Popüler kültür ve Türkiye İrfan Erdoğan 1 Esra Keloğlu İşler 2 Aytül

Transkript

Popüler kültür ve Türkiye İrfan Erdoğan 1 Esra Keloğlu İşler 2 Aytül
Popüler kültür ve Türkiye
İrfan Erdoğan 1
Esra Keloğlu İşler 2
Aytül Tamer 3
Ruhlarını doldurdukları küçük ve banal zevkler
peşinde sürekli koşan birbirine benzer ve eşit sayısız
insanlar görüyorum. Her biri, kendi içlerine çekilmiş,
diğerlerinin geleceğinden hemen hemen habersizler.
Alexis de Tocqueville, 1835
Tocqueville 172 yıl önce değersiz zevklerle ruhlarını dolduran, diğer
insanların geleceği umurunda olmayan bencil insan kitlerinden bahsediyor.
Bahsettiğinin daha ilk bakışta, günümüzün kitlelerini de anlattığını görürüz.
Bu kitlelerin karakterlerini peşinde koştukları zevklerin kalitesizliğinde
buluyor. Tocqueville bir sonuçtan, yani nedenleri olan faaliyetlerden hareket
ederek sonuçlar çıkartıyor. Bu sonuçlar doğrudur, eğer bu kitleler peşinde
koştukları zevkler ve yaptıkları faaliyetleri kendileri için kendileri üretiyorlarsa.
Bu sonuç ciddi şekilde yanılgıya götüren bir sonuçtur, eğer bu kitlelerin
peşinde koştukları onların kendi özgür kararlarıyla kendileri için ürettikleri ve
kullandıkları veya tükettikleri zevkler ve faaliyetler değilse. Eğer kitlelerin
kendileri için ürettiklerine bakıp, bunları değersiz olarak niteliyorsak, buna
kültürel eltizm denir; çünkü o kitleler kendi yaşamlarını bu şekilde ifade
ediyorlar ve bu onların kültürel ifadeleridir. Bu ifadeleri alçak kültür veya
yüksek kültür veya banal olarak niteleyemeyiz; nitelersek, buna verilen
isimlerden biri de bağnazlıktır. Eğer bu kitleler kendilerinin üretmedikleri ve
kitle üretim endüstrisinin ürettikleri standartlaşmış ürünleri tüketiyor ve bu
ürünlere bağıntılı olan bilişleri yeniden-üretiyorlarsa, bu durumda orada kitle
kültürü vardır; bu kültürün varlığının sorumlusu da banal zevkler peşinde
koşan
kitleler
değil,
bu
banallığı,
değersiz
olanı,
bencilliği,
vurdumduymazlığı, diğer insanları sadece sömürecek veya kullanacak bir
kaynak gibi görmeyi üreten endüstriyel yapıdaki karar veren güçlerdir. Bu
1
Prof. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Doktora öğrencisi, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
3
Doktora öğrencisi ve araştırma görevlisi, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
2
güçlerin ideologları sadece kendilerine işlevsel olan pozitif bilişleri ve
davranışları üretmezler, aynı zamanda, “popülist olma” gibi negatif bilişleri
üreterek
ve
bu
bilişleri
geri-zekalılaştırmada
kullanarak
ve
geri-
zekalılaştırılmış çok bilmişlerin (bilişsel-yoksul bırakılmışların) kullanması için
yaygınlaştırarak
doğruyu
savunanı
kötüler;
“Yeşilaycı”
olmayı
(iyiyi
savunmayı) aşağılar; insana “popülist olmayı,” yani “halkçı, halkın yanında
olmayı, insanlıkla ilişkili olanı savunmayı”, sanki yanlış yapıyormuş veya suç
işliyormuş hissini işler.
Nasıl ki popüler bilişler, popüler mallar ve popüler ilişkiler üretiliyorsa, bu
üretime çeşitli aşamalarda çeşitli nedenlerle katılan kitleler de üretilir. Aksi
taktirde, popüler yapılmak istenenler asla popüler olamaz. Popüler kültür
hem endüstriyel kültürel ürünleri (popüler mal ve hizmetleri) üretmeyi hem de
bu kültürü tüketme peşinde koşan insanları (popüler bilişleri) üretmeyi
anlatır. Popüler ürün ve pratiğin savunusunda, ayni zamanda “halka
istediğini veriyoruz” bilişi işlenir. Halkla istediğini söyleyenler, banallığı ve
bağnazlığı üretirken, “biz talebi karşılıyoruz” diyerek, aynı zamanda,
kendilerini bu banallığın sorumluluğundan kurtarmaktadır. Kitle kültürünü
üretenlerin ürettikleri işlevsel yalanlarla, 21 yüzyılın en yüksek seviyedeki
hipokrasi çağı olması desteklenir.
Yukarıdaki açıklamaları içeren kuramsal yaklaşımdan hareket ederek,
bu makalede popüler kültür ve Türkiye konusu alışagelmiş anlatılardan farklı
olarak işlendi: alışılagelmiş popülerlerin eleştirisi ve alışılagelmişin dışında
popüler olup da popüler yapılmayanlar ele alınarak irdelendi. Bunu yaparken
popüler düşlerle beslenen pratiklerin anlamı, doğanın üzerinde doğal
olmayanın egemenliği, popular benlikler ve bizliklerin karakteri, popüler
kültür halk kültürü bağı, halkın popülerce kullanımı ve popüler olmayan
kimliği, üretenin serbest ve tüketenin suçlu olması, popüler değerliler ve
popüler değersizler, popüler öldürme biçimleri, Anadolu kültürünün başına
gelenler, popüler medya, arz, talep ve iletişim politikaları, popüler korku
olarak nüfus artışı ve popüler ekmek ve sirk politikaları gibi konular üzerinde
duruldu. Özlüce, bu yazının başından sonuna kadar popüler kültürün doğası
ve sonuçları irdelendi. Bu yapılırken de, konu, popüler olanı en son
halkasından (tüketiminden ve tüketenden) alarak, akıllıca yapılan bir biliş
yoksunluğu/yoksulluğu yaratma ve sürdürme desteklenmedi. Popüler kültür
endüstriyel yapının ürettiği ve dağıttığı materyal ve materyal olmayan
2
(düşünsel, inançsal, duygusal) ürünler olarak ele alındı. Böylece, gerçeği
farklı şekilde sunma yerine, olduğu gibi sunma yoluna gidildi. Alışılagelmiş
kronolojik tarih gibi bir tarihsel geçmiş sunulmadı. Onun yerine, var olan,
günümüzde olanın “neliği/nasıllığı” açıklanmaya çalışıldı.
Düşlerle beslenen pratikler
Popüler kültür yaygın olan düşlerle ve bu düşlerle beslenen yaşam
pratikleriyle ilgilidir. İkisi birbirini destekleyerek bu pratiği çığ gibi büyütürler.
Bu popüler kültür düşünen ve hissedenin kendine ve dışına bakışı, kendini
ve dışını, ilişkilerini, şimdisini ve geleceğini değerlendirmesi ve bu
değerlendirmeyle yaptıklarını yapış ve yapmadıklarını yapmayış biçimidir.
Popüler kültür, ücret/maaş köleliğine mahkum edilmişin bu köleliği özgürlük
ve demokrasi olarak görmesiyle ve böyle görmesi için yoğun bilinç ve
davranış biçimlendirme politikaları ve uygulamalarıyla ilgilidir. Popüler kültür
sanayi ötesi toplum, enformasyon toplumu ve bilgi toplumu gibi iddialarla
gelen bir özel mülkiyet ilişkileri yapısının kurduğu egemen kitle üretim
pazarının biçimlendirdiği ve kitleleri içine kattığı baskıcı bir gösteri, gösteriş
ve tüketim kültürüdür. Bu kültürde “kredi kartına bağlı, tüketerek ve gösterişle
varoluşu”
tanımlayanın,
bilişsel
ve
davranışsal
yoksun
ve
yoksul
bırakılmışlığında “kendini özgür ve bilen sanması” egemendir. Bu popüler
dünyada, küresel pazarın çıkarlarına işlevsel olan düşünce, his, ilişki, yapış
ve yaşayış tarzına uyum için, köle kitlelerin kendilerini ve birbirini psikolojik
ve fiziksel olarak baskı altında tutması ve ezmesi egemendir. Bu egemenlik
iş yerinden stadyumlardaki ve televizyon önündeki maçlara kadar günlük
yaşamın her biçimi ve anında vardır. Dolayısıyla, popüler kültür beyin ve
pazar yönetimiyle ilgilidir. Popüler kültürün üretimi ve yeniden üretimiyle
küresel bir pazarın siyasal, ekonomik, kültürel, inançsal, dinsel, tinsel,
psikolojik, beklentisel ve davranışsal yapısına uygun insan tipleri yaratılır ve
beslenir. Bu nedenle, popüler kültür bir egemenliği ve bu egemenliğe arzuyla
katılmayı anlatır. Popüler kültür 21. yüzyılda insanlık durumunun geldiği
üzücü noktanın göstergesidir: Popüler kültürün egemenliğindeki “postmodern” durum, fetişleşmiş kullanımlardan geçerek fiziksel doyum ve
gösterişle değer bulan ve varlığını kendine ve dışına görsel cehaletle
beslenen tüketimle kanıtlayan yabancılaşma, hunhar zavallılık, kendini ve
ötekini ezme durumudur. Popüler pratikler, tanrısını yitirmiş insan kadar
3
tanrısı olan insanın da meta fetişizminden geçerek tanrısını yeniden
buluşudur. Türban ile T-shirt aynı pazarın farklı bilinç yönetiminden geçerek
sunduğu aynılığı anlatır. Bu aynılık teolojik ve laik düşünsel/ideolojik
sömürüyle beslenen kapitalist pazar yapısında ve bu yapının nicel
çoğulculuğundaki nitel benzerliğinde yatar: Kapitalist biliş yönetimiyle
sosyalleşmiş zevkin, rengin ve biçimin (görünenin) farklılığını insanlar özdeki
farklılık olarak benimsediği andan itibaren artık bilmiş-cehaletin meta
sahipliğinden ve tüketimden geçerek doyum sağladığı hasta psikoloji,
birbirini yoksun ve yoksul bırakma yarışı “insan olma” olur.
