulunan Nuri Paşa, Kafkas İslam Ordusu’nun kumandanı tayin
edilerek maiyetindeki VI. ordudan 149 subay ve 488 erle birlikte 8 Nisan
1918 yılında Azerbaycan’a hareket eder (Görüryılmaz, 2009: 103). Tebriz,
Nahçivan, Karabağ yolu ile Azerbaycan’a giren Nuri Paşa Gence’ye varır.
Kısa zamanda burada acil savaş stratejisi belirleyerek Azerbaycan Türklerinden oluşan birlikleri de Qafqaz İslam Ordusu’nun terkibine katar, ayrıca
Anadolu’dan sürekli takviye güç alır. Nuri Paşa’nın ilk işi Gence’deki Ermenilerin silahlarını toplatmak olur. Bu sırada şehirdeki Ermeniler direniyor ve
18 Türk askeri şehit olur. Ermeniler bu şehitlerin birçoğunun daha canını
teslim etmeden burun, kulak ve çeşitli organlarını keserek çeşitli işkence
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
305
Parvana BAYRAM
ve hakaretlerde bulunur, hatta yaralı bir askerin göğsünde ateş yakarak
akla hayale gelmedik zulümler yaparlar. Nuri Paşa, halkın bu işkenceleri
görüp bir anda galeyana gelmemesi için cesetleri üç gün halktan saklatır
ve üç günden sonra şehitlerin cenazesi Gence’deki Şah Abbas mescidi
avlusuna defnedilir (Görüryılmaz, 2009: 110,; Tekleli, Rıhtım, 2008: 31).
Qafqaz İslam ordusu 8 Haziran 1918 yılında ilk savaşına Kürdemir’den
başlar. Çok zor şartlarda yapılan savaşlarda Türk askerleri bazen savaştan
değil susuzluktan daha çok ıstırap çeker. Nihayet zorlu dövüşlerden sonra
çok sayıda şehit verilerek Kürdemir, Göyçay, Ağsu, Şamahı, Salyan şehirleri
düşmandan temizlenir, daha sonra ordu Şamahı’dan Bakü’ye kadarki Mereze, Hacıqabul istikametinde hareket ederek Bakü’ye yaklaşır.
8 Haziran 1918 yılında başlayan savaş 15 Eylül 1918 yılına kadar aralıksız
4 ay devam eder. Bakü’nün alınması çok zor olur. Şaumyan’ın yönetimindeki Bolşevik hükümeti kendi kendini fesheder ve yerine 1 Ağustos 1918
yılında Ermenilerin uydurma Sentrokaspi (Merkezi Hazar) devleti kurulur.
Lideri yine Şaumyan olan bu uydurma devletin 01 Ağustos–15 Eylül tarihleri arasında olmak üzere bir buçuk ay ömrü olur.
İlk Bakü hücumu 5 Ağustos 1918 yılında gerçekleşir. Bakü petrolünde
gözü olan Avrupa devletleri ve Bolşevik Rusya kendi aralarında birleşerek
Türklerin biran önce Kafkaslardan çıkarılmasını isterler. Rusya Almanya’ya,
Almanya da Osmanlı Devleti’ne nota vererek Bakü hücumunun durdurulmasını isteseler de Enver Paşa oluşan karışık durumdan istifade ederek
onlara aldırmaz ve bir an önce Bakü’nün kurtarılmasını emreder. Kanlı dövüşlerden sonra 15 Eylül’de Bakü Ermenilerden, Bolşevik Rus Birliklerinden
ve İngilizlerden temizlenmiş olur.
Kaynaklara göre, sadece 5 Ağustos Birinci Bakü etrafındaki dövüşlerde
düşman tarafın 2000 kaybı olmuş, Kafkas İslam Ordusundan ise 9 subay,
139 er şehit olmuş, 19 subay, 444 er yaralanmıştır (Rıhtım, Süleymanov,
2008: 201). Bakü’yü kurtarmak için yapılan savaşlarda tahmini olarak
8000 Osmanlı ve 6000–7000 civarında Azerbaycan askerinin savaştığı
kaydedilmiştir (Tekleli, Rıhtım, 2008: 84).
14 Eylül 1918 tarihinde Bolşevikler, İngiliz generali Denstervil ve Sentrokaspi hükümeti liderleri Bakü’den kaçarlar. Bakü gibi stratejik öneme
sahip bir şehrin düşmanlardan temizlenmesi önemli bir olaydı. Bu münasebetle Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin başkanı olan Mehmed
306
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
I. Dünya Savaşında Bakü Cephesinde Vefat Eden Nevşehirli Şehitler
Emin Resulzade konuşmasında şöyle söylemiştir: “Azәrbaycan xalqının
tarixindә bu gün, 28 May qәdәr böyük bir dәyәrә malikdir. 28 Mayda
Cümhuriyyәtin istiqlalı bütün cahana elan edilmişsә, 15 sentyabrda bu
istiqlal maddәtәn tәyid olunmuş, Azәrbaycan hökumәti öz tәbii mәrkәzinәә
müvәffәqiyyәtlә daxil olmuşdur” (Aşırlı, 2007:3).
Bakü alındıktan sonra 28 Mayıs 1918 yılında kurulan ve merkezi Gence’de
yerleşen Azerbaycan Xalq Cumhuriyeti Bakü’ye taşınır. Bunun peşi sıra
Kafkasİslam ordusu da karargâhını Bakü’ye taşır.
Daha yapılacak çok iş vardır. Ermeni süvarilerinin önemli bir kısmı Esgeran
geçidini kapatarak Şuşa’yı muhasaraya almışlardır. Nuri Paşa, ordunun bir
bölüğünü oraya sevk ederek kanlı savaşlardan sonra Karabağ’da-özellikle
Şuşa’da bulunan 20 000 Azerbaycan Türkünü Andronik’in başkanlığındaki Ermeni katliamcılarından kurtarıyor. Bu sırada Biçeharov komutasındaki
Rus ordusunun bir kısmı Dağıstan’da bulunmaktadır ve bu yeni kurulan
Azerbaycan Devleti için büyük bir tehlike olarak görülmektedir. Nuri Paşa
Kafkasİslam Ordusu’nun bir kısmını 1 Ekim 1918 yılında Dağıstan’a gönderir ve sırasıyla Dağıstan ve Mahaçkale şehirleri Ruslardan kurtarılarak
burada da bağımsız bir cumhuriyet kurulunca Azerbaycan’ın Kuzey sınırları da güvenceye alınmış olur. Nuri Paşa’nın emriyle Rus, İngiliz ve Ermenilerden temizlenen her yerde millî hâkimiyet ve ordu kuruluyor.
Bu sırada Osmanlı devlet kabinesinde çıkan karışıklık üzerine 13 Ekim
1918 yılında İttihat ve Terakki Fırkası mensubu olan Talat Paşa istifa ederek hâkimiyeti İzzet Paşa kabinesine devreder (Hasanlı, 1998: 149). Bu
durumda Enver Paşa’nın Harbiye nazırlığı da bitmiş olur
Bu sırada Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Almanya, Bolşevik Rusya ile
gizli bir anlaşma yapar. Bu anlaşma gereği Rus Devleti Kafkaslara üçüncü bir devleti sokmadan Bakü’yü işgal edeceği takdirde Bakü petrolünün
dörtte birinin de Almanlara verileceğini vaat eder (Hasanlı, 1998: 132).
Bu sebeple de Almanya, Osmanlı devletine nota vererek kısa zamanda
Osmanlı Ordusunun Kafkaslardan çıkarılmasını ister. 30 Ekim 1918 yılında
yapılan Mondros Antlaşması gereğince Osmanlı Devleti’nin, I. Dünya Savaşında mağlup sayılarak İran ve Rusya’da fethettiği bütün topraklardan
ordularını çekmesi gerekiyordu. Bakü’deki Osmanlı ordularının çıkarması
için ise sadece bir hafta süre tanınmıştı (Hasanlı, 1998: 154).3 Aralık 1918
yılında sonuncu Osmanlı askerleri Bakü’den ve bütün Kafkas cephesinden
ayrılarak Anadolu’ya geri döner ve kısa sürede buradaki bölgeler Rusların
ve İngilizlerin işgaline uğrar.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
307
Parvana BAYRAM
12 Ocak 1920 yılında müttefik devletlerin tamamı Azerbaycan’ın bağımsızlığını resmen tanıyor. Bu arada İngilizler Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu bildirirler. Bu durumda Ermeniler 23 Mart 1920 yılında
Karabağ’da Azerbaycan’a karşı isyan başlatırlar. Yeni Kurulan Azerbaycan ordusu bu isyan sırasında zayıflayınca Rusların XI. Kızıl Ordu birlikleri Azerbaycan’daki Kommunist Türklerin de yardımıyla 26 Nisan 1920
yılında Azerbaycan’ın Kuzey sınırlarını ihlal ederek 27 Nisan 1920 günü
önce Bakü’yü, arkasından bütün Azerbaycan’ı işgal eder ve Neriman
Nerimanov’un başkanlığında Sovyet Azerbaycan’ı ilan edilir. Azerbaycan
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, 1922 yılından itibaren Transkafkas Federasyonuna katılır. 1936 yılından sonra ise on beş cumhuriyetten oluşan Sovyetler Birliği’nin terkibine sokulur (Görüryılmaz, 2009: 17).
Bu işgalden bir ay sonra Azerbaycan Milli Ordusu askerleri 26 Mayıs
1920 tarihinde Gence’de isyan başlatır ve 31 Mayısta kanla yatırılan bu
isyanda 13 binden fazla Azerbaycanlı asker şehit olur. Bu isyandan sonra Karabağda’da 29 Mayıs–13 Haziran tarihleri arasında başka bir isyan
başlar. Yöneticileri Nuri Paşa ve Albay Zeynalov olan bu isyan da kanla bastırılır. Milli Ordunun bir alay oluşturacak sayıda askeri Samed Bey
Saygın’ın komutasında Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’ye katılır ve
Kafkas Cephesi’nde Ermenilere karşı önemli zaferler kazanılır.
Kafkas İslam Ordusu’nun Bakü’den ve bütün Kafkaslardan çıkması kesinleşince, o dönemde Gence şehrinin belediye başkanı olan Hasan Bey, ordu
komutanlarından Nuri Paşa, Mürsel Paşa, Süleyman İzzet Bey’in ve şehir ileri
gelenlerinin bulunduğu bir veda yemeği verir. Yemek sırasında oldukça duygu yüklü konuşmalar yapılır, ordu mensuplarına şükran duyguları sunulur. Bu
sırada, Nuri Paşa koltuk ağacı ile yürüyen Gazi Süleyman İzzet Bey’i takdim
ederek onun, Bakü’nün kurtarılması uğrunda büyük fedakârlıkla dövüşen 38
ve 56. alayların tabi olduğu 15. piyade alayının kumandanı olduğunu ve daha
sonra Dağıstan ve Mahaçkale’yi de kahramancasına düşmanlardan temizlediğini bildirir. Süleyman İzzet Bey kısa bir konuşma yaparak şöyle der:
“Yollarda gәlәrkәn heç bir şәhid mәzarı görmәdim. Bu şәhidlәrimizi toplayın vә münasib bir yerdә dәfn edin. Bu şәhidlәr içindә, heç olmazsa
zabitlәrimizin adlarını vә şәkillәrini hәrbi hissәlәrdәn istәyin. Mәmlәkәtinizin
istiqlalı uğrunda bu qәhrәman silah yoldaşlarımızı gәlәcәk tarixinizә yazın.
Bunu, xüsusilә, bәlәdiyyә sәdrindәn rica edirәm”. Belediye başkanı kısa zamanda bu işi yapacaklarına dair söz verir (Görüryılmaz, 2009; 344).
308
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
I. Dünya Savaşında Bakü Cephesinde Vefat Eden Nevşehirli Şehitler
Böylece, Azerbaycan Türklerinin bağımsızlığı uğrunda ilk şehidini Gence’de
toprağa gömen Kafkas İslam Ordusu, sırasıyla Göyçay-Qarameryem, Bığır
Köyü, Ağsu, İsmayıllı-Hacıhetemli, Kürdemir, Salyan, Quba, Şamahı, Mereze, Acıdere, Bakü, Neftçala, Merdekan, Novxanı, Şeki ve Azerbaycan’ın
daha birçok yerinde ölümüne savaşarak zaferler kazanmış, savaş sırasında
şehitler vermiştir. Hala bu bölgelerde Türk şehitlerinin mezarları bulunmakta ve halk tarafından ziyaret edilmektedir.
Ne yazık ki Mondros Antlaşması sonucunda, bu kadar kan pahasına elde
edilen bağımsızlık kısa sürede elden çıkar ve bölgeye 70 yıllık Rus baskısı
hâkim olur. Sovyet döneminde bağımsızlığını tekrar elde etmek uğrunda
mücadele eden Azerbaycanlı aydınlar, ordu mensupları teker teker yakalanarak hepsi kurşuna diziliyor. Bu konuda eserler yazan, Azerbaycan, Türkiye ve Türk dünyası ile ilgili mevzulara temas eden bütün şair ve yazarlar
öldürülüyor veya Sibirya’ya sürülüyor.
Yetmiş yıllık süreçte yapılan bunca mankurtlaştırma siyasetine, katliamlara
rağmen Azerbaycan Türkleri 1918 yılında çok zor şartlarda Anadolu’dan
gelerek kendilerini Ermeni katliamından kurtaran kardeşlerini, Kafkas İslam Ordusu askerlerini asla unutmamıştır. Bu süreçte, her türlü Rus baskısına rağmen savaş güzergâhı boyunca vefat eden şehitlerin bazısının mezarlarına türbe yapılmış ve bu mezarlar birer evliya mezarı gibi günümüze
kadar korunarak ziyaret edilmiştir. Azerbaycan hükümeti, Bakü’de vefat
eden Kafkas İslam Ordusu şehitleri anısına Mehmetçik Anıtı yaptırırken
meşhur Azerbaycan şairi Ahmet Cevad, Azerbaycan’daki Osmanlı şehitlerine alt başlıklı şiiriyle bu şehit mezarlarına şöyle hitap etmiştir:
Qalx! Qalx, sarmaşıqlı mezar altından,
Gelmiş ziyarete qızlar, gelinler.
Ey kervan keçidi yollar üstünde,
Her gelen yolcuya yol soran esger
Senin qovduqların yabancı xanlar,
Qurtardı ölkemi tökdüyün qanlar,
Bax, nasıl öpmekde tozlar, dumanlar,
Qerib mezarını benle beraber.
Senin qanından mı düzlerde böyle
Qüdret bitirmişdir sayılmaz lale,
Dost elinden qopdu bir yanıq nale,
Yoxsa o nalenin ruhu mu söyler?
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
309
Parvana BAYRAM
Keçerken göylerden bir qatar durna,
Ağlar buraxdığın gözleri sorma,
Bax, doğru çıxmaqda gördüyün rüya,
Beslediyin emel bu gün gülümser.
Çarıqlı qardaşın sadedil köylü,
Geldi mezarına bir örük ördü,
Toplanıb baş-başa her üçü, dördü,
Her gün köylü qızlar derdini dinler (Kösoğlu, 1993: 337)
Azerbaycan Cumhuriyeti liderlerinden Feteli Xan Xoyski ise 1918 yılında,
Nuri Paşa Hazretleri şerefine verilen yemekte “Ne bu qan, ne bu qan tökülen mübarek yerler heç vaxt unudulmaz ve xatirden çıxmaz” diyerek Kafkas İslam Ordusu’nun Azerbaycan Türklerine yaptığı bu kardeş yardımının
asla unutulmayacağını bildirmiştir (Tekleli, Rıhtım, 2008: 93).
I. Dünya Savaşı Sırasında Vefat Eden Nevşehirli Şehitler
I. Dünya Harbi sırasında Nevşehir toplam 1069 şehit vermiştir1. Bu şehitlerden bazıları Kafkas cephesinde, özellikle Dağıstan ve Azerbaycan’da
vefat etmişlerdir. Sadece Şark-Kafkas cephesinde toplam 57 Nevşehirli şehidimiz bulunmaktadır. Kafkas İslam Ordusu terkibinde sadece
Azerbaycan’da şehit olan Nevşehirlilerin sayısı, şimdiki tespitimize göre
beştir. Bu bilgileri daha çok Milli Savunma Bakanlığının hazırlamış olduğu
beş ciltlik Şehitlerimiz Ansiklopedisi’ne ve Azerbaycan’da konu ile ilgili
yapılmış önemli çalışmalara istinaden vermekteyiz2. Azerbaycan’da hazırlanan “Kafkas İslam Ordusunun Şehitleri” listesinde Anadolu’dan ve
Azerbaycan’dan olmak üzere toplam 938 şehit hakkında bilgi bulunmaktadır (Rıhtım,;Süleymanov, 2008:435).
1
Savaş sırasında kaybolanlar, yollarda vefat edenler ve gaziler bu sayının dışındadır. Burada sayıda
sadece savaş meydanında şehit olanlar kastedilmektedir. Şehitlerimiz, 5 ciltte. 4cilt. Sah. 279. Milli
Savunma Bakanlığı, Ankara 1998.
2 Bu çalışmalardan bazıları şunlardır:
Tekleli, Minaxanım; Rıhtım, Mehmet: Qafqaz İslam Ordusunun Xronologiyası, Qafqaz Üniversitesi,
Qafqaz Araştırmaları İnstitutu, Bakı, Nurlar Neşriyyatı, 2008.
Azerbaycan Xalq Cümhuriyyeti Ve Qafqaz İslam Ordusu, Bakı, Qafqaz Universiteti Qafqaz Araşdırmaları İnstitutu Nәşriyyatı No: 006. Aşırlı, Akif, Cümhuriyyәt Dövrü Mәtbuatında Qafqaz İslam
Ordusu, Bakı, Nurlan, 2007. İnceleme-Araştırma-Tarih 16.
Gürbüz, Tuncer, Nevşehir’in Birinci Dünya Savaşındaki Şehitleri, “Geçmişten Geleceğe Nevşehir” Kültür ve Tarih Araştırmaları, Mart 2011, YIL:6, sayı14. s.29–43.
Görüryılmaz, Mustafa, Türk Qafqaz İslam Ordusu Vә Ermәnilәr (1918), Bakı, Qismet, 2009.
Süleymanov, Mehman, Azәrbaycanda Türk Şәhidliklәri, Hәrbi Nәşriyyat, Bakı, 2000.
Süleymanov Mehman, Qafqaz İslam Ordusu vә Azәrbaycan, Hәrbi Nәşriyyat, Bakı, 1999.
310
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
I. Dünya Savaşında Bakü Cephesinde Vefat Eden Nevşehirli Şehitler
Araştırmalarımız sonucunda Kafkas İslam Ordusu terkibinde savaşarak vefat eden Nevşehirli şehitlerin daha çok Bakü cephesinde vefat ettiklerini
tespit ettik.
1918 yılında Bakü cephesinde savaşan Nevşehirli şehitlerle ilgili bilgiler
sırasıyla şöyledir:
1. I. Dünya savaşında Kafkas Cephesinde Kara Kuvvetlerinde 0. orduda 0
kolorduda 0. Fırkada,13. alayın 46. taburunda 3.bölükte, nesil adı veya
lakabı bilinmeyen, baba adı Mehmet kendi adı da Mehmet olan piyade
asker Hicri Takvimle 1301- (Miladi 1883–84) doğumlu Nevşehirli - Mehmet oğlu Mehmet. Şehitlerimiz kitabında rütbesi belli değil, er-yani asker, ilçesi Hacıbektaş, bucağı-Merkez, köyü- Büyük kışla. Bu şehidimiz, 05
Ağustos 1918 yılında Bakü civarındaki dövüşlerde vefat etmiştir. Askerlik
şube kaydının bulunduğu yer Mucur’dur. (Şehitlerimiz, 1998; 270–271;
Rıhtım,;Süleymanov, 2008;419.
2. I. Dünya savaşında Kafkas Cephesi’nde Kara Kuvvetlerinde 0. orduda
0 kolorduda o. Fırkada,13. alayın 46.taburunda 3. bölükte, nesil adı veya
lakabı bilinmeyen baba adı Kara Veli oğlu, kendi adı ise Mustafa olan
piyade asker Hicri Takvimle 1308 (Miladi 1890–91) doğumlu Nevşehirli - Kara Veli oğlu Mustafa. Bu askerimiz de 05 Ağustos 1918 yılında Bakü civarındaki dövüşlerde şehit olmuştur. Bucağı, köyü, özel birliği
tespit edilmemiştir. Askerlik şubesindeki kaydında Nevşehir yazmaktadır.
Vefat ettiğinde 28 yaşlarındadır (Şehitlerimiz, 1998; 264–165.; Rıhtım,;
Süleymanov, 2008; 419).
3. I. Dünya savaşında Kafkas Cephesinde Kara Kuvvetlerinde 0. orduda 2.
kolorduda 5. Fırkada, 9. alayın 27. taburunda 3. bölükte, nesil adı veya
lakabı bilinmeyen baba adı Ali, kendi adı da Osman olan piyade asker
Hicri 1310 (Miladi 1892–93) doğumlu Nevşehirli - Ali oğlu Osman. 19
Ağustos 1918 yılında Akbulak savaşında şehit olmuştur. Askerlik şubesi
kaydı Nevşehir’dedir. Bucağı, köyü, sınıf belli değil, rütbesi erdir (Şehitlerimiz, 1998; 264-265; Rıhtım,;Süleymanov, 2008;419).
4. I. Dünya savaşında Kafkas Cephesinde Kara Kuvvetlerinde 0. orduda 0.
kolorduda 0. Fırkada, 0. alayın 60. taburunda 2. bölükte, nesil adı veya lakabı Karataş olan, baba adı Abdullah, kendi adı da Raşit olan piyade asker
Hicri 1297 (Miladi 1879–1880) doğumlu Nevşehirli - Karataş Abdullah
oğlu Raşit. Bu şehidimizle ilgili Şehitlerimiz Ansiklopedisi’nde bilgi bulamadık. Yalnız Azerbaycan kaynaklarında Raşit Abdullah oğlu Karataş’ın
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
311
Parvana BAYRAM
Ürgüp merkeze bağlı Uçhisar’dan olduğu ve 29 Ekim 1918 yılında Bakü
civarında şehit düştüğü hakkında kayıtlar bulunmaktadır3.
5. I Dünya savaşında Kafkas Cephesinde Kara Kuvvetlerinde 0. orduda 2.
kolorduda 5. Fırkada, 13. alayın 4. taburunda 3. bölükte, nesil adı veya
lakabı Emirze oğulları olan, baba adı Osman, kendi adı Veli olan sınıfı
bilinmeyen er Hicri 1302 (Miladi 1884–1885) doğumlu Nevşehirli - Emirze oğullarından Osman oğlu Veli. İlçesi- Hacıbektaş, Bucağı-merkez,
köyü-Karaova, askerlik şubesi- Mucur. Bu şehidimiz de 30 Temmuz 1918
yılında Bakü Şimal Grubu Yanardağı’nda şehit olmuştur. (Şehitlerimiz,
1998; 270–271.; Rıhtım,; Süleymanov, 2008; 419).
Sonuç olarak, yaptığımız araştırmalara göre I. Dünya Harbi sırasında Bakü
Cephesi’nde beş Nevşehirli asker şehit olmuştur. Azerbaycan ve Anadolu
kaynaklarına dayanarak bu şehitlerimizin isimleri şöyledir:
Piyade asker Mehmet oğlu Mehmet, piyade asker Kara Veli oğlu Mustafa,
piyade asker Ali oğlu Osman, piyade asker Karataş Abdullah oğlu Raşit, er
Emirze oğullarından Osman oğlu Veli.
Çalışmamızda bu şehitlerin doğum yılı, nereli oldukları, hangi yılda ve hangi cephede vefat ettikleri ile ilgili bilgiler verdik. Amacımız bundan sonra
da bu çalışmaların titizlikle devam etmesidir. Nevşehir’in çeşitli ilçelerinden
olan bu şehitlerimizin artık kaçıncı kuşaktan olursa akrabalarına, varsa çocuklarına, torunlarına ulaşılarak bilgi alış verişinde bulunarak dedelerinin
Azerbaycan topraklarında ebediyet uykusunda uyuduklarını bildirmektir.
Anadolu’nun bağrından çıkarak Kafkas İslam Ordusu terkibinde Kafkaslarda çarpışan, can veren bu şehitlerimiz ölümleri ile Azerbaycan-Türkiye
kardeşliği konusunda bir tarih yazmışlardır. Bunun unutulmadan yetişen
nesillere şuurlu bir şekilde iletilmesi bizim borcunuzdur. Evlatlarımız bu
tarihi gerçekleri öğrenmeli ve sırası geldiğinde atalarından tevarüs ettikleri
bu kahramanlık mirasını bir sonraki nesle devretmelidirler.
Kaynaklar
Aşırlı, Akif (2007), Cümhuriyyәt Dövrü Mәtbuatında Qafqaz İslam Ordusu, İnceleme-Araştırma-Tarih 16. Nurlan, Bakı.
3
Burada ilginç bir durum var: 15 Eylül’de Bakü işgalden azad edilmiş ve düşmanlar ülkeden kovulmuşlardır. Bir ihtimal askerimiz, kıyıda köşede kalan düşman birlikleri ile savaşta şehit olmuştur.
Kayıtlarda Bakü cephesi yazdığı için kanaatimizce Bakü’de kalan diğer düşman gruplarıyla çatışma
sırasında vefat etmiştir.
312
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
I. Dünya Savaşında Bakü Cephesinde Vefat Eden Nevşehirli Şehitler
Avşar, Abdülhamit (2007), Türkiyenin İstiqlal Müharibesinde Azerbaycan Türkleri,
Azerbaycan Atatürk Kültür Merkezi, AzAtaM, Bakı.
Bardakçı, Murat (2008), Talat Paşa’nın Evrak-ı Metrukesi. Everest Yayınları, İstanbul.
Görüryılmaz, Mustafa (2009), Türk Qafqaz İslam Ordusu Vә Ermәnilәr (1918),
Qismet, Bakı.
Gürbüz, Tuncer (2011), Nevşehir’in Birinci Dünya Savaşındaki Şehitleri, “Geçmişten Geleceğe Nevşehir” Kültür ve Tarih Araştırmaları, Mart, YIL:6, sayı14. s.
29–43.
Hasanlı, Cemil (1998), Azerbaycan Tarihi. 1918–1920-Türkiye’nin Yardımından
Rusya’nın İşgaline Kadar, (çev. Aslan Erturun), Azerbaycan Kültür Derneği Yayınları. Ankara.
Kösoğlu, Nevzat (1993), Başlangıcından Günümüze Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, Azerbaycan Edebiyatı, Kültür Bakanlığı Yay. Cilt 4. Ankara.
Qasımlı, Musa (2000). Birinci Dünya Müharibәsi İllәrindә Böyük Dövlәtlәrin
Azәrbaycan Siyasәti, I. Hissә, Bakı.
Rәsulzadә, Mәmmәdәmin, Qafqaz Konfederasiya Hәrәkatı, “Qafqaz, SentyabrOktyabr 1951.
Rәsulzadә, Mәmmәdәmin, Azәrbaycan Cümhuriyyәti, Bakı, 1990.
Rıhtım, Mehmet,; Süleymanov, Mehman (2008), Azәrbaycan Xalq Cümhuriyyeti Ve Qafqaz İslam Ordusu, Qafqaz Universiteti, Qafqaz Araşdırmaları İnstitutu
Nәşriyyatı No: 006, Bakı.
Süleymanov, Mehman (1999), Qafqaz İslam Ordusu vә Azәrbaycan, Hәrbi
Nәşriyyat, Bakı.
Süleymanov, Mehman(2000), Azәrbaycanda Türk Şәhidliklәri, Hәrbi Nәşriyyat,
Bakı.
Tekleli, Minaxanım,; Rıhtım, Mehmet (2008), Qafqaz İslam Ordusunun Xronologiyası. Qafqaz Universiteti, Qafqaz Araşdırmaları İnstitutu. Bakı.
Yüceer, Nasır (2002), Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Ordusunun Azerbaycan ve
Dağıstan Harekatı-Azerbaycan ve Dağıstan’ın Bağımsızlığını Kazanması 1918., 2.
Baskı, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları. Ankara.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
313
MANASTIR KURUMLARININ
ORTAÇAĞ AVRUPA TARİHİNDEKİ ÖNEMİ
THE IMPORTANCE OF THE MONASTERY FOUNDATIONS
IN THE MEDIEVAL EUROPE
Pınar ÜLGEN*
ÖZET
Ortaçağ Avrupası’ndaki manastır sistemi, hem kadın hem de erkek
manastırlarıyla önemli bir sistemdir. Ortaçağda hem Doğu’da hem
de Batı’da manastır sistemi vardı. IV. yüzyılda temelleri atılan bu
sistemin oluşumunda Doğu ve Batı kültürlerindeki felsefe, ibadet
ve yaşam biçimleri en önemli unsurlar olmuştur. Kurumsal olarak
manastırlar ise, XV. yüzyıl sonuna kadar devam etmiştir. Manastırlar
sayesinde yoksul insanlara yardım edilmiş, hastalar ücretsiz tedavi
edilmiştir. Bunun yanı sıra dini bilgiler ve Hıristiyanlık Avrupa’ya yayılmış ve hatta eğitime de yardımcı olunmuştur.
Sonuç olarak manastır kurumları Ortaçağda Avrupa’da önemli bir
yer tutmaktadır. Çünkü manastırlar, sadece dini olarak değil; aynı
zamanda birer eğitim kurumu olarak da önemlidirler. Makalemizde
ise öncelikle Ortaçağ Avrupası’ndaki manastır kavramı, manastır hayatı ve Ortaçağ Avrupası’na olan katkıları hakkında bilgi vereceğiz.
Ayrıca Nevşehir’de de bulunan Rahip ve Rahibeler Manastırı olarak
adlandırılan manastırların o dönemde özellikle de Batı Avrupa’daki
manastır sistemi ve diğer manastırlar arasındaki yeri hakkında genel
bir kıyaslama ve değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Ortaçağ, Avrupa, Manastır, Rahip ve Rahibeler
Manastırı.
ABSTRACT
The monastery system in the medieval Europe is an important
system with both man monastery and woman monastery. There
was the monastery system in the both East and West. The phi* Yrd. Doç. Dr., Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
315
Pınar ÜLGEN
losophy, worship and styles of life in the East and West cultures
were the most important factors in the formation of this system
which was founded in the 4th century. The monasteries as foundation continued to the end of 15th century. Owing to the monasteries, poor people was helped and patients were treated. And
also,information about religion and Christianity were spreaded to
Europe and even education was helped.
Finally the monastery foundations were very important in the Medieval Europe. Because the monastries were not only important for
religion but also those foundations were important for education.
In this paper, firstly, we will give information about the term of
monastery, the life of monastery and its additions to the medieval Europe. And also we will study to evaluate the importance of
monasteries that are called as“The Priest and Nun Monastry” in
Nevşehir among other monasteries in the monastery system and
West Europe.
Key Words: Middle Ages, Europe, Monastery, “The Priest and Nun
Monastery”.
Giriş
Manastır Kavramı
Geçmişten şöyle bir anekdotla başlamak yerinde olacaktır diye düşünüyorum. Şöyle ki; insanların yaşadığı daha doğrusu insanlara bakım yapılan
yerler hakkında bilgiler, ilk defa XII. yüzyılda Paris’te yaşayan filozof Petrus Abelardus’un yazılarında ortaya çıkmıştır. Abelardus, “şehirler evli insanların manastırlarıdır. Şehirler, iyilikseverlik tarafından bir arada tutulur.
Her şehir bir kardeşlik mekanıdır” demiştir (Barasch, 1976:58). Aslında
bu sözle manastırların şehir havası yarattığı da ortaya konmuştur. Şehirler, insanların birlikte yaşamayı ve bunun kurallarını öğrendikleri yerlerdir.
Manastırlar da aynı şekilde kendince kuralları olan bazen yalnız bazen de
grup halinde yaşamanın öğrenildiği yerler olmuşlardır.
Kelime anlamı olarak baktığımızda bir manastırı, hem belli kilise görevlileri -başrahip ve baş rahibeler- tarafından kontrol edilen bir yer hem de
bir kilise yuvası yaratan binalar kompleksini içinde barındıran bir yer olarak tanımlamak mümkündür. Bir diğer anlamıyla manastır, belli bir tarikata mensup fertlerin çalışma, eğitim ve ibadetlerini tamamen Allah’a has
kılmak üzere, toplumdan ayrı bir şekilde, grup halinde yaşayabilmelerini temin maksadıyla düzenlenmiş olan yapı, ya da yapılar topluluğudur
316
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
(Kingsley, 2003:350). Ayrıca manastırlar, rahiplerin Lord’a hizmet ettikleri
en iyi yerlerdir. Çünkü rahiplerin hayatları kurallara ve geleneklere göre
düzenlenmektedir (Holdsworth,1980:33). Bu tanım yeterli midir bilemiyoruz; ama manastırların Ortaçağ Avrupasını nasıl etkilediğini anlayabilmek
için öncelikle Manastır kavramının kökenini de anlamak gerekmektedir.
Manastır kelimesi köken olarak Yunanca μουάξω
ουάξω (monakos) fiilinden türetilmiştir ve “tek başına yaşamak” anlamına gelmektedir (Doğan, 2003:74;
Backman,2002:71).Bu durum mutlak olarak tek başına yaşamak olarak
alınabileceği gibi büyük bir toplumdan kendini tecrit ederek yaşayan bir
topluluk (koinobion) içinde yalnız yaşamak şeklinde tanımlanabilir (Talbot, 1990:119). Bazı Amerikalı Ortaçağcılar Giles Constable gibi, son zamanlarda manastır ekolojisi diye adlandırdıkları bir saha oluşturmuşlardır.
Karşılıklı ilişkilerin sahası yani manastırlar ile onların çevreleri ile olan ilişkilerini kapsamaktadır (Holsworth,1980:33). Manastırlar, Hıristiyan dinine
bağlı olarak gelişmemişlerdir. Çünkü Hıristiyan manastırcılığı daha farklı
bir tarzdadır. Yani çölde ve kentteki ev kiliselerinde yaşanmaktadır (Swan,
2007: XIV). Bu tarz hayat yaşayan münzevilerden birincisi Aziz Antonius idi (Roberts,2010:129). Aziz Antonios’un yaşam öyküsünde Şeytan’ın
şöyle yakındığı belirtilir:
“Zayıf düştüm ben ... Artık ne bir yerim var, ne silahım, ne şehrim. Hıristiyanlar her yere yayılmış, sonunda çöl bile keşişlerle doldu.”(Alice-Mary
Talbot, 1999:164). Bu sözlerle Antonius manastır hayatının ve keşişliğin oldukça rağbet gördüğünü açıkça belirtmektedir. Ayrıca manastır hayatının
temelinde gündelik hayatın yüklerinden bir kaçış olması da muhtemeldir.
Bir diğeri ise IV. yüzyılda yaşamış olan Aziz Pachomius idi. O, doğu ve batı
manastır kurumunun temellerini atan kişidir (Doğan, 2003:74). Hıristiyan
manastır hayatının kaynağı aslında Mısır’dır. Bu yaşantı tarzı, III. yüzyılın
sonlarında insanların, yalnızlık içinde oruç tutmak ve ibadet yapmak maksadıyla çöllere ve dağlara çekilmeleri şeklinde başlamıştır. Çok geçmeden
bu münzevîler (yani hermit), küçük ibadet mekanlarına (oratory) ya da kiliselere (Laura) bitişik veya onlara çok yakın hücreler inşa etmişlerdir. Pachomius (292-346), münzevîlerin manastır hayatı yaşayan bir topluluk halini
almasına öncülük eden ilk kişidir. Burada, her keşiş bir hücre veya odada
yalnız başına yaşamakta ancak yemek ve grupla ifa edilen ibadetlerde
diğerleriyle bir araya gelmekteydiler (Kingsley,2003:350). Ayrıca Aziz Pachomius öldüğü zaman yaklaşık 12 civarında erkek manastırı ve 3 tane de
kadın manastırı oluşmuş durumdaydı (Mango,2008:121).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
317
Pınar ÜLGEN
Ancak Hıristiyanlar, uhrevi olmayan sebeplerle de, sözgelimi vergiden ve
askerlikten kaçmak için keşişliğe yönelince sorunlar başlamıştır. Aslında
o kadar çok genç adam çöle çekilmiştir ki; sonradan, IV. yüzyılda bir imparator, kamusal görevlerinden kaçmak için manastırlara sığınan keşişlerin buralardan çıkarılması için emir dahi çıkartmıştır”(Alice-Mary Talbot,
1999:164).
Zamanla toplumsal çaba fikri gelişmiş ve ilk gerçek manastır, Konstantin
tarafından yeni bir başkentin kurulmasıyla aynı zamanda Pachomius tarafından Mısır’daki Dendereh’te kuruldu. Pachomius, rahipler grubunun,
başlarına ya da başrahibe itaat ettikleri ya da ayrıca bir görev gibi kesin
bir elle yapılan çalışma işleri yapmada sınırlandıkları yerde düzenlenmiş bir
sistem kurmuştur. Sonradan “Laurae”, “Laura” ya da küçük hücre grupları, IV. yüzyılda Filistin’de bulundu ve oradan bu fikir, Suriye ve Orta Asya’ya
yayıldı. IV. yüzyılda Caesarea’lı Basil bununla beraber, aslında manastırcılığı ilk organize eden kişiydi ve o,manastırın önemini ilk vurgulayan kişiydi.
Orada Benedikten ya da Batı’daki diğer düzenler gibi bir Basilian düzeni
yoktu. Ardından ilk dağ manastırlarının Bithynia’da kurulması gerçekleşti
ve de Athos dağında en önemli olanlar kuruldu. Doğu’da Kapadokya’daki
örnekler gibi, topluluklar genellikle Yunanistan’dan daha küçüktü; fakat
daha büyük bir çapta olan bir manastır bu güne kadar yaşamıştır, yani Sinai dağındaki St. Catherine’ninki gibi insan gruplarının birleştirildiği bütün
bu manastırlara rağmen, kutsal keşiş fikri devam etti ve Athos’ta keşişler
kutsal olarak görüldü (Rice, 2008:653). Kapadokya’daki kayaya oyma manastırlarda Laura manastır komplekslerini oluşturan mekanların çoğunun
işlevleri belirlenememiştir (Kostof, 1972:51). Kilikya, Kapadokya, Lykia ve
Galatia’da son yıllarda yapılan araştırmalarda belirlenen manastırların mekansal çözümlemeleri ile işlev sorunu üzerine yeni değerlendirmeler yapılmağa başlanmıştır (Rodley, 1985; Akyürek, 2001:23; Alpaslan-Vardar,
2002:37). Laura ya da lavra dediğimiz hücre gruplarının ortaya çıkışıyla
kutsal toprakların saygınlığı, manastırların uluslar arası bir şekil almasını
sağlayacak biçimde büyümesine olanak sağlamıştır. Filistin ile bütünleştirilen büyük isimler arasında Aziz Gerasimos Likyalı iken, Aziz Theodosios
Koenobiarkh ve Aziz Sabas’ın her ikisi de Kapadokyalıdır. Bu da manastırların evrensel boyutuna bir işarettir (Mango, 2008:124).
IV. yüzyıl ortalarında Basileios, Kapadokya’da kurduğu manastır için
kurallar hazırlayarak Pachomius manastır sistemini, bazı değişikliklerle
Anadolu’ya uyarlamaya çalışmıştır. Basileios’un sistemindeki bu değişik-
318
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
liklerin temelinde, Mısır’ın kalabalık manastırlarının aşırı büyük olmasına
karşın, manastırların küçültülmesi görüşü kabul edilmiştir. Pachomius sisteminden ayrılan bir diğer yanı da, Basileios manastırlarının çöllerde değil,
kentlerde kurulmuş olması, keşişlerin insanlardan kopuk yaşamak yerine,
hayır işleri görerek topluma yararlı olduklarını ortaya koymaktadır (Doğan, 2003: 75). Bu yeni düzen manastırların kentlerin gelişmesine yardım
etmesine sebep olmuştur. Böylece de manastırlar kentlerle ve de halkla
bütünleşen bir kurum haline gelmeye başlamışlardır.
Antonius ve Pachomius’tan sonra Doğu manastır hareketinin öyküsü,
coğrafi genişleme ve planlı bir reformdan çok bir tür bilinçsizce yaşanan
bir evren hikayesine benzer. Yani yalnız ve de topluluk biçiminde olanları
bir araya getirme biçimine yaklaşım söz konusudur (Mango, 2008:123).
Konstantinopolis’te ise ilk manastır II. Theodosius’un saltanatında kurulmuştur. Ancak bunlar, Bizans’ta vergiden muaflardı. Onlar sadece İkonacılık sonucu olarak devlet ilişkilerinde önemli rol oynamaya başladılar.
Çünkü İkonacılığa karşı olan başlıca zıtlık, manastırlarda merkezileşti ve
Konstantinopolis’teki Studios manastırının başrahibi Theodore’nin ve VI.
Konstantin’in yeniden evlenmesine karşı çıktı. Onun muhalefeti bir süre
için manastırın bastırmasına ve Theodore’nin sürgününe neden olan İkonacılığı dahi etkilemişti. Manastır, V. yüzyılda kurulmuş olsa da, onun, ünlü
başrahip St. Plato’nun hükmü altında bir rahip olarak hizmet etmiş olduğu
ve Olimpius Dağındaki Saccoudion manastırından itibaren Theodore’nin
oraya varmasına kadar aşağı yukarı terkedilmiş olduğu görünmektedir
(Rice, 2008:653 ).
