Ortadoğu`da Barış: Oyuncular, Sorunlar ve Çözüm Arayışları
Transkript
Ortadoğu`da Barış: Oyuncular, Sorunlar ve Çözüm Arayışları
ORTADOĞU’DA BARIŞ AKTÖRLER, SORUNLAR VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI SEMPOZYUMU 19 - 20 Aralık 2014 ortadogudabaris.hku.edu.tr GAZİANTEP Hasan Kalyoncu Üniversitesi Yayınları ; 4 KALMEC (Kalyoncu Ortadoğu Araştırma Merkezi) Yayınları; 1 Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu, 19-20 Aralık 2014, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Gaziantep-TÜRKİYE, Bildiriler Kitabı Ağustos 2015 ISBN : 978-605-86507-3-2 © Hasan Kalyoncu Üniversitesi, 2015 Sertifika № 23117 Yazışma Adresi Havalimanı Yolu Üzeri 27410 Şahinbey/GAZİANTEP Telefon : +90 (342) 211 80 80 Faks : +90 (342) 211 80 81 www.hku.edu.tr e-posta: [email protected] Editörler Prof. Dr. Edibe SÖZEN Yrd. Doç. Dr. Bilal ÇIPLAK Düzenleme Kurulu Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ Arş. Gör. Büşra ÖZTEKİN Arş. Gör. Ömer Ertuğrul MERAL Seba KÖSEMATOĞLU Hasan Kalyoncu Üniversitesi Yayına Hazırlayan Hasan Kalyoncu Üniversitesi Basın, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Müdürlüğü 2 Kapak Tasarım ve Grafik Uygulama Uğur Servet KARALAR Baskı Sertaç Basım - Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi Mütercim Asım Kütüphanesi tarafından kataloglanmıştır. Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu, 19-20 Aralık 2014, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Gaziantep = Peace In The Middle East: Actors, Problems and Quest For Peace Symposium, 2014 December, 19th - 20th, Hasan Kalyoncu University, Gaziantep Editörler Edibe Sözen, Bilal Çıplak Gaziantep: Hasan Kalyoncu Üniversitesi, 2015. 116 sayfa: resim, tablo, grafik; 21,5x28 cm Hasan Kalyoncu Üniversitesi Yayınları; 4. KALMEC (Kalyoncu Ortadoğu Araştırma Merkezi) Yayınları; 1 ISBN : 978-605-86507-3-2 1. Ortadoğu - Barış. Middle East - Peace 2. Ortadoğu - Siyaset ve Yönetim. Middle East - Politics and Government 3. Ortadoğu - Ekonomik Koşullar. Middle East - Economic Conditions 4. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Türkiye. Middle East - Foreign Relations - Turkey 5. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Avrupa. Middle East - Foreign Relations - Europe 6. Arap Baharı - Arab Spring DS 63.1 .O78 2015 (LC Nu.) Önsöz Atlas Okyanusundan başlayan, Akdeniz kıyısı boyunca devam ederek Hint Okyanusuna kadar uzanan Ortadoğu bölgesi asırlar boyunca pek çok medeniyete evsahipliği yapmıştır. Avrupa, Asya ve Afrika’yı birbirine bağlayan bir kavşak olmasının avantajıyla gerek zengin bir ticaretin, gerekse kültürün beşiği haline gelmiştir. Ancak günümüzde yaşanan mezhepsel ve etnik çatışmalar Ortadoğu’yu sahip olduğu bu zengin kimliğinden uzaklaştırarak savaş, yoksulluk, açlık ve sefalete sürüklemiştir. Çatışmaları azaltmak ve sorunlara etkin çözüm önerileri geliştirebilmek için devletlerle, kurumlarla, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları ile birlikte uluslararası işbirliklerine ihtiyaç olduğu açıktır. Öte yandan, gerek çatışmaların temel nedenleri ve beslediği uluslararası ekosistem hakkındaki şüpheler, gerekse uluslararası örgütlerin bölgedeki barışı tesis etme yolundaki başarısız girişimleri, çok önemli bazı sorulara acilen cevap verilmesini zorunlu kılmaktadır. Hem ekonomik hem de sosyolojik olarak dağılmış bir Suriye’nin yeniden yapılanması için hangi adımlar atılmalıdır? Bölge ülkeleri kalıcı çözüm üretmek için neler yapmaktadır? AB ülkelerinin oluşturduğu bir ittifak olan NATO’nun bölgede kurulacak kalıcı barış için izlediği yol haritası nasıldır? Prof. Dr. Tamer YILMAZ Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü kalmec.hku.edu.tr Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi olarak gerçekleştirdiğimiz Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu’nun bu sorulara cevap bularak, bölgedeki olası huzur ve kalıcı barışa katkı sunmasını dileriz. 5 Hasan Kalyoncu Üniversitesi İÇİNDEKİLER 6 Önsöz 5 Sempozyumun Amacı 7 Sempozyum Sergisinden 9 Sempozyum Programı 11 Açılış Konuşmaları 12 I.Oturum Bugün Ortadoğu’da neler oluyor? 17 Suriye Kamp Ziyareti, Nizip/Gaziantep 21 II.Oturum 22 III.Oturum Tarihsel süreçte Ortadoğu krizinin siyasi ve sosyal nedenleri 33 IV.Oturum Ortadoğu Krizinin Çözümüne Yönelik Yöntem Arayışı ve Öneriler 43 Araştırma 54 Sempozyum Sonuç Bildirgesi 58 kalmec.hku.edu.tr SEMPOZYUMUN AMACI 7 G Hasan Kalyoncu Üniversitesi eçtiğimiz on yıl içinde, 11 Eylül saldırıları, Ortadoğu’daki çatışmalar, halen devam etmekte olan Suriye iç savaşı, din kaynaklı terörizmin yeniden patlak vermesi, mezhep ve etnik ayrımcılığın alevlenmesi gibi gerek bölgesel gerekse küresel sonuçları olan pek çok gelişmeye tanıklık etmiştir. Yerel, bölgesel ve küresel halkları çok farklı seviyelerde pek çok şekilde etkilemeye devam eden bu gelişmeler aralarında halen devam etmekte olan Suriye iç savaşı, Mısır’daki askeri darbenin de bulunduğu çatışmalara sebebiyet vermiştir. Sonuç ise ölümler, kitlesel göç, tarihi kentlerin harap edilmesi, radikalleşme, terörizm, mezhep ve etnik ayrımcılık gibi sorunlar olmuştur. Bu çerçevede, söz konusu gelişmeler ciddi siyasi, ekonomik ve insani krizleri doğurmuş; daha da kötüsü, yukarıda bahsedilen problemler olayların meydana geldiği ülkelerle sınırlı kalmayıp, bölge ülkelerini de içine çekmiştir. Bu, Ortadoğu’daki gelişmelerin bölgenin çok ötesinde etkilerinin olduğuna işaret etmektedir. Bu noktadan hareketle; devletlerle, kurumlarla, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları ile birlikte, çatışmaları azaltmak ve sorunlara etkin çözüm önerileri geliştirebilmek üzere bir uzlaşı noktası yakalanmasına yönelik uluslararası işbirliklerine ihtiyaç olduğu çok açıktır. 8 Aynı coğrafyayı, kültürü, tarihi ve en önemlisi ortak tehlikeleri paylaşan bir ülke konumundaki Türkiye, Ortadoğu’da meydana gelen çatışmalar öncesinde bölgedeki ülkelerle son derece değerli ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmiştir. Bu yüzden Ortadoğu ülkelerinde yaşanan değişim dalgası ve iç çatışmalar Türkiye’nin gerek güvenliğini, gerekse ekonomik ilişkilerini tehlikeye atmaktadır. Sonuç olarak, Türkiye Ortadoğu’daki menfaatlerini korumak üzere çözüm sürecine aracılık etmek zorunda kalmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından açıklanan verilere göre, Türkiye sınırlarına giren Suriyeli mülteci sayısı 1,6 milyonu aşmıştır. Sınırı kanuni olmayan yollardan geçerek Türkiye’ye giren Suriyelilerin de buna ilave edildiğini düşünürsek, mevcut şartlarda Türkiye’deki mülteci sayısının 2 milyonu geçtiği rahatlıkla söylenebilir. Bu bağlamda Türkiye, artan suç oranları ve bunun maliyetleri ile güney komşularında devam eden çatışmalar nedeniyle oluşan etnik ve mezhep kaynaklı gerginlikler gibi pek çok sorunla karşı karşıyadır. Bu yüzden, yaşanan çatışmaların çözümlenmesi, söz konusu ülke halkları için olduğu kadar, Türkiye’nin ulusal güvenliği ve ekonomik menfaatleri için de gereklidir. Sempozyum, İpek Yolu üzerinde kurulmuş olan Güneydoğu’daki önemli tarihi kentlerden biri olan Gaziantep’te gerçekleşmiştir. Ekonomik anlamda gösterdiği gelişim ve sahip olduğu stratejik önem Gaziantep’i aralarında Irak ve Suriye’nin de olduğu yerel ve uluslararası oyuncular için bölgenin cazibe merkezi haline getirmiştir. Gaziantep, Suriye’deki kriz için çalışmalar yürüten Mercy Corps ve Norveç İnsani Yardım Vakfı (Norwegian People’s Aid) gibi uluslararası kuruluşların operasyonları için merkezi bir konuma taşımıştır. BM, Suriye’deki çalışmalarını yönetmek üzere Gaziantep’te bir ofis açmıştır. Gaziantep, Ortadoğu’daki krizle ilgili olarak uluslararası akademik sempozyumlar, konferanslar ve paneller için önemli bir merkez olma yolunda hızla ilerlemektedir. Bunun yanısıra, Gaziantep’teki 400 bin Suriyeli mülteci gerek toplumsal analiz, gerekse insani yardım için önemli bir örneklem oluşturmaktadır. Saldırıya uğramış Suriye’nin nefsi müdafaa için yaptığı hamleye dünyanın karşı çıktığını gösteren bir resim. Özgürlük isteyen Suriye halkının durumunu duvar arkasında izleyen dünya ve Arap ülkeleri. Genç Suriyeli bayanın yaşlı Filistinli bir kadına “Arap ülkeleri nerede ne zaman imdadımıza yetişecekler? sorusuna Filistinli kadının verdiği cevap: Gel otur ben onları 64 yıldır bekliyorum daha gelmediler. Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi olarak bu sempozyum ile, aralarında akademisyenler, politikacılar, uluslararası seviyede tanınmış aktivist ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin yer aldığı değerli bir grup insanı biraraya getirerek, yukarıda sözü edilen sorunların kökenlerini tartışmayı ve politika yapıcıları, sivil toplum örgütleri ve uluslararası organizasyonlar için çözüm önerileri geliştirmeyi amaçlıyoruz. Yaşanmakta olan siyasi karmaşanın en çok bu ülke halklarını etkilediği bilinmekle birlikte, gelişmelerin ister istemez bölgesel ve küresel etkilerinin olduğu bilinen bir gerçektir. Bu yüzden, hepimizin ortak amacı bir araya gelmek ve söz konusu çatışmalar için çözüm önerileri geliştirmektir. Siz değerli katılımcıları “Ortadoğu’da Barış: Oyuncular, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu”na değerli katkılarınızı sunarak destek vermeye davet ediyoruz. Sempozyum, aralarında Ortadoğu uzmanlarının, sivil toplum temsilcilerinin, uluslararası düzeyde tanınmış akademisyenlerin yer aldığı çok değerli konukları ağırlama görevini üstlenmiştir. Resimde; Arapça Suriye yazısının devamında çıkan papatyanın bir savaş uçağını düşürebileceğini görmekteyiz. Buradaki mana, barışın ve sevginin savaşa galip geleceğidir. kalmec.hku.edu.tr Sempozyum Sergisi’nden Ressamın kuş bakışıyla dünyayı özeti 9 I.GÜN - 19 Aralık 2014 09:00 Karşılama İstiklal Marşı ve Bir Barış Mesajı Piyano Dinletisi Tambi Asad Cimuk 09:30 09:50 Açılış Konuşmaları Prof. Dr. Tamer YILMAZ Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü Cemal KALYONCU Hasan Kalyoncu Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Anders Fogh RASMUSSEN NATO Eski Genel Sekreteri (2009-2014) Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ T.C. Başbakan Yardımcısı Fatma ŞAHİN Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı 10:30 - 12:15 I.Oturum Soru Cevap Bölümü / Q & A Suriye Kamp Ziyareti Nizip / Gaziantep 13:30 15:30 16:00 - 17:30 II.Oturum Soru Cevap Bölümü / Q & A II.GÜN - 20 Aralık 2014 09:30 - 11:00 III.Oturum Hasan Kalyoncu Üniversitesi Soru Cevap Bölümü 10 Kahve Molası 11:00 11:15 Kahve Molası 11:00 11:15 11:15 - 13:15 IV.Oturum Soru Cevap Bölümü kalmec.hku.edu.tr SEMPOZYUM PROGRAMI 11 Sempozyum Programı [1. GÜN] Karşılama İstiklal Marşı ve “Bir Barış Mesajı” Piyano Dinletisi Tambi Asad Cimuk Açılış Konuşmaları Prof. Dr. Tamer YILMAZ Hasan Kalyoncu Üniversitesi Hasan Kalyoncu Üniversitesi Rektörü 12 Atlas Okyanusu’ndan başlayan, Akdeniz kıyısı boyunca devam ederek Hint Okyanusu’na kadar uzanan Ortadoğu bölgesi asırlar boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Avrupa, Asya ve Afrika’yı birbirine bağlayan bir kavşak olmasının avantajıyla gerek zengin ticaretin gerekse kültürün beşiği haline gelmiştir. Maalesef geçmişte olduğu gibi, günümüzde de Ortadoğu savaşların eksik olmadığı, huzur ve refahın bir arada bulunmadığı bir bölge olarak tarihe geçmiştir. Ortadoğu’da son on yılda, birbirinden ayrı düşünülmeyecek problemler ve buna bağlı gelişmeler, bölgenin ve dünyanın barış ve istikrarını ciddi bir şekilde tehdit etmektir. 11 Eylül saldırıları, 2010 yılında başlayan Arap Baharı ve hala devam etmekte olan Suriye iç savaşı, Ortadoğu’nun siyasal, sosyal ve ekonomik dinamiklerinin irdelenmesini gerektirmektedir. Bu coğrafyanın önemli bir parçası olan Türkiye, Ortadoğu ile çok köklü tarihi bağlara sahiptir. Türkiye’nin Ortadoğu’da kriz ve istikrarsızlık ortamının, barış ve kardeşlik ortamı için yaptığı girişimler bütün dünya ülkeleri için dikkatle ve ilgiyle izlenmektedir. Ülkemiz, özellikle Suriye’deki çatışmaların çözüme kavuşması için, elinden geleni fazlasıyla yapmıştır. Bütün devlet yetkilileri Suriye konusuna hassasiyetle eğilmiş ve uluslararası kamuoyunun dikkatini yaşanan olaylara çekmesine vesile olmuştur. Günümüzde yaşanan mezhepsel ve etnik çatışmalar, Ortadoğu’yu sahip olduğu bu zengin kimliğinden uzaklaştırarak savaş, yoksulluk, açlık ve sefalete sürüklemiştir. Çatışmaları azaltmak ve sorunlara etkin çözüm önerileri geliştirebilmek için; devletlerle, kurumlarla, üniversitelerle ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte uluslararası işbirliklerine ihtiyaç olduğu açıktır. Uluslararası örgütlerin bölgedeki barışı tesis etme yolundaki başarısız girişimleri, çok önemli bazı sorunlara acilen cevap verilmesini zorunlu kılmaktadır. Hem ekonomik hem de sosyolojik olarak dağılmış bir Suriye’nin yeniden yapılandırılması için hangi adımlar atılmalıdır? Bölge ülkeleri kalıcı çözüm üretmek için neler yapmaktadır? Çoğunlukla Batı ülkelerinin oluşturduğu bir ittifak olan NATO’nun bölgede kurulacak kalıcı barış için izlediği yol haritası nasıldır? Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi olarak gerçekleştirdiğimiz Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu’nun bu sorulara cevap bularak, bölgedeki olası huzur ve kalıcı barışa katkı sunmasını dileriz. Anders Fogh RASMUSSEN NATO Eski Genel Sekreteri (2009-2014) Suriye’de yaşanan olaylar bir insanlık dramıdır. Bugün Nizip’teki Suriye çadırlarına gidip ziyarette bulunacağız. Suriye vatandaşların iki opsiyonu vardı: Ya gidip çadırlarda yaşayacaklardı, ya da Suriye’de savaşın ortasında hayatlarına devam edeceklerdi. Onların nezdinde Türkiye demek güvenlik demekti. Ayrıca isyanlarla, iç savaşlarla ve terörizmle mücadele eden bu bölgede Türkiye, hakikaten bir istikrar, ilericilik, refah ve umut feneri gibi parlamaktadır. terör, işkence ve cinayetle hareket etmektedir. Yüz binlerce insan bu çatışmalardan kaçmış bulunmaktadır. Bugün, Türkiye bir buçuk milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Daha birçok Suriye vatandaşı da başka ülkelere sığınmış bulunmaktadır. Sonuç olarak yükselmekte olan bir şiddet dalgasına şahitlik edilmektedir. Bu şiddet dalgası sınırların ötesine taşmaktadır. Bütün uluslararası camianın çabaları, bu oluşumları tersine çevirmek yönünde yoğunlaşmaktadır. Türkiye’nin son zamanlardaki gelişimi hakikaten dikkate değer. Türkiye ekonomisi son on yılda yüksek oranda büyümüştür. Türkiye genellikle %4’ün üzerinde büyüme oranlarını sürdürmüş, enflasyondan sıyrılarak finansal istikrara kavuşmuş bir ülke konumunu yakalamıştır. Türkiye ayrıca bir açık piyasa ekonomisidir. Türkiye’de küreselleşmiş bir iş modeli uygulanmakta ve böylece uluslararası yatırımcılar ve finansmanlar Türkiye’ye çekilmektedir. Giderek büyüyen ve artan refah Türk insanını da mutlu etmektedir. Tabiiki bu sorunu çözmek için önce konuyu iyi anlamamız gerekir. Bugün anlamaya çalışacağımız şey; bu çatışmalar neden başladı ve bu çatışmaları bitirmek için neler yapmalıyız? Bu ülkelerde “toplumları nasıl inşaa etmeli ve gelecekte, bu tür çatışmalara sürüklenmelerini engellemeyi nasıl garantiye alırız?” diye bakmalıyız. Tabii ilk önce, bu çatışmalar nereden çıktı diye bakacağız. Menşei nedir? Kaynağı nedir? Ne yazık ki, Türkiye’nin başarısı ve istikrarı şu anda bir tehdit altındadır. Bölgedeki kaos ve çatışma ortamı, Türkiye’nin başarılarını tehdit etmektedir. Suriye bir iç savaşa sürüklenmiştir. Esad gücünü ne pahasına olursa olsun elde tutmaya çalışmakta, Irak zayıf bir hükümetle mücadelesini sürdürmekte ve mezhep çatışmalarına sahne olmaktadır. Bu ülkelerin her ikisinde de, IŞİD adı altında, kendine İslam devleti diyen bir grup ortaya çıkmıştır. Gerçekte bu grup ne İslami’dir, ne de bir devlettir. İŞİD sadece En basit ifadeyle, Arap Baharı, Arap gençliği tarafından başlatılan bir harekettir. Son kırk yıl içerisinde Arap ülkelerinde nüfus iki katına çıkmıştır. İki katın da ötesine geçmişti. Bu çok sarsıcı bir artıştır. Birçok ülke, siyasi ve ekonomik olarak bu nüfus değişimine ayak uyduramadı. Yeni istihdam alanlarının oluşturulması, bir türlü nüfus büyüme hızına yetişemedi. Bu yüzden işsizlik yüksek düzeylere ulaştı ve insanların yaşam standartları da düştü. Bazı ülkelerde nüfusun yarısından fazlası otuz yaşın altındadır ve aynı rejimin içinde doğmuş, büyümüş ve hala yaşamaktadır. kalmec.hku.edu.tr 2009-2014 yılları arası NATO 12. Genel Sekreteri olan Danimarkalı bir politikacı. Rasmussen daha önce 27 Kasım 2001’den 5 Nisan 2009’a kadar Danimarka Başbakanı olarak görev yapmıştır. Görev süresi Kuzey Atlantik Konseyi tarafından 30 Eylül 2014 tarihine kadar uzatılmıştır. Vergi ve devlet yapısı hakkında yayınlanmış kitapları bulunmaktadır. 13 Sempozyum Programı Arap ülkelerindeki gençler tabiiki, özgür ülkelerdeki yaşam standartlarının daha iyi olduğunu görebiliyorlardı. Bu yüzden onlar da kendileri için değişim istiyorlar. Bu meşru bir taleptir. Tabii bu ülkelerdeki demografik yapı, bir saatli bomba görevini gördü ve nihayetinde de patladı. Bir devlet memurunun kendisine ettiği (nahoş) muameleden sonra, Tunus’taki bir manav kendisini yaktı. Bundan sonra, büyük bir protesto dalgası yükseldi. Önce, daha iyi ekonomik fırsatlara sahip bir devlet istediklerini haykırdılar. Suriye’de göstericiler de kendi isteklerini dile getirdi. İşsizliğe, yolsuzluğa, onlarca yıl sürmüş diktatörlüğe ve devletin Ortadoğu’da sürdürdüğü zulme karşı bu kitle hareketleri, Laikleri, İslamcıları ve Solcuları bir araya getirdi. Liberal ekonomiden olan kesimler de bu gruplara katıldı. Tabii her bir grubun geleceğe dönük farklı vizyonları vardı, ama başlangıç amaçları aynıydı (ortak menfaatleri). Bu kadar zaman başta olan, yolsuzluk yapan bu rejimleri devirmek. Hasan Kalyoncu Üniversitesi Fakat rejim bunlara karşı bir saldırıda bulundu. Esad askerleriyle, tanklarıyla ve füzeleriyle karşılık verdi. Özgürlük savaşı olarak başlayan protestolar, beka ve sağ kalma mücadelesine dönüştü. Tabiiki bu, aşırı ideolojilere sahip insanlar için de fırsatlar yarattı. IŞİD; Irak’ta ortaya çıkmasına rağmen, Suriye’deki kaostan yararlanarak gelişimini sürdürdü. Bugün IŞİD çok geniş alanlarda hüküm sürmektedir. İŞİD’in finansal kaynaklarını; kontrol altında tuttuğu petrol yatakları ve bireysel katkı ve bağışlar oluşturmaktadır. İŞİD tüm Ortadoğu’da barbarca bir diktatörlük kurmak amacındadır. Bu ise hem dünyanın her tarafındaki kültürler, hem de daha iyi bir yönetim ve yaşam tarzı isteyen tüm insanlar (bölge halkı) için bir tehdit oluşturmaktadır. Zaten Arap Baharını yaratan bu (haklı) taleplerdir. Şimdi artık ortada bahardan çok farklı bir durum gözüküyor. 14 (Asıl mesele şudur) Biz bütün bu zorlukları nasıl ele alacağız? Bunun üzerinde nasıl hareket edeceğiz? Kanımca, atılacak birtakım adımlar var ve onları hemen atmak lazım. Bir kere IŞİD mutlaka durdurulmalıdır! IŞİD en büyük tehlikedir ve aciliyetle üzerine gidilmelidir. IŞİD’in askeri yeteneklerinin baltalanması için hava saldırıları devam etmelidir. ABD’nin liderliğinde, NATO bünyesinde ve diğer devletlerin katkısıyla bu mücadele sürdürülebilir. Ayrıca, karada da IŞİD kuvvetlerine karşı savaşan insanlara destek vermeliyiz. (Aslında onlar) Kendi yaşadıkları yerleri büyük bir cesaretle savunurken, (dolaylı olarak) bizim yaşadığımız yerleri de savunuyorlar. Bu yüzden, onlara yardım edersek, (aslında) kendi kendimize yardım etmiş sayılırız. Ayrıca IŞİD’in ikbal hatlarını engellememiz, onların ulaşım yollarını kesmemiz lazım. Kendi ülkelerimizden IŞİD’e yapılan yardımları engellememiz gerekmektedir. Tabiiki IŞİD’in nasıl operasyon yaptığını, nasıl terörü başka yerlere ihraç ettiğini ve bu insanları nasıl başkalarına (ve bizlere) saldırtmak üzere ortaya attığını gözönünde tuttuğumuzda, bunları yavaşlatmak ve durdurmak gerektiği sonucu ortaya çıkar. [1. GÜN] Suriye’deki mevcut ortam da değişmeli ve çatışmalar son bulmalıdır. Bunun kolay bir yolunun olmadığını biliyorum. Çünkü rejim her ne kadar inatçıysa, muhalefet de o kadar parçalanmış durumdadır. Ayrıca, Esad rejiminin ortadan kaldırılması halinde, bu (Suriye muhalefetini oluşturan) fraksiyonların birbiriyle savaşmaya başlayacağı da bir ihtimaldir. (İleride bu çatışmaların engellenebilmesi için) Suriye’de Bosna modeli uygulanabilir. Yumuşak bir bölünme; gücü ve iktidar erkini yasalar çerçevesinde halkla paylaşabilir. Tabiiki bu mükemmel bir çözüm değildir. Bosna uluslararası toplumu (reformları yapma gücünden yoksun olması nedeniyle) şoka sürüklemiştir. Suriye’deki etnik, dinsel ve politik ayrımlar, Balkanlarda olduğundan daha derindir. Ama bu çatışmaların ortaya çıkmasından neredeyse yirmi yıl sonra Sırplar, Müslümanlar ve Hırvatlar Bosna’da yeniden savaşmaya başlamadılar. Bosna’da zaman kaybedilse de en azından hayatlar kaybedilmedi. Şimdi uluslararası camia Suriye’de de Bosna’daki gibi bir çözüm bulmak zorundadır. İktidarı yönetimi terk etmeye razı ederek, gücün etnik ve mezhepsel hatlar çerçevesinde paylaşılmasını sağlamak gerekmektedir. Peki Esad’ı böyle bir çözüme razı etmek nasıl mümkün olabilir? Bunun yolu ise muhalefetin ılımlı kesimlerine destek vermekten geçer. Orduya ve diğer ılımlı kesimlere... Tabiiki iç savaş bir gecede bitmez. Ama en azından bu yolla, ılımlı muhalefetin yeni bir takım kazanımlar elde etmesini ve Esad hükümetinin masaya oturmasını sağlayabiliriz. Politika konuşma sanatıdır. Dövüşme yerine, konuşmayı seçme sanatıdır. Bizler Suriye için elimizden gelen herşeyi yapmalıyız ki bir arabuluculuk yapabilelim ve bir siyasi çözüm bulabilelim. Bunun için Ortadoğu’da hem güvenlik sağlanması hem de bütünsel reform ve büyümenin sağlanması gerekir. Çok daha büyük fırsatlar yaratılması gerekir. Özgür ve adil ve hakkaniyetli toplumların oluşması lazım ki, bu fırsatları yaratabilsinler. Demokrasi, bireylere onurlu ve eşit muamelede bulunan tek rejimdir. Bu da uzun vadeli istikrara giden tek yoldur. Ayrıca vurgulanacak bir şey daha vardır; Demokrasi sadece oylarla alınmış bir iktidarın uygulanması değildir. Hukukun üstünlüğünün uygulandığı devletlerde, güç; yasama, yürütme ve yargı arasında bölünmüştür. (Demokrasilerde) Bütün vatandaşlara hukuk güvencesinin sağlanması gerekmektedir. İfade özgürlüğü, inanç özgürlüğü ve mülkiyet özgürlüğü (olmalıdır). Yani bir demokraside kim ne istiyorsa, söyleme özgürlüğüne sahip olmalıdır. Bütün insanların bunu kendileri için talep etmeye hakları olduğu gibi, (yerine getirmeleri gereken) bir de görevleri vardır. Ayrıca (insanların demokrasilerde) başkaları içinde aynı özgürlükleri savunmaları gerekir. Bu öğrenilmesi zor bir görevdir. Yani demokrasi aynı görüşte olduğumuz fikirleri kabul etmek değildir. Ters görüşte olduğumuz fikirleri de hoş görmek demektir. Ama bu zor öğrenilse de, demokratik kültürün ön şartlarındandır. İhtiyacımız olan budur. Bütün bölgeyi buna teşvik etmemiz gerekir. Çünkü biz, demokratların yaşamadığı bir yerde, gerçek demokrasiyi dillendirme imkanına sahip olamayız. Özgür toplumlar, Ortadoğu için bir demokratikleşme süreci başlatmak durumundadırlar. Yurttaşlık hakları, demokratik uygulamalar ve sivil toplum geliştirilmeli, güçlendirilmelidir. Demokrasi anlayışı hem bir fırsat, hem de bir uygulama olmalıdır. Türkiye bu konuda çok güçlü bir rol oynamalıdır. Katalizör olarak rol oynayabilir çünkü Türkiye (bölgede) reformlar konusunda şampiyonluk yapan bir ülkedir. Türkiye yeterince büyük bir demokrasidir; açık bir toplumdur ve temel hak ve özgürlükleri, ifade özgürlüğünü, organize olabilme özgürlüğünü, inanç özgürlüğünü ve açık piyasa ekonomisini uygulamaktadır. Türkiye; bütün insanları için giderek artan bir refah sağlamıştır. Bu açıdan bakıldığında, tabiiki daha fazla ilerlemeye ihtiyacımız var. Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin de aynı şekilde ilerletilmesine ihtiyacımız var. Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya arasında konumlanmış olan Türkiye’yi; son derece büyük bir rol oynayan bir aktör olarak görüyorum. Ortadoğu’nun problemlerini çözmekte büyük bir rol oynayabilir. Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ T.C. Başbakan Yardımcısı Lisans ve yüksek lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde tamamladı. ABD’de Cornell Üniversitesi New York State School of Industrial & Labor Relations’nda misafir öğretim üyesi olarak görevde bulundu ve 1992’de İstanbul Üniversitesi’nden doktorasını aldı. 1994 tarihinde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doçent oldu. 2004 yılında ise profesör unvanını aldı. Sanayi Ötesi Dönüşüm ve İnsan Kaynakları Yönetiminde Japonya Modeli adlı kitaplarının yanısıra birçok yayımlanmış bilimsel makalesi mevcuttur. Kurtulmuş, 1998 yılında aktif siyasete başladı. Fazilet Partisi’nde İstanbul İl Başkanlığı ve Genel İdare Kurulu üyeliği, Saadet Partisi’nde Genel Başkan Yardımcılığı ve Genel Başkanlık görevlerinde bulundu. 2010 yılında Halkın Sesi Partisi’ni (HAS Parti) kurdu. 2012’de alınan bütünleşme kararı çerçevesinde, HAS Parti AK Parti ile birleşti. 2012-2014 yılları arasında AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı yapan Kurtulmuş, 29 Ağustos 2014 tarihinde 62. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nde Başbakan Yardımcısı olarak görevlendirilmiştir ve halen bu görevi sürdürmektedir.Kurtulmuş, evli ve üç çocuk babasıdır. Öncelikle Ortadoğu’da barış kurmak istiyorsak, Ortadoğu’da barışı konuşuyorsak, dünya barışını konuşacağız. Dünya barışını konuşuyorsak, şu soruyu sormalıyız: Bu kadar çok savaşın, bu kadar çok kavganın, bu kadar çok iç çekişmenin olduğu, halklar, mezhepler, dinler ve ülkeler arasında bu kadar çok büyük mücadelelerin gerçekleştiği bir dönemde, gerçekten yeni bir pax, yeni bir barış düzeni kurmak mümkün müdür? Bugün karşı karşıya kaldığımız sıkıntıların, yaşadığımız kaos ve krizlerin başlangıcı yeni değildir. Özellikle son bir asır; aşağı yukarı insanlığın fiili olarak savaşlar, kaoslar ve krizler yaşadığı dönem olmaktadır. Esasında I.Dünya Savaşı’ndan önce Batılı bilim adamlarının ve tarihçilerin “Pax Ottomana” olarak tanımladığı Osmanlı’nın hakimiyetinde, öncülüğünde, sadece Osmanlı’nın hakim olduğu topraklarda değil, bütün dünyada etkin bir pax mevcuttu. Yani küresel bir pax mevcuttu. Ancak 17.yy’dan itibaren Osmanlı’nın bir taraftan kendi iç sorunları diğer taraftan Avrupa kıtasındaki kolonyalizmin biriktirdiği büyük sermaye ve zenginlik, onun arkasından 18.yy ve 19.yy’larda gelen büyük sanayileşme dalgasıyla birlikte, I.Dünya Savaşı’na gelmeden önce bu iki değişme bütün dünya sisteminin dengelerini bozdu. Osmanlı kendi iç sorunlarıyla çöküşe geçerken, ona karşı Batı, kapitalizm sistemi üzerinde yeni bir küresel sistemi yönlendirmeye başlamıştır. I.Dünya Savaşı’nın en temel nedenlerinden birisi budur. I.Dünya Savaşı hem eski düzeni yıkmak, hem de yeni kapitalizme bir takım pazarlar kazandırmak için imparatorlukların dağılmasını ve yerine ulusdevletleri kuran sürecin sonucudur. Sürecin ilerlemesiyle, bütün kalmec.hku.edu.tr Bu sempozyumun, Ortadoğu barışına katkı sağlamasını temenni ederek sözlerime başlamak istiyorum. Ortadoğu barışını sağlamaya yönelik değerli fikirlerin ortaya konmasını sağlayacak olması, bütün dünya barışı için önemlidir. Ortadoğu barışından bahsetmek için öncelikle dünya barışından bahsetmeliyiz. Çünkü tarih bize öğretiyor ki; “Dünya barışının sağlandığı yer, dünya barışının kurulduğu yer; Ortadoğu coğrafyasıdır”. Bugün böyle olduğu gibi tarihte de böyledir. Bütün insanlık tarihi boyunca Ortadoğu dünyadaki bütün büyük güçlerin geçiş merkezi olduğu gibi büyük medeniyetlerin de hem yerleşme, hem mücadele etme, hem birbirleriyle kavga etme, hem de dünya barışını sağlamak amacıyla ortaya konan bütün çabaların merkezi olan bölgedir. Ortadoğu’da barış olmadan dünyada barışın olması mümkün değildir. Ayrıca aynı şekilde dünya barışı düzenli bir sistem içerisinde değilse, Ortadoğu’da daha fazla kan akar, daha fazla zulümler ve daha fazla baskılar ortaya çıkar. 15 Sempozyum Programı Hasan Kalyoncu Üniversitesi imparatorlukların dağıldığı gibi, bu imparatorluğun dağılmasından daha da önemli olanı küresel barışın dağılması olmuştur. Ulusdevletler kuruldu, arkasından I.Dünya Savaşı’ndan sonra sadece 20 yıl insanlar barış içinde yaşadı. Savaşlar sustu ama hiçbir zaman savaş dili, çatışma dili ortadan kalkmadı. Bunun sonucu olarak da II.Dünya Savaşı adıyla 45 yıl yeryüzünde gerçekten ciddi bir savaş ve çatışma ortamı devam etti. 1990’dan sonra Soğuk Savaş bitmiş, Rusya çözülmüş ve artık barış düzeni gelecek diye beklerken ne yazık ki 1990-2014 sonuna kadarki dönem içinde, Bosna’daki savaşlar, Afganistan işgali, Irak işgali, Suriye’deki savaşlar, Arap Baharı’yla birlikte ortaya çıkan çatışmalar meydana gelmiştir. Bütün bu çatışmaları topladığımız zaman II. Dünya Savaşı’nda yaşanan ölümler kadar 1990’dan sonra da ölümler yaşandı. Şimdi 2014’ün sonuna geldiğimiz bu dönemde aslında dünyada büyük bir düzensizlik hali hakimdir. Soğuk Savaş döneminde en azından var olan çift kutuplu denge sistemi ortadan kalkmış, tamamıyle gücü elinde bulundurabilenin dünyaya hakim olduğu bir sistem kurulmuştur. Bugün II.Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan sistem; hakimlerin gücü üzerine, hakimlerin gücünü tespit ve teyit etmek için kurulmuş bir sistemdir. 16 Suriye’deki krizi çözemiyoruz. Uzun yıllar devam ediyor ve bir müddet daha devam edecektir. Suriye krizini çözemezsiniz! Ukrayna krizini de bugünkü dengeler içinde çözemezsiniz! Çünkü dünyadaki bugünkü BM yapısı, krizleri çözmek ve savaşları sona erdirmeye müsait bir sistem değildir. Tam tersi, kim güçlüyse, kim BM Güvenlik Konseyi’nde güçlü bir devlete arkasını yaslıyorsa, onun borusunun öttüğü, onun sözünün geçtiği bir dünyadır. Suriye krizini çözemeyenler Ukrayna krizini de çözemiyorlar. Dolayısıyla, biz dünya sisteminin çözüm üretebilecek bir duruma gelmesini nasıl sağlayacağız, nasıl barış sağlayacağız, onu düşünmeliyiz. Bu sorunun üzerine yoğunlaşmanız bu soruna cevap bulmamız önceliğimiz olmalıdır. Türkiye olarak, şu anda var olan ve dünyayı yönetemeyen uluslararası kurum ve kuruluşların ve fonksiyonlarını yitirmiş kurum ve kuruluşların yeniden yapılanması, dünya barışının sağlanması için zaruri ve gereklidir. Hep söylediğimiz gibi, beş tane büyük ülkenin insafına terk edilen bir küresel barış olamaz! Beş ülke yüz doksan beş ülkenin nasıl yönetileceğine tek başına karar veremez! Dünyadaki beş ülkenin istediği şekilde bütün ülkeler aynı şekilde şekillenemez. Bunun için BM ve diğer küresel kuruluşların yeniden yapılanması dünya barışını sağlama perspektifine sahip olanların üzerinde durması gereken önemli hususlardan birisidir. Ayrıca Ortadoğu bölgesinde neden bu kadar çok kavga ve gürültü var? Nedenleri iyi tespit etmeden, bu nedenleri ortadan kaldıracak adımlar atmadan, Ortadoğu’da barışın sağlanması mümkün olmayacaktır. Bir takım büyük güçlerin bu bölge üzerinde temel stratejilerinin bir asırdır hiç değişmediğini biliyoruz. Meşhur ‘BölParçala-Yönet’ stratejisinin bugün de belli oranlarda ama daha aklı karışık şekilde uygulandığını görüyoruz. Türkiye olarak bizim görevimiz, bu bölgede daha fazla bölünmeyi değil, bu bölgede daha fazla bütünleşmeyi, daha fazla birliği daha fazla dirliği [1. GÜN] sağlamaktır. Bu çerçevede bölge ülkelerinin içindeki mezhepsel dini farklılıklarıyla dağılmasını değil, bütün farklılıkları olduğu gibi kabul eden yeni bir anlayışla, yeniden yapılandırılmasını hayal ediyor ve bunun için gayret ediyoruz. Bütün ülkelerin birlik ve dirlik içinde, aynı coğrafyanın paydaşları olduğu bilinci içerisinde, ortak bir kaderi birlikte şekillendirmesi için çalışıyoruz. Bunun için de ortaya çıkan bütün sorunlara karşı maalesef bütün dünya seyirci kalsa da, Türkiye olarak seyirci kalmıyoruz, asla da kalmayacağız. Gaziantep, Suriyeli göçmenleri birinci derecede kabul eden ev sahibi şehirlerimizden birisidir. Bütün dünyanın seyrettiği, Suriye sorununa nasıl çözüm bulunacağını bilmediği, ama bırakın onu, Suriye göçmenlerine nasıl çözüm bulunacağını bilmediği bir dönemde Türkiye bütün sınırlarını, kapılarını ve gönüllerini Suriyeli bütün mültecilere açmıştır. Suriyeli Araplara, Türkmenlere, Kürtlere, Yezidilere hiçbir ayrım gözetmeksizin kapılarını açmıştır. Bundan sonra da kapımızı ve gönlümüzü açmaya devam edeceğiz. Suriye’den yaklaşık 1.7 Milyon göçmen Türkiye’ye gelmiştir. Sadece 18-19-20 Eylül tarihlerinde 3 gün içerisinde Kobani’den gelen Kürtlerin sayısı 200 bin kişidir ve Türkiye’ye sığınmıştır. 3 günde gelen göçmen sayısı Avrupa’nın 2013 yılında kabul ettiği göçmen sayısından daha fazladır. Bu bizim insanlık görevimizdir. Türkiye’nin vazifesi, sadece göçmenlerin sorununa çözüm bulmak değil, bütün bölge halkları için kalıcı barış perspektifini de ortaya koyabilmektir. Türkiye bu anlamda bu bölge için “ilham kaynağı ülke” olmuştur. Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarıyla bu bölge ülkelerinin hepsi için demokratik süreçleri işleten ve daha da ileri demokratik standartlara gitme hedefi olan bir ülkedir. Sadece son 20 yıl içerisinde; önce Balkanlar- Kafkaslar, arkasından Ortadoğu, arkasından Kuzey Afrika, şimdi Ukrayna, yani Doğu Avrupa. Bütün etrafımız krizler içinde kavrulurken, büyük bir trübülans içinden geçerken Türkiye; bu 25 yıllık zaman içinde siyasi ve iktisadi istikrarını korumuş, özellikle son 12 yılda hem büyümesini hem de siyasi iktidarını geliştirmiştir. Bunun anahtarı Türkiye’nin mutlaka demokratik süreçleri işletmiş olmasıdır. 1960 darbesinden bu yana birçok darbeye maruz kalmasına rağmen sistemimiz, ortaya sandığı getirmeyi başarmıştır. Milletin iradesini denetleyen bir yapıyı ortaya koymuştur. Son yıllarda bunu artırıyoruz. Bunu artırdıkça Türkiye’de insanların demokratik katılımının artmasıyla, Türkiye ciddi bir şekilde bu demokratik örnekliliğini artırmaktadır. Son olarak, bütün bölge halkları yeni ayrılıkların ve bölünmelerin eşiğindeyken Türkiye; “çözüm süreci” ile en kanlı ve en kötü sorununu çözmesiyle büyük iradesini ortaya koyuyor. 30 yıl boyunca devam eden, 35 bin insanımızın hayatına mal olan ve Türkiye’nin 1.2 milyar dolar iktisadi kaybına neden olan terör, Allah’ın izniyle, milletin desteği ve siyasi iradeyle sona erdiriliyor. Çözüm süreci bütün bölge için önemlidir. Bütün bölgede barışın sağlanması için önemli bir adım olmuştur. I. Oturum Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep Bugün Ortadoğu’da neler oluyor? Moderatör Murat AKGÜN: Sayın A.F. RASMUSSEN, konuşmanızda Suriye çözümü için “Bosna Modeli”nden bahsettiniz. Bosna’daki Sırpların birtakım şeylerden vazgeçmesi ve masaya oturmaya razı edilmesi, çok şiddetli ve kapsamlı askeri müdahaleleri de arkasından getirdi. Suriye’ye baktığımız zaman, çok sınırlı ve sadece bir hedefe yönelik bir hava operasyonu görüyoruz. Dolayısıyla benim sorum; Batı acaba Suriye’de tarafların masaya eşit şartlarda oturmaları için, daha geniş kapsamlı müdahalede bulunmak konusunda niçin bu kadar çekingen kalıyor? A.F.RASMUSSEN: Neden uluslararası toplum isteksiz davranıyor? Zannediyorum, bunun üç önemli sebebi var. Yani (Batı neden) Suriye de bir askeri operasyon yapmadı? Genellikle bana sorulur. Neden NATO Libya’da bu kadar başarılı operasyon yapmışken, burada (Suriye’de) BM bu kadar isteksiz davrandı? İlk olarak BM, NATO’ya Libya için bir yetki ve görev verdi. Dolayısıyla, orada (Suriye’ye müdahalede bulunmadan önce) çözülmesi gereken (BM ile ilgili) bir hukuksal mesele vardır. İkincisi, bir bölgesel bağlamı vardır. Libya’da bizim (Batı’nın) açık seçik bir bölgesel desteğimiz vardı. Bölgenin ülkeleri, hatta NATO operasyona katkı da bulundular. Tabiiki Suriye’ye geldiğimiz zaman görüyoruz ki, bölgesel bir mütabakat yok. Tam tersine bölgedeki ülkelerin bazılarının Suriye konusunda fikirleri bölünmüş durumdadır. Suriye’de adeta vekaleten bir savaş yapılıyor. Üçüncü bir nokta da şudur; Suriye’deki muhalefet o kadar bölünmüş durumdadır ki, dışarıdan yapılacak bir askeri operasyonun istikrar getireceği garanti değil. Hatta böyle bir operasyon sonunda, kalmec.hku.edu.tr Ortadoğu’daki ülkeleri derinden etkileyen siyasi ve toplumsal olaylar, yerel ve bölgesel olduğu kadar, küresel halkları da çok farklı seviyelerde etkilemeye devam etmektedir. Bu oturumda, Moderatör A Haber Ankara Temsilcisi Murat AKGÜN öncülüğüyle güncel durum ve bunların sebepleri üzerinde geniş çaplı analiz yapılmaktadır. 17 Sempozyum Programı [1. GÜN] bu parçalar silahlarını birbirlerine doğrultabilirler. Dolayısıyla muhalefetin durumu da burada bir rol oynuyor. Moderatör Murat AKGÜN: Sayın Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ sizce, “Bosna Modeli” ne kadar hayata geçirilebilir? Suriye’de ne yapılmalı ki çatışmalar sonlansın? Niye bu noktaya gelindi? AB’nin bir formülü var; “Çatışmaların Dondurulması” diye, bu biraz da statükonun bozulması anlamına gelmiyor mu? Bu konu hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Maalesef başından beri Suriye’deki muhalefete destek olduğu iddiasında bulunan ülkelerin hemen hiçbirisinin “Suriye’de nasıl barış sağlanır?” konusunda bir “master planı” yoktur. Zihinlerinde net bir husus yoktur. “Bu olaylar gelişsin ve olayların gelişmesi çerçevesinde bir sonuç bulunur” gibi bir görüş hakimdir. “Baas rejimi gitsin” noktasından, “Esad rejimi geçici bir süre kalsın” noktasına gelindi. Temel mesele, muhalefeti destekleyenlerin ciddi bir yol haritalarının olmamasıdır. Ama bundan daha önemli bir mesele de şudur: Suriye meselesini çözerken, BM’de (güvenlik konseyinde) Rusya varken, Rusya Esad rejimine arka çıkarken, BM’in Suriye hakkında ciddi ve müdahaleci karar almasını nasıl bekleyebiliriz? Dolayısıyla orada müdahale için BM kararını esas almak hemen hemen imkansız gibidir. Hasan Kalyoncu Üniversitesi Bosna meselesine gelince, ben burada Sayın RASMUSSEN’den farklı düşünüyorum. Bosna bizim en baştan beri korkumuzdur. Ortadoğu’da Balkanizasyon modelinin uygulanmasıdır. Yani Ortadoğu’da “Böl-Parçala-Yönet” (anlayışı) zaten temel sıkıntıdır. I.Dünya Savaşı’ndan sonra, Ortadoğu’nun dikiş tutmamasının temel nedeni, mevcut Sykes-Picot düzenidir. Yani sınırlar öylesine bölünmüş ki bu sınırların hiçbirinin bölünmesinin sosyolojik bir karşılığı yoktur. Hatırlarsak, Hatay Türkiye sınırları içerisinde değildi. Hatay’ı Adana’dan ve İskenderun’dan ayıran neden neydi? Dolayısıyla mevcut Sykes-Picot “Ortadoğu’daki savaşların devamı” perspektifi üzerine kurulmuş bir düzendir. Daha fazla bölünmeyi tek başına körükleyeceği ve dışarıdan gelecek desteklerin de bu bölünmeyi daha fazla artıracağı aşikardır. 18 Soğuk Savaş döneminde zaten pratik olarak rejimler, yönetimler bazında ikiye bölünmüştür. Batı yanlı süreçler ve Doğu yanlı süreçler olarak. Onlar gittikten sonra, Batı ve Doğu’ya bağlı olan bir takım elitler vasıtasıyla, bölünme devam etti. Şimdi bizim amacımız, bu bölgede halkların daha fazla bölünmesi üzerinden bir sistem oluşturmak olamaz, olmamalıdır. Bosna Hersek’te uygulanan model ve yönetim şekli de aslında Bosna’yı yönetilemez bir ülke konumuna getirmiştir. Yani evet, savaşın bitmesi konusunda (bu anlaşma) adım atılmasına neden olmuştur ama Sırbistan, Hırvatistan varken bir de Bosna-Hersek Cumhuriyeti ortaya çıkmıştır. Bosna Hersek Cumhuriyeti’nde farklı unsurların oluşturduğu bir yönetim modeli var. Bu modelin sonucu olarak, bugün Bosna iyi yönetilememektedir. Bu ülkede bu bölgede insanlar asırlarca birlikte yaşadılar. Birlikte yaşama kültürüne sahip insanların demokratik standartları yüksek rejimlere kavuşmasını sağlamak konusunda uluslararası camiaya yüksek düzeyde destek verebiliriz. Bu ülkelerin gerçekten demokratik ülkelere dönüşmesini sağlamak istiyorsak, bütün farklı unsurların, demokratik Suriye rejiminin bir parçası olduğunu sağlamak en doğru yoldur. Bunun için uluslararası sistem, Esad rejiminin —halkına bu kadar zulmetmiş bir rejimin— kenara çekilmesini sağlar. Geriye kalan bütün demokratik unsurlarla birlikte, bütün radikal unsurları temizleyerek, yeni bir demokrasiyi Suriye’de inşa etmek, en iyi yoldur. Aksine Bosna modelinin kurulması, Suriye modelinin pratik olarak bölünmesi anlamına gelir ve Suriye’deki çatışmaların uzun yıllar sürmesi anlamına gelir diye düşünüyorum. A.F.RASMUSSEN: Ben Suriye’yi bir devlet olarak muhafaza etmekten yana birisiyim. Ama Ortadoğu’nun sorunlarını çözmek için mezhepçi politikaları mutlaka durdurmak lazım. Suriye’deki gibi; Alevi bir azınlığın Sünni bir çoğunluğa hükmetmesi kabul edilemez. Irak’taki gibi Şii bir iktidarın da, Sünnileri ezmesi yahut yönetmesi düşünülemez. Suriye tek devlet olabilir; fakat Kürtler karşı kısımda, berikiler başka kısımda yaşayabilir. Bosna gibi, Bosna’nın ideal bir çözüm olduğunu söylemiyorum ama Sayın Başbakan Yardımcısı, burada ideal çözümü konuşmuyoruz. Mümkün olan çözümü yani “iç savaşı durdurmak için Suriye’de neler yapabiliriz”, bunu konuşuyoruz. O barış anlaşması sayesinde, Balkanlar’da son 20 yıldır barış vardır. Moderatör Murat AKGÜN: Bosna Hersek’te savaş olmaması son derece önemli bir gelişmedir. Fakat şu gerçek gözardı edilemez; orada son derece kırılgan bir barış vardır. Aslında bu sistemin mükemmel işlemediğini gösteriyor. Ama Suriye ile ilgili konuştuğumuz zaman, Esad rejiminin hala çok güçlü bir ordusu var. Sayın RASMUSSEN bu söylediğiniz modelin hayata geçirilmesi ne kadar mümkün? Esad’ın gitmesi için, Esad yönetiminin görevden alınabilmesi için ne yapmak gerekir? Moderatör Murat AKGÜN: Türkiye kaçınılmaz olarak bir “rolmodel” ülke konumundadır. Fakat geçmişte Türkiye Suriye’ye yönelik çok aktif politika izlediğinde de, bu defa Suriye’nin içişlerine karışmak ile suçlandı. Şimdi bu nasıl bir dengedir ki, Türkiye hem “rol-model” olacak, (bölgedeki ülkelerin) hem de içişlerine karışmakla suçlanacak? Sayın KURTULMUŞ, Türkiye’nin bu “rol-model” durumunu siz bir hükümet görevlisi olarak nasıl yorumluyorsunuz? Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Bu bölgede halkların bir geçmişi vardır. Suriye, Irak gibi veya Sünniler, Museviler, Aleviler, Kürtler ve Türkmenler dediğimiz unsurlar tesadüfen bir araya gelip yeni karşılaşmış değillerdir. Biz tarih boyunca uzun yıllar bir arada yaşadık. Bu bölgenin Müslüman, Gayrimüslim ve bütün etnik unsurlarıyla bir aradaydık. Şimdi bu bölgede barışı getirebilmek için gerçekten bir perspektifimizin olması lazım. Bizim perspektifimiz şudur; bizim bu bölge insanları arasındaki ortak coğrafya üzerinde durmamız gerekiyor. Bu zamana kadar Ortadoğu’da, Osmanlı barışı bütün mezhepleri de içinde barındırarak bölgeye hakim oldu. Eğer hegemonya üzerinden, yani güçlü olanın hakim olduğu sistem üzerinden barışı sağlamaya kalkarsanız, barışı sağlayamazsınız. Kaddafi rejimi halkına o kadar zulüm yaparken hür dünya neredeydi? Veya Mübarek rejimi halkına eziyet ederken, arkasını İsrail’e, ABD’ye yaslamışken, hür dünya niye sesini çıkarmadı? Dolayısıyla bu mandacı rejimler, Soğuk Savaş’tan sonraki rejimler, halkıyla irtibatı olmayan diktatörlerin olması, bugünkü kavganın temel nedenlerindendir. Ayrıca Arap Baharı’nın ortaya çıkaran temel neden de şudur; özellikle Fas’tan Endonezya’ya kadar, Yemen’den Suriye’ye kadar olan bütün Arap coğrafyasında halklar; haksızlıkların, rüşvetlerin, zulümlerin içine girmiş olan o rejimlerden, o insanlardan nefret ediyorlardı. Genç kitleler siyasi sürece katılmak istiyorlardı. Genç kitleler istikballerini aramak istiyorlardı. Bunun karşılığında hem ülkelerinin geleceğine katkıda bulunmak hem de bunu karşılığında teminat almak istiyorlardı. Arap Baharı denen şeyin başlangıcı budur. Ama bu talep ciddi bir şekilde karşılanmadı ve bir kenarda duruyor. Dolayısıyla bu da bugünkü karışıklıkların önemli nedenlerinden birisidir. Diğer nedeni ise, İsrail politikalarıdır. Bunu da görmeden, Ortadoğu’da barışı sağlayacak bir perspektife sahip olmamız beklenmemektedir. İsrail I.Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde oluşmaya başladı. II.Dünya Savaşı’ndan sonra bir tüp bebek olarak suni yollarla bir devlet oldu. İsrail devleti hükümeti sürekli saldırgan ve genişlemeci tavırlarını sürdürdü. Kendisine kuruluşunda bırakılan toprakları değil, (Ortadoğu’da) geniş (bir) coğrafyayı kendi hakimiyeti altına almayı temel hedefi olarak gördü. Ayrıca Müslümanlara yapılan zulümlerin, İslami mimarilere olan saldırıların da, Ortadoğu’da barışı önleyen en önemli nedenlerden birisi olduğu kanısındayım. Bütün bu sebepleri biraraya getirdiğimizde; Yahudisi, Hıristiyanı, Müslümanı birarada yaşamış olan bölge halkları maalesef uzunca bir süredir çatışmaların içerisinde ve hep farklı ayniyetler üzerinden yeni bir kimlik oluşturabilme telaşı içerisindedirler. Hür dünya, gelişmiş dünya, demokratik dünya bu anlamda yeterince destek verdi diyemeyiz. Türkiye’de bu konuda rol model oldu mu? Türkiye’nin bir ilham kaynağı olduğu oldukça açıktır. Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarını koruyarak ilham kaynağı olmaya devam edecektir. Ayrıca Türkiye’nin en önemli başarılarından birisi şudur: Türkiye demokratik çalışmalarından birini başaramasaydı, Türkiye’deki değişim süreçleri de Mısır’dan, Suriye’den farklı olmazdı. Moderatör Murat AKGÜN: Türkiye’nin uzun zamandır Suriye sınırında bir tampon bölge oluşturma talebi var. Bu isteğin iki ayağını görebiliriz; birincisi güvenlik gerekçesiyle. Çünkü hemen sınırımızın diğer tarafında çok şiddetli çatışmalar var ve bombalar Türk toprağına düşüyor. Zaman zaman hayatını yitiren vatandaşlarımız oldu. Hayatın felce uğraması söz konusudur. Diğer taraftan göç dalgası, Türkiye’de şu anda 1.7 milyon göçmen var ve şu anda Halep kenti de rejimin elinden düşerse, 100 binlerle tahmin edilen bir göç dalgası bekleniyor. Yani neden o insanları belirli yerde karşılayıp tutmaya yönelik bir tampon bölge oluşturulmuyor? Sayın RASMUSSEN görev yaptığınız NATO’daki tecrübelerinize dayanarak bunu bize izah edebilir misiniz? A.F.RASMUSSEN: Türkiye’nin tampon bölge talebinin farkındayım tabiiki. Suriye topraklarında bir tampon bölge oluşumu, Suriye’nin bazı bölgelerini işgal etmeye denk olacaktır. BM mandası yok tabii bunu yapmak için. Bir sonraki soru da şu; kim bunu (tampon bölge kararını) uygulayacak? Tabiiki böyle bir tampon bölge için,karada asker gerekecek. Tampon bölge, bir hava operasyonuyla, tek başına oluşturulamaz. Bu yüzden, bu bayağı kapsamlı bir askeri operasyon gerektirmektedir. Uluslararası toplum tampon bölge oluşturma konusunda, bu yüzden isteksiz kaldı diye düşünüyorum. Moderatör Murat AKGÜN: Geçmişte Irak operasyonu bir şüphe üzerine yapılırken bu kadar ince elenip sık dokunmamıştı. Sayın KURTULMUŞ ne dersiniz, bu bir ikilem mi? Ayrıca Halep düşerse, oradan on binlerce insan gelirse biz yine kabul edecek miyiz? Ama Türkiye’nin de bir kapasitesi var. Çok iyi bir ekonomisi de yok. Hazırlıklarımız nelerdir? kalmec.hku.edu.tr A.F. RASMUSSEN: Suriye’de bazı özel durumları dikkate almak gerekir. Bir Bosna çözümünü Suriye’de geçerli kılabilmek için, hiç kuşku yok ki uluslararası barış gücüne ihtiyacımız olacaktır. Bosna’da bir çözüm için, ilk başta NATO liderliğinde, 20 bin kişilik bir barış gücü Bosna’ya gönderildi. Şimdi Suriye için askeri zorluklar daha büyük olacaktır. Bölgedeki ülkelerin son derece önemli bir rol oynaması gerekir bu açıdan. Türkiye gibi ülkelerin gerçekten oraya bir barış gücü, bir askeri güç göndermeleri gerekmektedir. 19 Sempozyum Programı Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Öncelikle söylemek istediğim; Suriye’nin de Irak gibi bol miktarda petrolü olsaydı şimdiye çoktan işgal edilmişti. Dolayısıyla Suriye’nin en büyük dezavantajı petrolünün olmamasıdır. Bu anlamda Suriye’de petrol olmamasına rağmen Batı güçlerinin koalisyon güçlerinin saha harekatı yapmadan bu uçuşa yasak bölge Suriye güçlerini köşeye sıkıştırılabileceğine inanıyorum. Ama maalesef Suriye planlarına bakıldığı zaman koalisyon ülkelerinin birçoğunun bir numaralı meselesi, Esad rejimini yok etmek değil, Suriye’de nasıl ortaya çıktığı, ne şekilde ortaya çıktığı kimler tarafından ortaya çıktığı henüz tam olarak bilinmeyen IŞİD’in Suriye’den uzaklaştırılması, Irak’tan uzaklaştırılmasıdır. Burada da ciddi bir perspektif farklılığımız vardır. Biz Suriye’de İŞİD’in ve benzeri operasyonların bir sonuç olduğu kanaatindeyiz. Yani IŞİD tek başına çıkmadı. IŞİD’in içerisinde, Batı ülkelerinden katılan çok sayıda unsurların olduğu gerçek. IŞİD, Irak’taki ve Suriye’deki siyasi istikrarsızlıkların bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Eğer Suriye ve Irak’taki politik istikrarsızlık böyle giderse, yarın IŞİD gider yerine başka bir örgüt ortaya çıkar. O yüzden bu gibi terörist örgütlerin ortadan kalkmasını sağlamanın yolu, Suriye halkının bütün farklı unsurlarının siyasal sürece katılımlarının sağlanmasıdır. Bu nasıl olur? Ülkenin üstüne çökmüş, 300 bin insanın canına kıymış, bu bölgenin en güzel şehirlerinden olan Halep’i havada bombalayarak yok etmiş, Şam’daki kültürel zenginlikleri yok etmiş bir rejimden bahsediyoruz. Suriye rejiminin hareket edemez hale gelmesini sağlamak gerekir. Bunun için de uçuşa yasak bölge önemli bir meseleydi. Ama zaman geçtikçe bundan sonra yapılsa bile anlamını kaybedebilir. Hasan Kalyoncu Üniversitesi Suriye’deki halk ılımlı muhalefete destek vermiş olsaydı, şimdiye kadar önemli yol kat etmiş olurdu. Yakın dönemde barış umudu görünmüyor. Böyle bir durumda halk da IŞİD gibi karanlık bir yapının arkasına takılmış oluyor. Bunu önlemek istiyorsak bu halka uluslararası camianın yakın dönemde bir umut vermesi lazımdır. Bu umudun gösterilmesi ise Esad rejiminin elini kolunu bağlamakta yatmaktadır. Eğer Halep’te yeni bir durum ortaya çıkarsa, bunun sonucunda 400 bin insanı kapsayan, yeni bir göç dalgası ortaya çıkacaktır. Bu durum da Türkiye’yi birinci dereceden etkileyecektir. Moderatör Murat AKGÜN: IŞİD, Suriye’de ortaya çıkan en önemli sorundur. Batı bu örgütün ortaya çıkış nedeni olarak neler düşünüyor? Yok edilmesi neye bağlıdır? Bu kadar tereddütlü dış müdahaleler, yerel gücün de zayıf olduğu bir ortamda, (IŞİD gibi oluşumlar bölgede) varlıklarını uzun süre sürdürebilecekler gibi görünüyor. “mevcut yapı devam ettiği sürece IŞİD gider başka bir örgüt gelir” sözüne katılıyor musunuz? A.F.RASMUSSEN: Çok karamsar bir değerlendirme aslında. 20 [1. GÜN] Bunu (radikalizmi) yaratan nedir? Bunu besleyen toprak nedir? İlk başta neden ortaya çıkmıştır? Suriye’deki gibi o azınlık çoğunluğa baskı yapınca, o zaman çok büyük hoşnutsuzluk doğuyor ve de aşırılık çok kolay baş gösteriyor. Irak’ta Maliki hükümeti bir facia oldu. Çok güçlü mezhepçi politikalar uyguladılar ve böylece IŞİD (ve benzeri örgütler) için bir ortam yarattılar. İlk olarak mezhepçi uygulamaları durdurmamız lazım ki aşırılıklar, aşırı tepkiler olmasın Ortadoğu’da. Sonra da uzun vadede, bölgede sürdürülebilir demokrasiler oluşturmak gerekir. Bundan kasıt, kültürel olarak demokratik kökleri olan rejimlerdir. Yani sadece seçim yapmak yetmez. Eğer çoğunluk, azınlığı baskı altına alırsa olmaz, bu kabul edilemez. Öyle bir demokratik kültür lazım ki azınlıkların korunması sağlanabilsin. Zannediyorum biraz daha sabırlı olmamız lazım. Hukukun üstünlüğü ne demek öğretmek lazım. Azınlıkların durumu ne demek,güçler ayrılığı ne demek, öğretmek lazımdır. Gerçek bir demokrasi için insanlar bunu anlamalıdır. Aşırılığı önlemeye kararlıysak, çok güçlü reformlar lazımdır. Ben o kadar karamsar değilim, bence yapılabilir. Çünkü “bazı milletlerin bazı halkların demokrasiye uygun olmadığı” gibi bir düşünceyi ben kabul etmiyorum. Moderatör Murat AKGÜN: Sayın KURTULMUŞ, Irak’ta üçe bölünme hala geçerli mi? Irak’ın kuzeyinde bağımsız bir Kudüs devleti kurulması Ortadoğu’yu nasıl etkiler? Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Bu mezhepçi politikalar, Maliki rejiminin uyguladığı bu yanlış politikalar Irak’ı bu duruma getirdi. Şimdiki rejim işbaşına geldi. Umarım yeni yönetim farklı mezhep ve etnik yapıları birarada tutmayı başarabilir. Irak’ta fiilen üç parçaya bölünmüş gibi görünse de, Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacağına inanıyorum. Yeni yönetim Maliki döneminde yaşananlardan ders alarak ve var olan sorunları büyütmeden sorunlarını çözmek için bölge ülkeleriyle de, Türkiye ve İran’la da işbirliği içerisinde Irak’ın bütünlüğünü koruyacağına inanıyorum. Irak’ın bütünlüğünü koruması bölge barışına büyük etki edecektir. Moderatör Murat AKGÜN: Peki siz Sayın RASMUSSEN, Irak’taki yeni yönetimin başarılı olacağına inanıyor musun? Bağımsız bir Kürdistan devletinin Ortadoğu’ya etkisi nasıl olur? A.F.RASMUSSEN: Burada şunu söyleyebilirim. Herşeyi hesaba katarak, Suriye’i de Irak’ı da bir ülke olarak muhafaza etmeliyiz. Ama galiba hem Suriye için, hem Irak için gücü bölüp adem-i merkeziyetçi hale getirmek lazımdır. Irak’tan bahsediyorsak; Kürtler, Şiiler, Sünniler, işte bu ana kimlikler bir Irak Devleti içinde yaşayabilirler. Yani ben bağımsız Kürdistan yanlısı değilim. Ama Türkiye burada son derece önemli rol oynayabilir. Çünkü Türkiye’nin de PKK’yla sorunu vardır. Türkiye devleti bu sorunu çözmek için çok çaba sarf ediyor. Umarım bu sorununu çözebilir. Türkiye daha adem-i merkeziyetçi davranarak, daha fazla yerel yetkiler vererek bu işi kolaylaştırabilir. Bu iş bağımsız bir Moderatör Murat AKGÜN: Bir süre öncesine kadar Türkiye’de çok söylenen bir söz vardı: “Filistin’de barış olmadan, Ortadoğu’ya gerçek barış gelmez” diye. İsrail’in kalıcı politikalarını gözönünde bulundurduğumuzda, bu söz hala geçerli midir? Sayın KURTULMUŞ, bu konu hakkında düşünceleriniz nelerdir? Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: İsrail hükümeti tam Ortadoğu’da kalıcı bir barış içerisine girdiği sırada yeni bir şey oluyor ve İsrail yeniden saldırgan bir hal içine giriyor. Genel olarak bakıldığında, İsrail Ortadoğu barışından yana görünse bile maalesef özellikle hükümetin içindeki uygulamaların bu barışı bertaraf ettiğini görüyoruz. İsrail’in çok başarılı tutum içerisinde olmadığı da aşikardır. İsrail barışı olmadan, Filistin devletinin var olma hakkı gerçekten de İsrail tarafından kabul edilmeden, Ortadoğu barışının sağlanması ve Dünya barışının sağlanması mümkün değildir. Ancak bu durum, İsrail için de sürdürülebilir bir durum değildir. Kendi içinde saldırgan politikaları hükümet politikaları haline getirenler var. Ama (bu) sonuçta İsrail’de yaşayan Yahudi vatandaşlar için de sürdürülebilir bir durum değildir. İsrail gerçekten bölgede barış içinde yaşamak istiyorsa, özgür Filistin Devleti’nin varlığını kabul etmesi gerekir. Filistin halkına işkence etmekten de vazgeçmesi gerekir. Moderatör Murat AKGÜN: İran’ın nükleer silah elde etmek için yoğun çabaları var. Bu konuda Batı ile İran arasında sürdürülen müzakereler var. Siz Sayın RASMUSSEN bu müzakerelerin belli somut ve umutlu bir sonuca ulaşabileceğine inanıyor musunuz? Eğer böyle bir şey olmazsa da İran nükleer silaha ulaşırsa bu durumun bölgeler ve dünya açısından önemi nedir? A.F.RASMUSSEN: İran nükleeri konusunda çok kaygılıyım. Çünkü İran gerçekten nükleer silahlar elde ederse, bu Ortadoğu’da birçok tedirginlikler doğuracaktır. Bunun kötü etkileri olacaktır. Küresel güvenlik üzerinde de çok ağır etkileri olacaktır. Onun için barışçıl diplomatik çözümler bulunabilir. Hiç kimse İran’ın nükleer enerjiyi barışçıl yollarla kullanmasına karşı değildir. Ama İran tabii nükleer silahlanmayı... aldatmaya yönelik durumu... karşısında bunu durdurmamız lazım. Ayrıca bu görüşmelerin olumlu bir takım sonuçlara bağlanacağı konusunda ben gerçekten umutluyum. İran’da barışçıl bir çözüm bulunmasının kendilerinin de yararına olduğunu anlayacaklardır. Moderatör Murat AKGÜN: Son olarak, İsrail’de nükleer güç kapasitesi varken İsrail üzerinde de bir takım yaptırımların olması gerekmez mi? A.F.RASMUSSEN: Buna yorum yapmayacağım. Çünkü bu konuda bilgim yok. İsrail’in elinde nükleer program olduğunu bilmiyorum. Ama 1990’da bile hemen hemen dünyanın bütün ülkeleri, bir barış anlaşmasına ‘nükleer silahların yaygınlaşmasının sınırlandırılması’ anlaşmasına imza attılar. Bu ideal bir vizyondur. O prensibe hala bağlıyız. Ama şimdi tabiiki NATO Eski Genel Sekreteri olarak, NATO olarak, nükleer silahlar var olduğu sürece... NATO da bir nükleer ittifak olarak devam edecektir. Şimdi İsrailFilistin anlaşmazlığını özür olarak algılayıp bölgedeki tüm sorunu buna bağlamak hakkaniyetli değildir. Mezhepçi uygulamaları Suriye’de, Irak’ta görüşümüzün nedeni İsrail-Filistin (meselesi) değildir. Ama en önemlisi, bu çatışmaya çözüm bulmaktır. 