Türküler Öksüz İlahilerYetim - TRT Müzik Dairesi Başkanlığı

Transkript

Türküler Öksüz İlahilerYetim - TRT Müzik Dairesi Başkanlığı
TRT AYLIK MÜZİK DERGİSİ • SAYI 2 • EYLÜL 2015
z
ü
s
k
Ö
r
e
l
ü
k
r
ü
T erYetim
l
i
h
a
l
İ
a!
MUZ
d
LU’na ve
Ğ
O
P
İ
T
A
AHMET H
e
v
N
Ü
G
K
AFFER A
Dev koroların şefi
Zafer GÜNDOĞDU
Kemençe ile evrensel bir yolculuk
Ahmet Kadri RİZELİ
İtalyan pop-rock grubu
TURKISH CAFÈ
Radyoculara Bir Armağan
Söz: Şenol Göka
Beste - Solist: Kerem Demircioğlu
Düzenleme: Murat Tunalı
Tulum: Volkan Arslan
Supervisor: Amber Türkmen
Amber TÜRKMEN
TRT Radyo Dairesi Başkanı,
TRT Müzik Dairesi Başkan V.
Bir Dünya Selam,
Müzik dünyasına sonbahar erken geldi ne yazık ki!
Geçtiğimiz ay adeta bir yaprak dökümü yaşadık.
Ağustos’un hemen başında Muzaffer Akgün’ü, sonunda Ahmet Hatipoğlu’nu
ebediyete uğurladık.
Her ikisi de TRT ve ülkemiz için yeri doldurulamayacak büyük kayıplar.
Muzaffer Akgün; Türk insanını radyoların başına toplayan, kendi kültürüyle buluşturan
“Yurttan Sesler Korosu”nun ilk kadrosundaki karakteristik seslerin başında geliyordu.
Halk birçok türküyü onun sesinden sevdi, ondan öğrendi. Türkülerin anası öncü kişiliği,
duruşu, tevazuuyla yeni nesillere örnek oldu, onları cesaretlendirdi.
Ahmet Hatipoğlu, gönül verdiği tasavvuf müziğini halkla ve gelecek nesillerle
buluşturmaya hayatını adayan bir neferdi. Saz sanatçısı, icracı, şef, bestekar, düşünür,
yazar, araştırmacı ve hocaydı. Yeni form çalışmalarıyla tasavvuf müziğine yeni bir soluk
getirdi. Yurt dışında verdiği konserlerle Türk Tasavvuf Müziği’ni dünyaya tanıttı. Ardında
yüzlerce eser ve bu sanata gönül vermiş öğrenci bıraktı.
Dergimizin kapağını bu iki büyük müzik insanına ayırdık.
Muzaffer Akgün’ü ve Ahmet Hatipoğlu’nu özel sayfalarla anarken, onların sanata ve
hayata bakışlarını kendi sözleriyle anlatmayı seçtik.
“Bir Dünya Müzik” dergisi olarak, TRT’nin Türkiye’ye mal olmuş sanatçılarını, sohbet
sayfalarımızda okurlarla buluşturmayı sürdürüyoruz.
Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği korolarımızın değerli şeflerinden
Zafer Gündoğdu ve Ahmet Kadri Rizeli röportajlarını keyifle okuyacağınızı umuyorum.
Bu dergi için yola çıkarken, yarım asrı aşan deneyime ve çalışanlarının birikimine olan
güvenimizi vurgulamıştık.
Bunu doğrular şekilde dergimizin gönüllü yazar ve muhabir kadrosu her sayıda daha
da zenginleşiyor.
Elbette, Müzik Dairesi Başkanlığı’nın, TRT radyolarının yönetici ve çalışanları da dergi
ekibinin bilgi kaynağı ve doğal danışmanları olmayı sürdürecekler.
Bu destekten güç alan “Bir Dünya Müzik” dergisi, internetin ve e-derginin avantajıyla
çok sayıda okura ulaştı bile.
Yeni sayılarda buluşmak dileği ile müzikle kalın.
3
BİR DÜNYA KONU
BİR SEVDA
MASALI
12
“Türkülerin Anası” hayatını kaybetti.
“Kışlalar” öksüz bugün... “Yurttan Sesler
Korosu”nun unutulmaz sesi, bir dönemin
tartışmasız “star”ı Muzaffer Akgün
anlatıyor…
ÇAĞIMIZIN
ITRİ’Sİ
16
Türk Tasavvuf Müziği’ni, yeni formlarla
halkla buluşturan, dünyaya tanıtan
Ahmet Hatipoğlu, arkasında yüzlerce eser
bırakarak aramızdan ayrıldı. Kendi sözleriyle
Hatipoğlu’nun Türk müziğine bakışı…
BİR DÜNYA
RADYO
TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON
KURUMU ADINA SAHİBİ ve
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Amber TÜRKMEN
20
TRT Radyo 1, müziğin her rengini
dinleyicisiyle buluşturuyor. Ankara, İstanbul
ve İzmir radyolarınca hazırlanan programlar
dinleyiciyi müzik tarihimizde engin bir
yolculuğa çıkarıyor.
22
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Birsen YÜKSEL TAYMAZ
DEV KOROLARIN
ŞEFİ
EDİTÖR
Hakan DİLAVER
Döneminin en genç, günümüzün en kıdemli
halk müziği şefi Zafer Gündoğdu’nun kırık
bir sazla başlayan ve dev korolara uzanan
türkü yolculuğu…
GRAFİK TASARIM
Birsen YÜKSEL TAYMAZ
YÖNETİM YERİ
TRT MÜZİK DAİRESİ BAŞKANLIĞI
TRT SİTESİ A BLOK KAT 9
Tel: (312)463 32 48
[email protected]
TRT Bir Dünya Müzik
@birdunyamuzik
4
EDİTÖRDEN
Merhaba,
EN RADYO
26
TRT Genel Müdürü Şenol Göka’nın
projesi ilklerle başladı, dünyanın uzak
köşelerinden yayınlarla rekorlara ve
ödüllere koşuyor. Sunucuları Erhan
Konuk, Muzo, Bay J ve Erkan Yavaş’ın
gözünden Dünyanın En Radyo
Programı…
KEMENÇE İLE
EVRENSEL BİR
YOLCULUK
30
34
Türk kültürüne ve İstanbul’a hayran İtalyan poprock grubu Turkish Cafè, Pelin Akan’ın soruları
yanıtladı.
Burhan Şeşen, sonbaharı karşılayan yazısıyla
‘merhaba’ dedi bu kez.
Ankara Radyosu Müdürü Murat Örem, müzik
tarihine geçen isimleri anacağı “Bir Dünya İnsan”
yazılarına Fikret Kızılok ile başladı.
Murat Ekşi, her türden yeni çıkan albümleri
"Bir Dünya Müzik" okuyucuları için değerlendirdi.
Murat Örem, 22 Eylül 2001’de
kaybettiğimiz "Anadolu Popu"nun
öncülerinden Fikret Kızılok’u andı:
“Bu kalp seni unutur mu?”
TURKISH CAFÈ
Bu ay yine “Bir Dünya Sohbet” var dergimizde. Kırık
bir sazla başladığı halk müziği yolculuğunda dev
koroların şefliğine ulaşan TRT İstanbul Radyosu
Yurttan Sesler Koro Şefi Zafer Gündoğdu ve
kemençenin sınırsızlığını evrensel müziğe taşıyan
şef Ahmet Kadri Rizeli ile Birsen Yüksel Taymaz
sohbet etti.
Rekorlar ve ödüllere aday "Dünyanın En Radyo
Programı"nı Erhan Konuk ve programı beraber
sunduğu usta meslektaşlarından dinledik.
Klasik kemençe virtüözü, şef Ahmet
Kadri Rizeli ile musikiden caz’a,
klasik’ten tango’ya evrensel müzik
arayışı…
BİR DÜNYA
İNSAN
Geçtiğimiz ay Türk müzik dünyası ve TRT yeri
doldurulamayacak iki büyük sanatçısını kaybetti.
1940’lı yılların başında “Yurttan Sesler Korosu”nun
çekirdek kadrosunda yer alan, yanık sesi kadar
sahneye getirdiği yeniliklerle de türküleri kuşaklara
sevdiren, döneminin tartışılmaz “star”ı Muzaffer
Akgün ve tasavvuf musikisini halkla buluşturan,
dünyaya tanıtan, gelecek nesillere müthiş bir beste
külliyatı bırakan Ahmet Hatipoğlu… İki öncü
müzik insanını kendi sözleriyle anlatırken, onların
dünyasıyla biraz olsun tanıştırmak istedik sizleri…
Cahit Cesur, "Zaman Tüne"nde müzik tarihinde bir
yolculuğa çıkardı.
36
“Misafirperver, gizemli, Türk kahvesi
gibi güzel ve büyüleyici”
Türk kültürüne ve İstanbul’a
hayran bir İtalyan pop-rock grubu:
Turkish Cafè
Ve yine haberler, konserler, festivallerler, kitaplarla
dolu bir dergiyle müziğin her rengini yansıtmaya
çalıştık.
Beğeneceğinizi umuyoruz.
Ekim’de görüşmek dileğiyle…
Hakan DİLAVER
5
FİNAL ZAMANI
Opera dünyasına kazandırdığı genç yeteneklerle uluslararası müzik
çevrelerinde saygı uyandıran Leyla Gencer Şan Yarışması’nın final serisi
6-11 Eylül’de İstanbul’da yapılacak.
İKSV ve La Scala Tiyatrosu Akademisi tarafından düzenlenen yarışmanın final serisi jürisine bu yıl ünlü İtalyan soprano Luciana Serra başkanlık edecek.
14 milliyetten 42 şancı yarışacak.
8. Leyla Gencer Şan Yarışması’nın Haziran ayı içerisinde Paris, Londra,
Berlin, Milano, Varşova ve İstanbul’da yapılan ön elemelerine 24 farklı
ülkeden 32 yaş altı 100 genç şancı katıldı.
Ön elemelerde seçilen 14 farklı milliyetten toplam 42 genç şancı final
serisine katılmak üzere Eylül ayında İstanbul’a gelecek. Yarışmacılar arasında Türkiye’den de 4 soprano, 1 mezzosoprano, 1 bariton ile 1 bas yer
alıyor.
Elemeler sonrası finale kalan 8 yarışmacı 11 Eylül Cuma akşamı 20.00’da
Süreyya Operası’nda, Antonio Pirolli yönetimindeki Borusan İstanbul
Filarmoni Orkestrası eşliğinde jüri ve dinleyiciler önünde birer arya
seslendirecek.
Dereceye giren genç yetenekler, para ödülünün yanı sıra, uluslararası eğitim ve projelere katılma şansı yakalayacak.
Parlayan yıldızlar
6
Tüm dünyada “La Diva Turca” olarak anılan büyük sopranomuz Leyla Gencer’in onuruna düzenlenen yarışma bugüne kadar pek çok
önemli yeteneği opera dünyasına kazandırdı.
Gürcü sopranolar Nino Machaidze ve Anita Rachvelishvili, Arjantinli tenor Marcello Alvarez, Yugoslav bariton Nikola Mijailovic
gibi dünya starlarının yanısıra, Mısırlı soprano Fatma Said,
Güney Afrikalı soprano Pretty Yende, bariton Kartal Karagedik ve koloratür soprano Pervin Çakar önceki yıllarda
dereceye giren sanatçılardan bazılarıydı.
BİR DÜNYA HABER
MTV Video Müzik Ödülleri’ne
Taylor Swift damgası!
2015 MTV Video Müzik Ödülleri, Los
Angeles’taki Microsoft Theater’da
düzenlenen törenle sahiplerini
buldu.
Sunuculuğunu ABD’nin çılgın
şarkıcısı Miley Cyrus üstlendiği
törende Nicki Minaj, Justin Bieber,
Pharrell Williams, Demi Lovato,
Macklemore ve Rylan Levis gibi
isimler sahne aldı.
Justin Bieber, Skrillex ve Diplo ile
yaptığı Where Are Ü Now’ı yepyeni
şarkısı What Do You Mean ile
birleştirerek göz doldurdu.
Son yıllarda müziği yerine karıştığı
olaylarla gündeme gelen Bieber,
ara verdiği sahnelere dönüşünde
hüngür hüngür ağladı.
Geceye damga vuran ise aday
gösterildiği 9 daldan 4’ünde ödülü
kucaklayan Taylor Swift oldu.
Swift, yılın videosu büyük ödülünü,
Victotira’s Secret mankenlerinin yer
aldığı Bad Blood klibiyle kazandı. Rap’çi
Kanye West, ‘Micheal Jackson’ adına
verilen özel ödüle layık görüldü.
GECENİN KAZANANLARI
Yılın Videosu: Taylor Swift ft.
Kendrick Lamar / Bad Blood
Yılın Kadın Müzik Videosu:
Taylor Swift / Blank Space
Yılın Pop Videosu:
Taylor Swift / Blank Space
Yılın İş Birliği: Taylor Swift ft.
Kendrick Lamar / Bad Blood
Yılın En İyi Sanatçısı:
Fetty Wap / Trap Queen
Yılın En İyi Yönetmenliği:
Kendrick Lamar / Alriht
Yılın Hip Hop Videosu:
Nicki Minaj / Anaconda
Yılın Rock Videosu:
Uma Thutman / Fall Out Boy
Yılın Erkek Müzik Klibi: Bruno Mars,
Mark Ronson / Uptown Funk
Yılın Sosyal Mesaj İçerikli Klibi:
Kanye West, Big Sean
One Man Can Change the World
Yılın En İyi Görsel Efekti:
Jack Ü, Justin Bieber
Where Are Ü Now
7
BİR DÜNYA HABER
TRT’ye 150 sanatçı ve tonmayster
Türkiye’de müzik yayıncılığının okulu,
öncü ve lider kurumu TRT, Türk Halk Müziği (THM), Türk Sanat Müziği (TSM) ve
Çoksesli Müzikler (ÇSM) kadrolarını 150
yeni sanatçı ve tonmaysterle güçlendirdi.
Ankara, İstanbul ve İzmir radyolarına genel duyurulu sınavla, ses ve saz sanatçıları ile tonmaysterler alındı.
TRT tarihinde ilk kez olarak, 4 dalda bu
kadar geniş kapsamlı ve yüksek sayıda
kadrolu personel alımı ve sanatçı-tonmayster sınavı gerçekleştirildi.
6 bin sanatçı adayı başvurdu
Geçmişte, 1966 ve 1982 yıllarında THM
ve TSM dallarında yapılan genel duyurulu sınavlardan sonra, 1985, 1986, 1987
yıllarında özellikle Erzurum ve diğer radyolar için, daha sonra ise Ankara, İstanbul ve İzmir Radyolarına boş bulunan
az sayıda sanatçı kadroları için sınavlar
açılmıştı.
Bu yıl açılan sınavlara 6 binden fazla sanatçı adayı başvurdu. Gereken şartları
taşıdığı belirlenen 5 bin 860 kişinin sınav
günleri tespit edilerek TRT’nin internet
sitesinde duyurular yapıldı.
3 ay süren sınav maratonu
25 Mayıs 2015 tarihinde THM Ses dalında başlayan sınavlar, TSM ve ÇSM dallarında devam ederek, yaklaşık 3 ay sonra
25 Ağustos 2015 tarihinde Tonmaysterlik dalıyla tamamlandı.
4 ayrı dalda oluşturulan sınav kurullarınca yürütülen çalışmalar ve değerlendirmeler sonuncunda, başarılı bulunan 150
aday atanmaya hak kazandı.
Sıra TRT Çocuk ve Gençlik Koroları için amatörlerde…
Müzik kadrosunu, genel sınavla aldığı 150
kadrolu sanatçı ve tonmaysterle tazeleyen
TRT, üstlendiği “okul” misyonunu da her
geçen gün geliştiriyor.
TRT’nin çocuk ve gençlik koroları, 30 yılı
aşkın bir süredir, 8 bölge müdürlüğü bünyesinde eğitim, öğretim ve üretim faaliyetlerini sürdürüyor.
TRT’nin deneyimli sanatçılarının eğitici olarak görev yaptığı bu korolar, adeta bir konservatuvar gibi altyapı görevini üstleniyor;
bir anlamda geleceğin ses ve saz sanatçıla-
8
rının yetişmesine katkıda bulunuyor.
TRT, Türk Sanat Müziği (TSM), Türk Halk
Müziği (THM) ve Çoksesli Müzikler (ÇSM)
çocuk ve gençlik korolarını, Ekim ve Kasım
aylarında yapılacak müzikal değerlendirmeyle belirleyeceği amatör elemanlarla
takviye edecek.
TRT GENÇLİK KOROLARI
TSM ve THM gençlik korolarına ses elemanı olarak müracaat edecek adayların
Ankara ve İstanbul için 1995-1998 yılları
arasında, diğer bölgeler için 1992 - 1998
yılları arasında; tüm bölgelerden saz elemanı olarak müracaat edecek adayların ise
1990-2000 yılları arasında doğmuş olmaları şartı aranıyor.
TSM gençlik koroları için müzikal değerlendirmeler; İzmir’de 24-25 Ekim, Trabzon’da 7 Kasım, Ankara ve İstanbul’da 7-8
Kasım, Antalya’da 14 Kasım tarihlerinde
yapılacak.
THM gençlik koroları için adaylar 17-18
Ekim İzmir, 24-25 Ekim Ankara, 7 Kasım
Erzurum, 14 Kasım Trabzon ve Antalya, 1415 Kasım’da İstanbul’da değerlendirmeye
alınacak.
ÇSM gençlik koroları için ise mutasyon (ses
değişimi) dönemini tamamlamış ve 26 yaşından gün almamış olanlar başvurabilecek. 3 ilde faaliyet gösteren ÇSM gençlik
koroları için müzikal değerlendirmeler 7-8
Kasım’da Ankara ve İzmir, 14-15 Kasım’da
İstanbul’da yapılacak.
TRT ÇOCUK KOROLARI
Müzikal değerlendirmeye girebilmek için
THM ve TSM çocuk korolarında 2006-2007;
ÇSM çocuk korolarında 2007-2008 yıllarında doğmuş olma şartı aranacak.
TSM çocuk koroları için müzikal değerlendirmeler; 3 Ekim Çukurova, 4 Ekim Ankara,
10 Ekim Diyarbakır ve Trabzon, 17 Ekim’de
İstanbul Radyosu’nda yapılacak.
THM çocuk koroları için adaylar; 3 Ekim’de
Diyarbakır, İstanbul ve Trabzon, 10 Ekim’de
Çukurova ve Erzurum Müdürlükleri’nde
müzikal değerlendirmeye alınacak.
ÇSM çocuk koroları için ise müzikal değerlendirmeler; 3-4 Ekim İstanbul, 10-11 Ekim
Ankara ve İzmir, 17-18 Ekim’de Trabzon
müdürlüklerinde yapılacak.
Çocuk ve gençlik koroları için müzikal değerlendirmeye başvuracak adaylarda; korolara özel yaş şartlarının yanı sıra TC vatandaşı olmaları ve sınava katılacakları şehirde
ikamet etmeleri şartları aranıyor. Adayların,
nüfus cüzdanı ve 2 adet vesikalık fotoğrafları ile birlikte ilgili TRT Müdürlükleri’ne,
sınav tarihine kadar şahsen başvurmaları
gerekiyor. Çocuk korosu adaylarının velileri
de başvuru yapabilecek. Sonuçlar, müzikal
değerlendirmeleri takip eden hafta içerisinde ilgili müdürlüklerin girişlerine asılarak duyurulacak. Başarılı olanlar, herhangi
bir ücret almadan, amatör olarak koro çalışmalarına devam edecekler.
BİR DÜNYA HABER
AB Grubu Temmuz’da yine
TRT FM dinledi!
TRT FM “Tramvay”ı
rock festivalinde…
Ulusal Radyo Yayıncıları Derneği
URYAD Radyo Reyting Araştırması
Temmuz 2015 sonuçları açıklandı.
URYAD A.Ş. ve Nielsen tarafından her
ay en az 5 bin hane ve 7 bin 500 birey
ile yapılan “Radyo Dinleyici Ölçümü
Araştırması”na katılan radyo sayısı
50’ye yükseldi.
Temmuz 2015 ölçüm sonuçlarına
göre, Temmuz ayında AB sosyo-ekonomik grubunun ilk tercihi yine TRT
FM oldu. AB grubunda radyosunu
açan 100 kişiden yaklaşık 13’ü TRT FM
dinledi. TRT FM toplam kategorisinde
de Kral FM’in ardından ikinci sırayı aldı.
Üçüncü sırada Power Türk var. Radyo
Dinleyici Ölçümü Araştırmasına katılan 50 radyo arasında TRT Radyo 1, en
çok dinlenen 18’inci kanal.
Balıkesir’in, Edremit ilçesi Zeytinli Dalyan Sahili’nde gerçekleşen Zeytinli
Rock Festivali 20-23 Ağustos tarihlerinde yapıldı.
Hafta içi her gün 15.00-17.00 saatleri
arasında yayın yapan TRT FM Tramvay
Programı da organizasyon komitesinin
davetlisi olarak Zeytinli Rock Festivali’ne katıldı. Sunucu Billur Adalet İbrahimhakkıoğlu, yapımcılar Faika Didem
Tayfur ve Müjgan Arslan ile teknik sorumlular Muzaffer Ayyıldız ve Ahmet
Maden’den oluşan Tramvay ekibi, 3
günde 3 farklı alandan izlenimleri ve
konuklarıyla yayındaydı. Edremit Belediye Başkanı Kamil Saka ile birlikte TRT
FM’de Tramvay programının canlı yayınına konuk olan Organizasyon Komitesi Başkanı Umut Kuzey, “TRT ilk kez
bir rock festivaline katıldı” dedi.
9
BİR DÜNYA HABER
Avrupa’nın en iyi bestekarı Sinem Altan!
Almanya’nın başkenti Berlin’de her yıl
düzenlenen “Young Euro Classic” müzik festivali kapsamında verilen “2015
Avrupa Bestekar Ödülü” piyanist Sinem
Altan’a verildi
Avrupalı Gençlik Orkestraları Almanya
Dostluk Grubu Derneğince başkent
Berlin’de düzenlenen “Young Euro Classic” festivali çerçevesinde verilen ödülü,
Sinem Altan, ‘’Hafriyat’’ adlı eseriyle aldı.
Festival organizasyon komitesinden
yapılan açıklamada, Altan’ın eserinin,
“Young Euro Classic” etkinliği kapsamında düzenlenen konserde Türkiye
Gençlik Filarmoni Orkestrası (TGFO) tarafından icra edildiği anımsatıldı.
Jüri üyeleri, Sinem Altan’ı “Hafriyat” adlı
eseriyle dinleyicilere yeryüzünün gücünü hissettirdiğini açıkladı.
Altan’ın böylece 5 bin Avroluk ödülün
de sahibi oldu.
Ödülünü alan Sinem Altan, etkinlik
konserinde eserini icra eden Türkiye
Gençlik Filarmoni Orkestrası’nı övdü.
“Eserime adeta nefes üflediler” diyen
Altan, “Demek dinleyicileri öyle etkilemişler ki aynı zamanda halktan oluşan
jüri üyeleri böyle bir karar vermiş. 9 prömiyer beste arasından benim eserim
böyle bir ödüle layık görüldüğü için
çok mutluyum. Hafriyat aslında benim
için yeni bir dönemi yansıtıyor. Müzikal
anlamda çok büyük bir orkestra için
yazmıştım” ifadelerini kullandı.
Gençlerin tercihi:
One Direction
Beatles’ın
ilk albüm
anlaşması
açık
artırmada
1961 yılında Almanya’nın Hamburg kentinde Beatles üyeleri
tarafından imzalanan grubun ilk albüm anlaşması 19 Eylül’de
New York’ta Heritage Auctions müzayede evinde açık artırmaya sunulacak. 150 bin dolara alıcı bulması beklenen anlaşma
ise sadece 80 dolarlık!
Efsane İngiliz grubu Beatles, müzik kariyerine Almanya sokaklarında çalarak başlamış ve ilk single’ı olan My Bonnie de Alman
Polydor etiketiyle çıkmıştı. Şarkı, Almanya’da müzik listelerine
giremese de grubun anavatanı İngiltere’de popüler olunca,
EMI ile anlaşma imzalayan Beatles, kendilerine şöhret basamaklarını tırmandıracak olan ‘Love Me Do’ single’ını çıkarmıştı.
