Makale 1 - Adalet Bakanlığı

Transkript

Makale 1 - Adalet Bakanlığı
CCSE Siyaset ve Hukuk Dergisi
www.ccsenet.org/hournal.html
Cilt 1, No.4
Aralık 2008
Kıta Avrupası’nda Çelişmeli Muhakeme Sistemi (Adversary System) Denemesi :
İtalyan Tecrübesinden Çıkarılan Dersler
Changsheng Li
Hukuk Fakültesi
Southwest Siyasal Bilgiler ve Hukuk Üniversitesi
2 Zhuang Zhi Road, Shapingba District
Chongqing 40031, Çin
Tel: 86-10-6544-1410 E-posta: [email protected]
Bu araştırma, Çin Halk Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı tarafından finanse edilmiştir.
No. 07SFB2026
Özet
İtalya, etkinliği artırmak ve demokrasi idealini gerçekleştirmek amacıyla 1988 yılında
çelişmeli muhakeme sistemini kendi sistemine nakletmiştir. Örgütlü suçların artış
göstermesi, zorunlu kovuşturma sistemi ve maddi hakikati ortaya çıkarma idealinden
dolayı; reformu gerçekleştirenlerin çabaları, İtalya anayasa mahkemesi tarafından
yavaş yavaş zayıflatılmıştır. 1999 yılında, İtalya’nın yasama organı Anayasanın 111.
Maddesini tadil ederek çelişmeli muhakeme sisteminin anayasal dayanağını tesis
etmiştir. Şu ana kadar kazanan taraf reformcular olmuştur. İtalya’nın tecrübesinden
şunu öğrendik: çelişmeli muhakeme sisteminin nakledilmesi, sadece yargılama
yapısında reform yapılması değil aynı zamanda tüm ceza muhakemesinde de reform
yapılması anlamına gelmektedir; yeni sistemin içselleştirilmesi sürecinde, zor olsa da
sistemin tekrar tekrar test edilmesi tek çözüm yoludur.
Anahtar kelimeler: Çelişmeli Muhakeme Sistemi, İtalya, Çıkarılan Dersler
İtalya’nın 1988 tarihli yeni Ceza Muhakemesi Kanunu, Kıta Avrupası’nın soruşturma
sisteminden (inquisitorial procedure) devrim niteliğindeki bir geçişi temsil etmektedir,
zira bu Kanun Anglo-Amerikan çelişmeli muhakeme sisteminden ilham alınarak
hazırlanmıştır. Yeni Kanunda, yürürlüğe girdiği tarihten bu yana bir dizi değişiklik
yapılmıştır. Kıta Avrupası hukuk geleneğini sürdüren ve çelişmeli muhakeme
sistemini kendi sistemlerine aktaracak olan ülkeler, İtalya’daki ceza muhakemesinde
gerçekleştirilen zorlu reform sürecinden dersler çıkarabilir. Yüzyıllardır devam eden
çelişmeye dayalı olmayan muhakeme sisteminden Amerika Birleşik Devletleri’ndeki
uygulamaları örnek alarak geliştirilen çelişmeli muhakeme sistemine geçmek için
yapılan iddialı teşebbüs dolayısıyla, hukuk reformu açısından İtalya’nın tecrübesi
büyük ilgi çekmiştir: modern çağda belki de ilk kez İtalya’nın hukuk sistemi
uluslararası bir akademik tartışmaya konu olmaktadır (Elisabetta Grande, 2000).
İtalya, soruşturma geleneği içerisinde büyük ölçüde çelişmeye dayalı ceza yargılaması
sürecini benimseyerek, ceza adaletini tesis etmenin üçüncü yönteminin
geliştirilmesinde öncülük etmeye hazır durumdadır (David M. Siegel, 2006).
1. 1988 yılında Çelişmeli Muhakeme Sisteminin Nakledilmesi
Faşist dönemde çıkarılan 1930 tarihli Kanun uyarınca, ceza takibatı, soruşturma
aşaması (“istruzione”) ve yargılama aşaması (“dibattimento”) olmak üzere iki
aşamaya ayrılırken soruşturma aşaması tüm adli takibat üzerinde daha fazla etkiye
sahipti. Kanunda tetkik hakimi (“giudice istruttore”) (investigating judge) için geniş
kapsamlı yetkiler öngörülmüş durumdaydı. Savcının önerisi üzerine, tetkik hakimi
“hakikati ortaya çıkarmak” amacıyla soruşturmayı yönlendirebilmekteydi. Tetkik
hakimi, tanık ve bilirkişileri dinleyebilmekte; arama, el koyma ve denemeler
yapabilmekteydi.
Tetkik
hakimi,
aynı
zamanda
sanıkları
çağırıp
sorgulayabilmekteydi. Soruşturma aşamasında elde edilen tüm deliller, soruşturma
dosyasına kaydedilir, duruşma hakimi (trial judge) de kararını bu delillere
dayandırırdı. Başlangıçta savunma makamının soruşturma aşamasına katılması
yasaktı. Daha sonra gerçekleştirilen reformlar ve 1970’lerde Anayasa Mahkemesinin
aldığı bir dizi karar sonucunda, savunma makamına toplanan bilgilere itiraz etme
veya bu bilgilerin aksini iddia etme fırsatı tanındı. Ancak, sadece soruşturmada yeterli
sayıda delil toplanırsa yargılama aşamasında çekişmeli ve çelişmeci girişimlere izin
verilmekteydi. Çoğu davada, soruşturma aşamasında gerçekleştirilenlere ilave olarak
yargılama aşamasında herhangi bir şey eklenmemekteydi veya soruşturma esnasında
varılan sonuca yargılama aşamasında itiraz edilmemekteydi. Yargılama aşamasında,
sadece daha önce verilmiş olan karar bir kez daha kontrol edilmiş oluyordu
(Illuminati Giulio, 2005).
İtalya tüm Batı ülkeleri arasında muhtemelen en fazla dava yüküne ve hem ceza hem
de hukuk davalarında en yavaş yargılama sürecine sahip ülkedir.
İtalya
mahkemelerinde tahmini olarak 1.5 milyon hukuk davası ve 2.5 milyondan fazla ceza
davası görülmektedir ve davalar genellikle 15 yıl veya daha uzun sürmektedir. (Macro
Fabri, 1994) “Yargılama sürelerinin çok uzun olması, vatandaşların adalet sistemine
ilişkin meşru beklentilerini ihlal eden talihsiz sonuçların katlanarak artmasına neden
olmuştur ki yargılama sürelerinin çok uzun olmasından dolayı Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İtalya’yı defalarca kınamıştır.” (Di Federico, 1989)
Genel olarak Amerikan hukuk sisteminin ve özel olarak da Amerikan ceza muhakeme
sisteminin kazandırdığı prestij dikkate alındığında, İtalya’daki yasa koyucunun,
statüsünü modern demokratik bir toplum olarak yansıtacak şekilde ceza adaleti
sistemini “açmanın” bir yolunu ararken ilham almak üzere Amerika Birleşik
Devletlerine bakması şaşırtıcı değildir. “İtalya’nın yeni Kanunu, 20. Yüzyılın en çok
öne çıkan olayı olarak görülmektedir.” (Ennio Amodio ve Eugenio Selvaggi, 1989)
1.1 Tetkik Hakimliğinin Kaldırılması ve Çelişmeli Muhakeme İlkesinin Getirilmesi
1930 tarihli Kanun, tüm delillerin nasıl toplandığına bakılmaksızın hakime sunulması
gerektiği; hakikatin aranması konusunda herhangi bir sınırlama getirilmemesi
gerektiği temeline dayanmaktadır. Fakat, 1988 tarihli Kanunu hazırlayanlar, aksi
yöndeki bir düşünceyle hareket etmiştir. Bu kanunu hazırlayanlar, hiçbir
soruşturmanın tamamen tarafsız olamayacağına; soruşturmayı yürüten herkesin kişisel
bakış açılarından ve geçmişlerinden etkilendiklerine inanmaktaydı. (Glauco Giostra,
2001) Ayrıca, bu kanunu hazırlayanlar bir suçun soruşturulması fiilinin kendi başına
soruşturmayı yürüten açısından yanlılık yarattığına inanmaktaydı. Tarafsızlık
konusundaki bu ihtimalden dolayı, yeni Kanunu hazırlayanlar ceza soruşturmaları ve
yargılamaları arasında net bir ayrım yapmıştır. (Michele Panzavolta, 2005) Yeni
Kanun uyarınca, münferit taraflar soruşturmayı yürütmektedir, bu uygulama ise tetkik
hakimliğini fiilen kaldırmakta ve giudice per la indagini prelimiary’yi (hazırlık
soruşturması hakimi) (GIP) kurmaktadır. GIP, artık yargılamadan önce herhangi bir
soruşturma yürütmemektedir, GIP’in görevi soruşturma aşamasının hukuka uygun
olmasını temin etmek ve şüphelilerin meşru haklarını devletin ihlaline karşı
korumaktır. Savcı tarafından talep edilen kişiyi hürriyetinden yoksun kılma işlemi ve
gizli telefon dinlemeleri veya bireyin mahremiyet hakkını ihlal eden diğer iletişim
dinlemeleri gibi her türlü faaliyet için duruşmayı müteakiben GIP’tan izin alınması
gerekmektedir.