2002’de bulunan çözüm iki ayrı, bağımsız ve egemen devlete dayanan bir yol planıdır. Moderatör Murat AKGÜN: Sayın A.F. RASMUSSEN ve Sayın Numan KURTULMUŞ, değerli görüşleriniz ve katılımlarınız için sizlere teşekkür ederiz. İlk oturumumuzu burada sonlandırıyoruz. kalmec.hku.edu.tr Kürdistan’ın kurulmasıyla değil de, Irak içinde azınlıkları koruyan bir adem-i merkeziyetçi sistemin oluşturulmasıyla sağlanabilir. 21 Hasan Kalyoncu Üniversitesi Suriye Kamp Ziyareti, Nizip/Gaziantep 22 Sempozyum programı dahilinde Nizip Konteyner kentine yapılan ziyarette katılımcılar Suriyeli misafirler ile bir araya gelmişlerdir. Konteyner kent yöneticileri ile yapılan görüşmelerde, Suriyeli misafirlerimizin son durumu, eğitim ve altyapı hususunda gerçekleştirilen faaliyetler ile ilgili bilgi alınmıştır. Kent gezisi esnasında bir Suriyelinin evinde misafir olan heyet üyeleri, yaşanılan ortamı daha iyi gözleme imkanı bulmuşlardır. Bu gözlemler Suriye’deki siyasi durum ve Türkiye’deki Suriyelilerin yaşayışları ile ilgili yorum yapacak bütün araştırmacı/siyasilerin artık daha dikkatli çalışabilecekleri bir ortam yaratmıştır. Ayrıca misafirlerin heyet için hazırlamış olduğu hediyeler de onların bu geziden memnuniyetlerini göstermektedir. 23 kalmec.hku.edu.tr Sempozyum Programı [1. GÜN] II. Oturum Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU Galatasaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı / İstanbul Galatasaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı’dır. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler ve Uluslararası İlişkileri Enstitüsü’nden Yüksek Lisans ve Doktora derecelerine sahiptir. 1995 yılında İstanbul Üniversitesi’nden Yardımcı Doçent ünvanı alan Dedeoğlu, aynı yıl Galatasaray Üniversitesi bünyesine katılmıştır. 2005 yılında Galatasaray Üniversitesi’nden “Profesör” ünvanını alan Dedeoğlu, Kadir Has Üniversitesi’nde de ders vermiştir. Uzmanlık alanları arasında Avrupa Birliği ve uluslararası güvenlik çalışmaları yer almaktadır. Çok sayıda bilimsel makalesi ve kitabı bulunan Beril Dedeoğlu, Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde uluslararası politika yorumlarına imza atmakta, ayrıca Star ve Today’s Zaman gazetelerinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Peter HARLING Uluslararası Kriz Grubu, Mısır, Irak, Lübnan ve Suriye Direktörü Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kar amacı gütmeyen bağımsız oluşum International Crisis Group (ICG) bünyesinde; Irak, Lübnan ve Suriye ile Ortadoğu proje direktörlüğünü ve Kuzey Afrika danışmanlığını yürütmektedir. 1998-2004 tarihleri arasında Irak, 2005-2006 ve 2014 ilk çeyreğinde Lübnan, 2006-2013 tarihleri arasında Suriye, 2011-2013 tarihleri arasında yarı zamanlı olarak Mısır’da ikamet etmiştir. Uzmanlık alanları arasında Irak direnişi, Sadr hareketi, aşiretçilik ve Suriye dış siyaseti yer almaktadır. 24 Moderatör Murat AKGÜN: Türkiye perspektifiyle Beril Hanım, Sivil Toplum Temsilcisi olarak da Peter Harling aramızdalar. Siyasi değil, akademik bir çerçevede konuşacağız. Peter Harling’e sabahki sorularla aynı doğrultuda sorular soracağız, Suriye’yle ilgili onun görüşlerini alacağız. Öğleden sonra konuklar Nizip’teki Mülteci Kampına gittiler. Bu konudaki izlenimlerini almak istiyorum, ardından diğer konulara geçeceğiz. Beril Hanım, kampı ziyaret ettiniz. İzlenimleriniz nelerdir? Türkiye’nin yaptıkları konusunda düşünceleriniz nelerdir, oradaki insanların nelere ihtiyaçları var? Prof. Dr. Beril DEDEĞLU: Bugün öğleden sonra yaşadığım gözlem bana iki şey söyledi; bunlardan biri gurur duydum ülkemle, inanılmaz bir çaba sarf edilmiş ve umduğumdan Moderatör Murat AKGÜN: Sorumun aynısını Sayın Rasmussen‘e sormak istiyorum. Siz de kampı gezdiniz. Daha evvel kampa gitmiş miydiniz? Zannetmiyorum. A.F.RASMUSSEN: Evet, bu mülteci kampına ilk ziyaretimdi. Doğrusunu söylemem gerekirse başka mülteci kamplarıyla mukayese edersek bu çok güzel organize edilmiş bir kamp, hem güzel organize edilmiş hem temiz, hem de iyi, içtenlikli pek çok faaliyetler var. Orası mülteciler için düzenlenmiş. Hem yetişkinler için hem de çocuklar için bence son derece önemli bütün bunlar. Hele de eğitimle ilgili bölümde önem artıyor. Çünkü çocukların eğitimi önemli, yani bence bu örnek denilebilecek bir mülteci kampıdır. Ayrıca bu fırsattan istifade ederek bir yorumda daha bulunmak istiyorum. Türkiye’ye hakikaten takdirlerimi sunarım. Türk yetkililerinin, Suriyeli mültecilerine bütün yaptıkları için, ekonomik açıdan taşıdıkları yük, aşılması zor bir problem ve Türk toplumunun büyük bir yüküdür. Bu işler için aşağı yukarı 5 milyon dolar harcıyorlar yılda. Bu büyük bir girişim ve uluslararası camiaya da ancak diyebilirim ki, herkesin bu mültecilerle ilgili faaliyetlere katkıda bulunması lazım. Moderatör Murat AKGÜN: Bay HARLİNG bu sefer size sormak istiyorum. Sabah seansında Başbakan Yardımcısı Numan KURTULMUŞ, Türkiye’deki Suriyeli sayısını 1.7 milyon olarak verdi. Şu an Halep civarında çok şiddetli çatışmalar var. Halep rejim güçlerinin eline düşecek olursa, 400 bine yakın yeni bir mülteci akımının olmasının beklendiği söylendi. Eğer bu meydana gelirse, Türkiye’deki mültecilerin sayısı 2 milyonu aşacak. Sayın HARLING size şunu sormak istiyorum; Sizce uluslararası kamuoyu Türkiye’ye mültecilerin ağırlanması ve ihtiyaçları konusunda yeterince destek veriyor mu? Mülteciler konusunda Türkiye’ye nasıl destek verebilirler, ne dersiniz? Peter HARLING: Eminim ki uluslararası toplum (Suriyeli mültecilere yönelik) Türk yardımı (hususunda Türkiye’nin) hak ettiği takdiri ifade etmekte başarısız oldu. Yani ben bugün bu kampı ziyarete gitmedim. Ama Suriye çatışmasıyla ilgili olarak ve bu durumun ciddiyetiyle ilgili olarak; birçok karar verici ve çok sayıda mülteci söz konusudur... Toplumlar böyle bir kanlı olaydan sonra kendini toparlayabiliyor ama tabiiki Suriye bağlamında çok büyük bir stres var. Çok yıkıcı bir olaylar dizisi yaşıyorlar. Suriye toplumunun dokusuna baktığımız zaman tabii kentsel bir dokuyu görüyoruz, sosyal dokuyu görüyoruz. Kentsel doku hakikaten çok büyük hasar görmüş. 10 milyon insan, toplumun yarısı yollarda, evinden barkından edilmiş, ya sürgünde ya da yollarda... Son derece önemli olan başka durumlar da var; yıllar boyunca (mülteci) çocuklar, Suriye’nin içinde ve dışında, formel eğitim sisteminin dışında kalmışlar. (Bu çocuklar) eğitimden mahrum kalıyorlar. Mukayeseli olarak baktığımız zaman, Türkiye hakikaten benzersiz bir ortam sunuyor onlara. Hiç olmazsa normal hayata benzer birşey sağlamaya çalışıyor onlara. Ama tabiiki Türkiye’ye ne kadar destek gelse de azdır. Yani şu anda ne kadar az destek verildiğinin de farkındayım ve ne kadar destek verilse dahi azdır derim. Moderatör Murat AKGÜN: İkinci soruma, Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU’yla başlamak istiyorum. Hanımefendi, Ortadoğu’da kriz denildiği zaman, hemen aklımıza Suriye geliyor. Ancak Irak’taki durum malum, bunun yanısıra sabah da konuştuk, belki izleme imkanınız oldu. Filistin sorunu söz konusu, İran’dan kaynaklanan gerginlikler söz konusu. Türkiye-İsrail ilişkilerinin de çok parlak olduğu söylenemez. Şunu söylemek istiyorum; Bundan 15-20 yıl önce, bölgede gerginlik olmakla beraber bu kadar çok sayıda gerginlik yoktu, ne oldu da Ortadoğu böyle bir patlamaya hazır fıçı, hatta Türkiye de fıçı haline geldi? Peki bir de şunu sormak istiyorum buradan çıkış yolu var mı? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Ne oldu da böyle daha çok çatışma, sürekli çatışma hali oldu? Birinci neden, Ortadoğu’da iki kutuplu dönem varken çok fazla, oyuncuların kendi başlarına hareket etme imkanı yoktu. İkincisi, devletten başka oyunculardan da çok fazla bahsedilmiyordu. Bugün sorunlar, küreselleşmeyle de birlikte, birbirinden çok ayrılabilir değil. Devletler birbirinden ayrılabilir değil. Çok daha müdahil olurlar krizlere, üstelik de sorunlardaki katmanlar açığa çıkmıştır. Fakat bahsettiğim herbir devletin kendi içindeki toplumsal katmanları, bunların herbiri, önemli birer siyasi oyuncu haline gelmiş vaziyette. Bu karmaşık yapı en ufacık gerginliğin daha hızlı bir çatışmaya yol açmasına neden oluyor. Biz böyle münferit çatışmalar görüyoruz. Şurada bomba patladı, burada insanlar öldü gibi. Ama biraz da şöyle; Ortadoğu’dan yukarıya aya doğru çıkıp oradan baktığımız zaman, aslında bu sorunların birbirinden hiç ayrılabilir olduğunu düşünmüyorum. Yani bir yumak var, onun ipini çektiğiniz zaman, düğüm her taraftan yumağı kilitliyor. İpin çekilmesi söz konusu olamıyor. Benim burada gördüğüm bir diğer sorun, yani Ortadoğu’nun bu kadar içiçe ve her dakika çatışmaya açık hale gelmesindeki en kalmec.hku.edu.tr çok daha fazla yerleşik düzeni sağlamaya yönelik bir çabayla, çok büyük bir alan Suriye’den gelenler için hizmet alanına dönüştürülmüş. Burada özellikle güvenliğin sağlanması ve bunun dışındakiler, tüm ayrıntılar, hemen hemen düşünülmüş. Üstelik yakından biliyoruz. Türkiye tamamen bölgesel hakkını kullandı, o yüzden gurur duydum. Ama öteki taraftan, sonuç itibariyle, bu bir kamp ve gezdiğimiz yer turistik bir yer değil. O gözle bakmak bende üzüntü yarattı. Gezinin sonucunda bunun acısını yaşadım. Bu yüzden de oradaki insanlara çok yakından bakamadım. Yani o bana kötü bir durum izlenimi verdi. Çünkü geziyormuş hissini yaşamak istemedim. Belki kendi ülkelerinde olmaktansa şu an burada olmak (onlar için) çok daha buruk (bir duygu). Onu hissedebiliyorum. Ama sonuçta kendilerine ait olmayan bir yerdeler, bunu da hissediyoruz. Ve biraz emniyet, biraz da burulmayla ayrıldığımı söyleyebilirim. 25 Sempozyum Programı önemli sebep, bugün uluslararası sisteme stantslation dönüşüm dönemi adını veriyoruz. Yani iki kutuplu dönem bitti ama yerine, adını koyabileceğimiz, tanımlı bir dünya sisteminden söz etmek çok zor. Fakat denebilir ki tanımlamak da gerekmeyebilir. Yani oyuncular var, devletler var, gül gibi geçinip gidebiliriz. Ama benim gördüğüm kadarıyla sistemi tanımlanabilir hale getirmeye çalışan bir basınç var. Ben diyorum ki, bu basınç şu devletten geliyor, bu devletten geliyor fakat gördüğüm bu basınçla birlikte, dünyayı daha çok iki büyük gücün mücadele alanına geri çekmeye çalışan bir çaba var. Bu çabanın da Avrupa’yı, Amerika’ya yapıştıran, Rusya’yı da daha çok Orta Asya’ya yapıştırmaya yönelik bir ayrıştırmaya teşvik eden bir ortam var. İşte Ukrayna, Suriye, Afganistan hattı, bu paylaşım veya bir güç dengesinin kırılma noktalarıdır. Yani ben doğrusunu isterseniz Suriye’de olup biteni Ukrayna’dan ayırmanın yukardan baktığım zaman, çok mümkün olabileceği kanaatinde değilim. Sonuç itibari ile çatışmanın oyuncuları yerel, işte biz Esad güçleri, Özgür Suriye Ordusu, IŞİD diyoruz. Daha yerel ölçekle gözükmekle birlikte bir çatışmayı bu kadar uzun ve kanlar haline getirebilmenin cesareti başka desteklerden kaynaklıdır. Bu durum, söz konusu dengeler oturmadan, bu çatışmaların biteceği kanaatinde değilim. Zira devletler, bu olaylara karışmış olan bütün oyuncular, aslında bir tür pazarlık sürdürüyorlar. Eğer pazarlıklarda yol alınmış olsa çatışmaların daha azalacağını tahmin ediyorum. Moderatör Murat AKGÜN: O zaman Ortadoğu’da bir süre daha iç savaşlar, terör ortamı devamı edecek, öyle mi anlamamız lazım? Hasan Kalyoncu Üniversitesi Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Bunun bir süre daha devam edeceğinden yana hiç kuşkum yok. Sadece burada bir tek ümit verici şey olarak şunu söyleyeyim, bugün gelinen nokta itibarı ile, oyun bütün oyuncular için giderek kazananın olmadığı bir oyuna dönüşme durumunda. O kadar angajik ki, herkes aynı ölçüde bir kazanç beklentisini sürdürme imkanına sahip değil. Bu da belki daha yakın bir gelecekte sizin sorduğunuz ikinci sorunun cevabı olabilir. Gerçi sihirli küre olsa da, biraz baksam gibi bir soru, ama şunu söylemek mümkün: bölgedeki oyuncuların dahil olmadığı barış görüşmelerinin sonuç vermesi mümkün değildir. 26 Yani kim bu çatışmalara tarafsa, bunların masa etrafında yer almadığı bir barış süresi mümkün değil. Her oyuncuda masaya oturamaz, yani en azından her oyuncu karşı karşıya gelmek istemez. O zaman belki de biraz beklememiz gereken bir süreç... Makul ve masaya oturabilecek siyasi yapıların, yerel düzlemde gelişmeleri için destek olunmalıdır. Yani amaç aynı masa etrafında toplayabilmek, makul diyalogu sürdürebilecek kesimlerin yeşermesine, örgütlenmesine destek verebilecek bir uluslararası çaba üretmektir. Ancak bu, umut vaat eden bir yol olabilir. [1. GÜN] Moderatör Murat AKGÜN: Sayın P. Harling size şu soruyu sormak istiyorum; Suriye tabiri caizse iç savaşların cenneti haline geldi. Çok çeşitli ülkelerde Avrupa’dan, Afrika’dan yabancılar şu anda Suriye’de şu ya da bu taraf adına çarpışmaktalar. Basında yeralan haberlere göre, İranlıların da Suriye’deki çatışmalara aktif katıldığına dair haberler var. Irak’ın içinde bulunduğu durumda söz konusu Irak’ın güneyinde çok ciddi bir Şii etki alanı var. Onların İran’la belli etkileşim içinde oldukları kesindir. Bir de tabii İran’ın kendisi var. Bütün bunları yan yana koyduğumuz zaman, Ortadoğu’da ciddi bir, hatta belki tehditkar bir Iran etki alanın oluşmasını, ne kadar olumlu ve nasıl görüyorsunuz? Peter HARLING: Bu sorun doğrudan doğruya şu anda olup bitenlerin kalbine nişanlanmış bir soru, bununla yüzleşmekte yarar var. Bizim karşımızda aşağı yukarı mezhepsel bir şiddet var. Suriye’de de kısmen olup bitenler, aslında vekaleten yapılan bir savaş ve dinsel kökenli bir savaş... Bu mesele tabiiki büyük kayıplara neden olmaktadır. Sünniler ve Şiiler arasındaki gerilim ve çatışmaların ardında Sünni bir düşünce de yatmıyor. Mesela bu farklılıkları nasıl aşabiliriz? Ve eninde sonunda mesele nerede gelip düğümleniyor? Bölgesel güç dengesi, ki İran da dahil olmak üzere, bazı ülkelerin birtakım bölgesel amaçları var. Ve bu gördüğümüz çatışmaların arkasında bunun da yattığını biliyoruz. Şimdi benim inancıma göre, aslında bu konunun askeri bir çözümü olamaz. İlerlemek için tek yapılacak şey bu ülkelerin herbirinde, siyasi olarak güç paylaşımının gerçekleştirilmesidir. Mükemmel bir sistem oluşturulabilir ama öncelikle burada insanların birbiriyle barış içinde yaşaması için buraların Adem-i Merkezileştirilmesi lazım. Ve yerel hukukun yeniden güçlenmesi ve yerel gruplarca yeniden tanınması lazım. Moderatör Murat AKGÜN: Biraz evvel Sayın DEDEOĞLU’nun savunması ilgimi çekti. Barış için çarpışan bütün tarafların masaya oturması lazım. Ancak şuan itibarı ile hepsinin de oturması mümkün gözükmediğine göre, o masa etrafında oturabilecek yapıların oluşmasını beklemek gerekiyor dedi. Yıllarca NATO’da bu tip sorunlar için başka bölgelerde zihin yordunuz. Ne dersiniz? Eğer böyle bir bekleme sürecine gireceksek, bu süreç çok mu uzun olacak? A.F.RASMUSSEN: Bu kolay olur diyemeyeceğim, zaman alacaktır. Çünkü bu aynı zamanda doğru demokratik kültürün gelişmesi ile ilgili bir konu, ama Avrupai bir mesele. Örnek olarak kullanayım: geçtiğimiz yüzyılda, Avrupa iki korkunç savaş geçirdi. Ama biz o karışık deneyimden dersler çıkardık ve son derece iddialı bir entegrasyon projesi hayata geçirdik. O da şu felsefeye dayanıyordu; eğer ülkeleri daha yakından birbirine bağlarsanız ekonomikken ve siyaseten, o zaman herkeste bir fark oluşturacaktır. Savaşın ne kadar aptalca bir şey olduğunu... Yani bugün itibariyle biz (savaşı) artık mümkün olarak bile düşünemeyiz. Avrupalı devletler birbiri ile savaşamaz. Ama 70 yıl önce Almanya ve Fransa korkunç bir çatışmaya girmişti. Ama biz bu ihtimali yok ettik, bu da yeni yapılar aracılığıyla, inşa etmiş olduğumuz Avrupa... Şimdi Ortadoğu’ya şuan baktığımız zaman, (savaşların durması ve entegrasyon) hiç gerçekçi gözükmüyor, ama diğer taraftan ben başka bir alternatif de görmüyorum. Yani böyle yapılar oluşturmak, Ortadoğu’da ve herbir ülke içinde, daha önce de söylemiş olduğum üzere, yetkileri ele alıp, güç paylaşımını, etnik ve dini farklılıklar etrafında ele almalıyız. böleceksiniz. Merkezi bir devletin üç değişik varlığına çok zor, çok masraflı ve aslında çatışmaya yatkın bir süreç... Suriye’de daha zor, Irak’ta daha çok üç homojen son var, tarihi gelişmelerin sonucu olarak ve yani toplumsal konvansiyonların sonucu olarak... Suriye çok daha karışık, netlik yok. Moderatör Murat AKGÜN: Sayın P. Harling size bir sorum olacak, bu kez Irak her ne kadar merkezi bir otoriteye sahip gibi gözükse de, her ne kadar hala bir ortak bayrağı var gibi gözükse de birçok yorumcuya göre çoktan defacto olarak 3’e bölünmüş vaziyette. Güneyde bir Şii etki alanı, ortada bir Sünni alanı, kuzeyde bir Kürt etki alanı... Şimdi benzeri bir durum yavaş yavaş Suriye’de de ortaya çıkıyor. Peter HARLING: Sanıyorum yorumcuların çoğu da benim gibi bölgeye bazen çok konvansiyonel paradigmalardan yaklaşıyor... Merkezi devlet, yahut bölünme... Ama bu iki eksenin arasında da çok şey var. Yani bu da gücün geriye evrilmesiyle alakalı, o da zaten şu anda bölgede olan süreç. Yani İslami devlet fenomenine, mesela bu sürecin bu defacto gücün geriye evrilmesinin kanıtı olarak görebilirsiniz. Suriye rejimi bile öyle evrimler geçirdi ki, muhalefete benzemeye başladı. Bir de Irak rejimine bakacak olursak, anlamlı giriş noktası liderlik veya kurumların başındaki insanlar değil. Fakat çizdikleri topraklara basan “check point”leri de kontrol eden kişiler ve bununla ilgili kaynaklara sahip kişiler... Güç de bu meşruiyette zaten. Yani çatışmanın o tarafından bu sanki deneysel bir süreçmiş gibi. Defacto bir deneyim, bölgenin değişik yerlerinde, sadece Irak ve Suriye değil... Irak bölünmesi açısından bakarsak ben şunu söylemek istiyorum; bölünme hiçbir zaman çözüm değil. Sudan bunun iyi bir örneğidir. Bölünme devlet inşa edilmesi ile alakalı bir problem değil. Aynı problem daha küçük bir ölçekte, birkaç değişik yerde de görülüyor. Bu bir sürecin çıkışı ve bu süreç çok zaman alıyor. Maalesef arzu edilecek bir sonuç da değil sanıyorum. Irak’ta tanıklık ettiğimiz şey gittikçe artan kırılganlıkta olan ve beşeriyetini kaybetmiş bir merkezi otorite, toplumsal düzeyde paylaşmalar... Aslında Kürtlere geldiğinde, olay 20 yıl geriye gidiyor. Yani onlar kendi yollarını, zaten 90’lı yılların başında ayırdılar. Irak’ta sanıyorum artık bir ayrışma, değişme süreci var. Suriye’de Sünniler ve Şiiler arasında... ABD de 2003’te Irak’ı işgal ettiğinden beri (bu süreç devam etmekte). Fakat bunun aslında bölünmeye yol açmasından hala uzağız, çünkü tarihi olarak, merkezi bir devletin sınırları dahilindeyiz ve tabii bunun mirası da var. Altyapı açısından (bu devleti) nasıl Bazı insanlar yapay olarak bazı haritalar oluşturuyorlar ama aslında bu (bölünme) toplumda son derece zor olacaktır. Ayrışma sadece çatışma dinamiklerinde yaşıyor. İki taraf da sürekli birbirleri ile su, elektrik, petrol gibi konularla ilgili yüzyüze geliyorlar. Çünkü yakın zamana kadar son derece birlik olan bir ülkenin yansımaları bunlar. Her ne kadar mezhep çatışmaları gerçek olsa da, yani bu bölünme misyonu yorumcuların yaptığı biraz tembelce bir yorum diyeceğim ben ve aslında gücün geriye evrilmesi Adem-i Merkeziyetçilik ve yeni bir sosyal kontağa bakmak biraz daha gerçekçi. (Bunlara da) ana çözümler diyeyim. Moderatör Murat AKGÜN: Sabahki oturumda Sayın RASMUSSEN’e sorduğum sorulardan bir tanesi, Batı dünyasının Suriye’ye müdahalede bir Irak örneği, ya da Libya örneğinde olduğu gibi niçin çabuk davranmadı, niçin istekli davranmadığı yönündeydi. Benzeri bir soru da, bir tampon bölge için ikisine de hatırlayabildiğim kadarıyla BM’nin bir karar çıkarmadan bu tip oluşumlara gitmenin mümkün olmadığını söyledi. Ama bir taraftan topraklarımızda 1.7 milyon Suriyeli var ve Sayın Numan KURTULMUŞ ifadesine göre; Halep düşerse bir 400 bin de yolda. Türkiye’nin de imkanları ortada, şunu sormak istiyorum; Türkiye tek taraflı Suriye’de bir tampon bölge oluşturamayacağına göre, o zaman kendi topraklarında bir tampon bölge, yani Suriyelilerin ülkenin dört bir tarafına dağılması değil de, belli bir noktada tutulmaları bir çözüm olabilir mi, ne dersiniz? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Şimdi Sayın Rasmussen’in, Suriye topraklarında bu tür bir bölgenin neden oluşturulamayacağı konusunda doğru bilgi verdiği kanaatindeyim. Bunun altını da çizmek istiyorum. Çünkü çok kolay bir durum değil. Burada Suriye yönetimi halihazırda var ve o buna izin vermiyor. kalmec.hku.edu.tr Kuzeyde bir Kürt etki alanı, küçük de olsa belli bir bölgede Esad rejimi ile ilgilidir. Şunu sormak istiyorum; bu problemli periyottan Irak ve Suriye toprak bütünlüklerini koruyarak çıkabilecekler mi, yoksa görünürde Doğu’da yeni devletler mi gözüküyor? 27 Sempozyum Programı Hasan Kalyoncu Üniversitesi Dolayısıyla bir toprak işgali söz konusu olabilir. Benzer bir durum Türkiye’de yapılabilir mi sorusu anlamlı bir soru olmakla birlikte orada da şöyle bir sıkıntı var: Türkiye’nin uluslararası mülteciler sözleşmesinde doğu sınırı kapsama dışında. Türkiye’nin bu anlaşmalarda çekincesi var, yani bu tür kamplar - mülteci kampları, Filistin kamplarıyla aynı statüde kamplar değil aslında, daha serbest kamplar, işin bir hukuki boyutu var. Bunun sosyolojik boyutunu da tartışmaya açılmalı ,Suriye’den Türkiye’ye sığınan insanlar Türkiye’nin istemediği insanlar değil. Dolayısıyla onları izole etmeye yönelik tek bir çabanın parçası olarak böyle bir politika uygulanıyor. Aslında onları izole edip kamplarda tuttuğumuz zaman sanırım Türkiye’ye olan sempatinin bir nefrete dönüşme ihtimali çok yüksektir. Çünkü genelde bu tür kamplarda insanların hafızalarında bize ya da başka yerlerde olan kamplar içeriye gelmemesi için insanların dışarıda tutulma hissi yaratan duruma karşılık. Dolayısıyla Türkiye bunu kendisi bir biçimde yapabilecek de olsa, sosyolojik anlamdaki reaksiyonlar nedeniyle yapmamayı tercih edebilir. Ancak şöyle çıkmaz olduğunu kabul de etmek lazım. Bugün kampı da gezdik, çok önemli işler de yapıldı, sürekli söyleniyor. Sn. Fatma Şahin ile Cenevre’de BM’lerle görüşme yapmaya gittiğimizde de sürekli şöyle bir tavırla karşılaştık. Bizim hoşumuza gidiyor, çok güzel işler yaptınız, helal Türkiye’ye ,nasıl oldu da bu kadar kişiyi ağırladınız ama ağırlamaya lütfen devam edin ve maliyetini üstlenin ve mümkünse Edirne kapısını da açmayın. Şimdi Edirne’deki kapıyı açmayın, dolayısıyla maliyetini katlanın gibi bir ruh haline de bürünmüş vaziyetteyiz. Bunun sürdürülebilir olduğu kanaatinde değilim. Sayı arttığı takdirde dolayısıyla nasıl kriz yönetiminde birtakım ortak çözümler bulunuyorsa, bunun da daha uluslararası ortaklarla, dostlarla, müttefiklerle paylaşılan bir sorun olması gerektiğini düşünüyorum. Yani sadece mali bir sorumluluğu değil, toplumsal risklerinin de paylaşılabilir olması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü bu mültecilerin veya sığınmacıların durumları daha önce tanımlanmamış yeni risklere karşılık gelmesi de söz konusu. Bugün için Türkiye’de söz konusu değil ama dünyadaki örneklerde yeni tehdit unsurlarının yuvalandığı yerler olma ihtimalleri de var. Sadece o ülke açısından değil bütün bölge ve dünya devletleri-ülkeleri açısından önlenmesi gerekir. Önleyici bir takım görüşmelerde bulunulması gerekir. Şu ana kadar ne yazık ki Uluslararası alanda bu konuda bir çaba söz konusu değil. Ancak bu tür Konferanslarla veya soruna doğrudan değinerek belki buradaa paylaşılıp çoğaltılması mümkün olabilir. Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye’nin uçuşa yasak bölge projesinin çok daha makul ve hayata geçirilebilecek bir tasarı olduğu kanaatindeyim ancak orada şöyle birşey var... Moderatör Murat AKGÜN: Ama onun için de BM kararı gerekiyor değil mi? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Gayet tabii ama bu biraz daha 28 [1. GÜN] fazlagündeme gelebilir bu şu demektir; bertaraf etmek istediğiniz bir rejim varsa onun belirli bir bölgede uçuş hakkının olmamasını ileri sürmek anlamına gelir. Çünkü Suriye topraklarında uçuş hakkı olan Türkiye yönetimidir ve de oraya müdahale yapan koalisyon dışişlerinindir. Dolayısıyla buraya uçuş yasak dediğimiz zaman Esad’ın uçakları uçmasın demek anlamına gelir. İkinci de; Amerika bu uçaklar uçmasın sonucu getirebilir. Bunun çok sağlıklı bir şekilde formüle edilmesi mümkün olabilir, yeter ki niyet olsun. Ancak buradaki nihai niyet Esat’lı mı Esad’sız mı? Ne kadar hesaplı, ne oranda hesaplı meselesindeki uzlaşmayla ancak ortaya çıkabilir. Moderatör Murat AKGÜN: Galiba kilit noktada bu son söylediğiniz deyimdi; Suriye’de bir çözüm olacaksa ne kadar Esad’lı ne kadar Esad’sız? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Yani ben gelişmelerin Esad’sız senaryoların şu an biraz alt çekmecelerde durduğu kanaatindeyim. Bu Esad rejiminin bir yerde ne kadar gücünü paylaşacağının pazarlıklarının sürdüğü kanaatini taşıyorum ve ne yazık ki IŞİD’in de bu konuda büyük bir işlem üstlendiği de anlaşılıyor. Moderatör Murat AKGÜN: Bay Rasmussen size şunu sormak istiyorum; Türkiye-Amerika ilişkilerini makasa benzetecek olursak, bu makas Suriye konusunda bazen kapanıyor bazen açılıyor, açıldığı konulardan bir tanesi de İncirlik Üssü. İncirlik Üssü herhalde NATO Genel Sekreterliği yaptığınız zamanlardan çok iyi hatırlıyorsunuz ve şu anda ABD’nin İncirlik Üssü’nü ısrarla Türkiye’den istediği bir sır değil. Niçin ABD İncirlik Üssü konusunda bu kadar ısrarlı? İncirlik Üssü Suriye konusunda ne gibi bir artıya yol açabilir ,bir de şunu sormak istiyorum; Suriye konusundaki BM nezdindeki her çaba Çin ve Rusya duvarına çarpıyor, Rusya ve Çin niçin bu kadar Suriye’nin arkasında, genç arkadaşlarımız belki merak ediyordur ne dersiniz? A.F.RASMUSSEN: İlk olarak, ben tabiiki detaylarıyla ilgili olarak yorumda bulunmayacağım. Hani NATO’da bireysel müttefikler nasıl organize olurlar? ABD-Türkiye arasındaki somut işbirliği de bu konuya dahildir. Tabiiki (Türkiye) kuvvetli bir savunmanın parçası ve ABD’nin güçlü bir müttefikidir. ABD gibi (Rusya ve Çin) onlar da stratejik olarak önemli askeri tesislere sahip olabilir. Bölge topraklarında Çin’in ve Rusya’nın davranışlarına baktığımız zaman, sanıyorum Çin açısından daha çok genel bir isteksizlik hali var. Herhangi bir şey kabul etmek istemiyorlar. Dış bir askeri müdahale için yeşil ışık olabilecek herşeye karşılar. Her ülkede, Suriye dahil, Rusya açısından şu çok net ki, Rusya’nın stratejik bir ilgisi, çıkarı var. Rusya’nın Ortadoğu’da çok fazla dostları yok. Dünyanın bu bölgesinde, Esad Rejimi Rusya’nın dostlarından biri, Rus Stratejik mevcudiyetinin önemli bir öğesi. Suriye dünyanın bu bölgesinde sanıyorum. Ana çıkar bu. İki Cenevre Konferansı yaptık. Her ikisi de şöyle sonuçlandı ve bu Konferanslara Rusya da dahildi. Nihai dokümanlarda Cenevre’deki Konferans şunu söyledi; süreç başlatılmalıdır. Bu belki Suriye’de bir sistemde değişikliğe yol açabilir dendi... Ancak Rusya’nın angajmanını dikkate alarak, bir de diğer bölgedeki ülkelerin angajmanlarını dikkate alarak şöyle düşünüyorum, herhangi bir askeri dış müdahale bir patlamaya yol açabilir. Ama sadece Suriye’de değil, bütün bölgede. İşte o yüzden, ben şu önerime dönüyorum bir yolunu bulmaya çalışmak lazım. Bu çözüm önerisine ben çok katılıyorum.... Merkezi devlet sisteminin ve ülkenin bölünmesinin yanında başka alternatifler var. Bu iki uç eksenin arasında, gücün etnik ve mezhepsel gruplar arasında paylaşılması alternatifi var. Moderatör Murat AKGÜN: Bay RASMUSSEN’e sabah seansında IŞİD konusundaki (Irak- Şam İslam Devleti) düşüncelerini sormuştum. Şimdi bölgeyi yakından tanıyan biri olarak aynı soruyu size de sormak istiyorum. IŞİD nasıl var oldu, neden var oldu ve yok edilmesi neye bağlı? Sabah seansında Sn Numan KURTULMUŞ aslında şunu söyledi ‘bataklığı kurutmazsanız IŞİD gider başka bir organizasyon gelir’ dedi, bunu paylaşıyor musunuz? Buyurun. Peter HARLING: Bu üç soruya da cevap verebilirim. Fakat İran’la ilgili bazı şeylerden de bahsedelim. Rus ve İranlı yetkililerle konuştuğumuz zaman, Suriye rejimiyle ilgili, kendi standartlarına göre, pek etkili performans sergileyemiyorlar. Aynı zamanda (dengeler) o kadar kırılgan ki (Rusya ve İran), eğer Esad Rejimini desteklemeyi bırakırlarsa rejim çöker ve diğer tarafın zaferi olur. İşte ben şu açıdan katılmıyorum: Irak ve Suriye’de olanlara vekaleten bir savaş diyelim. Fakat bir taraf için vekaleten savaş... Ama öbür taraf için diyemeyeceğim. Diğer taraf kim savaşacaksa, hepsini desteklemeye hazır ve bütün silahları, bütün parayı, bütün siyasi desteği de verecek. Hani bir oyun alanında, sanki bir oyun seyrediyoruz. Bir tarafta bir crock ekibi var birlikte çalışıyorlar ve bu konuda çok sertler, diğer tarafta insanlar birbirleriyle öylesine oynuyorlar ki ellerini kirletmek istemiyorlar, canları acısın istemiyorlar. Bu karşılaştığımız problemin bir kısmı. Bu şekilde oyunu bitiremeyiz... ABD’nin net olmasıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Çünkü bence bu sorunun önemli bir kısmını teşkil ediyor. Elimizdeki sorunun değişik katmanları var. Barak Obama’yı düşünecek olursak, bana göre, olayların hiç birine fazla ilgi duymuyor. Entelektüel olarak hoşuna gitmiyor bu durum, bölgeye ilgi duymuyor, dış politikaya çok ilgi duymuyor, kirli savaşlara, vekaleten savaşlara ilgi duymuyor. ABD dijital sınırlar ve mali kurumların kontrolü gibi şeylere çok ilgi duyuyor. Bir sonraki döneme girmek istiyor, geçmiş döneme takılmaktan ziyade. Ki Ruslar ve İranlılar daha çok onu yapmak istiyor. Sanıyorum onun algısı ki hükümetteki çoğu kişiyle aynı şeyi düşünüyor: artık bu bölge büyüse fena olmaz. Kendi problemlerini kendi ele alsa! Niçin hep ABD veya Batı müdahale ediyor? İşleri düzeltmeye çalıştıkları zaman, Afganistan ve Irak’taki gibi, doğuda başarısız oluyorlar. Yani ABD’nin bu konuda bir şey yapabileceğine dair fazla inanç yok. İslami devlet burada devreye giriyor. Dört yıldır o fikirden öbürüne atlanıyor. Bölgede herhangi birşeyin değişebileceği konusunda şüpheler var. Mesela Tunus’taki başkaldırının erken dönemlerinde, Mısır’daki o heves, Libya’daki rejim değişimi, ondan sonra İslamcıların elinin seçimlerle kuvvetlenmesi... (bunlardan) korkuyoruz. Sonra İslami kriz geliyor... İslami devlet (IŞİD) ön plana çıktı... Yani bu büyük bir problem ama bütün bu çözülmemiş problemlerin zaten bir ifadesidir IŞİD. Bunlar 10 yıllardır oluşan problemler ve bunlar son 4 yıldır da daha da kötüye gitti... Moderatör Murat AKGÜN: Bu konferansta en çok aklımda kalacak olanlardan bir tanesi sizin bu oyun oynayanlar, üstü kirlensin isteyenler ve istemeyenler benzetmeniz olacak gerçekten, ilginç bir benzetmeydi. Sayın Prof.Dr. Beril DEDEOĞLU, mümkün olduğu kadar genç arkadaşlarım Ortadoğu’da farklı alanlarda bilgilenmesi için belki batı, sorular eksik kalıyor ama bu bir parça da benim her konudan biraz konuşalım çabamdan kaynaklanıyor. Size sorum Filistin hakkında olacak, Türkiye Filistin’e çok önem veriyor, hatta devlet yetkililerinin zaman zaman Filistin sorunu çözmeden Ortadoğu’ya çözüm gelmez sorunu, sabah Bay RASSMUSSEN’in de olduğu oturumda konuşulmuştu. Şunu sormak istiyorum; Filistin’i çöz diyoruz ama böyle bir ortamda Filistin sorunu nasıl çözülecek? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Biz genelde Filistin sorununu İsrail Filistin sorunu üzerinden tanımlama eğilimindeyiz. Oysa belki de devletleri hiçbir zaman o şekilde tanımlamak doğru değil, her devlette birden fazla devlet var. İşte ABD’yi örnek alıyoruz, iki tane Amerika var, Rusya diyoruz daha fazla var ama Filistin de fiziki olarak iki tane var biyolojik ve yaklaşım olarak iki parça var. Moderatör Murat AKGÜN: Birbiriyle fiziki bağlantısı olmayan. Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Aynen öyle. Dolayısıyla görüşleri ve beklentileri arasından da farklı olduğunu tahmin ettiğimiz bir ikili yapı var ne yazık ki. Bu Filistin’in devlet olması sürecinde zorluk yaratırken, İsrail’in de işini çok kolaylaştıran bir duruma karşılık gelmiyor. Zira İsrail bu iki taneden bir tanesini muhatap kalmec.hku.edu.tr Kremlin’in özellikle Esad rejimine aşık olduğunu düşünmüyorum ama Rusya şundan emin olmak istiyor; her ne olursa olsun Suriye’de gelişmeleri kontrol edebiliyor olsun istiyorlar. Çünkü Suriye Rusya için stratejik bir çıkar alanı... BM Güvenlik konseyinde o beş kalıcı üye arasında Suriye ile ilgili bir karar alınması açısından, politik çözümlere odaklanılması gerekmektedir. 29 Sempozyum Programı almak istiyor ama öbürü de var, yani; “seni muhatap alıyorum, seni muhatap almam” dendiği zaman zaten süreçte yarım durum söz konusu oluyor. Bu yüzden de krizi çözmeye yönelik değil de devlet oluşumu krizleri çözmeye yönelik bile yol almakta çok önemli sorunlarla karşılaşılıyor. Bugün gelinen nokta itibarı ile benim görebildiğim kadarıyla sorunun içinden çözümü yani Filistin ve İsrail sorunu meselesidir ve içinde de örneğin ABD’nin arabuluculuk yaptığı bir süreçtir çözüm neredeyse tıkanmış içeriden çözülemeyecek, dolayısıyla dışarıdan çözülme süreci kazanıldığı anlaşılıyor. Dışarıdan kim olacak diye baktığımızda da Avrupa ülkelerinin arka arkaya Filistin tanınmasıyla ilgili parlamentolarının ya gündeme getirmeleriyle ilgili ya da karar çıkartmaları fiziki anlamda sonuç getirmeyen bir duruma karşılık getirir. Yani siz resmi olarak tanındığınızda acaba büyük elçilik açılacak mı? Ben hiç sanmıyorum, sorunun karşılığı çok olmayabilir. Ama bu büyük bir diplomatik baskı aracı olarak İsrail’e yönelik Filistin’in hazır hala ikili bir yapıda sürdürülme ihtimali varken bu ihtimal hala ölmemişken sürdürülmesi yönünde bir çabaya yönelik işarettir. Moderatör Murat AKGÜN: Bir kader mi bütün Ortadoğu’nun sorununa dışarıdan çözüm empoze ve yahut beklentisi... Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Şöyle bir şey var, eğer sorunlar masada birlikte konuşulacaksa; bunun bir mahsuru yok, küresel bir dünyadayız, nasıl barış projeleri yönünden konuşulmadan gerçekleşmiyorsa, her türlü sorunun da masada görüşülmesinin hiçbir mahsuru olmadığı kanaatindeyim, yeter ki masaya gerçek silahlar konulsun. Ama yapılandırılmış bir bölgeden bahsediyoruz, yani kendi tarihi kendi inisiyatifiyle kendi varlık biçimini tespit etmemiş, zaten dışarıdan yapılan görüşmelerden söz ediyoruz. Zorlama devletlerden söz ediyoruz, zorlama iktidar yapılarından bahsediyoruz. Bunların sürdürebilirliliği hiç düşünülmemiş. Hasan Kalyoncu Üniversitesi Moderatör Murat AKGÜN: Cetvelle sınırlar çizilmiş değil mi? 30 Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Yani yapılandırılırken “şu tarz bir aile ülkeyi yönetir gider” diye düşünülmüş, ya yönetemezlerse denmemiş. “Yönetemezse alırız aşağı” denmiş ki hala aynı yöntemler uygulanabiliyor. Mısır’da “bunlar yönetemeyecek alalım, bunu getirelim” deniyor. Ama bu da sürdürülebilir değil. Dolayısıyla benim anladığım ve gördüğüm kadarıyla Filistin örneğine asılmak zorunda, çünkü dünya değerleri çok daha karmaşık hale geldi. Birgün şu an en azından Batı Şeria’da temsil edilen kesimler biz bu işi başaramadık, valizleri alıp gitsek dünyadan yana gitsek en azından, İsrail’e hiçbir muhatap kalmayacak, ya da birçok farklı devleti muhatap almaya hiçbir kesim kalmayacak. Şu an son şanslar yaşanıyor gibi bir durum herhalde, arka arkaya bu tür girişim söz konusu benim anladığım kadarıyla, çok gecikmeyecek... [1. GÜN] Moderatör Murat AKGÜN: Çok gecikmeyecek derken Filistin’deki çözümü mü kastediyorsunuz? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Hayır yani, biraz daha somut adımların atılması konusunda aceleye yol açan bir süreç var. Çünkü Filistin devletinin bir an önce vurulmasını isteyen, gerçi bütün Amerika başkanları bunun zamanında olmasını ister ama Obama bu konu da yönetime çok baskı yaptı ve bu baskı sonucunda İsrail de biraz sosyal ilişkileri geliştirmek durumunda kaldı ve gitmeden diyorum. Obama sanıyorum bu süreci biraz daha sıkıştırıcı Filistin lehine sıkıştırıcı işlemlerde bulunur. Ama sonuç alır mı, onu inan ki öngörmek hiç kolay birşey değil. Moderatör Murat AKGÜN: Bay HARLING size şunu sormak istiyorum. Ortadoğu problemlerinden bahsettiğimiz zaman herhalde Türk-İsrail ilişkileri ve Mısır konumu gözardı etmek doğru olmaz, şunu sormak istiyorum; Türk-İsrail ilişkilerinin son yıllarda çok parlak olmadığı bir gerçek, ilişkilerin bu kadar kötü olması sizce Ortadoğu’daki barış süreçlerini genel anlamda nasıl etkiliyor? İkincisi Mısır’daki darbe sürecinden sonra Mısır’ın kendi kabuğuna çekilmesi ve Arap kardeşleriyle bile kavgalı duruma gelmesi Mısır’ın o eski Arap dünyasına abisi pozisyonunu kaybetmesi durumuna gelmesi, bütün bunlar Ortadoğu barış süreçlerini nasıl etkiliyor, ne dersiniz? Peter HARLING: Türk İsrail ilişkilerine konuyu getirirsek, ki çok iyi bildiğim bir konu değil onu söyleyeyim, sadece dışarıdan bakarak biliyorum, iki durum çıkıyor ortaya. Olup bitenleri duygusal tepkiler var, tabii bunlar da duygusal tepkiler doğurur her zaman. Yalnız politik açıdan değil, genel açıdan da öyledir. Türkiye’nin Arap dünyasına karşı tutumuna baktığımız zaman, birtakım bilinen ilkeler var. Tabi yükseltileri, dalgalanmaları oldu bu ilkelerin. Türkiye komşularına bir model olarak ortaya çıktı. Çok da etkileyici oldu. Yani bir dinamik aşıladı bölgeye, vs. Bu herhalde sınıra dayandı. Türkiye’nin tutumu, tutarlılık açısından baktığın zaman, bir tutarlılık gösteriyor. Suriye konusu mesela erken aşamalarda Türkiye ilk önce bir katalizörlük yapmaya çalıştı. Esad rejimiyle iyi ilişkileri vardı. Ve onları (Esad rejimini) değişime zorlamaya çalıştı. Aylarca devam etti. Şiddet düzeyi bu kadar yükselmeden evvel, bu ilişkilerde de, yani sanki ihanete uğramışlık havası da esti. Türkiye ondan sonra değişti ve tutumunu değiştirdi. Hala bu tutumunu sürdürüyor. Şimdi Türkiye için bu rejimi kapsayan bir çözüm olmaz... Tabii bu yapılacak doğru şey mi, sonuç getirir mi getirmez mi, bunlardan emin değilim. Ama en azından okuması kolay bu tutumların... Mısır’a baktığımız zaman, Türkiye’nin tutumlarının orda da tutarlı olduğunu görüyoruz. Şimdi aslında bizim sürekli olarak bir temadan bir temaya kaydığımıza bakılırsa, bu tutarlılıkla da takdir edecek bir şey var. Çünkü bölge artık çok köklü bir krizden geçiyor ve bunun da tarihte olan kökleri, izleri var. Pek çok problem onlarca yıl birikmiş. Tabiiki bunların açılıp çözümlenmesi epey zaman alacaktır. Şimdi bütün oyunculardan beklenen şey zamanın sonuna dayanarak ilkeleri bulmak. Bir şekilde dengeleyici birtakım ilkeleri bulmak, bu açıdan zannediyorum ki siz başkalarından çok daha iyi bu işi başarıyorsunuz. En azından Batı’dan daha iyi başardığınız kesindir. Moderatör Murat AKGÜN: Artık öğrenci arkadaşlarımızdan soru almak istiyorum. Bakalım onların soruları neler olacak. ÖĞRENCİ: Mehmet Veli Koyuncu (S.B.U.İ.): Benim sorum Bay RASMUSSEN’e, yerel yönetimlerden bahsetti. Adem-i Merkeziyetçilikten bahsetti. Adem-i Merkezi yönetimin olması için güçlü bir yönetimin olması lazım değil mi? Örneğin ABD modeli gibi Ortadoğu için bu geçerli mi yani geçerliliği var mı? Irak’ta gördük yerel yani Adem-i Merkeziyetçilik Irak’ın güçlü bir merkezi olmadığı için şu an bölünmeye kadar gitmiştir. Bu konu hakkında görüşlerini alabilir miyim? dünyanın başka bir köşesi. Ama Danimarka Krallığı’nda bizim 2 tane kimliğimiz var. Grönland var, bunlar Danimarka Krallığı’nın parçası, oralardan sorumludur. Oraların savunması, güvenliği ve para politikası Danimarka’nın yetkisi altındadır. Fakat birçok alanda da buranın yönetimlerine çok büyük özerklikler tanımıştır. Bu modelin birçok problemi var diyebilirsiniz tabii ama alternatifi nedir diye de sormak gerekir. Alternatif, çatışmaların sonsuza kadar devam etmesi değildir. Sorunun cevabı; çözüm hususunda ilerleme kaydetmek ve insanların barış içinde bir arada yaşamayı öğrenmesini sağlamak en azından. A.F.RASMUSSEN: Bazı bölgelerde tabiiki güçlü bir merkezileşmiş güç gerekir. Mesela askeri ve güvenlik ile ilgili konulara geldiği zaman, ABD’de güç merkezileşmiş. Şunu hatırlatayım. Size ben burada Suriye’yi bir devlet olarak Irak’ı bir devlet olarak muhafaza etmek lazım geldiğini de söylüyorum. Ama bu ülkelerdeki farklı kimlikler arasında, güçlerin paylaşılması gerektiğini söyledim. Ama tepede bir devlet olmalı. Bir devlet bütünlüğü olmalı ki savunmayı düzenlesin, güvenliği sağlasın, merkez bankası olsun, para politikası olsun, onunla ne yapacaksa yapsın... Yahut devlet kurumları olsun, bir anayasa olsun, ona göre bütün düzenlemeler olsun. Ve o anayasa aynı zamanda da azınlık haklarını da garantiye alsın. Tabi bütün bunları söylerken Bosna modelinden ilham aldığımı da itiraf etmeliyim. Onun için söyledim. Balkanlar ve Ortadoğu arasında farklar vardır. Ama birtakım benzerlikler de vardır. Bunlardan ders alabiliriz. Yani ben burada bir çelişki görmüyorum, güçlü bir merkezi hükümet alanlarını oluşturmak için, bir yandan da gücün iktidar gücünün yerel yöntemlerle paylaşılması gerekir. Şimdi bunu sonuçlandırmak için kendi ülkemi örnek vereyim. Tabiiki bu A.F.RASMUSSEN: Ben daha önce görüşlerimi ifade ettiğim için, evvela sizin bu konudaki görüşlerinizi dinlesek! Adem-i Merkeziyetçilik ve gücün paylaşılması meselesi, mezheplere veya etnik gruplara dayanan teşebbüsler hususundaki gibi. Lübnan’da olsun Irak’ta olsun çok kötü örneklerini gördüğümüzde karıştırılmamalı. Aslında Irak’ta bu fikrin tarihi geçmişi esas olarak sürgünlerle başlamış. Bağdat’a dönersek burada bir yetki var. Bir iktidar var. Ama rejimden acı bir şekilde çekmiş olan insanlarda da güçlü tepkiler var... Siyasi boşluk içerisinde, ABD’nin ilk işgal hareketlerine bakarsanız, tabiiki Irak için tek çözüm o değildi. Bedelini herhalde ödüyoruz şimdi. Yerel seçimlerde yakın çevrelerini düşündüğümüz zaman, IŞİD meselesini de gözönünde bulundurduğumuzda..., çok büyük güvenlik tedbirleri alınıyor. Bağdat tarafında IŞİD; güvenlik kadrolarının motivasyonlarını kırmış durumda. Bir de birtakım direnişler var. Hemen bu direnişler çöküyor tabii. IŞİD ortaya çıktığı anda çöküyor. O zaman (direnişçiler) kendi çevrelerinde (kendilerini destekleyen) herhangi bir güç bulamıyorlar, IŞİD’i başlarından defedebilmek için. IŞİD’in Bağdat’la temasları, ilişkileri var. kalmec.hku.edu.tr KONUK: Sn. RASMUSSEN bu serbest bölge meselesine dair acaba ne düşünüyorsunuz? Bir de Suriye’deki güç paylaşımı sistemi nasıl olur, yani başka yerlerde örnekleri var mı bu tip veya bu çeşit? 31 Sempozyum Programı Dolayısıyla oradaki boşluğa bir çözüm bulmak lazımdır. Musul’un büyük aşiret reisleri Musul çevresinde nasıl güç tabanlarını oluşturmuşlar? Buradan başlarsak işte zaman içinde bir alternatif geliştirilebilir. (Bölgede) alternatif bir güç yapısı olabilir. Güç dağılımı gözönünde bulundurularak ondan sonra görüşmeler başlayabilir. Ancak başkentte ve burada da hakemlik rolü oynayacak olan yine merkezi hükümettir. Herkese lazım şimdi. Master planına gelince, bu planın bize önerilmesi, Cenevre sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkmış. Cenevre sürecinde; Suriyelileri masaya getirsinler diye Amerikalılar Rusya’yla çalışmaya razı olsaydı, işte onlar Suriyelileri o zaman zorlayabilirlerdi. Hepsi birlikte bir uzlaşmaya varabilirlerdi, ama olmadı. Niye çünkü Ruslarla Amerikalılar hiçbir şekilde birbirleri ile birlikte çalışamadı çünkü Ruslar oyunbozan oldular. Orada bu anlaşmazlıklardan, bu çatışmalardan, onlar (Ruslar kendileri) yararlanır durumda görüyorlar. Amerika’ya karşı dikilmenin avantajları var; imaj hususunda, vs. Öteki taraftan, Amerika’nın da burada olup bitenlerle çok fazla angaje olmayı istemeyen tutumu var. Dolayısıyla madem bu yukarıdan aşağı yaklaşım iyi olmadı, öyleyse aşağıdan yukarı bir yaklaşımla Suriye hususuna eğilelim. Mesela yerel ateşkesler olsun. Suriye’de birtakım ateşkesler oldu, onlar ilerletilebilirdi. Hiç kimse ilerletemedi onları... Siyasi hesaplar yüzünden... Dolayısıyla önümüzdeki bir iki yıl Cenevre süreci sürecektir. Ama bunun bir faydasının olması, bir çözüm bulunabilmesinin tek çaresi, bu konunun hem Batı’da daha ciddiye alınması, hem de Rusya’nın da “biz demedik mi” demekten vazgeçip, daha yapıcı bir şeyle ortaya çıkmasıyla olacaktır. Hasan Kalyoncu Üniversitesi KONUK: Benim işim kolaylaştı şimdi, çünkü genel olarak ben buna katılıyorum aynı fikirdeyim, başlangıçta bu gücün dağıtılması bölüşülmesi meselesinde bu başarılı olabilir, yerel seçkinlerle yerel camia arasında yeniden maganda olabilir. Tam iktidarın gücü Adem-i Merkezileştirmesi dediğimiz zaman, tabii doğru bir demokratik kültür içinde demek istiyoruz. 32 [1. GÜN] Şunu da ekleyeyim, bazen şöyle soru gelir (Ukrayna’nın NATO üyeliği), provakatif olmaz mıydı? Rusya’yı düşünürsek, Ukrayna’nın NATO üyeliği Rusya’nın karar vereceği bir konu değil. Her ülkenin kendi geleceği hakkında kendi kararını verme hakkı var. 1999 Avrupa Güvenlik Konferansında her ülkenin kendi güvenlik politikasını oluşturma hakkı var deniliyordu. Rusya da bu konferansı onaylayan ülkelerden biriydi. Ukrayna başvuruda bulunur ve NATO kararını verir. Eninde sonunda üyelik nihayetlendirilir. Ama tabiiki yakın gelecekte olacak bir şey değil bu. Moderatör Murat AKGÜN: Beril Hanım size de sormak istiyorum aynı soruyu, biraz evvel Bay RASMUSSEN’e sordum, o çok fazla detaya girmek istemedi, daha evvel görevi nedeniyle ABD İncirlik için bu kadar çok bastırıyor, bu kadar istekli, bir de şunu sormak istiyorum, Bay HARLING dedi ki, Cenova konusunda birşey olmadan devam edecek dedi. Cenevre 1 Cenevre 2-3-… … gibi devam edecek, görüşünüz nedir? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Önce Cenevre’den başladım, galiba evet, herhalde öyle devam edecek. Burada amaç görüşmelerin kesilmiyor olma halini iyi haber saymamız gerekmesi… Moderatör Murat AKGÜN: Ama bu dostlar alışverişte görsün diyaloğu olmayacak mı? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Risk; eğer “bu bitti” derseniz riski daha büyük. Dolayısıyla masada bu olay görüşülüyor olma hali başlı başına bir diplomasidir. Şu an daha ileriye gidilemiyorsa, buna razı olunma durumu var. İncirlik konusunda ABD’nin çok ısrarcı olduğuna dair sizin söylediğiniz kadar büyük bir ısrar var mı, çok emin değilim ancak eğer talepleri varsa bunlar; “burada kalkayım bombayı atayım, Türkiye zor durumda kalsın” diye talep edilen bir şey değil, maliyeti düşük bir insani müdahale eyleminin sürdürülmesiyle ilgili. ÖĞRENCİ: Seda Kocager (S.B.U.İ.): Sorum Sayın RASMUSSEN’e; Ukrayna’nın başvurması halinde NATO’ya kabul edileceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Moderatör Murat AKGÜN: Yani eğer istiyorsa askeri nedenlerle bir insani yardım amaçlı istiyorlar düşüncesindesiniz. A.F.RASMUSSEN: Tabiiki her başvuru sahibi ülke NATO kriterlerini karşılamalı. Ukrayna üyelik için başvurursa NATO’ya, bu bayağı uzun süreç olacaktır. Çünkü Ukrayna gerekli kriterleri şu anda karşılamıyor. Ama şunu hatırlatayım size, 2008 yılında NATO zirvesinde bir süreçte, NATO karar verdi. Ukrayna NATO üyesi olacaktır dedi ama tabiiki Ukrayna’nın gerekli kriterleri karşılaması gerek. Ve bu karar hala geçerli. Bu yıl eylül ayında bu kararın hala geçerli olduğunu tekrar belirttik. Ama belli ki Ukrayna’nın kapsamlı reformlar gerçekleştirmesi lazım. Ondan sonra NATO üyesi olabilir. Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Aynen öyle çünkü bugünün teknolojisiyle yani incirlik üssüne muhtaç bir Suriye operasyonu olduğunu söylemek çok kolay bir durum değil. Ayrıca Türkiye’den kalkan Amerikan uçaklarıyla sağın solun vurulduğu izlenimini ABD stratejik olarak daha tercih edeceğini de çok zannetmiyorum. Yani niçin Türkiye’nin el uzattığı yakınlaşmak istediği toplumlar kendisinden hoşlanmayan bir pozisyona düşsün, ama şu sahnenin Arap dünyası ve Müslüman dünyasında karşılığı var, ABD’yle anlaşmazlık hariç akabindeyseniz bunun Ortadoğu’da Türkiye lehine bir karşılığı var. A.F.RASMUSSEN: Eğer başkan yardımcısını doğru anladıysam, kapsamlı bir referandumun iyi olacağını söylediler. Bu proje BM’de zaten bayağıdır konuşuluyor. Argüman şu, BM Güvenlik Konseyi bildiğimiz haliyle 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonraki güç yapılarını yansıtıyor. Modern bir BM güvenlik konseyi 2014’ün gerçeklerini yansıtmalı. Ve gelişmekte olan güçlerin artan ağırlığını yansıtmalı. Çok iyi anlıyorum bu argümanı ben. Ayrıca şunu da söyledim, prensip olarak ben BM’nin reformdan geçmesinden yanayım. Bu şekilde güvenlik konseyi ve diğer kurumların temsil kabiliyeti daha yüksek olacaktır. Bunu söylememe rağmen, bir de gerçekle yüzleşmek zorundayız. Gerçek şu ki, böyle bir değişikliğin olması için, beş kalıcı üyenin de rızası gerekmektedir. Sonra da şu soruyu sormak lazım, sizce bu mümkün müdür? Bu beş ülke konsensüse varıp kendi güçlerinden vazgeçecekler mi—veto hakkı da dahil olmak üzere—? Bence bu gerçekçi değil. Bunun için daha gerçekçi alternatiflere bakmak lazım... Ama şu konuda Başbakan yardımcısına katılıyorum: BM’nin bugünkü durumu onun inanılırlığını ve otoritesini sabote ediyor. Biz BM’de o kadar karar verme yetersizlikleri ile karşılaşıyoruz ki... BM Güvenliği Konseyi önemli kararlar alamaması, BM’nin inanılırlığının sabote edilmesi anlamına gelir. Güçlü bir BM lazım. Bu BM küresel hukukun garantörü olmalı. BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye konusunda bir eyleme geçememesi maalesef bu durumun bir yansıması. Ama BM’yi reforme etme çabaları da o problemi çözmeye yetmeyecektir. Başka araçlara bakmak lazım. Peter HARLING: Uluslararası bir yönetişim sisteminin bir parçası bu da 2.Dünya Savaşı’ndan sonra gelişti. BM gibi kurumlarda belli bir dizi değerler ve normlar söz konusudur. 90’lı yıllarda Batı, Sovyetler Birliği’ni yenince zaten bunlar zirveye çıktı. Net bir düşman olmaması ama dünyadaki insanların kaderinden kendini sorumlu hissetmek, işte bu yönetişim sistemini kullandılar. Sahibi bizdik, sol sağ ve orta merkezi yansıtalım diye ve bu da sanıyorum çok içerleme yarattı tüm dünyada, yani o çifte standart dediğimiz ifade işte Batı’nın hareketinden doğdu. Suriye gibi konularda bizi takip etmeye devam ediyor bu konu sanıyorum ve Suriye rejimi ile Rus rejimi arasındaki ilişkiyi uzun diye tanımlayamayız, doğru değil, bu ilişki 80’li yıllarda durdu. 2012 yılında tekrar başlatıldı çok ilginç bir bazda bunun sebebi şuydu; Rusya bir yandan intikam almak istiyor, motivasyon bu, ondan sonra ilişki git gide artan bir şekilde tekrar inşa edildi çatışma esnasında ama ilk motivasyon aslında bir yerde Batı’ya sinir olmaktı. Yani uluslararası iletişim sistemini manipüle etti Batı. Tamam erozyona uğradı, o kadar çok değişik şekilde zorlandı ki, meydan okudu ki buna Suriye, Ukrayna örnektir. Bu örnekler artacak zaten emin değilim. BM reform etmenin çok fazla potansiyel olacağını en azından görülebilir gelecekte diyelim. Çünkü isteksizlik var zaten bu konularda, bir de sanıyorum bu şu anki durumla ilgili sorun dışı dünyanın bu bölgesinde son birkaç 10 yıldır yüksek düzey uluslararası müdahale ile kuruldu. Bu yapılar işte Sovyetler birliğinden Batı’dan, bugün öyle bir andayız ki, hala biraz müdahale var ama karmaşık net değil. Mütereddit bu zaten, bölgedeki insanların kafa karışıklığı artırıyor ve birbirlerinin çatışmalarında müdahale artıyor. Türkiye gibi İran gibi Suudi Arabistan gibi ülkeler de en son birbirleriyle konuşmaya başladıkları zaman çözümlerin BM’den gelmesini beklemek yerine ancak o zaman…. Moderatör Murat AKGÜN: Beril Hanım size bir soru sormak istiyorum; sabah Sayın Genel Sekreter konuşurken dedi ki, Türkiye’nin bir rol modeli olması imkanından olasılığından bahsetti. Ortadoğu için beri taraftan İsrail’le ilişkilerimiz Mısır’la ilişkilerimiz Suriye deki mevcut rejimle ilişkilerimiz göz önünde bulunduğunda siz bu rol modeli imkânını nasıl değerlendiriyorsunuz nerede başlar nereye kadar devam edebilir? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Bunun gündeme geldiği dönemde Türkiye’nin model olma konusunda tartışıldığı zamana ilişkin bir şey hatırlamak istiyorum. Türkiye bu zamanlar ben model olayım, ben modelimi Ortadoğu’ya söyleyeyim falan demedi ihale üzerine kaldı, yani Türkiye model olabilir mi gibi bir şey dışarıdan geldi. Bu o kadar da olumlu karşılandığı söylenemeyecek bir pozisyon oldu. Eğer Ortadoğu toplumları kendileri bir modelleme yapabilmiş olsalardı muhtemelen çok daha olumlu sonuçlar verirdi yani içerden bölgeden gelen bir öneri şeklinde gelişmiş olsaydı bu üstünde çalışılabilecek bir konu olabilirdi. Moderatör Murat AKGÜN: Zaten bu her konu içinde öyle olabilecek değil mi keşke çözüm isteği Irak’ın içinden gelseydi Afganistan’ın içinden gelseydi. Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Dolayısıyla çok olumlu bir sonuç verdiğini söyleyemem bu açıdan da çünkü Türkiye ile ilgili model dendiğinde herkesin başka bir şey anladığını söylemekte yarar var. Örneğin halkın seçim yaptığı yönetimin belirlediği bir sistemi Ortadoğu monarşileri açısından katiyen bir model olarak algılandığını düşünmemek bizim ya da yönetimin seküler yapısının bazı yerler tarafından kati surette tercih edilmeyeceğini düşünmek lazım. Yani Türkiye’nin model olmasının istenmesi Ortadoğu’da herkesin beklentisine karşılık gelen bir durum değil idi. Ancak şu söylenebilir, Türkiye’nin kendi gelişme ve kat ettiği yol bir cazibe merkezi ve bir kendi her toplumun kendisi için bulabileceği yönteme ışık tutabilirdi. Yani bir dizi badire atlatmış bir ülke Türkiye nelerin arkasından kalkmaya uğraştı. Özellikle siyasetin sürekli yeniden ve yeniden yapılanmakta olan bir ülke bu aynı zamanda da kalkınma yönünde de önemli hamleler yapan kalmec.hku.edu.tr ÖĞRENCİ: Ravdanur Cumha (S.B.U.İ.) RASMUSSEN ve P. HARLING, Sayın Numan KURTULMUŞ’un söylediği gibi dünya 5’ten büyüktür daha işlevsel ve daha geniş zihniyetli BM için önerileriniz nedir? 33 Sempozyum Programı bir ülke peki biz niye yapamıyoruz nasıl yaparsak bizde de benzer bir etki sonuç çıktı üretebiliriz sorusunu sormasına izin verebilirdi hala verebilir. Bugün bitti artık böyle bir şey söz konusu değil anlamında söylemiyorum hatta tam tersine belki çatışma ve kayıp ortamı bu tür soruların sorulması açısından da çok daha önemli bu arada demin BM ile ilgili arkadaşımızın sorusu vardı ya ne olacak diye. Moderatör Murat AKGÜN: Dünya 5’ten büyüktür diyerek. Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Evet onunla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Genel olarak neden gelişmekte olan ülkelerde veto yetkisine sahip ülkeler arasında değil gibi anlaşılıyor. Bu soru gayet tabii ben de bu soruyu sorarım. BM’nin kendi içinde yaptığı tartışma daha da o aşamaya bile gelmedi. Örneğin Almanya 5 ülkenin arasına girsin mi girmesin mi diye tartışılıyor ve benim takip edebildiğim kadarıyla Almanya’nın bu 5 ülkeye dahil olmasına en fazla İngiltere ve Fransa karşı çıkıyor, dolayısıyla daha bunu aşamamışken nerede kaldı diğerleri diye bakmakta da yarar var. Hasan Kalyoncu Üniversitesi ÖĞRENCİ: Kadir (Nijerya’dan gelen yabancı öğrenci) (SBUİ) sorum Sayın RASMUSSEN’e; IŞİD saldırıya başladığında küçük bir grup olarak görüldü fakat durum kötüleşiyor, rakam hergün giderek artıyor, sizce yenilecekler mi ve ne kadar sürecek yenilmeleri? 34 A.F.RASMUSSEN: Çok teşekkür ederim evet kısa cevap, eminim İslami devlet denen şey yenilecektir. Takdir ediyorum geniş bir uluslararası koalisyon askeri bir operasyon başlattı ve buna olanca güven duyuyorum ki eninde sonunda IŞİD yenilecektir. Kolay olmayacak, zaman istiyor ama sonuç bu olacak. Ancak askeri perspektiften bu tartışmanın sonucu olarak tekrar söyleyeyim, eğer önleyeceksek, ekstremliğin sağlamlaşmasını Ortadoğu’da önlemek istiyorsak, çok nedenlerini ele almamız lazım bunların mezhebi politikaların dışında yani ki bunlar hemen bitirilmeli daha bazı problemler var ele alınması gereken ve buna inanmak için bir sebep ya da bahane de yok. Acı olan da şu zaten, 12 yıl önce 2002 yılında BM’ler insan girişim raporu yayınladı. Bu problemlerin altını çizdi, sanıyorum ana sebeplerinden biri Arap Baharında gösterdiğimiz gençler için fırsat yokluğuydu. Daha fazla fırsat yaratmak lazım bu bölgede, bu açıdan 2002 yılında yayınlanan insani gelişim raporunu okumadılar. Çünkü 12 yıl önce yayınlandı. Amerikan veya Avrupalı bilim adamları yapmadı bunu, Arap Akademisyenler kendileri yaptı ve 3 eksikliğe işaret ettiler bunlar sorumlu zaten ekonomik fırsat yokluğundan Arap ülkelerinde. 