Online oylar sonucu belirlenen “Teen Choice” ödülleri Los Angeles’ta sahiplerini buldu. Ödül gecesinin
yıldızı 8 ödülü birden kucaklayan İngiliz grup One
Direction oldu. Turnede olmalarından ötürü ödül
törenine katılamayan grup üyeleri, törene canlı yayınla bağlanarak genç hayranlarına teşekkür etti. En
iyi erkek grup ödülü One Direction’a giderken en
iyi kadın grubu ödülünün sahibi ise Fifth Harmony
oldu. Gençler en iyi R&B/Hip-Hop sanatçı ödülü için
oylarını Nicki Minaj’dan yana kullandı.
Obama’nın müzik listesi
Spotify’da
Sosyal medyayı aktif kullanan siyasetçilerin başında gelen ABD Başkanı
Barack Obama, bu kez de müzik listesiyle karşımızda. Ünlü müzik veri akışı
servisi Spotify aracılığıyla yayınlanan müzik listesinde Obama’nın en sevdiği
müzisyenler arasında Aretha Franklin, Stevie Wonder, Bob Marley, Justin Timberlake, Rolling Stones, Bob Dylan, Frank Sinatra ve Al Green bulunmakta.
10
“Bir
Gönül Masalı”
Hakan DİLAVER
[email protected]
Muzaffer Akgün’ü 1 Ağustos günü kaybettik. Ajanslar, “Türkülerin Anası hayatını
kaybetti!” diye geçti vefat haberini.
Muzaffer Akgün, yeri doldurulamayacak
bir sanatçıydı. 40’lı yılların hemen başında girdiği Ankara Radyosu’nda, Muzaffer
Sarısözen’in öncülüğünde oluşturulan
“Yurtlar Sesler Korosu”nun çekirdek kadrosunda yer aldı. “Yanık” sesiyle aslına tamamen uygun icra ettiği türküleri kuşaktan kuşağa herkese sevdirdi. Sahnede çığır
açtı: İlk kez türkülere uygun kostüm giyen
de oydu, sazcılarını bir örnek giydiren de!..
Avrupa’daki gözlemlerinden esinlenerek
sahnede kurduğu dekorlar, hazırladığı mizansenlerle türkülerin hikayesini bir tiyatro
oyunu gibi anlattı. Döneminin saygın gazinolarında sahne alırken, afişlerde, neon
ışıklarında ismi Zeki Müren ile kıyaslandı.
Müzik-magazin dergilerinin başköşesine,
hem sanatı hem de mutlu aile hayatıyla
yerleşti. Hatta türkü söylerken ellerinin duruşu bile dergilerin sayfalarında konu edildi. Yeşilcam’ın kapısından başrolde geçen
ilk Türk Halk Müziği sanatçısı oldu. Filmlerinde Sadri Alışık, İzzet Günay ve Zeynep
Değirmencioğlu ile oynadı.
Öyle sevildi ki o zamanlar; Zeki Müren’i arkasından sahneye çıkmaya tereddüt ettirecek kadar alkış aldığı da anlatıldı, içinde
olduğu arabanın metrelerce omuzlarda
taşındığı da…
Aslında bir insanı tanımanın en iyi yolu
kendisine kulak vermek! Kimdi Muzaffer
Akgün? Nasıl bir insandı? Kendi ağzından
dinlemeye ne dersiniz? Bunun için biraz
geçmişe, yıllar öncesine gitmemiz gerekiyor. Büyük sanatçının Karamürsel’deki
evinde kaydedilen TRT’nin radyo programı “Kimler Geldi Kimler Geçti”nin kayıtla-
12
MUZAFFER AKGÜN
anlatıyor
rına…
“Söz uçar
yazı kalır!”
dedik,
artık
aramızdan ayrılan bu büyük sanatçının yıllar önce verdiği röportajda söylediklerinden alıntılarla,
onu Bir Dünya Müzik okurlarına tanıtmaya çalıştık.
İşte kendi sözleriyle “Türkülerin Anası” Muzaffer Akgün…
“1927 yılında İstanbul’da doğmuşum.”
Nüfus cüzdanındaysa doğum tarihi 1926
diye yazıyordu. Söylediğine göre, ailesinin
kökeni bir zamanlar Osmanlı’nın hakim olduğu uzak diyarlara uzanıyordu.
“Zannediyorum dedemin dedesi Mısır kökenli imiş.”
Babası Demiryolları’nda memurdu…
“Babamın sesi güzeldi biraz galiba. Şerif İçli
babamın arkadaşıydı. Onlar ikisi oturup
başbaşa meşk ederlermiş. Ben de herhalde
oradan böyle kıyıdan bucaktan araya girip,
herhalde onlara iştirak mı ediyordum, neydi
bilmiyorum. Yani öylelikle sesim meydana
çıktı.”
Ev hanımı olan annesine hayrandı…
“Çok güzel bir kadındı böyle akça pakça, beyaz yüzlüydü. Ben hep anneme çekmek isterdim. Kendimi çok çirkin bulurum. Annem
gibi güzel olsam derdim hep. Tabii ruh güzelliği çok güzel bir şey esas”
Gülerek anlatacak kadar “yaramaz” bir çocuktu...
“Çok yaramazdım. Böyle erkek çocuk gibi
bilye filan oynardım. Sek sek oynardım. Yani
çok yaramaz bir çocuktum. Evde de öyle, sokakta da öyle.”
“İmtihanda, ‘bu kız’diye
hitap ettiler bana –belki
Münir Nurettin’di
bilmiyorum- ve ben
ağlamaya başladım.
‘Kız’lafı gücüme gitti. Yani ne
demek kız. Hani, ‘bu kız da şöyle
söylüyor’gibi, yani
lalettayin. Kötü bir laf! Ben de
sevmem yani o tarz
konuşmaları. Hoşuma
gitmedi ve ağlamaya
başladım, dışarı çıktım.
Yani terk ettim imtihanı.”
MUZAFFER AKGÜN
O zamanki soyadıyla Muzaffer Kıvılcım, ilkokuldan sonra ailesiyle birlikte Ankara’ya
göç etti. İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nde okurken hemen yanındaki Ankara Radyosu’nun
açtığı sınava girdi. 1941 Eylül ayıydı…
“Jüride Münir Nurettin vardı bir kere. Hatta
imtihanda, ‘bu kız’ diye hitap ettiler bana –
belki Münir Nurettin’di bilmiyorum- ve ben
ağlamaya başladım. ‘Kız’ lafı gücüme gitti.
Yani ne demek kız. Hani, ‘bu kız da şöyle söylüyor’ gibi, yani lalettayin. Kötü bir laf! Ben de
sevmem yani o tarz konuşmaları. Hoşuma
gitmedi ve ağlamaya başladım, çıktım imtihandan; dışarı çıktım. Yani terk ettim imtihanı.”
Ankara Radyosu’na girişinde Şerif İçli’nin
teşviki kadar –pek bilinmese de- bir başka
tanıdığın da payı vardı…
“Sınav var denince, Antepli Seyit Canözer
diye birisi vardı. Ondan bir iki uzun hava
almıştım. Sıhhat Vekaleti’nde eniştem vardı, Seyit Bey de onun arkadaşı orada. Onun
tavsiyesiyle ben radyo imtihanına girdim ve
öylelikle radyo mensubu oldum.”
TRT’deki ilk yıllarında Türk Sanat Müziği de
söylüyordu…
“Mesela bir neşriyatım vardı. Sıdıka (Dalmen)
Çandarlı’nın bir yarım saatlik bir öğlen programı vardı. Arkadan 15 dakikalık bir türkü
programı vardı. Ve o gün Sıdıka Çandarlı gelmedi. Hastalanmış, ani olarak haber geldi.
Ben zaten neşriyata hazırım. Zaten şarkıları
biliyorum. Dediler ki bana “yarım saat şarkı
okuyacaksın, hemen seç şarkılarını”. Hakkı
Derman, Şerif İçli… Yani klasik çalanlar. Ben
yarım saatlik bir şarkı neşriyatı yaptım o gün.
Dediler ki işte “Muzaffer Akgün’den şarkılar
dinleyeceksiniz” Bitti. Arkadan şimdi Muzaffer Akgün’den (kahkahalar) türküler dinleyeceksiniz” ve 15 dakika da türkü okudum o
gün. O günü hiç unutmuyorum”
Şarkıdan türküye kesin geçişi; Muzaffer Sarısözen’in yönlendirmesiyle, biraz da çok
sevdiği eşinin isteğiyle oldu…
“Muzaffer Bey seçti galiba. Türkülere sesi gidenleri. O zaman ben de şarkı, türkü farketmez diye düşünüyordum ama şimdi ben de
ayırt ediyorum. Sesi şarkıya gider, türküye gider diye. Muzaffer hocamızın seçimiyle, eşim
de bunda dahil oldu galiba. Ben de türkülere
geçtim.”
Söylediği türkülerle halkın gönlünde taht
kursa da belli ki şarkı söylemek içinde bir
ukde olarak kaldı…
“Kaldı gibi. Hala televizyonda şarkı okunurken ben de birlikte okuyorum. Alaturkaya
yakın türküleri daha kendime yakın buluyorum. Demek ki ben yanlış seçmişim. Yoksa
kalırdım şarkılarda. Klasikte kalsaydım belki
hala okuyor olurdum.”
“İki tane türküm var,
vasiyetim olarak
yazdığım. Bir tanesi
‘Geceler yârim oldu’
İkincisi ‘Yine gam
yükünün kervanı geldi’Ben
vefat ettiğimde, benim
tabutum
giderken, önde bu iki
türküm, devamlı, biri
bitsin öteki, biri bitsin öteki,
ta ki ben toprağa girene
kadar...”
Yine de icracıların zamanında ayrılmasını
kendisi de doğru buluyordu…
“Ayırmak daha iyi. Türküyü şarkıyı ayırmak.
Çünkü türkü okuyanları dinliyorum. Şarkıvari okuyor. O şekil nağmeleri yapıyorlar türkü
bambaşka, kendine has bir şey.”
40’lı yılların başında canlı yayın sonrası geç
saatlerde Ankara Radyosu’ndan çıkıp kömür kamyonlarının kasasında evine gittiği
zamanlar da oldu. Ama sıkıntılı günleri bile
hep güzel hatıralarla andı…
“Zelzeleli bir program vardır. Saz çalan Sarı
Recep aklıma geldi. Tonton bir oturuşu vardı. ‘Recep amca’ derdik biz ona. Hepimiz çok
severdik. Beyaz saçlı filan, böyle Karadenizli
bir tipti. 3 numaralı stüdyodayız. Ben türkü
okuyorum, ne okuyorum, Güzel Adın İsmail’i
okuyorum. Okurken sallanmaya başladık.
Sarkıntılı avizeler vardı. Büyük büyük. O avize böyle sallanmaya başladı. Tam da Sarı
Recep avizenin altında oturuyor. Bir baktım
hem saz çalıyor, hem de iskemlesini böyle
kenara doğru çekiyor. Ben türküye devam
ediyorum. Bir ‘aman’ kısmı var. O ‘aman’ kıs-
13
BİR GÖNÜL MASALI
mını tutturdum. Aman… Aman… Gözüm
orada. Bir yandan sallanıyorum. Arkada
eko odası vardı. Odanın kapısı açıldı gıcırdayarak (gülüyor) ve ben ‘aman’ıma devam
ediyorum. Hemen kontrol odasında ışıklar
yandı, insanlar oradan bakıyor. Ben ‘aman’la
devam ediyorum. Baktım usulcacık kapıyı
açtılar, ellerinde bir bardak suyla geldiler, sakinleştirdiler.”
“Kışlalar Doldu Bugün” türküsünü ilk söyleyen değildi. Ama Türkiye, bu türküyle Muzaffer Akgün’ü daha da sevdi.
“O enteresan. Kışlalar’ı Neriman (Neriman
Altındağ Tüfekçi) okuyordu. Ben ondan dinlemiştim. Ondan sonra bir Anadolu turnem
oldu. Ondan sonra Nida Tüfekçi, bana çalıyordu. Turne boyu ben Kışlalar’ı öğrenmek
istedim ve Nida bana bu Kışlalar’ı geçti. Ondan sonra ben bunu turnede okumaya başladım. Öyle öyle öyle Kışlalar oluştu. Neriman
çok güzel okuyor. Belki ben onun kadar güzel
okuyamıyorum ama bilmiyorum halk sevdi
herhalde, benden de sevdi.”
100’ün üzerinde plak, birkaç uzunçalar
yapsa da okuduğu türküleri birbirinden
ayırmadı…
“Unutamadığım diye bir şey yok. Hepsi benim için çok mühim. Altın plağım var tabii.
‘Ay karanlık bulamadım yolumu’ türküsüyle.”
Yine de onun için çok özel türküler vardı…
“İki tane türküm var, vasiyetim olarak yazdığım. Bir tanesi ‘Geceler yârim oldu’. İkincisi
‘Yine gam yükünün kervanı geldi’ Ben vefat
ettiğimde, benim tabutum giderken, önde
bu iki türküm, devamlı, biri bitsin öteki, biri
bitsin öteki, ta ki ben toprağa girene kadar
bu iki türkümün devam etmesini istiyorum.
Niye istiyorum bilmiyorum ama bu iki türküm mezara girene kadar okunsun istiyorum.”
Genç yaşta evlendiği Haluk Bey ile birbirlerine büyük bir tutkuyla bağlandılar.
“Küçük yaşta evlendim. Harbiye’den mezun
asker kökenliydi. Çankırı’da atış okulundaydı. İkide bir kaçar gelirdi. Ondan sonra gidip tabii okulda birkaç gün hapis mi yatar
neydi. (Gülüyor) Çıkınca yine kaçar gelirdi.
Bu kaçmalardan dolayı tardoldu. Bırakmak,
ayrılmak zorunda kaldı. Daha sonra Seyahat
Vekaleti’nde memur oldu.”
Haluk Bey, eşini her zaman destekledi,
onun çalışmalarında hep yanında bulundu, elinden geldiğince yardım etti.
“Birisi ‘Muzaffer Akgün’ün sesi güzel’ dese, hemen ön plana çıkar ‘Evet eşimin sesi çok güzel’ derdi. Kendisinin, şarkı söylerken felaket
bir sesi vardı. Fakat, konuşma sesi, ses tonu
çok güzeldi. Nitekim benim plaklarımda,
mesela Boş Beşik’te, Kışlalar’da onun konuşması var. O anlatıyor. Çok tonlu bir sesi vardı.”
14
“Kışlalar’ı turnede
okumaya başladım.
Neriman çok güzel
okuyor. Belki ben
onun kadar güzel
okuyamıyorum ama
bilmiyorum, halk sevdi
herhalde, benden de
sevdi.”
Erken kaybettiği eşiyle tek çocukları oldu.
Kızı Feryal’in müzikle ilgilenmesini hiç istemedi…
“Muzaffer Akgün ismi o kadar tertemiz o
kadar güzel ki yani bir ikinci olsun istemem.
Yani ben hissen de istemem. O devam etsin,
tek olarak kalsın. Belki kıskançlık mı bu bilmiyorum. Yok değil. Öyle düşünmüyorum da
ama tek kalsın istiyorum.”
Yanlış anlaşılmasın, kendisini tanımlarken
tevazuu elden bırakmadı…
“Kıskanç olmayan, herkesin iyiliğini düşünen,
sevecen, hayvanları çok seven biriyim”
Karamürsel’deki günlerinde hep İstanbul’u
özledi, doğduğu şehri hep çok sevdi…
“Her an İstanbul’a gitmek istiyorum. İstanbul’a aşığım. Sevdiğim yer, doğduğum yer.
Onun için her an kaçmak istiyorum.”
Genç stajyer Muzaffer Kıvılcım, Sarı Recep eşliğinde sınavda...
Yurttan Sesler Korosu’nun üç ası: Neriman Sarısözen, Muzaffer Sarısözen ve Muzaffer Akgün...
MUZAFFER AKGÜN
TRT THM Koro Şefi Zafer Gündoğdu, Muzaffer Akgün ile vefatından birkaç hafta önce
görüşmüş, bayram sonrasında stüdyoda özel
bir program yapmak üzere sözleşmişti. “Beni
evladı gibi severdi” dediği Akgün’e, kızı Feryal
Korur’un annesinin hatıra defterini emanet
edeceği kadar yakındı. Akgün’ün sanatını,
Türk Halk Müziği’ne katkısını, TRT ve sinema
günlerini anlattı.
“Muzaffer Akgün ismi
o kadar tertemiz,
o kadar güzel ki
yani bir ikinci
olsun istemem.
Yani ben hissen de
istemem. O devam etsin,
tek olarak kalsın.
Belki kıskançlık mı bu
bilmiyorum.
Yok değil.
Öyle düşünmüyorum
ama tek kalsın
istiyorum.”
Yaşarken takdir edilmenin, saygı görmenin gururunu, sevincini yaşadı…
“Sokağa çıksam, şöyle yürüsem, hemen
ceket iliklenip, hemen eğilip böyle selam
veriyorlar. Konuşmak istiyorlar. Ben de
durup konuşuyorum. Yani çok çok sevenlerim var, eksik olmasınlar”
Türküleri kendi kuşağına ezberleten
Muzaffer Akgün’ün gelecek nesillere
verdiği nasihatle bitirelim yazımızı.
“Gençlere türküleri sevmelerini ve bu işi
yapmalarını tavsiye ederim. Yani türkü
sanatçısı olmalarını tavsiye ederim. Ve
türküleri adam akıllı elden geçirip, ‘türküler ne demek istiyorsa’ onları tam manasıyla anlamalarını tavsiye ederim.”
TRT Müzik Dairesi Başkanlığı THM
Müdürü Kubilay Dökmetaş, Ankara
Radyosu THM Müdürü Sabri Sabuncu ve
Gürsoy Babaoğlu’nun katkılarıyla…
Altın Plak’ı toprak kokan sesinin bıraktığı
etkiyle aldı.
Muzaffer Akgün, kültürün temel taşlarından bir
tanesidir. Müziğimizin henüz daha kentlerde,
radyolarda çalınmadığı, söylenmediği o ilk dönemlerde kurulan korolarda var olması bu anlamda çok kıymetlidir, çok önemlidir. Oradaki birkaç kişiden bir tanesidir zaten Muzaffer Akgün.
Bundan dolayı da Türkiye için çok önem arz eden
bir kişidir. Müzikal anlamda da bakacak olursak
altın plak ödülünü almasının tabii ki en büyük
nedeni çok temiz bir üslupla söylediği türküler.
Toprak kokan sesinin insanların üzerinde bıraktığı ilk etkinin de çok sevilmesiyle kesinlikle ilgisi
var. Halk tarafından büyük bir beğeni, takdirle
karşılanması takip edilmesi ona bu ödülü getirmiştir.
Yurttan Sesler’in çekirdek kadrosundaydı.
TRT, ilk radyo yayınlarına İstanbul’da başlamıştı.
Ama ilk ciddi, daha sonra koral anlamda müzisyenler Ankara’da faaliyet gösterdi. Ankara’da
Muzaffer Sarısözen şefliğinde kurulan ve koral
müzik icra eden derli toplu ilk kurumumuz olan
Yurttan Sesler’in ilk elemanlarından bir tanesi olmasıyla Muzaffer Akgün’ün TRT ile ilişkisi başlamıştır. Yurttan Sesler’in çekirdek kadrosundandır.
Bu mana da da bizim olmazsa olmazımız ve çok
büyük bir değerimizdir. Emekli olduktan sonra da
vefat edinceye dek biz onu programlarımıza konuk edip zaman zaman birlikte olduk.
Yeniliğe ve kendini geliştirmeye her zaman
açıktı.
O çok popüler olduğu Türkiye’de çok kabul gördüğü dönemlerde 3 tane film yapmıştı. Zaman
zaman hala televizyonlarda siyah beyaz görüntüler içerisinde kendisini büyük bir hasretle, büyük
bir hürmetle izlemekteyiz. Filmlerin de ötesinde
ben birebir görüşmelerimde şunu görebilmiştim. Yeniliğe çok açık bir sanatçı, sahneye yeni
şovlar koyan, türküye yakışır şovlar koyarak kendini hep geliştirmiş, hep yenilemiş bir sanatçı. Bir
dekor eşliğinde ya da işte kendi sesinden duyabildiğimiz kadarıyla, anlattığı kadarıyla Avrupa’da
izlediği sahnelerdeki birçok şeyi kendi üslubunca
buradaki sahnelere, buradaki kendi konserlerine
uyarladığına tanık oluyoruz. Türkiye’ye yakışır haliyle… Bu anlamda da yeniliğe her zaman açık ve
kendini geliştirmeyi bilen bir sanatçıdır.
Röp: Enes BORA
15
‘’Çağımızın
Itri’si’’
Ahmed
Hatiboğlu
Hakan DİLAVER
[email protected]
“Ahmed benden yarım saat önce doğmuş, ama tıbben ben büyükmüşüm!
Ben pek tombul doğmuşum, Ahmed pek
cılız. Rahmetli halam böyle bir çocuğun
yaşayacağına inanamadığı için , teselli makamında anneme: ‘Üzülme kızım
bu ölürse…’ demeye kalmamış, annem
rahmetli halamı dediğne diyeceğine
pişman etmiş ve ‘Neden ölecekmiş, o da
yaşayacak’ demiş. Rahmetli halam onun
bugünkü Ahmed olacağını nereden bilebilirdi!”
Prof. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu, 82 yılın
ardından ayrılmak zorunda kaldığı ikiz
kardeşini bu sözlerle anlatmaya başlamıştı, üstadın dev külliyatını içeren kitap için
yazdığı satırlara.
Evet, kim bilebilirdi o cılız çocuk büyüyecek, büyük bir sanatkar olacak, eserleriyle
bütün dünyanın beğenisini kazanacak ve
ülkesinin musiki tarihinde çığır açacağını,
“Çağımızın Itri’si” benzetmesiyle anılacağını…
16
Türk tasavvuf müziğinin büyük üstadı Ahmet Hatipoğlu, ya da ikiz kardeşlerin tercih ettiği şekliyle, Ahmed Hatiboğlu, geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrıldı.
Hatipoğlu, Hatib Hoca nâmıyla ma’rûf
din bilgini Burdurlu Hacı Mehmed Re’fet
Efendi ile Meryem Edîbe Hanım’ın oğlu
olarak, 25 Eylül 1933’te Burdur’da dünyaya geldi. Dini musikiyle tanışması
-babasının vefatından sonra ağabeyinin
eve getirdiği- gramofondan dinlediği
ve taklit ederek ezberlediği mevlit ve
Yasin plaklarıyla oldu. Tanbur çalmayı fakülte yıllarında kendi kendine öğrendi.
1955’te ses sanatçısı olarak girdiği Ankara Radyosu’nda zaman içinde tambur
sanatçısı, ses yönetmeni (tonmayster)
ve kudüm sanatçısı sınavlarını da geçti.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni
bitirdi ama Ankara radyosu’ndan kopamadı. “Türk Mûsikîsi Müdürlüğü” görevini üstlendi. Tasavvuf ve klasik koro şefliğinin yanı sıra, hem eğitmenlik yaptı,
hem de çeşitli sanat kurulu uzman üye-
liklerinde bulundu. Otuz yıllık mücadele
sonucu 1960’lı yıllarda şahsen başlattığı
tanıtım amaçlı Dinî Mûsikî yayımlarının
ardından, 1978’de ilk resmî vasıflı koroyu
kurdu. Sanat hayatının en önemli eseri
gördüğü “Ankara Radyosu Türk Tasavvuf
Mûsikîsi Korosu” ile 1978 yılından itibaren dinî mûsikîmizin nadide eserlerini
halka ulaştırdı. Hatiboğlu, elli yılı aşkın
sanat hayatında sayısız dinî ve din dışı
Türk Mûsikîsi eserini, onlara icra edilebilir vasfı kazandırarak repertuarımıza kattı. Bu eserlerin pek çoğunu bizzat sesi ve
sazı ile veya şefliğini yaptığı Ankara Radyosu Klâsik ve Tasavvuf Mûsikîsi Koroları
ile yurt içi ve yurt dışında verdiği konserlerle tanıttı. Selçuk Üniversitesi Devlet Konservatuarında 4 sene ders verdi.
