7 7!72 4 23 22222222222 7 7 2 7 2 8767 7 2 " 22222222222 2

Transkript

7 7!72 4 23 22222222222 7 7 2 7 2 8767 7 2 " 22222222222 2
7
72
7
2
87677
"2 !
2 2 7"!
72 77!72 02 456512
5"72!25522
7
272272!
6
!
2
77!
2
2
27205"26!712
2!6772
!2
!
277272
6
!
222
2
!
2 7!
2 455!2 3
2 7372 2 6!2
!
2 72 72 52 2 0
2 2 2
4565612 2 2 78772 72 2 42
2
277
7
7!72
423
22222222222
2"
22222222222
2 2 72 5"672 2 2 82 2
7"72 "2 2 3
82 7877"2 572 2
0
!2 12 472 72 2 !
"2 2 2 72 2
2 7!2 "
2 2 72 7872 2 2
772
82!
2
22
2777"2372
2
2
3
682 2 "
!2 7"2 2 2 2 !
2
!
2
277!722
2722
7!2
22
24!207377"!71
24207377"2
2!
812
!
245657877"2
5!
27272
2527!!
2!7272
2
32
22
27
2
27
772
6
2
2 5!72 2 2 2 82 !
2
6
2 3
2 776772 57!72 72 7772 !
2
!
!
2 7
2 !72 7!2 52 6772 82 !72
7"78772 4!7!72 2 7672 72 2 72 2 2
2
2 37772 2 2 !
2 72 2 72 762
2
7772!72
2
222
7872
772 2 2 2 2 7772 72 "2 2
!
62
6
2
27255!22!
"
2
5772 7!72 !"2 !
6
2 2 !2 7772
472 8
2 2 !5"2 !72 3
62 6
2
25!787!2772
2
23207"12
2
2
7327
2457
2
6!27222202
2!
812
77677227
).-2#+-2
.).-'#(%-#,#+&))%+'%/&$*)
2 22222222222
2!$î+!,+!,%ª4!3!2)-ª-%2+%:îªîì"î2,îêî9,%ª(!:)2,!.-)ì4)2
ª%+î-ª
3!9)ª
2!$î+!,î.ª/+52,!2).!ª!2-!ê!.)$)2
31/10/2010
3
Eray Çaylı
[email protected]
HALİÇ’E PARAMETRİK MÜDAHALELER
Üç farklı ülkeden gelen akademisyen ve öğrencileri buluşturan ‘Parametric Synthesis’
çalıştayı 2-10 Ekim tarihleri arasında İTÜ Taşkışla Kampüsü’nde düzenlendi.
İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’den gelen
yaklaşık 20 kişi ‘Parametric Synthesis’
adlı mimari/tasarım çalıştayına katılmak
üzere İstanbul’da buluştu. Eyüp Mezarlığı
ve Bahariye Adaları arasında kalan
bölgenin çalışma sahası olarak belirlendiği
çalıştayda temel hedef katılımcıların
‘Grasshopper’ adlı yazılımla hızlıca
tanışabilmesi ve bu taze tanışıklığın somut
birer tasarım uygulamasına dökülmesiydi.
Grasshopper, tasarımcıların bilgisayar
ortamında üç boyutlu modelleme yapmak
için en çok tercih ettiği yazılımlardan
olan Rhino’nun bir eklentisi. Program,
özellikle iki yönüyle ön plana çıkıyor.
İlki, arayüzünün grafik diliyle ilgili:
Grasshopper’da modelleme adına yapılan
her hamle kutu, devre ve kablo gibi
elektriği lise fiziği seviyesinde okumuş
kullanıcıların bile aşina olduğu görsel
elemanlarla temsil ediliyor. Böylece, daha
önce programlama deneyimi olmayan
kullanıcılar da Grasshopper’a hızlıca
alışabiliyor. Programın algoritma tabanlı
modeller üretmeye imkân tanıması da
dikkat çeken ikinci özelliğini oluşturuyor.
Grasshopper bu özelliği nedeniyle son
birkaç yılda tasarım çevrelerinde adını
sıkça duyduğumuz ‘parametrik tasarım’
yaklaşımını benimseyenler tarafından el
üstünde tutuluyor.
Sanırım bu noktada biraz da parametrik
tasarım yaklaşımının ne anlama
geldiğinden bahsetmek gerek. Parametrik
tasarım—ismiyle müsemma— tasarım
süreci zarfında gerçekleşebilecek
olası değişikliklere kapalı bir formun
geometrik özelliklerinin çarçabuk
kesinliğe kavuşturulmasından çok, ortaya
çıkarılması hedeflenen tasarımın temel
ilkelerini ‘tanımlayacak’ parametrelerin
belirlenmesine vurgu yapan bir yaklaşım.
Bu nedenle, bir yandan ‘üretken tasarım’
(‘generative design’) adı verilen ve
seri-kişiselleştirmenin yanı sıra aynı
tasarımdan temellenen çok sayıda ‘özgün
kopya’nın üretilmesine de olanak tanıyan
tasarım yaklaşımıyla dirsek temasında.
Öte yandan, kendini tekrar eden formlar ve
birbirine bağımlı olan çok sayıda değişkeni
gündeme getirebilecek tasarım iş tanımı
ve süreçleri söz konusu olduğunda da
sıkça tercih edilen bir yöntem. Aslında,
kullanıcıların Grasshopper ortamında
modelledikleri de (örneğin, Rhino’dan
farklı olarak) ‘geometri’ ya da şekil’lerden
ziyade, ‘geometri/şekil üretici’ler.
Çalıştay katılımcıları da kendi ‘şekil
BİENALDEN “MERHABA” SEMPOZYUMU
Uluslararası İstanbul Tasarım Bienali hazırlık etkinliklerinin
ilki, İstanbul Tasarım Sempozyumu, 2-3 Aralık’ta.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın bir süredir
hazırlıklarını sürdürdüğü ve 2012 yılında
kapılarını açacak Uluslararası İstanbul
Tasarım Bienali’nin ilk basın toplantısı
Ekim ayında gerçekleştirildi. İKSV
Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı
ve Uluslararası İstanbul Tasarım Bienali
Direktörü Özlem Yalım’ın konuşmacı
olarak katıldığı toplantıda, 2-3 Aralık 2010
tarihlerinde Kadir Has Üniversitesi’nde
düzenlenecek Uluslararası İstanbul
Tasarım Sempozyumu’nun da programı
duyuruldu. Sempozyumun “hazırlık
dönemi etkinliklerinin” ilki olarak
konumlandığını süreçte atölye çalışmaları
ve sergilerden düzenlenmesi planlanıyor.
2-3 Aralık’ta Kadir Has Üniversitesi’nde
düzenlenecek Sempozyum’da, aralarında
bienalin danışma kurulu üyelerinin de
bulunduğu 16 konuşmacı, “Tasarım
ve” tasarımın etkileşimde olduğu insan,
çevre, kültür, politika, ekonomi, eğitim,
teknoloji ve bilim gibi alanlar ile ilişkisini
tartışıp, İstanbul özelinde tasarım ve
kent konusunu irdeleyecek. Anlaşılan,
“tasarımı anlamak, anlatmak ve bu
konudaki farklı tartışma noktalarını
İstanbul’un kültür ve sanat yaşamının
gündemine getirmek” maksadıyla
düzenlenecek bienalin hazırlık süreci de
bienalin kendisi kadar dikkat çekecek.
Uluslararası İstanbul Tasarım Bienali,
yaratıcı endüstrilerdeki tüm disiplinlere
açık olacak. Çağdaş yaşam koşulları
içerisinde tasarım odaklı düşünmenin
hayati önemini vurgulamayı hedefleyen
bienal kapsamında ulusal ve uluslararası
tasarım sergileri, tematik sergiler,
atölye çalışmaları, söyleşiler ve özel
projeler yer alacak. Küratörün 2011’de
kesinleşip açıklanacağı bienalin, ulusal
ve uluslararası olmak üzere iki danışma
kurulu bulunuyor: Ulusal Danışma
üreticileri’nin nasıl modellenebileceğini
Live Architecture Network’ten Luis
Fraguada’nın verdiği hızlandırılmış kurs
sayesinde öğrendi. Grasshopper’da
yapılan bilgisayar modellerinin
tamamlanmasından sonra sıra bu
modellerin maket kartonu ve lazer kesim
yöntemi kullanılarak fiziksel uygulamalara
dönüştürülmesine geldi.
Kesimin sonundaysa ortaya, levha
malzemeye atılmış kesik ve derzlerin
olanaklı kıldığı bükme hareketleri
sayesinde üçüncü boyutlarına kavuşan
modüller çıktı. Çalıştay, üretilen fiziksel
modellerin yanı sıra bu modelleri ortaya
çıkaran tasarım süreçlerine de yer verilen
serginin açılışı ve Londra Metropolitan
Works’ten Matthew Lewis’in yaptığı
kapanış konuşmasıyla sona erdi.
Daha fazla bilgi için: http://
parametricsynthesis.tumblr.com, http://
www.livearchitecture.net
Kurulu’nda Fütürist ve Brightwell Holding
Yönetim Kurulu Başkanı Alphan Manas,
Endüstriyel Tasarımcı ve Bahçeşehir
Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr.
Mehmet Asatekin, Mimar ve Arrademanto
Mimarlık Dergisi Editörü Uğur Tanyeli,
Grafik Tasarımcı ve Bek Tasarım
Danışmanlık Kurucusu Bülent Erkmen,
Mimar ve Koleksiyon Mobilya Kurucusu
Faruk Malhan, Sanat Tarihçisi ve
İstanbul Modern Sanat Müzesi Şef
Küratörü Levent Çalıkoğlu ile Endüstriyel
Tasarımcı ve Defne Koz Studio Kurucusu
Defne Koz yer alıyor.
Uluslararası Danışma Kurulu’nda ise
Hong Kong Polytechnic Üniversitesi
Tasarım Fakültesi Eski Dekanı John
Heskett, Material Connexion CEO’su
George Beylerian, Londra Tasarım Müzesi
Direktörü Deyan Sudjik ve Vitra Tasarım
Müzesi Direktörü Alexander von Vegesack
bulunuyor.
04
Sibel Baştimur
[email protected]
Bir tasarım yarışması neden düzenlenir?
Tasarım konusunda kamuoyu oluşturmak,
yeni ve farklı fikirleri ortaya çıkarmak,
öğrencileri teşvik etmek, üniversite sanayi
iş birliğini desteklemek… Günümüzde
özgün tasarımlar olmadan marka
olabilmek neredeyse imkansız. Çünkü
rekabetin temelinde yalnızca üretim
kapasitesi, kalite ve fiyat gibi unsurlar
bulunmuyor. Bu noktada fark yaratacak
etkenin farklı kitlelere, farklı ihtiyaçlara
ve farklı beğenilere hitap edebilen tasarım
gücü olduğu ortada. Bunun farkında
olan birçok firma düzenledikleri tasarım
yarışmaları ile yeni fikirleri yakalamaya
ve uygulamaya çalışıyor. Şu an gündemde
olan tasarım yarışmalarından bazılarını
sizler için toparladık.
YARIŞMA
SEZONU AÇILDI
Tasarım dünyasında sonbahar bir kez
daha yarışmalarla beraber geldi. Artık
ahşap oyuncaklardan yalıtıma her
konuda bir yarışma bulmak mümkün.
İzocam Yalıtım
Yarışması
İzocam’ın bu yıl 11.sini düzenlediği
Yalıtım Yarışması’nda proje konusu
yüksek binalarda enerji etkin yapı
kavramına yaratıcı yaklaşımlar getirilmesi
oldu. Yarışmanın amacı “Multi Konfor
Bina” tanımına göre çok amaçlı bir kule
tasarlanması. Yalıtım Yarışması’nda
öğrenciler, Aşağı Manhattan bölgesinin
Güney Greenwich olarak adlandırılan
kısmında, sürdürülebilir bir gökdelen
tasarımı ortaya koyacaklar. Kulede;
Greenwich’te ve Aşağı Manhattan’ın İş
Merkezi Bölgesi’nde farklı seviyelerdeki
sürdürülebilirliklere ulaşmak için başta
gelen projelerden biri olması kriteri
aranacak. Ayrıca binanın tasarımının
dışında, inşaat alanının yakın çevresi için
de kentsel mekan çözümleri sunulması
bekleniyor. Öğrenciler projelerini en geç
1 Nisan 2011’e kadar teslim edecek ve
dereceye giren projelerin duyurumu 15
Nisan 2011 tarihinde yapılacak. Ulusal
etapta ilk üç dereceyi paylaşan proje
sahipleri, 18-21 Mayıs 2011 tarihleri
arasında Çek Cumhuriyeti’nin başkenti
Prag’da düzenlenecek uluslararası
etapta ülkemizi temsil edecekler. Ulusal
yarışmanın birincisi 6.000 TL, ikincisi
4.000 TL ve üçüncüsü 3.000 TL ile
ödüllendirilecek.
www.yalitimyarismasi.com
Düzce Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi
Mobilya ve Dekorasyon Eğitimi Bölümü
ile Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
Çocuk Gelişimi Bölümü Türkiye genelinde
“Ahşap Oyuncak Tasarımı Yarışması”
düzenliyor. 15 Haziran – 12 Kasım 2010
tarihleri arasında yapılacak olan yarışma
ile; yaratıcı düşünmeyi sağlama ve
orijinal ürünler çıkartmayı destekleme,
yarışmayı geleneksel hale getirip, oyuncak
müzesi kurumunu gerçekleştirebilme ve
özgün ve eğitici oyuncakların üretimini
Koçtaş İç Mekan
Tasarım Yarışması
Koçtaş ve İstanbul Teknik Üniversitesi
işbirliği ile düzenlenen ‘İç Mekan Tasarım
Yarışması’nda öğrenciler, Koçtaş’ta
satılan ürünlerle kendi hayallerindeki
mekanları yaratacaklar. Sadece iç
mimarlık ve mimarlık lisans öğrencilerinin
katılabileceği yarışmada öğrencilerin
kendi seçtikleri bir evi Koçtaş ürünleriyle
tasarlamaları isteniyor. Projelerde genel
olarak aranacak nitelikler arasında; iç
mekan tasarımı özgünlüğü, kullanılacak
ürünlerin kendi aralarındaki ve mekanla
uyumları, uygulanabilir olma özellikleri
ve kendine has bir tarzı yansıtıyor olması
yer alıyor.
İfade tekniğinin serbest olduğu yarışmada
tasarımların; kavramsal anlatımlar (yazılıgrafik sunumlu), kararları yeterince
anlatan ölçekte plan, kesit, görünüşler, 3
boyutlu anlatımlar, farklı ölçeklerde detay
anlatımları ve Koçtaş ürün listesinin yer
alması bekleniyor. 6 Ekim- 6 Aralık 2010
tarihleri arasında başvuruların kabul
edileceği yarışmada birinci olan tasarımcı
5000 TL ödül almaya hak kazanırken,
ikinciye 2500 TL, üçüncüye ise 1250 TL
para ödülü verilecek. www.koctas.com.tr
sağlayabilmek amaçlanıyor. Yarışma için
yaş sınırı yok. Katılan eserlerin özgün,
daha önce üretilmemiş ve herhangi bir
yerde yayınlanmamış olması gerekiyor.
Yarışmacılar tasarım zarflarını, 15 Haziran
– 12 Kasım 2010 tarihleri arasında Mobilya
Dekorasyon Eğitimi Bölümü Yarışma
Sekreterliği’ne şahsen veya posta/kurye/
kargo ile ulaştırabilirler. Ödül töreninin
24 Aralık tarihinde yapılacağı yarışmada
birinciye 4.000 TL, ikinciye 2.000 TL ve
üçüncüye de 1.000 TL ödül verilecek.
Gayrimenkul Ödülü
Ahşap Oyuncak
Tasarım Yarışması
tarihinde son bulacak yarışmada birinci
30.000 TL, ikinci 20.000 TL, üçüncü ise
15.000 TL para ödülü kazanacak. Ayrıca
5 adet 5.000 TL değerinde mansiyon ve 3
adet de 2.500 TL değerinde satın
alma ödülü verilecek.
www.ytong.com.tr/yarisma.
“Kentsel Kalite için Diyalog” teması
altında düzenlenecek olan ArkiPARC
2011 kapsamında sahiplerini bulacak
Gayrimenkul Ödülü ile fiziksel çevrenin
niteliğinin iyileştirilmesine katkı sağlayan
kişi ve kurumların onurlandırılması ve bu
sayede benzer yatırımların gelişmesinin
teşvik edilmesi amaçlanıyor.
