Untitled

Transkript

Untitled
SAĞLIKLI YAŞAM VE HİJYEN
ADAM VE SU
Su,pis bir adama: “Ey pis adam! Koş bana gel ki seni temizleyeyim.” dedi.
Pis adam: -“Sudan utanıyorum.” dedi.
Su, bunun üzerine:
- “Eğer utanırsan nasıl temizleneceksin, bu pislik benim dışımda nasıl temizlenir.” dedi.
TEMİZLİK
Durdu, süpürgesini sinesine dayadı, eldivenlerini çıkardı, pantolonun yan cebinde taşıdığı kocaman bir
mendille kurulandı, terini biraz soğuttu. Mendili sırılsıklam oldu. Bir temizlik şirketinin kadrosunda asgari ücretle
çalışıyordu, yoruluyordu, akşama kadar kıyıda köşede, hatta ortalıkta gelip geçen insanların arasında süpürge ve
faraşla dolaşmak, onun bunun pervasızca sağa sola attığı çöpleri toplamak kolay iş değildi. Bir hastanenin
bahçesi ve hastaneyi çevreleyen duvarların dış kısımları sorumluluk alanıydı. Bahçe içinde az sayıda ve sadece
hastane araçlarına tahsisli otopark, bahçedeki kantin çevresi, oturup beklemek ya da dinlenmek için konulan
bankların bulunduğu alanlar, hastanenin otomatik çalışan kapısına uzanan basamaklı giriş her zaman temiz
olmalıydı. Bunu sağlamak da onun vazifesi idi. Sabah çayını içemeden, kahvaltısını yapamadan erkenden
çıkmıştı. Zaten her gün böyle oluyordu. Zamanında işinin başında olmalı ve sorumlu olduğu bölgeyi adım adım
dolaşmalıydı. Şirketin kontrol görevlileri gelip zaman zaman teftiş ediyor, görev yerinde olup olmadığı, özenli
çalışıp çalışmadığı takip ediliyordu. O kadar işine dikkatli olmasına rağmen gerek hastane idaresince ve gerekse
şirket yönetimince uyarılmıştı. Hatırlayınca üzüldü, üzüntüsü evden verilen siparişler gözünün önüne gelince
daha da fazlalaştı. Maaşı alalı ne olmuştu ki hemen bitivermişti. Yorgunluğu daha da arttı, sıkıntıdan yine ter
bastı. Islak mendilini çıkardı, boynunun arkasından dolaştırıp boğazına doğru gezdirerek biraz daha
kurulanmaya çalıştı. Sigara izmaritleri, plastik bardaklar, boş pet şişeleri, meyve artıkları yine etrafta çirkin
görüntüler sergilemeye başlamıştı. Arada bir yere tükürenleri görüyor, sanki hay buraları süpürenin ya da iyi
süpürmeyenin dediklerini duyar gibi oluyor, bu da ağırına gidiyordu. Halbuki yerlere çöp atmayınız, çevreyi
temiz tutalım gibi uyarı tabelalarının yanı sıra çöp kovaları da vardı. Bir keresinde hemen ayağının dibine içtiği
çayın bardağını yuvarlayıp, sigara paketinin jelatini avucunda ezip uzağına atan kişiyi görmüş, çöp kovalarını
göstererek
ikaz etmeye çalışmıştı. Aldığı cevap hiç de hoş değildi. Adam “işinin adı ne, ben ortalığa atmazsam sana iş
çıkarmazsam seni kim çalıştırır, sana kim maaş verir.” demişti. Eldivenlerini çıkartmışken kantine gitti, plastik
bardakla çay aldı, çiçekliğin kenarlığındaki betona oturdu. Daha bir yudum aldı almadı ki hastane amiri ile göz
göze geldi. Gel diyordu el sallayarak. Basamakları çıkarken durumu kavradı, hemen basamakta ters dönmüş
dondurma külahı, birkaç izmarit ve kirli ayak izleri çirkin bir görüntü veriyordu. Halbuki az önce pırıl pırıl
yapmıştı, ıslak paspasla. Mahcuplaştı birden, üstelik çay içerken yakalandığı da cabası. Biraz azarladı, biraz da
tehdit savurdu hastane amiri: -Oturmuş çay içip keyif çatıyorsun, her yer pislik içinde. Seni şirket sorumlularına
söyleyeyim de değiştirsinler. Hiçbir şey söyleyemedi, savunamadı kendini, haklı gerekçeler sunamadı.
-“Hemen şimdi temizlerim efendim.” diyebildi sadece. Koştu paspasını ve faraşını getirdi. Kaçıncı defadır da
olsa yine pırıl pırıl yaptı basamakları. Keşke şu insanlarımız çevreye karşı bu kadar duyarsız olmasalar, birinin
attığını birinin temizlemek zorunda olduğunu bilseler, hem temizleyen biri olmadığında ve biriken kirlerin,
artıkların ne kadar kötü bir manzara oluşturacağını, mikrop yuvalanır hale geleceğini idrak etseler diyerek
söylendi durdu, bahçedeki yeniden biriken çöpleri temizlerken.
2
DEDEM
Babamın işlerinin yoğunluğundan olsa gerek, bizimle daha çok rahmetli dedem ilgilenirdi. Sabah kalktığımızda
bizlere günaydın der; tekrar sağ salim yataktan kalktığımız için Allah’a hamd eder, bizlere de tekrar ettirirdi.
Sofraya oturmadan önce ellerini yıkar, sonra bizim ellerimizi yıkattırırdı. Yıkama işlemini yapmakla ellerimize
bulaşan mikroplardan arınacağımızı söylerdi. Yemeğin sonunda bize verdiği nimetlerden dolayı Allah’a hamd
eder; sofradan kalkınca doğru ellerini yıkamak üzere lavaboya gider, aynı işlemleri bize de yaptırırdı. Tabi ki
yaptığımız bu işlemleri zorla değil, sanki bir oyun oynar gibi bir sevgi çemberi içerisinde yapardı. Dışarıya
çıktığımızda tanıdık tanımadık herkese selam verirdi. ‘Tanımadığın kişilere niye selam veriyorsun’ dediğim
zaman, bana ‘Selam vermek, karşılaşılan insanlara değer verildiği anlamına gelir. İnsan selam vermekle o
insanın da kendisi gibi insan olduğunu kabullendiğini, kendisinden ona zarar gelmeyeceğini bilinmesini bildirir’
derdi. “Kazancın oranın da daima temiz, güzel ve yakışanı giyineceksin” derdi. Bizlere de imkânları ölçüsünde en
iyilerin almaya ve giydirmeye çalışırdı. Akraba veya komşularımızdan birinin hasta olduğunu duyduğu zaman
onların ziyaretine gider, yapabileceği yardımları yapmaya çalışır, bizleri de yanın da götürürdü. Hasta
ziyaretinin hasta için iyi bir moral olacağını söylerdi. Hastalandığımız zaman bizlerin de ziyaretçi bekleyeceğini,
onun için hasta ziyaretlerini ihmal etmememiz gerektiğini tembihlerdi. Aç ve yoksullar sanki dedemin ortağıydı.
Kazancının bir kısmını daima onlarla paylaşırdı. Bunu yaparken de bizlere, zenginin malında fakirin hakkı
olduğunu, söyler ve yetime ikramda, yoksula yardımda bulunmaya teşvik ederdi. Yapılan davetlere muhakkak
icabet ederdi. Rahmetli dedem temizlik konusunda da çok hassastı. Her akşam yatarken daima dişlerini fırçalar,
bizlere de fırçalattırırdı. Haftanın en az iki günü banyo yapardı. Her hafta sonu muhakkak tırnaklarımızı
kestirirdi; çünkü hastalıkların çoğu tırnakların altında biriken pisliklerin ağız yoluyla vücuda girmesinden
meydana geldiğini söylerdi.Sosyal ahlak ve genel adab kurallarının ayaklı kitabı dedem, meğer çocuklarına ve
torunlarına yaşayarak ve yaşatarak ne güzel örnek olmuş.
KALP TEMİZLİĞİ
Genç bir adam, kendi kalbinin yörenin en güzel kalbi olduğunu ilan etmişti. Onu görenler de bunu
onaylamıştı. Birden kalabalığı tam ortadan yaran yaşlı bir adam genç adama doğru yürüdü ve :
-“Ne için senin kalbin benim ki kadar güzel, temiz değil” dedi.
İşte tam o anda kalabalık ve genç adam yaşlı adamın kalbine doğru baktılar. Çok hızlı çarpıyordu, fakat içinde
çok fazla yara ve zaten çok az kalan boşluklarda çentikler vardı, onların da üzeri keskin çentiklerle dolu idi. Yaşlı
adamın yaşlı kalbinin çok acı çektiği belli oluyordu. İnsanlar şaşırmıştı. Yaşlı adam, nasıl bu kalbin en güzel kalp
olduğunu söyleyebilirdi. Genç adam gülerek:
-“Şaka ediyor olmalısın” dedi, yaşlı adama.
-“Benim kalbim pürüzsüz mükemmellikte iken, seninki gözyaşları ve acılardan oluşmuş yara izleri ile dolu.”
-“Doğru” diye yanıt verdi yaşlı adam.
-“Senin kalbin mükemmel gözüküyor; fakat ben asla yaşlı kalbimi
seninki ile değişmem.”
O gördüğün her yara benim sevgimi verdiğim bir kişiyi gösteriyor, onlara kalbimin bir parçasını seve seve
verdim. Onlar da kendilerinden bir parçayı bana verdiler. Bu yüzden bu parçalar benim verdiğim parçalara
bazen tam uymadılar ve üstünde ya da köşelerinde pürüzler oldu. Fakat ben onların her parçasını tek tek
seviyorum, çünkü onların her biri paylaşılan sevgileri, dostlukları bana hatırlatıyor. Bazen de sevgimin ve
dostluklarımın karşılığını alamadım, o kalbimin içindeki yara dolu boşluklarda bu yüzden ucu kıvrık bıçak gibi ve
oldukça da acı verir, fakat hala boşturlar ve başkalarının kalpleri bana sevgi ve dostluklarını verebileceklerini
böylece de bu boşlukları doldurabileceklerini gösterir ve benim hala o umutla yaşamamı sağlar. Şimdi söyle
3
genç adam sence hangi kalp daha güzel?” Genç adamın gözleri sevgi gözyaşlarıyla dolmuştu. Yaşlı adama doğru
yürüdü ve kalbinden genç ve güzel bir parçayı dostça ona doğru verdi. Yaşlı adamın kalbinde hala birçok boşluk
vardı. Yaşlı adam genç adamın cömertçe verdiği kalbi dostlarının olduğu bölüme yerleştirdi, üzerine çentikler
attı ve yerine bir güzel oturttu. Genç adam kendi kalbine doğru baktı, artık eskisi kadar mükemmel ve pürüzsüz
değildi. Ta ki yaşlı adam ona kendi kalbinden eski, fakat güzel bir parça verene kadar. Sonunda genç adam ve
oradaki kalabalık gerçek kalbin güzelliğini anlamıştı. Kalbi güzelleştiren, temizleyen onunla paylaşılan sevgi ve
dostluktu. İçinde sevgi barındırmayan ve taşımayan hiçbir kalp gerçekten güzel ve temiz olmazdı.
OLUMLU BAKMAK
Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman
söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri bile, ‘Bu adam bu halde bile nasıl iyimser
olabiliyor?’ diye çıldırtırdı. Birisi nasıl olduğunu sorsa ‘Bomba gibiyim.’ diye yanıt verirdi hep. ‘Jerry doğal bir
motivasyoncuydu. Yanındaki insanlardan biri o gün, kötü bir gündeyse, Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu
bakılacağını anlatırdı. Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni. Bir gün, Jerry’ye gittim. ‘Anlayamıyorum’
dedim:
-“Nasıl oluyor da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun? Nasıl başarıyorsun bunu?”
-“Her sabah kalktığımda kendi kendime: Jerry bugün iki seçimin var. Havan ya iyi olacak, ya da kötü derim. Her
zaman havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var. Kurban olmak ya da ders
almak. Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, yine iki
seçimim var. Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben olumlu yanlarını
göstermeyi seçerim.”
-“Yok yahu” diye dalga geçtim.” “Bu kadar kolay yani”.
-“Evet... Kolay...” dedi, Jerry.
-“Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen
insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin.
Yani sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin.”
Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu uzun yıllar görmedim. Ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek
yerine olumlu seçimler yaptığımda hep onu hatırladım. Yıllar sonra Jerry’nin başına çok talihsiz bir olay geldi.
Soygun için gelen hırsızlar Jerry’yi delik deşik etmişler. Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda
kalmış. Taburcu edildiğinde kurşunların bazıları hala vücudundaymış. Ben onu olaydan altı ay sonra gördüm.
-“Nasılsın?” diye sorduğumda:
-“Bomba gibi” dedi.
-“Bomba gibi olay sırasında neler hissettin Jerry?” dedim.
-“Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm. Ya yaşamayı seçecektim ya ölümü. Ben yaşamayı seçtim.”
-“Korkmadın mı? Şuurunu kaybetmedin mi?”
-“Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep iyileşeceksin merak etme” dediler. Ama acil
servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerken doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa
korktum. Bu gözler bana ‘Bu adam ölmüş’ diyordu. ‘Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım.”
4
-“Ne yaptın?’ diye merakla sordum.
-“Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak her hangi bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. ‘Evet’
diye yanıt verdim. Doktorlar ve hemşireler merakla sustular. Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve
bağırdım. “Benim kurşunlara alerjim var!..” Doktor ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım. ‘Ben
yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil.’ Jerry, sadece doktorların büyük
ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının da büyük katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni bir ders oldu.
Her gün hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız ve hakkımız olduğunu, her şeye olumlu bakmayı, temiz
kalpli olmayı ondan öğrendim.
BİR CANLININ EN TEMİZ ve EN PİS İKİ ORGANI: DİLİ VE KALBİ
Hani, Lokman Hekim, bir çırağıyla ava çıkmıştı, uzun yoldan evine döneceği sırada bir kabile reisi bu
meşhur hekimi misafir etmek istedi. Lokman Hekim, nasıl beden dilinden anlıyorsa öyle de gönül ve ruh dilinden
anlıyordu. Kırmadı kabile reisini. O gece misafir kaldılar. En semiz koyunlardan biri kesildi. Yemek için harekete
geçildi. O sırada Lokman Hekim, çırağını imtihan etmek istedi: - Getir bakayım bana koyunun en temiz iki
organını.
Çırak gitti koyunun kalbini ve dilini getirdi.
Lokman:
- “Aferin!” dedi, tam isabet. Bir canlının en temiz iki organı kalbi ve dilidir.” dedi.
Yediler, içtiler, şükrettiler. Sabah olduğunda da her misafirin yaptığı gibi, yola revan oldular.
Ne var ki yol kısa değildi. Lokman aslında ava çıkmış gibi görünüyor; ama bu av sıradan bir yiyecek bulma avı
değil. Hekimlik yolunda yeni bitkiler, ilaçlar bulma yolculuğu. Akşama yakın bir saatte bir başka kabile reisi de
Lokman Hekim’e misafir olması için ısrar etti. İmkân varsa, davete icabet etmeli. Lokman Hekim de öyle yaptı.
Yine akşam ve daha semiz bir koyun kesildi. Bu seferki imtihan daha zorluydu. Lokman, çırağına:
-“Haydi, şimdi de koyunun en pis iki organını getir bana.” dedi.
Çırak gitti, bir süre sonra yine kalp ve dille dönüp geldi. Kalp ve dili Lokman Hekim’e uzattı.
-“İşte efendim bir canlının en pis iki organı.” dedi.
Lokman:
-“Aferin” dedi.
-“Sen sadece görünen, duyulan bilgilerle değil; aynı zamanda marifetle de donatmışsın kendini. Gerçekten de
kalp ve dil, bir canlının hem en temiz, hem de en pis organlarıdır.”
Dil ve kalp dedikodu, fitne kaynağı haline gelmişse hem sahibini yer bitirir, hem de çevresinde tahribatlara yol
açar. Kısacası, şer için işlese, kötülükler, tahribatlar kaynağı olur; ama hayır için işlese, güzellikler, iyilikler
merkezi olur.
YEDİ KUTSAL GERÇEK
Kaç yıldır benim yanımdasın?
-“20 yıldır efendim.”
-“Bu zaman süresince benden ne öğrendin?”
-“Hiçbir şeyle değişmeyeceğim yedi gerçek öğrendim. “
-“Ömrüm seninle geçtiği halde topu topu 7 gerçek mi öğrendin? “
5
-“Evet.”
-“Söyle bakalım öyleyse, neler öğrendin?”
-“Baktım ki herkes bir şeyi dost ediniyor ve ona gönül verip bağlanıyor. Ancak, bunların hemen hepsi insanı yarı
yolda bırakıyor. Ben ise, beni hiç bırakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek şeyleri aradım. Ve dost
olarak iyilikleri seçtim kendime. Ki, onlar sonsuz bir yükselme yolculuğuna çıkmış insanoğlunun hiç
tükenmeyecek ve en gerçek dostlarıdır.”
-“Çok güzel, ikincisi ne bakalım?”
-“Baktım ki, insanların birçoğu geçici dünya değerlerine dört elle sarılmış onları koruyor, kasalarda saklıyor,
kaybolmaması için her çareye başvuruyor. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine, kimi ününe tutunmuş sımsıkı,
onları elden çıkarmamak için çırpınıp duruyor. Oysa ben varlığımı ve bütün isteklerimi O’na satıp, gönlümü
yalnız O’nun sevgisine açtım.”
-“Devam et!”
-“İnsanların üstün olmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm. Ancak birçoğu üstünlüğü yanlış yerlerde arıyor
ve birbirinin üstüne basarak yükselmek istiyordu. Bunun üzerine üstünlüğü geçici dünya değerlerinde değil, akıl
ve ahlâkça yükselmekte, kötülüklerin her çeşidinden el etek çekip, iyiliklerde aradım.”
-“Devam et yavrum.”
-“Yine baktım ki, insanlar sabahtan akşama birbirleriyle uğraşıyor, boş yere hayatı zehir ediyorlar kendilerine.
Bütün bunların benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldiğini gördüm. Ve gönlümü bu kirlerden arıtarak,
herkesle dost olup, huzur ve güven içinde yaşamanın yolunu buldum.”
-“Sonra?”
-“Nedense herkes hatasının sebebini hep dışta arıyor ve başkalarını suçlamak yoluna sapıyordu. Böylece
suçlarının örtüsü altına saklanıyordu. Oysa insanın başına ne geliyorsa kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyordu.
Bunu engellemeye çalıştım.”
-“Doğru. . .”
-“Baktım ki insanlar, şu bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helal haram demeden, her türlü hakkı
çiğnemekten çekinmiyorlar. Hem başkalarının hakkını alıp onları yoksul bırakmakla, hem de bu haksızlığın
azabını ağır bir yük gibi vicdanlarında taşımakla iki kere kötülük etmiş oluyorlar. Oysa doğru yaşanıldığında ve
hakça bölüşüldüğünde dünya nimetleri insanlara yeter de artar bile.”
Ve yedinci…
-“Yedinci olarak şunu gördüm ki, insanlar bir şeye dayanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar: Kimi zenginliğine,
kimi güzelliğine... Bunların hepsi de bir süre sonra yıkılacak eğreti desteklerdir. Ben ise doğruluğa, dürüstlüğe,
yardımseverliğe, kalp temizliğine güvendim.”
Seni tebrik ederim evladım. Ben de yıllar yılı bütün kitapları inceledim.
Hepsinin bu 7 gerçek etrafında döndüğünü tespit ettim.
6
KALPTEKİ TEMİZLİĞİ YOK EDEN KISKANÇLIK
Bir padişah, iki köle satın almıştı. Onların ruh hallerini anlayabilmek için ilk önce birinci köle ile sohbete
başladı. Padişahın sorularına, köle, öyle cevaplar veriyordu ki, başkaları bu cevapları ancak uzun uzun
düşündükten sonra verebilirdi. Padişah bu hizmetkârı anlayışlı, zeki ve tatlı dilli görünce memnun oldu. Diğer
köleyi de yanına çağırdı.
İkinci köle, padişahın huzuruna geldi. Kölenin rahatsızlıktan ağzı kokuyordu ve dişleri de bakımsızlıktan kapkara
idi. Padişah, bu kölenin dış görünüşünden pek hoşlanmadıysa da yine de onun hakkında bilmediği hâl ve
vasıfları öğrenmek ve onun sırlarını bilmek için kendisiyle sohbete başladı:
“–Bu kılıkla, bu rahatsız ağızla uzakta dur, fakat pek de uzağa gitme. Önce ağzının derdine bir şifâ bulalım. Sen
sevimli bir kişisin, biz de hünerli bir hekîmiz. Seni hor görmek ve gözden düşürmek bize yakışmaz. Şöyle otur, bir
iki hikâye söyle de aklının derecesini anlayayım.” dedi.
Padişah, daha önce konuştuğu ilk köleye dönerek:
“–Hadi! Sen de hamama git, bir güzelce yıkan.” dedi.
Arkadaşı gittikten sonra, konuşturmak istediği ikinci köleye hitaben, onu denemek için:
“–Senden önce sohbet ettiğim arkadaşın, senin hakkında kötü şeyler söyledi. Görüyorum ki, sen onun söylediği
gibi değilsin. O kıskanç, neredeyse bizi senden soğutuyordu. Arkadaşın senin hakkında «O hırsızdır, doğru adam
değildir, kötülerle düşer kalkar.» dedi. “Sen onun hakkında ne dersin?”
İkinci köle bu sözler üzerine padişaha:
“–İyi düşünen, doğru söyleyen o arkadaşa, eğri diyemem. Bilakis onun sözleri sebebiyle, kendimde böyle
kusurların olabileceğini düşünüp hâlimi düzeltmeye çalışırım. Padişahım! Belki de o, bende birçok ayıplar
görmüştür ki, ben o ayıpların farkında bile değilim.” diye cevap verdi.
Padişah köleye:
“–O senin kusurlarını anlattığı gibi, şimdi sen de onun kusurlarını anlat.” deyince, köle, padişaha şunları söyledi:
“–Padişahım! O benim gerçekten hoş bir arkadaşım olmakla beraber kusurlarını söylememe benim gönül
dünyam engeldir. Onun için, ancak ben şunları söyleyebilirim ki, onun kusuru, bence kusur değil, erdemdir. O,
sevgi, vefâ ve insanlık örneğidir. Onun hâli doğruluktur, zekâdır, dostluktur. Onun bir sıfatı da cömertliktir,
düşkünlere yardımda bulunmaktır. O öyle cömerttir ki, gerekirse canını bile verir. Kader arkadaşımın bir vasfı
da, kendini beğenen bir kişi olmamasıdır.”
Padişah, bu cevap karşısında köleye:
“–Arkadaşını methetmede pek ileri gitme, onu överken de kendini övmeye kalkışma. Çünkü, ben onu imtihana
çekerim de, sonra sen utanırsın.” dedi.
Köle bunun üzerine:
“–Hayır! Onu övmekte ileri gitmedim. O dostumun bütün huyları, söylediklerimden kat kat daha fazladır. Kader
arkadaşımın vasıfları hakkında, bildiklerimi söyledim. Fakat, ey kerem sâhibi padişahım! Söylediklerime
inanmıyorsan, ben ne yapayım? İç dünyam, benim böyle söylememi gerektirir.” dedi.
Öbür köle hamamdan dönünce, padişah onu huzuruna çağırttı. Ona:
7
“–Sıhhatler olsun; eksilmeyen nîmetlere erişesin. Fakat, arkadaşının söylediği kötü huylar sende olmasaydı ne
güzel olurdu? O zaman güzel yüzünü gören sevinir, neşelenirdi. Seni görmek, bütün dünya mülküne değerdi.”
dedi.
Köle dedi ki:
“–Padişahım! O densizin benim hakkımda anlattıklarından birazcığını lütfen söyle!”
Padişah:
“–O, önce senin ikiyüzlülüğünü anlattı. Senin görünüşte iyi, hakîkatte kötü olduğundan bahsetti.”
Arkadaşının kendi hakkındaki kötü sözlerini padişahtan dinleyen kölenin, öfke denizi kabardı, ağzı köpürdü, yüzü
kızardı. Köle arkadaşını çekiştirme dalgası sınırı aştı. Dedi ki:
“–O önceden bana dost idi, fakat ağzı bozuktu.”
Arkadaşını çekiştirmek için, köle böyle çan çan ötmeye ve iç âlemindeki çirkinlikleri saklayamayıp ortaya
dökmeye başladı. Bunun üzerine padişah; “Artık yetişir!” diyerek, elini onun ağzına götürdü ve ona hitâben
şöyle dedi:
“–Bu imtihan sayesinde, ikinizin arasındaki farkı görmüş oldum. Onun, sadece maddî bir rahatsızlıktan dolayı
ağzı kokuyor. Fakat senin ise kalbin kötüleşmiş, kirlenmiş! Ey kalbi kötüleşmiş kişi, sen uzakta dur. Arkadaşın