200’ün üzerinde bestesi, çalışmaları ve
kitaplarıyla sayısız ödül aldı. Türk Milleti’ne yaptığı hizmetlerden dolayı 2009
yılı TBMM Üstün Hizmet Ödülü”ne, 2012
yılında da, “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve
Sanat Büyük Ödülü”ne lâyık görüldü.
AHMED HATİBOĞLU
“Çağımızın Itri’si” olarak adlandırılan
Ahmet Hatipoğlu’nun külliyatı; Türkiye
Diyanet Vakfı tarafından 2011 yılında yayımlandı. Hatipoğlu, bu dev esere yazdığı
sunumda yarım asrı aşan mücadelesinde
neler yaptığını, neler yapmak istediklerini
kendine has tevazuuyla anlattı.
“Bu kitapta yer alan besteler, hayatım boyunca içimde yaşattığım duyguların, yapabildiğim kadarıyla ancak birer melodik
tezahürleridir ve bence hala da deneme mahiyetindedirler. İtiraf etmeliyim ki bunlar beni
de mutlak manada tatmin etmiş değillerdir.
Musikimizin sonsuz imkanları önünde onun
aşıklarının düştüğü acziyeti bilenler bunu
takdir edecek, eserlerimi ‘sanatta arayışlar’
çerçevesinde değerlendirmekle yetineceklerdir.”
Kendisini “San’at yolculuğunda bir hizmet
sevdalısı” olarak gören ve gönül verdiği sanata ömrünün yarım asrını adadıktan sonra bile “Yolun başındayım” diyecek kadar
mütevazı bir şahsiyetti.
“Sanatta son noktayı koymak diye bir şey
olamaz. Mükemmeliyet noktasının yaklaştıkça uzaklaşması, sanatçının ona erişme
azmini kamçılar. Bu yüzden gerçek sanatçı,
eserini bitirdiğini sandığı anda, hala bir eksik
tarafının bulunduğunu düşünmekten yakasını kurtaramaz.”
Pek çoklarının; anlaşılmaz, ağır, zor olarak gördüğü ve uzak durduğu sanatında,
halkın beğenisini hep en başa koydu, ona
ulaşma sorumluluğunu sanatkara yükledi.
“… Dinleyici sanatçının vehimlerinden
uzaktır. Teknik değerlendirmeler onu pek ilgilendirmez. Eserin ruhunu kavramış ve sevmiş
olmak onun için yeterlidir. Bestekar, kılı kırk
yaran haliyle huzursuzken, dinleyici, dinlediği eserin ya tadını çıkarır veya azabını yaşar.
Beğenir veya beğenmez. Kendince verdiği
hükmün muhakkak bir değeri vardır. Çünkü
bir beklentisi yoktur, sadece ferasetini ortaya
koymuştur. Halkın bu değerlendirmesi ise
maşeri duygu mertebesindedir. Bu yüzden
“halk ne anlar” demeyi ben yanlış ve haksız
bulurum. Halkın doğruyu ve güzeli tespitte,
zaman zaman hayret verici noktalara ulaştığı da bir gerçektir”
Sanatını dinleyiciye ulaştırmanın yolunun
da “Yeni Form” geliştirmekten geçtiğine
inanıyordu.
“Bunaltıcı tekrarlar, çok kullanılmış nağmeler, şekli benzeşimlerdeki bocalayışlar, adeta
“Halkın değerlendirmesi
maşeri duygu
mertebesindedir.
‘Halk ne anlar’
demeyi ben yanlış ve
haksız bulurum. Halkın
doğruyu ve güzeli
tespitte, zaman zaman
hayret verici noktalara
ulaştığı da bir gerçektir”
bir fasit daire teşkil eder. Bu olumsuzluklara
saplanmayı ortadan kaldıracak vasıtaların
başında yeni formların geldiği kanaatindeyim. Değişik formlu eserler, dinleyici nazarında daha ilgi çekici, heyecan verici ve
sürükleyicidir. Sonuçta bu çeşit eserler, sanatın gelişiminde bir bakıma zorlayıcı bir kriter
oluşturur ki, bu ‘yeni şeyler söylemenin’ de bir
teşvik yoludur”
Ama yapay zorlamalara kesinlikle karşıydı.
Çokseslilik meselesinin ‘batı taklitçiliği’ ile
çözülmeye çalışılmasını ‘haysiyet kırıcı’ olarak değerlendirdi.
Kendini milli kültürden soyutlamış kişilerin
verdiği mahsullerin, kültürümüzü aksettirmekten uzak olduğu ve millet nezdinde
bir değer taşımayacağı görüşündeydi.
Ona göre -teknik açıdan mükemmel bile
olsalar- bu tür eserlere “Türk Müziği” demek, yanlıştan öte “Türk musikisine iftira”ydı.
“Velhasıl ‘taş yerinde ağırdır’ hükmünce, batı
müziği Batı müziği olarak; türk musikisi Türk
musikisi olarak değerlerini muhafaza etmeli
ve bunları sakatlayacak uygulamalardan
kaçınılmalıdır. Batı müziği dünya çapında
saltanatını kurmuş büyük bir değerdir. Türk
musikisi ise kendi içine kapalı kalmış ama,
Batı müziğinden aşağı kalmayan, hatta artıları ondan daha fazla olan değerler manzumesidir. Her türlü gelişime müsait olan
musikimizin, denemeler çerçevesinde de
olsa, özüne sadık kalınarak yapılan çok sesli örnekleri, şayet dinleyicisine Türk musikisi
17
ÇAĞIMIZIN ITRİ’Sİ
olarak yansıyorsa kutlanmaya değerdir. Bu
kendine özgü çok seslilik anlamında da geçerlidir. Halkımızın ve bütün dünyanın dikkatini çeker beğenilir. Aksi hal, Batı veya Türk
musikisinin ayakları altında dolaşmanın
getireceği ‘tereciye tere satma ihtizasına yol
açar ki, buna dayanabilecek yürek var mıdır,
bilmem.”
Geçmişini unutmayı, ecdadını hakir görmeyi, kendi kültürüne sahip çıkmamayı,
bir milletin sonunu getirecek emareler
olarak tanımlıyordu.
“Şüphesiz bize düşen iş, öze sadık kalarak,
günümüze hitap edebilecek üst seviyede
eserler yazmak, bunları başta devlet imkanlarıyla, yerliye, yabancıya dinletebilmektir. Elbette bu hedefe ancak müktesebatla ve özün
kavranmasıyla ulaşılabilir”
Ulaştı da! Daha 1973’te İsveç’in müzik politikasını yönlendiren kurumunun davetiyle
Stockholm’den başlayarak 35 şehirde, lise
ve konservatuvar öğrencilerine konser
verdi.
Hatipoğlu’nun, Türkiye ve Türk Tasavvuf
Musikisi’ne yaptığı büyük hizmeti daha
iyi anlatmak için, 3 Mart 1990’daki, Londra
Royal Albert Hall konseriyle iliği yazdıklarını okumak yeterli.
“Öyle bir eser yapmalıyım ki, diye düşünüyordum, hem şimdiye kadar form bakımından
hiç ele alınmamış olsun, hem de İngilizleri
derinden kavrasın. Bu arsumu en iyi gerçekleştirecek şeyin, zikir musikimiz olduğuna
karar verdim. Türkiye’yi tanıtmak için beste-
18
ledim bu eseri. Bizi Royal Albert Hall diye bir
yere götürdüler. Dokuz bin kişilik denen antik bir salon. Birkaç kat locaları var. Burada
konser vermek herkesin harcı değilmiş. Her
neyse konser saatinden önce salona baktım.
Her yer dolmuş. Londra Büyükelçimiz Sayın
Nurver Nureş Bey’e: bu ne haldir efendim dedim. Bana: Ahmet Bey hiç yer kalmadı. İngilizlerin alıştığı bir şey olmamakla beraber,
boş yerlere de sandalye koymak zorunda
kaldılar, dedi. Benim Hicaz bestem, Mevlevi
ayini ve Sema, o büyük topluluğu mest etti.,
çıt çıkarmadan dinlediler. Konser sonunda,
“Değerlerimizi muhafaza
etmeli ve sakatlayacak
uygulamalardan
kaçınmalıyız.
Batı müziği dünyada
saltanatını kurmuş büyük
bir değerdir.
Türk musikisi ise kendi
içine kapalı kalmış ama,
Batı müziğinden aşağı
kalmayan, hatta artıları
ondan daha fazla olan
değerler manzumesidir.”
kuliste büyükelçimiz beni buldu, ağlıyordu:
Ahmet Bey, bizim elli yıldır yapamadığımızı;
siz burada iki saatte başardınız, çok büyük
etki yarattı, tebrik ederim, dedi.”
Ahmet Hatipoğlu, uzun yıllar sanatının
her kademesinde hizmet verdiği TRT’yi, ve
Ankara Radyosu’nu; ‘Tasavvuf musikisinin
hayatiyet bulduğu ve milletle bütünleşme
imtiyazına kavuştuğu çatı’ olarak nitelendirdi ve ayrı bir yere koydu. Büyük üstat,
öğrencilerini de iftiharla, minnetle, şükranla andı.
“Kültür varlıklarımızın başında gelen musikimizi, neredeyse bir yarım asır koruyup kollayan, en üst seviyede icra etmeye çalışıp millete sunan, adeta bir konservatuvar ve enstitü
görevini de üstlenen tek kurum, hiç şüphesiz
Ankara Radyoevi’dir. Bu bakımdan musiki dünyamızın ve milletimizin bu radyoya
vefa borcu vardır. Günümüzde dahi gerçek
musikimizin ancak TRT radyolarından dinlenebiliyor olması, bu güzide müessesenin
yüklendiği misyon ve kadrolarında yer alan
müstesna değerdeki sanatkarlar sayesindedir... Hak teala cümlesinin yardımcısı olsun.
Vesselam”
Türkiye Diyanet Vakfı’nın ödüllü Ahmed
Hatiboğlu Beste Külliyatı’ndan alıntılarla
oluşturduğumuz bu yazı, umarız büyük
üstadı biraz olsun anlatmaya, tanıtmaya
yardımcı olmuştur.
Onun sanatını daha yakından tanımak isteyenleri, TRT’nin “Türk Tasavvuf Müziği”
CD serisini dinlemeye davet ediyoruz.
AHMED HATİBOĞLU
Nasıl bir insandı Ahmet Hatipoğlu? Kişiliğini ve insani yönlerini göz önünde
bulundurarak onu nasıl tanımlarsınız?
Ahmet Hatipoğlu hocamızı, evrensel değerler doğrultusunda ifade edersek kendisi hakkında yapılacak en kesin tanımlama
“kâmil insan”ın vasıflarını haiz örnek bir
şahsiyet olduğudur. Çok kıymetli bir büyüğümüzdür. Resul-i Ekrem efendimize
hürmeti ve O’nun yakınlarına olan sevgi
ve bağlılığı eserlerinde açık olarak hissedilmektedir.
Kendisini tanıyanların hocamıza olan sevgi ve hayranlıkları artarak devam etmiş ve
çevresindeki büyük-küçük her ferde olan
şefkatli muamelesi bizlere örnek olmuştur.
Sevenleri arasında makam ve mevki sahibi
kişiler de olmuştur; ancak O, her zamanda,
her ortamda sade ve gösterişten uzak bir
yaşantı sergilemiştir.
Kıymetli hocamızın ebediyete intikali,
kurum bünyesindeki sanatçı dostları ve
kendisinden büyük feyz alan talebeleri
için derin üzüntü yarattı. Bununla birlikte örnek kişiliği, musikimize kazandırdığı
değerler ve eserleri ile birlikte yaşayacak
olması tüm sevenlerini teselli etmektedir.
On iki yaşımdan itibaren kendisini tanımak
imkanı bulduğum, kendisinden feyz aldığım hocam Ahmet Hatipoğlu’na Cenab-ı
Hakk’tan rahmet niyaz ederim. Bizlere bırakmış olduğu eserleri ve örnek şahsiyeti,
onu ebediyen yaşatacaktır…
Ahmet Hatiboğlu’nu Türk müzik tarihinde nereye koymalıyız? Tasavvuf
müziğine katkılarını anlatır mısınız?
Hocamızın besteleri, musiki repertuvarımızda yer alan çok kıymetli eserler arasındadır. Özellikle son 20-30 yıl içinde musikimizde yapılmış besteler içinde makam ve
form alanında yeni anlayışlar görülmektedir. Bu eserler arasında hocamızın eserleri;
özellikle tasavvuf müziği repertuvarı içinde makam yapısı, kullanılan müzik cümleleri, güfte-beste bütünlüğü ve estetik
güzellikleri yönüyle farklı bir değer taşımaktadır. Bu meyanda; geleneksel yapıya
bağlı, musikimizin asli unsurlarını barındıran, beraberinde yeni form özellikleri taşı-
yan eserlerine şunları örnek verebiliriz: “Hicâz Zikr ve Dua”, “Su Kasidesi”, “Yeseviyye”,
“HÛ Zikri”, “Hisar-bûselik Form”, “Nihavent
Form”, “Uşşak Tevhid”…
İcrakârlığında, koro yönetiminde ve bestelerinde dikkati çeken en belirgin özellik;
eserlerdeki âşıkane, samimi duygu ve coşkuyu birebir aktarabilmesidir.
Eğitim amaçlı hazırladığı “ Türk Musikisi
Prozodisi”, “Türk Musikisi Solfej Metodu”
“Kendisi hakkında
yapılacak en kesin
tanımlama ‘kâmil insan’ın
vasıflarını haiz örnek bir
şahsiyet olduğudur.”
gibi kaynak eserleriyle de musikimize büyük hizmeti olmuştur.
Tasavvuf müziğini yeni nesillere tanıtmak, sevdirmek için neler yapılmalı?
Ahmet Hatipoğlu’nun bu konudaki
yaklaşımı nasıldı?
Tasavvuf musikisi; dini, vicdani duyguların
samimi olarak dile geldiği bir alandır. Gelecek nesillerin, bu eserlerden anlayarak
zevk alabilmeleri ve değerli eserlerin ortaya çıkması ancak kültürel alt yapının olmasıyla mümkün olur. Fikri, irfanı, vicdanı hür
ve eğitimli nesillere ihtiyaç var.
Hocamızın; ”Musiki bir ilimdir.” görüşü, biz
talebeleri için de esas teşkil eder. Türk Musiki Nazariyatı konusundaki derin bilgisi
dolayısıyla, musikimizin esaslarına uymayan görüş ve iddialara karşı durmuş, estetik güzellik ve bilgi içermeyen eserleri ve
icraları hiçbir zaman uygun bulmamıştır.
Küçük yaşta tanıştığınız, uzun yıllar birlikte çalışma fırsatı bulduğunuz Ahmet
Hatiboğlu’nu yansıtacak ortak bir hatıranızı paylaşır mısınız?
Bahsettiğim gibi, hocamız, musikinin ilmi
esaslarına sahip çıkılması yönündeki tavsiyelerini sürekli dile getirmiştir. Estetik yönünden eksik, ciddiyetten uzak eserleri ve
icraları hiçbir zaman uygun bulmamıştır.
Şu bilgiyi paylaşayım:
Tasavvuf müziği adıyla çıkmış, fakat sadece ticari amaç gözeten pek çok çalışma
son zamanlarda ne yazık ki müzik piyasasında sıkça görülmekte. Bu ticari ürünler,
hem değerlerimizi hem de ulaştıkları kitleleri istismar ediyor.
Ahmet Hatipoğlu hocamızla birlikteyken
dinlediğimiz bir radyo yayınında bunlardan
birine rastladık. Müzikal hiçbir değeri olmayan bu parça, sözleri yönüyle bizi çok şaşırtmış ve sevgili hocamızı bir hayli üzmüştü:
Burada; “Sürmeli gözlüm… Can Ahmedim… Gelseydin eğer…” tarzındaki ifadelerle, Peygamber Efendimiz’e hitap ettiğini
zanneden birinin cahilliğine şahit olmuştuk. Oysaki ecdadımız, övgü sistematiği
çerçevesinde efendimize en nezih, en zarif, en doğru ifadelerle hürmetlerini dile
getirmişlerdir.
TRT Müzik Dairesi Başkanlığı TSM Müdürü Mehmet Yurdakul’un katkılarıyla…
19
BİR DÜNYA RADYO
ve Müzik
“Alo, alo… Muhterem samiin… Burası
İstanbul Telsiz Telefonu… Akşam neşriyatımıza başlıyoruz…” anonsunun duyulduğu 1927 yılında başlıyor Türkiye’de
radyoculuğun resmî tarihi… O günden
bugüne Radyoevleri Türkçe’nin en doğrusunun konuşulduğu, müziğin en güzelinin icra edildiği yerler oluyor. Kimi zaman senfoni orkestralarına ev sahipliği
yapıyor radyolarımız, kimi zaman Türk
Müziğinin, Halk Müziğimizin ustalarına
kucak açıyor… Mesut Cemil, Ruşen Ferit Kam, Cemal Reşit Rey, Ahmet Adnan
Saygun, Aşık Veysel, Muzaffer Sarısözen… Sonraki yıllarda Münir Nurettin
Selçuk, Safiye Ayla, Zeki Müren, Müzeyyen Senar… Hepsinin sazı, sözü yankılanıyor Ankara, İstanbul, İzmir Radyosu
stüdyolarında… Radyolarda tıpkı konservatuar eğitimi alır gibi yetiştiriliyor
genç sanatçılar. Bir döneme damgasını
vuran Klasik Türk Müziği Korosu, Yurttan
Sesler Korosu radyoevlerinde doğuyor…
Türkiye Radyoları TRT çatısı altında toplandıktan sonra ise Türkiye’nin dört bir
yanında yeni radyolar açılıyor. Zamanla
kanal sayısı ve çeşitliliği de artıyor… TRT
bugün Çok Sesli Müziğin, Türk Sanat Müziğinin, Türk Halk Müziğinin en güzel örneklerinin sunulduğu kanallarının yanı
sıra Radyo-1 kanalında da sözle müziği
buluşturan programlar üretmeye devam
ediyor.
Türkiye radyolarının eğitim-kültür kanalı
Radyo 1, müziğin her rengini dinleyicisiyle buluşturuyor. Ankara, İstanbul ve İzmir Radyoları’nca hazırlanan programlar
dinleyiciyi müzik tarihimizde engin bir
yolculuğa çıkarıyor.
20
“Alo, alo…
Muhterem samiin…
Burası İstanbul Telsiz Telefonu…
Akşam neşriyatımıza başlıyoruz…”
Evvel Zaman Şarkıları
Müzikle Bir Ömür
Türk pop müziğinin yaşayan efsanelerinden
Ömür Göksel seçtiği şarkılarla Cumartesi
günleri saat 10.30’da buluşuyor sevenleriyle.
Müzikle Bir Ömür adındaki programda sanatçı yıllar içinden süzülüp gelen şarkıların öykülerini kendine özgü tarzıyla anlatıyor.
Her Salı 22.00’de yine Radyo 1’de yayınlanan Evvel Zaman Şarkıları cd’nin ve internetin olmadığı dönemlere götürüyor
bizleri. Müzikçalarlarda plakların döndüğü eski ‘güzel günlerin’ şarkıları eşliğinde
program yapımcısı Kurtuluş Özyazıcı,
müzik yazarı Murat Meriç’le sohbet ediyor. Bu şarkılara, plak ya da kasette yayınlanmamış, yalnızca TRT için yapılmış ‘saklı’
şarkılar da ekleniyor çoğu zaman. Evvel
Zaman Şarkıları müzik tarihimizin gizli
kalmış sayfalarını da böylece birer birer
açıyor.
RADYO-1
Müziklerarası
Müzikli Edebiyat
Yalçın Çetinkaya’nın hazırladığı Müziklerarası, Türk ve Batı müziğini
karşılaştıran bir program. Batı dünyası Barok müziğin etkisindeyken
Osmanlı hangi müzikal dönemi yaşıyordu? Toplumsal olaylar Osmanlı
ve batı müziğinde nasıl etki uyandırıyordu? Batının önemli bestecilerinin yaşadığı dönemde Osmanlı topraklarında hangi bestekârlar vardı?
Tüm bu sorular, örnek müziklerle birlikte Müziklerarası programında
yanıt buluyor. Müziklerarası her Pazar 21.05’te Radyo 1’de.
Edebiyatla müziğin içi içe geçtiği Müzikli Edebiyat Nihan Önel
tarafından hazırlanıyor. Doç. Dr. Şerife Yalçınkaya’nın edebiyat
danışmanı, Hakan Önel’in ise müzik danışmanı olarak görev aldıkları programda her hafta Türk Edebiyatı’nın bir teması Klasik
Türk Müziği eserleriyle buluşuyor. Bir yandan seçilen edebi metinler dinleyiciyle paylaşılıyor, öte yandan icra edilen eserlerle
edebiyat-müzik ilişkisi bir kez daha pekiştiriliyor. Müzikli Edebiyat her Perşembe 22.00’de Radyo 1’de.
Gönül Dili Sazın Teli
Sesin ve Sessizliğimizin Tarihi
Sazı, sözü, derdi değişse de tarih boyunca devam etmiş insan
türkülerini yakmaya. Derdini anlatmak istediğine türkülerle seslenmiş; acısını, sızısını dindirmek için yüreğini türkülerle avutmuş.
Anadolu toprakları farklı kültürlerin folklorik ürünleriyle zenginleşmiş. Çarşamba akşamları saat 22.00’de yayınlanan Gönül Dili Sazın
Teli programı bu zenginliği yaratanlardan yaktıkları türkülere ve o
türkülere can veren sazlara kadar Türk Halk Müziği’ne dair bütün
ayrıntılara yer vermekte. Geçmişten günümüze yüzyılların birikimini içeren bu kültürel yapı hakkında bilgiler veren, bir anlamda
sözlü tarih işlevi de gören Halk Müziğimizi ve bu alanda emek verenleri biraz daha yakından tanıtmayı amaçlayan programın yapımcısı Hatice Bülbül.
Türk Sanat Müziği’nin unutulmaz bestekârları, musikimizin yapı
taşları Sesin ve Sessizliğimizin Tarihi’nde günümüz dinleyicisiyle buluşuyor. Sema Yıldırım’ın hazırlayıp sunduğu program her
Cuma saat 22.00’de Radyo 1’de.
TRT Radyoları, müzik ağırlıklı yayın yapan TRT FM, Radyo 3, TRT
Nağme ve TRT Türkü dışında, eğitim-kültür ve sohbet kanalı
Radyo 1 aracılığıyla da müzik tarihini dinleyiciyle buluşturmayı
sürdürüyor.
Ankara Radyosu Eğitim Kültür Yayınları Müdür V. Filiz Özdemir Arıcıoğlu
ve prodüktör Kurtuluş Özyazıcı’nın katkılarıyla...
21
BİR DÜNYA SOHBET
Kırık bir bağlamadan
dev koroların şefliğine...
Zafer GÜNDOĞDU
Birsen YÜKSEL TAYMAZ
[email protected]
“Bizim insanımız türküyü;
hava, su kadar kutsal
görüyor. Yani türkü
söylemek genetik
kodlarında var. Danslarımız
da öyle; inanılmaz zengin.
Bu koreografiyi
kimler yapmış, nasıl bir
araya gelmiş; bunu nasıl bin
yıldır kendi bünyelerinde
geliştirmişler ve kocaman
topluma nasıl yayılmış, akıl
sır erecek bir şey değil!”
22
Kırık bir bağlamanın telleriyle türkülere
tutunduğunda henüz küçük bir çocuktu.
İlk derslerini babası ve amcasından alırken müzik dünyası, Aşık Daimi, Ali Ekber
Çiçek ve Aşık Mahzuni dinleyerek şekillendi.16 yaşında İstanbul’a giderek Türk
Folklor Kurumu’nda ilk sistemli müzik
eğitimine başladı. İTÜ Türk Müziği Devlet
Konservatuvarının ilk mezunlarındandır.
Bağlama tekniğini Arif Sağ ile geliştirdi.