Yeni Kanun uyarınca, soruşturmalar savcılar tarafından yürütülür. Yeni kanun,
savcıların davanın tarafı olduğunu öngörmekte ve savcıları daha önce kendilerine
hazırlık soruşturması için verilen yargı yetkilerinden mahrum bırakmaktadır. Savcının
artık yürüttüğü soruşturmada hakikati araması gerekmemektedir. Ayrıca, mahkemede
delilleri sunarken savcıların taraf olması beklenmektedir (madde 190 c.p.p.). En
otoriter İtalyan bilim insanlarına göre, bu durum İtalyan savcıların artık hakkında
soruşturma yürütülen kişi adına kanıt toplamakla sorumlu olmadığı anlamına
gelmektedir.
Ceza Muhakemesi Kanununun 358. maddesine istinaden, “Savcı 326. c.p.p. sayılı
maddede öngörülen her türlü gerekli faaliyeti yerine getirir ve ayrıca hakkında
soruşturma yürütülen kişinin lehine olan olguları ve durumları değerlendirir. 326 c.p.p
sayılı madde ile birlikte değerlendirildiğinde, 358 c.p.p. sayılı madde, savcıdan
"kovuşturmaya yer olup olmadığına karar vermek" gibi oldukça sınırlı bir amaç
doğrultusunda şüpheli lehine delil toplamasının istenmesi şeklinde yorumlanmıştır.
Diğer bir ifadeyle, toplanan delillerin yargılama aşamasında mahkumiyet kararının
alınması için yeterli olup olmadığına karar verirken, savcı soruşturmaya tabi olan
kişinin lehine olan delilleri yok sayamaz zira Cordero’nun da ifade ettiği gibi “savcı
(şüphelinin lehine olan delilleri) yok sayıp sadece tek bir yönde bakarsa, yargılama
esnasında veya hazırlık duruşmasından önce bile başarısızlık riskini ortaya çıkarır;
savcının şüpheli tarafını da değerlendirmek zorunda olması, basit bir ihtiyatlılık
meselesidir ve soruşturma fırsatı olarak değerlendirilmez” (F. Cordero, 1998).
Savcı ve savunma makamı arasındaki eşit olmayan konumu dengelemek amacıyla,
yeni Kanunda çelişmeli muhakeme ilkesi öngörülmüştür; bu ilkeye göre savcı veya
polis soruşturmayı yürütürken avukat yardımı almalıdır. Önceden haber verilmesi
gereken savunma vekilinin hazır bulunmasını gerektiren soruşturma (şüphelinin polis
veya savcı tarafında sorgulanması gibi) ile savunma vekilinin bulunabilmesi ve derhal
hazır bulunması halinde katılma hakkına sahip olduğu ancak savunma vekiline
önceden haber verilmesine gerek olmayan soruşturma (arama ve el koyma gibi)
arasında fark vardır. (Mireille Delmas- Marty & J.R. Spencer, 2002).
1.2 “Çift-Dosya” Sistemi ile Bağlantılı İlişkilerin Kesilmesi
Amerikan çelişmeli muhakeme sisteminden ilham alan ve yargılama aşamasını
soruşturma aşamasından kesin çizgilerle ayıran yeni Kanunda “Çift Dosya” sistemi
adında yeni bir sistem getirilmiştir. Bu sistem, eski sistemin temel özelliği olan tek
soruşturma dosyasına karşıt olarak bu şekilde adlandırılmıştır. 1930 tarihli Kanunda,
tetkik hakiminin topladığı delillerin tutanağı dosyaya eklenmekteydi. Bu dosya daha
sonra duruşmaya getirilmekte ve duruşma esnasında oluşan diğer delillerin tutanakları
da bu dosyaya eklenmekteydi. Yeni Kanunu hazırlayanlar, yargılama aşamasında
önceden hazırlanan tutanakların kullanılmasını yasaklamak istemiştir. Ayrıca
duruşma hakiminin dosyada yer alan tutanaklara bakarak taraflı olmasını engellemek
amacıyla soruşturma dosyasından uzak tutmak istemiştir. Bunun amacı, yargılama
başladığında hakimin önyargı geliştirmesini önlemek, dolayısıyla sadece yargılama
aşamasında elde edilen kanıtların hakimi etkilemesini temin etmekti. (Michele
Panzavolta, 2005)
Bunun sonucunda, dosyadaki içeriklerin kullanılması açısından iki yönlü ilke ortaya
çıkmıştır. Sadece kovuşturmayı başlatmak ve parte civile olarak adlandırılan hukuk
davasını başlatmak için gerekli resmi adımları içeren dava dosyasındaki bilgiler,
soruşturma sürecinde tekrarlanamayacak nitelikteki adımlara dair yazılı tutanaklarla
birlikte yargılama öncesinde incidente probatorio aşamasında toplanan kanıtlar ve
savunmanın adli sicil kaydı ve sanığın şahsiyetini değerlendirmede faydalı olabilecek
diğer bilgiler doğrudan kanıt olarak kullanılabilir ancak savcının dosyasında yer alan
bilgiler sadece iddianın çürütülmesi için mütekabil delil olarak kullanılabilir.
(Mireille Delmas- Marty & J. R. Spencer, 2002)
1.3 Yargılama Merkezli Sistemini Güvence Altına Almaya yönelik Katı Münhasır
Kuralların Koyulması
Yukarıda açıklanan dosyaların ayrılması sonucunda, soruşturma aşamasında toplanan
delillerin yargılama aşamasında hakimin kararını etkilememesi temin edilmelidir.
Ancak, Kanun, hazırlandığı tarihte, hakimin soruşturma tutanaklarından uzak
tutulmasını sağlamak üzere iki ilave kural daha içermekteydi. İlk kural, tarafların,
özellikle de savının, yargılama aşamasında, kanunda özellikle öngörülen birkaç istisna
dışında, önceden hazırlanan ifadeleri veya diğer soruşturma tutanaklarını
okuyamayacak olmasıydı. İkinci kural ise, polis memurlarının soruşturma aşamasında
toplanan tanık ifadelerine ilişkin olarak yargılama aşamasında tanıklık etmesini
yasaklamıştır. Bu iki kural, “suç isnat etmede altın kuralı (accusatorial golden rule)”
olarak adlandırılan kuralı güvence altına almaktadır: mahkeme dışında alınan ifadeler
sadece tanıkların dürüstlüğünü doğrulamak amacıyla kullanılabilir; bu ifadeler iddia
olunan dava konusunun doğruluğu için kullanılamaz. Üçüncü olarak, davası ayrılan
müşterek davalının (severed co-defendant) önceden savcıya ifade verme olanağı,
ancak müşterek davalının duruşmaya gelmemesi halinde esasa ilişkin amaç
doğrultusunda kullanılabilir, fakat duruşmaya katıldıysa ve kendi aleyhine tanıklık
etmeyi reddetme hakkından faydalandıysa bu ifade kullanılamaz.
