04.04.2016

Transkript

04.04.2016
1
Suna Alan:
SÖYLEŞİ
Diaspora
sanatçıyı
geliştiriyor
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:97
04 - 10 Nisan 2016
S:16
bas-haber.com
‘Rojava
Federasyonu
muğlak’
S:06
Kadın Peşmerge
komutanlar
yetiştiriliyor
S:07
KBY’nin
Bağdat’la son
ipleri de kopuyor
S:04 - 05
Sur’da
kamulaştırmaya
dava
S:11
Çekoslavakya: Kadife boşanma
BİLAL SAMBUR
s05
Kürd - Arap ilişkileri
Çözüm Çekoslovakya Modeli
KBY Başkanı Mesud Barzani’ nin bağımsızlık referandumu
kararı bölgesel dengeleri değiştirerek, yeni bir tartışmaya
yol açtı. Barzani’nin Çekoslovakya tarzı kansız, savaşsız
ayrılık önerisi uzun zamandır konuşuluyor. Barzani, bağımsızlık talebine karşı çıkan hiçbir gücün yaklaşımlarını
dikkate almayacaklarını ve bu isteğin Kürd halkı açısından vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştı.
Kasım’da yapılması beklenen bağımsızlık referandumuna ilişkin
siyasi çevrelerden farklı yorumlar yapılsa bile Kürdler bağımsızlık konusunda ısrarcı. Irak’ta yaklaşık 21 milyonluk nüfusun 6-7
milyonu Kürdlerden oluşuyor. Kimi uzmanlar Çekler ve Slovaklar
arasındaki ‘Kadife ayrılığın’ Kürdler ve Araplar arasında mümkün
olamayacağını savunurken, kimileri ise bu modelin bölge halkları
S:02 - 03
arasında da uygulanabileceğini düşünüyor.
Araplarla Çekoslavakya
Modeli imkansız
Kan dökmeden
ayrılık mümkün mü?
Dr. Yekta Uzunoğlu: “Ayrılmayı isteyenler Slovaklardı
ama sonra ekonomik yıkım
yaşadılar.”
S:08
Bağımsız Güney, Federal Rojava
MESUT YEĞEN
s03
Yaşar Abdülselamoğlu:
“Referandum Kürdler için,
Kürd siyaset anlayışı için yeni
bir milat olacaktır.”
S:09
Kademe kademe Sur
SENNUR BAYBUĞA
Kasabanın erkekliği
s15
FERHAT KENTEL
s07
02
MANŞET
BasHaber
SÖYLEŞİ
04 Nisan
- 10 Nisan 22016
MANŞET
BasHaber
04 Nisan - 10 Nisan 2016
3
SÖYLEŞİ
Çözüm Çekoslovakya Modeli
Kürd - Arap ilişkileri
A
Dilan Almaz
BD’nin müdahalesinden sonra federal
bölgeler temelinde iki ayrı hükümetle
yönetilen Irak’ta 2014’ten bu yana
Kürdlerin bağımsızlık talebi konuşuluyor.
Bağdat Hükümeti ile Kürdistan Bölgesel
Hükümeti (KBY) arasında siyasi gerilime
neden olan bağımsızlık talebi, Ortadoğu ve
Avrupa’nın da gündeminde. Ankara, Tahran’ın
mesafeli durduğu, ancak Bağdat’ın net olarak
karşı çıktığı bağımsızlık talebine İsrail, Çek
Cumhuriyeti, Slovakya, Hollanda, Almanya ve
Vatikan ise ‘Ulusların kendi kaderlerini tayin
hakkı’ çerçevesinde referandumdan çıkması
beklenen sonuca destek veriyor. KBY yönetimi
bağımsızlık sürecinin ilk aşaması olarak
önümüzdeki Kasım ayından önce referandum yapmayı planlıyor. Erbil, ABD Başkanlık
seçimleri öncesinde yapacağı referandum
ile yeni seçilecek Başkan’a emrivaki yapmayı
planlıyor.
Barzani: Yugoslava değil, Çekoslovakya
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı
Mesud Barzani’nin Irak’ta Kürdler ve Araplar
arasında Çekoslovakya tipi barışçıl bir
ayrılık modelini önermesi siyaset bilimcileri
tarafından tartışılıyor. Barzani 2014 yılında
Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlığı gündeme
geldiğinde, “Yugoslavya gibi bir iç savaş örneği
değil, Çekoslovakya gibi barışçıl bir bağımsızlık sınavı olacaktır. Bağımsızlık şiddetle değil
barış ile olacaktır“ demiş, bu nedenle Avrupa
Parlamentosu’nun Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlığı konusunda Kürdleri desteklemesi
çağrısında bulunmuştu.
Geçtiğimiz yılın Nisan ayında Çekya’nın
Başkenti Prag’ı ziyaret ederek, Cumhur-başkanı Milos Zeman’la görüşen Barzani; “Çek
ve Slovakya tecrübeleri çok başarılı ve canlı
bir örnek. Zorla birleştirme veya ayrılmanın
başarılı olmayacağını gözler önüne seriyor.
Bence Çek ve Slovakya örneğinden istifade
edilebilir“ demişti.
Çekya Cumhurbaşkanı Zeman ise, ülkesinin
Kürdistan Bölgesi’ne silah yardımında bulunmaya hazır olduğunu söylemiş ve Peşmerge’yi
“IŞİD’i yenen güç” olarak tanımlamış ve
Barzani’ye IŞİD’le mücadeleden dolayı teşekkür ederek “Siz Kürdistan’ın kahramanısınız”
demişti.
Çekoslovakya Modeli: Medeni ayrılık!
Çekoslovakya’da 16 Kasım-29 Aralık 1989
arasında meydana gelen Kadife Devrim ile
komünizm sona erdi. Václav Havel Devlet
Başkanı seçildi. 25 Aralık 1991 tarihinde Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Çek ve Slovak siyasetçileri
arasında ülkenin birliği konusunda büyük bir
tartışma başladı. Havel ülkenin parçalanma-
sına karşı olup Çek ve Slovakların federal bir
yapı olarak kalmalarını desteklediği için görevinden istifa etti. Çek siyasetçi Václav Klaus
ve Slovak siyasetçi Vladimír Mečiar arasındaki
görüşmeler sonucu 23 Temmuz 1992 tarihinde
iki ülkenin ayrılması konusunda anlaşmaya
varıldı. Böylece 31 Aralık 1992 tarihinde ülke
barışçı bir şekilde iki ülkeye ayrıldı. Bu ayrılıkla beraber Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag,
Slovakya’nın başkenti ise Bratislava oldu.
‘Kürd ve Araplar, Çek ve Slovaklar gibi değil’
Çekoslovakya tipi ayrılığın Kürdler ve
Araplar arasında mümkün olup olmayacağını,
bölgeyi yakından tanıyan siyaset bilimcilere ve gazetecilere sorduk. Konuya ilişkin
BasHaber’e değerlendirmelerde bulunan ve
Prag’da uzun yıllar gazetecilik yapan Necib
Balayi, Çekoslovakya tipi bir ayrılık modelinin
Irak’ta mümkün olmayacağını savunarak,
“Kürd ve Arap halkları, Avrupalı halklardan olan Çek ve Slovakyalılar gibi değiller.
Avrupa’da yaşayan toplumlar insan haklarına
bağlı, toplumsal birliktelikleri güçlü, demokrat ve ulusların kaderini tayin hakı konusunda
olumlu anlayışı oldukça gelişmiştir. Irak’taki
Araplar her şeyi bir komplonun varlığına
bağlarlar. Araplar meselelere gerçekçi bir anlayışla bakmıyor. Onlar Kürdlerin ayrılmasını
Irak’ın parçalanması olarak görüyorlar” diye
ifade etti. Çekoslovakya’daki aydın kitlesini ve
yaklaşımını Irak’ta göremediğini dile getiren
Balayi, Çek ve Slovakların ayrılmasındaki
so-runsuzluğun diğer ülkelerin de destek vermesinden kaynaklı olduğunu savundu. Irak’ta
halkın kendi iradesini ortaya koyamadığını iddia eden Balayi, Kürdlerin olası referandumda
bağımsızlığı onaylayacağını ifade etti. IŞİD’in
bölgedeki saldırılarına değinen Balayi, “Şuan
bölgede IŞİD’e karşı bir savaş var. Böyle bir durumda ne Amerika ne de Avrupa IŞİD’i ortadan kaldırmadan başka bir karışıklığa, kaosa
izin vermezler. Onun için Kürdlerin Irak’tan
ayrılma fikrine destek vermiyorlar. Kürdler
içinde bu kadar kargaşa varken ayrılma isteği
sıkıntı doğuracaktır” şeklinde konuştu.
Irak ve Çekoslovakya:
Benzerlikler, farklılıklar
Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Bölüm Başkanı Doç. Dr. Serhat Erkmen,
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin bağımsızlık isteğini her defasında dile getirdiğini
söyleyerek, Ortadoğu ülkelerinin bu talebe
yaklaşımlarının çıkarları doğrultusunda
olduğunu vurguladı. Barzani’nin bağımsızlık
talebini dillendirdiği tarihten bu yana birçok
bölgesel değişimlerin yaşandığını hatırlatan
Erkmen, şöyle konuştu: “Örneğin artık IŞİD
faktörü Irak’ın toprak bütünlüğünü fiili olarak
sarmış durumda. Bölgede et-nik ve mezhepsel
boyutlarda süren ve Irak topraklarını da aşan
bir çatışma durumu var. KBY sınırları içinde
politik atmosfer hiç olmadığı kadar gergin
ve siyasi partiler arasında pek çok konuda
uzlaşı bulunmuyor. Üstelik Suriye’de PYD’nin
güçlenmesi ve yeni siyasi gerçeklikler yaratması KDP’nin diğer Kürd partilerle arasını
açtı. Ve son olarak son 2 yılda aşamalı olarak
gelişen ve 2015 yılında bölgeyi vuran büyük bir
ekonomik kriz var. Bu nedenle bağımsızlık
söylemini ve gerçekleşme ihtimalini sadece
söylem bazında değil bölgedeki dinamikler
bazında değerlendirmek mümkün.”
Kürdler-Araplar ile Çekler-Slovakyalılar arasındaki benzerlikleri/farklılıkları yorumlayan
Erkmen, Irak’ın parçalanması üzerine yazılan
raporların çoğunda genel kanının ülkede kendiliğinden ve çatışmasız bir ayrılığın yaşanmayacağı yönünde olduğunu belirtti. Erkmen,
iki ülke arasındaki farklılıkları ve benzerlikleri
kültürel, ekonomik ve uluslarası destek bağlamında değerlendirdi. Kürdler ve Araplar’ın bir
arada yaşama iradesinin azalması noktasında
Çek ve Slovak halklarıyla benzeştiğini ifade
eden Erkmen, “Özellikle Kürdler Irak’ın geri
kalanında siyasi, toplumsal ve kültürel olarak
farklı olduklarını her fırsatta belirtiyorlar. Bu
farklılıklar küçümsenecek ölçüde de değil.
Üstelik “kendi kaderini tayin hakkı”nın siyasi
bir hak olduğu ve işgal sonrası Irak’ta yeni
anayasanın gönüllü birlikteliğe dayandığı
uzun süreden beri Kürd siyasetçilerin en
önemli argümanlarından birisini oluşturuyor. Bu yönüyle Çekoslavakya’ya benzeyebilir
ama Irak’ta iki değil en az üç unsur siyaseten
çok güçlü. Çünkü ülkenin kaderine sadece
Şii Araplar değil, ayrılığın yaşanacağı fiziksel
bölgenin sakinleri olan Sunni Araplar ve Türkmenler de karar verecek. Çatışmasız bir ayrılığın anahtarı aslında Bağdat’ı kontrol eden
Şii Araplar’dan ziyade bu ayrılıktan fiziksel
olarak en çok etkilenecek olan Sünni Araplar
ve Türkmenlerin elinde” diye kaydetti.
‘Dönemsel farklılık var,
çatışmasız ayrılık zor’
Çekoslovakya’da ayrılığın en önemli
nedenlerinden birisi açık gelir dağılımı ve
ekonomik farklılıklar olduğunun önemine
değinen akademisyen Erkmen, Irak’ta ise
böylesi bir farklılığın olmayışının ayrılığı zorlayacağı yorumunda bulundu. Bölgede yaşanan ekonomik krize de değinen Erkmen,
şunları söyledi: “Bir yıl öncesine kadar
sahip olduğu doğal kaynaklarla kendi
başına bir ekonomik düzen kurabileceğini iddia eden Kürd siyasetçiler petrol
fiyatlarının düşmesi ve bölgesel gelişmeler nedeniyle sürüklendikleri ekonomik
krizin sonucunda şimdilik bu iddialarını
bir kenara bırakmış görünüyorlar. Bağdat
ile Erbil arasında yeni petrol görüşmeleri
bunun en önemli göstergesidir.”
Çekoslovakya’nın ayrılış sürecinde siyasi,
bölgesel atmosfer ve uluslararası sistemin
koşullarının bir hayli farklı olduğunu vurgulayan Erkmen, “SSCB yeni dağılmıştı. ABD’nin
önderi olduğu bir tek kutuplu dönemin
içinde yaşanıyordu. AB herhangi bir çatışmayı
kaldırabilecek durumda değildi. Tarafların
ayrılığa karar vermesi sonucunda bölgeye
müdahale edebilecek bölgesel ya da küresel
aktörler yoktu. Büyük güçlerin öncelikleri
çok farklıydı. Bugün Ortadoğu’da benzer bir
dönem yaşanmıyor. Tek kutupluluk sona erdi.
Hatta Ortadoğu’da yeni bir güvenlik denklemi kuruluyor. Büyük güçler olan güçleriyle
bölge ülkelerinin iç politikalarına müdahale
ediyorlar. Ayrıca açık açık birbirleriyle vekil
savaşına tutuşmuş durumdalar. Bu nedenle
Ortadoğu’da çatışma dinamiğinin bu denli
yüksek olduğu bir ortamda çatışmasız ayrılık
ihtimali çok düşük” dedi.
Kürd gruplar açısından bakıldığında
Iraklı Kürdlerin her ne kadar Barzani
önderliğinde oluşan KBY altında güçlü
bir yapı oluşturdukları ve belli bir birlik
bütünlük gösterdikleri doğruysa da
karşısında kendisine meydan okuyan,
ideolojik olarak ayrı kulvarda koşan,
Barzani’yi ve temsil ettiği yapıyı
feodalite kalıntısı olarak gören bir
PKK var. Ve PKK, KBY içinde siyasi ve
daha önemlisi güçlü bir askeri varlığa
sahip. Barzani bu varlığı bugüne kadar
–belki de gücü yetmediği için- tolere
etse de, olası bir bağımsızlık halinde
Türkiye ve İran’la ilişkileri nedeniyle
tolere etmek istemeyecektir. Hâlbuki
PKK’nın buradaki varlığı kendisi
için hayatidir. Bu da kaçınılmaz bir
çatışma dinamiğinin ortaya çıkması
demektir.”
‘Çek ve Slovakya’nın AB’ye alınması avantajdı’
Çek ve Slovak halklarının birbirinden çatışmasız, savaşsız ayrılığının statükonun altüst
olduğu bir zamanda yaşandığını hatırlatan
Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Kurubaş,
Çek ve Slovakya’nın AB’ye alınacak olmasının söz konusu ayrılığı hızlandırdığını ifade
ederek, “AB sayesinde hem Çek ve Slovaklar
aslında ulusüstü bir yapı içinde birliklerini
devam ettirecekler hem de bu ayrılmanın
bölgesel güç dengelerine olumsuz etkilerini
bertaraf etmiş olacaklardı. Ayrıca bölgesel
ve uluslararası düzeyde hiçbir devletin Çek
ve Slovaklar üzerinde çıkar çatışmasına yol
açacak bir hesabı yoktu. Bir de tabii bu ülkede
yine ulusal ve uluslararası düzeyde rekabete
yol açacak ekonomik kaynakların olmadığına
da ayrıca dikkat çekmek gerekir” dedi.
Savaşsız, kansız bir ayrılığın Irak’ta mümkün olmayacağını söyleyen Kurubaş, şunlara
dikkat çekti: “Bir kere,
Bölgesel denge ve jeopolitik
vurgusu
Ortadoğu’daki dengelerin Avrupa
ile benzerlik göstermediğinin altını çizen Kurubaş, olası ayrılığın bölgedeki
dengeleri sarsacağını belirtti. Ayrılığın
Kürd-Arap ayrışmasının da ötesinde
olduğunu aktaran Prof. Kurubaş, “Pek
çok devlet bu durumdan etkilenecek
ya da yararlanmaya çalışacaktır. Bu
ayrılık her şeyden önce Kürd nüfuslu
Türkiye, İran ve Suriye’yi etkileyecektir. Bu açıdan Türk-Kürd, İran-Kürd
ve diğer Arap-Kürd ilişkileri
açısından da sonuç doğuracaktır.
Burada ayrılmaya Türkiye belli
koşullar altında ikna edilse bile,
İran’ın iknası çok zordur.
Çünkü Kürdler Şii ağırlıklı
yani İran’ın nüfuz alanına
dönüşen Irak’tan ayrılmak
istemektedirler. Kaldı ki,
İran’daki Kürd sorununun
yeniden ivme kazanması
olasılığı da İran’ı rahatsız
edecektir. Bir de tabii,
İsrail faktörü var. İsrail
olası Kürd
Çek ve Slovakların ayrılık anlaşması
devletiyle iyi ilişkiler kurmak isteyecektir ki, bu da İran’ı rahatsız eder”
diye konuştu.
Kürdistan Bölgesi’nin petrol ve
jeopolitik durumundan ötürü çatışmaların yaşana-bileceğini belirten
Kurubaş, küresel güçlerin kurulacak
devletin karşısında ya da arkasında
olacak bir şekilde dış politika geliştireceği tespitinde bulunarak, “KBY’nin
bulunduğu coğrafyanın jeopolitiği ve
petrolden kaynaklı jeoekonomisi bu
çatışmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Her
küresel güç bu devlete karşı ya da taraf
olarak bir dış politika geliştirecektir.
Karşıt ya da taraf olma kendi eksenine
çekmeyle ilgili olacaktır. Ekseni dışında
kalanların buna karşı kullanabileceği
bölgesel aktörleri vardır ve bu çatışma
demektir. Dolayısıyla bölge üzerindeki
küresel rekabetin bu ayrılığı çatışmaya
sürüklemesi kaçınılmazdır” dedi.
‘Kürdler ve Araplar çatışmasız
ayrılabilir’
Konuya ilişkin gazetemize değerlendirmelerde bulunan, Prag Charles
Üniversitesi’nden akademisyen Petr
Kubálek, Çekoslovakya Modeli’nin
Kürdler ve Araplar arasında mümkün
olabileceğini belirtti. Kubálek, Çek
ve Slovakya’nın 1992 yılında ayrıldığı
zaman birçok yanlış kararlar olduğunu
ifade ederek, “Örneğin herhangi bir
referandum yapılmadı. Medya kanalları ülkenin durumu ve siyasi grupların
talepleri konusunda yanlış bilgiler yayıyordular. Çek medyası Slovakya hakkında çok yanlış bilgiler yayınlıyordu.
Emekli maaşlarının ödenmesi sorunu
ayrıldıktan 20 yıl sonra da çözülmedi.
Ancak genel durum ayrılık için çok
uygun idi” şeklinde konuştu. Çekoslovakya’da yaşayan halkların ülkelerinin
iki tarihi bölgeden
oluştuğu bilincine sahip
03
Bağımsız Güney,
Federal Rojava
olduğunu söyleyen Kubálek, halkların
herhangi bir toprak isteme talebinde
bulunmadığını ifade ederek şunları dile
getirdi: “Bütün Çekoslovakya vatandaşları ülkelerinin iki tarihi bölgede
yani Çek ve Slovakya bölgelerinden
oluştuğunu biliyordu. Bu olgu belirgin
idi ve iki bölgenin sınırları belli idi.
Çekler, Slovaklar bölgesinde herhangi
bir toprak parçasının kendilerine ait
olduğunu iddia etmediler böyle bir
sorun hiçbir zaman yaşanmadı. Ancak
ve buna benzer ve hala devam eden bir
sorun Macaristan ve Slovakya arasında
var. Sadece 1993’te iki köyle ilgili bir
sınır düzenlemesi yapıldı.”
Çek ve Slovak halklarının sanat, kültür ve dil itibariyle birbirlerine oldukça
yakın olduğunu hatırlatan Kulabek,
son olarak şu değerlendirmede bulundu: “Örneğin bir Çek, Slovakya’da
yaşamak isterse özgür bir şekilde
oraya gidip yerleşebilir. Ancak Çek
ve Slovakya devletleri sonraları çifte
vatandaşlık meselesini sonlandırmaya
karar verdiler. Çünkü hükümetler çifte
vatandaşlığın maddi ve hukuki ciddi
sorunlara sebep olacağını öngördüler.”
‘Slovaklar gibi Kürdlerin de devleti
olmalı’
BasHaber’e konuşan Slovak Gazeteci Andrej Matisak de bölgede uzun
zaman çalışma yaptığını belirterek,
barışçıl yollarla ayrılmak için her iki
hükümetin de istekli olması gerektiğini
vurguladı. Ortadoğu’daki çatışmalı
sürecin barışçıl ayrılma önünde engel
olduğunu ve zamanlamanın dengeler
açısından uygun olmadığını ifade eden
Matisak, “Kürdlerin durumu doğal
taleplerinden dolayı Çekoslovakya’da
hiç farklı değil, ama durumları çok
daha karmaşık. Bağdat ve Erbil barışçıl
olarak ayrılmaya karar verseler dahi
komşu ülkelerin ne tavır göstereceği
önemli. Tabi Slovakların ne pahasına
olursa bağımsız devleti olmasını istemelerinden Kürdlerin de aynı talepte
bulunması gayet anlaşılabilir, her halk
kendi bağımsız devletini ister” şeklinde
konuştu. Diplomasinin önemine vurgu
yapan Matisak şöyle konuştu: “Referandum yapılması bazıları tarafından
olumlu karşılanabilir, ama diğerleri
tarafından bu doğal durum bir baskı
olarak karşılanıp tepkiye yol açabilir.
Bağımsızlık için daha fazla çatışma herkesin zararına olur, bu zaman yayılmalı
ve diplomasiye ağırlık verilerek barışçıl
yollarla gerçekleştirilmeli.”
MESUT YEĞEN
Kürdistan’ın iki parçası, Başur
ve Rojava aralarındaki bütün ayrılıklara rağmen aslında ortak bir süreci tecrübe ediyorlar. Kürdistan’ın
her iki parçasının da riskler ve
fırsatlarla bezeli, işleri mevcuttan
daha kötü ve daha iyi yapabilecek
bir tarihsel eşikten geçtikleri aşikar
olmakla birlikte, Başur ve Rojava
tecrübesini ortaklaştıran bundan
fazla bir şey. Bir zamandır sular hem Başur’da hem de
Rojava’da doğru, normal mecrasında akmaya başlamış
görünüyor. Başur ve Rojava’nın yaşadıklarında ortak
olan bu. Başur bağımsızlığa, Rojava federasyona meylediyor. Olması gerektiği gibi, işlerin mecrasına uygun
olarak...
Hem Başur’da hem de Rojava’da suları normal
mecrasına akıtanın Suriye savaşı ve IŞİD belası olduğuna şüphe yok. Ama galiba bu iki şer hem Kürtlere
hem de Kürtlerin etrafındakilerin bir kısmına suların
akması gereken mecranın ne olduğunu yavaş yavaş da
olsa gösteriyor.
IŞİD’in Musul’u ele geçirip Erbil’e yürümesinin ardından olan biten hem Başur’a hem de Başur’u izleyenlere şunu gösterdi: Bağdat’ın değil Başur’a kendine bile
hayrı yok ve petrol gelirlerine dayalı rantiyer bir devlet
olmak ısrarı Başur Kürtlerine çürümeden başka bir şey
vaat etmiyor. Oluşan iktidar boşluğundan faydalanarak
ihtilaflı bölgeleri de kendisine bağlayan Başur için bu
iki sonuçtan sıyrılmak tek bir araçla mümkün görünüyor: Doğru düzgün, petrole ve yanaşmacılığa dayanmayan bağımsız bir ulus-devlet. Nitekim, şimdi Başur
da bunun peşinde ve daha mühimi Irak Kürdistan’ında
işlerin bu mecrada akmasının işin doğrusu olduğuna
giderek daha çok mahfil kani oluyor. Bağdat’takiler de
dahil olmak üzere Araplar, İsrail, tek tük de olsa Batılı
ülkeler bağımsız Kürdistan’ın olması gereken olduğunu
teslim ediyor.
Başur’daki kadar belirgin olmasa da, su Rojava’da
da doğru mecrasını bulmuş gibi. Dünya’ya kendilerini
anlatmak ihtiyacı daha belirgin olduğundan olsa gerek,
Suriye Kürtleri başkalarına anlatmakta zorlandıkları
demokratik özerklik, demokratik konfederalizm, kanton vs. yerine, federasyon programını savunmaya başladı malum. Suriye’nin kaderinin şekilleneceği Cenevre
öncesinde gelen bu yeni adım hem Suriye realitesine
daha uygun hem de başkalarına daha kolay anlatılabilir
görünüyor. Bölgesel esasa dayalı olarak önerilen federasyon fikri hem Rojava’nın nüfus realitesini hesaba
kattığından, hem de sürekli bir olağanüstü hal durumu
ima eden demokratik özerklikten ayrıştığından daha