VI. yüzyılda Konstantinopolis’te 76 tane bu tarz dergah kurulduğuna dair
bilgiler mevcuttur. Ancak dilenci tarikatları dediğimiz türden olanlar üretime katkıda bulunmadıkları için devletin örgütlenmesini de geciktirmişlerdir. Bu nedenle de manastırların üretici yaşamla bütünleşmeleri gerekmekteydi (Seidler, 1986:64).
Bu anlayışın etkisiyle kilise dergahları ele almış ve keşişleri bir ordu halinde örgütlemiştir. Manastır yaşamındaki bu karamsarlık durumu kilise hiyerarşisinde iyi bir silah olmuştur. Bunun en iyi kanıtı da 518’de
Konstantinopolis’te 56, 536 yılında ise 76 tane manastır kurulmuş olmasıdır. Bu anlayış, Batı’da da aynı şekilde devam etmiştir( Seidler,1986:64).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
319
Pınar ÜLGEN
John Cassian ise yukarıda bahsetmiş olduğumuz hayat tarzını Avrupa’ya
taşımıştır ( Greene, 1992: 1). Manastır hayatının İtalya`ya geçişi ise patrik Athanasios tarafından gerçekleştirilmiştir. Onun “Antonius`un Hayatı”
adlı eseri Latince`ye çevrilmiş ve böylece Mısır manastır bilgisi İtalya`ya da
yayılmıştır (Huddleston, 1911: 526). Böylece Avrupa`daki manastır hayatı
ilk şeklini almaya başladı. Bu da aslında manastır hayatının şekillenmesinde toplumsal olayların da etkisinin olduğunun bir göstergesidir.
Karolenjler döneminde ise manastırların şekil değiştirmesinde Şarlman’ın
arka planda çok büyük etkisinin olduğu söylenebilir (West,1999:345).
Şarlman döneminde politik bazı güçlerin de manastırlarda etkisi olmuştur. Hatta bazı grupların özellikle de yerel kökenli olanların büyük etkisi
vardı. En önemlileri: Scariones, Sculdahes ve de Gastald adlı gruplar gibi.
(West,1999:358).
Ortaçağa genel olarak baktığımız zaman bu dönem boyunca simgelerin çok önemli bir rol oynadığını görmekteyiz. Jacques le Goff, Paris’teki
eğitim hayatının insanları Paris’e çekmeye başladığı sırada yalnızlık içinde
yaşayan ve yaşatılan manastır kültürünü savunan öncü isimlerden Aziz
Bernard’ın, bazı öğretmen ve öğrencileri uyarış tarzını şöyle anlatmaktadır:
“Babil’in bağrından kaçın, kaçın ve ruhlarınızı kurtarın, kaçın, hepiniz, sığınılacak kentlere, yani manastırlara kaçın” bundan yirmi otuz yıl sonra,
keşiş Philippe de Harvengt genç bir müridine bunun tam tersini demiştir:
“Bilime duyduğun aşk yüzünden burada, birçok kişinin arzuladığı Kudüs’ü
bulduğun Paris’tesin.” Her ne kadar kent sistemin kusurları Ortaçağın sonunda baş gösterecek olsa da XIII. yüzyılda Kudüs, Babil karşısında zaferini ilan etmiştir (Goff, 2005: 147). Yani bunlar, aslında Avrupa kentinin
Kudüs mü yoksa Babil mi olduğu sorusunun yanıtı olabilir. Ayrıca manastır
hayatının kentlerin ruhuna ne kadar sinmiş olduğunu da anlatmaktadır.
Görüldüğü üzere manastırlar, Tanrı`yı bulmak için keşişlerin dini bir anlam
verdikleri yerlerdir. Batı manastırcılığında ise keşişler topluluklar halinde
yaşamışlardır ( Cordasco,1987: 24). Ortaçağ Avrupa`sında çok sayıda manastır, Benedikten tarikatı, Cluny tarikatı, Cistercian tarikatı ve daha sonra
kurulmuş olan Fransisken ve Dominiken tarikatları gibi dini topluluklar
tarafından kurulmuştur. Manastırlara yapılan bağışlar ise özel yasalarla
koruma altına alınmışlardır (Bak, 2000:123). Bu bağış olayı, doğu manastırlarında daha fazla görülmektedir.
320
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
Doğu dünyasında ise birçok Bizanslı da manastıra kapanmadığı halde manastırların veli nimeti haline gelirdi; manastırlara nakit bağışta bulunur,
kiliseye kutsal kaplar ya da ayin kitapları hediye eder, bazen de toprak ya
da imalathane ve değirmen gibi para getirecek mülkler bağışlardı. Böyle
bağışların karşılığında aldıkları ödül, öldükten sonra adlarına ayin yapılmasıydı. Typikon’lar dikkatle okunduğunda, ölmüş kişinin ardından sonsuz
kurtuluş duaları edilmesinin, dini bütün Bizanslılar için ne kadar büyük bir
önem taşıdığı görülür. Typikon ‹larda bununla ilgili olarak genellikle şunlar
söylenmiştir (Alice-Mary Talbot, 1999:169).
“Ephesos Piskoposu ... Manastırımıza 400 altın bağışlamış olduklarından kendileri için requiem okunacaktır ... Ayrıca ölümünün yıldönümünde Mytilene Piskoposu için en güzel şekilde requiem okunmasına gayret
gösteriniz. Zira kendileri manastırımıza, değerli taşlar ve incilerle bezeli,
som altından bir Meryem Ana ikonasıyla birlikte, yine inci bezeli piskopos atkıları bağışlamışlardır” (Alice-Mary Talbot, 1999:169). Normal olarak bu belgelerin başında yer alan bir giriş bölümünde, kurucunun yeni
bir manastır kurma nedenleri açıklanır, ardından keşişler ya da rahibelere
yol gösterecek ayrıntılı kurallar sıralanır. Ele alınan konular arasında başrahip ya da rahibenin seçilmesi, çömezlik süresi, manastır dışına çıkmayı
yasaklayan ya da düzenleyen kurallar, yemekhanede uyulacak davranış
kuralları, bayramlar ve perhiz dönemlerinde yeme-içme konusunda uyulacak kurallar, manastır kıyafeti ve kuralları çiğneyen keşiş ya da rahibelere
verilecek cezalar yer alır. Bütün typikon’larda, özellikle yemek yeme konusunda tarikat tarzı manastır sisteminin kurallarına nasıl uyulacağı ayrıntılı
olarak belirtilir. Keşişler ile rahibeler, yemekhanede hep birlikte aynı yemeği yiyecek, hücrelerine yiyecek götürmeyeceklerdir. Typikon›lar, özellikle
kendilerine has üsluplarıyla Basileios’un temel ilkelerini sürdürür; ancak
belli konulardaki kurallar söz konusu olduğunda manastırdan manastıra
sayısız farklılık görülürdü (Alice-Mary Talbot, 1999:167; The Cambridge
Medieval History, 1967:169; Hussey,1970:113).
Aslında bunlar, manastırların neden halk arasında etkili olduğunu göstermektedir. Yani bağış yapılıyor olması manastırlara aynı zamanda değer verildiğinin de göstergesidir. Çünkü manastırları ayakta tutan onlara maddi
olanak sağlayan bu yardımlardır.
Burada genel olarak manastır kurumlarının yapısını ve Avrupa’da yarattıkları etkiyi açıklamaya geçmeden önce şunu belirtmek gerekir ki; tarih
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
321
Pınar ÜLGEN
anlayışı ve Avrupa tarihçiliği ve hatta şehir tarihçiliği kısmen kentler aracılığıyla gelişmeye başlamıştır. Kentler, manastırlarla birlikte, tarihçiliğin temel konularını oluşturmuşlardır. Bu da aslında manastır kurumlarının Ortaçağ Avrupa tarihinde önemli bir rol oynadığının kanıtıdır. Manastırların
Hıristiyanlıkla birlikte ortaya çıkmadığını söylemeliyiz. Ancak Hıristiyanlıkla
birlikte manastırların güç kazandığı da çok açıktır. Çünkü Hıristiyanlık hoş
görülmeye başlanınca keşişlerin sayısı daha da artmıştır.
Batı’daki ve Doğu’daki Manastır Anlayışı
Manastır gibi çok yönlü bir kurumun kim ya da kimler tarafından kurulduğu ve nasıl yayıldığı ne gibi kurallar çerçevesinde işlediği bu kurumların
Avrupa’ya olan etkisini kaçınılmaz hale getirmiştir. Batı manastır anlayışı,
aslında Benedikten tarikatıyla bağlantılıdır. Çünkü tarikatın kurucusu olan
Nursia`lı Aziz Benedictus, batı manastırcılığının kurucusu olarak kabul
edilmektedir (Ford, 1907: 475; Kirchner,1961:152).
Manastır hayatı fikri, aslında yukarıda anlattığımız gibi Doğu’ya baktığımızda yani Bizans devletinde çok eskidir. Hatta Hıristiyanlık tanınmadan
önce tek başına çile çekme fikri vardı. Hatta Sykeon’lu Theodore bir mağarada 3 yıl yaşamış ve sonra onun oradan çıkması emredilmiştir. Çünkü
onun bedeninin pis kokusu ve saçındaki kurtlar kümesi, onun kutsallığından dolayı ziyarete gelen bir piskoposu etkilemiştir (Rice, 2008:652 ).
Bu durum, bize hem manastır hayat tarzının eski olduğunu hem de eski
kuralların daha ağır olduğunu göstermektedir. Ancak bu şekilde iki tür
manastır hayatı ortaya çıkmıştır. Böylece biri yalnızlık olgusunu işleyen diğeri de toplulukla yaşama olgusunu işleyen manastır hayat tarzları ortaya
çıkmıştır.
Ayrıca manastır sistemi dışındaki rahiplerin ve rahip olmayan görevlilerin
dini yaşamı büyük ayinlerin hazırlanmasına odaklanmış durumdaydı (Roberts,2010:181).
Buna karşılık, şöyle bir inanış vardı yani cennet ikametgahının yeryüzündeki izlerini gözle görmek mümkündü. Bunlar, cennetin bu aşağılık dünyadaki yansıması, hem girişi, hem simgesi olma iddiasındaki Benedikten
manastırlarıydı (Duby, 2006:50). Bu da aslında manastırlara olan dini bakış
açısıdır.
Aziz Benedictus (480 – 543) Doğu dünyasından ayrı olarak Batı’nın ihtiyaçlarına uygun bir manastır hayat tarzı oluşturmuştur. “Rule”, “Kitapçık”
322
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
ya da “Kural” olarak isimlendirilen belgeler, Batı Hıristiyanlığı ve uygarlığına farklı bir bakış açısı getirmiştir. Burada bu topluluğun amacının bireysel
ruhların terbiye edilmesi veya kurtuluşu için ortam sağlamak olmadığı,
tam aksine bir grup olarak yaşayıp ibadet etmek olduğu anlatılmaktadır (
Roberts, 2010 : 131).
Benedictus`un kurallarının en önemlileri hatta manastır anayasası olarak
görülecek olanlarından bazıları şunlardır:
1. İlk Kural: Her şeyden önce bütün kalbinle, bütün ruhunla ve bütün gücünle Rab Allah`ı seveceksin.
2. Sonra komşunu kendin gibi seveceksin.
3. Sonra öldürmeyeceksin.
4. Zina etmeyeceksin.
5. Çalmayacaksın.
6. Yalancı şahitlik yapmayacaksın.
7. Lüks yaşam peşinde olmayacaksın.
8. Perhiz yapmayı seveceksin.
9. Açı doyuracaksın.
10. Hilekar olmayacaksın.
11. Hastayı ziyaret edeceksin.
12. Dertliye derman olacaksın.
13. Dünya işlerinden uzak duracaksın.
14. Sadaka vermeyi terk etmeyeceksin.
15. İçki bağımlısı olmayacaksın.
16. Obur olmayacaksın.
17. Sahte barış yapmayacaksın.
18. Tembel olmayacaksın.
19. Ağzını tutup kötü söz söylemeyeceksin.
20. Çok konuşmayacaksın.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
323
Pınar ÜLGEN
21. Boş konuşmayacaksın veya kendine güldürecek şeyler söylemeyeceksin.
22. Başkalarını çekiştirmeyeceksin.
23. Sık sık dua edeceksin.
24. Bedenin arzularına tabi olmayacaksın; nefsinin isteklerine gem vuracaksın.
25. Her gün Allah`ın emirlerine göre işlerini yapacaksın.
26. Yaşlılara saygı göstereceksin.
27. Ağzını tutup kötü söz söylemeyeceksin.
28. Ve asla, Allah`ın rahmetinden ümidini kesmeyeceksin.
29. İncil okunurken can kulağıyla dinleyeceksin.
30. Namuslu olacaksın.
31. Hased etmeyecek ve de kıskanç olmayacaksın.
Bunların yanı sıra diğer önemli Benedikten kuralları da şöyledir: Örneğin
keşişlerin nasıl uyuması gerektiğiyle ilgili kurallar vardır. Örneğin keşişler, baş keşişin kararlaştırdığı şekilde, her biri kendilerine uygun bir yatak
takımı alarak ayrı bir yatakta uyumalıdır. Hatta uyurken kalabalık iseler
yanlarında bir kıdemli kişi bulunmalı ve bir mum da sabaha kadar odada sürekli yanık kalmalıdır. Keşişler giyinik vaziyette ve kemerleri ve ipleri
bellerine bağlı olarak uyumalıdırlar, fakat uyurken kendilerini yaralamasınlar diye bıçaklarını yanlarına almamalıdırlar. Böylece kalk işareti geldiği
zaman derhal kalkabilsinler. Genç kardeşlerin aynı yerde yatmalarına izin
verilmemeli; ancak kıdemli olanlarla aynı yerde yatmaları temin edilmelidir
(Kishlansky, 2009: 231-236).
Aziz Benedictus keşişleri ise şu şekilde sınıflandırmıştır:
1. Tenin ve Ruhun günahlarıyla tek başına savaşan keşişler yani “anachorites”.
2. Herhangi bir disipline bağlı olmaksızın küçük gruplar halinde dolaşan
dilenci-rahipler dolaşan keşişler yani “sarabaitai”.
3. Ülkede tıpkı bir önceki grup gibi başıboş dolaşan keşişler yani “girovites”.
324
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
4. Bir topluluk halinde ve üstlerinin yönetimi altında örgütlenmiş bir tanrı
ordusu olarak yaşayanlardır.
Bunlardan sadece son grup, manastırlarda toplu yaşama, gençlerin yaşlılara boyun eğmesi, yemek, içmek, çalışmak gibi konularla ilgili ilkeleri benimsemiştir. Keşişlere konulan kurallar şunları kapsıyordu: “oboedientia”-söz
dinlemek; “taciturnitas”-sessiz durmak; “humilitas”-alçakgönüllük’tür
(Seidler,1986: 65).
Gerçekte, Aziz Benedictus tüzüğünün Cluny’deki uyarlamasında keşişlere
dayatılan bedensel çalışma simgesel hale gelmiştir. Bunun yanı sıra kendine yeterlilik ideali sürdürülmüş; ama besin ve gereçlerin sağlanması işini,
kırsal alana yayılmış uydu işletmeler üstlenmiştir. Bunların yapısı, temel
manastır yapısı düzenlemesinin bir kopyasıydı. Temel manastır yapısına
bitişik yerlerden sadece at ahırları kalmıştır. Georges Duby’e göre bu atlılar uygarlığında, at merakı manastır geleneklerine de sızmıştır. Cluny baş
keşişi, dışarıda, ancak kalabalık bir süvari birliğiyle çevrelenmiş olarak kendini gösterirdi. Giysi imalatı ve dışarıdan satın alınan malların üretimi, kapının önünde tüccarlar, zanaatkarlar ve ücretli hizmetkarlarla dolup taşan
bir kasaba kurulmasına yol açmıştır; çünkü grup artık parayı daha serbestçe kullanmaya başlamıştır. Böylece duvarların içindeki manastır, daha homojen hale gelmiştir. Sonuç olarak tek bir konut ya da yapı halini almıştır
denilebilir (Duby, 2006:56-58).
Bu kadar karmaşık bir yapıya sahip olan manastırlara katılım nasıl olurdu
sorusu da bu konunun önemli bir parçasıdır. Öncelikle baş keşiş ve diğer
keşişlerin huzurunda, kilise mihrabı önünde bir yemin edilmesi gereklidir.
Daha sonra bu keşişin ismi, yazılı olarak bir belgeye yazılırdı (Sherrow,
2001:20). Şartlara gelince on sekiz yaşından küçük hiçbir çocuk tarikat
üyesi olamazdı. Manastıra girip eğitim görebilirdi, ama ayinlere katılmak
için tarikatın bir üyesi olmak gerekmekteydi. Bu yemin ise şu şekildeydi:
“Ben, birader ……, Fransa`da Paris diyakozluğunda St. Denis manastırının aciz bir keşişi, Tanrı, Bakire Meryem, St. Denis, St. Benedict, ve tüm
azizler ve bu manastırın baş keşişinin aşkı için, sadakat, saflık ve yoksulluk
yeminlerini tutmaya söz veriyorum. Ayrıca kutsal babaların geleneklerine
ve bu manastırın kurallarına göre hayatı değiştireceğime, sabırlı olacağıma
şahitlerin huzurunda söz veriyorum”( Graves, 1910: 13).
Cluny manastırında ise gelenek kitaplarında yazılı kurallara uygun şekilde
dört gruba ayrılmış olan tarikat, dört ayrı bölüme yerleştirilmiştir: keşiş
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
325
Pınar ÜLGEN
adaylarına ayrılmış bölüm, revir, mezarlık ve arka katlı avlu. Kiliseden keşişlerin konutuyla ayrılan keşiş adayları bölmesi, geçici nitelikte bir keşişliğe hazırlanma yeridir. Aileleri tarafından çok küçük yaşta manastıra verilen çocuklar burada beslenir, bir hocanın denetiminde eğitilir; çıraklıkları
tamamlandığında, şarkı söylemeyi, ne yapmaları gerektiğini, suskunluk
dönemlerinde işaretle anlaşmayı öğrendiklerinde törenle yetişkinlerin arasına katılırlar. Bu bir benimseme, özümseme törenidir. Her şeyden önce,
kişisel bir taahhüt akdi, tarikat yeminidir; keşiş adayı belirli bir kalıp olan
yemini bir araya toplanmış olan grubun karşısında yazar, imzalar, okur ve
ardından şövalye unvan törenlerindeki gibi, işlevsel bir topluluğa kabul
edilişi simgeleyen hareketler gelir. Son olarak keşiş cüppesinin giyilmesiyle
tören tamamlanır; kabul edilişin simgesi olarak, önce baş keşiş, sonra tek
tek bütün tarikat kardeşleri yeni keşişe bir barış öpücüğü verir; son aşama
ise, üç günlük inziva, kendi içine kapanmadır. Aynı şekilde revir de bir geçit, bir bekleme yeridir. Bağlı olunan grubun bir bölümü kirlenmiş olduğu
için bir süre burada bulunurdu. Manastırın revirinde, arındırıcı yıkamalara,
ayakların yıkanmasına ayrılmış iki oda ve her biri ikişer dört oda bulunuyordu; ama bu odalardan birinde tek dinlenmek baş keşişe tanınmış bir
imtiyazdı. Ayrıca mutfak vardı; çünkü hastalığın kirlettiği keşişler zayıf bedenlerine kan ve ısı vereceği gerekçesiyle et yerlerdi. (Duby, 2006:62-63).
Çoğu kez revirde geçirilen süreyi, öbür dünyaya geçiş izlerdi ve bu geçiş de
toplu bir ayinle olurdu. Kimse tek başına ölmezdi. Şöyle ki, ölüm, eylemler arasında neredeyse en özel olmayan eylemdi. Tıpkı dindışı toplumdaki
düğün töreninde olduğu gibi, ölenin etrafında adeta bir kutlama düzenlenir, birlikte yaşamanın doruk noktasına ulaşılırdı. Hasta ağırlaştığında, iki
tarikat kardeşi tarafından revirden dışarı taşınarak keşişler meclisinin toplandığı salona götürülür, burada bütün topluluğun önünde son kez günah
çıkarması gerekirdi; ardından, kutsal yağ sürme ve grupla vedalaşma töreni için tekrar revire götürülürdü. Can çekişmeye başladığı andan itibaren
başında biri beklerdi; karşısına haçlı mumlar yerleştirilirdi. Avlu kapısına
vurularak haberdar edilen keşişler onun adına Credo denilen amentü duaları okurlar ve ruhunu teslim ettiğinde, bedeni, yaş ve mevki hiyerarşisine
göre eşit konumdaki başka keşişler tarafından yıkanır ve ilahiler okunduktan sonra mezarlığa götürülürdü (Duby, 2006:64-65). Geç Ortaçağlarda
manastırlardan ziyade dini küçük kiliseler, aileler tarafından daha fazla
tercih edilen kurumlardı. Stöber, gömme geleneğinin çok daha değerli olduğunu vurgulamaktadır. Stöber Hanedanlık geleneğinin görüntüsünün,
326
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
azizlerin mezarlarının varlığının gömme yerinin seçiminde düşünüldüğüne
dikkat çekmektedir ( Stöber, 2008:132).
Alice- Mary Talbot’un da belirttiği gibi, onun deyimiyle bu ilk “çöl
babaları”nın hikayelerini okuyunca, birbirini izleyen olaylar içinde belli temaların tekrar tekrar gündeme geldiği görülür. Bunlardan biri ve en ilginç
olanı da, keşişlerin kadın cinsine duyduğu tiksintidir; kadınlarla her türlü
temastan kaçınmak için iyice aşırıya varan önlemler aldıkları da görülür.
Sözgelimi bir keşiş, günün birinde annesini sırtlayarak ırmaktan geçirmek
zorunda kalmıştır. Kadını taşırken, ona dokunmamak için giysisiyle örtmüştür ellerini. Annesi ellerini niye örttüğünü sorunca şöyle der: “Çünkü
kadın bedeni ateştir. Sana bile dokunacak olsam, başka kadınların anısı
doluşur ruhuma” ( Alice-Mary Talbot, 1999:165).
Bu cinsel takıntının bir yüzü de kişinin kendi bedeninden tiksinmesidir.
Mısırlı keşişler ise bu nedenle asla yıkanmaz ve giysi değiştirmezlerdi. Pachomius kurallarına göre keşiş ancak hastaysa yıkanmasına izin verilmiştir.
Yazılanlara göre Aziz Antonios’un, iç yüzeyi kıl kaplı bir giysisi vardı, dışa
gelen tarafı ise deriydi bu giysisini ölene kadar sırtından çıkarmadı. Asla
suyla vücudunu yıkayıp kirlerini temizlemezdi, ayaklarını da yıkamaz, hatta zorunlu kalmadıkça suya bile sokmazdı onları. Ayrıca öldükten sonraki
gömme işlemini saymazsak kimse çıplak vücudunu görmedi ( Alice-Mary
Talbot, 1999:165).
Pachomius tarzı manastırlar ise sonraları Akdeniz’in doğusunda ve batısında gelişen bütün manastırların modeli olmuştur. Özellikle Doğu Ortodoksluğuna özgü Basileios ve Batı’daki Benedikten manastırlarının gelişimini etkiledi. Bu açıdan da büyük önem taşımaktadır. Basileios manastır
sistemine adını veren kişi, Doğu Kilise Babaları›ndan Aziz Basileios›tu ve
klasik gelenek ile Hıristiyan inancı arasında bir sentez yaratarak önemli bir
rol oynamıştı. Bu sentez, sonraki Bizans ilahiyatının temel dayanağı oldu (
Alice-Mary Talbot, 1999:166).
Burada şunu da anlatmak yerinde olacaktır. Şöyle ki; IV. yüzyıl ortalarında
Basileios, Kapadokya’da kurduğu manastır için bazı kurallar hazırlamıştır.
Mısır, Suriye ve Filistin’de oluşturulan manastır sistemlerinden hoşnut değildi. Bu nedenle de Pachomius tarzı manastır sistemini çeşitli değişikliklerle Anadolu›ya uyarlamaya çalışmıştır. Tarikat manastırlarını sonuna kadar
destekliyor; ama tek başına yaşamayı onaylamıyordu. Nefsine olağanüstü
biçimde hakim olmadıkça bir keşişin tek başına yaşamasının çok zor, hatta
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
327
Pınar ÜLGEN
tehlikeli olduğunu düşünmekteydi. Gündelik ihtiyaçları için keşiş, ziyaretine gelenlerin hayırseverliğine bağımlıydı. Basileios, keşişlerin çoğunun
münzevi olmaya yetecek disiplini taşımadığını, bu yüzden komünal bir
manastır yaşamına ihtiyaçları olduğunu öne sürüyordu. Manastır topluluğunun her üyesi, manastırın fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmasına katkıda
bulunmalı; keşişler, teşvik ve eleştiri yoluyla birbirlerinin manevi gelişimlerine yardımcı olmalıydılar (Alice-Mary Talbot, 1999:166).
Yani Batı manastırcılığını etkilemenin yanı sıra manastırları topluma daha
açık hale getirmişlerdir de denilebilir. Çünkü bu şekilde manastırlar, bazen
sığınılacak bir barınak bazen de yoksullara yardım eden bir kuruluş bazen
de eğitim görülen okulu temsil eden bir kurum haline dönüşmüştür her
ne kadar dinsel simgeler ve duygular hakimiyetinde olsa da.
Basileios’un bu sistemi, Pachomius kurallarını esas almakla birlikte, bazı
bakımlardan aralarında farklılıklar vardı:
1. Basileios, Mısır›ın inanılmaz derecede kalabalık manastırlarını fazla büyük bularak manastırları küçültmüştü.
2. Keşişin itaatkarlığını en önemli erdem sayıyordu.
3. Çilekeşlik ve nefsin köreltilmesinde aşırıya varmayı yasakladı; özel olarak oruç tutmak isteyen keşiş, başkeşişten izin almak durumundaydı.
4. Pachomius sistemiyle bir başka önemli fark da Basileios manastırlarının
çöllerde değil kentlerde kurulmuş olmasıydı. Böylece keşişler, insan kardeşlerinden kopuk yaşamak yerine, hayır işleri görerek onlara yardımcı
olabileceklerdi. Ayrıca kendi davranışlarıyla, kilise dışından kardeşlerine
gerçek Hıristiyan yaşantısı konusunda örnek olacaklardı (Alice-Mary Talbot, 1999:1661).
Bunların yanı sıra Manastırlarda uygulanan kurallar, mevsimlere, günlerin
kısalıp uzamasına göre değişiklikler göstermektedir. Bir keşişin kışı nasıl
geçireceği şu şekilde belirlenmiştir:
03.00; günün ilk duası
05.00; kutsal metin okuma saati
06.00; şafak vakti kısa bir dua ve başka bir kısa dua daha
07.30; kutsal metin okuma saati
08.00; yıkanma ve elbise değiştirme, kısa bir dua, kısa bir ekmek-şarap
328
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
ayini, grup toplantısı, Aziz Benediktus kuralından bir bölüm okunması
09.45; iş saati
12.00; kısa bir dua ve daha uzun bir ekmek-şarap ayini
13.20; kısa bir dua
14.00; akşam yemeği
14.45; iş saati
16.15; uzun bir dua (genellikle ölüler için dua edilir)
17.30; içecek molası
18.00; toplanma saati
18.30; yatma zamanı (Cells, 2005: 6-7).
Bir rahibin mevsimsel değil de normal bir günü nasıl geçirdiğini de saatleriyle şöyle belirtebiliriz:
5.30 Rahiplerden biri zili çalar ve diğer rahipleri uyandırır.
5.45 Rahiplerin kilisede toplanması.
6.15 Kutsal kitap okuma.
6.45 Günün ikinci bölümü ve övgüler söylenmesi.
7.00 Kahvaltı.
8.00 Grup halinde toplanma.
9.00 Rahiplerin kendilerine ait işlerle ilgilenmesi. Yemek yeme, cam yapımı, temizlik vb. işlerin yapılması.
13.00 Gün ortası duası için toplanma.
13.10 Öğle yemeği. Buradaki ilginç nokta, yemekte kimse konuşmaması,
sadece bir kişinin herkes adına konuşmasıdır.
14.00 Rahipler işlerine geri dönerler
18.15 Orta Odada buluşma. Sorunlar tartışılır ve Aziz Benedictus’un kurallarından bir bölüm okunur.
18.30 Akşam duası için rahipler toplanırlar.
19.00 Okuma için sessizlik
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
329
Pınar ÜLGEN
19.30Akşam yemeği
20.00 Rahipler okuma için bir araya toplanma.
21.00 Günün bitimi
21.30 Yataklara gitme. (www.buckfast.org.uk/french/dayinthelife.pdf).
Cluny manastırlarında ise bu sistem biraz daha farklıdır. Kilisenin yanında
bulunan meclis toplantı odasında, her sabah ilk duadan sonra, cezalı ve
hasta olmayan bütün tarikat kardeşleri toplanmakta ve burada önce kuraldan bir bölüm okunmakta ve toplantıya katılımlarını sağlamak için tek
tek, aralarından ayrılan merhumların adlarını anmaktadırlar. Sonra gündelik meseleleri ele almakta ve son olarak da bedensel cezaların verilmesine
geçmektedirler (Duby,2006:66).
Görüldüğü gibi tarikatlar arasında böylesi farklılıkların olması manastır
hayatını daha da renklendirmekte ve farklı bakış açılarıyla yeni bir şekil almaktadır. Bunun doğruluğu ve yanlışlığı tartışılabilir. Ancak burada önemli
olan, bu bakış açılarının toplumsal hayata kazandırdıklarıdır. Belki de en
önemli olan nokta, Ortaçağ Avrupası’ndaki dini hayatın bu şekildeki yaklaşımlarla halkın dikkatini çekmesi ve kendi kırılmaz denilen kabuğundan
çıkmasıdır.
Manastır hayatında gerek Batı gerekse de Doğu manastırcılığında sessizlik
unsuru da çok önemli bir yere sahiptir. Konuşma yasağı her gün rahipler meclisi toplantısı sırasında ve belirli günlerde, öğleyin okunan duadan
sonra avluda kaldırılırdı. Yazın ise akşamüstü okunan duadan sonra ve
ikindi vakti yenen yemekten sonra kaldırılırdı. Cluny tarikatı ise bu suskunluk ilkesine uyum göstermiş; ama iletişim kurabilmek için hareketlerden
oluşan bir dil geliştirmiştir (Duby,2006:531). Manastır hayatında susmak
önemlidir; çünkü konuşmak hata yapmayı kolaylaştıran bir unsurdur.
Manastırlarda bahsetmiş olduğumuz bu sessizlik unsuru orada yeni bir işaret dilinin gelişmesine sebep olmuştur. Brother Damon and Brother Andrew, adlı iki Benedikten rahibi el ile anlaşma dili oluşturmuşlardır. Bu dil,
onların sessizlik yeminleriyle alakalıdır. Onların bu katı kurallardan dolayı
konuşmaları yasaktı. Diğer insanların kendilerini anlamalarını umut ederlerdi. Bunun sonucunda başpiskopos Edsige, dışarıda herhangi bir yorum
durumunda birlik olunması şartıyla rahiplerin konuşmalarına izin vermiştir.
Manastırlardaki işaret dili örnekleri:
330
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
• Başrahibin ilk baştaki işareti, saçını kaptığı sırada ve başına iki parmağını
koymaktır.
• Papaz yardımcısının işareti, tek el sallama hareketiyle, küçük bir zilin
çalınmasıdır.
• Manastır başrahibi olduğunu gösterme işareti ise başının üzerine baş
parmağını kaldırmaktır.
• Dinsel törenlerde kullanılan mayasız ekmeğin varsa, işaret parmağını
başparmağına bağlarsın.
• Eğer bir isteğiniz olacaksa, elinizi aşağı doğru hareket ettirir ve sallama
sırasında öne ve arkaya doğru hareket ettirirsiniz.
• Eğer bir mum çubuğunuz varsa, işaret parmağınızın üzerinde ona üfler
ve mumunuzu iki elinizi de kilitleyerek arasında tutarsınız.
• Eğer küçük bir muma ihtiyacınız olursa, işaret parmağınıza doğru üflersiniz.
• Eğer bir inciliniz varsa, elinizi öne ve arkaya doğru hareket ettirir, başparmağınızı yukarı kaldırır ve elinizi boynunuza karşıt düz bırakırsınız.
• Eğer oturan adamı kaldırmak isterseniz, elinizi döndürür ve aynı pozisyonda onu hızlıca yukarı doğru hareket ettirirsiniz.
• Eğer bir adamın oturmasını isterseniz, elini aşağıya çevir ve onu aynı
konumda aşağı hareket ettirirsiniz.
• Bir arabacı istediğiniz zaman, yumruğunuzu öne ve arkaya hareket ettirir ve daha önce anlattığımız gibi, ve iki parmağınızı yukarı kaldırırsınız.
• Eğer bıçak isterseniz, onu dilimlere keser gibi, bir parmağınızı diğer parmağınızla kesersiniz.
• Sebze çorbası isteme işareti ise sebze çorbasını karıştırırken yumruğunu
öne ve arkaya doğru hareket ettirmektir.
• Peynir istediğiniz zaman, iki elinizi birleştirerek ve bastırarak düz olarak
yerleştirirsiniz.
• Süt istediğiniz zaman, süt içerken sağ elinizle sol elinizi çarparsınız.
• Bal isteme işareti ise dilinin üzerine parmağını koymaktır.
• Balık isterseniz, balık yüzdüğü zaman kuyruğunu nasıl hareket ettiriyorsa onun gibi elinizi öne ve arkaya doğru hareket ettirirsiniz.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
331
Pınar ÜLGEN
• İçecek istediğiniz zaman, işaret parmağınızı ağzınız boyunca uzatırsınız.
• Bira için ise bir elinizi diğerine ovarsınız.
• Tıraş için başparmağınızı diğerine sanki dilimle keser gibi bırakır ve sonradan tıraş eder gibi parmağınızla yanağınıza vurursunuz.
• Kürk elbise için ise sol kolunuzu öne doğru gerersiniz ve sol elinizle içeriye çekersiniz.
• Kralın işareti ise elinizi aşağıya hareket ettirir ve sonradan bir taç şeklinde
ellerinizle kafanızda şekil yaparsınız.
• Uzanmış adam işareti ise kendinizi sakalla çekerken, zincirle iki elinle
kendinizi çekmektir.
• Uzanan kadın işareti ise kafa bandı işaretinde bir kulağından diğerine
ön alına karşı ellerinizi hareket ettirmektir (Skomorochov& Blackfeather,
1050:V)
Keşişler, zamanla bulundukları yerlerin dışına çıkmaya başlamışlardır. Bunun bir sebebi dua etmektir ve başka bir sebebi de iyileştirme faaliyetlerinde bulunmaktır. Bu durum, keşişlerin sosyal hayatla bağlantılarının
kopmasını engellemek ve halkla iç içe olmalarını sağlamak için de yapılmış
olabilir.
Manastırlar yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere, içinde çeşitli
binaların ve odaların bulunduğu ve çok sayıda kişinin barınabildiği karmaşık yapılardır. Manastırların belki de hepsinde var olan en büyük yerlerden
biri avludur. “Claustrum” kelimesiyle tanımlanan avlunun anlamsal olarak
kökeni Latince’deki “claudere”, kapatmak fiilinden gelmektedir. Avlunun
kapalı bir bahçe olarak çağrışımı cennettir. Ortaçağ sembolik düşüncesinde de avlu genellikle cenneti simgelemektedir (Goff, 2010:111; Hodges,
1903:28-29). Manastırın en önemli bölümü kuşkusuz kilisedir. Çünkü kilise, manastırın temel amacı olan ibadetin yapıldığı yerdir. Manastır üyeleri
de zamanlarının çoğunu burada geçirmektedirler. Kilise sadece yüksek bir
sunağa değil, aynı zamanda şapellere ve koro bölmelerine de sahiptir. Yemeklerle ilgili görevlilerden biri kilercidir. Kilerciler ve diğer memurlar getirdikleri ve sattıkları, sakladıkları ve kullanılması için verdikleri maddelerin
kayıtlarını tutmuşlardır (Reeves, 1988: 52; Grene, 1992:5-11).
Manastırların bir diğer ilginç tarafı da rahibe manastırlarının az sayıda olmasıdır. Bunların en önemlilerinden biri de XV. yüzyılda Konstantinopolis’te aris-
332
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
tokrat bir kadın tarafından kurulmuştu ve bu kadının kızı da dahil, ailesinden
birçok kişinin meskeni olmuştur. Manastırda 50 rahibe bulunuyordu ve bunların 30’u koroda görevliyken 20’si manastırın çekip çevrilmesinden sorumluydu. Her rahibenin kendi hücresi vardı; ancak yemekler yemekhanede topluca yenirdi. Öğünlerde ekmek, meyve, sebze, balık, yumurta ve peynire yer
veriliyor, asla et yenmiyordu. Her sofrada bulundurulan şarap bol miktarda
dağıtılır, soğuk havalarda, kimyonla tatlandırılmış su da sıcak bir içecek olarak içilirdi. İster koroda ilahi söylemek, ister mutfakta çalışmak, yemekhaneyi
denetlemek, revir ya da kapı nöbeti şeklinde olsun, her rahibenin bir görevi
vardı. Rahibeler, yün eğirme ve kumaş dokuma gibi el işleri de yapar, bu arada yüksek sesle mezmurları okurlardı; okur-yazar olanları ise kutsal metinleri
ve azizlerin yaşam öykülerini incelemeye uzun saatlerini ayırırlardı. Yılda bir
kez rahibelere yeni giysi verilir, aylık olarak da sabun ve kandil yağı dağıtılırdı.
Hasta bir akrabayı ziyaret gibi özel durumlar dışında rahibeler, manastırdan
çıkamıyordu. Dışarı çıkanlara da daima iki yaşlı rahibe eşlik ederdi. Yöredeki
bir azizin mezarını ziyaret, bir yakının cenazesine katılma gibi nedenlerle ya da
manastır mülkleriyle ilgili bir davada tanıklık etme gibi manastırı ilgilendiren
bir işleri olduğunda da dışarı çıkabilirlerdi. Manastırı yöneten başrahibe, manastır topluluğunun üyeleri tarafından seçiliyordu. Başrahibe, yönetimindeki
rahibelerin maddi ve manevi mutluluğundan sorumluydu, yani bir işkadını,
bir psikolog ve bir ruhani önderin becerilerini kendinde toplamak durumundaydı. Başrahibe ömür boyu görevde kalır, çok ciddi nedenler olmadıkça değiştirilemezdi (Alice –Mary Talbot, 1999:168).
Rahibe manastırları, diğer manastırlar kadar erken bir zamanda ortaya
çıkmış gibi görünmektedir; fakat bunlar hakkında yeterince bilgi bulunmamaktadır. Rahibe manastırlarının kuralları da hem Batı hem de Doğu
manastırcılığındaki diğer manastır kurallarıyla benzerdi ve bu manastırlarda kaba kuvvet yasaktı. Halbuki gün, iş ve ibadet arasında bölünürdü.
Rahibe manastırları, ne politik rol oynadılar ne de sonraki zamanlarda iyi
nakışların onlarda yapılmasının dışında, düşünce ya da sanat alanında diğerlerinden daha fazla üretim yapmışlardır. Fakat önde gelen kadınlardan
pek çoğu, asiller ya da hatta bazen azledilmiş imparatoriçeler ya da imparatorluğa ait dul kadınlar, saray memurları gibi kadınlar rahibe manastırlarına çekilirlerdi. Çoğu kişi bu durumda, manastırlar sayesinde epeyce
mal-mülk elde etmişlerdir. En ilginçlerden biri, Moğol hanı Hülagu Han ile
nişanlanmış olan fakat onun ölümünden sonra oğlu Abuka ile evlenen imparator Andronicus II Palaeologus’un yarı kardeşi olan Maria’nın hikayesi-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
333
Pınar ÜLGEN
dir. Sonraki yıllarda o, Konstantinopolis’e döndü ve Moğollara ait St. Mary
kilisesini kurdu ve Melane adını alarak rahibe olmuştur. (Rice,2008:654).
Burada şunu da belirtmeliyiz ki; kadın ve erkeklerin birlikte yaşadıkları ilk
manastır ise St. Hilda (614- 680) tarafından Britanya`da 657 yılında kurulan Whitby manastırıdır (Greene, 1992: 2).Ancak daha önce bahsettiğimiz
gibi bunların sayıları oldukça azdır.
Manastırların genel yapısını anlattıktan sonra manastırların en önemli
bölümlerinden biri olan kütüphanelere gelince; kitap okumak keşişlerin
görevlerinden biriydi. Manastır hayatının yayılmaya başladığı ilk dönemde kitaplar manastırın dehlizinde saklanmaktadır. Burası keşişlerin en çok
girebildikleri yerdir ve kullanılmadığı zaman kilitli bırakılmaktadır. Manastırlarda çok sayıda kitap bulunmaktadır. Bazıları kopyalanarak bazıları
da dışarıdan getirtilerek ya da bağışlar yoluyla sahip olunmuş kitaplardır.