sana âmir olacak, sen de onun emrinde bulunacaksın. Ondan edeb, insanlık ve konuşmayı öğren! Onun
iyiliklerinden ibret al. Kıskançlığı terk et. Sen bu kıskançlık ile beline taş bağlanmış bir zavallı kişisin; bu taşla ne
yüzebilir, ne de yürüyebilirsin.”
Görüldüğü üzere davranışlar, kişinin iç dünyasını ve şahsiyetini yansıtan bir ayna hükmündedir. Bir menfaat
avcılığı veya kıskançlık sebebiyle kişinin sürüklendiği davranışlar, bir kalp grafiği gibi onun gönül âlemini sergiler.
Vücudumuzu temiz tuttuğumuz gibi kalbimizi de temiz tutmalıyız.
AFFET BABACIĞIM
Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve
onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Çünkü eşinin kalbi kirliydi. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara
ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve “Ya ben giderim, ya da baban bu evde
kalmayacak” diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve bir de çocukları
vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla
karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce
avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak
ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı
gibi arabaya attı. Oğlu Can, “Baba bende seninle gelmek istiyorum” diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve
birlikte yola koyuldular.
Kara kışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can,
sürekli babasına “Baba nereye gidiyoruz ?”diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye
götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor, oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi
8
artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi, hazırladı ve arabadan yüklendiği
yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı. En son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi,
adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha
şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış
gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama
belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden
ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.
Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü.
Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hâkim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna
mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can’ın elini tutup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler. Can
yola çıktıklarında neden dedemi o soğuk yerde bıraktın, diye ağlamaya başladı. Verecek hiçbir cevap bulamıyor,
annen böyle istiyor diyemiyordu. Can: “Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?” diye
sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya
ulaştığında “Beni affet baba.” diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra
hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: “Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!” diye hatasını belli
ediyordu... Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...”Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben
babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum. Çünkü sen üstü
başı temiz, düzenli biri olduğun gibi kalbi de temiz birisin. “
SÜRPRİZ
Evin kapısı vurulduğunda yaşlı kadın güçsüz bacaklarıyla hole doğru ilerledi. Gelenler, oğlunun asker
arkadaşlarıydı. Her ikisi de elini öptükten sonra uzun boylu olanı:
-“Pek fazla vaktimiz yok anacığım, dedi. Birkaç saat izin koparıp hayır duanı almak istedik.” Kadın, büyük bir
telaşla:
-“Olmaz öyle şey, diye atıldı. Bir şeyler yedirmeden sizi bırakır mıyım hiç?” Yaşlı kadın bu sözleri, eşinin ve
oğlunun sağlığındaki günlerin vermiş olduğu alışkanlıkla bir çırpıda söylemiş, fakat işin nereye varacağını
düşünememişti.
Diğer asker, saatine baktıktan sonra:
-“Peki anacığım” diye karşılık verdi.
-“Karnımız tok ama yine de ikişer yumurta kırarsan yeriz.”
Esasında delikanlı, kadına bir zahmet vermemek için böyle demiş ve bahçede de tavukları gördüğünden, işi en
basit şekliyle geçiştirmek istemişti. Onların son günlerde sadece iki yumurta yaptığını ve evde de başka bir şey
bulunmadığını nerden bilecekti? Yaşlı kadın, mutfağa doğru yönelirken, şimdi yan odada oturan gençlerle
birlikte askerlik yaptığı sırada, şehit olan yavrusunu düşünüyordu. O da arkadaşları gibi, sahanda yapılan
yumurtayı ne kadar çok severdi. Kadın, titrek elleriyle yumurtaları kırmaya çalışırken, ister istemez üzülüyor ve
misafirlerine, fakirliğini hissettirmemenin çarelerini arıyordu. İyi ama çocuklar ikişer yumurta dedikleri halde,
tabaklarında sadece birer yumurta gördüklerinde ne olacaktı? Yaşlı kadın, daha fazla bir şey düşünemedi. Yüzü
sevinç gözyaşlarıyla ıslandı. Her iki yumurta da, çift sarılı çıkmıştı. Çünkü o temiz kalpli ve iyi biriydi.
KENDİNE SAYGI
Toplumumuzda kültürel öğretinin eksikliklerinden birisi "kendine saygı" kavramının yokluğu ya da yeterince
belirgin olmayışıdır. Bunun aksine toplumumuzda diğer kişilere ve kurumlara saygı hep önde gelir. Zaten
çocukluğumuzda bize dikte ettirilen şu söz bunu vurgulamaktadır; "büyükler sever, küçükler sayar". Evet,
büyükler bizi sever diye büyüdük, ama nedense saygı yerine "sayma"yı öğrendik ve buna zorlandık.
9
Kendine saygı kişinin kendi sınırlarını koruması, kendi sınırlarına sahip çıkması, kendi alanındaki değerleri
koruma hakkını kullanabilmesidir. Yani saygının hep dışarıya değil, kendimize de duyulması gerekiyor. Karnımız
açken başkalarını doyurmanın erdemlilik ve iyimserlik olarak vurgulandığı toplumumuzda, kendi karnımız aç
olduğunda yakınlarımızın ve insanlarımızın bizi görmemesi ne kadar tezat değil mi?
Kendine saygı güzel bir kavram, ama bunu eyleme döndürmediğimizde bir işe yaramıyor. Benim kendime
saygım "diğerlerinin" sınırında biter diyebilirim, Eyleme döndürülen "kendime saygım" kişiye kendine değer
verme, kendini sevme, kendiyle barışık olma, kendine güven sağlarken; çevremizdekilerin gözünde de bizi
değerli, saygın, güvenilen bir kişi yapar.
Saygının büyüğü küçüğü olmaz, saygı kişinin kendisiyle başlar ve çevresiyle devam eder. Saygı sadece insanlar
arasında değil doğaya ve kültürel değerlere de olur. Ancak kendine saygısı olmayan bir insanın başkasına saygısı
da olmaz ya da bir değeri olmaz herhalde.
Eğitim sistemimiz ve aile terbiyesinde kendine saygı yönünden belirgin ve sistemli bir öğreti programı ne yazık ki
yoktur. Bizler belki de iyi bir evlat, iyi bir ana-baba, iyi bir arkadaş, iyi bir komşu, iyi bir vatandaş vb olmayı "iyi"
öğreniyoruz, ama "iyi bir ben" olmayı pek öğrenmiyor ya da bilmiyoruz.
Ruhsal bozuklukların temelinde kişinin kendine güvensizliği ve yaşadığı çevreye uyumsuzluğu önemli rol
oynamaktadır. Kendine güven ise kişinin kendini beğenmesi, değer vermesi ve kendine saygısıyla
kazanılabilir. Toplum ruh sağlığı ve toplum barışında da kişinin kendine saygısı oldukça önemlidir. Bir hayal
edelim, "Kendine saygısı olan bireylerden oluşan toplum........", ne güzel olurdu, ülkemize barış, hoşgörü, sosyal
barış, insan haklarının yaşanması vs hep güzel gelişmeler getirecektir.
Bence "kendine saygı" yı öğrenin ve kendinize uygulayın....... , kendinizde hissettiğiniz güzel
gelişmeleri yaşayınız.
Aile Bireyleri Arasındaki Sevgi, Saygı ve Hoşgörünün Önemi
Aile; karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü üzerine kurulur. Bireyleri birbirine yaklaştıran bu duygular
yetiştiğimiz ailede edinilir. Sevgi, saygı ve hoşgörülü bireylerden oluşan aileler de mutlu olurlar.
Ailede küçükler, büyüklere saygı gösterirler. Onların sözlerini dinler ve onları üzecek davranışlar
yapmazlar. Büyükler de küçükleri severler. Çocuklarının sa€lıklı büyümeleri ve iyi yetişmeleri için
çaba gösterirler.
Zaman zaman aile bireyleri arasında görüş ayrılıkları olabilir. Görüş ayrılıkları hoşgörüyle
karşılanmalı ve herkes düşüncesini açıkça söyleyebilmeli. Çünkü hoşgörü, ailedeki uyumu ve erinci
sağlar. Ailede erinci sağlayabilmek için değişik görüş ve düşüncelere saygılı olunmalıdır.
Sevgi, saygı ve hoşgörüyle büyüyen çocuklar, topluma iyi bireyler olarak katılırlar. Böyle
bireylerden oluşan toplumlar da mutlu olurlar.
10
Ailede Saygı ve Anlayış
Ailede saygı ve anlayış İnsan ilişkilerini en iyi davranışlar ve anlayışlar belirler. Davranışlarımız karşıdaki insana
güven ve sıcaklık veriyorsa ilişkilerimiz iyi demektir. Mutlu bir insan, mutlu eden insandır.
Mutlu olamayan insan ise içiyle barışık olmayan ve beklentileri çok yüksek olandır. Beklentilerin yüksek
olmasının sebebi ise menfaatlerin kabarık olmasıdır. Herkezin içinde bir menfaat putu vardır. Aslıda bizim
davranışlarımızı çoğu kez bu menfaat putu belirler. Bu putumuzu yenebildiğimiz nispette hakiki imana
ulaşabiliriz.
Ailede mutluluk, bireylerin birbirini tanımasıyla başlar. Anlamasıyla şekillenir ve vucut bulur, saygı
göstermesiyle ve onu düşünmesiyle yükselir. Ancak manevi ve imani doygunlukla zirveye ulaşır.
Ailede eşlerin birbirine saygılı olması, önce bireylerin kendisine saygı duymasıyla gelişir. Eşler birbirlerin öz
şahsiyetine değer verdiği nisbette birbirine saygı duyarlar ve anlarlar. Ailedeki huzursuzlukların bir çoğu karşı
tarafı anlayamama ve anlamlandıramamaktan gelir. Hadiselere sadece kendi baktığımız pencereden bakarsak
yanılırız.
Bizim insanımızın bir çoğunda eşine yeterince değer verememe hali vardır.
Bunun birkaç sebebi vardır;
1. İçinde büyüdüğümüz ailede gördüğümüz davranış modelini sorgulamadan alırız. Çünkü bu kolayımıza gelir.
Bize herhangi bir zorluğu yoktur!
2. Eşimize değer verirsem kendisini çok önemli görür yanılgısı!
3. Çevremizdeki inanların davranışlarını kendimize farkında olmadan modelleme yanılgısı!
Bu saydıklarımızın hiçbiri doğru davranış modelleri değildir.
Çünkü kalbi değil nefsi bakıştır.
Evlenmeden önce birbirine son derece nazik ve hoşgörülü ve sevgi dolu olan insanlar, evlenince nedense bir
süre sonra değişebilmektedir. Sanki evlenince birçok davranış modeli ortadan kalkıyormuş gibi. Halbiki aslolan
saygıyı ve sevgiyi yıpratmamaktır. Çünkü saygının zedelenmesi, zamanla sevgiyide incitmektedir. Sevginin
incinmesi, kişileri birbirine bağlayan ve içinde binlerce kılcal damarın olduğu manevi kablonun yara alması
demektir.
Ancak yıpranmış sevgilerinde, yinede birçok şeyde olduğu gibi tamiride mümkündür. Yeterki bu konuda doğru
ve kararlı adımlar atılsın. Sorunu çözmeyi istemek çözmenin yarısıdır.
Unutmayılım ki kendisiyle evlendiğimiz eşimizle üç bağla birbirimize bağlıyız.
Birincisi, O önce bir insandır. Ona önce insanca davranmalıyız. Diğer insanlara nasıl davranıyorsak eşimizede
öyle davranalıyız.
İkincisi, eşimiz bizim din kardeşimizdir ve herhangi bir din kardeşimize yapacağımız davranış olgunluğu eşimiz
içinde geçerlidir. Çevremizdeki insanlarla olan iletişim dilimiz eşimiz içinde geçerli olmalıdır.
11
Üçüncüsü, O sonuçta bizim eşimiz yani hayat arkadaşımız, ahiret yoldaşımızdır.
Biz eşimizle evlenirken, ahirettede onunla beraber olmayı düşünerek ve isteyerek evlendik. Yarın Rahman’ın
huzurunda mahçup olabilecek şekilde birbirimize davranmamamız gerekir. Allah (cc) hanımları bize birer
emanet olarak vermiştir. Bunun şuurunda olarak yaşamalıyız. Ancak eşlerimizde bunu fırsat bilip bizleri incitici
davranışlardan uzak durarak uyum içersinde yaşamasını bilmelidirler.
Evli çiftler kendilerine şu soruyu sormalıdırlar;
-Ben eşimle evli olmasaydım ona nasıl davranırdım?
-Peki evlenince ne değişiyor ki ona karşı tavırlarım değişiyor?
Eşlerin birbirlerine yakın olması birbirlerini yakmasını gerektirmiyor!
Aksine, birbirine yakın olmak anlaşmayı ve kaynaşmayı gerektiriyor.
Evlilikte, ortaya konulan ve tüketilen sevgi bitmez.
Ancak üretilmeyen ve üstü örtülen sevgi azalır.
Tabiiki zayıflayan herşey yeterince beslenince tekrar eski halini alır ve güçlenir.
Ailelerde sevgiyi ve saygıyı diri tutmalıyız. Aslında bu bizimde diri kalmamız anlamına gelecektir.
Aileler bizim kulluk göstergemizdir. Kumaşımızın ortaya çıktığı yerlerdir.
Unutmayalım ki, iyi nesiller iyi ailelerde yetişir…
Büyüklere karşı saygı göstermek ve saygı ile hitap etmek
İnsanların kendisinden yaşça büyük olan kişilere saygı göstermesi dinimizin bir emri olduğu gibi örf ve
geleneklerimizin de bir gereğidir.
İslam dini, insanların birbirleriyle ilişkilerine büyük önem vermiştir. Müslümanların ilişkilerinde samimiyet,
güvenilirlilik, tevazu, sadelik, nezaket, sevgi ve saygı esastır.
Müslümanlıkta insanların güvenini kazanmak ve dürüst olmak, güzel ahlakın bir özelliğidir. Bir kişinin
karşısındaki bir insana güvenmesi, onun da bu güvene layık olması; elbetteki çok önemlidir. güvenilmeyen
insanlardan oluşan toplumların maddi ve manevi alanda ilerlemeleri mümkün değildir.
Günlük hayatımızda güvenilir olmak son derece önemlidir. Amir memuruna, memur amirine, işçi işverenine,
müşteri satıcısına, kişi dostuna güvenmezse böyle bir toplumda mutluluktan bahsedilemez. Ekonomik ve
toplumsal hayatın devamı ve verimliliği, insanların birbirine karşı güvenine bağlıdır. Ölçtüğünü eksik ölçen,
tarttığını eksik tartan, malın gerçek fiyatını söylemeyen, konuştuğu zaman yalan söyleyen, sır tutmasını
bilmeyen, yetimlerin malını yiyen insanlar bu davranışlarını müslümanlıkla nasıl bağdaştırabilirler? Bunlara
dürüsüt insan denilebilir mi?
Müslüman, aynı zamanda dürüst, güvenilir ve başkalarına zarar vermeyen insandır. Birbirine güvenmeyen
12
fertlerden oluşan bir toplum geleceğinden emin olamaz. Verdiği sözde durmamak, insanın kıymetini ayaklar
altına alacak derecede bir noksanlıktır. Güven duygusu toplumda tuğlaları birbirine kenetleyen harç gibidir.
Harç olmazsa duvar her an yıkılabilir, güven duygusu olmayan toplumda birlik ve beraberlikten, huzur ve
mutluluktan söz edilemez. Söylediği yalanlarla halkı aldatan, yaptığı hile ve desiselerle insanları kandırarak çıkar
sağlayan kişi, içinde yaşadığı topluma en büyük kötülüğü yapmış ve büyük bir günah işlemiş olur, Yüce Allah
Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, kötülük yapmaktan sakının, doğru söyleyin”(1)
buyurmuştur. Bir hadisi şerifte de, “Bizi aldatan bizden değildir.”(2) buyrulmuştur.
Güvenilir müslüman olmanın temeli, her türlü şüpheden uzak olarak Allah’a iman etmek, emirlerini tutmak,
yasaklarından kaçınmak mal ve mülkün Allah’a ait olduğunu bilmek onun kudreti önünde eğilmek ve ölümden
sonra O’nun huzurunda hesap verileceğine inanmak böylece, herkese iyilik yapmak, kötülüklerden uzaklaşmak,
başkalarına zarar vermekten, kaçınmaktır.
YAŞLILARA SAYGI
Yüce dinimiz İslam’ın ana hedefi, insanların dünya ve ahiret saadetini temin etmektir. İnsan, Cenab-ı Hakk’ın yer
yüzündeki halifesidir. Allah bütün nimetleri O’nun istifadesine sunmuştur. İnsana saygı ve hürmet dinimizin
emri, ahlaki değerlerimizin de temel taşıdır.
Yüce Rabbimizin insana bahşettiği özelliklerin en dikkat çekici olanları sevgi, saygı ve merhamet duygularıdır.
İnsan ancak bu yüce duygular sayesinde mutlu olabilir. Bu duyguların olmadığı yerde hüzün ve keder vardır.
Bizler, “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de olgun mümin olamazsınız.”1, “Birbirini
sevmede, birbirine acımada ve birbirine şefkat göstermede müminler bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu
rahatsız olunca diğer uzuvları da ona ortak olur.”2 buyuran bir peygamberin ümmetiyiz.
Düşeni kaldırmak, hastayı ziyaret etmek, açları doyurmak, açıktakileri barındırmak, dul ve yetimlerin elinden
tutmak, yolunu şaşıranlara yol göstermek, büyüklere saygılı olmak, her Müslüman’ın görevidir. Nitekim
Peygamberimiz (s.a.s.) : “Küçüklerine merhamet etmeyen, büyüklerine saygı göstermeyen ve iyilikle emredip;
kötülükten men etmeyen bizden değildir.” Buyurmuşlardır.
Anne ve babalarımız başta olmak üzere; yaşı bizden ileride olan, tanıdığımız olsun ya da olmasın bütün
büyüklerimize karşı saygı ve hürmet göstermek dini, milli ve insani bir görevdir.
Dünya hayatı geçicidir, bugünün gençleri yarının büyükleri olacaktır. Bugün gücü kuvveti yerinde olan,
tuttuğunu koparan insanlardan bir kısmı belki ihtiyarlamadan dünya hayatına veda edecek, bir kısmı da
ihtiyarlayıp gücünü, kuvvetini kaybedecektir. Bu hayatın bir gerçeğidir ve asla değişmez. Bundan dolayı yaşlılara
devamlı saygılı olmalıyız. Dinimize göre genç bir insan yaşlılara gençliğinde hizmet ederse Yüce Allah da
yaşlılığında ona hürmet edecek kimseler nasip eder.
Peygamber efendimiz bu konuda şöyle buyuruyor:
Bir kimse Müslüman kardeşinin ihtiyacını yerine getirirse; Allah da ona yardım eder.
Bir kimse Müslüman kardeşinin sıkıntısını giderirse; Allah da ona mukabil kıyamet sıkıntılarından birini giderir.
(R. Salihin 1. Cilt H.No: 242)
Büyüklere saygı bir eğitim ve kültür işidir. Bizlere düşen görev Yüce Allah’ın emrettiği, peygamber efendimiz
(s.a.s)’in tavsiye buyurduğu şekilde hareket ederek, daima yaşlılara karşı sevgi ve saygıda kusur etmemektir. Bu
cümleden olarak: kendimizden büyük insanlara hürmet ifade eden sözlerle hitap etmeliyiz.
13
ÇEVREYE SAYGI DUYMAK ŞART
Çevremiz bizim yaşam alanımızı çevreleyen herşeydir. Çevre beş duyumuzla algılayabildiğimiz bir olgudur. Bu
nedenle çevre çok önemlidir. Çevremizi korumak, temiz tutmak gereklidir. Doğal çevrenin yanında bir de
çevremizdeki canlılar bulunmaktadır. Bu anlamdaki çevreye karşı saygı göstermek gerkmektedir.
Çevreye saygı için en basit örnek, komşularımıza karşı saygı göstermek olacaktır. yaşadığımız evde gürültülü
müzik dinlemek, bağırmak doğru davarnış değildir. Apartmanda yaşıyorsak kurallara uymalıyız. Örneğin
apartmana giriş sırasında gürültüsüz hareket etmeliyiz. asansörü gereksiz yere meşgul edersek acelesi olan
komşumuza haksızlık etmiş oluruz.
Yine taşıt kullanırken araç kornasını gereksiz yere kullanmak gibi çevreyi gürültüyle kirletmek, çevre saygısıyla
bağdaşmaz.
Sonuç olarak çevreye saygı insana saygıdır. Çevreye saygı insanın kendisine karşı görevi ve sorumluluğudur.
Çevreye Saygı ve Tutumluluk
Yeniden değerlendirilme imkânı olan atıkların çeşitli fiziksel ve/veya kimyasal işlemlerden geçirilerek ikincil
hammaddeye dönüştürülerek, tekrar üretim sürecine dâhil edilmesine geri dönüşüm denir.
Geri dönüşümde amaç; kaynakların ihtiyacın dışında kullanılmasını önlemek ve atıkların kaynağında
ayrıştırılması ile birlikte atık çöp miktarının azaltılması olarak düşünülmelidir.
Demir, çelik, bakır, kurşun, kağıt, plastik, kauçuk, cam, elektronik atıklar gibi maddelerin geri dönüşüm ve tekrar
kullanılması, tabii kaynakların tükenmesini önleyecektir.
Geri dönüştürülebilir nitelikteki bu atıklar normal çöple karıştığında bu malzemelerden üretilen ikincil
malzemeler çok daha düşük nitelikte olmakta ve temizlik işlemlerinde sorunlar olabilmektedir. Bu yüzden geri
dönüşüm işleminin en önemli basamağını kaynakta ayırma ve ayrı toplama oluşturmaktadır.
14
Geri Dönüşümün Önemi
1.Doğal kaynaklarımızın korunmasını sağlar.
2.Enerji tasarrufu sağlamamıza yardım eder.
3.Atık miktarını azaltarak çöp işlemlerinde kolaylık sağlar.
4.Geri dönüşüm geleceğe ve ekonomiye yatırım yapmamıza yardımcı olur.
Tabii kaynakların sonsuz değildir, dikkatlice kullanılmadığı takdirde bir gün bu doğal kaynaklar tükenecektir
NOT: Geri dönüşüme olan ihtiyacın başlamasında savaşlar nedeniyle ortaya çıkan kaynak sıkıntıları etkili
olmuştur. Büyük devletler, İkinci Dünya Savaşı sırasında ülke çapında geri dönüşümle ilgili kampanyalar
başlatmışlardır.
ÖĞRETMENİME SAYGI DUYUN!
Dr. İkram Çınar
Öğretmen, çocukların hayata hazırlanırken onların kendi ayakları üzerinde durarak yani başkasına muhtaç
olmadan bilgi ve becerilerini kapasitesine göre en üst düzeyde geliştirip kullanmasını sağlayarak şerefli bir ömür
sürmesini sağlamada çocuğa, aileye, topluma, devlete ve insanlığa hizmet eden bir mesleğin mensubudur.
Öğretmenler insan yavrusuna iyiyi, doğruyu ve güzeli öğretirler. Öğretmenler hikmet sahibidir, bilgedir. Bilgelik
mertebesine ulaşamamış olsalar bile hazır bilgelik anlatır, hikmet dağıtırlar. Daha bir kıvamında insan, daha bir
iyi vatandaş, daha bir becerikli oğul-kız yetiştirmeye çalışırlar. Ellerinden geldiğince, müdürleri, bakanlık ve
veliler ellerini doğrulttukça bunu daha bir iyi yaparlar.
Öğretmenler bütün toplumlarda tarih boyunca hep saygı görmüşlerdir. Efsanelere, menkıbelere konu
olmuşlardır. Fatih’in hocası Akşemseddin’i biliriz. Büyük İskender’in hocası Aristo’yu da biliriz. Bu isimler
öğretmenlerin hem Doğuda hem Batıdaki saygınlığına örnektir. Onlardan öğrenilen belki de küçük bir bilgi
kırıntısı veya bir beceri öğrencilerinin hayatının yönünü değiştirir. Bazı bilgi ve becerilerin fiyatı yoktur,
öğretmene verilen maaş ile öğrenciye kazandırılan bilgi ve becerinin bedeli ödenemez. İnsan olan ona
