indir - Öğretmenler Odası Dergisi

Transkript

indir - Öğretmenler Odası Dergisi
Ö Ğ R E T M E N V E E Ğ İ T İ M D E R G İ S İ • YIL: 2
Öğretmen-Bakan
Barış Süreci ve Yeni
Terörün Bitmesi
90’lı Gençlik
ve Hedonizm
•
SAYI: 8
•
HAZİRAN-TEMMUZ-AĞUSTOS
2013
Okulu Yeniden
•
5
Öncü Eğitimciler
Sadece Vakayı Görmek
Uluslar arası Öğretmen ve Eğitim Öncüleri Derneği
Öğretmen ve eğitimcilerin mesleki, kişisel
ve sosyal gelişimini sağlayacak imkân ve
ortamları oluşturmak ve desteklemek,
yeni eğitimcilerin daha nitelikli olması için
çalışmak, bu yolla ülkemizde ve yeryüzünde
“iyi insan”ların ortaya çıkmasına katkı
sağlamayı amaçlamaktadır.
İlkelerimiz
Sivil ve özerk bir yapılanmaya sahiptir,
vesayeti reddeder.
Çoğulcu yönetim ve karar alma yaklaşımı
ile yatay organizasyon yapısıyla yönetilir.
Faaliyetlerini birey merkezli geliştirir.
Evrensel değerlere bağlı milli nitelikli
etkinlikleriyle temayüz eder.
Hizmet sunan ve hizmet alan kişi ve kurumlara yönelik ırksal, dini, mezhebi, siyasi, cinsi vb. bütün ayrımcılıkları reddeder.
Hedef kitlesi öğretmen, eğitimci, öğretmen adayı ve eğitime muhtaç kimselerdir.
•ÖNCÜ
•PAYLAŞIM
CI
•İLKELİ
Türkiye’nin ve çevresinden başlayarak
yeryüzünün eğitimle ilgili tüm sorunlarıyla ilgilenir.
Üyeler dünya görüşünü gizleme kaygısı
gütmez. Ancak hiçbir kişi ve kuruluşa da
dünya görüşünü dayatmaz.
Gönüllülerini cinsiyet ve ideolojik farklılıklar gözetmeksizin temsil yeteneği ve
kabiliyetlerine göre seçer ve görevlendirir.
Organizasyonlarında ortaklıklara gider.
Yurt içinden ve yurt dışından partnerler
edinir, onları destekler ve onlardan destek alır.
editörden
Birey olarak yönlendirici
irademizi kaybetmek
üzereyiz. Hayatın baş
döndürücü akışı içinde
tutunmaya ve yer
edinmeye çalışırken
çoğu zaman karar verici
ve belirleyici değil
de belirlenen model
rollerden birinin aktörü
olduğunu pek fark
edemeyen, gecikmeli
olarak fark ettiğinde ise
hayatını anlamlı kılma
ve içe dönüş yolları
aramaya başlayan insan,
yalnızlığını gidermek ve
ruhen doyuma ulaşmak
gibi düşüncelerle çeşitli
bireysel kurtuluş yollarına
yönelmektedir.
Sekizinci sayımızla yeniden merhaba.
Bireysel hayatın ve bencilliğin, ekonomik yararın
ve görünür maddi ölçütlerin öne çıktığı, hızla
gelişen teknolojinin de desteğiyle daha mekanik
bir toplum yapısının oluştuğu modern toplumlarda, giderek çevresine ve hatta kendi öz benliğine yabancılaşmış insan tipinin de hızla arttığını
görmekteyiz.
Bugünlerde toplum olarak “huzur” ve “güven”i
kaybettiğimizi anlama vaktidir. Sürekli şekilde
metaı, düşünceyi ve duyguları tüketmeye yönelik bir hayat döngüsünün ablukası altındaki
insan, gelişen iletişim teknolojilerine rağmen
daha çok kabuğuna çekilmekte, yalnızlaşan dünyasında kendisini ruhen hırpalanmış ve bedenen
yorgun hissetmektedir.
Birey olarak yönlendirici irademizi kaybetmek
üzereyiz. Hayatın baş döndürücü akışı içinde
tutunmaya ve yer edinmeye çalışırken çoğu zaman karar verici ve belirleyici değil de belirlenen
model rollerden birinin aktörü olduğunu pek
fark edemeyen, gecikmeli olarak fark ettiğinde
ise hayatını anlamlı kılma ve içe dönüş yolları
aramaya başlayan insan, yalnızlığını gidermek ve
ruhen doyuma ulaşmak gibi düşüncelerle çeşitli
bireysel kurtuluş yollarına yönelmektedir.
Bu yönelişin sağlıklı bilgi ve kalıcı değer ekseninde yürümediğinde bireyi hangi uç ya da çıkmaz
noktalara götürebileceğinin çok çeşitli örneklerini her toplumda sıkça görmekteyiz.
Yaşadığımız zamana dijital vakitler de diyebiliriz.
Günümüzde kitle iletişim araçları tarafından çoğunlukla “kişisel gelişim yolları”, “stres, depresyon, zihinsel sorunlar ve yorgunluktan kurtulma
çareleri” olarak cazip şekillerde sunulan transandantal meditasyon, reiki, yoga gibi adlarla anılan bazı yöntemlerin, astrolojik bazı akımların,
çeşitli şifa teknikleri ile “şifrecilik”, “ruhçuluk”
ve “okültizm/gizlicilik” üçgeninde harmanlanmış
diğer gizemli oluşumların revaç bulmasını sadece bu konuda oluşan sektörün çabalarıyla izah
etmek yerine, modern insanın yalnızlığıyla ve
çaresizliğiyle de ilişkilendirmek gerekir.
Bu akım ve çağrılar her ne kadar genelde dinî
bir söylem ile sunulmayıp daha çok “sağlıklı
yaşam”, “başarı” ve “mutluluk” vaadiyle veya
“çevrecilik”, “alkol bağımlılığıyla mücadele” gibi
kamu yararına yönelik çeşitli söylemlerle desteklense de, esasen Hint ağırlıklı Uzak Doğu felsefesinden ve dinsel öğretiden beslenmekte, Batı
kültürünün hümanistik ve dinî söylemiyle de çok
kolay ortak alanlar oluşturabilmektedir.
Öte yandan, kusurun kimde olduğunu tespit gibi
gerilimi tırmandıran bir noktaya saplanmaksızın
sadece vakayı görmek ve ifade etmek gerekirse
bu hâl içindeki modern insanımıza bu topraklarda derin ve mistik bir geçmişi bulunan dinî
ve kültürel mirasımızın o müjdeleyen, sevgi ile
kucaklayan, güven ve umut veren mesajının
ulaştığını, ulaşım kanallarının yeterince açık
olduğunu da söyleyemiyoruz.
Kutsalın aydınlığında insanı kalp, ruh, akıl, nefis
ve beden bütünlüğü içinde ele alan derin İslam
düşüncesini temsilde ve tanıtmada, çağın tereddütleriyle viran kıldığımız gönül dünyalarımızı
sevgi, estetik ve aşk ile yeniden mamur etmede
ciddi ihmallerin olduğu saklanamaz bir gerçek.
Henüz dua, tevbe, niyaz, tefekkür ve ibadetin
bireyi ne denli güçlü kıldığını ve onu Yüce Yaratana bağlayarak yalnızlıktan, karamsarlık ve
umutsuzluktan kurtardığını yeterince fark etmiş
veya ettirmiş de değiliz. Kur’an’da “Dikkat ediniz! Kalpler ancak Allah’ı sürekli hatırda tutmak
ve anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 28) buyurulması da bu fark edişi sağlamak içindir.
Değerlendirmelerimiz ve özeleştirilerimiz, dikkatimizi ve sorumluluk bilincimizi diri tutmak için
olmalıdır.
Adil Gülmez
Yurt Dışındaki
Vatandaşlarımız
ve Eğitim
yıl: 2 sayı: 8 HAZİRAN-TEMMUZ-AĞUSTOS 2013
Okulu Yeniden Mayalamak
Yaygın süreli yayın. 3 ayda bir yayınlanır .
4
Öğretmen-Bakan İletişimi
Dr. İbrahim Hakan Karataş
6
10
15
Terörün Bitmesi Eğitimi Nasıl Etkiler
Halil Kırık
17
2014 SBS, YGS ve LYS’de
Yapılacak Değişiklikler
30
Bir Özel Okul Parodisi
M. ZEKİ SAKA
33
26
Bilinçli
İnternet
Kullanımı
37
41
KİTAP OKUMA
Yrd. Doç. Dr. İzzet DÖŞ
45
54
Eğitim Sisteminin Geliştirilmesi
Ali Hikmet DEMİR
57
Eğitim Sektöründeki
‘Güven Bunalımı’nın Aşılmasında Yeni Bir
Manifestoya Doğru
Mehmet Cüneyt ANCIN
Doç. Dr. Erhan Bingölbali
Röportaj: Tuba Gül
O’NU (SAV) GÖNDERMESEYDİ…
İSHAK AŞAR
Bilinçli İnternet Kullanımı
Vural Gündüz
Yazar Öğretmenler
DİLARA ÇIKIKÇI
24
47
58
10
SBS ve YGS’yi Nasıl Bir Dönüşüm Bekliyor
Özgür Girgin
37
Okulu Yeniden Mayalamak
Prof. Dr. Selahattin Turan
12
Barış Süreci ve Yeni Anayasada Eğitim
Ufuk Coşkun
26
2014 SBS, YGS ve LYS’de Yapılacak
Değişiklikler
Erkan Kerem GÖZEN
Yurt Dışındaki Vatandaşlarımız
ve Eğitim
Şemseddin Koçak
38
Eğitimde İyi Örnekler - 8
Mersin İli Akdeniz İlçesi Iğdır
İlkokulu–Ortaokulu Kütüphanesi
Veli BİLİCİ
Motivasyon Kaynağımız
Ceren Nilgün Çetin
Tatil ve Öğretmen
51
60
90’lı Gençlik ve Hedonizm
Savaş Özdemir
Film Kulübü
Zeynep KANBAY
DİKKAT!
Öğretmenler Odası Dergisi Türkiye’nin en geniş yazar kadrosu olan
bir eğitim-öğretim dergisidir. Tüm öğretmenler dergimizin yazarıdır.
Dergimize yazı gönderenlerden daha önce başka bir yerde yayımlamış yazıları göndermemelerini önemle rica ederiz.
Öğretmenler Odası Dergisi Yayın Kurulu
45
Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına
aittir. Yazılarda yayın kurulu ve editör değişiklik
yapabilir. Gönderilen yazılar iade edilmez.
Yazılar, kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
Yazı göndermek ve her türlü öneri ve değerlendirmelerinizi bize ulaştırmak için:
[email protected]
yıl: 2 sayı: 8 HAZİRAN-TEMMUZ-AĞUSTOS 2013
içindekiler
Sahibi ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Dr. İbrahim Hakan KARATAŞ
Yayın Koordinatörü
Adil GÜLMEZ
Yayın Kurulu
M. Cüneyt ANCIN
Gökhan ERENOĞLU
Zehra ŞAŞMAZ
Didem BAYINDIR
Mahmut AYTEKİN
Necdet BAYINDIR
Mesut KAYMAKÇI
Danışma Kurulu Prof. Dr. Selahattin TURAN
Dr. Melike GÜNYÜZ  Dr. Faruk KANGER
Dr. Özlem GÜNEŞ  Ahmet AKBAL
Hüseyin AKAR
Dergi Hazırlama Kurulu
Yasir İHTİYAR
Seyfullah KÖKSAL
Zeynep KANBAY
Dilara ÇIKIKÇI
Betül BİLGİN
Merve ÖZDEMİR
Kapak
Nevzat Onaran
Grafik Tasarım ve Uygulama
Ahmet Karataş
Baskı:
NanoDigitalPrint Yüzyıl Mah. Mas-Sit. Matbaacılar Sitesi 5 Nolu Cd. No:22 Bağcılar/İstanbul
Tel: 0212 429 2903 www.nanodigitalprint.com
İletişim :
Bulgurlu Mahallesi Etiler Sokak No: 10
Üsküdar İstanbul Tel: 02165461003
www.ogretmenlerodasi.org.tr
[email protected]
www.facebook.com/ogretmenlerodasidergisi
www.twitter.com/OgrtmnlrOdasi
Reklam ve Tanıtım Gökhan ERENOĞLU
Sekreterya ve İletişim Seyfullah KÖKSAL
Abone ve Satış
Yahya DEPREM
ISSN
2146-7315
Grafikler
© Fotolia - AKS, alphaspirit, AMATHIEU, aroas, arturaliev, berezovskyi, carlacastagno, cienpiesnf, DavidArts,
designsoliman, dovile kuusiene, Emir Simsek, esignn,
Franck Boston, freshidea, goodluz, hollymolly, Jasmin
Merdan, Jonathan Stutz, kolett, lapencia, lassedesignen, pashabo, peshkova, pico, Pixel & Création, rangizzz, sarahbrooks, Sergey Nivens, Serhiy Kobyakov,
SerrNovik, tang90246, Tatyana Gladskih, Tyler Olson,
uwimages, vectomart, vinzstudio, vladgrin
Öğretmen-Bakan
İletişimi
Dr. İbrahim Hakan Karataş
Fatih Üniversitesi / İstanbul
Değerlerimiz,
zevklerimiz,
tercihlerimiz, algılarımız
farklı farklı o yüzden.
Olayları okuyuşumuz,
sorun tanımlarımız
birbirine zıt noktalarda
olabiliyor çoğu zaman.
Bu farklılıklarımız
iş yapış tarzımıza
da profesyonellik
anlayışımıza da etki
ediyor kuşkusuz.
Ama en çok iletişim
becerilerimizde
gösteriyor etkilerini.
6
Yaklaşık yedi yüz bin profesyonelden oluşan bir
topluluğuz. Görev yaptığımız okullar, şehirler,
kurumlar farklı. Her birimiz ayrı bir alanın uzmanıyız. Muhatap olduğumuz kitleler de değişik. Okul öncesinden ortaöğretime kadar insan
yaşamının en kritik dönemlerindeki çocuklarla
ve gençlerle buluşuyoruz her gün. Ve her birimiz farklı sosyo ekonomik düzeyden ailelerin
gelecek beklentilerini karşılamaya çalışıyoruz.
Yaşam tarzlarımız da dünya görüşlerimiz de
farklı. Liberal olanlarımız da var, muhafazakar
olanlarımız da. Kimimiz sosyalist kimimiz sosyal
demokrat. Milliyetçiler de var aramızda ulusalcılar da. Dindarlar kadar olmasa da ateist, hedonist, agnostik arkadaşlarımız var aynı öğretmenler odasında. Kimi çok varlıklı ailelerin çoçukları
olsa da pek çoğumuz orta tabakadan sayılırız.
Değerlerimiz, zevklerimiz, tercihlerimiz, algılarımız farklı farklı o yüzden. Olayları okuyuşumuz,
sorun tanımlarımız birbirine zıt noktalarda olabiliyor çoğu zaman.
Bu farklılıklarımız iş yapış tarzımıza da profesyonellik anlayışımıza da etki ediyor kuşkusuz.
Ama en çok iletişim becerilerimizde gösteriyor
etkilerini. Öğrencimizle, meslektaşımızla, yöneticilerle, velilerle ve toplumla iletişimimizin belirleyicisi bu farklılıklarımız. Ve elbette bakan ile
iletişimimize de yansıyor tüm bu ayrıntılar.
Bu şartlarda öğretmen bakanla nasıl iletişim
kurar? Bu soruya net ve anlaşılır bir cevap vermek ilk bakışta mümkün görünmüyor. Zira
konumumuz, sosyal statümüz, yaşam algımız,
beklentilerimiz ve elbette yetişme tarzımızdaki
farklılıklar iletişimde ortak bir dil kullanma imkanını zorlaştırıyor. Diğer taraftan o kadar canlı
bir mesleğimiz var ki neredeyse her gün her hafta sürekli iletişim halinde olmamızı gerektiriyor,
hatta Bakanla bile. Bir de buna çağımızın hızını
ve değişim gerçeğini kattığımızda bu iletişimin
kısa süreli kopmalarda bile büyük maliyetlere
yol açacağınızı bittecrübe biliyoruz.
Bir husus daha var: Eğitim sistemimizin yapılanma biçimi. Sıkı merkeziyetçi bir kurumda çalışıyoruz. Yönetim tek elde. Hemen her ayrıntıda nihai karar merkezde toplanmış durumda.
Amaç, içerik, yöntem, alt yapı ve diğer tüm ayrıntılar ile ilgili pek fazla söz hakkımız olmuyor.
Hal böyle olunca biz öğretmenlerin bakanla
iletişimi tam bir çetrefil durum arz ediyor. Bu
noktada iki yol çıkıyor karşımıza: Ya tüm farklılıklarımızı bir kenara itip bakan ile iletişim kurma ihtiyacı duyduğumuzda bunu tek bir ses ve
tek bir ağız olarak yapmamız gerekiyor ya da her
birimiz kendi sesini duyurmak için daha baskın
bir sesle konuşmak zorunda kalıyoruz. Birinci
yolu tercih ettiğimizde sahip olduğumuz farklılıklarımızın bize ve işimize kattığı zenginlikleri
göz ardı etmemiz gerekecek. İkinci yolu seçtiğimizde ne kendimizi ifade edebileceğiz ne de bir
sonuç alabileceğiz.
İletişim alanında uzman olanların detaylarını
daha iyi bileceği kitlesel iletişim teorilerini burada yeniden masaya yatırmak gerekiyor anlaşılan.
Çeşitliliğin bu kadar fazla olduğu bir kitle nasıl
yapacak da dertlerini, sıkıntılarını, beklentilerini, hayallerini, duygularını en anlaşılır biçimde
ve hızlıca muhatabına (Bakana) iletme fırsat ve
yolunu bulabilecek?
Bir önceki yazımızda bakana öğretmenle iletişim sağlıklı iletişim kurma konusunda aklımıza
gelenleri sıralamıştık. Bu yolların bir çoğu elbette
öğretmenler tarafından da kullanılabilir. Bu yolların başında elbette resmi kanallarla sağlanan
iletişim geliyor. Bunun yanında, bir blog aracılığıyla, sosyal medya üzerinden ya da açık mektuplarla bakana kendimizi anlatabiliriz.
Ancak çoğulcu toplumlarda kitle olarak sağlıklı
bir iletişim kurmanın ve sonuç almanın en etkili yolunun sivil toplum çeşitliliğini artırmaktan geçtiğini düşünüyorum. Şöyle ki yukarıda
sıralanan farklılıklarımızın tek bir çatı altında
toplanması ve tamamının tek bir kurum aracılığıyla temsil edilmesi mümkün olmayan ve hatta
zararlı bile olabilecek bir durumdur. Ne var ki
Türkiye’deki durum böyle. Yani çok azımız bir
sivil toplum birlikteliği içinde yer alıyoruz ve
bu tercihimiz de çoğunlukla dünya görüşümüzün bizi yönlendirdiği tek bir adres oluyor. Son
yıllarda bu alanda bir gelişme, derinleşme ve
zenginleşme yaşadığımızı kabul etsek de henüz
gerçek ve çağdaş çoğulcu bir toplumu örneklemekten çok uzaktayız.
O halde toplumun eğitim ortalaması en yüksek
kesimi olarak bizler farklı taleplerimizi karşılayan
birden çok yapı içerisinde bulunabiliriz. Neden
her birimiz en az on farklı yapı içinde yer almıyoruz? Ve neden içinde bulunmak istediğimiz
yapıları kendi özgün farklılıklarımızı esas almak
suretiyle kişisel tercihlerimizle belirlemiyoruz?
Yani tam bir şebeke oluşturabiliriz. Bu şebekede her birimiz, farklı konu/sorun/beklenti alanlarıyla ilgili birden çok yapı içerisinde aktif rol
alarak belli bir konuda bizimle aynı duygu ve
düşünceleri paylaşan diğerleriyle buluşabiliriz.
Bir kurumda özlük haklarımızı savunurken, diğer kurumda eğitimin içeriğine, başka bir kurumda sosyal hayatımıza, uç bir kurumda çok
özel beklentilerimize dair bir güç oluşturabiliriz.
Bu durumda kişisel olarak demokrasiyi içselleştirdiğimizi, insan hak ve hürriyetlerine değer
verdiğimizi şahsen örneklemiş oluruz. Diğer taraftan kişisel tercihimizle mensubu olduğumuz
kurumun kurumsal gücünü ve itibarını artırırız
ve böylece daha güçlü bir muhatap olmayı başarırız. Bu şebekeleşme örgütlenmeler arasındaki güç dengesini ve demokrasiyi de bir kıvama
getirecektir. Ve elbette bakan (devlet) bizim bu
bilinçli tercihimizle oluşturduğumuz çok boyutlu yapının derinliğini, özgünlüğünü ve gücünü
kabul etmek durumunda kalacaktır.
Tabii bütün bu sürecin kritik aşaması gerçek
niyetimiz olacaktır: Ben bir öğretmen olarak
gerçekten sınıftaki öğrencilerimin kendilerini
gerçekleştirme süreçlerine destek ve rehberlik
görevimi en iyi şekilde yerine getirmek için mi
bu iletişime ihtiyaç duyuyorum?
Yani tam bir şebeke
oluşturabiliriz. Bu
şebekede her birimiz,
farklı konu/sorun/
beklenti alanlarıyla
ilgili birden çok
yapı içerisinde aktif
rol alarak belli bir
konuda bizimle aynı
duygu ve düşünceleri
paylaşan diğerleriyle
buluşabiliriz.
7
EĞİTİM SEKTÖRÜNDEKİ
‘GÜVEN BUNALIMI’NIN
AŞILMASINDA YENİ BİR
MANİFESTOYA DOĞRU
Mehmet Cüneyt ANCIN
Tarih Öğretmeni
ve Eğitim Yöneticisi / İstanbul
İnsanın bir bütün olarak
beden ve ruh sağlığının
sürdürülebilirliği
açısından tabipler ve
sağlık kuruluşları kadar,
toplumun sağlıklı
gelişmesi doğrultusunda
-tabipler dahil- tüm
halkı bilinçlendirme
iddiasındaki eğitim
kurumlarının ve
eğitimcilerin tabip
hükmünde olduklarını
hatırlamak gerekir.
8
‘Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.’
Kanuni Sultan Süleyman’ın ‘Muhibbi’
mahlasıyla söylediği derin manalı beyitinin söylenişinin üzerinden yaklaşık dört
yüz elli yıl geçmiş. Kanuni’nin de vurguladığı gibi devlet gücü halk için ne kadar
anlamlı ve önemliyse sağlık da bireyin
yaşama gücü için o denli önemlidir kuşkusuz. Sağlıkla ilgili doğrudan bir yorum
olarak okusak da tabibi yetiştiren hekimin bir muallim olduğu bilindiğinden,
sıhhatin devamlılığının sağlanmasında
muallimin payını da bu yoruma biz ilave
edelim. Zira İstanbul’un bilim merkezi
oluşunda önemli payı bulunan ve kendi
adıyla anılan Süleymaniye Medresesi’ni
kuran da aynı muhteşem devlet başkanıydı. İnsanın bir bütün olarak beden ve
ruh sağlığının sürdürülebilirliği açısından
tabipler ve sağlık kuruluşları kadar, toplumun sağlıklı gelişmesi doğrultusunda
-tabipler dahil- tüm halkı bilinçlendirme iddiasındaki eğitim kurumlarının ve
eğitimcilerin tabip hükmünde olduklarını hatırlamak gerekir. Günümüz sosyal
devlet politikalarının başarı kriterlerinde
sağlık ve eğitime bütçeden ayrılan pay ile
yapılan yatırımlar, tesisleşme, istihdam ve
diğer çıktılar birlikte değerlendirilmektedir. Her hâlükârda insana yapılan yatırım
anlamına gelen bu politikalar, devleti ve
sosyal yapıyı sağlıklı bir şekilde ayakta tutmanın olmazsa olmazıdır. Sağlık sistemi
kadar eğitim sistemi de son yarım asırda
çokça tartışılmasına rağmen kendisini bir
kriz döngüsü içerisinde hissetmektedir.
İnsani ve mesleki yeterliliklerin arttırılması
ile fiziki kapasitelerinin arttırılması paralel
işlemeyip çoğunlukla nitel gelişmeler yeter şart görüldüğünden olsa gerek yapılan
tüm iyileştirmeler, krizin çözümüne yetmemektedir. Oysa tüm sistemler, kurgulanırken açık ya da örtük bir insan modelini öngörmektedirler. Tüm örgütlenmelerini ve aygıtlarını da bu model üzerinden
planlayarak geliştirmeye gayret ederler.
Öyle ise modern zamanlarda bizim sistemlerimiz nasıl bir insan tipi modellemiştir ki devleti oluşturan aygıtlar ile birey
ve toplum arasında sürekli çözülemeyen
bir bunalım süregelmektedir? Aygıtın iki
tarafında da var olan bireyler yekdiğerini
nasıl görmektedir? Doktor-hasta ve öğretmen-öğrenci/veli iletişim düzeylerinde
aşılmaya çalışılan problemler aşılamadığında, çoğunlukla problemin çözümünün
havale edildiği ‘sistem’ nasıl bir şeydir?
Bu mentalite ile ‘İyi insan, iyi vatandaş
yetiştirmek’ ya da ‘sağlam kafanın sağlam
vücutta bulunması’ nasıl sağlanılacaktır?
Validesini tedavi eden doktor ya da çocuğunu eğiten öğretmen hassasiyeti için
mesleki formasyon, kamu standartları ve
kamu etiği ne ifade etmektedir?