çok mahfil için daha hazmedilebilir görünüyor. Bağımsız olmak için ‘yetersiz’, Başur’a bağlanması ise imkansız görünen Rojava’nın hazmedilmesi zor demokratik
özerklik programındansa herkes tarafından anlaşılabilir
bölgesel federasyon programına sıçraması işleri uygun
mecrasına sokmuş görünüyor.
Hülasa, Başur ve Rojava’nın kendi realitelerine
daha uygun olduğu kadar bölgeyi çevreleyen güç
matrisinde savunulabilir görünen “bağımsız güney,
federal Rojava” programı işlerin bugünkü tabiatına
daha uygun. Lakin, şu da açık: Bağımsız Güney, federal
Rojava”, bugünden yarına becerebilecek gibi de değil.
Haddizatında, işler bu mecrada kararlılıkla ilerlemeye
başladığında Başur ve Rojava büyük ihtimalle bugün
rastlanılmayan türden itiraz ittifaklarıyla karşılaşacaktır. Bağımsız Güney, federal Rojava yolu biraz daha belirginleşirse Tahran, Şam ve Ankara’nın ortak itirazıyla
karşılaşması sürpriz olmaz. Bu olduğunda bağımsız
Güney, federal Rojava yolunun Kürtler için olduğu
kadar bölge için de hayırlı olacağını herkese daha bir
kararlılıkla anlatmak gerekecek.
04
HABER
BasHaber
SÖYLEŞİ
04 Nisan
- 10 Nisan 42016
Abadi, yeni Hükümet’te Kürdleri dışlıyor
KBY’nin Bağdat’la son ipleri de kopuyor
I
Zeyat Brusk
rak Başbakanı Haydar Abadi, Irak’ın içinde
bulunduğu siyasi ve ekonomik krizin
çözülmesi için kendisine tanınan sürenin
sonunda, yeni teknokrat hükümette yer alacak
isimleri açıkladı. Abadi’nin açıklamaları Irak’ta
bulunan diğer siyasi çevreleri şimdilik tatmin
etmiş olsa da, Bağdat’la gerçekçi ortaklık
taleplerinin yerine getirilmediğini savunan
Kürd tarafı ise, revizyon projesininin başarısı
konusunda diğer taraflarla aynı fikirde değil.
KBY Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada ise, Irak Hükümeti’nde yapılan kabine
değişikliği usulünden duyulan rahatsızlık
dile getirilirken, Bağdat’taki Kürd temsilciler,
sürecin sonunda talepleri kabul edilmediği
takdirde, Bağdat’la barış ve diyalog çerçevesinde ayrılmaktan başka seçeneğin kalmayacağını
ifade ediyor.
Öte yandan KBY’de, Hükümet ve
Parlamento’nun aktifleştirilmesi konusunda
çalışmalar aralıksız sürdürülüyor. Hafta içinde
Parlamento’da grubu bulunan dört partinin
temsilcileri Süleymaniye’de bir araya gelirken,
şartlarının yerine getirilmediğini belirten
Goran Hareketi toplantıya katılmadı.
Irak Ordusu’nun Mahmur cephesinde başlattığı Musul Operasyonu, kente 60 km mesafedeki Geyara kasabası önünde dururken,
gidişatı yerinde takip etmek için Mahmur’daki, Ninova Ortak Operasyonlar Komutanlığı’nı
ziyaret eden Irak Savunma Bakanı Halit
Ubeydi Ubeydi, Peşmerge Güçleri’nin Musul
Operasyonu’nda etkili olacağını açıkladı.
Hafta başında Erbil önemli konuklarından
birini daha ağırladı. Erbil’e gelerek KBY yetkilileri ile bir araya gelen BM Genel Sekreteri Ban
Ki Moon, IŞİD’e karşı mücadele eden ve birçok
göçmene kapılarını açan KBY’ye ekonomik
krizi aşması için sonuna kadar destek vereceklerini belirtti.
KBY Başkanlığı: Irak Hükümeti’nin
ortaklık temeli bozulmuştur
Hafta içinde KBY’de gözler Irak Başbakanı
Haydar Abadi’nin açıklayacağı revizyon paketi
ve teknokrat hükümetin detaylarına çevrildi. Abadi, Parlamento Başkanlık Heyeti ile
biraraya geldikten sonra reformlar konusunda
bazı maddeler üzerine anlaşma sağlandı. Buna
göre, bir ay içinde bütün kamu kurumlarının
yönetimlerinin değiştirilmesi, bakanlık sayısının 16’ya düşürülmesi, 10 gün içinde savunma
ve içişleri hariç bütün bakanlıklarda değişiklik
yapılması kararı alındı. Abadi’nin açıkladığı
yeni kabinde yüzde 20’lik Kürd kotasına göre
üç olması beklenen Kürd bakanların sayısı iki
olarak belirlendi. Bu durum Abadi’nin Kürd
tarafına açıkça “ayrılabilirsiniz” mesajı verdiği
şeklinde yorumlandı.
Abadi’nin kabineyi açıklamasından
önce tavrını açıklayan KBY Başkanlığı, Irak
Hükümeti’nde yapılan kabine değişikliği
usulünden rahatsızlığını dile getirilerek KBY
Başkanı Mesud Barzani’nin bakanların değiştirilmesi usulünden rahatsız olduğu ve bu
rahatsızlığını Cumhurbaşkanı Fuad Masum’a
telefonla ilettiği ifade edildi. Açıklamada ayrıca, “Başkan Barzani için Irak Hükümeti’nde
kabine ve bakan değişikliğinin önemi yoktur,
çünkü hükümetin ortaklık temeli bozulmuş ve
bir önemi kalmamıştır. Ortaklık kalmadıysa,
bakanlık koltuğunun ne değeri var?” denildi.
Irak Parlamentosu’daki Kürd temsilcileri
ise, Bağdat’la gerçekçi bir ortaklığın korunması konusunda tek ses olduklarını açıkladı.
Kürd temsilciler, Irak’ta reform, yolsuzlukla
mücadele, toplumsal adaletin sağlanması
ve Irak vatandaşlarının yaşam şartlarının
iyileştirilmesi için atılacak her adıma destek
vereceklerini ancak, bireysel kararların kabul
edilmeyeceği ve Kürd temsiliyeti hakkının
korunması gerektiği ifade etti.
Öte yandan, Irak Başbakanı Haydar
Abadi’nin açıkladığı 16 kişilik Bakanlar Kurulu
listesinde Petrol Bakanı olarak adı geçen Irak
Parlamentosu Kürd Milletvekili Nizar Salim
Doski, Petrol Bakanlığı’nın Kürdlerin payı
olduğunu ancak, taraflar arasında gerçekçi bir
ittifak olmadan belirlenen bir kabinede görev
almayacağını açıkladı.
Gerdi: Kürdler son ana kadar
anayasaya bağlı kalacak
BasHaber’e konuşan Irak Parlamentosu
PDK Grup Başkan Vekili Yardımcısı Tarık
Gerdi, Kürd tarafının Irak Başbakanı Haydar
Abadi’nin açıkladığı Bakanlar Kurulu listesini
kabul etmediğini ancak usulen, kabinenin
onanması için belirlenen 10 günlük süreye
uyacaklarını söyledi. “Irak Cumhurbaşkanı
ile görüştük. Kürd tarafı olarak ortak tavra ve
düşünceye sahibiz. Bu süre zarfında Erbil’e
dönüp durumu tekrar değerlendireceğiz. Fiilen bu durumda Bağdat Kürdlerle anlaşmaya
ve Kürd tarafının isteklerini yerine getirmeye
yanaşmıyor. Kürd halkının haklarının işaret
edildiği Federal Irak Anayasası’na sonuna
kadar bağlı olacağız” diyen Gerdi, bu süre
zarfında istenen değişiklikler yapılmadığı
takdirde, Bağdat’tan ayrılmaktan başka çare
kalmayacağını vurguladı.
Silivaneyi: Bağdat ile Erbil
arasında köprüler yıkılıyor
Abadi’nin hazırladığı projenin başarı şansı
olmadığına dikkat çeken Irak Parlamentosu
Kürd Milletvekili Serhan Ahmet Silivaneyi ise,
“Bir anlaşma olacaksa Kürdlerin isteklerinin
şartsız koşulsuz kabul edilmesi gerekiyor.
Kürdler kendi paylarından feragat etmeyecektir. Federal Irak Hükümeti’nin temelleri
2003’te, tüm taraflar için belirlenen hak ve
kotaların üzerine inşa edildi. Bu hak ve kotaları ihlal eden bir hükümetin ayakta kalma
şansı da yoktur” dedi. Bağdat ile Erbil arasında
tüm siyasi ve ekonomik krizin yaşandığı bir
dönemde Abadi’nin sunduğu proje ile birlikte
iki taraf arasındaki köprülerin tamamen yıkılacağını ifade eden Silivaneyi, “Bu durumda
bağımsızlığı tercih etmeleri Kürdlerin en
doğal hakkıdır. Zaten Irak Anayasası’nda bu
hak mevcuttur. Şimdi artık bağımsızlık kararı
KBY’ne kalmış bulunuyor. Barış ve diyalog temelinde Bağdat’tan kopmak Kürdler açısından
en doğru karar olacaktır. Başkan Barzani de sık
sık bu konuya dikkat çekerek, Irak’la kardeşçe
oturup konuşarak ayrılma kararı almak istediklerini belirtmiştir” şeklinde konuştu.
Bazyan: Bağımsızlık için
Erbil’in eli güçlendi
Akademisyen ve araştırmacı Muhammed
Bazyan, Abadi’nin sunduğu proje ve kabinenin
daha onaylanmadan başarı sağlayamayacağı
kanaatinde. BasHaber’e konuşan Bazyan,
“Irak’ın mevcut gerçekliğinde bu hükümetin
yaşama şansı çok az. Abadi’nin sunduğu proje
sorunları derinleştirecek ve Parlamento tarafından kabul görmeyecektir” dedi. Irak Başbakanı Haydar Abadi’nin Irak’ın parçalanmasına
hizmet ettiğini savunan Bazyan, reform ve
revizyon projesi sunulurken Kürdlerin talep
ve haklarının gözönünde bulundurulmamasını da buna bağladı. Akademisyen Bazyan,
“Kürdlere açıkça ‘gidin kendi kararınızı verin,
bizden ayrılın’ deniliyor. ’Size bütçe vermeyeceğiz, siyasi hak tanımayacağız ve bakanları
da istediğimiz gibi belirleyeceğiz’ deniliyor.
Bu noktada karar Kürd mercilerine ve Erbil’e
kalıyor. Erbil’in bağımsızlık konusunda eli
güçlenmiş durumda. Bunun için göstereceği
cürret de çok önemli olacak” dedi.
Kürdistan Bölgesi ve Irak’ın Çek ve Slovakya
modeline benzer bir şekilde ayrılmaya yakın
olduklarını ifade eden araştırmacı Muhammed Bazyan, “Şengal’den Xaneqin’e kadar
Güney Kürdistan’ın sınırına güvenlik amacıyla
hendek kazılıyor. Aslında bu hendek bağımsız Kürdistan’ın siyasi ve coğrafik sınırlarını
oluşturacak. Irak Anayasası’nda 140. Madde
ile belirlenen tartışmalı bölgeler de bu sınırlar
içinde yer alıyor. Fiilen Amerika ve Fransa’nın
başını çektiği koalisyon ülkeleri bu sınırları koruyor. İsrail endirek şekilde Kürdlerin
devlet sahibi olması gerektiğini ifade ediyor.
ABD eski Dışleri Bakanı Henry Kissinger de
ABD’nin Irak’ta başarılı olabilmesi için bu
ülkenin Kürd, Şii ve Sunniler arasında üçe
bölünmesi gerektiğini ifade ediyor. Bu kopuş
savaş ve kan temelinde olmayacaktır. Bunun
için en uygun model aranıyor. Bunun için KBY
referandumdan söz ediyor. Kürdler de mevcut
gerçekliği gözönüne alarak, önce halkın oyuna
başvurmayı ve ardından da Bağdat’la anlaşarak
ayrılmayı düşünüyor” dedi.
Musul Operasyonu Geyara
kapısında durdu
Irak Ordusu’na bağlı 72 ve 91. piyade
taburlarının katılımıyla gerçekleştirilen Musul
Operasyonu’nun ilk aşaması hava muhalefeti
nedeniyle tamamlanamadan durdu. Hafta
içinde Mahmur’daki, Ninova Ortak Operasyonlar Komutanlığı’nı ziyaret eden Irak
HABER
BasHaber
04 Nisan - 10 Nisan 2016
5
SÖYLEŞİ
Savunma Bakanı Halit Ubeydi Ubeydi,
bölgedeki askeri yetkililer ve Peşmerge
komutanlarıyla bir araya geldi. IŞİD’e
karşı başlatılan operasyonun kısa bir
süre içerisinde tekrar başlayacağını
belirtten Ubeydi, operasyonun geçici
bir süre durduğuna dikkati çekerek,
“Musul kenti terör örgütü IŞİD’in
elinden geri alınana kadar, operasyon
devam edecek. Gerekli tüm tedbirlerimizi aldık ve herhangi bir geri adım
atma durumu söz konusu değil. Savaşın
en ön cephesinde yer alan Peşmerge
Güçleri operasyonda etkili olacak” dedi.
Gerdi: Peşmerge belirli alanların
dışına çıkmayacak
Musul Operasyonu ve Peşmerge
Güçleri’nin hazırlıkları hakkında
BasHaber’e konuşan Peşmerge Güçleri
Komutanı Ahmed Gerdi,
Mahmur’un güney batısında
başlatılan operasyonda Peşmerge Güçleri’nin desteğini
almadan Irak Ordusu’nun başarı sağlayamacağını kaydetti.
Gerdi, “Peşmerge Güçleri’nin
Musul Operasyonu’na katılması konusunda Erbil ile
Bağdat anlaşsa dahi, Peşmerge Güçleri’nin Kürdistan
toprakları dışına çıkmayacağı
kanaatindeyim. Operasyonun
ilk ayağında da çok açıkça
görüldü ki, operasyon için
oluşturulan Irak birlikleri oldukça
yetersiz ve beceriden yoksunlar. Açıkça
görüldü ki düzenli bir ordu gibi hareket
etmiyor ve gönüllü değiller. Dolayısıyla
Irak Savunma Bakanı da, Musul’un
kurtarılması için Peşmerge’nin cesaret,
deneyim ve gücüne ihtiyaç olduğunu
belirtiyor.”
IŞİD mensuplarının Hazır ve Mahmur cephelerine yönelik saldırılarını
da değerlendiren Peşmerge Komutanı
Gerdi, “IŞİD’in son dönemde gerçekleştirdiği saldırılara bakıldığında örgütün
Peşmerge Güçleri karşısında aldığı yenilgiyi örtbas etmek için sadece ‘ben varım’ demek için saldırdığını görüyoruz.
Son saldırılarında 3-5 kişilik gruplar halinde intihar saldırıları gerçekleştirerek
sonuç almaya çalıştılar. Mahmur, Hazır
ve Kerkük cephelerindeki saldırılar bu
tip saldırılardı. Mahmur’daki saldırı
da 4 Peşmerge şehid düştü. Buradan
gelen unsurlar da sivil halkın arasına
karışanlardı” dedi.
Hergün IŞİD’in işgali altında bulunan topraklardan çok sayıda Arap
ailenin örgütün baskı ve tehditleri
nedeniyle kaçarak Peşmerge Güçleri’ne
sığındığını belirten Ahmet Gerdi,
sadece Mahmur-Guwer hattından şu
ana kadar yaklaşık 2 bin 200 ailenin
Peşmerge’ye sığındığının altını çizdi.
Gerdi, bu alilelerin de güvenlik altında
tutulan kamplarda barındırıldığını ve
Kürdistan şehirlerine girmelerine izin
verilmediğini vurguladı.
Hewrami: Goran Hareketi
muhalefet olarak kalabilir
Parlamento ve Hükümet’in aktifleştirilmesi amacıyla Süleymaniye’de
gerçekleştirilen ve Kürdistan Bölge
Parlamentosu’nda grubu bulunan siyasi
tarafların toplantısına Goran Hareketi
şartları kabul edilmediği gerekçesi ile
katılmadı. YNK Politbüro binasında
gerçekleştirilen toplantıya YNK’den
Mela Bextiyar, Hakim Qadir Hemecan
ve Omer Fetah, PDK’den Cefer Eminki
ve Mahmut Muhammed, Yekgirtu’dan
Halil İbrahim ve Muhemmed Ehmed,
Komel’den de Rebwar Rêbwar Hemed,
Mihemed Hekim ve Yasin Hesen
katıldı.
Konu hakkında bir açıklama yapan
PDK Dışişleri Sorumlusu Hemin
Hewrami, Goran Hareketi’nin Hükümet ve Parlamento için dayattığı
şartların kabul edilemez olduğunu
belirtti. Goran’ın KDP ile gerçekleştirilen anlaşma temelinde iktidara dahil
edildiğini ifade eden Hewrami, tekrar
hükümet içinde yer alması için yeni bir
anlaşmaya ihtiyaç duyulacağını belirtti.
Parlamento Başkanı’nın değişmesi ve
8. kabinenin yeniden düzenlenmesi
gerektiğini dile getiren Hewrami,
Goran’ın da daha önceki Parlamento
döneminde olduğu gibi, muhalefet
partisi olarak kalabileceğini söyledi.
Bann Ki-moon: Uluslararası
toplum KBY’ye destek olacaktır
KBY Başkanı Mesud Barzani, hafta
başında Birleşmiş Milletler (BM) Genel
Sekreteri Ban Ki-moon, Dünya Bankası
Başkanı Jim Yong Kim ve İslam Kalkınma Bankası Başkanı Ahmed Muhammed Ali el-Medeni’nin de bulunduğu
bir heyeti, Erbil’deki başkanlık konutunda kabul etti. Toplantıda, IŞİD ile
mücadele, çatışmalardan dolayı evlerini
terk eden iç göçmenlerin durumu ve
petrol fiyatlarında meydana gelen ciddi
kırılmalardan dolayı yaşanan ekonomik
kriz konuları ele alındı.
Görüşmede KBY Başkanı Barzani,
“IŞİD ile mücadele ederken, mali
sıkıntıya girdik. Bunun yanında çıkan
çatışmalardan kaçan çok sayıda iç göçmene ise Kürdistan Bölgesi kapılarını
açtı. Söz konusu sıkıntıdan kurtulmak
için şu ana kadar hiç kimsenin Kürdistan Bölgesi’ne yardım eli uzatmadığı
gibi, Irak Hükümeti de iç göçmenler
konusunda üzerine düşen görevi yerine
getirmedi“ dedi. KBY’de planlanan reformlara da değinen Barzani, “Reform
için gerekli olan tüm ölçüt ve kurallara
bağlı kalınacaktır. Uluslararası toplumun Irak ve KBY’ye yardım eli uzatması
durumunda, terörle mücadele ve iç göç
konusunda en ağır yükün bizim üzerimizde olduğunu gözden kaçırmaması
gerekiyor. Reform sürecinin başarıya
ulaşması ve mali krizin aşılması için
BM ve diğer uluslararası yardım kuruluşların gerekli yardımları sunmaları
gerekiyor” dedi.
BM Genel Sekreteri Ban kiMoon ise, dünyanın Kürdistan
Bölgesi’nin içerisinde olduğu
sıkıntılardan haberdar olduğuna değinerek şunları ifade
etti: “Bölgede istikrar ve barışın gelişmesi için uluslararası
toplum Kürdistan Bölgesi’ne
desteklerini sunacaktır.
Dünya için ciddi bir tehlike
oluşturan terör örgütü IŞİD
ile en ön cephede savaşan güç
Peşmerge’dir.”
05
Bağımsızlık için kadife
boşanma
BİLAL SAMBUR
Yüz yıl önce Ortadoğu’da
oluşturulan yapay oluşumlardan biri
Irak’tır. Hiç bir doğal, tarihsel ve kültürel karşılığı olmayan Irak denilen
yapı, Ortadoğu’nun kan gölüne çevrilmesinde büyük pay sahibidir. Irakİran savaşı, Körfez savaşı, Kuveyt’in
işgali, Enfal ve Halepçe soykırımları,
Irak denilen yapının bölgemizde
neden olduğu kötülüklerdir. Irak denilen yapının içine Kürtlerin hapsedilmesi, geçen yüz yılda
işlenen en büyük günahtır. Kürtler, başkalarının işlediği
bu büyük günah yüzünden büyük insani facialarla yüz yüze
kaldılar.
1991 Yılından beri Irak fiilen olmayan, ancak hayaletiyle sorun oluşturan bir yapıdır. Saddam Rejimi’nin
yıkılmasından sonra Sünni Araplar, Şiiler ve Kürtler fiilen
birbirinden ayrılmışlardır. Kürtlerin, Irak denilen yapıyla
hiçbir zaman duygusal, tarihsel, kültürel ve kimliksel bağları olmamıştır. Kürtler, hiçbir zaman Iraklı olmamışlardır.
Bağdat Rejimi de hiçbir zaman Kürtlere Iraklı olarak
bakmamışlar ve eşit vatandaş olarak görmemişlerdir.
1991 yılından itibaren Kürdistan Bölgesel Yönetimi,
devlet olarak fiilen işlemektedir. Yirmi beş yıllık süre
içinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Irak içinde barış
içinde var olmak için her türlü fedakarlığı yapmıştır. Ancak
Bağdat Rejimi, Kürdistan’ı askeri, siyasal, diplomatik
ve ekonomik açılardan sürekli abluka altında tutmuş,
Kürdistan’ın zayıflaması ve krizlerle boğuşması için her
türlü çabanın içinde olmuştur. Anlaşılması gereken yeni
durum şudur: Irak, mevcut haliyle bütün vücudu zehirleyen kanser hücresi gibi büyük sorundur. Çözüm ise,
Ortadoğu’nun istikrarına, refahına ve güvenliğine katkı
sunacak bağımsız Kürdistan’dır. Irak’ın sorun, Kürdistan’ın
ise çözüm olduğu gerçeğinden hareketle Ortadoğu’da yeni
bir anlayışın geliştirilmesine ihtiyaç vardır.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani,
önerdiği Çekoslovakya Modeli, Irak-Kürdistan sorununda
gerçek çözüm olacak bir model durumundadır. 1 Ocak
1993 yılında Çekoslovakya, Çek ve Slovakya şeklinde iki
ayrı devlete ayrılmıştır. Çek bölgesi ekonomik açıdan daha
fazla gelişmişken Slovak bölgesi daha geri durumdaydı.
İlk olarak Çekoslovakya, Çek ve Slovakya şeklinde iki
eyalete ayrıldı. Adem-i merkeziyetçi bir anlayışla merkezin
yetkileri iki eyalete devredildi. Ortak bir merkezi yönetimin
bir anlamı olmadığını gören Slovaklar, özellikle ayrılmayı
istiyorlardı. Güçlü bir federal yapının oluşturulmasının
imkansızlığı karşısında taraflar, bağımsızlığın herkes için
en iyi seçenek olduğunu görmüşlerdir. Slovakların ayrılma
isteklerini Çekler, barışçıl bir şekilde kabul ettiler. Eski
Çekoslovakya devletinin bütün hakları, Çek ve Slovakya
Cumhuriyetlerine devredilmiştir. Çekoslovakya tipi ayrılma
modeli, savaş ve çatışma olmadan iki devletin oluştuğu
konusunda şimdiye kadar ortaya çıkmış tek modeldir.
Çekler ve Slovaklar, kırk beş yıl boyunca zoraki biraya getirilmelerine rağmen, iki toplum birbirlerine karşı Halepçe
ve Enfal gibi soykırımlar gerçekleştirmemişlerdir. Büyük
tarihi çatışmalar olmamasına rağmen, iki toplum barışçıl
bir şekilde ayrılma yolunu seçmiştir. Yapılan bağımsızlık
referandumunun sonucunu taraflar kabul etmiştir. Çekler
ve Slovaklar, zoraki birliktelik yerine ayrılık seçeneğini
kullanmanın karşılıklı olarak birbirlerinin hakkı olduğunu
görmüşlerdir. Ayrılma sürecinde Vaclav Havel gibi barışçıl
bir kişinin liderliği, ayrışmanın yapıcı ve barışçıl bir şekilde
olmasını sağlamıştır. Barışçıl bir lider olan Başkan Barzani,
Kürdistan-Irak ayrışma sürecinde Havel gibi rol oynayacak
tek liderdir.
Kadife Boşanma olarak adlandırılan Çekoslovakya
Modeli, Kürdistan’ın barışçıl bir şekilde bağımsızlığı için
tek yapıcı modeldir. Ortadoğu’da zoraki birlikteliği ve zorbalıkla hükmetmek yerine, halkların eşitliğini ve ayrılmanın
hak olduğunu içselleştiren sahici bir bakış açısının çözüm
olarak kabul edilmesine ihtiyaç vardır.
06
ROJAVA
BasHaber
04 Nisan - 10 Nisan 2016
BasHaber
HABER
04 Nisan - 10 Nisan 2016
Zaxo Askeri Akademisi
Kadın Peşmerge
komutanlar yetiştiriliyor
M
‘Rojava Federasyonu muğlak’
S
uriye rejimi ve muhalefetinin PYD’ye
bağlı Rojava- Kuzey Suriye Demokratik
Federal Sistem Kurucu Meclisi’nin ilan
ettiği federasyona tepkileri sürüyor. ENKS ise
PYD öncülüğünde ilan edilen federasyonu
muğlak ve demokratik olmamakla suçluyor.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Kürdler’in
Rojava’da “azınlık” olduklarını iddia ederek
federasyona karşı çıkarken, Suriye muhalefeti
de federasyonun Suriye’yi parçalayacağını
iddia ediyor. Şam rejimi ve muhalefetinin tepkilerine karşılık veren PYD temsilcileri ise ilan
ettikleri federal sistemin coğrafi bir model olduğunu ve federal sistemin Suriye’yi demokratikleştireceğini belirtiyorlar. ENKS ise PYD’nin
siyasi manevra yaptığını ve Rojava halkına
doktrinlerini dayattıklarını ifade ediyor.