22 Arap ülkesi çatışıp 3 eksikliği işaret ettiler, özgürlüğün yokluğu yeni bilgiye açlık olmaması ve kadın haklarının yokluğu eksikliği bunlar 3 noktaydı. Çünkü onların altını çizdiği özgürlüğün olmaması, baskılayıcı rejimlere yol açıyor. Bu insan arasında hiçbir şeyi değiştiremeyecekleri hissi barışçıl yöntemlerle bir de yeni [1. GÜN] bilgiye açık olunmaması da ilginç bir şekilde şöyle ifade edilmişti. O kadar az sayıda yabancı kitap Arapçaya çevrilmişti ki ve çok az yeni yazı yeni fikirler hakkında Arapça kitap vardı. Yani Arap akademisyenlerin kendileri söylemiş olduğu şeyleri söylüyorum ben, bu 2002 yılında insani gelişim raporundan bir de şu soruyu sordular, nasıl böyle ülkeler refaha ulaşırlar. Eğer nüfusun yarısı işgücü pazarından dışlanırsa veya kamu yaşamından siyasi yaşam dahil olmak üzere dışlanırsa, tabii ben Arap akademisyenlerinin kendilerinin altını çizdiği şeyleri söylüyorum 12 yıl önce bence bu trajik, 12 yıl önce yayınlandı ve hala tamamen aynı problemlerle yüzyüzeyiz, yani cevap olarak size evet, askeri eylem IŞİD’e karşı şart ama uzun dönemde biz bu eksiklikleri de ele almalıyız. [2. GÜN] III. Oturum Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep Tarihsel süreçte Ortadoğu krizinin siyasi ve sosyal nedenleri Ortadoğu’nun tarih boyunca yaşadığı siyasal, sosyal krizler ve çatışmalar, bugün bölgede terörizm, iç savaş, mezhep ve etnik ayrımcılık gibi gerek bölgesel gerekse küresel sonuçları olan bir kaos yaratmıştır. Bu oturumda, Ortadoğu’da meydana gelen olaylar, kronolojik bir perspektifte değerlendirilecek, geçmişten gelen sorunların günümüz olaylarına yansımaları ele alınacaktır. Prof. Dr. Edibe SÖZEN Hasan Kalyoncu Üniversitesi / Gaziantep Moderatör Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Ortadoğu’da meydana gelen olaylar, kronolojik bir perspektifte değerlendirilecek, geçmişten gelen sorunların günümüz olaylarına yansımaları ele alınacaktır. İlk sözü Kaliforniya Üniversitesi’den Sayın Mujeeb R.KHAN’a vermek istiyorum. Özellikle savaşın yapısal ve sistematik bir analizini yapacak ve Ortadoğu bölgesinde Amerikan politikasını eleştirel bir şekilde ele alacaktır. Mujeeb R.KHAN: Suriye, Irak, Filistin’deki trajediyi anlamak için spesifik bir çatışmaya bakmaktan ziyade, sistematik perspektife bakmamız gerekir ki ‘bu çatışmalar neden hep tekrarlanıp duruyor?’ anlayabilelim. Ortadoğu derken ne kastediyoruz? Bence burası sistematik bir bölge, çeşitli gruplar arasındaki etkileşim birbirlerini etkiliyor. Bazıları Türkiye’yi İran hatta bazıları Afganistan’ı ve Pakistan’ı etkiliyor. Bir önemli konu da, Batı’nın kalmec.hku.edu.tr 1982 Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Yapı ve Değişme Ana Bilim Dalı’ndan Doktora ünvanını aldı. 1991-1993 yıllarında “misafir öğretim üyesi” olarak Wisconsin University Communication Arts Bölümü’ne davet edildi. 1994 yılında Uygulamalı Sosyoloji Doçenti, 2000 yılında da İletişim Profesörü oldu. 1998-2000 yıllarında Almanya, Avusturya ve Hollanda’da 3’üncü Kuşak Avrupalı Türkler üzerinde çalışmalar yaptı. 2001 yılında Avrupalı Türkler üzerine yapmış olduğu ortak çalışma, Almanya Ludwigshafen’de Bilim Araştırma Ödülü’ne layık bulundu. Sözen’in 3’ü ortak, 4’ü telifli toplam 7 eseri, yurtiçi ve yurtdışında yayınlanmış 50’nin üzerinde makale ve tebliği bulunmaktadır. 35 Sempozyum Programı Mujeeb R.KHAN Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley / ABD Basra Körfezi hakkında Fulbright araştırma bursu sahibi Mujeeb R. Khan, modern İslam dünyası tarihi ve siyaseti üzerine yayınlanmış pek çok makalesi bulunmaktadır. Halen University of California, Berkeley’de Doktora programına devam etmektedir. bu bölgeyi küçük görüyor olması. Bunların hepsi eski nefrete dayanıyor diye düşünüyorlar. Peki bu varsayımın problemi nedir? Bunun iki nedeni vardır; birincisi Avrupa çok yakın tarihe kadar, biz Avrupa Birliği dediğimiz zaman, Şanzelize’de kruvasan yemek gibi bir resim görüyoruz. 60 yıl önce Avrupalılar birbirlerini seviyorlar mıydı? Hala birbirlerini milyonlarla öldürüyorlar. II.Dünya Savaşı, binlerce etnik temizlemedir, yani Avrupa Ortadoğu’ya kıyasla tarihsel olarak çok daha şiddetli bir bölge olmuştur. Tersine eski nefretler bu bölgede şu an gördüğümüz kan dökümünü izah edemez. “Pax Ottomana” hikayesinde aslında birçok etnik, çok dinli topluluklar yüzyıllarca birlikte yaşadı. Bölgelere bakarsak döngüsel çatışma bölgeleridir ama bu konuda Ortadoğu da benzersiz değildir. Bu yüzden bu konu sadece sistematik krizin nasıl çalıştığını ortaya koyarak anlaşılır. Mesela Mısır’ın demokrasiye geçişi insanlarda çok büyük umutlar uyandırdı. 2013’te Mısır’daki darbeler de cuntaya karşı reaksiyonu önlemek için, Suudi Arabistan ve İsrail tarafından 20 milyar dolara yakın fon aktarımı yapıldı. Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ortadoğu’da çatışma alanları; İsrail çatışma alanı, Kürdistan çatışma alanı, Arap-Arap çatışma alanı, bunların hepsi kendine özgü çatışma alanı değil aksine hepsi birbirini pekiştiriyor. Bir çatışma alanı başka bir çatışma alanıyla iç içe geçiyor. Çatışma analizinde bu karmaşıklık bugünkü çatışma alanını ortaya koyuyor. Eğer çözüm istiyorsak farkı bulmamız lazım. Mesela Suriye hem Arap-İsrail çatışma alanına giriyor. Yani Lübnan’da ve Suriye’de olanlara İsrailliler çok ilgi duyuyorlar. Fakat bugün hem İran hem de Türkiye- Suriye olayının içinde yer alıyor. İran örneği çok ilginç, çünkü İran’ın Suriye’deki mevcudiyetini Şii soydalitesi Esad rejimi gibi insanlar çok yanlış anlıyorlar. Fakat öyle değil, İran-Suriye karıştırılıyor. Peki, bu nasıl çalışıyor? İran Suriye karşıtıdır. 36 Herhangi bir İsrail saldırısını İran’a püskürtmek için Hizbullah lazım. Esad rejimi giderse o zaman Hizbullah ile olan bağlantı kesilecek. İsrail, İran’ı bombalarsa Hizbullah tabiiki İsrail’e saldırmalıdır. Hizbullah İsrail’in İran’a saldırmasını önlemektedir. Yani bu da kimlik ve kültürel konumlarla ilgilidir. Eğer Türkiye, İran ile bir anlaşma yapsaydı, belki Hizbullah dikkat dağıtıcı birşey olarak olacak, Esad rejimi giderse, bu kutsal yerler bundan korunacak, o zaman İran da belki Esad’ın gitmesine yardımcı olurdu. Ortadoğu’ya giden yol Bağdat’tan mı geçer, Kudüs’ten mi? 2013’te ABD Irak’ı işgal etmeden bölge de barış istiyorsanız [2. GÜN] ilk önce Filistin-İsrail barışı olmalıydı ondan sonra Saddam’a karşı gelebilirsiniz. O zaman insanlar bölgede demokrasi istediğinize inanacaktır. Neo-konservatifler farklı şey söylüyorlar. ABD’de problemin Saddam Hüseyin ve bölgedeki diktatörler olduğunu söylüyorlar; demokrasiyi oraya zorla tesis etmeliyiz. Yani Irak işgalini buna göre haklı gösteriyorlar. Kitle imha silahlarının çok az bir meşruiyeti vardır. ABD’nin dış politikalarında çifte standartlarına bakarsak uyguladıkları işgal politikaları baştan başarısız olmaya mahkumdur. Bir faktör izah eder; Ortadoğu neden bu kadar sonu gelmeyen çatışma alanıdır? Doğu Asya ve Güney Asya yerine neden Ortadoğu? Doğu Asya ve Güney Asya’da hem Hindistan hem Çin büyük güçler olarak ortaya çıktı. Tarihi ve kültürel uygarlık alanlarında Batı emperyalizminden çıktılar, bölünmediler. Hindistan’da biraz bölünmeye gidildi ama geri kalanlarda bölünme olmadı ve kendi hegemonyasını, tarihsel bölgesini ve endüstriyel özgürlüğünü korudu. Batı karışamadı. Çin de aynı şekilde, Mao Çini tarihi sınırlarına geri getirdi. Bazı kültürel devrim ve değişimler sonra gelişti, sanayileşti. Ekonomisini büyüttü. Şimdi dünyanın en büyük ekonomisi oldu. ABD artık bir numaralı ekonomisi değil. Ortadoğu’da trajedi şu; İslam uygarlığı ve İslam dünyasında da böyle bir hegemonya vardı. Osmanlı İmparatorluğu aynı zamanda bir devletti. Osmanlı egemenliği altında yaşayan etnik kökenleri ayrı birçok insan yaşamaktadır. Bunların bazıları Arap Müslümanlar, bazıları Türk Müslümanlardı ama hepsi Osmanlı’ya bağlıydı. Sonuna kadar bütün Müslümanlar Osmanlı İmparatorluğu’nu desteklemiştir. Onlar için savaşmışlardır. Arap Baharı ve demokratikleşme Suriye’de geri tepmiştir. Otoriteyi açıklamak için Batılı güçlerin bu otoriteyi nasıl cesaretlendirip yönlendirdiklerine bakmak lazım. Batı aslında İslam dünyasındaki demokrasiden ürküyordu. Batı birçok şey söylüyor ama bunları uygulamaya geldiğinde ikiyüzlü çifte standardını ortaya koyuyor. Mısır’daki demokrasi arayışı kanlı bir darbeye döndü. Bir sürü insan katledildi. Mısır’daki darbeyi Güney Afrika Birliği kanlı bir darbe olarak algıladı ve Mısır’ı üyelikten çıkardı. İnsan hakları nutukları veren ABD ve AB ne yaptı burada? Şimdi Amerika’nın tutumu gayet belli, eğer bir darbeyse, demokrasi yeniden gelene kadar bu ülkeyi askıya almak lazım. Ama Obama “biz yasalar ülkesiyiz” dedi. Pekala, işkenceye işkence demiyoruz ama yoğunlaştırılmış sorgulama diyerek buna başka isim taktı ve ilişkilerine devam etti. AB yine Sisi’yi suçlamadı ve Tiananmen meydanındaki Çinlilerin yaptığından beter bir katliamı da görmezden geldi diyebiliriz. Uluslararası düzey dediğimiz zaman bütün mesele petrol kaynaklarını kontrol altına almaktadır. Bu sonu gelmez çatışmanın unsurlarından birisi de aslında budur. Bu işlemezlik yani Amerikan politikasının karşı durumuna bakalım. Yani Sisi Vahbi Selefi bir hareket, Suudi Arabistan’dan yükselen bir hareket ve hakikaten çok vahşet uyguluyor. Amerikalılar ‘Neden Müslümanlar şiddetsiz olamıyor? diyor. Ama Rabia olayında meydanlara çıkanlar barışçıl hareketlerdi. Ne oldu? Katliama uğradılar ve siz de onları koruyamadınız ve Sisi burada genel olarak yükseldi. Niye yapıyorlar bunu? Çünkü diyorlar ki; demokratik ülkeler olursa ve halkın sesine kulak verilirse o zaman dış politika da değişebilir. Belki Filistin’e eşitlik ve özgürlük isteyebilirler. Bölgenin sanayileştirilmesini yani yüzlerce bin doları harcayıp da orada kendilerine saray yaptırıp ya da lükse gitmek gibi şeylerden vazgeçip demokratikleşmeye dönebilirler. Bölgesel düzeyde bazı ülkelerin tutumlarını nasıl değiştirdiklerini de görüyoruz. Bu iddiada yapıcı unsur devreye giriyor. Yurtiçi düzeyindeki değişimde, bir kimlik değişiminde bir ülkenin yönünün değiştiğini görüyoruz. Yönleniminin değiştiğini görüyoruz. 1980’e kadar Türkiye ve İran çevre ülkeler olarak anılıyordu. Yani çevre stratejisi diye İsrail ile ilgili de bir strateji vardı. Arap olmayan ülkelerle ilişkilerimiz. Hepimiz Arap karşıtı bir hareket halinde olduğumuza göre orayı bir şekilde tutmak istediğimiz için İsrail’in Türkiye’yle ilişkileri iyiydi. Ama şimdi Türkiye de İran da bölgenin ayrılmaz bir parçası olmaya başladı. Türkiye bölgede demokrasinin şampiyonudur. Filistinlileri de tutuyor, destekliyor ve Mısır’daki darbeye de karşı çıkıyor. Türkiye’nin kimliğinde de demokrasi sonucu bir değişiklik oldu. Türkiye demokrasisi şu anlama geliyor, Türkiye hükümeti halkın sesini dinlemeli ve de halkın kimliğini yansıtıyor olmalıdır. Yani aramızda çok ortak yanlar var komşularımızla, güneyimizle. Bu ülkenin bu uygarlığın parçalarıyız ve biz burada İsrail politikalarını Filistin’e karşı desteklemekten memnun değiliz diyen bir halk sesi var. Burada seçkinler sesi de var; bütün bu problemler bölgede bizi etkiliyor diyorlar. Yalnızca Misak-ı Milli’ye odaklanmakla yetiniliyor. Çünkü bu doğuyla hiçbir ilişkimiz yok, Avrupa’yla da bir ilişkimiz yok, herşey Misak-ı Milli sınırları içerisindedir. Ayrıca Türkiye bu Ortadoğu’nun problemleriyle uğraşmak istemese bile o problemler Türkiye’ye geliyor. Siz bunu Gaziantep’te başka yerlerden daha iyi biliyorsunuz. Çünkü buraya bir sürü mülteci geliyor. Türkiye’nin buraya bir vizyon getirmesi lazım. Potansiyel çözüm, Avrupalıların kendilerinin ulaştığı noktadır. İki tane dünya savaşı, bir sürü kıyımlar, katliamlar en sonunda yeter artık diyerek masaya oturdular. Burada karşılıklı bağımsızlık lazım dediler. Önce kömür-çelik birliğini kurdular. Daha sonra kurumları birleştirmeye başladılar. Bölgesel politikanın bütün yapısını değiştirdiler. Demokrasi de bunun ayrılmaz bir parçasıydı. Benzer şekilde de Ortadoğu’da çözüm budur. Mutlaka sürekli olarak nitelemeliyiz ki bölgede demokratikleşme olsun ve ekonomik entegrasyon olsun. Bunlar sanayileşme, orta sınıf nüfusunun yükseltilmesi gibidir. Batıdan silah alma veya saray yaptırmanın önüne geçilsin diye olmalıdır. Bunları yapmak kolay değil tabii ama Arap Baharı da bununla ilgili olarak patlamıştı. Zaten Türkiye dış politikasına baktığımızda onlar da buna viteslenmiş bulunuyor. ülkelerinin bütünlüğü konusunda bir görüş Sayın Başbakan Yardımcımız Numan KURTULMUŞ tarafından dile getirildi. Bölgede tarihsel süreçte Kudüs kriterleri diyebileceğimiz, bir arada yaşamayı mümkün kılan kriterleri ifade etti, gündeme getirdi. Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Dünkü tartışmalar çerçevesinde çok farklı olmasa da iki ayrı görüş ortaya çıktı. Bunlardan biri demokratikleşmeyi ihtiva ediyor ama bir bölge Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN: Genel olarak jeopolitiğe baktığımızda bir bölgenin tarihi, coğrafyası, demografik yapısı ve sahip olduğu kaynaklar bunu belirler. Bu açıdan Basra Körfezi’ne Bir diğeri ise Sayın RASMUSSEN’in öne sürmüş olduğu görüş, ideal çözüm olarak Bosna Modelini söyledi. Ama zannediyorum o tartışmalı bir model olarak dünkü gündemde kaldı. Ama tabii her iki konuşma ve biraz önce Mujeeb R.KHAN’ın da ifade ettiği gibi gerçek çözüm, beş ayrı çatışma alanı tarihsel süreçte olmasına rağmen tarihsel süreçten geçtiği söyleniyor. Yani bölgenin en fazla ihtiyaç duyduğu süreç demokratikleşmedir. Ortadoğu’ya tarihsel perspektiften, tarihsel süreç içerisinde sosyo-politik nedenlerini inceliyor. Kimilerine göre vekaleten savaş küresel iç savaş gibi… Dün Rasmussen’in ifade ettiği gibi, bölgedeki savaşları sivil savaş olarak adlandırmak çok mümkün değildir. Bunlar, Obama’nın da dediği, gibi gerek uluslararası politikada vekaleten savaş veya küresel iç savaş olarak adlandırılıyor. Tabiiki istikrar dengesini kaybetmiş bir bölgeden söz ediyoruz. Bu istikrar zannediyorum Osmanlı İmparatorluğunun bölgede, Kafkaslar’da, Balkanlar’da sağlamış olduğu bir küresel istikrar tarihsel anlamda söz konusu idi. Fakat I.Dünya Savaşı’ndan sonra bu istikrar bozuldu. O istikrar bozulduğundan bu yana, Mujeeb R.KHAN’ın da ifade ettiği gibi, beş ayrı çatışma alanı ve bu çatışma alanı içerisinde hakikaten demokratikleşme sürecinin iyi bir şekilde takip edilmesi gerekiyor. Yine dünkü konuşmalarda özellikle toplumsal cinsiyetfırsat eşitliği denen sürecin tamamlanmadığını, bunun yanında eğitimde de fırsat eşitliğinin tamamlanamadığı yani bir demokrasi açığı, bir eğitim açığı ve toplumsal fırsat eşitliği, kadın-erkek eşitliği arasında da ciddi sorunlar olduğunu biliyoruz. Bunlar zaten demokrasi süreciyle yakından alakalıdır. İkinci konuşmacımız, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi olan Sayın Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN bize Basra Körfezi’nin jeopolitiğini ve bölgede Suudi Arabistan politikalarının açmazlarını gündeme getirecektir. Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesidir. Osmanlı dönemi Arap coğrafyası ve Ortadoğu’nun yakın dönem siyasi tarihi üzerine Arap ve Avrupa ülkelerinin arşivlerinde araştırmalar yaptı. Tarihten günümüze Türk-Arap İlişkileri ve Kuzey Afrika hakkında akademik çalışmalarını yürüten Kurşun, öğretim üyeliğinin yanısıra, Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği’nin (ORDAF) Başkanlığı görevini yürütüyor. kalmec.hku.edu.tr Marmara Üniversitesi / İstanbul 37 Sempozyum Programı baktığımız zaman bahsettiğimiz coğrafyanın Arap yarımadası ile İran’ın güneybatısında yeralan ve genelde Arap Denizi diye ifade edilen bölgeden, Hürmüz Boğazı’nın birbirine bağlayan 965 km suyolu ve onun etrafında kümelenen devletlerden söz ediyoruz. Söz konusu bu geçit esas itibariyle Antik Çağlardan itibaren Doğu ile Mezopotamya, buradan da Avrupa’ya uzanan Baharat ve İpek Yolu’nun ana güzergahını oluşturduğunu ve daima çatışmalar veya uluslararası rekabetlere de açık olmuştur. Bundan dolayı İranlılar bölgeye “İran Körfezi”, Osmanlılar ise o bölgeye yerleşince çok daha nesnel bir tarzda coğrafyaya bağlı olarak “Basra Körfezi” diyor. Ama modern devletlerde ısrarla “Arap Körfezi” olarak isimlendirmektedirler. Basra Körfezi etrafındaki devletleri ve devletlerin ekonomik yapısını belirleyen, dönem itibariyle düşününce buraların temel kaynağı olmuştur. Tarih içinde bahsettiğimiz ilk yerleşimlerden itibaren önce balıkçılık önemli bir ticari kaynak olmuştur. Ardından incinin keşfi ve ticaret için önemli tahrik edici unsur olmasıyla birlikte çok daha önemli bir hal almıştır. Buna bağlı olarak Hindistan’dan gelen malların Avrupa’ya ulaşması süreci ki henüz Avrupalılar Hindistan’ı keşfetmeden önce bu coğrafyanın denizcileri ve gemicileri Hindistan ile ticareti sürdürmekteydiler. Ticari geçmiş ve geleneği olan bir yerdir. 20.yy’da petrol ile birlikte dünyanın ana gündemine oturmuştur. Kısaca, tarihsel süreçte önce Portekizliler Vasco da Gama’nın Hindistan’ı keşfinden sonraki süreçte Avrupalılar bölgeyi fethediyor. Aslında temel problem bu tarihten sonra başlıyor. Önce Portekizliler arkasından Osmanlılar batı yakasına yerleşirken sonra Hollandalılar ve İngilizler özellikle her iki ülkede kurdukları ticaretleri ile faaliyete geçiyorlar. 18.yy’dan sonra artık Hollanda geri çekiliyor. İngilizler bölgeye yerleşmeye çalışıyorlar. Hürmüz Boğazı’ndan yavaş yavaş Kuveyt’e kadar olan alanı ele geçirmek için veya etki altına almak için büyük çaba sarf edeceklerdir. Bu çaba esas itibariyle II.Dünya Savaşı sonuna kadar fiili sonuçlara ulaşmıştır. II.Dünya Savaşı’dan sonra 1947’den sonra aktif bir şekilde Amerika bölgeye yerleşti ve çatışmaların ana kaynağı oldu. Hasan Kalyoncu Üniversitesi Osmanlı ile Avrupa çekişmesi uzun yıllar devam etmiştir. Burada iki teori ortaya çıkıyor; Birincisi Batılıların ürettiği; esasında burası açık bir alan, Osmanlıların fiili egemenliği yok ya da kısmen/nominal bir hakimiyet vardır. Kolay etki altına alınabilen uluslararası ilişkiler açısından da açık alan olarak görünüyor. İkincisi Osmanlı Devleti burada fiilen vardır. 38 Basra Körfezi dediğimiz zaman, Anadolu’da doğup Basra Körfezi’ne akan iki nehir vardır. Bunlar; Dicle ve Fırat. Biz jeopolitiğimizi artıran bir tarzla stratejik bir şekilde Basra Körfezi’ne bağlıyız. Erzurum’da üretilen bir ürün Fırat ve Dicle ile Basra Körfezi’ne ulaşabiliyor. Türkiye’nin coğrafi derinliği tarihi ve kültürel derinliği açısından Basra Körfezi vazgeçilmez coğrafyalarımızdan bir tanesidir. Bu yüzden Türkiye’nin o bölgede [2. GÜN] varlık göstermesi gayretini çok iyi anlamak gerekir. Özellikle 2015 yılının Katar Yılı ilan edilmesinin çok anlamı vardır. Bölgede Batılı bakışı ele alacak olursak özellikle İngilizlerin etkin bir şekilde bölgeye geldikten sonra, Osmanlı Devleti ve İran karşısında çekinceleri olduğu için büyük ölçüde gizli anlaşmalar yapmak suretiyle önce mütareke şehlikleri diye aslında küçümseyici ve İngiliz ticaretini önleyen veya etkileyen korsanlık faaliyetlerini engelleme adı altında bir isimlendirme yaptılar. Bunlar; Umman, Birleşik Arap Emirliklerini oluşturan 6-7 emirlik, Bahreyn, Kuveyt ve Katar’dır. 1970’lerden sonra ağırlıklı olarak bağımsız devletler oluşmaya başladı. Yine bu devletlere büyük ölçüde küçümseyici bir tavırla ‘devletçikler’ ismi verilmiştir. Arkasından bu günde verilen isim ‘rantiyeci devletler’dir. Her üç dönem de aslında kolonyalist bir anlatımla veriliyor. İç savaşları bu bakışın altında görmek, incelemek gerekir. Buradaki devletlerin yönetimine baktığımızda yaklaşık 300-400-500 yıllık hanedanlıklardır. Birleşik Arap Emirliklerinin Abu-Dabi Şehliği olan Ahni-Ayan yaklaşık 400 yıldır orada varlığını sürdürüyor. Katar yönetimini elinde bulunduran Alsani 150 yıldan fazladır orada bir geleneği devam ettiriyor. Bahreyn aynı şekilde 200 yıl, Kuveyt 200 yıllık bir hanedanlıktır. Burada çok ciddi bir yapı vardır. Dolayısıyla bunu yok sayarak bir şeyler üretirseniz sorun orada başlar. Suudi Arabistan dönüşümünü maalesef 1744’te yapmıştır. Geleneksel hanedanlık din-devlet ekseninde şekillenmeye başlayan ve bu iki modern Suudi Arabistan açmazlarını ortaya çıkaran yapı olmuştur. 1744 yılında Suudi Emirliği Muhammed Bin Abdulvahap ile ittifak yaparak ‘Vahabi Devleti’ dediğimiz yapının öne çıkarıldığı devlet ya da emirliğe rengini vermiş olan vehabilikle başlayan ve daha sonra batan, 1902 yılında tekrar çıkıp esası 1930 yıllarında devlet olarak ortaya çıkan bu yapı, maalesef bugün açmazlarla karşı karşıyadır. Birçoklarına göre diğer küçük körfez ülkeleri daha fazla tehdit altındadır deniliyor. Ama ben de tersini söylüyorum. Suudi Arabistan tehdit altındadır ve bu tehdit maalesef hem kendi iç dinamiklerinden kaynaklanıyor hem de doğrudan din ve devlet bütünleştirilmiş bir şekilde ortaya çıkan şu anki yapısal sorunlardan kaynaklanıyor. Kısaca bakacak olursak, Suudi Arabistan’ın iç dinamiklerini belirleyen birçok dinamik var. Bunlardan bir tanesi, bir kere 1930’lu yıllarda Suudi Arabistan’ı ortaya çıkaran ilk ihvan hareketi vardır. Suudi Arabistan’ın kurucu unsurudur. Hem askerdir hem de dini davetçilerdir. Devlet kurulduktan sonra Kral Absuud İngilizlerle işbirliği yaparak bunların etkisini büyük ölçüde yok etmiştir. O süreçten itibaren içeride ciddi anlamda bir iç muhalefet başlamıştır. Bu muhalefet özellikle petrolün getirdiği refahla kısmen 1990’lı yıllara kadar bir şekilde bastırılabilmiştir ama ondan sonra ortaya yeni bir anlayış çıkmıştır. Biz bunlara Yeni Vehabiler diyoruz. Yeni Vehabiler aslında “selefi” diye bildiğimiz fikri uluslararası zeminde dolaştırılmasını sağlayan gruplardır. Suudi Arabistan Londra merkezli olan bu faaliyet Suudi Arabistan’ın çıkmazını ortaya koyuyor. Bir taraftan selefilerin dünyadaki faaliyetlerinin oluşturduğu antipati ile Suudi Arabistan Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: İlgimi çeken ‘açık alan’ meselesi oldu. Yani fiili olarak Osmanlı İmparatorluğu Ortadoğu ülkelerinde istikrar sağlayıcı bir özelliğe sahipti ama bir açık alan vardı. Bugünkü çatışmanın sosyolojik alanlardaki nedenlerinden birinin de ‘açık alan’ olacağını düşünüyorum. Üçüncü konuşmacımız TİKA koordinatörü Sayın Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK bizlere, Ortadoğu’nun son 100 yılını Bağdat ve Kahire penceresinden değerlendirip, anlatacaktır. Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) Ankara 1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. 1997 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde yüksek lisans, 2001 yılında Marmara Üniversitesi’nde “Doktora” eğitimini tamamladı. 2005 yılında “Doçent” oldu. 1995 yılından itibaren Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü’nde çalışmalarını sürdüren Kızıltoprak’ın XIX. Yüzyıl Osmanlı tarihi, II. Abdülhamid dönemi, Ortadoğu ve Mısır üzerine çeşitli kitap, makale ve bilimsel çalışmaları bulunmaktadır. TİKA danışmanı olan Kızıltoprak, halev TİKA’nın Libya PKO Koordinatörlüğünü sürdürmektedir. Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK: Ortadoğu’nun son yüzyılı aslında bir problemle başladı. Bu problem henüz çözülmeden devam etmektedir. Bugün Ortadoğu’daki zayıf yönetim, bozuk sistemin sağlık ve işlemeyen devlet yapısı aslında yüzyıl önce kurulan başarısız sistemin devamıdır. Devlet yöneticilerinin ya da Ortadoğu halklarının bir başarısızlığı veya işlemeyen devlet sistemi gibi suçlamalardan önce belki yüzyıl önce kurulan yapının kurulmak istenen yapının da iyice analiz edilip bundan sonra kurulacak yapının da canlı tutmanın barışı gerçekleştirmek noktasında atılacak adımların dikkatle atılmasına yol gösterici olacaktır. Bölgede yaklaşık 400 yıl hüküm süren Osmanlı Devletinin kurduğu sistem birçok bakımdan eleştirilebilir ama süreç içinde kendi içinde bugün tanık olduğumuz çatışmalara benzer çatışmaların olmadığını görüyoruz. Bölge 19.yy’da mali ve iktisadi yollarla siyasal olarak bütünüyle Avrupa yayılmacılığının kıskacına girdikten sonra sorunlar başlıyor. 1798’de Napolyon’un işgali, Avrupa emperyalizminin bölgeyi dikkatine aldığı genişleme hareketlerine başladığı ilk adım olarak görülebilir. Avrupa yayılmacılığı, Avrupa’nın bölgeye ilgisi bölgedeki toplumların sosyal yapılarına, üretim ilişkilerine ve kültürüne köklü bir müdahaleyi de beraberinde getirdi. Bu müdahale anlayışı bugünkü sorunların belki onlarca yıl boyunca biriken sorunların bu şekilde patlamasına sebep oldu. Araplar genelde Afrika’da yaşayan ve Suriye, Filistin, Irak, Arap yarımadasında yaşayan halklar olarak değerlendirilir. İkinci grupta bulunan Arap yarımadası Arapların, Suriye, Filistin, Irak, Ürdün’deki Araplardan genel olarak daha farklı olmalarına rağmen dil, kültür ve ekonomik bakımdan Osmanlı’nın eski vilayetleri olarak varlığını sürdürmüştür. Tüm Araplar aslında tek bir halktır. I.Dünya Savaşı’ndan sonra birçok devlete bölünmüş olmaları ve bu devletlerde farklı yasaların tatbik edilmesi gerçeğine rağmen yüzyıllar öncesinde olduğu gibi şimdi de kültürel olarak birbirlerine bağlı olmalarını iletişim ve eğitimdeki gelişmişliklerine borçludurlar. Bunu 1942’de İngiliz Dışişleri Bakanlığına Ortadoğu’daki sorunları çözmek amacıyla yazdığı bir raporda kendi görüşlerini ifade etmeye çalışan Nuri Sait Paşa söylüyor. Bugün bakıyoruz, yine Ortadoğu’da Nuri Sait Paşa’nın 1942’de yazdığı rapora benzer yapay olarak bölünmüş devletlerin ortaya çıktığı sorunlar geçerlidir. Nuri Sait Paşa diyor ki: “aslında Suriye ve Irak’ın bir federasyon çatısı altında bütünleşmesi ve orada yaşayan azınlıkların mümkünse bugün kantona benzer bölgelerde kendi özerkliklerini koruyacak bir yapıyla ama güçlü bir devlet yapısıyla ancak ayakta durabilir. Eğer bu azınlıklar Lübnan’da Osmanlı Devleti zamanında denenen mağrulilere verilen haklara benzer haklar bu kantonlara tanınırsa güçlü bir devlet yapısı altında bunlar korunursa bu devletler yaşarlar”. 1942’de bunu söyleyen Irak Başbakanı, Irak’ın önemli liderlerinden birisi hem Irak’ta hem Suriye’de sistemin işlemediğini iddia ediyor ve bu mevcut bölünmüş, zayıf devlet yapısının halkını koruyamadığını, halkına gerekli hizmeti sağlayamadığını söylüyor. Yapay devlet çatısı olduğunu söylüyor. Osmanlı zamanında sadece Şam vilayetine bağlı olan Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün topraklarında dört ayrı devlet kurdunuz. Bu yapı çalışmayacaktır, işlemeyecektir ve daha önce 1860’daki mezhep çatışmalarına benzer çatışmalar ortaya çıkacaktır. Sizin Yahudilere vaat ettiğiniz ulus-devlet ulusal ev bu topraklarda yaşamayacaktır. Bunu yaşatmak istiyorsanız, gelin bu Arapları tek çatı altında toplayacak, öncelikle Suriye ve Irak’ı, daha sonra bütün Arap yarımadasını içine alacak bir federasyon kurun. Bunu yaparken de aslında Nuri Sait Paşa İngiliz yanlısı bir devlet adamıdır. İngilizlerle dostluğuna bakarak da bu çözümü gündeme getiriyor. İngiliz Milletler Topluluğu’nda diğer milletler İngiltere’ye hangi ayrıcalıkları verdiyse biz de size o ayrıcalıkları verelim. Yeter ki siz Arap Yarımadası Arapları, Suriye ve Irak Araplarını zayıf bir devlet çatısı altında tutmayın. Ortadoğu’nun en önemli problemi, burada bir takım yeraltı kaynakları var. Bunların enerji kaynaklarını kontrol altında tutmak kalmec.hku.edu.tr bütün uluslararası antipatileri üzerine çekiyor. İkinci en önemli grup Şiileridir. Bir milyon kadar Şii Suudi Arabistan’ın doğusunda yaşamaktadır ve bunların önemli bir bölümü İran’la dirsek bağı içerisindedir. Aslında İran ile Suudi Arabistan arasındaki ana sorun budur. Şiilerle olan sorunu Vehabi yorumundan dolayı bir türlü çözümleyememiştir. Bundan dolayı tehdit altındadır. Reformcu Safiler ve Liberaller bugün iç problemleri veya iç muhalefeti oluşturuyor. Bu yüzden diğer hanedanlıklar geleneklerini kısmen bir şekilde daha tolere dönüştürerek kendilerini yenilemişler ama Suudi Arabistan’ın büyük bir açmaza girdiğini ve bugün aslında IŞİD’e karşı olan hem de zemin olarak da IŞİD’i oluşturduğunu söylemek isterim. 39 Sempozyum Programı Hasan Kalyoncu Üniversitesi isteyen bir Batı dünyası var. Arapların kendi içinde mezheplerden ya da değişik etnik gruplardan kaynaklanan kavgaları vardır. Bu kavgalara nasıl bir çözüm bulunacak ama bu çözüm bulunurken aslında bütün Arapların temel problemlerinden birisi de, Filistinli Arapların nasıl bir devlete kavuşacağıdır? Filistinli Arapların bir devlete kavuşması problemi çözülmeden, Ürdün’ün problemleri, Lübnan’ın problemleri, Suriye’nin problemleri, Irak’ın problemleri, hatta Mısır’dan yola çıkacak olursak Nasır’ın göreve gelmesi ve kendisini adadığı politika Filistin sorununa çare bulmaktır. Bu bakımdan 1956 krizi, 1967, 1973 savaşları, Mısır bu savaşlarda hep müdahil olmak durumunda kalmıştır. Mısır Camp David sözleşmesiyle birlikte ne zaman geri çekildiğinde bütün Araplar Mısır’ı Arap liginden çıkardılar. Ama bugün Filistin konusund herhangi bir şekilde inisiyatif alacak Arap devleti artık kalmış değil. Filistinliler hep İsrail saldırılarından sonra Körfez ülkelerinin maddi yardımlarını bekler duruma geliyor. Bunun nedeni ise ülkeyi yeniden inşa etmek. 40 Bugün Ortadoğu’daki problemlerin çözümündeki en önemli sorunlardan birisi, Doğu Akdeniz’de yeni petrol kaynakları bulundu. Bu petrol kaynaklarını kim, nasıl değerlendirecek? Buradaki doğalgaz kaynaklarında, Leviathan bölgesinde, Tamar bölgesinde trilyon metreküplük doğalgaz vardır. Bu kaynakların kullanılması konusunda İsrail bir anda Gazze politikasını değiştirdi. Ariel Şaron döneminde, Gazze’ye özerklik verilmesi söz konusuyken bir anda bu politikasından vazgeçti. Şu an bir milyon kişinin yaşadığı Gazze’nin geleceğinden emin değiliz. Doğal olarak oradaki enerji kaynaklarını güvenli bir şekilde Avrupa’ya aktarmak için İsrail bütün imkanlarını kullanmak istiyor. Gazze’nin buradan faydalanmasını isteniyor. Böyle bir durum yanında dünyadaki petrol fiyatları düşüyor. Petrol fiyatlarının düşmesi bölgedeki barışı nasıl etkiliyor? Şu bakımdan Gazze’nin imarı için, Ortadoğu’da Mısır’daki rejimin desteklenmesi için, Körfez ülkelerinin, Suudi Arabistan’ın, Birleşik Arap Emirlikleri’nin maddi desteği söz konusudur. Bu destek olmasa sadece Suriye, Filistin gibi bölgelerin yaşaması, imarı tehdit altında değil, Mısır gibi, Tunus gibi, Sudan, Somali gibi daha zayıf Arap ülkelerinin yaşaması için sistemlerinin sürdürülebilir olması için maddi desteğe ihtiyaçları vardır. Bu destekleri de kısılacak ve Ortadoğu’da yakın gelecekte belki daha büyük kavgalar ortaya çıkacaktır. Rasmussen’in bahsettiği Bosna modeli Suriye’de ya da Ortadoğu’da uygulanacak olursa Ortadoğu’nun bundan sonraki geleceği yine büyük çatışmalara gebe olur. 1956’da Mısır- Sudan ikiye bölündüğünde Mısır sokakları tamamen doluydu. ‘Mısır ve Sudan ikiye bölünemez’ diyerek. 2011’de Sudan ikiye bölündü. Mısır için çok önemli olan Nil’in doğduğu toprakların olduğu bir kısım Nil’in geçtiği topraklar ekonomik bakımdan, yeraltı kaynakları bakımından daha zengin olan Güney Sudan, Sudan’dan ayrıldı. Bu doğrudan Mısır’ı etkileyen bir konu iken Mısır’da bu konu hiç gündeme gelmedi ve Mısır sokakları devrimcilerle doldu. Tahrir Meydanı Mübarek’i indirmekle meşgul oldu. Bir yıl sonra da Sisi’nin iktidara gelmesini sağlayan gösterilerle geçti ama Mısır hayati önemi olan [2. GÜN] Sudan’ın bölünmesini gündemine almadı. Ortadoğu ülkelerinin geleceklerinin aydın olabilmesi için önce kendi aralarındaki problemleri barış içinde çözme yaklaşımı benimsemeleri, Batı’yla ilişkilerimizin özellikle Türkiye model alınan ülke olarak özellikle demokrasisi, ekonomisi; bazı ülkelerce kıskançlıkla bakılan bazı ülkelerce model alınan bir ülke olarak bu realiteyi görmek durumundayız. Biz Ortadoğu’daki gelişmelere görüşlerimizi mi ifade ediyoruz yoksa işbirliği denirken, Batının çözüm olarak ortaya koydukları sorun çıkarmayan, sesini yükseltmeyen bir Türkiye mi arzuluyoruz? Bunu iyi anlamalıyız. Umarım bölgenin kaderini tayin edecek olanlar bölge gerçeğini dikkate alırlar, iyi görebilirler. Son yüzyılda kendilerini kandırılmış, aldatılmış duygulardan kurtaracak bir çözümle karşılaşırlar. Ben Ortadoğu konusunda sanırım biraz karamsar düşünüyorum. Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Ortadoğu’da II.Dünya Savaşı’ndan sonra istikrar bozulduktan sonra devletler kurulamadı mı? Ya da sorun devletler zayıf olduğu için otoriteryen yöneticiler mi çok daha rahat hareket edebiliyorlar? Ortadoğu’nun gerçekten ihtiyacı olan modernleşmeyi gerçekleştirememesi mi? Bence, Ortadoğu’da barış olabilmesi için demokrasiye, reformlara açık olması gerekir, aksi takdirde yaşanan çatışmalar bitmeyecektir. Şimdi dördüncü konuşmacımız Kanada Winnipeg Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Ahmet SEYHUN hocamız Ortadoğu’yu İslami açıdan ele alacaktır. Prof. Dr. Ahmet SEYHUN Winnipeg Üniversitesi / Kanada Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi’nden Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Seyhun, Boğaziçi Üniversitesi’nden Yüksek Lisans, McGill University Institute of Islamic Studies bölümünden “Doktora” derecesine sahiptir. Halen Winnipeg Üniversitesi’nde Osmanlı İmparatorluğu, Doğu ve Batı tarihi konusunda Profesör olarak dersler vermektedir. Prof. Dr. Ahmet SEYHUN: II.Meşrutiyet dönemindeki çeşitli akımlar ve bilhassa İslamcılık akımının aslında bu akım altındaki çeşitli düşünürlerin ne derece işaret ettiğini ve aslında bugün Ortadoğu’da yaşananların temelinin 1900’lere ve Batı’nın bu bölgeye müdahalesi, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü, bölgesel devletlerin kurulmasından bahsedeceğim. 1908 hem Osmanlı tarihinin hem İslam tarihinin hem de bölge tarihinin kilometre taşlarından birisidir. 1908’de Abdülhamit tahttan indirilmedi. 1909’da indirildi. Ama Meşrutiyet 1908’de ilan edildi. Meşrutiyetin ilan edilmesiyle beraber o zamana kadar sansür yani Abdülhamit sansürü altında kalan pek çok siyasi akım da kendini rahatça ifade etme şansını buldu. Daha önceki yazarlardan 1960, 1970’li yıllardaki yazarlar yani bu akımlar için Şerif Mardin gibi yazarlar bence çok kesin ayrımlar yazarların buluştuğu ortak nokta şudur; ‘Dinimizin emrettiği kuralların gereği gibi yerine getirilmediği için geri kaldık’. Yani İslam son derece ileri, yeniliğe açık bir din, fakat belli bir zamandan sonra içtihat kapıları kapanmış ve yozlaşma dönemine girmiştir. 1925’teki Takrir-i Sükun kanunu kadar mecliste dile getirildi. O döneme kadar yazıldı. Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Hasan Kalyoncu Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ, Suriye İç Savaşında Türkiye’nin Karar Verme Yetkisi hakkındaki görüşlerini anlatacaktır. Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ Hasan Kalyoncu Üniversitesi / Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi, İktisadi İdari Sosyal Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir. Uluslararası İlişkiler üzerine Yüksek Lisans ve Doktora derecesine sahiptir. Ayrıca üst düzey yönetim ve İnsan Kaynakları konularında yüksek lisans derecesine sahiptir. Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ: Sorun Ortadoğu’da aktörler, sorunları ve çözümleridir. Aktörleri Suriye üzerine indirdiğimiz zaman bir tane devleti temsil eden Suriye rejiminin olduğunu görüyoruz onun dışında da devlet-dışı aktörlerin şu anda Suriye’de çok etkin bir şekilde karmaşa yarattığı konusuna hepimiz şahit oluyoruz. Benim burada özellikle ortaya koymak istediğim şey, Suriye’de aktörlerin hangileri başa geçer de kazanırsa, Türkiye’nin bu durumdan nasıl etkilenir? Türkiye’nin ulusal çıkarlarını gerçekleştirmek için hangi aktörün esas olarak Türkiye tarafından desteklenmesi lazım? Ya da bizim politikalarımızın hangi yönde olması lazım? Onu bir matematiksel yöntemle ortaya koymaya çalışacağım. Burada TOPSİS yöntemini uygulayacağız. Çünkü ideal çözüm için tercihlerin simülasyon yoluyla sıralanması tekniğiyle bu konuyu önemli buluyorum. Suriye’de aktörlere baktığımız zaman, aslında PYD’nin kazanması durumu gündeme girecek veya Özgür Suriye Ordusu aslında Suriye Ordusu son olarak değişti şu anda Devrimci Komite Konseyi Gaziantep’te kuruldu ve onlar etkin bir şekilde faaliyete geçiyorlar. Müteakiben şu anda temizlenmeye çalışılan IŞİD’in kazanması durumu ve en sonda aktör olarak mevcut Esad rejiminin etkin olarak Suriye’de yapılan müdahaleyi kazanması diye bir sonuç düşünüyoruz. Bu arada Türkiye’nin ulusal çıkarlarına bakıldığı zaman, bizim için bölgesel istikrar çok önemli, bölünmenin önlenmesi, sığınmacı akını bizi son derece etkiliyor. Bunun sınırlandırılması veya sona erdirilmesi çok önemlidir. Rejim değişikliğinin yapılması, Esad rejiminin devrilip Suriye’de üniter yapıda demokratik, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü kabul eden bir rejimin oluşturulması arzu ediliyor. Üniter yapı bölünmeyi engelleyen bir yapıdır. Sonuçta da Türkiye açısından İran’ın etkisinin sınırlandırılması bizim ulusal çıkarlarımız olarak görülüyor. Bu ulusal çıkarların önemine göre bunların herbiri için Türkiye’nin bir öncelik sırası vardır. Karar vericiler tarafından bunların tahakkukuna göre birtakım değerler verilecek ve bu değerler aslında farklı farklı karar vericiler tarafından verilebilir. Belli bir kalmec.hku.edu.tr yaptılar. Mesela Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık, Osmanlıcılık… Bugün biz bunlara başka bakıyoruz. Bizim gördüğümüz bütün bu akımların birbirinden son derece etkilendiği ve birbiriyle devamlı bir alışveriş içinde ortaya çıktı ve bölge demokrasinin temellerini atmıştır. Osmanlı’da ilk parlamento 1876’da açıldı. I.Meşrutiyet kısa ömürlü oldu. Osmanlı-Rus harbi çıktı. 1908’de parlamento tekrar açıldı. İttihatçılar ve Jön Türkler Abdülhamit’e bir darbe gibi olmuştur. Ama sonuçta bütün bu gruplar siyasi hayata katıldı. Ben o dönemi Cumhuriyet’ten ayırmadım. En son yazdığım kitapta Osmanlı’yı Cumhuriyetle birleştirdim. Düşünürlerin yani Mehmet Akif Ersoy, Sait Halim Paşa, Mehmet Ayni, Mustafa Sabri, Şeyhülislam Mustafa Kazım bütün bunların fikirlerini analiz ettim ve gördüğüm şu ki; o zamanki demokratikleşme çabaları aslında son derece önemli ve bugünkü sorunlara doğrudan işaret eden konulardır. Mesela, bu İslamcı diye etiketlenen yazarların üzerinde durdukları önemli bir sorun. Milliyetçiliğin İslam dünyasına uygulayacağıdır ve suni bir akım olarak Batı’dan geldiğidir. Çünkü Batı’nın tarihi tekamülüyle, Islama tekamülü birbirinden son derece farklıdır. Batı’da yürüyen bir sistemin doğuda yürüyemeyeceği görüldü. İlk defa bunlar bizim Yeni Osmanlılar dediğimiz; Ali Suavi, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi düşünürler tarafından ortaya atıldı. Daha sonra Mısır’da Muhammet Abduh’un daha çok Arapçaya vakıf olmaları ve aslında Muhammet Abduh ve onun dönemindeydi. Raşit Ridah, Afgani bu fikirlerin daha önce Namık Kemal ve arkadaşları tarafından 1860’da ortaya çıkarıldı. Burada iki önemli fikir var; birinci fikir, Batı’dan alınan müesseselerin İslam topraklarında yeşermeyeceğidir. Çünkü ortam farklıdır. İkincisi, gene bu İslam düşünürlerinin defalarca sorduğu soru ‘İslam alemi neden geri kaldı?’. Bir zamanlar Bağdat dünyanın merkeziydi. Bütün 41 Sempozyum Programı altyapısı olan dış politikayı ve Suriye politikasını takip edenler mutlaka az çok aynı sonuçlara varacaklardır. Burada en iyi durum 1, en kötü durum ise 5 olarak gösteriliyor. Bizim için bölünmenin önlenmesi ve rejim değişikliği 1. önceliğimiz iken, teröristlerin etkin olması veya IŞİD’in kazanması 5. yani en kötü durum olarak değerlendiriliyor. Buna göre, bütün aktörlerce bir değerlendirme yaptık. Bölgesel istikrarda PYD’nin kazanmasında, bölgesel istikrar 2 olarak gözüküyor. Çünkü istikrar sağlanabilir fakat diğer unsurların yani muhalefetlerin de oraya etki edeceğini düşünerek tamamen istikrarın sağlanmasının mümkün olmadığı, riskli olarak istikrar sağlayabileceğini, fakat çok kötü bir istikrar olmayacağı değerlendirilebilir. Ama mutlaka bölünme olacaktır. Sığınmacı alanı büyük ölçüde önlenecektir. Rejim değişikliği olabilir fakat rejimi değişikliğine karşı Esad’ın bir karşı koyması olacaktır. İran’ın etkisi de nispeten sınırlandırılabilir. Özgür Suriye Ordusu’nun kazanması durumunda, bölgesel istikrarı yine 2 olarak alıyoruz. Çünkü bu defa da PYD karşı koyacaktır. Bölünmenin mutlaka önleneceği değerlendirilir. Üniter bir devlet yapısına doğru gidilecektir. Suriyede demokratik bir yapı oluşturulabileceği düşünülüyor. Sığınmacı akımının yine büyük ölçüde engellenebileceği, rejim değişikliğinin mutlaka yapılabileceği, çünkü Esad rejimi devrilecektir. İran’ın etkisinin büyük ölçüde sınırlandırılacağı değerlendiriliyor. Hasan Kalyoncu Üniversitesi IŞİD’in kazanması en kötü durum olarak gözüküyor. Bölgesel istikrar ortadan kalkacaktır. Tamamen bölünme olacaktır. Çatışmalar devam edecektir. Sığınmacı alanı en son raddeye kadar devam edecektir. Çünkü herkes kaçıp gidecektir. Özellikle Halep’i düşününce ciddi bir mülteci akımının olacağını düşünüyoruz. Rejim değişikliğinin bir nebze gündeme geleceği fakat büyük bir dirençle karşılaşılacağı ortaya çıkıyor. 42 En son rejimin kazanması durumunda yine bölgesel istikrarın son derece kötü olacağını, bölünmenin mutlaka olacağını, çünkü Esad zaferi kazanırken hem Muhalifler hem PYD’nin buna karşı koymaya çalışacağını, dolayısıyla bölünmenin nispeten Esad tarafından durdurulmaya çalışılmasına rağmen yine de bir kriz görünümünün devam edeceği görülüyor. Sığınmacı akınının çok fazla olacağı, rejim değişikliğinin olmayacağı çünkü Esad zaferi kazanırsa bütün bölgeye hakim olmaya çalışacaktır. İran etkisinin de yüksek düzeyde olacağı düşünülüyor. Bu değerlendirmelere göre bizim için Suriye iç savaşında Türkiye açısından öngörülebilen değişikliklere bakınca, bir kere rejimin değişmesi bizim tarafımızdan isteniyor, IŞİD’in ortadan kaldırılması ana hedeflerden birisi, teröristlerin güç kazanması bölge kontrolünün önlenmesi bizim için çok önemli, bölünmenin önlenmesi önceliklerden bir tanesi ve İran etkisinin sınırlandırılması [2. GÜN] çok önemlidir. Buna göre TOPSİS yöntemindeki 6 aşamalı formülasyonu uyguladığımız zaman, bunun sonucunda herbir hesaplama yapıldığı zaman sonuç şu şekilde çıkıyor; Devrimci Komite Konseyi’nin Türkiye tarafından desteklenmesinin çok öncelikli ve önemli olduğu matematiksel olarak çıkıyor. Burada ortaya çıkan sonucu, her duruma göre değerlendirirsek rejimin değiştirilmesi açısından ele alırsak, rejimin değişmesi konusunda en iyi çözümün muhalefetlerin desteklenmesinde olduğunu görüyoruz. İkinci en iyi çözüm PYD’nin veya PKK’nın kazanması oluyor. IŞİD kontrolündeki bölgeyi özerk ilan etmiş ve yayılması halinde İslami rejimin gelmesi kaçınılmaz olduğu için ve Esad rejiminin zafer kazanmasıyla rejimin değişikliğinin mümkün olmayacağını görüyoruz. IŞİD’in ortadan kaldırılmasına bakarsak, yine Özgür Suriye Ordusu’nun desteklenmesinin esas olduğunun, müteakiben arkasından Esad rejiminin kazanması halinde Özgür Suriye Ordusu’nun temizlenebileceği ve devamında da bölgedeki kürt yapılanmasının desteklenmesi halinde üçüncü öncelikte IŞİD’in temizlenebileceği sonucuna ulaşılıyor. Bizim için önem arz eden IŞİD’in temizlenmesi sonucunda bölgede meydana gelen boşluğun PYD veya PKK tarafından doldurulmasının engellenmesi, bizim için çok önemli bir hadisedir. Bu durumda Türkiye’nin çıkarlarına uygun olarak bir hususun önlenerek IŞİD’in ortadan kaldırılması, rejimin değişmesini sağlayan en iyi seçenek muhaliflerin desteği olarak gözüküyor. Hemen arkasından Esad rejiminin zafer kazanması bu işi gerçekleştirebiliyor. Zaten IŞİD’i ve PYD’yi biz PKK’nın bir uzantısı olarak gördüğümüz için terörist organizasyonu olarak kabul ediyoruz. Diğer unsur ise bölünmenin önlenmesinde yine en iyi seçenek muhaliflerin desteklenmesi başarısında gözüküyor. Arkasından Esad’ın zaferi önlenebiliyor. Müteakiben PYD’nin desteklenmesi bu soruna çözüm getirebiliyor. Son olarak İran’ın etkisinin sınırlandırılması ise yine muhalifler orada üniter bir yapı kurarlarsa gerekli desteği alabilirlerse İran’ın etkisi Esad’ın zaferinde gözüküyor. Bu sonuçlara göre Türkiye’nin politik olarak yaklaşımları doğrudur. Açık ve net bir şekilde hükümet politikamız Gaziantep’te bulunan muhaliflerin desteklenmesi için gerekli her türlü yardımın yapılması, Batı’nın da aynı paralel hareket etmesi isteniyor. Ancak Amerika’da da PYD unsurlarının desteklenmesi esas olarak çıkmıştır. Aslında hedef aynı önce IŞİD’in temizlenmesi sonra rejimin temizlenmesi gerekir. Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Çok değişik bir sunumdu. Matematiksel olarak düşündüğümüzde barış sürecine daha kolay bir adım atmış olacağız. Şimdi beşinci konuşmacımız Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Yrd.Doç.Dr. Vehbi BAYSAL bizlere, Ortadoğu ülkelerinde uluslaşma süreci ve bu süreçte ortaya çıkan mezhepsel çatışmalar üzerine tebliğlerini sunacaktır. Yeditepe Üniversitesi / İstanbul Istanbul Üniversitesi Doğu Dilleri bölümünden “Lisans”, Ürdün Yarmouk University Arap Dili Edebiyatı bölümünden “Yüksek Lisans” ve Manchester Üniversitesi Ortadoğu çalışmaları bölümünden “Doktora” derecesine sahiptir. Halen Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Ortadoğu-Afrika Araştırmacıları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapmaktadır. Yrd. Doç. Dr. Vehbi BAYSAL: Bu tür toplantılar birşeye dikkat çekiyor. Her taşın altında Amerika yoktur. Demek ki farklı yönleriyle almak lazımdır. Ortadoğu’da ilkeler için çizilmiş sınırlar aslında kendi kararları değildir. Arap milliyetçiliği tümüyle Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika’yı ön plana çıkaran bir harita çiziyordu kendilerine. Ancak bu olmadı. Acaba kendi sınırlarını çizmeyen bu ülkelerin sınırları değişse ne fark eder? Zaten Mısır ile Irak arasında fiili olarak bir sınır yoktu. Rakka bölgesini neredeyse bir yıldır kontrol eden IŞİD buralardan geçiş ücreti bile alıyordu. IŞİD’in açılımı olan ‘Irak-Şam İslam Devleti’ndeki Şam; Biladül Şam yani Türkiye sınırlarından ile Suudi Arabistan sınırını kapsayan bölümdür. Asıl tehdit altında olan bölge burasıdır. Bu bölgenin ne özelliği vardır? 1948’de İsrail’in kurulmasıyla aslında biraz da dönüm noktasıdır. 1967 savaşından sonra Ortadoğu’da ne olabilir diye senaryolar yazıldı. Bunlardan bir tanesi Arap-İsrail savaşıydı. Bu olmadı. Daha sonra bir Filistin-İsrail savaşı olabilir. Bu da olmadı. En son kalan nokta ise, “Su Savaşı”ydı. Hala Israil tarafından işgal altında tutulan Golan Tepeleri var. İsrail için stratejik önemi vardır. Burası Ortadoğu’nun su deposudur. Bu tür devletlerin kuruluşlarında, yöneticilere bir talep geldi. Bunlardan bir tanesi elitist yaklaşımların bırakılması, halkın çocuklarının da üst düzey olacağı ordu sistemlerini kurmaktı. Bu her nasılsa kabul gördü. Ancak bu halkın çocuklarına verilen üst düzey görevlerle başa geldiklerinde yaptıkları ilk iş kendilerini oraya getirenleri devirmek oldu. 1950 ve 1960’lar bunların tarihidir. Irak, Mısır, Libya hep bunlarla doludur. Dolayısıyla Ortadoğu’nun hiçbir ülkesinde dış tehdide yönelik düzenlenmiş bir ordu yoktur. Bütün ordular iç tehdide göre düzenlenmiştir. Ordunun başında, Genelkurmayın başında hep akrabalar vardır. Halkın çocuklarının o tür mevkilere gelmemesi sağlanıyor. Suriye’de de ordu dış tehdide göre değil, rejimi yıkmaya yönelik bir tehdide göre düzenlenmiştir. Bu yüzden onlar için o halka ateş açmaktan başka bir seçenek yoktur. Peki, Türkiye’nin konumu Ortadoğu açısından ne önem taşıyor? Sadece Suriye ile 850 km sınırımız vardır. Rasmussen tam bir Batı görüşünü aksettiriyordu. Yani Ortadoğu’da demokrasinin gelişmemiş olması sosyal, ekonomik, siyasal sebeplerden dolayı, IŞİD gibi terörist örgütlerin üremesine olanak sağlıyor. Eğer bu doğru ise sadece İngiltere’de Western Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre, 4.500 İngiliz vatandaşının IŞİD’e katılmasını nasıl açıklayacaksınız? Danimarka, Almanya, Fransa, Belçika’dan Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Hocamız çok somut ve çok güncel konuları ortaya koydu. Şimdi altıncı konuşmacımız Dr. Lütfü ŞAHİN, Ortadoğu’da mezheplerarası çatışmayı ele alacaktır. Dr. Lütfü ÖZŞAHİN Teolog / İstanbul 1988 yılında 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Dinler Tarihi alanında Yüksek Lisans, bilahere Felsefe Tarihi’nde Doktora çalışmasını bitirdi. Çeşitli ulusal televizyonların açık oturum programlarına uzman konuk olarak iştirak eden yazarın ulusal basında, kültür ve siyaset dergilerinde yayınlanan 200’ün üzerinde makalesi bulunmaktadır. Dr. Lütfü ŞAHİN: İlk olarak Ortadoğu kavramının çok sıkıntılı bir kavramdır. Bir kere bizim medeniyetimiz açısından Ortadoğu yoktur. Ortadoğu kavramı eurosantirik bir kavramdır. Yani Batı’ya göre bir Ortadoğu vardır. Hegel’ci yaklaşımlar, eğer bir ülkeyi siz tanımlıyorsanız, gücü siz elinizde bulunduruyorsunuz demektir. Bugün devasal bir tarihe sahip olmamıza rağmen tarihsel şuura sahip olduğumuz söylenemez. Diğer bir konu İsrail’in nükleer gücüdür. İsrail İstanbul’u Tahran’ı vurabilecek bir nükleer güce sahiptir. Birtakım gizli uluslararası anlaşmalar bu gerçeği örtemez. Batı’yla Doğu arasındaki meydan okumadır. Aslında bizim medeniyetimizde bu kavramlar yoktur. Bu tanımlamalar kalmec.hku.edu.tr Yrd. Doç. Dr. Vehbi BAYSAN katılanlar nasıl olacak? Sadece bölgesel denklemlerle ortaya çıkmış bir örgütü açıklamak mümkün değildir. IŞİD bu anlamda çok güzel bir örnek teşkil ediyor. Aslında IŞİD’le mücadelede Batının nasıl beceriksizlik sergilediğine bakmak lazım. İlk örneği Libya’dan vermek istiyorum. Libya’da 2008’de BM Güvenlik Konseyinden uçuşa yasak bölge kararı alındı. Yani Kaddafi uçaklarını havalandırıp halkını bombalamasın diye. Daha bu anlaşmanın mürekkebi kurumadan NATO da dahil Fransız’lar bölgeyi bombalamaya başladılar. Geçen yaz Obama yaptığı bir konuşmada IŞİD’i bombalayacaklarını söyledi. Ayrıca ABD askerleri bölgeye ayak basmayacaktı. Peki, kim halledecekti bu işi? Tabiiki bölgedeki yerel güçlerdi. Türkiye burada araya girdi. Dolayısıyla Ortadoğu politikasında Batı çözüm üretme konusunda çok da yetenekli değildi. Türkiye, Ortadoğu politikasında sürekli eleştiriliyor. Bu politika yanlış deniyor. İyi ama neydi yanlış olan? Bunun nedeninin ne olduğu belirlenmiyor. Türkiye Suriye’den gelen bütün misafirlere canı gönülden kucak açmıştır. BM’den gelen her temsilcide ‘ya bu işi çok iyi yapıyorsunuz’ deyip gidiyor. Böyle birşey olabilir mi? Eğer Türkiye istese sınırları kapatır ve bunu bir insanlık dramına çevirebilirdi ama yapmadı. Yetkililerin bunu dile getirmemesi Türkiye’nin kudretsiz olduğu anlamına gelmez. 43 Sempozyum Programı emperyalist bir tanımlamadır. Bütün insanlık, bütün medeniyetler Batı’ya göre ayarlanamaz. İslam dünyası tarihte birçok konuda Batı’ya yani Avrupa’ya kafa tutmuş meydan okumuştur. Bugünde güncel olarak Türkiye’de siyasal, ekonomik büyümesi ile Batı’ya meydan okuyor. Türkiye Irak’a, Suriye’ye müdahale ederken bölgeye geri dönmek istemektedir. Bu da Batı’ya karşı bir meydan okumadır aslında. Bu tarihsel şuur ve derinlik Batılılar tarafından gözönünde tutulmuştur. Batı rağmen bile Türkiye bölgesinde olanlara karşı duyarsız olamaz. 400 yıl yönettiği bu topraklarda söz sahibi olamaması düşünülemez. Türkiye’nin coğrafi sınırı Hatay’dan başlıyorsa, stratejik sınırları Kudüs’ten, Bağdat’tan başlar. Bağdat’ın tehlike altında olması demek Diyarbakır’ın, Gaziantep’in tehdit altında olması demektir. Aynı şekilde de Bosna, Azerbaycan’ı stratejik sınırlarımız içindedir. Batı bizim hükümetimiz seviyor olabilir. Uluslararası ilişkiler sevgi temeli üzerine kurulu değildir zaten. Son olarak, Batı’nın demokrasi ihracı tamamen bir göz boyamadır. Mısır da darbe olurken Batı nerdeydi? Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ayrıca Bass rejiminin İsrail ile bir sorunu yoktur. Bu diktatör rejimler birbirlerine muhtaçtırlar. 44 Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Aslında 7. yüzyıldan sonra İslamın yayılmasından sonra bölgedeki politika ilerleme kaydediyor. 20.yüzyılda özellikle faşizm, emperyalizmin en fazla etkilendiği yerdir. Yani Ortadoğu aslında Batı’nın parçaladığı yerdir. Ortadoğu’nun kendi çatışması biraz da Batı’nın etkisiyle oluyor. 21.yüzyılda da teknolojik gerileme var. Kitaplarda akademi dünyasında belirlenmiş bir Ortadoğu’dan dolayı ilerleme kaydedememiştir. Şimdi AFAD’tan gelen genç bir kardeşimiz konuşacaktır. Türkiye’ye yönelik nüfus hareketlerini ve göçmenlerin misafir edilmesini anlatacaktır. Buyurunuz Abdullah Bey söz sizin. [2. GÜN] Abdullah DİLSİZ Afad Abdullah DİLSİZ: Önümüzde barış olmadığı için bir acil durum söz konusu ve Nisan 2011’den itibaren Suriye’den ciddi bir nüfus hareketi oluyor. Bugün itibariyle Suriyeli misafir sayımızın 1 milyon 750 bin’dir. Bunların 225 bini on ilimizde kurulmuş olan çadır kentlerimizde misafir edilmektedir. Bu misafirlerimizin elimizden geldiğince bütün ihtiyaçları karşılanıyor. Çeşitli kurslarla da 50 bine yakın kursiyerimiz kurs görmektedir. Sağlık alanında da 84 yerli 20 yabancı doktor hizmet vermekte ve 500 yakın poliklinikte tedavi görebilmektedirler. BM standartlarına göre yapılan harcama 5 milyar dolara yaklaşmıştır. Bu miktar bu memleketin kalkınması için çok iyi bir miktardır. Ayrıca Haziran 2014 itibariyle de IŞİD saldırıları doğrultusunda Irak’taki hareketlenmeler meydana geldi. Irak’tan da 20 bin kişi çoğunluğu Yezidi olmak üzere mülteci Türkiye’ye gelmiştir. Onlar için de çeşitli barındırma ve yardım faaliyetleri devam etmektedir. Bununla beraber Irak içerisinde bir Zaho diğeri Dohuk’ta olmak üzere toplam 32.500 kişi kapasiteli kampı bu ülke kendi öz kaynaklarını kullanarak orada inşa etmiştir ve kullanıma açmıştır. Irak’a gönderilen insani yardım tırları da 626’dır. Ek olarak, bu insanları psikolojik olarak diri tutmak zorundayız. Bu kişilerin geleceklerini yeniden yapılandırmak toplumlarını yeniden inşa etmek için çalışmalar yapmaktayız. İnsanları günlük, sosyal yaşama adapte etmek durumundayız. Şöyle bir öneri sunmak istiyorum; kendi ülkelerindeki geleceklerini planlamak amacıyla bir fikir üretmeye çalışıyoruz. Ancak üniversitelerin ve sivil toplumların bu mülteci profesörleri, doktorları, akademisyenleri biraraya toplayarak bir fizibilite çalışması oluşturmaları gerektiğini düşünüyorum. Moderatör Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Bütün konuşmacılara tek tek teşekkür ederim. Bu sempozyum yayınlandığında çokta büyük bir değer arz edecektir. Oturumumuzun sonuna geldik herkese çok teşekkür ederiz. IV. Oturum Hasan Kalyoncu Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi, Gaziantep Ortadoğu Krizinin Çözümüne Yönelik Yöntem Arayışı ve Öneriler Sempozyumumuzun son oturumunda ortaya çıkarılan sonuçların ışığında Ortadoğu’nun geleceği tartışılacak ve öngörülen sonuçlara göre çözüm önerileri sunulacaktır. Bu oturuma Gaziantep Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN Moderatörlük yapacaktır. Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN Gaziantep Üniversitesi Rektörü / Gaziantep Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Ortadoğu meselesi kan, gözyaşı, acı bütün yönleriyle ele alınıyor ve bütün manzaralarıyla ortaya konmuş durumda, çözüm arayışları bunu tarihsel background ve bugün için, diğer siyasi birçok alandaki problemleriyle birlikte çözüm arayışları açısından çok güzel konuşmalar yapıldı. Herkes kendi alanında iyi araştırma yapıp sonunda çözümlemeler getiren konuşmacılardı. Dün Rasmussen ve Başbakan Yardımcımız Numan Kurtulmuş’u dinledik, orada gördük ki Ortadoğu coğrafyası kendi içinde en azından Türkiye’den bakışla Batı’daki bakış arasında yer yer örtüşmeler olsa bile önemli farklılıklar olduğunu görüyoruz. Şimdi ilk konuşmacımız Utah Üniversitesi Öğretim Üyesi Sayın Prof.Dr. Hakan YAVUZ’u konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum. kalmec.hku.edu.tr Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunudur. