Untitled - Kale Tasarım Merkezi
Transkript
Untitled - Kale Tasarım Merkezi
29/11/2009 03 Pelin Özgen [email protected] DÜNYA MİMARLIK FESTİVALİ Dünya Mimarlık Festivali’nin (WAF) ikincisi 4-6 Kasım 2009 tarihleri arasında Barselona’da gerçekleştirildi. Festival, mimarlık camiasında büyük ses getirirken, festivalde 4 ana bölüm altındaki 42 kategoride 100’den fazla proje değerlendirildi. Dünya Mimarlık Festivali, Barselona’da CCIB’de düzenlenen, üç günlük bir mimarlık festivali. Festival mimarlık ödüllerini, jürinin önünde finalistlerin canlı sunumlarını, seminer programlarını ve tüm dünyadan başvuranların oluşturduğu mimari sergiyi kapsıyor. Dünyanın en büyük mimarlık zirvesi olarak nitelendirilebilecek festival, mimarlık ve tasarım camiasına dünyanın en büyük mimari ödül programına katılarak kendini kanıtlama fırsatı tanıdığı için büyük rağbet görüyor. EAA-Emre Arolat Architects- Bu yıl en iyi yapı dalında ödülü, “Kültür” kategorisinde yarışmaya katılan Peter Rich Architects’e ait Mapungubwe Bilgilendirme ve Eğitim Merkezi kazandı. Güney Afrika’da Limpopo ve Shashe nehirleri arasındaki eski bir uygarlığa ait bir arsa üzerinde inşa edilen bina, çevresinin kırılgan yapısına dikkat çekmek amacıyla tasarlandığı için, geçen yılın ödülünü kazanan projenin tam tersine bulunduğu alana uyum sağlayan, etkileyici çatı örtüsüyle ve ölçeğiyle dikkat çekti. Çevresindeki peyzaja, yerel malzemesi ve dokusuyla tam uyum sağlayan, kıvrımlı bir çatı örtüsüne sahip bina, salonda sunuşu izleyen mimarların da alkışını aldı. Rafael Vinoly’nin başkanlık ettiği, Kengo Kuma, Farshid Moussavi, Süha Özkan ve İnşaat Mühendisi Tim Macfarlane’den oluşan jüri, kent ve mimarlık platformlarında söz sahibi kişilerden oluşuyordu. Jüri Mapungubwe Bilgilendirme ve Eğitim Merkezini mimari ve psikolojik açıdan en güçlü proje olarak değerlendirdiğini açıkladı. Yapının araziyle ilişkilenmesi ve sürdürülebilirlik, politik ve sosyal gelişme konularında gösterdiği erdemli tutumu jürinin takdirini topladı. 01 Mapungubwe Interpretation Centre / Peter Rich Architects Kerem Piker 01 Mimarların, iç mimarların ve inşaat mühendislerinin katılabildiği 3 yeni ödül programının daha oluşturulduğu etkinlik kapsamında, “Dünyanın en iyi binası” ödülünü almak için ise 2008 yılında tamamlanmış olan mimari projeler yarışma imkânı buldu. Festivalin tematik sergisi "Az çoktur", mimarların dünyadaki yeni ekonomik koşullara meydan okumaktaki becerilerini sınadı. Sergi, yaratıcı tasarımın, hayal gücü ve yenilikçi düşüncenin; daha az zaman, enerji, malzeme ve finans ile nasıl daha az maliyetli, daha fazla değer üreten binalar ve kentler yaratacağı sorusuna odaklandı. Zoom Mimarlık - Levent Çırpıcı & Atilla Kuzu Dünya Mimarlık Festivali’ne katılmak çok heyecan verici bir deneyimdi. Çok güzel bir etkileşim ve çok ciddi bir motivasyon oluğunu düşünüyoruz. Tüm bunun yanı sıra bu sene açılan Interior&Fitout kategorisinin değerlendirmesinin çok doğru yapılamadığını gördük. 200 metrekare bir showroom’la 40000 metrekare hastane veya 40 metrekare bir takı mağazası aynı kategoride değerlendirildi ki çok doğru bir değerlendirme olduğuna inanmıyoruz. O yüzden kamuya açık alanlar, sağlık yapıları, mağazalar vs gibi farklı kategorizasyonlar olmalıydı. Her grubun İngilizce sunum yapma zorunluluğu bize çok doğru gelmedi. Bizce tasarım safhalarındaki duyguları herkesin kendi dilinde anlatabilme imkânı verilmeliydi. İngilizce sunum yapma ve tüm yaptıklarınızı 10 dk içinde özetleme zorunluluğu jürinin de yapılan projeyi tam olarak algılayıp değerlendirmesi bakımından bir güçlük oluşturuyordu. Türk projelerini izleme imkânı bulduk ancak bir başka güçlük de bu idi. Bir yanda izlemek istediğim gruplar varken sunumların birkaç salonda birden saatlerinin çakışması problem yarattı. Seneye kazanabileceğine inandığımız bir veya birkaç projeyle de katılabiliriz. Bizce bu platform mimari ve içmimari alanda gerçekten çok değerli olanaklar sunuyor ve ilerleyen yıllarda sanıyorum gözümüze batan birkaç aksaklığı da gidermiş olurlar. Mimarlara pek çok yayında göremeyecekleri kadar çok sayıda ve çeşitlilikteki güncel projeyi izleyebilme olanağı tanıması açısından da bu etkinliği oldukça verimli buluyoruz. Organizasyonda, belirlenen kategorilerde short listed olarak seçilen projelerin sahipleri, 3 kişiden oluşan juriye 10 dakikalık sunuşlar yapmakla yükümlü. Bu sene henüz ikinci kez gerçekleştirilmiş olduğunu ve iki gün içerisinde 20 dakikalık periyodlar halinde 8 farklı salonda gün boyu sunuş yapıldığını düşündüğünüzde, söz konusu formatın aksamadan yürütülmesi bile tek başına bir organizasyon başarısı olarak kabul edilmeli. EAA – Emre Arolat Architects olarak WAF’ta ilk kez geçen sene Ipekyol Tekstil Fabrikası projesi ile yer almıştık. Bu sene ise WAF bizim için farklı bir önem taşıyordu. Çeşme 7800, Eyüp Nikah Dairesi, Bodrum Büyük Kulüp, Bcd Konutları, Likör Projesi ve Halkalı Eco-town ile 7 farklı alanda short listed olarak seçildik ve festivalin en çok sunuş yapan mimarlık ofisi olduk. Her ne kadar bu türden bir yarışma formatında projelerin derinlemesine anlaşılması ve tartışılması zamanlama ve konsantrasyon açısından neredeyse olanaksız olsa da, projelerimizin aralarında Will Alsop, Hanif Kara, Bjarke Ingels, Süha Özkan, Doğan Hasol gibi isimlerden oluşan uluslararası juri tarafından kritik edildiği böylesi bir tartışma ortamı içinde olmak bizler için heyecan vericiydi. 04 29/11/2009 Serap Alp Sibel Baştimur [email protected] [email protected] BEKLENEN ZİRVE GERÇEKLEŞTİ Bir süredir merakla beklenen “Uluslararası Endüstriyel Tasarım Zirvesi”, 6-7 Kasım 2009 tarihlerinde Hyatt Regency Oteli’nde gerçekleştirildi. Zirve farklı sektörlerden tasarımcıları, tasarımla kazananları ve kazanmayı umanları buluşturdu. Boğaziçi Eğitim ve Danışmanlık Firması tarafından ETMK İstanbul Şubesi desteği ve İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü akademik koordinasyonu ile gerçekleştirilen “Uluslararası Endüstriyel Tasarım Zirvesi”, 6-7 Kasım 2009 tarihlerinde Hyatt Regency Oteli’nde gerçekleştirildi. Bu yıl ilki gerekçeleştirilen zirveyi tasarımla değer kazanmayı hedeflemiş ve tasarımı etkin şekilde kullanan yerli ve yabancı orta ve üst düzey yöneticiler ile uzmanlar izledi. Katılımcılar tüm tasarım disiplinleri ve süreçleri hakkında bilgi sahibi olurken sanayici işverenleri ile tasarım dünyasının doğru iletişimde buluşması amacıyla yapılan sunumları ilgiyle takip ettiler. Katılımcı profilleri; başta ambalaj sektörü olmak üzere otomotiv, beyaz eşya, küçük ev cihazları ve birçok farklı sektöre yayılmıştı. tasarımla değer yaratmak konusunda uluslararası deneyimlerini paylaşmıştır. ASD Genel Sekreteri Doğan Erberk ambalaj sektörü ile ilgili bilgiler verip ambalaj tasarımının ürün satın alma kararlarına etkisini işaret etti. Ambalaj tasarımında akla ilk gelen isimlerden ve aynı zamanda ETMK’nın genel sekreteri olan Orhan Irmak, hızlı tüketim için ambalaj tasarımı konusunu önemli markaların çalışmaları ile örneklendirmekle kalmayıp sektörde markanın en önemli iletişim unsurunun tüketici zihninde ürünün yerini alan ambalaj tasarımı olduğunu belirtti. Tasarımda Malzeme ve Üretim Tekniği Yorumları, Farklı Üretim ve Pazarlama Deneyimleri konusunda da ünlü tasarımcılardan Oya Akman tecrübelerini aktardı. 01 Başlıca amaçları arasında toplumun çeşitli kesimlerine ve endüstriye ulaşarak endüstriyel tasarımın yerel ve küresel pazardaki artan önemini göstermek ve Türk tasarımcısının birikim ve katkılarını paylaşmak olan ETMK İstanbul Şubesi bu hedefleri çerçevesinde zirvede gereken rolü üstlendi. Bu yıl 20. Yılını kutlayan ETMK’nın, İstanbul Şubesi Başkanı E. Sertaç Ersayın zirvenin açılış konuşmasını yaptı; Ersayın, ikinci günde yaptığı konuşmasında ise modern tasarım yönetimi yaklaşımlarını anlattı ve Uzakdoğu deneyimlerini paylaştı. Süreç Yönetimi Zirve kapsamında açılış konuşmalarını takiben ABD Western Reserve Üniversitesi’nden Gideon Samid Ph.D tasarımın inovasyonu konusunda örneklerini sunarken, IDSA’nın (Amerikan Endüstriyel Tasarım Birliği) eski başkanı Peter W. Bressler ABD’de tasarımın gelişimini anlattı. Zirvede son olarak tasarımda süreç yönetimi başlığı altında, Plan firmasından Fanny Cabanne Tasarım İş Tanımı ve Süreç yönetimi; MG Design’dan Melih Gürleyik Müşteri Odaklılık ve Kilit Taşı Tasarım’dan Kunter Şekercioğlu ise Orta Ölçekli Firmalar İçin Ürün Tasarım süreçleri konularında sunumlar gerçekleştirdiler. Tasarımla kazananlar konusu başlığı altında Türk Sanayi’nin önemli firmalarının temsilcilerinden oluşan konuşmacılar; yaşadıkları tasarım süreçlerindeki deneyimlerini, tasarımda marka haline gelmiş yerli ve yabancı tasarımcılar ile çalışarak oluşturulan kazanımlarını ve kendi bünyesinde çalıştırdıkları tasarımcılar ile olan ilişkileri katılımcılar ile paylaştı. Hisar Pazarlama Müdürü Cengiz İnce, İnci Mutlu ve Can Yalman ile gerçekleştirilen tasarım projelerinin Hisar markasına kattığı değerleri anlattı. Vitra Pazarlama Müdürü Berna Erbilek’in sunumunda üzerinde durduğu pazarlama ve tasarımcı ilişkisi ile Tasarım süreçlerini beslemek, tasarımı şekillendirerek ilham kaynağı olmak ve kullanıcı ile doğru iletişimi sağlamak amacıyla yapılan araştırmalar; bu araştırmaların şirketlerin strateji ve karar verme süreçlerindeki etkisi de zirvede geniş olarak kendine yer buldu. Bu konuda Temsa ve Arçelik firmasının yetkilileri ile İTÜ’den Doç Dr. Özlem Er ve ABD’li Portigal Danışmanlık kurucusu Steve Portigal görüş ve deneyimlerini paylaştılar. Ross Lovegrove – Vitra işbirliğinin markanın bilinirliğine katkısını vurgulaması, özellikle pazarlama kökenli katılımcıların dikkatini çekmiştir. Aynı sektörden Kale Seramik Pazarlama Müdürü Burak Orhun konuşmasında tasarıma olan inançlarının yıllar içerisinde gelişerek arttığını; tasarımın iş süreçlerinin tamamına girdi sağlamasını amaçladıklarını belirtti. Yeni oluşumları Kale Tasarım Merkezi ile Türkiye’de tasarım farkındalığını geliştirerek tasarımcılar ile sanayiciler arasında aktif paylaşımı sağlayacak bir platform oluşturmayı hedeflediklerini aktardı. Tasarım süreçlerinin ve tasarım hikayelerinin iş dünyası tarafından anlatılmasının ardından; kendi başına marka olan tasarım firmaları; tasarım yönetimi ile tasarımın diğer iş süreçlerine katkıları konusunda deneyimlerini paylaştılar. Son yıllarda adından sıkça söz ettiren Gaia & Gino firmasının sahibi Gaye Çevikel birçok ünlü tasarımcı ile yaptığı çalışmaları eskiz aşamalarından ürün lansmanlarına kadar katılımcılar ile paylaştı ve özellikle ünlü tasarımcılar Karim Rashid ve Arik Levy ile yaptıkları çalışmaların detaylarına değindi. Akademisyen gözüyle tasarım-marka ilişkisi ise GSÜ Öğr. Gör. Çiğdem Ersayın tarafından örnekler ile zenginleştirilerek değerlendirildi. Birinci günün sonunda İTÜ’den Doç Dr. Özlem Er’in moderatörlüğünde konunun uzmanlarının katılımıyla yasal çerçevede tasarımların korunması konusunda panel düzenlendi. Yoğun geçen ilk günün ardından ikinci gün Sony Ericsson’un kreatif direktörü Michael Henriksson ve deneyimli tasarımcısı Bilgi Karan’ın firmadaki yenilikçi tasarım ve kullanılabilirlik konulu sunumlarıyla başladı. Dünyanın en tanınmış tasarım şirketlerinden olan Philips Design’ın deneyimli kreatif direktörü Oscar Pena ise 10. YILINDA MARKA KONFERANSI 17-18 Aralık tarihlerinde gerçekleşecek Marka Konferansı tasarımcıları yakından ilgilendiren konuklara ev sahipliği yapacak: Tom Dixon, Stefan Sagmeister, Christian Louboutin bunlardan yalnızca birkaçı... Pazarlama ve marka dünyasına yön veren Marka Konferansı, 17-18 Aralık tarihlerinde Çırağan Palace Kempinski'de gerçekleşecek. Tam 10 yıldır markalar dünyasının en büyük buluşma platformu olan Marka Konferansı kalıpları yıkan ruhuyla pazarlama kitlelerini peşinden sürüklüyor. Pazarlama dünyasının trendlerini belirleyen ve markaların geleceğini yapılandıran konferans, Türkiye'nin en etkin marka bilgi platformu olma özelliğini taşıyor. Geçtiğimiz 10 yıl içinde üstün içerik donanımıyla markaların geleceğine güç katarken kendisi de markalaşmış olan konferans bu yıl katılımcılarına çok ayrıcalıklı bir kutlama deneyimi yaşatacak. Ama nasıl? Jessica Parker, Angelina Jolie, Madonna, Britney Spears, Monaco Prensesi Caroline gibi müşteriler ve 17 yılda Paris’te bir butikten 46 ülkede en çok satan markalardan biri noktasına gelmek “Peki başarılı mı?” sorusuna cevap olabilir. Kırmızı ve yüksek topuklu ayakkabıları dünyada büyük bir gürültü yaratan “büyücü” lakaplı tasarımcı Christian Louboutin Marka Konferansı’nın 10. yılında İstanbul’u büyülemeye hazırlanıyor. Sarah Podyumda attıkları etkileyici adımları başka alanlara taşıyan isimlere rol model bir isim Jerry Hall. Model, marka yüzü, oyuncu, konuşmacı ve evliliğe bakışını özetleyen yorumlarla mizah literatürüne giren Hall’de Tasarım dünyasının İngiliz, mobilya, ikon tasarım anahtar kelimeleri ile sınıflandırdığı Tom Dixon da hikayesi ile Marka’da olacak. Dünyanın döngüsünü koruyan, doğal kaynakları tüketmeyen, dönüştürülebilir tasarımlarla anılıyor ve bu tasarımların her kesime ulaşabilmesi amacıyla yürüttüğü demokratik tasarım felsefesiyle beğeni topluyor. 