Okumak İçin - Önsöz Dergisi

Transkript

Okumak İçin - Önsöz Dergisi
ÇINGI
AYIÞIÐI
sanat merkezi
( KÝTAP DÝZÝSÝ-3
3)
Genel Yayýn Yönetmeni
Songül Yücel
Yazý Kurulu
Songül Yücel
Burcu Savur
Ülkü Þeyda
Ofset Hazýrlýk
Kapak tasarým
Þahin Yüce
Baský: Ser Matbaasý
Mücellit: Ser Mücellit
0212 565 17 74
Ýstanbul
Ýstiklal Cad. Rumeli Han
88/11 Kat: 6 Tel: 0212 292 13 48
Ýzmir
1337. Sk.No:18
Tel: 0232 446 35 14 Çankaya
Antep
Akyol Mah. Þaban Sk. No: 2/6
Tel 0342 230 38 74
www.ayisigisanatmerkezi.com
[email protected]
[email protected]
ýþ sayýmýzla sizlere yeniden merhaba demenin
sevincini yaþýyoruz... Gecikmiþ bir merhaba
bizimkisi... 1 Aralýk’ta sizlere ulaþmasý gereken ÖNSÖZ, ancak yeni yýlla birlikte merhaba diyebiliyor. ÖNSÖZ olmasý gereken zamanda çýkabilseydi
eðer, sizleri çok farklý bir kapak, çok farklý bir merhaba
ile karþýlayacaktýk. Burasý Türkiye... Bizim buralarda
bir güne neler sýðmaz ki... Bir günde neler deðiþmez
ki...
Ayýþýðý Sanat Merkezi olarak yoðun bir tempoyla
sürdürürken çalýþmalarýmýzý, ÖNSÖZ’ü siz okurlarýmýza ulaþtýrmak için didinirken, Ýkitelli Ekin Sanat
Merkezi emekçisi Sevdamýza yapýlan saldýrý ile harekete geçtik. Bir kadýn devrimcinin bedeninden hepimize
karþý yapýlan bu iðrenç saldýrý karþýsýnda, oluþan kin ve
öfkeyi örgütlemek acil görevlerimizden oldu. ÝHD’ de
yaptýðýmýz basýn açýklamasýna gösterilen yoðun ilgi,
devrimci dostlarýmýzýn sahipleniþi bizi daha da güçlendirdi. Kadýnlarýn, sanatçýlarýn ÝHD’ ye sýðmayan tepkisi Ýstiklal Caddesine taþtý. Arkadaþlarýmýzdan yaralananlar ve göz altýna alýnanlar oldu.
Kamuoyuna tecavüz iþkencesini duyurduktan sonra,
Ayýþýðý Sanat Merkezi dostlarýmýzýn yaptýðý ziyaretlerle
doldu taþtý. Sevdamýza getirilen çiçeklerle her yan renklendi. Bizi yalnýz býrakmayan dostlarýmýza birkezde buradan teþekkür ediyoruz. Devrimci sanatýna, kavgasýna
tutunarak tecavüz iþkencesinin yaralarýný sarmaya çalýþan Sevdamýza verdiðiniz moral, destek içinde ayrýca teþekkür etmek istiyoruz... Bu dayanýþmayý daha kolektif
ve örgütlü hale dönüþtürmek düþüyor bizlere...
Kýþ sayýmýzla, dolu dolu bir ÖNSÖZ’le sizlere ve
2006 yýlýna merhaba diyoruz... Kürt Dili Edebiyatý ve
Sanatý üzerine hazýrladýðýmýz dosya hakkýndaki düþüncelerinizi bekliyoruz. 8 Mart’ýn yaratýcýsý NewYork’lu
dokuma iþçisi kadýnlardan Sevdalarýmýza kadar devam
eden kadýnýn özgürleþme mücadelesi Bahar sayýmýzýn
dosya konusu olarak belirlendi. Gönderilecek her bir
yazý daha güçlü ve dolu dolu bir ÖNSÖZ demek olacak. Ýlginiz için þimdiden teþekkür ediyoruz. 2006’nýn
kavga dolu günlerle geçmesini diliyoruz.
K
AMALKIÇA
Sevda AYDIN
Sevda Sen misin
EVET BEN SEVDAYIM
Ben yaklaþýk 1 yýldýr “Umudumuz Kavgada Kavgamýz Sanatýmýzla” diyen, Ýkitelli EKÝN SANAT MERKEZÝ ‘nde
çalýþma sürdürüyorum. Sanatýn deðiþtirici dönüþtürücü gücüne inan ben, insanlýðýn ileriye doðru yaptýðý yürüyüþte
sanat cephesinde yer alýyorum. Benim þahsýmda hepimize yapýlan bu saldýrýnýn altýnda yatan neden bizleri iþçi ve
emekçi halklarýn özgürlük mücadelesinden uzaklaþtýrmaktýr. Çürütücü, yoz burjuva deðerlerin karþýsýna, onuru,
erdemi, paylaþýmý yerleþtirmeye çalýþan bizlerin asýl hedefleri... Burjuva deðer yargýlarýna parçalayan çalýþmalarýmýzdýr yok etmeye çalýþtýklarý...
Neden bugün oldu bu saldýrý denilebilir... Nedeni, Þemdinli olaylarýna ve devletin Kürt –Türk halklarýný birbirine düþürme çabalarýna karþý yapmýþ olduðumuz ‘ Emekçi Halklar Buluþuyor ‘gecesine dönük bir saldýrýydý. 10
Aralýk Cumartesi akþamý Bayramtepe yapýlan gecenin tertip komitesi baþkaný ve sunucusu olarak benim
seçilmemde tesadüf deðildi. Taksim Ayýþýðý Sanat Merkezi,Gazi Ayýþýðý Sanat Merkezi, Ýkitelli Ekin Sanat Merkezleri
9 kiþilik sivil polislerce basýldý. Bu baskýn sonucunda Ýkitelli Ekin Sanat Merkezi çalýþaný bir arkadaþýmýz göz altýna
alýnmýþtýr.
Ben de 12 aralýk günü yani geceden iki gün sonra kaçýrýlýp tecavüz iþkencesine uðradým. Olay günü, 7 Kasýmda
YÖK protestosunda tutuklanan aðabeyimin duruþma gününü öðrenmek için, avukatý Eylem Erkaslan’la görüþmeye Aksaray ‘da bulunan Dayanýþma Hukuk Bürosuna gitmiþtim. Daha sonra Ýkitelli’ye gitmek için Yusufpaþa
duraðýnda otobüs beklerken yanýma yaklaþan biri, ‘Sevda sen misin ? bir bakar mýsýn?’ diye sordu ne olduðunu
anlayabilmek için ona doðru yaklaþtým ve o esnada önümüzde duran beyaz renkli Renault tipi bir araca zorla
bindirildim. Bindirilme esnasýnda bir kadýnýn ‘kýzý kaçýrýyorlar kýzý’ diye baðýrdýðýný duydum. Daha tam olarak
bindirilmeden araba hýzla hareket etti. Arabanýn içinde yaklaþýk bir dakika arbede yaþandý. Kafama siyah çuval gibi
bir þey geçirdiler. En son bana seslenen kiþinin “ver þunu, ver” dediðini duydum. Daha sonra bayýlmýþým. Üzerime
su serpilerek uyandýrýldýðýmda; yerde 3-4 santimlik bir süngerin üzerinde çýrýlçýplaktým. Ellerimle kendimi yokladým. Bacak aralarýmda yapýþkan bir sývý vardý. Yüzüm hala kapalýydý. Kaçýrýlýrken bana seslenen kiþi konuþuyordu
sürekli. Bana seslenen kiþi devamlý hakaret ve tehdit yaðdýrýyordu. “hadi þimdi git yap Devrimci Sanatýný Ekin
sanatta, hepinizi böyle yapacaðýz” diyerek cinsel içerikli küfürler yaðdýrýyordu. Daha sonra alaycý bir þekilde elime
tek tek elbiselerimi verdiler. Yaklaþýk 20 dakika süren kaba dayaktan sonra arabaya bindirdiler. Arabanýn bulunduðu
yer garaj veya buna benzer kapalý bir alandý. Beni tuttuklarý yer ise küçük dar bir bölme gibiydi. Araba hareket ettikten yaklaþýk yarým saat sonra arabadan tekme tokat dýþarý atýldým. Kendime geldiðimde kafamdaki “çuvalý” çýkarýp
attým. Daha sonra nerede olduðumu anlamaya çalýþtým. Ýndirildiðim yer Yenibosna Çobançeþme duraðýnýn yakýnlarý idi. Saate baktýðýmda saat akþam 21. 30 civarýydý. Olayýn þokuyla Ýkitelli Ekin Sanat Merkezine kadar 3-4 saat
yürüdüm.
Ertesi günün akþamý (13 Aralýk) olayý arkadaþlarýma anlattým ve daha sonra avukatla görüþerek önce Þehremini
polis karakoluna baþvurduk. Onlar da bizi olayýn bittiði yer olan Yenibosna 75. Yýl karakoluna gönderdi. Bizim iþlemlerimizi bilinçli olarak uzattýlar. Saat sabaha karþý 03’e kadar uðraþmamýza raðmen adli týp iþlemlerimizi geciktirdiler. Olayýn aciliyetini ve zamanýn önemini bildiklerinden dolayý bizi geciktirdikçe geciktirdiler. Ancak daha sonraki
gün aradan iki gün geçtikten sonra adli týpa gidebildik.
Bu saldýrý benim þahsýmda tüm kadýnlarýn devrimci kiþiliðine yöneliktir. Amaçlarý ruhumuzu parçalamak ve
bizi özgürlük mücadelesinden uzaklaþtýrmak. Bilmiyorlar ki bizim için namus, onur, erdem iki bacak arasýnda deðil,
ideallerimize sýký sýkýya baðlanmadadýr. Kurþunun vücuda deðmesi ne ise; düþman teninin vücuda deðmesi odur...
Bu bir savaþ... Onur bizim beynimizdedir... Onu ise asla ele geçiremeyecekler...
Benim þahsýmda tüm kadýnlara ve topluma yapýlan bu iðrenç saldýrýyý lanetliyor, devrimci sanatýmý sonuna
kadar yürüteceðime söz veriyorum.
Kýþ ‘06
3
Gündem
êdî bese
artýk yeter
Sýla ERCÝYES
Ýnsanýn kiþiliðini, genel olarakta politik kimliðini ezmeyi, parçalamayý hedefleyen iþkence, tarih boyunca geliþmenin önünde engel olan sýnýflar tarafýndan uygulana gelmiþtir. Sýnýf savaþýmlarý tarihi, bir çok þeyin yanýnda iþkencenin tarihini de sunar bize. Bir toplumsal sistemden baþka bir toplumsal sisteme geçerken iþkence ortadan kalkmamýþ, her egemen sýnýf kendi çýkarlarý doðrultusunda onu yeniden üretmiþtir.
Tarihin ilerlemesi iþkenceyi kaba biçimlerden, daha ince yöntemlere dönüþtürmüþtür. Giyotinin yerini daraðaçlarý, elektrikli sandalyeler almýþtýr.
Bugün, insanlýk çürüyen bir sistemin, çürüyen yöntemleriyle karþý karþýya... Dünyanýn her yanýndan
yükselen insanlýðýn çýðlýðý çürümenin boyutlarýný gösteriyor bize. Yalnýzca Ebu Garip cezaevinden yansýyan
görüntüler, çürüyen bir sistem olan kapitalizmin insaný yok eden yönüdür.
Bu yüzü biz, doðarken etrafa saçtýðý kandan tanýyoruz...
Bu yüzü biz, gaz odalarýndan, odunu insan bedeni olan fýrýnlarýndan tanýyoruz...
Bu yüzü biz iþkencehanelerinden, daraðaçlarýndan tanýyoruz...
Bu yüzü biz yarattýðý açlýk ve sefaletten tanýyoruz...
Bu yüzü biz bugünün toplama kampý Guantanamo’dan tanýyoruz...
Bu yüzü biz 19 Aralýk katliamýndan tanýyoruz...
Bu yüzü biz Maraþ’tan, Sivas’tan, Çorum’dan, Gazi’den tanýyoruz...
Bu yüzü biz Sevdalarýmýza yapýlan tecavüz iþkencelerinden tanýyoruz...
Komünal dönemden özel mülkiyetin egemenliðine geçildiðinde, bundan en zararlý çýkan öncelikle kadýn oldu. Kadýnýn bu tarihsel yenilgisi onu ezilen, horlanan bir cins durumuna düþürdü. O günden bu güne
kadýnýn özgürleþme mücadelesi en sert yöntemlerle bastýrýldý. Yaþamdan uzaklaþtýrýlan kadýn eve, kocasýnýn yataðýna hapsedildi. Bu tutsaklýða karþý çýkan kadýnlarýn mücadeleleriyle dolu tarih denilen þey... Ayný
zamanda katliamlarýyla... Kimi zaman cadý denilerek ateþlere atýldýk, kimi zaman þeytan olduk... Namus adýna sokak ortalarýnda öldürülür olduk...
Tarihin derinliklerinde farklý yüzyýllarda yaþamýþ kadýnlarý tanýmak, yaþadýklarýný, duygu ve düþüncelerini, kavgalarýný öðrenmek, onlarýn yaþamýnda kendini aramak, kendinde onlarý bulmak, bir kadýn olarak, o
direngen, güçlü güzel kadýnlarýn yarým kalan, gerçekleþtiremedikleri yaþama, kavgaya dair özlemlerini devam ettirme sorumluluðunu hissetmek... Kendi yaþamlarýmýzla onlarýn yaþamlarýný, umutlarýný, özlemlerini,
gelecek güzel düþlerini, aradýklarý masal aþklarýný bulmaya çalýþmak, kendin için ve onlar için yaþamak...
Kendimizden önceki kuþakla gelecek için kurulan bu köprü, o kadar güçlü ki, kendimizi bir çok kadýnýn deneyimi ve birikimiyle çoðalmýþ hissediyoruz...
“Onlar sanýyorlar ki, bizim varlýðýmýz bedenlerimizden ibarettir... Bedenlerimizi hücreye atýyor, acýlar
çektiriyor, iþkence ediyor, el uzatýyor, örseliyor... Bedenlerimizi örseleyerek onur ve erdemide örselediðini
sanýyor... Bilmiyorlar ki bizim için onur ideallerinden, sosyalizm düþlerinden vazgeçmemektir... Aklýmýz kendi
4
Kýþ ‘06
bedenimizin çektiði acýlarda deðil... Her üç saniyede bir dünyada ölen çocuktadýr, hergün açlýk iþkencesini çeken dört milyar insandadýr. Dört milyar parçaya bölmüþüz bedenimizi... Hangi güç, hangi zorba, hangi aþaðýlýk saldýrý bu varoluþa zarar verebilir? Baþtan aþaðýya aleve
kesmiþ, kömürleþen bedenler gördük, sýkýlýydý yumruklarý, daraðacýna çekilen boyunlar vardý,
sandalyesini kendisi tekmeleyen... Kýrýlan kollar gördük, Þili’de stadyumda düþmana inat gitarýný çalan... Sevdamýzý gördük kaçýrýlarak tecavüz iþkencesine uðrayan, ama dimdik ayakta
sýkýlý yumruðuyla “devrimci sanatýmý yapmaya devam edeceðim” diyen.
20 yýla yakýndýr “umudumuz kavgada kavgamýz sanatýmýzla” diyerek, Ekin Sanat alanýndaki mücadelemizi sürdürüyoruz. Sevdamýzýn þahsýnda yapýlan saldýrý, 20 yýldýr Ekin Sanat alanýnda yürüttüðümüz inatçý çalýþmayadýr. Bu inatçý çalýþmayý omuzlayan biz kadýnlaradýr.
Batmanlý kadýnlar “bizler çýðlýklarý evlerin duvarlarýnda kýrýlmýþ, adý intihara çýkmýþ þehrin
genç kadýnlarý ve yüreklerinden parçalar koparýlmýþ analarýz” diyerek, êdî bese diye haykýrarak, Kürt ve Türk kadýnlar arasýnda olmasý gereken dayanýþmanýn en güzel örneði vermiþlerdir. Bu birlikteliðin daha örgütlü hala getirilmesi için yapacak daha çok þey var diyoruz.
Bir Alman polisi “ÖNCE KADINLARI VURUN” demiþtir... Kendi devamlýlýðý için bunu zorunlu
görmüþtür. Bizde diyoruz ki; kadýnýn yaþamý deðiþtiren dönüþtüren gücünü asla yok edemeyeceksiniz…
Kýþ ‘06
5
Sanat
Deniz DAÐLI
SANAT
üzerine notlar
BURJUVA SINIRLILIK
Burjuva toplumu saðladýðý tüm ilerlemelere raðmen sýnýrlýlýk gösteren bir toplumdur.
Burjuva sýnýrlýlýk damgasýný topluma vurur. Bu, burjuva toplumun tarihten gelen kýsýtlýlýðýdýr. Yapýsýndaki kýsýtlýlýða karþýn, yaþamýn her alanýnda büyük geliþmeler de bu toplum
altýnda gerçekleþmiþtir. Fakat, insanlýðýn geliþme düzeyi bu olamaz. Ýnsan çok daha ileride
olabilirdi. Bunun önündeki engel burjuva toplumdur, onun sýnýrlýlýk gösteren doðasýdýr.
Bu nedenle, burjuva toplumdan kurtulan insanlýðýn daha ileri gideceði kesindir.
Burjuvazi ile üretici güçlerin iliþkisini ele alalým. Burjuvazi doðuþuyla birlikte, toplumun baðrýndaki üretici güçleri uyandýrdý, burjuva önderliðinde onlarýn sonuna kadar geliþmelerinin yollarýný açtý. Feodalizmin zincirlerinden kurtulan üretici güçler, büyük bir ilerleme saðladýlar; kendi geliþimleriyle birlikte toplumu da yeni temellerde ve daha üst bir
düzeyde geliþmesinin yapý taþlarýný da döþediler. Burjuva üretim iliþkileriyle, üretici güçler
baþlarda, sýnýrlý ve güdükte olsa birbirini karþýlýklý geliþtiriyordu. Bu iliþki süreç içinde bir
çatýþmaya yol açtý; bir çatýþmaya varmak zorundaydý. Çünkü üretici güçler ve toplumsal üretim hiçbir sýnýrlamaya baðlý olmaksýzýn geliþme eðilimi gösterir. Burjuvazi de ise geliþmenin dürtüsü kardýr. Geliþme, kapitalistlerin kar oranýný düþürdükçe, geliþmelere yapay
sýnýr koydular. Bundandýr, kapitalistlerin bilimsel geliþmelere, yeni buluþlara fren koymalarý. Sýrf kar oranlarýný düþürüyor diye, pek çok bilimsel buluþun patent hakkýný satýn alýp,
onlarý kasalarýnda kilit altýnda tuttuklarý çok iyi bilinen bir durumdur. Tüm bu bilimsel buluþlarýn, daha ileri teknik yöntemlerinin üretime uygulanmasýyla nasýl devasa bir üretim ve
geliþmeyle karþý karþýya geldiðimizi bir düþünün: Ancak, kapitalizm insanlýk dýþý doðasý gereði, insanlýðýn geliþimini saðlayamaz. Ýnsanýn çok yönlü geliþmesi ancak insan toplumunda mümkündür. Ýnsanlýk kapitalizmden kurtuluþu da daha ileri gidecektir derken tamamen nesnel gerçeklere dayanýyoruz.
Kar burjuva toplumun itici gücüdür. Kar yapmayý düþünme ve burjuva çýkarlarý her
þeyin önünde ve üstünde görme anlayýþý, ekonomi biliminde de gösterir. Baþlarda, kendi
alanýnda önemli geliþmeler gösteren ekonomi politik bilimi, kapitalist egemenlik gerçekleþir gerçekleþmez, iþçi sýnýfýnýn mücadelesi kapitalistlerin çýkarlarýný tehdit eder etmez, artýk
az çok objektif bilimsel çalýþmalarýndan da geri durdu. Bu noktadan sonra Marks’ýn belirttiði gibi “Artýk bundan sonra bu ya da þu teoremin doðru olmamasý deðil, ama sermayeye yararlý mý yoksa zararlý mý, gerekli mi yoksa gereksiz mi, siyasal bakýmdan tehlikeli mi
tehlikesiz mi olduðu söz konusuydu.” Marks’ýn burada söylediklerini, burjuva ekonomipolitiðin bugüne kadar ki tüm geliþmesinde görürüz. Burjuvazinin hizmetindeki her iktisatçýnýn, her ekonomi okulunun araþtýrmalarýný nasýl da, burjuva çýkarlara göre ayarladýklarýný çok iyi biliyoruz. Burjuva ekonomi bilimi tüm yararlý yönlerini tüketmiþtir, o artýk
sadece insanlýðýn aleyhine çalýþýyor.
Ekonomik alanda ki sýnýrlýlýk, politik alana yansýr. Ekonomi bilimi nasýl burjuva çýkarlarýna hizmet ediyorsa demokrasi üzerine (aslýnda burjuva demokrasisi) övgüler düzen
iyi maaþlý ideologlar da ayný kapitalist güce hizmet ediyor. Burjuva demokrasisi, burjuvazi için demokrasi, emekçi sýnýflar için ise diktatörlüktür. Burjuva demokrasisinin en uç
noktaya gidebilen biçimi olan demokratik cumhuriyet, burjuvazinin çýplak egemenliðidir.
6
Kýþ ‘06
Bu en ileri gidebilen demokratik cumhuriyet bile kýsýtlýdýr, güdüktür, tek yanlýdýr. Burjuva
toplumda, sýnýf mücadelesinin en rahat geliþebileceði demokratik cumhuriyet biçiminde
–bu biçimi onun burjuva içeriði belirlediði için- proletarya kamu faaliyetine katýlýmýndan
dýþtalanmýþtýr. Emekçi sýnýflarýn savaþýmla elde ettiði demokratik haklar burada bile güdüktür, sakatlanmýþtýr. Burjuva toplumun demokrasisi baþka türlü olamaz. Yapýsýndaki sýnýrlýlýk, kötürümlülük ve tek yanlýlýk aþýlamaz.
Toplumdaki sýnýf çatýþmasý sanat üzerinde etkide bulunur. Güçlü, nitelikli içeriðe sahip sanat bu çatýþmayý yansýtabilendir. Bunun içinde burjuva etkiden, burjuva bakýþ açýsýndan kurtulmak gerekiyor. Bu ise belli bir geliþme derecesini gerektirir. Tüm burjuva etkiye ve burjuva sýnýrlýlýða karþýn, sanat alanýnda büyük eserler verildi. Hiç þüphesiz, burjuva
sýnýrlýlýk olmasaydý, sanatta daha ileri gidilebilirdi. Sanatta sýnýrlýlýk dönemin koþullarýndan
ve egemen sýnýfýn bakýþ açýsýnýn sanatta da hakim bakýþ açýsý olmasýndan ileri geliyor. Bu
koþullar kalkar kalkmaz, sanat yaratýmý gerçekten özgür sanat yaratýcýlýðýna kavuþur. Bunun
ilk adýmýný gerçekçi yazarlar attý. Gerçekçi yazarlar, bakýþlarýndaki tüm burjuva sýnýrlamaya
raðmen, içinde bulunduklarý koþullarý anlatan dev yapýtlar ortaya çýkardýlar. Toplumcu gerçekçilik ise devrimci bir sýnýfýn, proletaryanýn bakýþ açýsýyla çok daha büyük eserler verdiler,
veriyorlar.
Burjuva sýnýrlýlýða raðmen büyük sanat eserleri verme, artýk çok gerilerde kaldý. Burjuva sanatýn geldiði nokta çürümüþlüðün, kabalýðýn, karamsarlýðýn, yabancýlaþmanýn ve çöküntünün yüceltilmesidir. Bu da, burjuva toplumun geldiði yere uygun düþer; çözülüp, daðýlma ve geri döndürülemez çöküþ. Bu toplum tüm geliþmesi boyunca kendi yýkýmýný hazýrlamýþtýr. Yeni toplum maddi koþullarýyla, devrimci kitleleriyle, sanatýyla, tüm görkemiyle geliyor. Proletaryanýn dünya çapýndaki yükseliþi karþýsýnda yarýnsýzlýk korkusuna kapýlan
burjuvazi gerici olan ne kadar görüþ, ideoloji vb. varsa, hepsini öne çýkardý. Böylece, yalnýzca ekonomik alanda miadýný doldurmakla kalmadý, kültür ve sanatta da ayný durumda
olduðunu gösterdi.
Burjuva sanat anlayýþý iflas ederken, baþka bir sanat anlayýþý, proletaryanýn yükseliþine
baðlý olarak, çoktan geliþmeye baþladý. Proleter sanat anlayýþý insanlýðýn geleceðe güvenle
bakmasýný tüm özellikleriyle içinde taþýyor. Ve insanal özü için insanlara taþýyor. Ýnsan soyu, güzelliðin yasalarýna göre, sanat yapmaya devam edecektir.
20. YÜZYILIN BÜYÜK SANATÇILARI
Çok sayýda sanatçý 20. yüzyýlda yaþadý. Bunlarýn içlerinde bazýlarý gerçek anlamda büyük sanatçýlardý. Onlarý pek çok çaðdaþý sanatçýdan ayýran nokta, halkýn sanatçýlarý olmalarý, proletaryanýn sanatçýlarý olmalarýydý. Yapýtlarý çaðýn içeriðini
yansýttýðý gibi, nitelik yönünden de gerçek bir sanat eseri düzeyindeydi. Sonuç
olarak 20. yüzyýlýn büyük sanatçýlarý, bir yüzyýl boyunca geniþ halk kitlelerini
kuþaklar boyu etkilediler ve etkilemeye devam ediyorlar.
Her çaðýn içeriðini dolduran geliþmeler; bu çaðýn içeriðine denk büyük
insanlar yaratýr. Geriye bunu yansýtan kimselerin hangileri olacaðý kalýr. Bu büyük kimselerin hangileri olacaðý büyük ölçüde rastlantýlarla belirlenir. Bilmemiz gereken, rastlantý denen þeylerin ardýnda bir zorunluluk sanal olarak, ekonomik bir zorunluluðun olduðudur. Çoðu kez bu büyük kimselerin
yetiþmesinde yetiþme koþullarý dediðimiz koþullarýn büyük bir rol oynadýðýný da biliyoruz. Fakat bu yetiþmede belirleyici olan çaðýn toplumsal çatýþmalarýdýr. Sýnýflý toplumlarda çaðýn içeriðini belirleyen o çaðýn toplumsal çatýþmalarýdýr. Büyük insanlar bu çatýþmalarý düþünce yoluyla, çeþitli bilinç biçimleriyle yansýtabilenlerdir. Kendi dönemlerini en ileri düzeyde temsil eder bu büyük insanlar. Sonra bizler, söz
konusu dönemi incelemek için,
Kýþ ‘06
7
o dönemi en ileri düzeyde temsil etmiþ kimselerin görüþlerine baþvururuz. Burada bir þey
bizi yanýltmasýn: Bir tarihsel dönem hakkýnda saðlam bir görüþ sahibi olmak için, o dönem insanlarýnýn kendileri hakkýnda ne düþündüklerine deðil; adý geçen dönemin nesnel
þartlarýna bakarýz. Ama zaten, o dönemin en ileri ve büyük insanlarý, kendi dönemlerinin
nesnel þartlarýný yansýttýklarý için büyüktürler. Tarih araþtýrmalarý çok yönlü yapýlýyor. Bu
çok yönlü araþtýrmalar, tarihin her dönemi için bize geniþ olanaklar sunuyor. Ve bizler bu
olanaklarý kullanarak toplumlarýn geliþmelerini nasýl olduðunu ortaya çýkarýyoruz. Böylece
o “büyük adamlar” denilen kimselerin, o düþüncelere nasýl vardýklarýný da anlamýþ oluyoruz. Bu büyük kimselerin görüþleri, örnek olarak Aristoteles bize yaþadýðý çaðý anlamamýzda ýþýk tutar. Çünkü Aristoteles kendi çaðýný en ileri düzeyde temsil eder.
Dýþýmýzdaki dünyayý çeþitli biçimlerde özümleriz; düþünce yoluyla (felsefi olarak), bilimler yoluyla ve pratik-bilinç olan sanat yoluyla. Büyük sanatçýlar dýþýmýzdaki dünyanýn
bu pratik bilinç yoluyla en iyi biçimde özümleyebilenlerdir. 20. yüzyýl bu durumda olan
çok sayýda büyük sanatçý çýkardý.
Bu büyük sanatçýlar; Aynzeþtayn (Potemkin Zýrhlýsý), M. Gorki, Mayakovski, A. Þolohov, B. Brecht, Ý. Ehrenburg, P. Neruda, P. Picasso, Nazým Hikmet, L. Aragon, Lorca, Hemingway, J. London, Steinbeck, T. Kornoros, A. A. Bek S. Ostrovski gibi ustalar
ve daha pek çoklarý sayýlabilir. Tek tek alýndýklarýnda bu büyük sanatçýlarýn güçlü yönleri
olduðu gibi, zayýf yönlerinin de olduðu görülecektir. Fakat sanatlarýyla, mücadeleleriyle bir yüzyýl içinde çok sayýda insaný etkilediler. Fakat bir sanatçý ne kadar büyük
bir eser yaratsa da kendi dýþýndaki dünyayý bütün yönleriyle anlatamaz. Koskoca
toplumsal çatýþmayý sanatçýlarýn duygularýna indirgemek, hiç þüphesiz büyük bir
darlýk olurdu. Sýnýflar arasýndaki toplumsal çatýþma ancak karmaþýklýðý ve bütünlüðü içinde kavranabilir. Sanat ancak, bunun bir yönünü verebilir. Bu büyük
sanatçýlar çaðýn ana içeriðini - kapitalizmden komünizme geçiþ olan içeriði –
kendi cephelerinde verebildikleri için, etkileri sonraki yüzyýllarda da sürecektir.
Bu ve daha pek çok sanatçýyý çýkaran koþullar 20. yüzyýlýn proleter devrimler çaðýdýr. Bu temele baðlý olarak her toplumcu gerçekçi sanatçýyý etkileyen somut olaylar vardýr. Örnek M. Gorki’yi çýkaran koþullar üç Rus devrimi ve bu devrimi yaratan çok yönlü çeliþkiyi barýndýran Rusya’nýn toplumsal yapýsýdýr, Rus devrimci
proletaryasýnýn devrimci atýlganlýðýdýr. N. Hikmet’i ortaya çýkaran koþullar Türkiye’deki toplumsal çatýþmalarýnýn yanýnda Ekim Sosyalist Devrimi’dir, onun dünyadaki etkisidir. Daha sonralarý Ýspanya Ýç Savaþý pek çok sanatçýyý etkiledi. Picasso, Hemingway, Neruda ve daha baþkalarý Ýspanya Ýç Savaþý’ndan, derinden etkilendiler. Ýspanya halkýnýn ve gönüllülerin faþizme karþý gösterdikleri büyük kahramanlýk sesini birçok sanatçýda buldu. Onlarýn bakýþ açýlarýný deðiþtirdi. Bunlardan biri olan Neruda, bu deðiþimi bir
þiirinde anlatýr: “Belki de ben o zaman deðiþtim” Neruda’nýn bu sözleri, büyük bir sanatçýnýn görüþlerini etkileyen þeyin çaðýn devrimci içeriði olduðu, halkýn o büyük eylemi olduðu hakkýnda bize açýk bir fikir veriyor. Hiçbir kimse çaðýndan baðýmsýz deðildir.
En çok üzerinde durulan konulardan birisi, neden bugün böyle büyük sanatçýlarýn
çýkmadýðýdýr. Bunu deðiþen koþullarda ve deðiþen kitlelerde aramak gerekir. Bugünkü koþullar, 20. yüzyýlýn baþlarýnda ve ortalarýndakinden farklý. Uluslar arasý iliþkiler daha karmaþýk hale geldi. Bu kadar karmaþýk durumu anlamak için, daha güçlü birikim, daha güçlü teorik potansiyele ve pratik-bilince ihtiyaç var. Hiç þüphesiz günümüzün daha karmaþýk sorunlarýný yansýtacak büyük sanatçýlar olacaktýr. Fakat daha öne çýkan þey, kollektif
çabalardýr. Ancak kollektif çalýþma günümüzün sorunlarýný doðru koyabilir ve çözümleyebilir. Bunun için gerekli olan güçlü birikim kitlelerde var. Zaten kitleler de
bu yönde uzun bir yol aldýlar, büyük bir deðiþim geçirdiler. Kapitalizm daha
fazla insanýn sanatla uðraþmasýný engelliyor. Emekçilerin ekonomik yaþamlarý
sanatla uðraþmalarý önündeki en büyük set. Fakat proletarya sanat alanýndaki
iddiasýný ispatlamýþtýr. Gerçekçi sanatýn oluþmasýna daha geniþ olarak katýlabilecek durumdadýr. Böylesine güçlü bir zeminde, çok zengin ve büyük sanat
eserleri çýkacaktýr.
8
Kýþ ‘06
YABANCILAÞMA VE YALNIZLAÞMA
Ýnsanlar öteden beri yalnýzlýk çekmiþlerdir. Fakat en yýpratýcýsý ve en yýkýcýsý burjuva toplumda çekilen yalnýzlýktýr. Bu toplumun bireyleri “kalabalýk içinde yalnýzlýk” içindedir. Büyük
yýldýz topluluðu içinde tek baþýna bir yýldýz. Kalabalýk topluluklar içindeki bu ýssýzlýk kiþiyi büyük ölçüde tahrip eder, onu kuþatýr. Kapitalist toplumun çýkarcý, bireyci anlayýþý o noktaya çýkar ki, sistem tüm katýlýðý ve acýmasýzlýðýyla bireyi çepeçevre sarar ve toplumla birey arasýnda
derin bir kopukluk ve büyük bir boþluk yaratýr. Birey toplum karþýsýnda kendisini yalnýz, dýþlanmýþ ve boþlukta hisseder. Burjuva toplumun çoraklaþmýþ, insansýzlaþmýþ, ýssýzlaþmýþ çölüne
hoþ geldiniz.
Ýlk toplumlarda bireylerle toplum birlik içindedir. Hep birliktedir. Ýnsan doðayla da daha
bir iç içedir. Doðayý kendisinden ayrý olarak görmez. Doðanýn bir ürünü olan insan, doðanýn
karþýsýna çýkar. Topluluklarýn, birliði daðýlýr, birey toplumla çatýþýr. Bu, insanlýðýn özel mülkiyete giriþidir ayný zamanda. Bu, yabancýlaþma sürecidir. Yabancýlaþma derinleþtikçe bireyin çevre
ile bireyin bireyle çatýþmasý da o ölçüde þiddetlenir. Yabancýlaþma bireyin tüm düþünce ve
davranýþ biçimini etkisini altýna alýr. Birey kendisini açmazda hisseder. Þairin
söylediði gibi bir durum çýkar ortaya:
Daha sonrra baþkalarrýna sordum,
kadýnlarra, erkeekleere,
nee yaptýklarrýný böylee birr açmazda
vee nassýl öðrrendikleerini yaþamayý:
do
oðrrussu yanýt veermeedileer,
danss edeerek yaþayýp gidiyo
orlarr.
Her tarihsel dönem gibi; burjuva toplumun da yaþamýný kazanma biçimi var. Burjuva toplum emeðin özel toplumsal bir biçimi olan ücretli emeðe dayanýr. Bu, emeðin özel kapitalist biçimi, meta fetiþizminin temelidir. Meta fetiþizminde, üretici güç bireylerin kendi toplumsal iliþkileri gibi görünmez, bu toplumsal iliþki dýþýnda
onlara dýþ bir güç, yabancý bir güç olarak gelir. Emeðin toplumsal niteliði bireylere, ürünlerin
kendilerinin nesnel niteliði olarak görünür. Marks ve Engels’in söylediði gibi:
“Bu üretici güç, onlara, nereden gelip nereye gittiklerini bilmedikleri ve dýþlarýnda varolan
yabancý bir güç olarak görünür; onlarýn denetleyemedikleri bir güçtür bu; insanoðlunun hem
iradesinden, hem de eyleminden baðýmsýz olarak, çeþitli geliþme düzeylerinden geçer, bununla
da kalmayarak, insanoðlu iradesine ve eylemine yön verir.”
Emeðin ürünleri emeðe yabancýlaþýr, onun karþýsýna baðýmsýz, ona karþý bir güç olarak çýkar. Bu güç gitgide öyle büyür ki, tüm aðýrlýðýyla, onu üretenin, emekçinin omuzlarýna çöker.
Meta üretimine dayanan bir toplumda, meta fetiþizmi, yabancýlaþma kaçýnýlmazdýr. Ýnsanýn üretim sürecini denetleyeceðine, üretim sürecinin çalýþanlarý baský altýnda tuttuðu bir yerde
tüm bunlar baþka türlü olmaz. Meta üretiminin kalktýðý, üretim araçlarýnýn ortak mülkiyetinde,
emeðin bireylere eþit daðýtýldýðý bir toplumdadýr ki, emeðin toplumsal güçleri insanlara yabancý gelmez. Onlarýn öz toplumsal güçleri olarak onlara hizmet eder.
Kapitalist toplumda tüm bireylerin istemleri birbiriyle çatýþýr. Ancak üretimin ortaklaþa
düzenlendiði, belli bir plana göre yapýldýðý, özgür bireylerden oluþmuþ bir toplumda, yaþamýn
her alaný ortaklaþa örgütlenir. Birey toplumla birlikte, toplum içinde özgür olur. Bireyle toplumun, toplumla doðanýn yeni bir iliþkisi kurulur; burada yalnýzlaþma, yabancýlaþma son bulur.
Ýnsanlýðý burjuva çýkarcýlýktan, bireycilikten, yabancýlaþmadan, onun katýlýðýndan ve acýmasýzlýðýndan kurtaracak olan kurtuluþ yolu, yine bu toplumun baðrýnda ortaya çýkar. Bu yol toplumsal devrim yolunda, sosyalizm yolunda ortaklaþa yaþam yoludur. Bu yol, toplumun sonuna dek tutarlý biricik devrimci sýnýfý olan proletarya tarafýndan açýlmýþtýr. Ýnsanlýk proletaryanýn
önderliðinde, proletarya tarafýndan açýlmýþ olan bu yolu izleyerek o büyük amacýna, özgürlük
çaðýna ulaþabilir. Ýnsan ilk defa, insanca yaþamanýn güzelliklerine varýr.
Kýþ ‘06
9
Anlatý
VE...
Temade ÇINAR
AYAÐA
KALKTI
ÝNSAN
Doðmak, yaþamak ve ölmek…
Bir yýldýzýn göz kýrpmasý kadar kýsa hayat
Yüz binlerce yýllýk evrim çizgisinde bir nokta.
Tarihe adý yazýlmýþ birkaç yüz insan…
Oysa yüz milyarlarca insan ayaðý deðdi bu topraklara
Yüz milyarlarca insan elinin iþleyip dokuduðu tarih…
Kim ki ayaða kalktý gördü ufku…
Kim ki dizlerinin, ellerinin üstüne çöktü, gördü topraðý.
Nereye baksak, neye el atsak, arkasýnda bin yýllarýn emeði…
Kim iþledi topraðý dalga dalga… insan!
Kim ördü aðlarý oya oya… yine insan!
Bakýrý kalayla buluþturan, tunçlaþtýran…insan!
Otlarý merhem, taþý ateþ,
Pamuðu kumaþ, yünü halý, deriyi tulum yapan,
Yazýyý, barutu, takvimi, haritayý, pusulayý,
Yýldýzlarýn, mikroplarýn adlarýný koyan?.. yine insan!
Doðanýn zekayla donattýðý çocuðu
Bin yýllar boyu kah düþtü, kah doðruldu
Depremler, volkanlar, seller, buzullar, kuraklýklardan geldi.
Yaþadý… O halde
Babil Kulesi
1800’lerin baþlarý…
Tüccar binyýllardýr biriktirdikleriyle üreticilerin sýrtýndan
Palazlandý güçlendi…
Her zamanýn gezgini, kaþifi, istilacýsý,
Egemenin uzak diyarlara uzanan kolu idi… tüccar!..
M.Ö 2000’ler...
Fenikeliler, Asurlular ve diðerleri...
Ticaret kolonilerine, konaklama yerleri; Þehirler kurdular
Mýsýrdan alýp resimi, Yunanistan da, yazýyý alfabeye döktüler.
Mezopotamya’daki kalayý Anodoluda bakýrla buluþturdular.
Pusulayý, yýldýz haritasýný kullandýlar.
Girdikleri her koy, çýktýklarý her ada;
yeni bir madenin, yeni bir buluþun yaðmalanmasý, taþýnmasý,
çil çil altýna dönüþmesiydi.
Ýlkel dönemlerde takasýn,
kölecilikte paranýn,
Fodalizmde tefeciliðin kurallarýný koydular.
Üretimle Pazar arasýnda bir köprü,
ezilenle ezen arasýnda ileri karakol,
10
Kýþ ‘06
baðlaç, aracý, taþýyýcý… tücar!..
18. yüzyýlýn baþlarý…
Buharlý makineyi buldu insan…
O, bu, þu ya da bilmem kim deðil!.. Ýnsan!..
Ateþ bulunmasaydý,
çakýcýlarý, kesicileri, vurucularý yontmasaydý,
sabana koþmasaydý kendisi yerine öküzünü,
nasýl bulunabilirdi ki buharlý makine!..
Tüccar; büyük ticaret aðlarý için, daha fazla malý
dayatmasaydý manüfaktürlere, loncalara,
el emeði sýzarak kýrdan þehirlere,
sunulmasaydý bütün bonkörlüðüyle pazara,
makinenin hýzýna yetiþecek eller
ürünü iþleyecek kadar geliþmeseydi
nasýl bulsun ki buharlý makine denen devi?..
Bir bir yýkýldý feodalin kaleleri
Burjuvazinin aðacý dikildi topraða
Proletaryanýn elleriyle…
Her þeyi yaratan bu eller,
son düþmanýný da yarattý böylece…
Ama tarihin akýþý bu!
Yine geliþmiþti yeni, eskinin içinde,
yine doðacak geleceði olan!..
Burjuvazinin kökleri en derinlerine nüfus edecek feodalin.
Tüm kayalarý parçalayacak, içine çekecek bütün özü...
Hazýrlanacak proletarya savaþa,
geliþecek, geliþtirecek olaný!..
Böylece insan,
ayaða kalkýþýnýn son dikiliþini de sunacak doðaya.
Yýllarca sömürülmüþ, talan edilmiþ toprak, su, hava…
Onun sevgisine ve özenine muhtaç.
Elbet böyle bir görkemin bedelleri olacak.
Gün geldi…
Çürüyüp, yozlaþan, tarihin ayaklarýna dolanan feodalizm,
sokaklarý dolduran ayak sesleriyle yýkýldý.
Kanla yýkandý toprak, çýðlýklarla yoðruldu gök.
Yine kavga, yine dikiliþ…
Ve yine ayaða kalktý insan!...
Tüccar üretimin önünü açmak,
sýnýrsýzca uzanmak ister bütün pazarlara,
Üretici ise özgürlük ve iþ!
“Hürriyet, eþitlik, ve kardeþlik”
tüccar bu vaatlerle,
kendine özgü kývraklýðý ve uyanýklýðýyla
sýyrýldý savaþýn içinden, oturdu tahtýna.
Buharýn, giyotinin ve dilin gücüyle;
Kurdu devletlerini bir bir…
Kýþ ‘06
11
Gelecek umutlarý veözgürlük þarkýlarýyla
Þehirlere akýn akýn göçtü emek,
Yükselen fabrikalara iþçi, çarklara diþli olacaklar.
Yeni pazarlar, yeni üretimler ister.
Dünyanýn dört bucaðýndan getirilen hammadde iþlenmek ister.
Ulaþmak insan ayaðýnýn deðdiði her yere,
satmak ister ürününü sermaye.
Daha çok üretmek, satmak ve servetine güç,
gücüne servet katmak ister.
Ýþçi daha az istesin kazandýðýndan,
daha çok çalýþsýn ister sermaye…
Ýþçi, daha az çalýþmak, daha çok kazanmak,
Yarattýðý zenginliklerden yararlanmak ister.
Tarihin iki karþýt gücü, en basit halleriyle ve de en karmaþýk…
Emek ve sermaye!
Geldiler böylece karþý karþýya.
Sokaklardan kesilmedi ayak sesleri,
boþalmadý zindanlar, giyotinin mesaisi azalmadý hiç!
Sermaye tarihten biliyor bu ayak seslerini…
Yýkýp yeni baþtan yaratan bu sesler,
Hiç býrakmadý sermayenin kabuslarýný!...
Uzaklaþmadý
Ýþçiler iþ saatlerinin kýsaltýlmasý için savaþtýlar önce
Ýþ bulma þansýna sahipse eðer, 18 saat çalýþýrdý emekçi.
Çalýþarak ölmek…
Öylesine sýradan bir ölüm ki proletraya için.
Yorgunluktan diþlilere sýkýþmak, kaptýrmak ayaðýný,
saçlarýný makinelere,
biraz ýsýnmak için geceleri,
uyuyup kazanýn üstünde kavrulmak sabaha
ya da ulaþamadan soðuk barakadaki kirli yataðýna
Düþmek ve kapanmak yere…
Yaþlandýðýnda yataðýnda deðil makineye sarýlarak ölmek!..
“ya çalýþarak, ya da savaþarak ölmek!”
Tarih baþka seçenek tanýmadý ona!
Makinelerini kýrdý, barikatlar kurdu, sokak taþlarýný söktü
Her ayaklanma, her dikiliþ yeni kazanýmlar yarattý
Her geri düþüþle kaybetti elindekileri
Burjuvazi…
Ya da namý diðer Sermaye…
Büyüdükçe azalan, daha büyük kesimleri karþýsýna alan,
kendi çatýþkýlarýnda boðulan,
baþrolde oynamak için can atan ama hep rolü emekçiye kaptýran,
doymak bilmez yýkýcý…
Savaþýrken rakipleriyle, bunalýmlarýna yeni pazarlar bulmalý!..
Tekelleþme yolunda yutuyor,
büyük balýk küçük balýðý…
Birinci ve ikinci, dünya paylaþým savaþlarýyla,
dünyayý kana buladý.
Ýnsanlýða “esaret acý ve sefalet getirdi”
12
Kýþ ‘06
“ilk barutunda yakmýþtý ilericiliðini”
verecek hiçbir þeyi kalmadý gelecek adýna.
sömürgeler, yeni sömürgelere, ilhaklara dönüþtü.
Böylece sermayenin devleti,
Tarihteki en yüksek, en karmaþýk sistemine ulaþtý.
Adalet, eðitim, saðlýk, dil, din, kültür, tarih, bilim, sanat, spor, felsefe...
Ne varsa insana, dair her þey kontrol altýnda
Ve hizmetinde olmalýydý sermayenin!..
“Aslanýn tarihini yazýyor avcýlarý, yeni baþtan.”
Karanlýk ve tekrar eden bir tarih bu!..
Ýnandýrýlmalý geçmiþte de gelecekte de av olacaðýna;
ve her daim egemen olacaðýna bu sistemin
Yeni pazarlara açýlmalý,
Tüketmeli toplum onun için çýlgýnca.
Kendisini, sevgisini, özlemine, geleceðini tüketmeli…
Ýtaat etmeli itirazsýz, ona dayatýlan yaþama
“Deðiþmeli ki bazý þeyler, kalsýn her þey olduðu gibi”
Kýrýntýlarla yetinmeli insan!
Afyonla, dinle, özentiyle, futbolla ya da ne varsa onunla.
Uyuþturulmalý, çürütülmeli…
Tüm bunlara raðmen ayaða kalkmaya kalkýþan,
Yok edilmeli hemen!..
Ýdeologlar, psikologlar, reklamcýlar, bilim adamlarý,
askerler, polisler yetiþtirmeli sermayesine hizmet edecek,
kendi sýnýfýna düþman!..
Çünkü biliyor tarihten;
ayaða her kalkýþýnda atar sýrtýndaki yükü,
kurtulur ayaðýndaki prangadan insan!
Tarih akýyor, hiçbir engeli tanýmadan...
Geliþiyor üretim araçlarý,
Geliþiyor eskinin içinde yeni,
Geliþiyor doðacak olan!
Büyümeye devam ediyor insanlýk!..
Her buluþ, her ayaklanma, insaný bir öncekinden ileriye,
daha büyük adýmlarla taþýmakta!..
Ýnsanlýðýn birikimi zorluyor kaleleri yeniden.
Bu akýþ tarihin akýþý...
Yüz binlerce yýllýk hayatta kalkma,
ayaða kakma savaþý,
Onbinlerce yýllýk ilkel komünal toplum
Üçbinyýlýk kölelik,
binaltýyüz yýllýk feodalizm
Giderek daralýyor zaman
Burjuvazinin ömrü,
bir nefes alýþ kadar kýsa.
Nasýl ki sýçrayarak geliþiyor,
geliþtiriyor insan,
çöküþü de öyle olacak önündeki engelin.
(DEVAM EDECEK)
Kýþ ‘06
13
HASRET KAVUÞTURAN
Ay iyice uzaklaþtý
Biletlerimiz kontrol ediliyor
Yine hasret kavuþturandayýz
Hasretlerimizi yükledik vagonlara
Bir kadýn gülüyor anlatýlanlara
Ve öðrenciler
Ve hiç duyulmamýþ kasabalarda inecek insanlar
Keþke müzik de olsa…
Ve hasretlerimiz tatlý ezgilerle yol alsa
Nasýl da tanýdýk bu çuf çuf sesi
Ve insanlar birbirine yabancý
Ve hiç olmadýklarý kadar yakýn gidiyorlar
Ve hiç olmadýklarý kadar yakýn hayatlarý birbirlerine
Ve birbirlerine su uzatmýyorlar
Ve erzaklarýný paylaþmýyorlar
Yolun sonunda bitse de hasretler
Hasret kavuþturanlar yola devam ediyor
Yeni hasretlerle yüklü
Belki de yýllar sonra bir vagonda
Yine birileri düþünecek
Ve kim bilir kimleri taþýdý
Ayrýlýklar, yalnýzlýklar
Ve ben hep Bolþevikleri düþünüyorum bu yollarda
Ýnsanlarýn ellerinde cep telefonlarý
Kýsa mesaj atýyorlar
Ama hasret bitmiyor ki telefonlarla
Bitmiyor ki acýlarýmýz
Kalýn bir kitap var elimde
Ben 4. bölümdeyim
Sen kim bilir belki de…
Taþýyoruz umudu, taþýyoruz acýlarý,
Taþýyoruz sevdalarý ve çocuklarýmýzý
Yeniyi taþýyoruz., umut, acý, sevda ve çocuk
içinde
Bir þehirden bir baþka þehre
Ve inenler, oturanlar
Ve binenler
Bir yol yapýyoruz her çuf sesinde.
Bilmem kaç bin enerjiyle
Bilmem kaç hasreti kavuþturuyoruz.
Bir kýz var önümde
Bir diðeri sigara içiyor
Küçük bir kýz çocuðu koridorda dolanýyor
Bu ahenkli sallantýda dengeyi saðlamak boþuna
Oysa kolay deðil sarsýntýda yürüyebilmek
Oyun sanýyor yaþadýklarýný
Küçük bir kýz çocuðu
Kimisi çekirdek çýtlatýyor
Kiminin elinde kola
Ve bir düþünürün dediði gibi
“Bir kola þiþesi bir laleden tanýdýk geliyorsa”
Evet daha tanýdýk
Ve belki de hiç lale kokusu almadýk
Yaþam denilen bu uzun yolculukta
Yazýyoruz yaþadýkça
Ve yaþýyoruz bedenimizdeki
Ve onun dýþýndaki savaþ sürdükçe
Biriniz merak ediyorsunuz
Yeni insanlar da hasret kavuþturana binecek mi
Hasretler hiç bitmeyecek mi
Yolculuklar belki kýsalýr
Yeni insan tarihi kýsaltabilir
Ama yollar sürer
Savaþlar bitebilir
Çalýþýr insanlar insanca
Ýnsanlar çalýþýr insansýlarla
Ýnsanlaþýr insansýlar
Yollar sürer
Daha büyük hasretleri taþýr
Daha büyük hasret kavuþturanlar
Belki de yýldýzlar arasýnda
Minik yýldýzlarda inenler de olur
Büyük yýldýzlarda da
Ve sen yolcu
Sakýn uykuya dalma yolculuklarda
En uzun yollarý kýsaltmak içindir uykular
Oysa sabahlar uyumayanlarýndýr
Uykulaþtýrmayýn yolculuklarýnýzý
Ýnsanlýða az kaldý
Ýnsanlýkta inecekler hazýrlansýn!
Ve sevdalarý olanlar
Ve umut sahipleri
Ne olduðunu bile anlamayan küçük kýz
Ýniyoruz insanlýkta
Ve yeni yolcular binecek
Bir sonraki duraða, baþka canlýlarýn,
Baþka yaþamlarýn olduðu uzaydan
Kosmosa kardeþlik duraðýndan
Ve sonraki
Ve sonraki
Ve biletlerimizin,
kontrol edilmeyeceði yeni yolculuklara
çuf çuf çuf
Bahar DERÝN
Þovenizm
Setenay BERDAN
HÝTLER ÖLMEDÝ!
BUGÜNLERDE “DUYARLI VATANDAÞ”
KÝMLÝGÝYLE ARAMIZDA DOLAÞIYOR
Eylülün sýcak bir gününde kanýmýzý donduran görüntülere tanýk olduk. Taþlarla enkaza dönmüþ bir otobüs, elleri yüzleri kan içinde ihtiyar ve etraflarýný çevirmiþ kuduz kalabalýðýn ortasýnda çaresiz insanlar. Kudurmuþçasýna saldýran kalabalýk, içinde insanlar
olan otobüsü yakmak için defalarca giriþimde bulunuyorlar. Meydaný dolduran daha kalabalýk bir grup ise, olan biteni bir þiddet filmi tadýnda, adeta uyuþmuþçasýna izliyorlar.
Maraþ’ý, Sivas’ý, Þýrnak ve Lice’yi hatýrlayanlar için, sýnýflar savaþýnýn son on beþ yýlda izlediði sert rotayý bilenler için þaþýrtýcý bir manzara olmadý Bozüyük’te yaþananlar. Þaþýrtýcý deðil belki, ama dehþet verici. Ýnsan onurunun zerresine bile sahip olanlarýn beyinlerinde alarm zilleri çalmalý. Bu gördüðünüz, þovenizmin bir topluluðu nasýl insanlýktan çýkardýðýnýn, zehirlediðinin, yaralý bir aç kurda dönüþtürdüðünün resmidir. Þimdi, büyük neon ýþýklarýyla yazmalý her yere: Hitler ölmedi! Bugünlerde duyarlý vatandaþ kimliðiyle, aramýzda dolaþýyor.
Þovenizm nedir?
Sýk sýk söylendiði gibi, þovenizmi ýrkçýlýkla özdeþleþtirmek doðru mu? Tek tek, kabilelerin, uluslarýn dar sýnýrlarýný aþýp, tarihi bir insanlýk ve dünya tarihi haline getiren modernizmden bu yana; ýrka dayalý üstünlük savlarý, artýk sadece köleci zihniyetin ya da faþizmin simgesi olarak anýlýr oldu. Irkçýlýk kapitalist egemenliðin vazgeçilmez parçasý olmaya
devam etse de, burjuvazi bile onu açýktan savunamýyor. Bu nedenle, þovenizm karþýmýza
salt ýrkçý söylemlerle, kafatasçýlýkla çýkmýyor.
Þovenizmi, bütün biçimleri için tanýyýp ayýrdedebilmemiz için, onun egemen sýnýflar
içindeki tarihsel kökenlerine, hangi kültürel miras üzerinde þekillendiðini ve toplumun geri kalan kýsmýný hangi araçlar ve söylemlerle etki altýna aldýðýný irdelemek gerekiyor.
Hitler Almanya’sýnýn gerçeklerini, Kavgam kitabýnýn satýr aralarýnda aramaya alýþmýþ kimi tarihçilerin yaptýðý gibi, bugünün þovenizm gerçeðini,
geçmiþin söyleminde, mirasýnda ve geleneðinde aramak yanlýþlýðýna düþmemek için, Marks’ýn deðerli sözlerine hep birlikte kulak verelim:
“Mülkiyetin deðiþik biçimleri üzerinde toplumsal varlýk koþullarý üzerinde, özel olarak biçimlenmiþ izlenimlerden, duygulardan, hayallerden, düþünüþ tarzlarýndan ve felsefe anlayýþlarýndan oluþmuþ bütün bir üstyapý yükselir. Sýnýfýn tümü bunlarý yaratýr ve bu maddi koþullar ve bunlara tekabül eden
toplumsal iliþkiler temeli üzerinde, bu üst yapý öðelerini biçimlendirir. Bunlarý gelenek yoluyla ya da eðitim yoluyla edinen birey, bu
üst yapý öðelerinin gerçek belirleyici nedenleri oluþturduklarýný ve
kendi eyleminin hareket noktasý olduklarýný sanabilir.
Trabzon’da ve Bozüyük’te yaþananlarýn salt bir kýþkýrtma sonucu olduðunu düþünmek, Ermenilerle ilgili konferansa yumurta yaðdýranlarýn saplantýlý duyarlýlýklarýndan dolayý orada olduklarýný sanmak ya da Balat’taki bir kilisenin 500 yýldýr kilitli olan kapýsýný kýrmak
için toplanan kalabalýðý görünce, “Nerden çýktý þimdi bu mesele?
þaþkýnlýðýna uðramak, bilimsel düþüncenin kaderi deðil. Birbirinden
baðýmsýz gibi görünen bütün bu olaylar, egemen sýnýf burjuvazinin,
doðuþundan bugüne kadar taþýyýp biriktirdiði korkularýný, hayallerini
özetliyor. Kuþkusuz, bütün bu korku ve hayaller, burjuvazinin toplumsal varlýk koþullarý tarafýndan biçimlendirildi.
Kýþ ‘06
15
Günümüzde ýrkçýlýktan ulusalcýlýða, Metal Fýrtýna paranoyasýndan Çýlgýn Türkler masalýna kadar çeþitli biçim ve söylemlerde karþýmýza çýkan þovenizmin, bütün
bu süslerini apoletlerini attýðýmýzda, geriye þu iki temel özelliði kalýr –ki onu biz, bu
temel özellikleri sayesinde, dünyanýn neresinde olsa tanýrýz-;
1) Kendi ulusunu örnek ulus görme
2) Devlet kurma ayrýcalýðý ve tekelini yalnýzca kendi ulusunda görme
Bu iki temel özelliðin, 600 yýllýk bir imparatorluk mirasýný devralýp, bir ulusal
devlet yaratan burjuvazinin üzerine, bir eldiven gibi uyduðunu düþünmemek elde
deðil. Engels’in, 1850’lere ait bir deðerlendirmesini hatýrlamakta yarar var. Ne
denli yoksul olsa da bir Türk, diyordu Engels, en süslü giysileri içindeki zengin bir
Yahudi’nin, kaldýrýmda kendisine yol verme zorunluluðunun ayrýcalýðýný yaþar. Bu
üstünlüðü onu hilafet sancaðýný taþýyan Devlet-i Alinin Türk niteliði verir sadece.
Ancak, söz konusu dönemdeki bu ayrýcalýk, damarlardaki asil kandan çok, iman
dolu göðüsten ileri geliyordu. Osmanlý vergi ve toprak sistemi ve hukukuyla, Müslim, gayrý-müslim ayrýmýna dayanýyordu. En yoksuluna bile keyifli anlar yaþatan bu
zararsýz ayrýcalýðýn, zamanla, özgürlüklerini isteyen ve harekete geçerek kendilerini de hesaba katmaya zorlayan diðer uluslarýn uyanýþý karþýsýnda nasýl gericileþtiðini, iman dolu göðsün damarlardaki asil kana karýþmak, Mehmet Akif’in þiirinde
nasýl buluþtuðunu kýsaca irdeleyelim.
Uluslar, tarihin uzun dönemlerinde saðlanan geliþmenin sonucu ortaya çýkan,
gelip-geçici deðil, istikrarlý topluluklardýr. Ulusun oluþumunda önemli etkisi olan
kültürel-ahlaksal, düþünsel deðerler, yüzyýllar içinde oluþur. Bu yüzyýllar içinde gerçekleþen büyük olaylar, ulusal topluluðun psikolojisini, düþünce alýþkanlýklarýný ve
mizacýný da belirler. Ýktisadi bakýmdan henüz oturmamýþ, feodalizmin egemenliðinin tüm aðýrlýðýyla hissedildiði bir dönemde, burjuvazi uluslaþma çabalarýný, büyük
tarihi olaylar ve bu olaylara ideolojik biçim veren aydýnlar üzerinden yürüttü. Ayný
tarihi olaylar, Þinasi ve N. Kemal’in coþkun düþlerinin, nasýl olur da Yakup Kadri’nin karamsarlýðýna, Nadir Nadi’nin paranoyaklýðýna dönüþtüðünü de açýklýyor.
Osmanlý feodal egemenliði altýnda henüz ilkel birikim dönemini yaþamakta
olan Türk burjuvazisini en çok korkutan tarihsel travma, kitaplara 93 Harbi olarak
geçen, Rusya’yla giriþilen savaþtýr. Bu savaþ, Rus Çarlýðý’nýn üzerinde hak iddia ettiði Güney Slavlarýný ve Ortodoks milliyetleri, Osmanlýnýn elinden çekti aldý. Bulgaristan baðýmsýzlýðýný ilan etti. Dahasý, Çar’ýn ordularý, Ýstanbul’a 150 km kala, ancak Ýngiltere ve Fransa’nýn diplomatik baskýlarýyla durduruldu. Yapýlan anlaþma uyarýnca Çar, zaferinin simgesi olan Ayestefanos anýtýný, Ýstanbul’un sýnýrlarýna dikiverdi. Ticaretin baþkenti Ýstanbul’la, fikirlerin baþkenti Selanik arasýnda mekik
dokuyan genç burjuvazinin temsilcileri, Ayestefanos anýtýný her gördüklerinde, ayaklarý altýndan kayýp giden topraðýn acýsýný ve tepeden aþaðýya yuvarlanmanýn
korkusunu yaþýyordu. Bir ulus yaratma çabalarýnýn tam orta yerine dikilen bu anýtý ancak 1909’da Ýttihat ve Terakki altýnda örgütlenen burjuvazinin iktidara ortak
dönemde, temeline yerleþtirilen bombalarla yerle bir edilecekti. Ýlk Türk sinemacýsý olarak tarihe geçen Fuat Uzkýnay’ýn bu anýtýn yýkýlýþý sýrasýnda çektiði kýsa film,
halen daha devlet arþivlerinde saklý tutuluyor.
Balkanlarda yitirdiði topraklarda ortaya çýkan iki düþman ülkeyle; Yunanistan
ve Bulgaristan’la çevrilen imparatorluk, ticari bunalýmlarýn içine düþtü. Bundan en
çok, henüz nicel birikim dönemini tamamlayamamýþ olan Türk burjuvazisi etkilendi. Burjuvalar, ellerindeki yetersiz birikimle, manifaktür sanayine geçiþ yapamazdý,
ama devlet üzerinde etkin olabilirler, zoru devreye sokabilirlerdi. Önlerindeki engel
ve en önemli rakipleri, manifaktür ve zanaatçýlýkta özel maharetleriyle iç pazarý elde tutan Ermenilerdi. 93 Harbinin yaþattýðý eziklik, Osmanlý pazarlarýný Ruslar’la
ayný Ortodoks inanca sahip Ermenilerin üzerine kýþkýrtmakta yararlý oldu. 1890-95
yýllarý arasýndaki ilk olaylarda, Osmanlý’nýn bütün Müslüman uyruklarý kullanýldý.
Genç burjuvaziyi, bir sýnýf olarak tarih sahnesine çýkaran, iþte bu, baþka bir ulusu
16
Kýþ ‘06
boðma hareketidir. Bu ilk hareket, sýnýfýn sonraki bütün adýmlarýný etkilemiþ, korku ve
hayallerini beslemiþ, gelenek ve düþünce alýþkanlýklarýný biçimlendirmiþtir.
1912’de patlak veren Balkan savaþý, genç burjuvazi için bir yeterlilik sýnavýydý. Çöken imparatorluðu yeni fikirler, yeni iktisadi yapý ve güçlerle ayaða kaldýracaðý iddiasýndaki ittihat ve Terakki Partisi, egemenliði paylaþmak zorunda kaldýðý monarþiye karþý rüþtünü ispat edemedi. Balkan savaþý, iktidardaki genç burjuvazinin ilk felaketi oldu;
Avrupa’daki son topraklardan da çekilerek, Meriç nehrinin bu yanýna geriledi. Burjuvazi bu baþarýsýzlýðýnýn bahanesini, gayrý-Müslimlerde buldu. O dönem, Yunanistan’ýn
varlýðý nedeniyle Rumlar, Asyalýdan çok Avrupalý sayýlýyorlardý. Ama Ermeniler, tümüyle Asyalý sayýlýrlardý. Kýrbaç bir kez daha Ermeni’lerin sýrtýnda þakladý. Katliam ve tehcir hareketinde el koyulan servetler sayesinde burjuvazi, kendi ittifaklarýný da güçlendiriyordu. Rusya’ya karþý Alman emperyalizminin yanýnda girilen I. Emperyalist Paylaþým
Savaþý, yeni bir Ermeni katliamý için tüm koþullarý olgunlaþtýrdý.
