ZABİTAN SAYI 1

Transkript

ZABİTAN SAYI 1
Şehitlerimiz
1987 MEZUNLARI
YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
DERNEĞİ
ISSN 1303 - 2505
İmtiyaz Sahibi
1987 Mezunları Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği adına
Yönetim Kurulu Başkanı
Gökhan Akşahin
canlarımız
Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine
sahne oldu. Bu sahne en az 7000 senelik Türk beşiğidir! Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin
içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı.
Oçocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra
onlara alıştı, onların oğlu oldu!
Bugün o tabiat çocuğu tabiat oldu; Şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu!
Türk budur; Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı
aydınlatan güneştir!
Yazı İşleri Müdürü
Aziz Güler
Yayın Kurulu
Aziz Güler (Başkan)
Derya Ecevit
Oğuz Aksoy
Editör
H. Özgün Özkan
Yayım Türü
Elektronik Dergi
1987 Mezunları
Yardımlaşma ve Dayanışma
Derneği
Kızılay Mah. İzmir-2 Cad.
Ersan Apt. Nu:49/05 06420
Kızılay- Çankaya/ ANKARA
[email protected]
0 534 355 42 20 – 0 534 355 42 42
Yazıların veya reklamların içeriğinden
sahibi sorumludur. 1987 Mezunları
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
veya Yayın Kurulu sorumlu tutulamaz.
Yayımlanan yazıların her hakkı
saklıdır. Kaynak belirtmek koşuluyla,
yazılardan toplamda çetrek sayfayı
geçmeyen alıntı yapılabilir. Bunun
dışında seri olarak çoğaltılması,
çeyrek sayfadan fazla alıntı veya
kopya yapılması “Yayın Kurulu”nun
yazılı iznine bağlıdır.
2
3
derneğin mesajı
Değerli arkadaşlar,
Bildiğiniz gibi; paylaşımlarımızı artırmak,
birbirimizden
haberdar
olmak,
kader
birlikteliğimizin daha fazla farkına varmak
adına 28 Ağustos 2014 tarihinde başladığımız
yolculuğumuza, giderek artan katılımla devam
ediyoruz. Bu, birbirimize duyduğumuz hasretin
de bir göstergesi aslında!
faydalı ve pratik bilgilerle, hobilerimizle,
yeni uğraşılarımızla, aslında iç dünyamızda
sakladıklarımızla, yani kısaca “Bizden” bir dergi.
Şimdi sıra hepimizde!
Mutlaka herkesin bir katkısı olmalı. Artık
“seyirci olmaktan öte, sahneye çıkmanın
“Uzun süre gurbette kalmışlar, özlemle zamanı.” Francis Bacon’nın da dediği gibi
kavuşmuşlar” gibiyiz şu anda. Evet, “Okumak bir insanı doldurur, konuşmak
yazmak
ise
olgunlaştırır.”
Birbirimizden çeşitli şekillerde haberdar hazırlar,
olabiliyorduk, ancak bazı şeyler kalıcı olması
gerekirken, maalesef kaybolup gidiyordu. Oysa Artık bizler de olgunlaşan ürünlerimizi ortaya
hepimiz biliyoruz ki, çok kıymetli, belki de hayat koymalıyız. Ne güzel fikirlere sahibiz aslında.
dersi kıvamında anılarımız var. Bunları elbirliği Hatta bu faaliyetimizi Türkiye’ye yaymanın
ile kalıcı hale getirmek ve belki bizden sonra önünde hiçbir engel de yok. İstenilen her şey için
gelenlere; özellikle de çocuklarımıza anlamlı içimizden birilerinin hazır olduğunu biliyoruz.
bir miras bırakabilmek için farklı platformlarda Hatta hayallerin ötesine geçmek için her
da bir şeyler yapabileceğimizi düşündük. yeteneğe sahip olduğumuzun da farkındayız.
Teknolojinin sağladığı imkânları kullanarak,
çağımıza uygun bir dergi çıkartmanın kendimize
ve elbette sevdiklerimize verebileceğimiz en
anlamlı hediye olduğuna karar verdik. Bu
düşünceyle, günümüzde pek çok sivil toplum
kuruluşunun kullandığı, kolay ve daha özenli
hazırlanabilen bir yöntemle, maliyet yaratmayan
bir Elektronik Dergi çıkartmayı başardık.
Heyecanlandığınızı, hatta “Neler yapabilirim?”
diye düşünmeye başladığınızı hissedebiliyoruz.
Hadi o zaman, gösterin yeteneklerinizi,
birikimlerinizi... Hem kendinize, hem
sevdiklerinize.
Üstelik, sadece bizlere değil, bir şekilde
okuyan herkese hitap eden, anılarımızla,
yaşama dair paylaşımlarımızla, son derece
1987 Mezunları
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
Yönetim Kurulu
4
Diğer devrelere de öncülük etmenin verdiği
sorumlulukla ilk sayımız hayırlı olsun.
Hüsmen Akdeniz
S
izlerin
bir
kısmınızı
1983
yılının Ağustos ayında sağlık
muayenelerine getirip götürürken,
bir kısmınızı ise Kuleli ve Işıklar
Askeri Liselerinden topluca Kara Harp
Okuluna katılışınızdan itibaren tanıdım.
onur konuğu
Bir yandan Askeri Liselerden,belli bir
askerlik anlayışına ve eğitim düzeyine
sahip, diğer taraftan ise yurdun dört
bir yanındaki liselerden sınavı kazanıp,
ailesinin büyük umutlarıyla subay olmak
için gelen arkadaşlarımız vardı. Onları
birbiriyle kaynaştırıp birer Harbiyeli haline
getirmek gerekiyordu ve bunun için ise 6
hafta gibi çok kısa bir zamanımız vardı.
Zorlu Menteş Kampı dönemimizin
bizim gibi Takım, Bölük Komutanı
seviyesindekiler için en zorlu yanı,
daha kampın ilk haftasında üst komuta
kademelerinde devre mevcudunun çok
fazla olduğu kanaati sonucu süratle
mevcudun bin kişiyi geçmeyecek şekilde
azaltılması, doğrultusunda alınan emirdi.
Ben de o günlerde Kara Harp Okulu
Öğrenci Alayı 1 inci Öğrenci Taburu
4 üncü Öğrenci Bölüğüne Takım
Komutanı olarak atanmış ve Temmuz
ayı içinde yuvamıza yeni katılmıştım.
Bizim dönemimize ve hatta bir önceki
döneme göre Harbiyeli mevcutları
gelecekteki
muhtemel
ihtiyaçlar
düşünülerek önemli ölçüde arttırılması
planlanmış olmalı ki sayınız 1300’ler
civarındaydı. Bunun hemen hemen yarısı,
belki de fazlası sivil kaynaklı liselerden
gelen arkadaşlarımızdı. Kısa sürede bu
artışın gerektirdiği her türlü malzeme,
yemekhane, yatakhane vb. maddi ve
fiziki ihtiyaçların büyük bir gayret,
şevk ve heyecan ile tamamlamıştık.
Bunun yolu da sıkı bir eğitim ve
disiplin ortamı yaratarak bu mesleği
yapamayacakların
gönüllü
olarak
ayrılmalarını
sağlamak,
biraz
da
ayrılmaya zorlamaktı. Bu bizler için
son derece ağır bir sorumluluk, yorucu
bir çalışma temposu ve her şeyin
ötesinde de vicdani bir durumdu.
Belki de oğlunu subay yapmak için bizlere
teslim eden bir ailenin oğullarının kısa
sürede aşamayacağı intibak sorunları
nedeniyle
umutlarının
söndürülmesi
anlamına gelecek her adımın dikkatle
atılması gerekiyordu. Bunun uygun
ve insani bir tavır olmadığı yönündeki
tekliflerimizin nihayet yankı bulması
üzerine bu uygulamadan vazgeçildiği
haberi bizi çok büyük ölçüde rahatlatmış
ve olağan birkaç ayrılma ve Fakülte
Ancak asıl mücadele yeni başlıyordu. Yüksekokullar Komutanlığına ayrılanlar
fire
vermeden
askerlik
Malzeme ve fiziki maddi ortamın temini dışında
neyse, ama bundan sonrası nasıl olacaktı? yeminini ederek Harbiyeli olmuştunuz.
5
Hüsmen Akdeniz
Hüsmen Akdeniz
B
u gerçekten büyük bir devreydi
ve büyüdükçe de büyüyecekti.
Nitekim yemin süresi ilk İzmir
iznine çıkışta otobüs konvoyunun bir ucu
Narlıdere’de iken bir ucu Menteş’teydi.
Üstelik yeterli arabada olmadığından
iki
partide
izne
çıkarılmıştınız.
Çok değerli 1987 Devresi Arkadaşlarım,
Seksenyedililer
Derneğini
kuran
arkadaşlarımdan Dernek Başkanı Sayın
Gökhan AKŞAHİN ve üye arkadaşlarım
Sayın Aziz Kamil GÜLER ve Sayın Murat
DÜLGER beni ziyarete gelerek kurdukları
bu Büyük Devre Derneğine onur üyesi
yapmak istediklerini söyleyince çok mutlu
Sonra yıllar çarçabuk geçti ve çeliğe su oldum ve derneği ziyaretimde 1 Numaralı
verildi. 1987 devresi olağanüstü dönemler Onur Üyesi Belgesini bana takdim ettiler.
hariç Mekteb-i Şahane Harbiyenin
yetiştirdiği en yüksek mevcutlu devre Bu belge benim hayatımın en önemli
olarak Harp Okulundan mezun oldu. belgelerinden biriydi. Şüphesiz muvazzaf
askerlik yaşantım boyunca birçok takdir
Ben sizlerle iki yıl çalışma mutluluğunu ve ödüle layık görülmüştüm. Hepsini
tattım. Akademiyi kazanınca aranızdan hak ettiğime inandığım bu değerli
ayrıldım. Ama daha sonraki kıta veya belgeler için verenlere müteşekkirim.
subaylık
yaşantımda
1987
devresi
arkadaşlarımın Türk Kara Kuvvetleri
içersinde çok zor, anlamlı, şerefli görevler
icra ettiğine tanıklık ettim ve öğrencilik
yıllarımızda bu devrenin mensuplarına
olan sevgime, daha sonraki yıllarda
başardıkları ve yaptıkları hizmetlerden
dolayı duyduğum saygı da eklendi.
Zira daha kıtaya adımımızı attığımız
günlerden başlayarak uzun yıllar boyunca
ülkemizin içinde bulunduğu terörizm
ve terörist ile mücadele sürecinin en ağır
yükünü omuzlarınızda sizler taşıdınız.
Öyle ki ben Tabur Komutanı iken halen
ikinci şarka gitmemiş iken, yakınımda
bulunan bazı 1987 devresi arkadaşlarımın
ikinci şarka gittiklerini ve hatta dönüp
de batıya atananların birlikleriyle birlikte
üçüncü defa şarka gittiklerine tanıklık
ettim. Bu nedenle bu devre gerçekten
çok Büyük Bir Devre idi. Her bir ferdi
de her türlü takdire ve övgüye layık idi.
6
S
izlerden beklentim hepinizin Kurulan Büyük Devre Derneğine üye olarak
birbirinize destek olmanız, bir Sivil Toplum Kuruluşu olan derneklerin en
önemli ses verme vasıtalarından biri olduğunu unutmayarak sivil yaşantınızda
da, ne yazık ki son yıllarda Türk Silahlı Kuvvetlerinin maruz bırakıldığı psikolojik ve
moral travmaları süratle atlatacak birlik, beraberlik ve dayanışmayı göstermenizdir.
Bu vesileyle, başta aziz devre şehitlerimiz olmak üzere aramızdan ayrılanları
şükran ve rahmetle anar ve aziz hatıraları önünde saygı ile eğilirken, gazilerimize
şükran ve minnet duygularımı, bütün 1987 devre arkadaşlarıma ise aile
fertleriyle birlikte sağlıklı ve mutlu bir yaşam dileklerimle sevgilerimi sunarım.
Hüsmen Akdeniz
1 Nu.lı Onur Üyesi
Mayıs 2015
Ama bana layık görülen bu Büyük
Derneğin
Onur
Üyeliği
Belgesi
gerçekten astlarımın layık gördüğü
tek, eşsiz değerde ve çok anlamlı bir
belgeydi. Hepinize teşekkür ederim.
Sizleri meslek hayatınız boyunca onurlu,
başı dimdik, eğilip bükülmeyen, sağlam
basan, sağlam duran, makamla onurlanan
değil, makamları onurlandıran kişiler
olarak gördüm. Bu tavrınızda bir damla olsa
da katkım olmuşsa kendimle gururlanırım.
7
sanat
Fotoğraf Sanatçısı
Melih Karakaya
1
965 Yılında Niğde’de doğdum.
Kara Harp Okulu’ndan 1987
yılında Jandarma Teğmen rütbesi
ile mezun oldum, TSK’lerinin değişik
birlik ve kurumlarında görev yaptıktan
sonra 2008 yılında emekli oldum. Halen
özel bir bankada “Güvenlik Yöneticisi”
olarak görev yapmaktayım.
