ZABİTAN SAYI 1
Transkript
ZABİTAN SAYI 1
Şehitlerimiz 1987 MEZUNLARI YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİ ISSN 1303 - 2505 İmtiyaz Sahibi 1987 Mezunları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği adına Yönetim Kurulu Başkanı Gökhan Akşahin canlarımız Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en az 7000 senelik Türk beşiğidir! Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. Oçocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onların oğlu oldu! Bugün o tabiat çocuğu tabiat oldu; Şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu! Türk budur; Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir! Yazı İşleri Müdürü Aziz Güler Yayın Kurulu Aziz Güler (Başkan) Derya Ecevit Oğuz Aksoy Editör H. Özgün Özkan Yayım Türü Elektronik Dergi 1987 Mezunları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Kızılay Mah. İzmir-2 Cad. Ersan Apt. Nu:49/05 06420 Kızılay- Çankaya/ ANKARA [email protected] 0 534 355 42 20 – 0 534 355 42 42 Yazıların veya reklamların içeriğinden sahibi sorumludur. 1987 Mezunları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği veya Yayın Kurulu sorumlu tutulamaz. Yayımlanan yazıların her hakkı saklıdır. Kaynak belirtmek koşuluyla, yazılardan toplamda çetrek sayfayı geçmeyen alıntı yapılabilir. Bunun dışında seri olarak çoğaltılması, çeyrek sayfadan fazla alıntı veya kopya yapılması “Yayın Kurulu”nun yazılı iznine bağlıdır. 2 3 derneğin mesajı Değerli arkadaşlar, Bildiğiniz gibi; paylaşımlarımızı artırmak, birbirimizden haberdar olmak, kader birlikteliğimizin daha fazla farkına varmak adına 28 Ağustos 2014 tarihinde başladığımız yolculuğumuza, giderek artan katılımla devam ediyoruz. Bu, birbirimize duyduğumuz hasretin de bir göstergesi aslında! faydalı ve pratik bilgilerle, hobilerimizle, yeni uğraşılarımızla, aslında iç dünyamızda sakladıklarımızla, yani kısaca “Bizden” bir dergi. Şimdi sıra hepimizde! Mutlaka herkesin bir katkısı olmalı. Artık “seyirci olmaktan öte, sahneye çıkmanın “Uzun süre gurbette kalmışlar, özlemle zamanı.” Francis Bacon’nın da dediği gibi kavuşmuşlar” gibiyiz şu anda. Evet, “Okumak bir insanı doldurur, konuşmak yazmak ise olgunlaştırır.” Birbirimizden çeşitli şekillerde haberdar hazırlar, olabiliyorduk, ancak bazı şeyler kalıcı olması gerekirken, maalesef kaybolup gidiyordu. Oysa Artık bizler de olgunlaşan ürünlerimizi ortaya hepimiz biliyoruz ki, çok kıymetli, belki de hayat koymalıyız. Ne güzel fikirlere sahibiz aslında. dersi kıvamında anılarımız var. Bunları elbirliği Hatta bu faaliyetimizi Türkiye’ye yaymanın ile kalıcı hale getirmek ve belki bizden sonra önünde hiçbir engel de yok. İstenilen her şey için gelenlere; özellikle de çocuklarımıza anlamlı içimizden birilerinin hazır olduğunu biliyoruz. bir miras bırakabilmek için farklı platformlarda Hatta hayallerin ötesine geçmek için her da bir şeyler yapabileceğimizi düşündük. yeteneğe sahip olduğumuzun da farkındayız. Teknolojinin sağladığı imkânları kullanarak, çağımıza uygun bir dergi çıkartmanın kendimize ve elbette sevdiklerimize verebileceğimiz en anlamlı hediye olduğuna karar verdik. Bu düşünceyle, günümüzde pek çok sivil toplum kuruluşunun kullandığı, kolay ve daha özenli hazırlanabilen bir yöntemle, maliyet yaratmayan bir Elektronik Dergi çıkartmayı başardık. Heyecanlandığınızı, hatta “Neler yapabilirim?” diye düşünmeye başladığınızı hissedebiliyoruz. Hadi o zaman, gösterin yeteneklerinizi, birikimlerinizi... Hem kendinize, hem sevdiklerinize. Üstelik, sadece bizlere değil, bir şekilde okuyan herkese hitap eden, anılarımızla, yaşama dair paylaşımlarımızla, son derece 1987 Mezunları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu 4 Diğer devrelere de öncülük etmenin verdiği sorumlulukla ilk sayımız hayırlı olsun. Hüsmen Akdeniz S izlerin bir kısmınızı 1983 yılının Ağustos ayında sağlık muayenelerine getirip götürürken, bir kısmınızı ise Kuleli ve Işıklar Askeri Liselerinden topluca Kara Harp Okuluna katılışınızdan itibaren tanıdım. onur konuğu Bir yandan Askeri Liselerden,belli bir askerlik anlayışına ve eğitim düzeyine sahip, diğer taraftan ise yurdun dört bir yanındaki liselerden sınavı kazanıp, ailesinin büyük umutlarıyla subay olmak için gelen arkadaşlarımız vardı. Onları birbiriyle kaynaştırıp birer Harbiyeli haline getirmek gerekiyordu ve bunun için ise 6 hafta gibi çok kısa bir zamanımız vardı. Zorlu Menteş Kampı dönemimizin bizim gibi Takım, Bölük Komutanı seviyesindekiler için en zorlu yanı, daha kampın ilk haftasında üst komuta kademelerinde devre mevcudunun çok fazla olduğu kanaati sonucu süratle mevcudun bin kişiyi geçmeyecek şekilde azaltılması, doğrultusunda alınan emirdi. Ben de o günlerde Kara Harp Okulu Öğrenci Alayı 1 inci Öğrenci Taburu 4 üncü Öğrenci Bölüğüne Takım Komutanı olarak atanmış ve Temmuz ayı içinde yuvamıza yeni katılmıştım. Bizim dönemimize ve hatta bir önceki döneme göre Harbiyeli mevcutları gelecekteki muhtemel ihtiyaçlar düşünülerek önemli ölçüde arttırılması planlanmış olmalı ki sayınız 1300’ler civarındaydı. Bunun hemen hemen yarısı, belki de fazlası sivil kaynaklı liselerden gelen arkadaşlarımızdı. Kısa sürede bu artışın gerektirdiği her türlü malzeme, yemekhane, yatakhane vb. maddi ve fiziki ihtiyaçların büyük bir gayret, şevk ve heyecan ile tamamlamıştık. Bunun yolu da sıkı bir eğitim ve disiplin ortamı yaratarak bu mesleği yapamayacakların gönüllü olarak ayrılmalarını sağlamak, biraz da ayrılmaya zorlamaktı. Bu bizler için son derece ağır bir sorumluluk, yorucu bir çalışma temposu ve her şeyin ötesinde de vicdani bir durumdu. Belki de oğlunu subay yapmak için bizlere teslim eden bir ailenin oğullarının kısa sürede aşamayacağı intibak sorunları nedeniyle umutlarının söndürülmesi anlamına gelecek her adımın dikkatle atılması gerekiyordu. Bunun uygun ve insani bir tavır olmadığı yönündeki tekliflerimizin nihayet yankı bulması üzerine bu uygulamadan vazgeçildiği haberi bizi çok büyük ölçüde rahatlatmış ve olağan birkaç ayrılma ve Fakülte Ancak asıl mücadele yeni başlıyordu. Yüksekokullar Komutanlığına ayrılanlar fire vermeden askerlik Malzeme ve fiziki maddi ortamın temini dışında neyse, ama bundan sonrası nasıl olacaktı? yeminini ederek Harbiyeli olmuştunuz. 5 Hüsmen Akdeniz Hüsmen Akdeniz B u gerçekten büyük bir devreydi ve büyüdükçe de büyüyecekti. Nitekim yemin süresi ilk İzmir iznine çıkışta otobüs konvoyunun bir ucu Narlıdere’de iken bir ucu Menteş’teydi. Üstelik yeterli arabada olmadığından iki partide izne çıkarılmıştınız. Çok değerli 1987 Devresi Arkadaşlarım, Seksenyedililer Derneğini kuran arkadaşlarımdan Dernek Başkanı Sayın Gökhan AKŞAHİN ve üye arkadaşlarım Sayın Aziz Kamil GÜLER ve Sayın Murat DÜLGER beni ziyarete gelerek kurdukları bu Büyük Devre Derneğine onur üyesi yapmak istediklerini söyleyince çok mutlu Sonra yıllar çarçabuk geçti ve çeliğe su oldum ve derneği ziyaretimde 1 Numaralı verildi. 1987 devresi olağanüstü dönemler Onur Üyesi Belgesini bana takdim ettiler. hariç Mekteb-i Şahane Harbiyenin yetiştirdiği en yüksek mevcutlu devre Bu belge benim hayatımın en önemli olarak Harp Okulundan mezun oldu. belgelerinden biriydi. Şüphesiz muvazzaf askerlik yaşantım boyunca birçok takdir Ben sizlerle iki yıl çalışma mutluluğunu ve ödüle layık görülmüştüm. Hepsini tattım. Akademiyi kazanınca aranızdan hak ettiğime inandığım bu değerli ayrıldım. Ama daha sonraki kıta veya belgeler için verenlere müteşekkirim. subaylık yaşantımda 1987 devresi arkadaşlarımın Türk Kara Kuvvetleri içersinde çok zor, anlamlı, şerefli görevler icra ettiğine tanıklık ettim ve öğrencilik yıllarımızda bu devrenin mensuplarına olan sevgime, daha sonraki yıllarda başardıkları ve yaptıkları hizmetlerden dolayı duyduğum saygı da eklendi. Zira daha kıtaya adımımızı attığımız günlerden başlayarak uzun yıllar boyunca ülkemizin içinde bulunduğu terörizm ve terörist ile mücadele sürecinin en ağır yükünü omuzlarınızda sizler taşıdınız. Öyle ki ben Tabur Komutanı iken halen ikinci şarka gitmemiş iken, yakınımda bulunan bazı 1987 devresi arkadaşlarımın ikinci şarka gittiklerini ve hatta dönüp de batıya atananların birlikleriyle birlikte üçüncü defa şarka gittiklerine tanıklık ettim. Bu nedenle bu devre gerçekten çok Büyük Bir Devre idi. Her bir ferdi de her türlü takdire ve övgüye layık idi. 6 S izlerden beklentim hepinizin Kurulan Büyük Devre Derneğine üye olarak birbirinize destek olmanız, bir Sivil Toplum Kuruluşu olan derneklerin en önemli ses verme vasıtalarından biri olduğunu unutmayarak sivil yaşantınızda da, ne yazık ki son yıllarda Türk Silahlı Kuvvetlerinin maruz bırakıldığı psikolojik ve moral travmaları süratle atlatacak birlik, beraberlik ve dayanışmayı göstermenizdir. Bu vesileyle, başta aziz devre şehitlerimiz olmak üzere aramızdan ayrılanları şükran ve rahmetle anar ve aziz hatıraları önünde saygı ile eğilirken, gazilerimize şükran ve minnet duygularımı, bütün 1987 devre arkadaşlarıma ise aile fertleriyle birlikte sağlıklı ve mutlu bir yaşam dileklerimle sevgilerimi sunarım. Hüsmen Akdeniz 1 Nu.lı Onur Üyesi Mayıs 2015 Ama bana layık görülen bu Büyük Derneğin Onur Üyeliği Belgesi gerçekten astlarımın layık gördüğü tek, eşsiz değerde ve çok anlamlı bir belgeydi. Hepinize teşekkür ederim. Sizleri meslek hayatınız boyunca onurlu, başı dimdik, eğilip bükülmeyen, sağlam basan, sağlam duran, makamla onurlanan değil, makamları onurlandıran kişiler olarak gördüm. Bu tavrınızda bir damla olsa da katkım olmuşsa kendimle gururlanırım. 