BENELÜKS 1 Köln`de başlayan uzun yolculuğun ilk durağı

Transkript

BENELÜKS 1 Köln`de başlayan uzun yolculuğun ilk durağı
BENELÜKS ­1
Köln’de başlayan uzun yolculuğun ilk durağı olacak Lüksemburg’a doğru uzanan bir ferahlık
duygusu. Benelüks’ü ters sırasıyla görmek ve yaşamak üzere 2600 km civarında yol kat edilecek
bir gezinin belirsizliği ve meraklı beklentileri ile başlıyoruz.
Bu bir paket turun hikâyesi olacak. ETS Tur’la Benelüks + Paris, 8 gün – 7 gece’nin hikayesi.
Rehberimiz Tolga Kaptanoğlu. Tarih 21­28 Ekim 2012.
Almanya’nın disiplin ve düzen sistematiğini bir kez daha gözlemekle başlıyor gezi. Köln’e 2,5 yıl
sonra yeniden ayak basmanın bir tanışıklık duygusu verdiğini kabul etmek lazım. Bir kente
yabancılanmakla o kentle tanışıklık arasında gidip gelen bir ibre. Köln Katedralinin (Dom) önünde
Suriye’deki olaylarla ilgili bilgilendirme ve propaganda arasında bir eylem gerçekleştirmekte olan
15­20 kişilik bir kalabalık. Almanca ve Arapça dövizlerde Esad karşıtı ibareler olduğu anlaşılıyor.
Çıplak ve yüksek bir sesle Almanca bilgi veren, saçları ağarmaya başlamış karayağız bir adam,
arkasında uzunca bir süredir orada beklemekten sıkılmış olduğu duruşlarından ve tavırlarından
anlaşılan insan öbeği ve olan biteni anlamaya gayret eden bir o kadar sayıda meraklı göz.
Katedralin içinde ayin zamanı. Saat 16:00­17:00 civarı ve bir Pazar günü. Kapıdan girişte tam
karşıdaki ayin ekibini gözle seçmekte zorlanıyor insan. Rehberimizin anlatımıyla, gül tarzına
geçisin ilk adımları olan gotik mimarî tarzının büyük eserlerinden olan katedralin büyüklüğü
etkiliyor insanı. Katedralin uzunluğunun 144,5 metre, genişliğinin 86,5 metre ve kule yüksekliğinin
157 metre olduğunu öğrenince büyüklüğünü kavramak daha kolaylaşıyor. Yapımı, arada kesinti
dönemleriyle birlikte, 1248’den 1880'e kadar 6 yüzyıldan fazla süren dev bir tapınak burası.
UNESCO’nun Dünya Mirası Listesindeki yapılardan ve Almanya’nın en çok ziyaret edilen binası.
Köln, köprüleri ve modern şehir mimarisiyle kendine özgü güzelliği olan, ancak biraz aydınlık bir
çehreyle albenisi artabilecek bir büyük şehir.
Pazar gününün terk edilmişliği sinmiş şehrin merkezine. Mağazaların ve dükkânların hemen
hemen tamamı kapalı. Açık kafeterya ve lokantalar arasında farklı tatlara yelken açmaya korkar
gibi kendi damağımıza uyan bir şeyler arayıp bulma derdindeyiz. Ama zor iş. Türkiye’den gelip, ilk
iş olarak döner yemek de pek cazip gelmiyor doğrusu. Bir telaş, bir dikkat, bir gelgitle geçen
yarım saat, kırkbeş dakikadan sonra insanın ne yediğinin de önemi kalmıyor nasılsa.
Fazla oyalanmıyoruz Köln’de. Asıl hedefimiz değil çünkü bu şehir. Sadece bir uğrak noktası, bir
başlangıç limanı. Zorunlu uçak bağlantısı nedeniyle uğradığımız görülmeye değecek bir yer Köln.
Katedralin hemen yanındaki, otobüsümüzün bizi alacağı caddeye doğru ilerlerken trafik ışığını
bekliyoruz bir ara. Bu arada birbirleriyle sohbet ederek gelen yirmilerinde üç genç de beklemeye
başlıyor bizimle birlikte. Almanca aksanıyla kırık bir Türkçe konuşuyorlar. Bizle yan yana
gelinceye kadar öbekler halinde karşılaştıkları bir otobüs dolusu Türkçe konuşan insan onları
şaşırtmış besbelli. Birisi diğerine şunu derken gülümsüyoruz eşimle birbirimize: “Bunlar Türkçe
konuşuyorlar ama Türk’e benzemiyorlar”.
Lüksemburg’a doğru yola çıkıyoruz hava iyice kararmaya yüz tutarken. Köln’ün şehir ışıkları bir bir
kaybolmaya doğru, bizde 230 km.’lik yolun seyir telaşı başlıyor. Karanlığın yoğunluğu arttıkça
etrafı gözleme imkânı kalmıyor artık. Otobüs ışıklarının aydınlattığı yol akışından başka seçilebilir
bir şey kalmıyor.
Yolda bir mola veriyoruz, sürüş kuralları gereği zorunlu bir mola aslında. Sürücünün iki saatte bir,
ilki en az 15 dakika ve sonrakiler en az 30 dakika olacak şekilde mola vermesi ve otobüsten
inmesi gerekiyor. Bu molalarla birlikte, 24 saat içinde dokuz saatten fazla otobüsü kullanmaması
ve molalar dahil tüm sürüşün 12 saati doldurması halinde sürücünün 12 saatlik bir dinlenme
yapması gerekiyor. Otobüsün bütün hareketleri elektronik olarak otobüsteki bir çipe kaydediliyor.
Sürücü de ayrıca kendisi el ile hazır bir formu doldurmak suretiyle seyahatin raporunu çıkarıyor.
Türkiye’deki gibi yoğun yolcu akışına hizmet edecek bir hizmet anlayışının yollarda olmadığı
anlaşılıyor. Otobüsümüz otomobiller için ayrılmış park bölümüne değil de, kamyonlar ve diğer ağır
taşıtlar için ayrılmış bölüme park ediyor bütün molalarda. Hatta ilk molamızda böyle bir park
imkânı da olmadığından, otobüs kaldırıma çıkarak yol kenarına par etti ve bizler 15 dakikada
demleme çayın olmadığı diyarlarda sallama çaydan en fazla damak keyfini alabilmenin arayışı ile
biraz ferahladık. Saat 21:15 civarında Lüksemburg’a doğru yeniden çıktık yola.
Nihayet saat 22:10 civarlarında, düzgün bir yol akışı ve Hollanda yapımı sade ve rahat bir
otobüsle Lüksemburg’a varıyoruz. Lüksemburg şehrinin dışında, bir alışveriş merkezinin yanında
büyükçe bir otel. Odaları küçük ama rahat ve temiz. Yeni donatılmış gibi bir havası var. Yorgunluk
insanda seçiciliği azaltıyor iyice. Seçicilik azalmamış olsa da beğenilmemesi söz konusu değil.
Güzel bir otel. Sabah bir çok kişinin rahat uyuyamamaktan şikayet etmesi otelden daha çok
herkesin yeterince yol yorgunu olmasından kaynaklanmış olsa gerek.
Bir tur için çok iyi bir toplanma performansı göstererek belirlenen zaman noktasından önce
otobüsteki yerlerini alıyor grup. Buna rehberimiz de şaşırıyor. Hollanda’lı sürücümüze “best of all
times” deyişini duyuyorum. Bütün zamanların en iyi toplanmasını göstererek başlıyoruz
Lüksemburg turumuza.
BENELÜKS ­2
Lüksemburg’un neredeyse yatay yansıyan hafif güneş ışığıyla ısınan ve sabahının tatlı bir serinlik
duygusu veren havasına uyanmak hoşuma gitti. Dünkü yol yorgunluğunun son kalıntıları da
silindi. Sabah güneşiyle serinleyen soğuk bir iklimin olağan bir sabahıydı besbelli bu Ekim ayının
22’si.
Ve Lüksemburg şehrine yaklaşırken, umulası olmayan, oldukça yavaş akan, durmasa da
durmaya yeltenen bir trafik. İnsanı şaşırtan sıkışıklık. İstanbul’un 15 milyonu aşan oturanıyla
karşılaştırıldığında tüm ülke olarak 510.000’i ancak aşan, şehir olarak da 100.000’e ulaşmayan
oturanı için bu trafik anlaşılabilir ve anlatılabilir bir durum olarak gözükmüyor doğrusu. Ülkenin en
kalabalık şehri ve başkenti olsa da Lüksemburg şehrinin içine girince karşılaştığımız yalnızlık
derecesindeki sakin ortamı anlamak bir başka güçlük. Bu terk edilmişliği gördüğümüz trafikle
bağdaştırmak da mümkün değil.
Kişi başına millî gelir hesabında dünya ikincisi ve öyle bir ikincilik ki yıllık 110.000 ABD Dolarını ($)
aşan bir tutardan dem vuruyoruz. Resmi nominal rakamlarla 113.500 $ civarındaki kişi başına
milli gelir, satın alma gücü paritesine göre 80.000 $ civarlarına düşüyor. Böylece nominal hesapla
dünya üçüncülüğünden, satın alma paritesiyle dünya ikinciliğine yükselmiş oluyor Lüksemburg.
(http://en.wikipedia.org/wiki/Luxembourg) Türkiye’nin kişi başına 10.300 $ civarındaki nominal ve
17.500 $ civarındaki satın alma gücü esaslı milli geliri (http://en.wikipedia.org/wiki/Turkey) ile
karşılaştırıldığında bir uçurumdan söz ediyoruz. Nominal ve satın alma gücü esaslı rakamlardaki
iki ülke arasındaki ters çalışan ilişki, Lüksemburg’da yaşamanın bedelinin Türkiye’ye kıyasla bariz
şekilde yüksek olduğunu anlatıyor. Öyle ya 113.500 $ kazandığınız halde size 80.000 $’la
alabileceğiniz kadar bir yaşam standardı sunan Lüksemburg’a karşılık 10.300 $ kadar kazanıp
17.500 $’la alabileceğiniz bir yaşam standardına sahip olma fırsatı veren Türkiye.
Satın alma gücü paritesi, tanım olarak, ortama ve duruma uydurulmuş bir rakam elde etmeyi
sağlayan bir hesaplama esası. Satın alma gücü hesaplamalarında Lüksemburg’da satın
alınabilen herhangi bir mal (araba, beyaz eşya, yiyecek, ilaç vb.), hizmet (otel, hastane, lokanta
vb.) ve yaşam havası ile Türkiye’de satın alınabilecek aynı mal, hizmet ve yaşam havasının
arasındaki kaliteye ve niteliksel özelliklere ilişkin farklar hesaba katılıyor mu sorusunu
cevaplayabilmem için hesaplama yöntemine ilişkin bilgi edinmem gerekiyor. Bunu başka bir
zamana erteliyorum şimdilik.
Şehre varınca, merkezî bir noktada otobüsten iniyoruz. Herkesin yüzünde bir gülümseme ifadesi
var gibi. 51 kişilik grubun ilk günde kaynaşması beklenemez kuşkusuz. Ancak Lüksemburg’un,
Unesco’nun koruması altındaki, dünyadaki halen faal olan en yaşlı manastırına ve bunu
çevreleyen renk cümbüşüne yukarıdan bakan terasında bir resim alma telaşındaki grup üyelerinin
birbirleriyle resim çekmede yardımlaşmaları dostlukların ilk temellerini atıyordu galiba.
Değerleri korumanın ve bunları nesilden nesile aktarmanın oldukça sembolik ve kuşkusuz başarılı
örneklerinden birisi duruyor karşımızda. Sonbaharın yeşilin kahverengiye, sarıya ve hatta bordoya
dönmeye yüz tutmuş ağaç yapraklarındaki resminin arada bir kendini gösterdiği ağaçlar kümesi.
Bu küçük orman keyfinin çevrelediği, kendi halinde, yorgun ve hatta hüzünlü bir manastır ve
eklentileri ile kocaman bir kompleks. Uzakta bir eski saray.
Bir Avrupa başkenti. Üç beş yüzyılı, böyle söylendiği kadar kolay ve ucuz olmayan bedellerle
arkasına almış, savaşlar görse de aynısı yeniden yapılmış, yıkılsa da her seferinde bir başka
güçle ayağa kalkmış, şehrin birçok yerini kaplayan ve ağırlığı, hatta bazen ihtişamı hiç eksilmemiş
yapılarıyla ve yeşiliyle benliğini bulan bir Avrupa başkenti Lüksemburg. Etrafındaki büyük
mücadeleleri, paylaşım ve bölüşüm kavgalarını hesaba katmayan, hesaba katsa da gücünün
sözüne güç katmaya yetmeyeceğinin farkında olan, kralıyla barışık bir saygı iklimine yerleşmiş
haliyle monarşiyi içine sindirmiş ve kendi yolunda huzurlu bir küçük ülke Lüksemburg.
Saat 11’i geçmiş, 12’ye yaklaşırken, halâ açılmamış dükkânlar, lokantalar, hediyelik eşya
mağazaları ve sanki halâ uyanmamış bir şehir. Kişi başı millî gelir düzeyi ile ilişkisi olsa gerek bu
durumun. Otobüsle ve yaya olarak gezdiğimiz her noktada ve özellikle şehrin iş merkezinde
rastladığımız hesap işleri[1] danışmanlığı ve hukuk büroları. Şirket tabelalarının çokluğu ve bunun
yanında çok sayıda bankanın ve şirketin bürosunun varlığına işaret eden kocaman tabelaların
bolluğu ülkenin zenginliğini açıklamaya yarayan sebepler arasında kuşkusuz. Bir zamanların
sayılı vergi cennetlerinden birisi ve halen daha önemli bir uluslararası güvenli liman olarak kabul
edilen bir ülke. Hiç deniz kıyısı olmayan, Almanya, Hollanda ve Belçika arasında sıkışıp kalmış
küçücük bir ülke.
Fazla vaktimizi almıyor Lüksemburg şehrinin sokaklarını arşınlamak, dar sokaklarını keşfetmek
ve Mc Donald’s dışında bir sıcak kahvesini yudumlayacak uygun bir yer bulamayacağımızı
kavramak. Renkli ve hareketli olduğunu öğrendiğimiz gecesini beklemek planlarımızda yok.
Rotamız Hollanda… Nederland, yani alçak topraklar ya da alçak ülke… Topraklarının % 20
civarında ve nüfusunun % 21 civarında bölümü deniz su seviyesinin altında yaşayan ve
topraklarının % 50 civarında bölümü deniz seviyesinden 1 metre yukarıda olan bir kanallar ülkesi.
Kuzeyin Venedik’i yakıştırmasını haksız yere taşımayan sular ülkesi.
Bir görsel şölen gibi geçiyor otobüs penceresinden doğanın sonsuzluğuna yerleşmiş yaşam
durakları. Bitmeyecek gibi uzanan yeşilin üstünde, öbek öbek yer edinmiş insan yuvaları. Yeşilin
altındaki kahverengiyi gün yüzüne çıkarmak istercesine sulara teslim olmuş topraklar, başını
eğmiş dik ve gür dallı ağaçlar, verimli olduğu her halinden belli bir doğa geçidi. Her 30­40 metrelik
toprak parçasını diğerinden ayıran su kanalları her yerde. Tarlaların her bölümünde, evlerin
diplerinde, şehrin orta yerinde, yolların kenarında hatta koca binaların altında. Suyun üstünde bir
dev bina hiç şaşırtmamaya başlıyor insanı bir süre sonra.
Bu sulak topraklarda hayvan yetiştirmekten başka bir toprağa bağlı faaliyet yürütmenin pek
mümkün olmayacağını düşünüyorum. Gördüğüm manzara, elimde başka hiçbir veri olmadan,
beni o noktaya götürüyor. Bu kadar suyun ortasında hangi meyve ağacını veya hangi sebzeyi
dikebilir veya ekebilir insan acaba? Hollanda’nın toprak yüzey ölçüsü ve tarımsal ürün hacmi
konusunda diğer ülkelerle ve kuşkusuz Türkiye ile karşılaştırmalı hesaplamaların şaşırtıcılığına
daha sonraki yazılarımda değineceğim. Hollanda’nın kuzeyindeki bu sulak toprak varlığı
bakımından varabileceğim tek sonuç, doğal olarak yetişen otlarla semiren hayvanların en iyi
türlerini yetiştirip et ve süt ürünleri elde etmekten başka bir akıllı yol olmasa gerek ki bu
topraklarda hayat aynen böyle kurulmuş görünüyor.
Hollanda... Bisiklet ülkesi. İddiasız, işlevsel, vazgeçilmez bir yaşam aracı olmuş Hollanda insanı
için bisiklet. Düz coğrafyanın olağan malzemesi. Gelişmiş bisiklet modellerine çok seyrek
rastlıyoruz. "Anneanne bisikleti" tabir ettiklerini öğrendiğimiz klasik tarz bisikletler hemen her
yerde, her yaştan, her iki cinsten ve sanki her meslekten insanda, her caddede ve sokakta,
kentin orta yerinde veya bir alışveriş veya eğlence veya iş veya gezinti bölgesinde bisikletliye ya
da park edilmiş bir bisiklet öbeğine rastlamamak mümkün değil. Muğla'nın Ula'sına benzetiyorum
bisiklet yoğunluğunu. Hemen hemen her kapı önünde, gencinde yaşlısında, erkeğinde kadınında
bisikletli yaşamın olağanlaştığı Ula'ya. Kuşkusuz Amsterdam çok daha ilkeli ve çok başka bir kent
mimarisi ile içselleştirmiş bisikleti.
Amsterdam bir büyük şehir. Dünyanın en fazla turist çeken şehirlerinden birisi olarak da kendine
özgü bir evrenselliği, bir dışa dönüklüğü var. Ne New York kadar içselleştirilmiş bir evrensellik ve
çok kültürlülüğe benziyor bu, ne de Paris kadar. Hollanda insanının kendi kültürüne bağlılık ve
ondan kopamazlık ve dahası ona yabancıyı ortak etmemezlik eğilimi olabileceğini
düşünmemiştim daha önce. Hollanda'da yıllardır (en az 5 yıldır) yaşayan bir kaç insanın
hikâyelerini ve deneyimlerini dinleyince anlaşılır oluyor kafamda durum.
Bireyselliği ön planda tutan gezgin ruhundan söz ediyor rehberimiz yolda bir ara Hollanda
insanının. Uzak Asya insanlarının topluluk halindeki ve rahatlığa daha dikkat eder gezginlikleri ile
kıyaslayarak Hollanda insanının tek başına dünya yüzünde maceralı gezilere çıkma, bir anlamda
tek başına dünyayı keşfe çıkma örneklerinin daha öne çıktığını anlatıyor. Türkiye televizyonlarında
kırık dökük Türkçeleri ile Türkiye insanının ve coğrafyasının özelliklerini yakalamaya ve
yansıtmaya çalışan yabancıların galiba hepsinin Hollanda insanı olduğunu konuşuyoruz.
Erzurum Anadolu Lisesi’nde okuduğum 1970’li yıllarda, bir hafta sonu, bugün psikiyatri profesörü
olan arkadaşım Mehmet Erkan’la birlikte şehrin caddelerinde dolaşırken, Erzurum’da az rastlanır
bir durum olarak karşılaştığımız bir uzak ülke vatandaşına, çocuk halimizle, İngilizce sohbet
edebilmek için selam verdiğimiz aklıma geldi. Çocukluğumuzun, İngilizce konuşmamızın ve
kendisine bu şekilde yaklaşmamızın birleşik etkisiyle olsa gerek, önce garipsediğini hatırladığım o
yabancının Hollanda insanı olması geldi aklıma. İran ve sonra Ağrı’ya gelmiş, 70’li yılların
olanakları ile Türkiye’yi keşfetmeye çıkmıştı. O gün akşama kadar Erzurum şehrini, insanını,
yaşamını keşfetmekte ona ne kadar yardımcı olduğumuzu sonradan anlamıştım. Benim için de
bulunmaz bir çocukluk hatırası olarak hafızamda hiç silinmez o ilk merhaba ve sonrasının bölük
pörçük resimleri. Hava kararmaya yüz tutarken ve bizim okul yatakhanesine dönüş vaktimiz
yaklaşırken, bize ad ve adreslerimizi yazdırışı ve kendisinin bizle arkadaşlık yapmasının ve
yazışmasının yaş farkı dolayısıyla mümkün olamayacağını, ancak Hollanda’ya döndüğünde bize
kendi yaşımızda İngilizce yazışacak arkadaşlar bulmaya çalışacağını biraz utangaç ama daha
çok bir borç ödemek ister gibi söylemesi de bana ilginç ve hoş gelmişti. Sanırım para teklifini
kabul etmemiş olmamız da etkilemişti onu. Ve aylar sonra, Hollanda’da iki farklı arkadaşım
olmuştu yazıştığım. İkisi de Alkmaar’da idi. 70’li yılların Erzurum’unda ve dünya ikliminde çok
kolay ulaşılabilir bir imkân değildi doğrusu bu.
İşte Hollanda ve Amsterdam’a böyle başladım. “I amsterdam”ı görmeden, önünde bir resim
almadan Amsterdam’a gelinmiş olmaz imiş. Onu da yaptık.
Şehrin orta yerinde, Kraliyet sarayının önündeki koca meydana yılda iki defa kurulduğunu
öğrendiğimiz lunaparkın ışık ve ses karmaşası ile sarayın, etrafındaki tarihsel ve estetik mimarî
ortamın nasıl bağdaştırılabildiğini hala çözebilmiş değilim. Biz güzel meydanın yılda toplam kaç
gün ise, bu şekilde uyumsuz ve benim anlamlandıramadığım bir birlikteliğe zorlanmasının nasıl
açıklanabileceğini bilemiyorum. Resmini çekmedim. Elim gitmedi nedense.
Ve Kırmızı Fener bölgesi (Red Light District). Meraklı gözlerle bir ucundan girdiğim caddede
olağanı zorlayan bir durum yok gibi geldi. Yanıldım mı acaba? Düz bir cadde beklerken,
ortasından bir kanal geçen, karşısına ancak köprüden geçilebilen bir engebeli cadde çıktı
karşıma. Bir kısmı kapalı perdeler, açık olanlarından yarı çıplak kadınların cesur duruşlarıyla
süzüldüğü, arada yiyecek ve içecek mekânlarının da olduğu bir cadde. Rehberimiz bir ara
sokağa girince önce garipsedim. Meğer ara sokaklarda da aynı ortam devam ediyor imiş. Ara
sokakların hepsi birlikte düşünüldüğünde caddedeki perde sayısının oldukça az olduğu
anlaşılıyordu. Özetle, dünyanın herhangi bir köşesinde farklı bir ortamda karşılaşılabilecek,
nerdeyse insanoğlu kadar eski bir meslek, bu bölgede bu formatta, devletin sağladığı bir resmiyet
içinde icra edilmekteydi. Amsterdam’ı gezmek bahsi geçtiğinde kendisinden söz edilmeden
geçilmeyen, hatta anlatımlarda allanması, pullanması nedeniyle bir merak da uyandıran kırmızı
noktalı bölgenin çok da allama ve pullamayı hak etmediğini düşündüm.
“Dünyanın başka yerlerinde yasak olan şeylerin serbest olduğu şehir” de dediler Amsterdam için.
Sigaraya sarılan, kekin içine konulan dumanlı nesneleri pek bilmem, sigarayla da hiç
barışamadım. O yüzden nerde yenildiğini ve içildiğini ne ben sordum, ne de birisi bana anlattı.
Amsterdam’ın akşamını anlamakta biraz zayıf hissettim kendimi. Yol yorgunluğu da mı vardı
bilmem. Bir dahaki sefere bıraktım akşamının ışıklarını ve gece lambası alacasında sokaklarını,
caddelerini Amsterdam'ın.
­­­­­­­­­­­­­­­­­­
Milliyet Blog ­ Benelüks Turu İzlenimleri
Gazete ve internet sitelerinde rastladığım, "Benelux turu" ilan başlıkları ilgimi çekmiş ve baharın
yüzünü göstereceği günlerde katılmayı planlamıştm!
Gezi 8 günde tamamlanacaktı ve Brüksel, Paris, Lüksemburg, Köln, Amsterdam'ı kapsıyordu!
Ancak aynı günün akşamı aynı şartlar dahilinde katılım için "son üç kişi" şeklinde uyarıları fark
ettiğimde ise sabırsızlanmıştım doğrusu!
Öyle ya, ya gösterilen talep bu yoğunlukta devam ederse..
İlgili evrakları tamamlayıp başvuru yaptığımda rahatlamıştım nihayet!
Rezervasyonların daha şimdiden üç ay sonrasına kadar dolduğunu açıklamışlardı çünkü!
Dile kolay, bu paket turda neredeyse uçak biletleri fiyatına tam beş ülkeyi dolaşıyorsunuz!
Hemde ülkeler arası transferler ve otel konaklamaları dahil!
Kim istemez?
Ama siz siz olun, bu turlar hakkında biraz bilgi sahibi olmadan asla yola çıkmayınız lütfen!
Bir gazeteyi açıp bakmak bu bilgilere ulaşmak için yeterli olacaktır diyoruz ama yetmiyor!
Gezi planlarınızı ve harcayacağınız paranın limitlerini belirlerken yanılabiliyorsunuz!
Özellikle de yemek yenecek mekanların çok çok pahalı olduğunu belirtmeliyim!
Örneğin 0,5 litre su orta halli bir restoranda bile 3,75 eurodan (8 TL) başlıyor, inanamadım!
Hala şaşırıyorum aradaki bu büyük fiyat farklarına! En doğrusu bu tür ihtiyaçları
süpermarketlerden karşılamak!
Ayrıca rehberler tarafından organize edilen ekstra gezi programlarını da yola çıkmadan önce
incelemekte fayda var!
Çünkü tlalep edilen ücretler gerçek maliyetin iki­üç katı olabiliyor!
Katılımlar grubun genel isteği üzerine sağlanıyor aslında ama ilk kez gidiyorsanız katımaktan
başka çareniz kalmıyor!
"Yol bilmem iz bilmem, dil bilmem", ya kaybolursam korkunuz daha ağır basıyor!
Bu geziden kısaca bahsetmem gerekirse;
Konaklamalar Brüksel 1 gece, Paris 3 gece, Lüksemburg 1 gece, Köln günü birlik, Amsterdam 2
gece ve 3­4 yıldızlı otellerde gerçekleşiyor.
( Brüksel Gidiş – Amsterdam Dönüş )
­1’inci gün İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı dış hatlar gidiş terminali önünde sizi bekleyen
rehberlerinizle buluşup direkt Brüksel’e hareket ediyorsunuz.
Varışın ardından size özel tahsis edilmiş halde bekleyen bir tur otobüsü ile Panoramik şehir turu
başlıyor ve sırasıyla Kraliyet Sarayı Çin ve Japon evleri,Grand Place, Borsa Binası, Atomium ve
Heysel stadyumu dolaşılıyor!
Birkaç saatte tamamlanan bu tur sonrasında gruba alışveriş ve kişisel aktiviteler için serbest
zaman veriliyor!
­2'inci gün, Brükselde gecelediğiniz ilk günün sabahı erken saatlerde yapılan kahvaltısı
sonrasında 1 saatlik mesafede olan Brugge doğru yola çıkılıyor!.
Belçika’nın kuzeyinde bulunan Brugge sadece Belçika’nın değil, Avrupa’nın en romantik
kentlerinden biri kabul ediliyor.
Ortaçağ mimarisine sahip olması nedeniyle bu tarihi kent merkezinin 2000 yılında UNESCO
Dünya kültür mirası listesi’ne alınması boşuna değil yani!
Kırmızı çatılı eski evlerin arasından geçen kanalların çevrelediği Brugge, kuzeyin Venedik’i olarak
da anılıyor.
Kanallar boyunca kenti sandallarla gezmek mümkün.
Diğer bir benzeri Paris’te bulunan Notre Dame Kilisesi ve 14. yüzyılda inşa edilen belediye binası
kentin önemli mimari değerleri arasında.
Aynı gün Paris’e hareket ediliyor!
4 saat süren ve molalı bir yolculuk sonrasında kalan zaman içerisinde yapılan panoramik şehir
turu, Eyfel Kulesi, ünlü alışveriş caddesi Rivoli ve Champs Elysees, Louvre Müzesi, Zafer
Meydanı ve Takı, Napolyon’un mezarı ziyaretlerini kapsıyor!
3'üncü gün sabırsızlıkla beklediğiniz o an gelip çatıyor ve Paris'i keşfetme şansına sahip
oluyorsunuz nihayet<b>.</b>
Arzu edenler rehber tarafından ekstra olarak organize edilen Montmartre ressamlar tepesi, Socra
Core kilisesi, tekne ile Seine Nehri gezisi ve Eiffel kulesine çıkış turuna katılabilme imkanı
bulabiliyorlar!
Ya da tüm bu aktiviteleri kendi imkanlarıyla gerçekleştirebiliyorlar!
Aynı günün akşamı yine ekstra olan Paris by night, ve dünyaca ünlü Lido Show programlarına
katılmak mümkün!
­4’üncü gün Disneyland rüyanızı gerçekleştirme imkanınız doğuyor, o gün akşam geç saatlere
kadar park ve stüdyoların tadını çıkartıyorsunuz, ama yine ekstra ücrete tabi!
Bu tura da katılmazsanız yine tam gün serbest zamanınız var!
Paris’te dilediğinizce gezebilirsiniz ama yine de her ihtimale karşı ana yerler dışına çıkmamak
kaydıyla!
Paris metrosunun kentte gitmediği yer yok, öyle geniş bir ulaşım ağına sahip ki, yer altını baştan
başa kaplıyor.
Bazı bölgelerde yerin tam 5 kat altında bulunan metro istasyonları bile var hemde!
Eyfel kulesi, Sacre Coeur, Louvre, Galerias de Lafayette, Place de la Concorde, Montmartre'nin
ufak, sanat ve ressam dolu sokaklari, Notre Dame ve sen nehri en fazla 15­20 dakika ötenizde
hemen!
Yanınızda kaldığınız otelin resepsiyonundan temin edeceğiniz harita bulunsun yeter, fazla
zorlanmazsınız zaten!
Metro, rer ve otobüs hatlarını kapsayan bu renkli harita sayesinde her yer ile ilgili detaylı bilgiye
ulaşabilirsiniz.
Sahi bu arada hazır Paris’den söz açılmışken başıma gelen bir olaydan bahsetmek isterim
sizlere.
Paris sokaklarında yürürken, “bu yüzük size mi ait” diyerek, sözüm ona yerden buldukları bir
yüzüğü size gösteren birileriyle karşılaşabilirsiniz.
Bu yüzük size mi ait denildiğinde, evet deyip atlar ve alırsanız yüklü bir bahşiş ödemeyi de
peşinen kabul etmiş sayılıyorsunuz!
Öyle ya, kaz gelen yerden tavuk esirgenir mi hiç:­) O tombul yüzüğü bozdurduğunuzda verdiğiniz
bahşişin kat be kat fazlası paranız olacağını düşünüyorsunuz o an için!!!
Aynı gün aynı bulvarda iki kez karşılaştığım bu olayı Holandalı tur şoförümüze anlattığımda o taklit
yüzüğün gerçek fiyatının aslında 5 cent olduğunu anlatmıştı!
Oysa kaç ayar olduğu bile yazılıydı içerisinde!
Yani, modern yankesicilik, hırsızlık, dolandırıcılık. Sakın ha, uzak durun bu tür tuzaklardan!
­5'inci’ günün sabahı istikamet Lüksemburg, gün boyu şehir turunda Petrus vadisini, eski şehir
merkezini ve dar sokaklarını, şehir katedralini, Dükler sarayını görme imkânına sahip
oluyorsunuz!
Devamında yine alışveriş ve ara sokakları keşfetmek için otelinize dönüş saatine kadar serbest
zamanınız var tabii!
Luxembourg’da tıpkı Brugge gibi yürüye yürüye gezilen bir yer zaten!
Kent bir vadide kurulmuş. Vadinin içinde yürüme yolları, parklar, tarihi evler ve bir nehir var.
Vadiye iniş çıkış için belli noktalardaki asansörler de kullanılabilir
­6'ıncı günün sabahında bu defa Köln gezisi var programda, varış sonrası yapılan şehir turunda
Gotik Katedrali, alışveriş caddeleri ve Rhein Nehri Köln’de görülecek yerler arasında!
Köln’ü ben gerçekten çok sevdim. Tıpkı İzmir'e benziyor..
Neredeyse adım başı Türk vatandaşlarımıza rastlıyorsunuz ve hemen her konuda yardımcı
oluyorlar!
Sora sora Bağdat bulunur sözü burada çok geçerli yani...
Akşam saatlerine doğru da Amsterdam’a hareket ve varış sonrasını takiben panoramik şehir turu
başlıyor.
Dam Meydanı, Kraliyet Sarayı, Çiçek Pazarı, Kırmızı Fener Sokağı görülecek yerler arasında!
Daha sonra otelinize dönüyorsunuz!
7'inci'gün yine ekstra olan yarım gün Marken & Volendam turu veya tam gün Grand Holland
turuna katılma imkanınız var!
Eski bir balıkçı kasabası olan Volendam’da tarihi evler ve liman, küçük bir ada olan Marken’de ise
dünyaca ünlü peynir fabrikası ve Hollanda’nın meşhur tahta sabolarının yapıldığı atölyeler
görülecek yerler arasında!
Grand Holland turunda ise, Parlemanto binası, Kraliçe Sarayı, Lahey Adalet divanı, Maduredam
minyatür şehir, Maas nehri üzerindeki görkemli köprüler, küp evler ve eski liman görülecek yerler
arasında.
Ama pahalı olması nedeniyle katılım için genelde yeterli çoğunluk sağlanamıyor ve mecburen
kenti kendi başınıza arşınlamayı tercih etmek zorunda kalıyorsunuz!
Gezinizi nehir gemisiyle yapılan kanal turu ile destekleseniz bile Amsterdam’ı keşfetmek için
yetmiyor ama yapacak bir şey yok!
Çünkü Amsterdam tüm çılgınlıkların özgürce yaşandığı süper bir şehir.. (Bizler için sadece
seyreylemek anlamında pek tabii ki!)
Hele ki, Red light sokağı başlı başına karnaval yeri gibi..Neler gördüğümü söylemiyeyim hiç:)
Bulldog cafeleri ise değişik ülkelerden gelen turistlerin saldırısına uğramış vaziyette, sanki hepsi
kafayı çekmeye gelmişler!
O daracık sokaklar uyuşturucu madde kokularından geçilmiyor, hatta başınızı döndürüyor!
­8’inci gün Sabah kahvaltısı sonrası uçak saatine bağlı olarak yine alışveriş ve gezme imkânı var!
Öğle saatlerinde gördüğüm en büyük hava alanlarından biri olan Amsterdam Schiphol
havaalanına ulaşım, oradanda İstanbul Sabiha Gökçen Uluslararası Havaalanı’a uçuş ve gezinin
sonu!
Unutmadan, geziye başlarken yanına ne alınması gerekir derseniz. Ben sırt çantanızı alın yeterli
derim.
Çünkü hemen her gün ve sabah akşam tekrarlanan otel­otobüs arasında mekik dokuma
telaşeleri gerçekten yoruyor insanı!
Hem ekstralara katılmayarak tasarruf ettiğiniz mangırlarla kıyafet vs, alışverişler yapacaksınız ya
zaten:)
Az önce fotoğraflara şöyle bir baktımda ne çok yer görmüşüm meğerse!
Kara yoluyla hemen her yere 3­4 saat gibi kısa sürelerde ulaşabiliyor hemde Ülke değiştirme,
sınır kapısı, pasaport kontrolü gibi dertler olmadan her yere gidebiliyorsunuz!
Yani her ülke girişinde cep telefonuma gelen "Hollanda'ya hoşgeldiniz", "Belçika'ya hoşgeldiniz"
gibi mesajları olmasa, ülke değiştirdiğimizi anlayamayacaktım!
Ben ilk kez tur formatında bir yurtdışı gezisine katıldığımdan karşılaştırma yapamıyorum ama
genel olarak memnun ayrıldım diyebilirim.
Paris’e daha önce de gitmiştim ama bana hiç bu kadar güzel görünmemişti! Gruplar eşliğinde
yapılan gezilerin keyfi bir başka oluyormuş demek ki!
Fırsat oluştuğu takdirde hiç düşünmeden değerlendirmenizi öneririm..
­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­
BALAYINDA BENELUX PARİS TURU
Bilgisayarda resimlere dalmış turluyordum.Derken kendimi birden balayı resimlerimiz içerisinde
buldum.Çok yoğun bir çalışma temposu birde üzerine yorucu düğün telaşı derken hızımızı
alamadık 5 ülkeyi kapsayan bir tura katıldık balayı için.2007 yılının soğuk bir aralık ayında başladık
gezmeye.
Haydi resimlerle biraz gezelim ne dersiniz.
Belçika dan başladık tur yolculuğuna...
Brüksel de bugünün modern mimarisinin sembolü olan Atom.(EXPO)
Mühendis Andre Watarkeyn tarafından tasarlanan anıt,demir atomunun 156 milyon kez orijinal
ölçülerde büyütülmesiyle oluşturulmuş.
Chinese Pavillion dan bir görüntü.
Ama ben Belçika da en çok Brugge yi sevdim orta çağ mimarisi evler,çikolata kokan
sokakları...Kokusu hala burnumda, gezerken çikolata aromasından olsa gerek ayaklarınız yere
basmıyordu sanki.Oradan Türkiye ye getirmek üzere çok fazla çikolata almıştık.Ama
geldiğimizde hiç kalmamıştı,ülkeye dönünceye kadar eşimle ben yaramaz çocuklar gibi çoktan
bitirmiştik çikolataları...
Gerçi o gün çok yağmur yağıyordu.Dün gibi hatırlıyorum sanki tüm Avrupa nın yağmuru o gün
üzerimize yağmıştı.Ama buna rağmen kıyafetlerimiz de bir tane çamur lekesi yoktu.Sokakları o
kadar temiz ve düzenliydi ki...