Popüler ekmek ve sirk politikası
Mutlak kölelikte köleler evdeki masa gibi bir mal olduğu için, onun
rızasına ve katılması için ikna edilmesine gerek yoktu. Ücretli serbest
kölelikte ise, kölenin kendi koşulunu demokrasi ve özgürlüğün bir sonucu
olarak görmesi ve kendi sömürüsüne arzuyla katılması gerekmektedir. Aksi
taktirde özel mülkiyet sistemi sürdürülebilirliğini sağlamak için, sürekli darda
kaldığı için, sürekli polis baskısına başvurmak zorunda kalırdı. Dolayısıyla,
özel mülkiyet, ücret politikaları ve polis mekanizmalarının varlığıyla sağlanan
egemenlik, güçsüz ve çaresiz bırakma, aynı zamanda, kaçış ve boşalma
alanlarının sağlanması ve bilişsel olanın biçimlendirilmesiyle desteklenmek
zorundadır. Bu da, tüketim, üretim ve üretim ilişkileri ile ilgili olarak mitler
yaratmayla ve bu mitleri çoğaltma ve beslemeyle sağlanır. Bu sağlama
yollarında uygulanan politikalardan biri de ekmek ve sirk politikasıdır: Köleler
kuru ekmeği kemirirken, sirke gönderilir; sirkte kuru ekmeği kemirerek,
bağırarak çağırarak seyrederken; sirkte (sokakta, evde) birbirini yerken,
onlar da rahatlar yönetici sınıflar da; böylece onları kuru ekmeğe talim
ettirme işi de kolaylaşır. Materyal bakımdan yoksun ve yoksul bırakılmış
kitlelerin düşünsel olarak da yoksun ve yoksul bırakılma işinde bir zamanlar
Roma arenaları popüler sirklerdi. Sonradan gezen sirkler, fuarlar, eğlence
parkları ve oyun alanları buna katıldı. Fakat 20 yüzyılın ikinci yarısından
sonra bütün sirkleri evimize getiren televizyon çıktı. 21.
yüzyılın sirkleri
oturma odamız dahil hemen her yerde popüler egemenliği yaratma ve bu
egemenliğin popüler köleliğine katılmayı 24 saat sağlamaktadır. Böylece, bir
pazar yapısının materyal üretimi ve bu üretime uygun tüketim bilişi ve
davranış kalıpları yeniden üretilmekte ve desteklenmektedir.
4
Günümüzde
televizyon
evimizin
en
gözde
ve
egemen
yerine
yerleştirilmiş ekmek umudu ve sirkler sunan en popüler bir araçtır.
Televizyon eğlence, boş zaman geçirme ve merkezi öykü/dedikodu anlatı
aracı olarak yönetici sınıfların kullandığı en etkili sirk olmuştur. Bu sirk
stadyumlardaki maçlardan, engellenmişliklerimizi ve duygularımızı yöneten
yaşam temsillerine kadar sunduğu birçok şeyle, gerçek gibi görünen
kurgulanmış dünyaya evimizin rahatlığında “dikizleyerek” katılma olanakları
vermiştir. Böylece, televizyon (ve internet) sayesinde “sirke gitme” veya
“sirke çekme” sorunu ortadan kalkmıştır.
Doğa ve doğal olmayanın egemenliği
Bizim köyde su kenarlarında ince kamışlar büyürdü kendiliğinden. Biz
küçükken bu ince kamışları keser ve şapka yapardık. O kestiğimiz kamış su
kenarındayken doğaydı. Biz onu kesip şapka yaptıktan sonra artık o doğa
olmaktan çıkar; yapılış ve kullanış biçimiyle o bir kültürü ifade eden ürün olur.
O şapka yapanındı ve yapanın kendi kullanımı veya arkadaşı için
yaptıysa, arkadaşının kullanımı içindi. O şapkayı yapan bütün kamışları
kesip milyonlarca şapka yapma gibi bir düşünceye sahip değildi; çünkü
şapkayı bir emtia pazarı için yapmıyordu; kendisi, arkadaşı veya kardeşi için
yapıyordu. Şapka yapmanın amacı para kazanmak değildi. O şapka o yerel
yaşamın kendini kendisi için ifadesinin bir parçasıydı. O şapkayı üreten ve
kullanan/tüketen o insandı. O insanın ürettiğinden yabancılaşması veya
ürettiğinin meta-fetişleşmesi söz konusu değildi.
O şapka kapitalist pazar için üretilmeye başlandığında, artık özel
mülkiyet ve mülkiyet ilişkileriyle gelen yeniden biçimlendirmelerde, o şapka
bir emtiadır; üretim süreçleri içinde o şapka yabancılaşma ve metafetişizminin bir parçası yapılır. Bu yapışta şapka belli bir sahipliği ve
kullanımı haklı çıkartan anlatılarla sunulur; bu anlatılar biliş ve davranış
yönetimini amaçlayan ideolojik bir biçimlendirmelerdir. Bu biçimlendirmede
popular mitler yaratılır, sürdürülür ve yeniden-üretilir. Bu mitlerde, o şapka
artık yerelin eskisi gibi kendisini kendisi için ifadesi değildir; kendisi için
kendisinin ifadesini sandığı, fakat aslında kendi üzerinde kurulmuş
egemenliklerin ifadelerinden biridir: Şapkanın üzerinde örneğin New York,
Nike, FB, GS yazar. Artık o kamışların olduğu yer Kamış-Hat isimli bir
firmanındır; o çocuğun babası veya amcası o firmada çalışır ve firma için
şapka üretir; bunun karşılığında ücret alır; çocuğuna o şapkayı “Hat
5
Dünyası” veya “ToysRUs” mağazalarından satın alır. Zaten yapmaya kalksa
yapma olanakları elinden alınmıştır; ayrıca çocuğu onu istemez; İlle ki
ToysRUs’dan olmalıdır. Çocuk artık şapka yapmaz; yapmak istemez, çünkü
hor görülür; şapka yapan çocuğu da hor görür. Çocuğa şapka (ve
oyuncakları) satın alınır. Çocuk şapkasıyla (giydiği), yediği, içtiği ve
oyuncaklarıyla gösteriş yaparak psikolojik doyum elde etmeyi, kendi gibiler
üzerinde “sahiplikten geçerek” egemenlik kurmayı ve ezmeyi (ve ezilmeyi)
öğrenir: Hayatın tadı. Bu katılımla, artık popüler olan şey yerel yaşamın
kendisini kendisi için üretmesi değildir; artık popular olan, bir egemenliğin
katılımdan geçerek kendisini üretmesidir. Bu üretimde “şapka” popular
olmasa bile popülerleştirilir.
Sorun bir şapkanın veya bir kullanım malının üretimiyle gelen doğanın,
emeğin, tüketimin, insan bilincinin belli bir örgütlü yapının popüler ürünü ve
ilişkisi haline getirmekle sınırlı değildir. Popüler kültür yoluyla, yaşamın her
anı ve biçimi sömürgeleştirilir. Örneğin kendi zamanını örgütleyen, neyi
nerede ve nasıl yapacağını belirleyen insan hangi teknolojik seviyede olursa
olsun, o seviyede özgür insandır. Kapitalist üretim tarzında özgürlükler
ortadan kaldırılır ve yeni popüler tüketim ve kullanım özgürlükleri yaratılır.
Bu üretim tarzında “ücret/maaş köleliği” en popüler yaşam pratiğidir,
fakat popülerleştirilmez; aksine normalleştirilir, olağanlaştırılır, rutinleştirilir;
hayatın banal bir parçası gibi göz ardı edilir.
Bu üretimde “moda” sürüleştirmedir, fakat mevsimlik bireysel özgürlüğün
ve tercihin ifadesi olarak popülerleştirilir; çünkü tüketimi hızlandırır ve yayar.
Bu üretimde “işsizlik” en popular yaşam tarzlarından biridir; ama para
kazandırmadığı ve işlevsel olmadığı için, “işsizlik” bireysel yeteneksizliği,
tembelliği ve motivasyondan yoksun davranış biçimini gösteren kötü popüler
anlatı olarak sunulur; popüler anlatının dışında bırakılır; bırakılmazsa, bu
popüler yaşam gerçeği, popular mitlerden bazılarının yıkılmasına neden
olabilir.
Bu üretim tarzında arz iyidir; çünkü bir hizmet veriyorsun, bir şeyler
sunuyorsun. Arzı teşvik eden talep de iyidir: Satın alan, katılan ve tüketen
talep popüler iyidir. Ama memurlar ve işçiler ücret talep ettiklerinde, bu talep
kötüdür. Dünyalar tatlısı “işveren” (bak, iş veriyor, bir de vermese n’olur?
İşsiz ve aç kalırsın) hep arz eder; gözü doymak bilmeyen açgözlü işçiler ve
memurlar falan da durmadan talep eder.
6
Bu üretim tarzında, üretimin ve tüketimin promosyonunu yapmayan
eleştiri de kötüdür. Örneğin harçlara karşı görüşlerini ifade eden öğrenciler,
düzeni (yani harçları paylaşanların çıkar düzenini) bozdukları için kötüdür.
Harçlar ve öğrencilerden her fırsatta birkaç kuruş yolan yollar okullarda
popülerdir; ama harçlara karşıt olma kötü popülerdir.
Dikkat edilirse doğa ve doğal olan, doğru ve haklı olan popüler olsun
veya olmasın, bir şeyin popular yapılması veya yapılmaması tümüyle bir
pazar yapısının genel ve özel çıkarlarına bağlıdır.
Popüler ben ve biz: Çağdaşlığın popüler yobazlığı
Çağdaş normal bir insan olarak veya normal olmayan devrimci veya
ilerici veya dinci veya milliyetçi biri olarak yola çıkarsın; burjuvanın sömürü
ve yozlaşmış kültürel pratiğini eleştirir ve reddedersin; ve bir de bakarsın ki
elinde Coca Cola, ayağında Nike, üstünde Levi’s ve Lacosta, “cool” bir
mekanda “cool” bir şekilde soğuk bir Budweiser ile Pizza tüketiyorsun:
Yozlaşmışlık
derken,
yozlaşmışlığında
yozlaşmışlığı
kucaklıyorsun
(yozlaşmışlık kavramı değişime karşı olduğunda tutucudur). Bu durum,
örgütlü dayanışma ve destekten yoksun ezilen kişilerin ve karşıtlığın
toplumsal yaşam pratikleri içinde baskıcı egemenliğin dişleri arasında
çiğnenip öğütülmesi ve egemenliğin sürekliliği için yeniden hazmedilmesi ve
hazmettirilmesidir. Örgütlü destek ve mücadele, yutulmamak için gerekli bir
zorunluluktur.
