tıklayınız - OyunaBakış

Transkript

tıklayınız - OyunaBakış
İçindekiler
Röportaj- Bir Oyun Geliştirici:
Eren Aydın . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1-3
Odin’in Çocukları Şovalyelerre Karşı:
Castle Storm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4-7
Gomu Gomu noooooooooo Pistol!!:
One Piece2 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8-11
Tanrıya Ruhumu Koruması için Dua Edeceğim:
Outlast . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12-14
Doğru strateji, doğru zamanlama, doğru yönetim politikası…
Dünya’yı Ele Geçirmenizin Tek Yolu Bu:
Rome Total War 2 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15-20
İlkler var ya o ilkler...:
Lost Planet3 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21-24
Bir Savaş Oyunu:
March of War . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25-29
Doksanların Oyunu Yeniden Aramızda:
The Chaos Engine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30-32
Ben Kendim ve Şizofren Ruhlarım:
The Swapper . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 33-36
Sadece Tekmele:
Divekick . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 37-39
Bir Memurun Yaşamı:
Papers Please . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .40-43
Biraz da Küçük Uygulamalara Göz Atalım:
Plants vs Zombies Adventures . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 44
Nostaji köşesi: SADE Bir Futbol Oyunu:
Tecmo World Cup Soccer . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 45-47
Donanım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 48-52
Röportaj:
Eren AYDIN
Öncelikle kendinizi
tanıtır mısınız?
Ben Eren Aydın, 1990
Oltu
doğumluyum.
Orta halli bir ailenin 2.
çocuğuyum.Baba mesleği
dolayısıyla küçük yaşta
tüm Türkiye'yi gezdim.
O yaşta gittiği okullarda sadece yarım dönem
okumanın keyfini ancak
yaşayanlar bilebilir. Tamanen özgürsün. GTA 4’
den hiç bir farkı yok :D
Oyun sektörüne dalışımın altında bu yatıyor
sanırım:)
2000'de
Ankara'ya
taşındıktan sonra düz
lise ve ardından düz
bir üniversite ile eğitim
hayatıma hala devam
ediyorum. Bi bitmedi a..
Sizi en çok etkileyen
oyunlar hangileri?
Ben bir futbol tukunuyum.
O yüzden futbol oyunları
beni en çok etkileyendir.
Futbol dışında da Ultima
Online, Postal 2, Mafia 2,
Rainbow Six Vegas 2, Elder Scrolls Oblivion, Elder Scrolls Skyrim, Diablo 2, GTA IV ve tabiy ki
Counter Strike serileri.
Oyun geliştirmeye ne
zaman başladınız? Sizi
oyun geliştirmeye yönlendiren en büyük etken
nedir?
Babam
2000
yılında
eğitimimiz için Ankara’ya
taşındığında benden ve
abimden beklediği çok şey
vardı sanırım. 2003de liseye giriş için dershaneye
gönderdi beni. Dershaneye giderken daldığım bir
kitapevinde gördüğüm bir
kitabı alarak başladım oyun
geliştirmeye. “Bilmem kaç
adımda oyun geliştirme”
diyordu. CDsi de vardı.
Ben de mevcut olan bir
oyunu geliştirme olarak
anlamıştım onu. Yani eve
gidecek Fifa 2003’ü kafama göre geliştirecektim
(değiştirecektim).
CDyi
koydum
bilgisayara,
açtım. İçinde Visual Basic Trial vardı. Kurdum,
1-2 saat içinde çaktım
mevzuyu. Bu, sıfırdan
oyun yapmaktı. Kitabın
içinde de kod örnekleri
vardı. 3-5 saatte menejerlik oyunu yaptım hemen.
Butona basıyorsun skoru veriyor random olarak, bu kadar :D
Her hafta yeni oyunlar yapıp dershanedeki arkadaşlara diskette
götürüyordum. Artık dersaneye
gitmek için gerçek bir sebebim
vardı :D Ama nereye kadar işte,
1-2 yıl uğraşıp bıraktım sıkılınca.
1 yıl sonra Ultima Online ile
tanıştım abimin sayesinde. 2-3 yıl
sonrada UO sunucusu geliştirmeye
başladım. 5 yıl boyunca Sphereserver (UO sunucusu) geliştiriciliği
yaptım. Lise, ÖSS arada kaynadı. Ya
askere gidecektim ya da geometri
desteği alarak 2. denememde ÖSS
barajını geçecektim. Baba mesleği
Orman Mühendisliği bölümüne
girdim. PC işlerini de bıraktım,
yakında ormancı olacaktım derken üniversite 3. sınıfta yine abimin
aracılığıyla Unity3D’yi gördüm.
Hazır modellerle dandirik oyunlar
yapmaya başladım kendi çapımda.