Görev yaptığım şirketin Fotoğrafçılık
Kulübünde 2010 yılında hobi olarak
fotoğraf çekmeye başladım.
Fotoğraf eğitim ve atölyeleri ile yurt
içi ve dışı fotoğraf gezilerine katılarak
fotoğraf
becerilerimi
geliştirmeye
çalışıyorum. Genel olarak İnsan Portresi
ve odaklı konulara ilgi duymaktayım.
Fotoğrafçılık
hobisinin;
kişisel
gelişimimin yanısıra bende farklı bir
bakış açısı oluşturduğuna, değişik
yerleri görmemi sağladığına, yeni
bir sosyal çevre edinmeme yardımcı
Melih Karakaya
olduğuna inanıyorum.
Bu
güne
kadar
çektiğim
ve
arşivlediğim yaklaşık 3000 adet
fotoğrafım bulunmakta. Her geçen yıl,
geçmiş yıllarda çektiğim fotoğraflara
baktığımda
gelişimimi
çok
net
görebiliyorum. Bu gelişimimde değerli
fotoğraf sanatçısı hocalarım Sayın Ali
İhsan Gökçen ve Sayın Oktay Çolak’ın
çok büyük katkıları bulunmakta,
kendilerine şükranlarımı sunuyorum.
Bu güne kadar katıldığım yarışmalarda
aşağıda yer alan dereceleri aldım.
Hedefim ileride hobi olarak fotoğraf
çekmeye devam ederken, fotoğraf kulüp
ve gruplarına danışmanlık yapacak
düzeye gelmek.
2015 Yılı Boyner 9. Ulusal Fotoğraf Yarışması
“Zamanın Durduğu An” bir fotoğraf sergileme
Melih Karakaya
Mayıs 2015
2014 Yılı İstanbul Büyükçekmece Belediyesi 5. Uluslararası Fotoğraf Yarışması
“En İyi Fotoğrafçı Ödülü” iki fotoğraf sergileme
8
Fotoğraf Sanatçısı
2014 yılı FOKUS 2. Uluslararası Fotoğraf Yarışması Serbest
(Siyah-Beyaz) bir fotoğraf sergileme
9
Fotoğraf Sanatçısı
Fotoğraf Sanatçısı
Melih Karakaya
Melih Karakaya
Hatıralar
Karabük / Demir Çelik Ateşiyle Dans
İzlanda / Gayser
Artvin / Yayla
10
İzlanda / Buz Mağarası
İzlanda / Kuzey Işıkları
İzlanda / Kuzey Işıkları Yansıma
Londra / Işıklar
11
Fotoğraf Sanatçısı
Çocuktu...
Melih Karakaya
H.Özgün Özkan
Hani o;
Saklambaç oynayan,
Topun peşinden koşan,
Misketleri dolduran,
Umarsızca,
Bazen usulca,
Hatta sessizce,
Ama hep özenle...
Ortalığı karıştıran,
Saf, temiz ve mutlu,
Oldukça umutlu,
Sıradan bir çocuktu.
Sokakta koşuşanlar,
Ağabeyler ve ablalar,
Arkada polis amcalar,
Duvarlarda yazılar,
Ellerinde silahlar,
Okulda boş sıralar,
Dışarıda bomba sesleri,
Korkunun çeşitleri,
Sınav varmış,
Girmeli.
Kapadokya / Gölgeler
Yol
12
Artvin / Samanyolu
Fosforun kesif kokusu,
Boğazın o dokusu,
Bahçede yaşıtlar,
Şaşkın, ürkek bakışlar,
Heyecanlı analar,
Bekleşen babalar,
Salonda masalar,
Üzerinde sorular,
İşaretlenen cevaplar,
Toplanan kağıtlar,
Açıklanan sonuçlar,
Alınan gazeteler,
Bulunan isimler,
Mutlu, heyecanlı gözler,
Sarılmış bedenler.
Vedanın görkemlisi,
Yavruların stresi,
Trenin rutin sesi...
Giyilen üniforma,
Kesilen saçlarla,
Ranzadaki yatakta,
Yorganın altında,
Hıçkırıklarla…
Çok sesli bir dolap,
Yemekte çelik tabak,
İğrenç kokan o bardak,
Paylaşılan fasulye,
Çürük gelmesin diye,
Dua etmelisin işte.
Boyundan büyük tüfek,
Bol “Koli”li bir Hersek,
Çadırda iki kişi,
Kadriye’nin cilvesi,
Şeftali ağaçları,
Jeep’in o ilk farları.
Okunan mektuplar,
İşlenmiş çamaşırlar,
Gelmeyen telefonlar,
Şapo’nun cetveli,
Fizikçinin elleri,
Kayhan’ın küfürleri,
Yaşlar süzülmemeli...
Hep özledi gurbeti,
Çünkü “o” bir çocuk,
Besbelli.
Fındığın ezmesi,
Vapurun o kalın sesi,
Stattaki törenler,
Omuzdaki kuleler,
Sımsıcak yürekler,
Alkışlayan veliler.
editörden
Çaydaki çapkınlıklar,
Kesişen bakışlar,
Üç filmlik seanslar,
Bilardodaki toplar,
Biranın serinliği,
Midyenin lezzeti,
Mercan’ın o yokuşu,
Kanlıcada’ki yoğurtçu,
Yaşayamayan çocuktu.
Şefin asası,
Bandonun marşı,
Vapurun son turu,
Kulelerin gururu,
Ellerde diplomalar,
Trende kumanyalar,
Yokuşun en keskini,
Harbiye’nin “Meç’lisi,
Çocuk artık bir gençti.
Remzi’nin seçmeleri,
Baybars’ın o halleri,
Bahçedeki havuz,
“Lütfen dönüp durunuz.”
Banklara tüneyenler,
Sigaradan nefesler,
“Ceset”teki lezzetler,
Amfide Taktik’çiler.
İki dakikada soyunanlar,
Soyunup da sürünenler,
Asfaltı hissedenler,
Boneli olanlar,
Bakarken boğulanlar,
Ağaçlarda domuzlar,
İçilen gazozlar,
Doksan dört’e koşanlar,
Zeminle buluşanlar,
Gömülen yiyecekler,
Pislik dolu içmeler.
13
Çocuktu...
H.Özgün Özkan
Kaybedilen yollar,
Patlayan ayaklar,
Batan tırnaklar,
Kuruyan dudaklar,
Keçiboynuzlu ağaçlar,
Büyüyen “Kuzular.”
Cepleri dikili kabanlar,
Limon sürülmüş saçlar,
Çıkılamayan çarşılar,
Bulunamayan kızlar,
Bulmuş gibi yapanlar,
“YY”deki kulaklar,
Yaşanamayan yıllar.
Öğretiler beyinlerde,
Gelecek o gençlerde,
Herşey ideallerde,
Yıldız apoletlerde,
Mutluluk gözlerde,
Diplomalar ellerde,
Peki gurur nerede?
O da ailelerde.
Çekilen kur’a,
İlk içtima,
Eğitim çantası var aslında,
Ama akıllar...
Nedense, duvardaki boyada,
Kompleksli yönetenler,
Yönetirken ezenler,
Denetlenen hedefler,
Şaşırmış genç rütbeler.
Şehitlerden haberler,
Tetikteki o eller,
Saçma sapan tayinler,
Beğenemeyen gözler,
Uzaktaki bebeler,
Kavuşulamayan eşler,
Ulaşılamayan cenazeler.
14
sanat
Şiir Dünyası
Mehmet Rasim Acıyan
Fazlalaşan rütbeler,
Kaybolan beklentiler
Yabancılaşan idealler,
ÖnemSİZ hissetmeler,
Sarsılan güvenler,
Karamsar düşünceler,
Hapisteki kardeşler,
Aşağılayan cümleler,
Yalnız kalan yürekler,
Asılan kıyafetler,
Birsürü bilinmezler.
Çevrende dostların,
Aslında dost sandıkların,
Arkandan vuranlar,
Vurmamış gibi yapanlar,
Aldatanlar,
Akçeli işler,
Olmasa daha iyi olan “devreler.”
Yıllar öncesindeki o çocuk,
Kirlenmiş bu dünyada,
Canı yansa da,
HATTA…
Mutlu mu bilmem ama,
Saklambaç oynarken bıraktığı bu
hayatta,
Otuzbeş yıldan sonra,
Sanırım hala bir çocuk.
Kötü bir şey değil bu...
Çocuk olabilmek,
Saf kalabilmek.
Önemli olan;
Deneyebilmek,
Dik durabilmek,
İnsanca davranabilmek...
“Öyle bi çık ki karşıma ‘’Her baktığımda
ilk defa görüyormuşum gibi, az kalsın
ölüyormuşum gibi’’ hissedeyim seni .”
Ş
air Edip Cansever’in güzel dizeleri
ile siz devre arkadaşlarıma
Merhaba demenin kıvancı içindeyim.
Meslek yaşantımız boyunca sınıflarımız
ve görev yerlerimiz farklı olmuş olsa
da, hepimiz Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk’ün çizdiği yolda, Cumhuriyet
şuurunu ve ahlakını kazandırmaya
yönelik gayretler içerisinde bulunduk.
Vatan sevgisi, Bayrak sevgisi en büyük
sevgimizdi ki, bu uğurda şehitler verdik
(Şehitlerimizin ruhları şad osun), Gazi
olduk, sevdiklerimizin hasreti içimizde,
onurla gururla şerefle ettiğimiz yemine
bağlı kalarak görevlerimizi ifa ettik.
Ve bütün bunların doğal bir sonucu
olarak, var olan bazı yeteneklerimizi
saklı bıraktık, ya da sadece kendi
çevremize lanse edebildik. Herkesin
kendini ifade ediş şekli farklıdır.
İfade ediş; resim, müzik, heykel,
sinema, tiyatro, şiir şeklinde olabilir.
Önemli olan, sanatçının bir şekilde
dış dünyayla iletişim kurmasıdır. Bu
iletişimde kullanılan malzemeye göre
sanat alanları ortaya çıkar. Sesle, sözle,
çizgi ve renkle, taşla, ahşapla ve benzeri
malzemelerle sanatçı kendini ifade eder.
Güzel sanatlar sanatçının kullandığı
malzemeye göre sınıflandırılabilir.
Şahsım da, Edebiyat ve yazı türlerini
kapsayan sanatın şiirle olan kısmıyla
ilgilenmekteyim.
Şiir, zengin imgelerle (hayal), ritimli
sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla
ortaya çıkan edebi bir türdür.
Şiirler genellikle duygu birimi kabul
edilir. Yani bilgi aktarmak, için şiir
yazılmaz. Şiir duygulardan, imgelerden,
özlemlerden oluşmuş bir yaşantının
ürünüdür. Şairler, bir yaşantıyı şiir
aracılığıyla okuyucuyla paylaşır.
Şiirde İçerik Unsurları
a. Konu: Şiirde şairin anlatmak istediği,
üstünde durduğu durum, olay veya
düşüncedir.
b. Tema: Şiirin geneline hâkim olan ana
duygu ve hayallerdir.
Şiir Türleri ve Özellikleri
1. Epik (Destansı) Şiir
Yiğitlik, kahramanlık, savaş, vatan
sevgisi gibi konuları coşkun bir şekilde
işleyen destansı şiirlerdir.
2. Lirik (Duygusal) Şiir
Aşk, sevgi, ayrılık, hasret, ölüm gibi
bireysel duyguları coşkulu bir üslupla
işleyen şiirlerdir.
3. Pastoral Şiir (Doğa Şiiri)
Doğa güzelliklerini, köy ve çoban
yaşamını dile getiren şiirlerdir.
“Çobanlar, sürüler, yaylalar, çeşmeler,
ağaçlar, kuşlar” bu tür şiirlerde sıkça
dile getirilir.
H.Özgün Özkan
09.05.2015
15
Şiir Dünyası
Şiir Dünyası
Mehmet Rasim Acıyan
4. Satirik Şiir (Yergi Şiiri)
Kişi ya da toplumun aksayan yönlerini
alaycı ve iğneleyici bir tutumla dile
getiren şiirlerdir.
5. Dramatik Şiir
Anlatılanları insanın gözü önünde
tiyatro gibi canlandırabilen şiirlere
dramatik şiir denir.
6. Didaktik (Öğretici) Şiir
Bilim, sanat, ahlak, din, felsefe gibi
birçok alanda bilgi öğüt vermeyi
amaçlayan, sanat ve duygu yönü zayıf
şiirlerdir.