Stajyer sanatçı olarak başladığı TRT’de
önce tar, ardından bağlama sanatçısı
oldu. Kendi jenerasyonunda TRT’nin en
genç “Yurttan Sesler Korosu” şefiydi. Halihazırda en kıdemlisi… TRT konserleri
ve TRT dışında yönettiği projelerde, orkestrasyon ve icra bakımından halk müziğinde çoksesli tabanlı çalışmalara öncülük etti. Halk müziğinin emektarlarına
gösterdiği vefa ile usta-çırak ilişkisini en
iyi sürdürenlerin başında geldi. Büyük ilgi
gören “Bir Dilden Bir Telden” programıyla
halk müziğini geniş kitlelerle buluşturdu.
2000 yılında Almanya ve Türkiye’deki kon-
serlerde, binin üzerinde bağlama ve binin
üzerinde sesten oluşan koroyu yönettiği
“Bin Yılın Türküsü” projesiyle Guinness
Rekorlar Kitabı’na girdi. Bireysel ve ortak
albümlerinin yanı sıra; başta Mahsun Kırmızıgül olmak üzere pek çok sanatçının
ses getiren albümünde müzik yönetmenliği yaptı. Televizyon kanallarındaki ses
yarışmalarının aranılan jüri üyesi oldu. İstanbul Radyosu Yurttan Sesler Korosu Şefi
Zafer Gündoğdu, TRT radyolarının tüm
halk müziği korolarından oluşturduğu
ortak koroları yönetmeye devam ediyor.
Türkülerle yolunuz nasıl kesişti?
Erzincan’ın bir köyünde doğdum, çocukluğum orada geçti. Müzikle tanışmam
ilkokul çağlarında evimizde hep olan bir
bağlama, kırık bir bağlama ile oldu. Bizim
insanlarımız türküyü ekmekten aştan ayrı
görmüyorlar.
Türkülerin içinde, o geleneğin içinde
doğduğunuzda ister istemez kendinize
böyle bir yol çizmiş oluyorsunuz.
ZAFER GÜNDOĞDU
Eğitimci yanınız da var.
Eğitimcilik şöyle; özel bir dershane ve
kurumda değil ama çeşitli etkinliklerde
korolar çalıştırdım. Avrupa’da Guinness
Rekorlar Kitabına giren “Bin Yılın Türküsü”,
bin 300 kadar bağlamanın oluşturduğu
bir koroyu, muhteşem bir ekibi çalıştırdım. Zaman zaman bazı özel topluluklarla, müzik okullarıyla ortak çalışmalarım
oldu.
Besteleriniz var mı?
Tabii bizim gibi türküyle sazla uğraşan
insanın yapacağı beste türkü kokmalı,
türküden tatlar lezzetler gelmeli. Kendi
ezgilendirdiğim, sözlerini yazdığım ezgilerim de var. Zaten hem besteleri sözleri olan, hem de aranjör, söz yazarlarının
üye olduğu MESAM’a üyeyim. Dolayısıyla bu kadar olağanüstü güzel türkülerin,
ezgilerin yanında doğrusu ben biraz da
utanarak mahcubiyetle “ezgilerim de var”
diyebilirim.
Sizi bu sözleri yazmaya, o sözleri ezgilendirmeye götüren duygu neydi?
Albüm yaptığım yıllarda, 5-10 yıl önce, ihtiyaç olduğunda ya da kendi duygularımı,
kendimi ifade edecek bazı sözler yazdım.
Yine dediğim gibi o halk şiirinin temalarından oluşan birkaç deneme yapmak istedim ve yaptım; okuyan arkadaşlarım da
oldu. Ben de kendi albümümde okudum.
Böyle bir şey olsun diye yapmak istedim,
yüreğimden geçen birkaç ezgiyi buluşturdum. Bu tarz ezgilerim var.
Türküleri biliyoruz; Türke özgü anlamına geliyor. Bize ezgilerimizden, türkülerimizin çeşitliliğinden bahseder
misiniz?
Dünyada eşi bulunmayacak kadar zengin,
çok özel bir coğrafyaya sahibiz. Bırakın iki
kenti, Anadolu’da iki köy arasında bile
farklı dil, ezgi ve ritimlerle yapılmış türkülerimiz var. Dolayısıyla Anadolu ve bu
coğrafya o kadar zengin ki! Karadeniz’de
horon var. Orta Anadolu’ya geliyorsunuz
başka bir şey var. Ege’ye gidiyorsunuz
başka bir müzikal yapı var. Ezgilerimiz
ikiye ayrılıyor. Daha çok kırık havalar ve
uzun havalar. Uzun havalar, serbest, belli
bir kalıp içerisinde ezgisi olmayan, belli
bir yapısı olsa da ritmik bir yapısı olmayan
ezgilerimiz. Ritmi bilinen, ölçüsü bilinen,
belli bir ölçüyle söylenen ezgilere de kırık havalar diyoruz. Kırık hava-uzun hava
“Dünyada eşi
bulunmayacak kadar
zengin, çok özel bir
coğrafyaya sahibiz.
Bırakın iki kenti,
Anadolu’da iki köy
arasında bile farklı dil,
ezgi ve ritimlerle
yapılmış türkülerimiz
var. Dolayısıyla Anadolu
ve bu coğrafya o kadar
zengin ki!..”
sınıflandırmasının ötesinde ülkemizde
müthiş bir çeşitlilik gösteren zeybekler,
horonlar, semahlar, bozlaklar, gurbet havaları, -aklınıza gelebilecek onlarca çeşit
sayabiliriz- müziğin kendi içerisinde kalıplaşmış, belli başlı normları olan bir müzikal yapımız var ki saymakla bitiremeyiz.
Türk dilinin güzelliği türkülerimize de
yansıyor. Her türküde insan kendini
bulabiliyor. Türkülerin pek çoğunun
etkileyici bir hikayesi var, değil mi?
Her türkünün bir hikayesi yok belki ama
türkü yakıcının o toplumun yaşadığı bir
olaydan etkilendiği şüphesiz. Bir duygu
karşısında, var olan bir gerçek karşısında yola çıkacak olursak türkülerin yere
sağlam basan bir yapısı bir edebi kimliği
mevcuttur. Bu anlamda türkülerimizin,
türkülerimizin çizdiği dünyanın, bu ülkenin tarihi yazılırken mihenk taşı oluşturduğunu sanıyorum.
Hangi türküyü dinlersek dinleyelim
duygu seline kapılıyoruz. Türkülerimiz biraz da terapi gibi geliyor. Sizce
de öyle mi?
Evet, kesinlikle öyle! Bizim insanımız türküyü; hava, su kadar kutsal görüyor. Yani
türkü söylemek çok özel bir şey Türk toplumu için. Onun kendi yapısında var, genetik yapısında var, kodlarında var. Çünkü
bir bakın danslarımız da öyle; inanılmaz
zenginlikte dans çeşidimiz var. Bu koreografiyi kimler yapmış, nasıl bir araya gelmiş; bunu nasıl bin yıldır kendi bünyelerinde geliştirmişler ve kocaman topluma
nasıl yayılmış, akıl sır erecek bir şey değil.
Türkülerimiz, müzik, şiir, halk edebiyatı,
o sözler. Büyük bir bölümü icracılar yani
halk tarafından söylenmiş.
Öyle görünüyor ki gerçekten çok
şanslıyız. Bütün Anadolu halkının icracı olduğunu düşünürsek muhteşem
bir şey bu!
Evet kadın ağzı türküler başka ama özellikle halk şairlerimiz, halk ozanlarımızın,
ustalarımızın işlevi daha yoğun tabii ki.
Ama hiç sanatla uğraşmayan, bu işi meslek edinmemiş birçok insanımız da türküler yakmış, maniler söylemiş.
Aslında biraz da halk şairlerimiz, normalde söyleyemediğimiz şeyleri ezgilerle dile getirmişler. Bu da bence çok
güzel evrensel bir dil oluşturmuş.
Tabii yani önce ulusal değerlerinden izler
23
BİR DÜNYA SOHBET
taşıyan türküler yapmışlar, geliştirmişler
ve bu ezgiler dünyada da beğenilmiş.
Dünyanın birçok ülkesinde kabul görmüş büyük mutasavvıflarımız var, şairlerimiz, ozanlarımız var. Bir müziğimiz var
ve dilimiz var. Dolayısıyla çok zengin bir
ülke ve coğrafyada insan yapısının olduğunu büyük bir sevinçle ve gururla söyleyebiliriz.
Son dönemde de şunu gözlemleyebiliyoruz. Türk Halk Müziği’ne yönelik gençlerde de yoğun bir ilgi var.
Batıya özenmekten kurtulup öz benliğine dönmek gibi bir durum söz konusu. Bu da ülkemiz adına çok büyük
bir kazanım.
Siz de katılıyor musunuz?
Kesinlikle katılıyorum, üniversitelerin
fakültelerinde birçok üniversite koroları
var. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk müziği ile ilgili okullarımız, konservatuvarlar
yoktu. Ama şimdi Türk müziği eğitimi
veren, çok iyi, önemli konservatuvarlar
var. Bu konservatuvarlarda eğitim gören yetenekli gençlerimiz, batı müziğini
de kendi yerel müziğini de çok iyi öğrenerek harmanladılar. Son yıllarda bizim
sazımızı, özellikle sazımız bağlamayı virtüözce çalan, bir gitar gibi yan sesleri, armonik sesleri de basarak kendilerini çok
geliştirdiler. Diğer nefesli sazcılarımız,
yaylı sazlarımız son yıllarda inanılmaz
gelişti ve bu çok yetenekli gençlerimizin
elinde Batı sazlarıyla birlikte yan yana
geldiler, oturdular. Artık bağlama ve gitar bir kardeş gibi çok güzel çalıyorlar
birlikte, bir piyanonun önüne nefesli bir
sazımız oturup çok güzel şeyler çalıyorlar. Ben de bu arada altını çizmek istiyorum TRT Müzik’ten önce TRT Türk’te de
çok güzel bir program yaptık. Kendimizden, Türk müziğimizden, halk müziğinden çok önemli eserleri, önemli sazlarla
Ankara’da Devlet Opera Balesinin batı
sazlarıyla birlikte kullanarak olağanüstü
güzel programlar yaptık. İşte burada şu
çok önemli; Batı müziğini de iyi bilen bir
aranjörümüz vardı. Batı eğitimi almış,
radyomuzda, TRT’de çalışan bir arkadaşımız, Murat Akçay, son derece güzel,
önemli düzenlemeler yaptı. Çoksesli bizim için çok büyük bir keyifti, müziğimiz
için de büyük bir kazanımdı. Kendi sazlarımızla kendi müziğimizi diğer batı-ev-
24
“Eğer yapılan yarışma,
insanlarımızı çocuklarımızı
ekran başına çekiyorsa,
‘bu türkü ne kadar güzel,
bu ses ne kadar güzel’
dedirtebiliyorsa, o bile çok
büyük bir kazanımdır.
Evet yapılmalı, daha sık
yapılmalı. Popüler olanın
değil, ayakları bu
topraklara basan kadim
bin yıllık kültürün izinden
giden olursa başımızın
üstünde yeri var.
Ama Muharrem Ertaş’ı
bilmeyecek, Ali Ekber
Çiçek’i bilmeyecek,
Nida Tüfekçi,
Muzaffer Sarısözen
bilmeyecek bir yapı varsa;
bunun adı yarışma olsun,
bunun adı ne olursa olsun,
hayır!”
rensel normdaki sazlarla sunmak bizim
için çok kıymetli ve önemliydi.
Buradan da şunu diyebilir miyiz, bu
eğitimlerin daha sık, daha yoğun verilmesi gerekmez mi? Hatta ilkokuldan başlayıp bu eğitimin verilmesi
gerekmiyor mu?
Evet, yaygınlaşmalı. Yörelerin halk evleri
var, uzunca süre oralarda yoğunlaşıyor.
Bu da tabii müziğin yarınlara aktarılmasında işlev gören bir yapı. Bunların yaygınlaşması tabii ki müziğimiz adına bir
kazanımdır. Daha fazla tanıtılması gerekir. Gençler biraz daha tanıdığında ne
kadar bir derinliği olduğunu görüp sahip
çıkacak, kendi kültürünü özümseyecek.
İlköğretimde müziğimizin, sazlarımızın
tanıtımı çok daha etkili çok daha yaygınlaştırıcı olabilir.
Bu bağlamda televizyonların düzenlediği ses yarışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunun sonsuz seçeneği var. Çünkü bunun ucu açık bir şey çok farklı düzenlemelerle yani sahne televizyon işi biraz da
şov işi. İnsanları ekran başına bağlayacak
acaba ne oluyor dedirtecek onlarca seçenek olabilir. Tabii gene de bu yarışmaları
yaparken müziğimizin temel taşları olan
o müzikal yapısını özünü bozmadan, dejenere etmeden, aslına sadık kalarak -tabii ki düzenlemeler olacak, günümüzün
teknik imkanlarından farklı sözlerden yaralanarak bir çok onlarca seçenekler yapılabilir- asıl dokuyu kaybetmemek koşulu ile yapılabilir. Eğer yapılan yarışma,
adı ne olursa olsun, insanlarımızı çocuk-
ZAFER GÜNDOĞDU
larımızı ekran başına çekiyorsa, “bu türkü
ne kadar güzel, bu ses ne kadar da güzel”
dedirtebiliyorsa o bile çok büyük bir kazanımdır. Evet yapılmalı, daha sık yapılmalı;
doğru ve işin ehli insanlarla her zaman bu
tür şeyler yapılabilir. Belki burada yarışma
sözü çok doğru olmayabilir. Yani birisinin
sesi çok daha güzeldir, öbürünün biraz
daha farklı bir kokusu vardır. Çünkü Aşık
Veysel her türkü söyleyene her şarkı söyleyenin farklı bir kokusu olduğunu, farklı
bir renk olduğunu söylemiş. Dolayısıyla
belki yarışma sözcüğü doğru olmayabilir
ama önemli olan türkülerdir. Gençler türküler söylüyorsa, eski ustalarının izinden
gidiyorsa, eski ustalarını yâd ediyorsa ve
onların uslup ve tarzıyla söyleyebiliyorlarsa, herkesin büyük bir gıptayla bir sevgi
ile bakacaklarını sanıyorum. Ama bundan
kopup sadece popülist bir yaklaşımla,
günümüzde hangi icra tarzı, hangi ağız
popüler ve geçerliyse, eğer ona yönelip
bir yarışma düzenleniyorsa burada çok
büyük yanlış vardır, buna katılamam.
Popüler bir yaklaşımın izinden giderek,
popüler bir anlayışın esiri içinde girerek
değil. Var olan uzun havayı okuyorsa, Urfalı Hamza Şenses’ten dinleyip güzel okuyorsa başımızın üstünde yeri var. Ya da
bozlak okuyorsa, Muharrem Ertaş’ın izinden giden bir duyguyla, yapıyla okuyorsa
ona sonsuz bir şekilde sevgi duyarım; çok
kıymetli sayarız. Ama bunlardan habersiz,
Muharrem Ertaş’ı bilmeyecek, Ali Ekber
Çiçeği bilmeyecek, Nida Tüfekçi bilmeyecek, Muzaffer Sarısözen bilmeyecek bir
yapıyla müzikal bir şey konuyorsa; bunun
“TRT en az evimiz
kadar kutsiyeti olan çok
kıymetli olan bir kurum.
Benim için bir mabettir
TRT. Radyoevine
girdiğimde orada
Nida Tüfekçi’yi,
Turan Engin’i görüyorum,
bizden önceki
hocalarımızı görüyorum
ve deyim yerindeyse o
edeple, o duyguyla
işimizi yapıyoruz, burada
var olmaya çalışıyoruz.”
adı yarışma olsun, bunun adı ne olursa
olsun, hayır! Çünkü o zaman bu yapıya,
bu kültüre haksızlık etmiş oluruz ve bu işe
sekte vurmuş oluruz. Ama eğer tüm bunlar harmanlanıp bu duyguyla yapılıyorsa,
dediğim gibi bu çizgi ve yapıyı bilerek
yapılıyorsa; gerek yapımcısı, söyleyeni, yarışanı herkes inanın ki çok kıymetli; “iyi ki
yapılıyor” diyebiliriz. Popülist ve popüler
olanın değil, ayakları bu topraklara basan
kadim bin yıllık kültürün izinden giden
olursa başımızın üstünde yeri var.
Bunu da TRT’nin öncülüğünde,
ev sahipliğinde yapmak…
Evet TRT’nin böyle bir misyonu var ve
burada birinci görev TRT’nin olmalı yani
burası bir okulsa, TRT bu kadar zamandır
türküleri, şarkıları doğru ellerden sunmak
istiyorsa birincil görevli TRT’nin olmalıdır.
Peki hocam, bir dönem TRT’nin en
genç koro şefiydiniz, halen halk müziğinin en kıdemli şefi olarak göreve
devam ediyorsunuz.
TRT sizin için ne ifade ediyor.
TRT en az evimiz kadar kutsiyeti olan çok
kıymetli olan bir kurum. Ben hala Radyoevi’nin önünden geçerken radyoda işim
olmasa, başka bir yere gitsem bile başımı
kaldırıp İstanbul Radyosu yazısını okumadan asla geçemem ve oradan geçerken
de boş bir duyguyla asla geçmedim, geçemem de! Bizim müziğimizi, hayatımızı
oluşturan kişiliğimizi oluşturan bir yapısı
var. Yani türkülerde o kadar şey gizli ki; bizim hayat yolumuz, felsefemiz, kişiliğimiz
geçmişimiz, geleceğimizle ilgili o kadar
doneler veriyor, o kadar ipuçları veriyor ki;
iyi insan olmamızın öyle altını çiziyor ki!
“Gel ha gönül havalanma, engin ol gönül
engin ol, dünya malına güvenme engin
ol!” Bundan daha güzel bundan daha insana doğru yolu gösteren bir şey olabilir
mi? Ya da bir Antep türküsünü dinliyorsunuz; “Gafil gezme şaşkın bir gün ölürsün,
dünya kadar malın olsa ne fayda!” Bu insanı öğütleyen yapı varsa ve siz de o yapının içinde sanatçı iseniz ya da işiniz onunla ilgili ise burada kişiliğinizin oluşmaması
mümkün mü? Ya da Pir Sultan deyişinde
diyor ki “Böyle mi yolumuzun töresi?” Yani
onu şiiri ile sözü ile veriyor; yani o töreyi, o insan ilişkisini, genel kıymetli kadim
kültürü iyi özümsememiz, gözümüz gibi
bakmamız gerekiyor. Dolayısıyla TRT bizim için çok şey ifade ediyor. Bu kurumda nefes almış, var olmuş herkes için de
öyle olmalı diye düşünüyorum. Benim
için bir mabettir TRT. Radyoevine girdiğimde orada Nida Tüfekçi’yi, Turan Engin’i
görüyorum. Bizden önceki hocalarımızı
görüyorum ve deyim yerindeyse o edeple, o duyguyla işimizi yapıyoruz, burada
var olmaya çalışıyoruz. Benim için bu çok
önemli. Ustalarımızı büyüklerimizi hocalarımızı yad etmek onları her daim gündemde tutmak benim birincil görevim.
İyi ki de tanımışız. İyi ki de bu kurumda
var olabilmişiz.
25
BİR DÜNYA PROGRAM
İlklerin, rekorların, ödüllerin peşinde...
Erhan Konuk ile
Dünyanın
En Radyo
Hakan DİLAVER
[email protected]
7 Ocak 2015, Türkiye’nin radyoculuk tarihine altın harflerle geçti.
TRT FM’de, Dünyanın En Radyo Programı,
Ankara, İstanbul ve İzmir’den eşzamanlı
canlı yayına başladı.
Böylece, TRT Genel Müdürü Şenol Göka’nın projesiyle yola çıkan yapımcı/sunucu Erhan Konuk, özel radyolardan usta
meslektaşları Bay J, Muzo ve Erkan Yavaş
ile bir ilki gerçekleştirdi.
Sonra 3B ile Bakü-Bosna-Berlin’den; ardından 3A ile Amerika, Avustralya ve Asya
kıtalarının uzak noktalarından eşzamanlı
canlı yayınlar gerçekleşti.
Sırada Guinness Rekorlar Kitabı yetkililerinin de takip edeceği 3 okyanus adasından
gerçekleşecek yayın var.
Ve sonrasında Erhan Konuk’un deyimiyle
“dudak uçuklatacak” coğrafyalar, “Vay
be!” dedirtecek mekanlar…
26
Programı
Ersan Er’in katkılarıyla...
Dünyanın En Radyo Programı, Eylül ayında da İtalya ulusal radyo-televizyon kurumu RAI’nin saygın uluslararası etkinliği 67.
Prix Italia’da “Özgün Proje” kategorisinde
yarışacak.
Onyıllara meydan okuyan “Pop Saati” ile
Türkiye’nin ilk video klip programına imza
atan “kravatlı pop müzik sunucusu” Erhan
Konuk’la 30 yıllık yayıncılık geçmişinden
başlayarak Dünyanın En Radyo Programı’nı ve yeni projeleri konuştuk.
TRT ve yayıncılıkla tanışmanız nasıl
oldu?
1984 yılında ilk yayıncılık denemelerim
oldu. Ankara Radyosu amatör sunucu
alıyordu, bu amaçla başvurdum ve 1985
yılında yayına başladım. 1985 yılının sonuna doğru TRT ile ilişkim başladı. Türkiye’nin ilk video klip programını yapmak
için girişimde bulundum ama programın
devamlılığı açısından yöneticilerin bazı çekinceleri vardı. İkna süreci 8-9 ayımı aldı.
Eylül 1985’te ilk video klip programı Tele
Pop yayına başladı ve daha sonra bütün
Türkiye’nin bildiği ismiyle Pop Saati, geçen
birkaç yıla kadar aralıksız yayına girdi. 26
yıl boyunca yayınlandı, kesintileri bu da
son yıllarıdır, 26 yıl boyunca Türkiye’nin en
uzun yayınlanan video klip programı oldu.
Bütün dönemlerdeki genel müdürlerimize
ve izleyicilerimize teşekkür ederim.
Sizden sonrakiler için aslında VJ’in nasıl
olması gerektiğini de siz belirlediniz.
Evet, beni bu konularda hep örnek olarak
gösterirler. Hep vesikalık bir görüntü verdim ve kravatla çıktım. Benim için “kravatlı
pop müzik sunucusu” dediler. Hatta bir zamanlar altın kravat ödülü vermek istediler.
Bu tamamen benim kendi tercihimdi ve
EN RADYO
izleyiciye olan saygımdandı. Ardından biz
de kravatı yavaş yavaş çıkarttık.
Bugüne gelirsek, Erhan Konuk 30 yıllık
birikimiyle TRT radyolarında dinleyicilerle buluşmaya devam ediyor.
Benim şu an devam eden 4 programım var
TRT radyolarında. TRT 3’te yayınlanan pop
stüdyosu 28 yıldır yayında. Burada yabancı
müzik çalıyoruz. Yabancı derken rock, pop,
hiphop, jazz, blues, rap türevleri... Bunun
dışında Türkiye’nin Sesi Radyosu Avrupa
FM’de Müzik Merkezi diye hem yerli hem
yabancı bir programla yine geniş bir yelpazede eski yeni şarkılar çalıyorum. TRT
“Dudak uçuklatacak,
‘Vay be’dedirtecek,
yine farklı coğrafyalardan
yapacağımız
radyo yayınları için de
bizi takip edenler
ciddi beklenti içinde
olabilirler.”
FM’de iki programım var. Bunlardan birisi
Tempo Müzik. Sinema, edebiyat gibi farklı
dallardan başarılı pek çok kişiyi konuk ediyorum. Yurtiçi yurtdışı röportajlar da yine
bu programda yer alıyor. Bir de Türkiye’nin
3 farklı şehrinden yaptığımız Dünyanın En
Radyo Programı var.
Dünyanın En Radyo Programı’yla ilkleri
gerçekleştirdiniz. Özgün, ses getiren,
büyük bir proje. Bu program kimin fikriydi, nasıl başladı?
