Üç Makale - World Public Library

Transkript

Üç Makale - World Public Library
I
Üç Makale:
Melville, Volkov ve Bahtin.
Beyaz Arif Akbaş
Yalnizgoz Books
Edirne
2010
II
Moby Dick
III
Beyaz Arif Akbas (1979) was born in Istanbul.For five years he book
review in Turkey various newspapers. Akbas was a poet and writer.
He graduated from the Law Faculty of Khoja Akhmet Yassawi
University.(Department of Sociology) He was the editor-in-chief of the
Shahdamar literary magazine. Beyaz's poems and articles were
published in magazines such as Yediiklim, Dergah, Kelime, Virgul,
Shahdamar, Radikal Kitap, Yenisafak Kitap, Star, and Birgun Kitap.
Love, mainly through its mystic character, is a popular theme of
Beyaz's works. In his youth he was influenced by Ottoman court
literature. From 1995 onwards, he used free form and adapted styles
and techniques from Western poetry. His poems contain themes that
harken to cultural ties to Persia, Siberia, Sufism and India.
Bibliography
Khakassia: The Lost Land (Alash Orda Books, 1995)
My Darling of Siberia (Calameo Yayincilik, 1997)
Trakia (Art Books, 2008)
A Special Album of Davetname (Sanat Yazilari, 2002)
Bir Ayshekadin Masali Kadi Bedrettin (Edirne, 2008)
Sagalassos: City of Fairies (Edirne, 2010)
Ashk Defterleri (Yalnizgoz Books, 2010)
Erich Auerbach ve Dunya Edebiyatinin Filolojisi (Yalnizgoz Books,
2010)
Abdu'l-Baha Effendi, Photo Album. (Yalnizgoz Books, 2010)
Nasreddin's Fairy Tales,"The world's most beautiful tales"; (Nasreddin
Effendi)
Yalnizgoz Books, 2010.(World is always Smile on you...)
Sibirian Pictures (Yalnizgoz Books, 2010)
Assange and His World, Pop Art (Yalnizgoz Books, 2010)
IV
‘Bana İsmail deyin.’
BEYAZ ARİF AKBAS
Bana İsmail deyin. H. Melville, dünyanın en güzel romanlarından
biri olan “Beyaz Balina”ya bu cümleyle başlar. Toplum ve Bilim
dergisinin eski bir sayısında (“Özne İlkeselliğe Uymaz, Sayı:73; 1997,
s. 129) Zeynep Sayın, çok kültürlülüğün eleştirisini, çoğul ve melez
kimliği Melville’in aynı cümlesine odaklanarak açıklamaya
çalışmıştır. Şöyle der; “Nitekim onaltıncı yüzyılda başlayarak çığ gibi
çoğalan özyaşam öyküleri, mektup romanlar ve robinsonadlar, aynı
cümleyi kasteder: bize, ismimizle seslenin. Kişinin giderek kendi
içselliğine yöneldiği bir çağdır Yeniçağ; öznellik, bu çağa damgasını
vurur.” Aslında Melville daha o günlerde sanki günümüz Batı
algılayışının ötekileştirici unsurunu görebilmiş ve özellikle
Amerika’nın maddi merkezli dünya görüşünü eleştirmiştir.
Romandaki Kaptan “Ahab” karakteri Weber’in Protestan ahlakı ile
birlikte doğan kapitalist egosantrik bir insandan ilham alınarak
yaratılmış gibidir. Bunun yanında “İsmail” manevi dünyayı temsil
etmekle birlikte ötekinin olumlu algılanmış bir prototipini de okura
sunmaktadır. Beyaz Balina’da edebi ve estetiksel manada çoğul ve
melez olana bir gönderme vardır. Edward Said’in “Şarkiyatçılık” adlı
eserinde bahsettiği Doğu kurgusundan farklı bir estetik duyarlılık söz
konusudur Melville’in romanında. Melville, edebi ve sanatsal olarak
katı modernizme ağır eleştiriler getirmiştir. Kaptan Ahab’ın hırsları
sonuna kadar dünyevi ve sonuna kadar intikam duyguları içerir.