Şiir Nasıl Doğar? / Rainer Maria
RİLKE
“Bazılarının sandığı gibi mısralar duyguların
değil, yaşanmış deneylerin sonucudur. Tek bir
mısra yazmak için birçok şehirleri, insanları
ve nesneleri görmüş olmak, hayvanları
tanımak, kuşların nasıl uçtuğunu duymak ve
sabahları çiçeklerin açılırken nasıl titrediğini
öğrenmek gerekir. Bilinmez yerlerdeki
yolları, beklenilmeyen karşılaşmaları ve uzun
zamandır yaklaştığını sezdiğimiz ayrılışları,
Y
Mehmet Rasim Acıyan
esrarı daha aydınlatılmamış olan çocukluk
günlerini, size anlayamadığınız sevindirici bir
haber verdikleri zaman kalplerini kırdığınız
ana babaları, derin ve tehlikeli değişmelerle
garip bir şekilde başlayan çocukluk
hatalarını, kapalı odalarda geçen sessiz
günleri, deniz kıyılarındaki sabahlamaları,
denizin kendisini, denizleri, yükseklerde
çağıldayan ve yıldızlarla uçuşan yolculuk
gecelerini yeniden, yeniden yaşamak gerekir.
Bunları bile yaşamak yetmez. Biri ötekine
benzemeyen sayısız aşk gecelerini, doğum
sancılarıyla kıvranan kadınların çığlıklarını,
odalarından bir türlü çıkamayan süzülmüş
lohusaları hatırlamak gerekir. Ama ayrıca,
ölenlerin yanında bulunmak; pencereleri
açılmış, içine gürültülerin dalga dalga
dolduğu odalarda bir ölünün yanı başında
oturmuş olmak gerekir. Anıların olması da
yetmez. Pek çoksalar onları unutabilmek ve
geri dönmelerini bekleyebilmek için büyük
bir sabır gerekir. Çünkü sorun anılarda da
değildir… Anılar ancak bizde kan haline
geldikleri, bakış ve davranış oldukları,
adlarını yitirdikleri, kendimizden ayırt
edilmedikleri zaman; işte yalnız o zaman,
pek seyrek bir anda, bir dizenin ilk kelimesi
onların arasından doğuverir.”
azmak ve okumaktan ne kadar mutlu oluyorsak onun kadar belki de ondan
daha fazla yazmaya ve okumaya saygı duyarak, birlikte üretmenin övüncü
ve sevinciyle yazılarınızla ve okumalarınızla bizlerle olmanızı dileriz.
Saygılarımla
Mehmet Rasim Acıyan
Mayıs 2015
16
SEN GİTTİN
Sen gittin.
Yüreğim kafesinden her dem uçurduğum güvercinler,
Sahibi meçhul Şahinlere yem oluverdiler.
Gözlerimin uçurumunda hayallerin,
Geride mektup bırakmaksızın intihar ettiler..
Güneş ufuk çizgisinin ardında,
Sokak kedisinin rengine çalan bulutlara gizlenmiş.
Her kızgınlığımızı anne şefkatiyle kucaklayan sahilin
kumları,
Öfkesini kusan denizin dalgalarına boyun eğmiş.
Martılar bile şehir çöplüklerinde,
Sevdikleri denizden vazgeçmiş.
Her ayrılık şarkısı yüreğimde jilet kesiği ağrısında iz
bırakırken,
Yalnızım zihnimin mahşer yerinde,
Yalın ayak yürüyorum kalp kırıklarımın üzerinde.
Sonu ölümümdür,
Bulursam izini başka şairin dizelerinde..
mr_a 06/2014
SENDE KALMIŞ ÖZDÜRLÜĞÜM
Her güneş doğuşunda siluetin,
Her gün batımında gölgen,
Her seste sesin var.
Her duvarda sloganın,
Sokak lambasında ışığın,
Tribünlerde ana avrat sövüşün,
Yollarda izin var.
Kıblede esintin,
Rüzgarda kokun,
Yağmurda dağınık saçların,
Ankara garında el sallayışın var.
Karanlıkta korkun,
Aydınlıkta hüznün,
Ellerimde ellerin,
Yüreğimde sıcaklığın var.
Mavide özgürlüğün,
Geri baktığımda sende kalan aklım var.
Gökyüzünde yüzün,
Sende benim özgürlüğüm var...
mr_a (10.09.2014)
17
seyehat
Gerekenler
Derya Ecevit
İ
lk yurt dışı gezimizde edindiğim bazı
tecrübeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Belki yazdıklarımın bir kısmını bilen
arkadaşlarım
olabilir.
Bilmeyen
arkadaşlarıma
tavsiye,
bilip
de
unutabileceğini
düşündüğüm
için
arkadaşlarıma hatırlatma olsun.
Valiz
Yurt
başı
fayda
dışı
gezilere
bir
valiz
olduğunu
Konaklamalarımız
kahvaltılıydı
biz
yeterli
bulmadık.
giderken
kişi ancak
götürmenizde
düşünüyorum. Öğlen Yemeği
Muhtemelen hep dışarıda yenecektir.
Valizlerin
ağırlığını
evde
kontrol
ediniz.
Uçak
şirketinin
belirlediği Lokantalar sizlerin tercihlerine kalmış.
miktarı aşmayın, yoksa kilo başına
ilave ücret ödersiniz (5 euro civarında). Akşam için yazacaklarımdan sırt çantasına
koyup, öğlen uygun bir yerde de
Tekerlekli, hareket kabiliyeti yüksek, yiyebilirsiniz.
kendisi hafif, dışı sert olan (dönerken
getireceğiniz şarap v.b. daha rahat Akşam Yemeği
da
yenebileceği
gibi,
taşıyabilmeniz için) valizleri tercih ediniz. Dışarıda
genellikle iş götürdüklerinize düşecektir
Yanınızda mutlaka sırt çantanız bulunsun. (Yorgunluktan odadan çıkmama isteği
nedeniyle).
Yiyecek-içecek
Yemek konusu biraz sıkıntılı (Bize göre). Sevdiğiniz her türlü hazır konserve
(ton
balığı,
barbunya
İtalya’da bizim için peynirli pizza, peynirli yemekler
makarna çeşitleri ve sebze çorbasından başka pilaki, et kavurma gibi) götürülebilir.
bir seçenek yoktu (Domuz eti nedeniyle).
Öğün sayısına dikkat.
Gerekenler
Derya Ecevit
Diğer konular
Terliği
unutmuyoruz.
Bizim
Kahvaltı harici öğünler için ekmeğinizi otellerde kâğıt terlik bile yoktu.
sabah kahvaltısından temin edebilirsiniz.
Hırsızlığa
karşı
koltuk
altı
Su ısıtıcı, çay-kahve getirip odasında çantası
gibi
kullanabileceğiniz
kullananlar
vardı.
Düşünülebilir… bir çanta tercih etmeniz iyi olur.
Tuvaletlerde taharet musluğu yok. Götürülecek sıvı ve konserve türü
Bu nedenle bol miktarda ıslak mendil şeyler valize konmalı. Uçakta yanınıza
götürünüz.
alacağınız el çantasına koymayınız.
Eğer yurt dışı gezisine turla katılmayı
düşünüyorsanız,
bulunduğunuz
şehrin
keyfine
varabilmeniz
için
en az bir gün kendinize ayırınız.
Gruptan hariç sadece eşinizle yapacağınız
bu gezi, kâşif ruhunuzu ortaya çıkartarak,
daha çok keyif almanızı sağlayacaktır.
Bu maksatla kaldığınız otel resepsiyonu
ya da turizm bürolarından alacağınız
işinizi
kolaylaştıracaktır.
Atıştırmalıklarda
çok
faydalı.
Tur haritalar
gezmelerinde
arada
götürebilirsiniz
(Daha çok kabuksuz çerezler, çikolata, Bu yazdığım konular için ne gerek var
tuzlu
çubuk,
kuru
kayısı
gibi). diyebilirsiniz. Benden hatırlatması, karar
sizlerin…
Otel odalarında genellikle şampuan
oluyor. Ancak küçük bir şampuan Derya Ecevit
ve
diş
macunu
alınız
yanınıza. Mayıs 2015
Bu nedenle valiz ağırlığına dikkat
ederek yiyecek ve içecek götürülebilir. Su
Mümkün olduğunca tedbirinizi alınız.
Yoksa 0,5 litrelik suyu 1,5 euroya alırsınız.
Kahvaltı
Beyaz peynir (peynir çeşitleri) ve zeytin
Yerinden tedarik için marketleri seçip
götürülebilir.
nispeten daha uygun satın alabilirsiniz.
Başka ne seviyorsanız tur süresince yetecek
kadar yanınıza alın.
18
19
Borsa’da kazanç
İsmail Öngener
B
orsada oynuyor musun ?
Bu soru ile kim bilir kaç kez
karşılaşmışızdır. Diğer yatırım
araçlarına göre biraz daha özen ve
bilgi isteyen bir iştir borsa da yatırım
yapmak. Konuya yeterince zaman
ayırmadan borsada yatırıma kalkışmak
ciddi derecede zarar etmenize yol
açabilir. Borsa oyun değil yatırım yeridir.
uzmanı
görmüş döviz türlerine yaptığınızı
düşünelim. İşte şimdi risk almaya
İnsanın kendini güvende hissetmesi
başladınız demektir. Getiri oranınız
oldukça yüksek olabileceği gibi yılı
zararla
kapatmanızda
mümkün.
Merkez bankasının zaman zaman
yaptığı faiz uygulamaları, Amerikan
veya Avrupa merkez bankalarının
alabileceği ilginç bir karar, yıl sonunda
yatırımınızı düşündüğünüzden çok
daha farklı seviyelere getirebilir.
için yatırım şarttır. Bu yatırımı ne kadar
bilinçli yaparsak; getirisi de o oranda
iyi olacaktır. Peki, bilinçli yatırım
nedir? Öngörülebilen getiriler içinde,
minimum risk ile maksimum kazancın
kesiştiği yatırımlara bilinçli yatırım
diyebiliriz.
Elimizde yatırıma ayırabileceğimiz
100,000 TL olduğunu farz edelim.
Bunu bankada bir yıllık mevduata
yatırırsanız, yıl sonunda yaklaşık 8,000
TL getiriniz olur. Bu yatırımda paranızı
ancak enflasyona karşı korumaya
çalışırsınız. Net getiriniz sıfır civarındadır.
Diğer taraftan yatırımınızı Dolar
veya Euro gibi ülkemizde genel kabul
20
Borsa’da kazanç
İsmail Öngener
B
urada görülüyor ki; yatırımınızı
doğru yapmak için araştırmacı
olmalısınız. Yani profesyonel
yöneticilere sahip, satışları iyi giden,
yıldan yıla satışlarını arttıran, arsaları
güzel yerlerde, fabrikaları modern,
bankada bolca parası olan ve borcu az
olan şirketleri seçip bulabilmelisiniz.
Bu şirketleri seçebilmek için ekonomi
ile içli dışlı olmak şarttır. Şirketler için
yayınlanan bültenleri ve bilançoları
sürekli takip etmek gerekir. İyi para
kazanan firmalar, genelde güzel kar
payı öderler. Kar payı dağıtımı iyi olan
şirketlerin değeri artar; Buda sizi refaha
kavuşturur. İyi bir şirketin hissesini
zamanında alan yatırımcı ömür boyu
bundan faydalanır.
günlerinde aile fertleri ve yakınları
hediye almak yerine, bu yatırım
hesabına, bütçeleri elverdiği kadar
para yatırırlar ve hisse senedi alınır.
Bu küçük birikimler, çocuk 18 yaşına
geldiğinde oldukça iyi miktarda bir
tutara ulaşır ve gencin eğitimine
harcanır. Bir nevi üniversite eğitimi
garanti altına alınır. Bizde ise, hediye
olarak genelde gömlek, kazak, cep
telefonu gibi günlük kullanım ürünleri
tercih edilir. Ne yazık ki yatırıma
erken başlamayı henüz öğrenemedik.
Kendi çocuğumuz için lütfen bu detayı
atlamayalım. Çocuğumuzda aklımıza
gelmediyse torunlarımızda öncü olalım.
Gelişmiş
ülkelerde
bir
bebek
doğduğunda, genelde ailesi bir yatırım
hesabı açar. Yeni bireyin doğum
İsmail Öngener
Mayıs 2015
Peki ya borsaya yatırım ? Uzun
vadede en kazançlı yatırımlardan
biri hisse senedi yatırımıdır. Ancak
dikkat edilmesi gereken konu yatırım
esnasında kulaktan dolma değil,
profesyonel yatırım uzmanlarından
destek alınarak işlem yapılması
gerektiğidir. Size yapılan sunumları ve
önerileri dikkatlice dinleyip, kendinize
uygun bulduğunuz bir firmanın hisse
senetlerinden edinmek, ileriye dönük
çok güzel günlerin kapısını aralayabilir.
Bir şirketin hisse senedini aldığınız da,
o şirketin her şeyine ortak olursunuz.