TRT Genel Müdürü Sayın Şenol Göka’nın
bir fikriydi. Aynı zamanda Radyo Dairesi
Başkanı Sayın Amber Türkmen de değerli
katkılarda bulundu. 2014 yılının Ağustos
ayında Amber Hanım tarafından, bana,
çalışma yapmam söylendi. Çalışmalara
başladım ve özel radyolardan düşündüğüm kişiler Bay J ve Muzo oldu. Zamanla
programda bir moderatör olması gerektiğini düşündük. Bay j’nin ekibinden Erkan
Yavaş’la birlikte götürdük. Ankara, İstanbul
ve İzmir’de dönüşümlü olarak bu yayını
gerçekleştirmek için teknik çalışmalara
başladık. Bütün süreçte yer aldım, bu programın yapımcısı olarak. TRT teknik kadrosunun tecrübesi bizim için çok yol gösterici oldu. 7 Ocak 2015 Çarşamba günü bu
yayını gerçekleştirdik. İlk yayınımıza Genel
Müdür Sayın Şenol Göka telefonla bağlandı. Sayın genel müdürümüz radyoyu çok
iyi bilen bir insan. Bizlere, “Neden yayını
Türkçe konuşan dünya şehirlerinden yapmıyorsunuz?” dedi. Biz bunu talimat olarak
27
BİR DÜNYA PROGRAM
kabul ettik. 19 Mart 2015 tarihinde Azerbaycan-Bakü, Bosna Hersek-Saraybosna
ve Almanya-Berlin’den bu yayını gerçekleştirdik. Projeyi 3B olarak adlandırmıştık:
Bakü, Bosna Berlin. 3B projesinden sonra
Türkiye’deki bölgelere de gittik. Çukurova
bölgesinde Mersin’den, Güneydoğu’da
Diyarbakır’dan, Doğu Anadolu’da Erzurum’dan bu yayını gerçekleştirdik. Ardından Karadeniz’den Trabzon, Akdeniz’den
Antalya ve Marmara’dan İstanbul olmak
üzere 3 ilden eşzamanlı yayın yaptık.
Ardından 3A geldi, yani 3 kıtadan eş
zamanlı radyo yayını. Mesafeler büyüdükçe zorluklar da büyüyor herhalde.
Böyle bir proje için çok ciddi planlama
yapmanız gerekiyor. Dışişleri Bakanlığımızın büyük katkısı oldu. Yayın yapacağımız
yerleri seçerken belirleyici ölçütümüz internet bağlantısının iyi olması. 3A’dan kastımız 3 kıta. Kıtaların hepsi A harfiyle başladığı için 3A dedik. Amerika, Avustralya
ve Asya kıtalarını belirledik. Aslında önce
Afrika kıtası vardı. Fakat Afrika’da internetle
ilgili ciddi problemler var. Zaten riskli bir
yayın bu. Riski daha da büyütmemek adına Afrika’dan vazgeçtik.
Bangladeş’e giderek en riskle görevi
TRT’ci olarak siz üstlendiniz öyleyse!
(Kahkahalar) Benim bu tür görevlerde maalesef şöyle bir şeyim var: yanlış anlaşılmasın ama ABD’ye defalarca gitmiştim. Avustralya’ya da Asya kıtasındaki Bangladeş’e de
hiç gitmemiştim. Avustralya’ya Muzo gitti.
28
“Guinness Rekorlar
Kitabı’na başvurduk.
TRT’nin adını
rekorlar kitabına da
yazdırmak istiyoruz.
TRT yayıncılıkta
bir dünya devi çünkü.”
ABD’ye, New York’a da Bay J ve Erkan Yavaş
gitti. Benim yayın yaptığım Bangladeş, Ege
bölgesi kadar bir yer, 200 milyon kişi yaşıyor, başkent Dakka’da da 20 milyon kişi yaşıyor. Belirsiz zamanlarda elektrik kesiliyor.
Kesintiler oldu da! 3 yerden yayın yaptığımız için canlı yayına yansımadı.
Böylece, bu proje de başarıyla tamamlandı. Sırada yine büyük bir hedef var:
3O yani 3 okyanus var?
3 Okyanus Projesi; Pasifik, Atlantik ve Hint
okyanusları olarak düşünüyoruz biz bunu.
Pasifik’te ABD’nin Havai Adası olabilir ki
Amerika’nın Batı kıyılarına bile uçakla 5-6
saat mesafede bir yer. Yine Pasifik’te Yeni
Zelanda olabilir. Atlantik Okyanusu’na geldiğinizde Orta Amerika civarında Küba, Jamaika veya Porto Riko söz konusu olabilir.
Hint Okyanusu’nda Malezya ya da Endonezya gibi yine ada ülkeleri var.
Bir tercih hakkınız olursa bu kez nereyi
seçersiniz?
Bu sefer Atlantik Okyanusu’nu tercih ederim; Orta Amerika ülkelerini.
Müzik zenginliği açısından mı?
Kesinlikle, ama öncelik yayının iyi gitmesi.
Çünkü bunları yaparken, önceki iki projede olduğu gibi, öncesinde benim ciddi
bir telefon ve e-posta trafiğim oluyor. Defalarca konuşuyorum. Yayın yapılacak mekanlardan arkadaşlarımızın kalacakları yere
kadar bütün seçenekleri araştırıyoruz. Dı-
şişleri Bakanlığı ve TİKA temsilciliklerimizle
en üst düzeyde defalarca görüşüyoruz.
Benim direksiyonu iyi tutmam, iyi şoför olmam lazım ki aracımızla kazasız ve hasarsız
bir şekilde yeni projeye devam edebilelim.
Bu konuda da projenin gerçek sahibi olan
TRT Genel Müdürü Şenol Göka ve Amber
Türkmen’in şartsız koşulsuz destekleri olmasaydı yapamazdık.
Okyanusların ardından sıra Türk dünyasına gelecek sanırım, Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri’ne…
Türk dünyası bu arada bir bölümde de olabilir. Bu arada gerçekten dudak uçuklatacak, “Vay be” dedirtecek, yine farklı coğrafyalardan yapacağımız radyo yayınları için
de bizi takip edenler ciddi beklenti içinde
olabilirler, onu da söyleyeyim.
Bir ipucu verebiliyor musunuz?
Vallahi, tahmin edilemeyecek mekanlar,
tahmin edilemeyecek coğrafyalardan bu
işi gerçekleştirmek için çok büyük çabalarımız var. Ama açıklarsam olmaz şimdi.
O zaman bekleyelim ve görelim. Şimdi
önünüzde bir de yarışma var. İtalya ulusal radyo-televizyon kurumu RAI’nin
uluslararası etkinliği Prix Italia’ya katılacaksınız.
Prix Italia, 1948 yılında verilmeye başlanan
ve bu yıl 67’ncisi düzenlenecek yayıncılık
ödüllerinin adı. Gerçekten köklü ve uluslararası saygınlığı büyük olan bir ödül. Radyo-televizyon programları ve web projelerini uluslararası profesyonellerden oluşan
bir jüri değerlendiriyor. Bu yıl 19-24 Eylül
tarihlerinde Torino’da gerçekleşecek yarışmada “Dünyanın En Radyo Programı” Özgün Proje dalında yarışacak. İnşallah İtalya’dan ödülle döneceğiz. Aynı zamanda
Guinness Rekorlar Kitabı’na da başvuruda
bulunduk. Yetkililer, Ekim ayında 3 okyanustan yapacağımız yayını takip ederek
değerlendirecek. TRT’nin adını rekorlar kitabına da yazdırmak istiyoruz. TRT yayıncılıkta bir dünya devi çünkü.
Biz de “Bir Dünya Müzik” dergisi olarak
başarılar diliyoruz. Radyo dünyasına
renk katan yeni projelerinizi ve sürprizlerinizi merakla bekliyoruz.
Radyonun gücünün ve radyonun itibarının, Sayın Genel Müdürümüz göreve geldikten sonra tüm Türkiye sathında, özel
radyoları da kapsayacak şekilde iade sürecinin başladığını her fırsatta ve her ortamda dile getiriyoruz. Hem TRT için hem de
Türkiye’deki radyo ve televizyon yayıncılığı
için de gerçekten önemli bir şanstır Şenol
Göka…
EN RADYO
Sunucularının gözünden
“Dünyanın En Radyo Programı”
“Cesaret gerektiren
büyük bir yapım,
saf mutluluk
kaynağı!”
BAY J
Dünyanın En Radyo Programı TRT’yle tanışmama ve kurumun büyüklüğünü daha
iyi anlamama vesile oldu. 25 senelik özel
radyo tecrübesinin ardından ulusal radyo kanallarımızdan birinde yayın yapmak
hem hayatıma müthiş bir yenilik getirdi
hem de çok daha büyük kitlelere seslenme şansı verdi. Dünyanın En Radyo Programı cesaret isteyen, kaynak gerektiren
büyük bir yapım. 3 kıtadan 4 kişi canlı eş
zamanlı yayın yapma şansı ve rekorlar getirdi hayatımıza. Bay J adının bu projede
yer alması projenin neresinde olursa
olsun beni gururlandırırdı; yayın tarafında olması kat kat
keyif verici. Yayıncı arkadaşlarım Erhan Konuk, Muzo
ve Erkan Yavaş’la dostluğumuz ve uyumumuzsa tam
bir şans. Yoksa canlı yayın tam
bir kaosa dönebilirdi; çünkü
birbirimizi görmeden yayın yapıyoruz. Tecrübelerimizi TRT’nin
sağlam alt yapısıyla birleştirip
tarihe geçecek bir yayın yapıyoruz, saf mutluluk kaynağı.
“Akla hayale
gelmeyen
fikirlerle
‘dünyanın en’i
olmaya devam
edeceğiz!”
MUZO
Bu proje için bana ulaşıldığında üç şehirden canlı ve eş zamanlı olacağı söylenmişti. Bizler yayına başladık. Daha sonra hedef büyüdü ve 3B daha sonra daha
da büyüdü ve 3K oldu. Şimdi de sırada 3O var. Yani hedefleri o kadar büyüttük ki
seneye yapacak bir şeyler kalmadı.
Sanılmasın…
Bizler öyle büyük bir ekibiz ki akla hayale gelmeyecek fikirlerle daha çooook seneler Dünyanın En’i olmaya devam ederiz.
“Radyoculuk adına
yapacak bir şey
kalmadı, diye
düşünürken…”
ERKAN YAVAŞ
Dünyanın En Radyo Programı benim
için kariyerimin en önemli projesi. Türkiye’nin her yerinde yayında olmak ve
radyoculuk adına efsaneleşmiş 3 önemli
isimle aynı projede yer almak paha biçilemez. 3 büyük ustayla aynı yayında
olup programı modere etmek radyoculuk hayatımın en keyifli yayınlarına
vesile oldu. En önemlisi, “Bugüne kadar
radyo adına yapılacak tüm projeler düşünüldü, yapılacak yeni şeyler kalmadı”
diye düşünürken bu 3 ayrı noktadan
canlı ve eşzamanlı yayında olmak ve bu
3 noktayı 3 ülke 3 kıta hatta 3 okyanus
adası gibi inanılması bile güç yerlerden
harika bir şekilde gerçekleştirmek şu an
bile beni heyecanladırıyor. Kısacası radyonun gücünü, radyonun etkisini tüm
dünyaya göstermek güzel üstelik bunu
birlik beraberlik ve huzur içinde, TRT
çatısı altında yapabilmiş olmak ayrı bir
gurur. Emeği geçenlere, bize inananlara
ve bizi hiç yalnız bırakmayan tüm dinleyicilere teşekkürler.
29
BİR DÜNYA SOHBET
Kemençe ile evrensel bir yolculuk
Ahmet Kadri Rizeli
Birsen YÜKSEL TAYMAZ
[email protected]
O, klasik kemençe denince akla gelen bir
kaç isimden biri...
Musikisini ve enstrümanını kendi insanına
ve dünyaya tanıtmaya hayatını adayan
bir müzik insanı Ahmet Kadri Rizeli.
22 yıl konservatuvarda ders verdi. TRT’de
sayısız program ve konserde, sanatçı, şef
ve yapımcı olarak görev yaptı.
1988’den itibaren Türk, Alman, İtalyan,
İngiliz, Lübnanlı ve Amerikalı müzisyenlerden oluşan “Sarband Topluluğu” ile yurt
içinde ve yurt dışında çok sayıda festivale
katıldı, konserler verdi. Müzikte coğrafyalar, medeniyetler, kültürler ve dinler
arası etkileşime ağırlık veren topluluğun
yayınladığı 9 CD’de yer aldı. 1995’te, aynı
konservatuvardan mezun 4 kız kardeşiyle birlikte, “Beşibiryerde” grubunu kurdu.
Çalışmalarını albüme de taşıdı. 7 CD’lik
Osmanlı Mozayiği serisinde, kadın, azınlık
ve sultan bestekarların eserlerini de dinleyicilerin beğenisine sundu. “Jazz Alla Tur-
30
ca” albümündeki caz doğaçlamalarıyla
klasik kemençenin sınırsızlığını sergiledi. 5
CD’den oluşan Bestekar Serisi’nin yanısıra
“ATA’ya İthaf Şarkılar” albümünü dinleyicilerle buluşturdu. Tango da besteledi.
TRT İstanbul Radyosu Türk Sanat Müziği
Şefi ve TRT Müzik Dairesi Başkanlığı Repertuar Kurulu üyesi Ahmet Kadri Rizeli,
“Bir Dünya Müzik”e konuk oldu.
Bize müzikle tanıştığınız ilk yıllardan
bahseder misiniz? Müzikle ilgilenmeye
nasıl başladınız?
Klasik bir laf ama ilkokul yıllarında evde
keman çalarak başladım. Babamın mesleği doktorluk olmasına rağmen, doktorlar
kendilerini müzikle terapi ediyorlar. Babam
cerrahdı, ama aynı zamanda hafızdı, aynı
zamanda keman ve ud çalardı. Evde böyle
bir müzik ortamı vardı. Böylece tabii ben
de ilkokul yıllarımda evde Batı keman çalarak müziğe başladım. Ardından ortaokul
zamanında Sadi Hoşses hocayla Türk müziği çalıştım. Daha sonra İstanbul’a geldiğimizde 74 senesinde Nejdet Varol’la kanun
çalıştık, kanun ve nazariyat. O da bizim aile
dostumuzdu. 76’da da konservatuara girdim. Kemençe çalmaya başladım orada.
Okulu bitirmeden asistanlığa başladım.
Dördüncü sınıfta ben asistanlık yapıyordum. Ve bu 22 sene devam etti. İstanbul
Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda 22
sene bilfiil kemençe öğretmenliği yaptım.
Aynı zamanda da 81 yılında TRT’nin açmış
olduğu sınavla kuruma sanatçı olarak girdim. Ama 79 yılında Aka Gündüz’ün erkekler korosuna davet edilmiştim, bir yandan
onun bantlarını çalışıyordum. Bu arada
açılan sınavla 81 yılında kuruma girdim ve
müzik hayatım böyle başlamış oldu.
Klasik Türk Musikisini neden seçtiniz?
Özel bir sebebi var mı?
Şöyle: Biz 5 kardeşiz; 4 kız 1 erkek. Önce
ablam Şehnaz şan bölümüne girdi. Sonra
AHMET KADRİ RİZELİ
ben girdim, benden sonra Ferahnaz girdi,
ondan sonra en küçük kardeşim Safinaz
girdi, sonra dördüncü kardeşim Gülnaz,
hepimiz konservatuarlıyız. Böyle bir ailenin içinde büyüdük.
Başka bir seçeneğiniz de yokmuş gibi
sanki!
Mutlaka vardı, kesin bir yönlendirme olmadı ama böyle bir müziğin içinden gelince böyle oluyor. TRT’ye girdikten sonra,
devamlı TRT’de çalıştım. 93-94 yıllarında
da yönetmenlik ile şeflik yapmaya başladım, sonra devam ettik.
22 yıl sonra İTÜ’yü bıraktınız. Müziği
yaşamak mı daha keyifli, öğretmek mi?
İkisi de çok güzel ama bir icrakarın öncelikle sazını icra etmesi gerekiyor. Talebe
yetiştirmek o başka bir zevk, başka bir haz.
Bir takım kurumlarda çalan öğrencilerimiz
var, arkadaşlarımız var.
Yeni neslin müzik beğenileri hakkında
ne düşünüyorsunuz?
Halka ne verirseniz onu alıyor. Çünkü yayınlarda, kanallarda, radyolarda televizyonlarda hep aynı şey var. Dinlediği şey
güzel geliyor ona o an, popüler müzik
böyle birşey. Popüler müzik geçici, insanlar üzerindeki ilk etkisi geçiyor. Altı ay sonra unutuyor o müziği, başka bir şarkı geliyor, başka bir müzik geliyor, onu seviyor.
Dönem dönem zaten bir bakıyorsunuz
Türk Pop Müziği öndeydi, bir dönem Klasik Türk Müziği yüksek seviyede idi.
Aslında halkımız öğrenmeye açık, güzel
olan şeyi kabul ediyor.
Güzel olan her müzik dinleniyor. Biz de
sadece Türk müziği dinlemiyoruz. Sabah
kalktığımda mutlaka bir kanalda klasik
müzik dinliyorum.
Sizce uluslararası alanda tanınmış müzisyenlerimizin sayısı neden sınırlı?
Ben onu şuna bağlıyorum. Türk kendi elindeki değerin, potansiyelin farkında değil.
Yani yurt dışından gelen Türk müzisyenler var. Onlar önde. Neden? Yurt dışında
yaşadığı için. Bazıları müzisyenlikleri irdelenebilecek insanlar. Çok iyi müzisyen olmayabilirler. 3-4 isim var böyle. Türkiye’de
onların 10 katı yüksek kalitede müzik yapan insanlar var. Maalesef ki Türk halkı
kendi değerine sahip çıkmıyor. Türkiye’de
yaşadığı için çıkamıyor. Türkiye’de doğan
herkesin içinde Türk müziği nağmeleri
var. Bir kere doğar doğmaz ezan okunuyor, genlerinde var. Ama işte eğitimle de
verilmeli, ilkokuldan başlaması lazım Türk
müziği eğitiminin. Ona göre parçalar olması lazım, ona göre yapısının irdelenmesi
lazım, çok eksiğimiz var.
Sarband topluluğundan da
bahsedelim mi?
Tabii bahsetmemiz lazım. Şimdi, 88’den
“Maalesef ki Türk halkı
kendi değerine sahip
çıkmıyor. Türkiye’de
yaşadığı için çıkamıyor.
Türkiye’de doğan
herkesin içinde Türk
müziği nağmeleri var. Bir
kere doğar doğmaz ezan
okunuyor,
genlerinde var.”
31
BİR DÜNYA SOHBET
beri yurt dışında bir grupla çok sayıda
konserler verdik. Müzik festivallerine katıldık. Senfonik, barok orkestralarla çok konser verdik. Burada bizim ritimleri çalmaya
başladığınız zaman -aksak ritmi- hiç alışık
değiller. 2/4’lük, 3/4’lük çalıyor ama 9/8’lik,
7/8’lik aksak ritimlerle bir şeyler verdiğiniz
zaman, bu nedir, diye merak ediyor. Batı
kökenli bütün iyi ritimciler, bizim Doğu
ritimlerini, Türk ritimlerini öğrenmeye baş-
“Köln Filarmoni
Orkestrası’nın salonunda
iki sene üst üste Birinci
bölüm tasavvuf, ikinci
bölüm mevlevi ayini yaptık
ve bunu biz 25 Aralık’ta
Noel günü yaptık. Noel
günü 3 bin kişilik salonda
2 bin 800 kişi vardı. İki
sene üst üste yapıldı. Çok
enterasan içeride hiç Türk
yok. Hepsi yabancı, hepsi
Alman’dı. İyi müzik
yaptığınız zaman
mutlaka karşılığını
alırsınız.”
32
ladılar. Onlar bunu bir eksiklik görüyorlar
kendilerinde ve tamamlıyorlar. Çünkü farklı geliyor. Bizim müziğimize ilgi çok. Ben
öğrenciyken, 80’li yılların başında Amerika’dan gelen bir müzikolog burada bizim
hocalarımızdan Türk müziği öğrenip gitti.
Türk müziği nazariyat kitabını adam yazdı.
Çok acı ama o dönemde bizde nazariyat
kitabı yoktu. Karl Signell gelip burada öğrenip gitti nazariyat kitabı yazdı. Bize hizmet ediyor. Türk musikisini öğretiyor.
Ama bunu neden bizden biri
yapmasın?
Dediğim gibi bunlar çok zor şeyler, bağlantılar olması lazım. Bizim eğitim eksikliğimiz, yabancı dil; bunlar çok önemli
şeyler, iletişim çok önemli eskiden böyle
şeyler yoktu. Bu dünyada global olan bir
şey varsa o da müzik. Dolayısıyla halkı bunun içine nasıl çekeriz? Bana göre bir tek
yolu var; düzgün, doğru müzik yapmak
lazım, iyi müzik vermek lazım! Müzik diye
servis edilen şeyler bakıyorsunuz çok kötü.
Bir de bizim insanımız en ufak bir peşrevde göbek atmaya kalkıyor. Segat peşrevi
görsün adam, kalkar göbek atar. Böyle bir
toplumu yetiştirmek lazım. Bir de müziğin
iyisini verdiğiniz zaman mutlaka iyi müziği
herkes dinliyor.
Bizim müziğimizin de çok iyi örnekleri
var. Bu iyi örnekleri halka vermek
lazım. Bunu nasıl yapabiliriz?
Türkiye’yi, sesini duyurmaksa amaç; Türkiye’nin sesini kendi değerleriyle duyurmak lazım. Bunu destekleyecek imkanları
oluşturmak ama sınırlarını iyi belirlemek
lazım. Avrupa’daki festivaller çok seçici
davranıyorlar. Mutlaka iyi müzik yapanları
alıyorlar. Bu çalışmaları yaparken toplama
bir grupla yaparsanız başarılı olamazsınız.
Birlikte çalışmış bir toplulukla katılırsanız,
çalanla söyleyenle beraber yaparsanız başarılı olursunuz. Çalamayan bir kişi dahi
olsa bütün sazı çökertir. Söyleyen de çalan
da bir olmalı, müzik yapmak bir beraberlik
işidir, mantalite işidir. Aynı anda, aynı şeyi
yapabilmek, görebilmektir; göremezsiniz
zaten başarılı olamazsınız. Seçici davranarak böyle bir katılım olabilir. İyi müzik olduğu zaman salon dolar. Örneğin: Biz bir
mevlevi gösterisine gittiğimiz zaman 5 bin
kişi ise 5 bin kişilik salon dolar. Köln Filarmoni Orkestrası’nın salonunda iki sene üst
üste mevlevi ayini yaptık. Birinci bölüm
tasavvuf, ikinci bölüm mevlevi ayini yaptık
ve bunu biz 25 Aralık’ta Noel günü yaptık.
Noel günü 3 bin kişilik salonda 2 bin 800
kişi vardı. İki sene üst üste yapıldı. Çok enterasan içeride hiç Türk yok. Hepsi yabancı,
hepsi Alman’dı. İyi müzik yaptığınız zaman
mutlaka karşılığını alırsınız.
Bir kemençe virtüözü olarak
kemençeyi bize nasıl tanıtırsınız?
Kemençe, 16. Yüzyıl’dan sonra bizim musikimiz ince sazına giren bir enstrüman
ve daha ziyade Klasik Türk Musikisin’de
kullanılan bir saz. Sarayda saray musikisi
dediğimiz bölümde kullanılan ince saza
giren bir saz. Yani üçleme olarak ney-kemençe-tanbur üçlemesinin bir parçası.
Çalım olarak diğer sazlara göre zor olsa da
çok ustalar müzisyenler yetiştirmiş; Tanburi Cemil Bey’den günümüze gelen birçok
müzisyenler yetiştirmiş; konservatuvarlarımızın açılmasıyla da yayılan önemli klasik
enstrümanlarımızdan biridir. Bana göre
insan sesine en yakın sazlarımızın biridir.
Yurt dışındaki konserlerimizden de bize
gelen tepkiler bu yönde. “Bu sazın sesi nasıl böyle çıkıyor” diyorlar. Değişik tepkiler
almışızdır. Mesela bir orkestrayla çalıyorsunuz, 50-60 kişi yaylı var; bunların içinden kemençe hepsinden önce duyuluyor.