Bu tedbirlere rağmen, Kanunu hazırlayanlar, soruşturma aşamasında toplanan tüm
delilleri yargılama aşamasının dışında tutan bir sistemin çok katı olacağından ve
verimsizliğe yol açabileceğinden korkmuştur. Bu nedenle, söz konusu kurala bazı
istisnalar getirmişlerdir. İstisnalardan biri, aksi halde ciddi ve öngörülmeyen
gerekçelerle (tanığın ani ölümü gibi) delilleri sunmak mutlak biçimde imkansız hale
gelmişse tarafların soruşturma tutanağının ilgili kısmını okumasına imkan
tanımaktadır. İkinci istisna, kulaktan dolma delil kuralı ile ilgilidir: ifadeler eylemin
meydana gelmesinin hemen ardından olay yerinde alınmışsa, sadece tanığın ifadesini
çürütmek için kullanıldıktan sonra yargılama aşamasında esasa ilişkin amaç
doğrultusunda kullanılabilir.
1.4 Kanıt Gösterme Sorumluluğunun Yargılama Aşamasında Taraflara Devredilmesi
Mahkemenin soruşturma yetkilerini taraflara devretmek amacıyla, yeni Kanunla
mahkemede geleneksel kuvvetler ayrılığı değiştirilmiştir. Tüm delil toplama sürecinin
resmi olarak yürütüldüğü ve bilgi toplama sürecinin resmi olarak kontrol edildiği
(deliller hakimler ve diğer tarafsız yetkililer tarafından toplandığı ve duruşma hakimi
tarafından mahkemede sunulduğu için) önceki ceza muhakemesi modelinin aksine,
prensipte yeni kanunda aksi yönde bir yaklaşım benimsenmiş ve delillerin öncelikli
olarak taraflarca sunulduğu bir yargılama sistemi öngörülmüştür.
Bu çerçevede, duruşma hakiminin ilk olarak davalıyı ve diğer özel tarafları
sorguladığı ve daha sonra sadece tanıklara sorular sorarak tanıkları re’sen dinlediği,
belgeleri sunduğu, bilirkişileri dinlediği ve son olarak taraflarca sunulan delilleri
kabul ederek incelediği sistemle taban tabana zıt bir şekilde, İtalya’nın ceza
muhakemesi kanunu artık “delillerin tarafların talebi üzerine alınacağını”
öngörmektedir (madde 190 c.p.p.). Dolayısıyla, her bir taraf kendi davasını sunar,
tanıklarını çağırır ve dinler.
Yargılama, yer ve usul hatasına ilişkin iddialar gibi öncelikli konuların tartışılmasıyla
başlar. Daha sonra, savcı, Amerikan mevkidaşı gibi, açılış konuşmasını yapar.
Ardından, tazminat talep eden davacılar ve “hukuken para cezasından sorumlu olan”
taraflar gibi “özel tarafların” açılış konuşmaları alınır. Suçtan zarar gören taraf, ceza
davasına müdahil olarak savcıyla birlikte müşterek davacı olabilir (n42.) Akabinde,
açılış konuşmasını yapma sırası sanığa gelir. Her bir taraf, kanıtlanması gereken
bilgileri ve sunmak istedikleri delilleri ortaya koyar. İlk olarak savcı delilleri sunar,
sonrasında diğer taraflar delillerini sunar. Savcılık tarafından kanıtlanması gereken
prima facie dava (ilk bakışta haklı görülen dava) olmadığı için (nihai kararı jürinin
verdiği çift yönlü yargılamanın olmaması nedeniyle), delillerin sunulmasında izlenen
bu sıra, tarafların mutabakatı üzerine istisnaya tabi tutulabilir.
Daha önceki kanunda öngörülenin aksine, davalı tanıklık etmek üzere tanıklık
kürsüsüne çıkmamaya karar verebilir. Ayrıca, Anglosakson hukuk sisteminin aksine,
davalıya gerekli gördüğü anda spontane bir şekilde beyanatta bulunma fırsatı
tanınmaktadır. Taraflar tanıklara, teknik danışmanlara ve özel taraflara, doğrudan,
çapraz veya tekrar doğrudan sorgu ile sorular sorar. Öncelikli sorulara verilen
yanıtlar, doğrudan sorguya kadar kabul edilebilir nitelikte değildir ancak çapraz
sorguda kabul edilebilir niteliktedir (Elisabetta Grande, 2000)
1.5 Çeşitli Özel Usullerle Yargılamanın Hızlandırılması
Yargılamaların hızlandırılması amacıyla, normal adli dava işlemlerine sahip usul
alternatifleri planlanmış olup bu alternatifler şunlardır: kısaltılmış karar (Giudizio
Abbreviato) ve tarafların talebi üzerine ceza uygulanması (Procedimento per Decreto
Penale) ve ceza kararı (Procedimento per Decreto Penale) ile doğrudan karar
(Giudizio Direttissimo) ve anında karar (Giudizio Immediato). Son iki usul, ön
duruşma olmaksızın yapılan yargılama usulüdür ve hakim soruşturma dosyasına
bakarak karar alabilir. Diğer üç usul ise duruşma yapılmaksızın yürütülen
basitleştirilmiş usuldür. Kısaltılmış karar ve tarafların talebi üzerine cezanın
uygulanması, tarafların baskın olduğu “müzakereye dayalı adaleti” tecessüm etmiş
olup Amerikan cezada pazarlık sistemi (plea bargain system) ile bazı benzer özellikler
taşımaktadır. İtalya’daki kanun yapıcılar, bu iki usulü kullanarak yargılamaları %7080 oranında azaltmayı amaçlamıştır (Stefano Maffei, 2004)
Kısaltılmış yargılamanın ilk versiyonunda, davalı ve savcı soruşturma dosyası
hakkında alınacak karar konusunda anlaşmaya varmaktaydı. Diğer bir ifadeyle, hem
savunma makamı hem de savcı, karar hakkını (right to a judgment) değil yargılanma
hakkından (right to trial) feragat etmekteydi. Kısaltılmış yargılama, her iki tarafın da
menfaatine hizmet etmektedir. Savcılık makamı, dava konusunda daha hızlı bir
sonuca varırken davalı ise cezada indirim elde etmektedir. Davalı, suçlu bulunursa,
normal cezanın üçte biri oranında azaltılmış bir cezaya mahkum edilir (Freccero,
1994). Tarafların talebi üzerine ceza uygulanması, Amerika Birleşik Devletleri'nde
uygulanan cezada pazarlık sistemine bazı yönlerden benzerlik göstermektedir. Bu
pazarlıkta, davalı vekili ve savcı davalıya verilecek ceza konusunda mutabakata
varmaktadır. Daha sonra davalıya normal cezanın üçte biri oranında bir indirim
tanınmaktadır. Kanunun başlangıçtaki hükmü uyarınca, pazarlık yapılan indirimli
ceza, iki yıllık hapis cezasından daha uzun olamazdı. Verilecek ceza konusunda
mutabakata vararak, sanık hem yargılanma hakkından hem de tam karar hakkından
(right to full judgment) feragat etmektedir (Michele Panzavolta, 2005)
2. Reformun Sınırlılıkları
2.1 Hakimlerin Dava Dosyasından Etkilenmesi
Anglo-Amerikan ceza yargılaması sisteminde, hakikati bulan taraf olarak jürinin
yargılama öncesinde dava hakkındaki herhangi bir bilgiyi elde etmesinin bir yasal
yolu yoktur. Jürinin tarafsız olmasını temin etmek amacıyla, savcı dava açtığı zaman
dava dairesiyle herhangi bir delili paylaşmamalıdır. İtalya’nın yeni Kanununda da
hakimlerin savcı tarafından sunulan tek taraflı bilgilerden etkilenmesini engellemek
amacıyla tedbirler öngörülmüştür, bu tedbirlere göre sadece dava dosyası yargılama
öncesinde hakimlere aktarılabilir. Kanunda bazı istisnalar da öngörülmüştür; bazı
istisnalar uygulama açısından makuldür çünkü yargılama aşamasında
tekrarlanamayacak olan bu tedbirler yargılama öncesinde gerçekleştirilmelidir ancak
önceki mahkumiyetler ve şahsiyetle ilgili diğer deliller gibi genellikle Amerika’da
kapsam dışı bırakılan deliller duruşma hakimlerine açıkça ve hukuka uygun şekilde
sunulabilir, dolayısıyla yeni Kanun duruşma hakimlerini dosyadan etkilenmeye karşı
koruyamamaktadır.