Yani bankadaki parasına, borçlarına,
fabrikalarına, arazilerine, taşıtlarına,
stoktaki malzemelerine…
21
Ahmet Şerif İzgören
röportaj
S
evgili Şerif, öncelikle dergimizin kaldırıldı. Ben de son gününde ayrıldım.
ilk sayısında, ilk röportajı seninle
yapma fırsatını bize verdiğin için çok Ondan sonra dört yıl daha devlette çalıştım.
mutlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Ankara Üniversitesi Tömer/Bursa’nın
kurucu müdürlüğü, ardından Özel Sektörde
iki patron şirketinde Genel Müdürlük
yaptım. Sonrasında “kendi işimi kurayım”
dedim ve İzgören Akademi’yi kurduk.
Elbette, toplum içindeki konumları
nedeniyle birçok arkadaşımızla gurur
duyuyoruz, ama bunların en önemlilerinden
biri sensin. 1979 yılında, giydiğimiz
üniforma ile başlayan dostluğumuz
ne güzel ki bu günlere kadar geldi.
Lütfen bizlere kendini tanıtır mısın? Çünkü
Kuleli 5000 devresi seni çok yakından
tanıyor ama diğer arkadaşlarımız için
belki de sadece medyada gördükleri,
okudukları, dinledikleri ile sınırlısın.
Özgün, 1979 yılında Kuleli’ye
çocuklardan bir tanesiyim. giren
Şu anda burası sekiz şirketlik bir grup.
Bir yayınevi var, danışmanlık şirketleri
var, bir de organik tarım üzerine bir
yıl önce Karaoklar Çiftliği diye bir
yer açtık. 3500-4000 ağaç dikildi, 150
dönüm içine. Bir amfi tiyatro kurduk.
Köylülere, gençlere hem organik tarım
eğitimleri veriliyor hem de sıfır ilaçla
üretim yapılıyor. Bu sene epey domates
salçası çıktı. Ama asıl amaç o bölgede
ilaçsız tarım ve ihracat yapılabileceğini
öğretmek. Türkiye’de, içinde amfi tiyatro
olan tek tarla. Danışmanlar geldiğinde
köylüler toplanıyorlar ve eğitimler
veriliyor. Bir de “Uğur Böcekleri Projesi”
var. Ondan da bahsederiz. Şu anda 63
kişilik bir ekibiz. Beraber çalışıyoruz.
Özgeçmişine baktığımda, kişisel gelişimle
ilgili birçok kurs almışsın. Dil Biliminden
Hatırlıyorsan, Harp Okulu kampında oniki buraya geçmek nereden aklına geldi?
kişiyi FYO (Fakülte Yüksek Okullar)’a
yollamışlardı. Onlardan biriyim. Siz Aslında ordudan ayrıldıktan sonra
Harp Okulu’nda okurken, ben FYO’da, niyetim; Avustralya’ya gitmek, dünya
Hacettepe Dil Bilimi’nde okudum. nasıl bir yer görmek, iki yıl kadar kalıp
Ardından subay çıktıktan sonra ki Türkiye’ye dönmek ve çalışmaktı. Ama
Balıkesir Teknik Astsubay Okulundaydım yabancı ile evlenince, ödemen gereken
ve Üsteğmendim “tamam” dedim, “kendi tazminatın dört katı ile karşılaşıyorsun.
hayatımla ilgili kararları kendim vereyim”. Bu çok büyük bir rakam. Onu
öderken bir yandan devlette çalıştım.
1991 yılında yabancı ile evlenip istifa
edenlerdenim. Zaten bu hak sonradan
22
Ahmet Şerif İzgören
P
atron şirketlerine girdiğimde kendi
ilkelerimle
çalışamadığımı
fark
ettim. Kendi işimi kurmaya karar
verdim. Alternatiflere baktım. Kesinlikle
gıda gibi bir çok fırsat var Türkiye’de ama
bilgi ve eğitimle ilgili çok fazla bir şey yok.
cebimizde para yok. Aslında iyi bir strateji
ile gittik yanlarına. Ben dedim ki adamlara
“Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim.
Bu temsilciliği vermezseniz başkasına
gideceğim.
Türkiye’ye
gelirseniz
siz kazanırsınız”. Sonuçta £20.000
yatırdılar ve beş üniversite öğrencisine
master bursu aldım. Her yıl bir gariban
öğrenciyi oraya Yüksek Lisansa yolladık.
Asıl eğitimleri onlardan aldık. İki-iki buçuk
aylık eğitimlerin sonucunda onlara dedim
ki; “Bu anlatılanların hepsi kitaplarda
var, farklı bir şey söylemiyorsunuz ve bu
bilgilerle Türkiye’dekiler kesinlikle çok
farklı, örneğin anlatılan liderlik modeli
ile buradaki taban tabana zıt. Türkiye
farklı bir ülke. Ben bunları anlatırsam
biz kaybederiz. Biz kendi knowhow’ımızı hazırlayacağız. Tamam mı?”
“Hayatının geri kalanını bu işle
geçireceksin. Bundan sonra ne yaparsam
yapayım bilgi ve eğitimle ilgili işler
olsun” diye karar verdim. Araştırdığımda,
o dönemde Türkiye’de “DC Gardner
FED Training” adında bir kuruluş vardı.
Başında da rahmetli Armağan Kırım. Gittim
kendisiyle konuştum. “Ben Ankara’ya
yerleşeceğim, evliyim ve bu işi kuracağım,
sizin temsilciliğinizi almak istiyorum”
dedim. Armağan bey çok büyük bir rakam
istedi. Baktım bu benim verebileceğim
bir rakam değil. Kabul etseydi onun
şirketi büyüyecekti, koşmaya hazırdım. “Tamam” dediler. Kendimiz bir Ar-Ge
birimi kurduk. Adı “Reaktör”. Bütün
eğitimlerimizi burada oluşturduk. İlk başta
üniversite hocalarıyla çalıştık. Sonra fark
ettik ki, hocalar pratiği kesinlikle bilmiyor.
Kendi Eğitmen Akademimizi kurduk.
Örneğin satışçımız, Amerika’da gemilerde
çalışan bir çocuk. Satış eğitimlerimizi ona
verdiriyoruz. Hep piyasadan bu işleri
yapan insanları aldık, eğitici eğitimleri
verdik. Büyümemizi sağlayan bu oldu. Şu
anda aslında “Verimlilik Danışmanlığı”
Ama olmayınca bu şirketi kurdum. Sonra yapıyoruz. Alıyorlar, kurumu verimli hale
şunu fark ettim. Türkiye’de “Know- getiriyorlar. Koçluk çalışmaları v.s. Eğitim
How” yok. İngiltere’de Northampton bunun bir parçası ama tamamen bize ait
Üniversitesi dahil olmak üzere birkaç bir know-how ile çalışıyoruz. Yurtdışında
yerle yazıştım. Müzakereler yapıldı eğitim almak çok faydalı gelmiyor bana,
ve nihayetinde “Sunley Management alt yapı oluşuyor elbette ama biraz süslü
Centre”in temsilciliğini aldık. Adamlar sözler. Bunların hiç biri kişisel gelişim
bütün dünyada temsilcilik verdiklerinde eğitim değil. Tamamı “Yönetim” temelli
para isterler. Bizden de istediler. Bizim eğitimler.
Verdiğim
konferanslarda;
23
Ahmet Şerif İzgören
“Ülkenizi sevin, dürüst olun” diye çocuklar. Dedim ki; “Gelecekle ilgili
anlattıklarımı kişisel gelişim olarak karamsar olanlar elini kaldırabilir mi?”
tanımladılar.
Salonun yüzde doksanbeşi, gencecik
çocuklar elini kaldırdı. Korkunç bir
Yirmibir kitap yazdın. İçlerinde çok eğitim
sisteminden
bahsediyoruz.
ilginç olanlar var. Bahseder misin biraz?
Böyle bir eğitim sisteminin içinde, benim tek
Kitaplar şu anda 950.000 satış rakamına yaptığım şey; çocuklara yaşamın değerini,
ulaştı. Son dönem biraz daha çocuk okumayı, öğrenmeyi, farklı fikirlere değer
kitabı yazmaya yöneldim. Yazarlık vermeyi anlatmak. Beş tane ilkemiz var
becerimin olmadığını düşünüyorum, bizim. Dürüstlük, iş kalitesi, girişimcilik,
onun için konuşur gibi yazıyorum. vatan sevgisi, hoşgörü. Çalışan da bilir
Kulaktan kulağa da satılıyor kitaplar. bunu. Her yerde bunları anlatıyorum. Üç beş
yıl öncesine kadar kimse farkında değildi
Beden dili üzerine duruyorsun. Neden? bunun. Dürüst olmak, ahlak. Anlatırken
neden
anlattığımı
anlamıyorlardı.
Evet, ilk yıllarda özellikle oydu. Türkiye’de Şimdi yavaş yavaş anlıyorlar. Evine
bir tek Acar Baltaş’ın bir çalışması vardı. helal lokma sokmanın önemini mesela.
1991’de. O da çok bilimsel altyapısı olan Temel olarak bunları anlatıyorum.
bir çalışma. Pratiğe yönelik bir çalışma
yok. Bunların eğitimlerini de aldık, ama TSK ile çalışıyor musun?
onlar da hep yurtdışına yönelik eğitimler.
Kamu
ile
profesyonel
anlamda
Oturup
Türkiye’ye
yönelik
bir çalışmıyorum.
Davet
ediyorlar
çalışma yaptık. Örnekleri ülkemizden ve konferans veriyorum o kadar.
seçerek bir know-how oluşturduk,
bilgi hazırladık. Kitabı da yazdım. İlk En son bir kitap yazdık. Geçtiğimiz
başta verdiğim konferanslar onlar. günlerde Emre As isminde bir teğmen şehit
oldu. Belki takip etmişsindir. Bir kitabın
Üniversitelere verdiğim konferanslarda, içeriğini değiştirdik. Emre’ye ithaf ettik.
aslında
insanların
ülke
sevgisini, Yayınevi de destek verdi 3000 tane basıldı.
motivasyonunu kaybettiğini, üniversite
öğrencilerinin
ruhlarının
bittiğini
farkettim.
Onbeş-yirmi
yıl
eğitim
alıyor bu çocuklar, taşı sıksalar suyunu
çıkartacaklar. Diyor ki; “Devletten
torpil bulabilirsem işe gireceğim,
yoksa ne yapacağımı bilmiyorum”.
Geçen gün Uğur Böcekleri konferansına
gittim. Karadeniz’de bir okul. Pırıl pırıl
24
Ahmet Şerif İzgören
K
apakta Emre’nin resmi var. Devresine
dağıttık. “Rahat Uyu Emre” diye
bir çalışma. Yapabildiğimiz kadar
böyle parça parça destek veriyoruz.
Uğur Böcekleri projesinde bir lira bütçe
yok. Benim kitaplarımdan ayırdığım
bir bütçe var. O bütçeden bir şeyleri
karşılıyoruz. Onun dışında herkes
kendi hallediyor. Zaten çoğu da para
Uğur Böceklerinden bahseder misin gerektiren projeler değil. Devletten destek
biraz da? Sosyal Sorumluluk Projesi?
Aslında,
kurumlar
bunu
“Sosyal
Sorumluluk Projesi” olarak tanımlıyor. Ben
ekibe onu anlattım. “Bu Sosyal Sorumluluk
Projesi değil, bu var olma nedenimiz.
Bu kurumun var olma nedeni bu.”
Proje temel olarak şöyle başladı.
Önce okullara ücretsiz konferanslara
gidiyorduk. Sonra gençleri eğittik,
bunları eğitim verir hale getirdik. Bunlar, almıyoruz. Zaten kurulduğumuzdan
ülkenin her yerine eğitim verdiler. Şimdi beri siyasetten uzak durdum hep.
“Proje Yönetimi” eğitimleri veriyoruz.
Uğur Böcekleri 229,500 kişiye ulaştı.
Gençler
kendi
projelerini Sadece bu ay üç-dört yere kütüphane
gerçekleştiriyorlar.
Anadolu’nun kurulmuştur. Şu anda her yerde
her yerinde “Küçük İyilik Fikirleri” ”Küçük
İyilik
Fikirleri”
yapılıyor.
başlatıyorlar.
Dernekler
kuruyorlar.
Kütüphane projeleri, ağaç dikme projeleri Son olarak söyleyeceğin bir şey var mı?
v.s. Şimdi Elif diye bir kızımız yazmış.
“Hocam” diyor, “Benim projemde, Mustafa Okyay, devre arkadaşımız. Şu
bütün mahalledeki, teyzeleri örgütledim, anda Adana’da Pozantı da yaşıyor. Uğur
hepsi kışlık kıyafet örüyor, toplayacağız Böceğimiz. Zaten ağaç dikerdi, ama Uğur
bunları ve Anadolu’da ihtiyacı olan Böceği olduktan sonra gençleri alıp araziye
yerlere yollayacağız.” Şimdi aynı projeyi çıkartıp ağaç diktirmeye başladı. Mustafa,
bütün Uğur Böcekleri ’ne duyuruyoruz. kışın çeviri yapıyor, para biriktiriyor,
Herkese ileteceğiz. Örebildikleri herşeyi Eski Konacık köyünde yaşıyor. Ankaralı
o kıza yollayacağız. Bu onun fikri. Yani gençlere para yolluyor, onlar da Mustafa’ya
destekleşerek, kesinlikle bütçe olmadan. meşe palamudu yolluyorlar. Sadece o, Uğur
Herkes
bir
proje
yaparken Böceği olarak 220.000’i aşkın ağaç dikti
cebinden harcıyor bu tür şeylerde. ülkenin dağlarına, tek başına. Koca koca
vakıflar var. Herkesin bu ülke için yapacağı
Mesela
Amerika’da
bir
araştırma bir şey var gibi geliyor bana Özgün.
yürüttüler. En başarılı on vakfı araştırdılar.