Kemençe, yapısı bakımından, armonikleri
bakımından diğer yaylı sazlardan farklılık
gösterir. Kemanda 4 armoni var, Kemençede 8 armoni var örneğin. Bunun sebebi de
tellerin arasındaki uzunluk kısalık farkı ve
aradaki sesler. Diğer sazların arasında kemençenin daha çabuk duyulması sebebi
AHMET KADRİ RİZELİ
budur. 2008 yılında kemençeyle bir caz albümü yaptım. Sebebi de şuydu: Biz kendi
sazımızla neler yapabiliriz, bunu denemek
için, görmek için yaptık. 4 saz kullandık
orada. Batının temel sazları; piyano, bas,
davul üzerine kemençe soloyla enstrümantal bir albüm yaptık.
Caz-alaturka albüm deneyiminizden
yola çıkarsak, Klasik Türk müziği ve
cazın ortak noktası var mı acaba?
Tabii, çok benzerlikleri var. Cazın doğuş
şekli Amerika’daki blues. Caz o taraflardan
geldiği zaman onların belli kalıpları var,
onların emprovizeleri bizim taksimlerimize
benziyor. Buradan yola çıkarak caz kalıplarında türkülerimiz var bu albümde. Bir deneme yaptık, caz standartları ve caz kalıplarıyla yapılmış türkülerimiz var hatta çok
bildik bir de ninnimiz, hicaz ninnimiz var.
Caz armonisiyle harmanlayıp düzenlemeyi
yapan arkadaşımız Nail Yavuzoğlu’nun caz
kalıplarına uyarlamasıyla böyle bir albüm
ortaya koyduk.
Bir de “Beşibiryerde” adlı grubunuz var.
Nasıl oluştu bu topluluk?
Aynı konservatuardan mezun olan 5 kardeşin grubu. O zaman 96-97 seneleri
olması lazım, ortanca kardeşimin yaptığı şarkılardan bir albüm yapmıştık. Grup
kurmamıza gerek yok, biz zaten hep
beraberiz. Şimdi biz Beşibiryerde olarak
Ocak ayından bu yana her perşembe TRT
İstanbul Radyosu’nda program yapıyoruz.
Geleneksel müziğimiz var, gelen konuklara göre farklı müzikler oluyor. Tangolar
var enstrümantal var, böyle konseptli bir
program.
Tangolar demişken siz tango da
bestelediniz?
Evet, 2008 yılından sonra bir söz vardı
elimde, benim yazdığım bir sözdü. Onun
üzerine tango yaptım, ilk eser böyle çıktı
bir nihavent tangoydu. Bundan sonra da
ne yapsam tango oldu. (Gülüşmeler) Tabii
insan o anda bilmiyor ama çok düşününce bir sürü yerlerde çalıştığımız için insanın içine yerleşiyor demek ki! Şöyle düşünüyorum: Çok Batı müziği dinliyoruz, farklı
müzikler dinleyince insanın içine ruhuna
başka şeyler geliyor ve bizim melodilerle
de onları birleştirince farklı bir tarz oluyor.
Şimdi benim yaptığım tangolar, makamsal
tangolar olarak nitelendiriyor. Çünkü bizim Türk müziği makamlarından, her ma-
kamdan tangolar var, olabilecek her makamdan. Mesela nihaventti, buselik, kürdi;
suzidil var. Farklı bir konsep oluşturduk.
İnşallah bir CD’sini yapacağız.
TRT İstanbul Radyosu TSM şefi olarak
bize neler söylemek istersiniz?
93-94 senesinden itibaren de o zamanki
müdürümüzün teşvikiyle, Rıdvan Tando-
“Çalıyorum içeride,
bir anda kapı açıldı,
rahmetli Halil Aksoy,
TRT’nin eski ud
sanatçılarından,
“Sen kimsin?” diye içeri
girdi, “Sen kimin
talebesisin?”
“Kamuran Erdoğdu’nun
talebesiyim”dedim.
“Çalış, içeride dinliyorum,
sen devam et!” dedi…”
ğan abimizin, yönetmenlik alt yapılı çalışmalar yaptım. Sonra “şeflik yapın, yeni
şarkılar yapın” denildi. Şeflik imtihanına girdim. 94-95’ten bugüne değin, 20 seneye
yakın korolarda, konserlerde, radyo programlarında, özel CD çalışmalarında şeflik
yapıyoruz.
Size teşekkürlerimizi sunarken,
son olarak müzik hayatınızda
unutamadığınız bir anınızı bizimle
paylaşır mısınız?
Konservatuvar zamanında kemençe çalmaya başladığım zaman günde 8- 9 saat
çalardım. Sabah erkenden okula gidip
okulda çalışırdık. Çok uzun müddet böyle
devam etti. Bu sazı tanımak, yenmek, belli
bir seviyeye gelmek için. O çalışmalar bizi
buralara getirdi. Bir gün çalıyorum, Sait Ali
Paşa’nın konağında; o zamanlar konservatuar orada, Nişantaşı’nda idi. Tahta odalar
var orada, birbirine bağlı. Çalıyorum içeride, bir anda kapı açıldı, o zaman müdür
yardımcımız rahmetli Halil Aksoy -TRT’nin
eski ud sanatçılarından- “Sen kimsin?” diye
içeri girdi, “Sen kimin talebesisin?” “Kamuran Erdoğdu’nun talebesiyim” dedim.
“Çalış, içeride dinliyorum, sen devam et!”
dedi…
33
BİR DÜNYA İNSAN
Bu Kalp Seni Unutur mu?
Murat ÖREM
[email protected]
“Mahşerin 4 Atlısı” misali;
“Anadolu Popunun” dört kare ası’ndan
biriydi…
4 atlıdan 3’ü gitti...
Barış Manço, Cem Karaca, Fikret Kızılok...
Sonuncusunun, Erkin Koray’ın, ömrü de
sesi de uzun olsun...
Fikret Kızılok, besteleri ve hakiki müzik
adamlığıyla tanındı en çok.
Prozodi hatalarıyla dolu müzikleri ve
bunları yapanları “pat” diye teşhir etmesiyle de öne çıktı her daim.
Haklı olduğu konularda dilinin hiç kemiği
yoktu.
Öyle ince hesapları bilmezdi.
Didişmeyi de “laf aramızda” severdi.
İşini çok iyi yapmayı da severdi.
Bu yüzden ensesi çok kalındı.
İnsanın gönül telini titreten çalışmalar da
yaptı,
“İstersem ‘çok satan’ müziğin kralını bilirim.” dercesine besteler de...
Ne demek istediğimizi merak edenler Kızılok imzalı, Sertap Erener’in yorumladığı
“Kumsalda” şarkısını ve Fransızca versiyonunu (Plage Egoiste) dinleyebilir.
Ölümünden önce sözleri ve bestesini
yapıp söylediği şarkı, belki de ömrü boyunca durduğu ‘bilgi ve emeğe dayalı
iğneleyici yer’in net adresiydi.
34
Hem akıl, hem eleştiri, hem de kinayenin
feriştahı vardı:
“Adidasla tekkelere gidersin
Baklavayla whiskyleri içersin
Nescafeyle falımıza bakarsın
Bu can sana kurban olsun
Benetton’dan eşofmanı giyersin
Jogging yapıp nefesini açarsın
Şapır şapur balgamları atarsın
Bu can sana kurban olsun…”
Deniz’i severdi... Yağmur’u severdi... Bülent Ortaçgil’i severdi... Müziği severdi...
Halkını severdi... Aşık Veysel’i severdi...
“Anadoluyum ben tanır mısın?” diyen(ler)
i severdi...
O, Fikret Kızılok’tu...
Türk müzik tarihinde çok iyi besteleriyle,
hiç bağırmadan, adeta mırıldanırcasına
söylediği yumuşak yorumuyla ve müzik
adına girdiği keskin polemiklerle de bili-
nen büyük bir ustaydı Fikret Kızılok...
“Bir sevda çekerdi kalbim
sessiz tek başına
Varamaz dokunamazdı elim
umutsuz yarasına
Biliyorum, kavuşmak imkansız
Anlıyorum, yaşamalıyım sensiz
Tek başına, tek başına”
…demişti unutulmaz şarkısında.
Fikret Kızılok, 1946 yılının 10 Kasımında
başlayan ömür yolculuğunu 2001 yılının
22 Eylül’ünde tamamlamak zorunda kaldığında 55 yaşındaydı.
1993 yılında daha ellili yaşlarına varmadan bestelediği şarkısında da söylediği
gibi, kendini yoran, üzen, yolda bırakma
belirtileri gösteren kalbinin huysuzluklarına daha fazla direnemedi Fikret
Kızılok:
“Kalbim
Neden hep olmazlarda
neden hep çıkmaz sokaklarda
Dayanmak artık kolay değil
Bırakacak gibisin yarı yolda kalbim
Sevdin olmadı,
Bir dünya istedin kardeşçe,
Olamadı”
Fikret Kızılok’un müzikle ilgili en büyük
şanslarından biri, kendisinin de belirttiği
gibi Galatasaray Lisesi yıllarındaki ağabeylerinden ikisinin Timur Selçuk ve Barış
Manço olmasıdır...
Müzikle dolu lise döneminin ardından
Dişçilik Yüksekokuluna kaydolan Kızılok,
“vakitlerden bir vakit”-“uzun ince bir yolculuğa çıkar” ve Aşık Veysel’İle tanışır....
BİR DÜNYA İNSAN
Bu tanışmanın ardından albüm çıkaran
Fikret Kızılok, 1969 yılının Kasım ayında
tekrar Aşık Veysel’in yanına gidecek ve
kardan kapanan yollara gönüllü teslim
olarak Veysel Usta’nın yanında aylarca kalacaktır...
“Yumma Gözün Kör Gibi” ve “Yağmur Olsam” bu dönemin besteleridir ve Kızılok’a
ilk altın plağı kazandırır...
“Birinin aklı yok deli divane
Bir kısmı muhtaçtır acı soğana
Bir kısmını zengin etmiş yan yana
Şimdi kendi saklanıyor sır gibi
Kimine saz vermiş çalar eğlenir
Kimi zevk içinde güler eğlenir
Veysel gözyaşlarını siler eğlenir
Yeter gayrı yumma gözün kör gibi”
Altın plak başarısının ardından bir 45’lik
daha yapan Fikret Kızılok, Karacaoğlan’dan bestelediği türküyü de paylaşır ve
listelerde uzun süre 1 numarada kalır.
Aynı listede geride bıraktığı eserlerden
biri de Kızılok’un liseden ağabeyi olan Barış Manço‘nun Dağlar Dağlar’ıdır.
1970 yılındaki plaklar ve başarılar, dönemin müzik dergilerinin anketleri arasında da en tepeye çıkarır Fikret Kızılok’u.
1970’lerin ilk yarısı, unutulmaz eserlere
imza attığı dönem olur...
İçinde Ahmet Arif’in dizelerinin de yer aldığı “Anadoluyum” ve Türk müziğinde hemen hemen hiçbir eserde yer almayan ve
daha çok Hint müziği enstrümanı olarak
bilinen sitarı da kullandığı Köroğlu Dağları, Fikret Kızılok’un dönemin gündemine
oturan şarkılarındandır.
1970’lerin ikinci yarısı ilk dönemdeki kadar üretken geçmez Fikret Kızılok için...
Elbette yeni çalışmalar vardır ama gelen
eleştiriler, kendini tekrarladığı yönündedir.
Aşık Veysel’in ölümünden sonra müzikten tümüyle koptuğunu belirten Fikret
Kızılok geri dönmüştür ama içine sinmeyen bir şeyler vardır... 1977 yılında çıkardığı Nazım Hikmet şiirlerinden oluşan Not
Defterimden isimli albümde deneysel
çalışmalar yapar.
Bu albüm, döneminin doğu bloku ülkesi
Polonya’dan ödüller de alsa alışıldık Fikret
Kızılok müziğinden çok uzaktır.
1980’lerle birlikte bir kez daha sarsıcı ve
kalıcı işlere imza atmaya hazırdır Fikret Kızılok... Tabla, gitar, bas, ney ve bendir eşliğinde, unutulmazlar arasına girecek olan
“Zaman Zaman” albümünü yayınlar:
“Bir gün olsun unutunca
dışımda kalıyorsun
Oysa seni düşününce
içime sığmıyorsun
Gözlerimi kapatınca
yanımda oluyorsun
Seni öpsem, seni okşasam
farkına varmıyorsun
Her gün akşam oluşunda
kadehime doluyorsun
Zaman zaman / o zaman
Zaman zaman / ahh o zaman”
Bu albümde yeni çalışmalarla birlikte geçmişte yapılan bestelerin yeni yorumlarına
da yer verir.
“Ellerim gözlerim kelepçelenmiş
sevda çöllerinde
Geçiyor aylarım yıllarım gecelerim
sevda zindanlarında
Yeter ki sen sev beni
yeter ki inan bana…”
1980’lerin ortasıyla birlikte Fikret Kızılok’un hayatında bir başka hakiki müzik
insanı Bülent Ortaçgil ve Çekirdek Sanatevi günleri vardır. Ortaçgil’le birlikte
hayata geçirilen ve kar amacı gütmeyen
Çekirdek Sanatevi projesi, bu satırların
yazarı gibi şanslı tanıkların gönüllerinde
yaşamaya devam eder...
Sonrasında Ortaçgil ve Kızılok yollarını
ayırsalar da Çekirdek Sanatevi’nde yapılan şudur: Küçük ve çok samimi bir konser gibi canlı çalınıp söylenen eserler,
amatör teknik ve doğallığıyla kayda alınıp
çoğaltılmakta, konserin ardından da dinleyiciye küçük bir bedelle satılmaktadır
kaset olarak...
Birçok sanatçı ilk sahne deneyimlerini bu
adımla yaşamıştır o dönemde.
“Ama Babacığım” şarkısı da bu döneme
aittir ve o zamanki Kızılok-Ortaçgil arkadaşlığının eseridir. Şarkının içindeki çocuk
sesi de bugünün büyümüş Yağmur Kızılok’unun sesidir...
Yağmur Kızılok, Fikret Kızılok‘un oğludur.
Fikret Kızılok 1990 yılında, sonraları aceleye geldiğini kendisinin de itiraf edeceği
“Olmuyo Olmuyo” albümünü yayınlar...
1995 yılında da dönemin siyasi hayatına
ironik eleştiriler ve göndermeler yapan
bir şarkı besteler Kızılok ve “Demirbaş”
adını verir.
Fikret Kızılok’un unutulmaz beste ve şarkılarından ikisi de “Gönül” ve “Bu Kalp Seni
Unutur mu?” isimlerini taşır.
Bu eserler birçok isim tarafından seslendirilmiş, daha da önemlisi geniş kitlelere
ulaşan şarkılarından olmuştur Kızılok’un.
Fikret Kızılok; aradan yıllar yıllar geçtikçe
kapladığı yer ve arkasında bıraktığı boşluk çok daha iyi anlaşılacak olan çok büyük bir müzik insanıydı.
Besteleyip söylediği eserler gibi onlarla
ifade edildi.
Yetiştirdiği öğrencileri, keza öyle...
2001 yılının 22 Eylülünde aramızdan ayrıldığında yalnızca 55 yaşındaydı.
Ölüme uzun süre direnmiş, yorgun kalbiyle inatlaşmış, kilolarından kurtulup dal
gibi bir adam olmuştu ama olmadı...
“Olan neydi, olmayan neydi?” diye sorarsanız...
Ona da verecek cevabımız yok!
Kimileri, bir taş gibi yaşar onlarca yıl,
Kimileri bir kuyrukluyıldız misali ışık hızıyla gelir geçer...
Belki hayat
yürüdüğünüz yolun uzunluğu değil de,
bıraktığınız izlerin ölçüsündedir.
Kim bilir…
Ankara Radyosu Müdürü Murat Örem’in “yedigünyazıları” adlı blog’undan yararlanılmıştır.
35
BİR DÜNYA SOHBET
İtalyan müzisyenler+Türkiye sevgisi=
TURKISH CAFÈ
“Misafirperver, gizemli, Türk kahvesi gibi güzel ve büyüleyici”
Pelin AKAN
[email protected]
Bir Dünya Müzik’te bu sayının renklerinden biri de genç nesil İtalyan pop-rock
grubu Turkish Cafè… 3 İtalyan müzisyenin kurduğu grup, öncelikle isim
seçimiyle radarımıza girdi. Merakımızı
gidermek için grubun gitaristi Julian
Corradini’ye ulaştık. 31 yaşındaki Julian,
sorularımızı birçok Türkçe kelimenin de
eşliğinde içtenlikle yanıtlarken, sözlerinin neredeyse her cümlesine; Türk insanına, Türk kültürüne ve İstanbul’a hayranlığı yansıyordu.
36
“Bir gün Türk ev
arkadaşımız kahve
falımıza baktı ve
geleceğimizde müzik
olduğunu gördü.
O zaman grubumuzun
ismi de kesinleşti:
Misafirperver, gizemli,
Türk kahvesi gibi güzel
ve büyüleyici.”
Her şeyden önce bir Türk olarak,
grubunuza böyle güzel bir isim verdiğiniz için sizleri kutluyorum. Ama
neden İtalyan veya Fransız değil de
Türk Kafesi?
Teşekkür ederim! Grup üyeleri olarak
birbirimizi 2008 yılında, Brüksel’in Türk
mahallesinde tanıdık. O zaman hepimiz
öğrenciydik ve Türkler de dahil dünyanın her tarafından gençlerin bulunduğu büyük bir evde kalıyorduk. Türklerle
çok çabuk kaynaştık. Türk göçmenlerin
anadillerini konuştuğu, televizyondan
futbol maçlarını seyredip atılan her golle
haykırdıkları, anavatan hikayeleri anlat-
TURKISH CAFÈ
tıkları Türk mahallesindeki kafelerde vakit geçirmekten çok hoşlanırdık. Bu bizim için küçük İstanbul’da yaşamak gibi
bir şeydi. Kültürünüze ve halkınıza aşık
olduk. Günün birinde ev arkadaşımız
kahve falımıza baktı ve geleceğimizde
müzik olduğunu gördü. O zaman grubumuzun ismi de kesinleşti: Misafirperver, gizemli, Türk kahvesi gibi güzel ve
büyüleyici.
Grup nasıl kuruldu peki?
Brüksel’deki eve gitarımı getirmiştim.
Ekonomi okuyordum fakat aile mesleğim olan müziğe aşıktım. Mutfakta
gitar çalarken merdivenden İtalyan bir
kız indi, Veronica Punzo (30). “Birlikte
şarkı söyleyelim mi?” diye sordu. Aramızda hemen bir etkileşim doğdu. İlk
önce arkadaşlarımız için çalıp söyledik,
sonrasında ise Grand Place meydanında sokak müzisyenleri olarak. İtalya’ya
döndüğümüzde kemancı Simone
Giorgini (32) ile tanıştık ve kısa süre sonra şarkılar, konserler, festivaller…
Müziğinizi bize nasıl tanımlarsınız?
Şarkılarınızda Türk esintisinden söz
etmek mümkün mü?
Müziğimizi ‘Pop-rock’ olarak tanımlamak
doğru olur. Elektronik sesin, ritmin, vokal
uyumun, akustik çalgıların güzelliğini
sözlerin gücü ile bütünleştiren aşırılıktan
uzak bir grubuz.
Müziğimizi kökten doğan, toprakla temas eden, tırmanıcı bitkiler gibi görmek
hoşumuza gidiyor... Uzayarak büyüyen,
yaprakları ve çiçekleri açana, renklenene
kadar bulduğu yere tutunan… Her dal
birbirinden farklı ve birbirini tamamlıyor.
Birbiriyle iç içe girmeden birlikte hareket
ediyor…
Bizim şarkılarımız da aynen böyle; birbirini sarıp sarmalarken farklılığını da
koruyan. Sebep ise aynı kökten gelmiş
olmaları: Merak ve müziksel arayış.
Ben Arjantin’de doğdum, Veronica ve
Simone ise İtalya’nın farklı yerlerinde.
Seyahatlerimizin, geçmişimizin, sanata
olan tutkumuzun izlerini müziğimizde
görmek mümkün. İlk albümümüzden
çok sevdiğimiz bir şarkı var mesela, ülkenizde geçirdiğimiz günlerden esinlenerek bestelediğimiz bir şarkı: ‘Turk’On’’.
Grubunuz gerçekten çok yeni. 5 sene
sonra kendinizi nerede görüyorsu-
“İstanbul’da büyüleyici
yerler gördük,
yemeklerinizin
hepsinden yedik ve
birçok kişi tanıdık.
Geleneklerinize,
sokaklarınıza, anıtlarınıza
hayran kaldık.
Camilerinize girdik,
insanlarınızın nasıl dua
ettiklerini gözlemledik.
Sabah ezanını dinledik.
Yaşam stiliniz ve
misafirperverliğiniz bizi
büyüledi. Sizler tarihin
her aralığının kesişme
noktasısınız.”
37
BİR DÜNYA SOHBET
“Müziğimizi kökten
doğan, toprakla temas
eden, tırmanıcı bitkiler
gibi görmek
hoşumuza gidiyor.
Uzayarak büyüyen,
yaprakları ve çiçekleri
açana, renklenene kadar
bulduğu yere tutunan…
Her dal birbirini
tamamlıyor, iç içe
girmeden birlikte
hareket ediyor…”
nuz? İdealleriniz tam olarak nelerdir?
Şarkı yazıp bestelemeye, onları dünyaya dinletmeye devam edeceğimizden
eminim. Yurtdışında konser vermeyi çok
isteriz, çünkü müzikte sınır ve milliyet
kavramı yoktur. Örneğin, Türkiye’de çalıp
söylemek çok güzel olurdu. Hırslıyız çünkü söyleyecek çok şeyimiz var. Siz Türkler, iyi kalpli insanlar olarak, ne demek
istediğimi çok iyi anlarsınız. Müziğimizin
her şeyden önce dinleyenlerin içine işlemesini arzu etmekteyiz.
Turkish Cafè ile biraz da Türkiye hakkında konuşalım… Ülkemizde nere-
leri gördünüz? Türk şarkıcıları, grupları dinler misiniz?
Öğrenci değişimi vesilesiyle Türkiye’nin
güneyine çok güzel bir seyahatte bulundum. Antalya, Demre ve güney kıyılarına, Türk Halk Müziği’ne ve geleneksel
danslarınıza bayıldım. Grup olarak ise
bir hafta arkadaşlarımızın evinde İstanbul’da kaldık. Çok yürüdük, büyüleyici
yerler gördük, yemeklerinizin hepsinden
yedik ve birçok kişi tanıdık. Geleneklerinize, sokaklarınıza, anıtlarınıza hayran
kaldık. Camilerinize girdik, insanlarınızın
nasıl dua ettiklerini gözlemledik. Sabah
ezanını dinledik. Yaşam stiliniz ve misafirperverliğiniz bizi büyüledi.
Sizler tarihin her aralığının kesişme noktasısınız. Görünüyor ki bu gerçek günümüz için de geçerli. Modern Türk müziği ile ilgili olarak, onu çok iyi bildiğimizi
söyleyemeyeceğim. İtalya’da çalanların
dışındakileri tabii… Türkiye’ye yeniden
gelip, müziklerinizi keşfetmek, farklı yerleri görmek bizi hep mutlu eder. Türkiye
hakkında çok beğendiğim bir nokta ise
isimlerin somut bir anlamlarının olması.
Gizem ve Ezgi isimlerini hep sevmişimdir. Anlamları da çok etkileyici bence.
Turkish Cafè grubunu yakından tanımak için www.turkishcafe.it websitesini ziyaret edebilirsiniz.
38
BİR DÜNYA SOKAK
“Sokakta hayat var!”
Ersan ER
[email protected]
2 kemençe 1 gitar
Bir Dünya Sokak sayfamızın bu ayki
konukları Başkent kaldırımlarında
birlikte müzik yapan 3 genç:
Ahmet, Soner ve Yasin…
“Sokak sahne gibi değil. Sokakta yanlış çalabilirsiniz.
Sokak benim için hayatın gerçeği.
Hayatta da bazen hata yapabilirsiniz.”