Burjuvazi, korkularýna temel olan yenilgilerinin nedenlerini hep kendisinden olmayanlarda aramýþtýr. Bu öteki, her zaman ulusu arkadan hançerleyen olmuþ, ayak oyunlarýnýn, türlü çeþit komplolarýn, büyük güçlerin maþasý olarak; temiz ve iyi yürekli ulusu gafil avlamýþtýr. Þovenizm, bugün de etkisini metal fýrtýnalarda yaþatan söylencesinin temelini, iþte bu yýllarda atýyordu.
Burjuvazinin gayrý-müslim korkusu, Sevr’le birlikte, ulusal bir travmaya dönüþtü.
Ancak, daha o dönemde belli bir geliþme saðlayan kapitalizm, ulusu karþýt sýnýflara
bölmüþtü. Bu nedenle, Sevr dönemini her sýnýf farklý duygularla yaþadý. Bugün de þovenizmin temel malzemesi olan Sevr paranoyasýný anlayabilmek için, o yýllarýn sýnýf tavýrlarýna bir göz atmakta yarar var.
Dünya Savaþý’ndan yenilgiyle çýkan imparatorluk, 1918’de itilaf devletleri tarafýndan iþgal edildi. Bu iþgale karþý burjuvazinin tavrý çeliþkilerle doluydu. Bir yandan, iþgale karþý geliþen halk tepkisini kontrol etmeye çalýþýyor, öbür yandan da, geliþen tepkileri emperyalizmle aþaðýlýk bir pazarlýða malzeme yapýyordu. Ýstanbul’u iþgal eden Ýngiliz askeriyesi ve diplomasiyle gayet uyumlu iliþkiler kuranlar, egemen burjuvazinin daha sonraki temsilcilerinden baþkalarý deðildi. Oysa ayný günlerde Ýstanbul proletaryasý, iþgale karþý genel grev örgütlüyor, fabrika ve atölyelerde direniþe geçiyordu. Burjuvazinin anti-emperyalizm gibi bir sorunu ve niteliði yoktu. Ne de olsa, uzun yýllar Alman ve Fransýz finans kapitaliyle uyumlu bir iþbirliði tarihine sahipti.
Ýstanbul dýþýnda kalan yerlerde de durum farklý deðildi. Büyük ticaret ve manifaktür kentlerinde burjuvazi (eþraf), iþgal birliklerini davul zurnayla karþýlýyordu. Bu cümbüþ, bu orta malý eðlence ne zamana kadar sürdü? Sevr antlaþmasýný
gerekçe gösteren Yunanistan’ýn Ýzmir’e çýkartma yapmasýna dek. Bu
hareket burjuvazinin anti-emperyalist damarýný deðil ama, ilkel birikimini gayrý-müslimlerin servetini talan ederek saðladýðý kendi geçmiþinin
korkularý kabardý; ellerindeki kan izleri daha henüz tazeliðini koruyordu.
Öte yandan, ulus adýna devlet kurma ayrýcalýðýnýn elinin altýndan kayýp gittiðini de görüyordu. Burjuvazinin ilk harekete geçtiði yerleri, Maraþ, Antep, Hatay gibi, geçmiþte Ermeni nüfusun yoðun olduðu bölgeler olmasý, bu açýdan anlamlýdýr.
Burjuvazinin iþgale karþý mücadeleye anti-emperyalist konumdan
girdiðine dair yalanlarýn en güçlü kanýtý, Erzurum kongresinin saklý belgelerinde mevcuttur. Bu belgeleri iyi bir çok tarihçi tarafýndan sürüldü.
Erzurum kongresinde, daha sonra resmi tarihte inkar edilen çok önemli
bir geliþme yaþanmýþtý. Burjuva temsilciler Kongreye ABD mandasýna girme önerilerini kabul ettirdiler. Karar ABD Büyükelçiliðine bildirildi. Ancak
büyükelçi, Washington’a yazdýðý raporda, bölgenin sorunlarý, ekonomik geriliði, savaþýn altýndan kalkýlmaz tahribatý vs. olgularý sýralayarak; bu önemin
ABD çýkarlarýna uymadýðý, altýndan kalkmasý güç bir yük oluþturacaðý sonucuna varýyordu. Ýþ baþa düþmüþtü. Burjuvazi, halkýn ulusal duygularýný uyandýrýp
kendi yanýna çekebilmek için harekete geçti. TBMM’nin kuruluþu, bu ulusal uyanýþý hýzlandýrdý.
Kýþ ‘06
17
Yalçýn Küçük’ün Türkiye Üzerine Tezlerinde üzerinde önemle durduðu, ama
pek az dikkat çeken bir olay var ki, dönemin panoramasýný anlamamýza yardýmcý
oluyor. Küçük, TBMM’nin ilk toplantýsýndan çýkan ilk kanuna dikkat çekiyor: Baltalýk kanunu. Bu kanuna göre, ormanlýk arazide tarým için ayrýlan alanlarýn miktarý iki katýna çýkarýlýyordu. Ýþgalin orta yerinde, iþgali sona erdirmek için, yeni bir
devletin inþasý için toplanan bir meclisin, ilk çýkardýðý kanunun konusu, o andaki
durumu özetliyor. Köylülüðün ezici çoðunluðu iþgale karþý ilgisizdir henüz. Ne Ýstanbul proletaryasýnýn baþýný çektiði anti-emperyalist kavgadan haberi var, ne de
burjuvazinin korkularý onu ilgilendiriyor. Baltalýk kanunun amacý, iþte bu ilgiyi uyandýrmak.
Sevr döneminde belli baþlý sýnýflarýn tutum ve duygularý artýk açýktýr. Burjuvazi, emperyalizmle pazarlýk peþinde ve servetine el koyduðu gayrý-Müslim halklarýn
öfkesinden korkuyor. Proletarya, tamamen ulus adýna, anti-emperyalist bir mücadeleyi örmeye baþlamýþtýr ama bunu tek baþýna baþaracak güce sahip deðildir. Bu
iki ana sýnýf arasýnda kalan, nüfusun ezici çoðunluðunu oluþturan köylülük ise, henüz uykudadýr. Korkuyla yol alan burjuvazi, öfkeli proletaryanýn yükseliþini önleyebilmek için, köylülüðü kendi yanýna çekmeye çalýþýyor. Burjuvazi ulus adýna hareket ederken bile, düþündüðü tek þey, yine kendi öz çýkarlarýndan baþkasý deðil.
Burjuvazi açýsýndan Sevr paronayasý, anti-emperyalist öfke deðil, bir gayrimüslim korkusudur. Burjuvazinin bütün resmi kurumlarý, bu korkunun üzerine inþa ediliyor. Bu kurumlarýn temel ilkelerinden biri kabul edilen laiklik, çoðu durumda, bir etiketten ibarettir. Dilimize bir çok deðerli Marksist klasiði de kazandýrmýþ
olan Sevan Nizanyan, bir askerlik macerasýný anlatýyor, günlük gazetelerde yayýmlanmýþtý. S. Nizanyan, askerlik þubesine, görev yeri belgesi için gidiyor. Rütbesiz bir
asker belgeleri teslim alýyor. Bu sýrada orada bulunan subay, Sevan’la sohbete
baþlýyor. Asker adayýnýn iyi yabancý dil ve daktilo bildiðini öðrenince, karargahta
sekreterlik gibi görevlerin uygun olacaðýndan söz ediyor. Ama, bu sýrada belgeleri incelemekte olan er, subayýný ikaz etmeye çalýþmaktadýr: Komutaným, bir General Motor durumu var Bu diyalogdan sonra Sevan, askerliðini piyade olarak yapýyor. General Motor durumunun ne olduðu ise, sonradan açýða çýkýyor; Gayrý-Müslimin kodlanmasýdýr.
Buraya bir dipnot düþmek yararlý olacaktýr. Kimi sol devrimci hareketler, bugün de, halklarýn anti-emperyalist damarýný vurgulamak için, gavura alerji terimini kullanmakta sakýnca görmüyorlar. Ama ayný alerjinin, 1940’lý yýllarda Varlýk
vergisi vasýtasýyla, gayrý-müslimlerin servetinin Türk sermaye birikimine zorla katýlmasýnýn temeli olduðu anlaþýlmýyor. Bu ayný alerjinin, 6-7 Eylül olaylarýný baþlatan,
son gayrý-müslimleri Ýstanbul’dan kovarak, kenti sanayi burjuvazisinin cennetine
döndürdüðü de anlaþýlamýyor. Denilecektir ki; Biz, ‘gavura alerjiyi, halklarýn emperyalizme öfkesi biçiminde yorumluyoruz. Ne yazýk ki, sosyal olgulardan çýkartýlan kavramlar, böylesine iyi niyetli ve sübjektif yaklaþýmlarla deðer bulmazlar, o
kavramlarýn içini dolduran, tarihi süreç ve sýnýflarýn gerçek varlýk koþullarýdýr. 60’lý
yýllarýn sonunda Marksizmi öðrenen bir çok devrimci kadro ve gençlik, ölü geçmiþin prangalarýný ayaklarýnda taþýyorlardý. Ama bunda hayýflanacak hiçbir þey yok,
Marksýn dediði gibi: Ýþte böyle, yeni bir dili öðrenmeye baþlayan kiþi, onu hep kendi anadiline çevirir durur, ama ancak kendi anadilini anýmsamadan bu yeni dili
kullanmayý baþardýðý ve hatta kendi dilini tümden unutabildiði zaman o yeni dilin
özünü, ruhunu özümleyebilir.
Küçük-burjuva devrimciliði, Marksizmi kendi ana diline çevirmekte ýsrar ettikçe, küçük-burjuva olarak kalmaya devam edecek, anlaþýlan.
Devam edelim...
Burjuvazinin, egemenliðinin ilk yýllarýndaki büyük tarihi olaylar tarafýndan þekillenen izlenimleri, duygularý, düþünüþ tarzý, gelecek kuþaklara eðitim yoluyla aktýrýldý. Emekçi çocuklarý da ayný eðitimden paylarýna düþeni aldýlar. Hepimize ilko-
18
Kýþ ‘06
kuldan itibaren gayri-müslimlerin ihaneti öðretildi, ulusun tüm deðerlerinden üstünlüðü, damarlarýndaki kanýn asaleti, içte ve dýþta ihanetçilerin gölgesini sürekli takip etmemiz gerekliliði... Burjuvazinin paranoyasý, korkularý ve kendi çýkarlarýna has izlenimleri, eðitim yoluyla tüm ulusun malý oldu.
Þovenizme iliþkin dikkat çekici bir nokta daha var. Eðitim ve geleneksel düþünce yoluyla geniþ yýðýnlara aktarýlan þovenizmin içinde,
Kürt karþýtlýðý, pek az yer tutar. Çünkü onlar, zaten hiç yoktular resmi
tarihe göre. Þovenizm, ulusu yok oluþ noktasýna getiren, bu nedenle
ciddi bir travma olarak toplumsal psikolojiye giren Sevr’i, gayrý-müslim korkusuna alet edebiliyordu. Ama Kürtler, özbe öz Müslüman’dý.
Burjuvazi, Kürtlere karþý savaþý nasýl yürütecekti?
1925’te patlak veren Þeyh Sait isyanýna karþý, burjuva egemenlerin aldýðý ilk tedbir, çok sýký bir sansürün devreye girmesi oldu. Ayaklanma ve bastýrma hareketi, özellikle halklarýn gözünden gizlendi. Burjuva ideologlara göre Doðuda bazý aþiretler, Ýngiliz emperyalizminin oyunlarýna alet olmuþlardý. Kürt halkýnýn bu ilk ayaklanmalarý, koyu sansür eþliðinde bastýrýldý. Ve resmi tarih, böyle bir halkýn
varlýðýný inkar etti.
80’li yýllarla birlikte yeniden öne çýkan Kürt halkýnýn hareketi, tarihi köklere, geleneksel düþünce biçimine sahip þovenizmi gafil avladý. Ama þovenizm, bu harekete karþý, kendi geleneksel söylencesini
yarattý. Ayaklananlar Müslüman falan deðildi, ölü ele geçenlerin
hepsinin sünnetsiz olduðu söyleniyordu. Zaten, ülkeyi bölmeye çalýþan güçler (þovenizm, bu güçlerin kimler olduðunu asla söylemez),
önce ASALA’yý çýkarmýþlardý; ama ASALA, her nasýlsa, çökertilince (?!),
yerine PKK finanse edilmiþti. Hem, Apo da zaten Ermeni dölüydü!!
Þovenizm halklarý böyle zehirliyor. Yüzyýllar içinde oluþan duygularý, izlenimleri, uluslara büyük travmalar yaþatan tarihi felaketleri kullanýyor.
Þovenizm, emekçilerin bir kýsmýný burjuvazinin kuyruðuna takan, onlarý aptallaþtýran, burnu büyük yapan, burjuvazinin en etkin araçlarýndan biridir. Peki ama, þovenizmin peþine takýlanlar nasýl oluyor da bu kandýrmacaya, baþka bir sýnýfýn çýkarlarýna alet olabiliyorlar? Bu soruyu, burjuvazinin güçlü propaganda araçlarýna sahip olmasý ve emekçilerin
bilinçsizliði biçiminde cevaplamak, soruyu farklý biçimde ifade etmekten baþka bir þey deðildir. Karþýlýklý sýnýf savaþýmýnýn ortaya çýkardýðý
koþullar, bu koþullar içindeki sýnýflarýn tek tek konumlarý ve birbirleriyle nesnel iliþkileri ortaya konmalý ki, bu kýsýr-döngüden kurtulabilelim.
Ýç-savaþýn toplumu kutuplaþtýran siyasal temeli, tüm sýnýflarýn üzerine bir karabasan gibi çöker. Söz konusu sorun ve sorunlarýn, kapitalist egemenlikle doðrudan ya da dolaylý iliþkisini kendiliðinden kavrayamayan geniþ yýðýnlar için, bu çeliþkinin bir yanýnda ya da öbür
yanýnda olmak, siyasal yaþamýn temel rolü haline gelir. Ýç-savaþýn yarattýðý öfke ve karmaþa, kendi nesnel temelini bir süre için yadsýyan
kutuplaþmalara neden olur. Eðer iç-savaþý baþlatan burjuvaziyse, bu
özellikle böyledir. Mücadelenin nesnel temelini yerine oturtacak, emekçilerin yanýlgýlarýný ve hangi sýnýfýn kuyruðuna takýldýklarýný gösterecek olan, proleter iç-savaþtýr. 90’lý yýllarda baþlayan iç-savaþta, þovenizmin
halen daha en geçerli burjuva politikasý olmasýnýn ardýnda, proletaryanýn iç-savaþta kitlesel katýlýmýnýn olmamasý yatýyor.
Günümüzde þovenizmin toplumsal temeline bir bakalým. Hangi sýnýflar arasýnda kendine yandaþ buluyor ve neden?
Lümpen proletaryayý þimdilik bir kenara býrakalým. Çünkü, sýnýflar içinde
Kýþ ‘06
19
en güvenilmezi olan bu tabaka, en kolay satýn alýnabilen, en çabuk saf deðiþtirebilen, hiçbir sosyal sorumluluk duygusu olmadan harekete geçebilen bir kesimdir.
Bunun dýþýnda, þovenizmin en yaygýn kitlesini bulduðu kesimler, kýr küçük üreticileriyle, kentlerin küçük ticaret erbabý, yani esnaflardýr.
Nüfusun %35’i kýrsal alanlarda, ezici çoðunluðu küçük mülk sahibi üreticilerdir. Güdük geliþen sanayinin fazla iþçiye ihtiyacý olmadýðýndan, burjuvazi, köylülüðün kentlere yýðýlmasýný önlemek için, toprak üzerinde, miras yoluyla bölünmeyi
teþvik etmiþtir, bu sayede bir çok küçük mülk sahibi hane halký yaratýldý. Burjuvazinin küçük üreticiliði desteklemesinin bir baþka nedeni, gýda mallarý ihtiyaçlarýný
en ucuza üretmenin, ancak küçük üreticilerle mümkün olmasýdýr. Böylece, sanayide kullanýlan emek-gücünün deðeri daha da aþaðýlara düþebilmektedir. Sübvansiyonlar, taban fiyat ayarlamalarý, toplu alýmlarla, küçük üretici köylülük ve burjuvazi arasýnda kurulan bu nesnel iliþki, küçük üreticileri hem yok olup gitmekten
kurtarýyor, hem de onlarý sürekli bir sefaletin sýnýrýnda tutuyor. Kaderi böylesine egemen burjuvazinin iki dudaðý arasýnda olan kýrsal küçük üreticiler, burjuvazinin
yargýlarýný koþulsuz kabule eðilimli oldu.
Küçük üretici köylülük, eðer iþler yolundaysa, burjuvaziyi baþ tacý eder, ama iþler sarpa sarýnca, öfkesi burnunda solumaya baþlar: Baðlýlýðýmýzýn ödülü bu mu olacaktý? diye öfke saçar. Son yýllarda burjuvazi, sübvansiyonlarýn musluðunu neredeyse tümüyle kesti. Bu iki sýnýf arasýndaki nesnel baðlar zayýfladýkça, þovenizmin etkisi de kýrýlmaya baþladý.
Aþaðý yukarý ayný politik tavýr, kentlerin küçük dükkancýlarý için de geçerlidir. Ýþbirlikçi tekelciliðin sermaye
birikimi yeterli gelmeyince, üretilen mallarýn daðýtýmý,
bayilikler aracýlýðýyla küçük dükkancýlara devredildi. Bu
sayede küçük ticaret erbabý, sanayi üretimindeki artý-deðerin minik bir kýsmýna el koyuyor. Tekelcilik, üretimdeki egemenliðini kendi elinde yoðunlaþtýrdýkça, küçük ticaret erbabýnýn bu sýnýfa baðýmlýlýðý daha da çoðalýyor.
Zanaatkarlar bir yana, küçük ticaret erbabý kadar türedi bir sýnýf daha yoktur. O kendi saflarýný daha alt ve daha üst tabakalardan sürekli devþirir. Kendi kaderi kendi
elinde olmayan, geleceðe her zaman güvensiz bakan;
büyük umutlarla iflas felaketinin býçak sýrtýnda gezinen
bu küçük mülk sahibi, tehlikenin nereden geleceðini
kestirecek yerleþik davranýþ ve düþünce kalýplarýndan da
yoksundur. Bu durum onu, þovenizmin büyük güçlerin
komplosu söyleminin en kolay avý haline getirir.
Þovenizmin yumuþak karný, onun toplumsal tabanýdýr. Burjuva sýnýfý, emekçilerin bir kýsmýný kendi kuyruðuna takmak için þovenizme ihtiyaç duyar. Þovenizm burjuvaziye toplumsal dayanak saðlýyor, sýnýf savaþýmýný köreltiyor. Bu nedenle, þovenizme karþý mücadele etmek,
proletaryanýn özel önem vermesi gereken görevlerinden
biridir.
Þovenizmin toplumsal tabanýný oluþturan emekçiler, ideolojik bombardýmanýn sersemletici etkisi, kiþisel izlenimlerini çarpýtan kültürel miras ve eðitim yoluyla
yaygýnlaþtýrýlan geleneksel düþüncenin sonucunda, bu zehri yutmaya hazýr hale
geliyorlar. Onlar geleceklerini güvence altýnda göremedikleri için, geçmiþin büyük
travmalarýný hatýrlayýp, geçmiþin hayaletlerine sýðýnýyorlar. Onlara, þovenizmin
zehrini içmiþ emekçilere, geçmiþlerini deðil bugünlerini kavratarak, geleceðe nasýl
güvenle bakmalarý gerektiðini göstererek, bu görevi yerine getireceðiz. Kiþisel izlenimlerinin önemsizliðini, bugünkü çatýþmanýn temelinde emek-sermaye çeliþkisinin bulunduðunu kavrattýðýmýz oranda, þovenizmin etkisi kýrýlacaktýr.
20
Kýþ ‘06
Ýncelene
“O mükemmel bir kafa mükemmel bir yürek
yumruklarýyla erkek
gözleriyle çocuktu
hudutsuz ve Allahsýz bir baþtý o, yoldaþtý o”
Nazým AKARSU
104 yaþýnda
nadno edzimiçi ama ikleb liðed edzimirebzE
çak adaynüd ,tevE ?rav iþik çak nayamýþat ezid rib
-ecnüþüd ,anýralugyud nuno mýzaN ik rýdrav iþik
iþik çak ;nuslo þýmamzay relriiþ nede patih enirel
ineY“ .nýsamlub inidnek ednirelriiþ nuno ik rýdrav
,ralluskoy ,ralça ,relnede eledacüm ”niçi aynüd rib
-o þumþuvak ,ralnalo þýmlýrya ,ralýladves ,relzisve
-etsipah ,ralnalo þümþüd anýsah ne nitersah ,ralnal
,ralnalo þumþuvak iney ahad enüðülrügzö ,relik
-u ,relilriheþ ,relülyök ,”nýnaynüd ýralklah nütüb“
-ec rib þob içi ,relneyemneküt udumu ,ralzustum
-ka piniled iðerüy ,ralnalo þýmlýta pýlýtalrýf ibig ziv
-rok ,ralnayaþay nedemtebyak initennec ,nadam
ibig relükrüt ,relküyüb ,ralkucoç ,ralrusec ,ralkak
-erid ,relneçi tna ibig reltsinümok ,ralnalo ziselih
-avujrub ,ralnatas initekelmem ,relretelorp ,relnen
-ö elyiþeta nüþülüg rib ,relnede tenahi ayavad ,ral
-riaþ ,ralrazay ,ralnakay ýnýsaragic ednünö nümül
-ða ibig niddersaN acoH ,ralýl’akirfA ,ralýl’aysA ,rel
ibig perka ,relnelüg ibig inhiZ ultrubyaB ,ralnayal
-narak ,ralnalo þohras adnýsarfos niþenüg ,ralnalo
,ralnatut itebön külrügzö adnýtla nýrak naðay atkýl
-a ,ralnaloy apra elyirelle kalpýç ,relnelizid anuþruk
kýlnasnÝ ...relresmütök ,ralnalo resmiyi ibig usrak
!sekreh nanakýy ednisireçi ninirhen
Kýþ ‘06
21
Ve yalnýzca insanlar deðil, uçarken kýskanýlan
kuþlar ve bakýr, mensucat ve neredeyse doðuracak olan toprak ve ateþ ve demir, zaman, madde, en yalnýz
dalganýn üzerinde boþ bir konserve kutusu, mumdan
gemilerle geçilen ateþten denizler, sularýn aynasý, ölü
yýldýzlar, kýrk günlük yerde kýpýrdayan yaprak, gözler,
eller, ayaklar, týrnakla sökülüp koparken zafer, toprak
kokan bakýr sakallar, en þanlý elbisesi, iþçi tulumuyla
dolaþacak olan hürriyet, sosyalizm, kosmos, makinalar, yýldýzlar, rüzgar, su, baþüstünde bir gemici korosu, ipek halýlar, hep beraber sulardan çekilen að, oya
gibi iþlenen demir, bahçesinde hanýmeli açanlar, en uzak yýldýzla birlikte atan kalpler, kayalardan kayalarla
Nazým’dan kendisi
kopan kartallar, atlýlar –atlýlar kýzýl atlýlar- atlarý rüzgar kanatlýlar, harikulade yemiþler verecek olan aðaçlar, boylu boyunca hayat...
Yani yaþama dair olan her þey... Ve hepsi bir uyum içinde, mükemmel bir orkestranýn mükemmel
bir senfoniyi çalýþý gibi çaðýl çaðýl akar Nazým’ýn þiirlerinde. “Gözleriyle çocuk- elleriyle genç olan bu mavi gözlü dev, adeta herþeyi yutarcasýna bal yoðuran
beynine kaydetmiþ ve bir arý gibi yahut bir nakkaþ gibi titizlikle çalýþarak insanlýðýn önüne ölümsüz eserler
olarak sermiþtir. Nazým o kadar büyük bir sanatçýdýr
ki, þiirleri yýllarca kendi dilinde yasaklanmýþ, en koyu
sansürle gizlenmeye çalýþýlmýþ olmasýna raðmen, güneþin karabulutlarýn arasýndan kendine doðacak boþluk bulup ortaya çýkmasý gibi, insanlýða gülümsemeyi
bilmiþtir. Onun sözlerindeki gücü, hiçbir baský yasasý
engelleyememiþ, mýsralarýnýn insanlarýn yüreðine iþle-
mesine hiçbir güç engel olamamýþtýr. O taze bir kaynak suyu gibi, üzerine ölü topraðý serpilse, taþ da kapatýlsa, gün yüzüne çýkmanýn bir yolunu bulmuþtur.
Þiirinin gücü, söz söylemedeki ustalýðý, kendini her
fýrsatta göstermeyi bilmiþtir. Nazým, en güzel þiirlerini
hapishanede yazmýþ, ömrünün en güzel yýllarýný hapishanede geçirmesine, “kuyunun dibindeki taþ gibi”
yalnýz býrakýlmasýna raðmen yýlmamýþ usanmamýþ
türküsünü söylemeye devam etmiþtir. Nihayet sesi
bütün insanlýk tarafýndan duyulmuþtur.
“Vatan Haini” Nazým Usta
UNESCO, 2002 yýlýný büyük þairin doðumunun
100. Yýlý olmasý nedeniyle “Nazým Hikmet Yýlý” ilan
etmiþ ve tüm dünyada þiirleriyle, düþünce ve duygularýyla bir bütünlük gösteren yaþamýnýn deðiþik yönleriyle anýlmýþtýr. Bugün, hala iktidarda olanlar, ne kadar gizlemeye çalýþýrlarsa çalýþsýnlar Türkçe’nin en
büyük þairinin þiirleri karþýsýnda bir þey yapamaz halde, durumu kabullenmiþ konumdadýrlar. Þimdi yapmaya çalýþtýklarý, 15 Aðustos 1951’de Meclis kararýyla vatandaþlýktan çýkardýklarý büyük þairi, içini boþaltarak düþüncelerinden soyutlayýp sadece bir þair olarak kabul etmektir. Nazým’ý yaþam görüþünden ayrý
ele aldýklarýnda, sadece aþklarý vb. ile popüler bir isim
haline getirdiklerinde Nazým’dan geriye bir þey kalmayacaðýný düþündükleri için, asýl þimdi büyük komünist þairi öldürmeye hazýrlanýyorlar. Burjuvazi yýllarca koyu sansür ve yasaklamalarla karartamadýðý
güneþi þimdi balçýkla sývamaya çalýþýyor. Tüm yaþamý
boyunca “Rüzgara karþý yürüyen adam”ý, þimdi sistemle barýþtýrmanýn telaþýna düþmüþ olan egemen sýnýfýn ideologlarý, birden bire Nazým’ýn “Kurtuluþ Savaþý” þairi olduðunu keþfettiler; dillerinden Nazým’ýn
Kurtuluþ Savaþý Destanýný düþürmemeye, “Dört nala
gelip uzak Asya’dan/Akdenize bir kýsrak baþý gibi uzanan/ bu memleket bizim” dizelerini her fýrsatta yinelemeye baþladýlar. Ve biranda yýllarca “vatan haini”
sayýlan, “moskof uþaðý” denilen büyük þair, el çabukluðuyla “milli þairler” arasýnda anýlmaya baþlandý. Tabii komünist dünya görüþü bir kenara koyularak...
Burjuvazi yýllar sonra bükemediði eli öpüyordu; ama
nasýl bir sýrnaþýklýkla ve nasýl bir ikiyüzlülükle. Daha
önemlisi nasýl bir ayak oyunuyla! Burjuvazi, hala Nazým’ý içi boþ bir siluet haline getirmek ve kelimenin
gerçek anlamýyla öldürmek istiyor, çünkü ondan hala
çok korkuyor; çünkü onun sanatýyla, þiirleriyle insanlar üzerinde yarattýðý büyük etkiyi görüyor. Büyük
komutan Che’nin adýný bir marka haline getirip onu
ebediyen öldürmek isteyen emperyalist burjuvazi, ay-
22
Kýþ ‘06
ný oyunu Nazým’a karþý oynuyor. Bazýlarý da bu oyuna, Nazým’a “kartpostal þairi” diyerek alet oluyorlar.
Ya da Nazým’ýn sadece sevdalarý ile ünlü bir þair olarak anýlmasýna niye karþý çýkýldýðýný anlamadýklarýný,
sonuçta bunun Nazým’ýn tanýnmasýna hizmet ettiðini
söyleyenler, yine ayný þekilde burjuvazinin deðirmenine su taþýyorlar. Biz bir kez daha Nazým’ýn herþeyden
önce komünist düþünceleriyle Nazým olduðunu, ona
o güzel þiirleri yazdýranýn, ona o ilhamý verenin Nazým’ýn yaþam görüþü olduðunu söyleyerek bu tartýþmaya bir nokta koyalým. Ve deðiþik yönleriyle büyük
komünist þairimizin yaþamýnýn izlerini sürelim. “Mavi
Gözlü Dev”in hazinelerle dolu yaþam öyküsüne girerken, elimizde olmadan titreyen yüreðimizin heyecanýný sizlerle paylaþalým.
menin yollarýný araþtýrýyor. En sonunda arkadaþý Vala
Nurettin’le birlikte Ankara’ya çaðrýlýyor. Ve Bolu’ya
öðretmen olarak atanýyorlar. Nazým, Bolu’ya giderken yolda karþýlaþtýðý Anadolu insanýndan, onlarýn
yoksulluðundan çok etkileniyor. Vala Nureddin bu
yolculuk anýlarýný çok sonralarý “Bu Dünyadan Nazým Geçti” adlý romanýnda ayrýntýlarýyla anlatacaktýr.
Bu yýllarda Ýstanbul iþgal altýndadýr. Ve Nazým, yurt-
Yaþam Öyküsü
Nazým, 20 Kasým 1901’de Selanik’te doðdu.
Ancak kütüðe doðumu 15 Ocak 1902 olarak yazdýrýldý. Ailesi, birkaç ay yüzünden büyük görünmesini
istemediði için kütüðe gerçek doðumunu yazdýrmamýþtýr. Nazým’ýn babasý Hikmet Bey, Mektebi Sultani
(sonradan Galatasaray Lisesi oluyor) mezunu, dýþiþleri kaleminde memurluk yapan birisiydi. Annesi Celile Haným ise, Fransýzca konuþan, bir ressam denilebilecek kadar iyi resim yapan ve piyano çalan bir kadýndý. Nazým’ýn baba tarafýndan dedesi Nazým Paþa,
valilik yapmýþ, özgürlükçü düþüncelere sahip ayný zamanda þairliði olan, Mevlevi tarikatýna mensup bir kiþiydi. Nazým’ýn þair olmasýnda dedesinin rolü büyük
olmuþtur. Daha çocukluðunda evlerine gelip giden
Yahya Kemal Beyatlý’yý tanýmýþtý. Sýk sýk dedesiyle onun sohbetlerine kulak misafiri oluyordu. Bir defasýnda evin kedisi için yazdýðý bir þiiri Yahya Kemal’e
göstermiþ, o da bunun üzerine evin kedisini görmek
istemiþtir. Evin kedisini görünce, “eðer sen bu uyuz
kediyi bu kadar güzel anlatabiliyorsan iyi bir þair olacaksýn demektir” demiþtir. Ve Nazým böyle böyle þairliðe doðru adýmlar atýyor.
Ýlk öðrenimini Ýstanbul Göztepe Taþ mektepte
yapan Nazým, Ortaöðrenimi için önce Mektebi Sultaniye, sonra ekonomik durumlarý elvermediði için Niþantaþý Mektebine gidiyor. Daha sonra da Heybeliada
Bahriye Mektebine kaydoluyor. Bahriyeyi bitiren Nazým, Hamidiye Kruvazöründe stajyer güverte subayý
oluyor. Bu sýrada ciðerlerini üþütüyor ve 1920’de zatülcenp (ciðerlerin su toplamasýyla oluþan bir hastalýk) teþhisiyle askerlikten çürüðe ayrýlýyor. Bu yýllarda
Kurtuluþ Savaþý baþladýðý için, o da Anadolu’da geliþen bu harekete sempati duyuyor. Anadolu’ya geç-
Kýþ ‘06
Nazým’ýn Çizgileriyle Piraye
sever duygularla “Kýrk Haramilerin Esiri”ni yazýyor.
Nazým ve Va-Nu bu yolculuk sýrasýnda Anadolu’da
faaliyet yürüten Spartakislerle karþýlaþýyorlar. Spartakistler adlarýný Roma’da imparatorluða karþý baþkaldýran, köleciliðin yýkýlmasýný saðlayacak ilk ayaklanmanýn baþlatýcýsý “cihanýn ilk gerillasý” Spartaküsten
alýyorlar. Ayný yýllarda Almanya’da yenilgiyle sonuçlanan ayaklanmada ölümsüzleþen Rosa Luxemburg ve
Karl Liebnecht’de kendilerine Spartakistler adýný veriyorlardý. Nazým ve Va-Nü Spartakistlerden Sadýk Ahi
adlý bir komünistten çok etkileniyorlar. Sadýk Ahi onlara Rusya’da baþarýya ulaþan iþçi sýnýfý ve emekçi
halklarý ezilmekten ve sömürülmekten kurtaran Bolþevik Devrimi’nden bahsediyor ve mutlaka Ankara
Hükümetinin ilk anlaþmayý yaptýðý Sovyetler Birliði’ne gitmelerini, devrimi yerinde görmelerini tavsiye
ediyor.
Anadolu’nun kurtuluþu ile ilgilenen genç öðretmenler, bunu daha önce baþarmýþ olan Sovyetleri
görmek için devrimin ülkesine gitmeye karar veriyorlar. 1921 yýlý sonlarýnda, önce Trabzon’a oradan da
23
kalaycý dükkaný 1940 Nazým
Batum’a geçiyorlar. Nazým bu yolculuðu ve o dönem
kendi iç dünyasýnda yaþadýklarýný daha sonra yazdýðý
“Yaþamak Güzel Þey Be Kardeþim”de ayrýntýlý anlatýyor. Nazým’ýn kendisi olan romanýn kahramaný Ahmet, Batum’da hýnca hýnç bir iç hesaplaþmaya tutuþuyor kendisiyle: “karar ver oðlum diyorum kendi
kendine, karar ver... Karar verildi. Ölmek var dönmek yok. Dur acele etme oðlum. Koyalým sorularý da
þu masanýn üstüne, Anadolu’nun yaný baþýna. Neyini
verebilirsin? Her þeyini, her þeyi... Hürriyetini? Evet!
Hapishanelerde kaç yýl yatabilirsin bu uðurda? Gerekirse ömrün boyunca... hapislerde gerekirse ömrüm
boyunca yatabilirim... Peki, asýlmak da var öldürülmek de, Suphi’yle arkadaþlarý gibi boðulmakta var.
(Tam o yýllarda, Nazým Sovyetlere gitmek için harekete geçtiðinde 28-29 Ocak 1921’de Mustafa Suphi
ve on dört arkadaþý Anadolu’ya dönerken Karadeniz’de Kemalist iktidarýn emriyle Topal Osman ve adamlarý tarafýndan boðularak öldürüldüler. Nazým
bunu daha sonra “kalbimde on beþ yara var” diye þiirleþtirecektir) Komünist olursam diye sormadýn mý
kendi kendine Batum’da? Sordum. “öldürülmekten
korkuyor musun?” Diye sordum. “Korkmuyorum”
dedim. Birden, düþünmeden mi? Hayýr. Önce korktuðumu hissettim sonra korkmadýðýmý...” Bu hesaplaþmadan güçlü çýkýyor Nazým; artýk kendini bütünüyle kavgaya verecektir.
Nazým, bu yýllardan önce de þiirler yazýyordu. Ýlk
þiiri “Hala Serviliklerde Aðlýyorlar Mý”, 1918 yýlýnda
yayýnlanmýþtý; ama bu yýllardan sonra Nazým kavgasýný sanatýyla verecektir. Toplumsal içerikli þiirler yazacak, bu þiirlerde Anadolu insanýnýn durumunu, acýlarýný, sevinçlerini, yaþam mücadelesini anlatacak. Kendisiyle de ilgili þiirler yazacak, aþka dair, öfkeye, sevince, kiþisel hislere dair þiirler yazacaktýr. Ama yýllar
sonra ona “ ben bir insan\ ben, Türk þairi komünist
Nazým Hikmet ben\ tepeden týrnaða iman\ tepeden
týrnaða kavga, hasret ve ümitten ibaret ben” diye yazdýracak olan sürecin baþlangýcý daha Gürcistan’da i-
ken kendi kendisiyle yaptýðý bu hesaplaþmadýr.
Nazým, Gürcistan’da bir süre kalýyor. Sonra
Moskova’ya doðru trenle yola çýkýyor. Bu yýllar, Sovyetler Birliði’nde iç-savaþ yýllarýdýr. Ýktidarý kaybeden
karþý-devrimci burjuvalar Sovyet iktidarýna karþý savaþýyorlar; sabotaj düzenliyorlar. Zengin köylüler
(kulaklar) ürünleri saklýyor, açlýk ve kýtlýða neden oluyorlar. Nazým, yollarda aç, yaralý insanlara rastlýyor.
“Açlarýn gözbebekleri” adlý þiirini yazýyor. Bu Nazým’ýn serbest ölçüyle yazdýðý ilk þiiridir. Daha önce
dedesinden ve Yahya Kemal’den etkilenerek Divan
Edebiyatýnýn Aruz Vezni ile yazýyor þiirlerini. Nazým,
Moskova’ya gidiyor ve burada Doðu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne kayýt oluyor. O, artýk genç
Sovyet Cumhuriyeti’nin bir üniversite öðrencisidir.
Burada ekonomi-politik ve felsefe dersleri alýyor.
Marksizmi Leninizmi öðreniyor. Diyalektik ve tarihsel materyalist anlayýþýný burada yerli yerine oturtuyor. Mayakovski’nin þiirleri ve Meyerhold’un tiyatrosuyla ilk bu dönem tanýþýyor. Geçmiþi yadsýyan, her
þeyi gelecekte arayan Fütürizm (gelecekçilik) akýmýndan etkileniyor. Bundan sonra Nazým bir akarsu gibi
gürül gürül akacaktýr. Orkestra adlý þiirinde bu akýþýn
çaðýltýsý duyulacaktýr; “coþtu çalgýcý baþý\ esiyor orkestram\ daðlarla dalgalarla\ dað gibi dalgalarla\ dalga gibi daðlarla” Yine bu dönem yazdýðý þiirlerinden
birinde artýk sanatsal çalýþmalarýmýn yönünü belirlediðini gösteriyor. 1923 tarihli þiirinde “þairim\ þiirden
anlarým\ en sevdiðim gazel\ Anti-Dühring’idir Engels’in\ þairim\ bu yýl yaðan yaðmur kadar þiir yazdým\ Fakat asýl eserime\ baþlamak için\ Hafýz-ý Kapital olmayý bekliyorum” diyecektir. Yazdýðý þiirleri ve
incelemeleri Türkiye’ye gönderiyor ve o dönemin
TKP’ sinin yayýnlarý olan “Aydýnlýk”ta, “Yeni Hayat”da bu þiir ve incelemeleri yayýnlanýyor. Nazým
1924 baþlarýnda yurt dýþýnda iliþkiye geçtiði partililer
aracýlýðýyla TKP’li olmuþtur artýk. Tüm yaþamý boyunca partili mücadeleye inanmýþ bir sanatçý olarak o,
o dönemde örgütlenebileceði tek komünist partisine
üye olmuþtur. Ve bütün yaþamý boyunca da bununla
gurur duymuþtur. Hatta bir defasýnda bütün yaþamý
boyunca kendisine en çok gurur veren þeyin bu olduðunu söylemiþtir. Bir þiirinde “Seni düþünüyorum
TKP’em benim\ dünüm bugünüm, yarýným” demektedir.
Nazým 1924 yýlýnda ölen ve bütün bir ilerici insanlýðý yasa boðan Lenin’in mozolesi baþýnda bir komünist üniversite öðrencisi olarak nöbet tutuyor.
Tüm yaþamý boyunca bu yüksek onuru kýzýl bir bayrak gibi göðsünün üzerinde taþýmýþtýr Nazým. Ve bir
24
Kýþ ‘06
þiirinde “Lenin’le ayný türküden/ ayný ýrmaktan/ ayný
yapý yerinden/ ayný siperden olmak”tan dolayý duyduðu gururu yansýtmýþtýr. 1962 yýlýnda yazdýðý bir þiirinde ise “yoldaþým/ ne güzel þey size yoldaþým diyebilmek” demiþtir.
Nazým 1924 Aralýðýnda mücadeleye katýlmak için mücadele arkadaþý Laz Ýsmail ile birlikte yeniden
Türkiye’ye dönüyor. Rusya’da sanat alanýnda öðrendiði yenilikleri Türkiye’ye de yaymak istiyor. Ýçinde
kendi yazýlarýnýn da olduðu Orak-Çekiç ve Aydýnlýk
dergilerini Caðaloðlu yokuþu ve Galata Köprüsünde
baðýra baðýra satýyor. Nazým, bu sýralarda TKP’nin
örgütlü çalýþmalarý içersinde de yer alýyor. Þefik Hüsnü’nün Beþiktaþ’taki evinde yapýlan bir parti toplantýsýna katýlýyor. Bu toplantýdan sonra polis tarafýndan
sýký takibe alýnýyor. Þeyh Sait isyanýndan sonra 1925
yýlýnda Takrir-i Sükun Kanunu çýkarýlýyor. Aydýnlýk
gazetesinde yayýnlanan yazý ve þiirlerinden dolayý
hakkýnda dava açýlýp 15 yýl hapsi istenince Nazým yeniden Sovyetler Birliði’ne gidiyor. Nazým, gýyabýnda
Ankara Ýstiklal mahkemesinde yargýlanýyor ve 15 yýla
mahkum oluyor. Nazým, yurtdýþýnda partili faaliyetlerini sürdürüyor ilk kez 1926 yýlýnda Viyana’da
TKP’nin bir toplantýsýna katýlýyor. Bu sýrada Bakü’de
ilk þiir kitabý “Güneþi Ýçenlerin Türküsü”, Türkçe yayýnlanýyor. 1928’de Cumhuriyetin 5.yýlý nedeniyle af
çýkýyor ve Nazým yeniden ülkesine dönebiliyor. Ancak
bu dönüþü bile olaylý oluyor. Yurda dönerken Hopa’da yakalanýyor. Kýsa bir süre tutulduktan sonra
serbest býrakýlýyor. Ýstanbul’da Zekeriya Sertel ve Sabiha Sertel’in yayýnladýðý Resimli Ay dergisinde çalýþýyor ve yazar kadrolarýndan biri oluyor. Resimli Ay’da
“putlarý kýrýyoruz” baþlýklý bir kampanya baþlatýyor.
Bu adla yazý dizisi olarak yayýnlanýyor dergide. Yurt içinde yayýnlanan ilk kitabý 835 Satýr 1929’da yayýnlanýyor. Hem bu kitaptaki þiirleri, hem de “putlarý kýrýyoruz” baþlýðý altýnda yayýnladýðý polemik yazýlarý geniþ yanký uyandýrýyor. Hem þiire getirdiði yeni biçim
ve içerik hem de edebiyat dinozorlarýyla girdiði polemik bir anda onun adýnýn en geniþ çevrelerce duyulmasýný saðlýyor. Eskiden ayný yolda yürüdükleri Peyami Safa’nýn saf deðiþtirmesi üzerine yazdýðý “Bir Provokatör Ýçin Hiciv Denemeleri”, “milli þair” olarak
tanýnan Mehmet Emin Yurdakul’un Kurtuluþ Savaþýyla uzaktan yakýndan ilgisinin olmadýðýný üstelik þiirlerinde de içerik ve biçim olarak kayda deðer bir þey
olmadýðýný söylemesi üzerine baþlayan tartýþmalara istinaden yazdýðý “Cevap No, 1,2,3” adlý þiirler, herkesin aðzýnda dolaþmaya baþlýyor.
Nazým edebiyat alanýnda yarattýðý bu canlanma-
Kýþ ‘06
yý, kendi örgütlü yaþamýnda da yaratmayý düþünüyor
ama baþarýlý olamýyor. TKP yönetimi ile özellikle de
Þefik Hüsnü ile arasýnda oluþan fikir ayrýlýklarý giderek derinleþiyor. 1929’da bir bütün olarak TKP merkezi ile arasý açýlýyor. 1929 ortalarýnda Pendik yakýnlarýndaki Pavli adasýnda aralarýnda sonradan TKP genel sekreteri olacak Zeki Baþtýmar’ýn da olduðu 7 kiþiyle bir toplantý yapýyor (Zeki Baþtýmar, sonradan bu
ayrýlýktan TKP merkezinin tarafýný tutmasý üzerine,
TKP’ye geri dönüyor). Komintern bu toplantýyý bir
hizip faaliyeti olarak deðerlendiriyor ve 7 kiþinin partiden atýlmasý için talimat veriyor. Bu yýldan Nazým’ýn
Sovyetler Birliði’ne gittiði yýla kadar, hatta ondan
sonra da Nazým’ýn TKP ile arasý hep açýk kalýyor.
Buna raðmen o örgütsüzlüðün teorisini yapmýyor,
her zaman bir sanatçýnýn partili olmasý gerektiðini
söylüyor. Nazým TKP içinde yaþadýðý sorunlara iliþkin olarak “Benerci Kendini Niye Öldürdü?” adlý uzun þiirini yazýyor sonradan. “ihtilalci bir genç” olan
ve “yalnýz boþ gecelerini, hazým zamanlarýný deðil,
boylu boyunca ömrünü ihtilale veren” Benerci Nazým’ýn kendisidir. Ve arkadaþlarýný sattýðý için suçlanýr; “en eski günlerin en yakýn arkadaþý” Somedeva
kucaklamak için ona kollarýný uzattýðý zaman bile tereddütlüdür “kucaklamak için uzanan ellerin hasretini bir Benerci görür/ birde kendi içinin içinden Somedeva”. Somedeva dahi Benerci’nin ihanet ettiðini
düþünür ve hatta ilk taþý o atar. Ve Benerci öyle bir
an gelir ki, artýk katarýn baþýnda gidemeyeceðini, beyninin esnekliðini kaybettiðini, dönemeçleri zamanýnda
alamayacaðýný,doðru kararlar veremeyeceðini, tarihte
bireyin rolünün belli olduðunu, ancak hareketi hýzlandýrabileceðini yada yavaþlatabileceðini, kendisinin
sinirlerinin harap olduðunu, býrakalým gerçekte, düþüncede bile hareketin hýzýný engellemeyi ihanetle eþdeðer sayacaðýný söylüyor ve yaþamýna son veriyor.
Nazým, onun için “giden o/ biten bir þarký deðildir/ o
büyük bir ýþýk gibi dövüþtü/ kasketli bir güneþ halinde
düþtü” diyor. Böylece kendisinin TKP içinde vermiþ
olduðu mücadeleyi kaybettiðini ama gelecek güzel
günler olan inancýný hiçbir zaman kaybetmediðini
söylüyor Nazým.
1931 yýlýnda beþinci kitabý “Sesini Kaybeden Þehir” yayýnlanýyor. Nazým, bu þiiri Ýstanbul’da ayný yýl
greve çýkan Ulaþým Ýþçileri’nin grevini desteklemek için yazýyor. Bu nedenle hakkýnda komünizmi övme
suçu(!) iþlediði gerekçesiyle dava açýlýyor. Mahkemede Nazým “Evet ben komünistim. Bu muhakkaktýr.
Komünist þairim ve daha esasý komünist olmaya çalýþýyorum” diyecektir. Nazým hakkýnda açýlan sayýsýz
25
dava gibi bu da düþecektir sonradan. Ama 18 Mart
1933’de, daha kýz kardeþinin arkadaþý olan ve eþinden ayrýlmýþ Piraye Haným’la yeni evlenmeye karar
vermiþlerken, “Gece Gelen Telgraf” þiirinde komünizm propagandasý yaptýðý gerekçesiyle tutuklanýyor.
“Ýçimde ikinci bir insan gibidir/ seni sevmenin saadeti” dediði Piraye’den kýsa bir süre ayrý kalýyor. Cumhuriyetin 10.yýlý dolayýsýyla çýkan aftan yararlanarak
dýþarý çýktýðýnda Piraye ile evleniyor ve ayrý bir eve taþýnýyorlar. Nazým bu yýllarda gazetecilik yaparak, gazetelere Orhan Selim imzasýyla þiirler yazarak ve Ýpek
film stüdyolarýnda çalýþarak, yönetmenlik vb. yaparak
geçimini saðlýyor. Fakat artýk Nazým Hikmet adý Kemalist iktidar için ciddi bir tehlike oluþturmaya baþlamýþtýr.
Nazým Mapusta (Yatar Bursa Kalesinde)
Sovyet Devriminin tüm dünya üzerindeki olumlu etkisi hýzla yayýlýrken Anadolu’da oluþan Bolþevizm
sempatisinin de farkýna varan Kemalist iktidar, bunun
önüne geçebilmek için bir yandan sahte TKP kurarak
bu sempatiyi o yöne kanalize etmeye çalýþmýþ bir yandan da Nazým gibi, insanlar üzerinde ciddi bir etkiye
sahip olan komünistleri tutuklama yoluna gitmiþtir.
Nazým, bu süreçte polis tarafýndan sýký bir þekilde takibe alýnýr. En son bu yöntemle de sonuç alamayan
Kemalist iktidar, düzmece iddialarla 1938 yýlýnda Nazým’ý tutuklatýr. Nazým, doðrudan Harp Okulu öðrencileri arasýnda komünizm propagandasý yaptýðý
gerekçesiyle Divan-ý Harbe sevk edilir; yargýlanýr ve
on beþ yýl aðýr hapis cezasýna mahkum edilir. Ardýndan Donanmayý Ýsyana Teþvik iddiasýyla bir on beþ
yýl ceza daha alýr. Daha önce yatmýþ olduðu süreler
göz önünde bulundurularak toplam cezasý yirmi sekiz yýl dört ayý bulur. Nazým bu durumu Fransa’da aðýr bir komplonun kurbaný olarak yargýlanan ünlü
Dreyfus’un davasýna benzetir. Avukatlarý aracýlýðýyla
yaptýðý bütün giriþimler sonuçsuz kalýr. Ve 1938 yýlýnda Sultanahmet Cezaevi’ne gönderilir. Nazým, buna raðmen iyimserliðinden bir þey kaybetmez. Daha
sonra yazdýðý þiirlerinden birinde söylediði gibi o, bir
akarsu gibi iyimserdir hep. Cezaevinde hýzla kendisine çalýþma koþullarý oluþturur. Artýk hapishanede insanlarla tanýþmak, onlarýn hikayelerini dinlemek ve
bunlarý þiirleþtirmek temel uðraþýsý olmuþtur. Kuvayi
Milliye Destaný’ný yazmaya baþlar. Kurtuluþ Savaþý’nýn gerçek kahramanlarýný anlatýr Nazým. “Onlar ki
suda balýk\ havada kuþ kadar çokturlar\ korkak cesur hakim ve çocukturlar\ yaratan ve var eden ki onlardýr\ destanýmýzda yalnýz onlarýn maceralarý vardýr”
sözleriyle baþlar destan. Nazým Sultanahmet Cezae-
vi’nde Hikmet Kývýlcýmlý ve Kemal Tahir’le birlikte
kalýr. Daha sonra da onlarla birlikte önce Ankara Cezaevi’ne ardýndan Çankýrý Cezaevi’ne sevk edilir.
1941 yýlýnda sevk edildiði Bursa Cezaevinde ise Orhan Kemal ve Ýbrahim Balaban ile birlikte kalýr. Nazým, Çankýrý Cezaevinde Kemal Tahir’i büyük bir yazar olarak yetiþtirdiði gibi, Bursa Cezaevi’nde de Orhan Kemal’i yetiþtirir. Bu arada Kemal Tahir’le mektuplaþmalarýný sürdürür. Onun eserlerinin ana çatýsýnýn oluþmasýnda büyük emeði geçer. Bu çaba Kemal
Tahir özgürlüðüne kavuþana kadar sürer. Orhan Kemal’le ise Orhan Kemal özgürlüðüne kavuþtuktan
sonra da yazýþmayý sürdürürler ve kuþkusuz Orhan
Kemal’in büyük bir hikayeci olmasýnda en büyük pay
Nazým Hikmet’e aittir. Yine Ýbrahim Balaban’ýn büyük bir ressam olmasýnda onun, diðer mahpuslarýn
deyimiyle “þair babanýn” emeði yadsýnamaz. Nazým
bir yandan tüm mahkumlarla tek tek ilgilenirken bir
yandan da Bursa’da Cezaevi’nde kurduðu dokuma
tezgahlarýn da ürettiði Bursa Ýpeklileri ile para kazanýyor bunun büyük bir kýsmýný dýþarýya Piraye’ye
gönderiyor, bir kýsmýný içeride kendi ihtiyaçlarýna ayýrýyor ve yine önemli bir kýsmýný Kemal Tahir’e gönderiyor, Orhan Kemal’e veriyor ve parasý olmayan diðer mahkumlarýn ihtiyaçlarýný karþýlamaya çalýþýyordu. O cezaevini tam anlamýyla bir üniversiteye, güzel
sanatlar akademisine çevirmiþti. Bir yandan da mahkumlara kendi yaþam görüþünü, sosyalizmi anlatýyor,
onlarý gelecek güzel günler için gökten ayet inmediðine, onu ancak kendilerine kendilerinin vaat edebileceðine inandýrmaya çalýþýyordu. Nazým, önce “Meþhur Adamlar Ansiklopedisi” olarak baþladýðý “Memleketimden Ýnsan Manzaralarý” adlý eserini de burada
yazmaya baþladý. Bu yazdýðý, yazmayý düþündüðü en
uzun destan olacaktý. Ondan önce yine cezaevinde
kitaplarýn arasýnda bulduðu ve okuduðunda çok etkilendiði Simavna Kadýsý Þeyh Bedrettin üzerinde bir
destan yazmýþtý.
“Hep bir aðýzdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek aðý
demiri oya gibi iþleyip hep beraber
hep beraber sürebilmek topraðý
ballý incirleri hep beraber yiyebilmek
Yarin yanaðýndan gayri her þeyde her yerde hep
beraber
diyebilmek için” diyen bu eserle ilgili olarak Yaþar Kemal, Nazým’la aralarýnda geçen bir konuþmayý
aktarýyor: “ Bir gün Nazým’a dedim ki: ‘Hapishane
olmasaydý bu büyük destan olur muydu?’, ‘Belki baþka þey olurdu ama destan olmazdý. Onu hapiste hep
26
Kýþ ‘06
Cezaevinden arkadaþlarý
kendi fýçasýndan
birlikte yazdýk’ dedi. ‘Ben onlara sorardým, onlar bana anlatýrdý. Ben destandan parçalar yazar, onlara okurdum. Böyle böyle yazýldý destan. Edebiyatla uðraþanlar bilirler ki, destanýn doðuþu böyledir. Destaný
halk sanatçýsýyla birlikte yapar’. Ben dedim ki: ‘Hapishane olmasaydý sen gene halka gitmenin yolunu,
onunla birlikte büyük bir destan oluþturmanýn yolunu
bulurdun.’ Çok alçak gönüllü adamdý, buna karþýlýk
vermedi. Birkaç gün sonra ya bu konuþmamýn üstüne düþünmüþ ya da ayrý bir konu olarak üstüne varmýþ ‘Ömrüm hapishanede geçmeseydi, ben böyle olmazdým’ dedi. ‘Daha çok çalýþýr, belki de iyi bir þair
olurdum’ ” (Yaþar Kemal, Baldaki Tuz, s.349). ayný
eserde ünlü yazar Nazým’ýn baþka yönlerine de deðiniyor; “onun en büyük özelliði, ondaki sonsuz halk inancý ve halk sevgisidir... Dostoyevski’nin el yordamýyla bulduðu halk sevgisi onda bir bilinçtir... Nazým
Hikmet, bir ömür boyunca, sevginin, dostluðun, aydýnlýðýn, güzelliðin türküsünü söylemiþtir” (s.352353) Bunlara bir de “umudun türküsünü” eklemek
gerekiyor çünkü büyük komünist þair en kötü zamanlarýnda bile umutsuzluða düþmemiþ, “her þeye
raðmen ve her þeyden dolayý” umut etmeyi, inanmayý
sürdürmüþtür: Piraye’ye yazdýðý 21-21 saat þiirlerinden birinde:
“Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliamda
hürriyetimi ve ekmeðimi ve seni kaybettiðim oldu.
Kýþ ‘06
Fakat açlýðýn, karanlýðýn ve çýðlýklarýn içinden
Güneþli elleriyle kapýmýzý çalacak olan
Gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir
zaman” diyor.
Yine bir þiirinde:
“Bir bayrak dalgalanýr kafamda
kan gibi kýzýl
(...)
Bir þarký söylerim
bütün fidanlarým ümitli
þarkýlarýmda kavgasý, kaderi,
sevinci insanlarýmýzýn
ve elimde kadýnýmýn elime dokunamayan eli”
demektedir. Nazým, en zor koþullarda dahi bu “nikbinlik”i kaybetmemiþtir. Ona bu enerjiyi, bu yaþam
sevgisini veren sahip olduðu dünya görüþüdür elbette. Nazým, açýk ki “Sevinç Ýþçileri” nin en büyüðüydü. Yüreði her an her saat umut ve sevinç üretmekle
kalmadý, bunu insanlara da taþýdý durmadan. Ömrünün on üç yýlýný aralýksýz hapislerde geçirdi; toplam
on beþ yýl hapis yattý; ama “ Bakýyorum geceye demirlerden\ ve iman tahtamýn üzerindeki baskýya raðmen\ kalbim en uzak yýldýzlarla birlikte çarpýyor” dedi. Yine Piraye’ye yazdýðý bir þiirde:
“Sevdalýnýz komünisttir
on yýldan beridir hapistir
yatar Bursa Kalesinde
hapis ama zincirini kýrmýþ yatar
en ala mertebeye ermiþ yatar
yatar Bursa Kalesinde” diyecektir. Yaþadýðý
onca baskýya, hapse raðmen “Fevkalade memnunum
dünyaya geldiðime” diyen odur. Kimine göre lafý bile
edilmeyecek, ona sorarsanýz bütün bir ömür olan on
üç yýl hapisliði bir çýrpýda delip çýkan da odur. “Ben
yirminci asýrlýyým\ ve bununla övünüyorum\ bana yeter yirminci asýrda olduðum safta olmak\ bizim tarafta olmak\ ve dövüþmek yeni bir alem için\ Dostlar
ki\ bir kere bile selamlaþmadýk\ ayný ekmek, ayný
hürriyet, ayný hasret için ölebiliriz\ Düþmanlar ki\
kanýma susamýþlar\ kanlarýna susamýþým...” diyen de
Nazým’dýr. O, zaman içinde insanlarý tanýmanýn ustasý olmuþ, dostu düþmandan ayýrmakta ustalaþmýþtýr.
Ve artýk kendisini “Hapiste yatacak olanlara öðütler”
verecek kadar kýdemli hissetmektedir. “Dünyadan,
memleketinden insandan\ umudun kesik deðil diye\
ipe çekilmeyip de atýlýrsan içeriye\ yatarsan on yýl on
beþ yýl\ daha da yatacaðýndan baþka/ sallansaydým ipin ucunda\ bir bayrak gibi keþke demeyeceksin” diyor büyük þair” belki bahtiyarlýk deðildir artýk\ boynumun borcudur fakat\ düþmana inat\ bir gün fazla
27
yaþamak” diyor. Ýçeride mektup beklemenin tatlý ama
tehlikeli bir uðraþ olduðunu, bir tutsaðýn yaþýný unutmasý, kendini biten ve bahar akþamlarýndan korumasý
gerektiðini, bir de ekmeði son lokmasýna dek yemeyi
bir de aðýz dolusu gülmeyi hiçbir zaman unutmamasý
gerektiðini söylüyor. Kuyunun dibindeki taþ gibi yalnýz kalsa da kýrk günlük yerde yaprak kýmýldamasýný
hissetmesi gerektiðini anlatýyor. Ve en sonunda “yani
içerde on yýl, on beþ yýl\ daha da fazlasý hatta geçirilmez deðil, geçirilir\ kararmasýn yeter ki sol memenin
altýndaki cevahir” diyerek aslolanýn umutlu olmak,
yürekteki ateþi karartmamak olduðunu anlatýyor.
Baþka bir yerde de, “asýl en kötüsünün ‘insanlarýn bilerek, bilmeyerek\ hapishaneyi kendi içinde taþýmasý’
olduðunu söylüyor. O yýllarca hapis yatýyor ama hiç
hapishanenin içine sýzmasýna izin vermiyor. Yýllar
karþýsýnda granit bir duvar gibi duruyor ve “etin gevþemesine bir baþka tabir gerek\ Zira ihtiyarlamak demek\ kendinden baþka hiç kimseyi sevmemek demektir” diyor. Yine bir baþka yerde “sevdiðim müddetçe ve sevebildiðin kadar\ sevdiðine herþeyini verdiðin müddetçe ve verebildiðin kadar gençsin” diyor.
Hapishanede durup dinlenmeden araþtýrýyor. Her
gün yeni þeyler öðreniyor. Ve öðretiyor. Dayýsý kýzý
Münevver’e yazdýðý bir mektupta: “Sosyalizm\ yani
þu demek ki dayý kýzý\ senin anlayacaðýn yani\ el kapýsýnýn yokluðu deðil de\ imkansýzlýðý\ sosyalizm\ devirmek daðlarý elbirliðiyle\ ama elimizin öz biçimini\
öz sýcaklýðýný yitirmeden\ sevgilimizin bizden ne þan
ne para\ vefadan baþka bir þey beklemeyiþi\ sosyalizm yani yurttaþ ödevi sayýlmasý bahtiyarlýðýn\ yahut
mesela\ bu seni ilgilendirmez henüz\ esefle, güvenle,
emniyetle gölgeli bir bahçeye girer gibi\ girebilmek usulca ihtiyarlýða\ ve hepsinden önemlisi çocuklarýn ama bütün çocuklarýn\ kýrmýzý, elmalar gibi gülüþü”
diyor. Ve belki de sosyalizmin en güzel tarifini yapýyor bu satýrlarla.
Nazým cezaevindeyken Hitler faþizmi sosyalizmin anayurduna saldýrýyor. Stalin’in komutanlýðýnda
ve SBKP önderliðinde bütün bir Sovyet halký, Nazi’lere karþý ayaða kalkýyor. Nazým bulunduðu Bursa
cezaevinde edindiði kýrýk dökük, küçük bir radyodan
ve küçük kaðýt parçalarýný birbirine ekleyerek elde ettiði büyük bir kaðýda kendisinin çizdiði bir harita ile
an be an savaþýn geliþimini izliyor “Çizmek Moskova
dolaylarýnýn resmini” diyor bir þiirinde “kurþun kalemle çizmek onlarýn kanlarýyla çizdiklerini” ve Nazým, “Memleketimden Ýnsan Manzaralarý”nýn en güzel þiirlerini Stalingrad’da, Moskova önlerinde faþizme karþý savaþanlar için yazýyor. 28 Panfilovcu için
yazdýðý mýsralar bugün hala canlýlýðýný koruyor. Ve
belki de bugüne kadar hiçbir þair Nazým gibi anlatamamýþtýr oradaki kahramanlýðýn destanýný. “Düþman
inanamayacak kadar uzaktý Moskova’dan / yepyeni
bir insan boyu uzaktý” diyor. Nazi ordusuyla sosyalizmin baþkenti arasýnda yenilmez bir gücün, sosyalizmin yeni insanýnýn durduðunu anlatýyordu. O insanlar ki þaþmak bahsinde çocuk olan ama tanklarýn demirlerine yapýþan elleri, yapýþtýðý yerden koptuðu halde tanklarýn zincirlerini býrakmayan insanlardýr. O insanlar ki düþman mevzilerinin üzerine göðüslerini açarak gidenlerdir. Sosyalizmin Anayurt Savunmasý
böyle kazanýlýyor. Kýzýl ordu Hitler faþizmini böyle
yeniyor ve sosyalist sisteme saldýrmanýn faturasýný ona acý ödetiyor. Hitler faþizmini inine kadar kovalýyor
ve insanlýðý bu büyük beladan kurtarýyor. Ýþte Nazým
o ölümsüz mýsralarýyla bu kahramanlýðý destanlaþtýrýyor.