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında Doktora yapan Coşkun, 1996 yılında Gaziantep Üniversitesi’nde Profesör ünvanını almıştır. Halen aynı Üniversitede Rektörlük görevini yürütmektedir. 45 Sempozyum Programı Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ Utah Üniversitesi / ABD Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü takiben, Wisconsin Üniversitesi’nde “Ortadoğu ve Türkiye’de İslami Akımlar” konusunda doktora yaptı. Kudüs Hebrew Üniversitesi’nde misafir öğretim görevlisi olarak çalışmalar yürüttü. Saygın uluslararası dergilerde İslam, Ulusalcılık, Kürt Sorunu ve Modern Türkiye üzerine otuzun üzerinde yayınlanmış makalesi bulunmaktadır. Halen Utah Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Yavuz, Orta Asya ve Türkiye’deki ulusaşırı İslami ağlar, ulus-devlet ve Ulusalcılıkta İslamın Rolü, mezheplerarası çatışma yönetimi konularında çalışmalar yürütmektedir. 46 Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ: Ortadoğu konusu dün ve bugün yapılan konuşmalar, genelde uluslararası sistem ve Ortadoğu’da oluşan devletlerin yarattığı sorunlar üzerinde durdu. Tabii bu bir çözüm toplantısı, Ortadoğudaki sorunların oluşmasında uluslararası sistemin kendisinin ürettiği sömürgecilik ve bunun sömürgecilikle beraber ortaya çıkan devlet sisteminin yarattığı çok büyük yaralar var. Fakat Ortadoğu’daki temel sorun bana göre birey bazında bir sorun, yani Ortadoğu’daki insanların biraz kendileriyle, kimlikleriyle ve kişilikleriyle alakalı bir sorun, yani sorunu devlete atmak, uluslararası sistem içinde görmek önemli, o çerçevede incelenmesinde yarar var. Fakat bir başka bence tamamlayıcı unsur, belki de en önemlisi, Ortadoğu’da bir kimlik ve kişilik krizi var, çok kısaca özetleyeyim bu kimlik ve kişilik krizinin temelinde de yeterli ve gerekli ahlaki yapının yokluğunu veya çok zayıf olmasını. Batı toplumlarında Batı’daki çok büyük mücadele sonucunda dini yapıların ahlaki bir toplum olmak için yeterli olmadığını gördüm ve bu dinin yanında toplumları daha da ahlaki olmayan yöne itecek bir laik ahlaki düzen, laik dünya felsefesi dediğimiz bir dünya felsefesi veya insan hakları söylemi ortaya çıkarttım. Ne yazık ki hepimiz Ortadoğu’dan böyle yoksunuz ve yoksun olduğumuz için de açıkçası Ortadoğuda kimlik ve kişilik krizi var ve bu krizin oluşmasında Ortadoğu’nun geçirdiği tarihsel süreçlerin çok büyük bir rolü de var fakat benim kendi okumam şudur ki; Ortadoğu’da ciddi bir reform, kültürel ve dinsel reformun yapılmaması ve bunun ortaya çıkardığı çok ciddi bir boşluk ve bu boşluğun da kimlik ve kişilik tartışmalarındaki etkisini görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kısacası aslında söylemek istediğimin özetini sundum, geriye kalan konuşmamda bu tezin altını birazcık doldurmaya çalışacağım, yani Ortadoğu’daki kriz ve devletlerin zayıflığı, devletlerin diktatöryası, tabii bunlar büyük faktörler fakat buradaki en önemli krizlerden biri Ortadoğu’da bir kimlik ve kişilik krizi var. Uluslararası freedom house, survey baktığımız zaman en çok zulmün, en çok kokuşmuşluğun olduğu devletler sıralamasında ne yazık ki Ortadoğu devletleri ilk sırada yer alıyor. Burada çok ciddi bir sorun var ve bu sorun neden var bunun üzerinde düşünmemiz gerekiyor, yani niye Müslüman toplumları diğer toplumlara göre hem suç oranında hem insan hakları [2. GÜN] ihlalinde 1. Sıradayız? Bu birinci sırada olmamızın nedenini sormamız lazım. Ayrıca şiddet kültüründe de yani aile içi şiddet, sokaktaki şiddet, komşuyla olan ilişkilerde şiddete baktığımız zaman yine Müslüman toplumlar olarak birinci sıradayız. Bunların tabii bize yakın olan birtakım Latin Amerika ülkelerinde birtakım nedenleri de var. Fakat bunların üzerinde durup düşünmemiz lazım yani buradaki en önemli sorunlardan biri bir ahlak sorunu var; fakat bu ahlak sorununu da biz tek bir kaynakla halletmeye çalıştık dinsel bir kaynakta halletmeye çalıştık şimdi gördüğümüz sonuç şu bu dinin yanında başka kaynaklara da ihtiyacımız var yani dini kaynak orda olması gerekiyor belki çekirdeğinde ortasında olması lazım diğer kaynakları da özellikle felsefeden özellikle insan hakları konusundaki tartışmalarda yola çıkarak bir laik ahlaka, yani hatta dinsel ahlakı da laikleştirecek bir noktada Batı da olan süreç biraz buna benziyor yani Hegelin Cartoon yaptığı dinsel ahlakı mümkün olduğu kadar laikleştirip bunu kamu alanına taşımak tabi bu arada kamu alanı son derece önemli yani bizim gibi toplumlarda en önemli sorunlardan biri de kamu alanıyla özel alan yani bir ahlak algımız var aile içinde özellikle namus kavramı ekseninde fakat kamu alanı sanki ahlakın olmadığı ve ilahi hiçbir korkunun da yer almadığı alan gibi algılıyoruz. Kamu alanlarımız ne yazık ki Müslüman toplumlarda bizim ülkemizde de bu böyle kamu alanları çırılçıplak kamu alanındaki bu çıplaklık tabi hukukla bunu gidermeye çalışıyoruz fakat hukukta yeterli olmuyor ve bir dizi sorunu bildiğiniz gibi kendi ülkemiz olsun diğer ülkeler de olsun birtakım sorunları beraberinde getiriyor. Şimdi burada bizim Türk toplumu olarak uluslararası standartlardaki yerimize baktığımız zaman daha iyi konumdayız açıkçası, yeterli bir noktada da değiliz. Yani diğer Müslüman ülkeler arasında hem demokratikleşme hem insan hakları konusunda Türkiye bence örnek bir ülkedir. Ancak bu yeterli bir noktada olduğunu göstermez. Ahmet Hocamızın bahsettiği gibi, II.Meşrutiyet döneminde Namık Kemal gibi Müslüman aydınlar ile Tanzimat aydınları arasında birtakım tartışmalar son derece önemlidir. Aslında orada yapılmak istenen İslami kaynakları kullanarak bir kamu ahlakı üretme çabası vardır. Bu yolda büyük çaba sarf ettiler ama çok büyük bir başarı elde edilemedi. Burada üniversitelerimizin de büyük rolü vardır. Türkiye’de bu dine ek olarak ahlaki bir felsefenin kamu alanı olan üniversitelerde verilmemesi çok yanlıştır. Ne yazık ki üniversitelerde felsefe bölümleri ya yok ya da kapatılmış durumdadır. Yani üniversiteler beklenilenleri yerine getiremedi. Umarım bundan sonra yerine getirebilir. Bu çerçevede zaman çok kısıtlıdır. Türk toplumunun moderniteyle tanışması çok geç oldu. Hele kapitalizmle tam tanışmamız 1983’ten sonra Turgut Özal’ın neo-liberal ekonomik politikalarıyla başladı. Biz moderniteyi tüketimle tanıdık, üreterek değil de tüketerek öğrendik. Modernitenin aşıladığı taşıdığı tüketim arzusu, tüketim çabası tabii bizi ciddi anlamda sarsıntıya uğrattı. Çünkü bu modernitenin tüketim arzularına karşı direnebilecek ciddi bir ahlaki yapımız yoktu. Yani biz modernitenin tüketim arzularıyla bir kimlik oluşturma çabasına girdik. Kimliklerimiz tükettiğimiz Şimdi Batıdaki zenginleşme çok farklı bir zenginleşme, Sanayi Devrimi sonucu ortaya çıkan bir zenginleşme. Birkaç nesil istiyor ve çok ciddi ahlaki disiplini de zorunlu ve gerekli kılıyor. Ama bizim toplumumuzda bu zenginleşme inşaat sektöründe bir nesil içinde olabildi yani bir nesil ekseninde bu gerçekleştirildi. Onun da beraberinde getirdiği birtakım sorunlar var. Batıdaki burjuva sınıfı kendisi için gerekli olan ahlaki yapıyı üretecek kuruma da destek veriyordu. Ama bizdeki burjuva sınıfı çok farklı bir şekildedir. 1923’ten bu yana önce devlet bir burjuva üretmeye çalıştı fakat milli olamadı ve bir milli değer bütününü ortaya koyamadı. 1983’ten sonra bence Özal, Türkiye’nin en büyük dönüşüm noktasıdır. Turgut Özal, ekonomik reformları Türkiye’nin önünün açıldığı özel Üniversitelerin, özel radyoların, yeni Türkiye’deki düşünce devriminin tohumlarının atıldığı dönem olmuştur. Turgut Özal’ın attığı tohumların sonucu AKP dönemidir. Bugünkü AKP’nin arka planında Özal’ın bu fikir alanının ve düşünce devriminin son derece önemi vardır. Fakat Özal döneminde de birçok şey hızlı geliştiği için bunun ahlaki boyutu normatif, boyutu büyük oranda ihmal edildi. 2002’den bu yana Türkiye ekonomik bir sıçrama yaşadı. Fakat sıçrama o kadar hızlı oldu ki, AVM ile moderniteyi tamamlamaya çalıştık. Yani bu AVM, AVM İslamını da beraberinde getirdi ve tamamıyla tüketime dayalı Türkiye 2002’den sonra bu piyasa ekonomisi içerisindeki hem İlahiyat Fakülteleri olsun hem de Üniversiteler olsun gereken bu ahlaki tartışmayı ve ahlaki bir düşünce sistemini ortaya koyamadılar. Sonuç olarak, 2002’den bu yana ve hatta 1983’ten bu yana Özal devrimiyle beraber çok büyük gelişmeler gerçekleştirdik. Gökdelenler diktik ancak bu gökdelenler yükselirken insanların ruhlarını küçülttük. Yani bana göre, Türkiye’de bugün bu ekonomik kalkınmanın oranıyla veya paralel ters yönden ciddi bir boşluk var ve toplumsal çimentomuzda ciddi bir hasar var ve bunun da nedenlerinden biri çok hızlı bir ekonomik kalkınma oldu. İnsanların bunların hepsini birarada götürecek zamanları da olmadı. 10 yıl, 20 yıl çok uzun bir süre değildir. Umarım Türkiye hızlı bir şekilde kamu alanlarında bu çıplaklığa son verecek bir ahlaki kamu ahlakı oluşturabiliriz. Bana göre, daha farklı yani kendi ülkemizde Balkanlaşmaya, ekonomik anlamda ve sınıfsal anlamda bir Balkanlaşmaya yol açıyoruz. Buradaki negatif yönü de görmemiz gerekir. Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Sayın YAVUZ aslında bir yüzleşme portresi çizdi. Yani Ortadoğu halkları içerisindeki temel ahlak felsefesinin, insani ahlak anlayışlarının yeterince anlaşılamaması, dini referansların yeterince anlatılmadığı, anlaşılmadığı, anlaşılamadığı ve bunun başka bir toplumsal sözleşmeyle garantilenemediğinden bahsetti. Daha sonra moderniteyle Türkiye’nin buluşma noktasında ciddi bir sıkıntı olduğunu, yanlış bir noktadan içeriye girdiğimizi, bir yandan ekonomik olarak modernite olsa bile kültürel sosyal bakımdan modernitenin sağlanamadığı bu anlamda ciddi sıkıntılarının olduğunu dile getirdi. Şimdi sözü ikinci konuşmacımız olan Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi olan Yrd.Doç.Dr. Esma İGÜS’e vermek istiyorum. Kültür ve sanat açısından Ortadoğu’yu ele alacaktır. Yrd. Doç. Dr. Esma İGÜS Mimar Sinan Üniversitesi / İstanbul İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde Lisans, Yıldız Teknik Üniversitesi Müzecilik Bölümü’nden Yüksek Lisans derecesine sahiptir. Halen Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. İlgi alanları arasında Osmanlı’da sanat, 19.yy tarihi ve eğitim politikaları yer almaktadır. Yrd. Doç. Dr. Esma İGÜS: Ortadoğu’ya bir mimarlık/sanat tarihçisi olarak bakacağım. ‘Babil’in Yangın Bahçeleri’ gerçekten kültürel anlamda orada ciddi bir yangın yaşıyor. 1990’lı yıllardan itibaren Ortadoğu’da Mezopotamya’da kültürel alanlar yağmalanmış, kültürel soykırımınlar yaşanmıştır. İnsanlığın ortak hafızası beşeriyetin ortak hafızası Ortadoğu ya da Mezopotamya diyerek söze başlamak gerek. İnsanlık tarihinin yaşadığı en uzun geçmişe hasip bölgenin siyasi istikrarsızlık ve savaşlar nedeniyle tarihsel ve kültürel kimliğinden uzaklaştırılarak nasıl bir erozyona uğradığını görüyoruz. Böylece bölgede taşınır ya da taşınmak bölgedeki mimarinin nasıl yok edildiğini gözler önüne seriliyor. Bu mimarinin yok edilişi o kadar çok hızlı olmuştur. Ortadoğu’nun mirası Altpaleolitik döneme kadar uzanıyor çok geniş bir kültürel mirasa ev sahipliği yapmıştır. Kısaca insanlığın öyküsü Mezopotamya öyküsü geçmiş ve günümüz açısından Mezopotamya sahip olduğu kültürel miras özgün mekansallığı tarihsel kimlik değeri olan bir yerleşim yeri ancak 1990’lı yıllardan beri içinde bulunduğu kaotik siyasi ortam bölgedeki kültür varlıkları ile somut olmayan kültür mahlasına çok ciddi anlamda darbe vurmuştur. Bu nedenle bölgenin somut ve soyut kültürel mirası korunmalıdır, yaşatılmalıdır. Kültürel miras kuşaktan kuşağa aktarılarak her türlü eser ile değerlerle her ülkenin zenginliğine ortak olarak görüldüğünü gelecek kuşaklara sahip çıkılması gerektiğine inanıldığından tüm bölgeler bütününe kültürel miras deniyor. Hamurrabi kanunları kalmec.hku.edu.tr ürünlerden almaya çalıştık. Açıkçası ortaya çıkan şöyle bir tablo var; Türkiye’de özellikle modernitenin ürettiği bu ahlaktan yoksun kaldık. 47 Sempozyum Programı da geçmişten gelen bir mirastır. 1258 yılında Moğolların Bağdat’ı işgal yağmalama anlamında önemli bir dönem kültürel yağmalama anlamında. İşgalin halk üzerinde yıkıcı etkisinden Bağdat kütüphanesinin Moğollarca yağmalandığı sayısı bir milyonu bulan kitapların Dicle Nehri’ne atıldığı ve nehrin sularının günlerce mürekkep renginde aktığı rivayet edilmektedir. Son 20 yıl içinde bölgenin kültür mirası kesintisiz olarak yağmalanır. Bunların önlenmesi için halkın bilinçlenmesi önemli bir şeydir. Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Üçüncü konuşmacımız Utah Üniversitesinde doktora yapan Ali ElHUSSEİNİ bize, Ortadoğu meselesini genel çerçevesiyle ele alacaktır. Ali El HUSSEINI Siyaset Bilimci / Lübnan Hasan Kalyoncu Üniversitesi Utah Üniversitesi’nde Ortadoğu Araştırmaları Bölümü’nde doktora çalışmalarına devam etmekte olan Husseini, Siyaset Bilimi ve Ekonomi alanında yüksek lisans derecesine sahiptir. Lübnan Parlamentosuna Dış İlişkiler konusunda Danışmanlık vermekte olan Husseini, Ortadoğu siyaseti ve ekonomik ilişkileri konusunda uzmandır. 48 Ali El-HUSSEINI: Görüldüğü kadarıyla NATO, bölge ve de dünyanın geri kalanı artık çok ilgi duyuyor IŞİD’e. Batı dünyası için büyük bir konu haline geldi fakat bizim için, IŞİD’den daha önemli konular var. Bu soruna kimsenin gerçek bir çözüm ve son arayışı yok. Bu konuda bir kriz var ve bu kriz hala devam etmektedir. Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da ve bütün bölgede, Türkiye bir hap bir çözüm olma yolunda bu krizde. Ben bu sorunun menşeinden bahsetmek istiyorum. Bugün buraya nasıl vardık? Lübnan’a bugün bir mikro-kozmos olarak bakmak istiyorum. Belki de bir çözüm olarak bazı konuşmacıların söyledikleri fikirler üzerinden geçip onların söylemiş oldukları şeyleri de ortaya koyacağım. Çünkü onların önerileri bir şekilde uyuyor ama bizim bahsettiğimiz şeye tam olarak uymuyor. Maalesef çoğumuz çözüm için Batıya bakıyor ancak bir çözüm yolları yok gerçekten bizi sağılacak bir inek gibi görüyorlar ve bizi sağıyorlar sonrada istemiyorlar bırakıyorlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüşü bölgede bir güç boşluğuna yol açtı ve I.Dünya Savaşı’nın sonunda Lübnan ve bütün Ortadoğu yapay sınırlarla çizildi. Bu değişik ülkeler artık yapay kimlikleri oluşturma yolundadır. Daha önce böyle kimlikler yoktu. Osmanlı İmparatorluğu’nun Pax Ottoman’ı tabi bölgeyi yüzyıllarca birarada tuttu. Bu yapay sınırlar bu yapay kimlikleri oluşturdu sonra bu kimlikleri yönetmemiz gerekti. Böylece Lübnan, Ürdün, Suriye ve Irak kimlikleri oluştu ki bunlar önce yoktu. Bu kimliklere rehin düştük ve buna çok yoğun bir şekilde yatırım yapmaya çalıştık aslında ne olduğunu bile anlamadığımız bir şeydi. Böyle yaparak [2. GÜN] bizim meşruiyetimizi bir şekilde ne olduğumuzla özdeşleşebildik ne de yapmamız gerektiğiyle özdeşleştik. Normatif bir düzenimiz vardı. Artık mevcut olmayan ülkeler oluşturuldu. Belli ülkeler petrol üreticileriydi bildiğiniz gibi bazıları petrole bağlıydı. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt bunların hepsi petrol üretimine bağlı ekonomilerini sürdürebilmektedir. Böyle olunca bir boşluk oluştu. Sosyal düzeyde eğitim sistemi bütüncül değil ekonomik düzeyde de bir gelişme yok. Yani Avrupalıların sanayi devriminden fayda gördüler biz böyle bir şekilde fayda görmedik. Onların sendikaları vardı. Sendikalar insanları bir araya getirdi. Farklılıklarını ve ellerindeki sorunları aşabildiler. Bizde ise hükümet çalışanlarından, doktorlardan oluşan yapay bir burjuvazi orta sınıfımız vardı. Bu başarısız devlet modeli bu döngüsel problemleri sürekli ortaya çıkarıyor ve bir çözüme ulaştıramıyor. Arap-İsrail problemini de hiç kimse ele almak istemiyor. Her ABD başkanı gelip bundan bahsediyor. Bize bu harika fikirleri anlatıyorlar sonra dönemlerinin sonunda var olduğunu bile unutuyorlar. Bütün odak noktası Güney Atlantik’e kayıyor. Arap-İsrail meselesi giderek İslam İsrail çatışmasına dönüşüyor. İslam dünyası giderek buna inanmaktadır. Bu insanları bir araya getirmenin yolu ulusal kimliktir. Öyle ülkeler var ki ulusal kimlikleri yok, ordu oluşturamıyorlar. Irak ordusu 12 yıl boyunca trilyonlar harcadılar sonunda ise hepsi kaçtı ve birkaç bin kişi var şu anda. Irak’ın üçte bir Suriye’nin üçte birini yönetilebiliyor. Hepsi Avrupa’dan geliyor. Bu işi yerel ve merkezi hükümetten daha iyi yapabiliyorlar. Bugün Arap devletleri, Ortadoğu ve bütün olarak hepsinin daha çok sorunu olacak. Petrol savaşları olacak çünkü petrol fiyatları düşüyor. Eğer IV. Dünya Savaşı olursa, bu savaştan sonra yine bir güç boşluğu doğacaktır. Batı güçlerinin yerine geçebilecek bu bölgede refah veya barış dönemini getirecek bir güç yok şu anda. Dün Rasmussen’in bahsettiği, bölgeyi Balkanize etmek yerine bizim modelimiz çok daha yakındır. Şu an Suriye ve Irak’ta bir iç savaş olmaktadır. Bu Lübnan’da da oldu. Uluslararası müdahale, büyük güçlerin müdahalesi, değişik mezhepler açısındandı ki Lübnan da daha fazla mezhep vardır. Bunlar mezhepsel yani Hıristiyan’ı, Müslüman’ı herkes savaşıyordu. Ancak Hıristiyan hıristiyanla, Müslümanlar müslümanla savaşıyordu. Savaşmayan yoktu. Bu konuda Lübnan harika bir örnek olabilir ama tek çözüm olamaz. Parçalanması mezhepçilik iç savaşa yol açtı. Lübnan’da Taif Anlaşması yani güç paylaşması anlaşması ile sonuçlandı. Bu da Lübnan modelidir. Bu kısmi Anlaşma herkese veto yetkisi verdi. Değişik mezheplerin hepsi parlamentoda gücü paylaşıyor. Birarada olmak için değişik sınırların bütününü korumak için bölgeyi parçalamak istemediklerini söylüyorlar. Bu hususa bakmak çok önemli, çünkü Lübnan modeli çok işe yarayabilir. Lübnan tek başına kilit bir hegemonyacı gücüne ihtiyaç duyuyor. Bu güç geçici bir rol oynayabilir hem Ortadoğu’ya yardımcı olabilir hem de bölgenin iyileşmesine yardımcı olabilir. Türkiye doğal lider olarak bu rolü oynayabilir. Çünkü Avrupalılarda da olan modele sahip, sanayisi gelişmiş, harika bir eğitim sistemine sahiptir. Bugünkü gördüğümüz gibi modernizasyon süreci ki o bizde yok, yerel hegemonya gücü ile bir denge kurabiliyor ve bu savaşa katılmıyor. Halbuki Suudi Arabistan ve İran müdahale edip, bölgedeki değişik güçleri bir araya getirebilir ve yerel öğeleri bir araya getirebilirse Lübnan modeli uygulanabilir bir çözüm olabilir. Bu bölgedekiler bu entegrasyonun uzun dönemde işleyeceğini anlamalıdır. NATO Eski Genel Sekreterinin de bahsettiği güçlerin ayrışmasında, hukuki yasama- yürütme-yargı aynı zamanda gücü, tabiiki güç paylaşım anlaşmasında dikkate almalıdır. En önemlisi de ekonomik kalkınma, ekonomik kalkınma yokluğu yüzünden zaten değişik organizasyonlara katıldı. İnsanlar bir işim yoksa gidip savaşayım düşüncesindeler. Bu yüzden Arap Baharı Arap kabusuna dönüştü. Gerçek ekonomik kalkınma olmaksızın ve bütün toplumun entegrasyonu olmazsa ilerleyemeyiz. Benim önerim kesinlikle Arap sorunun ‘Lübnanlaştırılması’ bu hegemonya güçlü bunu yapabiliriz. Moderatör Prof. Dr. M.Yavuz COŞKUN: Uluslararası ilişkiler olarak Ortadoğu’da mezhep çatışmaları, diğer yeni bazı oluşumlar IŞİD gibi yapay bir şey mi? Yoksa üretilmiş bir şey mi? Batı mı üretti? Yani bütün bunları da ele alan bir cevap bekliyoruz. Aslında bir de Ortadoğu halkları dedik, Arap Baharı mı Arap kabusu mu, nasıl oldu bu iş? Bahar diye başladı, kimi yerde son bahar oldu. Arap toplumunun ortak olarak tutunabileceği bir referans, bir sözleşme gerekir. Şimdi dördüncü konuşmacımız Sayın Yrd.Doç. Dr. Süleyman ELİK, söz sizde. Yrd. Doç. Dr. Süleyman ELİK Medeniyet Üniversitesi / İstanbul Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Lisans, Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümünden Yüksek Lisans, University of Durham’den uluslararası ilişkiler konusunda Doktora derecesine sahiptir. Halen Medeniyet Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler konusunda ders vermektedir. Elik’in yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Yrd. Doç. Dr. Süleyman ELİK: Türkiye ve İran üzerinden, orta ölçekli güçlerin yapabilecekleri ya da ittifak oluşturup oluşturamayacakları, tehdit algılamaları gibi konuları işledim. Bir de Suriye krizinin etkilerini ele aldım. İlk olarak bütün dünyada olan yani şu anda olan vakıaları analiz edebilmek için öncelikli olarak uluslararası sistem denilen şeyin ne olduğunu algılamak gerekiyor. Bu nasıl doğmuş, nasıl gelişmiş ve bizi nasıl etkiliyor? Bugün halihazırda fonksiyonel olarak bizimde itaat etmek zorunda olduğumuz gerçekliklerle karşı karşıyayız. Avrupa da Aydınlanma Çağı ile beraber iki tartışma oluştu. Bunlardan birisi Ulus-Devlet sistemi diğeri de Cumhuriyetçilik tartışmasıydı. II.Dünya Savaşı bu Ulus-Devlet inşasıyla sonuçlandı. Dolayısıyla bütün devletlerin ulus-devlet kategorisinde değerlendirmek gerekiyor. Uluslararası ilişkilerde genelde kuramları veya uluslararası ilişkiciler temel anlamda dünyada ‘biz barışı nasıl sağlarız?’ sorusuna cevap ararız ama hegemonik teoriler bunun tam tersidir. Maaselefki uygulanan da budur. Dolayısıyla Spykman’ın kullandığı ‘kenar kuşak’ teorisi kuramına göre; biz Bağdat Paktı ve sentoyu oluşturduk. Bu bağlamda Türkiye ve İran’ın işbirlikleri söz konusu tamamen Batı çıkarlarını korumak amaçlı çıkarılmış yapılardır. Bir de ‘peri-peri paktı’ oluşturduk. 1958 yılında bu anlaşma İran- Türkiye, Etiyopya ve İsrail ile yapılan gizli askeri anlaşmamızdır. Soğuk Savaş döneminde uluslararası sistemin yapılanmasında etkin olan bir yeni dönem başlıyor ki buna dikonalizyon diyoruz. Bu dönemde artık manda devleti statüsünde yani a-b-c kategorisindeki devletlerin artık millileşme dönemidir ki bu dönem yeni bir milliyetçilik akımı başlamıştır. Bu Ortadoğu ülkeleri ve Afrika ülkeleri buna dahildir. Yani ulusdevletleşme ve kapitalizme seküler ahlaklaşma gibi şeylerle bunu tanımlayabiliriz. Soğuk Savaş bittikten sonra yeni bir dönem başlıyor. Bu dönem Ahlaki Uluslararası sistem dediğimiz kalmec.hku.edu.tr Tekrar üzerinden geçecek olursak bir meşrutiyet krizi olduğu zaman, sınır bütünlüğü krizi olduğu zaman, kimlik krizi olduğu zaman ve ulus devlet krizi olduğu zaman bu rolü kim oynayacak? Şu anda Suudi Arabistan muhalefetin bazı kısımlarını destekliyor aynı zamanda IŞİD gruplarının da bir kısmını destekliyorlar. Katar da aynı şeyi yapıyor. Sunni ve Arap dünyasının bir kısmı bu savaşı solluyor. İran Hizbullahı destekliyor. Suriye hükümetini destekliyor. Batı ise seyrediyor. Bu durumdan memnun, çünkü ABD’nin yaptığı silahları alıyorlar ve diğer taraftan İran’ı zayıflatıyorlar bu da problem olan El-Kaideyi zayıflatıyor. Bütün Avrupa’da Arap olmayan teröristleri getiriyorlar ve Suriye’ye sokup çıkarmadıklarından emin oluyorlar sonra orada ölebilirsin diyorlar. 49 Sempozyum Programı Hasan Kalyoncu Üniversitesi ve özellikle 1945’ten sonra bu BM’in oluşturmuş olduğu bir yapılanma oradaki insan haklarıyla ilgili temel sözleşmelerle ilgili hususların 1991’de sonra ahlaki uluslararası sistem çerçevesinde miltary-international şekline dönüştüğünü görüyoruz. 50 Avrupalı devletler özellikle göçmen ve islamafobi altında tek bayrak ulus-devleti sarılmıştır ve sarılmaya devam etmekte bu anlamda millileşmiştir. Nasyonalizm, ırkçılık, vb bütün kavramları bu anlamda değerlendirmek gerekiyor. Şimdi Türkiye ve İran bu noktada nerede duruyor? Ben Türkiye ve İran’ı Ortadoğu’daki orta ölçekli güçler olarak tanımlanıyorum. Yapabilecekleri şeyler de var yapamayacakları da var. Buna göre, orta ölçekli güçlerin büyük güçlerle pazarlık yapabileceğini düşünüyorum ki yapmıştır özellikle nükleer bölünmeler bunun en önemli delili. Halen devam eden delil onun dışında orta ölçekli güçler kesinlikle tek bir güç tarafından işgal edilemez. Bu da tarihsel olarak edilmiş bir gerçektir, dolayısıyla Türkiye İran ya da Mısır tek başına bir güç tarafından işgal altına alınamaz, kontrol altına alınamaz. Dolayısıyla uluslararası sistemin dışına itilemez potansiyel olarak. Onun dışında birkaç şey daha söyleyebiliriz, tehdit algılamaları bağlamında özellikle S.David Galaksi teorisinde bir kuram var, onu oldukça yararlı buluyorum Ortadoğu devletlerini açıklamak için. O da külli denge kuramıdır ki biliyorsunuz bütün uluslararası ilişkiciler büyük güçlerin dış politikaların nasıl davranacağıyla ilgili açıklamalardan ibarettir. Dolayısıyla biz öğrencilerimize aslında Avrupalı Euro-center devletleri nasıl dış politikaların davranacağını öğretiriz. Fakat ilk defa S.David bu konuda 3.dünya ülkelerinin dış politikalarının nasıl davranış biçimiyle ilgili olduğu konusunda bir makale yazmıştı 1991 yılında. Çok kıymetli bir makale, o yüzden bu bir başlangıç noktası tabiiki bunun geliştirilmesi gerekiyor. Buna göre şunu ifade edeyim, özellikle diyor ki 3.dünya ülkeleri, biz bunu middle power olarak-orta ölçekli güç olarak algılayabiliriz ki Türkiye İran diye ve Mısır bu Ortadoğu’daki 3 dış açı, Sayın Başbakanımız (Davutoğlu’nun) tanımlamış olduğu dış üçgendir. Bir iç üçgen var biliyoruz; Suriye, Ürdün ve Irak’ı kapsayan, bir iç üçgen dolayısıyla bu dış üçgen aslında Ortadoğu’nun kaderini belirleyen ülkeler yani, buna göre bu ülkelerin ikili olarak anlaşma yapması uluslararası güçler tarafından önlenir. Örneğin Mısır’ın iktidardan düşürülmesi yani Mısır’ın demokratik olarak seçilmiş hükümetinin iktidardan düşürülmesi bunun en büyük delili oldu. Türkiye ve Mısır eğer bu üçgenin iki ayağını oluşturmuş olsaydı, Ortadoğu’daki barışı sağlamış olacaktı ki bu önlenmiş oldu. Dolayısıyla bu kurama göre bu iki ya da üç orta ölçekli güç 3’ü biraraya geldiği takdirde uluslararası sistemde paradigma değişimi yaratacaktır. Yani uluslararası sistemi yıkacaktır. İşte bundan sonraki kavgalar artık gelişmekte olan ülkelerle büyük güçler ve smart power dediğimiz süper power arasında olacaktır. Dolayısıyla şu anki yaşadığımız şey kaçınılmaz bir şey, mücadele halidir, savaş halidir ki bu savaş tabiiki illaki hard power’la olacak değil, tabiiki kültürel diğer sosyal kapitalist sade şeylerle yürütülebilecek bir şeydir. Son olarak ben [2. GÜN] Türkiye-İran ilişkilerinde Suriye krizini incelemiştim. Suriye krizinde Türkiye’nin izlemiş olduğu politika rejiminin değişmesiyle ilgili bir politika artı Türkiye bununla birlikte sekterya bir politika izlememiştir. Batı da ben takip ettiğim için özellikle Amerika’daki daha önce Türkiye’de elçilik yapmış Amerikalı akademisyenler diyelim onların özellikle işlemek istedikleri bir konu vardı. Türkiye sekterya politika izlemekle suçluyorlardı ki bu tamamen algı operasyonu. Aynı şekilde Türkiye’nin El-Kaide ile ilgili ilişkileri IŞİD’le ilgili ilişkileri tamamen bu algı operasyonuyla alakalı bir husustur. Dolayısıyla bu konularda tabiiki çözüm önerilerimizin olması gerekiyor. Bu Türkiye-Suriye ilişkilerinde sıkıntılı bir nokta, şöyle bir şey vardı. İran’la- Suriye arasındaki askeri bir ittifak anlaşması vardır, bu orta ölçekli güçlerin en önemli özelliklerinden bir tanesi de, kendisinden küçük ölçekli güçlerle anlaşma ittifak yoluna giderler. Türkiye’nin İsrail’le, İran’ın da Suriye’yle anlaşması gibi ve Suriye’nin Ürdün’le anlaşması ya da Mısır’ın Suriye’yle United Republic Arap’ı kurması 1958 yıllarındaki gibi. Dolayısıyla Suriye ve İran arasındaki ilişki bir sistematik düzeyde değerlendirdiğimizde şöyle bir şey ortaya çıkıyor. Hacmimiz 21 milyar dolara çıkmış, bununla birlikte 2013’te biraz gerilemiş 13 milyar dolara ama bunun altında yatan bir de kapalı ticaretimiz var ki bunun rakamı 100 milyar doları aştığını düşünüyorum. Bence bu rakam arttı, şu an İran’ın yurtdışında 170 milyar dolarlık bir kapalı parası vardır, bütçesi vardır. Özellikle Almanya tarafından kontrol edilir. İsviçre bankalarındadır. Bu paranın Türkiye üzerinden uluslararası finans sistemine sürülmesi söz konusu, bununla ilgili tabiiki çeşitli özel şirketler diğer finans grupları çalışmalarını yapıyorlar. Fakat Türkiye ve İran’ın birbirine dış yatırımlarının çok az olduğunu görüyoruz, yani hiç yok denecek kadar az. Bizim Iran’la öyle sistematik bir ilişkimiz söz konusu değil, tamamen yüzeysel bir ilişkimiz var. Hiçbir bağımlılığımız yok, enerji alanında da öyle bir bağımlılığımız yok, söz konusu değil. Sonuç olarak Suriye konusundaki çözüm önerileriyle ilgili tabiiki bugünkü ve dünkü konuşmalardan oldukça faydalandım. Ben 6 maddede de bunu özetlemeye çalıştım. Neler yapılabilir. Rusya ve İran Suriye çözümü konusunda dışarıda bırakılmaması gereken en önemli iki aktör. Türkiye tabiiki çabalamıştır, bunlarla işbirliğine gitmeyi ama bir türlü bunu başaramamıştır. Bunun başarılması gerekiyor, bununla ilgili çözüm önerilerinin üretilmesi gerekiyor. İkincisi rejim yerine aslında liderlik gibi bir yapılamayan gidilebilir ki ben Suriyelilerle ilgili bir çalışma yaptım. Özellikle göçmenlerle ilgili İstanbul’da, inşallah Ocak 2015 ayında Yeni Şafak gazetesinde yayınlanacak bu çalışmam, 13 seri halinde. Orada görüştüğüm özellikle 40 tane aile vardı. Bu ailelerin söyledikleri şey şu; Suriye’nin yeniden yapılandırılması söz konusu olduğunda kesinlikle ve kesinlikle ne Rasmussen’in söylediği kanton modelini tercih ediyorlar ne de Lübnan modelini ki Lübnan modeli dikkat ederseniz gözden kaçırılan bir nokta şu anda fiilen Irak’ta uygulanmakta biliyorsunuz. Cumhurbaşkanı Moralinilerden Başbakan Avrupa’daki o ulus devlet davranışıyla bizim devlet davranışımız farklı olması gerekiyor. Onlarda tamamen sömürücü bir yaklaşım var, onların tamamen sosyal hakları olmamakla beraber onları alt sınıf işlerde çalıştırıyorlar. Ben Suriyelilerin aslında Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılabilmesi için ciddi bir sosyal kapital oluşturulduğunu ve bu sosyal kapitalizmin organize edilecek Türkiye için faydaya dönüşebileceğini düşünüyorum. Bunun için Türkiye’de bu özellikle AFAD’ın son zamanlarda yaptığı kayıt altına alma işlemi ve bunları meslek gruplarına göre kayıt altına alma ile ilgili ciddi çalışmalarını özellikle beğeniyorum. Son olarak Avrupa’daki devletlerin Suriyeli göçmenlerle ilgili toplam aldığı rakamı size söyleyeyim; 17 bin kişidir. Bu rakamı çok küçük bir rakam, peki bunlar kimlerden oluşuyor biliyor musunuz? Uluslararası göç örgütü var biliyorsunuz, bir de International ofis grubudur. Dolayısıyla Avrupalı ülkeler bu organizasyondan bu insanları alırlar ve oralara götürürler ya da sömürüp kullanırlar, vs... Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Şimdi bir avukat konuşmacımız Av. Betül YANILMAZ tebliğlerini sunacaktır. Sizden şunu söylemenizi de istiyorum. Dün, Başbakan Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ şunu söyledi; bir uluslararası sistem çöktüğünde, BM gibi uluslararası örgütlerin buna müdahil olmadığını ve Libya’da da 5 tane devletin inisiyatifinden uzak veto diyerek böyle şeylere engel oldu. Ortadoğu’da bu kritik durumların coğrafi birlikteliğin ve ortak barışın esas alınması gerekir. Ortadoğu halklarının demokrasi temelinde oluşmasını sağlamak gerekir. Ortadoğu halkları içerisinde şiddetin nasıl, ne derecededir? Siz bu genel çerçevede bunları değerlendirebilir misiniz Sayın YANILMAZ? Av. Betül YANILMAZ KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği) Hukuk Komisyonu Başkanı Av. Betül YANILMAZ: Bu iki günlük sempozyum benim aklımda bir metaforu çağrıştırdı bu metafor aslında göçle ilgili, yani göç çalışmalarına ilişkin üretilen bir metafor ama dünyada göçün büyük bir kısmını halihazırda mülteciler oluşturduğu için, yani savaştan kaçan insanların, ekonomik sebeplerden değil de savaşlardan, iç savaşlardan kaçan insanların oluşturduğu için, bu metaforu mültecilere yönlendirerek anlatmak istiyorum. John Bergel şöyle söyler; mültecinin yaşamı bir başkasının gördüğü düşe benzer, bu şu demek, mülteci bir başkasının gördüğü düşteki kahramandır, onun tüm eylemlerine bir tarihsel sorumluluk sinmiş ve aynı zamanda bu düşü gören kişinin zihnindeki ihtiyaca göre belirlenir. Bu konuşmaların çoğunda dün ve bugün çözüm önerisi tanındı ve iki kutuplu bir çözüm önerildi. Fakat ben şöyle genel bir bakışla, dünyanın kendi gördüğü bilinen ihtiyaçlara göre değil, mültecilerin yakarışlarına göre çözüm üretmek zorunda ve bunun en temel çözümü de sürdürülebilir konfora kavuşmak değil, bu problemlere sebep olan yolları tıkamaktan geçer. Tabii burada biz avukatların duruşmalarda sıklıkla tekrar ettiğimiz bir durum var. Biz önceki beyanlarımızı tekrar ederiz, ben de bu açıklama yapan, güvenlik koridorundan bahseden, insani yardımdan bahseden önerileri, BM’lerin yapısına ilişkin önerileri tekrar ediyorum. Buna hem son oturumun son konuşmacılarından biri olarak kullanıyorum. Burada kadın ve demokrasi derneğini temsilen bulunuyorum. Dolayısıyla geriye kalan bölümü Suriyeli kadınlar üzerinden işlemek istiyorum. Benim ve derneğimin çalışmaları var. Gerek Suriye gerek Türkiye’de birçok kampı ziyaret etme imkanım oldu ve birçok Suriyeli kadınla hem kentlerde yaşayan (Suriye de dahil) hem de Türkiye’de yaşayan birçok kadınla çalıştım. Onların ilk başta en büyük sorunları, daha önce sahip olmadıkları bir toplumsal rolü üstlendiler, artık onlar ailelerinin reisi haline geldiler. Bu birçoğu için yeniydi ve tecrübeleri yoktu. Hem de çok rahat bir ortamda değillerdi, bir kaos ortamında kalmışlardı. Bugün Halep ve Şam’da bu görevi tek başlarına üstleniyorlardı. Çünkü eşleri ya cephede savaşıyor ya vefat etmişler ya da gözaltındalar. Bu kadınlar çoğunlukla niteliksiz ve tecrübesiz işlerde görev alıyorlar. Çoğu şehir kuşatma altında olduğu için birçok temel ihtiyaç malzemeleri olmadığı için güçlük çekiyorlar, bunun için güvenlik oluşturmak çok önemli. Suriye’de içeri doğru Türkiye’ye geldiğimiz zaman, mesela 20 km’lik alan, Kilis’ten çıktıktan sonra o alanda birçok sınıra yakın kamplar bulunuyor, bombardıman tehlikesi altında, her an varil bombalarının patlatıldığı çatışma halinde olduğu yerler, kampın kenarında olan bir durumdan dolayı hemen tahliye ediliyor ve diğer kampa geçiyor. Bu kampların birçoğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Tabii onların en önemli sorunu güvenlik, kalmec.hku.edu.tr Sünnilerden ve Savunma Bakanlığı Sünnilerden vs… o şekilde feodal bir sistem uygulamasıdır. Şu anda Irak’ta Cumhurbaşkanı Kürtlerden Başbakan Sünnilerden olmak üzere Şiilerden de olmak üzere taksim edilmiş durumda. İşte bu noktada aslında bu da ciddi bir tuzak, Lübnan’daki çatışmaları durdurmuş bir model değil. Dolayısıyla aslında şu anda Bass rejiminin deneyimleri tekrar yapılandırılabilir, rejimlerin değiştirilebilir olması gerektiğini düşünüyorum. Göçmenlerle ilgili olarak da tabiiki biz birçok şey yaptık AFAD olarak, ama geçici koruma kanunu getirdik biliyorsunuz, coğrafi ve tarihi sınırlamamız var. Cenevre Sözleşmesi 1952’deki buna göre doğudan gelen göçmenlere biz vatandaşlık statüsü ya da göçmen statüsü tanıyoruz. Bu sözleşmenin bilinmesini teklif etmiyorum ama özellikle Suriyeli göçmenler çalışma hakkının ve sosyal güvenlik hakkının daha sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu en önemli çözüm noktası biz her ne kadar 225 bin kişiyi kamplarda beslediğimizi desek de, onlara yardım ettiğimizi söylesek de, bir milyon küsurun dışarıda, içeride bizim sosyolojik olarak olduğumuz bir gerçeklik var. Dolayısıyla bunların yaşamaları için bunların sosyal güvencelerinin suiistimallerinin ortadan kaldırılması gerekiyor. 51 Hasan Kalyoncu Üniversitesi Sempozyum Programı 52 bu da açık kapı politikasıdır. Ama bu insanların çoğu pasaportu olmadığı için sınırdan geçiş yapamıyorlar ve 15 km’lik bir alanda sıkışmış durumdalar. Tabii Halep’in düşmesi bu anlamda çok büyük zorluk oluşturur onlar için, bu diğer bölgelerde de benzer şekilde. Aynı zamanda beni etkileyen bir örnek var ki; birçok kadında da rastladım, aile reisi vazifesi üstenmişlerdir. Güvenli bölgelere ilerlediler ve çocuklarını akrabalarına bırakıp geri dönüyorlardı, geride kalanları kurtarmak için ve tekrar dönme ihtimalleri olmayıp dönseler de, döndüklerinde çocuklarınıakrabalarını bulma umutları hiç yoktu. Çok cesur kadınlardı, daha önce hiçbir şekilde aile koruyucusu görevinde olmamışlardı. Yine AFAD’ın verilerine göre Türkiye çevresinde Suriyelilerin %22’si evin geçimini tek başına sağlayan kadınlardan oluşuyor ve bu kadınlar dil problemi yaşıyor. Niteliksiz işlerde çalıştırılıyorlar ayrıca güvencesizler ve çoğunlukla tehlike altında çalışıyorlar, düşük ücretler kazanıyorlar, birçok kadın aileleri dahil yakınlarına da bakmak zorunda. Kendileri için bir sürü temel ihtiyaç malzemesinden de mahrum kalıyorlar. Suriyeli kadınlar şiddete de maruz kalıp bir savaş silahı olarak kullanılıyorlar. Bu huzursuz dönem başladığından beri birçok genç kızın kaçırıldığını, tecavüze maruz kaldığını öğrendik, bunlar raporlanıyor ama Suriye üzerinden bunu raporlamak çok zor. Çünkü Suriye’de tecavüz, ırza geçme ve cinsel taciz gibi bir durum kadın için alnının lekesi ve bulunduğu ortamı da terk etmek zorunda. Birçok kadın Türkiye’de çocuklarını doğurmuş durumdalar ve kendi diğer çocuklarından kocalarından ailelerinden ayrılarak Türkiye’ye sığınmışlar, bunlar yine de en iyi örnekler. Suriye içinde birçok kadın var ki bu durumda biliyorsunuz. Savaşlarda zaten tecavüz ya da cinsel şiddet bir savaş taktiği olarak kullanılır, yani askerler için bir motivasyon kaynağı, bir topluluğu aşağılamak için, onları baskı altına almak, egemenlik kurmak için kullanılır, savaşta kadınlar silah olarak kullanılır. Bu dünyada ırza geçmenin bir savaş suçu olarak sayılması maalesef çok yeni. 1900’lerden itibaren konuşulmaya başlanıldı, belgelere yansıdı. Bu anlamda sınırlar çok önemli, sınırlarda insan ticareti büyük bir pazar oluşturmuş durumda. Özellikle sınırlarda kaçak giriş yapmak zorunda kalan kadınların pasaport olmadığı için kaçarak giriş yapmak zoruna kalan kadınlar daha iyi bir hayat yaşamak inancıyla kandırılıyorlar ve çetelerin eline düşüyorlar. Türkiye’de Suriyeli kadınlar eşlerimizi elimizden alan fettan kadınlar olarak tanınıyorlar. Bu haksız bir genelleme, çünkü bu kadınlar bunu gerçekten istemiyorlar, böyle bir genelleme yapılması, bu söylem üzerinden konuşulması hiç doğru değil. Suriyeli kadınlar temelinde en fazla erken evlilikler ya da zorla evlilikler üzerinden gidiyor. Evet, bunlar Suriyeli kadınlar için bir sorundur geleneklerinin bir parçası olduğu için ve şu anda mevcut yasalar onları resmi bir evlilik yapmasına müsaade etmediği için, çünkü belge getirmek zorundalar ve bu belgeyi getirmeleri savaş olduğu için mümkün değil. Duygusal sebepleri de var, birçok anne ile konuştuğumuz zaman, kızının mutsuz olacağını bile bile, güvenli olacağı düşüncesiyle kızını evlendirmek zorunda olduğunu düşünüyor. [2. GÜN] Tabii burada bizim anlayabileceğimiz bir geleneğin parçası, temel çözüm bu Suriyeli kadınların acılarını dindirmemiz gerekiyor ve bunun tek yolu Suriye’deki savaşı dindirmek. Uluslararası hukuk literatüründe buna insani hukuk diyoruz. Ama biz bunu daha çok mazeretler üretmek için kullanıyoruz, bu iç savaş meselesi değil, bu uluslararası bir meseledir ve dolayısı ile insancıl hukuku ilgilendirir. Vicdani kaynaklara göre vicdanın tanımlarının belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum çünkü bu tanımlar daha önceki açılardan kaynaklı tanımlardır ve şimdi yeni açılar var bu kuramları mazeret olarak kullanmak çok doğru gelmiyor. Yine bir metaforla bitirmek istiyorum. Mülteciler bizim evimizi basan hayaletler, bize rahatsızlık veriyorlar, bizi tedirgin ediyorlar ve toprağımızın bizi olup olmadığını sorgulatıyorlar. Sınırları altüst ediyorlar ulus devlet ne demek bunu zorluyorlar. Yani er ya da geç insancıl hukuk, insan hakları, bütün bu kavramları yerinden edebilecek kapasiteye sahipler. Bu durumda yeni tanımlamalar yapacak ama bunun ne kadar geç olduğu ve nasıl zararlara maruz kaldığımız da bizi ilgilendiren temel sorun, bu elli yıl sonra olursa, ödeyeceğimiz bedeller fazla olacaktır. Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Bütün bu savaşların odağında ağırlıklı olarak kadınlar ve çocuklar vardır. Tecavüzün bir savaş silahı olarak kullanıldığı bir ortamda, siz göçmenlerin hangi siyasal, sosyal çıkarlarını tezgahlayan bir konumda olabilirsiniz? Sadece insani açıdan baktığınızda bile bu durum çok kötüdür. Son konuşmacımız Anadolu Platformu Başkanı Sayın Turgay ALDEMİR bize, bütün bu konuşmaları genel çerçevesiyle ele alacak olursak görüşleriniz nelerdir? Turgay ALDEMİR Anadolu Platformu Başkanı / Gaziantep President, Anatolian Platform / Gaziantep 1987’de Gaziantep Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’ne girdi. Bu yıllarda Gaziantep’te arkadaşlarıyla beraber kitap evi, radyo ve vakıf faaliyetlerinin kurucusu olarak bulundu. 1994 yılında Gaziantep’te Bülbülzade Vakfını kurdu. Anadolu Platformu’nun kurucuları arasında yer aldı. Kurucusu olduğu Bülbülzade Vakfı ve Anadolu Platformu Yönetim Kurulu Başkanı olarak hizmetlerine devam etmektedir. Turgay ALDEMİR: Küresel vicdan öldü ve bu yaşananlar aslında bunun bir yansımasıdır. Suriye demin bahsedildiği gibi, birçok acıyı birarada yaşıyor aslında, bizler 100 yıldır ertelediğimiz bir yüzleşmenin yeniden karşılaşmasıyla bugün yüzleşmekteyiz. Bundan kaçtığımız sürece bu bizim peşimizden gelecektir. Biz 1914’te ondan önceki yüzyıllarda biriken sorunlarımızı çözemediğimiz için ve başkasının aynasında kendimize çeki düzen vermeye çalıştığımız için bu savrulmayı, bu çürümeyi, bu dağınıklığı yaşadık. Bir imparatorluktan ulus ve devletler çıkarttık, birtakım ulusüstü kurumlar mevcut sorunları çözebilme kabiliyetinden, kapasitesinden mahrumdur ve bunlar dolayısı ile çözümü, bu tür kuramların modası geçmiş kuramları ile halletmeyi denemek, beyhude bir çabadan ve ötelenmiş adalet arayışından başka bir şey olamayacaktır. Bu da bize çözümün başka bölgenin ve bu çalışmaların yeniden bu ocaklarda ele alınmasını getiriyor. İşte bunun için bu da bizlere çözümü başta bölgelerin etkili devletlerinin belirleyici güce sahip diğer devletler ile bir araya gelerek oluşturacağı yeni bir diplomasi ve etkili bir müdahale ile mümkün olabileceğini ortaya koyuyor. Aslında çare biziz, herbirimiz, şu salonda bulunan bizler, yaşadığımız acıları birbirimize anlatarak bu ortamları bir ağlama duvarına çevirmenin ötesinde, çözümün ve çarenin ocağı olmaya bakmalıyız. İşte bunun için Ortadoğu’ya tek yönlü bakamayız. Öncelikle şu üç meselenin birlikte ele alınması gerektiğine inanıyorum: Din, coğrafya ve enerji. Bu üç başlık birlikte düşünülmeli, tek birinden bakarak Ortadoğu’da kalıcı bir çözüme ulaşmamız çok zor görünüyor. Dini açıdan bölgenin üç ana damarı var: Sedefilik, Sünnilik ve Şiilik. Sünniliği takdir edersiniz ki Türkiye, Sedefiliği Suudi Arabistan ve Şiiliği bölgede İran temsil etmektedir. Ortadoğu’nun jeopolitik konumu elbetteki çok önemlidir. Bu bölgede üç ülkenin temsiliyeti belirleyicidir. Bunlar bölgenin ana eksenleri ve bu eksenlerin özellikle kendi alanlarına dönmesi gerekiyor. Bölge dışı güçler bu devletlerle ve bakışlarla tek ilişki kurarak bölgenin geleceğini istikrarsızlaştırmakta ve kaosa sokmaktadır. Ortadoğu karmaşık bir durum var. Çözüm için uzun vadeli bütüncül bir bakışa ihtiyaç var. Bunun için bazen geleceğimizi geçmişte arayıp, burada kurduğumuz o medeniyet havzalarında her türlü farklılığın buram buram yaşandığı dönemlerden bu zamanlara kesitler taşımamız lazım. Bugünkü istikrarsızlığın temel nedeni, bölgenin kendi sorunlarına dönük, kalmec.hku.edu.tr tarih yeniden bize fırsatlar vermekte ancak bunlar yaşanırken, iki gündür burada tartışılıyor ve sık sık Rasmussen’e atıflar yapılıyor. Aslında beyefendinin de temsil ettiği kurum, bu yüzyılda ortaya koyduğu davranışlarla misyonunu bitirmiştir. Ortadoğu merkezli yapılan tartışmaların ve çözüm arayışlarının aslında kanserli hastayı antibiyotikle tedavi etme çabalarının bir maraziyetinden başka bir şey değildir. Onun için sorunun gerçeğini konuşmamız lazım. Ne zaman Ortadoğu’dan söz açılsa acılardan, gözyaşından sürgünden, dramdan, cinayetlerden ve tecavüzlerden, durdurmak için sığındığımız emperyalist sözde hakemlerden bahsedilir. Aslında bunların çoğu yüzyıldır bu dünyaya çektirdiği değil miydi? Onu için bir an önce kendi değerlerimize dönmemiz lazım, evet şu anda etrafımızda yeniden bir adalet, merhamet oluşuyor. Ama çoğu gürültüden ibaret bir sistemi ayakta tutmak için insanın, onu koruyacak, onu ileriye taşıyacak ekonomik güç ve onu koruyacak güce ihtiyaç vardır. Biz yetmiş milyon ve buna inanan etrafımızdaki coğrafya ile büyük bir ses çıkarıyoruz. Fakat bunun ne kadarı sanat, ne kadar edebiyat, estetik mimari, sinema, televizyon, teknoloji? Buradan nasıl fikirler çıkacak? İnsanları koruyacak, bir sistem, bir düzen getirecek... İnsanlığın bu yeni doğumuna şahitlik edeceği, insanları doğum sancısında boğmaya çalışanlara karşı hakka dayanan bir gücünüz var mı? Doğrusu yok! Bunu her an finanse edecek bir ekonomik adalet ekseni de üretebildik mi? Hayır! İşte bunların hepsini bilerek en hızlı şekildeki, şu anda en ciddi anlamda var olan Anadolu ve islam dünyasının büyük bir kısmı, insan kaynaklarımızı yeni yeni keşif etmeye başladık. Bunları tek tipleştirmeden, yeni dünyanın ihtiyaçlarına göre donanımlı ve açık ufuklu, dünya ile iletişim içerisinde yeniden kurgulamamız ve yetiştirmemiz lazım. Diğer taraftan bunlar yaşanırken bu tabloya baktığımızda, nerede ise çözümü imkânsız. İşte Anadolu’da birbirine yaslanan birçok sorunu da beraber yaşıyoruz. Temel sorun dostlar, temel sıkıntı problemin hakikatine dair tespitlerimize bir türlü konsensüs sağlayamıyoruz. Bunun temel nedeninde kanaatimce çözümü, bize bu zulmü reva görenleri çatı altında arıyor oluşumuzdan kaynaklanıyor olabilir miyiz? Kendi gök kubbemizde, kendi medeniyet kurumlarımızın içerisinde, yeni yeni bu meseleleri tartışıyor, konuşuyor ve çözüm arıyoruz. Başkasının epistolojisinde, başkasının aurasında geleceğimizi büyütemeyiz. Onun için bu alanlarımızı geliştirmemiz lazım, aksi taktirde Amerika’yı, Japonya’da ve Çin’de yeniden üretildiğine şahit olmak gibi, Ortadoğu’da İslam dünyasında yeniden o kültürü üretmek gibi bir durum. Aslında Ortadoğu’daki kavganın bir nedeni de bizim o kültüre de direniyor olmamız. Çünkü biz medeniyetlerin kesiştiği, insanların ocağı ve beşiği olan bir coğrafyada bulunuyoruz. İşte bunun için iki kutuplu dünyanın çökmesi ile beraber birçok yük birçok sorun ve bugüne kadar ötelenmiş veya cebri yollarla bastırılmış birçok meşru talebin önü açıldı ve buralardaki kukla yönetimlerin üzerindeki perde düştü. Bunlar tartışılır hale geldi. 1945 sonrası oluşan ve mantığı icabı soğuk savaşın güç ve rekabet ilişkisi üzerine ikna edilen BM’ler dünya başkanı NATO gibi 53 Hasan Kalyoncu Üniversitesi Sempozyum Programı 54 kendi hafızasında çözüm aramaması ve bunun için yeterli çaba göstermemesidir. Ancak son dönemde istikrarsızlığın bir diğer nedeni de özellikle ABD’nin üst üste Irak müdahaleleri ve son dönemde de gücünü Pasifik’e kaydırmış olması da, ortaya çıkan boşlukta IŞİD ve benzeri örgütlerin zühul etmesine zemin hazırlamıştır. Bölgedeki köhnemiş yapılar kendini yenileyemediği için birçok alanda bakteri üretiyor ve bu ortamlar fevri, saldırgan. İnsanlığın onurunu, geleceğini ve İslam’ın medeniyet değerini yok eden çatışmalara ve kaosa imza atmaktadır. Bu düzenler halkın lehine mutlaka yenilenmelidir. Ancak ana eksenlerin bu olaylara nasıl baktığı son derece önemlidir. Değerli dostlar; Suudi Arabistan ekseni Batı merkezli bir jeopolitik izliyor ve İslam dünyası olarak bu izlediği jeopolitiklerde onun çıkması için her fırsatta bunu dillendirip ve onun kendi kadim jeopolitikliğine döndürmesini sağlamamız gerekir. Diğer taraftan İran İmam Humeyni devrimi ile beraber bir yol aldı. Fakat onun ölümünden sonra devrimi yapanların bir kısmı bu devrimi Batı’ya pazarladı ve şu anda batının en büyük bölgelerin müttefiklerinden, stratejik ortaklarından biri İran’dır. İran’ın bölgenin kendinden gerçeklerini kendi aktör sorumluluklarına dönmesi için hepimizin bulunduğu her alanda baskı yapması lazım. 2012 sonrası Türkiye’de anti-emperyalist damar güçlendi. Anadolu’da doksan yıldır ötelenen o kadim damar yeniden canlandı. Bunda emeği geçen, bu özgürlükleri ortaya çıkaranlardan RABBİM razı olsun. Türkiye 100 yıldır ötekileştirdiği Kürtlerle, Alevilerle, Sünnilerle ve azınlıklarla aynı masanın etrafında oturup konuşmaya başladı. Birkaç hafta önce Urfa’da yirmiyi aşkın kanaat önderi Sayın Başbakan’la bir düzine bakanla biraraya gelmiştir. Kürt halkının hakları için mücadele eden bir davetli, önce üst perdeden bazı şeyleri dillendirdi konuştu ve sonra dedi ki; ilk defa normal insan yerine konulmuş hissediyorum; çünkü benim sözümü kesmeden dinleyen yöneticilerim var. Değerli arkadaşlar sorunlarımızı konuşabilmek, en ötekini bile insan olarak alıp meselelerimizi konuşabildiğimiz zaman çözümler gelecektir. Yine aynı toplantıda bir alevi arkadaşımız; “ben derdimi herhangi bir güvenlikçiye beş dakikadan fazla anlattığımda kimse bana tahammül etmemişti” dedi. Aslında hikaye burada yatıyor, birbirimizi dinleyebilmek, konuşabilmek. Bu yeni yerli organik damar Ortadoğu halkları için heyecan oluşturuyor, model oluşturuyor ve artık Ortadoğu konuşuyor, tartışıyor. Türkiye bu anlamda bölge için önemli bir misyon, önemli bir rol model durumunda. Ancak ben bu sorunlara dönük palyatif bir kısım çözümler sunmayı düşünmüyorum. Fakat Ortadoğuda katılımcı, yerli, özgürlükçü, paylaşımcı yöntemlerin olması için hepimize çok daha fazla çaba düşüyor. Özellikle gençlerimize, Üniversitelerimize büyük çaba düşüyor. Bu bölge ancak yeniden kendi kadim köklerine bağlanarak, dünya ile iletişim içerisinde olarak kendini gerçekleştirebilir. Ancak o zaman dünyanın içerisine düştüğü vicdan daralmasına yeniden buralardan yeni bir medeniyet üretilebilir. Tıpkı geçmişte gerçekleştirdiğimiz gibi, bu topraklarda yeniden çok dilli, kültürlü, çok dinli, yürüme mesafesinde, medeniyetlerin birbirine aktığı Şam gibi, Kudüs gibi, Halep gibi, İstanbul gibi, Endülüs gibi, [2. GÜN] Gaziantep gibi, tüm Anadolu gibi medeniyet havzalarını yaşatabiliriz. Aslında Suriye bunun için önemli bir örnek; şu anda Gaziantep’te 350 bin Suriyeli yaşıyor, bunların içinde Müslümanlar da var. Farklı dinlere mensup insanlar da var. Geçen gün onların temsilcisi bir Hıristiyan, dünya çapında da eserleri olan Michael Celo misafirimdi. “Ben birçok Batı ülkesinde olmadığım kadar sizin ülkenizde özgürüm” diyordu. O zaman bu özgürlük ortamını geliştirmemiz lazım, genişletmemiz lazım ve buradan aramızdaki bu sınırları anlamsızlaştıracak adımlar atmamız lazım. Bunun için 100 yıldır Batılı yaklaşımlar topraklarımızda. Birini ötekine kırdırarak ve bizi birbirimize düşürerek... Bundan dolayı; kendi kültür auramızın içinde, kendi jeopolitiğimizde ama dünyaya açık bir şekilde meselemizi ele almamız gerekiyor. Demin ayçöreğinde bahsedildi, biraz da ortamın sıcaklığına değinerek, biz Ortadoğu’yu piyanonun sunumu ile ne kadar çözebiliriz? Ortadoğu’nun yüzlerce müzik aletinin içerisinde kendi kültürünüzden öykünmeden, bunlarla yeni dünyaya geçmişte olduğu gibi birçok şey taşıyabiliriz. Bunun için bunları konuşmakla beraber, Ortadoğu’da yeni bir düzenin ve barışın önünde en büyük engelin de İsrail olduğunu ve onun özellikle teolojik yaklaşımının olduğunu hepimizin çok iyi bilmesi lazım. O teolojik yaklaşım; değil Müslümanlara, Hıristiyanlara dahi hayat hakkı tanımayan, kendi içinde farklı Yahudi inanışlarına dahi fırsat tanımayan bir anlayışın özgürlüğü temsil ettiğini söyleyen Batı tarafından himaye edilmesi, tam bir aymazlıktan başka birşey değildir. İsrail’in tüm dünyaya ben merkezli yaklaşımları büyüktür. İsrail tüm açık düzenler için en büyük tehdittir. Bunun için Ortadoğu’da yeni bir doğum sancısı var. Kaos içerisinde yeni bir düzen kurmanın çabasına şahitlik ediyoruz. Tarih yeniden bize bir fırsat verdi. Bunu seyir ederek, acılarımızı arka arkaya dizerek değil, çözüme dair ben ne yapabilirim, ben insanlık için ne yaptım sorusu ile yeniden bir Münevver davranışa ihtiyaç var. Bunun için çözümün; huzur olmadan düzen kurulamayacağını bilerek bölgenin tüm taraflarının bölgesel barış ortamlarında biraraya gelip kendi sorunlarından konuşmaktan geçtiğini bilmemiz gerekiyor. Bu süreç Türkiye’yi önemli görevlerle yüzyüze bıraktı. Evet biz iki milyon kardeşimize ev sahipliği yapıyoruz, verilen rakamlar aslında çoğu kamplarda harcananlar, ama şu şehirde birkaç kamp var, kamp dışında da insan var, her yer aynı. Yaşanan bir kısım sorunlar, 10 bin tane insan bir futbol maçı için bir şehre gidiyor, olay oluyor. Ama bakın emniyet verilerinde çok kadirşinas bir milletin insanları olduğumuzu görüyoruz. Suç oranları neredeyse yok denilecek kadar az. Onun için neye sahip olduğumuzu bilirsek, bunlarla nereye gideceğimizi de çok daha iyi belirleyebiliriz. Sözlerimi toparlarken özellikle bölgede ortaya çıkmış sonuçları bir veri olarak bir dayanak yaparak gelecek oluşturamayız. Bizim bölgede var olan tüm farklılıklar, geçmişte olduğu gibi medeniyet havzamızın bir unsurudur. Bize bu kavgaları reva görenler, evet bizim çatışacağımız, kavga edeceğimiz insanlardır, ama onun dışındaki tüm unsurlar, yeniden sulhü, barışı ve geleceğimizi konuşmak için bir fırsat olmalıdır. İşte bunun için bütün bunlar şu açıdan önemlidir: Siyasi bir istikrarın sağlanmadığı bölge ülkelerin aynasında işbirliği gerçekleşmediği, ekonomik beklentilerin karşılanmadığı hiçbir bölgede huzur ve refah gerçekleşmez. Bu durum Ortadoğu için de Suriye için de geçerlidir. Ortadoğu mevzubahis olduğunda, sorunları tarihsel ve ontolojik olarak değerlendirmeyi bir tarafa bırakıp, bu gerçekliği görmemiz ve bu iş için mücadele etmemiz gerektiği kanaatindeyim. Bölgenin üç temel saç ayağı olan din, coğrafya ve enerji konularını mutlaka bir üst bakışla ele almalı, parçalayıcı yaklaşımlardan uzaklaşarak, buranın medeniyet havzalarını, ana damarlarını birbirine yaklaştırarak, Sempozyumlara, uluslararası çalışmalara ve ziyaretlere ev sahipliği etmemiz gerekiyor. Bunun için değerli dostlar, önemli bir eşikte bulunuyoruz. Buradan önemli sıçramalar yapacağız ve tarihin bu nöbet değişiminde, insanlık onurunun yeniden ayağa kalkma arifesinde, seyir edenlerden değil, omuz verenlerden, dert edinenlerden olmamız gerekir. Bu açıdan da bu sorunları bertaraf edecek bir noktada Üniversitelerimizin, düşünce kuruluşlarımızın, sivil toplum örgütlerimizin, gönüllü hareketlerin devreye girmesi, bir yerde taşın altına elini koymasına bağlıdır. Bir düşünürün ifadesi ile; ‘Çocuklar doğmaya devam ediyorsa ALLAH insanlığın geleceğinden umudu kesmemiştir’ diyor ve çocuklar doğmaya devam ediyor. Biz özgür bir dünyada yaşasınlar diye çabalamamız gerekiyor. kalmec.hku.edu.tr Moderatör Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Sempozyumumuzun son oturumu da bitmiş bulunmaktadır. Bizi dinleyen ve buraya gelerek değerli fikirlerini bizimle paylaşan akademisyenlerimize, hocalarımıza çok teşekkür ederiz. 