01 Marka katılımcıları için farklı bir bakış açısı ortaya koyacak. Marka Konferansında sahneye ayrıca ismi iş dünyasında ünlü stratejistler arasında yer alan Martin Roll, dünyanın önde gelen uluslar arası reklam ağlarından JWT’nin Global Strateji Planlama Başkanı Guy Murphy, Unilever’in 60’tan fazla ülkede satışa sunulan saç bakım markası Elidor’un Global Başkan Yardımcısı Dean Aragon, dünyanın en önemli pazar araştırma şirketlerinden Nielsen’ın Avrupa ETMK İstanbul Şubesi Baskanı Sertaç Ersayın’a göre Endüstriyel Tasarım Zirvesi, farklı sektörlerden katılımcıların endüstriyel tasarım disiplinini öğrenme yolundaki yoğun isteklerinin bir göstergesi oldu. Ersayın, tasarıma ilişkin yakın gelecek vizyonlarının paylaşıldığı ve tasarım ile nasıl katma değer üretilebileceğine ilişkin örneklerin paylaşıldığı buluşmanın önümüzdeki yıllarda daha da gelişeceğine inandığını belirtti. 01 ETMK’nın, İstanbul Şubesi Başkanı E. Sertaç Ersayın zirvenin açılış konuşmasını yaptı 05 01 İş Analizleri Direktörü Jonathan Banks, dijital pazarlama dünyasının yaramaz çocuğu olarak tanınan ve çağımızın viral pazarlama fenomeni olarak kabul gören Ze Frank ve Rolling Stones, HBO, Guggenheim Müzesi gibi isimlerle çalışan dünyanın sayılı grafik tasarımcıları arasında yer alan Stefan Sagmeister de çıkacak. 01 Stefan Sagmeister, Christian Louboutin, Martin Roll konferans için İstanbul’a gelecek. 06 29/11/2009 Barış Çakmakçı Umut Kart, Gözde Tüfekçi İstanbul size ne öğretiyor? Megalopolinin ne olduğu ve bizim orada hangi şekillerde yaşayabileceğimiz bana enterasan geliyor. Megalopoliler dünya nüfusunun yüzde 60'ını oluşturuyorlar. Neler olduğuna bakmalıyız. Şehirlerde nasıl yaşıyoruz? Gelecekte milyarlarca insanla nasıl yaşamamız gerektiğini organize etmeliyiz. İnsanlar şehirdışında yaşamak istemiyorlar. Hergün şikayet ettikleri hava kirliliği, ağır trafik şartları varken şehirlerde yaşamayı tercih ediyorlar. Neden? Üstelik şehirde yaşamayı seçenler artık sadece genç insanlar da değil, yaşlı insanlar da var. Ve 2050 yılında şehirlerdeki genç nüfusu, yaşlı insan nüfusundan daha az olacak. Dünyadaki bütün mimarlar- eğer salak değillerse- analiz etmeli. Eğer bir yerden bir yere gidemiyorsanız, hayatınızı bir kabuk, bir şehir yapısı etrafında geliştiriyorsunuz ve bu parça etrafında hareket ediyorsunuz. Böylece herkesin nasıl bağlantılı duruma geldiğini anlıyoruz; örneğin hareketliliği ve toplu taşımayı. Mimarlığın tanımı değişiyor desenize... KAOSUN MİMARI Ünlü mimar Massimiliano Fuksas Çanakkale Seramik ve Kalebodur'un davetlisi olarak sahne almadan önce uyardı, "Herkes benden öğrendiğini sanıyor, oysa öğrenen benim!". Fuksas’ın konferansına firmanın yeni ürün lansmanı eşlik etti. Evet kesinlikle. Eğer dünyanın tamemen dışında değilseniz, olanları değiştirmeniz gerekir. Şehirlerin tanımlarına baktığınızda onlar da değişmiştir. Artık şehir diye birşey kalmamıştır, şehirlerle banliyöler arasındaki ilişki de kalmamıştır. Banliyö şehirdir, ve de merkez alan artık şehir değildir. Kaos her zaman kazanır. Çünkü kaos düzensizlik anlamına gelmez; kaos dediğimde akla hemen karmaşa geliyor. Kaos farklı birşeydir, 30-40'lı yıllarda Laurance adlı bir bilim adamının yarattığı bir teori. Laurance bir matematik insanı olarak geleceği görmek adına (hava durumlarını tahmin etmek için) olasılık çalışır. Bunun için yaptığı her denemede farklı Ben hiçbir zaman akademik bir insan olmadım. Bu işi yapmaya başlayalı 40 sene oluyor. Gençken karar verdiğim tek şey inşaa etmekti. Çok sıradan ama bunu yapmak istiyorum dedim ve yaptım. Bu, o zamanlar bir devrim sayılırdı. Gençler bir an önce inşaa etmeye başlamalılar. Aksi takdirde mimarlığın simyasını, yapısını anlayamazsın. O, konstrüksiyondadır. Son 20 yıldır insanlar konsept diye bir şeyden bahseder oldu. Daha fazla duymak istemiyorum, çok saçma bence. Konsepti konuşarak fazla zaman kaybettik. İnşaa etmek zorundayız! İnsanlar kendi seviyelerinde bakıyorlar dünyaya; şehir 1.60 metre oluyor. Havaya bakan, yukarıya bakan insanlar gördünüz mü? Hayır. Böyle düşünmenize rağmen projeleriniz insan ölçeğinden, 1.60’tan ne kadar uzak! Benim binalarımdan içeri girmeye çalışın. Ne yapıyorsunuz? Yukarı bakıyorsunuz! Büyük bir yapı da olsa, küçük bir kilise de, ışık sizi yukarıya taşır. Bir kelime ışıktır, diğer kelime de ufuk çizgisi. Mimarlık yoluyla ufuk çizgisini değiştirebilirsiniz. Ben ışık ve ufuk çizgisiyle çalışırım. Konseptle çalışmam. Çünkü konsept yoktur. Bu, kendinizi yönetici gibi hissettiğinizi söyleme nedeniniz olmasın? 01 ne olduğunu bilmeye başladık. Bizim işimiz çok kuralcı bir alanda geçerli, bazı kent çalışmaları yapabiliriz, küçük bölgeler, ilginç binalar yaratabiliriz...Eğer şehirde çalışan kaç tane iyi mimar var ya da kaç tane çağdaş yapı vardır diye bakarsanız çok az olduğunu görürsünüz. Roma'da belki 4-5 tanedir, oysa 4 milyon insan yaşar ve milyonlarca metrekare alan vardır. "Mimarlar çekildiğinde, şehirler ortaya çıkar" söyleminizin nedeni de bu mu? Pekala kaos güzelse, insanlar 'gated community'lere (kapılı topluluk) neden ihtiyaç duyuyorlar sizce? İşin en başındaki Fuksas'a dönme şansınız olsaydı, ona ne öğretirdiniz? 150 kişi falan. Bu çok zor...Başkalarına oradaki amacı anlatmak gerçekten çok zor. Ama bunu deniyorum. Her gün... Bilmiyorum. Daha çok Disneyland'a yakın bir kavram. Turistler gelir, hareket halindedirler ve aslında orada yaşamazlar. Tıpkı Venedik gibi...Senede 20 milyon turistin geldiği ve ziyaret edilen bir merkez. Yıllar önce yine buradaydım ve bir röportaj sırasında bana nereye gitmek istediğim soruldu. Ben banliyölere, şehir dışına gitmek istiyorum. Ve mimarlar, planlamacılar tarafından inşa edilmemiş banliyölere. Evet çünkü şehirler insanlara aittir, bize değil. Biz sadece bazı kent simgeleri ya da bazı objeleri yapabilirz. Ev ve konut yapmamalıyız bence. Tarihte Mimar Sinan'a bakın! 500'den fazla yapısı var. Ama ne yaptı? Küçük, ahşap evleri hiç umursamadı. Kent için neler yapabileceğimizi çok iyi bilmeliyiz. Ve kaosun anahtarını bulmalıyız, kaosun algoritmasını. Kaos çok güzeldir! [email protected] Bir tasarım ekibiniz var değil mi? Konseptsiz aynı yöne gitmeyi nasıl başarıyorsunuz? Nedir o zaman? 02 sonuçlar veren çok büyük bir bilgisayar kullanır. Ve şunu anlar; her zaman hesaba katamadığınız küçük parametreler vardır, bunlar sizin mükemmel sonuca ulaşmanızı engeller. Birşeyin birden fazla nedeni olabilir. Geleceği anlamak için kullanabileceğiniz tek şey nüfus bilimidir, farklı bölgelerde yaşayan insanların gelişimi. Tahmin edemediğiniz olasılıklar çoğaldıkça geleceği görmek de zorlaşır. Kaos, aynı zamanda imkansızlık ve olasılıklarla ilgilenir. Bu olasılıkların hepsini bilebildiğiniz an geleceği planlayabilirsiniz. Şimdi özgürüz. Çünkü gezmeye, dokunmaya, hissetmeye, şehirde olmaya başladık. İnsanlara nasıl yardım edeceğimizi anlamaya, ve işimizin Anlattıklarınız kamusal alanlara eğilmenizi açıklıyor, peki ama ürün tasarımına iten ne sizi? Tasarım harikadır. Bir buçuk kilometrelik, büyük ölçekli bir bina yaptığınızda burada bir çiziminiz olur. Bunun ardından çok küçük ölçekli bir şey yapın. 1 milyon metrekarelik bir alan yarattığınızda, bunun karşılığında 1 metrekare alan daha yaratmanız gerekir. Aksi takdirde sürekli kuleler yapar ve delilirsiniz. Evet biz kuleler yapıyoruz ama bu projenin bir kısmı oluyor.Ve kendiniz için, etiğiniz için gerçekliğe geri dönmeniz gerekir. Hergün, her gece normal yaşamınıza geri dönmeniz gerekir. O anda artık dünyanın sayılı mimarlarından olmazsınız. 07 Ben sadece "ne yapıyoruz, kaç kişiyiz?" gibi sorularla gelen insanlar sayesinde öyle hissediyorum. Çok fazla insan var, bazen bana para hakkında soru soruyorlar. İlgilenmiyorum ki! Benim hayatımı finansal olarak çevirmek istiyorlar. Ben bunu istemiyorum, bunun için savaşıyorum... Çok şanslı bir insanım çünkü her zaman için ne istiyorsam onu yapıyorum, ve de müşterilerime kendim karar veriyorum. Bu bir lüks olmalı.. Kendi lüks yaşamını kendin inşaa edersin. Eğer hayatta evetlerden daha fazla hayır diyebilirsen aşağı yukarı mutlu olursun. Aksi takdirde sana gelen bütün projeleri yapar, gördüğün her kadınla sevişir, evinde dünyadaki bütün köpeklere bakmak zorunda kalırsın. Gazete ya da dergi okumuyorsunuz... Esinlenmemek için mi? Sevmiyorum. İlham almak istemiyorum onlardan. Beni neler besler biliyor musunuz? Birincisi, tabiat! İkincisi ise, politik yükümlülüğünüz. Bir sorumuluğunuz olmalı, bir şey uğruna... 01 Massimiliano Fuksas 02 Çanakkale Seramik lansmanından. SANAT VE TASARIMIN ‘KESİŞME NOKTASI’ Mimar Mahmut Nüvit küratörlüğünde gerçekleştirilen ‘Tasarım Türk - Kesişme Noktası’ sergisi, kısa zamanda çığ gibi büyüyen bir katılımla hayata geçti. Tasarımla sanatın ortak alanlarını irdeleyen serginin hikayesini bazı katılımcılardan dinledik. Mahmut Nüvit / Mimar, Küratör: “Modern sonrası sanatta objenin geri çekilmesiyle, sanat objelerinin yerine tasarımlar sanat objesi olarak yer almaya başladılar ve hakikaten tasarımcılar sanatçılar gibi davranmaya başladı. Bu arada sanatçılar da tasarımcılar gibi davranmaya başladı. Her tasarım artık kendi kontekstinden çıkmış gibi görünüyor bize ve aslında biraz tartışma yaratacak gibi duruyorlar. Biz bu toplu duruştan yabancılaşma yoluyla eserlerin sanatsal çizgilerinin yeniden tanımlanmasını arzu etmiştik. Daha taze bir bakışla... Ben de bu sergiyi absürd tiyatronun kavramlarıyla düzenlemeye çalıştım. Yabancılaşarak yeniden tanımlamaya çalışmak, gerçeğin yerinden oynatılmasını, ona ayna değil de prizma tutmayı, sanatlı uyumsuzluk öğesi yapmayı istedik. Buradan çıkacak sonuçlarda estetik uzaklık olabilir -ki bu da daha soğukkanlı bir duruş sağlayabilir eserler karşısında. Bir ‘gerçek’ izleyicinin daha önceden tanımadığı ilişkiler içinde sunmaya çalıştık ürünleri.” Nagehan Kılıçarslan / Tasarımcı: “Tasarım dünyasında bir kimlik kargaşası var. Tasarımcı kimdir? Kime denir? Nasıl bir özelliğe sahiptir? diye bir karmaşa var. Ne kadar var gibi gözükse de aslında bir kimliğimiz yok. Adeta bir ‘popstar’ gibi olmaya başladı tasarımcı. Tasarım bir moda, bir trend oldu. Gerçek tasarımcı ne yapar sorusundan uzaklaşmaya başladığımızı düşünürken bu sergi yarattığı tartışmalarla derdimizi daha iyi ortaya koydu.” Serhan Gürkan / Tasarımcı: “Bildiğimiz, alıştığımız işleri ve tasarımcıları bir arada görmek serginin en önemli noktasıydı. Bu vesileyle dünyada nerede olduğumuzu hissettirmesi açısından da heyecan verici buluyorum. Dünya standartlarına göre aslında hiç de geride durmadığımızı anladık. Yaptığımız işleri sergileyerek kendi güçlü altyapımızı ve seviyemizi de anladık. Yarattığı tartışmalara farklı bakış açıları geliştirdik. Ürünleri her zaman gösterdikleri yüzleriyle değil de görmediğimiz yüzleriyle de anlamaya çalıştık. Verilen imajın dışında yeni bir boyut kazandı tüm işler. Biz tasarımcılar da bu tarz girişimlerle tasarımı tümden ve her yönüyle yeniden algılıyoruz aslında.” Meriç Kara / Tasarımcı: “Bugüne kadar görmeye alıştığımız tasarımları yeni bir boyutta gördük. Benim ürünlerimin de bir mesaj kaygısı olduğu için sanata daha yakın durduklarını düşünüyorum. Bu sergi de aynı ilişkiler içinde parçalara başka bir bakış açısı getirdi. Herkesçe farklı algılanabilir. Ama bu tarz düzenlemeler Milano dışında pek gerçekleşmiyor ülkemizde. Bu açıdan önemli bir etkinlikti. Ben de katıldığım eserlerle derdimi anlattım ve seri üretim tekniklerinin ötesinde başka bir boyuta taşıdım işlerimi.” Berna Bayındır / Sergi Koordinatörü: “Bu sergi tamamen kişisel ve amatör çabalarla kotarıldı. Artık hepimiz birbirimizi tanıyoruz. Bu sergide de bu ürünleri de bizim gündelik hayattaki klasik fonksiyonlarının dışında daha sanatsal öğelerini öne çıkaran bir tarzda yapmaktı. Motive olmuş bir şekilde keyif verici bir çalışma sürdürüyoruz. Yazı yazarak iş istediğimiz tüm tasarımcıların ilgisi ve desteği ile devam ediyoruz.” Yılmaz Zenger / Tasarımcı: “Tasarıma bakışın temelinde ilişkiler var. Ben klasik bir yapıdan geldim. Tasarım benim için daha duygusal bir şey, insani ilişki, severek, okşayarak oluşacak bir form gibi... Heykellerime nasıl yaklaşıyorsam, mobilyalara da öyle yaklaşıyorum. Bu nedenle güncel tasarım anlayışının dışında kaldığımı düşünüyorum. Sergide birden fazla tasarımın bir araya koyulması beni etkiledi. Çünkü zannediyordum ki, nesneler ilk defa değerlendirmeye alınırken tek başlarına değil de, birbirleriyle ilişkileri içinde sunuldular. Dolayısıyla birdenbire ‘ilişkinin gücü’nün farkına vardık.” beş bin tane ekmek yemek için mücadele veren tasarımcı var.” Bertan Berk / Tasarımcı: “Türk tasarım dünyasında yeni hareketler, yeni açılımlar görmek heyecan verici. Hepimiz iyi niyetle taşın altına elimizi koyduk. Ürünlerimizin endüstriyel olsun, olmasın yeni anlamlar kazanması, yeni birilerine ulaşması önemliydi. Bizler zaten yaptığımız tasarımlarla kendimizi ifade ediyoruz. Ama işlerimizin sanatsal bir bağlamda bir araya gelişiyle onlar artık kendi rüştünü de ispatlamış oluyor.” Gamze Güven / Tasarımcı: “Dünyada bazı şeylerin değişmeye başladığını gördük. Uzun süre tartışmalar yaparak deneysel bir şeyler tasarlamaya çalışıyoruz. Biz hala kendimizi sanatçı hissetmiyoruz. Halen sanat nedir, tasarım nedir bunu tartışıyoruz. Sanat nerde biter, tasarım nerede biter bilmiyoruz. Bunlar iç içe geçmiş durumda. Hem birbirimizin işini eleştiriyoruz, hem de içimizdeki derdi kimsenin siparişi olamadan bir şekilde ortaya koyup bir şekilde sergileme ihtiyacı içindeyiz. Bu da bize belirli bir bakış açısı getirdi. Bu sefer farklı tasarımcıların kompozisyon olarak bir arada duruşları ya da başka bir açıdan bakış ilginç bir perspektif getirdi.” Adnan Serbest / Tasarımcı: “Burada yapılan bir takım yerleştirmeler, bir takım kavramsal tavırlar tasarımcıların pasta yemesine benziyor. Fildişi kulesinin en tepesinde biz tasarımcılar pasta yemek ihtiyacını hissediyoruz. Kendimi böyle pasta yemeğe hazırlıyorum. Ama tabana baktığınız zaman, tabanda en az dört bin, Murat Tamgüç / Tasarımcı: “Farklı alanlarda çalışmalarını sürdüren tasarımcıların bir araya geldiği sergide, herkesin egolarından arınmış bir şekilde işlerini sergileme motivasyonu bulması çok alışık olmadığımız bir gelişmeydi. Nesnelerin birbirleriyle ilişkisi ve mekan algısı içinde hem kendileri gibi hem de ‘öteki’ gibi bir davranış kalıbına bürünmesi bizlere de yeni bir bakış açısı getirdi. Sanat, tasarım ve sanayi aynı çatı altında buluştu ve şaşırtıcı işler ortaya çıktı.” 