Bu yıl ikincisi düzenlenen ve son
başvuru tarihi 31 Ocak 2011 olan ödül,
Konut, Ofis, Otel, Alışveriş Merkezi,
Alternatif Yatırımlar ve Karma Kullanım
olmak üzere toplam altı kategoride
veriliyor. Ödülün Seçici Kurulu Avi Alkaş,
Alaeddin Babaoğlu, Hakan Eren, Kerem
Erginoğlu, Duygu Erten, Celal Abdi Güzer,
Hakan Kodal, Firuz Soyuer ve Feyzi
Tecellioğlu’ndan oluşuyor. Ödüller, 30
Mart Çarşamba akşamı ArkiPARC 2011
kapsamında yapılan ödül töreni ile
sahiplerini bulacak.
www.gayrimenkulodulu.com
Ytong Ulusal Mimari
Tasarım Yarışması
2010 yılı Dünya Mimarlık Günü dolayısıyla
Dünya Mimarlar Birliği’nin belirlediği
“Daha İyi Kent, Daha İyi Yaşam - Tasarım
Yoluyla Sürdürülebilir” temasına destek
amacıyla Ytong, ulusal bir Mimari
Tasarım Yarışması düzenliyor. “Çatılar
ve Sürdürülebilirlik” konulu yarışma ile;
sürdürülebilir kentsel çevre için mevcut
yapı stoğunun iyileştirilmesi gerekliliğine
dikkat çekmek ve var olan mekânların
yeniden değerlendirilerek barınma
sorununa da yenilikçi çözüm önerileri
getirilmesi hedefleniyor. Özellikle büyük
kentlerde atıl durumda bulunan yapıların
çatı ve/veya son katlarının, donatılı
Ytong plakları kullanılarak güvenli,
sağlıklı ve ekonomik bir biçimde yeniden
değerlendirilmesi üzerine tasarım fikirleri
üretilmesi teşvik ediliyor. 14 Şubat 2011
Ulusal Mobilya
Tasarım Yarışması
Mobilya üreticileri ile tasarımcıları
buluşturan Türkiye’nin en kapsamlı
mobilya tasarım yarışmasına başvurular
başladı. Ev, ofis ve mutfak-banyo
mobilyaları olmak üzere üç ana temada
düzenlenecek yarışmaya profesyoneller,
uygulayıcılar ve lisans öğrencilerinin
yanısıra ilk ve orta öğretim öğrencileri
de katılabilecek. Dış Ticaret Müsteşarlığı
koordinatörlüğü, Orta Anadolu İhracatçı
Birlikleri organizatörlüğü ve İstanbul
İhracatçı Birlikleri, Ege İhracatçı Birlikleri
ile Akdeniz İhracatçı Birlikleri’nin
katkısıyla düzenlenen yarışmada
Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’da
Onur Jüri Üyesi olarak yer alıyor. Prof.
Önder Küçükerman, Reşit Soley, Aziz
Sarıyer, Jan Nahum, Mustafa Toner,
Memduh Şen, Kaan Dericioğlu, Ahmet
Kaleli, Didem Çapa ve Fatih Kıral ise
yarışmanın asli jüri üyeleri olarak
tasarımları değerlendirecekler. Ödül alan
projeler 4 Mart 2011 tarihinde İstanbul’da
Rahmi Koç Müzesi’nde yapılacak olan
törenle belirlenecek.
www.designforexport.org
31/10/2010
05
Bilgen T. Manzakoğlu
[email protected]
BOAT SHOW’UN GETİRDİKLERİ
Uluslararası İstanbul Shop&Miles Boat Show Ekim sonunda kapılarını açtı. Boat
Show, eleştirilere maruz kalsa da tekne tasarımcılarını buluşturdu
01
İstanbul’un denizde düzenlenen tek
fuarı olma özelliğini taşıyan Uluslararası
İstanbul Shop&Miles Boat Show Fuarı’nda
Türkiye’nin tekne ve yat tasarım gücü
sergilendi. Marinturk İstanbul City PortPendik’te gerçekleşen fuarda Türkiye’nin
en seçkin yat tasarımları ile dünyaya ihraç
edilen en önemli mega yatlar görücüye
önderliğindeki Scaro Design tarafından
gerçekleştirilmekte. Peri Yacht Türkiye’de
ilk kez İstanbul Shop&Miles Boat Show’a
katılarak 99 feetlik “Peri 29 modelini
Pendik’deki fuarda sergiledi. Dünyada
ilk kez İstanbul Shop&Miles Boat Show
ziyaretçileri Peri 29’u deniz üstünde test
etme imkanı buldular.
Tasarımları ve kullandığı ileri teknoloji
ile öne çıkan firmalarımızdan biri de
Numarine. Numarine geçtiğimiz yıl
Fransa`nın Cannes kentinde düzenlenen
Avrupa Yat Trophy`sinde en iyi ikinci yat
çıktı. Tekne üretiminde ve mühendislikte
artık belli bir standarda gelen Türk
tekne üreticileri, dünyaya açılmanın
ve marka olmanın olmazsa olmazı
“tasarım”ın nimetlerinden sonuna kadar
yararlanmakta kararlı görünüyorlardı.
Numarine, Peri Yachts ve “Azuree”
markasının sahibi Sirena Marine gibi
Türk firmaları, kuruluşlarının üzerinden
çok kısa bir zaman geçmesine rağmen
tasarımın gücünü kullanarak büyük
başarılara imza attılar ve yurt dışındaki
fuarlardan önemli ödüllerle döndüler.
Sirena Marine’in ikinci teknesi olan Azuree
33 dünya lansmanının yapıldığı Genoa
Boat Show’da dünyanın en iyi teknesi
(Barca dell’Anno) seçildi. Azuree’nin
tasarım ve mühendisliğini yıldızlar
topluluğu olarak sıfatlandırılan bir grup
mühendis gerçekleştiriyor. Son yedi yılda
iki defa America’s Cup’a katılan İtalyan
takımının teknesini tasarlayan Giovanni
Ceccarelli ile ileri üretim teknolojilerinin
yaratıcı ve uygulayıcısı Paolo Ballerini
ekibi, Sirena Marine’deki tasarım ve
mühendislik gücünü de birleştirerek
yepyeni bir konsept yaratmış durumda.
Günümüz teknolojisinin sağladığı en iyi
crusing deneyimini vaat eden Azuree 33
ve Azuree 40, yarış teknesi performansını
gezi yelkenlisi konforuyla buluşturmayı
başarmış. Avrupa’daki Boatshow’ların en
önemli katılımcıları arasında yer alan ve
geçen yıl Cannes Boat Show’da ödül alan
Peri Yachts’ın tasarımları Selçuk Koçak’ın
ödülünü aldı. Tekne tasarımlarını, İspanya
Kralı Juan Carlos`a ve ünlü modacı
Roberto Cavalli`ye de yat tasarlayan
Tommaso Spadolini ile ve ülkemizin
iddialı isimlerden biri olan Can Yalman
gerçekleştiriyor. Numarine teknelerinin
üretiminde, yalnızca uçaklarda kullanılan
uzay teknolojisini kullanmakta. Bu sayede
yatlar çok daha hafif ama dayanıklı oluyor.
Son yirmi yılda 150’nin üzerinde tekne
üretimi gerçekleştirerek sektörün köklü
ve başarılı üreticilerinden biri olmayı
sürdüren Viçem Yacht da fuarda tekne
severlerle buluştu. Bu başarısında
tasarımcı ve mühendislerden oluşan güçlü
bir ekibe sahip olmasının yanı sıra, Frank
Mulder, Art Line ve Wetzels Brown gibi
dünyaca ünlü tasarımcılarla çalışmasının
da katkısı büyük görünüyor.
Üretim ve tasarım kalitesini göz
önüne alırsak, bahsetmeden
geçemeyeceğimiz bir diğer firma da
Koç Holding’e ait olan RMK Marine. 22
Mayıs’ta Londra’da gerçekleştirilen gala
gecesinde, RMK Marine tarafından inşa
edilen 52 metre uzunluğundaki Nazenin
V, ‘45 metre Üstü En İyi Yelkenli Yat’
kategorisinde ‘Jüri Özel Ödülü’nün
sahibi oldu. Teknenin dış tasarımı
Sparkman&Stevens, iç tasarımı ise
Redman Whitelly Dixon imzası taşıyor.
Şu anda ise RMK dünyaca ünlü tekne
tasarımcısı Ronn Holland ile birlikte 45
metrelik klasik “Explorer” tipindeki yatın
inşası ve iç donanımı sürdürmekte.
Görünen o ki, “kaliteli üretim” ve “başarılı
mühendislik”e “tasarım”ın gücünü de
ekleyerek mükemmel karışımı yakalayan
Türk firmaları yurt dışında daha adından
uzun süre söz ettirecek gibi.
02
01-02. Azuree 40 ve Numarine 78’ ht
06
Şanel Şan
[email protected]
YENİ YORUMLARLA
ve sergilenmeye değer bulunan toplam 20
eserden oluşacak bir sergi ve kitap Kasım
ayında yayınlanacak.
MAHYALAR
İstanbul 2010 Geleneksel Sanatlar Yönetmenliği tarafından,
İstanbul’da 400 yıldır yaşayan bir gelenek olan mahyayı
çağdaş dünyanın bir ‘tasarım nesnesi’ olarak gündeme
getiren “Mahya Tasarım Yarışması” sonuçlandı.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
(AKB) Ajansı tarafından 20 Temmuz – 5
Ekim 2010 tarihleri arasında düzenlenen
Mahya Tasarım Yarışması sonuçlandı.
İstanbul’da 400 yıldan beri kesintisiz
yaşayan bir gelenek olan mahyayı çağdaş
dünyanın bir ‘tasarım nesnesi’ olarak
yeniden gündeme getirmek amacıyla
düzenlenen yarışmada Hakan Karaman’ın
başvurusunu oyçokluğu ile birinci seçildi.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı Geleneksel Sanatlar Yönetmenliği
tarafından düzenlenen, İstanbul Vakıflar
Bölge Müdürlüğü, Grafikerler Meslek Kuruluşu (GMK) ve Bilgi Üniversitesi Tasarım
Kültürü ve Yönetimi Sertifika Programı’nca
desteklenen yarışmaya 64 kişi/gruptan
toplam 90 başvuru yapılmış. Değerlendirme sürecinde eserler; salt aydınlatma
tasarımı olmayıp mahya tasarımı olmaları,
yarışma şartnamesinde belirtilen koşullara uygunlukları, özgünlükleri, tasarımın
uygulanabilirliği, mimariye zarar verici
nitelikte olmamaları ve yerine uygunlukları ölçütlerine göre oylanmış. Yarışmanın
Seçici Kurulu’nda yer alan isimler farklı
disiplinlerden alanında önemli isimlerden oluşuyordu. Kurul’da yer alan isimler
ise şöyle: Beşir Ayvazoğlu, Yeşim Demir,
Zeynep Fadıllıoğlu, Prof. Dr. İsmail Kara,
Komet, Nevzat Sayın, Ömer Faruk Şerifoğlu
ve Kahraman Yıldız. Seçici Kurul tarafından belirlenen 5 projenin her birine 5 bin
TL para ödülünün yanı sıra, ödül kazanan
İstanbul 2010 AKB, Geleneksel Sanatlar
Yönetmeni Ömer Faruk Şerifoğlu “Genel
olarak mimarlar, mimarlık öğrencileri,
sanatçılar, endüstri tasarımcıları, grafikerler ve bilgisayar mühendislerinin katılım
gösterdiği yarışma ile edebiyatçıların
ilgilenmemesi, başvuruların edebiyatla
ilişki kurmaması dikkatimizi çekti. Hâlbuki
mahyada yazılan ifadeler de zaman içinde
bir birikime dönüşmüş, kalıplar oluşmuştur. Mahya ifadesi olarak yeni cümleler
gündeme gelebilirdi” diyor.
Mahyanın bugünkü durumu, yarışmanın
getirdikleri ve getireceklerini sorduğumuzda Ömer Faruk Şerifoğlu: “Mahya uygulaması günümüzde Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından İstanbul Valiliği ve İstanbul
Müftülüğü denetiminde yapılıyor. Kurumsal olarak kazanan projelerin uygulanmasına yaklaşımları ne olur bilemiyoruz. Ancak
mahyacılığın da bir dönüşüm yaşayacağı
muhakkak. Bunun kurumsal zemini oluşmadan toplumsal zeminini oluşturduğumuzu düşünüyorum. İşin profesyoneli olan
100’e yakın kişi yarışma vesilesiyle mahya
konusunda düşünüp, öneriler geliştirmiş
oldu. Proje kapsamında geçen yıl “Göklere
Yazı Yazma Sanatı Mahya” adlı bir kitap
yayımladık ve oldukça da ilgi gördü. Bu
yıl da İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü
bünyesindeki Mahya Atölyesi’nin teknik
yenilemesi ve takviyesi yapıldı. Dolayısıyla
mahyanın bugünü ve geleceğine önemli bir
veri oluşturduğumuzu ve katkı sağladığımızı düşünüyorum. Kitaplar ve sergi ile
bu önerileri görünür kılmış olacağız. Ama
ödüllendirilen projelerden en azından
birinin uygulanmasını umut ediyorum”
diyerek açıklamada bulundu.
Mahya’da ilk 5
1. Hakan Karaman (1978), Mimar
2. Canan Dağdelen (1960), Sanatçı
3. Burak Gür (1986), Mimar
4. Seyfettin Kalaycıgil (1986), Mimar –
Selin Şentürk (1985), Mimar
5. Kaan Aşer (1987), Öğrenci – Mete Aşer
(1987), Öğrenci – Seyit Ali Güzel (1990),
Öğrenci
31/10/2010
07
Özlem Akın Tapçalap
[email protected]
KULLANICILARI TARAFINDAN TASARLANAN BİNA
Öğrencileri ve akademik kadrosu tarafından tasarlanan İzmir Ekonomi Üniversitesi
Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nin yeni eğitim binası Ekim ayı sonunda
kapılarını açtı. Bu sebeple düzenlenen bir dizi etkinlik, İzmir’i ilgi odağı yaptı.
20.10.2010 tarihinde, saat 20:10 da
İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEU), Balçova
kampüsünde, Güzel Sanatlar ve Tasarım
Fakültesi’nin yeni eğitim binasının açılış
töreni gerçekleşti. Mütevelli Heyet Başkanı
Ekrem Demirtaş’ın ve İEU Rektörü Prof.
Dr. Attila Sezgin’in açılış konuşmalarının
ardından kurdele kesimi ile başlayan
‘açılış partisi’, binanın bir tasarım
okuluna yakışır, yaratıcı mekanlarında,
farklı etkinlikler ile eğitim ve eğlenceyi
birleştirir bir şekilde, gece boyunca devam
etti. Fakülte üyeleri ve öğrencileri, sergiler,
multimedya gösterileri, enstalasyonlar,
müzik, oyunlar ve renk temalarıyla
hazırlanmış sofralar eşliğinde takım
çalışması ve yenilikci anlayışını, tasarım
ruhu ile birleştirerek, yeni mekanlarının
enerjisini ve aktif hayatını adeta
görselleştirdiler.
Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakülesi
Dekanı Tevfik Balcıoğlu’nun esas aldığı
‘Bütünleşik Tasarım Anlayışı’ile farklı
tasarım disiplinlerinden oluşan 5 bölüm,
bu anlayış doğrultusunda tasarlanan
binada, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin
10. eğitim yılında, bir çatı altında
birleşti. Tasarım eğitiminin ihtiyaçlarına
uygun olarak planlanan binanın
mimarisi evrensel tasarım standartlarını
uygulamada Türkiye’deki eğitim yapılarına
öncülük eder nitelikte.
Tek bir girişi olmayan yapı, açık avlusu,
kat açıklıkları, asma katları ile görsel
iletişimi vurgularken fakültenin eşitlikçi,
demokratik ve yenilikçi tasarım felsefesini
desteklemekte. Binanın şeffaf dış cephesi,
cam ve brüt beton uygulaması, doğal ve
geri dönüşümlü malzemelerin kullanımı
aynı anlayışın mimariye yansımaları.
İşbirliğinin ve takım çalışmasının ön
plana çıktığı fakülte eğitim anlayışı ile
farklı bölümler, bina içindeki mekanlarda
bir arada konumlandırıldı. Fakülte
üyeleri ve bölüm başkanlarının ofisleri
disiplinlerarası iletişime olanak verecek
şekilde yerleştirildi. Aynı anlayış ile stüdyo
ve atölye katlarında da tüm bölümlerin
entegrasyonunu sağlayacak şekilde kat
planları yapıldı ve bölümlere ait mekan
sınırları tanımlanmadan birbirleriyle,
sunum ve lobi alanları aracılığı ile içiçe
çalışmalarına olanak sağlandı. Birinci yıl
öğrencileri üst katta, geniş bir perspektif
içinde, ufukları açık bir şekilde şehri
görerek, ortak tasarım stüdyosunda
tüm disiplinler ile birarada eğitimlerine
başlamaktalar. Her yıl bir kat alta inerek,
uygulama ağırlıklı olan son yıllarını 1.
katda tamamlayıp, sembolik bir deyimle
‘ayakları yere basan tasarımcılar’
olarak üniversiteden ayrılmaktalar.
Bu yerleşim planı sayesinde hem alt
sınıfların merdivenlerden inerken üst
yıllarda yapılan projelere aşina olunması
sağlanmakta, hem de aynı katta bulunan
farklı bölümlerin birarada çalışmalarına
ve birbirlerinin proje sunumlarını
izlemelerine olanak verilmekte. Açıklık,
şeffaflık, görsel iletişim, eğitimin ve de
binanın ana temaları arasında yer alıyor.
Yeni yapının projesi, farklı uzmanlık
alanlarında çalışmalarına devam eden
fakülte mensupları ve öğrencilerin katılımı
ile tasarlandı. Bu süreçteki araştırma
ve çalışmalar, Türkiye’deki tasarım
eğitimi ve uygulamasında önemli bir
değişime örnek teşkil edecek nitelikte.
Mimari proje, üniversite bünyesinde
farklı tasarım aşamalarında biraraya
gelen üç ayrı grubunun ortak ürünü.
Mimarlık Bölümü öğretim üyelerinden
olan Michael E. Young, Özlem Akın ve
öğrencileri tarafından Ekotam (Ekonomi
Üniversitesi Tasarım Araştırma Merkezi)
kapsamında tasarlanan ve geliştirilen
projenin, uygulama detaylarını ve ihale
dokümanlarını yarı zamanlı öğretim
elemanlarından Erguvan Ünal ve Mahir
Ünal üstlendi. Uygulama projesi,
Üniversitenin Proje ve İnşaat müdürü
ve mimarı Hüsnü Alpan ve fakültenin
mimarlık bölümü mezunlarından Pelin
Doğan kontrolünde Kuryap İnşaat firması
tarafından hayata geçirildi. İç mekan
tasarımında çeşitli projeler, mobilya ve
görsel iletişim tasarımları, öğrenci ve
öğretim elemanlarının ortak çalışmasının
sonucunda ortaya çıktı. ‘Çorbada tuzunuz
olsun’ sloganı ile başlayan tasarım
çalışmaları, üniversite çalışanlarının
uyumlu işbirliği ve işbölümü sayesinde
keyifli bir sofraya dönüştü.