Bol yağmurlu Belçika gezisinden sonra rotamızı Fransa ya çevirdik.Başka bir şehir Paris evet
gerçekten aşıklar şehri...O gün güneşi gördüğüme bu kadar sevineceğimi tahmin
etmezdim.Biraz karışık da olsa metro sistemini çözmek zor olmadı.Paris manzarasının en güzel
izlendiği Ressamlar tepesine (Montmarte ) gittik.Gerçekten manzara çok güzeldi.Bir de soğan
çorbası :)
Louvre Müzesi ni gitmeden olmaz tabiki.Gerçi müzeyi nin tamamını gezmek 2 gün sürüyormuş
ama biz sadece 3 saat ayırabildik.
İçeride o kadar çok sanat eseri vardı ki gez gez bitmiyor.Tabi en çok ilgimi çeken yine resimler
oldu.Yağlı boya tablolar figürleriyle ebatlarıyla gerçekten çok ilgi çekiciydi...
Ve tabiki Leonarda Da Vinci nin dünyaca ünlü Mona Lisa sı
ve ben...
Çıkışını zor bulabildiğimiz müzeden ayrılınca Seine Nehrinde tekne turu yaptık Paris e bir de
nehirden baktık.Aşıklar şehri buradan da çok güzeldi.
324 metrelik Eiffel Kulesi...Canım eşim tekneyle gezerken gerçekten güzel çekmiş...Zaten tüm
gezi boyunca hem fotoğraf hem kamera çekimleri O na aitti ben gerçekten turist gibi
geziyordum:)
Güneş gitmeden eşimin çektiği güzel resimlerden birisi daha.Paris manzarası ve güneş
gitmeden şehrin üzerine gölgesi yansımış Eiffel Kulesi...
Akşam bile bir başka oluyor kule sadece demirden yapılmış olsa da hiç de soğuk bir görünümü
yok...
Paris e gidilir de Disneyland a gidilmez mi.Bambaşka bir dünyaydı sanki...Evet sanki masal
dünyasının içerisindeydim.Sağdan soldan birileri fırlıyor...Mickey mouse,pinokyo, pamuk
prenses,tabiki yedi cüceler aklınıza gelebilek tüm çizgi film kahramaları...Tüm günü orada
geçirdik o kadar çok eğlence aracına bindik ki akşam olduğunda hala başım dönüyordu.Hız
trenine hızımı alamayıp 2 defa binmiştim:)
O kadar çok geziyorduk ki gecemiz gündüzümüze karışmıştı adeta...Bu da Lüksemburg dan bir
kare...
Sonra Almanya ya geçtik Köln e gittik.Yalovadan komsumuzun kızı Arzu abla orada yaşıyor
telefonlaştık bizi tüm gün boyunca Köln de gezdirdi.O gün de yine yağmur vardı.Dom Katedrali
önünde bir hatıra fotoğrafı çekildik.Katedral çok ilginçti yapımı tam 632 sene sürmüş duyunca şok
olmuştum.Bizim Osmanlı imparatorluğu o kadar sene de neredeyse çağ açıp çağ kapattılar....
Ve benim favori ülkem Hollanda...Amsterdam gerçekten süper bir şehir tabi orada da nehir turu
yaptık..Kanallar üzerine kurulmuş bir şehir evleri tam bir mimari harikası.Evlerin ön cepheleri çok
dar rehberimiz anlatmıştı sokağa bakan ön cephelerin ölçüsü ne kadar büyükse ödenen vergi o
kadar fazla oluyormuş.Bu nedenle dar uzun evler yan yana inci gibi dizilmiş.Çok ilginç, evlere
mobilyalar kapılardan sığmadığı için çatılarda kocaman makaralar var ,bu makaralar sayesinde
eşyalar yukarı çekilip camlardan evin içerisine alınıyormuş...
Burada da devlet müzesini gezmeden olmaz tabiki...Kırmızı fener sokağına da gitmedik değil
hani:) sırf meraktan...
Dediğim gibi çok yorucu ama bir o kadar da eğlenceli bir geziydi...Farklı yerler farklı kültürler
tanımak gerçekten keyif verici…
­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­
Radikal Blog - Dönme dolap tadında bir gezi: Paris ve Benelüks
ülkeleri
Bir haftada toplam beş ülke, dokuz şehir gezilip 3000 km de yol yapılır mı? Yapılır, hem de
çok güzel yapılır. Tüm yorgunluklarına sonuna kadar değdiğini düşündüğüm oldukça renkli bir
geziydi Paris­Benelüks turu...
Kısa sürede bu kadar çok yer gezince ve rehberimiz T.Ç de mükemmel bir donanıma ve
derin bir tarihi bilgiye sahip olunca, abartmıyorum; bir elimde fotoğraf makinem, bir elimde
defterim ve kalemimle yatıp kalktığım bir gezi oldu.
Brüksel... Kadıköy kadar küçük bir şehir... Ünlü Atomium heykeli, dünyada Fen Bilimleri
adına yapılmış ilk anıt olması açısından dikkatleri üzerine çekiyor. Avrupa'nın en büyük Adalet
Sarayı'nın da bu şehirde olduğunu öğreniyoruz. Belçika, bira üretimi konusunda oldukça iyi
durumda... Tam 1243 çeşit bira bulunuyor.
Birayla bu kadar çok haşır neşir olunca İşeyen Çocuk heykeline de hemen her yerde
rastlamak kaçınılmaz oluyor!! Bu şirin heykelin ortaya çıkışı konusunda iki ayrı rivayet
bulunmakta... Birincisi, bir soylunun kaybolan çocuğunun bu şekilde bulunması ile yaşanan
sevinç, diğeri ise kentte çıkan büyük bir yangını gökten inen peri çocuğun bu yolla söndürdüğüne
inanılması...
Brüksel çok keyifli ve güzel bir kent fakat küçük olmasına rağmen sokaklarındaki sigara
izmaritlerinin fazlalığı ve çevre temizliğine yeterli özenin gösterilmemesi dikkatlerden kaçmıyor.
Merkezine girmeden önünden geçtiğimiz, güzelliğiyle ünlü Gent şehrinin UNESCO'nun
koruma altına aldığı kentlerden olduğunu öğreniyoruz.
Belçika'da yer alan dünyadaki üç büyük Ortaçağ kentinden biri olan Brugge (Brüj)­diğerleri
Toledo (İspanya) ve Siena (İtalya) imiş­tüm gezi boyunca bizi en çok etkileyen kent oldu. Bu
romantik şehirde yaptığımız tekne turuyla cennetteki yaşamdan bir saat olsun çalıvermiştik
sanki... Tekne turu boyunca sağlı sollu sıralanmış o şahane görüntülerin hangisine bakacağımızı
şaşırmış bir durumdayken aldığımız hazzı unutmak mümkün değil...
Brugge'de hepsi birbirinden güzel toplam 38 köprü yer alıyor. Bunlardan sadece dördü
trafiğe açık... Geçmiş yüzyıllarda, bu köprülerin kimilerinin üzerine konmuş olan çarpı işareti, atlı
geçişe izin verildiğinin bir sembolüymüş.
Danteli ve goblenleri ile de ünlü bu keyifli kenti istemeden de olsa geride bırakarak bu kez
Paris'e gitmek üzere otobüsümüzde yerlerimizi alıyoruz.
"Işıklar Şehri" olarak anılan Paris ve kentin sembolü olan Eyfel Kulesi tıpkı düşündüğümüz
gibiydi. Büyük ve kalabalık bir şehir. Buna karşın, daha önceden de duyduğumuz gibi minicik
odaları olan otellerle dolu... Yılda 16 milyon kişi, zamanında geçici olarak yapılan ve beğenilmediği
için de sökülmesine çalışılan ancak başarılamadığından bugünkü ününü edinmiş Eyfel Kulesi'ni
ziyarete geliyor. Bu demir yığınından oluşmuş kuleye çıkmak isteyenler yaklaşık iki saat kuyruk
bekliyorlar.
Eyfel Kulesi deyince aklıma hemen, serbest zamanımızda kendi kendimize gezdiğimiz
gün geliyor... Sabah erken saatlerde Eyfel'in önünden 6 kişi, kişi başına 25 Euro'ya pazarlık
yaparak taksisine bindiğimiz Albert, aslında Elektrik Mühendisi'ymiş ama daha çok kazandırdığı
için pek çok mühendis gibi Paris'te rehberlik yapıyormuş. Albert bizi öğlene kadar gezdirdi,
gitmek istediğimiz her yere götürdü, bilgilendirdi, kapıda bizi bekledi ve sonunda hepimizi çok
şaşırtarak hiç para almadan gitti. Bu vesileyle Albert'e de buradan selamlarımızı gönderelim.
Louvre Müzesi, Versay Sarayı, Sacre Coure Kilisesi, Notre Dame Kilisesi, Ressamlar
Tepesi ve Lüksemburg Bahçeleri hepsi birbirinden hoş mekânlar olarak belleklerimizde yerlerini
alıyorlar.
Louvre Müzesi'ne girer girmez elbette Mona Lisa tablosu bir mıknatıs gibi sizi kendisine
çekiyor. Her eserin önünde bir dakika durulduğunda üç ayda tamamı gezilebilecek bu muhteşem
müzeyi büyük bir iştahla sınırlı vaktimize sığdırabildiğimiz kadar geziyoruz.
Louvre'da yorulan ayaklarımız, Versay Sarayı'nın muhteşem büyüklükteki ve güzellikteki
bahçesini ve içini gezerken isyan etmeye başlıyor.
Onlarca merdiven basamağıyla ulaşılabilen Ressamlar Tepesi'ne neyse ki teleferikle
çıkıyoruz. Çok şirin ve resimden hoşlananların gözlerine iyi bir ziyafet çekebilecekleri bir yer
burası...
Lüksemburg Bahçeleri de oldukça büyük, yemyeşil bir bahçe... En önemli özelliği, Versay
Sarayı'nın o cennet bahçesindeki çiçeklerin burada yetiştiriliyor olması...
Paris, bilindiği gibi Seine Nehri tarafından ikiye bölünmüş bir şehir... Bu güzel nehrin
üzerindeki tekne turu bizler için çok hoş bir deneyim oluyor. Bu bölgede yazın hava akşam saat
on birde karardığı için günü dolu dolu değerlendirebiliyorsunuz. Seine Nehri'nde 38 köprünün yanı
sıra yüzen evler de dikkatleri çekiyor. Bu arada Lady Diana'nın kaza geçirip öldüğü yere konulan
"alev topu"nun da önünden geçiyoruz.
Şanzelize, Arnavut kaldırımı taşlarıyla doğal dokusunu korumayı başarmış bir cadde...
Burada vakit geçirmek, özellikle hava karardıktan sonra iyice ilginç bir durum alıyor. Önümüzden
geçen, çoğu oldukça ilginç insanlara baktıkça biz de âdeta vakumlanarak kendimizi Şanzelize'nin
ruhuna kaptırıveriyoruz.
Her gezinin ve her şehrin size verdiği enerji birbirinden oldukça farklı... Çünkü gezerken,
sanki daha önce kapalı duran bir sinema perdesi açılarak, size mutluluk ve haz veren, ufkunuzu
genişleten rengârenk ve ilginç görüntüler, gözünüzün önünden birbiri ardına geçmeye başlıyor. O
güzel filmin hiç sona ermemesini diliyorsunuz. Gittiğiniz her yeni gezi, bir öncekini biraz daha
sisler ardında bırakıyor. Olaylara ve insanlara bakış açınız değişip gelişiyor. Bu da sizi şaşırtarak
mutlu ediyor.
Işıklar Şehri Paris, adıyla mütenasip şekilde benim de beynimde adetâ bir flaş patlatıyor
ve daha önce bilemediğim, çözemediğim bir takım noktalar orada aniden aydınlanıveriyor. Paris'i
biraz da bu yüzden sevdim, diyebilirim.
Paris'in kalabalığından sonra Lüksemburg, sakinliği ve dinginliğiyle üzerimizde, hızla
dönen bir dönme dolaptan inivermişiz gibi bir his bıraktı. Paris'te üç gün süreyle dönme dolaba
binmek, kimi zaman hızla dönmek, kimi zaman havada asılı kalmanın heyecanını yaşamak ve
hemen ardından Lüksemburg'da inivermek...Bir anımız diğerini tutmuyordu ve bu da bize bu
mekânlar açısından anlatılması zor ve çok güzel bir duygu yoğunluğu yaşatıyordu.
Lüksemburg, dünyadaki en küçük 172. ülke ve beş yüz bin kişilik bir nüfusu var. Koyu
katolik, siyahîlerden pek hoşlanmayan, komşuları olan Almanya ve Fransa'ya göre oldukça pahalı
bir ülke. Öyle ki yüksek ücret kazanabilmek için Lüksemburg'da çalışıp Almanya veya Fransa'da
oturan çok insan var. Kişi başına gelirin en yüksek olduğu ülke sanılanın aksine, artık İsviçre değil,
Lüksemburg'muş. Lüksemburg, Avrupa'da iki kere kültür başkenti seçilmiş.
Son derecede sakin geçen ve gözlerinizin yeşile doyduğu tekne gezisi sırasında
Şengen'den geçmek ilginçti. Şengen; Hollanda, Belçika, Fransa ve Batı Almanya'nın 1985'te
Şengen Anlaşmasını imzaladıkları yer olan kanalın adı... Aynı zamanda Almanya, Fransa ve
Lüksemburg'un kesiştikleri nokta... Şarapçılıkla ünlü bu bölgede özellikle Petrus şarabının
yapıldığı üzümler yetişiyor.
Doğası, dinginliği, birbirinden güzel evleri, temizlik ve düzeniyle Lüksemburg, insanda bir
butik ülke izlenimi bırakıyor.
Ertesi gün günü birlik uğradığımız Köln, İstanbul'a benzerliğiyle bizlere pek de yabancı
gelmedi. Köln, oldukça eski bir şehir... Hristiyanlar için, Roma, Kudüs ve Konstantinopolis'le
birlikte dört kutsal kentten biri... Aynı zamanda Martin Luther'in protestanlık mezhebini ortaya
çıkarttığı nokta... Köln Katedrali (Dom Kilisesi) gerçekten görülmeye değer bir eser... Köln'de çok
fazla Türk yaşıyor. Türklerin kendi aralarında para toplayarak yaptırdıkları Avrupa'nın en büyük
camii de burada bulunmakta...
Almanya genellikle sanayi ülkesi olduğundan, turistik ziyaret konusunda birçok insan gibi
beni de bugüne kadar pek çekmedi. Ta ki turizm acentamızdan "Romantik Yol" rotasını duyana
dek... Dünyaca çok önceden bilindiği halde, ülkemizde nisan ayından beri yapılmaya başlanan,
doğal güzelliklerden ve birbirinden güzel şatolardan oluşan bu rota bu... Gezginlerin gezi
planlarına bu bölgeyi de dahil etmelerinde yarar var sanırım.
Gezimizin son üç gününün ayrıldığı "Kuzey'in Venedik'i" denilen Amsterdam'a ulaşmadan
önce, rehberimizden ön bilgileri almıştık bile... Hollanda Türkiye'nin 17'de 1'i kadar bir alana
kurulmuş, nüfusu ise 17 milyon... Yüzde altmışı deniz seviyesinin altına inşa edilen dümdüz bir
ülke... Avrupa kıtasının en genç toprak parçası... 11. yüzyılda bir balıkçı kenti olarak kurulmuş.
Bir müze cenneti... Marihuana Tohumları Müzesi gibi pek çok ilginç müzeye ev sahipliği
yapıyor. Dünyadaki en büyük çiçek mezatı ünvanını elinde tutması, eşcinsel evliliğe ilk resmî izni
veren ülke olması gibi pek çok özelliğiyle öne çıkan bir kent burası... Van Gogh Müzesi,
Amsterdam Müzesi, Dam Meydanı, Kırmızı Fener Sokağı (Red Light) ile de ünlü...
Müzeleri hakkını vererek gezebilmek için özel olarak tekrar gelinesi bir şehir burası...
Çünkü eserler şahane, gözlerinizin pası siliniyor ve hemen eve dönerek elinize bir tuval ve fırça
geçirip resim yapasınız geliyor.(Ben hiç anlamasam bile!)
Kırmızı Fener Sokağı, çok eski dönemlerde ellerinde fenerlerle limanda denizcileri
bekleyen kadınlara istinaden bu adı almış. Dört futbol sahası büyüklüğünde birbirine paralel
sokaklardan oluşuyor. Bu güzel kent, akla gelebilecek her türlü şeyin serbest olduğu bir şehir
özelliği de taşıyor.
Bu arada, Hollanda'nın simgelerinden olan şu meşhur tahta çarıkların, bir zamanlar veba
salgınında kanallarda çalışan işçilerin giydikleri ayakkabılar olduğunu da öğreniyoruz.
Amsterdam, bohem hayatı yaşayan çılgın mı çılgın bir kadın... Saçı başı bir tarafta sürekli
çılgınlık peşinde koşuyor. Özellikle geceleri bol miktarda marihuana içtiğini, yanından geçtiğiniz
zaman saçlarına sinen kokudan anlıyorsunuz. Bir yönüyle sanata ve kültüre meraklı bu çılgın
kadın, bir yönüyle de oldukça çapkın! Kırmızı Fener Sokağı'nı gezerken tüm çapkınlığını
çekinmeden gözler önüne seriveriyor. İki ruhlu olmak da yetmiyor ona...Bir de çocuk ruhu var ki
bisiklete binmeyi çok seviyor, belki on binlerce bisikleti var. En sevdiği çiçekse tohumu
Osmanlı'dan gelen lâle... Lâleyi marihuana kokan saçlarına takıp salınarak gezmeyi pek seviyor.
Amsterdam, bu çılgınlıklardan yorulduğu vakitler sanırım soluğu Marken Adası'nda
alıyordur. Bu gezide Brugge'dan sonra beni en çok etkileyen yer burası oldu diyebilirim. 1952
yılında karayla bağlantısı kurulmuş, 1200 nüfuslu bu ada, gezimizin son günü âdeta mucizevi bir
ilaç yerine geçti. Bir tatil kasabası havasında, şirin mi şirin limanı, bir o kadar güzel bahçeli evleri
ve bol yeşiliyle hepimizi dinlendirdi. Özellikle peynir çeşitlerinin sergilendiği ve onlarca deniz
ürününün pişirilip sunulduğu şirin sokaklarını gezmeye doyamadık.
Bir hafta boyunca sanki bir kuyruklu yıldızın eteğine tutunarak oradan oraya uçup durduk.
Bu gezi sonunda tüm tükenmişlikleri, tüm olumsuzlukları geride bırakıyoruz. Öyle ki ben kendi
adıma, aylardır sırtımda taşıdığımı hissettiğim koca bir çuval ağırlığı orada bırakıp dönüyorum.
Kuşlar gibi hafiflemiş ve yine onlar gibi özgürce uçmuş olduğumuzu hissetmek çok güzel... Her
gezide olduğu gibi birçok yararlı alışkanlık ve farklı bakış açıları kazanmış olarak tatilimizi
sonlandırıyoruz.
Şehirlerin kokuları mı? Paris'te başlayan ıhlamur ağaçlarının kokusuna, yol boyunca
Köln'deki lavanta çiçeği kokusu eşlik etti. Bu iki kokuyu birden teneffüs etmenin güzelliği de
bambaşkaydı…
­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­
http://kvrckgezgin.wordpress.com Midye Bira Çikolata : Brüksel
Haziran 2012…
Yaz başında kongre amaçlı yapacağımız Frankfurt seyahatini “gençken gezelim” maksadıyla
biraz daha genişleterek eşimle beraber bir tur şirketinin BENELUX turuna katıldık;)
Öncelikle tur şirketlerinin Benelux turlarıyla ilgili söyleyeceğim birkaç şey var: turların hemen
hepsi aynı otellerde kalıyor ve aynı extra turları düzenliyor, sadece kullandıkları havayolu firması
farklı oluyor; işte bu da aralarındaki fiyat farkını meydana getiriyor. Tur şirketinden yana bir
şikayetimiz olmadı ama son anda Paris’teki otelimizi değiştirip şehrin baya bi dışında kaldığımızı
da eklemek isterim. Aklınızda olsun tur şirketleri bu tür değişiklikleri yapma hakkına sahip!
Rehberimiz bilgi bakımından çok iyiyidi. Yol boyunca anlattıkları sayesinde otobüs yolculuklarımız
keyifli bir hal aldı. “Para verdiniz uyumak yok gezeceksiniz!” der gibi her sabah 7 de kalkıp, 8 de
yollara düşüyorduk ;)
Açıkçası birazcık yorulsak da turla gittiğim için memnunum; çünkü başka türlü bu kadar kısa
sürede bu kadar yere gidemezdim (bir haftada 6 şehir=4 ülke!) ayrıca rehberlik hizmeti
sayesinde anlayarak, bilerek gezmek çok daha keyifli oluyor!
İşte Benelux turumuzun ilk durağı:…. Belçika’da Bruksel & Brugge
AVRUPA BAŞKENTİ: BRUKSEL
Bruksel Avrupa Birliği ile ilişkili kurumların çoğuna ev sahipliği yapmaktadır, ancak nedense bir
bakımsızlık da söz konusuydu. Bazı binaların camları kırılmış, bazılarının adları silinmiş… örneğin
çok komikti: “finance” olmuş “nance”, “business” olmuş “usiness”…. Şu aralar euro kriziyle
uğraşan Avrupa birliğinin eski gücünü kaybettiğini haykırıyor adeta şehir!
İklim olarak Belçika bize göre daha kuzeyde kalıyor, yazın bile gitseniz, Türkiye’den daha soğuk
olacağı aklınızda olsun!
Şehir genel olarak düzenli ve düz, bisiklet çok yaygın. İnsanlar takım elbiseyle, bayanlar
etek­topuklu ayakkabı ile hem de hiçbir yerlerini göstermeden işe bisikletle gidiyorlar!!
Brukselde ilk olarak Atomium‘u gördük. Birkaç tane atom bir araya gelir ve aralarında bir bağ
oluşturarak molekül oluşturur ya işte onun maket hali gibi (demirin kristal yapısının 165 milyon
kez büyütülmüş hali). Aslında Expo 58 fuarı için yapılmış, fuardan sonra kaldırılmamış.
Halkı birlik ve beraberlik içinde tutmak için, “birlikten kuvvet doğar” anlayışıyla yapılmış. Çünkü
Belçika’nın siyasal­sosyal yapısı biraz karışık, federal bir devlet, 3 ana topluluk mevcut: Flaman,
Fransız ve Alman toplulukları… Üç farklı bölgeye ayrılmış ülkede üç farklı dil konuşuluyor
(Flemenkçe, Fransızca ve Almanca: ne ararsan var gibi bir durum yani) :)
Çelikten yapılmasının nedeni ise demir­çelik sanayideki ilerlemelerine itafen.
Kürelerin içinde sergi salonu, restoran… bulunmakta.
Atomium’um yakınında bulunan Avrupa’daki önemli yapıların minyatürlerinin bulunduğu Mini
Europe da bu bölgede gezilebilecek yerler arasında.
Giriş ücreti ve ziyaret saatleri için Atomium ve Mini Europe, Bruksel
(http://visitbrussels.be/bitc/BE_en/monument/708/atomium.do)
Ardından Avrupa’nın en güzel meydanlarından biri olan Brukselin büyük meydanını (Grand Place)
gezdik. Rehberimiz bizi bu meydanda salınca, elimizde fotoğraf makineleriyle donduk kaldık ;)
Dört bir yanımızda tüm heybetiyle orta çağa ait yapılar vardı; zamanda yolculuk yapmıştık sanki!..
Meydan 2. Dünya savaşında bombalanmasına rağmen aslı gibi yeniden yapılmış, restorasyon
nedir nasıl olmalıdır burada anlıyor insan!
Bu meydanın ara sokaklarından birinde ­kalabalığı takip etmeniz yeterli­ İsa’nın yatar
pozisyonunda ufak bir heykeli var, buna el sürmek şans getiriyormuş dedikleri için herkes heykeli
elleme telaşında.
İsa heykelinden yürüyerek ilerleyince doğruca ‘Manneken pis’ yani işeyen çocuk
heykeli­çeşmesine geliyorsunuz.
Bruksel nasıl kokar? Çikolata, Bira ve Midye…
Bu şehir en azından içlerinden birini kesin seveceğiniz birşey kokuyor:: ÇİKOLATA… Sokaklar
çikolata dükkanlarıyla dolu, serotonin zirvede! Hemen Manneken pis heykelinin yanıbaşında
çikolata tadabileceğiniz bir dükkan var…
Konu yemeğe geldi, bizim de karınlar acıkmaya başladı… Akşam yemeği için rehberimizin
önerisiyle büyük meydanın ara sokaklarına girdik. Arnavut kaldırımlı sevimli daracık sokaklarda
sıra sıra kafe, barlar dizilmişti.
Akşam yemeği: sebze çorbası, midye, patates kızartması ve bira..
Midyeyi (moules) büyük bir tencerede getiriyorlar. Sebzeli bir sosla pişiriyorlar anladığım
kadarıyla,, içinde pirinç falan yok yani. Ben beğendim, farklı bir lezzet, “midye sevenler” tatmalı…
(2 kişiye bir tencere çok rahat yeter, hatta artıyor bile)
Bira’ya gelirsek; şehirde her çeşit bira mevcut (kirazlı, ahududulu!…), meraklıları için şehirde ayık
gezmek zor ;)
Bir de sokakta herkesin elinde görüp canımız çekti waffle aldık ama, çok büyüktü, çikolatadan,
tatlıdan bayıldık, bitiremedik,, herşey kocaman kocaman ya!…
Brukselle ilgili linkler:
visitbrussel (http://visitbrussels.be/bitc/front/home/display/lg/en/section/visiteur.do)
vikipedi­bruksel (http://tr.wikipedia.org/wiki/Br%C3%BCksel)
Bir sonraki postum Belçika’nın romantik şehri Brugge için…
Bir Küçücük Venedik : Bruge
Kuzeyin Venedik’i lakabını hak eden romantik bir şehir Brugge… Eskiden kanallarıyla Avrupa’da
önemli bir ticaret merkezi iken, sonradan kanalların dolmasıyla turizmde ilerlemiş.
UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer alan Brugge yürüyerek rahatlıkla gezilebilir veya kanal
turu da yapılabilir.
Brugge
Brugge’de vakit: Ortaçağı gösteriyor :)
Belediye binası, Markt place
Belediye binası, Markt place
II.Dünya savaşında zarar görmemesinin de sayesinde Brugge’ün tarihi dokusu muhteşem!
Ortaçağa ait binaların yanında pasta süsü gibi renkli renkli evler (özellikle çatıları) dikkatimi çekti.
Markt place
Markt place
Markt place
Markt place
Bruge’ün 2 tane meydanı var. Bunlardan ilki olan Markt place tarihi dokusuyla etkileyici büyük bir
meydandır. Belediye binası ve şehrin ana siluetini oluşturan Çan kulesi (Belfry of Brugge) bu
meydanda bulunuyor. Çan kulesinin içine girmek ve kuleye çıkmak mümkün.
Çan kulesi, Markt place
Çan kulesi, Markt place
Şehrin diğer meydanı olan Burg meydanında bulunan tarihi yapı da görülmeye değer: gotik tarzda
yapılmış bu yapı birkaç yüzyıla ait izler taşımakta; binanın sağ tarafındaki kule 10. yy’da meydana
gelen yangından günümüze ulaşmayı başarmış. Orta kısmı 13 yy’da yapılmış, sol tarafı ise 16.
yy’da eklenmiş!
Burg meydanı
Burg meydanı
Burg meydanı
Burg meydanı
Brugge’de son durağımız Minnewater gölü ve çevresindeki parktı. (Flemenkçede Mine: Aşk
anlamına gelmektedir) Beyaz kuğularıyla şehrin romantizmine katkıda bulunuyor.
Minnewater gölü
Minnewater gölü
Minnewater gölü
Minnewater gölü
AYRICA: Michelangelo’nun ünlü Madonna of Bruges ­Meryem ve bebek İsa­ heykeli de Brugge’de
The Church of Our Lady Kilisesi’nde (Meryem kilisesi) bulunmaktadır.
Bruge’de en çok karşılaşacağınız 3′lü : Bira, Çikolata, Dantel… evet hani o annelerimizin naftalin
kokan sandıklarından çıkarıp bize verdikleri, çoğumuzun burun kıvırdığı (ben çok severim) :)
danteller buralarda kapış kapış satılıyor…
dantelci :)
dantelci :)
Benelux turu dahilinde (extra tur olarak) Brugge şehrini yarım günde gezdik. Çikolata kokan bu
masal şehrin bir hafta sonu kaçamağı için ideal olacağını düşünüyorum: sakin, huzurlu, sanat ve
tarih dolu kısa bir tatil yapabilirsiniz. Brugge’de daha çok vaktiniz varsa:
Dantel müzesi (Lace centre and Jerusalem chapel)
Çikolata müzesi (Choco­story)
Patates müzesi (Friet museum)
Katedraller
Bira fabrikasını (Brewery de halve maan) da gezebilirsiniz ;)
Müzeler hakkında detaylı bilgi için visit brugge /museums
(http://www.brugge.be/internet/en/toerisme/bezienswaardigheden/musea.htm)
BONUS: Çocukluğumuzun çizgi roman kahramanlarından biri: Tenten’in de anavatanıdır Brugge.
Meraklısıysanız Tenten mağazasına uğramadan olmaz…
Brugge / Bruges / Brügge hakkında www.brugge.be / vikipedi
Brugge’den vitrininde çeşit çeşit biraların olduğu sevimli bi cafe’den veda ediyorum. Şimdilik,
tekrar görüşeceğiz :)
Bonjour Paris
Benelux turu dahilinde Belçika’dan sonra otobüsle Paris’e geçtik. Otobüs şoförümüz Hollandalı
Alfred’den bahsetmeden olmaz. Kocaman otobüsü o daracık sokaklarda gayet ustaca kullanarak
hepimizin takdirini kazandı.
louvre müzesinde :)
louvre müzesinde :)
Paris’de 3 gün geçirdik. Gitmeden Paris’e 3 gün yetmez diye üzülüyordum, ama bana yetti. Tabi
ben baştan aşağı bütün müzeleri gezicem diyorsanız, o zaman Paris’e ancak 1 hafta yeter
Paris çok güzel bir şehir. Düzenli & ihtişamlı, her binanın ayrı bir hikayesi var, tüm şehir tarih
kokuyor…
eyfeli tutmak...
eyfeli tutmak…
Lakin bir daha gitmek ister misin deseler ya da Benelux turunda en beğendiğin şehir Paris miydi
diye sorsalar: Hayır derim… Neden mi?
Paris
Eğrisiyle doğrusuyla: Paris reklamı çok iyi yapılan bir şehir, dünyanın en çok turist çeken şehri!
Hakkını vermek lazım tabi ki görsel olarak muhteşem bir şehir amaaaa trafik berbat, müzeler
dışında çok pahalı, şehirde Fransız görürseniz şanslısınız ­her yer göçmen dolu­, ingilizce
konuşmuyorlar ki buna sonra değineceğim, Paris demek ‘sıra’ demek ­bir müzeye girmek en az
1 saat­, çok kalabalık, insanlar arasında müthiş uçurum var ­şanzelize bile evsiz insanlarla dolu­,
kesinlikle güvenli değil, pek de eğlenceli bir şehir değil ….
Yine de fırsatınız varsa tarih için sanat için gidin görün derim…
eyfel'den paris...
eyfel’den paris…
Paris’te gezilecek yerler malum klasik, çok kısa bunlardan bahsettikten sonra Paris ve
Fransızlarla ilgili birkaç detayla yazımı bitireceğim….
Paris’te ulaşım:: Taksi yerine metroyu kullanmanızı öneririm, her yere giden çok geniş bir metro
ağına sahip; hem trafiğe takılmazsınız, hem de paranız cebinizde kalır :) pariste toplu taşıma /
metro ağı resmi sitesi (http://www.vianavigo.com/)
ZAFER TAKI VE LUKSOR DİKİLİ TAŞI
Charles de Gaulle denilen meydanın ortasında bulunan Zafer takı (Arc de triomphe) Şanzelize
caddesinin başında bulunur. Burada metro durağı da vardır. Gezinize buradan başlarsanız
yürüyerek Şanzelizeye geçebilirsiniz.
zafet takı
zafet takı
Zafer takının altında 1. dünya savaşında ölen fransız askerler için yapılmış “meçhul aker mezarı”
var, mezarın üzerinde bulunan alev 1923 yılından beri sürekli yanıyormuş. Zafet takının
yapılmasını emreden Napolyon Bonapart’ın naaşı da bu takın altından geçirilip Les invalides’e
götürülmüş.
Şanzelize caddesinin diğer ucunda ise bir benzeri de İstanbul’da olan Luksor Dikili taşı bulunur.
luksor dikili taşı
luksor dikili taşı
ŞANZELİZE DEDİKLERİ (Avenue des Champ­Elysees)
Yunanca’da cennet anlamına gelen ‘elysion’dan türetilmiştir. İki yanında tarihi binaları ve geniş
kaldırımları olan, en ünlü mağazaları, en uçuk fiyatlarla görebileceğiniz caddedir. Modanın
başkenti Paris’in en ünlü caddesi Şanzelize’de şıkır şıkır Fransız bayanlarını göreceğinizi
sanmayın, her yer göçmen ve turist doludur! (Zaten Paris’te garson, taksi şöförü, temizlikçi.. hep
göçmenlerdendir…)
Ünlü Lido Show kabaresi de Şanzelizededir.
şanzelizede...
şanzelizede…
DEMİR YIĞINI DEMEYİN EYFEL’E MUTLAKA ÇIKIN !
Eyfel kulesi 1887­89 yılları arasında bir fuar için inşa edildiğinde Paris halkı için bir “demir yığını”
olarak görülerek çok tepki almıştır. Bugün dünyanın en güzel mimari yapıları arasındadır.
Paris dümdüz bir şehir, muhtemelen manzara için yapılmış olan Eyfel 3 katlıdır. Biz ordayken
asansörle 2. kata kadar çıkış 9 euro, 3. kat yani tepeye kadar çıkış 14 euro idi.
eyfel'den paris...
eyfel’den paris…
Asansörle çıkmak için tabiki kuyruğa gireceksiniz, ya da bacaklarınıza güveniyorsanız yürüyerek
çıkacaksınız. Biz asansör için 2,5 saat sıra bekledik ve 2. kata kadar çıktık; manzara
muhteşemdi!
eyfel'den paris ­ Tracodore meydanı
eyfel’den paris – Tracodore meydanı
Akşam saatlerinde Eyfel ışıklar içinde bibaşka güzeldir, hava kararınca saat başında 5 dk
boyunca yapılan ışık gösterisini izlemek için en ideal yer (yukarda görülen) Trocadore meydanıdır
(Place du Trocadero). Metro ile gelebileceğiniz bu meydanda bulunan en önemli yapı ise Palais
de Chaillot‘tur.
Eyfel kulesi ve internetten bilet satışı için eiffel­tower.com
SEINE NEHRİNDE KANAL TURU
seine nehri
seine nehri
Paris’de yapabileceğiniz bir aktivite: Seine nehrinde kanal turu yaparak, tüm o tarihi binaları nehir
boyunca izlemek. Hemen Eyfelin önünden kalkıyor ve dönüşte buraya bırakıyor.
LOUVRE MÜZESİ’nde Mona Lisa ile fotoğraf çektirin :)
Paris
Paris tam anlamıyla müzeler şehri, hepsini baştan sona gezecem diyorsanız çok vakte
ihtiyacınız var. Ama vaktiniz kısa da olsa Louvre’a gidin, en azından dünya gözüyle Mona Lisa’yı
bi görün!
loure müzesinde...
loure müzesinde…
Louvre müzesinde Da Vinci’nin tablolarından, mısırdaki piramitlere kadar ne ararsanız var! Giriş
ücreti 9 euro. Tamamını gezemedik ama en önemli eserleri gördük. Girişte önemli eserleri
gösteren bir broşür veriyorlar, 10 tane falan, onları görmek yetti bana. Ben ki müze gezmeyi çok
severim; heykel tablo görmekten bayıldım bir süre sonra!
mona lisanın önü!!!
mona lisanın önü!!!
“Mona Lisa” ise çok şirindi diyeceğim, çünkü öyle büyük bir tablo beklemeyin; cam korumanın
arkasında küçücük… Önündeki insan yığınını aşmayı başarıp tabloya yaklaşabilirseniz, Mona
Lisa ile güzel bir fotoğraf çektirebilirsiniz ;)
mona lisa & ben :)
mona lisa & ben :)
Diğer beğendiğim eserler “Cana’da düğünü” tablosu (Mona Lisa’nın hemen karşısında),
Napolyonun eşi Josephine’e taç giydirdiği anı resmeden “La Sacre de Napoleon”. Bir de
Kudüs’deki bir savaş sırasında yaşanan bir olayı anlatan çift taraflı resmedilmiş bir tablo var o da
şahane.
Paris
çift taraflı tablo
çift taraflı tablo
Louvre müzesi resmi sitesi, müzenin bölümleri ve online bilet satışı: louvre (http://www.louvre.fr/)
notre damme katedrali
notre damme katedrali
NOTRE DAMME KATEDRALİ
Fransız yazar Victor Hugo vakti zamanında bakımsızlıktan dolayı yıkılması düşünülen bu
katedrale dikat çekmek için ünlü eseri “Notre Damme’ın kamburu”nu yazmış; romanda bu
katedralde çanları çalan sakat Qusamodo’nun Esmeralda’ya duyduğu büyük aşkı anlatılır. Notre
damme deyince benim aklıma ilkgelense gargoyle denilen (bilirsiniz şu yarasaya benzeyen
heykeller) gotik mimari eserlerdir.
MOULIN ROUGE, MONT MARTE (Ressamlar tepesi) & SACRE COEUR BAZİLİKASI
Paris
Paris’in şehir merkezinin biraz dışında yer alır. Ünlü kabare Moulin Rouge’un (kırmızı değirmen)
hemen yanındaki sokaktan yukarı doğru çıkılınca 10 dk mesafede Paris’li ressamların yerine yani
Mont Marte’ye gelirsiniz.