Multiplayer öğrenmeye başladıktan
sonra da bir daha duramadım.
Kendinize örnek aldığınız bir
geliştirici var mı?
Sektörde yeni olduğum için pek
fazla geliştiriciyle tanışmadım
ama
her
tanıştığımdan/
tanıdığımdan/bildiğimden bir
şeyler kapmaya çalışıyorum.
Hangi geliştirici araçlarını
kullanıyorsunuz?
Freelance işlerde pek sevgili, müstakbel ve malum patronum hangisini isterse hemen öğrenip kullanıyorum.
Kendi
işlerimde
ise
Unity3D
(Genelde UnityScript, kısmen C#)
Şehrin Ordusu’nu geliştirirken
karşılaştığınız zorluklardan
bahseder misiniz?
Ben bir oyunu geliştirmeye başlamadan
önce, günler boyunca sadece düşünürüm
Geliştirme kademelerini, network sistemini,
yapılabilecek
veya
zorluk
çıkaracak şeyleri. Yapılması gerekenleri ve nasıl yapılabileceğini not ederim. Böylece ihtiyacım olan tek şey zaman olur, not ettiklerimi yapmak için.
Zorluklarla direkt mücadele etmemeyi
tercih ederim. Alternatif çözümler arayarak zamandan tasarruf ederim genelde. Çünkü kafamda tasarladığım oyunu
tam olarak çıkaramayacağımı biliyorum,
yani benzerini çıkarmak için çalışırım.
Kodla ilgili artık pek sıkıntım olmuyor
ama Şehrin Ordusu'nu yaparken maddi zorluklarla karşılaştım. Bir önceki oyunumu satıp, parasını bir güzel iç
ettiğim için banka hesabımda 400TL
kaldığını görünce para kazanma yolları
aramıştım. Bir kaç işte çalışarak durumu toparladım. Şu anda sorun yok :)
Türk Oyun Sektörünün geleceği
hakkında neler düşünüyorsunuz?
Mobil piyasa kavrulduktan sonra bizimkiler sanki bu işi benimsedi gibi.
Mobilden önce nadiren vardı Türkler
bu işte. Çünkü Türkiye'de oyun sektörü
genel olarak "hobi" tadında yaşandığı
için kimse büyük projelere girmiyor.
Daha doğrusu giremiyor. Maddi yetersizlik, ekibin olamayan bütünlüğü vb.
sebeplerden dolayı mümkün olmuyor.
Ama mobil pazara uygun olan kısa süreli oyunlar takımlar dağılmadan çok da
para harcanmadan çıkarılabiliyor. Ama
ben mobil oyunları da mobil pazarı da
sevmem. Benim için oyun, dev ekranda konsol ve pcler içindir. Büyük projeler için takım ruhu, para ve doğruluk
gerektiğini düşünüyorum. Daha 3-5
kuruşun dümenini yaparken dağılıyor
ufak geliştirici grupları. Bu yüzden küçük
gruplar için umudum yok. Parası tek elde
olan, her zaman bir B planı olan, akıllı
bir liderin yönettiği stüdyolar gerekir.
Stüdyolardan kastım orta çaplı. Devasa
stüdyolardan
bahsetmiyorum.
Oyun geliştirmeye başlamak
isteyenlere önerileriniz nelerdir?
Her zaman bir B planı
yapmalarını öneririm. Genelde şu laf duyulur her işte "Sen
raad ol kanka ben halledicem
olum kesin yapıcam ya. Sen
beni tanımıyon mu olum biz
kardeşiz ya" İşte bu tür laflar B
planının sinyalidir.
Aynı durumu yaşamıştım ama
ben diğer elemandım :) Global
Game Jam 2013'de alkolü biraz
fazla kaçırınca takım arkadaşım
Yasir
Yazıcı'ya
demiştim
aynen böyle: "mültiplayer
bende olum. siz mekanizmayı
halledin
mültiplayeri
bu
kardeşiniz yapicak" Sonuç
olarak yapmadım tabiy ki. Kusura bakma Yasir tekrardan :)
Sonuç olarak Türk oyun sektörünün
Mount&Blade gibi büyük ve kaliteli
yapımlara ihtiyacı var, ama geleceği
mümkün görünmüyor. Bu nedenle Türk
Oyun Sektörü'nün geleceği hakkında
olumsuz düşünüyorum. Ama kimbilir, zaman herkesi yanıltabilir... :)
Hazırlayan:
Halil Coşgun
Odin’in çoçukları Şövalyelere karşı...