En başarılılarında toplanan paranın Çok teşekkür ediyoruz. İyi ki varsın.
yüzde 26’sını yardıma harcıyorlarmış.
25
Dostuk
Murat Çalgın
E
zop ve Jean de La Fontaine’e özendim diyelim...
denemeler
Murat Çalgın
Celladının kim olduğu, fark etmiyor o anda.
Bir küçücük karınca dinliyordu kenardan,
hiç kimse onu saymıyordu adamdan.
Karınca dayanamadı söyledi düşüncesini;
“Dostluk çok güzel bir şey” dedi biri. “Dostluk uyarmaktır sadece, yanlış
yapınca dostunu,
“İhtiyacın olduğunda sadece dostlarını Yanında
durabilmektir,
kaybedince
postunu.
Değiştirir, tâbi kılar, benzetirsen kendine,
Bırak dostluğu kişilikler nerede,
Her şeye rağmen kabullenmek dostunu,
Hata yaparsa eğer anlamaktır kastını,
Dostlar bazen tamamlarken birbirini,
İki ayrı bedende oluşturursun bir’i.”
bulabilirsin yanında” dedi diğeri.
“Dostlar yıldızlar gibidir, hep aynı Cılız sesli karınca bağırsa da kenardan,
yerde parlarlar, yanında olmasa da orada ne tilki duydu, ne çakal ne de aslan.
olduklarını bilmek güzeldir” dedi ötekisi.
“Gücümü
sizden
alıyorum”
dedi
Ve hep birlikte başlarıyla onayladılar aslan,
“Sizsiz
ben
bir
hiçim.’’
sohbet eden Aslan, Çakal, Tilki ve fısıldayan
ormanın sakinleri.
Çakal hemen ekledi ‘’Sevgi saygıdır
temeli
bu
dostluğun,
bilmeli.’’
‘’Dostluk karşılık beklemeden vermektir’’
diye tekrar başladı söze kudretli Aslan, Tilki
çok
duygulanmıştı,
gururla
yana baktı, ve ekledi ‘’Dağlar taşlar
‘’Paylaşmaktır varı-yoğu umarsızca” dedi bilmeli, bu dostluk sevgi seli.’’
sırası gelen çakal,
Sevgi denizlerinde, kucaklaşıp coştular,
Ve Tilki ekledi ‘’Dürüstlüktür aslolan’’ Duygu selinde şimdi, üçü de sarhoştular.
Bir ceylan geçiyordu, habersizce oradan,
Aslan dedi ‘’Dostlarımın yanlışlarını Fark ettiğinde çok geçti, geçmek için aradan.
eleştiririm, onları doğru yola getirir, Aslan, Çakal ve Tilki çevirmişti ceylanı,
iyilikler veririm.’’
Bu ceylan ziyafetti, Tanrının armağanı,
Tilki hızlı düşündü, yemeliydi ceylanı,
Çakal dedi ‘’Dostluk budur işte, doğru Aslana çare yok da, Çakalı ne yapmalı.
yolu buldurmak.’’
Çakal durdu düşündü, kulaklarını dikti;
“Ne çok pay düşerdi ona, Aslan olmasa
Tilki dedi ‘’Farklılığı yok etmek, aynı şimdi.”
noktada buluşmak.’’
Aslan ceylanı hemen, bir çırpıda yerdi,
Birleşirse Çakal, Tilki, oydu onun asıl derdi.
26
Dostuk
Tilki
koştu
Çakalın
üzerine
atladı,
Çakal dişlerken Aslanın boğazını,
Bir pençe de Tilkinin ensesinde patladı.
Aynı
anda
saldırmıştı
üçü
de,
Tilki Çakal’a, Çakal Aslan’a, Aslan Tilki’ye.
Bir küçücük karınca görüyordu kenardan,
hiç kimse onu saymıyordu adamdan.
Ürkek ceylan açıverdi gözünü korkarak,
Ne zor şeydi ölmek, celladına bakarak.
Tilki plan yapmıştı, Aslana hiç bakmadan,
Ama ceylan gördü ki farklıydı onların derdi,
‘’Çakalı yok etmeli, ceylan kanı akmadan.’’
Çakal kendince şimdi, güzel plan yapmıştı,
Aslında bu planına Tilkiyi de katmıştı.
Aslan baktı ceylana bir sıkımlık canı var,
Çakal bekler sırasını, Tilkiyi etmeli tarumar.
Ceylan
ortada,
yummuş
gözünü,
umutsuzca
Kaçtı hemen oradan, muradına erdi.
Bir küçücük karınca izliyordu kenardan,
Boğuşuyorken, Tilki, Çakal ve Aslan,
Hiç kimse onu saymamıştı adamdan.
Murat Çalgın
Mayıs 2015
27
özlem’le
Mesela...
Özlem Öngener
M
esela;
Ankara’da yaşamaktan keyif
alabileceğimiz enerji dolu
sokaklar olsun istiyorum. Mesela,
uzaklarda değil yanı başımızda, aslında
buram buram tarih kokan Ankara’nın
göbeği Ulus’ta.
Geçenlerde
Hal’e
gidelim
dedik
ailece, hayal kırıklığımızı anlatmadan
geçemeyeceğim.
Baktık ve kaldık öylece... Çağımıza,
insanlığımıza,
şehrimize
hiç
yakışmayan, sefillik ve çaresizlik kokan
öylesine bir yer işte.
Modern bir sebze ve çiçek hali yapmak
çok mu zor?
Sebze yine bizim bildiğimiz sebze,
ıspanağı pırasayı değiştirecek halimiz
yok. Ucuz da değil hani, deseniz
ki “ucuz da, insanlar doluşup mal
kapışıyor…”yok inanın öyle bir durum
da yok.
Düşünüyorum da; sıra sıra bembeyaz
standlar kurulsa, hatta standların
başında kadınlar olsa, üzerlerinde
tertemiz önlükleri, bağıran adamlar
28
yerine. İçeride fonda hafif bir müzik
çalsa, herkes keyifle alışverişini yapsa.
Bizim insanımız da artık değer kıymet
bilse, kurallar olsa, insanlar da bu
bütünlüğü bozmamak adına buna uysa
ve bence her şeyden önemlisi “İnsanlar
önce kendilerini değerli hissedebilse.”
Çok mu şey istiyorum?
Bosna
Yüksel Kılınçarslan
Y
ıl
1999,
aylardan
Ocak,
mesaideyim. Şube Müdürüm
Yücel
Binbaşı
“Hayırlı
olsun,yurt dışı görevine seçilmişsin”
dedi. Önce anlam veremedim, şaşkın
şaşkın
bakınıyorum,
başlangıçta
sevinemiyorum bile.
İlla tutturmuşuz alışveriş merkezleri,
cafeler- restaurantlar,
enerjimizi
tüketen kapalı mekanlar ve sonuçta;
hem maddi hem manevi bizi yoran
ortamlar.
Yabancı
bir
ülkeye
gittiğimde,
öncelikle o şehre ait sebze hallerini
ve çicek pazarlarını geziyorum.
Orada o ülkenin gerçek kültürünü
yaşıyorsunuz. Neredeyse 80 yaşındaki
teyzeler, tezgahlarının başında elleri
ayakları titreyerek o kasaları kaldırıyor,
standlarını özenle yerleştiriyor ve
hani o bildiğiniz domatesi, elmayı,
soğanı size daha da bir güzel sunuyor.
İçinizi değişik bir heyecan kaplıyor,
yaşadığınızı hissediyorsunuz.
Aklınıza “Neden bizim şehrimiz,
ülkemiz, insanımız da böyle olamıyor
ki?” demekten başka bir şey gelmiyor.
Ben kendimi bildim bileli; sade, sakin
ve güzel olanla barışmayı beceremedik
gitti.
Maalesef; var olanı yok ediyor, yeni
yapılacak olanı da estetikten bir o
kadar uzak olarak sunuyoruz.
Özlem Öngener
O akşam servise zar zor da olsa yetiştim,
zaten ender biniyoruz, servistekiler
garip garip bakıyor, ben de bir iki sima
hariç kimseyi tanımıyorum, ama hiçbir
şey umurumda değil. Hem koşturmanın
hem de olayın heyecanı ile kalbim deli
gibi çarpıyor.
anılar
sonra, bir saatlik bir bekleyişin ardından
uçağa bindik ama ne biniş. Uçak malzeme
dolu, bizler sıkış - tepiş. Etimesgut’tan kalkıp
gümrük işlemleri için Esenboğa’ya indik.
Bu arada birisi bağırıyor, “Yüzbaşı
rütbesi düşüren var mı?”, ben de hemen
karşılık verdim; “İnsanlık onuru yere
düşmüş rütbe düşse ne olur” diye.
Hemen birkaç üst subay yanıma geldi, “Ne
yapıyorsun Komutan uçak’ta” dediler.
Ben yine delifişek zamanlarım olduğu
için “Bu manzarayı görüp de müdahale
etmiyorsa,
benim
gözümde
zaten
komutan değildir” dedim. Çünkü yurt dışı
görev için gelen mektupta “Emsallerimiz
arasında temayüz ettiğimiz” yazılıyordu.
Çile dolu bir yolculuktan sonra Bosna’ya
indik. Herkes gitti, Üsteğmen Kıvanç’la
ben kalakaldık ortada. Her ikimizde
AMİB (Allied Military İntelligence
Battalion-Müttefik Askeri İstihbarat
Taburu)’de görevliyiz, ve kimse ne
Eşime bu haberi nasıl vereceğim,
yapacağımızı, nereye gideceğimizi bilmiyor.
ne diyeceğim, nasıl söyleyeceğim?
Türk
İstihbarat
Hücresinden
Biliyorum. O yine üzülecek ama ben de
söylenen
tek
şey
“Arkadaşlarınız
daha defterimiz dürülmemiş diyeceğim.
gelip sizi alacak”. Alacak da “kim
Akşam ev, cenaze evi gibi, haberi
alacak, ne zaman gelecek, ne zaman
verdikten sonra ikimizin de ağzını
gideceğiz?” bilen yok ama İstihbarat
bıçak açmıyor ama böyle de sürmez ki.
Taburu’ndan gelenler işi biliyor, bize
Neyse, yavaş yavaş anlatıyorum, bunun
hemen iki günlük bir program verdiler.
benim için çok önemli olduğunu, her
İlk gün görevle ilgili brifing ve uyulması
şeyin daha bitmediğini vs. vs... bir sürü
gereken kurallar anlatıldı, İkinci gün ise
şey anlatıyorum ama dinleyen kim ki?
görev esnasında kullanacağımız araçlar ve
motor konularında bilgi verildi, İleri sürüş
Üç haftalık süre çabucak bitti ve hareket
teknikleri ile kış şartlarında araç kullanma
zamanı geldi. Üsteğmen İlkay Etimesgut
hakkında uygulamalı eğitim verildi.
(Dış hatlar) havaalanına beni bıraktıktan
Mayıs 2015
29
Bosna
Bosna
Yüksel Kılınçarslan
Akşamüzeri
nihayet
bizi
alacaklar
geldi. Şans bu ya, benim selefim de
devre arkadaşım İbrahim’di. Kıvanç
ile vedalaştık, o Mostar’a, bende
İbrahim’le birlikte (Yenişehir)’e gittim.
Burada iki katlı bir bina, bir de “Corimec”
(konteynır tipi oda) vardı. İbrahim’le
beraber iki gün göreve gittikten sonra ben
corimec’e geçtim, iyi de oldu, çünkü evde
üç-dört Amerikalı, üç-dört İngiliz, bir
İspanyol, bir Norveçli bir de tercüman vardı.
Corimec de ise benle beraber bir Alman.
Görevimiz HUMINT (Human İntelligenceİnsan İstihbaratı) yapmak. Altı ay boyunca
da başarıyla yaptım ama inanıyorum ki
emekli oluncaya kadar çoğu komutanımın
böyle bir görev yaptığımdan haberi bile
olmamıştır. Çünkü HUMINT konuşmak
ister, muhabbet ister, sabır ister, emek ister.
Bosna Hersek’de günler birbirinin aynı
şekilde geçiyor, her sabah 07.00’de
operasyon brifingi, sonrasında karşı
brifing, görevin icrası, eve dönüş, rapor
yazma, biraz muhabbet sonra yatış.