Popüler benler ve bizler, pazarın yarattığı popülerliği taşırlar. Bu
popülerlikte Çağdaş Market’ten bile alış veriş yapmayı “şık” görmeyen
çağdaş insanın aklından Anadolu geleneğinin davullu zurnalı düğününü
yapmak, soğuk ayran içmek ve mantı yemek asla geçmez; aklından
geçenleri de hor görür. Bazıları arada bir romantik ve eski “oryanta” dönmek
için bazen “kaliteli bir yerde” ayran içer ve mantı yer. “Hanzo” olmayan, köylü
olmayan çağdaş insan, kapitalistin ticarileştirip yeniden biçimlendirdiği ve bir
nikah veya düğün salonuna hapsettiği "modern" düğünü yapmayı ve
balayına bir otele gitmeyi "normal bir ideal" olarak görür ve özler. Ankara’nın
Bahçelievlerin yedinci Caddesindeki meşhur bir yerde “yumurtalı sucuk” bile
yenebilir. Hangi insan popülerleştirilmiş özlemlerle belirleneni özlemez?
Davul, zurna, cümbüş, entari, yazma, dayanışma, yardımlaşma, söze güven
geçmişi anlatır. Bugünde bugünü yaşamak gerekir. Bugün, kapitalistin
7
giyeceğinde, içeceğinde, nikah ve düğün salonundaki tören biçiminde ve
Avrupa’nın "nikah yürüyüşü" müziğinde yitmiş-kendimizi arayıp yenidenbuluruz. Bu yeniden bulmaları Coca Colayla, Pepsi’yle, Pizayla, Adidasla,
IMBle, Siemensle ve sayısız tüketim ve kullanım maddeleriyle yineleyip
tazeleriz. Elbette çağdaş egemen pratiklerin ağır baskısı ve yönetimi altında,
buna benzer yitmiş-kendimizi arayış ve buluş biçimleri günlük yaşam
faaliyetlerimizin ve düşünce ve davranış tarzlarımızın çok büyük bir alanını
kaplar. Ne yazık ki, örneğin, Batı müziğinin tamtamlarıyla (ritmiyle) hoplayıp
zıplayıp maymunluk yaparken, kendini ve kendinden olanı beğenmeme,
küçük görme, yerme ve aşağılama yoluyla üstünlük ve çağdaşlık taslamak,
Batının ırkçı ve kendini beğenmiş kültürünün bağnazlığının satışını
yapmaktır. Elbette bu satışla, kendinin olmayan satın alınmakta ve bu satın
alışla kendini kendinden öte bir şey sanmaktadır popüler insan. Bu insanın
kendinin sanıp koruduğu ve savunduğu çağdaşlık veya üstünlük, kendini
biçimlendiren çağdaş pazarın ifadesidir: Çağdaşlığın popüler yobazlığı.
Popüler bir uyduru: Halkın popülerliği
Belki de günlük dilde ve özelikle siyasal alanda ve bilinç yönetiminde en
sık kullanılan popüler kavramlardan biri de halktır. Halkın popülerliği siyasal
alanda halkın oyuna ve ekonomik alanda halkın tercihine bağlı olan bir
siyasal ve ekonomik pazar yapısının oluşmasıyla otaya çıkmış ve gelişmiştir.
Siyasetçiler “halk bizi destekliyor, ardımızda halk var, halkın oyuyla geldik,
halkı temsil ediyoruz” gibi popüler halka popüler deyişlerle sığınır ve
yaptıklarını veya yapmadıklarını meşrulaştırır. “Halkın iradesiyle buradayız”
popülerdir; fakat bunu diyenlere karşı, “Bunu da nereden uydurdunuz?” gibi
sorular popüler değildir. Bu tür sorularda ısrar edilirse, popüler kurumlar ve
vatanperver çeteler tarafından popüler şekilde bastırılır ve susturulurlar.
Olanaklara ve güce sahip olanlar için konuşma popülerdir. Susma ise
olanakları olmayanlar ve güçsüzler için popülerdir. Populer susanlar popüler
konuşanları konuşarak kendileri üzerindeki egemenliği yeniden üretirler.
Gösteri ötesine gitmeyen, yani karar mekanizmalarını ve politikaları
zorlamayan yürüyüşler popüler olur. Siyasal Bilgiler Fakültesi İnek bayramı
ve fakültelerin şenlikleri popülerdir: Sesli sesli konuşturulur. Toplumsal
sorunlarla ilgili bir protestonun polisler tarafından ağzı tıkanır. Sosyal
protesto alkışa indirgenir ve popülerleştirilir; ifade özgürlüğünün yok
8
edildiğinden başka hiç bir şey anlatmayan alkış, popüler ifade olur: Özgür
olmamanın ifadesi, bu popüler özgürlüğün popüler bir parçası gibi
popülerleştirilir. Halk kendisi için sessizliğiyle ve suskunluğuyla; sermaye ve
siyasal güç yapıları için seçim ve tüketim çığırtkanlığıyla ve gösterisiyle
popülerdir. Halkın popülerliği kandırma, biliş ve davranış yönetimi için
biçilmiş bir kaftandır.
Sorun öncelikle popüler biliş yoksunluğunu taşıyan halk değil, halkın
nasıl yaratıldığı ve yönlendirildiği sorunudur; halkın taşıdığı popüler bilişler
ve popüler pratikler halkın kendi yaşamını özgürce ifadesinin bir sonucu
olmadığı, aslında kitle üretimi yapan endüstrilerin materyal ve bunu
destekleyen bilişsel çıkarlarının yansımaları olduğudur. Sorun halkın kendi
yaşamını üretecek olanaklardan yoksun olmasıyla gelen materyal ve bilişsel
yoksullaştırma sorunudur. Sorun güç ve siyasal ve ekonomik pazar ilişkileri
sorunudur.
Halkın popüler olmayan kimliği
Halk kim? Belli topraklara sahip bir ekonomik siyasal düzendeki herkes
mi? Bu tür tanımlanıyorsa, bunun ardında yatan nedenler nedir? Halk folk
denen basit, sokaktaki insan kitlesini mi anlatmaktadır? Halk kendinin temel
gereksinimleriyle ilgili olanakları bile elinden alınmış ve ücretli maaşlı köle
durumuna düşürülmüş kitle mi? Kendi fiziksel varlığını sürdürebilme koşulları
elinden alınmış olanlar mı? Birlik ve beraberlik içinde global dünyanın
karşılıklı bağımlılığında özgür ve mutlu bir şekilde yaşayan insanlar mı?
Vatan, millet, din, iman, demokrasi, özgürlük ve insanlık adına adam
öldürenler mi? Kitleler halinde gösteri yapanlar mı? Gösteri yapanları
coplayan ve basınçlı suyla ıslatanlar mı? Halk memur kitlesi mi? İşçiler mi?
Varoşlarda yaşayanlar mı? Televolede sunulan insanlar mı?
Halk kavramı, bu yazının yaklaşım tarzına göre, sosyal üretim
kaynaklarına olan ilişkilerinde, sadece bu kaynakların kullanıcısı veya
tüketicisi durumunda olan ve kaynaklara sahiplikle alakası sahipliği yenidenüretimine zorunlu olarak katılan insan kitlelerini içine alır. Bu halk kimdir?
Halk faşizme ve katliamlara karşı kitleler halinde yürüyüşle gösteri yapandır.
Halk mehter marşıyla coşan ve "vatan haini" diye, gerçek vatan hainlerinin
kışkırtmasıyla, demokratik hak ve özgürlük isteyenleri öldürmeye koşandır.
Halk camiden çıkıp cinayete katılandır. Halk dörtnala koşan enflasyonun
9
ardından yaya yürüyen ve hayatı şikayetlerle geçen memurdur. Halk grev
yapan işçidir. Halk grevcileri coplayan polistir. Halk kahvede tavla atan köylü,
evde yemek yapan kadındır. Dikkat edilirse, halk kavramı örgütlü yapılar ve
ilişkiler içinde asıl anlamını bulmaktadır. Dolayısıyla halk (vatan ve millet)
kavramları ezeli ve ebedi bir gerçeği anlatmıyor. Düşünen beyin tarafından
da yaratılmamış. Halk eski-yunan kölelik demokrasisindeki ilişkilerin
ifadesiyle ortaya çıkmış ve milli burjuva devletlerinin gelişmesiyle kendini
gösteren millet kavramıyla birlikte bugünkü egemen anlamını kazanmış
ideolojik bir tanımlamadır. Modern kullanış şekliyle, halk ve millet ideolojisine
bakıldığında, toplumsal üretimde ve üretim ilişkilerinde herkesin aynı kefeye
konulduğu, ayrılıkların ve farklılıkların silinip atıldığı görülür. Popüler halk
(vatan ve millet) ideolojisinde sömürü ve sınıfsal farklılaşmalar, ırksal ve
dinsel azınlıklar yoktur, rafa kaldırılır, reddedilir: Hepimiz aynı yolun yolcusu,
aynı pazarın kurban kuzusu oluruz.
Popüler kültür eşittir halk kültürü
Halk kültürü ne? Halk kültürü sadece anonim türküler, ağıtlar, destanlar
gibi ürünler mi? Yoksa bunların ötesinde, halkın yaşayış biçimi ve biçimin
materyal ve materyal olmayan ifadeleri mi? Halk kültürü kitle endüstrilerinin
ürettiği ve halkın tükettiği kültür mü? Evetse, nasıl oluyor da, halkın yaşam
koşullarının bir parçası olmayan, yaşam koşullarının ve yaşam biçimlerinin
kendileri tarafından yaratılmayan materyal ve materyal olmayan ürünler
halkın oluyor? Satın almayla gelen kültürel mülkiyetin anlamı ne? Halkın
kararıyla yaratılmayan ve halkın istediği bu diye halka sunulan kültür nasıl
oluyor da halkın kültürü oluyor? Halkın yaşamının doğal bir parçası olmayan
egemen yapılar tarafından halk için diye sunulanlar ne kadar halkındır? Halk
kültürü kitle endüstrilerinin ürettiği ve halkın tükettiği kültür değilse, 21.
yüzyılın Türkiye’sinde halk kültürü ne ve nerede? Halk kültüründe kıymetsiz
olan kimdir ve nedir?
Halk tarafından tutulmayan mıdır? Neden halk
tarafından tutulmayan halka ait olan? Nasıl oluyor da, halkın kendisinin
yarattığı ve kendinden çıkan bir halk kültürü ürünü popülerliğini yitiriyor?
Bütün bu sorulara yanıtta “nedenin” en başında, halk ve popülerin
tanımını yapan güç merkezindeki kayma gelmektedir. Dün halk ozanını, halk
öyküsünü, halk ağıtını, halk oyununu, oyuncağını, eğlencesini ve boş vakit
faaliyetlerini tanımlayan halkın kendisi ve kendisinden olan iken, bugün halkı
10
ve popüleri tanımlayan medya denen ve reklamcılıkla yaşayan ticari amaçlı
egemen ekonomik ve siyasal güçtür. Yani halkın, kültürünün ve popülerin
tanımı halkın elinden alınmıştır. Bu durumda, örneğin, halk kültürü dans,
müzik ve eğlence, giyim ve kuşam dahil, bir yaşamın biçimlendirilmesi ve bu
biçimin bütün ifadelerini içerir. Bu biçimi biçimlendirenler halk olmadığında,
halkın tükettiği kültür halkın kültürü değil, halkın tükettiği kültür olur.