Suriye yönetimi ve muhalefetinin yanı
sıra PYD’ye destek veren ABD ve Rusya da
federasyona destek vermediklerini ve üniter
bir Suriye’den yana olduklarını açıklamaları
ve PYD’yi Cenevre görüşmelerine müdahil
etmemeleri PYD’ye siyasi bir ambargonun
uygulanacağını gösteriyor. Diğer taraftan
Suriye uçaklarının Qamişlo ve Hasekê’de
alçak uçuşlar yapması ve Suriyeli yetkililerin
Rojava’daki Kürdleri aşağılayıcı açıklamaları
kısa zamanda Suriye rejimi ile PYD arasında
gerginliğe neden olmaya aday.
ENKS’li Brimo: Rejim de, muhalefet de
Kürdler’in hakkını tanımıyor
PDKS Politbüro Üyesi ve ENKS yöneticisi
Nuri Brimo BasHaber’e yaptığı açıklamada
PYD’nin ilan ettiği federasyonun ideolojik
ve sınırları belli olmayan bir yönetim biçimi
olduğunu söyledi. ENKS’nin 2011’de Suriye
krizinin federal bir sistem ile çözüleceğini
açıkladığını hatırlatan Brimo, PYD’nin ilan
ettiği federal sistemin Rojava Kürdleri’nin ve
Suriye’deki sorunları çözmeyeceğini ifade etti.
Suriye muhalefeti ve rejimin Kürdler karşısında şovenist bir tutum takındıklarını sözlerine
ekleyen Brimo, “Suriye rejimi ve muhalefeti
ırkçı yaklaşımlar sergiliyorlar. PYD’nin ilan et-
tiği federal sisteme karşı çıkıyorlar. Kürdler’in
haklarının tanınması konusunda birlik oluyor.
Rejim de muhalefet de Kürdler’in hakkını
tanımıyor” şeklinde konuştu. Brimo, bölgede
Kürdlere yeni Sykes - Picot Anlaşması’nın
dayatılmaya çalışıldığını söyleyerek, Kürdler’in
buna izin vermeyeceklerini ve Rojava’da ulusal
bir siyaset izlenmesi gerektiğini açıkladı.
savundu. ENKS’nin federal sistemin yabancısı
olmadığını savunan İsmail, “Demokrasi ve
federasyon birbirlerini tamamlayan şeylerdir.
Bir devlet demokratik olmayabilir ama bir
federal sistem demokratik olmak zorundadır.
ENKS’nin önerdiği federal sistem Kürdlerin
kendi kendilerini yönettikleri bir modeldir.
Kürdler’in uluslararası hukuk ve ilişkileri belirlenmiştir. Suriye ile olan hukuk ve ilişkileri
ENKS’li İsmail: Kürdler’in demokratik
belirlenmiştir. Ucu açık cümleler ile federasSuriye’ye ihtiyacı yok
yon ilanı ve demokratik federasyon edebiyatı
ENKS Üyesi Mihemed İsmail’de ilan edilen
ile federasyon inşa edilemez” değerlendirmeRojava-Kuzey Suriye Demokratik Federal
sini yapıyor.
Sistemi’ne dair değerlendirmelerde bulundu.
ENKS’nin KBY ve AB ülkelerindeki federal
İlan edlen federal
sistemi örnek
sistemin PYD’nin 4
17 Mart’da bir araya gelen TEV-DEM üyeleri aldığını ve Kürdler’in
yıllık tekçi siyasetinin
Demokratik Özerklik ve kanton sistemini haklarını diplomasi
devamı olduğunu
lağvettiklerini söyleyerek Rojava- Suriye, yaptığını söyleyen
belirtti. İsmail,
İsmail, PYD’nin ilan
Demokratik Federasyonu ilan etti. Suriye etmiş olduğu kanton
PYD’nin kendi başına
rejimi federasyon ilanına karşı çıkarken, ve federasyonun bir
hareket ettiğini ve
uluslararası güçler de tek taraflı ilan edilen farkının olmadığını
Rojava’da yeni şeyler
denemeye kalktığını
belirtti.
federasyona destek vermeyeceklerini
söyledi. İsmail, PYD
belirttiler. Suriye krizinin federal yönetim
ve TEV-DEM’in ilan
modeli ile çözüleceğini savunan ENKS ise PYD’li Evdo: Federal
ettiği federal sistemin
sistem Suriye’yi
PYD’nin federasyon modelinin muğlak
bir örenğinin bulunbütünleştirir
olduğunu savunuyor.
madığını söyleyerek,
Rojava-Kuzey
“Federal sistemler
Suriye Demokratik
ya etnik temeller ya da coğrafi sınırlar ile
Federal Sistem’ine ilişkin BasHaber’e bilgi
belirlenen yönetim modelleridir. Rojava-Kuveren Kobanê Yasama Meclisi Eşbaşkanı, Fewzey Suriye Demokratik Federal Sistemi’nin
ziya Ebdo, Rojava-Kuzey Suriye Demokratik
hangi bölgeleri kapsadığı bilinmiyor. Halep’te
Federal Sistem Örgütlenme Kurulu Toplumsal
Rakka’da Deyrazor da Suriye’nin kuzeyinde yer Sözleşme Komitesi’nin kurulduğunu ve bu
alıyor. Programlarında Kürdlere Kürdistan’a
komitenin Suriye Kürdlerin Ulusal Birliği,
ilişkin bir şey yok. Kürdler’in demokratik bir
TEV-DEM, Suriye Kürdleri Sol Partisi ile topSuriye’ye ihtiyacı yok” şeklinde konuştu.
lantılar yaptığını ve çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi. Rojava-Kuzey Suriye Demokratik
“PYD demokrasi edebiyatı yapıyor”
Federal Sistem Örgütlenme Kurulu Toplumsal
Açıklamasının devamında da İsmail
Sözleşme Komitesi’nin toplantılarda federal
PYD’nin Rojava’da demokratik olmayan faalisistemin bölge ve Suriye’ye etkilerini taryetler içinde olduğunu söyleyerek demokrasi
tıştığını dile getiren Ebdo, federal sistemin
ve federal yönetim sisteminin birbirini bütün- bölgedeki halklar arasında diyalog ve huzuru
lediğini ancak PYD’nin demokratik olmayan
getireceğini ve belirtiyor.
faaliyetlerinin demokrasi ile örtüşmediğini
“Prag’da temsilcilik açıyoruz”
Rusya, ABD ve AB ülkelerinin federasyona
desteklediklerini belirten değerlendirmelerine
dikkat çeken Ebdo, Rojava’nın fiili bir durum
olarak var olduğunu ve ABD ve Rusya’nın
Kürdler’in Rojava’da kurdukları fiili durumun
kabul edileceğini açıklayarak, “Kendi kaderimi
kendi yönetim biçimimize biz karar veririz.
IŞİD ile savaşırken onlardan izin almadık.
Nasıl bir yönetim kuracaksak onun içinde
kimseden izin almayız. Demokratik barışçıl
bir model inşa ettik bu Suriye’yi bütünleştiricidir. ABD ve Rusya’da varlığımızı kabul edecektir” şeklinde konuştu. Ayrıca PYD’nin Çek
Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da temsilcilik
açacağına ilişkin iddiaları sorduğumuz Evdo,
içinde YPG/J ve PYD yöneticilerinin bulunduğu bir heyetin Prag’a gittiğini ve PYD’nin
Moskava’dan sonra Prag’da da temsilcilik
açacağını belirtti.
Minbic Operasyonu için start verildi
Öte yandan Azez ve Halep’in kuzeyindeki
operasyonlarına son veren YPG ve Demokratik Suriye Güçleri’nin Cerablus ve Minbic’a
operasyon hazırlığında olduğu öğrenildi.
Bölgeden alınan bilgilere göre 3 gün önce
IŞİD’in bölgedeki kamplarını bombalayan
koalisyon uçaklarının IŞİD’in kontrolünde
bulunan Minbic’i bombalamaya devam ediyor.
Operasyonları izleyen gazeteci Mohamed
Bilo BasHaber’e YPG’nin Minbic ve çevresine cephane ve askeri birlikler gönderdiğini
söyleyerek, yakın zamanda Cerablus ve Minbic
kasabasına operasyon düzenleyeceğini Bilo,
ABD’nin bölgede yoğun bombardıman yaptığını ve keşif uçaklarının bilgi topladıklarını
söyleyerek, “ABD bölgeyi izliyor ve IŞİD’in
barınaklarını bombalıyor. YPG de hazırlık
içinde birkaç güne operasyon başlayacak. IŞİD
Minbic ve Cerablus’tan çıkarsa Kürd şehirleri
birleşiyor. Stratejik yerler YPG’nin elinde.
YPG, IŞİD’i Minbic’tan çıkarabilir” şeklinde
konuştu.
ahabad Kürdistan Cumhuriyeti lideri Qazî
Mihemed’in idam edilişinin 69. yıl dönümü
vesilesi ile Zaxo Askeri Akademisi’nde bir merasim
düzenlendi. Merasimde eğitimlerini tamamlayan 201 kadın
komutan göreve başladı. Mezuniyet töreninde Kürdistan
Ordusu Başkomutanı ve Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı
Mesut Barzani, yaptığı konuşmada kadın Peşmergelerin
kahramanlıklarına inandığını söyleyerek, Peşmerge isminin
tüm dünyada Kürdlerin gurur kaynağı olduğunu ve tüm
dünyanın Peşmerge’yi övdüğünü ifade etti. Törene, KBY
Başkanı, Mesut Barzani, Kürdistan Güvenlik Ajansı Başkanı
Mesrur Barzani, Peşmerge Komutanı Zaim Ali, Zaxo Askeri
Akademisi Komutanı Feriq Şehab Ehmed’in yanı sıra çeşitli
ülkelerin elçileri, siyasetçiler ve Zaxo halkı katıldı. Akademi Komutanı Feriq Şehab törende yaptığı konuşmasında,
şimdiye kadar 21 dönem eğitim verdiklerini ve bu eğitimlerden 6 bin 197 komutan yetiştirdiklerini söyledi. Şehab,
“Bu dönemi önemli kılan şey ilk olarak kadın komutanların
eğitilmesinden kaynaklanıyor. Bu kadın komutanlarımız yaz
sıcağı altında, kışın soğuğunda, zorlu şartlarda eğitimlerini
başarıyla tamamladılar” dedi. Bu başarıları elde edilmesi için
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin her türlü desteği sağladığını
söyleyen Şehbab konuşmasının devamında şöyle dedi: “Bu
kadın komutanlarımızın görevlerinde başarılı olacaklarına ve her koşulda Kürdistan topraklarını savunacaklarına
inanıyorum.”
“Kızlarımız, erkeklerden farklarının olmadığını ispatladı”
Mesud Barzani törende yaptığı konuşmasında, özgürlük
için Peşmerge’nin fedakârlıklarına dikkat çekti. Barzani,
”Peşmerge’nin adı tüm Dünya’da gururla anılıyor. Kadın
Peşmerge komutanlarımızı kutluyorum. Sizlerden çok
umutluyum. Kahraman erkek kardeşleriniz ile beraber yan
yana büyük kahramanlıklar yapacağınıza, büyük bir boşluğu
dolduracağınıza ve çalışma azmini, direnişi tüm dünyaya
göstereceğinize inanıyorum’ dedi. Yaptığı konuşmasının devamında, Zaxo Akademisi komutan ve hocalarına teşekkür
eden Barzani, Zaxo Akademisi’nin Kürdistan’a çok hizmet
ettiğini söyleyerek şöyle konuştu: “Zaxo şehri devrim ve devrimciler yuvasıdır, hizmet edilmeye layıktır. Askeri Akademi
kurma kararı verdiğimizde Zaxo’yu seçtik. Ve bu karar da
doğru bir karardı.“
Barzani konuşmasında, IŞİD ile mücadelede yaşamını yitiren üç kadın Perşmerge’den de bahsederek kadın ve erkek
Peşmergeler arasında hiçbir fark olmadığını söyledi. Barzani,
“Sizler atalarınızın çok kıt şartlarla mücadeleye başladığı bu
KBY’nde devletleşmenin altyapısının kurulması bağlamında Zaxo
Askeri Akademisi’nde kadın Peşmerge komutanlar eğitiliyor. Son
dewrede eğitimlerini tamamlayan
201 kadın Peşmerge komutanı
göreve başladı. Zaxo Askeri
Akademisi’nde kadın komutanlar
tarafından eğitilen Peşmerge kadınlar için resmi tören düzenlendi.
yolun takipçisisiniz. Sizlerin bugün burada oluşu onların
kutsal çabalarının ve şehitlerimizin sayesindedir. Vatanımız
bir tehlikeyle karşılaşırsa artık kızlarımız, gençlerimiz, hazırdır, hepimiz ülkemizi, halkımızı savunmaya, canımızı vermeye hazırız. Kadınlarımız Peşmerge kardeşleriyle yan yana
IŞİD teröristleriyle savaştı. Bu da Kürdistan’ın her şeyden
değerli ve önemli olduğunu gösterdi. Peşmerge ismi tüm
dünyada Kürdlerin gurur kaynağı olmuştur. Tüm dünya kadın ve erkek Peşmergeleri övmektedir” ifadelerini kullandı.
‘Kürdistan Bayrağı gölgesindeyiz’
Konuşmasının devamın da akademinin bu döneminin
önemine dikkat çeken Başkan Barzani, “Sizler bu dönem çok
yoruldunuz ve emeğinizin karşılığını aldınız. Omuzlarınıza
yıldızlar takıp komutan olacaksınız. Bu, ağır bir görev ve
emanettir. Bu görevi ve yetkiyi Kürdistan’a hizmet için kullanmalısınız. Bu yetkinin anlamı budur. Biz, dünyaya kadın
ve erkeklerimizin arasında fedakarlık konusunda hiçbir fark
olmadığını göstermek istedik. Siz büyük bir kapı açıp, büyük
bir duvarı yıktınız. Diğer kızlarımızın da gelip sizler gibi
buna katılmalarını umut ediyorum. Kapımız onlara açıktır.
Kadınlarımızın da erkekler gibi ordumuzda yetki sahibi
olmasını istiyoruz. Şüphesiz sizler ağır bir görev aldınız.
Savaşlarda kızlarımız da şehit oldu. Kadınlarımızın da sistematik bir şekilde katılmalarını ve bilgi silahını kuşanmalarını istiyoruz. Barzani, günün önemine de dikkat çekerek; “Bu
gün Qazî Mihemed’in şehit edilişinin 69. Yıl dönümüdür. Bu
gün, O’nun Mele Mustafa Barzani’ye takdim ettiğin bayrağın
gölgesinde başı dik bir şekilde yaşıyoruz” açıklamasını yaptı.
Barzani, merasimde eğitimlerini dereceyle tamamlayan kadı
Peşmerge komutanlarının ödüllerini takdim edip onları
kutladı.
Komutanlar Akademisi
KBY’nin Zaxo İlçesi’nde IŞİD ile mücadeleye karşı
komutanların yetiştirilmesi için kurulan Zaxo Askeri
Akademisi’nin 21. döneminde kadın Peşmerge komutanlarının yetiştirilmesi kararlaştırıldı. 1996’da kurulan Zaxo Askeri
Akademisi’nde her yıl bir dönem eğitim veriliyor. Şimdiye
kadar yapılan 21 dönem eğitimde 200 ile 300 arasında komutan yetiştirildi. Şimdiye kadar yetiştirilen 6 bin 197 komutan,
Perşmerge birliklerinde ve Irak Ordusu’nda görev yaptı. Zaxo
Akademisi’nde yetiştirilen komutanlara, terörizme karşı
savaş taktikleri, askeri bilgi, modern silahların kullanımı gibi
konularda eğitim veriliyor.
07
Kasabanın erkekliği
FERHAT KENTEL
İnternetten çocuk pornosu indiren
ilahiyat profesörlerimiz var. İçinde
onlarca çocuğu taciz eden “insanların”
barınabildiği “dindar” vakıflarımız var.
Sadece “çalıyorlar ama çalışıyorlar”
değil; “çalıyorlar ama besmeleyle
çalıyorlar” özdeyişlerinin filizlendiği
memleketimizde, şehirlerimiz kutuplaşmış “milli davalar” altında yerle bir
olduktan sonra, aynı yerleri “abad”
etmek üzere hemencecik “görev aşkıyla” inşaatlara girişen iş
adamlarımız var... Sonra şu aşağıdaki haberlerin hepsi memleketimizde geçtiğimiz çok kısa bir döneme ait haberler...
“Karabük’ün Yenice ilçesindeki bir adam öz kızına
tecavüz etmek ve tecavüzden doğan 2 çocuktan kız olanına da
tacizde bulunmaktan tutuklandı.”
“Çorum merkeze bağlı Büyükdüvenci Beldesi’nde meydana gelen olayda 13 yaşındaki A.Ş. adlı kıza, öz babası, ağabeyi
ve amcası da tecavüz etti.”
“Bingöl’de dört esnaf 16 yaşındaki çocuğu üç yıl boyunca
istismar ettiler.”
Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde ortaokul öğretmeni 37
yaşındaki F.Ö., okulda yaşları 12 ile 14 arasında değişen 6
kız öğrenciye cinsel tacizde bulundu. Ama bu haberler, bu
konudaki haberlerin hepsi değil; kendinizi fazla yormadan,
daha tonla benzer haber bulursunuz. İşi biraz daha ciddiye alırsanız, memleketin karakollarını falan dolaşırsanız, eğer sizinle
paylaşırlarsa, buzdağının önemli bir kısmını daha görebilirsiniz.
Kafayı takıp, kendi bilginizi derleyecek şekilde “saha”ya çıkarsanız, hiçbir zaman buzdağının tamamına ulaşamazsınız ama
buzdağının boyutları hakkında epey ciddi bir fikir edinirsiniz.
Ancak kasabaların sırları çok derindir; herkes bilir ama sizin
gibi kasabanın yabancılarına zırnık haber sızdırmazlar. Kasaba
her zaman için ne kadar huzurlu, ne kadar çok değerlerine
saygılı olduğunu anlatır size.
Kasabanın meseleleri, eğer halının altına süpürülemeyecek
kadar büyürse, bazen dışarı çıkar... Mesela “Gaziantep’te
boşanma aşamasındaki eşinin evine gelen öfkeli koca, cinnet
getirerek aralarında eşinin de bulunduğu dört kişiye kurşun
yağdırır. Olay yerinden kaçan şahıs beş kişiyi daha öldürür”...
Ve bu arada öğreniriz ki, meğer kadının korunma talebi
varmış.
Olay o kadar vahşidir ki, kasaba saklayamaz; kasabanın
da içinde olduğu kasabalar federasyonu da saklayamaz. Dokuz
kişinin katili kısa süreli de olsa, ayıplamamız için işlevsel bir rol
oynar...
Olaylar bu kadar abarmazsa, kasaba ve onun içinde yer
aldığı kasabalar zihniyeti korumayı sağlar.
Mesela, “Diyarbakır’da yaşanan olayda tecavüz iddiasıyla
gözaltına alınan S.A önce 7.5 yıl cezaya çarptırılır, daha sonra
ceza 6 aya indirilir; en sonunda da cezası ertelenir.”
Takım elbiseyi, kravatı takıp “iyi halden yararlananlar”
vardır ama yıllar boyunca her türlü tacize, tecavüze, şiddete uğrayan kadın en sonunda celladını öldürünce “iyi halin” “i”sini
bile göremeyip, tam tekmil ceza alır.
“Huzurlu kasabamızın” derin sırlarını saklamasını kolaylaştıran başka mevzuular vardır... Kasabanın kendi kapalı
kimliğini, bir şekilde korumasını sağlayan, içerideki pisliklerini
örtmesini sağlayan çok elverişli bir “dışarısı” vardır çünkü. Bu
dışarısı, “milli” ya da başka herhangi bir “ulvi dava” tarafından,
en basit ifadesiyle, “günah keçisi”, daha da sık rastlanan ifadesiyle “düşman” olarak ilan edilmiş olan herhangi bir kimse,
grup, dinsel ya da etnik cemaat olabilir.
“Açık Radyo”daki “Açık Gazete” programında Ömer
Madra ve Murat Can Tonbil gayet makul bir şekilde bir soru
sordular. “Neden insanlar bu tecavüzler konusunda bir protesto yapmazlar? Mesela -yakıp yıkmasınlar ama -HDP binalarını
basan ‘hassas’ insanların bu konuda söyleyecekleri hiçbir şey
yok mu?”
Ahlaksızlığın tavan yaptığı, bu ahlaksızlığın baş müsebbibinin güce ve kazanmaya dayalı, kompleksli “erkeklik” ideolojisinin olduğu memleketimizde galiba HDP’ye vb. vurmak çok
daha kolay...
Erkeklik başka ne yapsın ki? Kasabanın sırrını açığa çıkarmak hiç kolay değil... Çünkü işin içinde kendisi var..
08
SÖYLEŞİ
BasHaber
SÖYLEŞİ
04 Nisan
- 10 Nisan 82016
Dr. Yekta Uzunoğlu:
Araplarla, Çekoslovakya Modeli imkansız
Dünyadaki politik ayrışmaların en başarılı örneklerinden sayılan ve çatışmasız,
savaşsız ayrılığı ifade eden Çekoslovakya Modeli’nin en önemli sonuçlarından
bir tanesinin Slovaklar’ın mağduriyeti olduğunu savunan Dr.Yekta Uzunoğlu,
“Tarih bu ayrılışın Slovaklar’ın zararına sonuçlar doğurduğunu ispatladı” diyor.
Çekoslovakya prosesinin ulusal, uluslararası ve hukuki boyutlarını inceleyen
Uzunoğlu, “Çekoslovakya’nın medeni ayrılışı Kürdler için model olamaz, çünkü
karşı taraf medeni değildir. Bağdat’taki bir boşanma olayında bile
Çekoslovakya’nın ayrılmasından daha fazla kavga çıkar” diyor.
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin, ‘Çekoslovakya Modeli’ne
benzer bir yöntemle ayrılmak istemlerini değerlendiren
Yeter Polat
Çekler ve Slovaklar’ın ortak tarih,
ortak hafıza konusunda nasıl bir
geçmişleri var?
Çekler ve Slovaklar lisan açısından birbirine çok yakın iki lisana sahip olmalarına
rağmen sosyo-etnolojik gelişmeleri dış
faktörlerden ötürü farklı bir seyir aldı.
Çekler zorla Hıristiyanlaşmayı Avrupa’da
kabul etmeyen ender milletlerden birisi
olmanın yanında Vatikan’a baş kaldıran
ilk halk oldu. Bu başkaldırı önce teolojik
bir başkaldırı hareketi olarak başlasa da
daha sonra (1419 - 1434) 15 yıl süren savaşın
yenilen tarafı Çekler olarak sonuçlandı.
Slovaklar ne teolojik ne de silahlı başkaldırıya katılan taraf olmadılar. Vatikan’ın
Katolisizmine sadık kaldılar. Teolojik
açıdan Vatikan’a başkaldırıyı başlatan
Çekler’in “ulu” din adamı Jan Hus’tur. Jan
Hus, Vatikan’a görüşmeye davet edilmiş, Vatikan’ın görüşme talebini kabul
etmiş, Vatikan yolculuğunda bugün artık
Almanya kenti olan Kostanz Kenti’nde
Katolik piskoposun konağında önce
ağırlanmış daha sonra tutuklanıp Kostanz
Meydanı’nda canlı-canlı yakılmıştı. Bu
olay Çek halkının “ilelebet” Vatikan’dan
ve Hıristiyanlıktan uzaklaşmasına neden
olan ana faktör olarak günümüze kadar Çek halkının beleğinde canlılığını
korumuştur. Çekler’in Avrupa’da dine
en az inanan halk olma sıfatının nedeni
tarihlerinde Vatikan ile yaşadıkları bu
tür kanlı, trajik deneyimlerdir. Slovaklar
Vatikan’la yoğun olmazsa da hep uyum
içinde oldular. Yalınlaştırırsak; Çekler
dine başkaldıran Slovaklar ise yoğun
olmazsa da Hıristiyan dinini kabul eden
halk oldu. 1434 yılında Çekler Vatikan’ı
temsilen Habsburg Hanedanlığı ile 15
yıl sürdürdükleri savaştan yenilen taraf
olarak çıkınca, 484 yıl süren Habsburg
Hanedanlığı’nın egemenliği altında
yaşamak zorunda kaldılar. Slovaklar ise
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çerçevesinde Macarlar’ın egemenliği altında
yaşamak zorunda kaldılar. Çek kültürünü
etkileyen hakim kültür Avusturya kültürüyken, Slovakları etkileyen hakim kültür
Macar kültürü oldu.
Uzunoğlu, yıllarca boğazlaşmış diktaların, radikal örgütler doğurduğu Irak
topraklarında Çekoslovakya Modeli’ne benzer medeni bir ayrılık getirmeyeceğini
ifade ederek şu görüşleri dile getirdi: “Bu Sayın Mesud Barzani’nin iyi niyet
ifadesidir ama var olan konjonktürde bunun kavgasız gerçekleşmesi mümkün
gözükmüyor. Sayın Barzani’nin Çekoslovakya Modeli’ne işaret etmesi şahsının
medeni yapısından kaynaklanıyor, ümidim karşısındakinin kendisi gibi medeni
ve insancıl olmadığını bilmiş olmasıdır.”
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Dr. Yekta Uzunoğlu, “Ayrılmayı isteyenler
Slovaklardı ama ayrılmadan sonra ekonomik açıdan yıkım yaşayan yine
Slovaklar”ın olduğunu söylüyor.
Çekleri, Slovaklar’dan ayrıştıran ana faktör, din ve iki farklı hakim kültürdür. Lisan
açısından iki lisanın Almanca’daki birbirine iki farklı lehçeden daha yakın olmalarına rağmen. 1.Dünya Savaşı’nın sonlarına