Andrew Delbanco, bu konuda “Melville’in Çalışmaları ve Onun
Dünyası” isimli güzel bir kitap yazmıştır. Melville’in Kâtip Bartleby
için söylediği gibi “Hiçbir şekilde bu adamın tam ve doyurucu bir
biyografisi yazılamaz.” Aslında benzer bir eksik Columbia’lı
araştırmacı Delbonco’nun kitabında da usta yazar için söylenmiştir.
Delbanco, bununla birlikte dahi romancının tüm kitapları için
söylediği kendi değerlendirmelerini de ayrıntılı bir şekilde
notlandırarak kitabına eklemiştir. Ayrıca Delbanco, “Beyaz Balina”
romanındaki kaçak köle olgusuyla o günlerdeki kolonyal yaşam
konusunda paralellikler kurmayı başarmıştır. Kitapta benim
dikkatimi aslında farklı bir şey çekti; Melville bilindiği gibi
“Frankeştayn” romanına büyük hayranlık duymaktadır. Delbanco’da
aynı şekilde bu romanı değerlendirirken olgular ve olaylar arasında
V
benzerlikler kuruyor. Eğer tekrar bu romanı okursam aynı benzerliği
düşünerek tetkik etmek istiyorum. Daha derinlerde sanırım derin bir
Alman Romantizm etkisinin varlığından söz edilebilir. Moby Dick’in
başarısız tanıtım resepsiyonundan sonra Melville aşamalı bir şekilde
yavaş yavaş yazı hayatından çekiliyor. Delbanco, ayrıntılı bir şekilde
yazarın bizim için karanlıkta kalmış günlerini inceliyor. Bu kısım
yazılan biyografilerin çoğunda eksik kalan bir parçadır. “Beyaz
Balina” sömürgecilik ve postkolanyal çalışmalar için gerçekten de
muazzam bir eserdir. Delbanco, Melville’in benzersiz hayal gücünü
günümüze taşıyarak Beyaz Balina’yı Usama bin Ladin’e, onun
peşindeki Başkan Bush’u da Kaptan Ahab’a benzetmiştir. Ama
kesinlikle söylemeliyim ki Obama , “İsmail” karakterinin bir
yansıması değildir. Üstelik “Bana Hüseyin deyin.” Demiyor…
“Beyaz Balina” çağdaşları tarafından çoğu zaman bir başarısızlık
olarak görülmüştür. Delbanco, sempati duyarak tutkulu bir şekilde
hem onun hüzünlü hayatını anlatıyor hem de yazılarının karanlık
kalmış köşelerini aydınlatmaya çalışıyor. Melville, benim tabirimle
kendi zamanın uyumsuz bir yazarıdır. Belki de Oğuz Atay’ın o çok
sevdiğim romanındaki gibi bir “Tutunamayan”dır. Melville, geçen
sene kaybettiğimiz Ünsal Öskay Hoca’ya göre çağdaş toplumun XIX.
Yüzyıldaki oluşum dönemini yaşamış ve “gelen dünyanın” insan için
ne gibi sorunlar getirmekte olduğunu görebilmiş ender
sanatçılardandır.