İnsanı bir bütün olarak değerlendirmekle işe başlanıldığında onun tüm yetileri,
ihtiyaçları, duygu, düşünce ve eylemleri
ile anlamlı bir yaşam biçimine dönüştüğü
gözlemlenir. Bireyin içinde bulunduğu,
dolayısıyla devraldığı kültür ve medeniyet
bağlamı, zaman zaman kesintilere uğramış
olsa da ortak bir dil etrafında ifade edilebilmekte ise buradan hareketle toplumun
diğer bileşenleri ile saygı ve sevgi çerçevesinde bir iletişim ve etkileşimi mümkün
kılmaktadır. Toplumu oluşturan bireyler,
rolleri ve statüleri itibari ile ne kadar farklı
olurlarsa olsunlar, aralarında olumlu diyaloğu sağlamada başarılı olurlar ise insan
da devlet de sağlıklı yaşamı sürdürme
konusunda rahat yol alır. Ruh ve beden
sağlığının devamlılığı, anne karnında başlayıp hayatla sürdürülmek durumunda
olduğundan devletin tüm aygıtlarını doğal hayata uyumlu kılma zarureti ortaya
çıkmaktadır. İnsan tabiatı ve yeryüzü birbirlerine uyumlu yaratılmış olduğundan
hareketle bu uyumu bozacak tüm uygulamalardan kaçınmak, devletin en temel
vazifesi olmalıdır. Bugün için tüm yaşam
alanları ve araçsal donanımlar, olabildiğince çevreci ve ergonomik tasarlanıyor
ve bireyin güvenliği ön planda tutuluyorsa devlet ve birey/toplum diyaloğunun da
güven üzerine bina edilmesinden daha
tabii bir yaklaşım düşünülemez. Bu düşüncelerden hareketle günümüz Türkiye
eğitim sisteminin yapısal sorunlarının çözümü için yeni bir manifestoya kaçınılmaz olarak ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu
sürece katkısı olabilecek bir dizi düşünsel
ve eylemsel planlamayı aşağıda maddeler
halinde ilgililerin dikkatine sunuyorum;
Toplumu oluşturan
bireyler, rolleri ve
statüleri itibari ile ne
kadar farklı olurlarsa
olsunlar, aralarında
olumlu diyaloğu
sağlamada başarılı
olurlar ise insan da
devlet de sağlıklı yaşamı
sürdürme konusunda
rahat yol alır.
9
1. Eğitim süreçlerinin tamamı, bireyin yetileri, talepleri ve kabiliyetleri doğrultusunda, başta temel yaşam becerileri ve
sosyokültürel ihtiyaçlar çerçevesinde
tamamen esnek, okul öncesi programlarda olduğuna benzer tarzda yeniden
planlanmalıdır.
2. Artık ense traşı eğitimi olarak tabir edebileceğimiz tektipleştirici standart fiziki
mekân uygulamaları terk edilmelidir.
Bunun için de yıkıp yeniden inşa etmek ya da ödenek tahsis etmek yerine, kurum içi dönüşümlerin yalnızca
önünü açmak, engelleyici uygulamaları ortadan kaldırmak ve her şeyden
önemlisi ‘hoca’ya güvenmek en önemli
???
10
olmazsa olmaz şartlardır. Okul öncesi
kurumların sınıf içi mekânsal düzenlemelerindeki esneklik, derslik sisteminin
yaygınlaştırılmasına çalışılarak aynı düzeyde her tür eğitim kurumuna tatbik
edilebilir. Sınıf içi dizaynın gerçekleştirilmesinde zümrelerin ortak karar ve
planlamaları dikkate alınmalıdır.
3. Yeni okul mimarisi için Kültür Bakanlığı ve MEB, Mühendislik Fakültelerinin
Mimarlık bölümleri, TMMOB ve ilgili
STK’lar ile ortak araştırma ve fizibilite
çalışmaları yapmalıdır.
4. Okulların güçlendirilmesi, temizlik, bakım, onarım, fiziki donanım vb. ihtiyaçları, önemli ölçüde yerel yönetimlerin
okul aile birliklerine aktaracakları paydan temin yoluyla giderilmelidir. Bu
konuda yasal düzenleme yapılmalıdır.
Beyaz bayrak denetimlerinde doğrudan yerel yönetimin sorumluluğu da
değerlendirilmelidir.
5. Tüm öğretmen yetiştiren kurumlar ve
eğitim STK’ları, temsilcileri vasıtası ile
öğretim programları hakkındaki gelişmeleri ortak platformda MEB. Talim
Terbiye Kurulu nezaretinde tartışmalı,
gerekli program teklifleri ve geliştirmeleri birlikte yapmalıdır.
6. Ölçme ve değerlendirme sistemi tek
tip olmaktan çıkartılarak, yaklaşık on yıl
önce başlatılan yapılandırmacı modelin gereklerine uygun ve merkezi sınav
modellerinden bağımsız kredilendirme
sürecine dönüştürülmelidir. Bu hususta
eğitim alanının iş görenlerine ve hizmet
alanlarına güven duyularak yola çıkılması esastır. Eğitimde artık rekabetten
ziyade işbirliğini esas alan bir modelin
uygulanması zaruri hale gelmiştir. Rekabet, ancak iyi örnekler çerçevesinde
daha iyiyi ve üstünü üretmedeki yarışta
söz konusu olabilir.
7. Birey ve okul başarısında eğitim sezonu boyunca yapılan ders içi ve ders
dışı tüm aktiviteler, bireysel özellikler
ve farklılıklar dikkate alınmak suretiyle yetenek boyutuyla değerlendirilmeli
ve temel mesleki becerilerin tasnifine
dayalı olarak raporlanmalıdır. Bunun
için özel dershaneler, özel destek eğitim merkezleri olarak (ÖDEM) yeniden
yapılandırılmalı, yurt içi ve yurt dışı
eğitim koçluğu/danışmanlığı hizmeti veren, aynı zamanda Yaygın Eğitim
Genel Müdürlüğünden sertifika yeterliliği alma şartına bağlı olarak muhtelif
programlara dayalı eğitimlerle bireyin
hayata ve mesleğe yönlendirilmesinde
rol almalıdırlar.
8. Merkezi sınavlar yerine olgunlaşma ve
bitirme sınavları okul içi ve eğitim bölgelerinde ortak uygulanmalı, okullar
arası akademik rekabet bu yolla sağlanmalıdır. Bu sınavlar, hem örgün hem
de yaygın eğitimden yararlanan öğrencilere açık olmalıdır.
9. ÖSYM, ÖYAK (Öğrenci Yerleştirme ve
Akreditasyon Merkezi) olarak yeniden
yapılandırılmalı, sınav görevlileri yerine
akademik personel, uzman öğretmen
ve başöğretmen kadrolarından, ortak
bağımsız denetçi havuzu oluşturulmak
suretiyle hem yerli hem yabancı öğrenci denklikleri hem de yerleştirilmeye
esas akreditasyon, bu denetçiler vasıtasıyla yapılmalıdır. Bu akreditasyonun
uygulanmasında e-okul modülü üzerinde hangi belge ve eğitimlerin nasıl
puanlandırılacağı şeffaf olarak programlanmalı, aynı zamanda sonuçları iç
denetim ile yargı denetimine açık olacak şekilde ilan edilmelidir.
10. Öğrencilerin bireysel olarak geliştirdiği projeler için TÜBİTAK ve Bilim ve
Teknoloji Bakanlığına bağlı, akreditasyon merkezleri kurulmasına yasal
olarak imkân sağlanmalı ve bu merkezlerin vereceği sertifikalar da MEB
ve ÖYAK denetimine tabi olmalıdır.
11. YÖK kaldırılmalı ve üniversiteler, TEBAM (Türkiye Evrensel Bilim Araştırmaları Merkezi) adlı bir bağımsız değerlendirme kuruluşunca tüm dünya
üniversitelerinin tabii olacağı kriterlere göre kredilendirilerek derecelendirilmelidir.
12. Eğitim sistemi ancak temelde insanı
merkeze alan bir modelle reforme
edilebilir. İnsanı programlanması
gereken robotlar olarak düşleyen
ortaçağ (!) pozitivizminin dişlilerinden ve prangalarından kurtaran kişi
ve kurumlar, gelecekte yaşanılabilir
bir dünya kurma yolunda da insanlığın önünü açmış olacaklardır.
Bunun için yeni bir manifestoya
olan ihtiyacı dillendirmekle kalmayıp ortak akılla tarihi coğrafyamızın
bize sunduğu bu fırsatı uygulamaya
dönük yol haritası çizmekten başka
bir yol gözükmemektedir. Güneş
ülkesinin çocukları, doğu ilim ve irfanının yüzyıllarca ortak medeniyet
havzalarını besleyerek dünyayı nasıl
aydınlattığının bilinciyle bu yolculukta kendilerini güvende hissedeceklerdir. Güven duymayı ve güvenilir olmayı yine ve yeniden öğrenip
öğretecekler; yerelden evrensele ve
evrenselden yerele her türlü bilimsel bilgi akışının çağıldadığı membalardan kana kana içilecek pınarlar vücuda getireceklerdir.
İnsanı programlanması
gereken robotlar olarak
düşleyen ortaçağ
(!) pozitivizminin
dişlilerinden ve
prangalarından
kurtaran kişi ve
kurumlar, gelecekte
yaşanılabilir bir dünya
kurma yolunda da
insanlığın önünü
açmış olacaklardır.
Bunun için yeni bir
manifestoya olan
ihtiyacı dillendirmekle
kalmayıp ortak akılla
tarihi coğrafyamızın
bize sunduğu bu
fırsatı uygulamaya
dönük yol haritası
çizmekten başka bir
yol gözükmemektedir.
11
Okulu Yeniden
Mayalamak
Selahattin Turan
Eskişehir Osmangazi Üni. /
Eskişehir
Genç nüfusu bir
eğitim seferberliği ile
yeniden ele alır; eğitim
sistemimizi eleyici
sınavlardan kurtarır;
onları sıraya dizmeden,
yaftalamadan
yetiştirebilirsek; her bir
öğrenciyi Türkiye’nin
geleceği için bir
potansiyel olarak
görürsek; yarınlar
bugünden daha iyi
olacaktır.
12
Yirmi birinci yüzyıl, önceki asırlardan birçok yönlerden ayrılıyor. Burada son iki
yüzyıldaki bilinen değişim, dönüşüm ve
sarsıntıları burada tartışmamız oldukça
zor. Bununla birlikte bu yüzyıldaki sismik
değişimleri eğitim sistemimiz açısından
yorumlayabilmek ve geleceğe dönük
bazı çıkarımlarda bulunmak -bu bağlamda- hayatî bir önem taşıyor. Dünyada
olup bitenler ışığında -her ülke- eğitim
ve okulu; kendi gelecekleri açısından
yeniden kuruyor, stratejiler geliştiriyor,
yeniden şekillendiriyor ve okula yeni anlamlar yüklüyor.
ilişkin veriler incelendiğinde; gelecek elli
yılın Türkiye’nin lehine olacağı yönünde
bazı temayüllerin olduğu görülmektedir.
Gelecek 50 yılda Türkiye nüfusu birçok
Avrupalı ülke nüfuslarından daha fazla
olacaktır. Nüfus stratejistlerine göre ‘gelecek yüzyıl kimsenin elinde değil’. Eğer
bu genç nüfusu bir eğitim seferberliği ile
yeniden ele alır; eğitim sistemimizi eleyici
sınavlardan kurtarır; onları sıraya dizmeden, yaftalamadan yetiştirebilirsek; her
bir öğrenciyi Türkiye’nin geleceği için bir
potansiyel olarak görürsek; yarınlar bugünden daha iyi olacaktır.
Türkiye, yaş ortalaması otuzun altında
olan genç ve dinamik bir nüfus ve toplum yapısına sahip. Genç ve dinamik
toplum yapımız iyi analiz edilip –eğitimde- özgün stratejiler geliştirildiğinde
söz konusu bu genç nüfus ülkemiz açısından büyük bir avantaj olarak telakki
edilebilir. Türkiye’nin genç nüfusu, son
çeyrek yüzyılda, özellikle Batılıların
dikkatini çeken bir husustur. Nüfus ve
dinamik yapımız analiz edilmesi gereken en stratejik konudur. Bu konuda
kafa yorulması, üniversitelerin bu konu
ile ilgili raporlar hazırlaması ve araştırmalar yapması gereklidir. Dünya dinamikleri, toplum yapıları ve geleceğe
Dünyadaki çağcıl gelişmeleri eğitim politikaları açısından yorumlayabilmek ve
mevcut sistem içinde anlamlandırılabilmek için birkaç hususa dikkat etmemiz
gerekiyor. Birincisi, toplumumuz için en
stratejik varlık ‘birey’dir. Bu varsayımdan hareketle; her çocuğu biricik olarak
algılayacak yeni eğitim modelini kurmak
zorundayız. Bu bağlamda özellikle Batıcı
eğitim politika ve teorilerini Türkiye’ye
aktarma yerine eğitim ve okul sistemimizi
kendi ‘uygarlık’ tasarımımıza hizmet edecek şekilde yeniden inşa etmemiz gerekiyor. Bu bağlamda eğitim sistemimizin,
-okul öncesinden yükseköğretime kadarbir sistem bütünlüğü içinde ele alacak es-
nek, her zaman ve koşula uyarlanabilir,
hızlı hareket kabiliyeti olan bir yapı ve
davranışa kavuşturulması gerekiyor. İkinci
husus, -gelecek yirmi yılda- gençlerin en
önemli sorunu ‘kendi kendini yönetememe’ olgusu olacaktır ve Türk eğitim sistemi buna hiç hazır değildir. Bu bağlamda
çocukların kendi kendilerini yönetebilme
ve yaşamı bir bütün olarak algılayabilmeleri için akademik başarı merkezli eğitim
sistemi yerine -iyi ödev insanı- yetiştirme
felsefesini esasa alan bir anlayışa geçilmesi gerekiyor. Bunun için eğitim sisteminin
merkezine çocuklardaki benlik algısı ve
benlik terbiyesini güçlendirecek stratejilerin yerleştirilmesi gerekiyor. Üçüncü
husus, nesiller arası kopuş ve bu kopuşun
getirdiği nesiller arası değer aktarımı me-
selesidir. Bu bağlamda yüzleşmemiz ve
üstesinden gelmemiz gereken en önemli husus, insanî kimliğin inşa edilmesi ve
sürdürülmesinde yaşanan ve artarak devam edecek gibi görünen değerler yıpranmasıdır. Genç nüfusun ve özellikle de
öğrencilerin kendi ve toplumlarına olan
güvendeki zayıflama sürecini hızlandıracak -toplumumuzun ortak yönelişini sekteye uğratacak- bir tehlike ile karşı karşıya
kalmalarıdır. Türkiye eğitim konusunda
başını kaldırıp gökyüzüne bakmalıdır.
İleride ve gökyüzünde yıldızlar var; bu
yönelişin ve dirilişin eğitim ile olacağının
farkında olmamız gerekiyor. Bunun için
başlangıç noktası okulun “cümle varlığın
birliğini” esas alacak şekilde yeniden mayalanmasıdır.
Gelecek yirmi
yılda gençlerin
en önemli sorunu
‘kendi kendini
yönetememe’ olgusu
olacaktır ve Türk
eğitim sistemi buna
hiç hazır değildir. Bu
bağlamda çocukların
kendi kendilerini
yönetebilme
ve yaşamı bir
bütün olarak
algılayabilmeleri
için akademik
başarı merkezli
eğitim sistemi
yerine -iyi ödev
insanı- yetiştirme
felsefesini esasa alan
bir anlayışa geçilmesi
gerekiyor.
13
Barış süreci ve Yeni
Anayasada Eğitim
Ufuk Coşkun
Eğitimci-Yazar / İstanbul
Bugün eğitim hayatını
tanzim eden tüm yasa,
yönetmelik ve birtakım
uygulamaların çok eski
olduğu görülmektedir.
Olağanüstü ortamlarda
yürürlüğe sokulan bu
tür yasalarla eğitim
kuşkusuz bireyin
özgürleşmesini,
farklılıkları birer
zenginlik olarak
görmesini dahası
ufkunun ve hayal
gücünün genişlemesini
zorlaştırmaktadır.
14
Türkiye uzun yıllar Kürt sorunu bağlamında
bölgede barış ortamını sağlayamamıştı. Bu
durum hem bölge insanını hem de ülkeyi
ekonomik, siyasi ve sosyal birtakım olumsuzluklarla baş başa bıraktı. Kuşkusuz terörün eğitim öğretim faaliyetlerini de sekteye
uğrattığı bilinen bir gerçektir. Bölge insanı
yıllardır nitelikli eğitim öğretim imkânından
yoksun bırakıldı. Ne var ki eğitim söz konusu
olduğunda üzerinde durmamız gereken bir
başka husus var o da; merkeziyetçi ve tek bir
ideolojiye mahsus eğitim anlayışının ayrımsız toplumun farklı kesimlerine dayatılmasıdır. Bu şu demektir; bugün terörün bitmesi
ve barış ortamın tesis edilmesiyle eğitimde
ciddi bir kalkınma yaşanmayacaktır. Çünkü
sorun eğitimin bizatihi kendisindedir. Barış
ortamının tesis edilmesi ancak yeni anayasa
sürecini hızlandırır. Tam da bu noktada eğitimin yeni anayasada nasıl tanzim edilmesi
gerektiğini konuşmalıyız. Türkiye’de farklı
kesimleri içine alan onları tek potada eritmeyen özgürlükçü bir eğitim anlayışının yerleşmesi gelinen noktada artık bir zorunluluktur.
Eğitim farklılıklara mesafeli
Bugün Türkiye’deki mevcut toplumsal sorunların kökeninde farklı dil, inanç ve kültürleri dışlayan, yasaklayan ve onları yok
sayan nasyonalist bir zihniyetle kurgulanmış
bir eğitim sisteminin de payı bulunmaktadır.
Ne yazık ki kimse meselenin eğitim boyutunu gündeme getirmemektedir. Partilerin
hazırlamış oldukları anayasa taslaklarında da
genel eğitim politikalarına dönük herhangi
bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Oysa mevcut
eğitim anlayışı hala otoriter, dışlayıcı, tek-tip
insan yetiştirmeye endeksli işlev görmekte
dolayısıyla farklı kültürlere mesafeli yaklaşmaktadır. Geçenlerde Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı ve Avrupa Konseyi tarafından
yürütülmekte olan “Demokratik Vatandaşlık
ve İnsan Hakları Eğitimi Projesi” kapsamında bir çalışmada bulundum. Üç gün boyunca eğitim hayatını tanzim eden tüm yasa ve
yönetmelikleri gözden geçirdik. Bakıldığında bugün eğitim hayatını tanzim eden tüm
yasa, yönetmelik ve birtakım uygulamaların
çok eski olduğu görülmektedir. Olağanüstü
ortamlarda yürürlüğe sokulan bu tür yasalarla eğitim kuşkusuz bireyin özgürleşmesini,
farklılıkları birer zenginlik olarak görmesini
dahası ufkunun ve hayal gücünün genişlemesini zorlaştırmaktadır.
Bu bakımdan insan haklarına dayalı, özgürlükçü, çok dilli, çok kültürlü, çoğulcu yeni bir
eğitim felsefesine ihtiyaç duyulduğu aşikârdır.
Kendine özgüveni olan, demokrat ve özgürlükçü bireylerin yetişmesine imkân tanımalıdır artık eğitim sistemi. Bu çerçevede eskiden
kalma yasa ve yönetmelikler mutlaka gözden
geçirilmeli ve eğitim, devleti değil bireyin hak
ve özgürlüklerini koruyan bir anlayışla işlev
görmelidir. Kısacası gelinen bu barış ortamında
eğitimin multikültüralist bir perspektifle yeniden ele alınmaya ihtiyacı vardır.
Anayasada Eğitim
Türkiye’de yaşayan herkes kültürel, bilimsel,
dini ve sanatsal faaliyetlerinde anadilini kullanma, anadilinde eğitim, öğrenim ve kamu
hizmeti görme hakkına sahip olmalıdır. Resmi
dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi, bu hakkın kullanımına engel olmamalıdır.1982 Anayasasında yasaklanan anadil eğitimi yeni anayasada
mutlaka özgürlükçü bir perspektifle yerini almalıdır. Aynı şekilde yeni anayasada birey seçtiği dini aynı inanca mensup insanlarla oluşturduğu cemaatlerle (sivil toplumla) yaşama,
yayma ve örgütleme hakkına sahip olmalıdır.
Cemaatler vergi ödedikleri devletten çocuklarına dini eğitim vermesini de talep edebilirler.
Verilecek olan din dersinin içeriğini belirleme
hakkı da velilere ait olmalıdır. Dolayısıyla
zorunlu din dersi kaldırılmalı. İnanç gruplarına bu alanda serbestlik tanınmalıdır.
Demokratik dünya bu maddenin gereğini
yerine getiriyor. Örneğin Homeschooling
gibi alternatif eğitim modellerinin uygulanmasına müsaade ediyor. ABD ve KANADA
gibi ülkelerde bu yönde çıkarılmış çok sayıda yasa var. Hatta Amerikan senatosu 16
Eylül 1999 günü oybirliğiyle aldığı 183 nolu
kararla 19-25 Eylül 1999 haftasını ‘Ulusal
Kişi Merkezli/Homeschooling Eğitim Haftası’
olarak belirlemiştir.
İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi Madde
26/3: Ana baba,
çocuklarına verilecek
eğitim türünü seçmek
hakkını öncelikle
haizdirler.
Diğer taraftan eğitim birliğini öngören Tevhid-i Tedrisat yasası da
bugün eğitim özgürlüğü açısından bir sorun olarak karşımızda
durmaktadır. Teknolojinin hızla
geliştiği bir dünyada bugün çok
farklı meslek dalları oluştu. Dolayısıyla bugün itibariyle yürürlükte tutulan Tevhid-i Tedrisat
yasası bu hızı yakalamakta yetersiz kalmaktadır. Bu bakımdan
toplumun ihtiyaç hissettiği gerek
meslek adamını ve gerekse din
adamını kendi bildiği yoldan kendi
açacakları okullarda yetiştirmesinin
önü mutlaka açılmalıdır. Ve bu yasa
artık kaldırılmalıdır. Eğitimde ebeveynin
rolü de üst düzeyde olmalıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Madde 26/3: “Ana
baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü
seçmek hakkını öncelikle haizdirler.” der.
15
İnsanın doğuştan
getirdiği kabiliyetlerini
geliştirebilmesinin
yolu, kuşkusuz insanı
insana bırakmaktan
geçmektedir. Bu
bakımdan yeni
anayasada “eğitimin”
özgürlükçü bir
perspektifle yeniden
tanzim edilmesi
elzemdir.
Yeni anayasada eğitim özgürlüğü kapsamında
dile getirilmesi gereken bir başka ve önemli
konu; militarist uygulamaların eğitim kurumları aracılığıyla artık çocuklara verilmemesi
gerektiğidir. Bugün ilköğretimde çocuklara
asker komutlarıyla içirilen yemin metninin
ne pedagojiye ne de hukuka uygun olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan yeni anayasa,
militarizmin eğitimin tüm unsurlarından ayıklanması konusunda tedbirler almalıdır.
Eğitimin iktisadi boyutu atlanmamalıdır
Türkiye’de kimsenin mali durumunu, görüşünü, dinini, ırkını, mezhebini vs.
dikkate almadan herkesten toplanan vergilerle sağlanan
eğitim hizmeti ne yazık ki sadece belirli bir kesimin işine yarayacak türden bir faaliyet olarak
sunulmaktadır. Dolayısıyla mevcut finansman
yönteminin milli eğitimin amaçlarında da ifade ettiğimiz gibi günümüz finans dünyasının
bir hayli gerisinde bir anlayışla temin ediliyor
olması da ayrıca önemlidir. Eğitim, iktisadi boyutu ve doğurduğu olumsuz sonuçlar görmezden gelinerek anayasada tanzim edilmemelidir. Çünkü vergi mükellefleri tarafından temin
edilen servetin devlet tarafından alınıp dağıtılmasını öngören bu yerleşik mevcut finansman yaklaşımı ne yazık ki dünyanın geldiği bu
noktada hiçbir yaraya merhem olmamaktadır.
Devlet okullarında kalite düşüşüne neden
olduğu gibi eğitim daha çok zengin ailelere
dönük ayrıcalıklı bir hal almaktadır. Çünkü
bu alanda yapılan birçok araştırma üniversite sınavını kazanan öğrencilerin orta ve orta
üstü gelir düzeyine sahip ailelerin çocukları
olduğunu göstermektedir. Yeni anayasa bu
adaletsizliği ortadan kaldıracak bir anlayışla
ele alınmalıdır.
Sonuç olarak Türkiye’de insan haklarına dayalı, özgürlükçü, çok dilli, çok kültürlü, çoğulcu yeni bir eğitim anlayışına ihtiyaç duyulduğu aşikârdır. Neticede eğitimin nihai
amacı tek-tip insan üretmek değil birbirleriyle iyi ilişkiler kuran, kendine ait bir dünyası
olan ve bu dünyasını kendisi için koyduğu
ilkeleriyle zenginleştiren özgür bireyler üretmektir. Bunun da başlıca yolu; insanın en
tabii haklarına, özelliklerini en verimli şekilde kullanmasına imkân tanımaktan geçmektedir. Başka bir deyişle insanın doğuştan
getirdiği kabiliyetlerini geliştirebilmesinin
yolu, kuşkusuz insanı insana bırakmaktan
geçmektedir. Bu bakımdan yeni anayasada
“eğitimin” özgürlükçü bir perspektifle yeniden tanzim edilmesi elzemdir. Özellikle barış sürecinde bunun ne kadar gerekli olduğu
ortada değil mi?
16
Terörün Bitmesi
Etkiler
Eğitimi
Nasıl
Terör ülkemizin bir gerçeği olarak on yıllarca
bizleri sosyal, siyasal, ekonomik yönden etkiledi, farklı açılardan kalkınma hızımızı azalttı.
Tabi terör hiçbir zaman dış destek almadan ortaya çıkmaz, gelişmez, insanların yaşamlarına
olumsuzluk katmaz. Şöyle ki eskiden ülkeler
düşmanlıklarını cephede sergilerken zamanımızda savaşlar daha sinsi hale geldi ve emperyalist güçler sömürmek istedikleri ülkeleri önce
ülke içinde etnik, dini, mezhepsel, siyasal
farklılıkları öne sürüp toplumu birbirine kırdırıyor sonra bu sürecin işlemesi, gelişmesi için
özellikle medya ve basını kullanarak insanları
cahilliğe itiyorlar. Nitekim kalkınmanın temel
unsuru sanıldığının aksine ekonomi değil eğitimdir, kültürel, bilimsel gelişmelerdir.