7 sanat Fotoğraf Sanatçısı Melih Karakaya 1 965 Yılında Niğde’de doğdum. Kara Harp Okulu’ndan 1987 yılında Jandarma Teğmen rütbesi ile mezun oldum, TSK’lerinin değişik birlik ve kurumlarında görev yaptıktan sonra 2008 yılında emekli oldum. Halen özel bir bankada “Güvenlik Yöneticisi” olarak görev yapmaktayım. Görev yaptığım şirketin Fotoğrafçılık Kulübünde 2010 yılında hobi olarak fotoğraf çekmeye başladım. Fotoğraf eğitim ve atölyeleri ile yurt içi ve dışı fotoğraf gezilerine katılarak fotoğraf becerilerimi geliştirmeye çalışıyorum. Genel olarak İnsan Portresi ve odaklı konulara ilgi duymaktayım. Fotoğrafçılık hobisinin; kişisel gelişimimin yanısıra bende farklı bir bakış açısı oluşturduğuna, değişik yerleri görmemi sağladığına, yeni bir sosyal çevre edinmeme yardımcı Melih Karakaya olduğuna inanıyorum. Bu güne kadar çektiğim ve arşivlediğim yaklaşık 3000 adet fotoğrafım bulunmakta. Her geçen yıl, geçmiş yıllarda çektiğim fotoğraflara baktığımda gelişimimi çok net görebiliyorum. Bu gelişimimde değerli fotoğraf sanatçısı hocalarım Sayın Ali İhsan Gökçen ve Sayın Oktay Çolak’ın çok büyük katkıları bulunmakta, kendilerine şükranlarımı sunuyorum. Bu güne kadar katıldığım yarışmalarda aşağıda yer alan dereceleri aldım. Hedefim ileride hobi olarak fotoğraf çekmeye devam ederken, fotoğraf kulüp ve gruplarına danışmanlık yapacak düzeye gelmek. 2015 Yılı Boyner 9. Ulusal Fotoğraf Yarışması “Zamanın Durduğu An” bir fotoğraf sergileme Melih Karakaya Mayıs 2015 2014 Yılı İstanbul Büyükçekmece Belediyesi 5. Uluslararası Fotoğraf Yarışması “En İyi Fotoğrafçı Ödülü” iki fotoğraf sergileme 8 Fotoğraf Sanatçısı 2014 yılı FOKUS 2. Uluslararası Fotoğraf Yarışması Serbest (Siyah-Beyaz) bir fotoğraf sergileme 9 Fotoğraf Sanatçısı Fotoğraf Sanatçısı Melih Karakaya Melih Karakaya Hatıralar Karabük / Demir Çelik Ateşiyle Dans İzlanda / Gayser Artvin / Yayla 10 İzlanda / Buz Mağarası İzlanda / Kuzey Işıkları İzlanda / Kuzey Işıkları Yansıma Londra / Işıklar 11 Fotoğraf Sanatçısı Çocuktu... Melih Karakaya H.Özgün Özkan Hani o; Saklambaç oynayan, Topun peşinden koşan, Misketleri dolduran, Umarsızca, Bazen usulca, Hatta sessizce, Ama hep özenle... Ortalığı karıştıran, Saf, temiz ve mutlu, Oldukça umutlu, Sıradan bir çocuktu. Sokakta koşuşanlar, Ağabeyler ve ablalar, Arkada polis amcalar, Duvarlarda yazılar, Ellerinde silahlar, Okulda boş sıralar, Dışarıda bomba sesleri, Korkunun çeşitleri, Sınav varmış, Girmeli. Kapadokya / Gölgeler Yol 12 Artvin / Samanyolu Fosforun kesif kokusu, Boğazın o dokusu, Bahçede yaşıtlar, Şaşkın, ürkek bakışlar, Heyecanlı analar, Bekleşen babalar, Salonda masalar, Üzerinde sorular, İşaretlenen cevaplar, Toplanan kağıtlar, Açıklanan sonuçlar, Alınan gazeteler, Bulunan isimler, Mutlu, heyecanlı gözler, Sarılmış bedenler. Vedanın görkemlisi, Yavruların stresi, Trenin rutin sesi... Giyilen üniforma, Kesilen saçlarla, Ranzadaki yatakta, Yorganın altında, Hıçkırıklarla… Çok sesli bir dolap, Yemekte çelik tabak, İğrenç kokan o bardak, Paylaşılan fasulye, Çürük gelmesin diye, Dua etmelisin işte. Boyundan büyük tüfek, Bol “Koli”li bir Hersek, Çadırda iki kişi, Kadriye’nin cilvesi, Şeftali ağaçları, Jeep’in o ilk farları. Okunan mektuplar, İşlenmiş çamaşırlar, Gelmeyen telefonlar, Şapo’nun cetveli, Fizikçinin elleri, Kayhan’ın küfürleri, Yaşlar süzülmemeli... Hep özledi gurbeti, Çünkü “o” bir çocuk, Besbelli. Fındığın ezmesi, Vapurun o kalın sesi, Stattaki törenler, Omuzdaki kuleler, Sımsıcak yürekler, Alkışlayan veliler. editörden Çaydaki çapkınlıklar, Kesişen bakışlar, Üç filmlik seanslar, Bilardodaki toplar, Biranın serinliği, Midyenin lezzeti, Mercan’ın o yokuşu, Kanlıcada’ki yoğurtçu, Yaşayamayan çocuktu. Şefin asası, Bandonun marşı, Vapurun son turu, Kulelerin gururu, Ellerde diplomalar, Trende kumanyalar, Yokuşun en keskini, Harbiye’nin “Meç’lisi, Çocuk artık bir gençti. Remzi’nin seçmeleri, Baybars’ın o halleri, Bahçedeki havuz, “Lütfen dönüp durunuz.” Banklara tüneyenler, Sigaradan nefesler, “Ceset”teki lezzetler, Amfide Taktik’çiler. İki dakikada soyunanlar, Soyunup da sürünenler, Asfaltı hissedenler, Boneli olanlar, Bakarken boğulanlar, Ağaçlarda domuzlar, İçilen gazozlar, Doksan dört’e koşanlar, Zeminle buluşanlar, Gömülen yiyecekler, Pislik dolu içmeler. 13 Çocuktu... H.Özgün Özkan Kaybedilen yollar, Patlayan ayaklar, Batan tırnaklar, Kuruyan dudaklar, Keçiboynuzlu ağaçlar, Büyüyen “Kuzular.” Cepleri dikili kabanlar, Limon sürülmüş saçlar, Çıkılamayan çarşılar, Bulunamayan kızlar, Bulmuş gibi yapanlar, “YY”deki kulaklar, Yaşanamayan yıllar. Öğretiler beyinlerde, Gelecek o gençlerde, Herşey ideallerde, Yıldız apoletlerde, Mutluluk gözlerde, Diplomalar ellerde, Peki gurur nerede? O da ailelerde. Çekilen kur’a, İlk içtima, Eğitim çantası var aslında, Ama akıllar... Nedense, duvardaki boyada, Kompleksli yönetenler, Yönetirken ezenler, Denetlenen hedefler, Şaşırmış genç rütbeler. Şehitlerden haberler, Tetikteki o eller, Saçma sapan tayinler, Beğenemeyen gözler, Uzaktaki bebeler, Kavuşulamayan eşler, Ulaşılamayan cenazeler. 14 sanat Şiir Dünyası Mehmet Rasim Acıyan Fazlalaşan rütbeler, Kaybolan beklentiler Yabancılaşan idealler, ÖnemSİZ hissetmeler, Sarsılan güvenler, Karamsar düşünceler, Hapisteki kardeşler, Aşağılayan cümleler, Yalnız kalan yürekler, Asılan kıyafetler, Birsürü bilinmezler. Çevrende dostların, Aslında dost sandıkların, Arkandan vuranlar, Vurmamış gibi yapanlar, Aldatanlar, Akçeli işler, Olmasa daha iyi olan “devreler.” Yıllar öncesindeki o çocuk, Kirlenmiş bu dünyada, Canı yansa da, HATTA… Mutlu mu bilmem ama, Saklambaç oynarken bıraktığı bu hayatta, Otuzbeş yıldan sonra, Sanırım hala bir çocuk. Kötü bir şey değil bu... Çocuk olabilmek, Saf kalabilmek. Önemli olan; Deneyebilmek, Dik durabilmek, İnsanca davranabilmek... “Öyle bi çık ki karşıma ‘’Her baktığımda ilk defa görüyormuşum gibi, az kalsın ölüyormuşum gibi’’ hissedeyim seni .” Ş air Edip Cansever’in güzel dizeleri ile siz devre arkadaşlarıma Merhaba demenin kıvancı içindeyim. Meslek yaşantımız boyunca sınıflarımız ve görev yerlerimiz farklı olmuş olsa da, hepimiz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği yolda, Cumhuriyet şuurunu ve ahlakını kazandırmaya yönelik gayretler içerisinde bulunduk. Vatan sevgisi, Bayrak sevgisi en büyük sevgimizdi ki, bu uğurda şehitler verdik (Şehitlerimizin ruhları şad osun), Gazi olduk, sevdiklerimizin hasreti içimizde, onurla gururla şerefle ettiğimiz yemine bağlı kalarak görevlerimizi ifa ettik. Ve bütün bunların doğal bir sonucu olarak, var olan bazı yeteneklerimizi saklı bıraktık, ya da sadece kendi çevremize lanse edebildik. Herkesin kendini ifade ediş şekli farklıdır. İfade ediş; resim, müzik, heykel, sinema, tiyatro, şiir şeklinde olabilir. Önemli olan, sanatçının bir şekilde dış dünyayla iletişim kurmasıdır. Bu iletişimde kullanılan malzemeye göre sanat alanları ortaya çıkar. Sesle, sözle, çizgi ve renkle, taşla, ahşapla ve benzeri malzemelerle sanatçı kendini ifade eder. Güzel sanatlar sanatçının kullandığı malzemeye göre sınıflandırılabilir. Şahsım da, Edebiyat ve yazı türlerini kapsayan sanatın şiirle olan kısmıyla ilgilenmekteyim. Şiir, zengin imgelerle (hayal), ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan edebi bir türdür. Şiirler genellikle duygu birimi kabul edilir. Yani bilgi aktarmak, için şiir yazılmaz. Şiir duygulardan, imgelerden, özlemlerden oluşmuş bir yaşantının ürünüdür. Şairler, bir yaşantıyı şiir aracılığıyla okuyucuyla paylaşır. Şiirde İçerik Unsurları a. Konu: Şiirde şairin anlatmak istediği, üstünde durduğu durum, olay veya düşüncedir. b. Tema: Şiirin geneline hâkim olan ana duygu ve hayallerdir. Şiir Türleri ve Özellikleri 1. Epik (Destansı) Şiir Yiğitlik, kahramanlık, savaş, vatan sevgisi gibi konuları coşkun bir şekilde işleyen destansı şiirlerdir. 2. Lirik (Duygusal) Şiir Aşk, sevgi, ayrılık, hasret, ölüm gibi bireysel duyguları coşkulu bir üslupla işleyen şiirlerdir. 3. Pastoral Şiir (Doğa Şiiri) Doğa güzelliklerini, köy ve çoban yaşamını dile getiren şiirlerdir. “Çobanlar, sürüler, yaylalar, çeşmeler, ağaçlar, kuşlar” bu tür şiirlerde sıkça dile getirilir. H.Özgün Özkan 09.05.2015 15 Şiir Dünyası Şiir Dünyası Mehmet Rasim Acıyan 4. Satirik Şiir (Yergi Şiiri) Kişi ya da toplumun aksayan yönlerini alaycı ve iğneleyici bir tutumla dile getiren şiirlerdir. 5. Dramatik Şiir Anlatılanları insanın gözü önünde tiyatro gibi canlandırabilen şiirlere dramatik şiir denir. 