Melville’in ailesinin maddi durumu hiç de parlak değildi ve
babası, ardında yüklü bir miktarda borç bırakarak öldüğünde, on üç
yaşındaki Melville için hayata atılma zamanı gelmiştir. Çeşitli işlerde
çalışarak geçen beş yılın ardından, on sekiz yaşında Liverpool’a giden
bir gemiye ayak basmıştır. Gençliğinin en güzel günlerini kâbusa
çeviren bu adım, Melville’in dünya edebiyatına kazandıracağı büyük
romanların malzemesi oldu. Yirmi iki yaşında Güney Denizlerinde
balina avına çıktı, ama zorlu koşullara dayanamayıp birkaç arkadaşı
ile gemiyi terk etti ve bir süre “Typee” yerlileri arasında yaşadı. (Aynı
isimde bir kitabı da vardır.) Adaya gelen bir Avustralya gemisi ile
yeniden denizciliğe döndüyse de denizcilik hayatı hep sorunlu geçti
yazarın. Hatta katıldığı bir isyan sonunda hüküm giymişti, Tahiti
civarında yeniden yerliler arasına katıldı, bir başka balina gemisi ile
Hawaii’ye kadar gitti. Aslında “Beyaz Balina” sanıyorum ki bu
seyahatte yazara ilham oldu.
Bu maceralı seyahatleri bir süre sonra uçsuz bucaksız deniz gibi
durgunlaşacaktır yazarın. Otuzlu yaşlarında Boston’a döndüğünde,
artık deniz seferleri tamamıyla çıkmıştır kafasından, başka bir işi de
VI
yoktur; yazmaya başlar. 1846’da yayınlanan ilk romanları, yerliler
arasında geçen günlerine aittir. Moby Dick’i 1851’de tamamlamıştır,
ancak romanları yeterince ilgi görmemiştir. Melville, 1866’da New
York gümrüğünde müfettiş olarak çalışmaya başlayınca edebiyattan
bütünüyle uzaklaştı, 1891’de öldüğünde hiç kimsenin hatırlamadığı
bir yazardı o, ama öldükten sonra keşfedildiğinde bir daha hiç
unutulmadı. Yazarın en sevdiğim eseri olan Moby Dick için Ünsal
Hoca bakın ne demiş: “Beyaz Balina ise, varolan dünyada insanal
olmayan her şeydir; yenilmeyendir; insanın kendisine tutsak düştüğü
her şeydir. Bunları Moby Dick’te uzun uzadıya anlatır. Edebiyatta ve
yaşamda santimantalizmin yaygınlaştığı bu yeni dönemle birlikte,
artık yaşamın kendisinden kaynaklanan bir süreç başlar.” (Çağdaş
Topluma Geçişte Melville’in Yazarlık Serüveni; Uçurum Kitabı, Mart
1985: s.95) Beyaz Balina, aslında “dilin alışılmış kullanımındaki
sınırlılıklardan çıkılması; bu amaçla dilin çok katlı bir anlatım biçimi
içinde, ama reel-yaşamdan alınma deneyimlerimizden tümüyle
kopmamış metaforlar aracılığı ile zenginleştirilmesi gibi yeniliklerin
denemesidir.” Ünsal Hocanın ifadesiyle Melville, satan okunan bir
yazar olabilmeyi değil de gerçekliği doğru anlatabilen yazar olmayı
istemiştir. Kim böyle bir şey ister çok satan arkadaşlara sormak
isterdim. Ünsal Hoca, Melville’i Berthoff gibi bir uzmanın etkisiyle
Frankfurt ekolü metotlarıyla değerlendirmiştir. Bu konuda
okunabilecek birkaç makale daha yazmıştır.
İlgililer için bu konuda bakılabilecek iki önemli eser daha var:
Bunlardan ilki, Nebahat Yılmaz’ın “Amerikan edebiyatında ilk öykü
örnekleri ve kimlik arayışı: Hawthorne, Melville ve Poe” isimli
çalışmasıdır. Diğeri ise Erman Gündüz’ün “Oryantalizmin sınırında:
Hermann Melville’in günlüklerinde ve Ernest Hemingway’in gazete
yazılarında Türkler ve Türkiye’nin temsili” isimli önemsediğim bir
çalışmadır. Esim Erdim’inde “Hermann Melville’in Romanlarında
Sanat Anlayışı” isimli çalışması ayrıca okunabilir. Esim Erdim’in
kitabını ne yazık ki sahaflarda bulamadım.