Yüksel Kılınçarslan
çekmesin diye yaşadıklarımı tek tek not
aldım, iki sayfalık özel bir not, bir de devir
teslim muhtırası gibi bir klasör (o zamanlar
haberim yok böyle bir şeyin varlığından)
hazırladım ama sonuç yine hüsran, çünkü
yerime gelen arkadaşa ver(e)memişler.
Talihsiz bedevinin çölde başına gelenler
misali, Bosna’da herkes güzel zamanlar,
iyi anlar yaşarken, ben Güneydoğu’da
giymediğim çelik yeleği, takmadığım
çelik başlığı taktım. Sıkıysa takma, SOP
(Standart Operational Procedures) diye
bir şey var, sanırsın Allah’ın emri…
1949 yılında kurulan NATO, elli yıllık
ömrü hayatında ilk defa bir hava harekatı
düzenliyor, o da benim izine geleceğim gün
ve saate denk geliyor, hava sahası kapalı,
uçuşlar iptal. Türkiye’ye izine gitmeyi
bırak, görev yerine bile dönemiyorsun.
Güvenlik seviyesi yükseltilmiş, dört araçtan
az araçla dışarı çıkamıyorsun. Bir hafta
Saraybosna’da mecburi ikametten sonra
AMİB Tabur Komutanı ve beraberindeki
heyetle eve ulaştık. Ulaştık ulaşmasına
ama evdekiler korkudan evi terk etmişler,
North Pole tugayına sığınmışlar. Tabur
Komutanı personeli ikna etti de tekrar eve
döndüler. “Evim evim güzel evim” deyişi
orada da geçerli, insan ait olduğu yerde
kendini bir başka huzurlu hissediyor. Tabii
bunda evde iki bayan asker ile bir de bayan
tercümanın olmasının da etkisi yok değil.
Bu arada, kaldığımız ev Noviseher’de,
yani Hırvat bölgesinde ama biz her
gün Sırp Cumhuriyetindeyiz, görev
için oraya gidiyoruz. Bu da, fazladan
emek,
mesai
gerektiriyor,
sonuçta
çareyi
Sırp
Cumhuriyeti
sınırları
içinde
yer
alan
Doboj
yerleşim
bölgesinde bir ev tutmakta buluyoruz. Peki görev ne? Görev şu; üst karargahtan
gönderilen/sorulan
soruları
halka
Ben göreve giderken bir Allah’ın kulu yöneltmek, alınan cevapları yorum
bana nereye gideceğimi, ne yapacağımı, yapmadan, üstüne bir şey katmadan üst
kimlerle çalışacağımı söyleyemediği için, karargaha iletmek. Aslında tehlikeli ve
benden sonraki arkadaş da aynı sıkıntıyı zor ama, bir o kadar da eğlenceli bir iş.
30
Çünkü
Bosna-Hersek’te
hemen
hemen her kesimle muhabbet imkanın
doğuyor, Müslüman’ı, Hristiyan’ı, Sırp’ı,
Boşnak’ı, Hırvat’ı, herkesle görüşüp
konuşuyorsun,
Bosna’yı
geziyorsun
ve dostluklar ediniyorsun. Tabii şimdi
hiç birinden eser yok çünkü dönüşte
soluğu
Diyarbakır/Devegeçidi’nde
alıyorsun. Kader kısmet, Üsteğmen
Kıvanç’da bir sene sonra Devegeçidi’ne
gelmez mi? Bak şu Allah’ın işine…
Neyse biz yine Bosna’ya dönelim,
yaşadığım iki-üç ilginç olayı anlatayım.
Bizim Bosna’ya gittiğimizin iki ya da üç
gün sonrası bayramdı ama ne bayramıydı
şimdi hatırlamıyorum. Tabii biz ayrı ve
uzak yerlerde çalıştığımız için Kıvanç’la
beni bayramlaşmaya çağırmamışlardı.
Bir hafta sonra TACSAT
(KaraNet
benzeri birşey) üzerinden bir mesaj geldi,
ikimizi de Türk İstihbarat Hücresine
çağırıyorlar. TACSAT üzerinden Kıvanç’ı
aradım, “hayırdır niye çağırıyorlar
biliyor musun?” dedim, o da “Hayır
bilmiyorum Komutanım” dedi. İkimiz
de, “Bayramlaşmaya çağırmamışlardı,
herhalde onun için çağırıyorlardır” diye
yorum yaptık ve emredilen gün SFOR
karargahında buluştuk. Şimdi ismini
bile söylemekten tiksinti duyduğum bir
Albay daha “hoş geldiniz” bile demeden,
“Problem ne?” dedi. Biz birbirimize baktık,
Kıvanç “Ne problemi Komutanım?” dedi,
Albay da; “Üsteğmenim, problem seninle
değil zaten, Yüzbaşımızla ilgili” dedi. Ben
hayretler içerisinde, şaşkınlıkla bakıyorum,
çok da merak ediyorum, “Problem ne?”
Bu arada bize “Nerede kalıyorsunuz?
Ne yapıyorsunuz? Birliğiniz nerede?“
gibi
garip
garip
sorular
yöneltiyor.
Bunlar bizim bir hafta, hatta bir ay önce
cevabını aradığımız sorular. Oysa bunları,
onların bilmesi lazım, ben de yeni yeni
anlam veriyorum, Ankara’da görevimle
ilgili niçin hiç kimsenin en ufak bir bilgi
dahi veremediğini. Adam 50 metre
uzağındaki AMİB karargahını bilmiyor,
daha ne olsun. Bu arada Tugay Komutanı
geldiği için Albay bana bir kağıt uzattı ve
“Problemi yaz, ver” dedi. Ben de hemen
“Time is the best medicine” (zaman en
iyi ilaçtır) diye yazdım ve kendisine iade
ettim. Aradan altı ay geçtikten sonra
Türkiye’ye dönüş için istemeyerek de olsa,
mecburiyetten bu şahsın ofisine girdik,
telefonla konuşuyor,”Yes,yes,okey”’den
başka laf çıkmıyor ağzından. Telefon
konuşması bittikten sonra da bizlere
“Yahu bu Yunanlıların konuşmalarından
da
bir
şey
anlamıyorum,
ama
yes-yes’le
idare
ediyoruz“dedi.
Şaşırdım mı, tabii ki hayır ama
ben altı ay boyunca yabancılarla
bal gibi anlaştım ve “Zamanın en
iyi ilaç olduğunu” ona gösterdim.
İkinci olayım ise yiyecek olayı; Şimdi
yabancılarla
birlikte
çalıştığımız,
kültürler farklı farklı olduğu için sabah
ve akşam yemeklerinde sıkıntı oluyor,
çünkü bu yemekler evde yeniyor. Öğle
yemekleri ise ya dışarıda bir lokanta
veya restaurant’da ya da en yakın Askeri
Üs’te yeniyor. Sıkıntı özellikle sabah
kahvaltısında, peynirler
farklı, ette
(sosis,salam vb.) domuz eti var vs.vs…
31
Bosna
Bosna
Yüksel Kılınçarslan
Gitmeden önce de İbrahim bana, abi ben
ayda bir Türk Tugayı’na uğruyorum,
levazımdan bir-iki kutu yiyecek alıyorum,
onlarla idare ediyorum demişti. Ben
de bir gün Türk Tugayına uğradım,
Levazım Şube Müdürünün yanına çıktım
ve durumumu anlattım, ben “bana
acır bir şeyler verir” diye bekliyorum,
cevap kesin ve net “Hayır,olmaz”.
Eyvallah, sanki Rum subayıyız, Çanakkale
ruhundan bile nasibini almamışlar var.
O kızılca kıyamette bile birbirlerine su,
yumurta ve çikolata ikram etmişler.
Neyse aradan bir-iki hafta geçti, bir sabah
benzin almak için Türk Tugayına uğradık,
benzinci asker ortalarda yok. Oysa çalışma
saatleri içinde uğramıştık, diğer hiçbir
Üs’te de böyle bir uygulama yok, bir
defter, bir pompa var, geliyorsun SFOR
kart numaranı ve aldığın miktarı deftere
yazıyorsun, imzanı atıyorsun iş bitiyor. Biz
de ise tam bir ızdırap. “Bizim asker nerede
olabilir?” diye fazla kafa yormadan,
“Yemekhaneye
bakalım”
dedim,
yemek bitmiş, görevli askerler masaları
topluyor, tepsilerde de zeytin var ve bizim
benzinci de orada. Sordum “Zeytinleri ne
yapacaksınız?” diye, askerler “Atacağız”
dediler. “Durun oğlum bir poşet getireyim
bana verin” dedim, onların da canına
minnet, poşete zeytinleri dolduruyorum
ama sanki gömü bulmuşum da çuvala
altın dolduruyor gibi seviniyorum.
Böylece, yaklaşık 1,5-2 kilo siyah zeytini
Türk kursağına geçirmeyi garantiledim.
Yazsam roman olur derler ya, şimdi
bakıyorum da yazdıkça ben de yavaş
yavaş “Romen havasın”na girmeye
başladım, “ohh yandan yandan…”
32
Yüksel Kılınçarslan
Sırp Cumhuriyetindeyiz, burada tek
Türk bayrağı gösteren, kolunda taşıyan
ama yüreğinden hiç indirmeyen bir ben
varım. Sene 1999. 1389 yılında icra edilen
I.Kosova muharebesinin üzerinden tam
600 yıl geçmiş. Bu savaşta yenilen Sırpların
öfkesi hala dinmemiş. Biz de tehdit üstüne
tehdit almaktayız. Eve mektuplar geliyor,
kapı önüne mermiler bırakılıyor, araca
kırmızı bezler vs. iliştiriliyor. Bir kısmından
haberim oluyor ama büyük bir kısmı da
benden gizleniyor. Biz 32’nci Kısımız,
31’inci Kısmın kaldığı eve 8 adet roket atıldı,
durum fena yani. Ev arkadaşları da bana
“Biz sana yeni bir elbise alalım, sen onu
giy” diyor, veya beni göreve çıkartmıyorlar.
Ben de, bu işler izin almadan olmaz,
üst karargaha sorayım diyorum. Türk
İstihbarat Hücresine durumu anlattım,
“Böyle böyle olaylar var, durum ciddi.”
Bana da böyle bir teklif yaptılar, “Siz ne
diyorsunuz?” diye. Cevap klasikti, “Hele
bir olay olsun da, ondan sonra bakarız”.
Yani senin başına bir iş gelsin, biz
ondan sonra bir çare düşünürüz.
“Proaktif-Reaktif
Yaklaşım”
örneği.
Çok şey öğrendim Bosna’dan, çok şey.
Yine günler birbirini kovalıyor, emniyet
tedbirlerinin arttırılması isteniyor. Bize de
bir mesaj geldi, “İstihbarat birimlerinde
çalışanlar kısa namlulu makineli tüfek
taşıyacak” diye. 7.65 tabancayı zar zor
getirmiş ben, atış eğitimlerinde sürekli
başkalarının tabancaları ile atış yapan ama
hepsinde de hayranlık uyandıran ben, kısa
namlulu makineli tüfeği nasıl alacağım?
Ama mesaj, tüm birimlere gitmiş, herkes
hazırlık yapmıştır diye düşünüyorum.
Bütün ev halkı gibi ben de üst karargaha
durumu bildirdim, bize verilen miadı ilettim.
Üç-beş gün sonra da evde yapılan
planlamaya uygun olarak Alman arkadaşla
yola çıktık, Saraybosna’ya vardık. Alman
hücresine gittik, manzara aynen şu; Banko,
bankonun üstünde bir adet MP-5, askı
kayışı, iki adet şarjör ve beş kutu mermi,
bir de el senedi. Alman silahı kontrol etti,
tetik düşürdü, şarjörlere baktı, mermileri
saydı ve el senedini imzaladı, beş dakika
içinde işlem tamamlandı. Oradan Türk
hücresine geçtik. Durumu anlattık,
“Güvenlik seviyesinin yükseldiğini, bu
maksatla tüm birimlere mesaj çekildiğini,
miadın olduğunu ve de dolduğunu”,
daha bunun gibi bir sürü şeyi anlattım.
Türk hücresindekiler “biz de silah yok,
silah Tugay’da, oraya git” dediler.
Saraybosna’dan Zenitca’ya döndük, bu
sefer Tugaydakilere durumu anlattık,
“Güvenlik seviyesinin yükseldiğini, bu
maksatla tüm birimlere mesaj çekildiğini,
miadın olduğunu ve de dolduğunu.”
Türk Tugayı “Bizde silah var ama sen
bizim personelimiz değilsin” dedi.