Üretenin serbestliği, tüketenin suçu
Sinema, televizyon ve müzik endüstrilerini savunanlar, üretilen çöplük
ve pislikleri (ürettikleri kalitesizliği) “biz halka istediğini veriyoruz” popüler
uydurusuyla meşrulaştırırlar. Bir izleyici şöyle diyebilir: “Affedersiniz ama siz
yüz çeşit çöplük ve pislik üretirseniz, ben de, vakit geçirmek için bu 100
çöplük ve pislik arasından birini seçmek zorundaysam, o zaman ben mi
düşük zevke ve kaliteye sahibim yoksa bu çöplükleri/pislikleri üretenler mi
kalitesiz? Eğer ben televizyonu açtığımda 100 tane insanı ve insanlığı
geliştiren kaliteli ürünlerle karşılaşsaydım, ben bunlar arasından birini
seçecektim, sen (üreten) de kalitesiz olmayla nitelenmeyecektin ve
sahtekarca bir popüler mit yaratarak “halka istediğini veriyoruz” deme
popüler kalitesizliğini ve düşüklüğünü göstermeyecektin.
Türkiye’de de artan bir şekilde “katı yağ yemeyin, sigara içmeyin” gibi
bilimin bulduğu sonuçları duymaya başladık. Yaratılan bu popüler bilişler
aynı zamanda desteklenen “zevkler ve renkler tartışılmaz; atın ölümü
arpadan olsun; herkes kendi seçiminde özgürdür; senin özgürlüğün benim
özgürlümün başladığı yerde biter; nasıl olsa öleceğiz, sen sağlıklı öl ben de
sağlıksız” gibi popüler bilgiç geri-zekalılığın saldırısıyla geçersizleştirilir. Bu
geçersizleştirme süpermarketlerde sergilenen katı yağlar, sigaralar ve
üretilmemesi gereken diğer zararlı maddelerle desteklenir. Ve insanlar
“oğlum, zararlı olsa üretirler mi?” diyerek bir diğer yaygın popüler miti
desteklerler. Serbest pazarın serbestçe popüler sağlıksızlığı, kanseri, ölümü,
çekişmeyi, bölme ve yönetmeyi, düşmanlığı ve savaşı üretmesine karşı asla
söz söylenemez, çünkü “serbestlik ilkesine”, yani demokratik prensiplere
aykırıdır: Üreten güçlünün serbestliği popülerin ötesinde evrenseldir. Serbest
pazar istediğini üretebilir; halkın yapacağı ise şudur: istemezse bu üretilenleri
satın almasın ve kullanmasın. Demokrasi, insan hakları, özgürlük, fırsat
eşitliği yaşamamış, ama bu duygularla yanıp tutuşan insanların demokrasi,
11
özgürlük fırsat eşitliği ve serbest seçim gibi akıllıca giysilerle süslenmiş
sahteye inanmaması mümkün mü? Askere ve savaşa gitmeme, böl ve yönet
politikalarına uymama, satın almama, yememe, içmeme ve eğlenmeme
mümkün mü? Yani, “satın almasın, kullanmasın, biz onların boğazlarına
zorla sokmuyoruz, alırken/verirken bana mı sordunuz” gibi popülerleştirilmiş
meşrulaştıran anlatılar sahtenin sahtekarlığı, yalanın yalanı, haksızın
haksızlığı,
kötünün
kötüyü,
değersizin
değersizi,
hırsızın
hırsızlığı
savunusudur. Bu popüler mitler yaratmada sorun egemen materyal ve
düşünsel üretim tarzı içinde yaratılan psikolojileri sömürmeyle gelen bireye
indirgeyerek bilişleri ve davranışları yönlendirme konusuyla ilgilidir.
Popüler değerliler ve popüler değersizler
Popüler olanı yaratma ve sürdürme aynı anda popüler tercih edilen ve
desteklenen ile onun karşıtını, yani popüler olmayanı (kötü popüler olanı) da,
yaratma ve sürdürmedir. Egemen popülere karşıt olanın “kötü popüler”
olarak benimsenmeme sorunu varsa, o zaman o ya yok edilir ya kavram
olarak kullanılmayarak, konu olarak ele alınmayarak bilişlerden silinir; ya
kavram “popülist söylemi bırak” gibi yeniden tanımlamalarla kötü popüler
yapılır. Bu popülerleştirme ve kötü popülerleştirmede, örneğin Coca Cola
çağdaşlık, özgürlük, iyi zevk, değerli seçenek, hayatın tadını çıkartmayı
bilme gibi özelliklerle birleştirilerek, popülerleştirilir. Ayran içme veya Pizza
yerine lahmacun yeme, buna alternatif olarak sunulur ve bu sunum öyle bir
biçimde yapılır ki ayran ve lahmacun çağdaş olmayanla, magandalıkla,
hanzolukla, ağzının tadını bilmeyen zevksizlikle, değersizlikle ve kalitesizlikle
eşleştirilir. “Pizzanızın yanında ne arzu edersiniz efendim?” diye soran, size
seçenek olarak Pepsi, Coca Cola veya meyve suyu sunacaktır. Sunmasa
bile, siz Kola diyeceksiniz, çünkü çevrede ayran içen yok, ayran alternatif
olarak sunulmamış, alternatif olarak sunulsa bile kötü popüler bir seçenektir.
Düşünün, herkesin Sicilian veya Napoli Pizzasi yediği bir yerde siz “şey,
affedersiniz, sizde Murtaza Lahmacunu bulunur mu? Yanında bir de tuzlu
ayran irica etsem?” diyorsunuz. Zaten bunu diyecek kişi oraya gitmez, çünkü
o popüler yerin popüler tüketicisi o popülerlik bilincini taşıyan ve o popülerliği
tüketerek kendinde değer bulan ve değer satışı yapandır. O mekan ve
müşterisi o mekanın popülerliğinin doğasıyla gelir; Murtaza’nın köftesi veya
lahmacunu ve onu isteyen sen orada olamazsın. Sen dışarıda bırakılmışsın
12
ki böylece içeride olanlar ayrıcalıklı olduklarını sanarak hem “zıkımlanarak”
fiziksel kendilerini yeniden üretsinler hem de psikolojik kendilerini ve
alternatif kötü ve değersizi üretsinler.
En işlevsel olan kötü, asla bilinçli olarak direnen kötü değildir; aksine
egemenin kontrol ettiği ve kötü alternatif olarak tanımlayıp sunduğudur:
İsterseniz ayranımız da var? Yayıkta falan yapılmamıştır, devrimci, terörist,
kökten dinci falan değildir; modern üretim süreçlerinden geçirilerek
temizlenmiş, süzdürülmüş, tatlandırılmış, sterilize edilmiştir: Barlas ve
Kongar tartışması gibidir; serinletir, soğutur, rahatlatır. Eğer modern gazlı bir
şey istemezseniz, tavsiye ederim. Yoksa Coca Cola öneririm.
Popüler öldürme biçimleri
Burjuvazi baskıyı ve şiddeti üretir, fakat baskıdan şiddetten nefret eder;
katliamı üretir, fakat insan hakları şampiyonluğu yapar. Burjuvazinin en
popular para kazanma yollarından biri de ölüm tüccarlığıdır: Silah ticareti ve
savaş. Bu tür ölüm üretimi yanında sermayenin egemenliğini perçinleme ve
yaygınlaştırma yolunda diğer tür öldürmeler, kapitalist kalkınma ve gelişme
süreçlerinin her alanında her gün sürer. Kapitalist-gelişme ve yayılma
kendine uymayanı, eğer değişime uğrayıp benzeşme olanağı yoksa, ya
tümüyle silip süpürüp ortadan kaldırır ya da küçümsenen bir azınlık pratiği
durumuna sokar. Anadolu kültürel pratiklerinin çoğu, kapitaliste para
sağlamaktan çok, geniş aile kökenli ve yakın çevre içi, doğayla iç içe,
ücretsiz katılma, toplu yardımlaşma ve toplu dayanışma ve toplu yakınlaşma
özelliklerini taşır. Satın alma ve kullanıp atma yerine, hazırlığı uzun seneler
süren "yapma" ve koruma egemendir. Hediyeler bile ticari özelliğin
egemenliğinden uzaktır. Hiç bir şey kendilerinin olmayan dört-duvar arasına
sıkıştırılmamıştır. Kültürel üretim ve pratikler kendilerinin olan çevrede
kendilerinin olanları kullanarak, kendilerine rağmen ve kendilerinin katılımını
sadece tüketici ve kullanıcı durumuna düşüren değil, kendileri için
kendilerinin katıldığı bir üretimdir. Bu ve benzeri nedenlerle, Anadolu kültürel
pratiklerinin önemli bir kısmı kapitalist pazar ilişki biçimini büyük ölçüde
desteklemez. Bu nedenle, özellikle, batının burjuva devriminin Türkiye’de
Tanzimat’la resmi olarak egemenliği elde etmeye başlamasıyla birlikte, Türk
dünya görüşü ve kültürel pratiklerinde büyük metropollerden (İstanbul ve
İzmir ve sonra Ankara'dan) başlayarak yayılan bir değişme oldu. Bu değişme
13
1980’in ortalarından sonra, dünyada bilişsel, ekonomik, siyasal, yasal,
kültürel alanlarda küresel emperyalist pazarın çıkarlarına uygun yeniden
yapılanmalarla birlikte gösteriş ve aptalca tüketimin teşviki politikaları ve
uygulamaları en popüler popüler kültür oldu.4 Bunun ifadelerini yasal ve
toplumsal
pratiklerin
kapitalist
sermayenin
tanımladığı
bir
biçime
dönüşmesinde görürüz: Anadolu kültür pratiği, düşünce ve yapış tarzlarıyla,
kapitalist
pazarın
çıkarına
göre
yeniden
biçimlendirilmektedir.
Bu
biçimlendirme özellikle televizyon sayesinde hızlı bir şekilde Anadolu’nun her
köşesine
yayılmaktadır.
Bu
silahla
öldürüp
fiziksel
olarak
ortadan
kaldırmadan çok daha etkili olarak, var oluşun özünü ve değerini pazarın özü
ve değeriyle katletmektir: Fiziksel olarak canlı ölüler yaratma.