Bir halk düşünün ki terörden canı yanmış, halkı birbirine küsmüş, kendi değerlerine yabancı
olmuş, ilerleme durmuş, ayrışmaların eşiğinde olmuş olsun. Acaba böyle olunca ülkedeki başka güzel potansiyellerin anlamı kalır mı?
İşte terör bu ülkede on yıllarca hüküm sürerek
öncelikle insanlarımızın düşünce fikir dünyasını zehirledi, önyargıların esiri olmasına yol açtı,
farklılıklarımızı olağan görecek kadar ufuk ötesi
görmemizi engelledi.
Tabi bu bilinç seviyesindeki düşüş hayatın farklı alanlarında insanlarımızı farklı şekilde olumsuz olarak etkiledi. Özellikle doğuda cereyan
eden şiddet göçe, kutuplaşmalara, bölgeler
arası ekonomik, kültürel farklılıkların artmasına
yol açtı ki bu tek vatanda yaşayan insanlarımız
için olumlu değildir. Çünkü ülke bir bütündür
ve bir bölgenin var olan sorunları başka bölgeleri de etkiler. Son zamanlarda terörü önle-
?
meye yönelik yapılan çalışmalarda yıllarca uygulanmış olan askeri müdahale yerine diyalog,
diplomasi, siyasi arenada çözüm, farklılıklara
saygı, etnik dile esneklik, üniversitelerde etnik dil eğitimi, genel olarak çözüm için belli
çerçevede esneklik sağlama tutumları terörün
bitmesi adına umut verici olmuştur. Tabi bu
süreç ezber bozan bir yapıdır, insanlarımızın
çözüm odaklı ve esnek düşünmesi gelecek adına umut vericidir.
Terör bittiği taktirde ülkemiz önemli bir
ayakbağından kurtulup var olan potansiyelini etkin şekilde ortaya çıkaracaktır. Tabi bu
süreçte eğitimin kalitesi artacak, her bölgede
güvenli olarak eğitim kurumları, üniversiteler geniş etkili çalışmalar yapacak, sorunsuz
ve güvenlik içinde eğitim kurumları açılacak
aynı zamanda daha bilinçli, çözüm odaklı
düşünen, nedenselliğe dayalı düşünme biçimini benimseyen nesillerin ortaya çıkmasına
vesile olacaktır.
Unutulmamalı ki bu ülkenin en temel sorunu
yetersiz bilinç seviyesidir, bu da ülkeyi geriletmektedir. Eğitimin kalitesinin artması demek
başta sosyal kalkınma olmak üzere hayatın tüm
alanlarında kalkınma demektir. Eğitimin düzeyi arttıkça insanlarımız arasındaki terörden
kaynaklı etnik, dini, mezhepsel ayrımcılıklar,
tabular son bulacak onun yerine farklılıkları
zenginlik sayan, evrensel insani değerler etrafında yaşayan, seven, paylaşan, sosyal sorumlulukları yerine getiren nesilller oluşacaktır. Terörün etkileri bittikçe insanlarımız önünü
daha net göreceği için daha büyük idealler
oluşturarak vizyonlarını genişletecek, yarının
Halil Kırık
Eğitimci- Yazar / İstanbul
Terör bu ülkede
on yıllarca hüküm
sürerek öncelikle
insanlarımızın
düşünce fikir
dünyasını zehirledi,
önyargıların esiri
olmasına yol açtı,
farklılıklarımızı olağan
görecek kadar ufuk
ötesi görmemizi
engelledi.
17
Eğitim sistemi başka
olumsuz dış etkenlerden
bağımsız olduğu
sürece, toplumun
gerçeklerinden
yola çıkılarak
onun ihtiyaçlarının
karşılanması oranında
uzun vadeli hedefler
konulduğu sürece başarı
gelir, sağlıklı kalkınma
olur. İnsanların yaratıcı,
verimli düşünmesi
ancak gerekli insani
şartlar sağlandığında
oluşur.
18
inşası adına var olan potansiyel isteklendirme
kaynaklarını arttıracaktır.
Eğitimdeki son yıllarda yapılan büyük atılımlar, üniversite sayısının iki katına çıkarılması,
örgün eğitim kurumlarında müfredatın ezbercilikten çıkıp yaratıcı düşünme şekline bürünmesi, toplumsal canlanma, değişim için çok
önemlidir. Tabi tüm bu atılımların meyvesini
daha hızlı almak için terörün bitmesi, siyasi
arenada çatışmalar yerine kolektif düşünme
anlayışının hakim olması lazımdır.
Eğitimi engelleyen şiddet bir bakıma insanların psikolojik yapılarına da etki ederek adeta
korku toplumu, panik toplumu oluşturulmak
istendi. Ki bundaki amaç emperyalist güçlerin
halkı çabuk etkisi altına alması isteği, sindirme
politikası ile istedikleri yönde kullanma sürecidir. Eğitimde rahatlama demek eğitimde
kalite artışı demektir, bu da artık korku yerine
özgüven, barış toplumu demektir. Nitekim bilgi arttıkça, eğitimde nitelik arttıkça korkular
gider yerine özgüven, yaratıcılık gibi en temel
insani güdüler gelir. Terörü besleyen damarlardan olan cehalet azaldıkça daha güvende,
uzun vadeli eğitim politikaları üreten toplum
yapısı ortaya çıkar. Çünkü terör oldukça dikkatler oraya gittiği için en temel sorun eğitime
yeterince eğilme olamayabilir. Eğitim sistemi
başka olumsuz dış etkenlerden bağımsız olduğu sürece, toplumun gerçeklerinden yola çıkılarak onun ihtiyaçlarının karşılanması oranında
uzun vadeli hedefler konulduğu sürece başarı
gelir, sağlıklı kalkınma olur. İnsanların yaratıcı,
verimli düşünmesi ancak gerekli insani şartlar
sağlandığında oluşur.
Eğitimde nitelikli, gelişim odaklı, yaratıcı düşünen beyinler olabildiğince dış dünyadaki
olaylardan olumsuz etkilenmeyen, önyargılar
oluşturmayan kişilerde olur. Terörün bitmesi
eğitimde daha çok fırsat eşitliğini sağlar, özellikle kırsal kesimde kız çocuklarının okuma
düzeyi artar ki kızların okuması ülkemiz adına
atılmış önemli adımdır. Terörün bitişiyle terörden beslenen güçler, terörü oluşturanlar bilinçlenmiş insanlar tarafından daha iyi tanınacağı
için olası yeni hain planlara önlem alınmış olur.
Tabi biten terörle birlikte aileler de daha bilinçli, güven içinde olarak çocuklarını okutur,
bu durum insanlar arasında verimliliği artırır,
nemelazımcı düşünme biçiminden kardeşlik
bilincine doğru sağlam adımlar atılır. Unutulmamalı ki şiddet olmazsa aileler daha sağlıklı
nesiller oluşturur.
Son olarak şu bir gerçek ki ülkemiz sahip olduğu konum itibariyle zor bir yerde ve çok oyunlar var. Bu durumun önlenmesi ancak sorgulayan, araştıran, dayanışmacı ruha sahip evrensel
insani değerleri benimseyen insan yapısına ihtiyaç vardır. Terörün etkisiz hale gelmesi nitelikli eğitim, dolayısıyla nitelikli insan yetiştirme
adına çok verimli sonuçlar doğuracaktır. Tabi
güven içinde olan insan üretir, gelişim odaklı
olur, sosyal uyum sorunu yaşamaz. Terörün
bitmesi insanlığın kazanmasıdır ama unutulmamalı ki her türlü şiddetin, terörün çıkışı cehalettir, ilacı ise eğitimdir.
Doç. Dr. Erhan
Bingölbali:
Öğretmenlik her şeyden önce
bir “dertlenme” meselesidir.
Sizce Matematik Eğitimcisi olmanın an- bir konumdayız Matematik Eğitimcisi
lamı nedir?
olarak. İfade ettiğim bu sorunlara çöMatematik hepimizin bildiği gibi birçok züm bulma noktasında Matematik Eğiöğrencinin zorlandığı ve başarısız olduğu timcisi olmak büyük önem arz ediyor.
bir derstir. Böyle olunca birçok öğrencide En genel anlamda bunu söyleyebilirim.
matematik korkusu ve matematik fobisiyle karşılaşıyoruz. Ve bunlardan hareketle
bakıyoruz ki aslında matematik sadece
çocukların sorunu değil aynı zamanda
ebeveynlerin sorunu, öğretmenlerin sorunu, okul yöneticilerinin sorunu ve daha
genel çerçevede ulusal bir sorun. Matematikte daha başarılı olan bireylerle daha
fazla üretim yapabilirsiniz. Dünyada daha
iyi rekabet edebilen bir ülke haline gelebilirsiniz.
Bütün bunlardan hareketle şunu söyleyebiliriz; çocukların sorunu olarak matematik, okulların sorunu olarak matematik ve ülkenin sorunu olarak matematik
karşınızdaysa o zaman Matematik Eğitimcisi olmak da önem arz ediyor. İşte
çocukların sorunlarına, okulların sorunlarına, öğretmenlerin sorunlarına hatla
ülkenin sorununa yardımcı olabilecek
Röportaj: Tuba Gül
Gaziantep Üniversitesi
Öğrencisi
Eğitim Fakültelerinde Matematik Eğitimi
konusundaki değerlendirmeleriniz nelerdir?
Aslında mevcut öğretmen adaylarını
yetiştirme noktasında çok büyük bir
rolümüz ve işlevimiz var Eğitim Fakültelerinde çalışan öğretim üyeleri
olarak. Biliyorsunuz, 2005 yılından bu
yana Türkiye’de eğitim ve öğretimde
ciddi bir paradigma değişikliği var. Bu
paradigma değişikliğinde genel olarak
söyleyecek olursak öğrenci merkeze
alınıyor. Öğrencinin aktif katılımıyla
bir öğretimin icra edilmesi öngörülüyor. Bu bağlamda yetiştireceğimiz matematik öğretmen adaylarının niteliği
önem arz ediyor. Onun için Eğitim
Fakültelerinde öğretmen adaylarının
nasıl bir hazırlıkla yetiştirildikleri de
büyük bir önem arz ediyor.
Doç. Dr. Erhan Bingölbali
kimdir?
Gaziantep Üniversitesi Eğitim
Fakültesi İlköğretim Bölümü
Matematik Eğitimi Dalı’nda
öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
19
Gaziantep
Üniversitesi Eğitim
Fakültesi açısından
düşünecek olursak
biz sonraki yıllarda
okullarda görev
yapacak öğretmen
adaylarının
yetiştirilmesine
dönük bir eğitim
vermeye çalışıyoruz.
Hem alan bilgisi
noktasında hem
de alanın öğretimi
noktasında öğretmen
adaylarımızı tecrübeli
ve birikimli bir
şekilde yetiştirmeye
çalışıyoruz.
20
Üniversitelerde matematik öğretiminin
içeriği hocalara da bağlı olduğu için hocaların buradaki birikimleri, yaklaşımları
çok büyük bir önem arz ediyor. Gaziantep Üniversitesi Eğitim Fakültesi açısından düşünecek olursak biz sonraki
yıllarda okullarda görev yapacak öğretmen adaylarının yetiştirilmesine dönük
bir eğitim vermeye çalışıyoruz. Hem
alan bilgisi noktasında hem de alanın
öğretimi noktasında öğretmen adaylarımızı tecrübeli ve birikimli bir şekilde
yetiştirmeye çalışıyoruz.
Bu yeterli midir? Kuşkusuz geliştirilmesi gereken daha çok noktalar var. Ki bu
noktalardan en önemlileri ise öğretmen
adaylarının öğretmen olduklarında öğretebilecekleri tüm konulara ilişkin
hazırlıkla buradan mezun olmaları gerekiyor. Biz burada bunu şu aşamada
kısmen yapıyoruz. Mesela bir teknoloji
kullanımı, sınıf yönetimi veya kavramların nasıl öğretilebileceği ile ilgili daha
fazla derslere ve içeriklere eğitim fakültelerinde ihtiyaç var. Ben çok önemli işlevlerimiz olduğunu düşünüyorum. Bu
noktada daha fazla uğraş ve çabanın da
gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sizlerin de az önce belirttiğiniz gibi
öğrencilerin matematikten korkuları
aşikârdır. Ve genellikle “Hocam biz bunu
gündelik yaşamımızda nerede kullanacağız?” sitemiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Sizce öğrenciler sitem etmede haklılar
mı? Bu hususta ne buyurursunuz?
Öğrencilerin evet, matematikten korktukları bir gerçek. Korkularının nedenlerini irdelediğimizde birçok faktör var.
Ama ön plana çıkan üç tane faktörden
bahsedebiliriz.
Birincisi, gerçekten de matematik zor.
Biz içerisinde çok zor kavramların olduğu bir alanla uğraşıyoruz. Mesela bir
sayının gelişimine baktığımız zaman
bunun insanların binlerce yılını aldığını görürüz. Çok temel bazı kavramların
bugünkü haline gelmesi çok büyük beyinlerin uğraşısı neticesinde olmuştur.
Ve biz bazen öğrencilerin bu kavramları çok kısa sürede anlamalarını bekliyoruz, bu gerçekçi değil. Dolayısıyla
öğrencinin matematikten korkmasının
nedenlerinden bir tanesi veya matematikte zorlanmalarının nedenlerinden bir
tanesi gerçekten de matematiğin zor olması, doğası itibariyle zorluk yaşatması.
İkincisi, kimi zaman öğretim yöntem ve
tekniklerimizden de kaynaklanıyor öğretim üyesi ve öğretmen olarak. Daha
çok pedagojik nedenler kapsamında
değerlendirebileceğimiz bu sebeplere
baktığımız zaman somut materyal kullanmıyor olmamız, teknolojiden etkin
bir şekilde faydalanamıyor olmamız ve
öğrencinin hangi yöntemle öğrenebileceği konusunda bilgi eksikliğimiz öğrencilerde bu tür sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor. Yani bir öğrencide bu
fobinin gelişmesinde biz öğretmenlerin
yaklaşımları, bazen kullanmadığımız
yöntem ve teknolojiler ve metotlar öğrencilerde bu tür duyguların gelişmesine yol açıyor.
Üçüncüsü ise benzer şekilde bazı öğrencilerin kendilerinden dolayı öğrenme güçlüğü yaşadıkları oluyor. Yani biz
psikolojik anlamda motive olmamış ve
ailesinden dolayı bazı sıkıntılar yaşayan çocukların matematikte zorlandıklarını görüyoruz. Mesela çocuk okula
devam edemiyor veya çeşitli fizyolojik
problemleri olabiliyor veya zihinsel bazı
sıkıntıları olabiliyor. Mesela bir şey öğretiyorsunuz, çocuğun verilen şeyi hafızasında tutma gibi yeterliği olmayabiliyor. Ve bu da nihayetinde bir fobiye
bir korkuya dönüşebiliyor. Çocukların
zorluk yaşamasının nedenleri arasında
bunları sayabiliriz.
“Biz bunu nerede kullanacağız?” sorusuna gelince, özellikle ilköğretimde çocuğun anlamlı bir şekilde matematik öğrenmesi için gerçekten de gerçek hayatta
bizim matematiğin kullanılabileceğine
dair bazı örnekler sunmamız gerekiyor.
Diyelim ki; bir küp prizmayı anlatıyorsunuz bunu soyut olarak anlatmak yerine
günlük hayattan ve çevreden bunlarla
ilgili örnekler verip matematiğin günlük
hayatla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz ve
onlara gösterebiliriz. Benzer şey ölçümler için de geçerli veya istatistik için de.
Yani biz bugün matematik olmaksızın
mesela televizyonda çıkan birçok yayını
veya birçok reklamı gerçekten de anlamakta zorluk çekeriz. En basiti seçim
sonuçlarını anlamlandırmada zorluk
çekebiliriz. Dolayısıyla günlük hayattan
örnekler alarak bunu sınıf ortamına taşıyıp onun üzerinde matematik öğretimi
gerçekleştirmek bazı öğrencileri motive edebilir. “Ha demek ki, ben matematik öğrenirsem günlük hayatta belli
bazı işlerimde bana yardımcı olabilir.”
duygusuna sahip olabilirler. Ama şu da
bir gerçek, matematikteki her şeyin çok
hızlı bir şekilde günlük hayatta uygulanmasına da gerek yok. Belki bunların çok
üst düzeyde uygulamaları olabilir. Yani
bu konuda da hemen bütün matematiği
uygulanabilir bir matematik gözüyle ele
almak da doğru değil. Fakat eğer biz, ilkokul ve ortaokul matematiği hakkında
konuşuyorsak günlük hayattaki örnekler üzerinden matematik öğretimini biz
kimi zaman inşa edebilir ve o şekilde de
çocuklar için anlamlı hale getirebiliriz.
Çocukların, matematik günlük hayatta
ne işime yarıyor sorusunun cevabının
bir kısmını da o şekilde verebiliriz diye
düşünüyorum.
İlkokul ve ortaokul
matematiği hakkında
konuşuyorsak günlük
hayattaki örnekler
üzerinden matematik
öğretimini biz kimi
zaman inşa edebilir
ve o şekilde de
çocuklar için anlamlı
hale getirebiliriz.
Çocukların,
matematik günlük
hayatta ne işime
yarıyor sorusunun
cevabının bir
kısmını da o şekilde
verebiliriz diye
düşünüyorum.
Peki efendim bu söylediklerinizi toparlama mahiyetinde matematiğin korkunç
bir şey olmadığını göstermek adına neler
yapılabilir?
Bence bu yargı bir iki gün içerisinde
oluşan bir yargı değil. Ve bir çocuğun
21
çocukluk döneminde oluşan bir bakış
açısı ve yargı da değil. Evet, birçok öğrenci böyle düşünüyor. Ben bu konuda
bir kültür oluşturma açısından yani matematiğin korkulacak, çekinilecek bir
bilim dalı olmadığını öğrencilere öğretmek açısından öncelikle öğretmenlere
ve sonra da ebeveynlere çok önemli
görevler düştüğünü düşünüyorum. Bir
defa biz öğretmenler olarak eğer matematiği anlamlı, uğraşılabilir, anlamlandırılabilir bir şey olduğunu öğrencilere taa
küçük yaştan itibaren tecrübe ettirirsek
öğrenciler matematiğin korkunç bir şey
olmadığı noktasında bir bakış açısı geliştirebilirler. Tabi bu dediğim çözümler
öğretmenin niteliğini artırmakla öğretmenin öğretim yöntemini ve tekniklerini geliştirmek ve zenginleştirmekle biz
o algının değişmesini sağlayabiliriz ve o
algının daha da azalmasına yol açabiliriz. Dolayısıyla ben birinci derecede burada görev ve sorumluluğu öğretmenlerin omzuna yüklüyorum.
Tabi öğretmenlerin de bunu icra edebilmeleri için yani çocuklardaki o duyguyu
ortadan kaldırabilmeleri için kendilerine
yardımcı olunması gerekiyor. Ve burada
da iş aslında üniversite öğretim üyelerine düşüyor. Bir defa öğretmenlerimizin çok iyi kaynakları olması gerekiyor.
Çok iyi materyallerin olması gerekiyor.
Teknoloji konusunda iyi eğitilmeleri gerekiyor. Ve bunu öğretmenlere bu tür
22
becerileri kazandıracak ve kazanmasına
yardımcı olacak kişiler de üniversite öğretim üyeleri. Daha sonra ebeveynlerle
ortak şeyler yapılabilir. Belki de okulun
bazı günlerinde matematik sevgisiyle
ilgili ebeveynlerle toplantılar yapılabilir ve onlar bilinçlendirilebilir. Onun
dışında öğrenci motivasyonu ve tutumu için de bazı etkinlikler yapılabilir.
Matematiğin günlük hayatta uygulandığına dair çeşitli örnekler kendilerine
gösterilebilir. Ve matematik öğretimi
icra edilirken kendileri tecrübelerle bu
duygudan uzaklaşabilirler. Tabi bu çözümlerin hepsi matematiğin korkunç
bir şey olduğu algısını ortadan kaldırmaya yetmez. Yani matematiğin aslında
korkunç olduğu ve zor olduğu algısının
bazen mümkün olmadığı algısı geçmişte
de vardı bugün de var. Bundan sonra da
devam edecek.
Ama ne yapabiliriz. Hani bir depreme
dayanıklı bir bina yapmak gibi bir şey
aslında. Eğer siz depreme dayanıklı bir
bina yaparsanız, deprem olduğu zaman
daha az hasarla bunu atlatabilirsiniz.
Deprem sürekli olacak. Kaçınılmazdır
depremin olması. Dolayısıyla matematikten bazılarının korkması da kaçınılmazdır. Ama bizim özellikle öğretmen
üzerinde alacağımız yöntemlerle bu
sayıyı azaltabiliriz ve minimize edebiliriz. Onun için ben öğretmenlere bu
noktada ve dolaylı olarak da öğretim
üyelerine çok iyi bir iş düştüğünü düşünüyorum.
mun ilanı gibi bir şey. Siz nasıl bir öğretim icra ederseniz neticesinde de öyle
bir sonuç elde edersiniz. Uluslararası
Uluslararası sınavlardaki matematik ba- sınavlarda da az önce ifade ettiğim gibi
şarımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
analize, senteze dayalı çocuğun analiUluslararası sınavlarda evet, bizim ül- tik düşünebileceği sınavlara da yer vekemiz genelde son sıralarda. Bu as- rildiği için biz bu gibi soru türlerinde
lında ülkemizde genel olarak var olan başarısız oluyoruz. Ve bu yüzden de o
kanaatin de tersine bir sonucu. Çünkü sınavlarda maalesef durumumuz kötü
bizim ülkemizde “Bizim en kötü çocu- değil, çok kötü.
ğumuz, Avrupa’daki birçok çocuktan Son yıllarda atılan bazı adımlar var. Becedaha iyi matematik biliyor ve yapabi- rilerin daha çok ön planda tutulduğu müfliyor.” gibi bir algı var. Bu doğru de- redat yaklaşımı uygulanmaya çalışılıyor.
ğil. Şimdi TIMSS ve PISA gibi sınavlara Öğretmenlere bu konuda eğitimler vebaktığımızda o tür sınavlarda daha çok rilmeye çalışılıyor. Öğretmenlerden meöğrencilerin analitik düşünme beceri- sela analitik düşünmeyi geliştirici şekilde
leri ölçülüyor. Yani çocuk analiz yapa- bir öğretim yapmaları isteniliyor. Bunlar
biliyor mu, sentez yapabiliyor mu? Bu teorik düzeyde kabul gören, onaylanan
tür sorularda da bizim öğrencilerimiz görüşler ama uygulamada ben çok yer
genel olarak başarısız. Tabi ki bunun bulduğunu düşünmüyorum. Yaptığımız
nedeni de bizim öğretimimizin daha araştırmalar da onu gösteriyor. Onun için
çok işlemsel anlamaya dayalı olması biz öğrencilerimizin TIMSS ve PISA’da
veya kavramsal anlamanın bizim ülke- başarılı olmalarını istiyorsak öğretmenden
mizde arka planda kalmasıdır.
başlayarak öğretmen ve öğretmen adayGenel olarak sınıf içi uygulamalara baktığımız zaman -bunlarla ilgili projeler
de yürüttüm- orada şunu görüyoruz,
bizim sınıflarımıza daha çok işleme
dayalı bir öğretim yapılıyor. Çocuğun,
mesela farklı çözüm yolları üretebileceği, sorgulayabileceği, eleştirebileceği; analiz, sentez yapabileceği ortamlar
sunulmuyor. Ve bu türden sorulara çok
az yer veriliyor. Yani bu aslında malu-
larını iyi yetiştirmeliyiz. Sınıf içi uygulamalarımızı geliştirmeliyiz. Belki ondan sonra
başarı gösterebiliriz.
Peki Efendim, matematik öğretmenlerine ve öğretmen adaylarına tavsiyeleriniz
nelerdir? Yardımcı kaynak olarak tavsiye
edebileceğiniz eserler var mıdır?
Uluslararası
sınavlarda evet, bizim
ülkemiz genelde
son sıralarda. Bu
aslında ülkemizde
genel olarak var
olan kanaatin de
tersine bir sonucu.
Çünkü bizim
ülkemizde “Bizim
en kötü çocuğumuz,
Avrupa’daki birçok
çocuktan daha iyi
matematik biliyor ve
yapabiliyor.” gibi bir
algı var. Bu doğru
değil. Şimdi TIMSS
ve PISA gibi sınavlara
baktığımızda o tür
sınavlarda daha çok
öğrencilerin analitik
düşünme becerileri
ölçülüyor. Yani çocuk
analiz yapabiliyor
mu, sentez
yapabiliyor mu?
Türkiye’de matematik eğitimi çok uzun
bir geçmişe sahip değil. 20 yıllık bir geç-
23
mişi var. Ve sevinerek belirtmeliyim ki
son 10 yıl içerisinde bu alanda çok ciddi
anlamda çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Bir çok kitap mevcut artık. Benim
dâhil olduğum “İlkokul ve Ortaokul Matematiği” Abant Üniversitesinden Soner
Durmuş’un editörlüğünü yaptığı kitabı
kesinlikle öneriyorum. “Kavram Yanılgıları” kitabı var. Değişik üniversitelerimiz-
de öğretim üyesi hocalarımızın yazdığı
“Matematik Öğretimi” kitapları var. Bunların dışında birçok eğitim fakültelerimizin eğitimle ilgili dergileri var. O dergilerde de matematik eğitimine ilişkin birçok
çalışma var. Artık birçok öğretmenimiz
sadece Google’dan dahi mesela “kesirlere ilişkin öğrenci zorlukları” gibi aramalar
yaptıklarında karşılarında mutlaka bir iki
tane çalışma bulacaklardır.
Ben öğretmen ve öğretmen adaylarının
makale veya bu tür kitap çalışmalarından
yararlanmalarının çok önemli olduğunu
düşünüyorum ve tavsiye de ediyorum.
Çünkü o çalışmaların birçoğu sınıf ortamında ve öğrenci-öğretmenden elde
edilen verilere dayalı olarak yazılmıştır.
Her birinden mutlaka bizim öğrenebileceğimiz bazı şeyler vardır. Onun için
dergileri, kitapları çok yakından takip
etmelerini tavsiye ediyorum. Bu şekilde
biz aslında birçok değişik kişinin tecrübelerinden de istifade etmiş oluyoruz.
