adapazarı`nda kent ve kentlilik bilinci

Transkript

adapazarı`nda kent ve kentlilik bilinci
www.adabulteni.com - Sayfa 1
OSMAN AKKAR
Ribat Eğitim Vakfı
Adapazarı Şubesi Adına
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Sahir AKÇA
Merhaba.
Halka hizmet etmek Hakk’a hizmet-kulluk etmektir
şiarıyla çalışan Vakıf Şûbemiz ve onun emek ürünü
olan Adabülteni’miz, siz değerli halkımıza birşeyler
verebilmenin çabası içerisindedir. Bu daha çok “veren el ile alan el arasında köprü” vazifesi halinde
olduğundan, ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmak üzere bize ulaşanları-emanet edilenleri, bu eminliğin
şuuruyla yerine teslim etme gayretindeyiz. Bunlar
maddî olduğu gibi mânevi emânetlerdir de ulaştırılması gerekenler. Kâh öğrencilere burs, kâh giyecekyiyecek, kâh nakit olduğu gibi maddî; kâh ders,
sohbet, konferans, seminer, nasihat, makaleler, vs.
şeklinde de mânevî hizmet ve yardımlarla da oluyor.
Siz sevgili halkımızdan istediğimiz bizimle irtibata geçmeniz ve yardım etmek isteyenlerle - yardım
edebileceklerle, yardıma ihtiyacı olanlara - yardım
alacaklara köprü olmamıza katkıda bulunmanızdır.
Yayın Kurulu:
Emine ATLI
Gazanfer ÜVEZ
Hasan ÇELİK
Hasan KELEŞ
İbrahim Birol ERGÜN
Sahir AKÇA
Yusuf Ertuğrul ERDEM
Genel Yayın Yönetmeni:
İbrahim Birol ERGÜN
Reklam Sorumlusu:
İbrahim ÇAYLAN - 0.505.348 86 13
İrtibat Adresi:
Atatürk Bulvarı Kadir Hoca Sk.
(Öğretmen Evi Girişi) Ötük Apt.
No:1/3 ADAPAZARI
[email protected]
Telefax: 0.264.277 19 46
Grafik Tasarım:
İki Reklam Ajansı - 0.264.281 99 11
Baskı:
Burak Ofset - 0.264.274 69 24
Sorumluluk:
Yayınlanan yazıların fikri sorumluluğu
yazarlara aittir.
Gönderilen yazılar iade edilmez.
Bu sayımızda Çocuk Sayfalarını artırdık ve daha
faydalı daha eğlenceli bir hale getirdik Yine bu sayımızda “Şehir-Kent” konusuna değindik. Ben “şehir dendiğinde medeniyeti; kent dendiğinde ise bu
medeniyeti mimarîden-estetikten uzak beton yığınları haline getirmektir” diye anlıyorum. İnsanların
nefes almasını düşünmeden, çocukların oyun alanlarını düşünmeden, kadınların ihtiyaçlarına cevap
vermeden, yalnızca nasıl daha çok para kazanırım
düşüncesinde, bütün o şehir halkının ruhunu karartırcasına zevksiz, medeniyetsiz soğuk yapılar. İşte
yazarlarımız bu konulara parmak basarak, olması
gerekenleri kendi zaviyelerinden sizlerle paylaşmaktadırlar. Daha iyi-daha yaşanır bir şehir ve dünya’ya
kavuşmamız dileğiyle Allah (cc)’a emanet olunuz.
Selâm ve muhabbetle.
BASIM TARİHİ: OCAK 2008
Sâhir AKÇA (Yazı İşleri Müdürü)
İslamda Hayır İşlemenin Özelliği
Derneklerimiz
HAMZA TEKİN
SAGED
Şehir ve İnsan
Mahallelerimiz
MEHMET KUZU
ERENLER DİLMEN MAHALLESİ
Din Şehir ve Medeniyet
Adapazarı’nda Kent ve Kentlilik Bilinci
YUSUF YAVUZYILMAZ
YUSUF ERTUĞRUL ERDEM
Şehir Benim Neyim
Yenilenme İradesi
MUSTAFA AYDIN
RÜSTEM BUDAK
Kent Dediğin İnsandan Başka Nedir ki?
Pokemonların ÇOCUK Ruh Sağlığına Etkileri
EMİNE ATLI
DR.ŞEBNEM SOYSAL - DR.AYLİN İLDEN KOÇKAR
www.adabulteni.com - Sayfa 3
İslam’da Hayır İşlerinin Özelliği
Hamza Tekin
İslâm’da hayır işlerinin kendine mahsus özellik ve ayrıcalığı vardır. Diğer dinler ve inanç sistemleri ve felsefelerden ayrı özellik ve güzelliğe sahiptir.
Bu özellikleri özetleyecek olursak şu başlıklar altında
toplayabiliriz:
1 – Kapsamlılık,
2 – Çeşitlilik,
3 – Devamlılık,
4 - Hayra yönelten saikin gücü.
1. Kapsamlılık: Evet, İslam’daki hayır ve yardım işleri
bu özellikleri ile diğer dinlerden ve inanç sistemlerinden felsefe ekollerinden tamamen ayrılmaktadır.
Müslüman, ister yakını, ister dostu, ister düşmanı olsun, Müslüman olsun kâfir olsun, insan, olsun hayvan
olsun yardımını ihtiyaç duyulduğunda herkese ulaştırır.
Müslüman iyiliğini ve yardımını sadece akraba ve yakınlarına, kendi soyuna ve kendi yurdunda ve memleketinde bulunanlara tahsis ve tayin etmez. Gerçi onun
dini akrabaya destek ve yardımı başkalarından daha
çok yapmasını emreder ama bu onun diğer insanlara
ve canlılara yardımını yaygınlaştırmasını engellemez.
Akraba ve yakına biraz daha öncelik tanıması için yüce
Rab şöyle buyurur: “Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey,
ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için
olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.”
(Bakara, 215). Yüce Resul ise şöyle buyurur: “ Fakire
verilen sadaka bir sayılırken akrabaya verilen sadaka,
sıla-i rahim ve sadaka olarak iki sayılır.”
Tüm bunlarla beraber İslâm garipler ve yabancılar
içinde bir hak tanımış, eğer Müslüman iseler İslam’dan
dolayı, eğer Müslüman değilseler insan olmalarından
dolayı hakları olduğunu beyan etmiştir. Yüce Rab insanlarla olan muaşeret ve muameleyi açıkladığı ayette
komşuya dikkat çekip vasiyet etmiş ve şöyle buyurmuştur: “(Yalnızca) Allah’a kulluk edin ve Ondan başka
hiçbir şeye asla ilahlık yakıştırmayın. Anne-babanıza
ve yakın akrabanıza, yetimlere ve muhtaçlara, kendi
çevrenizden olan komşulara ve yabancı komşulara,
yanınızdaki-yakınınızdaki arkadaşa, yolcuya ve meşru yollarla malik olduklarınıza iyilik yapın. Doğrusu
Allah böbürlenerek küstahça davrananları sevmez.”
(Nisa, 36)
Müslüman yardımını ve iyiliğini sadece dostlarına ve
sevdiklerine hasredip tahsis ederek düşmanlarını ondan mahrum bırakmaz. Ondan istenen hayrı ve iyiliği
herkese yaymaktır. Yüce kitabımız bir topluluğa olan
düşmanlığımızın bizi adaletten ve onlara karşı adil
davranmaktan caydırmaması gerektiğini ferman buyuruyor. Müslüman Allah’ın tüm yarattıklarına karşı
Sayfa 4 - www.adabulteni.com
merhametli olan kişidir, ona düşman olan ve ona kötülük ve işkence yapana da merhamet edip iyilik yapar.
Hadisi Şerifte gelir ki; “Cennete ancak merhametliler
girecektir.” Dediler ki ey Allah’ın Resulü hepimiz merhametliyiz. Buyurdular ki bu merhamet arkadaşlarınıza olan acıma ve merhamet değildir bu merhamet tüm
varlığa ve insanlara karşı olan merhamettir.”
Müslüman kendi dininden olmayandan iyilik ve yardımını esirgemez, iyiliği sadece Müslüman’a, yardımı
sadece Müslüman’a yaparak kâfirin merhamete ve
iyiliği layık olmadığını düşünmez. Zâtı Zülcelâl iyilik
ve merhametinden onları nasıl mahrum bırakmıyorsa,
Allah ahlâkı ile ahlâklanan bir Müslüman’da merhametten onları mahrum bırakmaz. Gayri Müslimlere
karşı Kur’an’ın yönlendirmesi, onlarla olan muamele
ve münasebetlerimizdeki ölçü budur. Bizimle barış
içinde oldukları, bizim aleyhimizde düşmana yardımcı
olmadıkları müddetçe onlara iyi davranıp adil muamelede bulunmamız ilâhi fermandır. Mevlâ buyurur:
“İnanc(ınız)dan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi
yurtlarınızdan sürmeyen (inkarcılara) gelince, Allah
onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz: çünkü Allah adil davrananları sever.” (Mümtehine, 8)
2. Çeşitlilik: Müslüman kişi veya Müslüman bir topluluk sadece bir çeşit iyilik yapmaz, onun yaptığı iyiliğin
çeşitleri ve şekilleri vardır. Bu hal insanların ihtiyaç ve
isteklerine göre değişir ve çeşitlenir. Yapanın gücü ve
imkânına göre biçim ve hal alır.
Bazen insanın yeme, içme, giyme, iskân ve ilaç gibi
maddi ihtiyaç ve taleplerini gerçekleştirmek için çalışırken, bazen de onun, öğretme, kültür ve din bilgisi
gibi mânevi isteklerini ve ihtiyaçlarını gidermek için
gayret eder. Rûhî taleplerin tahakkuku için gayrette
buna dâhildir. Bir insanı sevindirmek, gözyaşını silmek, sıkıntısına derman olmak, onu Allah’a güvenmeye ve dayanamaya yönlendirmek gönlündeki ve kalbindeki umutsuzluğu gidermek için çalışmak tüm bunlar
insana rûhî bir yardım ve imdattır. Müslüman bazen
hayrını ve yardımını bir kişiye bazen bir aileye ve bazen de topluma yapar. Bu yardım maddi belirli şeyler
olduğu gibi para ve nakdi şekilde de olur.
Bazen bu hayır ihtiyaç sahibini belirli bir sermaye vererek onların iş kurmalarına, çalışıp kazanmalarına
vesile olmak şeklinde de olur. Bu yardım az veya çok
ihtiyaç sahibine mal vermekle olduğu gibi vaktinin belirli bir kısmını ihtiyaç sahiplerine ayırmakla da olur.
Mesela bir doktor haftanın belirli saatlerini ayırarak
hastahanede veya başka sağlık ocaklarında karşılıksız
ve ücretsiz hastaları muayene edip tedavi etmekle de
olur. Hatta bazen öyle olur ki böyle zaman ayırmak,
dertlilere derman olmak, mal ve para vermekten daha
hayırlı ve daha verimli olur. Yardım ve hayır sadece
zenginler ve mal sahiplerine özel değildir. Sadakanın
ve hayrın akla hayale gelmeyen çeşitleri ve biçimleri
vardır. Emri bil maruf nehyi anil münker ve iki dargını
barıştırmak gibi içtimai ve toplumsal sadakalar ve hayırlar vardır. “Çünkü iki kişinin arasının bozuk olması
dini kökünden kazıyan bir şeydir.”
3. Devamlılık: İslâm’da hayır işlerinin özelliğinden
birisi de devamlılığıdır. Müslüman’ın yaptığı hayır ve
yardımlar ya her sene zekât gibi, öşür gibi sadaka-i
fıtır gibi belirli zamanlarda tekrar eden farz ve vecibe
olan bir sorumluluğudur yahut zamanı belli olmayan
her an ve her zamanda yapabileceği farz olmayan nafile yardım ve sadakalardır. Yakınına yardım etmek,
darda kalmışa el uzatmak, sıla-i rahim gereği yardımda bulunmak, yakın akrabalara karşı kendini sorumlu
hissettiği tüm haklar, komşuya yardımcı olmak, açı
doyurmak tüm bunlar zamanı belli olmayan nafile yardımlar olarak Müslüman’ın yapmaya devam edeceği
hayır işleridir. Çünkü “yanı başında komşusu aç iken
tok yatan İslâm’a göre kâmil bir mümin değildir.” Eğer
kalacağı yer yoksa ya da parası kalmamışsa gurbette
ise misafiri ağırlamak, darda kalmışa yardım etmek ve
onun sıkıntısını gidermek Müslüman’ın her an yapacağı iyilik ve hayırlardandır. Tüm bunlara Müslüman’ın
sorumlu olduğu vecîbeler Rabbi’nin rızasını kazanması
için yapması gereken güzel
işlerdir.