08 29/11/2009 Şanel San Umut Kart [email protected] [email protected] “TASARIM, ÖZGÜRLÜK DEĞİLDİR!” Her daim değişen, her daim aynı… Biraz dünden, biraz bugünden… “Biraz erkek, biraz kadın, biraz çocuk bir otomobil”: Mini. Tasarım tarihinin ikonlarından biri olan Mini’nin retrospektif sergisi için Türkiye’ye gelen tasarım direktörü Gert Hildebrand, sorularımızı yanıtladı. Mini’nin evrimiyle başlayalım; teknolojiyi bir kenara koyup tasarıma bakarsak aradaki en büyük fark ne olur? Otomobilde, teknoloji ve tasarım çok içiçe. Mini, 1959 yılında doğduğunda, teknoloji ve fonksiyonellik üzerine temellenmişti. Ucuz, küçük, akıllı ambalaj, olabilecek en küçük ayak izi, bu alanda maksimum yolcu... Alex Issigonis’in bir mühendis olarak aklındakileri koyduğu bir otomobildi. Form ve teknoloji hep beraberdi. Bugünle o günü kıyasladığınızda en önemli değişimin oran olduğunu görürsünüz. İnsanlarda olduğu gibi! Görsel dili oluşturan şey, bağımsız olarak, orandır. Ve Mini’ nin oranları mükemmeldir; vücuttan tekerleğe oranı, insandaki bacak oranı gibidir. Uzun bacaklı güzel kadın... Mini gibi! Bu orantı meselesi bir arabayı tasarlarken detaydan önce gelir. Peki sizce, Mini’de olduğu gibi orijinale bağlı kalınarak yapılan tasarımlarda, redesign’da, tasarmıcıya yaratıcı olacak kadar alan bırakılıyor mu? Yalnız değilsiniz; mühendis diyor ki “motor sığmalı”, devlet bir kaza olursa diye çarpma kurallarına uygun tasarlamanı istiyor, aerodinamik birimi temiz ve pürüzsüz olmasının gerektiğini söylüyor ki yakıt tüketimi azalsın. Tüm bunlar, senin arzu ettiğin oranların içinden bir otomobil çıkarıyor. Tasarım aslında kısıtlamalardan gelir; özgürlük değildir. Sanat özgürlüktür. Sanatçı kendisi için çalışır. Sınırlar olmadan... Tasarımcı ise müşteri için çalışır ve devlet, para, malzeme gibi limitleri bulunur. Sporda bir kural vardır; kazanan takımı asla değiştirmezsin. Aynı şey! Mini’nin biçim dili mantığa dayanır ve bize bir oran verir. Tasarımcı öyle istediği için yapılmamıştır. Her zaman fonksiyonel bir şey tasarlamak kokoş bir şey tasarlamaktan daha dürüsttür. Porsche, Range Rover’a bakın; redesign yaparlar. Ürünlere baktığınızda hangisinin önce yapıldığını anlamazsınız... Aynı tarifle başarılı olurlar. Eski Mini’yle yenisini ayrı yerlerde görseniz aynı oldukları fikrine kapılabilirsiniz ama yan yana durduklarında aradaki dramatik farkı anlarsınız! İkiz çocuklarınızın olması gibi. Karakteri farklıdır, gülümsemesi... Mini’yi ikonik yapan nedir sizce? Baştan itibaren mühendislik güdümlü bir üründü; moda olduğu için yapılmadı. 1959’da yapıldığında çok geçerli, çok dürüsttü. Tavır, yıllar içinde sürdürüldü. Bu kadar uzun süre üretilmeye devam eden 09 01 otomobil fazla yok. İnsanlar, Mini’yi yıllar boyunca istemeye devam etti çünkü suni değildi. kadın ve cocuk! Erkeğin omuzları, kadının erotik biçimi ve çocuksu gözler... Hassas bir sınır. Fazla erkeksi olursa maço gelebilir, ya da aksine kız arabası olarak algılanabilir. İkisini de istemeyiz. Bu bizim günlük işimiz işte, ayarlamak. Gelecek yıl 4x4 Mini çıkacak, elbette aynı görsel dili kullacağız; ama yapılan iş sadece Mini’yi büyütmek değil. 4 kapı, maskülen, feminen, yeni bir Mini... Önemli olan: Ne kadarı korunacak? Kim bu insanlar dersiniz? Mini’nin hedef kitlesi yani... Klasik bir şekilde, bunca yıl içinde çok farklı insanlar oldu. İlk başta Almanya’da nasıl Beetle vardıysa İngiltere’de de Mini vardı. Seri üretim şeklinde... Halk kabul etti; ucuzdu. Mini’nin geleceğinden ne beklemeliyiz? O kısmı kaybettiniz sanırım; Mini artık çok da ucuz sayılmaz! Sınır, gökyüzü! Süprizleri söylemem... Geleceği görmek için geçmişe bakmanız gerekir. Her sene yeni bir otomobil sunuyoruz. Mesela pek yakında 3 yeni model geliyor. Bir otomobilin ömrünü 7-8 yıl olarak tayin edersek, 2014-2015’te bu ailenin döngüsü yeniden başlayacak demektir. Hayatta her gün kararlar alırsınız; ucuz veya pahalıları seçersiniz. Ama sonunda daha iyi yersiniz, daha uzun giyersiniz... “Ucuz” bir değeri anlatmıyor. Fiyat, adil bir fiyat. Mini alırken başta belki daha çok ödersiniz ama satarken de daha çok alırsınız. Bir ürünün değerinin altında iki şey yatar; ona ödediğiniz para ve size göre değeri. Eğer bunlar uyarsa, fiyatı umursamazsınız. Tasarım ekibinize gelelim... Onlarla gurur duyuyorum! Çünkü ben seyahat ediyorum, onlar da işi götürüyor! 25 tasarımcı. Mühendisler var tepede, bir de kalıpçılar. Tasarım işi döngüyü gerektirir. Dolayısıyla takım, 70-100 kişiye kadar çıkabiliyor. Başka kişilere veya departmanlara bağlı kişiler benim için çalışabiliyor. Bu durumda bu, benim takımım mı bilmiyorum. Öyle hissediyorum. Her zaman insanları bağlamak güzeldir; aile gibi. Sizce gelecekte Mini’nin yüzleşmesi gereken en büyük zorluk ne olacak? Aksi takdirde, sonuç alamazsınız. Söz gelimi renk geliştirme dışarıda yapılıyor ama bu süreçte benim ekibim gibilerdi. Çekirdek takım olarak 25’iz, yıl sonuna kadar 30 olmayı planlıyoruz. Mini hem maskülen, hem feminen... Nasıl başarıyorsunuz bunu? Kesinlikle. Bu bir kombinasyon; söylediğinize çok sevindim. Çok fazla kişi bunu ifade edemez. Evet, maskülen ve feminen. Ve aynı zamanda bir cocuk! 3 arketip; erkek, Soruyu sorarken cevabı bildiğinizi biliyorum! Bir görsel dille en fazla nereye kadar gidebileceğimiz, ne kadar tekrar edebileceğimiz... Mini ne kadar büyüyebilir? Mini ne kadar satabilir? “Ayrıcalık” bittiğinde... Bu yıl sonunda 260 bin Mini üretilmiş olacak bu durumda bahsi geçen, seri üretim midir özel üretim mi? Eğer seri üretimse fiyatı nereye çekilebilir? Bunlar, benim elimde olan şeyler değil, firmaya bağlı. İnsanlar Mini’yi istiyor çünkü Mini onlara ayrıcalıklı bir durum veriyor. Bireyselleşmeye ne kadar imkan veriyor? Bunlar cok karmaşık. İtalya’da kültür ve iş dünyası arasındaki etkileşimlerden yola çıkarak bu ekonomik ve kültürel gelişmeyi sağlayan dinamik süreci anlatan ‘İtalya’nın Logoları’ sergisi, bu sürecin ve içinde yer alan firmaların öykülerinden oluşuyor. Her biri birer marka, birer logo olan firmaların kurucu kişilerinin hayalgüçleri, tasarımları, çalışmaları ve emekleriyle gerçekleştirdikleri düş, fikir ve ürünlerin izlenebileceği sergi, hem belleklerde yer edecek zihin açıcı bir yolculuk; hem de ‘İtalyan yaşam biçimi’ olarak bildiğimiz tasarım geleneğinin girişimciliğe dönüşmesini gözler önüne seriyor. İtalya’yı dünyaya tanıtan büyük isimlerin ve büyük markaların arkasındaki girişim hikayelerinin bilinmediğini söyleyen İstanbul İtalyan Ticaret Merkezi Müdürü Dr. Roberto Luongo, “İtalya’nın Logoları” sergisini, bu öyküleri paylaşmak için düzenlediklerini ifade ediyor. Merkezi Roma’da bulunan İtalyan Ticaret Merkezi kuruluş yılı olan 1986’den beri İstanbul’da faaliyetlerini sürdürüyor. Türkiye ile İtalya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmeyi, Türk ve İtalyan şirketlerine sektörel bilgi sağlamayı amaçlayan kuruluş, aynı zamanda İtalyan şirketlerinin Türk şirketleri ile ticari ilişkilerini güçlendirmeyi amaçlıyor. Bu amaç kapsamında İtalyan Innovarte Firması’nın küratörlüğünde, Cornelia Bujin’in proje yöneticiliğinde gerçekleştirilen sergi, “Made in Italy” bayrağını dünyaya taşıyan İtalyan firmalarına ve iş adamlarına ayrıca Türkiye’ye, Türk firmalarına ve işadamlarına ve özellikle de Türk insanına yönelik bir saygı gösterisi niteliğinde. Sergilenecek “İtalyan Logoları” arasında hem tasarım dünyasının yönünü belirleyen hem de kendi sektöründe ilklere imza atan 15 firma yer alıyor. 1953’te Giulio Castelli tarafından kurulan ve “yenilikçi özelliklere sahip nesneler üretmek” amacından şaşmayan Kartell, yenilikçi yaklaşımını temsil eden logoları ile sergide yer alan firmalardan. İtalyan tasarımının DNA’sının ortaya çıkmasında öncülük etmiş, fikri malzemeden üstün görmüş bir tasarım anlayışıyla hareket eden Danese ve ‘68 kuşağı’nın devrimci yönlerini alıp kişilerin değişiklik isteklerine tercüman olan radikal Zanotta firması da sergiye renk katıyor. 1922 yılında Giuseppe Sacchi tarafından kurulan Marcel Breuer ve Bauhaus’un deneysel tekniği izleyerek sandalye, tabure ve masalarda metalik boruları işleyerek kullanmış olan Sagsa bu yaratıcı tavrını logolarında da gösteriyor. 50’li yıllardan bu yana en seçkin modayı yansıtan ve günümüzde de lüks gözlük dalında lider firmalardan biri olan Safilo, çatal-bıçak ve ev aletleri ile bir tasarım orkestrası kuran Alessi ailesi, ışığı tasarlamanın sadece mekanı aydınlatmak değil aynı zamanda ışığın iç ve dış mekanla birlikte algılanmasını sağlamak olduğuna inanan aynı zamanda toplumla da reklamları aracılığıyla iletişim kuran IGuzzini İtalyan tasarımı denince ilk akla gelen ve sergide olmamaları düşünülemez markalar. Rengarenk vitrinleri, ‘logo bir şirketin ileri görüşlülüğüdür’ düşüncesine inanan Benetton “İTALYA’NIN LOGOLARI”NIN ASKERİ GEÇİDİ 01 İtalyan Ticaret Merkezi (ICE) ve İtalya Başkonsolosluğu, “Made in Italy” deyiminin anlamını bulduğu İtalyan firmalarının sembol ürünlerini, eski ilanlarını ve broşürlerini bir sergide topluyor. Açılışı 2 Aralık 2009’da gerçekleşecek olan ‘İtalya’nın Logoları’ adlı sergi 17 Aralık 2009 tarihine kadar Harbiye Askeri Müze – Şehit Hasan Rıza Sergi Salonu’nda izlenebilecek 02 03 ile mekan ve zamana karşı durabilen şapka firması Borsalino da sergiyi izlemeniz halinde göreceğiniz markalardan. Katılımcı Firmalar Zanaatkarların ve sanatçıların ustalığıyla ortaya çıkan “Made in Italy” deyiminin kökleri 1950’lere dayanıyor. İlk kez II. Dünya Savaşı sonrası bazı dergilerde görülmeye başlanan bu deyim, 1950’lerde “kaliteli bir 04 ürün” olarak ifade bulan anlamıyla yaygınlaştı ve izleyen 1959-1961 yılları arasında basında yer bulmaya başladı. Daha sonra İtalyan Ticaret Merkezi’nin Domus dergisi işbirliğiyle Zürich, Amsterdam, Londra, Paris ve ABD’de düzenlediği, sandalye, lamba, daktilo, sofra takımı gibi günlük eşyaların birer sanat eseri gibi sergilendiği bir dizi sergi ile deyim iyice yerleşti. “Made in Italy” bu süreçle beraber günümüzde artık Vespa, Olivetti’nin 22 harfi, tüm evrak çantalarının babası olan ünlü Valextra evrak dosyası gibi sembolik nesnelerden spor malzemelerine, gözlüklere, giysilere, mobilya ve otomobile ve hatta en sıradan nesnelerden, onları üreten takım tezgahlarına, üretim malzemelerine, üretim yapılan fabrikalara kadar uzanıyor. 01 Brionvega TV 02 Madonna gözlük, 03 Danese takvim 04 Benetton ürünleri 10 29/11/2009 Ceren Erdem Zeynep Kayaalp, Barış Çetin Altındağ [email protected] LONDRA-İSTANBUL HATTI “Yaratıcı Endüstriler” ya da “Kültür Endüstrileri” her geçen gün daha sık kullanılan kavramlar haline geldi. Bireysel yaratıcılık, beceri ve yetenek üzerine temellenen bu endüstriler, fikri mülkiyetleri geliştirerek refah yaratma ve iş istihdamı sağlama potansiyeline sahipler. 