Aslında oyunda her iki tarafı da oynayabildiğimiz için yazıya bu şekilde neden
başladım? Kişisel olarak Vikinglere daha fazla sempati beslememden kaynakladığı
kesin. Zen Studios yapımcılığındaki oyunumuz aslında temel olarak “Tower Defense”
mantığı üzerine kurulu. Bilmeyenler için kısaca, hem bizim hem de düşmanlarımızın
kuleleri veya kaleleri vardır, savaşçılar çıkartarak hem kendi kulemizi korur aynı zamanda da karşı kuleyi yok etmeye çalışırız. Oyunun kısa mantığı bu şekilde. “Angry
Birds” tadında bir oyun bekleyebilirsiniz fakat biraz daha detaylandırılmış şekilde tabi.
Oyunun hikayesi ise çok basit bir konu üzerine kurulu. Şövalyeler ve Vikingler arasındaki savaş söz konusu. Ortada değerli bir taşlarımız var, bu değerli taşlardan
şövalyelerde olanı bizim Vikingler çalıyorlar, malum senaryo bildiğiniz gibi. Tarihte
Vikingler bir çok şeyi çalıp yağmaladılar tabi. Oyuna dönecek olursak daha sonrasında
şövalyeler bu taşı geri almak için yola koyuluyor ki Vikingler de hemen vermeye meraklı
değil. Geliyoruz er meydanına.
Oyunumuz 2 boyutlu ve karşılıklı 2 adet kale mevcut. Birkaç bölüm dışında her
bölümde amacımız aynı, ya kale kapısındaki bayrağı alıp kendi kalemize getirmek ya da
düşman kalesini yerle bir etmek. Bunları yaparken de biraz daha detaylandırılmış şekilde
birkaç güce, silaha, büyüye vs. gibi şeylere sahibiz. Savaşa başladığımızda birkaç alternatife sahibiz. Mancınıklarımız, askerlerimiz, güçlerimiz var. Bunların hepsine kısaca
değineceğim zaten ama öncesinde oyunda farklı bir şekilde sunulan kaleyi bırakıp oyunun
içerisine kendi karakterimiz ile dalabildiğimizi de söylemeliyim. Bazen çok sıkıştığınız
yada tam zamanı dediğiniz noktalarda aşa inip askerleri delip geçip, kendi askerlerinizi
güçlendirip birkaç alternatif daha var bu şekilde bir strateji de izleyebilirsiniz.
Gelelim oyunumuzun biraz daha detaylı şekilde oynanışına. Öncelikle sizinle oyunu
oynarken bazı görevlerin sizi kısıtladığını göreceksiniz, bu cidden sinir bozucu olabiliyor.
Tatar yayı ile detaylara inmeye başlıyorum; klasik olarak tek ve üçlü şekilde atabileceğimiz
oklar, patlayan elma, koyun, kaya parçaları, kartal. Bunların hepsi krallık tarafına ait. Birde
Vikinglerin cephanesine göz atacak olursak burada da; ok, zırh parçaları, yaban domuzu,
düşmanı bir hindiye çevirebilen iksir şişesi, bombalar, buz parçaları, gibi seçeneklerimiz
var, kulağa hoş geliyor değil mi ? bence de. Oyun içi görevlerde değişiklikler olabiliyor.
Her zaman oyun sizden karşı kaleyi yerle yeksan etmenizi istemiyor. Bazen bayrak çalıp
kaçıyorsunuz.
Oyunda en ilgi çekici şey karakter ile sahalara inmeniz, bu bazen çok eğlenceli olabiliyor, askerlerinize güçler verip, tek mızraklar karşı orduyu delip geçip gibi seçenekleri
kullanabiliyorsunuz. Cephaneler her iki taraf içinde farklılık gösteriyor elbette. Hem
görsel açıdan hem de bazen oynayış açısından güzel yanları var her iki tarafında. Kurtlar,
eşek sürücüleri, şövalyeler, Vikingler… oyunu eğlenmek için bolca oynamanızı sağlayan
bir çok öğe mevcut. Fakat belirteyim sahaya kahramanımız ile indiğinizde süreniz kısıtlı.
Kısıtlamaların sıkıcı yanları da olabiliyor bazen, çünkü savaşta cephanelerden büyülerden ve birimlerden beşer çeşit zorunluluğu oyunu boğmuş aslında.
Bu yüzden seçimde dengeyi çok iyi ayarlamalısınız. Ama yinede Castlestorm
çok kafa yormanız gereken bir oyun değil kesinlikle. Ek olarak güzel şekilde
oyuncuya sunulan şey ise kalemizi kendimiz tasarlıyor olabilmemiz. Bu şekilde
ekstra bonuslar sayesinde avantajlı taraf olarak savaşa başlayabilirsiniz. Tabi ki
strateji tamamen size kalmış. Unutmamanız gereken tek şey kalenize eğitim yerini kesinlikle koymanız olacaktır. Birimleri çıkartmak ve bir çok özellik için bu
şart.