Bazı zenginler ya da âlimler manastırlara kitap bağışlarında bulunmuşlardır. Kütüphaneler, manastırların önemli bir parçasıdır (Clark,1894:18).
Manastır kütüphaneleri Ortaçağın ilk halk kütüphaneleridir. Yabancıların
kütüphanelere girmelerine izin verilmektedir. Ayrıca belli bir ücret karşılığında kitaplar da ödünç verilmektedir (Toplu,2000:16).
Jacques le Goff, İvan İlyiç’in şu tespitini şöyle aktarmaktadır:
“1140 civarında kitapların uygarlığında, son monastik (manastırda üretilen
anlamında) sayfa ilk skolastik sayfayı açmak için çevrilmişti.” Okuma sanatının büyük öncüsü, Paris yakınlarındaki Banliyö Manastırı Saint-Victor’da
ikamet eden teolog ve alim Saint-Victor’lu Hugh idi. Yeni materyallerle
tekniklerin kitaplara kesin olarak yeni bir görüntü ve bunun yanında yeni
kullanımlar sağlaması XIII. yüzyılda gerçekleşmişti. Noktalama işaretleri
geliştirilmiş, el yazmalarında başlık ve alt başlık uygulaması başlamış, kitaplar bölümlere ayrılmış ve kitabın içeriğini sunan alfabetik endeksler belirtilmişti. Daha da devrimci bir değişim, belli dinleyici grupları için olanlar
hariç, sesli okumanın terk edilmesi, yerini sessiz, kendi başına okumanın
almasıydı. Okuyan bireylerin Avrupa’sı doğmuştu. Okulların ve üniversitelerin yayılmasından ayrı olarak, yazı kullanımında uzmanlaşan hukuk gibi
yeni mesleklerin ortaya çıkması ve okur yazarlığın soylular, tacirler ve zanaatkarlar arasında yayılması, tüm bunlar, kitap kullanımını arttırmıştı. Daniel Baloup’un belirttiği gibi, “kitap bir anda dünyevi çalışmalar, iş, eğlence ve kişisel dindarlık için gerekli alete dönüşmüştü.” Kitapların biçimleri
geliştikçe içerikleri de gelişmiş, daha da çeşitlenmişlerdi (Goff,2008:147).
Ayrıca bunlara rağmen rahibelerin el yazması eserleri kopya etmesi ya da
334
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
bunlara tezhip yapması, ilahi derlemesi, azizlerin yaşamöykülerini kaleme
alması, ilahiyat incelemeleri ya da vakayiname hazırlaması gibi işleri yaptıklarına rastlanmazdı. Öte yandan birçok erkek manastırında el yazması
eser hazırlanmasına ayrılmış yazıcı odaları vardı ve Bizans edebiyat yaşamına damgasını vuran kişilerin çoğu da böyle manastırlardan çıkmıştı.
Manastır kütüphaneleri, çoğunlukla temel ayin kitaplarıyla sınırlıydı, belki
kilise büyüklerinin yazılarını ya da azizlerin yaşamöykülerini içeren birkaç
cilt kitap da bulundurulurdu. XIV. yüzyılda Konstantinopolis›teki Khora
Manastırı›nın kütüphanesi böyleydi. Burası başkentin en iyi kütüphanesiydi ve zamanın önde gelen filologları gelip klasik yazarlarının eserlerini
derler, bunlar üzerine yorumlar hazırlardı. Manastırlar, belli alanlarda uzmanlaşma eğilimindeydi. Birinin yazıcı odasında sadece ayinlerle ilgili el
yazmaları, tümüyle o manastıra özgü bir yazı biçimiyle kopyalanırken, bir
başka manastır da ilahi ve dini şiirlerin ortaya konduğu önemli merkezlerden biri olabilirdi (Alice-Mary Talbot, 1999:169).
Ortaçağ okulları arasında belki de en etkili olanları manastır içerisindeki
okullardır. Buralarda sadece manastır üyelerine değil, zengin ya da fakir
(Orme,2006:257) ve dışarıdan kişilerin çocuklarına da eğitimler verilmiştir. Büyük Charles (768-814) zamanından itibaren daha önemli olmaya
başlayan bu okullardaki eğitim için imparator, 787 tarihli yasasında, bu
eğitimin hem öğrenmeye hem de öğretmeye yetenekli kişilerce verilmesini
emretmiştir (Carpenter,1972:17).
VIII. yüzyılla birlikte düşünce dünyasındaki değişimler, skolastik dönemi
Rönesans’a taşıyan oluşumların tohumlarını atmaya başlamıştır. Bu dönemde manastır ve piskoposluk okullarının açılmaya başladığı görülmektedir. Dönem, aklın ön plana çıkmaya başladığı ve Plato yerine Aristoteles
felsefesinin benimsendiği yıllar olmaktadır. Aristoteles mantığını benimseyen Avrupalı kimi aydınlar dinin bu temellere dayandırılması gereğini
savunmuşlardır. Toplumun kültürel düzenini yansıtan bir unsur olan müzik ise bir metafizikçi olan Boetius’un ifadesiyle “tanrısal aklın her şeyi
uyum içinde ya da sayısal düzende yarattığı” şeklinde açıklanabilir (Tanilli,
1986:159-176; Timuçin, 1992:231-248).
IX. yüzyıla kadar Avrupa, kent yaşamı bağlamında dağınık bir yapıya sahipti. IX. yüzyıla kadar neredeyse her manastırda okullar vardır. Edebî eğitim konusunda iyi olan manastır okullarına örnek olarak İtalya`da Monte
Cassino, Bobbio, Pomposa ve Classe, Almanya`da Fulda, Wissenbourg,
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
335
Pınar ÜLGEN
Gandersheim, İsviçre`de St. Gall, Fransa`da Corbie, Tours, Toul, Cluny ve
İngiltere`de St. Albans, York ve Yarrow manastır okulları verilebilir. Manastır okullarındaki hocalar, bazı pedagojik ustalıklara sahip olmuşlardır. Genel öğretim metotları ise soru-cevap tekniğidir. Çeşitli kitapların elyazmaları nadiren bulunabildiği için öğretmen o kitaplardan okuduklarını anlatmış ve öğrencilerin önlerindeki tabletlere yazmalarını sağlamıştır (Graves,
1910:13,19). Ayrıca İngiltere’deki küçük kiliseler geç ortaçağlarda kapatılmış ve onun mali kaynakları da daha büyük olanlarına transfer edilmiştir
(Dickinson,1961:118). Finanssal açıdan bakıldığında geç Ortaçağlarda bir
katedralinkiyle küçük bir manastırın ki aynı şehirde olmalarına rağmen
aynı kapasiteye sahiplerdi (Heale,2003:432). Bu da aslında bunların kapatılmasındaki haklı tarafı ortaya çıkarmaktadır.
Bizans manastırlarında ise resmi okul öğrenimi verilmiyordu. Aslına bakılırsa
çocukların eğitim amacıyla manastıra alınması bazı typikon’larda özel olarak
yasaklanmıştı. Fakat manastırlar, Bizans kültürünün korunmasında önemli bir
rol oynamaktaydı. Okuma yazma bilen rahibeler, bilmeyenlere öğretmeye
teşvik ediliyordu; ne de olsa ayinlerde ilahi söylemek, manastırın hesaplarını
tutmak ve kütüphane ya da arşiv görevlisi olarak hizmet verebilmek için az da
olsa okuma-yazmaya ihtiyaç vardı. Bizans›taki el yazması eserlerin büyük bölümü manastırların yazıcı odalarında üretilmekteydi ve manastır ortamı, dini
şiir yazmak ya da bir ilahiyat incelemesi kaleme almak için gerekli olan sakinliği de, manevi teşviki de sağlıyordu (Alice-Mary Talbot,1999:169).
Diğer bir manastır bölümü ise Scriptorium`dur. Kelime anlamı olarak yazar
ya da kâtiplerin bulunduğu yer demektir. Burada kitap kopyalama, yeni
kitap yazma, süsleme ve düzeltmeler gibi işler yapılmaktadır (Huddleston,
1912: 635). Buradan anlaşılmaktadır ki; farklı belgeler üzerinde kopyalama işlemleri gerçekleştirilmiştir ve yazıcılar buna göre eğitilmişlerdir.
Para basma işi manastırlar için de önemliydi. Darphanelere bazı manastırlarda rastlanılırdı. Örneğin St. Tours ve St. Martial gibi manastırlar darphanelerinde kendi adlarına paralar basmışlardır (Spufford, 2008:581).
Hastanelere gelince, manastırların ayrı bir yüzünü ortaya çıkarmaktadırlar.
Birçok fakir ve kimsesiz kişi buralarda ücretsiz tedavi görmektedir. Rahibeler hemşirelik yapmakta, doktorlar ise bitkileri ilaç olarak kullanmayı
çok iyi bilen keşişler arasından seçilmektedir (Kelly,2009:43). Benedictus
kurallarına göre yönetilen St. Gall manastırının 820 yılı civarındaki planı
incelendiğinde hastane olarak belirtilen yerde, doktorlar ve hastalar için
336
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
ayrı bir konut, ayrı bir mutfak, ayrı banyolar, bakımevi, bitki bahçesi ve
kan alma odası bulunduğu görülmektedir( Nutton,1992: 71). Doktorlar,
insanın vücudunda çok kan olduğuna ve alınmazsa hasta olacağına inandıkları için düzenli olarak kan alınmaktadır (Nigel,1997:72).Bu da manastırlardaki daha doğrusu Batı tıbbındaki ilginç bir noktadır.
Birkaç manastırın bünyesi içinde hastane vardı ve çağın imkanlarıyla en iyi
tıbbi hizmet buralarda sağlanırdı. Konstantinopolis’te XII. yüzyılda kurulmuş Pantokrator Manastırı’nın typikon’unda böyle bir hastanenin örgütlenmesi ve yönetimi konusunda ayrıntılı bilgiler verildiğini belirtmektedir
Alice-Mary Talbot. Bu hastanede beş koğuş ve toplam 61 yatak vardı. Bir
koğuş yaralanma ve sakatlanma nedeniyle gelen hastalara ayrılmıştır; bir
başkası göz ya da iç organlarıyla ilgili hastalıkları olan kişilere hizmet vermekteydi. Ayrıca kadınlar için 12 yataklı bir koğuş bulunmaktaydı. Hastalar özel hastane giysileri giyer, bu arada kendi giysileri de yıkanıp, iyileşince
giymeleri için hazırlanırdı (Alice-Mary Talbot, 1999:170).
Hastane personeli çok kalabalıktı, neredeyse her hastaya bir kişi düşüyordu. Kadınlar koğuşuna, erkek meslektaşlarının yarısı kadar ücret alan bir
kadın hekim bakardı. Kadroda ayrıca şifalı otlardan ilaç hazırlayan eczacılar, çamaşırcılar, aşçılar ve dört mezarcı bulunmaktaydı. Hastalara, esas
olarak ekmek ile sebzeden oluşan katı bir vejetaryen diyeti uygulanıyordu.
Büyük bir hamam da vardı ve her hasta haftada ancak iki kez yıkanabilirdi.
Bu hastane kilise dışından kimselere ayrılmıştır; keşişlerin ise altı yataklı
kendi revirleri vardı(Alice-Mary Talbot, 1999:170).
Pantokrator manastır kompleksinde ayrıca bir de düşkünler ya da yaşlılar
yurdu bulunurdu ve sakat ya da yatalak 24 erkeğin bakımını gerçekleştirecek şekilde düzenlenmişti. Sağlığı yerinde olup da çalışarak kendine bakabilecek durumda bulunanlar buraya kabul edilmezdi. Kurumda kalan herkese
ekmek, şarap, kuru sebze, peynir ve yağdan oluşan belirli yıllık bir tayın ile
yakacak odun sağlanırdı. Ağır hasta olan kimseler ise hastaneye yatırılırdı.
Manastıra bağlı olarak faaliyet göstermekle birlikte kompleksin dışında açılmış olan bir de cüzamlılar yurdu vardı(Alice-Mary Talbot, 1999:169-170).
Bir manastırda bir kilisenin yanı sıra rahiplere ya da rahibelere ait yaşam
alanları, bir hastane, bir imarethane ve bahçe de vardı. Bu manastırların
ilk ve ayrıntılı planları günümüze kadar geldiği için en iyi tanınan örneklerinden biri İsviçre’deki St. Gall manastırıdır. Karolenj döneminde büyük
senyör şatolarının sayısı çok az olduğundan kendilerine bağlı personelin
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
337
Pınar ÜLGEN
yanı sıra savaşlar ya da kıtlıklar sırasında halkın genelinin ihtiyaçlarını karşılama işi de manastırlara düşüyordu (Duby, 2006:154).
Karolenjler döneminde ve imparator Ludwig’in Benedikten modelini sadakatle uygulayarak manastır reformunu tamamladığı sıralarda, yani
816-830 yılları arasında kuramsal bir şema çizildi. Manastıra ait alanın
örnek düzenlenişini betimleyen bu şema, meşhur St. Gall planıydı. St. Gall
manastırı planı ilk manastır planı olarak bilinmektedir. Bu plan, 816 ve
817 yıllarında Aachen`deki ruhani meclis reformu boyunca hazırlanan ve
sonraları kaybolan, ideal manastır kompleksi planından 820 yılı civarında
kopya edilmiştir. Bu plan, belli bir manastırı işaret etmemektedir. Gerçekte
böyle bir manastır da inşa edilmemiştir. Ne tür binaların ideal bir manastırı
oluşturabileceğini ve binaların birbirleriyle olan bağlantılarının nasıl olması
gerektiğine işaret eden bir plandır ve daha sonraki manastırlar için örnek
olmuştur (Kingsley, 2003:351).
Manastır görevlilerine örnek olarak St. Denis manastırındaki iş bölümü
gösterilebilir. Kaynaklara göre bu manastırda memurlar, başrahip, baş keşiş, ikinci sıradaki başrahip, kilise korosu şefi, hastabakıcı, mali işler sorumlusu, zangoç, baş hâkim, kiler sorumlusu, sosyal görevli, kâhya, noter,
doktor, adli subay ve bir de haritacı bulunmaktadır (Robertson, 1991:306).
Scotland da kazı çalışmaları yapılan bir yerleşim alanındaki bulgular burada bir manastırın olduğunu göstermektedir. Hatta buranın Britanya’daki
ilk manastır olduğu bile söylenmektedir. Özellikle burada bulunan bir terazi manastır kurumlarının aynı zamanda ticaret ve ekonomik birliğe önem
verdiklerini gösterir bir kanıttır (Carver,2004:7).
Manastırlardaki görevlilere geri dönecek olursak; Cluny manastırlarındaki
din görevlilerinin başında Benediktenlerde olduğu gibi baş keşiş gelmektedir. Diğer görevlilerin başında “prior” denilen “sırabaşı” vardır. Görevi,
baş keşiş olmadığında her konuda ona vekâlet etmektir. Kilise, “sacristia başı”na emanet edilmiştir. Bu kişi, kiliseyi belli saatlerde açıp kapatır,
ayin eşyalarını ve bütün dinsel araçları denetlerdi. Konutun iç kısmındaki
odada saklanan her şey “odabaşına” emanet edilmekteydi. Kilerci, mülk
arazide yetişen yiyeceklerden sorumludur. Kilerde geceleri bir keşiş yatmakta ve sürekli bir ışık yanmaktadır. Kilerci, ayrıca erzakı da bölüştüren kişidir. Hububatçı başı tahıldan, sudan ve çamaşırların yıkanmasından
sorumludur. Şarapları bekleyen şarap bekçisi ile atlardan sorumlu olan
ahırbaşı da kilerciye yardım edenlerdendir. Manastır dışındaki insanlarla
338
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
iletişimi sağlayan ve bu iletişimi kontrol altında tutan “konakçıbaşı” ve
“sadakacıbaşı”dır. Sadakacıbaşı ise artıkları muhtaçlara dağıtır, manastır
dışında yaşayan ama yataktan kalkamayan hastaları -kadınlar hariç- her
hafta ziyaret etmekte ve avlunun içinde on sekiz yoksul papazın geçimini
sağlamaktadır (Duby, 2006:56-60).
Manastırlarda çalışan diğer kişileri şöyle sıralayabiliriz: “Almoner”, görevi
fakirlerin durumunu iyileştirmektir. Fakir insanlara yiyecek, giyecek hediyeler gibi yardımda bulunmaktır. “Abbess”, bir başrahibe olup bütün rahibelerin başıdır. Rahibelerin işlerini düzgün şekilde yapmalarından sorumludurlar. Onları korumak ve öğreticilik yapmak onların görevidir. “Preceptor”, bir öğretmendir. Manastırda müzik öğretilmesinden, rahiplere ayin
dua öğretilmesinden sorumluydular. “İlluminator”, manastır kütüphanesindeki kitapların basımından sorumluydular. “Infirmarian” ise hasta olan
rahibelerle ilgilenirdi. Yaşlı ve hasta rahibelerle ilgilenirlerdi. “Hospitaller”,
manastırlara gelen tüm hacıların ve misafirlerin güvenliğinin sağlanması
onlara yiyecek kalacak yer sağlanmasıyla ilgilenirlerdi. Aynı zamanda onlara tıbbi destek de sağlanırdı. “Craftsman”, manastırda kullanılan tüm
mobilyaların tamiratıyla ilgilenirlerdi. “Farmer”, zenginler tarafından manastıra verilen topraklarla ilgilenen rahiptir. Manastıra yiyecek sağlayan
görevin bir parçasıydılar. “Novice Master”, papaz çömezidir. Rahip olabilmek için neler öğrenilmesi gerektiği konusunda bilgiler verirler. Erkeklere
Latince yazma ve okuma öğretirler. “Abbot”, başrahiptir. Manastırın liderisinizdir. Rahiplere göz kulak olmak ve manastırın kurallarının işlemesini
sağlarlar. Manastıra gelecek olan önemli misafirlerin kabulüyle ilgilenirler.
“Cellarer” ise mahzencidir. Rahipler için yeterince yemek olup olmadığına
bakar. Mahzene ve depolara bakarlar. “Nurse”, Ortaçağ hastanelerinde
çalışan bir rahibedir. Hastaların yıkanması ve beslenmesinden sorumludurlar. Hastalara ilaçlarını verirler. Ölen hastaların gömülmesinden de sorumludurlar. “Friar”, keşiş ve papazdır. Manastırda oturan papazlardan
ziyade seyahat eden papazlar grubundan gelmektedirler. Halka kendi festivallerine katılmalarını sağlama ve eğitim verme görevini yerine getirirler.
“Knight Templar” ise tapınak şövalyesidir (monksnunsjobs.pdf.).
Manastırlardaki en önemli sorunlardan biri manastır hayatının bir dezavantajı olan sağlık problemleriydi. Bu durum, özellikle rahiplerin sağlığını
etkiliyordu. Canterbury’de bir Hıristiyan kilisesinin rahibi olan Nigel Wireker, 1206 yılı civarında dini kurallar hakkındaki bir şiirde, dua ayinleri
sırasında bir Cluny rahibi olarak katlanmış olduğu nefes darlığı ve öksürük
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
339
Pınar ÜLGEN
gibi hastalıkları tasvir etmiştir. Çünkü siyah rahipler bir günde 200’ ün üzerinde ilahi okuyabilirlerdi. Clunilerin görkem merakı ve sevgisi bazı problemlere de neden olurdu. Çünkü onlar büyük ve ağır manastır zillerine
meraklılardı. 1155 yılı civarındaki bir Cistercian (Sistersiyen) rahibi Prüfeningli Idung’e göre bu ziller iki adam için bile çok ağırdı. Çok sayıda rahip
bu zil iplerini çekerken incitmişlerdir. Kıdemli Conrad, Canterbury Katedraline sunduğu 1108-1127 yılları arasında beş tane büyük zilin çalınması
için yaklaşık olarak 63 kişi istemiştir. Durham’da da rahiplerin görevi bu
zillerin çalınmasıydı (Kerr,2008:4-5). Clairvaux’lu Bernard 1090–1153) çok
sert ve sıkı olan rejimden dolayı gastrik problemler yaşamıştır. Yaşamının
sonuna doğru Bernard’ın sindirim sistemi bitti. Fakat bu konforsuz yaşam
aynen devam etti. Clairvaux rahipleri, azizlerinin acıya daha az dayanabilir
olmasını isterlerdi. Çünkü Vita Prima, Bernard’ın karın ağrısı şikayetinin
manastıra bir saldırı olduğuna dikkat çekmektedir. Onun bu şikayeti çok
şiddetlenmediği sürece birlikten ayrılamayacaktı. En azından koroya yakın bir yerde bulunurdu. Gastrik durumu çok şiddetlendiği zaman koroda
bulunamazdı. Sonuç olarak korodan ve manastırdaki bütün faaliyetlerden
ayrılır ve kendi başına yaşardı. XII. ve XIII. yüzyıllarda manastırın lideri olan
Rievaulx’lu Matthew kapalı alanda büroda oturmaktan rahatsızlanmış
olup stresten sağlığı bozulmuştu. St Thierry’li William (1148) rahiplerin
daha açık bir zekaya kavuşmaları için hoş bir uyku çekmeleri gerektiğini tavsiye etmiştir. Carthusian gelenekleri, rahiplere belirlenen saatlerde
uyumaları gerektiği konusunda bilgiler vermektedir. Rahip, Battle’li Odo
(1175–1200), rahiplerden ayrı uyumayı karın ağrılarından kurtulmak için
isterdi (Kerr,2008:5-6). John Grove ise Hıristiyan kilisesinin rahibi ve onun
arkadaşı katedralin tamamlanmamış kuzeybatı kulesine tırmanırken ayaklarını kaybetmişlerdi ve John ölmüştür. Guisborough’deki kilise 1288de
yandı. Sebebi de zil kulelerin malzemelerinin keresteden yapılmış olduğu
söylendi (Kerr,2008:7,10). Kiliselerde potansiyel tehlikeler de vardı. Rahipler, dua edecekleri zaman yerde otururlardı. Buradaki tehlike bataklıktan
getirilen tuzlu kamışların burada kullanılmış olmasıdır. Cistercien rahipleri
yıllık genel oda toplantılarına katılmak üzere Citeaux’daki genel başkanı
ziyaret etmek üzere seyahat ederlerdi. Seyahatin süresi hastalığa ve kazalara göre değişmekteydi. XII. yüzyılda en az 3 aziz seyahat sırasında
ölmüştür. Kurucu aziz Richard 1139 yılında öldüğü Roma ile çok az bağlantı kurabilmişti. Onun halefi Richard II, genel oda toplantısı sırasında
Clairvaux’ da 1139-43 yılında öldü. Pipewell’li Robert,1170-80 yılında yıllık odadan dönüşte Woburn manastırında ölmüştür. Kısa yolculuklar fela-
340
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
ketle bitebilirdi. 1315 yılında Abingdon azizi Richard Cleeve, kendisinsin
ve 4 rahibin Thames nehrine düştüğü manastır yakınında gerçekleşen bir
korkunç bir kaza geçirdiler. Özellikle de at üstündeki kazalar çok sıradandı. “Historia Calamitatum” adlı eserde Peter Abelard’ın attan düşüşü ve
boyun kemiğini nasıl kırdığı anlatılmaktadır (Kerr,2008:14).
1485-1507 yılları arasında Hıristiyan Kilisesinde Rahiplerin Ölümüne Neden Olan Hastalıklar ve Oranları (Hatcher,1986:30).
Hastalık
Terleme ve endişe hastalığı
Veba
Tüberküloz
Plörezi-akciğer zarı iltihabı
Ampiyemi
Fistül
Dizanteri
Ödem
İdrar yolları hastalığı
Felç
Delilik
Ateş
Fıtık
Ölen Rahip Sayısı
9
8
13
2
2
1
2
4
3
1
1
1
1
Yüzdelik Oran
21
19
31
5
5
2-3
5
10
7
2-3
2-3
2-3
2-3
İlk kurulan manastırlar, yapı olarak coenobitic yerlerdi yani rahiplerin, bütün kişisel mallarını harcadıkları, genelde yemeklerini aldıkları ve başrahiplerinin otoritesini kabul ettikleri yerlerdi. Bir ara, onlar hasta olmasa da,
onların bir yılda 3 defadan fazla banyo yapmaları yasaklanmıştı. Sadece
sonradan rahiplere kendi mallarını saklamalarına izin veren bir komiteninkiyle başrahibin otoritesinin yerine geçen ve toplumsal yaşamın en fazla
görünüşlerine bir son veren hidrodinamik bir sistem kuruldu. Bu sistem,
XV. yüzyılda Athos’ta benimsendi. Kurallar da, ilk olarak İkonoklast zamanlarda ve sonradan XII. yüzyılda layık olan insanlara manastırların verilmesiyle yavaşlatıldı. Bu kişiler, fakir evlerin ve hastanelerin tedariki gibi
manastırların destekledikleri çeşitli hayırsever aktiviteleri önleyerek ve onların kıt kanaat gereklilikleri için sadece yeteri kadar rahiplere izin vererek
kiliseye ait sermayelerin çoğunu bir tarafa ayırırlardı. X. yüzyıl kadar erken
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
341
Pınar ÜLGEN
zamanda Nicephorus Phocas manastırlar vasıtasıyla zenginliğin birikiminden dolayı uyanan kötüleri ihbar etmiştir ve onlar mal sahipleri olarak
önemli olan bir rolü sonuna kadar oynadılar ( Rice,2008:653).
Son olarak, XIII. yüzyılda dikkat çeken bir diğer nokta da Mendicant
adındaki gruptur. En önde gelenleri daha önce bahsetmiş olduğumuz
Dominikenler, Fransiskenler, Karmelitler ve Kapuçinlerdir. Bu grubun üyeleri, dinsel yaşamlarını inzivada sürdürmek yerine, toplum içinde insanların ruhsal yardımcısı olma yolunu seçmişlerdir. İspanyol Aziz Dominicus
(1170-1221) önderliğindeki Dominiken tarikatında keşişler karşıt akımlara
karşı savaşım vermiştir. Yüksek öğrenim görmeleri ve öğretime katılmaları
özendirilmiş olan bu keşişler, entellektüel düzeyleriyle toplumda saygınlık kazanmışlardır. Assisili Aziz Francesco’nun (1181-1226) izindeki Fransiskenler ise misyonerliğin hırslı propagandacısı olup, çalışma anlayışları,
zanaat ve toprak dışı alanlara yönelmiş, yüksek öğrenim kurumlarını etkinlik alanlarına almışlardır. Mendikantlar, manastır düzeninde, “çalışma”
ilkesini toplum yararına ve kilise hizmetine yönelttikleri için, tarım ve el
işleriyle ilgili mekanlar yer almamıştır. Assisi Büyük Manastırı›nda ya da
Floransa’da Santa Croce Manastırı›nda olduğu gibi, manastır için çalışan
hizmetlilere de gerek duyulmadığından kuruma alınmamışlar, dolayısıyla
diğer ordo›ların manastırlarındaki hizmetliler koğuşları programdan kaldırılmış; keşiş koğuşlarıysa zamanla hücrelere dönüştürülmüştür (Braunfels,
1972:125-152; Ahunbay, 1997:1161-1164).Bunun yanı sıra XIII. yüzyılda
manastırlar, azizlere vakfedilmiştir çok sayıda hastane ve mahalle ve cemaat ile birlikte (Binns,1989:100;Clay,1909:261-262;Farmer,1987:264).
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupası’ndaki Önemi
Manastırlar, bu kadar kompleks bir yapıya sahipken Avrupa’da nasıl bir
etki uyandırmıştır sorusunun cevabı da karmaşık aslında. Çünkü manastırların yarattığı etki sadece bir alanda olmamıştır. En önemli etki, politik
hayatta yaşanmıştır. X. yüzyılda Manastır reformu denilen bir hareket gerçekleşmiştir. Bu hareketin amacı eski manastır ilkelerini canlandırıp manastırları ilk baştaki konumlarına döndürmektir. Bunu amaçlayan keşişler,
kilise dışından da büyük etki görmüşlerdir. Böylece yeni binalar yapılmış
eskileri onarılmıştır. Reform hareketi en önemli etkisini 909 yılında Cluny
manastırı vasıtasıyla yapmıştır. Cluny manastırının liderleri Burgonya ve
Frankların önde gelen ailelerinden olunca bu etki de fazla olmuştur. Cluniler Benedikten kurallarını benimsemişlerdi. Ancak sadece tek bir yaşam
342
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
biçimi değil de merkezi olarak da disiplinli bir örgütlenmeye dayalı yeni
bir din düzeni geliştirmişlerdir. Eski Benedikten manastırları özerk cemaat
niteliği taşırlarken; Cluny manastırları doğrudan Cluny başrahibine bağlıydılar. Keşişler merkez manastırda eğitildikten sonra kendi manastırlarına
gidebiliyorlardı (Roberts,2010:183).
İşte bahsettiğimiz bu reform hareketi ile bu başlık altında bütün sorunlar
ve amaçlar bir arada toplandı. Artık Batı kilisesi daha homojen bir görünüm aldı. Devamında da 1054 yılında Ortodoks kilisesiyle yaşanan ayrılık
gerçekleşti. Yani görüldüğü üzere olaylar birbirinin zinciri nitelliğindedir.
Ayrıca Reform beraberinde muhalefeti de getirmiştir. Çünkü piskoposlar,
her zaman papaların onların işine karışmasından hoşlanmazdı. Bu reforma karşı en güçlü direniş “Atama Çekişmesi” adını verdiğimiz büyük anlaşmazlık olmuştur. Modern anlamda bunu kilise ve devlet arasındaki ayrım olarak da düşünebiliriz. Çünkü reformun özünde bağımsız kilise ideali
vardı. Yani kilise dünyevi işlerden uzak durmalıydı (Roberts,2010:183). Bu
düşünceler, uzun bir süre daha devam etmiştir.
Manastırların, elyazmalarının kopyalanması, yeni kitapların yazılması,
süsleme, resimleme, heykelcilik, tarım, rahiplik eğitimi, sarraflık ve misyonerlik gibi pek çok alanda faaliyet gösterdikleri bilinmektedir (Huddleston,1911:514) . Ancak en önemli işlevleri ve de Ortaçağ Avrupası’na
katkıları, elyazmalarının kopyalandıkları yerler olmaları oldukları söylenebilir. Buralarda kutsal metinler, kilise babalarının ve azizlerin hayatları ve
yazdıkları, dua kitapları, ilahi kitapları, Latince yazılmış klasikler gibi pek
çok eser kopyalanmıştır. Ayrıca başka manastırlardan, katedrallerden, kalelerden ve saraylardan da elyazmaları ödünç alma yoluyla temin edilmiş
ve kopyaları çıkartılmıştır. Özellikle de tarih alanında çalışmalar yapılmıştır.
Fransa`da Tours, Rheims, Laon ya da Paris`teki okulların hocalarının hiçbiri
tarihle ilgilenmemişlerdir. İngiltere`de de tarihçiler neredeyse tamamen keşişlerdir. Keşişlerin tarihle ilgilenme sebepleri altında geçmişe olan aşkları
ve eğitimleri sırasında tarihe aşina olmaları yatmaktadır. Manastırlarda çok
tutucu bir hayat olduğu için keşişler geçmişe olan bakış açıları farklıdır.
Bu da onları tarih ilmine yaklaştırmıştır. Onlara göre tarih yazmak unutmamak için yararlı bir şeydir (Leclercq, 2003:155). Keşişlerin bu denli çok
alanda eserler veriyor olmaları çok iyi bir eğitimden geçtiklerini göstermektedir. Özellikle dini de olsa şiir yazabilmek, çok kitap okumanın ve
çeşitli alanlarda bilgi sahibi olmanın bir sonucu olsa gerektir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
343
Pınar ÜLGEN
Keşişlerin en önemli işlevlerinden biri de misyonerlik faaliyetleri olmuştur. Birçok keşiş başına gelecekleri düşünmeksizin dinlerini yaymak için
uzak bölgelere gitmişlerdir. Özellikle kuzey Avrupa`ya Hıristiyanlığın yayılmasında bu misyoner keşişlerin faaliyetleri çok önemlidir. Buraya gelip
çok Tanrı`ya inanan halkı Hıristiyanlığa inandırmış ve tapınaklarını yıkarak
yerlerine kiliseler kurmuşlardır. Manastır eğitimini, kitapları ve yeni sanat
biçimlerini kuzeye taşımışlardır. Örneğin Hıristiyanlığı İrlanda`ya St. Patrick,
Almanya`ya ise St. Boniface getirmişlerdir (Cells, 2005:9-10).
Manastırlar, entellektüel ve kültürel hayatta da tamamlayıcı rol oynamıştır.
Her piskoposluğun kendi din okulunun yanı sıra, manastırların çoğu Aziz
Basileios’un emirlerini yerine getirerek kendi kitaplıklarını ve scriptoria’sını (kitap kopyasının yapıldığı odalar) kurmuşlardır. Manastır kitaplıklarında korunan metinleri inceleyen ve bunları diğer keşişlere öğreten bilim
adamı keşişler de bulundurulmuştur. X. ve XI. yüzyılda, el yazmalarını yazan kişilerin yüzde 50’si, XIV. yüzyılda yüzde 25’i keşişlerdi. IX. yüzyılın
ilk yarısında, okur-yazarlık oranında büyük çoğunluğu keşişler ve rahipler
oluşturmuştur. XIV. yüzyılda okur-yazarların yüzde 25›inden fazlası keşiştir
(Talbot, 1991: 1393; Rice, 2002:190).
Manastırların sağlık alanındaki etkisi zamanla daha da artmış ve Kuzey
Avrupa`da manastır hastaneleri hastalara hizmet veren ana kuruluşlar haline gelmişlerdir. Manastır yöneticileri de bu konuda hassasiyet göstermişlerdir. Örneğin St. Gall başrahibi Othmar, 830 yılı civarında, kendi inziva
yeri dışında cüzamlılar için bir hastane inşa ettirtmiştir. Bu başrahip ayrı bir
yer inşa ettirmiştir; ancak manastırlar genellikle duvarları içerisindeki ayrı
bölümlerde, salgın ve bulaşıcı hastalıklar süresince hastalara hizmet etmiş
yerlerdir (Jovinelly-Netelkos, 2007:6). Elbette her manastır aynı gelire sahip
değildir ve manastır içinde ya da dışında hastalar için ayrı yerler açma imkânı
bulamayabilir ama hastalara bakma görevi bununla ilişkilendirilmemiştir.
Kayıtlardan anlaşıldığına göre keşişler, kanamanın durdurulabileceğini
bilmektedirler. Ameliyat yapan doktorlar da manastırları düzenli olarak
ziyaret etmekte ve hastalardan kan almaktadırlar. Kan alma uygulaması
tıbbi iyileştirmenin bir parçası olarak görülmektedir. Bazı kayıtlarda bunun
aylık olarak yapıldığı, bazılarında ise üç ayda bir yapıldığı yazmaktadır.
Aynı kayıtlara göre kan alınan hastaya, kanı alındıktan sonra veya bir gün
boyunca, fazladan et ve dinlenme zamanı verilmekte, ayrıca hasta angarya işlerden de muaf tutulmaktadır (Kelly,1997:61). Kan alma rutin tedbir
amaçlı bir uygulama olarak görülmekte ve manastırsal takvimlerin ve ayin-
344
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
lerin içerisinde de yapılmaktadır (Wallis, 2010:96). Bu uygulamaya verilen
önem, vücut sağlığına da çok dikkat edildiğini göstermektedir.
Tıp tarihinde Ortaçağ dönemi, manastırların ve keşişlerin bu tıbbi hizmetlerinden dolayı manastır tıbbı olarak tanımlanmaktadır (Talbot, 1970:73).
Ancak bu manastır tıbbı dönemi 1130`da Clermont Konsili tarafından,
keşişlerin tıbbi uygulamalarının yasaklanmasıyla resmi olarak sona erdirilmiştir (Ackerknecht, 1982: 82).
Eğitim konusunda da manastırlar dönemin önde gelen kurumlarıdır. Sadece dini alanda değil, temel matematik ve Latince alanlarında da hem
zengin ve soyluların hem de fakirlerin çocuklarına eğitim vermişlerdir. Hatta, bazı tarihçilerin tersini düşünmesiyle birlikte, bazı tarihçiler manastırların
üniversitelerin kurulmasında etkili olduklarına inanmaktadırlar. Buralardan
yetişen hocaların daha sonra üniversite hocaları olarak görev yaptıkları da
bilinmektedir. Zira 1100`lere kadar manastır üyeleri ortaçağ Avrupa`sının en
eğitimli kişileridir. Geriye kalan halk, okuma yazma bilmemektedir. Krallar
ve kilise liderleri kurumları ve halkı nasıl yönetecekleri hakkında kendilerine
eğitim vermeleri için eğitimli keşişleri para karşılığında kiralamışlardır (Cells,
2005:9). Aslında çocuklarına eğitim vermeleri için keşişleri seçen zenginler
ve keşişler arasında sıkı bir bağ mevcuttur. Manastırlar, zenginlerden gelen
hediyelerle hayatlarını devam ettirirlerken, zenginler de keşişlerin dualarına
ihtiyaç duymuşlardır (Bouchard, 1998:162). Bu da manastırların halkın yaşamında manevi olarak ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Ortaçağ
Avrupa`sı toplumundaki din mefhumunun ne kadar güçlü olduğu düşünülecek olunursa bu durumun normalliği de anlaşılacaktır.
Manastırlar, yolculara seyahatler sırasında güvenilir ortamlar sunmaktaydılar. Bu nedenle de iletişimin sağlandığı kurumlardır. Bu özellikleriyle uzaklardan gelen yenilikleri ve haberleri ilk alan yer olma şansına da sahiptirler.
Örneğin, özellikle güneşsiz kış ayları boyunca ve geceleri, su saatlerini ilk
kullanan kurumlardır (Wigelsworth, 2006: 129).
Kadın manastırlarının verdiği eğitim ilkokul ve ortaokul eğitimini kapsamaktadır. Rahibeler tarafından hastalara ziyaretler yapılmış ve hastaların
kendi evlerinde bakılması sağlanmıştır. Rahibe manastırlarında da aylaklığa asla müsaade edilmemiştir. Bir rahibenin günü koro bölümü, çalışma
odası, sınıf, yemekhane, dinlenme odası ve el işlerinin yapıldığı yerlerde
geçmektedir. Ortaçağ rahibeleri öncelikle Latince okumuş ve yazmışlardır.
Ayrıca kutsal metinleri çevirmiş ve süslemeler de yapmışlardır. Rahibeler
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
345
Pınar ÜLGEN
için erkek rahipler arasından günah çıkarabilen kişiler atanmıştır. Rahibe
olmak isteyenler kilise tarafından test edilmiş ve kabul edilmişlerdir. Onlarla ilgili tüm işleri piskopos onaylamaktadır. Ayrıca piskopos rahibelerin
yılda iki ya da üç kez günah çıkartan bir papaza gitmelerini sağlamakta,
diyakozluğundaki tüm kadın manastırlarını periyodik olarak ziyaret etmekte ve şikâyetleri dinlemektedir (Alston, 1908: 393).
Sonuç olarak Ortaçağ Avrupa`sındaki manastır sistemi, her ne kadar başlangıçta Hıristiyanlığın bir parçası olarak kabul edilmese de, kilisenin onu
bünyesine almasıyla güçlenmeye başlayan ve desteklenen hem kadın ve
hem de erkek manastırlarıyla, birçok yönden faydalı olmuş bir sistemdir.
Manastırlar sayesinde yoksullar doyurulmuş ve barınacak yer bulmuş, yolcular güvenli bir eve sahip olmuş, hastalar ücretsiz tedavi görebilmiş, dini
bilgiler ve Hıristiyanlık tüm Avrupa`ya yayılmış, belki bazı yolların güvenliği
sağlanmış ve çok sayıda kitap sahibi olunmuştur. Birçok manastır da hem
tarım arazisi hem de kentlerde kiraya verilebilecek imalathane ve ev şeklinde gayrimenkullerle birlikte önemli bir servet toplamıştır.
Bunların yanı sıra insanların farklı sebeplerle de olsa manastırlara çekilmeleri işgücünde büyük oranda bir düşüşe sebep olmuştur. İşgücü nüfusundaki bu azalma üretimi de azaltmıştır. Bunun yanı sıra keşişlerle halk
arasındaki ilişkiler de zamanla devletle manastırlar arasında sorunlar yaratmaya başlamıştır. Bu kadar önemli kurumlar olan manastırların zaman
içinde karşılaştıkları bu sorunlar manastırların dezavantajı olmuştur.
Sonuç
Acaba bu kadar çeşitli özelliklerinden bahsetmiş olduğumuz manastır hayatı ya da manastır kurumu, neden bu kadar cazip hale geldi ve neden
bu kadar benimsendi? sorusunun yanıtı Tanrı sevgisidir dersek açıkçası
cevabı geçiştirmiş oluruz. Çünkü bu dönemde savaşlar, vergi sömürüleri
ve politik ortam ve bütün bunlar, Budist örneklerinin ve Mısırlı münzevi
keşişlerin etkisiyle benimsenmiş ve de manastırlara hangi gruptan olursa
olsun insanlar ayrım gözetilmeden kabul edilmişlerdir.