Açılış etkinlikleri çerçevesinde, simgesel
bu sofra, Mimarlık Bölümünün yeşil,
kırmızı ve beyaz temalı yiyecekleriyle
gerçek bir ziyafete dönüştü. İç Mimarlık
ve Çevre Tasarımı bölümünün ‘ağaçtan bir
elma kopar’ projesi, Endüstriyel Tasarım
Bölümünün ‘lüks hayat’ müzik performansı
görmeye değer etkinliklerlerden sadece
birkaç tanesi. Görsel İletişim Tasarım
bölümünün hazırladığı multimedya
gösterileri ile mekanlar renklendi ve
Moda Tasarımı Bölümünün enstelasyonu
aryalarla süslenince iyiden iyiye tarih
içinde bir gezinti şölenine dönüştü.
20/20 adını verdikleri sergi salonunda
gerçekleşen ‘Design School Design’ sergisi,
ODTÜ, Mimar Sinan, Kadir Has ve Bilgi
Üniversitelerinin mimarlık fakültelerini bir
çerçevede yanyana getiriyor.
Tasarımın yaşam kalitesini ve ürünün
değerini arttırdığı günümüzde, bu
yapı, detaylara verilen hassasiyet,
özgün tasarımları sayesinde eğitim
yapıları mimari standartlarını arttıran
nitelikte. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin,
yeni eğitim binası, çağdaş, yenilikçi,
demokratik İzmir’e yakışır bir tasarım
merkezi olabilecek mimari nitelikleri ile
görsel olduğu kadar, eğitim ve çalışma
anlayışı ile de kültürel bir kazanım oldu.
Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi ile içindeki etkinlikleri.
08
Şanel Şan
[email protected]
VE KAZANAN
ŞEKERLE BESLENEN SALYANGOZ!
2050’nin yaşamı için geliştirilen yeni çözümler Electrolux Design Lab’de yarıştı.
Gözleri üzerine toplayan yarışmanın galibi Yuriy Dmitriev oldu.
Bu yıl sekizincisi gerçekleşen Electrolux
Design Lab, geleceğin yaşam alanları için
yaratıcı çözüm önerilerine odaklanıyordu.
Birleşmiş Milletler’in araştırmalarından
yola çıkan Design Lab 2010, endüstriyel
tasarım bölümü öğrencilerini ve ilgili
bölümlerden yeni mezun olanları dünya
nüfusunun yüzde 74’ünün şehirlerde
yaşayacağı 2050 yılının evleri için yiyecek
hazırlama, saklama, çamaşır ve bulaşık
yıkama çözümleri üretmeye davet etti.
50’yi aşkın ülkeden bin 300’den fazla
katılım sağlanan yarışmada yarışmacılara
verilen brief çevreci, zamana ve mekâna
uygun, kişileştirilebilen ev aletleri
tasarlamak üzerine kuruluydu.
Hintli tasarım enstitüsü öğrencisi Peter
Alwin’in Snail (Salyangoz) adını verdiği
mikro indüksiyonlu ısıtıcıyla birinci
olduğu Design Lab 2010’un kazananlarını
INEKEHANS/ARNHEM tasarım ofisinin
kurucusu Ineke Hans, 2010 Britanya
de kazanan Bio Robot, Rus tasarımcı
Dmitriev’e iki mutluluğu aynı anda yaşattı.
Tasarım Ödülüleri’nde yılın tasarımı
ödülüne sahip olan Benjamin Hubert,
BarberOsgerby’in Stüdyo Müdürü Jon
Marshall ve Electrolux Global Tasarım
Başkan Yardımcısı Henrik Otto’dan oluşan
jüri belirledi.
İngiltere’nin önemli tasarım ve mimari
etkinliklerinden olan 100% Design
London’da gerçekleşen finallerde Rus
yarışmacı Yuriy Dmitriev, Bio Robot isimli
buzdolabıyla ikinci olurken Amerikalı
genç tasarımcı Matthew Gilbride da
Elements Modular Kitchen’la (Modüler
Mutfak Ekipmanı) üçüncülüğe hak kazandı.
Yarışmanın birincisi 5000 Avro para
ödülünün yanı sıra Electrolux Global
Tasarım Merkezi’nde 6 ay ücretli staj
imkanı, ikinci olan Bio Robot’un tasarımcısı
Yuriy Dmitriev 3000 Avro, üçüncü
Matthew Gilbride ise Elements Modular
Kitchen’la 2000 Avro para ödülünün
sahibi oldu. Online oylamayla “People’s
Choice Award” (Halkın Seçimi Ödülülü)’nü
Halkın seçimi kategorisinde ise finale
kalan isimler şöyle: Bio Robot Buzdolabı,
Havalı, Çevreci, Yiyecek Muhafızı ve
tasarımcısı Yuriy Dmitriev, The Kitchen
Hideaway (Gizli Mutfak ve tasarımcısı
Daniel Dobrogorsky, Clean Closet (Temiz
Gardırop) ve tasarımcısı Michael Edenius,
Dismount Washer (Demonte Çamaşır
Makinesi) ve tasarımcısı Lichen Guo,
External Refrigerator (Harici Buzdolabı)
ve tasarımcısı Nicolas Hubert, Eco Cleaner
(Eko Temizleyici).
Portatif bir ısıtıcı ve pişirici olan Snail,
manyetik indüksiyon sistemiyle çalışıyor.
Isıtacağınız malzemeye göre bir tavaya,
cezveye ya da fincana yapıştırılıyor. Yüksek
kapasiteli şeker kristali bataryasıyla çalışan
portatif pişirici, şekerden elde ettiği enerjiyle bobini ısıtarak manyetik indüksiyon
işlemini yönetiyor.
Özlem Devrim
[email protected]
PROMOSYON SEKTÖRÜNDEN DAVETİYE
ETMK İstanbul Şubesi ve Promotürk Derneği tarafından 25. Uluslararası Promosyon
Fuarı’nda temelleri atılan “Promosyon Ürünleri Tasarım Yarışması” başlıyor.
2010 Eylül ayında gerçekleşen
Uluslararası Promosyon Fuarında, ETMK
İstanbul Şubesi başkanlığında, Promotürk
Derneği Başkanı Ahmet Özdem’ in daveti
ve Promotürk dernek yönetim desteğiyle,
küratörlüğünü Işık Gençoğlu’nun yaptığı
“İyi, Yeni, Doğru ve Güzel” konseptli
bir sergi düzenlendi. Sergi ile birlikte,
Promosyon Fuarı kapsamında ilk kez
gerçekleşen ve promosyon sektörü
temsilcilerini ve Endüstri Ürünleri
Tasarımcılarını bir araya getiren bir panel
de gerçekleşti ve bu panelde yarışmanın
basın duyurusu yapıldı. Tüm bu gelişmeler
doğrultusunda, Promotürk Derneği ve
ETMK İstanbul Şube arasındaki görüşmeler
sonucu planlanan yarışmanın salt ödülkutlama sistemi ile sınırlı kalmayıp,
uluslararası arenada Türk endüstriyel
tasarımcısının tanıtımına yönelik bir proje
haline getirilmesi kararı alındı. Bu önemli
karar doğrultusunda projenin, 2010
senesinde Türkiye’nin 4. büyük katılımcı
ülke olarak yer aldığı PSI-Promotional
Product Service Institute Fuarı 2011
katılımı için çalışmalar başlatıldı.
“Promosyon Ürünleri Tasarım
Yarışması”nda dereceye giren ilk 10
tasarım ETMK İstanbul Şube ve Promotürk
Derneği işbirliği ve desteğiyle ile PSI
Düsseldorf Uluslararası Promosyon
Fuarı’nda sergilenecek. 12-14 Ocak 2011
tarihleri arasında gerçekleşecek fuarda
yarışma projelerinin sergilenmesi için
özel bir alan oluşturulacak. “Promosyon
Ürünleri Tasarım Yarışması” sergisi
yanı sıra PSI fuarında bir etkinlik daha
planlandı. “İyi, Yeni, Doğru ve Güzel”
konseptli sergi yine Promotürk Derneği
desteğiyle PSI Fuarına götürülecek. Eylül
ayında Uluslararası Promosyon Fuarı’ nda
15 katılımcının ürünleriyle gerçekleşen
serginin PSI fuarında daha kapsamlı
olması planlanıyor. “İyi, Yeni, Doğru
ve Güzel” sergisinin küratörlüğü Işık
Gençoğlu tarafından yapılacak. Detaylı
bilgi için; www.promoturk.org
31/10/2010
09
Aylin Sayek
[email protected]
TASARIM TADINDA KAHVE
Illy’nin tasarım hikayesinin fincandan sergiye pek çok ürünü var. Ekim ayında
Nişantaşında (da) açılan gezici platform Galleri Illy, bunların en önemlilerinden.
Kahve ve sanat ikilisini düşününce,
aklınıza sadece cappucinonuzun
üzerindeki köpükte baristanızın
hünerlerini gösteren çiçek şekilleri geliyor
olabilir. Oysa ki içtiğiniz kahve fincanı
dünyaca ünlü bir tasarımcı tarafından
tasarlanmış, icinde oturduğunuz cafeyi
hayal edip gerçekleştiren bir mimar
var ve tüm dedikodularınıza şahit olan
kahvenin tarladan fincanınıza yolculuğu
da aslına bakarsanız sanat ve tasarım
dolu. Şöyle başlayalım: Dünyanın en
ünlü kahve markalarından illy icin kahve,
5 duyuyu da doyurmalı. Espressonun
önce görüntüsü, yani rengi, üzerindeki
kremasının yoğunluğu… Sonra kokusu.
(Kahvenin icinde 10 binden fazla aroma
var!)Ardından içimi… Öncelikle diliniz
kadifemsi dokusunu anlayacak, acıyla tatlı
arasında doğru yerde duracak espresso...
Bıraktığı tadın ‘rafine, zengin ve tutarlı’
olması gerek diyor espresso uzmanları,
cünkü illy’e gore iyi bir espresso tadımında
“ağızda kalan lezzet” cok önemli.
Bütün bunları icinde tutan fincan ise
kahve kültürünün görsellik kısmının en
önemli bileşeni. Üzerinde ünlü kırmızı
kare illy logosu, yuvarlak kulbu ve -kahveyi
sıcak tutarken dudakları yakmayan“gerektiği kadar kalın olmasıyla” tanınan
o ikonik illy fincanını 1992’de ünlü
Italyan mimar/tasarımcı Matteo Thun
tasarlamış. illy’nin güzellik, kalite ve
çağdaş sanat dünyasına olan bağlılığı
Thun’un ünlü fincanının bir araç olarak
kullanıldığı illy Art Collection serisine
ilham vermiş. Hersey 1992’de, “Arts and
Crafts” adı verilen ilk illy art collection
serisiyle başlamış. Illy Art Collection,
sanatı müzeler, sergiler ve galerilerin
dışına çıkarıp, günlük hayatımıza sokarak
kahve molasını zenginleştiren bir unsur
haline getirmeyi ve sanatla kahveyi bir
fincanda buluşturmayı amaçlamış. Fincan,
günümüze dek aralarında Jeff Koons,
Atelier Van Lieshout, Marina Abramovic,
Michelangelo Pistoletto ve James
Rosenquist gibi dünyaca ünlü sanatçıların
da bulunduğu 70’den
fazla ünlü ismin yorumladığı bir
‘tuval’ haline gelmiş. Tanınmış ve
‘gelecek vaadeden’ sanatçıların yanı sıra
efsanevi film yapımcıları Federico
Fellini ve Francis Ford Coppola ile
müzisyen David Byrne gibi isimler de
illy’den ilham alarak bu ünlü koleksiyonda
yerlerini almışlar. Yılda sadece iki kez
yaratılan bu çok özel serinin, bugün
dünya üzerinde pek çok koleksiyoneri
bulunduğunu söylemeden geçmemek
gerek.
Illy’nin sanat ve tasarıma bağlılığı bu 30
ml’lik küçük fincanla bitmiyor tabii. Illy’nin
dört fırça darbesi ile yazılmış ünlü kırmızı
kare logosu pop-art’in oncülerinden
James Rosenquist tarafından 1996 yılında
tasarlanmış. Sonra, ‘kahve fincanda biter
ama kahve tarlalarında başlar’ denmiş
ve halka kahve üreticilerinin katkılarını
halka göstermek için 2003 yılında ünlü
fotoğrafçı Sebastião Salgado’nun çektiği
fotoğraflardan olusan “In Principio”
projesi baslamıs. Brezilya, Hindistan,
Etiyopya, Guatemala ve Kolombiya’da
cekilen fotograflarla baslayan sanat
projesi, diğer kahve üreticisi ülkelerle
devam ediyor ve tüm dünyada
sergileniyor.
illy’nin en önemli sanat projesi Galleria
illy, ise New York, Milano, Trieste ve
Berlin’den sonra dünyada beşinci kez
geçtiğimiz ay İstanbul’da gerçekleşti.
Galeri Işık Teşvikiye’de, 2-23 Ekim 2010
tarihleri arasında düzenlenen Galleria
illy sanat, edebiyat, tasarımın yaratıcı
yıldızlarını geniş kitlelerle buluşturan,
gezici bir platform. ’Başlı başına bir sanat
eseri’ olarak tanımlanan ve dünyaca ünlü
çağdaş sanatçı Alman Tobias Rehberger,
Istanbul’daki etkinliğe özel olarak, Galeri
Işık Teşvikiye’yi Türkiye’de ilk defa `içinde
gezilebilir bir sanat eserine` dönüştürdü.
’Everything happens for a reason’ –
`Herşeyin bir sebebi var` sloganıyla
düzenlenen Galleria illy’nin gerçekle optik
yanılgıların arasındaki sınırları yok eden
geometrik şekillerin oluşturduğu özel
mekan tasarımı, Altın Aslan ödülü sahibi
Tobias Rehberger’e ait. Bu olağanüstü
mekanın odak noktası, kültür ve kahveyi
büyük uyum içerisinde harmanlayan bir
espresso bar. Etkinlik şimdiye dek, ünlü
film yönetmeni Julian Schnabel’den çağdaş
sanatçı Marina Abramovic’e, tasarımcı
Ron Arad’dan mimar Matteo Thun’a
kadar pek çok farklı alandan yaratıcı ismi
ağırladı. İstanbul ayağı ise ünlü İspanyol
tasarımcı Marti Guixe, Magnum Photos
fotoğrafçılarından Harry Gruyaert, İtalyan
mimar/tasarımcı Aldo Cibic, Vogue Türkiye
Genel Yayın Yönetmeni Seda Domaniç,
maybedesign kurucu ortaklarından
tasarımcı Erdem Akan ve Dirty Cheap
Creative kurucusu yönetmen,
yapımcı ve yeni medya stratejisti Ali
Yorgancıoglu’nu ağırladı. Üç hafta
boyunca açık kalan Galleria illy’de
ziyaretçiler Universita del Caffe’nın
baristaları tarafından verilen kahve
derslerine de katıldılar. Illy’nin dergisi
illywords’ün Galleria illy’de lanse
edilen son sayısında ise İstanbul
Bilgi Üniversitesi’nin öğrencilerinin
çalışmalarına yer verildi.
Galleria Illy ve tasarımcısı Tobias
Rehberger.
10
Umut Kart
[email protected]
‘DÜŞÜN VE ÇİZME!’
Yemek tasarımının -yemek pişirmeyen- ünlü ismi Marti Guixe sıradışı bakış açısını
İstanbul’da, Galleria Illy’de yaptığı konuşmada paylaştı.
New York Times’da bir makalede
konsept tasarımcı olarak kendinizi
“yeniden keşfettiğiniz” bir dönemden
bahsediliyordu. Öncesinde ve sonrasında
neler değişti?
Benim için buradaki durum da ürün
tasarlamak; sadece ürünler yenebilir
o kadar. Dolayısıyla büyük bir fark
yarattığını zannetmiyorum.
Bir tasarımcı için “yenebilir” ürün
yapmak motivasyon sebebi mi?
Yazıyı tam olarak hatırlamıyorum ama
sanırım şunu kastediyor: 5 yıl kadar
tasarımcı olarak çalıştıktan sonra
ürünlerin kültürleri hakkında yeniden
düşünmeye başladım. 1997’de, daha yeni
bir yaklaşımla işe yeniden koyuldum.
Daha algısal... Daha az “resmi”, daha çok
fikirlerle ve konseptlerle ilgili!
Olabilir... Plastik bir sandalye
tasarlıyorsanız mesela, onu plastik
mühendisiyle beraber yürütürsünüz.
Eğer yenebilir bir ürün yapacaksanız,
çalıştığınız kişi bir şef olur.
Tasarım ekibiniz nasıl peki? Orada da
şefler olduğunu varsayabilir miyiz?
Bu, yaptıklarınızı tasarımdan daha çok
sanata mı yaklaştırdı?
Finlandiya’dan bir şefle işbirliği
yapıyorum. Birlikte güzel çalıştığım
biri. Şeflerle bazen zor olabiliyor; çünkü
gastronominin ötesindeki fikirlere açık
olmaları gerekiyor.
Bilmiyorum; tam olarak sanat değil.
Sonuçlara dokunan ürünlerle, malzeme
kültürünü yeniden düşünmekle ilgili; ki bu
da tasarıma yaklaştırıyor. Evet doğru, bu
ürünler pazardan önce sanat galerilerinde
sergilenmek üzere yapıldılar. Bir açıdan,
tasarımla sanat arasındaki köprüyü
geçiyor.