1998’den bu yana hazırlanan Yaratıcı Endüstriler Haritaları sayesinde İngiltere’de söz konusu endüstrilerin (reklamcılık, mimarlık, antikacılık, bilgisayar ve video oyunları, el sanatları, tasarım, moda tasarımı, sinema ve video, müzik, performans sanatları, yayıncılık, yazılım, televizyon ve radyo yayıncılığı) ekonomiye yaptığı katkılar ve karşı karşıya kaldıkları sorunlar ortaya koyulmakta. Bugün, yaratıcılığın, yenilenme ve sosyal katılım üzerindeki etkisi geniş bir çevre tarafından biliniyor. İngiltere’nin her bir bölgesi, yaratıcı sektörleri, ekonomik büyümeyi hızlandırıcı öncelikli bir unsur olarak ilan etmiş durumda. Buna ek olarak, bu endüstrilerin özel gereksinimleri, ulusal, bölgesel ve alt-bölgesel düzeydeki siyaset geliştirme biçimine de yansıyor. Genç Tasarım Girişimcisi Yarışması ve Londra-İstanbul Değişim Programı, İngiliz ve Türk tasarımcı/mimarları birbirlerinin kentinde üretime davet ediyor. KTM’de Toplantı Bu doğrultuda, British Council İngiltere’de ve Çin, Hindistan, Türkiye, Brezilya gibi ekonomisi yükselmekte olan ülkelerdeki ofisleri aracılığıyla Genç Yaratıcı Girişimci Yarışması programını tasarladı. Türkiye’de de iki senedir tasarım, interaktif medya, yayıncılık ve moda alanında düzenlenen yarışmaların birincileri ikişer hafta İngiltere’ye giderek kapsamlı bir sektör turu yapma ve 100% Design ve Londra Kitap Fuarı gibi uluslararası etkinliklerde kendilerini tanıtıp iş bağlantıları kurma fırsatını yakaladılar. Arhan Kayar’ın ve Sertaç Ersayın’ın Türkiye’de gerçekleştirilen etkinlikler ve tasarımcıların örgütlenmesi üzerine yaptığı bilgilendirmeyi takiben, Kale Tasarım Merkezi’nde(KTM) ve İzmir’de gerçekleştirilen Genç Tasarım Girişimcisi Yarışması’na başvuran adayların buluşması sayesinde yapılacak ortak projeler için ilk taslaklar oluşturulmaya başlandı. Ocak ayında Londra’da düzenlenecek final ile belirlenecek yarışmanın birincisine Türkiye’de gerçekleştireceği proje için bir bütçe sağlanacak. Ancak görünen o ki, dört finalist de bundan sonra pek çok ortak proje için Türkiye’yi sık sık ziyaret ediyor olacaklar. Ortak Proje Türkiye’den sanatçı, tasarımcı ve markaların uluslararası arenada her geçen gün daha bilinir hale gelmesi, Türkiye’yi ve özellikle de İstanbul’u büyük bir cazibe merkezi haline getiriyor. British Council da bu büyük akımdan etkilendi ve İngiltere’deki genç tasarım girişimcileri için düzenlediği yarışmanın bu seneki odak ülkesini Türkiye olarak belirledi. Bu kapsamda Kasım ayının ilk iki haftası dört finalist kapsamlı bir tur için İstanbul ve İzmir’i ziyaret ettiler. Hedefi Türkiye’deki tasarım faaliyetleri hakkında geniş bir yelpaze sunmak olan turun sonuç ürünü olarak her bir finalist Ocak ayında Londra’da Türkiye ile bir işbirliği projesi önerecek. Finalistlerin her biri tasarım dünyasında farklı alanlarda faaliyet gösteriyorlar. Andrew Tanner geleneksel İngiliz seramiğini canlandırıp güncel tasarımlarla kullanıcılara sunuyor. Max Fraser’ın tasarım alanında hazırladığı pek çok yayının arasında son günlerde raflarda yerini almış olan ve Londra’daki tüm tasarım noktalarını bir araya getirip aynı zamanda profesyoneller için bir şehir rehberi de olan London Design Guide bulunuyor. Dan Ziglam’ın kurucusu olduğu Deadgood, mobilya ve ev aksesuarlarına kattıkları duygusal detaylarla dikkat çekiyor. Nick Rawcliffe’ın tasarım stüdyosu Raw ise özellikle çevreye duyarlı tasarımlarıyla ön plana çıkıyor. Bu çok yönlü ekibe hem işbirliği fırsatlarını sunup hem de bilgilendirmek amacıyla tur kapsamında bağımsız ofislerden, tasarıma yatırım yapan Koleksiyon, Nurus, VitrA ve Vestel gibi Türkiye’nin dev firmalarına, geleneksel el sanatlarından popüler kültür merkezlerine kadar geniş bir içerik sunuldu. ilio, Autoban, Maybe Design ve Gökhan Karakuş ile yapılan görüşmelerde tasarımcıların Türkiye’de tasarıma ve kültürden izler yansıtmaya dair farklı bakış açılarına hep birlikte tanık olduk. 01 Aynı günlerde Architecture Foundation, Garanti Galeri ve Arkitera ortaklığında ve British Council’ın da desteğiyle garajistanbul’da düzenlenen Londra – İstanbul Değişim Programının tanıtımıyla, bu iki ülkeden mimarların da önümüzdeki günlerde yoğun bir kültür alışverişi içinde bulunacakları ve Londra – İstanbul hattında hiç olmadığı kadar yaratıcılık trafiği yaşanacağı görülüyor. 01 Türkiye ile proje geliştirmesi beklenen tasarımcılardan Andrew Tanner’ın çalışmaları 11 TASARIMCININ OBJEKTİFİNDEN NEW YORK Bir kente tasarımcının gözüyle bakarak nesne /çevre ilişkisini sorgulayan “Yeni Dünyanın Eskimiş Sokakları, Bir Tasarımcının Objektifinden New York” sergisi 14 Aralık’a kadar Marmara Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde görülebilir. Fotoğraflar, bölümün mezunlarından Barış Altındağ’ın imzasını taşıyor. Yüzyılın başından itibaren kültür ve finans merkezi olarak dikkatleri üzerine çeken New York, nesnelerin serüveniyle karşımıza çıkıyor. “Yeni Dünyanın Eskimiş Sokakları Bir Tasarımcının Objektifinden NewYork “ isimli sergi 5 Kasım-14 Aralık 2009 tarihleri arasında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Endüstri Ürünleri Bölümü’nde izlenebilir. Tasarım kavramını fotoğraflarla farklı bir algı düzlemine yerleştirmeyi hedefleyen bu sergi, New York’u ziyaret etmiş bir ürün tasarımcısının gözünden nesne-çevre ilişkisini anlatıyor. Sergi, bir fotoğraf sanatı sergisi olmaktan ziyade, Amerikan tasarım dilini New York üzerinden okuyarak Yeni Kıtanın eskimekte olan nesne dünyası ve bunun tasarımla olan ilişkisini anlatmayı hedefliyor. Fotoğraf üzerinden içeriğe, dolayısıyla nesne ve tasarım dünyasına ulaşarak, ürün tasarımı mesleği açısından yorumlanabilecek nesnel bir dünya gözler önüne seriliyor. Dolayısıyla amacın, yeni dünyayı ikonları üzerinden eleştirmek yerine, farklı bir tasarım ve yaşam bakışını tespit ederek sunmak olduğu anlaşılıyor. Sergide Yeni Dünyaya ait nesnel tasarım anlayışının, teknik, estetik ve formların farklı kavram dizgesi ile var olduğunu görebildiğimiz gibi; yaratılan form dünyasının kapitalist anlayışla, özellikle kamu ürünlerinde izlenen eklektik görüntülerin bir çeşit kimliksizleşmeye yol açtığını da görebiliriz. Eski dünya için basit, yeni dünya için fonksiyonel çözümler. Bazen rafine bazen kaotik; çok kimlikli bir yapı. Sıklıkla görülebilen tezatlık durumu ya da modern yaşamda konservatizmin egemenliğinden kaynaklanan eski ve yeninin direnişleri gibi... Fotoğraflardaki Amerikan nesnelerini okuduğunuz zaman, büyük ürünlerin, iddialı grafik öğelerin veya dikkati çekmeye yönelik konservatif detayların Amerikan gündelik yaşam dilini oluşturduğu görülebilir. Büyük nesneler oluşturdukları tasarım dili içinde birbirlerine uyumluyken, Hollywood’un dünyaya sunduğu tanıdık NewYork’un içinden bu nesneleri tekil olarak incelendiğinde, her nesne seri olarak üretilmiş olsa dahi, sistematik ve kurgulanmış bir tasarım anlayışından söz edilemiyor. NewYork’un ara sokaklarında rastladığımız gökdelenlerin arasında sıkışıp kalmış binalar ve bulundukları çevrenin bulunduğu bir diğer karede, karma bir kültüre ait yaşam kodlarını okumak mümkün. Polis departmanına ait bir çekicinin, küresel kargo dağıtım şirketine ait aracı çekmesi, hemen ön planda yer alan ve anlamlandırılamayan bir trafik işareti, yalnızca bir sokağın diğerini kestiği kavşağa rağmen trafik lambalarının konumları, sayısı ve binaların tabelaları ülkemizde görmeye alışık olduğumuz karmaşadan daha farklı bir karmaşa yaratmış. Her nesnenin kendi başına varolduğu, belli bir düzenin içinde bulunmadığı, diğer deyişle birbirleri ile ilişkilerin varlığı sorgulanabilir. Bu açıdan, rasyonel Avrupa tasarım anlayışından farklı olarak, güncellenmemiş tasarım nesneleri kalabalığından söz edilebilir. Karmaşanın oluşturdugu tasarım dilinin varlığından sözederken, biçim dilinin fonksiyonu betimlemesi anlam dünyamız içinde yer bulamıyor. 01 Diğer yandan nesneler ile çevrenin karşıtlık ve tutarsızlığı da dikkat çekici bir olgu. Örneğin Guggenheim Müzesi, görmeye alıştığımız görkeminden uzak, şehrin diğer nesneleriyle birlikte kareye alındığında, müze bir tasarım nesnesi olarak bulunurken, bir toplu taşıma aracında tasarım kaygısından söz etmek pek de mümkün görünmüyor. NewYork sokaklarında ilerlerken karşımıza çıkan bir benzin istasyonu ise, alıştığımız istasyonlardan oldukça farklı. Üzerinde kanopinin olmaması, benzin pompalarının ayrı olması, grafik öğelerin bir bütünü oluşturmayan özensiz yerleşimi, çok defa yenilendiği belli olan ofis binası ve servis yeri gibi detaylar eskimiş izlenimi veriyor. Bir diğer karede, geniş caddeleriyle dünyanın finans merkezi olarak kabul edilen şehrin emniyetine ait araçlar belirgin biçimde dikkat çekiyor. Üç tekerlekli aracın siren ve tepe lambalarının yerleştirildiği kaide sonradan eklenmiş izlenimi verirken, bağlantı detaylarının özensiz olduğu görülebiliyor. Aracın gövde geometrisindeki tanımsız eğimlerse tasarımın morfolojik açıdan tanımlanmasını zorlaştırıyor. Oldukça küçük ölçüleri, dar sokaklarda kolay hareket edebilme gibi pratik bir nedeninin olabileceğini akla getirirken, beklendiği gibi emniyetin koruma ve yaptırım gücünü karşılamadığı da söylenebilir. 01 Sonuç olarak, sergide yer alan fotoğrafları okuduğumuzda Amerikan günlük yaşam kodları, tanıdığımız düzen veya yaşam kodlarımız içerisinde yer almadığını söyleyebiliriz. Toplu taşıma araçlarında, benzin istasyonunda, reklam yüklü binalarda ya da bir itfaiye aracında bunu izleyebiliriz. Özetle nesneler ve çevre, bize göre fazlasıyla yüklü ve yorucu olduğunu kabul edebileceğimiz mesajlar içeriyor. Diğer yandan şu soruları da sormaktan geri duramıyoruz: Amerikan kültürünün ve tasarım yaklaşımının daha rahat bir yaşam önerdiği ve yaşam kültürüne dönüştüğü savunulabilir mi? Dahası, bu kültürün dünya geneline yansımasında biraz hor ve küçük görülen bir kültür gibi görülürken, aslında büyük ölçekte kendini gösteriyor ve yaşatıyor mu? Bunlara bağlı olarak, Avrupa tasarımında sıkça gözleyebildiğimiz rasyonalizm, bilinç altında insanların daha formel düşünmesine ve yaşamasına neden oluyor mu? 01 İddialı grafiler Amerikan gündelik yaşam dilini oluşturuyor. 12 29/11/2009 13 Sibel Baştimur YARIN’IN NEYE İHTİYACI VAR? [email protected] Elektronik aygıtlara olan ilgi iphone çılgınlığı ile had safhaya ulaştı. Oysa iphone ne ilkti ne de son! Dünyanın dört bir yanındaki tasarımcılar teknoloji algımızı değiştirecek sıra dışı çözümlere imza atıyor. Şimdilik pek çoğu “olmazsa olmaz” değil ancak, yarının ne getireceğini kim bilebilir? Bir de bakarsınız, radyolu pergel olmadan yaşayamıyoruz... Bilezik telefon Tasarımı Tao Ma’ya ait Bracelet Phone(bilezik telefon), dış görünümüne önem veren takı meraklılarına yönelik olarak geliştirilmiş bir ürün. Gelen aramaları kullanıcılarına yok denecek kadar az, hafif bir titreşimle ileten ürün, sadece telefon ve etkileyici bir mücevher parçası olmakla kalmıyor, mp3 çalar olarak da kullanılabiliyor. Ürünün üzerindeki dekoratif taşlar aynı zamanda telefon düğmesi işlevi görüyor. www.coroflot.com/zomatao iPodsever Pikap Numark, geliştirdiği yeni model ile pikap kullanımına farklı bir bakış açısı getiriyor. Bir yandan djlere ve müzik tutkunlarına oldschool arşivlerini dilediklerince çalma fırsatı sunan bu profesyonel pikap, diğer yandan ise entegre iPod yuvası sayesinde dönen plakta yer alan şarkıları iPodlarınıza aktarmanıza olanak sağlıyor. www.numark.com Enerjik Kamera Hakan Boğazpınar tarafından tasarlanan Flee, hem dijital kamera hem de bluetooth alıcısı işlevine sahip bir tasarım. Havaya atıldığında, önceden ayarlı zaman aralıklarıyla fotoğraf çeken Flee, yakaladığı kareleri bluetooth ile cep telefonuna gönderiyor. www.behance.net Su ile Çalışan Saat Bedol’un su ile çalışan saati, tasarımı çevre dostu teknoloji ile bütünleştiriyor. Duvar saatlerini çalıştırmak için yaktığınız onlarca kalem pili unutturacak olan yuvarlak saat, tuzlu suyun içinde bulunan elektrotlardan güç alarak pilsiz bir kullanım sağlıyor. www.bedolwhatsnext.com Bluetooth Şemsiye Bir yandan şemsiye taşırken diğer yandan gelen aramaya cevap vermek dünya üzerindeki en sıkıntılı işlerden biri. Bu şemsiyenin tutma yerine monte edilmiş bluetooth ünitesi, aynı zanda cep telefonunuza da müdahale edebilmenizi sağlayarak sorunu kökten çözüyor. Mikhail Stawsky tasarımı hoparlörler sadece telefonla konuşmanıza değil, aynı zamanda yağmur altında müzik dinlemenin zevkini yaşamanıza da olanak sağlıyor. www.coroflot.com/MikhailStawsky Özgür Zap Ünitesi Jason Kline’ın işarete duyarlı uzaktan kumanda sistemi, ayrı ayrı ya da bir arada bükülme ve sıkıştırılma potansiyeline sahip iki adet diskten oluşuyor. Bu ürün ile, kumandaların karışık düğme düzenini çözmek zorunda kalmaksızın zap yapabilme özgürlüğüne sahipsiniz. www.jasonkline.co.uk Yüzme Eğlencesi Elektronik Okuyucu Müzisyen Pergel Tasarımı Mikail Silvanto’ya ait 08 Radio, dijital pergellerde yaygın olarak kullanılan teknolojik olanakların radyolara nasıl uyarlanabileceğinin en başarılı örneklerinden. Üreticisi Aivan, Silvanto’nun “pergelli radyo değil, radyolu pergel “ şeklinde tanımladığı tasarımın masa üzeri ve duvar modellerini piyasaya sürmeyi planlıyor. www.aivan.fi Su sporları tutkunlarına yönelik olarak, su geçirmez malzemeden üretilerek tasarlanan Dolphin mp3 çalar, müzik dinlemenin sınırlarını ortadan kaldırıyor. Deniz gözlüklerine kolayca monte edilerek başarılı yüzücülere antrenman saatlerinde eşlik eden ürün, bu doğrultuda enerjiyi sürekli olarak yüksek tutarak motivasyon artışına sebep oluyor. www.nu-europe.com İdeal bir seyahat arkadaşı olan elektronik kitap okuyucu Readius, 115x57x21 mm boyutlarında bir ürün. Kitap kurtlarına yolculukları boyunca eşlik edecek olan Readius, kullanıcılarına dünyanın her yerinde kablosuz olarak haber ve bilgi indirebilme imkanı sunuyor. www.readius.com Büyülü Ses Entegre Hoparlör Ferguson Hill tasarımı FH007 5 parçalı entegre hoparlör sistemi içinde bir çift dipolar hoparlör barındırıyor; iki bas hoparlörü ve iPod, bilgisayar, Cd çalar, TV gibi cihazlarda kullanılabilen A/B sınıfı entegre amplifikatör. www.fergusonhill.co.uk Magic Sound cam hoparlörün en göz alıcı özelliği, iç kısmına yerleştirilmiş 1.1 mm inceliğindeki membranı sabitleyen dış halka. Yüzeye yapıştırılmış uyarıcı dinamo, sesi aktaran bir membran olarak kullanılan cam panelin şeffaf iletken tabakasından enerji alıyor. www.glasplatz.de 14 29/11/2009 Erdem Dilbaz Banu Alpay [email protected] En başından beri aynı. İhtiyaca karşı çözüm geliştiririz. Ürün yaratırız. Kıyafetlerimizi de kullanır, tüketir; birine verir ya da çöpe atarız. Birazdan örnekleyeceğimiz ürünleri eskitebilecek miyiz birlikte göreceğiz. Bahsi geçecek ürünler “giyinilebilir teknoloji” başlığı altında tanımlanıyorlar. Belki elbisenizdeki bir led’i değiştirip giymeye devam edebileceksiniz! Aklınıza bir tek elbiseler, tişörtler gelmesin. Teknolojik gelişmelerin ana sponsorlarından Amerika Birleşik Devletlerinin ileri savunma sistemleri geliştirmeden sorumlu ajansı DARPA (The Defense Advanced Research Projects Agency); askerlerin daha fazla ekipman taşımalarına yardımcı olacak dış iskeletler (exoskeleton) geliştiren üniversitelerin projelerini destekliyor. Bu projelerin başında Utah Üniversitesi Araştırma Parkı içindeki Sarcos adlı firmanın geliştirdiği dış iskelet geliyor. Mikroelektronik ve robotik tasarımlar geliştiren Sarcos firmasını 2000 yılında DARPA’nın güçlendirilmiş dış iskelet talebine 14 firma/kurum cevap veriyor fakat iş Sarcos’a kalıyor. XOS Exoskeleton adında geliştirilen ürün 68 kilo. Vücudunuzla aynı anda hareket edebilecek eklemlerle bağlantılarınız tamamen analog. Cırtcırtlı ayakkabı, belki biraz daha güvenli tutma yerleri. Bir depo yakıtla 24 saat çalışabilen iskelet hiç zorlanmadan 90 kiloluk parçaları indirip kaldırmanıza, ağırlığınızı hissetmeden sırtınızda bir o kadar daha yükle ilerlemenize izin veriyor. 