Paris
Buradaki ressamlara portrenizi yaptırabilir, cafe­restoranlarda krep ve soğan çorbasını
deneyebilir, Sacre couer’un merdivenlerinden Paris’i izleyebilirsiniz (manzara Eyfel’deki kadar
güzel değil). Bu bölgedeki hediyelikçiler Paris merkeze göre daha ucuzdur.
sacre couer
sacre couer
Bizim 3 günde Paris’te gezdiğimiz yerler bunlar. Şehrin dışında olan bahçeleriyle ünlü Versay
sarayına gitmedik. Pek de içimde kaldığını söyleyemem, 3 gün boyunca tüm o muhteşem tarihi
binalar, heykeller bana yetti sanırım.
Daha çok müze gezmek isterseniz Monet, Degas, Cezanne gibi ressamların eserlerinin
bulunduğu Orsay müzesini de listenize ekleyebilirsiniz.
İlginiz varsa Eurodisney Paris‘e de 1 tam gün ayırmanız lazım.
Paris
PARİS’TEN NOTLAR…
Perfume: 16. yy’da en çok parfüm üretilen ve tüketilen ülke Fransa imiş. Nedeni basit: ne yazık ki
pek temiz olmayan Fransızlar, hastalıkların da sudan geçtiğini düşündüklerinden kötü kokuları
maskelemek için çok fazla parfüm tüketirlermiş! (“Koku” filmi veya kitabından hatırlarsınız…)
Bonjour Paris :( Paris’te siz siz olun bir Fransıza bir şey soracaksanız en azından cümleye
‘Bonjour’ diye başlayın, yoksa suratınıza bile bakmıyorlar! Devamında şansınız varsa sizinle
İngilizce konuşabilir!
Köhne teknoloji: Burası Paris ama bazen “köhne/eskimiş teknoloji” ile karşılaşabilirsiniz. Ne
demek stediğimi şöyle anlatayım: fotoselli musluklar çalışmayabilir, tuvalet kapıları para yutabilir
vs….
Paris
Alışveriş: Paris’te illaki kozmetik alışveriş yapmak istiyorsanız; Benlux diye bir kozmetik dükkanı
var, Louvre müzesine çok yakın. Tax free, bir de içinde her milletten satış elemanı var, Türk de
var, yani ‘yok İngilizce konuşmuyor’ diye bir sorun da olmuyor.
Paris’de Şanzelize dışında popüler bir alışveriş merkezi de Galeries Lafayette‘dir. Metro hattı ile
ulaşımı kolaydır.
Yeme içme: Paris’in hamur işleri mükemmel; ekmek, francala çok lezzetli. Sıkılsam da sürekli
sandviç yedim durdum. (favorim füme somonlu sandviç) :) Ancak ‘Evian’ marka suyun tadı
berbat!
Özgürlük heykeli: Paris’de gezerken anlayacaksınız Fransızlar tarihi bina ve heykele çok
düşkünler ;) 2. Dünya savaşında Almanlar tarafından işgal edilen Fransa, ancak Amerika’nın
savaşa katılıp savaşın seyrinin değişmesiyle işgalden kurtulmuştur. 1885′de Fransa ABD ile olan
iyi ilişkilerinin bir göstergesi olarak, kuruluşunun 100. yılı nedeniyle Amerika’ya Özgürlük Heykelini
hediye etmiştir!
Bu geziden sonra sürekli savaşlarla geçen Avrupa tarihine olan merakım bir hayli arttı. Dönüşte
ilk iş bu konularda bir kitap araştırmak :)
louvre müzesinde...
louvre müzesinde…
Yazıma Seine nehri üzerindeki Pont des Arts köprüsü veya halk arasında Pont des Amoureux
(Aşıklar köprüsü)’den bir görüntü ile son veriyorum. Aşıklar bu köprünün korkuluklarına kilit takıp
anahtarını nehre atıyorlar :)
Paris
Paris’le ilgili linkler:
wikipedia/Paris
paris.com
parisinfo (http://en.parisinfo.com/)
Frankfurt: Geçmişle Geleceğin Buluştuğu Şehir
Main nehrinin üzerindeki Eisener Steg köprüsünün bir yanı tarihi binalarıyla sizi geçmişe
götürürken bir yanı da modern binalar ve gökdelenlerle geleceğe açılan bir pencere sanki…
Frankfurt
Asıl ismi Frankfurt am Main (Main nehri etrafındaki Frankfurt) olan Frankfurt Avrupa’nın finans
başkenti (tüm bankaların burada şubesi bulunuyormuş) ve sürekli gelişmekte. Zaten şehirde
gezerken bunu anlıyorsunuz, çünkü devam eden gökdelen inşaatları, koca koca vinçler bu şehrin
giderek daha da büyüyeceğini haykırıyor adeta!
Frankfurt
Ancak beni etkileyen tarihi dokunun da korunması oldu. Farklı bir mimari yapıya sahip ortaçağ
evlerinin, kilisenin yanında yükselen gökdelenler şehre son derece modern ve estetik bir hava
katmış.
Frankfurt
Eşimle beraber Benelux tur grubumuzdan ayrılıp kongre için hızlı trenle Frankfurt’a geçtik (bizim
tur bu arada Luxemburg’a gitti). İyi ki de geçmişiz, karşınıza Frankfurt’u görmek için bir fırsat
çıkarsa sakın KAÇIRMAYIN derim :)
Frankfurt
Avrupa’da yaşanılacak şehirler arasında üst sıralarda olan Frankfurt’u gezmek için 1­2 gün
yeterli.
Frankfurt için bizim gibi kısa bir vakit ayırdıysanız, şehir merkezinde yürüyerek gezebileceğiniz
yerler:
Dom katedrali
Dom katedrali
Domplatz’daki Dom katedrali ile gezinize başlayabilirsiniz.
Römerberg, Frankfurt
Römerberg, Frankfurt
Ardından yürüyerek tipik Alman evlerine sahip Römerberg (eski şehir meydanı) bölgesine geçip
Adalet çeşmesi ve Nikolai kilisesine bi göz atın.
Adalet çeşmesi & Nikolai kilisesi
Adalet çeşmesi & Nikolai kilisesi
FrankfurtRömerberg’den sonra Eisener steg köprüsünden geçip şehrin diğer tarafını keşfedin.
(Bu köprü birkaç yıla Paris’deki aşk köpsüne rakip olacak gibi; aşıklar kilitlerini takmaya
başlamışlar bile) ;)
Eisener steg köprüsü
Eisener steg köprüsü
Frankfurt
Karşı yakada nehir boyunca geniş bir yürüyüş yolu ve park mevcut. Siz de dilerseniz çimlerin
üzerinde ufak bir piknik yapabilirsiniz ya da buradaki kafelerde oturup nefis meinhattan
manzarasının (gökdeleni bol olan bölgeye bu ad verilmiş!) keyfini çıkarabilirsiniz ;)
Meinhattan
Meinhattan
Frankfurt’ta daha çok vaktiniz varsa Müzelere vakit ayırabilirsiniz:
Goethe haus/museum: Goethe’nin Frankfurt’ta doğduğu evdir. Ulaşım:Hauptwache
istasyonuna 5­10 dakikalık yürüme mesafesinde.
Alte Oper: Rönesans stilindeki eski opera binası. Ulaşım: Alte oper durağı
Karşı kıyı da müzeler açısından zengindir. Mimarlık, İletişim ve Sinema müzeleri vardır.
Özellikle İletişim müzesinin (Museum für kommunication) girişinde yer alan telefon kablolarından
yapılmış koyunlar orjinal.
Stadel müzesi: İletişim müzesinin biraz ilerisinde bulunur. Picasso, Monet vb.
ressamların tabloları sergilenir.
Römerberg
Römerberg
Toplu taşıma: Resmi toplu taşıma sayfası (Türkçe dil seçeneği de var!) (http://www.rmv.de/tr/)
“Alman disiplini” derler ya işte Frankfurt metrosunda bunu bizzat gördüm. Tren saniyesinde
kalkar, üstelik baya da karışık bir metro sistemleri var, aynı raydan BİRDEN ÇOK istikamete tren
gidiyor, bir de farklı farklı bir sürü bileti var: birlik, beşlik, 24 saatlik, günlük…. Bu sistemin biraz
karışık olduğunu otelimizdeki bir Alman’la paylaştığımızda nazik bir şekilde “karışık olmadığını
herşeyin kuralına uygun bir şekilde işlediğini” söyledi. :)
Konaklama: Best Western Hotel Scala, Adres: Schafergasse 31. Frankfurt’ta kaldığımız otel;
temiz, büyük ve merkezi bir otel. Gezilecek yerlere yürüme mesafesinde, tavsiye edilir…
Zeil caddesi
Zeil caddesi
Mutfak: Frankfurta özel tatlar şöyle;
Frankfurter ­bildiğimiz sosisin daha büyüğü, domuz ve veya dana eti!­
Sosis & patates yeşil sos ile (Grúne soβe)
Ebellwein şarabı, Paulaner buğday birası
Almanya’da sular gazlı ve mineralli. Normal suya ulaşmak için birkaç maden suyu içmek
gerekebilir :)
Main Tower: Meinhattan bölgesindeki gökdelenin üst katında bulunan restaurant Frankfurt
manzarası için güzel bir seçenek olabilir.
Türk nüfus yoğun olduğundan köşebaşında dönerci/kebapçı bulma olasılığınız bir hayli
yüksek.
Alışveriş: Zeil caddesi ve mimarisiyle dikkat çeken alışveriş merkezi My Zeil alışveriş tutkunları
için…
My Zeil
My Zeil
Bu farklı şehirden güzel duygularla ayrılırken Frankfurt çok özel bir hatıra ile uğurladı bizi :)
Amsterdam : Ahşap Kazıklar Üzerinde Bir Şehir
Frankfurttan HIZLI TRENLE Köln’e geçip Benelux Tur grubumuzla yeniden birleştik. Meğer en
güzeli en sona saklanmış: Amsterdam‘a doğru yola düştük…..
ÖZGÜRLÜKLER ŞEHRİ: Amsterdam deyince ilk akla gelen ne yazık ki sex ve uyuşturu
serbestliği oluyor. Açıkçası Hollandalılar bu durumdan pek de memnun değiller ve bazı
kısıtlamalar getirmeye başlamışlar. Gidince göreceksiniz Amsterdam kesinlikle bunlardan ibaret
değil…
Amsterdam
Amsterdam tamamen AHŞAP KAZIKLAR üzerine inşa edilmiş bir şehir! Topraklarının 1/4′ünü
denizden kazanan Hollandalılar’ın başlıca marifeti yel değirmenleriyle bataklıkları kurutup,
denize­nehire set çekip ülke kurmak… Tarihinde birçok su baskını yaşayan Hollanda, bu su
bentlerinin yapılmasında da çok can kaybı vermiş!
Amsterdam ismi de Amstel nehri üzerindeki bent (dam) anlamına geliyor. Amsterdam
Hollanda’nın en büyük şehri ve başkentidir. Ancak hükümet Lahey’de bulunduğu için Hollanda’nın
idari başkenti Lahey’dir.
Amsterdam
KANALLAR ŞEHRİ AMSTERDAM’da 1300 köprü var. Şehirde su seviyesinin düşmesiyle ahşap
kazıklarda hava ile temas sonucunda çürüme olduğundan su seviyesinin sabit kalması gerekiyor.
Hollandalılar yaptıkları bentlerle, yel değirmenleriyle su seviyesini sabit tutabiliyorlar!
Yine de bazı evlerde eğrilmeler görülüyor. Bu Amsterdam’ın suya karşı verdiği mücadelenin bir
fotoğrafı adeta…
Amsterdam
Amsterdamın kendine özgü büyük pencereli, birbirine yapışık şirin mi şirin evlerinin çatılarında
göreceğiniz makaralar eşya taşımak için kullanılıyormuş. (bazı evlerin merdivenleri çok dar
olduğu için)
Amsterdam
BİSİKLETLİLERE DİKKAT: Dümdüz bir şehir olan Amsterdam’da gezilecek yerler birbirine çok
yakın. Biz tüm şehri yürüyerek rahatça gezdik. Ama şehirde asıl moda olan Bisikletle gezmek!
Amsterdam
Bisiklet kullanımı çok yaygın ve teşvik edimekte. Yollar geniş gibi görünür ancak dikkatli
bakarsanız yolun yarısının bisiklet yolu olduğunu fark edersiniz. Şehirde tam anlamıyla bisiklet
hegamonyası vardır, bisikletliler her yerdedir ve yaya bile olsanız geçiş üstünlüğü her zaman
bisikletlilerdedir ;)
Amsterdam
AMSTERDAM’DA KANAL TURU: Şehri gezmek için kanal turu da güzel bir seçenek… Kanal
turları için birçok seçenek var: Amsterdam kanallarında aralıksız 1 saat boyunca gezebileceğiniz
kanal turları gibi, “hop on hop off” tarzında tüm gün geçerli olan bir bilet alıp müzelerin yakınında
inip tekrar binebileceğiniz kanal turları da mevcut.
Biraz daha luks isterseniz ‘akşam yemekli‘ veya ‘cheese­wine tabağı’ ilaveli kanal turlarını da
tercih edebilirsiniz. Seçim sizin! Amsterdam kanal turları.
Central station
Central station
TARİHİ DOKU: Şehirdeki yapıların çoğu 17.yy’dan kalma tarihi binalardır. Amsterdam Centraal
Station (Amsterdam Ana Tren İstasyonu) ve Dam meydanındaki Kraliyet Sarayı şehrin tarihi
dokusunu yansıtan en güzel yapılardan.
Kraliyet sarayı
Kraliyet sarayı
Dam meydanı
Dam meydanı
AMSTERDAM’DA TURİSTİK MERKEZLER
Dam meydanı: Şehrin en popüler meydanı, Madame Tussauds müzesi ve şehrin tarihi
binalarının çoğu da bu meydandadır.
Red Light District: Ünlü kırmızı fener sokağında FOTOĞRAF veya Video çekmeyi
düşünenler dikkat; ummadığınız tepkilerle karşılaşabilirsiniz!
Leidseplein: Turistik eğlence meydanı. Cafe Americano buradaki ünlü ve eski cafelerden.
Dünyanın ünlü cafelerinden Hard Rock Cafe de bu bölgede bulunur.
Amsterdam
Rembrantplein: Şehrin diğer eğlenceli meydanı.
Vondelpark: İçinde cafe, restoranlar bulunan yeşillik park
Museumplein: Rijksmuseum, Van Gogh Museum, Stadeljik Museum ve ünlü
“Iamsterdam” yazısının olduğu bölge.
Amsterdam
MÜZELER ŞEHRİ: Amsterdam’da ot­çöp, lale, bira aklınıza ne gelirse herşeyin müzesi var. Belli
başlı müzeler:
Rijksmuseum: Hollandanın en büyük klasik sanatlar müzesi, Museumplein bölgesinde
Van Gogh Müzesi: Museumplein bölgesindeki müze en geniş Van Gogh koleksiyonuna
sahip
Amsterdam
Stadeljik Museum: Museumpleinde bir sanat müzesi daha
Anne Frank House: 2.Dünya savaşında Anne Frank ve ailesinin saklandığı ev
Amsterdam
Madame Tussauds: Ünlülerin balmumu heykellerinin olduğu müze Dam Meydanında
Heineken Experience: Heineken bira fabrikası/müzesi
Amsterdam
Amsterdam’daki tüm müzeler
Amsterdam’da müzeler, toplu taşıma ve kanal turu için kullanabileceğiniz Amsterdam kart /
Holland kart birkaç günlük gezi için işinize yarayabilir.
Amsterdam
XXX: Amsterdam’da sıkça rastlayacağınız XXX işareti Hollanda’nın tarihi boyunca savaş verdiği
Ateş, Su & Vebayı temsil ediyor.
AMSTERDAM’DA MUTFAK: Açıkçası Amsterdam’ın kendine has bir mutfağı yok (tabi “coffee
shopları” saymazsak) :) ama şehirde herçeşit dünya mutfağından restoranlar mevcut. Şehirde
çok sayıda Türk yaşadığından Türk restoranları da mevcut. Biz rehberimizin de önerisiyle
tercihimizi Arjantin mutfağından yana yaptık. Tesadüfen garsonumuzun da Türk olması
sayesinde çok leziz bir akşam yemeği (steak) yedik!
Amsterdam hakkında link (http://www.amsterdam.info/tr/)
Amsterdama bir post yetmedi :) Benelux turu dahilinde yaptığımız “MARKEN­VOLENDAM”
gezimiz bir sonraki postumda…
Amsterdam’dan Devam : Marken Volendam
MASAL KÖYLER: MARKEN & VOLENDAM
Marken volendam
Amsterdam gezinize farklılık katmak için modern Hollanda köylerini de görmenizi tavsiye ederim.
Marken & Volendam’a Benelux turu dahilinde yarım günlük “extra gezi” olarak rehber eşliğinde
otobüsle gittik.
MARKEN ADASI/YARIMADASI
İlk olarak Marken ada/yarımadasına gittik. Burası Ijseelmeer gölünde bulunan bir yarımada.
Aslında eskiden bir adaymış, günümüzde bir bağlantı yoluyla anakaraya bağlanmış. Marken’e
gidiş yolunda gördüğümüz “Bra Bridge” (südyen köprü) ilgi çekiciydi…
Marken volendam
Yine yolda gördüğümüz göl içerisinde yeni doldurulmuş bir bölge ve buradaki yüksek binalar da
ilgi çekiciydi.
Rehberimizin anlattığına göre Holandalılar ihtiyaç duydukça denizi/gölü doldurarak, set çekerek
kendilerine yaşam alanları yaratmaya çalışıyorlarmış.
Marken volendam
Ve MARKEN uzaktan görünüyor….
Marken volendam
Marken Adası için ne yazmalı bilemiyorum… İnsana huzur verir, öylesine sessiz sakindir ki sanki
o evlerde kimse yaşamıyormuş da bir açık hava müzesinde geziyormuşsunuz gibidir. Rengarenk
çiçeklerle süslü pencereler, yemyeşil düzenli bahçeler, son derece bakımlı evler bir masal
dünyasına götürür insanı…
Marken volendam
Marken volendam
Maken volendam
“Beatrix Brug” isimli şirin köprüde de onlarca fotoğraf çektikten sonra rehberimiz bizi eski bir
Peynir Fabrikası’na götürdü.
ESKİ PEYNİR FABRİKASI
Eski peynir fabrikası
Eski peynir fabrikası
Marken volendam
Burada yöresel kıyafetleri içerisinde Hollandalı bir bayandan ünlü Hollanda peynirinin nasıl
yapıldığını pür dikkat dinledikten sonra sıra geldi peynir tatmaya ve peynir alışverişine!
Marken volendam
Marken volendam
Marken volendam
SIRADA VOLENDAM
Marken’den sonra VOLENDAM‘a geçtik… Volendam’ın bazı bölgeleri rakım olarak DENİZ
SEVİYESİNİN ALTINDA!
Marken volendam
Bölgenin deniz kısmı setle çevrili. Yine bentlerle deniz dizginlenmiş, bölge bu sayede sular altında
kalmıyor! Açıkçası “Denizi yendik” diyen Hollandalıları takdir etmemek elde değil.
Topraklarının % 18′i deniz seviyesinin altında olan Hollanda’nın ismi de zaten Alçak Ülke
(Hol­Land) anlamına geliyormuş. Topraklarının 1/4′ünü denizden kazanan Hollandalıların
söyledikleri bir söz daha var: “Tanrı dünyayı, Hollandalılar Hollanda’yı yarattı.”
Tüm bunları nerden öğrendin derseniz: Bize Volendam’da tur dahilinde, hediyelik satan büyük bir
dükkanda, daha çok Hollanda’nın suya karşı verdiği mücadeleyi anlatan, Hollanda ile ilgili bir
belgesel izlettiler; üstelik Türkçe!
Marken volendam
Volendam’da da yine Marken’deki gibi güzel, bakımlı ahşap evler ve bahçeler var. Farklı olarak
burası daha turistik ve canlı, atıştırmalık deniz ürünleri yiyebileceğiniz cafeler ve küçük restoranlar
var.
Marken volendam
Laf aramızda hediyelik alacaksanız Volendam’daki dükkanlar ideal. Hem çeşit bol & orjinal, hem
de fiyatları uygun.
İşte bizim Marken­Volendam gezimiz böyle güzel geçti…
son olarak… HOLLANDA’NIN ÜNLÜLERİ
Maken volendam
Hollandalılar bataklıkları kurutup en güzel şekilde değerlendirmişler: Meyve, sebze ve çiçek
dikerek… Hollanda dünyada tarım üretiminde ilk sıralarda yer alıyor.
İşte Hollandalıların Osmanlı’dan getirdikleri Lale, su seviyesini ayarlamak için kullandıkları Yel
değirmeni ve Çarık Hollanda geziniz boyunca size eşlik edecek :)
Marken volendam
İKLİM: Hollanda bize göre daha kuzeyde deniz kenarında olması nedeniyle iklimi bize kıyasla
soğuktur. MEVSİM YAZ BİLE OLSA yağmura rüzgara hazırlıklı gidilmesi tavsiye edilir….
Ve 1 haftalık Benelux Turumuzun sonuna geldik. Kısa zamanda çok yer gördük, birazcık da
yorulduk ama değdi doğrusu; gönül rahatlığıyla ülkemize geri döndük diyebilirim….
­­­­­­­­­­­­­­­
Vikipedi Brüksel
Brüksel (Fransızca: Bruxelles, Felemenkçe: Brussel), Belçika'nın başkentidir. Belçika'nın üç
federal bölgesinden biri olan Brüksel Bölgesi'nin başkentidir. Birkaç yüzyıl önce bataklığın
kurutulması sonucu ortaya çıkmış bir şehirdir. Adı bataklığın içindeki yerleşim yeri anlamına gelir.
Brüksel büyükşehrine bağlı 19 belediyenin (Fransızca: Communes, Felemenkçe: Gemeenten)
toplam nüfusu 1.050.000'dir. Büyükşehrin bir parçası haline gelmiş civar belediyelerin nüfusu ve
gün içinde işleri için Brüksel'e gelenlerin (Brüksel'de çalışan nüfus) miktarı da göz önüne
alındığında toplam kapsamlı nüfusun birkaç milyona çıktığı hesaplanmaktadır.
Avrupa Birliği'nin 3 ana kurumu olan AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa
Parlamentosu içinde ilk ikisinin resmi organlarının büyük çoğunluğu Brüksel'de yerleşiktir.
Sonuncusu Avrupa Parlamentosu ise Strazburg ile dönüşümlü olarak Brüksel'de çalışmalarını
yürütmektedir. Bunlara bağlı ve bunlarla ilgili irili ufaklı yüzlerce kuruluş da dikkate alındığında
Brüksel, bu sebeplerden AB veya Avrupa başkenti olarak gösterilir. Ayrıca NATO Merkez
Karargahı da Brüksel'dedir.
Nüfusun çoğunluğunun ana dili Fransızca'dır (%80). Brüksel kökenli veya Brüksel'e Flaman
bölgesinden gelmiş ve Felemenkçe konuşan bir azınlık da bulunmaktadır (20%). Bu yönden
Brüksel (aslen bir Flaman şehri olmasına rağmen) bir Flaman denizinin ortasında bir Fransız
adası gibidir. Bu demografik özelliğe rağmen Brüksel'de iki resmi dil Fransızca ve
Felemenkçe'dir ve hukuken eşit ve her alanda zorunludur.
Belçika vatandaşlığını edinmek diğer AB ülkelerine kıyasla çok daha kolay olduğu için 1960'lardan
itibaren kaydadeğer bir yabancı kökenli nüfus da Brüksel'e yerleşmiştir. Başlangıçta genellikle
vasıfsız göçmen işçi olarak gelen bu kuşak ve ardından ikinci ve üçüncü nesiller içinde, başta
Faslı Araplar, ardından, aşağı yukarı denk sayıda, çoğu Emirdağ, Afyon kökenli Türkler ve eski bir
Belçika sömürgesi olan Kongo'lu Afrikalılar köken sıralamasında ilk üçü oluşturmaktadırlar.
1970'lerden itibaren özellikle AB resmi kurumlarının sağladığı iş imkânları nedeniyle yabancı
kökenli nüfusa, AB ülkeleri kökenli ve daha kalifiye bir topluluk da eklenmiştir ve sayıları
artmaktadır.
Brüksel nüfusuna bu yollarla dahil olmuş yabancı kökenlilerin toplam nüfusun %28.5'ini
oluşturduğu hesaplanmaktadır. İstanbul ile benzerlikler arzeden bu süreç sonrasında son 30­40
yılda Batı Avrupa'da nüfus, kültür ve mimari yapısı Brüksel kadar değişmiş kent yoktur denilebilir.
Bu süreç içinde bir gettolaşma da doğmuş, yerli Brükselliler belli semtlerde ağırlıklarını muhafaza
eder, buralara adeta 'çekilir'ken, Faslı, Türk ve zenci Afrikalı semtleri ve bir AB kurumları ve
çalışanları mahallesi oluşmuştur.
Vikipedi Brugge
Bruges[1] (Hollandaca: Brugge, Fransızca: Bruges, Almanca: Brügge), Belçika'nın Flandra'nın
Batı Flandra ilinin başkenti. Orta Çağ'dan kalma mimarisi (II. Dünya Savaşı'nda zarar görmediği
için bozulmadan korunmuştur), değişik çikolataları, danteli (diğer adıyla rahibe işi), kanalları ve
Belçika birası (rengine, tadına ve sunuluş şekline göre çeşitlilik gösterir) ile ünlü turistik bir kenttir.
11. yüzyılda Avrupa'nın ticaret merkezi olan Brugge, seller ve coğrafi değişiklikler yüzünden
denizle bağlantısını bir iki kanal dışında kesmektedir. Günümüzde şehir merkezinin Kuzey Denizi
kıyısında bulunmamasına rağmen, denize yakınlığı nedeniyle hâlâ bir liman kenti olarak
anılmaktadır. Şehrin içindeki kanallar günümüzde ulaşım maksadıyla kullanılmakta olup, bunlarda
turistik geziler de düzenlenmektedir.
Avrupa'nın günümüze kadar gelebilmiş önemli Ortaçağ kentlerinden biridir. Kentin, ortaçağdaki
boyutlarının dışına hiç taşmamış olması ilgi çekicidir. XII. yüzyıl malikanelerinin arasından dolaşan
pırıl pırıl kanalları ve çiçek pazarlarıyla gerçek bir âşıklar kentidir. Yaz aylarında turist yoğunluğu
olduğu için sezon dışında ziyaret edilmesi ayrı bir tat bırakmaktadır.
Bruges büyükkentinin toplam nüfusu 117.351 kişidir.
Vikipedi Paris
Paris, Fransa'nın başkenti ve Île­de­France bölgesinin merkezidir. Sen Nehri'nin üzerine, Paris
Havzası'nın ortasına kurulmuştur. Paris'te ikamet edenlere Parisien(ne) diye hitap edilir. Tüm
dünyada anıtları, sanatsal ve kültürel yaşamı ile bilinen Paris, aynı zamanda dünya tarihinde
önemli bir şehir olmakla birlikte, başlıca ekonomik ve politik merkezler arasında yer almakta ve
uluslararası taşımacılığın geçiş noktalarından birini oluşturmaktadır. Moda ve lüksün dünya
başkenti olan Paris, "Işık Şehir" (Ville Lumière) diye de anılmaktadır.
2007 yılında Paris şehir sınırları içindeki nüfusun 2.200.000 kişi olduğu INSEE (Institut national de
la statistique et des études économiques ­ Ulusal istatistik ve ekonomik çalışmalar enstitüsü)
tarafından tahmin edilmektedir. [1] 20. yüzyılda şehir sınırlarının dışına taşarak büyümüş ve
banliyöleriyle birlikte 2007'de 11,8 milyonluk nüfusa ulaşmıştır. [2]. Paris şehrinin özlü sözü
Latince "Fluctuat nec mergitur" yani "Sallanır ama batmaz" (Fransızca: « Il est battu par les flots
sans être submergé »). Şehrin armasındaki "Scilicet" yani gemiyi anlatmak için kullanılır. Bu gemi
Ortaçağ'da şehri yöneten güçlü "Gemiciler" (Nautes) ya da "Su tüccarları"nın kurduğu birliği
sembolize eder. Şehrin koruyucusu, 5. yüzyılda Attila'yı şehri yıkmaması için ikna ettiğine inanılan
Azize Geneviève'dir.
Etimoloji
Paris adını Galya halklarından Parisii lerden almaktadır. "Paris" aslında Romalıların "Lutetia"
yerine kullandıkları "Civitas Parisiorum" (Parisiilerin şehri) adının zamanla değişmesi sonucu
oluşmuştur. Paris aynı zamanda şehrin etrafındaki yöreye de ("Parisis") verilen isim olmuştur.
Cormeilles­en­Parisis ve Fontenay­en­Parisis gibi şehirlerin isimlerinde buna rastlanır. Bu adın
kaynağı tam olarak bilinememektedir. Paris bölgesinde çokça bulunan taş ocaklarına istinaden
Galce "kwar" (taş ocağı) kelimesinden geliyor olabilir. Başka etimolojilerde önerilmiştir. Pierre
Hubac ve Cheikh Anta Diop'a göre, Parisiilerin adı Mısır tanrıçası İsis'ten gelmektedir çünkü Paris
bölgesinde İsis'e adanmış birçok tapınak ya da Eski Mısır dilinde "per Isis" bulunmaktaydı. Bir
efsane de Paris adını dalgalar altında kalıp denize batan efsanevi Ys şehriyle birlikte anar.
Maurice Druon "Paris de César à Saint Louis" (Sezar'dan St.Louis'ye kadar Paris) adlı kitabında
Paris adının Galce "par" (gemi) sözcüğünden geldiğini iddia eder. Şekli gemiye benzeyen, su
üzerine kurulmuş, geçimini suya borçlu olan ve ismini de belki sudan almış olan bir şehir. Bir ada
olan Lutèce'in refahı "gemiciler" tarafından sağlanıyordu ve bu gemicilerin sembolü olan gemi de
şehir armasını oluşturmuştur.
Paris'in Tarih öncesi
Champs­Élysées Bulvarı'nın aşağı kısmındaki Wallace Çeşmesi
Işık şehrinin sembolü Eyfel kulesi
Seine nehri kıyılarında yapılan teraslama çalışmaları sırasında bulunan oymataş el aletlerinin
gösterdiği gibi Paris kent alanı yaklaşık 40.000 yıldır insanlar tarafından yerleşim alanı olarak
kullanılmaktadır.
En önemli arkeolojik bulgular 12nci bölge'de 1991 yılında ortaya çıkartılan Paris bölgesindeki en
eski kalıcı insan yerleşimine ait kalıntılardır. Bercy'de yapılan alt yapı çalışmaları sırasında M.Ö.
4.000 ile 3.800 yılları arasında avcılık dönemine ait Seine nehrinin eski kıyısında yerleşik bir köyün
izlerine rastlanmıştır. Bu kalıntılar çok önemli arkeolojik değere sahip olan birçok tahtadan oyma
kayık, topraktan çanak çömlek, ok ve yaylar, kemik ve taştan aletlerdi. Diğer buluşlar da 14ncü
bölge ile 13ncü bölge arasındaki su kemerleridir. Aşıklar şehir olarak bilinir.
Antik Çağ
Tarih öncesi yerleşimlerle Galya­Roma dönemi arasında olup bitenler hakkında pek bir şey
bilinememektedir. Tek emin olunan nokta Sezar'ın birlikleri ülkede dolaşırken bölgenin
hâkimlerinin hala Parisiiler olduğudur. Bazıları Parisiilerin Paris'i kurmasının tarihi olarak M.Ö. 250
ile 200 yılları arasını göstermektedir ancak önemli kanıtları yoktur. M.Ö. 52 yılında Jül Sezar'ın
teğmeni Labienus Paris şehrini ele geçirdiğinde Romalılar tarafından "Lutetia" (Fransızcası:
Lutèce) diye adlandırılmıştır. Galya'nın başkenti görevini Lugdunum (Lyon) şehri yapmaktaydı. O
zamanki Galya şehrinin tam olarak nerede yerleştiği konusunda kesin bilgi yoktur. Uzun süre
buranın île de la Cité'de olduğu düşünülmüştür ancak metro çalışmaları nedeniyle baştan aşağı
bu adada kazı çalışmalrı yapılmış ve hiçbir ize rastlanmamıştır. Galya şehri île Saint­Louis'de ya
da bugün artık karşı kıyı ile birleşmiş olan ve Bièvre nehri'nin yarattığı delta üzerinde bulunmuş
olan bir adada da bulunmuş olabilir. Çok tartışılan başka bir varsayıma göre ise ilk kurulan Galya
köyünün Nanterre'deki Valérien tepesi'nden çok uzak olmadığı yönündedir. Roma şehri 1.
yüzyılda nehrin sol kıyısına kurulmuştur. Şehrin Saint­Germain Bulvarı'ndan Val­de­Grâce'a ve
rue Descartes'tan jardins du Luxembourg'a kadar uzandığı düşünülmektedir. Lutèce şehri bir
cardo (Roma şehirlerinde kuzey­güney doğrultusundaki ana cadde) olan rue Saint­Jacques
çevresinde dik kesen sokaklardan oluşan bir şehir yapısıyla yerleşmişti. Roma şehirlerinde
olduğu gibi forum, hamamlar, tiyatro, arena ve nekropol bu şehirde bulunmaktaydı
Orta Çağ
Paris şu andaki adını 5. yüzyılda alır ve Romalılar'a karşı elde ettiği zaferin ardından Frankların
kralı Merovenj Hanedanından I. Clovis 508 yılında Paris'e yerleşerek burayı başkenti yapar. Nehrin
sağ kıyısına 6. yüzyıldan itibaren bir kilisenin kurulduğu dikkat çeker: Saint­Gervais kilisesi
(günümüzde Hôtel de ville 'in arkasında bulunmaktadır. 9. yüzyılda Saint­Gervais ve
Saint­Germain­l'Auxerrois kiliselerinin (günümüzde Louvre'un yakınında bulunmaktadır)
çevresinde koruma amaçlı duvarlar inşa edilmiştir. Nehrin sol kıyısı 885 yılında Vikingler
tarafından tamamen yokedilmiştir. Taht 987 yılında Capet hanedanına geçti. Paris, Orleans şehri
ile birlikte bu hanedanın kişisel serveti içinde yer alıyordu. Bu hanedanın atası I. Eudes şehri
Vikingler'e karşı savunmasıyla ünlenmiştir.
Önemli Mekanlar
Ana madde: Notre Dame Katedrali
Meryem Ana'ya adanarak yapılan bu gotik katedral, Sein Nehri'nin ortasında ki Île de la Cité'nin
doğu kısmında bulunur.Bu katedral Paris'in sembollerinden biri haline gelmiştir.19. yüzyılın
başlarında yıkılma kararı alınan katedralin kurtarılması için ünlü Fransız yazar Victor Hugo "Notre
Dame'ın Kamburu" adlı romanı yazmıştır.Halkın da desteğiyle yıkılmaktan kurtulmuştur.
Louvre Müzesi
Ana madde: Louvre Müzesi
1793'te açılan ve müze yapılan bina aynı zamanda Fransa'nın ilk devlet
müzesidir.Koleksiyonunda La liberté guidant le peuple,Mona Lisa, Winged Victory of Samothrace
ve Venus de Milo gibi birçok şaheser görülebilir.Sadece dış görünüşü bile insana bu sarayın
harikuladeliğini gösterir.Mimarinin en muhteşem örneklerinden biridir ve Fransız usulü dik çatıları
da dikkat çekicidir.
Église de la Madeleine
Ana madde: Église de la Madeleine
İnşasını Napoleon'un emrettiği kilise, Fransız Ordusu'nun ululuğuna ve görkemliliğine yaraşır bir
zafer tapınağı olması için yapılmıştır. 1806'da Pierre­Alexandre Vignon tarafından tasarlanmıştır.
Korint tarzı sütunlarla çevrelenmiş tapınak, Boubonlar'ın yönetimi ele geçirmesiyle Hristiyan
kilisesine dönüştürülmüştür.
Champs­Élysées (Şanzelize)
Ana madde: Champs­Élysées
Adını Yunan mitolojisinde cennet olarak gösterilen Elysion ovalarından almıştır. Paris'in en güzel
caddesi olarak bilinir. Cadde, yukarı doğru çıkarsanız sizi Zafer Takı'na, aşağı doğru inerseniz
sizi Concorde Meydanı'na çıkarır. Daha ilerde ise Jardin des Tuileries ve Louvre Müzesi vardır.
Birçok gösterinin yapıldığı bu cadde adeta Paris'in kalbidir.
Eyfel Kulesi
Ana madde: Eyfel Kulesi
İsmini, inşa ettiren firma olan Gustave Eiffel'den alır. Kule tüm dünyaya kendini Fransa'nın
sembolü olarak tanıtmıştır. Muhteşem bir mühendislik eseri ve estetik bir kuledir. Fransız
Devrimi'nin kutlamaları için düzenlenen Paris fuarına kapı olarak yapılmıştır. Kule sadece 20 yıl
kalması için inşa edilmişti. 1909'da yıkılması gereken kule Atlantik ötesi haberleşmeye imkan
tanıdığından kalmasına izin verildi.
Vikipedi Amsterdam
Amsterdam Hollanda'nın başkentidir. Ancak ülke hükümetin ve meclisin bulunduğu Lahey'den
yönetilir.
12. yüzyılda Amstel ırmağının kıyısında bir balıkçı köyü olarak kurulan Amsterdam, bugün
Hollanda'nın kişi sayısı bakımından en büyük, kültürel ve parasal yönden de en önemli kentidir.
Kentte 2005 sayımına göre 742.209 kişi yaşasa da, bu sayı çevresiyle birlikte 1,5 milyonu bulur.
Adı, ilk kurulduğu zamanlarda Amstel ırmağının üzerine kurulan su bendi ("dam") olan
Amstelredamme'ın zamanla Amsterdam olmasından gelir.