Hayrın yapılması ve ona niyet edilmesi, Müslüman’ın
yaşamının bir parçasıdır.
İyi bir şeyi yapmaya gücü
yettiğinde onu asla tehir
edemez. Gücü yetmezse
gönlünden onu yapmayı
hep arzu eder ve başkalarını onu yapmaya teşvik eder.
Teşvik eder ve bilir ki hayra delâlet eden, sebeb olan,
yönlendiren hayrı yapan gibidir onun gibi sevab alacaktır.
Ukbe b. Amir diyor ki yüce Resul’den işittim: “İnsanlar arasında hüküm verilip bitene kadar herkes sadakasının gölgesi altındadır.”
4. Hayra yönlendiren saikin gücü: Müslüman’ın hayır
işlerinin özelliğinden biride onu hayra yönlendiren etken ve sebeplerin gücüdür. Bu güçlü saikler onun sevgisini tahrik edip hayır işlemeye sevk eder ve bunlar hayırda devamlılığı sağlar. Bu sebeblerden dolayı hayırda
Müslüman’ı yarıştırır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
A – Allah’ın rızasını kazanmak: Müslüman’ı hayır
işlemeye yönlendiren etken ve unsurların ilki kişinin
Allah’ın rızasını kazanma arzusudur. Mevlâ ebrârı
ve iyileri anlatırken onların özelliğini beyan ederken
şöyle buyurur. “Gerçek erdem sahipleri onlar[dır ki,]
sözlerini yerine getirirler ve şiddeti yayılıp genişleyen
bir Gün’ün korkusunu duyarlar.” “Ve kendi istekleri
ne kadar çok olursa olsun, muhtaçlara, yetimlere ve
esirlere yedirirler” “ [ve kendi-kendilerine konuşurlar:] “Biz sizi yalnız Allah rızası için doyuruyoruz.
Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.”
“doğrusu, sıkıntı ve dehşet dolu bir Gün’de Rabbimize
(vereceğimiz) hesabın korkusunu duyuyoruz!” (İnsan,
7-10)
B – Ahlâkî unsurlar : Burada Kur’an’ın işaret buyurduğu ahlâki etkenler ve unsurlar da var ki yüce kitap
Allah yolunda infak edenleri muttakîlerden saymıştır.
Bakara Sûresinin ilk ayetlerinde bunu açık bir şekilde
görmekteyiz. “İşte Kitap! Şüphe yoktur onda. Rehberdir müttakîlere!” “O muttakiler ki görünmeyen âleme
inanırlar. Namazlarını tam, dikkatle ifa ederler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler.”
(Bakara, 2-3) Ayrıca ehli infâkı gerçek inananlar olarak ta tavsif ediyor yüce kitap. Buyuruyor ki; “Onlar
namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak
verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.”
“ İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık
vardır.” (Enfal, 3-4) Bunlar ilâhi kitapta “ulülelbab”
olarakta tavsif edilmektedir. Onlar Muhsinlerdendir:
“Kuşkusuz onlar, bundan önce dünyada güzel davrananlardı. Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde
de istiğfar ederlerdi. Mallarında, muhtaç ve yoksullar
için bir hak vardı.” (Zâriyat,17-19)
C – Bereket ve dünyada yerine yenisinin verilmesi:
Müslüman’ı hayra yönelten ve hayra yönlendiren
mânevi etkenlerden biride
verdiğinin yerine yenisinin
verileceği vadidir. Ahiretle
ilgili sevab en etken ve en
öncelikli unsur olması ile
beraber dünyada da hayrın karşılığının görüleceği
kesindir. Çünkü İslâm dini
hem dünya ve hem de âhiret
güzelliğini cem eden ve içeren bir dindir.
Müslüman yaptığı hayır ve iyiliklerle hayatının, evinin
ve ailesinin bereketle dolduğunu hisseder. Ve Allah’ın
verdiğinin yerine yenisini daha fazla olarak vereceğine
inanır. Mevlâ buyurur: “Eğer o ülkelerin ahâlisi iman
edip Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette Biz
üzerlerine gökten, yerden nice bereket ve bolluk kapılarını açardık…” (Araf,96) “Hayır olarak yaptığınız
her harcama sadece kendiniz içindir. Zaten siz Allah
rızâsını aramaktan başka bir gâye ile infak etmezsiniz.
İşlediğiniz her hayrın mükâfatı size tamamen verilir ve
sizin hakkınız yenmez.” (Bakara, 272)
Efendimiz buyuruyorlar ki; “ Kulun sabahladığı hergün iki melek iner, biri ey Rabbim verenin, infak edenin verdiğinin yerine yenisini ver, diğeri de; ey Rabbim
vermeyip tutanın elindekini ve tuttuğunu telef edip yok
eyle diye dua ederler.”
Hayır işleyenin yaptığı hayrın yerine verilenler bazen,
sıhhat, bazen ruh huzuru, bazen ailevî saadet, bazen
hayırlı evlat ve bazense malında artmalar ve bereketler
şeklinde olur. Güzel ve huzurlu bir hayat sürer. Bu gibi
insanlar hiçbir zaman ilâhi zikirden yüz çevirip sıkıntılı
bir yaşam içine düşenler gibi olmayacaklardır.
www.adabulteni.com - Sayfa 5
Şehir ve İnsan
Mehmet Kuzu
Köyün kültürel alt yapısı atalardan intikal eden
bilgilerden oluşur. Bu bilgiler o insanlarda öylesine yer etmiştir ki, onların değişime uğratılması kolay değildir. Köyü örf adet ve ananeler çepeçevre
kuşatır. Dilleri sade, inançları saf, genelde gönülleri paktır. Akrabalık bağlarının kuvvetli olduğu
bu mekânlarda kardeşlik ve sevgi, büyüklere saygı,
itaat şehirlerden daha ileridir. Örfe körü körüne
bağlılığın olumsuzlukları köyleri tehdit etse de onlar yaşayışlarıyla çevreye sağladıkları uyumla baş
başa bir hayat sürerler.
Şehirler adeta köylerin birleşimidir. Her sokak bir
köy gibidir. Onun içindir ki mahalleler kültürel anlamda farklılıklar arz eder. Şehir, kültürler mozaiğidir. Bir arada yaşama hoşgörüye, karşılıklı sevgiye bağlıdır. Şehir de kalıcı bir kültürün oluşumu
işte bu özelliklerle sağlanır. Şehir kendi aydınını
doğurur. Aydın örf ve adetlerin olumsuzluklarını
arındırır. İnsanların insanî yönünü açığa çıkartır.
Böylece şehrin merkezi, caddeleri, mahalle ve sokakları bir anlam kazanır. Merkezle kenar semtler
Sayfa 6 - www.adabulteni.com
bütünlük arz eder. Fikirler kâmil noktada birleşir
sanat eseri olarak şehrin her yerinde abideleşir.
Merkezini câminin, medreselerin, pazaryeri ve
mezarlıkların oluşturduğu şehir insanı dünyanın
bir han, kendilerinin bir yolcu olduğu bilinciyle
iç içedir. Bu şuur sıhhatli bir bünye gibi, sıhhatli bir şehre işaret eder. Bünyenin hastalıkları gibi
şehrinde hastalıkları var. Bu hastalıklar şehirlerin
çökmesine, şehirlerin çöküşü de ülkenin çökmesine sebebiyet verir. Şehrin tarihi kalıntıları, şehrin
hastalıklarını haykırır bize. Sodam ve Gomore enkazları homoseksüel bir topluluğun içindekilerle
birlikte helâkini gösterirken, Patra gibi enkazlarda müşrik bir toplumun şunu haykırır. Üzerinde
medeniyetin parıltıları yükselen Endülüs hamamlarının duvarlarındaki porno resimler şehirlerle
içinde yaşayan insanların ilişkisini göstermesi
bakımından manidardır. Buralara ziyaret ibret almaya yönelik olursa anlam kazanır.
Şirk şehirlerin kangrenidir, yok olmasının sebebidir. Tevhitle şehirlerin aydınlığa kavuştuğunu gö-
rüyoruz. Şehirlerin kurtarıcıları Peygamberlerdir.
Kurucuları da…
Mekke; şehirlerin anasıdır. Hz İbrahim (as)’in temelini attığı tevhit şehridir. Hz Hacer’le İsmail
(as)’in çekirdeğini oluşturduğu bu şehir, insanın
yaratılışındaki kötüye meyil özelliğiyle zaman
içinde karardı. Kâbe
putperestlerin özgürlük
abidesine dönüştürüldü. Hakkı arayan Haniflerin
iniltisi içinde müşrik hegemonya doruk noktaya
çıktı. Mekke şirk hastalığına yakalandı. Kış mevsimini yaşıyordu. M. 610 yılında vahyin aydınlığı
sabaha karşı şehre düştü. Baharın müjdesiydi bu.
Şehir peygamber çilesiyle dirilişe hazırdı. Şirk ve
tevhit caddelerde, sokaklarda evlerde çatışıyor insanlar iradeleriyle bu çatışmalarda şehirle birlikte
saf belirliyorlardı. 13 yıl süren çatışma hicretle
noktalandı. Şehir mahzundu…
Gülen bir coğrafya parçası vardı. 350 km kuzeydeki Yesrib şehri; Yahûdi , Evs ve Hazrec Arap
kabilelerinden müteşekkildi. Bir yönüyle putperest
Araplar, geleneğe gömülmüş, Tevrat’ı unutmuş
Yahûdilerin zulmü altında inliyordu. Bir hekime
ihtiyacı vardı Şehrin. Hicretle gelen Hz Muhammed (sav) şehre hayat iksirini de getirdi. Mescîdi
Nebevî merkezli Tevhid mektebiyle gönüller hastalıktan kurtuluyor. Şehrin mahallelerini oluşturan
evler aydınlanıyordu.. Bu aydınlık bir kısım insanların hastalıklarında değişim yaptı. Yeni tip şehir
hastalığı “münâfıklığı” doğurdu.
İman; burada o denli güçlüydü ki, münâfık müşrik
ve Yahudi ortak cephesini anarşiye teröre meydan
vermeden eritti. Yesrib, Medîne-tül Münevvere’ye
dönüştü. Aydınlık şehir, Mekke’nin fethiyle insanlarını ve şehrini fethetti. Çevresini Taifi’de içine
katarak peygamber şehri insanlarıyla birlikte
gelecek nesillere model oldular. Sıhhatli bünyelerde hastalanır tedavi görünce çabuk toparlanır.
Medîne Hz. Ömer (ra) dönemimde sıhhatli bünye
gibidir. Ancak hâin bir el onu şehit etmiştir.. Onun
şehâdeti müminlerin heran temkinli olmaları gereğine bir işaretti. O şehir Hicaz ekoluyla insanlığı
aydınlatacak bir merkezdi. Sahâbe şehirlerinden
Kûfe özel projelerle oluşturulmuş bir şehirdir. Hz.
Ali (ra)’ın İslâm’ın baş şehri haline getirdiği bu
yer, mümini mümine karşı savaştıran fitnenin de
yuvası halini almıştır.
Fitne toplumun en korkunç hastalıklarındandır.
Kasırgalar gibi şehri ve şehirde yaşayanları enkaz
haline getirir. Basra şehrini de Sahâbeler kurmuştu. Bugün ki Kahire de Amr bin As’ın kurduğu
Fuslat şehriydi. Samimiyet üzerine inşa edilen bu
şehirlerde öylesine bir Fitne merkezi oluşturuldu
ki, Medîne’de Hz. Osman (ra)’ın şehâdetine sebebiyet vermekle kalmadı, İslâm’ın ilkleri için büyük bir imtihanın başlamasına sebep oldu. Hz Ali
(ra) şehadetine uzanan bu elemli günler şüphesiz
ki Allâh ’ın kıyamete kadar gelecek insanoğluna
uyarılarıyla doluydu. Fitne ancak güçlü bir imanla
durdurulabilir. Öylede oldu. Yanan orman alanlarının yeniden hayat bulması gibi, bu mekanlarda
zaman içinde dirildiler. Kûfe Hanefî Fıkhının doğduğu yer oldu. Sahâbe şehirleri Fitne kasırgasını
atlattı, bugün davetleriyle dünyayı aydınlatmaya
devam ediyorlar.