Nazým’ýn Dizelerinde Ölümsüzleþenler
Nazým, sadece Moskova önünde faþizme karþý
savaþanlarýn deðil, Madrid kapýsýnda Franko faþizmine karþý “No Passaran” diyerek nöbet tutanlarýn da
þiirini yazýyor. “Karanlýkta Kar Yaðýyor” þiirinde ayaklarý üþüyen nöbetçiye “Karanlýkta kar yaðýyor\ sen
Madrid kapýsýndasýn\ karþýnda en güzel þeylerimizi\
ümidi, hasreti, hürriyeti\ ve çocuklarý, öldüren bir ordu” diyor, “Biliyorum\ ne kadar büyük ne kadar güzel þey varsa\ insanoðullarý daha ne kadar büyük ne
kadar güzel þey yaratacaklarsa\ yani o korkunç hasreti\ daüssýlasý içimin\ güzel güzlerindedir\ Madrid
kapýsýndaki nöbetçimin.” Yine Fransa’da faþizme karþý direniþin baþýný çeken komünist partisinin “en katýksýz evlatlarýndan biri” olan, “kafasýyla kitaplarýn arasýndan kavgaya gelen\ fakat ona namuslu bir amele
gibi sadýk olan” komünist gazeteci Gabriel Peri’yi anlatýyor þiirlerinde. Kurþuna dizilmeden önce insanlýða
son bir kez seslenen ve o “sabah þafakla bitecek olaný\ elinden gelseydi tekrarlamak\ tekrarlardý yine\
ayný yerden baþlayýp\ ayný yerden geçerek\ ve yine
gerekirse ayný yerde bitirmek üzere” dediði Humanitenin baþyazarýný ve onun þarký söyleyen yarýnlarý hazýrlamak için nasýl Enternasyonal söyleyerek ölümsüzleþtiðini anlatýyor.
Bir baþka þiirinde Yunanistan Komünist Partisi’nin yiðit savaþçýsý Beleyannis’i anlatýyor Nazým. Karanfilli Adam adýný verdiði Beleyannis’in idam kararýndan hemen sonra çekilmiþ resmini koyuyor masanýn üzerine ve “gülüyor Beleyannis” diyor. “Türküler
ancak böylesine hilesizdir\ ve ancak komünistler and
içerler böylesine hilesiz”
28
Kýþ ‘06
Nazým tüm þiirlerinde yeni bir dünya için savaþanlarý anlatýyor. Umutsuzluðun içinde umudu temsil
edenleri. Asýlan partizan Tanya’yý anlatýyor örneðin.
Gerçek adý Zoe olan ama faþist cellatlara gerçek adýný
vermemek için Tanya diyen partizaný anlatýyor. Tüm
iþkencelere raðmen konuþmayan, Nazi iþkencecilerini
yoran ama kendisi yorulmayan on sekiz yaþýndaki
Sovyet Partizaný Tanya’yý... “Geliyor bizimkiler \ duyuyorum nal seslerini” diyerek Nazým’ýn mýsralarýndan haykýran genç kýzý...
Nazým tüm þiirlerinde diyalektiði adeta oya gibi
iþliyor. Þiirlerinde doðadaki deðiþim süreçlerini, zýtlarýn mücadelesi ve birliðini, yadsýmanýn yadsýnmasýný,
bütün halinde diyalektiði duyumsayabiliyor insan.
Her þeyin nasýl birbiriyle baðýntýlý olduðunu, toprakla
demirin, hayatla ölümün nasýl iç içe geçtiðini insan
Nazým’ýn þiirlerini okuyunca daha iyi anlayabiliyor.
“sukut yok hareket var” diyor bir þiirinde “bugün yarýna çýkar\ yarýn bugünü yýkar\ ve bu durmadan akar
akar akar...” Bir þiirinde “Rüzgar akar gider” diyor
“ayný kiraz dalý bir daha sallanmaz ayný rüzgarda”
Deðiþimin, hareketin zorunluluðunu vurguluyor hep.
Ve ölümü insanýn nasýl karþýlamasý gerektiðini anlatýyor. “Bir gülüþün ateþiyle yakmasýný biliriz ölümün önünde cigaramýzý” diyor “çizmiþiz rotamýzý\ dostlarýn
alkýþlarýyla deðil gýcýrtýsýyla düþmanýn diþlerinin” ve
bir baþka þiirinde “-Paydos diyecek bize bir gün tabiat anamýz\ gülmek, aðlamak bitti çocuðum\ ve yeniden uçsuz bucaksýz baþlayacak\ görmeyen, konuþmayan, düþünmeyen hayat “Nazým, bilgilenme sürecini yine en güzel bir þekilde þiiriyle anlatýr: “beynimiz
bal yoðuran bir petek/ ona balý dolduran arýdýr hayat/
aldýðýmýz hislerin/ sonsuz pýnarýdýr kainat”. Ve bir
yerde insanlýðýn nasýl diyalektik bir dönüþümle bugüne geldiðini ilk yaþamýn suda baþladýðýný anlatmak için “anan, kýzýn olan denize inan” der. Bir baþka yerde “Denize dönmek istiyorum/ denize dönmek istiyorum/ sularýn aynasýnda boy verip görünmek istiyorum” diyerek evrimin ve deðiþimin sürekliliðini anlatýr.
Nazým’ýn þiirlerinde en belirgin yan içerdiði insan sevgisidir. Oðlu Mehmet’e ithafen yazdýðý bir þiirinde Tohuma, topraða, denize inan/ insana hepsinden önce/ Bulutu, makinayý/ kitabý sev/insaný hepsinden önce/kuruyan dalýn/sönen yýldýzýn/sakat hayvanýn/duy kederini/hepsinden önce insanýn/sevindirsin seni cümlesi nimetlerin/sevindirsin seni karanlýk
ve aydýnlýk/sevindirsin seni dört mevsim/ama hepsinden önce insan sevindirsin seni demektedir.
Nazým, içeride sadece þiirler yazmamýþtýr. Ro-
Kýþ ‘06
man ve tiyatro eserleri de yazmýþtýr. Kendi yaþam öyküsünü anlattýðý Yaþamak Güzel Þey Be Kardeþim
yurtdýþýnda Romantikler adýyla yayýnlanmýþtýr. Kan
Konuþmaz adlý bir eserde bir çocuðun gerçek anne
babasýnýn onun fizyolojik anne babasý mý yoksa ona
emek veren, onu yetiþtirip büyüten mi olduðunu tartýþmýþtýr. Ferhad ile Þirin adlý tiyatro eserinde ünlü
halk hikayesini yeniden yorumlamýþ ve Ferhad’ýn Þirin’le kavuþabilmesi için Þirin’in ablasý Mehmene Banu’nun þart koþtuðu çok uzak bir yerden daðý delip
susuzluktan kýrýlan Arzen halkýna su ulaþtýrmasý þartýný Ferhad’ýn yerine getirdiðini ama bir noktadan sonra Þirin’e olan aþkýnýn toplumsal bir aþka dönüþtüðünü, Þirin’e ulaþmasý için Mehmene Banu’nun þart
koþtuðu þartý kaldýrmasýna raðmen, Ferhad kendisini
bekleyen Þirin’in de gücenmesini göze alarak Arzen
halkýna suyu getirmek için daðý delmeye devam ettiðini anlatýr. Nazým bu þekilde daha bir çok tiyatro eseri yazmýþtýr. Bunlar sonradan oyunlaþtýrýlmýþtýr.
Nazým Sovyetlerde
Nazým, hapisliðinin son yýllarýnda af söylentilerinin ortalarda dolaþmasý ve kendisi için baþlatýlan özgürlük kampanyasýna destek olmak amacýyla açlýk
grevine baþlýyor. Kendisine yapýlan haksýzlýðýn düzeltilmesini ve biran önce serbest býrakýlmayý istiyor. 18
gün açlýk grevi yapýyor. Bu sýrada yazdýðý bir þiirde
Ben bu Mayýs ayýnda/ ne hapisteyim ne açlýk grevinde/ yatýyorum çimenin üstünde geceleyin/ Gözleriniz
yýldýzlar gibi baþucumda/ ve elleriniz bir tek el gibi avucumda Durumunun giderek kötüleþmesi üzerine
avukatýnýn ricasýyla açlýk grevine ara veriyor ama serbest kalmayýnca yeniden açlýk grevine baþlýyor. Annesi Celile Haným bu sýrada elinde bir dövizle Galatasaray Köprüsü üzerinde oðlu Nazým Hikmet’e özgürlük istiyor. Celile Haným günlerce burada insanlara
oðlunun özgürlüðü için sesleniyor. Ve en nihayetinde
çýkan af yasasýyla 13 yýl 5 ay sonra özgürlüðüne kavuþuyor. Çýktýktan sonra yine sýký bir þekilde takip ediliyor, iþ verilmiyor, iþsiz kalýyor, polis sürekli Nazým’ý ve ailesini rahatsýz ediyor. Nazým, 17 Kasým
1951’de Karadeniz’de kendisini alacak bir gemiye
rastlamak umuduyla Tarabya sahilinden bir sürat
motoruyla yanýnda yazar gazeteci Refik Erduran olmak üzere denize açýlýyor. Karadeniz açýklarýnda onlarý fark eden bir Bulgar gemisi olan Plehanov, Nazým’ý gemiye alýyor. Nazým önce Bulgaristan, ardýndan 29 Haziran’da Moskova’ya gidiyor. Moskova’da
parti yetkilileri tarafýndan ve Sovyet Yazarlar Birliði
29
tarafýndan çiçeklerle karþýlanýyor. Uçaktan inerken
sosyalizmin anavatanýna gelmiþ olmaktan duyduðu
sevinci dile getiriyor.
Nazým’ýn bundan sonraki yýllarý memleketine
duyduðu hasret, komünist partiler toplantýlarýna katýlma, yeni þiirler yazma, barýþ elçisi olarak çalýþma,
dünyanýn dört bir tarafýna yolculuklar yaparak, toplantýlara katýlma, sosyalizmi anlatma þeklinde geçiyor.
Zaman zaman Türkiye’den yanýna gelen yazarlarla
görüþüyor. Bu dönemde en çok Küba’da bir devrim
olmasýndan heyecan duyuyor. Ölmeden kýsa bir süre
önce 1961’de Küba’ya da gidiyor. Havana Röportajý
adlý þiirinde Küba Devrimini anlatýyor:
Fidel’ de içlerinde 82’nin 12’si sað kalmýþtý
Fidel’de içlerinde 12 kiþiydiler 56’ýn Kasýmýnda
Fidel’ de içlerinde 150 kiþiydiler Aralýðýnda 56’nýn
Fidel’ de içlerinde 500 kiþiydiler Þubatýnda 57’nin
Fidel’ de içlerinde Fidel de içlerinde 1000
oldular 5000 oldular
Fidel’de içlerinde Fidel’de içlerinde bir milyon yüz
milyon oldular
Yýktýlar Batista’yý 1959’un Ocaðýnda
(...)
ve Birleþik Amerika Devletleri hava, deniz ve
kara kuvvetlerini
ve Birleþik Amerika Devletleri dolarýný
ve Küba’nýn havasýnda aðýr çiçek kokularýna
karýþýk ter kokusu daðýldý
yani Birleþik Amerika Devletleri korkusu
Ve ömrünün son döneminde sevdalandýðý Vera
Tulyakova için yazdýðý Saman Sarýsý adlý þiirinde þair
Abidin Dino’ya sen mutluluðun resmini yapabilir misin Abidin diyor ve ekliyor 1961 yazý ortalarýndaki
Küba’nýn resmini/ çok þükür çok þükür bugünü de
gördüm/ ölsem de gam yemem gayrýnýn resmini yapabilir misin üstat diyor. Ve Abidin’e sen el resimleri
yaparsýn Abidin/bizim iþçilerin, ýrgatlarýn elini/ Kübalý
balýkçý Nikolas’ýn da elini yap karakalem/ Kooperatiften aldýðý yepyeni evin duvarýnda okþamaya kavuþan/
ve okþamayý bir daha unutmayacak olan/ ferah bir
duvarý okþayabildiðine inanmayan/ artýk bütün sevinçlere inanan/ Kübalý balýkçý Nikolas’ýn elini/ Fidelin sýktýðý eli/ þekerkamýþý gibi yeþerip ballanan umutlarýn eli/ yalansýz hürriyetin eli diyerek sosyalist sistemin insanlara kazandýrdýklarýný anlatýyor.
Yine Havana Röportajý þiirinde mimarlara rastlýyorum diyor güneþten aydan yýldýzlardan daha doðrusu çok ama çok daha mutlu yaþanan bir dünyadan/ diyelim ki yirmibirinci yüzyýlýmýzýn ortalarýndan
gelen ve býyýklarý yeni terlemiþ mimarlara rastlýyorum/ bahçeler ve yapýlar yapýyorlar/ ama insan gücünün bugüne dek yeryüzünün hiçbir yerinde görmediði/ biçimlerle, renklerle, rahatlýklarla/ (...) meðerse ne
kadar çok, ne kadarda güzel ve de hemencecik söylenecek sözleri varmýþ sosyalist devrim mimarlarýnýn
Küba’da/ iþçilere köylülere, aydýnlara/ (...) iþçilere
rastlýyorum/ hiç kimse onlar gibi böylesine güvenle
geçmedi sokaklarýndan Havana Havana olalý beri diyor. Ve adeta özlemlerinin bir kez daha bir kez daha
doðrulanmasýndan duyduðu mutluluðu bir çocuk gibi
haykýrýyor. Dünya üzerinde baþka sosyalist devletlerin
kurulmasýyla Nazým, ömrünün son yýllarýnda kelimenin tam anlamýyla bahtiyar oluyor. Henüz memleketinde sosyalizm kurulmamýþtýr ama bir gün hürriyetin
en þanlý elbisesiyle iþçi tulumuyla kendi memleketinde
dolaþacaðýna inanmaktadýr. Ve tohumlarýn tohumunu serpilip geliþeni, Türkiye iþçi sýnýfýný selamlýyor.
Büyük umudunu korumayý sürdürüyor: Aya gidilecek/ daha da ötelere/ teleskoplarýn bile görmediði yere/ Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç kalmayacak/ korkmayacak kimse kimseden/ yermeyecek
kimse kimseyi/ umudunu çalmayacak kimse kimsenin/ iþte ben komünistim bu soruya karþýlýk verdiðim
için diyor.
Nazým, tüm yaþamý boyunca tüm benliðiyle komünizm için savaþtý. Yaptýðý herþeye ve tabii sanatýna
bu yön verdi. Nazým’ý Nazým yapan þey onun komünist kiþiliðiydi. Mavi Gözlü Dev, hep komünist bir
toplumun hayalini kurdu. Piraye’ye yazdýðý bir þiirde
Hangimiz ilkönce/ nasýl/ve nerede ölürsek ölelim/
seninle biz/birbirimizi/ ve insanlarýn en büyük davasýný sevdik/ dövüþtük onun uðruna/ ‘yaþadýk’ diyebiliriz diyecektir. Büyük komünist þairimiz 3 Haziran
1963’te Moskova’da geçirdiði bir kalp krizi sonucu
yaþama veda etti. 3 Haziran 1963’te dünyanýn en içli,
en duyarlý, en büyük yüreklerinden biri durdu. Vasiyetinde istediði gibi Anadolu’da baþucunda bir çýnarýn
olduðu bir köy mezarlýðýna gömülemedi ama Moskova’da yazarlara ayrýlmýþ Novodeviçiye Mezarlýðýnda,
ölümsüzlük yataðýna kondu. Onun hayalini kurduðu
komünist dünya henüz kurulamadý ama Mavi Gözlü
Dev’in düþünün bir gün gerçekleþeceðini gösteren
belirtiler dünya üzerinde hýzla atýyor. O gün geldiðinde onun Davet þiirinde yaþamak/ bir aðaç gibi tek ve
hür/ ve bir orman gibi kardeþçesine dizeleriyle dile
getirdiði, hasretini duyduðu, kolektif yaþamda yeryüzü üzerinde kurulmuþ olacaktýr.
30
Kýþ ‘06
Karþý Beyin Egzersizleri
Yabancýlaþmaya
Bilincinizin
programý var mý
den daha önde gelir.filmlerde fakir kýz ya da erkek zenginleþir ve
deðer kazanýr. Görkemli bir dünyanýn paparazzileri fakir evlerinin
en önemli izlence, sohbet konusudur. Reklamlar, bir malý edinmeyle, sizin ayrýcalýklý bir dünyaya ait olacaðýnýz hissiyle sunum
yapar. Bu yolda her þey mubahtýr. Kiþiliðiniz mi zarar görüyor, saldýrganlaþýyor musunuz, etrafýnýzdaki insanlarý aþaðýlýyor musunuz
bunlar önemli deðil. Yeter ki o malý edinin ve yükselin. Diðer insanlarýn varlýk nedeni ancak sizin mala ulaþma yolundaki aracýnýz
olmaktýr. Yani araç ve amaç bir anda yer deðiþtirir. Tabii sizin bu
kadar hýrsla ve her þeye raðmen kendinize ve çevrenize karþý yabancýlaþmanýz için neler yapmalý medya. Toplumcu bir insan tüm
bu aldatmacadan kurtulabilir. Sýnýf bilinçli,diyalektik düþünebilen
bir insansa tam anlamýyla yabancýlaþmanýn panzehiridir. Öyleyse,
her zehir daha güçlü olmalý hem de insanlar bu panzehirden uzak
durmalýdýr.
Birinci aþama zehrin daha da güçlendirilmesi. Bu güçlendirme çeþitlemeler þeklinde karþýmýza çýkýyor. Bir bürokratýn sözlerini, bir film karakteri ya da bir sanatçý söyleþi sýrasýnda söylüyor.
Bir kýyafet bir anda herkesin üzerinde. Haberlerde hep benzer konular, magazinler pompalanýyor. Bu güzel, bu çirkin. Bu bayaðý bu
yüce,insani pek çok özellik bayaðý. Banallik yüce. Özenmek güzel,
kültürünü bulmaya çalýþmak,yaþamak çirkin. Tek bir güzel vardýr
onu da sistem belirler. Bu güzelde tüm diðer kültürleri aþaðýlayan
tiplerle karþýmýza çýkar. Þiddet filmleri, yargýsýz infazlarý (yargýlý infaz da iyi bir þeymiþ gibi) hoþ görmemizi hatta film kahramanýyla
bir olup bir gün Vietnamlýlarý bir gün Ruslarý, bir gün suç kaynaðý
zencileri ya da devrimcileri öldürmesi için evimizden, koltuðumuzdan onunla ayný heyecaný taþýmamýzý saðlar. Önce kahraman bizden biridir, sevip baðlanýrýz ona. Sonra da olmamýz istenen kiþi olur ya da bizi tamamen hayal kýrýklýðýna uðratýr. Sadece TV
deðil tabii ki reklam panolarý, tabelalar, moda tasarýmlarý, gazeteler, markalar, sürekli her obje baþka
bir yönden bilincimize
daha güçlü etki edip
kendisine yer açmak için
savaþ verir.
Ýkinci aþama panzehirden uzak tutma. Bu burjuvazinin ölüm kalým savaþýnýn en önemli saldýrýlarýndan
Her gün yüzlerce kez karþýlaþtýðýmýz, çoðunu artýk gördüðümüzün ya da duyduðumuzun bile farkýnda olmadýðýmýz pek çok þey
bize bu soruyu sordurdu. Hani bilgisayarlarýn kendi programlarýný
bozacak programlara karþý onu engelleyen virüs temizleme programlarý vardýr ya, peki bizim, tüm bu karþýlaþtýðýmýz virüslere karþý,bir programýmýz var mý ya da olabilir mi?
John Berger Görme Biçimleri kitabýnda reklamcýlýkta kullanýlan bizim gördüðümüz,etkilendiðimiz ama farkýnda olmadýðýmýz figürlere dikkat çekiyor.
Bilincimizin oluþum sürecinde bazý bilgileri biz kendimiz ediniriz. Ama bazý bilgileri davranýþ biçimleri yaratýr. Bizim için irade dýþý ama bilgiyi ulaþtýranlar için iradi seçimlerdir bunlar. Örneðin müzik beðenisi o güne kadar dinlediklerimizce oluþturulur. Giyimde
seçtiklerimiz moda, örnekler vb. ile þekil alýr. Bir kiþinin üzerindekilere, söylediði þarkýlara hatta davranýþ modellerine baktýðýmýzda onun nelerden etkilenerek geldiðini anlayabiliriz.
Algýlarýmýzý yönlendirenlerse bu kadar edilgen deðiller tabii ki. Onlar bu yolla toplumda bir davranýþ deðiþikliði oluþturma amacýndadýrlar. En klasik tanýmýyla eðitim, belirli bir grupta, belirli bir
zamanda istendik davranýþ deðiþiklikleri yaratma eylemidir.
Her yerde, her an algýlarýmýz yoluyla bilincimize ulaþanlarýn
niyeti nedir peki?
Çoðunlukla, bir mal için talep yaratmak ya da sistemin istediði, ihtiyaç duyduðu insan tipini oluþturmak. Medyanýn bu konuda oldukça örgütlü ve bilinçli çalýþtýðýný hepimiz biliyoruz. Dün yadýrgadýðýmýz þeyleri bugün giyiniyoruz. Dün kullananlarý kavramlarý kullanýyoruz. Kendimizi okumayý düþünmediðimiz bir kitabý ya da gazeteyi okurken, bir filmi ya da olayý seyrederken buluyoruz. Özel hayatlarýn deþifre edilmesi, sergilenmesi dün utanç verici bir olayken
bu gün alelade bir gerçek. Örnekler sayýsýz uzatýlabilir. Sadece kanýksadýklarýmýzý bir gözden geçirmek bile iyi bir egzersiz olacaktýr.
Ama virüsü temizlemek bu kadar kolay olmasa gerek, bu sadece
yolun baþlangýcý.
Yaratýlmak istenen insan tipi nasýl bir davranýþ sergiler? Öncelikle tüketir. Çýlgýnca tüketir. Alýþveriþ yapar, kýsa sürede aldýklarýndan býkar ve özendiði, gördüðü baþka bir þeyi alýr ve onu tüketir. Eþyanýn kullaným deðerinin bitip bitmemesine, iþlevsel olup
olmadýðýna bakmaz. Yenisini, daha yenisini almaktadýr gözü. Þuan
piyasada en son ürün olarak sergilenen pek çok elektronik cihazýn
7-8 hatta daha fazla sonraki teknolojilerinin hazýrda beklediðini
duyduk. Ama biz bütün ara ürünleri tüketmeli, atmalý ve yenisini
almalýyýz. Çünkü yaratýlmak istenen insan, toplumsal deðerini eþyadan alýr. Sahip olduðu maddi deðerler onun manevi deðerlerin-
Kýþ ‘06
?
31
birisidir. Bizim doðru-yanlýþ, haklý-haksýz kavramlarýmýza saldýrýr ya da oluþturur.
Yakýn zamanda Þemdinli’de ortaya çýkan olaylar öyle bir bombardýmandý ki aslýnda
sýrf bu olay bile bilinçli bir insan için yeterdi. 3 askeri görevli önce eski bir PKK’liye
ait olduðu bilinen kitapçýya bomba atýyor. Halk bu olayý görüyor ve suçlularý yakalýyor linç etme giriþimine asker müdahale edip halkýn elinden bu kiþileri alýyor. Sonra… Bu kiþiler kayýp. Halk çok haklý bir adalet duygusuyla yola dökülüyor ve aslýnda en geri taleple bu kiþilerin cezalandýrýlmasýný istiyor. Zaten olaydan bizzat sorumlu fail devlet. Kimden kimi cezalandýrmasý isteniyor. Ancak bu talep bile saldýrýyla, kurþunlar ve gaz bombalarýyla cevap buluyor. Buraya bir parantez açmak gerek. 1997’de 4 Mart’ta devlet ilk kez Ankara Kýzýlay’ý dolduran emekçilere gaz bombasý kullanýldýðýnda herkes bu gaz bombalarýnýn içeriði vb. konusunda uzun uzun
tartýþtý. Artýk 19 Aralýk Cezaevleri katliamlarýyla da birlikte nerdeyse her olayda
duyduðumuz gaz bombalarýný da kanýksadýðýmýzýn bilmem farkýnda mýyýz. Olayýmýza geri dönelim. Ayaklanma ýsrarýnda devam edince çeþitli açýklamalar ortaya çýkýyor. Devlet bu konunun üzerine gidiyormuþ, 2. Susurlukla karþý karþýyaymýþýz. Devlet elindekileri arka kapýdan neden býraktý açýklama yok. Ya da derin devlet aldatmacasý ve bilmem kaçýncý Susurluk karartmalarý aslýnda bu ve benzeri yüzlerce faili belli olayý örtme söylemlerinin ta kendisi deðil mi? Önceleri hiç söz etmeyip kapattýklarý bu tür olaylarý artýk bulanýklýk yaratarak çürütüyorlar. Ama panzehirden
uzak tutma suçluyu kaçýrýp ayaklanmayý suçlu ilan etme ve ortamý gürültüye boðmayla sýnýrlý deðil. Mücadele veren insanlara güveni ve saygýyý yýkma (Bu konuda
Hollywood son derece baþarýlýdýr), onlarý bir grup hayalperest ve azýnlýk olarak gösterme ve hatta korkutma. En sýradan parodide, yarýþmada ya da dizide karþýmýza
çýkabilir. Haberlerde dövülen, kaçýþan eylemciler, bir dizideki yýlgýn bitmiþ bir eski
mücadeleci, baþka bir filmde herkesin dalga geçtiði sekter laflar etmekten baþka iþe yaramayan, devrimci sözleri dalga konusu yapan bir tip. Baþka birisinde kahramanlýklarýyla hayran kaldýðýmýz ama arkasýndaki karanlýk güçlerin farkýnda bile olmayan zavallý karakterimiz, diðerinde korkunç iþkenceler, eziyetlerle faþizmin kendi gösterisini yaptýðý senaryolar, dünyayý yok etmeye çalýþan Ruslar, uyuþturucu ve
fuhuþtan gücünü alan Küba, eski nostaljilerinden baþka her þeyini kaybetmiþ yalnýzlaþmýþ devrimciler… içinde bu ve benzeri herhangi bir saldýrý içermeyen bir film
bir dizi yok gibi. Che’nin devrim düþüncesinden baðýmsýz bir reklam malzemesi olmasý, Castro’nun her fýrsatta diktatörmüþ gibi yansýtýlmasý, düne kadar yasak olan
devrim kelimesinin sýradan her konuda kullanýlmasý aklýmýza hemen gelen panzehire ulaþmayý engelleme çabalarýndan bir kaçý.
Peki sorumuza dönelim. Bilincimizin virüs temizleme programý var mý ya da
olabilir mi? Önce bu konuda biraz egzersiz yapalým. Öncelikle etrafýmýzda olup bitenlere eleþtirel bir gözle bakmak ve gördüðümüzün arka planýný tartýþmak gerekiyor. Ancak görebilmek ve tartýþabilmek ilk adým olmakla birlikte bizi bir yere götürmez. Bilincimizi iradi bir biçimde kendimiz programlamalýyýz. Bize dayatýlan pompalanan tüm tüketici, bencil duygu ve düþüncelere karþý üretken, toplumcu bilinci etken kýlmalýyýz. Daha fazla okumalý, araþtýrmalý ve daha fazla tartýþmalýyýz. Tükettikçe tükenen bir sýnýfýn üyeleri olarak kendi sýnýf çýkarlarýmýzýn, onlarýn yaratmaya çalýþtýklarý insan tipolojisiyle taban tabana zýt olduðunu görebilmeliyiz. Olaylarýn birbirleriyle baðýný, zýtlýðýný,deðiþkenliðini, öznel ve nesnel sebepleri araþtýrmalýyýz. Yani bütün virüs saldýrýlarýna karþý programlarýmýzý geliþtirmek zorundayýz. Bunun
mümkün olduðunu tarihten ve günümüzden biliyoruz. Hemen her konuda, boþ yer
býrakmaksýzýn tarih, sanat kültür, inanç bütün alanlarýmýza ayný anda saldýrýldýðýný
biliyoruz. Öyleyse tek tek bulup ortaya çýkarmalý, yerine kendi bilincimizi yerleþtirmeliyiz. Unutmayalým ki bizim boþ býraktýðýmýz her alan futbolla, paparazziyle, yalanlarla doldurulacak, düþünme biçimimiz tahrip edilecek. Hangi düzeyde olursa olsun herkes bilincine her yönden sýzan bu virüslere karþý program geliþtirmek zorundadýr. Ya da programlanmýþ robotlar olarak yaþamaya mahkum….
32
Kýþ ‘06
Irkçýlýk
Özgür GÜVEN
Fransa’da baþlayan ve dalga dalga Avrupa’ya yayýlan isyan, þimdilik duruldu gibi. Ancak isyaný ateþleyen asýl olgular varlýðýný sürdürüyor. Bu da daha büyük patlamalar için birikimin sürdüðünü gösteriyor; “köstebek” kazmaya devam ediyor. Biz de burada, bu isyanýn temel nedenlerinden birisi olan ýrkçýlýk üzerine birkaç þey söyleyeceðiz.
Irkçýlýk, her þeyden önce ezenler ve ezilenlerin varlýðýna dayanýr, varlýk gerekçesini sýnýflý toplumdan alýr. Sýnýflar ve sýnýf karþýtlýðý, ilk sýnýflý toplumda kölelik-efendilik olarak
var. Köleci toplumda kölenin bir hizmet hayvaný, insanýn alt bir sýnýfý olarak görülmesi ýrkçýlýðý yarattý. Bu anlayýþýn bugünkü kapitalist toplumdaki varlýk biçimi ýrkçýlýktýr.
O tarihten bu yana bazý haklarýn özgür, bazýlarýnýn köle olarak yaratýldýðý biçimindeki
sabit bakýþý, ilk çaðlarýn köleci imparatorluklarýndan beri bütün sömürgeci, yani sömürgeci
egemen sýnýflarýn diðer haklarý egemenlik altýna almalarýnýn gerekçesi olmuþtur. Irkçýlýðýn
kölelikten farklýlaþýp ýrkçýlýk biçimindeki þekilleniþi ise Avrupa’da ve özellikle aydýnlanma
çaðý sonrasýnda oldu. Çünkü kapitalizmin doðuþu, ilkel sermaye birikimi, keþifler-fetihler için gereken ideolojik temel buydu: Bazý halklar yönetmek, bazý halklar yönetilmek için yaratýlmýþtýr. Özellikle beyaz adam, yani Avrupalý yönetmek için. Bu bakýþ, ýrkçýlýk o günden
beri, yani kapitalizmin daha doðuþundan beri sermayenin egemen ideolojisi olmuþtur. Bu ideolojik bakýþla sermaye, gerek sömürgecilik-serbest rekabet çaðýnda olsun gerek yeni sömürgecilik-emperyalizm çaðýnda olsun kendi merkezlerinde azýnlýklarý, dünya ölçeðinde ise çoðunluðu daima yabancýlaþtýrmýþ, yaþamýn dýþýna doðru itmiþtir.
Serbest rekabetin keþifler-fetihler tarihi pusuya ve baruta olduðu kadar ýrkçýlýða da dayandý. Beyaz adamýn tarihi Amerika’nýn iþgalinin, yaðmanýn, talanýn, katliamlarýn, soykýrýmýn tarihidir. Kapitalizmin kaþifleri dünyayý keþfettiler: Roma’daki Papa’nýn tanrýsallaþtýrýp
kutsallaþtýrdýðý sermaye adýna yaðmanýn ve vahþetin her türünü Amerika’dan Avustralya’ya
kadar bütün dünyaya egemen kýlmak için dünyayý fethettiler. Serbest rekabetin uluslar arasý hukuku, sömürgelerdeki yaðmanýn kaþifler ve fatihler arasýnda nasýl
pay edileceðini saptamak için doðdu. Sermaye ve tanrý adýna Amerika’da önce milyonlarca Kýzýlderili katledildi, sonra, bu kez iþgücü açýðýný kapatmak üzere milyonlarca Afrikalý siyah adam Amerika’ya
kaçýrýldý, zincire vurulup, tarlalarýn ortasýna kölelik hukukuyla baðlandý.
Avustralya’nýn keþfi, Ýngiltere’nin selameti için, iç savaþlar ve ayaklanmalardan kurtuluþu için; Ýngiltere’nin açlarý, lümpenleri, serserileri, fahiþeleri, suçlularýna, yani sermayenin dýþladýklarýna bir sürgün
yeri getirdi. Dýþlananlar, Avustralya’nýn gerçek sahiplerine, Aborjinleri
dýþladýlar. Aborjinlerin katledilmesi soykýrým sermaye için ne gam!.. Ne
de olsa vahþiydi ve üstelik Amerika’dan Asya’ya Avustralya’ya kadar renkleri ya siyah, ya
kýzýl, ya kahverengi ya da sarýydý, ama asla beyaz deðil.
Irkçýlýk, aydýnlanma çaðý denen burjuva aydýnlanmayla birlikte dünyaya egemen oldu. Bu, asýl olarak kapitalizmin, yani beyaz adamýn, Avrupa’nýn egemenliðiydi. Ama bu
çaðda Avrupalý beyaz adam olsa olsa dünya nüfusunun yüzde on beþ, hadi artýralým yüzde yirmisi kadardý ancak. Bu yüzde yirmi, tanrý ve sermaye adýna dünyayý Uygurlaþtýrýrken önce en kutsal emri yerine getirdi: Biriktir! Biriktir! Musa ve diðer peygamberler de böyle buyurur” (Marks- Kapital 1)
200 yýl önce Amerika’ya göç eden Alexander von Humbolt “Az çok
Kýþ ‘06
33
beyaz bir deri insanýn toplumda hangi sýnýfa gireceðine
karar veriyor” demiþti. Bu söz, genel kuralý bozmayan
birkaç istisna dýþýnda bugün de bütün dünyayý anlatýyor.
Eðer Petro-dolarla oynayan bir Arap, K. Annan ya da c.
Rice gibi beyazlaþan bir siyah deðilsen, bir basketbol ya
da futbol yýldýzý olamamýþsan rengin siyah, kahverengi
ya da sarý olmuþ fark etmez, dýþlananlarýn safýndasýn demektir.
Bugünün dünyasýnda yaygýn bir önyargý:”ABD’li
ve-veya Avrupalý olmayan kültür, kültür deðildir.” Ýþte
ýrkçýlýðýn kültürel alandaki en yalýn biçimi. Afrikalý, Asyalý, Avustralyalý, Amerikalý yerlilerin, yani alt ýrklarýn
kültürü olmaz. Yaptýklarý kültürel eserler, olsa olsa onlarýn az geliþmiþ ýrklar olduðunu gösterir.
Fetihler ve keþiflerle dünyayý ele geçiren burjuvazi,
sadece sermaye birikimiyle yetinemezdi. Kapitalizmin
geliþimi hayatýn her alanýndaydý. Burjuva sýnýfý asýl ilgilendiren yaðma, talan ve altýndý, ancak bu sürgit devam edemezdi. Geliþiminin belli bir aþamasýnda yaðma ve talan kültüre, sanata da uzandý. Yüz yýllardan beri önce zenginlikleri, topraklarý, emek ürünleri; sonra kültürleri, sanat eserleri ve hatta sözcüklerine varana dek
her þeyleri gasp edildi.
Mesela, Afrika’da Bantu dilinde bir sözcük “quilambo”, “baþlama yeri” demektir. Siyah adam Amerika’ya kaçýrýldýðýnda bu sözcüðü de yanýnda götürdü.
Brezilya’da plantasyonlardan, latifundialardan kaçan köleler ormanýn iç kesimlerinde pek çok kamp kurdular ve bu kamplara Afrika’dan getirdikleri “quilambo”
adýný verdiler: “Özgürlüðün baþladýðý yer” Oysa beyaz adam bunu çaldý; bugün
Brezilya’da “quilambo”yu “genelev” yaptý Portekizce’ye kattý.
20. yüzyýl Avrupa resim ve heykel sanatýný boydan boya kesen bir çizgi olarak Afrika sanatý vardýr. Picasso’dan Dali’ye Afrika’nýn masklarý, oymacýlýðýn en
güzel örnekleri, aðaç heykelleri bütün bir yüzyýl boyunca Avrupalý sanata damgasýný vurdu.
Eðer Amerika’ya kaçýrýlan siyah adam olmasaydý bugün yüreklerimizi titreten
Jazz, Blues vb. olabilir miydi? Ayný þekilde, insanýn damarlarýndaki kaný bile coþturan Afrika’nýn ritimleri olmasaydý bugün dünyayý saran Karaipler ve Latin Amerika
müziði; salsa, samba, tango, rumba ve diðerleri olabilir miydi? Afrika’dan kaçýrýlan siyah
adam yanýnda Afrika’nýn ritimlerini de götürdü, Kýzýlderililerin ritimleriyle harmanladý,
danslarýný da birbirine kattýlar ve Latin müziðini, Latin danslarýný o müthiþ renk-ritim-dans
cümbüþünü yarattýlar.
Oysa bütün bu gerçekliðe raðmen Louis Borges’den Arnold Toynbee’ye kadar pek
çok Avrupa’lý entelektüele göre Afrika kültürel olarak kýsýrdýr.
Tarih boyunca egemen sýnýfýn ideolojisini, hurafelerini bilim payesiyle taçlandýranlar
hiç eksik olmadý. Bunlardan biri de Herbert Spencer. Spencer’e göre devletin görevleri belli olmalýydý, o, hiçbir þekilde “doðal seleksiyon”a müdahale etmemeliydi. Çünkü zaten
doða, insanlar arasýnda en güçlü olanlarý seçiyor ve onlara ayrýcalýklar tanýyordu. Devlet okullarýysa bu sürece müdahale ediyor, düzene itiraz eden asiler ve serseriler yetiþtirmekten baþka bir iþe yaramýyorlardý. Oysa devlet, bu aþaðý ýrklara, beyaz adamýn
yani yönetmesi için, beyaz adamýn ihtiyaçlarýný karþýlamasý için yaratýlmýþ bu ýrklarýn
mensuplarýna kol gücü ile yapýlacak iþler dýþýnda hiçbir þey öðretmemeliydi. Yoksa asiler çoðalýyordu.
Elbette bunun bir de yasa haline getirilmesi var. Ýnsan ýrkýnýn ýslah yasalarý yani.
Mesela þu IQ testi. 1900’lerin baþýnda ABD’ye gelen göçmenleri o büyük “özgürlük
anýtý”nýn ayaklarý dibinde, Manhattan adasýnda bu teste tabi tuttular. Bu teste göre çýkan sonuç, ABD’ye ilk giriþ yapanlarýn yüzde sekseninin bir çocuk zekasýna sahip olduðuydu. Ayný sonuç, þöyle de ifade edilebilir. ABD’ye göç edenlerin yüzde sekseni
geri zekalýdýr. Bu bizim iddiamýz deðil, onlarýn 2bilimsel,2 vargýlarýydý. Ha keza ayný tes-
34
Kýþ ‘06
te göre 1915’te Bolloya yerlilerinin çocuklarýnýn yüzde sekseni “geri zekalýydý”….
Ýþte ABD denen bu geri zekalýlarýn ülkesinde 1901’de ilk defa “insan ýrkýnýn ýslahý kanunu” çýkarýldý. 1930’a gelindiðinde ABD’de zeka özürlülerin tehlikeli katillerin, uyuþturucu ve alkol baðýmlýlarýnýn, hasta ve dejenere kiþilerin, sosyal ahlaksýzlarýn kýsýrlaþtýrýlmasýný yasa haline getiren eyalet sayýsý 30 olmuþtu. 1930 yýlý, yani büyük bunalým. Bu tarihte böylesine muðlak kavramlarla dolu böyle faþist bir yasanýn niçin çýktýðýný bilmek için kahin olmaya gerek yok herhalde. Kýsýrlaþtýrýlanlar, elbette büyük çoðunluðu siyahlardan olan iþçi sýnýfýndan, iþsizlerden insanlar oldu.
ABD bu konuda yalnýz kalmadý. Avrupa’da onu izleyenler üstelik sadece Nazi Almanya’sý da deðildi. Bu yasayý ilk benimseyenlerden biri de Ýsveç oldu. 1930’da kabul edilen “Sosyal Temizlik Yasasý” 1976’ya kadar Ýsveç’te yürürlükte kaldý. Ýsveç,
bu yasaya dayanarak 70 binim üzerinde insaný kýsýrlaþtýrdýðýný yakýn zamanda itiraf
etti. ABD’de ise en son 1972’de bu lanetli kanun kaldýrýldý. Ama elbette ýrkçýlýk bütün biçimleri ve iðrençliði ile sürüyor.
II. Emperyalist savaþta ve daha sonraki savaþlar da binlerce Amerikalý siyah
hayatýný kaybetti. Bu savaþlarda ve özellikle II. Paylaþým savaþýnda amerikan Kýzýlhaç’ý siyah adamýn “pis kanýnýn” beyaz adamýn “soylu kanýna” karýþmamasý için özel bir çaba içinde oldu. Zaten yatakta yasak olan savaþta yaralananlar için
de engellendi.
Elbette 1960’lardan sonra yükselen 70’li yýllarda da süren siyahlarýn kararlý ve
ýsrarlý mücadeleleri, siyah adamýn yaþamýnda önemli iyileþtirmeler getirdi, ancak bu
sorun çözülmedi, devam ediyor. Irkçýlýk görünürde yasak, ama her amerikan Latin Amerikalý göçmenlere yönelmeye devam ediyor. Bu nedenle Amerika’da siyah nüfusun
yüzde yirmi beþi hayatýnýn bir döneminde mutlaka cezaevine giriyor. 1990’larda
ABD’nin bir çok büyük kentini alt üst eden siyah isyan bile ýrkçýlýðýn boyutunu
göstermeye yeter.
1789 Burjuva Devrimi, iktidardakiler halkýn istemlerini yerine getirmediklerinde, halkýn “devrim hakký”ný teslim etmiþti. Kapitalizmin daha sonraki bütün
tarihi, halklarýn bu hakký sahiplenmesinin ve kullanmasýnýn tarihidir. II. Emperyalist savaþ sonrasýnda Avrupa’da burjuva devletler yeniden örgütlenirken, egemenlerle halklar
arasýndaki karþýtlýðý inkara yöneldi; sýnýflar mücadelesini suç-suçlu kategorisine sýkýþtýrmaya çalýþtý. Bugün Fransa’dan baþlayýp Avrupa’yý sarsan isyan dalgasý, sermayenin,
böylesine köklü bir konuda elinde kalan tek yolun, bu büyük toplumsal sorunu yine
suç-suçlu kategorisine indirgeyerek bastýrma çabasý olduðunu gösterdi.
Emperyalizmin II. Paylaþým savaþýndan sonra hayata geçirdiði dünya
ölçeðindeki iþbölümü ve bunu yerleþtiren paradigmasý, sermaye birikimi ile
sefalet birikimi arasýndaki doðrudan baðýn görünmez kýlýnmasýna çalýþtý. Buna göre baþarýlý kiþiler ve baþarýsýzlar olduðu gibi, baþarýlý ülkeler ve baþarýsýz ülkeler vardýr. Baþarýlý olanlarýn ödülü zenginlik ve refah olurken; baþarýsýzlar ise yoksulluk tanrýdan ve geleneklerden gelir. Bunu birazcýk dengeleyebilmek için, baþarýsýz olanlara baþarýnýn yolunu açmak için tek çare “serbest ticaret” ya da yeni adýyla “neo-liberalizm”dir. Emperyalist kapitalist dünyanýn bütün okullarýnýn ve bütün
iletiþim araçlarýnýn proletarya ve halklara kabul ettirmeye çalýþtýðý paradigma budur.
1900’lerin ikinci yarýsýnda II. Paylaþým savaþýndan sonra kapitalizmin geliþim gösterdiði yýllarda gerek Avrupa’da gerek ABD’de iþgücü açýðýný kapatmak üzere
baðýmlý ülkelerden iþgücü ithalatý yapýldý: Latin Amerika’dan ABD ve Kanada’ya, Asya, Afrika ve Ortadoðu’dan Ýngiltere, Almanya ve Fransa’ya
doðru bir iþçi akýný oldu. Daha çok çalýþýp daha az ücrete razý olan bu göçmen
iþçiler için, bir süre sorun olmadý. Ancak ne zamanki durgunluk, kriz baþladý, o
zaman bu göçmen iþçiler günah keçisi oldular, horlanmaya, aþaðýlanmaya, düþen ücretlerin ve iþsizliðin sorumlusu olmaya baþladýlar.
Günah keçisi ilan edilip dýþlanan, pis kokan, gürültü yapan bu cahiller; pis Magripliler, býyýklý Türkler, pakiler, negrolar için artýk uzun iþ saatlerinden sonra kendi dar dünyalarýna çekildikleri gettolardan baþka yaþam alaný kalmadý.
20. yüzyýlýn son çeyreðinde uygulanmaya baþlayan ve sosyalist ülkelerdeki kar-
Kýþ ‘06
35
þý devrimlerden sonra yaygýnlaþan neo-liberal politikalar ve emperyalizmin yeni evresinde
üretim yapýlarýnda bir deðiþim yaþandý. Sermaye, üretim bantlarýný merkezlerden baðýmlý
ülkelere kaydýrdý. Çünkü baðýmlý ülkelerde hem emek gücü daha ucuzdu hem hammadde
kaynaklarýna ulaþým daha kolaydý. Üstelik uzun yýllar iþbaþýnda kalan faþist diktatörlükler
nedeniyle bu ülkelerde iþçi sýnýfý örgütleri büyük oranda daðýtýlmýþ, emek örgütsüz hale getirilmiþti.
Ortaya çýkan sonuç; emekçi yýðýnlar kendi ülkelerinde geçim ve yaþam araçlarýndan
koparýlýp emperyalist merkezlere ulaþabilirlerse, bu kez bir baþka tehlike bekliyordu emekçi yýðýnlarý: gettolara, varoþlara, banliyölere dolduruluyorlar, ortalýkta görünmemeleri isteniyordu. Emperyalist efendiler onlara, “Ortadan kaybolun. Siz insanlýðýn baþarýsýzlar kategorisindensiniz. Derilerinizin rengi siyah, kahverengi ya da öyle bir þey. Bu nedenle zaten
var olmayý hale etmiyorsanýz” diyordu. Çünkü onlar üretimden koparýlýp bir safra gibi kenara fýrlatýldýklarýndan tüketemiyorlardý. Tüketici olamazsan var olamazsýn!..
Gettolara fýrlatýlýp hayattan kovulanlar, var olmak, var olduklarýný gösterebilmek için
harekete geçiyor, isyan ediyorlar. Bu kez sermaye, onlarý hemen suçlu ilan ediyor; gettolardan topladýklarýný cezaevlerine dolduruyor. Böylelikle sorundan kurtulduðunu düþünüyor. Ama sýnýflar mücadelesinin, tarihin ortaya koyduðu bir gerçek var: egemen sýnýflarýn
o muazzam teknolojik aparatla donatýlmýþ ordularýna, kolluk güçlerine raðmen hiç þanslarý yok. Çünkü onlar artýk “akarsuya kilit” vurmaya çalýþýyorlar, çünkü “ölüm vurdu damgasýný alýnlarýna”. Dünyanýn her yerinde bu hükmü yerine getirecek olanlar; iþçiler, iþsizler, baldýrý çýplaklar, açlar, apoletsiz ve rütbesizlerden, rengi siyah, sarý, kýrmýzý, kahverengi ya da beyaz, yani her renkten ama ayný sýnýftan, proletarya ve emekçilerden milyonlar
harekete geçti. Hiçbir güç onlarýn alýnlarýndan “ölüm damgasýný” silemeyecek. Þimdi hükmü infaz edecek olan mezar kazýcýlarý her yerden ve hep bir aðýzdan baðýrýyorlar: “iþte þimdi hazýr o düþman/etse et/kansa kan/Açtýk iþte kanatlarýmýzý/Hadi dizil sýraya/duvar duvar/istersen dað dað dizil/Ama ölmeye hazýrlan.”
Ayýþýðý Sanat Merkezi
Atölye çalýþmalarý baþlamýþtýr
gitar
baðlama
tiyatro
yeni insan atölyesi
Kayýtlar için 1 Þubata kadar baþvurularýnýzý bekliyoruz.
36
Kýþ ‘06
Kürt dili, edebiyatý ve sanatý
dosya:
Kürt Dili Edebiyatý ve Sanat Tarihi
NASIL ELE ALINMALI
Kürt Dili Edebiyatý ve Sanatý üzerine bir dosya hazýrlamayý ÖNSÖZ dergisi olarak neden gerekli gördük. Öncelikle bu konuya deðinelim. Yýllardýr kültür-sanat alanýnda çalýþma yürüten, araþtýrmalar yapan bir kurum olarak, yaný baþýmýzdaki bir halkýn geçmiþten bugüne yarattýðý kültürel, sanatsal deðerleri tanýmada daha çok da tanýtmada ne kadar geri kaldýðýmýzý gördük. Kürt
halkýnýn özgürlük mücadelesini an be an takip ederken, onunla birlikte kavgayý yükseltirken, onun dili, kültürü, sanatý hakkýnda ne biliyoruz diye sorduk
kendimize. Ezilen Kürt Halkýnýn, yýllarca yasaklanmýþ dili hakkýnda ne biliyoruz? “Kart kurt” denilen, “dað dili” denilen, “o bir dil deðil lehçe” denilen
Kürtçe hakkýnda bilimsel temellerde ne kadar araþtýrma yaptýk, sorduk, öðrendik? Yoðun yaþanan asimilasyonun Kürt dili ve edebiyatý üzerindeki etkilerin ine kadar biliyoruz? Türk Halkoyunlarý diye yýllardýr izlediðimiz, uluslar arasý yarýþmalarda birincilik aldýðýmýz, oyunlarýn gerçek sahiplerinin kimler olduðunu biliyor muyuz? Dinlediðimiz bir çok türkünün, aslýnda Kürtçe’den
Türkçe’ye çevrilerek Türk Halk Müziði olarak dinletildiðini biliyor muyuz?Tarih kitaplarýnda, Dicle ve Fýrat nehri arasýnda kurulan, iki nehrin arasý anlamýna gelen Mezopotamya uygarlýklarýný okuduk.yaratýlan bu uygarlýk sürecinde Kürtlerin de bulunduðunu biliyor muyuz?
Sorularý çoðaltmak mümkün ama gerekli deðil. Amacýmýz Kürt dili, edebiyatý, sanatý konusunda bu sorulara cevap aramak, kulaktan dolma bilgileri bilimsel temellere oturtmak için araþtýrmaya giriþtik.Yayýnlanmýþ tüm kaynaklara ulaþmaya çalýþtýk. Araþtýrma geniþledikçe iþimizin ne kadar güç olduðunu
fark ettik. Önümüzde yýllarca baský, sindirme, asimilasyon yaþamýþ ve buna
karþý direniþlerin serhýldanlarýn merkezi olmuþ bir bölgenin yarattýklarýný ortaya çýkarmak duruyordu.bir kazý titizliðiyle hareket etmek gerekiyordu. Tam
biz bu çalýþmalarla yoðunken, Diyarbakýr’da Edebiyat Günleri düzenleneceði
haberini aldýk. Bizim için önemli bir fýrsattý. Hemen giriþimde bulunduk, dostlarýmýzýn da yardýmýyla düzenlenecek olan Dil Konferansýna misafir olarak kabul edildik. Hazýrlýklarýmýzý yapýp Diyarbakýr’a Amed’e doðru yola çýktýk. Yýllarca Diyarbakýr’ý korumuþ kollamýþ Diyarbakýr surlarý karþýladý bizi; “Hoþ
geldiniz” dedi. Kürtlerin, her zaman kültürel merkezi olmuþ Amed’e bulunmak dosyamýzýn daha da zenginleþmesine neden oldu. Edebiyat günleri kapsamýnda yapýlan etkinlikler, Dil konferansýnda yapýlan tartýþmalar, sonuç bildirgesi ve röportajlarý dosyada bulacaksýnýz.
Elbette, þunun da farkýndayýz bir dosya kapsamýnda sunacaklarýmýz Türk
Dili, Edebiyatý ve Sanatýný tüm yönleriyle ele almada yeterli olmayacaktýr. Ça-
38
Kýþ ‘06
lýþmalarýmýzý bir baþlangýç kabul ediyor ve katkýlarý bekliyoruz.
Kürt ulusal hareketinin mahkemeler önünde yaptýklarý savunmalar incelendiðinde, tarihlerinin savunusu açýkça görülür. Daha sonralarý Kürtlerin yakýn tarihi ele alýndýðýnda eleþtirel yaklaþým geliþmeye baþlar. Son dönemde
Türkiye mahkemeleri önünde yapýlan savunmalarda, Kürt Ulusal hareketi yalnýzca kendi hakkýnda konuþmamýþ. Dünyaya yönelikte konuþmuþtur. Bunun
nedenleri var. Kürt halký artýk tarihini, ulusal varlýðýný herkese kabul ettirmiþtir. Artýk yalnýzca geçmiþ hakkýnda konuþmasýna gerek kalmamýþtýr. Deðerlendirmeleri gelecek hakkýndadýr.
Ama bu geliþmeye raðmen Kürtlerin tarihi ilgili tarihsel materyalist yönteme dayanarak bir araþtýrma-deðerlendirmenin ihtiyacý orta yerde. Böylesi bir
bilimsel yöntemle yapýlacak bir irdeleme Kürtlerin tarihi için olduðu gibi, Kürt
sanat ve kültürü için de geçerlidir. Sanat ve kültürü Kürt halkýnýn tarihi içinde
bir belge özelliði taþýmýþtýr. Bu nedenle kültür ve sanatýna daha çok sarýlmýþtýr.
Kendisine ait tüm eserlere ya da anlatýmlara sahip çýkmýþtýr. Hiç þüphesiz öncelikle bu zengin kültürün her yönden günýþýðýna çýkarýlmasý gerekiyordu. Bu
iþ kýsmen baþarýlmýþtýr. Geçmiþe ait çeþitli eserler ortaya çýkarýlmýþ, halka ve
dünyaya maledilmiþtir. Fakat geçmiþte ne denli parlak bir dönem yaþanmýþ olsa da, ne kadar büyük eserler verilmiþ olsa da, geçmiþin en ýþýldayan yapýtý-tarihi bile gelecek için esinleyici deðildir. Esin kaynaðý geçmiþ deðil; gelecektir.
Nasýl ki, Kürt sosyalistleri yakýn tarihteki Kürt politik ve toplumsal hareketinin eleþtirisini yapmýþ ve daha gidebilmiþlerse, ayný þeyi sanat ve sanatçýlar
için de yapýlabilmeli. Kürt sanat ve kültürü tarihsel materyalizm ýþýðýnda ele alýnmalýdýr. Sýnýfsal kurtuluþ mücadelesi öne çýktýkça bunun gerekliliði daha iyi
anlaþýlýr. Bir örnekle somutlarsak, Sovyet döneminde, bilim emekçileri Puþkin’den bu yana Rus edebiyatýný, sanatýný yeniden ele alýyor, Rus sanatçýlarýný
bilim ve düþün yapýtlarýnýn doðru bir biçimde kavranmasý saðlanýyor. Her sanat eseri ve sanat içinde bulunduðu dönemin ürünüdür. Ýçinde bulunduðu toplumla karþýlýklý iliþki içindedir. Bu karþýlýklý diyalektik bir iliþkidir. Hiçbir sanat bu gerçeðin dýþýnda deðildir. Bu demek deðildir ki; her sanat ürünü doðduðu toplumsal koþullarý ve çeliþkileri doðru verir. Ama, her sanat mutlaka kendi
dýþýndaki toplumsal çatýþmanýn etkisinde kalýr. Ýþte bu koþullar ve sanatla karþýlýklý etkisi materyalist tarih anlayýþýyla doðru kavranabilir.
Her ezilen ulus kendi tarihine tutkuyla baðlanýr. Bunu bir tutunma ve bir
direnme noktasý olarak görür. Kürt halkýnýn durumunda olduðu gibi, ulusal
varlýðý yok sayýlmýþ, yüzyýllarca baskýya uðramýþ bir halk, iþe tarihle baþlar.
Kürt araþtýrmacýlar kendi tarihlerini anlatýrken göze çarpan özellikleri, bu tarihi eleþtirmedin olduðu gibi ortaya çýkarmalarýdýr. Kürtlerin tarihini araþtýran
birçok sosyalistte de bu eðilim belirgin bir haldedir. Bu, bir yere kadar anlaþýlýr
bir þeydir. Yok sayýlan ulusal kimliðini, tarihini açýða çýkarmak isterken bu
türden eðilimler ortaya çýkabiliyor. Ýnsanlýk tarihi içindeki rolünü ispatlamaya
çalýþýrken, kendi dýþýnda bu uygarlýðýn yaratýlmasýnda önemli yere sahip halklarý göremeyebiliyor, ya da yaratýlan ortak deðerlere tek baþýna sahip çýkabiliyor. Oysa sorun, insanlýðýn tarihsel yürüyüþü içindeki konumunu, durumunu
ve karþýlýklý iliþkilerini doðru bir þekilde ortaya koyabilmektir.
Güz ‘05
39
Araþtýrma
MEM Û -ZÎN
Sýla ERCÝYES
(….)
Xânî kemalsizliðin kemale ermesinden dolayý,
Kemal meydanýný boþ buldu.
Yani kabiliyetinden ve ehliyetinden deðil,
Sadece hamiyet ve aþiret tutkunluðundan,
Kýsacasý: inattan yada çaresizlikten
Mutat hilâfý olarak bu bit’atý iþledi(1)
Duruyu bir yana itip içti tortuyu,
Ýnci gibi olan Kürt dilini
Düzene koydu, intizama getirdi,
Böylece amer için çekti cefa,
Ki el demesin “Kürtler,
Ýrfansýz, asýlsýz ve temelsizdirler.
Çeþitli milletler kitap sahibidir,
Sadece Kürtler nasipsizdirler”
Hem düþünce adamlarý demesin ki “Kürtler,
Amaç edinmediler aþký.
Hep birlikte ne isterler, ne de istenirler
Hep beraber ne severler, ne de sevilirler.
Onlar aþkýn tadýndan yana hepten nasipsiz,
Hakîkî ve mecazî aþktan da boþtur”
Hayýr… Kürtler o kadar kemalsiz deðil,
Fakat öksüz ve mecalsizdirler.
(….)
klasik Kürk edebiyatýnýn en önemli isimlerinden biri olan Ehmedê Xânî’nin Mem – û Zin adlý uzun eserinde, onun neden bu
yazým serüvenine girdiðini yukarýdaki kendi dizelerinden anlayabiliyoruz. Birçok araþtýrmacý, Kürt aydýnlarý genelde bu eserin Memo ve
Zin arasýndaki aþka odaklý olduðunu yazmýþlardýr.bizlerde,bu eserden yola çýkarak yapýlan sinema ve tiyatrolardan bundan baþka mesaj
alamadýk.bu anlamda bizler de bu eseri bir aþk masalý olarak biliyor ve seviyoruz.
“Bir aþk masalý olduðu doðru deðil mi” diye sorulabilir. Evet, doðru, bir aþk masalý Mem û Zin… Ama yalnýzca o deðil…Ehmedê Xanî’nin kendi dizeleriyle ifade edersek;
“Gönüldeki derdin þerhini kýlayým efsane
Zin ve Memo’yu ederek bahane”
Zin ve Memo’yu bahane ederek bu ölümsüz eserin yaratýcýsý Ehmedê Xanî hakkýnda çeþitli rivayetler olsa da, genel kabul gören doðum tarihi 17. yüzyýlýn ortalarýdýr. Onun nerede doðduðu, hangi aþirete mensup olduðu konusunda çeþitli rivayetler olsa da, Xanî’nin yaþamýna iliþkin gerçekleri eseri Mem û Zin’de bulmak mümkündür. Yaþamýnýn çeþitli dönemleriyle ilgili bilgiler, yaþadýðý dönem, bu dönemde Kürt halkýnýn ekonomik, kültürel, sosyal dokusu, Kürt edebiyat dünyasý, felsefi bakýþ açýsý, verdiði mücadeleyi bulabiliyoruz. Bakýn Xanî doðum tarihini bize nasýl bildiriyor; “yokluktan koptuðu zaman tarih bin altmýþ bir idi.”
Xanî hicri 1061, miladi ise 1651 yýlýnda doðmuþtur. Babasý Þeyh Ýlyas, dedesi Eyaz’dýr. Xanî aþiretine baðlýdýr. Okuma yazmayý aile içinde öðrenen Xanî, Ahlat ve Bitlis medreselerinde eðitim gördü. Ayrýca Baðdat, Þam, Halep ve Ýran medreselerinde eðitim
40
Kýþ ‘06
aldý. Kürtçe’nin yanýnda Arapça, Farsça ve Türkçe bilmesine
raðmen, edebiyat metinlerini yalnýzca
(1) yani herkesin tersine, bu kitabý Kürtçe olarak yazdý.
Çünkü o zaman herkes Arapça ve Farsça’ya meraklýydý, kitaplar
o dillerde yazýlýrdý. Kürtçe yazdý. Kürtçe yazmaya özel önem gösterdi. Der ki dizelerinde “Bu meyve sulu olmasa bile / Kürtçe’dir o
kadarý yeter”
Bilinen üç temel eseri Nûbara Biçukan (Çocuklar için ilk
Meyveler), Aqîda Ýman (Ýmanýn Þartlarý), Mem û Zin (Memo ve Zin) Nûbar Kürt dil tarihindeki ilk sözlüktür. Bu da
Xanî’nin Kürt diline ne kadar önem verdiðinin bir göstergesidir.
“Üçüncü Öðretmen Xanî” adlý eserinde H. Men þöyle diyor:
“Kürt dili üzerine ilk çalýþmayý yapan odur. Kürtçe’yi Kürt çocuklarýna gramerli, kurallý öðretmek fikir ve kararýndadýr. Kürtçe’nin
yanýnda Arapça ve Osmanlýca’yý öðretirken, o çaðýn coðrafyasý da
geçerli akçe dillerin “öðrenilmesi kararýndadýr. O coðrafyada yaþayan Kürt beyliklerinde devlet lisaný Osmanlýca, edebiyat, sanat lisaný Farsça, din-bilim lisaný da Arapça idi. Xanî bir çocuðun evvela ana lisanýný sevmesi, öðrenmesi, diðer dillerle de ilgilenmesi,
hiçbir dilin diðerinin zenginliðine, geçerliliðine veya ………. .
güçlü, otoritesine kurban edilemeyeceði inancýndadýr. Xanî’nin büyüklüðü çoban, aþiret, beylik durumuna düþürülüp aþaðýlýk kompleksine alýþtýrýlmýþ köklü Kürt halkýnýn bedeni üzerinde bunu deneme fedakarlýðýdýr. O bir öðretmendir. Doðrusu , o sadece Kürtlerin
deðil, insanoðlunun Aristo ve Farabi’den sonra üçüncü öðretmenidir.” (2)
“Topluma yol yöntem telkin ederken geçmiþini, mitolojilerini,destanlarýný yeniden düzenleyerek, eksik ve yanlýþlarýný düzelterek kulaðýna üflenirse uyanmasý daha kolay olur” diye düþünen
Xanî, Mem û Zin’i yazarken kendine bir halk destanýný temel
yapmýþtýr. Bu destan, Meme Alan destanýdýr.”Perdeden öyle ezgiler çýkarayým ki ben / Zin’i ve Memo’yu dirilteyim yeniden”.
Xanî Memo Alan destanýndan birçok motif almýþtýr. Ama içerik bakýmýndan yepyeni ve farklý bir destan yaratmýþtýr. H. Men’e
göre, Meme Alan halk sözlü edebiyatýnýn destan þeklidir. Mem û
Zin , Meme Alan’dan yola çýkýp Kürtçe kurgusu tamamen
Xanî’ye ait olan, uluslarýn baðýmsýzlýk destanlarýnýn yazýlmýþ ilk
eseridir.
Ehmedê Xanî der ki, geçmiþ dönemde bir padiþah yaþardý…
Soyu Arap, kendisi Kürt beyi… Tahtý Cizre’de…. Botan beyi
olarak anýlan bey’in adý Zeynýdin idi… Ýki kýz kardeþi vardý Botan beyinin… “Biri doðruluk baðýnýn selvisiydi”, “diðeri beyin can
ve ciðeri, adýnýn yarýsýydý” Sýti ve Zin’di adlarý bu güzellerin…
Biri esmer diðeri sarýþýndý… Mehtap gibiydi Sýtî… Güneþ gibiydi Zin…
(…..)
güzellik bakýmýndan ikizdi ikisi
Sýtî gerçi çok nazenindi.
Fakat Zin de cennet hurilerine benzerdi.
Kýþ ‘06
Gerçi Sýtî yýldýz misaliydi.
Ama Zin’in yüzü parlak bir aydý.
Gerçi mehtap gibiydi Sýtî
Fakat Zin de güneþ gibiydi, daha tazeydi.
Gecelerin çýralarýna benzeyen bu, ikisi
Baðlara ve bahçelere yürüdükleri zaman,
Hayvanlarý ve cansýzlarý bile inletirler,
Ýnsanlarý ve bitkileri talan ederlerdi.”
Sýtî ve Zin olurda, karþýlarýnda yiðit, yakýþýklý delikanlýlar
olmaz mý… olur elbette… Tacdir Divan Vezirinin oðlu… Kahramanlýkta eþsiz… Soyu, resebi, asaleti belli… Delikanlýlarýn
baþ tacý ve önderi… Ýki kardeþi var kurnaz mý kurnaz… Düþmanlarýn korkulu rüyasý… Birinin adý Arif, diðerinin Çeko…
Memo divan katibinin oðlu, baþý derli bir genç… Tacedin tüm
akrabalarýndan öte tutardý Memo’yu… “Çýra yapmýþtý kendine”
onu… “Kardeþini görmediði gün, / çýra görmeyen geceye döner”di.
Memo’da ona tutkun…cihat kardeþleridir birbirine…
(2) H. Men, üçüncü öðretmen Xanî, Ýstanbul Kürt Enstitüsü yayýnlarý,Ýstanbul Ocak 2002, syf. 40
Her aþk sýnamalardan geçer, her aþk zorlu yollardan ilerler.