Anadolu’ya ait olanın başına gelen
Popüler burjuva pratiğinde, burjuvalar kapitalist devlet kurumlarıyla
işbirliğinde çalışarak hem kamu zenginliliklerini paylaşırlar hem de kapitalist
devleti hor görür, aşağılar ve gelişmeye engel olarak nitelerler. Kapitalist
egemenliğin Anadolu kültürüne yaptığı paketli-pişmiş tavuğun başına gelene
benzer: Sermayenin her toplumsal pratikten mümkün olduğu kadar çok para
kazanması gerekir. Bunun için de Anadolu’nun kültürel pratiklerini kendine
işlevsel şekilde yeniden biçimlendirir. Kültürel pratiği dönüştürür (kimliğin
farklı şekilde yeniden tanımlanması), melezleştirir (kimliğin yozlaştırılması),
tümüyle değiştirir (kimliğin yok edilişi), yerinden eder ve kendi egemenliği
altına alır (Kimliğin marjinalleştirilmesi, önemsizleştirilmesi, aşağılanması,
kötülenmesi). Bunu yaparken sadece pratiğin kendisini değil, aynı zamanda
pratiğin düşünsel ve duygusal karakterini de değiştirir: Bir zaman iyi olan,
özlenen, değerli olan, artık geçmişte kalır; yerini yeni düşünsellik ve
duygusallıkla doldurulmuş emtia-fetişizminin egemen olduğu gösteri ve ticari
kültür alır. Spor, eğlence ve evlilik pratiklerinin açık ve özgür çevresinden
alınıp kapitalistin sahip olduğu ve ödeme yapılarak kullanılan duvarlar
arasına hapsedilmesi bunun en açık örmekleridir. Salonda olmayan evlilik
sadece
eksik
olarak
nitelenmez,
aynı
zamanda
hayat
boyu
iç
burukluluğunun, özlemlerin gerçekleşmemesinin getirdiği çeşitli negatif
4
Türkiye’de bu tüketim kültürüyle ilgili olarak bkz: Bali (2002); Erdoğan ve
Alemdar (2005).
14
hislerin zorlayıcılığı ve eziciliğini beraberinde getirir. Çelik-çomak oyunu,
eğer beysbol biçimine döndürülüp multi-billion dolar ticari spor biçimine
sokulamazsa veya zifaf odası ve gecesi otel odası ve gecesine
dönüştürülemezse öldürülür. Babalar, dayılar, amcalar, nineler, sekreterler,
anneler, sevgililer ve patronlar günü ve balayı diye bir şeyler icat edilip
insanların beyinlerini yoksullaştırarak doldurma ve ceplerini harcatarak
boşaltma yolları bulunmazsa, kapitalist sömürü canlılığını yitirir. Günümüzün
egemen popüler kültürel pratiklerde iç sermayeyle ortak sömürü yürüten
emperyalist "Amerikalılık/ Avrupalılık" egemendir.
21. yüzyıla gelindiğinde, Anadolu’ya ait olan kültürel pratikler ya ortadan
kalkmış ya bir köşeye itilmiş, ya düne ait olarak nitelenerek hor görülen bir
duruma düşürülmüş ya özelliklerini yitirerek biçim değiştirmiş ve burjuva
ideolojinin kullandığı egemenliği sürdürme aracı haline sokulmuştur. Anadolu
kültürel
pratikleri
ticarileştirme,
öldürme,
müzeye
kaldırılma,
siyasal
amaçlarla yeniden-biçimlendirme, turizm endüstrisinin çıkarları için “gösteri,
kullanım, satış” materyaline dönüştürme,
gerçek hayatta katledip geriye
hortlatılarak televizyonda gösteri ve ideolojik propaganda malzemesi olarak
kullanma gibi değişime ve dönüşüme uğratılmıştır ve uğratılmaktadır.
Özellikle, dayanışmayı yaratan ve teşvik eden kültürel pratikler en büyük
düşman olarak ortadan kaldırılmaya veya etkisiz hale gelecek biçimde
dönüşüme uğratılmaya çalışılmaktadır.
Anadolu’da kültürel
emperyalizmin yaygınlaşması sırasında,
yok
olmayan Anadolu kültürel pratikleri isim değiştirerek “yerel” ve “köy” ön
takılarıyla anılmaya başlandı. Örneğin günlük egemen pratikte, köy düğünü
geçmişi ifade eder. Bu geçmişle sembolsel romantik ilişki ötesinde, gerçek
ilişki kurmak (örneğin kentte köy düğünü yapmak) modernliğe ve çağdaşlığa
aykırıdır. Bunu düşünmek bile insanı küçültücü duygu ve "normalden"
ayrılmanın ezici psikolojik baskısı altına sokar. Modern burjuva ideolojisinin
insanı geleceğe dönük olarak nitelenir ve geleceğe dönüklük de emperyalist
endüstrilerin kontrolündeki popüler kültürün tüketimiyle anlamlandırılır.
Geçmiş iç çekişi ifade eder, fakat ilkelliğiyle ve yontulmamışlığıyla asla
bugünkü modernin yerini alamaz. Dolayısıyla, burjuva ideolojisinin sunduğu
geçmişle iç çekişte geçmişi küçümseme ve hortlatıp kendini meşrulaştırma
veya düşmanlarına karşı kışkırtıcılığı teşvikte ve katliamlarda kullanmayla
birlikte yeniden öldürme hakimdir.
15
Popüler kültürle birlikte aynı zamanda yapay ve örgütlü mekan
anlayışının
çarpık
bir
şekilde
kırsal
alanlara
yansıtılması
(örneğin
kasabalarda çok katlı binaların inşası) yaygınlaşmaktadır. Doğal mekan
ortadan kalkmakta, onun yerine parklar, süsleme yollar ve alanlar gibi
örgütlenmiş doğanın getirilmektedir. Popüler sayıca çokluk ve yüzeyde kısa
ömürlü popular ilişkiler aynı zamanda günlük yaşamda artan insan sayısıyla
da desteklenmekte; fakat insan ilişkileri nicel ve nitel olarak azalmaktadır. Bu
oluşumlar popular mitler yaratılarak olumlu gösterilmektedir. 5
Popüler kültürel pratiklerle Anadolu’nun taşıdığı kimlikler karmaşık
eylem alanı olarak düşünülüp, bu alan üzerinde egemenliklerin nasıl
kurulacağı planlanmış ve uygulamalar uzun yıllardır yapılmaktadır. Bu
nedenle 50 yıl öncesinin veya 30 yıl öncesinin Anadolu’suyla, şimdinin
Anadolu’su ciddi farklar göstermektedir. Bunun yüzlerce göstergelerini
günlük yaşma pratiklerinde görmek mümkündür. Karadeniz’in yolu olmayan
en yüksek yaylalarında, boş Coca Cola ve Marlboro atıkları düşündürücü
göstergelerden biridir.
Popüler medya, arz, talep ve iletişim politikaları
Medyadaki kültürel ifadeler, halk tarafından hazırlanmış halkın günlük
yaşamlarının ifadeleri değildir. Halk medyada çoğu kez çirkinliklere ve
basitliklere örnekler olarak yer almaktadır. Halkın yaşamıyla medyada temsil
edilen yaşamlar arasındaki bağ temsil edilenin popülerleştirilerek yaşam
üzerine çökertilmesi biçimindedir. Bu biçimde endüstriyel çıkarlara uygun
umutlar,
özlemler,
beklentiler,
umutsuzluklar,
eğlence,
boş
zaman
değerlendirme, başarı ve başarısızlık anlayışları halka işlenmektedir.
İletişim politikaları ne demek, kim ne için ne amaçla hazırlar ve uygular?
Popüler anlatıya göre, iletişim politikasında gönderici, mesaj, alıcı ve geri
besleme vardır. Gönderici devlet olabilir, şirket olabilir, bir kurum olabilir.
Göndericiler mesajı hazırlar, bir araçla, özellikle medya ile alıcılara gönderir.
Alıcılar da arzu ettikleri şekilde bu mesajları yorumlar ve gerekirse geri
besleme yaparlar. Göndericinin bir iletişim politikası vardır; bu politikayı
mesajında biçimlendirir. Medyayla gönderir. Sonra oturur dua etmeye başlar:
“İnşallah izleyiciler benim istediğim şekilde çözümleme yapar” diye kıvranır
5
Daha ayrıntılı okumalar ve kaynaklar için bkz http://irfanerdogan.com
16
durur. İzleyiciler, özgür bir şekilde bu mesajları alır, önce o yapıyı şöyle bir
bir yıkar parçalar, darmadağınık ederler. Sonra kendileri yeniden inşa ederek
kendi özgür ve bağımsız anlamalarını yüklerler ve kendi iletişim politikalarını
bu anlamlar çerçevesinde belirleyerek, ona göre hareket ederler. Böylece
post-modern dünyada milletin gözü kulağı ve vicdanı olan medyanın da
aracılığıyla yöneten ve yönetilen, ürünü olan ve ürün satın almak isteyen,
reklamı olan ve reklamlarla doğru seçim yapmak için can atan izleyiciler
buluşur. Sarmaş dolaş. Onlar ermiş muradına… İktisat dersindeki “fiyatların
pazarda serbestçe oluşması” masalı gibi bu. Sosyal bilimlerdeki özgürlük,
enformasyonun ve bilginin serbest oluşumu ve dolaşımı masalı gibi bu. Bu
masalda arz ve talep çarşıda karşılaşırlar; henüz fiyatlar belirlenmemiştir.
Arz talebe “nasılsın” der. Talep de “valla haberim yok” der. Arz ile talep
tokalaşırlar ve pazarlığa başlarlar. Sonunda talebin eli değil, kolu gider. Arz
kolla ve talep de kolsuz ayrılırlar. Talep şaşkın. Benzin dolara endeksli
olarak durmadan yükselir. Sonra dolar birden düşmeye başlar. Ama benzin
artmaya devam eder. Medyada “dudu dudu dilleri” ve Firdevzin çarpik
elleri…. Diller, eller, aşklar, ihanetler, Avrupa Birliğinin bize olan tutumuyla
birleştirilir. Bu sırada talep benzincide ve süpermarkette bir bakar öbür kol da
gitmiş. Serbest pazar der. Ama el, kol, bacak gidiyor durmadan…. Serbest
pazar…. kim serbest? Kim pazar? Neden profesörler serbest pazarda
kendilerinin maaşlarının artmasıyla ilgili politikaları belirleyemezler? Neden
politikalıları
belirleyemediklerini
anlayan
insanlar,
“politikalarımızı
belirlemede etkili olmak istiyoruz” diye sokakta iki adım attıklarında kafaları
kırılır ve bedavadan panzer suyuyla banyo yaptırılır? Neden medyada ïki
polis yaralandı, trafik aksadı, millet işine zamanında gidemedi, düzen
bozuldu” haberleri verilir? İletişim amaçlı insan girişimdir. Amaçlarımızı
ilişkilerden geçerek gerçekleştiririz. Bu gerçekleştirme de örgütlü yapılar
içinde, örgütlü yapılardan geçerek olur. Bir ilişkinin olabilmesi için iletişim
zorunludur. Dolayısıyla, özel mülkiyet yapısı ve ilişkilerinin egemen olduğu
bir ortamda amaç gerçekleştirme daima egemenlik ve mücadele içinde olur.