Şehri canlı tutan insandır. O güzel olursa şehirde
güzel olur. O kalben, rûhen temiz olursa şehirde
temiz olur. O mânevi kir ve hastalıklardan arınırsa
şehirde arınır.
www.adabulteni.com - Sayfa 7
DİN, ŞEHİR VE
MEDENİYET
Yusuf YAVUZYILMAZ
Araştırmacı-Yazar
Tarihe damgasını vurmuş ve insanlığın gelişimini
derinden etkilemiş bütün büyük medeniyetlerin temelinde insan ve din unsuru bulunur. Medeniyet
tarihi içinde özel bir konumu olan İslâm medeniyetinin temelinde de inanç, bilgi ve değer bulunan
bir medeniyettir.
İslâm Medeniyeti taşıdığı özellikleri dolayısıyla diğer medeniyetlere en açık medeniyettir. Bu
târihi gerçeği İslâm’ın gelişim târihinde kolaylıkla gözlemleyebiliriz. İslâm tarihinin çok erken
dönemlerinde İslâm medeniyeti, sınırlarının gelişmesi sonucu diğer toplumlarla karşılaşmıştır. İlk
karşılaşmalar yakın komşuları olan Bizans, İran
ve Hind toplumları ve buralarda oluşan düşünce
sistemleridir. Aslında Medeniyetler özellikle doğuş
ve gelişme çağlarında, zamanın diğer güçlü medeniyetleriyle karşılaşması kaçınılmazdır. Bu anlamda medeniyetler arasına duvar çekilemez. Bilginin
dolaşımı ve akışı karşısında bunu başarmak da zaten imkansızdır.
Diğer medeniyetlerle karşılaşma sonucu önceleri gelişigüzel yapılan çeviri faaliyetleri, Abbâsi
Halîfesi Me’mun zamanında sistematik hale ge-
Sayfa 8 - www.adabulteni.com
lir. Bu amaçla kurulan, Beyt-ül Hikme (Hikmet
Evi)’de yüzlerce bilim adamı ve düşünür çeviri faaliyetlerine katılır ki, bunlar arasında İslâm Felsefesi deyince ilk akla gelen Farâbi ve İbn-i Sina’da
bulunur. İlk çeviriler Hind, İran ve daha çok olmak
kaydıyla Yunan medeniyetinden yapılır. Böylece
Müslüman entellektüeller vahiy bilgisi dışında aklı
temel alan felsefî düşünceyle de yüzleşirler. Günümüze kadar devam eden din-felsefe, akıl-vahiy ilişkilerinin tartışılmasına tâ o zamanlar başlanır.
İslâm medeniyeti kendi dışında üretilen bilgilerle
yüzleşmekten asla çekinmemiştir. Çünkü Kur’an
onları Müslüman olmayanlarla güzel bir şekilde
tartışmaya çağırmaktadır. Müslüman bilginlerde
bu öneriyi karşılaştıkları her bilgi karşısında göstermişlerdir.
Medeniyetlerin gelişmesinde şehirlerin önemi büyüktür. Şehir medeniyetin döl yatağıdır. Orada
mayalanan görüşler oluşan medeniyetin bilgi kapasitesini belirler. İslâm’ın doğuşunu sembolize
eden Mekke ve Medîne iki önemli şehirdir aynı
zamanda. Özellikle Medîne ile medeniyetin benzer çağrışımlar yapması da hayli anlamlıdır. Sa-
dece İslâm’ın değil, bütün büyük medeniyetlerin
taşıyıcılığını şehir merkezleri yapmıştır. Medîne,
Mekke, Kûfe, Şam, Kâhire, Bağdat, Semerkant,
İstanbul, Konya, Urfa gibi merkezleri hesaba
katmadan İslâm medeniyetini anlamak ve değerlendirmek mümkün değildir. İslâm medeniyetinin
izleri bu şehirlerin her hücresine sinmiştir. Bu gün
bir İslâm felsefesi, kelâmı, bilimi, mîmârisi, estetiği, ahlâkı vs. bahsediyorsak şehirler bu iddianın
kanıtı gibi dimdik ayaktadır. İslâm medeniyetini
sembolize eden diğer şehirler ise ikinci dereceden
önemlidir ve medeniyet kurucu bu şehirlere birazda kıskanarak bakarlar.
İstanbul ve Ankara arasında yaşanan derin çekişmeyi, iki büyük medeniyet arasında yaşanan
kavgayı dikkate almadan anlamak mümkün değildir. İstanbul bütün ihtişâmıyla İslâm Medeniyetini temsil etmenin haklı gururunu yaşar. Ankara
ise İstanbul’a göre çok daha sekülerdir. Nitekim
merhum Osman Yüksel Serdengeçti, Ankara için
“mabetsiz şehir” tanımlamasını yapar. Türkleri
İslâm medeniyetine Ankara değil, İstanbul bağlar.
Bu özelliği dolayısıyla Ankara İstanbul’u içten içe
kıskanır durur. Kıskanır çünkü bırakın onu geçmeyi, yakalayabilecek donanımı ve geleneği bile
yoktur. Bu yüzden Ankara sürekli İstanbul’un gölgesinde yaşamak zorunda kalan bir mahkum gibidir. Peyâmi Safâ’nın kavramsallaştırdığı DoğuBatı çatışmasını anlatan en iyi aktörler İstanbul ve
Ankara’dır. Devletin siyâsi merkezi olma özelliğini
arkasına almış olsa da yine de İstanbul karşısında
mahcup, edilgen ve çekimserdir. İstanbul ise arkasına aldığı tarihî mîrâsın avantajıyla durduğu
yerden, Ankara’daki yapay, zorlama ve hantal yapıyı üzülerek izler. Genç yaşına rağmen ne kadarda yıpranmış ve çökmüş diye düşünür. Anadolu’ya
nasıl bu kadar yabancılaştığını anlamaya çalışır.
Oysa İstanbul tarihle, toplumla barışıktır. Zamanın ünlü Ankara Vâlisi Nevzat Tandoğan, köylüleri Ankara’ya sokmazken, İstanbul yaşadığı medeniyet tecrübesiyle herkese kucak açar. Ankara’ya
giremeyen bütün insanlar için İstanbul sığınılacak
bir limandır. Bu yüzden İstanbul’un bütün tabiiliğine karşın, Ankara resmi, otoriter ve buyurgandır. Ankara İstanbul’un “imparatorluk kuran şehir” olma özelliğine imrenerek bakar.
Şehir hiç şüphesiz sadece insanların toplandığı bir
alan değildir. Şehir şiirdir, edebiyattır, sanattır,
dindir, uygarlıktır. Konya Mevlânâ’yı, Urfa Hz.
İbrâhim’i, Nâbi’yi, İstanbul ise bilimde, felsefede,
sanatta, dini ilimlerde sayılamayacak kadar değer üretmiştir. İstanbul’u merkez yapan yaslandığı
tarihî gelenek ile yaşattığı İslâmî mirastır.
www.adabulteni.com - Sayfa 9
ŞEHİR
BENİM
NEYİM?
Adına ister şehir,
ki caddeler insanı
ister kent, isterseniz
hedefine ulaştıraanakent deyin fark
mamaktadır.
etmez. Asıl olan
Şehirler tatminsizinsandır. İnsanlar
lik ve israf yarışının
şehirler için değil,
kibri zirveye taşıdışehirler
insanlar
ğı yerler olmamalıiçindir.
Şehirler
dır. Şehirlerin sevgi
insanların mekâna
Mustafa Aydın
ve merhamet duyve maddeye yansıguları kaybolmuşsa,
masının görünen kısmıdır. Aileye göre ev ne ise,
“kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup
topluma göre de şehir odur. Tıpkı evlerin kapıları
da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla
olduğu gibi, şehirlerinde kapıları olmaz mı?
işitmeyen” Araf, 179) şaşkın ve gafil olmaları kaŞehir insanın kendine ve hemcinsine verdiği de- çınılmazdır.
ğerin göstergesidir. İnsanların yığın değil, yumak
Yeryüzünde batının şehirleri, tam anlamıyla dünya
olabildiği mekânlardır. Dantel misali örgülerin seiçin elden geleni ortaya koymaktadırlar. İslâm’ın
rildiği yaşamın diğer adıdır. Şehrin planı, insanın
şehirleri diyebileceğimiz “Rabbimiz! Bize dünyaiman planında ki duruşunu yansıtır. Kiminin imanı
da da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş
sadece dünyaya dairdir ki, “ey Rabbimiz bize dünazabından koru” (Bakara, 201) duasının yaşanayada ver” (Bakara, 200) derler ve şehirlerini sabileceği şehirlerimize maalesef sahip değiliz.
dece dünya için inşa ve imar ederler. Batı şehirleri
gözümüzün önünde bu fani gerçeği yaşatmaktadır- Şehir ne vilayetin, ne belediyenin, ne de seçmenin
lar. Fakat bu zihniyetteki şehirlerin “”Ahiretten uhdesine teslim edilemeyecek kadar sorumluluk
gerektiren bir anlayışındır. Şehir hak ve adaletin,
hiç nasipleri yoktur” (Bakara, 202)
iffet ve ticaretin eğitim ve yönetimle buluştuğu
Şehirlerin imanı var mıdır diye sormayın. Mekke,
ezan sesinin vardığı yere kadar, ezanın ruhu olan
Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, Kurtuba ve İstankulluğun özümsendiği “kutsalımızdır”. Şehirler
bul deyince akla ne gelir? İmanın şehirleri olmaz
ezan ve mezarlık arasında ki yaşamın adımları,
demeyin, imanın şahidi olan veliler diyarı şehirler
lokmaları, sorumluluk ve haklarıdır. Şehirlerin
dahi, makberleriyle yaşamıyor mu günümüzde. Ne
suçları ve faziletleri vardır. Suçlu şehirler helakin
zaman ki şehirler kalbi ve fiili imanı yitirdi, çeşitli
örneği, faziletli şehirlerde geleceğin gülleridir.
hastalıklara muzdar oldu. Şehirlerimizin kalbi maalesef hasta, kalbi nedir derseniz insandır insan. Kur’an’ın çeşitli soru kalıplarından biri de ”şehirŞehir sanal ışıkların süslediği yerler değil, nûrun lere sor” cümlesidir. Sanki muhatap şehirmişçesiaydınlattığı yerleşim yerleri olmalıydı. Hakka va- ne, şehre sor denilmektedir. Altmışa yakın ayette
ran yollarının kapalı ve engelli olduğu şehirlerde “karye” geçmektedir ki, köy değil anakent veya
Sayfa 10 - www.adabulteni.com
gözde belde anlamındadır. Resullerde şehirlere
gelmedi mi?
Şehirden almalı haberi, medeniyeti öğrenmek istiyorsak. Zâlim olan karyeden, âdil sonuç beklenmez ki mutlu olalım.
Nasıl ki iman önce vermek, sonra almaksa, şehirler kendilerine verildiği ölçüde insana huzur verirler. Şehre vermeye gelinir, vereceği olmayanın
gelişi yağmacılıktan başka bir şey değildir. Şehre
gelmek borçlu olmaktır. Medîne demek borcun din
olduğunu idrak etmektir. Borç batıl yolda olursa
o beldeye Münevver Medine denir mi? Hak borcun olduğu ve ödeneceği yere Medîne-i Münevvere
denir.
Şehirler ameli salihlerimizin uygulanma mekânıdır.
Dinin kutsalı ne evdir, ne de şehirdir. İnsanın bulunduğu tüm alanlardır. Şehirler yürüyüşümüzden
ki “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen
yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.(İsra, 37) hitabıyla evden çıkışımızla başlar ve “ Kârûn, ziyneti ve görkemi içerisinde kavminin karşısına çıktı.”Kasas, 79) örneğiyle kibrin
sonucunu bizlere öğütler. Şehir, insanları iman
ve amellerimize şahit tutuşun diğer bir delilidir.
İnsan haklarının insan sayısınca arttığı şuuruna
ermektir. Sorumluluğumuzu “ben” merkezinden
“biz” merkezine çekmektir. Egolarını ilahlaştırmış şehirler, secde edemedikleri müddetçe kibrin
tutsağıdırlar.
Şehir sadece mimari, cami ve asma altı değildir.
Şehir güler yüzlerin, selâmın ve komşu şuurunun
dalga dalga yayıldığı mekânların özü olmalıdır.
Her günahın tevbesi olduğu gibi, şehirlerimizin
medeniyetsizliğine nasıl ve ne zaman tevbe edeceğiz. Şehirlerimiz maalesef özürlü, tedaviye ihtiyaçları var. İnsan hasta olduğunu bilir fakat tedavisini çoğu zaman kendi başaramaz. Hastalığı
hepimiz biliyoruz, tedavi nasıl olmalı işte işin zoru
budur. Öncelik insana verilmeli ki şehirler imha
değil ihya olsun. Şehirlerimiz ölüdür desem inanır
mısınız? Diri odur ki hayat vere ve hayat bula. Hayatı yaşanılmaz ve yalnız kılan şehirler ölümden de
zordur. İnsanlar şehirlerde mağaradaki yalnızlığı
yaşıyorsa bunun sorumlusunu bulmalıyız. Sorumluyu Âdem ve eşi misali, biz diyerek başlamalıyız.