Türk yemeklerini deneme fırsatınız
oldu mu? Hayli geleneksel olduğunu
söyleyebilirim...
İşleriniz “eleştirel tasarım” olarak
kategorize ediliyor.Bu tanım hakkında
ne düşünüyorsnuz?
Evet tabii. Geleneksel yemekleri oldukça
ilginç buluyorum açıkçası. Küçük şeyler,
parmağınla yiyebileceğin falan...
Bir ara da “anti-designer” dediler bana...
Ben ise ex-designer’ı yeğliyorum. Tasarıma
sınırlar olmadan bakmak anlamına geliyor
bence.
Aslında tasarım ve Türk yemekleri
ilişkisine bakıldığında, sokak yemekleri
kısmı da ilginizi çekebilir?
Bu aslında pek çok tasarımcının amacı;
nasıl başarıyorsunuz?
Çok kolay değil, yıllarımı aldı. Bir noktada
herşey değişmişti; yaşam biçimimiz,
ilteşimimiz. Öyleyse ürünün ya da algının
da değişmesi gerekiyordu. Bu açıdan,
daha “güncel” diyebileceğim bir şekilde
görmeye ve öyle yaşamaya başladım.
Sizi yemek tasarımına yaklaştıran ne
oldu peki?
Gerçekten ilginç bir hikaye. 1995’ti...
Seri üretimle çok ilgiliydim. Farkettim
ki en çok seri üretilen şey yemek. Ama
kimse yemeği obje olarak görmüyor.
Ben de bunu yapmaya başladım; yani
yediğimiz şeylere obje gözüyle bakmaya!
Bir objeniz varsa onu ürün tasarımı
parametreleriyle ele alabilirsiniz.
Kullanılabilirlik, ergonomi...
Yemek tasarımında ergonomiyi nasıl ele
alacağız peki? Yutması, çiğnemesi kolay
olandan mı bahsedeceğiz?
Mesela şu anda kahve içiyorsun... Kahve,
MARTI GUIXE KİMDİR?
Barselona’da iç mimarlık, Milano’da ise endüstriyel tasarım okuyan Guixe’in
ürünleri Moma, Centre Georges Pompidou gibi dünyanın en önemli müze ve galerilerinde sergilendi. Alessi, Camper, Vitra gibi markalara yaptığı tasarımların
yanısıra, Droog Design’la yaptığı çalışma ve aldığı Design Plus ödülüyle de.
geçmişteki alışkanlıklara göre tasarlanmış.
Oysa, şu anda, günümüzde bir köşede
oturmuş, kayıt cihazını tutarken farklı
bir ergonomi anlayışının gerektiğini
söyleyebiliriz.
Bu durumda kahvenin kendisinden
değil, fincandan bahsediyoruz anladığım
kadarıyla?
Evet ama konu, neden kahve içtiğinle
de alakalı... Yani, sadece ritüellerle
mi ilgili kahve içişin yoksa kafeine mi
ihtiyacın var? Kafein ihtiyacı hapla da
karşılanabilir... Ritüelse mesele, daha
sofistike olabilir.
Yemek tasarımı konusunda edindiğiniz
deneyim sizin diğer alanlardaki bakış
açınızı nasıl etkiledi dersiniz?
Evet bu da önemli; her yerde telefon
açabiliyorsan, her yerde de
yiyebilmelisin aslında. Bu sebeple
sokak yemeklerini ilginç buluyorum.
Barselona’da ise sokak yemekleri yasak...
Okulda öğrenip, profesyonel hayatta
doğru olmadığını farkettiğiniz birşey
oldu mu?
Ben akademik öğretileri kırma
uzmanıyım. Toplum çok değişti...
Post –endüstriyel değil, ex-endüstriyel
toplumdan bahsediyoruz. Üretim
çok fazla şey ifade etmiyor; algı önemli.
Fikirler, konseptler... Katmanlar var...
Tek malzeme, tek şekil değil; anlamı,
içeriği, pazara nasıl sürüldüğü .. Çok
karmaşık! Aslolan bu karmaşayla
uğraşmak. Okula 80’lerde gittim.
Bilgisayarın olmadığı, internetin
olmadığı... Zor olan güzel birşey çizmek ve
pazara koymaktı. Oysa bunun bir değeri
yok artık.
Peki bugünün öğrencilerine ilk
öğreteceğiniz ne olurdu?
“Sadece düşünün, ve çizmeyin!” derdim...
31/10/2010
11
Emine Merdim Yılmaz
[email protected]
ARKİTERA, EN İYİ
İÇ MEKANLARI SEÇTİ
Arkitera’nın yeni yarışması Intera İç Mekan Ödülleri ne
zamandır bekleniyordu. Geçtiğimiz ay sonuçlanan yarışmanın
kazananları toplam 70 proje arasından seçildi.
Arkitera Mimarlık Merkezi tarafından bu
yıl itibariyle İntera İç Mekan Ödülleri
adında yeni bir ödül hayata geçirildi. İç
mekan tasarımlarının değerlendirildiği
ödülün seçici kurulu Aziz Sarıyer, Hasan
Mingü, Faruk Malhan, Melda Narmanlı
Çimen, Meltem Eti Proto, Senem Onur ve
Yıldırım Kocacıklıoğlu’ndan oluşuyordu.
“Konutlar”, “Eğlence, Yeme-İçme ve
Kültürel Mekanlar”, “Ticari Mekanlar”,
“Ofis Mekanları” ve “Konaklama
Mekanları” olmak üzere 5 ayrı kategoride
düzenlenen ödülün değerlendirme
kriterleri “fonksiyona uygunluk”, “formfonksiyon ilişkisi”, “estetik bütünlük,
uyum”, “konsept” ve “uygulama kalitesi’’
olarak belirlendi.
Konut Kategorisi
“Kempinski Bellevue Residence”
TO Stüdyo tarafından tasarlanan
Kempinski Bellevue Residence 210
metrekarelik bir konut projesi. Konut
içerisinde yer alan tüm mekanik ve
altyapısal düzen, duvar, tavan ve zemin
ilişkileri, malzeme geçişleri, kapı detayları
gibi temel elemanlar bir derz sistemi
üzerinde kurulmuş. Bu sistem detay
çözümlemeleriyle mekanın bütününe,
sessizce ve kullanıcısına kendini
göstermeden yayılıyor.
Eğlence, Yeme-İçme ve Kültürel
Mekanlar Kategorisi
“11:11 Restoran - Bar”
Uras Dilekci Mimarlık tarafından
tasarlanan 11:11 İstanbul gece hayatı
için yeni bir çekim alanı oluşturuyor.
Tepebaşı’nda eski bir yapının zemin
katında yer alan proje, tasarlanmış kabuk
strüktürün mekanın içine uygulanması
olarak görülebilir. Blaise Pascal’ın Sayı
Üçgeni, kabuk tasarımının omurgasını
oluşturuyor.
Ticari Mekanlar Kategorisi “MARS
ATHLETIC CLUB (Bebeköy)”
Uras Dilekci Mimarlık tarafından
tasarlanan spor klubü Bebek’de bulunuyor.
MAC, eski bir Fransız yetimhanesinin
restorasyonu ve dönüştürülmesi
projesinin bir parçası... Spor merkezinin
geniş cephesi, bahçe ile bütünleşiyor ve
gün ışığına açılıyor. Mekanın içindeki
malzemeler, dönüştürülmüş ürünlerden
seçilmiş. Bu malzemelerin yalın kullanımı
ve ışık, mekanın genel duygusunu ortaya
çıkarıyor.
Ofis Mekanları Kategorisi
“P Blok”
Proje, Maslak’ taki 450 m² taban alanlı
8 m iç yüksekliğe sahip hangar binasını
fotoğraf ve prodüksiyon stüdyosuna
çevirmek üzere, ofis fonksiyonlarını da
içerecek şekilde İglo Mimarlık tarafından
tasarlandı.
Sınırlı bir bütçe içerisinde tamamlanması
gereken projede çıkış noktası ekonomik
çözümlerle çekici bir atmosfer ve ferah
mekanlar yaratmaktı. Eski cephe yalnızca
boya ile dönüştürüldü. Mevcut girişteki
rampa ve kepenk korunarak araba gibi
büyük ölçekli çekimler için düzenlendi.
Yaya girişi için sağda düzenlenen
resepsiyon bölümüne yeni bir giriş
eklendi. Giriş tarafında üstte 2 ilave kat
oluşturularak ofisler ve post prodüksiyon
bölümleri üst katlara yerleştirildi.
Arka bölümde ise tüm kat yüksekliğini
kullanarak iki adet stüdyo oluşturuldu.
Konaklama Kategorisi
“Radisson SAS Oteli Lobisi”
Havalimanına ve fuar alanlarına yakınlığı
sebebiyle otel kimliğini daha çok iş
dünyası üzerine Radisson SAS Oteli
lobi yenileme projesi, işlev ile estetik
ilişkisini bu kimliği farklı bir bakış açısıyla
güçlendirecek şekilde kurmayı amaçlıyor.
1.400 metrekarelik lobi alanı, aydınlık
bir atriyum çevresinde kurgulanan
bar, resepsiyon, business center, tütün
mağazası, tuvaletler ve banket satış
ofislerinden oluşuyor.
Mansiyon Ödülü
“Esse Container”
Bukalemun Tasarım tarafından
tasarlanan 212 Alışveriş Merkezi’ndeki
Esse Container’deki ana fikir konteynerler.
Konteynerleri mağaza boşluğu
içinde başka hacimler odacıklar
yaratmak için kullanılmış. Konteynerler
mümkün olduğunca orijinal halleri
ile kullanılmış. Kimi yerde kapakları
sökülmüş, mağaza değo kapısı veya
separatör olmuş.
12
RADİKAL’İN ‘RAD
A. Selim
Tuncer
Radikal Gazetesi, tabloid boy seçiminde Türkiye için doğru zamanı ya
hız kazanan yayıncılıktaki değişim, bu “kararı” haklı çıkaracak mı?
kaldırmaya yetecek mi? Grafik tasarım dünyasının önde gelen isim
(Reklamcı)
Metro ulaşımı birkaç
yüz
kilometreye bile ulaşmayan bir ülkede
tabloid gazete yapmak doğru muydu? Bu,
bir anlamda içeriğin uzamını daraltmak
anlamına gelebilir. Tabloid tercihinin,
geniş ufuklu alanlara alışmış okur için bir
sıkıntı yaratacağını, ayrıca küçük ebadın
rekabetçi ortamda itibar açısından da
zararlı olacağını düşünüyorum. Türkiye’de
tabloid boy gazete denemelerinin şimdiye
kadar hep başarısızlıkla sonuçlanmış
olmasını bu duyguya bağlayabilir miyiz,
bilmiyorum. Bu gazetelerin kısa süreli
denemelerden sonra kategorinin boyut
alışkanlıklarına dönüş yapmaları bu
yöndeki şüphelerimi artırıyor doğrusu...
Ebadın küçülmesi bazı kolaylıklar sağlasa
bile, bununla bağlantılı olarak sayfa
sayısının artması, sürekli sayfa çevirme
yorgunluğu ve bağlamın zihnen dağılması
sonuçlarını doğurabilmektedir. Gazetenin
raftaki manşet ve manşet üstü etkilerinin
ciddi olarak zayıflaması da ayrı bir
sorundur. Radikal’in, başta grafik tasarım
Umut
Südüak
(Tasarımcı)
Radikal gazetesi
sanıyorum fiziksel
boyut değişikliği ile birlikte kendi
duruşunu da değiştirme kararı almış. Bu
karar bilinçli bir editoryal duruş da olabilir
kuşkusuz. Tabloid boyutun verdiği fiziksel
ölçüler bağlamında tasarımın da etkisiyle
gazete, gazete eki gibi durma tehlikesinden
kurtulamamış. Bu anlayışı destekleyen bazı
veriler öncelikli olarak içindekiler sayfa
bilgisiyle daha da netleşmiş. Bir de tabii ki
her sayfada tek bir ana haberin yerleşmesi
ve diğer sayfalara haberin devamının
olmayışı da bu etkenlerden. Başlıkların
hep sol üst taraflarda kalıp, parça parça bir
yapı oluşturması da süreklilik konusunda
gazete mantığını zayıflatmış. Gazetede
kullanılan yazı karakterinin yapısı ve harf
büyüklüğünden dolayı popüler bir durum
yaratılmaya çalışılmış.
İlhan Bilge
(Tasarımcı)
Tabloid boyuta
geçmek, bir günlük
gazete için gerçekten de
radikal bir karar. Radikal’in bu değişiklikle
büyük bir risk aldığını düşünüyorum.
Bu değişimin tasarım sorumluluğu bana
verilseydi, tek hedefe odaklanırdım:
‘gazete eki’ algısından uzaklaşmaya.
Çünkü Türk okuru, tabloid boyutu gazete
eklerinden tanıyor ve gazeteler, genellikle
ekleri için satın alınmaz; ekler, okuyucuya,
her sayfasına bakma zorunluluğu
hissettirmez. Gördüğüm kadarıyla
Radikal’in yeni tasarımında, dediğimin
tam tersi hedeflenmiş. Büyük başlıklar,
büyük fotoğraflar ve illüstrasyonlar, her bir
sayfayı, okumak yerine göz atıp çevirme
isteği uyandırdı bende. Öte yandan, köşe
yazılarını da haberlerden ayırt etmekte
zorlandım. Radikal’i bir fikir gazetesi
kimliğinden uzaklaştırmamak için; daha az
renk, daha küçük başlık, daha az ve küçük
görseller kullanılmalıydı. Bunlar, gazeteyi
kimileri için daha sıkıcı hale getirebilirdi
ama ‘magazin eki’ gibi görünme ihtimali,
daha korkutucu. Tabloid’in, ev dışında
okuma kolaylığı sağladığı doğrudur ve
umarım bu riski almaya değecek sonuçlar
verir.
Eray Makal
(Tasarımcı)
Aydan Çelik
(Çizer)
Radikal yeni
tasarımını sokağa
daha yakın diye
konumlandırmış.
Akşama kadar sokak sokak dolaşan
babamdan rica ettim. Pazar günü ilk
sayıyı o aldı. “Radikal’in kendisi kalmamış
mecmuasını verdiler” diye geldi. Şaka bir
yana, ilk günler ben de yadırgadım yeni
boyutu. Guardian’a benzeten, metroda
okumanın zevkine değinen arkadaşlarıma
cevabım hazırdı: “İyi de bizim metromuz
Londra kadar uzun değil ki!” Ama giderek
alışmaya başladım. Gazete de alışacak bu
yeni boyuta sanki.
Amaç gazeteyi
“magazin”
kıvamına getirmekse
yeni Radikal bunu
başarmaktadır. Vuruş sayısı az olan
metinler, sayfaları hareketlendirmek adına
kullanılan bol ve gereksiz dekupeler, her
sayfada bolca kullanılan kutu mantığı
gazetenin “light” gözükmesini yeterince
sağlamaktadır. Bu, genel okuyucu kitlesini
hafifleştirme operasyonudur. Editörler
kadrosu bunu istiyor, reklamcı bunu sever
diyorlarsa söylenecek fazla bir şey yok. Bu
nitelikler içinde tipografi kullanımı, sayfa
ızgara kullanımı, fotoğraf kullanımı, tabloid
boyut, haber hiyerarşişi, gözün sayfayı
taraması, sayfaların art arda akışkanlığı
gibi gazetenin temel taşlarının tartışıldığını
hiç zannetmiyorum. “Aman sıkıcı bi gazete
olmasın”, ana kural olarak direksiyona
geçmiş bulunmakta!
Emre Senan
(Tasarımcı)
Radikal gazetesindeki
değişiklik salt tasarıma
dair bir değişiklik değil,
sadece öyle olduğu düşünülürse ortada
temiz pak bir ürün olduğu söylenebilir.
Ancak değişiklik daha kapsamlı ve ben
ciddi bir avans verilmesi gerektiğini
düşünüyorum. Günlük dergi olmaktan
günlük gazete olmaya doğru geliştikçe,
yeni boyutun ve tasarımın kimileri için
yadırgatıcı olması önemsiz olacak. Günlük
basında bu boy denenmeliydi, iyi oldu,
umarım gelişerek yaşatılabilir.
31/10/2010
13
DİKAL’ DEĞİŞİMİ!
akalamış olabilir mi? İnternetle başlayan ve i-Pad benzeri cihazlarla
Daha da önemlisi, yeni tasarımı, tabloid boyun önündeki engelleri
mleri günlerdir gündemi meşgul eden değişimi değerlendirdi.
Bülent Erkmen
(Tasarımcı)
Oturduğumuz yerde,
elimizde tuttuğumuz bir
metni ortalama 30–40 cm’lik
bir uzaklıktan okuruz. Bu elimizde
tuttuğumuz “şey”, sayfa boyutu 15x21 cm
olan bir kitap da olsa, sayfa boyutu 24x30
cm olan bir dergi de olsa, ya da sayfa
boyutu 40x55 cm olan bir gazete de olsa
bu okuma mesafesi değişmez.
Kitap–dergi boyutları bu okuma uzaklığına
daha uygun. Gazeteyi daha uzaktan
göre okumadığımıza gore 30–40 cm’lik
uzaklık için 40x55 cm’lik gazete boyutunu
kitap-dergi boyutuna indirmeye çalışırız.
Katlarız, kıvırırız yani boyutu küçültürüz.
Ama rahat okumak için boyutunu
küçülttüğümüz gazetenin, bir diğer
sayfasına geçmek için, küçülttüğümüz
gazeteyi tekrar büyültür, bir sonraki
sayfaya geçer, elimizin tersiyle ortasına
vurur, kıvırır, iki elimizle yatay tabloid
boyutta okuruz, ya da bir kere daha kıvırıp
dergi boyutuna indiririz. Eğer gazete
okuma (gazete bakma değil!) “müptelası”
iseniz gazeteyi uzunluğuna ikiye katlar
sonra ortadan kıvırarak tekrar küçültür,
oturduğunuz koltuğa biraz daha yerleşir,
diğer elimizdeki çayı yudumlarken
Yeşim
Demir
(Tasarımcı, GMK
Yön. Kur. Bşk.)