Ve her aþkýn üzerinde kem gözler olur..Meme ve Zin’in aþkýna engel, “zamanýn fitnecisi bir it oðlu it” vardý… Adý Beko.. beyin
kapýcýsý … Tacedin ýsrar eder beyden Beko’yu kovmasý için… Ama bey “þarttýr bizim için bir deðirmenci / þarttýr bizim için bir kapýcý” der de baþka bir þey demez. Bilir Bekir zina çocuðudur ama
þunu da bilir ki bey, “….. deðirmenimiz onunla dönüp yükleniyor”
(…)
Zalim olan bu avane zümresi
Subaþýlar, kahyalar, kapýcýlar,
Biz zalimlerin deðirmenini döndürüyorlar
Zulüm tahýlýný öðütüyorlar.
Eski zamanlarlýn geleneði þöyle anlatýlýr Mem û Zin’de;
güneþ marta ulaþtýðýnda, hiç kimse kalmazmýþ evlerde, meskenlerde… Yaþlý,erkek, kadýnlara varýncaya dek… Özellikle bekarlar
ve bakire kýzlar, hepsi süslenir çýkarlarmýþ kýrlara… sevenler birbirini seçsin diye…
Güneþ marta ulaþmýþtý… Memo ve Tacedin gizleyerek gerçek kimliklerini, hazýrlandýlar kýzlar gibi… Zin ve Sýtî de yaptý
ayný þeyi, oldular erkek kýlýklý… Ama engel deðildi dýþtaki görüntü yüreklerin buluþmasýna… Karþýlaþtýklarýnda vuruldular birbirlerine…Aldýlar parmaklarýndan niþanlarýný…
(…)
Tacedin baktý ki kardeþinin elinde
Bir mücevher parlýyor çýra gibi
Bir yakut ki nar tanesi gibi
Karanlýk gecede yakýlan meþale gibi.
Ve de mum gibi parlýyor,
Hakkak “Zin” adýný yazmýþ üzerine
41
Elini uzattý ki getirip,
Ýyice bakýp görsün diye,
Memo’da baktý ki Tacedin elinde
Paha biçilmez bir elmas var
Üzerine “Sýtî” adýný yazmýþ
Maharet sahibi bir üstat
Hipokrates sarraf olsa eðer,
Tartýyla ve kýratla tahmin etse,
Eflatun için pazarlýk yapsa,
Karun’un bütün hazineleri,
O yüzük taþlarýnýn pahasýnýn sekizde birini,
Karþýlayamazdý, uzak görüþlülerin bilgisiyle…
(…)
Zin ve Sýti’yi aþk öylesine deðiþtirmiþti ki, dönemezlerdi eski
hallerine… Dadýlarý Hayzebun onlarý , garip halde bulunca “her
biriniz iki gözümün nurusunuz / Koruyucunuz Allah olsun sizin /
Benim caným feda olsun size / Doðru söyleyin bana ne oldu halinize…/ (…) Bu þaþkýnlýk mýdýr yoksa sevda hayali mi”
Sýti ve Zin anlatýrlar yüreklerindeki derdi…
Newroz günü iki delikanlýya tutulduklarýný, ama onlarýn
kim olduklarýný bilmediklerini söylerler… Yüzüklerle niþan ettik
sevgimizi derler. Dadý kurtarmak için namuslarýný Taced’in ile
Memo’yu aramaya gider… Aþklarýndan olmuþ hasta bulur onlarý… verin yüzükleri, laf gelmesin namuslarýna ve en kýsa zamanda
gelin isteyin kýzlarýmýzý.Memo aþkýnýn simgesi olan yüzükten ayrýlmak istemez ama söz olsunda istemez yarine…
Tacedin Sýti’yi istemek için büyüklerini gönderir beye…
Bey yiðit Tacedin’e vermeyecektir de kime verecektir Sýti’yi…
Düðün dernek kurulur… Xanî, uzun uzun anlatýr düðünü… belgesel tarzýnda sunar bize o günün adetlerini…
Bu kadar çabuk Tacedin’in mutluluða ermesine dayanamaz
Bekir.. Tacedin’den korkar ama fitne ve fesatlýktan vazgeçmez…
Bey’e fýsýldar içindeki kötülüðü… Sýti’yi çarçabuk verdiðini, onun
daha iyilerine sahip olduðunu söyler… Bey ise, “Hiç deðiþir miyim ey bedbaht / Tacedin ve Memo’yu Kayser’in tahtýna” Fesadýnýn yeterli olmadýðýný anlayan Bekir, baþka yollar arar kendine..
. “Sen Sýti’yi Tacedin’e verdiðin gün / O da kendi yönünden Memo’ya vermiþ Zin’i”
Nasýl olur… beyin izni olmadan kuþ uçmaz, kervan geçmez… Ne mümkün beyin izni alýnmadan karar vermek bir þey
hakkýnda… Zin’i Memo’ya vermek kimin haddine… Fesat yerini bulur… Bekir yakalamýþtýr doðru noktadan… Kükrer bey…
Bir aþk masala dönüþür bundan sonra…
“….
Gönlümde vardý gerçekten
Zin’i Memo’yla þereflendireyim ben.
Halit ceddine varýncaya kadar,
Pederin ve atalarýn ruhlarýna and içerim ki
Adem soyundan olan erkek cinsine
Zin’i karý olara asla vermeyeceðim
Baþýndan bezmiþ olan varsa
Ýþte Zin…”
Hangi zorbalýk, hangi tehdit aþký dize getirebilmiþtir ki, beyin meydan okumasý buna yetsin…
Zin yemeden içmeden kesildi… “Gönlünün derdi oldu gýda
ve yiyecek / Gözyaþlarý da oldu þerbet ve içecek””Güneþin karþýsýndaki ayýn mehtabý Zin” oldu biçare… Zin aþkýný, derdini, gamýný
dilsiz yaratýklara söyledi….. kimi zaman bir mum, kimi zaman
pervane böceði oldu dert ortaðý…Ýnsanoðluna ise anlatmadý derdini…
Memo deliye döndü sevgilinin yüzünün hayalinden… Memo’da aþkýný derdini Dicle’ye anlatýr, dert ortaðý olur Dicle Memo’ya… “Ey benim göz yaþlarým gibi dökülen nehir! / Ey aþýklar
gibi sabýrsýz ve sükunetsiz nehir!” Rüzgardýr bir baþka dert ortaðý
Memo’ya… “Mürekkebi gönül kaný olan bu mektubu / Bir siyah
göz bebeði olan þu sayfayý / Cemalinin önündeki perdeyi titretmeden / Bir arzuhal gibi tenha olarak ver eline / Sakýn ha! Perdeyi
yellendirmeyesin / Yar mektubu okuduðu zaman”
Bey ve yanýndakiler tüm bir konak ava gittiðinde Zin kendini bahçeye attý… Memo’nun aþkýndan yanan yüreðini biraz olsun
rahatlatmak için.. Ateþler içinde yanan Memo’da duramadý içerde… Attý kendini sokaða ve bir anda buldu Zin’in karþýsýnda..
Konaðýn bahçesinde… oldu Zin’in isteði, Memo kalktý geldi yanýna.. Dayanamadý Zin’in yüreði, bayýldý yýðýldý kaldý orada…
“Ciðeri kandý olan Memo görünce / Sedef içindeki bir inciye benzeyen Zin’i” buluþtu elleri birbiriyle… Aþk denizine daldýlar unutarak her þeyi… fark etmediler avdan dönen topluluðu.. Karþýlarýnda buldular Memo ve Zin beyi…. Abasýnýn altýnda Zin,
yaralý bir ceylan gibi kalakaldý… Memo Bey’e Zin’i ceylan olarak tanýttý… Dostu, sýrdaþý, arkadaþý Tacedin anladý Memo’nun
derdini koþtu bir çare aramak için… Hiç tereddütsüz evini ateþe
verdi… Mülkün ne kýymeti vardý dostluðun yanýnda… feryat figan daðýldý kalabalýk… Kaldý Memo ve Zin yalnýz… Yaralý
ceylan Zin uzaklaþýr oradan..
Beko… Hain, fesat Beko yine iþ baþýndadýr.. Dedikoducular, hilekarlar, kýskançlar iki sevgilinin haberlerini dolaþtýrýrlar tüm
meclislerde… Kurulur fesat tezgah… Beko fýsýldar beyin kulaðýna,
“…
Namusa aykýrý olan bu haberin
Hakikatini nasýl ortaya çýkaralým?
Suçun ipucunu nasýl ortaya çýkaralým?
Bekir dedi ki; “Emir ve Memo’yu çaðýrsýnlar,
Ýkiniz halvete oturunca
-Memo gerçek aþýktýr bunu iyi bilKendisiyle satranç oyna sen,
Þartýný da “Gönül dileði” olarak koþ,
O zaman sýrrýn hakikati meydana çýkacaktýr.”
42
Kýþ ‘06
Gönlündeki sevgiyi inkar etmeyeceðine emindir Bekir…
Beylerin, Bekirlerin oyunundan habersizdir Memo.. Bilmez
“Beyler yýlanlarýn þahýnýn soyundandýr / Zehir sahibi ve mühür
sahibidirler / Mühürleri bastýklarý zaman, bil ki zehirdir/ Sevgi
gösterdikleri zaman da bil ki hýþýmdýr.”
Bey’in oðlu “delikanlýlarýn þahý” Girgin anladý arkadaþý
Memo’ya kurulan oyunu… Bu oyuna bozsa bozsa Tacedin bozar
diye koþtu ona… ulaþtýrdý haberi… Memo satrançta ustadýr… aralarda üç el yener Bey’i… Bekir oyununu oynamaya baþlar…
Memo Zin’i görürse aklý durur, oynayamaz, bunu bilir Bekir…Bir perdenin ardýndan oyunu izleyen Zin Memo’nun arkasýna düþer… Bekir Memo’yla beyin yerini deðiþtirmenin yolunu
bulur…Gözleri Zin’e dokunan Memo, þaþkýna döner… ardý ardýna yenilir beye… Bey sorar Memo’ya “dünyada senin sevgilin
kimdir”… Memo cevap vermeden, fesat Beko baþlar sormaya..
Onun bir Arap kýzý olduðunu söyler…
Memo nasýl inkar eder yüreðindeki güzeli… Haykýrýr, “Beyim benim gönlümü yakan peri / Padiþah kýzýdýr, yeri sayadýr /
Anka’dýr, yuvasý yüksektir / Beylerdendir o, temiz soydandýr /
Hurilerin ve nazeninlerin baþ tacýdýr / Gerçi melektir ama adý
Zin’dir.
Zin adýný duyan bey, hemen hükmünü verir, attýrýr Memo’yu
zindana… Yalnýz deðildir Memo, Tacedin ve kardeþleri vardýr
can dostu.. “Biz dört kardeþiz dört duvar gibi / onun mutluluðunun
köþeleriyiz biz” Tacedin gibi bir yiðidi kaybetmek istemez Bey…
Bekir yine fesat peþindedir… baþlar aðýný örmeye….Beyden
Zin’i Memo’nun yanýna göndermesini ister.. Bilir ki, zindanda ki
periþan Memo’nun yüreðinin Zin’in aydýnlýðýna
dayanamayacaktýr. Beylerin “kalpleri kulaklarýdýr, kulaklarý da kalplerine
baðlý deðildir…”
“Memo öldü”..”Memo öldü”.. diye bir haber yayýlýr her
yana… Bunu duyan Zin’de
ölümden beter olur.. Bey’e onu görmek istediðini söyler ve
vasiyetini sýralar… Bey de
piþmanlýk içinde söz verir ona; ya mezarda ya da sað onlarý ayýrmayacaktýr.
Zin, baþtan ayaða süslenerek
gitti Memo’nun yanýna… “Susuzsan
eðer, iþte hayat suyu/ Hastaysan eðer, üzerine geldi lokman / Mecnun’san eðer, yanýna
bizzat Leyla geldi/ Vamýk’san eðer, iþte sana
Azra! / Bülbülsen eðer sana gül hazýrdýr / Nilüfersen eðer, güneþ sana bakýyor/ Pervaneysen eðer iþte mum parladý / Ölüy-
Kýþ ‘06
sen eðer üzerine Ýsa geldi / Bu þekilde divane olma” dediler hep
bir aðýzdan Memo’ya ve eklediler… “Huzuruna çýktýðýn zaman
derhal, seni muradýna kavuþturacaktýr/ senin ondan gönlünün isteði
neyse / o þekilde seni mutlu edecektir” .. Memo’nun cevabýdýr bu
isteðe; “Ben hiçbir beyin huzuruna gitmem/ Ben esirlerin kölesi olmam/ Bu mecazi beylik ve vezirlik/ bu sihir ve hayal oyunlarý/Hepsi boþ ve fanidir”… Ayrýlýr Memo bu dünyadan.
Tacedin… Memo’nun can dostu… Karþýlaþýnca Bekir’le
yolda, haykýrdý yüzüne “ey alemin fesadýnýn sebebi/ ey insan þeklindeki þeytan sýfatlý/ ey fitne ve fesatlarýn kaynaðý/ ey maksatlarýn ve muratlarýn engeli/ Memo ölecek… Fesat Bekir yaþayacak… Olamaz böyle bir þey dedi, ve aldý canýný vücudundan…Atýldý köpek gibi sokak ortasýna cesedi… yufka yürekli
Zin dayanamadý bu duruma ve dedi ki Tacedin’e ve Bey’e;
“Biz kýrmýzý gülüz o bizim için dikendir
Biz hazineyiz o bizim için yýlandýr
….
Eðer o olmasaydý aramýzda engel
Aþkýmýzda bozulur zail olurdu
….
Biz yüksek yere varacaðýmýz zaman
O da eþekte köpeðimiz olacak”
Zin aðýtlar yaktý mezarý baþýnda Memo’nun… Memo’suz
bir yaþamýn anlamý yoktu.. Kapandý mezarýna ve verdi kararýný…
Attý yüreðini Memo’nun yanýna…Botan halký feryat figan…
Bey tuttu sözünü açtýrdý Memo’nun mezarýný “Al Memo iþte
Zin’in” dedi… O anda Memo dile geldi “merhaba” dedi.. Herkes
þaþakaldý bu duruma ve bir kez daha inandýlar aþkýn gücüne.
Derler ki, “mezarlarý üzerinde iki fidan
yeþerdi… Biri yüksek selvi, diðeri
çam… Kollarý birbirinin boynunda, bu iki güzellik, boy attýlar
birlikte gök yüzüne doðru..
Hayýr duasý alamayan fesat Bekir’in mezarý üzerinde de dikenli ardýç yükseldi. Selvi ve çama yetiþti, iki yarin arasýna girdi yine… Dolandý Selvi
ve Çamýn her yanýna…
Bir masal aþký, bir yurtseverlik destaný da böylece sona erdi….Yüzyýllardýr dilden dile bugüne taþýnarak bize kadar ulaþtý …
bizden sonrada o kendi yolculuðuna
devam edecek…. Kürt halkýnýn özgürlük mücadelesinde o da olacak daima…
43
KÜRT DÝLÝNÝN TARÝHÇESÝ
Kürtler, tarihin en kadim halklarýndan biri olmasý sebebiyle, yoðun olarak
yaþadýklarý ülkelerde (Suriye, Irak, Ýran, Türkiye) varlýklarý hem inkar edilmekte
hem de o ülkenin kendi milletlerinden olduklarý söylenmektedir. Kürtler’in varlýklarýnýn, tarihinin ve dilinin inkarý günümüzde bile devam etmektedir. Bu ülkelerde inkar etme noktasýnda bazý iddialar söz konusudur.
Irak’taki iddiaya göre Kürtçe’nin aslý Keldanice ve Aramice’dir. Ýran’daki iddia ise Kürtçe’yi Farsça’nýn bir lehçesi olarak göstermektedir. Türkiye’de ise
Kürtler’in Daðlý Türkler olduðu savunulur. Oðuz boyundandýrlar ve Kürtçe diye
bir dil yoktur. Dil, zaman aþýmýndan tecride uðramýþ olup, kelimelerin hecelerinde geçiþler olmuþ ve farklý bir lehçe ortaya çýkmýþtýr. Ancak bu iddialarýn yanlýþlýðý antropologlarýn ve filologlarýn yapmýþ olduklarý bilimsel araþtýrmalarla ortaya
çýkarýlmýþtýr.
Kürtçe üzerine bilim adamlarý arasýnda büyük tartýþmalar yaþanmýþtýr. Bunlardan bir tanesi Kürtçe’nin hangi dil ailesine mensup olduðuyla ilgilidir. Ýlk elde
ve doðruya en yakýn cevap bu dilin Hint-Avrupa dil ailesinden olduðudur. Ancak
Kürtçe üzerine araþtýrma yapan bir çok ünlü filolog, Kürtçe’nin Hint-Avrupa dillerinden sayýlmamasý gerektiðini, tersine bu dilin jopheniq (Yafetik) kafkas dil
kümesi içinde kabul edilmesinin doðru olduðunu ileri sürerler. Özellikle Rus bilgini N.S.Marr’ýn bu görüþün baþýný çektiði bilinmektedir. Marr’la birlikte Celal
NURÝ, Elisee RECLUS, Sir Arthur Keith SPEIZER, H.G. WELLS gibi araþtýrmacýlarýn birleþtiði ortak nokta þöyle özetlenebilir:
Kafkasya tarihi M.Ö. üç binlere kadar uzanan antik kavimlerin ana yurdudur. Kadim uygarlýklar burada doðmuþtur. Kafkasya’dan göçen topluluklar Mezopotamya ve Ön Asya’ya yerleþmiþlerdir. Sümer, Hurri, Guti, Lidya ve Subaru
adýyla bilinen kavimlerin kökeni Kafkasya’ya baðlanabilir. Sümerce, Elamca,
Hurrice, türünden diller muhtemelern Yafetik dil ailesiyle sonradan ortaya çýkan
diller arasýnda köprü görevini görmüþtür. “Beyaz Adam” Avrupalý’nýn kökenini
Kafkasya’daki beyazlara baðlamak istemesi çok olaðan. Ancak Kafkasya bölgesi
tarih öncesi çaðlarda çok etkin bir bölge olamazdý. Her þeyden önce buzullar bu
bölgeden kalkmamýþtý.
Rus bilgin Marr, Kürt dili üzerine yalnýzca bir inceleme yapmýþtýr. Tek inceleme yapýp, Kürtçe’nin Yafetik Kafkas Dil Kümesi içinde kabul edilmesi ideolojik
savdan baþka bir þey deðildir.
Prof. V. Minorsky Kürtçe üzerine araþtýrmalar ve çalýþmalar yapmýþtýr.
Prof. V. Minorsky:
“Kürt dili bir çok lehçeye ayrýlmasýna raðmen büyük bir nitelik istikrarý gösterir ve hiç kuþkusuz Ýrani dillerin Kuzeybatý grubuna mensuptur. Kürtçe ile
Farsça arasýnda tespit edilen ayrýlýklar bütün lehçelerde bulunur. Buradan þu sonuç çýkýyor: Kürtçe’nin temelinde önemli topluluklardan birinin dilide yatmaktadýr…”
Gerçekte, Kürtçe’yi Med diline baðlayan Minorsky ile bu dili Kafkasya Dil
Kümesi’ne baðlamaya çalýþan Prof. Marr ayrý yollardan gitmelerine raðmen benzer sonuçlara varýrlar. Kürtlerin oluþumunda Medler’in paylarýný kesin biçimde
kabul ederler.
C.S.A. Edmonds:
“Günümüz Kürtleri, Medler’in kral soyundan gelen torunlarýdýr. Açýkça anlaþýlmýþtýr ki, Kürt dili tahrif edilmiþ Farsça olmayýp, tersine diðer arý diller gibi
kendine özgü nitelikleri olan bir dildir.”
Prof. Syies:
“Med Halký, sýnýrlarý Hazar Denizi’nin güneyine kadar uzanan ve Asur diyarý ile komþu olan Kürt aþiretleridir. Bunlar dil yönünden Hint-Avrupa dil grubuna mensupturlar.”
44
Kýþ ‘06
Ermeni tarihçi Masay Xorinsky:
“Kürtler, Medler’in torunlarý deðillerse, böylesine büyük ve köklü bir halkýn (Medler’in) nereye kaybolup gittiði ve þimdiki Kürtler’in nereden çýkageldikleri sorulmalýdýr. Kürtler, diðer Ýrani dil kümesinden farklý ama ayný küme içinde yer alan bir dil konuþmaktadýrlar.”
Bazil Nikitin:
“Dil bilimciler, Kürt Dili’nin Keldani kökenli olduðuna dair görüþleri çürüttüler. Bu dilin çaðdaþ Farsça ve Zend Avesta diliyle olan iliþkisini ortaya koydular.”
Kürt Dili üzerine bir çok araþtýrma yapýlmýþ olup, yüzlerce araþtýrmacýnýn çoðunun varmýþ olduðu ortak nokta þu olmuþtur:
“Günümüz Kürtçesi, Med halkýnýn kullandýðý dilin devamýdýr. Kürtçe, Arî dil kümesinin özelliklerini
komþusu Farsça’dan daha iyi korumuþtur. Bu bakýmdan Arî dil kümesine yakýnlýðý Farsça’dan daha fazladýr. Farsça ve sonraki dönemlerde Pehlevice olarak bilinen dillere kaynaklýk eden Avesta, Med halkýndan gelen Zerdüþt Peygamber tarafýndan yazýldý. Dolayýsýyla Avesta dili Med Dili’nden baþka bir þey deðildir.”
“Farsça, Med Dili’nin lehçelerinden biriydi. Çünkü Persler, Med kabile konfederasyonundan biriydiler. Dolayýsýyla Ahomenidce (eski Farsça) ve Eþkani Pehlevicesi, Kürt Dili’nin ana kaynaðý olan Medce’nin birer lehçesiydiler. Sasani devrinin son zamanlarýnda Pehlevice ile Medce’nin yerini alan Farsça giderek baðýmsýz bir nitelik kazandý.”
Þu kadarýný söyleyebiliriz ki, Kürtçe-Avesta iliþkisi eski Farsça ile yeni Farsça arasýndaki iliþkiden çok
daha güçlüdür. Kürtçe’nin sürekliliðini saðlayan en önemli unsur kuþkusuz Kürt halkýdýr. Kürtler dillerini
korudular. Dil ile gelen sözlü edebiyat ve kültürlerine sonuna kadar sahip çýktýlar.
Kürtlerin diline sahip çýkýþý ve Aventa’ya baðlý kalýþýna tipik bir örnek verelim:
Athauvra, Rathashta, Vastyofshuyas…. Bu sözcükler Avesta kitabýnda geçmektedir ve sýrasýyla “ruhbanlar, askerler ve köylüler anlamýnda kullanýlmaktadýr. Birinci sözcük “haurva” kökeninden gelir ki “yetkin, tam, mükemmel” demektir. Yaklaþýk 3000 yýl önce kullanýlan bu kelimenin Kürtçe’nin akýþ kurallarýna uygun biçimde baþtaki “h” harfi siliniyor, “v” harfi de “o” sesine çevriliyor. Ayný anlamýný koruyarak yiro / eyro oluveriyor.bu sözcüðe Farsça’da rastlamak mümkün deðil. Ýkinci sözcük “arteþ” olarak Kürtçe’de “ordu, alay, askeri birlik” anlamýnda kullanýlýyor. Üçüncüsü ise “keþaverz” olarak Farsça’da “köylü” anlamýnda kullanýlmaktadýr. Örnek olarak iki tablo ile Avesta Dili, Kürtçe ve Medce arasýndaki sözcük
benzerliklerini karþýlaþtýrmak mümkün.
Kurmanç Kürtçe
Avesta Dili
Farsça
Türkçe
Mezýn
Berz
Masî
Oþtra
Pýrt
Veraz
Mêj
Berx
Kýse
Wisu
Zanin
Ez
Maza
Bereza
Masýya
Oþtra
Pýreta
Veraza
Mexþi
Berexa
Xesa
Was
Zain
Ezm
Bozorg
Bolend
Mahi
Þotor
Pol
Geraz
Meges
Bere
Soxen
Xwasten
Danistan
Men
Büyük
Yüksek
Balýk
Deve
Köprü
Domuz
Sinek
Kuzu
Söz
Ýstemek
Bilmek
Ben
Medce
Kürtçe
Farsça
Türkçe
Zer
Teþ
Ra
Spi
Tme
Zer
Tiþ
Ra (Ro
Spî
Tim
Zerd
Þid
Afitab
Sefid
Deste
Sarý
Iþýn
Güneþ
Beyaz
Tekým, Grup
Tablo I ve Ýhsan Nuri Paþa’nnýn daha önce yayýnlamýþ olduðu Tablo II’de de kolayca anlaþýlabileceði gibi Kürtçe’de bulunan sözcükler Avesta veya Med Dili’ndeki özgün kullanýmlarýný korurken Fars Dili’ne geçiþlerde önemli ses ve harf deðiþimleri yaþanýyor. Kürtçe ile Farsça arasýndaki ayrým düzeyinde kalmýyor.
Ýrani diller ansiklopedisi Kürt Dili’nin Çaðdaþ Farsça’nýn kardeþ lehçesi olmadýðýný tersine iki dilin de birbirine benzemeyecek kadar büyük oranda farklýlýklar taþýdýðýný açýklýyor. Ayný ansiklopedi þunu da ekliyor:
“Kürtçe, eski Fars Dili’nden dolaysýz biçimde türemiþ bir dil deðildir. Çünkü Kürtçe’de bulunan kelimeler diðer Ýrani lehçelerin hiç birinde bulunmuyor.”
Kýþ ‘06
45
Kürt dili üzerine
röportaj
Ayýþýðý- Kürt dili üzerine sizinle röportaj yapmak istiyoruz. Bu konudaki ilk sorumuz þu olacak; kendinizden ve Kürt Enstitüsünden çalýþmalarýnýzdan bahsedebilir misiniz?
Sami Tan – Ýstanbul Kürt Enstitüsü 1992’den bu yana çalýþmalarýný sürdürüyor.
Kürt Dili, Edebiyatý ve Tarihi üzerine çalýþmalar yapýyor. Çalýþmalarý daha çok Kürt dilinin öðretilmesi, gramerinin öðretilmesi þeklinde oluyor. Klasik eserlerin bugünkü alfabeye, yani Latin harflerine çevrilmesi çalýþmalarýný fiili olarak yürütüyor. Dernekleþme
çalýþmalarýmýz var. Deyimler sözlüðü, Kürtçe-Türkçe ve Türkçe-Kürtçe, gramer, atasözleri ile ilgili kitaplar çýkardýk ve çýkarmaya devam ediyoruz. 3 aylýk Zend dergisini
çýkarýyoruz. Dergide dil, tarih ve edebiyat konularýnda yazýlar yer alýyor. Enstitü çalýþmalarýný resmi olarak deðil, fiili olarak yürütüyor.
Ben 1992’de gazeteciliðe Welat gazetesinde baþladým. Geçen yýla kadar Azadiya
Welat’ýn genel yayýn yönetmenliðini yapýyordum. Dil ile ilgili çalýþmalarým gazetecilik
döneminde baþladý, Mart ayýndan bu yana da Enstitü kapsamýnda çalýþmalarýmý yürütüyorum. 2000 yýlýnda gramer üzerine ders kitabý çýkardým. Gramer ve imla aðýrlýklý çalýþmalar yapýyorum. Daha çok Kurmançý lehçesi üzerinde çalýþýyorum.
14. ve 15. yy. da çýkmýþ, daha sonra zirvesine Ehmedê Xanî ile çýkan bir edebiyattan bahsedebiliriz. 18. ve 19. yy. Kürt basýn yayýnýnda geliþme saðlanýyor. 22 Nisan
1898’de Kürtçe ilk gazete yayýnlanýyor. Bu tarih Kürt Gazetecilik Günü olarak kutlanýyor. 1908’de, Meþrutiyet sonrasý oluþan ortamda, birçok kitap, gazete çýktý. I. Dünya
Savaþý ile kopukluk yaþandý. Çünkü Kürt aydýnlarýnýn çoðu savaþa katýlmýþ ve geri dönememiþlerdir. Savaþ sonrasý çalýþmalar yeniden yoðunlaþýr. Cumhuriyetin ilaný ile birlikte inkar politikasýnýn baþlamasýyla yurt dýþýna çýkan aydýnlar çalýþmalarýný daha çok
Suriye Þam ve Ýsveç’te yürütmek zorunda kaldýlar. Özellikle Celadet Bedirhan, Kamuran Bedirhan kardeþlerin çalýþmalarý önemli bir yer tutuyor. Bedirhanlarýn çýkardýðý Hawar dergisi (1932) Latin alfabesi ile yayýnlandý. Kürtçe’nin temelleri burada atýldý. Celadet Bedirhan’ýn aldýðý eðitim, Lingustik biliminden haberdar olmasý, Almanca, Arapça, Farsça bilmesi yaptýðý çalýþmalara ciddi katký saðlamýþtýr. Bedirhan’ýn çalýþmalarý
kitaplaþmýþ olarak bulunmakta. Soranice, Arapça alfabesiyle yazýlýyor sonra Latin alfabesine çevriliyor. Kürt klasik edebiyatý divan edebiyatýdýr aslýnda. Halk diline göre biraz
aðýrdýr. Melayê Cizîrî ayný dizeyi Kürtçe, Arapça, Farsça olarak yazarak ustalýðýný göstermiþtir. Medrese eðitiminden dolayý Mele’lerin dili aðýrdýr. Faqiyê Teyran bunlardan
biraz daha uzaktýr. Faqiyê Teyran biraz daha Karacaoðlana benzer. Divana uzak deðildir ama dili halka daha yakýndýr. Sovyet devriminden sonra 1928’de Kiril alfabesine geçilmiþ, 1938’de Hawar Latin alfabesine çevrilmiþtir. Ýlk alfabeyi kurduktan sonra daha
sonra bazý harfleri Türkçe harflere yaklaþtýrmýþtýr. Cumhuriyetten sonra bu alanda çalýþma yapmak mümkün olmamýþtýr. Ape Musa’nýn çýkardýðý dergilerde küçük fýkralar ve
þiirler yer almýþtýr. Onunda katkýlarý olmuþtur.
1978’de Tirêj adlý dergi çýkýyor. Ýzmir’de (4 sayý çýkýyor) son sayýsý çýkýyor. 90’lara kadar bu alanda çalýþmalar duruyor. 90’larla birlikte Rojname (1991) ile baþlayan
Kürtçe çalýþmalar 1992’de Welat daha sonra Rewxen dergileri çýkýyor. Med TV’nin yayýnýyla Kürtçe dil çalýþmalarý iyice pekiþiyor.
Ayýþýðý – Dil üzerine çalýþmalar yapan birisi olarak, dil ve insan, dil ve toplum iliþkisi hakkýnda ne düþünüyorsunuz?
46
Kýþ ‘06
Sami Tan – Kürt toplumu belki yazýlý dil anlamýyla sýnýrlý olsa da, kendi dilini stranlarla, çiroklarla yaratmýþ, Kürt toplumunun ruhsal þekillenmesinde önemli olmuþtur. Ýçinde geri deðerlerde ileri deðerlerde bulunur.
Dil toplumun aynasýdýr. Yalnýzca iletiþim aracý deðil,
kültürün taþýyýcýsýdýr. Dil olmadan toplumun kültürel
kimliðinden bahsetmek mümkün olamaz. Kürt dilinin
yasaklý olmasý büyük tahribatlar yaratmýþtýr. Dilini korumuþ, bugüne kadar getirmiþtir. Teknolojinin geliþtiði
dönemde klasik yöntemlerle dili korumak mümkün deðildir. Daha farklý mekanizmalar yaratmak gerekiyor.
1995’te yayýna baþlayan MED TV. önemli bir araçtýr.
Daha örgütlü bir tarzda çýkan dergiler gazeteler, internet
üzerinden Kürtçe siteler, Kürtlerin geleneksel biçimden
modern biçime geçiþlerinin göstergesidir.
Kürt dilinin yasaklanmasý ciddi anlamda Kürt toplumunun bilinci üzerinde çarpýklýk yaratmýþtýr. Kendi
dilini küçük görme, kendi kimliðinden kaçma… Politik
olanlarda daha utangaçca kendini gösteriyor. Apolitik
kesimde “Kürtçe benim ne iþime yarar” biçiminde kendini gösteriyor. Bugün, Kürt dili üzerinde deðerlendirme yapýp, bu dil deðildir. Kart-kurt, dað
dili gibi söylemler çýkýyor. Bilimsellik adýna yapýlýyor tüm
bunlar. Bu dilin ölmesi,
Türkiye’nin bir diller
mezarlýðýna çevrilmesi, Lazca’nýn,
Çerkezce’nin, Arapça’nýn yok olmasý kime ne kazandýracak? Bu
ancak kültürel bir
çoraklaþma yaratýr.
Kendini tanýmayan,
diline sahip olamayanlar
diðer halklarla doðru baðlantý
kuramazlar. Kürt dilinin içinde bulunduðu sorunlar yalnýzca Kürtlerin sorunu deðildir. Kürt halký muhatap alýnarak dil sorununa yaklaþýlmalý.
Ayýþýðý – Dil çeþitliliðinin giderek azaldýðý, emperyalist dil hegemonyasýnýn tüm dilleri egemenliði altýna
almaya çalýþtýðý bir dönemden geçiyoruz, bu egemenliðin insanlýðýn geliþiminde nasýl etkileri olacaktýr?
Sami Tan – Tekleþme kültürel çoraklaþmadýr. Her
dil bir ruhsal ve kültürel zenginliktir, bir ifade zenginliðidir. Bizim gibi ülkelerde yasaklamalarla, diðer yerlerde dilin yaþamasýný engelleyip kendi kültürel deðerlerini
toplumlara dayandýrýyor. Kürtçe deðil Türkçe’de ayný
tehlike altýndadýr. Ýnsanlýk ciddi bir tehlike ile karþý karþýyadýr. Fransa dahi dilini korumak için yasa çýkarmak
zorunda kalýyorsa durum ciddidir.
Ayýþýðý – Kürt dilinin tarihsel süreç içerisindeki ge-
Kýþ ‘06
liþimiyle ilgili bilgi verebilir misiniz? Kürtçe hangi dil
grubuna aittir, kaç çeþit lehçeyle konuþulmaktadýr?
Sami Tan – Kürtçe genel kabul gören Hint Avrupa
dilleri içerisinde Ýrani diller içinde sayýlýr. Farsça ile
Kürtçe arasýnda büyük benzerlikler vardýr, ama bu iki
ayrý dil olduðu gerçeðini deðiþtirmiyor. Kürtçe lehçeler,
Þerefname (1597) de sýnýflandýrma yapýlmýþtýr ama bu
sýnýflandýrmanýn bilimsel olduðunu söylemek mümkün
deðil. Genel anlamda dört – beþ lehçeden bahsedilir. Ama asýl olarak sayabileceðimiz lehçeler, Soranî, Kurmançî, Zazakî’dir. Zazakî ile baðlantýlý Goranî (Hewramî) lehçesi de bulunmaktadýr. Bazý dil uzmanlarý Gorani ve Zazakî arasýndaki iliþkiyi ayný olarak kabul ediyor. Goranî ve Zazakî sözcükler baðlamýnda birbirine
benziyor ama gramer olarak birbirinden uzaklar. Ayrýca
Lor lehçesi de var. Lor lehçesi biraz tartýþmalý… Farsça
mý Kürtçe mi olduðu tartýþýlýyor. Bu anlamda bu konuya
fazla girmek istemiyorum, net bilgilere sahip deðilim.
Lehçelerinin isimlerinin çok çeþitli olmasýnýn nedeni,
kullanýlan bölgelerin adlarýný almalarýndandýr. Goranî
Soranî lehçesi içinde asimile olmuþtur. 7. yüzyýlda ceylan derisi üzerine yazýlmýþ bir þiir bulunuyor, bu
þiir Goranî lehçesi ile yazýlmýþtýr.
Ayýþýðý – Kürt halkýnýn özgürlük mücadelesinin Kürt
dili üzerindeki etkilerini
nasýl deðerlendiriyorsunuz? Ayný þekilde dilin
geliþiminin mücadeleye etkileri nasýl oldu?
Sami Tan – Kürt
siyasal mücadelesiyle,
aydýnlanma hareketi bir
arada olmuþtur. Kürt dilinin geliþimi elbette mücadeleyle baðlantýlýdýr. Ehmedê
Xanî’den beri bu durum böyledir.
Ehmedê Xanî Mem-u Zin’de bu dili bilinçli olarak tercih etmiþtir, bununla Kürt halkýný birliðe çaðýrmýþtýr. 90’larla birlikte siyasal mücadelenin etkisi daha net görülür. Serhýldanlar aydýnlanma üzerinde
etkili olmuþtur. MKM’den Kürt Enstitüsü’ne; Rewþen
dergisinden Kürtçe televizyona kadar tüm Kürt kurumlarý bu tarihlerden sonra ortaya çýkmýþlardýr.
Kürt dili özgürlük bilincinin edinilmesinde önemli
bir yere sahiptir. 90’lardan sonra Kürt dili kadar Türk
dili de önemli rol oynamýþtýr. Stranlarýn Kürtlerin bilincinin oluþmasýnda önemli bir yeri vardýr. Benim kiþisel
görüþüm, siyasal mücadele ile Kürt dili arasýnda büyük
bir çeliþki olduðunu düþünüyorum. Bu ikisinin geliþim
düzeyleri arasýnda ciddi bir açýk olduðunu düþünüyorum. Toplumsal mücadele çok ileri düzeylere ulaþýrken,
kültürel mücadele ayný ilerlemeyi gösteremedi. Bu durum siyasal mücadelenin kendi altýný oymasýndan baþka
47
bir þey deðildir. Hareket dilin geliþiminin önünü açmazsa, dil hareketin önünü týkar. Bu da ciddi bir tehlikedir.
Ayýþýðý – Kürt halký dört ayrý parçada yaþamaya
mahkum edildi. Bunun Kürt dili üzerindeki etkileri neler
oldu?
Sami Tan – Ciddi etkileri oldu elbette. En belirgin
etkisi, þu an iki tane farklý alfabe kullanýlýyor. Arap ve
Latin alfabesi… Farklý parçadaki halklarýn birbirinin edebiyatýndan istenilen düzeyde yararlanmasýný, takip etmesini engelliyor. Soranî ve Kurmançî lehçeleri arasýnda birbirini anlama konusunda sorunlar yaþanmýyordu,
ama bugün bu tarzdan sorunlarda ortaya çýkmaya baþladý. Ýletiþim dili olarak Türkçe tercih ediliyor.
Ayýþýðý – Kürt yazýnýn ulaþtýðý düzey nedir? Sözlü
edebiyatýn yazýlý hale getirilmesinde ne kadar yol kattedilebildi?
Sami Tan – Kürt yazýlý edebiyatýnda G. Kürdistan
açýsýndan durum biraz daha farklý. Orada resmi bir yasaklama olmadýðýndan yazýlý ürünler verilmiþ, geliþme
katetilmiþtir. 90’lardan sonra eðitim dili haline gelmiþtir.
Güneyde Kürtçe baþat bir dil, Arapça ise çok sýnýrlý olarak kullanýlan bir dil durumundadýr. Güneyden sonra
Kürtçe eðitimin alýnabildiði yer Ýsveç olmuþtur. 80’lerden sonra birçok Kürt aydýný sürgün yeri olarak Ýsveç’e
yerleþti. Farklý bir tercih yaparak ürünlerini Kürtçe ürettiler. Öykü, roman burada doðdu, yaratýldý. Mehmet Uzun bu ekolden doðdu.
Türkiye’de dil çalýþmalarý 90’lardan sonra Ýstanbul
merkezli olarak baþladý. K. Kürdistan’da yoðun bir devlet terörünün yaþandýðý dönemdi, Diyarbakýr’da bu çalýþmalarý yapmak mümkün deðildi. Nicel olarak Türkçe’yle karþýlaþtýrýlamaz ama dikkate alýnacak çalýþmalar
yapýldý, ürünler yaratýldý. Nitel olarak iyi eserlerde çýktý.
Ama bu eserlerin insanlara ulaþmasýnda ciddi sorunlar
yaþandý. Yalnýzca elit bir kesimin ilgi alanýna girebildi.
Kürt halkýnýn okuma yazma bilmemesi, asimilasyonun
etkisi, dilin düþürülmesi, eðitim dili olmamasý nedeniyle
halk arasýnda yaygýnlaþmasýnda ciddi sorunlar yaþadýk,
yaþýyoruz. Kürtçe’nin önündeki en temel engel dar ve elit bir kesimle sýnýrlý kalmasý. Bu durum ancak eðitim
dili Kürtçe olursa aþýlabilir. Buna raðmen, þiirde, öyküde, romanda çeviride önemli mesafeler kat edildi.
Ýki dilli olmak bir zenginliktir. Tek dilliði savunmak geriliktir. Ben bir Türk insanýnýn ruhsal yapýsýný biliyorum, ama o benim ne düþündüðümü bilemiyor. Tek
dil denilen egemen olan dildir. Tek dilliliði dayatmak, iki dili birbirinin alternatifi olarak görmek çarpýk bir düþüncedir. Kürtçe’nin geliþiminin Türkçe’yi etkileyeceði
hastalýklý bir düþünce. Türkçe’yi saðlýklý öðrenmediðimiz için yarým dilli bir durumdayýz. Ne tam Türkçe’yi
biliyor, ne de tam Kürtçe’yi biliyoruz. Türkçe’yi çeviri
diliyle konuþuyoruz. Kendi dilinin reddi üzerinden bir
dil öðretildi. Birçok insan Kürtçe düþünüp Türkçe konuþuyor, ya da tam tersi Türkçe düþünüp, Kürtçe konuyor.
Ayýþýðý – Son olarak Kürt halkýnýn anadilde eðitim
hakkýnýn altýný boþaltmak için devletin izin verdiði
Kürtçe dil kurslarýnýn kurulmasý, geliþimi ve bugünü
hakkýnda bilgi verebilir misiniz? Anadilde eðitim hakkýný karþýlayabilir mi?
Sami Tan – Kurslar eðitimin yerini tutamaz. Meslek edinme açýsýndan kurs kurulur. Kendi anadilini öðrenmesi için kursa gitmek zorunda kalmasý, onur kýrýcýdýr. 7 yerde açýldý ve sonra kapatýldý. Kurslarýn açýlýþ ve
kapanýþ biçimi iki noktada sorunluydu. Plansýz, programsýzdý, bu devletin bir oyunuydu. Merkezi kadrolarýn
eðitileceði yerler olabilirdi ancak. Belediyelerin özendirici olmalarý gerekiyordu. Kürdistan’da ki aday adaylarýnýn Kürtçe bilme zorunluluðu gerekiyordu. Eðitmenler, araç-gereçlerde hazýrlýklý olunmalýydý. Materyal anlamýnda ciddi sýkýntýlar vardý. Halkýn görüþü ve onayý alýnmamýþtý. Büyük þaþalarla açýldý, ayný þekilde sessiz
bir biçimde kapatýldý. Açarken de kapatýrken de halka
sorulmadý. Hareket, Kürtler devletten ciddi bir gol yediler. Siyasal prestij kaybýna uðranýldý. En fazla açýk kalan
kurs bir yýl açýk kaldý. Büyük katýlýmlarýn beklenilmesi
yanlýþtý, hayalci idi. Kafalarýnda bir hayal yaratýldý. Ama buna raðmen kurslarýn hepsi kapatýlmamalýydý, bir iki kurs açýk kalmalýydý. Ýstanbul, Diyarbakýr ve Van açýk kalabilirdi.
Dil çalýþmasý uzun erimli bir çalýþmadýr. Birden
yüz binleri kucaklayabileceðini düþünmek yanlýþtý. Ciddi bir yoðunlaþma, emek gerektiriyor. Hiçbir çalýþmadan, hiçbir yatýrýmdan bir senede sonuç alýnmaz. Halkýn
içinde ciddi çalýþma yapýlmalýydý. Yalnýzca dilekçe vermek yetmez, bütün mahalleler eðitim alanlarý olmalýydý,
Para ile anadil öðrenilmez. Eðitimcilerimizi bu kurslarda eðitip mahallere gönderebilirdik. Bütün mahalleler okula çevrilebilirdi. Dilekçelerle sýnýrlý bir durum doðru
deðildi, fiili bir durum yaratýlmalýydý. Nasýl ki Newrozlarýmýzý fiili durum yaratarak kazandýysak dil eðitimi de
böyle saðlanabilirdi. Ayrýca okullar olsa bile biz yine
ayný durumla karþýlaþabilirdik, katýlým az olabilirdi. Bunun global sebebi, “Kürtçe’ye göndereceðime Ýngilizce’ye gönderirim” mantýðýdýr. Ýhtiyaçlar sorunu biraz.
Kurslar þu illerde kurulmuþtu; Kýzýltepe, Urfa, Batman,
Van, Adana, Ýstanbul, Diyarbakýr. Doðu Beyazýt için ise
izin alýnamamýþtý.
Son olarak diyorum ki, Kürt halký bu sorunu kendi
sorunu olarak görmeli, kendisinden baþlayarak kendi
sorumluluðunu fark etmeli. Ne devletten ne de siyasal
hareketten beklemeli bunu. Enstitüde þu anda bir kurs
çalýþmasý yok, bunun hukuku zemini yok. Özel dersler
biçiminde yapabiliyoruz. Eðitim materyallerinin hazýrlanmasý, eðitmenlerin yetiþtirilmesi konusunda üzerimize düþeni yapmaya çalýþýyoruz.
48
Kýþ ‘06
Edebiyat Günleri kapsamýn3.Diyarbakýr
da düzenlenen dil konferansýna Ayýþýðý
Sanat Merkezi olarak katýldýk. Kürt Dili Edebiyatý ve Sanatý üzerine hazýrlayacaðýmýz dosya için bu konferans önemli bir fýrsattý. Kürtçe
bilmiyor olmak büyük bir kayýptý. Toplantýda
Kürtçe bilmeyen tek kiþi sanýrým bendim. Yanýma bana çevirmenlik yapacak bir arkadaþý verdiler.
Konferansta bulunan delegelerle aramýzda hoþ
diyaloglarda olmadý deðil. Bana sürekli takýlýyorlardý, “buradan 4 Kürtçe kelime öðrenmeden ayrýlmayacaksýn”... Beni sýnava çekmekten de geri
durmuyorlardý.
Kýþ ‘06
49
17 Kasým Perþembe günü Baðlar Belediyesi Konferans salonunda dil konferansý divanýn oluþturulmasýyla baþladý. Divan
üyeleri, Suriye Kamýþlý’dan Kürt Dil Bilimcisi Deham Abdul Fettah, Ýstanbul Kürt Enstitüsü’nden Sami Tan ve Kuzey Irak’tan
Prof. Dr. Ýzzettin Mustafa Resûl’den oluþturuldu. Açýlýþ konuþmasýný yapan divan baþkaný Ýzzettin Mustafa Resul “bizi buraya
baðlayan dilin sevgisidir” diye özetlemiþ oldu amaçlarýný.
Konferans delegeleri konuþmalarýný yapmaya baþlamadan önce Diyarbakýr Büyükþehir Belediye Baþkaný Osman
Baydemir söz aldý. “Bu kadar baský ve engellemelere raðmen, dilin yaþýyor olmasý, ne kadar güçlü bir dil olduðunun
göstergesi. Bu da Kürt kadýnlarýmýz ve annelerimiz tarafýndan öðretiliyor. Onlara çok þey borçluyuz. Konferansta amaç üç dört lehçeden birini atmak olmamalýdýr. Ýnsanlararasý iliþkiyi kolaylaþtýrmak için çalýþma yapmak olmalýdýr” diyerek düþüncelerini özetlemiþ oldu.
Ýlk konuþmacý olan Duhok Üniversitesinden Newzat
Osman (Kürt Dili Bölüm Baþkaný), Eruh bölgesindeki Kürt
halkýnýn eðitimiyle ilgili konuþacaðýný söyledi. 95’ten önce Irak’ta Kürtlerin dili yaygýn deðildi, þu anda yüzde yüz düzeye ulaþtý. Okullarda Kürtçe’den baþka Ýngilizce, Arapça
eðitim veriliyor yaþamýn bütün alanlarýnda dil Kürtçeleþti.
Lehçelerin önemi üzerinde durarak, hepsinin konuþulmasý
gerektiðini, hiçbirinin atýlamayacaðýný söyledi. “Arap dili dininde etkisi ile egemen durumdadýr. Çok güçlü bir dil olduðundan Kürtçe üzerinde etkisi çok fazladýr. Farklý lehçelerden ziyade bizim tarafta standart bir dil var. Müfredat
ayný, o nedenle her tarafta ayný dil eðitimi veriliyor. Bütün
lehçelerin bilinmesinden yanayýz. Bir lehçeyi dayatmýyoruz.
Kürt dili anne, lehçeleri onun çocuklarýdýr. Siyasetin rengi
ne olursa olsun, Kürt halký kendi bildiði gibi konuþacaktýr.”
Ýkinci konuþmacý olarak kürsüyü alan Dr. Husên Xaliqî
Kürt Dilinin tarihi üzerinde durdu. “Dünyada üç çeþit dil
vardýr. Kürt Dili bunlardan Hint Avrupa dil grubuna aittir.
Çivi yazýsýyla yazýlmýþ belgeler bulunmaktadýr. Ýlk alfabe 24
harf iken sonradan bu 36 harf oluyor. Arapça diye bir alfabe yoktur, onun adý Aramidir. “Kürt Dilinin standartlaþmasýnýn gerekliliði üzerine duran Xaliqî,” çalýþmalarýn yapýlabilmesi için bir akademinin kurulmasý zorunludur. Kürt kültürünün folklorunun geliþtirilmesi içinde böyle bir akademi
zorunludur. Bütün lehçeleri içiren bir sözlüðün çýkarýlmasý
ve bunlarýn sürekli güncelleþtirilmesi gerekir. Çevirilerin yapýlmasý dile çok þey kazandýracaktýr. Çevirilerin yapýlmasýyla
Kürt Dilinin temelleri atýlmýþ olur. Köy köy kelimeler top-
lanmalý. “Bir haftadýr Amed’deyim, burada dil yok olmak üzere... Özellikle yazý dilindeki standartisazyon üzerine adým
adým çalýþmaya baþlamalýyýz.”
Bu konuþmanýn ardýndan yemek arasý verildi. Herkesin
birbirini anladýðý bir yerde Kürtçe’yi bilmeyen tek kiþi olarak, kendimi orada azýnlýkta hissettim. Konferansa katýlan
tüm dostlar büyük bir kýskançlýkla kendi dillerini konuþuyorlardý. Benimle konuþurken dahi Türkçe konuþmanýn, onlara, o anda, ne kadar zor geldiðini anlamak zor deðildi. Kimileri inatla benim Türkçe sorularýma Kürtçe yanýt veriyorlardý. Elbette anlýyordum onlarý, haklýydýlar da, kendi dilleri
üzerine biraraya gelen topluluðun baþka bir dilde konuþmasý kadar garip bir þey olmazdý. Bu baðlýlýklarý deðil mi zaten
dillerini hala yaþatan. Bu arada beni de sýnava çekiyorlardý.
“Söyle bakalým kaç kelime öðrendin”. Ýlk öðrendiðim kelime Mamoste oldu. Çünkü delegeler davet edilirken sýk sýk
kullanýlýyordu.
Yemek arasý sona erip yeniden salona döndüðümüzde
kürsüyü Duhok Üniversitesinden Dr. Remziya Sabir aldý.
Kürtçe eðitimin bugünkü durumu ve sorunlarý üzerine duran Dr. Remziya Sabir, dil eðitimi ile ilgili örnekler vererek
seslerin nasýl deðiþtiðini anlattý. Süleymaniye Üniversitesinden Dr. Dilþad Ali, kürsüden, Konferansýn önemi üzerine
duran bir konuþma yaptý. Ortak alfabe ve gramer kullanýmýnýn iletiþimdeki önemi üzerinde durdu. Alfabe sorunun,
tartýþýldýðý bir toplantý, bundan yýllar önce yapýlmýþ, bu toplantýya 503 kiþi katýlmýþ. Latin alfabesine geçiþ olursa, ilkokuldan itibaren verilecek eðitimle bu geçiþ saðlanabilir, bunun içinde bir alfabe ve standart bir dil bilgisi için bir akademinin kurulmasýný gerektiðini söyledi. Daha önce yapýlan
dil konferansýnda Latin harflerinin kullanýmý kabul edilmiþ.
Ýlk günün sonunda aldýðým bilgilerin yanýnda ikinci
Kürtçe kelimeyi de öðrenmiþ oldum. Keremke...
2. Gün
Ýkinci gün toplantýlarýna, Ýstanbul Kürt Enstitüsünden
Sami Tan’la baþlandý. Bugünkü þartlarda standart Kürt yazým dilinin imkanlarý var mý, baþlýðý altýnda bir konuþma
yapmanýn zorluðu üzerinde duran Sami Tan, eleþtirilerini
sunarak, “bugün dilin standartlaþmasý üzerine toplantý yapmaktan önce, 70-80 yýlý bulun asimilasyon politikasý bugün
ulaþtýðý boyuta dikkat çekmeliyiz, dedi. Daha önce standartlaþma üzerine çeþitli toplantýlar yapýldýðýný ama somut
50
Kýþ ‘06
“Lehçelerin bir olmasý, ortadan kalkmasý hiçbir yerde
olmamýþtýr. Üç lehçe iki olabilir, kaynaþabilir ama hiçbir zaman ortadan kalkmamýþtýr, kalkmazda... Kürtçe’deki lehçe
farklýlýklarý sanýldýðý kadar fazla deðildir. Almanya’da bu tarz
lehçeler arasý ayrým daha fazladýr. Tarihin akýþýný hiçbir þey
durduramaz. Saddam’ýn baskýsý dahi durduramamýþtýr.
Kürtler Müslüman oldular ama Araplaþmadýlar.”
Uydu kanallarý, radyolar dile hizmet ediyor. Daha önce kaç tane güneyli Behdinana gidip gelebiliyordu. Þimdi
sürekli iletiþim halindeyiz. Kurumlar karar alsa bile kim dinliyor. Süleymaniye’de Kürt Enstitüsü var ama etkili olan siyasi iktidarlar oluyor. Bir zamanlar Sami Abdurrahman bizi
çaðýrdý. Okunacak bir þeyler hazýrlamamýzý istedi. Biz bazý
kelimeleri attýk. Ama ne oldu yine kullanýlýyor. Devlet olursa böyle bir dil oluþur. Farklýlýðýmýzda sandýðýmýz kadar deðildir. Süleymaniye’nin kendisi 200 yýllýk bir þehir. Abdurrahmanpaþa Süleymaniye’yi kurdu, benim þehrim dedi. Neyi deðiþtirebildi. Botan beyide ayný çabaya girdi. Çevreye
dönük dil birliðini hedefledi. Ehmedê Xanî’de bunu söyledi,
ama baþarýlamadý. Dolayýsýyla bizim dil birliðimiz olsun, çalýþalým, ama bir kurumla, kararlarla olacak bir þey deðildir.
Biz neleri yapabileceðimiz üzerinde yoðunlaþalým. Buraya
geldik, farklý lehçeleri konuþuyoruz ama anlaþabiliyoruz.
Saddam herkesin köyünü deðiþtirdi. Gidenler geri döndüklerinde o bölgelerin dillerini taþýdýlar. Saddam bu anlamda
halkýn yakýnlaþmasýna hizmet etti. MED TV’ye gittim. Her
parçadan çalýþan var orada. Herkes ortak çalýþýyor. Güneyliler dese bizim dil esastýr, Kuzeyliler dese bizim dil esastýr.
Olmaz...
“Lorlarýn farklý bir ulus olduðu düþüncesi doðru deðildir. Farsça’da Kürtçe’nin aðýrlýðý çok fazladýr. Onun için
benzerlik olmasý doðaldýr”.
Bugün artýk hepimiz kolaylýkla biz Kürtüz diyebiliyoruz. Baþkalarýnýn bize Arap, Fars demesi bir anlam ifade etmiyor. Bugün bizim için dilden, sanattan söz etsekte hep
siyaset yapýyoruz. Kürtlerden bahsedilemeyen dönemlerden, bugünlere geldi. Kürt davasý büyümüþtür, hepimiz bu
kavgayý verelim. Kürsü kavgasý vermeyelim. Biz eskiden
halk olarak ufak tefek þeylerden birbirimize girerdik. Bugünde kürsü kavgasý var. Bilim ve tarihle ilerlememiz lazým.
Sorun Kürdistan’ýn birliðidir.
Geliþme hep ileriye doðrudur. Kürt dili vardýr. Kürt dil
birliðide vardýr. Bizde olmayan edebi dil birliðidir. Edebi dil
birliði ile ilgili hükümet karar almaz. Hükümette her yere
hakim deðildir.
bir sonuç alýnamadýðýný söyledi. “Kürtçe’de dil birliðini saðlamak o kadar kolay deðildir. Bugünün þartlarýnda ise
mümkün deðildir” diyerek düþüncesini belirtti. “Celadet
Bedirhan’da yayýnladýðý dergilerde Sorani kullanmýþ olsa da,
aðýrlýklý Kurmançî kullanmýþtýr Bizim sorunumuz dilin standartlaþmasýndan çok lehçeler arasý anlaþma olmalýdýr. Görüþ ve önerilerine; lehçeler arasý birlik olmasý gereken, güneyin kuzeyi desteklemesi, alfabe birliði hedeflenmelidir,
lehçeler arasý birlik saðlanarak birbirine yaklaþtýrýlmalý. Parçalarýn lehçeleri arasý ortak kurumlar yapýlmalý, eserler dört
parçaya yayýlmalýdýr. Þeklinde sundu.
“59’larda dil konferansý yapýlmýþ, alýnan kararlar çok
bilimsel deðildi. Abdurrahman Kasimov, Dr. Ýsmet Þerif
yazdý. Lehçelerin birliði ve dilin standartlaþmasý siyasi iradeden geçer. Dil nasýl standartlaþýr bu konuya girmedim. Diðer arkadaþlar bu konuya fazlasýyla deðindi. Birbirimizi daha iyi anlamanýn yolunu saðlamalýyýz. Lehçelerin birbirine
yakýnlaþmasýný hedeflemeliyiz. O güne kadar da, Kürtlerin
dillerini korumalarý gerekir. Bu ülkede dil büyük tehlike altýnda. Dilin standartlaþmasýnýn mümkün olacaðýný düþünmüyorum.”
Divan baþkaný Ýzzettin Mýstefa Resul konuþma için
kürsüdeki yerini aldý. “Daha öncede burada seminer vermiþtim. Daha çok edebi yazým dil birliði üzerine yoðunlaþýyorum. Kürtçe’nin farklý þekilde söylenmesi, onun farklý olarak algýlanmasýný getiriyor. Bu normaldir. Dil çalýþmalarýnýn
iki ayaðý var, biri teorik, diðeri pratiktir. Ýrani diller Kars
Kürtlerinden, mollalardan kaçarak Rusya’ya giden Bakayev
(Beko) Moskova’da Kürtçe üzerine bir kitap yazdý. Sovyet
Kürtleri üzerine çalýþma yaptý. Bir yýl üniversitede okuyup
bu konuda iddialý þeyler söylemek doðru deðildir. Türk araþtýrmacýlar gibi ‘dilin düzenlenmesini ben yaptým’ durumuna düþeriz. Dilin geliþmesi tarihsel süreçle olur, kararla
olmaz. Ebedi dil birliði saðlamayý hedeflemeliyiz. Dil birliðini saðlayan devlettir. Bunda da baþarý ancak bu þekilde kazanýlabilir. Ne zaman Diyarbakýr baþkent olursa dil üzerinde etkisi olur. Kuran gibi örnekler dilin yayýlmasýnda belirleyici deðildir, önemli olan devlettir. Dini lider halife ayný zamanda devletin baþýdýr. Burada olan hepimizin Kürt olmasý,
hepimizin topraðý bir, önemli olan budur. Dilimizin farklý
olmasýnýn ne önemi vardýr. Kürt Dilinin bir devleti yok ama
bir ulus. Saddam Hüseyin bunu çok iyi görmüþtü. Süleymaniye’yi yedi yolla çevirdi. Ramadide evler yapýldý. Kürtleri
kendi topraklarýndan koparmak için.
Kýþ ‘06
51
“Aydýnlarýn rolü ne olacak? Aydýnlar proje hazýrlarlar,
bir alt yapý oluþtururlar. Biz bunu yapabiliriz. Ben eskiden
Süleymaniye’de ki dil standart olsun diyordum. Ama tarih
beni doðrulamadý. Dilin kararlarla standartlaþtýrýlmasý mümkün deðildir.”
Verimli geçen soru cevap bölümünün ardýndan kürsüyü Behdinan bölgesinden konferansa katýlan Dr. Fadil Emer
aldý, Behdinan bölgesi Kürt yazým dili üzerinde durdu.
“Behdinan bölgesinde edebiyat, klasik, modern ve dini edebiyat olarak üçe ayrýlýyor. Dini edebiyatta Yezidi ve Müslüman edebiyatýn etkisi vardýr”. Klasik ve dini edebiyattan
örnekler konuþmasýný renklendirdi. “Yezidi edebiyatýnda
bahsedilen topluluklar þimdi yaþamýyor. Çoðu dini içerikli
ve klasik Kürtçe’yle yazýlmýþtýr. Duhok 1968’e kadar Mýsýr’a baðlý idi. 1969’da Yazarlar Birliði kuruldu. 75 yenilgisinden sonra 90’lara kadar bir þey yapýlamýyor. Kürtçe bu
tarihten itibaren resmi eðitim dilidir. 12 yýl eðitim Kürtçe olarak veriliyor. Ondan sonra da Arapça, Ýngilizce, Kürtçe olarak seçilebiliyor.
“Dicle’den Zagros’a, Hesil’den Musul’a olan bölge
Behdinan bölgesidir.”
Lehçe ile ilgili örnekler veren Dr. Fadil, yöresel aðýz
farklýlýklarý üzerine durdu. “Behdinan lehçesi cinslik ayrýmýnýn en belirgin olduðu lehçedir. Behdinan lehçesinin Kurmancîyle ilgisi yok diyenler yanýlýyorlar. Çok önceden Latin
alfabesine geçebilirdik.
Ev sahibi kuzeyden konferansa katýlan þair Adar Jiyan,
tartýþýlan konunun yirmi dakikaya sýðmayacak kadar uzun
olduðunu ama bu süre içinde anlatmaya çalýþacaðýný belirterek konuþmasýna baþladý. “Türkçe’nin Kürtçe üzerine etkisi büyük olmuþtur. II. Mahmut döneminde çok büyük
baský uygulandý ve günümüze kadar kendini hissettirmeye
devam ediyor. Cumhuriyet dönemine kadar Kürt ve Kürdistan dilden düþmezken, cumhuriyetten sonra onlar sadece
yasaklanmakla kalmamýþ, dilini kullananlara çok þiddetli baský uygulanmýþtýr. Cumhuriyetin 61. Yýllýna kadar çok büyük
bir sessizlik var. Çok partili sisteme geçtikten sonra zayýfta
olsa yer yer sesler duyulmaya baþlýyor. 60-70’lere kadar
yarýsý Türkçe’de olsa, zayýfta olsa çýkan kitaplar var. 12 Eylül’den sonra cezaevlerinde Kürtçe çok konuþuluyor. Dýþarýda da ayný durum söz konusu. 80’lerle birlikte özgürlük
hareketinin getirdiði bir çaba var. O mücadeleler sayesinde
biz buradayýz. Hiçbir dönemde de Kürtçe, Farsça, Arapça’nýn, Türkçe’nin etkisi olmadýðýndan bahsedemeyiz. Çün-
kü Kürtler hiçbir zaman özgür olamadýlar. Arapça dili dinin
dili olduðu için etkileri de oldukça fazladýr. Bundan dolayý
din adamlarý Arap dilini ne kadar güçlü kullanýrsa o oranda
etkili olabiliyorlardý. Ayný durum Kürt aydýnlarýnýn Türk dilini kullanma nedenleri için de geçerlidir. Halen günümüzde
Kürt kadýnlarý kendilerini Türklere benzetmeye çalýþmýþlar,
Türk dilini ne kadar iyi kullanýrlarsa, o kadar baþarýlý olduklarýný düþünmüþlerdir. Bütün Kürt kurumlarýnda kendini
Türk kurumlarýna benzetme belirgindir. Birey Türkçe’yi ne
kadar iyi biliyorsa kendini o kadar iyi bir aydýn olarak görüyor. Bu benim deðil bütün bilim adamlarýnýn görüþüdür,
kendinden, dilinden, kültüründen uzak olan birisi, baþka
hiçbir dile kültüre kendini yakýn hissedemez. Burada oturan
bütün aydýnlarýnýn isteði burada konuþulanlarýn hayata geçirilmesi. Bu güney için olmayabilir ama kuzeyde bu sorun
vardýr.