Manastır yaşamı, dağlardaki mağaralarda kurulmuş olan inziva yerlerinden başlayarak kalabalık olan kentsel yapılara kadar çok çeşitli biçimlerde kendini göstermektedir. Birçok keşiş, sık sık bir manastırdan diğerine
geçer, bazıları da bir süre tarikat manastırında yaşayıp bir süre münzevi
hayat tarzını sürdürürdü. Hayatın çeşitli evrelerinde manastır yemini etmek mümkündü ve manastıra kapananlar burada düşünsel uğraşlarıyla
346
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
ilgilenebilir, sanat ya da hayırseverlik faaliyetlerine yönelebilir, el emeğine
dayalı işler görebilir ya da çilekeşlik ve ibadetle ömrünü geçirirdi. Manastır
sisteminin hem Bizans’ta hem de Avrupa’da böyle kilit bir rol oynamasının
sebebi, çeşitlilik gösteren esnek bir kurum olması, toplumun ihtiyaçlarına
karşılık vermesi, her sınıftan insanı kabul etmesi ve bu insanların hayatını
etkilemesiydi. Aynı zamanda da manastırdaki törenler, güvenli bir ortam
yaratmış ve de manastırlar, birer sığınak olmuştur insanlara.
Devletin de bir süre manastırlardaki gezgin rahipleri denetim altına almak
için uğraştığını da düşünecek olursak manastırların Ortaçağ Avrupası’nın
sosyal yapısını da etkilediği rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Burada şu nokta dikkatimizi çekmektedir: Şöyle ki devlet manastırları
destekliyordu. Çünkü manastırlar hem Tanrıyı hoşnut etmek bakımından
hem de siyasal bakımdan etkiliydi. Buradaki kutsal ruhlar ve temiz ellerin
imparatorluğa dua etmesi çok önemliydi. Bu şekilde Tanrı sevgisiyle ordu
güçlenmekte, devletin zenginliği artmakta, tarım ve ticaret daha da gelişmekteydi şeklinde düşünceler vardı denilebilir.
Bir diğer önemli nokta da kilise mülklerinin ve manastırların gücü sürekli
olarak artınca bu durum, Doğu’da ikonakırıcılık hareketini ortaya çıkarmıştır. Ordu ve aristokrasinin etkisiyle imparatorluk kurumu, kilise ve manastırların zenginlik kaynaklarını ele geçirmiştir. İmparator manastır topraklarını ele geçirince keşişler de toplum içinde olağan bir yaşayışa zorlanmıştır.
Bu şekilde ne manastırlar ne de manastır çalışanları toplumda ayrı bir sınıf
olarak görülmüşlerdir. Bu durum, ilk bakışta bir zorlama gibi görülebilir;
ama diğer bir bakış açısıyla da bakıldığında en azından keşişlerin toplumdan uzaklaşmadıkları görülecektir. Bu özelliklerin hepsi, manastırlara olan
güveni arttırmıştır. Bu nedenle de manastırlar Ortaçağda Avrupa’da hem
dini hem eğitim hem de sağlık kurumları olmaları gibi özellikleriyle çok
önemli kurumlar olmuşlardır.
Kaynaklar
Ackerknecht E. H.(1982). A Short History of Medicine. USA: The Johns Hopkins
University Press.
Ahunbay, Metin. (1997). “Manastır”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi 2: 11591164.
Akyürek, Engin. (2001). “Antalya’nın Doyran Beldesinde Bir Bizans Manastırı”, V.
Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazı ve Araştırmaları Sempozyumu : 13-28.
Alatlı. A. (2010). (Derleyen).Batı`ya Yön Veren Metinler I. İstanbul: İlke Eğitim ve
Sağlık Vakfı.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
347
Pınar ÜLGEN
Alpaslan, S. ve L.E. Vardar. (2002). “Galatia’da Bizans Dönemi Kayaya Oyma Örnekler”, VI. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazı ve Araştırmaları Sempozyumu : 27-40.
Alston. G. C. (1908).“Convent”. The Catholic Encyclopedia. ( c.IV). New York.
Backman.C.R.(2002).Worlds of Medieval Europe.London:Oxford press.
Bak. János M. (2000). “Signs of Conversion in Central European Laws”. Christianizing Peoples and Converting Individuals. (Ed).: Guyda Armstrong, Ian N.
Wood. Belgium: Brepols press.
Bakır. A.- Ülgen. P. (2008). “Bizans Tarihi”. Ortaçağ Tarih ve Medeniyetine Dair
Çeviriler II. Ankara: Bizim Büro yay. ss. 551-675.
Barasch Moshe (1976). Gestures of Despair in Medieval and Early Renaissance
Art.New York: New York üniversitesi yay.
Bernhardt. John W. (1996). Itinerant Kingship and Royal Monasteries in Early
Medieval Germany. Great Britain. Cambridge University Press.
Binns. A.(1989). Dedications of Monastic Houses in England and Wales, 1066–
1216. Studies in the History of Medieval Religion. (c. V). Woodbridge.
Bouchard. C. B. (1998). Strong of Body, Brave and Noble. USA. 1998: Cornell
University Press.
Boynton. S. (2000). “Training for The Liturgy As A Form of Monastic Education”.
Medieval Monastic Education. (Ed.: George Ferzoco, Carolyn Muessig).
London:Leicester University Press.
Braunfels, Wolfgang. (1972). Monasteries of Western Europe. The Architecture
of the Orders. London: Thames and Hudson.
Carpenter. N. C. (1972). Music in The Medieval and Renaissance Universities.
1972:University of Oklahoma Press.
Cels. M. Life in A Medieval Monastery. Canada. 2005: Crabtree Press.
Clark. J. W. (1894). Libraries in The Medieval and Renaissance Monasteries.
Cambridge.
Clay. R.M.(1909). The Mediaeval Hospitals of England.
Dickinson.J.C. (1961).Monastic Life in Medieval England.
Doğan. S. (2003). “Ortaçağ Manastır Sistemi: Doğu ve Batı Manastırları”. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi.( c. 20, S:29. Ankara.
Duby. G. (2006). “Feodal Dönem Fransa`sında Aristokrat Evlerinde Özel Hayat”.
Özel Hayatın Tarihi II. ( Çev.): Roza Hamken. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
Duby. G. (2006).“Yalnızlık Durumu, XI. – XIII. Yüzyıllar”. Özel Hayatın Tarihi II.
(Çev.): Roza Hamken. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Farmer.D.H. (1987).The Oxford Dictionary of Saints . Oxford.
Ford. H. (1907). “St. Benedict of Nursia”. The Catholic Encyclopedia. (c.II). New York.
Goff, J. L. (2010).Ortaçağ Kahramanları. (Çev.): Füsun Önen Pinard. İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
348
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Manastır Kurumlarının Ortaçağ Avrupa Tarihindeki Önemi
Graves. F. (1910). History of Education During The Middle Ages and The Transition to Modern Times. USA: Macmillan press.
Grene. P. (1992). Medieval Monasteries. New York:
Hatcher. J.(1986). Mortality in the Fifteenth Century:Some New Evidence. Economic History Review. (c.XXXIX,S.1).ss.19-38.
Hodges. G. (1903). Fountains Abbey. Londra: Blantayne Yay.
Holsworth. C. (1980). A Cistercien Monastery and Its Neighbours. History Today.
(c.30,S.8).ss.33-37.
Huddleston. G. (1911). “Western Monasticism”. The Catholic Encyclopedia. (c.
X). New York.
Huddleston. G. (1911).“Monasticism”. The Catholic Encyclopedia. (c. X). New York.
Huddleston. G. (1912). “Scriptorium”. The Catholic Encyclopedia. (c. XIII). New York.
Hussey. J .M. (1970). The Byzantine World. London: Hutchinson&CO press.
Jovinelly. J.- Netelkos J. (2007). The Crafts and Culture of A Medieval Monastery.
The Rosen Publishing Group New York: The Rosen Publishing Group.
Kelly. K. (2009). The History of Medicine. USA.
Kelly. N. – Rees R.- Shuter J. (1997). Medieval Realms. Oxford: Heinemann press.
Kerr Julie. (2008). Health and Safety in the Medieval Monasteries of Britain.USA:
The Historical Association and Blackwell Publishing.
Kerr. J. (2007). Monastic Hospitality: The Benedictines in England. The Boydell
Press, Woodbridge: The Boydell Press.
Kingsley. K. (2003). “Monastery”. (Çev.): Salih Çift. Uludağ Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi. (c. 12, S:2). Bursa. ss.349-360.
Kirchner. W. (1961).Western Civilization to 1500. New York:Barnes&Noble press.
Kishlansky. M. A. (2009). Batı`nın Kaynakları I. (Çev.): Kürşad Atalar.İstanbul: Açılım Kitap.
Kostof. S. (1972). Caves of God. The Monastic Environment of Byzantine Cappadocia. Massachusetts : Massachusetts Institute of Technology.
Leclercq. J. (2003).The Love of Learning and The Desire For God. USA: Fordham
University Press.
lHeale. M.R.V. (2003).Veneration and renovation at a small Norfolk priory:
St. Leonard’s, Norwich in the later middle ages.Historical Research.
(c.76,no:194).Oxford: Blackwell publishing.
Mango. C. (2008).Bizans. Gül Çağalı Güven (Çev.).İstanbul:YKY yay.
Nutton. V. (1992). “Healers in The Medical Market Place: Towards A Social History of Graeco-Roman Medicine”. Medicine in Society: Historical Essays.
(Ed.): Andrew Wear. USA: Cambridge University Press.
Orme. N. (2006). Medieval Schools: From Roman Britain to Renaissance England.
2006. Yale University Press.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
349
Pınar ÜLGEN
Reeves. M. (1988). The Medieval Monastery. Longman. 1988.
Rice. T. T. (2002). Bizans’ta Günlük Yaşam. Bizans’ın Mücevheri Konstantinopolis. İstanbul: Özne Yayıncılık.
Roberts. J. M. (2010). Avrupa Tarihi. (Çev.): Fethi Aytuna. İstanbul: İnkılâp Yayınevi.
Robertson. A. W. (1991).The Service-Books of The Royal Abbey of Saint-Denis.
USA: Oxford University Press.
Rodley. L. (1985). Cave Monasteries of Byzantine Cappadocia. Cambridge:
Cambridge University Press.
Seidler, G.L. (1986). Bizans Siyasal Düşüncesi. Bizans Halk Hareketlerinin İdeolojik
Kökeni. İstanbul: Göçebe Yayınları.
Sherrow. V. (2001). Life in A Medieval Monastery. Lucent Boks press.
Skomorochov L. D. -Blackfeather A. al-B. (1050). Monastic Sign Language Benedictine Communication in 11th Century England Canterbury Cathedral.
England.
Spufford. P.(2008).“Coinage and Currency”. The Cambridge Economic History.
(c.III). (Ed.): M. M. Postan. Cambridge University Press.
Stöber. Karen. (2007). Late Medieval Monasteries and their Patrons: England and
Wales, c. 1300-1540. U.K.: Boydell press.
Swan. L. (2007). The Benedictine Tradition. USA.
Talbot. A. M. (1999). “Bizans Manastır Sistemine Giriş”. Cogito 17 : ss. 161-176.
Talbot. A. M. (1991). “Monasticism”.Oxford Dıctionary of Byzantium 2. ss. 13921394.
Talbot. C. H. (1970). “Medical Education in The Middle Ages”. The History of
Medical Education. (Ed.): C. D. O`Malley. University of California Press.
USA.
Tanilli. S. (1984). Yüzyılların gerçeği ve mirası: İnsanlık tarihine giriş: İlkçağ. Ankara: Say yay.
The Cambridge Medieval History.(1967).c.IV.Cambridge:Cambridge University
press.
Timuçin. A. (1992). Düşünce tarihi. İstanbul: BDS Yayınları.
Toplu. D. B. (2000). “Ortaçağ Avrupası’nda Kent Olgusu ve Kütüphanelerin Toplumsallaşma Süreci”.Türk Kütüphaneciliği (S.14,3). ss.294-316.
Venarde. B. L. (1997). Women`s Monasticism and Medieval Society. USA: Cornell
University Press.
Wallis. F. (2010). Medieval Medicine. Canada: University of Toronto Press.
Wigelsworth.. J R. (2006). Science and Technology in Medieval Europen Life.
USA: Greenwood press.
(monksnunsjobs.pdf.).
(www.buckfast.org.uk/french/dayinthelife.pdf.
350
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
KAPADOKYA’YA HIRİSTİYANLIĞIN GİRİŞ SÜRECİ
THE INTRODUCTION OF CHRISTIANITY IN CAPPADOCIA
Ramazan ADIBELLİ*
ÖZET
İnanç turizmi bakımından ülkemizdeki en önemli merkezlerden
biri olan Kapadokya bölgesinde, 4. yüzyılda Hıristiyan teolojisinde
büyük yere sahip olan ve Kapadokyalı Babalar diye isimlendirilen
Kayserili Basilius, Nyssalı Gregorius ve Nazianzoslu Gregorius gibi
şahsiyetler yetişmiştir. 6. yüzyıldan itibaren kayalık Kapadokya bölgesinde gelişen manastır hayatı ve buralara inşa edilerek birçoğu
günümüze kadar ulaşmış olan kaya kiliseleri bu bölgenin önemli bir
dini merkez olduğunu göstermektedir. Bu manzara aynı zamanda
bir anakronizme yol açarak sanki bölgede Hıristiyanlığı ilk seçenlere
kayalık Kapadokya’nın ev sahipliği yaptığı izlenimini uyandırmaktadır. Oysa tarihsel bir perspektiften bakıldığında durumun böyle
olmadığı anlaşılmaktadır. 4. yüzyılda Hıristiyanlığın Doğu Roma İmparatorluğun resmi dini olmasından sonra paganizme savaş açılmış,
pagan kült merkezleri tahrip edilmiş, kitapları yakılmıştır. Dolayısıyla
Hıristiyanlığın ilk dönemleriyle ilgili Hıristiyan yazarların geriye bıraktıkları eserler dışında çok az tarihi kaynak bulunmaktadır.
Tek taraflı bakış açısından hareketle oluşturulan ve tarihten ziyade
mitolojik bir nitelik arz eden anlatıların eleştirel bir tarzda yeniden
ele alınması gerektiği ön kabulüne dayanan bu çalışmanın amacı Hıristiyanlığın Kapadokya bölgesine giriş sürecini analiz etmektir. Kapadokya’daki Hıristiyanlık hakkında bilgi içeren en eski kaynak Yeni
Ahit’tir. Yeni Ahit’de Petrus’un I. Mektubu ile Resullerin İşleri’nin
ikinci bölümünde Kapadokya’dan bahsedilmektedir. Bu çalışmanın
başlangıç noktasını oluşturan bu kaynaktan hareketle hem metin
analizi yoluyla bu kaynakların ne zaman kaleme alındığı, burada
sözü edilen Kapadokya bölgesinin neresi olduğu ve bu bölgeden
Paskalya günü Kudüs’e gelen insanların kimler olduğu netlik kaza* Yrd. Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi A.B.D.
e-posta:[email protected] .
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
351
Ramazan ADIBELLİ
nacak hem de miladın ilk yüzyıllarında Kapadokya bölgesinin dini
ve siyasi durumu ile nüfus yapısına ilişkin bilgiler doğrultusunda bu
bölgeye Hıristiyanlığın giriş süreci aydınlatılmış olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kapadokya, Hıristiyanlık, Paganizm, Yahudiler,
Kitab-ı Mukaddes.
ABSTRACT
Cappadocia is today one of the most important faith tourism centers in Turkey. In the 4th century great personalities in the history
of Christian theology like Basil the Great, Gregory of Nyssa, and
Gregory of Nazianzus known as the “Cappadocian Fathers” lived
in this region. From the 6th century the monastic life developed in
the rocky Cappadocian region and the many churches constructed
in the rocks and which are still in good state show that this region
was an important religious center. This landscape by giving the impression that the rocky Cappadocia hosted the first Christians leads
to an anachronism. As a matter of fact from a historical perspective
the situation seems to be absolutely different. In the 4th century
when Christianity became the official religion the Eastern Roman
Empire a war was launched against paganism, their temples were
destroyed and the books written by pagan writers were burned.
That’s why apart from writings belonging to Christians writers there are very few historical sources concerning the first periods of
Christianity.
Based on the idea that narratives elaborated with one-sided point
of view and which present a mythological rather than historical
character should be reconsidered, this paper aims to analyze the
process of introduction of Christianity in the Cappadocia region.
The oldest source of information about Christianity in Cappadocia
is the New Testament. Cappadocia is mentioned twice in the New
Testament: in the First Letter of Peter and in the second chapter of
the Acts of the Apostles. Starting from this source which constitute
the departure of this study, through textual analyze, the date of
elaboration of these source, the exact delimitation of the Cappadocian region mentioned there, and the identity of the people who
came from this region to Jerusalem on Easter will be clarified. In the
other hand the process of introduction of Christianity in this region
will be examined in accordance with religious, political situation
and the population structure of the Cappadocian region the first
centuries A.D.
Key Words: Cappadocia, Christianity, Paganism, Jews, Bible.
352
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’ya Hıristiyanlığın Giriş Süreci
Giriş
Kapadokya Krallığı M.Ö. 191 yılından itibaren Roma İmparatorluğu’nun
himayesi altına girmiş, M.S. 17 yılında ise Roma İmparatorluğuna dâhil olmuştur. Kapadokya’ya Hıristiyanlığın ne şekilde girdiği kesin ve net olarak
bilinmemektedir (Comings: 2005, 6; Wedderburn: 2005, 7). Hıristiyanlığın 4. yüzyılda resmi din olmasından sonra Hıristiyan yazarlar tarafından
yazılan Kilise tarihleri geçmişe yönelik bir projeksiyon sunarak Kilisenin
öğretisi doğrultusunda mitolojik bir söylem ortaya koymaktadırlar. Bu söylemin temel paradigması, Hıristiyanlığı Yahudilikten tamamen bağımsız,
müstakil bir din olduğu görüşüne dayanmaktadır. Oysa tarih, İsa’nın ilk
takipçilerinin, yani onun ortaya koyduğu mesaja inanların tamamının kendisi gibi birer Yahudi olduğunu göstermektedir. Bundan dolayı da bu ilk
inananların olayları algılama ve anlamlandırmaları Yahudilik bağlamında
gerçekleşmiştir. Bunlara göre İsa, İsrailoğullarına vaat edilen Mesih yani
kurtarıcı idi (Pelikan: 2005, 1660). İsa dönemindeki Hıristiyanlık, İsa’nın bir
peygamber olduğuna inanan ve dirilişini reddeden Ebionitlerin mezhebi
gibi sadece bir Yahudi mezhebiydi (Eliade – Couliano: 1997, 119). Nitekim birinci yüzyılın sonuna doğru yazılan Resullerin İşleri de Hıristiyanlık
hareketini, Yahudi Şeriatını uygulayan bir mezhep olarak tarif etmektedir
(Resullerin İşleri, XXIV/10-15; Wilken: 1987, 432). İsa, hiçbir zaman yeni
bir dinî teşkilat kurma niyetinde olmamıştır (McBrien: 1981, 246). Onun
mesajına bakıldığında amacının yeni bir din getirmek değil, daha ziyade
bir reform yapmak istediği görülmektedir:
“Sanmayın ki ben Şeriat’ı yahut paygamberleri yıkmaya geldim. Ben yıkmaya değil fakat tamam etmeye geldim. Çünkü doğrusu size derim: Gök
ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Şeriat’dan ufacık bir
harf veya bir nokta bile yok olmayacak “ (Matta, V/17-18).1
Misyonunu bu cümlelerle açıkladıktan sonra üç yıl gibi kısa bir süreden
sonra ortadan çekilmesi üzerine İsa’nın misyonunu havariler üstlenmişlerdir. Havariler de aynen İsa gibi “Beni İsrail’in kaybolmuş koyunları”na
doğru yolu göstermek istiyorlardı. Bundan dolayı İsrailoğulları dışında kalan milletleri dine davet etmek bunların hatırlarından bile geçmemişti (Yıldırım: 1996, 49).
1
Kitab-ı Mukaddes pasajlarının tercümeleri verilirken aşağıdaki kaynaklardan faydalanılmıştır: İncil, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 1995; Kitab-ı Mukaddes, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul,
1997; La Sainte Bible, (Yunancadan Fr. çev. Louis Segond), Genève 1944; Les écritures grecques
chrétiennes, New York 1963.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
353
Ramazan ADIBELLİ
Birinci yüzyılın sonlarına doğru, Yahudi bir oluşum olan Hıristiyanlığı, Gentillere yönelik bir harekete dönüştüren ve böylece de Hıristiyanlığın kaderini belirleyen kişi Pavlus olmuştur (Pelikan: 2005, 1660). Çünkü İsa’nın
misyonu birinci yüzyılın krizine bir cevaptı. O, İsrailoğullarının parçalanmış
inançlarını toparlayarak aslî şekline döndürmeye çalışmıştır. İsa’nın cevabını organize bir harekete, hatta Yahudilikten farklı bir dine dönüştüren
olay, Pavlus’un o zamanki Hıristiyanlık mesajını kabul edenlere İsa’nın öldükten sonra dirildiğine inandırarak bu Diriliş olayını Hıristiyan mesajının
merkezine oturtmuş olmasıdır (Muddiman: 1988, 94).
Hıristiyanlık, ilk yüzyıllarda Roma İmparatorluğu dâhilinde yayılmıştır. Bu
dönemlerde Yahudiler, kendi dinlerini kendi ırklarından olmayanlara benimsetmek gibi bir gayret içerisinde değillerdi. Roma İmparatorluğunun
sınırları içerisinde yayılma eğilimli başka herhangi bir din olmadığı gibi,
Anadolu ve çevresinde görülen sır dinleri, sıkı bir şekilde gizliliğe uyuyor ve
hiçbir şekilde alenî bir yayılma faaliyetinde bulunmuyorlardı. O devirlerde
dünyada mevcut olan yayılmacı dinlerden hiçbiri de Roma İmparatorluğu
toprakları içinde görülmüyordu. İşte bu ortamda ortaya çıkan Hıristiyanlık,
yayılma imkânı bulmuştur (Kuzgun: 1996, 47).
İlk Hıristiyan toplulukları sadece Yahudilerden oluşuyordu. Bu Yahudiler
arasında Filistin bölgesinde doğanlar Aramîce, Roma İmparatorluğunun
diğer yerlerinde yaşayanlarsa Grekçe konuşuyordu. Grekçe konuşan Yahudilere “ diaspora Yahudileri “ veya “helenist Yahudiler” de denilmektedir (Michel: 1925, 224).
Hıristiyanlığın nasıl ve ne zaman Filistin’den taşıp gentillere hitap etmeye başladığını kesin olarak söylemek mümkün değildir. İhtimallerden biri,
Hrıstiyanlığın, Kudüs sinagogunun Grekçe konuşanları arasında yankı bulup, bunlar vasıtasıyla önemli Yahudi bayramları için Kudüs’e gelen hacılar arasında yayılmaya başlamış olmasıdır (Muddiman: 1988, 100; Heise:
1997, 213).
Güney Akdeniz bölgesine Grek kültürü ve dili hâkimdi ve bu dünyayı birleştiren bu iki unsurdu. Grekçe konuşulan dünyayı Hıristiyanlaştırma süreci aynı zamanda Hıristiyanlığın Helenleşmesi anlamına geliyordu. Dille beraber Grek düşüncesi de Hıristiyanlığa dâhil olmuştur. Hıristiyanlığın hızlı
bir şeklide yayılması Yahudi bir hareket olduğundan Yahudiler, Pavlus zamanında Helenleştirilmiştir. Hıristiyan misyonerler ilk önce bu Helenleşen
Yahudi kesime yönelmişlerdir. Bu misyonerlerin çoğunun ismi Grekçeydi.
354
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’ya Hıristiyanlığın Giriş Süreci
Helenleşen Yahudiler, bir Grek şehri olan Antakya’da ilk misyon merkezini
kurmuşlardır. Bu yeni mezhebe (sect) de christianoi adı verilmiştir (Jager:
1965, 5-6).
Anadolu’nun sahil kıyılarındaki Hıristiyanlığın durumu ile ilgili Havariler
devrinden itibaren bir hayli malumat bulunurken Kapadokya’nın birinci
yüzyıllardaki durumu hakkındaki bilgiler yok denecek kadar azdır ve hatta
bazı araştırmacılara göre hiç yoktur (Neri: 1971, 121; Heise: 1997, 213).
Kapadokya’daki Hıristiyanlık ile ilgili en eski kaynak Yeni Ahit’te yer almaktadır.
1. Yeni Ahit’te Kapadokya Kavramı
Kitab-ı Mukkaddes’de “ Kapadokya “ kelimesi Yeni Ahit’in iki yerinde
geçmektedir: Petrus’un I. Mektubu, I/1 ve Resullerin İşleri, II/9.
a) Resullerin İşleri, II/9
Eski çağlarda yazılan birçok eser gibi Resullerin İşleri’nin yazarı da kesin
olarak bilinmemektedir. Ancak bu kitabı II. yüzyılda yaşamış olan Luka’nın
yazmış olduğu ileri sürülmektedir (İncil: 1995, 254).
Kapadokya kelimesi, Resullerin İşleri’nin ikinci babında şu şekilde geçmektedir:
“Pentikost günü geldiğinde bütün imanlılar bir arada bulunuyordu. Ansızın gökten, güçlü bir yelin esişini andıran bir ses geldi ve bulundukları evi
tümüyle doldurdu. Ateştenmiş gibi bölünen diller onlara görünüp onların
her biri üzerine kondu. İmanlıların hepsi Kutsal Ruh’la doldular, Ruh’un
onları konuşturduğu başka başka dillerde konuşmaya başladılar. O sırada
Kudüs’te, dünyanın her ülkesinden gelmiş dindar Yahudiler bulunuyordu.
Bunlar sesi işittikleri zaman büyük bir kalabalık hâlinde toplandılar. Her
biri kendi dilinde konuşulduğunu duyunca şaşakaldılar. Hayret ve şaşkınlık içinde, “Bakın, bu konuşanların hepsi Celileli değil mi?” diye sordular.
“Nasıl oluyor da her birimiz kendi ana dilimizi işitiyoruz? Aramızda Partlar, Medler, Elamlılar var. Mezopotamya’da, Yahudiye ve Kapadokya’da,
Pontus ve Asya’da, Frikya ve Pamfilya’da, Mısır ve Libya’nın Kirene’ye yakın bölgelerinde yaşayanlar var. Hem öz Yahudi hem de Yahudiliğe dönme Romalı konuklar, Giritliler ve Araplar var aramızda. Ama her birimiz
Tanrı’nın büyük işlerinin kendi dilimizde konuşulduğunu işitiyoruz” (Resullerin İşleri, II/1-11).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
355
Ramazan ADIBELLİ
b) Petrus’un Birinci Mektubu, I/1
Petrus tarafından Anadolu’da İsa müntesiplerine yazılan bu mektup muhtemelen baskıların yoğun olduğu İmparator Neron döneminin (54-68) sonuna doğru yazılmıştır. Petrus’un kendisi de bu dönemde Roma’da idam
edilmiştir. Bu mektubu Petrus, Roma’dan yazmış ve Roma idaresini simgeleyen bir isim olarak “Babil” kelimesini kullanmıştır. Bu mektubun yazılış
gayesi Roma baskısı altında ezilen Hıristiyan müminlere sebat etmelerini
tavsiye etmek ve onlara yılmamaları için moral vermektir (İncil: 1995, 510).
Bu mektubun birinci babının ilk cümlesinde Kapadokya kelimesi şu şekilde
geçmektedir:
“Mesih İsa’nın elçisi olan ben Petrus’tan, Pontus, Galatya, Kapadokya,
Asya ili ve Bitinya’da dağılmış ve buralarda yabancılar olarak yaşayan seçilmişlere selâm! İsa Mesih’in sözünü dinlemeniz için ve O’nun kanının
üzerinize serpilmesi için, Baba Tanrı’nın ezelî ilmine göre Ruh tarafından
kutsal kılınarak seçildiniz. İnâyet ve selâmet artan ölçüde sizin olsun”
(Petrus’un Birinci Mektubu, I/1-2).
Resullerin İşleri’ndeki yukarıdaki pasajdan anlaşıldığı kadarıyla Pentikost
günü dünyanın her yerinden Kudüs Mabedi’ne hac maksadıyla gelen Yahudiler bulunuyordu (Resullerin İşleri, II/1-9). Bunlar arasında Kapadokya’dan
gelenler de vardı (Meredith: 1995, 3). Bu pasaj, birinci asırda Kapadokya
Bölgesi’nde yaşayan Yahudilerin bir kısmının Kudüs Mabedi’nde İsa’nın
mesajıyla tanıştığını ve bu mesajı kabul edenlerin, yani İsa’nın Mesih olduğunu kabul edenlerin memleketlerine döndüklerinde bu mesajı yaymış
olabileceği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Kapadokya Bölgesi’nde Yahudi
bir cemaatin var olması erken dönemde bir Hıristiyan topluluğun oluşmasını sağlamıştır (Cannuyer: 1990, 122). Roma İmparatorluğunun diğer
bölgelerinde olduğu gibi Kapadokya’da Hıristiyanlık, sinagogda kök salmaya başlamıştı (Meredith: 1995, 3; Shahan: 1907, 786-787). Yani İsa’nın
getirdiği mesajı ilk kabul edenler, Yahudi toplulukların mensuplarından
oluşuyordu. Bundan dolayı da ilk Hıristiyanlar sinagoglarda ibadet ediyorlardı (Resullerin İşleri, XXI/46).
Hıristiyanlık tarihinin başlangıç döneminin aydınlatılması açısından Yahudilerin tarihsel, siyasal ve dinsel durumlarını göz önünde bulundurmak
elzemdir. Kendisi de bir Yahudi olan İsa (McBrien: 1981, 246) mesajını
Yahudilere bildirmiş (Yuhanna, IV/9.) ve İnciller’in ifadesine göre o, şöyle
356
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’ya Hıristiyanlığın Giriş Süreci
demiştir : “Ben, İsrail evininin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim” (Matta, XV/24). Bu itibarla Hıristiyanlığa davet edilenler ve onu
benimseyenler de ilk başta Yahudiler olmuştur (Resullerin İşleri, XI/19).
İsa’nın ilk tilmizleri kendilerini Yahudilerden ayrı görmediklerinden dolayı kendi cemaatları için de kahal tabirini kullanmışlardır (McBrien: 1981,
246). Hristiyanlığın Doğu’dan Batı’ya hızla yayılması, büyük ve önemli ticaret merkezlerinde yerleşmiş olan Yahudiler aracılığı ile olmuştur. Hıristiyanlığı Pagan toplumlara, başlangıçta tanıtanlar bu tüccar Yahudi kolonileridir (Kaşgarlı: 1990, 45).
Pavlus da dâhil Havarilerin hepsi Yahudi oldukları (Resullerin İşleri, XXI/16)
için İsa’nın mesajını nerede Yahudi varsa oraya ulaştırmaya çalışmışlardır. Bu bakımdan Kapadokya bölgesine Hıristiyanlığın giriş sürecini tespit
etmek açısından Yahudilerin Anadolu’daki yayılış tarihini ortaya koymak
gerekmektedir.
2. Yahudilerin Anadolu’daki Dağılımı
M.Ö. 586 tarihinde Buhtunnasır (Nebukadnasser) Babil’i işgal etmiş ve
Kudüs’teki Mabedi tahrip ederek Yahudi nüfusunun büyük bir kısmını
sürgün etmiştir (Kaufmann - Eisenberg: 1995, 97). Bu tarihte başlayan
Yahudi diasporasıyla Yahudiler dört bir tarafa, bu arada Anadolu’da da
yayılmışlardır (Lercaro: 1971, 30).
Anadolu’da Yahudilerin ne zamandan beri yaşadıklarına dair kesin bir bilgi
yoksa da Filistin’deki bir kısım halkın çeşitli sebeplerle M.Ö. 325 yılında
ölen Büyük İskender’in, Filistin’den İzmir’e Yahudi naklettiği bilinmektedir.
Miladın II. ve III. yüzyılında İzmir mabedine ait Grekçe yazılmış bir kitabe
bulunmuştur. Özellikle Ege Bölgesi eski kent kazılarında bulunan bazı kalıntılardan yörede M.Ö. IV. yüzyılda yaşayan Yahudilere dair bilgi ve belgelere rastlanmıştır. Yine Efes’te M.Ö. III. asırda bir Yahudi cemaati olduğu
gibi miladın ilk yüz yıllarında da vardı (Galanti: 1995, 16).
M.Ö. 300 ile 150 yılları arasında Grek kralları tarafından Anadolu’ya çok
sayıda Yahudi getirilmiştir. M.Ö. IV. asrın sonunda bir fermanla III. Antiochus, Frigya ve Lidya’ya Babil’den gelen iki bin Yahudi ailenin girmesine
izin vermiştir (Mitchell: 1993, 32). Böylece Anadolu’da hüküm süren Grek
kralları tarafından ele geçirilen şehirler kısmen ya Grekler ya Yahudiler ya
da her ikisi tarafından meskûndu (Ramsay: 1916, 364).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
357
Ramazan ADIBELLİ
Yaklaşık 250 yıl (M.Ö. 312–264) Suriye’ye hâkim olmuş Selevk hanedanının kurucusu. Büyük İskender’in başarılı generallerinden I. Selevkus
Nikator (M.Ö. 312–280), babası Antiochus adına kurduğu Antiocheia
(Antakya) başta olmak üzere Anadolu’da krallığının çeşitli şehirlerinde
yaşayan Yahudiler’e çeşitli haklar tanımıştır. I. Nikator’un torunu, II. Antiochus (M.Ö. 260–246), Efes’i fethettiği zaman orada yaşamakta olan
Yahudilere geniş haklar sağlamıştır. M.Ö. 223’te iktidara gelen III. Antiochus, Mısırlılar’la savaşırken, Ptoleme zulmünden bıkan Yahudilerin Kudüs
kapılarını kendisine açması üzerine kendilerine bazı özel haklar tanımış,
onları vergiden muaf tutmuş, kendi dinlerine uygun bir yönetim sistemi
kurmalarına izin vermiştir. Krallığın batısında, Frigya ve Lidya yörelerindeki
halk ayaklanmalarına karşı da “Tanrı’ya inanan kişiler olan ve içten bağlılıklarından emin” olduğu iki bin Yahudi ailesini Mezopotamya ve Bahirden
bu bölgeye yollamıştır (Güleryüz: 1993, 17-18).
Roma İmparatoru Augustus (M.Ö. 63 - M.S. 14) zamanında Ankara’da bir
Yahudi cemaati vardı (Galanti: 1995, 17). Augustus, Ankara’da kendi adına inşa edilen bir tapınakta bir bronz sütun üzerine, imparatorluğun Yahudilere tanınan haklarla ilgili bir fermanı yazdırmış, bu arada “Yahudiler’in
Büyük Tapınak’a gönderdikleri katkı parasına (Şekel) engel olunmamasını,
Yahudiler’in Şabat günü mahkemelere çağrılmamasını ve kutsal eşyalara
saygı gösterilmesini” emretmiştir (Güleryüz: 1993, 17). Galanti’nin verdiği
bilgilere göre milattan önce Kayseri’de de (Caesareia) bir Yahudi cemaati
yaşıyordu (Galanti: 1995, 18).
M.S. 70 tarihinde Titus’un ordusu Kudüs’ü tahrip etmiş ve Mabed ikinci
kez yıkılmıştır (Kaufmann - Eisenberg: 1995, 98). Mabed’in Roma idaresi
tarafından yıkılması Kıyametin yakın olduğu inancını pekiştirmiştir (Muddiman: 1988, 103). Bu tarihten sonra Yahudilerin ikinci diasporası başlamış ve bunlar dünyanın dört bir tarafına dağılmışlardır. Anadolu’da Hıristiyanlığın yayılması, Romalıların yaptıkları yollar sayesinde kolaylaşmış ve
hız kazanmıştır (Pritchard: 1990, 187). Filistin’den kaçan bu Yahudilerden
bir kısmının da yollar kavşağı olan ve dindaşlarının bulunduğu Kapadokya
Bölgesi’ne göç etmiş olması muhtemeldir. Mabed’in yıkılmasından sonra,
Anadolu’da mevcut Yahudi cemaatleri, kendi istekleri ile göç eden veya
sürgüne gönderilen veya esir pazarlarında satılıp dindaşları tarafından satın alınarak serbest bırakılan Yahudilerin de eklenmesiyle sayıca çoğalmış,
Anadolu ile Balkanlar’ın muhtelif yörelerine dağılmıştır.
358
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’ya Hıristiyanlığın Giriş Süreci
Birinci yüzyılda yaşayan Yahudi tarihçi Josephus ve İsa’nın çağdaşı olan
coğrafyacı Strabon’un bildirdiklerine göre içerisinde Yahudilerin bulunmadığı bir toplum yoktu (Schaff: 1889, 85). Yahudiler bütün Akdeniz havzasına dağılmışlardı; fakat kalabalık kolonileri büyük Grek şehirlerinde, Mezopotamya ve Roma’da bulunuyordu (Yıldırım: 1996, 51). Netice itibariyle
milattan önce ve milattan sonra Anadolu’nun birçok yerinde Yahudi vardı.
Konya civarında bulunan ve üzerlerinde Yahudi isimleri yazılı mezar taşları
1. yüzyılda bölgede önemli bir Yahudi cemaatinin varlığını belgelemektedir (Galanti: 1995, 19). Diğer taraftan Pavlus’un doğum yeri olan Tarsus’ta
M.S. 5. yüzyılda Yahudilerin yaşadığı ve bir sinagog mevcut olduğu bilinmektedir. Yine Ankara’da, M.S. 5. yüzyılda birçok Yahudinin Hıristiyanlığı
kabul etmesi o tarihe kadar kentte bir cemaatin varlığına işaret etmektedir
(Güleryüz: 1993, 19-20).
Pers Kralı Şapur, M.S. 259’da Kayseri’yi fethettiği zaman kendisine karşı
savaşan çok sayıda Yahudiyi öldürttüğü rivayet edilmektedir (Güleryüz:
1993, 20).2
Anadolu hakkında önemli bilgiler veren ve pek çok konudaki tek yerli kaynağımız olan Evliya Çelebi, yaklaşık 1649 senesine doğru Kayseri’ye gelmiştir. Evliya Çelebi şehirde Yahudilere ait bir havranın bulunduğunu belirtmektedir; ancak yeri hakkında herhangi bir bilgi vermemiştir. Daha sonraları
şehre gelen seyyahlardan hiçbirisinin bu havradan bahsetmemiş olması büyük ihtimalle, şehirdeki Yahudilerin başka bir yere taşınması sonrasında yıkılmış olmasından kaynaklanmalıdır (Eravşar: 2000, 65). Evliya Çelebi, XVII.
Asrın ortalarında Kayseri’de bir Yahudi havrasının varlığından bahsediyorsa,
bu demektir ki ta bu döneme kadar Kapadokya Bölgesi’nde Yahudiler yaşamışlardır. Ancak, bu dönemden bir müddet sonra İç Anadolu’da yaşayan
Yahudilerden bir iz bile kalmamıştır (Eravşar: 2000, 65).
Sonuç itibariyle Hıristiyanlığın Kapadokya bölgesine girişi hem Resullerin
İşleri’ndeki pasajdan hem miladi birinci yüzyılda bu bölgeden demografik
yapısına ilişkin bilgilerden hem de Hıristiyanlık mesajının ilk muhataplarının kimler olduğu hususundan hareketle Yahudiler ya da Gentiller denilen
Yahudi muhtediler tarafından gerçekleştirilmiş görünmektedir.
2
Şapur’un askerleri tarafından öldürülen Yahudi sayısının 12 000 olduğu söylense de bu sayısı
çok abartılmıştır. Bu konuda bkz. Carl A. Keller, “L’expérience prophétique”, Encyclopédie des
religions, gen. 2. bsk., Paris, 2000, c. I, s. 301 ; M. Streck, “Kayseri”, İslâm Ansiklopedisi, 2. bsk.,
İstanbul, 1967, c. VI, s. 484.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
359
Ramazan ADIBELLİ
3. Hıristiyanlığın Kapadokya Bölgesi’ne Girişi
İsa’nın mesajını Kapadokya Bölgesi’nde ilk kez kimin ulaştırdığı meselesi
hakkında Hıristiyan yazarlar farklı görüşler bildirmişlerdir. Bazılarına göre
Petrus, Antakya kilisesini kurduktan sonra Kapadokya’ya uğramış (Le Bas
– Chénon: 1863, 447), buradaki diaspora Yahudilerine vaaz ederek (Eusebius: 190; 195) onlara kurtuluş mesajını tebliğ etmiştir (Schaff: 1889, 250).
Birinci mektubunda “Mesih İsa’nın elçisi olan ben Petrus’tan, Pontus, Galatya, Kapadokya, Asya ili ve Bitinya’da dağılmış ve buralarda yabancılar
olarak yaşayan seçilmişlere selâm!” (Petrus, I/1) demesinden Antakya kilisesinin nüfuzunda (Valognes: 1994, 797) olan Kapadokya Bölgesi’nin, havariler döneminde, Anadolu ve Suriye kiliselerini denetleyen Petrus’a emanet
edildiği anlaşılmıştır (Gérard: 1989, 1108; Michel: 1925, 83; Daniélou –
Marrou: 1963, 53). Dolayısıyla bu görüşe göre Kapadokya Bölgesi’ni Hıristiyanlaştıran kişi Petrus olmalıdır (Shön – Kral: 1989, 15; Janin: 1949, 908).