Ahmet Cincioğlu
1996 Ankara doğumluyum. Aslen Trabzonluyum. Sancak lisesini bitirdim. Tiyatro yapıyorum. Üniversiteye devam
etmedim. Kemençeye 4 yıl önce başladım. İnternetten izleyerek başladım. Bir
enstrümanı çalmak insanı çok rahatlatan
bir şey. Kemençeye başlama amacım
yöremi Ankara’ya tanıtmak. İnsanlar kemençeyi görünce ilgiliyle bakıyorlar.
Neden sokakta çalıyorsun?
Ben Batıkent’te sahne alıyorum. Aslında sokakta çalmamın amacı insanların
ilgisini çekmek. Ben sıcakta, soğukta
çalıyorum ama bazen insanlar iğrenerek
bakıyor. Sokakta insanların ilgisini çekmek hoşuma gidiyor. Sokak sahne gibi
değil. Sokakta yanlış çalabilirsiniz. Sokak
benim için hayatın gerçeği. Hayatta da
bazen hata yapabilirsiniz.
Soner Kaya
Ankara, Çankaya 1997 doğumluyum.
Türközü Meslek Lisesini bitirdim.
Müziğe nasıl başladın?
Müzik yapmaya bir hevesle başladım. 2
aydır sokaktayım. Benim yaptığım müziği herkes dinleyebilmeli. Parası olan da
dinlemeli olmayan da. Benim gibi müzik
yapanları gördüğümde bu çok hoşuma
gidiyor. Sahnede müzik yapmak güzel
ama sokak başka. Çünkü sokakta hayat
var.
Sokakta müzik yapmanın zor tarafı
ne?
Avrupa’da ve İstanbul’da metrolarda özel
yerler ayrılmış durumda. Ankara metrosunda ise 200 tam bilet cezası var. Ankara’da her yerde müzik yapamıyorsun.
Örneğin bir 7. Cadde’de çalamıyoruz.
İnsanları neden müzikten mahrum etmek istiyorlar, yanlış olan nedir bilmiyorum. Akustik müzikte ne kadar gürültü
olabilir ki?
Yasin Bircan
Harita teknikeriyim. Tapu Kadastro Meslek Lisesi ve Hacettepe Üniversitesini
bitirdim. Askerken de müziğe devam
ettim. Türkiye’nin pek çok yerinde görev yaptım.
Sokak neden cazip?
Pek çok yerde çaldım ama sokakta çalmak gibisi yoktur. Sahne aldığınızda “şu
kadar saat şu parçaları çalacaksın” derler.
Hata yapma şansın yoktur. Sokakta ise
özgürüm. İstediğim şarkıları çalıyorum,
istemediğim an bırakıp gidiyorum. Her
müzisyen özgür olmak ister. Sahnede
kendimi insanlara beğendirmek zorun-
dayım ama sokakta beni sevmediyse
sadece yoluna devam eder.
Kazandığınız para sizi tatmin ediyor
mu?
Normalde insanların maaşlı olarak kazandığından daha fazla kazanıyorum
sokakta. Günde 3 saat çalıyoruz.
Peki, sıkıntılarınız neler?
İstediğimiz her yerde çalamıyoruz. Genelde Ankara’da Yüksel ve Tunalı caddelerinde çalıyoruz. Çankaya Belediyesi’nin zabıta ekipleri bizleri engelliyor.
Yaptığımız müziği gürültü olarak algılıyorlar. Koray Avcı gibi bir sanatçı da
sokakta çalmıştır. Sokaktan çıkmıştır. İnsanlar kulaklıklarını takıp yürüyorsa sokak ve müzik arasında bir denklem var
demektir. Yürüdüğümüzde bir ritimle
yürüyoruz. Müziği engelleyebilmek
mümkün değil aslında.
39
Türk Sanat Müziği
Solo Albümler Serisi
“Gül Yazıcı”
1. Derbeder bir aşıkım yurdum evim viranedir
Beste: Zeki Duygulu
Güfte: Zeki Duygulu
2. Girdim yarin bahçesine gül dibinde gül-izar
Beste: Osman Nihat Akın
Güfte: Osman Nihat Akın
3. Elbet bir gün buluşacağız
Beste: Mustafa Seyran
Güfte: Mustafa Seyran
4. Gönlüm yaralı bilmiyorum yar bana n’oldu
Beste: Kadri Şençalar
Güfte: Kadri Şençalar
5. Ben seni unutmak için sevmedim
Beste: Amir Ateş
Güfte: İlham Behlül Pektaş
6. Keklik dağlarda şağılar
Beste: Anonim
Güfte: Faruk Nafiz Çamlıbel
7. Kervanım geçmiyor kardan
Beste: Zeki Duygulu
Güfte: Zeki Duygulu
8. Aksaray’dan geçer iken çevirdiler yolumu
Beste: Anonim
Güfte: Anonim
9. Söylenmemiş gizli kalan
Beste: Ahmet Kadri Rizeli
Güfte: Kutsal Göktürk
BURHAN ŞEŞEN İLE
Merhaba sevgili müzikseverler
Sonbahar’ın ilk günlerindeyiz...
Nedense sonbahar hep hüzünle eşdeğerdir tüm şarkılarda..
Sezen Aksu, Teoman, Tual, Feridun Düzağaç, Ahmet Özhan,
Levent Yüksel, Yıldırım Gürses başta olmak üzere bir çok değerli
yorumcu “sonbahar” temalı şarkılara imza atmışlardır.
Sadece müzikle ilgilenen sanatçılar değil çok değerli şairlerimiz de
sonbaharın hüznünü kendilerine göre aktarmışlardır sayfalara..
Kimler mi? Nazım Hikmet, Atilla İlhan, Ümit Yaşar Oğuzcan, Turgut Uyar,
Cemal Süreya, Metin Altıok, Ataol Behramoğlu ve onlarcası...
Sonbahar gerçekten de farklı bir mevsimdir üreten insanlar için...
Bahar’ın coşkusu, yazın tembelliği, kışın içe kapanıklığı yoktur sonbaharda.
Her ne kadar hüzünlü de olsa içinde acı, karamsarlık, umutsuzluk
barındırmaz bu pastel mevsim...
Bence insanın iç muhasebesini yapacağı bir dönem; dertleşeceği,
sırlarını anlatacağı bir dosttur sonbahar.
Bizim de 1986 yılında çıkan ilk albümümüz sonbaharın gelişini anlatan
“Bir Yaz Daha Bitiyor” isimli long-playdi.
Gelin bu özel mevsimi, müziğini Gökhan Şeşen ve benim, sözlerini
İlhan Şeşen’in yazdığı bu şarkıyla karşılayalım biz de...
Hepinize mutlu sonbaharlar...
BİR YAZ DAHA BİTİYOR
bir yaz daha bitiyor
gökyüzü bulutlandı
dalgalar yorgun ağır
kıyıda soluklanırlar gibi...
çadırlar söküldüler
pansiyonlar boşaldı
ağırlaştı yürekler
ayrılıklar bir oyun gibi...
bir yaz daha umutlar umutsuzluklar gizlice
biraz daha doyumsuz biraz daha aşklar ümitsizce...
tatlı sözler vefakar
adresler telefonlar
verilip alındılar
sanki aranacaklar gibi...
bir yaz daha umutlar umutsuzluklar gizlice
biraz daha doyumsuz biraz daha aşklar ümitsizce...
bir yaz daha bitiyor...
41
BİR DÜNYA KONSER
Ey l ü l ’de
İSTANBUL
Açıkhava’da Tarkan zamanı...
Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi, Eylül ayı boyunca
da yıldızları ağırlamaya devam ediyor. Tarkan, 1, 9, 10, 12 ve
13 Eylül’de hayranlarıyla buluşacak.
Açıkhava’da 2 Eylül’den itibaren sırasıyla Gülşen, Sertab Erener, Serkan Kaya, İlhan İrem, “Ata & Turka Müzik Show” projesiyle Ata Demirer, “Hayat Şarkılarda” konserinde ilk kez buluşacak Nükhet Duru ile Yaşar, Şebnem Ferah, Ziynet Sali ve Sıla
sahne alacak.
Cem Adrian, müzik hayatındaki 10. yılını 13 Eylül’de Bostancı Gösteri Merkezi’nde gerçekleştireceği konser ile kutluyor.
Özel gecede, sanatçıya, Aylin Aslım, Derya Köroğlu, Halil
Sezai, Redd, Hayko Cepkin, Hüsnü Arkan, Melis Danişmend,
Murat Yılmazyıldırım ve Umay Umay gibi değerli isimler eşlik
edecek.
Emel Sayın ve Selami Şahin, bir döneme damgasını vurmuş
olan gazino eğlencelerini, 4-5 Eylül’de KüçükÇiftlik Park’ta yeniden yaşatacak.
Teoman ve Duman, İzmir, Ankara, Antalya ve Bursa’da devam
edecek konser serisine 18 Eylül’de KüçükÇiftlik Park’ta başlayacak.
42
Bu ay; Flört ve Hey Douglas, Serkan Soyak, Yüksek Sadakat,
Sahte Rakı, Redd, Patron performanslarına ev sahipliği yapacak Bronx Pi Sahne’de, 17 Eylül’de Romanyalı progresif death
metal dörtlüsü Taine, İstanbullu Thrown to the Sun ile birlikte
sahne alacak.
İstanbul Hayal Kahvesi’nde, Son Feci Bisiklet, Murat Yılmazyıldırım, Ediz Hafızoğlu-Nazdrave, Can Güngör, No Land, Adamlar, Vega, Vera, Güntaç Özdemir, Pinhani, Jehan Barbur, Saze,
Bulutsuzluk Özlemi ve Cihan Mürtezaoğlu konserleri var.
Jolly Joker İstanbul, Model, Yaşar, Ceyl’an Ertem, Yıldız Tilbe,
Feridun Düzağaç, Fettah Can, Koray Avcı, Levent Yüksel, Halil
Sezai, Yeni Türkü ve Mehmet Erdem’i konuk edecek.
Jessie J İstanbul’da…
Son hiti “Bang Bang” ile müzik listelerini altüst eden günümüzün çarpıcı pop idolü Jessie J, 11 Eylül’de, Volkswagen Arena’da hayranlarıyla buluşacak.
Salon İKSV’de 10 Eylül’de multi-enstrümantalist, prodüktör ve
müzisyen Luis Vasquez; post-punk, darkwave projesi The Soft
Moon etkinliğini sahneleyecek.
Aynı salonda 12 Eylül’de ABD’li folk-rock, indie-rock müzisyeni Angel Olsen konseri var.
BİR DÜNYA KONSER
yıldız yağmuru...
ANTALYA
ANKARA
Yeni albümü “Tango” ile sevenlerinin
karşısına çıkan Şevval Sam, geniş repertuvarıyla 17 Eylül’de Muratpaşa
Konuksever Stadı’nda Antalya’lılarla
buluşacak.
Antalya Jolly Joker’de, Eylül boyunca,
Koray Avcı, Levent Yüksel, Haktan,
Halil Sezai, Selami Şahin ve Model
sahne alacak.
Süperstar, sokak hayvanları için
başkentte…
Ajda Pekkan, 12 Eylül’de Fransa Büyükelçiliği Bahçesi’nde sahne alıyor.
Sponsorlar ve bilet satışından elde
edilecek tüm gelir, Türkiye’nin ilk ve
modern Sokak Hayvanları Yaşam Parkı’nın hayata geçirilmesi için kullanılacak.
Sahnelerden…
Anadolu Rock’ın yaşayan efsanesi Erkin Koray, 10 Eylül’de, If Performans
Hall’da başkentli hayranlarıyla buluşacak.
Eylül ayı içinde, Ankara Jolly Joker’de
sırasıyla Koray Avcı, Levent Yüksel,
Serkan Kaya, Selami Şahin, Gökhan
Tepe, Yıldız Tilbe, Yaşar, Model sahne
alacak.
Noxus’ta, 163 ve Bulutsuzluk Özlemi;
Passage’da, Rocka ve New York Gypsy
All-stars; Nefes Bar’da, Müdüriyet, Pluton, Hüsnü Arkan konserleri var.
Salonlarda…
Cem Adrian’ın Ankara konseri
19 Eylül’de MEB Şura Salonu’nda…
Ankara Devlet Klasik Türk Müziği Korosu, 3, 10 ve 17 Eylül’de Şef Haluk Derinöz yönetimindeki ücretsiz konserlerle Resim Heykel Müzesi’nde olacak.
İZMİR
Sibel Can, 12 Eylül’de İzmir Kültürpark
Açıkhava Tiyatrosu’nda hayranlarıyla
buluşacak.
Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’nda, 16
Eylül’de Cem Adrian sahne alacak.
Ooze Venue’de ise bu ay Koray Avcı,
Yüzyüzeyken Konuşuruz, Yeni Türkü,
Halil Sezai, Simge Sağın, Hayko Cepkin, Mabel Matiz, Yaşar konserleri var.
Yaşar, 4 Eylül’de de Hayal Kahvesi Çeşme sahnesinde!
43
BİR DÜNYA FESTİVAL
FESTİVALLERDEN
Aspendos’ta opera ve bale
zamanı!
22. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale
Festivali 5-24 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek.
Avrupa Festivaller Birliği’ne 2003’te giren
ve İngiltere’de yayınlanan Independent
gazetesinin; dünyanın dört bir yanında
düzenlenen opera festivalleri arasında
yaptığı araştırmada en iyi 10 festival arasında 5. sırada yer verdiği Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali, 22. kez düzenleniyor.
Festival boyunca, evrensel müziğin sesi
2000 yıllık Aspendos Antik Tiyatrosu’nun
sunduğu olağanüstü akustikle Antalya’nın
eşsiz doğasında yankılanacak.
Festival, 5 Eylül Cumartesi günü, Mersin ve
Antalya Devlet Opera ve Balesi’nin vereceği Gala Konseri ile başlayacak.
8 Eylül’de İzmir-Mersin-Antalya Devlet
“İstanbul nefes alıyor!”
4. Uluslararası Klarnet Festivali 10-20 Eylül tarihleri
arasında İstanbul’da!
54
Toplum İçin Sanat Derneği (TOİSAD) tarafından gerçekleştirilen festivalin sanat
direktörlüğünü dünyaca ünlü klarnet sanatçısı Serkan Çağrı üstleniyor.
“İstanbul Nefes Alıyor” sloganı ile yola çıkan
Uluslararası Klarnet Festivali, İstiklal Caddesi’nde, 13 Eylül’de saat 13:00’te rengarenk
bir karnaval - kortej ile başlayacak. Tarihi
Opera ve Balesi sanatçıları,
Igor Stravinsky’nin “Ateş Kuşu-İlkbahar
Ayini” adlı balesini sahneleyecek.
Ankara Devlet Opera ve Balesi, 11 Eylül’de
Revaz Gabichvadze’nin “Hamlet” balesi,
16 Eylül’de Selman Ada’nın “Ali Baba & 40”
operasıyla Antik Tiyatro’ya çıkacak.
20 Eylül’de Kore Ulusal Operası ile Antalya
Devlet Opera ve Balesi, June Hee Lim’in
“Ruh İkizi” operasını sahneye taşıyacak.
23 ve 24 Eylül’de Antalya Devlet Opera ve
Balesi ile Türksoy Opera ve Bale Yıldızları’nın konserleri var.
Beyoğlu tramvayına eklenen özel sahne
de coşkuyu artıracak. Festival boyunca
şehrin pek çok noktasında, meydanlarda,
metro istasyonlarında, Ada vapurlarında
konserler gerçekleşecek.
Festivalin ana konserleri, 17, 18 ve 19 Eylül
akşamları CRR Konser Salonu’nda düzenlenecek.
17 Eylül’deki “Ustaya Saygı” konserinde
Barış Manço anılacak. Sanatçının unutulmayan şarkılarını Cansu, Doğukan Manço,
Fettah Can, Gökhan Tepe, Hakan Aysev,
Keremcem, Mine Mucur, Öykü Gürman,
Yavuz Bingöl ve Zara, klarnet sanatçısı Serkan Çağrı eşliğinde icra edecek.
18 Eylül’de caz ve gypsy müziğinin karışımıyla damaklarda muhteşem bir lezzet
BİR DÜNYA FESTİVAL
Nilüfer Müzik Festivali
Bursa Nilüfer Belediyesi’nin, ilk kez düzenleyeceği Nilüfer Müzik Festivali, Balat
Ormanı’nda 5-6 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek.
Yerli ve yabancı bir çok sanatçının sahne
alacağı Nilüfer Müzik Festivali’nin öne çıkan isimleri Şebnem Ferah ve MFÖ.
Festivalin tüm bilet geliri Tohum Kütüphanesi Projesi’ne destek vermek için Ekoloji
Derneği’ne bağışlanacak.
Avrupa...
Bodrum 6. Barok Müzik
Festivali
Karya Kültür ve Sanat Derneği’nin (KARSANAT) her yıl düzenlediği Bodrum Barok
Müzik Festivali’nin altıncısı, 4- 5 ve 6 Eylül
tarihlerinde, 3 bin yıllık tarihi Antik Tiyatro’da gerçekleştirilecek.
Üç gün sürecek festivale yerli ve yabancı
19 sanatçı konuk olacak. 4 Eylül’de Karya
Türk Müziği Topluluğunun “Bir Hoş Sada”
adını verdikleri açılış konseriyle başlayacak olan festival, 5 Eylül’de Karya Barok
Topluluğunun “Venedik Karnavalı” adlı
konseriyle devam edecek. 6. Bodrum
Barok Müzik Festivali, 6 Eylül’de, Avusturya’dan Les Accords Extraordinaires Topluluğunun “Sıra Dışı Akorlar” adlı konseriyle
son bulacak. Saat 21.00’de başlayacak
konserlerin tümü halka açık ve ücretsiz
olarak gerçekleşecek
bırakan NY Gypsy All Stars, Hindistan’ın
perküsyon üstadı Trilok Gurtu, çağdaş
Türk müziğinin önde gelen isimlerinden
piyanist Tuluğ Tırpan’ın yer aldığı “Dünya
Tek Nefes” konseri var.
Rebetiko müziğinin güçlü sesi, Yunanistan’ın dünyaca ünlü ismi George Dalaras
ile Türkiye’nin güçlü nefesi klarnet sanatçısı Serkan Çağrı’yı buluşturan “Sevda
Sesleri” konseri 19 Eylül’de…
Uluslararası Klarnet Festivali’nde sahneye
çıkacak müzisyen ve gruplar arasında Ivo
Papazov ve Trakia Band, The Dakato Jim
Band, Ghassan Abu Haltam ve Umman
Rouh Trio, Barcelona Gipsy Klezmer
Orchestra da yer alıyor.
Lollapalooza Berlin
Carnaval Latino
Latin müziği tutkunlarını bir araya getiren
Carnaval Latino, 6 Eylül’de İstanbul Life
Park’ta gerçekleşiyor. Salsa, cha cha ritimleri ve Latin Amerika’nın esintileriyle tarzını
şekillendiren Mercadonegro Orkestrası,
renkli karakterleri ve durmadan dans ettiren temposuyla Rodrigo ve dansçıları,
Türkiye’ye Latin müziği sevdiren Ayhan Sicimoglu & Latin All Stars, festivalde sahne
alacak isimler arasında...
1991’de Amerika Birleşik Devletleri’nde
başlayan yılında başlayan Lollapalooza;
Arjantin, Brezilya ve Şili’den sonra ilk kez
Amerika kıtaları dışına çıkıyor. Alternative rock, punk rock, heavy metal, pop, hip
hop, EDM müzisyenleriyle hayranlarını buluşturan festivale Berlin’deki eski havalaanı
Flughafen Tempelhof ev sahipliği yapacak.
Lollapalooza Berlin 12-13 Eylül’de…
Bestival 2015
Büyük Britanya’nın güneyindeki Wight
Adası’nda 10-13 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek Bestival, 4 günlük bir müzik şöleni
vaat ediyor. Bu yıl “Aşk Yazı” temasıyla düzenlenen festivalin katılımcı listesinde
Duran Duran, The Chemical Brothers ve
Missy Elliott isimleri öne çıkıyor.
45
Müzik Kitaplığı
-Tozlu Raflardan-
Neşet Ertaş Kitabı Gönül Dağında Bir Garip
Haşim Akman / İş Bankası / Nehir Söyleşi / 2006
“Bu türkü de mi onunmuş?”
Türkü seven, türkülerle ilgilenen,
türkü dinleyenler arasında bu şaşkınlığı yaşamayan yoktur. Aklımıza, dilimize ve gönlümüze takılan;
kimindir, ne zaman yakılmıştır diye
düşünmeden çaldığımız, söylediğimiz, mırıldandığımız türküler, bir
de bakarız, Neşet Ertaş’ındır.
Şimdiyi, tam şu anda içinde bulunduğumuz ruh halini anlatan
türküler de onundur, çok uzak
geçmişlerin, artık çoktan gerilerde
bıraktığımızı zannettiğimiz başka
hayatların, başka toprakların sesini
havalandırarak bize getiren türküler de... Bir bakarsınız gönlünüzün
bam telinden yakalanmış, takılıp
kalmışsınızdır Neşet Ustanın binlerce yıllık Abdal birikiminin ürünü gırtlak nağmelerine.
Neşet Ertaş, sadece türkülerinin havalarıyla, bugüne kadar aşılamayan ses ve saz
ustalığıyla havalandırmaz insanı. Türkü sözleriyle, pek açığa vurmadığı düşünce
dünyasının kapısını aralar: “Evvelim sen oldun, ahirim sensin/ Batınım sen oldun,
zahirim sensin” diyerek çarpar insanı. “Biz erkekler olarak insanoğluyuz. İnsan, bizim analarımızdır. Biz erkekler olarak insanoğluyuz ve insana benzeriz. Onların
yüzü suyu hürmetine biz de insanız” diyen engin gönlün kaynağına, türkü sözlerinde kapısı aralanan Neşet Ertaş’ın o saklı iç dünyasına, bu kitapla gireceksiniz.
Ruhi Su Ezgili Yürek Şiirler-Yazılar-Konuşmalar
Everest Yayınları / 2006
“Ruhi Su’nun dünyasının kapılarını
aralamak için türküleri kadar önemli olan bir başka kapı da söyleşileri,
yazıları... Kendi kaleminden, kendi
ağzından düşündükleri, yaptıkları,
yapmayı amaçladıkları… Ezgili Yürek,
Türkiye’nin modern çağının en önemli
kültür insanlarından birinin dünyasına
çağırıyor sizi. Zamanın akışına direnmeyi başarmış bir ustanın dayandığı
ve gücünü aldığı kaynakları bilmek,
tüm kültürel hayatımız üzerine bulanıklaşmış görüşlerimizi berraklaştırmamıza yardımcı olacaktır mutlaka.”
46
İşte Benim
Zeki Müren
Yapı Kredi Yayınları / 2014
Şarkılara duygu seren, çilelere göğüs
geren, dertli gönüllere giren “İşte Benim Zeki Müren” sergi kataloğu, sanatçının kendi koleksiyonunda bulunan
fotoğrafları, desenleri, kostümleri, gözlükleri, plakları, şiirleri, gazete ve dergi
kupürleri ve arşiv görüntülerinden oluşuyor.
Katalog, 50’li yıllardan 1980’lerin ortalarına uzanan zaman diliminde hayatını milyonların gözü önünde geçirmiş
bir yıldızın belgeseli niteliğini taşıyor.
Giydiği fraklar, doldurduğu plaklar,
yüzdüğü plajlar, okuduğu okullar, boyadığı desenler, bindiği otomobiller,
çıktığı seyahatler, dostlarıyla paylaştığı geceler, sinemada ve tiyatroda
oynadığı karakterler bir bir mercek altına alınırken, okuyucular Türkiye’nin
modernleşme serüvenine, toplumsal
dönüşümüne ve değişen eğlence alışkanlıklarına dair zengin ipuçları elde
edecek.
-Yeniler-
BİR DÜNYA KİTAP
Müzik Atlası Ulrich Michels, Gunter Vogel
Alfa Yayıncılık
“Almanya’nın en bilinen müzik kaynaklarından olan Müzik Atlası, müziğin kuramsal temellerine dair ayrıntılı
bir bakış sunmaktadır. Öte yandan
müzik tarihini, tarihöncesi çağların
kadim anıtsal eserlerinden günümüzün elektronik ve eğlence müziğine
varana dek ayrıntılı ve özlü bilgilerle
gözler önüne serer. Nota örnekleriyle,
haritalarla, kronolojik cetveller ve müziğe dair başka birçok önemli bilgiyle
dolup taşmaktadır. Metin sayfalarını
destekleyen 250’den fazla renkli sayfa
müzikal yapıları daha belirgin ve anlaşılır kılarken öğrenmeyi de daha zevkli
hale getirir.”