Kule savunması türündeki oyunlar arasında yerini alan oyunumuz beni
gayet eğlendirdi fakat bir çok eksikte yok değil. En önemlisi oyunda seslendirme
yok ve hep aynı ilerleyiş söz konusu. Oyun içerisinde ki müzik ise tek parça bu
çok hayal kırıklığı olmuş. Yinede oyun bir eğlence oyunu ve sizi eğlendirebiliyor
fiyatına uygun olduğunu düşünüyor ve iyi oyunlar diliyorum.
Gökay ÇELİK
Gomu Gomu
noooooooooo Pistol!!
One Piece'in mangası ve animesi büyük bi hızla devam ederken. Oyunları da
durmak bilmiyor. Yeni oyunu One Piece: Pirate Warriors 2 yine bizi bizden aldı.
Bütün karakterlerle oynayacağım diye canım çıktı biraz ama olsun, hepsinin
bütün özelliklerini haraketlerini test etmiş oldum. Hepsi de birbirinden güzel
ama yine de benim de bi favorim var o da Mihawk'ın ta kendisi.
Neyse uzatmadan oyunun hiakyesine geçelim, oyun bu sefer klasik hiyakesinin baya dışına taşarak entresan bir hikaye oluşturmuş. Bunu da muhtamelen,
şimdi kadar olan hikayedeki yerleri, karakteri tekrar görelim tekrar dövelim
diye yapmışlar. Ama olsun güzel olmuş. Hikayenin başında, Luffy ve ekibi Punk
Hazard’a gelirler. Burada Smoker ile kapıştıktan sonra, ekip bir sürü mor ve bir
adet yeşil çevirmeli telefon bulurlar. Bunlardan mor dumanlar çıkmaya başlar.
Luffy’nin kendisi ve Nami hariç bütün ekibi bu gazlardan etkilenelerek şeytani
hallerine dönüşürler. Luffy ve Nami hemen ordan kaçarlar. Ama tekrar gidip
bütün ekibini bu durumdan kurtarmak istiyordur.
Bu yolculukta bir çok kişiyle tekrar karşılaşan Luffy, arkadaşlarını kurtarmak
için inanılmaz bi maceraya atılır ve hiç düşünmediği kişilerle ittifak kurarak
macerasına devam eder. Bu maceraya siz de seve seve yardım etmek isteyeceksinizdir. Bir One Piece hayranı olarak kaçırmak istemeyeceğiniz sahneler var.
Bu yolculukta bir çok kişiyle tekrar
karşılaşan Luffy, arkadaşlarını kurtarmak için inanılmaz bi maceraya
atılır ve hiç düşünmediği kişilerle
ittifak kurarak macerasına devam
eder. Bu maceraya siz de seve seve
yardım etmek isteyeceksinizdir. Bir
One Piece hayranı olarak kaçırmak
istemeyeceğiniz sahneler var.
Bir önceki oyunun bütün özellerini içeren dövüş sisteminin yanı sıra artık yanına
partner alabiliyorsunuz. Oyun sırada gerekli barı doldurduğunuzda partnerinizi çağırabiliyorsunuz. Bir süre onunla oynadıktan sonra eski karakterinize geri
dönüyorsunuz. Ama işin güzel yanı bu geçişleri yaparken özel haraketlerinizi kullanabiliyorsun. Bu özelliği iyi kullanmayı başarırsanız, düşmanlarınızı yere indirmeden havada sektire sektire dövebilirsiniz.
Bir yeni özellik ise Haki modu, bu moda girdiğinizde bütün özellikleriniz artıyor
ve ekstra olarak kombolarınız uzuyor ve bu moda girdiğiniz etrafınızdaki
düşmanlarının yavaşlıyor. Bu gerçekten hayat kurtaran bir özellik, çok sıklıkla
kullanacaksınız, hiç durmadan...
Ayrıca bu sefer oyunculara biraz acımışlar galiba, her karakteri tek tek kasmak istemiyorsanız. Benim param çok arkadaş diyorsanız. Para ile level atlatabiliyorsunuz, tabii ki en yüksek hangi karakteriniz varsaonun seviyesine kadar
çıkartabiliyorsunuz. Bu özellikle diğer karakterlerle oynama şansınız daha da
artıyor, yani en azından dayak yemeden oynayabiliyorsunuz.
Oyunun sonunda birden fazla farklı son bulunmakta, bunların hepside gerçekten çok güzel. Sıkılmadan üşenemeden oynayacağınıza eminim. Oyundaki espiriler yine animede ve amngada olduğu gibi. Bazen gülmekten yerlere yatacaksınız.