55 Sempozyum Sonuç Bildirgesi Giriş ve Önsöz Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi tarafından 19-20 Aralık 2014 tarihlerinde “Ortadoğu’da Barış: Oyuncular, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu” gerçekleştirilmiştir. Üniversite bünyesinde kurulan Ortadoğu Araştırmaları Merkezi evsahipliğinde gerçekleşen Sempozyum süresince söz alan ve aşağıda adı geçen katılımcılar Ortadoğu’da yaşanmakta olan siyasi ve toplumsal krizler ile söz konusu çatışmaların tarihi ve siyasi nedenlerini tartıştı ve çözüm önerilerini paylaşmıştır. Bulgular ve Çözüm Önerileri • Ortadoğu’da yaşanan sorunlara çözüm önerileri geliştirmek için öncelikle bölge dinamiklerinin ve çatışmaların tarihi, toplumsal ve siyasi nedenleri çok iyi anlaşılmalıdır. • Sempozyumun tüm katılımcılarının sempozyum sırasında yaptıkları Nizip Kamp ziyareti sonrasında vardıkları ortak görüş; Türkiye Cumhuriyeti’nin sığınmacılara sağladığı imkan ve olanaklar tarihe geçecek bir insanlık örneği olacaktır. • Suriye’de halihazırda yaşanan iç (küresel) savaş ya da vekaleten savaşlar, Ortadoğu’daki büyük resmin sadece küçük bir parçasını oluşturmaktadır. Bugün Ortadoğu’da siyasi, toplumsal, ekonomik, kültürel, dini ve ahlaki açıdan bir tür soykırım ve erozyon yaşanmaktadır. • Siyaset, sorunların konuşulabilmesini esas alır. Bölge halklarının çözüm odaklı bir yaklaşım ile karşılıklı saygı çerçevesinde iletişim kurmanın bir yöntemini bulmaları gerekmektedir. Ancak benzer tarihi geçmişe sahip ülkelerde uygulanmakta olan yönetim çözümleri yerine, bölge halklarının kendi dinamikleri ile uyumlu çözüm önerileri üzerinde durulmalıdır. • AB ile Ortadoğu ve Orta Asya arasında önemli bir köprü işlevi bulunan Türkiye’nin bölgede tesis edilecek barış sürecinde önemli bir rolü bulunmaktadır. • Ortadoğu’daki petrol zengini ülkelerin ekonomileri daha edilgen ve tüketime dayalı ekonomilerdir. Bu ülkelerde ekonomik zenginlikten bahsedilebilir ancak ekonomik kalkınma ve eğitim yetersizdir. Tüketim odaklı yapının değiştirilmesi, bölgede sürdürülebilir refah ortamının sağlanması için gereklidir. • Bölgedeki siyasi ve toplumsal çatışmaların temelinde etnik ve mezhepçi politikaların ağırlığı büyüktür. Bunun yerine, toplumsal ve evrensel bir aidiyetin oluşturulması için çalışılmalıdır. Hasan Kalyoncu Üniversitesi • Ortadoğu’da barışın tesisi için gerçekleşecek tüm çalışmalarda bölge ülkelerinin katkı vermesi sağlanmalıdır. 56 • Ortadoğu’da yıllar içinde yaşanan savaşlar bölge ülkelerinde ciddi bir mülteci nüfus oluşturmuştur. Mültecilerin yaşamakta oldukları ülkelerde vatandaşlara tanınan tüm sosyal güvenlik ve çalışma haklarına kavuşmaları, onların sömürücü konumdan kurtarılarak üretime katılması gerekmektedir. • Ortadoğu’nun önünde duran bir başka sorun bölgede yaşanan tarihi ve kültürel soykırımdır. Gerek bölge halklarının bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi için kapsamlı bir eğitim politikası oluşturulmalıdır. Bölgede yürütülecek çalışmalar için yerel STK’lar ve üniversiteler ile uluslararası örgütlerin işbirliği içinde olması elzemdir. PEACE IN THE MIDDLE EAST ACTORS, PROBLEMS AND QUEST FOR PEACE SYMPOSIUM 2014 December, 19th - 20th ortadogudabaris.hku.edu.tr GAZİANTEP Publications of Hasan Kalyoncu University; 4 KALMEC (Kalyoncu Middle East Research Center) Publications; 1 Peace In The Middle East: Actors, Problems and Quest For Peace Symposium, 2014 December, 19th - 20th, Hasan Kalyoncu University, Gaziantep - TURKEY, Proceedings Book August 2015 ISBN : 978-605-86507-3-2 © Hasan Kalyoncu University, 2015 Certificate № 23117 Correspondence Address Havalimanı Yolu Üzeri 27410 Şahinbey/GAZİANTEP Phone : +90 (342) 211 80 80 Fax : +90 (342) 211 80 81 www.hku.edu.tr e-mail: [email protected] Editors Prof. Dr. Edibe SÖZEN Yrd. Doç. Dr. Bilal ÇIPLAK Düzenleme Kurulu Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ Arş. Gör. Büşra ÖZTEKİN Arş. Gör. Ömer Ertuğrul MERAL Seba KÖSEMATOĞLU Hasan Kalyoncu University Prepared By Hasan Kalyoncu University Press and Public Relations Directorate 2 Cover Design and Graphic Implementation Uğur Servet KARALAR Print Sertaç Basım - Gaziantep This book is catalogued by Hasan Kalyoncu University Mütercim Asım Library Peace In The Middle East: Actors, Problems and Quest For Peace Symposium, 2014 December, 19th - 20th, Hasan Kalyoncu University, Gaziantep = Ortadoğu’da Barış: Aktörler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları Sempozyumu, 19-20 Aralık 2014, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Gaziantep Editors: Edibe Sözen, Bilal Çıplak Gaziantep: Hasan Kalyoncu University, 2015. 116 pages: picture, table, chart; 21,5x28 cm Publications of Hasan Kalyoncu University; 4. KALMEC (Kalyoncu Middle East Research Center) Publications; 1 ISBN : 978-605-86507-3-2 1. Ortadoğu - Barış. Middle East - Peace 2. Ortadoğu - Siyaset ve Yönetim. Middle East - Politics and Government 3. Ortadoğu - Ekonomik Koşullar. Middle East - Economic Conditions 4. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Türkiye. Middle East - Foreign Relations - Turkey 5. Ortadoğu - Dış İlişkiler - Avrupa. Middle East - Foreign Relations - Europe 6. Arap Baharı - Arab Spring DS 63.1 .O78 2015 (LC Nu.) Acknowledgement Middle East Region, starting from The Atlantic Ocean and continuing until The Indian Ocean through The Mediterranean coast, has done the honours to many civilisations. It has become a centre of rich trade and culture with the benefits of being intersection, which connects Europe, Asia and Africa. However, the denominational and ethnic conflicts at the present time have leaded the Middle East to war, poverty, starvation and misery from this richness that they have. It is obvious that The Middle East needs international collaborations with states, institutions, universities and non-governmental organisations to lessen conflicts and develop operative solutions. On the other hand, either root causes of conflicts and their feeding of suspicions about international ecosystem or unsuccessful attempts to build peace of international organisations has obliged to answer some questions immediately. Which steps have to be taken for Syria, diffused in terms of both economic and sociologic, to be reorganised? What are the region countries doing for a permanent solution? How is route of NATO, an alliance that EU countries form, for permanent peace in the region? Prof. Dr. Tamer YILMAZ Hasan Kalyoncu University Rector kalmec.hku.edu.tr We, Hasan Kalyoncu University Middle East Research Center, wish Peace in the Middle East: Actors, Problems and Quest for Peace Symposium to contribute to possible tranquility and peace in the region by answering these questions. 5 Hasan Kalyoncu University CONTENTS 6 Acknowledgement 5 Purpose of the Symposium 7 From the Gallery of the Symposium 9 The Symposium Program 11 Opening Speeches 12 1st Session What is Happening in the Middle East Today? 17 Syria Camp Visit, Nizip/Gaziantep 21 2nd Session 22 3rd Session Political and Social Reasons of Middle East Crisis in Historical Process 33 4th Session The Seeking of Method Oriented at Solution of Middle East Crisis and Suggestions 43 Research 54 Declaration of Symposium Result 58 kalmec.hku.edu.tr PURPOSE OF THE SYMPOSIUM 7 Hasan Kalyoncu University I 8 n the last ten years, we have witnessed a lot of incidents with regional and global results such as September 11 attacks, conflicts in the Middle East, the Syrian civil war that is still going on, and the fact that the religion-based terrorism has started again and religious and ethnical discrimination has flared. Among these incidents which continue to affect local, regional and global communities in very different levels and manner, the Syrian civil war that is still going on causes conflicts, one of which is the military coup in Egypt. As a result, problems such as deaths, mass migrations, devastation of historical cities, radicalization, terrorism, religious and ethnical discrimination have occurred. In this respect, the incidents in question cause serious political, economic and human crisis and, even worse, the problems mentioned above have not been limited to the countries they have occurred and have involved region’s countries as well. This points out that the incidents in the Middle East have effects beyond the region. From this point of view, it is very clear that to decrease conflicts and to be able to develop effective solution proposals for the problems, international cooperation to generate a consensus point with governments, institutions, universities and non-governmental organization is needed. Turkey, which is a country that shares the same region, culture, history and, most importantly, common dangers, has developed extremely valuable economic and political relations with the countries in the region before the conflicts occurred in the Middle East. Therefore, the wave of change and inner conflicts which occur in the Middle East endanger Turkey’s both safety and economic relations. As a result, Turkey had to mediate resolution process to protect its benefit in the Middle East. According to the data expressed by the United Nations (UN), the number of Syrian refugees entering Turkey has exceeded 1.6 million. If we think that Syrians who have entered Turkey by passing the border illegally are added to this number as well, it can be easily said that the number of refugees in Turkey has exceed 2 million. In this respect, Turkey face a lot of problems such as increasing crime rates and their costs, ethnical and religious tensions which occur because of the on-going conflicts in its south neighbors. Therefore, it is necessary to solve the present conflicts for both the communities in the aforesaid countries and Turkey’s national safety and economic benefits. The Symposium took place in Gaziantep, which is one of the important historical cities established on the Silk Road in the Southeast. The economic improvement and the strategic importance it has make Gaziantep the region’s attraction center for the local and international players such as Iraq and Syria. Gaziantep has become a center for the operations of International institutions such as Mercy Corps and Norwegian People’s Aid, which carry out operations for the crisis in Syria. UN has opened an office in Gaziantep to administer its operations in Syria. Gaziantep runs its course to be an important center for international academic symposiums, conferences and panels. Moreover, 400 thousand Syrian refugees in Gaziantep set an important example for both social analysis and humanitarian aid. A depiction showing the objection of the world against to self defence move of attacked Syria Countries of world and Arab who watch the situation of Syria demanding freedom behind the wall The answer of the Palestinian woman to the “When will the Arab countries help us?”question of young Syrian woman: “Come and sit here. I have been waiting for them for 64 years but they haven’t come yet.” As Hasan Kalyoncu University Middle East Research Centre, our aim is to discuss the origins of the problems mentioned above, and to develop solutions for policy makers, civil society organizations and international organizations bringing a group of important people together including academics, politicians, activists and representatives of non-governmental organizations recognized at an international level. Although it is known that most of the political turmoil taking place here is affecting the people of this country, inevitably, it is a known fact that the developments have regional and global impact. Therefore, our common goal is to come together and develop solutions for such conflicts. We invite you, distinguished participants, to support “Peace in the Middle East: Actors, Problems, and Quest for Peace Symposium” by offering your valuable contribution. The symposium has assumed to host the distinguished guests including the Middle East experts, civil society representatives, academics well-known at the international level. We see a daisy, which shows up at the end of “Syria” in Arabic, can cause a war plane fall. This means that peace and love prevail war. kalmec.hku.edu.tr From the Gallery of the Symposium The summary of the world from the view of the artist 9 1st DAY - 19th December 2014 09:00 Welcome The Turkish National Anthem and “A Peace Message” Piano Concert Tambi Asad Cimuk 09:30 09:50 Opening Speeches Prof. Dr. Tamer YILMAZ Rector, Hasan Kalyoncu University Cemal KALYONCU Hasan Kalyoncu University Chairman of the Board of Trustees Fatma ŞAHİN Mayor of the Metropolitan Municipality of Gaziantep Anders Fogh RASMUSSEN Former Secretary General of NATO (2009-2014) Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ Deputy Prime Minister of Turkey 10:30 - 12:15 1st Session Question & Answer Syria Camp Visit Nizip / Gaziantep 13:30 15:30 16:00 - 17:30 2nd Session Question & Answer 2nd DAY - 20th December 2014 09:30 - 11:00 3rd Session Hasan Kalyoncu University Question & Answer 10 Coffee Break 11:00 11:15 Coffee Break 11:00 11:15 11:15 - 13:15 4th Session Question & Answer kalmec.hku.edu.tr SYMPOSIUM PROGRAM 11 Symposium Agenda [1st DAY] Welcome The Turkish National Anthem and “A Peace Message” Piano Concert Tambi Asad Cimuk Opening Speeches Prof. Dr. Tamer YILMAZ Hasan Kalyoncu University Rector, Hasan Kalyoncu Üniversitesi 12 The Middle East region, which reaches from the Atlantic Ocean to the Indian Ocean, has hosted many civilizations for centuries. Situated at the crossing point between Europe, Asia, and Africa, it has been the cradle of cultures and businesses. Unfortunately, the Middle East has been regarded in current history as a region, where today there is no day without war, nor peace or welfare. In the last decade some inseparable issues and developments have seriously been threatening the regional and global peace and stability. The September 11 attacks, the Arab Spring that commenced in 2010, and the ongoing Syrian Civil War make it necessary to examine the political, social, and economic dynamics of the Middle East. Turkey, one of the most important actors of the region, has essential historical ties with the Middle East. Turkey is followed by all countries around the world because of its efforts to put an end to the crisis and instability, and the attempt to establish peace and brotherhood in the region. Our country did its best, if not more, for the conflicts in Syria to be resolved. All the Turkish authorities have been paying attention to the Syrian issue and drawing the attention of the international community to the serious crisis in Syria. Due to the current sectarian and ethnic conflicts, a rich region has been dragged into a war, poverty, famine, and misery. In order to ease the conflicts and to provide effective solutions, there is an absolute need for an international co-operation supported by governments, institutions, and nongovernmental organizations. the neighboring countries do to provide a permanent solution to all these issues? What road should be followed to establish permanent peace according to NATO? On the other hand, there is a need for an urgent answer to some important questions due to the skepticism about the conflicts and the international ecosystem in the Middle East and the failure of international organizations within the region to establish peace. What steps should be taken for the reconstruction of Syria that has fallen apart sociologically and economically? What should We hope that the symposium titled “Peace in the Middle East: Actors, Problems, and a Quest for Peace” organized by the Middle East Research Center of Hasan Kalyoncu University will find answers to contribute to the establishment of peace within the region. Anders Fogh RASMUSSEN Former Secretary General of NATO (2009-2014) Danish politician who was the 12th Secretary General of NATO from 2009 to 2014. Rasmussen served as Prime Minister of Denmark from November 27th, 2001 to April 5th, 2009. His term as Secretary General of NATO was to end in the summer of 2014. However, on December 11th, 2013 the North Atlantic Council extended his term until September 30th, 2014. He authored several books about taxation and government structure. The recent development of Turkey is truly remarkable. Turkey’s economy has grown rapidly in the last decade and it has continued to increase by at least 4% ever since, thus the country has gained financial power and could maintain a balanced rate of inflation. Turkey also has an open market economy system. A globalized business model is applied in Turkey, therefore international investors and financing institutions are attracted to Turkey. The growing prosperity makes Turkish people happy. Unfortunately, Turkey’s success and stability are under threat at the moment. The chaos and the conflict in the region are threatening its development. Syria has been plunged into a civil war. Assad is trying to retain the power no matter what the cost is, Iraq continues to struggle with a weak government which has resulted in sectarian conflicts. In both of these countries a group that calls itself ‘The Islamic State’ has emerged under the name of ISIS. In reality, this group is neither Islamic nor a state at all. ISIS conducts only terrorism, torture, and murder. Hundreds of thousands of Syrian people have fled from the conflicts. Today, Turkey is hosting more than 1.5 million refugees. A lot more Syrian people have sought refuge in the other neighboring countries. As a result, we are witnessing a rising wave of violence. This wave of violence goes beyond the borders so the whole international community has concentrated its efforts to try to reverse these occurrences. Of course, we need to understand the subject better before being able to solve this problem. What we have to understand today is the reason why these conflicts began and what we need to do in order to be able to terminate them. We need to come up with the idea of how to rebuild the community and how to guarantee its prevention from another breakdown in the future? As a first step, obviously, we need to find the source of these conflicts. What is the origin? What is the source? The Arab youth in the country could see that the living standards in free countries are better, and that is why they longed for a change for themselves, too. This was a legitimate demand. The demographic structure in these countries worked like a time bomb that eventually exploded in 2011. A Tunisian greengrocer set himself on fire after an official treated him disrespectfully. Following this, a great wave of protests flooded the Middle East. Initially, they screamed out that they want a government with better economic opportunities. Demonstrators in Syria also uttered their demands. kalmec.hku.edu.tr There is a human tragedy in Syria now. Today we are planning to go to Nizip to visit the refugees living in tents there. The citizens of Syria have two options: to live in a tent abroad or to try to survive in a war-torn land by staying in their country. For the ones who decided to flee, Turkey meant security. Furthermore, Turkey, which is fighting against constant uprisings, the civil war, and terrorism in the region, is a shining beacon of hope in terms of stability, progress, and relief. 13 Symposium Agenda Against unemployment, corruption, oppression and dictatorship that lasted decades by the government in the Middle East, these mass movements brought together secularists, leftists, and Islamists. People from the liberal economy also joined this group. Surely, each group had a different vision for the future, but their initial objectives were the same. Their sole purpose was to overthrow this corrupt regime that was managing the country all this time. divisions in Syria are deeper than the ones in the Balkans. However, twenty years after the onset of the conflicts, the Serbs, Croats, and Muslims started fighting again in Bosnia. Despite time wasted on fighting in Bosnia, human lives were not taken at least. Now the international community has to find a solution in Syria, just like they did in Bosnia. By convincing the government to renounce its claim to power, we must ensure that the power needs to be shared within the framework of ethnic and sectarian borders. However, the regime attacked them. Assad assaulted the civilians with his troops, tanks and missiles. The protests that started as a chance for freedom, turned into a struggle of survival. Of course, this created opportunities for people with extremist ideologies. Despite the fact that ISIS emerged from Iraq, it took advantage of the chaos in Syria and continued to grow. Today ISIS dominates a very large area in the Middle East. The financial sources of ISIS are oilfields which are under its control, individual contributions, and donations. ISIS aims to establish a barbaric dictatorship all over the Middle East. And this threatens every culture all over the world and all the people who want better management and lifestyle. These are the demands that created the Arab Spring. Now the situation seems to be different from an uprising. How can it be possible to convince Assad to accept a solution like this? The way is to support the moderate opposition such as the Free Syrian Army and other moderate groups. Surely, a civil war doesn’t end overnight, but at least, we can make it possible to obtain some new acquisitions for the moderate opposition and to get the Assad Government around the table. Politics is the art of conversation. It is the art of preferring to speak rather than fight. We should do our best about Syria so that we can reconcile and find a political solution. Due to this, ensuring security in the Middle East must be provided as well as a holistic reform and growth. Much greater opportunities need to be created. Free, fair, and equitable societies should be formed to create these opportunities. Hasan Kalyoncu University The reality is the question how we will discuss all these challenges? How can we act? I believe, there are a number of steps which need to be taken immediately. First of all, ISIS must be stopped. ISIS is the biggest threat, and it needs to be focused on urgently. The air strikes to undermine the military capabilities of ISIS should continue. Under US leadership, with the help of NATO, and the contribution of other states, this struggle can be sustainable. What’s more, we need to support people fighting against ISIS forces on the land. In fact, while they defend the places where they live courageously, they do defend us as well. Therefore, helping those people means that we help ourselves. Also, we need to block the supply transportation lines and the aid from our own countries to ISIS. Of course, if we keep in mind how ISIS operates, how it exports terror to other places, and how these people come to attack others, we come to the conclusion that there is an urgent need to slow them down and to stop them eventually. 14 [1st DAY] The current situation in Syria must change and the conflicts must come to an end. I know that this is not an easy process because of how stubborn the regime is, and how worn out the opposition is. In addition, if the Assad Regime is terminated, the factions, which now form the Syrian opposition, are likely to fight each other. In the future, the ’Bosnia model’ should be applied in Syria in order to avoid these conflicts. A soft division could share the ruling power with public within the legal framework. Obviously, this is not a perfect solution. Bosnia shocked the international community since it lacked the power to bring about reforms. The ethnic, religious, and political Democracy is the only regime to act with dignity and equality, and this is the only way to long-term stability. Another thing to highlight is that democracy is not the only implementation of a power taken by vote. In the states where the rule of law is applied, the power is divided between the legislation, the executive, and the judiciary branches. Law should be guaranteed to all citizens. Freedom of expression, freedom of belief, and freedom of property is a must. In a democracy, people should be able to utter whatever they want to. Everybody has this right to demand and duty to fulfill. In a democracy, people should defend the same freedom for others as well. This is a difficult task to learn. Democracy is not to accept all the ideas we agree with. It is to meet different ideas kindly. It is difficult to learn this, but it is one of the prerequisites for a democratic culture. That is what we need. We need to encourage all the people and the countries in the region to embrace this because we cannot utter the word ‘democracy’ where democrats do not live. Free societies should start a democratization process for the Middle East. Citizenship rights, democratic practices, and a civil society should be developed and strengthened. The concept of democracy should be an opportunity as well as an application. Turkey should play a very strong role in this issue. It may play a role as a catalyst because it is the champion in the region to make reforms. Turkey has a large enough democracy concept, it is an open society, and it applies fundamental rights and freedoms, freedom of expression, freedom of belief, and the open market economy. Turkey has gradually provided prosperity that led to the increase of living standards for all people in the country. In this regard, we need to go further. We need to advance in the same way in terms of relations between the EU and Turkey. I consider Turkey, located between Europe, the Middle East, and Central Asia, as a very important actor playing a major role. It has the potential to play a major role in solving the problems of the Middle East. Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ T.C. Başbakan Yardımcısı Kurtulmus received his bachelor’s and master’s degree at Istanbul University’s School of Business Administration. He had been at Cornell University New York State School of Industrial & Labor Relations as a visiting lecturer. Kurtulmus obtained his PhD in economics from Istanbul University in 1992. He became Associate Professor in 1994 at Istanbul University, Faculty of Economics. He has authored numerous articles and two books, entitled “Post-Industrial Transformation” and “The Japanese Human Resource Management”. He lectured at the Istanbul University’s School of Economics on Social Policy, Labor Economics and Human Resources Management. He was promoted to the rank of professorship in 2004. Kurtulmuş joined politics actively in 1988. He acted as İstanbul provincial head of Virtue Party and a member of the party’s General Administrative Board. He was also the vice-chair and chair of the Felicity Party. In 2010 he founded the People’s Voice Party, which joined the Justice and Development Party in 2012. Kurtulmuş, who acted as vice-chair of AK Party between 2012-2014 has been appointed as vice-prime minister in the 62nd government of Turkish Republic. Kurtulmuş is married and has 3 children. If we want to establish peace in the Middle East and we are talking about peace in the Middle East, first we have to talk about world peace. If we talk about world peace, we have to ask such a question: Is it possible to have a new pax and establish a new peace system at a time when there are lots of wars, fights, civil strives, and big battles between people, sects, religions, and countries? The problems we face, the chaos, and the crisis we are living in today are not new. The last century was the time especially when people actually lived in wars, chaos, and crisis. In fact, before WWI, under the leadership of the Ottomans, there was pax not only in the whole world, but also in the lands ruled by the Ottomans, which was defined as “Pax Ottomana” by the western scientists and historians. In other words, global peace did exist. However, as from the 17th century, the domestic affairs in the Ottoman Empire, the fund and wealth saved by colonialism in Europe, and the industrialisation thrust in the 18th and 19th centuries destroyed the balance of the whole world before WWI. While the Ottoman Empire started to fall apart with its domestic affairs, the West started to shape a new global system through the term called capitalism. This was one of the basic causes of WWI. WWI was the result of the process which disrupted the empires and established nation states to demolish the old system and to bring the new capitalist system into a set of markets. With the progress of this process, all the empires collapsed, and more importantly, global peace collapsed. Nation states were founded and following WWI, people lived in peace only for 20 years. The wars finished, but the language of war and conflict has never disappeared. As a result, there was a serious war and conflict in the world for 45 years under the name of WWII. When the Cold War finished after 1990, Russia was disintegrated. And when peace was expected, unfortunately a war started in Bosnia and Syria. Afghanistan and Iraq were invaded and conflicts started with the Arab Spring. When we put all these together, the death rates after 1990 are almost as many as it was after WWII. Now at the end of 2014, in fact, there is disorder in the world. There is no bipolar balance system anymore, which existed during the Cold War, but there is a system, in which the ones holding the power dominate the world. The system after WWII was built to determine and confirm the power of the rulers. We couldn’t solve the crisis in Syria and we are far from an immediate solution. You cannot solve the crisis in Syria! You cannot solve the crisis in Ukraine either, with this balance system kalmec.hku.edu.tr I would like to start my speech wishing this symposium will contribute peace to the Middle East. This symposium is important for world peace as good ideas will hopefully be gathered to establish peace in the Middle East. We need to talk about world peace before talking about peace in the Middle East. History teaches us that “The place where world peace was established and found is the Middle East”. This was the same in the past as it is now. Besides being the place where all the great powers passed through human history, the Middle East has been the place where great civilizations settled, struggled, fought with each other, and made an effort for a world peace. The lack of peace in the region would deprive the whole world of peace. 15 Symposium Agenda because the current structure of the UN is not appropriate to resolve the conflict in Syria or any other conflict in the world. In contrast, we live in a world where those wielding power in the UN Security Council have the final word in such matters. The ones who cannot solve the crisis in Syria cannot solve the crisis in Ukraine either. Thus, we must think how we can make the world system generate solutions and how we can establish peace. Our priority must be concentrating on this issue and finding a solution. About 1.7 million immigrants came to Turkey from Syria. During September 18th-20th, the number of the Kurds who crossed the border to Turkey from Kobani was 200.000. This number is more than the number of immigrants accepted by Europe in 2013. This is our human duty. Our job is not only finding solutions to the immigrants’ problems, but also establishing persistent peace for the people living there. Turkey has become a source of inspiration in this respect. We believe that restructuring international bodies which cannot manage the world is essential to achieving global peace. As we always mention, the world cannot be left in the hands of the Big Five. The Big Five cannot decide how to rule the remaining 195 countries. All the other countries cannot be shaped as the Big Five want them to be. Therefore, it is essential for the countries which have a potential to establish world peace to insist on restructuring the UN and other international institutions. Turkey is a country which has a standard of democracy and manages the democratic processes for all the countries in the region with its political and economic stability. In the last 20 years first the Balkans and the Caucasus, then the Middle East and then Northern Africa, and now Ukraine have gone under serious uprisings. Despite the turmoil around the world and in its region, Turkey has maintained its political and financial stabilisation in the last 25 years and especially improved its extension and political stabilisation in the last 12 years. This is because we accomplished the democratic processes. Even though Turkey has been exposed to many military coups since the coup in 1960, we have managed to maintain democracy. We based our structure on people’s wills and desires. If this structure is maintained and the democratic participation increases, Turkey will one day become an example of democracy. Why is there too much conflict in the Middle East? It is not possible to establish peace in the Middle East unless the causes are found and resolved. We know that the strategies of some big countries never changed for a century. We see that the ‘divide and rule’ policy is still carried out in a more confusing way. Our duty is to provide more integration and peace, not more separation. We dream and try to make the countries in the region accept all the differences and reconstruction, and not to want to be divided because of the denominational differences. We are trying to make all the countries live in integration and peace with an awareness of being the shareholders of the same region and form a common destiny all together. Even if the world is a mere spectator of the problems, we, Turkey, are not, and won’t just be spectators. Hasan Kalyoncu University Gaziantep is one of the host cities that welcome the Syrian immigrants. While the world was only watching and did not know how to find a solution for the problems in Syria and the Syrian immigrants, Turkey welcomed them. We opened our doors to Syrian Arabs, Turkmens, Kurds, and Yazidis without any discrimination. These doors will stay open in the future as well. 16 [1st DAY] Finally, when all the countries in the region are on the verge of separation, Turkey is offering a series of steps to end the worst and the wildest problem with the resolution process. The terror that caused 35.000 people’s death and a 1.2 billion dollar economical loss for 30 years will be resolved with the help of God and support of people as well as the political willpower. This resolution process is important for the region. This could be a step to establish peace in the region. 1st Session Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep What’s happening in the Middle East? Moderator Murat AKGÜN: Mr. A.F. RASMUSSEN, in your speech you mentioned the “Bosnia Model” as the solution for the Syrian problem. The fact that Serbians in Bosnia gave up some claims and were convinced to start negotiations has brought along oppressive and wide-scale military interventions. When we look at Syria, we see a very limited and a one targeted air operation only. Hence my question is; why does the West abstain from a more wide-scale intervention in order to get the parties around the table on equal terms? A.F. RASMUSSEN: Why does the international society behave unwillingly? I think there are three important reasons for this. I mean, why didn’t the West perform a military operation in Syria? I have been asked this question in general terms. Now that NATO had made such a successful operation in Libya, why did they behave unwillingly there (in Syria)? First of all, the UN authorised NATO and assigned a task in Libya. Thus, there is a matter of law there (before the intervention to Syria) to be solved (about the UN). Secondly, it has a regional consistency. In Libya, we (the West) had an explicit regional support. The countries of the region, even NATO, had contributed to the operation. Of course, when it comes to Syria, we see that there is no territorial consensus. On the contrary, there have been discrepancies about Syrian issue among some of the countries in that region. There is a vicarious war going on in Syria. The third point is that, the opposition in Syria is so divided that there is no guarantee of a military operation to bring about stabilization. Even after such an operation, parties may target their arms at each other. The situation and the motives of the opposition play an important role here. kalmec.hku.edu.tr Political and social issues which deeply affect the countries in the Middle East continue to influence not only local and regional people but also the whole globe. In this session, an extensive analysis of the current situation and the causes is offered by the moderator Murat AKGÜN, representative of Ankara A Haber. 17 Symposium Agenda [1st DAY] Moderator Murat AKGÜN: Mr. Numan KURTULMUŞ, to what extent can the “Bosnia Model” be put into practice? What should be done to end the conflicts? How could the situation reach this point? The UN has a formula for this; it is called “Freeze the Conflicts”. Doesn’t it mean the corruption of the status quo? What is your opinion on this matter? Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Unfortunately, none of the countries which claim to be helping the opposition in Syria have a “master plan” about how to establish peace there. There isn’t any clear plan on their minds. The idea of “a solution will be found according to the progression of the events.” is dominant. It changed from “The Ba’ath Regime should go” to “The Assad Regime should remain for a while”. The main issue is that the countries which support opposition do not have a solid path to follow. However, a more important question is this: while unravelling the Syrian matters in the UN’s Security Council with Russia being a member, how can we expect the UN to take serious and intervening decisions about Syria when Russia, at the same time, is backing the Assad Regime up? Therefore, it is almost impossible to talk about the UN’s decisions for an intervention there. Hasan Kalyoncu University As regards to the Bosnian issue, I personally disagree with Mr. RASMUSSEN. Bosnia has become what we had feared from the beginning. It is the implementation of the “Balkanization model”. The “divide and rule” perception has already been the main trouble in the Middle East. After WWI, the main reason why the Middle East has been unable to keep up is the presence of the Sykes-Picot Agreement. Borders were drawn randomly and none of them have any sociological correspondence. Remember that Hatay wasn’t within the borders of Turkey. What was the reason that separated Hatay from Iskenderun and Adana? So, the current Sykes-Picot Agreement is a system that was built upon the perspective of “the prosecution of the wars in the Middle East”. It is obvious that it will drive and increase this division with external support. 18 In the years of the Cold War period, regimes, which had already been practical, were divided on the basis of governing as Westernoriented and Eastern-oriented processes. After these regimes ceased, the division has continued through participants that were referred to as the East and the West. Now our goal is not creating a system over the further division of the communities and it shouldn’t be. In fact, the model and governing system that have been applied to Bosnia-Herzegovina have made it a country that cannot be ruled. So, yes, with this treaty steps had been taken to stop the war. However, the Republic of Bosnia and Herzegovina appeared besides Serbia and Croatia. In the Republic of Bosnia-Herzegovina, there is a system of government that is formed by different components. As a result of this model, Bosnia cannot be governed properly. In this country and region, people have been living together for centuries. We can highly give support to the international community in providing a high standard of democracy to the people who have the culture of living together. If we really want these countries to become real democratic ones, it will be the best way to enable all the different components to become a part of democratic Syria regime. For this, the international system renders the Assad Regime, which oppressed its people to step aside. With all the democratic components that have been left, by cleaning up all the radical elements, it is the best way to build a new democracy in Syria. On the contrary, I think that creating the Bosnian model would practically mean the division of Syria and the lasting of the conflicts for a long time. A.F. RASMUSSEN: I am in favour of keeping the current Syrian government. However, to solve the problems in the Middle East, sectarian politics should be stopped. As in Syria, a minority of Alawites ruling over a Sunni majority cannot be accepted. Just like a Shia government in Iraq to overpower Sunnis or rule them is out of question. In Syria, only the government could operate with the Kurdish on the one side, and the rest on the other side, like in Bosnia. Mr. Vice Prime Minister, I am not saying that Bosnia is the perfect solution, but we are not talking about an ideal one. We are discussing about the most possible solution to stop the Civil War in Syria and what to do in order to be able to stop it. Thanks to the Sykes-Picot Peace Agreement, there has been truce in the Balkans for 20 years. Moderator Murat AKGÜN: Having no war in BosniaHerzegovina is a very important progress. Yet, it cannot be overestimated; there is an incredibly fragile truce over there. In fact this shows that the system hasn’t been pursued perfectly. On the other hand, when it comes to Syria, the Assad Regime still has a very powerful army. Mr. RASMUSSEN, to what extent do you think the model you mentioned can be implemented? What should be done to make Assad resign from presidency and discharge his government? A.F. RASMUSSEN: Some conditions should be taken into consideration carefully. To apply the Bosnia model in Syria, there is no doubt that we will need international peace forces. Under the leadership of NATO, a peace force consisting of 20 thousand people was sent to Bosnia at that time,. Now, the military difficulties are more serious in Syria. In this respect, the countries in this region should play a bigger part. Countries like Turkey should send a peace keeping force and some military power there. Moderator Murat AKGÜN: Turkey has inevitably become a “role-model” country. However, in the past, when Turkey pursued a very active policy towards Syria, it was accused of being involved in Syria’s internal affairs too much. What kind of balance is that? Turkey will be both a ‘role-model’ and be accused of internal affairs? Mr. KURTUMUS, what do you think about this situation as an alderman? is bigger than the land that it had been given to at its foundation, Israel has become a target. Also, I think that the cruelty Muslim people face and the attacks on Islamic architecture are some of the most important reasons that hinder the peace in the Middle East. Prof. Dr. Numan KURTULMUS: In this area people have a past. Like Syria and Iraq, the sects of Jews, Alawites, Shias, Kurds, and Turkmenians didn’t come together by coincidence and newly met. We have lived together for many years throughout history. We had existed together with Muslims, non-Muslims, and all the other ethnic groups. To be able to bring peace to this area, we really need to have a perspective. Ours is to consider the common geography that is between these people of this area. Until now, in the Middle East, Ottoman peace has dominated including all the sects in this area. If you try to make peace in a system that is dominated by a powerful one, it is called hegemony, you cannot do that. Where was the ‘free world’ when the Gaddafi Regime oppressed his people? Why didn’t they utter a word when the Mubarak Regime was torturing its people with America and Israel backing it up? Therefore, these mandatory regimes, the regimes after the Cold War, and the dictators who have no connection with their people, are the main reasons for today’s fight. Moderator Murat AKGÜN: Turkey has a request for establishing a buffer zone at the border of Syria. There are two reasons; the first one is security. Since on the other side of the border there is a severe conflict and bombshells are also dropped on Turkish land. Our citizens get killed from time to time. The flow of everyday life stops. The second one is immigration. Currently, there are 1.7 million immigrants in Turkey, and if Aleppo falls, a wave of approximately a hundred thousand people is expected. Why can’t a buffer zone be established to take those people in? Mr. RASMUSSEN, would you explain this to us, based on your experience at NATO? The beginning of the Arab Spring showed that this expectation wasn’t fulfilled and was put aside. Thus, it is one of the important reasons of this disorder. Another reason is their ‘Israel policy’. Without seeing this, it should not be expected to have a perspective to make peace in the Middle East. Israel was established in the period after WWI. It had become a country in artificial ways as a test-tube baby after WWII. The government of Israel has ever since continued its perpetual hostile and expansionist attitude. Because of ruling over a wide geographic territory in the Middle East, that A.F. RASMUSSEN: I am aware of Turkey’s request for a buffer zone, of course. To establish a buffer zone in Syria would be equal to occupying some of the areas in that country. Surely, there is no UN right to do such a thing. The next question is: who could make this decision? For such a zone, soldiers are needed. A buffer zone cannot be established with only an air operation. That’s why it requires a very wide-scale military operation. I think, because of this reason, the international community is quite unwilling to initiate such an act. Moderator Murat AKGÜN: In the past, the operation in Iraq, which was based on a doubt, wasn’t scrutinised that much. Mr. KURTULMUS, what do you think? Is there a dilemma? If Aleppo falls and ten thousand people come, could we accept them? Turkey does have a capacity. Are we prepared for this? Prof. Dr. Numan KURTULMUS: First, I would like to say that, if Syria had as much oil as there was in Iraq, it would have already been occupied by now. Thus, Syria’s biggest disadvantage is not having petrol. In this sense, although there is no petrol in Syria, I believe that the Western and the coalition forces can corner the restricted area of Syria without any areal operation. Unfortunately, when we take a look at the plans with Syria, the main issue for most kalmec.hku.edu.tr In addition, the main reason that brought about the Arab Spring is that all the people, especially from Morocco to Indonesia, from Yemen to Syria, hated the regimes and the people that were involved in that cruelty. The young population wanted to join the political process and seek a better future. They wanted to contribute both to the future of their countries and get a guarantee in return. Putting all the reasons together, unfortunately, communities such as Jewish, Muslim, and Christian living together in the same area, have been in conflict for a long time and are in a rush to create new existences over different identifications. We cannot say that a free, developed, and democratic world gave enough support for this matter. Is Turkey a role-model for this? It is clear that Turkey does have influence. Turkey will continue to be an inspiration by maintaining its economic and political stability. If Turkey hadn’t achieved its democratic missions, the process of change in the country wouldn’t have been different from Egypt and Syria. 19 Symposium Agenda of the coalition countries is not to suppress the Assad Regime. It is to make Syria free of Iraqi influence and of ISIS, which no one knows how or by whom it was formed in Syria. There is a serious perspective difference here. We believe that ISIS is just a ‘result’. It means that ISIS did not come into existence all alone. The reality is that there are many participants from the western countries. ISIS is a result of the political instability in Iraq and Syria. If the instability continues, another terror organization would come into existence in lieu of ISIS. That is why the only solution is to terminate such terrorist groups and to provide the Syrian population the right to participate in this political process. How could this happen? We are talking about a regime that made the country collapse, killed 300.000 people, destroyed Aleppo, which was one of the most beautiful cities in this area, and exterminated cultural wealth in Damascus. It is a necessary issue for Syria to provide a solution that makes the regime unable to move. That is why the no-flight zone was an important issue but it may lose its significance in time. If Syrians supported the moderate opposition, they would cover a distance. Peace is not obvious in the near future. This is when Syrian people would hide behind ISIS. If you want to prevent this, it is necessary for the international community to arouse hope. Preventing Assad’s movements would be the only way to do this. If a new situation occurs in Aleppo, a new migration consisting of 400.000 people will follow. That would affect Turkey as well. Hasan Kalyoncu University Moderator Murat AKGÜN: ISIS is the most important problem in Syria. What does the West think about the reason behind the existence of that group? What is needed to destroy the group? The external interventions have seemed to continue for a long time in such a place where the local power’s being so weak. Do you agree with the sentence: “If the instability continues like that, another terror organization will come into being in lieu of ISIS”? 20 [1st DAY] separation of powers mean. People need to understand real democracy. If we are determined to prevent extremism, we need more powerful reforms. I am not too pessimistic. It can be achievable because I do not accept such thoughts like “Some nations are not suitable for democracy.” Moderator Murat AKGÜN: Mr. Kurtulmuş, is Iraq really torn into 3 parts? How would it affect the Middle East to establish an independent Jerusalem State in the north of Iraq? Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: These sectarian policies, these false policies that the al-Maliki Government implemented have left Iraq with this situation. A new regime has begun. I hope that the new regime will succeed in keeping different sectarians and ethnicities together. Even if Iraq seems to be fallen apart into 3 pieces, I believe Iraq will keep its own integrity. The new regime will keep its integrity by learning lessons from the alMaliki Regime to solve existing problems in cooperation with the regional countries such as Turkey and Iran. Protecting Iraq’s integrity will affect peace in the region. Moderator Murat AKGÜN: What about you, Mr. Rasmussen? Do you believe in the new regime to be successful? How does a new independent Iraqi Kurdistan state affect the Middle East? A.F. RASMUSSEN: I can say that we shall preserve Syria and Iraq united. But it may be necessary to divide power and make Iraq and Syria decentralized. Kurds, Shiites, and Sunnis can live in the state of Iraq if we have to talk about Iraq. I am in no favor of an independent Kurdistan state. But Turkey can have a major role in this situation. It is because Turkey has a problem with the PKK. Turkey has made a lot of effort to solve this problem and I hope they can. Turkey can make it easier by decentralization and by giving more local authority to the Kurds. This can be provided not by founding an independent Kurdistan state, but by forming a decentralized system that protects the minority. A.F. RASMUSSEN: It is a very pessimistic opinion. What creates radicalism? What fosters it? Why does it come into being? When minorities like ISIS can put pressure on the majority, it is some kind of infelicity. The Maliki Government was a total disaster in Iraq. They implemented sectarian dominion and as a result they created an atmosphere for organizations like ISIS. We have to stop the sectarian dominion in order to prevent excessive powers to become extreme in the Middle East. Then, it will be necessary to provide a steady democracy. I mean the regimes basing its democratic roots on culture. Elections only are not enough. Moderator Murat AKGÜN: There was an expression in Turkey: “There will not be peace in the Middle East without peace in Palestine.” Is this sentence still valid if you think about Israel’s permanent policies? If majority puts pressure on minority, it cannot be accepted. A democratic culture should be provided to protect the minority. I presume to be more cautious. We have to teach what supremacy of law means. We have to teach what minority situation and Without Israel wanting peace, without the recognition of Palestine as a state by Israel, the Middle Eastern and world peace are impossible. Nevertheless, this situation is not sustainable for Israel, either. There are people among them who turn aggressive policies Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ: Something new will happen if Israel refuses a permanent peace process and Israel becomes an assailant again. Unfortunately, we witness the government staving off peace even if Israel seems to be harmless for the Middle East. It is apparent that Israel is successful in this attitude. Moderator Murat AKGÜN: Iran shows some effort to make nuclear weapons. There are negotiations between the West and Iran about this issue. You, Mr. Rasmussen, do you believe that these negotiations will end up in a concrete and hopeful outcome? What is the importance for the world if it does not end with a conclusion and Iran reaches out to make its own nuclear weapons? A.F. RASMUSSEN: I am concerned about the Iranian nuclear weapon situation. If Iran really gets nuclear weapons, it will cause anxiety in the Middle East. This will bring about poor results. There will be negative effects on personal security. For this reason, peaceful diplomatic solutions should be found. No one is against an Iran that uses nuclear energy peacefully. But we have to stop this nuclear armament. Moreover, I am optimistic that this issue will result in a positive conclusion. Iran will understand that if the situation concludes in a positive way, this will be to their benefit as well. Moderator Murat AKGÜN: Finally, is it not necessary for Israel to have sanctions on nuclear armaments as they have nuclear power capacity? A.F.RASMUSSEN: I will not comment on this because I do not have any idea about this. I do not know whether Israel has a nuclear program. But in 1990 almost every country signed the Nuclear Non-Proliferation Treaty. This is an ideal vision. We are still bound to that agreement. But of course as a former NATO secretary, as long as there are nuclear weapons, NATO will continue nuclear alliance. It is not righteous to link all these problems in the region to this by perceiving Israel-Palestine conflict as an apology. The reason why we discuss sectarian implementations on Syria and Iraq is not because of the Israel-Palestine conflict. But, the most important thing is to find a solution. The solution founded in 2002 is a path to secure 2 separate, independent, and sovereign states. Moderator Murat AKGÜN: Thank you Mr. Rasmussen and Mr. Kurtulmuş for your opinions and participation. We completed the first session here. kalmec.hku.edu.tr into government policies. But this situation is not sustainable for Jewish people in Israel, either. If Israel really wants peace in the region, Israel has to recognize Palestine. Israel should leave off torturing Palestinian people. 21 Hasan Kalyoncu University Syria Camp Visit, Nizip/Gaziantep 22 The participants have come together at Nizip container place with Syrian guests, which is inclusive of the symposium. The last reports about Syrian guests, education and infrastructural activities were gathered in the meeting with container place administrators. The committee members had a chance to see the environment the guests live by visiting a Syrian’s house. These interviews created a more careful environment for researchers/politicians, who comment about political situation of Syria and lives of Syrians. Moreover, the presents which guests prepared for the members show their pleasure about this visit. 