Öğretmenlik, ciddi anlamda zor bir iş.
Yani bir sınıfa giriyorsunuz, bazen ilgisi
eksik, motivasyonu yetersiz öğrencilere
hatla bazen ihtiyaç duymayan öğrencilere matematik öğretmeye çalışıyorsunuz. Söyleşimizin en başında da bir
matematik fobisinden, korkusundan
bahsetmiştik işte bir de birçok öğrenci
bu algıyla sınıfa geliyor. Dolayısıyla 1-0
değil de 10-0 geride başlıyorsunuz bazı
sınıflarda matematik öğretmeye. Ve tam
24
da bu noktada öğretmen ve öğretmen Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler
adaylarının tutumları, yaklaşımları, biri- var mı?
kimleri, tecrübeleri önem arz ediyor.
Böyle bir fırsat verdiğiniz için sizlere teBen öğretmenliğin her şeyden önce bir şekkür ederim. Genelde “Öğretmenler
“dertlenme” meselesi olduğunu düşünü- Odası” ile ilgili negatif bir algının olyorum. Yani hangi konuda olursa olsun duğunu düşünüyorum, özellikle öğretbir kişi, eğer yapacağı iş konusunda dertli menlik uygulaması ve öğretmenlik deise sürekli onun üzerinde kafa yoruyorsa neyimi dersimizden yola çıkarak. Bazı
mutlaka bu onun pratiğine etki edecek- öğretmen adaylarımız okullara gittikletir. Ve tam da bu sebepten ben burada rinde eğitim ve öğretim dışında daha
başarının sırrı olarak dertli matematik farklı şeylerin konuşulduğu noktasında
öğretmeni ve dertli matematik öğretmen şikâyetçi oluyorlar. Bu durum da asadaylarının yetişmesini arzu ediyorum. lında öğretmenler odasında konuşulan
Tabi dertli olmakla dertlenmekle de hal- şeylerin niteliğinin arttırılmasına dönük
lonulacak bir şey değil. Yani siz dertlendi- olarak bazı çalışmaların yapılması geğiniz zaman o derde deva olacak çözüm- rektiğini ortaya koyuyor.
ler için de çaba göstermeniz gerekiyor. Derginizin tam da bu noktada ciddi
Burada mesela Milli Eğitim’de çalışan öğ- bir işlevinin olduğunu söyleyebilirim.
retmenlerin sürekli hizmet içi eğitimlere Öğretmenler odasında öğrenci zorkatılmaları, eğer mümkünse yüksek lisans lukları, yanılgıları; öğrencinin başaprogramlarına devam etmeleri ve kendi- rısızlığının nedenleri ve bunların çölerini bu şekilde yetiştirmeleri gerekiyor. zümlerinin neler olabileceğine dair
Yani bizler sürekli bilgilerimizi güncelle- düşüncelerin paylaşıldığı bir ortam
yerek matematik eğitim ve öğretiminin haline gelmesini ümit ediyorum. Eğer
kalitesini artırabiliriz. Benzer şey öğret- öğretmenler odasına biz bu tür yayınmen adayları için de geçerli. Ki benim larla bu tür çalışmalarla girersek oragördüğüm kadarıyla 10-15 yıl sonra ka- daki değişimin de mutlaka öğrencilere
dar Türkiye’de artık okullarımızda yüksek yansıyacağına inanıyorum. Ve bu hulisans ve doktoralı birçok öğretmenimiz, susta sizleri tebrik ediyorum.
müdürümüz olacak. Ve bu şekilde daha
bir akademik bakışla biz sorunlarımızı ele Efendim, kıymetli vaktinizi bizlere ayırdıalabilir ve çözebiliriz. Onun için ben dert- ğınız için çok ederiz.
lenmek ve gayret etmek ve sürekli kendimizi geliştirmek kaydıyla Türkiye’de ma- Ben teşekkür ederim.
tematik eğitim ve öğretiminin kalitesini
artırabileceğimizi düşünüyorum.
Derginizin tam da
bu noktada ciddi bir
işlevinin olduğunu
söyleyebilirim.
Öğretmenler
odasında öğrenci
zorlukları, yanılgıları;
öğrencinin
başarısızlığının
nedenleri ve bunların
çözümlerinin neler
olabileceğine
dair düşüncelerin
paylaşıldığı bir ortam
haline gelmesini
ümit ediyorum.
Eğer öğretmenler
odasına biz bu tür
yayınlarla bu tür
çalışmalarla girersek
oradaki değişimin de
mutlaka öğrencilere
yansıyacağına
inanıyorum. Ve bu
hususta sizleri tebrik
ediyorum.
25
SBS ve YGS’yi Nasıl Bir
Dönüşüm Bekliyor
SBS ve YGS’yi ortaya çıkartan şartları tespit etmeden, bunların alternatiflerini geliştiremeyiz. Her paragrafta, sınav sistemlerimizi besleyen fikri
arka planlardan bahsetmeye çalışacağım. Böylece daha sağlıklı çözümler
üretebileceğimize inanıyorum.
Özgür Girgin
Bilişim Teknolojileri Öğretmeni /
Balıkesir
26
Bugün, insanlık neyi
aradığını bilmediği
için âdeta çöldeki
serâbın peşinden
koşar gibi suflî
arzularının peşinde
koşuyor. Öğretmen
olarak bizler, genç
kızlarımızın konforlu
bir hayâtı nerede
bulabileceğini
öğretmeliyiz ve
oğullarımızın fıtrî
yeteneklerine
uygun meslekleri
seçebilmelerini
sağlamalıyız.
1
SBS ve YGS nasıl ortaya çıktı: Bir topluluk düşünelim ki insanlar en düşük maliyetle en fazla
ürün elde edip sürekli daha fazla kazanmayı
amaçlasınlar. Ahlak anlayışları, bu amaçlarına ulaşmayı
kolaylaştıracak sekülerlikte olsun. Bu insanların yaşam
tarzları, sosyal ilişkileri, eğitim sistemleri, ölçme değerlendirme yöntemleri nasıl olurdu?
2
Bizde de suç var: Pergelin sabit ayağını seküler ahlâka koyalım ve bir dâire çizelim. İstesek
de istemesek de hepimiz, bu dairenin içinde
kalıyoruz. Öncelikle bu dairenin içinde yaşadığımızı ve bu ahlâkla ahlaklandığımızı kabul etmeliyiz ki
bir sonraki adımda teşhis koyarken isabet ettirebilelim. SBS ve YGS ile bu okuduklarımızın ne alâkası
var diye düşünenler için konuyu biraz daha açalım.
Yaşanabilir bir dünya inşa edecek mimarları biz yetiştireceğiz. Yetiştirdiğimiz nesillerin, malzemeden
çalmayacağına, bir daireyi birkaç kişiye satmayacağına emin olabilir miyiz? Biz malzemeden çalmayı
bıraktığımız anda yetiştirdiklerimiz de bırakacaktır.
Yatılı okulda çocukları bağıra çağıra uyandıran, derse geç giren, yaşam boyu öğrenmeyen, ahlâklı olana
değil kaypak olana prim veren bir öğretmen, geleceğimizi çalacak olan nesilleri yetiştiren öğretmendir.
Dünyanın en iyi ölçme ve değerlendirme sistemleri
karaktersiz insanların bilgilerini ölçse ne değişir ölçmese ne değişir? Karakter sahibi, irfanlı gençlerin potansiyellerini ise ne ölçebiliriz ne de hayâl edebiliriz!
3
Bize müstehak: Bugünkü çarpık eğitim ve sınav sisteminin, 21. yy insanının zihin ve kâlp
haritasına uygun olduğunu düşünüyorum.
Sorun sistemde değil, bu çarkı çeviren kadrolarda.
Bizler de bu çarkın birer parçasıyız. İnsan yaratılışına
uygun ölçme ve değerlendirme yöntemlerini, kendi
etki alanımızda hayâta geçirdikçe büyük resimdeki değişime yön vermiş olacağız. SBS ve YGS’lerin
nihâî hedefi ihtiyaç duyulan istihdâmı karşılamaktır.
Bugün, insanlık neyi aradığını bilmediği için âdeta
çöldeki serâbın peşinden koşar gibi suflî arzularının
peşinde koşuyor. Öğretmen olarak bizler, genç kızlarımızın konforlu bir hayâtı nerede bulabileceğini öğretmeliyiz ve oğullarımızın fıtrî yeteneklerine uygun
meslekleri seçebilmelerini sağlamalıyız. Bu satırların
cevabı SBS ve YGS’de olmadığı halde, mânevi kaygıları olan aileler bile SBS odaklı bir hayat yaşıyorsa
durup düşünmeliyiz.
4
Öğrencilerin amelî olarak ne bildiğini ölçmeliyiz: Tekrar başa dönecek olursak branşımız
ne olursa olsun öğrencide ölçmemiz gereken
şey “Bu öğrenci nerede istidam olursa insanlıkla, doğayla, kendisiyle barışık bir hayat sürer?” sorusunun
cevabı olmalı. Bu sorunun cevabını proje tabanlı
ölçme ve değerlendirme yöntemleri ile bulabiliriz.
Yaşam boyu öğrenme felsefesine sâhip olmayan bir
öğretmen, proje tabanlı eğitim veremeyeceğine göre
önce kendimizi ölçme ve değerlendirmeye tâbi tut-
malıyız. Eğer bu noktadan hareket etmezsek teoride
öğretmen (lafta öğretmen) oluruz. Teorik bir insan
ise aşağıdaki paragrafın öznesi haline gelir.
5
Boş lafa karnımız tok: Kredi kartı maharetiyle
insanlara alamayacakları şeyleri vaat eden batı,
teoride insanların mutlu olabileceği ancak pratikte onları yavaş yavaş yaşayan ölülere dönüştüren
bir hayat pazarlıyor. Dershanelerimiz, kazanamayacağını bildiği halde yüzbinlerce öğrenciyi kabul ediyor. YÖK ve eğitime yön veren diğer kurumlar bu
duruma ses çıkartmıyor. Öğretmenler proje tabanlı
eğitim vermiyor. Kısaca, batının kredi kartı kültürünün farklı bir versiyonunu, okulda öğrencilere biz
uyguluyoruz.
6
İhtiyaç duyduğumuz, kendini ve yeteneklerini
keşfeden nesil: Proje tabanlı öğrenme ve ölçme
ile öğrenci, notlarını sınıf içinde ve dışında verilen
görevi yerine getirmesiyle kazanacaktır. Kuru bilginin,
irfana dönüşebilmesi ve içselleştirilebilmesi için öğrenci bilgiye ulaşmalı, işlemeli ve üretmelidir. Ders Tarih
ise tarihindeki doğru bildiği yanlışları ancak bu şekilde
öğrenebilir. Ders Edebiyat ise okuma ve yazma becerilerini böyle geliştirebilir. Ne yazık ki öğrencilerimiz öğrendiklerini yazıya dökemiyor, anladıklarını ifade edemiyor, dolayısıyla hangi öğrencinin ne kadar anladığını
tespit etmede öğretmenler çaresiz kalıyor. Meslek derslerinde ise öğrencilerimiz ve öğretmenlerimiz, geliştirdiği projelerle teknolojiye ancak böyle yön verebilir.
7
21. yy’de okulların rolü ve yapısı değişiyor: Öğrenci, bildiğini ifade ettiği kadar sınavlarda ve projelerde başarılı olur. Ölçme ve değerlendirme de
zaten öğrencinin bilgisini, çeşitli şekillerde ifade etmesi
üzerine kuruludur. Öğrencide gerçekleşen öğrenme,
sık sık ve ânında kontrol edilerek süreç değerlendirilir.
Öğretmenin görevi bu süreci iyi bir şekilde yönetmek,
rehberlik ve koçluk yapmak olur. Bu öğrenme ortamının fiziki şartları ise öğrencinin kendisini evindeymiş
gibi hissedeceği bir okul ortamıyla sağlanabilir. Doğal
olarak öğretmen de mesai saatlerinde okulda bulunup
eğitim koçluğu görevini yerine getirmelidir.
8
Biraz da hayâl kuralım: Üniversitelere sınavsız girildiği ancak sınıf geçmenin kolay olmadığı, öğrencilerin öğretmenlerini seçebildiği,
öğrencilerin aynı zamanda alt sınıflara rehberlik ve
koçluk yaptığı, farklı branşlardaki öğretmenlerin
birlikte proje geliştirdiği ve geliştirdikleri projeleri
z-kitaplar halinde ders müfredatı hâline getirdikleri bir eğitim sistemi! Özel sektörün, öğretmenlerin
peşinden koştuğu ancak öğretmenlerin kendilerini
“insan” yetiştirmeye vakfettiği için özel sektöre yüz
vermediği bir ülke!
Sonuç olarak; Biz öğretmenler, sınıf içinde sergilediğimiz ölçme-değerlendirme yöntemleriyle, SBS ve
YGS türü sınavları doğrudan değiştiremeyiz ancak
ileride bu sınavları revize edecek olanlara ilham verebiliriz. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu toprakların câzibe merkezi olacağına ve tüm dünyaya
ilham verecek bir eğitim sistemi geliştireceğine şüphem yok. Hayâllerimizdeki eğitim kurumlarında hep
birlikte çalışmak dileğiyle…
27
2014 SBS, YGS ve LYS’de
Yapılacak Değişiklikler
Erkan Kerem GÖZEN
Rehber Öğretmen ve Psikolojik
Danışman / İstanbul
Soru başına düşen
katsayı değerinde
bir artış yaşanacak.
Dolayısıyla aralarında
1 doğru farkı bulunan
iki öğrenci arasındaki
puan farkı eskisinden
çok daha fazla olacaktır.
2013 yılında öğrencilerin
liselere yerleştirilmesi
tek sınav üzerinden
yapılacağından belli
puan aralığındaki
yığılmaların önüne
geçmek için böyle bir
reformun yapıldığı
söylenebilir.
28
2013 yılında yeni bir tarzda uygulanacak olan SBS’nin içeriğindeki değişiklikler 2014 ve sonraki yıllarda uygulanacak
sistemin ipuçlarını bize vermektedir. Bu
değişikliklerin neler olduğuna toplu halde
bakacak olursak:
Puan Limiti: Puan limiti 500 puandan
700 puana çıkarıldı. Bunun sonucunda
hiç kuşku yok ki soru başına düşen katsayı değerinde bir artış yaşanacak. Dolayısıyla aralarında 1 doğru farkı bulunan iki
öğrenci arasındaki puan farkı eskisinden
çok daha fazla olacaktır. 2013 yılında
öğrencilerin liselere yerleştirilmesi tek sınav üzerinden yapılacağından belli puan
aralığındaki yığılmaların önüne geçmek
için böyle bir reformun yapıldığı söylenebilir. Aynı zamanda 2013 yılında yapılacak SBS’nin zorluk düzeyinin geçtiğimiz
yıllara göre yükseleceğini bekleyebiliriz.
SBS’de yer alan testlerin soru sayıları ve
puanın oluşumundaki ağırlıkları şöyledir:
Test
Türkçe
Matematik
Fen Ve Teknoloji
Sosyal Bilgiler
Yabancı Dil
Soru Sayısı
23
20
20
20
17
Ağırlığı
4
4
3
3
2
Yılsonu Başarı Puanı (YBP): YBP’nin SBS
puanına etki oranı artırıldı. Öğrencilerin
6, 7 ve 8. sınıflardaki YBP’lerinin yarısı
doğrudan SBS puanına eklenecek. Bu durum öğrencilerin merkezi sınavlar kadar
okul başarılarını önemsemesini de zorunlu kılacak gibi görünüyor. Bu şekilde okula olan ilginin artırılması ve dershanelere
olan ilginin azalması yoluyla Hükümetin
daha önce de planlamış olduğu dershanelerin kapanma ve özel okulların sayısal
olarak artış süreci hızlanmış olacaktır. Eğitimin merkezini dershanelerden okullara
çekmek, şüphesiz eğitim kalitemizin artmasında etkili olacaktır. SBS ve YBP puanlarının yarısı alınarak öğrencilerin tercihlerine baz oluşturacak Ortaöğretime
Yerleştirme Puanı (OYP) hesaplanacak.
Örnek OYP hesaplama tablosunu aşağıda
görebilirsiniz:
YBP 6
YBP 7
YBP 8
SBS 8
OYP
OYP
=
=
=
=
=
=
94
88
92
640
(94+88+92+640)/2
457
Hesaplama tablosundan görüldüğü gibi SBS
puanları 700 üzerinden hesaplanmakla beraber OYP puanları yine 500 puan üzerinden hesaplanacaktır. Yukarıdan da anlaşılacağı gibi herhangi bir yıl YBP’si 100 olmayan
bir öğrenci SBS puanı 700 bile olsa istediği
okula girememe durumuyla karşı karşıya
kalabilir. Bu da okul başarısının ne kadar
önemli olduğunu gözler önüne seriyor.
500 puan üzerinden hesaplanacak
OYP’nin 350 puanı (700/2) SBS’den,
150 puanı ise (100+100+100/2)
YBP’den oluşacak. Sonuç olarak
OYP’nin oluşumunda SBS %70, YBP ise
% 30 etkili olacak.
YBP etkisinin artırılmasının özel okulda
okuyan öğrenciler için bir avantaj olabileceği düşünülse de öğrencilerine ‘adil’
puan veren özel okul öğretmenlerinin olduğunun da farkında olmalıyız.
En yüksek YBP’nin önemsenmeyişi: Öğrencinin YBP’sinin okulundaki en yüksek
YBP’ye sahip öğrencinin puanından etkilenmemesi de yine bu seneye ilişkin bir
değişiklik. Bu şekilde farklı okullarda farklı
öğretmenler tarafından alınan benzer puanlar aynı şekilde değerlendirilecektir.
Yabancı dil sorularının katsayı değerindeki artış: SBS sistemindeki bir diğer önemli
değişiklik yabancı dil dersinin katsayı değerindeki artış oldu. Yabancı dil sorularının katsayı değeri 1’den 2’ye çıkarılarak,
yabancı dil dersine olan ilginin artması
amaçlanmış olabilir. Ülkemizi çağdaş
medeniyetler çizgisinde tutmanın önemi
göz önüne alındığında, yabancı dil bilen
bir neslin ulusumuzun istikbaline olacak
olumlu etkisi tartışılmazdır.
Gelelim 2014 ve sonrasında uygulanacak
liseye giriş sisteminin ana noktalarına Milli
Eğitim Bakanlığı geçtiğimiz yıllarda genel
liselerden gerekli donanıma sahip olanları
Anadolu lisesine, olmayanları da meslek
lisesine dönüştürme sürecini başlatmıştı.
Gelinen noktada ilimizde ve ülkemizin
tamamında Anadolu lisesi sayısı çok arttı.
Buna bağlı olarak da her geçen yıl Ana-
dolu lisesinde okuma şansı bulan öğrenci
sayısında da ciddi artışlar oldu.
2014 yılından itibaren sınavın kaldırılacağı görüşü de zaten genel liselerden Anadolu lisesine dönüşen okullara yönelik
söylenmişti. Her öğrenci kendi muhitindeki okula adrese dayalı olarak önkayıt
yaptırabilecek. Ön kayıt yapan öğrenci
sayısı okul kontenjanını geçmediği okullar
için sınava girmenin de bir gereği kalmayacak. Gerçekten de sınıf kontenjanları
dışında Anadolu lisesi olma özelliği taşımayan bu okullara girmek için yaratılan
bu rekabet ortamı hiçbir işe yaramayacak
ve dershaneler, etüt merkezleri bu yapay
rekabet ortamından rant sağlayamayacak.
Peki ya marka okullar?
Galatasaray, İstanbul,
Kabataş, Cağaloğlu, Kadıköy, Hüseyin Avni
Sözen, Vefa Lisesi gibi
okullara girmek için
yaşanan tatlı rekabet
elbette ki baki kalacak.
Bu okullar için il bazında yapılacak merkezi
sınavlar da devam edecek. Bu sınavın sonuçları fen liselerine girerken
de kullanılacağından,
matematik-fen
puanı
ile bu okullara öğrenci
alınacak. Sosyal bilimler
liselerine nasıl öğrenci
alınacağı ise başlı başına bir muamma. Yapılacak sınavın sonunda
matematik-fen puanı dışında Türkçe-matematik
puanının da oluşması bu
29
Çoktan seçmeli
sınav sistemi bazı
olumsuzlukları
da içinde
barındırmaktadır.
Çoktan seçmeli
sorularda öğrencilerin
analiz, sentez,
değerlendirme
düzeyinde
kazanımlarının
ölçülmesi mümkün
olamamaktadır.
Çoktan seçmeli
sorular öğrencilerin
bilgi, kavrama ve
düşük düzeyde
de uygulama
kazanımlarını
ölçmekle sınırlı
kalmaktadır.
30
soruna çözüm olabilir. Öğretmen liselerinin
durumu da halen belirsizliğini koruyor. Belli
öğretmen liselerinin talebinin yüksek olduğu düşünüldüğünde bu okulların da sınavla
öğrenci alacağını tahmin etmek güç değil.
Özel okullar ise isterlerse kendi sınavlarını
yapacaklar, isterlerse de yapılacak merkezi
sınavın sonuçlarını kullanacaklar.
Ülkemizde uygulanan Yükseköğretim Geçiş Sınavı (YGS), Lisans Yerleştirme Sınavı
(LYS) ve sonrasında yaşanan üniversite
eğitimi de son yıllarda ciddi bir revizyona uğradı. Özellikle vakıf üniversitelerin
sayısının çok fazla artması üniversiteye
yerleşme oranlarını çok artırmış, LYS’ye
girme hakkı kazanan öğrencilerin büyük
bir bölümü için lisans eğitimi alma şansı doğmuştur. 2012 yılında LYS’ye başvuran öğrenci sayısı Türkiye genelinde
871.313 olmuştur. Yine 2012 yılı için lisans kontenjanı 547.194 olmuştur. Lisans
kontenjanlarına yerleşen öğrenci sayısı
ise 405.744 olmuştur. Bununla beraber
halen dolmayan kontenjanlar büyük bir
sorun oluşturmaktadır. Bunun en önemli nedeni mezun olunduğunda istihdam
olanağı bulunmayan bölümlere olan talebin gittikçe azalmaya başlamasıdır.
YGS ve LYS de değişiyor
2014 ve sonrasında üniversiteye giriş sürecinde uygulamaya dair bazı değişiklikler düşünülmektedir. Bilindiği üzere ülkemizde üniversiteye giriş sınavları çoktan
seçmeli sınav sistemine göre yapılmaktadır. Çoktan seçmeli sınavların en önemli
kolaylığı değerlendirmenin hızlı bir şekilde gerçekleşebilmesidir. Sınava giren
öğrenci sayısının fazlalığı göz önüne alındığında çoktan seçmeli sınav sisteminin
uygulanması oldukça kabul edilebilir bir
uygulamadır. Ancak çoktan seçmeli sınav
sistemi bazı olumsuzlukları da içinde barındırmaktadır. Çoktan seçmeli sorularda
öğrencilerin analiz, sentez, değerlendirme düzeyinde kazanımlarının ölçülmesi
mümkün olamamaktadır. Çoktan seçmeli
sorular öğrencilerin bilgi, kavrama ve düşük düzeyde de uygulama kazanımlarını
ölçmekle sınırlı kalmaktadır.
Diğer taraftan yapılan sınavların geçerliliği
göz önüne alındığında, ciddi problemler
yaşanmaktadır. Öğrencilerin girdiği sınavda ölçülen becerilerle öğrenimi göreceği
alanda gerekli becerilerin belli ölçülerde
örtüşmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Kısacası sınav, öğrencilerin eğitimini görecekleri alanla ilgili becerilerini yordamalıdır. Oysaki çoktan seçmeli sınavlar daha
önce de bahsettiğimiz gibi üst düzey bilişsel özellikleri ölçme konusunda eksik
kalmaktadır. İşte burada anlatılan gerekçelerden ötürü 2014 ve sonrasında üniversiteye giriş sınavlarında çoktan seçmeli soruların yanında % 25 oranında açık
uçlu sorulara da yer verilecektir. Açık uçlu
soruların en temel özelliği öğrencinin cevabı kendisinin vermesidir. Oysa çoktan
seçmeli sorularda öğrenci cevabı veren
değil, verilen cevap alternatifleri arasından cevabı seçen kişi olmaktadır.
Hiç kuşku yok ki açık uçlu sorular bilenle bilmeyeni ayırt etme konusunda çok
daha elverişlidir. Ayırt edici soruların sınava alınması sınav geçerliliğini artıracak
bir uygulamadır. Elbette açık uçlu soruların olumsuz yanları da vardır. Bu olumsuzlukların en önemlisi açık uçlu soruları
cevaplamanın uzun zaman almasıdır. Bu
sorun da YGS’yi LYS gibi bölümlere ayırarak çözülebilir.
3. Ünlem
GÜLÜMSE
GÜLSÜN
BİRAZ,
GÖZLERİN
!
Öğrenci, öğretmen, müdür ya da veli...
Yaşı, cinsiyeti, karakteri, statüsü ve akademik düzeyi ne
olursa olsun hepsi önce insan.
Ve her insan sevgi ister.
Sevgiyi göstermenin en kolay yolu ise sıcak bir
gülümseme.
31
BİR
ÖZEL OKUL
PARODİSİ
M. ZEKİ SAKA
Eğitim Danışmanı / Konya
Özel okullar, okulla
ilgili yaşayacağınız
her çatışma ya da
ihtilaf durumunda
sizi onaylayabilirler.
Siz bir yerden sonra
her söylediğinizin
doğru olduğunu
zannedebilirsiniz.
Zira özel okul
iletişimi tek taraflıdır,
siz söylersiniz onlar,
sizi onaylamak üzere
dinlerler.
32
İ
nsan eylemi niyetten azade değildir. Her davranış kendi uhdesinde belli bir niyeti taşır. İnsan eyleminin
niyet bağlamı çoğu kere dışarıdan mütalaaya açık değilse de eylemi, eylem olmaklığın zahiresinde
analiz edebilmek, en azından gözlemleyebilmek imkân nispetindedir. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz atasözü bunu anlatıyor olsa gerek. Niyete ilişkin bir noktaya, “niyet kaymasına” da temas etmek
gerekmektedir. Yani niyetlerin anlam ve muhteva itibari ile değişebiliyor olduğunu, geçen zamanla mukayyet yine davranışın neticelerine bakarak anlayabiliyoruz. Bu vesile ile zülfiyare dokunmak pahasına
da olsa niyetlerin nasıl değişebilir olduğunu kendi kişisel gözlemlerime referansla aktarmaya çalıştım.