minnettar kalır. Minnetini dile getirir, saygısını belirtir.
Hz. Ali “bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” demiş. Ya 29 defa 40 yıl kölelik kaç yıl eder? Öğretmen
sadece harf mi öğretiyor? Bu hesapla öğretmene kölelik sonsuza kadar sürmez mi? Ama bu söz ile Hz. Ali’deki
ilim ve irfan sevdasına bakar mısınız? Bilimin önünde eğilmek işte böyle olur.
Savaş, bazen meşru olsa bile sonuçta barbarlıktır. Savaşı yürütenler bile okul, hastane ve ibadethanelere zarar
vermezler. Öğretmen, sağlıkçı ve din görevlilerine kurşun sıkmazlar. Çünkü onlar insanlığa hizmet ederler.
İnsanlığa hizmet edenlere yapılan zulüm insanlığa yapılmış sayılır ve bu insanlık suçunu oluşturur. İnsanlık suçu
en ağır suçtur. İnsanlığa hizmet edenlere ancak saygı duyulur. Demek ki düşman bile insanlıktan utanarak bu
görevlilere dokunamıyor.
15
Öğretmenlik vahşet ve barbarlığın karşısında ve uygarlığın yanında konumlanan bir meslektir. Öğretmen,
görgüyü, nezaketi, sevgiyi, saygıyı anlatır. İnsanlığın yüce emek ve değeri olan bilimi, sanatı, felsefeyi, erdem ve
değerleri anlatır. Öğrencilerini bunlarla donatmaya çalışırlar. İnsan ilişkilerinde adalet, incelik ve zarafeti
öğretirler. Öğretmenler hırsızlığı, caniliği, yalan dolanı öğretmezler.
Öğretmenler arasında cahil kalmış ve meslek bilincine sahip olmayanlar yok mu? Her meslekte oluğu gibi var ve
onları kınıyorum. Yine de onlar o kadar az ki, anılmaya değmezler ve öğretmenliği aşağılamaya güçleri yetmez.
Öğretmenler işinin uzmanıdırlar. Çocuk sizin olsa bile öğretmen konuşunca susulur. Eğitim işini onlar daha iyi
bilir. Öğretmenle konuşulur ama ona saygısızlık edilmez.
Etraftan duyuyoruz, gazetelerde okuyoruz ki bazen öğrencileri, bazen veliler hatta bazen bakanlık öğretmenlere
saygısız davranıyor. Çeşitli biçimlerde aşağılanan, dövülen, vurulan,
dağa kaçırılan, rehin alınan, şehit edilen öğretmenlerimiz var. Daha iyi bir insanlık için cehalete karşı mücadele
eden, elinde silah yerine sadece kalem ve tebeşir olan öğretmenlerimize karşı vahşet uygulayan o barbarları
kınıyorum.
Yazımı bir fıkra ile bitireyim:
Fıkra bu ya, Cennet'in kapısında kalabalık toplanmış, gürültü oluyormuş. Bu gürültüyü duyan Cebrail merak eder
ve cennetin kapısına gider. Problem, Cennet'e kimin önce gireceği tartışmasıymış. Şehitler, gaziler, hacılar…
Hepsi önceliğin kendilerine ait olduğunu iddia ediyormuş. Şehitlerin temsilcisi "Biz vatan için canımızı verdik.
Cennet'e önce biz gireceğiz" diyormuş.
Bunun üzerine gaziler mücadelelerini, kan döktükleri filan anlatıyorlar. Hacılar, imanları uğruna dağı taşı aşıp
kutsal yerlere gittiklerini, insan-ı kâmil olmaya gayret ettiklerini anlatıyorlar. Her kesim kendilerini haklı
çıkartmaya çalışırken Cebrail kalabalığın arkasında sessizce duran kişileri fark eder ve onlara seslenir;
"Siz kimsiniz?”
Oradakiler yine boynu bükük cevap verirler;
"Biz öğretmenleriz."
Bunun üzerine Cebrail bir süredir öncelikle Cennete girmek için tartışan meslek gruplarına tek tek sorar;
"Şehitler, size bu şehitlik mertebesinin erdemini kim öğretti?"
"Öğretmenler..."
"Gaziler, size gaziliği kim öğretti?"
"Öğretmenler..."
“Hacılar, size kâmil insan olmayı kim öğretti?”
“Öğretmenler…”
Tek tek sorulan tüm soruların cevabı "Öğretmenler..." şeklinde verilir. Bunun üzerine Cebrail tüm kalabalığa
sorar;
"Öyle ise Cennet'e girme önceliği kimin hakkıdır?"
16
"Öğretmenlerin.."
İnsanlaşma gibi bir gayretiniz varsa öğretmene saygı duyun, yeter. Başka şey istemezler!
Atatürk’ün Öğretmenler ile ilgili Sözleri
Atatürkün öğretmenler için sözleri yayınlandı buyurun.
Öğretmenler her fırsattan istifade ederek halka koşmalı halk ile beraber olmalı ve halk öğretmenin çocuğa
yalnız alfabe okutur bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır.
Öğretmenler; yeni nesli Cumhuriyetin fedakar öğretmen ve eğitimcileri sizler yetiştireceksiniz yeni nesil sizin
eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti sizin becerinizin ve fedakarlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır. Cumhuriyet:
fikren ilmen fennen bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli muhafızlar ister. Yeni nesli bu özellik ve yetenekte
yetiştirmek sizin elinizdedir.
Okullarda öğretim vazifesinin güvenilebilir ellere teslimini ülke çocuğunun o görevi kendine hem bir meslek
hem bir ülkü sayacak üstün ve saygı değer öğretmenler tarafından
yetiştirilmesini sağlamak için öğretmenlik diğer www.nazlim.net serbest ve yüksek meslekler gibi aşama aşama
ilerlemeye ve her halde zenginlik sağlamaya uygun bir meslek haline getirilmelidir. Dünyanın her tarafında
öğretmenler insan toplumunun en öz verili ve saygı değer unsurlarıdır.
Öğretmenler! Cumhuriyet fikren bilimsel fennen bedenen kuvvetli ve yüksek sicilli korucular ister. Yeni kuşağı
bu nitelik ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir.
Öğretmenler; Yeni nesli Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcilerini sizler yetiştireceksiniz ve yeni nesil
sizin eseriniz olacaktır…
Cumhuriyet sizden “fikri hür vicdanı hür irfanı hür” nesiller ister.
Yeni kuşak en büyük cumhuriyetçilik dersini bu günkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri
öğretmenlerden alacaktır.
Dünyanın her yerinde öğretmenler insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer üyeleridir.
Öğretmenler sizin başarınız Cumhuriyet’in başarısı olacaktır…
Öğretmenler!… Cumhuriyet fikren ilmen fennen bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli
bu nitelik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.
Öğretmenler! Erkek ve kız çocuklarımızın aynı suretle bütün tahsil derecelerindeki talim ve terbiyelerinin pratik
olması www.nazlim.net mühimdir. Ülke çocuğu her öğrenim aşamasında ekonomik yaşamda verimli etkili ve
başarılı olacak surette donatılmalıdır.
- Dünyanın her yerinde öğretmenler insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer üyeleridir. (1923)
- Ulusumuzu yetiştirmek gibi kutsal bir görevi üstüne almış olan yüce Türk öğretmen topluluğu …(1921)
-Gelecekteki kurtuluşumuzun saygıdeğer öncüleri olan Türkiye öğretmenleri…(1921)
- Hükümetin en verimli ve en önemli görevi milli eğitim işleridir..(1922)
17
- Cumhurbaşkanı olmasaydım Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim…
- Benim asıl kişiliğim (niteliğim) öğretmenliğimdir. Ben milletimin öğretmeniyim…(1936)
- Eğitimdir ki ulusu özgür; şanlı ve yüksek bir toplum olarak yaşatır..(1924)
- Eğitim okul demektir. .(1919)
- Okul adını hep birlikte büyük saygı ile analım! (1922)
- Gerçek zaferi siz (öğretmenler) kazanıp sürdüreceksiniz..(1922)
- Eğitim bakanı olarak milli irfanı yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir.
- Bilim ordusunun değeri siz öğretmenlerin değeri ile ölçülecektir…(1923)
- Öğretmenler…bilim esasından kazanmaya başladıkları egemenliği sonuca ulaştırmalıdırlar.
- Bununla öğretmenlik mesleği gerçek gelişme devrine dahil olacaktır…(1924)
- Öğretmenler sizin başarınız Cumhuriyet’in başarısı olacaktır…(1924)
- Öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır…(1924)
- Öğretmenler! Cumhuriyet sizden fikri hür.Vicdanı hür.İrfanı hür nesiller ister…(1924)
- Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir…(1925)
HOŞGÖRÜ NEDİR? HOŞGÖRÜNÜN BİREY VE TOPLUM AÇISINDAN ÖNEMİ
Hoşgörü genelde kusurlara göz yummak ve aldırmamak demektir. İslâm, prensip olarak affı, sevgiyi, hoşgörüyü
ve uzlaşmayı tercih etmiştir. Müslümanın kendisi, ailesi ve çevresiyle uyumlu olması esastır.
Hoşgörü, insanın kendisine ya da başka türlü yapılan hataları bir müddet görmezden gelmesidir. Bu görmezden
gelme durumu sadece hoşgörü olduğu için gerçekleşmez fiziksel olarak zayıf olduğunuz bir insana hoşgörü
değilde korktuğumuzdan tepki göstermeyebiliriz. Ya da yapılan hata sürekli tekrarlanır ve hala taviz veriyorsak
buda hoşgörü sayılmaz.
Hoşgörü önemlidir, gereklidir, az bulunur çabuk tüketilir. Yorucudur, ekinini çabuk vermez ya ondan tercih
edilmeyendir.
Hoşgörü kibirdir ayni zamanda. ama hoşgörülü insan kibrinin farkında değildir; farkına vardığında da artık
hoşgörülü değildir.
Bu durumda hoşgörü, ortaya çıkan durumu, farklı açıdan değerlendirip, haklı ve güzel taraflarını ön plana
çıkararak olumlu sayabilmek, doğru ve güzel bulabilmek, bunun da "hoş" olabileceğini kabullenebilmektir.
Hoşgörülü insan toplumda sevilen insandır ya da sevilmeye çalışılan insandır. Kendinden taviz vermek, alıngan
olmamak, olaylara iyi yönden bakmak ve bencil olmamak bizi hoşgörülü insan yapabilir. Peki bu durumda insan
kendini sevebilir mi? Bu sorunun yanıtı kişiden kişiye değişebilir ama şu gerçektir ki hoşgörününde sınırı vardır.
Toplum tarafında sevilen insan olmak kendinden fazla taviz vermek değildir, yeri geldiğinde olaylara doğru
müdahale etmek ve yanlışları düzeltmeye çalışmak hoşgörüden daha önemli bir erdemdir.
hoş görü il öce kalp den gelmeli
Farklılıklara Saygı
Farklılıklara saygı:insanı belli bir özelliğine göre yargılamamak , herkesin kendi doğruları çerçevesinde
yaşadığının farkında olmaktır farklılıkları zenginlik olarak görebilmektir.
18
Bir insan; hangi dinden , milletten, renkten, coğrafyadan, dilden, düşünceden ve anlayıştan olursa olsun
öncelikle insan olduğunun algılanması gerekir. Her birey, saygıya değer bir varlıktır.
İnsanın kendisinden farklı olanı hor görmeye hakkı yoktur.
İnsanların değerleri, inançları, olaylara bakış açıları farklı farklı olabilir. Bu farklılık bir ayrışma sebebi olmamalı,
farklılıklar bir dayatma unsuru haline getirilmemeli, baskı nedeni olmamalıdır
Hangi çiçek diğerini sarı açtı diye ayıplar
Hangi kuş farklı ötünce diğerine yasak koyar
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar
Ah insanlar, her şeyi bulup kendini bulamayanlar.
İnsanların; fikirlerine, yasam tarzına, hayata bakış açısına saygı göstermek ''farkındalık'' duygusundan
kaynaklanan ''olgun davranışların'' toplamıdır.
İnsanları; sırf kendi tercihlerinden, seçimlerinden dolayı yargılamamak, ön yargılı ve kişisel yaklaşmamak
gerekir. Çünkü saygı bir davranış biçimidir, dar bir görüş değildir.
Bizim sorguladığımız saygı; değer vermektir, güvenmektir, samimi olmaktır.
Farklılıklara saygılı olmak ve bunları zenginlik olarak görmek önemlidir.
Her şeyden önce; her birey saygıya değer bir varlıktır bu nedenle hiç kimse kendinden faklı olanı hor görmeye
ve ötelemeye hakkı yoktur.
Hangi dinden, dilden, coğrafyadan, düşünce ve fikirden olursa olsun her kesin, yaşama, kendini tanımlama ve
değerli kılma hakkı vardır.
İnsanların; değerleri, yaşam tarzları, olaylara bakış açısı, inançları, beklentileri inançları, zevkleri ve dünyayı
algılama ve yorumlama şekilleri farklı olabilir.
Bunlar, dünya hayatının zenginlikleridir. Siyahla-beyazın dışında ara renklerdir. Bunlar hayatın lunaparklarıdır.
Ne kadar çeşit o kadar yaşamı renkli ve anlamlı kılmak...
Bu nedenle olsa gerek; toplum yaşamında olsun, ikili ilişkilerde olsun
olaylara bakış açıları farklı farklı olabilir. Bu farklılık bir ayrışma sebebi olmamalı, farklılıklar zenginliğimiz olmalı.
Bu kilim desenlerine benzer her ilmek nakış nakış işlenirken ara renkler serpiştirilir. Hepsinde ayrı bir görsellik
ve emek vardır, bu emeğe saygı duyarız, değer veririz, anlamlı kılarız.. İnsana saygıda budur...görmemezlikten
gelemezsin yada senin farklılığın beni rahatsız ediyor dediğin an dünya senin tekelindeymiş gibi olur.
Ne sevgi ne saygı, hiç biri hiç kimsenin tekelinde değildir.
Farklılıklara tahammülü olmayan insanların muhakkak kişilik problemleri vardır. Bencil olurlar, paylaşım
duygusundan yoksun ve sevgi anlayışları kısırdır. Birey olamamışlardır ben merkezli yaşarlar, cesur değillerdir.
En küçük çatışmada çirkinleşirler ve korkaktırlar. Yenilikten, bilimden,ilimden korkarlar.
Bu korkular, yaşamın zenginliğini durduran perdeler değil midir.
Biz ancak ''kendimizin, insanlığın, çevremizin fakındalığına'' vardığımızda bu perdeler içeriden açılır.
O zaman ''gönlümüz, aklımız'' insanların ''değerini'' renkleriyle, dilleriyle, cinsiyetleriyle ve maddi güçleriyle
ölçmekten vazgeçtiğinde bu dünya yaşanılası bir yer olacaktır.
İnsanların yaşam tarzlarına müdahale etmenin, dışlamanın insan onuruna yakışmadığını, insana saygının bir
erdem olduğunu anlayan, algılayan insanlar, hayatın içinde ''saygının'' bir ''kültür'' olduğunu benimsemişlerdir.
Buda; onlara empatı yapmayı ve bunun üzerinden insanlara ulaşmanın kapılarını açar...ne güzel değil mi !
Saygı; toplum yaşamı için, aile yaşamı için çok önemlidir ve yaşamın, insan olmanın onurudur, olmazsa
olmazıdır...
Öyle ki; bizim ilişkilerimizi, sosyal ve dini ritüelleimizi, cinsel tercihlerimizi, kendimize saygımızı, durduğumuz
yerin farkındalığını, konuşma yetkinliğimizi, insanlara verdiğimiz değeri düzenleyen çok önemli bir ''yaşam
anahtardır'' saygı...
Saygı bir erdemdir ve erdemin olduğu her yerde bizi güzelliğe yönelten davranışlar olur.
Korkudan kaynaklanan, göstermelik bir saygı da erdem yoktur.
En önemlisi; karşıdakini tanımak ve anlamak onu kendi değer yargıları içerisinde ''muhasebe etmek'' söz konusu
değildir.
Saygı aynı zaman da; karşında ki insanı değerli kılmaktır, önemsemek, dinlemeyi bilmek gibi ve anlamaya niyetli
olmak !
Kendine saygı duymayan bir insanın, başkasına saygı duyması mümkün değildir.
19
Yaşamı anlamlı kılan her birey kendine ve yaşama saygılıdır.
Otorite ya da korku karşında ceket ilikleme tutumunu saygı olarak algılayamıyorum.
Bu bana hep saygı konusun da çelişkiler sunmuştur ve bu konuda kendimi de çok eleştirmişimdir.
Çocukken olsun yetişkin olduğumuz dönemler olsun bize her kese saygı göstereceksin, her kesin düşüncesine
saygılı olacaksın denildi, öğretildi.
Çoğu zaman bu saygı kavramı bende çelişkiler yarattı...
Büyüğe saygı deniliyordu, bana, her büyüğe saygı duymam gerektiği anlayışını empoze eden zihniyeti zamanla
sorguladım. Bir insanın yaşama hakkına saygı gösterebilirsin lakin topluma ve kendine faydalı olmayan bir
insana saygı duymanın nasıl bir izahı olabilirdi ?
İyi bir insan olmadığı bilindiği halde sırf büyük olduğu için saygı duymam isteniyordu.
Saygı duymuyordum o zaman nasıl saygı gösterecektim, burada bir belirsizlik vardı. Saygı karşındaki insanın
varlığını kabul etmekse ben bu çelişkiyi samimi bulmuyordum.
Bir şeyin yada kişinin varlığını kabul ettiğinizde ona yok muamelesi yapamazsınız.
Yaşamla birlikte ''saygının'' hiç bir zaman yanlışa toleranslı davranmak, görmemezlikten gelmek, katlanmak
demek olmadığının öğreniyorsun.
Ve saygının; insanın, gerek ruhsal dünyasında gerekse çevresinde sevgi ile barışık yaşadığı ''farkındalık'' duygusu
olduğunun ayrımına varıyorsun.
Bu nedenle ''erdemli saygı'' bir korku imparatoru yaratmaz.
Faklılıkları anlamaya çalışır, ön yargısız tutum sergiler.
Hümanist ve evrensel insanların en büyük özelliğidir saygıyı kendilerine ilim olarak seçmeleri çünkü karşılarında
ki insanlara ''ölçülü, seviyeli ve kibar davranırlar'' ön yargılı ve yargılayıcı değildirler. Farklılıklara saygıyı, toplum
yaşamın en önemli bağı olarak görürler. Kendi düşünce ve yaşam tarzını her şeyin üstünde tutan insanlarla
gönül bağı kuramazlar...
Otoriteye bağlı olan saygının hiç bir zaman samimi ve içten olmadığını bilirler.
Ne olursa olsun; karşımızda ki insanın fikri, düşüncesi, tercihleri bir başkasının yaşamını yok etmeye yönelik
olmadığı sürece bir arada yaşamanın muhakkak yolu vardır yeter ki önce insan olalım. İnsan olmak onurlu
olmaktır. Şayet ''Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir..''
SAYGI TANIM:
Birinin önemsenmesinden, üstün görünmesinden kaynaklanan ve o kişiye değerini belirtecek biçimde
davranılmasına sebep olan duygu. Hatır, gözetme, hatır sayma… Bazı şeyleri önemseme ve onları zedelemekten
çekinme. Değer bilmek itibar etmek. Kutsal sayılan şeyleri yüceltme duygusu.
PANOLARA ASILACAK GÜZEL SÖZLER
•İnsanların saygı ve şerefinin, itaat ve uyumunun kendinden maddeten değil, manen yüksek olanlar için
gösterilmesi insan ruhunun gereklerindendir. Atatürk
•Saygı düzenin anahtarıdır. Atatürk
•Saygı ve sevgi büyüklerle küçükler arasındaki uçurumu yok eden bir köprüdür.
•Oğul ! Ananı, Atanı say ! Bereket büyüklerle beraberdir. (Osman Gazi)
•Gençlerin pek çoğu kabalıklarını tabiilik zannederler (La ROchefoucault)
•Hiç kimse sizin izniniz olmada sizi küçük hissettiremez. (E. Roosevelt)
•En insani davranış, bir insanın utanılacak duruma düşmesini önlemektir. (Nietsche)
•Büyüklere saygı hem dini hem de insani bir görevdir.
•Çocuklara, saygıyı öğretmenin en iyi yolu: onlara saygı göstermektir.
•Ana babanı sayarsan, oğlundan da saygı görürsün.
20
TAVSİYE KİTAPLAR
•Anneye Sevgi Babaya Saygı (Refik DURBAŞ)
•Baba Gibi Yar Olmaz (Dr. Fitzhugh DODSON)
•Saygı (Richard Sennett)
•Erdemler Dizisi Kitapları- (Timaş Yayınları)
HİKAYE: FATİH’İN HOCASINA SAYGISI
•29 Mayıs 1453 sabahı son hücum emri ile birlikte İstanbul Osmanlı'ya teslim olmuştu. Fatih, hocası
Akşemsettin Hazretleri ile birlikte, coşkulu bir törenle İstanbul'a giriyordu. Bizans halkı ve kadınlar yollara
dökülmüş, genç Fatih'i selamlıyor, üzerine çiçekler atarak onu tebrik ediyorlardı. Hatta Fatih İstanbul'a girerken,
yer yer Bizans halkı öndeki "Akşemsettin"i padişah zannediyor, Akşemsettin "hükümdar arkada" işaretini
yapınca, Fatih de edep, terbiye ve inceliği ile, şöyle karşılık veriyordu:"Evet, hükümdar benim, lâkin o da benim
Hocam'dır!"
•Fatih Sultan Mehmet, bir gün veziri Mahmut Paşa'yı yanına alarak hocası Akşemseddin'i ziyarete gitmişti.
Akşemseddin, Padişah içeri girdiği halde ayağa kalkmamıştı.Bir süre geçtikten sonra Akşemseddin, Fatih'in
huzuruna gitti. Padişahın yanında Mahmut paşa'da bulunuyordu. Fatih hemen ayağa kalkarak hocasına yer
gösterdi.iki olayı kıyaslayan Mahmut Paşa dayanamayıp sordu:- Hünkârım, hocanız geldiğinde siz ayağa
kalktınız. Hâlbuki siz onun yanına gittiğinizde o ayağa kalkmaz. Sebebi ne ola?
Fatih şöyle cevap verdi:
- Hocam Akşemseddin'e saygı göstermemek elimde değil. O yanıma geldiğinde gayri ihtiyari bir heyecan kaplar
ve farkında olmadan kendimi ayakta bulurum. O ise, ilmin izzetini korumak için bana ayağa kalkmaz, buyurdu.
SINIF İÇİ ETKİNLİK
•Neden gereklidir?
•Saygı konuları
•İcatlar kronolojisi
•Ne Yapmalı?
ÖRNEK DAVRANIŞLAR
•İlke ve kuralları öğretmeli
•Özel hayata önem vermeli
•Misilleme yapmamalı
•Sınırları net tayin etmeli
•Kusurları uygun dille ifade etmeli
•Sorunları çocuklara yansıtmamalı
•Başkalarının yerine seçim yapmamalı
•Muhatabımızı dinlemeli
•Aile büyükleri ziyaret edilmeli
•Tehlikli ve incitici şakalar yapmayın.
YARIŞMA
Yapılan etkinlikler doğrultusunda bir bilgi yarışması düzenlenebilir.
21
TURNUVA
Saygı kupası adını verebileceğimiz futbol, basketbol, satranç, voleybol vb. dallarında turnuvalar düzenlenebilir.
MÜNAZARA
•Saygı, kişilere ve durumlara göre değişir mi? Değişmez mi?
•Kendine yapılmasını istemediğin bir davranışı başkalarına yapar mısın? Yapmaz mısın?
•Kişiye saygı mı önemli? Çevreye saygı mı?
•Büyüklerin düşüncelerine saygı göstermeli miyiz?Günümüzün düşüncesi daha mı önemlidir?
•Saygısız davrananlara saygı gösterilir mi? Gösterilmez mi?
GEZİ
Büyüklere saygı çerçevesinde huzurevi ziyareti yapılır.
KENDİNE SAYGI ÖZLÜ SÖZLER
•Yaşlılara saygı gösteren kimseye, ihtiyarladığı zaman, Allah Teala, saygı gösterecek kimseler yaratır.Hadisi Şerif
•Yaşlılara saygı göstermek, Allah Teala'yı tazimdendir. Hadis-i Şerif 292
•Büyüklerimize saygı göstermeyen, küçüklerimize şefkat göstermeyen bizden değildir. Hadis-i Şerif
•Nehrin kaynağına saygısı, denize doğru akmasıdır.Recâ Garudi
•Saygılı evlat, iyi koca olur. Olive bol smih
•Saygı, çok kere korkunun söylenmeyen şeklidir. Cenap Sahabettin
•Kendinden büyüğe saygı göstermeli, kendinden küçüğe ise şefkat. Yusuf Has Hacib
•İnsanların saygı ve şerefinin, itaat ve uyumunun kendinden maddeten değil, manen yüksek olanlar için
gösterilmesi insan ruhunun gereklerindendir. Atatürk
•Saygı düzenin anahtarıdır. Atatürk
•Saygı ve sevgi büyüklerle küçükler arasındaki uçurumu yok eden bir köprüdür.
•Oğul ! Ananı, Atanı say ! Bereket büyüklerle beraberdir. (Osman Gazi)
•Gençlerin pek çoğu kabalıklarını tabiilik zannederler (La ROchefoucault)
•Hiç kimse sizin izniniz olmada sizi küçük hissettiremez. (E. Roosevelt)
•En insani davranış, bir insanın utanılacak duruma düşmesini önlemektir. (Nietsche)
•Büyüklere saygı hem dini hem de insani bir görevdir.
22
•Çocuklara, saygıyı öğretmenin en iyi yolu: onlara saygı göstermektir.
•Ana babanı sayarsan, oğlundan da saygı görürsün.
Sorumluluk
Sorumluluk, kişinin kendine ve başkalarına karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerini zamanında yerine