23 kalmec.hku.edu.tr Symposium Agenda [1st DAY] 2nd Session Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU International Relations and Head of Department Galatasaray University / İstanbul Professor in the Faculty of Economics and Administrative Sciences at Galatasaray University, as well as director of the International Relations Department. She completed her MA and Phd in Institute of Social Sciences and International Relations of Istanbul University. She was appointed as an “Assistant Professor” in the same institute (1993-1995). In 1995, Dedeoğlu began her position in Galatasaray University’s International Relations Department. In 1999 she became an assistant professor and in 2005 she was appointed a fulltime “Professor”. She has also given courses in Kadir Has University. Her subjects of focus include the European Union and international security studies. Prof. Dedeoğlu appears in numerous scholarly articles and books. She is a columnist at Star, Today’s Zaman and Agos dailies and her articles about international politics have been published in Zaman and Yeni Şafak dailies. Peter HARLING Egypt, Iraq, Lebanon and Syria Program Director for the International Crisis Group Hasan Kalyoncu University International Crisis Group’s project director for Iraq, Lebanon and Syria and senior Middle East and North Africa adviser. Peter Harling has been based in the Middle East for over 15 years, in Iraq (1998-2004), Lebanon (2005-2006 and since early 2014), Syria (2006-2013) and Egypt (part-time between 2011 and 2013). He works a special adviser to the International Crisis Group. Areas of expertise are Syrian foreign and domestic policy, Iraqi social movements, the Lebanese political scene and regional dynamics. 24 Moderator Murat AKGÜN: Mrs. Dedeoglu is here as a representative of the Civil Society of Turkey (NGO) and we are going to talk within an academic but not a political framework. Peter Harling, we would like to ask questions similar to those asked in the morning session, and we would like to hear your opinion about the situation in Syria. In the afternoon you went to the refugee camp, and I want to learn your impressions, then we will move on to other issues. Mrs. Dedeoglu, you have also visited the refugee camp. What is your impression? What do you think of the efforts made by Turkey and what do those people in the camps need? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: The observation I have made this afternoon taught me two things; one of them is the incredible effort (much more than what I expected) my own country has made in order to provide a permanent settlement in a huge field of Moderator Murat AKGÜN: I would like to ask the same question to Mr. Rasmussen. You have also visited the camp. Have you ever visited a camp earlier? I do not think you did. A.F. RASMUSSEN: Yes, this was my first visit to a refugee camp. As a matter of fact, if we compare this with other refugee camps, this is a clean, very well-organized camp, which also provides some sincere activities. I think it’s extremely important for both adults and children, especially the issue of education. The education of children is important, so I believe this refugee camp is an exemplary one. I would like to say that I really appreciate Turkey and the Turkish authorities for all they have done to the Syrian refugees. They spend roughly $ 5 million per year on this project. This is a great initiative and I can add that everyone must contribute to these activities for refugees. Moderator Murat AKGÜN: I would like to ask Mr. Harling. Today there’s a violent conflict around Aleppo and it has been said that if Aleppo falls into the hands of the regime forces, 400 thousand refugees are expected to flee, which will increase the number of refugees to 2 million in Turkey. Mr. Harling, I would like to ask you, do you think that the international community supports Turkey enough to meet the needs of the refugees? How can they support Turkey regarding the issue of the refugees? Peter HARLING: Unfortunately, the international community has failed to express the recognition Turkey deserved in terms of the aid provided to refugees. Well, I didn’t visit the camp area today. However, I can say that communities can reestablish themselves after such bloody events but of course there is a high level of stress involved in the context of Syria. They go through traumatic events. We see an urban and social configuration when we look at Syria. Moreover, the urban configuration has been dramatically corrupted. 10 million people; half of the community has been dispatched or exiled. There are other extremely important cases; over the years, refugee children, both inside and outside, miss out on the formal education system. These children remain deprived of education. Turkey offers a truly unique environment for them. At least it tries to give them something similar to normal life. So, right now I’m aware of the fact how little support is given to them. It is not enough. Moderator Murat AKGÜN: I would like to start my second question with Dr. Beril Dedeoglu. When it comes to the crisis in the Middle East, Syria comes to our mind. However, the situation in Iraq is certain; we talked about it in the morning. You might have had a chance to observe it, too. There is the issue of Palestine. There are issues arising from Iran. The diplomacy of Turkey and Israel cannot be said to be very bright. I would just like to say that, 15-20 years ago, there wasn’t such tension in the region as much as there is today. What happened to the Middle East to have become such an explosive barrel and is there a way to get around this? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: How come this unstable conflict has become such a constant conflict? At first, the actors were not able to act on their own when it was the time of the bipolar era in the Middle East. Secondly, there was no mention of the actors other than the state. Today, these problems and globalization are not separable, and nor are the states. However, they take part in the crisis, and the problems come to light. But as I mentioned it before, each state has its own layer in it and they have become important political actors. Unfortunately, this complicated structure had led the most minuscule tension to turn into a more bitter conflict. We see individual conflicts like these. The bomb explodes and people die. In fact, these problems do not seem to be different from each other. I mean, imagine we have a bullet that locks itself when we pull the trigger. The most important reason for the Middle East to be open to confrontation, could be explained with what we call a conversion period in the international system. In other words, the bipolar era has finished, still, it is difficult to name a defined world system. However, it is possible not to define it at all. The actors and the states exist and we can get on well easily. As far as I can see, a pressure, which forces the system to be defined, cannot be denied and there is an effort to push the world to the two major powers’ fighting arena. This effort draws the continent and America, as well as Russia and the Middle East together. Now, Ukraine, Syria, and Afghanistan are the breaking points of this balance of power. Quite frankly, I believe that it is not possible to detach the situation in Syria from the situation in Ukraine. The actors of the conflict are native; we are talking about Assad’s forces, the Free Syrian Army, and ISIL. Even if it is seen as a local conflict, making a conflict such long-lasting and bloody, requires support from others. In this case, I don’t think these conflicts will end until the balance stabilizes. Because the states and the actors involved are in the process of kalmec.hku.edu.tr service area converted for Syrian people. Here every minor detail, from maintaining security to almost every single detail has been thought well about. Moreover, we know that Turkey has used its regional rights completely, I’m so proud of it. But on the other hand, as a result, this is not a tourist attraction, but a refugee camp. Looking at it from this point of view has made me upset, and prevented me from looking at people closely. It gave me the weird impression that I did not want to seem to be just walking around and not to share their feelings. We cannot know how it may feel being there, right now. Being here instead of being in their own country is much more of a bittersweet feeling for them. I can feel this but they are also somewhere that doesn’t belong to them, we feel that, too. And I can tell you that I left the place feeling a little unsafe, a little resentful. 25 Symposium Agenda negotiation. It is highly possible that if the parties make a deal, the conflicts will diminish. Moderator Murat AKGÜN: Should we think that the civil war and terror is not yet to finish? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I have no doubt that the situation will continue .The only thing that gives us hope is that this is turning into a non-winner game. Furthermore, no one has the opportunity to expect to have the same share of profit. Maybe this can be the answer to your second question in the near future. I can say that peace talks do not work until the parties and the actors get involved in the process. It is not possible to breathe in a peaceful environment unless the parties and the players agree to come and sit around a table. Since not every actor wants to confront each other, we need to wait for a while. The aim should be to make an effort to make actors sit together and get organized to progress. This would be a promising way. Hasan Kalyoncu University Moderator Murat AKGÜN: Mr P. Harling, the question I would like to ask you is that Syria has become A HELL of civil war, so to say. The situation is as if people from Europe, Africa and a wide range of countries would be in a conflict on the behalf of others. According to reports, there is news about Iran taking an active part in the Syrian Civil War. On the other hand, the Shiite impacts the southern parts of Iraq in a serious way. They are in a certain interaction, that’s for sure. There is all of Iran itself, indeed. What do you think about Iran being a serious or even a threatening dominance over the Middle East? 26 [1st DAY] for some time. You, Mr. Rasmussen, dealt with these kinds of situations for years in the NATO. What do you say? Will it take long until the states and the actors get involved in such a process? A.F. RASMUSSEN: I cannot say that this is going to be easy, but it takes time, because this is also related to the development of democratic culture, which had already been the case in Europe. Over the past century, Europe had two terrible wars, but we learned our lesson, and have implemented extremely ambitious integration projects. It relies on the philosophy that if you tie the countries together both economically and politically, then they will not start a war against each other. However, Germany and France were in a disastrous war which was only 70 years ago. The possibility of war disappeared and this is the current Europe built on a new constitution. Integration and the ending of war do not seem real when we consider the Middle East. On the other hand, I don’t see any other alternative. As I mentioned it earlier, to share the power, we need to take the ethnic and religious differences into consideration and then we will be able to construct new systems. Moderator Murat AKGÜN: Although Iraq seems to have its own flag and authority, it has been divided into three parts; we encounter Shiite dominance in the south, Sunni in the middle, and Kurdish in the north, which is also going to be the same case in Syria. The influence of the Kurds in a specific region of the north, even if it is small, is related to the Assad Regime. I want to ask: will Syria and Iraq come out from this problematic period saving their own territorial integrity or are there any possible states in the East to be established? Peter HARLING: Because this issue directly points out the problem happening right now, we had better face it. We are facing sectarian violence. The war in Syria is made by proxy and actually, this war is based on religious purposes, which cause extensive loss by all means. The conflict and tension between the Sunnis and the Shiites are totally in no relation with the Sunni ideology. For example, how can we overcome these differences? Where does this case get stuck eventually? Some countries, including Iran, have a number of regional purposes, which is also a reason behind this war story. As far as I believe, we cannot find a military solution, and the sole thing that needs to be secured and improved is the sharing of the political power. A pure system can be generated, but decentralization is the key for people to live peacefully. Moreover, local law should be renewed and be recognized by the local groups. Peter HARLING: I think most of the interpreters like me, sometimes approach the topic of territory with conventional paradigms. Central government or division… However, there are a lot of things between these two axes. It is related to the evolving power backwards which is already the current situation in the territory. Namely, we can see this situation as an example of de-power of de-facto in the sense of Islamic phenomena. Even in Syria, the regime has passed on such wills, that it has started to seem like the opposition. Also, if we take a look at the Iraqi regime, the significant point is not the leadership or the people being the heads of the institutions, but the people who control the check points in the lands they draw, and those who have the resources. Power already belongs to that legitimacy. That is to say, this seems to be an experimental process from the other side. De-facto is an experience in different places in the territory, not only in Iraq and Syria. Moderator Murat AKGÜN: The speech of Mrs. Dedeoglu caught my attention. Divergent states, which are in favor of peace, should come together. She claimed that it does not seem to be possible for them to team up right now, so we need to wait If we look at the terms of the division of Iraq, I want to say: division is never a solution. Sudan is a good example for it. Division is not an issue for establishing a state. The same problem occurs in some different places to a smaller degree. This is an output of a process Some people are creating some artificial maps, but in fact, this division will be extremely difficult for the society. Division exists only in the dynamics of the conflicts. Two sides always confront each other about the subjects of water, electricity, and petrol because these are the reflections of the state which was extremely united until recent years. No matter how many real sectarian conflicts there are, I will define this as a lazy comment made by the interpreters who have the mission of division. To me, looking at that de-powering, decentralization, a new social contact seems more realistic. Let’s say these are the main solutions. Moderator Murat AKGÜN: One of the questions that I asked to Mr. Rasmussen was: Why didn’t the Western world act fast in terms of intervention in Syria as they did in Iraq and Libya, and why did they seem reluctant? For a similar question, as far as I remember, he said that it was not impossible to establish a buffer zone before the UN reaches a decision. However, on the one side, there are 1.7 MILLION Syrian refugees in our lands and according to statements of Mr. Numan Kurtulmuş, if Aleppo falls, 400 thousand more people will likely be following their path. The opportunities of Turkey are obvious; so I want to ask this: since Turkey cannot form a one-sided buffer zone in Syria, instead of distributing Syrians to every part of the country, do you think can it be a solution to keep them altogether in a specific place? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Well, I believe that Mr. Rasmussen gave the true information why it is not possible to form such a zone in Syria because it is not easy. Here, the Assad Regime does not allow it. Accordingly, land occupation can also be a problem. The question ‘can a similar situation be a possibility for Turkey?’ is meaningful, but it poses a problem; the eastern border of Turkey is out of scope in the agreement of international refugees. Turkey has a disadvantage in this agreement, so such kind of camps refugee camps- are not similar to the ones in Palestine. These are more free camps and there is also a legal dimension. Also, the social dimension should be open to discussion, people who have found shelter in Turkey are not the ones not welcomed by Turkey. In fact, when we isolate and keep them in the camps, I think it is highly possible that their sympathy to Turkey will turn into hatred because people generally think that they are kept away in order to prevent them from coming inside the country. So, even if Turkey was able to establish this for itself in a way, it may prefer not to do this due to the sociological reactions. However, it is necessary to admit that there is such a deadlock: we travelled to the camp today, and it is said that so many important things have been done. When we went to Geneva to meet the UN representatives with Mrs. Fatma Şahin, we came across such attitudes: ‘We like what you are doing, you have done great things, well done Turkey’, ‘You have welcomed so many people, keep welcoming more people and bear the financial costs, but if it is possible, do not open your borders in Edirne.’ Now, we are in a situation that we have a kind of heavy financial load, but we should not open the borders in Edirne. I think it is not something sustainable. In case the number increases, I think it should be considered as a problem that could be solved with international partners, friends, and alliances just like it has been done when mutual solutions are found in the management of a crisis so far. I mean not only the financial responsibility, but also the social risks should be shared. The situation of refugees may create some new unforeseen risks. It is out of the question for Turkey, but in the examples in the world it seems possible to see some places to nest for new threats. It should be prevented not just for that country, but also for all territories and countries in the world. It is necessary to make some preventive arrangements. Unfortunately, there is no such effort internationally. However, these kinds of conferences may help spread this subject. As far as I see, Turkey’s no-fly-zone policy is a more reasonable and realizable idea, but there is such a thing here… Moderator Murat AKGÜN: But the approval of the UN is needed for this, isn’t it? kalmec.hku.edu.tr and it takes a lot of time. Unfortunately, it is not a desirable output I believe. What we witness in Iraq is a central government which is becoming more fragile, losing its humanity and … some sharing at the social level. In fact, when it comes to the Kurds, it goes back to 20 years ago. I mean, they already distinguished their ways at the beginning of 1990’s. I think there is a division and change process in Iraq. In Syria, it is between the Sunni and the Shiite. This process has been going on since the USA invaded Iraq in 2003. However, we are still away from the fact that it causes a division, because we are inside the borders of a central state and of course it has a heritage, as well. How can you divide this state in terms of its infrastructure? This is a very expensive process which is prone to conflict in three different presences of the central state. It is even harder in Syria. In Iraq, there are at most three homogeneous ends as a result of historical developments and social conventions. However, Syria is more complicated, and there is not any clarity. 27 Symposium Agenda Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Of course, but it can be brought to the agenda more frequently. This means to claim that if there is a regime that you want to eliminate, it may not have the right to fly in a specific area, because the right of flying belongs to Turkey and foreign affairs coalition interferes in there. So, when you say there is a flight prohibition, it means that Assad’s planes cannot fly. Secondly, America can conclude that these planes cannot fly. It is possible to formulate it as long as there is an intention. However, is the ultimate intention with or without Assad? It can be obvious with the compromise on how and to what extent it is calculated. Moderator Murat AKGÜN: I think the key point was the last thing you have mentioned; if there is a compromise in Syria, how much of it should be with or without Bashar al-Assad? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I believe that the scenarios without Assad are being kept in the bottom drawers. I guess there are some ongoing negotiations about the issue of to what extent the Assad Regime will share its power, and unfortunately, it is obvious that ISIS is taking a big part. Moderator Murat AKGÜN: Mr. Rasmussen, I want to ask if we compare the relationship between Turkey and America to the two blades of a pair of scissors, which are sometimes open and sometimes closed about Syria, one of the issues in the open blades is the İncirlik air base. Probably, you remember İncirlik from the times you were the General Secretary of NATO, and right now it is not a secret that the USA persistently demands the İncirlik air base from Turkey. Why is the USA so persistent? How can it help the USA regarding Syria? In addition, every effort in the UN hit the walls of China and Russia. Why do China and Russia support Syria? Hasan Kalyoncu University A.F. RASMUSSEN: First of all, of course I will not comment on the details concerning how individual allies organize in NATO. The concrete cooperation between the USA and Turkey is also included within this issue. Of course, Turkey is part of a strong defense, and a strong ally of the USA. 28 Like the USA, China and Russia may also have important strategic military establishments. When we consider the actions of China and Russia in Syria, I think there is a general unwillingness from the point of view of China. They do not want to admit anything. They are opposing to any military intervention coming from outside. In every country including Syria, it is very clear that Russia has a strategic concern and interest. Russia does not have many friends in the Middle East. In this part of the world, Assad regime is one of Russia’s friends, and this is an important part of the presence of the Russian strategy. I suggest Syria is in this part of the world; this [1st DAY] is the main interest. I do not think that Kremlin is in favor of Assad regime, but Russia wants to be certain in holding control of the developments in Syria no matter the circumstances are, because Syria is an interest for Russia in terms of benefit... Focusing on the political solutions is essential in order for the five permanent members of UNs to give a decision about Syria. We had two Geneva conferences, which Russia also attended. Both of the conferences resulted in documents stating that the process should be started. It was said that could cause change in the system in Syria. However, considering the engagements of Russia and other countries, I think any kind of external military interference may lead to an explosion; not only in Syria but in the whole region. Therefore, I am drawing attention to my own proposal that, we need to try to find a way. I strongly agree with the solution. In addition to the division of the centralized state and country, there are other alternatives; in between these two end points of the axes, there is an alternative which includes sharing of the power between ethnic and sectarian groups. Moderator Murat AKGÜN: In the morning session, I inquired Mr. Rasmussen his opinions on ISIS (Iraq-Damascus Islamic State). Now, I want to direct the same question to you as a person who also knows the region very well. How did ISIS exist? Why did ISIS exist? How can it be destroyed and what depends on destroying it? In fact, Mr. Numan Kurtulmuş said that, you cannot dry the bog; ISIS goes and another organization comes up. Do you agree with this? Peter HARLING: I can answer these three questions. However, I want to mention a few things about Iran as well. When we talk to authorities from Russia and Iran, considering their standards, they do not display effective performance regarding the Syrian regime. At the same time, the balances in these countries (Russia and Iran) are so sensitive that, if they stop supporting Assad’s regime, the regime falls down and it becomes the other side’s victory. So, this is the point where I do not agree to this opinion; let’s call the things happening in Syria and Iraq as a war, but it is a war for one side by proxy. However, for the other side I cannot say this. The other side is ready to support the one who is going to fight with all its money, weapons and political power. As if we are in a playground, and watching a game, on one side there is a crock team; they are working together and they are very strict. On the other side, people are playing with each other in a way that, they do not want to contaminate their hands and get hurt. This is just a part of the problem. We cannot finish the game like this. I want to say something about the clearness of the USA because it forms the significant part of the problem. There are different phases of the problem in our hands. If we consider Barack Here, the Islamic government steps in. For four years, the ideas have always been changing. There are doubts that anything can be changed in the region. For example, in the early stages of the riot in Tunisia, the enthusiasm in Egypt, changing the regime in Libya and empowering the Islamists. These are the things we are afraid of. Then, Islamic crisis is coming up. The Islamic government (ISIS) came into prominence. Namely, this is a big problem, but ISIS is already an output of the unsolved problems. These are the problems evolving in ten years and they have got worse in the last four years. Moderator Murat AKGÜN: In this conference, one thing I will never forget is your interesting metaphor about the actors, those who want to get dirty and those who don’t. My question will be about Palestine. Turkey gives a lot of importance to Palestine. In the morning session with Mr. RASSMUSSEN, it was put forward that there would be no peace in Middle East, unless the Palestine issue was solved. My question is: We want peace in Palestine but how will this problem be solved in such an environment? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: We usually tend to define the Palestine problem as Israel-Palestine problem. Maybe it is not true to define states like this, since there is more than one state in every state. Take the USA, there are two USAs; there are more in Russia but there are physically two states in Palestine: biological and as an approach. Moderator Murat AKGÜN: No physical bonds with each other. Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Exactly. Therefore, there is unfortunately a dual structure within their opinions and anticipations that are presumably different from each other. While this makes it difficult for Palestine in the course of becoming a state, it doesn’t ease the situations for Israel. Israel wants to recognize either one of them but there is the other one in reality. That’s, when you say “I recognize you, but I don’t recognize you (to the other)”, it means this process will be left incomplete. Therefore, not only when intending to solve the crisis but even when intending to solve the problem of a state formation crisis, it is possible to face some major problems. As of today, as far as I can see the point is that, the Israel-Palestine problem is not something that can be solved from inside, but it is a process in which, for example, the USA is acting as a mediator to solve the problem from outside. The recognition of Palestine by the parliaments in the European countries or launching new laws for Palestine doesn’t mean to solve this problem physically. That is to say; when you are officially recognized will an embassy be opened? I do not think so. However, as it is still possible for Palestine to exist in a dual structure as a diplomatic tool of pressure against Israel, and as this possibility is still available, that situation I mentioned above is an indicator of effort. Moderator Murat AKGÜN: Is this a fate to expect a solution to the problem in the Middle East from outside? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Well, on the condition that the problem is discussed around the table, there is no harm. We are in a global world. I believe no peace project is realized without negotiation and there is no problem to talk on the issues around the table. We should only put the real weapon on the desk. However, we mention a structured territory; that is to say, a territory that has no word for its own existence, its own history or its own decision, but these all are defined from outside. We mention forced states and forced governments. However, the sustainability of these has never been emphasized. Moderator Murat AKGÜN: Were the borders drawn with a ruler? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Well, while it was structured it seemed to me that people thought “This kind of family will rule the country and then go.” They have not thought of what if the family could not rule the country. It was decided “If they can’t, we overthrow them.” And this is still in practice. In Egypt, people say, “Let’s overthrow these, for they will not be able to rule and let’s bring this one.” This is not sustainable, though. What I can see and understand is this; Palestine model has to be stressed because the values of the world have become complicated. If one day, at least those in West Bank (Sheria) say “we couldn’t handle this issue and we will leave the world”, there will be no addressee not only for Israel but for the other countries as well. It seems that the last chances are tried now, for they are making subsequent attempts. As far as I understand, it won’t be late... Moderator Murat AKGÜN: Do you mean the peace in Palestine by “it won’t be late”? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: No. The process keeps people in haste in order to take concrete steps. Because there are people who kalmec.hku.edu.tr Obama, in my opinion, he is not interested in any of the situations. He does not like this situation intellectually; he is not interested in the region, politics and proxy wars. America is interested in things such as digital boundaries and controlling the financial institutions. It wants to proceed to the other level instead of staying in the previous period, which Russians and Iranians want to do. I think their perception and most of the people in the government think in the same way: it is time for the region to grow. What if they handle their problems themselves! Why do the USA and the West always interfere? They usually fail when they want to put the things in order, like in Afghanistan and Iraq. So there is not so much belief that the USA can handle this. 29 Symposium Agenda want Palestine to be struck –in fact, all American presidents would rather see this in their times and Obama has so much pressure on the government and thus, Israel has had to improve its social relations. I hope Obama will act in favor of Palestine. However, will he be successful? It is not that easy to predict this. decentralization, isn’t it necessary to have a strong administration? For example, is the USA model a good one, is it valid for the Middle East? We see that Iraq has ended up with separation because there is no strong centralized administration. Can I get your opinions about this issue? Moderator Murat AKGÜN: Mr. HARLING, I would like to ask you a question. When we mention the Middle East problems, it may not be true to disregard Turk-Israel relations and Egypt. It is apparent that Turk-Israel relations have not been so promising over the last years. How do these poor relations affect these peace processes in general? The second one is the withdrawal of Egypt to its shell following the military coup, the loss of Egypt’s position as a wise man among the old Arab world and being in conflict with its Arab brothers. How do all these affect Middle East peace processes? A.F. RASMUSSEN: Of course, in some parts a strong centralized administration is needed. For example, as for military and security issues the USA has a strong centralization. Let me remind this. I am saying to you that we should keep Syria and Iraq as a state respectively. However, I said that power must be shared among the various identities in these countries, but there must be a state on the top. There must be a state, so it can arrange the defense, provide security, have a central bank and have a finance policy, and do whatever it wants... Or let it have official institutions, have a Constitution and have all required arrangements. And let this Constitution guarantee the minority rights. Hasan Kalyoncu University Peter HARLING: As for Turk-Israel relations, who I am not expert at, I can say as an outsider that two situations emerge. There are emotional reactions about what’s happening, and these naturally bring other emotional reactions. It is true not only for political aspect, but for general aspects as well. As for the Turkey’s attitude towards the Arab world, we have some known principles. Of course, these principles have some fluctuations during the process. Turkey has emerged as a modal to his neighbors. It has been very impressive. That is to say; it has energized the region. It is probably about to go beyond the borders. 30 [1st DAY] Turkey’s attitude is consistent in all aspects. For example, Turkey first tried to be a mediator in the early stages. It had nice bonds with Assad regime. And it tried to force them to change. This continued for months. Before the violence climbed up, Turkey felt it was deceived. Then, it changed its attitude. It still keeps the same attitude. Now there is no solution with this regime for Turkey. I am not certain whether it is the right step or it will be successful. But these attitudes are clearly seen. As for Egypt, we see that Turkey’s attitudes are also consistent. Although we constantly pass from one theme to another, this attitude should be appreciated because the region is undergoing radical crises; and this has roots in history. A lot of problems have accumulated over the years. It definitely takes time to discuss and solve these problems. What is expected now from the actors is to find principles. I mean, finding some balancing principles and somehow you are doing this much better than the others. At least, you are better than the West. Moderator Murat AKGÜN: I would like to receive our students’ questions. Let’s see what they are asking. Student Mehmet Veli KOYUNCU (P.S.I.R): My question is to Mr. RASMUSSEN. He mentioned about local administrations. He mentioned about decentralization. In order to have Of course, I must admit that I have been inspired by the Bosnian model. That’s why I mentioned this. There are differences between the Balkans and the Middle East. On the other hand, there are several similarities. We can learn from these. I see no contradiction here; in order to form a strong centralized government the power needs to be shared with local administrations. Let me give my country as an example to conclude. Of course, it is a far-away country. We have two identities in the Kingdom of Denmark. We have Greenland; these are the parts of the Kingdom of Denmark and it is in charge of them. The defense, security and finance policies are all under Denmark’s authority. However, the local administrations were given considerable autonomy. You can say this modal has a lot of problems of course, but we must ask what the alternative is. The alternative is not the continuation of the conflicts forever. The answer to your question is; to be able to progress in the peace process and to give people a chance at least to learn living with others in peace. GUEST: What do you think about this free zone issue, Mr. Rasmussen? And how can power sharing system be organized in Syria? I mean are there any other examples like this type in other places? A.F. RASMUSSEN: As I have expressed my opinions before, let’s listen to your ideas about this topic first! Decentralization and power sharing issues are like bids for sects or ethnical groups. It should not be confused with the bad examples we have seen in Syria and Lebanon. In fact, the historical background of this idea mainly started with the exiles in Iraq. When we look at Bagdad, there is authority here. There is a ruling party. However, the people who suffered a lot from the regime show strong reactions as well. In a political vacuum, if you look at the first occupation movements by the USA of course this was not the only solution for Iraq. I suppose we are paying a heavy price now. When we think about its immediate environment in local elections and if we consider ISID issue too, a lot of safety measures are being taken. ISID around Bagdad has weakened the motivation of safety staff. In addition, there is some disobedience. Of course, this disobedience collapses immediately. It collapses as soon as ISID appears. At that time, the disobedient cannot find any power that supports them among themselves to be able to expel ISID. Bagdad has relationships and contacts. So, it is necessary to find a solution to the vacuum there. How have big chieftains in Mosul established power bases around Mosul? If we start from here, an alternative can be developed in time. There can be an alternative power structure in the region. After that, meetings can start by taking the power distribution into consideration. However, the one who will act as an arbiter is local ceasefires had taken place in Syria and they could have been developed. Nobody developed them… because of political issues. So, the Geneva process will go on in the forthcoming one or two years. However, the only way for this to be useful and to reach a solution is that this issue should be taken seriously in the West and Russia should give up saying “we have already told you” and appear with a more constructive approach. GUEST: My job has become easier now because I agree with your opinion in general. This can be successful in the issue of distributing and sharing this power at the beginning, but it can be a lout between local privileged people and local community again. When we talk about the decentralization of power within the ruling party, of course we mean it to occur in an appropriate democratic culture. During the Geneva process, if the Americans had agreed to work with Russia to bring the Syrians to the table, they could have forced Syria at that time. They could have reached a compromise all together, but it did not happen. Why? Because the Russians and the Americans could not work together under any circumstances, since the Russians became spoilsport. The Russians see themselves as if they can benefit from these disagreements and conflicts. There are advantages of getting up against America such as image etc. On the other hand, America has an attitude as if it does not want to be engaged with what is happening here. On account of seeing this top to bottom approach, which has not gone well, let’s look at the Syrian issue from the bottom to top approach. For example, there should be local ceasefires. Some Student Seda KOCAGER (P.S.I.R.): My question is to Mr. Rasmussen. What do you think about Ukraine’s chance of acceptance if it applies to be member of NATO? A.F. RASMUSSEN: Of course each candidate country should fulfill NATO’s criteria. If Ukraine applies for membership, it will be a long process because Ukraine cannot fulfill the required criteria for now. However, let me remind you of this; in 2008, during a process at the summit of NATO it was decided for Ukraine to be a member. Of course, Ukraine needs to fulfill the required criteria, and this decision is still valid. This year in September, we have reexpressed that this decision is still valid. However, it is clear that Ukraine should actualize extensive reforms. Then, it can become a member of NATO. In addition, sometimes such a question is directed; Wouldn’t Ukraine’s membership of NATO be provocative? If we consider Russia, Ukraine’s membership of NATO is not an issue which Russia can decide on. Each country has the right to make its kalmec.hku.edu.tr again the central government both here and in the capital city. It is necessary for everyone now. With regard to the master plan, the fact that this plan was advised to us had occurred as a part of the Geneva process. 31 Symposium Agenda decision about its future. In 1999 in the European Security Conference, it was being said that, each country had the right to form its own security policy. Russia was one of the countries that confirmed this conference. Ukraine applies and NATO decides. Sooner or later, the membership is to be finalized, but of course this is not an issue that will happen in the near future. Moderator Murat AKGÜN: Mrs. Beril, I want to direct the same question to you. I have just asked it to Mr. RASMUSSEN, but he did not want to go into detail. Due to its previous duty, the USA is insisting on Incirlik very much and it is so eager. I also want to ask this: about the Geneva issue Mr. HARLING said that it would go on without any problems like Geneva 1, Geneva 2-3…. What is your opinion about this? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I have started with Geneva and yes, I think it will go on like that. Here, the aim is to call it good news if the meetings are not being interrupted. Murat AKGÜN: But isn’t it for the sake of appearance? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: If you say that ‘it has finished’, the risk is bigger. Therefore, the fact that this event is still under discussion is diplomacy itself. If they cannot go further for now, it is clear that they have consented to this. I am not sure if there is as big insistence as you have said about the insistence of the USA for İncirlik. However, if they have demands, they are not the ones like “we will attempt to bomb, so that Turkey will be in a difficult situation”. They are about sustaining a humanitarian intervention action with low cost. Hasan Kalyoncu University Moderator Murat AKGÜN: So, you think that if they want it, it is for a humanitarian aid with military reasons. 32 Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: It is exactly like that because it is not such an easy situation in today’s technology to say that, a military operation to Syria needs Incirlik. In addition, strategically I do not think that the USA will prefer to give the impression that everywhere is bombed with American planes taking off from Turkey. I mean why should it be in a position that it is disliked by the communities which Turkey want to help and get closer with? But this scene has a direct correspondence in the Arab and Muslim world. If you are right, without a conflict with the USA, this corresponds to a benefit in favour of Turkey in the Middle East. Student Ravdanur CUMHA (P.S.I.R.): RASMUSSEN and P. HAWLING, as Mr. Numan KURTULMUŞ said, “The world is bigger than five.” What are your suggestions for a more functional and open-minded UN? [1st DAY] A.F. RASMUSSEN: If I have understood the vice-prime minister right, he said that an extensive referendum would be better. This project has already been discussed in the UN for a long time. Here is the argument; the UN Security Council as usual reflects the power structures formed right after the Second World War. A modern UN Security Council should reflect the truth of 2014. It should also reflect the increasing weigh of improving powers. I understand this argument really well. I have also said this; principally I support that the UN should get improved. Representation ability of the Security Council and other foundations will be higher than now. Although I have said this, we have to face the reality. Here is the reality; the consent of five permanent members is necessary to make such a change. After that, it is necessary to ask this question; do you think it is possible? Do these five countries agree and give up their powers-including their right to veto? I think this is not realistic. It is necessary to look for more realistic alternatives towards the solution…but I agree with the vice-prime minister about this issue: the UN’s present situation is sabotaging its credibility and authority. We encounter with inadequacy of decision making in the UN mostly. The fact that the UN Security Council cannot make important decisions means that the UN’s credibility is sabotaged. A strong UN is necessary. This UN should be a warrantor of global law. The fact that the UN Security Council cannot take an action about Syria is unfortunately the reflection of this situation. However, the efforts to reform the UN will not be enough to solve this problem. It is necessary to look for other means. Peter HARLING: It is a part of international governance system and it developed after Second World War. Foundations like the UN have a series of certain values and norms. In 1990s, they already reached the top when the West beat the Soviet Union. There was not an explicit enemy and people in the world felt themselves responsible for their own destiny; they used this governance system. We were the owners so that we reflected left, right and middle center and I think this created resentment all over the world. I mean the expression we call double standard was emerged from the West’s action. I think this matter continues to follow us in the Syrian issue and the like, and we cannot define the relationship between Syrian regime and Russian regime as a long one; this is not true. This relationship stopped in 1980s. The relationship started again in 2012 and on a very interesting base, its reason was this: Russia wants to take revenge and this is the motivation. After that, the relationship was built again progressively during the conflict. However, in fact, the first motivation was its the anger towards the West. I mean the West manipulated the international communication system. It suffered from erosion and it was forced in such a different way and Syria challenged this; Ukraine is an example. These examples will increase in any case. I am not sure. Let’s say, at least in the near future, it will be a great potential to reform the UN because there is already unwillingness about these issues. And I think this has been established about the present situation in this part of the trouble-free world, with high level international intervention for the last ten years. These structures are from the Soviet Union and the West. Today, we are in such a moment that there is still some intervention, but it is complex and unclear. This is doubtful in any case. Confusion among the local people is increasing as well as the interventions in one another’s conflict. Countries like Turkey, Iran and Saudi Arabia should talk to each other ultimately, instead of waiting for solutions from the UN. situations tried to overcome them. This is a country where politics is being re-structured constantly and which undergoes major developments. Well, it could have let to ask why could we not do it, how can we produce a similar effect-result-output, and it can still allow to ask these questions. Today, I do not mean that it is over and such a thing is out of question. On the contrary, maybe conflicts and the loss environment are more important so that these kinds of questions are asked. By the way, there was a question just asked by a student about the UN. He asked what would happen. Moderator Murat AKGÜN: Mrs. Beril, I want to ask you a question. While we were talking to the honorable General Secretary this morning, he mentioned that there was a possibility for Turkey to be a role model. How do you evaluate the opportunity by considering the relationships with Israel, with Egypt and with the present regime in Syria? Where does it start? How far can it continue? Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Yes, I want to say something about it. Generally it is misunderstood as if developing countries are not among the countries which have a right to veto. Of course, I can also ask this question. The argument that the UN has had inside itself has not reached that level yet. For example, it is being discussed whether Germany should be among these 5 countries and as far as I can follow, England and France are the ones which opposes Germany’s involvement most. Therefore, while we are not yet in a situation to overcome this issue, how can we consider the others? Moderator Murat AKGÜN: Shouldn’t it be the case for each matter? I wish the request for solution would have come from inside Iraq and Afghanistan. Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: Therefore, I cannot say that it resulted positively in this respect because when Turkey was mentioned as ‘a model’, it is helpful to say that everybody understood something else. For example, it is necessary not to think that a system determined by the public’s voting is perceived as a model by the Middle East monarchy at any price, and to think that the secular structure of the administration will not absolutely be preferred by some places. I mean that the request for Turkey to be a model was not a situation that met everybody’s expectation. However, it can be said that Turkey’s development and its achievement in progress is an attraction center and it could only have shed the light in each community to find the method for itself. Namely, Turkey as a country enduring a range of difficult Student Kadir, a student from Nigeria (P.S.I.R.): My question is for dear Rasmussen. When ISIS started to attack, they were considered to be a small group, but the situation is getting worse and the number of dead people is increasing. Do you think that they will lose? If so, how long will it take? A.F. RASMUSSEN: Thank you so much. Yes, as a short answer, surely the so-called Islamic state will lose. The coalition forces have started a military operation, and I believe, ISIS will lose against these forces. It will not be easy, and will take time, but the result will be a defeat for ISIS. However, I need to remark again that we need to analyze the various reasons underlying the extremism in the Middle East to prevent it, not necessarily the sectarian-based policies. We need to end these problems immediately, and we have no reasons and excuses not to do so. What is so sorrowful is that the UN has published the Human Development Report twelve years ago, in which these problems were already highlighted. Presumably, one of the reasons of the Arab Spring was the lack of opportunity for the youth. There is indeed a need for more opportunities in this region, but the report by the UN was not read either by American or European scientists because it was published 12 years ago. However, Arab academics have done so and indicated the 3 key points missing. Well, these are the ones responsible for the lack of opportunity mentioned. 22 Arab countries have worked and pointed out 3 kalmec.hku.edu.tr Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU: I want to remind something about the time when the issue of Turkey’s being a role model was discussed, during the period when it was high on the agenda. Turkey, at that time did not say “I want to be the model” or “I can explain my model to the Middle East.” It was left holding the baby. I mean, something like whether Turkey could be a model came from outside. This was not a position which was positively welcomed. If communities in the Middle East had been able to model, it would have given probably more positive results. I mean, if it had come as a suggestion from inside the region, it could have been an issue to work on. Moderator Murat AKGÜN: She said that the world is greater than five. 33 Symposium Agenda Hasan Kalyoncu University missing aspects: lack of freedom, lack of hunger for knowledge and inadequate practice of women’s rights. The lack of freedom they have highlighted leads to oppressive regimes. The lack of hunger and the belief that they will be able to change nothing via sensitive methods have been interestingly mentioned. The books translated into Arabic from international resources were so few and the Arabic resources on new ideas were also few. That is what some Arab academics had told me, and they had also asked 34 [1st DAY] a question on the Human Development Report. How could we talk about the prosperity of some countries if the half of the population is excluded from the work market, political arena and social life? The useful facts were published 12 years ago, and we are still facing the same problem. The bottom line is that, yes, we do need a military operation against ISIS, but we need to discuss this issue with its long-term effects. [2nd DAY] 3rd Session Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep The root cause of social and political problems in the Middle East in historical perspective Any parts of Middle East have experienced volatility and fragility due to conflict over the course of the region’s long and complex history. In this session, these developments, the root causes with their reflections over today’s problems will be evaluated in a chronological order. Prof. Dr. Edibe SÖZEN Hasan Kalyoncu University / Gaziantep Moderator Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: We will evaluate the issues in the Middle East in a chronological order, and their reflections on the modern world will be discussed. I will give the right to speak to dear Mujeeb R. Khan, who will present us a structural and a systematic analysis of the war and will discuss the American policy about the region with a critical approach. Mujeeb R. KHAN: We may need to look at the tragedy in Syria, Iraq and Palestine from a systematic perspective, rather than discussing a specific issue. Such an approach will give us an answer as to why this clash has been going on and on. What do we mean by the word Middle East? To my understanding, this is a systematic region, in which the interaction among various groups kalmec.hku.edu.tr Edibe Sözen graduated from Marmara University, Department of International Relations with a BSc degree in 1982. She received her PhD from the Faculty of Economics at Istanbul University in 1999. She was invited as a guest lecturer to University of Wisconsin–Madison between 1991-1993. In 1994, she became associate professor of applied sociology, and was appointed professor of communications in 2000 at Istanbul University. She carried out studies on the 3rd generation European Turks in Germany, Austria and Holland. Her study on European Turks received the Ludwigshafen Science and Research award in Germany in 2001. She has authored 7 books and more than 50 articles. 