Yaptığım gözlemler mesleki deneyimimin çeperinde şekillendikleri için ziyadesi ile kişiseldirler. Fakat bütün kişisellik vurgusuna rağmen insan eylemi ve niyetlerindeki ortak noktaların varlığını da biliyoruz. Bu
anlamda yazdıklarımın özellikle özel okul deneyimi olan meslektaşlar için tanıdık geleceğini umuyorum.
Çocuklarınızı özel okula gönderin. Çünkü:
Özel okulların geneli tam gün eğitim
öğretim yaparlar. Bu tam gün eğitim üç
aşağı beş yukarı bir mesai saatine eşittir.
Dolayısıyla tam gün eğitim öğretim veren
bir özel okula çocuğunuzu verdiğiniz takdirde –özellikle eşler çalışıyorsa- bakıcı parası vermek durumunda kalmazsınız. Böylece maliyet düşürmüş ve aile ekonomisine
gizli bir katkı sağlamış olursunuz.
İyi özel okullar prestijli yerlerdir. Var
olan imajınızı geliştirebilir ya da değişmesine katkı sağlayabilir. Özel okulda çocuk okutmak kimilerine göre bir yere kadar
fedakârlıktır fakat bir yerden sonra emin
olun havalı bir şeydir.
Özel okullar çocuğunuzu Allah ne verdiyse kıyas edebileceğiniz imkânlar sunar. Zira çok az özel okul dışında Anado-
1
2
3
lu’daki hemen hiçbir okul sadece akademik
başarısı yüksek çocuklara eğitim öğretim
vermezler. Akademik başarısızlığına rağmen
farklı nedenlerden ötürü özel okullarda
eğitim gören çok çocuk vardır. Dolayısı ile
çocuğunuzda olmasını istediğiniz ne kadar
vasıf varsa özel okul ortamında size onların
yokluğunu hatırlatacak çocuklar vardır.
Özel okullar size müthiş bir haklılık duygusu yaşatırlar. Kendinizi bir anda her
şeyi yapmaya değilse bile istemeye muktedir görürsünüz.
Özel okullar, okulla ilgili yaşayacağınız
her çatışma ya da ihtilaf durumunda sizi
onaylayabilirler. Siz bir yerden sonra her
söylediğinizin doğru olduğunu zannedebilirsiniz. Zira özel okul iletişimi tek taraflıdır,
siz söylersiniz onlar, sizi onaylamak üzere
dinlerler.
4
5
6
Özel okullarda yanlış anlaşılmazsınız.
Herkes sizi doğru anlar. Mesela bir ihtilaf durumunda diliniz sürçer de “ben müşteriyim” derseniz düzeltmeye çalışmanıza
gerek yoktur. Müsterih olun herkes sizin
müşteri kelimenizi veli olarak anlamıştır.
Özel okullar size çocuğunuzun tek ve
biricik olduğunu hissettirir. Zaten öyledir de. Bir farkla ki özel okulda siz, çocuğunuzun dünya için bir şans ve hatta umut
olduğunu da hissedersiniz.
Özel okulda kıyasıya eleştirebileceğiniz
öğretmenler ve uygulamalar bulursunuz.
Bir yerden sonra mesele çocuk menfaati olmaktan çıkıp sizin kendi beklentileriniz olsa
da değişmez. Zira aile bir bütündür.
Özel okullara kolay blöf yaparsınız,
“çocuğumu okuldan alırım” ya da “sizi
şikâyet edeceğim” dediğinizde neticelerini
hemen görürsünüz.
Eğitim, din, ekonomi ve sağlığın hemen
herkes tarafından rahatlıkla konuşulduğu bir memlekette, özel okulda özellikle eğitime ilişkin fikirlerinizi paylaşabilir, entelektüel
7
8
9
10
kapasitenizi sergileyebilirsiniz. Eğitim durumunuz ya da mesleğiniz buna mani değildir.
Siz en az bir eğitimci kadar bu mevzuları rahatlıkla konuşabilirsiniz.
Özel okullarda kelimelerin anlam geçişkenliği yüksektir. Mesela;
Top oynamaktan başka derdi olmayan çocuk, spora düşkündür.
Ukala ve saygısız çocuk aslında müthiş özgüvenlidir.
Sınıf disiplini bozan bir çocuk esasında sadece özgür ruhludur.
Ödev yapmayan bir çocuk sorumsuz
değil özyeterliği yüksektir. Yani. Yani
çocuğunuz muhakkak iyi bir şeydir.
Özel okulda çocuğunuzu kolay onore edersiniz. Dizi izlemek uğruna
yüzüne bakmadığınız çocuğunuzu okulda
ziyaret edip arkadaşları yanında sarılmak,
öpmek ve göstere göstere harçlık vermek
çocuk için gayet onur vericidir. Böylece
hem çocuğunuzun motivasyonunu artırmış
olursunuz hem de çocuğunuza vermiş ol-
11
Eğitim, din,
ekonomi ve sağlığın
hemen herkes
tarafından rahatlıkla
konuşulduğu
bir memlekette,
özel okulda
özellikle eğitime
ilişkin fikirlerinizi
paylaşabilir,
entelektüel
kapasitenizi
sergileyebilirsiniz.
Eğitim durumunuz
ya da mesleğiniz
buna mani değildir.
Siz en az bir
eğitimci kadar bu
mevzuları rahatlıkla
konuşabilirsiniz.
12
33
Özel okul
bağlamında mesele
ettiğim şey, veli ve
öğrenci bağlamında
sunulan hizmetin
esasında sahip
olduğu manadan
nasıl uzaklaşabildiğini
ve neticede bu
değişimin algı, niyet
ve beklentilerde ne
gibi bir hüviyete
kavuştuğunu
göstermeye
çalışmaktır. En
kestirme ifade
ile özel okul
tamlamasındaki
“özel” nitelemesinin
kişisel algıda neye
tekabül edebildiğini
göstermeye çalıştım.
duğunuz değeri cümle âleme yeniden göstermiş olursunuz.
Özel okullar cipsi, kolayı, makarnayı,
mayonez ketçap ikilisini, pizzayı ve
haşlanmış mısırı çocuklara yediremezler.
Bu gıdalar sağlığa zararlıdır, kaldı ki sizlerin
evine de hiç girmiyordur. Bu nedenle özel
okulda çocuklar sabahları ceviz içi, rafadan
yumurta ve süt, öğle yemeğinde portakallı
enginar, brokoli salata ve diyet yoğurt yerler. Teneffüslerde de mevsime göre papatya, ıhlamur ya da ekinezya çayı içerler.
Özel okulda her çocuk sayısal zekâdır
ve hepsi doktor olacaktır.
Özel okulda her çocuk öğrenir. Zaten
öğrenemeyen çocuk yoktur öğretemeyen sistem vardır. Sizin çocuğunuz zaten her şeyi iyi öğreniyordur da bu okulda
hızı düşmüştür. Haklısınız özel okullar hızlı
olmayı da vaat ederler.
Özel okul sizin için yeri geldiğinde
harika mazeret imkânı sunar. Sizinle
sürekli iletişimde olmayı isteyen okul yüz
yüze iletişimi de önemseyecektir. Canınız
her sıkıldığında okuldaki bir mesele yüzünden ya da çocuğunuzun durumunu görüşmek için iş yerinizden izin alıp mesainizin
bir kısmını okulda değerlendirebilirsiniz.
Çocuğunuzu özel okula göndermekle çocuğunuzla iletişimde averaj elde
edersiniz. Öyle ki yeri geldiğinde “ben senin için ne fedakârlıklara katlanıyorum”
diyerek yaptığınızı yüzüne vurabilir, bazen
de “bak derslerinde başarılı olmazsan seni
okuldan alırım devlet okuluna gönderirim”
diyerek tehdit edebilirsiniz.
Özel okullar, tek boyutlu ölçümlere ve sık yapılan sınavlara ilişkin var
olan bütün bilimsel bulgulara ve pedagojik
13
14
15
16
17
18
34
ilkelere rağmen çocuğunuzu habire deneme sınavlarına sokarak bir mucizeye imza
atarlar. Dahası deneme sınavlarında çocuğunuzun bir türlü yakalayamadığı istikrarı
da izah edecek bir yığın argümanları vardır.
Özel okul bağlamında mesele ettiğim şey,
veli ve öğrenci bağlamında sunulan hizmetin esasında sahip olduğu manadan nasıl
uzaklaşabildiğini ve neticede bu değişimin
algı, niyet ve beklentilerde ne gibi bir hüviyete kavuştuğunu göstermeye çalışmaktır.
En kestirme ifade ile özel okul tamlamasındaki “özel” nitelemesinin kişisel algıda
neye tekabül edebildiğini göstermeye çalıştım. Bunu yaparken sosyal bilimsel teknik
bir ifade ile “içerden gözlem” yaptığımı
belirtmeliyim. Temel yaklaşımım yukarıda
ifade edilenlerle uyumlu olarak davranışın
kendisine odaklanmak oldu. Yani neticeye,
davranışın bizzat kendisine baktım. Zira sebeplere odaklanmak, bir yerden sonra niyet
okuma gibi ziyadesi ile ucu açık bir eyleme
dönüşme riski ile maluldür. Üslupta görülen
hafif ironi realitenin doğasına mündemiç
olan ironi gereğidir. Son tahlilde, her sözün
istisnasının olduğunu, en temeldeki gayemin de var olan bir duruma dikkat çekmek
olduğunu belirtmem gerekiyor.
O’NU(SAV)
GÖNDERMESEYDİ…
Kutlu Doğum Haftası için 81 ilden 81 öğrenci ile hazırlanan ve Peygamber Efendimiz’i anlatan,“O’nu (sav) Göndermeseydi…”projesi üzerine İshak Aşar Bey ile yaptığımız söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz..
Bu proje nerden çıktı?
Aslında bu proje okul bazında daha önceki yıllarda Nurullah Bora hocamızın yaptığı daha sonra da çeşitli illerde arkadaşların öğrencileriyle yaptığı “Tek Kelimeyle
Hz. Muhammed” röportajlarının bir sonraki aşama sıdır. 2013 yılı için Kutlu Doğum Haftası etkinliği olarak neler yapılabileceği arkadaşlar arasında sosyal medya
ortamında istişare edilirken yine Nurullah
Bora hocamızın önerisiyle gündemimize
girmiştir. Bu öneri daha sonra proje haline dönüştürüldü.
Eser nasıl belirlendi?
Nasıl bir başlık, nasıl bir tema olması gerektiği uzun süre tartışıldı. Daha sonra
(8500 üyesi olan İzzet EKER Din Kültürü
ve Ahlak Bilgisi Öğretmenleri Paylaşım
Grubu) facebook grubumuzda bir anket
oluşturuldu. ¨81 ilimizin katılacağı bir video oluşturmak istiyoruz, nasıl bir temaya
sahip olsun?¨ diye soruldu. Bazı arkadaş-
lar “Veda Hutbesi seslendirilsin dedi. Bazı
arkadaşlar “İnsanlık onuru konulu hadisler” seslendirilsin dedi. Kimisi de naatlarımızdan seslendirme yapalım dedi. Ancak
en fazla istek yeni bir metin hazırlanması
yönündeydi.
Bunun üzerine bu projenin mimarı arkadaşlar ile (Nurullah Bora, İshak Aşar, Musa
Mert, İzzet Eker, Halit Arapoğlu, Mehmet
Fatih Bütün, Gökhan Ay) yeni bir metnin
hangi özelliklere sahip olması gerektiği
uzun uzun tartışıldı. Grubumuzda kalemi,
Hz. Muhammed (sav)’in sevgisini anlatmakta kabiliyetli olan arkadaşların bu hususta yardımcı olması için çeşitli duyurular yapıldı. Ancak her ihtimale karşı edebi
yönü kuvvetli ve MEB tarafından seçmeli
derslerde okutulan Hz. Muhammed’in
Hayatı (Siyer) kitabının yazarlarından
Musa Mert hocamızdan bu ihtiyacı giderecek 81 ilde 81 öğrencinin seslendirebileceği formatta bir metin hazırlaması
istendi. O da sağ olsun kırmadı bizleri ve
İSHAK AŞAR
DKAB Öğretmeni / Samsun
Bu proje okul
bazında daha
önceki yıllarda
Nurullah Bora
hocamızın yaptığı
daha sonra da çeşitli
illerde arkadaşların
öğrencileriyle yaptığı
“Tek Kelimeyle
Hz. Muhammed”
röportajlarının bir
sonraki aşama sıdır.
35
tüm yoğunluğunun arasında Allah rızası
için sadece bu projede kullanılmak üzere “O’nu (sav) Göndermeseydi…” başlıklı
metni hazırladı ve bize ulaştırdı.
81 ilde projeye katılacaklara nasıl ulaşıldı?
Metnin yazım
süreci devam
ederken Türkiye’nin
81 ilinde görev
yapan çoğunluğu
Din Kültürü ve
Ahlak Bilgisi
öğretmenlerinden
oluşan facebook
grubumuzdan
duyurular yapıldı.
Herkesin iletişim
bilgilerini kendisinin
ekleyebileceği bir
form oluşturuldu.
Arkadaşlardan bu
projede yer almak
isteyenler illerini ve
iletişim numaralarını
oraya yazdılar.
36
Tabi bütün illerden gönüllü bulmak çok
da kolay olmadı. Metnin yazım süreci devam ederken Türkiye’nin 81 ilinde görev
yapan çoğunluğu Din Kültürü ve Ahlak
Bilgisi öğretmenlerinden oluşan facebook
grubumuzdan duyurular yapıldı. Herkesin iletişim bilgilerini kendisinin ekleyebileceği bir form oluşturuldu. Arkadaşlardan
bu projede yer almak isteyenler illerini ve
iletişim numaralarını oraya yazdılar.
Bazı illerimizden birden çok gönüllü bulunurken bazı illerimizden ise sorumluluğa talip olan çıkmadı. Sahipsiz kalan
illerimize tanıdıklarımız aracılığıyla yine
İzzet Eker hocamızın sitesi aracılığıyla,
DKAB Öğretmenleri Platformu ve Erdem
Çakı hocamız aracılığıyla ulaşılmaya çalışıldı. Uzun süren uğraşlarımız neticesinde
gönüllü olan Kur’an Kursu öğreticisi, Ana
sınıfı öğretmeni, Doktor, Müdür ve Akademisyenlerle Türkiye’nin her ilinden en
az bir temsilci bulduk.
Biz gönüllü temsilcilerimizi hazırlarken
Musa Mert hocamız da metni hazırladı.
Hazırlanan metni çekim yapacak arkadaşlara örnek olması açısından önce Iğdır’da
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak görev yapan, M. Fatih Bütün hocamıza
-kendisi Radyo ve Televizyon bölümü de
mezunudur aynı zamanda- seslendirttik.
Daha sonra çekimlerin nasıl yapılacağını,
kayıt alınırken nelere dikkat edileceğini,
kayıt yapılacak kamerada bulunması gereken özellikleri ifade eden minik bir rehber
hazırladık. Bu rehberi çeşitli paylaşım ortamlarında paylaşarak, yine mail yoluyla da
arkadaşların iletişim adreslerine göndererek
arkadaşlara ulaştırdık.
Bu hazırlanan rehberde nelerden bahsediliyordu? Biraz daha açabilir misiniz?
Rehberde gönüllü arkadaşlara yardımcı
olması amacıyla, çekimleri nasıl yapacakları ile ilgili bilgiler yer alıyordu. 81 ilden
aynı kalitede aynı ölçülerde kayıt gelmeyeceğini biliyorduk. Zaman kaybetmemek için rehber hazırlamanın ve birtakım
standartlar belirlemenin uygun olacağını
düşündük.
Hazırladığımız rehberde arkadaşlarımıza
güzel ve kaliteli bir video hazırlanabilmesi için dikkat etmeleri gereken hususları
listeledik.
-Özellikle vurgu ve tonlamaya, bir önceki
metin ile bir sonraki metni dikkate alarak
seslendirme yaptırmaya dikkat edilmesi
gerekir.
-Seslendirmenin öncesinde ve sonrasında
beşer saniyelik boşluklar bulunmalıdır.
-Çekim yapılan makine full HD çekim kalitesine sahip olmalı, en boy çerçeve ölçüsü en düşük 1280X720 olmalı ve çekimler yatık olarak şehrin en bilinen simge
yerlerinden birinde ülkemizin kültürel ve
dilsel zenginliğini ifade edecek biçimde
yapılmalıdır.
-Çekilen videolar çeşitli paylaşım ortamları aracılığıyla paylaşılıp mail yoluyla bize
ulaştırılmalıdır.
Çekilen videolar nasıl toplandı?
Arkadaşlarımıza çekimler için bir haftalık
bir süre vermiş, aksaklıklar olabilir düşüncesiyle iki günlük gecikme payını da ilave
etmiştik. Ancak bazen her şey planlandığı gibi gitmeyebiliyor. Bir haftalık sürenin
bitimine yakın videolar gelmeye başladı
ama belirtilen standartlara uymayan videolar vardı içlerinde. Bir yükün altına
girilmiş bulunuldu geri dönüş olmaz tabi.
Arkadaşların hoşgörüsüne ve iyi niyetlerine sığınarak tekrar çekim yapmalarını istedik. Araya hafta sonu girdi vs. çekimler
sarktı diğer haftaya. Neticede beklenen
videolar da geldiğinde bakıldı ki eksik videolar var. Gönderilmemiş iller var. Buradaki arkadaşlarla iletişime geçildi hemen.
Bazı arkadaşlar unutmuş, bazıları başka
arkadaş var o çeker diye çekmemiş, bazı
arkadaşlar hastalanmış, bazı arkadaşların
yakınları rahatsızlanmış vs. çekim yapamamışlar. Bu arkadaşlara ilave süre tanıdık. Yapamayacak durumda olanlardan
yerine başka birini bulmalarını istedik.
Sağ olsunlar bizim anlayışlı yaklaşımımızı
onlar da anlayışla karşıladılar ve yardımcı
olmaya çalıştılar. Ancak bu süreçte iletişim bilgilerinden kendilerine ulaşamadığımız arkadaşlarımız da oldu. Buraları ya
kendimiz gidip çektik ya da oradan bir
dostumuza bu işi havale ettik. Velhasıl videoların toparlanması ve tamamlanması
süreci üç haftayı buldu.
Ana videonun oluşturulma aşamasında
neler yapıldı?
Projeye katılım yapmayan iller olduğu
kadar projeye birden fazla katılım yapan
illerimiz de vardı. Bu illerdeki arkadaşların videoları nasıl değerlendirilecekti?
Neticede ana videoda sadece bir arkadaşımızın videosu yer alacaktı. Diğer arkadaşlarımızın videosu nasıl elenebilirdi
ki? Hepsinde bir emek, bir sevgi, bir söz,
bir heyecan vardı. Biz bu durumda olan
illerimizdeki arkadaşlarımıza kendi okullarında gösterimini yapmak üzere kişiye
özel sürüm videolar hazırlama sözü de
vermiştik. Kriterlerimize göre bir videoyu seçtik ana video için, ama sonrasında
bizi ayrı bir telaş aldı. Vakit yaklaştı. Nasıl yetiştireceğiz sorusu derin derin düşünülmeye başlandı proje ekibi tarafından.
Tabi bu durum montaj yapacak arkadaşı
da zor duruma soktu. Çünkü yetiştirilmesi
gereken bir tarih vardı. Verilmiş sözler ve
planlanan programlar vardı. Öneriler alındı değerlendirildi ve profesyonellerden
yardım alma kararı verildi.
Gecesiyle gündüzüyle çalıştık, çabaladık
ve belirlenen tarihe kendi imkânlarımızla
izlenebilecek ve izletilebilecek bir video
ortaya çıkardık. Tabi kaliteyi ve daha
güzeli elde etmek için profesyonel desteğiyle daha güzel bir video ortaya çıkarmak hayalimizdi. O hayalimizin peşine
düştük. Profesyonel desteği aldık ama
HD görüntü kalitesinde olmasını isterken
VGA görüntü kalitesinde olduğu için kullanamadık. Destek aldığımız profesyonel
arkadaş da hasta olduğu için tekrardan
rahatsız edemedik. Kendi imkânlarımızla,
Projeye katılım
yapmayan iller
olduğu kadar projeye
birden fazla katılım
yapan illerimiz de
vardı. Bu illerdeki
arkadaşların
videoları nasıl
değerlendirilecekti?
Neticede ana
videoda sadece
bir arkadaşımızın
videosu yer
alacaktı. Diğer
arkadaşlarımızın
videosu nasıl
elenebilirdi ki?
Hepsinde bir emek,
bir sevgi, bir söz, bir
heyecan vardı.
37
Beni en çok
duygulandıran
ve etkileyen şey,
böylesine güzel
bir projenin içinde
olmaktır. Bu proje
esnasında zaman
zaman günde iki
kez telefonumu şarj
ettim. Günde ellinin
üzerinde kişiyle
görüştüm. Çoğu
geceler sabaha karşı
yattım. Ama hiç
rahatsız olmadım.
Çünkü bu projede
O (sav) vardı. Çünkü
bu projede O’nun
(azze ve celle) rızasını
aramak vardı. İnşallah
zahmetlerimiz
Rabbimin katında
Rahmet olarak değer
kazanmıştır.
var olan tecrübemizle/tecrübesizliğimizle
neticede projemize son halini verdik.
Bu süreçte sizi etkileyen, duygulandıran şeyler var mıydı?
Olmaz mı? Projeye katılan arkadaşların
samimiyeti, iyi niyeti, hoşgörüsü, bize
olan güveni, bizi çok etkiledi.
Bazı arkadaşlarımızın çekimlerinde gözümüze takılan teknik problemler vardı
mesela. Arkadaşlarımızın çoğu tekrar çekim yapmaktan yüksünmediler. Tekrar
kilometrelerce uzağa gidip öğrencisini
götürüp çekimlerini tamamladılar. Bize
ve projeye o kadar güvenmişlerdi ki daha
iyisi olsun istediğimizi biliyorlardı. Onlar
da aynı şeyi istiyorlardı. Daha iyisini ve
kalitelisini alabilmek için üç kez çekim
yaptırdığımız arkadaşlarımız oldu. Ama
hiçbiri de “Yeter hocam, elimden gelen
bu daha uğraşamam.” demedi. Hem de
bu süreç içerisinde kendi okullarında yapacakları programların hazırlıkları ve yoğunlukları da devam ediyordu.
Yine projeye katılan arkadaşların birbirleriyle tatlı rekabeti bizi çok etkiledi. Ana videoda yer alabilmek için çıtayı yükselten,
elinden gelenin en iyisini yaptığını düşünüp daha sonra daha da güzel çekimler
yapıp bu sanki daha güzel oldu bunu kullanabilirsiniz diye mail gönderenler oldu
bize. En etkileyici videoyu en çarpıcı sunumu yapabilmek için birbirleriyle yarıştılar. Tıpkı, Peygamberin ashabının hayırda
yarıştığı gibi.
Bazı arkadaşların üstün gayretleri de çok
etkiledi bizi. Bir arkadaşımız öğrencisiyle
38
birlikte resmi izinleri de alarak madene
girdi, orda çekim yaptı. Bir arkadaşımız,
kendisine çok uzak olan Harput kalesine gidip çekim yaptı. Bir arkadaşımız bir
şehirden başka bir şehre 300 km’lik yola
gidip çekim yaptı. Bir arkadaşımız sırf bu
çekimde kullanabilmek ve kaliteli çekim
yapabilmek için maddi değeri oldukça
yüksek olan fotoğraf makinesi aldı. Velhasıl bu proje gönüllerin ve gönüllülerin
projesiydi. Çok fedakarlıklar yapıldı. Rabbim her şeyden haberdardır. Hiçbir şeyi
karşılıksız bırakmayacaktır.
Kendi adıma konuşmam gerekirse beni
en çok duygulandıran ve etkileyen şey,
böylesine güzel bir projenin içinde olmaktır. Bu proje esnasında zaman zaman günde iki kez telefonumu şarj ettim.
Günde ellinin üzerinde kişiyle görüştüm.
Çoğu geceler sabaha karşı yattım. Ama
hiç rahatsız olmadım. Çünkü bu projede
O (sav) vardı. Çünkü bu projede O’nun
(azze ve celle) rızasını aramak vardı. İnşallah zahmetlerimiz Rabbimin katında
Rahmet olarak değer kazanmıştır.
Hazırlanan projeyi aşağıdaki adresten izleyebilirsiniz…
http://www.youtube.com/
watch?feature=player_
embedded&v=pwBWP3GOlCk
YURT DIŞINDAKİ VATANDAŞLARIMIZ
VE EĞİTİM
2012 Temmuz ve Ağustos aylarında
Almanya’da gezi amaçlı olarak bulundum.
Dost, akraba ve tanıdık ziyaretlerinin yanında, Türklerin yoğun olarak bulunduğu
şehirleri görme ve işçi kardeşlerimizle
konuşma fırsatlarımız oldu. Birlikte gezdik,
oturduk, yemek yiyip, çay içtik. Hepsi
bize uzun zamandır görüşemedikleri yakın
bir akraba, samimi dost gibi içten davrandılar. Arabaları ile gezdirdiler, çok değerli
zamanlarını bize ayırdılar. Kendilerine
yürekten teşekkür ederim.
Konuşmalarımız, mesleğimiz öğretmenlik
olduğu için haliyle en çok “çocukların eğitimi” konuları üzerinde yoğunlaştı. Eğitim
üzerindeki konuşmalarımız sonucunda,
aşağıdaki sonuçlara vardık,
1) İşçilerimiz, çocuklarının eğitimi konusunda, Türkiye’deki eğitim imkanlarından habersizler. Alman eğitim sistemi
eleyici bir sistem olup, öğrenci iken
alınan notlara göre bireyleri meslek
okullarına veya liselere yönlendirmekte ve yine gösterilen başarı ve notlara
göre oradan meslek yüksek okullarına
veya üniversiteye yönlendirmektedir.