İblisçesine senin sebebinle diyerek başkasını suçlamayı bırakmalıyız.
Tüm şehirler “şehirlerin anası Mekke” olanın Rabbine dönmedikçe korku ve açlıktan emin olamaz.
Açların olmadığı ve her türlü korkunun yok olduğu
beldelerdir bizim şehirlerimiz. Kapkaç sadece eşyaya değil, iman ve amele de yapılıyorsa oranın
adı şehirde olsa bizim için hiçbir anlamı yoktur.
İnsan vücut kentine hükmedemiyor ve aile metropolüne sahip çıkamıyorsa bilin ki şehrimiz ızdırap
içindedir. İnsanı ihmal eden ve birbirinden uzaklaştıran ne varsa plan ve projesini değiştirmeliyiz. Neden mahalle olamadık sorusunun cevabını
bulamayanın, şehir olması mümkün değildir. Kaç
isim tanıyoruz mahallede, kaç komşu var ziyaretimiz de ve güven var mı semtimizde? Siteler içine
mahkûm olmuş yarı açık ceza evi mantığında ki
yaşam şehir değildir.
Müsrif şehir değil, mütevazı şehir sahibi olmalıyız.
Şehirden kazanıp şehre harcayan değil, kendine
yeten olmalıyız. Beş yıldızlı huzur evleriyle değil,
günaha çanak tutan yapılarıyla değil, manasız koşuşun yorgunluğuyla değil, insanca ve insana hizmet eden duruşuyla şehirler imar etmeliyiz.
Köftesiyle, kabağıyla, patatesiyle değil, insan unsuruyla anılmayı arzu etmeliyiz. Birbirine hoş geldin demeyen, hal ve hatırını sormayan, güven ve
emanet problemi yaşayan insanlar teknolojileriyle
mutlu olamazlar ki, şehirlerine sahip olsunlar. Ne
mukim ahlakına, ne de misafir edebine sahip olamayışımız bizi medeniyetsiz şehirleşmeye götürmüştür. Çocuk yuvalarının arttığı, köprüden sokağa çocukların yayıldığı, sığınma evlerinin gizlice
inşa edildiği ve gölgelerden korkar hale geldiğimiz
şehirler sahi bizim mi? Eğer bizimse, biz kiminiz?
Münkirin korkusuzca ve hayâsızca işlendiği, marufun unutulmaya yüz tuttuğu şehirler yüz karamız
değil de neyimizdir.
Şehrimizde sürgün hayatı yaşıyorsak, derhal vatanımıza dönmelidir. O vatan ki imandır, Salih
ameldir ve sevgiyle merhamet yarışıdır. Şehirler
evlerimizin dış duvarlarıdır. Evlerimizi manen yıktıysak, maddi yıkım yakındır.
Vatanı aslî, vatanı ikâmet ve vatanı sukna tabirleri vardır fıkhın sefer bahsinde. Dikkat edilecek
olan ise hepsinin ortak noktası “vatan” olmasıdır.
Vatan odur ki imanla beraber yaşanan yerdir. Mümin de o kimsedir ki, hangi vatanda olursa olsun
vatanının hakkını vermelidir. Şehrin mezarlığı ve
son noktası bilinmeli ki sefer hükmü uygulansın.
Şehrini tanımayanın fıkhı olur mu? Şehir fıkhını
bilmek ve ihsan üzere ihlâsa ermek için son bir
soru; şehir benim neyimdir?
www.adabulteni.com - Sayfa 11
KENT DEDİĞİN
İNSANDAN BAŞKA NEDİR Kİ ?
Emine ATLI
Son yıllarda ülkemizde işsizlik, terör, eğitim gibi
çeşitli problemlerden dolayı kırsal kesimden özellikle büyük şehirlere yapılan göç hareketleri halen
sürmektedir. Buna bağlı olarak da stres, gürültü,
kültürel yozlaşma, kira derdi gibi sosyo-ekonomik
etkilerin yanında, altyapı eksikliği, hava ve su kirliliği gibi çevresel problemlerle de karşılaşılmaktadır.
Her şeyin iki yüzü olduğu gibi, kentleşmenin de
iki yüzü vardır. 1. Yapısal kentleşme 2. Kültürel
kentleşme. Yapısal olarak büyük şehirlere yakın
kesimlerde ülkemizin ak ciğerleri konumunda olan
ormanlarımız katledilerek, birer kanserli tümör
görünümündeki site, lüks villa ve çok katlı binalarla tabii zenginliklerimiz yok edilip kentlere çevrildiği gibi kentlerde varoş veya gece kondu mahalleleri ile köyleri andırır olmuş. İç içe geçen bu
karmaşa buz dağının görünen yüzüdür. Buda zaten
bizi değil yöneticileri ilgilendiren bir durumdur.
Kentleşmenin ikinci ve bence asıl yüzü olan kültürel kentleşmeye gelince işte bu konuda herkesin
söyleyeceği pek çok sözü olsa gerek. Çünkü kültürel kentleşme kültürel yozlaşmayı da beraberinde getirmiş durumda. Kentleşme sonucu oluşması
beklenen kültür zenginliği-çeşitliliği maalesef oluşturulamamıştır. Kentlerin baş döndürücü değişimlerine ayak uydurmada zorlanan insanlar, özellikle
de gençlerimiz vardır. Her değişim olumlu değildir
elbet. Bir gelişerek değişmek vardır, birde çürüyerek değişmek. Bir sütü yoğurt yapmakta ekşitip
çöpe dökmekte mümkündür. Elbette yeniliklere
açık olmalı insan, kentin nimetlerinden faydalanmalıdır. Tüketmemiz için önümüze konan yenilik
mönülerinin içeriğini ve katkı maddelerini bilmeden midemize indirirsek, mide zâfiyeti geçirmemiz
kuvvetle muhtemeldir.
Bu durumda kentte yaşayan kitlelere kentli olma
bilincinin verilmesi ve sosyal sorumluluklarının öğretilmesi gerekir. Bireysel düşünüp, bireysel yaşayan insanlar şehrin problemleridir. Medenî yaşam;
bireysel ve sosyal sorumlulukların farkında olarak
dayanışma halinde yaşamayı bilmektir. Oysa günümüzdeki apartman yaşamı yalnız yaşam yani
vahşi yaşamdır. Alt komşu üst komşudan haberdar
ve emin değildir. Oysa Efendimiz (as) “Müslüman
komşusunun elinden ve dilinden emin olduğu kişidir.” buyuruyordu .
Sayfa 12 - www.adabulteni.com
İnsanlar arasındaki iletişim kopukluğu komşuluk
ilişki ve haklarından bî haber yaşam, insanca ve
İslâm’ca bir yaşam değildir. İnsanlar arası ilişkiler
hayatı paylaşmak için değil, tam aksine hayattan
pay almak için kuruluyor. Demek ki içinde yaşadığımız şehirden ziyade içimizde yaşattığımız şehri
medenîleştirmeliyiz. Allah’ın Rasûlü ve arkadaşları
gibi hicret edilen Yesrib’leri Medîne’leştirmeliyiz.
Bulunduğumuz topluma artı değerler katmalıyız.
Medîne’li yani şehirli olmak yürekte başlar, yüreği
Medîne’li olmayan insan baş kentte de yaşasa cahil kalır, bedevî kalır. İçimizdeki şehrin sokaklarını güzel ahlak, insan haklarına riayet, kötülükleri
tevbe deterjanı ile temizleyip; su-izan eden, başkalarının hakkına göz koyan, kıskanan, çalan düşünce hırsızlarından asayişi sağlayabilirsek, caddeleri
ilim, fikir, saygı ve hoşgörü lambaları ile aydınlatabilirsek içimizdeki kenti de, içinde yaşadığımız
kenti de Medîne’leştirebiliriz.
W. Şekspir’in dediği gibi: “kent dediğin insandan
başka nedir ki”
Paulo Coelho’nun popüler eseri “Simyâcı”da şöyle bir bölüm yer alır: “Romanın kahramanı Santiago bir kasabada yaşayan bilgeden hayatın gizemini öğrenmek ister ve bilgenin sarayına gider.
Bilge önce, Santiago’yu bir teste tabi tutacağını,
hayatın sırrını daha sonra anlatacağını bildirir.
Gencin ağzına içinde iki damla yağ bulunan bir
kaşık verir. Ve bu kaşıkla birlikte sarayımı gez,
içindeki güzellikleri gör fakat sakın yağı dökme
der. Biraz sonra genç bilgenin yanına gelir. Bilge
ona neler gördüğünü sorar. Genç yağı dökmemek
için bütün dikkatini kaşığa verdiğini, onun için
hiçbir şey görmediğini söyler. Bilge, tekrar git bu
sefer yağla birlikte güzellikleri de seyret der. Bir
müddet sonra genç geri gelir. Ve sarayda gördüğü
atlas halılardan değerli tablolara kadar her şeyi
anlatır fakat kaşıktaki yağı döktüğünü söyler. Bilge işte der, hayatın sırrı güzellikleri seyrederken
kaşıktaki yağı dökmemektir.... !”
Evet sağlıklı kentleşme, kendi öz değerlerimizi
kaybetmeden yaşama ayak uydurmaktan ziyade
ona değer katmaktır. Tüketmekten daha çok üretmektir.
Selam ve dua ile
SAGED
SAKARYA GÖNÜLLÜ
EĞİTİMCİLER DERNEĞİ
Sivil toplum örgütleri; insanların taleplerini, ihtiyaçlarını tesbit ederek bunu belli bir kurumsal
kimlik içerisinde ifade etmenin ürünüdür. Devlet
mekanizmasının karşılamadığı, eksik bıraktığı,
dolduramadığı alanları amacına uygun tamamlama girişimidir. Aynı zamanda halkın taleplerini
duyurma, ifade etme, hakkını arama aracıdır.
ni öğretmen, öğrenci ve velîleri hedefleyerek oluşturmaya çalışmaktadır. Öğretmenlerin meslekî ve
fikrî noktadaki paylaşımlarını en üst düzeye çıkararak daha aktif kılmaktır. Velîlerin eğitim noktasındaki düşüncelerini daha sağlıklı zemine oturması için rehberlik faaliyetleri yapılacaktır. Velî
eğitim seminerleri düzenleyecektir.
Eğitim insanı ve toplumu şekillendirir. Sakarya
Gönüllü Eğitimciler Derneği toplumun dönüşümünde eğitimin çok büyük etkisi olduğundan hareketle öğrenci, veli ve öğretmenlerin bu süreçte
aktif olarak bulunmasının gereğinin ihtiyacından
hareketle kurulmuştur. Bu sürecin “gönüllü” katkılarla biçimlenmesine ve geliştirilmesine çalışmaktadır.
Biz büyük Türkiye ailesinin fertleriyiz. Bu ülkede
okuyan, yaşayan çocuklar; bizim çocuklarımız,
gençler; bizim gençlerimizdir. Bu çocuklar ve
gençler geleceğimizi oluşturan ana dinamiklerdendir. Onların ancak iyi bir eğitim alması sağlanarak
geleceğimizin teminatı olmaları sağlanabilir. Geleceği, değerlerimizi merkez alan bir düşünüşün,
inancın temsilcisi olan gençlerin eğitimini önemsemekteyiz. Yaşanan çözülmelere, yozlaşmalara karşı kendi inanç ve değerlerini hayatında yaşayarak,
savunuculuğunu yapacak bir nesil oluşturmanın
ehemmiyeti ortadadır. Derneğimiz üniversite ve
orta öğrenim gençliğinin sahipliğini yapacak, onlara yol ve yön gösterecek çabalar ortaya koymaya
çalışmaktadır. Öğrencilere yönelik kurs, yarışma
ve değişik etkinliklerle fikrî ve sosyal gelişimlerine
katkı yapmayı hedeflemektedir.
“Sakarya
Gönüllü
Eğitimciler
Derneği”
Sakarya’da bir grup öğretmen tarafından 2007
yılında kuruldu. Eğitim- öğretim faaliyetinin merkezinde yer alan öğretmenlere var olan durumu
anlama ve yorumlamada daha sağlıklı bir yön
kazandırmayı hedeflemektedir. Eğitim- öğretim
sorunlarını çözümleriyle tartışmak ve bu noktada
duyarlılığı artırmaktır. Öğretmenlerin entellektüel
alt yapılarını güçlü kılarak ülke meselelerine sahip çıkma ve bu noktada fikrî olarak kafa yormayı esas almaya çalışmaktadır. Öğretmenlerin son
dönemlerde yaşanan kimlik ve kişilik erozyonunu
önleyerek eğitim ve öğretimde daha aktif ve etkili
olacak bir yapı oluşturmayı istemektedir.