Bütün karakterle oynarken de farklılıkları hissedeceksiniz ve hepsini son levela kadar getirmek için çaba sarfedeceksiniz. Mesela bir Franky ile oynamanın tadı çok
farklı, çünkü her yaptığı kombodan sonra durum poz verdikçe ve "Supaaaaaaaaa"
diye bağırdıkça siz de eğleneceksiniz.
Son olarak ise size oynayabileceğiniz karakterleri belirteyim de biraz gaza gelin;
Strawhat Crew; Monkey D. Luffy, Roronoa Zoro, Nami, Usopp, Sanji, Tony Tony
Chopper, Nico Robin, Franky, Brook
Seven Warlords of the Sea; Dracule Mihawk, Crocodile, Blacbeard, Kuma, Jimbei,
Boa Hancock, Trafalgar Law, Buggy the Clown
Government; Akainu, Aokiji, Kizaru, Monkey D. Garp, Smoker
Diğerleri; Enel, Perona, Whitebeard, Portgas D. Ace
Murat KARAKAŞ
Tanrıya ruhumu koruması için dua edeceğim…
Akıl hastaneleri oldum olası hep korkulu olmuştur. Yanlış giden bir şeylerin
olduğu, korku dolu, delilerin bol, şizofreni hastalarının cirit attığı, sapık doktorlar, psikopat hemşireler, hep yanlış yapılan deneylerin denk geldiği karanlığın
içinde ki sonu belli olmayan yerlerdir akıl hastaneleri. Böyle gördük böyle biliyoruz,
gerçekte ne kadar öyle olmasa da.
Colorado’nun uzak dağlarında, Miles ile birlikte “Mount Massive Asylum”a doğru yola çıkıyoruz. Peki gitmemizde ki sebep nedir diye soruyorsunuz biliyorum. Ne gereği var değil mi? Miles uzun zaman önce terk edilmiş olan bu tımarhanenin
Yine
bir akıl
hastanesi,
faaliyete geçtiğini görünce şüpheleniyor. Daha sonrasında bakıyoruz ki “Murkoff Şirketi”
tarafından
“Araştırma
ve Hayır”
bu seferişin
ki içine.
rolümüz
ise yanımızda
bir
amacıyla tekrar faaliyete geçmiş. Biz bir gazeteciyiz bunda bir bit yeniği var deyip dalıyoruz
Bu arada
da kanıtlarımızı saklamamız için bir kameramız var. Gazeteciyiz ve yanımızdagazeteciyi
bir silahımızın
olmaması
çok
doğal
oynamak, doğru veve aynı
zamanda kendimizi savunmayı da pek bilmiyoruz açıkçası. Yapımcılar oyunculara
bu gerilimi
korkuyu yaşatmak
tarafsız
bir ve
araştırma
yapan için
ellerinden geleni yapmış, hiçte cimri davranmamışlar. Oyun boyunca hop oturup hop kalkıyoruz. Şiddetle tavsiye ettiğim
gazeteciyi tabi ki. Oyundaki
şey, panik atak tarzında hastalığa sahip olan arkadaşlar, özellikle böyle korkulu durumlardan da baya çekinip ama yinede
karakterimizin
ismi
oynamak isteyenlere tavsiyem aman diyeyim kendinize yazık edersiniz. Bir oyun bizeana
bunları
dedirtiyorsa vardır
bunda bir
“Miles Upshur” kendisini bu
keramet diyorum. Neyse geçelim tekrar oyunumuza;
göreve adamış ve burada olup
bitenleri anlamak için ölümü
bile göze almış durumda.
Oyunun yapımcılığını “Red
Barrels” üstlenmekte.
Burada kısa bir bilgi geçmek gerekirse “Ubisoft ve Naughtydog”un gazilerinin toplaşıp
kurduğu stüdyo diyebiliriz. Yapımcılar oyunda “Unreal Engine” grafik motorunu
kullanmış ve bizlere muhteşem bir atmosfer yaratmışlar.
Colorado’nun uzak dağlarında, Miles ile birlikte “Mount Massive Asylum”a
doğru yola çıkıyoruz. Peki gitmemizde ki sebep nedir diye soruyorsunuz biliyorum. Ne gereği var değil mi? Miles uzun zaman önce terk edilmiş olan bu
tımarhanenin faaliyete geçtiğini görünce şüpheleniyor. Daha sonrasında bakıyoruz
ki “Murkoff Şirketi” tarafından “Araştırma ve Hayır” amacıyla tekrar faaliyete geçmiş. Biz bir gazeteciyiz bunda bir bit yeniği var deyip dalıyoruz işin içine.
Bu arada yanımızda da
kanıtlarımızı saklamamız
için bir kameramız var.