Beyaz Balina, benim çocukluk günlerinde okuduğum tadı
damağımda kalan bir eser. Ve çocuklar masalsı şeyleri pek sever.
Büyüdüğümde “Beyaz Balina” benim için çoktan bir beyaz meleğe
dönüşmüştü. Melville, daha pek çok kitap yazmıştır. İnsan ruhunun
engin derinliklerde kaybolduğu ya da başkalaştığı serüvenlere dair
kitaplar…
VII
Büyülü Bir Çağrı
BEYAZ ARİF AKBAŞ
Rus düşünce tarihi ile ilgilenenler için Yapı Kredi Yayınları bu
yakınlarda güzel bir eseri dilimize kazandırdı. “Büyülü Koro”,
şimdiye dek böylesine derli toplu bir inceleme olmadığı için, önemli
bir boşluğu dolduran, alanında bir başvuru kaynağı niteliğinde
olabilecek bir eser. Benim hatırladığım kadarıyla, bu konu hakkında
kaliteli denebilecek bir iki kitap daha geçmiş yıllarda çevrilmişti.
Meraklısı için söyleyecek olursak; “Büyülü Koro”yu okumadan önce
Boris Kagarlitski’nin “Düşünen Sazlık” ve Walicki’nin “Rus Düşünce
Tarihi” okunabilecek iki önemli eserdir. Boris Kagarlitski Düşünen
Sazlık'ta Rus aydınlarının öyküsünü anlatıyor. 1825'te Çarlık sarayına
ilk kurşunu atan Dekambristler, Kagarlitski'ye göre ilk gerçek Rus
aydınları. Çünkü Kagarlitski'de aydın olmanın ölçüsü, her şeye gücü
yeten, toplumsal hayatın tüm alanlarını, kültürü, dini, mülkü ve insan
hayatını denetimi altında tutan devlete karşı, demokrasiyi,
aydınlanmayı ve özgürlüğü savunmaktır. Kagarlitski devlete karşı
aydının tarihini anlatırken, Asyagil despot Rus devletinin, sosyalist
aydınların öncülüğündeki bir devrimin ardından nasıl statokratik bir
devlete dönüştüğünü irdeliyordu.
Kitaba Kagarlitski, Paskal’ın bir ifadesinden yola çıkarak bu ismi
vermiş sanırım. “İnsan bir saz gibidir, doğadaki en güçsüz şey; ama
düşünen bir saz. İnsanı ezmek için evrenin tümüyle silahlanması
gerekmez; onu öldürmeye hafif bir rüzgâr esintisi ya da bir damla su
yeter. Evren insanı ezdiğinde bile, insan kendisini yok eden evrenden
daha soylu olurdu; çünkü insan öldüğünü de bilir, evrenin onun
üzerindeki üstünlüğünü de. Oysa evren bunların bir tekini bile
bilmez. Öyleyse bütün değerimiz düşünceye bağlıdır. Başımızı dik
tutabilmemiz için gereken destek noktası düşüncedir, bütünüyle
doldurmayı hiçbir zaman başaramayacağımız zaman ve mekân değil.
Öyleyse iyi düşünmeye çalışalım: ahlakın ilkesi budur işte.” (Blaise
Pascal, Pensées Düşünceler, 1670.) İşte Kagarlitski bu minvalde Rus
İntelijansiyasını inceliyordu. Walicki’nin sunduğu arka plan ise, Rus
aydınların Batılalaştırma ile geleneği yaşatma arasında gidip
geldikleri sancılı, ama toplumun kaderini bütünüyle değiştirecek
olayları besleyen dönemi anlatıyordu. Tarihsel-felsefi sorunlar, siyasal
ve dinsel tartışmalarla toplumsal düşünce ve hatta edebiyatla
VIII
temellenen Rus düşüncesini en geniş perspektiften sunan Walicki, bu
klasikleşmiş eserinde; kendilerini Rusya’nın geleceğinden sorumlu
tutan aydınların modernleşme tutkusuyla giriştikleri hareketin, 20.
yüzyılın başında yaşanan tarihsel kırılmayla birlikte gelişimini adım
adım çözümlüyordu. Eser ilk önceleri kapanan bir yayınevi olan
Verso’dan çıkmıştı. Sonra aynı kitabı İletişim tekrar yayınlamıştır.