Adres: Bankalar Cad. Kent İş Merkezi Kat: 4 Daire: 102 Adapazarı
Tel: 0.264. 279 03 16 - 0. 505 647 03 25
Web: www.degirmendergi.com
Sakarya Gönüllü Eğitimciler Derneği etkinlikleri-
www.adabulteni.com - Sayfa 13
FAALİYETLERİMİZ Eğitim Programı
2007-2008 Eğitim Dönemi Cuma akşamı Sohbetlerimiz Hamza TEKİN, Mehmet KUZU, Yusuf
YAVUZYILMAZ ve Selâmi GÜRSOY Hocalarımızla; Esmâ AKBAY Hocahanımla ise her ayın ilk
Cumartesi günleri hanım kardeşlerimize Kur’an
Günlüğü Dersleri ve Eğitim Seminerleri; Ayrıca
genç kızlarımızın Tefsir Dersleri ve genç erkek
kardeşlerimizin de sohbet programları devam etmektedir.
Aile Eğitimi Programı: Adapazarı’nda 4. senesine başladığımız Aile Eğitimi Programımız bu
sene dört ayda bir şeklinde ve aylık ödevlerle devam ediyor. Yine bu sene Hendek’te 50 ailenin
katılımıyla üç yıllık yeni bir Aile Eğitimi Programı başlatılmıştır.
Bayramlaşma
İki seneden beri yapmakta olduğumuz toplu Bayramlaşma Programımız, Adapazarı’na hizmet
eden yirminin üzerinde Gönüllü Kuruluşla Ramazan Bayramında ve Kurban Bayramında da bir
arada olduk ve coşkulu bir şekilde kutladık. Davetimize icabet ederek Adapazarı’lı Müslümanlarla
kucaklaşan kardeşlerimize teşekkür ederiz.
Öğrencilerimize Burs
Giyim Yardımı
Hayırsever kardeşlerimizin ihtiyaç sahiplerine
ulaştırılmak üzere bize güvenerek teslim ettikleri
Kadın-Erkek ve Çocuklara ait Giyim Yardımları
“Veren El ile Alan El Arasında Köprü” olma hassasiyetiyle yerlerini ulaştırılmıştır.
Sayfa 14 - www.adabulteni.com
Şehrimizde eğitim gören veya hemşehrimiz olup ta başka şehirlerde
eğitim gören öğrenci yavrularımıza
her sene olduğu gibi bu yılda az da
olsa bir miktar Burs verebiliyoruz.
Yardımda bulunan kardeşlerimizin
kazancını Rezzak olan Allah (cc) bereketlendirsin.
ADA BÜLTENİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Geçen sene başlatmış olduğumuz AdaBülteni’mizin Yayın Kurulu ve Yazarları ile yemekli istişâri toplantısını bu yeni yayın yılı içinde gerçekleştirdik. Geçen bir yılın muhasebesi ve yeni dönemde neler yapılabilir, nelerin yapılması gerektiği hakkında faydalı bir görüş alış-verişinde bulunuldu.
Ziyaret ve
Davetlere İcabet
KONFERANS
Kısa adı “SAGİR” olan “Sakarya Adalet Girişimi”
birleşenleri olarak; Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şûbesi, İlim Hikmet Vakfı, Diriliş Saati Dergisi, Özgür-Der Sakarya Şûbesi ve Vahdet Vakfı
Adapazarı Şûbesi adına Vakıf Şûbemiz olarak 30
Kasım 2007 Cuma akşamı bir Konferans tertipledik. “Sosyal Siyasetimiz” adlı konferansı oldukça
kalabalık bir dâvetli topluluğa Muhterem Abdullah BÜYÜK Hocamız takdim ettiler. Dâvetimizi
kabul ederek konferansı veren Hocamıza ve kalabalık bir katılımla bize şevk veren kardeşlerimize
teşekkür ederken, bu güzel tablonun diğer kardeş
kuruluşlara da bu tür çalışmalarında bir örnek olmasını temenni ederiz.
Mâlum olduğu üzere biz Ribat Eğitim Vakfı’nın
bir Şûbesiyiz. Vakıf merkezimizde veya diğer
şûbelerdeki faaliyetler için dâvet edildiğimizde de
mümkün mertebe icâbet ederiz. Bu çerçevede Konya Vakıf Merkezimizin “Hizmet İçi Eğitim Semineri”, Kütahya Şûbemizin “Ramazan Programı”
dâveti ile İnegöl’de “Hizmet Binâsı Açılışı Programı” dâvetine katılarak oralardaki kardeşlerimizin hem sevinçlerine ortak olduk hem de çalışmalarımızın daha güzel, daha faydalı olabilmesi için
neler yapılabilir bunları karşılıklı görüşme imkânı
bulduk.
www.adabulteni.com - Sayfa 15
ERENLER
DİLMEN MAHALLE
MUHTARLIĞI
Hazırlayan: Hasan Keleş
Dilmen Mahallesi; 26 Mart 1989 tarihindeki seçimlerden sonra Erenler Merkez Mahallesinden
ayrılarak mahalle oldu.
Mahallemiz; Bağlar, Erenler Merkez, Hacıoğlu,
Güllük ve Akıncılar mahalleleri arasında bulunmaktadır. 8 ana cadde ve 83 sokaktan oluşan ve
şu an itibarı ile toplam olarak 16949 nüfusa sahip
bir mahalledir. Sınırlarımız içinde 1 İlköğretim
Okulu, 3 adet Cami bulunup, Sağlık Ocağı bulunmamaktadır. Sadece özel bir Diyaliz Merkezi sınırlarımızda bulunuyor.
Mahallemizde fabrika bulunmamaktadır. Pazartesi günleri semt pazarımız halkımızın ihtiyacını
karşılamaktadır.
Semt sakinlerinin bir araya gelip beraber olabilecekleri ticâri yönden bakkalları (alış- verişlerinde
de olsa), okul ve haneler bulunmaktadır.
10 adet Çocuk Parklarımızda mahalledeki çocuklarımızın ve büyüklerimizin de faydalanacağı
kültür fizik aletleri de bulunmaktadır. Sosyal ak-
Sayfa 16 - www.adabulteni.com
tivitelerin yapılabileceği özel bir halı saha ve Köy
Hizmetlerine ait bir antreman sahası bulunmaktadır. Bu tür alanlarla halkımızın bir nevi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz. ve
Marmara depreminden etkilenen 560 hane binamız bulunmaktadır. Bunların 500 adedi ağır hasarlı olarak yıkıldı. Bu depremde 51 mahalle sakinimizi kaybettik, Allah hepsine rahmet eylesin.
Mahallemiz depremin yükünü yavaş yavaş kaldırıp eski güzelliğine kavuşuyor, hatta kurtulmuş da
diyebiliriz.
Münür EYÜBOĞLU olarak 1949 doğumlu evli 2
çocuk babası ve Ortaoukul mezunu, aynı zamanda
Zirai Donatım emeklisi olarak 26 Mart 1989 tarihinden beri 4 dönemdir Mahallemizin Muhtarlığını
halkımızın bize duyduğu güvenle sürdürmekteyim.
Yine halkımızın bize duyduğu güven devam ettiği
müddetçe görevimizi halka hizmet Hakka hizmet
düsturu ile devam ettirmeye çalışacağız.
ADAPAZARI’NDA
KENT VE KENTLİLİK BİLİNCİ
Yusuf Ertuğrul ERDEM
Kent: Meydan Larousse kenti; halkın çoğunluğunun ticaret, sanayi veya yönetimle ilgili işlerle uğraştığı bir yerleşme alanı ve tarım dışında işlerle
uğraşan insanların toplanmasıyla meydana gelen
ekonomik, demografik ve sosyolojik bir kurum
olarak açıklamaktadır. Farklı bir görüş açısıyla
kent; insanlarıyla, sembolleriyle, sorumluluklarıyla, geleceğiyle yerel yönetimler anlayışına ilave
edilen kentsel gurur ile tasvir edilmiştir.
Kentlilik Bilinci: Kentli olmak için kentte yaşayan
insanların kente ait olduklarını hissetmeleri, bir
başka deyişle kentle bir bütün olmaları gerekmektedir. Kentli olmak, yaşadığın ortamı diğer insanlarla paylaştığını bilmektir biraz da. Bir sorumluluktur kentli olmak. Kente ve kentte yaşayan diğer
insanlara saygı duymayı gerektirir.
Kentlileşme, kentli insan davranışlarının bireyde,
ailede ve diğer sosyal gruplarda gelişme sürecidir.
Bir toplum içerisinde yaşayan insanların tarih ve
toplum kültürü bilinciyle, kentsel hak ve görevlerini kente yakışır bir şekilde yerine getirmesi kentlileşmenin bir göstergesidir. Kentte yaşamak, kentlilik için yeterli olmuyor.
Kentlileşmek ile en anlaşılması gereken şey “tanımadıklarınla birlikte yaşayabilme olgunluğu” olsa
gerekir. Tabi ki, bireyin sosyalleşmesi için de bireysel niteliklerin ön plana çıkartılması beklenen
bir değişimdir.
Nerede durduğunu bilmeyen, kim olduğunun farkında olmayan, bu dünyadaki varlık sebebini
tam olarak idrak edememiş bireylerin “kentlilik
bilinci”ni oluşturabilmeleri imkan dahilinde değildir. Kentlilik Bilincini sağlamadan önce insanî bir
bilinci oluşturmak önemlidir.
Adapazarı’nda Kentli Olmak-Olamamak:
Kentsel gurura sahip olanlar, kent insanını, onun
sorunlarını ve bütün bunlara bağlı olarak kent siyasetlerini de daha iyi bilenlerdir. Aslında, yerel
yönetimler, fonksiyonları gereği “kente ilişkin bilgiyi yayma, dağıtma ve dönüştürmek”le mükelleftir.
Yerel yönetimler, kentleşme ve kentlileşme oluşumu içinde çıkacak olan olumsuzlukları, eksiklikleri
ve uyumsuzlukları giderici bir görev üstlenmektedir. Kentlilik bilincinin oluşumunda, insanlara yol
gösterici ve halkı bilinçlendirici bazı plan, program ve projeler yerel yönetimler tarafından yapılmalı ve halk bir bütünü oluşturacak şekilde idare
edilmelidir.
Buna karşılık kentte yaşayan insanların da kent
yönetimine ve kente katkı sağlayacak bir düşünce
içersinde olmaları gerekmektedir. Karşılıklı iletişimin kurulmasıyla kentlileşme aşamasının daha
kolay ve daha verimli geçilebileceği bir gerçektir.
Göç olgusunun oluşturduğu tehlike kültürler üzerindeki değişim sorunudur. Göç, çok fazla göç
veren ve çok fazla göç alan bölgelerin kültürleri üzerinde derin yaralar açmıştır. Osmanlı’nın
son döneminden itibaren Balkanlar, Kafkasya ve
Türkiye’nin değişik bölgelerinden göç alıp yetmiş
iki buçuk milletten müteşekkil insanların mutluluk içerisinde hayat sürdükleri Adapazarı için bu
durum bir övünç vesilesi olsa da kentlilik bilincini
oluşturmada sorun oluşturduğu rahatlıkla görülebilir.
Farklı etnik kökene sahip toplulukların, kent içerisinde kendi görüşlerini ve kendi yaşam tarzlarını
diğer topluluklara karşı kabul ettirme yarışı içerisinde olmaları, bir bütünü oluşturamamanın dolayısıyla kentli olamamanın gerçekçi bir kanıtıdır.
“Kentlilik bilinci” insanların yaşadıkları kenti benimsemeleri, o kente ait olduklarını hissetmeleri
ve daha da önemlisi yaşadıkları kente karşı kendilerinde sorumluluk duygusunun oluşmasıdır.
Göç yoluyla yeni bir kente gelen insanların kentli
olabilmeleri için bir çaba harcamaları gerekmektedir. Burada çabadan kastedilen insanların eski hal
ve hareketlerinin kent hayatına uygun bir şekilde
değiştirmeleri ve geliştirmeleridir. Adapazarı’na
göç edenlerin buna titizlikle riayet etmeleri kentlilik bilincinin oluşturulmasında önemlidir.