Yani, amaç gerçekleştirme egemenlik ve mücadeledeki güç ile bağıntılıdır.
Dolayısıyla, iletişim politikasının olması ve gerçekleşmesi, dolayısıyla
amaçların gerçekleşmesi üretim tarzı ve ilişkilerine bağlı olarak şekillenir. Bu
şekillenmede birileri popüler bir şekilde kolsuz kalırken birileri de (Major
17
General Smedly D. Butler) Amerikan Senatosunda, popular edilmeyen bir
popülerle ilgili olarak şunları söyler:
"Ordunun gangsterlerinin haraç torbasında bilmedikleri bir
şeytanlık yoktur... Benim gibi bir ordu mensubunun böyle bir
karşılaştırma yapması acayip görünebilir. Doğruyu söylemek beni
böyle yapmaya zorunlu kılıyor. Aktif askeri serviste otuz üç yıl dört
ay geçirdim... Bu süre içinde, zamanımın büyük kısmını bankerler,
Wall Street ve Büyük firmalar için üst-sınıf-koruyucu-kabadayı
olarak harcadım.. Kısaca, ben kapitalistin haraççısı ve
gangsteriydim. O zamanlar, bir oyunun\haraççılığın\şantajcılığın
parçası olduğumdan şüpheleniyordum.
Şimdi eminim. Ordu
mesleğinin her üyesi gibi, orduyu terk edinceye kadar, hiçbir
zaman orijinal bir düşünceye sahip değildim. Verilen emirleri
yerine getirirken kendi mental gücüm askıda kaldı. Bu askeri
serviste tipik bir durumdur. 1914'de Meksika'nın, özellikle
Tampico'nun, Amerikan petrol çıkarları için emniyetli bir yer
olmasına yardım ettim. Haiti ve Küba'yı National City bankasının
gelir toplaması için temiz bir yer olmasına yardım ettim. Wall
Street'in çıkarları için yarım düzine Orta Amerika cumhuriyetlerinin
soyulmasına yardım ettim. Şantajcılık\haraççılık kaydının listesi
çok uzun. 1902 ile 1912 arasında, Brown Kardeşlerin milletlerarası
bankası için temizliğe yardım ettim. 1916'da, Amerikan şeker
çıkarları için Dominikan Republic'i düzelttim. Çin’de, 1927'de,
Amerikan Standart Oil firmasının işlerini rahatsız edilmeden
yürütmesine yardım ettim.
O yıllar boyunca, kapalı kapılar ardında bizim çocukların
söylediği gibi, "işim tıkırındaydı." Madalyalarla, rütbelerle ve
onurlarla ödüllendirildim. Yaptıklarıma şimdi baktığımda, kendimi Al
Capon'a bir iki ipucu vermiş gibi hissediyorum. Al Capon'un en
fazla yapabileceği şantajını\haracını sadece şehrin üç bölgesinde
yürütmekti. Ben üç kıtada yürüttüm." (Common Sense, November
1935).
Bu generalin doğruyu yansıtmasına, bir başka generalin 1966'daki
kızgın sözlerini ekleyelim. Marine Corps komutanı General David M. Shoup
Amerika'nın az gelişmiş ülkelerdeki girişimlerini şöyle değerlendiriyordu:
Eğer biz kirli, kanlı, dolar-hileli parmağımızı ezilmiş ve
sömürülmüş ülkelerin işlerinden çekmiş olsaydık ve çekersek,
kendileri kendi çarelerini bulurlar. Kendilerinin istediği ve
hazırladığı. Kendilerinin üzerinde çalıştığı ve savaştığı. Eğer, kötü
bir şansla, "varlıklılar" "varlıksızlarla" barışçı bir yolla paylaşmayı
reddettiği için devrimleri şiddetli bir devrim olursa, en azından, elde
ettikleri kendi istedikleri olur, Amerikalılar tarafından boğazlarına
dürtülen Amerikan stili değil” (Greene, 1971).
18
Yirminci yüzyılda birçok kişi bunları söylüyordu ve bunlar söylenirken
popüler medyanın popüler programlarında popüler ninniler dinliyorduk. Şimdi
yirmi birinci yüzyılın başındayız: Gerçekleri söylemek “popülist söylem”
olduğu için hiç kimse popülist söyleme itibar etmiyor. Artık popülist söylem
popular değil. Artık ninniler çok farklı, çok daha ayrıntılı ve çok daha
gelişmiş. Bu ninniler eşliğinde, küresel pazardaki dev firmalar, firmaların
ardındaki devletler, dünya bankası ve IMF gibi modern tefeciler ve şantajcılar
yoğun bir örgütlenme ve ilişki ağından geçerek neyin üretileceğine, ne kadar,
nerede ve nasıl üretileceğine, neyin nereden nasıl dağıtılacağına, işçilerin,
tüketicilerin, alıcıların, izleyicilerin doğuştan itibaren nasıl hazırlanacağına ve
nasıl yönlendirileceğine; karşı gelenlerin ve mücadele edenlerin nasıl
marjinal duruma düşürüleceğine, nasıl bastırılacağına, nasıl yok edileceğine
karar vermektedir. Popüler uyduruların aksine, küresel pazar egemenliklerin
perçinlendiği, mücadelelerin susturulduğu ve ezildiği bir yerdir. Bu yerde
hiçbir şey özgür değildir. Hiçbir şey serbest değildir. Bu pazarda gerçek bilgi
ve gerçek enformasyon değerli maldır ve mülkiyetin bir parçasıdır. Bu
pazarda medyadan sunulanlar bilgi değildir; küresel pazarın planlı bilincinin
yansıtılmasıdır. Bu yansıtılan bilinç eğer pazarın çıkarılan hizmet ediyorsa,
gerçeği yansıtır. Eğer pazar gerçeği pazar için işlevsel değilse, o zaman
hurafelerle, masallarla, mitlerle, yalanlarla, sahte imajlar bilinç yönetimi
yapılır. Bunu yutmayanların büyük çoğunluğu cebinden ve kafasından
vurulma
korkusuyla
meşrulaştırılmış
baskı
yollarıyla
sindirilir.
Sindirilmeyenlerin akıbetini medya haber bile yapmaz. Birileri et sergileyerek
medyada canlı ve heyecanlı boy gösterir. Bazıları “medya” seksist der. Ve
tartışmalar ve tartışmalar. İşte buna bilinç yönetiminden geçerek bir kazı bin
bir yolla yolma yolundan biri denir.
Popüler korku: Nüfus artışı
Sosyal ve ekonomik sorunların tırmanışı sürekli olarak “nüfus artışı"
sorununa bağlanır; ardından da, çözüm yolu olarak nüfus planlaması
önerileri sunulur. Bu düşman nüfus artışı "kim"? Dünyanın fukara kitleleri.
19'uncu yüzyıldan beri kitlelerin başkaldırısı kabuslarıyla yaşayan bir
ekonomik ve siyasal sistem, kitlelerin hacminin artışını büyük korkuyla
izlemiş ve durdurma yolları aramış, uygulamış, başarısızlıklara uğramış ve
1990'lardaki sürdürülebilir kalkınma anlayışı içine nüfusu (yani fukara
19
kitleleri) en büyük düşman olarak sokarak hem kendini çevre ve insan
peyzajının talanı sorunlarından sorumsuz kılmış hem de kendi politikasının
devamı için klasik-nedeni araç olarak kullanmıştır. Nüfus bu amaçla sık sık
kullanılır. Örneğin, nüfus artışı, çevre bozulmasının, açlığın, sefaletin nedeni
olarak gösterilir: Afrika'da nüfus artıyor, millet açlıktan ölüyor. Durdurmak
gerekir. Nasıl?
Nüfus artışıyla açlık ve sefaletin artığı, fukara ve sefilin korkusu değildir.
Egemen güçlerin güvenli, sürdürülebilir bir çevre ve insan sömürüsünün
tehlikeye düşmesi korkusudur. Kapitalist ülkelerde sermayenin sosyalleşmiş
üretiminde nasiplerini gıdım gıdım alanları ve çalışan sınıfın maaş ve
ücretlerini aşağıda tutacak hacimde yeterince işsizler kitlesinin varlığı gibi
nedenlerle, kitlelere bir veya birden fazla çocuk yapmamaları aşılanmaya
çalışılır. Bu da modernliğin bir göstergesi olarak sunulur. öte yandan, eğer,
bu görüşün çıktığı ve dünyaya yayıldığı Amerika'ya bakarsak, zengin sınıfın
ailelerinin bol çocuklu olduğunu görürüz? Neden? çünkü nüfus planlaması
fukaraya yöneltilmiş egemen bir eşitsizlik düzeninin koruma çabasının
getirdiği, kendi için savunduğu, çarelerden biridir: Kitlelerin dondurulması ve
durdurulması gerekir, yöneten grupların ve sınıfların değil.
Ekonomik kıtlık teziyle gelen ve "bu denli çok nüfus beslenemeyeceğini"
ileri süren görüş, çevreyi ve insanı sömürme düzenlerinde gasp yoluyla
beslenme koşullarının kontrol eden ve dünyayı ekmeğe muhtaç edenler
veya onların sözcülerinin kuşkularının ifadesidir. Çünkü sorun (ve kuşku,
korku) kaynakların ve zenginliklerin sefillik ve muhtaçlık yaratmayacak
şekilde yeniden dağıtılması ve kullanılmasıdır. Bugünkü ve gelecekteki
insanlık durumuna en büyük tehlike ve durumun yaratıcısı nüfus artışı değil,
dünyadaki
kaynakların
ve
zenginliklerin
bölüşümü
ve
kontrolündeki
adaletsizliktir.
Sonuç
Kapitalizm kendi imajında bir dünya yaratmaya devam ediyor. Bu
süreçte binlerce yıl kendi özelliğini ve kendine özgülüğünü koruyarak kendi
değişimini kendince yapan yerel kültürel üretim ve pratikler kapitalist kültürün
saldırısıyla tarihe karışmakta ve tarihi kendileri için yazan ve kullanalar
tarafından kendi amaçları için kullanılmaktadır. Anadolu kültürü dayanışmacı
niteliğini yitirmekte ve hem kapitalist bireyci, kapkaççı ve sömürücü bir
20
biçimle değiştirilmekte hem de dönüşüme uğratılarak kendine düşman bir
biçime sokulmaktadır. Görüntülü, sesli ve basılı kitle kültürünün tecavüzüyle,
Anadolu’nun direniş kültürü kendini yeniden biçimlendirme ve koşullandırma,
aksi taktirde yok olma durumuyla yüz yüze savaşmaktadır yıllardır.