35 Symposium Agenda Mujeeb R.KHAN University of California, Berkeley / USA Mujeeb R. Khan was a Fulbright Researcher in the Persian Gulf who has published extensively on the politics and history of the modern Muslim world. He is also affiliated with the Doctoral program in political science at UC Berkeley. results in an effect to any of these groups. Some of them have an impact on Turkey, Iran and even Afghanistan and Pakistan. Another issue to consider is the fact that the Western world is looking down on this region, and they think that all these are based on the ongoing hatred. What is wrong in this assumption? There are two reasons for it. The first one is the image of Europe, which appears to us as associated with eating croissant in ChampElyse. Did Europeans like one another 60 years ago? They were still killing each other in millions. The World War II is an ethnic cleansing, which means Europe was an arena which was comparatively much more severe than the Middle East. Actually, the historical hatreds are not enough to understand the blood in the Middle East. In “Pax Ottomana”, people from various ethnical backgrounds and religions have lived in peace and the regions with clash were areas with cyclical confronting. In this respect, this issue can be clarified only by explaining the systematic crisis. For instance, Egypt’s transition towards democracy was quite hopeful. In 2013, Saudi Arabia and Israel transferred around 20 billion US dollars to Egypt, to prevent reactions against the military coups. Hasan Kalyoncu University The areas of conflict in the Middle East include those in Israel and the Kurdistan region and the Arab-Arab conflict areas. These are not individual and isolated conflict areas, on the contrary, they reinforce one another and one area is embedded in the other. We need to figure out the difference if we are looking for a solution. For instance, Syria is within the borders of Arab-Israel conflict area, that is, what happens in Lebanon and Syria is of interest to people in Israel. Today, the Syrian issue is within the scope of both Turkey-Syria and Iran issues. The example of Iran is really interesting because group such as Shia’a people and Assad regime misunderstand the presence of Iran in Syria. In fact, the reality is totally different and people are confused about Iran-Syria; it is perceived that Iran is against Syria. 36 Hezbollah is necessary for repulsing any attack of Israel. If Assad regime is overturned, the connection with Hezbollah will be cut off. If Israel bombs Iran, needless to say that Hezbollah should attack Israel. The function of Hezbollah is the prevention of any attack of Israel to Iran. In short, it is related to the identity and cultural location. If Turkey had an agreement with Iran, maybe Hezbollah would be a distraction and if the Assad regime is [2nd DAY] overturned, the sacred places would be protected. In those conditions, Iran would help Assad’s downfall. Does the way leading to the Middle East pass by Bagdad or Jerusalem? If you wanted to have peace in the region before the USA occupied Iraq, then peace should have been between Israel and Palestine at first. Then you could have gone for Saddam. In this case, people would believe that you wanted to bring democracy to the region. Neoconservatives talk differently. In the USA they said the problem was Saddam Hussein and the other dictators in the region; we should establish the democracy there by force. They legitimized the occupation according to this argument. There is very little legitimacy of the mass destruction arms. If we consider the double standards of the USA’s foreign affairs, their occupation policies are bound to be unsuccessful from the very beginning. Why is the Middle East an endless conflict region? Why not Eastern Asia or Southern Asia but the Middle East? The following factor explains it. India and China came up as great powers in the Eastern Asia and Southern Asia. They went out of the Western Imperialism in terms of historical and cultural civilizations. They have not been divided. India had a small amount of division but it has kept its integrality. It has protected its historical area and industrial freedom. The western countries could not interfere. China likewise; Mao made China get its historical borders. Some cultural revolutions and developments have been made later, it was industrialized; its economy got bigger. Recently, it is the biggest economy in the world. The USA is not the number one economy anymore. The tragedy in the Middle East is that, there is such hegemony in Islam civilization and in the Islamic World. At the same time Ottoman Empire was a state. A lot of people with different ethnic roots were living under the Ottoman dominance. While some of them were Arabic Muslims, some of them were Turkish Muslims and they were all attached to the Ottoman Empire. All of the Muslims supported the Ottoman Empire perpetually and they fought for it. Arab Spring and democratization have backfired in Syria. We need to have a look at how the Western powers encouraged and directed the authority in order to explain authority. The Western countries were in fact afraid of the democracy in the Islamic World. They say many things but when it comes to application, they show their hypocritical double standards. Democracy quest in Egypt turned into a bloody coup d’état. A lot of people were murdered. The coup d’état in Egypt was considered as a bloody one by the South African Union and they ended Egypt’s membership. What did the USA and the EU which always talk about human rights do in that case? Now the attitude of the USA is clear. In case of a coup d’état, they try to suspend it till democracy comes. Obama calls his country as “a country of law” renaming torturing as intense interrogation and continues his activities. We can say that the EU When we talk internationally, we mean controlling all the oil reserves. One of the endless conflict issues is actually the oil. Let’s have a look at the American policy with an opposing view. Sisi Vahbi Selefi is a movement that rises from Saudi Arabia and uses extreme violence. Americans ask why Muslims cannot stop the violence. However, protests performed during the Rabia case was peaceful and nonviolent. But even then, they were murdered and you could not protect them, and in this case Sisi was empowered. The reason for their action was to become a democratic country whose people could be heard so the foreign policy would be changed. Maybe, even Palestine would be given the freedom and equality. They could give up building luxurious palaces and spend the money for democratization after industrialization of the area. We can see that the policies of some countries can be changed in the regional level. In this argument, there is a constructive factor and we see that the orientation of the country changes in national and identity issues. We also see the change of the orientation. Turkey and Iran were called “surrounding countries” until the year of 1980. The strategy which is related to Israel could be explained as being close to the non-Arabic countries in politics. This is why Israel and Turkey have had good relations. However, now both Turkey and Iran are the indispensable actors in the region. Turkey is the champion of democracy in the region and supports Palestine and condemns the coup d’état in Egypt. Turkey also had some changes in its identity after democracy. Turkish government should listen to the people and reflect the identity of the people. Turkey has a lot of similarities with its southern neighbors. As a country which is a part of this civilization, people in Turkey are raising their voices, expressing their disgrace for the support for Israel policies against Palestine. There is also the voice of the selective people here saying that, they are affected by these problems in the region and they focus on the national borders. They reject any relations with the East or the West. Moreover, even though Turkey does not want to be included in these issues, the problems reflect on to Turkey. As there are a lot of refuges coming from Syria to Gaziantep; you know this situation better in this city. Turkey needs to develop a vision. A potential solution could be the point reached by the Europeans at that time. After two world wars, a lot of massacres and genocides, they were around a table for the independency and they founded the Cool and Steel Union. They merged the institutions and changed the whole structure of the regional policy. Democracy was an indispensable part of this. The solution is also similar to this in the Middle East. We need to repeat the economic integration and democratization needs in the region so that industrialization, rise of the middle class will occur, and purchasing arms from the West and the construction of palaces will be stopped. It is not easy to do all these but the Arab Spring started with these issues. When we look at the Turkish foreign policies, it seems they also go for it. Thank you for listening to me. Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Though it was not so much different from yesterday’s discussions, two different ideas were brought forward. One of this is focusing on the democratization but an opinion on the unity and integrality of the countries was expressed by vice-Prime Minister Numan Kurtulmuş. He talked about the criteria, which we can call as Jerusalem criteria that would make us live together. Another thing is the idea that Mr. Rasmussen put forward, which is the Bosnian Model as a solution. But I believe that was left in yesterday’s agenda as a controversial model. However, as it was mentioned in the previous two speeches and by Mr. Mujeeb R. Khan, the real solution lies under the historical process even though, the historical process is said to have five different conflict zones. This means, the biggest need in the area is democratization. It analyzes the Middle East causes of social and political conditions from a historical perspective and also within a historical perspective. For some, this proxywar is like a global civil war. As Mr. Rasmussen stated yesterday that it was not quite possible to name the wars waged in the area as a civil war. These are mostly referred to as global civil wars or as proxy wars in international politics as Mr. Obama stated on an occasion. Of course here, we are talking about an area that has long lost its stability. This stability that the Ottoman Empire achieved in Caucasia and the Balkans was global in historical terms. This stability obviously vanished after the World War I. The democratization process in the five conflict areas should be observed and followed up carefully, as Mujeeb R. Khan stated. From the sessions of yesterday, we know that there are some serious problems; the democratization process, the processes for equal gender rights and equal education rights are left incomplete. These are all closely connected to the democratic process. Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN Marmara University / İstanbul He is faculty member of the Department of History at Marmara University. His research interests are History of the Modern Middle East, Arabian Gulf, Arabian/Persian Gulf Studies, Ottoman History, Ottoman Empire. Besides his academic research on Arab-Turkish Relations and North Africa, he is the president of the Association of Researchers on the Middle East and Africa (ORDAF). Prof. Dr. Zekeriya Kurşun appears in numerous scholarly articles, books and academic papers. kalmec.hku.edu.tr did not blame Sisi and ignored a massacre which was worse than the one carried out by China in the Tiananmen Square Our second speaker, Marmara University academic member Prof. 37 Symposium Agenda Dr. Zekeriya KURŞUN will bring into the agenda the geopolitics of Persian Gulf and the shortcomings of Saudi Arabian politics in the area. Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN: When we look at geopolitics in general, history, geography, demography and the resources in the mentioned area define it. In this way, when we look at the Persian Gulf we are looking at an area that is situated in the south-east of Gulf of Arabia and Iran and in reference to the Arabian Sea, the 965 km long waterway that connects the Hormoz Strait and the countries that have flocked around it. This passage is the main route of trade routes that goes from east to the Mesopotamia and through there to Europe, which is called the Spice and Silk roads, which have always been open for international dominance and the turmoil that follows. This is the reason why Iranians refer to it as the Gulf of Persia, yet Ottomans referred it in a more neutral way as Persian Gulf after settling in the area. But the mentioned region is insistently referred to as the “Arabian Gulf ” by modern nations. The time period that defined the nations and their economic around the Persian Gulf became the most indispensable resources of the area. Fishing, as one of the prominent sources of income followed by the discovery of pearls as a seductive factor in the area has affected the trade. Related to these comes the process of trade goods’ transfer to Europe from India and we know by then trade between this region and Indian sailors was already in place, before Europeans even discovered India. In a nutshell, this area has history and traditions in trade. The area was also the centre of attraction in the whole world in 20th century because of oil reserves. In short, Europeans conquered the land after the Portuguese, through Vasco de Gama discovered India. Hasan Kalyoncu University As a matter of fact the basic problems start after this time. As the Portuguese and Ottomans settle the western coast, the Dutch and the English become active with the trade they have specifically established in the two countries. After the 18th century the Dutch fall back, then the English try to settle in the region and they expend great effort to influence or take over the area from Hormoz Strait to Kuwait. This effort comes to fruition until the end of the World War II. After this date, after 1947 the U.S.A actively settled in the area and became the root cause of conflict. 38 The tension and conflict between the Ottoman Empire and Europe lasted for decades. This puts forward two theories; the first theory belongs to Europeans in that this is a free area, the Ottomans don’t have a physical dominance or they have a partial/ nominal dominance. It is also seen as a free area from an easily influenced international relations perspective. The second one is that the Ottomans are there physically. When we talk about the Gulf of Persia, we have to say there are two rivers that emerge in Anatolia at the end of the gulf. These [2nd DAY] rivers are Tigris and Euphrates. We are bound to the Gulf of Persia in a way that increases our geopolitical value. Goods produced in Erzurum can be transferred to the Gulf of Persia by these two rivers. The Gulf of Persia is an undeniable element of Turkey’s geographical, cultural and historical depth. This is why Turkey’s efforts of dominance in this area must be understood. Especially, the announcement of the year 2015 as the year of Qatar has utmost importance. There are some things we need to consider such as the western view of the world. First after the British powerfully arrived, as they had concerns toward the Ottoman and Persia, they settled secret negotiations. By this, they name armistice sheikhdoms in an effort to prevent negative effects of piracy and the sort on British commerce in a disdainful way. These are Oman, 6-7 emirates that make up the United Arab Emirates, Bahrain, Kuwait and Qatar. After 1970’s independent nations started to rise. And again, these nations were named as “infant states” in a disdainful manner. The current name that follows is is fund-holder states. All these three periods of time are given in a colonial narration. That is why civil wars should be analyzed in this colonial viewpoint. When we look at the governance of these states in the mentioned area, we see that they are dynasties of 300-500 years long. AhniAyan, the Abhu-Dhabi sheikhdom has been a dynasty there for about 400 years. Alsani which holds the governance of Qatar has preserved a culture there for more than 150 years followed by Bahrain in the same manner for 200 years, and Kuwait for 200 years. There is an immense structure here. Therefore, if you ignore this fact and come to a different conclusion, the problem starts at that point. Saudi Arabia, unfortunately, finished their conversion in 1744. The traditional dynasty became a structure that started to shape in regards of religion and state, which brought the two modern Saudi Arabian dilemmas. The Saudi Emirate, which is defined as a state called Wahhabi State after having formed alliance with Muhammed Bin Abdulvahap, continued for some time and then collapsed only to rise again in 1902 to be actually based on a state in 1930, is unfortunately face to face with dilemmas. Many others claim that the other small states near the Gulf are in more of a danger. However, I claim exactly the opposite. Saudi Arabia is in more of a danger and this danger originates from both their inner dynamics and the combined religion-state governance structure they currently have. In brief, there are many factors that define the inner dynamics of Saudi Arabia. One of them is the initial Muslim Brotherhood Movement that took place in 1930s in Saudi Arabia itself; it is the primary force of the establishment of Saudi Arabia. It acts both as a military power and as a religious missionary group. After the nation was established, King Absuud has minimized its effects by coordinating with the British. After that process, there has been a serious inner conflict ever since. This conflict was somehow managed to overcome, thanks to the welfare that Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: What attracted my attention was the “free area” matter. Physically, the Ottoman Empire had a force that stabilized the Middle Eastern states but there was a free area. I believe, one of the reasons of conflict today will be this free area. My next guest is the Turkish Coordination and Cooperation Agency Coordinator, Mr. Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK to evaluate and inform us about the last 100 years of the Middle East from the point of view of Baghdad and Cairo. Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK TIKA (Coordinator of Turkish Cooperation and Coordination Agency) / Ankara He is a graduate of Bosphorus University’s History Department. He completed his MA at Mimar Sinan Fine Arts University in 1997 and PhD at Marmara University in 2001 where he became an “Assistant Professor” in 2005. Since 1995, he has been giving courses at history department of Mimar Sinan Fine Arts University. Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK appears in numerous scholarly articles, books and academic papers on 19th century Ottoman History, period of Sultan Abdulhamid II, the Middle East and Egypt. He has been Libya Coordinator of the Turkish Cooperation and Coordination Agency (TIKA). Prof. Dr. Süleyman KIZILTOPRAK: The last century of the Middle East started with a problem and this problem hasn’t been solved yet. The weak administration, unhealthy governance and the corrupted system are continuation of the unsuccessful establishment that started 100 years ago. One guiding idea would be the analysis of the past governance with its flaws and shortcomings to ensure the viability of future systems to be put in place. The system that the Ottoman Empire took up for the region, while in domination for 400 years can be criticized in many ways, yet we don’t see conflicts similar to the current ones. After 19th century, when the area got in the scope of European Expansionist Movement, we start seeing the rise of such problems. The Napoleonic invasion of the area in 1798 can be seen as the first expansionist movement initiative towards the area. This interest of Europe in the area brought with it great disturbance in the social structures, production policies and culture of people in the area. This disturbance resulted in an explosion of problems that have been riddling the area for decades. Arabs are usually considered as people who live in Africa and Syria, Palestine, Iraq and in the Arabian Peninsula. Although Arabs in the Arabian Peninsula are very different than Syrian, Palestinian, Iraqi and Jordanian Arabs, they continued to remain as the old Ottoman provinces in terms of language, culture and economics. All Arabs actually constitute one race. Although they were separated after the World War I and rose up as different countries with different ways of governance and system, they owe their close connection of culture to their communication and development in education; as it was centuries ago. This is said by Admiral Nuri Sait Pasha in a report to the British Foreign Ministry in 1948 when he was expressing his opinions on solving the problems in the Middle East. When we look at the area, we see once again the problems that come from divided nations as it was explained by Nuri Sait. Nuri Sait says and I quote: “Combination of Syria and Iraq as a federation can only be successful if the minorities there have a semi-dependent, yet a strong regime like a canton. Only if the cantons there are given similar rights that were given to minorities in Lebanon during the Ottoman rule, and if they are protected under a strong rule, these nations can survive”. Prime Minister of Iraq, in 1942 claims that, the system doesn’t work in either Iraq or Syria and claims that the current divided and weak government structure cannot protect the people or provide necessary service. In addition, he says that this is a synthetic government. You established four different governments on the lands of Syria, Lebanon, Palestine and Jordan which were tied together to one province of Damascus in the Ottoman Empire. This structure will not work and sect wars that are similar to the ones that started in 1860 will start again. The nation-state promised to the Hebrews will not live in this land. If you wish to do so, first of all establish a federation to gather all the Arabs under one roof including Syria, Iraq and the Arabian Peninsula. While doing this, Nuri Sait was on the side of the British. He brings up this solution while also considering his friendship with the British. We will give you the same advantages that the other nations of Common Wealth gave you as long as you do not establish a weak structure that will govern the Arabs of Arabian Peninsula, Syria and Iraq. The most major problem in the Middle East is that there are some very precious underground resources in the area and there kalmec.hku.edu.tr brought rich petroleum reserves until 1990s. However, this gave a rise to another viewpoint afterwards. We define these as the “New Muslim Brotherhood”. This New Muslim Brotherhood actually, is the group that successfully circulates the idea we know as “Salafi” on the international basis. This Saudi Arabia-London based movement, in a sense presents the dilemmas of Saudi Arabia. A lot of antipathy is shown to Saudi Arabia in international arena due to the activities of all Salafies. The other most important group is the Shiahs. About one million Shiahs live in the eastern part of Saudi Arabia, being in close relations with Iran. In fact, the real problem between Saudi Arabia and Iran is this. The problem they have with Shiahs hasn’t been solved due to the interpretations of Wahhabisim and this is the reason why it is in danger. Reformist Shafiis and Liberals are today the source of inner conflicts or problems. The other dynasties have in time adapted a more tolerant policy and renewed themselves, where Saudi Arabia was trapped in inner conflict, and therefore having a position against the ISIS, as well as forming its base. Thank you. 39 Symposium Agenda Hasan Kalyoncu University is a western world that wants to dominate the energy sources. The Arabs have a conflict among themselves resulting from their differences in sects or ethnicities. The issue here is that how these problems of conflict can be solved? And, the main concern of all Arabs is what kind of government Palestinian Arabs will achieve during this process. Until the problem of Palestinian Arabs to have a country of their own is solved, problems of Jordan, Lebanon, Syria and Iraq will not be solved and even in Egypt, the main policy that Nasır has taken up after being allocated to his new position is to find a solution to the Palestine problem. In this perspective, Egypt has always had to intervene at wars such as the 1956 crisis, 1967 and 1973 wars. When Egypt withdrew due to Camp David pact, all Arabs took Egypt out of the Arab League. And still, there is no Arab nation that can take initiative to solve the Palestine problem today. After every Israeli assault, Palestinians wait for humanitarian aid from the Gulf Nations. The reason behind this is obviously to rebuild their country. 40 Today, the most important difficulty in finding solutions to the problems in the Middle East is that new petroleum reserves are found in the eastern Mediterranean. Who will make use of these reserves and how? In Leviathan area, and Tamar area, where the natural gas resources exist, there is gas of trillion cubic meters. Israel suddenly changed its Gaza policy on the use of these resources; while it was an issue during the time of Ariel Sharon to give autonomy to Gaza or not, Israel gave up this policy suddenly. We are not so sure about the future of Gaza, where one million people live. Naturally, Israel wants to use all its potential in order to transfer the energy resources from that area to Europe safely. They want Gaza to benefit from the area. That leads to a fall in the petroleum prices in the world. How does this price fall affect the peace in the region? Financial aid from the United Arab Emirates, Gulf countries and Saudi Arabia is a matter of discussion in terms of public improvements in Gaza and the support of the regime in Egypt. Without this aid, not only the public improvement in Syria and Palestine is under danger but also weaker Arabian countries such as Egypt, Tunisia, Sudan, and Somali need financial aid in order to survive and have a sustainable system. Their support will be reduced and in the near future, bigger conflicts might break out in Middle East. If Bosnian model, which Rasmussen talked about, would be applied in Syria and the Middle East, the future of the Middle East would be expecting big conflicts. When Egypt and Sudan were divided into two parts in 1956, Egyptian streets were all crowded with people shouting “Egypt and Sudan cannot be divided”. In 2011, Sudan was divided into two parts. East Sudan, which was richer in terms of economy and underground resources, split from Sudan. These are the areas that Nile, which is very important for Egypt, emerges. Although this was an issue effecting directly Egypt, it didn’t become the main topic of conversation; and Egyptian streets were full of revolutionists. Tahrir Square was busy with overthrowing Husnu Mubarek. One year passed [2nd DAY] with the demonstrations supporting Sisi, but Egypt didn’t put the separation of Sudan on the agenda. In order to have a bright future, Middle East countries must adopt a peaceful approach to solve their inner problems themselves: The relationship with the West should be conducted by modeling Turkey, both in democracy and economy. Do we express an opinion on the developments in the Middle East, or, by talking about cooperation, do we desire a silent and passive Turkey which the West presents as a solution? We have to understand it well. I hope the ones who predestinate the region will take the facts of region into consideration, and see it clearly. I hope they will find a solution that will save them from enticed and deceived feelings in the last century. I think I am a bit pessimist about the Middle East. Thank you. Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Couldn’t certain countries be founded in the Middle East after World War II when stability was destroyed? Or, the authoritarian administrators can freely act because the countries are weak? What the Middle East needs to do is to make modernization real, isn’t it? In my opinion, in order to bring peace, the Middle East should be open to democracy and reforms, otherwise conflicts will never end. Now, our fourth speaker Prof. Dr. Ahmet Seyhun from Winnipeg University (Canada) will cover the Middle East issue from an Islamic point of view.. Prof. Dr. Ahmet SEYHUN The University of Winnipeg / Canada He received Bachelor of Law degree from the Istanbul University, Masters degree in History from Bogazici University and his Doctoral degree from McGill University (Institute of Islamic Studies), Canada. He is an Professor of History at the University of Winnipeg, and teaches History of Islam, History of the Ottoman Empire and Islam and the West. Prof. Dr. Ahmet SEYHUN: I will talk about the movement in the Second Constitutional Period, especially, Pan-Islamism movement, the thinkers of this movement, the roots in 1900s of what is happening today in the Middle East, the intervention of the West to this region, the decline of Ottoman Empire and the establishment of regional countries. 1908 was one of the milestones of both Islamic, and Ottoman history, and also the history of the region. In 1908, Abdulhamit was not dethroned. It was in 1909. But Constitutional Monarchy was declared in 1908. With the declaration of Constitutionalism, lots of political movements which were under the censorshipof taken from the West cannot flourish in Islamic lands because the environment is totally different. The second one is the question that Islamic scholars always ask; “Why did Islamic World fall behind?” Once upon a time, Baghdad was the center of the world. What all the writers meet on a common ground is that “We fell behind because the rules (that our religion ordered) were not carried out properly. This means that Islam was a religion, which was immensely advanced and open to innovations. However, after some time, the doors of ruling case were closed and it was entered into the corruption period. This was discussed in the parliament as much as the ‘Law on the Maintenance of Order in 1925.’ It was written until that period. Thank you. Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Assoc. Prof. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ will explain his thoughts about Turkey’s DecisionMaking Authority over Syrian Civil War. Doç. Dr. Ali Serdar ERDURMAZ Hasan Kalyoncu University / Gaziantep He is a graduate of Turkish Army War College. He completed his MA and PhD in International Relations. Also, he holds a second master’s degree in Executive Management and Human Resources. He is a Faculty Member of Department of Political Science and International Relations at Hasan Kalyoncu University. Assoc. Prof. Dr Ali Serdar ERDURMAZ: The problems are the actors in Middle East, their problems and solutions. If we narrow the actors over Syria, we can see only one Syrian regime that represents the government. Apart from that, we all witness that non-state actors are actively creating a chaos in Syria. What I want to present here is that, which of the actors could win and take control and how Turkey would be affected from this. Which actor should be supported to realize Turkey’s international benefits? In which direction should our policies be? I will try to present it in a mathematical way. We will use TOPSIS method here. Because, for an ideal solution, I consider approaching this issue significant with a technique of ranking preferences through simulation. When we have a look at the actors, in fact, PYD’s winning will be under consideration or The Free Syrian Army (FSY) has changed, now the Revolutionist Committee Council was founded in Gaziantep and they are functioning effectively. It seems likely for ISIS and finally Assad’s regime to win in Syria. These are the results that we will be focused on. By the way, if we have a look at Turkey’s national interests, regional stability is very important for us; avoidance of separation and refugee raids are effecting us. Limiting or ending this is of importance. It is desired to see changes such as making a regime change, destroying Assad regime and forming a new unitary regime which is democratic, respectful to human rights and accepts the superiority of law. Unitary structure is a kind of structure which prevents separation. Lastly, from the viewpoint of Turkey, limitation of Iran’s influence is within our national interest. There is a ranking of priority of these interests in accordance with kalmec.hku.edu.tr Abdulhamit till the declaration, found an opportunity to express themselves. From the previous writers of 1960s and 1970s, writers such as, Serif Mardin made certain differences for these movements. For example; Turkism, Islamism, Westernism, Ottomanism... Today, we look at these from a different view. What we see is these movements were influenced by each other and there was a constant exchange of ideas among them, which laid the foundations of democracy for the region. In the Ottoman Empire, the first parliament was opened. The first Constitutional Period was short-lived. The Ottoman-Russian War broke out. The parliament was reopened in 1908. Unionists and Young Turks were like a coup for Abdulhamit. However, ultimately, all these groups participated in politics. I didn’t separate that period from the Republic. In the last book that I wrote, I combined the Ottoman Empire with the Republic. I analyzed the ideas of thinkers such as Mehmet Akif Ersoy, Salih Haim Pasha, Mehmet Ayni, Mustafa Sabri, Shaykh al-Islam Mustafa Kazım, and what I saw was that the democratization efforts in that time, in fact, were very important and they were the issues that referred to today’s problems. For example, this is an important issue that the writers labeled as Islamic focused on. Nationalism is an artificial movement that came from the West, and would be applied to Islam. The West’s historical evolution is very different from its Islamic one. It was shown that a system which works in the West might not work in the same way in the East. This was first brought forward by the thinkers who we call as the New Ottomans such as Ali Suavi, Namık Kemal and Ziya Pasha. Later, it was Muhammet Abhu and his period because of his good command of Arabic. These ideas were posed by Namık Kemal and his friends in 1860. There are two important ideas here; the first one; the institutions 41 Symposium Agenda their importance. A number of values will be given by decisionmakers with respect to their recognition and these values, in fact, can be set by different decision-makers. People, who follow foreign policy with a certain basis and Syrian policy will more or less deduce the same results. Here, the best option is shown as Condition 1, and the worst one is shown as Condition 5. While preventing separation and regime change are our first priority, activities of terrorists and ISIS’s winning, which is Condition 5, is the worst scenario for us. Based on that, we made an assessment for all the actors. For PYD’s winning in regional stability, regional stability is handled in two ways; because stability can be provided. However, considering the other factors, which are oppositions, will have an impact on there, providing a wholly stability is impossible, risky stabilities can be provided, and there won’t be a poor and bad stability. But ultimately there will be separation and division. Refugee area will be widely prevented. There might be a regime change but there will be Assad’s resistance against this regime change. Iran’s effects can be relatively limited. In case of ISIS’s winning, regional stability is also handled in two ways, because PYD will resist this time. It is evaluated that separation will be definitely prevented. There will appear a way towards unitary structure. It is thought that a democratic structure can be formed in Syria. Refugee influx will be widely prevented. Also, there will be absolutely a regime change because Assad regime will fall down. It is also thought that, Iran’s effects can be limited to a large extent. ISIS’s winning is seen as the worst case. There won’t be any regional stability. There will be a total separation. Conflicts will continue. Refugee influxes will continue until the last times because everyone will escape. Especially when we consider Aleppo, we think there will be a serious refugee influx. Regime change will be a discussed topic for a while, but it will face great resistance. Hasan Kalyoncu University In case the last regime’s wins, it is thought that regional stability will be extremely poor; there will be a separation in the end because if Assad wins oppositions and PYD will resist to this situation; there will be continuous crises. Refugee influxes will be in great numbers and there will not be any regime change because if Assad wins he will dominate the whole region. It is thought that Iran’s presence will also be high. 42 Based on these evaluations, when we look at the foreseeable changes of Syrian civil war in relation to Turkey, we demand a regime change; the disposal of ISIS is one of our main targets. The loss of the regional control with terrorists getting stronger is very important to us; avoidance of separation is one of our priorities and Iran presence should be limited. If we apply 6 degrees of TOPSIS method to this situation, the following results [2nd DAY] appear; The Revolutionist Committee Council being supported by Turkey is very significant; as for the regime change, the best solution is to support the oppositions. Second best solution is PYD’s or PKK’s winning. ISIS declared its area as sovereign, and in case of its evolution, a new Islamic regime is inevitable and with Assad’s winning through a victory, it will be impossible to change the regime. If we have a look at the annihilation of ISIS; again, it is a basis to support the Free Syrian Army because FSA will be destroyed in case of Assad’s winning, and afterwards by supporting the Kurdish structuring ISIS might be cleared, which is the third action. What is important for us is to prevent the hegemony of PKK or PYD in the region after the clearance of ISIS. This is a very important issue for us. In this case, clearing ISIS is to Turkey’s interest, the best option to change the regime is to support the oppositions. Subsequently, Assad’s winning might realize this. As we see ISIS as an extension of PYD and PKK, we accept it as a terrorist organization. Another factor to prevent the separation is the success of the opposition’s being supported, which is the best option. Later, Assad’s winning can be prevented. Following this, support for PYD can bring a solution to this situation. Lastly, the limitation of Iran’s effect; if the opposition sets a unitary structure and gets enough support, Iran’s effect relies on Assad’s winning. According to these results, Turkey’s political approaches are correct. Definitely and transparently, our government policies want to do everything to support the oppositions in Gaziantep and want the West to act accordingly. However, the consolidation of PYD groups has been produced as an outcome by the USA as well. Actually, the goal is the same. First, ISIS is needed to be swept away following the regime. Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: It was an unusual presentation. When we consider it mathematically, we will have taken an easier step for the peace process. Now, Dear Assist. Prof. Dr. Vehbi Baysal will present the notion formation process in the Middle East countries and the denominational conflicts within this period. Assist. Prof. Dr. Vehbi BAYSAL: These kinds of meetings point out for one thing; America is not under every stone. Therefore, it needs to be considered from different aspects. The borders for principles drawn in the Middle East are not actually their decisions. The Arabic nationalism outlined a map for themselves by putting the Arab Peninsula and North Africa at the forefront, but it didn’t happen. However, what differs if the borders of these countries, which did not draw their borders, change? There weren’t already any virtual borders between Egypt and Iraq. ISIS, which was controlling the Rakka region for almost a year used to collect tolls in this region. Damascus in “Iraq-Damascus” state which is History, Yeditepe University / İstanbul He is a graduate of Istanbul University, Department of Eastern Languages and Literatures. He completed his “MA” in Arabic Language and Literature at Jordan Yarmouk University and “PhD” in Middle Eastern Studies at University of Manchester. He is faculty member of the Department of History at Yeditepe University and board member of the Association of the Researchers on the Middle East and Africa (ORDAF). ISIS in short is “Bilad-ül Damascus” region involving Turkish and Saudi Arabian borders. It is the major threatening region. What is special with this region? It has become a turning point after the foundation of Israel in 1948. Scenarios about what can happen in the Middle East after the 1907 war were written. One of them was the Arabian-Israel war, but it failed. Then, there could be the “Palestine-Israel war, which failed as well. “Water War” was the final point. There are Golan hills still being occupied by Israel. It is strategically important for Israel. This is the water reservoir for the Middle East. Managers were requested for the foundation of these kinds of stations. One of them was quitting elitist approach and founding a new army system in which ordinary people could take higher positions in the army as well. It was somehow accepted. However, as soon as these ordinary people were taken a higher office, the first thing they did was to demolish the ones by whom they had been promoted. 1950s and 1960s are these years. Iraq, Egypt and Libya are full of these people. Accordingly, there isn’t any army against external threat in any Middle East country; all armies have been organized for interior threats. The ones who are in charge of the army are all relatives. Ordinary people are made sure they do not have high positions.. The army in Syria is arranged not for external threats but for demolishing the regime. Therefore, there aren’t any other choices apart from opening fire. So, what is the importance of the geopolitical position of Turkey for the Middle East? There is a 850km frontier just with Syria. Rasmussen was reflecting on the West opinion. Due to this, the absence of the development of democracy and social, economic and political causes enable the increase of the terrorist organizations such as ISIS. If this is right, based on a research by Western University in England, how can you give an explanation for 4.500 English citizens’ joining the ISIS? In addition, what about the ones attending from Denmark, Germany, France and Belgium? It is not possible to explain an organization which has appeared regionally. ISIS is a good example of it. Actually, we need to have a look at how Westerns are unskillful. Firstly, I want to adduce Libya. In Libya, it is decided for the US Security Council to hinder Kaddafi from bombing his citizens with his war crafts. Right after Turkey’s policy is being criticized as wrong in the Middle East. Well, what is wrong about Turkey’s policy? The reason for this is not being specified. Turkey embraces all the guests from Syria. And one of the delegates from the UN just says “You are doing a good job!” and leaves. Is it possible? If Turkey wanted, it could close its frontiers and make the issue turn into humanitarian plight but it didn’t do this. Authorities do not mention this; it doesn’t mean that Turkey is incapable of doing it. Thank you very much. Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: He presented concrete and current issues. Now our sixth speaker, Dr. Lütfü ŞAHİN, will discuss inter-sectarian conflict in the Middle East. Dr. Lütfü ÖZŞAHİN Theolog / İstanbul He is a graduate of 19 Mayıs University, Faculty of Theology. He completed his MA in the History of Religions and PhD in History of Philosophy at Marmara University Institute of Social Sciences. He taught both at public and private schools. There have been more than 200 articles published in national publications and political journals. Dr. Lütfü ŞAHİN: First of all, the Middle East is a problematical notion. It does not exist with regard to our own civilization. It is also a Eurocentric notion. There is a “Middle East” for the West. According to the Hegel approach, if it is you defining the country you live, it means that you hold the power. Although we have a big historical background, we cannot say that we have a historical consciousness. Another issue is the nuclear power of Israel. Israel has enough nuclear power to hit İstanbul and Tehran. Some international collusion cannot cover up the realities. The issue between the East and the West is a challenge. Actually, there are not any concepts like this in our civilization. These are imperialist definitions. All the humanity and civilizations cannot rely upon the West. In history, Islamic world challenged Western Europe about many issues. Today, Turkey challenges the West with its political and economic development. While responding to Iraq and Syria, Turkey wants to go back to the region. This is indeed a kind challenge. These historical consciousness and deepness have kalmec.hku.edu.tr Yrd. Doç. Dr. Vehbi BAYSAN this accord, France and NATO started to bomb the area . Last summer, Obama stated in his speech that they would bomb ISIS. USA soldiers were also not to step on the region. So, who were going to solve this issue? Local forces for sure. Turkey intervened at this point. Accordingly, the West was not skilled in producing a solution. 43 Symposium Agenda been considered by the westerns. Despite the westerns, Turkey cannot be senseless for the things happening in its region. It cannot be thought that it doesn’t have a say about the land it has been ruling for 400 years. If the border of Turkey starts with Hatay, its strategic borders start with Jerusalem and Bagdad. Bagdad’s being hung by a thread means that Gaziantep and Diyarbakır are hung by a thread. Bosnia and Azerbaijan are also two of our strategic borders. The West may like our government, but international relations are not grounded on the concept of love. Finally, the democracy export of the West is totally eye service. Where was the West during the coup in Egypt? Also, there is no problem between the Bass regime and Israel. These dictator regimes are needy to each other. [2nd DAY] Abdullah DİLSİZ AFAD (Prime Ministry Disaster & Emergency Management Authority) Abdullah DİLSİZ: Now it is an emergency case because we do not have peace ahead. And there has been an enormous movement of migration from Syria since 2011. From this day forth, the number of Syrians here are 1.750.000. 225.000 of these guests are accommodated in tents put up in our ten cities. Their needs are met within the bounds of possibility. About 50.000 trainees are educated in various training courses. In the Health Sector, these guests can be treated in about 500 polyclinics where 84 local and 20 foreign doctor serve. According to the US standardizations, the approximate expense is 5 billion dollars. It is pretty a good amount for the development of this country. And, since June 2014, there have been movements in Iraq as a result of the attacks by ISIS. 20.000 people including Yezidis have come to Turkey as refugees. Various housing and welfare activities are in progress for them. Nevertheless, Turkey built and opened two camps of 32.500 people capacity in Iraq; one in Zaho and one in Dohuq, using its equities. The number of humanitarian aid trucks is 626. Hasan Kalyoncu University Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: Actually, after the 7th century when Islam started to spread, the politics in the region has started to improve. In the 20th century, especially Fascism is the aspect in which Imperialism is mostly effected by. That is to say, the Middle East is the area which the West segregated. The conflict of the Middle East is affected by the West to some extent. There is technological recession in the 21st century. There has not been an improvement because of status the Middle East appearing in academic books. Now, our young brother from AFAD is going to give his speech. He is going to talk about the population movements towards Turkey and the accommodation of immigrants. Now please accept Mr. Abdullah for his speech. 44 In addition, we have to maintain their psychological well-being. We are working on restructuring the future of these people and rebuilding their society. We are in the position of adapting these people to social life. I want to make a suggestion; we are trying to generate an idea for planning their future in their country. However, I think that universities and civil societies need to carry out a feasibility study by gathering professors, doctors and academicians together. Thank you. Moderator Prof. Dr. Edibe SÖZEN: I’d like to thank all the speakers individually. When the proceedings of symposium are published, the product will be invaluable. Now it is the end of our session. Thank you all. 4th Session Hasan Kalyoncu University Convention and Culture Center, Gaziantep Ways of Searching and Suggestions for Solutions of Middle East Crisis In the light of the conclusions inferred from the last session of the symposium entitled ‘Suggestions and Search for Methods for the Resolution of Middle East Crisis’, the future of the Middle East will be discussed, and suggestions for the resolutions will be presented accordingly. This session will be moderated by the rector of Gaziantep University Prof. Dr. M. Yavuz Coşkun. Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN Gaziantep University Rector / Gaziantep Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: The Middle East issue is being discussed considering all its aspects, blood, tears, and grief. Many speeches have been made focusing on the problems and the relevant resolutions. The speakers were very qualified in their fields and could put forth helpful suggestions for resolutions. It has been clearly seen after the speeches of Rasmussen and Vice Prime Minister Numan Kurtulmuş that there are significant differences in the Middle East, though there is some correspondence between the viewpoints of Turkey and the West. Now, I am inviting Professor Dr. Hakan Yavuz from the University of UTAH to the stage to make his speech. kalmec.hku.edu.tr He received his MD at Faculty of Medicine, Uludağ University and holds a PhD in Child Health and Disease. He became Professor in 1996 at Gaziantep University. He is Rector of Department Of Child Health and Disease, Division of General Pediatrics. 45 Symposium Agenda Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ The University of Utah / USA Yavuz received his earlier education in Ankara, Turkey, graduated with BA from Siyasal Bilgiler Faculity, Ankara. He received his MA from the University of Wisconsin-Milwaukee and spent a semester at the Hebrew University, Israel and received his Ph.D. from University of Wisconsin-Madison in political science. He is an author of more than 30 articles on Islam, Nationalism, Kurdish Question, and Modern Turkish Politics. Hakan Yavuz is a Professor of Political Science at the University of Utah. His current projects focus on transnational Islamic Networks in Central Asia and Turkey; the role of Islam in state-building and nationalism; and ethno-religious conflict management. Hasan Kalyoncu University Prof. Dr. M. Hakan YAVUZ: The speeches made yesterday and today have focused on the international system and the problems caused by the communities in the Middle East, as it is a resolution symposium. The main reason of these problems is the colonial policy, which has been posed by the international system itself and the problems caused by the state systems developed within the colonial policy. However, in my opinion, the problems occur on an individual basis. It is related to the people’s identities and presences. In other words, blaming the state and considering it in terms of the international system is important. It should be handled within this framework. Another complementary factor and maybe the major one is that there is an identity crisis in the Middle East. 46 This crisis stems from having too little or lacking necessary and sufficient moral structure. I have seen that the religious systems are not efficient enough to be a moral community in the western world after a great struggle, and I have found out a conclusion statement on the secular moral system, secular philosophy of life or human rights, which will lead people to a more immoral direction. Unfortunately, we are all very far from the Middle East. Due to this reason, there is an identity and personality crisis in the Middle East. Another reason is the historical process which the Middle East has gone through. However, in my opinion, it is necessary to see the gap created by the Middle East and the serious lack of cultural and religious reform movement in the area, and its effects on the identity and personality crisis. This is what I want to state in brief. For the rest of my speech I will try to support what I have said on the crisis in the Middle East and the weaknesses of the states, and the dictatorships of the states. These are the major factors. However, it should be emphasized that there is identity and personality crisis. When we consider the international Freedom House survey, the most severe cruelty is unfortunately seen in Middle East communities. It is crucial that the reasons for such an outcome should be discussed. Why are the Muslim communities the first [2nd DAY] in rank in terms of crime rates and violations of human rights? Also we, as Muslim communities, are the first in rank in terms of family violence, street violence and neighbourhood violence. This situation is also seen in some Latin American states arising from different reasons. One of the main reasons is the morality. This has always been tried to be solved only through religious sources, however, it is clearly seen that other sources are needed on condition that religion is placed in the center. The other sources should be chosen from philosophy, especially secular morality on the basis of human rights, even changing the religious morality into a secular one. The process in the West is similar to this one in some aspects. In other words, making Hegel Cartoon’s religious morality secular as possible and reflect it on the public domain. One of the major problems in these communities is the public sphere and private sphere. We have a perception of morality which is mostly centred on the honor in the family. We mistakenly perceive the public sphere as a place where there is no morality or no religious fear. This situation is being tried to be solved by law, but it is not effective enough and it causes new problems to appear. When we consider our position in terms of international standards, we can say that we as the Turkish community are in a good position, but not a very satisfactory position. Among the other Muslim communities, Turkey is a model in terms of democratization and human rights. As it was mentioned by Prof. Dr. Ahmet, the arguments between Muslim intellectuals such as Namık Kemal and the Reform movement intellectuals are very crucial. What is involved in these arguments is an effort of creating a public morality by using Islamic sources. They put on a great effort, but they could not succeed at all. The universities have an important role for this issue. It is so wrong not to teach moral philosophy at the universities in addition to religion. Unfortunately, the universities either do not have a philosophy department or they were closed down, so the universities could not meet what they were expected to do. I hope they can in the future. However, the time is so limited. The Turkish community was introduced to modernization very late. Even the introduction to capitalism started in 1983 after Turgut Özal’s policy of neo-liberal economics. We learned about modernity through consumption, but not through production.. We were seriously affected by the desire for consumption which was exposed by modernity, since we did not have a strong moral structure to resist this desire. In other words, we tried to create an identity with the consumption desire of modernity. We tried to find an identity from the products that we consumed. The result of this situation was that we had a lack of morality which was created by modernization. The enrichment in the West is a different one which appeared after the Industrial Revolution. It needs several generations to pass and requires a serious moral discipline. However, this enrichment Since 2002, Turkey has had an economic boost. This boost was so quick that we tried to connect modernism to malls. That is, these malls also brought an Islam-mall system based on consumption. After 2002, universities and faculties of theology have not been able to put forth the necessary moral discussion and the system of moral thoughts within this market economy. As a result, since 2002, even 1983, with Özal’s revolution we have made an important progress. We have built skyscrapers and while doing this, we have made our souls smaller. In my opinion, in contrast to the economic development, there is a big gap in Turkish public morality and there is a serious damage in our social structure. One of the reasons for this is that we have experienced a fast development. People did not have enough time to handle all these together; 10 or 20 years is not a long period of time. I hope Turkey develops a public morality which will take away this moral deprivation. I think that, we are starting to be more Balkan in terms of economy and class differences. We need to see this negative aspect as well. Thank you. Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Mr YAVUZ has drawn a portrait of confrontation. He mentioned that the basic moral philosophy and the humanitarian moral understanding in the Middle East communities have not been perceived properly, that the religious references have not been told and understood enough, and that it could not be guaranteed by another social agreement. He also mentioned that, there has been a serious problem in the meeting point of modernity and Turkey, and that even though there is some progress in modernity in terms of economy, this modernity could not be realized culturally and socially. Now I would like to give the floor to Assistant Professor Doctor Esma İGÜS from the University of Mimar Sinan. She will cover the Middle East issue in terms of culture and art. Assist. Prof. Dr. Esma İGÜS Mimar Sinan University / İstanbul She received her BA degree from İstanbul University, Department of Literature and Art History, MA degree in Museum Studies from Yıldız University. She is a faculty member of Mimar Sinan Fine Arts University. Her research interests are History of Ottoman Art, late Ottoman period, 19th Century Ottoman History and Politics of Education. Asst. Prof. Dr. Esma İGÜS: I will approach the Middle East as an architecture/art historian. ‘Fire gardens of Babylon’ is truly on a serious fire in terms of culture. Since 1990s, the cultural areas have been plundered and there have been cultural genocides in the Middle East and Mesopotamia. It is better to start by saying that the common memory of human beings is the Middle East or Mesopotamia. We can see how this area which has the longest history of humanity has been suffering from losing its historical and cultural identity because of political instability and wars. Thus, it is clearly seen how this movable and unmovable architecture is being destroyed very fast. The heritage of the Middle East dates back to the Lower Paleolithic age and has been hosting a wide range of cultural heritage. In brief, the history of Mesopotamia is also the history of humanity. Mesopotamia was and is an area which has a cultural heritage, a unique site, and a historical value of identity. However, the chaotic and political environment since 1990s, has damaged its cultural heritage. For this reason, the concrete and abstract heritage of the area should be protected. Cultural heritage is considered to be common for all areas as it is transferred from generation to generation, and is to be protected carefully. Hammurabi rules are a kind of heritage from the past. In 1258 the invasion of Baghdad by Mongols was also a kind of cultural invasion. The devastating effect of the invasion on people was claimed to be the plunder of the Baghdad library by Mongols; millions of books were thrown into the river Tigris, and the water of the river overflowed with ink. For the last twenty years, the cultural heritage of the area has been plundered continuously. To prevent this kind of actions, it is crucial that a public awareness should be raised. Thank you. Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Our third speaker Ali EL-HUSSEINI from the University of UTAH will talk about the Middle East in general. Ali EL-HUSSEINI: As far as it is seen, the NATO zone and the rest of the world are now very interested in ISIS. This has become a very important issue for the West. However, for us there are some more important issues. Nobody has a realistic solution for this kalmec.hku.edu.tr in our community took place in the construction sector, in other words, in a certain generation. This situation caused some problems as well. The bourgeois class in the West was supporting the foundations, which would help create the moral structure necessary for itself. On the other hand, the bourgeois class in our community is different from the one in the West. Since 1923, at first, the government has tried to create a bourgeois class, but it failed to put forth a national value. After 1983, for me, Özal was a turning point. The time of Özal was very crucial in terms of economic reforms, private universities and private radios. The result of these developments is the period of AKP. In the background of today’s AKP, Özal’s ideas and revolutions can be seen. Since everything developed very fast in the time of Özal, the moral and normative aspects have always been ignored. 47 Symposium Agenda problem. There is a crisis about this issue and it is still going on. In the Middle East, North Africa, and the whole region, Turkey is on the way to be a cure and solution. I want to mention the origin of this problem. How did we end up here? I would like to see Lebanon as a micro-cosmos. Probably, I will go through some ideas that have been put forth by the other speakers because their suggestions are partly correct, but do not exactly apply to what we are saying. Unfortunately, most of us see the West as the solution center; however, they do not have solution. They see us as a cow to be milked. They do milk us and then they do not want us. The fall of Ottoman Empire caused a lack of authority in the region. At the end of World War I, Lebanon and the whole Middle East were determined by artificial lines. Ali El HUSSEINI Political Scientist / Lebanon Hasan Kalyoncu University Ali El Husseini is a Phd candidate of Political Science, Middle Eastern studies at the University of Utah. He holds a Masters in both Political Science and Economics and is a rising expert on Middle Eastern political and economic affairs. Mr. Husseini is a frequent Advisor to the Lebanese Parliament on foreign policy issues and has guest lectured for several top tier Universities. 48 There weren’t such identities before. The Pax Ottomana of the Ottoman Empire held the natural area together for centuries. These artificial boundaries formed these identities, and then we needed to rule these identities. As a result, Lebanon, Jordan, Syria and Iraq identities have been formed which did not exist before. We became hostages of those identities and we started to invest heavily, but it was something we did not understand fully. By doing so, we were unable to identify our legitimacy with who we are and what we did. We had a normative order. Countries which did not exist anymore were formed. As you know, some countries were petrol producers and some relied on petrol. The economy of Saudi Arabia, United Arab Emirates, Qatar, and Kuwait rely on petrol. Therefore, a gap has appeared. There is no improvement in the education system; not only at social level but also at economic level. Europeans benefited from industrial revolution but we didn’t. They had unions. Those unions gathered people. They could overcome their problems and differences. But we had a superficial bourgeoisie middle class, consisted of government officers, and doctors. This unsuccessful government model brought out these circular problems, but it couldn’t produce solutions. No one wants to tackle the Arab-Israeli problem. All the USA presidents talk about that. They share their great ideas with us but at the end of their term, they forget about its existence. All their focus shifts to South Atlantic. The Arab-Israeli issue is gradually [2nd DAY] turning into an Islam-Israeli conflict. The Islam world is gradually started to believe this. They way to gather these people is to create a national identity. Some countries cannot form their own army, as they don’t have their own identity. The Iraqi army spent trillions for 12 years and at the end, all of them deserted and now there are only a few thousands left. One third of Iraq can rule one third of Syria. They all come from Europe. They can do it better than the local and central governments. Today, the Middle-East and the Arabian countries as a whole, all of them will have more problems. Petrol wars will break out as petrol prices are dropping. If World War IV breaks out, there will be a need for power. There is no other power at the moment, which will create peace and welfare period substitute the Western forces in this territory. Our model is more related than the one that Rasmussen suggested yesterday, which is to balkanize the territory. There is a war between Syria and Iraq. This happened in Lebanon, too. International intervention, intervention of big forces is about different sects but there are more sects in Lebanon. These are sectarian, I mean everybody, Christians and Muslims, was fighting. But Christians were fighting with Christians and Muslims were fighting with Muslims. In this respect, Lebanon could be a good example, but it cannot be the only solution. Sectarianism caused civil war. It ended up in Lebanon with Taif treaty, which is sharing power. This is the Lebanese model. This partial treaty authorized everybody to have a power of veto. Different sects share the power in parliament. They say that they don’t want to divide the territory and to protect the different boundaries for unity. This is very important as the Lebanese model can work very well. Lebanon alone needs a key hegemonic power. This power can play a temporary role. It can help in the Middle East and it can help to improve the territory. If we are to repeat, when crises break out over the constitutional monarchy, border integrity, identity, and the nation-state, who is going to play this role? Now Saudi Arabia is supporting some of oppositions and some of ISIS groups. Qatar is doing the same. The Sunni and part of the Arabian world are overtaking this war. Iran is supporting Hezbollah. Syria is supporting its government. The West is only watching. They are pleased with this outcome because they are getting the weapons that are manufactured by the USA, and also they are weakening Iran and this is also weakening Al Qaeda. They are bringing the non-Arab terrorists from all over Europe. They want to make sure that they cannot get out of Syria and they tell them to die. Turkey can play this role as a natural leader, as it has the same model with Europeans which has industrially developed great educational systems. As we can see today, the modernization process, which we don’t have, can build a balance with the local hegemonic power and doesn’t participate in this war. However, if Saudi Arabia and Iran can interfere and gather different powers In the disintegration of the powers that was mentioned by the NATO former-secretary general, the judiciary executive, legislative and judicial powers should be considered in a power sharing agreement. The most important is the economic development. People already participated in different organizations because of lack of economic development. Then the thought crosses their mind that they should join the war since they have nothing else to do. Because of this reason, the Arab Spring has turned into an Arab nightmare. Without real economic development and integration of all the community, we cannot progress. My suggestion is definitely to “Lebanonize” the Arab problem. This hegemony is strong, we can do that. Thank you. Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: In terms of international relations, is there anything like sectarian tension, some other new and artificial formations like ISIS in the Middle East? Or, are they fabricated? We are expecting an answer covering all of these questions. Actually, we talked about the Middle East communities. The Arab spring or the Arab nightmare; how did this happen? It started as spring but in some places that spring has ended. There should be an agreement or a reference for the Arab community to trust. Now, it is our fourth speaker’s turn for his speech, Mr. Assist. Prof. Dr. Süleyman Elik. Assist. Prof. Dr. Suleyman ELİK: I will discuss issues such as the things that the medium scaled powers can do, and whether they can form alliances, and the perceptions of threat. I will also talk about the effects of Syrian crisis. First of all, it is important to comprehend what the international system is to be able analyze the current happenings in the world. How did it first appear and how has it developed? How does it affect us? We are facing with the truths which we have to obey. There have been two debates in Europe with the age of enlightenment. One of them is the nation-state system and the other one is republicanism. The World War II ended with this nation-state construction. Therefore, it is important to evaluate all states within this nation-state category. Assist. Prof. Dr. Süleyman ELİK Medeniyet University / İstanbul He is a graduate of Uludağ University, Faculty of Theology. He received his masters degree in Philosophy from Boğaziçi University and his doctoral degree from University of Durham-St. Cuthbert’’s Society, School of Government and International Affairs. He is an Assistant Professor of International Relations at the Medeniyet University. He has been appears in numerous scholarly articles, books and academic papers. International relations authorities generally look for answers to the question “how can we make peace?” But hegemonic theories are just the opposite. Unfortunately, this is the thing in practice. According to Spykman’s “edge band” theory; we constituted the Baghdad agreement. In this respect, the alliance of Turkey and Iran is just for protection of interests. Also, we constituted “peripheral agreement”. This agreement was a secret military treaty between Turkey, Ethiopia and Israel in 1958. In the Cold War period, a new period started which was effective in constructing an international system. It is the period when the countries in A-B-C categories are nationalized, which started a new nationalism trend. The Middle East and African countries are in these categories. We can describe it with nation-state and secular morals for capitalism. After the Cold War, a new period started. We call this period a “moral international system”. This is a construct created by the UN especially after 1945. We see the issues related to basic agreements of human rights have transformed to military-international within the framework of moral international system after 1991. European countries are united under one single flag and nationstate against migrants and Islamophobia. It is important to evaluate all of the concepts like nationalism, racism in this respect. Now, where is Turkey and Iran standing at this point? I identify Turkey and Iran as the middle-scaled powers in Middle East. Accordingly, I think middle-scaled powers can bargain with largescaled powers. Actually, they did. Nuclear separation is the most important evidence to this. This is a historically acquired truth, so middle-scaled powers cannot be invaded by a single power. Therefore, they cannot be excluded from the international system potentially. Apart from this, in the context of threat perceptions I find S. David Galaksi’s theory really beneficial to explain the Middle East countries, which is called “general balance theory” and you know all international relations consist of the explanations on how great powers stand in foreign policies. kalmec.hku.edu.tr and local units, the Lebanese model can be an applicable solution. People in this territory should understand that; this integration can be functioned in the long term. 49 Symposium Agenda We teach our students how Eurocentric countries stand in foreign policies. But for the first time, in 1991 S. David wrote an article about how the foreign policies of the third world countries are related to their behavior patterns. It is a very important article but of course it is just the starting point; it needs to be developed. The third-world countries which are Turkey, Iran and Egypt in Middle East are the three exterior angles of a triangle, the exterior triangle as identified by prime minister Davutoğlu. There is also the interior triangle which consists of Syria, Jordan and Iraq. This exterior triangle predestinates the Middle East, so in this case, international powers prevent these countries’ mutual consent. The most important evidence is Egypt’s being overthrown. If Turkey and Egypt were two sides of that triangle, peace would have been established but it was prevented. Hasan Kalyoncu University So in reference to this theory, as long as these two or three middlescaled powers come together, they will create a paradigm shift in the international system. They will demolish the system. The following fights will be among the developing powers; great powers and super powers, also known as smart powers. In this respect, we experience the inevitable war now. This war does not have to be using hard power but it can be done through cultural or social capitalist instruments. Recently, I studied the Syrian crisis in Turkey-Iran relationship. In the Syrian crisis, Turkey adopted a policy for the change of the regime, not a sectarian policy. In the West especially in the USA, some academicians who used to act as former ambassadors for Turkey had some issues to cover. They blamed Turkey for adopting a sectarian policy but this is completely a perception management operation. In the same way, Turkey’s relationships with Al-Qaida and ISIS are completely a perception management operation. So, we should definitely have some solution offers. This is a problematic point between TurkeySyria relationships. 50 There is a military alliance between Iran and Syria. One of the biggest features of these middle-scaled powers is that they seek a settlement with the smaller scaled powers. Like Turkey’s agreement with Israel, Iran’s agreement with Syria, Syria’s agreement with Jordan or the foundation of United Arab Republic with Syria by Egypt. When we evaluate the Iran-Syria relationship in a systematic platform, we can conclude that our capacity increased up to 21 billion dollars. And also in 2013 it regressed to 13 billion, but in addition we have closed trade, which is worth above 100 billion dollars. I think this figure has been increased. Now, Iran has 170 billion dollars confined abroad. It is especially controlled by Germany in Swiss banks. It is said that this money will be presented to the market over Turkey, and various private companies and financial groups are doing their own studies. However, we can observe that Turkey and Iran has little mutual foreign investments. We have a nonsystematic, superficial relationship with Iran. We don’t have any connection. [2nd DAY] Consequently, I have benefited greatly from the speeches made today and yesterday about solution offers for Syria. I have tried to summarize it in 6 points. Russia and Iran are the two important actors which shouldn’t be left behind in the solution of Syrian conflict. Turkey has tried to cooperate with these countries but it could not manage. This cooperation should be ensured. Secondly, a reconstruction for leadership rather than a regime could be considered. I have a study on Syrians in Istanbul and it will be published in Yeni Şafak in January, 2015. I interviewed 40 families. These families said that when Syria’s reconstruction has fulfilled, they will neither prefer the canton model offered by Rasmussen nor adopt the Lebanese model. That Lebanese model is now in operation in Iran. The president is from Moralini and the prime minister is Sunni, etc. it is a feudal system practice. Now, in Iraq, the president is Kurdish, the prime minister is Sunni and there are some government officers from Shiahs. As a result, they divided the administration. At this point actually this is a trap. It is not a model which stopped the conflicts in Lebanon. So, now the Bass regime can be reconstructed. I think regimes should be replaceable. We, AFAD, did lots of things for immigrants. We put temporary protection law in practice. We have geographic and historic limitation. According to the Geneva Convention in 1952, we are granting the citizenship and immigrant status to the immigrants who come from the south. I am not asking for recognition of this convention. But especially, I think that Syrian immigrants should be provided with work permit and social security benefits. This is the most important solution point. Although we said too many times, that we are taking care of 225.000 people in camps and helping them, there is a reality that we have sociological existence. Accordingly, for their living, it is necessary to stop the abuse of their social security status. There must be differences between the perception of the nation-state in Europe and in our state. They completely have an exploitive approach. Although they have social rights, they are employed in sub-class jobs. Indeed, I think Syrians constitute a serious capital for Turkey to spread to the middleeast, and by organizing this social capitalism, it may turn out to be advantage for Turkey. For this, I especially like AFAD’s serious studies devoted to their recent recordings in terms of occupational clusters. At last, the total number of Syrian immigrants accepted by European countries are 17.000 . This number is very small. Do you who is involved in this figure? As you know, there is an international organization for migration. It is also the group of international office. Accordingly, European countries take those people from this organization or they exploit them etc… Thank you. Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: Now, one of our speakers, Lawyer Betül YANILMAZ will present her paper. I also want to share this with you: Yesterday, dear vice prime minister Lawyer Betül YANILMAZ KADEM (The Women and Democracy Association) Chairman of Law Commission Lawyer Betül YANILMAZ: This two day symposium associated a metaphor in my mind. In fact, this metaphor is related to migration. In a word, it is a metaphor which is related to migration studies. I want to tell you this metaphor by directing it to the refugees, since the majority of migrations have been consisted of refugees who run away from the civil war. John Bergler says that the life of a refugee is similar to the dream of another person. It means that a refugee is the main character of someone’s dream. A historical responsibility has cringed all of his/her actions. At the same time, this is decided according to the need of the dreamer’s mind. In the majority of those conversations, Several solutions were offered both yesterday and today. And a solution offer was suggested with two poles. But in general, the world should find a solution not according to the needs it defines, but according to refugees’ groan of frustration. The main solution of this is not reaching a sustainable comfort, but preventing the causes of those problems. There is an incident repeated by lawyers during trials frequently. We repeat our previous statements. I’m repeating the offers concerning the United-Nation’s structure, including humanitarian aid safety corridor issues. I also use this as one of the last spokesman of the last session. I am here to represent the association for women and democracy. Thereby, I want to focus on Syrian women during the remaining section. My association and I have individual studies on this issue. I had the chance of visiting camps both in Syria and in Turkey. I worked with lots of women living in cities both in Syria and in Turkey. First of all, their biggest problem at the very beginning is they took a social role which presumed them to be the head of their families. These women did not undertake such a responsibility before. Therefore, this was new for most of them and they did not have any experience. Moreover, they weren’t in a very comfortable situation; they had remained in a chaotic atmosphere. In Aleppo and Damascus, they were undertaking this duty on their own because their husbands were battling at the frontier, dead or arrested. These women mostly take charge of business, in which they are unqualified and inexperienced. Many cities suffer from severe hardship because they are under siege and they don’t have many necessary supplies. For this reason, creating a safe environment is vital. When we come from Syria to Turkey, for instance, within 20 kilometers of Kilis, there are many camps which are close to the border and they are under the threat of fire. The places which are in the state of war and constant bombardment are immediately evacuated and moved into other camps due to what happens nearby. The majority of those camps consist of women and children. Their biggest problem is safety. This is an open door policy. But, the majority of those people cannot pass through the border, since they don’t have a passport. And they are entrapped in an area of 15 kilometers square. In this respect, fall of Aleppo would cause great difficulty for them. This is similar in other regions as well. At the same time, there is an example which impresses me. I have seen many women undertaking the task of being the head of their families. They proceeded to safe places and they were turning back after they left their children to their families. Although they turned back to rescue their children, they didn’t have the opportunity to find their children and families. They were very brave women. Beforehand, they had never had the mission of being family protectors. According to the data of AFAD, 22 percent of Syrians in Turkey consist of women who take care of their families on their own, and those women experience language problems. They are employed in unsuitable jobs. Besides, their jobs pose security and health hazards, and yield low wages. Most of the women have to take care of their families including their relatives and they are devoid of many necessary supplies. Syrian women are exposed to violence and they are used as war weapons. Since the beginning of this unpeaceful period, we have learnt that many young girls have been kidnapped and raped. These incidents are reported but it is very difficult for Syrians to report them because cases like assault, rape, sexual harassment are a disgrace for Syrian women, and they have to abandon their living area. Lots of women have already given birth and they have sheltered in Turkey by leaving their children and families behind. These are still good examples. As you know, there are lots of women who are in these dire straits in Syria. In war, raping and sexual harassment are used as tactics of war. In other words, they are used as source of motivation for soldiers in an attempt to degrade, rule and oppress a community. Accepting rape as a war crime is a recent outcome. People started to discuss this issue in the beginning of 1990’s and recorded them officially. In this sense, borders are very important. Across the borders, human trafficking has created a big market. Especially, the women who had to pass through the borders kalmec.hku.edu.tr Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ said that when an international system collapses, the international organizations like UnitedNations do not get involved in such an issue, and uses its veto power as it was in Libya. In the Middle East, it must be focused on critical conditions, geographical unity and mutual peace. Among the Middle East people, how is violence and what is its level? Can you assess those in a general term, dear YANILMAZ? 51 Symposium Agenda illegally since they don’t have a passport have been deceived into thinking that they could have a better life and fell into the hands of gangsters. Syrian women in Turkey are perceived as seductive who take our husbands away from us. This is an unfair generalization because these women don’t want this indeed. Making such kind of generalization and commenting accordingly is not true. In general, Syrian women have early or forced marriages. Yes, this is a problem with Syrian women, as this is the part of their tradition and today’s law doesn’t let them have an official marriage because they have to issue their documents, which is not possible because of the war. There are emotional reasons behind it as well. When we talk to several mothers, although they know that their daughters will be unhappy, they think that they have to marry their daughters off. The thing we can understand from this is the part of the tradition. The main solution is that we have to alleviate the sorrow of Syrian women. And the only way is ceasing the war in Syria. In international law, we call this humanitarian law. But mostly, we are using this to find excuses. It is not a civil war issue, it is an international issue. That’s why it is related to humanitarian law. I think ‘the definition of conscience’ should be made from a social conscience perspective because those definitions are originated from previous definitions. And now, there are new aspects. And it doesn’t seem to be true to use those hypotheses as an excuse. I want to finish with a metaphor as well. Refugees are disturbing and agitating us and questioning whether our lands belong to us or not. They are tossing our borders. They are forcing us about the meaning of ‘What is a nation-state?’ Sooner or later, humanitarian law has the capacity of displacing the concepts like human rights. In this circumstance, it will make new definitions but the main problem related to us is that the price we will have to pay will be too high. Hasan Kalyoncu University Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: In the center of these wars, mostly there are women and children. In an environment where raping is used as a war weapon, in what position can you be to support the political and social benefits of immigrants? Only if you take a look at it in a humanistic point of view. You can see it is too bad. Our last spokesman is the head of the Anatolian Platform, Mr Turgay ALDEMİR. Considering our discussions so far, what is your opinion? 52 Mr. Turgay ALDEMİR: Global conscience is dead. And all those things are the reflection of this. As stated before, Syria is experiencing much anguish now. In fact, we are facing something we have postponed for a century. As long as we run away from this, it will chase us. In 1914 and before, as we couldn’t solve our accumulated problems and tried to spruce up ourselves from others’ mirror, we experienced this drifting, decaying and grunge. [2nd DAY] From an empire, we created nations and states. The history has given us the opportunity again. The issues have been discussed for two days and references were made to Rasmussen. Actually, the association represented by Rasmussen has completed its mission. Discussions and solution seeking could be resembled to treating a cancerous person with antibiotics. That’s why we should talk about the real cause of the problem. Whenever we talk about the Middle-East, we mention so-called imperialist referees whom we shelter from anguishes, tears, exiling, dramas, crimes and rapes. Actually, did we not suffered from them because of them? For this reason, we should turn back to our values as soon as possible. Yes, right now, justice and compassion are of our concern again. But in order to keep the system alive, which is mostly much ado about nothing, people need economic power for advancement and power for protection. We make our voice heard, and our people of 70 million together with our neigbours believe us. But, to what extent it consists of art, literature, aesthetic architecture, cinema, television and technology? What kind of ideas will arise from it? It will protect people. It will bring a system and order. Do you have a power which depends on God against the people who try to choke people with labor pain? Actually, not! Could we produce an axis of economic justice, which can finance it all the time? That’s why we have just started to discover our human resources. We need to redesign and develop them by being well-equipped and openminded, and by getting in touch with the world without being a monotype. On the other hand, when we take a look at this table, the solution is almost impossible. We experience many problems which are interwoven in Anatolia. The main problem is that we cannot have consensus about the real cause of the problem. Do Turgay ALDEMİR Anadolu Platformu Başkanı / Gaziantep President, Anatolian Platform / Gaziantep He entered the Mechanical Engineering Department at Gaziantep Üniversite in 1987. He founded The Bülbülzade Foundation in Gaziantep in 1994. He became one of the founders of Anatolian Education and Invitation Voluntaries Platform. He is the Board Member of the Bülbülzade Foundation and Anatolian Platform. you think the main cause of this problem is to seek the solution with the people who are responsible for the atrocity? In our vault of heaven and in our own institutions of civilization, we are just discussing the problems and seeking solutions for them. In someone’s epistemology and aura, we cannot improve our future. For this reason, we should develop our fields of specialty. Like witnessing the discovery of US in Japan or China, we should develop a new culture in the Middle east. Actually, the cause of the fight in Middle East is to resist that culture, because we revolutionists tried to export the revolution to the West and now Iran is one of the biggest ally and strategic partner of the West in the region. We must also put pressure on Iran to let it take back its own responsibilities in the region. In the post 2012 Turkey, the antiimperialist thought became more powerful. This autochthonic thought that had been postponed for ninety years revived in Anatolia; may Allah be pleased of those who have secured these freedoms. Turkey has started to talk and sit around the table with the Kurds, Alavis, Sunnis and minorities who have shown a sense of alienation for years. A few weeks ago, more than twenty opinion leaders met with the Prime Minister and dozens of Ministers in Şanlıurfa. An invitee who has struggled for the rights of Kurds said that it was for the first time that he was held in esteem because there were now his administrators listening to him without any hesitation. Dear friends, the solution will appear when we talk We need a holistic and long-term perspective for solution. That is why we must look for our future in the past and bring some realities of our civilization to the present, in which all kinds of diversity has lived abundantly. The main cause of present instability is the region is not looking for solution in its own memory and not making enough effort. Another recent cause of the instability has been successive US interventions to Iraq and sliding its power to the Pacific, which created a gap and caused the emergence of terrorist organizations like ISIL. Since they do not renew themselves, dilapidated societal structures are producing bacteria and the atmosphere that they create is impulsive and fractious. These dilapidated structures are the cause of struggle and chaos that destroy the dignity and future of human beings, as well as the value of Islamic civilization. These structures must be renewed in favour of people. However, it is quite important what the main axis of Muslim world thinks about this issue. Dear Friends, Saudi Arabia is now in favor of a west-oriented geopolicy. We, as the Muslim world, must always express in all the platforms that Saudi Arabia must give up this west-oriented geopolicy and must turn back to its own immemorial geopolicy. to each other about our problems. In the same meeting with the Prime Minister, another Alevi friend said that he had never talked about his problems with a security officer more than five minutes because no one could stand listening to him. The whole question is lying here; we have to listen and talk to each other. This new, native and organic vein is causing excitement for the people of the Middle East; becoming a model for them and most importantly, the Middle East is discussing and talking. In this sense, Turkey is an important role model for the region and has an important mission. However, I do not want to present palliative solutions to those problems. Nevertheless, it is our duty, our university and youth’s duty to put more effort in order to have participative, native, liberal methods in the Middle East. On the other hand, Iran has proceeded with the revolution of Imam Humeyni. Nevertheless, after his death, some of the This region can realize itself only by engaging with its immemorial past and by getting in touch with the world. Only then, a kalmec.hku.edu.tr inhabit in a geography where the civilizations are intersected to be regarded as the cradle of humanity. That’s why, the downfall of the bipolar world has cleared the way for many valid demands, which have been postponed until today. Puppet regimes have been overshadowed here. They have been the subject for discussion. The United Nations and NATO, which were founded after 1945 are unable to solve the current problems. That’s why, trying to solve those problems through dated solutions will be a wasted effort. For this reason, the solution will be possible with new diplomacy and effective interventions by leading governments. Actually, the cure is ourselves. In this hall, we can solve our problems by talking about our pains with each other. Therefore, we cannot think that the Middle East has only one way out. Firstly, I think that these three problems should be discussed together: Religion, geography and energy. These three topics should be considered together. It seems to be difficult to reach a permanent solution only by viewing it from one perspective. From the religious aspect, the region has three main veins: Salafism, Sunnism and Shiism. As you know, Sunnism is represented by Turkey, Salafism by Saudi Arabia and Shiism by Iran. Geopolitical position of the Middle East is absolutely important. In these three regions, the representation of three countries is decisive. These are the major axes of the regions. Each axis should turn back to their own areas. Exterritorial forces have been destabilizing the future of the region and causing a chaotic atmosphere by getting in touch with those states individually. There is a complicated situation in the Middle East. 53 Symposium Agenda new civilization can be produced in contrast to the world’s remorselessness. We can constitute a new civilization which includes a multi-lingual, multi-cultural and multi-faith society within walking distance to other civilizations like Damascus, Jerusalem, Aleppo, İstanbul, Andalusia, Gaziantep, like all Anatolia where we can keep all these civilizations alive as we did in the past. Syria is actually a good example of it. Now there are more than 350.000 Syrians, including Muslims and other religious groups, living in Gaziantep. The representative of those Christians living in Gaziantep and also a well-known writer, Michael Cole visited me a few days ago. He said, “I feel much freer myself in your country than I have ever felt in most of the Western countries.” In that case, we must enlarge and develop this realm of freedom and we must take steps to make the borders meaningless between us. For that reason, the western approaches have been among us for more than hundred years to set ourselves against each other. Therefore, we have to take care of our problems in our cultural aura and in our own geopolitics by being open to the world. How can we find solution to the problems of the Middle East with a piano recital? Among hundreds of musical instruments in the Middle East, we can bring many new things to the new world without emulating our own culture. For this reason, in addition to those we have mentioned, we all need to know that the biggest obstacle in front of peace and a new order in the Middle East is Israel and especially its theological approach. Neither does this theological approach guarantee life for Christians, nor it does for Muslims, and even it does not provide an opportunity to other Jewish groups. It is sheer carelessness of the West, which claims to be representative of liberty, to defend such an intolerant approach. The egocentric approach of Israel to the whole world is already known. Israel is the biggest threat for all open orders. Because of this, there are labor pains in the Middle East. Hasan Kalyoncu University We are witnessing the struggle of establishing a new order in a chaotic condition. The history gave us a chance again. We need an intellectual and wise approach for the solution by asking ourselves what we can do for the solution or what we did, but not by watching it and juxtaposing our pains one after the other. For this reason, by being aware of the impossibility to found an order without peace, we should know that the path to the solution involves all the actors of the region to come together and talk about their problems in a peaceful environment. In this process, Turkey has encountered 54 [2nd DAY] with important duties. Yes, we are hosting our 2 million brothers, but these are only official numbers and we know that there are many people living out of the camps. There are some problems about those people, but as you know when ten thousand football fans are going to another city for a football match, we face with lots of problems as well. Depending on official reports, we can see how a grateful society we are. The crime rate is almost zero. That is why if we know what we have, then we can determine much better where we can go with those things. While concluding my words, I must say that we cannot found our future on the existing results by accepting them as a database. All of the existing diversities in our region are the part of our civilization as they were in the past. Those who want us to fight each other are the ones that we must fight with, but other constituents must be an opportunity for us to negotiate peace and our future. All these things are important because it is impossible to realize peace and welfare in the regions where stability and economic expectations are not provided. This situation is also valid for both Syria and the Middle East. When the Middle East is in question, I think that we must set aside ontological and historical considerations and see this reality. Moreover, we must fight for it. The fundamental bases of the region - religion, geography and energy- must be discussed with a much more intellectual way and we must arrange symposiums and host international studies and visitors by keeping aloof to disruptive approaches and bringing main veins and the civilizations of the region together. Therefore, my dear friends, we are now in a critical threshold. We will make an important progress at this point and we should not be onlookers, but let us be the ones who are much more considerate and who are standing shoulder to shoulder on the eve of the rise of human dignity. Other important tools to solve these problems are universities, think tanks, non-governmental organizations and volunteer associations, which are expected to become parts and take on responsibility. As a thinker said, “If children continue to be born, then Allah has not despaired of the future of humanity yet.” Yes, children continue to be born. In that case, we must strive hard for letting them to live in a free world. Moderator Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN: The last session of the symposium is over, too. We would like to thank our audiences and our academicians for sharing their valuable thoughts with us. 55 kalmec.hku.edu.tr Araştırma Research Suriyeli misafirlerin Gaziantep ve çevresine yaptıkları etkinin analiz edilmesi için Hasan Kalyoncu Üniversitesi ve İpekyolu Kalkınma Ajansı ortaklığı ile savaş mağduru Suriyelilerin sorununun olası ekonomik etkileri ve tedbir stratejileri raporu hazırlanmıştr. Bu yapılan araştırma sonuçları Ortadoğu’da Barış Sempozyumunun çıkış noktası olmuştur. A report investigating the effects of Syrian guests in and around Gaziantep which details the possible economic effects and strategies to cope with has been prepared by Hasan Kalyoncu University and the Silkroad Development Agency. The results of this research are the point of departure for the Symposium “Peace in the Middle East”. Bu rapora göre Demografik açıdan ankete katılan misafirlerimizin yaklaşık %80 in 45 yaşın altında ve yaklaşık %77’si de lise ve altı eğitim düzeyine sahiptir. Bu oranlar sayıları 2 milyona yakın olduğu düşünülen misafirlerin büyük bir çoğunluğunun genç ve eğitimsiz olduğunu göstermektedir. According to this report, demographically 80 % of the survey participants are below 45 years old, and approximately 77 % have high school or lower level of education. These figures show that most of the Syrian guests, whose numbers have reached around 2 million, are young and uneducated. 35-44 Yaş Arası / Age Between 35-44 %20,9 45+ Eğitim Durumu / Status of Education 100 80 60 Bu tablo Türkiye için hem ciddi bir potansiyel hem de ciddi bir sorun anlamı taşımaktadır. 40 % 35,5 These results act both as a strong potential and a serious source of problems. % 16,3 % 1,0 Yüksek Lisans ve Üzeri Master Degree and Above Lise High School Ortaokul Secondary School İlkokul Primary School % 0,9 Lisans-Önlisans Bachelor’s Degree-Associate Degree 56 0 % 22,2 Eğitimsiz Uneducated Hasan Kalyoncu University 20 % 24,1 Sosyo-Ekonomik olarak hazırlıksız yakalanan yerel halk ise Suriyeli misafirlere kapılarını açmış ve onları misafir etmekten mutluluk duymuşlardır. Bununla birlikte yaptığımız araştırmanın sonuçlarına göre Suriyeli işgücünün şehir ekonomisine adapte olamaması gözönüne alınmalıdır. The local people who were not prepared socio-economically for the Syrian intake have opened their doors to the Syrian guests and have been quite happy for hosting them. However, as our research shows, the fact that the Syrian workforce has not been adapted to the economy of the city needs to be under consideration. Genel Olumsuz Düşünceler / General Negative Opinions % 22,4 Toplumsal Ahlaka Zararları Oldu / They Have Harmed Social Moral % 6,1 Ev-Konut Kiralarında Artış Oldu / Rent Prices of Houses Have Raised % 5,4 Çevre Şehir Düzeni Bozuldu / Organisation of Environment and The City Has Gone Bad % 4,2 Hırsızlık-Gasp Sayılarında Artış Oldu / The Number of Robbery-Extortion Has Raised % 4,1 Kamu Düzeni Bozuldu / Public Safety Has Gone Bad % 3,9 Genel Olumlu Düşünceler / General Positive Opinions % 3,6 Şehrin Güvenliği Azaldı / The Safety of The City Has Decreased % 3,6 Kültürel Çatışma Yaşanıyor / Cultural Conflict Has Been Occuring % 3,4 İşsizlik Arttı / The Number of Unemployment Has Raised % 2,7 Genel Ekonomik Zararlar / General Economic Deficiency % 2,4 Trafik Arttı / Traffic Has Increased % 1,2 Genel Ekonomik Faydalar / General Economic Benefits % 1,1 Dilencilik Arttı / Mendicity Has Increased % 1,0 Diğer Cevaplar / Other Answers % 16,4 Cevap Vermeyenler / Non-Answered % 18,5 Ne katılıyorum, Ne de katılmıyorum I Don’t Have Any Idea Fikrim Yok No Idea Hayır katılmıyorum I Never Agree % 22,4 % 65,6 Evet katılıyorum I Agree kalmec.hku.edu.tr Yapılan araştırmalar Gaziantepli şirketlerin Arapça öğrenme konusunda pek gönüllü olmadığını göstermektedir. Research shows that companies in Gaziantep are not enthusiastic about learning Arabic. % 6,5 % 5,7 57 Fikrim Yok No Idea Ne katılıyor, Ne de katılmıyorum Bununla birlikte azımsanmayacak bir oranda şirkette dil farkının kaldırılmasının ticari ilişkileri geliştireceğini düşünmektedir. Buna göre Suriyeli misafirlerin dil öğrenimi konusunda desteklenmeleri faydalı olacaktır. If the language barrier is removed by the companies, this could develop the business relations. In the mean time if the Syrian guests are supported in learning a language, this will be extremely useful. %5,2 I Don’t Have Any Idea %11,1 %51,7 %32,0 Evet katılıyorum Hayır katılmıyorum I Agree I Never Agree Kesinlikle Katılıyorum Evet katılıyorum I Absolutely Agree I Agree %1,8 %8,8 Fikrim Yok No Idea Şirketler açısından bakıldığında, şirket yöneticileri Suriyeli misafirlerimizin karlarını artırmak konusunda pek katkı yapmadıklarını düşünmektedirler. The companies have not contributed to the Syrian guests to increase their profits. %7,0 %4,4 Ne katılıyor, Ne de katılmıyorum %49,1 I Don’t Have Any Idea %28,9 Katılmıyorum Hiç katılmıyorum I Don’t Agree I Never Agree Ne katılıyor, Ne de katılmıyorum Hasan Kalyoncu University I Don’t Have Any Idea Ancak çelişkili bir şekilde de bu durumun diğer şirketlere avantaj sağladığını düşünmektedirler. Mevcut analize dayanılarak eğer koşullar uygun hale getirilirse şirketlerin bakış açıları daha olumlu olacaktır. Contradictorily it is believed that this situation will be advantageous for other companies. If the conditions are convenient, based on our analysis, we can conclude that the attitudes of the companies will be more positive. Fikrim Yok I Don’t Agree %11,5 %12,9 %33,5 %4,2 Kesinlikle Katılıyorum I Absolutely Agree Evet katılıyorum I Agree 58 Katılmıyorum No Idea %21,6 %16,3 Hiç katılmıyorum I Never Agree Fikrim Yok No Idea Ne katılıyor, Ne de katılmıyorum Bunun yanısıra, yerel halk Suriyelilerin çok uzun vadeli kalacağını düşünmemektedirler. Bundan dolayı, ekonomik etkilerinin de kısa vadeli olacağı kanısı yaygındır. Katılmıyorum I Don’t Have Any Idea %5,7 %5,8 Kesinlikle Katılıyorum However, the local people do not believe that the Syrians will stay for a long time. Therefore the economic effects are considered to be short term. I Don’t Agree %5,1 I Absolutely Agree %39,2 %25,1 %19,1 Evet katılıyorum I Agree Hiç katılmıyorum I Never Agree Ayrıca ucuz istihdam, işletmelerin kar marjlarını artırmakta fakat kaliteli yerel işçilerin işlerini kaybetmesi ve işsizliğin artması sonucunu doğurmaktadır. %2,9 Ne katılıyor, Ne de katılmıyorum Fikrim Yok No Idea Hiç katılmıyorum In addition the cheap labour not only leads to increased return in the companies but will also cost local qualified people to lose their jobs, which in turn will increase unemployment. I Never Agree I Don’t Have Any Idea %3,9 Katılmıyorum I Don’t Agree %5,0 %8,1 Evet katılıyorum %53,7 I Agree %26,4 Ne katılıyor, Ne de katılmıyorum I Don’t Have Any Idea Kesinlikle Katılıyorum I Absolutely Agree %2,9 Fikrim Yok Hiç katılmıyorum No Idea I Never Agree %4,3 I Don’t Agree %5,8 %12,4 %45,8 %28,8 Kesinlikle Katılıyorum I Absolutely Agree Evet katılıyorum I Agree kalmec.hku.edu.tr Katılmıyorum 59 Symposium Conclusion Declaration Introduction “Peace in the Middle East: Actors, Problems, and a Quest for Peace Symposium” was held by Gaziantep Hasan Kalyoncu University in 19th-20th December 2014. The participants whose names are below and who had speech during the symposium, which was hosted by Middle East Research Center within the scope of the university, discussed the political and social crisis in the Middle East and historical and political reasons of conflicts and also shared their solution suggestions. Findings and Solution Suggestions • It is necessary to understand regional dynamics and conflicts of historical, social and political reasons to develop solution suggestions for the problems in the Middle East. •The common point of view of the whole participants of symposium after Nizip Camp visiting; the opportunities and utilities that the Republic of Turkey provides are going to be an example of humanity in history. •The civil (global) war in Syria or the war by procuration has been a small piece of the big picture. Today, genocide and erosion in terms of political, social, economical, cultural, religious and ethical are being existed. •Politics are based on occasion of talking about problems. The local community needs to find a way to communicate with due regard via solution oriented attitude. However, solution suggestions consisted with local community’s own dynamics should be urged upon instead of management solutions, which were being held in countries sharing similar history. •Turkey, who functions as a bridge between EU and Middle East and Middle Asia, has a significant role in the prospective peace process in the region. •The economies of countries that have rich oil are more passive and based on consumption. It is possible to talk about the economical richness in these countries, but economic development and education are inadequate. It is necessary for a sustainable peace environment to change consumption-based construction. •The weight of ethnic and sectarian policies is major. Instead of these, it is required to study on constructing social and global belonging. •The contribution of regional countries should be provided for the whole studies on peace in Middle East. Hasan Kalyoncu University •The wars in the Middle East in recent years have generated enormous refugee population in regional countries. To give all the social security and labor rights of the country of which refugees live and to participate in production procedure by saving them from exploitatory situation. 60 •Another problem in the Middle East is historical and cultural genocide in the region. An extensive education policy should be formed to inform and raise awareness of the society. The non-governmental organisations, universities and international organisations should be in cooperation for the studies in the region.