Adapazarı’nın “Yaşayan Kent” Olabilmesi…
www.adabulteni.com - Sayfa 17
Kentler; birlikte yaşadığımız, geleceğimizi bina
ettiğimiz, hatıralarımız ve hayallerimizle dolu
mekânlarımızdır. Bu mekânların yaşanabilir kılınması bizim kendimize, evlatlarımıza ve gelecek
nesillere karşı sorumluluğumuzdur. Kentler, sadece bugün üzerinde yaşadığımız toprak parçası ile
onun üzerinde bulunan evlerimizden, iş yerlerimizden ve diğer yapı ve tesislerden oluşan fiziki yapı
değildir. Kentler, insanlık tarihinin uzun yıllar
süren tecrübesi sonucu şekillenmiş, onların gelişimine tanıklık etmiş şahitlerdir. Kentimizde bu
gelişime “Sakarya” adından ziyade “Adapazarı”
adıyla şahitlik edilmiştir.
kültürel ortamların hazırlandığı bir Adapazarı…
İçinde yaşayanların kendisini dışlamadığı, kendisine karşı samimi duygular beslediği, aidiyetle sarıldığı bir Adapazarı... Kente hakettiği hizmetin sağlanmasında önemli roller üstlenebilecek, kentlilik
bilincini öncelik eden muhafazakar demokrasinin
vazgeçilmezlerinden sivil toplum kuruluşlarıyla
güçlü Adapazarı…
Kendini bir yazarın ellerine teslim etmiş kentler,
ruhunu; yani acılarını, emeklerini, sevinçlerini,
aşklarını, yoksullarını, suçlularını, zenginlerini,
öfkelerini zaaflarını insanlık hafızasına teslim
eden şanslı kentlerdir. Bunlar yaşayan kentlerdir.
Oralarda herkes kendinden bir şeyler bulur. Herkes, bir şeyler için sevinir, bir şeyler için üzülür.
Yaşanan hikayelerin parçası olur, açlıktan nefesi
kokan bir yoksulun doyabileceği bir şeyler bulması
için yakarırsınız içinizden. Veya suç işlemeyi kafasına koymuş bir gencin bunu yapmaması, son anda
aklının başına gelmesi; hastalanan bir çocuğun
iyileşmesi, ayrı düşen iki sevgilinin kavuşması için
dua edersiniz. Siz de o şehrin bir parçası olursunuz.
Sokakta davranışlarına, sözlerine dikkat eden,
çevreyi rahatsız edecek yüksek ses ve kirli ifadelerden kaçınandır.
Adapazarı için bir şiir, bir hikaye yazmayı kaçımız
düşledi? “Bu şehir için kimler ne yazmış, alıp okuyayım, kütüphanemde bunları mutlaka bulundurayım” diyen kaç kişi? Kentimizdeki 40 bini aşan
Üniversite, 175 bini aşan ilköğretim öğrencileri
için yayınevi sahipleri “Adapazarı Külliyatı” oluşturabildi mi? Adapazarı bizi ruhuna kattı mı veya
biz Adapazarı’nın ruhunu hissedebildik mi?
Adapazarı’nı kurtarmak için kitabını, şiirini yazmalı, türküsünü söylemeliyiz. Her taşına, her sokağına, her mahallesine ilişkin toplumsal hafıza
oluşturmalıyız. Herkes gözünü kapayıp hayalinde
Adapazarı’nı karış karış seyredebilmelidir.
Gönül bir Adapazarı arzuluyor:
İçinde 30’a yakın muhtelif yerel kültür derneklerinin olmadığı, herkesin yaşadığı kenti içselleştirdiği, milli kültürün şemsiye görevi gördüğü, milli
dilin (İstanbul Türkçesi) ortak değer olarak konuşulduğu bir Adapazarı…
Evlerde hakim olan mimarinin kente bir kimlik kazandırdığı, kent stresine karşı sosyal, psikolojik ve
Sayfa 18 - www.adabulteni.com
Farâbi’nin “Medînetül Fâzıla” (Erdem Şehri) dediği gibi bir kent… Nihâyet câmi avlusuna bırakılmamış bir kent.
İdeal Adapazarılı:
Küresel iklim değişikliğini aklına getirmeden “açık
bir musluk görünce kapatandır”.
Her yıl temizlik hizmeti için trilyonlar harcandığını aklına getirmeden kentli insan refleksiyle “elindeki çer-çöpü sağa-sola, sokak ortasına atmayan
bilinçli hemşehridir”.
İşyerim deyip yayanın kullandığı kaldırımı Belediye zabıtasının uyarısına ihtiyaç duymadan işgalden
kaçınan, kul hakkına riayet eden “onurlu esnaftır”.
Sakaryaspor’a yardım olsun bahanesine sığınmadan aracını gelişigüzel park etmeyen, kentinin
takımını küfürsüz destekleyen, sporun yaşamı güzelleştiren bir araç olduğunun farkında olan “Tatangadır”.
“Polis görmesin” demeden başkalarının mal ve
can emniyetini tehdit edecek davranışlardan kaçınandır.
Kente ve kentte yaşayan diğer insanlara saygı duymayı nezaketin gereği gören “adalı hanımefendibeyefendi”dir.
Sokak, cadde, park ve yeşil alanların ancak üzerinde yaşayan insanların hassasiyeti ve özenli koruması ile temiz kalabileceği temasını özümsemiş
“Gerçek Temacıdır”.
İdeal Adapazarılı; biraz da kenti emânet, kendini de emânetçi bilip, gelecek nesillere bu emâneti
en güzel şekilde teslim etmek adına el ele, gönül
gönüle veren erdemliler topluluğunun seçkin insanıdır.
Ben, sen, o, biz, siz! Haydi var mısınız?
ŞEHİR VE MEDENİYET
(*)
Medeniyet; uygarlıktır, kentlileşmek, kırsallıktan
kurtulmaktır. Temiz, sağlıklı, düzenli bir yaşamdır. Medeniyet ile “Medine” yani kent (şehir) hayatı arasında çok yakın bir ilişki vardır.
ları, mümkün müydü ticari metalarını insanların
geçiş yolu üzerine sersinler ve onların geçişine engel oluştursunlar. Bunu son derece ciddi bir kul
hakkı ihlali telakki ederlerdi.
İnsanlığın en mümtaz siması, kainatın medar-ı
iftiharı, âlemlerin rahmet vesilesi, medeniyetin
emsalsiz öncüsü Hz. Muhammed (SAV) insanlığı
içine düşmüş olduğu cehalet girdabından çekip çıkarma, medeniyetin aydınlık iklimine kavuşturma
mücadelesini Mekke’de başlattı. Mekke bürokrasisi ve ilkel ruhlu egemenleri bu davete sırt çevirdiler ve hatta bütün güçleriyle karşı koydular.
Düzensizlik, gelişi güzellik, dağınıklık yoktu hayatlarında; derli topluydular, yaptıkları işi güzel
yaparlardı. “Allah güzeldir, güzel işi sever” diye
bilirlerdi.
Mekke’de bedevilikten medeniliğe geçişin uzun süreceğini fark eden Hz. Muhammed, arkadaşlarıyla
birlikte Yesrib’e hicret etti.
Yesrib O’nun ve kutlu arkadaşlarının ortaya koyduğu temiz ve düzenli yaşam, inşa ettikleri sevgi
medeniyeti ile Medine (şehirlerin anası, medeniyetin aynası) oldu.
Medine sakinlerinin yaşam ortamında;
Birinin gözünden damlayan bir damla yaş hepsinin
yüreğine ateş düşürür, herhangi birinin yüzündeki
tebessüm, diğerlerinin yüreğinde güller açtırırdı.
Mutluluklarını paylaşmayı bildikleri gibi, acılarını
da paylaşırlardı. Kendileri için istediklerini dostları, arkadaşları için de isterlerdi. Hatta çoğu kere
dostlarını, kendi nefislerine tercih ederlerdi.
Birinin diğerine yaptığı güzel bir ikram, birkaç kapıyı dolaşır da tekrar kendine döndüğü olurdu.
Birbirinin ışığını kesmek, rüzgârına mani olmak
yoktu onların imar anlayışında.
Onlar birbirini kıskandırma, incitme adına ne varsa ondan kaçınır, var olanı sonuna kadar paylaşırlardı.
Yolda bir çer-çöp mü gördüler, yada insanların
ayağına takılan bir engel; hemen tutar kaldırırlardı. Bakmazlardı bir başkası gelsin, kaldırsın diye.
Çünkü öyle öğretmişti Sevgililer Sevgilisi. Demişti
ki; “İman altmış şube ise biri de yol üzerinde insanların ayağına takılan engeli kaldırmaktır.”
Medine’nin medeni insanları, Allah’ın mümin kul-
Estetik ruh dünyalarına egemendi. Aynası ve tarağı olmayan yoktu. İnsanlar arasına dağınık saçları
ile çıkmazlar, ayna yoksa durgun suyu ayna gibi
kullanırlar.
Sağlığa zararlı yiyecek ve içeceklere asla itibar
etmezlerdi.
En göze çarpan yanları kendileriyle ve çevreleriyle
barışık halleriydi.
Hayat dolu, sevgi doluydular.
Tanıdıkları, tanımadıkları herkesle selamlaşmayı,
iyi dilek ve temennide bulunmayı prensip edinmişlerdi.
Onların şehir hayatında çocuk olmak da, yaşlı olmak da, kadın olmak da ayrıcalıktı.
Ne huzurevi, ne bakımevi, ne de sığınma evi gibi
müesseseler yoktu dünyalarında.
Bir yanları vardı ki, asıl onları farklı kılan oydu:
Onlar ilme, öğrenmeye, çalışıp fayda üretmeye
adeta âşıktılar: “İlim öğrenmek kadın ve erkek
herkese mecburidir.”
“İki gününü eşit geçiren aldanıştadır, kayıptadır.”
diye öğretilmişti kendilerine. O nedenle zaman
yönetimini en iyi onlar biliyordu. Hayatları tamamıyla programlıydı. Boşa geçirecek, heba edilecek
zamanları da yoktu onların. Zaten her şey, ama
sahip oldukları her şey bir emanetti ve geçici bir
süre için kendilerine verilmişti.
Onlar inançlarıyla, iradeleriyle, Kutlu Önderlerinin
örnekliğinde hem yaşadıkları çağa “Saadet Asrı”
unvanını verdirdiler, hem de şehir medeniyetine
dair en güzel uygulamaların öncüsü oldular.
*Mehmet ÖZKAN’a ait bu makale “Yerel Siyaset” Dergisi’nin
Ağustos 2007’de yayınlanan 20. sayısından alınmıştır.
www.adabulteni.com - Sayfa 19
“Kartal, kuş türnilerek bozgunculeri içinde en uzun
lukla, bölücülükle,
yaşayanıdır. 70 yıl
suçlanıyor. İbn-i
yaşayanı bile varHaldun’un belirttidır. Ancak kartal
ği gibi devletlerin
bu yaşa ulaşmak
ömrü insan ömrü
için, 40 yaşındaygibi oluyor.(1) ÇoRüstem BUDAK
ken çok ciddi ve
cukluk döneminde
zor bir kararı vermek zorundadır. Kartalın yaşı hazırlanırken, gençlikte yüksek sesle taleplerini
40’a dayandığında pençeleri sertleşir, esnekliğini dillendirip, orta yaşta bunları pratize eder. Orta
yitirir ve bu nedenle de beslemesini sağladığı av- yaştan sonra gençlikte düşündüklerinin en ideal
larını kavrayıp tutamaz hale gelir. Gagası uzar ve olduğu düşüncesiyle bunları sürekli korumayı ve
göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağır- muhafaza etmeyi düzenin temel amacı haline gelaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır, sıçraması zor- tirir. Bu direniş fayda vermez ve yaşlılık ile ölüm
laşır. Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun zaruri olur. Devletler takipçisi oldukları medeniacılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir. Bu yeniden yet birikimine sahip çıkarak kendilerini geliştirirdoğuş süreci ise 150 gün kadar sürer. Peki nasıl ler. İç ve dış hâkimiyet sahalarında üstünlüğünü
gerçekleşir? Yeniden doğuş için kartal bir dağın kabul ettirdikten sonra “devrim kendi çocuklarını
tepesine uçar ve oradaki bir kayalıkta, artık uç- yemeye, kendini inkâra, zaferin getirdiği sarhoşlumasına gerek olmayan bir yerde yuvasında kalır. ğu yaşamaya” başlar. Kendisinden üstün bir güç
Bu uygun yeri bulduktan sonra gagasını sert bir onun bıraktığı boşluğu doldurmaya başlayınca boşekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda gaga calamaya, tereddütler içinde, korku refleksleri ile
düşer. Kartal bir süre gagasının çıkmasını bekler. kendi kendini tüketmeye başlar. Kaçınılmaz son
Gagası çıktıktan sonra, bu yeni gaga ile pençele- gelmiştir.
rini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca
Medeniyetler bazı yönlerden devletler ile benkartal bu sefer de eski tüylerini yolmaya başlar. 5
zeşirlerse de farklılıkları vardır. Medeniyetlerin
ay sonra kartal kendisine 20 ve daha uzun süreli
taşıdığı bir düşünce çizgisi vardır. Bu düşüncenin
bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşuoluşturduğu sosyal, siyasal pratik kendisinden sonnu yapmaya hazır duruma gelir.”
raki dönemleri de kapsar. Etkilemeye devam eder.