Özellikle, Amsterdam'da bulunan Dam Meydanı çok ünlüdür ve dünyanın birçok yerinden
ziyaretçi akınına uğramaktadır.
Amsterdam, çoğunlukla 17. yüzyıldan kalma yapılarıyla, Avrupa'daki en köklü kent dokularından
birini barındırır. Kentin eski bölümü iç içe geçmiş ay biçimindeki kanallardan oluşur. Bu kanalların
iki yakasındaki tarihî evlerin bir bölümü bugün ev, geri kalanı ise, kamu ya da özel işyeri olarak
kullanılır.
Hollanda'nın birçok yerinde olduğu gibi, Amsterdam'da da kanallar bataklık olan bölgede öncelikle
suları denetim altına almak için kazılmıştır. Bunun yanısıra savunma ile ulaşım için de
kullanılmıştır. Bazı kanalların üzerinde tekne evler bulunur. Bunlar genellikle eski tekneler ya da
baştan ev olarak tasarlanmış teknelerdir. İlk olarak 60'lı 70'li yıllardaki konut sıkıntısının sonucu
olarak ortaya çıkan tekne evler, bugünlerde yalnızca zorunluluktan değil, daha çok bir yaşam tarzı
yeğlemesi olarak öne çıkmaktadır.
Tanınmış Concertgebouw ('konser yapısı') senfoni orkestrası ('Concertgebouworkest')
Amsterdam'da bulunur.
Ulaşım
Amsterdam bisiklet dostu bir şehirdir. Şehirde bisiklet yolları ve bisiklet park alanlarıyla "bisiklet
kültürü"nün geliştiği bir merkezdir.
Şehirde 1 milyonu bisiklet bulunduğu tahmin edilmektedir. Ancak bisiklet hırsızlığı oldukça
yaygındır. Bu yüzden bisiklet sahiplerinin büyük kilitlerle bisikletlerini hırsızlara karşı koruma
eğilimi vardır. Şehir içinde araç kullanmak tercih edilmez. Çünkü park ücretleri oldukça yüksektir.
Ayrıca birçok cadde ve sokak araç trafiğine kapatılmıştır. Toplu taşıma otobüs ve tramvaylar ile
sağlanır. Şehirde dört metro hattı bulunmaktadır, beşinci hat ise yapım halindedir (ancak kentin
doğal dokusuna zarar vermemek için yapımı yavaş sürmektedir).
Kent kanalları artık çoğunlukla yük ya da yolcu ulaşımı için değil, tekne gezintileri için
kullanılmaktadır. Amsterdam ana tren istasyonu'ndan ve kentin öteki bir iki yerinden kalkan 40­50
kişilik gezinti tekneleri ile kentin kanalları gezilir. Bunun dışında özel tekneler ve pedallı 4 kişilik
tekneler ("su bisikletleri") de kanal gezileri için kullanılır.
Amsterdam yakınlarında bulunan Badhoevedorp Kavşağı, 1932'den bu yana Hollanda'da
otoyolların ana merkezidir. Amsterdam Havalimanı(Amsterdam Airport Schiphol), Amsterdam
Ana Tren İstasyonu'ndan (NS Amsterdam Centraal Station) trenle yaklaşık 15­20 dakika kadar
uzaktadır. İsmi her ne kadar Amsterdam Havalimanı diye geçse de aslında Amsterdam sınırları
içinde olmayıp Haarlemermeer Belediyesi sınırlarındadır.
Hollanda'nın bu en büyük havalimanı, Avrupa'da dördüncü, dünyada onuncu sıradadır. Yılda 44
milyon kişiyle dünyanın en kalabalık üçüncü havalimanıdır.
Görülmesi Gereken Yerler
Van Gogh Müzesi: 200'den fazla resim, 500 çizim ve taslak, ayrıca Japon eseri yer
almaktadır.
Anne Frank Huis veya Anne Frank Museum: Anne Frank'ın doğum evi her yıl yaklaşık 1
milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir.
Rijksmuseum (Devlet Müzesi) Amsterdam'ın en çarpıcı, önemli müzesidir. Birçok
Rembrandt tablosunu barındırır. 1400­ 1900'ler arası 5000 resim içermektedir.
Rembrandthuis (Rembrandt Evi): Ressam Rembrandt 17.yy izleri taşıyan bu evde
yaklaşık 20 yıl yaşamıştır.
Jordaan: Amsterdam'ın bambaşka yüzüdür. Çiçekli balkonları ile kanal boyunca sıralanan
binalar ve kanal kenarlarında keyifli kafelerde tüm gece boyunca oturulabilir. Bölge adeta kanal
boyu evleri müzesi gibidir.
De Wallen ya da Red Light District: Ünlü Kırmızı Işık Bölgesi şehrin tam merkezinde yer
almaktadır.
Stedelijk Museum CS: 1895 yılında açılmış müze modern sanat müzesidir.
Madame Tussauds Müzesi
Özellikle Van Gogh ve Rijks müzeleri önünde oluşan uzun kuyruklardan dolayı biletlerin şehrin
belirli bölgelerinde bulunan turist ofislerinden temin edilmesi zaman kaybının önüne geçmektedir.
­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­
Forum ­ gezenbilir.com
*Paris'i çok da söylememe gerek yok sanırım..Lüksemburg çok güzel bir şehir..Özellikle old city
dedikleri bölgeyi görmenizi tavsiye ederim..Köln'de katedrali görebilirsiniz. Onun dışında Ren
nehri kenarında bir gezinti yapabilirsiniz.Almanya'ya gitmişken özellikle aldi ve dm 'den kozmetik
ve çilkolata almanızı tavsiye ediyorum, çok çok ucuz....Amsterdam' da Van Gogh müzesi ilginizi
çekebilir.Ayrıca Madame Tussauds müzesinde balmumu heykelleri görmenizi tavsiye
edebilirim..Amsterdam'a kadar gitmişken Red Light'a uğramamak olmaz :) ..Onun dışında eğer
vaktiniz varsa Amsterdam'a trenle 45 dakika uzaklıktaki Dan Hauge' a giderseniz kuzey
denizinde denize girme şansınız olur.Brüksel' de özellikle , 250 çeşit bira satılan dükkanlara ve
harika çikolata dükkanlarına uğrayıın.Restoranlarda deniz ürünleri ucuz ve doyurucu. Chez
Leon'da yerseniz hem karnınız doyar hem de nefis bir yemek yemiş olursunuz.Biz Avrupa
tatiline çıkmadan Saffet Emre Tonuguç'un Avrupa'da Görülecek 101 Yer kitabını aldık ve çok
memnun kaldık..Her ülkenin ve şehrinin mutlaka görülmesi gereken yerlerini
anlatıyor.Lüksemburg'a iki defa gitmeme rağmen bir kez daha gidebilirim.İyi tatiller
­­­­­­­­­­­­­­­­­
Tura geldi, Tura Gittik – 1 (Yola Çıkış­Amsterdam)
Gitmeden önce, Bir toplantı yapıldı. Şirket sahibi Atilla Bey, İki şey vurguladı; Aman hırsızlara
dikkat! Beni bile çarptılar... Ki Bu işi yıllardır yaparım. Her gidene de nasihatlerde bulunurum.
Aklıma gelir başıma gelmez diye düşünürdüm. Gülme komşuna gelir başına. İkincisi; Götürün
efendim götürün. Götürün efendim götürün deyince; Aklıma götürmekten başka bir şey gelmedi.
Çünkü Bizim gördüğümüz hep götürenler, Biz ise neyi götürecektik?
Meğerse Götüreceğimiz gıda maddeleriymiş!
Başladık hazırlıklara... Memlekete gelen turistlerin, Bizim gibi valizler dolusu dolaştıklarını pek
görmedim. Hatta ayıptır söylemesi ama söyleyelim; Yanlarına yedek don bile almıyorlar ama
Bizler ne bulursak, O da lazım olur, Bu da lazım olur derken, Kişi başına en az iki valiz! Bizim de
öyle oldu. Üç kişiyiz tam tamamına altmış kilo. Dedik ki, İnşallah fazla para almazlar tartıda. Ya
onlar yanlış yapıyor, Ya da biz? Ama bence onlar doğru yapıyor. Tabi bunda gelir seviyesi
yüksekliği ile Bizim buranın oldukça ucuz olması yatıyor. Bir de kulağımızda Atilla Beyin, Bir
yemeğe yüz Euro verirsiniz dediği kalınca, Alın efendim, alın, Götürün, efendim götürün, Valizler
Hollanda ineği gibi şişti de şişti. Dedik ki Yapacak bir şey yok! Bu sefer, Böyle gidelim, Bir dahaki
sefere tecrübelerden yararlanırız.
Tecrübem; Sabah kahvaltıları bedava. Ne yersen ye, Tıka basa. Ata'mız ne demişti; Türk milleti
zekidir! Bir kahvaltıdan, Öğle ve akşam yemekleri çıkar. Hatta artar bile! Yanınıza sadece hazır
çorba ile Birkaç konserve, Otellerde zaten sıcak su ile Su ısıtıcısı var. Kahve ve çay bedava. Akıllı
bir planlama ile O kadar valize gerek yok! Gezi ile birlikte, Benim hamallığım da başladı. Kim
taşıyacak? Tabi ki ben! Hırsızlığa karşı da iki önlem aldık; Birincisi; Asker para çantası. İçine
pasaport fotokopileri. Kazara çalınırsa, Hiç değilse geçici giriş imkânı sağlarmış!
Altı valizi hazırlamak kolay değil, Ki, Ben kapatırken yoruldum. Aman onu unutmayalım, Aman
bunu unutmayalım derken, Canımız çıktı. Geçenin üçünde kalktık, Bir taksiye atladık, Şirketin
önüne geldik, İki otobüs ve şirket yetkilileri bizleri bekliyordu.
Bizler için ilk heyecan, Kim bilir onlar için neydi?
Daha valizleri yükleyince, Otobüs yan yattı, sağa doğru, Ayıptır söylemesi ama söyleyelim; Elli iki
kişi idik, Esenboğa'ya gittik, Havaalanlarında, Serbest piyasa ekonomisi altında, Küçük bir pet
suyun iki Euro'ya satılması. Bu fiyatlar, Benim diyen Avrupa havaalanlarından daha pahalı. Acaba
böyle olunca, Daha mı Avrupai oluyoruz?
Yoksa Serbest ekonomi demek; Vatandaşı bir güzel kazıklamak mı demek?
Tuvaletler desen temiz değil, Hem de taret muslukları varken, Demek ki; Elin gâvuru (lafın
gelişi)tareti takmasa da Bizden daha temiz, Doğruya doğru. Zaten AB ile aramızda ilk müzakere;
Tuvalet konusu olmalı. Bizde taret musluğu var, Onlarda yok. Bizde ücretsiz tuvalet var, Onlarda
nerdeyse hiç yok. Bunu halledersek, gerisi kolay! Biz klasik tuvalete, Onlar alafrangaya alışmış.
Bizdeki alafrangalar, nedense, Onlardaki gibi temiz olamıyor...
Uçağımız Onur air idi. Onur air bir ara çok gündeme geldi. Hatta uçuş yasağı bile kondu, Daha
sonra kaldırıldı. Benim fikrim; Emniyetli, sağ salim uçalım da Lüks ve konfor ikinci planda. Zaten
bu kalemler de fiyatı artırıyor...
Eskiden uçak deyince, Sadece maddi durumu müsait olanlar binebiliyordu. Son zamanlarda hem
dünya da Hem de güzel memlekette olumlu gelişmeler var...
Görünüşte çok fakir, Aslında çok zengin dilenciler ise en çok binenler!
Nasıl ki Dolmuşlar ucuz oluyor, İmece taşıma usulü, Bu uçaklar da öyle. Sürümden kazanıyorlar.
Eskiden kraliçeye benzer hostesler konur, Yemek ve içkilerin en iyisi servis edilir, Çoğu kimse
binemezdi. Şimdilerde tam tersi. Easyjette içecek bile para ile Bilet satış internet üzerinden, En
ucuz onlar taşıyor. Yurtdışına giderken aklımdan geçen; Keşke çalışmaya gidecek vatandaşları,
Bir esas dâhilinde seçip, Eğitip gönderebilseydik. Şimdi AB'ye girişte çok olumlu yansımaları
olurdu. Maalesef İpini koparan, Eğitim ve kültür seviyesi çok düşük olanlar, Yasalardan kaçan, Art
niyetliler, Gittiler...
Eli yüzü düzgün adamlar burada kaldı. Avrupalı da tanıya tanıya onları tanıdı. Şimdi gel de hayır
biz öyle değil, Böyleyiz de! Gördüğüne mi? Duyduğuna mı? AB'ye girişte orada yaratılan,
Olumsuz imajların, Aleyhimize olduğu aşikâr. İşin ilginci orada yıllardan beri yaşamakla beraber,
Pek değişiklik göremiyorsun. Bir de neyle övünüyorlar? Bir kelime bile yabancı dil öğrenmedim!
Bunların adetlerinden tekini bile almadım!
Orada kuzu olan vatandaşlarımız, Sanki burada yılların acısını çıkarır gibi Bizden bile beter
olabiliyorlar... Orada hıza riayet ederken, Yurda, İsmail YK' dan bas gaza ile giriyorlar...
Eskiden uçar iken, Bir bilinmeyene doğru uçardık. Ama şimdilerde çoklu ortam destekli,
Haritalarla, Uçak o an nerede, Hangi yolu izliyor? Ne kadar yüksekteyiz? Süratimiz? Ne kadar
zaman sonra varacağız gibi Soruların cevapları, Monitörlerden veriliyor. Bu da çok güzel bir
uygulama.
Yanıma bir beyefendi oturdu, Kendisi danışmanlık yapıyormuş, Koyu bir muhabbete girdik, Uçak
tekeri yere vurdu, Kendimize geldik.
Amsterdam Schiphol Havaalanı, Dünyaca meşhur. Yüz beş metre ile en yüksek uçak kulesine
sahipmiş! Havada kuş yok! Uçak sürüsü var! Birbiri peşi sıra, İnen binen kalkan uçaklar... Nedeni
de; Vergilerin düşüklüğü ve hizmet kalitesi. Temiz mi temiz tertemiz. Başladık beklemeye
valizleri, Bekle Allah bekle, Neyse gelsin de, Bir de çıkmaz ise o zaman yandık! Hollanda süt
ürünlerinde, Özellikle peynir ve tereyağında dünyaca meşhur. Gördüler mi valizde el koyuyorlar.
Bunun nedeni; Bizden daha iyi yapanlar mı var? Ya da El koyalım da Evdekiler ekmek ister,
Yanına, Peynir ve tereyağ! Gözümün önünde bir kilo tereyağa el koydular! İçim gitti ama İstersen
hık de Adamı anasından doğduğuna pişman ederler! Elin oğlu acımaz adama! Şakaya bile
gelmez, Olayı bir büyütürler, Tur yerine sınır dışı ederler, İlk uçakla! Sus sus kimseler duymasın!
Tura katılan elli iki kişi olunca, Rehberin de işi zor. Elinde şirket levhası, O nereye biz peşine,
Hemen çıkışta, baktık otobüs bizi bekliyor... Bir baktık, Bir otobüs, Bir de şoför! Bizde olsa, iki
şoför, bir muavin. Bir hizmetli en az dört kişi. Çaylar, Kahveler, Kekler, Pastalar çörekler...
Bunların hiç biri yok! Çünkü Hizmet pahalı bir sektör Avrupa'da. Hepsini aslanlar gibi şoför
yapıyor. Otobüsün iç temizliği dâhil! Günde yasal süreden fazla süremiyor. Beş saatte bir, yarım
saat, mola veriyor. Geceleri mutlaka otelde kalıyor, Belgeleri saklıyor. Kontrollerde aranıyor, bu
belgeler. İkinci şoför olursa, En fazla on altı saat! Ama ikisi de otelde yatmak şartı ile Otobüs
içinde kemerler bağlı olacak. Şoför bizi bildiği için Arada bir rehber vasıtası ile anons ettiriyor;
Kemerleri takın! Dinleyen kim? Çünkü Bizler doğuştan Kemerliyiz! Cezalar çok ağır. Şoförümüz
en az üç dil bilen, Otuz yıllık tecrübeli biri. Yaklaşık 2500 km yol kat ettik, Güzergâhı çok iyi biliyor,
Kurallara hâkim, Belçikalı. Biraz soğuk ve ciddi duruyor. Bizim otobüslerdeki servis
havayollarında yok! Bir de arada bir kaza yapmasalar? Hele mola yerlerindeki tuvaletler bedava!
Değerini bilelim! Avrupa'da bu doğal ihtiyaç bile para ile 0,30 ila 0,50 Euro arası değişiyor.
Tavsiyem, yanınızda bozuk para bulundurmanız. Tuvaletler temiz mi temiz. Çünkü Bu konuda
kültür oluşmuş. Çıkan temiz bırakınca, giren de temiz buluyor. Ben şahsen klasik tuvaletlerin
rahatlığını, Hiç bir yerde bulamıyorum. Toplu yerlerde yarısı alafranga, Yarısı klasik, Özürlü ve
engelliler de düşünülse hiç fena olmaz.
Hedefimiz; Amsterdam'dan Paris'e gitmek. Ve geceyi orada geçirmek. Hollanda'da dağ yok! O
an aklıma Ferdi geldi. Burada yaşasa idi ''Ben de bu dağların nesine geldim'' Nasıl bestelenirdi?
Ya da ''Dağ başını duman almış, Yürüyelim arkadaşlar'' Rahmetli Barış Manço; ''Dağlar dağlar''
''Dağ dağa küsmüş, dağın haberi olmamış'' ''Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur''
Atasözü çıkmazdı, buralardan. Hangi dağa tırmanırdın? Laf aramızda dağcılık federasyonu var,
Ve de Dağa tırmanmaya çok meraklılar. Ama dağı olan yerlere gidiyorlar. Abudabililer olsa,
Bastırırlardı parayı, Şöyle Ağrı Dağı gibi Yedi yıldızlı bir dağ yaparlardı, valla! Paranın gözü kör
olsun! İnsan insana kavuşur, dağ dağa kavuşmaz sözünü, Değiştirdim; Dağ dağa kavuşmaz,
Devre devreye kavuşur. Sağ olsun Cem geldi, Ziyaret etti. Büyük incelik gösterdi. Tabi dağ
olmayan yerde, Terör de olmuyor... Terörün en sevdiği yerler dağlar! ''Alır giderim başımı,
dağlarla. Dağa çıkarım bak ha!''
Askeri harekât olsa Hedef gösterecek dağ yok! Rehberimizin dediğine göre; Yolda araç
yavaşlatma yükseltilerine dağ diyorlarmış! ''Nasıl ki bizim denizin dibinde Hatçem Demirden
evler''diye bir türkümüz var, Onların da su ile başı dertte. Fakat Allah'ın verdiği aklı kullanınca,
Dezavantaj avantaja dönüşmüş! Nasıl mı? Hollanda aslında bir bataklık. Sık sık su baskınları
oluyor. Bazı yerler deniz seviyesinin de altında! Eksi altı buçuk metre. Bu durumda, Kuzey Denizi
ne yapacak? İçeriye doğru akacak! Nereden? Nehirlerden. Bizim ''Halime'yi samanlıkta bastılar''
türkümüz var ama Onları da ha bire deniz basıyor. Sanki kalbin ana damarlarından, İçeriye doğru
kılcal damarlar gibi kanal yapmışlar. Bizler demir ağlarla ördük yurdu, Onlar da Her yere kanal
yapmışlar. Kanallara da yel değirmeni. Yel değirmenleri su taşkınlarını yavaşlatıyor, Fazla suyu
dengeli bir şekilde, Diğer yel değirmenine aktarıyor. Bu esnada, tahıl öğütülüyor, Turistler geziyor.
Bir taşla, üç kuş vurma, buna denir. Bizler de ağzımız açık bir şekilde vay be derken, Paralar
ceplerine giriyor. Kanallarda kanal tedavisi bile yapıyorlar! Her tarlanın etrafı kanallarla çevrilmiş,
Çite gerek yok! İçine yeteri kadar inek, Koyun, At, Deve(Yok devenin nalı, bu kadar da atılmaz ki!)
Koymuşlar, çobana gerek yok. Çünkü hayvanların dört bir tarafı düşmanlarla(su ile) çevrilmiş! Bu
durumda ne yapsın hayvanlar? Ye, iç, yan gel yat! Üstüne gübre. Yirmi dört saat geçe gündüz
yeşil ot. Gel keyfim gel, Oh ne güzel hayat! Hele vakti gelince bir de kesmeseler!
Hollanda'da adım başı bisiklet! Yolun her yerinde bisiklet yolu var! Ama Bu bisikletler dağ tipi
değil, Düz, klasik tipler. Bisiklet olur da hırsızlığı olmaz mı? Bunu duyunca rahatladım. Malum
benimki geçenlerde çalındı da! Hırsızlık evrensel. Bu bisikletler, laf olsun diye yok! Yaşlısı, genci,
Eteklisi, pantolonlusu hepsi biniyor, Sağlıklı yaşam esas. Bisiklet park yerleri, Bazı yerlerde üç
beş katlı, Sadece bisikletler için. Yollarda asfalttan taşa doğru gidiş var, Binalarda ise serbest
tasarım. Maksat; yaratıcılığı teşvik etmek. Binalar tamamen birbirinden farklı, Özgün yapılar...
Nehirleri ve kanalları yük taşımada, mükemmel kullanıyorlar. Gemi tasarımları da birbirinden çok
farklı. Rehberin erkek olmasının da çok faydası var, Halden anlıyor, Alışveriş merkezlerinden uzak
tutuyor! Bayan rehber olsa O da gidecek bir şekilde, alışveriş merkezlerine. Bazı turcuların
alışveriş krizi gelmedi değil! Buna rağmen emellerine ulaşamadılar. Mümkünse yanınızda faturalı
bir cep bulundurun ama Uluslar arası dolaşım maalesef ucuz değil. Kısa ve öz konuşun, Hatta
mesajlaşmayı tercih edin, Rehberin cebini mutlaka alın ve kaydedin. İnsan kaybolur, Başına bir iş
gelir.
Bilmeden sizi birileri ararsa, Hemen uyarın, Yurtdışındayım, Size de çok yazar. Acil değilse sonra
görüşelim, deyin. Gruptan kopmayın, Sürüden ayrılanı kurt kapar! Yaban ellerde tatil zehir olabilir,
Hollanda'da zenci oldukça çok. Fakat ayrı bir renk katmışlar, Ve çok sempatikler.
Amsterdam'dan sonra ilk mola; Rotterdam! Eğer rehber, serbest bırakacaksa grubu, Şehrin en
bilinen, Meydanına götürüyor. Burada da mutlaka bir Mac'in Donald'ı var. Bir saat sonra, Aha
burada buluşalım, diyor. Son derece akıllıca. Rehberimizin dediğine göre; Ben böyle grup
görmedim dedi. Son derece uyumlu, Bu uyum, Başından sonuna kadar hiç aksamadı. Şahsen
ben, Mac Donald'ların bu kadar faydalı olduğunu, Yurtdışında anladım. En kolay buluşma yeri.
Ekonomik karın doyurma yeri. Yaklaşık beş Euroya mide tamam. En önemlisi; Tuvalet! Mac
Donald'lar olmasa, Çoğumuz maalesef altımıza yapardık!
Şöyle bir sorun var; Erkekler tuvaletinde kuyruk yok! Bayanlarda ise Aman Allah'ım! Nedeni;
Erkekler ayakta da Küçük su döktüklerinden avantajlı. Çözüm; Bayanların tuvalet sayısı daha
fazla olmalı. Her molada yapılacak ilk iş; Tuvalet ihtiyacının giderilmesi. Bunu yapmazsanız, Biraz
sonra intikamını feci alır! Normal işyerleri tuvalet olsa bile buyur demiyor, Varsa da yok diyor.
Rotterdam'da elektronik malzeme satan, Bir mağazaya girdik. Karşımıza kahraman bir
hemşerimiz çıktı. Metrekareye bir Türk düşer olma yolunda, Hızla ilerleniyor. Dilenci göremedik,
İnsanlar genelde mutlu görünüyor... Bu yüzlerinden okunuyor, Düzen var, Sistem tıkır tıkır işliyor.
Hollanda yeşil mi yeşil! Su olmayan yer yok. Su olan yer de yeşil oluyor... Şemsiye ve yağmurluk,
Sanki milli kıyafetleri. Obez insanlara pek rastlamadık. En önemli taşıma vasıtası bisiklet olunca!
O bisikletlere burada biz binsek, Ne kadar da eski denir. Ama ne yapsınlar? Dağ yok ki Vitesli
bisiklete binsinler. Hızlı tren çok yaygın. Ama bu trenler raydan çıkmayan tipten. Önce emniyet
tedbiri alınmış, Test edilmiş. Bizde ise ilk deneme maalesef, Sanki üzerine hızlı yazıldı. O da ilk
fırsatta raydan çıktı. Suçlu kim? Ölenler... Neden? Her şey Allah'tan. İnsanın kılı değerli olur mu?
Kimse kılına dokunamıyor, Bizde ise insan hayatı sudan ucuz! Üreme oranı yüksek. Birinin
başına bir şey gelse, Hemen arkadan birileri yetişiyor. Bizde tarihi binaları yıkıp Yeni bina yapma
alışkanlığı var. Onlar ise tarihi binaları çok iyi koruyor, Aynı zamanda kullanıyor.
Benim bildiğim Avrupa'da Adanalı göremedim! Adanalı yasak masak dinlemez, Kendini atar,
kanala. Arada bir kanal şehitleri olsa da Hiç bir güç Adanalıya engel olamaz! Ya Adanalı yok, Ya
da Kanunlar öyle sıkı ki Kimse yemiyor. Kanal olacak, Ve Adanalı öyle duracak? Ölümü göze
almış asker gibi atlar kanala. Bu kanalda Adanalılar, Yüzemez diye bir yazı da görmedim ama
Adana'da bağlasan durmaz halkımızın, Buralarda bu kurallara Otomatik uyması ne kadar ilginç
değil mi? İnsan aynı, insan. Ortam değişik! Sanki birden kuzu oluyorlar, Elin diyarında.
Rüzgâr santralleri çok yaygın. Enerji var ise canlı var. Enerji var ise hareket var. En çevreci, En
ucuz enerji, doğal enerji. Ben bunu doğal gazdan bilirim. Tarlalarda bol bol mısır gördük. Aklıma
bizim mısırcılar geldi. Hani şu yürü ya külüm denen mısırcılar. Hollanda o kadar küçük bir ülke
olmasına rağmen, Tarım ihracatında dünyanın sayılı ülkelerinden biri. Su var mı, var, Toprak az
ama Akıl olunca, İnanılmaz bir tarım ülkesi olmuşlar. Almak isteyene çok dersler var ama Benim
anlamadığım; Yurtdışına giden bir sürü resmi yetkili var, Şimdiye kadar her biri bir güzellik
getirseydi, Hep beraber köşeyi dönerdik!
Bunların yaptığı, benim yaptığım gibi Ben Paris'teyken... Tamam, kardeşim sen Paris'te ol, O
güzellikler neden gelmez buralara? Sadece ben Paris'te iken, demek için mi gidilir, yurtdışına?
Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, Gördüklerinizi anlatın, hiç değilse? Kalın oralarda, kalın, Harcırahları
alın, alın, Ama bir şeyler de katın!
Mesela ben ne aldım? Alafranga tuvaletin kapağını temizlemek için Sıvı kimyasal bir temizlik
maddesi koymuşlar, Tuvaletten önce temizliğini kendin yapıyor ve örtüyorsun, Çok hoşuma gitti,
Ve Tam düşündüğüm gibi idi. Bisiklet kullanımı teşvik edin, Kullansın herkes. Bisiklet yolları yapın,
Yöneticiler işe bisiklet ile gidin, Kampanyalarda bisiklet verin, Reklâmını yapın, Sadece hava
atmak için gidiyorsanız, En havalı meslek grubu; Lastikçiler, Havanız batsın!
Hollanda da kanal olur da Bu kanala, Araç düşmez mi? Düşer, tabi. Ama düşemez! Çepeçevre
demirle örmüşler, İstersen düş? Zorlasan bile biraz zor. Biz muhtemelen görünmeyecek şekilde,
Uyarı levhası asar, Yanına da Fatiha duası. Bol bol helvalarını yerdik gibi geliyor!
Bisiklete binmek kültür olmuş, Bizde ise ben bisiklet yolu pek göremiyorum. Kazara bir kazaya
karışsan, Suçlu da çıkarsın. Kardeşim niye arabaya binmiyon? Paran mı yok? Ölümüne mi
susadın? Git Allah işine, Adamın başını belaya sokma! Akşam akşam. Bu kadar belediye başkanı
gider yurtdışına, Ya benim gördüğümü onlar görmüyor, Ya da Bu şeytan icadı deyip
vazgeçiyorlar. Bataklıklar içinden çıkmış Hollanda, Bir ara yangınlara maruz kalmış. Onlar da
oturmuş bir güzel yeniden yapmışlar. Sel baskınlarına uğraya uğraya, Savunma mekanizmaları
geliştirmişler. Akıl var işin içinde, akıl.
Kanaldan evlere eşya çıkarmak, Kolay değil. Bu esnada, Evin tepesindeki kaldıraç sistemi
devreye giriyor. Pencereden içeri alınıyor. Yağmura karşı eğimli yapılmış evler. Yağmur daha az
çarpsın diye. Sular daha kolay aksın çatılardan, Hani derler ya Saka kuşu gibi küllerimden
yarattım kendimi, Hollanda da bataklıktan.
Dünyanın en eski ve büyük hava yolu şirketi, KLM ise bir başka gurur kaynakları. Adı hiç
değişmemiş, Kuruldu kurulalı. Göklerde süzülüyor.
Rotterdam da bir hamburgerci ye gittik, Şu bizim Mac Donald var ya Hani Donald'ın yeri. Aslında
bizde daha yaygın bu ''yeri'' kelimesi. Nerdeyse dükkânların yarısı, Ahmet'in yeri, Mehmet'in yeri.
Ama sevgili halkımıza Donald'ın yeri gibi gelmiyor. ''Mac Donald's'' olarak benimsemiş
durumdalar. Çünkü marka olmuş! Bizde en iyi marka; Çay markası mı acaba?
Donald'ın yerinde, Biraz çekim yapayım dedim, No Sir, dedi. No, no, no... Nihat Doğan gibi saygı
ile karşıladık. Adamları tebrik etmek lazım, Dünyanın her yerinde aynı standardı yakalamışlar. En
merkezi yerde olmaları, Tuvalet hizmeti, Ekonomik, Ayaküstü atıştırma, Molaların kısa olması,
Rehberlerin tercih etmesi, Randevu için cazip olmaları gibi nedenlerle, Tercih ediliyorlar.
Mecbur kalmadıkça asla yemem ama Yaban ellerde aç kalmaktansa...
Zenciler ayrı bir renk katmışlar, Hollanda'ya... Onları görünce çikolata geliyor akla, nedense
Genellikle, ağır işleri yapıyorlar. Bir renk nelere kadir! Beyazsan, şanslısın. Şarapta ise kırmızı
daha çok tercih sebebi. Nasıl ki cinsiyetini seçemiyorsun, Renk te öyle ama Nasıl da fark ediyor,
yaşamda. Resmi açıklamalarda ayrım yok dense de Hayat var diyor gibi Çukulata alırken ise
beyaz pek tercih edilmiyor.
Avrupa'da taş yollar revaçta. Biz ise asfalt aşığıyız. Asfalt olsun, çamurdan olsun! Belediye gelse,
taş yapsa, kırarız. Belediye çalışmıyor, Asfalt alacak paranız mı yok, deriz.
Gönül ferman dinlemiyor, Beyaz zenci evliliği, Melez çocuklar, Sevimli mi, sevimli. Duygusal
bakışlı.
Kafamdaki araç park yerini gördüm, Yola bir cep yapmışlar, Arabalar yol akışına birbiri peşi sıra
park etmekte. Hem yol akmakta, Hem de parktan yola çıkarak, Hemen trafiğe karışmakta.
Kurallara uyuyorlar... Kurala uymak kültür olmuş. Biz de ise Kurallar yasak gibi algılanıyor.
Yasaklar da çiklet gibi çiğneniyor. Kurala uymanın eğitim boyutu var, Anadan babadan çevreden,
Öyle görme boyutu var. O seviyeye gelmek için Daha çok fırın ekmek yeme derdimiz var, Var
oğlu var.
Hele trafik kuralları son derece katı, Ve çok ağır cezaları var. Bir gerçek var ki Bizler içeride kurt,
Dışarıda kuzuyuz kuzu. Yaban ellerde son derece masum, İçeride işe son derece vahşi. İnsan
aynı insan, Değişen sadece yer. Bunu kim yapar? Kültür sorunu olan milletler. Yol işaretlemeleri
ve ikaz işaretleri, Olması gereken şekilde. Bizde ise biraz işimiz Allah'a kalmış. Geçenlerde tam
solladım, karşımda koca bir TIR, Hata bende ama Ben de yolun teke düştüğünü anlamadım ki
Allah yardım etti de şu an bu yazıları yazabiliyorum. Yoksa Trafik şehidi!
Çünkü onlarda can çok değerli. Diyelim bir inşaat alanı. Alınması gereken tedbirler, En olması
gereken şekilde alınmış. Eşeği sağlam kazığa bağla, Sonra Allah'a emanet et, ilkesi her yerde
geçerli. Kaza olmuyor mu? Oluyor... Ama asgari. Kişisel hatalardan. Devlet işi şansa bırakmıyor.
Eczanelerde yeşil bir işaret var, Sürekli yanıp sönüyor. Çünkü Bizdeki gibi adım başı eczane yok.
Şehir içi arabalarda park sorunu nedeniyle, Minnacık arabalar yaygınlaşıyor. Bizim tabirle, döt
kadar arabalarla. Park etmek çok kolay, Kapladığı alan çok komik.
Ağaca bağlıyorlar bisikleti, Üzerine aşma kilit, Sanki sarmaş dolaş.
Park yerleri var paralı makine ile Koluna bir bant bağlayıp, Ne idüğü belirsiz kişiler haraç
toplamıyor.
Avrupa'yı Uzakdoğulular geziyor, Hem de fark edilecek bir şekilde. Allah vergisi tiplerinden, Her
yerde belli oluyorlar. Sadece gezmiyorlar ama dikkatle inceliyorlar, Film, video çekiyorlar, Son
derece de sempatikler.
Bizim de Uzakdoğu'ya gidip Suçu olmadığı halde suçlanınca, Pencereyi açıp neden kendini
aşağıya atıyor, Anlamamız lazım. Biz de ise Herkes bu ne vicdansızlık derken, O kişi pişmiş kelle
gibi sırıtıp millete benim vicdanım, Son derece rahat diyor. Ya onlarda, Ya da Bizde bir hata var
ama
Anneler her yerde anne. Annelikte fark yok. Bir anne çocuğunu emzirmekle meşgul, O an dünya
umurunda değil!
Kafe kültürü Avrupa'da çok yaygın. Bu kendini belli ediyor. Kafe kelimesinin tam manasını orada
anlıyorsunuz. Ben kafeyim diyor.
İlk molada karnı doyurmak gerek, İnsan aç olunca ve zaman sınırlı, Karnım doyarsa doysun da
Nasıl doyarsa doysun diyor.
Dikkatimi çeken; Bizde ekmek masaya bırakılır, Ye yiyebildiğin kadar, Onlarda ise her dilimi para
ile Gözünü sevdiğim memleketim! Çorba , Ve makarna, Üç aşağı beş yukarı her yerde aynı
lezzette.
Paralı yollar Onlarda da var. Ama çok kuyruk yok. Cep telefonu kullanıyorlar ama bizim gibi
manyak değiller. Malum bizler, Asla cepsiz yapamayız. Sanki anamızın karnında cep telefonu
vardı! Emzik gibi alışkanlık yaptı! Hem cepten hem de cebimizden olur, Ama banamısın demez,
Ha bire konuşuruz. Belki boş boş konuşuruz ama konuşuruz! Hatta son zamanlarda belki herkes
dinleniyor, Halkımızın umurunda değil, Aman canım, Dinlerlerse dinlesinler, Bizim gizlimiz
saklımız yok ki!
Diyelim rehber oldunuz, Size emanet edilen, Başlarını yaşlarını almış da olsalar,
Sorumluluklarınız var. Küçükler söz dinlemez görünseler de Büyükler daha yaman!
Çok gezen mi? Çok okuyan mı? Bence her ikisi de. Şimdi desem ki Kızım Avrupa şöyle Avrupa
böyle, Kendin çal, Kendin dinle. İnanıyorum, bu şekilde alınması gerekenleri aldı. Uygulamalı
eğitim, bu olsa gerek.
Eski araba pek göremedik, Görseniz de bunlar nostaljik olanlar. Kamyonlar bizdeki gibi
yüklenmiyor. Geçenlerde Türkiye'de önümüzde, bir kamyon vardı, Allah'a emanet! Zaten Şunlar
yazılı idi; Maşallah! Allah'a emanet! Ha devrildi ha devrilecek, Yüreğimiz ağzımıza geldi. Üzerime
her an devrilebilir diye sollayamadım. Ne zaman düz yola çıktık, En uzağından, dikkatlice, baka
baka sollayabildik. Kamyon taşımacılığı çeki düzen istiyor. Otobüste ise Onlardan daha ilerideyiz.
Dikkatimizi çekti, Nerdeyse çocuk yaştaki kişiler, Kamyon veya TIR şoförü, Avrupa'da. Bu kadar
genç insanlara, Koca koca TIR'ların hemen verilmesi ne kadar doğru acaba? Bizimkiler gibi
Şöyle biraz pala bıyıklı Remzi olmalı!
Her ne kadar Ata'm, ''Köylü milletin efendisi''demişse de Bizde çiftçiye biraz köylü gibi bakarlar.