2.2 Hakimlerin Yeteri Kadar Pasif Olmaması
İtalya’da yargılama tamamen tarafların kontrolü altında değildir. Tamamen çelişmeli
muhakemeye dayalı yaklaşımdan vakıa tespitine geçişte dört aşama vardır. İlk olarak,
taraflar kulaktan dolma delilin kabul edilmesine muvafakat ediyorsa, duruşma hakimi
195 c.p.p. n.3 sayılı maddeye istinaden orijinal delilleri talep edebilir (örneğin,
kulaktan dolma olmayan deliller). İkinci olarak, mahkeme başkanı, inceleme sonunda
sonuca varırken tanıkları sorgulayabilir (ABD sisteminde olduğu gibi) ve aynı
zamanda inceleme esnasında ele alınması gereken yeni konuları taraflara bildirir.
Üçüncü olarak, ABD sisteminin aksine her zaman resmi olarak tayin edilen
bilirkişiler, mahkemede re’sen dinlenebilir (madde 224 c.p.p, n.1, ayrıca madde 468
c.p.pp, n.5 ve 501 c.p.p, n.2). Ayrıca, Kıta Avrupası geleneğinde kök salan bir hukuk
sisteminde oldukça etkili bir hüküm olduğu anlaşılan 507 c.p.p sayılı madde,
mahkemede tüm deliller sunulduktan sonra, mutlak olarak gerekli olan her durumda,
duruşma hakiminin delilleri sua sponte (kendi takdiriyle) inceleme yetkisine sahip
olduğunu öngörmektedir. Mahkeme başkanı ise kendisinin sunduğu tanıkları dinler ve
sonrasında ilk olarak hangi tarafın ilk soruyu soracağına karar verir (genellikle tanık
ifadesinde lehine bayan verilen taraf ilk soruyu sormaktadır). (Elisabetta Grande,
2000)
2.3 Özel Usulün Sınırlı Uygulaması
Giudizio abbreviato olarak bilinen usul, tüm suçlarda uygulanabilir olmasına rağmen,
davalının talepte bulunması, bu usulün uygulanması için tek koşul değildir. Savcı
talebe izin verir ve hakimler de kısaltılmış kararı uygulayabilir.
İtalya’da uygulanan cezada pazarlık sistemi açısından, İtalyan sistemi ve Amerikan
sistemi arasında en az üç fark mevcuttur: İlk olarak, İtalya’da davalılar, tüm
soruşturmalar ve evrak işleri tamamlandıktan sonra ön duruşmada ve hatta yargılama
esnasında cezada pazarlık yapabilir.İkinci olarak, ceza pazarlığı, sadece para cezası
gerektiren suçlarla veya hafifletici koşullar, müzakereler ve kanun uyarınca üçte bir
oranında yapılacak ceza indiriminin bir sonucu olarak cezanın 2 yıllık hapis cezasını
aşmadığı suçlarla sınırlıdır. Üçüncü olarak, İtalyan sisteminde, davalının suçu kabul
etmesi halinde savcı ve davalı suçun niteliği konusunda pazarlık yapmaz. (Nicola
Boari, 1997)
2.4 Savunma Makamının Davayı Soruşturma konusunda Sınırlı Yetkisi
Yeni Kanunda, savunma avukatına şüphelinin sorguya çekilmesi esnasında hazır
bulunma, müvekkili ile serbestçe iletişim kurabilme ve dosyayı okuyabilme gibi geniş
kapsamlı haklar tanınmıştır; ayrıca, çelişmeli muhakeme ilkesi de öngörülmüştür, bu
ilkeye göre savunma avukatı soruşturma makamının neredeyse tüm faaliyetlerini
izleyebilir, bu durum Amerikan muadili tarafından öngörülmüş olabilir. Kanunda,
aynı zamanda savunma vekiline soruşturma yetkileri de tanınmıştır; ancak, “Bu
haklar, özellikle de savunma avukatının almış olduğu ifadeleri doğrulama olanağı
bulunmadığı için oldukça sınırlı ve teorik kalmıştır.” Savcı artık yargı görevlisi değil,
bir taraf olduğu için, savunma vekilinin savcıdan yardımcı olabilecek bazı delilleri
alma olanağı da oldukça zayıf kalmıştır, savcı ve savunma makamı arasındaki bu
eşitsizlik en nihayetinde davanın bütünlüğünü (integrity of trial) etkileyebilir.
(Mireille Delmas- Marty ve J.R. Spencer, 2002)
3. Soruşturma Sistemine Dönüş
3.1 İtalyan Anayasa Mahkemesinin Tutucu Davranışı
1988 tarihli yeni Kanun, İtalya’nın ceza muhakemesi yapısını yargı mensuplarının
baskın olduğu soruşturma sisteminden tarafların baskın olduğu çelişmeli muhakeme
sistemine dönüştürmüştür. Ancak, “kitaptaki kanun”, “kanunun uygulandığı”
anlamına gelmez; uygulama için en önemli koşul, Kanunun kusursuz lafzına değil,
kanunu uygulayanlara bağlıdır. Yazılı kanunlar, yönetilenler tarafından belirli ölçüde
kabul görmelidir; aksi takdirde, kanunlar uygulanırken dirençle karşılaşılır ve başka
şekillerde kabullenilmez. İdeali, Kıta Avrupası geleneğinin ideali ile çelişen böyle bir
sistem de uygulama aşamasında zorluklarla karşılaşmaya mahkum olmuştur. Yeni
Kanunu bozguna uğratan öncü kurum ise İtalya Anayasa Mahkemesi olmuştur.
İtalya’da, kanunun herhangi bir hükmü, bu kanunun Anayasaya uygun olup
olmadığını veya Anayasayı ihlal edip etmediğini belirlemek üzere Anayasa
Mahkemesinin denetimine sunulabilir. Sadece bir hükmün geçerliliği konusunda
şüphe varsa, bu hüküm duruşma esnasında denetime sunulabilir. Anayasaya
uygunluk konusu, şikayetin hakim tarafından yersiz olmadığına karar verilmesi
halinde mahkeme başkanı tarafından veya taraflarca gündeme getirilebilir. (Michele
Panzavolta, 2005). Savcılar ve hakimler, yeni Kanunda yer alan oldukça yüksek
sayıda hükmü Anayasa Mahkemesinin denetimine sunmuştur. Özellikle soruşturma
ve yargılama arasında keskin bir ayrım yapılmasını destekleyen kurallar için suç
duyurusunda bulunulmuştur.