6. Didaktik (Öğretici) Şiir Bilim, sanat, ahlak, din, felsefe gibi birçok alanda bilgi öğüt vermeyi amaçlayan, sanat ve duygu yönü zayıf şiirlerdir. Şiir Nasıl Doğar? / Rainer Maria RİLKE “Bazılarının sandığı gibi mısralar duyguların değil, yaşanmış deneylerin sonucudur. Tek bir mısra yazmak için birçok şehirleri, insanları ve nesneleri görmüş olmak, hayvanları tanımak, kuşların nasıl uçtuğunu duymak ve sabahları çiçeklerin açılırken nasıl titrediğini öğrenmek gerekir. Bilinmez yerlerdeki yolları, beklenilmeyen karşılaşmaları ve uzun zamandır yaklaştığını sezdiğimiz ayrılışları, Y Mehmet Rasim Acıyan esrarı daha aydınlatılmamış olan çocukluk günlerini, size anlayamadığınız sevindirici bir haber verdikleri zaman kalplerini kırdığınız ana babaları, derin ve tehlikeli değişmelerle garip bir şekilde başlayan çocukluk hatalarını, kapalı odalarda geçen sessiz günleri, deniz kıyılarındaki sabahlamaları, denizin kendisini, denizleri, yükseklerde çağıldayan ve yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini yeniden, yeniden yaşamak gerekir. Bunları bile yaşamak yetmez. Biri ötekine benzemeyen sayısız aşk gecelerini, doğum sancılarıyla kıvranan kadınların çığlıklarını, odalarından bir türlü çıkamayan süzülmüş lohusaları hatırlamak gerekir. Ama ayrıca, ölenlerin yanında bulunmak; pencereleri açılmış, içine gürültülerin dalga dalga dolduğu odalarda bir ölünün yanı başında oturmuş olmak gerekir. Anıların olması da yetmez. Pek çoksalar onları unutabilmek ve geri dönmelerini bekleyebilmek için büyük bir sabır gerekir. Çünkü sorun anılarda da değildir… Anılar ancak bizde kan haline geldikleri, bakış ve davranış oldukları, adlarını yitirdikleri, kendimizden ayırt edilmedikleri zaman; işte yalnız o zaman, pek seyrek bir anda, bir dizenin ilk kelimesi onların arasından doğuverir.” azmak ve okumaktan ne kadar mutlu oluyorsak onun kadar belki de ondan daha fazla yazmaya ve okumaya saygı duyarak, birlikte üretmenin övüncü ve sevinciyle yazılarınızla ve okumalarınızla bizlerle olmanızı dileriz. Saygılarımla Mehmet Rasim Acıyan Mayıs 2015 16 SEN GİTTİN Sen gittin. Yüreğim kafesinden her dem uçurduğum güvercinler, Sahibi meçhul Şahinlere yem oluverdiler. Gözlerimin uçurumunda hayallerin, Geride mektup bırakmaksızın intihar ettiler.. Güneş ufuk çizgisinin ardında, Sokak kedisinin rengine çalan bulutlara gizlenmiş. Her kızgınlığımızı anne şefkatiyle kucaklayan sahilin kumları, Öfkesini kusan denizin dalgalarına boyun eğmiş. Martılar bile şehir çöplüklerinde, Sevdikleri denizden vazgeçmiş. Her ayrılık şarkısı yüreğimde jilet kesiği ağrısında iz bırakırken, Yalnızım zihnimin mahşer yerinde, Yalın ayak yürüyorum kalp kırıklarımın üzerinde. Sonu ölümümdür, Bulursam izini başka şairin dizelerinde.. mr_a 06/2014 SENDE KALMIŞ ÖZDÜRLÜĞÜM Her güneş doğuşunda siluetin, Her gün batımında gölgen, Her seste sesin var. Her duvarda sloganın, Sokak lambasında ışığın, Tribünlerde ana avrat sövüşün, Yollarda izin var. Kıblede esintin, Rüzgarda kokun, Yağmurda dağınık saçların, Ankara garında el sallayışın var. Karanlıkta korkun, Aydınlıkta hüznün, Ellerimde ellerin, Yüreğimde sıcaklığın var. Mavide özgürlüğün, Geri baktığımda sende kalan aklım var. Gökyüzünde yüzün, Sende benim özgürlüğüm var... mr_a (10.09.2014) 17 seyehat Gerekenler Derya Ecevit İ lk yurt dışı gezimizde edindiğim bazı tecrübeleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Belki yazdıklarımın bir kısmını bilen arkadaşlarım olabilir. Bilmeyen arkadaşlarıma tavsiye, bilip de unutabileceğini düşündüğüm için arkadaşlarıma hatırlatma olsun. Valiz Yurt başı fayda dışı gezilere bir valiz olduğunu Konaklamalarımız kahvaltılıydı biz yeterli bulmadık. giderken kişi ancak götürmenizde düşünüyorum. Öğlen Yemeği Muhtemelen hep dışarıda yenecektir. Valizlerin ağırlığını evde kontrol ediniz. Uçak şirketinin belirlediği Lokantalar sizlerin tercihlerine kalmış. miktarı aşmayın, yoksa kilo başına ilave ücret ödersiniz (5 euro civarında). Akşam için yazacaklarımdan sırt çantasına koyup, öğlen uygun bir yerde de Tekerlekli, hareket kabiliyeti yüksek, yiyebilirsiniz. kendisi hafif, dışı sert olan (dönerken getireceğiniz şarap v.b. daha rahat Akşam Yemeği da yenebileceği gibi, taşıyabilmeniz için) valizleri tercih ediniz. Dışarıda genellikle iş götürdüklerinize düşecektir Yanınızda mutlaka sırt çantanız bulunsun. (Yorgunluktan odadan çıkmama isteği nedeniyle). Yiyecek-içecek Yemek konusu biraz sıkıntılı (Bize göre). Sevdiğiniz her türlü hazır konserve (ton balığı, barbunya İtalya’da bizim için peynirli pizza, peynirli yemekler makarna çeşitleri ve sebze çorbasından başka pilaki, et kavurma gibi) götürülebilir. bir seçenek yoktu (Domuz eti nedeniyle). Öğün sayısına dikkat. Gerekenler Derya Ecevit Diğer konular Terliği unutmuyoruz. Bizim Kahvaltı harici öğünler için ekmeğinizi otellerde kâğıt terlik bile yoktu. sabah kahvaltısından temin edebilirsiniz. Hırsızlığa karşı koltuk altı Su ısıtıcı, çay-kahve getirip odasında çantası gibi kullanabileceğiniz kullananlar vardı. Düşünülebilir… bir çanta tercih etmeniz iyi olur. Tuvaletlerde taharet musluğu yok. Götürülecek sıvı ve konserve türü Bu nedenle bol miktarda ıslak mendil şeyler valize konmalı. Uçakta yanınıza götürünüz. alacağınız el çantasına koymayınız. Eğer yurt dışı gezisine turla katılmayı düşünüyorsanız, bulunduğunuz şehrin keyfine varabilmeniz için en az bir gün kendinize ayırınız. Gruptan hariç sadece eşinizle yapacağınız bu gezi, kâşif ruhunuzu ortaya çıkartarak, daha çok keyif almanızı sağlayacaktır. Bu maksatla kaldığınız otel resepsiyonu ya da turizm bürolarından alacağınız işinizi kolaylaştıracaktır. Atıştırmalıklarda çok faydalı. Tur haritalar gezmelerinde arada götürebilirsiniz (Daha çok kabuksuz çerezler, çikolata, Bu yazdığım konular için ne gerek var tuzlu çubuk, kuru kayısı gibi). diyebilirsiniz. Benden hatırlatması, karar sizlerin… Otel odalarında genellikle şampuan oluyor. Ancak küçük bir şampuan Derya Ecevit ve diş macunu alınız yanınıza. Mayıs 2015 Bu nedenle valiz ağırlığına dikkat ederek yiyecek ve içecek götürülebilir. Su Mümkün olduğunca tedbirinizi alınız. Yoksa 0,5 litrelik suyu 1,5 euroya alırsınız. Kahvaltı Beyaz peynir (peynir çeşitleri) ve zeytin Yerinden tedarik için marketleri seçip götürülebilir. nispeten daha uygun satın alabilirsiniz. Başka ne seviyorsanız tur süresince yetecek kadar yanınıza alın. 18 19 Borsa’da kazanç İsmail Öngener B orsada oynuyor musun ? Bu soru ile kim bilir kaç kez karşılaşmışızdır. Diğer yatırım araçlarına göre biraz daha özen ve bilgi isteyen bir iştir borsa da yatırım yapmak. Konuya yeterince zaman ayırmadan borsada yatırıma kalkışmak ciddi derecede zarar etmenize yol açabilir. Borsa oyun değil yatırım yeridir. uzmanı görmüş döviz türlerine yaptığınızı düşünelim. İşte şimdi risk almaya İnsanın kendini güvende hissetmesi başladınız demektir. Getiri oranınız oldukça yüksek olabileceği gibi yılı zararla kapatmanızda mümkün. Merkez bankasının zaman zaman yaptığı faiz uygulamaları, Amerikan veya Avrupa merkez bankalarının alabileceği ilginç bir karar, yıl sonunda yatırımınızı düşündüğünüzden çok daha farklı seviyelere getirebilir. için yatırım şarttır. Bu yatırımı ne kadar bilinçli yaparsak; getirisi de o oranda iyi olacaktır. Peki, bilinçli yatırım nedir? Öngörülebilen getiriler içinde, minimum risk ile maksimum kazancın kesiştiği yatırımlara bilinçli yatırım diyebiliriz. Elimizde yatırıma ayırabileceğimiz 100,000 TL olduğunu farz edelim. Bunu bankada bir yıllık mevduata yatırırsanız, yıl sonunda yaklaşık 8,000 TL getiriniz olur. Bu yatırımda paranızı ancak enflasyona karşı korumaya çalışırsınız. Net getiriniz sıfır civarındadır. Diğer taraftan yatırımınızı Dolar veya Euro gibi ülkemizde genel kabul 20 Borsa’da kazanç İsmail Öngener B urada görülüyor ki; yatırımınızı doğru yapmak için araştırmacı olmalısınız. Yani profesyonel yöneticilere sahip, satışları iyi giden, yıldan yıla satışlarını arttıran, arsaları güzel yerlerde, fabrikaları modern, bankada bolca parası olan ve borcu az olan şirketleri seçip bulabilmelisiniz. Bu şirketleri seçebilmek için ekonomi ile içli dışlı olmak şarttır. Şirketler için yayınlanan bültenleri ve bilançoları sürekli takip etmek gerekir. İyi para kazanan firmalar, genelde güzel kar payı öderler. Kar payı dağıtımı iyi olan şirketlerin değeri artar; Buda sizi refaha kavuşturur. İyi bir şirketin hissesini zamanında alan yatırımcı ömür boyu bundan faydalanır. günlerinde aile fertleri ve yakınları hediye almak yerine, bu yatırım hesabına, bütçeleri elverdiği kadar para yatırırlar ve hisse senedi alınır. Bu küçük birikimler, çocuk 18 yaşına geldiğinde oldukça iyi miktarda bir tutara ulaşır ve gencin eğitimine harcanır. Bir nevi üniversite eğitimi garanti altına alınır. Bizde ise, hediye olarak genelde gömlek, kazak, cep telefonu gibi günlük kullanım ürünleri tercih edilir. Ne yazık ki yatırıma erken başlamayı henüz öğrenemedik. Kendi çocuğumuz için lütfen bu detayı atlamayalım. Çocuğumuzda aklımıza gelmediyse torunlarımızda öncü olalım. Gelişmiş ülkelerde bir bebek doğduğunda, genelde ailesi bir yatırım hesabı açar. Yeni bireyin doğum İsmail Öngener Mayıs 2015 Peki ya borsaya yatırım ? Uzun vadede en kazançlı yatırımlardan biri hisse senedi yatırımıdır. Ancak dikkat edilmesi gereken konu yatırım esnasında kulaktan dolma değil, profesyonel yatırım uzmanlarından destek alınarak işlem yapılması gerektiğidir. Size yapılan sunumları ve önerileri dikkatlice dinleyip, kendinize uygun bulduğunuz bir firmanın hisse senetlerinden edinmek, ileriye dönük çok güzel günlerin kapısını aralayabilir. Bir şirketin hisse senedini aldığınız da, o şirketin her şeyine ortak olursunuz. Yani bankadaki parasına, borçlarına, fabrikalarına, arazilerine, taşıtlarına, stoktaki malzemelerine… 21 Ahmet Şerif İzgören röportaj S evgili Şerif, öncelikle dergimizin kaldırıldı. Ben de son gününde ayrıldım. ilk sayısında, ilk röportajı seninle yapma fırsatını bize verdiğin için çok Ondan sonra dört yıl daha devlette çalıştım. mutlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Ankara Üniversitesi Tömer/Bursa’nın kurucu müdürlüğü, ardından Özel Sektörde iki patron şirketinde Genel Müdürlük yaptım. Sonrasında “kendi işimi kurayım” dedim ve İzgören Akademi’yi kurduk. Elbette, toplum içindeki konumları nedeniyle birçok arkadaşımızla gurur duyuyoruz, ama bunların en önemlilerinden biri sensin. 