Son yıllarda, ekili alanlarda, Ekmek yerine sanki ekmeyin, Buraları arsa yapıp satın der gibi Bir
hava var. Ekili alanlar, tarım alanları ilan edilmez, Ve buraları muhafaza edilmez ise İleride aç
kalma ihtimalimiz çok yüksek. Tarım alanı, bir kişinin malı değil, Milletin bence. Çünkü Oradan
herkes ekmek yiyecek. Böyle giderse, Açlıktan birbirimizi yiyebiliriz. Elin oğlu, daracık alanda,
Daha nasıl fazla verim elde edebilirim derken, Bizler, tarım alanlarını nasıl imara açabiliriz,
Açmazı içindeyiz! Bu konuda sadece ormana kafa yorulmakta, Tarım alanları hiç gündeme
gelmemekte. Sonsuz hürriyet olmalı mı? Olmalı diyenler, Ne zaman millet açlıktan birbirini
yiyecek, O zaman anlayacak.
Araçlarda bisiklet taşıma yeri, sanki olmaz olmaz bir talep. Ama arkasında ama tepesinde. Araç
nere, bisiklet ora. Bir yaşam tarzı haline gelmiş.
Başıboş hayvan göremedik. Hayvan ve sahibi anca beraber, kanca beraber, Bakımları yerinde.
Tura geldi, Tura Gittik – 2 (Paris)
Fransa'nın sadece Paris'i olsa, Karınları doyar. Bazen insan şöyle düşünüyor; Biz de Paris gibi
bir şehir yaratalım, Önce iflas eder, Üç beş nesil sonra da kara geçeriz.
Paris'te mıntıka temizliği yok! Pis bir şehir. Yerler çer çöp içinde. Çöpçüler bile bu duruma
alışmış! Kimsenin umurunda değil. Metrolar da aynı durumda. Çöpçü çöpün yanından geçiyor,
bakmıyor. Bu pislik yakışmıyor, Paris'e. Hem medeniyetten bahsetmek, Hem de çöp içinde
yaşamak büyük çelişki! Sanki Paris parfümleri, Pis kokularını örtbas etmek isteyenler sayesinde,
Bu kadar meşhur oldu! Bir yanda insanın başını döndüren tarih, Diğer yanda pis bir şehir!
Dükkân kepenkleri, Maksada hizmet ediyor olabilir ama Göze hoş gelmiyor. Estetik yok. Paris'te
Mercure Hotelde kaldık, Otel işletmeciliğinde oldukça iyiler. Odalar son derece temiz, Personel
eğitimli, Tek mahzuru internetin ücretli olması. Bizde olsa dükkân senin. Odalara lazım olacak
her şeyi koymuşlar. Anket dâhil. Ama kaç kişi dolduruyor? Belirtecek hiç bir şey olmasa bile Kuru
bir teşekkürü yazmak lazım diye düşünüyorum. Kritik şeyleri koymak için oda içinde, Şifreli bir
kasa var.
Hemen yanımızda ana tren istasyonu, Bu da demiryolu taşımacılığına verilen önemi gösteriyor,
Muhtemelen kara tren diye bir türküleri yok ama Ya da Tren gelir hoş gelir.
Hava kararınca, Sokağa çıkmak biraz riskli, Bazı tipler, Sanki belayım diyor.
Lur müzesine gelince, Gurup ikiye ayrıldı. Lur'a gitmek isteyenler ve de Disneyland'çiler.
Çoğunluk Disneyland dedi. Bu da bizim tarih ve sanata verdiğimiz değeri gösteriyor! Mona
Lisa'nın da bulunduğu, Lur müzesini adam akıllı gezicem derseniz, işiniz iş. Bu aylar, hatta yıllar
sürebilirmiş. Bunu düşünen halkımız, Göz atıp çıkmak yerine Disneyland'i tercih etti!
Bir de, parfüm satan alışveriş mağazaları. Bazıları öyle hazırlıklı gelmişler ki Ellerinde listeler,
Sepet sepet yumurta misali, Sepet sepet parfüm aldılar! Çalışanların da çoğu bizden. Vergi
iadesine de çözüm şöyle çözüm buldu, zeki Halkımız! Uygulamada, uçağa binmeden yapılıyor,
bu işlem. Bizimkiler demiş ki Türk halkı böyle şeylere gelmez. Biz alırken indirelim! Dahası birkaç
kişi birleşip belli bir limiti var, Onu beraberce geçiyorlar. Gözünü sevdiğim menfaat! Nasıl da
birleştiriyor insanları? Tanışın, tanışmayın, Dili, dini, ırkı, rengi hiç fark etmiyor! Aslında tüm
sorunları çözmede, En etkili yöntem menfaat! Siz menfaati koyun, Kişiler hemen birbirini buluyor.
Hanımlara satılacak en güzel şey de Parfüm! Bıraksan sanki hepsini alacakmış gibi saldırıyorlar!
Allah'tan rehberimiz erkekti de, Bizi anladığı, Ve hemen yanı başında eşi olduğu için Özellikle
uzak tutmuş olabilir. O sayede rahat ettik. Yoksa hep beraber yanmıştık! Demirel'in tabiri ile
''Yetmiş cent'e muhtaç bir şekilde, Anavatana dönebilirdik.
Yabancı bir ülkeye gittiğinde, En büyük sorun; Yüzde doksan dokuz; Yüznumara! Yani sosyetik
tabir ile Tuvalet! Kısaca; WC Paris'lileri tebrik etmek lazım, Yolda ilerlerken, hemen yol üzerinde,
İki tane kapalı, Yana yana tuvalet! Jeton ile Dükkâna gitsen sadece tuvalet için Daha girer girmez
yok diyor! Var ama Senin şeyin ile mi uğraşacağım diyor, aslında! Bana ne kardeşim, Yerken
bana mı sordun? (Bu soruyu çok fazla bağıran doğum yapan annelere bazı hemşireler de
diyebiliyor) Sıçarsan sıç! Altına yaparsan senin sorunun! Halka açık tuvalet te pek görünmüyor,
Nereye yapacan?
Bir bayan gördüm, Elinde sağ ayakkabısı, Yoldan akıp giden su ile ayağını yıkıyor, Ne kadar da
rahat! Hem de şehrin tam göbeğinde.
Paris'ten etkilenmiş olabilirim, Apartmanın önüne, Demirden bisiklet koyma yeri yaptırdım,
Şimdilik kimse koyamıyor, İlk akla gelen hırsızlık! Şahsen benim şimdiye kadar iki tane çalındı.
Helal hoş olsun! Benimki helal de Kızımı bilemiyorum!
O arada bir levha; Fotokopici. Demek ki İhtiyaç her yerde İhtiyaç.
Park etmeler bizdeki gibi değil, Öylesine aracını bırakıp giden, Pek görmedim. Ya da Kolunda
tırıvırı bir kırmızı band, Elinde sahte fişle, Park parası toplayan, Vermeyenin arabasına güzel
desenler çizen, Hatta üzerine bir güzel dayak, Sen misin vermeyen?
Kavalalı Mehmet Paşa'nın, Hediye ettiği dikili taşın, Ucu epey sivri. Sivri biber mübarek! Sanki
Kazıklı Voyvoda! Ya da Uçkurumuza ne kadar düşkün, Veya Bizim ne kadar sivri bir millet
olduğumuzu mu anlatmak istedi acaba? Ah be Paşam, ah, Keşke başka bir şey gönderseydin!
Mesela; güvercin kuşu.
Nerde bir yüksek yer var, Tepesinde saat. Ya Avrupalılarda saat takma alışkanlığı yok, Ya da
Mesaiye geç kaldıklarında, Yalan söylemeleri çok zor. Diyemezsin ki Saatim yanlıştı, Ya da
bozuldu.
Her ne kadar rehber erkek ise de Paris'te bir yerde, Alışveriş molası verdi. Hanımlar gök sevinç.
Erkekler ise Eyvah şimdi yandık! Bu da mı başımıza gelecekti? Gitti paralar. Bir daha gelirsem,
Alışverişsiz bir tur istiyorum. Tam karşımızda, Hatta yanımızda Lur Müzesi var ama Gören kim?
Alışveriş sanki tüm gözleri kör ediyor. Lur bile üzülmüştür, bu duruma. Sen orada yıllanmış çınar
ağacı gibi dururken, Üç kuruşluk alışverişe sattılar be seni Lur! İşte maalesef insanımız böyle.
Para için babasını bile satar, valla! Ama sen, Kalbimin sende kaldığını bil Lur. İnşallah bir dahaki
sefere. Söz Allah'ın izni ile. Lur'un bir maketi var. Sanki o da bir sanat şaheseri. Bakmak bile
insanı yoruyor. Bir de içine girsek kesin kayboluruz!
Paris'te köprü çok gördüm ama Köprüden geçen gelin görmedim. Ya denk gelmedi, Ya da Bizim
gibi değiller. Bizde anlaşılmaması mümkün değil! Son model bir araba, Ama illa ki lüks olacak!
Sanki öyle olmasa olmuyor, Ama raconu bu işin be! Yasakta olsa, Üzeri evleniyoruz, mutluyuz ile
bir güzel kapatılacak, O an kazaya karışsa, Ya da Kötü niyetli kişiler art niyetli kullansa, Kim
bilecek kimin arabası olduğunu, Abartılı bir şekilde süslenecek, Arkada kalabalık bir konvoy,
Üstüne insanı sinir eden korna sesleri. Trafik kurallarının hepsi ihlal edilerek, Sanki son arzum
şudur diyen mahkûm gibi Bir güzel dolaşılacak, Bazıları yol kesecek, Para isteyecek, Damat
numaradan para yok diyecek, Hatta bazen bu yüzden kavgalar olacak, Olaya polis karışacak,
Ben de bunları göremeyince, Ulan bunlar ne biçim millet? Bari köprüden geçti gelin türküsünü
mırıldanayım da Kendimi hatırlayayım demedim değil! Bu arada, Köprülere bir numaratör konsun,
Geçen gelin, o numarayı çevirsin, Böylece şimdiye kadar kaç gelin geçti, Belli olur!
Bizimkiler mağazaya bir daldılar, Sanki aç ve susuzlar, Kıtlıktan çıkmışlar, Hayatlarında ilk defa
görüyorlar! Aç kurtlar gibi saldırıyorlar. Mağaza sahipleri alışmışlar tabi. Bizim geldiğimizi
anlamamaları mümkün değil. Memlekette daha güzelleri var, Daha da ucuza, Ama Paris'ten
almazsan, Havayı nasıl atıcan? Paris'ten aldım, Veya ben Paris'teyken... Nasıl diyeceksin?
Sanki benim şu an yaptığım çok farklı da. Yazı değil de sanki hava atıyormuşum gibi Bir his var
içimde. Şimdi durduk yerde Paris desem, Ne görgüsüz adam diyeceksiniz.
Laf olsun diye Lur'un içine giriş kapısı yapmış, Fransızlar. Çam gibi bir piramit, Ama öyle uyum
sağlamış ki Lur Müzesi ile Sanki o piramit o tarihlerde yapılmış.
Doğubayazıt'ta bunun ne olduğunu bizzat gördüm. Restorasyon yapmışlar, İshak Paşa
Saray'ında, Sanki restorasyon yapmamışlar, Başka bir şey yapmışlar! Ehil olmayan kişilere
verilince, Bu gibi ince işler, Başa bela da olabiliyor.
Bir de şu heyecanlandırıyor insanı, Filmlerde gördüğün bir yeri, Veya kişiyi yakından görünce,
Farklı bir heyecan ve duygu oluşuyor. Bendenizde bu cam piramidi bir filmde izlemiştim.
Görünce dedim ki Demek ki O yer, bu yer. Şimdi sıra hava atmada. Bir daha izlersem, O yer,
Paris'te. Lur müzesi içinde, Gezmiştim bir aralar(havan batsın be)
Heykelin bir aslı var, Bir de astarı. Yani taklit olanı. Bazen o kadar kötü taklit ediyorlar ki Resmen
içine ediyorlar. Hani ben böyle sanatın içine diyenlerimiz var ya Onların dediği gibiler.
Uzakdoğulu kardeşlerimiz gezmeyi çok seviyorlar, çok... Bize çok turist gelir, çok. Yeter ki
tanıtımı iyi yapalım. Güney Kore'lilerin, Kore savaşlarından müthiş sempatileri var. Anzaklar ise
Çanakkale'de cirit atabilirler. Hele o Ata'nın müthiş sözü var ya Onlar da bizim evlatlarımız,
Müsterih olun analar... Aman Allah'ım, O nasıl söz öyle! Savaş ortamında, Hangimiz
söyleyebilirdik acaba?
Paris'te bazı heykeller, Sanki saf altından yapılmışlar. Birçok yerde var, Işıl ışıl parlıyorlar. Orada
yıllardan beri duruyorlar. Ya oralarda hırsız yok, Ya da Çalmaya müsait değil. Bizde olsa durur
muydu?
Bazı tarihi eserlerin taşları sökülüp, Bina yapımında kullanılırken. Kars'ta Rus evleri vardı, Göz
göre göre Eriyip gidiyordu, koskoca binalar, Sanki kar gibi. Dedim ki İlgililer var mı? Var. Ya bunlar
tarih dersi okumamış, Ya da Bu konu işlenmemiş!
Tarih derslerinde öğretilmesi gereken en önemli konu; Tarihi eserlerin korunması. Bu konuda
epey sıkıntımız var, Daha çok yol almamız lazım. Çok...
Tabi bu arada eserler yerinde kalırsa? Hani bizim baklava dilimi var ya Sanki caddelerin tasarımı
ona benziyor. Bizim baklava, Elin mühendislerine yol göstermiş, Daha o yıllarda, Bizim haberimiz
yok!
İki katlı otobüsler çok uygun gezmek için. Hele üst katı açık ve hava güzelse. En iyi gezme
vasıtası. Oldukça yaygın, Paris caddelerinde.
Geçenlerde Kayseri'ye gittik, Yolda arka arkaya, Üç araç düz yolda, Nasıl becermiş iseler, Üçü
de Bazıları duymasın, Resmen yan gelip yatmış! Yani takla atmışlar! Biz elin memleketinde
yaklaşık 3000 km kat ettik, Sadece bir kaza gördük. Onda da aman Allah'ım, İtfaiyeler,
Ambülânslar, Polisler, Tedbir üstüne tedbir, Bu iş pek sık olmuyor, Olursa da en iyi şekilde
müdahale ediyorlar.
Şehrin merkezi, Tam merkezde bir anıt. Ve ne hikmetse bu anıt gidebildiğince, Dikine gider.
Demek ki Bu sektörde çalışanların çoğu erkek! Sanki erkekliklerini belli etmek ister gibi Yine
dikmişler! Ne zaman kadın eli değer, Dikine heykeller yerine, Daha yayvan, Daha yumuşak
heykeller olabilir. Bunları yapanlar bayan olsa idi Biraz utanır, Bu şekilde dikmezlerdi. Ah erkekler,
ah Ne kadar da meraklısınız, göstermeye!
Paris'in en ünlü bulvarı; Şanzelize Bulvarı. Aynı zamanda da dünyanın diyorlar. Şanzelize bulvarı
geniş bir cadde. Upuzun, En lüks alışveriş mağazaları, Jet sosyete, jet uçak, jet motor, Ve jet
skiler söz konusu olunca, Bunlara; jet sosyete deniyor.
Yeşili her yere koymuşlar. Bulvarın her iki yanı yeşil ağaçlarla bezenmiş, Doğa yaşamın ayrılmaz
bir parçası olmuş. Önce doğa, Sonra rant der gibi. Bizde ise maalesef rant gözümüzü bürümüş.
Elimizden gelse, Her yeri betonla donatacağız, Sonra da yeşile boyayacağız. Yani göz boyama.
Bulvar Şanzelize de olsa Yol bakımı yapılıyor, Ama emniyet tedbirleri alınmış, en iyi şekilde. İş
şansa bırakılmamış. Biz, biraz kaderciyiz, bu konuda.
Son derece lüks arabalar ve motosikletler. Ama mutlaka kasklı, Allah korur deyip takmamak yok,
Ceza neyse yaz kardeşim diyen de yok. Kask, motosikletin olmazsa olmaz bir parçası olmuş.
Şanzelize bulvarı bitiminde, Zafer takı var. Bu şöyle bir şey; Askerler savaş dönüşü buradan
geçip günahlarından arınırlarmış. Bir nevi tören geçiş alanı. Onların takı varsa bizim de tak tak
helvası var. Hatta bir rivayete göre Bu tak yetişmemiş, Napolyon maketini yaptırıp kız istemeye
öyle gitmiş. Napolyon sadece adını tarihe yazdırmamış, Çok önemli izleri var, Fransa'da. 1789
Fransız ihtilalinden tam yüz yıl sonra, Demişler ki Yapalım, yapalım, Öyle bir şey yapalım ki Eiffel
Kulesi çıkmış ortaya. Eiffel adı da yapan mühendisin adı. Eiffel'i tebrik etmek lazım. Daha o
zamanlar GSM baz istasyonu yokken, Belki de dünyanın en büyük, GSM baz istasyonunu
yapmış. Sanki her GSM baz istasyonu, küçük birer Eiffel Kulesi. Eiffel'e bulutların bekçisi gibi bazı
işimler verilmiş. Benim de aklıma Haydar Abi'nin ekmek teknesi geldi. Ne yalan söyleyeyim, Eiffel
üstüne ne kadar kişi çıkarsa çıksın, Çökmez gibi. Bizdeki çöken platformlara hiç benzemiyor. Ve
darphane gibi para basıyor. Bende yükseklik korkusu olmasına rağmen, Hiç korkmadım. Eiffel'e
çıkıp orada kalan hiç olmamış. Fransızlar her yere, Fransızca yazarken, Sadece buraya İngilizce
yazmışlar; Aman hırsızlara dikkat edin! Demek ki Hırsızlığın, ne dini, ne dili, ne de imanı var! Her
yerde aynı. Fransızlar işi garantiye almış. Diyelim soyuldunuz ve Fransızları mahkemeye
verdiniz, Onlar da diyecek ki Ama biz İngilizce bile yazdık! Daha ne yapalım?
Eiffel yapılmış ama O zamanlar da çok tartışılmış, Bizdeki köprüyü sattırırım, Hayır, efendim,
sattırmam gibi. Grup ikiye ayrılmış, Bir grup çok güzel olacak derken, Diğer grup Paris'in içine
edecek demiş. Yıkalım gitsin diyenler, Paris demir yığını oldu, Eskici dükkânına döndü, Eski
havası kalmadı, Şimdi ise nerdeyse Paris ile aynı değerde. Demek ki En iyi gösterge zaman.
Bazı şeyleri zamana bırakmak gerekiyor. Eiffel de bu işi bu kadar sağlam yapmasaydı, Bu kadar
meşhur olmazdı. Eseri ayakta durduğu sürece, O da onunla birlikte anılacak. Kalıcı eser
bırakırsan, Baş tacı yapar bu millet.
Normal insan sanatçı olamaz, Biraz uçuk kaçık olması lazım. Belki de Eiffel Sapığın teki idi, kim
bilir? Dikeyim, Paris'in göbeğine, Görsün herkes, benimkini demiş olabilir!
Hani derler ya Dikine dikine gitmeyin, Sanki sanat eserlerinde, Bu pek geçerli değil! Yatay sanat
eseri yok gibi. Dikkat çekmek istiyorsanız, İlk yapacağınız şey; Dikmek!
Dönerken bir şey getirmek lazım, Tanıdıklara. Ben de Paris inciri getirdim. Hem de Eiffel
kulesinden topladım.
Ey Eiffel Kulesi, Kuruldu kurulalı, Kimler çıktı, kimler indi? Ama seni kimse indiremedi. Sen hala
orada, Dimdik duracaksın, Allah'ın izni ile. Sen şu dünyada, Nerdeyse tüm insanları tanıyan, Tek
kulesin.
Paris'te bizdeki kadar, Kamyon ve otobüs göremedim. Demek ki Bu konuda elimize kimse su
dökemez. Birkaç tane olsa da Nasıl da özlemişim memleketimin derin manalı sözlerini; Şoförsün
dediler, vermediler! Anan da sollardı!
Taksileri belli bile olmuyor, Bizdekiler nerdeyse trafiğin yarısı onlar. Üstüne Polisimiz ile taksiciler
köşe kapmaca oynamakta, Bazen saatler süren ağız muhabbetine girmekteler, Rüşvet ilişkileri
dersen, Lafı bile olmaz! Bu açıdan Avrupa çok monoton. Sessiz, sakin ve çoğunluk kurallara
uyuyor.
Asfalt çıktı, Mertlik bozuldu. Nostalji gitti, Bizde bir zamanlar ne güzel taş yollar vardı. Şimdi her
yer asfalt. Avrupalı ise çoğunlukla, Taş yolları muhafaza ediyor. Nostalji veriyor insana.
Geliyoruz Napolyon'un, Mezun olduğu topçu okulu önüne, Topçular övünebilir, Bu zamanda ya
topçu Ya da Popçu olacaksın. Napolyon da bakmış ses yok, Topçu olmuş! Ülkenin ve insanların
kaderi ile bir güzel oynamış. Napolyon o kadar eser bıraktıktan sonra, Ata'nın Anıtkabir'i gibi
görkemli bir yerde yatıyor. Bilmeyenler, Bu nedir? Burada kim yatıyor dediklerinde? Kim olabilir?
Tabi ki Napolyon. Kubbesi sanki altın ile kaplı. Göğe doğru uzanıyor. Parlıyor, ışıl ışıl. Yanı başında
da Eiffel. Bizler biliyoruz Eiffel' i ama Napolyon nerden bilsin? Ömür bu! Vakit gelince kim kalmış
ki? Biz de kim bilir neleri bilmeyeceğiz, Eiffel gibi?
Tam geçerken rehberimiz dedi ki Aha Prens Diana burada rahmetli oldu. Ruhuna bir Fatiha
okuduk. Ne de olsa sevgilisi Müslüman'dı. Belki de bu yüzden öldürüldü, Kim bilir? Ah be Diana,
Keşke yaşasaydın, Müslüman bir babadan evladın olurdu, Belki de dinler arası diyaloga katkıların
çok olurdu.
Bir opera binası yapmışlar, Sanki bina değil, Yaş pasta! Kes kes ye. Ama kıyamazsın bakmaya,
Gezmeye,dolaşmaya. Tarihi binaların tam tepesinde, Haç işareti var, Oldukça uzun ve ucu sivri,
Kazara biri paraşütle düşerse, Vay haline! Redkoskopi olur, Hatta üstüne endoskopi.
Araçları yol akışına uygun, Bir şekilde park ediyorlar. Yol akışına dik park etmiş araç görmedim.
Bizde ise şöyle bir geri geri çıkacan, O sırada akmakta olan trafik duracak, Hatta aksayacak,
Arkadakiler, söylenecek, O zaman zevki çıkar, bu işin.
Fransızca ''funiculaire'' demek; Eğimi oldukça dik olan tepeye ray üzerinde kayarak, Yolcu
taşıyan teleferik gibi bir sistem demek. Ben de ilk kez orada duydum, Ve bindim. Ağır ağır gidiyor,
Yavaş çalışıyor. Anlayacağınız biraz ağır abi.
Ressamlar tepesine çıktık, Manzara harika. Başka resim nasıl yapılabilir ki? Ressamlar tepesine
çıkarken, Oldukça büyük bir kilise, göze çarpmaz mı? Canım nasıl da papaz eriği çekti!
Manzara öyle ki Hiç kabiliyeti olmayana resim yaptırır. Meşhur olmaya çalışanlar var. Aslında
yapacakları çok basit! Bizden bazı devlet büyüklerimizin, Resim veya karikatürlerini yapacaklar,
Ardından bir dava, Taşındı mı, dünya medyasına? Al şana şöhret, Tepe tepe harca!
Avrupa'da dilenci görmedim dersem, Yalan olmaz. Görürsen de göçmen olduğu belli oluyor, Her
halinden. Dilenci yerine bir müzik arabası. Hem çalıyor, Hem söylüyor, Üstüne bahşiş alıyor, Yani
terlemeden kazanmak yok. Hazır yok, beleş yok. Bizdekiler ise Allah rızası dediler mi? Hangi
yürek dayanır? Bazen yakalananlar, Benim diyenden daha zengin! Duygu sömürüsü değil de
nedir? Versen bir dert, Vermesen acaba?
Hediyelik eşya dükkânları, Bayanların güzergâhı üzerinde. Patlamaya hazır bomba gibiler.
Gördüler mi dayanamıyorlar. Sanki çekim merkezi orası. Tutabilene aşk olsun. İnişte bir
atlıkarınca gördük, Hemen şarkısı geldi aklımıza, Atlıkarınca dönüyor, dönüyor...
İki genç uzanmış çimlere, Üstleri çıplak, Ayakkabılar çıkık, Yanlarında kesilmiş bir karpuz, Oh gel
keyfim gel. Ama maalesef Diyarbakır karpuzları yok! Gezerken AXA yönetim binasını gördük, Şu
paranın gözü kör olsun. Sen kalk, Paris gibi bir yerden, Bizim memlekete gel! Sigortalayabildiğin
herkesi sigortala. Paris nire, Çemişgezek nire? Ama para söz konusu ise Fizana bile gidebiliyor,
insanoğlu.
Fransızlar demişler ki Şu ABD'lilerin Manhattan'a benzeyen, Bir yer de biz yapalım. Onların olur
da Bizim niye olmasın? Bütün lüks binaları, İş merkezlerini buraya yapmışlar.
Engelliler yeteri kadar düşünülmüş, Ne ister engelli? Normal bir insan gibi davranmak ister. Bu da
bir altyapı gerektirir. Tabi önce buna inanmak lazım. Engelli birisi kullandığı vasıtaya binerek,
Normal bir insan gibi Elini kolunu sallaya sallaya dolaşabilir. Biz de ise yeni bu kavram. Bazı
yerlerde de biraz eğreti duruyor. Yapmış olmak için yapmak. En büyük hastalıklardan birisi de
maalesef, bu.
Her yerden insan, Her dilden, Dinden, Ne ararsan var. Hal böyle olunca, Kimse biz buranın
rejimini değiştirelim demiyor, Herkes nimetlerinden azami yararlanıyor. Biz ise yıllardır, maalesef
Acı tuzaklara kanarak birbirimizi yiyiyoruz, bir şekilde. En son çatışma; Samimiler ile sinsiler
arasında. Biri ben buyum diyor, Diğeri; Brütüs'ten beterim! Onlar nimetleri paylaşıyor. Biz işe
birbirimizi yiyiyoruz. Bunu tezgâhlayanlar da Gelişmiş ülkeler, Yüze dost, Arkadan düşman.
Vatandaşı oyalayacak etkinlik buluyorlar, Mesela basketbol. Hem reklâm yapıyorlar, Hem de
vatandaş bir güzel izliyor. Sosyal aktivite sayısı çok fazla. Böyle olunca vatandaş enerjiyi faydalı
işlere harcıyor. Bir, boş bırakmayacaksın, İki, faydalı işlerle oyalayacaksın, Yoksa başına dert
olur.
Paris'teki Zafer Tak'ı Oldukça devasa bir anıt. Modern nesil de bizde bir şey yapalım demiş, Ve
Zafer Tak'ını da içine alacak devasa bir anıt yapmışlar, Ama eskinin tadı bir başka oluyor, Ne
varsa eskilerde var. El emeği, Göz nuru, Sanat sanat için. Şimdikiler ise, teknoloji. Belki daha
sağlam ama eskinin tadı, havası yok! İnsanlar rahat. Kim kime dum duma. İstediği yere oturuyor,
Kimse dönüp bakmıyor, Bazı şeyler aşılmış.
Şanzelize bulvarında meşhur bir otelin önünde, Otobüs durunca, Bir baktık acayip bir kalabalık
var. Belli ki otelden dünyaca ünlü bir yıldız çıkacak, Herkes O'nu bekliyor... Hâlbuki Baksalar
gökyüzüne, Her an birçok yıldız kayıyor. O da gökyüzündeki yıldızlar gibi Bir gün kayacak, Kendisi
farkında mı acaba? Ya dışarıda bekleyenler, Neyi beklerler? Yıldızı mı? Bakın gökyüzüne, Sayısız
yıldız var! Herkesin peşinde koştuğu yıldızlar, Yoksa Zeki Müren'in, ''Gökyüzünde yalnız gezen
yıldızlar, En az sizin kadar yalnızım demesi gibi Yalnızlar mı?
Eiffel Kulesi yanında çayırlık bir alan var, Bizim Kırkpınar'a benziyor. Vatandaş saldım çayıra
Mevla kayıra haleti ruhuyetinde. Kimi sere serpe, Kimi dünya yansa umurunda değil. Aslında
bizden iki pehlivan göndersek, Hiç fena olmaz, Reklâm reklâmdır, İyisi kötüsü olmaz, Hayda bre
deyip şöyle el ense çekseler?
Eiffel uzaktan devasa, Yakından daha bir devasa. Eiffel Eiffel olalı, Belki hiç bu kadar kalabalık
görmemiştir dersek, Biraz fazla abartmış olabiliriz ama Üstüne sıcaklar eklenince, Sıra, kuyruk
derken, Hiç çekilmez oldu.
Bindik asansöre, Çıkıyoruz birinci kata. Her asansörde, Görevli bir bayan var ama Nasıl
otoriterler? Dedikleri dedik, Astıkları keriz! Belki de öyle olmak icap ediyor. Dur dedi mi duracan,
İn dedi mi inecen. Yoksa işiniz zor. Eiffel'e grup olarak gelenler, Bir başka kapıdan çıktığı için
avantajlı. Ferdi binmek ise daha zor.
Hani deriz ya yiğidi öldür hakkını ver, Paris gerçekten çok güzel bir şehir. O zaman ne
düşündüğünü pek bilemeyiz ama Eiffel, Öyle bir Kule yapayım ki İnşanlar gelsin, Paris'e kuş
bakışı baksınlar, demiş olabilir. O zamanlar uçak yok, Balon yok, Uydu yok, Şimdiki gibi imkânlar
yok. Bizler Eiffel'den bakarken Paris'e, Diğer gruplar da nehirden özel yapılmış botlarla, Kıyıdan
gezinmekteler...
Zaten herkes bir yere gidiyor, Paris'te. Yerinde duran hiç görmedim. Bir mumyasını koymuşlar,
Şu bizim Eiffel'in. Yanında da şu bizim Edison! Eiffel, Eiffel'de, Edison ile derin bir muhabbette.
Şaka ama gerçek, Allah rahmet eylesin, Nur içinde yatsınlar. İkisi de tarihe mal olmuş insanlar.
Biri dünyamızı aydınlattı, Diğeri, çıkarıp çıkarıp indiriyor! Sırf O'nu görmek için, Milyonlarca kişi
Paris'e...
Eiffel'den Angara tam 2607 kilometre. Kim beş yüz milyar istemezde! sorulursa aklınızda olsun.
Dünyanın önemli şehirlerini ve uzaklıklarını yazmışlar. Buradan Angara ve Ah İstanbul'un ne kadar
önemli olduklarını, Bir kez daha anlıyoruz. Çünkü Eiffel'e öyle her yeri yazmazlar. Birden
memleketimi özledim. Hani şu taşı toprağı altın olan memleketimi. Küçük çocuklar gibi Başladık
sormaya; Ne zaman dönücez, biz amca? İstanbul'da 2263 km daha uzakta? Yarışmayı kazanan
görür bizi her halde! Paris'e gidiler de Seine nehrinde şöyle bir mehtaba çıkılmaz mı? Ki bizler
Heybeliada'da, Hem mehtaba çıkmış, Hem de bunun şarkısını yapmış bir milletin çocuklarıyız.
Arabalar eskidikçe maalesef, Mezara gider, Kala kala pek azı kalır, Ve bunlar, müzelik olur. Ev ise
tam tersi. Ayakta kaldıkça tarihi değeri daha da artar. Arabaya göre ömrü çok daha fazla uzundur.
Bu bakımdan Paris'e bina mezarlığı diyebiliriz! Çünkü yeni binaya rastlamak çok zor. Hepsi
restore edilmiş, Teknolojiden azami istifade edilerek. Yaşam bu binaların içinde geçiyor. Biz ise
bir an önce yıkmayı, Yerine şöyle çok katlı binalar yapmayı, içimizden geçirir, İlk fırsatta da
yaparız bir şekilde. Bazen yakarak, Bazen yıkarak, Eskiye rağbet olsa idi, Bitpazarına nur yağardı
diyenler...
Her halde Paris'i görmeyenler. Yeni bir şey yok ki Her şey eski, Ama eskici diye kimse
dolaşmıyor ortalıkta. Muhaberelileri alıp Paris'e getirmek lazım. İdeal bir röle istasyonu nasıl olur,
Göstermek lazım, Eiffel'i. Görüş hattı nasıl bir şey, Orada bizzat görmeleri lazım.
Tekne ile gezide bilgiler, Dört dilde anlatılıyor. Fransızca, İngilizce, Rusça ve Japonca. Şimdilerde
Türkçe yok! İleride inşallah.
Ruslar bir köprü yapmışlar, Süslemişler de süslemişler, Hani deriz ya Çingen yağı bol bulunca,
Ya öyle yapmışlar, Ya da gücümüzü görün demek mi istemişler?
Paris'te Ben böyle sanatın içine tükürürüm türünden, Çok ucube eser var! Ama yerlere tükürmek
yasak, Ve o kadar tükürük yetmez, Bu kadar esere!
Nehirde turist dolaştıran firmalar da Köşeyi dönmüş vaziyetteler. Tekneler ağzına kadar turist
dolu. Para basıyorlar, para.
Binaların tepesinde bayraklar dalgalanıyor ama Bizdeki gibi çok büyük değil, Hatta oldukça küçük,
Vardır bir bildikleri. Bizde deniz manzaralı evler, Paris'te ise nehir manzaralılar. Nerde olursanız
olun, Suyun başında olun dedikleri bu olsa gerek.
Bu tükürülecek sanat eserlerini, Bizimkiler ne yapardı bilemem. Bazı yerleri boyanır, örtünür,
Hatta çaktırmadan ortadan kaldırılabilirdi.
Görünüyor, arkadaş, Resmen görünüyor. Ne kadar mahrem yerleri var ise hepsi görünüyor.
Sanki bize inat öyle yapmışlar! Yok, Rönesans demişler, Reform hareketleri, Ortalık müstehcen
eserden geçilmiyor. Gel de tükürme! Bu arada, Söz tükürükten açılmış iken, Tükürüklü köfteyi
çok severim! Baktım Japonlara, Ellerindeki dijital foto ve video kameralar, Bizden lüks değil!
Bastırırız parayı, Alırız en iyisini. Racondan taviz yok! Fakir ama gururlu bir milletiz. Onlar
üretebilir ama Biz de alırız yani.
Ben yurtdışında gezerken nedense Aklıma türkülerimiz gelir Onların güzel yerleri olabilir, Paris
gibi Ama türküleri var mı? Köprüden geçerken, Aklımdan geçen, Köprüden geçti gelin.
Seine nehrinde tekne ile gezerken, Eiffel'i Gez göz arpacık gibi Rusların hediye ettiği köprünün
üzerinde bulunan, Heykellerin tam silme tepesine oturttum. Ne de olsa asker milletiz! Resim
veya video çekerken, En önemli şey; Resmin hemen önüne, Şahsın konması. Yoksa oraya gitti
sayılmazsınız. Tek başına Eiffel ne anlam ifade edebilir ki? Önünde sen olmalısın, sen. Bulutların
dili olsa anlatsalar, Şu Eiffel'i? Nasıl görünür kuş bakışı? Ucu sivriltilmiş bir kurşun kalem gibi mi?
Rehberimiz sordu; Eiffel'in ikinci katına çıkma gereği var mı? Dedik ki Olma mı? Buraya bi daha
ne zaman gelicez? Gelmiş iken, Bir yerimize kaçmaz ise Çıkıp üzerine de oturabiliriz! Seine
nehrindeki her köprü, Belli ki Farklı zamanlarda yapılmış. Her birinin mimarisi de farklı. Zaten
standart olacak değil ya? ABD'dekine benzer, Bir hürriyet anıtı yapmışlar, Sanki bizim onlardan,
Bir farkımız yok der gibi
Yerli malı Türk malı, Herkes onu kullanmalı. Bazıları yavşak gibi çiklet çiğneme dese de Bende
sigara yok, Çiklet var. Dumansız hava sahası. Yanımızda bol miktarda, Damla sakızlı çiklet
götürdük. Yavşaklara mı benzedik bilemem ama Çiğnedik te çiğnedik. Tam o sırada tatlı mı tatlı,
Şeker mi şeker bir Fransız kızı gördük, Bakıştık, el sallaştık, Ailesinden izin alıp bir güzel sevdik,
Maşallah ne kadar da sevimli idi.
Tur Şirketi, Bir akşam yemeği düzenlemiş Paris'te. Paralar bizden de olsa, Güzel bir düşünce.
Paris olur da, Fransız şarabı olma mı, sofrada? Hem de kırmızısından. Bordeaux, beauchatel!
Garsonlar, son derece sempatik. Genelde Fas, Tunus ve Cezayir'den. Hem okuyorlar, Hem de
çalışıyorlar.
Video çekimleri yaparken, Salaklığım tutmuş, açık unutmuşum. Ya da Kayıtta ama kapak takılı.
Tabi ki Simsiyah görüntülerden başka bir şey yok! İnsan salak olur da bu kadar olmaz! Bu bende
olsam salağım kardeşim, salak. Şanzelize bulvarında Lido bar var, Dünyanın sayılı eğlence
merkezlerinden biri imiş. Kelle başı yüz Euro. Biz de baktık pabuç pahalı. Hiç değilse kızımız
gitsin dedik Onu gönderdik.
Dijital fotonun kartı doldu, Yeni bir tane almamız lazım ama Zaman çok sınırlı, Gecenin bu
vaktinde nerede bulacağız derken, Bir baktık, Bir tane açık mağaza. Hemen daldık,
Düşündüğümüz şekilde bir tane aldık. Bu gibi gezilerde, Gitmeden yedeklemek lazım, Orada
bulurum düşüncesi, gerçekleşmiyor. Almaya fırsat dahi olmuyor, Hanım hariç her şeyin bir
yedeği olmalı!