doğru Çekoslovakya, Avrupa’nın sınırlarının yeniden çizilmesi projesi çerçevesinde
Çek filozof T. G. Masaryk’in ABD’yi ikna
etmesi sonucu 28 Ekim 1918’de federatif
bir devlet olarak ortaya çıktı.
devlet yaratırken, Çekya’yı Almanya’nın
vilayeti ilan etmiş, Yahudi ve Sinti-Romanları gaz odalarına göndermişti. 2.
Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden kurulan
Çekoslovakya ise, 1992 yılı sonuna kadar
federatif yapısını korumayı başarmıştır.
Çekoslovakya’nın gerek 1938’de gerekse de
1992 yılında parçalanmasının nedenleri
hep dış faktörler, askeri, ideolojik, ekonomik müdahalelerle olmuştur.
Çek ve Slovaklar neden birleştirildi,
bugün iki ayrı devlet olan bu halklar
geçmişte ortak devlet olma mecburiyeti ile karşı karşıya neden kaldı?
Çekoslovakya yukarıda belirttiğim şartlarda ortaya çıktı ve başlangıçtan itibaren
federatifti. O dönemin Avrupa şartlarına
göre çok ileri bir demokrasiyle doğdu. Federatif yapının yanı sıra o dönemde ülkede
yaşayan diğer tüm azınlıkların hakları da
yasal anlamda güvence altına alınmış ender bir ülkeydi. 1918 yılında doğan Çekoslovakya sınırları içinde Çek ve Slovaklar’ın
dışında 1.2 milyon civarında Alman, 300
bin civarında Macar ve 200 bin civarında
Çingene, 100 bin Yahudi yaşıyordu ve tüm
bu azınlıkların, çoğunlukla eşit hakları
vardı. 1918-1938 yılları arasında kurulan
koalisyon hükümetlerinin çoğunda Alman
Partisi koalisyon ortağı olarak hep vardı.
Çekoslovakya Modeli, yanı başlarında etnik temizliklerin yapıldığı,
yüzyılın en korkunç katliamlarının
yaşandığı Yugoslavya deneyiminin
alternatifi olarak siyasi literatüre
girdi. Bu iki halk ayrılma konusunda
nasıl süreçler izledi?
1992 yılında Slovak yerel hükümeti
federal hükümetin dışında ayrılma kararı
aldı, Çek hükümeti de Slovak hükümetinin bu isteğine karşı çıkmadı, federal
hükümet kendisine bağlı polis ve ordu
ile bu ayrılışa karşı çıkabilirdi ancak iki
hükümetin aldığı karara saygılı davrandı
ve federasyon yıkıldı. Bu ayrılışın hukuki
eksikliği ise referanduma gidilmeden
gerçekleştirilmiş olmasıydı. Ülkenin mali
değerleri 2/3 - 1/3 prensibi baz alınarak
çözüldü. O dönemde Çekoslovakya’nın
nüfusu 15 milyondu, Çekler 10, Slovaklar
5 milyondu. 2/3 - 1/3 modeli ise, nüfus
sayısına göre alındı. Örneğin ordunun 750
tankı varsa, 250 Slovakya’ya 500 tanesi
Çekya’ya gönderildi.
Çekoslavakya iki halkın ortak devleti
olabildi mi? Bu örnek baz alınırsa iki
ayrı halk tek bir devlet çatısı altında
‘eşit’ olarak birlikte yaşayabilir mi?
Milliyetçiliğin hakim olduğu o dönemin
Avrupası’nda Çekoslovakya post-modern
modeli yaşayabilirliğini kanıtlayan bir
örnek ve istisnaydı. Çekoslovakya’nın
eşit haklara sahip çok uluslu yapısı onu
sadece, kültürde, sanatta, teknikte ve bilimde değil buna paralel olarak Avrupa’nın
o döneminin en gelişmiş ekonomisine
sahipliğini de beraberinde getirdi.
1938 yılında Hitler’in Çekoslovakya’yı
istilasında, dönemin Avrupası’nda hakim
olan ulus-devlet modeliyle zıtlaşan bu
ender örneği ideolojik nedenlerle yok
etmekte yatıyordu. Hitler, Çekoslovakya’yı
işgal ettikten sonra Çekoslovakya’yı parçalamış, azınlık Slovakya’dan özgür bir ulus-
Ayrılma iki toplum ve devlet açısından mutlu son olabildi mi? İki halk
ve devletten biri diğerine göre mağdur olmadı mı?
Ayrılık isteyenler Slovaklar’dı ama
ayrılmadan sonra ekonomik açıdan yıkım
yaşayan da Slovaklar oldu. Bu çöküş
günümüze kadar da durdurulabilmiş
değil. Slovakya’da ayrılıştan sonra patlayan
işsizlik yüz binlerce Slovak’ın Çekya’da iş
ve yeni bir yaşam aramasına neden oldu.
Diğer tarafa yerleşmiş nüfus sorunu,
evliliklerden kaynaklı melez nüfus
sorunu, mülk, mübadele vs gibi sorunlar yaşandı mı?
Hayır kesinlikle her şey eşine rastlanılmayan medeni bir hukuk ve ahlak
çerçevesinde gerçekleştirildi. Çekya’da
yaşayan Slovaklar’a Çek vatandaşlığı hakkı
verildi, vatandaşlık milliyet baz alınarak
oluşturulmadı.
Ayrılıktan sonra iki toplum ve devlet
arasında nasıl bir ilişki gelişti? Çifte
vatandaşlık vs. gibi..
Çekler Slovaklar’a karşı hep eşine ender
rastlanılır bir toleransla yaklaştılar ve
hemen ayrıldıktan sonra Slovakya’ya karşı
gümrük uygulamama kararı aldılar. Aynı
olgunluğu ilk ayrılış yıllarında Slovaklar
gösteremediyse de daha sonra onlarda olgunlaştı ve 18 yıldır iki ülke Avrupa’da her
alanda birbirine karşı en yakın ülkedirler.
Her hükümetin veya seçilen her yeni
Cumhurbaşkanı’nın ilk yurtdışı ziyaretini
ayrıldıkları ülkeye yapması ise gelenek
haline getirilmiştir.
Çek ve Slovaklar’ın yaşadığı ‘kavgasız ayrılık’ deneyimi Kürd ve Arap
ilişkilerinde bir model, esin kaynağı
olabilmesi mümkün mü?
Bu konuyu yıllardır araştırıyorum,
Çekoslovakya’nın medeni ayrılışı Kürdler için model olamaz, çünkü karşı taraf
medeni değil. Bağdat’taki bir boşanma
olayında bile Çekoslovakya’nın ayrılışından daha fazla kavga çıkar.
KBY Başkanı Mesud Barzani, amaçlarının ‘Çekoslovakya Modeli’ne benzer bir yöntemle ayrılmak olduğunu
ifade ediyor. Bu sadece bir niyet
ifadesi mi? Yıllarca boğazlaşmış,
diktalar, radikal örgütler doğurmuş
Irak topraklarında Çekoslovakya
benzeri medeni bir ayrılık söz konusu olabilir mi?
Bu Sayın Mesud Barzani’nin çok iyi
niyet ifadesidir ama var olan konjonktürde
bunun kavgasız gerçekleşmesi mümkün
gözükmüyor. Sayın Mesud Barzani’nin
Çekoslovakya Modeli’ne işaret etmesi
şahsının medeni yapısından kaynaklanıyor, ümidim karşısındakinin kendisi
gibi medeni ve insancıl olmadığını bilmiş
olmasıdır.
ANALİZ
BasHaber
04 Nisan - 10 Nisan 2016
9
SÖYLEŞİ
Yaşar Abdülselamoğlu:
Kan dökmeden
ayrılık mümkün mü?
S
lovak ve Çek siyasetçiler 1917 yılında ABD’nin Pittsburgh kentinde toplanarak iki ulusun eşit bir şekilde
temsil edildiği bir devletin kurulmasını kararlaştırmış
ve böylece Çekoslovakya kurulmuştur. Çekoslovakya devleti
adı altında karşılıklı kan akıtmadan, barış içinde yaşayan Çek
ve Slovaklar 1 Ocak 1993 tarihinde iki ayrı devlete ayrıldılar.
Ayrılma şekillerinin karşılıklı anlayışa, uzlaşmaya dayanması itibariyle “Kadife Ayrılış Modeli” ve Kibar Ayrılış” olarak
da adlandırılan Çekoslovakya tipi ayrılma modelinden
bahsedilmektedir. Her iki ulusun ortak bazı özellikleri var:
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çerçevesinde birlikte
olmuşlardır. Dilleri, kültürleri birbirine yakındır. İki tarafta
Slav halklarıdır. Dinsel, mezhepsel olarak aralarında ciddi
sorunlar yoktur. Çekler daha büyük nüfusa ve modernliğe,
Slovaklar daha az bir nüfusa ve kırsal toplum tipine sahipler.
Zamanında okumuşluk düzeyi, şehirleşme oranı Çeklerde
daha ileri olduğu için Çeklerin etkinliği daha büyük olmuştur. Slovaklar “uluslaştığı” ölçüde sosyal, idari ve ekonomik
alanda daha fazla yer almak için mücadele etmeye başlamışlardır. Daha sonra federasyon sistemine geçmişlerdir.
Çekler ve Slovaklar, sosyalist düzenin çökmesinin ardından gelişen milliyetçi söylemlerin sonucunda ayrılmaya
karar verdiler. Çek ve Slovakların ayrılıklarında ekonomik
rasyonalizasyon diyebileceğimiz bir bakış açısının önemli
rol oynadığı açıktır. Milli hasıla Çeklerde daha fazlaydı ve
sürekli olarak Slovaklara parasal yardım yapıyorlardı. Çekler
bu yardımları 1991 yılında durdurdular. Bunun ardından Çek
ve Slovak milliyetçi siyasetçileri arasında birlik konusunda
büyük tartışmalar başladı. Bazı siyasetçiler ayrılmayı kabul
etmemelerine rağmen, 23 Temmuz 1992 tarihinde iki ülkenin
ayrılması konusunda anlaşmaya varıldı. Böylece 31 Aralık
1992 tarihinde ülke barışçı bir şekilde iki ülkeye ayrıldı.
Bu bir “Anlaşmalı ayrılık” idi. Aslında her iki tarafta da
halkın çoğunluğu ayrılmak istemiyordu. Eylül 1992’deki bir
ankete göre, ayrılık isteyenlerin oranı Slovaklarda %37, Çeklerde ise %38 idi. Ancak, bugün artık iki tarafta da yeniden
birleşmek için herhangi bir nostalji yoktur. Bugünkü durum
gözlemciler tarafından Çek ve Slovak ilişkilerinin en iyi dönemi olarak değerlendiriliyor. Siyasi, diplomatik ve komşuluk
ilişkileri hala çok güçlüdür.
Türkçe de en zor söylenen Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız? kelimesini artık bir model sorunu olarak da
görebiliriz.
İstenilmeyen birlik mi, anlaşmalı ayrılık mı!
Bu “Kibar ayrılık” modeli Ortadoğu’da, Kürdistan ve
Irak’ta bir imkan olarak kullanılıp kullanılamayacağını
anlayabilmemiz için iki şey üzerinde önemle durmak
lazım. Birincisi, ayrılığa sebep olan temel faktörlerdeki benzerlik sorunu, ikincisi ise, millet
iradesinin ayrılık için temel referans ve meşruiyet garantisi olarak görülüp görülmediği
sorunudur.
“Ekonomik rasyonalizasyon”, ulusal
güvence ve demokrasinin korunması gibi esaslar üzerinden Güney
Kürdistan’ın Irak’la olan sorunlu ilişkisine bakarsak, benzerlikler görebiliriz.
Irak’ta üç Başbakan, Kürdistan ile olan
mali, güvenlik ve demokrasi sorununu
“çözme” vaadiyle değişti son on yıl içinde, hiç biri değişim
sırasında vermiş olduğu sözü tutamadı. Irak Anayasası,
demokrasi, güvenlik ve mali sorunlar bakımından iki ülke
arasında sürekli bir krize sebebiyet veriyorsa ayrılma hakkını
da beraberinde getiriyor demektir. Bu sorunların çözümü
bugün de birlik içinde imkansız görünüyor. Kürdistan kendi
zenginlikleri üzerinde açlığa, sefalete sürükleniyor. Kendi
güvenliğini sağlama, yegane meşruiyet esaslarından biri olan
demokrasiyi tehlikeye sokuyor. Bu nedenle, ayrılık her iki
taraf için de en akıllı, en rasyonel çözüm şekli olarak görülüyor. Anlaşmalı bir ayrılığı sağlamak için taraflar birbirleriyle
rasyonel argümanlarla konuşmalı, diyalog kesilmemeli, ayrılığa temel referans olarak salt farklı kimlik durumları, dinsel
gerekçeler vs. değil, özellikle, gelişmeyi, sağlayacak ekonomik
rasyonalizasyon söylemlerine öncelik verilmeli.
İkinci konu ise, milletin iradesinin esas alınmasıdır. Milletin iradesi referandumla ortaya çıkar. Demokratik dünya,
temel sorunlarını milletin iradesini kutsal bilerek çözdü.
Bunun Ortadoğu’da, Kürdler içinde farklı olacağını düşünmek ideolojik yanılgıdır. Referandum Kürdistan’ın Irak’tan
ayrılık sorununun salt bir liderin, partinin, siyasetin sorunu
olup olmadığını ortaya koyacaktır. Kürd millet ezici çoğunluğu ile Kürdistan’ın kaderini belirlediği zaman, siyasete irade
beyanında bulunduğu zaman artık sorun Kürd liderlerinin,
partilerinin sorunu olmaktan çıkmış, tarihin uyulması
gereken bir zorunluluk haline gelmiş demektir. Millet iradesi
Kürd partileri içindeki tartışmalara da son verecek hüküm
gücündedir. Irak, komşular ve dünya Kürdlerin millet olma
iradesine saygı duymak zorundadır. Millet iradesi konuştuğu
zaman, bütün “tanrılar” susmak zorundadır. Kürd siyasetçisi,
tabii ki, herkesten fazla bu iradeyi kendi kutsal iradesi olarak
bilmeli, onu esas referans ve meşruiyet zemini olarak almalı
ki, herkes de aynı tavrı göstersin.
KBY’de millet iradesi geleceği belirleyecek
Referandum Kürdler için, Kürd siyaset anlayışı için yeni bir
milat olacaktır. Artık, milletin kutsal iradesine başvurmak
temel siyaset biçimine dönüşecektir. Kürdlerin kendilerine
saygıları artacak, partiler arası boş tartışmalar, çekişmeler
ortadan kalakacak, Kürd siyasetleri birbirlerine yaklaşmak,
ortaklaşmak zorunda kalacaklardır. Demokratik mekanizmalarla belirlenmiş millet iradesine riayet etmeyen siyaset
marjinalleşecektir. Bunu sadece Güney için değil, Rojava için,
Bakur için de söylüyorum. Kürdlerin referandumu
temel siyasi gidişatı belirleme mekanizması olarak
kullanmaları ilerisi için Ortadoğu’da Kürd Modeli
diye bir siyaset olayının tartışılmasına sebep
olabilir. Başka halkların iradesi ve siyasi yaşamının da bu şekilde belirlenmesi durumlarını ortaya
çıkaracaktır. Demokrasiyi Ortadoğu’ya
layık gören zihniyet ve görüşler daha
fazla gelişecektir.
Ortadoğu referandumlardan korkmasın, demokratik dünya kendisi
için layık gördüğü siyasi kültür
ve mekanizmayı Ortadoğu’ya
da layık görmelidir. Bunun aksi,
Sykes-Picot anlayışının başka
araç ve senaryolarla devam
etmesi anlamına gelecektir.
09
Çatışma niçin başladı nasıl
bitecek?
AHMET ÖZER
Bugün sorulması gereken temel
soru şudur. Uzun bir süreden sonra bu
çatışma neden başladı, kim başlattı,
sonuçları nasıl gelişecek, kimleri
nasıl etkileyecek ve nasıl bitecek? Bu
soru zincirini doğru cevaplayabilmek,
objektif bir biçimde tespitleri yapıp,
doğruları ve yanlışlıkları ortaya koymak
için bir an durup kendimizi tarafların
yerine koyarak olaya bakalım. PKK
yeni konjönktürün yarattığı olanaklardan yararlanarak yeni
kazanımlar elde etmek istiyor. Olayların seyri PKK’nin bu
nedenle yeni bir strateji denemeye giriştiğini gösteriyor.
Bütün bunların Suriye’deki gelişmelerle yakından ilişkisi
var tabi. PKK, Rojava’daki konumun tahkim edilmesini
istiyor. Buna bağlı olarak savaşı kırsaldan kentlere taşıyarak
bölgedeki şehirleri ve kasabaları Kobanileştiriyor. Bu stratejiyle bir yandan hakimiyet alanlarını büyütmek ve pekiştirmek
isterken öte yandan devletin şiddetine maruz kalmış yerleri,
insanları, yıkılmış kasabaları başta BM olmak üzere dünyaya
göstererek iç yüzünü teşir ettigi düşünüyor. Buna karşılık
Türkiye Rojava’daki Kürd koridorunu kendine tehdit olarak
görüyor. IŞİD’e karşı verdiği mücadele ile batının desteğini ve
takdirini kazanan PYD’nin uluslararası meşruiyetini kırmak
için PKK ile aynileştirmeye çalışıyor. PKK ise devletin silahla
kendini alt edemeyeceği mesajını vermek için, büyük kayıpları
ve bölgede meydana gelen yıkımları göze alıyor. Bu çerçevede,
bölgede güçlü olduğu yerlerde hendek ve barikatlarla öz yönetim ilan ederek Türkiye’yi meşgul etmek, Rojava’nın güçlenmesini sağlamak istiyor. Batı’da ise gerçekleştirdiği bombalı
eylemlerle hükümeti sarsmak halkın tepkisini ona yöneltmek
istiyor. Bu strateji bir yandan PKK’nin dünya nezdinde son
zamanlarda IŞİD’e karşı verdiği mücadele kazandığı meşruiyetini sorgulatıyor, öte yandan bölge halkı tarafından sorgulanıyor. Gözlemciler halkın giderek örgütle arasına mesafe
koymaya çalıştığını söylüyor. Ancak halkın örgüte kızgınlığı
devlete yakınlığı anlamını taşımıyor. Çatışmalarda sadece
halkın evi barkı yıkılmıyor, çok sayıda sivil de can veriyor..
Aslında HDP’nin 7 Haziran çıkışını ne Erdoğan ne de
örgüt benimsedi. 1 Kasım’dan sonra ise arada kaldı. Bir
kere HDP’nin geliştirdiği ve 7 Haziran seçimleriyle Batı’dan
da büyük teveccüh gördüğü Türkiyelileşme söylemi büyük
yara aldı. HDP’yi destekleyen batıdaki aydınlar ve halkın bir
kısmı “aldatılmışlık duygusu” yaşıyor. PKK’nin yaptıklarını
ne tam onaylıyor ne de tam karşı çıkabiliyor. Bu kararsızlık
ve bu konuda politika üretememezlik hali onu sadece çözüm
gücü olmaktan uzaklaştırmıyor, halktanda uzaklaştırmaya
yol açıyor. MHP tamamen güvenlik politikasına saplanmış
durumda. CHP ise cesur bir adım atamıyor. Bir yandan devleti
ele geçirdiğini söylediği AKP hükümetinin politikalarını
eleştirirken öte yandan buna alternatif olacak cesur çözümler
ortaya koyamıyor.
Çıkış üç noktada odaklanıyor: Birinci nokta, dış politikanın gözden geçirilmesidir. Türkiye’nin Suriye politikasının
kökten yanlış olduğu ortaya çıkmasına rağmen ısrarla bu
politikanın değiştirilmeden sürdürülmesi Türkiye ve Ortadoğu
halklarına zarar veriyor. Türkiye’nin Suriye’de Kürdler başta
olmak üzere diğer halklarla “kaybet kaybet” politikası yerine
“kazan kazan” politikasına dönmesi gerekir.
İkinci önemli nokta çözüm masasına dönülmesidir. Bunun
için öncelikle bir çatışmasızlık ortamının yaratılması elzemdir.
Çözüm masası kurulmazsa ve çatışmalar bu şiddetle devam
ederse taraflar kan kaybederken, bölge halkı yaşananlar
karşısında aidiyet bağlarını sorgulayacak ve duygusal kopuş
artacaktır. Hiçbir çatışma ve savaş sonsuza kadar sürmeyeceğine göre, sonunda masaya oturulduğunda taraflar masaya
kaybetmiş olarak oturmak zorunda kalacaktır. (Bu meyanda
olan, ölen yoksul halk çocuklarına olmuş olacak.)
Üçüncü noktada hükümetin demokrasi alanını daraltmak
için kullandığı bütün ideolojik askeri ve yasal baskıları ve anti
demokratik uygulamaları bir kenara bırakması; biran evvel
demokrasiyi ve özgürlükleri genişletecek, eşitliği ve adaleti
sağlayacak adımlar atmalıdır.
10
HABER
BasHaber
04 Nisan - 10 Nisan 2016
Barış Vakfı:
Bu savaşın kazananı olmayacak
B
Brusk Xamurpet
arış Vakfı tarafından Ankara Neva Palas
Otel’de düzenlenen basın toplantısında
çözüm sürecine dair “Dolmabahçe’den
Günümüze Çözüm Süreci: Başarısızlığı Anlamak ve Yeni Bir Yol Bulmak” konulu bir rapor
hazırlandı. Çatışmalı sürece değinerek, savaşın
kazananının olmadığının dile getirildiği
raporda, hem PKK’ye, hem de devlete öneriler
sunuldu. Raporu hazırlayan akademisyenler
ise taraflara çağrıda bulunarak masaya dönme
çağrısı yaptı. Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi
Vahap Coşkun, “Şu anda şiddet ve güvenliğe
sıkıştırılan yol çözüme engel oluyor. Tarafların
bunu görmesi gerekir. Tarafların bunu görerek
tekrardan barış sürecini başlatması gerekir”
derken, Mardin Artuklu Üniversitesi Öğretim
Üyesi Cuma Çiçek ise, “Ortada çok ciddi can
kayıpları var. Bölgedeki insanlar bu ne zaman
bitecek diye merak ediyorlar. Aslında iki tarafın içine girdiği yol kazananı olmayan yoldur.
Ne PKK ne devlet bunu kazanamaz” dedi.
Barışın inşa edilebilmesi için dilin silahsızlandırılması gerektiğini söyledi. Dilin nefrete,
ötekileştirmeye yol açtığını, bunun herkesi
zehirlediğini söyleyen Hakan Tahmaz, raporun barış için küçük de olsa bir damla olmasını
diledi. Toplantıya akademisyen, insan hakları
savunucuları ve çok sayıda kişi katıldı.
Raporu hazırlayan Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun ile Mardin Artuklu
Üniversitesi Öğretim Üyesi Cuma Çiçek
sundu. Raporda, çatışmalı sürecin bir “kaybet-kaybet” oyununa dönüştüğü belirtilerek,
taraflara siyasi çözüm için müzakereye dönme
çağrısı yapıldı. Devlet ve PKK arasındaki güven
sorununa rağmen, halkın büyük çoğunluğunun barış ve siyasi çözümden yana olmasının
Kürd sorununun siyasal çözümü için iki
önemli dayanak olduğu vurgulandı.
“Süreç, doğası gereği birçok zorluğu
içeriyordu”
Raporda PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından 2013 yılının Newrozu’nda dile getirilen
barış çağrısı ile birlikte insanların artık barışı
istedikleri de vurgulandı. Yapılan çağrının usulü kadar içeriğinin de önemli olduğu vurgulandığı raporda, Öcalan’ın çağrısının barış adına
önemli olduğu kaydedildi. Çözüm sürecinin
neden başarısız olduğu sorulan raporda, şunlar belirtildi: “Bunca yıkıma ve tahribata neden
olan mevcut çatışmaların ortadan kalkması,
Kürd meselesinin silah ve şiddet yolundan
tekrar diyalog ve müzakere yoluna girmesi için
2013-2015 Çözüm Süreci’nin neden başarısız
olduğu sorusu cevaplanmalıdır. Bu soruya
verilen doğru ve yeterli açıklamalar, yeni bir
diyalog ve müzakere sürecinin inşasına katkı
sağlayabilir. Çözüm Süreci’nin başarısız olmasına neden olan birçok dinamik bulunmakla
birlikte üç temel yapısal hatanın altı çizilmelidir: Zamanın kullanımı, aşırı muğlaklık ve
taahhütlere uyulmaması. Süreç, doğası gereği
birçok zorluğu içeriyordu. Yapısal hatalar da
buna eklenince süreç akamete uğradı.”
“Kazananı olmayan yol”
2015 yılından sonra çözüm sürecinin bittiğinin hatırlatıldığı raporda şunlar belirtildi:
“Cizre, Sur, Ankara derken, Kürd meselesi
bağlamında işler her geçen gün daha kötü bir
noktaya gideceğimize işaret ediyor. Barış ve
siyasi çözüme dair sözler duyulmaz, kıymetsiz
oldu. Ancak, girdiğimiz yolun yol olmadığını
hatırlamak ve hatırlatmak dışında seçeneğimiz
de yok. Zira bu yolun kazananı yok, kaybedeni
ise çok. PKK’nin kent çatışmalarıyla, Kürd