Gazeteciyiz ve yanımızda
bir silahımızın olmaması
çok doğal ve aynı zamanda
kendimizi savunmayı da
pek bilmiyoruz açıkçası.
Yapımcılar oyunculara
bu gerilimi ve korkuyu
yaşatmak için ellerinden geleni yapmış, hiçte
Bir kameraya sahip olduğumuzu
söylemiştim, peki bu kamera ne
işe yarıyor? Arkadaşlar öyle çok
işe yarıyor ki inanın pilin bitmemesi için dualar edeceksiniz.
Bu aletin sayesinde en karanlık
noktalarda bile gece görüşü ile bir
şeyler görebilmekteyiz. Bir kamera hayat kurtarır mı diyorsanız
bu oyunda kurtarıyor ve bunu da
gayet mantıklı bir şekilde oyuncuya
sunuyor.
Dikkat etmemiz gereken ikinci unsur ise bu kameranın sonsuza dek çalışıyor
olamaması, işte güzel bir ayrıntı pil. Kameranın şarjı olmadan eğer devam etmeye
çalışırsanız karşınıza çıkacaklara hazırlıklı olun ve oyunda sürekli öleceğinizi de
bilin. Birinci kaçış taktiğimiz olan bu aletten sonra birde tamamen bize bırakılarak
yapılmış olan diğer kaçma, saklanma taktikleri. Yaratıkların sesini duyduğunuzda
bir dolaba yada masa arkalarına duvar kenarlarına saklanabilirsiniz. Bu tamamen
size kalmış bir şey fakat her gelecek yaratıkta bildiğiniz üzere o kadar da beyin
yoksunu değiller. Saklanabileceğiniz yerleri kontrol etmeleri an meselesi.
Outlast harika bir atmosfere, oynanışa ve müziklere sahip. Güzel grafikleri, görsel alt
yapısı ve karakterleri ile en iyi korku oyunlarının arasındaki yerini şimdiden aldı diyebilirim.
Korku oyunları, dizileri ve filmleri gibi bu temanın olduğu her şeyi seven birey olarak
bu sene baya şanslıyız diyebilirim. Oyunumuz zaten kendisinden beklenenleri de ortaya
koymuş görünüyor. Korku severler olarak hep istediğimiz sadece gerilim ve anlık korkular değil, nefes nefese her saniye her an bir korku bir gerilimdi.
Yapımcı ekip bunu başarmış ve sizlere oyun boyunca bu gerilimi tüm temayı
damalarınıza kadar hissetmenizi, vahşeti seyretmenizi, bütün psikolojinizi alt üst etmenizi hiç acımadan istemiş ve almış görünüyor. En önemli öğelerinden bir tanesi oyunda bir
kere rahat değilsiniz. Rahat olacak an bulamıyorsunuz.
FPS kamera açısı ile de zatem tüm bu rahatsızlığı adeta yaşıyorsunuz. Her yeri birer
birer kontrol etmelisiniz. Zaten eğer bu denli dengeli bir oyun ortaya konduktan sonra,
siz dengeli oynamazsanız bir sonraki hamlenizde ya ölürsünüz, yada ölene kadar kaçKesinlikle deneyim etmeniz gereken bir oyun. Outlast çıkmadan önce aslında birkaç ön
yargıya sahiptim “Amnesia” gibi mi acaba derken oyunun çıkıp tecrübesini edindikten
sonra diyebilirim ki, kesinlikle hiçbir alakası yok. Kendine özgü hikayesi, sunumu, efektleri, görselliği, vahşeti, stresi ve gerilimi, korkusu her şeyiyle Outlast olmuş diyorum.
Sizleri gece kabuslarımız olacak olan oyunumuz ile baş başa bırakıyorum.
Gökay ÇELİK
Doğru strateji, doğru zamanlama, doğru yönetim politikası…
Dünyayı ele geçirmenizin tek yolu bu. Müttefiklerinizi iyi
seçmeli, karlı ticaret anlaşmaları imzalamalısınız. Ve bunların
hepsinden önemlisi, yürüdüklerinde yeri sallayacak güçte askerleriniz olmalı… Rome Total War II…
Rome, büyük bir tutku. Savaşı, sinematik anlamda yaşatabilen tek oyun.
Bu yüzden sadece kendi serileri ile yarışabilir. Yani tek rakibi, kendisidir.
Nitekim serinin her oyununda, kendini her anlamda katlamakta, bizlere her
seferinde oynamayı daha çok arzulayacağımız savaş sahneleri sunmaktadır.
Rome Total War II geliyor dendiğinde, bir Rome tutkunu olarak, kalp
atışlarımın hızlandığını hissettim. Rome bizleri bu kez MÖ 272’ye götürecek
ve sıkıldığımız katanaların yerini, medeniyetlerin kendilerine özgü silahları
alacaktı.