Popüler kültürü anlamak kitle üretim, dağıtım ve tüketim yapısını ve
ilişkilerini ve bunların sonuçlarını anlamayı gerektirir. Popüler kültürü
anlamak için sayısı sorulara yanıtlar getirmemiz gerekmektedir: Örneğin
halka ve folklor ve halk müziği gibi halkın olana ne oluyor? Halkın olanlara
televizyonda ne oluyor? Bir kültür nasıl pazarda alınıp satılan emtiaya
dönüştürülüyor? Bir kültür nasıl belli ideolojik çıkarlar için kullanılıyor? Bir
kültür nasıl doğal konumundan ve doğal yapılış biçiminden koparılıp,
endüstriyel bir ürün haline dönüştürülüyor? Halk kültüründeki anonimliğe
kapitalist mülkiyet yapısı ve ilişkileri içinde ne oluyor?
Halk kültürü modernleşme ve çağdaşlaşma sloganlarıyla gelen ve
getirilen bati kültürüyle karşılaştığında ne oluyor? Bir sentez başlıyor ve Türk
İslam sentezinde olduğu gibi Türk ve Batı sentezi mi oluyor? Türk İslam
sentezinden önceki çocuğunun adı Gökçe iken, sentezden sonraki doğan
çocukların adı Rumeysa ve Büşra oluyor. Bu bir sentez mi yoksa birinin yok
olması mı? Benzer biçimde, Türk halk müziği Batı müziğiyle karıştırılarak
sentez mi ortaya çıkıyor yoksa bir yok edişin ve yok oluşun başlangıcı mı
oluyor? Eşit olmayan güçler arasında karşılıklı bağımlılık olamayacağı gibi,
hakkaniyet ölçülerine dayanan bir sentez olabilir mi?
Sarhoşun biri sahnede sallana sallana ve böğürtülerle bir şeyler
söylüyor. Dinleyiciler coşmuş. Kendilerini jiletleyenler bile var.
Elinde bütün vücuduna dolanmış bir yılanın başını tutmuş, uyuşturucu
maddeyle buğulanmış gözleri ve çöl gibi kaynayıp yanan beyniyle sahnede
bağırıp çağıran, küfürler eden biri oraya buraya hoplayıp zıplayıp duruyor.
Dinleyiciler de kendilerinden geçmiş, hoplayıp zıplıyor, tepiniyor, kendilerini
yerlere atıyor ve uyuşturucu madde çekerek zevkleniyorlar.
Pepsi Cola yazılarının göründüğü şahane dekor ortasında, göz alıcı
giysilerle ve de ağır makyajla süslenmiş bir kadın, Avrupa müzik araçları ve
Amerikanın "Blues" denen romantik temposuyla, Türkçe sözlerle hayata
yakınıyor. Sigara dumanlarıyla kirlenmiş kirli-mavilikte, dinleyenler oturmuş
sessizce nikotinli yakınışla içleniyorlar.
21
Kültür ve kültüre katılım, aynı zamanda, özellikle kültürün ticarileştiği ve
dolayısıyla siyasallaştığı ortamlarda, mücadele alanıdır. Bu mücadelede,
bazı kültürel pratikler (örneğin kapitalist ticari pop-kültürü) oldukça
saldırgandırlar. Bu saldırganlıkları kendinden olmayan veya kendine
benzemeyen veya kendi için görevsellik yapmayan pratikleri düşman rakip
olarak görür ve yok etme mücadelesine girer. Elbette bu mücadele insandan
geçerek, insanla, insanlar arasında olur.
Yirminci yüzyılda, siyasal birimler içinde (ulus içi) ve siyasal birimler
arasında (uluslararasında) süren en önemli mücadele kapitalist (veya
benzeri) sınıflarla çalışan sınıflar arasındaki egemenlik mücadelesi olmuştur
(ve olmaktadır). Çalışan sınıfların toplumcu ve dayanışmacı kültürel
gelenekleri ve pratikleri, kapitalist kültürün iş dünyasında ve iş-dışı dünyada
yarattığı örgütlü atomlaştırma, dayanışmayı bireyci kendini kurtarma ve
bananecilikle ortadan kaldırmaya çalışan "ye, iç, keyfine bak, dünyaya bir
kez gelirsin, boş ver dünyayı, kendine bak" bencil kültürüyle ezilmeye
çalışılmaktadır. Kültürel pratik toplumsal yaşamın örgütlü faaliyetlerinden
farklı, ayrı, bağımsız olmadığı için, kapitalist ekonomik ve siyasal egemenlik
ayni zamanda kültürel egemenliği de taşır. İlle ki bunun kapitalist olması
gerekmez, egemen üretim biçimine göre, herhangi bir egemen gücün veya
sınıfın egemenliği olabilir. Fakat kapitalizm ve özellikle emperyalizmle
birlikte, kültürel ve pratikleri ticari pazarın ve siyasal satısın bütünleşik bir
parçası olmuştur. Bunun da en önde gelen nedeni, kapitalizmin ve
emperyalizmin kendini, sistemini ve ürünlerini satabilmesi, pazarlarını canlı
tutabilmesi, örgütlü-silahlı terörden önce veya birlikte, bilinç yönetimine
bağımlılığı zorunluluğudur. Üretimi yapacak robotlaşma arttıkça, nüfus
planlaması politikaları da yoğunlaşır. Tüketime ve tüketiciye ihtiyaç
duyulmadığı an, o tüketicinin önemi ortadan kalkar ve tehlikeli olmayacaksa
terk edilir (talan edilen doğanın terk edilmesi gibi) ya da bertaraf edilir.
Kapitalist kültürel strateji ve saldırı bir ülke içinde çalışan sınıfların ve
"az gelişmiş ülkelerdeki" "geleneksel kültürlerin" aşağılanmasını, değersiz
gösterilmesini,
geri,
ilkel,
kaba,
yontulmamış
olduğunun
sürekli
vurgulanmasını, değişime ve gelişmeye tehlike ve karşı olduğunun ileri
sürülmesini beraberinde getirir. Geleneksel olanın modernleşmesi ve
çağdaşlaşması, “incelmesi” gerektiğini, bunun da ancak kendi kültürlerini
bırakarak pazarın kültürel yapısıyla bütünleşmesiyle olacağını belirtir. Bu
22
saldırı elbette tek boyutlu ve her zaman aynı karakterleri taşımaz. Aksine çok
boyutludur ve hatta birbiriyle çelişkili çok yönlü saldırıları içerir: Bu çelişkiye
en açık örnek, 1960'larin kültürel emperyalist girişimlerinin kentlerdeki
burjuvalar ve burjuva özlemlilerin dışında etkenliklerinin azlığı ve burjuva
demokrasisinin yönetim çıkmazında geleneklerin tutuculuğa döndürülüp
sömürülmesinin artmasıyla başlayan din sömürüsü ve geleneksel kültürel
pratiklerin, Amerikan böl ve yönet politikasını destekleyen bölücü milliyetçi
çıkar ve cehaleti sürdürecek biçimde yeniden-şekillendirip sunulması
biçimleridir. Bu yeniden biçimlendirilmede ve dolayısıyla yozlaştırmada,
örneğin halay Anadolu’nun ezilmiş insanlarının dayanışma pratiğinden
çıkartılır ve ırkçı kafatasçılığın ifadesi biçimine sokulur. Anadolu halkını
hunharca ezmenin ifadesi olan Osmanlı sarayının egemenlik ifadesi “mehter
marşı," türkün gücünün anlatımı yapılır. Hangi gücün ve kime karşı? Mehter
marşlarıyla coşturulan ordular,
(sadece Osmanlıların değil, benzeri her
ülkenin kendine özge mehter marşı vardır ve mehter marşı müziğinin hepsi
de o ülkenin kendi yaratığı değildir),
dış düşmandan çok iç-düşmana
(ayaklanan halka) karşı kullanılmıştır. Bu halka-karşılık günümüzde çok daha
açıktır. Bırak Türkiye gibi ülkelerdeki içteki kullanılmanın sayısızlığını,
Amerika'da bile, ordu dıştan çok içte kullanılmıştır.
Eğer popüler kültürü medyadan geçerek yayılan günümüzdeki egemen
pratikler bağlamında ele alırsak, Türkiye’de bunun en etkili başlangıcının
radyo ile olduğunu görürüz. Modernleşme, Batılılaşma, muasır medeniyetler
seviyesine gelme gibi “yakalayıcı ve yönlendirici” biliş yönetimi ve bu biliş
yönetimini destekleyen yeni siyasal yönetim anlayışı ve bu ikisinin
desteklediği kapitalist pazar ilişkileriyle birlikte oluşan kentli, bilgili, modern
insanların yönettiği Radyo Batı’nın kültürel değerlerini ve bu değerlerin
beslediği dünyayı ilişkisel ve düşünsel olarak anlamlandırmayı Türkiye’de
kurulduğundan beri artan bir şekilde yaymıştır. Ankara, İstanbul ve İzmir
radyoları ve ardından TRT radyoları sundukları içeriklerle Türk kimliğinin
üzerine Batı kimliğinin oturtulmasıyla kendini küçümsemesi ve kendinin
olmayan ve kendini yok etmeye çalışan bir kültürün sevilmesini, tercih
edilmesini ve benimsenmesini sağlamada en etken araç olarak kullanılmıştır.
Öyle ki Türk müziğini dinlemek isteyenler, eğer radyoları “çekebiliyorsa” (yani
radyoları kapsam alanı içindeyse), Meteoroloji ve Polis radyosunu
dinliyorlardı. 1960’lara gelindiğinde, Radyonun büyük katkılarıyla, özellikle
23
büyük kentlerdeki memur ve işçi sınıfının gençleri arasında melez bir kültür
oluşmuştu: Bu gençler Bati müziğine ve modaya öykünürken, aynı zamanda
Türk şarkı ve türkülerini de dinliyorlardı. Buna özellikle 1930’ların ortasından
beri Arap müziğiyle beslenme ve buradan hareket ederek arabesk müzik
katıldığında, kapitalist pazarın mümkün olduğu kadar çok pazar bölümleri
yaratma, var olan bölünmeleri teşvik ederek tutma ve bunu popüler çeşitlilik
olarak sunmasıyla ne tür bir karmaşık popülerlikler yarattığını görürüz.6
Resmi eğitimin, gazetelerin, radyonun, sinemanın, modanın, kişiler arası
ilişkilerdeki baskıların desteklediği “kendini beğenmeme ve olamayacağı
kendinden olmayan gibi olmaya çalışma, örneğin kentlerde bir gencin “köylü
giyimli ve görünümlü” annesiyle yan yana yürümesini bile engelliyordu:
Annesiyle sokakta özdeşleştirilmek istemediği için ya önden ya da arkadan
yürürdü işçi ve memur sınıfının gençleri. Bize işlenen Popüler düşünce ve
duyarlılıklarla başka türlü hissedemezdik. Daha kötüsü, henüz “köylü
annemizin sessiz direnişini” sömürecek sömürgenler ortaya çıkmamıştı.