1979 yılında, giydiğimiz üniforma ile başlayan dostluğumuz ne güzel ki bu günlere kadar geldi. Lütfen bizlere kendini tanıtır mısın? Çünkü Kuleli 5000 devresi seni çok yakından tanıyor ama diğer arkadaşlarımız için belki de sadece medyada gördükleri, okudukları, dinledikleri ile sınırlısın. Özgün, 1979 yılında Kuleli’ye çocuklardan bir tanesiyim. giren Şu anda burası sekiz şirketlik bir grup. Bir yayınevi var, danışmanlık şirketleri var, bir de organik tarım üzerine bir yıl önce Karaoklar Çiftliği diye bir yer açtık. 3500-4000 ağaç dikildi, 150 dönüm içine. Bir amfi tiyatro kurduk. Köylülere, gençlere hem organik tarım eğitimleri veriliyor hem de sıfır ilaçla üretim yapılıyor. Bu sene epey domates salçası çıktı. Ama asıl amaç o bölgede ilaçsız tarım ve ihracat yapılabileceğini öğretmek. Türkiye’de, içinde amfi tiyatro olan tek tarla. Danışmanlar geldiğinde köylüler toplanıyorlar ve eğitimler veriliyor. Bir de “Uğur Böcekleri Projesi” var. Ondan da bahsederiz. Şu anda 63 kişilik bir ekibiz. Beraber çalışıyoruz. Özgeçmişine baktığımda, kişisel gelişimle ilgili birçok kurs almışsın. Dil Biliminden Hatırlıyorsan, Harp Okulu kampında oniki buraya geçmek nereden aklına geldi? kişiyi FYO (Fakülte Yüksek Okullar)’a yollamışlardı. Onlardan biriyim. Siz Aslında ordudan ayrıldıktan sonra Harp Okulu’nda okurken, ben FYO’da, niyetim; Avustralya’ya gitmek, dünya Hacettepe Dil Bilimi’nde okudum. nasıl bir yer görmek, iki yıl kadar kalıp Ardından subay çıktıktan sonra ki Türkiye’ye dönmek ve çalışmaktı. Ama Balıkesir Teknik Astsubay Okulundaydım yabancı ile evlenince, ödemen gereken ve Üsteğmendim “tamam” dedim, “kendi tazminatın dört katı ile karşılaşıyorsun. hayatımla ilgili kararları kendim vereyim”. Bu çok büyük bir rakam. Onu öderken bir yandan devlette çalıştım. 1991 yılında yabancı ile evlenip istifa edenlerdenim. Zaten bu hak sonradan 22 Ahmet Şerif İzgören P atron şirketlerine girdiğimde kendi ilkelerimle çalışamadığımı fark ettim. Kendi işimi kurmaya karar verdim. Alternatiflere baktım. Kesinlikle gıda gibi bir çok fırsat var Türkiye’de ama bilgi ve eğitimle ilgili çok fazla bir şey yok. cebimizde para yok. Aslında iyi bir strateji ile gittik yanlarına. Ben dedim ki adamlara “Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim. Bu temsilciliği vermezseniz başkasına gideceğim. Türkiye’ye gelirseniz siz kazanırsınız”. Sonuçta £20.000 yatırdılar ve beş üniversite öğrencisine master bursu aldım. Her yıl bir gariban öğrenciyi oraya Yüksek Lisansa yolladık. Asıl eğitimleri onlardan aldık. İki-iki buçuk aylık eğitimlerin sonucunda onlara dedim ki; “Bu anlatılanların hepsi kitaplarda var, farklı bir şey söylemiyorsunuz ve bu bilgilerle Türkiye’dekiler kesinlikle çok farklı, örneğin anlatılan liderlik modeli ile buradaki taban tabana zıt. Türkiye farklı bir ülke. Ben bunları anlatırsam biz kaybederiz. Biz kendi knowhow’ımızı hazırlayacağız. Tamam mı?” “Hayatının geri kalanını bu işle geçireceksin. Bundan sonra ne yaparsam yapayım bilgi ve eğitimle ilgili işler olsun” diye karar verdim. Araştırdığımda, o dönemde Türkiye’de “DC Gardner FED Training” adında bir kuruluş vardı. Başında da rahmetli Armağan Kırım. Gittim kendisiyle konuştum. “Ben Ankara’ya yerleşeceğim, evliyim ve bu işi kuracağım, sizin temsilciliğinizi almak istiyorum” dedim. Armağan bey çok büyük bir rakam istedi. Baktım bu benim verebileceğim bir rakam değil. Kabul etseydi onun şirketi büyüyecekti, koşmaya hazırdım. “Tamam” dediler. Kendimiz bir Ar-Ge birimi kurduk. Adı “Reaktör”. Bütün eğitimlerimizi burada oluşturduk. İlk başta üniversite hocalarıyla çalıştık. Sonra fark ettik ki, hocalar pratiği kesinlikle bilmiyor. Kendi Eğitmen Akademimizi kurduk. Örneğin satışçımız, Amerika’da gemilerde çalışan bir çocuk. Satış eğitimlerimizi ona verdiriyoruz. Hep piyasadan bu işleri yapan insanları aldık, eğitici eğitimleri verdik. Büyümemizi sağlayan bu oldu. Şu anda aslında “Verimlilik Danışmanlığı” Ama olmayınca bu şirketi kurdum. Sonra yapıyoruz. Alıyorlar, kurumu verimli hale şunu fark ettim. Türkiye’de “Know- getiriyorlar. Koçluk çalışmaları v.s. Eğitim How” yok. İngiltere’de Northampton bunun bir parçası ama tamamen bize ait Üniversitesi dahil olmak üzere birkaç bir know-how ile çalışıyoruz. Yurtdışında yerle yazıştım. Müzakereler yapıldı eğitim almak çok faydalı gelmiyor bana, ve nihayetinde “Sunley Management alt yapı oluşuyor elbette ama biraz süslü Centre”in temsilciliğini aldık. Adamlar sözler. Bunların hiç biri kişisel gelişim bütün dünyada temsilcilik verdiklerinde eğitim değil. Tamamı “Yönetim” temelli para isterler. Bizden de istediler. Bizim eğitimler. Verdiğim konferanslarda; 23 Ahmet Şerif İzgören “Ülkenizi sevin, dürüst olun” diye çocuklar. Dedim ki; “Gelecekle ilgili anlattıklarımı kişisel gelişim olarak karamsar olanlar elini kaldırabilir mi?” tanımladılar. Salonun yüzde doksanbeşi, gencecik çocuklar elini kaldırdı. Korkunç bir Yirmibir kitap yazdın. İçlerinde çok eğitim sisteminden bahsediyoruz. ilginç olanlar var. Bahseder misin biraz? Böyle bir eğitim sisteminin içinde, benim tek Kitaplar şu anda 950.000 satış rakamına yaptığım şey; çocuklara yaşamın değerini, ulaştı. Son dönem biraz daha çocuk okumayı, öğrenmeyi, farklı fikirlere değer kitabı yazmaya yöneldim. Yazarlık vermeyi anlatmak. Beş tane ilkemiz var becerimin olmadığını düşünüyorum, bizim. Dürüstlük, iş kalitesi, girişimcilik, onun için konuşur gibi yazıyorum. vatan sevgisi, hoşgörü. Çalışan da bilir Kulaktan kulağa da satılıyor kitaplar. bunu. Her yerde bunları anlatıyorum. Üç beş yıl öncesine kadar kimse farkında değildi Beden dili üzerine duruyorsun. Neden? bunun. Dürüst olmak, ahlak. Anlatırken neden anlattığımı anlamıyorlardı. Evet, ilk yıllarda özellikle oydu. Türkiye’de Şimdi yavaş yavaş anlıyorlar. Evine bir tek Acar Baltaş’ın bir çalışması vardı. helal lokma sokmanın önemini mesela. 1991’de. O da çok bilimsel altyapısı olan Temel olarak bunları anlatıyorum. bir çalışma. Pratiğe yönelik bir çalışma yok. Bunların eğitimlerini de aldık, ama TSK ile çalışıyor musun? onlar da hep yurtdışına yönelik eğitimler. Kamu ile profesyonel anlamda Oturup Türkiye’ye yönelik bir çalışmıyorum. Davet ediyorlar çalışma yaptık. Örnekleri ülkemizden ve konferans veriyorum o kadar. seçerek bir know-how oluşturduk, bilgi hazırladık. Kitabı da yazdım. İlk En son bir kitap yazdık. Geçtiğimiz başta verdiğim konferanslar onlar. günlerde Emre As isminde bir teğmen şehit oldu. Belki takip etmişsindir. Bir kitabın Üniversitelere verdiğim konferanslarda, içeriğini değiştirdik. Emre’ye ithaf ettik. aslında insanların ülke sevgisini, Yayınevi de destek verdi 3000 tane basıldı. motivasyonunu kaybettiğini, üniversite öğrencilerinin ruhlarının bittiğini farkettim. Onbeş-yirmi yıl eğitim alıyor bu çocuklar, taşı sıksalar suyunu çıkartacaklar. Diyor ki; “Devletten torpil bulabilirsem işe gireceğim, yoksa ne yapacağımı bilmiyorum”. Geçen gün Uğur Böcekleri konferansına gittim. Karadeniz’de bir okul. Pırıl pırıl 24 Ahmet Şerif İzgören K apakta Emre’nin resmi var. Devresine dağıttık. “Rahat Uyu Emre” diye bir çalışma. Yapabildiğimiz kadar böyle parça parça destek veriyoruz. Uğur Böcekleri projesinde bir lira bütçe yok. Benim kitaplarımdan ayırdığım bir bütçe var. O bütçeden bir şeyleri karşılıyoruz. Onun dışında herkes kendi hallediyor. Zaten çoğu da para Uğur Böceklerinden bahseder misin gerektiren projeler değil. Devletten destek biraz da? Sosyal Sorumluluk Projesi? Aslında, kurumlar bunu “Sosyal Sorumluluk Projesi” olarak tanımlıyor. Ben ekibe onu anlattım. “Bu Sosyal Sorumluluk Projesi değil, bu var olma nedenimiz. Bu kurumun var olma nedeni bu.” Proje temel olarak şöyle başladı. Önce okullara ücretsiz konferanslara gidiyorduk. Sonra gençleri eğittik, bunları eğitim verir hale getirdik. Bunlar, almıyoruz. Zaten kurulduğumuzdan ülkenin her yerine eğitim verdiler. Şimdi beri siyasetten uzak durdum hep. “Proje Yönetimi” eğitimleri veriyoruz. Uğur Böcekleri 229,500 kişiye ulaştı. Gençler kendi projelerini Sadece bu ay üç-dört yere kütüphane gerçekleştiriyorlar. Anadolu’nun kurulmuştur. Şu anda her yerde her yerinde “Küçük İyilik Fikirleri” ”Küçük İyilik Fikirleri” yapılıyor. başlatıyorlar. Dernekler kuruyorlar. Kütüphane projeleri, ağaç dikme projeleri Son olarak söyleyeceğin bir şey var mı? v.s. Şimdi Elif diye bir kızımız yazmış. “Hocam” diyor, “Benim projemde, Mustafa Okyay, devre arkadaşımız. Şu bütün mahalledeki, teyzeleri örgütledim, anda Adana’da Pozantı da yaşıyor. Uğur hepsi kışlık kıyafet örüyor, toplayacağız Böceğimiz. Zaten ağaç dikerdi, ama Uğur bunları ve Anadolu’da ihtiyacı olan Böceği olduktan sonra gençleri alıp araziye yerlere yollayacağız.” Şimdi aynı projeyi çıkartıp ağaç diktirmeye başladı. Mustafa, bütün Uğur Böcekleri ’ne duyuruyoruz. kışın çeviri yapıyor, para biriktiriyor, Herkese ileteceğiz. Örebildikleri herşeyi Eski Konacık köyünde yaşıyor. Ankaralı o kıza yollayacağız. Bu onun fikri. Yani gençlere para yolluyor, onlar da Mustafa’ya destekleşerek, kesinlikle bütçe olmadan. meşe palamudu yolluyorlar. Sadece o, Uğur Herkes bir proje yaparken Böceği olarak 220.000’i aşkın ağaç dikti cebinden harcıyor bu tür şeylerde. ülkenin dağlarına, tek başına. Koca koca vakıflar var. Herkesin bu ülke için yapacağı Mesela Amerika’da bir araştırma bir şey var gibi geliyor bana Özgün. yürüttüler. En başarılı on vakfı araştırdılar. En başarılılarında toplanan paranın Çok teşekkür ediyoruz. İyi ki varsın. yüzde 26’sını yardıma harcıyorlarmış. 