Rome Total War II daha çok bir savaş oyunu arkadaşlar. Oyunun
içeriğine değinmeden önce bu tartışmaya bir bakış açısı getirmek
istiyorum. Rome, ağırlıklı olarak savaş oyunudur. Ordunuz ne kadar
güçlüyse, siz de o kadar güçlüsünüzdür. Elbette diplomasi önemli,
elbette aile ilişkileri önemli, ancak diplomaside belirlenen stratejinin bu denli kısıtlı olması ve bunun aksine savaş alanında belirlenen stratejinin yüzlerce varyasyon taşıması, Rome’u tam anlamıyla
bir savaş oyunu yapmaktadır.
Savımızı da sunduktan sonra, oyunda hangi medeniyetleri göreceğimize bakalım.
Başta seçilebilir 13 medeniyet var arkadaşlar. Bunlar Roma, Kartaca, Parth, Pontus, Iceni, Arveni, Makedonya, Mısır, Suebi, Epir, Atina…
Shogun’da,“boş kalan şehir asilerindir” mantığı yıkılmaya çalışılmış ve nispeten
başarılı da olunmuştu. Rome II’da bu kavram tamami ile halledilmiş. Yüzlerce medeniyetle karşılaşıyoruz asilerin yerine. Adını ilk defa duyduğumuz, duyacağımız
yüzlercesi ile.
Teknoloji her zamanki gibi son derece önemli. Eğer teknolojiniz yoksa, askeri ve
ticari anlamda geri kalır, kendinizi onun bunun yanına sığınarak ayakta kalmaya
çalışırken bulursunuz. Fakat,
geçmişteki belli bir nüfusa
gelindiğinde şehre yapı yapma, teknolojiyi geliştirme
mantığı yıkılmış. Eskisi kadar kolay değil her şey. Her
şehrinize istediğiniz her yapıyı
yapamıyor ve dolayısıyla
orayı geliştirirken çeşitli limitlerle karşılaşıyorsunuz. Bu
yüzden, önemli eyaletlere
saldırma ve onları alma
açlığımız her daim taze kalacak, böyle düşünüyorum.
Bir eyaleti ele geçirmek için,
tüm şehirlerini ele geçirmeniz lazım. Bunu yaparsanız
çeşitli özellikler aktif hale
geliyor. Daha çok vergi alabilmeniz
gibi
mesela.
Oyun yapay zekası, bence bu yazının ana fikri olmalı. Bu kadar yerinde bir yapay
zeka yarattıkları için, tebrik ediyorum Rome II ekibini. Düşman ordunun generali
ipini koparmış dana gibi saldırmıyor üzerimize artık. Savaşın üçüncü dakikasında
generalsiz kalan bir ordu olmuyor karşınızda. Onun yerine, arkada duran ve taktik belirleyen, savaşın gidişatını hiç de ummadığınız bir anda değiştiren, birliklerinizi iki taraftan kıstırmaya çalışan bir generalin yönettiği, ayaklarını yere sağlam
basan bir ordu oluyor. Bu da oyunun “Hurraaa, kim çoksa o kazanır!” mantığından
sıyrılmasını sağlayan en temel etken oluyor.
Rome Total War arkadaşlar, daha fazla ne söylenebilir bilmiyorum. Kendinizi bir
general gibi hissetmek, kazandığınız savaşların ardına, ülkenize daha fazla toprak
katmak ve dünyaya hükmetmek gibi hayalleriniz varsa, işte size bu iş için yazılmış en
büyük ve tek simülasyon. İyi oyunlar.
Halil Coşgun
İlkler var ya o ilkler, hep aratır kendilerini….
Ne oldu sana Lost Planet 3? Ne umutlar, ne beklentiler ile geliyordun. Bütün gözlerine bir an üzerine çekmiştin. Herkesin bir çok oyunu beklerken bir
gözü de sendeydi. Neyse bırakayım ben ağıt yakmayı
da geçelim oyuna.
Capcom, bu serinin ilk oyununu
çıkarttığında öyle güzel bir iş
başarmıştı ki, inanılmazdı. Özgün
hikayesi, oynanışı, atmosferi vardı
ve bu böyle gitseydi efsane oyunlar
arasına girebilirdi. Maalesef diyorum çünkü her yeni oyunu çıktıkça
kötüye gitti. Serinin devamında çok
fazla değişiklik yapılarak bir yapım
sunulmaya çalışıldı çok büyük tepkiler çekti, eleştiri aldı. Şimdi ise
daha farklı bir şekilde biraz daha
hikayeyi geçmişe aldı. Bakalım ne
yaptı neler yaptı nasıl yaptı değil mi ?