“Bir süre Türkçe söz Kürtçe’den alýnmasýna raðmen,
bu kelimelerin Farsça’dan, Arapça’dan alýndýðýný söylüyorlar. Türkçe’ye geçen kelimeler için, Kürtçe’den alýnmýþ demeye aðýzlarý varmýyor. Bizim de Türkçe’nin etkisinde kaldýðýmýz doðru. Standartlaþmayý saðlamak süreç iþi. Yýllarý alacaktýr. Dil bilimcilik adýna dille oynarsak, bir halký bir ulusu öldürmüþ oluruz. Dile sahip çýkmak çoðunlukla kuzey
tarafý dil bilimcileri dilin geliþimi için uðraþmalý, çalýþmalý.
Bu konuda devletten bir beklentimiz olmamalý, bir ödev gibi görev belirlemeliyiz.”
Son olarak kürsüye çýkan Doç. Dr. Mamosta Qedri,
“MÖ. 1000 yýllarýnda Fenikelilerin alfabeyi kullanmalarýndan bu yana ne gibi geliþmeler oldu onun üzerinde duracaðým” diye sözlerine baþladý. “Ýlk Medlerin kullandýðý alfabe
62 harften ibarettir. Onlar aldýklarýnda 36 harf artýrmýþlardýr. En eski buluntular çivi yazýlarýyla yazýlmýþ belge Londra
müzesindedir, Endülüs sultanýnýn talimatý üzerine araþtýrma
yapan bir bilim adamý bir alfabe buluyor ve bunu Kürtler
dýþýnda kimse kullanmýyor. 37 harfli bir alfabedir. Ondan
sonra Pehlevi alfabesi kullanýlmýþtýr. Dilin standartlaþtýrýlmasýnda medreselerin çok önemi var. Bir sözlük hazýrlanýlacak
olursa dini kelimelerden çok fazla yararlanýlabilir.”
Konferans sonuç bildirgesi hazýrlamak üzere daðýldý.
Birgün sonra açýklanan sevinç bildirgesiyle Dil Konferansý
kapanýþýný yaptý.
52
Kýþ ‘06
KÜRT DÝLÝNDE STANDARTLAÞMA
KONFERANSI SONUÇ BÝLDÝRGESÝ
3.Diyarbakýr Edebiyat Günleri kapsamýnda, Türkiye, Irak, Ýran,Suriye ve Avrupa’dan 54 delege ile bir çok sivil toplum kuruluþlarýndan misafirlerin katýlýmýyla Kürt
Dilinde Standartlaþma Konferansý gerçekleþtirildi. Diyarbakýr Kürt Dil Enstitüsü’nün katkýlarýyla Diyarbakýr Büyükþehir
Belediyesi tarafýndan 17-18 Kasým 2005
tarihinde düzenlenen konferans sonucunda delegasyon aþaðýdaki sonuç bildirgesini yayýnladý.
1- Konferans katýlýmcýlarý, standart bir dilin ö-
nemine vurgu yaptý. Ancak standartlaþmanýn sadece
konferans kararlarýyla gerçekleþtirilemeyeceðini, bunun için iletiþim kanallarýnýn açýk tutulmasýna ihtiyaç
duyulduðu ifade edildi. Delegasyon ayný zamanda
Kürtçe’nin lehçe ve þivelerinin varlýklarýnýn korunmasý
ve yakýnlaþmasýný önemle vurguladý.
2- Konferansa katýlan dilbilimciler, ayný amaçla
daha kapsamlý bir konferansýn Irak Kürdistan Bölgesi
Hükümeti’nin yardýmýyla Erbil’de gerçekleþtirilmesi
çaðrýsýnda bulundu.
3- Delegasyon Türkiye, Suriye,Ýran ve Avrupa’da yaþayan Kürtlerden, yaþamýn her alanýnda
Kürtçe’yi kullanmalarýný istedi.
4- Türkiye, Ýran ve Suriye hükümetlerinden,
Kürtçe’nin ayný zamanda Türkiye’de Türkçe, Ýran’da
Farsça ve Suriye’de ise Arapça ile birlikte öðretilmesini talep etti.
Kýþ ‘06
5- Türkiye, Ýran, Suriye ve Kürtlerin yaþadýðý
diðer ülkelerdeki üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatý
bölümlerinin açýlmasýnýn önemine deðinildi.
6- Kürtçe’nin standartlaþmasý için Irak’taki
Kürt üniversitelerinin zaman içinde Latin alfabesine
geçmeleri önerildi.
7- Kürt dilinde eðitim yapýlan bütün kurumlarda Kürtçe’nin standartlaþmasý için adým adým Latin
harflerine geçilmesi önemle vurgulandý.
8- Bilimsel çalýþma yapacak bir dil kurumunun
açýlmasý için gerekli çalýþmalarýn yapýlmasýnýn önemine vurgu yapýldý.
9- tüm konferans katýlýmcýlarý Türkiye, Suriye
ve Ýran’da Kürtler üzerindeki asimilasyon ve oto-asimilasyonun tehlikeli bir boyuta vardýðýný belirtti. Bunun karþýsýnda tüm Kürt kurumlarýnýn öncülüðünde
kültürel bir hareketin baþlatýlmasýnýn önemine iþaret
edildi. Katýlýmcýlar her Kürt bireyinin birer ýsrarlý bir
dil savunucusu olmasý gerektiðini ifade etti.
Konferans delegasyonu adýna
Ýzedin Mustafa Resul
Deham Abdulfettah
Sami Tan
Reþîd kirmanc
19.11.2005/ DÝYARBAKIR
53
Þiir
Cemre CAN
Babam Ahmet þofördü. Ertesi gün yola gideceði için hazýrlýk yapýyordu. Bende ona yardým ediyordum.
“Silah sesleri duyunca dýþarý çýktým. Polisin biri yavrumun kafasýný yere doðru eðmiþ ateþ ediyordu.”
Ne olduðunu bile anlayamadým… Topraðý görebildim sadece… Babama bakmak istedim… Bakamadým…
Kan kokuyordu her yer… Ona demek isterdim ki: “baba üzülme sakýn!.. Bak, acýmýyor hiç!
1.
2..
3…
4….
5…..
6……
7…….
8……..
9………
10……….
11………..
12…………
13………….
bir
iki
üç
dört
beþ
altý
yedi
sekiz
dokuz
on
onbir
oniki
onüç
Baba, acýmýyor hiç bak!
Bakýn… Kurþun tarlasý bedenime bakýn… Bu memleketin kanunu böyleymiþ… Büyüklerden dinlerdim… Öldürülebilirsin… Çok normal… Tek bir kurþunlada deðil hani… 13 el ateþ edebilirler bedenine…
Belki de daha ilk elde ölmüþtüm… Hatýrlamýyorum…
Þimdi sizlere uzak görünen bu kent yurdumdur benim… Mardin’in Kýzýltepe ilçesindenim…
Diyarbakýr
Büyükþehir
Belediyesi’nin uður
Kaymaz için yaptýrdýðý anýta soruþturma açýldý
54
Kýþ ‘06
Kürt þairi Þêrko Bêkes
röportaj
Ýlk gözümü dünyaya açtýðýmda, kulaklarýma babamýn okuduðu Kürt marþlarý yankýlanýyordu. Babam iyi bir þairdi. Babamýn okuduðu Kürt marþlarý üzerimde büyük bir etki býraktý. Fakat babam çok yaþamadý. Daha
sonra annem bizlere bakmaya baþladý. Annemin çok güzel ve büyüleyici bir sesi vardý.
Bana hep masal ve destan anlatýrdý. Bunun
yanýsýra o dönem itibari ile çaðdaþ þiir yazan
Abdullah Goran beni çok etkiledi. Ýlk þiirimi
17 yaþýmda yazdým. Þiirimi elime alýr almaz
Abdullah Goran’a koþtum. Kendisi o dönem
memurluk yapýyordu. Þiirimi deðerlendirmesini istedim. Kalemini cebinden çýkararak,
yazdýðým þiirin tüm ayrýntýlarýný, detaylarýný
ve nasýl yapmam gerektiðini çizerek bana
verdi. Goran’ýn ilk þiir hocam olduðunu söyleyebilirim. Kürt destanlarý, doða ve Kürdistan daðlarýnýn üzerimde büyük bir etkisi oldu.
Bu saydýklarým bana güç, heyecan ve güven
vererek, ufkumu açýyordu. Ýlk baþlarda klasik
Kürt þiirleri beni hiç etkilemiyordu. O dönemler hiç klasik (divan) þiirler okumadým.
Modern þiirler okuyup yazdýktan sonra, divan
türü þiirler okumaya baþladým. Abdullah Goran’ýn þiirleri, kurduðu cümleler, sözcükler
bana daha güzel geliyordu. Kendimi o tarza
yakýn görüyordum. Goran’ýn dili çok sade idi. Halk dilini kullanýyordu ve þiirlerini anlaþýlýr bir dilde yazýyordu. Fakat divan þiirlerini
yazan Melayê Cizîrî, Mehwî ve Nalîn gibi
ünlü þairler, üst tabaka dili kullanýyordu. Yani onlarý anlamak için Arapça, Farsça ve
Türkçe de bilmeniz gerekiyordu.
Kýþ ‘06
GÜNBATIMI (avahiya reje)
Akþamým ben
Damla damla düþerim
Yabancýlýðýmýn gün batýmýna
Ey günbatýmý
Gitme ne olur
Yarýn akþama kadar döndüðünde
Ardýndan
Birer birer sözlerim aðlayacak
Ey gün batýmý
EÐER
Eðer þiirlerimin içinden gülü çýkarýrlarsa
Dört imgemden bir ölür
Eðer yari atarlarsa içinden
Ýkincisi ölür
Eðer ekmeði çýkarýrlarsa
Üçüncüsü de gider
Eðer özgürlüðü çýkarýrlarsa
Yýllarým ölür ve kendimde ölürüm.
Çeviri: Edip Polat
55
O dönemler Süleymaniye de sadece ‘Jîn’ adlý bir dergi çýkýyordu. Bu aylýk edebiyat dergisi þiir dünyam için
bir pencere oldu. Gelawêj gibi bir kaç tane dergi daha
vardý. Ama onlar bize hiç ulaþmýyordu. Ýlk þiirimi ‘Jîn’
adlý dergide yazdým. Daha sonra Süleymaniye’den Baðdat’a geçtim. Baðdat yaþamý, beni çok etkiledi. Çünkü
Baðdat o dönem Süleymaniye ile kýyaslanamayacak kadar büyüktü. Süleymaniye’de binalar çok azdý. Þehre
benzemiyordu. Dar bir çevrem vardý. Fakat Baðdat büyük bir þehirdi. Orada bir sürü iliþki geliþtirdim ve Arapça’yý öðrendim. Bu durum þiir yaþamýmda büyük deðiþiklikler yarattý. Ýlk divanýmý 28 yaþýmda çýkardým. Yani
1968 yýlýnda yayýnladým. Bu divanýmý ismi Ronahiya
Heyvê (Ay Iþýðý) idi. Bu kitap þiir yaþamýmda atýlan ilk
adýmdý. Çok iyi de deðildi kötü de deðildi. Bu kitap ve
Baðdat yaþamý bende büyük deðiþiklikler yarattý.
Kürt þiirini diðer þairlerin þiir dünyasý ile tanýþtýrmak
amacýyla, 1970 yýlýlýnda Baðdat’ta bir kaç arkadaþýmla
bir dergi çýkardýk. Bu dergimizin ismi Rowenga idi. Bu
dergi ile Kürt þiirini geliþtirmek istiyorduk. 1968 yýllarýnda Avrupa’da geliþen gençlik hareketleri, bize de yansýyordu. Bizi çok etkiliyordu. Avrupa’da yaþanan bu hareketlilik, bizde de sol fikir ve görüþlerin geliþmesine neden
oldu. Bu bakýþ açýsý ve solculuk þiirimize daha da büyük
bir renk katýyordu. Bizi her yönüyle geliþtiriyordu. O dönemler Kürt þiiri kýpýrtýsýz bir göle benziyordu. Çýkardýðýmýz dergi, o göle atýlan bir taþ gibi Kürt þiir dünyasýnda
hareketlilik yarattý ve þiir dünyasýný sarstý. Bu derginin
Kürt þiir dünyasý için bir teori olmasýný istedik. Dergimiz
þiir dünyasý için ayný zamanda bir eleþtiri oku idi. Dergimiz bizi benimseyen ya da benimsemeyen herkeste bir
hareketlilik yarattý. Bu dergiyi daha sonra Süleymaniye’de yayýnladýk. Ýnsanlar çok statükocu ve dogma olmalarýna raðmen, bu dergi yeni fikirler ve görüþleri ortaya
çýkardý. Özellikle kadýn haklarý konusunda büyük geliþmelerin yaþanmasýný beraberinde getirdi.
O dönem bir çok insan bizimle çatýþtý. Benim ve arkadaþlarýmýn isim listeleri tüm cami duvarlarýna asýlýyordu. Asýlan listelerde ‘Bu insanlar kafir olmuþ, Müslümanlýk elden gidiyor, bunlar dinsiz’ deniliyordu.
Bu durum bizi çok korkuttu. Yaþamýmýz tehlikedeydi.
Her an öldürülebilirdik. Bu durumdan dolayý Baðdat’a
kaçmak zorunda kaldým. Bu dergi sadece Kürt toplumunda deðil, Baðdat’ta da rolünü oynadý. Çünkü Necef
Þiilere ait bir kentti. Namýmýz o kente kadar gitmiþti.
Herkes aleyhimize konuþuyordu. Cuma günleri namazda,
ölüm hutbelerimiz okunuyordu. Her hutbede ismimiz geçiyordu. Bizi kötülüyorlardý. Bu dergi o toplumda patlayan bir bomba gibiydi.
Ben ilk gözlerimi dünyaya açtýðýmda, kendimi ulusal duygularý yüksek bir ailede gördüm. Babam
1930’larda geliþen serhýldan hareketleri liderlerinden biriydi. Bu durum bende vatan sevgisi, toprak sevgisini geliþtirdi. Toprak ve vatan benim yaþam sembolüm haline
geldi. Kürdistan’ýn tüm dað, bayýr, çayýr ve doðasý beni
büyülüyordu. Bana çok büyük bir nefes aldýrýyordu. Fantezilerimi ve yaþam ufkumu geliþtiriyordu. Bu temayý þiirlerimden çýkarýrsanýz, þiirim þiir olmaktan çýkar. Kadýn
temasý ise annem ile baþladý. Annem çok akýllý ve atik bir
kadýndý. Mütevazý idi. Sesi çok güzeldi. Bana goraniler
söylüyordu. Hayatýmdaki ilk kadýn annem idi. Fakat bir
dönem sonra kadýn sorunu artýk annemi aþarak yaþam,
paylaþým ve aþk sorununa dönüþtü. Sevgi oldu ve aþka
dönüþtü. Bu temayý da þiirimden çýkarýrsanýz, þiirim yine
þiir olmaktan çýkar.
BÝR FISILTI
Akþamdý
Boyacý küçük hemo
Büyük meydanýn köþesinde
Þamin yüreðinde
Yorgun boynunu bükmüþtü
Elindeki fýrça gibi
Zayýf bedenini bir o yana bir bu yana
sallýyordu
O avare küçük Hemo
Fýsýltýyla kendi kendine söyleniyordu;
Hey öðretmen
Ayaðýný koy
Hey iþveren
Sýra sende
Zabýta, ajan, asker, cellat..
Ýyi, kötüler, hepiniz
Sýrayla getirin ayakkabýlarýnýzý
Kimse kalmadý
Sadece Allah hariç
Ýnanýyorum ki
Öbür dünyada da
Allah ayakkabýsýný boyatmak için
Bir Kürdü çaðýracaktýr
Ne malum o Kürt ben deðilim
Ana sence allahýn ayakkabýsý ne kadar
büyük
Sence Allahýn ayaklarý kaç numaradýr
Paraya gelince
Sence anne
Allah ne kadar para verir.
Çeviri: Edip Polat
61’de Eylül Devrimi baþladý. O dönem ben 21 yaþýndaydým. Arap askerlerinin ülkemi, topraðýmý ve kentimi
nasýl iþgal ettiðini gözlerim ile gördüm. Ýnsanlarýmýn nasýl öldürüldüðüne þahit oldum. Bu durum sadece þiir ve
56
Kýþ ‘06
duygu dünyama deðil, benliðimde ciddi bir etki yarattý. Pratiðim üzerine de etkili oldu. 3 defa peþmerge saflarýna katýldým. Ben peþmergelerin dünyasýna girmek istiyordum ve yaþamý onlarla paylaþmak istiyordum. Bu benim için bir
görev idi. Peþmerge saflarýnda, yine kendi iþimi yaptým. Peþmergenin Sesi Radyosu’nda çalýþtým. Radyoda peþmergelere þiirlerimi okuyordum. Elimden gelen oydu ve onu da yerine getiriyordum. Peþmergelerin omuzlarýnda kaleþnikoflarý, bohçalarýnda ise kuru ekmekleri vardý. Ama bir çok peþmerge, kuru ekmeklerinin yanýnda bir de þiir kitabýmý
taþýrdý. Bu durum da beni çok etkiledi. Þiirlerimde peþmergelerin dünyasýna giriyordum. Ama þiirlerim sloganik deðildi. O dönemde þiir gibi þiir yazýyordum. Sadece oradaki Kürtler için deðil, buradaki Kürtler için de bir çok þiir yazdým. Bir çok þiirimde Amed ve Dêrsimi iþledim.
Hiçbir güç dünyada bir dili yok etmeye gücü yetmez. Bir dili darlaþtýrabilirler ama hiçbir zaman öldüremezler. Dil
için sadece radyo televizyon deðildir, bir de ev içinde kullanýlandýr. Dil bir kuþ gibidir onun kanatlarýný kesersin, ama
uçmasýný engelleyemezsin. O kanatlar yeniden uzar. Biz Kürtlerin dili de birer çiçek gibidir. Eðer otlar olmazsa yaþam olmuyorsa, bizim dilimiz olmazsa bizde yaþayamayýz. Bir ot nasýl bütünüyle kurutulamayacaðý gibi, Kürt halkýnýn dili yeþermeye devam etmektedir. Madem ki Kürtler dünyada yaþýyorlarsa, onlarýn dilleri de olacaktýr. Benim de
halkýmýzýn da bir isteðidir, dilimizin yeniden kanatlanýp uçmasýný istemektir. Baský altýnda olan bir dil ayný zindanda
olan bir kiþi gibidir. Bizimde istediðimiz o zindandan çýkmaktýr. Dilin iki yönü vardýr. Sözlü ve yazýlý. Kürtler genellikle sözlü olarak kullanmýþtýr. Yazýlý hale geldiðinde daha çok geliþecektir. Bugün teknolojideki geliþmeler eskisi gibi
Kürt diline katkýlar sunmaktadýr.
ÝSMAÝL BEÞÝKÇÝ ÝÇÝN
Bir aðaç dedi ki
Þu anda Diyarbakýr’daki bir caddeye
Adýný veremeyiz
Bir çiçek dedi ki,
Þu anda Kamýþlý’daki bir bahçeye
Adýný veremeyiz.
Bir taþ dedi ki,
Þimdi Babagurgur’un sinesinde
Heykelini dikemeyiz
Bir þiir dedi ki,
Sablap’daki bir kütüphaneye
Ýsmini veremeyiz þu an
En son kürdistan dedi ki
Þimdi yapabileceðimiz þey
Sadece þu ki,
Gül, þiir ve özgürlük gibi
Seni bedenimde taþýyabilirim.
Kýþ ‘06
57
Feqiyê Teyran
Feqiyê Teyran, 1590’da Hakkari’nin Bahçesaray ilçesinin Verezus köyünde doðdu. Cizre Medresesi, Finike, Hizan medresesinde eðitim gördü.
Tarih, sanat, felsefe alanýnda eðitim aldý. 1621’de
Meleye Ciziri ile tanýþýyor. Esas adý Muhammeddir. Muhammed Feqiyê Teyran.... M.H. þeklinde
kendini tanýtýrdý. Muhammed Hakkari anlamýna
geliyor. Kürt edebiyat tarihinde onun gibi adýný kýsaltana rastlanmamýþtýr. Bu isimle kendi çaðdaþlarý
arasýnda ve halk içinde tanýnmýþtýr. Meleye Ciziri’nin þiirlerinde bu þekilde geçiyor.
Yunus Emre’yle karþýlaþtýrdýðýmýzda, benzer
ve benzemeyen yönleri olduðunu görüyoruz. Her ikisinde de aþk ibadet þeklinde kullanýlmýþtýr. Bu
aþk dine baðlý ama bu aþkýn hangi dine baðlý olduðu belli deðildir. Feqiyê Teyran demiþ ki, “Ben ne
camiye giderim, ne kiliseye aþk ortaya çýkmadýðý
sürece hiçbir anlamý yoktur. Aþksýz ibadet olmaz”
Her ikiside mezhep, din kabul etmeyen bir aþký savunur. Aþk onun için bir mezheptir, dindir. Yunus
Emre gerçek ilahi aþka ulaþmak için yazar, Feqiyê
Teyran ise mecazi aþka ulaþmak için yazar. Aralarýndaki belirgin fark budur. “Þu an ben mecazi bir
aþk içindeyim, umuyorum ki ben gerçek aþka ulaþabilirim.”
Yunus Emre, beylerin paþalarýn katliamcýlýðý
üzerine yazmýþtýr. Feqiyê baktýðýmýz zaman, hem
onlarýn zulmüne dikkat çekmiþ, hem de bu zulmün
nasýl aþýlacaðýnýn yolunu söylemiþtir. Onlarýn tahtýnýn devrilmesi gerektiðini, yýkýlmasý gerektiðini
söylemiþtir. Bazý þairler vardýr mirlere, beylere
söylemiþlerdir. Bunlar önemli eserler verememiþlerdir. Bunlarý eleþtirmiþ “Sen ne yaðmursun, ne
rüzgarsýn, sen ezilenlerin ozanýsýn, dengbejisin”
Gülbahar dergisinde Prof. Ýzzettin Mýstefa Resul, ondan bahsetmiþ, “Benim halkýn yanýnda yer
almam lazým, mirlerin ve beylerin yanýndadeðil”.
Kalemini kaðýdýný alýp zindana atmýþlar, iþkence etmiþler, kalbini kýrmýþlar. Bu kadar zulme raðmen,
demiþ ki, “ben piþmaným demeyeceðim. Ben gideceðim Kürt halkýna anlatacaðým kahramanlýðý, yiðitliði, onlara yol göstereceðim” demiþ. Ümidini
hiç kaybetmiyor. Bir gün gelecek, aþk öne geçecek,
halk uyanacak,
kendine gelecek,
bu zalim mirlerin
tahtýný ortadan kaldýracak. Bu söylediklerim halkýmýn
elinden düþmeyecek, onlarýn elinde
altýna dönecek ve
her zaman orada ayný deðerde kalacak.
Mirlerin, devletlerin, egemenlerin himayesinde
olan þairler hiçbir zaman onlarýn iktidarlarýnýn aþýlmasýna dair hiçbir þey söylememiþler, onlarýn aþýlacaðýný söylememiþler. Ancak söz etmiþlerdir. Fepiye Teyran’dan þu beklenilemezdi, zulmün olduðu
yerde buna iþaret etmemesi...
Fepiye Teyran’da Felsefe
Klasik Kürt þairlerinin en önemlilerindendir.
Edebiyat ve felsefenin dýþýnda, çok açýk, net bir duruþ sergilemiþtir. Felsefe her þeyden önce olgunlaþmadýr. Felsefenin sayesinde halktan tutun, evrenin
en ötesine kadar sorgulama yeteneðine ulaþabilir ve
bununla da hareket edilebilir, bir çýkýþ yakalanabilir.
Feqiyê Teyran’da bu felsefeye göre fikirler
yazmýþ. Onun felsefesini tanýmamýz lazým, o yalnýzca Kürtlerin arasýnda deðil tüm çevrede çok önemlidir. Dünyanýn oluþumu üzerine kafa yormuþtur. “Ey su” þiirinde ateþ, su, toprak, rüzgarýn doðanýn oluþumundaki önemi üzerinde durmuþtur. Bu
dört temelle dünyanýn oluþtuðuna inanýyor. Din kitaplarýnda da bu dört unsur vardýr. Feqiyê Teyran
bir okur ve alimdir.Eserlerinde Sokrat ve Platon gibi birçok filozofun adý geçer. “Temiz bir ruh ancak
olgunlaþmýþ bir beyinle olur”.
Ahlak
Bir toplumun toplum olabilmesi için nelere gerek vardýr. Ahlak, olgunlaþmýþ bir beyin, temiz bir
ruh... Eðer bunlar olursa saðlýklý, temiz, barýþ içinde bir toplum olur. Ýlk defa Feqiyê Teyran’ýn þiirlerinde karþýtlar çeliþkisine rastlýyoruz. Dünyadaki
her þey zýtlar üzerine kurulmuþ, kainatýn kendiside.
Kainatta var olan her þey zýtlýklarladýr. Bunu Fe-
58
Kýþ ‘06
qiyê Teyran þiirinde yazýyor. Bugünde felsefenin
temel ilkelerinden birisidir.
Bugün baktýðýmýz zaman Feqiyê Teyranýn felsefesi gibi toplumsal iliþkilerin aþýlmasýnda kullanacaðýmýz bir felsefe var mý acaba? O bunlardan
bahsettiði zaman Kant Hegel vb. felsefeciler dünyada yoktular. Feqiyê Teyran’ýn yaþadýðý koþullarda Avrupa’da yaþam nasýldý? Ortaçað koþullarýdýr,
çok kötüdür. Din iliþkisi egemendir. Engizisyonu
aklýmýza getirsek ne kadar olumsuz koþullar olduðunu anlayabiliriz. Bir papazýn kararý ile insanýn
kafasý kesiliyordu. Bu karanlýk dönemde Feqiyê
Teyran gibi bir adam ortaya çýkmýþtýr. Bu coðrafyada ne kadar ileri bir adamýn ortaya çýktýðýný görüyoruz. Acaba o zaman gerici miydi? Hayýr deðildi.
Feqiyê akla çok önem veriyordu. Ancak akýlla
problemlerin çözülebileceðini söylüyor. Bir nasihatýnda, toplumun geliþmesi, kendi nefsi için þöyle
diyor: “Büyük su ses çýkarma zýkir yap ama gürültü yapma”
Edebiyatýn bütün eleþtirmenleri, bir eserin sadece edebi olmasý yetmez, ayný zamanda toplumsal
iliþkilerle baðlantýlý olmalýdýr. Gerçekçi olmalýdýr.
Böyle bir esere bakýldýðýndý, sadece edebi eser olmadýðýný, toplumun kendisini yansýttýðýný görüyoruz. Tüm toplumu eserinde bulabiliyoruz. Kadýn,
erkek, yönetici... C. Süreyya “þiir tüm anayasalara
karþýdýr, tüm iktidarlara karþýdýr” þair sadece kendi
döneminin tanýðý deðil, ayný zamanda sorumlusudur. Eðer sessiz kalýnýrsa, yapýlan zulmün ortaðýdýr,
sorumlusudur. Ama o mir çocuðu olmasýna raðmen
mirlikten vazgeçiyor, sýradan bir adam haline geliyor, þehir þehir dolaþýyor, halkýnýn sorunlarýný anlatýyor, iþkence görüyor, zindana atýlýyor, bedel ödüyor. “Beyler ve mirlerin adý olduðu sürece þiirler
yazmaya devam edeceðim, kaðýtlara dökeceðim, ne
camiye, ne kiliseye gideceðim.” Sadece aydýn entelektüel deðil, ayný zamanda bir devrimci ve bir
kahramandýr.
Kendi þiir yazým tarzýnda birçok þiiri serbest
vezinle yazmýþtýr. Avrupa’dan önce ilk defa yeni,
modern þiiri yazmýþtýr. Hem de çok güçlü tarzda
yazmýþtýr. Geleceði görür gibi yazmýþtýr. Dörtlük,
kasideler yazmýþ ama en çok serbest vezinle yazmýþtýr. Aruz yoktu, hece yoktu. Çok anlaþýlýr bir dil
kullanmýþtýr. Onun döneminde daha çok aruzla yazýlmýþtýr. Ona göre, yazdýðý þiir, yeni dönem, yeni
sistem oluþturacak olan, halkýn anlayabileceði dili
seçmiþtir. Halkýn ortak dilini kullanmýþtýr. Ýnsan onun þiirini okuduðunda çok karýþýktýr. Ýnsan dünye-
Kýþ ‘06
vi mi olduðunu anlamaya çalýþýr. Dünyevi bir aþk
olduðunu görür. Avcýlýk, serap, meyhane, sarhoþlukla ilgili þiirleri yoktur. Doða, ahlak, felsefe, tarih esas konularýdýr.
Bir yazarý, bir þairi anlayabilmek için eserlerine bakmak yeterlidir. Onlarý tanýdýktan sonra, onlarýn þiirlerini tartýþmaya gerek kalmaz. O yalnýzca
þair, yazar, felsefeci deðil kendi koþullarýnda çok
mütevazi bir entellektüeldir. Mirlerin halkýn üzerine yaptýðý saldýrýya karþý çýkmýþtýr. Kürtler üzerinde
mirlerin baskýsý vardýr. O da bu þiddete baþkaldýrmýþtýr. Bu dönemin þairleri için çok önemlidir.
Derler ki,
Feqiyê Teyran, Cizre’de medresede öðrenciyken suda bir elma buluyor. Bu elmayý alýyor, tam ýsýrýrken elmanýn suyu boðazýna takýlýyor. Elmayý alýyor eline Botan suyunun kaynaðý Dicle’ye gidiyor. Su boyunca tüm bahçelerde durarak elmayý
karþýlaþtýrýyor. Verazus köyüne geliyor, elindeki elmanýn benzerini orada buluyor. Bahçenin sahibini
bulup “bu elma size ait” diyerek ona elmayý veriyor. “Cizre’de suyun kenarýnda buldum, ya beni affedersin ya da benden ne istiyorsan onu yapmaya
hazýrým.”. Adam çobanlýk yapmasýný istiyor. Yedi
yýl onun yanýnda çobanlýk yapýyor. Yedi yýlýn sonunda tekrar soruyor; “beni affedecek misin”diye.
Adamýn yeni isteði þu oluyor, “benim bir kýzým
var, gözü görmüyor, dili dönmüyor, ayaklarý sakat
yürüyemiyor, onunla evlenmeyi kabul edersen affederim seni” diyor. Kabul ediyor. Düðün dernek
kuruluyor. Gerdeðe girdiðinde görüyor ki,. Evlendiði kýz sakat deðil. Ayrýca dünya güzeli bir kýzdýr.
Feqiyê kabul etmek istemiyor. Babasý ona, “gözü
kör, dýþarýyý görmemiþ, kulaðý saðýr daha kötülük
bilmiyor, ayaklarý sakat dili lal kötü söz söylemiyor. Kýzým sana dediðim gibi”. Bunun üzerine Feqiyê eþiyle birlikte ölene kadar orada yaþýyor.
Hala onun evi köylüler tarafýndan korunuyor,
eþyalarý duruyor, kapýsýna kilit vurulmamasýna raðmen hiçbir eþya kaybolmuyor. Evin bahçesindeki
çiçeklere asla dokunulmuyor. Mezar taþý yerine aðaçlar ona eþlik ediyor. Kuþlarýn dilini bildiði söylenen Feqiyê Teyran’ýn mezarýnýn üzerinden kuþlar
hiçbir yere ayrýlmýyor. Mezarýndan bir þey almak
suçtur, mezarý üzerine düþen her þey orada kalýr.
Mezarý Botan çayýnýn kenarýnda bulunuyor.
59
Kürt müziðine giriþ
Üç Kürt Ozanýn Hikayesi Sinan Gündoðar, Elma, 05
Müziðin Kürtler için önemi diðer halklarýn müziðe olan düþkünlüðünden oldukça farklýdýr. Bu önem
müziðin yüklendiði iþlevde saklýdýr. Kürtlerde yazýlý edebiyat çok yaygýn olmamasýna karþýn, sözlü edebiyatýn çok geliþkin olmasý önemli bir nedendir,
7. yy’dan itibaren Kürtçe’nin yazý dil olarak kullanýlmýþ olmasýna karþýn, bir edebiyat dili olarak kullanýlmasý, bu dil ile, kalýcý ve nitelikli ürünler serilmese, 10-11.yy’lara denk gelir. Bu yy’da Botan, Þemdinan,
Bedlis, Erdelan Kürt beylik saraylarýnda, Kürt dili, bir kültür dili konumuna yükselmiþtir.
Kürtlerin geneline bakýldýðýnda, okur yazarlýk oranýn düþük olmasý, halk arasýnda farklý bir uðraþýn
çýkýþýný zorunlu kýlmýþtýr. Bu da, dengbejlik geleneðidir. Dengbejler(ozanlar), çirokbejler(hikaye anlatýcýlarý)
ve stranbejler(halk þarkýcýlarý), halkýn büyük çoðunluðunun sesi, yüreði ve belleði olmuþlardýr.
Yazýyla iliþki kuramamýþ, kendi dilinde eðitim alamamýþ bir halk, yaþadýðý olaylarý, edindiði birikimi kendisinden sonrasýna býrakmak için bir araca ihtiyaç duyacaktýr. Böyle bir durumda, Kürt müziði, birikimin,
kültürün, dilin baþka bir deyiþle, yy’lar boyunca yaþanmýþ olan her þeyin dilden dile, nesilden nesle aktarýlmasýnýn aracýdýr. Kürt kültüründe müziðin toplumsal iþlevinin saklý olduðu nokta budur.
KÜRTLER ÝÇÝN MÜZÝÐÝ ÖNEMLÝ KILAN NEDÝR?
Kimi zaman müzik, pulsuz bir dilekçedir. Müzik aracýlýðýyla insanlar yaþadýklarý
sýkýntýlarý, yapýlan haksýzlýklarý anlatýrlar. Eleþtiri, sitem ve öfkelerini yansýtýrlar müzikte. Tabi ki sadece eleþtiri ve yaþanmýþ olaylarý yansýtmasýyla sýnýrlý deðildir Kürt
müziði. Ýnsan yaþamýndaki bütün deðerler (sevgi, aþk, mutsuzluk, ayrýlýk, daha güzel
bir dünyaya özlem, baskýlar ve bu baskýlar karþýsýndaki direnme gücü vb…) Kürt müziðinde kendine bir yer bulmuþtur.
Geleneksel Kürt müziði anonim bir müziktir. Belli bir olay ya da
duygulanýmlardan yola çýkýlarak bir kiþi tarafýndan söylenmiþ, daha sonra da
Dengbejler, stronbêjler ya da çîrokbêjler aracýlýðýyla yaygýnlaþmýþtýr.
Geleneksel Kürt müziði çoðunlukla vokale dayalý bir müziktir,
enstrümanlar ikinci planda, eþlik iþleviyle kullanýlýr. Dans ve eðlence
türkülerinde enstrümanýn biraz daha ön plana çýktýðýný söylemek mümkün.
Dans ve eðlence türkülerinde sözlerin basit, kolay algýlanabilir nakaratlara dayalý oluþu, müziðinde ritmik yönü,müziðin sözün önüne geçdiðini
düþündürebilir.Bu türdeki eserleri yorumlayanlar, “mitrýb ya da mitirb” adý
verilen Çingene (Karaçi) müzisyenlerdir. Bunlar bulunduklarý yörelere
ya da müzik kültürüne göre, enstrümanlar kullanýrlar. Bu enstrümanlar
daðlýk bölgelerde “düdük, bilûr”, ovalýk bölgelerde ise “tenbur” ya da
“kemençe” (Ermenilerin Kamança ya da Türklerin rubabýna benzeyen
bir enstrümandýr, isim benzerliðine raðmen, Karadeniz kemençesinden
farklý bir yapýsý vardýr) ve ‘dâhol, zirna” olabilir. Bunlarýn yaný sýra klarnet, cümbüþ, bisk, vd gibi enstrümanlarda yer yer kullanýlmaktadýr.
60
Kýþ ‘06
Kürt müziði tam anlamýyla günlük yaþamýn üretimiyle þekillenmiþ bir müziktir. Kürt kültüründeki müzikal türler, günlük yaþamdaki
olgularla baðlantýlýdýr. Bu olgulardan hareketle müzik türlerini incelemek mümkündür.
Ýlk olarak Kürtlerde büyük yoðunluðu olan savaþlarla baþlanabilir. Bu savaþlar,büyük toplumsal olaylardan kaynaklanabildiði gibi,
feodal dönemin bir ürünü olan aþiretler arasý mücadelelere de dayanabilir. Savaþlarýn ve bu savaþlarda kahramanlýk gösteren beylerin
serüvenlerinin anlatýldýðý epik þarkýlar, Kürt müziðinde büyük yer tutar. Daðlýk ve ovalýk bölgelerde farklý isimlerle anýlýrlar. Daðlýk bölgelerde, “lawikê Siwanan”(savaþçý þarkýlar) olarak anýlan bu tür, ovalýk bölgelerde, “delal” (güzel) ve “þer” (savaþ) olarak adlandýrýlýr. Bu
eserlerde, anlatý (konuþma) ve þiir (ezgiyle seslendirme) olmak üzere iki ayrý bölüm bulunmaktadýr. Tezburdan duduða ya da kemençeye
kadar hangi enstrüman kullanýlýrsa kullanýlsýn, eserdeki bu yapýya özen gösterme söz konusudur. Ýlk bölümlerde, sadece bir eþlik enstrüman olarak kullanýlmasýna raðmen, özellikle savaþ sahnelerinin bir melodiyle söylendiði bölümlerde, enstrümanlarýn da daha ritmik bir tarzda
kullanýmý söz konusudur. Bu yönüyle anlatýlan þiddet ile, enstrümanlarýn ritmi arasýnda bir paralelliðin kurulduðu düþünülebilir.
Epik þarkýlarýn bir diðer yönü de aslýnda alttan alta bazý mesajlarý taþýyor olmasýdýr. Feodal kültürde yer alýp, günümüzde yavaþ
yavaþ kaybolan kimi güzel “insani” deðerlerde, bu eserlerin içerisinde “kýssadan hisse” mantýðýyla aktarýlýr. Bunlar “onur, yardýmseverlik,
fedakarlýk, dayanýþma, paylaþým, cesaret vb.” olarak sýralanabilir. Tüm bu kavramlarda, anlatýlan eserdeki kahramanýn kiþiliðinde simgelenir.
Ölüm ve yas konularýný içeren “lawikê miriyan” (aðýt) ya da “gri” (aðlamý), kürt müziðindeki diðer bir türdür. Kahramanlýk ve yiðitlik de
ölüm temasýyla birlikte iþlendiði için, ikisinin iç içe geçmesi söz konusu olabilir. Asýl itibariyle “uzun hava”ya karþýlýk gelen “lawik”ler, kullanýlýþ türüne göre farklýlýk göstermektedir. Hüzün ve geçmiþe özlem aðýrlýklý temalar iþlenebildiði gibi, dini konular ya da dini öðütlerde
iþlenebilir. Bu yönüyle Êzidi Kürtlerdeki dinsel motiflerin yansýtýldýðý “lawij” ve “qewi” arasýnda da benzerlikler bulunmaktadýr. Bunlarýn dýþýnda, kimi dini cemaatlerin, “zikirlerde kullandýklarý ve “beyt” ya da “qaside” adýný verdikleri bir müzik türü daha vardýr.
Kürt müziðinde aðýrlýklý olarak kullanýlan bir diðer Kürt müziðinde aðýrlýklý olarak kullanýlan bir diðer tema ise, sevdadýr. “Stranê evîne”
ya da “stronê keçiken” adý verilen bu müzik türünde “aþk, ayrýlýk, özlem vb” konular iþlenir. Ancak ilginç olan çoðunlukla bu eserlerde, ayný zamanda, dönemin bazý deðer yargýlarýnýn da yer almasýdýr. Baþka bir deyiþle “kavuþamamanýn
sebepleri” sýralanýrken, dönemin kimi özellikleri de vurgulanýr. Ataerkil bir toplum karakteri gösteren Kürtlerde, en
büyük baskýyý kadýnlar gördüðü için, hüsrana uðramýþ mutsuz sevdalarý dile getiren bu eserler, çoðunlukla kadýnlar
tarafýndan söylenmiþ, daha sonra ise cinsiyet gözetmeksizin yaygýnlaþmýþtýr. Büyük bir duygu yoðunluðu içeren
“stronê evinê”, kimi zaman ölçü, kafiye vb. kurallarý tanýmayan kýsa eserlerdir.
Kürt müziðindeki diðer bir türde “dilok” adý verilen dans ve eðlence müziðidir. Bu müzikte bilûr, def,
zirne, tenbur gibi enstrümanlarýn kullanýmý bölgeden bölgeye deðiþir. Kimi zaman ezgiyi icra
eden bir enstrümanýn yanýnda, ritim olarak “alkýþlar”ýnda kullanýldýðý olur. “Dilok”, halkoyunlarýnýn niteliðine baðlý olarak farklýlýk göstermekle birlikte, çoðunlukla ekip baþýnýn
söylediði þarkýnýn, ekibin diðer üyeleri tarafýndan tekrarýna dayanmaktadýr. “Govend”
adý verilen halaylarda kimi zaman enstrümantal çalýþmalara da yer verilir.
Kürt müziðinde, ayrýca iþ türküleri (strâne kar), yayla, kýz kaçýrma, mevsim
türküleri (payizok, heyranok), yün eðirme türküleri (strânê berdolaui), ninniler
(lori) gibi türler de bulunmaktadýr.
Kaynak: Üç Kürt Ozanýn Hikayesi
Sinan Gündoðar, Elma, 05
Kýþ ‘06
61
Dr. Husên Xaliqî
röportaj
Kendinizden ve çalýþmalarýnýzdan
bahsedebilir misiniz?
Sine’den Ýran Kürdistan’ýndaným.
1936’da doðdum. Sine’de edebiyat bölümünde okudum. Üç dönem felsefe, toplum bilimciliði alanýnda yüksek lisans ve doktora yaptým. Sekiz yýl üniversite öðretim görevliði
yaptým. Humeyni Þaha karþý Ýran devrimini
gerçekleþtirdiðinde Sine Üniversitesine girdim. Ýþte o dönem Kürtlerle hükümet arasýnda çatýþma oldu. Tabi bende o dönemde siyasi olaylarýn içindeydim. Ýki defa beni idama
çarptýrdý. Mecbur kaldým daða çýktým. 15 yýl
KDP saflarýnda peþmerge olarak savaþtým.
12 yýl baþkanlýk konseyi üyeliði yaptým. Abdurrahman Qasimo baþkanlýðý dönemi...
1994’de Ýsveç’e gittim. Þimdiye kadar 43 kitabým yayýnlandý. Stockholm’de Kürt Enstitüsünün baþkanlýðýný yapýyorum.
Avaþin (mavi su) adýnda bir dergi çýkarýyoruz. Kürt aydýnlarý için seminerler düzenliyoruz. Edebiyat, sanat, felsefe, toplum bilimleri alanýnda çalýþmalar yürütüyoruz. Çocuk
kitaplarýný Kürtçe olarak yayýnlýyoruz. Türkiye’ye Almanya’ya gönderiyoruz.
Dr. Husên Xaliqî tarafýndan Kürtçe’ye çevrilen
sofinin dünyasý adlý kitabýn kapaðý
62
Kýþ ‘06
Ýran Kürdistan’ýn da dil üzerinde yaþanan baskýlarla ilgili
bilgi verebilir misiniz?
I. Dünya savaþýndan sonra Atatürk’le Þah Rýza Pehlevi
arkadaþtý, birlikte iktidara geldiler. Altý farklý ulustan tek bir
ulus yaratmaya çalýþtý. Azeri, Kürt, Türkmen, Belluci, Arap,
Fars,.. Tek millet, tek dil.. Tek tip elbise, þapka gibi uygulamalar... Sonra Fars dili, tek resmi dil ilan edildi. Tüm diller
yasaklandý. Konuþabiliyorduk ama asla resmi dil olamadý. Bazýlarýný deðiþtirdiler. Sablahin adý Mahabat yapýldý. Urmiye ismi Rizaye yapýldý. Kirmanþata ait iki ilçenin adýný deðiþtirdiler. Diktatörlük ikinci dünya savaþýna kadar böyle sürdü. Ýki
ayrý cumhuriyet kuruldu. Tebriz de Azeri, Mahabat’ta Kürt
cumhuriyeti. Sovyetler geri çekilince yýkýldýlar. Þahý Güney
Afrika’ya sürdüler. Sýçan gibi yakaladýlar. Muhammed Rýza
Þah onun yerine geçti. Azerbaycan cumhuriyeti, Mahabad
Kürt cumhuriyetine saldýrdýlar. Amerika ve Ýngiltere Ýran
devletine silah desteði saðladý. Azerbaycan da sadece 15 bin
sivil öldürüldü. Üç kiþi idam edildi. Mahabad da baþkan Kadý
Muhammed, Seyfi Gazi, Sedri Gazi... 40 Kürt öncüsü daha
sonra idam edildiler. Yüzlerce insan zindanlara atýldý. Onar
yýl yirmiþer yýl hapis verildi. Beþ yýl boyunca militarize etti.
1979’a kadar açýk çalýþma yapýlamadý. 1979’da Humeyni devriminden sonra açýk çalýþma yapýldý. Sadece KDP deðil,
diðer örgütler de legale çýktýlar. Biz Kürtler olarak, metinle
isteklerimizi sunduk, örneðin, üniversiteye kadar özellikle dil
eðitiminin Kürtçe olmasýný istedik. Kürtlerin çoðunlukta olduðu yerlerde Kürtlerin yönetmesini istedik. Bir isteðimizde,
o güne kadar Kürdistan’ýn ekonomik yapýsýnýn düzeltilmesi idi. Ýþsiz olan Kürtlere iþ bulunmasý. Çünkü o güne kadar iþ
bulmak mümkün deðildi. Bunlara yanýt askeri saldýrý olarak
kendini gösterdi. Kürtler Müslüman deðildir, öldürülmeli...
Kim ki Kürdü öldürür cennete gider, kürdün öldürdüðü de
cennete gider. 1980’nin yaz aylarýnda üç ay boyunca bütün
Kürdistan topraklarý iþgal edildi. Fakat Kürtler ve onlarýn siyasi örgütleri direnerek bu iþgali kýrdýlar. Sadece Bana’da 500
bin Ýran askeri öldü. 100 bin askeri araç yakýldý. Onlarca tanký yaktý Kürtler. Esir aldýlar. O zaman devlet Kürt sorununu
tartýþmaya zorunlu kaldý. Gerçekte ise istemiyordu. Gerçekten Kürtleri yok etmek istiyorlardý. Görüþmeler için dört ay
ara verdiler, ama yalan söylediler toparlanýp yeniden saldýrdýlar. Yedi yýl boyunca bu defa Kürt gerillalarý çatýþtýlar. Bu yedi
yýl içerisinde beþ bin sivil Kürt insaný öldürüldü. On binden
fazla gerilla öldürüldü. 70 bine yakýn Ýran askeri öldü. Þimdiye kadar da devam ediyor.
Kýþ ‘06
Bir Toplum Bilimci olarak dil üzerindeki yasaklarýn o
toplumun geliþimini nasýl etkilediði üzerine durabilir misiniz?
Dil bir anlaþma aracýdýr. Anlaþma aracý yasaklandýðý zaman o millet duygularýný düþüncelerini meramýný dile getiremez. Sonuç olarak, insanlarýn istekleri duygularý ölür. Bana
göre eðer bir kiþi diliyle konuþamazsa, isteklerini dýþarý sunamazsa bu ona dünyanýn en büyük zulmüdür. Sonuç olarak, o
kiþi kendini küçülmüþ, rencide edilmiþ, aþaðýlanmýþ görür.
Kendi dilini de daha aþaðý bir dil gibi görür. Kendine kem
gözle bakýlmýþ görür. Ýkinci bir sonuç, bu koþullarda olan birey esir anlayýþýna kapýlýr. Kiþiliði de buna göre þekillenir. Yönetici olamýyor, baþkan olamýyor. Hep kendini edilgen görür.
Dilin Standartlaþtýrýlmasý üzerine düþüncelerinizi
alabilir miyiz?
Bütün uluslar standart dillerini oluþturmuþlar. Tabi egemen olanlar. Nasýl yaptýlar bunlarý, birincisi, yazýlý kitap, gazete ve dergileri tek bir lehçede yayýnlamaya baþladýlar. Tek
dil üzerine çeviriler yaptýlar. Medyalarýnda, radyolarýnda, yaymaya çalýþtýlar. Ticaret dilini de ortaklaþtýrdýlar. Gramer gerekiyordu. Bunu da ayný çerçevede yaptýlar. Bütün ulusun anlayabileceði sözlük oluþturuldu. Bütün ulus için bu sözlük bazý
yörelerde anlaþýlma zorluðu çekilse de bu gideriliyordu. O ulusun ortak grameri, ulusun ortak dilini saðlar tabii ki... En
önemli olan ortak diyalogu saðlayabilmektir. Seminerden tutalým radyo yayýnýna kadar tüm bunlarýn katkýsý olacaktýr. Dilin standartlaþmasý iliþkiye baðlýdýr. Bu günden karar alýnamaz. Latince ve Arami harflerini referandumla belirleyemezsin. Kürt halkýnýn seslerine hangisi uygunsa o olmalýdýr. Nüfus hesabýyla alfabe seçilemez. Latince alfabe Türkçe konuþanlara yetirince cevap olmuyor.
Osmanlýnýn hükmettiði bütün halk edebiyatýný Türk çocuklarýn hiçbiri okuyamýyor. Türk çocuklarý dedelerinin nasýl
bir edebiyat yarattýklarýný, ne düþündüklerini bilmiyorlar.
Devlet eðer istese de bu deðerleri taþýyamazdý. Yani bir tane
dil bilimciyle onlarca yýl çalýþsalar da Osmanlýdaki kültürel
mirasý ortaya çýkaramazlar. Eðer bir ulus geçmiþteki edebiyatýný kaybederse, hakim olduðunu söyleyemez. Ayaklarý havada,ayaklarý kendi tarihi üzerine basmýyor.
Ýslami güçler, Abbasiler, Safaviler, Osmanlý halifeleri
dönemlerinde Kürt dilinin geliþimini engellediler. Latin harfleriyle ortak bir alfabe oluþtururlarsa çok zor olmayacaktýr.
Kürtler aslýnda Latin alfabesiyle ortak bir dilde çok zorlanmayacaktýr.
63
Newzat Osman Zebari
röportaj
Kendinizden ve çalýþmalarýnýzdan bahsedebilir misiniz?
Doktorum... Kürt edebiyatý alanýnda doktora yaptým. Karþýlaþtýrmalý edebiyat alanýnda çalýþmalar yapýyorum. Duhok’ta yaþýyorum. Duhok Üniversitesinde öðretim görevlisiyim.
Kürt Dili’nin geliþimi Güney’de nasýl oldu?
1958’de cumhuriyet olduðu zaman Cumhurbaþkaný
Kasým idi. Irak halkýna özgürlük tanýndý. Kürtlerde bu
özgürlük ortamýndan yararlandý. O dönem daha iyiydi.
1963’de Baas partisi iktidara geldi. Bir çeþit Kürtler üzerine baskýcý politikalar uyguladýlar. Kürtler o dönemde
dille ilgili entelektüel çalýþmalar engellendi. Zavallý bir
konuma itildiler. Medreseler ve okullar çok çok azaltýldý.
Eðitim görmek isteyenler için çok olumsuz koþullar oluþtu. Yoksul olanlar tamamen uzaklaþtý. II. Baas dönemi
1979’da iktidara geldiklerinde Saddam iktidar oldu. Bu
kez daha büyük baskýlarla karþýlaþtý Kürtler. Kürtleri sürdüler, Araplaþtýrma politikasý uyguladýlar. Bazý köyleri
seçerek, toprak sahiplerini sürüp Araplarý yerleþtirdiler.
Kürt insanlar kendi topraklarýný Araplardan kiralamak
zorunda kaldýlar. Hiç kimse Kürt sözcüðünü bile aðzýna
alamýyordu. Dünya kamuoyunda 11 Mart deklerasyonuyla otonomi verildi. Sahte bir otonomi idi. Mele Mustafa
Barzani ile anlaþma yapýldý. (1970-74) O zaman Kürt basýný geliþti, dergiler çýktý, eðitim alanýnda da ilerleme
saðlandý.
1974’ten sonra devlet terörü baþladý ve tahribatlar
baþladý. Aydýnlarýný ve önderlerini öldürdüler. Salih Yusuf öldürülen edebiyatçýlardandýr. O dönemde baskýlardan dolayý Kürtlerde Kürtlüklerinden korkmaya baþladýlar. Bazýlarý silaha sarýldý. Daða çýktýlar. 88’de artýk her
þey mubah hale geldi. Enfal haline geldi saldýrýlar. Kafirlerden bahseden bir sureden yola çýkarak zenginlerin
mallarýna el konuldu. Her þeylerine el koydular. Kimyevi
silahlarý kullandýlar. 8 bin Barzanilerden katledildi. Eðitim programý deðiþtirildi, kitaplar deðiþtirildi. Baas’ý ö-
ven þeyler Kürtçe yayýnlandý. Kürtçe dil üzerinde yasaklamanýn olmamasý onlarýnýn propagandasýnýn iþine yaramýþ oldu.
Kürt edebiyatýnýn konularý genel olarak nelerdir?
Ýnsanlýk deðerleri konu olarak alýnýyor. Enternasyonal, felsefi, evrensel çalýþmalar var. Þiirde diyalog belirleyici durumda. Þêrko Bekês, poster þiirdir. Þeref Han
Bitlisi, Mehmet Emin Zeki, Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî
gibi bir çok ünlü edebiyatçý yetiþtirmiþ bir halktýr Kürtler.
Þu andaki eðitimin durumu nasýl?
Kýz ve erkek özgürce ayný sýnýfta eðitim görüyor.
Çok sayýda öðrenci var. Eðitim desteði var, her öðrenciye
yardým yapýlýyor. Yurt parasý veriliyor, yol masraflarý da
onlara aittir. Üniversiteye giriþte form dolduruluyor, bu
formlar bir merkezde deðerlendiriliyor. Sýnav sistemi
yok. 12 yýlýn ardýndan okul baþarýsýna göre kabul ediliyorlar. Oradaki derecesine bakýlýyor. Ýki ders var bilim ve
edebiyat. Bilim derecelenmesinin en yükseði týp alanýdýr.
Ondan sonra mühendislik geliyor. Bilgisayar ve ekonomi
eðitimi veriliyor.
Standart bir dil yaratma zorunluluðu nereden geliyor? Bu mümkün müdür?
Bu tip konular karar baðlý deðil, tanýtmaya baðlý, eðitime baðlý, kamuoyunun kabulüne baðlý. Kendimiz kararla bunu yapamayýz. Bu olacaksa da evrimsel olarak olur. Fakat biz öðretim üyeleri Latin alfabesini tercih ediyoruz. Birinci neden, Kürt dilindeki fonetik sesler, Arapça harflerden daha fazladýr. Çok fazla ses var, bu seslerin
Arapça karþýlýðý yok. Latin harfleri bunu karþýlamaya daha elveriþlidir. Daha fazla ses vardýr. Arapça harf sayýsý
28’dir.
Ýkinci neden, bütün dünyanýn kullandýðý dildir. Teknoloji dili Latin harflerine göre hazýrlanmýþlardýr. Evrensel düþünüldüðünde Latin harfleri daha uygundur. Bu benim görüþümdür. Örneðin bütün dillerde harfler statiktir.
Deðiþmiyorlar. Muhammed’den beri aynýdýr. Dil ise yaþayan bir þeydir. Dil bilimi geliþiyor.
Lehçeler arasý birlik nasýl olacaktýr?
Örneðin, iliþkiler geliþtikçe, ticari iliþkiler, aydýnlar
arasý iliþkiler yavaþ yavaþ lehçeler arasý uzaklýðý kaldýrýyor. Eskiden 14 tane lehçe vardý. Þimdi dört tanedir. Kuran okunduðu zamanda yedi lehçeyle okunurmuþ. Çünkü
bütün dünya Araplara hizmet etti. Arapça egemen kültür
haline geldi. Devletleþince de her yere egemen oldu.
64
Kýþ ‘06
KÜRT TÝYATROSU...
Aydýn ORAK
Tiyatro ritüelden çýktýðý gibi,Tiyatronun kökeni; ritüel, mitoloji, dinsel törenler, taklit gibi unsurlardan meydana geldiðini, ava giden ve hayvan postunu giyen
insanlar taklit yoluyla avlandýklarýný biliyoruz. Tarihe geçen bir gerçeklik olarak, Tiyatronun Antik Yunan’ýn Dionisos þenliklerinden çýktýðýný, Bereket Tanrýsý Dionisos’a
adanan adaklar, bayram havasýnda geçen
þenlikler yapýldýðýný, Ýlk oyuncular, ilk tragedyalar, ilk dramatik tiyatro yazarlarý Antik Yunandan çýktýðýný da biliyoruz.
Yunan sözlü anlatýmýn öncüsü olan
Homeros ve Kürt kültürünün sözlü anlatým öncüleri olan Dengbêjlerin Tiyatroya
olan kazanýmlarýný göz önünde bulunduralým. Dengbêjlerin bir özelliði; Folkloru
sözlü olarak nesilden nesille aktarmak,
zenginleþtirmektir.
Kürtler de diðer halklar gibi yüz yýlardýr, ritüllerle yaþamýþlardýr. Ritüellerinde,
ayinlerinde, destanlarýnda ve çiroklerinde
teatral öðelere rastlamak mümkündür.
Kürtlerin yaþadýðý bölgelerdeki bazý ritüeller; Kasideler, yaðmur duasý olan “Bûka
Baranê’’, Düzgün baba, Gýrnewas v.s. dir.
Kürtlerde folklor ve sözlü edebiyatýn zengin oluþu tiyatroya büyük kaynakçalar oluþturuyor. Çirokbêj, Vebêj ve
Dengbêjlerin yüzyýllardýr süren sözlü edebiyatlarýndaki zengin teatral motifler günümüz tiyatrosunda kullanýlabilinir. Bu motifler Kürt Tiyatrosunun kaynaðýný oluþturmaktadýr. Her yörede, her köyde bu tür
motiflere rastlamak mümkündür. Newrozlarda ve düðünlerde köy seyirlik oyunlarý
oynanmaktadýr.
Kürtlerin tiyatrosu var mýdýr? Yok
mudur? Bir bakalým. Kürtlerin ilk Tiyatro
Kýþ ‘06
teksti olarak kabul edilen “Memê Alan”
1918 de Ebdurehim REHMÝ’nin yazdýðý
oyun olarak bilinmektedir. 1918-1919 da
Ýstanbul da Kürt kadýn derneði adýnda bir
dernekte iki oyun oynanýyor. Yalnýz bu oyunlar hakkýnda net bir bilgi yoktur.
1930’da Rusya da eðitim gören Kürtler Elegez de iki temsil “Mem û Zîn” oynadýlar. 1931’de Ereb Þemo “Koçekên Derewîn” adýnda bir oyun hazýrlayýp oynattý.
1934’te Ehmedê Mirazî “Zemanê Çûyî”
adýnda bir oyun yazýyor. 1970’lerde Rusya’daki Kürtler tiyatro alanýnda ilerlediler.
O dönem de birçok yeni eser çýkarýldý.
Onlardan bir kaçý þunlardýr; Ker û Kulik,
Reva Jinê, Zewaca Bê Dil v.s. Bu oyunlarýn bir çoðu da Erivan Radyosu için Radyo
tiyatrosuna çevrildi. O dönemler de Kürt
yazarlar ; Victor Hugo, Gogol gibi bir çok
dünya klasiðini Kürt diline çevirdiler. Süleymaniye Sanat Okulu açýlýyor ve Tiyatrooyunculuk adýna iyi geliþmeler saðlanýyor.
Ünlü rejisör Refik Çolak Mollier’i Kürt ti-
65
yatrosuna kazandýrýyor. Bununla beraber
Kürtçe çocuk oyunlarý, radyo tiyatrolarý yapýldý.
1946 da Ýran Kürtlerinin oynadýðý
“Dayika Niþtiman’’ müzikal ve dört parçayý anlatan bir oyundur. Türkiye’deki Kürtler için ise; 1959’da Musa Anter’in Harbiye askeri cezaevindeki hücresinde yazdýðý ‘’Birîna Reþ’’ (Kara Yara) piyesi ilk Kürtçe oyunudur.
Tarih 1990’larý vurunca Kürt Tiyatrosu bir diriliþ yaþýyor. Mezopotamya
Kültür Merkezi’lerinin açýlmasýyla Kürt Tiyatrosu kurumsal anlamda yapýlmaya baþlanýyor. MKM’nin Teatra Jiyana Nû’su
Kürt Tiyatrosunda “Avangart Tiyatro’’ olmak özelliðini de taþýyor. 40 ‘ýn üzerinde
kýsa ve perdelik olmak üzere oyun sahneliyor ve birçok klasiðe imza atýyor. Kürt Tiyatrosuna kazandýrdýðý dünya klasiklerinden; Zincire Vurulmuþ Prometheus, Biz
ve Onlar ve Ada olmak üzere birçok uluslararasý Festivalde sahneye çýkýyor. Tiyatro
Avesta ise Gogol’un “Bir Delinin Güncesini” Kürt tiyatrosuna uyarladý.
Bugün Kürt Tiyatrosundan bahsetmek mümkündür. Teknik ve ekonomik
imkansýzlýklara raðmen, birçok kurum ve
grup iyi-kötü Kürtçe Tiyatro yapýyor. Oyuncusu var, yönetmeni var, yazarý var,
seyircisi var, anlatacaðý deðiþtirip, dönüþtüreceði dinamikleri var. Bence, Halk Tiyatrosuna daha yakýn olan Kürt Tiyatrosunun bir amacý da; yaþamý düzeltmek deðil,
yaþamý olduðu gibi göstererek bir yaþam
enerjisi üretmek olmalý.
Tiyatro hayatýn yansýmasý olduðu
gibi, bir halkýn uygarlýk düzeyini de yansýtmaktadýr.
RÝTÜELDEN
KÜRT TÝYATROSUNA
Kürtler de diðer halklar gibi yüz yýllardýr, ritüllerle yaþamýþtýr. Ritüellerinde, ayinlerinde, destanlarýnda ve çiroklerinde teatral öðelere rastlamak mümkündür. Kürtlerde
folklor ve sözlü edebiyatýn zengin oluþu tiyatroya büyük
kaynakçalar oluþturmaktadýr. Çirokbêj, Vebêj ve
Dengbêjlerin yüz yýllardýr süren sözlü edebiyatlarýndaki
zengin teatral özellikleri, günümüz tiyatrosunda kullanabiliriz. Bu konu ile ilgili yýllardýr Kürt Tiyatrosuna hizmet veren tiyatrocularla sohbet ettik.
KEMAL ULUSOY: Kürt masalýnda (çirok), teatrallik,
karakter, mimik, olay örgüsü vs. vardýr. Kosegeli Kürtlerde
bir karakterdir. “Bûka Baranê’’ ve “Kosegeli’’ yýllardýr Kürtler arasýnda oynanmaktadýr. Herhangi bir teksti yoktur.
Bûka Baranê; Yaðmur yaðmasý için oynanan bir oyundur.
Gotûbêjler (anlatýcý) baþlarýndan geçen olaylarý anlatýrlar.
Bazen oynarlar ve mimiklerini katarlar. Halkýn dili olarak
görülür. Tamamen kendi duygularýyla oynar ve genelde
aþk, savaþ vb. gibi olaylarý konu alýr. Düðün, divan ve özel
günlerde söyler.
1918’de “Memê Alan” diye Kürtçe yazýlan bir tiyatro
teksti “JÎN” dergisinde yayýnlanmýþtýr.
1946’da “Dayika Niþtiman” opera olarak Ýran Kürtleri
tarafýndan oynamýþtýr.
1990’lar da ise Kürt mücadelesi sonucu Kürtçe Tiyatro baþlamýþtýr. 1990 öncesi Kürtçe oda tiyatrolarý oynanmýþtýr. Türkiye’de Kürt Tiyatrosunu “Teatra Jiyana Nû”
baþlatmýþtýr. Ve diðer çevrelere Kürtçe Tiyatro yapma teþvikinde bulunmuþtur. Bizim örnek alacaðýmýz bir þeyimiz
yok. Üzerine taþ koyacaðýmýz duvarýmýz yok. Kendi duvarýmýzý kendimiz yapýyoruz. Eksiklikleriyle, imkansýzlýklarýyla
bugün yapýlan bir Kürt Tiyatrosu vardýr.
MAMOSTE CEMÝL: Dengbêjler de çok güzel dramatize edilmiþ karakterler vardýr. Newrozlarda oyunlar oynanýrdý. Oyuncular kadýn kýlýðýna girip kadýnlarýn odalarýna
girerlerdi. 1955-56’lar da Cizre de, kahvelerde çirokbêjler
vardý. Masallar anlatýlýrdý. Orta oyunu gibi ellerinde mendili sopasý vardý. Halk arasýnda oturmuþ karakterler vardý.
1970’ler de Batman, Silvan, Hilvan’da gecelerde,
gösteri ve moral gecelerinde skeçler, oyunlar oynanýrdý.