25 Dostuk Murat Çalgın E zop ve Jean de La Fontaine’e özendim diyelim... denemeler Murat Çalgın Celladının kim olduğu, fark etmiyor o anda. Bir küçücük karınca dinliyordu kenardan, hiç kimse onu saymıyordu adamdan. Karınca dayanamadı söyledi düşüncesini; “Dostluk çok güzel bir şey” dedi biri. “Dostluk uyarmaktır sadece, yanlış yapınca dostunu, “İhtiyacın olduğunda sadece dostlarını Yanında durabilmektir, kaybedince postunu. Değiştirir, tâbi kılar, benzetirsen kendine, Bırak dostluğu kişilikler nerede, Her şeye rağmen kabullenmek dostunu, Hata yaparsa eğer anlamaktır kastını, Dostlar bazen tamamlarken birbirini, İki ayrı bedende oluşturursun bir’i.” bulabilirsin yanında” dedi diğeri. “Dostlar yıldızlar gibidir, hep aynı Cılız sesli karınca bağırsa da kenardan, yerde parlarlar, yanında olmasa da orada ne tilki duydu, ne çakal ne de aslan. olduklarını bilmek güzeldir” dedi ötekisi. “Gücümü sizden alıyorum” dedi Ve hep birlikte başlarıyla onayladılar aslan, “Sizsiz ben bir hiçim.’’ sohbet eden Aslan, Çakal, Tilki ve fısıldayan ormanın sakinleri. Çakal hemen ekledi ‘’Sevgi saygıdır temeli bu dostluğun, bilmeli.’’ ‘’Dostluk karşılık beklemeden vermektir’’ diye tekrar başladı söze kudretli Aslan, Tilki çok duygulanmıştı, gururla yana baktı, ve ekledi ‘’Dağlar taşlar ‘’Paylaşmaktır varı-yoğu umarsızca” dedi bilmeli, bu dostluk sevgi seli.’’ sırası gelen çakal, Sevgi denizlerinde, kucaklaşıp coştular, Ve Tilki ekledi ‘’Dürüstlüktür aslolan’’ Duygu selinde şimdi, üçü de sarhoştular. Bir ceylan geçiyordu, habersizce oradan, Aslan dedi ‘’Dostlarımın yanlışlarını Fark ettiğinde çok geçti, geçmek için aradan. eleştiririm, onları doğru yola getirir, Aslan, Çakal ve Tilki çevirmişti ceylanı, iyilikler veririm.’’ Bu ceylan ziyafetti, Tanrının armağanı, Tilki hızlı düşündü, yemeliydi ceylanı, Çakal dedi ‘’Dostluk budur işte, doğru Aslana çare yok da, Çakalı ne yapmalı. yolu buldurmak.’’ Çakal durdu düşündü, kulaklarını dikti; “Ne çok pay düşerdi ona, Aslan olmasa Tilki dedi ‘’Farklılığı yok etmek, aynı şimdi.” noktada buluşmak.’’ Aslan ceylanı hemen, bir çırpıda yerdi, Birleşirse Çakal, Tilki, oydu onun asıl derdi. 26 Dostuk Tilki koştu Çakalın üzerine atladı, Çakal dişlerken Aslanın boğazını, Bir pençe de Tilkinin ensesinde patladı. Aynı anda saldırmıştı üçü de, Tilki Çakal’a, Çakal Aslan’a, Aslan Tilki’ye. Bir küçücük karınca görüyordu kenardan, hiç kimse onu saymıyordu adamdan. Ürkek ceylan açıverdi gözünü korkarak, Ne zor şeydi ölmek, celladına bakarak. Tilki plan yapmıştı, Aslana hiç bakmadan, Ama ceylan gördü ki farklıydı onların derdi, ‘’Çakalı yok etmeli, ceylan kanı akmadan.’’ Çakal kendince şimdi, güzel plan yapmıştı, Aslında bu planına Tilkiyi de katmıştı. Aslan baktı ceylana bir sıkımlık canı var, Çakal bekler sırasını, Tilkiyi etmeli tarumar. Ceylan ortada, yummuş gözünü, umutsuzca Kaçtı hemen oradan, muradına erdi. Bir küçücük karınca izliyordu kenardan, Boğuşuyorken, Tilki, Çakal ve Aslan, Hiç kimse onu saymamıştı adamdan. Murat Çalgın Mayıs 2015 27 özlem’le Mesela... Özlem Öngener M esela; Ankara’da yaşamaktan keyif alabileceğimiz enerji dolu sokaklar olsun istiyorum. Mesela, uzaklarda değil yanı başımızda, aslında buram buram tarih kokan Ankara’nın göbeği Ulus’ta. Geçenlerde Hal’e gidelim dedik ailece, hayal kırıklığımızı anlatmadan geçemeyeceğim. Baktık ve kaldık öylece... Çağımıza, insanlığımıza, şehrimize hiç yakışmayan, sefillik ve çaresizlik kokan öylesine bir yer işte. Modern bir sebze ve çiçek hali yapmak çok mu zor? Sebze yine bizim bildiğimiz sebze, ıspanağı pırasayı değiştirecek halimiz yok. Ucuz da değil hani, deseniz ki “ucuz da, insanlar doluşup mal kapışıyor…”yok inanın öyle bir durum da yok. Düşünüyorum da; sıra sıra bembeyaz standlar kurulsa, hatta standların başında kadınlar olsa, üzerlerinde tertemiz önlükleri, bağıran adamlar 28 yerine. İçeride fonda hafif bir müzik çalsa, herkes keyifle alışverişini yapsa. Bizim insanımız da artık değer kıymet bilse, kurallar olsa, insanlar da bu bütünlüğü bozmamak adına buna uysa ve bence her şeyden önemlisi “İnsanlar önce kendilerini değerli hissedebilse.” Çok mu şey istiyorum? Bosna Yüksel Kılınçarslan Y ıl 1999, aylardan Ocak, mesaideyim. Şube Müdürüm Yücel Binbaşı “Hayırlı olsun,yurt dışı görevine seçilmişsin” dedi. Önce anlam veremedim, şaşkın şaşkın bakınıyorum, başlangıçta sevinemiyorum bile. İlla tutturmuşuz alışveriş merkezleri, cafeler- restaurantlar, enerjimizi tüketen kapalı mekanlar ve sonuçta; hem maddi hem manevi bizi yoran ortamlar. Yabancı bir ülkeye gittiğimde, öncelikle o şehre ait sebze hallerini ve çicek pazarlarını geziyorum. Orada o ülkenin gerçek kültürünü yaşıyorsunuz. Neredeyse 80 yaşındaki teyzeler, tezgahlarının başında elleri ayakları titreyerek o kasaları kaldırıyor, standlarını özenle yerleştiriyor ve hani o bildiğiniz domatesi, elmayı, soğanı size daha da bir güzel sunuyor. İçinizi değişik bir heyecan kaplıyor, yaşadığınızı hissediyorsunuz. Aklınıza “Neden bizim şehrimiz, ülkemiz, insanımız da böyle olamıyor ki?” demekten başka bir şey gelmiyor. Ben kendimi bildim bileli; sade, sakin ve güzel olanla barışmayı beceremedik gitti. Maalesef; var olanı yok ediyor, yeni yapılacak olanı da estetikten bir o kadar uzak olarak sunuyoruz. Özlem Öngener O akşam servise zar zor da olsa yetiştim, zaten ender biniyoruz, servistekiler garip garip bakıyor, ben de bir iki sima hariç kimseyi tanımıyorum, ama hiçbir şey umurumda değil. Hem koşturmanın hem de olayın heyecanı ile kalbim deli gibi çarpıyor. anılar sonra, bir saatlik bir bekleyişin ardından uçağa bindik ama ne biniş. Uçak malzeme dolu, bizler sıkış - tepiş. Etimesgut’tan kalkıp gümrük işlemleri için Esenboğa’ya indik. Bu arada birisi bağırıyor, “Yüzbaşı rütbesi düşüren var mı?”, ben de hemen karşılık verdim; “İnsanlık onuru yere düşmüş rütbe düşse ne olur” diye. Hemen birkaç üst subay yanıma geldi, “Ne yapıyorsun Komutan uçak’ta” dediler. Ben yine delifişek zamanlarım olduğu için “Bu manzarayı görüp de müdahale etmiyorsa, benim gözümde zaten komutan değildir” dedim. Çünkü yurt dışı görev için gelen mektupta “Emsallerimiz arasında temayüz ettiğimiz” yazılıyordu. Çile dolu bir yolculuktan sonra Bosna’ya indik. Herkes gitti, Üsteğmen Kıvanç’la ben kalakaldık ortada. Her ikimizde AMİB (Allied Military İntelligence Battalion-Müttefik Askeri İstihbarat Taburu)’de görevliyiz, ve kimse ne Eşime bu haberi nasıl vereceğim, yapacağımızı, nereye gideceğimizi bilmiyor. ne diyeceğim, nasıl söyleyeceğim? Türk İstihbarat Hücresinden Biliyorum. O yine üzülecek ama ben de söylenen tek şey “Arkadaşlarınız daha defterimiz dürülmemiş diyeceğim. gelip sizi alacak”. Alacak da “kim Akşam ev, cenaze evi gibi, haberi alacak, ne zaman gelecek, ne zaman verdikten sonra ikimizin de ağzını gideceğiz?” bilen yok ama İstihbarat bıçak açmıyor ama böyle de sürmez ki. Taburu’ndan gelenler işi biliyor, bize Neyse, yavaş yavaş anlatıyorum, bunun hemen iki günlük bir program verdiler. benim için çok önemli olduğunu, her İlk gün görevle ilgili brifing ve uyulması şeyin daha bitmediğini vs. vs... bir sürü gereken kurallar anlatıldı, İkinci gün ise şey anlatıyorum ama dinleyen kim ki? görev esnasında kullanacağımız araçlar ve motor konularında bilgi verildi, İleri sürüş Üç haftalık süre çabucak bitti ve hareket teknikleri ile kış şartlarında araç kullanma zamanı geldi. Üsteğmen İlkay Etimesgut hakkında uygulamalı eğitim verildi. (Dış hatlar) havaalanına beni bıraktıktan Mayıs 2015 29 Bosna Bosna Yüksel Kılınçarslan Akşamüzeri nihayet bizi alacaklar geldi. Şans bu ya, benim selefim de devre arkadaşım İbrahim’di. Kıvanç ile vedalaştık, o Mostar’a, bende İbrahim’le birlikte (Yenişehir)’e gittim. Burada iki katlı bir bina, bir de “Corimec” (konteynır tipi oda) vardı. İbrahim’le beraber iki gün göreve gittikten sonra ben corimec’e geçtim, iyi de oldu, çünkü evde üç-dört Amerikalı, üç-dört İngiliz, bir İspanyol, bir Norveçli bir de tercüman vardı. Corimec de ise benle beraber bir Alman. Görevimiz HUMINT (Human İntelligenceİnsan İstihbaratı) yapmak. Altı ay boyunca da başarıyla yaptım ama inanıyorum ki emekli oluncaya kadar çoğu komutanımın böyle bir görev yaptığımdan haberi bile olmamıştır. Çünkü HUMINT konuşmak ister, muhabbet ister, sabır ister, emek ister. Bosna Hersek’de günler birbirinin aynı şekilde geçiyor, her sabah 07.00’de operasyon brifingi, sonrasında karşı brifing, görevin icrası, eve dönüş, rapor yazma, biraz muhabbet sonra yatış. Yüksel Kılınçarslan çekmesin diye yaşadıklarımı tek tek not aldım, iki sayfalık özel bir