“Ne yapacağım, öleyim mi?” diye bir
soru yöneltince, telefonlar, görüşmeler,
konuşmalar vb. bir sürü faaliyetden sonra,
yani Zenitca’ya geldikten yaklaşık 5 saat
sonra dediler ki, “Sen Genelkurmay’a bir
dilekçe yaz, gelecek cevaba göre hareket
edelim.“İyi güzel de benim taşıdığım
risk, kimsenin umurunda değil, zaten
dememişlermiydi “Olay olsun da bakarız”
diye. Neyse, dilekçeyi yazdım, bir sürü
formaliteden sonra (Kurmay Başkanı’na
arz, Fax için form doldurma, Komutan’dan
onay
vb.)
dilekçemi
Genelkurmay
Başkanlığı’na faxladım. Bu arada kendimi
de bayağı önemli biri gibi hissetmeye
başladım, düşünsenize, Genelkurmay’a
tek
başınıza
fax
gönderiyorsunuz.
Yaklaşık bir hafta-on gün sonra benim
de bir MP-5’im vardı, Alman’ın beş
dakika da aldığı silahı ben on günde
alabilmiştim, olsun bu da bir başarı idi,
fakat MP-5’in hikayesi daha bitmedi.
Görev bitiminde, görevi yeni arkadaşa,
Şenol’a
devrediyorum, onu oryante
ediyorum, yolumuz Türk Tugayına düştü.
Gelmişken şu MP-5’i de vereyim de
ondan da kurtulayım dedim. El senedini
çıkarttım, Şenol’a; “Ben devrem Tank
Bölük Komutanı Aytürk ile muhabbet
edeceğim, sen değiştir, yanımıza gel”
dedim. On dakika geçti, Şenol yok, 15
dakika, yok, yarım saat geçti Şenol yok.
Gittim baktım ki Şenol’a silah vermiyorlar,
bir münakaşadır almış başını gidiyor. “Niye
vermiyorsunuz?” dedim. Sebep; silah
izni benim adıma gelmiş, veremezlermiş.
İşte orada koptum, kavga dövüş, sonuçta
konu Tugay komutanı’na arz edilecek
öneme sahip oldu da mesele halloldu.
Empati-Sempatiyi de burada kullanmış
olduk.
Yazdıkça, insanın aklında hatıralar
canlanıyor.
Kıvanç’la
ben
bu
görevi icra eden ikinci kişilerdik,
oryantasyon süremiz çok azdı. İki ya
da üç gün bizim için yeterli olmamıştı,
bizden sonrakiler için de olamazdı.
Kıvanç’la dedik ki; “Hiç
bizden sonra gelecekler aynı
yaşamasınlar, bir hafta erken
sekiz-on
gün
beraber
olmazsa
sıkıntıyı
gelsinler,
olalım.“
33
Bosna
Yüksel Kılınçarslan
19 Mayıs 1919
Sen misin bunu diyen, beraber göreve
başladığımız
herkes
Türkiye’ye
döndü, bizim görev süremizi bir
hafta
uzattılar.
“Ne
güzel
işte,
Bosna’da bir hafta daha gezin-tozun”
diyenler olabilir, ama bir yandan çelik
yelek/çelik
başlık
rahat
vermiyor,
diğer yandan da tayinim çıktığı
için yeni görev yerinden arayarak,
“Ne
zaman
geleceksiniz?
“diye
eşimi
rahatsız
edenler
çıkıyor.
Bu görev dolayısıyla öğrendiklerim
özet
olarak
şunlar
olmuştur;
Aslında yazacak çok şey var ama geldi
geçti. Elin oğlu uzaya gidiyor, çünkü
MP-5’i beş dakika da alıyor. Biz ise
formalitelerle, gereksiz bir sürü şeyle
uğraşmaktan meselenin özünü kaçırıyoruz.
Hintlilerin logaritma cetvelini ezberlemesi
gibi “Atatürk kimdir”i ezberliyoruz, atış
sonuçlarından ziyade, atış kayıtlarını
inceliyoruz ve çok zaman kaybediyoruz.
Bu vesile ile, Bosna Hersek’te yaşadıklarımı
aktarmama fırsat yaratan 1987 mezunları
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğine
teşekkürlerimi
bir
borç
biliyorum.
Görev öncesi hazırlık çok önemlidir.
(Nerede ve kimlerle çalışacağım, neler
yapacağım, beklentiler nelerdir vb.)
Görevi devralacak kişi ile devredecek kişiler
arasında mutlaka koordine (mümkünse
yüz
yüze)
yapılmalı/yaptırılmalıdır.
Bölgenin özellikleri, hassasiyetleri çok
Eski görev yerimden de, “Lojmanı ne iyi incelenmeli, bölgede konuşulan dil
zaman boşaltacaksınız?” diyenler, hatta başlangıç
düzeyinde
öğrenilmelidir.
lojmanı gezenler bile var. Ama hiç kimse,
“Kardeş, senin TSK’ya vereceğin neler Kendini mutlaka emniyette hissetmen
var, neler öğrendin, neler yaşadın?” sağlanmalı, “Başıma bir şey gelirse yardıma
diye sormuyor. En çok üzüldüğüm şey gelirler”
hissi/güveni
verilmelidir.
budur. Çünkü aynı sonucu Amerika
dönüşü de yaşamıştım. Belki
o Görev dönüşü bilgiler kişilerde kalmamalı,
maceramı da başka bir sayıda yazarım. kurumsal
yapıya
aktarılmalıdır.
Bir teşekkür de; en zor anlarımda yanımda
olan, uzakta da olsa benimle birlikte
ağlayan, benimle gülen, bu ve bunun
gibi zor günlerimde hep sabreden ve
desteleyen biricik eşime, Kırçiçeğime…
O zaman da merak etmiştim, halen
de merak ediyorum, “Bu görevden Yüksel Kılınçarslan
döndükten sonra HUMINTkonusunda Mayıs 2015
konuşulan, fikri sorulan, tecrübesine
danışılan
bir
kişi
var
mı?”
34
H.Özgün Özkan
tarihin sayfaları
mı olmuştu? Aldatıldığını mı
anlamıştı?
kendine
karşılık
verdim;
“Kişiliğime güveninize ve bana bunca yüz
lu önderin 16-19 Mayıs 1919 verişinize teşekkür ederim. Elimden gelen
tarihleri arasında gerçekleştirdiği, hizmeti esirgemeyeceğime lütfen güveniniz...”
İstanbul-Samsun
yolculuğunu
bir kez daha hatırlayalım isterseniz. Atatürk
bu
konuşmada
plânlarının
anlaşılmış olabileceği duygusuna kapılıyor.
Samsun
işgal
kuvvetleri
için
önemli noktalardan biri ve stratejik 16 Mayıs 1919 Cuma günü,
öğleden
bakımdan
büyük
öneme
sahip. sonra “Bandırma” adındaki eski bir
vapurla Galata rıhtımından başlayan
Karadeniz’den
Orta
Anadolu’ya yolculuğa Atatürk’e 18 kişi eşlik ediyor.
açılan en rahat ve güvenilir kapı.
Bu 18 kişi;
İngilizler 9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a askerî Gemi kaptanı İsmail Hakkı Durusu, III.
birlik çıkartıyorlar. Buna tepki olarak Türk Kolordu Komutanı Kurmay Albay Refet Bey
Makineli Tüfek birliğinden Hamdi adındaki (General Bele), Müfettişlik Kur. Bşk. Kurmay
bir teğmen askerlerini alarak dağa çıkıyor. Albay Manastırlı Kâzım Bey (General DIRIK),
Müfettişlik Sağlık Bakanı Doktor Albay
Bu gelişme, Osmanlı’nın dikkatinin bu İbrahim Talî Bey (ÖNGÖREN), Kurmay
bölgeye çekilmesine neden oluyor. İngiliz Başkan Yardımcısı Kurbay Yarbay Mehmet
Yüksek Komiserliği’nin de Türk halkının Ârif Bey (AYICI), Karargâh Erkân-ı Harbiyesi
silâhlandığı konusundaki şikayetleri üzerine İstihbarat ve Siyâsiyât Şubesi Müdürü Kurmay
bölgeye güvenilir bir komutanın olağanüstü Binbaşı Hüsrev Bey (GEREDE), Müfettişlik
yetkilerle gönderilmesine karar veriliyor. Topçu Komutanı Topçu Binbaşı Refik Bey
(SAYDAM), Müfettişlik Başyaveri Yüzbaşı
Bu komutan, uzun zamandır ülkenin Cevad Abbas (GÜRER), Kurmay Mülhakı
içinde
bulunduğu
umutsuz
duruma Yüzbaşı Mümtaz (TÜNAY), Kurmay Mülhakı
karşı bir şeyler yapmak için Anadolu’ya Yüzbaşı İsmail Hakkı (EDE), Müfettişlik Emir
geçmek isteyen Mustafa Kemal Atatürk. Subayı Yüzbaşı Ali Şevket (ÖNDERSEV),
Karargâh Komutanı Yüzbaşı Mustafa Vasfi
İstanbul-Samsun
yolculuğu
öncesinde (SÜSOY), Kurmay Başkanı Emir Subayı ve
kendisiyle, Padişah Vahdettin arasında Müfettişlik Kâlem Âmiri Üsteğmen Arif
geçen konuşmayı Atatürk şöyle anlatıyor. Hikmet (GERÇEKÇI), İaşe Subayı Üsteğmen
Abdullah (KUNT), Müfettişlik İkinci Yaveri
“Paşa, Paşa!... Şimdiye kadar devlete Teğmen Muzaffer (KILIÇ), Şifre Kâtibi,
çok hizmet ettin! Bunların hepsi artık bu Birinci Sınıf Kâtip Fâik (AYBARS), Şifre Kâtibi
kitaba girmiştir (bu bir tarih kitabıdır)! Yardımcısı, Dördüncü Sınıf Kâtip Memduh
Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın (ATASEV).
hizmet hepsinden daha önemli olabilir...
Paşa,
Paşa...Devleti
kurtarabilirsin!...” Atatürk beraberindekilerle birlikte 17 Mayıs
1919 Cumartesi günü saat 21.40 sıralarında İneBu sözlerden hayrete düştüm. Acaba bolu’ya, 18 Mayıs 1919 Pazartesi günü saat 12.00
Vahdettin benimle içtenlikle mi konuşuyor? ‘de Sinop’a ve 19 Mayıs’da Samsun’a varıyor.
O Vahdettin ki; bütün yaptıklarından
(Wicipedia
ve
Neşe
makalesinden alınmıştır)
Çetinoğlu’nun pişman
U
35
19 Mayıs 1919
H.Özgün Özkan
Anneler Günü
Yolcular Kalyon Burnu denilen yerden (http://blogman.blogcu.com/ ‘dan alınmıştır)
sandallarla
Merkez
iskelesine
çıkıyorlar.
nneler Günü kendini ilk olarak 1600’lü
Bu
sandallardan
birinin
sahibi
olan
yıllarda İngilizler’in “Mothering
İsmail Yurtsever, o zaman için Atatürk’ü
Sunday”
(Anneler
Pazarı)
tanımadığını söylüyor, Atatürk’ü sandalda kutlamalarında gösteriyor. Hıristiyanlığın
ve Samsun’da iken geniş yakalı lejyon kaputu Avrupa’ya yayılmasından sonra “Anneler
ve başında kalpakla gördüğünü anlatıyor. Pazarı” kutlamaları, ruhani bir güç sayılan
“Anneler Kilisesi”ni onurlandırmak amacıyla
Atatürk bugün müze haline getirilen Hıntıka düzenlenmeye başlanıyor.
Palas’ta kalıyor. Milli Mücadele başlıyor.
İçinde bulundukları dönemde zor koşullar
Peki Türk tarihi açısından çok büyük önemi olan altında yaşayan İngilizler, bu özel günde izinli
bu gün ne zaman bir bayram olarak kullanmaya sayılıyor ve tüm günlerini evlerinde anneleri
başlandı?
ile geçiriyorlar. Hatta biraz da hıristiyanların
“yortu” geleneğinin etkisiyle olsa gerek
Gençlik ve Spor Bayramı, ilk defa 24 Mayıs 1935’te “mothering cake” adını verdikleri bir tür
“Atatürk Günü” adı altında kutlanmış. Beşiktaş’ın pasta götürme adeti yerleşiyor.
girişimleriyle Fenerbahçe Stadı’nda kutlanan bu
ilk 19 Mayıs, Galatasaray ve Fenerbahçeli yüzlerce Anneler Günü resmi olarak ilk kez Amerika
sporcunun da katılımıyla bir spor günü haline gelmiş. Birleşik
Devletleri’nde
1872
yılında
kutlanıyor. Şair Julia Ward Howe her Paskalya
Bu organizasyondan bir süre sonra gerçekleşen Yortusu’nun dördüncü Pazarı’na denk gelen
Spor Kongresi’nde söz alan Beşiktaş Kurucu tarihin kendi şehrinde Anneler Günü olarak
Üyesi Ahmet Fetgeri Aşeni kutlanan “Atatürk kutlanacağını ilan ediyor.