Ömer Durmaz
(Tasarımcı)
Geçmişte tabloid
boyla ilgili ne hesaplar
döndü, nasıl çıktı, yayıldı,
kimler nasıl kullandı gibi önyargıları
bir kenara bırakırsak ve önümüzdeki
yılların teknolojik gelişmelerinin,
yayıncılığı, dolayısıyla tasarımı nasıl
şekillendireceğine odaklanırsak, tabloid
boyun anaakım medya için belki de
kaçınılmaz olduğunu düşünebiliriz. Bu
anlamda Radikal doğru bir zamanlama
yakalamış olabilir; ancak rüzgârı arkasına
alması da şart. (Kendisini takip eden başka
gazeteler olursa işi kolaylaşabilir
de.) Yeni tasarımı, tabloid boyun
önündeki kullanıcı deneyimlerine
bağlı önyargıları aşacak güçte
görünmüyor. Evet, tasarım kokuyor,
taze görünüyor, ancak belli ki işin
tipografik mühendislik kısmı biraz aceleye
getirilmiş. Yine de kendi adıma sabırlıyım,
bu deneyimi destekliyorum, sonuçlarını
merakla takip ediyorum. Farklı boyutla,
farklı seslerin ilişkisine de bakmak gerek;
zarf ve mazruf ilişkisi de sürecin kaderini
belirleyecek gibi görünüyor. Umarım
bir gün, gazetelerin web sitelerinin de
tasarımını konuşabiliriz! Ya da artık
hepsinin bir bütün olduğunu kavrarız!
Yeni tasarımı, içerikten
bağımsız düşünmek olanaksız. Yapı
küçüldükçe ona doğal olarak yaklaşırız,
tüm unsurların ilişkilerini daha yakından
algılarız. Bu ilişikiler arasında pozitifler
kadar negatif alanların da katkısı vardır.
Boyut farklı olabilir; ama tasarım unsurları,
bu boyut ve gerektirdiği fiziksel ilişkiler
gözetilerek kurgulanmalı. İyi bir yazı
ailesi seçilmiş ama sayfa disiplinlerinde,
algı sıralamalarında, büyüklüklerde
nefes nefese bir hal var. Bu, metne
konsantrasyonu da azaltıyor. Ve içerik
kendiliğinden zayıflamış oluyor. Türkiye’de
hep ‘okunmadığından’ yakınırız. Okumuyor
diye görüneni kalabalıklaştırır, sesini
yükseltiriz. Okurun gün boyunca aklında
kalması gereken fısıltıların yerini, bir
uğultu almamalı.
gazeteyi tuttuğunuz tek elinizle
köşe yazarınızı okursunuz.
Büyük boy gazete okuma
hali, işte bu tür gazete okuma
ritüelleri geliştirir ve gazeteyi
büyük boyda okuma alışkanlıkları
yaratır.
Okuma alışkanlığının sınırlı olduğu
toplumlarda “gazete” budur, bu boyut
“gazete”dir. Yani içerik hafifliğini/
ağırlığını dikkate almazsak (ki almalıyız)
boyutla tiraj arasında bir doğru orantı
görürürüz. Türkiye’de dergi gazeteden,
kitap dergiden daha az satar.Bildiğim
kadarıyla Türkiye’deki tüm tabloid
teşebbüslerinin sonuçları olumsuz oldu.
Bir de unutmamak lazım, büyük boy gazete
eklerinin genellikle tabloid boyutta olması,
bu okur profili için tabloidi bir ikincil
unsur olarak konumlandırma alışkanlığı
yaratmış olabilir.Radikal’in sınırlı
sayıdaki okurunun, okuma alışkanlığına
sahip olduğunu ve bu nedenle bu okurun
tabloidle olan ilişkisinin olumlu olacağını
söyleyebilirim. Ama Radikal’in artırmak
istediği (100 binlik) okur sayısını tabloid
bir gazete ile sağlayabileceğini söylemek
zor.
Rauf
Kösemen
(Tasarımcı)
Tabloid boyu değil,
ama yeni tasarımı yeni
Radikal’i dar gösteriyor.
Belli ki yeni Radikal başka bir içerik iletme
projesi. Yani değişiklikler aslında içerik
ile ilgili. Tabloid ölçüye geçmek ise bu
içerik değişikliğinin köklü bir dönüşüm
olarak algılanmasını güçlendirmek için. Bu
yüzden kendi başına “tasarım” hakkında
konuşmak kaçınılmaz olarak acımısızca
görünecek. Ancak zamanla oturacağına ya
da yeniden tasarlanacağına inanıyorum.
Yeni Radikal büyük hazırlanıp küçültülerek
basılmış gibi. Sütun sayısı tabloid boyu
gözeterek azaltılmış olsa da satır aralarının
sıkışıklığı, fotoğrafların küçüklüğü,
gereğinden fazla öğenin bir sayfaya
sığdırılmaya çalışılması gibi nedenlerden
dolayı bu küçültme bir tür “cüce”leştirme
gibi görünüyor.
14
Burçin Ünaldı
‘EKOLOŞIK’ GÜNLER
[email protected]
Adına ister eko, ister sürdürülebilir, ister çevreci moda deyin; modada geri
dönüşüm çok moda! İlham artık çöpte; “Thrash Fashion” defileleri revaçta.
Moda dünyası bu çevreci ve hatta kendisi
için tehdit oluşturabilecek trende önceleri
sadece büyük moda evlerinden çevreci
kuruluşlara astronomik bağışlar yaparak
katılmayı tercih etse de zaman içinde
eko-bilinçli tasarımcılar ve materyaller
doğurarak daha aktif yer almaya başladı.
İşte bu noktada geri dönüştürülebilir,
yeniden kullanılabilir ya da tamamen
organik materyalleri modern zamana gore
modern şekillerde yorumlamak gereği
doğuyor. Dünya için bir şeyler yaparken,
kendini üzerinde yaşadığı dünyadan
daha çok seven tüketicinin de gönlünü
hoş tutmak tasarımcının görevi çünkü
eko demek illa çiçek çocuk demek değil,
açıkcası hem savaşıp hem sevişebildiğimiz
2000ler 70’lere pek de benzemiyor!
Bunun bilincinde olan sektör, tasarımcıların
sürdürülebilir tasarımlarla eko-modayı
devleştirmesi için irili ufaklı adımlar
atmaya “ağaç yaşken eğilir” deyip temelden
başlama kararı almış olacak ki moda
dünyasının en parlak isimlerini çıkaran ünlü
moda okulu Parsons, öğrencilerine sıfır atık
çıkaracakları, yalnızca dekonstrüksüyon ve
geri dönüştürülmüş ya da sürdürülebilir
materyaller kullanmak durumunda oldukları
bir koleksiyon hazırlatıyor. Öğrencilerin
şişe kapakları, teneke kutular, çöp poşetleri,
duş perdeleri gibi bir çok tuhaf maddeyle
hazırladıkları tasarımları da sergileniyor.
Bunun yanında televizyon dünyasının hit
şovlarından Project Runway, birincilik için
kıyasıya yarışan tasarımcı adaylarından
çöpten couture yaratmalarını istiyor!
Bitmedi, 2005’ten bu yana organik ve
sürdürülebilir modanın podyumu Portland
Moda Haftası yıldan yıla büyüyor ve mali
destekler alıyor, tasarımcılar kendi içlerinde
alternatif bir hareket olan Haute Trash’i
başlattığında küçücük bir gruptan ibaretken
git gide büyüyor, Haute Trash her sene
çöplerden yarattığı couture tasarımlarla
geri dönüşümün önemini vurgulayan
defileler ve şovlar düzenliyor. Trash to
Fashion® ise Yeni Zelanda’da doğan ve
artık tüm dünyada bilinen ve beklenen en
büyük moda olaylarından biri, Londra Bilim
Müzesi gibi bir müze devi Trash Fashion
tasarımlarını sergiliyor.
Sürdürülebilir modanın neferleri Stella
McCartney ve Martin Margiela gibi çok
büyük tasarımcılardan, Deborah Lindsquist,
Gary Harvey, Linda Filley gibi daha
alternatif isimlere kadar geniş bir yelpaze
oluşturuyor. Ama modada sürdürülebilirlik
sadece üretenin değil tüketenin de rol
alması gereken bir hikaye… Balenciaga’nın
çok konuşulan Sonbahar 2010 defilesinde
çoğunuzun çöplerinden ayırmaya tenezzül
etmediği köpük, yemek kutusu ve
straforlardan tasarımlar podyumda salındı,
kimbilir belki de şu an milyon dolarlık bir
elbisenin ham maddesi sizin çöpünüzde,
hadi onları cam ve plastikler olarak
ayıralım!
Barbie’nizi atmaya hala kıyamıyorsanız
belki de onu Margaux Lane gibi
içselleştirmelisiniz! Barbie parçalarından
aksesuarlar tasarlayan Margaux Lane size
ilham versin, yeniden kullanabileceklerimizi
şehrin dev çöplüğüne bağışlamadan önce
bir kez daha düşünelim. Eski gazetelerden
Gary Harvey, kırık cam parçalarından Linda
Filley muhteşem balo elbiseleri yapıyor, biz
onları geri dönüşüm kumbaralarına atmışız
çok mu? Oksijensiz ama şık, güneşsiz
ama trendy, susuz ama cool olmak yerine
sürdürülebilir ama şık, organik ama trendy,
geri dönüştürülmüş ama yeni olmak daha iyi
olmaz mı?
31/10/2010
15
Bahar Türkay
[email protected]
İşyerlerinde geçirilen saatle uzadıkça,
çalışanlardan dahiyane fikirler
beklendikçe gösterilen performansın
rengi değişti...O kadar ki, sıradışı
ofisler tasarımlarının yaratıcı düşünceye
etkisi patronların gündemine girdi ve
işyerleri çalışılan yerler olmaktan çıkıp,
her noktasında yaşanılan alanlara dönüştü.
Avrupa’da, Amerika’da, özellikle
İngiltere’de yeni tip ofis tasarımları
yeni değil. Yaratıcılıkları ön planda olan
şirketleride rahat oturma grupları, renkli
mobilyalarla dekore edilmiş çalışma
alanları, oyun odaları var. Avrupa’da yeni
bir kavram olan Chief Happiness
Officer-Mutluluk Direktörü ünvanı ile
danışmanlık yapan Alexander Kjerulf gri
tonların ağırlığında, linear düzendeki
yerlerdense, renkli, organik, sıradışı
unsurların olduğu yerlerde üretken ve
yaratıcı olmanın daha kolay olduğunu
söylüyor.
ÇALIŞMAYA DEĞİL
YAŞAMAYA GELDİK...
Çalışma biçimleri değiştikçe ofis kavramı da değişiyor. Ortaya
mutluluk direktörleri çıkıyor, yaratılan mekanlar verdikleri
ilham miktarıyla yarışıyor.
Kjerulf’un listesindeki en sıradışı
ofislerden ilk sırada masal evini andıran
Pixar ile modern ve aydınlık Red Bull
Londra ofisleri var. Bu konudaki en
başarılı şirketlerden birisi olan What If?
Innovation ise renkli ve eğlenceli oluşuyla
İngiltere’de 2004, 2005’te en mutlu
işyeri seçilmişler. Listedeki en dikkat
çekici ofisse Kopenhag Ekonomi ve İş
İlişkileri Bakanlığı’na ait Mindlab. Genel
eğilimin aksine resmi bir kurumun ofisi.
Ofisin tam ortasına çalışanları merkeze
alan yumurta şeklindeki toplantı odası
konumlandırmışlar. 2010 iniwoo grafik
tasarım örgütünce belirlenen 25 En
İlhamverici Ofis listesinde 13. Listedeki
diğer öne çıkanlar:
• Red Bull Sydney, Tasarımcı Sheargold
Design
• Pallota TeamWorks Los Angeles,
Tasarımcı Clive Wilkinson Architects
• TBWA/Chiat/Day New York, Tasarımcı
Gaetano Pesce
01
02
Türkiye’de bu tip işyerlerinin sayısı henüz
az olmakla birlikte, çalışanlar üzerindeki
etkisi tescillendikçe bu sayı artıyor.
Felis 2010’un en başarılı ajanslar
listesinde 3.sıradaki Youth Republic
renkli dekorasyonu ile dikkat çeken
ofislerden. Uzmanlığı gençlik olan yeni
nesil pazarlama ajansının ofisinde ilk göze
çarpan özgürlük ve kişisellik. Herkesin
masası tam anlamıyla kendisine ait.
Kendi alanlarını yaratmakta özgür ve
sınırsızlar, önlerindeki duvara dilediklerini
çizebiliyorlar.
Ortaklarından Kerim Türe ofisin mimar
Burç Özkutan tarafından tasarlandığını,
ancak çalışma alanlarının gençlere ait
olduğunu, bunun samimiyeti ve
özgünlüğü sağladığını söylüyor. Önemli
unsurlardan birisi kişiselliğin ön planda
oluşu, herkesin çalışma alanlarını
kendisini nasıl ifade etmek istediği gibi
şekillendirebilmesi. Mutfak, oturma
grupları gibi kullanım alanlarında
grafittiler var. Bir de playstation odası
mevcut.
03
Basket molası
İstanbul’daki sıradışı ofislerden diğeri
son 4 yılın en çok Elma ödülü alan
reklam ajansı TBWA İstanbul’un.
Girince ilk göze çarpan basket potasıyla
etrafındaki ödüller. İK direktörü Semin
Yeker, tasarımcı ekibin arasıra basket
atarak dinlendiğini anlatıyor. Ofisin
tasarımı Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık’tan
Hasan Çalışlar ve Kerem Erginoğlu’na
ait. Dekorasyona, kullanılan malzemelere
ve çalışma alanlarına bakıldığında
amaçlandığı gibi işyerinden çok ev
ortamını çağrıştırıyor.
Çalışanların, özellikle yaratıcı ekibin
özgürlüğü ve rahatlığı önemli. Kalıpların,
sıkışma hissinin olmadığı, yüksek tavanlı,
04
asma katlı ferah bir ortamı var. Herkesin
bilgisayarını alıp çalışabileceği düşünme
alanları mevcut. Oturma grupları,
kütüphane ve playstation odasına ek
olarak binanın üst katında kafeterya var.
Teraslı kafeteryada öğle yemeği
dışında hem çalışılıp, hem keyifli
vakit geçirilebiliyor. Semin Yeker
kısıtlı ortamlarda farklı bakış açısıyla
düşünebilmenin ilham verici olduğunu
iletiyor. Bu ortamı çalışanların kendisi
yaratıyor.
Maksat İlham Vermek
Microsoft Türkiye’nin Londra’dan bir
tasarım ofisi tarafından tasarlanan
ofisinde ilham vericiliğe odaklanılmış.
Dünya genelinde sıradışı ofisleriyle bilinen
şirketin ofisi için Londra’dan ilham alınmış
olsa da genelde kendi çalışma kültürüne
uyulmuş. Marcom Yöneticisi Murat
Yağcı, “Olmayan sorunlara yazılımlar
üretiyoruz, biz ofisimizle yaratıcı olmalı”
diyor . Hızlı bir sektörün içinde olmanın
etkisiyle enerjisi yüksek bir çalışma
ortamı yaratılmış. Üst katta keyifli bir
cafe, en alt katta kafeterya, ürünlerin
deneyimlenmesini sağlayan, minimalist
bir ev salonu şeklinde tasarlanmış demo
odası, spor ve masaj salonu mevcut.
01. Palotta ofisi
02-04. Red Bull’un Londra ofisi
03. Microsoft ofisi
16
Umut Kart
[email protected]
Nostaljik gelecek nedir, onun tanımıyla
başlayalım mı?
20. yüzyılda makinalar, geleceğin
temsiliydi. Charlie Chaplin’in Modern
Zamanlar filmini hatırlayın! Neticede onun
yerini bilgisayarlar aldı. Matrix filmine
bakalım: Bilgisayarda olup bitenler, gerçek
hayattan daha gerçek. Tadabilirsiniz,
kokusunu alabilirsiniz, dokunabilirsiniz...
Bu dünyada da benzer şeyler oluyor bence;
iphone’ a bakın mesela. Bunca tekenoloji
kullanılmasına rağmen görüntüsünde
hissettiğin şey teknolojinin varlığı
değil... Fotoğrafların açılışı, bir sonrakine
geçerken elinizi ekrana sürüşünüz... Her
şey çok insancıl. Bu telefon sana, “ben
bilgisayar destekli tasarımım” demiyor.
20. yüzyılda, bilgisayar destekli tasarımın
varlığını göstermek gelecekti. Herkes 3D
kavislerin peşindeydi... Teknolojiler artık
daha insancıl yaşam biçimleri oluşturmaya
hazır. İnsan için tasarlanmış herşeyin
arkasında bilgisayar teknolojisi var,
ancak kullanıcı bunu bilmek zorunda
değil. Nostaljik gelecek işte bu! Bizim
tasarımımızda, en gelişmiş bilgisayar
desteği, en gelişmiş strüktür analizleri,
akustik tasarım, ışık tasarımı mevcut. Ama
tüm bu altyapıyı gösterme çabası yok;
hissedilmesini istiyoruz...
NOSTALJİK GELECEK
Çanakkale Seramik ve Kalebodur sponsorluğunda YEM ve İzmir
Ekonomi Üniversitesi’nde iki konferans veren Takaharu Tezuka,
Fuji Anaokulu, Duvarsız ev gibi önemli projelerini anlattı.
boyunca... Rüyalarımız sürekli orada. Biz
de sonunda, yapıp durduğumuzu yaptık.