Ertesi günü, Zabalan çıktık açık alınla Disneyland'e. Lur müzesiymiş, Bize gelmez arkadaş, Bize
oyun lazım oyun. Kültür mü? Kültür mantarı var, Kültür balıkları var, daha ne olsun? Kişi başı 80
Euro. Sabah gir, gece çık, İstediğine bin, istediğinden in. Bir bindiğine, istersen bir daha bin.
Girişte araç başına park parası alınıyor tipine bağlı olarak. Para parayı çeker, Çok daha iyi
anlıyorsun, Disneyland'te. Ya da Kaz gelecek yerden tavuk esirgememek lazım. İnsanları
oyalayacak, her şey düşünülmüş. Vaktin nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil. Space
Mountain(Uzay Dağı) biniyorsun, altı kişi, Bir fırlatıyor, pir fırlatıyor... Tam binecektim, Hanim dedi
ki Binme, ne olur! Ben de az maço değilim, Hemen hanım sözü dinlerim, binmedim!
Her ne kadar desem de Memlekette hıyar çok, Ben de bunlardan biriyim, Bana bir şey olursa, Bir
başka hıyar kaldığı yerden aynen devam eder, Ama diyor ki Seninki bir başka!
Disneyland'te paradan para kazanıyorlar, Diyelim çok tehlikeli bir serüven yaşadınız, Yüreğiniz
ağzınıza geldi, Ama o anı resimlemek, Kimin aklına gelir? Gelse de kim çeker? Hiç merak
etmeyin, Onlar çeker! Ve danesi 20 Euro'dan bir güzel satarlar, Hem de Çıkışta gözünüzün içine
sokarlar. Gerçi zorlamıyorlar ama Öyle güzel bir tuzak ki Almayan pek yok gibi. Al sana paradan
para. Mesela bizim kızın fotoğraf numarası, 1095 idi. Onu söyleyince hemen sarıp sarmalayıp
veriyorlar, Hediye paketi şeklinde. Onlar cin ise biz de onlardan cin. Ben de kamera ile çok
yakından çektim, Almış kadar olduk.
Fayton, İsteyene fayton da var. Çocukluğumuzda ne kadar sık binerdik, Taksi gibiydi bizim için.
Sonra sosyete olduk, okulları doldurduk, Seviyeli birliktelikler yaşadık! Şimdi ise Nostalji için bile
pek kalmadı. Şimdilerde tekrar başladı ama eskisi gibi değil. Olsa da çok az. Bence yollar taş
olmalı, Ve fayton her yerde kullanılmalı, Ayrı bir zevki var, Alıyor, götürüyor bir yerlere insanı.
Çocuklarda hayvan sevgisi yaratıyor, Bir de bayanlar kullanırsa, Havası bir başka oluyor.
Disneyland'te görevliler bayan, Yöresel kıyafetleri içinde. Beyaz ve mavi renkleri ağırlıkta. Uzun
etekler, Çoğu da öğrenci. Yarı zamanlı çalışıyor gibiler. Cemil İpekçi ve Çok özel arkadaşı Bekir
Coşar burada olsa idiler, Ne tasarımlar yaparlardı ama. Ah Tuğkaan Erez, Sen de ne koreograflar
yapardın. Bu kelimeyi (koreograf) bırakın söylemeyi, Yazarken bile çok zorlanıyorum, Bir de
mesleğim olsa idi Yanmıştım, yanmış.
Disneyland'te, Şöyle bir felsefe var; Dünyaca bilinen kahramanlar, Pinokyo, Karayip Korsanları,
Maden dağı, Pamuk Prenses ve yedi cüceler... Bir kapıdan gir, İçerisi kapkaranlık, Raylı sistem ile
oturarak dolaşma, Özellikle çocukları korkutuyor, Ses efektleri ürkütücü. Işık oyunları bunları
destekliyor. Figürler canlı gibi hareket halinde. Diğer kapıdan çık. Girişte sırada en az on beş
dakika beklemeler de cabası. Bu bazen daha da artabiliyor. İsteyen ayrı bir gişeden randevu
alıyor. Akla gelen tüm doğa olayları suni. Koskoca ağaç dışarıdan canlı gibi. Ama yapma! O kadar
benzetmişler ki Yapma, bu kadar da olmaz ki dedirtiyor. Alan geniş mi geniş uçsuz bucaksız.
Kara tren ile yaklaşık yarım saat sürüyor, çevresi. Bazı sallanan, Ya da Ani hareketle, Bir yukarı,
bir aşağı indiren oyuncaklarda, Akla kaza olasılığı geliyor. Ama bu konuda çok sık kontroller
yapılıyor, Ve olayın bilincindeler. Ellerinden geldiğince, Her şey Allah'' tan demek istemiyorlar.
Karayip Korsanlarında, Gezi sular içinde, kayıkla. Disneyland'te Beni asıl etkileyen, Hadi o kadar
geniş araziyi anladım da Ama bu sistemleri sağlıklı, Ve devamlı altyapıyı nasıl kurdunuz? Elektrik
kesildi diyelim, Bunu hissettirmeden devam ettirecek, Sağlam sistemler olmalı. Su kesildi
diyelim, Yedek sistemler anında devreye girmeli, Bir mühendislik harikası diyebiliriz.
Karayip Korsalarında, hazineyi görünce, Hazine dedikleri, Demek buymuş dedim. Hazine olan
yerde hazine avcıları olmaz mı? Bizim Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığımız da inşallah
görmüştür. O an aklımdan devlet malı deniz, yemeyen domuz, Ye kürküm ye, Götürmek, Tüyü
bitmemiş yetimler, Örtülü ödenekler gibi Saçma sapan şeyler geçti. Bindik kara trene, Daldık
maden ocağına, Mini trenle. Mübarek bir aşağı, Bir yukarı ama aniden yüreğin ağzında. Arada bir
yan gelip yatmasın mı? Bazıları kızardı gibime geliyor, Bu yan gelip yatmalara... Aldım elime
kamerayı baştan sona çektim bu anı. Herkesin yapacağı iş değil, Yüreğin ağzında iken, Elinde
kamera, Valla yan gelip yatma anını bile çektim, trenin.
Bindik vapura, Anadolu vapuru gibi yandan çarklı değil, Arkadan çarklı. Dumanı tutuyor, Düdüğü
ötüyor ama Çaylar diyen yok! Bu gördüğünüz ayna, Yanında da bu tarak diyen duymadım. Milli
Piyango, sayısal satan yok! Göl suni ama ördekler gerçek! Hem de yeşilbaşlı gövel ördek!
Müzeyyen Senar'ın yeşilbaşlı ördeğini nasıl çekti canım ama. Mırıldandım, hemen biraz. Hani
bazıları turşu görünce dayanamaz ya, Ben de yeşilbaşlı gövel ördeği görünce başlarım, Yeşilbaşlı
gövel ördeğe. Yanımdakiler, deli mi ne? Demiş olabilir, Bu da bizim memleketin çocuğu olma
hasreti. Bir adam iskelede, Balık tutuyor. Ama bu da gerçek değil, yapma. Pamukkale
travertenlerine benzeyen bir yer, Bu da yapma. Maden Dağı etrafında dolanıyoruz. Göl de yapma.
Bu arada ''yapma'' dediğinizi duyar gibiyim!
Ürkütücü bir eve girdik, Her yer karanlık. Odanın tabanı asansör ama aşağıya gidiyor. O arada bir
bayan takıldı gözüme, Yıldız avcısı değilim ama Geleceğini çok parlak gördüm. Yönetmen olsa
idim, Türk filmlerindeki gibi kartımı çoktan vermiştim. O nasıl bir ışık ise, Bende yıldız ışığı var
diyor, Yanında da anası. Bakıyorum anasına alıyorum kızı! Anan seni benim için doğurmuş
şarkısını mırıldanıyorum, Elimde olmadan.
Evde, Cadılar, vampirler, Vals eşliğinde dans eden çiftler. Korku müziği, Cam fanus içinde, bir
falcı, Aşağıya doğru sarkıtılmış, 208 adet kemiği görünen bir iskelet, Bir adam, şapkalı, Başını
gövdeden ayırıp selam verip duruyor.
Arabasında bir bebek uyuyor, Mışıl mışıl. Kemerle iyice bağlanmış, Tüm saflığı yüzünde,
Samimiyetin canlı bir göstergesi, Başında babası, Anası? Kim bilir nerede? Tam bu sırada bizim
kız, Yapma da olsa, Eline bir yılan almaz mı? Anası da hiç korkmaz! Sadece bayılır. İlk yapılan
buharlı bir lokomotif var, Gösterimde, Bakın diyor, Ne haldeydim! Şimdi ne hale geldim? Arada bir
raydan çıksam da, Eşek gibi çalışırım, kendimi bildim bileli.
Gezmekten hem tabanlarım şişti, Hem de ağırlık beni maf etti. Tur müdürü geziye gitmeden
önce, Alın efendim alın, Ne alırsanız alın, Yiyecek çok pahalı demişti ya, Biz de gezmekten
yemeğe fırsat bulamadık! Ya geziyoruz, Ya da uyuyoruz, Ne zaman yiyicez? Tam Disneyland'in
göbeğinde mola verdik. Ben de dedim ki Bu yiyecekleri yiyelim, Yoksa ben buradan buraya bir
adım atmam! Yanımızda, misafirler de var Adana'dan, baba­kız, Ne kadar yersek, O kadar
hafifleyeceğim diye En çok ben yedim. Derdi olan ben, Afiyetle bir güzel yiyen ben.
Bir köprü var, asma, Oynamadık yeri yok, Bu da en çok çocukların hoşuna gitmekte. Üzerinde
zıplayıp durmaktalar.
Korsan gemisi de yerinde duruyor, Bire bir aynı. Hemen yanı başında Kafe hizmeti var. Gemici
feneri, Korsan bayrağı, Yelkenler, Halatlar...
Bir bina, Dışarıdan Kremlin Sarayına benziyor, Oldukça orijinal, Kiev'de gibi hissediyorsun.
Buralara kadar geldik, Trene binmeden olur mu? Sırada yaklaşık on beş dakika bekledikten
sonra, Geldi bizim kara tren.
Disneyland'ta, Dünyaca meşhur çizgi film kahramanlarının canlıları izleyici ile buluşuyor, Başta
Miki Mouse olmak üzere, Günün belli saatlerinde. Özellikle çocuklar çok ilgi gösteriyor. Taklit
eden sanatçılar da, Hem giyim, Özellikle sarı pabuçlar, Hem de davranışları birebir aynı. Hatta
daha sevimli gibi. Onunla bir resim çektirmek için saatlerce beklemeler... Her şey sadece o an
için. O da sanki kurulmuş robot gibi Tekrarlar halinde aynı şeyleri yapıyor, Ama çok başarılı,
Hayat sadece içki ve seksten ibaret değil deyip Bir ara gidip öpesim geldi. Tam bu sırada bereket
yağmaya başlamasın mı? Bereket demek; Şemsiye ve yağmurluk demek, Özellikle sarı renkli
yağmurluklar, Elbise üzerine geçiriliyor. Yöre halkı o kadar alışkın ki Hemen o konuma geçiyorlar,
Ve hiç umurlarında değil, yağmur. Bu arada biz de güneşimizin değerini bilelim, Varın çaresi var
da Yokun yok. Maalesef onlarda güneş yok, Ha var, Ha yok gibi. Disneyland'te olacaksın, Yağmur
yağacak, Ne olacak? Hiç bir şey olmayacak! Kimse durmuyor, Herkes sağa sola koşturuyor...
Bizde bazen yağmur duası olur ya Bunlarda ise tam tersi olabilir. Aman Allah'ım, Ne olur bu gün
yağmasın!
Bir mağazaya girdik, Bir tane elbise tipli cırtlak sarı renk yağmurluk, Sekiz Euro.
Neye binelim, Neye binelim derken, Karşımıza Pamuk Prenses ve yedi cüceler çıktı, O da aynı
felsefe, Bin mini trene, Gir karanlık bir yere, Müzik eşliğinde yolculuk boyunca, Sağlı sollu,
Karşına çıkıyorlar, Hem de hareket halinde.
Tura geldi, Tura Gittik – 3 (Lüksemburg)...
Lüksemburg'dayız! İsviçre'de çok hoşuma gitti ama Lüksemburg'un şöyle bir artısı var; Çok
küçük! Boyu değil işlevi önemli! Mini mini. Sanki mini Cooper üretim merkezi. Ama Kişi başı gelir
seviyesi bir o kadar yüksek! Nerdeyse hepsi eğitimli ve kültürlü, Her şeyden önemlisi göç almıyor,
Gelirse de kalifiye kişiler... İsviçre'de göçün olumsuz yansılamaları başlamış. Deseniz ki bana
nereye gidelim, Hiç düşünmeden, Lüksemburg derim. Tam kafa dinleme yeri. Islık bile çalan yok!
Sessiz, Sakin, Ve huzurlu. Temiz mi temiz. Hani nerde çokluk orda kokoreç!
Vadinin içine bir evler, Binalar yapmışlar, Her biri derebeylik. UNESCO tarafından koruma altına
alınmış, Bu yer, Kültür mirası, Biz ise maalesef barajların altına gömmeye başladık! Çevresi yeşil
mi yeşil, Sanki sera, Sanki orman, Ya da Çok büyük bir park, Tarihi yer ile yeşili, O kadar güzel
uyumlu hale getirmişler ki İnşan bakmaya doyamıyor... Ressam olsan, Kesin çizmeye başlarsın.
Lüksemburg çok temiz. Bu da bir kültür seviyesinin bir göstergesi. Kirletmiyorlar ki Pis olsun.
Diyebilirsiniz ki Amma da yabancı aşığısın! Asla! Elimden geldiğince doğruya doğrucuyum. Bizim
ülkemiz cennet ama Maalesef bu cennet yavaş yavaş özelliğini yitiriyor. İşte insan buna
üzülüyor...
Rehberimiz kaybolmayalım diye Elinde bölük flamasına benzer bir işaret çubuğunun uçuna
geçirilmiş kırmızı bir kurdele ile En başta, Bizler de peşinde. Yıldırım yaratan bir ırkın ahfadıyız
nidaları ile Yaban ellerde kaybolmak yaman olur, Sürüden ayrılanı kurt kapar.
Lüksemburg'ta yollar taştan, Biz de ise Sadece Adana'nın yolları. O da türkü de kaldı. Ailelerin
elinde bir köpek ile Gezmeleri moda. Yakında köpeksiz gezmeyen kalmaz gibi.
Temizlik işlerinde çalışanlar, Sanki yer yarılmış, Ortada görünmüyorlar. Ama her yer pırıl pırıl.
Turizm ofisine bir cihaz koymuşlar, Telefon cihazına benzer, Jeton atıyorsun, Sana bir harita
veriyor, şehrin. Fena fikir değil.
Mağazalar son derece şık, Ve dünya markaları burada. Kafeler inanılmaz kalabalık ama çok
temiz, İnşanlar sessiz ve sakin oturmakta, Sohbet halindeler...
Caddelerde, sokak lambalarının hemen altında, Canlı rengârenk çiçekler... Karşımıza modern bir
dilenci çıkıyor, Dilenci denirse. Müzik kutusu, Manken bir baterist, Kendisi de akerdiyon çalıyor,
İsteyen para atıyor. Kızımız tutturdu, Ben bir pantolon bakıcam, Kızım, bizim memlekette, Çok
daha iyileri var dedik ise de Birkaç mağaza dolaştık, Allah'tan beğenemedi. Tekstilde üzerimize
yok, altımıza var! Hem kalite, Hem de çok ucuz. Göbek açma modası çok yaygın, Kırkpınar'dan
yayılmış olmasın? Açılacak göbek var, Açılmayacak göbek var! Ama bazıları ille ben de açıcam
diyor, Benim neyim eksik? Herkes açıyor, Ben niye açmıyorum?
Lüksemburg'ta, Pastane, kafe karışımı bir yerde mola verdik. Son derece temiz ve lüks ama
Fiyatlar da bir o kadar ucuz. Biz de bu gibi yerler, Ucuz olamaz, Hatta bir güzel kazıklama yeridir.
Oralarda da serbest piyasa ekonomisi var ama İnsaf ta var. Kurallar belirlenmiş. Mesela kahve
1.90 Euro, Kapiçino 2.30 Euro.
Lüksemburg'ta bayan ve erkeklerde takım elbise dolaşan çok. Kafenin tuvaletini gezdim, Bal dök
yala. Lüksemburg bayrak renkleri Fransızlar ile aynı, Yer ve tasarımı değişik, Kırmızı, beyaz ve
mavi.
Gözüme tezgâhta Napolyon kirazı ilişiyor, Kilosu 18.50 Euro, Oldukça pahalı. Muhtemelen bizden
gitmiş olabilir. Şeftali 4.90 Euro, Kavun,3.90 Euro, Domates 6.70 Euro, Kısacası ucuz değil.
Taksici olmanın birinci şartı; Mercedes araba. Bizde ise uzun süre TOFAŞ'tı, Ama son
zamanlarda lüks markalar taksi olmaya başladı. Taksici, Yakıtı ekonomik, Yedek parçası ucuz,
Bakımı kolay araba ister.
Lüksemburg'ta, Tarihi evlerin yer aldığı vadinin karşısında, Bir vadi daha var, Doğa harikası,
Parkçılığın en güzel örneklerinden birisi, Sanki Benim için bak, yeşil yeşil şarkısı burada
bestelenmiş. Yeşilin hemen arkasındaki tepede devasa bir bina, Kulesi ve üzerindeki saati ile
dikkat çekiyor.
Casino yazısı dikkatimi çekiyor, Demek ki kumar serbest. Bir aralar bizde de serbestti, Hemen
suyu çıktı.. Ne canlar yandı, Bu pisliğe karışmayan pek kalmadı, Şimdilerde sözde yasak, Akşam
olur gizli gizli ağlarım gibi aynen devam. Bu konuda doğruyu bulamadık, Bir türlü.
Eskiden sınırlar vardı Avrupa'da, Her ülke, Önce hoş geldin derdi, Şimdi ise Fark bile
edemiyorsun, Plakalar olmasa, Hiç anlayacağınız yok. Bir baktık, Plakaların altında bir harfi var,
Yani Lüksemburg. Lüksemburg'a girişte dağın üzerinde, Bir tane verici kulesi var, Mübarek Küçük
Eiffel. Ulusal kütüphane karşısında taşlar konmuş, Oturmak üzere, Aklıma yaşa, başa, taşa
oturma sözü geldi, Birden bire. Ama oturanlar çok! Bir katedral gezdik, Mumlar yanıyor ışıl ışıl, Bu
mum yakılma işini, Mum fabrikası olan biri çıkarmış olmasın, sakın? Fena para yok gibi geldi,
bana.
Ne zaman günah çıkarma yeri görsem, Aklıma şu fıkra gelir; Zina yapmayın demiş, aziz peder.
Yaparsanız yer gök inler, demiş. Vaazdan sonra yanına, Bir lolita gelmiş, Demiş ki Ama peder,
görünce dayanamıyorum... Bunu duyan aziz peder, Birden erkek olduğunu anlamış ve kıza
resmen sulanmış. Kızın da kafası karışmış, Muhtemelen hocanın dediğini yapıcan, yaptığını
yapmıycan, Bunu bilmiyor olsa gerek. Ama peder, Az önce ne diyordunuz? Şimdi aynı şeyi siz de
yapıyorsunuz deyince, Aziz peder demiş ki Bak kızım, Dediğim doğru. Zina yapınca yer gök inler
ve titrer ,, Ama işi erbabı yapınca, Yorgan bile titremez! Demiş. Basit ama hayata dair çok şey
anlatıyor.
İsa'nın çamaşıra asıldığı yer yok gibi Her yerde o resim. Nasıl yaptılarsa, O yıllarda, Çamaşır gibi
aşmışlar.
Şu bizim Efes'te bulunan anamız Meryem'in resimleri, İsa ile her yerde. Meryem Ana
mabedine(Efes'teki) çok iyi bakmamız lazım, Ancak geçenlerde az kalsın yanıyordu, Bir orman
yangınında. Orası var oldukça çok turist gelir, daha. Onların mabedine girerken, ayakkabı
çıkarılmıyor bizdeki gibi. Ama binalar son derece bakımlı ve temiz. Yapıları da Mimar Sinan
eserleri gibi görkemli. Görevlilerin en çok üzerinde durduğu konu; Sessizlik. Adına ister Duke,
İster kral, ne derseniz deyin, Koca sarayda bir muhafız var! O da arka tarafta. Muhtemelen Aziz
Nesin'i okumuş olmalı. Aziz Nesin'e koruma vermişler, Rahmetli şöyle demiş; Beni korumadan
kim koruyacak? Zaten Kabadayıları öldüren, korumaları değil midir?
Koruma, moruma yok! Ne kadar güvenli bir yer. Bizde aman Allah'ım, O ne koruma! O ne
gösteriş öyle. En güzel tarihi binalar, Genelde belediye binası. Yakında saraylara taşınırsa, bizim
belediyeler şaşmayalım! Burada yollar parke taş, Ama alt yapı sorunu yok, Bizde ise altyapı
sorunu olmayan; Dansözler! Altyapı bozuldu mu sahne alamaz, para kazanamazlar. Yani
Kapitalizm. İşin ilginci; Milletin gözü önünde kıvırır, Halkı son derece mutlu eder, Üstüne gönüllü
vergi bile toplarlar! Biz ise Hititlerden bu yana çamuru severiz be, arkadaş! Şimdi Avanos'ta
çamurdan yapılanlar ne? Sanat eseri! Hem de çamur atmayı çok severiz! Öyle her yer güllük
gülistanlık olursa, Dürter bizi bu, durum, Bir sorun çıkartırız en kısa zamanda. Yolda bir çalışma
vardı, Minik bir kepçe, İki çalışan. Ama o kadar güveniyorlar ki, halkına, Çok fazla güvenlik önlemi
yoktu, Nasılsa olmaz bizde kaza gibi bir şey havasındaydılar. Lüksemburg'ta, Bir kafe üzerine
yazmışlar; Kafe Paris Kendinizi Paris'te hissettik, birden. Motosiklet bisiklet park yerleri de
İşaretlenmiş asfalta. Ne ince bir düşünce.
Lüksemburg'ta şehrin göbeğinde, Mini bir tren var ama etekleri mini değil! Şehir turu yapıyor, Fark
ettik etmesine de Otobüsün hareket saati geldi, Kaçırdık bu fırsatı. Vadide tarihi bir köprü var,
Mükemmel uyum sağlamış, vadi ile Bir tane de yeni köprü yapmışlar, Tarihi olanın yanında pek
tadı yok. Ama Ne varsa eskilerde var der gibi bir hali var. Uzaktan bakınca, Miktarı epey fazla dev
vinçler, Birbiri peşi sıra görülmekte, Yeni dev binalar yapıldığına işaret, Lüksemburg bu hali ile
Daha çok ekonomik kurumu bünyesinde bulundurur. Vadiye doğru baktık, Az önce binemediğimiz
mini tren dolanmakta. Bu sefer olmadı, İnşallah bir dahaki sefere.
Tura geldi, Tura Gittik – 4 (Köln)
Süremiz bitti, Çıktık yola, Alamanya'ya... Yolda rüzgâr santralleri, Miktarı epeyce fazla. Bir kısmı
durmuş, Rüzgâr yok. Rüzgâr olmadığı zaman, Karşıdan dev klimalar esse, nasıl olur, Zihni Sinir?
Rüzgâr santrallerinin her biri sanki yere inmiş, Kalkışa hazır pervaneli uçak gibiler. Uçmaya
çabalayıp duruyorlar, Sanki yerinde say komutu verilmiş asker gibiler.
Yolun her iki yanı, Yeşil mi yeşil ağaçlarla kaplı. İnsan baktıkça içi açılıyor. Yolumuz Köln yolu,
Otel Radisson SAS, Bir gece kalınacak.
Köln'de yol çalışması var. Var ama ağaç köklerini sarmış sarmalamışlar. Ya kurursa diye gözleri
gibi bakıyorlar. Akşam alaca karanlık başlangıcında, Köln Radisson SAS Oteline yerleştik.
Adamlar bu otelcilik işini biliyor. Personel eğitimli mi eğitimli. Tam anlamıyla profesyonel.
Odalarda bedava internet bağlantısı da var. Tuvalet ve banyo tertemiz, Tasarımları kendine özgü.
Gelelim buzdolabı felsefesine; Kapağı açtığında tehlike başlıyor, Bir şeyi içmesen de Şöyle
yerinden bir kıpırdattın mı? Hemen hesaba yazıyor. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını. Efendim
ben içmedim de. Anlat anlat heyecanlı oluyor, diyorlar. Kısacası içeceksiniz, adam gibi için,
İçmeyecekseniz buzdolabına sakın dokunmayın!
Odaya girişler artık elektronik kartlı. Yazılım müsaadesi verilmiş ise giriş var. Yoksa kıvranır
durursunuz. Birkaç tane veriyorlar Diyelim geri vermeyi unuttunuz, Hiç önemli değil! Zaten sistem
oda çıkışı ile kendini sıfırlıyor.
Duş alma yerlerinin yarısı açık, Yarısı kapalı. Tam çözemedik ama vardır, bir nedeni. Diyelim, duş
alırken fenalaştınız, Alarm butonları hemen el altında. Mini şampuanlar, çeşit çeşit, Seç beğen al.
Duş çeşmeleri çok şık. Ve tasarımları hem güzel hem de kullanışlı. Oldukça da, sağlam
Rezervuarı çekince föşşşşş diye bir şeş çıkıyor, Su son derece tazyikli.
Bir priz arızası gördüm. Şimdi söylerim, Şimdi söylerim derken unuttum gitti. Ama buraya
yazmak nasip oldu, Umarım okumuşlardır!
Her ne kadar kamera tasarımlarında kendi kendini çekmek, Menüleri olsa da Bunun en pratik
yolu, Aynadan kendinizi çekmeniz. Otelin hemen girişine, Reklâm maksatlı, Yeni model bir
Mercedes koymuşlar. Taksileri ise söylemeye gerek yok! Odalarda Mercedes katalogu, Sanki
bakın bunları biz üretiyoruz, Ya da Buralara kadar gelmişken, Bunlardan bir tane alın, Götürün der
gibiler. Üstelik Sudan ucuz kadar da ucuzlar. Bizde şu vergi olayı olmasa, Ne arabalar, girer
güzel memlekete, Ama ne arabalar... Dediler ki Şehir merkezine gidelim, Neyle? Metro ile Ama
nasıl? Rehberimiz dedi ki Beni seven peşimden gelsin, Atar atmaz valizleri odaya, Hemen kaçtık
dışarı, Bindik metroya ama Para atıncaya kadar indik, Kazara yakalansa idik, Çok ağır cezalar
alacaktık, Allah yardım etti! İndik Köln şehir merkezine, Üçte biri Türk. Kendini Türkiye de gibi
hissediyorsun. Tiplerinden, Kıyafetlerinden, Davranışlarından bizimkiler hemen belli oluyor.
Dükkânlar desen, besbelli. Yolda yere dört heavy metalci oturmuş, Sere serpe, Orhan Veli'nin
dediği gibi Böyle de yatılmaz ki Ama dünya umurlarında değil.
Cadde ve sokak temizliği başlamış, Belediye çalışanlarınca, Çoğu da Bizden gibi. Çalışmak ayıp
değil ama Çoğunluk, Altta kalanın canı çıksın mesleklerinde çalışıyor gibi. Ne de olsa, işin
ucunda, Son model bir Mercedes ile memlekete gelmek var, Kim bilecek buralarda ne kokoreçler
yeniyor? Dükkânlar açıl susam açıl, Kapan susam kapan şeklinde, Ne bir dakika önce, Ne de
sonra. Hem çalışan hakları, Hem de haksız rekabet. Vaktinden önce açmayı kimse yemiyor,
Yerse cezası çok büyük. Güvercinler, Ah barış elçileri, Dünyanın neresinde olursanız olun, Size
kimse kıyamaz. Siz de yem peşinde. Tıpkı Siyasilerin peşinde koşan fanatikleri gibi Nerde yem,
Orada kalabalık! Döner kebap yazıyor, dükkân tepesinde, Kocaman yazılarla. Demek ki bizden
diyoruz ve hemen ilk iş; Türkçe konuşmak, Tuvalet ihtiyacını söylemek. Dom Kilisesi dünyanın en
büyüklerinden, Gerçekten devasa. Şöyle başını kaldırmadan, Göğe doğru bakmadıkça tam
anlamıyla görülmüyor. Yapımı asırlar sürmüş, Dış cephe yangından çıkmış gibi isli. Temizleme
ve parlatma çalışmaları devam etmekte. Bir çimento fabrikası kadar beton yemiştir, her halde.
Dom Kilisesinin tam karşısında, Dom Hotel. Don olacak değildi ya. Elbette Doma dom. Onların
Dom Kilisesi varsa, Bizim de dom dom kurşunu türkümüz var.
Dom Kilisesi olur da Geniş bir meydanı olmaz mı? Ve burada kayan gençler. Aman Allah'ım, Ne
numaralar, Ne numaralar... Sanki meydan değil de sirkteyiz. Tehlikelinin bini bin para. Ha düştü
ha düşecekler derken, Yüreğimiz ağzımıza med cezirledi. Almanya olur da Bira olmaz mı?
Heneiken birası, Oturduk bir kafeye, İki tek attık, Tadı gerçekten mükemmel. Almanların bu kadar
çok içmelerinin nedeni; Geniş bir çevreleri olmaları, Yani göbekleri. Hava karardı, Sıra geldi Hotele
dönmeye, Metro ile gitsek epey zor olacak, Taksi de, aman pahalı canım pahalı, Hadi dedim bir
sorayım kaça gider? Hem de bahane ile Mercedes'e binmiş oluruz. Taksici dedi ki Sekiz Euro'yu
geçmez, Dedim ki Başka Radisson SAS var mı? Yok dedi, Ne olur ne olmaz, Birkaç tane vardır,
anlaşamayız gezdirir, durur, Bizim taksicilerimiz böyle bir şey yapar mı? Asla! Doğal olarak çok
yazar. Mesela Dorint Sofitel otelinden dört tane var dedi. Otelin hemen çıkışında minik bir şelale
var, Para sesi, Su sesi, Bayan sesi. Abdest almaya çok müsait, şelale. Otelde sabah kahvaltısı
yaptık, Ne yersen ye İstersen tıka basa ye. Görevliye dedim ki Kuş sütü var mı? Çocuğun kafası
karıştı, Yok diyemedi, Hayır, da diyemedi. Dedim ki Kardeşim bizim oralarda böyle bir deyim var,
Yani çok güzel, Nerdeyse her şey var kahvaltıda.
Almanlar dönere alışmış, Bir de kokorece alışırlarsa, O zaman poku yediler! Ziraat bankası,
şekerbank görüyoruz, Köln caddelerinde. Allah günahlarımızı affetsin! Dom Kilisesi içini gezicez.
Tam kapıda biri duruyor, Kendi kendine dua edip duruyor, Ama öyle bakışları var ki Hafiften, Ben
sıyrığım der gibi.
Ekip Dom kilisesinden çıktı, Caddede geziyor ama açık bir dükkân yok! Bayanlar da aç kurtlar
gibiler, maşallah! Saldırmaya hazırlar, Derken bir tane bulduk, Dükkân sahipleri de şaşırdı.
Tatmin olmanın bir şekli de Alışveriş. Cadde ortasına, Bizim bildiğimiz Türk tipi bir manav
kurulmuş, Muhtemelen bizden geçmiş, Alamanlara. Cadde parke taştan yapılmış, Logar
kapakları çıkıntı şeklinde değil, Belli bile olmuyor. Bisiklet çok yaygın Alamanlarda, Kültür haline
gelmiş. Biz de apartmana bir bisiklet park yeri yaptırdık, Apartman sakinlerinden biri demesin mi?
Niye yaptırdınız? Ben bunun parasını vermeyeceğim! Şimdi gel de anlat, Avrupa'da herkes
bisiklete biniyor, Sen de bin! Almanlar ana yolları, Yeşil ile öyle sarıp sarmalamışlar ki Sanki
cennet bahçesinde yol alıyorsunuz. Elin memleketinde, Yabancı dilini bilmezsen işin çok zor.
Otoyoldan çıkış manası, Sanki bir şehir ismi gibi geliyor, İnsana. Yolda çekim yaparken, İsim ve
yol levhalarını çekin ki Hatırlaması kolay olur, Yoksa çok zor hatırlar, Karıştırır durursunuz,
çekimlerinizi.
Yolda giderken bir bakıyorsunuz, Memleketten gelen bir TIR, Emin adımlarla ilerliyor, hedefe
doğru. Buram buram memleket havası kokuyor, Birkaç gündür buradayız ama şimdiden özledik,
Nasıl özlenmez? Şalgam, turşu, kokoreç, iskender, bazlama, çiğ köfte, içli köfte, kelle paça,
işkembe, Nasıl özlenmez? Şöyle sarımsaklı, sirkeli, Orhan abi, Ferdi'nin acılı ve yanık sesi,
Müslüm'ün ayakta zor duran halleri, Mustafa Keser'den gözleri fettan güzel, İbo'dan dam üstünde
un eler... İçimiz dışımız çan sesi oldu, Ah nerdesin be O güzelim ezan sesi? Ama Kaliteli bir ses
düzeni, İyi ayarlanmış bir ses ayarı, Ve de kadife sesli bir müezzin eşliğinde! Yüksek hat telleri,
Helikopter çarpmasın diye toplar konmuş, Bir güzel işaretlenmiş, Geçenlerde biz de bir helikopter
düştü, Birçok askerimiz şehit oldu, pisipisine. Hemen akabinde, Biz yazımızı yazmıştık! Ve
ardından toplar hemen kondu! Gidenler geri gelir mi? Yol çalışması var, Buradan gidin işareti,
Hem ışıklı, hem de ışıksız, Görmeyene kör denir!
Tura geldi, Tura Gittik – 5 (Brüksel)
Brüksel'e geldik, Gelir gelmez de dokuz top anıtına uğradık, Rehberimiz dedi ki Bu anıt, demir
atomunun, Bilmem kaç kere büyütülmüş şekli. Yaklaşık yüz metre üzerinde, dev bir anıt. Bende
dedim ki Değerli rehberim, Bu anıt bir erkeğin dokuz doğurma hali olmasın? Çünkü Anıtta dokuz
adet büyük top var, Aklıma o an top on listesi gelmedi değil? Fatih Ürek, Aydın, Doktor Bilal geçti
gözümün önünden.
Kimine göre, Demir atomu, Bana göre dokuz doğuran, Bir baba heykelini geride bırakarak,
Otobüsümüz ile devam ettik, yola... Yolda gördüğümüz tarihe eserler, Bakıma alınmış, Bizde ise
bu durum biraz sıkıntılı, O zamanki Bakanımız, gece demiyor, gündüz demiyor, Çok çalışıyor
olmalı ki Uykusuz kalıyor, Yakaladığı ilk fırsatta, Gözlerini dinlendiriyor!
Alt ve üst geçitler oldukça yaygın, Ankara'dan mı örnek aldılar acaba? Genelde alttan alanlar, altı,
Üstten alanlar da üstü tercih ediyor, Zevk meselesi Karışamayız ki. İki katlı otobüslerde, Maalesef
asansör göremedik! Biz yaparsak bunu, Sollamış oluruz, onları. Hem de Her zaman yaşlı ve
engellileri düşünmek lazım. World Trade Center binasını görüyoruz, Brüksel'de. Yani dünya
ticaret merkezi. Adı üzerinde. Bizde en iyi yer Kayseri olur, bu konuda. Neden mi? Asur'dan gelen
ticaret kolonileri MÖ 1900'lerde nereye gelmişler? Kayseri! Ne kurmuşlar? Karum diye
adlandırılan ticaret merkezleri. Gerçi şu sıralar, Her şeyi İstanbul'a taşıma modası var. Yakında
Anıtkabir'e de sıra gelirse? Demir atomu toplarından sonra, Yine yolun ortasına birçok top
koymuşlar, Demir direkler üzerinde duran. Ama bu toplar küçük! Ne kadar da seviyorlar, şu
topları? Her yer top kaynıyor. Toptan geçilmiyor... Orada aklıma toptan geldi, Perakende ve
toptan.
Bir reklâm görüyoruz, Dört çarpı dört, araç, Yaklaşık 24 bin Euro. Vergisi minimum! Bize gelince,
Bindir Allah bindir. Zaten şu arabayı ve yakıtı icat eden olmasa, Ne yapardı devletimiz? Allah bin
kere razı olsun, bulandan. Sadece araba ve yan ürünlerinden alınsa, Hükümet tıkır tıkır, işler.
Yollar gerçekten yola benziyor, Yolsuzluk yok, yani. Çukurlar yok, Çukurca'da, Su birikintileri yok,
göllerde, Tümsekler bulunmuyor, Ağrı'da, İşaretlemeler tam yapılmış, İkaz lambaları çalışıyor,
Daha nasıl olsun? Orta yolu taksi ve otobüs diye bölmüşler, Üzerine de yazmışlar, Kimse de
girmiyor, o şeride. Karşıdan karşıya geçmelerde yaya birinci öncelikte. Bizde bu öncelik
motordadır, motorda. Sebebi; Yakıt çok pahalı! Bekle kardeşim, Biraz bekle, Ne yapacaksın,
erken gidip.
Brüksel'de de bir Zafer Tak'ı görüyoruz, Paris'teki gibi. Askeri bir müze gezicez, Sanki askerler,
Tüm bu savaşları, Bu askeri müze için yapmışlar? İğneden ipliğe, Askerlik ile akla ne gelirse, Gez
gez bitmiyor... İnsan neye bakacağına şaşıyor, Özellikle zırhlı elbiseler, görmeye değer. Cemil
İpekçi ve çok özel arkadaşı Bekir Coşar görmesinler! Bir elbise dikerlerse, yandı millet! Her yeri
zırh kaplı. Adım atması bile çok zor. Kendini tank gibi hisseder, Darbe yapmaya kalkarsın, valla!