3.1.1 Polis Memurlarının Soruşturma aşamasında Alınan İfadeler Hakkında Tanıklık
Etmesini Yasaklayan Hükmün İptali
Anayasa Mahkemesi, bu şikayetlerle mutabık kalmış ve 24/1992 sayılı kararı ile
Kanuna ilk darbeyi vurmuştur. Bu kararıyla, Mahkeme polis memurlarının
soruşturmalarda alınan ifadeler hakkında tanıklık yapmasını yasaklayan hükmü iptal
etmiştir. Mahkemeye göre, benzer bir yasak normal tanıklar için uygulanmazken söz
konusu hüküm polis memurlarının duydukları konusunda tanıklık etmesini
yasakladığı için eşitlik ilkesini ihlal etmiştir. Ne yazık ki, Mahkeme bu hükmün ceza
davası sürecinin aşamalarını birbirinden ayırmada oynadığı elzem rolü görememiştir.
3.1.2 Mahkeme Dışında Alınan Tanık İfadelerinin Dava Konusu Olgunun Kanıtı
Olarak Kabul Edilmesi
Ceza Muhakemesi Kanununun 500. Maddesine istinaden, tanığın mahkeme dışında
verdiği ifade ile tutarsız olması nedeniyle yargılama aşamasında verdiği ifadesinin
gerçeğe aykırı olduğunun iddia edilmesi (impeachment of witness), sadece bir
güvenilirlik testine (credibility test) indirgenmiştir. Anayasa Mahkemesi İtalyan
yargısının eleştirilerini 255/1992 sayılı Kararı ile tasdik etmiştir; bu kararla Mahkeme,
“delillerin kaybolması” (non-dissipation of evidence) olarak adlandırılan ilkenin yeni
getirilen ceza muhakemesi sistemine de uygulanabilir olduğu düşüncesiyle Ceza
Muhakemesi Kanununun 500. maddesinin 2. fıkrasının kanuna aykırı olduğunu ifade
etmiştir. Bu kararı müteakiben, tanıkların savcıya verdiği ifadeler, tutarsızlık veya
duruşmada sessiz kalma nedeniyle ifadenin gerçeğe aykırı olduğu iddia edilerek, dava
konusu olguların kanıtı olarak kabul edilmeye başlanmıştır. (Ennio Amodio, 2004)
3.1.3 Duruşmaya Katılan Fakat Kendisi Aleyhine Tanıklık Etmeme Hakkını Kullanan,
Davası Ayrılmış Müşterek Davalının Önceki İfadelerinin Dinlenilmesi
1992 tarih ve 254 sayılı Kararla, 513/2. madde anayasaya aykırı bulunmuş, böylelikle
davası ayrılan davalının sessiz kalma hakkını kullanmayı tercih edip etmediğine
bakılmaksızın diğer davalının yargılamasında tanıklık etmek üzere çağrılan davası
ayrılmış müşterek davalının mahkeme dışında alınan ifadesinin kabul edilmesinin
yolu açılmıştır. Mahkeme, davası ayrılan müşterek davalı ile davası birleştirilen
müşterek davalıya (joint co-defendant) farklı muamele edilmesinin makul olmadığını
ileri sürerek kararını gerekçelendirmiştir. Yargılamaya katılan ancak kendi aleyhine
tanıklık etmeme hakkını (susma hakkı) kullanan davası birleştirilen müşterek davalı
daha önce verdiği ifadesini okutabiliyorsa, davası ayrılan müşterek davalıya da aynı
şekilde muamele edilmelidir.
3.1.4 Hakimin Hükümlünün Rehabilitasyonu Gerekçesiyle Cezada Pazarlığı Veto
Etme Yetkisi
İtalyan Anayasa Mahkemesi, yeni İtalyan Kanunundan bir yıl sonra yayımladığı
313/1990 sayılı kararında, patteggiamento (cezada pazarlık) sistemini getirmiştir.
Anayasa Mahkemesi, hakimin varılan mutabakat üzerindeki kontrol yetkisinin sadece
bir formaliteden ibaret olmadığını defaatle beyan ettikten sonra, söz konusu kararında
İtalyan Ceza Muhakemesi Kanununun patteggiamento (cezada pazarlık) sistemini
düzenleyen 444.2. maddesinin, taraflarca mutabık kalınan cezanın suçun ağırlığına
uygun olup olmadığını kontrol etme yetkisini hakime açıkça vermediği, dolayısıyla
İtalyan Anayasasının cezanın amacının hüküm giyen kişiyi ıslah etmek olduğunu
öngören 27.3 sayılı maddesini infaz etme yetkisinden hakimi mahrum bıraktığı
gerekçesiyle anayasaya aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Dolayısıyla, bu kararla
hakimin pattegiamento konusunda taraflar karşısında yetkileri yeniden teyit edilmeye
ve artırılmaya çalışılmıştır. (Maximo Langer, 2004)
3.1.5 Mahkemenin İlave Kanıt Talep Etme Yetkisinin Geniş Yorumu
Anayasa Mahkemesinin başlangıçtaki suç isnat etme (accusatorial) sistemi değiştiren
çoğu kararı arasında, duruşma hakiminin adaleti tesis etmek adına tanıkları çağırma
yetkisinin istisnai davalarla sınırlandırıldığı kural açısından yeni bir yorum
getirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 111/1993 n16 sayılı Kararında, savcının ihmali
veya inisiyatif alamaması nedeniyle yargılama aşamasında herhangi bir kanıt
sunamaması halinde, hakimin hakikati tespit etmek amacıyla faydalı olabilecek
kanıtların toplanmasını emrederek bu sorunu çözebileceği belirtilmiştir. Anayasa
Mahkemesi, hakikatin aranmasına atıfta bulunarak, tarafların kanıtlar konusunda tam
hareket hürriyetine sahip olmadığını ifade etmiştir. (Mireille Delmas- Marty ve J. R.
Spencer, 2002)
3.2 Çelişmeli Muhakeme Sisteminin Başarısızlığına Neden Olan Faktörler
3.2.1 Gerçekler: Örgütlü Suçların Artması
Mafya tipi örgütler, İtalyan toplumunun dokusuna o kadar derinden girmiştir ki
İtalyan kültürünün kara tarafının bir parçası haline gelmiştir. (Ottavio Campanella,
1995). 1987 yılının sonunda, en büyük dava olan 454 davalının dahil olduğu Palermo
davası, 20 ay sürmüş ve 300’den fazla mahkumiyetle sonuçlanmıştır. Örgütlü suç,
davalardaki gecikmelerin en önemli faktörlerinden biridir, İtalya bu sorunu ortadan
kaldırmak amacıyla organize suç kapsamındaki davalıların davalarını ayırma
yöntemini uygulamıştır. Ancak, bu bir yöntem başka bir sorunu beraberinde
getirmiştir: davaları ayrılan davalıların itiraflarının kabul edilebilirliğine nasıl karar
verilecek. Birinci Kısımda ifade edildiği üzere, İtalya’da davalının yüzleşme hakkını
(right of confrontation) korumak üzere oldukça katı ve istisnai bir kural kabul
etmiştir. (Louis F. Del Duca, 1991)
1992 yılında, iki cesur savcı mafya tarafından hunharca suikasta kurban gitmiştir.
İtalyan Devletinin tüm kurumları mafya ile çekişme konusunda çok kararlı olduklarını
sergilemek durumunda kalmıştır. Bu olay, kolluk görevlilerinin kullanabileceği kanıt
yetkilerini güçlendirmeyi amaçlayan bir yasal düzenlemenin acilen çıkarılmasının
haklı gerekçesini teşkil etmiştir. Parlamento Ağustos 1992’de Mahkemenin kararlarını
uygulayan ve kurala getirilen istisnaları artırarak kabul edilebilir nitelikteki tek
kanıtın duruşmada sunulan kanıtlar olduğunu öngören bir kanun tasarısını kabul
etmiştir. Örneğin, taraflara diğer davaların tutanaklarını ve bağlı davada (collateral
case) alınan kararları sunma imkanı tanınmıştır. Ayrıca, duruşmaya katılmayan
tanıkların mahkeme dışında alınan ifadeleri daha kapsamlı bir şekilde
kullanılabilmiştir. Bu düzenleme, örgütlü suç gruplarının yaptığı saldırılara cevaben
Devlet tarafından onaylanmıştır. (Illuminati Giulio, 2005)
3.2.2 Sistem: Yargının Hüküm Veren ve Kovuşturmayı Yürüten Mensupları arasında
Ayrım Yapılmaması ve Zorunlu Kovuşturma İlkesi
İtalyan savcılar, neredeyse tam bağımsızlığa (autonomy) sahip olan ve mesleğe ömür
boyu süreyle atanan bürokratlardır. Otomatik maaş artışı sağlayan mekanizma, hakim
ve savcıların maaşlarını kamu çalışanlarının ücretleri arasında en tepede tutmaktadır.