getirmesi zorunluluğudur.
Sorumluluk, karakterin en önemli öğelerinden biridir. Sorumlu olan kişi kendi üzerine düşen görevleri ve
işlevleri zamanında ve istenilen şekilde istenilen biçimde yerine getirmek zorundadır. Sorumluluk duygusu ya
küçük yaşta doğal olarak varolan çevre dolayısıyla insanın içinde yereder veya daha sonra dışardan verilen
eğitimle yaratılır. Sorumsuz insan sürekli başkaları tarafından güdülen insandır.Sorumlu insan ise, yapılması
gereken bir işi zamanında yapabilmek için inisiyatifi ele alıp kendiliğinden harekete geçebilen insandır.
Sorumluluk, varoluşçu felsefe anlayışının en önemli öğesi halindedir.
İyi birer vatandaş olarak toplum içinde toplumun diğer üyeleriyle bir arada ve uyumlu yaşamamız
gerekmektedir. Sosyal ilişkilerinde adil davranabilmek ahlak kurallarına uygun davranışlar gösterebilmek ve
dürüst olabilmeliyiz. Sevgi saygı ve anlayış duyguları ile diğer kişilerle dayanışma içinde bulunmalı eleştirilere
açık olmalı başkalarının iyi davranışları ve başarılarını takdir etmeliyiz.
Genel olarak topluma karşı vazife ve sorumluluklarımızı maddeler halinde şöyle ele alabiliriz:
1-Topluma karşı sorumluluklarımızın başında birbirimizi sevmek ve karşılıklı haklarımıza saygı göstermek
gelmektedir.
2-Toplumsal görevlerimizden biri de iyilikte yardımlaşmak muhtaçlara yardım elini uzatmaktır.
3-İmkan ve olanaklar ihtiyaca göre en uygun bir şekilde kullanılmalı ahlakî ölçülere göre gereken yerlere
gerektiği kadar harcanmalıdır. Bunların toplumun zararına kullanılması; harcamada lüks ve israftan
kaçınılmalıdır.
4-Çalışmak üretmek ve kazanmak bireysel bir hak olduğu gibi aynı zamanda kendimize ailemize ve topluma
karşı bir vazifedir Kendimizin ve bakmakla yükümlü olduğumuz aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılamak
yakınlarımıza ve topluma yük olmamak için çalışmak sosyal görevlerimiz arasındadır.
5-Toplumsal görevlerimizden bir diğeri de kamu mallarını korumak haksız yollarla bunları elde etmeye
çalışmamaktır. Bu haklar af sulh gibi bir yolla ıskat edilemez kaldırılamaz veya değiştirilemez. Toplumda bütün
fertlerin bu hakları koruma kollama hak ve sorumluluğu vardır.
23
24
25
26
ÖZGÜRLÜK
En genel haliyle, özgürlük, bağlı ve bağımlı olmama, dış etkilerden(etkenlerden) bağımsız olma, engellenmemiş
ve zorlanmamış olma halini dile getirmektedir. Buna paralel baska bir gündelik tanımı, insanın kendi kararlarını
kendi istemine ve düşüncelerine göre belirleyebilmesi, ve kendi seçimlerini kendi iradesi ile yapabilmesi olarak
belirir. Burada özgürlük bir irade özgürlüğüdür. Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük'de özgürlük sözcüğünü
şöyle tanımlamaktadır:
"1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta
bağlı olmama durumu, serbestî.
27
2. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar
[1]
vermesi durumu, hürriyet."
Siyasal ve toplumsal alanda özgürlük kavramı daha karmaşık ve çok-anlamlı tanımlar ve tartışmalar getirir
beraberinde. Mesela, Liberalizm'de özgürlük ana prensiptir, ancak burda kişisel özgürlükleri öyle bir abartılır
hale getirirler ki sonuçta bunun da adına özgürlük diyebilirler: Hâlbuki konu siyasi oldu mu bu tüm toplumu
ilgilendirir, dolayısıyla tekil özgürlüğün çoğul özgürlüğü kısıtlamaması ve ona zarar vermemesi gerekir. Aynı
şekilde ekonomide dışa bağımlı yollar özgürlüğü kısıtlar, işte bütün bunlar oturması gereken kavramlardır.
Felsefi anlamda (düzlemde) ise kavram tamamen kuramsal boyutta değerlendirilir ve düşünce tarihinin
başlangıcına kadar uzanan bir geçmişe sahip olarak ortaya çıkar. Hemen bütün öğretilerin bir özgürlük
tanımlaması ve buna göre bir özgürlük talebi vardır. Aydınlanmacılık ile berber özgürlük, felsefi ve toplumsal bir
ilke olarak formüle edilmeye girişildi. Modernizm, başlangıcından itibaren mutlak bir özgürlük talebi ve iddiasi
olarak ortaya konulmuştur.
İstenç özgürlüğü, irade özgürlüğü, ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, bireysel özgürlük, toplumsal özgürlük ve
benzeri kavram ve kategoriler felsefi Özgürlük nosyonu başlığı altında tartışılıp değerlendirilen ve siyasal
içerimleri de olan birkaç önemli kavramdır.
Çalışkanlık ile ilgili sözler
Yapmakta ısrar ettiğimiz şey giderek kolaylaşır. İşin doğası değiştiğinden değil, bizim yapma yeteneğimiz
geliştiğinden. (Ralph Waldo Emerson)
Bekleyenlerin de ayaklarına birkaç şey gelebilir ama bunlar, yalnızca çok çalışıp kazananlardan geriye kalan
şeyler olur. (Abraham Lincoln)
Bilsin ki, insan için kendi çalışmasından bir şey yoktur. (Kur'an-ı Kerim)
Erişmek istedikleri bir hedefi olmayanlar, çalışmaktan zevk almazlar. (Emile Roux)
Çalışmak bizi şu üç büyük beladan kurtarır: can sıkıntısı, kötü alışkanlıklar ve yoksulluk. (Voltaire)
Yuvarlanan taş yosun tutmaz. (Syrus)
Çalışmaktan; bir cezadan, bir sıkıntıdan kaçar gibi kaçınmak, çok kötü bir harekettir. Çalışmak; ilk sıkıntılara ve
isteksizliklere üstün gelindikten sonra, şiddetli bir zevktir. Çalışmayı ceza saymak, onun güzelliğini ve iyiliklerini
tanımamak, tabiata karşı haksızlık olur. (Mustafa Kemal Atatürk)
Son dakika olmasaydı, çoğu iş yapılamazdı. (Michael S. Tarilor)
Doğru yolda olsan bile, öylece oturup durursan ezilirsin. (Will Rogers)
Hiç kimse başarı merdivenlerini, elleri cebinde tırmanmamıştır. (S. Keth Moorhead)
Ekmeğini terine batırıp yiyeceksin. (İncil)
Bir şeyi gerçekten yapmak isteyen bir yol bulur; istemeyen mazeret bulur. (E. C. McKenzie)
Suya düştüğünüz için değil, sudan çıkamadığınız için boğulursunuz. (Edwin Louis Cole)
Olmamız gereken şeyi, olduğumuz gibi kalarak olamayız. (Max De Pree)
Yarına, ancak yapmadan ölsen aldırış etmeyeceğin şeyleri ertele. (Pablo Picasso)
Tanrı bizden başarılı olmamızı talep etmez; yalnızca denememizi talep eder. (Rahibe Teresa)
Babam bana çalışmayı öğretti ama çalışma aşkını öğretmeyi unuttu. (Abraham Lincoln)
Antremanların her dakikasından nefret ediyordum. Fakat kendi kendime "vazgeçme" dedim. Şimdi sıkıntı çek ve
hayatının geri kalanını bir şampiyon olarak yaşa. (Muhammed Ali)
Yarınlar, rahatlarına kıyanlarındır. (John Maxwell)
Birileri bugün gölgede oturuyorsa, uzun zaman önce birileri ağaç ektiği içindir. (Warren Buffett)
Yarının, bugünden daha iyi olmasını istiyorsan şimdiden değişik bir şeyler yapmalısın. (Michael Porter)
ÇALIŞKANLIK ATASÖZLERİ;
1. Adamın iyisi iş başında belli olur: Kendini veya yanındakini boş yere övmek ve yüceltmek anlamsızdır,
28
inandırıcı olmaz. Kişiliğimiz, söz ve övgüyle değil çalışma ve davranışımızla ortaya çıkar. Övülünce yüceldiğimizi;
birileri karalanınca aşağılandığımızı sanmamalıyız. Kişiliğimizi bunlar değil, tavır ve başarılarımız ortaya koyar.
2. Akarsu pislik tutmaz: İnsanı kötü düşünceye ve hastalığa sürükleyen tembelliktir. Boş kalmak, gereksiz ve
zararlı düşünce veya işlere yönelmek demektir. Çalışmak, başarıyı yaşamak, insanı ruhen ve bedenen sağlıklı
kılar. Çalışmak, sağlığın ve dürüstlüğün koruyucusu, güvencesidir.
Hareket eden bir varlık, güçlenir, kendini yeniler. O varlığın eksik yanlan ortaya çıkar. Bu eksikler için de çözüm
yoluna gidilir. İnsanlar da çalıştıkça ve konuştukça bilgi edinir. Çalışkan insan, kötü düşünmeye ve suç işlemeye
zaman bulamaz.
3. Alet işler el övünür: İnsanlar işlerim bir araçla yaparlar. Araç insanın başarı ve becerisinin şartıdır. Herkesin
takdir ettiği bir işte, alet ve araçların payı büyüktür. Örneğin iğne olmasa en basit dikiş işimizi yapamayız.
İnsanlar, kendi yetenek ve akıllarını alet ve araçlarla birleştirerek başarı kazanırlar. Övündüğümüz ve
övüldüğümüz işleri aslında büyük ölçüde aletlerimiz sayesinde yaparız.
4. Bağa bak üzüm olsun, yemeye yüzün olsun: Yararlandığımız her şeyin varlığı ve devamına katkıda
bulunmalıyız. Bunu yaptığımız takdirde her türlü nimetten faydalanma hakkımız doğar. Tükettiğimiz her şeyin
üretiminde katkımız olmalıdır.
5. Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur: Gördüğümüz, faydalandığımız her sev. bir planlama ve çalışmanın
karşılığıdır. En kötü araziler işlenerek yeşil alana dönüşür; en yaramaz çocuk eğitilerek yararlı bir birey olur.
Güzelliklerin artması ve devamı için, bizim de çalışıp çaba harcamamız gerekir. Eğer çabamız olmazsa güzellikler
yerini çirkinlik ve kargaşaya bırakır.
6. Bal tutan parmağını yalar: Çaba sahibi yürüttüğü işin olanaklarından yararlanmalıdır. Çabanın ve çilenin bir
bedeli olmalıdır. Kötülüğe ortam hazırlayan bundan sorumluysa güzelliklere ve mutluluklara sebep olanlar da
bundan nasiplenmelidir. Kötülükten gördüğümüz zararın acısı ile nasıl bunun sorumlusundan hesap sorup
bedelini istiyorsak, iyiliğin de değerini bilip karşılığını ödemeliyiz.
7. Barışta ter dökmeyen, savaşta kan döker: Ulusal görev ve sorumluluklarımızı zamanında yerine getirmeliyiz.
Kişisel görevlerimizi aksatır, ihmal edersek mutlaka zararını görürüz. Ancak ulusal görevlerimizin ihmali, savaş
veya işgal gibi çok daha kötü ve kapsamlı zararlara yol açar. Bu nedenle ulusal görevlerimiz söz konusu olunca
bunu kişisel görevlerimizden daha üstün ve önemli tutmalıyız. Yoksa yapmadığımız ya da geciktirdiğimiz
görevleri, canımızla ve özgürlüğümüzle öderiz.
8. Baş sallamakla tavuk kesilmez: Kuru onay ile iş yaptığımızı sanmamalıyız. Evet demekle iş bitmez.
Onayladığımız işlerin takipçisi olmalıyız ve mutlaka o işleri sonuçlandırmalıyız. Aksi halde sözlerimizin bir anlamı
olmaz. Bir işi kuru kuruya onaylamak ile kalmamalı, o işin gerçekleşmesi için çaba harcamalıyız.
9. Boş gezmekten bedava çalışmak yeğdir: Boş gezenlerin kendilerine ve çevrelerine hiçbir faydası olamaz.
Ancak bedava çalışan kişinin kendine olmasa da çevresine, en azından çalıştığı yere faydası olur. Para
kazanmasa da çalıştığı kişinin iyi niyet ve sevgisini kazanır. İşi öğrenir, işle ilgili bilgi ve deneyim kazanır. Bu
nedenle boş durmamalıyız. Gelir getirmese de bedava çalışıp iş öğrenmeli ve başkalarına yardım etmeliyiz.
10. Ekmeden biçilmez: Sonuç, bir başlangıç ve emek ister. Hiçbir şey, kendiliğinden meydana gelmez. Bu
nedenle istek ve amaçlarımız kadar plan ve gayretimiz de olmalıdır. Bir şeyi elde etmek için mutlaka çaba
gerekir.
11. Himmet olunca dağ yürür: Bizden istenen başkaları için yaşayıp ölmemiz değildir. Kimse bizden bunu
beklemez. Eğer bir şeye gereken desteği verirsek, emek ve yüreğimizi bir noktaya toplayabilirsek, her işin
üstesinden gelebiliriz. Zorluk yalnız kalmaktan kaynaklanır. İnsan insana yardım ettikten sonra aşılmayacak
engel yoktur.
12. İnek gibi süt vermeyen öküz gibi tarla sürer: Herkesin toplumda bir görev ve sorumluluğu vardır. Bu iş
bölümünde bize düşeni yapmalıyız. Yoksa daha güç olanını ve çirkinini yapmak zorunda kalabiliriz. Güzellikle
ödevimizi yapmalı, sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz. Böylelikle topluma ve insana yararlı olmanın
mutluluğunu duyarız. Yoksa en zor ve kötü işlerde çalışmak, en kötü ortamlarda yaşamak zorunda kalabiliriz.
Konum ve düzeyimizi korumak ve yükseltmek için daha fazla çalışmalıyız.
13. İş insanın aynasıdır: Adımız ve sıfatımız, söylediklerimizle değil yaptıklarımızla ortaya çıkar. Bizim ne olup
olmadığımız işimizden bellidir. İnsanlar işleri ya da başarıları ile tanınır ve anılırlar. Görünüşümüz ve sözümüz ilk
29
başta geçerli ve etkili olabilir. Ancak sonuç ve kesin yargı, çalışmaya bağlıdır. İnsanın işi, kimliğinin ve kişiliğinin
aynasıdır.
14. İşi olmayanın aşı olmaz: En temel ihtiyaçlarımızı sağlamak için çalışmak zorundayız. Yoksa yiyecek ekmekten
bile yoksun kalırız. Bu nedenle işimizi, aşımızı bilmeli ve çalışmalıyız. Çalışmazsak, yiyecek ekmeği dahi
bulamayız. Açlığımızı, avareliğimize ve tembelliğimize bağlamalıyız.
15. İşine hor bakan boynuna torba takar: İşini sevmeyen kişi başarılı olamaz ve kazanç elde edemez. Yaptığımız
işe kendimizi vermeliyiz. Zorluklarından dolayı geri durmamalıyız. Kolay bir iş olmaz. O zaman, işimizi iş bilip
gereken titizliği göstermeliyiz. Genelde çalışmayı istemeyen ve bedavadan geçinmek isteyen fırsatçılar işlerini
beğenmezler. Her aksaklığı ve yetersizliği işlerinden bilirler. Kendilerine toz kondurmazlar. Bu gibi insanlar,
kendilerine yardımcı olanlara da hor bakarlar
16. İşine hor bakan camiye mendil açar: (bk. Çalışkanlık: Söz 15).
17. İşleyen demir ışıldar (İşleyen demir pas tutmaz): Çalışan insan sağlıklı, işleyen makine sağlam olur. Kendini
yetiştirmeyen, tembel tembel oturan kimse hantallaşır; iş yeteneğini ve kabiliyetini kaybeder. Çalışan insanın
kendisine faydası dokunduğu gibi çevresine de faydası olur. Kullanılmayan araç, kendi kendine eskir ve özelliğini
yitirir. Çalışan insan, sağlıklı ve mutludur. Korumak istediklerimizi kullanmalıyız. Çalışmak hem beden hem de
ruh sağlığımız için gereklidir.
18. İt sürü, para kazan: İnsan başkalarına minnet edeceğine zor veya itici bile olsa bir işte çalışmalıdır. Muhtaçlık
ve boyun eğmenin mazereti olamaz.
19. Kâr eden ar etmez: İnsanlar fayda gördüğü iş ve ortamdan utanmaz. Her işin kendine göre bir saygınlığı ve
gereği vardır. Bu nedenle insanlara yarar sağlayan her iş ortamında çalışabilmeliyiz. Çalışmaktan değil
tembellikten utanmalıyız.
20. Kendi devesini yeden yorulmaz: Kendi işimizde yorulmayız. Çünkü, işin kararı da kazancı da sadece bizi
ilgilendirir. İnsan kendi işinde daha dikkatli, daha verimli ve daha dayanıklıdır. İşten sorumlu olmayan, gereken
gayreti gösteremez.
21. Kırk gün taban eti, bir gün av eti eder: Bir anlık kazancımız, aylar ve yıllar öncesine dayanan çaba ve
birikimimizin ürünüdür. Dışarıdan kolaylıkla elde edildiğini sandığımız her şeyin bir geçmişi ve bedeli vardır.
Hiçbir başarıyı ve kazanımı küçümsememeliyiz. Ardındaki emeği görmeli ve o işe değer vermeliyiz. Avcılar, bir av
için gerektiğinde günlerce zahmet çekerler.
22. Kısa günün kârı az olur: İnsanlar sınırlı zamanda sınırlı işler yapabilir. Kısa bir zaman ve az bir gayretle birçok
şeyi elde etmeye kalkmamalıyız. Şartlan ve gücümüzü zorlamamalıyız. Kısa bir zamanda, az bir emekle başarı
beklemek yersizdir.
23. Kurda neden boynun kalın demişler, kendi işimi kendim yaparım da ondan demiş: Herkes kendi işinde
gayretli, dikkatli ve başarılıdır. Bizim sorumluluğumuzdaki bir işi başkasına emanet ettiğimiz zaman o işten
başarı bekleyemeyiz. Güçlü ve başarılı kişiler, her zaman kendi işinin takipçisidir. Başarı ve kazanç için kendi
işimizin başında olmalıyız.
24. Lokma çiğnenmeden yutulmaz: Her şey bir güç ve zaman ister. En basit işler için bile çaba sarf etmeli,
üzerimize düşeni yapmalıyız. Kazanmak, kazancı kullanmak ve hatta o kazancı yemek bile bir çaba gerektirir.
25. Nerede hareket, orada bereket: Çalışılan yerde bolluk ve bereket olur. Oturup boş boş düşünmek yerine bir
işe bir ucundan başlamalıyız. Harekete geçildikten sonra bir iş, belirli oranda yürür, hiç olmazsa başlanan nokta
aşılmış olur. Vücut sağlığı için hareket, işteki başarı için çaba ve gayret gerekir.
26. Oturan aslandan gezen tilki yeğdir: Düzeyimizin ve saygınlığımızın hakkını vermeliyiz. Bulunduğumuz yerin
sorumluluğunu ve gereğini yerine getirmeliyiz. Soylu, güçlü olup oturan kimseden, kazancını elde etmek için
çabalayan kimse daha iyidir. Faydası olmayan güç, iş gören zayıflıktan daha değersizdir. Zayıf ve fakir insanlar,
çalışmalarıyla iş yapmayan zengin ve güçlü insanlardan daha faydalı olabilirler.
27. Öksüz çocuk göbeğini kendi keser: Zor şartlar altında yaşayanlar, yardım almadan büyük zorlukları
aşabilecek güce ve dirence ulaşır. Zorda kalınca işimizi kendimiz yürütebilmeliyiz. Özellikle yalnız ve güçsüz
insanlar, her işlerini kendileri görmeye hazır olmalıdır. Çaresizlik, insanları becerikli ve güçlü olmaya zorlar. Yeri
gelince kendi başımızın çaresine bakabilmeliyiz.
30
28. Sefa ile yenen cefa ile kazanılır: Bir varlık kullanılırken, bir para harcanırken bunların nasıl kazanıldığı
unutulmamalıdır. Yaşadığımız mutluluğun bedelini, mutlaka ödemiş olmalıyız. Zaten cefa çekmeden elde
ettiklerimiz bizi mutlu edemez. Sefa sürmek istiyorsak bunun bedeli olan cefayı çekmeye razı olmalıyız.
29. Sen ağa, ben ağa, bu ineği kim sağa: Konumumuzu, gücümüzü bahane ederek görev ve sorumluluktan
kaçarsak her işimiz aksar; biz de ortada kalırız. Toplum ve sorumlu olduğumuz insanlar adına üzerimize düşeni
yapmalı, bir iş söz konusu olunca konumumuzu öne sürerek o işten kaçmamalıyız. Eğer kendi işimizi biz
yapmazsak, kimse bizim yerimize çalışmaz.
30. Sen işlersen mal işler, insanın içi öyle genişler: İnsan ancak çalıştığında elindeki imkân ve gücü değerlendirir.
Ulaştığı basan ile yaşadığı mutluluk onu rahatlatır. Atıl olan birinin, çalışmadıkça sorunlar artar, olanaklar
daralır. Mutluluk, çalışıp yorulmakta, kazanıp paylaşmaktadır. Çalışarak başarı kazanırız ve mutlu oluruz.
31. Yatanın yürüyene borcu vardır: Tembel kişilerin tüm görev ve sorumlulukları, temel ihtiyaçları herhangi bir
şekilde başkası tarafından karşılanmaktadır. Yaşamımızın ve geçimimizin bedelini bir başkasının sırtına
yıkmamak için mutlaka çalışmalıyız. Gördüğümüz hizmet ve sürdüğümüz yaşamın bir bedeli vardır. Bu nedenle
çalışmayanlar, çalışanlara borçludurlar. İnsanlara borçlu olmamak için çalışmalıyız.
32. Yavuz at yemini kendi artırır: Gereği gibi çalışanlar, sağladıkları güven ile herkesin beğenisini kazanırlar. Bir
fazlasını istemeseler de onlara daha fazla vermekten kimse çekinmez. Seve seve çalışanlar, davranış ve
çalışkanlığı ile saygınlıklarını, buna bağlı olarak da gelirlerini artırırlar. En iyi seviyeye çıkmak çalışıp kazanmaya,
yardımlaşmaya bağlıdır.
33. Yazın başı pişenin kışın aşı pişer: Zamanında çalışıp görevini yapanların, gerektiğinde harcayacakları para ve
kullanacakları deneyimleri olur. Çektikleri sıkıntı ve yaptıkları çalışma karşılıksız kalmaz. Vaktinde çalışmayanın
ihtiyaç duyduğunda birikimi olmaz. Külfeti çeken, nimete kavuşur. İhtiyaçtan önce çalışanın muhtaçlığı kalkar.
34. Yazın gölge hoş, kışın çuval boş: İş zamanında eğlenenler, aş zamanında aç kalırlar. İş zamanında işimizi
bilirsek, aş zamanında karnımızı doyururuz. Rahat ve mutlu anlarımızda zor günler için yatırım yapmayı
unutmamalıyız. Aksi halde, hazır bittiğinde zor durumda kalırız.
35. Yokuşta akmayan ter, inişte göz yaşı olur: Mutluluk ve sağlığımızın bedelini şu veya bu şekilde mutlaka
öderiz. Bu yüzden zorluklara göğüs germeliyiz. Kaçmak, çözüm değildir. Her işi zamanında yapmalı, zorluklara
katlanmalıyız. Ancak zor günler bittiğinde mutlu olabiliriz. Buna katlanmazsak, iş işten geçtikten sonra zorluklar,
acı ve ıstıraba döner.
36. Yuvarlanan taş yosun tutmaz: Çalışmak, bedeni sağlıklı kılar, kullanılan aracı korur. Çünkü bedenin çalışması,
malın kullanılması onların doğaları gereği zorunludur. Durmadan yer ve yurt değiştiren, bir işi bitirmeden
diğerine başlayan başarı gösteremez. Sağlık ve varlık, sistemli çalışmayla korunur.
37. Yörüğün göçü yolda düzelir: Bir işin öncesinde ne kadar titizlik gösterilse de uygulamada sorunlar çıkar,
aksaklıklar tükenmez. Uygulama tüm sorunları ve zayıflıkları ortaya çıkarır. Önceden her aksamayı görmek
mümkün değildir. Sistemin sağlığı uygulama içinde düzelir. Geriden geriye her şeyin düzgün olduğunu ileri
sürmek doğru olmaz. İşe başlamak, yola koyulmak, aksaklıkların ortaya çıkmasını ve düzelmesini sağlar.
38. Yürük ata kamçı değmez: İşini gereği gibi yapıp başarılı olanları uyarmaya gerek yoktur. Kim uyarılmayı ve
azarlanmayı istemiyorsa işini gereği gibi yapmalıdır. Bizi sık sık uyaran birileri oluyorsa bu, görev ve
sorumluluklarımızı aksattığımızın işaretidir.
39. Zahirenin ambarı sabanın ucundadır: Temel ihtiyaçların giderilmesi için mal ve para biriktirmek gerekir. Bu
birikimin miktarı, kişinin çalışmasına bağlıdır. Hiç çalışmadan bir şeye sahip olmak ve o şeyi korumak mümkün
değildir. Toprak iyi sürülürse bol ürün alınır. Bir işte başarı ona dört elle sarılmakla olur.
31
KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ ETKİLERİ
Kitle iletişimi, çeşitli türdeki mesajların büyük ve dağınık bir kitleye bu amaç için geliştirilmiş olan araçlarla
iletilmesidir.
Kitle iletişim araçlarının başlıcaları ve en çok bilinip kullanılanları; radyo, televizyon, internet, gazete, telefon,
faks, teleks, periyodik dergi vb. yayınlardır.
İletişim araçları ise; bilgi akışını sağlayan araçlara verilen genel isimdir. Bu akış, "bireyden çoğula" veya
"çoğuldan bireye" bilgi yönüyle olan iletişime göre çeşitlenirler. İletişimde duyuya yönelik algılama da söz
konusudur. Algılama ve algılatma adına iletişimi sağlayacak, karşılıklı bilgi aktarımını sağlayacak araçlar, iletişim
araçları ile sağlanmaktadır.
Çeşitlerini aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