Türk Tiyatro ve Sinemasýnda Kürt karakterler iþlenmiþtir. 1977’de “Deprem ve Zülüm” Kürtleri anlatan ilk oyunumuzdu. 1980’ler de cezaevlerinde Kürtçe oyunlar
oynanmýþtýr. Bizler de o arada Kürtçe skeçler oynamaya
baþladýk. Türk Tiyatrosundaki Kürt oyuncular olarak Kürtçe Tiyatroya hazýrlýk yapýyorduk. Türkçe oyunlarýmýzda
Kürtçe þarkýlar söylüyorduk. 1976-78’de AST ve Devrimci
Ankara Sanat Tiyatrosu’nda Kürt motiflerini kullanýyorduk.
1985’ler de Midyeci, Pilavcý ve Öðrencilerden oluþan grubumuzla “Axa Sor” diye bir oyun yaptýk.
“Dilana Þer” ve “Heci Emer” oyunlarýný yaptýk. Halk
Tiyatrosu ve propaganda aðýrlýklý, devrimci halk tiyatrosu
tarzýndaydýk. Bizim Oda Tiyatrosu oyuncularýnýn bir kaçý
mücadeleye katýldý. Bir kaçý þehit oldu. Sonra MKM tiyatrosuna baþladýk. MKM tiyatrosu “oda” tiyatrolarýnýn bir uzantýsýydý.
ERDAL CEVÝZ: Her bölgede, her köyde anlatýcýlar
ritüeller anlatýrlar. Örneðin, Dersim daðýnda “Düzgün baba” bir ritüeldir. Çýplak ayakla daða çýkarlar, dua ederler.
Çok çarpýcý ritüeller vardýr. Kültürü tanýmlamak basit deðil,
net deðildir. Mezopotamya’nýn her yerinde teatral motifler,
karakterler vardýr. Ayinler, aðýtlar, efsaneler, destanlar, köy
seyirlik oyunlar vardýr. Bizim Dionisos’umuz yoktur. Motiflerimiz sözlü edebiyatýmýzdýr. Kürt Tiyatrosunda Teatra
Jiyana Nû’nun yaptýðý Avangart (öncü) tiyatrosuyla inançlý, devrimci oyuncularýyla en iyisini yapmak istiyorlardý. Ýyi
rol yapmak, en iyi duygularýyla aðlatmak, güldürmek vs. . .
1930’larda Hewlêr ve Süleymaniye’de Kürt tiyatro
festivalleri yapýlmýþtýr. Kürt kadýn oyuncular vardý. 1918’de
“Memê Xezal” diye bir tekst yazýlmýþtýr. ”Dayika Niþtiman”, müzikal ve dört parçayý anlatan bir oyundur. Musa
Anter’in 1959 da yazdýðý “Birîna Reþ” Türkiye’de yazýlan
ilk Kürtçe oyundur. MKM’de sahnelenen oyunlar Kürt Tiyatro tarihini oluþturuyor. Kürt tiyatrosu oluþmakta olan bir
Tiyatrodur.
66
Kýþ ‘06
Prof. Dr. Ýzzettin Mýstefa Resul
röportaj
Kendinizden bahsedebilir misiniz?
Kendimizle ilgili ne diyebiliriz ki... 1934’de doðdum. Gerçekte farklý olsa bile... Ýki kez doktora aldým.
Ýlk 1963 (Kürt Edebiyatýnda Realizm) Bakü de, ikincisi 1977 Profesörlük derecesi (Felsefeyi Ehmedê
Xanî) 1977’de profesör oldum. Baðdat Üniversitesinde çalýþtým. Yedi sekiz yýl Baas’cýlar beni iþten çýkartýlar. 1988’de Erbil Üniversitesine döndüm. Þimdiye
kadar da Kürt Yazarlar Birliði Baþkanlýðý yaptým. Kerkük, Erbil, Süleymaniye, Duhok’ta þubeleri var.
1992’de 2004 yýlýna kadar Kürdistan parlamento
üyesiydim. Eðitim ve öðrenim komisyon baþkanýydým.
Bu son parlamento seçimine girmedim. 60 kitabým
yayýnlandý. Kürtçe, Arapça, Rusça... Süleymaniye üniversitesinde ders veriyorum. Kürt ve Arap edebiyatý
dersi veriyorum. Zaten parlamento üyesi olanlar kendi iþlerini yapamýyor. 1949’da ben henüz öðrenciydim. 1992 yýlýna kadar Irak Komünist Partisi üyesiydim. PUK listesinden baðýmsýz girdim. Artýk parti çalýþmasý gerekmiyordu.
Kürt Yazarlar Birliði çalýþmalarýnýzdan bahseder misiniz?
Tek hükümet olduðu dönemde çok daha iyi çalýþýyoruz. Ýki hükümet olduðunda zorlanýyoruz. Þubeler kendi çalýþmalarýný yapýyor. Kürt yazýný adýnda
merkez yayýnýmýz vardý. Uzun zamandýr çýkmýyor. Üç
aylýk... Erbil’de Yeni Yazýn adýnda bir dergi, Gýzýng adýnda bir dergi. Bir dönem söz adýnda bir dergi çýkýyordu. Biz diyoruz ki yakýn zamanda Süleymaniye
Erbil birleþecek bizim iþimizde kolaylaþacak. Birkaç
hafta da bir her ilde seminer þiir okuma, panel gibi etkinlikler yapýyoruz.
Profesörlük derecenizi Ehmedê Xanî üzerine yaptýðýmýz çalýþmadan almýþsýnýz. Klasik Kürt Edebiyatýnýn önemli isimlerinden olan Xanî’den bahsedebilir misiniz?
Men û Zin, gerçekte bir aþk hikayesi olduðu
doðrudur ve bir folklor dokusuna sahiptir. Fakat kendisi bunu, siyaseti, felsefeyi de katarak yeniden yorumlayýp yazmýþ. 17. yüzyýl göre bence bir ansiklopedi gibidir. Ama ilginç olan o dur ki, Eflatun, Aristo,
birçok Arap filozofunun görüþleri gizlidir bu eserde.
Kýþ ‘06
Bununla birlikte gene ebedi deðerini kaybetmemiþtir.
Üstte aþk hikayesinin okuyorsunuz, altta onun dünya
görüþünü görüyorsunuz. Ben tam sekiz yýl uðraþtým.
Ve bunun yanýnda insan þu sonuca varýyor. Aristo’nun görüþü þu, Muhammeddin görüþü þu diye insan öðreniyor. Ýlk giriþ bölümünde Kürtlerden bahsediyor, zaten orada insan görüyor ki, Kürtlerden istediði özgür olmalarý ve kendi devletlerini kurmalarýdýr.
Eserde otuz kýrk müzikten bahsediliyor. Ve orada
müzisyenler gibi görünüyor. Bende demiþtim ki, bu
müzikler Kürdistan’da mutlaka bulunmalýdýr. Cizre’de
bulundu. Bir imam bütün bunlarý biliyordu. Müslüman’dýr ve idealisttir. Bütün sofistler gibi materyalizme
yaklaþýyor. Mesela, “Ey Allahým o kadar senden bahsedilir ki, seni tanýyan hiç kimseyi görmedik” “Biz seni
vallahi çok iyi tanýyamadýk”.
Baþlangýç bölümünde iki felsefe göze çarpýyor.
Yek vücutluk, fanafillak felsefesi Vahdedi vücutta tam
idealizm var, hem de materyalizm vardýr.
Ýnsanlar birbirine yakýnlaþýyor, tekniðin etkisi çok
fazla. Bu yakýnlaþmalar sermayenin özgürlüðü içindir.
Fakat bizim daha enternasyonalizm daha iyidir onlarýnkinden. Bu konferansta her parçadan insanlar geldi, görüþlerimizi öðrendik, dostlukta kurduk. O problem ki, Kürtçe’nin standartlaþmasý ve alfabe sorunu için biraraya gelmiþti. Ýyi bir tartýþmaydý. Ben çok güzel
yeni dostluklar edindim. Sizde onlardan birisiniz.
Faydasý þu, bütün Kürtler adýna bu konuyla ilgili ilk
kez bir toplantý yapýldý. Türkiye içinde yepyeni bir
þeydir. Herkesin bu konuda emeði var, herkese teþekkür ediyoruz. Bu alanda, bu tip konferanslarla çok
ilerliyoruz. Bu tip etkinlikler bizim diðer uluslarla da iliþkilerimizi geliþtiriyor. Ben þahsen Türk olan dostlarýmýzýn da içimizde olmalarýný istiyordum. Biz diyemeyiz ki Türkler içinde hiç dostumuz yok. Ben çok gurur duyuyorum büyük insanlarla
Sovyetlerde bulunduðunuz dönemde Nazým Hikmet’le tanýþma þansýnýz oldu mu?
Nazým 62’de Baku’ye geliyor. Ben onu 1963’te
tanýdým. Moskova’da evi vardý, oraya gittim, Polonya’da ki evinde de bulundum. Bir gazeteye eline aldý,
Aziz Nesin’den bir hikaye okudu. Nazým’a sordum,
67
Kürtlerle ilgili yazacaðýna söz vermiþtin diye. Nazým
Hikmet hiçbir zaman Kürtler hakkýnda kötü söz etmedi. Bedirhan’a yazdýðý mektupta Kürtlerden bahsetti o zamanýn anlayýþýna göre Þeyh Said gerici olarak görüldü. Kamuran’a diyor ki, Bedirhanilerden bir
anne bana süt vermiþ, Dedesi Halep ve Baðdat valisi
idi. Dünyadaki en büyük þairlerden biridir.
Edebi Dil Birliði ile neyi anlatmak istediðinizden bahseder misiniz?
Ýngilizler derler ki, dil birliði, fakat Ruslar diyorlar
ki edebi dil birliði, Araplar derler ki, þeffaf dil. Herkes
bir söylem söylüyor. Bütün dünyada lehçeler kalýr.
Bazen iki lehçe olur. Türkiye’de de var. Mesela bakýn bütün Türkiye’de tek bir Türkçe var. Özbekler,
Kýrgýzlar hepsi kendi dillerini dil kabul ediyor. Bunlar
mesela Türkçe’nin dil gruplarýdýr. Mesela Peþtunlar,
Belluciler, Tacikler Kürtçe’ye yakýndýrlar ama ayrý dillerdir. Lehçe ayrýdýr, lehçe hep kalýr. Bununla edebiyat üretilir.
Biz Kürtlerin zaten bir devleti olmamýþ, eðer böyle bir karar verilse bile kim uygulayacak. Çünkü Kürtçe her bölgede ayrý ayrýdýr. Mesela ben onlara doktora derslerini iki lehçede verdim. Örneðin Ýran’da radyo ve televizyon var. Birkaç tane örneðin dergi ve gazetede çýkýyor ama eðitim dili verilmiyor. Suriye’de
Kürtlerin varlýðý hiçbir zaman kabul edilmemiþti. Beþar
Esat açýkladý, Kürt ulusu vardýr. Dedi ki, Suriye’nin
kurucu unsurlarýndan biridir. Tarihte ilk kez. Kürt
haklarý da bu þekilde ilerliyor. Ben bir gazeteciye dedim, tarih sürekli ileri gidiyor, kimse durduramaz. Tarihte ders çoktur. Bu Saddam’ýn bize yaptýðýný tarihte
kimse kimseye yapmamýþtýr. Kendi halkýna kimyasal silah atmýþtýr. Hitler dahi bunu yapmadý.
Bakýn þu anda ülkemizin bir parçasý özgürleþmiþ.
Kürdistan bölgesinde ve ne Amerika ne de Ýngiliz...
Bizim yönetici partilerimiz onlarýn dostlarýdýr. Bizim içi
çok iyidir. Talabani Cumhurbaþkaný oldu. Cumhurbaþkaný olarak gitti ve orada Kürtçe konuþtu. Amerika’ya düþmanlýk yaparlarsa iktidarda beþ dakika duramazlar. Ýdeolojik açýdan iyi bir durum deðil. Þu anda
elimize geçenleri koruyalým. Ama ýrak’ta ki bütün
Kürtleri kapsayacak þekilde geniþletsinler. Evimde oturup her þeyi söyleyebilirim. Ýyi bir pratik deðil bu. Mesela konferansta dedim ki, Türk tarafýnda ne söylemek istiyorsanýz söyleyin. Her taraftaki dostlarýmýzýn
bize yardým etmesi gerekiyor. Doðru þeyleri bize söyleyin ki bizde yanlýþ yapmayalým. Bir sýnýr çekelim.
Herkes kendi koþullarýný iyi biliyor. Mesela PKK
bazen savaþý durduruyor, bazen baþlýyor. Ben diyemem iyimidir kötü müdür. Öyle bir yorum yapamam.
Kürtler uzun süredir bu mücadeleyi yürütüyorlar. Artýk asimilasyon dönemi bitti. Eðer Kürdistan günün birinde tek bir Kürdistan olacaðýný söylemek ütopyadýr.
Günün birinde belki de olur. Denebilir ki yirmi yýl
sonra, gelin bizimle birleþin dendiðinde gelmeyebilirsiniz. Bir dönem Azerbaycan ikiye bölünmüþtü. Sosyalist bölüm diðer parçayla birleþmek istemedi. Sosyalizmin pratik gerçekliðiydi. Ýyi gidiyor gibi göründü ama olmadý. Aslýnda çoðunluðu istiyordu bir sosyalist
düzen olmasýný. Nedir bizi birleþtiren hepimizin Kürtlüðüdür. Hiç kimse demiyoruz biz Kürt deðiliz. Tarihte hiç kimse Saddam gibi yapmadý. Amerikanýn
yapmasýný istemezdik yüreðimiz yanýyor ama olmadý.
Hiç kimse ben ebediyim diyemez.
Sovyetler
Çok iyi þeyler vardý. Ýki büyük dünya savaþý gördüler. 14 ülke saldýrdý. II. Dünya savaþýnda 20 milyon
Sovyet insaný öldü. Köyleri kentleri hiçbir þey býrakmadýlar. Biz orda olduðumuzda ev kirasý yoktu, eðitim
ücretsizdi. Saðlýk ücretsizdi. Bir özgürlük vardý. Fahiþelik yoktu. Bugün olanlar Putin’in Gorbaçov’un,
Yeltsin’in yarattýðýdýr. 1998’de Moskova’ya gittim. Yedi tane Komünist Partisi var. Sonra hepsi birleþti ve
tek bir parti haline geldi. Amerika ve Avrupa casuslarý
vardý. Onlarýn parmaklarý var. Çok iyi þeyler vardý içinde, ama biz onlara revizyonist diyorduk. Ama o
revizyonistlik þimdiden kötü deðil. Dimitrov, Tito büyük insanlardý. Þimdiki Sýrplardan hiçbir þey çýkmadý.
1958’de Abdulkerim iktidara geldi. Sovyetlere üç
yýlda 1200 öðrenci gönderiyor. 200-300 kiþi petrol
mühendisi olarak ülkeye döndü. Bir tane daha iþsiz
yoktu. Nerede çalýþacaðýna sen kendin karar veriyordun. Ýç nedenlerde temel, demokrasi ve özgürlüðün
olmayýþý. Kapitalizm onlardan aldý kullandý. Teknik
yönden geri kaldý. Ulusal sorun konusunda iyi þeyler
vardý, fakat daha iyi olabilirdi. Yaratýlan deðerler asla
ölmez. Onun gibi birçok neden vardý. Ama asýl neden dýþ güçlerdi. Yahudiler, Hitler döneminde Sovyet yönetimi çok iyi diyalog kurdu. Sovyetler Araplara
yardým edince Ýsrail düþman oldu. Ýsrail’in dünya siyasetindeki yeri küçük deðildir. 59’da Irak Komünist
Partisi iktidara gelebilirdi. Sovyetler razý olmadý. Bu
burjuva hükümetine Araplar yardým etmedi. Kapitalizm olmadan kapitalist yoldan geliþme.... Biz Irak’ta
etkilerinin farkýna varýyoruz.
Benim bir inancým var o baþarý insan içindir. Sonuçta her þey insanlýk için olacak. Bunun içinde çok
çalýþmak gerekiyor.
68
Kýþ ‘06
Ahmet Soner
röportaj
Kýþ ‘06
69
büyük adam küçük aþk
pervane
Ahmet soner ve diðer
kürt yönetmenler
kaplumbaðalarda uçar
Kendinizden çalýþmalarýnýzdan bahseder misiniz?
1945’te Ýstanbul’da doðdum. Evde üç dil konuþuluyordu. Daðýstan’ca, Boþnakça, Türkçe, sinema yapmak istiyordum ama 1968’li yýllarda sinema okulu yoktu.
Polonya’dakine gitmek istiyordum. Atýf Yýlmazla asistanlýk...
Beþ film çalýþtýk. Yýlmaz Güneyle tanýþtým ve onunla çalýþmaya baþladým. 1921’de baþladým. Yarýn Son Gündür, Acý,
gibi filmler yaptýk.
’71 darbesi, ’80 darbesi... 71’de herkes daðýldý. Ayný
davadan yargýlandýk. Senaryo yazmaya baþladým. Þerif Gönen
çekti. (Tomruk). Tv dizileri yazdým. Hayatým Roman, Ýþ
Ýþtir. Kara listeye alýndým. 10 yýl yaptýklarým kabul edilmedi.
30-40 senaryo yazdým. Kendi imkanlarýmýzla bir þeyler
yapalým dedik, belgesele yöneldim. Videonun çýkmasý, dijital
makinalarýn çýkmasý bu alanda çalýþma yapmayý kolaylaþtýrdý.
Belli sýnýflarýn elinde olan sinema, artýk kitlenin eline geçti.
95’te baþladým belgesel çekmeye... Yýlmaz Güney’le ilgili
belgesel hazýrlýðýna giriþtim. 100 kiþilik liste yaptým. 100 kiþiden bir kýsmý kabul etmedi. 60 kiþi ile görüþme yaptým. Tam
bitmiþ bir çalýþma olarak kabul etmiyorum. Dokunulmayan
konular vardýr. Kürt sorunu, Ýsmail Beþikçi, Köy Enstitüleri
bu tabularýn üstüne gittim. Ýsmail Beþikçi, 110 dakikalýk bir
çalýþma. Hikmet Kývýlcýmlý ile ilgili çalýþmaya baþladým. Köy
Enstitüleriyle uðraþtým. 20 saatlik bir belgesel olacak. Aralýkta
montaja baþlanacak. Ölümünün 20. Yýlýnda Yýlmaz Güney’in
“Lastik” adlý öyküsünü Diyarbakýr’da Kürtçe olarak çektim.
Batman’da HADEP’li bir amcamýzla röportaj yaptýk.
Karakoldaki yaþadýklarýný anlatýyor. Diyarbakýr’da bir adam
astronomiyle ilgileniyor. Ýlkokul mezunu... simit fýrýnýnda
çalýþýyor. Onun belgeseli... Pervane(çobanýn hikayesi Vanlý)
Týr þoförüymüþ... öykü daha ilginç hale geldi.
Van gölünde balýkçýlýk yapan Lazlar... Nisan Aðustos
boþluðunu Van gölüne giderek avlanýyorlar. Savaþ hali olana
kadar devam etti. Sonra gelmemeye baþladýlar. Lazlarla
Kürtlerin iliþkileri ve çeliþkileri...
Yýlmaz Güney
O yýllarda Kürtçe film yapmak çok zordu.
Yýlmaz Güney’in kendi yaptýklarýnda Kürt motifleri
vardýr. Yol’un senaryosunda kahraman 11 kiþidir.
Aðýrlýk Kürtlerdedir ama... Ancak altý kiþiyi çekebildik. Beþe indirdi. Neler yapmak istediðini biliyoruz. Bir milletin doðuþu gibi bir þey yapmak
istemiþti sanýrým. Haksýzlýk etmemek gerekir.
Gençler çok iyi çalýþmalar yapýyor, geliþiyor ama
baþlangýç zordur. Her þeyin ilki vardýr.
Kürt Sinemasý’nda ki geliþmeler
Beko “Ýçin Bir Türkü” ilk Kürtçe film
Ermenistan’da çekildi. (1992) Memo Zin burada
yapýldý. Ýki dilde yapýldý. Musa Amca oynuyordu.
Çok güzel sahneler vardý. Geceçekilmiþ bölümler
çok güzel olmuþtu. Cesaretlenip bu konulara el
atýldý. Artýk iyi þeyler çýkmasýnýn zamanýdýr. Moda
haline geldi. Bana diyorlar ki bir film çekelim diyorlar ama anadilim olmayan bir konuda bu çalýþmayý yapmak istemiyorum. Atölye tarzýnda çalýþma
yapalým dedim. 92’de baþladýk. Çok ilgi oldu. Tek
baþýma altýndan kalkamayacaðýmý düþündüm
kadroyu geniþlettik. Kazým, Hüseyin Karabey,
Özkan, Zülfiye var. Artýk iþi pratiðe döktük. Sette
biraraya gelebiliyoruz. Kendi ayaklarý üzerinde durmaya baþladýlar. Kazým bu alanda iyidir. Toprak,
Fotoðraf da geliþimini gösterdi.
Yurt dýþýnda yapýlan Kürt filmi festivallerine
katýldým. Ayný filmler söz konusu... 30 film arasýnda geçiyor. Tarihli filmografi olmalý. Kürtlerle ilgili
yapýlmýþ filmler baþlýðýnda olabilir. Dosya da mutlaka yer almalý. Çok baþarýlý 10 dakika filmde Kürt
sinemasýný temsil edebilir.
MKM’den sinema birimi ayrýldý. Kendi programýný kendi yapýyor. Dar bir grup orada çalýþmalarýný yürütüyor. Seminerler sürdü. Ýnsanlarýn
beklentileri farklý.. Nazým’da 120 kiþi geldi. Sayý
sonra düþüyor.
Sinema görsel bir sanat olmasýndan dolayý tüm
topluma yayýlabiliyor. Okuma-yazma bilmeyenler
de izleyebiliyor. Dünyanýnher yerinde çok tutulmasýnýn nedenidir. Eþber abiyi gördüðümde
takýlmýþtým.
Vedat Türkali ile de çalýþtýk. Senaryo yazmayý
ondan öðrendim. Ýsmail Beþikçiyi Yalçýn Küçük’ü
tanýmak büyük bir þanstý. Yaþar Kemal’i de öyle
Sinemada baský çok yoðundu. Metin Erkanýn
filmi Karanlýk Dünya, Aþýk Veysel’in hayatýný
anlatýyordu.
Sansür
Aðýr sansürden kurtulduk sinema olarak.
Büyük mücadeleler verildi. Vedat Türkali’nin
Karanlýkta Uyananlar filmini kabul ettirmek çok
zor olmuþtu.
90’lý yýllarda sansür gevþemeye baþladý.
Sansürün adý Deðerlendirme kurulu oldu.
Meslekten insanlar alýndý. Bu durum yumuþamayý
getirdi. 3 kiþilik komisyonlar bakýyor. Denetim
Kültür Bakanlýðýna býrakýldý. Sinema sektörü, basýn,
kültür bakanlýðýndan.... Basýn yerine psikolog
katýlýyor artýk. Eski anlamda sýnýrlamak yok.
Ararat filminde bir tek sahnenin kesilmesi
istenmiþti. Onu kestiðinde anlamsýzlaþýyordu.
Kendi kararýyla gösterimden kaldýrýldý.
Yasaklamalarla bir yere varýlacaðýný düþünmüyorum.
Hollywood ulusal sinemalarý yok eden bir
sinemadýr. Bombardýman altýnda, her yandan
tanýtýmý yapýlýyor. Tüm kanallar bunu yaptýktan
sonra filmi görmemek garip oluyor. Salona seni
sokuyor ama paraný almýþ oluyor. Tüm dünyayý
artýk egemenliði altýna almýþ durumda.
Kendi filmlerini kendi yapýyorlar. Senin yaptýðýn filmi bile alýp onlara gidiyorsun. Alternatif
üretmek zorundayýz. Kendi seyircimizi yaratmak
zorundayýz. Kültür merkezlerine büyük görevler
düþüyor. Biletli bir sistem olmalý, üretime dönmeli
sinema böyle bir yöntemle desteklenmeli. Kültür
merkezlerinden bir zincir oluþturulmalý.
Yeþilçam’ýn dýþýnda da sinema yapýlmalýdýr. Burada
alýnanlarla bir havuz oluþturulabilir. Devletin gözetimi altýnda sinema yapýlmaz, kendi göbeðini
kendin kesmelisin.
Gerillalarýn çektiði film... o koþullarda böyle
bir çalýþma yapýlmasý ilginçti. Acemilikler olsada
yapa yapa öðreneceklerdir. Aslýnda sinemanýn
anlatacaðý çok þey var. Cezaevlerinden bir sürü
yaþantý birikti. Bunlar perdeye yansýyacak.
70
Kýþ ‘06
Hevsel Bahçesinde
Bir Dut Aðacý
Apê Canip
3. Diyarbakýr Edebiyat Günlerine katýlan Canip Yýldýrým, ödül töreninde yaptýðý
konuþma ile dikkatleri üzerine çekti. Edebiyat Günlerinin sloganý “Önce Söz Vardý” idi. Canip Yýldýrým’da haklý olarak “Eylemi
Canip Yýldýrým 81 yaþýnda bir çýnar, bir delikanlý... Onun anlaolmayan bir fikir baþarýlý olamaz. Matatýmlarýndan kýsa notlar sunalým dedik sizlere...
nýn Ýncilinde ‘önce söz vardý’ denir, Goethe i81 yaþýna gelmiþ bir ihtiyarým ben. Unutuyorum... Hiçbir zase demiþtir ki ‘önce eylem vardý’ Eylemi olman kendimden ve halkýmdan utanmadým. Biz þehirliyiz, bizim
dönemimizde yasaktý Kürtçe, tehlikeliydi... Ben doðru dürüst dilimi mayan bir fikir baþarýlý olamaz. Bu sözleöðrenemedim. Bu halkýn güzel dili ihmal edildi. Benim Kürtçe’m
riyle Edebiyat Günlerini takip edecek olan
tarzancadýr, ‘çave yi”... Onun için kolektif bilinç altým hiç çürümebenim kalbimi kazanmýþtý.
di, daima diri kaldý, Fransa’da da Monteli’de de, Stokholm’de de
ben hep Kürt kaldým. Halkýndan uzaklaþmayan adam her þey olabilir. Toplumsal yapýmýzda budur, arkasýz sahipsiziz.
“Diyarbakýrlý olmak bir ayrýcalýktýr” Ahmet Arif...
Beni ben eden, beni adam eden, beni pervasýz ve korkusuz eden Diyarbakýr’dýr. Düþünce, eylem bazýnda beni etkiledi bu þehir.
Kitabýmda anlatmak istediðim o kadar çok þey vardý ki, anlatamadým. Korkumdan deðil, gücüm yetmediðinden. O kabiliyet olmadýðýndan. Unutuyorum... Yalnýz bir þeyi unutmuyorum, o da toplumsal hafýzam. Kolektif bilinç altým hep Kürt kaldý.
Delilerden þaþma, kritik dönemlerde delilerden þaþma... Benim arkadaþlarýmýn hepsi tipik adamlardýr. Her delilik bir veliliktir.
Deli olmayan veli olmaz. Mutlaka toplumun belirlediði, tayin ettiði,
bir ortamda eðer, bu ortama baþkaldýran her kimse o bir delidir.
Deli olmasa o düzenle baþa çýkýlýr mý? Don Kiþot’un deðirmenlere
karþý savaþý gibi, deðirmenlerle savaþýlýr mý? Onun için delilere benim çok saygým vardýr, çok hürmetim vardýr. Onlarýn sayesinde
toplumlar ilerlemiþtir. Onlar olmasaydý hiçbir þey olmazdý. Sartre’ýn
bir sözü var, 20. asrýn insaný bunalýmlý insandýr. Bunalýmý olmayan
insanda insan deðildir. Fransýz Komünist Partisi Cezayir Fransýzlarýndýr derken, Sartre çýkmýþ ve Cezayir Cezayirlilerindir demiþtir.
Böyle adamlarýn Allah’ýna kurban olayým.
Kýþ ‘06
71
Edip Polat
röportaj
Ben Diyarbakýr’ýn Bismil ilçesinin Zengora köyünde dünyaya geldim.
Zengora köyü þu anda haritadan silinmiþ. Koruculuðu kabul etmediði için
devlet tarafýndan yýktýrýlan bir köy. Siyasal çalýþmalara ilk 1977 yýlýnda
baþladým. 79’da ilk kez tutuklandým. Sýkýyönetimde yargýlandým. Askeri
rejim iþbaþýna geldiðinde biz de bu 12 Eylül faþist diktatörlüðünden nasibimizi aldýk ve 3 yýl bir ay Diyarbakýr askeri cezaevinde kaldým. Ýlk kitabýmý
1988 yýlýnda yazdým. Diyarbakýr gerçeði adýyla ve Diyarbakýr zindanýnda yapýlan o dönemin vahþi iþkencelerini anlatan ilk kitaptýr. O dönemde yayýnlanan
ilk kitaptýr. Kitap 88’de piyasaya çýktýðýnda bu alanda yazýlmýþ ilk kitaptý. En azýndan yurt içinde benim bildiðim bir kitap yoktu. Dergilerde zaman zaman yazýlar vardý ama bu konuda kimse cesaret edemiyordu
kitap yayýnlamaya. Ýlk kitap olmasý nedeniyle toplatýldý. Ben ve yayýncým
yargýlandý. Tutuklandým. Üç ay onun için hapis yattým. Ankara merkez
kapalý cezaevinde üç ay tutuklu kaldým. Musa Anter’le ayný gün gözaltýna alýndýk ve ayný günde býrakýldýk. Hatta Ýsmail Beþikçe de vardý bu operasyonun içinde. Kürt aydýnlarý 1990 yýlýnda bir operasyon yediler. Birbirimizden hiç haberimiz yoktu. Ben gözaltýndayken sorgu esnasýnda bana söylediler.
Musa Anter’i de gözaltýna aldýk diye. Daha sonra Newrozladýk Þafaklarý diye bir
kitabým çýktý. O da Diyarbakýr’da kadýn koðuþunu anlatan kýsmen fiftif
kýsmen de realist bir roman tarzýnda yazdým. Kýsmen diyorum çünkü kadýnlar
koðuþunda bulunan bir annenin anýlarýndan faydalandým. Onunla röportaj yaptým, kadýnlar koðuþunda doðum yapmýþ. Ýlginçtir o çocuk cezaevinde dünyaya
gelmiþ ve o çocuk annesinden dolayý 3 yýl hapis yatmýþ. Yani çocuk cezaevinde
dünyaya geldiði için ve anneye baðlý olduðu için cezaevinde kalmak zorunda kalmýþ. Bu çok enteresan bir þeydi. Newrozladýk Þafaklarý’nýn konusu zaten budur.
Helin adýndaki bir kýz çocuðuyla söyleþidir bir nevi. Tabi konu itibariyle bu olsa
bile tarihsel aldýðým için, yani Þeyh Sait isyanýna kadar onunla söyleþtiðim için,
Kürt tarihi üzerine eðildiðim için bu soruþturma konusu oldu. Yýl o zaman
1991’di. 1991’de ilk baskýsý Pelesor yayýnlarýnda yapýldý. Ama ikinci baskýsý 1991
yýlýnýn sonunda 1992’nin baþýnda yapýldýðýnda ise toplatýldý. Beni aldýlar, 1 yýl 8
ay Ankara Merkez Kapalý cezaevi daha sonra da Bursa Özel Tip cezaevinde kaldým. Bu süre içersinde cezaevinde çeviriler yaptým. Yine öyküler yazdým. Kör
Baykuþ adlý romaný cezaevindeyken çevirdim Kürtçe’ye. Þu anda elimizde bir örneði var. Ýlk kez Kürtçe’ye çevriliyor. 1995’te tahliye oldum.
Tabi yazým serüveni devam etti. Yazým serüveni çevirilerle, ve yine iþte
roman, öykü çalýþmalarýyla devam etti. Daha sonraki çevirileri saymazsak kendi kitabým, yazdýðým kitap yayýnlandý o dönemde yayýnlandý. Bilim Dilinde Kürtler ve Kürdistan. Bilim Dilinde Kürtler ve
72
Kýþ ‘06
Kürdistan’da dava konusu oldu. Yani peþ peþe yayýnlanan üç
kitabým dava konusu oldu. Kimi yasaklandý, toplatýldý. Kiminin hala davalarý sürüyor. Kimi toplatýlmadan ceza aldý. O þekilde þimdi Diyarbakýr Gerçeði zaten toplatýldý. Ýkinci baskýsý
toplatýldý. Üç ay hapis yattým. Üç yýl sonra beraat ettim. Diyarbakýr Gerçeði’nden berat ettim. Newrozladýk Þafaklarý 1520 gün kaldý. Daha üç ay önce yayýnlandý yeni baskýsý. Üçüncü baskýsý Bilim Dilinde Kürtler ve Kürdistan kitabým toplatýlmadan yargýlandý. Aslýnda ben onun yeni baskýsýný yapamayacaktým. Fakat süre aþýldýðý için ben yeni baskýsýný son Evrensel
yayýnlarýndan çýktý. Bilim Dilinde Kürtler adýyla. Ama bazý deðiþiklikler oldu kitapta, eklemeler çýkarmalar. Ondan sonra
ben bir roman yazdým. Benim Sevginin Sevgisiz
Ölüm diye bir romaným yayýnlandý.
Sene 1998. Hit yayýnlarýndan çýktý.
Sevginin Sevgisiz Ölüm romaný.
Bu, bu bölgede yaþanmýþ bazý olaylarý konu ediniyordu. Bu olaylar içersinde bir gerillanýn yaþamý da
vardý. O kitapta da korucularýn
köylülerle iliþkileri anlattým. Kitabýn birinci baskýsý çok kýsa
sürede bitti. Daha sonra ikinci
baskýsýný yapamadýk. Bölgedeki
bazý korucularýn hýþmýný üzerime çekti. Ve o kitaptan dolayý 2 yýl2,5 yýl önce saldýrýya uðradým. O kitapta adý geçen korucular Bismil de bana saldýrdýlar ve beni yaraladýlar. Ben kitaptan dolayý ilk kez
fiziksel bir saldýrýya uðruyorum. Daha sonra Cýgerxwîn’un çevirisi yaptým. Yaþamý ve çaðdaþ þiir anlayýþý adýyla çýktý. Yine
bu yýl içersinde bir Kürtçe öykü kitabým yayýnlandý, Kürtçe olarak yazdýðým Bilim Dilinde Kürtlere bazý eklemeler yaptýk.
Sözlük ekledik. Fotoðraflar eklendi. Diyebilirim ki þu anda elimde öykü çalýþmalarý var. Roman çalýþmam var. Ýki yýlda ancak ortaya çýkabilecek. Kurgusu bitti. Yazma serüvenim bu þekilde baþladý ve hala da devam ediyor.
Kürt edebiyatý ile ilgili düþüncelerinizi alabilir miyiz?
Kürt edebiyatýnýn Kuzey’deki durumundan söz edebilirim. Kürt edebiyatýnýn Kürt Kýrmançî Kürtçe’siyle yapýlanýný
söyleyebilirim. Çünkü ben Zazaca’yý, Gorani’yi bilmiyorum.
Kürt edebiyatýyla ilgili kýsaca deðerlendirme yapacak olursak,
edebiyatla Türkiye içinde yaþayan Kürtlerin yaptýðý edebiyat
diye ikiye ayýrmak gerekiyor. Bir kere yoðun asimilasyon,
Kürtleri yok sayma, dillerini yok sayma, dillerini yok etmeye
çalýþma çabasý uzun yýllar devam etti. Bu nedenle yazým alaný
Kýþ ‘06
tamamen dýþarýya kaçtý. Kurmançî lehçesiyle yapýlan edebiyat
Ýsveç ekolü diye bir ekol yarattý. Mehmet Uzun gibi birçok
yazarýn yetiþmesine sebep oldu. Önemli yazarlarýmýz var. Bazýlarý ülkeye döndü. Daha sonra Ýstanbul ve Kürt bölgelerinde
yayýncýlýk geliþti. 88’de Kürt Rönesansý yaþandý. Birçok gazete
kitap çýktý. Bazý kitaplar Kürt sorununu ilgilendiren kitaplardýr, Türkçe yazýldýklarýndan onlarý Kürt edebiyatýndan saymak
doðru deðildir. Aslýnda bu konu halan tartýþýlýyor. Kürt kökenli Kürtçe bilmediðinden Türkçe yazdýðýnda bu hangi kategoriye girmeli… Bu hala da çözümlenmiþ deðil. Kürt haleti
ruhiyesini Türkçe anlatabilirsiniz, ama bu Kürt edebiyatýna
girmeyebilir. James Joyce Ýrlandalýdýr,
ama Ulyesse’i Ýngilizce yazmýþtýr ve bu
eser Ýrlanda edebiyatýna aittir. Ahmet
Arif’in birçok imgesi Kürtçe’den
kaynaklanýyor. Haleti ruhiyesini
yansýtýyor.
Kürt edebiyatýnýn Kürtçe
yapýlmasý gerekiyor. Kürtçe yapýlan edebiyat zorunlu olarak diasporada baþlamýþtýr. dýþarýda
baþlamýþtýr, sonra Türkiye’ye
gelmiþtir. Arap Þemo çoðunlukla
roman yazmýþtýr. Fakat daha
sonra bu iþin baþýný Mehmet Uzun çekmiþtir. Yazarlarýmýza yazmalarý için feyiz vermiþtir. Öykücülükte bir dönem Nudem
dergisi yayýnlanýyordu, ben de yazarlarý arasýndayým. Nudem
dergisi 92-93’de yayýnlandý. Nudem Ýsviçre’de yayýnlanýyordu. Nudem dergisinin Kürt Diline katkýsýndan bahsetmek gerekir. Ondan sonra birçok dergiler çýktý. Kürt edebiyatý Türkiye koþullarýnda çok fazla geliþmiþ deðil. Diyarbakýr’da bazý
öykücü arkadaþlarým, þiir yazan arkadaþlar var. Fakat ne yazýk
ki Kürtçe okur çok az. Dilin standardize edilmesi okumayý artýracaktýr. Günlük hayatta kullanýlmayan bir dilin edebiyatý da
merak edilmez elbette. Bizim beyaz asimilasyon dediðimiz bu.
Siyasi örgütlenmelerde yer alanlar daha kullanmýyor dillerini… Dil ve edebiyatla ilgili söyleyeceklerim bunlar.
Kürt PEN hakkýnda bilgi verebilir misiniz?
Kürt PEN ilk olarak Almanya’da kuruldu. Kürt PEN þube açmak istedi. Bizimle diyaloða geçtiler. Onlarýn çabasýyla
oldu. Yasalar henüz el vermiyor. dýþarýda kurulmuþ bir derneðin yurt içinde þubesini açabilmek için Ýçiþileri Bakanlýðýnýn
olurunun olmasý gerekiyor. Bir Kürt derneðinin, adýnda Kürt
olan bir kurumun açýlmasý burada mümkün deðil. Biz de ba-
73
ðýmsýz bir baþvuru yaptýk. Kürt PEN’le iliþkimiz sürdüðü için
Kürt PEN Yazarlar Derneði dedik. PEN sözcüðünü kullanmamalýydýk. Fakat biz bu konuda yeterince aydýnlatmadý. Baþvurumuzu yaptýk. Ama hala da isimden dolayý sorun yaþýyoruz.
O dönem baþkaný bendim. Baþvuruyu yaptýðýmýzda Kürt adýndan dolayý reddedildi. Dava açtýk. Baskýnlara uðradýk. Para
cezasý aldýk. Dil dersi vermek istedik, polis derneðimizden ayrýlmaz oldu. Tabi ki, bu olumlu yönleri de oldu. Moral verdi.
76 üyemiz var. Bizim þöyle bir anlayýþýmýz yok sadece Kürtçe
yazanlar, Kürt olanlar diye bir sýnýrlamamýz yok. Fahri üyelerimiz var. Çok yoðun faaliyetlerimiz oldu. Almanya’da ki durumla yaþadýðýmýz sorundan faaliyetlerimize son verdik. 2006
yapýlan toplantý da bizim üyeliðimiz tartýþýlacak. Kabul edilirse
bu adla devam edeceðiz, eðer edilmezse adýmýzý Kürt Yazarlar
Derneði olarak deðiþtirmek zorunda kalacaðýz. Kürt yazarlarýnýn bir arada olmasý moral destektir. Kürt yazýnýný bu tip kurumlarla desteklememiz gerekiyor.
Kürt edebiyatýnýn çok eski bir tarihi var. Mele Mahmudi
Beyazidi, Mem û Zin’le ilgili harika bir öykü yazmýþ. Mem û
Zin’i öyküleþtirmiþ. Bu bir Kürt öyküsü sayýlýyor. Kurmançî
lehçesi ile Fuad Temo, Feqiye Teyran, Meleye Ciziri var. Sorani de ise Nali var. Daha sonra ki dönemde yayýnlanan Kürt
dergileri etrafýnda toplanan yazarlar var. Hawar dergisi en önemlileridir. Cýgerxwîn, Kamuran Celadet Bedirhanlar var.
Nurettin Zaza var. Zaten Ehmedê Xanî’yi söylemeye gerek bile yok. Ehmedê Xanî ve Melayê Cizîrî aþýlmýþ deðiller. Klasik
Kürt þiirleri aðýrlýklý olarak divan tarzýnda yazýlmýþtýr. Feqiyê
Teyran biraz halk tarzýnda yazmýþtýr. Karacaoðlan gibidir. Abdurrahman Aktepe var ve onun ailesinden olan Þeyp Kerbaleyi var. Þeyh Ahmed Can gibi dört þair çýkmýþtýr. Dini, Tasavvufu olsa da Kürtçe yazmýþlardýr. Daha sonraki dönemde öykü öne çýkmýþtýr. Kürt edebiyatý þiirle baþlýyor, roman ve öyküye ulaþýyor. Ýbrahim Ahmed’in yazdýðý roman var. Talabani’nin kayýnbabasýdýr bu kiþi. Sovyet Kürtlerinin yazdýðý romanlar var. Arab Þemo’nun roman deneyimi var. Sovyetlerde
yaþamýþ bir Kürttür. Türkiye’de ki aydýnlarýn çoðu Hawar
dergisi etrafýnda toplanmýþtýr. Hawar dergisi yazan Cemilpaþalar var. O dönemde siyasetle uðraþanlar ayný zamanda yazarlardý. Þiir, öykü yazýyorlardý. Fakat bunlarý Türkiye’de kitaplaþtýrmalarý mümkün olmadý.
Sözlü Edebiyatla ilgili düþüncelerinizi alabilir miyiz?
Kürt yazýlý edebiyatý aslýnda kökenini sözlü edebiyattan
alýyor. Meme Alan destaný vardý ve Mem û Zin onun üzerinden yaratýldý. Saatlerce süren ezgi ile söylenen Meme Alan
destaný biliniyordu. Eserinin omurgasýdýr. Dengbejler tarafýndan söylenen birçok hikaye daha sonra yazýlý hala getirildi.
Kürt edebiyatý yazýya geçmeden önce sözlü edebiyattýr. Ve bu
sözlü edebiyatta çok güçlüdür. Dil yasaklandýðý için, anlatý
kendini sözlü edebiyatta ifade etmiþ. Dilden dile bugüne gelmiþ. Asimilasyonu engelleyende bu olmuþ zaten. Kürtler yoksa tarihten silinirlerdi. Rüsteme Zal destaný var. Bu destaný
ben hala söylüyorum. Okulda öðrencilerime anlattým. Saatlerce anlatýrým. Bu destaný romanlaþtýrdým. Her bölgede ayrý ayrý anlatýlmýþ uzun bir cenknamedir. Yine benzer yiðitleme
Kürt Hüseyin öyküsü her yerde anlatýlýr. Bir Kürt pehlivanýnýn kahramanlýklarýdýr. Hýrsýz Maho’nun hikayesi vardýr. Aþiretler arasý çatýþmalar dengbejlerin konularý olmuþtur. Objektif olamamýþtýr. Dengbej hangi beye aitse onu övmüþtür. Þimdi bazý hikayeleri araya müzik katýlarak sunulur. Dengbej çýðýrýr ara verir hikayeyi anlatýr. Sanatýn belli dallarý iç içe geçmiþtir.
Son olarak neler söylemek istersiniz? Romanýnýzdan
bahsedebilir misiniz?
Ben bir öykücüyüm, romancýyým. En çok yoðunlaþtýðým
öyküdür. Romaný da sürdürüyorum. Þu anda elimde bir roman var. Ýki yýl sürecek bir çalýþma. Türkçe’yi tamamen býraktým, artýk tamamen Kürtçe yazýyorum. Benim bir öykü
tarzým var, o da halk anlatýsýný çaðdaþ öyküyle birleþtirmek.
Bir nevi yoðurarak anlatýyorum. Çaðdaþ bir öykü anlatýrken,
Kürtçe’nin sözlü edebiyatýndan uzaklaþtýðýný düþünüyorum.
Sözlü edebiyat tattýr, damak tadýdýr. O damak tadýný mutlaka
bizim yeni öyküye yedirmemiz lazým ki, yeni kuþaklar merakla
onu dinlesin. Biz öyküleri yalnýzca okumayýz ayný zamanda
dinleriz. Düðün geleneði, mevlüt, yas, çocuk oyunlarý bütün
bunlarý öykülerimde iþliyorum. Bir aný, zaman dilimini anlatan, baþý ve sonu bitmeyen, uçlarý açýk olan öykülerde var, fakat yýllara yayýlmýþ bir hikaye tarzý öyküde var.
1988’le baþlayan on yýl boyunca yaþanan, bölgemizdeki
belli baþlý olaylarý anlatýyor. Bu olaylarý dört arkadaþ yaþýyor.
Faili meçhuller, Diyarbakýr’ýn romanýný yazýyorum aslýnda.
Kürt romaný dendiðinde akla köy romaný gelir. Öyledir de zaten. Hiç kimse Ýstanbul’daki Stockholm’deki Kürdü romanlaþtýrmamýþtýr. Arap Þemo’nun romanlarý genel olarak köydür. Memet Uzun biyografik roman yazar. Biyografiyi aþmamýþtýr. Memduh Selim Beyi, Celadet Bedirhan ve Cem Ersever’le Gonca Us’u anlatýr. Ýþin içinde surlarýn, burçlarýn, tarihi mekanlarýn dile getirilmesi söz konusu. Vedat Aydýn cenazesi en fazla yer alan bölümdür.
74
Kýþ ‘06
Ahmet Arif
Terketmedi sevdam beni
Aç kaldým susuz kaldým,
Hayýn, karanlýktý gece,
Can garip can suskun,
Can paramparça,
Karakolun önünde bir adamý yatýrmýþlar. Sakýz gibi bembeyaz bir donu, bir entarisi, bur puþi ve aðrýsý
var baþýnda. Adam yalýnayak, polisler falakaya yatýrmýþlar. Ve adamýn ayaðýna veriyorlar sopayý. Adam “ya
Muhammed” diyor baþka bir þey demiyor. Adimin Arap olduðunu anladýk. Çünkü Kürt olsa baþka türlü baðýrýr. Zaza olsa baþka türlü baðýrýr. Belli ki Arap. Adam
ya mahkemeye gelmiþ ya da hükümette bir isi var. Ya
da pazara gelmiþ yað mi yoðurt mu ne bir þeyler getirmiþ orasýný pek bilmiyorum. Dört beþ posta adamý dövüyorlar. Biz çocuklar aþaðý yukarý 70-80 metre yukardayýz. Olayý görüyoruz. Hepimizin ip sapaný var. Ýp sapan kullanmak ustalýk ister. Gerçi her çocuk bir iki ayda öðrenir kullanmasýný. Çobanlar derler ki “Kurt tabancadan tüfekten korkmaz ip sapandan korkar” Simdi yumurta büyüklüðünde bir tas düþün výnlayarak gediyor. Göðüs olsun, kafa olsun vurdum mu öldürüyor.
O yasta, biz küçüktük ama ip sapaný çok iyi kullanýyorduk. Orda hemen kararlaþtýrdýk. Mustafa Tatar, benden yaþý büyük, gövde bakýmýndan daha iri. Babasý
babamýn arkadaþý, ailece çok yakýnýz. Mevzi aldýk.
Mustafa “dikkat edin adamý vurmayalým” dedi. Bende
“kafalarýna vurmayalým” diye uyardým. Üç dört tas attýk. Polisler yýkýldý kaldý. Bizde hemen tüydük. Bað evlerine doðru kaçtýk. Aksam evde anlatýyorlar. “Aslan kimin, babayiðit, býyýklarýndan adam asýlýr, aslan gibi
dört tane yiðit vermiþler polislere dayaðý, vermiþler dayaðý, Arabýn hayatini kurtarmýþlar.
Ahmet Arif, Ankara’da yakalanýp Ýstanbul’a doðru
götürülüyor. Trende iki tane polis yanýnda. Fakat peri-
Kýþ ‘06
þan durumda, zaten dövmüþler, üstü baþý periþan,
hücrede bekletmiþler, yüzünde bir yerlerde kan var.
Karþýsýnda yaþlý kari koca çift oturuyor. Ahmet Arif’e
bakýyorlar, merak ediyorlar, ne suç iþlemiþtir diye. Polisler uykuya dalýnca soruyorlar, “oðlum neyin var, neden ellerin kelepçeli”. Ahmet Arif, siyasi dese anlamayacaklar, adi dese ortada hiçbir adi durum yok. Herhangi bir þey diyemiyor aðzýndan su kelimeler çýkýyor:
“Teyze sevdadýr bu...”
Sevdadýr bu... Ahmet Arif’in sevdasý... Halkýna...
Ülkesine... Ahmet Arif Diyarbakýrlý bir þiir delisi... Bu özelliðini asla yitirmemiþ bir insan. Bütün motiflerini buradan almýþtýr.
Þiire yeni baþlamýþ devrimci bir delikanlýnýn karþýsýna Nazým’ý dikerseniz, çocuk ya paniðe kapýlýr ve ters
akýmlarýn uydusu olur, yahut ezilir, kötü bir kopyacý kesilir. Hidrojen bombasýna karþý Kürt hançeri ne yapabilir” Hakliydi Ahmet Arif, Nazým’dan sonra þiir yazmak
önce yazmaktan daha zordu ama Ahmet Arif vazgeçmedi kendi þiirini yazdý. Bugün Ahmet Arif’ten aldýðýmýz
bu ayrý tatta, onun özgün yanidir. Cemal Süreyya Ahmet Arif’le Nazým’ýn þiirini söyle karþýlaþtýrýyor:
“Ahmet Arif’in þiiri bir bakýma Nazým Hikmet’in
çizgisinde geliþmiþtir. Ama iki sair arasýnda büyük ayrýlýklar vardýr. Nazým Hikmet þehirlerin sairidir. Ovadan
seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. Ovadan akan
‘büyük ve bereketli ýrmak’ gibidir. Uygardýr. Ahmet Arif
ise daðlarý söylüyor uyrukluk tanýmayan. Yaþsýz aðaçlarý ‘asi’ daðlarý. Uzun ve tek bir aðýt gibidir onun þiiri.
Daha deniz görmemiþ çocuklara adanmýþtýr.”
75
kürtçe-türkçe öyküyü
Kandýra F tipi zindanýndan bize gönderen devrimci
tutsaða önsöz olarak
teþekkür ederiz
Dem dane nivrobu. Em Pênc þivan me pezan li çîya diçirandýn. Hewa gelek xweþbu. Roj li ezmana diþxulî me þivana meyi Pezan bibira ser gu here. Em hedi hedi lý
çîyê bejir bibuna we gavê me dýna xwe day, leþker berbime dahatin. Azad gazi me
tevakýr; “haj xwe hebin leþkeran týn vira” Mîrzo; “Hevalno norevin çika em dina xwe
býdne yiçabikin” Meji bý gotna Mîrzo û Azad em sekînin cîye xweda.
Belê demeke kurta leþkeran hatin cem meda me pêþta bîhîstibu ku leþkeran deketýne operesiyonê. Leþkera em hemo beravi cem heu kirin. Serbaz Ferman da leþkere xwe da; “pozen þivana hemî tevî hexkin”. Leþkera býlez Ferman anîcî. Serbaz leþkerara got; “xarýna wana bîne cem mida”. Býzore hebaneme býrne cem serbazda. Û
tiþtên hindire hebanýda royî erdýkirin, bý pena pêpezkirin. Paþe serbaz gote me da;
“hun hinde tiþt û xarýn çajê dýkin”. Ronahi; “heta exarý em ber pezan diçirînýn ev xarýn
ya pêne þivana bu, zor týrame dikir.” Serbaz;”tu vira diî em zanin hun ev xarýne dine
terwusa, em kurda nasdikin hun hemi terewusin, lý eme sona weyi bînin.”...
Serbaz Ferman da du leþkera; “ew þivane ku xeberda bîne cem mida”. Leþkera
Ronahi bý defa birne cem serbazda. Serbaz; “nave te çiye”. Gote Ronahiye. Hevaleme; “Nave min Ronahiye” Serbaz got; “ ew çito nave” Ronahi; “Nave mýn nave Kurdane.” Serbaz du kulm serhev avîte deve Ronahîda. Xuna sor lý dev lêve Ronahî kiþiyan. Paþe serbaz darekime da desten xwe da, gote leþkerada; “Hemiya yek bý yek
býgrýn bine cem mida.” Paþe serbaz heta deste me býyerým û reþbe ewi bý wî darî
deste me xist...
Leþkeran pýstî kutanamý kare çuyîne dikirin, we gave serbaz pesîra Ronahî girt
got; “Tuye mera werî, tu ciye terewusa nasdýký ewi ciye nîþanî mexi!”. We gave hýdýre
me hemiyada tiþtek qetîya, me dýna xwe da çeve hev û Ronahî jî yek bu yek dýna
xwe da çeve meda. Agireki mezýn kete dýle me da.
Ronahi gote me da; “mýn meraka nekýn ser guhu we ser pezen mýn býbe, cabý býdýn bavýmýn û daykamýn.” Serbaz gete Ronahîda; “zede xebernede.” Û xeberdana
Ronahi birî... Ronahî bý nihirandýna düþmünatîye û çeve neyar caba serbazda Lê serbaz çeve xwê li çeve Ronahi nerwand,,,
Belê du leþkera bý bende kalim zendê Ronahi giridan ewa bý defa cem xwera hýldan birin. Ronahî hýneki durkatýbu ku ziviri lime neherî, mejî deste xwê jira bakir û wî
neherî heta çua indabu... çeve Berzan hêsir kiþiyan hedî hedî... Mîrzo got; “yekme
here cabýda dayik û bave Ronahî’da.” Berzan; “ezê herim cabý bidim, hun miqatî pezen mýn bibin jî”...
Berzan bý lez ber bý gund revi. Û demeke kurta xwe da gunda qet nesekînî berbý
mala Ronahî revî, Dayka Ronahî berderî runiþtibu. Yek ber bý malý dýrevî. Berzan dît û
76
Kýþ ‘06
rabu serpîya; “Lawo Berzan çabu tý çýma hatî?” Berzan sekînî kýr ku xeberde li nikaribu, Berzan xeberneda, eyni lala sekini çevên dayka Ronahi ne herî.. jinik revî hindirda
bardaxek av ani... Lê Berzan av nexar çýmkî ew bînanî belgek berbý ba dilerîzî ... Ew
lerizandina ku dayka xezal dît. Hinek av hilda patka Berzandakýr. Ser ave þývan hêneki ser xweda hat. Dayka Xezal zuda tiþteki nebaþ ketýbu dile wî. Lý isabu, lý qura, lý
mera, lý þeven sarên tarî û belayýn çiyayýn býhezaran ne tirsîyan ev þivan çima zimanê
wi naha hatýbu girtin. Dayka Xezal milê bezan girt û suwalkir; “Beje Berzan bavimin
çýbu, çu týþ tî tu aha ani gunda”. Berzan sêre xwe bejir kýr bý dengeki kim got;”Dayka
Xezal leþkera kure teyi Ronahî hýldan birin”... We gavê dýlý Dayka Xezalda zarinek
hat, û demeke kurta deþ û zamane heþîn tijîkir qêrîna Dayka Xezal.
Gundi beravî dermala xezalý bun. Gava gundiya Femkir ku çibîye nav hevda xeberdan qýrardan yý býçýyana Ronahî bigeriyana. Paþe gazi Berazan kýrýn û hertýþ lý
gundari kir. Demeke kurta lý tiraktore sîyarbun û Berzan jî hýldane cem xweda lidan
çun, týraktoreda çar kal, pênc ciwan, bave Ronahî, yek jî Berzan hebu. Berzan yê rê
niþane wana býxýsta. Dayka Xezali jî ye wanara biçiya lê kala hýznekir...
Mîroven hindve tiraktoreda gava xwe dane cem þivana dêna xwe dane da hali
þývana periþane. Lê ciwana yeki li þivana suwalkir; “Leþker kali çun?” wanajî ciyê ku
leþker çubunê gotýn. Lê bý gotne xwera gotýn ew ciyê operesîyoneye. Kaleki got; “Evare cîyê ku çunê eme herin wî cîyî Ronahî bigerin, eger leþkeran me bernedan emeji
lý serbazan zarokên xwe býxazýn”. Paþê zývýrîne cem þivanada gotýn; “Hunjî býrý pezan
hedi hedi ber bý gund beherýn”.
Gundiya ciyen dara, nav zýna û kevýran, bin tevan neherin, Lê demjmeran derbazbun ne Ronahî dîtin ne jî lý rastî yek teþkerî hatýn. Lê femkirin ku leþker zuda çune
cîkî dineda...
Evarbu roj hedi hedi ber bý gülibandinê diçu ewrên reþu terîkî renge roje sor dikirin...Sorkirina rojê ser gudra derbaz dibu û diçu... Çevên dayka xezal li reya nirê wî,
li rêya gundîyabu... Hedî hedî tiraktor dahate xuyaneda, paþe tiraktor hate nava
gunda... Dayka xezal birev çu cem tiraktorada. Lê nava gundîyada Ronahî nedît. Bý
çêvên xwe hesir xiste qarin; “kane kurêmin?, Ronahîyemin kêderiye?” we gave jinoke
pîr destên xezali girt; “Negri xezal, ka býra bibe sýbê bira herin qereqola sôval bikin”... Wê êvaci Xezal heta þeveqey ber derî runiþ û kulam ser Ronahî got... tibi qoy
xezali zanibu idî Ronahî nayi...
Sýbê çend gundî hatin cem xezali u mêrê xezalý; “Eme herin qereqola suwalbikin,
çika yê çi bêjin, hunjî bi quwet ser xwe bin. Çi destên me werê emê hemî tev bikin” isa gotin û çun...
Ew roj, rojen piþt wîjî gundîyan û bave Ronahî li qereqola suwala Ronahî kirin.
Hero eynî bersîv hildidan; “Ne zarokeki isakîne neditiye terewus jî dibe kuj tibe”.
Belê pistî bîst roji þunda berbanga sýbê despêka gunda çuwaleki xun hate ditîne
torbe dare ceyranêva hatibu dardakirine. Gundi hatin çuwale bý xun dare ceyra neva
bejir kirin. Gundi dora çuwale xun beravbun, nav komeda xezal û mêrê wîjî hebu. Ciwanekî dere çuwal ve kîr, dayka xezal hedî hedî çok da erdêda. Lerýz kete defa
namla dayka xezalida, hendýre çuwalda, ew bist roj bu reþe wî hati bu gýrênêda ew
cenaze lawe wibu...
Belê seva gundiya birtisînin, lý wî çuwalîda cýnaze Ronahîye pirtî pirtî buyi hebu...
Lê gundî ne tirsîyan bu teybetî þuþtýn bedena Ronahi, pirtikê cendeke Ronahî bi hevakirýn. Lý sere rîya gunda jýra merzelek çikirin. Ser kilkê Ronahî ahakine nîvîsîbun:
EM JÝ WE NARTÝSÝN
HEMÎ EME ROJEKÎ AZAD BÝBÝN
Kýþ ‘06
77
Zaman öðlen vaktiydi… Biz koyunlarý daðda otlatan beþ çobandýk. Hava çok
güzeldi, güneþ gökyüzünde parlýyordu. Bizde koyunlarý quheran (koyunlarýn öðlen
güneþten dolayý dinlendirildiði yer)’a götürdük. Yavaþ yavaþ daðdan iniyorduk o sýrada askerlerin bize doðru geldiðini gördük… Azad hepimize seslendi; “dikkatli olun
askerler buraya geliyorlar.” Mirzo; “arkadaþlar kaçmayýn, bakalým ne yapacaklar.”
Bizde Mirzo ve Azad’ýn dedikleri gibi durup yerimizde bekledik.
Evet kýsa zamanda bizim yanýmýza geldiler. Biz askerlerin önceden operasyona
çýktýðýný duymuþtuk. Askerler hepimizi bir araya topladýlar, komutan askerlerine emir verdi; “bütün çobanlarýn sürülerini birbirine karýþtýrýn.” Askerler hýzla emri yerine getirdiler. Komutan askerlere; “çobanlarýn yiyeceklerini toplayýp buraya getirin”
dedi. Zorla çýkrýklarýmýzý alýp komutanýn yanýna götürdüler. Çýkrýklarýmýzdaki yiyecekleri ve eþyalarýmýzý yere döküp postallarýyla çiðnediler. Sonra komutan bize; “siz
bu kadar yiyecek ve eþyayý ne yapýyorsunuz? ” dedi. Ronahi; “akþama kadar koyun
otlatýyoruz, bu yiyecekler beþ çobana ancak yetiyor.” Komutan; “yalan konuþuyorsun, biz bu yiyecekleri teröristlere verdiðinizi biliyoruz. Biz Kürtleri tanýyoruz, hepiniz teröristsiniz, ama sizin sonunuzu getireceðiz…”
Komutan iki askere emir verdi; “o konuþan çobaný benim yanýma getirin!” , askerler ite kaka Ronahi’yi komutanýn yanýna götürdüler. Komutan “adýn nedir?” diye
sordu. Arkadaþýmýz “Ronahi’dir” diye cevap verdi. “O ne biçim isimdir?”… “Benim
adým Kürt ismidir!” Üst üste iki yumruk attý Ronahi’nin suratýna komutan. Kýrmýzý
kanlar aktý Ronahi’nin dudaklarýndan. Ardýndan komutan birimizin deðneðini eline
alýp “teker teker tutup getirin” dedi. Sonra komutan her birimizin elleri þiþip morarana kadar o deðnekle ellerimize vurdu...
Askerler bizi dövdükten sonra gitmek için hazýrlanmaya baþladýlar. Bu anda komutan Ronahi’nin yakasýndan tutarak; “sen bizimle geleceksin. Teröristlerin nerede
olduðunu biliyorsun, orayý bize göstereceksin”… O anda hepimizin içinden bir þeyler koptu. Birbirimizin gözlerine baktýk ve Ronahi’de tek tek bizlerin gözlerine baktý, yüreðimize koca bir ateþ düþtü…
Ronahi bize; “beni merak etmeyin, koyunlarýma mukayyet olun, ana ve babama
durumu haber edin!..” dedi. Komutan “fazla konuþma yürü” diyerek sözünü kesti.
Ronahi’de ona düþman bakýþlarla dolu gözleriyle cevap verdi… Komutan gözlerini
bu bakýþlardan kaçýramadý.
Evet, iki asker Ronahi’nin kollarýný kalýn iplerle baðlýyarak onu ite kaka yanlarýnda götürmeye baþladýlar. Ronahi biraz uzaklaþmýþtý ki dönüp bize baktý bizde ona el
78
Kýþ ‘06
salladýk ve onu izledik taki o gözden yitene kadar… Berzan’ýn gözlerinden yaþlar akmaya
baþladý usulca… Mîrzo; “Birimiz gidip Ronahi’nin anne ve babasýna haberini versin” Berzan; “ben gidip haber veririm siz benim sürüye de mukayyet olun”…
Berzan köye doðru hýzla koþtu ve kýsa zamanda köye ulaþtý hiç durmadan Ronahilerin
evlerine doðru koþmaya devam etti. Kapýnýn önünde oturan Ronahi’nin annesi eve doðru
koþarak gelen çoban Berzan’ý gördü ve ayaða kalkarak; “Lawo (oðul) Berzan ne oldu niye
geldin”… Berzan durdu, konuþmak istedi ama baþaramadý. Berzan konuþamadý lal olmuþ
gibi baktý Ronahi’nin annesinin gözüne. Kadýn koþup içerden bir bardak su getirdi… Ama
Berzan suyu içmedi. Çünkü o rüzgardaki bir yaprak gibi tir tir titriyordu… Bunu gören
Xezal ana sudan biraz alýp Berzan’ýn ensesine sürdü… Çoban suyun etkisiyle biraz kendine
geldi.
Xezal ana çoktan sezmiþti kötü bir þeylerin olduðunu, öyle ya kurttan, yýlandan gecenin
soðuk karanlýðýndan ve daðlarýn bin belasýndan korkmayan bu çobanlarýn dili niye tutula?...