Diğer bir görüşe göre ise Anadolu’nun Hıristiyanlaştırılması, M.S. 45’de
Anadolu’nun güney şehirlerinde daha sonra da 50 ve 53 tarihlerinde
daha kuzeydeki kentlerde arkadaşı Barnabe ile seyahatler yapan Pavlus
ile başlamıştır (Valognes: 1994, 797). Bu görüşe göre Kapadokya Bölgesi
Pavlus’un misyonerlik bölgesine dâhildi (Heise: 1997, 213). Dolayısıyla,
Lystra ve Konya’da Hıristiyan cemaatler oluşturduktan sonra Pavlus’un
Kapadokya’ya uğramış olması muhtemeldir (Le Bas – Chénon: 1863,
448). Böylece bu görüşe göre Hıristiyanlığı gentiller arasında yayan Yahudi Pavlus (Filipililere Mektup, III/5), Anadolu ve Yunanistan Hıristiyanlığının
kurucusu olmaktadır (Schaff: 1889, 203).
Pavlus’un seyahatleri Yeni Ahit’in Resullerin İşleri bölümünde anlatılmaktadır: 1. seyahat hakkında bilgi veren pasajlar: XIII-XIV; 2. seyahat hakkında bilgi veren pasajlar: XV/36-XVIII/22; 3. seyahat hakkında bilgi veren
pasajlar: XVIII/23-XXI/14, 4. seyahat hakkında bilgi veren pasajlar: XXVIIXXVIII. Ne var ki bu pasajların hiçbirinde Kapadokya Bölgesi’den bahsedilmemekte, bu bölgede bulunan hiçbir yerleşim ismi zikredilmemektedir. Diğer taraftan Pavlus’un seyahatlerini anlatan eserlerde de Pavlus’un
Kapadokya’dan geçtiğine dair hiçbir kayıt yoktur.3 Yeni Ahit dışındaki kay3
Örneğin bkz. Paul Dreyfus, Saint Paul, Paris 1990, s. 314’deki harita ; Edward Schillebeeckx, Paul,
l’apôtre des peuples et les répercussions de sa prédication, Fribourg, 1980, s. 40-41’deki harita ; A.
Michel, a.g.e., c. I, s. 33’teki harita ; Frédéric Lenoir - Ysé Tardan-Masquelier (eds.), Encyclopédie des
religions, gen. 2. bsk., Paris, 2000, c.I., s. 386’daki harita ; İncil, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul, 1995, s.
640-641’deki harita ; Michel Lemonnier O.P., Histoire de l’Eglise, Vicence, 1983, s. 38 ve 44’deki harita.
360
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’ya Hıristiyanlığın Giriş Süreci
naklarda da Pavlus’un bizzat, mektup yoluyla veya herhangi başka bir
yolla bu bölgeyi Hıristiyanlaştırdığı bildirilmemiştir (Mitchell: 1993, 3).
Yaklaşık dört yıl süren (53–57) üçüncü misyon seyahatinde Pavlus,
Antakya’dan hareket ederek Kapadokya’nın kuzeyinde bulunan Galatya
ve batısında bulunan Frigya’yı dolaşmıştır (Resullerin İşleri, XVI/6; XVIII/
23). Tanrı’nın sözünü ilk önce sadece Yahudilere duyurdukları (Resullerin
İşleri, XI/19; XIII/46) hâlde Yahudilerin bulunduğu Kapadokya Bölgesi’nden
Pavlus geçmişse neden Yeni Ahit’te komşu bölgelerin isimleri tek tek zikredilmiş de Kapadokya ismi zikredilmemiştir?
Netice olarak Kapadokya Bölgesi’nde Hıristiyanlığı ilk kimin veya kimlerin
yaydığını kesin olarak ortaya koymak mümkün değildir. Renan’ın ifade ettiği gibi Kapadokya kilisesi muhtemelen ne Pavlus ne de Petrus tarafından
kurulmuştur (Renan: 1995, 51).
Ancak, Yeni Ahit’in verdiği bilgilerden anlaşılan o ki henüz havariler hayattayken yani yaklaşık 65 yılından önce Kapadokya Bölgesi’nde en azından
bu bölgede yaşayan Yahudiler arasında İsa’nın mesajını kabul eden insanlar vardı. Tarihi kaynakların yokluğundan dolayı bunlar hakkında pek fazla
bir şey söylemek mümkün değildir.
4. Miladi Birinci Yüzyıldan Sonra Kapadokya Bölgesi’nde Hıristiyanlık
Havariler döneminde ve ondan sonraki yüzyıllarda Anadolu’da Hıristiyanlığın başlangıç safhası özellikle zor olmuştur. II. asrın başlarında Antakyalı
Ignace’ın Anadolu kiliselerine gönderdiği mektuplar Hıristiyan çevrelere
girerek onu kaçınılmaz olarak tahrif etmeye ve onu ortadan kaldırmaya
çalışan Yahudi ve gnostik akımların hâlâ canlı olduklarına delâlet etmektedir (Lercaro: 1971, 32).
İmparator Traianus (98-117) tarafından 111 senesinde Bithynia Eyaleti’ne
vali olarak atanan Plinius’un eyaletin problemleriyle ilgili olarak İmparatora
yazdığı mektuplardan oluşan 10. kitabın 96. mektubu, Yeni Ahit’ten sonra Hıristiyanlarla ilgili en eski pagan kaynak mahiyetindedir. Hıristiyanlara
karşı nasıl bir tavır takınması hususunda İmparator’dan talimat istemek
için yazdığı bu mektupta Plinius, Anadolu’daki Hıristiyanların varlığından
şu şekilde bahsetmektedir:
“Adlarını muhbirlerin verdiği başka kimseler Hıristiyan olduklarını önce itiraf, hemen sonra da inkar etti; bu kişilerden bazıları üç yıl, bazıları birçok
yıl, geri kalan çok az sayıdaki kişi de yirmi beş yıl önce Hıristiyan olduklarını
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
361
Ramazan ADIBELLİ
ama bu inancı artık terk ettiklerini söylediler. Bunların hepsi, hem senin
heykeline, hem de tanrıların tasvirlerine tapındılar, İsa’yı lanetlediler” (Plinius: 2001, 66).
Böylece kaynaklardan elde edinilen bilgiler, Hıristiyanlığın Kapadokya’da
büyük ölçüde II. yüzyılda yayılmış olduğunu göstermektedir (Adıbelli:
2002, 59). Örneğin Tertullian, 212 yılında Claudius Lucius Hermius’un
karısının Hıristiyanlığı seçmesi üzerine Kapadokya Hıristiyanlarına işkence
ettiğini bildirmektedir (Heise: 1997, 213; Meredith: 1995, 3).
Diğer taraftan Hıristiyanların dinî hayatını yönlendiren iki piskoposluğun
var olması II. asırda Kapadokya’da Hıristiyan toplulukların mevcudiyetine
delâlet etmektedir. Bu piskoposluklardan biri Kayseri’de, diğeri ise daha
sonraları Kapadokya Prima’dan ayrılacak olan Melitene (Malatya)’de bulunmaktaydı.
5. Kapadokya’da Hıristiyanlaşma Düzeyi
Hıristiyanlık, havariler döneminden itibaren organizeli bir yayılmaya doğru
yönelmiştir. Dinî teşkilatlara akın eden birtakım kitleler, hiçbir durumda,
bir tek şuurlu karardan dolayı üye olmamış aksine; genel bir kaide olarak,
tamamen heterojen nedenlerden dolayı, birtakım zaruretler neticesinde
üye hâline gelmişlerdir. Bu şekilde Anadolu’da M.S. III. ve IV. asırlarda yüzlerce köy halkı kitle hâlinde Hıristiyan olmuştur (Mitchell: 1993, v).
Büyük çoğunluğu, zor ekonomik şartlar altında ezilen, köle ruhlu, eğitimsiz köy halkından meydana geliyordu. Dolayısıyla kitle hâlinde Hıristiyanlığa girenlerin çoğu henüz, bu dinin yaşayan ferdiyetçi mesajının karakterini ve derinliğini kavrayacak durumda değildi. Onlar henüz, kollektif ve
eski organik bağlılık içinde bulunmaktaydılar.
Sosyolojik bakımdan bu kitleler, dinin organik beraberlikle birleşmiş olduğu arkaik zamanların tarihini taşıyan önemli kalıntılar durumundaydı.
Yalnız hayat planında nisbeten sınırlı sayıda insan ferdiyetçiliğe doğru yükselebilmiştir. Geri kalanlar, yüksek tipli dine ait olan cemaatlerin büyük çoğunluğu bir kitle oluşturmuştur. Yani, dinî bakımdan verimsiz bir geleneğe
bağlı, âdetlere ve otoriteye itaat eden bir kalabalık teşkil etmiştir. Kitlelerin
yaşattığı bu “sürü dini” de, ilk zamanların millî dininin unsurlarını devam
ettirmiştir (Menshing: 1994, 133-134).
Henüz inanç ve ibadet prensipleri tam oturmamış olan Hıristiyanlar, putperestlerin âdetleri olan ölü evine ağlayıcı kadınları çağırma, buhurdan ve
362
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’ya Hıristiyanlığın Giriş Süreci
kandil kullanma gibi hususları devam ettirmişlerdir. Ayrıca ölüyü sağ imiş
gibi süsleyip giydirmek âdetti. Eski Hıristiyanlar ölüyü tabuta koymadan
önce öperlerdi. Bu âdet, Auxerre Konsili tarafından men edilinceye kadar
devam etmiştir. İbranilerde olduğu gibi Romalılarda da ölüler için ağlayıcı
kadınlar tutmak âdetti. Bu ağıt merasimi şu şekilde gerçekleşirdi: Ölünün
evinde toplanarak ondan yavaşça bahsedilir ve git gide şiddeti artırılarak
hıçkırıklarla devam edilirdi. Sonra feryad-ü figanlar tüm mahalleyi sarar
ve merasim bu şekilde sona ererdi. Bu merasim esnasında elbiseleri çekiştirmek ve hatta saçları yolmak âdetti. Kilise adamları ağlama merasimi
esnasında takip edilecek kaideleri sistematize etmişlerdir. Buna göre eğer
ölen yakın akrabadan değilse elbise yırtılırken otuz gün zarfında dikilmesi
caizdi. Eğer yakın akrabadan değilse hiç dikilmemesi icabederdi. Diğer
taraftan, Asya kavimlerinde mezarları hep bir tarafa çevirme âdetini Kilise
daha sonra tamamen ortadan kaldırmıştır (Texier: 1340, 41). M.S. V. asra
gelinceye kadar Hıristiyan medfenlerinde haça gayet nadir rastlanır. M.S.
III. asra kadar tamamıyla putperest kabri gibi inşa edilmiş olan Hıristiyan
medfenlerinde İsa ve İncil ile ilgili sahneler vardır. Haç resmine de pek
nadir olarak tesadüf edilir. Konstantin zamanından sonra haç, labarum
denilen sancağın ve dinî yapıları üzerine çok konulduğu gibi medfenlerde
ve papazların ayin yaptıkları yerlerde süs olarak kullanılmaya başlanmıştır
(Texier: 1340, 44).
Hıristiyanlığın ortaya çıktığı ilk asırlarda bir Hıristiyanla bir putperest arasında yaşam tarzı ve âdetler bakımından çok fazla bir fark yoktu (Texier:
1340, 43). Bu yüzden Augustinos : “Onlar Hıristiyan ismine sahiptirler.
Fakat yaptıkları Hıristiyanlık değildir. Bunlar, onların muhafaza ettikleri
putperest âdetleridir” demektedir. Kari Adam, Kilisede azizler kültünün
zuhuru konusunda şöyle der: “Doğan Hıristiyanlığın politeist içgüdülerine uygun olarak, Hıristiyan Kilise tarihinin başlangıcında, azizlerin tebcili
mevcut değildi” (Menshing: 1994, 151). Azizler kültü Hıristiyanlığa giren
putperestlerin eski inançlarının mukabilini bulmak suretiyle yeni dine intibak etmelerini kolaylaştırmıştır (Mitchell: 1993, 65). Kilise, eski pagan
takvimini de kendiseni adapte etmiştir. Hıristiyanlık şehitlerinin (martyrs)
doğum gününü değil de ölüm gününü, yani Tanrının Krallığına vasıl oldukları günü putperestlerin kutladıkları senelik festivallerin yeriyle değiştirmiştir (Mitchell: 1993, 70).
I. Konstantin zamanında yaşanan dinî heyecan devrinin aynı zamanda bir
çok muhtelif külte birden inanmanın pek tabiî sayıldığı bir dinî senkre-
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
363
Ramazan ADIBELLİ
tizm devresidir. I. Konstantin en geç 312’den beri Hıristiyanlığı kabul etmiş
olsa da bu onun bütün putperest geleneğine yüz çevirdiği anlamına gelmez. Onun putperest inanç ve âdetlerinden vaz geçmediği, hatta özellikle
Güneş kültüne sadık kaldığı ve bu tarikata destek ve yardım sağladığı
bilinmektedir. Nyssalı Gregorius’un yazdıklarına göre, Hıristiyan dinî törenlerinde bile eski çok tanrılı dönemlerden kalan Zeus’a yönelik ibadet
şekillerinden kalıntılar vardır. Hatta eski, çok tanrılı dinî kavramlar belli bir
süre üstünlük bile kazanmışlardır (Ateş: 1996, 71). Meselâ, Nazianzoslu Gregorius’un rivayetine göre (246-248. Mektuplar) Venesa diyakosu
Glycerius evvelden Yüce Göktanrı Zeus’a tahsis edilmiş olan bu yerde pagan mister ayinlerini ihya etmek istemiştir (Thierry: 1983, xii). Antik çağda
Venasa Kapadokya’nın önemli putperest merkezelerinden biriydi. Her yıl
burada düzenlenen bir festivale yörenin her yerinden kalabalık gruplar gelirdi (Mitchell: 1993, 69). 359 tarihinde, Konstantius henüz hayattayken
Olympia şenlikleri hâlâ kutlanmaktaydı ve hâlâ eski dinî törenlere katılan
Hıristiyanlar vardı (Baydur: 1982, 125).
Putperestliğe son verme gayreti içerisine giren Konstantius ve Konstans,
346 senesinde çıkarttıkları bir fermanla pagan mabetlerini kapattırmışlar
ve adak yapanları ölüm cezasına çarptırma kararı almışlardır. Magnentius,
imparatorluğunu ilân ettikten sonra, kendisi Hıristiyan olduğu hâlde geceleri adak yapılmasına izin vermiştir. Ancak Konstantius, Magnentius’un
ölümünden sonra bu yasağı yeniden koymuş ve 353 senesinde yeni bir
fermanla kehanette bulunmayı da yasaklamıştır. Bu karara uymayanlar
ölümle cezalandırılacaktı. Bütün bu önlemlere rağmen eğitimin ve eski
geleneklere bağlılığın etkisiyle halkın bir bölümü eski dine bağlı kalmıştır.
Fakat öte yandan kapatılan mabetlerin malları yağmalanmış, Tanrı heykellerine ve eski inançtaki kişilerin mezarlarına saldırılmıştır. Konstantinus
tarafından Konstantinopolis’de diktirilen birçok Tanrı heykeli özel kişilerin
eline geçmiş, evleri ve bahçeleri süslemek için kullanılmıştır. Mabet hazinelerine ait bazı değerli parçaları ise Kiliseye aktarılmıştır.
Eski Tanrılara bağlı olan ve Konstantius’dan çekindiği için gizliden gizliye
bu Tanrılara tapınan Iulianus, Konstantius’un ölümünden sonra bunu iyiden iyiye açığa vurmakta sakınca görmemiştir. Iulianus, 361 senesinin son
günlerinde çıkarttığı bir fermanla kapatılan tapınakların tekrar açılmasına
ve Tanrılara adaklar yapılmasına izin vermiş, sonradan çıkartılan ek kararlarla bu fermanın kapsamını daha da genişletmiştir. El konan mabet malları geri alınıyordu. Kayseri’deki Zeus ve Apollon tapınakları Hıristiyanlar
364
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’ya Hıristiyanlığın Giriş Süreci
tarafından tahrip edilmişti. Kentteki Fortuna Tapınağı’nın da tahribinden
sonra Iulianus, Kayserilileri, kentin adını değiştirip yeniden Mazaka adını
vererek cezalandırmış (Texier: 1340, 57), Kapadokya valisini görevden alarak sürgüne göndermiş, Kilise mallarına el koymuş ve kenti ağır bir para
cezası ödemeye mahkûm etmiştir (Baydur: 1982, 131).
Bu kararnamenin uygulanmasını güven altına alabilmek amacıyla mezhep
ayrılıkları nedeniyle aralarında çatışan Hıristiyan önderlerin ve yandaşların
tümünü saraya çağırmış, onlardan çatışmaları bir yana bırakmalarını, herkesin korkusuzca kendi inancında ibadet edebilmesi için bu hoşgörüden
yararlanmalarını istemiştir. Iulianus, vahşî hayvanların bile insanlara, Hıristiyanların kendi inanç kardeşlerine karşı olduğu kadar tehlikeli olamayacağını edindiği tecrübeyle biliyordu. Böylece mezhep çatışmalarıyla Hıristiyanlığı yıpratmak ve Hıristiyanlığın devlet dini olmasını engellemek istiyordu. Fakat Iulianus, kendisinden önceki imparatorlar zamanın da olduğu
gibi Hıristiyanların kovuşturulmasını istememiş. Konstantius’un pagan
tapınaklarına karşı giriştiği saldırı biçiminde saldırı kiliselere yapılmamıştır. Iulianus’un çıkarttığı fermanın kapsamında Hıristiyanları kovuşturma
yoktu. Onun asıl istediği eski dini güçlendirmekti (Baydur: 1982, 75-76).
Konstantius’dan sonra sikkeler üzerinde artık görülmeyen putperestlikle
ilgili figürler tekrar zuhur etmiştir. Roma tanrılarının yanında Mısır tanrılarına da sık sık rastlanmaktaydı (Baydur: 1982, 125).
Iulianus’un pagan kültlerini ihya etme hareketinin neticesi pek parlak olmamıştır. Çünkü Hıristiyanlıktan tek tük dönenler olmuşsa da Hıristiyanlaşmış hiçbir eyalet veya şehirde toptan eski dine dönüş görülmemiştir.
Bu da Iulianus’un umduğu ölçüde başarı sağlayamadığını göstermektedir
(Baydur: 1970, 134). Iulianus, 363 senesinde ölünce Hıristiyanlar rahat
nefes almışlardır.
Kapadokya’daki toprak sahiplerinin ve aristokrasi kesiminin Hıristiyanlaşması daha geç dönemde ve siyasi amaçla gerçekleşmiş görünmektedir.
Örneğin Nazianzoslu Gregorius’un babası ancak 325 yılında Hıristiyanlığı
seçmiştir. Helen ve Roma kültürünün uzun süre daha devam ettiği Kapadokyalı Babaların yazılarında ortaya konulmaktadır (Thierry: 1977, 102). I.
Konstantin tarafından 312 yılında kabul edildiği zaman Kapadokya nüfusu içerisindeki Hıristiyanların oranını tespit etmek mümkün olmadığı Hıristiyan olanların da ne derece bu dini özümsediklerini söylemek de güçtür
(Gain: 1985, 269).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
365
Ramazan ADIBELLİ
Sonuç
Kapadokya’daki Hıristiyanlıkla ilgili en eski kaynak Kitab-ı Mukaddes’in
Yeni Ahit bölümüdür. 2. yüzyılda Luka tarafından yazılmış olduğu tahmin edilen Resullerin İşleri’nde Kudüs’teki Yahudi Mabedine dünyanın her ülkesinden gelen Yahudilerden bahsedilmekte, bunlar arasında
Kapadokya’dan gelenlerin var olduğu bildirilmektedir. 65 yılında öldüğü
kabul edilen Petrus’a atfedilen Birinci Mektup’un ilk cümlesi, Pontus,
Galatya, Kapadokya, Asya ili ve Bitinya’da yaşayan seçilmişlere selamla
başlamaktadır. İsa’nın getirdiği mesajın İsrailoğullarına yönelik bir reform
hareketi olduğu ve bu mesajı kabul eden havarilerin tamamının bir Yahudi olduğu göz önünde bulundurulduğunda Yeni Ahit’te geçen pasajların anlamları açıklık kazanmaktadır. İsa’yı bir Mesih olarak görenlerin
onu diğerlerine de bu şekilde tebliğ etmiş olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla
İsa’nın mesajını ilk kabul edenlerin de Yahudi menşeli olmaları doğaldır.
Yeni Ahit’teki pasajlardan Kapadokya’da Yahudilerin yaşadıkları ve bunlar
arasından bazılarının Yahudilerin bayramı olan Pentikost münasebetiyle
Kudüş mabedinde bulunduklarını bildirmektedir. M.Ö. 8. yüzyılda Asurluların İkinci İsrail Krallığını yıkması, M.Ö. 6 yüzyılda Kudüs Mabedinin
Babilliler tarafından tahrip edilmesi, M.S. 70 yılında Romalılar tarafından
ikinci Mabedin yıkılması ve 132–135 yılları arasında Romalılara karşı giriştikleri isyan sonucunda Kudüs’ten çıkartılan Yahudiler, Ortadoğu ve Roma
İmparatorluğunun dört bir köşesine yayılmışlardır. Bu sürgünler esnasında
önemli bir yola kavşağı olan Kapadokya ve özellikle de Kayseri’ye de gelip buraya yerleşen Yahudiler olmuştur. Sonuç itibariyle Hıristiyanlığın Kapadokya bölgesine girişi hem Resullerin İşleri’ndeki pasajdan hem miladi
birinci yüzyılda bu bölgeden demografik yapısına ilişkin bilgilerden hem
de Hıristiyanlık mesajının ilk muhataplarının kimler olduğu hususundan
hareketle Yahudiler ya da Gentiller denilen Yahudi muhtediler tarafından
gerçekleştirilmiş görünmektedir.
Yahudilerin dışındaki Kapadokya nüfusu büyük ölçüde Helenleşmiş olsa
da kendine has bir dile ve yerel bir dini sisteme sahipti. Hıristiyanlığın
Roma İmparatorluğunun resmi dini olmasından ve Hıristiyanlık dışındaki dinlerin yasaklanmasından sonra yerli halkın bu yeni dini tam olarak
özümsemedikleri görülmektedir. Hıristiyanlık öncesi dönemlerden kalan
inanç ve pratikler çoğu zaman Hıristiyani bir renge büründürülerek uzun
bir süre devam etmiştir.
366
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’ya Hıristiyanlığın Giriş Süreci
I. Konstantin’in Hıristiyanlığı seçmesinden önce Bir taraftan İmparatorluğun her tarafına kilise teşkilatlarının kurulması, ayinlerin icra edilmesi,
mezarlıkların oluşturulması, diğer taraftan da Quadratus, Justin, Miltiade,
Athénagore, Apollinaire, Méliton, Tertullien, Origène gibi Hıristiyan yazarların serbestçe kendi inançlarını sergileyen kitaplar yazması, Romalıların
Hıristiyanlara sistematik ve yaygın biçimde zulmettiği şeklinde Kilise tarafından mitleştirilen bu olayın genel bir mahiyet arz etmediğine kesinlik
kazandırmaktadır (Vollet: 1900, 479-481).
Ülkemizde Kapadokya bölgesiyle yazılan kitaplara bakıldığında mitolojik söylemlerin tarihsel gerçeklikler göz önünde bulundurulmadan aynen aktarıldığına tanıklık etmekteyiz. Turistik amaçla bu bölgeyi Hıristiyanlığın çok önemli tarihsel bir merkezi olarak göstermek, özellikle de kayalık Kapadokya’nın
Hıristiyanlığın ilk merkezlerinden biri olarak göstermek tarihsel gerçekliklerle
bağdaşmamaktadır. Dini sistemler açısından mitolojik söylemin kaçınılmazlığı
ortadadır. Fakat bilimsel yaklaşım dini ya da ticari gerçekliklerden ziyade tarihsel gerçeklikleri göz önünde bulundurmak zorundadır.
Kaynaklar
Adıbelli, Ramazan 2002, Kapadokya Bölgesi’ndeki Hıristiyanlık Tarihi, Yüksek Lisans Tezi, Konya.
Aktok Kaşgarlı, Mehlika 1990, Kilikya Tâbi Ermeni Baronluğu Tarihi, Ankara.
Ateş, Mehmet 1996, “ Kapadokya’nın Başkenti Nevşehir “, Nevşehir, Ankara.
Baydur, Nezahat 1970, Kültepe (Kaneş) ve Kayseri Tarihi Üzerine Araştırmalar,
İstanbul.
Baydur, Nezahat 1982, İmparator Iulianus, İstanbul.
Cannuyer (ed.), Christian 1990, “Cappadoce”, Dictionnaire illustré de la Bible, Paris.
Comings, Jill Burnett 2005, Aspects of the liturgical year in Cappadocia (325–
430), New York.
Daniélou, Jean–Marrou, Henri1963, Nouvelle histoire de l’église, c. 1, Paris, 1963.
Eliade, Mircea-Couliano, Ioan P. 1997, Dinler Tarihi Sözlüğü, (çev. Ali Erbaş, İstanbul.
Eravşar, Osman 2000, Seyahatnamelerde Kayseri, Kayseri.
Eusebius 1926, The Ecclesiastical History, London.
Gérard, André-Marie 1989, “Pierre”, Dictionnaire de la Bible, Paris.
Gain, Benoît 1985, L’église de Cappadoce au IVe siècle d’après la correspondance
de Basile de Césarée (330–379), Roma.
Galanti, Avram 1995, Türkler ve Yahudiler, İstanbul.
Güleryüz, Naim 1993, Türk Yahudileri Tarihi I, İstanbul.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
367
Ramazan ADIBELLİ
Heise, Ronald E. 1997, “ Cappadocia “, Encyclopedia of Early Christianity, 2.
bsk., c. 1, New York.
İncil 1995, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul.
Jager, Werner 1965, Early Christianity and Greek Paideia, Cambridge.
Janin, R. 1949, “ Cappadoce “, Dictionnaire d’histoire et de géographie
ecclésiastique, c. 11, Paris.
Jones, A. H. M. 1971, The Cities of the Eastern Roman Provinces, 2. bsk., Oxford.
Kaufmann, Francine – Eisenberg, Josy 1995, “Yahudi Kaynaklarına göre Yahudilik”, Din Fenomeni, Mehmet Aydın, 2. bsk, Konya, 1995, s. 97.
Kuzgun, Şaban 1996, Dört İncil. Yazılması, Derlenmesi, Muhtevası, Farklılıkları ve
Çelişkileri, 2. bsk., Ankara.
Le Bas, M. Ph. - Chénon, M. 1863, Asie Mineure, Depuis les temps les plus anciens jusqu’à la bataille d’Ancyre en 1402, Paris.
Lercaro, Giacomo Card. 1971, “ La pensée religieuse en Anatolie à L’époque
paléochrétienne “, Arts de Cappadoce, Genève.
Lucas, Paul 1712a, Voyage du Sieur Paul Lucas fait par ordre du Roy dans la
Grèce, l’Asie Mineure, la Macédoine et l’Afrique, c. 1, Paris.
McBrien, Richard P. 1981, Catholisicm, New York.
Menshing, Gustav 1994, Dinî Sosyoloji, (çev. Mehmet Aydın), Konya.
Michel, A. 1925, Histoire de L’Eglise, c. 1, Paris.
Michel, Ch. – Thomas, P. (eds.) trz., Une ville méconnue : Anisa de Cappadoce,
Bruxelles.
Mitchell, Stephen 1993b, Anatolia, Land, Men and Gods in Asia Minor, c. 2, Oxford.
Muddiman, John 1988, “The First Century Crisis : Christian Origins”, The World’s
Religions, London.
Neri, Umberto 1971, “Les chrétiens des premiers siècles en Cappadoce”, Arts de
Cappadoce, Genève.
Pelikan, Jaroslav 2005, “Christianity: An Overview”, Encyclopedia of Religion, 2.
bsk., c. 3, New York.
Plinius 2001, Epistulae, 10. Kitap, (Lat. çev. Çiğdem Dürüşken - Erendiz Özbayoğlu), İstanbul.
Pritchard (ed.), James B. 1990, Atlas du monde biblique, Paris.
Ramsay, William Mittchel 1916, “The Intermixture of Races in Asia Minor “, Proceedings of the British Academy, yyk.
Renan, Ernest 1995, Histoire des origines du christianisme, c. 1, Paris.
Schaff, Philip 1889, History of the Christian Church, New York.
Schimmel, Annamarie 1999, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul.
368
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Kapadokya’ya Hıristiyanlığın Giriş Süreci
Shahan, Thomas J. 1907, “Asia Minor”, The Catholic Encyclopedia, c. 1, New
York.
Texier, Charles 1340, Küçük Asya, (Osm. çev. Ali Suad), c. 2, İstanbul.
Thierry, Nicole 1977, “Un problème de continuité ou de rupture. La Cappadoce entre Rome, Byzance et les Arabes”, Comptes-rendus des séances de
l’Académie des Inscriptions et Belles-Lettres, 121:1.
Thierry, Nicole 1983, Haut Moyen-Âge en Cappadoce, c. 1, Paris.
Valognes, Jean-Pierre 1994, Vie et mort des chrétiens d’Orient, Paris.
Vollet, E.-H. 1900, “Persecution. I. Histoire religieuse”, La Grande encyclopédie,
c. 27, Paris.
Wedderburn Alexander J. M. 2005, A History of the First Christians, London.
Wilken, Robert L. 1987,”Chrisitanity and Judaism”, The Encyclopedia of Religions, Mircea Eliade (ed.), c. 3, New York.
Yıldırım, Suat 1996, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, 2. bsk., İzmir.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
369
DAMAD İBRAHİM PAŞA’NIN İSTANBUL’DAKİ KÜTÜPHÂNESİ
VE NEVŞEHİRLİ ÂLİM VE EDİPLERİN YAZMA ESERLERİ
LIBRARY OF DAMAK İBRAHİM PASHA IN İSTANBAL AND
MANUSICRPTS OF SCHOLARS AND AUTHORS FROM NEVSEHİR
Recep DİKİCİ*
ÖZET
Nevşehir, ülkemizin en önemli bilim ve kültür merkezlerinden biridir.
Nitekim hâl tercümesi kaynaklarındaki Nevşehirli âlim ve ediplerin
yanı sıra, Türkiye kütüphânelerinde kayıtlı yazma eserleri, bunu açıkca göstermektedir. Bu makâlede ilk olarak Damad İbrahim Paşa’nın
sosyal ve kültürel faaliyetleri ile İstanbul’daki Damad İbrahim Paşa
kütüphanesindeki müellif hattı ve istinsah tarihi eski yazma nüshalar hakkında bilgiler verilmektedir. Daha sonra da Nevşehirli âlim ve
edipler ile elyazması eserleri tanıtılmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Damad İbrahim Paşa, Kütüphâne, Nevşehirli
Âlimler, Yazma Eserler.
ABSTRACT
Nevşehir is one of the important science and culture centers of our
country. Thusly beside scholars and authors from Nevşehir in the biography literature, manuscripts recorded in libraries of Turkey prove
clearly this reality. In this paper, firstly, some information is given
regarding social and cultural activities of Damad İbrahim Pasha and
autographs and manuscript copies having old date of copying in
the library of Damad İbrahim Pasha in İstanbul. Afterwards, scholars and authors from Nevşehir and their manuscripts are tried to
be introduced.
Key Words: Damad İbrahim Pasha, Library, Scholars from Nevşehir,
Manuscripts.
* Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü.
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
371
Recep DİKİCİ
Nevşehir, ülkemizin en önemli bilim ve kültür merkezlerinden biridir. Nitekim Nevşehir’in medâr-ı iftihârı Damad İbrahim Paşa’nın İstanbuldaki
kütüphânesi ile Nevşehirli âlim ve ediplerin Türkiye kütüphânelerinde kayıtlı yazma eserleri, bu gerçeği açıkca gösterrmektedir. Ayrıca meşhur âlim
Şemseddîn Samî’nin, “Osmanlı döneminde 17 bin nüfuslu Nevşehirde,
18 cami-i şerîf, 1 mescid, 6 medrese, rüşdiye mektebi, 2 hamam, 14 han,
1076 dükkan, bol akarsular, bağ ve bahçeler ile güzel manzaralar vardı”
ifâdesinden1, XI. Yüzyıl sonlarında Anadolu’nun büyük bölümüyle birlikte
Türk eğemenliğine giren Nevşehir’in geçmişten bu yana zengin kültür birikimine sâhip yaşanılır bir şehir olduğu anlaşılmaktadır.
Tarih boyunca kütüphânelerin, milletlerin kaderlerini ve geleceklerini tayin
ettikleri görülür. Nitekim bunun en açık delili, bilhassa Osmanlı imparatorluğunun, çok kıymetli eserleri bünyesinde toplayan kütüphânelere sâhip
olması ile altı asır gibi uzun bir süre hayatiyetini devam ettirme imkânını
bulmuş olmasıdır. Hatta bugün bile, teknik, ekonomik ve kültürel bakımdan gelişmiş ülkelerde, kişi başına düşen millî gelir payının değil, kişi başına düşen kitap sayısının etken olduğu, bilimsel istatistiklerle tesbit edilen
bir gerçektir. Bu bakımdan şanlı mazisiyle iftihâr ettiğimiz ecdâdımızın,
biz şanslı torunlarına bıraktığı en değerli miraslardan bir kısmını, kültür
mirası olan kütüphâneler teşkil eder. İşte bunlardan biri de, hiç şüphesiz Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki kütüp-hânesidir. Bu
kütüphâneyi tanıtmadan önce, kısaca onun diğer eserlerinden de bahsetmek yararlı olacaktır.
Damad İbrahim Paşa (ölm.1730), birçok faydalı icraatının yanı sıra, memleketin fikrî terbiyesine hizmet edecek faaliyetlerde de bulunmuştur. Sadrazamın bu gayretini III. Ahmed de teşvik etmiş, neticede payitahtın her
köşesinde umran eserleri baş göstermiştir. Bir taraftan yalılar, köşkler ve
bahçeler bina edilmiş, diğer taraftan da kütüphâneler ve mektepler inşa
olunmuştur. Sarayı hümâyun dâhilindeki kütüphâne de, bu sırada bina
olunmuştur. Kütüphâneye dört binden fazla kitap konmuş, dâhilî tezyinatına da son derece itina edilmiştir. Kütüphânelerin tavanına musannâ bir
kandil ile bir fanus asılmıştır. Kitapların bütün ciltleri, Türk san’atına örnek
olacak bir zerâfette vücûda getirilmiştir. Lâle devrinin san’at nezâheti, yal1
Kâmûsu’l-A’lâm, VI, 1316. Ayrıca bk. Heyet, “Nevşehir”,Yurt Ansiklopedisi, İstanbul, 1983, VIII,
6116; Nevşehir İl Yıllığı, Ankara, 1968, s. 96 vd.
372
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damad İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki Kütüphânesi ve
Nevşehirli Âlim ve Ediplerin Yazma Eserleri
dızlı ciltlerin nakışlarında ve çiçeklerinde de kendisini göstermiştir2.
Dahası âlim, şâir ve san’atkârları himâye eden Nevşehirli Damad İbrahim
Paşa, çoğu İstanbul, Nevşehir ve Ürgüp’te olmak üzere, birçok hayır eserleri yaptırmış ve bunlara âit vakıflar tesis etmiştir. İstanbul’daki başlıca
eserleri şunlardır : Şehzâdebaşı’nda Fâtıma Sultan ile müşterek olarak bina
ettirdiği dârü’l-hadîs, mescid, sebîl ve kütüphâne, mescidin karşısında 45,
yanında 37 dükkan ; Hoca-Paşa’da mescid, dârü’l-hadîs, hamam ; yeni
postahanenin arkasında muallim-hâne, sebîl ve çeşme, şehrin muhtelif
yerlerinde, Üsküdar’da ve Boğaziçi’nin iki sâhilinde bunlara benzer birçok
binadan başka, Sâdâbâd’daki cami de kayda değerdir. Ayrıca Nevşehir’de
cami, medrese, mektep, kütüphâne, çeşme, hamam v.b. gibi binalar inşâ
ettirmiştir3.
İlk Türk matbaasının kurulmasını da sağlayan ilim âşığı İbrâhim Paşa, kitaplara dolayısıyle ilme verdiği önem ve ehemmiyeti, bizzat kendi adına
inşâ ettirdiği bu kütüphânelerle teyid etmektedir. Mevzûmuz olan Damad İbrâhim Paşa Kütüphânesi ise, Şehzâde camii yakınındaki İbrahim
Paşa külliyesinde, h.1132 (m.1716-1717) yılında tesis edilmiştir. Damad
İbrâhim Paşa’nın4 vakfettiği bu kitaplar arasında tezhip, minyatür ve cilt
bakımından çok değerli eserler bulunduğu gibi, müellif hattı ve istinsâh
tarihleri oldukça eski olan eserler de vardır. Kütüphânedeki kitap miktarı,
hâlen 1153’ü yazma, 28’i basma olmak üzere, 1181’dir. Bunlardan 1104
adedi Arapça, 40 adedi Türkçe, 34 adedi Farsça, 3 adedi de Arapça-Farsça’ dır. Bu eserler, tefsir,usûlü hadis, usûlü fıkıh, fetvâlar, ferâiz, tasavvuf,
akaid ve kelâm, hikmet, mantık, nücûm, tılsım ve cifr, hendese, hesap,
coğrafya, tarih ve tabiat tarihi, tıp, edebiyat, şiir, meânî ve beyân, nahiv,
sarf ve lügat ilimlerine dâir kaleme alınmış eserlerdir. Meşhur Türk şâiri
Nedim, bir ara bu kütüphânenin hâfızı kütüplüğünü de yapmıştır. 1914
yılında Sultan Selim’de tesis edilen bir kütüphâneye nakledilmiş olan bu
kitaplar, 1918 yılında Süleymâniye Umûmî Kütüphânesi’ne5 getirilmiştir.
2
3
Refik Ahmed, Lâle Devri, Ahmed Hilmi Kütüphânesi, İstanbul, 1932, s. 97.
Aktepe M.Münir, Nevşehirli İbrâhim Paşa maddesi, İslâm Ansiklopedisi, Millî Eğitim Basımevi,
1964, IX, 239; Altuğ İlknur, Nevşehir Damad İbrahim Paşa Külliyesi, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1992.
4 Hakkında bk. Sâmî Şemseddîn, Kâmûs el-A’lâm, Mihran Matbaası, İstanbul, 1314/1896, I, 557;
Aktepe M.Münir, Nevşehirli İbrâhim Paşa, İA, IX, 234 vd.
5 Süleymâniye Kütüphânesi, bir araştırma ve ihtisas kütüphânesi olup, yazma eserlerin merkezi durumundadır. Bu kütüphânede 95 ayrı koleksiyon toplanmıştır ve her biri ayrı birer bölüm hâlinde,
okuyucu ve araştırmacıların istifâdesine sunulmuştur.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
373
Recep DİKİCİ
Ayrıca 5.3.1952 tarihinde Fevziye Medresesi’nden gelen 8 kitap da, Damad İbrâhim Paşa Kütüphânesi’ne dâhil edilmiştir6.
Bu arada gerek Süleymâniye Kütüphânesi’ndeki okuyucu fişleri, gerekse
Avrupalı bilgin Carl Brockelmann’ın GAL, ve Supplementband’ı gibi, ciddî
ve ilmî eserler gözden geçirildiğinde, Damad İbrâhim Paşa Kütüphânesi’nin
ilim dünyasına hizmeti daha da iyi anlaşılacaktır. Bu arada takdim edeceğimiz bu sunum, aynı zamanda araştırmacılara, yapacakları çalışmalar
için, bir hareket noktası da olacaktır. Şimdi bu kütüphânedeki eserlerin
önce müellif hattı olanlarını, daha sonra da istinsâh tarihi çok eski olan
ve mâhiyeti itibariyle birinci derecede önem arz edenleri sahalarına göre
sıralayalım :
Müellif Hattı Eserleri
Tefsir :
1. Pîr Muhamed el-Kirmânî (ölm.951/1544), Haşiyet alâ Hâşiye es-Seyyid,
h.946 (m.1539) tarihli, nesih. Numara: 176.
Hadis :
2. Bedreddîn Muhammed b.Ahmed el-Aynî (ölm.855/1451), Şerh elBuhârî, nesih, cetvelli ve serlevhalı. Numara : 336.
3. Muhammed b.Abdisselâm el-İskenderî ( ölm.1033/1623), Feyz el-Bârî.
Numara : 353.
4. Muhammed b.Muslihiddîn el-Kûcevî (ölm.951/1544), Şerh Meşârik elenvâr, nesih, h.937 (m.1530) tarihli. Numara : 362.
5. Ali b.Osmân el-Bâbâtâgî (ölm.1130/1717), Fezâil Kureyş, ta’lik, altın
cetvelli ve serlev-halı. Numara : 387.
6. Hasan b.Omer eş-Şâfi’î (ölm.768/1366), Muktefî fî sîret el-Mustafâ, nesih, altın cetvelli. Numara : 415.
7. Ali b.Osmân el-Herrât, Muntehab Safvet es-safva, nesih. Numara : 417.
8. el-İskenderî, Nazm el-budûr. Numara : 422.