Dolaysıyla, herkesin her okula gitme,
her okulda okuma şansı bulunmamaktadır.
2) Alman okullarında, Alman öğretmenler, Türk çocuklarını, daha ilkokulda
iken meslek okullarına, meslek okulları
içinde de daha çok bedensel/mekanik
yönü ağırlıklı olan mesleklere yönlendirmektedirler.
3) İşçilerimizin büyük bir kısmı, çocuklarının üniversiteye kapı açacak olan Alman
liselerinde okumak için gerekli bilgi ve
yeteneğe sahip olmadığı, dolayısıyla ilkokuldan sonra çırak/meslek okullarına yönelip, kısa yoldan meslek edinip, hayata
atılma düşüncesini taşımaktadırlar.
Şemseddin Koçak
Öğretim Görevlisi / Adana
Almanya’daki Türk Çocuklarının Eğitimi Konusunda Neler Yapılabilir?
1) İşçilerimizin çocukları Açık Orta Okul ve Açık
Lise olanaklarından yararlandırılarak, (bu arada Türkiye’deki yatılı liselerde yurt dışındaki
öğrenciler için kontenjan da ayrılabilir), öğrenciler ailelerinden ayrılmadan ve bulundukları
ülkede sınavlara girerek, Açık Orta Okul ve
Açık Lise eğitimi görebilirler. Böylece eğitimden kopmadan, okullarını bitirdikleri gibi
Türkiye’deki üniversitelerde öğrencilik hakkını
da elde edebilir ve rahatlıkla yüksek öğrenim
yapabilirler. Hatta Türkiye’deki üniversitelerde
öğrencilik hakkını elde ettikten sonra, bulundukları ülkelerin üniversitelerine yatay geçiş
yapabilirler. Böylece Alman eğitim sisteminin
eleyiciliğinden kurtulmuş olurlar.
2) İşçilerimizin büyük bir kısmı, Türkiye’deki
üniversitelerde “yabancı öğrenci kontenjanı”
bulunduğundan habersizdirler ve bu “kontenjanlar” ya boş kalmakta, ya dolmamakta,
ya da yabancı öğrenciler tarafından doldurulmaktadır. Oysa Türk işçilerinin çocuklarının birçoğu yurt dışı doğumlu olduğundan, o
ülkenin vatandaşlığını kazanmış durumdadır.
Dolayısıyla, üniversitelerin yabancı öğrenci
kontenjanından yararlanma hakkına sahiptirler. Ayrıca üniversitelerde yurt dışındaki Türk
işçi çocukları için özel kontenjanlar ayrılabilir veya yabancı öğrenci kontenjanı içinde
özel bir kontenjan ayrılabilir.
3) Bunun için, Milli Eğitim Bakanlığı ve Yüksek
Öğretim Kurulu (veya sayıları 200’e yaklaşan
Üniversiteler), yurt dışında bulunan Türklere
ait çeşitli kültür dernekleri, topluluklar vb. ile
iletişim kurarak, yurt dışındaki işçilerimizin
ortaokul, lise ve üniversite çağındaki çocuklarını eğitebilir. Böylece hem işçi çocuklarımızın eğitim sorunları çözülebilir hem de
farklı ülkelerde okumuş, en az iki dil bilen,
geniş bir dünya görüşüne sahip, nitelikli elemanlar yetiştirilebilir.
39
EĞİTİMDE İYİ ÖRNEKLER - 8
Mersin İli Akdeniz İlçesi Iğdır
İlkokulu–Ortaokulu Kütüphanesi
Veli BİLİCİ
Eğitim Müfettişi / Mersin
40
Iğdır İlkokulu-Ortaokulu yöneticileri, öğretmenleri, diğer personelleri ve kantin işletmecisi ile tanışmamız yağışlı, rüzgârlı ve soğuk bir
kış gününde olmuştu. Bütün çalışanları genç
ve dinamik, bir o kadar da heyecanlı ve istekli olan Iğdır İlkokul-Ortaokulu Müdürlüğü
çalışanlarının aralarındaki birlik beraberlik ve
grup dinamiğini görmemek imkânsızdı. Hatta
okulun kantin işletmecisi Ali Paket de bu grup
dinamiğine kendini kaptırmış gidiyordu. Taşıma işini üstlenen ¨Servis Amcalar¨ da bu akımın etkisindeydiler. 19 Aralık 2012 Çarşamba
günü geriden izlediğim müthiş bir tabloydu.
“Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.”
derler. Çok değil dört ay on bir gün sonra
tekrar rutin rehberlik ve teftiş amaçlı çalışma
ziyareti anında, Iğdır İlkokul-Ortaokulunda
grup dinamiğinin tavan yaptığını, daha da
güçlü haliyle sergilendiğini görmenin ve bu
mutluluğu sizlerle paylaşmanın hazzını yaşamak bir eğitimcinin hayatının en güzel anıları
arasında yerini alması demektir.
Burada söze anı diyerek başlansa da aslında
eğitim bilimciler eğitim müfettişlerinin görevlerini sayarken, “eğitim girişimi ile ilgili herkese okuldaki başarıları anlatmak ve tanıtmaktır” şeklindeki son maddeye dayanarak Iğdır
İlkokul-Ortaokulunda yapılan güzel çalışmayı
ziyaret ettiğimiz çevredeki eğitim kurumları
yöneticilerine ve öğretmenlerine anlatmak
ve tanıtmak, onlarda da benzer heyecanların
oluşmasını sağlamaktır. Bir kıvılcıma sebep
olursam mutlu olacağım.
Aslında demokratik insan ilişkileri açısından
uygulanan teftişte yöneticileri ve öğretmen-
leri eyleme geçirebilmek için onların duygu
ve heyecanlarını dikkate almak gerektiğinden
hareketle bir okul müdürünün çok kıt imkanlarına rağmen birlikte çalıştığı Türkçe Öğretmenleri Şerif Karakoç ve Meltem Karakoç olmak üzere, Okul Aile Birliği Başkanı Turgay
Maden, Toplum Destekli Polis Memuru Mustafa Fikret Civan, okulun tüm öğretmenlerini,
öğrencilerini, okul çevresini ve kendi sosyal
çevresini harekete geçirerek oluşturduğu ve
25 Nisan 2013 tarihinde güzel bir etkinlik düzenleyerek açılışı yapılan yaklaşık 5000 kitabı
bünyesinde toplayan ve devam eden kitap
bağışlarıyla her geçen gün kitap sayısı hızla
artan okul kütüphanesinden bahsediyorum.
Mersin İli, Akdeniz İlçesi Iğdır İlkokulu-Ortaokulu Kütüphanesinin öğrencilere ve çevre
sakinlerine, “merhaba” diyerek göz kırpışını
eğitimde iyi örnekler olarak algılayıp sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Mersin İli, Akdeniz İlçesi Iğdır İlkokulu-Ortaokulu Hakkında kısa ve öz bir bilgi
Iğdır İlkokulu-Ortaokulu;
Yerleşim Yeri; Köy
İlçe Merkezine Uzaklığı; 20 Km. (Merkez İlçe)
İl Merkezine Uzaklığı; 20 Km. (Büyükşehir)
Dört ana binada, toplam 16 derslikte 15 kadrolu öğretmen, 2 ücretli öğretmen ve 298
öğrenci ile eğitim-öğretimini sürdürmektedir.
Normal eğitim uygulanmaktadır. Çevrenin taşıma merkezi durumundadır. Okulda çevre
şartlarına göre sportif ve kültürel etkinlikler
düzenlenmektedir. Çevrenin eğitim merkezi
olması yönünde tüm personel işbirliği içeri-
sinde, çalışmalarını büyük bir özveriyle sürdürmektedirler.
Mersin İli, Akdeniz İlçesi Iğdır İlkokulu-Ortaokulu Ana Bina Giriş Kapısı
Personeller Toplu Halde
biraz olsun gidermektedir. Gelecek açısından
umut vermektedir.
Iğdır İlkokulu-Ortaokulu Müdürlüğünün 13
Şubat 2013 tarihinde yaptığı sene ortası öğretmenler kurulu toplantısında alınan kararlar arasında 6. sırada görüşülüp karara varılan; zemin katta bulunan araç-gereç odasının
kütüphaneye dönüştürülmesi ve “Kütüphane
kurulması” yönünde alınan karar kütüphane
kurulması yönünde atılan ilk adımdır.
Okulda Bir Kütüphane Kurulması Fikrinin
Doğuşu
Mersin İli, Akdeniz İlçesi Iğdır İlkokulu-Ortaokulu kurum olarak tamamen genç ve dinamik bir yönetici ve öğretmen kadrosunu
bünyesinde toplamış haliyle göz dolmaktadır.
Bünyesinde barındırdığı bu kadro içindeki
öğretmenler, adeta okul yönetimine sürekli
ürettikleri fikirleriyle katkı sunma yarışındadırlar. Bu katkı sunma yarışından bir tanesi ve en
önemlisi diyebileceğimiz “Okul Kütüphanesi”
açılması yönündeki girişimleridir.
Bu fikri ortaya atıp, olgunlaştırıp, karar verip,
neler yapılabileceğine dair planlama yaparak
aralarında görev dağılımı yapmaları, işbirliği
sağlamaları (eşgüdüm-koordinasyon), kitap
bağışına ilgiyi artırma amaçlı olarak insanları
kişisel çabaları-gayretleri ile etkilemeleri, iyi
bir iletişim ağı kurmaları ve amaçlarına ulaşıp
ulaşamadıkları yönünde bir değerlendirme
amacıyla her hangi bir “Yönetim Süreçleri/Karar Süreçleri” ile ilgili bir yol izleneceğine dair
yol haritası çıkarmalarına bakılırsa bir Profesyonel edasıyla işleri bitirerek kütüphaneyi hayata geçirmeleri, eğitim-öğretim kadrolarında
sık gözlenmeye başlanan tükenmişlik kaygısını
41
Kütüphane Kurulması yönünde alınan karar
13.02.2013 tarih ve 44 nolu karar;
Iğdır Köyü sakinlerinden açılışta halk oyunları
gösterisi
Bağış yoluyla gelen kitaplar öğretmenlerin
rehberliğinde tasnif edilip ve raflara dizilmesi
KİTAP OKUMA
İnsanlar gündelik birçok işler yaparlar, geçimlerini sağlamak için çalışmak, hobilerini
yapmak, ev işlerine bakmak, tv seyretmek,
internette gezinmek, temizlik yapmak,
sohbet etmek vb. Bütün bu işlere rağmen
zamanımızın olmadığını düşünebiliriz ama
şöyle bir değerlendirme yaparsak, ne kadar
çok boş vaktimizin olduğunu görürüz. Bu
boş vakitte neler yapılabilir acaba? Yapılabilecek en iyi iş kitap okuma olsa gerek.
Iğdır İlkokulu-Ortaokulu kütüphanesi açılışından fotoğraflar;
Fotoğrafta, kütüphanenin mimarları olan Iğdır
İlkokulu-Ortaokulu Öğretmenleri bir kütüphane açmanın haklı gururunu yaşıyorlar.
Kitaplar, insanı gidemeyeceği yerlere götüren, fantastik duygular yaşatan, zihnini
açan, öğreten, en değerli bilgi hazineleridir.
Okuma, insana zevk vermelidir, insan okudukça coşmalı ve bu coşkuyla hayata farklı
açılardan bakmalı ve yaşamdan heyecan
duymalıdır. Kitaplar insanları görülmedik,
duyulmadık yerlere götürür ve yaşanmamış
duyguların yaşanmasını sağlar. Kitap okuyan
kişi, mavi derinliklere hava tüpü takmadan
ve boğulmadan dalar, atomun içerisine girer elektronla beraber döner, uzayın derinliklerinde kara deliklerin içerisinden geçip
güneşlere yanmadan uzanır. Bütün bunlar
kitap okumayla gerçekleşebilir.
Kitaplar en değerli hazinelerdir. Yazarlar
uzun bir uğraş sonrasında yazdığı eserleri-
42
ni çok cüzi bir fiyata bizlere satmaktadırlar.
Yıllar süren araştırmalar, gözlemler, deneyler bilgi birikimleri kitaplarla bizlere ulaşır.
Biz bu büyük emeği birkaç saat veya birkaç
günde okuyabilmekte ve faydalanmaktayız. Yani göz nuru, alın teri olan kitaplar ve
bizlere sadece az bir fiyata (azıcık gözlerin
yorulmasıyla) satılmaktadır. Aslında bu kadar emek verilerek ortaya konulan eserlerin
okunmaması yazarların emeğine değer vermemek olarak düşünülebilir.
Peki hangi kitaplar okunabilir? Bence her
kitap okunabilir ama günümüzde o kadar
çok bilim dalları gelişmiştir ki, hangi bilim
dallarında okumalar yapmak gerektiği konusunda karar vermek çok zor bir durumdur. En mantıklı iş, bireyin yaşamında en
fazla ihtiyaç duyduğu ve en fazla ilişkide
bulunduğu alanlarda okumalar yapmaktır.
Bireyler mesleklerine ilişkin okumalar yapmalıdır, ardından kültürel, dini, hobi alanlarına ilişkin okumalar yapabilir.
Okumaları şöyle sınıflamak uygun olabilir.
Mesleki okumalar: Günümüzde bilgi değişimi ve dönüşümü çok hızlı bir şekilde
gerçekleşmektedir. Bireyler okullarda veya
Yrd. Doç. Dr. İzzet DÖŞ
KSÜ Eğitim Fakültesi /
Kahramanmaraş
Zamanı
değerlendirmenin
en iyi yolu kitap
okumadır. Okuma
zihnin gelişim
anahtarıdır.
43
Fizik öğretmeni
bir arkadaşım bir
zamanlar bana şunu
ifade etmişti: “İzzet
hocam şu anda
çözemeyeceğim
hiçbir fizik sorusu
yok. Çünkü piyasada
ne kadar çok fizik
kitabı varsa hepsini
okudum ve hepsinin
sorularını çözdüm.
Yeni çıkan bir fizik
kitabı olursa, onu
da hemen alıyorum
ve sorularını
çözüyorum”. İşte
sizlere kendisini
yenileyen, fark
oluşturan ve
bilgisinden para
kazanan bir insan.
44
üniversitede aldıkları eğitimin kendilerini
otuz yıl idare edeceğini düşünmemelidirler.
Bir mühendis, bir tıp doktoru veya bir öğretmen mesleki gelişmeleri yakından takip
etmeli ve bu konuda da farklılığını ortaya
koymalıdır, yeni gelişmeleri dergiler veya
kitaplarla takip etmelidir. Sadece yüksek
tahsilli kişiler değil, esnaf ve sanatkarlar da
mesleki gelişimlerini destekleyecek dergiler
ve kitaplar okumalıdır. Çünkü değişim, bilgi ve teknoloji kendi mesleklerini de etkilemektedir. Fizik öğretmeni bir arkadaşım
bir zamanlar bana şunu ifade etmişti: “İzzet
hocam şu anda çözemeyeceğim hiçbir fizik
sorusu yok. Çünkü piyasada ne kadar çok
fizik kitabı varsa hepsini okudum ve hepsinin sorularını çözdüm. Yeni çıkan bir fizik
kitabı olursa, onu da hemen alıyorum ve
sorularını çözüyorum”. İşte sizlere kendisini yenileyen, fark oluşturan ve bilgisinden
para kazanan bir insan.
Okulda alınan eğitim ne denli iyi olsa da,
kişi kendisini geliştirmek ve öğrendiği bilgileri unutmamak için tekrar okumalıdır. Bu
uzmanlık alanını ilgilendiren boyuttur. Bir
misal anlatılır: zamanın birinde bir balıkçı
varmış bu kişi herkesten fazla balık yakalarmış ve herkes buna hayret edermiş. Balıkçı
da bu ganimetten dolayı epey bir zenginmiş. Herkes bu işin sırrını merak edermiş.
Bir gün bu balıkçı ölmüş, tabi meraklı çevre, balıkçının sırrını anlamak için evine akın
etmişler. Acaba bir mucize veya bir tılsım
bulabilirmiyiz diye. Ama nafile, evde ne bir
tılsım ne de altın yumurtlayan bir tavuk var.
Evde balıkçılık hakkında bir kütüphane dolusu kitaptan başka hiçbir şey bulamamışlar. Evet gerçek mucize bu olsa gerek, işi
gereğine ve ilmine göre yapmak.
Genel yaşama ilişkin okumalar (sağlık, siyaset, teknoloji, edebiyat, pratik bilgiler):
sağlık bize bahşedilen çok değerli bir yaşam aracıdır. Ama nedense kıymetini pek
bilmemekteyiz. Çok küçük bilgiler sağlıklı
yaşam için önemli ipuçları verebilir. Siyaset her günkü konuşmalarımızın önemli bir
bölümünü oluşturmaktadır. Oy verdiğimiz,
gönül verdiğimiz siyasi partiler, geçmişleri,
politikaları, ülkemizin ve diğer ülkelerin
dünya arenasındaki yeri, ülkemiz ve birey
olarak bizleri ilgilendiren meselelerdir. Edebiyat, müzik güzel sanatlar ruhun inceliklerini ortaya çıkaran önemli araçlardır. İnsan
kendisini tanıyamayabilir. Yaptığı işler sayesinde yeteneklerini keşfeder, kitaplar insanın kendisini keşfetmesini sağlayabilir.
Pratik bilgiler çok küçük bilgiler olmasına
rağmen çok önemli işlevler görebilirler. Mesela, beyaz (saydam) poşeti kullanarak çay
demleyebilir misiniz? Evet demleyebilirsiniz. Poşeti yanmayacak yükseklikte ateşin
üstüne koyarak bunu başarabilirsiniz.
Kültür, Tarih ve dine ilişkin okumalar: tarih
geleceğin aynasıdır. Tarihini, kültürünü ve
dinini bilmeyen bireyler eninde sonunda
diğer kültürlerin istilasına maruz kalırlar ve
benliklerini yitirirler. İnsan kendisini tanıması için içinde yaşadığı insanları, kültürü
ve tarihi tanıması gerekir. Bu bilgiler ise ancak okumayla elde edilebilir.
Akademik okuma: bir şeyler yazmak için
çok şey okumak lazımdır. İnsan okuduklarının ancak %10’unu hatırlamaktadır. Dolayısıyla 100 kitap okumalıyız ki bir kitap
yazabilelim. Okumadan bilgi üretilemez.
Sınavlara ilişkin okumalar: günümüzde belki en önemli okuma alanlarından biri de sınavlara ilişkin okumalardır. Bu durum belki
insanlara sıkıcı gelebilir, istenmeyen bilgi
birikimine neden olabilir, hatta okuma zevkini de öldürebilir. Ama temel bilgiler bu
okumalar sayesinde de elde edilebilir.
tim, antropoloji, tarih vb, insanı tanımaya
yönelik ne kadar çok okursak insan denilen
muammayı daha iyi tanıyabiliriz.
Zamandan tasarruf: bilgiler bize yaşamda
devamlı kısa yolu öğretir. Bilen kişi başarılı
olur. Uzun tecrübelerle ancak edinebileceğimiz bir bilgi, okumakla birkaç dakikada
öğrenilebilir.
Ekonomik kazanım: bilen kişi az hata yapar.
Az hata demek az masraf, az zarar, az para
demektir. Mesela sağlıklı yaşam hakkında
biraz bilgiye sahip olan kişiler daha az doktora gide ve daha az para öderler. Mesleğinde uzman olan,
aranan insandır, bu ise
İnsanların
karakterlerini;
içinde bulundukları
kültürleri, meslekleri,
genetik yapıları
oluşturur. Psikoloji,
sosyoloji, eğitim,
antropoloji, tarih
vb, insanı tanımaya
yönelik ne kadar çok
okursak insan denilen
muammayı daha iyi
tanıyabiliriz.
Okumanın faydaları
Okumanın faydalarını saymakla bitiremeyiz. Genel olarak okumanın
faydalarını şu başlıklarla ifade
etmek uygun olabilir.
İnsanları tanımaya yardımcı
olur: İnsanları anlamanın
yolu okumaktan geçer.
Çünkü insanların karakterlerini; içinde bulundukları kültürleri, meslekleri, genetik yapıları
oluşturur. Psikoloji, sosyoloji, eği-
45
Okuyan kişi kendini
tanır, insanları tanır,
toplumu tanır, kültürü
tanır. Bu bilgiler insana
????????
bir hayat felsefesi
aşılar, topluma ve bakış
açısını değiştirir. Bilen
ve okuyan mutlu kişidir
ve problemlerle daha
kolay başa çıkabilir.
uğraş, araştırma ve kendini geliştirmeyle
olur.
Zor durumlardan kurtulma: beklenmedik bir
kazada, ani bir durumda verilen kararların isabetli olması yine bilgiye bağlıdır. Yeri geldiğinde önemli birkaç bilgi bizlere yeni bir hayat
verecek kadar önemli fırsatlar verebilir.
Tehlikelerin farkına varma: hava durumundan, kişilerin davranışlarından, makinelerin
seslerinden vb daha birçok ön haberciden,
okumasını bilenler bir ön bilgi alırlar. Bilgili kişi “ben geliyorum diyen” kaza ve tehlikeleri önceden sezip farkına varıp tedbir
alabilir.
Kültürel gelişim: kültür içinde yaşadığı toplumu anlamanın bir aracıdır. Kültürlü insan
nerede ne söyleyeceğini, nasıl davranacağını bilir ve o boyutta saygı ve hürmet görür.
Kültürü anlamak ve almak ise, çok okumakla ve araştırmakla elde edilir.
Dile hakimiyet: yapılan araştırmalar dile hakim olan insanların toplum içinde daha çok
popüler olduğunu ve halk içinde muteber
bir yerinin olduğunu göstermektedir. Dili iyi
kullanan bir insan, insanlar üzerinde daha
etkin izler bırakabilir, yöneticiler daha rahat
bir yönetim sergileyebilir. Bir toplulukta insan giyinişine göre karşılanır ama konuşmasına göre uğurlanır.
Bilgi sahibi olma: bilgi güçtür. Bilen kişiler
hep önde olurlar. Konuşmaya, konferansa,
46
televizyona bilen kişiler çağrılır. Bilgi bireyi,
sosyal statü olarak diğer insanların daha üstüne taşır.
Hayata farklı bir bakış açısı kazandırır: okuyan kişi kendini tanır, insanları tanır, toplumu tanır, kültürü tanır. Bu bilgiler insana bir
hayat felsefesi aşılar, topluma ve bakış açısını değiştirir. Bilen ve okuyan mutlu kişidir
ve problemlerle daha kolay başa çıkabilir.
Hayata zevk katar: okuma insanı en problemli durumdan çıkarabilir. Hayata bakış açımıza uygun bir kitap, sonu iyi biten
bir roman okuduğumuzda neşeleniriz ve
hayattan zevk alırız. Tarihimizin şanlı dilimlerinde dolaşıp kendimizi Yavuz Sultan
Selim’in yanında bir serdengeçti olarak görebiliriz. Okuduğumuz süre boyunca dertlerimizi unuturuz, bu bile yeterli bir rahatlamadır. Psikolojik travmalara karşı okuma,
en önemli terapilerdendir. Okuma en problemli anlarımızdan kurtulmamızı sağlar ve
zihnimizi toparlamamıza yardımcı olur. Ne
kadar sıkıntıda olursak olalım, okuduğumuz
on dakikalık kitap bizleri ayrı bir dünyaya
götürür.
Evet, Yavuz Sultan Selim günde sadece iki
saat uyur ve gecelerini kitap okuyarak geçirirmiş. İlme değer veren ve okuyanlar tarihe
damgasını vurmuştur.
Bizlere düşen görev ise okumak, okumak
ve yine okumaktır.
BİLİNÇLİ İNTERNET
KULLANIMI
İnternet halk arasında, ‘haber takibi, mesajlaşma, ucuz olduğu için sesli ve görüntülü görüşme, dosya aktarma, kolay bilgiye ulaşma yolu,
bir konu hakkında bilgi toplamak için tarama
yapma’ gibi konularda kullanılmaktadır.
Bilgisayar ve internet, artık günlük hayatımızın
vazgeçilmez bir parçası oldu. Bilgi alış verişi,
bilginin serbestçe dolaşım ve paylaşımı en üst
düzeye ulaştı. İş hayatında etkin bir kullanım
sahasına sahip internet, neredeyse bütün evlere girmiş durumda.
İnternet yoluyla bilimsel gelişmeler çok yakından takip edilmekte, önemli bilgilere hemen
ulaşılabilmekte, insanlar istedikleri hemen hemen herkesle çok rahat bir şekilde haberleşebilmekte, alış veriş yapabilmekte ve günlük
birçok işi rahatlıkla yerine getirebilmektedir.
İnternet teknolojisi günümüzde adeta olağanüstü bir buluştur. Artık bilgisayar ve internet
insanlık için ciddi bir ihtiyaç haline gelmiştir.
İnternet kullanımının giderek artması, sınırsız,
denetimsiz ve yasaksız her türlü bilgiye veya
kişilere erişim kolaylığı, çok olumlu gelişmelerin yanında bazı olumsuz neticelerin doğmasına da sebep olabilmektedir. Bilgisayar
oyunları ve internet gezintileri, çocukları ve
gençleri sosyal hayattan giderek uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle kültürel özelliklerimiz
dikkate alınarak, internet kullanımını doğru
bir alana çekmek zorundayız. İnternet bağımlılığından kurtarmak, ancak çocuklarımızın ve
gençlerimizin interneti doğru ve bilinçli bir şekilde kullanmaları ile mümkündür.
Şunu çok iyi anlamalıyız ki, ‘internet bağımlılığı’ bir hastalıktır ve mutlaka tedavi edilme
ihtiyacı vardır. ‘İnternet bağımlılığı’ birçok
uzmanın ortak görüşü olarak, ‘bilgisayar başında, internete bağlı olarak, gereğinden fazla
zaman geçirme problemi’ şeklinde tanımlanmıştır.