Var olmak değişmek, değiştirmek ve dönüştür- Devletleri kuran milletler, coğrafyalar değişse
mektir. İnsan dünyada var olalı sürekli kurduğu de medeniyet çizgisini farklı zamanlarda taşıyan
düzenleri, dinleri, ideolojileri korumak ve geliştir- devletler ortaya çıkmışlardır. Batı medeniyeti Yumek istemiştir. Kurmuş olduğu medeniyet anlayış- nanlılar tarafından kurulmuş, ardından Romalılar
larından bazıları ortadan kalkmış olsa da bazıları tarafından geliştirilmiş, şimdi ise Almanya, İtalyenilenerek ve farklı şekillerde ortaya çıkarak var- ya, Fransa ve ABD tarafından sürdürülmektedir.
lıklarını devam ettirmişlerdir. Her düzen kurul- İslâm medeniyeti tevhid esaslı olan yapısıyla Hz.
duktan sonra kendini en mükemmel ve yıkılmaz Muhammed (sav)’den önce farklı devletler- kişidüzen olarak algılayıp değişimin önünü kapatıyor. ler tarafından temsil edilen çizgisi; Medîne İslâm
Değişim sürecinden geri kalan veya uyum göste- Devleti, Emevî, Abbasî, Fâtımî, Selçuklu, Osmanlı
remeyen kişi ve kurumlar yıkılmaya mahkûmdur. devletleri tarafından devam ettirildi. Bu medeniKoruma güdüsü ile değişim taleplerine sürekli sert yet çizgisi her devlet eliyle geliştirilerek devam
tepkiler konuluyor. Yenilenme iradesi kayboluyor, ettirilmiştir. Devletler İbn-i Haldun’un belirttiği
var olanı muhafaza çabası ön plana geliyor. Geliş- “asabiyet”lere dayandığı için bu süreç kısa bir
tirmek isteyenler “iç düşman, yerli işbirlikçi” de- döneme dayanırken, medeniyet çizgisi insanlığın
Sayfa 20 - www.adabulteni.com
ortak mirası olarak akıl ve vicdanda yankısını bulduğu için her daim yenilenerek var olma iradesini
göstermiştir.
Günümüzde İslam dininin şekillendirdiği medeniyet çizgisi hâkim pozisyonda bulunmamaktadır.
Batı medeniyetinin yükseldiği, galip geldiği ve
hâkim olduğunu görmekteyiz. İslâm dünyası olarak tanımlanan coğrafyalarda fikrî, sosyal, ekonomik, siyasî bir toplumsal- kurumsal örneklikten
uzak hem devlet hem de medeniyet çizgisi olduğunu gözlemlemekteyiz. Batı tarafından işgal edilen
topraklar, her gün yenileri eklenen katliamlar, adaletsizlikler, felsefeden yoksun bîçâre bir hal üzere
bulunmaktadır. Kendi düşünsel ve kültürel dinamiklerinden uzaklaşan, bunlardan ümidini kesen
bir ruha bürünmüştür. Halklar dindaşı yöneticiler
tarafından şeriat adına haksızlıklara, zulümlere
mahkûm hale getirilmişlerdir. Geçmişin görkemli
dünyasında gezinmekte, bugün ve yarına dair düşüncelerini oluşturamamaktadırlar. Kazanılmış
zaferler içinde kendini kaybederken, yeni zaferler
düşleyememektedir. Kazanabileceğine inancını da
yitirmektedir. Bir daha öyle bir dünya kuracağına
dair ümidi belirmemektedir. “Öyle ideolojiler vardır ki müstakbelini (=rüyasını) hep mazide yaşar.
Öyle ideolojiler vardır ki müstakbelini hep gelecekte yaşar. İşte sadece bu ikinci tür ideolojiler ikinci
bir hayat yaşayabilirler. Çünkü böyle bir ideoloji,
zaten yaşamaya doğru yönelen güçlü bir arzudur,
hayat yönüne atılmış bir adımdır. Müstakbelini
geçmişte arayan ve yaşayan ideoloji, mensup olduğu düşünceye ait oluşum sürecinin geçersiz kaldığı
dönemlerden birini yaşamak isteyen ideolojidir.
Oysa müstakbelini ilerde, gelecekte arayan ideoloji ise, oluşum sürecinin henüz geçersiz kalmadığı
anı yada anları yaşayan, yaşamaya devam eden
ideolojidir.”(2) Bu fikrin müntesipleri sahip oldukları düşünce mirasının bugüne ve yarına cevabı
aranmadığı müddetçe derin bir aldanmışlık ve aldatılmışlık girdabında yaşamaya devam edecektir.
An’ı kavrayamayan ve hükmedemeyen bir fikrin
gerçekliği ve sahiciliği sorgulanır.
“Biz, bir mesajı yenilemek ister veya yürürlükten
kaldırırsak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.”(3) Bu ayeti okuyan Müslümanlar bununla
kastedilen şeyin Hz. Muhammed (sav)’in elçiliğiyle gönderilen İslâm dininin kendinden önceki din
ve inanışların bazılarını “yenilemek” bazılarını da
yürürlükten kaldırmak için gönderildiğini düşünmektedirler. Hz. Muhammed (sav)’den önce birçok peygamber gönderilmiş ve her birinin gönderildiği topluma bir yol-nizam teklifi olmuştur. Bu
tekliflerin özü olan tevhid-adalet ve özgürlük her
daim mesajın temelini oluştururken toplumların ve
zamanların durumuna göre belirlenen birbirinden
farklı teklifler de olmuştur. Bu noktadan hareketle
bu ayeti bugün için şöyle okuyabiliriz: İslam dünyasının kültür ve medeniyet mirasını besleyen geçmiş devletlerin ve toplumların bütün birikimlerini
alma çabasına girmemeliyiz. Peygamberden bugüne yaşanan tecrübelerin tümünün bu çağ için ifadesi veya karşılığı yoktur. Peygamber dönemi için
geçmiş câhiliye dönemi iken, biz 21. yüzyılda yaşayan insanlar için geçmiş bu tarihî birikimin kendisidir. Müslümanlar tarafından yapılan her şeyin bu
çağ ve zaman için geçerliliği olacağını düşünmek
yersizdir. Değişmezlerini devam ettirmeli, bunlardan bazılarını yenilemeli bazılarını da yürürlükten
kaldırmalıyız.“Bizim kastettiğimiz ve bugünün
insanları olarak ilişki kurabileceğimiz kültür mirası, atalarımızın yaşadığı ve kitapların muhafaza
ettiği kültür mirası değil, bilakis bundan süzülüp
hal-i hazırdaki uğraşılarımıza uygun, bizimle yaşamaya müsait, gelecekte de bizle olabilmesi için
gerekli gelişim ve yeterlilik sıfatlarına sahip olan
kısımdır. Biz kültür mirasından bahsederken işte
bu kısmı kastediyoruz. Asâletin (=orjinalite) anlamı da bu olsa gerektir.”(4) Oysa ki Müslümanların fıkıh, düşünce, felsefe, sosyal ve siyasal tahayyüllerine baktığımızda bazıları geçmişte kurulan
devletlerin benzerini kurmak istemekte, bazıları
aynı fıkhî bakış açısını yüzyıllar sonrasına aynı şekilde uygulamak istemektedir. Siyasal anlayışlar
saltanatçı, tek tipçi, baskıcı bir anlayış pratiğini
ifade etmektedir. Din anlayışı özgürlük, adalet ve
tevhitten yoksun tasavvurlar ile doludur. Oysa ayet
sürekli yenilenen zaman ve hareketlilik karşısında
bizlerden yenilenme iradesini göstermemizi istemektedir. Terk etmemiz gereken yüzyıllar içerisinde dinselleştirdiğimiz ve adına İslâm dediğimiz
alışkanlıklarımız, kültürümüz, asabiyetlerimizdir.
Bu mesajla anlaşılan; günümüzde ayette belirtilen
minvalde yenilenme iradesini inşâ etmeliyiz.
Bir kartalın gösterdiği yenilenme irâdesini göstermeyen insan- devlet- medeniyetlerin ortadan kalkacağından şüphe yoktur. Kuruluşun, ilerlemenin
irâdesine sahip olmaktan başka çaremiz kalmamıştır. Geçmişten birikmiş, artık hiçbir faydası ve
bizim irâdemize katkısı olmayan fazlalıklarımızı
atmalıyız. Yolculuk uzun ve bize bu yolculukta
lâzım olan azık yerine gereksiz yere yükümüzü
çoğaltarak kendimizi durağanlığa mahkum ediyoruz. Yenilgi psikolojisini yenip kendi “son kalan
kaleleri”ni koruma refleksi yerine bir dünya inşâ
etme irâdesini göstermek zorundayız.
Kaynaklar:
1-Mukaddime- İbn-i Haldun
2-Felsefemiz- Muhammed el-Câbiri
3-Kur’an- ı Kerim- Bakara Suresi / 106
4-Felsefemiz- Muhammed el-Câbiri
www.adabulteni.com - Sayfa 21
Pokemonların
Çocuk Ruh Sağlığı Üzerine
Etkileri
Hazırlayanlar: Uzman Dr. Şebnem Soysal - Uzman Dr. Aylin İlden Koçkar
Her kış mevsimi yaşamış
olmamıza karşın hep şaşırır ve çocuklarımızı kendi
düşürdüğümüz sanal tuzaklardan kurtarmak için kara
kara düşünürüz. Önce Ninja
Kaplumbuğaları vardı, ardından Pocohantas, Tarzan ve
Aslan Kral derken son olarak da, bu bahar televizyonlarımız sayesinde evlerimize
POKEMON’lar konuk oldu.
Günlerdir radyoda ve televizyon
kanallarında çizgi filmler ve saldırganlık konulu pek çok konuşma
dinledik, tartıştık. Kulaklarımızda
kalanlar...
Televizyon ve saldırganlık konusu, her
yıl adeta tüm yaşamımızı istila eden bir
çizgi filmin ardından tartışılır, sonra
da kalabalık gündem içerisinde unutulup
gider. Bu arada hemen hemen tüm evlerde,
tartışma konusu edilmiş olan çizgi film ve karak-
Sayfa 22 - www.adabulteni.com
terlerine ilişkin eşyalar satın alınmıştır bile. Sektör
öyle hızlı çalışmaktadır
ki anne ve babalar alternatifsiz olarak gördükleri,
her yerde karşılarına çıkan
bu kahramanlara karşı önce
umursamaz bir yaklaşım sergilerken ardından da amansız
bir savaşa girerler. Peki neden?
Saldırganlık duygusu doğrudan gözlenemeyen bir iç durumdur. Hepimizin çok kızdığı, birilerini incitmek istediği anlar olmuştur. Ama bu duygularımızı
her zaman dışa vurup davranışa dönüştürmeyiz.
Genellikle amaçlarımıza ulaşmamız engellendiğinde ya da işlerimiz beklediğimizden daha ağır
yürüdüğünde eylemde bulunuruz. Bir çalışmada
çocuklara bir oda dolusu oyuncak gösterilmiş
fakat odaya girmelerine izin verilmemiş. Çocukların ancak dışarıdan oyuncaklara bakmalarına
izin verilmiş, oynamaları engellenmiş. Bir süre
bekledikten sonra çocukların oyuncaklarla oy-
namalarına izin verilmiş. Başka bir grup çocuğa
herhangi bir engellenme olmaksızın oyuncaklarla oynayabilecekleri söylenmiş. Daha sonra tüm
çocuklar odaya alındığında engellenen çocukların
oyuncakları yere çarptıkları ve duvara vurdukları genel olarak yıkıcı davranışlarda bulundukları
görülmüştür. Bu çalışmanın bize engellenmenin
saldırganlığı tetiklediğini ve engellenme durumu
ortadan kalktığında eyleme dönüşebileceğini göstermektedir. Bu noktada, çizgi filmin izlenmesini
engellemek sorunun çözümü gibi gözükmemektedir. Beyaz camın gerisindeki kahramanlar gerçekten bu kadar zararlı mıdır?