Bunun ortaya çıkışının tohumları çok partili döneme geçişle atıldı ve 1960’in
ortalarında başladı; günümüze gelindiğinde buna, Türk İslam sentezi dahil,
Turban da eklenerek siyasal pazarla teşvik edilen ve ekonomik pazarla
meyveleri toplanan, böl ve yönet ile genişleyen bir sömürü sisteminin
bütünleşik bir parçası oldu. 1960 ve 1970lerin “dışarıda bırakılanları” (yani
gelenekseller, tutucular ve gericileri), artık “insan haklarının egemen olduğu
veya egemen edilmeye çalışıldığı küresel pazarda “dışarıda kalma hakları
olduğuna” dayanan bilinç yönetimiyle, “pazar bölümleri yaratma ve bu
bölümlerin karakterine göre bilişler ve ürünler üretme ile pazarını ve
egemenliğini perçinleyen bir popüler pazarın parçası yapılmıştır. Popüler
türbanlı ve popüler laik birbirine düşman olarak tutulup böl ve yönet
politikaları gerçekleştirilirken, MUSIAD ve TUSIAD ile bu politika, CHP ve
AKP ayırımında olduğu gibi, bu ayırım körüklenirken, dünya egemenliğindeki
uluslararası şirketler ve içteki ortakları (örneğin MUSİADcılar, TUSİADcılar,
türbanlılar, laikler, CHP’liler ve AKP’liler) başarılı bir şekilde pazar kontrolünü
perçinliyorlar. İşte, bunlar popüler olan fakat popüler olarak sunulmayan
veya sunulduğunda da farklı biçimde popülerleştirilen popüler kültür.
Radyo’ya geri dönersek, Türkiye’de, belli siyasal, ekonomik, kültürel ve
6
Bkz Güngör, 1993, 1999; Özbek, 2000; Erdogan ve Alemdar, 2005.
24
ekonomik
pazar
yapısı
ve
ilişkilerinin
popülerleştirilmesi
transistorlu
radyonun çıkmasıyla belli kentlerin dışına genişlemiştir. Radyoya, sinema,
gramofon ile birlikte plaklar, teypler ve sonra televizyon eklenmiştir.7
Gazetenin bu bağlamdaki yaygınlığı önce siyasal alandaki biliş ve bilinç
yönetimi ile başlamış ve özellikle 1970’lerden sonra tüketicileri ahmakça
tüketim ve düşüncelerle yönlendiren bilişsel yoksulluk yaratma araçlarından
biri olmuştur. Fakat bütün bu araçlar arasında, özel mülkiyete ve yoksun ve
yoksul bırakmaya dayanan endüstriyel yapının dünyasını insanlığın asıl
doğasını yansıtan bir dünya gibi sunanların bilinç ve davranış yönetimi aracı
olan ve kendi elimizle evimizin en başköşesine koyduğumuz, bizi ve
çocuklarımızı, verdiği haberlerden sunduğu eğlencesine kadar her şeyde
belli ideolojik anlatılarla biçimlendiren, bizi gösteriş tüketiminin maymunu
yapan ve maymunluğumuzda kendimizi değerli ve çağdaş gibi görmemizi
sağlayan televizyon, en popüler popülerleştirme, biliş ve mal satış aracıdır.
Bilgisayar, telefon, internet, sinema ve televizyon tek bir bütünleşik araç
olduğunda, her şeyimizi kontrol eden bir endüstrinin bu aracı yoluyla her
anımız izlenecek, kaydedilecek ve yönlendirilecektir. Direnenlere ise, var
oluşlarını serbest-köle olarak bile gerçekleştirme koşulları ciddi şekilde
günlük pratiklerle engellenerek yaşam şansı verilmeyecektir.
Batının siyasal örgütünü transfer eden ülkelerdeki resmi eğitim ve
iletişim medyaları çalışan sınıfların dayanışma kültürlerini kırmada, Batının
“hep-bana hep bana” bireyciliği, bananeciliği ve soygunculuğunu çağdaş ilan
etmede ve meşrulaştırmada ön safları alır. İnsanları kapitalist sömürünün
meşruluğunu işleyen ve boyunsunmaya hazırlayan resmi eğitim, kitle iletişimi
yanında, insanları yalnızlığa iten ve birbiriyle rekabete zorlayan örgütlü baskı
ve sömürü düzeninin günlük pratikleridir. Bu örgütlü saldırıda çıkarcı
sendikalar da önemli bir yer alırlar. Sendikalar gerçekte çalışan sınıf içinde
dayanışmanın anlam kazanması, gelişmesi ve güçlenmesinin en somut
yapıcısı ve yıkıcısıdırlar. Sendikalar dayanışmanın vücut bulduğu yer
olurken,
aynı
zamanda,
Amerikan
sendikalaşmasının
günümüzdeki
örneğinde olduğu gibi, sistematik olarak yok edildiği yer olur ve çalışanlar
çaresizlik içinde kendi çıkarını sağlamak ve korumak için kendi baslarına
güçsüzleştirilmiş bir şekilde kendi gibi güçsüzlerle yarışmaya girerler. Bu tür
7
Sinema ve müzikle ilgili olarak bkz: Özbek, 2000; Erdoğan ve Solmaz, 2005.
25
sendikalaşma bürokratik hırsızlığın, mafyalığın, kapitalistlerle ortaklaşalığın,
el-altından rüşvet yiyerek hem yeni sendikalaşmanın oluşumunun önüne
geçilmesi ve hem de işçilerin iş yerinde terör altında ezilmesi ve yalnız
bırakılması tipi bir kültür getirir. 1980’lerden beri sendika yapılarında
popülerleşen bu kültür kapitalistle dayanışma ve çalışan sınıfların ezilmesine
ve soyulmasına katılma kültürüdür.
Popüler kültürle yaratılan bilişler, düşler ve ilişkilerin daha başındayız.
Ne yazık ki, Anadolu’nun anası ağlayacak böyle giderse.
KAYNAKÇA
Adorno, T.W.(1957). Tv and the patterns of mass culture. In B. Rosenberg & D.
White (Eds.). Mass Culture: The Popular Arts in America (pp.474-488). NY:Free
Press.
Adorno, T. W. (1972). Culture industry reconsidered. In A. Horkheimer & T.W.
Adorno (1972). Dialectic of enlightenment. New York: Seabury Press.
Adorno, T. W. & M. Horkheimer (1973). Dialectic of enlightenment.NY: Allen Lane.
Arendt, H. (1961). Society and Culture. In N. Jacobs (ed.), Culture for Millions?.
Princeton: Van Norstrand.
Bali, Rıfat N. (2004). Tarzı- Hayat’tan Life Style’a. İstanbul: İletişim.
Barkin, S. ve M. Gurevitch (1987). Out of work and on the air: Tv news of
unemployment. Critical Studies in Mass Communication, 4,1-20.
Bennet, T. (1986). politics of popular ve popular culture." In T. Bennett, et al.(eds.),
popular culture and social relations. Phil.: Open Unversity press.
Erdoğan, İ. ve P. B. Solmaz (2005). Sinema ve Müzik. Ankara: Erk.
Erdoğan, İ. (2001). Popüler Kültürde Gasp ve Popülerin Gayri meşruluğu. Doğu Batı.
15 (2): 65-106.
Erdoğan, İ. ve K. Alemdar (2005). Populer Kültur. Ankara: Erk.
Ewen, S. (1976). Captains of consciousness. NY:McGraw Hill.
Ewen, S. ve E. Ewen (1982). Channels of desire: Mass images and the shaping of
American consciousness. NY:McGraw Hill.
Gans, H.J. (1974). Popular culture and high culture. N.Y.: Basıc books.
Greene, F. (1971). The Enemy. NY: Vintage Books).
Grossberg, l. (1989). MTV: Swinging on the (postmodern) star. In I. Angus & S. Jhally
(eds.), Cultural politics in contemporary America (pp.254-268). NY: Routhledge.
Guback, T., & Varis, T. (1986). Transnational Communication and Cultural industries,
No. 92. Paris: UNESCO Reports and papers on Mass Communication.
Güngör, N. (1993) Arabesk: Sosyokültürel açıdan arabesk müzik. Ankara: Bilgi.
Güngör, N. (1999) (ed.) Popüler Kültür ve iktidar. Ankara: Vadi
Hall, S. (1986a). Popular culture and state. In Bennet, T. et al (eds.) Popular culture
and social relations. Phil.: Open University press.
Hargreaves, John (1986). Sport, power an culture. N.Y.:St. Martin's Press.
Hebdige, D. (1979). Subcultures: The meaning of style. London: Methuen.
Hoch, P. (1972). Rip Off Game. New York: Doubleday.
Kelner, D. (1982). Tv, ideology, and emancipatory popular culture. In H. Newcomb
(Ed.), Television: The critical view (pp.386-422). N.Y.: Oxford University Press.
Özbek, M. (2000). Populer Kültür: Orhan Gencebay Arabeski (4. baskı). İstanbul:
İletişim.
Swingwood, A. (1977). The Myth of Mass Culture. New Jersey: Humanities Press.
26

Benzer belgeler

POPÜLER KÜLTÜR: KÜLTÜR ALANINDA

POPÜLER KÜLTÜR: KÜLTÜR ALANINDA gelen bir özel mülkiyet ilişkileri yapısının kurduğu egemen kitle üretim pazarının biçimlendirdiği ve kitleleri içine kattığı baskıcı bir gösteri, gösteriş ve tüketim kültürüdür. Bu kültürde “kredi...

Detaylı

Popüler Kültür ve İletişim

Popüler Kültür ve İletişim pazarının biçimlendirdiği ve kitleleri içine kattığı baskıcı bir gösteri, gösteriş ve tüketim kültürüdür. Bu kültürde “kredi kartına bağlı, tüketerek ve gösterişle varoluşu”

Detaylı