not, bir de devir teslim muhtırası gibi bir klasör (o zamanlar haberim yok böyle bir şeyin varlığından) hazırladım ama sonuç yine hüsran, çünkü yerime gelen arkadaşa ver(e)memişler. Talihsiz bedevinin çölde başına gelenler misali, Bosna’da herkes güzel zamanlar, iyi anlar yaşarken, ben Güneydoğu’da giymediğim çelik yeleği, takmadığım çelik başlığı taktım. Sıkıysa takma, SOP (Standart Operational Procedures) diye bir şey var, sanırsın Allah’ın emri… 1949 yılında kurulan NATO, elli yıllık ömrü hayatında ilk defa bir hava harekatı düzenliyor, o da benim izine geleceğim gün ve saate denk geliyor, hava sahası kapalı, uçuşlar iptal. Türkiye’ye izine gitmeyi bırak, görev yerine bile dönemiyorsun. Güvenlik seviyesi yükseltilmiş, dört araçtan az araçla dışarı çıkamıyorsun. Bir hafta Saraybosna’da mecburi ikametten sonra AMİB Tabur Komutanı ve beraberindeki heyetle eve ulaştık. Ulaştık ulaşmasına ama evdekiler korkudan evi terk etmişler, North Pole tugayına sığınmışlar. Tabur Komutanı personeli ikna etti de tekrar eve döndüler. “Evim evim güzel evim” deyişi orada da geçerli, insan ait olduğu yerde kendini bir başka huzurlu hissediyor. Tabii bunda evde iki bayan asker ile bir de bayan tercümanın olmasının da etkisi yok değil. Bu arada, kaldığımız ev Noviseher’de, yani Hırvat bölgesinde ama biz her gün Sırp Cumhuriyetindeyiz, görev için oraya gidiyoruz. Bu da, fazladan emek, mesai gerektiriyor, sonuçta çareyi Sırp Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan Doboj yerleşim bölgesinde bir ev tutmakta buluyoruz. Peki görev ne? Görev şu; üst karargahtan gönderilen/sorulan soruları halka Ben göreve giderken bir Allah’ın kulu yöneltmek, alınan cevapları yorum bana nereye gideceğimi, ne yapacağımı, yapmadan, üstüne bir şey katmadan üst kimlerle çalışacağımı söyleyemediği için, karargaha iletmek. Aslında tehlikeli ve benden sonraki arkadaş da aynı sıkıntıyı zor ama, bir o kadar da eğlenceli bir iş. 30 Çünkü Bosna-Hersek’te hemen hemen her kesimle muhabbet imkanın doğuyor, Müslüman’ı, Hristiyan’ı, Sırp’ı, Boşnak’ı, Hırvat’ı, herkesle görüşüp konuşuyorsun, Bosna’yı geziyorsun ve dostluklar ediniyorsun. Tabii şimdi hiç birinden eser yok çünkü dönüşte soluğu Diyarbakır/Devegeçidi’nde alıyorsun. Kader kısmet, Üsteğmen Kıvanç’da bir sene sonra Devegeçidi’ne gelmez mi? Bak şu Allah’ın işine… Neyse biz yine Bosna’ya dönelim, yaşadığım iki-üç ilginç olayı anlatayım. Bizim Bosna’ya gittiğimizin iki ya da üç gün sonrası bayramdı ama ne bayramıydı şimdi hatırlamıyorum. Tabii biz ayrı ve uzak yerlerde çalıştığımız için Kıvanç’la beni bayramlaşmaya çağırmamışlardı. Bir hafta sonra TACSAT (KaraNet benzeri birşey) üzerinden bir mesaj geldi, ikimizi de Türk İstihbarat Hücresine çağırıyorlar. TACSAT üzerinden Kıvanç’ı aradım, “hayırdır niye çağırıyorlar biliyor musun?” dedim, o da “Hayır bilmiyorum Komutanım” dedi. İkimiz de, “Bayramlaşmaya çağırmamışlardı, herhalde onun için çağırıyorlardır” diye yorum yaptık ve emredilen gün SFOR karargahında buluştuk. Şimdi ismini bile söylemekten tiksinti duyduğum bir Albay daha “hoş geldiniz” bile demeden, “Problem ne?” dedi. Biz birbirimize baktık, Kıvanç “Ne problemi Komutanım?” dedi, Albay da; “Üsteğmenim, problem seninle değil zaten, Yüzbaşımızla ilgili” dedi. Ben hayretler içerisinde, şaşkınlıkla bakıyorum, çok da merak ediyorum, “Problem ne?” Bu arada bize “Nerede kalıyorsunuz? Ne yapıyorsunuz? Birliğiniz nerede?“ gibi garip garip sorular yöneltiyor. Bunlar bizim bir hafta, hatta bir ay önce cevabını aradığımız sorular. Oysa bunları, onların bilmesi lazım, ben de yeni yeni anlam veriyorum, Ankara’da görevimle ilgili niçin hiç kimsenin en ufak bir bilgi dahi veremediğini. Adam 50 metre uzağındaki AMİB karargahını bilmiyor, daha ne olsun. Bu arada Tugay Komutanı geldiği için Albay bana bir kağıt uzattı ve “Problemi yaz, ver” dedi. Ben de hemen “Time is the best medicine” (zaman en iyi ilaçtır) diye yazdım ve kendisine iade ettim. Aradan altı ay geçtikten sonra Türkiye’ye dönüş için istemeyerek de olsa, mecburiyetten bu şahsın ofisine girdik, telefonla konuşuyor,”Yes,yes,okey”’den başka laf çıkmıyor ağzından. Telefon konuşması bittikten sonra da bizlere “Yahu bu Yunanlıların konuşmalarından da bir şey anlamıyorum, ama yes-yes’le idare ediyoruz“dedi. Şaşırdım mı, tabii ki hayır ama ben altı ay boyunca yabancılarla bal gibi anlaştım ve “Zamanın en iyi ilaç olduğunu” ona gösterdim. İkinci olayım ise yiyecek olayı; Şimdi yabancılarla birlikte çalıştığımız, kültürler farklı farklı olduğu için sabah ve akşam yemeklerinde sıkıntı oluyor, çünkü bu yemekler evde yeniyor. Öğle yemekleri ise ya dışarıda bir lokanta veya restaurant’da ya da en yakın Askeri Üs’te yeniyor. Sıkıntı özellikle sabah kahvaltısında, peynirler farklı, ette (sosis,salam vb.) domuz eti var vs.vs… 31 Bosna Bosna Yüksel Kılınçarslan Gitmeden önce de İbrahim bana, abi ben ayda bir Türk Tugayı’na uğruyorum, levazımdan bir-iki kutu yiyecek alıyorum, onlarla idare ediyorum demişti. Ben de bir gün Türk Tugayına uğradım, Levazım Şube Müdürünün yanına çıktım ve durumumu anlattım, ben “bana acır bir şeyler verir” diye bekliyorum, cevap kesin ve net “Hayır,olmaz”. Eyvallah, sanki Rum subayıyız, Çanakkale ruhundan bile nasibini almamışlar var. O kızılca kıyamette bile birbirlerine su, yumurta ve çikolata ikram etmişler. Neyse aradan bir-iki hafta geçti, bir sabah benzin almak için Türk Tugayına uğradık, benzinci asker ortalarda yok. Oysa çalışma saatleri içinde uğramıştık, diğer hiçbir Üs’te de böyle bir uygulama yok, bir defter, bir pompa var, geliyorsun SFOR kart numaranı ve aldığın miktarı deftere yazıyorsun, imzanı atıyorsun iş bitiyor. Biz de ise tam bir ızdırap. “Bizim asker nerede olabilir?” diye fazla kafa yormadan, “Yemekhaneye bakalım” dedim, yemek bitmiş, görevli askerler masaları topluyor, tepsilerde de zeytin var ve bizim benzinci de orada. Sordum “Zeytinleri ne yapacaksınız?” diye, askerler “Atacağız” dediler. “Durun oğlum bir poşet getireyim bana verin” dedim, onların da canına minnet, poşete zeytinleri dolduruyorum ama sanki gömü bulmuşum da çuvala altın dolduruyor gibi seviniyorum. Böylece, yaklaşık 1,5-2 kilo siyah zeytini Türk kursağına geçirmeyi garantiledim. Yazsam roman olur derler ya, şimdi bakıyorum da yazdıkça ben de yavaş yavaş “Romen havasın”na girmeye başladım, “ohh yandan yandan…” 32 Yüksel Kılınçarslan Sırp Cumhuriyetindeyiz, burada tek Türk bayrağı gösteren, kolunda taşıyan ama yüreğinden hiç indirmeyen bir ben varım. Sene 1999. 1389 yılında icra edilen I.Kosova muharebesinin üzerinden tam 600 yıl geçmiş. Bu savaşta yenilen Sırpların öfkesi hala dinmemiş. Biz de tehdit üstüne tehdit almaktayız. Eve mektuplar geliyor, kapı önüne mermiler bırakılıyor, araca kırmızı bezler vs. iliştiriliyor. Bir kısmından haberim oluyor ama büyük bir kısmı da benden gizleniyor. Biz 32’nci Kısımız, 31’inci Kısmın kaldığı eve 8 adet roket atıldı, durum fena yani. Ev arkadaşları da bana “Biz sana yeni bir elbise alalım, sen onu giy” diyor, veya beni göreve çıkartmıyorlar. Ben de, bu işler izin almadan olmaz, üst karargaha sorayım diyorum. Türk İstihbarat Hücresine durumu anlattım, “Böyle böyle olaylar var, durum ciddi.” Bana da böyle bir teklif yaptılar, “Siz ne diyorsunuz?” diye. Cevap klasikti, “Hele bir olay olsun da, ondan sonra bakarız”. Yani senin başına bir iş gelsin, biz ondan sonra bir çare düşünürüz. “Proaktif-Reaktif Yaklaşım” örneği. Çok şey öğrendim Bosna’dan, çok şey. Yine günler birbirini kovalıyor, emniyet tedbirlerinin arttırılması isteniyor. Bize de bir mesaj geldi, “İstihbarat birimlerinde çalışanlar kısa namlulu makineli tüfek taşıyacak” diye. 7.65 tabancayı zar zor getirmiş ben, atış eğitimlerinde sürekli başkalarının tabancaları ile atış yapan ama hepsinde de hayranlık uyandıran ben, kısa namlulu makineli tüfeği nasıl alacağım? Ama mesaj, tüm birimlere gitmiş, herkes hazırlık yapmıştır diye düşünüyorum. Bütün ev halkı gibi ben de üst karargaha durumu bildirdim, bize verilen miadı ilettim. Üç-beş gün sonra da evde yapılan planlamaya uygun olarak Alman arkadaşla yola çıktık, Saraybosna’ya vardık. Alman hücresine gittik, manzara aynen şu; Banko, bankonun üstünde bir adet MP-5, askı kayışı, iki adet şarjör ve beş kutu mermi, bir de el senedi. Alman silahı kontrol etti, tetik düşürdü, şarjörlere baktı, mermileri saydı ve el senedini imzaladı, beş dakika içinde işlem tamamlandı. Oradan Türk hücresine geçtik. Durumu anlattık, “Güvenlik seviyesinin yükseldiğini, bu maksatla tüm birimlere mesaj çekildiğini, miadın olduğunu ve de dolduğunu”, daha bunun gibi bir sürü şeyi anlattım. Türk hücresindekiler “biz de silah yok, silah Tugay’da, oraya git” dediler. Saraybosna’dan Zenitca’ya döndük, bu sefer Tugaydakilere durumu anlattık, “Güvenlik seviyesinin yükseldiğini, bu maksatla tüm birimlere mesaj çekildiğini, miadın olduğunu ve de dolduğunu.” Türk Tugayı “Bizde silah var ama sen bizim personelimiz değilsin” dedi. “Ne yapacağım, öleyim mi?” diye bir soru yöneltince, telefonlar, görüşmeler, konuşmalar vb. bir sürü faaliyetden sonra, yani Zenitca’ya geldikten yaklaşık 5 saat sonra dediler ki, “Sen Genelkurmay’a bir dilekçe yaz, gelecek cevaba göre hareket edelim.