Günü’”ün tüm gençliğe mal edilebilmesi
için “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” Philedelphia’da yaşayan Ana Jarvis adındaki
adı altında her yıl yapılmasını teklif etmiş. genç kız, annesinin ölüm yıldönümü olan
Mayıs ayının ikinci Pazar’ının tüm eyalette
Kongrede oylanan bu öneri kabul edilmiş “Anneler Günü” olarak kutlanmasını istiyor.
ve
Atatürk’ün
de
onayıyla
yasalaşmış. Politikacılara, bakanlara ve iş adamlarına
kendisine yardımcı olmaları için mektup
20 Haziran 1938 tarihli kanunla “Gençlik yazıyor. Jarvis’in gösterdiği gayret 1911
ve Spor Bayramı” olarak kutlanan bu ulusal yılında semeresini veriyor ve her yıl Mayıs
bayramın adı 1980’den sonra “Atatürk’ü ayının ikinci Pazar gününün Amerika
Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” adını almış. Birleşik Devletleri’nin tüm eyaletlerinde
“Anneler Günü” kutlanması hükümet
Atatürk;
kararıyla kesinleşiyor.Böylece Mezopotamya
ve Anadolu uygarlıklarının binlerce yıl önce
“Gençler!
Benim
gelecekteki
emellerimi başlattığı gelenek 20. yüzyılın başından
gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün bu itibaren dünya çapında kabul görüyor.
memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe
bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum” Ülkemizde ise 1955 yılından beri mayıs
ayının ikinci pazar gününde anneler günü
“Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan kutlanıyor.
gerçek fikirli demektir.”
A
36
Sorular...
Oğuz Aksoy
gülmece
1.Bir karpuz (10 kg) ve bir yumurta (60
gr) aynı anda 4’üncü kat balkonundan
aşağıya bırakılıyor, önce hangisi düşer?
2.Bir odada sıkışıp kalıyorsunuz, odadan
kaçabilmek için önünüzde üç kapı var.
Birinci kapının ardında eli kılıçlı bir
adam var çıkanı öldürüyor, ikinci kapının
ardında 2 aydır aç olan bir aslan var
ve üçüncü kapının ardında yangın var.
Kaçmak için hangi kapıyı seçersiniz?
3.Bir
otobüs
kullanıyorsunuz.
Otobüse,
Birinci durakta 5 kişi biniyor, 3 kişi iniyor,
İkinci durakta 2 kişi biniyor, bir kişi iniyor,
Üçüncü durakta 4 kişi biniyor ve 2 kişi iniyor,
Otobüs şoförü kaç yaşındadır?
4.BİÜDBAY harflerinden sonra hangi harf
gelir?
5.Sırasıyla üç tane boş çay bardağı ve
üç tane dolu çay bardağı vardır. Tek
hamleyle bardakların sırasını nasıl
boş-dolu-boş-dolu-boş-dolu
yaparız?
Cevaplar;
1. Aynı anda yere düşerler.
2. İki aydır aç olan aslan zaten ölmüştür.
3. Soru otobüs kullanıyorsunuz diye başlıyor yani cevap sizin yaşınızdır.
4. S harfi gelir. (bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi)
37
Başkanlık Sistemi
Emin Altuğ Turan
beyin fırtınası
İ
çinde yıllardır yaşadığım için,
ABD’deki
“Başkanlık
Sistemi”, Bireyin din özgürlüğü, kendisini savunma
“Federal
Yapı”
ve
“Eyalet hakkı, düşünce özgürlüğü, yasam hakkı
Düzeni” ile ilgili bildiklerimi siz v.s. türünde genel konuları kapsıyor.
kardeşlerim ile paylaşmak istiyorum.
ABD anayasasının en önemli özelliği
Federal yönetimlerde, ülkenin seçilmiş devleti kişilerin eylemlerinden ziyade,
bir başkanı ve başkanın atadığı kişileri
devletin
yaptırımlarından
daraltılmış
bir
çekirdek
yönetim korumaya yönelik olması. Yani, “Bireysel
kadrosu
(Bakanlar)
bulunuyor. Özgürlük” temeline dayanıyor.
Başkan
ve
yardımcıları,
ülkenin Eyalet düzeni
genelini ilgilendiren konularda, mesela
dışişleri, sağlık, eğitim ve adalet Amerika’da
değişik
coğrafyalarda
konularında icraatı elinde bulunduruyor. yapılanmış, sınırları belirlenmiş 50 eyalet
var.
ABD
“Başkanlık
Sistemi”nde;
eyaletlerden seçilerek Washington DC. Bu eyaletlerin tarihi, genel olarak
ye gelen vekiller ve senatörlerden oluşan Amerika’nın kuruluşunda, Avrupa’nın
“Amerikan Meclisi” ve “Senatosu“
mevcut.
“Amerikan Meclisi”, ülkenin genelini
ilgilendiren
içişleri
konularında
kendi
eyaletlerini
temsil
ediyor.
“Amerikan Senatosu” ise (Her eyaletten
2 seçilmiş temsilci ile) genelde ülkenin
dışişleri ile ilgili konularda çalışma çeşitli ülkelerinden ABD’ye gelmiş
yapıyor.
kolonilerin yerleşik düzene geçmesi
sürecine kadar uzanıyor.
Ülkenin temel bir Anayasası var.
Bu Anayasa, çok kısa oluşturulmuş Mesela; New England bölgesinde,
ve
genel
konuları
kapsıyor. Massachusettes, New Hampshire, Rhoda
Amerikan
Anayasası’nın
kabulü Island, Vermont eyaletlerinde yaşayan
1780’lere kadar gidiyor. Sadece 27- insanların çoğunluğu genellikle İngiltere
28 ana madde başlığı yer alıyor. ve İrlanda kökenli.
Anayasa, insanların bölgesel ihtiyaçlarına Florida, Loiusiana, Mississipi, Atlanda,
hitap etmiyor ve eyalet seviyesindeki Georgia gibi güney doğu eyaletlerinde
konulara inmiyor.
yaşayanlar genellikle Fransa veya Güney
38
Başkanlık Sistemi
Emin Altuğ Turan
Meksika sınırı civarındaki Texas, Arizona,
Nevada, California eyaletlerinde ise
Meksika veya İspanyol kültürünün
devamından
gelen
insanlarla
karşılaşıyorsunuz.
Trakistan?
Valiler tarafından yönetilen eyaletler,
kendilerine ait polis, hâkim, savcı ve bölgesel
belediyelere sahip. Bu kurumların idarecileri
yapılan bölgesel seçimler ile başa geliyor.
Ayrıca,
Eyaletlerin
kendilerine
ait
bir bayrağı var. Yanlış bilmiyorsam,
eyaletin valisine bağlı Milli Muhafız
türünde askeri yapılanmaları da mevcut.
Daha açık bir ifadeyle, “Neden coğrafi
bir zorunluluk yokken, bir ülke ısrarla
bölgelere ayrılmaya çalışılsın?”
İç Anadolu Eyaleti?
Amerika’nın yüz ölçümünün Türkiye’nin
10-15 katı, nüfusunun 330 milyon
civarında olduğunu bilmek lazım önce.
Yani, Türkiye’nin sadece California eyaleti
Eyaletlerin kendine ait bir başkenti ile bir büyüklüğünde olduğu gerçeğini göz önüne
meclis ve senatosu bulunuyor. Mesela, almalıyız.
New York’da ikamet eden bir kişi, gelip
başka bir eyalette belli bir süre yaşamadan, İşte o zaman, “Neden böyle bir
o eyalette seçme, seçilme ve benzer bireysel yapılanmaya gerek duyuluyor?” sorusu
haklara sahip olamıyor.
akla gelir.
Eyaletlere; isterlerse bölgesel oylama
ile federasyondan çıkma hakkı da
verilmiş. (Bu konu en son, Başkan
Obama’nın kaçak Meksikalılara çalışma
ve oturma v.s. izni vermesi nedeniyle
Texas
eyaletinde
gündeme
geldi,
forumlarda ciddi olarak tartışıldı.)
Amerika’nın doğu sahili ile batı sahili
arasında üç ayrı zaman dilimi var mesela.
Bu durum çalışma hayatını etkiliyor
olabilir. Peki, “Türkiye’de böyle bir
zorunluluk var mı?”
Başka bir örnek; California eyaletine
kara yolu ile giriş yaparken, arabanız
durdurulup,
“Başka
bir
eyaletten
getirdiğiniz bitki tohumu var mı, yok
mu?” diye sorgulanabilirsiniz. Elbette,
bölgesel güç arabanızı arama hakkına da
sahip.
Başkanlık Sistemi ve Türkiye;
Lafı daha fazla uzatmadan simdi böyle bir Durumu abartarak Türkiye’ye uyarlayalım.
Federal sistemi Türkiye’ye uyguladığımızı Mesela, Kürdistan eyaletine arabanızla
düşünelim.
girerken, bölgesel güçler tarafından
durduruldunuz,
“Kürtçe
biliyor
Türkiye’yi bir takım bölgelere bölmeye musunuz?” türünde bir soruya muhatap
çalışalım mesela.
oldunuz. Buna hazır mısınız?
Kürdistan’a kulaklarımız alıştı artık. Güncel bir örnek; Amerikan Silahlı
Diğerleri ne olabilir acaba? Lazistan? Kuvvetleri Texas’da bir tatbikat yapmaya
Dadaşistan? Egestan? Akdeniz Eyaleti? hazırlanıyor bu günlerde.
39
Başkanlık Sistemi
Emin Altuğ Turan
Bu gelişme üzerine, Texas valisi, eyalete
bağlı National Guard (Milli Muhafız)
güçlerini alarm durumuna soktu.
Amaç, Amerikan Ordusu’nun Texas
eyaletine karşı olası fevri tavrını
gözlemlemek.
Eveleyip gevelemeye gerek yok aslında.
“Kürt Açılımı” olarak lanse edilen proje ile
Türkiye’yi “Başkanlık Sistemi” yardımıyla
federal bir yapıya sokmak ve sözde
Kürdistan’ın yakın gelecekte bağımsızlık
ilan etmesiyle Türkiye’den ayrılmasına
imkân sağlamak mı istenmektedir?
Mesela Kürdistan
eyaletinde
Türk
Ordusu’nun manevralarına karsı duracak Bunun
gibi,
cevabı
yaşamadan
Kürt bölgesel Güçleri’nin varlığına hazır öğrenilemeyecek bir sürü soru geliyor akla.
mısınız?
Aslında anlattıklarım çoğunuza yabancı
Kürdistan eyaleti kalkıp komşu ülkeler değil. Ben sadece, bu sistemin içinde
ile bir takım antlaşmalar yaparsa, kim yıllardır yaşayan biri olarak, “Başkanlık
“böyle bir şey kabul edilemez” diyecek? Sistemi”ni
ve
Türkiye’nin
başına
gelebilecekleri anlatmaya çalıştım.
Daha
kötüsü;
Kürdistan
eyaleti,
(Anayasa’ya böyle bir sınırlama konulmaz “Başkanlık Sistemi” projesi gerçekleşirse;
ise) üç-beş yıl sonra, “Bizim halk “Türkiye Cumhuriyeti”ne, korumak
meclisimiz karar verdi, biz Türkiye ve kollamak için yemin ettiğimiz “Türk
federasyonundan ayrılıyoruz” derse, kim Bayrağı”na, vatanın ve milletin bölünmez
sesini çıkartabilecek?
bütünlüğüne elveda deme ihtimalimiz
inanın çok yüksek.
Hadi bütün bunları geçelim ve kendi
kendimize soralım; “Şu anki durumuyla, Eğer, kaçınılmaz kötü senaryo karşımıza
yöneten otorite, elindeki gücü neden çıkarsa, bu süreç, bizim yaşlarımızda olan
bölgesel aktörlere devretmek istesin?”, ve vatanını seven her Türkiye Cumhuriyeti
“Günümüz şartlarında, hayatın gerçek vatandaşının sırtında ağır bir kambur,
akışına aykırı bir değişim değil midir bu?” kalbinde derin bir yara, şehitlerimize
karşı sonsuz bir utanç olarak kalacaktır.
Sonuç olarak diyorum ki; seçilmişlerin, bir
şekliyle olmazsa olmaz gibi göstermeye Siyasi eğilimleriniz elbette benim düşünce
çalıştıkları ve “Yeni Türkiye” tanımının içini tarzımla uyuşmayabilir. Ama ortak
bu değişimle doldurdukları “Başkanlık paydamızın “Vatan ve Bayrak” olduğu
Sistemi” Türkiye’nin sonu demektir. inancıyla hepinizi sevgi ve hasret ile
kucaklıyorum.
Evet, Amerika’da bu sistem şu ana kadar
işlemiştir. Ama Amerika’nın konumu, Emin Altug Turan
kanunları, halkın yapısı, eğitim düzeyi, Mayıs 2015
gelir seviyesi gibi hususları göz ardı
etmek, en basit tanımıyla öngörüsüzlüktür.
40
1987 Mezunları
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
Kızılay Mah. İzmir-2 Cad.
Ersan Apt. Nu:49/05 06420 Kızılay- Çankaya/ ANKARA
[email protected]
0 534 355 42 20 – 0 534 355 42 42
Yorumlarınız ve Katkılarınız için;
[email protected]
41