Bilişsel iletişim araçları: Sanal ortamda, bilgi teknolojilerini kullanılarak gerçekleştirilen, bireysel veya
toplu iletişim araçlarıdır (Örnek: e-postalar, formlar, chatmessengerlar,web kameralar, bloglar, vs) ler,

Görsel-İşitsel iletişim araçları: Göz ve Kulağımıza hitap eden, multimedya teknolojilerini kullanan,
iletişim araçlarıdır. (Örneğin; tv, sinema, radyo vs..)

Telekomünikasyon iletişim araçları : Göz ve kulağa hitap eden, elektrik, elektronik / elektromanyetik,
optik teknolojileri kullanarak gerçekleştirilen iletişim araçlarıdır. (Örneğin telefon, cep telefonu, fax, telex,vs..)

Kali-Grafik iletişim araçları: Yazı ve çizi ile oluşturularak formatlandırılan ve basım - yayım araçları ile
yapılan iletişimdir. (Gazeteler, dergiler, afişler, el ilanları, tabelalar, mektuplar, notlar, kitaplar,vs.)

Organizasyon iletişim araçları: Ekipler aracılığıyla gerçekleştirilen , kişi veya topluma aktarılacak
mesajları tanıtım - eğlence - eğitim - gezme - tüketme adına ileten etkinliklerin sağladığı iletişimin araçlarıdır.
(Fuarlar, event marketing konserleri, defileler, konferanslar vs.)

Sanatsal iletişim araçları: Plastik ya da estetik amaçlı hertürlü sanat faaliyeti veya sanatcı ile sağlanacak
iletişimin araçlarıdır: (Dans, resim, müzik, şarkı, sergi, konser, tiyatro, defile, heykel, seramik, animasyon, vs)
KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ ETKİLERİ Kitle iletişimi toplumsal araştırmalarda üzerinde ısrarla durulan ve belki
de en az açıklığın sağlandığı konu değişik araçların etkileridir. Birçok ülkede kitle iletişim araçları izlenirken sarf
edilen zaman ve bu araçların üretim ve dağıtımı için ayrılan kaynakların miktarı düşünüldüğünde, böyle bir
sorgulamanın nedeni yeterince anlaşılabilir. Bir yanıt oluşturmak için çok şey yazılmış ve epeyce araştırma
yapılmışsa da konunun hem kitle iletişim araçlarının genel önemi, hem de özelde kitle iletişiminin belirli
düzeylerinin olası etkileri açısından yine de tartışmalı olduğu kabul edilmelidir. Bu konuda bitmeyen
zorluklardan birisi araçların etkilerini araştıranlarla kitle, kitle iletişim araçları üreticileri ve alanda kamu
politikalarını oluşturanlar arasındaki iletişim eksikliğinden kaynaklandığından tartışma kaçınılmaz olarak
kullanılan terimlere bazı açıklıklar getirilmesiyle başlamıştır. Kitle iletişim araçları içerikleri ve örgütlenmiş
biçimleriyle çok çeşitlilikler gösterir ve toplum üzerinde etkili olabilecek geniş bir alandaki faaliyetleri kapsarlar.
Birey, grup, kurum ister bütün toplum ya da kültür düzeyinde olsun, etkilerin hangi düzeyde oluştuğu
konusunda açıklığa sahip olmak zorunluluğudur. Bunların her biri veya hepsi herhangi bir yolla kitle
iletişiminden etkilenebilir. Kitle iletişim araçlarının sadece bireysel siyasi görüşleri değil, yürütülüş ve başlıca
etkinliklerinin düzenlenme biçimlerini de etkilenmesinin olası olduğu siyaset alanı iyi bir örnek oluşturmaktadır.
İletişimin geniş, heterojen ve bilinmeyen izleyiciye doğru yöneltilen şeklidir. Genişliğin ölçüsü iletişimcinin /
göndericinin izleyicilerle yüz yüze bir şekilde ilişki kurma olanaksızlığıdır. Heterojen olması kesinlikle saptanmış
32
belli bir grup, elit gibi kamuya açık olmayanın ötesinde olmasıdır. Bilinmeyenin anlamı göndericiye izleyicilerin
genellikle yabancı, bilinmeyen kişiler olmasıdır.
Kitle iletişim araçlarının toplum yaşamındaki yeri ve önemi,Kitle iletişim araçları,toplum yaşamındaki yeri ve
önemi,Kitle iletişim araçlarının önemi,Kitle iletişim araçlarının toplumumuzdaki yeri ve önemi,itle iletişim
araçlarının toplumumuzdaki önemi
33
34
35
36
Sözlükte "iletişim" ne demek?
1. Duygu, düşünce ya da bilgilerin usa gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme,
komünikasyon.
2. Telefon, telgraf, televizyon, radyo gibi aygıtlarla yürütülen bilgi alışverişi, bildirişim, haberleşme,
komünikasyon.
3. İki ya da daha çok kişi arasında bir anlaşma, uzlaşma doğmasını sağlayan karşılıklı konuşma, diyalog
İletişimde kişinin konuşma biçimi, seçtiği sözcükler, ses tonu, beden duruşu, jest ve mimikler önemlidir. Empati
Kurma; dış dünyayı karşımızdaki insanın penceresinden,yani onun penceresinden görmeye çalışmak demektir.
Bir başka deyişle kendimizi onun yerine koymak demektir. İletişimde en önemli faktörlerden birisi de
dinlemektir.
Başlıca İletişim Yolları:
1- Sözlü İletişim: Karşılıklı konuşmaya dayalı iletişimdir.
2- Yazılı İletişim: yazı yoluyla sağlanan iletişimdir.
3- Hareketlerle İletişim: Jest, mimik ve çeşitli hareketlerle sağlanan iletişimdir.
Etkili İletişim Becerileri:
• Kendini tanımak
• Kendini açmak ve kendini doğru ifade etmek
• Karşımızdakini etkin ve ilgili dinlemek
• Empati kurabilmek (kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koyabilmek)
• Hoşgörülü ve önyargısız olmak
• Eleştirilere karşı açık olmak
• Beden dili, göz kontağı, hitap, ses düzeyi vb. kurabilmek.
İyi Bir Dinleyicinin Özellikleri:
• Dikkatini karşısındaki kişiye verir.
• Konuşmacıyı sözünü kesmeden dinler.
• Göz teması kurar.
• Son sözü söylemek için çabalamaz.
• Dinlerken vereceği cevabı düşünmez.
• Yargılamadan, suçlamadan dinler (önyargılı değildir).
• Duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışır.
• Dinlerken başka bir işle meşgul olmaz.
• Konuşmacının sözlerine olduğu kadar sözsüz mesajlarına da dikkat eder.
• Konuşmacının duygu ve düşüncelerine anladığını gösteren sözlü ifadelerde bulunur.
İletişimde Yapılan Hatalar
• Emir vermek - tehdit etmek
• Uyarmak - konuyu saptırmak
• İsim takmak - sınamak
• Öğüt vermek - eleştirmek
• Yargılamak - nutuk çekmek
• Suçlamak - alay etmek
37
Kitle iltişimi: İletişimin bazı teknikler kullanarak çok sayıda kişiyi etkileyecek biçime getirilmesine “kitle iletişimi”,
bunun için kullanılan araçlara da “kitle iletişim araçları” denir. Kitle iletişim araçlarının amacı, düşünce, fikir ve
haberleri çok kısa zamanda geniş kitlelere ulaşmaktadır.
Başlıca kitle iletişim araçları; gazete, dergi, radyo, televizyon, internet, mektup, telgraf, telsiz v.b.dir. İlkçağlarda
duman, posta güvercini, davul vs. dir.
Kamuoyu: Herhangi bir konuda halkın genel karar ve düşüncelerine kamuoyu denir. Kamuoyu oluşmasında kitle
iletişim araçları önemli bir yere sahiptir. Çünkü geniş kitlelere çok hızlı ulaşabilmektedir.
Kitle İletişim Araçlarının Faydaları
•Eşitlik ve özgürlük fikirlerinin yaygınlaşmasına
•İnsan haklarına saygılı olunmasına
•Yurt ve Dünya barışının korunmasına
•Demokrasinin gelişmesine
•İnsanların eğlenmelerine
•İnsanların eğitilmelerine katkısı olmuştur.
Beden dili nedir?
İnsanların birbirleri ile iletişim kurmasında sözlü ifadeden daha çok beden dilinin etkisi vardır. Karşınızdaki bir
insanın hislerini kurduğu cümlelerin yapısıyla olduğu kadar konuşurken kelimelere vurgu yaptığı ses tonu ve
beden dili ile de anlarsınız. Beden dili yalın bir tanımla, insanın vücudunu genel anlamda kullanarak kendini
ifade etmesi ve daha iyi anlaşılmasını sağlamak demektir.
Beden dili kişinin; el ve kol hareketlerini, yüzündeki tüm mimikleri, omuz ve boyun salınımlarını, ayak ve baş
hareketleri gibi birçok hareketi kapsar. Karşımızdaki insana düşüncelerimizi, hislerimizi ve anlatmak
istediklerimizi göstermek için kullandığımız tüm hareketler beden dili olarak adlandırılır. Bu nedenle her insanın
doğuştan gelen özelliklerine göre farklı bir beden dili vardır ve bu beden dilini kullanım şekli birbirinden
farklıdır.
Beden dili jest ve mimiklerin genel anlamda incelenmesi manasına geldiğinden, kişinin yaptığı tüm hareketler
beden dilinin bir yansıması olarak algılanabilir. İnsanların iletişim kurarken yüzlerindeki kas hareketlerinin
tamamı mimik, el ve kollarla yapılan diğer tüm vücut hareketleri de jest olarak olarak adlandırılır. Buna göre
mimik ve jestlerin biraraya gelerek bir bütün halinde kişinin iletişim kurmasını sağlamasına da beden dili
denmektedir.
Beden dili insanların büyüdüğü coğrafyaya ve sosyal çevresine göre değişmektedir. Birçok farklı etkenle
şekillenen beden dili, kişinin içerisinde büyüdüğü ve birlikte vakit geçirdiği insanların hareketlerine göre değişim
gösterir. Kadın ve erkek arasında genel olarak bir beden dili farklılığından söz edilemese de, kadınların yaptığı
bazı hareketlerin erkekler tarafından da yapılması çoğu durumda hoş karşılanmaz ve bu nedenden dolayı bazı
özel hareketler beden dilinde küçük farklılıklar oluşturabilir. Örneğin uzun saçlı bir kadının saçlarını parmağına
dolaması normal bir hareket olarak algılanırken, uzun saçlı bir erkeğin aynı hareketi yapması feminen bir
davranış olarak adlandırılabilir.
Tiyatro ya da sinema ile profesyonel olarak uğraşan insanların toplum önünde kullandığı beden dili birbirine
benzese de, farklı kültürlerde yaşayan insanların beden dili kullanımı farklıdır. Örneğin İtalyanların insan,
yemek, tablo, gösteriyi beğendiğini göstermek için kullandığı bir el hareketi, bizim toplumumuzda küfür olarak
algılanabilen beden dili hareketlerinden biri olabilir. Bu nedenle kültüren farklılıklar da beden dilinin gelişimi ve
algılanışını etkilemektedir.
38
BEDEN DİLİ
Beceri sahibi olmak önemlidir, dahi olmak ise olağanüstüdür. Ancak hepsinden daha değerli olanı doğru ilişki
kurmaktır.
Beden dili duygu ve düşüncelerimizin yansımasıdır. İnsanların yüz yüze kurdukları ilişkide, kelimeler %10, ses
tonu %30, beden dili %60 önem taşır. Bu yüzden de Sözel mesajlardan daha çok beden dilimizle iletişim kurarız.
Daima duygu ve düşüncelerimizi karşımızdakilere bir şekilde iletiriz. Fakat ne yazık ki her zaman iyi ve doğru
iletişim kuramayız. Tüm insanlık tarihinin iletişim başlangıcı olan beden dili, zaman içerisinde yabancı bir dile
dönüşmüştür. Kültürden kültüre biraz farklılıklar gösterse de dünya üzerinde en geçerli olan dil diyebiliriz beden
dili için.
Her insan jest denilen el, kol hareketleri; mimik denilen yüz hareketleri yapar ve bedenine türlü biçimler
verdirir. Ne var ki bir çok insan jest, mimik, ve beden hareketleriyle söylediklerinden çok farklı şeyler
istediklerini ya da hissettiklerini açığa vurur.
Bu işaretlerin ne ifade ettiğini bilen, ne karşısındakinin hareketlerine aldanır ne de sözlerine kanar. Bazen de iyi
ilişkiler kurmak isteyen bir insan, bunun için uygun sözleri bulamaz, sıkılır, tutulur. Bu durumda da bedensel
dışavurumların doğru yorumlanması yardıma koşacaktır.
Beden dilini öğrendiğimizde gerek kendi beden dilinizi daha rahat ve etkili kullanarak gerekse insanların
davranışlarını “Hey, sanki zihnimi okuyor gibisin!...” tepkisini vermelerini sağlayacak kadar kolay yorumlayarak
daha kolay ve etkili iletişim kuracaksınız.
-Beden Duruşu
-Jestler
-Mimikler
-Başın Kullanımı
-Oturmak İçin Seçilen Yer
-Giyim
-Bakım Ve Makyaj
-Göz Teması
-Ayakların Kullanımı
-Oturma Biçimi
-Mesafe Kullanımı
-Kullanılan Aksesuarlar
Beden dilinin unsurlarıdır.
Beden dili eğitiminin amacı, sözel olmayan işaret ve hareketlerin bilincine varılmasını sağlamak ve insanların bu
ortamı kullanarak nasıl iletişim kurduklarını göstermektir.
Etkili İletişim Kurma
39
Saygı duymak: Karşımızdaki kişilere saygı duymak onların varlığını kabul etmek, önemli ve değerli olduklarını
hissettirmek, olduğu gibi benimsemek anlamını taşır.
Doğal davranabilmek: Abartıdan uzak, olduğu gibi davranmaktır.
Empati: İletişimin belki de en önemli öğesidir. Bir anlamda dış dünyayı karşımızdaki kişinin penceresinden
görmeye çalışmaktır. Kurulan bu duygu ortaklığı, iletişimi güçlü kılar.
Etkin dinleme: İyi bir dinleyici, iletişim kurduğu kişinin yalnız söylediklerine değil yüzü, eli, kolu ve bedeniyle
yaptıklarına da dikkat eder. Çünkü yüz ifadeleri, el ve kol hareketleri, bedenin duruş tarzı, sesin tonu gibi sessiz
mesajlar kullanarak da iletişim kurulur. Etkin dinleme dinleyenin, anlatılanı yalnız duyduğunu değil, aynı
zamanda doğru olarak anladığını gösterir. Bu yüzden bu yöntem en sağlıklı iletişim yöntemi olarak kabul
edilmektedir.
İletişim sadece konuşmak değildir. İletişim aynı zamanda;
• Neyi, ne zaman, nerede, nasıl söyleyeceğini bilmek,
• Olayları basite indirgeyerek sunabilmek,
• Akıcı bir dille ve karşınızdaki kişiyle göz kontağı kurarak konuşabilmek,
• Dikkati yoğunlaştırabilmek ve karşınızdaki kişinin verilen mesajı anlayıp anlamadığını kontrol edebilmektir.
Etkili iletişimin temelinde bireyin kendisini tanıması, kendi değerlerinin ve tutumlarının farkında olması ve
kendine güveni yatar. İyi bir iletişimci ipuçlarını anında görür (jestler, mimikler, beden duruşu) ve onları gerçekçi
olarak değerlendirir. Etkili iletişim için etkin dinleme, tepki verme, olumlu yaklaşım ve beden dili kavramları
önem taşımaktadır.
Başarılı iletişimin en önemli koşullarından biri, kişiler arasında amaç birliğinin sağlanmasıdır. Amacı belli olan
mesaj yerine daha kolay ulaşır. İletişimde başarıyı etkileyen diğer önemli bir nokta da mesajın gideceği kişiyi
tanıyarak, onun kişilik yapısına uygun olan bilgi gönderme yöntemini seçmektir. Bu arada mesajın alıcı
tarafından anlaşılıp anlaşılmadığı kontrol edilmelidir. Çünkü mesaj iyi anlaşılmamışsa beklenen davranış yerine,
yanlış bir davranış gelişebilir ya da anlam kaybolabilir. Böylece verici ile alıcı arasında amaç birliği sağlanamamış
ve mesaj istenen anlamda gerçekleşmemiş olur.
Etkili İletişim Kurma
İnsanlar arasında bilgi, duygu, düşünce paylaşımı iletişimi oluşturur. Doğası gereği iletişim kurmak insanın temel
ihtiyaçları arasındadır. Aile, okul, iş, arkadaş, eş, kurumlar hatta devlet bile bireyin iletişim kurduğu birimlerdir.
Her birimle farklı iletişimler kurmak, bu iletişimleri dengede tutmak, anlaşılır, algılanabilir olmak; kişinin
bireysel, psikolojik, sosyal konumunu belirleyen gerekliliktir. Kurulan bütün iletişimler olumlu değildir. Birisiyle
yumruklaşmak, ağız dalaşına girmek de bir iletişim şeklidir. Olması gereken, her alanda her birimle sağlıklı
iletişim kurmayı başarmaktır. Sağlıklı iletişim kurmanın temel doğruları vardır.
1. Doğal olmak
2. Kabul etmek ve saygılı olmak
3. Empatik olmak
4. Tutarlı olmak
5. Güven verici olmak
6. Yargılayıcı olmamak
7. Ortak ihtiyaçlara yönelir olmak
8. Açık olmak
9. Uzlaşmacı olmak
40
10. Gerçeği doğru dille aktarmak
11. Kişileri değil problemi eleştirebilmek
12. İlgili ve farkındalıklı olmak
İletişim sözel ve sözsüz olmak üzere ikiye ayrılır. Sözlerle kurulan iletişimde kelimeler ve kullanış şekli
önemlidir. Aynı sözü birbirinden çok farklı kullanarak farklı sonuçlara gidilebilir. Sözsüz iletişimde, gözler, kılık
kıyafet, duruş, mimikler, dokunmalar, eller, oturuş şekilleri önemli ve mesaj vericidir.
Etkili iletişim kurmanın temel doğrularının yanında, özel iletişim durumları için farklı ve ayrıntılı kurallar
mevcuttur. Bir öğrencinin öğretmeniyle kurduğu iletişimle, işe girmek üzere görüşme yapanın kurduğu iletişim,
iş toplantılarında kurulan iletişim, aile arasında kurulan iletişim farklıdır.
Etkili iletişim, beden dili, kelimelerin dili, ses ve nefes kullanımı, kişilerin temsil sistemleri, sevgi dilleri, empati
kurma yöntemleri gibi konuların bilinmesi ve uygulanmasıyla daha başarılı, uyumlu, dengeli hale getirilebilir.
Etkili iletişim eğitimi, konuya özel ya da genel olarak alınabilir.
Nefes Akademisi
Nesrin Dabağlar
Kişisel Gelişim Eğitmeni – Araştırmacı Yazar
GÜZEL KONUŞMAYA HAZIRLIK
GÜZEL KONUŞMANIN ÖNEMİ
DOĞRU VE GÜZEL KONUŞMANIN TOPLUMA KAZANDIRDIKLARI