Topları görüyoruz, dizi dizi yan yana, Ramazanda ne patlatılırdı ama! Askeri tablolarda,
komutanlar, savaşlar, Askerliğe ve savaşa ait her şey. Bir bisiklet görüyoruz, Sanki yapılan ilk
modellerden. Askeri üniformalar, Tip tip çeşit çeşit... Tavanda bir askeri uçak, İlk yapılan
modellerden, Uçuyormuş gibi. İnsan tatmin olurken de böyle mi uçar? Top olur da obüs olmaz
mı? Hem de kundağı motorlu tiplerden. Topçu mühimmatları, uçları yukarıda, Kazıklı Voyvoda
gibi. Askeri bando, Boru ve trampet malzemeleri. Uçaksavarlar, Şimdi sinek bile savamaz halde
Köşede, Ferdi Tayfur gibi Boynu bükükler... Taretli toplar, Yağmur çamur demeden, Bata çıka
hedefe giderler. Şimdi bize komik gelen, Bu savaş malzemeleri, O yıllarda kim bilir ne kadar etkili
idi? Hani siz beni gençliğimde görecektiniz ihtiyar delikanlılar gibi! Şimdi modern harp ve araç
malzemelerinin ana iskeleti onlar değil mi? Bir topun arkasına, İki asker, manken, Her an
ateşleyecekler gibi.
Dışarıda, avluda, Siyasilerin en sevmedikleri, vasıta. Tank modelleri, İlk yapılandan, son yapılana.
Ne kadar kılıç varsa, Hepsini toplamışlar, Güzel bir daire oluşturmuşlar, Hâlbuki ben, Gelin ve
damadın arasından geçtiği, Kılıçları severim. Spor olarak ta eskrim. Zırhlar koruyordu elbet,
Ölümden. Ama o ne ağırlık öyle! Ölmek ya da ölmemek dedirtir gibi. Giysen bir dert, Giymesen,
ölüm. Acaba Hamlet o meşhur sözünü, Bu giysiler içinde iken Söylemiş olmasın? Bu zırhlardan
banka muhafızlarına giydirsek, Bir kişi bulamayız, çalışacak, Batsın parası da pulu da Der mi,
der. Eskilerin tabiri ile mavzerler. Çakaralmazlar, Ne canlar aldınız, kim bilir? Tetiği siz
çekmediniz ama Gitti çanlar. Tam bu sırada, Muhtemelen ilkokul öğrencileri gelmiş, Askeri
müzeyi gezmeye. Sere serpe oturmuşlar yere, Dünya umurlarında değil. Cıvıl cıvıl ötüşüyorlar,
Savaş ta neymiş onlar için? Zırh seni korusa, Atın ne olacak? At ile savaşçı birbirinden ayrılamaz.
Ata da, değişik zırhlar yapılmış, At ölürse, savaşçı da ölür, der gibi. Demirel'in gıratına ne giderdi
ama Bu zırhlar. Darbelere dayanıklı, olsa gerek! Leopold bir, iki, üç, Bizim de Dördüncü
Muradımız var ama. Heykellerini görünce anlıyoruz ki Bu isimler önemli Belçika tarihinde. İflas
edene top attı derler. Demek ki her top, iflas üstüne iflas yaşıyor.
Askeri müze tam karşısında, Bir baktık, Otomobil fuarı. Gözlerim ordinaryüs otomobil profesörü
Hakan Çelik'i aramadı değil! Ancak buradaki otomobiller, İlk çıkanlar, Klasik, Nostaljik. Tam Koç'a
göre. Otobüs ile caddede ilerlerken, Kalabalık bir topluluk gördük. İsrail'in Filistin'i işgalini protesto
ediyorlardı, Polis göremedik, Bizde ise Bir göstericiye beş polis! Eskiden asker devleti diyorlardı,
yabancılar, Şimdi polis! Bağırıp çağırıyorlardı, Ellerinde pankartlar... Yel değirmene karşı savaş
açan, Donkişot heykeli önündeyiz, Brüksel'de. Yanında Şanso Panço, Canlıyı öldürmektense, Hiç
te fena fikir değil, aslında. Açık havada, meydanda, Küçük bir manav tezgâhı, Kâse kâse çilekler,
Bir kâse üç Euro, iki tane alırsan beş Euro. Napolyon kirazı yarım kilosu, beş Euro. Bir kilo alırsan
sekiz Euro. Kayısı 4.95 Euro. Yatalım kalkalım, Memlekette sebze ve meyve ucuz, Hemi de çok
lezzetli. Çeşidi bol. Tane değil kilo kilo alabilirsin, Cennette yaşıyoruz ama farkında mıyız acaba?
Taktık bir rejime, Sözde Hep beraber, zayıflıyoruz, Bırakın kardeşim rejimi, Rahat bırakın, Rejim
dengeye gelir bir şekilde, En iyi rejim demokrasi olmakla birlikte, Bazıları sadece hıyar yemenin,
Fena bir taktik olmadığını söylemekte.
Brüksel'de bir sokaktan geçiyoruz, Lokantalar, dizi dizi. Her birinin dışarıda birkaç masası var.
Her biri ayrı bir şekilde, Farklı bir estetikle düzenlenmiş. Gençler taştan yapılmış ana meydan
üzerine serpilmişler, Dünya umurlarında değil, Önlerinde birer şişe bira, Oh ne güzel dünya!
Gerçekten de Brüksel çok tarihi bir yer, Sanki yerden tarih fışkırıyor. Tarihi olmayan bina yok gibi.
Mevcutlar da öyle şatafatlı ki Ana meydan göbeğinde canlı çiçek satan, Bir açık mağaza diyelim,
Yanında açık havada, Resim satan bir minik mağaza. Yol kenarında, Akıllı birisi, Van Gogh
Heykeli yanında, Kendisi tıpkı O'nun gibi giyinmiş, İsteyenle resim çektiriyor, Çaktırmadan iki Euro
cebe atıyor, Oturduğu yerden para kazanmak derler ya. Adam hanımın elini tuttu, Celtinmence
öptü, Kısa ve mini bir vals dans yaptırdı, Kaşla göz arasında parasını kaptı. Geldik işeyen çocuk
anıtı önüne. Minik birisi. Sürekli işer gibi. Pipiden su akıyor, Onu görmeden olmazmış! Ne de
meraklı insanlar pipi görmeye! O an aklıma; Stelyo Pipis geldi. Hani şu Mehmet Ali'nin,
yardımcısı. İğne atsan yere düşmez.
Belçika'nın elmalı pastaları meşhur, Yemeden olmazmış, Biz de bir tane aldık afiyetle yedik,
Lezzet kadar ilginç tasarımları da oldukça dikkat çekici. Bu arada askerliğim aklıma geldi; Az
dikkat çekmemiştim, komutanlara... Dikkat! Komutan sağda. Girdik hediyelik eşya satan bir
mağazaya, En çok teşhir edilen, İşeyen çocukla ilgili şeyler.
Brüksel'de yollar taştan, Türküdeki Adana yolları gibi. Şehrin göbeğindeki en görkemli bina,
Belediyeye verilmiş. Bir ilan görüyoruz, Citreön C4, patlamayan cinsinden ama 11.190 Euro.
Sudan ucuz, parası olana. Gent şehrindeyiz, Brüksel ile Brugge arasında, Belçika'da. Kuledeki
saat beşi yirmi iki gösteriyor, Yolların nerdeyse tamamı taştan, Trafik tramvay ağırlıklı, Hayran
kaldım bu şehre, Ana caddelerde nerdeyse hiç araba yok, Ya tramvay, Ya bisiklet. Bayanlar
biniyor işe etekli bile olsalar, bisikletle. Gayet rahat sürüyorlar. Karşımda bir bina var, 1702 yılında
yapılmış. Bizimkiler Hema adlı, Bir alışveriş mağazasına girdiler, Ben ise, sakin sakin gelene,
geçene baktım. Şehrin içinden geçen kanal ayrı bir hava vermiş, Tekne gezileri, Bir harika. Kırk
dakikası, kişi başı, 2,5 Euro.
Tura geldi, Tura Gittik – 6 (Brugge)
Gezimizde hepimizi en çok etkileyen, Brugge'ye gidiyoruz, Yolun sağı solu, Yeşil mi yeşil, Yeşillik olan
yerde otlayan hayvanlar, Uçsuz bucaksız çiftlikler... Bir gece Brugge(brüj okunur)'da kalıcaz Otelin adı,
Academia, Dört yıldız, Son derece basit ve mütevazı, Burada bir tane internet terminali koymuşlar, Hem
de bedava! Diğer otellerden farkı.
Brugge/Belçika, Gezinin en güzel şehri bence, Kanal şehri, çok güzel sarmış, Binaların hepiciği tarihi,
Nostaljik faytonlar, genelde bayanlar kullanıyor. Zaten bir atı idare eden, eşini daha iyi idare eder! Beş
kişi, yarım saat, otuz Euro, Pazarlık yok! Belediye koymuş bu fiyatları, Hayvanlar haftada iki kere, En
fazla sekiz saat çalışırmış! Biz hala insan hakları derken onlar hayvan hakları diyor! Yaklaşık otuz fayton
var, Başlarında, kovboy şapkası, Küçük ama çok sevimli. Hikâye bu ya O devrin krallarından biri Brugge
halkına, Kuğu bakın diye ceza vermiş, Onlar da o zaman bu zaman kuğu bakarlarmış! Şimdi de kuğu
şehrin sembolü. Restoranlarda menü, ortalama 16-20 Euro, Yollar taştan ama çok dar, bir araç zor geçer,
O yüzden tek yön uygulaması var, El emeği göz nuru işlerinde, En iyilerden biri olarak bizi bilirken, Brugge
görünce, Ya bizimkiler buraya geldi, Ya da bunlar çok şey kapmış, İşlemeler, kanaviçeler, örmeler,
perdeler Neler neler...
Bisikleti ulaşım vasıtası olarak, Çok yaygın kullanıyorlar. Bir afiş var, yolda, Diyor ki 1000 yıldan fazla
süren gelenek, Kumdan heykeller yapma festivali. Şu tarihler arası, Brugge'de..... Tok nal sesleri, Bir
fayton, İki beygir gücünde, Arkasında, bir araç en az yüz beygir gücünde, Ama beygirleri görünmüyor.
Guido Gezelle adına büyük bir heykel yapmışlar, Hani deriz ya Sen heykeli dikilecek adamsın. Kanalın
kenarındaki evler, Çiçeklerle öyle güzel bir bezenmiş ki Cennet sanki.
Bizde trafik akmasın, Hemen kornalar devreye girer, Sanki korna ötünce bir şey olacak? Tanımı soyut olan
kültürün, somut bir ölümsüz örneği! Ya da, Olmayacak yerde anormal hız yapmak, Avrupa bunu aşmış,
Adına ne dersek, diyelim, Sosyal kültürleri, var bu konuda. Havalı havalı korna çalan görmedim. Şehir
içinde, asfalta lastik yediren görmedim. Bisiklet ve motosiklet sürerken, kask takılıyor, Bunlar güzel
şeyler, Hiç bir komplekse girmeden alalım bunları.
Motoru icat eden Avrupalı, Neden bisiklete biner? Sağlık için. Alalım bunları. Bizler her yere asfalt döküp
Üzerine bu asfalt Büyükşehir tarafından dökülmüştür, Hayırlı olsun derken, Avrupalının yolları neden
taştan? Bir zamanlar bizim milli vasıtamız fayton, Neden yok oldu? Onlar neden faytonu kullanıyorlar?
Alalım bunları.
Sessizlik, sakinlik, huzur, Kendinizi bambaşka hissetmek istiyorsanız, Brugge'e gidin. Adamları tebrik
etmek lazım, Bambaşka bir şehir yaratmışlar.
Paris'teki dükkânlarda, O zarafeti göremedim. Kepenkler çok soğuk ve görüntüleri pek hoş değil, Ama
Brugge'deki, dükkânlar çok sıcak, Gel bana diyor, gel... Bak bana diyor, bak... Almasan da olur, Çekici mi
çekici.
Gece karanlığında ilerleyen fayton, Işıklarını yakmış, Nasıl olsa, nal sesimi duyarlar demiyor. Bizde sağa
çekmiş ışıksız traktör Ya da kamyon, Nasıl olsa görürler diyor! Hemen ardından pek çok cana mal olan
kazalar...
Her yerde bisiklet var ama Park yerleri de var. Emniyete alınması için gerekli tedbirler de var.
Avrupa'da güneş ender görülüyor, Onun için Güneş topla benim için diyorlar. Bizler güneşin değerini
bilelim, nimet!
Dışarıda oturmayı çok seviyorlar, Kafe demek; büyük çoğunluğu dışarıya taşmış işletme demek.
Restoranlar da öyle. Ama hava soğuk? Nasıl olacak bu? Bir yerde gördüm, Dışarısını elektrikli ısıtıcılar ile
ısıtıyorlar. Buzulları eritmeye benziyor bu! Olsa olsa psikolojik etkisi vardır, her halde. Belki el işi bizde
daha iyi ama Brugge el işlerini çok iyi pazarlıyor, Bu işi yapan çok mağaza gördük, Vitrinler çok güzel
dekore edilmiş, Pazarlama ticaretin anahtarı, Bizde de bu işi çözmüş, Önemli devlet büyüklerimiz yok
değil! Şehrin bir haritasını caddeye koymuşlar, Çepeçevre nehir ile çevrili, İç kısımları ise kanal ve
kanalcıklar ile Örümcek ağı gibi örülmüş. Sokak lambaları hem aydınlatıyor, Hemi de o gece karanlığında,
Hoş bir nostalji yaratıyor... Zabalan otelde kahvaltıya indik, Hizmet var, Personel yok! İn cin top oynuyor
ama ligleri yok! Filhakika istediğin her şey hazır! Gezide, biri demez mi? Benim canım kaz ciğeri çekti,
Karslı mı ne? Sabah sabah kahvaltıda, Nereden bulucan kaz ciğerini? Kahvaltılarda, Uyarı yazıları da olsa
Kibarca, çalmayın ama! Bizim doğuştan zeki halkımız, dinler mi be! Sinekten yağ çıkarır zihniyeti ile Öğle
ve akşam yemeklerini bir güzel ayarlıyor, Kimsenin ruhu duymuyor... Bizim bir yemek kültürümüz var, Ki
bu kültür çok zengin, Çok sağlıklı, Bu arada günlük yaşamda her şeyde tasarruf yapılmalı diyen ben; Çok
sağ ol yerine, az sağ ol, Çok öptüm yerine, az öptüm demeye başladım. Çorbalarımız ise bir tane, Hele
tarhana. Ama anamın tarhana çorbası, burnumda tütmesin mi? Bundan olsa gerek hemoroitim azmasın
mı? Kıvrandım durdum, Yanınızda hazır da olsa çorba götürün, Sık sık için, Benden söylemesi.
Otel idaresi demiş ki Dışarıya malzeme çıkarmayın, Ama kim takar? Onlar farkında, Biz farkında. Bu
konuyu ne zaman açacak olsam, Aman canım sen Rusları görmemişsin. Adamlar, kasa kasa ülkelerine
yiyecek götürüyorlar, Bizimki de neymiş canım, Onların yaptıkları yanında lafı bile olmaz! Otelin avlusuna
çok güzel doğal bir akvaryum yapmışlar, Çevresini çiçeklerle süslemişler, Bende bir incelik var, der gibi.
Avlunun ortasına da 'Ben böyle eserin içine tükürürüm ' türünden bir bayan heykeli. Kadın iki kolunu yana
açmış, Sol bacağı geride, Çırılçıplak. Tüm dikkati ile göğe bakmakta.
Fiyatlar 110 Eurodan, 193 Euroya kadar gidiyor, Tabi bunlar resmi rakamlar. Turun fiyatları çok daha
avantajlı, Otelin önüne bir masa koymuşlar, Broşürden geçilmiyor, Bakarken bronşit oldum! Pazarla da
nasıl pazarlarsan pazarla. Kanalın üzerine bir tane ev yapmışlar, Bina üzerinde Sancta Elizabeth 1776
diyor, Ben bu eve bittim. Deseler ki dile benden ne dilersin, O evi isterim, Aklım hala o evde. Başıma bir
talih kuşu konsa, o evi almak isterdim, İnsana bu kadar huzur veren bir ev olabilir mi? Altından kanal
suları akanken, Su sesi ile uyumak? Kanalın hemen çevreninde ördekler, Yeşillik, en koyuşundan. Bir
heykel görüyoruz, İki el birbirine kenetlenmiş, Sanattan pek anlamamak ta İki eldeki damarlar göze
çarpıyor. O kadar güzel yapmış ki Ben sanatçıyım diyor, heykeltıraş. Ucube değil yani! Bu arada, Heykeli
traş edene heykeltıraş dersem, yer misiniz?
Yüce Mevla'ın vardır bir bildiği, İnsanlar farklı farklı, Ama hayvanlar her yerde aynı, Yeşilbaşlı gövel ördek,
O da aynı. Ama yeşilbaşlı gövel ördek türküsü bize ait. Hele Müzeyyen Senar söylerse... Bitkiler ve ağaçlar
da aynı. İnsanoğlu ben buralıyım der, Kediler her yerde miyav, Köpekler hav hav. Brugge'de de durum
buydu.
Ben kuşlara özenirim, Dünya vatandaşıdır, onlar. Kanatları ceplerinde, Canları istedikleri yerde. Şu dalın
tepesindeki balıkçıl kuşu, Kim bilir kaç ülke gördün? En çok nereyi beğendin? Şimdi nereye gideceksin?
Keşke bana söylesen, Şurayı mutlaka gez desen, Hiç düşünmeden giderim. Hele sen demişsen, seni
kıramam... Senin yorumun doğa kokar, Senin gibi doğaldır. Benim memleketi de görmüşsündür, Keşke
senin de elin ayağın tutsaydı, İnternetten anılarını yayınlaya bilseydin? İnsanın iki yakası bir araya zor
gelir, Ama köprü iki yakayı her zaman birleştirir. Şu kanalın üştün deki tarihi köprü, Kaç gelin geçti
üstünden? Ama bir türkünüz yok! ''Köprüden geçti gelin!
Kimler geldi, Kimler geçti, diyen bir Ajda Pekkan'nınız yok. Gerçi son zamanlarda, Hadise sizi de idare
ediyor, bizi de. ABD'nin Irak'ı işgalinden çok önce, Aman petrol, canım petrol demişti de, Eurovision'da,
Yine de dereceye girmemişti.
Bir dilin olsa da desen bize; Neler gördün? Neler geçirdin? Ben olmasam, nasıl iki yakanız bir araya gelirdi?
Yatın kalkın bana dua edin.
Avrupa'da yamaç paraşütü yapmayın, Ya da Uçaktan atlamayın, derim. Çünkü Allah göstermesin, Bir kaza
yaşar da Kilisenin şöyle uzayı gösteren, Gotik tarzındaki ucu sivri mi sivri, hacın üzerindeki çubuğa,
Kazıklı Voyvoda usulü oturma riskiniz, Maalesef bulunmaktadır, Benden söylemesi.
Gördüğüm her tip çöp bidonunu çektim, Çöp deyip geçmeyin, Ki bizler; Çöp şiş yemeden duramayız. Çöp
medeniyettir, Tuvalet te öyle. Bu ikisini aşmış milletler medenidir, Ortalığı kokoreç götürüyorsa, Geri
kalmış, Medeniyetten nasibini almamıştır. İkinci zevkim de Faraş koleksiyonu yaparım, Bende
farkındayım Böyle bir koleksiyon olmaz, Ama dostlar koleksiyon görsün! Koleksiyon yapar mısınız?
Yaparım, Ne yaparsınız? Faraş! Neden? Kokoreci çok severim de. Bir heykel görüyoruz Brugge'de, Maunts
Sabbe(1873-1938), Atamızla aynı yıl rahmetli olmuş, Kendisini bilmem tanımam ama O'nun da ruhuna bir
fatiha okudum, Farklı dinler olsa da yaradan bir.
Tam o sırada köprüden doksana yaklaşmış, Bir nene geçiyor. Konuşabilseydim, keşke diyorum içimden,
Canlı tarih dedikleri bu olsa gerek. Neler gördün? Neler geçirdin? Kaç kişiyi sevdin? Sevdiğinle evlenebildin
mi? Kaç evlat, Kaç torun? Nurdan Torun'u tanır mısın mesela! Sağlığın yerinde Allah uzun ömürler versin,
nine Ellerinden öperim.
Bir kamyon çekilmiş kenara, İçinde inşaat malzemeleri. Belli ki Bir tadilat var. Yol tıkalı gibi Tam o sırada
siyah Mercedes arabası ile Bayan bir taksi şoförü, İğne deliğinden geçer gibi ilerledi, geçti gitti. Beynin
cinsiyeti olmaz, İşi cinsiyet yapmaz, Akıl yapar. Akıl da ikiye ayrılır; A kıl, B kıl! Yani bir kıllık var, bu
akılda!
Bir pastane önündeyiz, Camekânda çeşit çeşit pastalar, kekler... Turşu görmüş gibi ağzımız sulandı
birden, Birinin tepesinde,4,5 Euro yazıyor. Restaurant Tanuki diyor, Bir bina üzerinde, Şüphe yok ki Uzak
doğulu olmalı, Farklı kültürler, Birbirlerini anlamaya, Tadını çıkarmaya çalışıyorlar, Bu fani dünyanın. Bir
dükkân vitrininde, Heykel sanat eserleri ama hepsi seksi. Ve genelde bayanlar... Ama vitrin camında
tükürük izleri göremedim. Bu da erkek milletinin ne kadar, Estetik olduğunu gösteriyor, Ya da bu işi
yapanlardan, Pek bayan yok! Bir tarihi binanın üstünde, Heykel motifleri görüyoruz, Bizim ipek halısı gibi.
Özenle bezenle döşenmiş. Dar alanda santimetre kareye, Birçok heykel düşmekte. Brugge'de, Bir hastane
görüyoruz, Bu hastanenin özelliği ilk hastanelerden olması, Tam bu sırada ben bir sıkıştım, Bir sıkıştım,
Hastanenin tuvaletine kendimi zor attım. Görevli bayan ille para diyor, Dedim ki Ya kardeşim sen paradan
önce şu kapıyı hele bir aç, Yoksa altımıza yapıcaz, Para sorunu çözmez ama kapı çözer.
Hastanenin tuvaletine kendimi zor attım atmasına ama Bir de ne göreyim? Burada da tuvalet kapılarının
arkasına bizdeki gibi yazılar yazılmış. Demek ki insanoğlu, Yazmayı bu kadar seviyor ki Tuvalette bile
kendini tutamıyor... Ama bizim yazılar gibisi yok! Bu konuda, Dünyanın en iyilerinden biriyizdir, her
halde. Batsın bu dünya, Ben doğarken ölmüşüm, Batan güneş beni de al, Feryada gücüm yok, Feryatsız duy
beni, Şafak 275, Gel tezkere gel... Bunlar masum yazılar. Bir de popo ve göbekten bahsedenler var. Cep
numaraları da yazmasınlar mı? Diyelim sizin cebi yazdılar, Altına da 'ben götüm' Birisi aradı ve dedi ki Ne
haber popo Ne diyeceksiniz? Kime şikâyet edeceksiniz, Etseniz nasıl yakalanacak?
Kırmızı bir Skoda görüyorum, Bizimki de Skoda ya. Nasıl bir psikoloji ise, Herkesin arabası kendine en iyi
görünür, Evlat gibi bir şey! Evlerin dış cepheleri, Çiçeklerle, yeşilliklerle, O kadar güzel ve uyumlu hale
gelmiş ki İnşan baka baka doyamıyor... Köprünün altında bir tekne, Hep üstünden gelin geçecek değil ya.
Adi lazım değil, Bir kiliseye girdik, Yıl 1625 diyor. Kiliselere girmemizin nedeni; Nasıl ki Bizde camiler,
Onlarda da kiliseler... Mimarileri çok değişik, Belirgin bir şekilde, dikkat çekici. Bu kilisede, İsa'nın çıplak
bir heykeli var, Meryem Anamızın kucağında ama bu durum çok endermiş. İsa peygamber ve pipisi, Sen
kalk oralardan buralara gel, Göre göre, Bunu gör! Brüksel'de de işeyen çocuk heykelini görmüştük! Haydar
Abi ne der bilemem ama Bu yabancıların pipi ile başları dertte.
Kilisenin bir köşesinde, Bir bayan köşede kendinden geçmiş... Dua etmekte, Dinlerimiz farklı da olsa da
Yaradan bir, Allah kabul etsin. Melekler kadar, Kanatları da dikkat çekici, Her bir kuş, Melekleri hatırlatır
bana, Kanatlarını çırparken... Kilisedeki resimler, Kiliseyi ziyarete gelen, Önemli devlet adamları ile ilgili.
Zaten bu dünyada önemsizlerin ne işi var? Anlamadığım, Adam zaten ünlü, Ünlü futbolcu, Ünlü manken,
Ünlü sunucu demeye ne gerek var?
Papaz efendi bir bebeği vaftiz ediyor, İnanışlar farklı da olsa, Saygı duymak lazım, Çünkü Yaradan bir.
Hoşgörü; Seçme şansı elimizde olmayan konularda, anlayışla başlar. Mesela Kim cinsiyetini, Anasını,
babasını, Doğduğu yeri, Doğum tarihini, Dilini, dinini seçebilir? Bunların bir kısmı değişmez, bir kısmı
belki değişebilir. Farklılığa saygı duymak lazım. Doğa bunu söylüyor, zaten. Aynı yumurta ikizleri farklı
düşünüyor, Bir çeşit balık yok, bin bir çeşit. Bitkiler de öyle. Hayvanlar aynı gibi gelse de, Sürüde nasıl
yavrular, hemen annesini buluyor? Kilisenin duvarına beş dille, Lütfen sessizlik, yazıyor. Türkçe
göremedim, Demek ki, Halkımızın ne kadar sessiz olduğunu biliyorlar, Ya da, Ne kadar kültürlü. Heykelde
İsa'nın pipisini görünce, Sünnetli mi dedim? Rehberim yalancısıyım; Sünnetli imiş!
Brugge'e gelinirde, tekneye binilmez mi? Binelim dedik, Kelle başı beş Euro. Dümencimiz dört dille anons
yapıyor, Yapmadan önce mini bir anket, Kimler hangi dili biliyor? Türkçe dedik, demesine ama Ne yapsın
adamcağız bilmiyor! Burası; şurasıdır, Şurası; burasıdır. Ama her gün aynı şeyi yapa yapa, bezmiş
halinden. Her gün bal yenmez ama geçim kavgası, Adama kokoreç bile yedirtir, valla. Brugge'de, Tekneye
bin, gez, Faytona bin, gez, Bisiklete bin, gez, Gez Allah, gez. Adamı sürtük yapar, burası. Öyle bir yer ki
Huzur veriyor, Cennet mi desem, ne desem? Bu gibi gezilerde, İmkân var ise Havadan, karadan ve
denizden gezmek lazım. Çünkü Her bir şekil ayrı bir bakış sağlıyor insana, Üç boyutlu gezmek lazım. Allah
bin kere razı olsun, Oralara götüren-getirenlerden, Resimleri, videoları çekmemizi sağlayanlardan,
İnternet gibi vasıtaları bulan herkesten. Yoksa Ben sizlere nasıl ulaşabilirdim? Rahmetli Atam, Az
sabahlamamış, telgraf başlarında. Mors alfabesi ile Di, di, da, di, da, da, da... Şimdi ile mukayese
edilmeyecek boyutlarda. Ve her gün yeni bir şey ekleniyor, Zaman dahi yetişmekte çok zorlanıyor,
teknolojiye. En son twitter çıktı, Bakalım daha neler çıkacak? Mesela bana, shitter tutar gibi geliyor...
Kanal köprüleri yapısı gereği, Çok yakın oluyorlar, kanala. Sanki başımız teğet geçecek gibi geçiyoruz,
köprü altından. Ekonomide teğet geçmenin ne olduğunu hala anlamayan varsa, Geçsin bu köprülerden. Bu
gibi köprülerde köprü altı çocukları da olamaz.
İnşaattan pek fazla anlamam ama Su bir tehdittir, binalar için. Hatta kemirir, içten içe. Alttan alta. Ama
Brugge'de kanalın sağı ve solunda yer alan binalar yüz yıllardır, su içinde, Vardır bir bilimsel açıklaması,
elbet! Bir tane yeni görsem ya bina, yeni, Göremedim, Ama Beypazarı'nda, bırakın yeniyi, Kooperatif
evleri bile yapmışlar, maşallah! Hem de gelişigüzel. Tarih derslerinde, Tarih nasıl korunur bunu da
anlatmak lazım. Hatta yasa ile de sağlanması lazım. Eski eserlerin elbette bakımlı olması gerekir.
Geçenlerde Pamukkale'ye gittik, Bakımsız geldi, Sanki birileri demiş ki Aman elleşmeyelim, sihri bozulur!
Pamukkale içine, kooperatif olur mu? Olmaz. Ama bizde olabilir! Bakımlı olmalı, bakımlı tıpkı bayanlar
gibi, bakımlı.
Amsterdam'da, Arabalar kanala düşmesin diye Demir ağlarla örmüşler, Bizden mi öğrendiler? Ama
Brugge'de böyle bir şey yok, Demek ki Burada ya araç yok, Ya da İnsanları çok akıllı. Kanalın hemen
yanında, Bizdeki denize sıfır gibi Kanala sıfır bir bina yükseliyor, tarihi. Duvarı doğal sarmaşıklarla yeşil
ile örmüşler, Sanki tropikal ormanda gibiyiz. Brugge'de, Adanalı yok! Benim tanıdığım Adanalı, Ne yapar
yapar yüzer o kanalda, Ölümü göze alır, Temizmiş, bokluymuş dinlemez, Yüzer! Kanal'ın yaklaşık genişliği
on metre, İki küçük sandal karşılıklı geçiş yapabilir. Karşıya geçmek için En iyi ve en kestirme yol;
Köprüler... Bu yüzden köprüler çok sıkça. Tam bu sırada bizim büyükelçilik, O da kanalın kenarında, İyi de
bir bina ha! Ah dedim içimden ah, Şurada görevli olmak vardı. Ama bende doğuştan yükseklik korkusu
var, O yüzden asla üst düzey yönetici olamadım! Bir, Sinir karakolunda görev yapanlar, Bir de Burada
görev yapanlar. Hakkâri nire? Brugge nire? Nasıl bir duygu ise bu, bayrağımızı görünce, yine, Tüylerimiz
diken diken oldu, Memleketimi özlediğimi hissettim, Hele tarhana çorbası burnumda tüttü, Kırkağaç
kavunu, Diyarbakır karpuzu, Karaman koyunu... Kafa dinleme ihtiyacı mı var, Brugge'e gidin, Ben burada
dinlenmedim diyen, Nerde dinlenir, bilemem!
Tura geldi, Tura Gittik – 7 (Antwerp)
Antwerpen(Belçika)'deyiz, Kesik el manasında, Zalim bir diktatör varmış, Kahramanımız elini kesmiş, Ve
kanala atmış, Adı oradan geliyormuş, Çok büyük bir liman şehri. Şehrin göbeğinde, İhtişamlı bir bina,
1546 yılı yazıyor, üzerinde. Belediye binası, Bizim belediye başkanları duymasın bunu! Avrupa'da en iyi,
tarihi binalar genelde belediye sarayı, Bizde de olabilir ama bu işin suyu da çıkabilir. Şehrin adı geldiği
rivayet edilen heykel, Tam karşımızda, Kahramanımız eli kesmiş, Kanala doğru fırlatıyor.
İki katlı, Büyük bir fayton, Dolmuş usulü şehir turu yapıyor, ama vaktimiz yok. Yine ihtişamlı bir heykel,
Üzerinde ivstitia yazıyor, Bir elinde kılıç, Bir elinde terazi, Adalet dağıtıyor... İsviçreliler kola saat yapar,
Belçikalılar ise, nerde yüksek bir yer var, oraya saat yapmışlar. Bu durumda kim alır da takar, koluna
saati?
Antwerpen/Belçika, Yine bir kilise önündeyiz, Önünde bir çocuk, Akerdiyon çalıyor, para kazanmak için
Benim de aklıma o an Şarkıcı Cuguli geldi, hani şu şarkıcı karısı Binnaz diyen, Ne alaka diyeceksiniz? O
müzikte de, akerdiyon var ya. Hilton otelini görüyoruz, Şehrin en tarihi binalarından birine yerleşmiş,
Fena fikir değil, aslında, Bu gibi tesisler, ciddi firmalara, Sadece işletme hakkı ile verilebilir, Tabi peşkeş
çekmeden. Yine büyük bir heykel var, Petro Paulo Rubens yazıyor, üzerinde. Allah rahmet eylesin, nur
içinde yatsın. Mutlaka önemli bir şeyler yapmıştır ki Oraya dikmişler, Yoksa niye koysunlar şehrin
göbeğine? Zaten bu tür heykeller olursa, göbekte oluyor, Ne varsa bu göbekte? Benim bildiğim marulun
göbeği, Dansözün göbeği, Ama vardır,bir bildikleri. Çevresinde, gençler, hippiler ama Hippi olmak elbette
ayıp değil, Başı bağlı olmak, ya da olmamak, Bakın topraklara; Kimileri bağlı, Kimileri bağsız. Bu gibi
kutsal heykel, Kala kala bunlara mı kalmış demeden edemiyor, insan. İki tane genç, Ellerinde dondurma
külahı, Ah, canım o an, Kahramanmaraş dondurması çekmez mi? Kaymaklı, kaymaklı. Bu gençler de
nerden bilsin? Güzel memleketimde, Yaşamanın faydalarını...
Tam bu sırada iki katli fayton geçiyor, Hiç te fena fikir değil, Bir seferde yaklaşık yirmi yolcu alıyor, Hem
de üst kat, açık.
Antwerpen'den Gent'e Doğru ilerliyoruz. Yolda bir kaza olmuş, Yaklaşık üç bin km. bir yolculukta, Bu ilk
gördüğümüz kaza, Bir TIR yan gelip yatmış O an aklıma askerlik geliyor, nedense. Kaza yerinde, Bir
itfaiye, Bir ambülâns, Polis otoları, Kurtarma ekipleri, Ne ararsan fazlası ile var. Yol başka kazalar
olmasın diye Çok güzel emniyete alınmış. Yolun kenarında, Mısır tarlaları. Aklıma birden mısır ithalat
etmek geliyor, nedense. Suyolunu çok iyi kullanıyorlar, Yükü buradan taşıyorlar, Hem daha ucuz, Hem de
daha emniyetli. IKEA satış merkezini görüyoruz, Dünyaca meşhur, mobilya satıcısı. Alıyor, arabana koyup
Evinde kendin kuruyorsun. Koyunlar var, Otlayan, Sessiz ve sakince, Halkımız gelir aklıma, Kurbanda ne
keserlerdi, bir güzelce. Başlarında bir çoban, Sanki Egemenlik kayıtsız şartsız sürünündür, der gibi.
Önümüze bir polis aracı geçti, Sağa çekin kontrol edicem diyor, Diyor ama emniyetli bir yerde durdurdu.
Şoförü didik didik etti, Netice, Denetleme son derece başarılı. Buradaki trenler genelde sarı renkli,
Onların sarı treni var ama Bizim de kara tren gelir adlı türkümüz var ki Yavuz Bingöl'den dinleyince insan
mest oluyor.
Tabi ulaşım suya dayanınca, Ne yapsın millet, Motorunu aracını park eder gibi Kanala park ediyor. Kanal
evleri ihtiyaçtan çıkmış, Yer bulunamıyor. Ama ben pek sevmedim. Görüntüleri pek hoşuma gitmedi.
Şortunu ayağına çekmiş bir bayan, Koşuyor, canı öyle istemiş, Caddede, köprüden geçiyor, Kimse de yan
gözle bakmıyor, Bizde olsa, hiç bakmayız! Tekne turu, 55 Euro diyor, Teknenin tamamı olsa gerek
Tura geldi, Tura Gittik – 8 (Amsterdam-Yolculuğun Sonu)
Tilkinin dönüp dolaşacağı yer, Kürkçü dükkânıdır, Biz de Gezdik, Dolaştık, Ve Amsterdam'a tekrar geldik.
Gezi güzergâhında bulunan, Bir kaşar peyniri yapılan yere girdik. Burası küçük bir çiftlik, Ali Baba'nın
çiftliği gibi Meşhur Hollanda inekleri, Atlar, Tepemizden kuş sürüşü gibi geçen Dev yolcu uçakları...
Trakya'da yağcılığı öğrenmiştim, Kars'ta ise kaşarlanmıştım, Ankara'da ise kıvırmayı öğrendim. Aklıma
Kars'ta kaşarlandığım yıllar geldi, Bunun esprisini yapayım dedim ama Nasıl anlatacağız, Hollandalı
güzelimize? Hollanda'ya peynir girmesi yasak, Gümrükte görürlerse alıyorlar. Peynir bizden sorulur,
Yaparsak biz yaparız.
Vakti zamanında çok güzel olduğu, Her halinden belli olan, Cami yıkılsa da mihrap yerindedire uyan, Sarı
saçlı bayan aldı sazı eline, Başladı göstererek anlatmaya... Oradan geçtik, Tahta ayakkabı nasıl yapılıra?
Hollanda'nın en meşhur gelenek ve göreneklerinden biri; Bu tahta ayakkabılar. Ben dedim ki Bizde şöyle
bir söz var; Dost başa düşman ayağa bakar. Fikriniz? Dedi ki Belli düşman, belli olmayan dosttan daha
ehlidir. Bu değerli zatı Mehmet Ali görse bırakmaz, Hatta onunla yarışır. Bayan ruhundan mükemmel
anlıyor, Zaten bize anlatmadı, Döndü sırtını, sadece onlara konuştu. Adam sanki bir profesyonel
komedyen, Bizim memlekette olsa, Çoktan meşhur olmuş, Şimdi paraya para demiyordu. Garibim şimdi
çürüyor, o çiftlikte. Adam bize resmen komedyenlik yaptı, Hem de en iyi şekilde.