Hemen hemen benzer bir konuyu inceleyen Solomon Volkov (1944,
Leningrad.)
1967
yılında
Leningrad
Rimski-Korsakov
Konservatuvarı’nda eğitim görmüş ve 1971 yılında müzikbilim
alanındaki yüksek lisans yapmıştır. Volkov, 1972 yılında SSCB
Besteciler Birliği’ne üye olarak kabul edilmiştir. Sovyet döneminde
“Leningradlı Genç Besteciler” (1971) gibi çeşitli yayınlarda birçok
çalışması yayımlanmıştır yazarın. Malum sorunlar nedeniyle
yazar1976 yılında ABD’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Dünyada pek
tanınan Dimitri Şoştakoviç’in Anıları yine bu ülkede yayımlanmıştır..
O zamandan beri Amerikan ve Rus basınında sürekli olarak yazıları
yayınlanmaktadır. Çoğu “kültür tarihi” alanına hitap eden; SaintPetersburg Kültürünün Tarihi: Başlangıcından Bugüne, Çaykovski
Tutkusu (Koreograf George Balanchine), Yosef Brodski’yle Söyleşiler,
Şoştakoviç ve Stalin gibi birçok farklı kitabı vardır yazarın. Bana göre
yazarın en önemli çalışması son dönemde yazdığı “Büyülü Koro” adlı
eseridir.
Volkov Büyülü Koro’da, Tolstoy’dan Gorki’ye, Soljenitsin’den
Chagall, Kandinski, Stravinski ve Balanchine’e uzanan Rus
Kültürü’nü inceliyor. Kültür-siyaset ilişkisi hiçbir zaman basit
olmadığı halde, Volkov, 20. yüzyıl Rusyası’nda kültür ve siyasetin
karmaşık ve muazzam biçimde sarmal bir yapı gösterdiğini gözler
önüne seriyor: son yüzyılda Çar II. Nikolay rejiminden Gorbaçov’un
perestroyka’sına kadar Rusya’da gerçekleşen çeşitli siyasal
hareketlerin Rusya’daki kültür çevrelerini nasıl etkilediğini mercek
altına alıyor. Tarihin akılda kalan, derin izler bırakan bir döneminin
insana dair hikâyesini basit, doğrudan ama etkili bir anlatımla
aktarırken, XX. yüzyıl Rus kültür tarihinin büyük geçit törenine
büyülü bir çağrı sunuyor. Ve kitap bu haliyle bizim ülkemizde “Rus
Düşünce Tarihi” ile ilgilenenler için daha önce saydığım iki kitaptan
sonra gerçekten büyülü bir çağrı…
Yazarın kendi ifadesiyle söyleyecek olursak; “Kültür ve politika
hiçbir zaman birbirinden ayrılmamıştır ve ayrılmayacaktır (tersine
inananlar da politik bir açıklama yapmaktadır). Bunun parlak ve trajik
bir örneği Rus kültürünün XX. yüzyıldaki kaderidir: İnsanlık,
böylesine büyük bir ülkenin, yıkıcı savaşlardan, sarsıcı bir devrimden
IX
ve şiddetli bir terörden geçmiş bir ülkenin topraklarında, kültür
yaşamının çok uzun bir süre bütünüyle politikleştirilmesine yönelik
kasıtlı bir deneyi belki de, tarihte ilk kez gerçekleştirdi.