Sonunda konforlu birşey cıktı, ama hikaye
anlattığı söylenemez.
En sevdiğiniz projenin Roof House (Çatı
Evi) olduğunu okudum; neden o?
O bizim hayatımızı değiştiren proje. Bana
ne yapmamız gerektiği fikrini veren proje
o.... Bitirene kadar, mimarlığın insanın
hayatını değiştirebileceğini bilmiyordum.
Oyse proje sırasında öğrendim ki, mimarlık
tüm yaşam biçimlerine açılan bir kapı. O
proje, başlangıç bizim için,olmasa burada
olmazdık...
01
Mimarın işinin tanımını, sorumluluğunu
nasıl tanımlarsınız?
Bunun üzerine hiç düşünmedim çünkü
biz sanırım istediğimizi yapıyoruz.
İstediğimiz ise gülümseyişi görmek. Çocuk
büyütmek gibi... Çocuğu büyütürken,
sorumluluğumu düşüneyim demem.
Büyütürken eğlencelidir. Onlarla iyi
zaman geçirmeye çalışırım. Aynı şey...
Müşterilerimle görüşürüm... Fuji House
örneğindeki gibi!
Aslında eğitiminize ya da Richard
Rogers’la deneyiminize bakınca
yaklaşımınız şaşırtıcı geliyor...
Ben geçmişte bilgisayar programları
yazardım; strüktürü analizi etmekiçin.
Öğrenciyken yazmıştım mesela;
profesörlerimden biri için... Bilgisayar
programları arasında koşturmak yerine
algoritmayı anlamak istedim. Mesela
bu ahşap yapıya bakın... Zanaat gbi
görünüyor; oysa hepsi, tüm parçalar,
bilgisayarda yapıldı. Her santimetrekare
eşit miktarda yük kaldırsın istedik. Her
ahşap parçanın farklı kesiti var; uzun, kısa,
geniş, dar... 598 parça! Bir şekil yaratmak
cevap değildir. Bilgisayar destekli yeni
yaşam biçimleri tasarlamak gibi. Biz
her parçaya bir hayat vermek istiyoruz,
bunun için programı gerçekten anlamanız
gerekiyor. “Belirsizlik” koyuyoruz
programa.
Tıpkı genetik mühendisliği gibi; sadece
mühendis olsan herşey çok görünür
olursu. Ama genetik mühendisliğinden
bahsediliyorsa... Durum farklı! Teknoloji
gelişti. Artık görülmüyor. Rogers, 30 yaş
büyük benden. O, onun yapabileceğiydi.
Biz şimdi kendi yapabileceğimizi
yapıyoruz. Aradaki zaman farkı fark
ediyor! Bilgisayarda çiziyor, CNC
ye gönderiyoruz... Ama zanaat gibi
görünüyor. İnsanlar gördüklerinde
“gelenek” diyor... Dokunmaya çalışıyorlar;
mimariden anlamayanlar bile. Ama
içindeki programları okuyabilen insanlara
da ihtiyacımız var. Matrix’teki gibi... Ana
karakter rakamları görebiliyordu, olan
biteni... Biz de öyleyz, görmeliyiz ama
bunun hakkında konuşmamalıyız.
Japon geleneğinden bahsetmişken
Son olarak mavi tişört takıntısı nedir?
02
atlamayalım. Sizce Japon kültürünün
çalışmalarınız üzerinde etkisi var mı?
Tabii ki! Çünkü Londra’da okusam
da orada büyüdüm.... Uzaklaştıkça,
Tokyo’ya mesafem arttıkça, Japonya’nın
ne olduğunu daha iyi anlayabildim.
Karşılaştırma yapabildim. Helikoptere
binip havada olmak, nerede yaşadığına
bakmak gibi. Japonya’nın bana verdiği şey
genlerimde, kromozomlarımda.
Teknoloji çok değişti, yaşam biçimleri
ve beklentiler de keza. Sizce mimarlığın
tanımı da değişti mi?
Elbette... Mesela ben artık Japon
mimarisini asla yamazdım. Çünkü
gerek yok! 19. veya 18. Yüzyılda, tüm
marangozlar yapabildiklerinin en iyisini
yapıyorlardı. Bu kültür haline geldi. Hepsi
geleceğe bakıyordu.Şimdi, bu tarih.
Aynısını yapmalıyız. Gelecek yüzyıl için
tasarlamalıyız.
İşlerinizin ciddi bir kısmını ev’ler
oluuşturyor. Bu tesadüfi mi?
Ticari binalar da yapıyoruz ama evler
03
daha fazla . 70 proje bitirdik neredeyse,
20 tanesi ticari amaçlı kullanılıyor.
Aslında 10 yıl içinde 20 tane ticari bina
bitiren çok sayıda mimari ofis yok. Neden
ev yapmaya devam ediyoruz? Çünkü
seviyorum. Tepkiyi direk alıyorum. Yaşam
biçimini değiştirdiğimizi görüyorum.
Çocukların, çiftlerin gülümseyişini...
Ticari olanlarda da CEO’ların
gülümseyeceğine eminim!
Evet, orada da birşeyler görüyoruz,
ama ticari yapılar sahip değişiyor.
Süpermarkette 10 dakika falan kalıyorsun.
Ama evde, 30-40 yıl.... Kusursuz
hissetmek istersin.
Güzel, rahat bir yaşam... Bunu
başardığımızda tatmin oluyoruz. Bu tatmin
ticari yapılarda alınamıyor doğrusu.
Kendi evini tasarlarken kendinize
verdiğiniz brief neydi?
Zordu! Aslında yaptığımız en zor
ev projesiydi. Bu zamana kadar
tasarladığımız tüm evlerde mutlu şekilde
yaşayabilirdik. Bu demektir ki kendi
varoluşumuzu tüketiyoruz. Projeler
Karımla başladı. Onun çok fazla kırmızı
eşyası vardı. Ben de mavi giymeye
başladım... Richard Rogers’da pek çok
kişi mavi giyiyordu çünkü Rogers da mavi
giyerdi. Ama o sonra rengini değiştirdi
ve pembede karar kıldı. Kimse takip
edemedi... Biz mavide kaldık. Mavi yakalı
gibi! Sonra evlendim,eşim kırmızı oldu,
ben de mavi... Paylaştıklarımız ise sarı
oldu. Kızımız doğunca sarı oldu sürekli...
Oğlumuz da sarı olacaktı ama kızımız
kendine ait bir rengi olsun isteyince oğlan
da yeşili aldı.
Profesyonel hayatında öğrendiğiniz en
önemli şeyin ne oldğunu sorsam? Bir
tavisye belki...
Önce iyi bir hayatı anlamalısın. Güzel
yaşamı bilmezsen, başkalarına mutluluk
sağlayamazsın. Mesleğimiz başkalarına
mutluluk vermekle alakalı. Belki dünyayı
gezmek bir yol, bir kız veya erkek arkadaş
edinmelisin, çocuğun olmalı... Bu tip
şeyler!
01. Takaharu Tezuka ve ortağı/eşi Yui Tezuka.
02. Tezuka Architects’in Duvarsız Ev’i.
03. Konferans posteri.
31/10/2010
17
Banu Pekol
[email protected]
MİMARİYİ GÖKLERE ÇIKARMAK
Babil’den başlayan bir hikaye bu. Gök-delme yarışının modern hali denebilir.
Teknolojiyi kışkırtan çehreleriyle gökdelenlere kısa bir yolculuk zamanı...
Bulutları delmek, gökleri sıyırmak; Babil
Kulesi’nin başlangıç noktası. Efsaneye
göre, önce tek bir dil konuşan insanoğlu,
cennete dek yükselecek olan Babil Kulesi’ni
inşa etmeye karar verir. Tanrı, amaçlarını
engellemek ve tevazu göstermelerini
sağlamak için hepsine farklı diller
konuşturup, dünyanın farklı uçlarına yollar.
Günümüzde gök-delme yarışı tekrardan
alevlenmiş, başını almış gidiyor.
Gökdelenlerin Babil Kulesi’nden bir farkı,
vesilesinin teknolojik bir ilerleme olması.
Asansörlerin normalde çıkılması güç
sayıda katlara kolay ulaşım sağlaması
sayesinde, 1870’te New York’ta 40m
(7.5 kat) yüksekliğinde, izleyenleri
hayrete düşüren Equitable Life Assurance
Building inşa edildi. Yüksek binaların
mimarlık pratiğine girmesi ile beraber,
çelik iskelet gibi devrimci tekniklerle
giderek gökyüzüne uzanan yapılar
tasarlama hevesi körüklendi. Ayn Rand’in
Türkçeye ‘Hayatın Kaynağı’ olarak çevrilen
romanında ana karakter mimar Roark da
en yüksek gökdeleni yapma amacındadır
ve bunun insanın arzularını görünür
kılacağını söyler.
Bu mimari tipoloji günümüze Amerika
dışında daha yoğunluklu olarak karşımıza
çıkıyor, ama tek ortak bir kelime var:
irtifa. Dubai’de 828 metre yüksekliğindeki
Burj Khalifa, İstanbul Hilton Oteli’nin
mimarı olan Skidmore, Owings & Merrill
tarafından tasarlandı. Günümüzde
dünyadaki en yüksek bina rekorunu
elinde (anteninde) tutsa da, bunu birkaç
sene sonra yeni bir binaya kaptırması
olası. Riyad’da Prens Al-Walid bin-Taal
tarafından Ellerbe Becket mimarlık ofisine
yaptırılan Kingdom Tower’da, Suudi
Arabistan’da 30 kat üzerinde kullanım
ruhsatı verilmemesi sebebiyle, gökdelenin
üst yarısının içi boş bırakılmak zorunda
kalınmış, yalnızca en üst kattaki köprüye
bir seyir terası yerleştirilmiş. Mimarlık
öğrencilerine öğretilen mekanın ekonomik
kullanımı prensipleriyle çelişen bu yapı,
en iyi tasarlanmış ve işlevsel açıdan en
iyi gökdelene verilen Emporis Gökdelen
Ödülünü aldı!
1933 yapımı King Kong filminde devasa
gorilin 3 katlı ahşap bir dağ evine değil
de, Empire State Binası’na (hatta filmin
1973 versiyonunda da Dünya Ticaret
Merkezi’ne) tırmanmasının sebebi elbette
bu yapı tipinin şehirleri, medeniyeti ve
gücü sembolize etmesi. İstanbul’daki
gökdelenler de ima ettikleri bu güç ve
prestijden nasibini alıyor. Film ve dizilerin
açılışında tipik bir sahne olarak görmeye
alışık olduğumuz gökdelen görüntüleri,
aslen helikopter gezisi yapabilecek
şanslı azınlığa has bir durum. İstanbul’da
özellikle yoğun trafik adalarının çevresine
konumlanan bu yapılar, yalnızca
barındırdıkları şirketleri veya tasarımcı
mimarlık ofislerini tanıtan çizimlerde en
ideal şekilde görülebilmekte.
Özellikle şehrin merkezinde, ama şehirden
bir o kadar izole olabilen, önceleri iş
merkezleri, şimdi daha ziyade konut
yapıları olarak kullanılan bu binalar,
ihtişamlı bir iş/hayat standardı vaadiyle
ortaya çıkıyor. Zincirlikuyu’da Mehmet
Konuralp’ın tasarladığı Karayolları 17.
Bölge Müdürlüğü ana binasının şehrin ilk
gökdeleni olması sebebiyle tescillenmesi,
25 sene sonra yakın zamanda inşa
edilen yüksek binaların kaçının kalıcı
olacağını düşündürtüyor. MyWorld,
KentPlus gibi gökdelenli lüks konut
projelerinin yanı sıra, daha çok Avrupa
yakasındaki örnekler, mimari açıdan bir
çeşitlilik demeti sunuyor. İstanbul’un
‘en yüksek’ rekorunu şimdilik elinde
tutan, Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından
tasarlanan Sapphire, aynı zamanda
‘ekolojik ve akıllı’ bir bina. Sapphire’ın
daha kısa komşusu Swanke Hayden
Connel Mimarlık’ın İş Bankası ana kulesi
ve (Mimarlar Odası’na kayıtlı tek yabancı
mimar) Brigitte Weber’in inşa halindeki
Trump Towers’ını da dikkate alırsak, dış
cephe tasarımı konusunda farklılaşan
yaklaşımları görmüş oluyoruz. Geçtiğimiz
ay içinde konut teslimi başlayan Anthill
Residence gibi mevcut birçok inşaat,
Türk mimarlık ofislerinin eseri olmakla
beraber, önümüzdeki yıllarda yabancı
mimarlık ofislerin izlerini İstanbul
göklerinde göreceğimize dair ipuçları var.
Estetik bir standarttan bağımsız ve hızla
gelişen yeni İstanbul silüetinin bu yüksek
yoğunluklu aktörlerinin kent içinde dimdik
duruşunun yakın gelecekte beraberinde
getireceği problematiklerin, Babil Kulesi
teşebbüsünden sonra peydahlanan diller
kadar iletişimi zorlaştırmaması dileğiyle...
18
Filiz Yılmaz Kaşgör
LONDRA
ŞAHLANIYOR MU?
[email protected]
Dünya standartlarındaki tasarım yetenek
çeşitliliğinde Londra diğer küresel
tasarım merkezleri arasında önemli
güçlerden biridir. 18-26 Eylül tarihleri
arasında gerçekleştirilen Londra Tasarım
Festivali, başkaları ile iletişime geçmek
yeni konuları keşfetmek için en önemli
festivallerden biri. Festival hem ticari hem
de kültürel bir etkinlik olarak, uluslararası
sergilerden, respsiyonlara, özel partilerin
ürün lansmanlarına, görüşme ve
seminerlere kadar tam donanımlı bir
şekilde planlanmış. Bu yüzdendir ki 2003
yılından itibaren gerçekleştirilen festivalin
en başarılı olanı bu yıl, 350.000 ziyaretçi
sayısıyla rekor kırmış gözüküyor.
Son derece önemli ve değerli projelere,
etkinlik ve seminerelere ev sahipliği
yapınca ziyaretçi sayısının da düşük olması
şaşırtıcı olurdu. Victor&Albert müzesi
festival ortaklarından biri. Özel teknolojiyle
donanmış bahçe tasarımından, müzenin
merdivenlerinde yapılan çalışmalara,
sabah kahvaltısı konuşmalarından, sergi
ve enstelasyonlara kadar, müze festivalin
en renkli sahnelerinden biri oldu. Müzenin
dikkat çekici projelerinden biri Framed,
genel olarak bir müzenin geleneksel
kasvetine meydan okur nitelikte. Tasarımcı
Stuart Haygarth V&A Müzesi’nin mermer
merdivenlerinden birine, fotoğraf
çerçeveleri yerleştirdi. Haygart’ın “Framed”
ismini verdiği ve sanat çerçevecisi John
Jones ile ortaklaşa yürüttüğü projenin
ürünü, aynı markanın çerçevelerinden
kesitleri bir araya getirdi. Ahşap çerçeveleri
farklı renklere boyayan ve merdivenin her
iki kenarı boyunca dizilen Haygarth’ın
çerçeveleri, merdiven üstünde zikzaklı bir
görünüm ile muhteşem bir enstelasyon.
Müzedeki sabah kahvaltıları ise dünyanın
önde gelen yaratıcı beyinleri tarafından
gerçekleştirildi. Ünlü tasarımcı ve marka
stratejisti Neville Brody, fotoğrafçı Terry
O’Neil ve öncü tasarımcılardan Thomas
Heatherwick gibi isimler tasarım, kültür
ve yaratıcılık üzerine düşüncelerini
paylaştılar.
Festivalin diğer dikkat çekici projelerinden
biri Trafalgar Square de ‘Outrace’ Audi
Londra Tasarım Festivali kendi ziyaretçi
rekorunu kırdı: Workshoplar, sergiler,
lansmanlar bu yıl 350 bin kişiyi cezbetti.
kameralar sayesinde videolar da, otomatik
olarak Youtube’a yerleştirildi ve orada
bulunmayanların da gönderdikleri
mesajları izlemeleri sağlandı.
Festivalin her yıl işlenen Size+Matter
(Boyut ve İşlev) bir yıllık köşe projesi,
aynı zamanda bir yardım kampanyası.
“Drop” isimli proje, tasarımcı Cocksedge
tarafından “bir devin avucundan dünyaya
düşmüş hayali bir madeni para” olarak
hayal edilmiş. Bir tür kolektif bağış
programı olarak kurgulanan ve neredeyse
madeni paralar ile kaplı hale gelen dev
sikke, sponsorluğunu üstlenen Barnado
Vakfı’nın, topladığı her bir madeni parayı
1 Pound’a tamamlaması ve toplam geliri
çocuk hayır kurumlarına bağışlaması
ile gerçek bir sosyal sorumluluk
kampanyasına dönüşecek.
Ünlü takı tasarımcısı David Watkins’in
retrospektif sergisi, Festivali’nin en renkli
etkinlikleri arasında sayılmalı mutlaka.
Dünyaca ünlü mücevher tasarımlarına,
kariyerinin başlangıcında caz
piyanistliği, heykeltıraşlık ve film seti
tasarımları için yüksek hassasiyetli
modeller üzerinde çalışma deneyimi
oldukça yansımış. Üretim alanı, Kubrick’in
2001’indeki uzay gemisine dek uzanan
Watkins’in retrospektif sergisinde,
sanatçının 1972 – 2010 yılları arasındaki
etkinliğine dair ipuçları verildi. Özellikle
de, örneğin, bir ay iniş istasyonunun
“high-tech” görkemini yansıtan mineli
kolye ve broş gibi erken dönem işler,
Watkins’in yüksek dikkat ve incelik
gerektiren zanaat anlayışını ortaya
koyduğu aşikar.
ortaklığında gerçekleştirilen performanstı.