2007’de prototip ortaya çıktı. Şu sıralar güzel bir kıyafet olması için tasarımıyla uğraşıyorlar. Sarcos’un yaptığına benzer dış iskelet geliştiren General Electric ve Japonya’dan Tsukuba Üniversitesi gibi kurumlar var. Bunlar giyilebilir teknoloji olarak adlandırılsa da gündelik hayatta karşımıza çıkacak ürünler GİYİLEBİLİR TEKNOLOJİ ZAMANI 01 Kimi zaman savunma, kimi zaman sarılma amaçlı “giyilebilir teknolojiler” bedeninizin vazgeçemeyeceğiniz uzantıları olmaya adaylar. Dünyanın dört bir yanında üniversiteler konu üzerine odaklanmış durumda; boş yere mi? değiller. Tasarım dünyasının yakından tanıdığı Hüseyin Çağlayan’ın 07/08 kış koleksiyonunda Swarovski işbirliğinde hazırladığı LED’li elbise belki karşımıza çıkabilirdi. Zira CuteCircuit adlı firma, parlak taşlar hariç, LED’li ve Çağlayanınkinden daha geniş renk sklalasında (24bin renk) Galaxy Dress adında bir elbise hazırladı. Elbise içine gizli birkaç güç kaynağı 30-60 dakika arasında LED’leri yanık tutabiliyor. Galaxy Dress’i şimdilik sadece Chicago Bilim ve Endüstri Müzesi’ndeki bir mankenin üzerinde görebiliyoruz. CuteCircuit’in kullanımda olan 2005’te çıkarttığı Kinetic Dress adlı elbisesinin etek bölümündeki halkalar da hareket yoğunluğunuzla doğru orantıda mavi mavi parlıyor. Ayrıca bir de HugSkirt’leri var; kendinize sarıldığınızda ya da birisi size sarıldığında bluetooth üzerinden sevdiklerinize sms yoluyla “sarılma” gönderiyor. Denemeden bilinecek gibi değil. Web sitelerine göz atabilirsiniz: http://www.cutecircuit.com/ Tasarımla müziğin kesiştiği çok nokta var. Ancak albüm grafikleri bu kesişimin en albenili kısmını oluşturuyor. iTunes’un piyasaya sürdüğü iTunes LP ile ortalık iyice hareketlenecek gibi görünüyor. Gündelik kullanıma çıkması zor olan fakat fantastik hikayelerin en önemli eşyası görünmezlik pelerini de yapılmadı değil! 2005’ten bu yana Tokyo ve Duke Üniversitesileri –ve başka akademiler de- bu işin peşindeydi. Aslında çalışmaya başladıkları ilk zamanda sistemin prensibini çözmüşlerdi. Fakat kullanışlılık açısından, adına yakışır bir şekilde, ihtiyaç olduğu her an sizi koruyacak bir donanıma sahip değil. Sistem şöyle çalışıyor; üzerinize gümüş rengi uzun kollu bir yağmurluk giyiyorsunuz. Durduğunuz yerde görünmez olmanız için üzerinize arkanızdaki alanın görüntüsü bir kamerayla çekilerek yansıtılıyor. Bütün gün ekipmanlarla dolaşamayacağımız için bu ürünü, en azından şimdilik, piyasada göremeyeceğiz. Yazıya başlarken sibernetik gibi her zaman modayla direkt alakası olmayan bir konuyla sözü açtık. Şimdi lafın sonunu aslen çoğumuzun teknoloji olduğunu bile unuttuğumuz güncel bir aksesuarla bitirelim. Geçtiğimiz 3 yıldır Türkiye’de dağıtımı yapılan Tokyo Flash marka saatler! Bu saatlerin alışıldık kadranları yok. Her modelin kendine has okuma biçimleri var. Kadranlar, genelde, dış çerçevelerinin görselliğini fonksiyon olarak kullanıyorlar ve farklı renkteki ışıklar sayesinde saatinizi okuyabiliyorsunuz. Bu bahsettiklerimiz nispeten kolay okunanlar. Bir de ekolayzır görünümlü ya da ikilik sistem (binary) mantığında kurgulanmış kadranlar mevcut. Saatinize bakıp zamanı bir çırpıda söylemeniz biraz zaman alıyor. Tasarım çeşitliliği ve renkleri estetik farklılıklarını aksesuarlarıyla tanımlamak isteyenler için cazip ürünler sunuyor. Siz teknolojiyle yakından ilgilenmesiniz de, gün geçtikçe, teknoloji size yakınlaşıyor olacak. Üzerinizdeki giysi ile bedeninizin bir parçası olana kadar... 02 Hüseyin Çağlayan imzalı Galaxy Dress 03 BYTE’IN FENDİ KAĞIDI YENDİ [email protected] 01 Tokyo Flash saat 02 15 03 Paolo Tonan’ın Optik Kamuflajı. altına girmeye başladı. Albüm grafiklerinin içten ve analog tarzı ile müziğin dijital formlara adaptasyonu arasında köprü kuran CD’ler, bir albüm ekibi ve müzisyenler artık etrafta olmasalar bile plastik kutular içinde kalbimiz ve raflarımızdaki sürdürebilirliklerini korumayı başardılar. Günümüzde halen özel tasarım CD ve plaklar bu mecranın normlarını zorluyor olsalar da artık nostaljik ve görsel nedenlerden piyasaya sürülmekteler. (Setephen Sagmeister’ın, David Byrne ve Brian Eno’nun ortak albümleri için farklı malzeme ve baskı teknikleri kullandığı teneke bir müzik kutusu kıvamındaki CD tasarımı ile koleksiyonerleri mutlu etmeyi başaranlardan.) İnternet üzerinden nefes alıp verdiğimiz bu dönemde artık albümler ve grafikleri dijital kodlar ve pixeller arasına sıkışmış durumdalar. Ancak Apple, albüm satın alırken küçültülmüş albüm kapaklarına bakmaktan gözleri bozulan müşterileri adına geçtiğimiz ay iTunes LP uygulamasını piyasaya surerek albüm grafikleri için geç de olsa yeni bir platform oluşturdu. iTunes LP, sanatçılara özel tasarlanmış interaktif müzik paketlerini, yani içinde şarkı sözleri, müzik videoları, sanatçı notları ve fotoğraflarını bulunduran interaktif CD paketlerini iTunes üzerinden satın alabileceğiniz bir uygulama. iTunes LP şu anda sadece 12 popüler sanatçının albümüne yer veriyor olsa da platformu açık tutmaya calışıyor. 01 Ebonit malzeme üzerine basılmış kırılgan disklerden, taş plaklara, 45’liklerden CD’lere kadar müziğin görsel tercümesinde 1850’lerden bu yana bir çok format değişikliği oldu. Artık müzik web üzerinden paylaşılırken, tozlu plak ceketleri ve CD kitapçıkları koleksiyon parçaları haline geldiler. İnternet müzik dağıtımının devi olarak iTunes, albüm grafiklerinin geleceğinde yeni bir sayfa açtı ve iTunes LP’yi piyasaya sürdü. Albüm grafikleri, kaset CD yada plak formatında olsun 1950’lerden bu yana müzik severlerin seçim yapmasında ve müzisyenle aralarında kişisel bir ilişki kurmalarında aracı oldu. Sanatçının el yazısından(en azından biz öyle sanıyorduk), özel teşekkür notları, şarkı sözleri, stüdyo fotoğrafları, yorumlar derken kendinizi sanatçıyla özleştirip, özenle saklayabileceğiniz, bazen hatta albümün kendisinden bile daha çok önem verdiğiniz, fenomenleşmiş albüm sanatı 1950’lerde piyasaya çıktı. Kimileri iyi bir albümün kraft kağıdına sarıldığında bile aynı şekilde satılacağını savunurken (Led Zeppelin, 1979’da piyasaya sürdüğü albümünde bunu kanıtlamıştı), kimileri ise albüm kapağının satışlara büyük artış sağlayacağını savundu. Zamanında insanlar sevdiği sanatçıları daha yüzlerini bile görmeden radyodan takip ederken belki kese kağıdına sarılabilirdi plaklar ama 60’larda büyük plak şirketlerinin pazarlama uzmanları raflarda göze çarpacak albüm kapaklarını satışlar adına şart kıldı. müziğin ruhunu başari ile temsil ederken kimi zaman müziğin önüne geçmeyi bile başardılar. İngiliz tasarımcılar Peter Seville ve Vaughn Oliver’in “Factory Records” adına Joy Division ve New Order gibi gruplara tasarladıkları kapaklar ile sadece müziği değil, haricinde gelişmiş grafik anlatımları da ortaya çıkardı, öyle ki albüm kapakları barındırdıkları müziğin ötesinde kendi kendilerini klasikleştirdiler. Dönemsel tarzlardan nasibini almış Türk plak kapaklarından bahsetmek gerekirse, Ümit Besen’in fantastik dünyasını bulutlara kazıyan “Şikayetim Var” albüm kapağını da unutmamak lazım. Tasarımcılar, 60’ların hippi ruhunu temsil eden tribal efektlerden, 70’lerin punk çığlıklarına kadar bir çok toplumsal ve sanatsal hareketi de tarifllemiş müzik grafikleri ile, müzisyenlere alternatif ve daha kişisel birer sahne oluşturdular. Çoğu zaman albüm kapakları korudukları 50’ler ve 80’ler arası altın çağını yaşamış olan albüm grafikleri CD’nin doğuşu ile ilk darbeyi almış oldu. Alanlarının daraltılmasından şikayetçi olan birçok tasarımcı zamanla formata ayak uydurmayı başarsalar bile artık herşey yavaş yavaş dijital çağın egemenliğinin Bağımsız plak şirketleri tarafından eleştiri bombardımanına tutulan Apple’ın iTunes LP üzerinden albüm satmak isteyenlerden tasarım ve uygulama için 10,000$ gibi bir fiyat istediği söylentileri ortada dolaşıyor. Apple bu ve bunun gibi eleştirileri reddetse de henüz çok yeni olan bu uygulamanın eksiklik gösterdiği bir çok nokta var. Albümü satın aldığınızda müzik dosyalarını başka bilgisayarlara ve iPod, iPhone gibi cihazlara aktarabilseniz de beraberinde gelen grafikler sadece bilgisayarınızda kalıyor. Dijital albüm paketleri oluşturulduktan sonra üzerlerinden güncelleme yapılmıyor. Apple, iTunes LP’ye alternatif olarak plak şirketlerine, iPhone için geliştirilmiş olan ve 90.000 kadar uygulama barındıran AppStore üzerinden albüm ve sanatçılara özel programlar geliştirmelerini öneriyor. Programcılar bu sayede, HTML ve iPhone için oluşturulmuş yönergeler aracılığı ile daha geniş kitlelere ulaşabilecek, düşük maaliyetli ve albüm grafiklerini bytelara sığdırabilecek (?) yazılımlar oluşturabilirler. Tasarladığı cihazlar ile popüler kültürü yönlendiren ve hayatımıza hem fiziksel hem sosyal yeni alışganlıklar getiren Apple, yeni çağın medya konsolu olarak albüm sanatı geleneğini nereye taşıycak göreceğiz. 01 iTunes LP, henüz 12 sanatçıya yer veriyor. 16 29/11/2009 Filiz Yılmaz Gözde Tüfekçi [email protected] [email protected] ASLOLAN SORUMLULUK DUYGUSU Tasarımsız kurumsal sosyal sorumluluk, sorumsuz tasarımcı olur mu? Çocuklar, engelliler, kadınlar, eşitlik ve özgürce yaşam için tasarım iş başında! 01 60’lı yıllarda sivil toplum örgütleri, insan ve çalışan hakları, ırk ayrımı ve çevrecilik gibi sosyal hareketler sonucunda işletmeler kapitalizmin ‘bireysel çıkar’ anlayışına karşıt önemli bir gerçeği farkına vardı: “Devir kişisel çıkarlardan ziyade toplumsal faydayı maksimize etme devri”... Sanayileşmenin vicdan muhasebesi olarak doğan kurumsal sosyal sorumluluk çalışmaları, atıkları azaltma, geri dönüşüm, toplum eğitim ve sağlığına hizmet, daha iyi çalışma koşulları, insan hakları ve maddi destek gibi uygulamalarla sürdürülebilir kalkınmanın önemli bir parçası artık. Hal böyleyken Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) ve Tasarım arasında bir ilişki olmaması imkansız. ‘Yeşil Tasarım’ ve ‘Üçüncü Dünya İçin Tasarım’ gibi akımlarla, KSS ve Tasarım bizlere iyi bir ilişki içerisinde olduğunu çoktan gösterdi. Gerek tasarım odaklı firmaların ve tasarımcıların bulaştığı KSS projeleri, gerekse tasarım üzerine gerçekleştirilen projeler açısından tasarım ve ülke adına son derece faydalı işler yapıldığı aşikar. Bu bağlamda, son yıllarda gerçekleştirilen bazı projelere göz atmakta fayda var. GOSB Teknopark yönetimi yöre çocukları için, çeşitli atölye çalışmalarıyla “Çocuk Sanat ve Teknoloji Eğitimi Atölyeleri” 2006’dan bugüne eğitim faaliyetlerini sürdürüyor. Uygulamaya dönük bu atölye çalışmaları içinde yaratıcılık ve hayal gücü kullanımına yönelik imkanlar sağlanarak Teknopark gibi bir teknoloji merkezinden gelecek nesillerin faydalanması ve yüksek teknolojiyle tanıştırılması amaçlanıyor. Çocuk Sanat ve Tasarım Eğitimi Atölyesi “Beş Duyunun Aktif Kılındığı Bir Ortamda Disiplinlerarası Sanat Eğitimi” başlıklı çalışma tekniğiyle, eğitimin içeriği "Görsel Sanatlar" 02 uygulamaları arasında yer alan teknik ve uygulamalar bütününden düzenlenmiş. Çizme, boyama, yoğurma, yontma, algılama, ifade edebilme, yorumlayabilme, analizsentez gerçekleştirebilme, vb. gibi ifade edebilme ve içselleştirebilme yeteneklerini geliştirebilmeleri amaçlanmış. Eğitimler esnasında, öğrenme ortamının kolaylaştırılması ve öğrenenlerin görsel hafıza birikimlerinin geliştirilmesi amacıyla bol miktarda görsel malzeme kullanımı hedefleniyor. Türkiye Hazır Giyim ve Moda Federasyonu ile Kızılay’ın birlikte hareket ettiği ve 5 bin çocuğun kışlık giyim gereksinimlerinin karşılanması amacıyla başlattığı “Çocuklar Üşümesin!” projesi, 28 Ağustos’ta gerçekleştirilen 12.Uluslararası Moda Fuarının açılışıyla beraber başladı. Kendi kaynaklarıyla bin çocuğu giydiren federasyon, 23 Aralık 2008 de yapılan özel bir defileyle bilet satışlarından elde edilen gelirlerle bin çocuğu daha giydirdi. Çocuklar Üşümesin defilesinde Moda Tasarımcıları Derneği’nden Bahar Korcan, Şimal Bülbül gibi ünlü tasarımcıların, Damat & Tween’in ve Wenice Kids’in koleksiyonları sunuldu. Hedefte 3 bin çocuk daha var. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı ortaklığı ve İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği ajansı finansmanıyla Mayıs 2008’den beri uygulanan ‘GAP Bölgesinde Kadının Güçlendirilmesinde Yenilikler Projesi’, kadınların iş gücü piyasasına katılımını, Güneydoğu Anadolu’nun markalaştırılmasını ve yeni pazarlama fırsatlarının yaratılmasını hedefliyor. Argande markası altında toplanan, MUDO’nun gönüllü desteği ve Hatice Gökçe’nin tasarım koordinatörlüğünde ünlü moda tasarımcılarıyla yaratılan koleksiyon, Batman ve Mardin’de kurulan atölyelerde üretilerek, yaklaşık 100 kadına istihdam olanağı sağlandı. Üretim yapan kadınlara eğitim ihtiyacını İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği, markanın yaratılma sürecinde ve basılı ve görsel materyallerinin hazırlanmasında Demir Tasarım ve Yoyo Prodüksiyon gönüllü olarak destek verdi. Anadolu’nun motiflerini ve yerel kumaşları modern tasarımlarla birleştiren Argande markası, Ağustos 2009’dan itibaren MUDO’nun 6 ildeki 16 mağazasında satılarak elde edilen, gelir Güneydoğu Anadolu’da markanın üretimini yapan kadınlara aktarılıyor. Özgürce Yaşam İçin Düşler Akademisi, engelli insanlarımız için kalıcı çözümlerle, en temel anayasal ve insani yaşama haklarını eşit ve özgürce kullanabilmeleri yaklaşımıyla üretilmiş bir proje. Alternatif Yaşam Derneği (AYDER), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve Türkiye Vodafone Vakfı finansal desteğiyle hayata geçen Düşler Akademisi, “herkes için sanat” yaklaşımıyla eşit katılım olanakları sunan öncü ve model proje olma özelliği taşıyor. Düşler akademisi sanat atölyelerinin yanı sıra tasarıma dair düş tasarımı ve moda tasarımı konularında da atölye düzenliyor. İki ayrı atölyede temel bilgilerin eğitimi ve yaratıcılığın açığa çıkarılarak dönüştürülmesi, el becerisi ve yaratıcılığın kullanıldığı üretim ağırlıklı çalışma yapılıyor. Endüstriyel tasarımcı Zeynep Karataş ve moda tasarımcısı Oylum Öktem İşözen’in eğitim desteğiyle gerçekleştirlen atölyelere, İstanbul Moda Akademisi de kurumsal destek veriyor. Akademi uluslararası standartlarda eğitim veren kalıcı bir alternatif sanat akademisi olmayı hedefliyor. Kale Grubu’nun Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı, Türkiye’nin dört bir yanında verdiği ‘Seramik Yer ve Duvar Karosu Kaplamacılığı Meslek Kursları’yla işsiz gençleri meslek sahibi yaparken, ‘İlk İşim Okullarda Değişim’ Proje kapsamında köy okullarının tuvaletlerini yenileyerek ilkokul öğrencilerine daha sağlıklı bir ortamda eğitim imkânı sağlıyor. Kayseri, Denizli, Isparta ve Erzurum gibi dört hedef bölgeyle başlayan projenin ilk durağı Kayseri’de, 20 engelli işsiz gence düzenlenen kursun ardından gerçekleşen staj çalışması, Kayseri Talas Kuruköprü İlköğretim Okulunun tuvaletleri yenilenerek yapıldı. Benzer şekilde diğer illerde de birçok ilköğretim okulunda tuvaletler yenilendi. Hijyen ile doğrudan alakalı domuz gribi gibi hastalıkların ayyuka çıktığı bugünlerde, çocuklara sağlıklı bir ortam sağlamak pek manidar. Proje, 2015 yılına kadar 1250 işsiz gencin meslek sahibi olmasını ve 50 köy okulunun da tuvaletlerinin yenilenmesini hedefliyor. Görüldüğü gibi KSS her alanda uygulanıp etkisini gösterirken çocuklar, kadınlar, engelliler demeden tasarımında kanına girmiş durumda. Ne kadar güzel ki satırlar yetmiyor daha yüzlerce projeyi sıralamaya...Nice sorumluluk sahibi projelere, tasarımlı sorumluluklara! 01 GOSB Teknopark. 02 İlk İşim Okullarda Değişim Projesi’nden. Tasarımın mutlaka detaylı bir brief ile başlamasında ısrarlı olan Anadolu Cam Tasarım Merkezi ile gerçekleştirilen KTM209 atölye çalışmanın ilk günü pratik, ikinci günü ise teoriye ayrılıken, merkezin yürüttüğü tasarım projelerini daha yakından izleme fırsatı yakalayan öğrenciler, su ambalajı içir kullanılan tasarım yöntem ve kriterlerini de irdeleme fırsatı yakaladılar. Öğrencilerden, su alanı dışında beğendikleri bir markayı seçmeleri beklenerek, o marka için su ambalajı tasarlamalarının istendiği atölye çalışmasında, bu alanda yapılmış diğer örnekler de incelendi. Paul Smith, Jean Paul Gaultier ve Christian Lacroix’in daha önce Evian’la yaptığı, sınırlı sayıda üretilmiş cam ambalaj tasarımları üzerine konuşulurken, camla ilgili dünya eğilimleri ve markaların buna yaklaşımları da tartışıldı. Çalışmanın tasarım ve eskiz bölümüne, Anadolu Cam Tasarım Merkezi’nin, kendi projelerinde kullandığı, aynı formattaki brief’inden yola çıkarak devam eden öğrenciler tam zamanlı bir iş deneyimi yaşama fırsatı yakaladılar. Katılımcıların kendilerine; mobilya, moda, çikolata, teknoloji, aksesuar gibi farklı alanlardan seçtikleri markaların kimlik ve özelliklerinin analiz edilmesinin ardından, Anadolu Cam Tasarım ekibinin yönlendirmeleriyle marka kişiliklerinde öne çıkan ve tasarım kriteri halini alan detaylar incelenerek çalışamaya devam edildi. Markayı kullanan hedef kitle analiz edilerek, aynı kullanıcı için bir su ambalaj olsaydı, bu nasıl bir tasarım olurdu sorusu üzerine eskiz yapan öğrenciler, kritik süreci ile projelerini ileriye taşıma fırsatı yakaladılar. SU DOĞADAN, CAM DOĞADAN Kale Tasarım Merkezi’nin yeni döneme dair ilk buluşması Anadolu Cam ile gerçekleştirildi. KTM209 “Su Doğadan, Cam Doğadan” atölye çalışmasının sonuçları bir sergi projesini filizlendirdi. Cam ambalaj sanayisinin tasarımla olan ilişkisi giderek artıyor, markaların ya da üreticilerin de talepleri bu yönde mi? B:G: Bu yönde ama yeterli güçte ve bütünsellikte değil. Çabuk vazgeçilebiliyor. Ama sorunun başladığı yer markalar değil. Ticari faaliyetlerini bir sistem olarak görebilen kuruluşlar tasarımın birleştirici, sorun çözücü ve farkı ortaya koyucu gücünü çabuk keşfedebilirler.Hızın erken başlamaktan geldiğini gördükçe iletişim ve marka mimarisi kararları gibi göreceli olarak yeni ciddiye almaya başladığımız alanlara tasarım fonksiyonu da katılmaya başlanıyor.ACTM nin de bunu hızlandırmak ve doğru çizgide tutmak gibi bir işi var. 02 Üç sene önce kurulan Anadolu Cam Tasarım Merkezi ile ürün tasarımı projerini yürütüyorsunuz. Merkez, grubun hangi markalarına ve nasıl hizmet ediyor? Anadolu Cam’ın gelecek hedefleri arasında neler var? 03 Çalışma sonucunda çıkan öğrenci projelerini yorumlayacak olursanız... Atölyenin teması neydi? Oya Akman: Marka olmadan ambalaj çalışmasının çok doğru olamayacağı açık. Çünkü ambalajın seçilen markanın kimliği ile özdeşleşmesi gerekli. Ambalaj marka kimliğini vurgulayan öne çıkaran bir unsurdur.O yüzden bir markanın kimliğinin,tüm özelliklerinin irdelenerek o markaya ait özgün bir ürün konsepti kurgulanmasını istedik. 01 O.A: Cam gerçek doğadan gelen malzeme, tamamen geri dönüşümlü. Doğa ,insan, sağlık dostu. İleride ambalaj pazarında hakim olacaktır.Çünkü içindeki gıdalar, içecekler ile hiç bir şekilde etkileşime girmiyor. Ambalaj dünyasında bu konumdaki tek malzeme. Dünya bunun bilincinde ,biz pek farkinda değiliz nedense. Pratik bir tasarım sürecinin yaşandığı atölyenin ardından ortaya çıkan tasarım projelerini hayata geçirmekte kullanılacak üretim yöntemlerini daha iyi anlamak ve yerinde görmek adına, çalışmanın ikinci gününe Anadolu Cam üretim tesislerine yapılan geziyle devam edildi. Bora Gönenç: Anadolu Cam Tasarım Merkezi, Şişecam grubunun cam ambalaj alanında çalışan endüstriyel tasarım birimi. Cam ambalaj bir sanayi ara ürünü. B2B satılan, müşteri planları ve stratejileri doğrultusunda biçimlendirilmek zorunda olan ara ürünler. Merkezde, hem endüstriyel hem de kalıp tasarımı alanlarında bilgi birikimi ve teknoloji hakimiyeti ile bu gereksinimlere uygun ve sürdürülebilirliği de olan cam ambalajlar geliştirmek için çalışılıyor. 17 O.A: Bence özgün ve yaratıcı ve tamamen üretilebilir ürünler ortaya çıktı. Bu projeler seçilen markalara konsept çalışma olarak sunulsa, eminim bir çoğu kendileri için özel düsünülmüş bu projeleri hayata geçirir. Projenin devamında neler planlanıyor? O.A: Geniş bir sergi planlanıyor.Belki aralarından seçilenlerin gerçek markalarına sunumu söz konusu olabilir. Sonuç olarak son derece gerçekçi, üretilebilir, yenilikçi ürün tasarım projeleri bunlar. Genelde özgün cam ambalaj konusunda seminerler, eğitime katkı çerçevesinde önemli projeler gündeme gelecektir. Camı diğer malzemerden ayıran fark ne sizce? Ambalaj tasarımı açısından ülkemizde camın yeri nerede? B.G: Cam ambalaj, insanların midelerine giden ürünleri koruyor. Cam sağlıklılık açısından ideal ve rakipsiz. Böyle bir alanda tasarımının önündeki önemli konulardan biri camın her üründe arzulanan ve tercih edilen ambalaj olması için çalışmaktır. Tercihin de ötesinde markaların ticari başarısını sağlayacak nitelikleri de kazandırmamız gerekir.Bunu ancak tasarım çözer. İnovasyonun süreklilik kazandığı bir dünyada ticari ve sosyal gerçekleri bilerek camı realitelere uydurmanın tek yolu endüstriyel tasarımın kalıp ve proses tasarımlarındaki gelişmelerle birlikte gerçekleştirebileceği projelerdir. Sağlıklı çözümler böyle bir tasarım ortamı ile mutlaka bulunur. 01 Tamer Köşeli tasarımı etkinlik posteri. 02 Anadolu Cam danışmanı Bora Gönenç ve tasarımcı Oya Akman. 03 Etkinlik KTM ve Anadolu Cam Tasarım Merkezi’nde gerçekleşti. 18 29/11/2009 Umut Kart Şanel San [email protected] [email protected] “CEP TELEFONUNDA ŞEHRİN İÇİNDE MAVİ YOLCULUK Türkiye’nin ilk ve tek modern akvaryumu Turkuazoo sayesinde bakışlarımız suların altına indi nihayet. Hal buyken, dünyanın dört bir yanında büyük yatırımların yapıldığı akvaryumlara başka bir perspektiften bakmakta fayda var. DEVRİM SONA ERDİ!” Alabildiğine hızlı üreten ve aynı süratle tüketen cep telefonu piyasasının telaşsız, (sanki) dertsiz, (belki) tasasız oyuncusu Vertu’nun tasarım direktörü Frank Nuovo Türkiye’deydi. Tasarım eğitimi “ihtiyaca cevap vermek” üzerine kuruluyken, lüks tüketim için tasarım tam karşısında durmuyor mu? yapılış biçimi; bunu ucuza yapamazsın! Zanaat ve teknolojiyi bir araya getirmenin zorluklarından bahsedelim mi? Peki ama çok da uzun süre yaşamayacak ürünler tasarlamaya ihtiyaç var mı? Nokia’da şef tasarımcıydım; 1989’dan 1998’e sadece seri üretim için çalıştım. Herşey plastik ve geçiciydi; bunu farketmek ise hayalkırıklığı yarattı. 18-24 aylık ürünler... İlham buradan gelmişti işte. Neden yüksek teknolojiye sahip tüm iletişim ürünler geçici, disposable plastikten yapılıyordu? Daha uzun süre yaşayacak birşey nasıl yaparız? Bu bir meydan okuma, daha önce kimse yapmadı bunu! 1997’de bu işe başladığımızda; gezegendeki en yüksek teknolojiyle geleneksel zanaati biraraya getirmenin yolunu aradık. Kimse bu kadar büyük bir safirle çalışmamıştı... Bu mesela lazerle kesilmiş seramik. İstediğimizi yapacak teknoloji yoktu, zorladık; kimi zaman isteklerimizi, teknolojiyi geliştiredururken, beklettik. ekibim vardı vs. Ama dedim ki “ben bir tasarımcıyım ve şu anda tek yaptığım strateteji çalışmak”. O noktada ya biri Vertu’yu alacaktı ben de Nokia’ya odaklanacaktım. Ya da Vertu’yu alıp tekrar tasarımcı olacaktım. Benim tutkum birşey yapmak, tasarlamak, mühendislerle çalışmakken yönetici olmuştum. Belki birgün yine isterim tasarım şefi olmak ama o sırada 30 yaşındaydım; geçtim biraz. Yeniden oyuna dahil olmak istedim.Vertu deneyimi insanın başına bir kere gelir; nasıl bırakırdım! Bir markayı eskizden yaratmak... Nokia’yla Vertu’nun ortak noktası var mı? Kaç yıl mesela? Bilmiyoruz şu anda. Kimbilir... Çekirdek teknoloji 20 yıl dayanır gibi. Şöyle bir teorim var; teknoloji “retro-fit” yapabilir. Güzel bir kap yaparsanız o upgrade edilebilir. İleride 20 yıllık bir Vertu’ya sahip olup güncel teknoloji ile donatmak bir trend haline gelebilir. Saatleri düşünün ya da otomobillleri... Teknolojisini değiştirir, modeli tutarsın. Eğer kabına yeteri kadar yatırım yaparsan... Bu paslanmaz çelik, bu safir bu seramik bir yere gitmiyor! Bu deri, zaman içinde daha güzel görünecek muhtemelen. Çok uzun zamandır cep telefonu tasarlamak için çalışıyorum. Dünyanın herhangi bir yerindeki tasarımcıdan daha fazla telefonum oldu. Nokia’nın bir dönem yüzde kırk pazar payı vardı. Düşünün! Uzun süre onların tasarım şefiydim. Dolayısıyla seri üretimi, standart endüstriyel tasarımı anlıyorum. Ama benim hayalim, bu, her zaman yanında taşımak isteyeceğin ürün. Bunun kadar güzel birşey varken neden plastik parçasına sahip olmak isteyesin? Bu durumda Vertu’yu ayrıştıran en temel şeyin malzeme olduğu fikrine kapılıyorum. kullanıcımız malzemenin farkında ; hissediyor. Ürünlerimizin fotoğrafta güzel çıktığına inanmıyorum. Elinde tutmalısın ... Tüm pahalı ürünlerde aynı şey söz konusu. Milyon dolarlık saatlere sadece bakarsan anlamazsın; nasıl üretildiğini anlamalısın, hissetmelisin. Farkı bu yaratır. Vertu’nun Ferrari modelinde gördüğünüz bu at,” extrude” edildi mesela; üzerine yapıştırılmadı. Detaylara bakın; daha önce hiç böyle yapılmadı. Kullanıcı bunun farkında mı yoksa mesele, tasarımcının kendi tatmini mi? Kullanıcı farkında. İki çeşit kullanıcı var; bir tanesi bunu sadece pahalı diye istiyor. Umursamıyor sebebini. Diğeri ise... Sebep, Bir tasarımcı çok ünlü olmadığı takdirde böyle bir telefon alacak kadar kazanamayabiliyor. Ekibinzdekilerin kendi hayat tecrübelerinin parçası olmayan bu şeyi tasarlamaları zor olmuyor mu? Ben tek başıma tasarlıyorum bunu! Elbette benimle çalışan tasarımcılar oluyor ama bu konuda çok possesivim. Nokia’da tasarım şeflik yaparken yüzlercesi ile beraberdik; ama Vertu butik bir ürün. Benle şu anda 3 endüstriyel tasarımcı var. Ben eskiz yapıyorum, onlar devam ettiriyor. Tasarım söz konusu olduğumda ben “o”yum. Vertu’ya geçmemin altında yatan bencilce sebep işte; hayal pozisyonu bu! 2005’te Vertu başarılı olmaya başladı. Karar vermek zorundaydım; Nokia’nın baş tasarımcısıydım, global bir Elbette, birkaç şey var. Vertu’ya başladığımda, hala Nokia’nın tasarım şefiyken şunu söylüyordum : Vertu, Nokia için Formula 1gibi. Nokia’da yapamadıklarımızı yapacağımız alan. Perakende, lüks müşterisi, seri üretimde kullanılamayacak malzemeler hakkında öğrenebiliriz. Aslında Vertu, Nokia’ya çok şey getirdi. Vertu’daki çekirdek teknoloji ise Nokia’dan geliyor. Sonuçta, Nokia buna milyarlar harcıyor, Vertu ise niş bir pazar. Baştan yazmıyoruz arayüzü; yeniden keşfetmek için o kadar harcamaya gerek