Fıkıh :
9. Muhammed b.Suleymân el-Halebî (ölm.1158/1745), Matlûb el-vefâ.
Numara : 551.
6
Dener Halit, Süleymâniye Umûmî Kütüphânesi, Meârif Basımevi, İstanbul, 1957, s. 40-41.
374
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damad İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki Kütüphânesi ve
Nevşehirli Âlim ve Ediplerin Yazma Eserleri
10. Cerrâhzâde Muhammed, Mevârid es-sâil, ta’lik, h.1002 (m. 1593) tarihli. Numara : 732.
Meânî ve Beyân :
11. Abdulhalîm el-Kirmânî, Hâşiye ale’l-Mutavvel, ta’lik. Numara : 1005.
12. Alâeddîn Musannifak, Hâşiye alâ Şerh el-Miftâh, ta’lik. Numara : 1013.
13. Cemâleddîn el-Aksarâ’î, Şerh el-Îzâh el-me’ânî, nesih. Numara : 1020.
14. Emîr Huseyn el-Buhârî, Şerh el-Fevâid el-gıyâsiyye, ta’lik. Numara : 1025.
Nahiv :
15. Ahmed b.Muhammed eş-Şumnî (ölm.872/1462), Musannef min elkalem alâ Mugnî İbn Hişâm, nesih. Numara : 1084.
Lügat :
16. Salâhaddîn es-Safadî (ölm.764/1362), Gavâmiz es-Sıhâh, ta’lik. Numara : 1127.
İstinsâh Tarihi Eski Nüshalar
Fıkıh Usûlü :
17. İbn Kemâl Paşa (ölm.940/1533), Hâşiye et-Telvîh, ta’lik, h. 956. Numara : 446.
18. Şemseddîn Ahmed el-Fenârî (ölm.834/1430), Fusûl el-bedâyi li usûl
es-serâyî, ta’lik, h.870. Numara : 474.
19. Sa’deddîn ed-Dehlevî (ölm.891/1486), Menâr ve Şerhuhu, h.898. Numara : 483.
Fıkıh :
20. Behâeddîn Ali es-Semerkandî (ölm.535/1140), Şerh Muhtasar etTahâvî, h.540. Numara : 562.
Fetvâlar :
21. Tâhir b.Ahmed el-Buhârî (ölm. 542/1147), Hulâsat el-Fetâvâ, nesih, h.
558. tarihli. Numara : 683.
Ferâiz :
22. es-Seyyid eş-Şerîf el-Curcânî (ölm.816/1413), Şerh el-Ferâiz esSirâciyye, ta’lik, müstensih Osman, h.994 tarihli. Numara : 734.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
375
Recep DİKİCİ
Tasavvuf :
23. Abdulvehhâb eş-Şa’rânî (ölm.972/1564), Yavâkit ve’l-Cevâhir, nesih,
h.1072 tarihli. Numara : 760.
Ahlâk :
24. Muhammed el-Gazzâlî (ölm.505/1111), Minhâc el-âbidîn, nesih,
h.1072 tarihli. Numara : 776.
Kelâm :
25. el-Curcânî (ölm.816/1413), Şerh el-Mevâkif, ta’lik, h.885 tarihli. Numara : 861.
Hikmet :
26. Ebû Ali b.es-Sinâ (ölm.424/1032), İşârât, nesih, h.718 tarihli. Numara : 809.
Mantık :
27. Kutbeddîn er-Râzî ( ölm.766/1364), Şerh Metâli el-envâr, h.784 tarihli.
Numara : 836.
Nücum, Tılsım ce Cifr :
28. Ali b.Ebi’r-Recâ, Ahkâm el-Bârî fi’n-nucûm, ta’lik, h.1127 tarihli. Numara : 846.
Hendese :
29. Nasreddîn et-Tûsî (ölm.672/1273), Takrîr İklidis. Numara : 852.
Hesap :
30. Ebû Bekr Muhammed el-Karcî, el-Kâfî, nesih. Numara: 855.
Coğrafya :
31. Muhammed b.Muhammed el-İdrîsî, Nuzhet el-muştâk. Numara : 857.
Tarih :
32. Ebû Nasr el-Utbî. Tarih, nesih. Numara : 903.
Tıp :
33. Hızır b.Ali, Şifâ’ el-askâm, nesih. Numara : 933.
Edebiyat :
34. ez-Zemahşerî (ölm.538/1143), Rebî’ el-ebrâr, nesih, h.665 tarihli. Numara : 947.
376
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damad İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki Kütüphânesi ve
Nevşehirli Âlim ve Ediplerin Yazma Eserleri
Şiir ve Divân :
35. Huseyn ez-Zevzenî (ölm.486/1093), Şerh el-Mu’allakat es-seb’a, nesih, h.687 tarihli. Numara : 976.
Lugat :
36. Ahmed Efendi (ölm.1120/1708), Tercemet Mukaddimeti’l-edeb
(Aksa’l-ereb fî lugat Arab), el- ta’lik, h.1124 tarihli. Numara : 1115.
Tefsir :
37. İbn Abbas (ölm.68/687), Tefsîr, nesih, h. 1100 tarihli. Numara : 49.
38. Sadreddîn el-Konevî (ölm.673/1274), İ’câz el-beyân, ta’lik, h. 880 tarihli. Numara : 126.
39. el-Curcânî (ölm.816/1413), Hâşiye ale’l-Keşşâf, ta’lik, h.824 tarihli.
Numara : 175.
40. Ali b.Ahmed el-Vâhidî (ölm.719/1319), Tefsîr el-Vecîz, h.750 tarihli.
Numara: 155.
Hadis Usûlü :
41. İbn Hacer el-Askalânî ( ölm.852/1448), Şerh en-Nuhbe, ta’lik, h.977
tarihli. Numara : 236.
Hadis :
42. Muhammed b.Abdisselâm (ölm.1128/1715), Tuhfet el-ebrâr, müellifin
kızı Zeynep tarafından istinsâh edilmiştir. Numara : 274.
43. es-Suyûtî (ölm.911/1505), Câmi’ es-sagîr, nesih, h.1083 tarihli. Numara : 279.
44. Ebû Huseyn en-Nisâbûrî (ölm.260/873), Câmi’ es-Sıhâh, nesih, h.1001
tarihli. Numara : 278.
Nevşehirli Âlim ve Ediplerin Yazma Eserleri
Nevşehirli âlim ve edipler ile eserleri, Nevşehir’in bilim ve kültürü bakımından büyük önem arz etmektedirler. Nitekim “Büyüklerini tanımayan
bir millet yükselemez” vecizesi ile “Kim bir müminin tarihini yazarsa, ona
hayat vermiş gibidir.” meâlindeki hadîs-i şerîf’e istinâden, Nevşehir kültür tarihine katkıda bulunmak için, Nevşehirli âlim ve ediplerin Türkiye
Kütüphânelerinde kayıtlı yazma eserlerini sunduktan sonra, kaynaklarda yer alan Nevşehirli zatların hayatlarını da kaydetmenin faydalı olacağı
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
377
Recep DİKİCİ
kanaatindeyiz. Ne yazık ki günümüze kadar Nevşehirli âlim ve ediplerin
hayat ve eserlerini topluca ihtivâ eden herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Şimdi söz konusu yazma eserleri müelliflerine göre, alfabetik sıra ile
takdim edelim :
1. Ahmed Hâzım b.Abdurrahmân (Rûhizâde) :
Risâle fî fasli’l-hitâb, Süleymâniye Ktb., Çelebi Abdullah Blm., Numara :
392, Osmanlıca, Talik, Yazma, 216-233 varakları arası, Arap Edebiyatı;
İcâzetnâme, Millet Ktb., Ali Emirî Blm., Numara : 4231, Arapça, Nesih,
9-22 yk., Eğitim; Risâle fî hakki ve ba’d, Konya Bölge Yazmalar Ktb., İl
Halk Kütüphânesi Koleksiyonu, Numara : 2727, Arapça, Nesih, 87a-b yk.,
Edebî kompozisyon (Retorik); Manisa İl Halk Ktb., Numara : 747/1, Nesih, 1b-2b; Risâle fî ma’ne’l-masdar, Manisa İl Halk Ktb., Numara : 747/2,
3a, Nesih, Arapça Gramer; aynı eser, Konya B.Y.K., Burdur İl Halk Ktb.
Koleksiyonu, Numara : 949/40, 55a, Talik; aynı eser, aynı ktb., Numara :
949/51, 105b, Talik; Kasîde fî ilmi’l-usûl, K.B.Y.Ktb., Burdur İ.H.K.K., Numara, 435/8, 44a-48a, Nesih, Arapça, Fıkıh.
2. İsmâil Âsım b.Muhammed (Çelebizâde) :
Divân, Süleymâniye Kütüphanesi, Hafid Efendi Bölümü, Numara : 351, Osmanlıca, Talik,Yazma, 53 yk. Edebiyat (Türk Dili); aynı eser, Süleymaniye Ktb.,
Şazeli Blm., Numara : 113, Osmanlıca, Nesih, Yazma, 26 yk.; aynı eser, Süleymaniye Ktb., İzmir Blm., Numara : 537, Osmanlıca, Talik, Yazma, 47 yk.;
Münşeât, Süleymaniye Ktb., Halet Efendi Blm., Numara : 358, Osmanlıca,
Talik, Yazma, 126 yk., Türk Dili ; Âsım Tarihi, Süleymaniye Ktb., Laleli Blm,
Numara : 2008, Osmanlıca, Nesih, Yazma, 427 yk., Osmanlı Tarihi: aynı eser,
Süleymaniye Ktb., Âşir Efendi Blm., Numara : 236, Talik, 219 yk.; aynı eser,
Sül.Ktb., Bağdatlı Vehbi Efendi Blm., Numara : 140 yk., Talik, 194 yk.
3. Mehmet Cemîl :
İbrahim Paşa Nevşehirli, Yapı Kredi Bankası Ktb., numara : 9, Osmanlıca,
Talik, Yazma, 110 yk. Biyografya.
4. Mehmet Hadîm :
Risâle fî cevâzi ehâdi’l-mevzû’a li tergîb ve’t-terhîb, Konya Bölge Yazmalar Ktb., Isparta Uluborlu Halk Ktb. Koleksiyonu, Numara: 113/4, Arapça,
24a-26a yk.,Talik Kırması, Hadis ; Keşf Gıtâi’l-iskâl, Numara: 113/2, aynı
ktb., 23a-24a, Sahih Hadis.
378
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damad İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki Kütüphânesi ve
Nevşehirli Âlim ve Ediplerin Yazma Eserleri
5. Mehmed Hilmi :
Risâle fî hakki Hızır ve İlyâs, Balıkesir İl Halk Ktb., Numara : 1259/9,
29b-30a, Arapça, Akaid-Kelâm; Risâle fi’l-hudûd, aynı ktb., Numara :
259/2, 72a-73a, Arapça; Mecmuatü’l-fevâid, Millî Ktb., Nevşehirli Damad İbrahim Paşa Ktb., K., 757, 93 yk., Arapça-Türkçe, Ansiklopedik
eserler; İlmü’l-me’ânî, aynı ktb., 639/2, Edebî Kompozisyon (Retorik);
Mecmuatu’t-tesâut, aynı ktb., Numara : 638, Osmanlıca, Nesih; Risâle
fi’l-fasd ve’l-hacâme, Millî ktb., Adnan Ötüken İl H.Ktb., K., Numara :
2220/6, 27b-28b, Arapça, Talik, İslâm dini.
6. Nimetullah Efendi :
Menâkıb-ı Emîr Sultan, Millet Kütüphânesi, Ali Emirî Bölümü, numara :
1112, Osmanlıca, Nesih, Yazma, 83 yk, Biyografya.
7. Osmân Nevşehrî :
Abdest Hakkındaki Âyet-i Kerîme’nin Tefsiri, İstanbul Üniversitesi Merkez
Ktb., Numara : 323, Osmanlıca, Yazma, Tefsir.
8. Ömer b.Osman Nevşehrî :
Aynü’l-uyûn, Ankara Millî Kütüphâne, Numara : 4855, Osmanlıca, Nesih,
14 yk., İstinsah Tarihi h.1233 (1817); aynı eser, İstanbul Üniversitesi Merkez Ktb., numara : 4172, Osmanlıca, Nesih, Yazma, 11 yk. Sarf, Nahiv ve
Arûz; aynı eser, İ.Ü.M.K., 4171; Hâşiye alâ Şerhi’l-kutb li’ş-Şemsiyye, Hacı
Selim Ağa Ktb., Hüdai Efendi Blm., Numara : 1544, Arapça, Nesih, Yazma, 13 yk. Mantık.; Hâşiye alâ Tahrîri’l-kavâidi’l-mantıkiyye, Çorum İl Halk
Kütüphânesi, Numara : 5049/2, Nesih, Yazma.
9. Reşîd Ahmet Efendi :
Keşkülü’s-sâfiyye fî vâridâti’s-sa’diye, Millet Ktb., Numara : 7589/1,
1b-82b, Osmanlıca, Nesih, Evrâd ve Zikir; aynı ktb., Numara : 1766, 77
yk., Talik.
10. Süleyman b.Hasan :
Tuhfe-i Hasaniyye, Süleymaniye Ktb., Hacı Mahmud Efendi Blm., Numara
: 1797, Osmanlıca, Nesih, İstinsah Tarihi h.1196, Ahlak İlmi.
Diğer Nevşehirli Âlim ve Edipler
Bazı Nevşehirli âlim ve edipler de, tahsillerini tamamladıktan sonra, başta
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
379
Recep DİKİCİ
Nevşehir olmak üzere, ülkenin çeşitli yerlerinde müderrislik ve müftülük
gibi ilmî ve idârî görevler yapmışlardır. Bu zatların hayatlarını kaynaklardan aktarırken, aynı zamanda Nevşehir’deki medreseleri ve diğer büyük
âlimleri de tesbit etme şansına sâhip olduk. Bu zatları, isimlerine göre
alfabetik olarak takdim edelim :
1. Ahmed Hamdi Efendi :
Ahmed Necip efendi’nin oğlu olup, 1273 senesinde Nevşehir’in Beldek
Karye’sinde doğmuştur. 1289’da Nevşehir’de İbrahim Paşa Medresesi Bala
ve Time kısımlarına dahil olup icâzet almıştır. 35 yaşında Nevşehir’de Köse
Vaiz Medresesi’nde ders okutmaya başlamıştır. 1327’de bu medresede
tedrisle meşgul bulunuyordu (Albayrak Sadık, Son Devir Osmanlı Ulemâsı,
İstanbul, 1980, I, 155).
2. Ahmed Hâzım Efendi :
Fazîlet ehli bir zat olup, tahsilini tamamaladıktan sonra memleketi Nevşehir müftülüğünde bulunmuş ve h.1260 yılında vefât etmiştir.
Eserlerinden “Şerhu hadîsi Lâ Advâ…”, “Risâle fî kelâmillâhi teâlâ”,
“Tefsîru ve mâ teşaûne illâ en yeşâellâh”, “Risâle fî ma’ne’l-masdar” gibi
risâleleri bir arada basılmıştır. Bundan başka imtihan risâleleri de vardır
(Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, Meral Yayınları, İstanbul, 1975, I, 332).
3. Ahmed Efendi :
Hacı Mehmed Efendi’nin oğlu olup, 1284 senesinde Nevşehir’de doğmuştur. Nevşehir âlimlerinden Kılıç zâde Hacı Hamdi Efendi’den icâzet alarak,
1326’dan itibaren Nevşehirli Damad İbrahim Paşa Medresesi’nde müderrisliğe başlamıştır (Albayrak : 1980, I, 110).
4. Ali Efendi :
Damad İbrahim Paşa’nın mensuplarındandır. Müderris ve molla olup,
1171 (1757/58) Medine mollası olmuştur. 1181 (1768)’de vefat etmiştir.
Oğullarından Hacı Mehmed Said Efendi, 1169 (1756)’da vefat etmiştir.
Diğeri müderris Şeyh Hacı Abdullah Efendi’dir. Damadı Ömer Efendi’dir.
Hepsi Damad İbrahim Paşa’nın Üsküdar Mezarlığına defnedilmiştir (Süreyya Mehmet, Sicill-i Osmânî Eski Yazıdan Yeni Yazıya), Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul, 1996, I, 254).
380
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damad İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki Kütüphânesi ve
Nevşehirli Âlim ve Ediplerin Yazma Eserleri
5. Bekir Sıtkı efendi :
Sâbık Nevşehir Belediye Reisi Na’lebend-zâde Ahmed Zabit Efendi’nin
oğlu olup, 1298 senesinde Nevşehir’de Memişbey Mahallesinde doğmuştur. Nevşehir’de ibtidâ’i ve rüştiyeyi bitirip medresede beş sene kadar tahsil görmüştür.
Nevşehir Eytâm Müdürlüğü için açılan imtihanda ehliyetini isbat ederek,
1326 tarihinde adı geçen müdürlüğe tayin edilmiştir. 1331 tarihinde encümence hakkında vâki olan tezkere ile ehl-i istikâmet ve ahlâk-ı hamîde
ashâbından olduğu belirtilmiştir (Albayrak : 1980, II, 13).
6. Halil Vehbi Efendi :
İbrahim Hilmi Bey’in oğlu olup, 1283 senesinde Nevşehir’de doğmuştur.
Nevşehir ve Safranbolu’da bir müddet tahsil gördükten sonra İstanbul’a gelerek Atıf Bey’den tahsil görerek, 1311’de icâzet almıştır. Ders Vekâletince
icrâ kılınan imtihanda başarı sağlayarak 1314 senesi başlarında Bayezit
Camii’nde ders vermeye başlamıştır.
1313’de Müderrislik maaşına nâil olmuş ve müderrisliği yanında 1325’de
Fetvâhâne-i Âlî Müsevvitliğine tayin olunmuştur. 1336’da Fetvâhâne
Müsted’iyât Memuriyetine tayin olunmuştur. 1322’deki ruûs mucibince
İstanbul Müderrisliğini hâizdir.
1322’de Medâris-i Âlî’ye Usûl-i Fıkıh ve 1322’de İlm-i Kelâm
Müderrisliği’nde iken 1333’de Sahn Medresesi’nde aynı derslerin müderrisliğinde bırakılmıştır. 1335’de İrâde-i Seniyye ile Süley-maniye Medresesi Hanefi Fıkhı Müderrisliğine naklen tayin olunmuş ve T.B.M.M. nin
İstanbul’da tesisi ve medreselerin kaldırılmasından dolayı 1338’de gayr-ı
faâl olarak açıkta kalmıştır. Fakat sonra-dan 1339’da İstanbul Müftülüğü Müsevvidliğine tayin olunmuştur. Medreselerin lağvı ile Süleyma-niye
Müderrisliğinden 1340’da açıkta kalmıştır. İstanbul Müftülüğü Müsevvidi
iken 1938’de vefat etmiştir (Albayrak : 1980, II, 60).
7. Hasan Efendi :
Nevşehirli olan bu zat, müderris ve devriye mollasıdır. 1200 (1786)’de
Bağdat kadısı, sonra başka yerlerde bulunup 1215 (1800)’de ordu kadısı
olmuştur. Sonra bilâd-ı hâmse ve Medine mollası olup, 1222 (1807)’de
vefat etmiştir ( Süreyya : 1996, II, 620).
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
381
Recep DİKİCİ
8. Hasan Fehmi Efendi :
Parmaksızoğlu Hüseyin Efendi’nin oğlu olup, 1287 senesinde Nevşehir’de
doğmuştur. Memleketinden Kayseri’ye gelerek âlimlerden Emin Efendi’den
bir müddet dînî ve Arabî tahsil gördükten sonra İstanbul’a gelmiştir. Ders
Vekili Ahmed Âsım Efendi’den 1311 senesinde icâzet almıştır. 1314 tarihli
Ders Vekâleti ruhsatınca imtihanda başarı göstererek ders vermeye mezun
addedilmiştir. 1316 tarihinde Bayezit Camii’nde ders okutmaya başlamış
ve dersiâmlık maaşına nâil olmuştur. 1330’da Bozkır Kazası Müftülüğüne tayin olunmuş ve 1331’de Eskişehir Müftülüğüne naklen tayin olunmuştur. 1333’de hakkında vâki şikâyet üzerine vazifesinden ayrılmıştır.
1313’de uhdesine İbtidâî Hariç İstanbul Ruûsu tevcih olunmuş ve 1315’de
Hareket-i Hariç’e terfî olunmuştur.
1327’de Halıcılar’da bulunan Sultan Selim Dershânesi’ne Müdür tayin
olunmuş ve Tarih-i İslâm Müderrisliği yapmıştır. Yukarıda geçtiği üzere
Bozkır Kazası Müftülüğüne tayini ile bu vazifesinden ayrılmıştır. 1331’de
Eskişehir Medresesi Müdür ve Birinci Muallimliğini de yapmış ve Fıkıh
dersi okutmuştur. Ayrıca bu medresede Lügat ve İştikâk dersi de okutmuştur. 1335’de Ankara Medresesi Müdür ve Muallim-i Evvelliği’ne Ders
Vekâleti’nin emirleri ile tayin olunmuştur (Albayrak : 1980, II, 82).
9. Ahmed Hâzım Efendi :
Nevşehirli müftîzâze olup, meşhur dersiâmdır. 1859 yılında Eyüp mollası
olmuştur. 1281 (1864)’de ise vefât etmiştir. Süleymaniye’de medfundur.
Ayntablı Hacı Emin Efendi’ye damad olan bu zat, faziletli bir âlimdi ( Süreyya : 1996, II, 666).
10. Hüseyin Avni Efendi :
1290 (184) yılında dünyaya gelen ve Konya âlimlerinden olan Veli Sabri
(Uyar) Efendi, ilk tahsilini tamamladıktan sonra, Medreseye devam eder ve
Nevşehirli Hüseyin Avni Efendi’den Arapça ve Farsça öğrenir. Hüseyin Avni
Efendi, o tarihlerde Konya İlk Öğretmen Okulu’na Müdür tayin edilince, o
da bu okula girerek mezun olmuştur (Uz Mehmet Ali, Konya Âlimleri ve
Velileri, Konya, 1993, s. 215).
11. İbrahim Efendi :
1290 (1874) tarihinde İstanbul Müderrisliğini kazanmış ve Fatih Camii
Desiâmlığına tayin edilmiş ve İstanbul’da Sahn Müderrisliğine kadar yükselmiştir. Bu âlim, 1316 (1900) senesinde vefat etmiştir (Albayrak : 1980,
II, 182-183).
382
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damad İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki Kütüphânesi ve
Nevşehirli Âlim ve Ediplerin Yazma Eserleri
12. İbrahim Efendi :
Nevşehirli olan bu âlim, Devriye mollalarından olarak Filibe mollası da olmuştur. 1259 (1843)’da o mevleviyyette tekrar eylemiştir. Bu senelerde
(1840’lar) vefât etmiştir (Süreyya : 1996, III, 752).
13. İsmail Efendi :
Yumurtacı Mustafa Efendi’nin oğlu olup, 1259 tarihinde Nevşehir’e bağlı
Mercan Karyesi’nde doğmuştur. Köyünde bulunan Fevziye Medresesi’nde
Yakup Efendi’den bir müddet ders gördükten sonra, Sultan Fatih
Medresesi’nde ders okumak üzere İstanbul’a gelmiştir. Akabinde memleketine dönerek Ürgüb’e gitmiş ve Mehmed Lütfü Efendi Medresesi’nde
Mehmet Lütfü Efendi’den ve onun vefatı ile yerine geçen Avanoslu Hacı
Zekeriya Efendi’den tahsilini tamamlayarak icâzet almıştır.
1315 (1807) tarihinde memleketinde bulunan Fevziye Medresesi Müderrisliğine tayin edilmiş ve burada talebe okutmaya başlamıştır. 1327’de bu
medresede ders okutuyordu (Albayrak : 1980, II, 257).
14. Kâzım Mûsâ Efendi (Halil Efendizâde) :
Aslen Nevşehirli olan bu zat, müderris, maarif müfettişi, sonra molla görevlerinde bulunmuş ve 1298 (1881)’ de Mekke pâyesi olmuştur. 1306
(1889)’da aniden vefât etmiştir. Kâzım Efendi, Rumelihisarı’nda medfundur. Bilgili ve yumuşak huylu bir şahsiyete sâhipti (Süreyya : 1996,
III, 878).
15. Mehmed Efendi :
Abdullah Hilmi Efendi’nin oğlu olup, “Kuşcuoğlu Mehmed Fevzi Efendi”
ismi ile şöhret bulmuştu. 1279 (1863) senesinde Nevşehir’in Nar Köyü’nün
Baş Mahallesi’nde doğmuştur. Önce köyünde tahsile başlamış ve akabinde Nevşehir’de İbrahim Paşa Medresesi’nde derse devam etmiştir. Buradan icâzet aldıktan sonra Nar Köyü’ndeki Fethiye Medresesi’nde ders
okutmaya başlamıştır. 1326 (1910) tarihinden itibaren 100 kuruş maaşla
resmen müderris olmuştur (Albayrak : 1980, III, 65).
16. Mehmed Fahreddîn Efendi :
Sâbık Nevşehir Müftüsü “Kayserili Dâvutzâde Hacı Kurrâ” diye bilinen Süleyman Vehbi Efendi’nin oğlu olup, 1296 (1880) senesinde Nevşehir’de
doğmuştur. Nevşehir’de İbtidâî ve rüştî mekteplerini bitirdikten sonra, babasından okumaya başlamıştır. Akabinde İstanbul’a gelerek Fatih
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
383
Recep DİKİCİ
Camii’nde Şehrî ( İstanbullu) Ahmed Ramiz Efendi’nin ders halkasına giriştir. Tedrîsi mutad olan dersleri bitirip icâzetnâme aldığı gibi, imtihanla
kabul olduğu Mekteb-i Nüvvâb’dan da 1328’de şehâdetnâme almıştır.
1326’da uhdesine İbtidâî Dahil Bursa Müderrisliği tevcih olunmuş ve
1324’de Meclis-i Tetkikât-ı Şer’iyye Kalemi kâtibi olmuştur. 1330’da ise
İnoz (Erez) nâibi olmuştur. Aynı yıl Beyrut’a bağlı Cüneyn, 1331 (1919)’de
tekrar İnoz (Enez) kadısı olmuştur. 1338 (1922)’de Üsküdar şer’iyye Mahkemesi kâtipliğine geçmiştir (Albayrak : 1980, III, 216-217).
17. Mehmed Habib Efendi :
Benlizâde Ahmed Tahir Efendi’nin oğlu olup, 1279 (1863) tarihinde
Nevşehir’in Kocabaşı mahallesinde doğmuştur. Babası Nevşehirli İbrahim
Paşa’nın inşâ ettiği Camii Kebîr’in imamlığını yapmıştır. Bu camiinin bitişiğindeki mektepte okumuş ve rüştiyeyi bitirdikten sonra 193 (1877)’de
İbrahim Paşa’nın Balâ Medresesi’ne girmiştir. Sonradan tahsilini tamamlamak için Kayseri’ye gitmiştir. Ulemâdan Hacı dursun Efendi’nin damadı
Büyük Emin Efendi’den icâzet alıştır. Babasının vefatı ile 1301 (1885)’de
yerine imam olmuştur. 1326 (1910)’da Balâ Medresesi’ne müderris oldu (
Albayrak : 1980, III, 239-240).
18. Mehmed Hilmi Efendi :
Hacı Ataullah Efendi’nin oğlu olup, 1271 senesinde Nevşehir’de doğmuştur. Medrese tahsilinden sonra, 1304 (1888) tarihinde ilk olarak Karapınar
Kazası nâibi olmuştur. Daha sonra Tefenni, Karaman, iki defa Aksaray ve
yine iki defa Arapsun Kazaları niyâbetlerinde bulunmuştur. En son olarak
1323 (1907)’de Arapsun niyâbetinden ayrılmıştır. 1322 (1906)’de bir yıl
için Antep Mevleviyyetini ihrâz etmiştir.
1324 (1908) tarihinde vefat etmiştir (Albayrak : 1980, III, 272-273).
19. Mehmet Şükrü Efendi :
Mehmet Efendi’nin oğlu olup, 1261’de Nevşehir’in Anar köyünün Yukarı mahallesinde doğmuştur. Kur’ân-ı kerîm’i bitirdikten sonra, 1274’de
Nevşehir’de bulunan Sadrazam İbrahim Paşa Medresesi’nde müderris
Şerif Efendi zâde şeyh Efendi’den beş sene oku-muştur. Bundan sonra
1279’da Ürgüp’te Arpacı zâde Medresesi müderrisi Mehmet Efendi’ den
Molla Câmi, Fenâri ve 1282’de Kayseri’ye gidip “Mir’ât-ı Mecelle” müellifi
Ahmed Mesut Efendi’den icâzet almıştır (1296/1878).
384
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damad İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki Kütüphânesi ve
Nevşehirli Âlim ve Ediplerin Yazma Eserleri
İcâzetten sonra Koçhisar’da yeniden inşâ edilen medrese’de tedrisâta başlamış ve 199(1883)’da Koçhisar kazası müftüsü olmuştur. 1309’da ise uhdesine İbtidâî hariç Bursa Müderrisliği ruûsu tevcih olunmuştur. 1311’de
Arapsun, 1313’de Kaş ve 1316’da Avanos Kazaları niyâbetlerine tayin
olunmuştur (Albayrak : 1980, IV, 117).
20. Muhlis Mustafa Efendi :
Aslen Nevşehirli olan Muhlis Efendi, Mısır kadılarından iken, 1186
(1772)’da vefât etmiştir (Süreyya : 1996, IV, 1099).
21. Mustafa Efendi :
Kumru zâde Ahmed Efendi’nin oğlu olup, 1275’de Ürgüp Kazasının
Bedreddîn Mahallesinde doğmuştur. Kendileri aslen Dağıstanlıdırlar.
Rüştiye’yi bitirip icâzet aldıktan sonra 1286’da Kayseri’ye gidip orada bulunan Kozanlı Medresesi’ne dahil olmuştur. 19 sene kadar fasılasız medresede tahsil görüp, 1306’da aynı medresede müderris bulunan Küçük
Hafız Efendi’den icâzet almıştır. İcâzet aldıktan sonra memleketine gidip
Ürgüp’te bulunan Dağıstanlı Medresesi’nde tedrîse başlamıştır. Ayrıca rüştiye muallimliği de yapmıştır. 1330 (1914) tarihinde Ürgüp Kazası müftüsü
olmuştur (Albayrak : 1980, IV, 175-176).
22. Mustafa Hayri Efendi ( Şeyhulislâm ) :
Abdullah Avni Efendi’nin oğlu olup, 1283 (1866) senesinde Konya’ya bağlı Ürgüp Kazasında doğmuştur. Burada ilk tahsilini bitirip, önce Kayseri’ye
gidip tahsile başlamış ve akabinde İstanbul’a gelerek ( 1300) Fatih Bahr-i
Sefit Başkurşunlu Medresesi’ne kayıt ve kabul olunarak, “Molla Câmi”
okutmakta bulunan Taşköprülü Abdullah Rüştü Efendi’nin ders halkasına
girmiştir. 1302 (1886)’de babası ile memleketine gitmişse de orada bulunan âlimlerden ders okuyup vaktini zayi etmemiştir. İki yıl sonra tekrar
İstanbul’a gelip hocası Abdullah Rüştü Efendi’nin derslerine devam etmiştir. 1312’de hocasından icâzet aldığı gibi girmiş olduğu Mekteb-i hukuk-i
Şahâne’den de pekiyi derece ile 131 (1897)’de mezun olmuştur.
1297’de uhdesine tevcih olunan ibtidâî Hariç Bursa müderrisliği, 1315’de
İbtidâî Dahil ve 1322’de Musıla-i Süleymaniye’ye terfî olunmuştur.
1314 (1898)’de Maraş Sancağı Bidâyet Mahkemesi Müddeiumumî Muavinliğine tayin olunmuştur. 1316’da ise Trablusşam Sancağı Bidâyet Mahkemesi Müdde-i Umumî Muavinliğine naklen tayin edilmiştir. 1317’de ise
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
385
Recep DİKİCİ
Lazkiye Sancağı Bidâyet Mahkemesi Ceza Dairesi Reisi olmuştur. 1319’da
Suriye Vilâyeti Merkez Bidâyet Mahkemesi Müdde-i Umumî Muavini tayin
edilmiştir. 1320’de Manastır Vilâyeti Merkez Bidâyet Mahkemesi Müdde-i
Umumî Muavini, 1322’de Selânik Merkez Bidâyet mahkemesi Cezâ Dairesi Reisi olmuştur.
Meşrutiyet’in ilanı üzerine yapılan seçimde memleketine gidip seçilmiş
ve Niğde Mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a girmiştir. 1324 (1908)’de
Dârü’l-Fünûn Hukuk Şubesi Mecelle Mual-limliğine, 1325’de Mekteb-i
Kuzat Cezâ Kanunu Muallimliğine, 1325’de, Mekteb-i Kuzat İ’lâmat-ı
Cezaiye Muallimliğine tayin olunmuştur. 31 Mart Vak’ası üzerine teşekkül eden Tevfik Paşa Kabinesinde 1325’de Adliye Nazırı olmuştur. Fakat
1325’de mazeret beyan ederek istifa etmiştir (Albayrak : 1980, IV, 207).
23. Nâzım Efendi :
Hacı Ahmet Efendi’nin oğlu olup, 1289 (1873) senesinde Ürgüp’te doğmuştur. Tahsilini bitirdikten sonra, 1318’de Arapsun Kazası müderrisliğine
tayin olunmuştur. Müderrisliğe devam ederken 1333 (1917)’de vefat etmiştir (Albayrak : 1980, IV, 286).
24. Nevşehirli Abdullah Hilmi Efendi :
1272’de doğan ve Konya âlimlerinden olan Mehmet Emin Efendi, ilk tahsilini müteakip medrese tahsiline başlar ve daha sonra İstanbul’a giderek, Beyazıd camii dersiâmlarından Nevşehirli Abdullah Hilmi Efendi’nin
derslerine devam eder ve ondan icâzet alır. Bu ifâdelerden, o tarihlerde
Nevşehirli Abdullah Hilmi Efendi’nin Osmanlı âlimleri arasında yer aldığı
anlaşılmaktadır (Uz : 1993, 142).
25. Ömer Efendi :
Nevşehirli olan bu âlim, Nevşehirli Ali Efendi’nin damadıdır. Kadı olup,
1210 (1796) yılında vefât etmiştir. Damad İbrahim Paşa’nın Üsküdar
Mezarlığı’na defnedilmiştir (Süreyya : 1996, IV, 1316).
26. Ömer Lütfi Efendi :
Keykiloğlu İsmail Efendi’nin oğlu olup, 1286 (1870) senesinde Nevşehir’in
Dubade Köyünde doğmuştur. Köyündeki sibyan mektebini ilk önce bitirmiş
ve 1300’de köyünde müderris Karamanoğlu Abdullah Efendi’den sarf ve
nahiv okumaya başlamıştır. Hocasının vefatı üzerine 1309’da Nevşehir’de
bulunan Köse Vaiz Medresesi’ne dahil olmuştur. Dînî ve arabî ilimleri üs-
386
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damad İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki Kütüphânesi ve
Nevşehirli Âlim ve Ediplerin Yazma Eserleri
tadı Nevşehirli Aliç zâde el-Hac Hamdi Efendi’den okuyup 1319’da icâzet
almıştır. İcâzet aldıktan sonra 33 yaşında köyünde yeniden inşa olunan
İhsaniye Medresesi’ne fahri olarak müderrisliğe başlamıştır.
1326’da aylık yüz kuruş maaş kendisine tahsis olunmuş ve Dubade köyünde bulunan İhsaniye Medresesi müderrisliğine devam etmiştir (Albayrak : 1980, IV, 374).
27. Reşid Ahmet Efendi :
Müderrislerin büyüklerinden Nevşehirli Küçük Süleyman Efendi’nin
oğlu olup, Nakşibendî tarikatındandır. Evkâfı Hümâyun müfettişi iken
h.1282’de İstanbul’da vefât etmiştir.
Şâirâne tabiatı ve “Füyûzâtü’l-ceybiyye ale’s-salâti’l-meşişiyye”, “Keşkülü’ssâfiyye ale’l-vâridâti’s-sa’diye” isimlerinde eserleri vardır. Beyitlerinden :
Tarik-i nakşibendî ehlinin feyzi Hüdadandır
Onların nisbeti cümle Resulü müctebadandır
(Keşkül) tarikat pîrlerinden Şeyh Sadeddîn Cübbâvî hazretlerinin “Ve en
seelu anir-ricâli fe nisbetî” matlâlı kasîdelerinin Türkçe şerhidir (Bursalı :
1975, I, 429).
28. Süleyman Vehbi Efendi :
Kürsü şeyhi Davutzâde el-Hac Süleyman Efendi’nin oğlu olup, 1241/1825
tarihinde Nevşehir’de doğmuştur. İbrahim Paşa Medrese’sinde Arapça ve
Farsça’yı tahsil ederek, Kal’avî zâde el-Hac Mustafa Efendi’den kıraat ilmini okumuş ve akabinde İstanbul’a gelmiştir. Filibeli Halil Efendi’nin derslerine devam ederek icâzet almıştır.
7 Ağustos 1299/1883’de Nevşehir Müftülüğüne tayin edilmiştir. 1270’de
kendisine tevcih olunan İbtidâ’i hariç İstanbul müderrisliği ruûsu terakkî
ede ede 1297’de Hamise-i Süleymaniye’ye terfî olunmuş ve 1308’de Kudüs ve 1319’da Bursa Mevleviyeti kendisine tevcih olunmuştur.
Nevşehir Müftülüğü sırasında 1329/1914 tarihinde vefat etmiştir (Albayrak : 1980, V, 465).
29. Yusuf Sa’dî Efendi :
Ürgüp müftüsü Hacı Tâhir Efendi’nin oğlu olup, 1283(1867)’de Ürgüp’te
doğmuştur. Dînî ilimlerin ilk kısımlarını Ürgüp’te okuyup İstanbul’a gelmiş
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
387
Recep DİKİCİ
ve Fatih Dersiâmlarından İbrahim Hakkı Efendi’nin ders halkasına girip
icâzet almıştır. 1322’de Mekteb-i Nüvvâb’dan da şehâdetnâme alan bu
zat, Akdağmadeni niyâbetine tayin edilmiştir. 1324’den 1326’ya kadar
Safranbolu, 1326’dan 1327’ye kadar Nallıhan ve 1327’de Bozkır Kazası
niyabetine tayin edilmiştir. Daha sonra Sandıklı niyâbetinde bulunmuş ve
1330(1914)’de Ürgüp Kazası Kadısı olmuştur (Albayrak : 1980, V, 519).
Kaynaklar
Aktepe M. Münir, “Nevşehirli İbrâhim Paşa” maddesi, İslâm Ansiklopedisi, Millî
Eğitim Basımevi, İstanbul, 1964.
Albayrak Sadık, Son Devir Osmanlı Ulemâsı, İstanbul, 1980.
Altuğ İlknur, Nevşehir Damad İbrahim Paşa Külliyesi, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1992.
Bursalı Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, Meral Yayınları, İstanbul, 1975.
Dener Halit, Süleymâniye Umûmî Kütüphânesi, Meârif Basımevi, İstanbul, 1957.
Heyet, Yurt Ansiklopedisi, Anadolu Yayıncılık, İstanbul, 1983.
Nevşehir İl Yıllığı, Ankara, 1968.
Refik Ahmed, Lâle Devri, Ahmed Hilmi Kütüphânesi, İstanbul, 1932.
Sâmî Şemseddîn, Kâmûs el-A’lâm, Mihran Matbaası, İstanbul, 1314/1896.
Süreyya Mehmet, Sicill-i Osmânî Eski Yazıdan Yeni Yazıya), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996.
Uz M.Ali, Konya Âlimleri ve Velileri, Konya, 1993.
388
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
DAMAT İBRAHİM PAŞA’NIN NEVŞEHİR’DE TANINIRLIĞI
THE RECOGNITION LEVEL OF
DAMAD IBRAHIM PASHA IN NEVSEHIR
Remzi KILIÇ* - Mehmet Akif CİHAN**
ÖZET
İnsanlar yaşadıkları şehirlerin veya bölgelerin önemli tarihi kişilerini,
orada cereyan etmiş olayları, mevcut yaşamakta olan topluma geçmişin katkılarını ve hizmetlerini bilmelidir. Bu bilgileri yeni nesillere
de aktarmalıdır. Bu bir sorumluluk ve görevdir. Çünkü geleceği inşâ
ve imar etmek, yükselmek ve kalıcı eserler bırakmak, geçmişe dair
yeterli bilgiye ve birikime sahip olmakla mümkündür.
Bu araştırma ile Nevşehir merkezde ilköğretim öğrencilerinin ve
öğretmenlerinin Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı tanıma düzeyleri
ortaya konulmuştur. Damat İbrahim Paşa, Nevşehirliler tarafından
ne kadar tanınmaktadır? Hangi özellikleri bilinmektedir? Bilinmeyen
yönleri nelerdir? Bu hususlar açıklanmıştır.