(William T. Pizzi ve Luca Marafioti, 1992). Hüküm veren ve kovuşturmayı yürüten
yargı mensupları arasında ayrım yapılmaması, tüm görevlilerin hakikati ortaya
çıkarmakla ve dolayısıyla sanık leh ve aleyhinde kanıtları toplamak ve sunmakla
sorumlu olduğu daha önceki resmi olarak kontrol edilen sistemle tutarlı olmakla
birlikte, kanıtların toplanması ve sunulmasına ilişkin yeni sistemde davalıları adil
yargılanmadan yoksun bırakmaktadır.
Zorunlu kovuşturma mefhumu, 1948 İtalyan Anayasasında yerini almıştır. Gerekçesi
ise tıpkı Alman sisteminde uygulamaya koyulmasını haklı kıldığı gibi kovuşturmanın
tarafsızlığını güçlendirmektir. Bu teoriye göre, savcının takdir yetkisinin olmaması
siyasi rejimin işlediği suçlara gelecekte adil olmayan bir şekilde muamele edilmesinin
önüne geçecekti. (Elisabetta Grande, 2000). Zorunlu kovuşturma ilkesi, bir tarafta
savcının davalı ile ceza pazarlığı yaparken neden kısıtlı bir yetkiye sahip olduğunu ve
diğer taraftan ise Anayasa Mahkemesinin hakimin maddi hakikati bulma yetkisini
onaylamak üzere neden bu ilkeyi kullandığını açıklayabilir. Anayasa Mahkemesi’nin
111/1993 n16 sayılı Kararında, savcının yargılama aşamasında herhangi bir kanıt
sunamaması halinde, hakimin hakikati tespit etmek amacıyla faydalı olabilecek
kanıtların toplanmasını emrederek bu sorunu çözebileceği belirtilmiştir. Anayasa
Mahkemesi, “zorunlu kovuşturma” ilkesinin geçerli olduğu İtalyan yargı sisteminde,
savcının inisiyatif alamamasının duruşma hakiminin bir suçun işlenip işlenmediğini
belirlemesini engelleyebileceğini tasavvur etmenin mümkün olmadığı kanaatinde
olmuştur. (Ennio Amodio, 2004)
3.2.3 Kültür: “Maddi Hakikat” Arayışı
Kıta Avrupası geleneğinde, kanıtlarla ilgili alan, karar alıcının sorumluluğu
kapsamındadır; karar alıcının yürüttüğü soruşturma, kamu yararının korunması
amacıyla kullanılan bir araç olarak görülmektedir. Bunun bir sonucu olarak, çelişmeli
muhakeme sistemine geçişten sonra çıkarılan 1989 tarihli Kanunla duruşma hakimine
kanıtların toplanması konusunda verilen nispeten pasif rol, İtalyan yargısı tarafından
hakikatin ortaya çıkarılmasının önünde duran bir engel olarak algılanmıştır.
Kıta Avrupası ülkelerinden biri olan İtalya’nın geleneksel ceza muhakemesi modeli,
bir davaya konu olguları tarafsız ve yetkin bir araştırmacının en iyi şekilde
belirleyebileceği varsayımına dayalı olarak geliştirilmiştir. Bunun aksine, yeni Kanun
ise olguları belirlemenin veya sonuca varmanın nesnel bir yöntemi olmadığı, fakat
hakikate farklı bakış açıların yüzleşmesi vesilesiyle en iyi şekilde ulaşılabileceği
varsayımına dayanmaktadır. Vakıa tespiti sürecine ilişkin geleneksel görüş
günümüzde İtalya’da hem yargıda hem de kamuoyunda hala yaygındır. Yetkinin, yani
duruşma hakiminin maddi hakikati ortaya çıkarma yetkisini geri kazandırmak
amacıyla, Anayasa Mahkemesi, yeni Kanunun çoğu Maddesinin anayasaya aykırı
olduğu kararına varmıştır; tıpkı Milano Üniversitesi profesörü Amodio’nun “delillerin
kaybolmaması (non-dissipation of evidence)” ilkesini değerlendirirken ifade etmiş
olduğu üzere, bu ilke, “Kıta Avrupası ceza hukukunun temelinde yatan maddi hakikat
ilkesinin yeni bir maskelenmiş versiyonu olmuştur.” (Ennio Amodio, 2004)
4. Çelişmeli Muhakeme İlkelerinin Yeniden Tesis Edilmesi
1997 yılında, Parlamento başlangıçtaki çelişmeli muhakeme seçeneğini yeniden tesis
etmeye karar vermiştir. 267/1997 tarihli Kanunla, yargılama aşamasını ceza
davalarının merkezine yerleştirmek amacıyla şifahen verilen bilgi ve dolaysızlık
(orality ve immediacy) ilkelerine getirilen çoğu istisnanın bazılarını iptal etmiştir.
Özellikle, reformda suç ortağının daha önceki ifadelerinin, suç ortağının duruşmada
sessiz kalması halinde davalının suçlu olduğunu belirlemede ayrı ayrı kabul edilemez
nitelikte olduğu belirtilmiştir. Reformda, çelişme sürecinin yeniden tesis edilmesi
yoluna gidilmiş, davalının yüzleşme hakkı muhafaza edilmiştir. Ancak, Anayasa
Mahkemesi revize edilen hükümleri incelemiş ve söz konusu hükümlerin eşitlik
maddesini ihlal ettiği için anayasaya aykırı olduğu sonucuna varmıştır. İlgili hüküm,
suç ortağının kendi davasında sessiz kalması halinde söz konusu suç ortağının önceki
ifadelerinin kullanılmasını yasaklamış fakat tanığın önceki ifadesinin kullanılmasını
yasaklamamıştır. Karar için belirtilen gerekçeler, Anayasa Mahkemesinin ideolojisini
göstermektedir. Mahkeme, hiçbir yargı faaliyetinin boşa sarf edilmemesi ve hiçbir
kanıtın kaybedilmemesi gerektiği ilkesini bir kez daha hatırlatmıştır. Parlamento ve
yargı merci bunun sonucunda açık bir çekişmeye girmiş ve yargı üstün gelmiştir.
(Illuminati Giulio, 2005). Anayasa Mahkemesinin Anayasayı sistematik olarak yanlış
yorumlaması, Parlamentonun hedeflenen muhakeme sistemini açıkça belirtmek
amacıyla Anayasayı tadil etmek zorunda kalacağını açıkça ortaya koymuştur. 2/1999
tarihli Anayasada, 111. maddesinde beş yeni bölüm eklenerek reforma gidilmiştir.
111. maddeye eklenen bölümler sonucunda, İtalyan Anayasasındaki diğer maddelere
kıyasla bu madde çok uzun hale gelmiştir. Değişiklikle eklenen beş bölüm şu
şekildedir:
(1) Yargısal her bir işlem, kanunlarca belirtilen esaslara uygun olarak yürütülmelidir.
(2) Her bir yargılama sürecinde, tarafsız bir hakim nezdinde kanıt sunma veya karşı
kanıt sunma konusunda her bir tarafın eşit konuma sahip olması garanti edilmelidir.