Barış ortamı sağlanır
Kültürel ve sosyal ilişkiler artar.
Toplumların diğer toplumlar arasındaki itibarı artar.
Ekonomik ilişkiler düzenli hale gelir.
DOĞRU VE GÜZEL KONUŞMANIN TOPLUMA KAZANDIRDIKLARI







İnsanlarla doğru iletişim kurabilmek;
Meslekte başarı kazanmak,
Toplumda saygı görmek,
Dinleyenleri ikna edebilmek,
Tercih edilmek,
Başarılı olmak,
İnsanların kalplarını kazanmak
KONUŞMADA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
KONUŞMA KUSURLARI





Ana dili iyi kullanamamak,
Yerel ağızla konuşmak,
Ses tonunu ayarlayamamak, kontrol edememek,
Sözcükleri doğru telaffuz edememek,
Konuşmayı gereksiz yere uzatmak,
41







Kendini övmek, yapmacık davranışlarda bulunmak,
Eleştiriye kapalı olmak,
Beden dilini, mimikleri doğru kullanamamak,
Argo ve kaba sözler kullanmak,
Heyecanını yenememek,
Sözcükleri tekrarlamak,
Eee…, ııı…, aaa… gibi sesler çıkarmak.
KONUŞMADA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
1.
2.
3.
4.
Canlı, inandırıcı, ilgi çekici, olma: Konuşmamızı baştan sona canlı bir havada dinlenebilmesi için
ifadelerimize, ses tonumuza ve özellikle hareketlerimize ayrı bir özen göstermeliyiz.
Konuşma süresinin kontrolü: Verilen süreye bağlı kalmamız dinleyicilere saygı gereğidir. Konuşmamızı
bu süreye uygun bir şekilde planlayıp sunmalıyız.
Vurgu, tonlama, telaffuz: Konuşmacı ile dinleyiciler arasındaki iletişimi sağlayan sesimizdir. Bu nedenle
telaffuz tonlama ve vurgumuza dikkat etmeliyiz.
Üslubu, sözcükleri amaca göre belirleme: Konuşmacılar ile dinleyiciler arasındaki dinleyiciye ve
konuşamaya yapılan ortama göre belirlemeliyiz.
KONUŞMANIN UNSURLARI
1.
2.
3.
4.
Bedensel davranış: Duruş, jest, mimik gibi görsel simgeler konuşmanın temek öğeleridir.
Ses: Ses ile kişilik arasında yakın bir ilişki vardır. Bir dilin sözcükleri anlam bakımından zengin olabilir.
Bu zenginlik, ancak ses ile sözün doğru birleşimiyle belirtilebilir.
Dil: İnsanlar arasında anlaşma arcı olan dil; duygu, düşünce ve istekleri ifade etmede kullanılır.
Konuşma sırasında duyguların, düşüncelerin tam ve doğru olarak iletilebilmesi için telaffuz ve üsluba
dikkat etmek gereklidir.
Düşünce (Zihinsel Etkinlik): Zihinsel etkinlik konuşmanın görsel ve işitsel ögelerle ifade edilmesinden
önceki süreçtir.
Konuşmacı işe önce zihinsel oluşumlarla başlar, sonra bu oluşumları dilin kalıplarına aktarır, bu kalıpları
seslendirir, en sonunda da jestlerle, ses ve söz halinde sunar.
DİKSİYONUN ÖNEMİ
DİKSİYONUN KURALLARI







Hece ve sözcük vurgusuna dikkat etmek,
Sesleri doğru boğumlamak,
Jest, mimiklere dikkat etmek,
Yerinde ve doğru tonlama yapmak,
Sözcüklerin anlam değerlerine göre sesi kullanmak,
Uzun ve kısa heceleri doğru söylemek,
İşitilebilir bir sesle konuşmak.
KONUŞMA VE YAZI DİLİ ARASINDAKİ FARKLAR





Yazı dili yazım kurallarına, konuşma dili söyleyiş kolaylığına önem verir.
Konuşma dilinde cümleler genellikle kısadır, yazı dilinde uzun cümleler vardır.
Yazı dilinde cümleler kurallıdır. Yüklem sonda bulunur. Konuşma dilinde ise devrik ve eksiltili cümleler
çoğunluktadır.
Bir ülkenin çeşitli konuşma dilleri ve ağızları bulunmasına karşılık yazı dili tektir. O ülkede yaşayan
insanlar okuyup yazarken bu ortak dili kullanır.
Yazı dilindeki alfabe sistemi bütün sesleri göstermeye yetmez. Bu yüzden konuşma dilinde bazı seslerin
42

farklı seslendirildiği görülür.
Yazı dilinde anlamı kolayca ifade etmeye yarayan noktalama ve imla kurallarının yerini konuşma dilinde
vurgu, tonlama, duraklama gibi özellikler alır. Bu özellikleri kazandıran diksiyon sanatıdır.
TÜRKÇEYİ DOĞRU, GÜZEL VE ETKİLİ KULLANMAK
Türkçede yaygın olarak yapılan hataların ve Türkçeleri dururken yabancı dillerden sözcükler kullanmanın başlıca
sebepleri şunlardır:






Kendi benliğini tanımamak, benliğinden uzaklaşmak,
Alışkanlığı bırakamamak,
Aşağılık duygusu,
Bilgili görünme isteği ve özenti,
Yabancı sözcüklerin Türkçe karşılığını bilmemek ve aramamak,
Türkçelerini beğenmemek.
Türkçenin Doğru Kullanımına Yönelik Öneriler:
1.
2.
3.
Türkçenin, özellikle magazin basınının başını çektiği kültür ve dil kirliliğinden kurtarılması ve dilin
kurallarına uygun olarak kullanılması amacıyla, toplumu bilinçlendirmek, gerekli yerleri bilgilendirip
uyarmak.
Sözlü ve yazılı anlatımda, Türkçe karşılıkları bulunan yabancı sözcüklere yer vermemek (bazı terimler ve
mecburi haller dışında)
Özellikle günlük konuşmalarda Türkçenin kendine özgü cümle yapısın korumak için cümle yapısıyla ilgili
hatalı kullanımları ve Türkçe dil bilgisi kuralları ile ilgili hataları düzeltmek konusunda bilinçli olmak.
NEFES VE SES EĞİTİMİ
DOĞRU NEFES ALMANIN ÖNEMİ
Nefes alma çalışmaları önemli bir bölümünü oluşturur. Günlük konuşmalardan dramatik çalışmalara kadar her
alanda kusursuz bir diksiyon için, nefes, gerekli bir biçimde kullanılmalıdır. Doğru nefes almak bazı hastalıkların
oluşmasını da engellemektedir.
En doğru nefes alma şekli bebek gibi nefes almadır. Bebeklerin nefes almalarına dikkat ettiğimizde karınlarının
nefesle yükselip alçaldığını görürüz. Bu, derin ve yavaş nefes almalarının sonucudur. Zamanla, insanın nefes
alma alışkanlığı yürüme sporuyla sağlanabilir. Çünkü yürüme sırasında yanlış nefes almak zordur.
YANLIŞ – YETERSİZ NEFES ALMAK
Ses tellerini titreşime geçiren, sesin tınlamasını gerçekleştiren nefestir, bu nedenle nefes doğru, düzenli
kullanılmalıdır. Doğru nefes almak için şu hususlara dikkat edilmelidir:
1.
2.
Gereğinden fazla nefes almamalıdır (Mekanizma rahatsızlanır, göğüs sıkışır ses zorlanır…).
Gereğinden az nefes almak da yanlıştır ( Kişi nefessiz kalır, başladığı cümleyi bitiremez, sesin kuvveti
düşer.)
Nefes, ses üretim merkezini harekete geçiren bir güçtür. Üretim merkezi gırtlaktır, doğru alınmayan ve doğru
kullanılmayan nefes, merkezi zorlar, yıpratır, üretimin (sesin) kalitesi düşer.
NEFESLE BEYİN VE VÜCUT FONKSİYONLARININ İLİŞKİSİ
Sağlığımız, kan dolaşımı sistemiyle doğrudan ilişkilidir. Kan dolaşımı sistemi nefesle beslenir ve temizlenir. Kan,
yeterli oksijenden mahrum kaldığında bedenimizdeki toksinler temizlenmez. Üstelik kaslar, oksijensiz kalır.
43
Kanın yeterli oksijen taşıması ve zehirli maddeleri dışarı atması için kullanılan lenf sistemi bu durumda yavaşlar
vücut hantallaşır. Kontrolü güçleşir. Zaman içinde depresif durumlar oluşur.
Beyin hücreleri çalışmak için saf glikoz ve oksijen kullanır. Beyne giden kanda oksijen miktarı azaldığında beyin,
glikoz ihtiyaç duyduğu yeterli oksijen ulaşmazsa bu süreç işlemez. Bilgi işlemez., hafızaya kaydolmaz veya yavaş
kaydolur. Geç algılama, geç fark etme, çabucak unutma gibi durumlar ortaya çıkar.
DOĞRU NEFES ALMA TEKNİKLERİ
Doğru nefes alma çalışmaları beş aşamada gerçekleşir.
1.
2.
3.
4.
5.
Diyaframı kullanabilmek.
Nefesi diyaframda tutmak
Nefesi tasarruflu kullanmak
Nefes alıştırmaları
Dinleme-rahatlama alıştırmaları
SES İLE İLGİLİ ÖZELLİKLER
Ses Rengi, Ses Aralığı
İnsanı diğer birçok canlıdan ayıran en önemli özellik, sesi ve bu sesle yaptığı iletişimdir. Her insanın doğuştan
sahip olduğu bir ses frekansı (aralığı) vardır. Bunun içerisinde kullanımı ve sesin karakteristiğini belirleyen
renkler bulunmaktadır. Ses aralığı eğitimle genişletilebilir.
Ses eğitimi alındıkça sesin rengi belli olur. Sesin bir oturma, şekillenme süresi vardır. Bu süre sonunda sesin
rengi netleşir. Her insansın bir konuşma bir de şarkı söyleme şekli vardır. Her şarkı söyleyen ve konuşmacı ses
aralığını iyi tanımalı, sesinin rengini bilmelidir.
Güzel etkili konuşma ses çıkışı ile nefesin kullanımı arasında başarılı bir uyumla gerçekleşir. Düzgün bir sesin
temel özelliklerinden biri de işitilebilirliği (yüksekliği) dir.
Sesin İşitilebilirliği (Yüksekliği)
Bir konuşmacının sesini karşısındakine duyurabilmesi, iyi bir konuşmanın başlangıcını oluşturur. Konuşmacının
sesi işitilmezse konuşmacı ve dinleyici arasında iletişim gerçekleşmez. Alçak veya çok yüksek sesle konuşmak,
dinleyiciyi tedirgin eder. Konuşma ortamına göre sesi ayarlamak önemlidir.
Uygun ses, dinleyici kitlesini tamamen kuşatabilen sestir. Konuşmacı aşağıdaki soruları dikkate alarak ses
yüksekliğini ayarlamalıdır.
1.
2.
3.
4.
Kaç kişilik bir gruba konuşuluyor?
Salon ne kadar geniş?
Ortamda gürültü yapan var mı?
Ses, gürültü gibi çıkıyor, rahat duyuluyor mu?
SES SAĞLIĞI
SES SAĞLIĞINI KORUMAK İÇİN UYULMASI GEREKEN KURALLAR
1.
2.
3.
4.
Boğazınızı kazır tarzda temizlemeyiniz, öksürmeyiniz ve bağırmayınız.
Konuşurken sizin için doğal olan ses perdesini kullanınız.
Sesinizi kullanırken nefesinizi ayarlamayı öğreniniz.
Uzun süreli konuşmayınız.
44
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
Gürültülü ortamlarda konuşmayınız.
Sigara ve alkol kullanmayınız.
Bol sıvı alınız.
Bulunduğunuz mekânları nemlendiriniz.
Toplum önünde konuşmadan önce sesinizi ısındırınız.
Yeme içme kalitesini ve düzenini sağlayınız.
Aşırı sıcak ve soğuk yiyecek ve içeceklerden uzak durunuz.
SES SAĞLIĞI
Ses çıkartmamızı sağlayan organlar; akciğerler, gırtlak ve daha yukarıdaki ağız, burun ve yutak boşluklarıdır.
Sistemlerin mekanik işlevini ve sistemler arasındaki uyumu etkileyen herhangi bir problem, seste bozulmaya
sebep olmaktadır. Sesin gerçek kaynağı olan ses telleri üzerindeki problemler, titreşimi engellemekte ve ses
kaynağında değişime yol açmaktadır.
SES KISIKLIĞI VE SEBEPLERİ
Ses kısıklığı, sesin hırıltılı, çatallı, gergin olması, şiddetinin ve inceliğini değişmesi şeklinde tanımlanabilir. Ses
kısıklığı, soğuk algınlığı ve diğer üst solunum yolları enfeksiyonu sırasında ya da aşırı bağırmaktan kaynaklanan
ses zorlamalarında ortaya çıkar.
Ses değişikliklerinin sebebi gırtlakta yerleşmiş olan ses tellerindeki sorunlardır. Ses telleri nefes alma sırasında
açılır, konuşma sırasında kapanır. Ses telleri kadar ne sıkı kapanırsa ve ne kadar inceyse o kadar hızlı titreşir ve
ses de o kadar ince olur.
Sigara içilmesi, ses kısıklığının bir diğer sebebidir. Ses kısıklığının daha nadir sebepleri arasında alerji, guatr, sinir
sistemi hastalıkları sayılabilir. Kuru, soğuk ortamlar, yetersiz sıvı alımı ve asit içeriği yüksek veya midede asit
salgısını artıran gıdalar (kahve, çay şekerli-sütlü yiyecekler, nikotin, narenciye türlü meyveler, alkol, aşırı
baharat) aşırı yemek yeme ve tok yatma alışkanlıkları ses orunlarına zemin hazırlamaktadır. Bu özellikleri
taşımayan durumlar genel olarak ses hastalığı ya da ses kısıklığı olarak adlandırılmaktadır.
SES ORGANLARININ EĞİTİMİ
Ses organlarının eğitimi, diksiyon alt yapısını oluşturur. Gırtlağın ürettiği ses tınlarken konuşma oranları devreye
girer ve sese son şeklini verir. Böylece konuşma olayı gerçekleşir. En muhteşem enstrüman olan sesin, ince
ayarlarla rengi bulunup kalitesi ortaya çıkarılmaktadır. Bunu için yapılması gerekenler şunlardır:
1.
2.
3.
Sesi Isıtmak: ısınan kas daha esnek, kıvrak, güçlü ve dayanıklı olur. Ses alıştırmaları kası çalıştırır, ısıtır
ve ses organları kolay yorulmaz.
Sese Teknik Kazandırmak: Gırtlağa enstrüman özelliği kazandırmak için ses alıştırmaları doğru
uygulanarak en kolayından en zoruna kadar sürekli yapılmalıdır.
Boğumlama Uygulamaları: Kişi hangi dilde konuşursa konuşsun ünlüleri ve ünsüzleri doğru
boğumlamasını öğrenmelidir.
Sese beğenilen bir özellik kazandırmak için ses organlarını iyi tanımak ve onları iyi kullanabilmek önemlidir.
Başta dil olmak üzere dudaklar, dişler, çene ve ağız boşluğu konuşmacının sağlıklı bir konuşmayla denetim altına
alabileceği ses organlarıdır.
İFADENİN KUVVETLENDİRİLMESİ
VURGU VE TONLAMA
1.
2.
Düz, yükselen, alçalan, yükselip alçalarak dalgalanan, alçalıp yükselerek dalgalanan ses ve konuşma
biçimlerine uygun yerlerde kullanılması önemlidir.
Bir şiir, bir yazı bir söz ne denli duygulu ve dokunaklı olursa olsun okuyan kişi sesine o duyguyu, o
45
3.
4.
5.
coşkuyu katamıyorsa kendisi de dinleyenler de tat almaz. Sese sevinç, beğeni, sevgi gibi duygular
katılmasıyla okuma ve konuşmalara canlılık kazandırılabilir. Bu canlılığı vurgu ve tonlama sağlar.
Konuşurken yapılacak yanlış vurgu ve tonlama anlam karışıklığına yol açar, konulmadan beklenilen
sonuca ulaşılamaz, yanlış anlamaları ancak doğru bir tonlama önler.
Eş sesli sözcüklerin anlamı vurguyla belirginleşir. (Denizli’nin denizli bir şehir olmadığını biliyor
musunuz?)
Doğru tonlamayı yapabilmek için hakim olan duyguyu bilmek şarttır. (Artık sus!-Emir; Artık sus!Yalvarma)
Sözcüklerdeki bazı hecelerin diğerlerine göre daha baskılı ve şiddetli söylenmesine vurgu denir. Türkçede vurgu
genellikle son hecededir. Vurgu; Söze duygu ve ahenk katmakla konuşmayı tekdüzelikten kurtarır, söze doğru
değeri kazandırır, anlatılanın kavranmasını kolaylaştırır. Sesi söyleyişi canlandırır.
VURGU VE ÇEŞİTLERİ
A. Sözcük Vurgusu:
1. Tek heceli sözcükler vurgusuzdur (“ En, pek, çok” gibi zarflar hariç).
2. Çok heceli sözcüklerde vurgu genellikle son hecededir. Yer adlarında durum değişebilir.
a. İki heceli yer adlarında vurgu baştadır (İzmir, Konya, Samsun …)
b. Çok heceli yer adlarında başa doğru sürülür; güçlü hecede yerleşir (Ardahan, Çankırı, Tunceli…).
c. Birinci hece bir iki sesli; İkinci hece üç-dört sesli ise ikinci hece vurguyu üzerine çeker (Antalya, Denizli…).
3. Birkaç zarf, bağlaç ve ünlemde vurgu baştadır (Şimdi, haydi, ancak…)
Not: Cins adları özel yer adları olarak kullanılınca vurgu başa doğru kayar. “Kartal büyük bir kuştur. Kartal’dan
gelen tren.”
4. Ekler genel olarak sözcük sonundaki vurguyu üzerlerine çeker (Çiçek, çiçekler, çiçeklerimiz, çiçekli).
5. Yalnız şular vurguyu üzerine çekmez. Vurgu kendinden önceki hecede kalır.
a. Olumsuzluk eki: -me, -ma (Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.)
b. Soru eki: mi (Geldin mi?)
c. -ce eki: küçültme anlamında vurguyu üzerine çeker. (bolca, güzelce…) Küçültmeden başka anlam ifade eden –
ce eki vurguyu üzerine çekmez (kardeşçe, bence…).
ç. “ile, ise, idi, imiş, iken” sözcükleri ek haline gelince vurguyu üzerine çekmez. Tebeşirle, kardeşiyle, çalışkandı.
d. Ek-fiilin geniş zaman tipinin –im, -sin, -iz, -siniz, -dir ekleri vurguyu üzerine çekmez. (Çocuksun, kardeşiz…)
Not: Ek-fiil olmayan –im vurguyu üzerine çeker. *(Ben) öğretmenim, (benim) öğretmenim+
e. ki ve de bağlacı vurguyu üzerine çekmez. Ayşe de geldi, bilirsiniz ki…
46
B. Cümle Vurgusu: Cümlede en anlamlı sözcük vurgu ile belirlenir. Bazı sözcüklerin söyleyiş ve cümledeki görevi
bakımından baskılı söylenmesine cümle vurgusu denir.
1. Sonda bulunmayan yüklemler özel olarak vurgulanır.
2. Cümlede yükleme yakın olan sözcükler daha vurgulu söylenir. Bu nedenle cümlede vurgulanmak istenen öğe
yükleme yaklaştırılır. Sözcüklerin sırlarını değiştirmeden de belirtme vurgusu ile cümleye farkı bir anlam
kazandırılır.
3. Cümle başında virgülle ayrılan özneler de vurguyu kendi üzerine çeker.
C. Şiddet (Berkitme) Vurgusu: Söze daha çok kuvvet vermek, dikkati canlandırmak için kimi sözcüklerin şiddetli
söylenmesidir. (İnsafsız benden beş kuruşu esirgedi.).
Şiddet vurgusunun en belirgin olduğu yerler beğenme, gücenme, kızma gibi yerlerdir. Şiddet vurgusu hitaplarda
görülebilir. Pekiştirme sıfatları, niteleme sıfatları, asıl sayılar bu vurguya elverişlidir.
D. Dize Vurgusu: Şiirlerde, dizelerde görülen sözcük vurgusuna “dize vurgusu” denir. Dize vurgusuyla şiirdeki
anlam belirginleşiri söyleyiş güzelliği ve inceliği artar.
TONLAMA
Tonlama ses titreşimlerinin yükselip alçalmasıdır. Konuşmaya hâkim olan ana nokta, çeşitli ses değişiklikleridir.
Heyecan, korku, telaş, öfke gibi durumlarda konuşma hızı artar; sevgi, üzüntü, saygı gibi durumlarda hız azalır.
Konuşma anındaki hız; duygulara, kişiliğe, yere ve dinleyicinin niteliğine göre değişimler gösterir. Seslerin
çeşitliliği, perdelenmedeki farklılıklar konuşmada ezgiyi sağlayan ve besleyen kaynaktır. Yanlış tonlama, yanlış
vurgulamaya dayanır. Her ikisi birden cümlenin doğal ezgisini bozar. Anlam aktarımını engeller, anlatım
inceliklerinin ve etkileme gücünü düşürür. Konuşmadan beklenilen sonuç elde edilemez.
DURAKLAMA VE ULAMA
1.
2.
3.
Bir cümle –hele uzunsa- baştan sona ayrı tonda, aynı ritimde okunamaz. Ayrıca sözcükleri okurken
onlara canlılık kazandırmak, renk vermek de noktalamaya dikkat etmekle sağlanır. Soluk alma yerleri,
duraklar, vurgular ve noktalama işaretleri cümlede bir çeşit bağlantı araçlarıdır. Onlarsız doğru ve iyi
bir anlatım düşünülemez.
Konuşmayı bozan ve çirkinleştiren sebeplerden biri cümlelerin akıcı olmayışıdır. Türkçenin konuşma
dilindeki önemli kurallarından biri olan ulamayı bilmemek konuşmayı, okumayı olumsuz etkiler.
Ulama bir sözcüğün sonundaki ünsüz harfin bir sonraki sözcüğün başında bulunan ünlü harfe bağlanıp
birlikte söylenmesidir. Ulama söz akışına pürüzsüzlük ve tatlılık verir. Uygun ulama ile yapılan
konuşmalar ve seslendirmelerde ses bir nehrin akışı gibi sakin ve düzenlidir.
Ulamanın Yapıldığı Yerler:
1. Sessiz harfle biten bir sözcüğün son harfi, sesli harfle başlayan yanındaki sözcüğün ilk harfiyle birleşir.
Kitap (Kitap aldı.)
Kita baldı.
2. Asıllarında sonu “b, c, d, g” ile biten sözcükler eksiz kullandıklarında “p, ç, t, k” ile söylenir. Yazı dilinde
sonlarına ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında yumuşak konumlarına döner. Yazı dilinde sert olan harf ulamayla
yumuşar.
47
Yemekhane-yemekane Erik hoşafı-erikoşafı
3. Türkçede sözcük sonundaki “k” ünsüzü, “h” ünsüzü ile başlayan bir sözcük ile yan yana geldiğinde “h” ünsüzü
düşer, iki sözcük birbirine bağlanır.
Koşuştururken okulu unuttu (Konuşma ve yazı dilinde aynıdır.)
4. Eğer sözcükler arasında durak olursa kurala uygun olsa da ulama yapılmaz.
Ne için-niçin; Ne asıl-nasıl
5. Bazı durumlarda iki ayrı sözcüğün tek heceli olan ilk sözcüğünde bulunan ünlü düşer ve iki sözcük birleşir.
DURAKLAMA
Bir konuşmanın sıkıcı ve anlaşılmaz olmaktan kurtulması için söz söylemenin doğallığı içerisinde bazı yerlerde
nefes alınır. Buna duraklama denir. Özellikle konuşmanın ana fikirleri üzerinde duraklama yapılmalı, bir
konuşmanın başarılı olabilmesi için nerelerde, ne kadar duraklama yapılması gerektiği bilinmelidir.
Bir konuşmacının duraklama yapacağı yerler şunlardır:
1.
2.
3.
4.
5.
Konuşmaya noktalama işaretleri getirebilmek için: Noktalama işaretleri bulunmayan bir yazı
okuyucuyu şaşırtır, sinirlendirir, sıkıntıya düşürür, duraklamasız bir konuşma da aynı tepkiyi doğurur.
Nefes alıp verişleri kontrol etmek için: Konuşmacı ve dinleyiciyi rahatlatır.
Dinleyicilerin sessizliğini sağlamak için: Konuşmaya başlamadan önce dinleyicinin ilgisini çekmek için
çalışılır.
Ana noktaları vurgulamak için: Konuşmanın belirli bölümlerinde yapılan duraklama dinleyicinin
özellikle anlaması gereken noktaları ifade eder.
Konuşmanın sona erdirildiğini hissettirmek için: Konuşmanın sonuna gelmeden önce bir adım öne,
kürsü arkasında ise kürsü önüne geçmek dinleyicinin dikkatini konuşmacı üzerine çekecek bitiş
cümlelerinin belirli yerlerinde duraklama konuşmanın daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Duraklamalar düşünce ve duyguları en derin anlamlarıyla anlatmaya yarar. Bunun için büyük hatipler
konuşmalarına güç katmak için duraklamaya özen gösterir.
Doğru Duraklama İçin Öneriler
Yavaş yavaş okuyun. Okumak için epeyce zaman ayırınız. Noktalamaların işaret ettikleri yerlerde duraklayın, her
virgüle dikkat ediniz. Büyük harfle başlayan her yerde duraklayın. Okuduklarınızı iyi anlayamadığınız zaman da
duraklayınız
Hayır diyebilmek neden önemli?
Hepimiz biliriz ki onaylanmak ve beğenilmek insanların en önemli ihtiyaçlarından biridir. Zaman zaman sırf bu
ihtiyacını karşılayabilmek için insanlar , kendi isteklerini bir kenara atarak diğer insanların istek ve beklentilerini
karşılamak adına onlara EVET; kendi istek ve beklentilerini ise erteleyerek HAYIR derler?Fakat burada diğer
insanlara söylediğimiz hayır ve evetlerin dengesini çok iyi kurabilmek önemlidir?Çünkü ruh sağlığı
tanımlamalarına baktığımızda tanımlardan biri de : kendinin ve toplumun beklentilerine dengeli uyum
göstermektir.Yani ne biri ne de diğeri çok ağır basmayacak şekilde uygun dengeyi kurabilmek ruh sağlığının kısa
fakat belirgin tanımlamalarından biri olarak kabul edilmektedir?
48
Peki evet ve hayırları dengeli kullanmak ne anlama gelir? Ve neden bazı insanlar evetleri fazla kullanır da hayır
demekte zorlanır? Neden bazı insanlar hayır demek isterken ağızlarından evet cevabı çıkar da sonradan bundan
rahatsızlık duydukları halde yine de diğer insanların beklentilerini kendi beklenti ve isteklerinden önde tutma
ihtiyacı hissederler? Ve en önemlisi hayır diyebilmek neden bu kadar önemlidir?
Aslında evetçi yaklaşım bizi başkalarıyla işbirliği ve dayanışma yapmaya yönelten bir yaklaşımdır. Zannederiz ki
diğer insanların beklentilerine hep evet dersek onlarla daha yakın, daha samimi ilişkiler kurabiliriz; en önemlisi
de onlar tarafından onaylanıp beğenileceğimizi yani kabul edileceğimizi düşünürüz..Özellikle çocuklarda ve
ergenlerde bu yaklaşım daha güçlüdür..ve bazı yetişkinlerde de?Fakat, evetlerin dengesini kaçırmaya
başladığımızda bu beklentimizin boş olduğunu ve imajımızın beklediğimiz gibi olmadığını görmeye başlarız.
Evetlerin dengesi kaçmaya başladığında ne olur? Diğer insanların tüm isteklerine evet dediğimizde bir yandan
kendimize saygımız azalmaya başlar?Sanki kendi ihtiyaçlarımıza , ilkelerimize sırtımızı dönmüş gibi hissetmeye
başlarız kendimizi?Onaylanmayı beklerken dikkate alınmamaya başlarız önceleri..Saygı beklerken insanlardan
bakarız ki buyrukları yerine getirmeye başlamış buluruz kendimizi?Başkalarını gücendirmeyelim derken kendi
kendimizi gücendirmeye başlarız..Doğru bildiğimiz şeylere bile bazen tutunamaz,..kendi ilkelerimizden
uzaklaşmaya başladığımızı fark ederiz ?.
Peki nasıl olmalı?? Ne zaman HAYIR..ne zaman EVET denmeli?bunun ölçüsü ne olmalı? Eğer son zamanlarda bu
evetler bizden yana ağır basmaya başladıysa, son dönemlerde hep kendi ihtiyaç ve beklentilerimizi daha çok ön
planda tutmuş ve diğer insanlara HAYIR demişsek?artık evet demenin zamanı gelmiştir o zaman?Ya da bu
evetler karşımızdakinden yana ağır basmış ve son zamanlarda hep başka insanların istek , beklenti ve
ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmuş ve kendi ihtiyaç ve beklentilerimizi geri itmişsek, dolayısıyla kendimizi
ihmal etmişsek? o zaman durup karşımızdakine HAYIR demenin zamanı gelmiştir artık?.Zaten böyle bir
durumda hayır demek bencillik değil akıllılıktır bana göre?Hayatın her boyutunda bize gerekli olan denge
unsuru burada da karşımıza çıkıyor böylece…
Her toplumun, toplumun en temel birimi olan her ailenin ve dolayısıyla her insanın bir değerler sistemi ve bir
yaşam felsefesi vardır. Anne babaların çocukları yetiştirme sürecinde yaptıkları da aslında bu değerler
sisteminin aktarımıdır. İyi anne baba olmanın sırrı her zaman çocuğunun tüm istek ve beklentilerine evet demek
değildir. Çocuklara yerinde ve zamanında evet ve hayır diyebilmişsek eğer ve bundan daha da önemlisi onlara
hayır demeyi öğretebilmişsek aslında onları pek çok tehlikelerden de korumuş oluruz…Hayır diyebilmek neden
önemlidir? Sorusunu sormuştuk…Hayır diyebilmek insanın kendisi ve çevresinin beklentilerini dengeleyebilmek
adına yaşamının her aşamasında önemli ve gerekli bir davranış kalıbı olmakla birlikte özellikle ergenlik
döneminde akran grubu etkisinin en yoğun,
yaşandığı ve kötü alışkanlıkların en fazla başladığı yaşlarda onların kendilerine sunulan bir sigaraya,alkole ya da
bağımlılık yaratan diğer maddelere sırtını dönebilmesini sağlayabilecek en önemli,en etkin koruyucu önlemdir
aslında…Yapılan araştırmalar bu tür bağımlılık yaratan maddelere başlama yaşının özellikle bu dönemde
yoğunluk gösterdiğini kanıtlıyor. Dolayısıyla yerinde ve zamanında hayır diyebilen çocuk ve gençlerin
alkol,madde bağımlılığı ,cinsel istismar gibi hem bedensel hem de psikolojik açıdan kendisine zarar verecek
etkenlere karşı çok daha güçlü ve donanımlı olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Peki hayır demenin daha doğrusu karşımızdakini incitmeden hayır diyebilmenin bir yöntemi olabilir mi?
Genelde önerilen yöntem;
1-Sizden istenenin kendi cümlelerinizle tekrar ifade edilmesi,
2-Ardından , neden kabul etmediğinizle birlikte gerekçenizin belirtilmesi,
3-Ve son olarak hayır cevabınızın sizden birşeyler isteyen tarafından kabul edilebilmesini kolaylaştıracak ifadeler
kullanılmasıdır.
49
Yani; Bu sigarayı içmemi mi istiyorsun? Hayır ,istemiyorum.çünkü bana zarar verebileciğini düşünüyorum ve
canım da istemiyor zaten..Belki sonra…pek zannetmiyorum ama…gibi….böyle bir durumda ve mümkün
olduğunca karşısındakini incitmeden hayır diyebilmek,tabii ki karşımızdaki insanda negatif bir tepki
yaratacaktır.Bunu başarabilenler bu negatif tepkiyle de başa çıkabileceklerdir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz…Gerektiğinde HAYIR diyebilmek çocuklara belki okullarda öğretilegelen pek
çok bilgiden daha önemli ve gereklidir. Sürekli olarak başkalarının istek ve beklentilerine evet diyen insanlar
kendi kişiliklerini yeterince geliştirememiş, özgüveni zayıf,kendisiyle barışık olmayan, bağımlı ve en önemlisi de
mutsuz insanlardır. Her zaman kendi ihtiyaç,istek ve beklentilerimizle diğer insanlarınkini dengeleyerek
kuracağımız ilişkiler daha sağlıklı zeminlere oturacaktır. Hayır diyebilmeyi bilen çocuk ve ergen ,önüne
çıkabilecek pek çok yaşamsal tehdit karşısında çok daha güçlü ve donanımlı olacak, kendisini pek çok tehlikeden
koruyabilecektir. Ve en önemlisi her hayır, başka bir şeye evet demektir.
HAYIR DİYEBİLMEK, HAYATIMIZIN KONTROLÜNÜN BİZİM ELİMİZDE OLMASI DEMEKTİR….
Zeynep UĞURLU
Eğitim Uzmanı ve Rehber Öğretmen
Empati nedir?
Empati veya eşduyum, bir başkasının duyguları, içinde bulunduğu durum ya da davranışlarındaki motivasyonu
anlamak ve içselleştirmek demektir. Kendi duygularını başka nesnelere yansıtmak anlamında da kullanılır.
Empatinin zıt anlamlısı antipatidir
Bebekler üzerinde yapılan incelemelere göre, doğuştan empati yeteneğimiz yüksek olmakla birlikte, uygun
şartlarda hızla kaybedilebilen bir yetenektir. Empati yeteneğini sonradan kazanabilmenin yolu: açık uçlu sorular
sormak, yavaş hareket etmek ve yorumda bulunmak, hızlı yargılara varmaktan kaçınmak, kendi davranış ve
düşüncelerimizi anlamaya çalışmak, geçmişten ders almak, olayları akışına bırakmak ve kendimiz ve
karşımızdakilerin davranışları için belli sınırlar oluşturmaktır.
Olumlu amaçlar için kullanıldığında işbirliği, üretkenlik, refah ve mutluluğu arttıran bu yetenek, kötü amaçlar
için kullanıldığında manipülasyonculuk şeklini alır.
Empati, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak
anlamasıdır. Empati sayesinde insan ilişkileri gelişir. İnsanlar arasındaki kavgalar azalır ve zamanla yok olur. Aile
içi empati ise aile bireylerinin karşısındaki insanı kendi yerine koymasıdır. Bu sayede bireyler karşındakinin ne
tepki vereceğini bilir ve ona göre davranır.
Empatinin tam olarak gerçekleşmesinin üç kuralı vardır;
1- Bir insanın kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakmak.
2- Karşıdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve hissetmek.
3- O kişiyi anladığını ona ifade etmek.
Parapsikolojide empati nedir?
Empati, birbirlerine manevi bakımdan sıkıca bağlı iki canlı arasında, duygu ve ruhsal hallerin aktarılması
fenomenine ve bu psişik irtibata Parapsikoloji’de verilen addır. Kimilerince telepatik bir irtibat biçimi
sayılmaktaysa da, telepatiden farkı, tanımından da anlaşılacağı gibi, empatide düşünce ve imaj aktarımının
olmamasıdır.
Sözlükte "empati" ne demek?
50
Sosyal benle ilgili bilgi, bireyin kendini başkalarının yerine koyabilme yetisi
Görgü ve Nezaket Kuralları
Nezaket, kendinizi ne kadar çok, diğerlerini ne kadar az düşündüğünüzü karşınızdakine belli etmemektir.
Görgü kuralları çeşitli durumlarda uyulması gereken ayrıntılı formalitelerdir. Bu kurallar toplumsal kesimleri ve
grupları birbirinden ayırma ve yaşamı kolaylaştırma, ilişkileri düzenleme işlevine sahiptir.
Yasal hiçbir yaptırımı olmayan görgü kuralları çiğnendiği zaman, uyumsuz sayılan bireyler toplum tarafından
dışlanır.
Genel görgü kurallarına uyma zorunluluğu yoktur. Yani hukuken suç sayılmaz. Genelgeçer ahlak beni
ilgilendirmez diyebilir, Nietzsche’ye hayranlık duyabilir ve güçlü olan haklıdır düsturuna bayılıyor olabilirsiniz.
Ancak, toplum genel görgü kurallarına uymayanlara; cahil, bencil, kaba, saygısız ve saire sıfatlarla tanımlar ve
kınar.
Görgü kurallarına uymak diğer insanlara saygı göstermektir ve onların duygularına önem verdiğiniz mesajını
göndermek demektir.Toplum hayatının düzenlenmesinde etkili olan genel görgü kurallarına uyan kişileri;
terbiyeli, saygılı, nazik ve saire şeklinde nitelemek mümkündür.
Bu kurallar toplumdaki uygarlık düzeyinin de göstergesi olabilir. İnsanın bencil, kaba düşüncelerden sıyrılarak,
başkalarına karşı davranışlarını bir düzene koyması , onun duyarlı ve nazik olmasını sağlar. Bu da insanların
birbirleriyle olan ilişkilerini sağlıklı ve tutarlı olmasına neden olur.
Görgü kuralları, bir toplumun ayrı ayrı bölgelerinde farklı olduğu gibi değişik uluslarda da farklılıklar gösterir.
Dış görünümle güç elde edebilebilir, ancak bu yeterli değildir. Dış görünümün mutlaka, iş dünyasında ve
toplumda kendini uygun bir sunma şekli ile desteklenmesi gerekmektedir. Kibar tavırlar; iyi terbiye, zeka ve
eğitim, toplum ve işle ilgili şartlara hassas olmanın göstergesidir. Uygun dış görünüm ya da giysi, kapıdan
geçmenizi sağlar. Yerinde tavırlar ve görgü kuralları, bir yere ait olduğunuzu gösterir. Aslında bir çoğumuz,
burada bahsedilen şeyleri zaten biliyoruz, ama genellikle bunların öneminin farkında değiliz.
Başarılı insanların çoğu, düzgün görünüm ve görgü kurallarının, doğru kullanıldığında sadece hayatta kalma
mücadelesinde güç vermekle kalmayıp, yukarı doğru tırmanmada gerçek bir avantaj sağlayan kişisel ilişkileri
kolaylaştırdığını çabuk kavramışlardır
Genel Kurallar













Hoşgörülü ve iyimser olmak
Eleştiriyi yerinde ve zamanında yapmak
Olgun bir kişiliğe sahip olmak, olgun davranmak (yaşına uygun olgunlukta olmak)
Giyime önem vermek, Giysinin mevki yer ve zamana uygun olmasına özen göstermek
Başkalarını rahatsız edici davranışlardan sakınmak
Ziyaretin kısa ve zamanlı olmasına özen göstermek
Oturuş ve kalkışlarda hareketlere özen göstermek
Gerektiğinde özür dilemesini bilmek
Özel konuşma yapanların yanına gitmemek
Verilen sözü tutmak
Uygun olmayan el ve sözlü şakalardan kaçınmak
Kuralların Faydaları Nelerdir
1-Kurallar belirsizliği azaltarak öngörülebilirlik ve istikrar sağlar,
2-Kurallar insan davranışlarına denetim ve sınırlama getirirler, böylece insanı ve çevresini o insanın
zaaflarından (zayıf yönlerinden) ve hatalarından korurlar.
3-Kurallar bireyi özgür kılarlar, çünkü neyi özgürce yapabileceklerini, neyi yapmaları halinde kimsenin
karışamayacağını belirler
51