“İyi güzel de benim taşıdığım risk, kimsenin umurunda değil, zaten dememişlermiydi “Olay olsun da bakarız” diye. Neyse, dilekçeyi yazdım, bir sürü formaliteden sonra (Kurmay Başkanı’na arz, Fax için form doldurma, Komutan’dan onay vb.) dilekçemi Genelkurmay Başkanlığı’na faxladım. Bu arada kendimi de bayağı önemli biri gibi hissetmeye başladım, düşünsenize, Genelkurmay’a tek başınıza fax gönderiyorsunuz. Yaklaşık bir hafta-on gün sonra benim de bir MP-5’im vardı, Alman’ın beş dakika da aldığı silahı ben on günde alabilmiştim, olsun bu da bir başarı idi, fakat MP-5’in hikayesi daha bitmedi. Görev bitiminde, görevi yeni arkadaşa, Şenol’a devrediyorum, onu oryante ediyorum, yolumuz Türk Tugayına düştü. Gelmişken şu MP-5’i de vereyim de ondan da kurtulayım dedim. El senedini çıkarttım, Şenol’a; “Ben devrem Tank Bölük Komutanı Aytürk ile muhabbet edeceğim, sen değiştir, yanımıza gel” dedim. On dakika geçti, Şenol yok, 15 dakika, yok, yarım saat geçti Şenol yok. Gittim baktım ki Şenol’a silah vermiyorlar, bir münakaşadır almış başını gidiyor. “Niye vermiyorsunuz?” dedim. Sebep; silah izni benim adıma gelmiş, veremezlermiş. İşte orada koptum, kavga dövüş, sonuçta konu Tugay komutanı’na arz edilecek öneme sahip oldu da mesele halloldu. Empati-Sempatiyi de burada kullanmış olduk. Yazdıkça, insanın aklında hatıralar canlanıyor. Kıvanç’la ben bu görevi icra eden ikinci kişilerdik, oryantasyon süremiz çok azdı. İki ya da üç gün bizim için yeterli olmamıştı, bizden sonrakiler için de olamazdı. Kıvanç’la dedik ki; “Hiç bizden sonra gelecekler aynı yaşamasınlar, bir hafta erken sekiz-on gün beraber olmazsa sıkıntıyı gelsinler, olalım.“ 33 Bosna Yüksel Kılınçarslan 19 Mayıs 1919 Sen misin bunu diyen, beraber göreve başladığımız herkes Türkiye’ye döndü, bizim görev süremizi bir hafta uzattılar. “Ne güzel işte, Bosna’da bir hafta daha gezin-tozun” diyenler olabilir, ama bir yandan çelik yelek/çelik başlık rahat vermiyor, diğer yandan da tayinim çıktığı için yeni görev yerinden arayarak, “Ne zaman geleceksiniz? “diye eşimi rahatsız edenler çıkıyor. Bu görev dolayısıyla öğrendiklerim özet olarak şunlar olmuştur; Aslında yazacak çok şey var ama geldi geçti. Elin oğlu uzaya gidiyor, çünkü MP-5’i beş dakika da alıyor. Biz ise formalitelerle, gereksiz bir sürü şeyle uğraşmaktan meselenin özünü kaçırıyoruz. Hintlilerin logaritma cetvelini ezberlemesi gibi “Atatürk kimdir”i ezberliyoruz, atış sonuçlarından ziyade, atış kayıtlarını inceliyoruz ve çok zaman kaybediyoruz. Bu vesile ile, Bosna Hersek’te yaşadıklarımı aktarmama fırsat yaratan 1987 mezunları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğine teşekkürlerimi bir borç biliyorum. Görev öncesi hazırlık çok önemlidir. (Nerede ve kimlerle çalışacağım, neler yapacağım, beklentiler nelerdir vb.) Görevi devralacak kişi ile devredecek kişiler arasında mutlaka koordine (mümkünse yüz yüze) yapılmalı/yaptırılmalıdır. Bölgenin özellikleri, hassasiyetleri çok Eski görev yerimden de, “Lojmanı ne iyi incelenmeli, bölgede konuşulan dil zaman boşaltacaksınız?” diyenler, hatta başlangıç düzeyinde öğrenilmelidir. lojmanı gezenler bile var. Ama hiç kimse, “Kardeş, senin TSK’ya vereceğin neler Kendini mutlaka emniyette hissetmen var, neler öğrendin, neler yaşadın?” sağlanmalı, “Başıma bir şey gelirse yardıma diye sormuyor. En çok üzüldüğüm şey gelirler” hissi/güveni verilmelidir. budur. Çünkü aynı sonucu Amerika dönüşü de yaşamıştım. Belki o Görev dönüşü bilgiler kişilerde kalmamalı, maceramı da başka bir sayıda yazarım. kurumsal yapıya aktarılmalıdır. Bir teşekkür de; en zor anlarımda yanımda olan, uzakta da olsa benimle birlikte ağlayan, benimle gülen, bu ve bunun gibi zor günlerimde hep sabreden ve desteleyen biricik eşime, Kırçiçeğime… O zaman da merak etmiştim, halen de merak ediyorum, “Bu görevden Yüksel Kılınçarslan döndükten sonra HUMINTkonusunda Mayıs 2015 konuşulan, fikri sorulan, tecrübesine danışılan bir kişi var mı?” 34 H.Özgün Özkan tarihin sayfaları mı olmuştu? Aldatıldığını mı anlamıştı? kendine karşılık verdim; “Kişiliğime güveninize ve bana bunca yüz lu önderin 16-19 Mayıs 1919 verişinize teşekkür ederim. Elimden gelen tarihleri arasında gerçekleştirdiği, hizmeti esirgemeyeceğime lütfen güveniniz...” İstanbul-Samsun yolculuğunu bir kez daha hatırlayalım isterseniz. Atatürk bu konuşmada plânlarının anlaşılmış olabileceği duygusuna kapılıyor. Samsun işgal kuvvetleri için önemli noktalardan biri ve stratejik 16 Mayıs 1919 Cuma günü, öğleden bakımdan büyük öneme sahip. sonra “Bandırma” adındaki eski bir vapurla Galata rıhtımından başlayan Karadeniz’den Orta Anadolu’ya yolculuğa Atatürk’e 18 kişi eşlik ediyor. açılan en rahat ve güvenilir kapı. Bu 18 kişi; İngilizler 9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a askerî Gemi kaptanı İsmail Hakkı Durusu, III. birlik çıkartıyorlar. Buna tepki olarak Türk Kolordu Komutanı Kurmay Albay Refet Bey Makineli Tüfek birliğinden Hamdi adındaki (General Bele), Müfettişlik Kur. Bşk. Kurmay bir teğmen askerlerini alarak dağa çıkıyor. Albay Manastırlı Kâzım Bey (General DIRIK), Müfettişlik Sağlık Bakanı Doktor Albay Bu gelişme, Osmanlı’nın dikkatinin bu İbrahim Talî Bey (ÖNGÖREN), Kurmay bölgeye çekilmesine neden oluyor. İngiliz Başkan Yardımcısı Kurbay Yarbay Mehmet Yüksek Komiserliği’nin de Türk halkının Ârif Bey (AYICI), Karargâh Erkân-ı Harbiyesi silâhlandığı konusundaki şikayetleri üzerine İstihbarat ve Siyâsiyât Şubesi Müdürü Kurmay bölgeye güvenilir bir komutanın olağanüstü Binbaşı Hüsrev Bey (GEREDE), Müfettişlik yetkilerle gönderilmesine karar veriliyor. Topçu Komutanı Topçu Binbaşı Refik Bey (SAYDAM), Müfettişlik Başyaveri Yüzbaşı Bu komutan, uzun zamandır ülkenin Cevad Abbas (GÜRER), Kurmay Mülhakı içinde bulunduğu umutsuz duruma Yüzbaşı Mümtaz (TÜNAY), Kurmay Mülhakı karşı bir şeyler yapmak için Anadolu’ya Yüzbaşı İsmail Hakkı (EDE), Müfettişlik Emir geçmek isteyen Mustafa Kemal Atatürk. Subayı Yüzbaşı Ali Şevket (ÖNDERSEV), Karargâh Komutanı Yüzbaşı Mustafa Vasfi İstanbul-Samsun yolculuğu öncesinde (SÜSOY), Kurmay Başkanı Emir Subayı ve kendisiyle, Padişah Vahdettin arasında Müfettişlik Kâlem Âmiri Üsteğmen Arif geçen konuşmayı Atatürk şöyle anlatıyor. Hikmet (GERÇEKÇI), İaşe Subayı Üsteğmen Abdullah (KUNT), Müfettişlik İkinci Yaveri “Paşa, Paşa!... Şimdiye kadar devlete Teğmen Muzaffer (KILIÇ), Şifre Kâtibi, çok hizmet ettin! Bunların hepsi artık bu Birinci Sınıf Kâtip Fâik (AYBARS), Şifre Kâtibi kitaba girmiştir (bu bir tarih kitabıdır)! Yardımcısı, Dördüncü Sınıf Kâtip Memduh Bunları unutun, asıl şimdi yapacağın (ATASEV). hizmet hepsinden daha önemli olabilir... Paşa, Paşa...Devleti kurtarabilirsin!...” Atatürk beraberindekilerle birlikte 17 Mayıs 1919 Cumartesi günü saat 21.40 sıralarında İneBu sözlerden hayrete düştüm. Acaba bolu’ya, 18 Mayıs 1919 Pazartesi günü saat 12.00 Vahdettin benimle içtenlikle mi konuşuyor? ‘de Sinop’a ve 19 Mayıs’da Samsun’a varıyor. O Vahdettin ki; bütün yaptıklarından (Wicipedia ve Neşe makalesinden alınmıştır) Çetinoğlu’nun pişman U 35 19 Mayıs 1919 H.Özgün Özkan Anneler Günü Yolcular Kalyon Burnu denilen yerden (http://blogman.blogcu.com/ ‘dan alınmıştır) sandallarla Merkez iskelesine çıkıyorlar. nneler Günü kendini ilk olarak 1600’lü Bu sandallardan birinin sahibi olan yıllarda İngilizler’in “Mothering İsmail Yurtsever, o zaman için Atatürk’ü Sunday” (Anneler Pazarı) tanımadığını söylüyor, Atatürk’ü sandalda kutlamalarında gösteriyor. Hıristiyanlığın ve Samsun’da iken geniş yakalı lejyon kaputu Avrupa’ya yayılmasından sonra “Anneler ve başında kalpakla gördüğünü anlatıyor. Pazarı” kutlamaları, ruhani bir güç sayılan “Anneler Kilisesi”ni onurlandırmak amacıyla Atatürk bugün müze haline getirilen Hıntıka düzenlenmeye başlanıyor. Palas’ta kalıyor. Milli Mücadele başlıyor. İçinde bulundukları dönemde zor koşullar Peki Türk tarihi açısından çok büyük önemi olan altında yaşayan İngilizler, bu özel günde izinli bu gün ne zaman bir bayram olarak kullanmaya sayılıyor ve tüm günlerini evlerinde anneleri başlandı? ile geçiriyorlar. Hatta biraz da hıristiyanların “yortu” geleneğinin etkisiyle olsa gerek Gençlik ve Spor Bayramı, ilk defa 24 Mayıs 1935’te “mothering cake” adını verdikleri bir tür “Atatürk Günü” adı altında kutlanmış. Beşiktaş’ın pasta götürme adeti yerleşiyor. girişimleriyle Fenerbahçe Stadı’nda kutlanan bu ilk 19 Mayıs, Galatasaray ve Fenerbahçeli yüzlerce Anneler Günü resmi olarak ilk kez Amerika sporcunun da katılımıyla bir spor günü haline gelmiş. Birleşik Devletleri’nde 1872 yılında kutlanıyor. Şair Julia Ward Howe her Paskalya Bu organizasyondan bir süre sonra gerçekleşen Yortusu’nun dördüncü Pazarı’na denk gelen Spor Kongresi’nde söz alan Beşiktaş Kurucu tarihin kendi şehrinde Anneler Günü olarak Üyesi Ahmet Fetgeri Aşeni kutlanan “Atatürk kutlanacağını ilan ediyor. Günü’”ün tüm gençliğe mal edilebilmesi için “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” Philedelphia’da yaşayan Ana Jarvis adındaki adı altında her yıl yapılmasını teklif etmiş. genç kız, annesinin ölüm yıldönümü olan Mayıs ayının ikinci Pazar’ının tüm eyalette Kongrede oylanan bu öneri kabul edilmiş “Anneler Günü” olarak kutlanmasını istiyor. ve Atatürk’ün de onayıyla yasalaşmış. Politikacılara, bakanlara ve iş adamlarına kendisine yardımcı olmaları için mektup 20 Haziran 1938 tarihli kanunla “Gençlik yazıyor. Jarvis’in gösterdiği gayret 1911 ve Spor Bayramı” olarak kutlanan bu ulusal yılında semeresini veriyor ve her yıl Mayıs bayramın adı 1980’den sonra “Atatürk’ü ayının ikinci Pazar gününün Amerika Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” adını almış. Birleşik Devletleri’nin tüm eyaletlerinde “Anneler Günü” kutlanması hükümet Atatürk; kararıyla kesinleşiyor.Böylece Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının binlerce yıl önce “Gençler! Benim gelecekteki emellerimi başlattığı gelenek 20. yüzyılın başından gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün bu itibaren dünya çapında kabul görüyor. memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum” Ülkemizde ise 1955 yılından beri mayıs ayının ikinci pazar gününde anneler günü “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan kutlanıyor. gerçek fikirli demektir.” A 36 Sorular... Oğuz Aksoy gülmece 1.Bir karpuz (10 kg) ve bir yumurta (60 gr) aynı anda 4’üncü kat balkonundan aşağıya bırakılıyor, önce hangisi düşer? 