Xezal ana kolundan tutup sarsarak sordu; “söyle babam Berzan, ne oldu nedir seni böyle
köye getiren?” Berzan baþýný eðip kýsýk bir sesle; “Xezal’ýn yüreðinden bir çýðlýk kopup geldi ve kýsa bir vakitte göðün mavisini ve ovalarý tamamýný doldurdu… Xezal’ýn aðýdý…
Köylüler Xezal kadýnýn evinde toplandýlar. Neler olduðunu anlayan köylüler kendi aralarýnda konuþtular. Gidip Ronahi’yi bulmaya karar verdiler… Sonra Berzan’ý yanlarýna çaðýrdýlar ve her þeyi ondan dinlediler… Kýsa bir süre sonra traktöre Berzan’ýda bindirerek
daða doðru gitmeye baþladýlar. Traktörde dört ihtiyar, beþ genç, Ronahi’nin babasý ve birde
Berzan bulunuyordu. Berzan onlara yolu gösterecekti. Xezal anada gelmek istemiþti, ihtiyarlar bunu istemediler…
Traktördekiler çobanlarýn olduðu yere geldiklerinde çobanlarýn hallerinin periþan olduðunu gördüler. Gençlerden biri çobanlara sordu; “askerler ne yana gittiler?” Onlarda askerlerin gittiði yeri söylediler, ama oranýn “operasyon” bölgesi olduðunu da eklediler… Ýhtiyarlardan biri; “akþama doðru gittikleri yere doðru gidip Ronahi’yi ararýz! Eðer askerler
bizi býrakmazsa, bizde komutanlarýndan çocuðumuzu isteriz!” sonra çobanlara dönüp; “sizde sürüleri yavaþ yavaþ köye götürmeye baþlayýn” dedi.
Köylüler yola koyuldular; her taþýn, her derenin, her aðacýn yerini aradýlar. Ama saatler
geçti, ne Ronahi’yi bulabildiler nede tek bir askere rastladýlar. Askerlerin çoktan baþka bölgelere gittiðini böyle anladýlar.
Akþamdý, güneþ yavaþ yavaþ batmaktaydý… Siyah kara bulutlar güneþi sarýyorlardý…
Güneþ kýzýllýðýný köyün üstüne salarak gidiyordu… Xezal ananýn gözleri kocasýnýn ve diðerlerinin dönüþ yolunu gözlüyordu… Yavaþ yavaþ traktör görünmeye baþladý. Az sonra
traktör köyün içindeydi ve Xezal ana koþarak traktörün yanýna gitti. Ama köylülerin içinde
Ronahi’yi görmedi, o yaþlý gözleriyle baðýrdý; “hani benim oðlum, Ronahi’m nerde?..” O
sýrada yaþlý bir kadýn Xezalýn elinden tuttu ve ona; “aðlama, hele sabah olsun gidip birde
karakoldan sorsunlar…” O gece Xezal ana evin eþiðinde oturup güneþ doðana kadar aðýtlar
yaktý. Sanki Xezal Ronahi’nin artýk gelmeyeceðini biliyor gibiydi…
Sabah birkaç köylü, Xezal ve kocasý Musa’nýn yanýna geldiler; “biz gidip karakola soracaðýz bakalým ne diyecekler? Sizde güçlü olun, umudunuzu yitirmeyin, elden ne gelirse
hep birlikte yapacaðýz!” deyip yola koyuldular…
O gün ve sonraki günlerde köylüler ve Ronahi’nin babasý karakoldan Ronahi’yi sordular. Aldýklarý cevap hep aynýydý; “öyle bir çocuk görmedik, teröristler vurmuþ olabilirler…”
Evet, yirmi gün sonra, bir sabah vakti, köyün giriþinde, kanlý bir torba bulundu. Torba
elektrik direðine asýlmýþtý.
Kýþ ‘06
79
Apê Musa
1915 Yýlýnda Mardin’de doðdu. Ýlkokulu Mardin’de, orta ve liseyi Adana’da okudu. Yüksek öðrenimini ise Ýstanbul’da Hukuk Fakültesi’nde
yaptý
Yayýncýlýk hayatýna 1948’de Ýstanbul’da baþladý. Ýlk olarak Dicle Kaynaðý dergisini çýkardý. O kapatýlýnca Þark Mecmuasý isminde baþka bir dergi
çýkardý. Diyarbakýr’a döndü. Þark Postasý’ný çýkardý. Daha sonra askerlik için yeniden Ýstanbul’a gitti. Askerlik bittikten sonra 1958’de arkadaþlarýyla
birlikte Ýleri Yurt adýnda bir dergi yayýnlamaya baþladý.
Bu arada arkadaþlarýndan Mustafa Remzi Bucak, Yusuf Azizoðlu, Ziya
Þerefhanoðlu ve Faik Bucak ile birlikte “Kürtleri Kurtarma Cemiyeti” adýnda bir örgüt kurdular. Örgütün amacýný “Memleketten gelen arkadaþlarýmýza yardýmcý olmak ve burada benliklerini kendilerine ifade etmektir” diye
açýklar Musa Anter. Daha sonra bir matbaa satýn aldýlar ve Mezopotamya dergisini yayýnlamaya baþladýlar. Bu derginin çýkýþý
tutuklanmalarýna neden oldu. 1959’dan 1961’e kadar tutuklu
kaldý. Birçok kez tutuklanan Musa Anter, THKP-C önderlerinden Hüseyin Cevahir’in de hapishane arkadaþýdýr.
Serbest kalýnca Ahmet Akif Baþar’ýn Ýstanbul’da yayýnlanan
dergisinde yazmaya baþladý. 1970-1975 yýllarý arasýnda yeniden tutuklandý.
Daha sonra saðlýk problemleri nedeniyle köyüne döndü ve 1987’ye kadar
burada kaldý. Ama halkýna yapýlanlara dayanamayarak kaleme yeniden
sarýldý. Bu dönüþünü Musa Anter þöyle açýklýyor:
“Köyüme döndüm. Pastoral hayatýmý sürdürdüm fakat etrafýmda o
kadar tahammül edilmez devlet terörü ve zulmü oluyordu ki, delirmediðime þükrediyorum. Yeri gelmiþken Kürt tarihindeki þu öyküyü anlatmak
istiyorum.
Rüstem’in babasý Zal, yaþlanýr. Henüz 14–15 yaþýnda olan Rüstem’e
tüm kahramanlýk ödevlerini devreder. Osmanlý tarihinde Sultan Murat ve
Sultan Fatih misali düþmanlar bundan yararlanarak, gelir Zal’ýn
bütün sürülerini talan ederler. Bu durumu Zal’a iletirler. Zal, ‘Zararý yok, biz de onlarýn çok sürülerini talan etmiþtik.’ der. Bu sefer
düþman gelir, aþiret yaþamýnda en büyük hakaret olan hareketi yapar ve
tüm çadýrlarýn iplerini keser. Bunu da Zal’a söylerler. Zal yine ‘Zararý
yok. Biz de onlarýn çadýrlarýný parçalamýþtýk.’ der. Düþman bir kez daha gelir. Bu sefer kýzlarýna ve kadýnlarýna sarkýntýlýk eder. Bu Zal’a söylenince
Zal irkilir. ‘Namus ha!’ der ve gürzünü ister. ‘Kafama bir kaç kez vurun da
kafam kýzýþsýn.’ der. Atýný hazýrlatýr, mýzrak ve gürzünü alarak düþmanýn
peþine düþer ve o ihtiyar haliyle hepsini periþan eder.
Benim de halkým öldürüldü, iþkence gördü, sakatlandý. Hatta iþkenceden çýldýranlar oldu. ‘Eh, ne yapalým’ derdim. ‘Eskiden beri biz bunlarý görüyoruz.’ Fakat sonradan duydum ki halkýmýza bok yediriliyor ve namusuna el uzatýlýyor. ‘Benim, atalarým Zal ve Rüstem gibi gürzüm yok. Ama
‘Verin kalemimi!’ dedim ve tövbemi bozarak yazmaya baþladým.”
Ape Musa adýyla da anýlan Musa Anter 20 Eylül 1992’ de kontrgerilla
tarafýndan katledildi...
MUSA ANTER (1915 – 1992)
80
Kýþ ‘06
Kürt Edebiyatçýlarý
MÎR CELALET ELÎ BEDÝRXAN
CIGERXWÎN
1897’de Ýstanbul’da doðdu. Ýlk ve orta öðrenimini Ýstanbul’da tamamladý. Gençlik yýllarýnda “Türk Gençleri”
hareketi içinde yer alarak Osmanlý Ýmparatorluðu karþýtý
faaliyetlerde bulundu. Ailesi Abdülhamit tarafýndan yurtlarýndan sürülünce Yemen’e yerleþti. 1908’de Abdülhamit tahttan indirilince geri döndü.
Kendi dilinin yaný sýra Türkçe, Fransýzca, Ýngilizce,
Almanca, Yunanca, Arapça ve Farsça’yý da çok iyi bilen
bir aydýndý.
Sen büyük yýldýz!
Ne olurdu halin senin,
Aydýnlattýklarýn olmasaydý?
O zaman görkemin, güzelliðin
Ve büyüklüðün ne iþe yarardý?
JANA SEYDA
Kürt kadýn þairlerden biri olan Jana Seyda, 1976 yýlýnda Amûd’de doðdu. Halep Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi’nde Topografya Bölümü’nü bitirdi. 1990’da þiir
yazmaya baþladý. Þiirleri Arapça, ve Kürtçe gazete ve
dergilerde yayýnlandý. Ýlk þiir kitabý Türkiye’de “Þeva
Davî” (Son Gece) adýyla yayýnlandý.
HÜZÜN DENÝZÝ
Günlerin atýna bindim
Acýlarýmla beraber yolcuyum
Aþk rüzgarý kalbimin tellerine vurunca
Istýraplar yaðdý
Týpký son demlerini yaþayan sonbahar gibi
Sýcaklýðý bulutlardan istiyorum
Ve yýldýzlarla tutuþuyorum
Ben ve acýlarým yolcuyuz
Uzaklaþýyoruz
Ve hüzün denizinde yüzüyoruz.
Kýþ ‘06
81
1903’te Heser’in bir köyünde dünyaya geldi.
Yaþadýðý dönem þeyhlerin ve imamlarýn toplum üzerinde etkin olduðu bir dönemdi. Köylülerin ekmeðini zorla ellerinden alýyorlardý. Ve Cigerxwîn
de o köylülerden biriydi. Þeyh ve mollalarýn yanýnda dini eðitim aldý. 1928’de imam oldu.
Ýmamlýk yaptýðý dönemde Kürt sorunu konusunda duyarlýlýðý arttý. 1930’larýn baþýnda þeyh ve imamlarýn yaptýklarýna karþý harekete geçti. Ýmamlýktan ayrýldýktan sonra iki köy kuran Cigerxwîn,
bu köylerde eþitlikçi ve sosyalist bir yönetim saðlamak istedi ancak baþarýlý olamadý. 1937’de
Amûd’de “Nediya Ciwankurd” (Kürt Gençlik Derneði) adýnda bir dernek kurdu.
1949’da Komünistlerle arkadaþlýk kurdu. Defalarca tutuklama ve iþkence yaþadý.
1969’da Irak’a gitti ve bir yýl boyunca oradaki
devrim hareketine katkýda bulundu.
1979’da Ýsveç’e yerleþti ve ömrünün son 5 yýlýný burada geçirdi.
KIZIL SEL
Ey kýzýl sel, güçlü sel
Bu ova ve dereleri sen kapladýn
Damla ve sýzýntýlarla inince sen
Ýlk önce varlýðýný duyumsatmazsýn
Bir araya geldin mi bir kez,
Küçük-bbüyük demeden ezer, yýkar yüreklere
korku salarsýn.
Neye çarpsan hemen kýrarsýn,
Þehir ve köyleri tümden yýkarsýn.
Düþman elinden çýðlýklarla kaçar,
Silahsýz ve elleri boþ yere yýkýlýr.
KEMAL BURKAY
EREB ÞEMO
1897’de Kars’ýn Susuz köyünde doðdu. Çobanlýk ve çiftçilik yaptýðý gençlik yýllarýnda Rusça, Ermenice, Türkçe ve Rumca’yý da kendi ana dili gibi öðrendi. 1916’da demiryolu inþasýnda görev alan Bolþeviklerle iliþki kuran Ereb Þemo, artýk Bolþevik Devrimi’ne katýlan bir Kürt sýfatýný kazandý. Katýldýðý bir
miting sýrasýnda tutuklandý ve cezaevine kapatýldý.
Bir süre sonra serbest býrakýldý. 1920’de Moskova’ya
giderek yüksek öðrenimini tamamladý.1924 yýlýnda
Ermenistan’a gitti. Özellikle Kürtler arasýndaki aþiretçilik olgusunu ortadan kaldýrmak için sosyal bir
çalýþma da yürüten Þemo, Komünist partisi’nin tüm
organizasyonlarýnda aktif olarak görev yaptý.
1937’de Dersim’in Mezgir Kazasý, Dirban Köyü’nde doðdu. 1960 Yýlýnda Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi. 1965’te Türkiye Ýþçi Partisi’ne üye oldu.
1966’da Kürt sorunu üzerine yazdýðý bir yazýdan dolayý tutuklandý. 4 ay cezaevinde kaldý. Ardýndan 1969 –
1971 yýllarý arasýnda 3 defa daha tutuklandý.
1974 yýlýnda bazý arkadaþlarýyla birlikte Kürdistan Sosyalist Partisi’ni kurdu. 1980’de vatandaþlýktan
çýkarýldý.
RÜZGAR EKEN
Biçilen bir fidan gibi yere düþen gençler
tanýðým olsun
Analarýn aðýdý ve bebek gözlerindeki yaþlar
Tanýðým olsun gözden ýrak ve kederli dað
köyleri
Çoban kulübeleri
Gece yarýlarý haram edilen uykularýmýz
Býçaklanan aðaçlarýmýz ve türkülerimiz
Napalmla yanan yiðit daðlarýmýz
Ve kaç kez kýpkýzýl akan deli Zap
Köpüklü Munzur
Kurt-kuþ tanýðým olsun
Gelip geçiyor yazlar
Beklenti ve umutlar
Çaresizlerle
Kaynýyor çayýrlar ovalar
Fýþkýrýyor iyilik ve bereket
Emekçilerin alýn terinden
Göz gezdiriyorum emekçilere
Tarla ve vadilere
Göremiyorum seni yoldaþlarýn arasýnda
Gelip geçiyor sonbaharlar
Aðlayýþ inleyiþ oldu
Bükük boyunlu aðaçlar, dallar
Hüzün sarmýþ baþtan baþa ülkeyi
Diyor: yine geldi
Zor ve kudurmuþ kýþ
Toplanýyor umudu olanlar
Göremiyorum seni emekte.
Mezarýný derin kaz Sömürgeci!
Ülke çok öfkeli
Daðlar, ormanlar, kuþlar, insanlar
Rüzgar ektin
Fýrtýna biçeceksin
HÊMIN
1920’de Ýran’da, Mahabad yakýnlarýnda Laçin
köyünde doðdu. 15 yaþýnda þiir yazmaya baþladý. 1942
yýlýnda þiirleri Nîþtiman (Vatan) dergisinde yayýnlandý. Þah döneminde þiirlerini serbestçe yayýnlayamýyordu, bu yüzden gizlice halkýn arasýnda yayýyordu.
Farklý bölgelerde yaþayan Kürtlerin ortak bir dil yaratabilmeleri için çalýþmalar yaptý. Eserlerini tüm bölgelere ulaþtýrmaya gayret etti.
KUTSAL ÖFKE
Dem döner ama öfkem daha da büyük zindanda
Döver beni ama daha çok sarýlýrým haklý davama
Zaman biterse de ben celladýma doðru gelirim
yeniden
Kürdüm baþ eðmeyeceðim, baþ eðmeyeceðim.
82
Kýþ ‘06
ROJEN BARNAS
XELÎL DÝHOKÎ
Modern Kürt þiirinin en önemli isimlerinden biri olan Rojen Barnas Silvan’da doðdu. Ýlk þiirleri 1970’lerin
sonunda Tirej dergisinde yayýnlandý. Yayýnlanmýþ 4 þiir
kitabý var. 1980 yýlýndan bu yana Avrupa’da yaþýyor.
1951’de Dihok’ta dünyaya geldi. Þiirleri ilk
kez 1970’te yayýnlandý. Ardýndan öykü ve edebi deðerlendirmeleri dergi ve gazetelerde yer aldý. Ereb
Þemo ve Cigerxwîn’in kitaplarýný Arapça’ya çevirdi.
Vataným için, vatanýmdan uzaðým
Vataným için sürgün ve yalnýzým
Vataným için,
Buralarda sýkýntýdayým.
Ey ayýn yankýsý
Ki þimdi serabý Dicle’de Fýrat’ta parýldýyor
Ya da bir peri gibi oynuyor
Van Gölü’nün üzerinde
Ve ey Diyarbakýr’ýn siyah taþý
Ki þimdi güneþinin önünde parýldýyor.
Siz bilmiyorsunuz
Yüreðim nasýl size baðlý,
Sizin özleminizle nasýl çarpýyor
Nasýl ufalýyor her çarpýþýnda.
EY EZÝLENLER
Ey bu yýrtýcý ve viran olmuþ yurdun
ezilenleri!
Yüzyýllardan bu yana
Her gün onlarca genç kýz ve erkek
Altýna girdi topraðýn.
Ne düþmanlarýnýz duruyor,
Ne de siz eriyorsunuz kurtuluþa.
Ey ezilenler
Yersiz yurtsuz göçerler!
Bu düþman
Harabeye çevirdi yaylalarý ve köyleri.
Peki nereye gidecek bu çocuklar?
Yirminci yüzyýlýn onlarý ve halen
Aðalarýn ekmeðini piþirip çamaþýrlarýný
yýkamakta
Eþleriniz, neleriniz!
Halen sömürüyor sizi
Aðalar ve derebeyleri!
Bir çare bulun
Ey ezilenler!
Yurdunuzun dört bir tarafýný
Doðru ve mantýklý düþüncelerle süsleyin
Ýnanýn ki
Kutlu gelecek sizin
Göreceðiz
Göreceðiz.
Kýþ ‘06
83
Daðlarý yasaklý þehirlerim var benim
Geceleri top mermileriyle süngülenmiþ
Sokaklarýnda ölü insan parçalarý
Yaðmalanmýþ beþiklerim
Ve nefessiz bebekler
Ve memeleri süt dolu
Ölü anneciklerimin…
O daðlarýn aþkýdýr yüreðimizde taþýdýðýmýz
Ve bundandýr ki hiç paslanmaz ellerimiz
Harlý ateþlerden de sýcak
Körlenmez bir süngüdür umut
Göz bebeklerimizde taþýdýðýmýz…
Açýlýyor birer birer
Daðlarýmýzýn koynundaki mezarlar
Bir beþ on öldürülmüþlüðümüzün
Kemikleri iç içe halkýmýn yiðitlerinin
kan konuþuyor
yaðmalanmýþ beþikler konuþuyor;
“þimdi deðilse ne zaman”
Lý bajaran çiyayémine qedexekirin hene
Ývaran bý gule tope hatye xençerkirine
Kulanada mirîn, parçe miroua
Qundaxe mine talan kîrî
Ûzaroké bý bén
Û memýké wan tijî þîr
kayké miné mirî…
Ergül Çiçekler 05
Kurþunlanmýþ kafa taslarý konuþuyor
Kaburga kemikleri
Ve el ayak parmaklarý;
“þimdi deðilse ne zaman”
haykýrýyor mezarlar
kan susmaz
Ew evîna çîyane em dilé xweda digerînin
Û jýboy ve yekeye qet desteme zeng nagre
Agré gur gemtire
Nayi kozkiriné bîna nîzokirîya hevî
Hindire reþe çeven xweda digerînin
Vedibe yok bý yok
Zýke çiyayémeda qebirstan
Yek penç deh qetilkiriname
Hestiyé wan hýndýré hevda egîté gelemin…
Tase sare waný gule berdané xeberdidin
Hestiyen parxana
Û tilîyé destu linga
“naha nîne kenge”
goristan dixe qérin
xun naya kerkirin
Xun xerdide
Landiké hatine talankirine xeberdide
Bajaré nîzokirî
Hýndýre mémýkada þîr xeberdide
“naha nîne kenge”
84
Kýþ ‘06
DiyarbakIr SurlarI
Ben Diyarbakýr surlarý… Derler ki, dünyanýn gelmiþ-geçmiþ en uzun surlarý Çin Seddidir. Doðrudur… (Ýkincisi Antakya’da üçüncüsü Ýstanbul’da dördüncüsü de
ben kabul ediliyorum.) Ama benim de oradan geri kalýr
yaným yok. Antakya ve Ýstanbul’daki surlardan sonra
dördüncü sýrayý alýyorum. Seksen iki burcum var, en ünlüleri Ben-u Sen, Yedi Kardeþ…Çeþitli rivayetler vardýr
bu iki burcumun yapýmýyla ilgili… Efsaneye göre, zamanýn hükümdarý bir yarýþma düzenler, bu iki burcun yükseldiði yerde, planlarýný da kendisinin çizdiði, çok saðlam ve çok yüksek iki ayrý burç yapýlmasýný buyurur.Kentte bu iþin üstesinden gelecek iki kiþi vardýr. Bunlardan biri usta, diðeri onun kalfasýdýr. Ustanýn düþü ustalýðýný bir kez daha göstermek, kalfanýn düþü ise ustasýný
geçmektir. Usta Yedi Kardeþler Burcu’nu, kalfa ise Ulu
Beden burcunu yapar. Ýþ bitiminde hükümdar kalfanýn
burcunu daha çok beðenir. Buna çok üzülen usta, yaptýðý
burçtan kendini aþaðýya atar.
Bir baþka efsaneye göre; düþmanlar Diyarbakýr’ý kuþatmýþ günler süren çatýþmalardan sonra yedi kardeþin
savunduðu bir burç dýþýnda tüm kent düþmüþtür. Düþman
kral uzlaþmak üzere kardeþlere bir elçi yollar. Yedi Kardeþler elçiye teslim olma koþullarýný bildirirler. Burcu
teslim almaya bizzat kral ve komutanlar gelecek ve teslim olduklarýnda yedi kardeþin canlarý baðýþlanacaktýr.
Kral koþullarý kabul eder ve komutanlarýyla birlikte burca girer. Ancak girer girmez bir patlama olur.yedi kardeþler barut deposunu havaya uçurmuþlardýr. Patlamayla birlikte kral, komutanlar ve yedi kardeþ ölür. Kent kurtulmuþtu..
Derler ki, yükselen bedenim ve burçlarýmla koruduðum kent Diyarbakýr daha ben yapýlmadan önce, Karaca
dað’ýn kraterlerinden püsküren lavlardan oluþmuþtur.
Ýþte bundan dolayý taþlarýn kenti de denir Diyarbakýr’a…Örüldüðüm günden beri korur kollarým bu kenti… Yaþým çoktur
benim.. M.Ö.3000’li yýllarda insanýn hünerli elleri tarafýndan yaratýlmýþým… Alýn teri, kan ve gözyaþý ile karýlmýþ harcým. Bu tarihten sonra da her gelen
kendinden bir iz býrakmýþ
bedenimde… Kimi yýkmak
için dýþardan saldýrmýþ, kimi
de içerden yapmýþ yýkýlan
bedenimi. Onlardan izlerle
doludur her yaným…. Gelin,bakýn ve görün…
Güneþin doðuþuyla açýlan batýþýyla kapanan dört
kapým var benim. Daðlara
doðru çýkmak istediðinizde,
Kýþ ‘06
sizi oraya ulaþtýracak olan dað kapýya yönelin… Yolunuz
Mardin’e doðru mu? Mardin kapý sizi oraya ulaþtýrmak için bekliyor olacak…Güneþin doðuþuyla birlikte açýlacak
Urfa kapýdan gidebilirsiniz Urfa’ya Dicle’ye gitmekse
hedefiniz Yeni kapý sizi ulaþtýracaktýr oraya…
Yarattýklarý yer insanoðlunun ilk bereketi, ilk hasadý,
ilk kentleri, ilk tapýnaklarý ve ilk yazýsý. Ýki nehrin arasý…
Mezopotamya.. Dicle… Kadim dostum.. Derler ki, Dicle’nin kaynaðýndan Basra Körfezine ulaþan yol haritasý
Danyal Peygamber tarafýndan çizilmiþtir. Tanrý, Danyal
Peygambere bu görevi verdiðinde onu þöyle uyarýr: “Elindeki asa ile suyun çýktýðý maðaranýn aðzýndan baþlayarak bir çizgi çiz, su arkandan gelecek. Ancak yetimlerin,
dul kadýnlarýn, fakirlerin vakýflarýn, malýna ve mülküne
yetiþtiðin zaman güzergahýný deðiþtir ki su bunlara zarar
vermesin.”
Yüzyýllardýr olup bitene benimle tanýklýk eden yoldaþým… Hatýrlýyor musun kan kýzýl aktýðýn günleri… Nice katliamlara, cinayetlere tanýklýk eden biz, hesaplaþma
günü geldiðinde bugünkü gibi ayakta olacaðýz. Ben inadýna koruyacaðým burçlarýmý kapýlarýmý, Dicle inadýna akacak… Kimler saldýrmadý ki bana… Kimler yerle bir
etmek istemedi ki beni… Bu çaðlar boyunca sürdü… Ama, bir saldýrý var ki bedenimde anlamam mümkün deðil… Yanlýþ hatýrlamýyorsam 1930’lu yýllardý… Dönemin valisi, kentin etrafýný saran bedenimi, hava akýmýný
engelliyor, kent rüzgar alamýyor diye dinamitlerle patlatmaya kalktý. Yýllarca benimle birlikte yaþamýþ, saklambaç oynamýþ, ilk aþklarýnýn, ilk dokunuþlarýnýn sýrlarýný
taþýdýðým insanlardan deðil de turistik gezi amaçlý tesadüfen Diyarbakýr’da bulunan bir arkeolag durumu görüyor. Israrlý çabalarý sonucunda yýkýlmaktan son anda kurtulabiliyorum.
Kim bilir daha ne tehlikeler
bekliyor beni.. Dicle ile daha
kim bilir hangi sýrlara, acýlara, sevinçlere tanýklýk
edeceðiz. Bir söz vardýr
insanoðlunun aðzýnda
“bu acýya taþ dayanmaz”. Ama ben dayandým, dayanmaya
da devam edeceðim.
Ne zaman ki, çocuklarýn þen kahkahalarý
çýnlatacak bedenimi
iþte, o zaman bitecek
acýlarým… O çocuklara sýrlarýmý fýsýldayacak,masallar
anlatacak, oyunlar
oynayacaðým…
85
Cemre CAN
Kadýnlar
önce toprað
ý doðurdula
Ardýndan
r alýnlarýnd
, kan derya
an
s
ý
gözlerinden
Gözyaþlarýy
akýtarak su
la yýkandý
yu…
M
e
z
opotamya…
Avuçlayýp
topraðý göð
e kaldýrdýla
Kürt kýzýn
r…
ýn öfkesind
en doðdu g
Ve hep bir
üneþ…
aðýzdan ha
ykýrarak re
Mezopota
nkleri yara
mya!
ttýlar bebele
rinin cansýz
Baðrý yan
bedenlerind
ýk kentler k
e…
u
r
d
u
…
Kadýnlar
uygarlýklar
ektiler topr
Dicle’nin F
aða
ýrat’ýn suyu
nda boðdu
Nemrut’a
rulmasýn d
yükseldi bin
iye Mezop
le
rce yýlýn toz
otamya!
Ve aktý to
u
praða Kü
rt kýzýnýn z
Yollar ki
ýlgýtý…
zýlgýtlarla b
a
þ
lar
Ve aðýtla
r silahýdýr M
ezopotamy
Aþk ile ku
a’nýn…
rulmuþ bir
u
y
g
arlýktan
Barbarlýk
yaratmaya
çalýþanlar
Karanlýðý,
nefreti sald
ýlar
Binlerce a
cýya göðüs
geren uyga
Yüreklere
rlýðýn üstün
set kurmak
e.
isteyenlerin
Yeniden y
önünde
eniden doð
u
r
d
u efsanelerin
Ýçinden or
i kadýnlar…
dular geçen
u
y
g
a
rlýk
Dimdik ay
akta Kürt
kýzýnýn sad
Sürüyor k
akatiyle…
avga…
Büyüyor c
oþku…
Kürt kýzý
yeni Sevda
lar doðuru
yor…
86
Kýþ ‘06
Sevgili Yoldaþ,
Bize soruyorlar, F tipinde yaþam diye. Nasýl anlatabilirim diye düþündüm. Aklýma geleni becerebildiðim kadarýyla paylaþmak istedim. Neruda diyor ki;
“Þiir ölenin yaný baþýndaydý, aðrýlarýný keserek;
zaferlerin öncüsüydü, yalnýzlýða arkadaþlýk etti, ateþ
gibi yandý, kar gibi serin ve aydýnlýktý; elleri, parmaklarý ve yumruklarý vardý; bahar gibi tomurcuklarý vardý; granada kentine benzeyen gözleri vardý, hedefe atýlan mermilerden daha hýzlýydý; kalelerden daha
saðlamdý. Köklerini insanoðlunun yüreðine daldýrdý.”
Tam da böyle, biz de þiir gibi olmalýydýk. Þiirler
bize hep güç verdi, hiç yalnýz býrakmadý bizi. Týpký
Hasan Hüseyin’in dediði gibi “Karagün dostu” oldular.
“Biliyo
orum
m / mataradaa su / torbaadaa ekm
mek / ve
kem
merrde kurrþun
n deðil þiirr / ama yin
ne de / matarasýýndaa suyu / torbaasýýndaa ekm
meði / ve kem
merrin
nde kurrþun
nu
kaalm
mamýþlaarý / ayaaktta tuttabilirr...”
Týpký böyleydi. En zor zamanlarýmýzda bile torbamýzdan þiiri hiç eksik etmedik. “Aç kaldýk susuz kaldýk/uykusuz tütünsüz kaldýk” Açlýðýmýz, susuzluðumuz çok oldu, ama þiirsizliðimiz asla. Ýçerde, dýþarýda en karanlýk gecede bizimleydi þiir, hele de zindanda...
F tiplerine getirildikten sonra, þiiri daha önce önemsemeyenlerimiz bile þiirle tanýþtý, þiirle konuþtu,
þiirle seviþti. Hani A. Kadir diyordu ya;
“Ýnsanlarla konuþmam yasaktý
Aðaçlarla, böceklerle, kuþlarla konuþtum”
Biz de öyle yaptýk. Kimi zaman duvarlarla konuþtuk, kimi zaman böceklerle. Ne yazýk, F tiplerinde
konuþacak aðaçlar da yoktu. Biz de bir kelebek kanadýna yükleyip, yare selam gibi gönderdik yoldaþlara yüreklerimizi.
Ama en çok da Nazým usta, her yerde ve her koþulda yüreklerimizi kanatlandýrdý daima. Týpký sevgilimizin kulaðýna fýsýldadýðýmýz þiirleri onda bulduðumuz gibi; kalabalýktan coþturan gürül gürül þiirleri
de onda bulduk. Bayraklaþanlarýmýzý güneþe onun
þiirleriyle uðurladýk; acýlarýmýzý, öfkelerimizi onun þiirlerinde “zafere dair” güçlü sözlere dönüþtürdük. F
tiplerinde de öyle oldu. Diyordu ki bize;
“Çen
nen
ni avuççlaarýnýn iççin
ne alýýp / Duvaara daalýýp / kaalncerrema / Çen
nen
ni avuççlaarýnýn iççin
ne alm
ma / Kaalk / Pen
ye gel / Din
nle haavaalaarý / Haavaalaar seslerrin
n yo
oludurr /
m sesim
mizle do
oluTo
oprraðýýn suyun
n yýýldýýzlaarýn / Ve bizim
Kýþ ‘06
durr / Pen
ncerreye gel / Haavaalaarý din
nle birr / Sesim
miz yaanýndaadýýr / Sesim
miz sen
nin
nledirr.”
Biz de öyle yaptýk... Çýktýk pencerelere þiirler okuduk birbirimize, türküler söyledik.
“ne bu kapý ne bu duvar”
Ne de kilometreler ayýramamýþtý bizi. Hem de sesimizin olancasýyla, hem de avaz avaz türküler...
“Türküler ki yoldaþ yadigarý”
“Topraðýn, suyun, yýldýzlarýn” ille de yýldýzlarýn
sesini dinledik. Hayatýmýzdan birer birer kayýp giden,
“denizin ufkuna” çekilen bir, on, yüz... 120 yýldýz...
Her birinde haykýrdýk acýlarýmýzý öfkeye dönüþtürüp;
“Ölenler döðüþerek öldüler/güneþe gömüldüler”
diye.
“Ko
orkun
nç ellerrin
nle baasttýrýp yaaraný / Dudaaklaarýný
kaanatarak daayaanýlm
maktta aðrrýyaa / Þim
mdi çýplaak ve
merrhaamettsiz birr çýðlýýk oldu üm
mitt / Ve zaaferr artýk hiççopaabirr þeyi affettmeyecek kaadaar / Týýrnaklaa sökülüp ko
rýlaacaakttýr” diye.
Evet, gerçekten de “kaybetmiþtik gözümüzde aðlamayý” Bu nedenle “düþlerimizde aðladýk” “Haziran
þafaklarýnda”, “Mayýs akþamlarýnda” , “bizi bir parça
hazin ve dimdik” býrakýp gidenlerimize.
Bizden önce geçenlerin býraktýðý þiirler yetmeyince anlatmaya yýldýz yaðmurlarý altýnda yüreklerimizde birikenleri, kendimiz yazdýk... Kimimiz acemi, çocuksu, kimimiz daha güçlü...
“Sessiz bir çýð gibi / düþerken her yýldýz üzerimize
bu nasýl vuruþmadýr ey ömür / bu ne yýldýzlý gecedir / her gece yýldýzlara türküler söylenir / ses yiter /
türküler tekrara döner de / yine de bitmez bu yaðmur
/ yýldýzlar düþer üzerimize...”
Düþen her yýldýz, yüreklerimizi daðlayýp öfkemizi
bilerken, ayný zamanda omuzlarýmýzdaki yükü de artýrýyordu. Onlara verilmiþ sözümüz vardý. Bir türkü
söyleyecektik onlara her birimiz sýrasý geldiðinde;
“yýldýzlar gibi / rüzgar gibi / su gibi bir türkü”
Ne güzel ki yoldaþým, sen þimdi söylüyorsun bu
türküyü 100 gündür. Büyük bir iç rahatlýðý, sükunet
ve kararlýlýkla söylediðin bu türkü, senin o muhteþem güzelliðinle, o muhteþem sesinle ve yoldaþ yüreðinden üflediðin soluðunla daha bir güzelleþiyor.
Ve biz büyük bir kýskançlýkla dinliyoruz seni...
Büyük bir sabýrsýzlýkla ve ýssýz bir daðýn taa en tepesindeki bir kocaman kayanýn sabrýyla bekliyoruz o
türküyü hep bir aðýzdan söyleyeceðimiz günü, günleri...”
87
ÇIÐLIK
Süzüldü aþaðýya doðru martý, sonra yukarýya doðru yükselmeye baþladý…
“Sonra bir daha sonra bir daha, kaçýncý tekrar hep
ayný sýkýcýlýkla, aþaðýya iniyor çýkýyor ” diye düþündü
çocuk. Ve tam bu sýrada martý havada yarým daire çizerek hýzla vapurun burnuna doðru uçtu. Ve tam çocuðun
yanýndan geçerken fýrlatýp gagasýndan bir çýðlýðýný astý
onun kulaklarýna… Çok olmamýþtý bu “tuhaf” þehre
geleli, þimdiye kadar sadece denizi sevebilmiþti. Ama
artýk çýðlýklarýndan ötürü martýlarýda seviyordu.
Akþam eve geldiðinde biraz bisikletine baktý, boyasý tam kurumamýþtý. Geçen hafta aðabeyleri ona kocaman bir yarýþ bisikleti almýþlardý, ama o yeþil bir bisiklet fikrini pek beðenmemiþti. Bu yüzden bir kutu
boya alýp, bisikleti aðabeyleriyle beraber kýrmýzýya boyamýþlardý. Hatta boyanýn yarýsý artmýþtý ve çocuk kýrmýzý bir bisikleti daha çok sevmiþti.
Gece yataðýndan kalktý, kulaklarý o martýnýn astýðý
çýðlýklarla doluydu. Çocuk çýðlýklarýn asýlabileceðini
anladý ve hatýrladý hewal Murat’ý. Zemheride vurulmuþtu hewal Murat, kar yaðýyordu… Çýktý yataðýndan
hatýrladý artan kýrmýzý boyayý, süzüldü sokaklarýn içinde bir martý gibi emin, ürkek, ciddi, neþeli… Ve o gece
semtin en güzel yerindeki bir bina duvarýna kýrmýzý
harflerle “Hewal Murat Yaþýyor” diye yazdý. Çocuk
duvarlara çýðlýklarý asmayý öðrendi. Ýlk çýðlýðý bu
gece astý.
Birkaç gün sonra abisi ondan artan boyayý
istedi, hiç düþünmeden “çöpe attým” dedi. Abisi
“daha çocuksun bu iþleri sen bilmezsin” dedi ve
ekledi “polisler, karakolun karþýsýna yazý yazan
ve altýna kendi ismini ekleyen aptalý arýyorlar.”
Çocuk gücendi abisine, hem “hiçte aptal deðildi”
sadece acemiydi… Hem polisler çok uzun boylu
birini arýyorlardý. Baþkomisere göre bu yazýyý
“dev gibi bir terö-
rist” yazmýþtý… Çünkü yazý çok yükseðe yazýlmýþtý…
Yalnýz komiserin bilmediði bir þey biliyordu çocuk, o
gece duvarýn dibinde kasasý kapalý bir kamyonet duruyordu!..
ÇIÐLIKLAR VE DUVARLAR
Kimi hýncýný aþar, kimi aþkýný, kimisi düþlerini, kimisi de serseriliklerini. Bizim duvarlarýmýz çýðlýklarla
doludur.
Ama en çokta
Ama illede
Ama daima
Zafer çýðlýklarýyla doludur.
Künyemizdir duvarlara asýlan
Deli bir yürek titremesiyle
Nice aþk
Nice aþktýr onlar
Duvarlara kazýdýðýmýz
Halý dokur gibi hani
Ýlmek ilmek
Oya iþler gibi hani
Ýnce ince
Külçe eriyorya o nar gibi ateþte
Kan gibi ter içinde
Pota önünde iþçiler
Ya da maden tozu gibi
Aðýr kara
Duvarlar bilirim
Ýlmek ilmek
Ýnce ince
Duvarlar bilirim hani
Hani nar gibi ateþte
Ve kan ter içinde
Duvarlar bilirim maden kuyusu
gibi
Aðýr kara
Duvarlar aþk
Duvarlar çýðlýklar
içinde
88
Kýþ ‘06
Kimi asar 13 Mart Buca’sýný, kimi 6 Mayýs Ankara, Ýstanbul’da var Aðustos’ta yaþarlar vurulmuþluktur
duvara asýlan, idam edilmiþliktir sehpalarda… Bizim þehirlerimizin duvarlarý çýðlýklarla doludur.
Bir daðýn yüreðidir
Bir martý çýðlýðýnda
Bir küçük çocuk
asar onu duvarlarýna þehrin.
Büyür çýðlýklar duvarlarda
Ýnsanlýðýn kulaklarýna
Her kuþak kendince asar çýðlýðýný
O büyük aþkýn
Kimi Agit’i
Kimi Deniz’i
Ve mapusta bir adam þiir yazar
Ve mapusta ay yatan bir kadýnýn
Ve dýþarýda deli bir yürek
Asar duvarlara mapustaki kadýn için
Bir çýðlýk daha
60. gün diye
ve mapustaki adam sarýlýr bu çýðlýða
sarýlýr uyur
sarýlýr uyanýr…
SANA ÇIÐLIÐIM DÝYECEÐÝM
Ben bugün 12 yaþýmdayým yoldaþ… Kaným sýcaktý… Kurþunlar sýcak gece soðuk… Babamý severdim
babam oracýkta öldü… Ben 12 yaþýmdayým 13 kurþunla
öldürüldüm. 13 kurþunlu yüreðimle sana kendi çýðlýðýmý
vereceðim. Al onu çýðlýðým sende yaþasýn senin çýðlýðýn
UÐUR olsun. Uður, Uður, Uður, hani 13 kurþunlu Uður…
Ama dur yoldaþ hep gidenlerin deðil ya yaþayanlarýnda çýðlýklarý var. Ama ne yaþamak… Parmaklarý kopan tamirci çýraklarýna ne dersin… Onlarýn da çýðlýðý
var yürek parçalayan.
Ben Selim
Ýzmir’de bir iþçi
Ýzmir’i bilirmisin?
Ýzmir’e hiç gittin mi?
Ben Selim’im
Ýzmir Çiðli’de bir iþçi
Makineye kolunu kaptýran
19 yaþýnda kara yaðýz bir oðlan
Ve artýk
sevdiði kýza layýk olmadýðýný düþünen
Ben Selim’im
Ýzmir’li iþçi
Hastane köþelerinde itip kakýlan
Tek kollu
19 yaþýnda kara yaðýz bir oðlan
Kýþ ‘06
Ve genç
Ve artýk sadece
Senin yüreðinde bir çýðlýk olan
Sana çýðlýklarýmýzý veriyorum yoldaþ, yüklerin en
aðýrýný beklide en zorunu ve taþýyacaðýndan emin olduðumu…
Kayýplarý bilir misin yoldaþ, silinen çalýnan zamaný,
geçmiþi artýk yarým yamalak olanlarý… Sana kayýplýðýmýn susmayan çýðlýðýný veriyorum yoldaþ al onu…
Ama en çokta
Ama illede
Sana vermek istediðim
Daðýmýn çýðlýðýdýr
Rüzgarýn þarkýsýný…
Yaðmurda titreyen
Ayakkabý boyacýsý çocuk gibi
Köprü altýna sýðýnýrcasýna
Yokluðumun
Yokluðunun
Hasretliðimizin
Uzun çýðlýðýný
Bir de yoldaþ
Bütün aþklarýn deli
Bütün aþklarýn divane
Bütün aþklarýn mutlu çýðlýðýný da…
Seni duvarlarca süslemiþiz
Seni 12 yaþýnda 13 kurþuna
Seni Ýzmir’li Selim’in, çýðlýðýna
Seni kayýplara iþlemiþiz yoldaþým.
Ve evrenin kain karanlýðýna
Bugün açlýðýnýn 60. günü
Yüreklerde volkan
En güzel zafer þarkýsý gibi
Kulaklarýmýzda ki (kulaklarýmýzda ki)
60. gün çýðlýðýmýz
Gün günü deviriyor yürüyüþünde, koca bir ateþ gibi büyümenin görkemi, ben çatýrtýsýný duyuyorum, kan
rengi alevlerin, mutlu olmak böylesine isyancý þafaða
harç, nasýl sevmiþiz seni, nasýl sevmiþsin bizi, anlatýlamaz!...
Ýþte devrilendi altmýþýncý gün, cüretkar yürüyüþüne
insanýn… Þafak gibi doðan kýzýllýk… Sana çýðlýðým diyeceðim ve ona sarýlýp uyuyacaðým ve onda uyanacaðým…
Yoksa kim bilir nasýlda üþürdüm burada.
26 Aðustos 2005
Ergül ÇÝÇEKLER
ÖLÜM ORUCU SAVAÞÇISI SERPÝL CABADAN’ýn EYLEMÝNÝN 60.
GÜNÜ ÝÇÝN YAZILMIÞTIR…
89
QERÝN
Xwe bejir berda teyre qaqlîbaz, paþe býlýnd
bu...
“paþe cakedýnê, paþê cakedýne bý bengtengbuyi çenne ara ýsakýr hema eynibu Bejer dibe
dibe dedýkeve jore” ýsakîne difikiri zaroh Û
tam we gave lý ezmana çembereke nîvî çekir berbý poze vapurê fýrda. Û tam cem zarokra derbazbu, avit qarînek dýndýke xwe da dardakýr guhe
wida...zer derbaz ne býbu hatýbu bavare ecep,
heta naha hej bêrê tene kiri bu. Lê idi boy qerina qeqlibaz hej qeqlibaz didikir...
Dema evare hate maleda, hinekî dýna xwe da
duçerxe, buyaxa wi tam hiþ nebýbu. Çend hefte
bere hinqa keke wi duçerxe keke mezine koþe ji
wira kýrîbun. Lê ewi fikre durçerxa kesk qet
begem nekýrýbu. Jibowe yek qutik boyaxa kiri bu
bý keke xwera ewi du çerx sor biyax kýrýbu, heta nive bermabu û zarok pýr hej duçerxeke dýne
kiribu...
Bý þev nava ciye xwe da rabu guhe wi ew bý
qerîna qaqlîbaz tijî býbu. Zarok
Femkýr ku
qerînen tene dardakîrîn ji û ani bira xwe heval Murat. Zemheriyê da hatýbu kujtinê heval
Murat, berf dýbarî... Derket nava nivine xweda
býyaxa sore nîvî hate bîrawida kete nava kuçada binani teyroki qeqlibaz, arixen bîzdonek,
cîdî, dýlxaþ...Û we þeve lý taxeki ciki pýr bedew duwaroki bînayê bý helfen sor nivisi “Heval
Murat jîyaneye” Zarok hime qerîne dardakýrýne
bu. Qerina en peþye iþev dardakir...
Piþti Çend roja keke wî boyaxa bermaya zede liwi xast, qet be fikirandýn qot; “mýnavit
nava zýbýlda” keke wi got “tu he zarokî tu van
isa nýzani û servakir” peþiya qereqola polýsa
ew nivisandina nivisîne û li binda nave Xwe
nîvisîne, wî qeji digerin. Zarok lý keke xwe
xeyîdî, yek ji qet gesnebu býtene ecemibu...
hem polesan yekî pýr bejin dirêj digeriyan Serkomsêr “ew nîvî tere wîseki netene diwar nenvisibu”... Lê serkomsêr tiþtek nýzan bu ku, wi
zaroki zanýbu, we þove býn wî dîwarîda qamyoneke sergýrtî sekini bu!
QÊRÝNEN Û DUWARA
Pýþya pote karker
Anjî bina toza sîlopê
Giran reþ
Duwaran naz dýkým
Gýrê gýrê
Zýrav zýrav
Duwara nazdikim “hanî”
“hani” bîna hýnarê agýrda
Û nav Xuhê xunêda
Duwara nazdýkým bîna bîçe silope
Giran reþ
Duwar evîn
Duwar nav qerinadanýn
Hinek hersa xwe dardadýkýn, hinek evina xwe,
hinek jî xîyalê xwe, hinek ji beredaya xwe.
Duware me bý gerîn týjîne.
Lê en zer de
Lê îlaki
Lê hercaran
Serketýn bý qirînan týjîne
Nev dankameye lý duwara dardakiri
Dilekî cunuyî bý lerýzandî
Gelek evîne
Gelek evîne wana
Duware kolandi xwê
Wek bina xaliçê em çidikin “hani”
Gire gire
Wek bina çine çikiri
Zýrav zýrav
Lý silop dýhele ya bîna hinar
Xuh bina xune
Kê dardadike sezde Adara Buca xwe, kê þeþe
meha gulan enkere, istanbule daji heye meha
tebaxýda yaþar. Lýxýstandýne devarada dardakiri, ýdam kirinê lý sor sep ê nan...buware
bajare mebu qýrînan tijîne...
90
Kýþ ‘06
Dýle çiyakiye
Hýndýre qirina qaqlîbazekîda
Zarokeki pýçuk
Ewî dardakir duwaren bajaran
Ser duvara mezin dýbe qirin
Berbý guhe merova mezin dibe
Her nîfe qerîna xwe býxa dardadikê
Ew evina mezýn
Kê Agite
Kê Denîze
Û zindaneda miroveki helbest nivisi
Û zindaneda býrçî radýza jinikek
Û duvara dilekî cunu
Dardâdikê lý duwaran Jiboy jine
Qerînekeke dinê
Jýboy roja þestîye
Û mîrov hin dêre zindaneda hemêz dikê ve qerinê
Hemiz dikê radize
Hemiz dikê hiþyar dibe
Rê heval ez qerine me dýdýme teda, bare heri
giran dýbe ku heri zoray û kýþandýna teji arixe bum...
Re heval tu indabuyanan zani, demê dýzyê paxýþkýrýne, derbazye wana idi nivi nivi
çêbunîne... tera ýndabuye xwe qerîne teye
naynê kerkirine didmete rêheval hilde ewi....
Lê hêri pýr zefji
Lê ilakî
Mý hizkirina xwe bimeteda
Qêrina çîyayemine
Kulama bayeye
Lerizandýna nav baranýda
Biyaxa sole bînani zaok
Xwe weþartine bin pirêda
Ýn da buna min
Ýn da buna te
Hesreta me
Qerîne teyi dirij...
EZÊ TÊRAQERÝNA XWE BEJÝM
Yekijî rêheval
Evine hemu dilan cunu
Evine hemu dila dîwane
Qerine hemu evînan bextiyar
Ez iro dazde salîme rêheval... xun germe.. Gule germe þev sare... mýn hej bave xwe dikir
Bavemin lý we derê mýr... Ez danade salime bý
sêzdê gula hatýme kuþtinê. Dilê mýnê bý sezde
gula eze gerina xwe býdýmeteda. Wi hýlde gerinamýn býra cemte jiyan býbê. Býra qerînate Uður býbe. Uður... Uður... Uður... Kanî Uðure
bý sýzde gulâ
Me tu dawarada ne qiþandîye
Tu danzde saliya xwda sezde gulan
Tu qerîna xelqê izmýre selim
Me tu ýndabuyanada ne qýþandiye rêheval min
Û gerduna kaîne tarîda
Ýrô rojê býrçî buna teyi þestîye
Dýladan êtun
Herîya bedewbun bina kulêmê serke týnê
Guhemida
Qerina meye rojen þesti..
Lê býsene rêheval, yêku diçin ev ninin ya,
yêku hene qêrine wanjî heye... Lê ne jiyan...
Tili yê sagýrtiye qetyayra çý deji....Qerine
wanjî hene dil pýrtî pýrtî dýkýn...
Ez selîm
Îzmireda karker
Tu Îzmire nasdikî?
Tu qe çuyi Îzmire
Ez selimim
Îzmir Çýðliyêda karker
Milekî xwe da makine
Ciwanekî nûzde sali por reþ
Û îdî ew keçýk ku hejê diki ew kêçýk layîk
nedîtýn û fikirin
Ez selim
Xelkê Îzmire karker
Koþên nexaþxanê da deýfandýn
Bý yek mili
Nüzde salî zarokeki por reþ
Û ciwan
Û îdî býtenê
Dýlê teda qarinek bîye
Kýþ ‘06
Roj roja weldiqerîne, rêva çuyina wi bina agýreki terikî mezîn bina rewnaq, ez kýrça wi
dîbhîzim, zýlavê rengê xune, bextîyar buye,
wiha xerçe serhýldana þevqê, me ça heþte keri
bu, te ça hejme kiribu, naye gotîne....
Eve welgeriyaye roja þesti, çuyina mirov
wêreke... Bina sevqe derketýna kýzýle... Tera
qerina xwe bijim.
Û ewe hemiz kým razým
Û bý wi hýþyar dibim
Anaha ke dýzrane ez lývýra çakîne dýcemîdîm....
26 Tebax ’05
Jýboy S.C hatiye nivisandine
91
ÝNSANLAR VE DÜNYA
Merhaba ben Niobe. Size insanlarý
anlatacaðým, dünyayý anlatacaðým. Sizce
dünya nasýl bilmiyorum ama bence dünya iyi bir yer deðil. Neden diye sorarsanýz
insanlarýn çöpten ekmek topladýklarý, açlýktan öldükleri bir dünyada nasýl yaþanabilir ki. Dünya gittikçe yaþlanýyor, bizim,
senin, onun gibi. Savaþlar halen devam ediyor, insanlar ölüyor, açlýk susuzluk ölümler gittikçe artýyor. Bunlarý engelleyememek çok kötü bir þey, görüyorsun, biliyorsun ama elinden hiç bir þey gelmiyor.
Yine de bir þeyler yapmak için çabalýyorsun. Keþke burasý Küba olsa, herkes özgür olsa, insanlar istediklerini yapabilse.
Bütün çocuklar bizim gibi þanslý olsa. Onlar bizim yaptýklarýmýzý bile yapamýyorken biz burada halimizden þikayet edersek sizce doðru yapmýþ olur muyuz?
Birkaç gün önce bir dergi okudum Afrika’da açlýktan ölen çocuklardan bahsediyordu. O kadar zayýflar ki anlatamam,
onlarýn yerinde kesinlikle olmak istemezdim. Onlar orada açlýktan ölürken burada durmak hiç hoþuma gitmiyor.
Uður Kaymaz’ý duymuþsunuzdur herhalde. Ben duydum. Beni en çok üzen olaylardan birisi bu yýl. Sizce masum küçük bir çocuðun babasýný yolcu ederken
vurulmasý adil bir þey mi? Bu þekil de ya
da buna benzer þekillerde her gün bir sürü çocuk ve insan ölüyor, buna ne demeli? Neyse benim anlatmak istediðim dünya kötü bir yer bunu deðiþtirmeliyiz. Evet
benden bu kadar görüþürüz.
92
Kýþ ‘06
PRATÝK ÇALIÞMA
ÖNERÝLERÝ -3Geçen sayýmýzda özellikle üzerinde durduðumuz ve bu sayýda da deðinmeden geçemeyeceðimiz çalýþmalarýn sürekliliði konusuna ek olarak, yaptýðýmýz çalýþmalarýn gerek birey üzerindeki etkisi bakýmýndan gerekse yapýlan egzersiz ve doðaçlamalar açýsýndan, ne tür yöntemlerle zenginleþtirilebileceði konularýna deðineceðiz.
Ama bundan önce sizin tiyatro dünyasýna adým atan insanlar olarak kendinizi tiyatrocu gibi görüp görememe
durumunuzu kendi içinizde tartýþmanýz gerekecektir. Bunun için kendinize aþaðýdaki sorularý yöneltebilirsiniz.
1- Herhangi bir topluluk karþýsýnda kendimi rahat hissedebiliyor muyum?
2- Kendi düþüncelerimi rahatça karþýmdaki insanlara aktarabiliyor muyum?
3- Bir nesneyi veya canlýyý doðaçlarken kendimi onlarýn yerine koyabiliyor muyum yada ne kadar koyabiliyorum?
Bu arada sizde tek baþýnýza veya grup olarak oyun çalýþmalarýnýza baþlayabilirsiniz. Oyun çalýþmalarýnýza
çeþitli yazarlarýn kýsa oyunlarýyla baþlayabileceðiniz gibi küçük oyunlarýn tek kiþilik (tirad) bölümleriyle de baþlayabilirsiniz.
Oyun Oynarken Dikkat Edilecek Hususlar:
1- Kendinizin veya grubunuzun kesinlikle uyacaðý bir çalýþma programý çýkarmanýz gerekmektedir.
2- Oyunu sadece oynayacaðýnýz karakter açýsýndan deðil tüm oyunu iyice okuyup çözümledikten sonra genel bir bakýþ açýsý ile deðerlendirmeniz gerekmektedir.
3- Sizi dýþardan gözlemleyip deðerlendirebilecek bir arkadaþýnýzla çalýþmanýz daha doðru olacaktýr.
4- Canlandýracaðýnýz karakterin toplumsal konumu belirleyip dýþarýda bu tip insanlarý gözlemeniz karakter oluþturmada size yardýmcý olacaktýr. Örneðin bir þoförü oynayacaksanýz otobüs þoförlerini gözlemleyebilirsiniz.
Bu arada bunlarý yaparken eðitim sürecimizin devam ettiðini de sakýn unutmayýn. Bir yandan tiyatro tarihi ile ilgili kitaplarý okurken bir yandan da karþýmýza çýkan isimleri (tarihe mal olmuþ büyük tiyatrocularý örneðin
Brecht, Shakspeare vb.) araþtýrabilirsiniz.
Bunlarýn dýþýnda arkadaþlarýnýzla sürekli biraraya gelip egzersizlerinizi yaptýktan sonra uzun süreli ve konulu
doðaçlamalar yapabilirsiniz. Örneðin bir kahvanede yaþanan olaylarýn etkisiyle çýkan bir kavga.
Doðaçlama yaparken uyulmasý gereken kurallar:
1- Her þeyden önce kendinizi illa bir þeyler söylemek zorunda hissetmeyin. Sadece o aný yaþamaya bakýn sözler kendiliðinden gelecektir.
2- Sahnedeyken;
a) Sýrtýnýzý istisnai durumlar dýþýnda seyirciye dönmeyin
b) Dönüþleriniz seyirciye doðru olsun
c) Gereksiz yere yürümeyin. Sahne üstündeki her davranýþýnýzýn bir anlamý olsun.
d) Diðer arkadaþlarýnýzýn önünü kapatmayýn yani markelemeyin.
3- Doðaçlama esnasýnda bir arkadaþýnýz konuþuyorsa onun konuþmasýný bitirmesini bekleyin çünkü
herkes bir anda konuþursa laf karmaþasý yaþanacaktýr.
4- Doðaçlamada rol arkadaþýnýzla paslaþmanýz çok önemlidir. Örneðin ortaya sürekli konuyla ilgili yeni fikirler atýp doðaçlamayý uzatabilirsiniz. Bu durumda yaratýcýlýðýnýzda geliþecektir. Þimdiden baþarýlar.
Kýþ ‘06
93
Emeðe Ezgi
inceleme
ÇIÐLIKLARDAN
MÜZÝÐE
RÖNESANS
Rönesans Ortaçað ile Yeniçað arasýnda yaþanmýþ bir çaðdýr. Bir geçiþ dönemidir. Rönesans, sözlük anlamýnda yeniden doðuþ demektir. Yeniden doðuþ, yeniden uyanýþ anlamýnda
kullanýlan bir isimlendirme bu çað için çok uygundur. Bu çað her bakýmdan yepyeni düþünce
ve yaklaþýmlarýn, anlayýþ ve uygulamalarýn ortaya konduðu ve yepyeni bir insan olgusunun
tarih sahnesine çýktýðý çaðdýr. Ortaçaðýn karanlýðýndan sýyrýlýp önceki parlak dönemin, Eski
Yunan ve Latin sanatýnýn yeniden keþfedilmesi, yeniden doðmasýdýr. Bilimde, felsefede ve
sanatta olduðu kadar insanýn güzel yaþamýnda büyük yeniliklerin yer aldýðý, yaþama sevincinin, coþkunun her sanat yapýtýna yansýdýðý dönemdir. Müzik tarihinde 1450’lerden 1600 baþlarýna kadar uzanan zaman dilimini kapsar.
Rönesans yeniden yapýlanma hareketi olmasýna karþýn hemen hemen iþlediði bütün konu
ve sorunlarda Antik çað felsefesini temel ve örnek almýþ, onu yeniden inceleyip deðerlendirmiþtir. Antik çað felsefesinden çok þey öðrenmiþ, bu felsefe ile piþmiþ ve sonralarý kendinden
de öðeler katarak geliþtirmiþ ve kendisinden sonraki 17. yy. ve yeniçað felsefesinin hizmetine
sunmuþtur. Bugün bile geçerli olan modern insan kavramýnýn yaratýcýsý olmuþtur.
Fakat Rönesans akýmýný antikçað felsefe ve kültürünün ve otoritelerinin tekrar canlandýrýlýp, taklit edilmesi olarak kabul etmekte tam olarak doðru deðildir. Bu yaklaþým yanlýþ olmasa bile dar kapsamlý bir yaklaþým olabilir. Çünkü Rönesans oluþumu çok daha geniþ ve temelli bir oluþumdur.
Kilisenin baðnaz baskýsýndan kurtulmaya çalýþan insan, bu dünyanýn yalnýz ölümden
sonrasý için bir hazýrlýk evresi olmadýðýný bugünün de yaþamaya deðer olduðunu algýlar. Sanatçý artýk kiþisel duygularýný dile getirmenin, kendini ve çevresini sorgulayabilmenin özgürlüðünü tatmaktadýr. Ortaçaðýn aðýr baþlý, soðuk anlatýmýna karþýn, sýradan insanýn duygularý,
güncel zevkleri ve doðallýðý sýcak bir anlatýmla gündeme gelir. Diðer sanat dallarýnda olduðu
gibi müzikte de doðalý yansýtan akýcý, dans adýmlarý taþýyan bir stil geliþir. Dans müziði,
danslara eþlik eden çalgýlar, dansýn coþkusunu duyuran güçlü ritim ve dinsel yapýtlarda olduðu kadar din dýþý yapýtlarda da zenginleþen armonik yapý, Rönesans’ýn baþlýca özellikleridir.
Bu çaðýn insaný düþünen, kendine dönük, kendini inceleyen, soran yargýlayan ve kendi
öz yargýlarýný özgürce ortaya koyan insandýr, kendini bütün doðmalardan ve ön yargýlardan arýndýrma yolundadýr. Aklýný kullanýr, aklýný kendine kýlavuz bilir...
Bu olguyu daha somut bir þekilde açýklayabilmek için Rönesans’ý ortaçað ile karþýlaþtýrmakta fayda var.
- Ortaçað’da insan yaþam ve kültürünü düzenleyen Hýristiyan dini ve onun yöneticisi olan Katolik kilisesidir. Kilise her konuda mutlak otoritedir. Onun düþünce ve inançlarý kutsaldýr ve üzerinde tartýþýlmasý bile olasý deðildir. Ortaçað filozof ve düþünürüne düþen görev kilise öðretisini mantýksal bir takým oyunlarla temellendirmek ve savunmaktýr.
Buna karþýlýk Rönesans’ýn ana eðilimi kendini her türlü baðlýlýktan sýyýrmak, kendini
özgürce incelemektir. Rönesans insaný doða ve yaþam üzerindeki gerçekleri arar ve bu
gerçeklere yalnýzca akýl ve deney yolu ile ulaþmaya çalýþýr.
Ortaçað skolastik felsefesi tamamen kiliseye baðlý ve bütün Hýristiyan alimini bir
þemsiye gibi saran ve bütün bu alem içinde etkili olan bir felsefedir. Yalnýzca Latince
ile iþlenir. Ana temasý Hýristiyan inançlarýnýn savunulup, temellendirilmesidir. Bu felsefede çeþitli ýrklar ve uluslar yoktur, yalnýzca Hýristiyan alemi vardýr.
Rönesans felsefesi ise karþýmýza artýk kendi ulusunun karakterleri ve özellikleri
ile çýkar, yapýtlarýný kendi ulusal dilinde verir. Konularý çeþitlilik kazanmýþ ve ön yar-
94
Kýþ ‘06
gýlardan, doðmalardan sýyrýlmýþtýr, doðrularý kendi öz
yargýlarý ve gözlemleri ile arar.
Ortaçað düþünür ve filozoflarýnýn tamamý din adamý
yani Hýristiyan kilisesinin hizmetkarlarýdýr. Rönesans düþünür ve filozoflarý ise yazarlar, araþtýrmacýlar ve üniversite öðrencileridir
Ortaçað insanýnýn belirmiþ bir kiþiliði yoktur. Ondan
beklenen görev tanrýnýn buyruklarýna itaat etmektir. Bu
dünyanýn nimetlerine yüz çevirmek, kendi öteki dünya
nimetlerine layýk hale getirmektir. Rönesans insaný ise kiþiliðini arayan, soran, araþtýran, benliðinin bütün canlýlýðýný ortaya koyan kiþiliði ve özelliði olan bir bireydir, individüalisttir.
Avrupa kültürüne özgü ve ona ait olan bir oluþumdur. Hatta bu kültüründe Latin-Germen yelpazesinin bir
eseridir. Güzel sanatlarda Rönesans’ýn baþlangýcý ve ilk
filizleri Ýtalya’da oluþmuþ, sonralarý Fransa, Almanya,
Hollanda ve Ýngiltere gibi diðer Avrupa ülkelerine yayýlmýþtýr. Bizans ýrk ve kültürünün temsilcileri olan Okandinav dünyasý bu oluþuma pek katkýda bulunamamýþ, fakat
benimsemiþ ve ona uymuþtur.
Tarihçiler 1453 yýlýný yeniçaðýn
baþlangýcý olarak kabul etmiþlerdir.
Ayrýca ateþli ilk silahlardan olan
topun icadýný, bu yeniçað için önemli bir etken olarak görmüþlerdir.
Ýtalya’da doðan Rönesans’ýn yeni bir dünya görüþünü oluþturmasý ve dinsel baðnazlýðýn zayýflamasý ile insan aklýnýn yeni
deðerleri bulmasý, özellikle dikkati çekmektedir. Ýtalyan Rönesans’ýnýn getirdiði yeni deðerlere ve toplumsal yapýda oluþturduðu
deðiþikliklere bakýnca, din
devleti fikrinin ikinci derecede
kalmaya baþladýðý anlaþýlmaktadýr.
Örneðin, Ýtalya’da bu dönemde kent
devletleri kurulmakta ve devlet yöneticileri baðnazlýklarýný ön planda tutmamaktadýrlar.
Bu durum elbette ki papalýktan tamamen uzaklaþma anlamýna gelmiyor. Ancak devletler, dini, devlet yönetiminde büyük bir yer haline getirmemeðe özen göstermektedirler.
Ancak, göz önünde tutulacak önemli nokta Rönesans kültürünün de bir tarým uygarlýðý ürünü olduðudur.
Çünkü bu tarým uygarlýðý dönemi, aslýnda XIX. yy.da
baþlayan makineye dayanan endüstriyel çaða deðin sürmektedir. Bu nedenle, Rönesans’tan sonra gelen Maniyerist, Barok ve Rokoko sanatlarý da gene tarým uygarlýðýnýn ürünleridir. Yani tarým ekonomisine ve teokratik devlet yönetiminin gereksinmelerine göre biçim almýþlardýr.