yok. Benim gurur duyduğum şey, atölyemizde çalışan insanlar; bir görsen... İnanılmaz bir el işi. Burda gelecek var. Konsept şu: Teknoloji minyatürleşmeye devam edecek. Telefonlar bu dakikadan sonra radikal birşey yapmayacak. Ben de tam bunu soracaktım! Devrim kalmadı mı? Fonksiyonel anlamda önemli bir devrim kalmadı. Bunların hepsi internete giriyor; video, Tv... Belki bundan sonra kişisel radar olur! “Big Sister!” Vertu’nun mentor markası ne olurdu? Malzeme ve zanaat, gerçek tasarım ve üretim... Üretim sürecini yavaşlattığınızı düşünün. Nokia günde milyonlarca telefon yapıyor. Vertu’nun bir tanesini yapmak ise saatler sürüyor. Yani hizmet, teknoloji, tasarım, concierge, satış noktası... Bu deneyim özel birşey haline geliyor. Özel malzemeler, normalde gördüğünden farklı. Paslanmaz çeliği ucuz da yapabilirsin, çok efor da koyabilirsin. Dürüst olmak gerekirse, biz çok efor koyduk!Safirde de aynı şey söz konusu. Sonunda mesela, çizilmiyor... Çoğu 19 Bu seviyede, bunun gibi birşey yapan yüksek teknoloji markası yok. Saat markaları bir ilham olabilir. Malzemeyle vakit geçiriyorlar. Bir de otomobiller. Ferrari mesela... Lüks kalemler; kalem üreticilerine bakıyorum. Gözlükçülere de... Deri ürünlere... İlhamdan bahsedersek Leonardo da Vinci’ye bakarım. Ama bugün, tek bir örnek arasam söyleyemem. Bir kombinasyon olabilir ancak. Nokia için böyle bir marka satın almak istemiştik mesela, bulamayınca sıfırdan yarattık! İnsanoğlunun her zaman merakta olduğu bir konu “başka” dünyalar. Uzay, gezegenler derken yanı başında olan gizemli bir dünya olan sualtı ise bambaşka bir evren sunmuştur hep biz insanoğluna. Her zaman merak uyandıran karanlık sulardaki yaşam, insanı hem fiziksel hem duygusal açıdan beslemiştir. Bugün içinde yaşadığımız evrende, mimar ve tasarımcılar bize uzak olan evrenleri yakınımıza, gündeliğimize adapte etmekte oldukça başarılılar. Özlemini ve merakını yaşadığımız sualtı dünyasını belki de hepimizin en iyi bildiği ortamlara dahil ederken insanlığın merakını dindiriyor bu kişiler. Forum İstanbul dahilinde Ekim ayında açılan “Turkuazoo” bu gizemli dünyaya ışık tutan, bu dünyanın hareketini, sinerjisini görmeme durumu olan bizler için, bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor. Turkuazoo’nun tasarımı, inşaatı ve teknik alt yapısı, alanında 25 yılı aşkın süredir faaliyet gösteren, Singapur’dan Edinburg’a dünyanın çeşitli yerlerinde 21 dev akvaryum kurulumunu gerçekleştiren, Yeni Zelanda kökenli Marinescape firması tarafından gerçekleştirilmiş. 8 bin metrekare üzerine inşa edilen akvaryumun tamamlanması 6 ay sürmüş. Global Aquarium firmasının Türkiye temsilcisi İstanbul Sualtı Dünyası A.Ş. tarafından işletilecek olan Turkuazoo’nun Genel Müdürü Philip Crane, sektörde yirmi yılı aşkın tecrübesinin yanı sıra dünyaca bilinen pek çok ünlü akvaryumun da kurucusu olma özelliğini taşıyor. 17 milyon avroluk yatırım planlamasına sahip akvaryuma gelen ziyaretçiler köpekbalıklarından dev vatoslara, deniz kaplumbağalarından ahtapotlara hatta Amazonlar’dan gelen dev tatlı su balıkları gibi dünyanın dört bir yanındaki deniz ve okyanuslardan getirilen 2 bin değişik türde, 10 bin balığı bir arada görme şansı yakalıyor. 29 ayrı akvaryumdan oluşan Turkuazoo'da akvaryumların en büyüğü 5 milyon litre su ile doldurulmuş ve içinden 80 metre uzunluğunda akrilik bir sualtı tüneli geçiyor. Üç ayrı katta hizmet veren tesiste bir sergi alanı, sualtı belgeselleri gösteren bir sinema salonu, hediyelik eşya mağazası ve ana salon bulunuyor. Akvaryumun içinden geçen akrilik sualtı tüneli sayesinde, sanki balıklarla yüzüyormuş gibi bir gezinti imkanı sunan Turkuazoo’da ziyaretçiler, 270 derecelik su altı görüş açısına sahip gözlem salonu ile deniz canlılarını daha yakından izleme fırsatı yakalıyor. Yılda 1 milyon kişinin ziyaret etmesi beklenen akvaryumun 18 cm kalınlığındaki camlar için plastik esaslı 01 Oceanarium”. Dünyanın en büyük akvaryumu olan Amerika'nın Atlanta şehrindeki Georgia Akvaryumu ise 25 bin metrekareden oluşuyor. İspanya'daki L'Aquarium de Barcelona'nın 7 bin metrekare üzerinde yükseldiği düşünülürse Yeni Zelanda kökenli Marinescape firması tarafından yapılan Turkuazoo, dünya ortalamasında önemli bir yere sahip. akrilik malzeme de kullanılmış; bu nedenle akvaryumdaki balıklar olduklarından 3`te 1 oranında daha küçük görünüyorlar. Dünyada Dev Akvaryum Konsepti Deniz akvaryumu konsepti ile Türkiye ilk kez Turkuazoo projesi ile tanıştı ancak, deniz akvaryumu konusu özellikle son 25 yılda hızla ilerleyen bir ivme sergiledi. Bu ivmelenmeye paralel olarak geleneksel akvaryum izleme teknikleri de değişim gösterdi. Yatay yönde kavisli akrilik tüneller sayesinde ziyaretçiler dev bir akvaryumun suları altında “gezme” imkanına kavuştular. İzleme eylemini keyfe dönüştüren akvaryumlar ayrıca çok çeşitli eğlence ve eğitim imkanları ile de ziyaretçilerine karşı sorumluluk edindiler. Amerika Birleşik Devletleri’nde 22’den fazla şehirde dev akvaryumlar açıldı ve yenilerinin açılması da planlanıyor. Son on yılda Asya ve Avustralya’da da pek çok akvaryum projesi tamamlandı. İngiltere'de 13, İskoçya'da 2, Almanya'da 3 ve Güney Afrika'da 3 akvaryum bulunuyor. Avrupa'nın en büyük akvaryumu ise Portekiz'in başkenti Lizbon'da Amerikalı mimar Peter Chermeyeff tarafından gerçekleştirilen “The Akvaryumlar sadece bir gezi durağı olmasının ötesinde eğitim, dalış, eğlence gibi çeşitli etkinlikler sunmaları sayesinde tek boyutluluklarından kurtulup ziyaretçileri ile aralarında sinerji kuruyorlar. Bulundukları şehrin turistik çekiciliğini de arttıran bu akvaryumlara örneklerden biri de Yeni Zelanda, Auckland şehrinde kurulmuş Kelly Tarlton’un “Under Water World”u (Su altı Dünyası). Bu akvaryum açıldığı ilk yıl 750 bin turisti bölgeye çekti. Dünyanın en büyük akvaryumları arasında yer alan Okinawa Churaumi Aquarium’da bulunan 7 bin 500 m3’lük Kuroshio Sea tankında 60 cm kalınlığında 22,5 m’lik bir akrilik cam panel bulunuyor. 01 Atlanta’daki Georgia Akvaryumu 25 bin metrekarelik bir alana yayılıyor. 01 Turkuazoo içinde 10 bin balığı 29 ayrı akvaryumda görmek mümkün. 20 29/11/2009 Eray Cavlı Emine Merdim Yılmaz [email protected] ÜRETKEN TASARIM: HEPSİNDEN ÖNCE ÖZGÜN KOPYALARDAN OLUŞAN BİR DÜNYAYA DOĞRU Tasarımda özgünlük, intihal, tescil gibi kavramlar üzerinden sürdürülen hukuki ve ahlaki tartışma şiddetini her geçen gün artırıyor. 'Üretken Tasarım' (Generative Design) adıyla anılan yeni bir akım ise teknolojinin sunduğu imkanlardan faydalanarak 'özgün kopyalar' yaratmanın peşinde. Hem de tamamen yasal ve etik olarak. Sanat eleştirmeni Rosalind Krauss yaklaşık yirmi beş yıl önce soruyordu: “Kopyaların üretimini engellemezsek ne olur? Orijinallerin bulunmadığı, tamamen kopyalardan oluşan bir dünyada üretilen işler neye benzer?” İşte, 'üretken tasarım' (generative design) tam da Krauss'un bahsettiğine benzer, 'özgün kopyalar'dan oluşan bir dünyayı tasarlıyor. gibi, tasarımcılar teknolojinin sunduğu olanaklarla doğrudan bilginin kendisini tasarımın malzemesi olarak gören, süreç odaklı bir yaklaşımı benimsiyor. Teknolojik gelişmelerin sunduğu olanaklar sayesinde aynı parçanın seri üretimi ile özgün parçaların sürekli üretimi arasındaki maliyet farkı da gittikçe kapanıyor. Kram/Weisshaar'ın projesinde de görüldüğü gibi, üretken tasarımın hedefi yalnızca bir adet özgün tasarım ortaya çıkarmaktan çok daha fazlası. Benzeri projeler tam da bu nedenle 'son ürün' kavramını rafa kaldıracak gibi duruyor. Son tahlilde, yasalar tarafından koruma altına alınacak tasarım değeri de son üründen çok, tasarım süreci ve de tasarımcıların süreci kontrol etmesini sağlayan yazılımlar ve algoritma oluyor. Teknolojinin tasarımı getirdiği noktada, tasarımcılar artık nesnelerin sadece biçimlerini değil adeta genetiklerini de modelliyor. 'Üretken tasarım' adıyla anılan yaklaşımın asıl derdi de nesnelerden çok onları üretecek süreçlerin nasıl tasarlanacağı. Processing ve Mathematica gibi yazılımlar yardımıyla tasarlanan algoritmik süreçler sonucu her biri kendi içinde özgün olan nesnelerin üretimi mümkün oluyor. Stokholm merkezli tasarım stüdyosu Kram/Weisshaar'ın 'Breeding Tables' projesi üretken tasarım akımına son yıllarda verilebilecek en iyi örneklerden biri. Clemens Weisshaar ve Reed Kram geleneksel olarak tasarım mesleğinin temelinde yer alan 'seri üretilmek üzere tasarlanan orijinal ürün' fikrini alaşağı etmeyi kendilerine dert edinmiş. İkili, bunun üzerine güncel üretim teknolojilerinden faydalanarak sonsuz sayıda özgün masa üretme hedefi ile yola çıkmış. Sonuçta, özel olarak tasarladıkları bir bilgisayar kodu yardımıyla geliştirdikleri süreç hedeflerine ulaşmalarını sağlıyor. Birbirinden farklı biçimlerin fiziksel olarak üretimi ise yine tamamen bilgisayarlar tarafından yönetilen lazer kesim ve bükme makinaları sayesinde gerçekleşiyor. Somut olarak tanımlamak gerekirse, her yeni süreç sonucunda birbirinden farklı geometriye sahip olan masa ayakları ortaya çıkıyor. 01 Fikri Mülkiyet Kalıpları Üretken tasarımın akımının çarpıcı etkilerini 'fikri mülkiyet hakkı' meselesi ve ilgili hukuki ve ahlaki tartışmalar bağlamında daha detaylı incelemek mümkün. Yeni endüstriyelleşen toplumlarda fikri mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin yasal ihmaller nedeniyle 'kopya' kavramı tasarımcıların korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Söz konusu ihmaller tasarımın küresel rekabetteki itici gücünü yeni kavrayan ülkemizde de gündemdeki sıcaklığını koruyor. Nitekim, geçtiğimiz Şubat ayında TBMM'ye sunulan tasarım kanun taslağı kapsamında tescilli tescilsiz tüm tasarımların korunması resmi gündeme de girmiş oldu. Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Bilgi toplumunun yaratıcı disiplinler üzerinde yaptığı köklü değişiklikler 'fikri mülkiyet' gibi geleneksel kalıpların kendisini tartışmaya açıyor. Söz konusu tartışmalara bir örnek, yaratıcı bireylerin ürettiklerini herhangi bir yasal koruma olmaksızın genel kamuoyuyla paylaşmasını sağlayan 'açık kaynak' (open source) olgusu etrafında şekilleniyor. Sonuç olarak, özellikle sanayileşme sonrası Batı toplumlarında son ürünü merkeze alan geleneksel tasarım süreçleri terk ediliyor. Üretken tasarım örneğinde de görüldüğü Üretken tasarım, kullanıcıya farklı seçeneklerin sunulabilmesi yolunda tasarımcıların başvurduğu 'serikişiselleştirme' benzeri yöntemlere karşı da ciddi bir alternatif olarak dikkat çekiyor. Örneğin, 'seri-kişiselleştirme'yi son yıllarda sıkça kullanan bazı dev spor ayakkabı markaları internet sitelerinde kurdukları platformlar aracılığıyla kişilere kendi özgün ayakkabılarını tasarlama olanağı tanıdıklarını iddia ediyor. Burada hedef özgün seçeneklerin sayısını artırmak ve son kullanıcıyı tasarım sürecinin bir nebze içine çekmek olsa da, ne oranda başarılı olunduğu tartışmaya açık. Sözgelimi, 'serikişiselleştirme' yöntemini benimseyen bir tasarımcının kullanıcılara sunduğu menüde ne kadar farklı renk, desen, doku seçeneği yer alırsa alsın, ortaya çıkacak özgün ürün sayısı hiç bir zaman gerçek anlamda sınırsız değil. Söz konusu yöntemin aynı zamanda kullanıcının zihnini gereksiz biçimde meşgul eden ve zamanını alan süreçlere yol açtığını, omuzlarına adeta bir tasarım yükü bindirdiğini öne sürmek de mümkün. Oysa, gerçekten sonsuz sayıda 'özgün kopya' üretimine olanak tanıyarak, 'özgünlük' ve 'kopya' kavramlarının kendilerini hükümsüz kılan 'üretken tasarım', 'serikişiselleştirme'nin tahtını şimdiden sarsmış durumda. Sonuçta, Krauss'un çeyrek asır önce bahsettiği 'özgün kopya'lardan oluşan dünya, üretken tasarım sayesinde gerçekleşecek gibi gözüküyor. Hem de tamamen yasal ve etik olarak. 01 Kram/Weisshaar'ın 'Breeding Tables' projesi 21 ENGELLİ ERİŞİMİ Birleşmiş Milletler tarafından 1992 yılında alınan bir kararla 3 Aralık Dünya Engelliler Günü olarak ilan edildi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu 1993 yılında yayınladığı bildiri ile, 3 Aralık'ın üye ülkeler tarafından “engellilerin topluma kazandırılması ve eşit haklar tanınması” amacıyla tanınmasını istedi. Bütün dünyada engelliler gününün en önemli vurgusu engelli bireylerin sorunlarına dikkat çekmek, topluma kazandırmak, ulaşım ve erişebilirliğin arttırılması yönünde çalışmalar yapmak. 1945 yılından beri Birleşmiş Milletler'e üye olan Türkiye'de ise engellilerin ulaşım araçlarına, kamu binaları ve alanlarına, evlerine dahi erişim imkanları neredeyse sıfır. Dolayısıyla engellilerin topluma kazandırılması ve eşit haklar sağlanması yönünde yapılan çalışmalar Türkiye'de yetersiz kalıyor. Herkesin bir engelli adayı olduğu düşünüldüğünde “Türkiye'de tasarlanmış ya da tasarlanmamış yapıların kaçı engelli ulaşımına uygun?” sorusu akla gelmiyor değil. Çizilen negatif tablonun yanında Türkiye'de engelli erişimine uygun yapılar yok değil. ARKİV'de yer alan engelli ulaşımına uygun binalardan bazıları şu şekilde sıralanabilir. Turkcell AR-GE Binası Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık Özel bir telekomünikasyon firmasının Dünya Engelliler Günü, Türkiye’deki yapılara tekrar göz atmak için önemli bir fırsat. Türkiye'de tasarlanmış ya da tasarlanmamış yapıların kaçı engelliler için uygun dersiniz? teknoloji merkezi binası olarak planlanan yapı, Gebze TÜBİTAK Araştırma Merkezi Teknoloji Serbest Bölgesi'nde yer alıyor. Arazi konumu, manzara ve yönler doğrultusunda girişte tek, ofis cephesinde dört katlı bir kurgu içerisinde planlanmış. TED Eskişehir Koleji Yerleşkesi Yeşim Hatırlı, Nami Hatırlı Yerleşke 40.000 m²'lik bir arazi üzerinde tasarlanan anaokulu, ilköğretim (1-8), lise (9-12), sosyal merkez, kapalı spor salonu ve kapalı yüzme havuzu, tiyatro-konser salonu, lojman ve yurt yapılarından oluşuyor. 