Eskiden tahta ayakkabılar, elde yapılıyormuş. Tabi el yapımı uzun sürüyor, Bakmışlar olacak gibi değil,
Makinesi yapılmış, bir iki dakikada, Bir tahta ayakkabı yapılıyor. Hani kızınca odunun teki deriz ya Odun
deyip geçmeyin, İyi işlenirse, Neler yapılıyor, neler... Tahta ayakkabılar, Gerçeğe uygun ve hediyelik
olmak üzere, İki tipte yapılıyor, Bir de evlenecek damadın kendine bir tane yapması, Örf ve
adetlerdenmiş. Tanıtım yapılır da Ticaret olmaz mı? Yan tarafta küçük bir mağaza var, Mağazada iki tür
ürün var; Kaşarlar ve tahta ayakkabılar... Çeşit çeşit, seç beğen al. Ama fiyatlar bana pahalı geldi,
Madem buraya kadar geldiler, Gelmişken nasıl olsa alırlar, Düşüncesi de var. Çiftliğin tuvaletinde bir yazı,
Beni iyi kullanın ve temiz bırakın, Gördüğümü kimseye söylemeyeceğim, Yani kıçınızı diyor, kibarca, yazı
ile tuvalet! Anlayana sinek saz, Anlamayana davul zurna az! İneklerin yem yediği yere girdik, Önlerinde
saman yığınları, Ye iç eğlen, Sonra yan gelip yat! Buradan savcılara suç duyurusunda bulunuyorum; Yan
gelip yatıyorlar! Tam bu sırada bir damızlık, Boş duranı Allah sevmez diyor, Çıkmış ineğin tepenine, Dünya
umurunda değil. Açık alanlarda, Yan gelip yatan çok hayvan gördüm de Kapalı alanda pek göremedim.
Demek ki İnşanlar da temiz havayı gördüler mi? Yan gelip yatıyorlar!
Tepemizde dev bir yolcu uçağı. Kanatlar altında iki tane jet motoru. İnsanın aklı bazen almıyor, İki tane
motor, Dev gibi uçağa saatte 800 km hız yaptırıyor. Trende, Vapurda, Arabada, Bu kadar şeffaf görünmez
motorlar. Uçakta ise Gelin, bakın bana, Görün beni der gibi, montelenmiş. Uçak uçsa da, alçaldıkça,
gürültüsü artıyor, Bazen kulakları sağır da edebiliyor. Hâlbuki kuşlar cıvıl cıvıl ötüşürler, Bu da Yüce
Mevla'mın büyüklüğü. Beyaz bir at, Demirel'in gır atına benziyor, Çim suyu içmiyor, sosyete gibi ama Çim
yiyor, Hem de büyük bir zevkle. Uçak Balinanın havada giden şekli, Motor takviyeli. Vicdanı retçi bir hava
korsanı olmadığı için Biz kaçırılmadan gidip geldik, Allah'a şükür. Yan tarafta kanal ve çek kürekleri,
Kayıkçı şeklinde çalışma yapıyorlar, Bir de biz her gece, Heybeli'de mehtaba çıkardık'ı bilseler?
Her ne kadar, Uçaklar yapılırken kuşlardan esinlenilse de Ben şimdiye kadar, Havada uçarken kaçırılan kuş
duymadım. Olsa, olsa Yurtiçi kuşlar minikleri bir güzel avlar, Mideye indirir. Kuşlarda kanatlar, Her iki
tarafta yer alır, Uçağın motorları ise Bazen kanat altında, Bazen, kuyrukta, Bazen de kanat ile kuyruk
arasında bir yerde. Şimdiye kadar küçük burunlu, Uçak görmedim, Ne hikmetse hepsi, Büyük burunlu.
Havalı havalı uçtuklarından olsa mı gerek? Havaalanına yaklaşmadan da İniş takımlarını açmıyorlar, Ama
bazı insanlar, Güzeli görünce, Hemen yelkenleri suya indiriyorlar. Uçakta en hassas yerlerden biri de Bagaj
kapıları. Bir zamanlar THY'nin DC-9 uçakları vardı, Sık düşerdi, Ve ariza nedeni; Bagaj kapılarının açılması
olarak belirlenmişti, Ve bu konu Gırgır dergisinde şöyle yer almıştı; Süper mini etek giymiş bir bayana,
Delikanlı diyor ki Abla, senin de bagaj kapıların açılmış DC-9 uçakları gibi Sen de düşmeyesin? Bizler büyük
bir heyecanla izlerken, Ya da uçarken, Pilotlar da kim bilir ne kadar sakindirler, kokpitte? Bu kaçıncı
seferleri? Bu kaçıncı iniş ve kalkışları? Bu arada pilot eşleri çok şanslı, Adamlar nasıl uçurulacağını çok iyi
biliyorlar! Uçuramazsa, eşi şöyle demez mi? Ne yapayım ben o kadar kişiyi uçurmanı? Asıl sen ben uçur!
Havada iki kuşun çarpıştığını görmedim, duymadım. Bu da Allah'ın hikmeti. Ama arada bir iki uçak koçlar
gibi toslaşır, O kadar cihaza rağmen! Kanalda dört kişilik, Kürek ekibi asılmış küreklere, Antreman
yapıyor, Acaba boşa mı kürek çekiyorlar? Adana da yasak olan kanalda, Suya giren çok ama kürek çeken
görmedim, Ne de olsa halkımız, Boşa kürek çekmeyi pek sevmez ama TV'deki narkoz programlarını hiç
kaçırmaz! Yel değirmeni pervanesindeki bıçakların her biri, Berber usturasını andırıyor, Altına girsen bir
güzel sinekkaydı traş eder gibi. Uçağı gören kuşlar, Ne düşünür acaba? Allah'ım bu nasıl bir kuş? Bir
bakıma bize benziyor ama sanki kuşun bir dinozoru gibiler. Marştaki gibi yer gök inliyor, Amma da büyük
burunlular! Kanatlarını neden hiç kapatmazlar? Görmemişin kanadı olmuş açıp durmuş! O nasıl bir kuyruk
öyle? Sap gibi duruyor, Hiç kıpırdamıyor! Bizim bildiğimiz kuşlar tüylü olur, Bunlarda bir tane bile yok! Kuş
dediğin dala konar, dama konar, yere konar, Bunlar konsa konsa sadece havaalanlarına. Bizim karda bile
Gak der, Bunlar ise kulakları sağır ediyor, Ama nerdeyse hepsinde benzer gök gürültüsü, Bizde ise bülbül
bir başka öter, Kanarya bir başka, Tavuk bir başka, Horoz ise bambaşka Hele Denizli!
Lale devrini yaşayan bizler, Çiçekten biraz soğuduk mu ne? Avrupa'da her yer çiçek. Hatta bazı yerlerde
oldukça abartılı. Abartılı da olsa, çiçek medeniyettir. Bambaşka gösteriyor, çevreyi. İnsanın içi açılıyor,
deyince dâhiliyeciler gelir, aklıma, nedense. Hiç dayanamaz, hemen kesmeye başlarlar her halde. Bir
demeti beş Euro. İki saksı çiçek dokuz Euro gibi etiketler, Yaklaşık bir bilgi veriyor, Olsun bizim de ne
çiçeklerimiz var, Bakan bile olan. Faytonlu bir şehir türü ne kadar romantiktir, Heyecan verici, sizin için,
Ama bu işi yapan o bayan için sıradan. Demek ki bir işi her an yapmamak lazım, Ne kadar güzel olursa
olsun, Araya bir fasıla girmeli. Faytona binicez ama çok az zamanımız kaldı, Sıra da var. Zaten bu gibi
yerlerde hep sıra olur, Hiç masa görmedim! Sıradakilere dedim ki Valla bizim durum bu, Yoksa grubu
kaçıracağız, Birisi demesin mi? Siz dua edin, keçileri kaçırmıyorsunuz? Sağ olsunlar, anlayış gösterdiler,
Sağ olsun diye diye herkes sağ! Valla kimse ölmüyor, şu sıralar!
Bir aile, ABD'li, Hani şu dünyanın hiçbir yerinde, Hiçbir olaya burnunu sokmayan ABD var ya Diğeri
İngiltere'den. ABD ile birlikte hareket etmeyen, Her konuda ayrı düşen İngiltere! Bindik faytona, Bizim
memlekete gelmiş, faytoncu, İşi bu, ama faytoncular genelde bayan, Birkaçı ise baymayan, yani erkek!
Dedi ki Okumadım, bu işi yapıyorum, Yaklaşık on üç yıldır, bir kız arkadaşımla beraberim, Dedim ki
Şanslısın, Atı idare eden eşini daha iyi idare eder, Şöyle bir düşündü, haklısın, dedi. Ben hiç böyle
düşünmemiştim, Dedim ki Atı kullanan bayan sürücüler için ne düşünüyorsun? Dedi ki: Atta bir sıkıntı yok
ise, iyiler, Ama at huysuzlanınca, hemen telaşa kapılıyorlar, Açıkçası gıcığım, onlara, dedi. Atlar faytonu
çekiyor ama Meslektaşlar birbirini çekemiyor!
İki dizi onar tane taş var, yan yana, tarihi ama Önünü bir güzel bakıma almışlar, Emniyetini sağlamışlar,
ilk önce. Aklıma Kars'taki Rus evleri geldi, Gözümüzün içine baka baka evleri yok ettiler, Taşıdıkları ile
gecekondu yaptılar. Dedim ki Bu ilin yetkilileri ya hiç tarih okumadılar, Ya da Sadece ben okudum! Elalem
on adet taşı nasıl korurum, diye tedbir alıyor, Bizler de, yok olan bir tarihi Pişmiş kelle gibi izliyoruz... Bu
arada tartıştığımız konu; Ucube! Evler yapmışlar, Tek katlı, geniş ve ferah, dışı bahçeli, Oturmaya
kıyamazsın. Bir ev, bir mahalle ancak bu kadar güzel olur, İnsan ruhuna bu kadar hitap edebilir. Ben,
kavşak ve yavşaklardan korkarım, Ama Avrupa'da kavşaklar tehlikesiz, Çünkü Kurallara uyuyorlar, Kırmızı
yandı mı,duruyorlar. Bir ilan, Canlı seks gösterileri, Son derece normal, her şey açık, Gizli kapaklı yok!
Avrupa'da çok fazla inşaat görmedim, Bunun iki nedeni olabilir; Ya Altyapıyı büyük ölçüde tamamlamışlar,
Ya da Sadece ihtiyaç duyulan işleri yapıyorlar. Bizde hem ihtiyaç, Hem de yapboz çok. Daha yeni yapılan
yol hemen sökülüyor, Bir daha yapılıyor, Neden? Halka hizmet. Halkımız ne kadar övünse azdır, Ne hünerli
yöneticilerimiz var, Halka hizmete doymuyorlar, Ellerinden gelse, Memleketin her taşına, bina yapacak,
Köstebek gibi oyacaklar.
Park yeri, Her yerde sorun, Kanalın yan tarafını büyük bir, kapalı garaj yapmışlar, Hatta gemileri de oraya
park etmişler, O kadar araç arasında, İki tane büyük gemi. Bir aile, Anne, baba ve çocuklar bisiklet
arkasında, Ama bisiklet yolunda, Hayatın tadını çıkarıyorlar.
Amsterdam'dayız, Rehberimiz, kırmızı sokağa götürdü, Kırmızıda ne yapılır? Durulur, Biz de durduk,
kırmızıda!
Burası, yasal seks pazarı. Bizler sokağın kenarından teğet geçtik! O esnada camdan bakan, Bikinili bir
bayan gördüm, Keşke bir imkânımız olsa idi, Onu oradan kurtarabilse idik, Kim ister ki Orada öyle bir
şekilde çalışmak? Seks müzesi binasının yanından geçiyoruz. Seksin müzesi mi olur? Olurmuş! Buluşma
yerimiz Victoria Hotel. Amsterdam'da raylı sistem, Çok sık kullanılıyor, Metroya göre de Raylı sistem çok
daha ekonomik, Baştan tedbir alınsa, Metro yapmaya gerek kalır mıydı? Tedbiri baştan alamayan ne
yapar? Metro! Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur, Amsterdam'da da aynısı. İnsanlar alışkın,
Yağmurluk ve şemsiyeleri yanında.
Heineken birasının birkaç yerde tadına baktık, Gerçekten güzel bir tadı var. Ve oldukça yaygın, Piyasayı
ellerinde. Temizlik aracı, Işıklarını yakmış, Caddeleri temizliyor... Dili olsa, diyecek ki Bu insanoğlu, Ne
pis yarabbi! Beni siz yarattınız ama Temizle temizle canim çıktı, vallahi. Bilseydim bu kadar pis
olacağınızı, Beni yaratmayın derim, derdi. Şimdi sabırla emekli olmayı bekliyorum. Bu otelde kaldık,
Schiphol/Amsterdam, Airport Hotel. Aslında bu oteller pahalı, Fakat turla olunca daha ekonomik.
Kahvaltıya indik, Sabahın yedisinde. Zenci ama tatlı mı tatlı, Şeker gibi bir kız vardı. İşte sosyetenin
dejenere ettiği, Çok iyi elektrik aldım dedikleri bu olsa gerek. Kahvaltıda kuş sütü eksik, Hizmetlilerden
kuş sütü isterseniz ne yapacaklarını bilemiyorlar. Nerden bilsinler ki Bizim memleketin atasözlerini? Otelin
girişindeki görevli ile Epey sohbet ettim, Kendisi Ganalı bir erkek, Ama sempatik mi sempatik. Sempatik
olmak için zenci mi olmak lazım? Airport Hotel adı üzerinde havaalanı yakınında, Böyle olunca,
Tepemizden, uçağın biri inip biri kalkıyor... Pencereden bir bakıyorsun, Bir uçak, El sallayınca pilot
görüyor.
Hollanda aslında, Bataklığın yarattığı bir mucize. İnşanlar nasıl batmayız demişler? Bunu düşünürlerken,
köşeyi dönmüşler. Tabi işin içinde, Allah'ın verdiği akıl var. Amsterdam'da, En güzel şeylerden birisi;
Bisiklet yollar... Atla bisiklete, Hiç inmeden istediğin yere. Bisiklet için Özel park yerleri var, Yolları açık
kırmızı işaretlenmiş. Bizim meşhur marşımız var ya Demir ağlarla ördük yurdumuzu, Avrupalı bu olayı,
Hızlı trene taşımız, Ulaşım var ise, o yer gelişiyor. Bisiklet park yeri gördük ama Dört katlısını
görmemiştik, Onu da Amsterdam'da gördük, Şimdi bizim memlekette, Bir belediye başkanı böyle bir şey
yapsa, Adamı topa tutarlar. Avrupa'da raylı sistemler gelişmiş ama Bizde de fena değil, Ray aynı
zamanda, Resmi askeri yayın demek! Vinç elbette, Çok faydalı bir cihaz, Ama ben ne zaman bir vinç
görsem, Tepesinde sallanan bir adama gelir, aklıma. Bu da, başka bir çeşit kullanım şekli.
Yolun kenarındaki tarlada, Belli ki soğan ekilmemiş, Çünkü Türküsü de yok!
Küçük bir kanalda, Son derece modern bir yat geçiyor, Burada ne işin var diyicez ama Bize ne?
Hollanda demek yel değirmeni ülkesi demek, Ama bunun bir sebebi olmalı. Su taşkınlarını önlemek, Ve
fazla gelen suları diğer tarafa aktarmak, Bu esnada da iş yapmak, Bu mısır olur, Buğday, Elektrik olur.
Yani bir taşla üç kuş vurmak, Üstüne turizm. Onlardan alınan giriş paraları, Kuş sayısı gittikçe artıyor.
Ülke sathına yayılmış yel değirmenleri, Su taşkınlarına göre yerleştirilmiş. Bizde yapılan işlerde, Emniyet
konusu biraz Allah'a kalmıştır. Yol yapılır, Yan muhafazaları ya yapılmaz, Ya da bir kazadan hemen sonra.
Avrupalı bu konuda işi şansa bırakmıyor... Bazı köprüler, Açılır, kapanır, cinsten. Su ulaşımı için yüzde
yüz gerekli. Ama bunun bir saati var. Gölü belirtilen saatlerde, gemiler geçiyor Açılır köprülerden.
Hollanda o kadar yeşil ki Yeşil suyun üstünü örtüyor, Su, yeşilimsi bir renk alıyor, Su renginde su yok, Su
da yeşilimsi. Suyu toprak ile doldurmuşlar, Üstüne yol yapmışlar, Ama bu yolu her an su basabilir, Çünkü
Deniz seviyesi altında. Hollanda'da, Bu işin suyu çıkmış, Çıkmış çıkmasına ama O suyu o kadar akıllıca
kullanmışlar ki Sudan sebeplerle ilerlememişler!
Avrupa'da insanlar, Doğaya koşuyorlar, doğaya. Atlıyorlar, bisikletlerine, Yanlarına piknik çantaları,
Basıyorlar,pedallara... Su olan yerde Kuraklık olur mu? Hele sarılık hiç olmaz! Varsa yoksa yeşillik... Ufka
bir gemi düşmüş, Yaklaştıkça,büyüyor... Evler sanki bataklığın içine yapılmış, Yapılmış, yapılmasına ama
Kazıklar üzerindeler. Yoksa geminin su alması gibi çürür, Binaların temelleri. Kaşlarını çatmış bir adam
görseniz, Amma da asık suratlı bir adam dersiniz. Tüfek çatışı yıkılsa, namus gibidir. Evin çatışı uçsa,
Hemen bir telaş başlar... Bina çatısı, evin namusu gibi durmalı, dimdik hayatta, Her türlü hava
şartlarında.
Marken'deyiz, Amsterdam'a yakın bir yer, Yel değirmenleri ile meşhur. Marken Volendam arası bot ile
diyor tabela. Her otuz dakikada bir. Nerde olursan ol, Suyun başında ol diyen balıkçıl kuşu, Dünya
umurunda değil, Kaşınıp dururken, Bir nevi, Keyif çatmakta. Rehberimize demiştim ki Sizde bir telsiz,
Bizde de birer kulaklık olmalı. Aklin yolu bir, Bunu bir turist kafilesinde gördüm. Çünkü kopmalar oluyor,
Anlaşılmıyor, Burada bir kişi konuşur, Diğerleri kuzu kuzu dinler. İster tarihi, İster doğa, İsterse kültür
olsun, İnsanlar geliyor, Dünyanın her yerinden, Geziyor, görüyor, Bir de iyi pazarlarsan, O ülkenin güvenli
olması, Ekonomik, İnsanların sıcakkanlı olmaları, Daha çok turist demek. Bir armut ağacı karşımızda,
Armutlar üzerinde, Bakıyorum yakından, İyi armutlar. Ne de olsa, Biraz ayılığımız var. Marken,
Amsterdam'ın hemen kuzeyinde, Minik, Ama bir o kadar da sevimli deniz kasabası. Evler bir harika,
Cennetten küçük bir manzara. Elma ağacı var, Elmalar da olgun, yenmeye hazır. Bedia Akartürk'ten,
Elmaların yongası aslanım aman türküsü muhtemelen yoktur. Hele sonunda vay... vay.... Hiç bulunmaz.
İri siyah erikler, Yiyin beni der gibi Bizim de erikli suyumuz var ha!
Evler bahçeli, Salıncak çocukların rüyası, Çamaşır asma yeri, İdam kalksa da Hanımlar dinlemez, asar
arkadaş. Bahçe çitleri, evler, Sanki bu yer bir tek marangozdan çıkmış gibi. Her şey birbirine benzer,
Askeri bir kışla gibi. Bayanlar, yöresel kıyafetlerle dolaşıyorlar, Çokta yakışıyor, Bizim folklor kıyafetleri
gibi. Elinde ekmek paketleri fırından çıkıyor, Başında takkesi. Evlerin bahçelerinde, Doğal tarım yapanlar,
Çiçek ve sera yetiştirenler... Minik bir kurbağa heykeli, Oturmuş, önünde çakıl taşları, Bir kurna içinde.
Heineken birası yine karşımızda, Günahı boynuna tadı güzel, İçildiği ilk an seviliyor, Rahat içiliyor. Plastik
bir traktör, Oyuncak şeklinde. Hediyelik eşya satan dükkânlar, Turistik yer olur da Kambersiz düğün olur
mu? Marken'de kanallar, Sanki her bir evi çepeçevre çevrelemiş, Her bir ev adacık olmuş, Kanal bir daha
temiz. Çilek ve böğürtlenleri bir harika. Ama bizdeki gibi yolda satan yok. Yüklemiş arabasına, getirmiş,
Marken şehir merkezine. Marken önü deniz, Arkası kanallar, Sudan geçilmiyor...
Bir aile, Belli ki Yatta yaşıyorlar, Anne, baba ve çocukları, Gel keyfim gel. Küçük limanında, Sayıları
oldukça fazla yatlar var, Yatlar yan gelip yatmadıkları gibi Sefere çıkmak üzere. Hazırlık halindeler... Bu
şehrin özelliği, Kanalın yeri ayrı, Denizin yeri ayrı, Bunu hissettiriyor, insanlara. Önün deniz, arkan kanal,
Deniz Akkaya gibi
Guldner marka bir traktör, Ve römorku takılı, Kim bilir kaç yıllık? Çekilmiş, kenara, Müzelik görevinde,
Gelen geçen, bakmadan geçmiyor. Bu kadar sulak bir yerde, Bahçeye konulan şişme havuz çok ilginç
geliyor, insana. Demek ki, Buna da ihtiyaç var, buralarda. Otobüs durağında bir afiş, Türkiye,19 Euro,
Sudan ucuz. Memlekette ucuz tatil yapmak istiyorsanız, Amsterdam'dan Türkiye'ye gelin! Karavanlar çok
yaygın, Halkımız, karavanaya alışkındır, askerde, Ama karavana atmaz! Karavanların arkasında, ikişer
adet bisiklet. Bir grup görüyoruz, Oldukça kalabalık, Bisikletli hepsi, Pedallara basıyorlar, Özgürlüğe
doğru...
Garaj kapıları görüyorum, Her şey ihtiyaçtan doğar. Eskiden garaj mı vardı, Kapısı olsun? Zamanla garaj
ihtiyaç oldu, O olunca kapısı, Bu sefer, otomatik açılsın Araçtan inilip çıkılmasın, Aracı tehlikelerden,
İklim şartlarından, Çıktı bu ihtiyaç. Kısaca buna kapanma ihtiyacı da diyebiliriz. Rehberimizin öyle bir tatlı
dili var ki Ninni gibi geliyor, sesi. Allah sanki bu iş için yaratmış. Bilgi, tecrübe, psikoloji, sosyoloji, Ne
ararsanız hepsi var.. Bu arada, Rehberler arkasından yüzde yüz insanları sürükleyen liderdir. Bu özellik,
Siyasilerde bile yoktur! O nereye giderse, Müşteriler oraya gider! Sıkıysa gitme! Yat mı? Jet ski mi? Bence
yat. Kendimi bildim bileli, Bu jet ski hep sıkıntı yaratmıştır, Jetinden midir, sikisinden midir? Buna binen
iflah olmuyor Başı bir şekilde belaya giriyor, Bir aralar, devletin sikisi de kayıptı! Yatta ne yapar siniz?
Yapsanız yapsanız, yan gelip yatarsınız. Birileri kızsa da Adı üzerinde yat dersiniz, Yatmayıp ne
yapacaktık? Otlayan gır atları görünce, Demirel geldi aklıma, Onlar yüz metre, Ben maraton koşuyorum...
Her bir yel değirmeni, Sanki uçacakmış gibi Pervaneli uçağın önden görünüşü, Her pervane takan uçsa idi
En çok Bülent Ersoy uçardı, her halde. Elinden serinleticiyi hiç bırakmıyor da.
Bize göre Sadece bu dünya var, Başka gezegenlerde de bizim gibi Yaşam olamaz mı? Diyeceksiniz ki Ya
kardeşim olsa ne olur, Olmasa ne? Bana ne? İnsan önce yaşadığı mahalleyi, köyü bilir, Sonra yan mahalle,
Komşu şehir derken doğduğu ülkeyi gezmeye başlar, Gezdikçe tanır, Bilgisi görgüsü artar, Daha sonra
ülkeleri gezmeye başlar, Olaylara bakışı değişir, Değişik kültürleri tanır, Doğal güzelliklere hayran kalır,
Orada tanıdıklarını, Kendi ülkesine davet eder, Etkileşim başlar, Yani insanın yaşadığı yerin dışına
çıkması faydalıdır, Başka gezegenlerde yaşam varsa önce onu araştırmak lazım, Bulunabilirse de oralara
gitmek lazım, Bana ne dememeli, Belki Öyle bir yaşam vardır ki Orada, Dünya bir başka şekilde olabilir,
Onların sayesinde…
---------------------------------------------------------kuraldisidergi.com - Benelüks İzlenimleri
Ne tam birleşebilen ne de birbirlerinden ayrılabilen Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un, belki de bu
çözümsüz durumu biraz daha mantıklı gösterebilmek için kendilerine taktıkları isim Benelüks. Ortak bir
geçmişi ve kültürü paylaşan bu üç ülke halkının hayali ülkesine, Belçika’nın Brüksel Havaalanı’ndan ayak
basıyoruz. Bu küçük ve aslında gayet sevimsiz havaalanına yıllar sonra tekrar gelmek beni
heyecanlandırıyor. Neredeyse hiç değişmemiş, oysa ben ne çok değiştim diye düşünüyorum. On beş yıl
öncesinin toy ve deneyimsiz ama bir o kadar da cesur ve gözü pek kızı gitti, yerine edindiği yaşam
deneyimi sayesinde daha dingin, sakin ve huzurlu bir kadın geldi. İçimde hiç değişmeyen, hep aynı kalan
şeylerden biri ise öğrenme hevesi.
Gezimizin ilk durağı kanallar şehri Amsterdam. Amsterdam’daki ilk aktivitemiz de, biletlerini daha
İstanbul’dayken satın aldığımız, Concert Gebouw’daki klasik müzik konserine gitmek. On yılı aşkın bir
süredir Amsterdam’da yaşayan bir arkadaşımızla gidiyoruz. Müziğin evrensel dili, bizi adeta kendimizden
geçiriyor. Sohbet sırasında, on yıldır burada yaşayan arkadaşımızın buraya ilk kez bizimle birlikte geldiğini
öğreniyoruz hayretle ve Amsterdam’ın en ünlü iki müzesi Van Gogh ile Rijks’i de hiç gezmediğini.
Amsterdamlılar sıcak ve yardımsever. Kafamız oldukça karışmış bir halde, soğuk balıklı sandviç
yiyeceğimiz Albert Cuyp pazarını harita üzerinde bulmaya çalışırken yardım teklif edenlerden; kendisi de
kızarmış patates sattığı halde, Amsterdam’ın en iyi kızarmış patatesini nerede yiyebileceğimizi tarif eden
güler yüzlü kafe sahibine kadar. 1887 yılından bu yana sadece kızarmış patates satan, hatta yeterince iyi
patates bulamadığı günlerde dükkânını açmayacak kadar işine ve müşterilerine değer veren bu
patatesçide yediğimiz patates kızartmasının tadı hala damağımda.
Amsterdam’da yaptığımız en turistik aktivite, sanırım gezi teknesi ile kanalları dolaşmak oluyor.
Teknedeki mekanik sesin, önceden kaydedilmiş ve hiç de ilginç olmayan bir metni dört dilde kim bilir
kaçıncı kez okumasını dinlerken, kanallar boyunca sıralanmış ünlü Amsterdam evlerini yakından inceleme
şansı buluyoruz.
İnce tuğla dokusu, alt katlardan üst katlara doğru küçülen pencereler, üçgen çatı detayları ve üçgenin en
ucunda eşya taşımak için kullanılan, her evin olmazsa olmazı büyük bir kanca. Evlerin merdiven boşlukları
o kadar dar ki, eşyalar üst katlara ancak bu kanca yardımıyla çekilerek pencerelerden içeri sokulabiliyor.
Birçoğu neredeyse dört yüz yaşında olan bu güzel evler, bende oldukça çelişkili duygular uyandırıyor.
Bataklığa dikilen kazıklar üzerinde, sadece birbirlerine dayanarak, zamana meydan okurcasına ayakta
kalmalarının uyandırdığı hayranlık; onları birbirinden farklı kılacak küçük ayrıntılardan mahrum olmaları ya
da ne bileyim, açık pencerelerinden bakan neşeli insanlar göremememiz yüzünden belki, güçlü bir
sıradanlık ve cansızlık hissi ile gölgeleniyor. Dört yüz yıldır yaşayan bu evler, sanki hiç yaşamıyor gibi.
Gözümün önünde bir biblo şehir güzelliğinde sıralanıyorlar ama nefes alıp verişlerini duyamıyorum.
Amsterdam’ın çevresi bana şehir merkezinden daha ilginç geliyor. Şehre yirmi otuz kilometre mesafedeki
Edam kasabası, ünlü Edam peynirlerine adını veren yer. Kasabada, Edam peynirlerinin nasıl yapıldığını
anlatan küçük şirin bir müzecik var. “Taze” peynirin, satışa sunulmadan önce en az dört hafta
bekletilmesi gerektiğini öğrendiğimde şaşırıyorum.
Vorandem ise, Edam’a yaklaşık üç kilometre mesafede sevimli bir sahil kasabası. Kasabanın büyük
bölümü deniz seviyesinin altında. Çevresindeki setler ve gelgit hareketlerine göre hassas bir şekilde açılıp
kapanan kapaklar sayesinde kasaba sular altında kalmaktan kurtuluyor. İnsanın doğayla anlaşma
yapabileceğinin güzel bir örneği.
Zaanse Schans ise bir yel değirmenleri şehri. 1700’lerin sonlarında, burada bin civarında değirmen
varmış. Genelde, tahıl öğütme, kerestecilik ve boya imalatı gibi amaçlarla kullanılan değirmenlerden
geriye sadece yirmi tane kalmış; koruma altına alınmış. Müze haline getirilmiş olan boya hazırlama
değirmenine girerken, Türkiye’den geldiğimizi söylediğimizde, elimize Türkçe bir tanıtım broşürü
tutuşturuyorlar, Avrupa’da pek de alışık olmadığımız bir şey.
Şehrin girişindeki Zaanse Schans Müzesi’nin içinde çok ilginç bir bisküvi ve çikolata imalathanesi de
bulunuyor. Bölgenin en ünlü çikolata ve bisküvi markası olan Verkade’nin 1900’lerin başında kullanılan
makinelerle, çikolata ve bisküvi üretiminin inceliklerini öğreniyorsunuz. Örneğin ben, anavatanı Afrika
olan kakao çekirdeklerinin yaklaşık dört yüz çeşit farklı aroması olduğunu öğrendiğimde oldukça şaşırdım.
Akşamüzeri, Amsterdam’ı arkamızda bırakarak, değil bir sınır kapısı, yol kenarında ayırt edici tek bir
işaret bile göremeden Belçika’ya geçiveriyoruz. Belki de en önemli işaret değişen bitki örtüsü. Göz
alabildiğine uzanan çayırlar, yerini yer yer sıklaşan seyrek ormanlara bırakıyor. Birkaç saat içinde
Leuven’e geliyoruz. Ertesi sabah da, yaklaşık iki yüz elli kilometrelik yolu göze alarak Lüksemburg’u
görmeye gidiyoruz. Avrupa’nın tam göbeğinde kurulmuş bu yapay ülkecik, çok derin ve görkemli bir
vadinin iki yanında, doğanın yarattığı bu harika manzarayla karşılaştırıldığında oldukça sıradan ve
sevimsiz bir yapı dokusu oluşturarak uzanıyor.
Lüksemburg, tarihinin başladığı dönemden bu yana, Avrupa’daki en önemli savunma merkezi olarak
biliniyor.
İnsanlar burada, doğal vadinin sağladığı avantajı da kullanarak, girilmesi ve hatta bombalanması
neredeyse imkânsız yeraltı geçitleri yaratmışlar. Bu geçitler, bugün müze olarak gezilebiliyor ve
UNESCO’nun Dünyanın Mirasları listesinde yer alıyor.
Lüksemburg’da, ödüllü, güzel bir Fransız restoranına giriyoruz. Mönü sadece Fransızca ve Fransızca
bilmiyorsanız, bu sizin sorununuz. Sipariş almak için yanımıza gelen garson, “Bir tek bu mönü var, sipariş
vermeyecekseniz zamanımı boşuna harcamayın” diyor. Biz de ne olduğunu bilmediğimiz yemekleri sipariş
edip yiyoruz. İyi ki de yiyoruz çünkü saat beşten sonra akşam yemeği saatine kadar kahve içecek bir yer
bulmak bile neredeyse imkânsız.
Şehrin güzel meydanlarından birinde, rock konserinin hazırlıkları var. Ellerinde seyyar satıcılardan aldıkları
bira ve yiyeceklerle insanlar konserin başlamasını bekliyorlar. Bu sahne bana hiç de doğal gelmiyor, sanki
bir film çekimi için yapay olarak hazırlanmış gibi.
Bu kısa gezide, Lüksemburg insanının kültürü ile ilgili bilgi edinebileceğimiz neredeyse hiçbir ipucu
yakalayamıyoruz. Bu yapay ülkenin insanları da mekanik sanki. Zengin ve ruhsuz. Avrupa’nın kirli
çamaşırlarını biriktirdiği arka bahçe olmanın yan etkisi olabilir mi, hiç güneş görememek?
Bir sonraki günün rotasında, Belçika’nın minyatür şehirleri Gent ve Brugge var. Gent, şirin kanalların
çevresinde sıralanmış, küçücük evleri olan neşeli bir şehir. Yabancı turistlerin tur programlarında pek yer
almıyor. Belki de bu yüzden gördüğümüz birçok şehre göre çok daha sıcak ve sevimli. Mimari,
Amsterdam’daki evlere çok benziyor. Yine de bu evlerin her birinin kendine özgülüğü, içerdikleri küçük
detaylarda gizli sanki. Birinin pencerelerinden önündeki rengârenk çiçek saksıları, diğerinin kırmızı
kepenkleri ya da çatı detayındaki heykelcikleri, bir diğerinin açık penceresinden gelen müzik sesi, oymalı
balkon parmaklıkları.
Gent Güzel Sanatlar Müzesi’nde ünlü Belçikalı ressam Gustave Van De Woestyne’ın sergisi var. Bu müzede
yer alan eserlerin zenginliği ve sanatçıların çeşitliliği, pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Belçika’da da
sanatın sosyal yaşam içinde derin bir yeri olduğu hakkındaki görüşümüzü destekliyor.
Belçika’nın en ünlü şehirlerinden biri olan Brugge, Gent’i gördükten sonra, nedense gözümüze biraz daha
silik ve sıradan görünüyor. Güzel meydanlar, kanal boylarında minik ve sevimli kuzey evleri, şirin
kafelerde beğeninize sunulan çeşit çeşit Belçika birası. Sohbet ettiğimiz Belçikalıların hiçbiri biranın asıl
anavatanının Anadolu olduğunu bilmiyor, şarabın da. Brugge sokaklarında yürürken, güneş alçalıyor.
Kanallardaki suyun dinginliği ve sessizliği, akşamın eşsiz renklerine karışıyor. Turistler, yavaş yavaş
şehirden ayrılıyor. Şehir, kanını emen bir turist ordusunun istilasını, o gün bir kez daha savuşturduktan
sonra, gerçek benliğine tekrar kavuşuyor.
Benelüks’teki son günümüzün son durakları Brüksel ve Antwerp. Bu kez, çevreyolu yerine, birbirine bağlı
köylerle süslü tali yolları kullanmayı tercih ediyoruz.
Brüksel’i sevmiyorum. Belki, bilgi ve görgünüzü artıran, ilgi alanlarınıza hitap eden onlarca müzesi var (ne
yazık ki pazartesi günü olduğu için hepsi kapalıydı), belki Avrupa’nın başkenti olmasının getirdiği bir
saygınlığı ve ağırlığı da var. Ama ünlü “Grote Markt”a çevre sokaklardan akın akın gelen turist
kalabalığını, yerli halkın tüm bu turistlere biraz da tepeden bakar hallerini, garsonların sanki hizmet değil
de lütuf ediyormuşçasına yaklaşımlarını sevmiyorum. Lezzeti kadar yaratıcı ve etkileyici sunumlu
çikolataları hariç!
Antwerp, Belçika’nın Brüksel’den sonra ikinci büyük kenti, en önemli limanı ve neyse ki Brüksel’e göre
çok daha sevimli; tabii görünürdeki bu sevimli havayı biraz aralarsanız burnunuza kirli bir elmas
ticaretinin ağır kokusu geliyor. Şehrin zenginliği ve gücü de bu ticarete dayanıyor.
Şehrin tarih dolu sokaklarında yaptığımız yürüyüşü, kanal kenarında, kaleden bozma küçük restoranda
yediğimiz akşam yemeği ile noktalıyoruz. Garsonun önerisi doğrultusunda gayet hevesle ısmarladığımız dil
balığı tam bir hayal kırıklığı olsa da yine de keyfimizi kaçırmaya yetmiyor.
Benelüks’teki son akşam yemeğimizde, Belçikalı arkadaşımız bırakın bu üç ülkenin birleşmesini,
Belçika’nın içinde bile ülkenin ikiye ayrılmasını isteyenler olduğunu söylüyor. Kuzeyde yaşayan, zengin ve
çalışkan Flamanlar, güneyin tembel Fransızlarını daha fazla beslemek istemiyorlarmış. Eşitsizlik üzerine
kurulu ve herkesin önce kendi çıkarını düşündüğü bir dünya düzeninde, bu ne ilk ne de son ayrışma
söylemi. Benim bu uzun ve yoğun Benelüks gezisinden damağımda kalan tortu ise, aynı tarihin ve
kültürün çocuklarının, sınırları ayrılsa da, dilleri değişse de, aynı tarihin ve kültürün çocukları olmaya
devam edecekleri oldu. Şartlar ne olursa olsun.
---------------------------------------------------http://gezipgordum.com sitesinde tüm şehirlerle ilgili çok ayrıntılı bilgi alınabilir.
http://www.tatilprint.com/ sitesinde tüm şehirlerle ilgili pdf’lere ulaşılabilir.

Benzer belgeler