meselesinde masaya dönüş dışında yeni bir yol
açma şansı yok. PKK şiddete başvurarak bu
savaşı kazanamaz. Lakin devlet de bu savaşı
kazanamaz. Müzakereyi dışlayan bir yolla
devlet, ne Kürd meselesi ile baş edebilir, ne de
onu çözebilir. Devlet normatif olarak kazanamaz. Zira AK Parti’li Kürdler de dahil, Kürdler
arasında bu sorunun bir terör ve güvenlik
sorunu değil, siyasi bir sorun olduğuna dair
güçlü bir mutabakat var. Bu da meseleye siyasi
bir çözümü zorunlu kılıyor.”
Taraflara öneriler
Raporda hem PKK’ye hem de devlete çatışmalı sürecin bitmesi için önerilerde bulunuldu. Raporda şu önerilere yer verildi: “Kent
çatışmalarının yaralarının sarılması ve mağduriyetlerin giderilmesi için çatışmasızlığın ivedilikle sağlanması gerekir. Kürd meselesinde
şiddet sarmalını büyütecek, güven erozyonunu derinleştirecek olan, dokunulmazlıkların
kaldırılması, parti kapatma tartışmaları gibi
adımlardan kaçınılmalıdır. Çatışmasızlığın
sağlanması için çatışmaların yoğunlaştığı ve
büyük yıkımların meydana geldiği ilçeler başta
olmak üzere, kentsel alanlar silahtan arındırılmalı, başka bir ifadeyle de militarize edilmelidir. Bu konuda PKKK kentsel alanlardan silahlı
Barış Vakfı’nın “Dolmabahçe’den
Günümüze Çözüm Süreci: Başarısızlığı
Anlamak ve Yeni Bir Yol Bulmak” başlıklı
raporunda tarafların bir an önce savaştan vazgeçmesi gerektiği belirtilerek,
savaşın kazananının olmadığı dile getirildi. Ayrıca raporda, “mağduriyetlerin
giderilmesi ve toplumsal yeniden inşa
için ülke ölçeğinde bir seferberlik ilan
edilmelidir” ifadeleri kullanıldı.
militanlarını çekmeli, hendek ve barikatlarla
kentsel alanlarda ‘alan hakimiyeti’ arayışına
son vermelidir. Devlet sokağa çıkma yasaklarına son vermeli. Özel harekat gibi askeri/polis
güçlerini kentlerden geri çekilmeli, kentsel
alanlardaki polis gücü olağan asayiş işlerini
yürütecek sınırlara çekilmeli. Yaşamını yitiren
yurttaşlar için yas ilan edilmeli.”
Yıkılan kentler için çağrı
Raporda ayrıca Sur, Silvan, Cizre, Nusaybin,
Dargeçit, Silopi, İdil içinde meydana gelen
yıkımlar için de önerilerde bulunuldu. “Sur,
Silvan, Cizre, Nusaybin, Dargeçit, Silopi, İdil
ilçeleri başta olmak üzere çatışmaların yoğunlaştığı yerleşim yerlerinde yaraların sarılması,
mağduriyetlerin giderilmesi ve toplumsal
yeniden inşa için ülke ölçeğinde bir seferberlik
ilan edilmelidir. Can kayıpları ve hak ihlalleri
konusunda etkin bir inceleme ve soruşturma
yürütülmelidir. Bu konuda meclis bünyesinde
bir komisyon oluşturulmalıdır. “
“Dil silahsızlandırılmalıdır”
Raporda, “yeni bir müzakere sürecinin
zeminini oluşturmak ve yeni bir müzakere süreci, mekanizmaları ve aktörleri” kısmında ise
taraflara önerilerde bulunarak, çözüm sürecinin tekrardan başlatılma çağrısı yapıldı. Raporun bu bölümünde ayrıca tarafların kullandığı
dille dikkat çekilerek şunlar vurgulandı: “Son
çatışmaların gösterdiği üzere bir ‘kaybet-kaybet’ oyunu olan mevcut gidişattan çıkmak için
Kürd meselesinin siyasi çözümünün herkese
kazandırdığı, bir kazan-kazan oyunu olduğu
hatırlanmalı ve bu fikriyat kamuoyunda
tartışılmalıdır. Güven sorunun giderilmesi için
taraflar sembolik adımlar atmalı. Dil silahsızlandırılmalıdır. Başta AKP hükümeti ve HDP,
PKK olmak üzere, siyasi partiler, medya, sivil
toplum örgütleri, akademi gibi tüm taraflar bir
uzlaşı ve çözüm dili oluşturmalıdır. Akil İnsanlar deneyimi dikkate alınarak, ülke ölçeğinde
tüm süreci takip edecek, taraflardan bağımsız
bir Uzlaşı ve Çözüm Heyeti kurulmalıdır.”
Coşkun: Taraflar tekrar masaya dönmeli
Raporu hazırlayan Dicle Üniversitesi
Öğretim Üyesi Vahap Coşkun rapora ilişkin
BasHaber’e konuştu. Coşkun, 7 Haziran’dan
sonra yaşananların ardından bölgede kırılmaların başladığını belirterek, şunları söyledi:
“Çözüm süreci ile birlikte insanlarda bir umut
biriktirdi. Ama çatışmalı süreç ile birlikte
insanların umutları kırıldı. Şu anda şiddet ve
güvenliğe sıkıştırılan yol çözüme engel oluyor.
Kürd meselesinin geldiği boyutu gösteriyor ki
bu şekilde bir yolla çözmenin imkanı yok.”
Çiçek: Devlet böyle yaparak sorunu
derinleştiriyor
Mardin Artuklu Üniversitesi Öğretim Üyesi
Cuma Çiçek ise, toplumun sorunun çözülmesi
için talepleri olduğunu ve hazırlanan rapor
ile bunların dikkate alınarak hazırlandığını
ifade ederek şunları söyledi: “Bunun siyasi
bir çözüm ile çözüme talebi var. Ama ortada
çok ciddi can kayıpları var. Bölgedeki insanlar
bu ne zaman bitecek diye merak ediyorlar.
İnsanlar bunca yıkıma neden olan bu süreç
ne zaman bitecek diye merak ediyor. Aslında
iki tarafın içine girdiği yol kazananı olmayan
yoldur. Ne PKK ne devlet bunu kazanamaz.”
BasHaber
Sur’a dava
D
HABER
04 Nisan - 10 Nisan 2016
Adem Özgür
iyarbakır’ın Sur İlçesi’nde aylardır süren çatışmalar
ve sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte harabeye çevrilen, yıkılan veya yakılan yerler, “Toledo”, “kentsel
dönüşüm”, “Master Eylem Planı” ve “acele kamulaştırma”
isimleriyle yeniden dizayn edilmeye çalışılıyor. 2 Aralık’ta
yasağın ilan edilmesiyle yoğun çatışmaların yaşandığı Sur’da
ağır hasar gören alanlar için Bakanlar Kurulu’nun Resmi
Gazete’de yayımlanan kararı ile ‘acele kamulaştırma’ kararı
alındı. Kararla, ilçedeki 15 mahallede bulunan toplam 368
adadaki 6 bin 300 parselin acele kamulaştırılmasını karar
verildi. Diyarbakır Valiliği’nce Sur İlçesi’nde yürütülecek
uygulamalarla bölgede yaşayan vatandaşların mağduriyetlerinin giderileceği ve can ile mal güvenliğinin sağlanacağı
yerleşim alanlarının oluşturulacağı bildirildi. Valilikten
yapılan açıklamada, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında 22.10.2012
tarih ve 2012/3900 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile “riskli
alan” ilan edilen Diyarbakır’ın Sur İlçesi Suriçi bölgesindeki
taşınmazların 21 Mart 2016 tarih ve 2016/8659 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı ile acele kamulaştırılması hakkında kararların
25 Mart 2016 tarih ve 29664 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdiği anımsatıldı.
Öte yandan ‘acele kamulaştırma’ya yönelik tepkiler de
gelmeye başladı. Diyarbakır Barosu, HDP, Diyarbakır’daki
sivil toplum örgütleri ile Mimarlar Odası Ankara Şubesi yaptıkları açıklamalarla ‘acele kamulaştırma’ düzenlemesinden
vazgeçilmesi gerektiğini aktardılar.
Diyarbakır Barosu davası açtı
Alınan karar, birçok kesim tarafından tepkiyle karşılandı.
Diyarbakır Barosu, Bakanlar Kurulu kararıyla Diyarbakır
ili Sur İlçesi’ne getirilen acele kamulaştırma kararına karşı
Danıştay’da kararın yürütülmesinin durdurulması ve iptali
istemiyle dava açtı. Diyarbakır Barosu yaptığı açıklamada,
acele kamulaştırma kararının mülkiyet hakkını ağır bir
şekilde ihlal ettiği, mülkiyet hakkını koruma altına alan
Anayasa’ya, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de açıkça aykırı olduğunu ifade
etti. Açıklamada “Sur İlçesi’nde yapılmak istenenin kent ve
toplum yararına bir ihya çalışması olmadığı, ‘askeri/güvenlikçi imar’ çalışması olduğu yönünde büyük kaygılar taşımaktayız” dendi. HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ise,
grup toplantısında, “Kamulaştırma kararı verilen alanların
içerisinde belediyelere ait araziler ve binalar var. Bunlara el
konulmak isteniyor. Bunun neresinde hukuk, hak ve adalet
var” diye sordu.
Demirbaş: Bu aceleye ne gerek var?
Eski Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, “acele kamulaştırma” ile ilgili BasHaber’in sorularını yanıtladı. Sur’un
Diyarbakır’ın kalbi olduğunu, yapılmak istenen şeyin ise
Diyarbakır’ı ele geçirerek onu çökermek olduğunu belirten
Demirbaş, “Oradaki halkla, STK’lerle, yerel yönetimle birlikte
bir eylem planı yapmalıdır. Acele kamulaştırmada camiler,
okulların, özel aile yerlerinin birçoğu da kamulaştırıldı. Bu
da gösteriyor ki; yangından mal kaçırılmış gibi yapılmış ki bu
da hükümetin ne kadar yanıldığını gösteriyor. Bu kadar aceleciliğe ne gerek var” şeklinde konuştu. Yapılanların hukukla
da bir ilgisinin olmadığını altını çizen Demirbaş, hükümetin
kendisine yakın müttehitlere peşkeş çekeceğini söyledi.
Bilici: Belediyenin hizmet binası da kamulaştırıldı
İHD Diyarbakır Şube Başkanı Bilici ise, BasHaber’e yaptığı
açıklamada, acele kamulaştırmanın hukuk dışı bir düzenleme olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Formalite
bazı şeyler yerine getiriliyor; yasalara dayandırılıyor ama
öyle değil. Bize göre bu işgaldir. Bir ilçenin tamamı kamulaştırılmış, olması gere-ken bu değildir.” Acele kamulaştırmanın, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Mardin Artuklu
Üniversitesi’nde açıklanan ‘Master Eylem Planı’nın hayata
geçirilmesi olduğunu dile getiren Bilici, “Kürdleri yerinden
etmek istiyorlar. Bunun bir başka amacı da demografiyi
değiştirip, bir halkın belleğini silmektir. Neresinden bakarsanız bir faciadır. Kentin bütün bileşenleri yoğun toplantı ve
kararlar alıyoruz. Mücadelemiz sürecektir” şeklinde konuştu.
Hükümetin bunun hazırlığını uzun zamandır sürdürdüğünü
ifade eden Raci Bilici, “Belediyenin hizmet binasından tutun,
merkez bankasına kadar her şey kamu-laştırılmak isteniyor.
Halk çok öfkeli. İlk defa böyle bir şey karşısında şoka uğramış
durumda. Şu anda kriz masaları oluşturuluyor, insanların bu
yönde talepleri var. Burada toplumsal barış sona erecektir; bu
ülkenin barışa ve huzura ihtiyacı vardır” dedi.
Ebedinoğlu: Kamulaştırma kaygılandırıyor
Diyarbakır Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (DESOB)
Başkanı Ali-can Ebedinoğlu da konuyla ilgili BasHaber’e yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı: “Kamulaştırmayla
ilgili 21. Madde’de geçen ‘devletin güvenliği tehdit altında ise
bu tür kararlar alınır’ deniliyor, Bakanlar Kurulu da buna göre
karar almış. Biz bu konuda gerekli görüşmeleri yaptık. Yaşanan olaylar ve sokağa çıkma yasaklarından dolayı yurttaşlar
ve esnaflar ciddi sıkıntılar yaşadı. Binlerce esnaf mağdur
edildi, 10 bine yakın insan işsiz kaldı. Bu kamulaştırma kararı
açıkçası hepimizi kaygılandırmaya başladı. Bu yapılırken
hangi şartlar göz önünde bulunduruluyor? Orada yılların
birikimi var, orada ticari hayat sona erecektir. Bunlarla ilgili
hangi önlemler alınacaktır? Biz bunları kaygıyla bekliyoruz.”
Zilan: Kürd hareketinin hatası
Azadi Hareketi Genel Sekreteri Sıtkı Zilan ise, devletin
80 yıldır işgalci olduğunu belirterek, ‘yapılanlara şaşırmak
gerektiğini’ söyledi. Devletin Kürd kentlerini işgal etmesini
Kürd hareketinin hatasından kaynaklandığını ifade eden
Zilan, “Burada tasarruf devlete verilmek isteniyor. Buradaki
asıl hata devletin bunu yerel siyasilere, halka, sivil toplum
örgütlerine sormamasıdır. Yaşanan çatışmalar ve özyönetim
ilanları devletin güvenlik güçlerini buraya çekti. Bu Kürd hareketi için büyük bir hataydı”
dedi.
11
Sur ve ötesi
HAKAN TAHMAZ
Bazen insan, olup bitenler
karşısında söyleyecek söz bulamaz,
nutku tutulur. 25 Mart 2016 tarihli
Resmi Gazete’de yayınlanan, Bakanlar
Kurulu’nun 2016/8659 sayılı “Diyarbakır İli, Sur İlçesi’nde İlan Edilen Riskli
Alan Sınırları İçerisinde Bulunan Bazı
Taşınmazların Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar”ı tam da böyle
bir şey.
Bu karara itiraz edenlere itiraz edenler ve hiçbir empati
yapma zahmetine girmeyenler, 50.000 civarında insanın yaşamını etkileyen mahallelerle ilgili bir konu tartışmakta olduklarını unutarak, gizleyerek yada gözardı ederek konuşuyorlar.
Hiçbir mahçubiyet hissi taşımadan gözlerimizin içine bakarak
insanları ahmak yerine koymaya çalışıyorlar. Sur’u aslına
uygun yeniden inşa etmekten söz etme cesareti göstermeleri
ise insana pes dedirtiyor.
Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın temizlik hareketinden,
Güneydoğu’yu bir yıl içinde yeniden inşa etmekten söz ettiği
ve “terörle mücadele” adı altında hiç bir yasal ve hukuksal dayanağı bulunmayan keyfi bir biçimde tarihi kentleri, sokakları,
binaları, ibadet yerlerini ve yaşam alanlarını harabeye çevirenlerin ağızlarından çıkan bu sözlere inanılmasını, güvenilmesini
beklemek esas ahmaklıktır.
Unutmayalım bütün bunlar şunun şurasında birkaç ay
içinde oldu. İnsanların cesetlerinin günlerce sokaklarda kaldığı, süt almak için sokağa çıkan annesinin kollarında, beş aylık
bebeğin, annesiyle birlikte canı alınan kent hem de UNESCO
tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan bir kent
hakkında verilmiş bir karar bu. Arkasının geleceği, ona yakın
kentte 2 milyona yakın insanın yaşamını etkileyecek bir uygulamanın ilk örneği ile karşı karşıya olduğumuz anlatılıyor.
Bu kararı almadan önce Ankara, Diyarbakır’da bir tek
sivil toplum örgütüyle temas kurmuyor, yerel yönetimlerle temas etmeyi terörle mücadelede zaafiyet göstermek olarak değerlendiriyor. Kaymakam, vali gelişmelerden bir haberler. Hiç
kuşku yok ki, Ankara’nın büyük inşaat firmaları, mühendislik,
mimarlık şirketlerinde her şeye vakıf, hazırlık yapanlar var.
Hükümet bu kararı uygulamaya koyma iradesi gösterirken, aynı zamanda başkanlık/yarı başkanlık tartışmasının
salt siyasal bir rejim değişikliği ile sınırlı olmadığını gösterdi.
Merkezi yönetim biçiminin en merkeziyetçi ve katı bir
biçimde uygulanmasına geçilmek istendiğinin işaretini verdi.
Bu yapılacak değişiklikle serbest piyasa ekonomisi ile devlet
kapitalizmini çağrıştıran ekonomik uygulamaların iç içe geçme
imkân ve olasılığının işaretleri olarak da görülebilir.
Ankara, bu kamulaştırma politikasıyla salt hukuktan yoksun, yasal olmayan, toplumsal ve siyasal meşruiyeti olmayan
bir uygulamayı yaşama geçirmiyor. Aynı zamanda bütün yerel
yönetim kurumlarını, sivil toplum örgütlerini işlevsizleştirerek,
içi boş kurum ve yapılara dönüştürüyor. Kamusallaştırma
kararıyla salt yasaları, hak ve özgürlükleri askıya alınmıyor.
Aynı zamanda bunun uygulanabilmesi için her türden yerel
mekanizmalar, yerel yönetim mekanizmaları ve sivil toplum
örgütleri, yerel ne varsa onlarda askıya alınmıştır.
Diyarbakır’da 301 sivil toplum örgütleri kararın durdurulması çağrısında ve Diyarbakır Barosu’nun Danıştay’a
Kamulaştırma kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali
istemiyle dava açmış olmasına hükümet yetkililerinin gösterdiği tepki ve yaklaşım bize bunu gösteriyor.
Kamusallaştırma kararı verilen alanda bulunan Surp
Giragos ve Surp Sarkis Ermeni Kiliseleri’nin, Mar Petyun
Keldani Kilisesi’nin, Süryani Meryem Ana Kilisesi’nin ve
Protestan Kilisesi’nin akıbetini soranlara, ya da bu konuda
kaygılananlara verilecek ilk cevap hendekler kazılırken neredeydiniz olamaz, olmamalıdır. Bu cevabı veren yetkili kamulaştırma kararının üzerindeki örtüyü kaldırmış oluyor. Ya da
Diyarbakır barosu gibi kamulaştırmadan doğrudan etkilenen
ve zarar görenlerin bile yasal haklarının kullanarak kararın
iptal edilmesi için dava açmalarını sorgulama yüzsüzlüğü veya
cesaretini göstermek meselenin halisane Sur operasyonu mağdurlarının, mağduriyetlerini gidermek olmadığı gözler önüne
sermeye yetiyor.
12
MECLİS
BasHaber
SÖYLEŞİ
04 Nisan
- 10 Nisan12
2016
DİPLOMASİ
BasHaber
04 Nisan - 10 Nisan 2016
13
SÖYLEŞİ
Kürdlerin derdi ABD ile Türkiye’yi gerdi!
A
İfade hürriyeti dışında dokunulmalı!
D
Elî Miksî
okunulmazlık tartışmaları devam ederken, 12 yeni fezleke daha
Meclis’e sunulmak üzere Başbakanlığa gönderildi. Adalet Bakanlığı, aralarında
HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın da bulunduğu
4 HDP ve 4 CHP milletvekili hakkında “dokunulmazlıklarının kaldırılması” istemiyle
hazırlanan 12 fezlekeyi, Meclis’e sunulmak
üzere Başbakanlığa gönderdi. Fezleke dosyası Başbakanlığa gönderilenler arasında HDP
Diyarbakır milletvekilleri İmam Taşçıer,
Nursel Aydoğan ve Şirnak Milletvekili Ferhat
Encü bulunuyor. AKP 83. Madde’nin bir
seferliğine değiştirilmesi ve dokunulmazlıkların kaldırılması için HDP, CHP ve MHP’ye
teklif götürürken, teklif götürülen partiler
ise anayasa önerileri ile AKP’ye cevap verdi.
Geçtiğimiz gün HDP Anayasa Komisyonu,
dokunulmazlıklar ve yasama sorumsuzluğuna ilişkin Meclis Başkanlığı’na Anayasa
değişikliği önerisi sunmuştu. HDP Anayasa
Komisyonu’nun sunduğu öneride, milletvekillerinin tutuklanamayacağı, seçim öncesi
ya da sonrasında bir suç işlediği ileri sürülen
bir milletvekili hakkında seçim sonrası dava
açılabileceği, seçimden önce açılan davaların
devam edebileceği belirtildi. Ayrıca, milletvekilleri hakkında görülecek ceza davalarına
da Yargıtay’ın bakması istenildi.
HDP’nin önerileri
HDP’nin verdiği teklifte ise şu maddeler
yer alıyor: “Seçimden önce veya sonra bir suç
işlediği ileri sürülen bir milletvekili hakkında
seçimden sonra dava açılabilir, seçimden
önce açılan davalara devam edilir. Milletvekilleri gözaltına alınamaz, tutuklanamaz ve
haklarında hiçbir koruma tedbiri uygulanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali bu
hükmün dışındadır. Bu halde yetkili makam,
durumu derhal TBMM Başkanlığı’na bildirir. Milletvekili hakkında verilen bir ceza
hükmünün açıklanması, üyelik sıfatının
sona ermesine bırakılır. Milletvekilleri
hakkında ceza davaları Yargıtay’da görülür.
Bu davalarla ilgili usul ve esaslar kanunlarla
düzenlenir.”
Adalet Bakanlığı, aralarında HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın da bulunduğu 4 HDP ve 4 CHP
milletvekili hakkında “dokunulmazlıklarının kaldırılması” istemiyle hazırlanan 12
fezlekeyi, Meclis’e sunulmak üzere Başbakanlığa gönderdi. Prof. Üzeltürk, Venedik
Komisyonu’na göre demokrasi için dokunulmazlıkların şart olmadığını belirterek,
ifade hürriyeti dışında bütün dokunulmazlıkların kaldırılması gerektiğini söyledi.
CHP’nin tavrı
CHP ise dokunulmazlık konusunda ise
AKP’ye üç öneri sunmuştu. CHP’nin yazılı
olarak ilettiği 3 teklif AKP kurmayları tarafından değerlendirilirken, bu tekliflerden
üçüncüsünün AKP’nin teklifine kısmen
yakın ancak hukuk tekniği açısından sıkıntılı
olduğuna karar verildiği belirtiliyor. Alınan
bilgilere göre AKP kendi teklifini CHP önerisini dikkate alarak revize ederek, CHP’nin
önerisi ucu açık bulundu.
MHP: HDP’nin
dokunulmazlıkları kaldırılsın
MHP ise sadece HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması gerektiğini
açıklamıştı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun
“Hodri meydan. Meclis’teki 506 dokunulmazlık fezlekelerini tamamını geçirelim ve
herkes yargı önünde hesap versin” açıklamalarına, MHP’li Oktay Vural “Kürsü hariç
tüm dokunulmazlıkların kaldırılmasından
yanayız” cevabını vermişti.
CHP’den alternatif anayasa taslağı
Öte yandan AKP’nin alternatif başkanlık sistemini esas alan yeni anayasa taslağı
hazırlığı sürerken, CHP, ilk dört maddenin
değiştirilmediği, parlamenter demokrasiyi
esas alan bir taslak üzerine çalışacak. Bu
çerçevede, CHP’nin 24. TBMM döneminde
kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na
sunduğu metin üzerinden yapılacak revizyon
çalışmalarına sivil toplum kuruluşları ve anayasa hukukçuları da dahil edilecek. Anayasa
Komisyonu’nda AKP’nin taslağının görüşülmesi sırasında CHP’nin hazırladığı bu
metin üzerinde öneriler getirerek komisyon
çalışmalarına katkı sağlaması hedefleniyor.
CHP’nin taslağında ilk dört maddenin değişmemesi, parlamenter demokrasinin esas
alınması ve güçler ayrılığı ilkesinin kuvvetlendirilmesi öngürülüyor.
Prof Dr. Üzeltürk: Demokrasi açısından
parlak bir ruh değil
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sultan Tahmazoğlu
Üzeltürk, yeni anayasa sürecine ve dokunulmazlıklar konusunda BasHaber’e konuştu. Üzeltürk, Anayasa’nın 83. Maddesi’ne
göre dokunulmazlıkların düzenlendiğini
belirterek, şunları söyledi: “Bu çerçevede 82