Kanun aynı zamanda yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmasını da garanti
eder.
(3) Kanunda, ceza davalarında, bir suçla itham edilen bireye hakkında yapılan
suçlamaların niteliği ve gerekçeleri hakkında en kısa sürede bilgi verilmesi gerektiği;
sanığa savunmasını hazırlamak için yeterli süre ve uygun koşulların tanınması
gerektiği; sanığa hakim nezdinde kendisi aleyhine ifade veren tanıklara soru sorma
veya sordurma fırsatının tanınması gerektiği; sanığın savcıyla eşit şartlarda lehine
olan tanıkları duruşmaya çağırma hakkına ve kendi lehine olacak diğer kanıtları
sunma hakkına sahip olduğu; sanığın duruşmada kullanılan dili anlamaması veya
konuşamaması halinde kendisi için tercüman görevlendirilmesi gerektiği
öngörülmektedir.
(4) Ceza yargılaması, kanıtların tarafların huzurunda dinlenilmesi ve her bir tarafın
karşı delil gösterebiliyor ve karşı delile itiraz edebiliyor olması gerektiği ilkesine
dayanmaktadır. Kendi isteği ile sanık veya avukatı tarafından dinlenilmeyi reddeden
bir kişinin beyanları üzerine sanığın suçlu olduğu kanıtlanamaz.
(5) Kanunda, kusursuz imkânsızlığın doğrulanması veya kanuna aykırı hareket
edildiğinin kanıtlanması sonucunda, sanığın rızası ile delillere itiraz edebileceği
şekilde delillerin sunulmadığı davaları düzenlemektedir.
Anayasa Değişikliği geçtikten sonra, İtalyan yasa koyucu, Değişikliğin uygulanmasını
temin etmek amacıyla yeni hükümler kabul etmiştir. 63/2001 sayılı Kanun, esas
olarak “dava işlemlerinin tamamlanması” ilkesinden ilham almıştır; bu ilkeye göre,
mahkumiyet veya beraat kararı ile durumu geri dönüşü olmaksızın belirlenen bir
müşterek davalıya tanık olarak muamele edilir ve bu müşterek davalı hala ifade verme
yükümlülüğüne sahiptir ancak avukatından yardım alma hakkına sahiptir. Bu ilkeden
mugayir olarak, aynı suçtan kovuşturulmayan müşterek davalı, eğer sadece yargılama
öncesi aşamada sorgulanırken suç ortağı hakkında kanıt temin ederse yargılama
sürecinde tanık muamelesi göreceği yönünde uyarılırsa tanık olarak dinlenilebilir.
Bunun dışında, müşterek davalı susma hakkına sahiptir, ve buna göre çapraz sorgudan
kurtulabilir, bu nedenle daha önce savcıya vermiş olduğu ifadeler kabul edilebilir
nitelikte olmaz.
İtalyan yasama organı, katı delil kuralını yeniden tesis etme amacı dışında, çelişmeli
muhakeme sistemini güçlendirmek amacıyla başka tedbirler de geliştirmiştir.
İlk olarak, tetkik hakimliği kaldırıldıktan sonra, yargılama öncesi adli kontrol ve
hazırlık duruşması görevi, artık dava hakkında soruşturma yürütmeyen GIP (hazırlık
soruşturması hakimi) tarafından yerine getirilmekteydi. Ancak, GIP bu iki görevi
birlikte yürüttüğü için, hazırlık duruşmasında aldığı karar, duruşma öncesinde elde
ettiği bilgilerden etkilenebilir. 1998’de, İtalya’nın yasama organı, hazırlık
duruşmalarını yürütmek üzere giudice dell’udienza preliminare (GUP) (hazırlık
duruşması hakimi) adında özel bir organ kurmaya karar verdi, dolayısıyla GIP’ın
yetkisi yargılama öncesi adli kontrolle sınırlı kalmış oldu.
İkinci olarak, savunma avukatının soruşturma yetkileri iyileştirilmiştir. “Savunma
avukatının yapacağı soruşturmalara ilişkin kurallar” başlıklı 7 Aralık 2000 tarih ve
397 sayılı Kanun, savunma makamının yetkilerini genişleterek kendi soruşturmalarını
yürütme imkanını tanımıştır: savunma avukatı bilgi temin edebilecek kişileri
dinleyebilir, özel yerlere veya kamunun girmesine izin verilmeyen yerlere girebilmesi
için hakim tarafından izin verilebilir ve el konulan delilleri inceleyebilir. Ayrıca,
savunma avukatı tüm bu faaliyetleri yürütmek amacıyla başkasına vekalet verebilir,
özel yetkili temsilcilerle ve teknik danışmanlarla çalışabilir. Savunma makamının
bulduğu tüm deliller, “savunma vekilinin dosyası” isimli özel bir dosyada toplanır.
(Mireille delmas- Marty ve J. R. Spencer, 202)
Üçüncü olarak, İtalyan sisteminin aşırı dava yükü tek başına verimsizlik döngüsünün
artmasına neden olmaktadır. Bu iş yükünün azaltılması amacıyla yakın zamanda
çeşitli reformlar gerçekleştirilmiştir. 1998 tarihinde yapılan bir reformda, ufak suçlar
hakkında geleneksel üç yargılı mahkeme heyeti yerine tek bir hakim tarafından karar
verilebileceği öngörülmüştür. 2001 yılında, yasama organı adi suçlarla ilgili davalara
bakmak üzere sulh hakimliklerini kurmuştur, böylelikle mahkemelerin (tribunal) bazı
davalarla ilgili karar verme yükünü hafifletmiştir.
Bu reformlara rağmen, sistemin hala daha verimli hale getirilmesi yönünde muazzam
bir baskı vardır. 1999 tarih ve 479 sayılı Kanunda, davalı kısaltılmış karar için talepte
bulunduğu zaman savcının mutabakatının alınması gerekliliği ortadan kaldırılmıştır.
1999’da getirilen bir diğer önemli değişiklik, davalının artık hakimden soruşturmaya
devam ettirmesini isteyebilmesi ve dolayısıyla hakimin söz konusu davada karar
verebilmesi için kendisine yeterli delil sunulmadığı gerekçesiyle kısaltılmış kararla
devam etme talebini reddetme yetkisinin kaldırılmasıdır. İtalya’da cezada pazarlık
sisteminde yapılan reformda da kısaltılmış kararda izlenen aynı yol izlenmiştir:
uygulaması genişletilmiştir. Haziran ayında 134/2003 tarihli Kanunla en fazla beş
yıllık hapis cezası sınırlaması kanunen getirilmiş oldu.
5. Sonuç
1989 tarihli İtalyan Ceza Muhakemesi Kanunu ile uygulanan çelişmeli muhakeme
sistemi ve çelişmeye dayalı olmayan sistemin geçmişten bu yana gelen karma
özellikleri, söz konusu ülkenin bir ceza davasının tasarrufunun oyuncuları ve
aşamalarının yetkilerini ayırarak yetkinin kötüye kullanılması üzerinde kontrol
uygulama konusunda duyduğu kaygının bir göstergesidir. (Rachel A. Van Cleave,
1997). İtalya’nın naklettiği çelişmeli muhakeme sistemi, sadece yargılama yapısında
yapılan reformu değil aynı zamanda tüm ceza muhakemesinde yapılan reform
niteliğindedir. Davanın ilerleyişi açısından, yargılama aşaması ceza muhakemesinin
sadece bir aşamasını teşkil etmektedir. Dolayısıyla, tüm çabamızı yargılama
muhakemesinde yapılacak reform için sarf edersek ve diğer mukabil muhakeme
reformlarını ihmal edersek, sonuç beklentilerimizin dışında gerçekleşebilir ve
muhakemelerin farklı kısımlar birbiriyle çelişebilir. Çelişmeli muhakemeye dayalı
ceza yargılamasında, katı bir yargılama merkezli sistem ilkesi uygulanmaktadır:
soruşturma aşaması ve yargılama aşaması kesin çizgilerle iki ayrı usule ayrılmaktadır,
savunma makamı aleni duruşmada sadece suçlayan tarafın elde ettiği delillerle
karşılaşır ve bu delillerin kararın dayanağı olarak kullanılabilmesi için kanıt kuralları
engelinden geçer. Buna göre, çelişmeli muhakemeye dayalı yargılama sisteminin
nakledilmesi için soruşturma usulünde ve delil kuralında reform yapılmalıdır. Aksi
takdirde, nakledilen sistem meyve vermez. Ayrıca, çelişmeli muhakemeye dayalı ceza
yargılamasında, hakimler pasiftir ve savcı davanın “kamu yararını gözeten tarafı”
haline gelir; taraflar arasındaki kökleşmiş eşitsizliği ortadan kaldırmak ve adil
yargılama amacına ulaşmak amacıyla davalının savunma yetkisi gerekli tedbirlerden
biridir. Çelişmeli muhakeme sistemine dayalı ceza yargılaması, bedeli yüksek
faaliyetlerden biridir; eğer gereksiz davalara karşı kalkan oluşturmak için düşük
bedelli mütekabil usul tasarlayamazsak, gerçekten ciddiye alınması gereken davalar
asıl çelişme alanına gelemez.