Bu kitap tam da bunu anlatıyor ve bütün dillerde kendi türünde ilk
kitaptır: Rusya’da geçmiş yüzyılda çeşitli alanlarda yaşanan kültürel
ve politik etkileşim üzerine çalışmalar gün geçtikçe artıyor, ama bu
sorunun birleştirilmiş bir sunumu bugüne dek yapılmadı.” İşte tam da
bu manada Volkov, Büyülü Koro’da Rusya’nın toplumsal yaşamında
entelektüellerin ve onların mitlerinin oynadığı büyük rolü tam olarak
değerlendirmek istiyor. Bana göre Rusya’nın entelektüel tarihi büyük
ölçüde bir sürgünün tarihidir. Sanırım büyük yazar Çehov’da
Rusya’nın bu yönünü keşfetmek için çıkıyor “Sahalin” yolculuğuna.
“Vahit Lütfü Salcı” kitabıyla tanıdığımız Mevlüt Yaprak’ın bu
yolculuğu anlattığı bir kitap taslağını görmüştüm. Ne zaman
yayımlanır diye sormadan edemiyorum.
Bahtin ve Dünyası
BEYAZ ARİF AKBAŞ
Bir entelektüel olarak Mihail Bahtin, yirminci yüzyılın düşünce
hayatında etkili olmuş simalardan biridir. Kendi edebiyat ve sanat
dünyasında geliştirdiği perspektif ve kavramlar doğrudan veya
dolaylı olarak birçok felsefi, edebi ve kuramsal tartışmayı derinden
etkilemiştir. Onun eserleri yetmişli yıllar sonrası kuramsal sorunlarına
bir yanıt olma konumundadır. Bahtin’in çalışmaları Marksizm,
Göstergebilim, Yapısalcılık, Dilbilim, Karşılaştırmalı edebiyat gibi
alanlarda gün geçtikçe etkili olmaya başlamıştır. Bahtin'in ölümünden
sonra basılan Estetika Slovesnogo Tvorchestva (Sözsel Yaratımın
Estetiği) adlı toplu denemeleri içinde en önemli metin "Estetik
Etkinlikte Yazar ve Kahraman" adlı denemesidir. Bu metin aslında
onun dünyasının estetik bir yansımasını sunuyor idi okura.
Bahtin 1920'lerin başında bu deneme üzerinde çalışmıştı. Ancak bu
çalışmasını bitiremedi; çalışma, diğer çalışmaları arasında (ne yazık ki
tamamlanmamış bir biçimde) saklanan elyazmaları üzerinden
yayımlandı. Bahtin'in çalışmaları arasında sorunsalları, temel
düşünceleri ve dili açısından "Estetik Etkinlikte Yazar ve Kahraman"
ile oldukça benzerlik gösteren başka bir felsefi çalışmanın da
elyazmaları bulunuyordu. 2001 yılında Avesta Yayınları bu kitabı
X
yayımladığında burada “K filosofii postupka” (Bir Eylem Felsefesine
Doğru) başlığı altında elyazmasında tamamlanmamış biçimi de
korunmuştu. “Bir Eylem Felsefesine Doğru” metininde erken dönem
Bahtin düşüncesiyle ve yaşamının ilk dönemindeki Bahtin'le
karşılaşıyoruz; yarım yüzyıldan fazla bir dönem boyunca etkin bir
düşünürün geliştirdiği belli başlı düşüncelerin kaynaklarını
buluyoruz. Siyaveş Azeri’nin çevirdiği kitap ile Türkiyeli okur bir
nebze olsun bu düşünürü tanıma fırsatı bulmuştuk.