Anayasası’nın getirdiği düzenleme çok başarılı bir düzenleme değil. Çünkü Anayasa’nın
14. Maddesi’ndeki durum istisna olarak
kabul ediliyor. Yani ‘devletin bölünmez
bütünlüğüne ve laik cumhuriyete aykırı’ bir
eylem halinde dokunulmazlıkların olmaması gerekir. 82 Anayasası’nda bu durum
mevcuttur. Anayasa’nın genel çerçevesinde
değerlendirildiğinde buna anayasa ruhuna
aykırı sayılmıyor, ama demokrasi çizgisi
bakımından bu ruh ise çok parlak değil.”
“Bütün siyasi partilerin
dokunulmazlıkları kaldırılsın”
Dokunulmazlıkların mantığına değinen
Üzeltürk, şöyle devam etti: “Parlamenterlerin
çalışmalara katılması amacı vardır. Dokunulmazlıklar özellikle muhalefetin koruyucu
faktörü oluyor. Venedik Komisyonunun
2014 raporuna göre demokraside dokunulmazlıklar şart değil. Ama hala Türkiye’de
bu tartışmalar söz konusu. Türkiye’de hala
dokunulmazlıkların gerekli olduğu düşüncesi hâkim. Dokunulmazlıklar Türkiye’de
hala korunma amaçlı olarak kullanılıyor.
Özellikle ifade hürriyeti endeksli suçlar bakımından, siyasi partilere ilişkin hususlarda
dokunulmazlıkların kaldırılmaması gerekir.
Bunun dışında bütün dokunulmazlıkların
kaldırılması gerekir. Bunu yaparken, bütün
siyasi partilerin dokunulmazlıkları kaldırılması gerekir. Bütün adi suçlar için suçları
için dokunulmazlıklar kaldırılması gerekir.”
“AKP başkanlık sistemi için
Anayasa yapıyor”
Yeni Anayasa tartışmalarına değinen
Üzeltürk, şöyle devam etti: “Tek bir siyasi
partinin anayasa yapması 82 Anayasası’nın
önüne götürmez. Tam tersine geriye götürür
bu anlayış. Biz yeni bir anayasa yapıyorsak
eşitlikçi, demokratik ve laik bir çizgide ortaya
koymamız lazım. Bu açıdan baktığımız
zaman AKP’nin yapmaya çalıştığı anayasanın
sadece başkanlık rejimine özgü olduğunu
görüyoruz. Burada çok önemli bir şey var.
Bunu herkes göz ardı ediyor. HDP de bunu
göz ardı ediyor. Ne olursa olsun, hangi devlet
biçimi olursa olsun, hangi siyasal rejim olursa olsun, yargı tarafsız ve bağımsız değil ise
bunların hiç biri işlemez. Bölgesel, federal
ve üniter devlette de bu işlemez. Başkanlık,
parlamenter ve yarı başkanlık rejiminde
de işlemez. Yargı bir devletin temelindeki
en önemli faktördür. Kurumları işleten şey
bağımsız ve tarafsız yargıdır.”
“AKP’nin bütünsel olarak anayasada ne
yapmak istediğini bilmiyoruz”
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Egemenliği sadece Meclis kullanacak” açıklamasını
hatırlatan Üzeltürk, şunları dile getirdi: “Yani
yargı, yürütme de kullanmayacak. Meclis
egemenliği kullandığı zaman yürütme
de kullanacak. Çünkü yürütmenin başı
parti olduğu için doğrudan onun tarafından
egemenliğin kullandığı noktaya geliyoruz.
O yüzden burada egemenliğin kullanılması
bakımından bir sıkıntı var. Onun dışında
başkanlık rejiminin ne olduğunu da açıklamadılar. AKP’nin bütünsel olarak anayasada
ne yapmak istediklerini de bilmiyoruz.
Teknik olarak bahsettikleri şey ise başkanlık
rejimiydi. Üzerinde durulması gerekin husus
yargı meselesi olması gerekir. Bütün siyasi
partiler ve başta HDP’nin bunu sahiplenmesi
gerekir. Bağımsız ve tarafsız yargı. Yargının
olmadığı bir yerde hiçbir kurum işlemez.”
İskender Kahraman
BD-Türk ilişkileri tarihi süreci boyunca ilk kez bu
ölçüde gerildiği görülüyor. Ankara - Washington ilişkileri İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Türkiye-ABD
ilişkileri, ulusal güvenlik politikaları çerçevesinde tanımlanan
ortak çıkarlar üzerine kurulmuştu. Ancak asıl olarak Sovyet
tehdidine karşı oluşturulan ortak güvenlik stratejileri bu
ilişkiyi büyük oranda etkilemiş ya da belirlemişti. Türkiye, bu
strateji gereği İkinci Dünya Savaşı ve Kore Savaşı’nda ABD’nin
müttefiki oldu. 1952’de ise Sovyet Blok’una (SSCB) karşı kurulan Batı Blok’una (NATO) katıldı. Kıbrıs hareketi dolayısıyla
ABD, Türkiye’ye silah ambargosu uyguladıysa da ABD-Türkiye
ilişkileri zamanla düzeldi ve iyiye gitti, ta ki Irak Savaşı başlayana kadar. ABD, 2000’li yıllarda Irak’ta Saddam Hükümeti’ne
karşı başlattığı savaşta Türkiye topraklarını ve Adana’da bulunan İncirlik Hava Üssü’nü kullanmak için hükümetten izin
istedi. ‘1 Mart Tezkeresi’ olarak bilinen bu izin TBMM’de önce
reddedildi fakat sonraki gün tekrar TBMM’den izin çıktı ancak
ABD, artık Türk topraklarını kullanmaya gerek kalmadığını
açıkladı ve Irak’a başka bölgeler üzerinden müdahale etti.
Irak savaşında eli zayıflayan Türkiye, bölgede ABD’nin izni olmadan birtakım faali-yetlerde bulundu. Bunun üzerine 4 Temmuz 2003 günü ABD askerleri KBY’de Süleymaniye’de, Türk
askerinin başına çuval geçirdi. O günden sonra ABD-Türkiye
ilişkileri düzelse de tam olarak rayına oturmadı.
ABD-Türkiye’nin arasına Kürdler mi girdi?
İlişkiler zamanla düzelmeye başladı derken Suriye’de Kürd
güçlerinin toprak kazanımlarıyla birlikte tekrar gerginlik
başladı. Yani Türkiye Cumhuriyeti kurulalı beri iyi sayılabilecek ABD-Türkiye ilişkileri Kürdler söz konusu olunca tekrar
bozuldu ya da gerildi. ABD yetkililerinin defalarca, PYD’yi
‘terör örgütü’ olarak görmediklerini ve onları desteklemeye
devam edeceklerini açıklamalarına karşın Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan Kuzey Suriye’de Türkiye’ye komşu bir
Kürd Devleti kurulmasına müsamaha göstermeyeceklerini
açıklamış, PYD’nin PKK’den farkı olmadığını söylemiş, ABD’ye
‘bu nasıl ortaklık? Ben miyim senin ortağın, yoksa Kobani’deki
teröristler mi?’ çıkışında bulunmuştu. Times gazetesi, ABD’nin
‘IŞİD militanlarının geçişine engel olmak için’ Türkiye’nin
Suriye’de sınıra yakın IŞİD kontrolündeki yolları kapatmasını istediğini ve Avrupa’ya geçiş yapan cihatçı militanlarını
engellemek için o bölgeye Suriyeli Kürdlerin yerleşmesinden
yana olduğunu yazdı. Farklı kaynaklar da, Türkiye ile ABD
arasındaki en büyük anlaşmazlığın Suriyeli Kürdler olduğunu
belirtiyor. ABD YPG’nin IŞİD’le mücadelesine destek veriyor.
Dolayısıyla Ankara, IŞİD yerine, Şam’ı ve PYD’yi öncelikli
hedef alınmasını savunuyor. Washington ise IŞİD’i öncelikle
ele alınması gereken bir ulusal güvenlik tehdidi olarak görüyor.
Başka bir deyişle, Ankara’nın Esad’ı ve PYD’yi öncelikli hedef
listesinin başında görmesinden doğan strateji ve taktik uyuş-
mazlıkları iki ülkenin on yıllardır süren ittifakının ‘çatırdaması’
olarak yorumlanıyor.
Washington’da yaşayan gazeteci Mutlu Çiviroğlu gerilen
Türkiye ABD ilişkilerine ilişkin şunları söyledi: “ABD Senato ve
Kongresi’nde Türkiye’nin IŞİD konusundaki tavrından dolayı
ciddi rahatsızlıklar var. Türkiye’de uygulanan düşünce özgürlüğü ve basın üzerindeki baskı rahatsızlık veriyor ama özellikle
Türkiye’nin YPG konusundaki tavrı çok rahatsızlık yaratıyor.
Suriye’deki siyaset Pentagon’a dayanıyor. Pentagon da YPG’yi
takdir ediyor ve onunla çalışıyor. ABD, AB, IŞİD’i küresel ve
büyük bir sorun olarak görüyor. Buna karşı da en iyi çalıştıkları
Rojava Kürdleri yani, YPG’dir. Türkiye’nin YPG’ye olan tavrı
rahatsızlık yaratıyor hatta ilişkileri bozuyor.”
Bret McGurk’ın kriz yaratan Kobani ziyareti
Obama’nın IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Bret
McGurk’un iki ay önce PYD üyeleri ve YPG ile görüşmek için
Kobani’yi ziyaret etmesi üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan,
Amerika’ya, “Senin ortağın ben miyim yoksa Kobani’deki
teröristler mi? Ey ABD tarafını belli et” çağrısında bulunmuştu. Amerika’nın NATO Daimi Temsilcisi Douglas Lute, bir
gazetecinin sorusu üzerine, ‘Bahsettiğiniz ziyaret Kobani’de
gerçekleşti. Burası IŞİD kontrolünden büyük ölçüde Suriyeli
Kürd grupların etkin mücadelesi sayesinde kurtuldu’ ifadesini
kullandı. Uzmanlar ABD’nin sabrının dolma noktasına geldiğini belirtiyor. Erdoğan’ın ABD ziyaretinde kimsenin karşılamaya gelmemesi, ABD’nin defalarca Türkiye ile farklı düşünüyoruz açıklama yapması bunun işaretleri olarak gösteriliyor. Al
Monitor yazarlarından Kadri Gürsel, McGurk’ün Kobani ziyaretinin Amerika için büyük stratejik önem taşıdığını söylüyor.
“ABD-Türkiye arasında siyasi kriz var mı?” sorumuzu ise,
Çiviroğlu şöyle cevaplandırıyor: “ABD-Türkiye ilişkileri iyi bir
durumdan geçmiyor. Belki de son yıllarda olabilecek en kötü
durumu yaşıyor. Bunun başlıca nedeni Suriye konusundaki
fikir ayrılığıdır. Yani, Erdoğan’ın Suriye hakkındaki takındığı
tavırdır. ABD bunlardan dolayı rahatsızlığını açıkça dile getiriyor. Aslında Obama, Erdoğan’a önem ver-iyordu. Erdoğan
geçen sefer geldiğinde üst düzeyde karşılanmıştı. Obama yurt
dışına yaptığı ilk gezisini Türkiye’ye yapmıştı. Bu da geleneksel
olarak ABD’nin Türkiye’ye verdiği önemi gösteriyordu. Ama
son yıllardaki ilişkiler kötüleşti. Bugün baktığımızda ABD
medyasında Türkiye ve Erdoğan hakkında çok sert eleştiriler,
yorumlar yer almaktadır. Eski Türkiye Büyükelçileri de dâhil
olmak üzere ABD’de sözü dinlenen kişiler tarafından ortak bir
bildiri yayınlandı. Bu bildiride çok sert şekilde eleştiriler var.”
Model olmaktan gerginliğe
Kısa zaman önce Türkiye bölgenin müjdelenen ılımlı gücü
olarak gösteriliyordu. Demokratik Müslüman ülke olarak Türk
dış politikası Ortadoğu için model olarak konuşuluyordu.
Türkiye, hem komşularla iyi ilişkiler geliştirmek hem de bölge
gücü olmak için ‘komşularla sıfır problem’ adıyla yeni bir
strateji belirlediğini söyleyince dünyanın ilgi odağı olmuştu.
Fakat bugün bakıldığında bunun tersi yaşandığı görülüyor.
KBY haricinde tüm komşularla arasında soğuk rüzgârlar esiyor.
Ayrıca ABD, AB ve Rusya gibi dünyanın diğer güçleriyle münakaşa içerisinde. Gelişmelere bakıldığında, Erdoğan’ın son ABD
gezisinde protokol tarafından karşılanmaması, Obama ile özel
görüşme talebinin isteksizce karşılanması gibi uygu-lamalar,
Türkiye’nin, hâlihazırda Suriye politikasını ABD’ye rağmen
sürdüremeyeceği ileri sürülebilir. Dolayısıyla Türkiye, PYD ve
PKK’yi IŞİD’den daha büyük bir tehdit olarak tanımlarken,
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, “Biz ABD ile önemli iki ortağız
ve ortak hedeflerimiz var. Ama bazen değişik konularda farklı
düşünebiliyoruz. Mesela PYD hakkında farklı düşünüyoruz
diye ABD’ye küsecek değiliz“ şeklinde ko-nuşması Türkiye’nin,
ABD’ye karşı yelkenleri suya indirmesi olarak yorumlanıyor.
13
Hikayeyi yeniden
başlatmalı…
ÖZTEKİN ÇAÇAN
“Cümlelerin anlamları yoktur,
anlamların cümleleri var. Her
anlamın bir cümlesi olmadığı için
de hikâyeler vardır.” Birkaç aydır
sürekli aynı hikâyeyi anlatmaktan.
Anlamlara, cümle katmaktan. O
cümlelerden birilerinin anlam çıkarmasını umut etmekten, anlamlarla
oynamaktan… Oyundan yorulduğum
zamanlarda uyumaktan. Her sabah
uyandığımda gece boyu cebelleştiğim “ülke gündemli”
kâbusların hikâyesiyle gün boyu uğraşmaktan. Bunu dostlarım için anlamlı cümlelere dökmekten. Tekrar uyumaktan ve tekrar aynı gündemlere uyanmaktan bıktım.
Böyle iğrenç bir yükle revan olduğum içimdeki göç
yollarından, kendimden bir yere gidememekten, gittiğim
yerde kalamamaktan, kaldığım yerde olamamaktan,
olduğum yerde duramamaktan sıkıldım. Her gün yeniden
“bıkmaktan” usandım. Bazen “Dünya sürgünüm” bitsin
istiyorum. Sorasın da “enseyi karartmamak” diyorum.
Ama yok, bitsin istiyorum bütün kötülükler. Ben böyle
duramıyorum. Bütün çocuklardan, tecavüze uğrayan
insanlıktan özür dilensin. İnsan yaptığından son kez, en
son kez utansın.
Memleket oyunu kaybetti…
İnternette bazı savaş oyunları vardır. Dizayn’ı gereği
onu yenmene kazanmana direnir. Uğraşırsın didinirsin.
Günler süren uğraşlardan sonra mantığını çözdüğünde ise
kendince kurallarınla oyunu kazanırsın. Ama oyun sana bu
çabalarının zevkini fazla yaşatmaz. Acayip sesler çıkararak
kendini kapatır. Küçük bir çocuğun her gece dinlemekten
usanmadığı hikâyeler gibi sende oyunu yeniden, yeniden
başlatırsın. Ama nafile onu her yendiğinde, iradesine her
karşı geldiğinde aynı sonla karşılaşırsın. Bozuk bir radyoyu
kapatıp tamirciye götüreceğine, zamandan keramet umarak yeniden, yeniden bir daha açıp kurcalamak gibi bişey
işte. Farkında değilsindir ama her kurcaladığında biraz
daha bozarsın.
Diyarbekir’in, özellikle Suriçi’nin bir kaderi varsa, son
yaşananlar gösteriyor ki “memleket oyun dışı” kaldı. Ve
kendiyle bir daha oynanmasını istemiyor. Yeter! diyor.
Oyunu ben kaybettim ve ekranı kapatıyorum. Hâlbuki
onun gibi kadim bir kentte asıl başarı, onu yenmek değil,
onunla beraber yaşayabilmektir. İnsanı gerçekten mutlu
edecek yegâne şey budur. Kaybeden biziz aslında. Sizce de
öyle değil mi?
Suriçi’nde büyük kamulaştırma…
Suriçi’nde büyük kamulaştırma, büyük bir öç almaya
dönüşmese bari. Eğer böyle olmayacaksa sur içi gerçekten
bayındır, insanlı, yaşayan bir yer olarak yeniden inşa edilecekse. Yıkmakta mahir olanlar, yapmakta ne kadar mahir
olacak görmemiz lazım. Bu konuda hiçbir ön yargı taşımamak gerekiyor. Kuru propagandaya pabuç bırakmamalı.
Olan olmuş memleket viraneye dönmüş bu durumdan en
karlı çıkmanın yollarını aramanın ve bulmanın zamanı.
Akl-ı selim, akl-ı zalime yenilmemelidir. Yerel yönetimler,
sivil toplum, halk kimse dışlanmadan işleyecek süreçler
olacaksa kabul. Yok, olmayacaksa, bırakın virane kalsın
her yer. Hiç değilse “biz ne yaptık” diyebilelim. Diyarbekir
5 No’lu Cezaevi gibi orayı da utanç müzesi yapalım olsun
bitsin.
Yani özcesi şu; Çocukluğumun avlularını, camilerini,
bayram yerlerini yeniden yapacaksanız varım. Ama içinde
benim yaşadığım gibi iyi ve kötü şeyleri barındıran bir hayat değil, sadece iyi olanların yaşaması halinde varım. Yeni
doğacak hiçbir çocuğun şimdiki çocuklar gibi yaşamayacağını garantiliyorsanız varım. Yok böyle olmayacaksa
“Amed Yeni” olmayacaksa ülkeme barış gelmeyecekse
olmaz. Ham hayal kurdurmayın bize. Lütfen dünyanın
bütün kötülükleri size kalsın. Çocukluğumu çevreleyen
ulu surları, Diyarbekir bedenlerini de “yıkım kararıyla”
kamulaştırın. Ve öyle yıkın, öyle yıkın ki sizin mezarınızın
başına dikilmek için bile bir taş kalmasın.
14
TARIM
BasHaber
SÖYLEŞİ
04 Nisan
- 10 Nisan14
2016
Suriyeli mülteciler
demografik silah mı?
Tarımda kooperatif deneyimi
Ortaklaşa
çalışma ilkesi
D
Rumet Serhat
oğanın ortak kaynaklarının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda
demokratik yöntemlerle kontrol
edilmesini öneren özerk bir işletme modeli
olarak da tarif edilen kooperatifçiliğe son dönemlerde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin
ilgisi arttı.
Sürdürülebilir bir model olarak kooperatifçilik yerel ekonomiyi güçlendirmeyi, yaşam
şartlarını iyileştirmeyi, bireye toplumsal ve
sosyal sorumluluk kazandırmayı ve üretimde katılımcılığı yaymayı amaçlarken; bütün
kesimler tarafından test edilmiş ve başarılı
sonuçlar elde edilmiş en küçük ‘komün’ ünvanına sahiptir. Neredeyse tüm ülkelerde yaşatılmaya çalışılan kooperatifçiliğin dünya üzerinde 1 milyardan fazla insana hizmet sunduğu
tahmin edilmekte. Birçok farklı biçimde ve
tüm sektörlerde faaliyet gösteren kooperatifler
ihtiyaç duyuldukları her yerde kurulabilme
avantajına sahip. Birçoğu sosyal ve ekonomik
destek sistemlerine, eğitim, sağlık, sigorta,
kredi ve diğer gerekli hizmetlere erişim sağlamada önemli katkılarda bulunmaktadır. En
belirgin özelliği ise bireylerin, özellikle yoksul
insanların tek başlarına elde etmeleri zor olan
ürünler ve hizmetler için katma değer yaratmasıdır. Ayrıca küresel ekonomik fabrikada
önemli bir dişli olarak görülen kooperatifler
gelişen ve gelişmekte olan ülkelerin gayrisafi
yurtiçi milli hasıla rakamlarının % 3-10’unu
oluşturmaktadır. Dünyanın en büyük 300
kooperatifine ait bilgilerin derlemesinden
oluşturulan ICA Küresel-300 projesine göre
2008 yılında kooperatiflerin toplam ciroları
1,6 milyon dolara ulaşmaktadır. Sadece 300
kooperatifin ciro toplamı, dünyanın 9. büyük
ekonomisinin gayrisafi yurtiçi milli hasıla
rakamıyla başattır.
rezervleri açısından ilgi gösterirken tarım ve
su kaynaklarının çeşitliliğinin gelecek yıllarda
hak ettiği ilgi ve özene mazhar olacağı ise açık.
Tüm bu gelişmeler bizi Topraksız Tarım
İşçileri (Movimento dos Trabalhadores Sem
Terra, MST) ile tanıştırdı. Brezilya’nın yirmi
altı eyaletinden yirmi üçündeki 1,5 milyon
gayri resmi üye ile Latin Amerika’daki en
büyük sosyal hareketlerden kabul edilen MST,
geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir toplantı
gerçekleştirdi. Türkiye’deki kooperatif ağına
tecrübelerini aktaran MST’nin üç ana hedefi
bulunmakta.
Birincisi, genel olarak fakir işçilere ekilebilir
toprağa erişim sağlamak için “işgal” etme yöntemini savunmak. İkincisi Brezilya’da toprak
reformu yapılmasını sağlamak. Üçüncüsü
mülkiyet hakkı, adaletsiz gelir dağılımı, ırkçılık, cinsiyet ve cinsellik gibi sosyal ayrımcılığı
körükleyen konular ile medya tekellerine karşı
bilinçlendirme aktiviteleri düzenlemek. Kısacası MST, 1984 yılından beri kırsal alanlarda
fakirlerin kendi sürdürülebilir hayatlarını
kurmaları için bir sosyal sözleşme mücadelesi veriyor. Bu yolda en büyük düşmanları
ise büyük toprak sahipleri ve silahlı milisler,
özel bankalar ve çok uluslu şirketler olarak
sıralanmakta. MST, Hıristiyanlığın ‘özgürleştirme’ teorisini, Marksizmi, Küba Devrimi’ni
ve pek çok diğer sol felsefeden ilham alıp, bu
teori ve yaklaşımlardan bir çeşit miks yaparak
toplumda destek bulmayı amaçlıyor. Amaca
ulaşıp ulaşamadıklarına dair yöneltilen soruya
da işgal edilen topraklarda 400 bin ailenin bu
alanlarda yaşamlarını sürdürdüğü yönünde bir
açıklama ile yanıt veriyorlar.
MST, tek talepli bir hareket olması ve
toprak reformunu kendini haklı çıkartan bir
amaç görmesinden dolayı kendisinden önce
Brezilya’daki toprak reformu için mücadele
eden pek çok idealist ve partizan hareketin
izinden gitmesine rağmen onlardan ayrışıyor.
Diğer vurgulanan nokta ise ülke nüfusunun
yüzde 3’ü ekilebilir arazinin üçte ikisine sahip
olmasının yarattığı adaletsizlikle mücadele
edilmesi.
‘Zamanla tükenip bitme olmayacak’
MST’nin öngördüğü tarım reformu, yalnızca
gıdayı değil eğitim, sağlık ve tüketim modellerini ve alternatif bir yaşam pratiğini de
kapsıyor. Bir yandan ürünlerini kooperatif
vasıtasıyla topluma ulaştırırken, diğer yanda
alternatif festivaller düzenleniyor ve alternatif
bir pedagoji ve eğitim sistemi inşasına dair
çabalar da devam ettiriliyor. Dolayısıyla MST,
sistemi değiştirmeye yönelik bir pratik de
inşa etmeye çalışıyor. MST yöneticilerinden
Marina dos Santos, özellikle topraksız işçi
ve çiftçileri örgütlediklerini belirterek, “Atıl
bırakılan toprakları işgal ediyor ve işliyoruz.
İkinci bir hedefimiz de toplumun daha adil bir
gelişim izlemesini sağlamak. 32 yıl boyunca
verdiğimiz mücadele boyunca devlet çok
direndi ve çok sayıda yoldaşımız öldürüldü
ancak birçok kazanım da elde ettik. En önemli
kazanım 15 bin kişinin toprak sahibi oldu, 57
bin insan bu şekilde geçimini sağlıyor ve bu
da verdiğimiz mücadele sayesinde gerçekleşti. Başka bir tip tarımsal üretim modelini
Çok sesliliğin dayanışması
Dünyanın mevcut tüketim alışkanlıkları
endişeli gelecek senaryolarına yol açarken, gelecek nesillerin en önemli gündemi şimdiden
tarım arazileri ve enerji kaynaklarını kullanmaya odaklanmış görünüyor. Sürdürülebilir
tarım arazileri ve yenilenebilir enerji kaynakları insanlığın yakın gelecekte üzerinde duracağı
en önemli konuların başında geliyor. Dünya,
verimli Mezopotamya topraklarına petrol
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan,
M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş,
Dilan Almaz, Adem Özgür, Rumet Serhat,
Ercan Ekinci, Murat Özdemir, Eren Dinç
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
MÜLTECİLER
BasHaber
04 Nisan - 10 Nisan 2016
15
SÖYLEŞİ
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: [email protected]