Gelenekten Geleceğe Makamsal Türk Müziği
Ülkü Özgür, Salih Aydoğan
/ Arkadaş Yayıncılık
“Besteciler üretici kimlikleriyle ezgileri ilmek ilmek dokurken, müzik bilimciler
araştırmacı kimlikleriyle kaynakları didik
didik taramışlar, ses ve saz sanatçıları ise
farklı çevre ve ortamlarda halkla buluşarak
repertuarı paylaşmışlardır. Derneklerdeki
aktarım etkinlikleri bir yana bırakılırsa, bu
üretme, araştırma ve paylaşma çabalarına
karşılık, Türk müziğinin eğitim- öğretim
boyutu birçok nedene bağlı olarak yıllar
yılı bu zincirin dışında kalmıştır. Bu kitapla,
Türk müziğine bu kez bir müzik eğitimcisi
anlayışı, kavrayışı ve sorumluluğuyla yeni
bir katkı sağlanmaya, zincirin halkalarını
tamamlamaya çalışılmaktadır.”
Halk Türküleri
Gülay Mirzaoğlu / Akçağ Yayınları
“Dinlenmemiş bir türkü, okunmamış bir mektup
gibidir. O isimsiz mektubu okumak; türkünün,
belki de yaşamı değiştirecek mesajını çözmek gerekir… Türkülerimiz, el emeği göz nuru bir kilimin
parlak renkleri gibi, baştan sona güçlü duygularla yiğitliği ve güzelliği, aşkı ve ayrılığı, yürekleri
dağlayan gurbeti anlatır. Bu anlatım musıkinin
gölgesinde, sınırsız içtenliğiyle öylesine etkili dil
oluşturur ki, parlak ve berrak renkler gibi, güçlü
duygularla yoğrulmuş türkülerin bu büyülü dilini
biraz olsun anlamak gerekir. Türküler toplumun
geçmişten gelen en güçlü sesidir. Güçlü sesler,
gizemli öyküler, eşsiz bir sanatta, ancak böylesine
güzel dile getirilebilir…”
Kitaplarla ilgili metinler, tanıtım bültenlerinden alınmıştır.
Dünya Müziği
Philip V. Bohlman
Dost Kitabevi Yayınları
“Kısaca dünya müziği olarak adlandırılan kültürel çeşitliliğin özünde
bir karşılaşmalar tarihi olduğu önermesini savunuyor bu çalışma. Hac
kafilelerinin terennüm ettiği ilahilerden Yiddiş halk şarkılarına, melez
müziklerden ulusal marşlara kadar
çok geniş bir yelpazede tartışıyor temel öncüllerini. Bugün de süregelen
bu karşılaşmaların çoğu kez müzikal
bağlamda verilen basit yanıtları aşan
bir kültürel çokrenklilik sunduğunu
ileri sürüyor. Grammy Ödüllerinden
Marley ve Dibango’ya, Eurovision Şarkı Yarışmasından Bartók’un derlediği
halk şarkılarına, ilk öncülerden modern kayıt-miksaj stüdyolarına kadar
dünya müziğinin tarihsel seyrine dair
sanatsal ve etnolojik bir çözümleme.”
47
BİR DÜNYA ALBÜM
Bir Dünya Albüm
r
e
l
i
-Yen
Merve Özbey
“Yaş Hikayesi”
Merve Özbey, Ebru Gündeş ve Bengü
gibi isimlerin vokalistliğini yapmasının
ardından ilk albümünü yayınladı. Kayıtta
önceden birlikte çalıştıkları Erdem Kınay’ın besteleri dikkat çekiyor. Özbey’in
albümü beste ve söz açısından yeni nesil
fantezi etkilenimli Türk pop’u için gayet
iyi bir noktada bulunsa da, Özbey’in sesi
-özellikle bu tür için- alışılagelmiş kalınlıkta olmadığından bazı dinleyiciler için
alışması zor bir deneyim olabilir. “Yaş Hikayesi”, Türkçe pop ve yaz ikilisi için iyi bir
tercih.
Hayat
“Eski
Günlerdeki
Gibi”
Hasan Gürol
“Sen Hayatsın”
Hasan Gürol’un 5 şarkıdan oluşan
“Sen Hayatsın” EP’sinde tüm sözler ve
besteler sanatçının kendisine ait. Kısa
albümde, Gürol’un gerek sözleri, gerek
beste anlayışı açısından özgün müzik
etkilenimli bir pop tınısı dikkat çekiyor.
Albümden yayınlanan ilk şarkı ve şarkıya ait video “Ben Benim”de de bu durum hakim. Gürol’un sakin ve iddiasız
duran vokalini de es geçmemek lazım.
Ziynet Sali
“No: 6”
Sıla Gençoğlu, Efe Bahadır, Mete Özgencil, Fatih Ahıskalı, Ozan Doğulu, İskender
Paydaş, Efe Bahadır, Devrim Karaoğlu,
Fatih Kocatürk. Sekiz Sıla Gençoğlu ve iki
Mete Özgencil şarkısı. Ziynet Sali. Yılın en
iyi Türk pop albümlerinden biri. Nokta.
48
“Eski Günlerdeki Gibi” bir EP, 4 şarkılık bir
kısa albüm. Okan Atakay ve Elcil Gürel
Göçtü’nün söz-besteleri ile kaydedilen
albümde yaylıların da etkili olduğu “Sılavari” bir tını mevcut. Kalbe dokunma
amacının hemen her noktasında hissedildiği kısa albüm, tatil yöreleri kafe ve
plajlarının sıklıkla çalabileceği bir havaya sahip. Özenli bir prodüksiyonun
albümün tamamında dikkat çektiğini
de eklemekte fayda var.
Gökhan Sezen
“Asalet”
TRT İstanbul Radyosu sanatçısı Gökhan
Sezen 9 yıl aradan sonra yeni albümünü
Türk Sanat Müziği dinleyicileriyle buluşturdu. Asalet, sanatçının 3. solo albümü...
FKA twigs
“M3LL155X”
Murat EKŞİ
[email protected]
Tahliah Debrett Barnett’ın sahne ismi FKA twigs. Indietronica
ana başlığı altında trip-hop ve PBR&B etkilenimli soundu bu
EP’de de devam ediyor, ama biraz daha derinlere uzanıyor
sesler ve daha deneysel tınlayabiliyor. Entelektüel hissiyat ise
kaydın her yerinde kendini rahatça belli ediyor. Kısa albümler
genelde yılın en iyi albümleri listelerinde yer bulamaz ama yılın en iyi albümlerinden biri ile karşı karşıyayız. Gece ve karanlıkla beraber denemeniz ise önerimizdir.
Tame Impala
“Cuments”
Avustralya Perth’lü indie psikedelik-rock grubu Tame
Impala’nın bir önceki çok başarılı albüm “Lonerism”den sonra ne yapacağı merak konusuydu. Daha pop tınlayan, temiz
soundlu, iletmek istediğini daha açık ve net ifade eden ve bunlarla beraber beste kıvraklığı ve vuruculuğunu bir adım öteye
taşıyan “Currents” ile yanıt geldi. Psikedelik-rock tarafındaki ilgililer kadar bağımsız müzik dinleyicilerinin de aynı oranda kalbini
çalabilecek ve hatta derinlerden popülerlik yüzeyine kadar uzanabilecek bir iş “Currents”. “2015 en iyi albümler listelerinin hemen hepsinde bir kez daha Tame Impala olacak!” öngörüsüyle
sözlerimizi bitirelim.
ABD’li dream-pop devi yeni albümünü bizlere sundu. Konu
Beach House ise beklenti elbette çok yüksek. Yine rüyalarımızın, hayallerimizin hülyalı seslerle ifadesi, doğrudan
duyguları hedef alan beste ve sözler iş başında ve fakat keskinlikleri ve vuruculukları bir önceki başyapıt “Bloom”a göre
daha az. Bulutların üzerindeymişcesine bir ses örgüsü ve
dinleyeni ele geçirme eylemi yine dream-pop’un bu büyük
grubunun basitçe yaptığı işler olarak dikkat çekiyor. Yılın en
iyi albümleri listesi için yukarılarda bir yer lütfen!
Miguel “Wildheart”
Miguel Jontel Pimentel (Miguel)’in üçüncü albümü
“Wildheart”. Miguel zaman içerisinde müziğine mesafeyi ve soğukluğu artırarak nu-soul ve PBR&B janrlarına iyice yerleşti. “Wildheart” tam da bu tarzların ifade ettiği tanım kümesine denk
düşüyor. Miguel kendini ifade ederken elektronik tınılardan
kısmen uzak durarak, gitarlar ve organik bir örgü de kullanarak
gerçekçiliğini ortaya koymuş bu albümde. Son derece çekici
bir sound ortaya çıkmış böylelikle. Harika besteler ve düzenlemeleri de ekleyin. Bu ayki diğer albümlerimiz gibi prestijli yayın
organlarındaki 2015 yıl sonu en iyi albümler değerlendirmelerinde yukarılarda yer bulacak bir kayıt
“Wildheart”.
49
Cahit CESUR
[email protected]
24 Eylül 1996
“Sanat Güneşi”nin vedası
6 Aralık 1931 tarihinde Bursa’da doğan
Zeki Müren, Bursa’da başladığı orta öğrenimini İstanbul’da Boğaziçi Lisesi’nde
tamamladı. Henüz ilkokuldayken yeteneği öğretmenleri tarafından keşfedildi
ve müzikli okul müsamerelerinde başrolleri oynamaya başladı. Ortaokulu yine
Bursa’da, Tahtakale’deki 2. Ortaokulda
tamamladı. Ortaokulu bitirdikten sonra
babasına İstanbul’a gitme arzusunu dile
getirdi. Babasının da onayıyla kaydolduğu İstanbul Boğaziçi Lisesi’ni birincilikle
bitirdi. İstanbul’da Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi’nin Yüksek Süsleme Bölümü
Sabih Gözen atölyesinden mezun oldu.
Desen çalışmalarını öğrencilik yıllarından
başlayarak pek çok yerde sergiledi.
Bursa’da Tanburi İzzet Gerçeker’den solfej ve usul dersleri aldı. 1949 yılında, Boğaziçi Lisesi’nde okurken Agopos Efendi
ile Udi Kirkor’dan aldığı musiki dersleriyle
50
eğitimini sürdü. Daha sonra, fasıl musikisini iyi bilen ve geniş bir repertuvarı olan
Şerif İçli’den çeşitli eserler meşk etti; Refik
Fersan’dan, Sadi Işılay’dan, Kadri Şençalar’dan yararlandı.
1950’de sınavla İstanbul Radyosu’na girdi. İstanbul Radyosu’nda 1951’de, canlı
olarak yayımlanan bir programda ilk
radyo konserini verdi ve bu konseri çok
beğenildi. Bundan sonra Türkiye radyolarında düzenli olarak okumaya başladı.
Radyo programları 15 yıl sürdü; bunların
çoğu canlı yayın programlarıydı. Müren
bundan sonra kendini daha çok sahne
ve plak çalışmalarına verdi.
Zeki Müren 600’ü aşkın plak, kaset, CD
doldurdu. Plağa okuduğu ilk şarkı Şükrü
Tunar’ın “Bir Muhabbet Kuşu” güfteli şarkısıdır. Müren 1955’te, “Manolyam” adlı
şarkısıyla Türkiye’de ilk kez verilen Altın
Plak Ödülü’nü kazandı. Zeki Müren Türkiye’de en çok konser veren ses sanatçılarının başında gelmektedir. Bir yılda 100
konser verdiği dönemler olmuştur.
200 dolayında şarkı besteledi. 17 yaşındayken bestelediği “Zehretme Hayatı
Bana Cânânım” mısraıyla başlayan acemkürdi şarkı ilk bestesidir. “Şimdi Uzaklardasın Gönül Hicranla Doldu” (suzinâk),
“Manolyam” (kürdilihicazkâr), “Bir Demet
Yasemen” (nihavend), “Gözlerinin İçine
Başka Hayal Girmesin” (nihavend) güfteli
eserler, sık sık okunan, en sevilen şarkılarındandır.
Zeki Müren, 1954’te “Beklenen Şarkı” adlı
filmde sinema oyunculuğuna başladı.
Büyük bir ticari başarı kazanan bu filmden sonra şarkılarının çoğunu kendisinin bestelediği 18 filmde daha oynadı.
1955’te Arena Tiyatrosu’nca sahneye
koyulan “Çay ve Sempati” adlı oyunda da
başroldeki oyuncuydu. Ayrıca “Bıldırcın
Yağmuru” isimli bir şiir kitabı vardır.
Zeki Müren, kalp rahatsızlığı ve şeker
hastalığı yüzünden 1980’den sonra sahne hayatından ve musikiden uzaklaştı.
Bodrum’daki evine kapandı, münzevi bir
hayat yaşadı. 24 Eylül 1996 Çarşamba
günü, TRT İzmir Televizyonu’nda kendisi
için düzenlenen tören sırasında geçirdiği
kalp krizi sonucu öldü. Kabri, doğum yeri
olan Bursa’da Emir Sultan Mezarlığı’ndadır.
ZAMAN TÜNELİ
29 Eylül 1887
01 Eylül 1924
10 Eylül 1945
Musiki Muallim Mektebi
(MMM) Ankara’da açıldı.
İlk gramofon patenti,
Alman mucit Emil Berliner
tarafından alındı.
1924 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün
emri ile Ankara Cebeci’de bulunan 3
katlı kerpiç bir bina, Cumhuriyetin ilk
Müzik Öğretmen Okulu (Musiki Muallim Mektebi) olarak hizmet vermeye
başladı. Daha sonra 1928 yılında Avusturyalı mimar Ernest Arnold Egli tarafından projelendirilen bina, 1938 yılında
eklenen yeni mekânlarla genişleyerek
genç Cumhuriyetimizin ilk “Devlet Konservatuvarı” olacak ve 1985 yılında yeni
binasına taşınıncaya kadar geçen süre
içerisinde; ünleri ülke dışına taşan birçok
sanatçıyı yetiştirecekti.
Gramafona kayıt yapma çalışmalarıyla tanınan Alman asıllı Amerikalı mucit
Emile Berliner ilk gramofon patentini
aldı. Berliner bu önemli buluşunu gerçekleştirdikten sonra The Berliner
Gramophone Company şirketini 1895’te
The Gramophone Company şirketini
1897’de Londra’da, Deutsche Grammophon şirketini 1898’de Almanya
Hanover’de ve Berliner Gramophone
Company of Canada şirketini de 1899
yılında Montreal’de kuracaktır.
Porto Riko’lu şarkıcı Jose
Feliciano dünyaya geldi.
Doğuştan kör olarak 11 çocuklu bir ailede dünyaya gelen Porto Riko’lu şarkıcı
Jose Feliciano kendine özgü gitar ve vokal tekniğiyle büyük bir şöhrete kavuştu.
17 yaşında, ailesini geçindirebilmek için
okuldan ayrıldıktan sonra çeşitli yerlerde
sahne almaya başlayan sanatçı, 23 yaşında çıkardığı “Feliciano” adlı albümü ile
Grammy Ödülü kazandı. “Rain”,
“The Gypsy” ve “California Dreaming”
en bilinen şarkılarıdır.
15 Eylül 1975
15 Eylül 1972
Ulvi Cemal Erkin 65
yaşında yaşamını yitirdi.
Birinci kuşak çağdaş Türk müziği
bestecileri arasında yer alan Erkin,
Ankara’da hayata gözlerini yumdu.
Besteciliğin yanı sıra orkestra şefliği, piyano öğretmenliği ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında açılan
müzik kurumlarında yöneticilik yaparak müzik devriminin sevilmesi
ve yaygınlaştırılması konusunda öncülük etmiştir. Müzik tarihinde Türk
Beşleri adıyla anılan sanatçılar arasında yer alır.
Pink Floyd’un
“Wish You Were Here”
albümü piyasaya çıktı.
Pink Floyd, felsefi şarkı sözleri, yenilikçi albüm kapakları, etkileyici sahne şovları ile
dünya çapında en çok albüm satmış ve
modern müzik tarihini etkilemiş, dünya
çapında başarıya ulaşmış rock grubudur.
Grup, dünyada en çok satan rock albümü
“Dark Side of the Moon”dan sonra “Wish
You Were Here” adlı albümü piyasaya çıkardı. Pink Floyd’un en önemli albümlerinden birisi olan “Wish You Were Here”,
grubun kurucularından David Gilmour
ve Rick Wright’a göre ise grubun en iyi
albümü.
51
ZAMAN TÜNELİ
20 Eylül 1985
18 Eylül 1993
Nida Tüfekçi vefat etti.
Türk folklorunun müzik ve oyun dallarında yurt içinde ve yurt dışında seçkin
bir yer edinmiş, kültürümüze yapmış
olduğu katkılarla halk müziği dünyasına damgasını vurmuş olan Nida
Tüfekçi, 1947’den itibaren Ankara Radyosu’nun Yurttan Sesler kayıtlarında ses
ve saz sanatçısı olarak görev aldı, 1953
yılından itibaren başta Ankara Radyosu
olmak üzere TRT’nin birçok biriminde
yöneticilik yapmış, yaptığı çalışmalarla
Türk Halk Müziği’ne çok değerli katkılarda bulunmuştur. 1991 yılında Kültür
Bakanlığı tarafından “Devlet Sanatçısı”
unvanı verilen Nida Tüfekçi 18 Eylül
1993 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.
Ruhi Su geçirdiği beyin
kanaması sonucu hayata
veda etti.
Türk Halk Müziği sanatçısı Ruhi Su, geçirdiği beyin kanaması sonucu hayata veda
etti. Türkülere olan tutkusu çocuk denecek yaşında başlamış ve neredeyse tüm
hayatını Türk Halk Müziğine adamış olan
Su, kayıtlarında, bilinen Türk Halk Müziği
parçalarını bas bariton sesi ve bağlama
eşliğinde kendine özgü üslubuyla yorumlamıştır.
22 Eylül 2001
İtalyan tenor Luciano
Pavarotti öldü.
Enrico Caruso’dan sonra opera dünyasının gördüğü en parlak tenor olan Luciano Pavarotti, 6 Eylül 2007’de Modena’daki
evinde ailesi ve yakın dostlarının yanında
hayata veda etti. Opera sanatına yepyeni bir çehre kazandıran, Sting ve U2 gibi
popüler müzik dünyasının yıldızları ile bir
araya gelip şarkı söylemekten çekinmeyen, operayı milyonlarca insana ulaştıran
ve sevdiren bu sempatik tenor, pankreas
kanserine yenik düştü.
25 Eylül 2012
Neşet Ertaş kansere yenik
düştü.
Besteci ve müzik yorumcusu
Fikret Kızılok hayatını
kaybetti.
Türk Hafif Müziğine beste ve yorumlarıyla çok büyük emek vermiş, kişiliğiyle
kendinden sonra yetişen birçok sanatçıya örnek olmuş Fikret Kızılok, uzun süreli
kalp rahatsızlığı sonucu hayata gözlerini
yumdu. Kızılok özellikle Anadolu ezgilerinin rock formundaki düzenlemeleriyle
büyük başarı sağladı. Tamzara, Hereke,
Uzun İnce Bir Yoldayım, Güzel Ne Güzel
Olmuşsun, Silifke’nin Yoğurdu, Ay Osman ve Benim Aşkım Beni Geçti bu türdeki çalışmalarından bazılarıdır.
52
06 Eylül 2007
Abdallık geleneğinin son temsilcisi, Türk
halk ozanı ve halk müziği şarkıcısı Neşet
Ertaş yakalandığı prostat kanserine yenik
düştü. Yaşamı boyunca Türk halkı tarafından çok sevilen ve adeta yaşayan bir
efsaneye dönüşen Ertaş, kendisine teklif
edilen Devlet Sanatçılığı unvanını kabul
etmemişti. 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ
Devlet konservatuarı tarafından fahri
doktora ödülüne layık görülmüş, bağlamadaki tavrı ve türküleri konservatuvarlarda ders olarak okutulmuştur.
Müziğin her rengi TRT radyolarında…
BESTEKAR
AVRUPA KONSERLERİ
BİZİM ELLER
Türk Sanat Müziği bestekarlarının eşsiz
eserlerinin en iyi icraları… Taksimden gazele, tangodan kantoya, saz eserlerinden
beraber ve solo şarkılara kadar her form
ve türden örnekler… Programın yapımcısı Alparslan KARAİBRAHİM. “Bestekar” her
Çarşamba 16.05’te TRT Nağme’de…
Programda Avrupa Yayın Birliğine üye
ülkeler bünyesinde gerçekleştirilen konser, festival, resital gibi etkinliklerin kayıtları yer alıyor. Yapımcılığını Esra İLKKURŞUN’un yürüttüğü “Avrupa Konserleri”
Pazartesi günleri 10.30’da Radyo-3’te…
Türk Halk Müziğinin seçkin örneklerinin
sunulduğu programın yapımcıları: İsmail
BİNGÖL, Feridun Fazıl ÖZSOY, Mehmet
ŞAHİN, Azer YILMAZ AYDIN, Hafize BATMAZ, Selma TALAR, Alev Devrim ALTUN,
Hande Zeynep ŞENGÜL, Feyza YILMAZ,
Cihat KALPAR, Gökhan KOZ. “Bizim Eller”
her gün 17.00’de TRT Türkü’de…
45 DEVİRLİK İZLER
BAŞKA YOLLAR
DAHA DÜN GİBİ
Türkiye, toplum, müzik, Türk pop müziği nerelerden nerelere gelmiş? Yaşanan
toplumsal olaylar bu müziği nasıl etkilemiş; müzik ve yaşam birbirini nasıl beslemiş? 45 Devirlik İzler, anılar, olaylar ve
müzikler eşliğinde yakın geçmişin izlerini
sürüyor. Didem Güneri Öztaşbaşı’nın Murat Meriç ile birlikte hazırlayıp sunduğu 45
Devirlik İzler her pazartesi saat 16.00’da
Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda…
Ziya CELAYİRLİOĞLU, hazırlayıp sunduğu
programda, Caz müziğinin son 30 yılından örnekleri dinleyicilerle buluşturuyor.
“Başka Yollar” her salı 23.00’te, TRT Radyo-3 caz kuşağında sizlerle...
Türkçe sözlü popüler müzik tarihimizde
yer eden solist, topluluk ve orkestraların
icraları ve tarihsel gelişimleri… Yapımcılığını Özkan PEKEŞEN’in üstlendiği “Daha
Dün Gibi” her Cumartesi 21.00’de TRT
FM’de...

Benzer belgeler

pdf olarak indirmek için tıklayınız

pdf olarak indirmek için tıklayınız “Yurtlar Sesler Korosu”nun çekirdek kadrosunda yer aldı. “Yanık” sesiyle aslına tamamen uygun icra ettiği türküleri kuşaktan kuşağa herkese sevdirdi. Sahnede çığır

Detaylı

20 Eylül 1992: Kürt bilgesi "Ape" Musa Anter katledildi | Marksist.org

20 Eylül 1992: Kürt bilgesi "Ape" Musa Anter katledildi | Marksist.org 8. Leyla Gencer Şan Yarışması’nın Haziran ayı içerisinde Paris, Londra, Berlin, Milano, Varşova ve İstanbul’da yapılan ön elemelerine 24 farklı ülkeden 32 yaş altı 100 genç şancı katıldı. Ön elemel...

Detaylı

Dil Anlatır - trt tsr-türkiye`nin sesi radyosu

Dil Anlatır - trt tsr-türkiye`nin sesi radyosu geçen Gazi Mustafa Kemal, kurduğu Cemiyetin beklenen çalışmaları yapabilmesi için tatil süresince bu yeni eseriyle yakından ilgilenmeyi sürdürecektir. Yalova’da dil işi için Türk tarihine çizdiği p...

Detaylı