TV kahramanlarının ve ekrandan
yansıyan şiddetin toplum üzerindeki etkilerinin incelenmesi 1950’li
yıllardan beri sürmektedir.
Saldırgan davranış ile
televizyon
arasındaki
ilişkinin incelendiği çalışmalarda; saldırganlık
öğrenilmiş bir davranış
olduğu kabul edilmektedir. Bununla birlikte biyolojik, genetik, hormonik etkenler göz ardı
edilmemelidir.
Televizyon
tek başına
saldırganlığı
teşvik etmemektedir. Evinde anne ve babasının yoğun tartışmalarına maruz kalan bir
çocuğun, okulunda silahlı çatışma sonucunda
servis şoförünün öldüğünü gören bir çocuğun,
sürekli azarlanan, engellenen ve yeterince pekiştirilmeyen bir çocuğun, çok küçük yaşta
sokakta çalışmak zorunda kalan ve yaşam
gerçekleriyle tanışan bir çocuğun saldırgan davranışlar sergilemesi
için televizyona ihtiyaç yoktur.
Ancak, somut işlem dönemi
dediğimiz 4-9 yaşları arasında
televizyondaki karakterlerle özdeşim
kurma oranının yüksek olduğunu düşünürsek izlenen filmlerin niteliğinin dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Araştırmalar, televizyondaki karakterlerle özdeşim kuran erkek çocukların saldırgan
davranışlarının daha fazla olduğunu, bunun yanı
sıra çocuğun akademik başarısının da bunda etkili olduğu görülmüştür. Akademik başarısı düşük,
yaşıtlarıyla iletişim kurma güçlüğü yaşayan çocukların televizyon izleme sürelerinin uzun olması
ve tercih ettikleri filmlerde hatırı sayılır miktarda
saldırgan unsurların bulunması dikkat çekicidir.
Bu bilgiler doğrultusunda çocukların medyadaki
şiddete maruz kalmamaları için önlemler almak
gerekmektedir. Ebeveynler olarak çocuğunuzun
izlediği şiddet miktarını kontrol altında tutmak
sizin elinizde. Bunun için televizyon izlemeyi günde bir ya da iki saat ile sınırlandırabilirsiniz. Ayrıca çocuklarınızın hangi televizyon programlarını
izlediklerini, hangi filmlere gittiklerini ve ne tür
bilgisayar oyunları oynadıklarını gözlemleyin. Bu
yollarla izledikleri şiddet hakkında onlarla konuşun. Bu tür davranışların gerçekte ne denli acı verici olduğunu ve ne tür sorunlara neden olabileceklerini onlarla tartışın.
Son olarak da sorunlarla
ilgili alternatif çözümler
önerip bunları da çocuklarınızla tartışın. Sevgili ebeveynler bir yanlışı
gösterirken doğrusunu
da birlikte sunmanın önemini unutmayın.
Çocukların öğrenme yöntemlerinden biri de
örnek almaktır. Ailenin tutumları ve davranışlarının çocuklar üzerindeki etkisi büyüktür. Dolayısıyla
çocuklarınıza uygun davranışları öğretebilmek
için sizin model olmanız çok önemlidir. Şiddete başvurmasını istemediğiniz çocuğunuzu şiddete başvurarak durdurmaya çalışmak sonucu
daha kötü bir duruma sürükleyebilir. Elbette
tüm bunları yapmanıza rağmen çocuğunuz
şiddet içeren davranışlar gösteriyor, arkadaşlarına karşı
saldırgan davranışlarda
bulunuyor, sakinleştirilemeyen öfke nöbetleri
yaşıyor, yetişkinleri ve
kuralları hiçe sayıyorsa
bir uzmana başvurmanızı öneririz. Şiddet
kullanmasının tek nedeni olarak televizyonu
suçlamak da bu noktada
doğru olmayabilir.
www.adabulteni.com - Sayfa 23
ÇOCUKHazırlayan:
SAYFASI
HACER BOLAT
BİLMECELER
1-Başı var gözü yok nedir?
2-En çok hamama kim gider?
3-Toplayamaz çıkartamaz sadece çarpar nedir?
4-Erkek fil, arkadaşına hangi çiçeği verir?
5-Bit en çok nerede bulunur?
1- Toplu iğne 2-Hamam böceği 3-Elektrik
4-Karanfil 5-Bit Pazarında
HEDİYELİ SORU
Bir Otobüste 7 Çocuk var,
Her Çocuğun 7 Sırt çantası var,
Her Sırt çantasında 7 Büyük Kedi var,
Her Büyük Kedinin, 7 Küçük Kedisi var,
Her Kedinin 4 Ayağı var.
SORU : Otobüste kaç Ayak bulunmaktadır?
Not: Sorunun cevabını 29 Şubat 2008 tarihine kadar Mektup-Telefon-Faks ve E-mail’le
Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şûbesine isim
ve telefon belirterek bırakınız. Doğru cevap
verenler arasından kura çekilerek kazanan üç
kişiye kitap hediye edilecektir.
(İlköğretim öğrencileri katılabilir.)
KURU SAÇ
Emel, başını ıslatmadan şampuanı sürer;annesi
sorar:
_ “Neden saçını ıslatmıyorsun?”
Emel:_ “Ama anne şampuanda kuru saçlar için
yazıyor…..”
GÜVENİLİR ORTAK
DUALI DİLLER
Merhaba minik arkadaşlar;
Dua mü’minin Rabbi olan Allah’a en
yakın olduğu yerlerden biridir.
Yüce Allah bize bir ayetinde şöyle buyuruyor; “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim.” (Mü’min 60)
Şimdi size Peygamberimiz (s.a.v)’in
hadislerinde olan dualardan örnekler;
UYURKEN;
Ey Allah’ım senin isminle yan tarafımı
yere koydum ve senin isminle onu kaldıracağım. Eğer rûhumu alırsan affet,
eğer hayatta bırakırsan nefsimi Salih
kullarını muhafaza ettiğin gibi muhafaza et.
Hakim hırsıza sorar:
_ “Hırsızlık işinde ortaklarınız var mı?”
Hırsız boynunu büker:
_ “Hayır efendim,bu zamanda güvenilir ortak bulmak zor.”
YEMEK YERKEN;
NE EDİYSUN?
Bizi yediren içiren ve bizi Müslümanlardan kılan Allah’a hamd ve şükürler
olsun.
Temel ipi beline bağlar,Dursun O’nu görünce sorar:
_ “Temel, ne ediysun?”
_ “İntihar ediyrum”…
_ “İpi belune değil boğazına bağlasana...”
_ “Uy!..O Zaman nefes alamayrum daa!..”
Sayfa 24 - www.adabulteni.com
Allah’ım rızkımızı bereketli kıl. Bizi
cehennem azabından koru. Allah’ın
adıyla yemek yemeye başlıyorum.
YEMEK BİTTİĞİNDE;
GÜZEL ALLAH’IM DUALARIMIZI
KABUL ET. (AMİN)
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ
-Bir sineğin saatte 8 km uçtuğunu,
-Istakozların kanının mavi olduğunu,
-Develerin 3 tane kaşı odluğunu,
-Sıçan’nın deveden daha uzun bir süre susuz kalabildiğini,
-Bazı böcekler kafaları kopmasına rağmen 1 sene
yaşayabildiğini,
-Bir karıncanın koku alma yeteneği, en az bir köpeğinki kadar gelişmiş olduğunu,
-Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın
yaklaşık 30 metre zıplaması gerekli olduğunu biliyor muydunuz?
KELİME BULMACA
Sevgili çocuklar aşağıdaki kelimeleri bulalım
ve bize neler çağrıştırdıklarını düşünelim.
(Kelimelerin doğru cevapları son sahifededir.)
İLBÂBE:...........?
ATBRİ:.............. ?
TENECN:......... ?
ÜHEMİNYM:....?
HETÂDŞE:........?
ÂİLİH:...............?
..........................
..........................
..........................
..........................
..........................
.........................
HZ. SÜLEYMAN
KARINCA
a.s
VE
Bir gün Süleyman Peygamber
(a.s) bir karıncaya bir yıllık
yiyeceğinin miktarını sorar.
Karınca da,
- “Bir buğday tanesi yerim”
diye cevap verir.
Cevabın doğru olup olmadığını
kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s)
karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday
tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır.
Ondan sonra da bir yıl bekler.
Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki
karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını
da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır.
Acaba neden yemedi?
Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.
Karınca da, “Daha önce benim yiyeceğimi yüce
Allah(c.c) verirdi. Ben de O’ na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni
asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen
üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır
diye sana pek güvenemedim.
Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını
yiyerek,diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım” diye
cevap verdi.
www.adabulteni.com - Sayfa 25
SİZDEN GELENLER
Sevgili okuyucular…
Özellikle öğrencilerimizin kabiliyetlerini ortaya çıkarmak amacıyla sizden gelenler köşesini açıyoruz.
Bize denemelerinizi, şiirlerinizi hikâyelerinizi göndermenizi istiyoruz. Birçok yazar ilk adımını böyle
Hasan ÇELİK
atmıştır yazarlığa… İlginizi bekler, başarılar dilerim…
YİNE BAHAR GELDİ
Yine bahar geldi
Açtı bütün çiçekler
Yine bahar geldi
Doldu bütün bahçeler
Tek kalp oldu bütün dünya
Çiçekler açtı her bir yanda
O çiçeklerde; her bir tanesiyle,
Doldu bütün bahçelerde.
Her bir bahçe,
Tohum yetiştirdi
Bütün bahçeler
Çiçeklerle bütünleşti
Yine bahar geldi
Sevindi bütün kuşlar
Yine bahar geldi
Daldan dala konan kuşlar
Emine TOSKA
OKUMAK GIDADIR
“Okumak gıdadır” yani yemek nasıl, bir gıda karnımızı doyuruyorsa, okumak ta aynı bir gıda, aklımızı doyuran bilgilerdir. Bizler
eğer kitap okursak ve başkalarına kitap okumayı önerirsek, aklı
doymuş insanlar olmuş oluruz.
“Okuyan insan, bilen insanlıktır.” Yani okumanın insanları istediklerini kazandırabileceklerini anlatır. Başarılı olabilmek için sadece
okumak ve çalışmak gerekmektedir. Okumak insanlara bilgili ve
başarılı olmak için neler ve hangi yollardan gidileceğini anlatır.
Ömer Faruk DUMAN Kurtuluş İlköğretim Okulu
6. sınıf Öğrencisi
GÜLDÜRMECE !
-Teybe boş kaset koydum, kafamı dinliyorum.
-Bir gün seni düşündüm yemek yiyemedim, öğle yemeği yiyemedim,
akşam yemeği yiyemedim, gece uyuyamadım, seni düşündüm. Çünkü
çok açım.
-Bu tüp bebek arızalı galiba, çünkü gaz kaçırıyor.
-Bit en çok nerede bulunur ? .......Bit pazarında
Sümeyye GÜLDÜ
BULMACA
Hazırlayan: Feyza Çelik
Soldan Sağa
1-Mektep – Akyuvar ve yıpranmış alyuvarları toplayan bir iç organımız. 2-Taşınır ve taşınmaz varlıkların tümü. – En kısa zaman birimi. 3-Yeraltı
bilimiyle uğraşan. – Göçebelerin konak yeri. 4-Bol
taneli bir meyve – Demir yolu. 5-Klavyeli bir çalgı – Rutubet – “Kaval”ın ilk hecesi. 6-Elma(Esk.)
– Kesme aracı. 7-Bir yarımada. 8-Bir erkek adı –
“Nikel”in simgesi 9-Teknenin direğine takılan ve
onu rüzgâr gücüyle hareket ettiren kumaş ve etkilerin tümü. – Bir çiçek türü.
Yukarıdan Aşağıya
1-Masal kuşu – Dünya’nın uydusu 2- Siyah – Kir
izi 3- “Cr” simgeli elementin adı. – “Mol”un ünsüzleri 4- Çok az kalmak anlamında 5- Ölülerin geçici
olarak koyulduğu oda – Bir(İng.) 6- Ağacın kolu – “İridyum”un remzi 7-Telefon sözü – Lahza 8- Tene
yumuşaklık veren hoş kokulu merhem – Vilayet 9- Kırmızı – Yardım istenildiği anlatılan 10- Rey – Bir
organımız 11-Bir kan grubu – Hayat sıvısı 12- Organik bir meyve – Alfabenin son harfi.
KELİME BULMACA’NIN CEVAPLARI: EBABİL - RİBAT - CENNET - MÜHEYMİN - ŞEHADET - İLAHİ
Sayfa 26 - www.adabulteni.com
www.adabulteni.com - Sayfa 27
Sayfa 28 - www.adabulteni.com