Hepimizin gördüğü üzere, İtalya’da ceza yargılamasında çelişmeli muhakeme
sistemine dayalı yapılan reformda, bahsi geçen bütüncül reform yaklaşımı
benimsenmiştir. Yargılama aşamasının soruşturma aşamasından ayrılması, katı
münhasır delil kurallarının getirilmesi, sanığın savunma yetkisinin genişletilmesi ve
farklı etkin usullerin oluşturulması, bu yaklaşımın somut adımlarıdır. Japonya dahil
Kıta Avrupası sistemini benimseyen başka hiçbir ülke, reformun derinliği ve kuvveti
bakımında İtalyan reformuyla kıyas götüremez.
Nakledilen sistemin yargı uygulamalarında yasama organının beklediği sonuca ulaşıp
ulaşamayacağı konusunda, en önemli faktörlerden biri, yeni sistemin idealin kanun
uygulayıcılar tarafından içselleştirilip içselleştirilemeyeceğidir. İçselleştirme
sürecinde, zor olsa da sistemin tekrar tekrar test edilmesi tek çözüm yoludur. Siyasi
kültürlere ilişkin karşılaştırmalı bir analizde, Seymour Martin Lipset (1996:21)
bireyselleştirmeye uzun süredir yaptığı vurgu ve hükümetin güvensizliğinden dolayı,
“Amerikalılar, en fazla devletçilik karşıtı, kanunlara harfiyen riayet eden ve hak
temelli bir ulus olmuş ve olmaya devam etmektedir” şeklinde yazmıştır. Dolayısıyla,
yargı merci dahil olmak üzere Amerikan hükümeti yetkileri ayırmak ve
sınırlandırmak üzere tasarlanmaktadır.
Hükümet yetkisine duyulan bu derin güvensizlikten dolayı, Amerika ceza yargılaması
sisteminde, yargıç veya diğer görevlilerden ziyade tarafların kendini korumasına
vurgu yapılmaktadır. Fakat Kıta Avrupası ülkeleri her zaman hakimin hakikati tek bir
taraf lehine (ex parte) ortaya çıkarma yükümlülüğünün altı çizilmektedir, bu durum
yetki güven kültürünün başka bir tezahürüdür. Bu doğrultuda, İtalya’nın Anayasa
Mahkemesi yeni Kanunla bağdaşamamıştır. Yeni Kanun sadece hakimlerin yetkisini
zayıflatmamıştır aynı zamanda hakikatin ortaya çıkarılması şekilde tanımlanan Kıta
Avrupası geleneğindeki yukarıda bahsedilen ideali gerçekleştirememektedir. İtalyan
Anayasa Mahkemesinin aldığı bir dizi karar, bu iki kültür arasındaki çelişkinin
kaçınılmaz bir sonucudur. Mevcut materyaller açısından, İtalya’nın yasama organı
yargı sistemiyle olan mücadeleyi kazanmıştır ancak yeniden reform ihtimali göz
önünde bulundurulmalıdır.
Kaynakça
David M. Siegel. (2006). Training the Hybrid Lawyer and Implementing the Hybrid
System: Two Tasks for Italian Legal Education. Syracuse J. Int'l L. & Com. 33, 445.
Di Federico. (1989). The Crisis of the Justice System and the Referendum on the
Judiciary, in Leonardi and Corbetta(eds.), Italian Politics: A Review, Mulino.
Elisabetta Grande. (2000). Italian Criminal Justice: Borrowing and Resistance. Am. J.
Comp. L. 48,227
Ennio Amodio. (2004), The Accusatorial System Lost and Regained: Reforming
Criminal Procedure in Italy. Am.J.Comparative Law 52, 489.
Ennio Amodio & Eugenio Selvaggi. (1989). An Accusatorial System in a Civil Law
Country: The 1988 Italian Code of Criminal Procedure. Temp. L. Rev. 62, 1211.
F. Cordero. (1998), Procedura Penale(4th ed). 742f. Illuminati Giulio. (2005). The
Frustrated Turn to Adversarial Procedure in Italy (Italian Criminal Procedure Code of
1988). Washington University Global Studies Law Review,
http://ssrn.com/abstract=827964.
Louis F. Del Duca. (1991). An Historic Convergence of Civil and Common Law
Systems: Italy’s New Adversarial Criminal Procedure. Dick. J. Int’l L. 10, 73.
Macro Fabri. (1994). Theory Versus Practice of Italian Criminal Justice Reform.
Judicature 77, 211. Maximo Langer. (2004). From Legal Transplants to Legal
Translations: The Globalization of Plea Bargaining and the
Journal of Politics and Law December, 2008 Americanization Thesis in Criminal
Procedure. Harv. Int'l L.J. 45, 1.
Michele Panzavolta. (2005). Reforms and Counter-Reforms in the Italian Struggle for
an Accusatorial Criminal Law System. N.C.J. Int'l L. & Com. Reg. 30, 577.
Mireille Delmas-Marty & J. R. Spencer. (2002). European Criminal Procedure.
London: Cambridge University Press, (Chapter 6).
Nicola Boari. (1997). On the Efficiency of Penal Systems: Several Lessons from the
Italian Experience. Int'l Rev. L. & Econ. 17, 115.
Ottavio Campanella. (1995).The Italian Legal Profession. J. Legal Prof. 19, 59.
Rachel A. Van Cleave. (1997). An offer You can’t Refuse? Punishment without Trial
in Italy and the United States: The Search for Truth and an Efficient Criminal Justice
System. Emory Int'l L. Rev. 11, 419.
Seymour Martin Lipset. (1996), American Exceptionalism: A Double-Edged Sword,
New York: W. W. Norton. Stefano Maffei. (2004). Negotiations on Evidence and
Negotiations on Sentence: Adversarial Experiments in Italian
Criminal Procedure. J. Int'l Crim. Just. 2, 1050. Stephen P. Freccero. (1994). An
Introduction to the New Italian Criminal Procedure. Am. J. Crim. L. 21, 345.
William T. Pizzi & Mariangela Montagna. (2004). The Battle to Establish an
Adversarial Trial System in Italy. Mich. J. Int'l L. 25, 429.

Benzer belgeler

Delillerin, Suçun işlendiği Hususunda Yeterli Şüphe Sebebi

Delillerin, Suçun işlendiği Hususunda Yeterli Şüphe Sebebi doğrultusunda şüpheli lehine delil toplamasının istenmesi şeklinde yorumlanmıştır. Diğer bir ifadeyle, toplanan delillerin yargılama aşamasında mahkumiyet kararının alınması için yeterli olup olmad...

Detaylı