2.Bir odada sıkışıp kalıyorsunuz, odadan kaçabilmek için önünüzde üç kapı var. Birinci kapının ardında eli kılıçlı bir adam var çıkanı öldürüyor, ikinci kapının ardında 2 aydır aç olan bir aslan var ve üçüncü kapının ardında yangın var. Kaçmak için hangi kapıyı seçersiniz? 3.Bir otobüs kullanıyorsunuz. Otobüse, Birinci durakta 5 kişi biniyor, 3 kişi iniyor, İkinci durakta 2 kişi biniyor, bir kişi iniyor, Üçüncü durakta 4 kişi biniyor ve 2 kişi iniyor, Otobüs şoförü kaç yaşındadır? 4.BİÜDBAY harflerinden sonra hangi harf gelir? 5.Sırasıyla üç tane boş çay bardağı ve üç tane dolu çay bardağı vardır. Tek hamleyle bardakların sırasını nasıl boş-dolu-boş-dolu-boş-dolu yaparız? Cevaplar; 1. Aynı anda yere düşerler. 2. İki aydır aç olan aslan zaten ölmüştür. 3. Soru otobüs kullanıyorsunuz diye başlıyor yani cevap sizin yaşınızdır. 4. S harfi gelir. (bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi) 37 Başkanlık Sistemi Emin Altuğ Turan beyin fırtınası İ çinde yıllardır yaşadığım için, ABD’deki “Başkanlık Sistemi”, Bireyin din özgürlüğü, kendisini savunma “Federal Yapı” ve “Eyalet hakkı, düşünce özgürlüğü, yasam hakkı Düzeni” ile ilgili bildiklerimi siz v.s. türünde genel konuları kapsıyor. kardeşlerim ile paylaşmak istiyorum. ABD anayasasının en önemli özelliği Federal yönetimlerde, ülkenin seçilmiş devleti kişilerin eylemlerinden ziyade, bir başkanı ve başkanın atadığı kişileri devletin yaptırımlarından daraltılmış bir çekirdek yönetim korumaya yönelik olması. Yani, “Bireysel kadrosu (Bakanlar) bulunuyor. Özgürlük” temeline dayanıyor. Başkan ve yardımcıları, ülkenin Eyalet düzeni genelini ilgilendiren konularda, mesela dışişleri, sağlık, eğitim ve adalet Amerika’da değişik coğrafyalarda konularında icraatı elinde bulunduruyor. yapılanmış, sınırları belirlenmiş 50 eyalet var. ABD “Başkanlık Sistemi”nde; eyaletlerden seçilerek Washington DC. Bu eyaletlerin tarihi, genel olarak ye gelen vekiller ve senatörlerden oluşan Amerika’nın kuruluşunda, Avrupa’nın “Amerikan Meclisi” ve “Senatosu“ mevcut. “Amerikan Meclisi”, ülkenin genelini ilgilendiren içişleri konularında kendi eyaletlerini temsil ediyor. “Amerikan Senatosu” ise (Her eyaletten 2 seçilmiş temsilci ile) genelde ülkenin dışişleri ile ilgili konularda çalışma çeşitli ülkelerinden ABD’ye gelmiş yapıyor. kolonilerin yerleşik düzene geçmesi sürecine kadar uzanıyor. Ülkenin temel bir Anayasası var. Bu Anayasa, çok kısa oluşturulmuş Mesela; New England bölgesinde, ve genel konuları kapsıyor. Massachusettes, New Hampshire, Rhoda Amerikan Anayasası’nın kabulü Island, Vermont eyaletlerinde yaşayan 1780’lere kadar gidiyor. Sadece 27- insanların çoğunluğu genellikle İngiltere 28 ana madde başlığı yer alıyor. ve İrlanda kökenli. Anayasa, insanların bölgesel ihtiyaçlarına Florida, Loiusiana, Mississipi, Atlanda, hitap etmiyor ve eyalet seviyesindeki Georgia gibi güney doğu eyaletlerinde konulara inmiyor. yaşayanlar genellikle Fransa veya Güney 38 Başkanlık Sistemi Emin Altuğ Turan Meksika sınırı civarındaki Texas, Arizona, Nevada, California eyaletlerinde ise Meksika veya İspanyol kültürünün devamından gelen insanlarla karşılaşıyorsunuz. Trakistan? Valiler tarafından yönetilen eyaletler, kendilerine ait polis, hâkim, savcı ve bölgesel belediyelere sahip. Bu kurumların idarecileri yapılan bölgesel seçimler ile başa geliyor. Ayrıca, Eyaletlerin kendilerine ait bir bayrağı var. Yanlış bilmiyorsam, eyaletin valisine bağlı Milli Muhafız türünde askeri yapılanmaları da mevcut. Daha açık bir ifadeyle, “Neden coğrafi bir zorunluluk yokken, bir ülke ısrarla bölgelere ayrılmaya çalışılsın?” İç Anadolu Eyaleti? Amerika’nın yüz ölçümünün Türkiye’nin 10-15 katı, nüfusunun 330 milyon civarında olduğunu bilmek lazım önce. Yani, Türkiye’nin sadece California eyaleti Eyaletlerin kendine ait bir başkenti ile bir büyüklüğünde olduğu gerçeğini göz önüne meclis ve senatosu bulunuyor. Mesela, almalıyız. New York’da ikamet eden bir kişi, gelip başka bir eyalette belli bir süre yaşamadan, İşte o zaman, “Neden böyle bir o eyalette seçme, seçilme ve benzer bireysel yapılanmaya gerek duyuluyor?” sorusu haklara sahip olamıyor. akla gelir. Eyaletlere; isterlerse bölgesel oylama ile federasyondan çıkma hakkı da verilmiş. (Bu konu en son, Başkan Obama’nın kaçak Meksikalılara çalışma ve oturma v.s. izni vermesi nedeniyle Texas eyaletinde gündeme geldi, forumlarda ciddi olarak tartışıldı.) Amerika’nın doğu sahili ile batı sahili arasında üç ayrı zaman dilimi var mesela. Bu durum çalışma hayatını etkiliyor olabilir. Peki, “Türkiye’de böyle bir zorunluluk var mı?” Başka bir örnek; California eyaletine kara yolu ile giriş yaparken, arabanız durdurulup, “Başka bir eyaletten getirdiğiniz bitki tohumu var mı, yok mu?” diye sorgulanabilirsiniz. Elbette, bölgesel güç arabanızı arama hakkına da sahip. Başkanlık Sistemi ve Türkiye; Lafı daha fazla uzatmadan simdi böyle bir Durumu abartarak Türkiye’ye uyarlayalım. Federal sistemi Türkiye’ye uyguladığımızı Mesela, Kürdistan eyaletine arabanızla düşünelim. girerken, bölgesel güçler tarafından durduruldunuz, “Kürtçe biliyor Türkiye’yi bir takım bölgelere bölmeye musunuz?” türünde bir soruya muhatap çalışalım mesela. oldunuz. Buna hazır mısınız? Kürdistan’a kulaklarımız alıştı artık. Güncel bir örnek; Amerikan Silahlı Diğerleri ne olabilir acaba? Lazistan? Kuvvetleri Texas’da bir tatbikat yapmaya Dadaşistan? Egestan? Akdeniz Eyaleti? hazırlanıyor bu günlerde. 39 Başkanlık Sistemi Emin Altuğ Turan Bu gelişme üzerine, Texas valisi, eyalete bağlı National Guard (Milli Muhafız) güçlerini alarm durumuna soktu. Amaç, Amerikan Ordusu’nun Texas eyaletine karşı olası fevri tavrını gözlemlemek. Eveleyip gevelemeye gerek yok aslında. “Kürt Açılımı” olarak lanse edilen proje ile Türkiye’yi “Başkanlık Sistemi” yardımıyla federal bir yapıya sokmak ve sözde Kürdistan’ın yakın gelecekte bağımsızlık ilan etmesiyle Türkiye’den ayrılmasına imkân sağlamak mı istenmektedir? Mesela Kürdistan eyaletinde Türk Ordusu’nun manevralarına karsı duracak Bunun gibi, cevabı yaşamadan Kürt bölgesel Güçleri’nin varlığına hazır öğrenilemeyecek bir sürü soru geliyor akla. mısınız? Aslında anlattıklarım çoğunuza yabancı Kürdistan eyaleti kalkıp komşu ülkeler değil. Ben sadece, bu sistemin içinde ile bir takım antlaşmalar yaparsa, kim yıllardır yaşayan biri olarak, “Başkanlık “böyle bir şey kabul edilemez” diyecek? Sistemi”ni ve Türkiye’nin başına gelebilecekleri anlatmaya çalıştım. Daha kötüsü; Kürdistan eyaleti, (Anayasa’ya böyle bir sınırlama konulmaz “Başkanlık Sistemi” projesi gerçekleşirse; ise) üç-beş yıl sonra, “Bizim halk “Türkiye Cumhuriyeti”ne, korumak meclisimiz karar verdi, biz Türkiye ve kollamak için yemin ettiğimiz “Türk federasyonundan ayrılıyoruz” derse, kim Bayrağı”na, vatanın ve milletin bölünmez sesini çıkartabilecek? bütünlüğüne elveda deme ihtimalimiz inanın çok yüksek. Hadi bütün bunları geçelim ve kendi kendimize soralım; “Şu anki durumuyla, Eğer, kaçınılmaz kötü senaryo karşımıza yöneten otorite, elindeki gücü neden çıkarsa, bu süreç, bizim yaşlarımızda olan bölgesel aktörlere devretmek istesin?”, ve vatanını seven her Türkiye Cumhuriyeti “Günümüz şartlarında, hayatın gerçek vatandaşının sırtında ağır bir kambur, akışına aykırı bir değişim değil midir bu?” kalbinde derin bir yara, şehitlerimize karşı sonsuz bir utanç olarak kalacaktır. Sonuç olarak diyorum ki; seçilmişlerin, bir şekliyle olmazsa olmaz gibi göstermeye Siyasi eğilimleriniz elbette benim düşünce çalıştıkları ve “Yeni Türkiye” tanımının içini tarzımla uyuşmayabilir. Ama ortak bu değişimle doldurdukları “Başkanlık paydamızın “Vatan ve Bayrak” olduğu Sistemi” Türkiye’nin sonu demektir. inancıyla hepinizi sevgi ve hasret ile kucaklıyorum. Evet, Amerika’da bu sistem şu ana kadar işlemiştir. Ama Amerika’nın konumu, Emin Altug Turan kanunları, halkın yapısı, eğitim düzeyi, Mayıs 2015 gelir seviyesi gibi hususları göz ardı etmek, en basit tanımıyla öngörüsüzlüktür. 40 1987 Mezunları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Kızılay Mah. İzmir-2 Cad. Ersan Apt. Nu:49/05 06420 Kızılay- Çankaya/ ANKARA [email protected] 0 534 355 42 20 – 0 534 355 42 42 Yorumlarınız ve Katkılarınız için; [email protected] 41