Clemens Weisshaar ve Reed Kram’ın
Trafalgar Meydanı’na yerleştirdiği sekiz
mekatronik ahtapot Audi firmasının
fabrikalarında üretildi ve bu robotlara,
tasarımcılar bu senenin LeMans
yarışının da galibi olan Audi R15 yarış
arabasının özel LED teknolojili farlarını
monte ettiler. Ortaya çıkan robotlar,
meydana yerleştirildikten sonra sisteme
bağlandılar ve kendilerine gönderilen
kısa metinleri, seri hareketler ile havaya
yazmaya başladılar. İzleyicilerin SMS
ile gönderdiği maksimum 70 karakterlik
mesajlar, robotlar tarafından hünerli bir
biçimde tercüme edildi. Ayrıca kurulan
Tabii ki tüm festival bunlardan ibaret
değil, değişik lamba, koltuk, sandalye ve
yatak tasarımlarından, özellikle tasarım
öğrencileri için düzenlenen workshoplar,
seramik atölyeleri, sokak sergileri ve
hatta iPOD turlarına kadar tüm ülkeyi
sarmış oldukça zengin içerikli ve elbette
bol tasarımlı örnek alınası bir festival.
İyisi mi, siz seneye Londra’yı ziyaret
edin. Anlatmakla bitiremiyeceğinizi
farkedeceksiniz.!!
31/10/2010
19
Dilek Öztürk
[email protected]
MİMARİDE ‘GEÇİCİLİK’
Geçiş bölgelerinde “geçmeye” başlayan hayatlarımıza
çözümü “geçici mimarlık” sunuyor. Havaalanlarına kapsüller
yerleşiyor, “acil konut” sektörü hareketleniyor...
kiralayabiliyorsunuz. Aydınlatma tasarımı,
kabin içinde interaktif bir şekilde
değişebilecek şekilde yapılmış. Yolcular
bir panelle çalışma ya da uyuma ışığını
seçebiliyorlar.
OSRAM’dan Andreas Wojtysiak, kabinin
içindeki ışığın tamamen doğal bir atmosfer
yarattığını ve bu şekilde, kabinin aslında
bir simülasyon olduğunu söylüyor.
Kabinleri sadece kredi kartı ile
kiralayabiliyorsunuz fakat online
rezervasyon yaptıramıyorsunuz. Kabinlerin
ücretleri ise, ilk 15 dakika için 15 Avro,
ve bir sonraki her 15 dakika için de
4 Avro. Eğer akşam 22:00’dan sabah
07:00’a kadar uyumak isterseniz 60 Avro
ödemeniz gerekiyor.
Acil Otel Aranıyor!
Son zamanlarda tasarım dünyası
“taşınabilir mimarlığı” tartışıyor ve
“Hayatımızdaki yaşam ünitelerinin
hareketlliği nereye varabilir?” diye
soruyor. Kişisel hayatımızda ne kadar
hareketliysek, yaşadığımız mekanların
da kalıcılığı gün geçtikçe azalıyor.
Yaşama alanları geçici kullanımları
sunuyor ve biz de bunu tercih etmekten
çekinmiyoruz çünkü bizim için daha
kullanışlı ve daha az zahmetli oluyor.
Ulaşım alanları, istasyonlar ve şehirdeki
düğüm noktalarında ihtiyaç duyulan,
dinlenme üniteleri -belki bunlara nefes
alma üniteleri bile diyebiliriz- dışında
hareket edebilen otel odaları ve konutlar
da tasarlanmaya başlandı.
“Acil konut”, Güney Kaliforniya’da artık
çok kullanışlı olan bir sektör olma yolunda.
Konusunda önemli bir örnek olan bu
yaşam üniteleri, ayrıca fotosel hücreleri
de taşıdığından , güneşle şarj ediliyor,
sürdürülebilir ve ekolojik bir yaşam
sağlıyor.
Havaalanları, tren istasyonları kent içinde
geçici olarak kullandığımız, zaman zaman
da yaşadığımız duraklar. Geçiş bölgeleri
aslında. Geçiş bölgesi olduğundan dolayı
bize geçici bir mekanda bulunduğumuz
hissini veriyor. Burayı sadece beklemek
için kullanıyoruz. Bazı durumlarda ise
bekleme günlerce sürebiliyor; kıyafetimizi
değiştirip makyajımızı tazeliyoruz, yemek
yiyip kahve içiyoruz, emaillerimize
bakıyoruz ve belki de biraz uzanıp
kestirmek istiyoruz.
Geçici mimarlık, hafif, ucuz ve sökülüp
yeniden kullanılabilen üniteler sunuyor.
Kalıcı bir yapı yapmayacaksınız, ne onun
içinde uzun süre oturacaksınız ve ne o sizi
bağlayacak, üstelik bir sonraki aşamaya
geçmenizde size yardımcı olacak, sizi
rahatlatacak. Şehir hayatı içinde geçicilik
kavramı, aslında, insan hareketleri ve
davranışlarına göre yerini buluyor. Bu
durum, bir yere, bir şeye bağlanamamakla
da, geçici durumları tercih etmekle de
bağdaştırılabilir aslında. Heyecan verici,
öyle değil mi?
Münih Havaalanı, seyahat edenler için
bir dinlenme ve çalışma kabini olan
“napcab”leri bulunduruyor. Uçuşlar
arasında ya da ertelenen uçuşlarda,
yolculara dinlenebilmeleri ve çeşitli
ihtiyaçlarını karşılamaları için 4
metrekareden oluşan bir kabin tasarlandı.
Kabinde konforlu bir yatak, çalışma
masası ve internet bağlantısı var. Kabinin
içinde OSRAM’ın sunduğu ışık sistemi,
daha da rahatlatıcı bir hava veriyor.
Napcab adı verilen bu ünite, 2007’de
Münih Teknik Üniversitesi tarafından
düzenlenen yaratıcılık yarışması için beş
öğrencinin tasarladığı bir ürün. Projenin
amacı, yolcuların havaalanı transferlerini
mümkün olduğunca rahat ve konforlu bir
şekilde geçirmelerini sağlamak. Şu anda
Münih Havaalanı’nda bu kabinlerden
iki adet bulunuyor ama daha fazlası
da yapılacak ve yerleştirilecek. (Münih
Havaalanı 2. Terminal’de görülebilir.) İlk
defa Ağustos 2008’de kullanıma açılan
kabinlerin boyutu 2,5 metreye 1,40 metre.
Havaalanında binlerce insanın içinde
beklemektense, dakikasına 1 euro verip
dinlenebileceğiniz bir yer olması hiç
de fena değil. Kamusal mekan içinde
mahremiyetinizi kurabileceğiniz bu
geçici mekanda, kendi konforunuzu
Hala test aşamasında olan dünyanın ilk
mobil otel odası, “hemen hemen her yere
yerleştirilebilen” bir ünite mantığı ile
tasarlandı. Bu yaşam ünitesi, şehirdeki
kamp-festival alanları, parklara kadar her
yere taşınabilir. Bu yapının içinde gereken
tüm ihtiyaçları karşılamaya yönelik bir
altyapı mevcut. Su, elektrik, televizyon
ve havalandırma gibi... Dünyanın en
küçük otel odalarından sayılan bu boru
şeklindeki kapsül, Almanya’da, Danuba
Nehri kıyısında bulunuyor. Bu tasarımda
basitlik temel alınmış. Özellikle trafiğin
yoğun olduğu ve bir yeren bir yere
ulaşmanın çok zahmetli olduğu şehirlerde,
arada soluklanıp insanların ihtiyaçlarnın
giderebileceği ve dinlenebileceği
ünitelerin tasarlanması ve kullanılması
belki de çok uzak bir gelecekte değil...
01. Dünyanın ilk mobil oteli
02. Munich havaalanına yerleştirilen
Napcab
20
Iraz Polat
[email protected]
SIRADIŞI PERAKEN[DE]NEYİMLERİ
Bazı markalar iyi bir dergi editörü gibi çalışıyor. Ürün seçkisi, mağaza ve satış ekibiyle ve tüm iletişimleriyle değer sunuyorlar. Bu yaşam biçimi müşteride aidiyet hissi uyandırıyor, bir bakıyorsunuz bağlanmışsınız o markaya. Buna en iyi örneklerden biri Urban Outfitters. Yaratıcı ve trend
belirleyici marka olmadaki sağlam konumuyla UO’dan ilham almamak veya bir
parça da olsa alışveriş etmemek olanaksız.
Değişik disiplinlerden tasarım ürün seçkileriyle Blender ve sneaker’ı bir yaşam tarzı olarak sunan Lastik Pabuç da Türkiye’de
bunu iyi yapanlardan.
Ekim ayında alışılagelmişin dışında bir mağaza açıldı:
Bilstore, Tünel. Her metrekaresiyle keşfedilesi. Nedeni basit.
Mekan tasarımına ve sunduğu perakende deneyimine şapka
çıkartılmalı. Bu tip ezber bozan deneyimler yalnızca Bilstore’da
yok; peki ama nerede var?
Kimliğiyle ayrışabilen mağazalar: Başarılı perakende deneyimleri yakalamanın bir
diğer yolu da rutinin dışına çıkabilmekten
geçiyor. Starbucks’ın NY Soho’daki “Salon”
isimli mekanında genç müşterilerini yeni
grupların performanslarına, film izlemeye vb her ay değişen etkinliklere çağırıyor.
Sıcak, özgün ve buluşulası. Londra’da her
birinin dış cephesi farklı konseptle tasarlanmış, enstalasyonvari Diesel mağazaları,
Tokyo’daki Louis Voitton-Underground mağazası (Tokyo metrosundaki gerilla mağazası), Berlin’deki Vans Butchers Block (Eski bir kasap dükkanı tasarımı korunuyor),
Istanbul’da Garanti’nin Abdi İpekçi Caddesinde banka gibi durmayan flagship şubesi, Building Food and Apperel Lab gibi iyi
örnekler var.
Mağaza içinde mağaza: Özellikle büyük
metrekareli mağazalarda küçük mağazacıklar ve köşeler yaratmak ve bunu iyi uygulamak halen trendler arasında. Topshop’un
Oxford Street mağazasında bir kuaför ve
makyaj bölümü, Mudo’nun İstinye Park mağazasında küçük bir berber dükkanı, MAC
spor salonunda akşamki sinema için bilet
alabileceğiniz kiosk gibi çapraz faydalar...
Temporary/pop-up (Geçici) mağazalar:
Geçici süre. Nisan ayında Berlin’de açılan Smart Car elektronik modelinin test
drive çadırı, şehrin kalbi Mitte’de dikkat
çekmeyi başaran bir deneyim alanıydı.
Istanbul’da alışveriş merkezlerinde “popup” mağazalara rastlar olduk. Eylül ayında City’s Nişantaşı’nda yer alan Laundromat pop-up store, Akmerkez’de moda tasarımcılarının pop-up mağazaları (Özlem Süer) L’appart’ta Aslı Filinta sample sale davetleri gibi...
Mıknatıs etkisi yaratan vitrinler: Paris’teki
Ladurée için Emel Kurhan’ın sevgililer günü özel vitrin tasarımı ve macaron kutuları
yüksek tasarım niteliği taşımıyor muydu?
betlere katılabiliyorsunuz. Nike Basketbol Şampiyonası ile eş zamanlı olarak Haliç tersanesinde “Platform” başlığında bir
etkinlik serisiyle konuşuldu. Basketbol kültürü, tasarım sneaker sergisi, iyi eğlence ve çok iyi mekan kullanımıyla akıllarda kalacak.
Deneyimle yükseltme anı: Alman tasarımcı Rehberger’in “içinde oturulabilir sanat
eseri” olarak tasarladığı Galleria Illy’de
20 gün süren bir deneyim merkezi sunuldu. Tasarım fincanlarda kahve yudumlayabiliyor, kahveyle veya tasarımla ilgili soh-
Etik ol etki yarat: Doğaya ve insana duyarlı, hayvan haklarını gözeten, sürdürülebilir kaynaklarla üretim gibi konuları gözetmek bir sorumluluk göstergesiyken, şimdilerde bir zorunluluk olmaya başlıyor. Tüketici samimi duyarlılığı hemen bağrına bası-
yor. Bodyshop ve Lush kozmetik sektöründe akım yaratmayı başardılar ve yaklaşımlarıyla ilham kaynağı oldular.
Konuk tasarımcı iş birlikleri: Trend üstadı
H&M moda tasarımcılarıyla iş birliğini ilk
başlatanlardan. Karl Lagerfeld, Stella Mccartney, Comme de Garçons, Sonia Rykiel
ve şimdi Lanvin gibi moda devleriyle iş birliği yapıp özel tasarım koleksiyonlara imza
attılar. Türkiye’de ise Koton Bora Aksu ve
Hakan Yıldırım’la bu tarz iş birlikleri yapıyor. (Yeni ve yaratıcı olan iş ortaklıkları tüketici zihninde hemen yer edinebiliyor.)
Sosyalleşmenin “e” halini tasarlamak: Garanti Caz bloğunda iş birliği yaptığı bloggerlar beraber içerik oluşturuyor, davetiye
kazandıran retwitt’lerle viral olmayı kolayca başarıyor. Blender’ın yağmurlu günlerde kombinasyon önerileri yine iyi örneklerden... Online kullanıcı deneyimi, e-ticaret
boyutu da hesaba katıldığında satış ve pazarlama açısından en çok yatırım yapılacak
alanlar arasında şimdi.
Sırasıyla Bilstore, Laundromat ve Garanti
Bankası mağaza tasarımları.
31/10/2010
21
Bikem İbrahimoğlu
[email protected]
SANATLA TASARIMIN
MODA KESİŞMESİ
Louis Vuitton’un çılgın Murakami çanta furyası, Fondation
Cartier’deki sergisi akabinde oluştuğuna göre, Frieze gibi
çağdaş sanat fuarları, trendleri takip için doğru yer olabilir.
Moda, günümüz toplumuna eleştirel bakışta bir alet olarak sanata yansıdığı gibi,
tekstil ve diğer elemanlarıyla, sanatçının
kendini ifadesinde kullandığı malzemeler arasında gittikçe daha çok yer alıyor.
173 galeri, 29 ülke ve 1000’den fazla eserin katılımyla kapılarını 14-17 Ekim tarihlerinde Londra’da 8. kez açan günümüzün en
önemli çağdaş sanat olaylarından biri olan
Frieze de bu yönde.
tan da geri kalmadı. İmparatorluk taç giyme töreninde Josephine’in altın işlemeli beyaz elbisesinin yaratıcısı dönemin en
ünlü portretisti Jean Baptiste Isabey idi.
Romantik 19. yüzyıl giyim modasını bilmek
istiyorsanız takip etmeniz gereken isim
David’in öğrencesi, Türk banyolarıyla da
ünlü ressam Ingres. Tevekkeli değil, dedesi
terzi, karısı manifaturacıydı. Pissaro,
Moda ve sanat arasındaki bu yakınlık aslında yeni değil, tamamen ta-rih-sel!
Giotto’nun freskleri italyanların muhteşem
tekstil merakının başlangıcı sayılabileceği gibi, Boticelli ve diğer birçok büyük rönesans ressamı kuyum atölyelerinde yetişti. Ressamların belki en büyüğü yakısıklı Raphael Vatikan’in duvarlarını süslemesi kadar şıklığı ile de ünlüydü. İspanya’da
Velazquez, 4. Filip’in gardrobundan,
İngiltere’de Hans Holbein 8. Henri’nin portreleri ve mücehver modasından sorumlu saray ressamlarıydı. 18. yüzyıl sonunda antik Yunan’ı tekrar moda eden Jacques
Louis David, Napolyon’un fetihlerini resmi
tarihten büyük tablolara aktarırken, devrimci idarenin uniformalarını tasarlamak-
01
Manet, Degas ya da Renoir ışığa yeni
renkler katarken, yelpaze boyamayı da
atlamadı. Manet iyi giyimi modernligin
dışavurumu sayar, Egon Shiele erkek
kostümleri çizer, hatta kendi giyimi için de
diktirirdi.
Art Nouveau‘nun ustadı Gustave
Klimt karısına giydirdiği sanatsal
elbiseleriyle ünlüydü. Dali’nin sürrealist
istakoz elbisesi ise hala yakın hafızamızda.
Ama modayi sanata en çok yaklaştıran
ve işin babası, hayata moda illüstratörü
olarak atılan, ayakkabı fetişi ve
tasarımlarıyla da ünlü Andy Warhol’du.
Bu sene ayakları yere basan, ne spekülatif
ne “bling bling” olmasına rağmen
içinde birçok referansı barındıran,
satış performansı yüksek Frieze’de bizi
ilgilendiren ağızlara sakız Damien Hirst
değil, sanatın moda ve moda elemanlarını
ne şekilde kullandığı.
Birçoklarının dikkatini Tracey Emin’in
teğelli model tuval kumaşı üzerine Gustave
Courbet’nin “Origine du Monde”unu
hatırlatan ve 180.000 dolardan görücüye
çıkan siyah iplik nu kadın işlemeleri
çekiyor. Bir benzerinin -ama giyinikMadonna’ya satıldığını anlatan New
York galerisi Lehman Maupin yetkilileri,
Ekim sonunda Tracey Emin ile beraber
5 sanatçının eserlerini İstanbul’a
getireceklerini sözlerine ekliyor. Courbet
‘nin bu olay yaratan tablosununun
sahibinin zamanında bir Türk, Halil Bey
olduğu düşünülürse, kendisi de Türk
kökenli Tracey Emin’i Türkiye’de parlak bir
gelecek beklediğini düşünebiliriz.