Bahtin yanlış bilmiyorsam Kazakistan’a sürgün olarak
gönderilmeden önce 70’li yıllarda Rusya’nın “Vitebsk” şehrine
taşınmıştır. Burada “Bahtin Çevresi” denilen bir gurup entelektüelle
birlikte çalışmalar yapmıştır. Bazı araştırmacılar kendi adının dışında
bu gruptaki düşünürlerden Voloshinov ve Medvedev’in isimleriyle
yayımlanan kitapların da Mihail Bahtin’e ait olduğunu
düşünmektedirler. Voloshinov yahut Medvedev ister Bahtin olsun
veya olmasın etkili bir çevre oluşturulduğunda herkes hemfikirdir. Bu
tartışma hala bir sonuca bağlanmamıştır. Diğer yazarların kitapları da
(dil ve felsefe ilişkisi üzerine çalışmaların) özellikle hem perspektif
hem de üslup açısından Bahtin’e ait gibi göründüğüdür. Bahtin düşün
alanına karnaval, diyaloji, kronotop gibi çok önemli kavramlar
armağan etmiştir. Döneminde yönetim ile başı derde girmiş ve
Rabelais hakkındaki kitabını çok geç bastırabilmiştir. Bahtin,
Rusya’dan önce Batı da keşfedilmiş bir düşünürdür. Bahtin,
zamanında bu kavramlar yaygınlaşmış olmamakla birlikte
disiplinlerarası düşünmenin en özgün örneklerinden birini ortaya
koyar. Dilbilim, marksizm, filoloji, antoropoloji, edebiyat kuramı,
felsefe ve hatta etnografya Bahtin'in çalışma alanlarıdır; ancak Bahtin
tek tek bu disiplinlerin içine sıkıştırmaz kendini, aksine geniş
kuramsal çerçevesini bu disiplinlerin tamamına yayar. Düşünürü daha
farklı açılardan tanıyabilmek için diğer çalışmalarını da burada
zikredebiliriz. Türkçeye sırasıyla; “Karnavaldan Romana, Edebiyat
Teorisinden Dil Felsefesine Seçme Yazıları,” Çeviri; Cem Soydemir,
Ayrıntı Yayınları (2001), “Dostoyevski Poetikasının Sorunları”,Cem
Soydemir, Metis Yayınları - (2004), “Rabelais ve Dünyası”, Çeviri:
Çiçek Öztek, Ayrıntı Yayınları (2005) kitapları çevrilmiştir. En son ise
2005 yılında “Sanat ve Sorumluluk / İlk Felsefi Denemeler,”, Çev. Cem
Soydemir, Ayrıntı Yayınları tarafından basılmıştır.
Rus filozof ve edebiyat teorisyeni Bahtin, hakkında Batı da
yayımlanmış bir dizi önemli eseri burada belirtmemizde fayda var.
Kültürel
teori
alanındaki
çalışmalarıyla
tanıdığımız
Tim
Beasley,“Mikhail Bakhtin and Walter Benjamin”, Mihail Bahtin ve
XI
Walter Benjamin, (2010) Macmillan Publishers Limited Houndmills
Basingstoke, Hampshire, isimli bir kitap yazmıştır. Bu kitap iki
düşünürü orijinal bir şekilde karşılaştıran ilk kapsamlı çalışmadır.
Beasley bu iki düşünürün sanat, alışkanlık, dil ve gelenek ile ilgili
kavramlarını karşılaştırmalı olarak inceliyor ve iki filozof arasında
paralellikler kurmaya çalışıyor. Kitapta Bahtin’in düşüncesinde dilin
gerçek niteliği, buna göre soyut dil yapısında değil, belli bir andaki
sözce içindeki dilsel alışverişte, yani diyalojide ortaya çıktığı
söyleniyor. Söyleyen ile dinleyen arasındaki ilişki anında ortaya çıkar,
dilin anlamını belirleyen şeydir bu. Bahtin, bu anlamda, Saussurecü
dil anlayışına tarihi ögesini sokmaktadır. Öte yandan eğer anlam,
sadece
söyleyen
kişiye
(özne'ye)
ait
değilse,
burada
merkezsizleştirilmiş de olmaktadır. Bahtin ve Benjamin yaşadığımız ve
şu anda devam eden kararsız modernlik deneyimi ile tekrar
düşünülmesi gereken iki önemli düşünür. İki düşünürün çalışmaları
çeviri, montaj, alegori, aura, siyaset, tarih felsefesi, etik ve teolojik
odaklıdır. Beasley, Benjamin ve Bahtin’in teorilerini ve görüşlerini
radikal bir şekilde tekrar ele alıyor diyebiliriz. Aslında Basley,
Benjamin ve Bahtin’den hareketle parçalanma ve bütünlük arasındaki
gerilimleri araştırıyor. Bu kitaptan başka benim önemli gördüğüm
bazı eserleri anacak olursak; Gary Morson ve Caryl Emerson’un
“Mikhail Bakhtin: Creation of a Prosaics” (1990), Tzvetan Todorov
“Mikhail Bakhtin: The Dialogical Principle” (1984), Caryl Emerson
“The First Hundred Years of Mikhail Bakhtin” (2000) ki bu son
yıllarda Bahtin için hazırlanmış en önemli biyografidir diyebiliriz.