Çoğu ebeveyn, çocuklarının interneti ev ödevleri veya araştırma için kullanmadığını fark etmiştir. Bunun yerine, çocuklar arkadaşlarıyla
anlık ileti gönderip alarak, çevrimiçi oyunlar
oynayarak veya sohbet odalarında yabancılarla konuşarak zaman geçirmeye başladıkları
görülmektedir. İnternet bağlantılı bilgisayarları olan çocuklar ve gençlerin ne yaptıkları
da denetim altında olamıyor. Burada ailenin
çocuklarıyla yakın ilişki içinde olması ve anne-babaların da bilgisayar kullanımını bilmesi
büyük önem taşımaktadır. Çünkü en iyi denetimin ailede gerçekleşeceği bir gerçektir.
Çocuklarına doğru kuralları öğretmek, başta
anne-babaların görevidir.
Özellikle internet sebebiyle derslerden uzaklaşan, hatta sınıfta kalan öğrencilerin, en
önemli eğitim yıllarında ‘oyunla’ kaybedilen
zamanın, edinilen kötü alışkanlıkların, uygun
olmayan bilgi ve görüntülerin, aile fertlerinin
ekran karşısına geçerek birbirinden kopmalarının, internet üzerinden geliştirilen fakat
Vural Gündüz
Coğrafya Öğretmeni / Ankara
‘İnternet bağımlılığı’
bir hastalıktır ve
mutlaka tedavi
edilme ihtiyacı vardır.
‘İnternet bağımlılığı’
birçok uzmanın
ortak görüşü olarak,
‘bilgisayar başında,
internete bağlı
olarak, gereğinden
fazla zaman geçirme
problemi’ şeklinde
tanımlanmıştır.
47
hemen hepsi hüsranla biten sahte arkadaşlıkların, yaygınlaşan kumar alışkanlığının, okulda
veya mesaide geçirilmesi gereken zamanların
gereksiz konuşmalar ve yazışmalarla boşa geçirilmesinin önüne geçilmelidir.
Birçoğumuz, çocuklarımızın meramını iyi ifade edemediğinden, açık ve net iletişim kuramadığından yakınırız. Çocuklarımıza bir soru
sorduğumuzda, onlardan kısa bir cevap alır
veya çok bildik bir cevap
duyarız. Bunun ortaya çıkışında, bilgisayar karşısında
geçirilen zamanın önemli
bir etkisi vardır.
İnternetin içeriğinin çok büyük bir bölümü faydasızdır.
Hatta internetin, çocukların gelişiminde önemli bir
yeri olan dil kabiliyetinin
ve tarih şuurunun gelişmesinde olumsuz bir etkisinin olduğu da araştırmalar
neticesi ortaya konmuş bir
gerçektir.
İnternet, bilim insanlarına
çalıştıkları konularda daha
geniş kütüphanelere ulaşma imkânı veren, öğretmenlere derslerini anlatırken yardımcı olan, öğrencilere ödevlerini hazırlarken
bilgiye daha kısa sürede
ulaşmalarını sağlayan ve
onların
öğretmenleriyle
iletişimini kolaylaştıran bir
aracıdır. Kötü yönde kullanılması ile de öğrencilerin
ve bazı bilim insanlarının
akademik çalıntılar yapmalarına yardımcı olan bir araç
durumuna gelebilmektedir.
48
Üzücü olan durum, ülkemizde anne-baba ve
eğitimcilerin bu tehlikenin tam olarak farkında
olmamaları dolayısıyla gerekli tedbirleri yeterli ölçüde alamamalarıdır. İnternetten vazgeçmek, çocuklarımıza yasak koymak bir çözüm
olamayacağına göre, internetteki muhtevayı
süzen, faydalı bilgiye izin verirken zararlı olanı engelleyen filtre programları kullanmak gerek. Böylece çocuklarımızın internetin iyi, güzel ve doğru olan muhtevasına yönelmelerini
sağlamış oluruz. İnternetin olumsuz etkilerini
en aza indirmek için kamuoyu ve ebeveynler
bilinçlendirilmelidir. İnternetin yararlı bir iletişim aracı halinde kullanılması için özellikle
eğitim kurumlarında bu konular yeniden gözden geçirilmelidir.
O kadar bilgi sağanağında doğru bilgiye ulaşmak çok zorlaştı. Çocuklar ve gençler iyi ve
faydalı siteleri ziyaret etmek isteseler bile bu
konuda gerçek bir kılavuz bulmak gerekir. Bu
da okullarda seçmeli olan ‘Medya Okuryazarlığı’ dersinin mecburi dersler içerisine alınmasıyla etkili olacaktır.
İnternet ve bilgisayar, yerinde ve uygun olarak
kullanıldığı takdirde faydalı, yoksa çok zararlı
olabilmektedir. Hayat, internetten ve bilgisayardan ibaret değildir. İnsan olmanın gerektirdiği pek çok sorumluluk ve görevlerimiz
vardır. Bu sorumluluklarımıza hizmet ettiği
oranda interneti ve bilgisayarı kullanmalıyız.
Ülkemizde internet kullanımı, yetişkinler ve
özellikle çocuklar arasında hızla yaygınlaşırken güvenliği olmayan bir ağın, çocuklarımızı istenmeyen yönlere itmemesi için, zaman
kaybetmeden gerekli yasal düzenlemelerin
yapılması gerekmektedir.
Kısacası, çocuğun sağlıklı ve dengeli gelişimini
engelleyecek ve yozlaşmasına yol açacak bilgi
ve malzeme, internete erişen bir çocuk için
bir tıklama uzaklığındadır.
MOTİVASYON
KAYNAĞIMIZ
Şu bir gerçektir ki, harekette bereket vardır.
Hareket ile gezip dolaşmakla manevi sıkıntı
gider, insan ferahlığa kavuşur. Kaynak suyu,
ırmak suyu hareket ettikleri için, durgun sulardan üstün tutulurlar. Akan sular çerçöpü
alır götürür, üstlerinden atar, arınırlar. (Hz.
Mevlana)
Motivasyon, kişinin eyleminin yönünü, gücünü ve öncelik sırasını belirleyen iç veya dış bir
uyarıcının etkisiyle harekete geçmesi ile ilgilidir. Yani bireyin, verimli davranışının sebebini açıklayan hem iç hem de dış enerji güçleri
toplamıdır.
Motivasyon, Latince “mot” kökünden “movere”, yani “hareket ettirme, hareketlendirme” kelimesinden gelmektedir. Yabancı literatürde motivasyon olarak geçen bu kavram
dilimizde teşvik etme, isteklendirme ya da
güdüleme anlamında kullanılmaktadır. Motivasyon, istekleri, arzuları, ihtiyaçları, dürtüleri
ve ilgileri kapsayan genel bir kavramdır. Bu
kavramı anlama sürecinde ihtiyaçlar, dürtüler ve özendirici uyarıcılar arasındaki ilişkiler
önemlidir.
Temelde öğretmenin, öğrencilere öğretmek
konusunda motive olması gerektiği düşünülebilir. Amaç öğretmenin motivasyonu ile eğitim-öğretim sürecinin daha sağlıklı olmasıdır.
Psikolojide motivasyon, içten gelen itici kuvvetlerle belli bir hedefe doğru yönelen maksatlı davranışlar için kullanılmaktadır. En bilinen şekliyle “bireyi davranışa sevk eden içsel
bir güç” olarak tanımlanabilir. Motivasyon bir
insanı belirli bir amaç için harekete geçiren
güçtür.
Peki öğretmenler neden motive olmalıdır?
Öğretmenin motivasyon açısından hem
etken hem de edilgen rolü vardır. Motive
olmakta ve motive etmektedir. Öğretmenin
motivasyon düzeyi aynı zamanda motive
eden olarak, öğrencinin öğrenme motivasyonunu da etkileyecek ve eğitim-öğretim
sürecinin pozitif bir gelişim seyretmesini
sağlayacaktır.
Bir engeli aşmak, bir süreci daha etkin hale
getirmek, eğitim-öğretim süreçlerini tekdüzelikten çıkarabilmek amacıyla öğretmenlerin
motive olması ve motive edebilmesi elzemdir.
Motivasyon sürecini etkileyen faktörler, iki temel başlığa ayırabilir: İçsel ve Dışsal Etkenler.
Ceren Nilgün Çetin
Psk. Dan. ve Rehber Öğretmen /
Mekke-i Mükerreme
Öğretmenin
motivasyon açısından
hem etken hem de
edilgen rolü vardır.
Motive olmakta ve
motive etmektedir.
Öğretmenin
motivasyon düzeyi
aynı zamanda
motive eden olarak,
öğrencinin öğrenme
motivasyonunu
da etkileyecek ve
eğitim-öğretim
sürecinin pozitif bir
gelişim seyretmesini
sağlayacaktır.
49
Dışsal etkenlere
odaklanan, sürekli
şikayet eden, pasif ve
edilgen bir öğretmen
profilinden, çözüm
odaklı, proje üreten,
aktif ve etkin bir
öğretmen profiline
yönelmek daha yapıcı
olacaktır. Çünkü
iyileştirici bir ortamda
aktif rol almak da
önemli bir motivasyon
kaynağıdır.
Dışsal Etkenler
Dışsal etkenler, kişinin tek başına yönetemediği faktörlerdir. Ekonomik durum, çalışma
ortamı, ergonomi, çalışma arkadaşları, okulun
bulunduğu ortam, ulaşım, ailevi durum, sağlık
durumu, kültürel ortam, siyasi ortam… gibi
arttırabileceğimiz unsurlardır.
Öğretmenlerin sosyal koşullar ve olguların değişkenliğine göre iş motivasyonu ve tatmin
düzeyleri arasında anlamlı ilişkiler olduğu
araştırmalarda görülmüştür.
Dış etkenler açısından baktığımızda öğretmenlik mesleğinin daha saygın, itibarlı olması,
ekonomik refahının ve yaşam şartlarının yükselmesi için ilgili kurum ve kuruluşların, sivil
toplum örgütlerinin, ortaklaşa daha etkin ve
yaygın çalışmalar ve organizasyonlar yapması, motivasyon açısından yerinde olacaktır.
İmkânlar dâhilinde ekonomik düzenlemeler,
sosyal etkinlikler, sosyal haklar, zenginleştiril-
miş öğretmen aktiviteleri vs. arttırılabilir. Bu
etkenlerin düzeltilmesi için devletin yanı sıra
dernek ve vakıflar gibi STK’ların daha aktif
hale getirilmesi ve bireysel ivmelerin organize
edilerek daha da yaygınlaştırılması desteklenebilir. Öğretmenlerin de bu tür oluşumlara
açık olması ve etkin olarak dahil olması motivasyon arttırıcı bir unsur olacaktır. Bu konuda
hukuki altyapı da geliştirilmelidir. Bu konuya
bireysel açıdan bakarsak sadece dışsal etkenlere odaklanan, sürekli şikayet eden, pasif
ve edilgen bir öğretmen profilinden, çözüm
odaklı, proje üreten, aktif ve etkin bir öğretmen profiline yönelmek daha yapıcı olacaktır.
Çünkü iyileştirici bir ortamda aktif rol almak
da önemli bir motivasyon kaynağıdır. Sürekli
pasif ve edilgen olmak ve kendini aşan büyük
organizasyonlara bahane bulmak, farkındalığı
engeller ve savunma mekanizmalarının daha
sık kullanılmasına sebep olur. Bu bağlamda
kişi kendi üzerine düşen sorumluluğu fark
edemez. Bu durum, kişiyi kısır döngüye hapsettiği gibi kişinin içsel motivasyonun harekete
geçmesini de engeller.
İçsel Etkenler
Bazı araştırma sonuçlarına göre insanlarda içsel motivasyon etkilerinin, dışsal motivasyon
etkilerine kıyasla daha yüksek olduğu ortaya
çıkmıştır.
Bir öğretmen kendisine şunu sorabilir; “Dış
etkenler için bireysel olarak çokça bir şey yapamıyorsak iç engellerin kaldırılması ve hareketin gerçekleşmesi için gerekli meyil, eğilim,
yönelim neler olabilir?”.
“Maddiyat” motivasyonda en etkili faktör olarak görülse de çoğu zaman yeterli olmayabilir.
Eğer kişi yaptığı işten psikolojik ve sosyal bir
tatmin duymuyorsa, bir süre sonra maddiyat
bu açığı kapatmaya yetmeyecektir.
Motivasyon, davranışı anlamada çok önemli
bir süreçtir. Buna göre motivasyon, davranışı
amaca doğru harekete geçiren, yönelten bir iç
durumdur. Düşünceleri yaşama geçirme isteği
en az bu düşünceler kadar önemlidir. Başarılı
insanlar çoğu kez amaçlarını belirleyerek motive olurlar. Başarılı olmak isteniyorsa nereye
gidildiği ve ne yapmak istenildiği bilinmelidir.
Motivasyonun şartları arasında “inanmak” çok
önemli ve ilk basamaktır. Karar verirken ve karar vermeden önce onu yapabileceğine kişinin
inanması gerekir. İnancı sağlayabilecek olan kişinin kendisidir. Çevresindekiler yardım edebilse
de ancak kişi bunu gerçekleştirebilir.
“Özgüven” de önemli bir diğer basamaktır. Güven eksikliği yararlı bir şey üretmeyen olumsuz
50
düşüncenin ürünüdür. Kişi, gerçekten arzuladığı
ve uğruna çalışmaya istekli olduğu işi daha kolay
başarabilir. Kişi kendini tanımaya, ihtiyaçlarının
neler olduğunu ve nasıl gittiğini değerlendirmeye zaman ayırmalıdır.
İçsel motivasyon kişinin manevi dünyası ile
ilgilidir. Hazreti Mevlana, düşünceyi hareketten önceki asli unsur olarak dile getirir. Toz
dumanını hareket ettiren rüzgâr benzetmesini
kullanarak rüzgârı düşünceye, toz dumanını
ise harekete benzetir. Kişi sahip olamadığı,
yani “yok” olan objeye doğru meyleder. Böylece düşünce boyutunda, hareket için gerekli
olan ilk unsur oluşmuş olur.
Varlık elde etmek için yokluk gerek.
Mimar ev yapmak için boş arsa arar.
Marangoz ahşap işi yapmak için ham tahta arar.
Saka su satmak için susuz ev arar.
Yokluğa dikkat et, onda çok hikmetler var.
(Hz. Mevlânâ )
Bu benzetmeye yakın olan ve günümüz bilim
dünyasında motivasyon kavramını da açıklayan
kuramlardan en bilineni Maslow’un geliştirdiği İhtiyaçlar Hiyerarşisidir. İhtiyaç, olmayana,
“yok”a karşı bir meyildir. Abraham Maslow’un
geliştirdiği kurama göre İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde
ihtiyaçlar şu şekilde ifade edilirler:
İçsel motivasyon
kişinin manevi
dünyası ile ilgilidir.
Hazreti Mevlana,
düşünceyi hareketten
önceki asli unsur
olarak dile getirir.
Toz dumanını
hareket ettiren
rüzgâr benzetmesini
kullanarak rüzgârı
düşünceye, toz
dumanını ise
harekete benzetir.
Kişi sahip olamadığı,
yani “yok” olan
objeye doğru
meyleder. Böylece
düşünce boyutunda,
hareket için gerekli
olan ilk unsur
oluşmuş olur.
• Fizyolojik ihtiyaçlar: Varlığını sürdürme ihtiyaçları (Beslenme, giyinme, çalışma ortamı vs.)
• Güvenlik ihtiyaçları: Koruma, güvenlik, iş
güvenliği.
• Sosyal ihtiyaçlar (Ait olma-sevgi): Bir üye
olarak tanınma, aidiyet, birliktelik, dostluk,
sevgi, işbirliği, takdir vs.
51
Kişi kendi
motivasyonunu birçok
“yok”a yani ihtiyaca
böleceğine, insan-ı
kamil noktasına
odaklayabilirse, başta
kendi nefsi olmak
üzere içsel engelleri
aşabilir. Kişi, mesleki
ve benzeri her türlü
sosyal statü ve ekonomi
gibi dışsal etkenlerin
de bu odaklanma ile
üstesinden gelecektir.
• BÜYÜKSES, L., Öğretmenin İş Ortamındaki Motivasyonunu Etkileyen
Etmenler, Yük. Lisans Tezi, S.D.Ü.,
Isparta, 2010
• CAN, Ş., Mesnevi Tercümesi (Hz.
Mevlana), Ötüken Yay., İstanbul,
2005
• KESER, A., Çalışma Yaşamında Motivasyon, Alfa Yay., Bursa, 2006.
• ÖZDAŞLI, K. ve AKMAN, H., İçsel
Ve Dışsal Motivasyonda Cinsiyet Ve
Örgütsel Statü Farklılaşması: Türk
Telekomünikasyon A.Ş. Çalışanları
Üzerinde Bir Araştırma, S.D.Ü.,
Vizyoner Dergisi, 4/2012
• ŞAHİN, A., Yönetim Kuramları ve
Motivasyon İlişkisi, S.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, 11/2004
• www.motivasyon.web.tr
52
• Statü (itibar) ve saygı ihtiyaçları: Özgüven,
bağımsızlık, ün, övülme vs.
• Kendini gerçekleştirme: Potansiyelini açığa
çıkarma, kendini geliştirme, üreticilik, dışa
dönük uğraşlar vs.
Kendini
gerçekleştirme
Statü kazanma ihtiyacı
Ait olma - sevgi ihtiyacı
Güvenlik ihtiyacı
Fizyolojik ihtiyaçlar
Maslow’un motivasyon modeline göre bireyin
davranışlarına yön veren, yukarıda belirtilen
ihtiyaçlardır. Bu model, bireyin bütün düzeylerdeki ihtiyaçlara aynı anda sahip olabileceği, ancak önemlerinin kişiye göre değişeceği
şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca Maslow, hiçbir zaman bir sonraki düzey önemli hale gelmeden önce bir önceki ihtiyacın %100 tatmin
edilmesi gerektiğini söylememiştir. Bireyler
için aslında Maslow’un belirttiği tüm ihtiyaçlar
aynı anda önemlidir. Ancak bireysel gelişmişlik seviyesine göre bu ihtiyaçların önem sırası
değişmektedir. Maslow’un sıraladığı ihtiyaçlar
arasında en çok kendini gerçekleştirme basamağı üzerinde durulmuştur. Maslow, kendini
gerçekleştirmeyi bütün insanların ulaşması gereken bir hedef olarak görmüştür.
Tasavvufi açıdan da kendini gerçekleştiren kişi,
“insan-ı kamil” tanımına benzetilebilir. Yani ihsan
mertebesinde, incitmeyen ve incinmeyen, esfeli safilin düzeyindeki insan ihtiyaçları ile ahseni
takvim düzeyindeki insan ihtiyaçları arasındaki
farktan haberdar olan, Allah rızasını merkeze alan
kişidir. Kişi kendi motivasyonunu birçok “yok”a
yani ihtiyaca böleceğine, insan-ı kamil noktasına
odaklayabilirse, başta kendi nefsi olmak üzere içsel
engelleri aşabilir. Kişi, mesleki ve benzeri her türlü
sosyal statü ve ekonomi gibi dışsal etkenlerin de bu
odaklanma ile üstesinden gelecektir.
Bu bağlamda içsel motivasyon kavramına
baktığımız zaman aslında öğretmen, öğrenci, yönetici, hademe, doktor, marangoz, tamirci, evhanımı vs. gibi herhangi bir mesleki
ayrım söz konusu değildir. Kişi hedef olarak
kendisine insan-ı kamil profilini belirlerse ve
bu hedefe konsantre olursa kendi iç enerjisini
çok daha verimli kullanmış olacaktır. Bitip tükenmek bilmeyen ihtiyaçların, içsel ve dışsal
sebep sonuç ilişkilerinin kısır döngüsünden
çıkacaktır. Böylece kişi kendi motivasyonunu
sağladığı gibi etkileşim içinde olduğu kişilere
de yapıcı ve olumlu bir örnek olacaktır.
Özet olarak Hz. Mevlana diyor ki;
“Yok olan, kendi fani varlığından kurtulan, var
olanların en iyisidir.
…
O kâmil insan olduğu ve tam manasıyla
Hakk’ta yok olduğu için, bütün ruhlar onun
dileğine uyarlar, bütün bedenler onun buyruğuna girerler.”
90’lı gençlik
ve HedonizM
Son günlerde yaşanan kitlesel eylemlerolaylar- gelişmelerin bizleri bir kez daha
gençlerimiz hakkında doğru düşünmeye
sevk ettiğini söyleyebiliriz. Kitlesel hareketlerin temelinde birçok sebep-gerekçe bulunabilir... Bu yüzden tek bir nedene bağlı kalarak bu tür olayları açıklamak sağlıklı
sonuçlar doğurmayabilir. Bundan dolayı
özelde “gençlerin” genelde tüm insanların
eylemlerinin temelinde yatan asıl sebebi
görme yolunda sarf edeceğimiz her çaba
bizi biraz olsun gerçeğe-gerçekliğe yaklaştıracaktır. Aynı zamanda günlük yaşamda
karşılaştığımız neredeyse birçok olayı anlamamızı da kolaylaştıracaktır.
Eğitimci olarak herkesin teorikte bildiği
fakat uygulamada ise birçoğumuzun gözden kaçırdığı veya unuttuğu bir şey var ki
o da “insan davranışlarının” temelindeki
asıl nedenlerin doğru belirlenememesidir. Davranışlarımızı yönlendiren harekete geçiren güç, ihtiyaçlarımız ve güdülerimizden başkası değildir. İnsan davranışlarının nedenleri üzerine bilim insanları
tarafından şimdiye kadar birçok şey söylenmiştir. Bunlardan en yaygın olanları
klasik psikolojide (İbn-i Sina, Muhyiddin
İbn-i Arabi ) kuvve-i şeheviye (bedensel,
fizyolojik, maddi istekler), kuvve-i gazabiye (kin, hiddet, kızgınlık ve atılganlık
gibi arzular) ve kuvve-i akliye ( iyi ile kötüyü ayırt etme, hakikati ve güzeli isteme)
şeklinde ifade edilirken batıda bu Freud ismiyle özdeşleşen öfke-saldırganlık
ve cinsellik kavramlarıyla dile getirilmiş;
Maslow ise ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramıyla bireyin davranışlarının altında yatan sebepleri anlamlandırmaya çalışmıştır.
Günümüzde popüler kültür adı altında
sosyal medya, görsel medya, gazeteler ve
tüm kitle iletişim araçlarıyla oluşturulan
“tüketim toplumu” ve “hedonizm” kavramları tam da burada kendisini göstermeye başlıyor. Modern dönemde iyice
belirginleşen Hedonizm (hazcılık) kavramının toplumda ne kadar yaygınlaştığını
ve insan davranışlarında da ne denli etkili
olduğunu görebilmekteyiz.
Savaş Özdemir
Tarih Öğretmeni / İstanbul
Eğitimci olarak
herkesin teorikte
bildiği fakat
uygulamada ise
birçoğumuzun
gözden kaçırdığı
veya unuttuğu bir
şey var ki o da “insan
davranışlarının”
temelindeki asıl
nedenlerin doğru
belirlenememesidir.
53
Toplumu meydana
getiren unsurlar
içerisinde genç-yaşlı,
kadın-erkek, eğitimlieğitimsiz, zengin-fakir,
öğrenci-öğretmen,
yöneten-yönetilen vb.
olmak üzere bizler
bulunduğumuza göre
önce bizlerdeki değişim
ve dönüşümü iyi
tanımlamalıyız.
Peki nedir bu Hedonizm (Hazcılık)? En
üstün iyiliğin haz olduğunu ileri süren
Aristippos’un öğretisidir. Aristippos’a göre
en üstün iyilik hazdır. Bu öğretiye göre iyi
demek haz demektir; haz veren her şey
iyi, acı veren her şey ise kötüdür.
Her geçen gün biraz daha yüksek sesle
toplum bilimcilerin de belirttiğine göre
çağımızın popüler düşüncesi hedonizm,
kavram olarak olmasa da hayat tarzı olarak insanlar arasında kabul görmüşe benziyor.
Toplumu meydana getiren unsurlar içerisinde genç-yaşlı, kadın-erkek, eğitimlieğitimsiz, zengin-fakir, öğrenci-öğretmen,
yöneten-yönetilen vb. olmak üzere bizler
bulunduğumuza göre önce bizlerdeki değişim ve dönüşümü iyi tanımlamalıyız.
a) Bir zamanlar sahip olduğumuz kültürel
değerlerimizin kaybolmasıyla birlikte toplumumuzda kültürel alanda çözülmelerin
yaşanmaya başlamasını,
b) okullarımızda son zamanlarda sıklıkla
zikredilmeye başlayan “değerler ve karakter eğitimlerinin” üzerinde durulmasını,
54
c) toplumun temel yapı taşı olan aile kurumunun asli vazifelerini yerine getirememesini birlikte düşünürsek 90’lar kuşağını
(gençlerimizi) daha iyi analiz etmeye başlayabiliriz.
Genç nesil dediğimiz 90’lı kuşağın yetiştiği ve büyüdüğü dönemin ekonomik durumu, yaşam koşulları, sosyo-kütürel ve
siyasi yapısı, teknolojik imkanları ve kitle
iletişim araçları etraflıca tahlil edilmeden
bu gençlerin hayatı nasıl algıladıkları anlaşılamayacağı gibi onların hayattan beklentilerinin neler olduğu da kavranamayacaktır. 70’li ve 80’li nesillere oranla şimdiki neslin daha rahat bir ortamda yetiştiğini
söyleyebiliriz. 2000’li yıllar öncesini örnek verecek olursak İstanbul başta olmak
üzere şehirlerde her hafta düzenli olarak
evlerde elektrik ve suların kesildiği, temel
tüketim ihtiyaçlarının (gıda-giyim) çok rahat ulaşılamadığı, var ile yokun arasında
kanaat (yetinmenin) etmenin yüceltildiği,
tv –radyoda tek kanalın hakim olduğu, tek
sesliliğin erdem olarak görüldüğü, devletin medya organlarının yanında yeni yeni
özel tv ve radyoların kurulmaya başlandığı yıllarda yaşamadı bu gençlik. 90’lı nesil
dediğimiz gençlerimiz kendinden önceki
nesile göre birçok alanda değişmiş-gelişmiş bir toplumun içinde buldu kendisini.