Bir diğer isim ününü, palladyum
boyalı Hermès Birkin çantalar, altın ve
gümüş kaplı Gucci eğerler, Christian
Louboutin ve Vuitton ayakkabıların
birebir kalıbı çıkartılarak dökülen
bronzdan heykellerinin peynir ekmek gibi
satılmasına borçlu sanatçı Sylvie Fleury.
8 adet üretilen ve herbiri 85.000 euro
dan satılan Birkin çanta heykellerden şu
anda isteseniz de almanız mümkün değil,
tamamı satılmış durumda.
Örnekler çok. Alman sanatçı Rosemarie
Trockel’in 280.000 euroluk, hardal
rengi bildiğimiz yün haraşo örgü devasa
tablosundan, Jonathan Monk’un birbirine
eklenmiş ceket ve kravat parçalarından
oluşturduğu patchwork dünya haritasına,
prestijli Paris galerisi Thaddeus Ropac’in
270.000 dolara sattığı Farhad Moshiri’nin
tutksaklara atfen dizdiği “Nothing Serious”
adlı boncuk işi triptiğe kadar saymakla
bitmiyor. Çin galerisi Long March Space’de
sergilenen grup sanatçılar,Made In, politik
mesajlarını 45.000 poundluk fiyonklu
ve kaneviçe işli duvar halılarıyla veriyor.
Polonya asıllı Paulina Olawska, komünizm
kritiğinde, yoktan nasıl varediliri
1970’lerin Polonya modası kazaklarını
yeniden ördürterek günümüze aktarıyor.
Hoş bir tesadüf: Uluslararası gururumuz
Haluk Akakçe’nin, Londra galerisi Alison
Jacques’in duvarlarında tanesi 20.000
sterlinden satılan eserlerinden birinin ismi
“Pyjama Party”. Bu yakınlığı bugün nasıl
yorumlamak mümkün? Sanat ve tasarımda
son derece teknolojik ve pürüzsüz sonuçlar
aramak kadar, el işi, duygusal, kodlarını
tekstil ve modadan alan dokunulur bir
dünyaya da gidiş var.
01. Sylvie Fluery’nin ayakkabı tasarımları.
02
02. Made In’in Frieze’deki çalışmalarından.
22
Gözde Severoğlu
[email protected]
TETÖP’E KULAK VERİN!
Kısaltmalarıyla ünlü tasarım dünyamızın en genç oyuncusu
TETÖP, yani Türkiye Endüstriyel Tasarım Öğrencileri Platformu.
Her geçen gün daha fazla sesi duyulan TETÖP ne istiyor?
Geçtiğimiz yıl İTÜ’deki Ulusal Tasarım
Kongresi’nde eş zamanlı gerçekleşen
Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu
(UTOF) ile sesini duyuran yepyeni bir
oluşum vardı. Kongreyi fırsat bildiler ve
bildirilerini yayınladılar. Yıl içerisinde
farklı etkinliklerle de “Biz burdayız” ve
“Meslek ile ilgili öğrenci gözüyle yorum
yapmak istiyoruz” diyerek, Endüstriyel
Tasarım Akademisyenler Kurulu’nun
toplantılarına katıldılar. Geçtiğimiz
haftalarda Kale Tasarım Merkezi
sponsorluğunda IDW’de düzenledikleri
panel ile kendilerini hatırlattılar. Bu
kez yanlarında, panelde konuşmacı
olarak akademisyenler ve izleyici olarak
profesyoneller de vardı.
Peki bu ekip tam olarak kimdir? Ne yapar?
Türkiye Endüstriyel Tasarım Öğrencileri
Platformu(TETÖP), Türkiye’de ve KKTC’de
eğitim alan endüstriyel tasarım öğrencilerinin, öğrenci iken mesleki sorunlar ile ilgilenmeyi ve öğrenci gözüyle çözümler üretmeyi hedeflediği aktivist bir topluluk. Ekim
ayı itibariyle 1 yaşını doldurdu. Meslekleri ile ilgili sorguluyorlar, mezun olduktan
sonra onları neyin beklediğini sadece gözlemleyerek ya da vakti gelince yaşayarak
değil, daha tecrübeli meslektaşlarından yaşama ihtimalleri olan örnek durumları dinleyerek de ilerlemek istiyorlar.
Düzenlemek istedikleri etkinlik ve organizasyonlar için sponsorluk itiyaçları olabiliyor. Akademisyenler ve profesyoneller ile
etkileşimli bir iletişim içerisinde olarak et-
W HOTEL’İN
GENÇLERİ
IDW ardında
önemli izler
bıraktı. W Hotel
İstanbul’un
tasarım
yarışması
bunlardan
biriydi.
İstanbul, yaratıcılık ve yenilikçi
yaşam kültürüne ürünlerini yakında
vermeye başlayacak olan üniversite
öğrencileri için yeni bir tasarım
yarışmasına daha ev sahipliği yaptı.
W Hotel İstanbul’un düzenlediği
tasarım yarışması, İstanbul Design
Week paltformunda, American
Express sponsorluğu ile düzenlendi.
kinliklerinin sürdürülebilirliği için manevi
destek bekliyorlar.
Kurum, kuruluş, üniversite, ekol ayrımı
yapmadan, ekip içerisindeki farklı okullarda okuyan meslektaşlarını, “öteki” diyerek
uzaklaştırmak yerine birbirlerinin farklı
bakış açılarını, yorumlamalarını değerlendirerek, birbirlerinden beslenmeyi tercih
ediyorlar. Bu bilinçli örgütlenmeyi, uluslar
arası ölçeğe taşımak ve diğer ülkelerdeki
endüstriyel tasarım öğrenci örgütleri ile etkileşim içerisinde çalışmak uzun vadedeki
hedefleri. Öncesinde, her senenin sonunda
Türkiye’deki endüstriyel tasarım öğrencile-
rinin mezuniyet projelerinin olduğu büyük
bir sergi düzenleyerek ulusal bir değerlendirme yapmak istiyorlar. Önümüzdeki bir
kaç yıl içerisinde bu sergiyi gelenekselleştirmek hedefleniyor.
Birbirlerinden pozitif beslenme yaklaşımları ile, genç kadro olarak yetişip ileride
mesleki örgütlenme konusunda yeni görevler almak ve aktivist tavırlarını ETMK gibi kuruluşlar için de sürdürmek istiyorlar.
Düzenledikleri etkinliklerle ilgili tecrübeli
meslektaşlar tarafından değerlendirilmek
onlar için önemli. Sonraki etkinlikleri için
sorgulayacakları kriterlere ihtiyaçları var.
Şanel Şan
Üniversitelerin Tasarım, Güzel
Sanatlar ve Mimarlık Fakülteleri’nde
okuyan üniversite öğrencilerine
açık olan tasarım yarışmasının
proje konusu Munchie Box
(atıştırmalık kutu ) ve /veya içerik
tasarımı idi. W Hotel odalarına
konulabilecek nitelikte, içinde
atıştırmalık veya diğer tüketim
ürünlerinin içine konulabileceği
Munchie Box tasarımını
öğrenciler özgürce yeniden
değerlendirdiler.
Türkiye’deki tüm üniversitelere
açık olan yarışma, iki aşamalı
gerçekleştirildi. İlk değerlendirme
sonucunda finale kalan 15 projeye,
W Hotel’in kimliği, karakteri ve
felsefesi üzerine detaylı bilgileri
ulaştırıldı.
[email protected]
KOZMOPOLİTLİK 3 ŞEHİR
Hedef: İstanbul, Amsterdam ve Antwerp...
Zeytinburnu Belediyesi Kültür Merkezi’nde
Urban Cosmopolitans Foundation’ın
değişim programının açılışı 11 Ekim’de
gerçekleşti. İstanbul, Amsterdam ve
Antwerp’i kapsayan değişim programında
yazarlar, düşünce insanları ve görsel
sanatçılar bir araya geldi. Program
kapsamında 2 seminerde “Amsterdam’ın
yaşadığı dönüşüm, kozmopolitlik nedir,
geçmişte şehirlerimizde de kozmopolitlik
var mıydı?” gibi başlıklar konuşuldu.
Birinci seminerde konuşmacılar arasında
İdris Atabay, Korhan Gümüş, Tansel
Kaya ve Gül Koksal yer alıyordu. Birinci
seminerin devamında düzenlenen 2.
seminerde Amsterdam Belediyesi’nden
Sabine Gimbrere’ın yanı sıra Hacer Foggo,
Tan Morgul, Ahmet İçduygu konuşmacı
olarak katıldı.
Seminerler ardından Hollanda`dan gelen
40 kişilik ekonomi heyeti, Amsterdam
Belediye Başkanı ve özel davetlilerin
izlediği İrem Şenturk küratörlüğünde bir
defile izlendi. 4 genç tasarımcı; Umut Eker,
Burce Bekrek, Gizem Akgönül ve Aykut
Comert’in koleksiyonları beğeni topladı.
21 Ekim’de Amsterdam`daki workshopla
devam eden değişim programına 31
Aralık’a kadar katılabilirsiniz.
Öğrenciler, özgürce ikinci aşama
suresi içerisinde arzu ettikleri
biçimde projelerini yeniden
gözden gecirerek tasarımlarını
tamamladılar. Alwin Put, Eva
Ziegler, Arhan Kayar, Özlem Tuna ve
Sertaç Ersayın’dan oluşan
uluslar arası secici kurul ise
titizlikle projeleri değerlendirerek,
yarışmada ilk üç dereceyi alan
tasarımları ve tasarımcıları
belirlediler. Seçici kurulun
dğerlendirme sonuçlarına göre
dereceye giren öğrenciler IDW
esnasında özel bir torenle ilan
edildiler. Yusufhan Doğan’ın
birinciliği sırtladığı yarışmasının
ikincisi Kübra Sayın, üçüncüsü ise
Burak Koçak oldu.
31/10/2010
Fabrika-i
Hümayun
Bursa’da 1852 yılında
Osmanlı saraylarında
kullanılacak olan ipek
halı ve kumaşların
üretilmesi için kurulan
ve dönemin önemli
devlet adamlarının orada
üretilen kumaşlardan
dikilen giysileri tercih
ettiği bir fabrika olan
Fabrika-i Hümayun
yeniden ihtişamlı
günlerine geri dönüyor.
30 yıllığına Faruk Saraç
Vakfı’na devredilen
binada, Eylül ayından
bu yana Faruk Saraç
Tasarım Meslek Yüksek
Okulu ismiyle eğitime
başladı. 4000 m²
kullanım alanı olan
okulda bu yıl bu yıl 400
öğrenci öğrenim görüyor.
Fabrika-i Hümayun Moda
Akademisi öğrencileri
Bursaspor’a yönelik
çalışmalar da yapacak.
Klübün atkılarını
okulun öğrencileri ve
eğitmenleri tasarlayacak.
Askeri
Yarışma
Savunma sektöründe
tasarımcı geliştirmeye
yardımcı olmak amacıyla
kurgulanan FNSS
MIL. DESIGN 2011
Askeri Kara Araçları
Tasarım Yarışması’nın
teslim tarihi 3 Ocak21 Ocak 2011 olarak
belirlendi. Günümüzde
ve önümüzdeki 30
sene içerisinde
kullanılabilecek
insanlı bir Zırhlı
Muharebe Aracı’nın
gereksiniminden doğan
tasarım yarışmanın
kazanları 14 Mart 2011
tarihinde fnss.com.tr web
adresinden açıklanacak.
Gökçe ve
Borusan
Erkek giysi tasarımında
deneysel çalışmalarıyla
tanınan Hatice Gökçe,
Borusan Quartet için
stil danışmanlığı
yaptı. Klasik müziğe
tasarımlarıyla dokunma
hissinin kendisini çok
heyecanlandırdığını dile
getiren Gökçe, resmi
ve rahat konserler için
2 konseptte 4 farklı
giysi tasarladı. Rahat
konserler için tasarlanan
giysiler kırışmaz ve su
geçirmez nano teknoloji
ürünü akıllı kumaşlardan
üretiliyor. Resmi konser
giysileri ise bambudan
yapılmış takımlar
ve beyaz küçük ipek
gömleklerden oluşuyor.
Yeni giysiler 28 Ekim
itibariyle görücüye çıktı.
İnovasyon
Sergisi
İstanbul Sanayi Odası 9.
Sanayi Kongresi geçen yıl
olduğu gibi bu yıl da İnovasyon Sergisi’ne ev sahipliği yapacak. Ana teması “Sürdürülebilir Rekabet Gücü: Sanayi ve
Ekonomide Yapısal Dönüşüm” olan sergi, katılımcıların yenilikçi ve teknoloji öncelikli ürün veya sonuçlanmış projelerini tanıtmaları ve işbirlikleri oluşturabilmelerini hedefliyor. İnovasyon Sergisinde 3 tematik alan olacak; Bilgi, Fikir ve Proje, İnovasyon.
Katılımcı firmalar ve kurumlar sergide yenilikçi
ve sonuçlanmış projelerini uygun tematik bölümde sergileyecekler. İnovasyon Sergisi 7-8 Aralık
2010 tarihinde İstanbul
Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek.
23
Serap Alp
[email protected]
Çağdaş Japon
Tasarımı
Japonya İstanbul
Başkonsolosluğu ve
İTÜ Endüstri Ürünleri
Tasarımı Bölümü
işbirliğiyle düzenlenen
“Çağdaş Japon Tasarımı”
sergisi 105 adet Japon
endüstriyel tasarım
ürünüyle 11- 26 Ekim
2010 tarihleri arasında
ziyaretçileriyle buluştu.
92 adet ürün,1990’li
yıllardan günümüze
kadar tasarlanan ve
özellikle gündelik
hayatta kullanılan
tasarımlardan
oluşuyordu. 13 adet
ürün ise günümüz
tasarımlarının köklerini
yansıtan savaş sonrası
1950’li yıllardaki tasarım
örneklerini içeriyordu.
Japonya İstanbul
Başkonsolosu Katsuyoshi
Hayashı’nin açılışını
yaptığı sergi, ‘2010
Türkiye’de Japonya Yılı’
kapsamında düzenlendi.
ETMK İzmir’e
de şube açtı
1988 yılında Ankara’da
kurulan (ETMK) 1998
yılında kurulan İstanbul
Şubesi’nden sonra son
olarak 8 Ekim 2010
tarihinde İzmir Şube de
faaliyete geçti. Gözde
Göl, Kayahan Dede ve
Yiğit Ulutaş’ın kurucu
üye olarak İzmir Valiliği
Dernekler Müdürlüğü’ne
başvurmasıyla ETMK
İzmir Şubesi resmi
olarak açıldı. İzmir’li
tasarımcılar ETMK İzmir’i
16 Ekim gecesi Kuruluş
Partisi ile kutladılar.
Arkeolojiden
Modaya
Aksesuar tasarımcısı
ve Eskiçağ Tarihçisi
Arkeolog Bilun Şen
moda tasarımcılarının
butiklerinin bulunduğu
Galata Serdar-ı Ekrem
Sokak’da ilk mağazasını
açtı. Bilun Şen mistik
hikâyeleri olan
tasarımların her birinin
ayrı kişilikleri ve kimliği
olduğunu dile getiriyor
ve ekliyor: “Hezarfen’in
inatlarının altındaki
İstanbul’un, Bilun Şen’in
Sanatları Altındaki
Histanbul’a düşlenişinin
kapılarını aralamak
içindir bu davet…”
Bir Kez Daha
İtalyanlar
İtalyan endüstriyel
tasarım ürünlerinden
oluşan ‘Farnesina
Design Koleksiyonu
Sergisi’, İtalyan Dışişleri
Bakanlığı, İstanbul
İtalyan Kültür Merkezi ve
Kadir Has Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
işbirliği ile 25 Ekim
2010 tarihinde Kadir Has
Üniversitesi’nde açıldı.
Sergi ile eşzamanlı
olarak 25 Ekim tarihinde
‘Nesne-ötesi Tasarım:
Sistemler, süreçler ve
ürünlerin korunması’
başlıklı bir sempozyum
düzenlendi; tasarım
ve ürünlerin hukuksal
yönden korunması
konuları irdelendi.
Sergi 25 Ekim -21 Kasım
2010 tarihleri arasında
ziyarete açık olacak.
Erkmen’e
ambalaj ödülü
Kahve Dünyası’nın
İstanbul 2010
Çikolatası Paketleri
Uluslararası Ambalaj
Tasarımı Yarışması
“Pentawards”da Bronz
Ödülü Kazandı. Kahve
Dünyası 2009 yılından
bu yana birlikte çalıştığı
grafik tasarım danışmanı
Bülent Erkmen’in
tasarımı olan “Kahve
Dünyası İstanbul
2010 Tablet Çikolatası
Paketleri” ambalajı;
yaratıcılık, fonksiyonellik
ve tasarım kalitesi
kriterleri ile Pentawards
Bronze ödülüne layık
görüldü. 39 ülkeden
854 tasarım katıldığı
yarışmanın ödül töreni
30 Eylül’de Şangay’da
gerçekleşti.
Lobotomi
Hakkımız
Grafik tasarımcı Emre
Senan, 11. kişisel
sergisini 6 Kasım - 11
Aralık 2010 tarihleri
arasında Galeri
Apel’de açıyor. Sergide
farklı biçimlerde
konumlandırılan
300’den fazla eser
insanlık halimize bakış
atmamızı sağlayacak.
Hicap duyduğu
toplumsal konuları
sergilerinde vurgulayan
Senan’ın bu sergisinin
ismi de “Lobotomi
Hakkımız, Söke Söke
Alırız!” Bu başlığın
altında “Doktorlar”,
“Tenasül Hayatımız”,
“Yetişkinler”, “Domuz
gribi” gibi diziler
sunuluyor.
Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ, Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık;
Emre Senan, Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye
Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran
Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş
Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Müdürü: Devrim Peker Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için
Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 449 65 27
[email protected], [email protected] Radikal’in ücretsiz ekidir.

Benzer belgeler