Kýþ ‘06
Böylece Yenitaþ Çaðý’nda ortaya çýkan ilk tarým devletleri ve onlarýn tarýmsal kültür ve sanatlarý, XIX. yy’daki
endüstriyel ekonomi kültürüne deðin sürmektedir. Böylece tarým kültürüyle ilgili sanatlarýn M.Ö. aþaðý yukarý
5000 yýllarýndan Ý.Ö. 1800 yýllarýna deðin sürdüðü ortaya
çýkmaktadýr.
Demek ki, Rönesans sanatý, Yeniçað’ýn bir biçimleme anlayýþý olmasýna karþýn, gene de kendinden önceki
tarým ekonomisine ve dinsel toplumuna baðýmlý bir sanattýr. Mimarlýk yapýtlarýnýn oluþma nedeninde din önemli bir etkendir. Resim ve heykel yapýtlarýnda da ayný etkeni görmemek olanaksýzdýr. Sanatçýlara sipariþ veren
büyük güç gene kilisedir. Ancak bu dönemde insan belleðinin özgürlüðünü keþfeden düþünürler ortaya çýkmaktadýr. Paris üniversitesinin yetiþtirdiði teologlar ve Cizvit okullarý, yeni mistik bir görüþle, Tanrý ile insan arasýna kilisenin girmesini eleþtirmeðe baþlamýþlardý. Bu görüþler,
giderek geliþmiþ ve Dante’nin ünlü “Ýlahi Komedya” adlý
eserinde insan iradesinin hür, saðlýklý ve samimi olduðuna ve insanýn kendi kendinin kral ve papasý olduðuna deðinmektedir. Bu görüþün, insanýn
düþünme yeteneðine büyük yer verdiði
açýktýr. Kuþkusuz Ortaçaðýn, insan
düþüncesini yasaklayan dinsel kalýplarýndan, Rönesans’ýn “Yeniden Uyanýþ”ýna geçiþ birden
olmamýþ ve aþaðý yukarý
yüzyýllýk bir zaman gerekmiþtir.
Yeni kýtalarýn keþfi,
dünyanýn yuvarlak olduðu
görüþünü kanýtlamýþ, dinde
reformasyon giriþimleri,
krallarýn papalýk sultasýndan kurtulma çabalarý ve
güçlü merkezi devletler kurmalarý, insanlýk belleðinde yeni geliþmelere olanak saðlamýþ,
dolaylý olarak da Ortaçað dünya
görüþünde önemli çatlamalara neden
olmuþtur.
XIII. yy’dan bu yana meydana gelen
olaylar sonucu, 1409’da üç papanýn krallar tarafýndan sürgünde tutulduðu görüldü. Orta Avrupa’da merkezi
devlet kurma yarýþý, bu üç kralý birbirine düþürdü. Bütün
bu yeni durumlar Avrupa’daki Hýristiyanlýk bütünlüðünü
büyük oranda zayýflattý. Ayrýca bu tarihler, doðuda Osmanlý Devleti’nin geliþtiði sýralara rastlamaktadýr. Bizans’ýn yýkýlmasý da gene bu tarihlerdedir.
Avrupa’da kral saraylarýnýn ve soylu sýnýfýn önem
kazanmasý, orta sýnýf halkýnda ticaret ve el sanatlarýndaki
hünerleri ile kentlerde toplanarak güç ve itibar görmesi
bu dönemlerin ayrý bir özelliðidir. Bu durum, hem Kuzey
Ýtalya’da, hem de Hollanda’da ilk kapitalist kurumlarýn
oluþmasýný saðlamamýþtý.
95
Modern borsa ve ticari hesaplara dayanan bankacýlýðýn ve bunlarýn getirdiði zengin koruyan devlet tipinin
yaratýlmasý, iþte ilk kez bu ortamda gerçekleþmeye baþladý. Hatta silah ticaretinin ilk kez önem kazanmasý da, gene bu tarihlerin bir ticaret türü oldu.
Bu biçimlenen yeni dünya görüþü ile ilgili ilk devletlerin Ýtalya’da doðmasý “Uyanýþ Çaðý”nýn bu ülkede
kendine özgü bir sanatýn yaratýcýlarýnýn da yetiþmesini olanaklaþtýrdý. Dünyevi, maddesel yapýlarýn gözlemi, antik
sanat yapýtlarýnýn bir kez de bu açýdan incelenmesini saðladý. Bu düþünce hareketleri içinde Petrarca ve Boccacio
gibi yazarlar, antikitenin þair ve düþünürlerinin yeniden
önem kazanmasýnda öncü oldular. Kuzey Ýtalya’da Bologna ve Padua üniversitelerine antik felsefeyi öðrenmek
üzere, Avrupa’nýn diðer ülkelerinden öðrenciler gelmeye
baþladý. Ýniversel insan tipi, Rönesans hümanizmasýnda
yer alan eðitimin ideali oldu. Böylece kendine egemen,
hür düþünceli, Ortaçaðda görülemeyen bir insan kafasý oluþmaya baþladý. Seyahat eden, insaný ve çevresini tanýmak isteyen Rönesans’ýn ilk keþifçilerinden Marcopolo’yu Çin’de, Kristof Kolomb’u yeni kýtalarý keþfetme
yolunda görebiliyoruz. Bu dünyanýn yeniden keþfi, aslýnda insanýn kendini yeniden keþfetmesi anlamýna geliyordu. Ýnsan nesli kendi yeteneklerinin sýnýrsýz olduðunu an-
lýyor ve o güvenen insan tipleri doðmaya baþlýyordu. Onlarýn ayný anda, mimar, heykelci, ressam, bilim insaný ve
yazarlýk yönleri olduðu da görülmektedir. Ýçinde yetiþtikleri Rönesans atölyelerinin, böyle çok yönlü kiþiler yetiþtiðini bugün açýk olarak biliyoruz. Floransalý Leone Battista Alberti, tarihe bir mimar ve yazar olarak belirmesine
raðmen onun, ayýn zamanda heykelci, ressam, sanat kuramcýsý, becerikli bir jokey, bir kompozitör, þair, hukukçu
ve hatta matematikçi olduðu da bilinmektedir. Ýþte böyle
çok yönlü bir eðitim ortamýnda bir Leonardo Da Vinci
ortaya çýkabilmiþtir.
Batý dünyasýnda hümanist bir düþüncenin, insanýn
yaratýcý kiþiliðinin keþfi ile ortaya çýktýðýnýz anlaþýlmasý,
bir çeþit dünyevi yaþamanýn ve bunun getirdiði bir dünyevi mutluluðun da olduðuna insanlarý inandýrmaya baþlamýþtý. Ayrýca Ortaçaðýn insandan neleri esirgediði de
sezinleniyordu. Ýnsanýn gerçek deðeri olan akýl gücü kabul edildiðinden, veba salgýnlarýna karþý bilimsel sonuçlara ulaþýlabilecek araþtýrmalara baþlanmýþtý.
Ýtalya’daki bu yeni insan ve onun düþüncesi ile oluþan denge, Rönesans yapýtlarýnda açýkça görülmektedir.
Dolaylý olarak Rönesans yapýtý, hareketin dengeli kompozisyonunu amaçlamaktadýr. Rönesans’ý izleyen moniyerist dönemde ise duruk figür resmi, hareketlenmekte,
ve anti-klasik denen biçimleþme içinde gösterilmektedir.
Maniyerist anlayýþ, Michelangelo’nun desenini ve Tiziano’nun renk anlayýþýný birleþtirme görüþüne baðlýydý.
Maniyerizm zaten Rönesans’ta geliþen entelektüellizm ile
ona karþýt olan dinsel görüþlerin çatýþmasýndan kaynaklanmaktaydý. Bu nedenle, bir dengesizlik, Maniyerist anlayýþta ortaya çýkmaktadýr. Çünkü hümanizma ve dinsel
dogmatik görüþler, birbirlerine tamamen ters düþüyordu.
Bu durumda Ýtalya ve Kuzey ile Orta Avrupa’daki sanatsal biçimleme, birbirlerinden farklýydý. Ancak Ýtalya’daki
bu kültür ve sanat hareketi, çevresindeki ülkeleri ister istemez etkileyecekti ve öyle de oldu.
Resim, mimari ve heykel gibi dallarda Ýtalya’da ve
diðer Avrupa ülkelerinde, Leonardo Da Vinci, Michelangelo, Raphaello, Tiziana, El Greco; edebiyat dalýnda
Shakspeare, Montaigne, Cervantes, Marloue gibi isimler
yetiþmiþtir. Fen Bilimlerinde Copernicus, Kepler, Columbus ve Magellon’un keþif ve icatlarý yeni çaða yeni ufuklar açmýþtý. Ortaçað’ýn sonunda Giotto’nun resimlerinden, Dante’nin yazýlarýndan kaynaklanýp Petrarca ve
Boccacio’nun kavramlarýyla birleþen insancýl deðerlere
eðilme tutkusu müziði de etkiler.
Ancak müzikte Rönesans’ýn beþiði Ýtalya deðildir.
Müzikte Rönesans özellikleri Burgonya ve Flaman bestecileri ile baþlamýþtýr. (Bugünkü Belçika, Luxemburg, Kuzey Fransa ve Hollanda) Burgonya okulunun en önemli
bestecisi Guillaume Dufay’dir ve 15. yy’da çok sesli
þansonlarýn ustasýdýr. Dufay, dunstable ile müzikteki Rönesans’ýn ilk bestecileri sayýlýrlar. Farnc Flaman asýllý
Binchois, þansonlarýnda daha halka yakýn bir dil kullanmýþtýr.
96
Kýþ ‘06
Modern resmin babasý olarak kabul edilen Fiotto,
donuk kutsal resimler yerine canlý resimler çizmeye baþlamýþtý. Yine Ýsa-Meryem konulu, kutsal içerikli resimler
yapýyordu, ancak bu kez doðal ortamda çizdiði kutsal figürlere daha etten kemikten bir anlatým katýyordu. Resimde perspektif olayýnýn zenginliðini keþfeden Giotto,
müzik dalýný da etkilemiþ, müziðe derinlik getiren çok
sesli tekniðe esin kaynaðý olmuþtur.
RÖNESANS MÜZÝÐÝNÝN ÖZELLÝKLERÝ
Dönemin egemen ruhu, insancýldýr. Rönesans sanatçýsý kilise ve imparatorun otoritesinden kurtulma çabalarýndadýr. Öznel duygularýný sýcak bir dille anlatan bir biçem geliþtirir. Ortaçaðýn yalnýz cennete hazýrlýk yapmak
düþüncesi yerine bu dünyanýn yaþamaya, keþfedilmeye
deðer olduðu düþüncesi yaygýnlaþmýþtýr. Ýnsan olmanýn
kendine özgü ve soylu bir deðeri vardýr. Bu dans müziklerini ve din dýþý þarkýlarý gündeme getirir. Öte yandan
kilise için bestelenen dinsel müzikte, zenginleþen teknikle, daha bilge ve derin duygularý yansýtan bir kimliðe bürümüþtür.
Çok sesliliðin geliþmesi, birkaç ses ve çalgýnýn baðýmsýzca ve uyumlu akýþý karmaþýk bir armoni yapýsý gerektirir. 15. yy’ýn örnek müziði, benzer yapýda ve benzer
renkteki birbirine eþit dört sesten oluþur. Rönesans’ýn
sonraki yýllarýnda her sesin ayrý özelliði gözetilir.
Coppella korolar büyük önem kazanýr. Çalgý eþliði
olmaksýzýn sýrf insan sesinden oluþan koro bu yapýtlarýnda armonik dokuya yoðunlaþýr. Sesin niteliðindeki özellik uyumlu oluþur. Dramatik duygularý anlatmak için yarým aralýk tonlar kullanýlýr. Rönesans müziðin de iki çeþit
ritim kalýbýna rastlanýr: Birincisi dans müziðinin geliþmesiyle deðiþken, devingen ve karmaþýk ritimler, diðeri tek
düze akýþ içindeki izoritmik yapý.
15.yy. baþlarýnda vokal müzik, yörelere göre özellik
taþýmaz; uluslar arasý tek tip ve bir örnek biçimlerde yazýlmaktadýr. Rönesans’la birlikte, 15.yy. ortasýnda, her ulusun kendine özgü özel þarký biçimi ortaya çýkar: Ýngiliz
halk þarkýsý olan karol, danslara eþlik eder. Þanson, Fransýzlarýn çok sesli aþk þarkýlarýdýr. Frottold ise Ýtalya’da
ünlenmiþ, Fransa karnaval þarkýsýdýr. Bu arada Rönesans
motet’i tüm seslerin ayný metni söylediði, birleþik bir biçime dönüþmüþtür.
Rönesans’ýn yaþam sevinci danslarý, danslar da þarkýlarý artýrýr. Böylece çalgýlar için ve çalgý topluluklarý için bestelenen müzik doðar. Çalgýlar artýk yalnýz insan
sesine eþlik etmek için ya da eksik insan sesini tamamlamak için kullanýlmaz. Bu dönemde çalgýsal müzik vokal
müzikten baðýmsýz bir konuma kavuþmuþtur. Ýlk çalgýsal
biçim estampie’dir. Çalgý müziði, Rönesans’tan, Barok
döneme doðru vokal müzik kadar önem kazanmaya baþlar. Yeni biçimler arasýnda, adlarýný danslardan alan çalgý
müzikleri oluþur. Rondo, virelai gibi tema ve çeþitleme
yönteminin ilk filizleri Jantasia, sicercane, ve canzona gibi biçimlerle tomurcuklanýr. Madrigal ve þanson gibi vo-
Kýþ ‘06
kal biçimler için bestelenen müziðin de çalgýlara uyarlandýðý, sýrf çalgý müziði haline dönüþtüðü görülür. Dans
müziði de solo çalgý topluluðu için bestelenmeye baþlanýr. Povan, golliard ve passamezzo gibi danslarla dans
müzikleri yeni adý taþýr.
Çalgýlara gelince, onlar da çaðýn coþkun týnýlarýný
sunmak üzere zenginleþmiþtir. Yani çalgýlar icat edildiði
gibi, eski çaðlarýn da sesleri büyütülmüþ, zamana göre
deðiþikliðe uðramýþtýr. Klavyeli çalgýlardan org, regal
(portatif org), klavsen, klavikod ve virjinal gözdedir. Ovta ve arpýn yanýnda flüt, blok flüt, yan flüt, kornet, trompet, sacbut ve vurma çalgýlar takýmý yer alýr. Büyük davullar, ziller, üçgenler ve küçük davullarla defler, hep
danslarla eþlik eden, ritmi güçlendiren çalgýlardýr. Rönesans müziðinin karakteristik ses yapýsý, çalgýlarýn homojen týnýsýdýr. Bu nedenle çalgý ailelerini gruplaþtýrýp konsortlar kurarlar. Konsort adý verilen topluluklar, tek çalgý
ailesinden, örneðin viyol yada blok-flütten, oluþtuðu gibi,
üfleme ve yaylýlarýn birleþiminden de oluþabilirler.
RÖNESANS DANS MÜZÝÐÝ
Rönesans’la gelen bir büyük yenilik, 15.yüzyýlýn ortasýnda Almanya’da icat edilen matbaadýr. Nota basýmý
ilk kez 1501’de Venedik’te Giovanni Petrucci tarafýndan
yapýlýr. Petrucci yirmi beþ yýl içinde elli ciltlik çalgý ve
ses müziði notasýný basar. Londra, Paris ve Almanya da
geliþen nota basýmý ile deðiþik yöreler de bestelenen müzik, geniþ kitlelere ulaþma olanaðý bulur.
97
Josquin Despres (1440-1521) ve Johannes O ckenghem (1410-1497), musica reseruata yöntemine özen
göstermiþ iki önemli bestecidir. Despres Fransa’da doðmuþ, 12. Louis’nin sarayýnda koro çalýþtýrmýþtýr. Hem geleneksel voj þarký yapýsýný hem de yeni baðýmsýz deyiþi
bir arada kullanýr. Zamanýnda müziðin Michelangelo’su
olarak tanýnmýþtýr. Ockeghem bir Franko-Flaman bestecisidir. Bestelerini sabit bir yalýn ezginin yapýsýna oturtmamýþ, özgürce esinlenip katý sýnýrlarý yýkabilmiþ, ayrýca
tüm sesleri eþ deðer kullanabilmiþtir. Metnin anlamýný açýkça yansýtma kaygýsý homojenik (homophonic) bir ritim çeþidi, bulunmasýna yol açmýþtýr. Ockenghem’in missa prolationium’unda konan yöntemi özenle kullanýlmýþtýr. Josquin ve Ockeghem’in izindeki diðer Rönesans betecileri, Floman asýllý Heinrich Isaac (1450-1517) ve
Fransýz Clement Janequin (1485-1558) olmuþtur.
Musica Reservata (korunmuþ müzik): Müzikle güfteyi birleþtirmek sanatý Rönesans’ýn önemli bir özelliðidir. Sözcüklerle resim yapma sanatý olarak da anýlan bu
iþleme, müziðin güftesini en açýk þekilde anlaþýlýr kýlar.
Çok sayýda melodi, metnin anlamýný gölgeleme tehlikesi
doðuracaðýndan tek bir melodi çizgisi armonize edilir.
Müzik, kendi varlýðýný geriye çekerek metnin anlamýný öne çýkartýr. 16. yüzyýlda önemi artan bu yöntem, dramatik
anlatýmý güçlendirmiþ madrigal ve opera gibi vokal yapýtlarda güfte-beste uyumuna ýþýk tutmuþtur.
1517 yýllýnda Martin Luther (1483-1546) Almanya’da gerçekleþtirdiði reform ile Protestan kilisesini Katolik kilisesinden ayýrýr. Reformdan önce tüm Katolik ayinlerinde Latince metin okunmaktadýr. Luther ilk iþ olarak özgün metni Almanca’ya çevirtir. Sonra Almanca
metinler eski, bildik þarkýlarýn melodisine uyarlanýr. Bu
arada her ülke kendi dilinde þarký söylemeye baþlamýþtýr.
Luther Kilisesi’nin müzik dünyasýna en önemli katkýsý
Koral adlý ilahi biçimini geliþtirmek olmuþtur. Fransa’da
psalm, Ýngiltere’de anthem olarak anýlan bu biçim saf
þarkýdan köklenip geliþmiþtir. Almanya’daki Luther kili-
sesinin müziði 18. yüzyýlda Johann Sebastian Bach’ýn
besteleriyle doruða ulaþacaktýr. Ýngiliz müziðinde etkisini
hemen gösteren reform olayý John Taverner, Thomas Tallis ve William Byrd gibi bestecileri ortaya çýkartacaktýr.
Reform, Ýtalya gibi Katolik ülkelerde karþý-reform ile sonuçlanmýþtýr. Kuzey Ýtalya’da 1545-1563 arasýnda
toplanan bir kurul kilisedeki gevþekliðe karþý önlemler
alma çabasýndadýr. Müzik konusunda da yakýnmalar vardýr. Çoksesliliðin ve halk ezgilerinin kiliseye girmesiyle
kutsal ortam bozulmaktaydý. Çok sesli bir koro ile kalabalýk çalgýlar topluluðu, kutsal metnin anlaþýlmasýný olanaksýz kýlacaktýr. 1562’de Papa, yalýn ezgi geleneðindeki
sýnýrlý kalýplara dönmeyi ve eski kilise kurallarýnýn uygulanmasý gerektiðini duyurur.
Diðer tarafta, Giovanni de Palestrina (1525-1594)
altý sesli bir missa besteleyip yayýnlayarak çok sesliliðin
sözcükleri anlamakla bir ilintisi olmadýðýný, böylesine bir
missanýn hala kutsal nitelikli olabileceðini savunur. Çok
sesliliðin yalnýzca bir teknik, yapýta anlam kazandýrma
yöntemi olduðunu savunur. Dinsel içerikli yapýtlarýndaki
karanlýk renkler onun ortaçað geleneðine baðlýlýðýný gösterir. J. S. Bach’dan önce müzik tarihinde hiçbir besteci
Palestrina kadar adýný duyuramamýþtýr.
ALTINÇAÐ (GEÇ RÖNESANS)
Müzik çaðlarýný katý kurallarla, keskin çizgilerle bir
diðerinden ayýrmamýz olanaksýzdýr. Gotik dönemin son
diliminde Rönesans olarak adlandýrdýðýmýz 1450-1600 arasýndaki yýllarda, bir sonraki çaðýn Barok özelliklerine
rastlayabiliriz. 15. yüzyýlýn ikinci yarýsý, müzik tarihinde
Geç Rönesans ya da Altýnçað olarak anýlýr. Altýnçað’daki
belirtiler Barok müziðin ilk dönemini muþtular. Bu dönemdeki müzikteki en önemli olay Ýtalyan bestecilerinin
egemenliði ele almýþ olmalarýdýr. Din dýþý müziðin geliþmesi, kilise müziði kadar önem kazanýr. Bu çað, dramatik
müziðin ortaya çýktýðý, dramatik biçimlerin çaðýdýr.
17.yy. baþýnda her ülke, kendi üslubunu geliþtirmeye
baþlar ve böylece ulusal stiller doðar.
98
Kýþ ‘06
SÝNEMA GÖSTERÝMLERÝ
Sanat Merkezimizde geçtiðimiz aylarda gösterimini yaptýðýmýz filmlerden örnekler vermek istiyoruz…
Nefretin yerini giderek aþka býraktýðý bir hikaye... Kahramanlarý 75 yaþýndaki bir yargýç emeklisi ile yakýnlarýný köyüne yapýlan bir operasyonda kaybeden küçük bir Kürt kýzý...
“Büyük Adam Küçük Aþk”, tüm yakýnlarýný kaybeden beþ yaþýndaki Hejar ile huzurevine
yatma hazýrlýðý içindeki yargýç emeklisi otoriter Rýfat Bey’in yollarýnýn baþka bir operasyon sonrasýnda Ýstanbul’da kesiþmesinin öyküsü...
Kürt sorunu üzerine çekilmiþ filmler içinde en net mesaja sahip olan bu baþarýlý yapýmdan
dolayý “Büyük Adam Küçük Aþk” filminde emeði geçen herkesi tebrik ediyoruz… Filmin son
sahnesinde gözyaþlarýna dikkat… Herkesin mutlaka izlemesi gerektiðini düþündüðümüz bu film
için; filmin yönetmenliðini yapan ve senaryosunu yazan Handan Ýpekçi’ye teþekkürler… Kürt
halkýnýn yaþadýðý baskýlarý, dili üzerindeki yasaklamayý bir çocuðun dünyasýndan ancak bu denli
net ve doðru anlatýlabilirdi…
Sanat Merkezimizde ikinci olarak, Ýran’lý Kürt yönetmen Bahman Ghobadi’nin “Kaplumbaðalarda Uçar” filminin gösterimini yaptýk. Filmde bütün mekan ve kiþiler gerçek… Film, Türkiye-Irak sýnýrýnda mayýn toplayarak geçimini saðlayan Kürt çocuklarýn dramlarýný gözler önüne
seriyor… Ghobadi bu filmiyle bizleri Halepçe’ye, kamplara, iþgal altýndaki Baðdat’a götürüyor… Bu filmde de yine çocuklarýn gözleriyle gerçekleri izledik…Kýsaca filmi özetlemek gerekirse þunlarý anlatabiliriz;
Amerika’nýn Irak’a saldýrýsýna birkaç gün kala Irak-Türkiye sýnýrýn da bir Kürt mülteci kampý...
Küçük Adam
Büyük Aþk
Boþ kovanlarýn, yakýlmýþ tanklarýn ve bomba çukurlar?n?n orta yerindeki köyde ailesini yitirmiþ Satellite (Uydu) lakaplý bir çocuk yaþar. Satellite günlerini televizyon antenlerini tamir ederek ve üç beþ
kelime bildiði Ýngilizcesiyle uydu kanallarýndaki savaþ haberlerini meraklý ve tedirgin köylülere tercüme ederek geçirir. Genç adam ve köyün ona hayran diðer çocuklarýnýn bir de gelir kaynaðý vardýr:
Mayýn toplamak... mayýn tarlalarýnda büyüyen çocuklar… Toprak altýndan hayatlarý pahasýna
çýkardýklarý mayýnlarý Birleþmiþ Milletlere geri satarlar. Kaza sonucu birçoðu kollarýný ve bacaklarýný
kaybedip sakat kalmýþtýr...
Ghobadi’nin filminde rol alan çocuklarýn hepsinin hayatý deðiþmiþ… Filmin ana kahramanlarýndan “Satellite” lakaplý Soran Ýbrahim’e Erbil’de bir televizyon kanalýnda iþ bulunmuþ. Ýlerde yönetmen olmak istiyor. Filmin en küçük oyuncusu Riga rolündeki Abdulrahman Kerim’in gerçek hayatta
Lumumba
da görmeyen gözleri Ýran’da ameliyat ettirilmiþ.
Üçüncü olarak; Ýnsancýl Atölyesinde Eylem Can’ýn sunumunu yaptýðý “Lumumba” adlý filmi izlediðimizde bu filmin mutlaka Ayýþýðý’nda da sunulmasýný gerekli bulduk. Eylem arkadaþa sunumuyla
birlikte bu filmi Ayýþýðý’nda gösterebilir miyiz diye teklif ettik… Oda hiç tereddütsüz kabul etti.
Anti-Emperyalist mesajlar içeren politik bir dram niteliðinde olan film, Kongo’daki Belçika hükümranlýðýna son veren komünist lider Partice Lumumba’nýn, batýlý güçlerin maþasý Mobutu tarafýndan nasýl alaþaðý edildiðini anlatýyor. Sembolizm dolu þiirsel görüntüler içeren film, sadece iki ay görev yapabilen Lumumba’nýn kiþiliðinde, 1885’deki Berlik Konferansýyla bölünmüþ Afrika ülkelerinin
ters çevrilmiþ kaderini yansýtýyor.
NOT: Sinema Atölyesi çalýþmalarýmýzý baþlatýyoruz... Devamlýlýððýný saððlamak ve kolektif
üretimler gerçekleþtirmek için destek ve katkýlarýnýzý bekliyoruz...
Ayýþýðý Sanat Merkezi Sinema Atölyesi
[email protected]
Kýþ ‘06
99
Kaplumbaðalarda
Uçar
SORDUK: SANAT NEDÝR?
Antep Ayýþýðý Sanat Merkezi Olarak insanlara sorduk;
“Sanat nedir?” Onlar için görebildikleriydi. Faydalý olacaðýna inandýklarý, umutlarýný yükledikleri gelecek, alýnteri, ekmek, yüzakýydý. Yani yaþamýn kendisiydi sanat. Hangi anlama duygularýný yüklemek istedilerse oydu onlara göre sanat.
28 yaþýnda bir kaynakçý kalfasý: Bana göre sanat yaptýðým iþin baþkasýnýn hoþuna
gitmesidir.
24 yaþýnda, genç fabrika iþçisi
Cuma: Sanat, toplumun þekillenmesinde kullanýlan ve etkisi büyük olan bir yardýmcýdýr. Ýnsanlara bir þeyler kazandýrmak, düþüncelerinizi aktarmak istiyorsanýz ve bunun kalýcýlýðýnda ýsrar
ediyorsanýz sanat size yeterli olacaktýr. Her zaman sorulan bir
soru vardýr. “Sanat ne içindir?”
kimileri sanat sanat içindir dese
de, sanat her zaman toplum içindir. Sanat, sanat içindir düþüncesiyle yapýlýrsa sanat olmaktan
çýkar, bir metaya dönüþür.
28 yaþýndaki vardiya
sorumlusu: Sanat
içindekileri dýþa
yansýtmaktýr.
36 yaþýndaki kaynakçý
Mehmet: Sanat ruhun
aynasýdýr.
28 yaþýndaki fýrýncý Necmettin: Bence sanat iþini iyi yapmaktýr. Ýnsanýn anlayýþ tarzýna
göredir. Bence herkes sanatçý
olabilir. Sanat insanýn içinde
olmalý. Ýnsan yaptýðý iþi isteyerek, severek yapmalý. Sanat,
emekle oluþturulan her þeydir
40 yaþýnda bir þoför Cengiz:
Alýndan damlayan terdir sanat
29 yaþýndaki tornacý: Sanat
kabiliyetle alakalý özveriyle
baðdaþ, yaþamýn ortasýnda,
aykýrý bir çýðlýk, yaþanýlan
birikimlerin hayatta akýþý.
Özveri, korku, sabýr, birikim.
Hayata farklý bir pencereden bakmaktýr. Ýnsanýn dýþarý akýttýðý coþkun bir nehir
gibidir.
Kýþ ‘06
28 yaþýndaki fýrýncý Necmettin: Bence sanat iþini iyi
yapmaktýr. Ýnsanýn anlayýþ
tarzýna göredir. Bence herkes sanatçý olabilir. Sanat
insanýn içinde olmalý. Ýnsan
yaptýðý iþi isteyerek, severek
yapmalý.
Sanat, emekle oluþturulan
her þeydir
100
38 yaþýndaki servis
þoförü Turan: Güneþin doðuþudur.
28 yaþýndaki bir çikolata fabrikasý iþçisi çalýþma þartlarýný sanatla harmanlaþtýrýp çýðlýðýný
yükseltiyor: Sanat çok deðerli
bir kavramdýr. Sanatsýz insan
sakat bir ata benzer. Kimisine
göre para basma makinesi, kimisine göre ise alýnteri, ellerin
kiri, helal ekmektir. Ben 12 saat
köle gibi çalýþan, servisin gelip
gitmesi vs. ile çalýþma zamaný
16 saati bulan, bu çalýþma koþullarýnda sanattan ve hayattan mahrum kalan bir fabrika
iþçisiyim.
58 yaþýnda bir emekli
memur: Sanat, ortaya
bir eser çýkarýlarak topluma bir þeyler verebilmektir.
34 yaþýndaki fabrika iþçisi
Yusuf: Sanat sýcak ekmektir.
Emek verip ekmeði
almaktýr
25 yaþýnda bir elektrikçi Þeref: Kendi yaptýðým iþi beðenmek ve beðendirmektir sanat.
Güz ‘05
17 yaþýnda üniversite öðrencisi
Feride: Sanat toplumun yaþantýsý, bir annenin çocuðuna olan
sevgisi, öðretmenin öðrencilerini
eðitmesi, bir babanýn geçimini
saðlamak için emek vererek çalýþmasý, bir öðrencinin baþarýya
giden yoldaki çabasý, yani kýsaca
insan yaþantýsýndaki en küçük
birime kadar her zerre sanattýr.
Sanat yaþamdýr.
16 yaþýnda lise öðrencisi Þemdin: Sanat, canlýlar ve nesneler
arasýndaki gerçek ve anlamlý
baðýn oluþmasýna denir. Çünkü her nesne sanat eseri olamaz. Bir nesnenin sanat eseri
olabilmesi için sanatçýnýn duygularýný en iyi þekilde nesneye
aktarmasý gerekir.
20 yaþýndaki üniversite öðrencisi Kalender: Bazen insan kaybolur gider bu hayattan. El ayak çekilir ortalýktan, bir sýr olursun aniden. Arar, arar seni herkes… Ama
18 yaþýndaki lise öðrencisi Ahmet:
Sanat, duygularýn bütünlüðünü yansýtan, hayatýn bir parçasý olan su gibidir. Su olmadan hayat olur mu?
Ýþte sanat da böyle bir þeydir. Sanat
üretmektir. Sanat yaþamaktýr. Sanatsýz insan, kurumuþ aðaca, aðaçsýz çöle mahkum olmak zorundadýr.
16 yaþýndaki Berna: Sanat, sanatçýnýn kendi duygularýný yansýtmasýdýr.
Eðer beðenilirse eser ölümsüzleþir
ve topluma mal olur.
16 yaþýnda lise öðrencisi Çiðdem:
Sanat, insanlar arasýndaki gizemli
olaylarý ortaya koyar. Sanat bence
hepimiz içindir. Her insanda bir
sanat anlayýþý vardýr
15 yaþýnda lise öðrencisi Ayþe:
Sanat insanýn içindeki güzel
duygularý paylaþmasýdýr.
sen yoksundur. Senin sanatta gizlendiðini
kimseler bilemez. Ve aradan belki asýrlar
geçer. Aslýnda çoook kýsa olduðu bu anda.
Ýþte sen O’sundur. Sanatsýndýr sen. Sanat
seni alýr koyar o muazzam halkýn içine…
Bir bakmýþsýn halk olmuþsundur.
Sanat sensin.
Sanat halktýr.
Sanat nefes alabilmektir.
Bazen ise tam aksi olur. Kalabalýk bütün
bütün olmuþ üstüne yürür. Görürsün ama
kimseyi fark edemezsin. Kendini bile…
Ve sonra sanatla kucaklaþýrsýn.
Kendini gökte ararken sanatta bulursun.
Sanat kendin olabilmektir…
Ey dost!
Sanat sende gizli.
18 yaþýnda üniversite öðrencisi
Hayriye: Sanat, halkýn yaþam biçimini yansýtabilmesi, halkýn yaþam
kaynaðýdýr. Sanat özgün olabilmektir. Kendi yüreðini yansýtabilmek, ayný zamanda baþkalarýnýn
yüreðine seslenebilmektir.
16 yaþýnda lise öðrencisi Emre:
Sanat insanlar arasýnda beceridir. Her insan sanat ile doðmaz. Çünkü her insanýn kendine göre bir sanatý olmalý. Ýnsanýn kendi sanatýný oluþturabilmesi için o sanatýn üzerinde
durmasý gerekir.
101
Belki teknik olarak öðrenciler
biraz daha yakýndýlar sanata.
Iþýl ýþýl gözlerinde güneþ fýþkýrýyordu. Gerek kitaplardan,
gerekse hayattan bir þeyler
alýp yüklemiþlerdi sanatýn anlamýna.
16 yaþýndaki Berin: Sanat, bir iþi
yaparken onunla ortaya konulan
düþüncedir. Bir resim çizerken sadece resim olsun diye çizilmez. O
resim, birlikte bir þeyler anlatmalý,
yani insanlara bir þeyler vermeli.
Ýþte o zaman sanattýr.
19 yaþýnda üniversite öðrencisi
Türkan: Sanat, kiþilerin yapmýþ olduðu tiyatro, resim, heykel, þiir, roman vb. bir çok þeyi anlamlý bir þekilde topluma, insanlýða katmasýdýr. Sanat, tamamen topluma hitap
eder ve onun için üretilir. Sanat,
sanat için deðil, toplum için var olmalýdýr.
Örneðin bir tiyatro oyunu gerçek
yönü ile alýnmalý, tüm gerçekçiliði ile anlatýlmalý ve oynanmalýdýr. Karþý tarafa bir þeyler katabilmelidir.
Ýletilmek istenen mesaj iletilmelidir. Eðer reel bir þekilde yapýlmýyorsa, sanat bir anlam içermez.
Yani toplum için deðil, fertler için
yapýlýyorsa, o sanat olmaktan çýkar. Sanatýn paylaþým yönü olmalý.
- Sanat emektir.
- Sanat bir eserdir.
- Sanat toplum için vardýr.
- Sanat gerçekçidir.
Kýþ ‘06
ne desem evet diyorsun anne*
ne desem evet diyorsun anne
hayýrlayamadan hiçbir þeyi bilinçli
ne sorsam ne anlatsam hep evet
ne geçmiþten bir an anýmsýyor
ne geleceðe dair bir söz söylüyorsun
düþünmüyor anlatmýyor gülmüyoraðlamýyorsun
bir þey yok artýk usunda paylaþýlmaya deðer
anlatmaya deðer bir þey yok
ne bir öykün kaldý ne bir rüyan ve ne de bir þiirin
her yeþinini gömdün ölüme diri diri
ne dostlarýn ne arkadaþlarýn ne çocuklarýn torunlarýn
ne öfken ne sevincin ne acýn
unuttun her þeyi anne
yaþamaya deðer bir þey býrakmadýn bugüne
buna da mý çok þükür
buna da mý eyvallah
yaþýyorsun ya bir nadide çiçek denli
suyun ekmeðin havan var ya
bakýyorsun ya görmesen de
içine çekmesen de alýyorsun ya soluk
birkaç adýmýn birkaç sözcüðün var ya bir yere varmasa da
yaþamak denmese de yaþýyorsun ya
kime ne
ne desem evet diyorsun anne
‘her þeyin hayýrlýsý oðlum’ diyemesen de
ah anne! Evet anne
evet anne
evet anne
bir ay önce her þey ne güzeldi: el ele-yürek yüreðe bir ay yaþadýk annemle
ne var ki bir tansiyonun yükseði ‘unutkanlýk sayrýlýðý’ný usuna dayattý annemin
bir umut kaldý geriye
ve
102
NADRALRUKO
tan doðan
GÜNEÞE YOLCULUK
Tarih tekerrür mü ediyor ne? Ýlerlemek gerekirken geçmiþten ders alýp geleceðe, gidiyor
insanlýk bugün boyun eðerek geçmiþe…
Zaman; ölüm, açlýk, yoksulluk zamaný mýdýr
ki?
Zaman;sevgiyi yüreklerden, umudu ellerimizden çalmak zamýný mýdýr ki? Yoksa kýyamet mi
kopuyor ne? Tanrý’nýn verdiðini söyledikleri
caný almak mý istiyorlardý þimdi de? Neydi bu
geçmiþin baðrýndan kopup, acý bir tokat gibi
yüzümüze çarparak bizi þaþkýnlýðýn ve umutsuzluðun pençesinde sallandýran þey? Neydi gülen
yüzleri acýnýn, sevinçleri kederin gölgesinde
yaþatmaya mahkum eden bu beþ harf?
Yani savaþ…
Öldürmek miydi yaþamak isterken mutlu olmayý
baþaranlarý?
Aðlatmak mýydý yoksa gülmeye çalýþanlarý?
Ya da çalmak mýydý küçük bir hýrsýz gibi
büyük umutlarý?
Top, tüfek silah mý demekti yoksa savaþ?
Evet evet, artýk daha iyi anlýyorum,iç imden bir ses anlamaya çalýþma dese de yaþananlarý ve þimdi daha çok ölmeyi arzuluyorum sevebiliyorken yaþamayý.
Biliyorum ki yaþayamam ben böyle bir hayatta, birilerinin yaþamlarýna hesapsýzca son
veriyorlarken. Gülümseyemem artýk yaþasam bile
birilerinin gülücükleri gözyaþlarýna müebbet
yemiþ aðlatýlýyorken. Ne kadar istesem de sevemem artýk annemi doyasýya, bir çocuk “anne”
diye haykýrýyorken ve ben yarýnlara sevdalý
hayallerde kuramam birileri umutlarýný çaldýrmýþ yavaþ yavaþ yok oluyorken.
Peki neydi tüm bunlara sebebiyet? Hangi cani bir bebeði öldürmek ister daha açmamýþken
gözlerini hayata. Hangi zavallý gözyaþý koymak
ister ki masum çocuklarýn yaþamlarýna ve kim
kýymak ister haince bir anaya, o ana sarýlmýþken sýkýca minik yavrusuna.
Hayýr hayýr bence böyle bir canavar olamaz.
Bunlarýn hepsi bir rüya. Bir sabah olacak ve
ben uyanacaðým bu kabus dolu uykumdan, gülümseyeceðim umut dolu gözlerimle hayata. Týpký
savaþýn çocuklarý gibi bir uçurtma yapýp salacaðým gökyüzüne. Adýný da “ÖZGÜRLÜK” koyup
göndereceðim güneþe.
Yaþamaktan payýmýza düþen birkaç buruk hýçkýrýk olmayacak yalnýzca. Ne bir ana aðlayacak
ne de bir çocuðun hayalleri çalýnacak ve insanlýk zavallý güçlerin esiri deðil, sevginin
ve mutluluðun kölesi olacak. Ýþte o gün ben
dünyaya yeniden geleceðim, yaþama sevgi dolu
yüreðimle “merhaba” diyeceðim….
CANIM;
Saatin bilmem kaçýndayým yelkovan koþuyor,bense onu kovalýyorum. Sen aklýma geliyorsun zamaný durduruyorum. Düþünüyorum, düþünüyorum ve yine düþünüyorum. Seni düþlerimde büyütüyorum. Düþündükçe çarpanlarýma ayrýlýyor bir
eksiliyor, bir toplanýyorum. Ama sonucum hep
sen oluyorsun. Uzaklardan çok uzaklardan, bir
ses duyuyorum aniden “yavrum,yavrum” diye bana
sesleniyorsun. Üzerine basýlmýþ bir izmarit gibi hissediyorum, kendimi, sonra yavaþ yavaþ sönüyorum. Küllerim savruluyor rüzgarýnda topraðýna karýþýyorum. Hayalin beliriyor karþýmda
birden. Çiçek çiçek Anadolu kokuyorsun. Gözlerin baharý müjdeliyor sanki en güzel yeþili onlarda saklýyorsun. Bir ressamýn tablosundan
çýkmýþ gibi duruyorsun adeta. Siyah ve beyaza
boyanmýþ tabloda güneþi sýrtlýyorsun omuzlarýnda.
Nedendir bilmiyorum ama içimden gelen bütün
sevgi sözcüklerini haykýrmak istiyorum,bu boþ
sayfalarý doldura doldura. Nasýlsýn bile diye
sormuyorum. Belki de vereceðin cevaptan korkuyorum seni istediðim þekilde kelimeler döküyor,
en güzel tariflere sýðdýrmaya çalýþýyorum. Hiç
yaþamadýðýn duygularý tattýrmak istiyorum sana,
hiç olmadýðýn kadar mutlu olman adýna. Duymak
istediðin bütün sevgi sözcüklerini yazýyorum bu
sayfaya, baðýra baðýra.. “Duyuyor musun anneciðime?” En hisli sözcüklerin bile anlamýný yitirdiði bu dakikalarda en anlamlý sözcük olup
çýkýyorsun karþýma.
Yediðim ekmek, içtiðim su gibisin.öylesine
muhtacým sana. Yokluðun yokluðum olur bunu bilesin. Seni çok seviyorum anneciðim. Dileðim o
ki senden önce öleyim. Yaþadýðýný, nefes aldýðýný bilmek yeter bana.
Kýzýn Elif…
103
Kýþ ‘06
ÞÝÝRÝN TANIMI
Þiir, belli bir tanýmý olmayan esrarengiz bir anlatým türü olup, kelimelerle güzel þekiller kurar. Okuyucuyu kendi halinden
alýp baþka bir ruh haline götürür. Beyinde birikip kalbe akan, fikir ve hissin, zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanýlmasýyla ortaya çýkan edebi bir eserdir.
Yaz sýcaðýnda çýnar gölgesi, çölde su, kuþ ötüþündeki uyumlu ses ritmi; baþka bir anlamý, baþka bir tadý ve rengi olan nesnelerdir; tesadüfün kelimelere yenilmesidir.
Þair, yaþadýðý toplumun ve baþka toplumlarýn üzüntülerini ve sevinçlerini en derin yaþayandýr. Gözleriyle görüp, kulaðýyla duyup, beyninde biriktirerek, yüreðinde büyüterek hislerini kaðýda döküp geleceðe ýþýk tutar, topluluklarý gaflet uykusundan
uyandýrýr.Þair’in ahenk içerisinde yazmasý, güzel bir üslup kullanmasý, insanlarýn mantýðýný okþayarak, yazýlan þiirin etkisini
arttýrýp gelecek kuþaklara da sunulmasýný saðlar.
Þiir, az cümle yapýsýna raðmen yüzlerce mühim anlam barýndýrýr. Kýlýçtan keskin, kurþundan hýzlý, bombadan daha tesirli,
insanlarý sevgiye, özgürlüðe ve mutluluða en güzel ve en etkili davettir. Kan dökmeden, can yakmadan…
BEÞ GÜNDE BÝR KÝLO FISTIK
Gördüm altý yaþlarýnda bir çocuk,
Sýrtýnda aðýr yük.
Dedim kaç kilo.
Dediler 5 hesabý 10 kilo.
Ne kadar dediler 1 – 2 lira.
Usta olan yarým günde,
Acemi bitirir bir günde.
Parmaklarý ezilmiþ,
Acýsýný bastýrýr türkülerinde.
Uzun bir kuyruk fýstýkçýnýn kapýsýnýn önünde.
Yitiþir, tepiþir, dövüþür fýstýk iþçileri.
Akþama 2 lira
Çocuk gizliden yemek ister bir tane.
Anne kýzar.
Günah. Yeme evladým. Tuzlanmýþý on lira.
10 liram olsa alabilir miyim anne?
Beþ günde kýrsak eder 10 lira. Beþ günlük
ekmeðimiz tutar 20 lira
Evladým, al bezi. Sar yaralarýný. Fýstýða kan damlarsa
vermezler paralarý.
Anne, beþ günde bir kilo fýstýk?
Yok evladým. Kurtlanmýþ acý fýstýk.
Kazým DEMÝR
Kýþ ‘06
104
L
GÖNÜ
Gece oldukça soðuktu. Günlerdir kar yaðýyordu. Yerde en az otuz
santim kar vardý. Sabaha kadar rüzgarýn uðultusu ninni olmuþtu Gönül’e...
Gönül daha yedi yaþýndaydý. Rüzgardan hem korkuyor, hem de rüzgarýn
sesini taklit etmeye çalýþýyordu. Gözlerini sýkýca kapatmýþ, annesine sýký
sýký sarýlmýþtý. Gözlerini açýnca sanki
anlatýlan o korkunç canavarlar onu alýp maðaralarýna götüreceklerdi. Babasý yoktu; Ýstanbul’a çalýþmaya gittiðini söylüyordu annesi. Gönül gözlerini daha bir siki yumup düþlere daldý...
Düþledi Gönül bir bisikleti, düþledi Gönül bir barby bebeði... ve uyudu gönül.
Sabah sobanýn gürül gürül sesiyle uyandý. Annesi yine her zamanki
gibi erkenden sobayý yakmýþtý. Çayýn
kokusu sarmýþtý tüm odayý... Annesi
yumuþacýk sesiyle:
“Gönül, uyan” dedi “kalk, ise
geç kalacaksýn”.
Gönül isteksizce doðruldu. Annesi:
“Git yüzünü yýka kýz” diye hafifçe çýkýþtý.
Gönül yüzünü yýkamayý hiç sevmiyordu, su buz gibiydi, hem de dýþarýsý soðuktu. Terliklerini giyip dýþarý
çýktý, çorapsýz ayaklarýna hemen soðuk isledi. Çeþmeyi açýp suyu bir kez
yüzüne vurup içeri koþtu. Sanki niye
içeride çeþme yoktu ki... Gönül düþündü sonra, acaba kisin çeþmeden sýcak su akmasý için ne yapýlabilinirdi.
Belki çeþmenin yanýnda soba yaksalardý su sýcak akardý...
Annesi yer sofrasýnda bekliyordu çocuklarýný. Gönül ailenin en küçük çocuðuydu. Dört kardeþtiler. En
büyük ablasý 16 yaþýndaydý, sonra abisi Doðan 14 yaþýnda ve en sevdiði
ablasý Ayþegül 13 yaþýndaydý. Hep
beraber sofraya oturdular, peynir ve
zeytin vardý yine. Gönül isteksizce bir
kaç lokma aldý.
“Anne” dedi Gönül “Televizyonda gördüm, çikolata alsana... ekmeðe sürüp yeriz.”
Annesi boðazý düðümlenirken
zorla gülümsemeye çalýþarak “alýrýz
kýzým, paramýz olunca alýrýz” dedi.
Gönül mutlu olmuþtu, annesinin
alýrýz demesine ama ne zaman paralarý olacaktý bilmiyordu. “Anne ne zaman çok paramýz olacak” diye sormayý geçirdi aklýndan ama vazgeçti.
Doðan kahvaltýsýný bitirip ayaða
kalktý
“Haydi, Gönül gidelim” dedi
Gönül oflaya puflaya ayaða
kalktý. Nefret ediyordu bu isten...”off
ya” dedi “niye hep ben gidiyorum, niye hep ben çalýþýyorum. Ayþegül ablam hiç çalýþmýyor, bugün de o gitsin.
Zaten hava da soðuk, kar yaðmýþ dün
gece de. Bugün hiç kimse boyatmaz
ayakkabýsýný.
Gönül ve Doðan ayakkabý boyacýsýydýlar, sabah çýkýp aksam sekize
kadar kahvehaneleri dolaþýyorlardý.
Ýçi parçalanýyordu annesinin ama belli etmemeye çalýþýyordu. Çok
az bir miktar da olsa, eve para getirebilecek ellerindeki tek is buydu... Tek
çocuklarýnýn yüzlerine baktý... Aðlamamak için kendini zor tutuyordu...
Sesine zoraki bir sevimlilik katarak
“Tamam” dedi “Doðan sen git, Gönül
bugün kalsýn... Ama yarin çalýþacak
annesinin birtanesi, deðil mi benim
güzel kýzým?”
105
“Tamam anne, bugün evde kalýp
ýsýnayým, söz yarýn çalýþýrým.”
Doðan çýktý. Doðan gözden kayboluncaya dek annesi peþisýra baktý.
Karýn içinde bata çýka gidiyordu Doðan.
Gönül annesinin odasýna gidip
yataða uzandý. Birden gözleri aynaya
takýldý, saçlarýna baktý ve aðlamaya
baþladý, hüngür hüngür...
Ablalarýnýn saçlarý ne güzeldi, ama annesi Gönül’ün saçlarýný hep sýfýra vuruyordu. Ve çalýþýrken adini sorduklarýnda Güven dedirtiyordu.
Bunu bir türlü anlamýyordu Gönül, anlayamýyordu. Henüz yedi yaþýndaydý daha...
Gönül dýþarýda bir erkek çocuðunu oynuyordu, yoksa bu gerici þehirde kimse ayakkabýsýný boyatmazdý
Gönüle. Kahvehanelere girmesine dahi izin vermezlerdi. Niye çalýþmak
zorunda olduðunu düþünmüyordu bile, o hep çalýþmýþtý. Niye bir bebeði
olmadýðýný da düþünmezdi, hiçbir zaman bir bebeði de olmamýþtý. Gönül
bir tek saçlarý her sýfýra vurulduðunda
isyan ediyordu.
“Kesme anne, ne olur! Ben saçým uzunken de çalýþýrým, ne olur saçlarýmý kesme anne!!” diyordu aðlayarak...
Ama Gönül bilseydi annesinin o
gittikten sonra saatlerce gözyaþý döktüðünü, aðlamazdý. O zaman GÖNÜL, gönüllüce GÜVEN oluverirdi.
Ama bilmiyordu... o daha yedi
yaþýndaydý...
Kýþ ‘06
yola çýkacaðým
yol uzun
kýsa adýmlarým
belli ki karanlýklara kalacaðým
bundandýr kaygým
o yüzden
çýkmadan ceplerime güneþ dolduracaðým
yolcu; nereye yolun, diye soracaklara yok yanýtým
yol derin
yol yorgun
yolcunun son soluðu yetmez yolun demine
belli ki göremeyeceðim
bundandýr kaygým
o yüzden
çýkmadan ceplerime umut dolduracaðým
l
o
yola çýkacaðým
yolu yapýcýlardan deðil yolculardan soracaðým
gelenlere þaþýracak
gidenlere yoldaþ olacaðým
belli ki yalnýz kalacaðým
bundandýr kaygým
o yüzden
çýkmadan ceplerime sevgi dolduracaðým
y
çýkmadan ceplerime oyuncak dolduracaðým
yol durur
yola hasret dökülür
gözü yollarda kalmýþ insanlara çarpacaðým
bir muþtu bekler gibi analar
bir muþtu bekler gibi sevdalýlar göreceðim
belli ki gelen yolcuya dikilecek gözleri
bundandýr kaygým
o yüzden
çýkmadan ceplerime selam dolduracaðým
yol gebe acýlara
insanlarýn acýlarýna bürüneceðim
her kasabada bir hüzün bulutu bulacaðým
belli ki puslu þehirlerden de geçeceðim
bundandýr kaygým
o yüzden
çýkmadan ceplerime rüzgar dolduracaðým
yollarda oynamayý sever çocuklar
yol durur
yolcu yürür
yolcunun etrafýný sarar çocuklar
belli ki çocuklara mahcup olacaðým
bundandýr kaygým
o yüzden
aþýklarýn çeþmesinde suya kanacaðým
çýnarlarýn gölgesinde dinleneceðim
belli ki
o çeþmenin baþýnda aþýklarý
çýnarýn gölgesinde Nâzým’ý bulacaðým
bundandýr kaygým
o yüzden
çýkmadan ceplerime þiir dolduracaðým
yola çýkacaðým
yol asfalt
yol toprak
yol çamur
yol tuzak
belli ki zorlanacaðým
o yüzden ayaklarýma onur giyineceðim
kar’a yaðmura kalýp
fýrtýnalara dalacaðým
o yüzden
baþýma sevda dolanacaðým
yolum uzun
bekler beni
hoþça kalýn
ben
yola
çý
ka
ca
ðým...
Bülent TOP
Kýþ ‘06
106
Televizyon ve gazetelerde her gün yeni buhran haberleri izliyoruz. Ailesini, dostlarýný, kendini
öldüren insanlar, gýda yetersizliði nedeniyle kollarý
ve bacaklarý incecik kalmýþ çocuklar, içeri alýnmadýðý için hastane kapýsýnýn önünde doðum yapan ve
kaptýðý mikroplar nedeniyle hastalýklardan bir türlü
kendini kurtaramayan kadýnlar, gençliðinde ne kadar zor iþler yaptýðý dilenirken açtýðý nasýrlý ellerinden belli olan yaþlý adamlar ve bunlardan hemen
sonra yayýnlanan programlarda ve gazetelerin arka
sayfalarýnda görüntülerini izlediðimiz baþka bir
dünya: Bir gecelik sahne programýndan sonra yorgunluðunu çýkarmak için kumlara uzanmýþ popstarlar, podyumda birkaç adým yürüyüp milyarlarý
cebine koyduktan sonra havuz kenarýnda gazetecilere yarýçýplak poz veren mankenler, Ýstanbul’un
bilindik eðlence mekanlarýnda babasýnýn binlerce
emekçiyi sömürerek elde ettiði yüz milyonlarý savuran þýmarýk zengin çocuklarý.
Emperyalist – kapitalist sistemin tüm þiddetiyle yaþandýðý bir dönem içindeyiz. Her þeyin metalaþtýrýldýðý, alýnýp – satýlýr hale getirildiði, insanlar arasýndaki münasebetlerin çýkar iliþkilerine dönüþtüðü, günlük yaþamdaki olaylarýn burjuvazinin
hizmetindeki basýn tarafýndan estetik biçimlere sokularak sunulduðu, bu yolla da burjuva yaþam tarzýnýn özendirilmeye çalýþýldýðý bir evre bu. Sistemin egemen insanlarý da bu düzenin varlýðýný sürdürmek ve saltanatlarýný devam ettirmek için sanatsal araçlarý etkin bir þekilde kullanmaya gayret
ediyorlar.
Üretilen bir sanat eseri, kendisini ortaya çýkaran sanatçý hangi sýnýfa mensupsa o sýnýfýn izlerini
barýndýrýr içinde ve o sýnýfa hizmet eden bir araç
haline gelir. Bunu biraz daha açýk inceleyelim.
Burjuvazinin istediði þey nedir? Elbette ki hiç sorgulamayan, itiraz etmeyen, bütün yaþamýný iþine adamýþ bir iþçi ordusu yaratmak ve bunu muhafaza
etmek. Burjuva sýnýfa mensup olan her insan mevcut statüsünün ve zenginliðinin sürmesi ve daha da
artmasý için uðraþýr.
Tabii ki bunu yaparken kullandýðý en etkili silahlardan biri de sanattýr. Yapýlan sinema filmleri,
her akþam televizyon kanallarýndan yayýnlanan an-
107
lamsýz diziler, müzik kanallarýnda ve radyolarda
çalýnan içi boþ þarkýlar, gençleri çarpýk iliþkilere
sürükleyen þiirler ve bunlar gibi bir çok alandan
toplumu yozlaþtýrmaya yönelik saldýrýlar yapýlýyor.
Ýþte kültürel alanlar kullanýlarak yapýlan bu saldýrýlar bahsettiðimiz sessiz, itaatkar, iþçi sýnýfýný yaratmak için uygulanýyor. Bunu yapanlar da senenin
yarýsýný tatil beldelerinde, diðer yarýsýný da Ýstanbul’daki lüks villalarýnda geçiren burjuva sanatçýlar.
Bütün bunlara karþýn birileri de topluma sýnýfsal gerçekleri, burjuvazinin sömürülerini, toplumdaki eþitsizlikleri anlatmýyor deðil tabii ki. Tarihin
her safhasýnda ezilen sýnýflarý aydýnlatma ve yönlendirme görevini devrimci sanatçýlar üstlenmiþtir.
Nasýl ki burjuva sanatçýlar ezilen sýnýflarý durgunlaþtýrýp, her istenileni yaptýracak bir kývama getirmeye çalýþýyorsa, devrimci sanatçýlar da onlarý bu
baskýdan kurtarma ve “uyuyan dev”i uyandýrma
çabasý içinde olmuþlardýr. Sanatçý, Toplumdaki çeliþkilerin neler olduðunu, eþitsizliðin boyutlarýný ve
kaynaklarýný, ezen ve ezilen sýnýflarýn geçmiþlerini
ve nereye doðru gittiklerini ve toplumsal sorunlarýn
nasýl aþýlabileceðini, emekçi sýnýflarýn bunun için
neler yapmasý gerektiðini sanatýyla anlatýr ve toplumu yönlendirir.
Sýnýflý toplumlar var olduðu sürece insanlarýn
yaþamlarý da mensup olduklarý sýnýflara göre þekillenecektir. Bazýlarý sefalet içinde, günlerinin yarýsýný iþyerinde geçirip, diðer yarýsýný da mesai saatini
verimli geçirmeye yetecek enerjiyi toplamak için
harcayacak ve hayatýný sefalet içinde sürdürecek
bazýlarý da gününün bir kýsmýný köleleþtirdiði insanlarý koordine ederek sömürüsünü sürdüreceði
konforlu ofislerde, kalanýný da baþka lüks mekanlarda tamamlayacaðý bir hayat sürdürecek.
Bu durum sanatçýlar için de geçerlidir. Onlar
da mensup olduklarý sýnýfa göre ya iþçilere ve emekçilere bulunduklarý aðýr durumdan kurtulacaklarý bir toplumsal sistemin gerçekleþebileceðini anlatacak, ya da tam tersi, bu gerçekleri görmesini
engellemek için onlarý yoz bir yaþantýya itmeye çalýþacaklardýr.
Özgün DENÝZCÝ
Kýþ ‘06
Yýllardýr süren kavganýn baðrý yanýk analarý… direngen… kavgacý analarýmýz…
Fatma anamýzda bunlardan biri bakýn ne diyor yüreði
Yarýnlar bizim. Bizim olacak
YEMÝN ETTÝM
Baþkentin adý Ankara idi
O güzelim dostuma
Þimdi ise adý kara bu yara, derin yara
Jandarmasý polisi gelse de üstüme
Mahir, Deniz, Yusuf, Hüseyin
Bin caným olsa da yine verirdim dostuma
daha kaç yaþýndaydýlar
Çünkü yarýnlar bizim. Bizim olacak
Nasýl kýydýnýz onlara
Daraðacýnda üç fidan gördüm
Yedi
bitirdi doymadýlar,
Gördüm de canlar þaþýra kaldým
halkýmýzý görmediler
Aðlama güzel anam sil göz yaþlarýný
Gizli
gizli
yediler, sinsi sinsi gittiler
Bir devrimci anasýna yakýþýr mý
Yüz binlerce gencimizi canýndan ettiler
Þaþýrýp kalmak
Bunlarý halkýmýz anlayacaktýr onursuz
Bak biz ölmedik tarihlerdeyiz çünkü
Devranlarý sona erecektir
Ölüm bize yakýþmýyor
Çünkü yarýnlar bizim bizim olacaktýr
B
Sýktýl
Ama
ar bo içtim bes EKTÝM
le
ðazým
Bak D
yým
ý sesle nemedim
enizle
lama ar
ð
A
a
N
l
G
neme
ý
A
r dal
önüll
dim
z nas ýzca aldýl
g
a
e
a
r
m
o
d
a
l
e
du
Yüre
ðl
ks
tahtla
lar
a
a
ý
h
d
r
l
a
k
a
n
l
Ana bizlerde luðunu ç nam
Çünk ler sevgiyl r kurdu
i
u
a
r
l
e
t
e
ü
z
l
u
u
z
m
uy
, si
Þeref yarýnlar doldu
Oðul Analarýn le de mutl ýlmaz’lar
s
b
i
r
r,Y
öy
Sevd zlikler son izim. Bizi
ik am
Biz b , Deniz’le orkmazla
m ola
cak
a kin a erecek.
Yara
ak
’lar eyden k
c
a
m
l
ý
m
z
o
v
e
þ
r
d
m
Na
i
r
d
e
i
ile
rin
Yolda
Hiçb bizim. Biz
þlarým kan verd r
r
a
r
l
ile
ýn
c
zla Ba
ü yar
lama r K zý kuzular an verdile r
k
ð
n
a
ü
l
ý
s
Ç
r
ýmýz
günle arþý y
ar na
kurt
Anal anlar, sür ldu Tabi k aka bize
o
l
du
yut o
i ana
no H
ind
i
z
ç
i
,
l
l
d
l
a
n
u
u
iç der
ra de
zi
Oð
rt
t
i’ler,
lar si
Ýdam lar, Nesim ir Çünkü olmasýn a oldu
n
’
yarýn
izimd
ultan
lar b am
izim.
Pir S tin’lerde b olacak
Bizim
et
zim
Bedr
m. Bi
olaca
Þeyh ýnlar bizi
k
r
a
y
ü
Çünk
Yazan ve Derleyen: Fatma ÇELÝK
Bektaþ SARIATEÞ
109
TINISAL DÜÞLER,
Coðrafyamda çoðalan yasaklý ezgiler gibisin bu demler. Sana notasýndan
sevda akan melodiler çalmak istiyorum þimdi, þuracýkta. Bütün müzik kurallarýný alt üst eden melodiler. Bütün yasaklarý çiðneyen ezgiler damýtmak istiyorum. Ýçinde bulunduðum halet-i ruhiyeyi bir de bu notalardan dinlemelisin...
Lakin kaný çalmalýyým sana sevgili, sana açlýðý çalmalýyým, þimdi notalarýmdan kan damlamalý. Bütün bu olanlardan sanki birazda kendinden uzak insanoðlunun kalabalýk yalnýzlýðýdýr. Kana kana içilen çocuk kanlarýný görememe ustalýðýdýr biraz. Belki de yaralý bir ceylanýn dönüp dönüp ardýna, daðlara bakmasýdýr.
Gerçekten bu deðil miydi sevmek... kendi güzelliyle daðlarý güzelleþtirmesi deðil miydi ceylanýn... Soralým þimdi yýldýzlara ama lal þimdi yýldýzlar tek tarafsýz görgü tanýklarý. Yaralý bir kadýna su getirmeye koþan ve içinin en derinliðinden kopan çýðlýkla “xanee dere kan akýyor” diyen dersim savaþçýsýný çalmalýyým belki... Bedenini açlýða yatýran som balýklarýný çalmalýyým... hayat verirken
canlarýndan olan...
Söylemek istiyorum ki sevgili, sana anlatacak o kadar çok naðme var ki,
hepside yaralý, hepside sevdalý daðlardaki ceylanlara... hücrede ama doðumu okyanuslarda olan som balýklarýna lal olmuþ... aya ve yýldýzlara o kadar çok kýlam
var ki... bir o kadarda yaþanacak...
Kýþ ‘06
Hepimiz birer sevdayýz
Ýstiklal Cad
Ýzmir
Yusufpaþa
Ankara
Gazi Mahallesi
Kýþ ‘06
ÝHD
110
Antep
Eskiþehir
Ýstiklal
Batmanlý kadýnlardan êdî bese
Emeðe Ezgi
Galatasaray
Galatasaray
ikitelli
111
Güz ‘05

Benzer belgeler

Mutluluk - Relaksoloji

Mutluluk - Relaksoloji yetiþmesinde yetiþme koþullarý dediðimiz koþullarýn büyük bir rol oynadýðýný da biliyoruz. Fakat bu yetiþmede belirleyici olan çaðýn toplumsal çatýþmalarýdýr. Sýnýflý toplumlarda çaðýn içeriðini be...

Detaylı

Paylaşım Dergisi Sayı - 4

Paylaşım Dergisi Sayı - 4 Kýþ sayýmýzla, dolu dolu bir ÖNSÖZ’le sizlere ve 2006 yýlýna merhaba diyoruz... Kürt Dili Edebiyatý ve Sanatý üzerine hazýrladýðýmýz dosya hakkýndaki düþüncelerinizi bekliyoruz. 8 Mart’ýn yaratýcýs...

Detaylı

Piri Reis Haritası

Piri Reis Haritası Burjuva sýnýrlýlýk damgasýný topluma vurur. Bu, burjuva toplumun tarihten gelen kýsýtlýlýðýdýr. Yapýsýndaki kýsýtlýlýða karþýn, yaþamýn her alanýnda büyük geliþmeler de bu toplum altýnda gerçekleþm...

Detaylı