Teknolojinin 2000’li yıllarda hayatımızın
her alanına ani girişi, buna hazır olmayan ve maalesef bununla ilgili ciddi bir
kültürel birikimi de bulunmayan bizlerin
hayatında bir o kadar süratli ve derin kı-
rılmalar-değişimler meydana getirdi. 90’lı
gençlik önceki nesiller gibi politik, ideolojik kamplaşmalara girmeyerek hayatın
kendilerine sunduğu tüm imkanları özgürlük-hürriyet ve demokrasi kavramlarının çatısı altında hayattan lezzet-tat alarak
yaşamayı daha çok önemsedi.
Bu gençler, kendileri gibi giyinmeyen,
düşünmeyen, inanmayan insanların varlığından rahatsızlık duymadılar. Herkesin
yaşama ve özgür olma hakkına kendilerince saygıyla yaklaştılar. Bir zamanlar
ülkemizde yapıldığı gibi sağcı-solcu, sosyalist-kapitalist, laik-İslamcı, Alevi-Sünni,
Kürt-Türk kamplaşmalarını ve gruplaşmalarını pek fazla tercih etmeyip “tek tip” ve
“tek kalıp” insan olmadıklarını dile getirir
oldular.
Şimdiki gençlik bizim alışık olduğumuz
bildiğimiz katı ve duvarları olan ideolojik gençlik olmadığını söylem ve eylemleriyle ortaya koymaktadır. “Geçişken
Gençlik” diye tanımlayabileceğimiz daha
özgürlükçü daha ferdiyetçi (bireyci) daha
faydacı (pragmatik) daha hazcı (hedonist)
ve kendi düşüncesini-ideolojisini bireysel
hedef ve beklentileriyle inşa eden fakat
devletin, toplumun ve milletin selametini ağabeyleri (70’li – 80’li kuşak) gibi
hayat memat meselesi haline getirmeyen
bir gençlik oluştu. Kendilerini Atatürkçü,
Laik, Milliyetçi, Müslüman, Sosyalist olarak tanımlayabilmekteler. Yani ideolojilerin içleri boşaldı veya yeniden tanımlandı.
Bu gençlik okuldaki kuralları özgürlüklerine ve benliklerine vurulmuş birer pranga
olarak görüp bunları ciddiye de almamaktadır. Kurallar düzen ve akademik faaliyetler genel olarak fuzuli sayılıp sınırsız,
sonsuz, kısıtlamasız bir özgürlük tanımı
geliştirmiş gibi durup, kimi zaman milli
ve manevi değerler olsa da olur olmasa
da olur tavrı takınabiliyorlar. Lakin eğitim ortamlarında bireysel haz alanlarına
müdahale edilmesine (kılık-kıyafet-davranış-uslüp-tüketim biçimi) asla tahammül
gösteremeyebiliyorlar. Oturulup karşılıklı konuşulduğunda olumlu geri dönütler alabildiğimiz 90’larla aramızdaki en
önemli fark “beslenmiş olduğumuz sosyal, kültürel, siyasal kanalların ve hayatı
tanımlarken kullandığımız dilin kodlarının” değişmiş olmasıdır.
Kimileri bu durumu sevindirici, barışçı,
kaynaşmış, huzurlu bir toplumun müjdecisi olarak görürken kimilerinin de bu
durumu “şahsiyetlerinin oluşmasına izin
verilmeyen bireylerin, çaresiz kendilerine şahsiyet kazandıramayacak niteliklerle
(belirtilerle) varolma gayreti¨ olarak tanımlıyorlar.
“Geçişken
Gençlik” diye
tanımlayabileceğimiz
daha özgürlükçü
daha ferdiyetçi
(bireyci) daha faydacı
(pragmatik) daha
hazcı (hedonist) ve
kendi düşüncesiniideolojisini
bireysel hedef ve
beklentileriyle inşa
eden fakat devletin,
toplumun ve milletin
selametini ağabeyleri
(70’li – 80’li kuşak)
gibi hayat memat
meselesi haline
getirmeyen bir
gençlik oluştu.
Pek tabii görünür olmak, var olmak demekse şayet.
55
Eğitim Sisteminin
Geliştirilmesi
Ali Hikmet Demir
Eğitim Denetmeni / Kütahya
Milli Eğitim Bakanlığı
eğitimin temel faaliyet
yerleri olan okullarda/
sınıflarda yapılan
çalışmalara karşı
adeta ilgisizlik içinde
davranıyor. Program
hazırlamak, ders
kitaplarını okullara
göndermek, okulları
teknolojik veya fiziki
alt yapı yönünden
geliştirmek eğitimde
istenen sonuçların elde
edilmesini sağlamıyor.
56
Eğitimle ilgili yapılanlar konusunda hemen herkesin bir fikri vardır. Eğitimi yönetenler kendilerince eğitime dair yapılan
yatırımları ön plana çıkarıp başarılarını
toplumun gözünün önüne haklı olarak
getirmeye çalışıyorlar. Eğitime yapılan yatırımlar, eğitimin geliştirilmesine yönelik
alınan önlemler, yasal, teknolojik, fiziksel
alt yapı veya personel politikalarına yönelik yapılan düzenlemeler eğitimi doğrudan veya dolaylı etkilemektedir. Eğitim
alanındaki değişimi takip edebilmek neredeyse imkânsız olmakla birlikte eğitimin temel yapılış yerlerindeki faaliyetlere
yönelik istenen veya olması gereken çalışmalar hala bakir bir alan olarak durmaya
devam ediyor.
Eğitimin yönetilmesinden, denetlenmesinden, işletilmesinden birinci derecede
sorumlu olan Milli Eğitim Bakanlığı eğitimin temel faaliyet yerleri olan okullarda/
sınıflarda yapılan çalışmalara karşı adeta
ilgisizlik içinde davranıyor. Program hazırlamak, ders kitaplarını okullara göndermek, okulları teknolojik veya fiziki alt yapı
yönünden geliştirmek eğitimde istenen
sonuçların elde edilmesini sağlayamıyor.
Öğretmen yetiştirme sorunu önemli bir
sorun olarak karşımızda durmakla birlikte
var olan öğretmen grubunun öğretmenlik
becerileri konusunda mutlaka değerlendirilmesi, geliştirilmesi, mevcut durumunun
ortaya konulması gerekmektedir. Mevcut
öğretmen istihdam politikaları yanında
görev başındaki öğretmenlerin de çağın
getirdiği becerilere sahip olma düzeyleri
itibariyle ele alınması gerekiyor.
mükemmel şekilde yönetiliyor gibi görünebilir. Buna karşın hazırlanan programların hedeflediği davranışların öğrenciler
tarafından gerçekten edinilme durumları
başta olmak üzere eğitim-öğretim faaliyetlerinin özü, esası, var oluş amacı olan
derslerle edinilmesi gereken bilgi, beceri,
değer, tutum ve davranışların, alışkanlıkların kazandırılması anlamındaki gerçek
eğitim faaliyetleri konusunda aynı şeyi
söylemek mümkün görünmüyor.
Yıl boyunca okullarda yapılan çalışmalar bir şekilde
yapılıp bitirildikten sonra
eğitim öğretim faaliyetlerinin başarısı konusunda
ne elde edildi anlamında bir sorgulama, değerlendirme eğitim
sistemimizde yapılmamaktadır. Bir
bakıma üretim sürecinin en can alıcı basamağı olan değerlendirme okul bazında,
ders bazında, program bazında, personel
ve yönetim bazında yapılmamaktadır. Bu
durum her yıl aynı şeylerin sürekli devam
etmesine, sistemdeki hataların sürekli
kendini tekrar etmesine neden olmaktadır. Kurumsal yapıların varlık nedeni olan
amaçları doğrultusunda bir çalışma yapıp
yapmadıklarını sorgulamak bir bakıma bu
alana yapılan yatırım ve harcamaların da
Bir bakıma üretim
sürecinin en can
alıcı basamağı olan
değerlendirme
okul bazında, ders
bazında, program
bazında, personel
ve yönetim bazında
yapılmamaktadır.
Eğitim sistemimizdeki okulların işleyiş
sürecine baktığımızda her ne kadar merkeziyetçi, güçlü bir bakanlık yapısı var
gibi görünse de eğitimin bakanlık tarafından gerektiği gibi yönetildiği hususunda
şüpheler bulunmaktadır. Eğitim sistemi
yönetmelik, genelge ve yasal düzenlemelerle yönetiliyor gibi görünse de bu
tamamen rutin işleyiş yönüyle söz konusudur. Yani yönetici ve diğer personelin
göreve başlaması, gelip gitmesi, devam
takibi, okulların açılıp kapanması, öğrencilerin derslere gidip gelmesi, sınavlara
girip çıkması, karnelerin, not fişlerinin,
defterlerin, diplomaların düzenlenmesi
gibi tamamen kâğıt üzerinde olan rutin
işler açısından bakacak olunursa eğitim
57
amacına ulaşıp ulaşmadığının görülmesi
açısından mutlaka bir değerlendirmeye
ihtiyaç olduğu halde eğitim sistemimizde
sayısal verilerin tablolaştırılması dışında bir
değerlendirme yapılamamaktadır. Bu durum sistemin sorunlarını görmesini, sorunlarından hareketle öğrenmeyi, sorun çözme sürecinin etkin bir şekilde işletilmesini
engellemektedir.
Eğitim sistemi kendi içinde sınav odaklı bir anlayışla öğrencileri eleyerek
kendi kendine iyi okulkötü okul ayrışmasını
ortaya çıkarmaktadır. Bu
durum zaten kontrolsüz, değerlendirme dışı
alanlarla dolu sistemin
sorunlarını daha da büyütmektedir. Sınav sistemini öğrenciyi seçme,
eleme, gruplama aracı
olarak değil eğitim faaliyetlerinin niteliğini belirleme; sorunlu okulları,
öğretmenleri,
alanları
belirleme dolayısıyla da
eğitimi
değerlendirme
aracı olarak kullanmak
gerekmektedir. Sınav sistemi öğrenciye yönelik
olarak yapılırken farklı
değerlendirme sistemi ile
de eğitimin her alanının
dikkatle gözden geçirilmesi gerekmektedir. Eğitim sistemi içinde sadece
öğrenciyi veya sadece
58
öğretmeni değerlendirmek veya sadece
belli alanları dikkate alırken diğer alanları
görmezden gelmek sistem bütünlüğü açısından doğru bir yaklaşım değildir. Merkez teşkilatı, taşra teşkilatı, her tür ve düzeydeki okul ve kurumlar, her düzeydeki
personel ve işleyiş değerlendirmeye tabi
tutulmalıdır. Değerlendirmeyi de birkaç
kişinin iki dudağı arasına bırakmak yerine
sistemin içinde bulunanların katılımıyla
yönetişimci bir anlayışla yapmak gerekir.
Katılımcı anlayışla yapılacak değerlendirmeler sonrası sistemin neresinde ne tür
sorunlar var, bu sorunların nedenleri ne,
çözüm olarak ne gibi düzenlemeler hangi düzeyde yapılmalı gibi sorun odaklı ve
çözüm odaklı yaklaşımlar sistemin daha
sağlıklı işlemesini sağlayacaktır. Böylece
yukardan aşağı emir komuta zinciri anlayışı ile yönetilen eğitim örgütü yerini
alttan üste, üsten alta iki taraflı iletişim
kanallarının sağlıklı ve etkili işletildiği,
sorunlara duyarlı işbirliği ve koordinasyonun güçlü bir şekilde sağlandığı, görüş
ve önerilerin rahat bir şekilde paylaşıldığı, çözümlerin dışardan ithal değil kendi sistemimizin ürünü olarak üretildiği
bir eğitim sistemi oluşturulabilecektir. O
zaman sürekli yap-bozlar yerine istikrar,
kayırmacılık yerine liyakat, kapalı kapılar ardında karar almak yerine şeffaf ve
öngörülebilir bir işleyiş süreci, belirsizlik yerine kurallar, kişisel ilişkiler yerine
yeterlilik odaklı bir seçme sistemi, belli
grupların etkisi ve yönlendirmesi yerine
sistemli bir işleyiş, kişisel bakış yerine objektif bakış hakim olabilir. Bu da eğitim
adına en büyük kazançtır.
YAZAR ÖĞRETMENLER
MAVİ DÜŞLER SAATİ - Şiir
Halil KÜÇÜK
Mavi Düşler Saati koşullar ne olursa olsun sanata olan ilgisini hiçbir zaman yitirmemiş bir öğretmenin ilk şiir kitabıdır. Eserde fotoğraf ve şiirin güzellikleri bir
arada kullanılarak keder, neşe, sevinç duyguları aktarılıyor. Belki de bu eserde
duygularınızın kelimelere dökülmüş hali yer alıyordur.
ISBN: 9786051480084 Boyut: 14.0x20.0  Sayfa Sayısı: 180  Basım Yılı: Nisan 2013
DİLARA ÇIKIKÇI
Marmara Üniversitesi Öğrencisi /
İstanbul
YENİDEN HAYATA DOKUNMAK - Anı
Halis KURALAY - İngilizce Öğretmeni
…
gözle görmeden bahar nasıl yaşanır öyle mi?
nasıl yaşanmasın ki bahar dostlarım,
çiçeklerin kokusu gözle mi görülür?
kuşların cıvıltısı gözle mi işitilir?
nisan yağmurunun zevkini gözle mi tadarsınız?
siz, gözlerinizle mi hissedersiniz ferahlığı?
rüzgara binmiş sevgileri
yürek hisseder dostlarım... Yeniden Hayata Dokunmak, hayatı görmenin yalnızca gözle olmayacağını samimi dille anlatan bir eser. Daha
önce benzer konularla yazılmış kitaplardan farkı ise özellikle engelli olmayan okurlar için yazılmış olması.
Sebebini ise eserin yazarı şöyle açıklıyor: “Genelde bütün engelliler, özelde görme engelliler tüm toplumlarda azınlıktırlar. Bu yüzden rahatlıkla söyleyebilirim ki engellilerin toplumu tanıdığı kadar, toplum ne yazık ki
engellileri tanımaz.”. Bu eser ile görme engelli bir kişinin doğumundan başlayarak hayatı nasıl kazandığına,
dünyaya bakış açısına, anılarına şahit olacaksınız. İman, duygu ve bilginin yürekte olduğunu bilmeniz hayata
yeniden dokunmanızı sağlayacaktır.
ISBN:9758724420  Boyut: 13,5x21 cm  Sayfa Sayısı: 296  Basım Yılı: 2012
59
Tatil ve Öğretmen
Karneleri dağıttık ve öğrencileri yaz tatiline uğurladık. Biz de yavaş yavaş toparlanıp uzun ve
yorucu yılın yorgunluğunu atmak üzere keyifli, dinlendirici ve verimli bir tatile hazırlanıyoruz.
Öncü Eğitimciler Derneği eposta grubuna üye 50 bini aşkın meslektaşımıza tatil hakkındaki
düşüncelerini sorduk. 393 arkadaşımız sorularımızı yanıtlamak üzere değerli zamanlarını ayırdılar.
Bakın nasıl bir sonuç aldık!
Cinsiyet
Görev
Öğretmen
Okul yöneticisi
Öğrenci
Diğer
286 %74
70 %18
17 %4
11 %3
Erkek
Kadın
263 %68
122 %32
2012 yaz tatilinde tatil amacıyla şehir
dışına çıktınız mı?
Evet, yurt içinde başka
bir şehre gittim. Evet yurt dışına çıktım. Hayır, çıkmadım. 221 %57
40 %10
127 %33
30 yaş ve altı
31-40 yaş arası
41-50 yaş arası
51 yaş ve üzeri
114
136
102
39
%29
%35
%26
%10
Evli
Bekar
284 %73
103 %27
2013 yılında tatil amacıyla yaşadığınız
şehir dışına çıkmayı düşünüyor musunuz?
Evet, yurt içinde başka
bir şehre gitmeyi
düşünüyorum.
Evet, yurt dışına gitmeyi
düşünüyorum. Hayır, düşünmüyorum.
Medeni durum
Yaş
2012 yaz tatilinde tatil amacıyla şehir
dışına çıktıysanız tatiliniz size kaça
mal oldu?
Bu soruya verilen cevaplar oldukça geniş bir yelpazeden geliyor. Ancak tüm
cevapların ortalamasını aldığımızda
meslektaşlarımızın yaz tatili için ortalama 1750 tl harcadıkları ortaya çıkıyor.
Elbette bekar ile evliler, çoçuklu aileler
ile çocuk sahibi olmayanların tatil için
harcadıkları miktar değişiyor. Meslektaşlarımıza göre kişi başı ortalama bir tatil
maliyeti 500-600 tl civarında görülüyor.
Çocuklu bir ailenin 1-2 haftalık bir tatili
ise ortalama 3000 tl’yi bulabiliyor.
2012 yaz tatilinde tatil amacıyla şehir dışına çıktıysanız tatiliniz ne kadar sürdü?
1 hafta ya da daha az
2-3 hafta
4 hafta ya da daha fazla
Diğer
124 %45
104 %38
36 %13
13 %5
241 %64
50 %13
86 %23
Sizce tatil amacıyla yapılacak seyahat
için ideal süre ne kadar olmalıdır?
1 hafta ya da daha az
2-3 hafta
4 hafta ya da daha fazla
Diğer
110 %29
219 %58
37 %10
13 %3
Sizce tatil için en uygun mekan aşağıdakilerden hangisidir?
Deniz sahili
Tabiat, orman
Tarihi-kültürel merkezler
Memleket, eş dost ziyareti
Diğer
86
103
95
71
26
%23
%27
%25
%19
%7
Sizce tatil için en uygun aktivitiler nelerdir?
Bu soruya 1000’e yakın farklı cevap
almışız. Meslektaşlarımız tatil için en
uygun aktivitenin yüzmek ve dinlenmek
olduğunu belirtiyorlar. Sessizliğe güçlü
bir vurgu yapan meslektaşlarımızı en
güzel tatil mekanının doğa olduğunda
neredeyse hemfikir. Kitap okumak, tarihi yerleri gezmek, sılayı rahm yapmak
da diğer alternatifler arasında. Alışveriş
yapmayı, Kuran okumayı önerenler de
var. Meslektaşlarımızın önemli bir kısmı
ise tatili mesleki gelişimlerini sürdürmek
amacıyla eğlenerek gelişme etkinlikleriyle değerlendirmeyi tercih etiğini belirtmiş. Meslea dil öğrenmek bu tür aktivitilerin başında geliyor. Keşfetmek de yine
tatili anlamlı kılacak bir etkinlik olarak
belirtilmiş. Fakat elbette yeme-içme ve
özellikle mangal keyfinin de sıklıkla dile
getirildiğini görüyoruz.
Sizce ortalama bir tatil için ne kadarlık
bir bütçe ayrılmalıdır?
Bu soruya verilen cevaplar da oldukça
geniş bir yelpazeden geliyor. Ancak tüm
cevapların ortalamasını aldığımızda meslektaşlarımızın yaz tatili için ortalama
2143 tl harcamayı planladıkları ortaya
çıkıyor. Bazı meslektaşlarımız tatile hiç
para ayırmazken, bazıları da diğer arkadaşları için tatil organizasyonları yaparak
kendi masraflarını minimize etme yolunu tercih ediyor.
Hepinize huzurlu, keyifli, verimli ve
en önemlisi kazasız bir tatil diliyoruz.
60
61
film Kulübü
Zeynep KANBAY
the FIRST GRADER
1
IMDB Puanı: 7.1/10
2
Yapım:
İngiltere, ABD, Kenya / 2010
Tür:
Biyografi, Dram
Süre:
103 dk.
Yönetmen:
Justin Chadwick
Oyuncular:Naomie Harris , Sam Feuer , Nick Reding , John Sibi-okumu, vusi
kunene
Film gerçek bir hayat hikâyesini konu almaktadır: 84 yaşında birinci sınıfa başlayan
Kenyalı Kimani Maruge’ nin hayat hikâyesini… Maruge radyoda, devletin ülkedeki
herkese ücretsiz eğitim olanağı sağladığını dinleyince hiç beklemeden bulunduğu dağ köyündeki ilkokula kayıt yaptırmaya gider. Yaşlı olduğu ve okul kıyafeti
olmadığı için kabul edilmez. Ancak hemen kendine bir okul kıyafeti diker ve tekrar
okula gider çünkü eğitim almakta karalıdır. Öğretmen Jane Obinch, tüm uyarılara,
öğretmen arkadaşlarının olumsuz tavırlarına rağmen onu okula kabul eder. Çünkü Maruge, gençliğini Kenya’nın özgürlüğü
için harcamış bir gazidir. Eğitim almak, geç kalmış olsa da onun hakkıdır. Maruge 6 yaşındaki çocuklarla okula başlar, bütün
olumsuzluklara, engellemelere rağmen azmi ve öğretmeninin desteği ile istediğini elde eder.
Marmara Üniversitesi Öğrencisi
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
3
4
5
6
14
15
16
17
18
19
20
7
8
9
10
BLACKBOARDS
IMDB Puanı: 6.9/10
Yapım:
Iran, Italy, Japan / 2000
Tür:
Drama
Süre:
85 dk
Yönetmen:
Samira Makhmalbaf
Oyuncular:
Said Mohamadi, Behnaz Jafari, Bahman Ghobadi, Mohamad
Karim Rahmati, Rafat Moradi
1980-88 yıllarındaki İran-Irak savaşı sırasında topraklarından (Halepçe’den) ayrılmak
zorunda kalan Kürtlerin, dağları kullanarak topraklarına geriş dönüş çabasını anlatan
bir film Kara Tahta. Aynı dağlarda sadece Kürt mülteciler yoktur; sırtlarında kara tahtalarıyla kendilerine öğrenci arayan bir grup öğretmen de vardır. Bu öğretmenlerin
tek isteği okuma-yazma öğretecek birilerini bulmak ve karşılığında o gün karınlarını
doyuracak birkaç parça yemek alabilmektir. Öğretmenler dağlardaki saldırılardan
kara tahtanın altına saklanarak korunurlar. Bu öğretmenlerden Said, arkadaşlarından ayrılarak başka bir yola sapar ve
Halepçe’ye dönmeye çalışan insanlarla karşılaşır. Onlara okuma-yazma bilip bilmediklerini sorar. Kimse bilmiyordur ama
öğrenmek de istememektedirler. Said, bir avuç ceviz karşılığında onları Halepçe sınırına götürmeye razı olur. Grubun içindeki dul bir kadının evlendirilmek istendiğini öğrenir ve onunla evlenmek ister. Karşılığında verecek tek bir şeyi vardır: kara
tahtası… Eşine okumayı öğretmeye çalışır ama çabası boşunadır. Film, zorlu yollar aşılıp sınıra ulaşıldığında son bulur.
62
1
Hazırlayan: Maşuk CEYLAN
[email protected]
Fİlm
kulübü
UZMAN BULMACA
SOLDAN SAĞA
1. Başrollerinde Tom Hanks ve Gary Sinice’in oynadığı 1994 yapımı 6 Oscar’lı Robert Zemeckis filmi – Milli Eğitim Bakanımız 2. Eski dilde bağırsaklar / Eşek sesi /
Bir müzik aleti / Olumsuzluk belirten bir önek / …….. Song (Robbie Williams şarkısı) 3. Güney Afrika’lı Anti Apartheid aktivisti, 1994’ten 1999’a kadar ilk defa tüm
halkın katıldığı seçimlerdeki Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk devlet başkanı /
Umutsuzluktan gelen karamsarlık 4. ………. Küçük Zenci (Agatha Cristie romanı)
/ Arapçada Ayak basılmamış kum anlamı taşıyan bir bayan ismi / Derece, aşama,
kerte / Türk …… (TV Dizisi) 5. İngilizcede sarmaşık / Eski dilde su / Lesotho ülkesinin internet kısaltması / Sitoplazma ve çekirdek içerisinde herhangi bir değişiklik
olmadan hücrenin doğrudan doğruya bölünmesi 6. Köpek / Rock müziğin bir
çeşidi / Oy / Manganez ’in simgesi / Bir Mısır tanrısı 7. Eğitim Bilimlerinde İnsanların nesneleri, olayları, uyarıcıları bir bütün olarak algılama eğilimi / Kullanılmadığı
zamanlarda gitarı dengede tutmak için altına yerleştirilen sehpa 8. Sabit fikir /
Mezopotamya’da kullanılmış eski bir hacim ölçü birimi / Kabaca işte / Anadolu
Ajansı 9. İron ………. (Heavy Metal Grubu) / Fasta bir sıradağ / Makine ve Kimya
Endüstrisi 10. Eğitim-öğretim sürecinde bilişim teknolojisi donanımlarını kullanarak etkin materyaller kullanmanız amacıyla Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel
Müdürlüğü tarafından tasarlanan sosyal platform / Eski dilde yüz.
YUKARIDAN AŞAĞIYA
1. Çevresel etkenlerin yarattığı özelliklerin canlının dış görünüşündeki yansıması / Bir nota 2. Okültizm terminolojisinde bir mesaj
içeren ya da gelecekteki olayların psişik veya normal dışı biçimde
kendini gösteren ön belirtisi / Latince üç 3. Tıpta akciğer oskültasyonunda anormal solunum sesleri / Hukuki 4. John ........ (Aktör) 5.
Aşınma; itikâl / Bir nota 6. İngilizce numaranın kısaltılışı / Sayıları
göstermek için kullanılan işaretlerden her biri 7. Bütün / Mazereti
sebebiyle hacca bizzat kendisi gidemeyip de yerine bedel gönderilmesi hâlinde, bedel olarak giden kişi 8. Michael Cristofer’ın bir
filmi / Sunma / Bir geçmiş zaman eki 9. Niyobyum ‘un kısaltması /
Paris’teki ünlü kule 10. Kanlı …… (Stephen Crane kitabı) / Nikel ’in
simgesi 11. Sedat Yılmaz’ın bir filmi / Eski bir tahıl ölçeği 12. Bilgisayarda bir dosya uzantısı / Denizle ilgili 13.Gözleri görmeyen, kör
/ Oruç tutan kimse, oruçlu 14. En kısa zaman dilimi / Bir soru eki /
Bir nota 15.Siirt’in bir ilçesi / Oksijen’in simgesi 16. Bir soru eki 17.
Eğitimde cansız varlıklara canlı gibi davranma düşüncesi 18. Orta /
Rütbesiz asker 19. Kanada’da bir kule / ......... Wing (İngiliz Psikiyatr
ve Fizikçi) 20. Çağan Irmak’ın bir filmi.

Benzer belgeler