Araştırmada Nevşehir ili merkez ilçesinde 3 ilköğretim okulunda
216 ilköğretim ikinci kademe öğrencisi ve 41 ilköğretim öğretmeninden veri elde edilmiştir. Her iki guruba da konu ile ilgili 28 soru
yöneltilmiştir. Soruların hazırlanmasında konu ile ilgili kaynaklardan
ve uzman görüşlerinden yararlanılmıştır. Araştırma sonucu elde
edilen veriler bilgisayar ortamına aktarılmış bura da SPSS istatistik
programıyla sorulara verilen cevaplar frekans, yüzde ve aritmetik ortalama olarak hesaplanmıştır. Veriler anlaşılırlık için tablolaştırılmış,
yorumlamada öğrenciler sınıflara göre, öğretmenler ise branşlara ve
kıdeme göre değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
* Prof. Doç. Dr., Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölüm Başkanı,
e-posta:[email protected]
** Niğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlköğretim Anabilim Dalı Yüksek Lisans Mezunu Bilim
Uzmanı.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
389
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Araştırma sonucunda öğrencilerin ve öğretmenlerin Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı yeterince tanımadığı kanısına varılmıştır. Ayrıca
iki gurup arasında öğretmenlerin daha başarılı olduğu, fakat bu başarının öğrencilerinkinden çok büyük farka sahip olmadığı da görülmüştür. Nevşehir ilinde ilköğretim öğrencilerine ve öğretmenlerine
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı daha fazla tanıtabilmek adına tanıtıcı seminerler düzenlenmesi, ilgi çekici kitapların veya broşürlerin
hazırlanması ve her yıl il genelinde Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı
tanıtma ve anma günlerinin tertip edilmesi gibi çalışmaların yapılabileceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: İbrahim Paşa, Nevşehir, Öğrenci, Öğretmen.
ABSTRACT
People need to know the significant historical figures of the cities or regions they live in, the events that took place in these areas and the contributions and services of the past to their present
community. They need to transmit this information for the future
generations. This is a responsibility and a duty. Constructing and
reconstructing the future and leaving permanent artifacts behind is
possible by having sufficient knowledge of the past.
This study determines the recognition of NevsehirliDamad Ibrahim
Pasha’s acknowledgement levels by the elementary school students
and teachers. How much Damad Ibrahim pasha is known by the
people of Nevsehir? Which characteristics of him are known? What
are his unknown characteristics? These issues are explained.
The data was obtained from 216 middle school students and 41
elementary school teachers of three elementary schools in central
Nevsehir. 28 questions related to the subjects were asked to both
groups. Relevant sourcesand expert opinions on the subject were
taken into consideration during the preparation of the questions.
The data obtained with the study was applied to SPSS and the answers were calculated as frequency, percentage and arithmetic average. The data was put into tables and evaluation of the data was
done by students’ grade levels and the teachers’ subject area and
seniority.
As a result of the study, it has been concluded that the students and
the teachers do not sufficiently know about NevsehirliDamad Ibrahim Pasha. Furthermore, among the two groups, the teachers were
the more successful ones even though the difference was not big.
To introduce more NevsehirliDamad Ibrahim Pasha to the elemen-
390
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
tary school students and teachers ofNevsehir, introductory seminars
can be given, interesting books and brochures can be prepared and
memorial days for NevsehirliDamad Ibrahim Pasha can be arranged
every year throughout Nevsehir.
Key Words: İbrahim Pasha, Nevşehir, Student, Teacher.
Giriş:
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın Hayatı
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Niğde sancağının Ürgüp kazasına bağlı Muşkara köyünde doğmuştur. Doğum tarihi net olarak bilinmemekle
beraber 1664 yılında doğduğu tahmin edilmektedir (İA. IX, 2001:234).
Babası İzdin (bugün Yunanistan’da bulunan bir yerleşim yeri) voyvodası
(Osmanlı Devleti’nde Eflak ve Boğdan beylerine verilen isim) Ali Ağa’dır
(Aktepe, 1958:104). Annesi ise Fatma hanımdır (İA. IX, 2001:234).
Damat İbrahim Paşa çocukluğunu Muşkara’da geçirmiş (Çerçi, 2003:32),
1689 yılında daha önceleri İstanbul’a yerleşmiş olan akrabalarını görmek,
(Aktepe, 1963:17) hem de iş bulabilmek için İstanbul’a gitmiştir. İbrahim
Paşa burada yakınlarından eski saray masraf kâtibi Mustafa Efendi’nin
yardımlarıyla sarayın helvacı ocağına girmiştir (Buz, 2009:186). Sonrasında buradan baltacı ocağına geçmiş (Aktepe, 1958:104) bunu takip eden
yıllarda çalışkanlığı ve bilgisi sayesinde sırasıyla evkaf kâtipliği ve yazıcı
halifeliği görevlerinde bulunmuştur (İA. IX, 2001:234).
Yazıcı halifeliği görevini icra ederken Edirne’ye gitmiş, orada şehzade
Ahmet’in dostları arasına girmeyi başarmıştır (Aktepe, 1963:17). İbrahim
Paşa, şehzade Ahmet’in tahta çıkışından kısa bir süre sonra 1703 yılında
Dârüssade ağası yazıcısı görevine getirilmiş ve bu memuriyeti sırasında da
padişahın takdirini kazanmayı bilmiştir (Aktepe, 1958:104). 6 yıl boyunca
bu görevde kalan ve III. Ahmet’in ilgisine mazhar olan Damat İbrahim
Paşa’yı çekemeyen (İA. IX, 2001:234) Çorlulu Ali Paşa, Paşa’yı 1709 senesinde Haremeyn muhasebeciliği görevi ile Edirne’ye göndermiş ve mallarına zor ile el koydurmuştur (Aktepe, 1958:104).
Şehit Ali Paşa’nın sadrazam olup Mora’ya sefere çıkmasına kadar geçen
sürede muhasebecilik görevini devam ettirmiş olan İbrahim Paşa, mevkufatçı olarak Mora seferine katılmış, mühimmat ve erzak nakli işlerini
yürütmüştür (İA. IX, 2001:234). Mora geri alındıktan sonra o civarın tahrir
işlerini yapmakla görevlendirilmiştir (Çerçi, 2003:33). Sadrazam Şehit Ali
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
391
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Paşa, İbrahim Paşa’yı zora sokmak için bu görevle birlikte İstendil ve Çuha
adalarının da tahririnde İbrahim Paşa’yı görevlendirmiştir (Buz, 2009:188).
İbrahim Paşa’nın aldığı bu vazifelere ilave olarak 1716 yılında kendisine
Niş defterdarlığı görevi verilmiştir (Aktepe, 1958:104).
İbrahim Paşa, 1716 senesinde Avusturya’ya yapılan Varadin seferinde ordunun geçeceği yol üzerinde cephane ve yiyecek işleri ile vazifelendirilmiş,
yapılan muharebeye de iştirak etmiştir. Savaş esnasında şehit düşen Ali
Paşa’nın yerine serdar vekilliğine Sarı Ahmed Paşa’yı tayin ettiren İbrahim
Paşa, seferin mağlubiyet haberini padişaha bildirmek üzere Edirne’ye geçmiştir (İA. IX, 2001:235).
Padişah III. Ahmet, çok sevdiği İbrahim Paşa’yı tekrar Varadin üzerine göndermek istememiş nitekim de öyle olmuştur (Tektaş, 2009:366). İbrahim
Paşa önce ruznamçeci sonra mirahur- ı evvel ondan sonra da vezaretle
rikâb- ı hümayun kaymakamı olmuştur. Bu sırada yıl 1716’dır (Aktepe,
1958:105). 1717 senesinde III. Ahmet, Sadrazam Şehit Ali Paşa’dan dul
kalan kızı Fatma Sultan’ı İbrahim Paşa’yla evlendirmiş, bu vesileyle İbrahim
Paşa damat unvanına sahip olmuştur (Çerçi, 2003:34).
Damat İbrahim Paşa’nın sadaret kaymakamlığı sırasında Sadrazam Halil
Paşa’nın azli üzerine padişah III. Ahmet kendisine sadaret teklif etmişse
de İbrahim Paşa bu teklifi kabul etmemiş, savaş halinde bulunan devletin
hükümetinin başına geçmek istememiş, kendisini bu göreve hazır halde
görmemiştir (Aktepe, 1958:105). Sadrazamlığa Tevkii Mehmet Paşa’nın
geçmesini temin eden Damat İbrahim Paşa, bu sırada devleti ikinci vezir
sıfatıyla idare etmiştir (İA. IX, 2001:235). Devletin içinde bulunduğu karışıklık nedeniyle Tevkii Mehmet Paşa da kısa sürede sadrazamlık görevinden azledilmiştir.
Nihayet 1718 yılında padişah III. Ahmet sadaret mührünü Damat İbrahim Paşa’ya göndermiş, Damat İbrahim Paşa da görevi kabul etmek durumunda kalmıştır (Tektaş, 2009:367). Sadarete geçtiğinde 54 yaşında
olan Damat İbrahim Paşa (Çerçi, 2003:34), ölümü olan 1730 tarihine
kadar 12 yıl boyunca sadrazamlık makamında kalmıştır (Uzunçarşılı, IV,
1978:147). Sonraları bu 12 senelik döneme Lale Devri ismi verilmiştir (Tektaş, 1999:565).
Sultan III. Ahmet’in ilk yıları sadrazam değiştirmekle geçmişti. 1703-1718
yılları arasında 13 sadrazam değişmiştir (Tektaş, 1999:553-554). Bu du-
392
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
rum Damat İbrahim Paşa, sadrazam oluncaya kadar istikrarsızlık dönemi
olarak değerlendirilebilir. İbrahim Paşa ile birlikte asayiş, huzur ve istikrar
sağlanmıştır, diyebiliriz.
İbrahim Paşa döneminde, 21 Temmuz 1718 tarihinde Avusturya ve Venedik devletleriyle Pasarofça antlaşması imzalanmıştır (Danişmend, IV,
1955:12). Bu antlaşmaya göre; 1.Yukarı Sırbistan, Belgrat ve Banat yaylası, Eflâk’ın batı tarafları Avusturya’ya verilmiş, 2. Mora ve Gitte, Venediklilerden alınan kaleler Osmanlı Devleti’nde kalmış, 3. Dalmaçya, Arnavutluk
kıyılarındaki bazı iskeleler Venediklilere verilmiştir (Bilge, 1966:79).
Sonuç olarak bu barış Osmanlı Devleti için toprak kaybı anlamına gelse
de, dağılmış haldeki Osmanlı ordusunun toparlanması adına bir zaruret
teşkil etmiştir (Danişmend, IV, 1955:12).
Araştırmanın Amacı ve Önemi
Nevşehir ilinde ilköğretim 2. kademe öğrencilerinin ve ilköğretim öğretmenlerinin Osmanlı tarihi açısından en önemlisi de Nevşehir tarihi açısından önemli bir devlet adamı olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı ne
kadar tanıdığını tespit etmek araştırmanın amacını oluşturmaktadır.
Bu araştırma ile bölge insanının bilakis ilköğretim öğrencileri ve öğretmenlerinin Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı ne kadar tanıdığını ortaya koymak istiyoruz. El’de ettiğimiz sonuçlar ile de bölge insanına özellikle de
eğitim camiasına bu noktada neler kazandırılabileceğini diğer bir tabirle
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı tanıtmaya yönelik neler yapılabileceğini belirlemiş olacağız. Bu yönüyle araştırmamız önemli görülmektedir. Bu
çerçevede “Nevşehir ilinde ilköğretim 2. kademe öğrencilerinin ve ilköğretim öğretmenlerinin Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı tanıma düzeyleri
nedir?” sorusuna cevap aranmıştır.
Araştırmanın Modeli
Bu araştırmada alan araştırma modeli kullanılmıştır. Alan araştırması, özgün veri toplamak gayesiyle doğal ortamda yapılan araştırmaları kapsamaktadır. Alan araştırmasında, anket veya gözlem formlarının hazırlanması, deneklerin seçimi ve anketin uygulanması en önemli aşamaları oluşturmaktadır (Arıkan, 2007:84).
Araştırmanın Evreni ve Örneklemi: Araştırmanın evrenini Nevşehir
ilindeki tüm ilköğretim 2. kademe öğrencileri ve ilköğretim öğretmenleri
oluşturmaktadır.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
393
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Araştırmada basit tesadüfî örnekleme metodu kullanılarak Nevşehir ili
Merkez ilçesinden 3 ilköğretim okulu belirlenmiş, belirlenen her 3 okuldan
6. 7. ve 8. sınıflardan her üçünden de rastgele seçilen birer sınıf öğrencileri
ve her 3 okulun tüm öğretmenleri araştırmanın örneklemini teşkil etmiştir.
Buna göre, araştırma 216 ilköğretim 2. kademe öğrencisi ve 41 ilköğretim
öğretmeni üzerinde uygulanmıştır.
Araştırmanın Sınırlılıkları:
1. Araştırma Nevşehir ilinde bulunan tüm ilköğretim okullarından Merkez
ilçede veri toplanan 3 ilköğretim okulu.
2. Bahsi geçen 3 ilköğretim okulunun 2. kademe kısımlarından 6. 7. ve 8.
sınıflardan birer sınıf öğrencileri ve aynı okullardaki ilköğretim öğretmenleri ile sınırlıdır.
Araştırmanın Veri Toplama Aracı: Araştırmada veri toplama aracı olarak öğrencilerin ve öğretmenlerin Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı tanıma
düzeylerini ölçmek üzere çoktan seçmeli test kullanılmıştır.
Araştırmacı, testi hazırlamak için konu ile ilgili kaynakları taramış, elde
edilen veriler uzman görüşlerinin de incelemeleri ve düzeltmeleriyle çoktan seçmeli ve açık uçlu soru haline getirilmiştir.
Anket formu iki bölümden oluşmaktadır.
İlk bölüm öğrencileri veya öğretmenleri tanımaya yönelik sorulardan oluşmaktadır.
İkinci bölüm öğrencilerin ve öğretmenlerin Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa’yı tanıma düzeylerini ölçmek amacıyla hazırlanan sorulardan oluşmaktadır.
İkinci bölümde öğrencilere ve öğretmenlere 1’i iki şıklı, 2’si açık uçlu ve
25’i çoktan seçmeli olmak üzere toplam 28 soru yöneltilmiştir. Öğrencilere
ve öğretmenlere araştırma konusu ile ilgili aynı sorular yöneltilmiştir.
Araştırma Verilerinin Analizi: Araştırma sonucu elde edilen verilerin
değerlendirilmesinde SPSS 13 programı kullanılmıştır.
Araştırmada yer alan çoktan seçmeli ve iki şıklı sorularda bu program yardımıyla her soruya verilen cevapların ve soruların doğru cevaplanma dağılımı frekans ve yüzde olarak belirlenmiştir.
394
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
Açık uçlu sorularda ise araştırmacı verilen cevapları tablolaştırmış buradan
hareketle sorulara verilen cevapların dağılımını çıkarmıştır.
Bulgular ve Yorumlar
Ankete Katılan Öğrencilerin Genel Özelliklerine ve Konu Hakkında
Bilgi Düzeylerine İlişkin Değerlendirmeler:
Öğrencilerin Cinsiyetlerine Göre Dağılımları
Cinsiyet
Bayan
Erkek
Toplam
f
101
115
%
46,8
53,2
100,0
216
Öğrencilerin Sınıflarına Göre Dağılımları
Sınıf
6. Sınıf
7. Sınıf
8. Sınıf
Toplam
f
59
81
%
27,3
37,5
35,2
100,0
76
216
Öğrencilerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Döneminde Nevşehir’de ne
gibi imar ve inşaat faaliyetleri yapıldığını biliyor musunuz? Bildiklerinizi
aşağıya yazınız.” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı.
Sınıflar
6. Sınıf
7. Sınıf
8. Sınıf
Toplam
Seçenekler
f
%
f
%
f
%
f
%
Cami, Medrese,
Hamam Han
gibi yapıların
yapılması
1
1.7
15
18,5
36
47,4
52
24
Kale onarımı ve
Cami Medrese
gibi yapıların
yapılması
--
--
1
1,2
--
--
1
0,5
Cevaplanmayan
58
98,3
65
80,3
40
52,6
163
75,5
Toplam
59
100
81
100
76
100
216
100
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
395
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Öğrencilerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde Nevşehir’de İmar
ve İnşaat faaliyetleri dışında ne gibi faaliyetler yapıldığını biliyor musunuz?
Bildiklerinizi aşağıya yazınız.” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Sınıflar
Seçenekler
Nevşehir’e göçe
teşvik
Şehrin yeniden
yapılandırılması
ve isim
değişikliği
Cevaplanmayan
Toplam
6. Sınıf
f
%
7. Sınıf
f
%
8. Sınıf
f
%
Toplam
f
%
1
1.7
3
3,7
1
1,3
5
2,3
--
--
4
5
2
2,7
6
2,7
58
59
98,3
100
74
81
91,3
100
73
76
96
100
205
216
95
100
Öğrencilerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa aşağıdaki hangi dönemde
yaşamıştır?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Sınıflar
Seçenekler
Fetret Dönemi
Gerileme
Dönemi
Lale Dönemi
Duraklama
Dönemi
Toplam
6. Sınıf
f
%
16
28,1
7. Sınıf
f
%
8. Sınıf
f
%
Toplam
f
%
5
6,3
3
4,2
24
11,5
2
3,5
--
--
1
1,4
3
1,4
31
54,4
74
92,5
68
94,4
173
82,8
8
14
1
1,3
--
--
9
4,3
57
100
80
100
72
100
209
100
Öğrencilerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Osmanlı Devleti’nde hangi
görevde bulunmuştur?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılım
Sınıflar
Seçenekler
Kazasker
Şeyhülislam
Sadrazam
Defterdar
Toplam
396
6. Sınıf
f
%
4
7,5
10
32
7
53
18,9
60,4
13,2
100
7. Sınıf
f
%
3
9
67
1
80
3,8
11,3
83,8
1,3
100
8. Sınıf
f
%
-3
67
2
72
-4,2
93,1
2,8
100
Toplam
f
%
7
22
165
10
205
3,4
10,7
81
4,9
100
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
Öğrencilerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde hangi önemli
antlaşma imzalanmıştır?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Sınıflar
6. Sınıf
7. Sınıf
8. Sınıf
Toplam
Seçenekler
f
%
f
%
f
%
f
%
Prut
11
22,0
--
--
10
16,1
21
10,9
Karlofça
13
26,0
17
21,3
33
53,2
63
32,8
Belgrad
21
42,0
12
15,0
9
14,5
42
21,9
Pasarofça
5
10
51
63,8
10
16,1
66
34,4
Toplam
50
100
80
100
62
100
192
100
Öğrencilerin “Hangisi Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde Osmanlı
dış siyasetinde ilk defa yapılan bir uygulama olmuştur?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Sınıflar
6. Sınıf
7. Sınıf
8. Sınıf
Toplam
Seçenekler
f
%
f
%
f
%
f
%
Avrupa ile
ilişkilerin askıya
alınması
7
13,5
7
9,7
6
8,7
20
10,4
Avrupa
elçilerinin
Osmanlı
başkentine
gelmesi
14
26,9
4
5,6
6
8,7
24
12,4
Avrupa
başkentlerine
elçiler
gönderilmesi
14
26,9
57
79,2
44
63,8
115
59,6
Avrupa ile
denge politikası
güdülmesi
17
32,7
4
5,6
13
18,8
34
17,6
Toplam
52
100
72
100
69
100
193
100
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
397
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Öğrencilerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde kültürel anlamda
hangi önemli olay yaşanmıştır?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Sınıflar
6. Sınıf
7. Sınıf
8. Sınıf
Toplam
Seçenekler
f
%
f
%
f
%
f
%
Avrupada ilk
elçiliklerin
kurulması
12
23,5
21
26,3
14
19,4
47
23,2
İlk Türk
matbasının
kurulması
23
45,1
47
58,8
45
62,5
115
58,7
Yurt dışına
öğrenci
gönderilmesi
10
19,6
7
8,8
11
15,3
28
13,8
Avrupaya asker
gönderilmesi
6
11,8
5
6,3
2
2,8
13
6,4
Toplam
51
100
80
100
72
100
203
100
Öğrencilerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde Osmanlı’da hangi önemli teşkilat kurulmuştur?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Sınıflar
6. Sınıf
7. Sınıf
8. Sınıf
Toplam
Seçenekler
f
%
f
%
f
%
f
%
Cebeci ocağı
8
15,1
17
21,5
10
13,5
35
17
Tulumbacı ocağı
8
15,1
33
41,8
25
33,8
66
32
Baltacı ocağı
8
15,1
5
6,3
5
6,8
18
8,7
Yeniçeri ocağı
7
13,2
1
1,3
2
2,8
10
4,9
Toplam
53
100
80
100
72
100
205
100
398
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
Öğrencilerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde aşağıdaki kültürel
faaliyetlerden hangisi olmuştur?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Sınıflar
Seçenekler
Halkın sağlığı
için karantina
servislerinin
kurulması
İlk osmanlı
üniversitesinin
açılması
Önemli
tarihikitapların
tercüme edilmesi
Pasaport
zorunluluğu
getirlmesi
Toplam
6. Sınıf
f
%
7. Sınıf
f
%
8. Sınıf
f
%
Toplam
f
%
7
14
17
21,5
24
33,8
48
24
25
50
18
22,8
20
28,2
63
31,5
13
26
41
51,9
24
33,8
78
39
5
10
3
3,8
3
4,2
11
5,5
50
100
79
100
71
100
200
100
Öğrencilerin “Aşağıdakilerden hangisi Damat İbrahim Paşa döneminde
Osmanlı Devleti’nde kültürel anlamda yaşanmış bir olaydır?” Sorusuna
Verdikleri Cevapların Dağılımı
Sınıflar
6. Sınıf
7. Sınıf
8. Sınıf
Toplam
Seçenekler
f
%
f
%
f
%
f
%
Öğretmen
okullarının
açılması
21
38,9
13
16,5
10
13,7
44
212,4
İlk özel gazetenin
çıkarılması
17
31,5
17
21,5
15
20,5
49
23,8
İlk kağıt paranın
çıkarılması
7
13
13
16,5
9
12,3
29
14,1
Hiç olmadğı
kadar
kütüphanelerin
açılması
9
16,7
36
45,6
39
53,4
84
40,8
Toplam
54
100
79
100
73
100
206
100
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
399
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Öğrencilerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde hangi alanda
fabrika açılmamıştır?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Sınıflar
6. Sınıf
7. Sınıf
8. Sınıf
Toplam
Seçenekler
f
%
f
%
f
%
f
%
Çini fabrikası
19
35,2
12
15,4
21
30
52
25,7
Çimento
Fabrikası
17
31,5
37
47,4
30
42,9
84
41,6
Kumaş fabrikası
7,4
9
11,5
11
15,7
24
11,9
13,8
Kağıt fabrikası
14
25,9
20
25,6
8
11,4
42
20,8
Toplam
54
100
78
100
70
100
202
100
Öğrencilerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın içinde bulunduğu dönem hangi olayla sona ermiştir?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Sınıflar
6. Sınıf
7. Sınıf
8. Sınıf
Toplam
Seçenekler
f
%
f
%
f
%
f
%
Avrupada ilk
elçiliklerin
kurulması
12
23,5
21
26,3
14
19,4
47
23,2
İlk Türk
matbasının
kurulması
23
45,1
47
58,8
45
62,5
115
58,7
Yurt dışına
öğrenci
gönderilmesi
10
19,6
7
8,8
11
15,3
28
13,8
Avrupaya asker
gönderilmesi
6
11,8
5
6,3
2
2,8
13
6,4
Toplam
51
100
80
100
72
100
203
100
400
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
Ankete Katılan Öğretmenlerin Genel Özelliklerine Ve Konu Hakkında Bilgi Düzeylerine İlişkin Değerlendirmeler:
Öğretmenlerin Cinsiyetlerine Göre Dağılımları
Cinsiyet
Bayan
Erkek
Toplam
f
20
21
%
48,8
51,2
100,0
41
Öğretmenlerin Kıdemlerine Göre Dağılımları
Kıdem
1-5 yıl
7-12 yıl
13-18 yıl
19-24 yıl
25 yıl ve daha fazla
Toplam
f
4
12
%
10,0
30,0
17,5
37,5
5,0
100,0
7
15
2
40
Öğretmenlerin Branşlarına Göre Dağılımları
Branş
1. Kademe öğretmeni
2. Kademe öğretmeni
Toplam
f
14
17
%
45,2
54,8
100,0
31
Öğretmenlerin “ Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Döneminde Nevşehir’de
ne gibi imar ve inşaat faaliyetleri yapıldığını biliyor musunuz?” Sorusuna
Verdikleri Cevapların Dağılımı
Seçenekler
Cami, Medrese, Hamam ve
Han gibi yapıların yapılması
Cevaplanmayan
Toplam
f
%
27
65,9
14
34,1
100,0
41
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
401
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde Nevşehir’de
İmar ve İnşaat faaliyetleri dışında ne gibi faaliyetler yapıldığını biliyor musunuz? Bildiklerinizi aşağıya yazınız.” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Seçenekler
Nevşehir’e göçe teşvik
Şehrin yeniden yapılanması
ve isim değişikliği
Cevaplanmayan
Toplam
f
5
%
12,2
2
4,8
34
83,0
100,0
41
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa aşağıdaki hangi dönemde
yaşamıştır?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Seçenekler
Fetret Dönemi
Gerileme Dönemi
Lale Dönemi
Duraklama Dönemi
Toplam
f
--40
--
%
--100,0
40
100,0
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Osmanlı Devleti’nde hangi
görevde bulunmuştur?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Seçenekler
Kazasker
Şeyhülislam
Sadrazam
Defterdar
Toplam
402
f
--40
-40
%
--100,0
-100,0
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde hangi önemli
antlaşma imzalanmıştır?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Seçenekler
Prut
Karlofça
Belgrad
Pasarofça
Toplam
f
2
12
2
13
%
6,9
41,4
6,9
44,8
100,0
29
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde hangi önemli
antlaşma imzalanmıştır?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Doğru- Yanlış
Dağılımı
Kıdem
1-6 Yıl
7-12 Yıl
13-18
Yıl
19-24
Yıl
25 yıl
ve
üzeri
Toplam
Cevap
f
%
f
%
f
%
f
f
%
f
%
Doğru
--
--
1
100
--
--
2 33,3 --
--
3
33,3
1. Kademe
Yanlış -Öğrt.
Toplam --
--
--
--
2 100 4 66,7 --
--
6
66,7
--
1
100
2 100 6 100 --
--
28 13,8
Doğru 1 50,0 3 60,0 2 100 2 66,7 -2. Kademe
Yanlış 1 50,0 2 40,0 -- -- 1 33,3 -Öğrt.
Toplam 2 100 5 100 2 100 3 100 --
--
8
66,7
--
4
33,3
--
12
100
Branş
%
Öğretmenlerin “Hangisi Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde Osmanlı dış siyasetinde ilk defa yapılan bir uygulama olmuştur?” Sorusuna
Verdikleri Cevapların Dağılımı
Seçenekler
Avrupa ile ilişkilerin askıya alınması
Avrupa elçilerinin Osmanlı başkentine gelmesi
Avrupa başkentlerine elçiler gönderilmesi
Avrupa ile denge politikası güdülmesi
Toplam
f
1
6
15
14
36
%
2,8
15,7
41,7
38,9
100,0
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
403
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Öğretmenlerin “Hangisi Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde Osmanlı dış siyasetinde ilk defa yapılan bir uygulama olmuştur?” Sorusuna
Verdikleri Cevapların Doğru- Yanlış Dağılımı
Kıdem
1-6 Yıl
7-12 Yıl
13-18
Yıl
19-24
Yıl
25 yıl
ve
üzeri
Toplam
f
%
f
f
%
f
f
%
f
Doğru -1. Kademe
Yanlış -Öğrt.
Toplam --
--
1 50,0 --
--
4 57,1 --
--
5 33,3
--
1 50,0 2 100 3 42,9 --
--
6 66,7
--
2
100 2 100 7 100 --
--
11 100
Branş
Cevap
%
%
%
Doğru 2 66,7 2 28,6 1 50,0 1 66,7 -- -- 6 37,5
2. Kademe
Yanlış 1 33,3 5 71,4 1 50,0 2 33,3 1 100 10 62,5
Öğrt.
Toplam 3 100 7 100 2 100 3 100 1 100 16 100
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde kültürel anlamda hangi önemli olay yaşanmıştır?” Sorusuna Verdikleri Cevapların
Dağılımı
Seçenekler
Avrupada ilk elçiliklerin kurulması
İlk Türk matbasının kurulması
Yurt dışına öğrenci gönderilmesi
Avrupaya asker gönderilmesi
Toplam
404
f
8
28
2
-38
%
21,1
73,7
5,3
-100,0
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
Öğretmenlerin“Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde kültürel anlamda hangi önemli olay yaşanmıştır?” Sorusuna Verdikleri Cevapların
Doğru- Yanlış Dağılımı
Kıdem
1-6 Yıl
7-12 Yıl
13-18
Yıl
19-24
Yıl
25 yıl
ve
üzeri
Toplam
f
%
f
f
f
f
f
Doğru -1. Kademe
Yanlış -Öğrt.
Toplam --
--
1 50,0 3 100 6 75,0 1 100 11 84,6
--
-- 50,0 --
--
1
Branş
Cevap
%
%
--
%
2 25,0 --
100 3 100 8 100
%
--
%
2 15,4
1 100 13 100
Doğru 2 66,7 3 50,0 2 100 3 100 1 100 11 73,3
2. Kademe
Yanlış 1 33,3 3 50,0 -- -- -- -- -- -- 4 26,7
Öğrt.
Toplam 3 100 6 100 2 100 3 100 1 100 15 100
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde Osmanlı’da
hangi önemli teşkilat kurulmuştur?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Seçenekler
Cebeci ocağı
Tulumbacı ocağı
Baltacı ocağı
Yeniçeri ocağı
Toplam
f
4
18
1
5
28
%
14,3
64,3
3,8
-100,0
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
405
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde Osmanlı’da
hangi önemli teşkilat kurulmuştur?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Doğru- Yanlış Dağılımı
Kıdem
1-6 Yıl
7-12 Yıl
13-18
Yıl
19-24
Yıl
25 yıl
ve
üzeri
Toplam
f
%
f
f
f
f
%
f
Doğru -1. Kademe
Yanlış -Öğrt.
Toplam --
--
1
100 2 66,7 4 66,7 --
--
7 70,0
--
--
1 33,3 2 33,3 --
--
3 30,0
--
1
100 3 100 6 100 --
--
10 100
Branş
Cevap
%
--
%
%
%
Doğru 1 50,0 2 40,0 1 100 3 100 1 100 8 66,7
2. Kademe
Yanlış 1 50,0 3 60,0 -- -- -- -- -- -- 4 33,3
Öğrt.
Toplam 2 100 5 100 1 100 3 100 1 100 12 100
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde aşağıdaki kültürel faaliyetlerden hangisi olmuştur?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Seçenekler
Halkın sağlığı için karantina servislerinin kurulması
İlk osmanlı üniversitesinin açılması
Önemli tarihikitapların tercüme edilmesi
Pasaport zorunluluğu getirlmesi
Toplam
406
f
4
8
19
2
33
%
12,1
24,2
57,6
6,1
100,0
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde aşağıdaki
kültürel faaliyetlerden hangisi olmuştur?” Sorusuna Verdikleri Cevapların
Doğru- Yanlış Dağılımı
Kıdem
1-6 Yıl
7-12 Yıl
13-18
Yıl
19-24
Yıl
25 yıl
ve
üzeri
Toplam
f
%
f
f
f
f
f
Doğru -1. Kademe
Yanlış -Öğrt.
Toplam --
--
1
--
--
--
1
Branş
Cevap
%
%
%
%
%
100 1 50,0 5 71,4 1 100 8 72,7
--
1 50,0 2 28,6 --
100 2 100 7 100
--
3 27,3
1 100 11 100
Doğru 2 66,7 3 60,0 -- -- 1 33,3 -- -- 6 46,2
2. Kademe
Yanlış 1 33,3 2 40,0 1 100 2 66,7 1 100 7 52,8
Öğrt.
Toplam 3 100 5 100 1 100 3 100 1 100 13 100
Öğretmenlerin “Aşağıdakilerden hangisi Damat İbrahim Paşa döneminde
Osmanlı Devleti’nde kültürel anlamda yaşanmış bir olaydır?” Sorusuna
Verdikleri Cevapların Dağılımı
Seçenekler
Öğretmen okullarının açılması
İlk özel gazetenin çıkarılması
İlk kağıt paranın çıkarılması
Hiç olmadğı kadar kütüphanelerin açılması
Toplam
f
2
10
4
17
33
%
6,1
30,3
12,1
51,5
100,0
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
407
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Öğretmenlerin “Aşağıdakilerden hangisi Damat İbrahim Paşa döneminde
Osmanlı Devleti’nde kültürel anlamda yaşanmış bir olaydır?” Sorusuna
Verdikleri Cevapların Doğru- Yanlış Dağılımı
Kıdem
1-6 Yıl
7-12 Yıl
13-18
Yıl
19-24
Yıl
25 yıl
ve
üzeri
Toplam
f
%
f
%
f
f
f
%
f
Doğru -1. Kademe
Yanlış -Öğrt.
Toplam --
--
--
--
1 33,3 5 83,3 --
--
6 54,5
--
1
100 2 66,7 1 16,7 --
--
5 45,5
--
1
100 3 100 6 100
Branş
Cevap
%
%
%
1 100 11 100
Doğru 1 33,3 3 75,0 1 50,0 2 66,7 1 100 8 61,5
2. Kademe
Yanlış 2 66,7 1 25,0 1 50,0 1 33,3 -- -- 5 38,5
Öğrt.
Toplam 3 100 4 100 2 100 3 100 1 100 13 100
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın içinde bulunduğu dönem hangi olayla sona ermiştir?” Sorusuna Verdikleri Cevapların Dağılımı
Seçenekler
Patrona Halil isyanı
Celali isyanları
Kabakçı Mustafa Paşa isyanı
Babı Ali isyanı
Toplam
408
f
24
3
8
1
36
%
65,7
8,3
22,2
2,8
100,0
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
Öğretmenlerin “Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın içinde bulunduğu dönem hangi olayla sona ermiştir?” Sorusuna Verdikleri Cevapların DoğruYanlış Dağılımı
Kıdem
1-6 Yıl
7-12 Yıl
13-18
Yıl
19-24
Yıl
25 yıl
ve
üzeri
Toplam
Cevap
f
%
f
%
f
f
f
f
Doğru
--
--
--
--
1 33,3 7 87,5 1 100 9 69,2
1. Kademe
Yanlış -Öğrt.
Toplam --
--
1
100 2 66,7 1 12,5 --
--
1
100 3 100 8 100
Branş
%
%
%
--
%
4 30,8
1 100 13 100
Doğru 2 66,7 3 50,0 2 100 1 50,0 1 100 9 64,3
2. Kademe
Yanlış 1 33,3 3 50,0 -- -- 1 50,0 -- -- 5 35,7
Öğrt.
Toplam 3 100 5 100 2 100 3 100 1 100 14 100
Sonuç ve Öneriler
Öğrencilere Nevşehir ile ilgili 2’si açık uçlu, 2’si çoktan seçmeli olmak üzere
toplam 4 soru yöneltilmiştir.
Nevşehir’in Osmanlı Devleti dönemindeki adının öğrencilerin büyük çoğunluğu tarafından bilindiğini, Nevşehir’in hangi vilayet ve sancağa bağlı olduğu konusunda ise bu oranın biraz daha aşağılara indiğini söyleyebiliriz.
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde burada yapılan imar ve diğer
faaliyetlerin sorulduğu açık uçlu sorularda öğrencilerin çoğunun yeteri derece bilgi sahibi olmadığını söyleyebiliriz.
Öğrencilere Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile ilgili 1’i evet- hayır, 6’sı çoktan seçmeli olmak üzere toplam 7 soru yöneltilmiştir.
Öğrencilerin Nevşehirli Damat İbrahim Paşa hakkında en az bilgi sahibi
olduğu konu Damat İbrahim Paşa’nın nasıl bir kişisel özelliğe sahip olduğu
olmuştur.
Öğrencilerin en fazla bilgi sahibi olduğu konu ise birbirlerine yakın değerlerle Paşa’nın hangi dönemde yaşadığı ve hangi görevde bulunduğu
olmuştur.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
409
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Bu başlık altında sorulan sorularda en başarılı sınıfın 8. sınıf olduğu, en
başarısız sınıfın 6. sınıf olduğu görülmektedir.
Öğrencilere Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın yaşadığı dönem ile ilgili
çoktan seçmeli 17 soru yöneltilmiştir.
Dönemde yaşanan siyasi gelişmeleri konu alan 6 soru üzerinde öğrencilerin genelinin yetersiz bilgi düzeyine sahip olduğunu sorularda en fazla
doğru cevaplama oranının % 60 seviyesinde seyretmesinden anlayabiliriz.
Siyasi alanda yaşanan gelişmeler hususunda, öğrencilerin genelince en
fazla bilgi sahibi olunan konuların sırayla bu dönemde nasıl bir politika
izlendiği, dış siyasette ilk defa yapılan uygulamanın ne olduğu ve dönemin
hangi olayla sona erdiği olduğu görülmektedir
Öğrencilerin genelince, en az bilgi sahibi olunan konunun ise dönemin
sona ermesinin sebepleri olduğu görülmektedir.
Yaşanan siyasi gelişmeler hususunda 7. sınıf öğrencilerinin diğer sınıflara
göre bu konuda daha fazla bilgi birikime sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Dönemde yaşanan sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeleri konu alan 11
soru üzerinde, öğrencilerin genelinin yetersiz bilgi birikime sahip olduğunu 11 sorudan ancak 3 tanesinin öğrencilerin yarısından daha fazlası
tarafından doğru cevaplandığına dayanarak söyleyebiliriz.
Öğrencilerin dönemde yaşanan sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeler
hususunda en fazla bilgiye sahip olduğu konunun bu dönemde tercih
edilen çiçek olduğunu söyleyebiliriz.
İbrahim Paşa döneminde kurulan önemli ocağın ne olduğu öğrencilerin
bu başlık altında en az doğru cevapladığı soru olduğuna göre, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeler hususunda öğrencilerin en yetersiz olduğu
alanın bu olduğunu söyleyebiliriz.
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde sosyal, kültürel ve ekonomik
alanda en göze çarpan ve dikkat çeken gelişmelerin öğrencilerin genelince yeterince bilinmediği görülmektedir
Bu dönemde hiç olmadığı kadar kütüphanelerin kurulması ve önemli tarihi kitapların tercüme edilmesi öğrencilerin yarısından da azı tarafından,
ilk Türk matbaasının kurulması gibi en fazla önem teşkil eden konunun
ise öğrencilerin sadece % 58’i tarafından biliniyor olması öğrencilerin bu
alanlarda ne kadar yetersiz düzeyde olduklarını gözler önüne sermektedir.
410
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
Öğrencilerin Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın yaşadığı dönemdeki siyasi
gelişmeleri, sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelere nazaran daha fazla
bildiğini söyleyebiliriz.
Öğretmenlere Nevşehir ile ilgili 2’si açık uçlu, 2’si çoktan seçmeli olmak
üzere toplam 4 soru yöneltilmiştir.
Nevşehir ile ilgili öğretmenlerin en fazla bilgi sahibi olduğu konunun
Nevşehir’in Osmanlı Devleti dönemindeki adının ne olduğudur.
En az bilgi sahibi olduğu konunun ise burada Nevşehirli Damat İbrahim
Paşa döneminde yapılan önemli faaliyetlerin neler olduğudur.
Öğretmenlere Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile ilgili 1’i evet- hayır, 6’sı
çoktan seçmeli olmak üzere toplam 7 soru yöneltilmiştir.
Damat İbrahim Paşa’nın hangi dönemde yaşadığını ve Paşa’nın Osmanlı Devleti’nde hangi görevde bulunduğunu ise öğretmenlerin tamamının
bildiğini söyleyebiliriz.
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın hangi padişah döneminde yaşadığı, sanata, şiire, kültürel faaliyetlere karşı tavrının nasıl olduğu ve damat unvanını nasıl aldığı konularında öğretmenlerin yaklaşık 4’te 3’lük gibi bir kısmı
sorulara doğru cevap verdiğinden, öğretmenlerin bu konularda yeterince
bilgi sahibi olduğunu söyleyebiliriz.
Öğretmenlere Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın yaşadığı dönem ile ilgili
17 çoktan seçmeli soru yöneltilmiştir.
Öğretmenlere Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde yaşanan siyasi
gelişmeler hususunda 6 soru yöneltilmiştir.
Siyasi alanda yaşanan gelişmeler hususunda öğretmenlerin en fazla bilgiye sahip olduğu konunun dönemde izlenen politikanın ne olduğudur.
En az bilgiye sahip olduğu konunun ise dönemde dış siyasette yaşanan
ilkin ne olduğudur.
Öğretmenlere Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde yaşanan sosyal,
ekonomik ve kültürel gelişmeler hususunda 11 soru yöneltilmiştir.
Bu sorulara verilen cevaplar değerlendirildiğinde, öğretmenlerin en fazla bilgi
sahibi olduğu konunun dönemde hangi çiçeğin tercih edildiğidir diyebiliriz.