www.bas-haber.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
ortaya koymuş olduk. Doğaya zarar vermeyen
ve su kaynaklarını tüketmeyen bir model
oluşturduk. Ailelerin örgütlenme biçiminde
değişiklik yapmamız gerekti. Kooperativist bir
biçimde örgütlenme ve okulların inşa edilmesi
üzerine yoğunlaştık. Gençlere ve aktivistlere
yönelik ideolojik eğitim programımız var ve
kamu üniversiteleriyle işbirliği yapıyoruz ve 5
bin kadar öğrenci mevcutta bu eğitimi alıyor.
Bu durumda devletlerin her zaman beklediği,
direnip belli kazanımlar elde eden nesilden
sonraki nesilleri kontrol etmesinin önüne
geçmeyi hedefliyoruz” diyor. Santos, 32 yıllık
süreçte tarımsal üretim için 4 temel nokta belirlediklerini söyleyerek, “Merkezsizleştirilmiş
toprak, yeni bir üretim biçimi agro-ekolojik
programda ailelerin gıda egemenliği, eğitim
tarımla uğraşan gençler için eğitim ve tarımsal
endüstri alternatifi üretmek. Brezilya’da
200’ün üzerinde yerli kültür bulunmakta ve
nüfusları tarım alanlarının sömürülmesinden
dolayı en çok etkilenenler onlar. Özellikle ihraç edilecek, toprakta doğal olarak yetişmeyen
ürünler için yerlerinden edilebiliyorlar. Yerliler
halen bu doğrultuda hükümet ve toprak sahipleriyle çatışıyor. Bu doğrultuda Brezilya’nın
kültür ve etnisitesine sahip çıkarak yerli kültürünü devam ettiren MST’nin oldukça ‘yerli’
olduğunu söyleyebiliriz” diye vurguluyor.
‘Topraksız köylüler varoldukça mücadele
devam edecek’
Tarımsal program ekseninde toprak işgal
eden aileler yeni bir ulusal tarım üretimi modeli yaratmaya çalışıyor. Yerleşimlerdeki tarım
kooperatifleri geleneksel modele bir alternatif
teşkil ediyor. Yeni bir teknolojik sistem, toksik
madde karşıtı ve sosyal örgütlenme modeli
içeriyor. MST’nin Tarım Reformu Kooperatifleri Birliği adında bir ağı bulunuyor. Marina
dos Santos, üretim kooperatiflerinden bazılarının gıda dışı ancak birçoğunun da tarım
üzerine olduğunu ifade ediyor. Kooperatifler
MST prensiplerini yerele tercüme ediyor ve
yerel düzeyde uyguluyor. Ticari ürünlerin satışını kolaylaştırmanın yanı sıra kent ile üretici
arasındaki bağları da kuruyor.
Bu bağlamda tarımsal üreticiyle kentli
tüketicinin buluşması için büyük kentlerde
festivaller düzenleniyor. Festivallerin amacı,
kentlerdeki sosyal, STK hareketleriyle ve işçi
kültürüyle, köylü ve kırsal üretici kültürü arasında bir geçişlilik sağlamak. MST, kooperatiflerdeki ürünleri büyük marketlerde dolaşıma
sokma yönünde bir çaba da gösteriyor ancak
Santos fiyat denetimi konusunda yetkinin ve
mekanizmaların MST’de olmadığını ve MST
logosu taşıyan ürünlerin bazı marketlere
kabul edilmediğini aktarıyor.
T
Eren Dinç
ürkiye’ye sığınan Suriyeli Arap
mültecilerin Kürd yerleşimlerine serpiştirilerek, bölgenin
demografik yapısının değiştirileceğine
dair haberler gündeme girdikten sonra
konuya dair tartışmalar da başladı.
HDP Urfa Milletvekili Ziya Çalışkan,
bu planın özellikle Urfa’nın demografik yasını değiştirmeye yönelik bir
çalışma olduğunu savunurken, AKP
Urfa Milletvekili Ahmet Eşref Fakıbaba
ise, mültecilerin nereye gidecekleri
konusunda kendilerinin bilecekleri bir
şey olduğunu belirterek “bunda bir art
niye yok“ diyor.
Öte yandan AB ile Türkiye arasında
Brüksel’de yapılan ve prensipte anlaşmaya varılan zirvede, mülteci sorununun aşılmasına dair planın uygulanması konusunda da belirsizlikler sürüyor.
Plan kapsamında Türkiye’den denize
açılarak Yunan adalarına ulaşan Suriyeli
göçmenlerin Türkiye’ye geri gönderilmesi, bunun karşılığında da Türkiye’nin
kabul ettiği her bir Suriyeli göçmen için
AB ülkelerinin de Türkiye’deki mülteci
kamplarında bulunan kayıtlı Suriyelilerden bir kişiye kapılarını açması
söz konusu. BM Mülteciler Yüksek
Komiserliği (UNHCR) ise AB ve Türkiye
arasındaki anlaşmanın uluslararası
hukuku ihlal edileceği uyarısını yapmıştı. Türkiye’de bulunan siyasi parti
temsilcileri ise mülteciler konusundan
birbirinden farklı düşünüyor. CHP
AKP’nin mültecileri AB’ye karşı “koz”
olarak kullandığını belirtirken, HDP
ise Türkiye yerleştirilen mültecilerin
Kürd illerine yerleştireceğini söylüyor.
AKP, yaptıkları çalışmanın art niyet
olarak değerlendirmemesi gerektiğini
vurguluyor.
Mülteciler Kürd illerine mi
yerleştirilecek?
Suriye’deki savaştan kaçarak
Türkiye’ye yerleşen ve yaklaşık 3 milyon
Suriyeli mülteci bulunuyor. Bununla
birlikte AB ile yürütülen
pazarlıklar sonucunda
ise geri kabul antlaşması ile 1
milyon Suriyeli mülteci daha
Türkiye’ye
yerleştirilmesi
hedefleniyor. CHP İstanbul Milletvekili
Erdoğan Toprak’ın hazırladığı rapora
göre ise mülteciler Kürd illerine yerleştirilerek bölgenin demografik yapısının
değiştirilmesi planlanıyor. İlk mülteci
kafilesinin, 29 Nisan 2011’de Türkiye’ye
giriş yaparak kamplara yerleştirildiği
biliniyor. Toprak’ın hazırladığı rapora
da ise TC yasalarına göre, 5 yıllık ikamet
süresini dolduran Suriyelilere 2016 yılından itibaren, “TC vatandaşlığı talep
etme” hakkı doğuyor. 29 Nisan’dan
itibaren, beş yıl önce gelen ilk Suriyeli
mülteci kafilesi bu haktan yararlanmaya başlayacak.
CHP İstanbul Milletvekili Onursal
Adıgüzel ise konuya ilişkin BasHaber’e
konuştu. Adıgüzel, AB ile yapılan
antlaşma ile birlikte mültecilerin
sayısının giderek artacağına dikkat
çekerek, şöyle devam etti: “2 milyon
15 bin devlet kayıtları vardır. Fakat bu
sayının 3 milyonu geçtiğini biliyoruz.
Bunların çok az bir kısmı kamplarda
kalıyor. Özellikle çocuklar konusunda
sıkıntılar yaşanıyor. Kaplarda fiziksel
olarak yeterli olmayıp güvenlik yetersizdir. İstismar konusunda da güvenlik
sağlanamamıştır. En son Mardin’deki
kampta üç çocuk yaşamını yitirdi. ”
‘Kürd nüfusun dengelenmesi
düşüncesini akla geliyor’
Toprak, raporunda dikkat çeken ayrıntılara da yer verirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bir yılda Güneydoğu’yu
yeniden inşa edeceğiz” açıklamasının
ise şöyle yorumluyor, “Cumhurbaşkanı
ve Kalkınma Bakanı’nın açıklamaları,
demografik yapının dönüştürülmesi, Kürd nüfusun dengelenmesi
düşüncesini sistematik bir şekilde
akla getirmektedir. Ağırlıkla Güneydoğu Anadolu olmak üzere, yurda
dağılmış mülteciler için planlanan
strateji, yurttaşlık aşaması sonrasında
Güneydoğu’da dil, kültür vb. konularda, bu illerde daha kolay uyum sağlayabilecekleri ileri sürülüyor. Ancak,
bu yerleşim planlamasının ardındaki
asıl düşünce, bölge illerindeki Kürd
nüfusun dengelenmesi, demografik yapının, Suriyeli, Iraklı, Arap mültecilerle,
mevcut durumdan dönüştürülmesi.”
HDP’li Çalışkan: Demografik yapı
değiştirilmek isteniliyor
HDP Urfa Milletvekili Ziya Çalışkan
ise şunları söyledi: “Bu yaklaşık 5-6
yıllık bir çalışmadır. Özellikle Urfa’nın
demografik yasını değiştirmeye yönelik
bir çalışma. Seçim zamanında yapılan
mitinglerde de gördük. Toplumsal
muhalefeti yok etmeye dönük tehdit
olarak gösterme durumu da söz konusu. Urfa’da da bu durum yaşanıyor.
Arap-Kürd ayrımına gidilecek tehlikeli
projelerin olduğunu görebiliyoruz.”
‘TC vatandaşı Suriyeli vekil olacak’
Toprak, raporunda “Mültecilerin
yoğun olarak yerleştikleri Güneydoğu
ve sınır illerinde siyasi tablo daha da
derinden etkilenecek. Örneğin 90 bin
nüfuslu ve 120 bin Suriyeli mültecinin
yaşadığı, Nobel Barış Ödülü adaylığına
başvuran Kilis’te, gelecek seçimlerde,
Suriye asıllı bir belediye başkanının, ya
da TBMM’ye ‘Suriye asıllı TC vatandaşı’
vekillerin seçilmesi söz konusu olabilecek. Şanlıurfa, Gaziantep, Mardin,
Hatay, Adana, Mersin vb. illerden de
Suriye asıllı TC vatandaşı milletvekillerinin TBMM’ye girmesi gündeme
gelebilecek” diyor.
CHP’li Adıgüzel:
Özellikle çocuklar sıkıntı çekiyor
Mülteciler ile ilgili rapor hazırlayan
AKP’li Fakıbaba: Hükümetin art
niyeti yok
AKP Urfa Milletvekili Ahmet Eşref
Fakıbaba ise, mültecilerin nereye
gidecekleri konusunda kendilerinin
bilecekleri bir şey olduğunu belirterek,
şunları söyledi: “Gelenler kendileri
nereyi istiyorlarsa oraya giderler.
Bunlar Tokat, Gaziantep, Urfa, Ankara
İstanbul başka yerlere de gidiyorlar.
Vatandaşlık verilir mi? Oy kullandırılır
mı? Ne kadarı geriye döner? Bunları
zaman gösterecek. Hükümetimizin
kesinlikte bir ant niyeti yoktur. Mültecilerin Kürd illerine yerleştirileceği ise
doğru değildir. Yakın illere yerleştirilir.
Şu an Urfa’da 500 bin mülteci var. Bir
kısmı Urfa, Hatay, İstanbul’a gitmişler.
Mülteciler durumlarına göre istedikleri
yere gidebiliyor. Bunda bir art niye
yoktur.”
15
Kademe kademe
yine Sur
SENNUR BAYBUĞA
Sur İlçesi için verilen ‘acilen,
hemen, kimse denetlemeden kamulaştırma’ kararı ile ilgili olarak
kararın resmiyet kazanması ile
adımlar atılmaya başlandı. Diyarbakır Barosu Danıştay’a kararın
iptali için dava açtı, bölgedeki
STK’ların bir kısmı belediye ve
kilise vakıflarının temsilcileri bir
yol arama toplantıları yapmaya
devam ediyorlar sanırım. Sur’un son birkaç aydır yaşadığı eziyet üzerinden, el konulması tarihinin 21 Mart’a
da denk gelmesi nedeni ile geçen hafta ilçeye dair
yazdığım yazıda, bölgenin sahipleri ve özellikle tarihsel
bağlamı ile ilgili olarak ihmalci davrandığım eleştirisi
aldım, haklı olarak, öfkeme verin.
Geriye doğru baktığımızda, Sur Bölgesi’nin Afet
Riskli Alan ilan edilmesi ile ilgili sürecin dört yıl
öncesine dayandığı ve Yerel Yönetim Örgütü Belediyenin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile bununla ilgili
protokolü imzaladığını görüyoruz. İlçede binlerce insan
yaşar iken el koyma işleminin filli olarak mümkün
olmadığı süreçlerden geçildikten sonra, aralık ayından
beri sokaklarında devam eden çatışmalar, yıkılan ve
harabeye dönen binalar arasından, 4 yıl önce afet
bölgesi ilan ettikleri ilçeyi gerçekte afet bölgesi haline
getirmeyi başarmış taraflar var artık. Rant ve zaptetme
siyasetinin bölgeyi terke gönüllü zorlanan 200 bin insan
için yapılmadığı artık çok net olarak ortaya çıkmış
olmalı. Bitti.
Rantın kaynak arayışlarının kırımın sonuçları
ile birleştiği ve kırımın devamı niteliğinde olduğu
zamanlar hiç bitmedi ülkede. Koca bir devleti üzerine
bina ettiğimiz ölenlerin, öldürülenlerin malları hala
yağmalanmaya devam ediyor ve edilecek gibi de duruyor. İnşaat ‘sanayi’ yaratmaktan ve kısa vadeli zenginlik
vaatleri üzerine otoriter rejimi de bina etmekten ibaret
olan şekilsiz rejimimiz, sağına soluna, fundalığına,
Karadeniz’de akarsuyuna, Ege’de zeytinine, İstanbul’da
arazisine, tarihine saldırdığı hayatımıza dair ne varsa,
Diyarbakır’da da tarihine ve hafızasına saldırarak
dişleri arasına hepimizi almış görünüyor. Sur İlçesi’nin
nüfus yoğunluğu elbette günümüzde Kürdlerden oluşuyor ve geçtiğimiz aylar içinde çoğunu kovarak kalanları
da öldürerek boşalttıkları mekanları, yakıp yıktılar.
Ermenilerin, Asurilerin, Keldanilerin ve Protestanların
soykırımla topraklarından koparılmadan evvelki nüfusu
%70 oranında gayrimüslim %30 oranında Müslüman
olan bu tarihi ilçede, bir kademe evvelki kırımla yaratılan kişisel rant ve durağan terkedilmiş, sahipsiz bırakılmış binalar ve yapılar aradan geçen yıllarda tekrar ‘asıl
sahibi devlettir’ mülkü haline getirilmek isteniyor.
Vakıflar Yasası çıktığı zaman, Sur’da, Ermeni Vakıflarına ait ve evvelce el konulmuş 199 mülk için iade
başvurusu yapılmış devlete, bunlardan 15 tanesi ancak
iade edilmiş. Kalan yerler Sur’un içinde öylece yatıyor.
Sur ilçesinde Surp Grigos Kilisesi Vakfı’na ait 25 tane
mülk olduğu bilgisini aldım kiraya verilen. Şimdi bu
kararla el konulacak olan parsellerin çoğunun, Sur’da
yaşamış Ermeni, Asuri, Keldani ve Protestan halklara
ait, kırımla boşaltılmış mülkler olduğunu da aynı
zamanda öğrenmiş bulunuyoruz. 100 yıldır ‘emanetle’
Kürdlerin de kullanımına sunulan ama aslında onlara
da verilmemiş, sahiplerine de asla iade edilmeyecek kilise, vakıf arazisi, şahıs mülkü ne kadar yer verse devlet
bu kararla el koyma işini tamamlamış olacak.
Yapılan toplantılar ve birkaç gündür siyasilerin
yaptıkları açıklamalar, kiliselerin kamulaştırma kapmasına alınmayacağı yönünde, ama Resmi Gazete’de tüm
olarak kamulaştırılan parseller ilan edildikten sonra bu
beyana güvenilmesi elbette geçmiş tecrübe ile dayanarak mümkün değil.
16
MÜZİK
BasHaber
SÖYLEŞİ
04 Nisan
- 10 Nisan16
2016
Müzisyen Suna Alan:
Diaspora sanatçıyı
geliştiriyor
Hangi tarz müziklerden hoşlanıyorsunuz ve yaptığınız müzikte size yol
Yaşam öykünüz müzik ile nasıl çakıştı
gösteren sanatçılar var mı?
bize anlatır mısınız?
Yaptığım müzikte Kürdistani renk ve
Kürd şarkıcı ve gazeteciyim. Çewlik’te
cinsiyet özgürlükçü kimlik hakimdir demek
(Bingöl) Kanîreş’in bir dağ köyünde doğmümkün. Yine Kürd arp sanatçısı Tara
dum. Yedi kardeşin beşincisiyim. Ben henüz
Jaff’ı kendime örnek aldığımı söyleyebiiki yaşında iken ailece çeşitli nedenlerle
gönüllü çalışma içinde yer almama rağmen, daha ötesinde, bir de “sorumluluk” kavramı- lirim. Onun para kazanma ya da ‘’meşhur
köyden ayrılıp İzmir’e yerleştik. Geleneksel müzik benim açımdan vazgeçilmez bir
olma’’ kaygılarından uzak, sadece huzura
nı yükleniyor. Hitap ettiğiniz kesime karşı
Serhad dengbêj müziği ve Kürdçe-Alevi de- ‘eylem’. Avrupa’da ruha can veren, ayakta
ve sükûnete davet eden mütevazı sanat
büyük bir sorumluluk bilinci ile hareket
yişleri ile büyüdüm ve İzmir’in çok kültürlü tutan biraz da müziğin kendisidir, demek
yolculuğu çok kıymetlidir benim açımdan.
de ediyorsunuz. Onları, acılarını, kültürel
müziğinden etkilendim. Çocukluğum bu
abartılı olmayacaktır. Kulağıma hoş gelen
yaşanmışlıklarını, hikayelerini, mağduriyet- Müziğin, bu alanın bir ‘’pazar veyahut yarış
şehrin yoğunluklu olarak Kürd ve Alevi vaher dilde her ezgiyi severek dinlerim, her
lerini farklı halklar da dahil olmak üzere bir kulvarı’’ olmadığı çarpar yüzünüze naif
roş mahallelerinde geçti. Ailenin Kürd kim- biri yeni bir hikâyenin kapılarını aralamanı- çok kesime anlatma çabası içerisine giriyor- yüreğiyle.
liğinin yanı sıra Alevi olmasından kaynaklı
za vesile oluyor; yeni öyküler keşfetmenizi
sunuz. Böyle bir arka plandan gelmişsiniz
hanede herkes bir şekilde bağlama çalar
sağlıyor. Bunun da bakış açımıza yansıdığını çünkü bundan bağımsız da yaşamınıza hiç
Albüm çıkarmadınız neden?
ve söylerdi; yine akrabalar bir araya geldikHenüz bir albümüm yok, belki de hep bidüşünüyorum. Genel olarak Kürd halk ve
bir şey olmamış gibi devam edemiyorsunuz
lerinde sırayla kadın ya da erkek bağlama
protest ezgilerini seslendiriyorum. Yanı sıra haliyle. Wan depremi sonrası ya da Rojava
raz daha pişmeyi bekledim, kendimi yeterli
çalıp hep birlikte kilam söylerlerdi. O çocuk Ermenice, Rumca, Türkçe ve komşu diğer
devrimi sürecinde gerçekleştirdiğimiz kon- bulmadım; ancak yakın zamanda bir çalışma
yaşıma rağmen iyi bir gözlemci ve dinleyihalkların ezgilerinden de yer yer seslendirserler; yine en son Cizre’de sokağa çıkma ya- ile bu yolculuğa devam etmeyi planlıyorum.
ciydim, bundan olmalı ki o sesler, seslerin
meyi önemsiyorum.
sağı ardından bir cismin patlaması sonucu
tınısı hala hatırımdadır. Yine radyoda çalan
bir el ve bir bacağını kaybeden Yusuf Şık’ın
Bir sanatçı olarak yurtdışında ne gibi
halk ve protest şarkıları, deyişleri, türküleri
Seslendirdiğiniz şarkılarda özellikle
protez ve tedavi masraflarının karşılanması
sorun ve sıkıntılarla karşılaşıyorsudinlemeyi severdim. Böyle kültürel bir hafınuz? Şarkı söylemeye Avrupa’da mı
ağırlık verdiğiniz konular ve vermek
için geçtiğimiz Ekim ayında düzenlediğimiz
zaya sahip bir şekilde büyüdüm.
devam edeceksiniz?
istediğin mesajlar var mı?
destek konseri bu sorumluluğun gereğiydi.
Saçları beline kadar örgülü, yeşil lasAvrupa’da, diasporadaki kendi toplumuBu hoşgörü, barış ve empati dilinin müYine Esaret Altında Tutulan Kadınlar için
tik ayakkabılarım ve kara önlüğümle bir
nuza yönelik müzik yoluyla özlem ve hatıziğe çok yakışmasındandır. Sanırım bu yöMücadele Platformu’nun DAİŞ’ten kaçailkokul öğrencisiyken, öğretmenlerimin
nüyle yaptığım müzik kendini ‘’ötekileşmiş’’ bilen Ezidi kadınlara yönelik Amed’de bir
ralarını, morali açığa çıkarabilirken, farklı
her ortamda şarkılar söyletmesiyle sanırım
hissedenlere hitap ediyor denebilir. Onların Rehabilitasyon ve Güçlendirme Merkezi’nin halklara da kendi kimliğinizi, hikâyenizi anilk kez keşfedilmiştim. İnsanın anavatanı
latabiliyorsunuz. Tek sıkıntınız üretebileceyaşanmışlıklarını, hikâyelerini müzik yokurulması için yürüttüğü projeye Nisan
çocukluğudur denir ya, ortaokulda başarılı
luyla anlatıyorsunuz ve bu ‘’dil’’ çoğu zaman ayında değerli sanatçı Tara Jaff ile vereceği- ğiniz kaynaklardan, toprağınızdan, kültürel
bir öğrencilik sonrası burslu lise eğitimine
yaşanmışlıklardan kopuk ve uzak oluşunuzdaha etkili olabiliyor. Bu yönüyle müzik
miz konserin geliri ile destek sunacağız.
başladığımda çocukluğuma, çocukluğumdur. Kürdistan’da somut gerçeklik içerisinde
benim için tek başına “sanat yapmanın”’ çok
da edindiğim kültürel hafızaya layık olma
hissetmek ve o hislerin sonucunu üretmek
arayışı vardı. Bu politize olmuş ya da bilinçli
ile Avrupa’da kitle iletişim araçlarından takip
bir arayış olmasa da öz itibariyle kendi kületmek arasında ciddi bir duygu farkı olsa
“Politik aktivitelerin yanı sıra yer yer sanatsal çalışmalarda da yer
türel kodlarına dönüş, onu yaşama isteğine
gerek. Dediğim gibi benim açımdan müzik
aldım. ‘Kürdçe anlıyorum fakat konuşamıyorum’ diyen bir kuşaktandım.
yönelikti. Bu süreçte Kürd kurumlarında
barış ve hoşgörü dilinin bir aracı olarak bir
politik aktivitelerin yanı sıra yer yer sanatsal
anlamda bizlerin, Kürdlerin hikâyelerini
Özel bir çabanın yanı sıra, Kürdçe kliamlar sayesinde Kürdçe’mi
çalışmalarda da yer aldım. ‘Kürdçe anlıyokulaktan kulağa taşıyacak bir yol. Bu yolcugeliştirdiğimi belirtebilirim.”
rum fakat konuşamıyorum’ diyen bir kuşakluk süresince de ulaşabildiğim her alanda,
tandım. Özel bir çabanın yanı sıra, Kürdçe
herkese sesimi duyurmak isterim.
kilamlar sayesinde Kürdçemi geliştirdiğimi
belirtebilirim. Üniversitede İngilizce ÖğretKürdçe müzik kanallarının artmasını
menliği eğitiminin ardından 2006 yılında
nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yeterli
Londra’ya yerleştim. Burada müzik ile haşır
mi?
neşir olma fikrini biraz daha ciddiye aldım.
Kürdçe dilinin yaygın şekilde konuşulduKısa bir şan eğitimi ardından başladığım
ğu, dillendirildiği ortam ve platformların
müzik yolculuğuna çeşitli halklardan ve
artması oldukça önemli. Kürd müzik kaçeşitli alanlardan müzisyenlerle çalışmalar
nallarının artışını da bu yönüyle sevindirici
yürüterek devam ettim. Şu anda İngiltere’de
çünkü bırakın biz yetişkinleri, çocukların
Raye isimli müzik grubu ile müzik çalışmadünyasına dahi müzik yoluyla ulaşabilmek
larımı sürdürmekteyim.
en etkili yol. Ancak kanal sayısı da tek
başına yeterli değil elbette. Nitelik itibariyle
Müziğin dışında nelerle uğraşıyorsuyayınlarların içeriğinin doldurulması gerekinuz?
yor. Zaten ‘’doğduğuna pişman’’ koşullarda
İnsan ve kadın hakları ve çevre konuyeterince arabesk, apolitik ya da lümpen
larında yapılan çalışmalar içerisinde yer
yetişen gençlerin bakış açısını geliştirecek,
alıyorum. Muhabirlik ve bir hukuk büufkunu açacak çalışmaların hakim olması
rosunda ful time çalışmama ve pek çok
anlamlı olur.
Reyhan Akgün
“Saçları beline kadar örgülü, yeşil lastik ayakkabılarım ve kara önlüğümle bir ilkokul
öğrencisiyken, öğretmenlerimin her ortamda şarkılar söyletmesiyle sanırım ilk kez
keşfedilmiştim. İnsanın anavatanı çocukluğudur denir ya, ortaokulda başarılı bir
öğrencilik sonrası burslu lise eğitimine başladığımda çocukluğuma, çocukluğumda
edindiğim kültürel hafızaya layık olma arayışı devam etti.”