Ayrıca bu konuda 2007 yılında edebiyat kuramcısı Graham Pechey de
“Mikhail Bakhtin: The Word in the World” isimli bir inceleme kitabı
yazmıştır. Ken Hirschkop’un hazırladığı “Mikhail Bakhtin: An
Aesthetic for Democracy” (2000) konu için diğer önemli eserlerden
birisidir. İsminden de anlaşılacağı üzere bu kitapta Bahtin’in fikirleri
demokratik bir estetik açısından tartışılır. Bu kitaplar benim ilk etapta
aklıma gelenler. Umuyoruz ki bir ilgili çıkıp çevirir de biz de okumuş
oluruz.
Bahtin için insan bedeni, farklı kombinasyonlarla kurulup
bozulabilen bir görünümdür. Alıntı defterime şöyle bir not almış ve
altını çizmişim. “Yani organların belirli bir şekilde yan yana gelmesi
gibi bir şart yoktur. ‘karnaval’ tabiriyle de vücuda yeni formlar
vermenin ortamlarına işaret eder ve bunları ‘karnaval beden’ler olarak
tanımlar. İnsan bedeninin kendi sınırlarını sadece: çiftleşirken,
gebelikte, yerken, içerken ve dışkılarken aştığını düşünür. Cinsellik
onun için sadece cinsel uzuvların yakınlaşması değildir ve belirli bir
XII
odağı yoktur. Hermafrodit ve androjen bedenler karnaval bedenler
olarak onun idealini temsil eder.” Bu şekilde onu Freud ile
kıyaslamak herhalde bir hayli ilginç olurdu. Ekşi sözlükte Bahtin için
bir arkadaş şöyle demiş: “Yalnızca edebiyat kuramcısı olarak
düşünülmesi yanlış olacak kültürel kuramcı. Olayların asla
sabitlenemeyecek toplumsal bir akis içinde var olabileceğini,
insanların hayatlarını ancak bu akış içinde başka hayatlara bakarak
anlamlandırabileceğini ve de huzursuzluk denen şeyin hayatin öz
karakteri olarak hep değişmeye gebe hep iyi ihtimalleri barındıran bir
şey olduğunu süper metinlerle bize anlatan komşu ülke kişisi.” Başka
hayatlara bakarak anlamlandırmak… Geçmiş yıllarda kaybettiğimiz
Ulus Baker’de yazdıklarıyla sanırım bunu başarmak istiyordu.
Bahtin’in dünyası oldukça karmaşık ve anlamlandırmak için ilgiyi
hak eden bir şey. Bahtin’i anlayabilmek için sanırım biraz daha
Dostoyevski okumalıyım ama “Beyaz Geceler”i değil. Aslında bu
konu bir kitap olacak kadar uzun, bu kısa yazıda neyi ne kadar
anlatabileceğimi pek kestiremedim. Bahtin’e tek bir şey için
kızıyorum; sürgündeyken sigarasız kaldığında yazılarının olduğu
kâğıtlara tütün sararak içtiği için.
*Copyrighted Material

Benzer belgeler