35.000 m²'lik kapalı alana sahip yerleşkede toplam öğrenci kapasitesi 1.252 olarak planlanmış. L Binası Özsoy Mimarlık Proje ve Danışmanlık Emre Arolat, Nevzat Sayın, Kerem Piker, Natali Tombak Yapı, mevcut bir tekstil fabrikasının yönetim bölümünü ve satış mağazasını içerecek biçimde toplam 3.600m2 olarak inşa edilmiş. Zemin katı fabrika satış mağazası, birinci katı ise yönetim birimleri olarak düzenlenen yapı, mevcut fabrika cephesinden (perfore levha ile kaplanması düşünülen) 1,5 metre önde kurulmuş, bu sayede elde edilen alanda tüm mekanik ve tesisat sistemleri çözümlenmiş. Yeni yapılar, tıpkı eski yapılarda olduğu üzere, yoğun ve ağır bir iç çekirdek ile onu ona olabildiğince dokunmadan örten, hafif ve yarı geçirgen bir dış zırhtan oluşturulmuş. Eski yapıların zırhındaki duvar ve pencerelerin oluşturduğu delikli durum yerine, bu kez tüm yapının algısını homojenize eden bir metal tül, alt bölümdeki betonarme ayak üzerine basitçe oturtulmuş. Galyum Blok Çırakoğlu Mimarlık ODTÜ MATPUM Binası CAG Mimarlık Atölyesi MATPUM, işlev, kullanım, iklimsel verilerin kullanımı ve mimari bakımdan deneysel bir yapı. Merkez, özel mimarlık büroları, inşaat firmaları, tasarım ofisleri, resmi kurumlar, üniversiteler ve tasarım odaklı faaliyet gösteren diğer grupları biraraya getirmeyi ve ortak projeler geliştirmeyi hedefliyor. 01 Lara Kervansaray Oteli ve Kongre Merkezi Arolat Mimarlık Antalya Lara bölgesinde, yan yana dizilen, denize dik onlarca turizm parselinin birinde inşa edilen tesiste ana yatak kitlesi, geçerli imar koşullarının izin verdiği ön cephe genişliği ile yükseklik sınırlarının sonuna dek kullanılması ve tüm odaların deniz görmesi ön kabulleri ile biçimlenmiş. İki yatak kolu arasında kalan dev boşluk ise üzeri yarı geçirgen bir biçimde örtülerek otelin kapalı sosyal alanlarına dönüştürülmüş. ODTÜ Teknokent'te yer alan Galyum Blok, yazılım geliştirme şirketlerine ofis ve araştırma alanı yaratmak üzere tasarlanmış. Yapının, içinde yer alacak farklı büyüklükteki firmalara esnek yerleşme imkanı sağlaması ve rahat çalışma ortamı yaratması yanında, kullanıcılar arasında etkileşim imkanları da yaratan açık ve kapalı sosyal mekanlara sahip olması tasarımın ana kriterleri olarak belirlenmiş. 01 Turkcell Ar-Ge Binası Santralistanbul Çağdaş Sanat Müzesi 02 L Binası 22 29/11/2009 23 Pelin Özgen [email protected] Yapı sektörünün televizyon dünyasındaki eksikliğini gideren Eskiz Defteri’nde mimarlar projelerini, mesleki tecrübelerini ve değerlendirmelerini izleyiciler ile paylaşma imkanı buluyor. Şantiyelerde, ofislerde, fuarlarda ve teşhir ofislerinde gerçekleştirilen çekimlerle ekran karşısına gelen Program Koordinatörü Yeşim Eren “Eskiz Defteri için uzun bir planlama ve konsept belirleme süreci yaşadıklarını belirtiyor. Programının çıkış amacının başta mimarlık ve yapı dünyası olmak üzere tüm inşaat sektörünün ilgiyle izleyeceği doğru bir program oluşturmak olduğunu ileten Yeşim Eren; Emre Arolat, Murat Tabanlıoğlu, Melkan Gürsel Tabanlıoğlu, Tatsuya Yamamoto, Hasan Çalışlar&Kerem Erginoğlu, Dara Kırmızıtoprak gibi mimarlık dünyasının önde gelen isimleri ile röportajlar yaptıklarını ifade ediyor. Eren ayrıca, Eskiz Defteri içinde tüm sektörün ilgiyle izleyeceği bölümler olacağını da belirtti. Defterin Bölümleri Haftanın Röportajı’nda, konuk olacak bir mimar ile projeleri, referansları, sektöre Son yıllarda, Türkiye’de mimarlık ve tasarım ile ilgili pek çok internet sitesi açılmaya başladı. Türkiye’de ilk açılan ve çok daha genel bir yayın politikası izleyen ilk sitelerin aksine yeni açılan siteler belli bir konuda uzmanlaşmış bir yayın politikasını tercih ediyorlar. Mimarlık ve tasarım ortamını zenginleştiren bu gelişmelerden birini de Mart 2009’da yayına başlayan Mekanar Mekan Araştırmaları oluşturuyor. Mekanar Mekan Araştırmaları yayın politikasını şu sözlerle tarif ediyor: Mekanar, mekan kavramı üzerinden mimarlıktan sosyal bilimlere, sinemadan görsel iletişime pek çok disiplini buluşturarak mekanı farklı disiplinlerin bilgi alanı içinden anlamayı, yeni ve gerçek tartışmalara imkan tanıyacak bir bilgi alanı ve dil oluşturmayı amaçlamaktadır. Mekan kelimesinin etimolojik anlamı “olayın geçtiği yer”dir. Olayın geçtiği mekan ise çeşitli iktidar mücadelelerine sahne olan, farklı ideolojilerin çatıştığı, sosyo-ekonomik değişimlere maruz kalan, toplumsal sınıf farklılıklarına dayalı mücadele biçimlerinin yaşandığı, kültürel ve etnik kimliklerin buluştuğu karmaşık ve çok boyutlu bir alandır. Coğrafya ölçeğinden kente, kentten en küçük mekansal birim olan yere, her ölçekteki mekansal örgütlenmeyi anlamak için bu karmaşık yapının farkında olunması gerekmektedir. Hem yapılı fiziksel çevreyi üreten aktörlerin hem de bu mekansal kurguyu HALKA AÇIK ESKİZ DEFTERİ Televizyonlar mimarlık ve tasarım dünyasını sevdi! Skytürk ekranlarında Pazar günleri yayınlanan Eskiz Defteri, yapı sektörünün ihtiyacını doyuracak gibi görünüyor. alınan detay görüntüler ile zenginleştiriliyor. Yapı Tanıtımı bölümünde tamamlanan ya da yapımı devam etmekte olan bir proje hakkında bilgi veriliyor. Projenin yüklenicisi ya da mimarı inşaat sırasında yaşanan zorluklar, projenin yenilikçi yönleri, dikkat çeken unsurları hakkında izleyenlere detaylı bilgiler aktarılıyor. getirdiği yenilikler, tecrübeleri hakkında röportajlar yapılıyor. Mekân olarak ofis binaları kullanıldığı gibi, röportaj şantiyelerden, tesislerden ya da projelerden Ürün Tanıtımı yapmak isteyen kuruluşlar ürünlerini tüm özellik ve detaylarıyla, uygulama yapılan şantiyelerde ya da teşhir ofislerindeki sunumlarla tanıtabilme imkanı sağlanıyor. Ayrıntılı çekimlerin yapıldığı ürün tanıtımı ile hem Eskiz Defteri izleyicileri hem de bu ürünleri kullanan mimar ve iç mimarların bilgilenmesi sağlanıyor. Hakkı Yırtıcı [email protected] OLAYIN GEÇTİĞİ YER, MEKANAR Türk mimarlık siteleri gün geçtikçe çeşitleniyor. Mekanar Mekan Araştırmaları, “Mimarlık İçin Disiplinlerarası Bilgi Alanı” Sloganı İle Yayında. Sürdürülebilir Mimarlık bölümünde günümüz dünyasında giderek daha fazla önem kazanan yeşil binalar, ekolojik, bina sistemleri, kendi kendine yaşayabilen binalar, yeşil duvarlar, geri dönüşümlü binalar hakkında Türkiye ve dünyadan bilgi ve görseller sunuluyor. Etkinlik bölümünde her hafta sektör ile ilgili etkinliklerin, gelişmelerin duyurulduğu Eskiz Defteri’nde eserleri ile günümüz Türkiye’sine katkıda bulunmuş, kendileri değil ama eserleri tanınan mimarlarımız kısa bir özgeçmiş ve yapıtları ile anlatılıyor. İçeriği, konu ve konukları ile dopdolu bir program olan Eskiz Defteri mimarlık ve tasarım dünyası başta olmak üzere tüm yapı sektörünün buluşma noktası olacak. kullananların ideolojik, kültürel ve ekonomik yapılanmalar içindeki gerçek yerinin anlaşılması ve tüm bu süreçlerin içinde birer özne olarak varolabilmeleri için gerekli bilginin üretilmesi sorunu Mekanar Mekan Araştırmaları’nın çalışma alanıdır. “Modüler” Site Site, “etkinlik”, “yazı”, “saptamalar”, “yarışma”, “proje” ve “boş oda” olmak üzere altı farklı modülden oluşuyor. Etkinlik modülünde Mekanar kendi düzenlediği ya da ortak olduğu konferans, atölye çalışması, gezi vb. etkinliklere yer veriliyor. Şimdiye kadar Neoliberalizm ve Mimarlık Eğitimi başlıklı bir panel ve Temmuz 2009’da Amsterdam ve Rotterdam’a bir kent modernleşme gezisi düzenlenmiş. Yazı ve proje modüllerinde editörler tarafından hazırlanan konular ya da katılımcıların yolladığı yazı ve projelere yer veriliyor. Saptamalar modülü mimarlığa kendi özgün dili ile eleştiren bir bölüm. Yarışma modülünde Mekanar’ın yine kendi düzenlediği yarışmalara yer veriliyor. Boş Oda modülünde ise ağırlıklı olarak mimarlık ile diğer disiplinlerin kesiştiği bir arakesitteki konulara yer veriliyor. Siteye www.mekanar.com adresinden ulaşılabilir. Eski Hamam, Eski Tas Doruk T’ye “Grand award” Otokar’ın yurtdışında VECTIO markası ile ihraç edilen Doruk otobüsü, Belçika’da düzenlenen Busworld 2009 Kortrijk Otobüs Fuarı’nda “orta boy otobüs” kategorisinde Avrupa’nın en büyük ödülü “Grand Award” kazandı. Ödül, 14. Avrupa Otobüs Haftası (European Coach and Bus Week - ECW) etkinliğinde Avrupa’nın otobüs ve taşımacılık sektörü gazetecilerinden oluşan jüri tarafından verildi. Otokar’ın yurtdışı için ürettiği şehirlerarası ve turizm yolcu taşımacılığına yönelik 10 metrelik otobüsü Doruk T, kullanıcısına üstün performans ile düşük yakıt tüketimini bir arada sunuyor. Doruk T, 39 + 1 + 1’lik yolcu kapasitesi, şehirlerarası taşımacılığa uygun yolcu konforu, 5.5 metreküplük geniş bagaj hacmi ve 10 metre uzunluğu ile benzersiz bir performans için tasarlandı. Düzeltme Radikal Tasarım Gazetesi’nin 10. sayısında yer alan Tevfik Balcıoğlu imzalı 'Tasarım Tanımlandı: İnsanın Çevreye Müdahale Tarzı' yazısında kullanılan görselin çıkarılmasından kaynaklanan anlam kaymasından ötürü yazarımızdan özür dileriz. Saklamak ve Paylaşmak Beton Tasarım Yarışması Fin Mimarlık Müzesi tarafından Saklamak ve Paylaşmak üst başlığında hazırlanan “Modern Fin Mimarlığında Müzeler ve Kütüphaneler” sergisi, Finlandiya Büyükelçiliği ve Koç Holding’in sponsorluğunda 24 Kasım-19 Aralık 2009 tarihleri arasında Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde izlenebilir. Saklamak ve Paylaşmak adıyla Fin Mimarlık Müzesi tarafından hazırlanan sergi Fin mimarisinden bir kesit sunuyor. Belçika, Almanya, İrlanda ve Hollanda’nın desteklediği, Türkiye organizasyonu ise Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği (TÇMB) tarafından gerçekleştirilen 4. Beton Tasarım Yarışması için başvurular başladı. Kazananlar, İstanbul’da 6 günlük uluslararası bir “master” programına katılma hakkı elde edecekler. Yarışmanın son teslim tarihi 14 Mayıs 2010. Yarışmanın bu yılki konusu “Monolithic” – exploring versatility’ (“Yekpare” - çok yönlülük keşfi) olarak belirlendi. Mimarlık Cep Sözlüğü Türk yapı sektörünün ve mimarlık dünyasının başarılı ismi Doğan Hasol, ilk kez 1976 yılında hazırladığı ve bugüne kadar 10 baskı yapan, "Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü"nü, farklı bir anlayışla yorumlayarak yeni bir sözlük hazırladı. Sektör profesyonelleri, akademisyenler ve öğrenciler için vazgeçilmez bir bilgi kaynağı olan mimarlık sözlüğü, yeni boyutu sayesinde ihtiyaç duyanların yanında rahatlıkla taşıyabileceği bir hal aldı. Sözlük, 3.000 madde, 438 adet siyah-beyaz çizim ve fotoğraftan oluşuyor. KTM 209 “Markanın Kimliği: Ambalaj” Kale Tasarım Merkezi tarafından düzenlenen, tasarımın farklı disiplinlerinden profesyoneller ile üniversite öğrencilerinin bir araya geldiği KTM209 Buluşmaları’nın dördüncüsü Orhan Irmak Tasarım’la gerçekleştirilecek. Kale Tasarım Merkezi’nde 4 Aarlık Cuma günü yapılacak atölye çalışmasında, yakın zamanda Linens Arzu Kaprol Home Line için tasarladığı ambalaj tasarımıyla Pentawards ödülü kazanan Orhan Irmak Tasarım ile, marka ve ambalaj tasarım ilişkisi sorgulanacak. kaletasarimmerkezi.com adresinden online başvuruda bulunarak ücretsiz olarak katılınabilecek atölye çalışması sonucunda katılımcılara “katılım belgesi” verilecek. Yeşil Tesisler Konferansı Çevre dostu tesisler yaratmaya yönelik projelerin, ürün ve uygulamaların tartışılacağı 1'inci Yeşil Tesisler Konferansı 15 Aralık 2009'da İstanbul'da gerçekleştiriliyor. 1'inci Yeşil Tesisler Konferansı kapsamında, otel, hastane, okul, AVM, konut gibi tesislerin yöneticilerinin yanı sıra, bu kurumlara hizmet ve ürün sunan tedarikçiler, teknik uzmanlar, devlet kuruluşları ve STK'lar bir araya gelecek ve yeşil tesisler oluşturmaya yönelik çalışmalarını, fikir, deneyim ve başarılı uygulamalarını paylaşacaklar. Tofaş Bursa Anadolu Arabaları Müzesi içinde yer alan Umurbey Hamamı artık Tofaş Sanat Galerisi’ne ev sahipliği yapıyor. Y.Mimar Naim Arnas‘ın restore ettiği Osmanlı döneminden kalma hamamın konseptine uygun olarak düzenlenen ve 7 Mart 2010 tarihine kadar ziyaretçilere açık kalacak ilk sergi ise “Eski Hamam, Eski Tas” adını taşıyor. Sergide yer alan koleksiyon, geçmişe yönelik sosyolojik ve ekonomik analizler yapmayı mümkün kılarken tasarım tarihine dair önemli ipuçları da veriyo. Sergide, hamam taslarından, kişisel bakım araçlarına, süslü taraklardan sabun kalıplarına çeşitli parçalar görmek mümkün. Türk Mimarları Jakarta’da Dünya Mimarlık Topluluğu (World Architecture Community) organizasyonundaki Türk Mimarlığı ŞİMDİ serisinin “7 Tepenin 7 Mimarı” sergisi, 3. durağı olarak 4 – 22 Kasım 2009 tarihleri arasında Jakarta’da yer alacak. Sergi, Endonezya Mimarlar Birliğinin ilk kez gerçekleştireceği Jakarta Mimarlık Triennali 2009’un (JAT) tek davetli yabancı sergisi olarak yer alıyor. Sergide Emre Arolat, Can Çinici, Mehmet Kütükçüoğlu & Ertuğ Uçar, Şevki Pekin, Nevzat Sayın, Melkan Gürsel & Murat Tabanlıoğlu, Han Tümertekin’in üçer projesi yansıtılıyor. Tümertekin, aynı zamanda Triennal’in davetli konuşmacılarından biri. Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ, Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer Topkaya Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 [email protected], [email protected] Radikal'in ücretsiz ekidir.