Benzer belgeler

KBY temiz siyaset sınavında Dr. Nick Brauns:

KBY temiz siyaset sınavında Dr. Nick Brauns: Bağımsız Güney, Federal Rojava MESUT YEĞEN

Detaylı

27.03.2016

27.03.2016 Çek ve Slovak halklarının sanat, kültür ve dil itibariyle birbirlerine oldukça yakın olduğunu hatırlatan Kulabek, son olarak şu değerlendirmede bulundu: “Örneğin bir Çek, Slovakya’da yaşamak isters...

Detaylı

BasHaber PDF

BasHaber PDF Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Kurubaş, Çek ve Slovakya’nın AB’ye alınacak olmasının söz konusu ayrılığı hızlandırdığını ifade ederek, “AB sayesin...

Detaylı

01.02.2016

01.02.2016 Bağdat Hükümeti ile Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBY) arasında siyasi gerilime neden olan bağımsızlık talebi, Ortadoğu ve Avrupa’nın da gündeminde. Ankara, Tahran’ın mesafeli durduğu, ancak Bağdat’...

Detaylı

19.10.2015

19.10.2015 Bağdat Hükümeti ile Kürdistan Bölgesel Hükümeti (KBY) arasında siyasi gerilime neden olan bağımsızlık talebi, Ortadoğu ve Avrupa’nın da gündeminde. Ankara, Tahran’ın mesafeli durduğu, ancak Bağdat’...

Detaylı

23.05.2016

23.05.2016 Bağımsız Güney, Federal Rojava MESUT YEĞEN

Detaylı

25.04.2016

25.04.2016 Rojava’da doğru, normal mecrasında akmaya başlamış görünüyor. Başur ve Rojava’nın yaşadıklarında ortak olan bu. Başur bağımsızlığa, Rojava federasyona meylediyor. Olması gerektiği gibi, işlerin mec...

Detaylı

17.04.2016

17.04.2016 so-runsuzluğun diğer ülkelerin de destek vermesinden kaynaklı olduğunu savundu. Irak’ta halkın kendi iradesini ortaya koyamadığını iddia eden Balayi, Kürdlerin olası referandumda bağımsızlığı onayl...

Detaylı

09.11.2015

09.11.2015 geliştiriyor

Detaylı

30.05.2016

30.05.2016 geliştiriyor

Detaylı

04.07.2016

04.07.2016 daha uygun. Lakin, şu da açık: Bağımsız Güney, federal Rojava”, bugünden yarına becerebilecek gibi de değil. Haddizatında, işler bu mecrada kararlılıkla ilerlemeye başladığında Başur ve Rojava büyü...

Detaylı