Öğretmenlerce dönemde yaşanan sosyal, ekonomik ve kültürel alanda en
yetersiz olunan konunun imar çalışmalarının hangi vilayetlerde yapıldığıdır
diyebiliriz.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
411
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Öneriler:
1. İlköğretim öğrencileri için Nevşehir’de Damat İbrahim Paşa döneminde
yapılan tarihi yapılara geziler düzenlenerek öğrencilerin bu konuda farkındalığı artırılmalıdır.
2. Öğrencilere derslerde veyahut ders dışı sosyal faaliyetlerde Nevşehirli
Damat İbrahim Paşa ve yaşadığı döneme dair sunum veya belgeseller hazırlanıp izletilmelidir.
3. Öğrencilere Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve yaşadığı dönem ile ilgili
daha kalıcı bilgi kazandırmak amacıyla okullarda veya il milli eğitim müdürlüğü bünyesinde dönemi tasvir eden tiyatro oyunları düzenlenmelidir.
4. Bilgiye kolay ulaşabilme adına İbrahim Paşa döneminde Osmanlı Devleti’nin genelinde ve Nevşehir’de yaşanan gelişmelerden en hayati
öneme sahip olanları bir fasikül veya kitapçık halinde hazırlanıp öğrencilere dağıtılmalıdır.
5. İlköğretim okullarında her yıl düzenli olarak Lale Devri şenlikleri düzenlenip, bu şenliklerde o dönemi tasvir edebilmek adına her alanda ayrı
bir stant hazırlanıp bu şekilde öğrencilere daha renkli ve eğlenceli şekilde
döneme dair bilgiler kazandırılmalıdır.
Örneğin bir stantta İbrahim Paşa döneminde kurulan ilk Türk matbaası
maketlerle tasvir edilmeli, diğer stantta dönemde en çok tercih edilen çiçeğin lale olduğu maketlerle göz önüne getirilmelidir.
6. Sosyal bilgiler dersi 7. sınıf konusu olan Lale Devri tarihi sadece bu
seneye sıkıştırılmamalı 6 ve 8. sınıflarda da sosyal bilgiler dersinde yeri
geldikçe Lale Devri’nden kesitlere yer verilmelidir.
Örneğin, Osmanlı Devleti’nin halkına karşı her zaman hoşgörü içinde
olduğu bunun toprağımızda yaşayan diğer milletlerden insanlar için de
böyle olduğu anlatılırken Lale Devri’nde İlk Türk matbaasının Macar asıllı
İbrahim Müteferrika tarafından kurulduğundan söz edilmelidir.
7. İlköğretim 7. sınıf öğrencilerine Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve Lale
Devri tarihi anlatılırken dönemde yaşanan siyasi gelişmeler bir tarih şeridi
gibi hazırlanıp sınıfta materyal olarak kullanılmalı ve öğrencileri araştırmaya sevk etmek adına konu ile ilgili performans veya proje ödevleri verilmelidir.
412
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Damat İbrahim Paşa’nın Nevşehir’de Tanınırlığı
8. Öğrencilere Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve yaşadığı dönemi tanıtabilmek adına sadece sosyal bilgiler öğretmenlerine değil tüm branşlardaki
öğretmenlere vazifeler düşmektedir. İbrahim Paşa ve Lale Devri tarihi ilköğretim 2. kademede diğer alan derslerinde de yeri geldikçe işlenmelidir.
Örneğin Türkçe dersinde biyografi veya söyleşi konularının öğretiminde
Nevşehir’in en önemli tarihi şahsiyeti Damat İbrahim Paşa’nın biyografisi
veya İbrahim Paşa ile söyleşi şeklinde etkinlikler yapılmalıdır.
9. İlköğretim 1. kademe öğrencilerine konu hakkında ön bilgi kazandırmak adına özellikle 4 ve 5. sınıflarda serbest etkinlik saatlerinde okumaları
üzere öğrencilerin seviyesinde Lale Devri’ni anlatan resimli basit hikaye
kitapları hazırlanmalı ve öğrencilere bu konuda basit, eğlenceli etkinlikler
yaptırılmalıdır.
10. Öğrencilere yönelik konuyla ilgili çoğu çalışmada öğretmenlere büyük görev düştüğünden öğretmenlerin Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve
yaşadığı dönemi yeterince bilmesi gerektiği bir gerçektir. Bu nedenledir
ki öğretmenlere konu hakkında il milli eğitim müdürlüğünce seminer düzenlenmeli burada bilgi eksiği giderilmelidir.
11. Öğretmenler sadece bilgiyle donatılmamalı dönemi daha iyi tanıyabilmek adına tarihi mekânlar da planlı bir gezi tertip edilerek ziyaret edilmelidir.
12. İl milli eğitim müdürlüğünce konu genelinde öğretmenlere kılavuzluk
edebilecek dönemi kısaca ve önemli noktalarıyla anlatan bir kitapçık hazırlanmalı ve öğretmenlere her eğitim- öğretim yılının başında dağıtılmalıdır.
13. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve yaşadığı dönemin sadece ilköğretim
öğrencileri arasında değil lise ve üniversite öğrencileri arasında bilinebilmesi en önemlisi yetişkinlerce daha yakından tanınabilmesi için Nevşehir
üniversitesinin öncülüğünde her yıl düzenli olarak Lale Devri’ni veyahut
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’yı konu alan sempozyumlar düzenlenmelidir.
Kaynaklar
Aktepe, M. Münir; (1930), Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’ya Aid İki Vakfiye, İstanbul, İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi.
Aktepe, M. Münir; (1958), Patrona İsyanı, İstanbul, İstanbul Edebiyat Fakültesi
Basımevi.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
413
Remzi KILIÇ - Mehmek Akif CİHAN
Aktepe, M. Münir; (1963), Damad İbrahim Paşa Evkafına Dair Vesikalar, İstanbul,
İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi.
Arıkan, Rauf; (2007), Araştırma Teknikleri ve Rapor Hazırlama (6.Baskı), Ankara,
Asil Yayın Dağıtım.
Bilge, Arif; (1966), Nevşehir ve Lale Devri Tarihi, Konya, Nazımbey Basımevi.
Buz, Ayhan; (2009), Sokullu’dan Damat Ferit’e Osmanlı Sadrazamları (2.Baskı),
İstanbul, Neden Kitap.
Çerçi, Fahri; (2003), Damat İbrahim Paşa ve Nevşehir (1.Baskı), İzmir, İlya Yayınevi.
Danişmend, İ. Hami; (1955), İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, 4.Cilt, İstanbul, Türkiye Yayınevi.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (2001), 9. Cilt, İstanbul.
Tektaş, Nazım; (1999), Osmanlı 2 (Saraydan Sürgüne), İstanbul, Burak Yayınevi.
Tektaş, Nazım; (2009), Osmanlı’da İkinci Adam Saltanatı Sadrazamlar (2.Baskı),
İstanbul, Çatı Kitapları.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı; (1978), Osmanlı Tarihi, 4.Cilt, (1.Bölüm, 2.Baskı), Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi.
414
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
ESKİ ASUR DÖNEMİ’NDE NEVŞEHİR VE ÇEVRESİ
NEVŞEHİR AND ITS ENVIRONMENT IN OLD ASSYRIAN PERIOD
Remzi KUZUOĞLU*
ÖZET
Eski Anadolu’nun tarihi coğrafyası ile ilgili en eski yazılı kaynaklar
Mezopotamya kavimlerine aittir. Sümer ve Akad dönemine ait bu
belgeler Anadolu ile ilgili ayrıntılı bilgiler içermemelerine rağmen
Anadolu’ya ait coğrafî yerlerden ilk defa bahsetmeleri sebebiyle
mühimdirler. Bu ilk ve aynı zamanda kısıtlı bilgiler içeren kaynaklardan sonra, M.Ö. 1974-1719 yıllarını içine alan ve Asur Ticaret
Kolonileri Çağı olarak da adlandırılan döneme ait yazılı belgelerden
nispeten daha fazla bilgi elde etmek mümkündür. Önemli bir kısmı
Kayseri yakınlarındaki Kültepe höyüğünde ortaya çıkarılan bu metinler Anadolu’nun en eski yazılı belgeleri olup, M.Ö. II. Bin Anadolusu hakkında önemli bilgiler vermektedir. Biz bu çalışmamızda
bugün sayıları 25.000’e yaklaşmış çivi yazılı metinlerin yardımıyla
Nevşehir ve çevresindeki yerleşim yerlerini tespit etmeye, böylece
bölgenin günümüzden 4000 yıl önceki tarihi coğrafyasını ortaya
koymaya çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Eski Anadolu, Tarihi Coğrafya, Eski Asur Dönemi
ABSTRACT
The earliest written sources about Old Anatolia’s historical geography belong to Mesopotamian tribes. Although these documents
regarding Sumerian and Akkadian period do not contain detailed
information, they are still significant since they first mention about
geographical places in Anatolia. After these documents including
first and also limited information, it is possible get comparatively
more information from the documents taking in 1974-1719 B.C.
which is called Assyria Trade Colonies Period. These texts being
* Yrd. Doç. Dr., Aksaray Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
e-posta:[email protected]
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
415
Remzi KUZUOĞLU
the earliest written documents give important information about
Anatolia in II. thousand B.C. the important part of which were excavated in Kültepe mound near Kayseri. In this study, we are trying
to confirm the settlements in Nevşehir and its environment with
the help of cuneiform texts the number of which is approximately
25.000 nowadays and thus, we plan to put forth the area’s historical geography of 4000 years ago nowadays.
Key Words: Old Anatolia, Historical Geography, Old Assyrian Period
Eski Anadolu’nun tarihî coğrafyası ile ilgili en eski yazılı kaynaklar Mezopotamya kavimlerine aittir. Sümer ve Akad dönemine ait bu belgeler
Anadolu ile ilgili ayrıntılı bilgiler içermemelerine rağmen Anadolu’ya dair
coğrafî yerlerden ilk defa bahsetmeleri sebebiyle mühimdirler. Bu hususla alakalı ilk belge Sümer şehir devletlerinden biri olan Adab şehri kralı
Anne-mundu’ya aittir. Bu kral M.Ö. 2500’lere tarihlendirilen bir vesikasında “Sedir Ormanları” ve “Gümüş dağları” olarak ifade ettiği Amanos
ve Toroslar’a yaptığı bir seferden bahsetmektedir.1 Akad dönemine gelindiğinde ise kral Sargon’un (M.Ö. 2334-2279) kahramanlıklarını anlatan, “šar tamhāri” metninde Anadolu coğrafyası ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Sargon’un bugünkü Acemhöyük ile bir tutulan Burušhattum
şehrine Akadlı tüccarların yardım talebi üzerine bir sefer düzenlediği ve
Toros dağlarını (Gümüş dağları) aşarak Anadolu içlerine kadar ulaştığı
anlaşılmaktadır. Metni önemli kılan bir diğer unsur, Anadolu’ya ait yer
adlarının yanında, Sargon’un Burušhattum şehrine ulaşmak için geçtiği
yolların fiziki durumları hakkında da bilgi vermesidir. Günümüzden yaklaşık 4300 yıl önceki coğrafyayı da tasvir eden bu metne göre Burušhattum
yolu son derece tehlikeli, sık ormanlarla ve dikenli fundalıklarla kaplıdır.
Sargon’un askeri seferlerini anlatan Kültepe’de bulunmuş bir başka tablette ise Amanos dağları, Hattum, Kaniš ve Burušhattum çevresinde aranan Hutura şehrinden bahsedilmektedir.2 Akad kralı Sargon’dan sonra
torunu Naram-Sin’e ait metinlerde de Anadolu ile ilgili kayıtlar mevcuttur. Naram-Sin kendisine isyan eden şehirler arasında Hatti, Burušhattum,
Kaniš ve Kuršaura gibi Anadolu beyliklerinin bulunduğunu belirtmektedir.
Daha sonraki dönemde ise Lagaš kralı Gudea’nın (M.Ö. 2144-2124) tanrı
Ningirsu için inşa ettirdiği tapınakta kullanılan keresteyi Uršu (Gaziantep),
1
2
Guterbock: 1934, 40 vd.
Günbattı: 1997, 131-155.
416
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Eski Asur Dönemi’nde Nevşehir ve Çevresi
altını Hahhum (Samsat) ve mabedin kirişleri için gerekli olan sedir ağaçlarını ise metinlerde Sedir dağları olarak ifade edilen Amanos dağlarından
getirttiği bilinmektedir.
Bu ilk ve aynı zamanda kısıtlı bilgiler içeren kaynaklardan sonra, M.Ö.
1974-1719 yıllarını içine alan ve Asur Ticaret Kolonileri Çağı olarak da
adlandırılan döneme ait yazılı belgelerden nispeten daha fazla bilgi elde
etmek mümkündür. Önemli bir kısmı Kayseri yakınlarındaki Kültepe höyüğünde ortaya çıkarılan bu metinler Anadolu’nun en eski yazılı belgeleri
olup, M.Ö. II. Bin Anadolusunun ekonomik, siyasî, sosyal ve hukukî yapısına ışık tutmasının yanında tarihî coğrafyası hakkında da önemli bilgiler
vermektedir.
Eski Asurca metinlerin büyük çoğunluğunun Asurlu tüccarlara ait olması
itibariyle muhtevaları ticarî konularla alakalıdır. Bu sebepledir ki, metinler
konumuzu teşkil eden Anadolu’nun tarihî coğrafyası hakkında ayrıntılı
bilgi vermezler. Çivi yazılı belgelerde geçen coğrafya adlarının çoğunluğunu şehir adları oluşturur. Bunların yanında az sayıda olsa da dağ ve
nehir isimleri metinlerde kaydedilmiştir. Ayrıca, Asurlu tüccarların pazar
yerlerinin bulunduğu kārum ve wabartum’u olan şehirler ile bazı krallık
ve memleket isimleri de metinlerden tespit edilebilmektedir. (Bkz. Tablo 1)
Tabletlerde yerleşim yerlerinde yapılan ödemeler, sevk edilen mallar, üretilen ürünler ve nadir de olsa idarecilerinden bahsedilir. Bu bilgilerin büyük
çoğunluğu ticarî aktivitelerle ilgilidir ve şehirlerin bugünkü yerlerinin tespiti hususunda bizlere bir katkı sağlamamaktadırlar. Elimizdeki en önemli
kayıtlar kervanların seyahatleri boyunca yolları üzerindeki şehirlerde yaptıkları masrafları gösteren belgelerdir. Buradaki ifadeler “A şehrinden B
şehrine kadar şu kadar harcadım” şeklinde olduğu için güzergâh üzerinde
yer alan şehirlerin tespiti hususunda önemli bilgiler vermektedir. Bunun
yanında bazı metinlerdeki “nehrin kenarında” veya “Haqa dağlarında”
gibi kayıtlar hem azdır hem de yerleşim yerlerinin bulundukları coğrafyanın adını vermekten öteye gidememektedir. Hâlbuki Koloni Çağı olarak
da adlandırılan dönemden hemen sonra bu coğrafyada hüküm süren Hititlere ait belgelerde, Eski Asur döneminin aksine hem daha çok coğrafya
adı geçmekte hem de bu yerlerin özellikleri daha ayrıntılı belirtilmektedir.
Örneğin Çorum yakınlarındaki Ortaköy’de (Šapinuva) ele geçen bir Hititmetninde şunlar kaydedilmiştir3: “Bir yol İškahama şehrinden Ušnaittena
3
Süel: 2002, 682.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
417
Remzi KUZUOĞLU
dağı ve Hanziwa ve Anziliya. Bir yol Kammama’dan İšhupitiša dağı ve
dumnanza altanza ve Anziliya. Bir yol Kammama’dan Udhaiškarrišši dağı
ve İyamahhalaštigailulu dağı ve Anzilya. Ayrıca Kammama’dan bir yol
daha ve Udhaiškarrišši dağı ve İyamahhalaštigailulu dağı sonra sola döneceğiz ve …. Kuššuruhšini dağı ve önde X şehri”. Bu Hitit metninden
de anlaşılacağı üzere sadece yer adlarından bahsedilmemekte, Anzaliya
(Zile?) şehrine hangi yollardan ulaşılacağı detaylı bir şekilde anlatılmakta,
hatta “sola döneceğiz” ifadesi ile de yön tarifi yapılmaktadır. Biz bu çalışmamızda günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce Nevşehir ve çevresinde yer
alan şehirleri muhtelif yönleriyle ele alıp, çivi yazılı metinlerin verdiği bilgiler ışığında bugünkü yerleri hakkında bazı tespitler yapmaya çalışacağız.
Athurušna
Bu yer adı Šalatuwar, Wašhaniya, Nenašša ve ilgili satırın kırık olması
sebebiyle ismini bilemediğimiz bir şehirde yapılan harcamaların kaydedildiği Kt n/k 1582 nolu belgede “i-na At-hu-ru-uš-na 5 ma-na URUDU
i-s.é-ri-a il5-qé-ú”, “Athurušna’da 5 mina bakırı benden aldılar” yazılışı ile
görülmektedir.4 Metinlerden kārum veya wabartum olarak ifade edilen
bir ticaret merkezinin varlığı bu şehirde tespit edilememekte, ancak bir
kralı olduğu belirtilmektedir.5 İsim -ušna sonekli yer adlarından biri olup,
Nenašša’dan başlayıp, Athurušna ile devam eden ve Wašhaniya’da son
bulan güzergâha göre, Aksaray civarında olduğu kabul edilen Nenašša
ile Ürgüp-Göreme civarında olduğu kabul edilen Wašhaniya arasında bir
yerde olabileceği belirtilmektedir.6 Bu görüşün aksine Wašhaniya-Nenašša
arasında olmayıp, güzergâh dışında bulunduğu da ifade edilmektedir.7
Bunun yanında, Kaniš’in batısında veyâ güneybatısında ya da İçanadolu
Yaylasının güney merkezinde, belki Niğde ile Konya ovasında ya da biraz
güneydoğuda, belki Yeniceoba civârında bir yere lokalize edilen Šalatu(w)
ar memleketi içinde aranması gerektiği de belirtilmektedir.8 Bize göre
Nenašša ile Wašhaniya arasında bulunan Athurušna, Ürgüp ile aynı yer
olmalıdır.
4
5
6
7
8
Çeçen: 1990, 139-141.
Barjamovic: 2010, 330.
Çeçen: a.g.e., 155.
Barjamovic: 2010, 320.
Bayram: 1994, 212.
418
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Eski Asur Dönemi’nde Nevşehir ve Çevresi
Malitta
İsim Eski Asur metinlerinde9; TC 1, 53, 10‘da “ha-ra-an Ma-li-ta-ma”, OIP
27, 54’de “i-na Ma-li-ta”, “iš-tù Ma-li-ta-a” ve aidiyet ekli olarak “ra-dí-eim Ma-li-ta-i-im”, Hitit metinlerinde10 ise “URUMa-al-li-it-ta-aš” fonetik yazılışlarıyla geçmektedir. Malitta’nın, Nenašša’nın kuzeyinde, Wašhaniya’dan
sonraki istasyon olduğu belirtilmekte11 ve Wašhaniya-Wahšušana istikametinde12, Niğde-Ürgüp arasındaki mıntıkada aranabileceği13, Yeşilhisar
(Kayseri) çevresinde bir yerde14 veya Develi Millidere köyü yakınlarında
olabileceği15 ileri sürülmektedir. Bu görüşlerin yanında, Malitta’nın Çoğun/
Sofular (Yassıhöyük), Kaman (Kalehöyük) ve daha az ihtimalle Kırşehir olabileceği de ileri sürülmektedir. Kültepe metinlerinde adı çok sık geçmeyen Malitta OIP 27, 54 nolu metinde Wašhaniya ve Wahšušana şehirleri
arasında görülmektedir. Wašhaniya’yı bugünkü İncesu, Wahšušana’yı da
Kızılırmak kavsinin içinde kalması nedeniyle Kalehöyük kabul edecek olursak, Koloni Çağı malzemesine sahip Hacıbektaş höyüğünün Malitta olma
ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Nenašša
Eski Asur metinlerinde16 “i-na Ni-na-ša-a”, “ru-ba-im Ni-na-ša-im” ve aidiyet ekli “Ni-na-ša-i-um”, Hitit metinlerinde17 “URUNe-na-aš-ša-an”, “URUNii-na-aš-ša” ve “URUNe-na-aš-ša” şeklinde örneklerini çoğaltabileceğimiz
fonetik yazılışları mevuttur. Koloni Çağı belgelerinden kārum veya wabartum olarak ifade edilen ticarî bir merkeze sahip olup olmadığı tespit edilemeyen bu yer adının, kralı, sarayı, yüksek dereceli bir memuriyet
olan kaššum ve rabs.um görevlilerine dair bilgileri metinlerden takip edilebilmektedir. Hitit belgelerinde ise18 Hatti ülkesini yakıp yıkan Kaškaların
Nenašša’ya kadar yaklaştıkları ve bu şehri sınır yaptıkları ifade edilmekte,
ayrıca Hititçe bir saray kroniğinde, bu şehrin prensi Pimpira’dan bahsedilmektedir. II. Muwatalli’nin dualarında ise Nenašša şehrinin Fırtına Tanrısı,
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
Nashef: 1991, 81-82.
del Monte-Tischler: 1978, 257.
Forlanini: 1985, 67; Nashef: 1987, 70; Yılmaz (Gül): 2001, 79.
Lewy: 1947, 15.
Bilgiç: 1946, 402.
Orlin: 1970, 36.
Aydın: 1994, 36.
Nashef: 1991, 89.
del Monte-Tischler: 1978, 282; del Monte: 1992, 111.
KBo 6.28.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
419
Remzi KUZUOĞLU
Nenašša’nın Tanrısı Lušiti, Marašantia nehri (Kızılırmak) ve nehirleri, dağları, tanrı ve tanrıçaları ifadeleri kayıtlıdır. Bunların yanında, Nuntarriiašha
bayramı metninde, kutlanacak bayramlar için yiyeceğin getirildiği yerler
arasında Nenašša sarayı da belirtilmektedir.19 -ašša son ekli bu yer adının,
Hitit metinlerinde Hubišna, Tuwanuwua, Paršuhanta ile birlikte geçmesi,
ayrıca Kültepe metinlerinin de bunu teyit etmesi sebebiyle klâsik Nenassos ile ayniyetinin kabul edildiği ve klâsik Garsaura ile bir tutulan Aksaray yakınlarında olduğu iddia edilmektedir.20 Ayrıca, Roma egemenliği
çağında Nenassos21 ve Karapınar/Topada’nın yaklaşık 3 km. batısındaki
Ağıllı22 ile bir tutulan Nenašša’nın, İncesu-Ürgüp ve Aksaray civarında23
aranması gerektiği de ileri sürülmektedir. Eski Asur metinlerinde genellikle Wašhaniya, Wahšušana, Burušhattum ve Ulama şehirleri ile birlikte
kaydedilen24 Nenašša’nın, Kt 94/k 345’deki “Adamla ilgili olarak onlar
Nenašša’da nehre gittiler …” ve Kt 93/k 94’deki “Zuliya nehri kenarından
geri döneceğim ve onları Nenašša’ya götüreceğim” ifadeleri bu şehrin bir
nehir yakınlarında olduğunu ortaya koymaktadır.25
Elimizdeki bilgilere göre; Kaniš şehrinden güneybatı, kuzeybatı ve kuzey yönlerine dört güzergâh üzerinden ulaşılmaktaydı ve Nenašša bu
yönlere seyahat edenler için uğranılması gereken bir istasyondu. TC 3,
165’e göre, Kaniš, Wašhaniya, Nenašša, Ulama, Burušhattum güzergâhı
ile güneybatıya ulaşılıyordu. Kuzeye gitmek için ise iki alternatif bulunmaktaydı: ilki OIP 27, 54 nolu metinde kayıtlı Kaniš, Wašhaniya, Malitta,
Wahšušana yoluydu. AKT 6, 273’deki Kaniš, Wašhaniya, Zuhta, Nenašša,
Wahšušana yolu ise diğer alternatifti. Kt n/k 1582 nolu metne göre ise
<Kaniš>, Wašhaniya, Athurušna, Nenašša Šalatuwar güzergâhı ile kuzeybatıya, Tuz Gölü’nün batısına ulaşılmaktaydı. Buna göre, kuzeye giden
yol ya Wašhaniya’dan hemen sonra kuzeye Malitta yönüne, ya da yine
Wašhaniya üzerinden Nenašša’ya uğramakta, ardından kuzeye dönmekteydi. Güneybatıya giden yol ise yine Wašhaniya’dan sonra Nenešša yönüne, sonrada güneye Ulama ve Burušhattum’a doğru devam etmekteydi.
(Bkz. Tablo 2) Buna göre de Nenašša Nevşehir civarında, Wašhaniya ise
bugünkü İncesu yakınlarında aranmalıdır.
19
20
21
22
23
24
25
Karauğuz: 2005, 26, n. 103.
Bilgiç: 1946, 389.
Lewy: 1947, 14; Garelli: 1963, 94; Umar: 1993, 600.
Forlanini: 1979, 174.
Yılmaz (Gül): 2001, 34.
Barjamovic: 2010, 327.
Barjamovic: a.g.e., 328.
420
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Eski Asur Dönemi’nde Nevşehir ve Çevresi
TC 3, 165
Kaniš
Wašhaniya
AKT 6, 273
Kaniš
Wašhaniya
Zuhta
Nenašša
Nenašša
Wahšušana
OIP 27, 54
Kaniš
Wašhaniya
Kt n/k 1582
<Kaniš>
Wašhaniya
Athurušna
Nenašša
Malitta
Wahšušana
Ulama
Burušhattum
Šalatuwar
Tablo: 2
Ulama
Eski Asur döneminde bir wabartum (küçük ticaret merkezi) olarak karşımıza çıkan26 bu yer adı, metinlerde “Ú-lá-ma”, “ší-ip-ri-im ša Ú-lá-ma”,
“a-na Wu-lá-ma” ve “a-na Wa-lá-ma” şeklinde örneklerini çoğaltabileceğimiz yazılışlara sahiptir. İsim Hititçe belgelerde ise “URUUl-lam-mi”, “URUUllam-ma” ve “KUR URUUl-ma” şeklinde geçmektedir.27 Belgelerde çoğunlukla Burušhattum ve Wahšušana ile birlikte kaydedilen28 bu yer adı, -ma
son ekli yer adlarından biri olarak kabul edilmekte ve wardum kelimesinin
urdum şeklinde yazılması örneğinde olduğu gibi29 wa- hecesinin düşmesiyle oluşan bir yapıya sahip olduğu da belirtilmektedir.30 Kültepe II. tabaka wabartumları arasında gösterilen bu şehrin idarecisinin KTS II 40,
27 nolu metne göre Burušhattum’unki ile ittifak yaptığı anlaşılmaktadır.
Ulama, Kt n/k 1253 ve Kt 93/k 63 nolu metinlerde memleket olarak karşımıza çıkmakta, ayrıca TC 3, 165 nolu belgeden de rabi um ve kaššum’u
(yüksek dereceli bir memur ?), TC 3, 271, 25, 27’den ise rabi sikkitim’i
olduğu anlaşılmaktadır. Kt 83/k 117 nolu metne göre Wahšušana’dan
Burušhattum’a, hem Ulama hem de Šalatuwar üzerinden ulaşılabildiği,
ayrıca Tuz Gölü’nün bu şehirler arasındaki doğal sınırı oluşturduğu ifade
edilmektedir.31
26
27
28
29
30
31
Nashef: 1991, 128.
del Monte-Tischler: 1978, 452.
Barjamovic: 2010, 331.
Bilgiç: 1945-51, 37.
Bilgiç: 1946, 413.
Günbattı: 1995, 109.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
421
Remzi KUZUOĞLU
Hitit metinlerinden; I. Hattušili yıllıklarında geçen “kral Nenašša ile savaştıktan sonra Ulma ülkesi ile de savaşa gider ve Ulma’yı tahrip ettikten sonra
Hattuša’ya döner” ifadesinden, Ulama ile Nenašša’nın komşu oldukları32,
ayrıca Anitta metninde muhtemelen Tegarama’dan sonra yer aldığı ve I.
Hattušili yıllıklarına göre de, Nenašša yakınlarında aranması gerektiği ifade
edilmektedir. 33 Ulama’nın Aksaray civarında34, Aksaray-Sultanhanı arasında35, Tuz Gölü’nün batısında36, Tuz Gölü’nün güneydoğusunda37, Kızılırmak deltasında38 ve Konya-Aksaray sınırları içinde39 aranması gerektiği
hususunda farklı görüşler mevcuttur. Bu yer adı TC 3, 165 nolu metinde
Kaniš - Wašhaniya - Nenašša - Ulama ve Burušhattum güzergâh sıralaması
içinde görünmektedir. Buna göre; Ulama Nenašša ile Burušhattum arasında yer almaktadır ve bu veri, Hitit metinlerindeki Ulama ile Nenašša’nın
komşu oldukları bilgisini teyid etmektedir. Nenašša’nın bugünkü Nevşehir
civarında, Burušhattum’un da Konya-Karahöyük olduğunu kabul edecek
olursak, Ulama’nın yeri için Acemhöyük uygun görünmektedir.
Tuwanuwa
Kt u/k 5, 6’da i-na Tù-wa-a-nu-a yazılışıyla yer adı, Kt v/k40 134, 2’de Tùa-nu-a geçişi ile şahıs adı olarak geçen bu isim, Hititçe metinlerde KUR
URU
Tu-u-wa-nu-wa ve URUTu-wa-nu-wa şeklinde görülmekte ve bugünkü
Bor’a lokalize edilmektedir.41 III. Tuthaliya dönemine ait Hititçe bir metinde
Aşağı Ülke’den gelen Arzavalı düşmanın Hatti ülkesini tahrip ettiği ve Uda
şehri ile birlikte Tuwanuwa’yı sınır yaptığı belirtilmektedir.42 Tuwanuwa
şehri Fırtına Tanrısı, tanrıça Šahhara’sı, nehirleri, dağları, tanrı ve tanrıçaları ile beraber kaydedilmiştir. Ayrıca, ülke adı olarak geçmekte ve bir de
tapınağından bahsedilmektedir.43
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
Yılmaz (Gül): 2001, 80.
Ertem: 1995, 82.
Garelli: 1963, 122-123; del Monte-Tischler: a.g.e., 452.
Bilgiç: 1946, 413.
Larsen: 1976, 240.
Forlanini: 1985, 67.
Donbaz: 1999, 47.
Çeçen: 2002, 65-66.
AKT III: 31.
del Monte-Tischler: 1978, 447; del Monte: 1992, 176; Alp: 2001, 50.
KBo 6.28.
Karauğuz: 2005, 26, n. 102.
422
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Eski Asur Dönemi’nde Nevşehir ve Çevresi
Wahšušana
Eski Asur metinlerinde Kaniš ve Burušhattum’dan sonra en çok ismi geçen
şehir olan Wahšušana, metinlerde genellikle Burušhattum, Šalatuwar ve
Turhumit ile birlikte kaydedilmiştir.44 İsmin “Ah-šu-ša-na”, “Wa-ah-šu-šana”, aidiyet ekli olarak “Wa-ah-šu-ša-na-i-im” ve “Wa-ah-šu-ša-na-i-e”
şeklinde örneklerini çoğaltabileceğimiz yazılışları mevcuttur.45 Hitit metinlerinde de görülen bu yer adı46, Eski Asur Dönemi’nin önemli şehirlerinden biri olup, belgelerde Uhušušuna ve Ahšušana seklinde de ifade
edilmektedir. Wahšušana, Kültepe II. tabakada bir wabartum teşkilatına
sahipken, muhtemelen II. tabakanın sonlarında ve Ib katında k rum olarak
karşımıza çıkmaktadır.47 Belgelerde memleket olarak da geçen bu şehirde, KTH 1, 1 nolu metne göre, Burušhattum ile birlikte ayaklanma çıktığı
anlaşılmaktadır. Ayrıca şehrin kralı, kraliçesi, sarayı ve rabi sikkatim’i olduğu da bilinmektedir.48 Wahšušana’nın lokalizasyonu ile ilgili farklı teklifler
bulunmaktadır. Burušhattum’un doğusundaki, komsu ülke olduğu49, Tuz
gölünün kuzey ucundaki Kaniš-Burušhattum eksenin kuzeybatısında veyâ
kuzeyinde50,
Kaniš-Burušhattum ekseninin güneyinde, Niğde yakınlarında51 ve Tuz
Gölü’nün kuzeyinde, Kızılırmak kavsi içinde52 aranması gerektiğine dair
görüşler bulunmakta ve Kaman Kalehöyük’le de bir tutulmaktadır.53
AKT III, 34 no’lu metinde Tuzgölü’nün batı ucunda bulunan Šalatuwar
şehri ile Wahšušana arasında bir nehir ve bu nehrin üzerinde bir geçiş noktası (köprü) olduğu anlaşılmaktadır.54 Belgede, kervanın önemli bir meblağı bu geçiş için ödediği kayıtlıdır. Buna göre kervanın geçmek zorunda
olduğu engelin Kızılırmak olabileceği akla gelmektedir. Wahšušana’nın
OIP 27, 54 nolu metinde Kaniš, Wašhaniya, Malitta, Wahšušana sıralaması içinde yer aldığı görülmektedir. Bize göre Wahšušana ile Šalatuwar
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
Barjamoviç: 2010, 339.
Nashef: 1991, 133-135
del Monte-Tischler: a.g.e., 471.
Bayram: 1997, 62-63.
Nashef: a.g.e., 133-135.
Larsen: a.g.e., 237.
Nashef, a.g.e.: 135.
Bilgiç: 1946, 401; del Monte-Tischler: 1978, 471; Nashef: 1991, 135.
Yılmaz (Gül): 2001, 84.
Ertem: 1995, 84.
AKT III: 52-53.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
423
Remzi KUZUOĞLU
şehirleri komşudur ve Wahšušana OIP 27, 54, Kt 83/k 183 ve AKT III, 34
nolu belgelere göre; Kaniš’in batısında, Tuzgölü’nün kuzeyinde, Kızılırmak
kavsi içinde aranmalı ve bize göre Kaman-Kale höyük teklifi dikkate alınmalıdır.
Sonuç olarak; günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce Nevşehir ve çevresinde küçük şehir devletlerinin varlığı görülmektedir. Athurušna, Nenašša,
Wašhaniya ve Zuhta metinlere yansıyan bölgenin önemli şehirlerdir. Ayrıca,
Nevşehir’in kuzeyinde Malitta ve Wahšušana, kuzeybatısında Šalatuwar,
güneyinde Tuwanuwa ve Ulama şehirleri, doğusunda ise Wašhaniya yer
almaktadır. Bunların yanında Nevşehir’in günümüzden yaklaşık 4000 yıl
önce de stratejik bir konuma sahip olduğu, özellikle o dönem Anadolusunun ticari başkenti olan Kaniš’ten hareket eden kervanların güvenli bir
şekilde kuzeye ve güneye gitmek için bu bölgeden geçen güzergâhları
kullandıkları anlaşılmaktadır. Bu stratejik konum daha sonraki dönemde
de sürmüş, Hitit kralları Aşağı Ülke olarak belirtilen Konya ve çevresine
Nevşehir üzerinden ulaşmışlardır.
Eski Asurca Metinlerde Geçen Kārum, Wabartum, Krallık ve Ülkeler
Kārumlar
Abum
Wabartumlar
Amkuwa
Krallıklar
Abum
Alahzina
Amkuwa
Ašur
Athurušna
Ülkeler
Burušhattum
Dadania
Ekallātum
Burušhattum
Badna
Buruddum
Burušhattum
Elmelme
Eluhut
Hahhum
Hanaknak
Hahhum
Hanaknak
Harabiš
Hiruh
Hattuš
Hurama
424
Hattuš
Hubšil
Hurama
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Eski Asur Dönemi’nde Nevşehir ve Çevresi
Kārumlar
Wabartumlar
Karahna
Kaniš
Kuburnat
Krallıklar
Ülkeler
Kaniš
Kapitra
Kaštama
Kaniš
Kuburnat
Kunanamit
Kuzzu
Kuššara
Mama
Nenašša
Nihria
Kuššara
Luhuzaddia
Mama
Mari
Nenašša
Lab’ān
Luhuzaddia
Mari
Qabra
Šalahšua
Šamuha
Šalatuwar
Šamuha
Šalatuwar
Šarla
Šašasama
Šawit
Šihwa
Šimala
Šinahutum
Šinahutum
Širmuin
Šuppilulia
Taišama
Tawinia
Taraqum
Tawinia
Tegarama
Tegarama
Tuhpia
Tišmurna
Tuhpia
Timelkia
Turhumit
Tuhpia
Tukriš
Turhumit
Ulama
Upi
Ulama
Urbēl
Urim
Uršu
Uša
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
425
Remzi KUZUOĞLU
Wahšušana
Wašhaniya
Zalpa
Wahšušana
Wašhaniya
Zalpa
Zimizhuna
Ušunala
Wahšušana
Wašhaniya
Wahšušana
Zalpa
X-x-]hanaum
(Tablo 2)
Kaynaklar
Alp, S., Hitit Çağında Anadolu, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, İstanbul, 2001.
Aydın, N., “Ev Satısıyla İlgili Bir Kültepe Tableti İle Etüdlük Tabletlerde Geçen Yer
Adları ve Karum Nahria”, Belleten, C. LVIII, Sa. 221, 1994, s. 29-39.
Barjamovic, G., A Historical Geography of Anatolia in the Old Assyrian Colony
Period. The Carsten Niebuhr Institute of Ancient Near Eastern Studies University of Copenhagen, 2011.
Bayram, S., “Kültepe Metinlerinde Geçen Yeni Yer Adları ve Bunların Değerlendirilmesi”, XI. T.T.Kongresi, 1994, s. 211-234.
------------; “New And Some Rare Geographical Names In The Kültepe Texts”,
Arcihivum Anatolicum 3, 1997, s. 41-66.
Bilgiç, E., “Anadolu’nun İlk Yazılı Kaynaklarındaki Yer Adları ve Tayini Üzerine
İncelemeler”, Belleten 39, 1946, s. 381-423.
------------; “Die Ortsnamen der ‘kappadokischen’ Urkunden im Rahmen der alten Sprachen Anatoliens”, AfO 15, 1945-51, s. 1-37.
Çeçen, S., Ankara Müzesi’ndeki Yeni Kültepe Metinlerinden Elde Edilen Orijinal
Neticeler. Ankara Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 1990.
------------; “Kültepe Belgelerine Göre Anadolu Şehir Devletlerinde Ayaklanma”,
Arcihivum Anatolicum 5, 2002, s. 65-68.
Donbaz, V., Sadberk Hanım Müzesinde Bulunan Çiviyazılı Belgeler, İstanbul,1999.
Ertem, H., “Külhöyük’ün Asur Ticaret Kolonileri ve Hititlere Ait Çivi Yazılı Belgelerdeki Adı Hakkında Bir Deneme”, Arcihivum Anatolicum 1, 1995, s.
73-87.
Forlanini, M., “Appunti di geografia etea”, SM 1, 1979, s. 165-184.
------------; “Remarques géographiques sur les textes Cappadociens”, Hethitica
6, 1985, s. 45-66.
Garelli, P., Les Assyrians en Cappodoce, Paris, 1963.
Günbattı, C., “More Examples of Correspondences Between karum’s”, Arcihivum Anatolicum 1, 1995, s. 107-115.
426
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
Eski Asur Dönemi’nde Nevşehir ve Çevresi
Monte, G. del, - Tischler, J., Répertoire Géographique des Textes Cunéiformes VI.
Wiesbaden, 1978.
Monte, G. del., Répertoire Géographique des Textes Cunéiformes VI/2. Wiesbaden, 1992.
Günbattı, C., “Kültepe’den Akadlı Sargon’a Ait Bir Tablet”, Arcihivum Anatolicum 3, 1997, s. 131-155.
Karauğuz, G., Arkeolojik ve Filolojik Belgeler Işığında M.Ö. II. Bin’de Orta
Anadolu’nun Güney Kesimi, Çizgi Kitapevi Yayınları, Konya. 2005.
Larsen, M.T., The Old Assyrian City-State and Its Colonies, Akademisk Forlag.
Copenhagen, 1976.
Lewy, J., “Naram-Sin’s Campaign to Anatolia in the Light of the Geographical
Data of the Kültepe Texts”, Halil Edhem Hatıra Kitabı 1, 1947, s.11-18.
Nashef, Kh., Rekonstruktion der Reiserouten zur Zeit der altassyrishen Handelsniederlassungen. Beihefte zum Tübinger Atlas des Vordoren Orients, Reihe
B/83. Wiesbaden, 1987.
------------; Réportoire Géographique des Textes Cunéiformes IV. Wiesbaden,
1991.
Orlin, L. L., Assyrian Colonies in Cappadocia, Paris, 1970.
Süel, A., “Ortaköy Tabletlerinde Geçen Bazı Yeni Coğrafya İsimleri”, v. Uluslar
arası Hititoloji Kongresi Bildirileri, Çorum, 2002, s. 679-685.
Umar, B., Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkılap Yayın Evi, Ankara, 1993.
Yılmaz (Gül), Ş., Kervan Güzergâhlarına Işık Tutan Kültepe Metinleri ve Bunlardan
Elde Edilen Sonuçlar. Ankara Üniversitesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Ankara, 2001.
1 . U l u s l a r a r a s ı N e v ş e h i r Ta r i h v e K ü l t ü r S e m p o z y u m u
427