Görgülü İnsanın Nitelikleri
Bir toplulukta aynı statüde olan insanlardan bazıları çok sevilirken bazıları daha az sevilmektedir.
Bunun nedeni, bu insanların gösterdikleri sevgi, terbiye, saygı ve nezaket seviyelerinin farklı olmasıdır.
İnsanların sevilmesi, sayılması, aranılır olması nezaket kurallarını ne ölçüde bildiği ve ne kadarını
uyguladığı ile alakalıdır.
“Size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi siz de başkasına yapmayınız”düsturuna göre hareket etmemiz
gerekmektedir. Size nazik ve kibar davranılmasını istiyorsanız siz de başkasına nazik ve kibar
davranmak zorundasınız. İnsanı diğer biyolojik canlılardan ayıran temel özellik, toplu halde yaşaması
değil, toplu halde yaşamanın inceliklerini bilmesidir.
Ziyaret - Misafirlik veVedalaşma Kuralları















Ne kadar samimi olursak olalım ziyaret edeceğimiz insanları önceden bilgilendirmeliyiz.
Temel prensip davetsiz misafir olmamaktır.
Randevu saatine uymalıyız
Temiz ve düzenli bir şekilde, mümkünse bir hediye ile ziyaretler yapılmalıdır.
Kapıyı çaldıktan sonra kapının hemen ağzında değil, daha geride, evin içini göremeyecek şekilde
kapının açılmasını beklemeliyiz.
Eve girerken ev sahibinin yer göstermesini beklemeli ve etraf meraklı gözlerle incelenmemelidir.
Yemek sofrası kurulduğunda, ev sahibi davet etmeden oturmamalı ve yemeği beğenmesek dahi
bunu hal ve tavırlarımızla bile belli etmemeliyiz. Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer ve medeni
bir şekilde ev sahibine teşekkür eder.
Yatıya kalıyorsak üç günden fazla kalınmamalıdır.
Ev sahibi de misafirliğe gelmek isteyenleri mümkün olduğunca reddetmemeli.
Ev sahibi bütün misafirlerine aynı derecede yakınlık ve güler yüz göstermelidir.
Evi temiz tutmalı ve gereken hazırlığı yapmalıdır.
Misafirin yanında sık sık saate bakmamalı, sıkıldığını belli eden hal ve tavırlardan sakınmalıyız.
Misafirlere ikramda bulunurken üç kereden fazla ısrar edilmemeli.
Misafir ayrılırken ev sahibi ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirmeli.
Misafirlikten ayrılma vakti gelince hemen kalkmalı ve vedalaşmayı uzatmamalıyız.
Hasta Ziyareti Adabı






Dostlarınız hastalandığında hemen, daha az samimi olduklarınızı da iyileşince ziyaret etmeliyiz.
Yoğun bakımdaki hastaların yakınları ziyaret edilmeli.
Çok dinlenmesi gereken bir hastayı sık sık ziyaret etmemeliyiz.
Hastanın yanında onun neşesini kaçıracak hiçbir şey anlatılmamalı.
Hastanın odasına girerken ne çok üzgün ne de çok neşeli bir tavır sergilemeliyiz. Ona normal bir insan
muamelesi yapmalıyız.
Ziyaret çok uzun tutulmamalıdır.
Temizlik Kuralları









El ve ayak tırnakları düzenli olarak kesilmeli
Diş temizliğine dikkat edilmeli
Saçların ellerin ve yüzün sürekli temiz olmasına dikkat edilmeli
Etrafımızdaki insanları ter kokusuyla rahatsız etmemek için düzenli bir şekilde banyo yapmalıyız.
Tuvalet adabına dikkat edilmeli, tuvalete girerken çoraplar çıkarılmalı ve pantolon giyiyorsak yukarı
doğru katlanmalı
Tuvalette iken konuşmak, bir şeyler yiyip içmek ve tükürmek uygun değildir
Temizlik sol elle yapıldığından, çeşmeler bu elle açılıp kapatılmamalıdır.
Tuvaleti nasıl bulmak istiyorsak öyle bırakmalıyız
Tuvalette insan varken, kapının önünde beklememeliyiz.
52
Yemekte Davranışlar





















Bıçak kullanırken çatal sol, bıçak sağ elle tutularak kesme işi yapılır.
Masada çatal sola, kaşık ve bıçak sağa yerleştirilir. Bıçak, kaşık ile tabak arasına konur. Bıçak sağ elle
tutulur ve işaret parmağı bıçağın keskin olmayan tarafına dayatılıp kesme işi yapılır. Bıçağı
kullandıktan sonra masaya bırakmamalı, tabağın üst yarısına, size doğru yanlamasına ve keskin
tarafı içe gelecek şekilde koymalıdır.
Çatal ise kullanıldıktan sonra tabağın üzerine, bıçağa paralel ve soluna, çatalın sapı sağda ve
ağzı yukarı doğru ya da bıçağı dik olarak konur.
Kaşık, bıçak gibi kullanılır. Esasen kahvaltı hariç, kaşık sofrada sadece yemeğin başlangıcında çorba
için gereklidir. Görgülü bir ev sahibi özel yemeklerde veya aile arasındaki yemeklerde kaşığı bıçağın
sağına yerleştirir.
Yukarıdakilerden başka masa düzeninde salata veya tatlı için çatal balık çatalı, tatlı kaşığı, buzlu içecek
kaşığı, çorba ve çay kaşığı kullanılabilir.
Salata çatalı normal yemek çatalından kısa olup her iki işte de kullanılabilir. Salata yemekle beraber
verilecekse çatal, yemek tabağının sol, yemek çatalının iç tarafına konur. Özel yemeklerde salata çatalı
yemek çatalının dış tarafına konabilir.
Balık çatalı diğerlerine oranla daha kısa ve düz olup kaşığın sağ tarafına yerleştirillr.
Tatlı kaşığı, tatlı tabağı içerisine konur. Fakat daha önceden de masadaki yerine konabilir.
Çorba kaşıkları çorba tabaklarının sağ tarafında olup diğerlerine oranla en uzun saplı olanıdır.
Büyük servis çatal ve kaşıkları, servis masalarında servis edilecek yemek tabaklarında
bulunur. Tabağınıza servisi kendiniz bunlarla yapmalısınız.
En resmi masalarda bile üçten fazla çatal ve gene üçten fazla bıçak bulundurulmaz. Ancak
gerektikçe kullanılacağı yiyeceklerle beraber servis yapılır.
Özellikle öğle veya akşam yemeklerinde, bütün konuklar için masaya önceden yerleştirilmiş bir
servis tabağı bulunur. Bu tabak öteki tabaklara göre daha büyükçe olup, sonradan servis edilen
tabaklar bunun üzerine konurlar.
Salata tabakları daha çok düz ve yuvarlak olurlar. özel yemeklerde yemek, salata ile aynı tabakta
servis edilebilir.
Çorba, tatlı ve meyva tabakları, daima bir başka tabağın içinde servis edilir.
Sürahi, bıçakların üst tarafına konur ve su bardakları, konuklar yerlerini almadan doldurulur.
Şarap bardakları sürahinin sağına ve masanın kenarına yakın yerleştirilir.
Peçeteler resmi olmayan yemeklerde çatalların soluna, resmi yemeklerde servis tabağının içine konur.
Masaya oturonca ev sahibesi, peçeteyi alır almaz siz de onu takip etmeli ve peçeteyi sağ üst
köşesinden tutarak açıp dizlerinize yerleştirmelisiniz. Peçeteler kullanıldıktan sonra resmi
yemeklerde tabağın sağına bırakılabilir. Özel yemeklerde kağıt peçete konmuşsa, bunlar tabağın
sağına bırakılır. Kağıt peçeteleri elinizde buruşturup topaç haline getirmek ayıptır. Resmi yemeklerde
sofraya oturduktan sonra tabağa el sürmek veya hele garsonun işini kolaylaştırmak için ona uzatmak
görgüsüzlüktür. Konuk hizmet etmez. Konuklara hizmet edilir ve esasen bu maksatla davet
edilmişlerdir.
Yemekten sonra peçetelerin katlanması, ev sahibınden bir davet daha istediğiniz anlamına
geldiğinden uygun değildir. Yemek esnasında masadan kalkmak gerekirse, peçete sandalye üzerine
veya masanın size ait boş yerine bırakılabilir. Peçeteye ağzını, etrafa göstermeden silmeli ve peçetenın
yağlanan veya kirlenen kısımlarını diğer konuklardan gizlenmeye çalışmalıdır.
Herkesin yemeği gelene kadar yada ev sahibi başlamanızı rica etmeden yemeğe başlamayın.
İçeceğinizi istediğiniz her zaman içebilirsiniz.
Ağzınız açıkken yemeğinizi çiğnemeyin yada yemek yerken konuşmayın. Ağzınızı fazla doldurmayacak
kadar küçük parçalar halinde yiyin.
Masada dik oturun ve dirseklerinizi masanın üzerine koymayın.
53







Çok hızlı yada yavaş yemeyin. Masadakilerin hızına uymaya çalışın.
Masada iken asla dişlerinizi karıştırmayın. Eğer çok gerekli ise tuvalete gidin.
Ekmeğinize yağ sürerken her seferinde küçük bir parça almaya özen gösterin ve her zaman önce
tabağınıza alın sonra ekmeğin üzerine sürün.
Masadaki yiyecekleri uzatırken, her zaman sağınıza verin. Ekmek verirken kendinize almadan
önce başkalarına önerin.
Yemekte sigara içmeyin, eğer masadaki kişiler ve restorant kuralları yasaklamıyor ise yemekten
sonra içebilirsiniz.
Sofra takımı ve bardaklar üzerinde ruj izi bırakmamaya özen gösterin. Yemeğe oturmadan önce
rujun fazlasını bir peçete ile alın.
Tadına bakmadan önce yemeğe tuz yada biber koymayın .
İşyeri Görgü Kuralları
İşyerinde ki kurallar birlikte çalıştığınız meslektaşlarınıza ve iş arkadaşlarınıza karşı saygı göstermek demektir.
Ayrıca görgü kurallarına uymanız iş görüşmelerinizde yada iş başvurularınızda bırakacağınız etkiyi önemli
oranda etkileyecektir..










Her zaman takdim edildiğinizde yada tanıştırıldığınızda ayağa kalkın.
Siz insanları tanıştıracağınız zaman daha önemli kişinin ismini önce söyleyin.
Telesekreterinize İsminiz, göreviniz, departmanınız ve ne zaman müsait olduğunuza dair kısa
ve profesyonel bir mesaj bırakın.
Mesaj bırakırken isminizi ve soyadınızı, neden aradığınızı ve telefonunuzu bırakın.
Kıyafet kuralına uyun. Eğer belli bir kural yok ise üst düzey yöneticilerden örnek alın.
Bütün toplantılara tam zamanında gelin.
Toplantı sırasında kalemler, ataçlar yada diğer ofis araçları ile oynamayın.
Çok gerekmedikçe toplantı sırasında telefonunuzu kapalı tutun. Eğer kapatamıyorsanız o zaman
kapının yakınına oturun böylece telefonunuz çaldığında sessizce dışarı çıkabilirsiniz.
Oturuşunuza ve duruşunuza dikkat edin —koltuğa gömülmeyin , sandalyenizde geriye yaslanmayın,
yada kollarınızı göğsünüzün üzerinde kavuşturmayın.
Karşınızdakini dinleyin ve aklınıza geldikçe laf kesmeyin. Dinleme terbiyesi hatırı sayılır bir terbiyedir.
Sosyal İletişim Kuralları
İster manavda bir yabancı ile konuşurken ister bir arkadaşınız ile kahve içerken bütün insanlar saygı
gösterilmesini hak eder.










İletişim hem beden hareketlerini hem de sözlü ifadeyi kapsar. Konuşurken karşınızdaki insana bakın
ve kollarınızı kavuşturmayın (kızgınlık ifadesi).
Eğer utangaç biriyseniz bunu kabul etmekten ve söylemekten çekinmeyin. Dürüstlük insanların
rahatlamalarını sağlar.
Normal hızda konuşun ne çok hızlı ne çok yavaş.
Karşınızdaki kişi üzerinde bıraktığınız izlenimi fazla düşünmeyin.
Konuşmayı bitirirken geçerli bir neden öne sürün ve kişi ile konuşmaktan keyif aldığınızı belirtin.
Karşınızdakine iltifat ederken içten ve samimi olun. Karşılaştırma yada değerlendirme yapmamaya
özen gösterin; örneğin, "Kazağının ne kadar eski olduğu düşünülürse gayet iyi duruyor ."
İltifat aldığınızda fazla alçak gönüllü olmayın ve iltifatın gerekmediğini açıklamaya çalışmayın. Basit bir
"teşekkürler" hem yeterli hem de kibarcadır.
Birisini eleştireceğiniz zaman karşınızdaki insanın duygularını göz önünde bulundurun ve kişi ile
özel olarak konuşmaya özen gösterin. Yakıştırma yapmaktan kaçının ve sorunu kişiselleştirmeyin.
Birisi sizi eleştirdiğinde sakin olun. Savunmaya geçmemeye özen gösterin. Eğer kişi sizi insanların
içinde ve kabaca eleştiriyor ise içgüdüsel olarak reaksiyon göstermek isteyebilirsiniz fakat en iyisi
basitçe "Düşünceni özel olarak bana iletmeni tercih ederdim" deyin.
Her zaman "Lütfen" ve "Teşekkür ederim" demeyi unutmayın
54










Öksürürken ya da esnerken ağzınızı kapatmayı unutmayın ve hemen elinizi yıkamaya özen gösterin.
Bu hem görgü hem de temizlik kuralıdır.
Olumlu Düşünce
Düşüncenin gücü ile istediğimiz şeylere sahip olabiliriz.
Düşünce çok etkili bir güçtür. Eğer kişiler her günkü düşünce kalıplarını kontrol etmek için çaba
harcamazlarsa yaşamlarında olumsuz birçok olay yaşayabilirler. Kişiler negatif düşünce stillerini
değiştirerek bilinçaltlarına pozitif düşünce tohumlarını ektiklerinde yaşamlarında olumlu yönde çok
büyük değişiklikler olmaktadır.
İnsanlar düşünerek inandıkları, imgeledikleri ve olacağına kesin gözüyle baktıkları şeyleri mutlaka
yaşarlar. Düşünce yaşamımızı yöneten farkında olmadığımız en önemli unsurdur. Düşünce hızlı ve
kolayca değişebilen,hafif ve ince bir enerji biçimidir. Enerjiler, kendilerine benzer nitelik ve titreşime
sahip enerjileri çekme eğilimindedirler. Bu nedenle düşünce ve duygular da benzer yapıdaki enerjileri
kendilerine çekerler. Sıklıkla ‘Düşündüğüm, korktuğum başıma geldi’ deriz veya az önce
düşündüğümüz kişi bizi telefonla arar.
Bir şeyi önce düşünce şeklinde yaratırız. Fikir bir proje gibi zihnimizde programlanıp, yaratılır. Bir
düşünceyi alıp onu zihinde tutmak da bir enerjidir ve bu enerji, bu düşünce modelini kendine çekerek,
onu maddi düzlemde yaratmaya çalışacaktır. Örneğin her an hasta olacağınızı düşünürseniz mutlaka
sonunda hasta olursunuz. Eğer kendinizi beğenir ve güzel olduğunuzu düşünürseniz bir süre sonra
gerçekten de güzelleşirsiniz.
Etki – tepki yasasına göre evrene ne gönderirseniz bu size geri yansıyacaktır.
‘Ne ekerseniz onu biçersiniz.’
Kısacası, yaşamda, en derin biçimde inandığımız, sıklıkla düşündüğümüz ve beklediğimiz, hayalimizde
canlandırdığımız şeyleri tıpkı bir mıknatıs gibi çekeriz. Eğer düşüncelerimiz olumsuz, duygularımız
güvensiz, korku ve endişe doluysa, olmasından korktuğumuz durumları, karşılaşmaktan kaçındığımız
kişileri kendimize çekeriz. Ne var ki, eğer temelde yaklaşımlarımız olumluysa, beklentilerimiz ve
düşüncelerimiz mutluluk ve ışıkla doluysa, düşlerimiz, hayallerimiz pozitifse, karşılaştığımız olaylar,
durumlar ve kişiler bize mutluluk vereceklerdir. Demek ki, kurduğumuz düşlere, bizleri yöneten
düşüncelere yüklediğimiz pozitif veya negatif enerji, aynı biçimde geri dönecektir.
Bilinçaltının Önemi
Bilinç düşüncenin farkındalık içinde kullanımıdır. Bir başka deyişle uyanıkken işlev görür. Oysa düşüncenin
bilinçaltı bölümünün işlevi, uyurken de kısacası hiç kesilmeksizin sürer. Bilinçaltının bir görevi de beden
fonksiyonlarını düzenlemektir. Bedenimizi bilinçli düşünceden rahat bıraktığımızda, bilinçaltımız hemen devreye
girer. Çünkü bedeni kusursuzca yönetebilmek için neler yapması gerektiğini bilir. Öyleyse diyebiliriz ki, arı ve
temiz bir bilinçaltının önemi, her şeyden önce bedenimiz için çok büyüktür. Bilinçaltını tanımak ve onu
istediğimiz biçimde kullanmak aslında kolaydır. Bilinçaltına ilettiğimiz her düşünce, ona yüklediğimiz her duygu
ve öneri, uygulanır. Durum böyleyken, neden çoğu zaman mutsuzuz peki? Çünkü, bilinçaltını, o büyük gücü
yararlı biçimde kullanmayı bilmiyoruz. Unutmayalım: Yönetimi yürürlüğe koyan bilinçtir. Bilinç yaşama ilişkin
kararlarımızı alan ve bilinçaltına emir veren güçtür. Bilinçaltı bir anlamda,bilinçli biçimde tasarlanıp planlanan
bir değer olarak varlığını sürdürür. O halde seçimlerimizi akıllıca yapmak zorundayız. Bu seçimleri yaparken,
karar vermek çok önemlidir. Çünkü yanlış bir karar sonucunda,bilinçaltına zararlı bir emir vermiş oluruz. Bu
emirle başarısızlığı ve mutsuzluğu, hatta sağlığımızı yitirmeyi seçmiş oluruz. Öyleyse, yaşamımız kararlarımıza ve
seçimlerimize bağlıdır.
Zenginlik ve bolluk mu istiyorsunuz?
Kim istemez ki bunları… Elde etmek kolay. Bilinçaltını temizlemek, doğru onaylamalarla zenginliğe veya başka
bir amacınıza ulaşmak, yapılması gereken yalnızca bu…
Huzur ve sağlık mı istiyorsunuz?
Önce gevşeyin. Gergin yatarsanız, gergin uyursunuz. Sanki kol saatinizi çıkarıyormuş gibi tüm sıkıntılı
düşüncelerinizi, gün içinde yaşadığınız olumsuz durumları, çıkarıp bir kenara koyun. Şimdi kendinize zaman
ayırmanın vakti geldi. Şımartın kendinizi,siz çok değerlisiniz. Rahatlama zihinsel dengeyle başlar. Dengeli insan
sağlıklıdır. Dengeli insanın yaşamla uyuşmazlığı yoktur. İçsel denge bir başkası tarafından sağlanacak bir şey
değildir. O sizin içinizde zaten. Gün boyunca kendi kendinize, fırsat buldukça ‘Huzurluyum’, ‘Sağlıklıyım’,
55
‘Mutluyum’ demek dengeyi kurmanıza yardımcı olacaktır. Dengeli bir gün, dengeli bir geceyi ardından
getirecek, denge ve huzur sizi sağlıklı yapacak…Düşüncelerimize göre yaşadığımızı unutmayalım…
Kendini Yönetmenin Yöntemi
Her şey ‘bir’ dir. Bu tümceden hareketle, diyebiliriz ki,düşünce ve madde birdir.
Çünkü, her şey görünen ve görünmeyen enerjiden oluşur. Öyleyse içsel ve dışsal görüntü de aynı olacaktır.
Düşüncelerimizi yönetmeliyiz. Onları başıboş bırakırsak, geminden kurtulmuş atlar gibi boşanırlar ve içinde
bulunduğumuz arabayı uçuruma sürüklerler. Bir başka deyişle, kendimizi yönetmeyi yaşam tarzı olarak
benimsemeliyiz. Yaşadıklarımızı değiştirerek, istediklerimizi yaşayacak güce sahibiz. Bu güç düşünceleri
yönetmekten geçer.
Peki bunu nasıl yapacağız?
Direktif ve onaylamalarla ,direktiflerimizin yerine gelmesi için ‘şimdi’ sözcüğünü kullanmalıyız. Eğer,
arzularımızın, dileklerimizin, beklentilerimizin gerçekleşmesi için uzun zaman gerektiğini düşünürsek, bunu
böylece programlamış oluruz. Oysa ki, zaman bizim yarattığımız bir kavramdır. Düşünceler ve bilinçaltı
zamandan ve mekandan bağımsızdır.
Öyleyse arzularımızı ertelemeyelim. Yapmamız gereken bu ertelememe işlemi size olanaksız gözükebilir.
Öncelikle düşüncelerimizden ‘olanaksız’ sözcüğünü çıkarmamız gerek. Amaçlarımızı belirlemek ve hedefe doğru
ilerlemek bir sonraki aşamayı oluşturur.
Önce inanın
Kendiniz için ideal olan düşünsel imgeyi bulun. Bu imgeyi en ince ayrıntısına kadar hayalinizde
canlandırın.
Arzuladığınız hedef için elbette çalışmak gerekir. Çaba göstermeden imgeleme çok işe yaramaz.
Düşüncelerinizi ve hedeflerinizi herkesle paylaşmayın. Belki sizi ilerlediğiniz yoldan geri çevirmek
isteyenler çıkabilir.
Çabaladığınız yolda esnek olun,gerekirse planlarınızı değiştirin.
Hedefleriniz üzerine yoğunlaşın. Arzularınızı yazın, onlara olumlu enerji yükleyin. Olumlu onaylamalarla
bunu destekleyin. O mutlaka sizin olacak, çünkü bunun için çalışıyorsunuz ve elde edeceğinize
inanıyorsunuz. Hedefinize ulaşamayacağınızı bir an bile düşünmeyin. Siz bir avcısınız, hedefinizse avınız,
avınızdan gözünüzü ayırmayın.
Gerekli Onaylamalara Birkaç Örnek
Kendimi olduğum gibi seviyor ve onaylıyorum.
Ben güzelim ve sevgiyi hakkediyorum.
Mutluyum ve başarıya hazırım.
Yetenekliyim, deneyimlerimi başka insanlarla paylaşıyorum.
Tüm çevremle uyum ve denge içindeyim.
Hayatta emin adımlarla ilerliyorum.
Doğru zamanda ve doğru yerdeyim.
Yaşamla bütünleştim,bolluk ve huzur içindeyim.
Tüm düşlerim birbiri ardına gerçekleşiyor.
Zengin olmaya ve bolluk içinde yaşamaya hazırım.
Sağlıklıyım.
Geçmişimi sevgiyle affediyorum.
Hayatla derin bir uyum içindeyim
56