İlk önce şunu bahsetmek istiyorum. Capcom çok büyük bir
güç iken neden gidip oyunun
yapımını “Spark Unlimited” adlı
Yapımcı firma böylesine efsane olabilecek bir seriyi eline aldı ve yapmaya
başladı. Unreal 3 grafik motoruyla
üretilen yapımlardan birisi olan Lost
Planet 3, ikinci oyunda içerisinde
bulunduğumuz “E.D.N. III” isimli
gezegende geçiyor ama farklı olan şey
karakterlerde ve atmosferde. İkinci
oyunu deneyim edenlerin çok iyi
bildikleri şey, etrafımız genelde yeşil
idi çayır idi çimen idi. Şaka bir yana
gerçektende çiçekli, böcekli, günlük
güneşlik yerlerdi. Şimdi ise içerisinde
bulunduğum dünya olabildiğince
karanlık ve soğuk. Her yer buzlarla
kaplı, evet oyuncuyu ciddi anlamda harika bir atmosfere sokuyor. Bu
karanlık ve soğuk teması ise oyun boyunca hakim zaten. Böylelikle oyun
cuyu gerilimli ortamların içerisine atmış bulunuyor oyunumuz. Önceki oyunlara nazaran bir diğer değişiklik ise bizim bildiğimizden çok daha eskiyi anlatıyor,
yaklaşık 50 yıl kadar eskiyi. Oyunun hikayesi gereği E.D.N. III üzerine gelen ilk
insan kolonicilerin hikayesi söz konusu. Bu soğuk ve karanlık gezegen daha önce
hiç keşfedilmemiş. Bu bölgeye biz ise oyunumuzun ana karakteri olan “ Jim Peyton” ile giriş yapıyoruz. Anılar, hatıralar Jim amca bizlere ilerledikçe anlatacak.
Oyun başlar başlamaz bir taşın
altına sıkışmış olan karakterimizin
yardımına torunu koşuyor, ölümü
bile yenecek kadar sıkı bir karakter gibi görünmedi bana nedense,
neyse bu amca geçmişini, başına
gelenleri anlatırken oyunu da aynı
zamanda oynadığınızı göreceksiniz. Bu amcanın ne işe var diye
soracaksınız biliyorum. Jim Peyton;
kendisi “ NEVEC” adlı bir firmayla
anlaşmış ve içerisinde bulunduğu
bu gezegenin doğal kaynağı olan
“Thermal Energy”nin toplanmasına
kendisini adamış bir amcamız. Tabi
zaman geçtikçe ne için çalıştığını
ne topladığını yavaşça anlıyor
kahramanımız zaten böyle şeyler olmalı
ki bir şeyler çıksın değil mi?. Her şeyden
habersiz şekilde görevini yapıyor ama
nereye kadar, sonuçta çok çalışkan
amcamız bilmediği hiç bir şeyin de
peşine ölmekte istemez. Kim ister zaten.
Üssümüz alabildiğince geniş ve ne nerde
bazen karıştırabilirsiniz. Kocaman
kontrol merkezi var ve görevlerimizi
de buradan temin ediyoruz. Aldığımız
görevler bildiğiniz üzere ana görev ve
yan görevlere bölünmüş durumda.
Yine bir çok yapımda göreceğiniz gibi
görev takip sistemi de benzer bir halde. .Her görev farklı kazançlar sağlattırıyor
ve bu kazançlar ise sizlere su yol elektrik olarak dönmüyor tabi ki, silah ve
silahlarımızın upgrade edilmesine yarıyor. Birde beylik tabancamız var, fakat
burada atlanılan bence böyle bir oyunda sonsuz mermisinin olması hiç hoş
değil, üstüne birde tabancayı upgrade ediyorsunuz ve sonsuz mermili iyi bir
alet ortaya çıkartıyorsunuz. Bunun daha zorlayıcı olması daha güzel olurdu.
Gel gelelim kocaoğlana. Kim mi? İsmi “ Rig “ kendisi devasa bir robot. Bu robot sayesinde oyun resmen ikiye bölünmüş durumda. Robotu biraz anlatacak
olursak kocaman bir şey. İki kolu da farklı özelliklere sahip, bir tanesi matkap
diğeri ise yıkma işlemleri yapıyor. Oyunda ilerledikçe zaten bu kolları nereye
kullanacağınızı göreceksiniz. Rig’in bir diğer görevleri arasında koruma yatıyor.
Kocaman bir şey zaten bırakında korusun yani. Ama aşırı şekilde yavaş, oyunu
aki en berbat şey ise tek düze. Düşmanlar sürekli dibimize gelmeye
çalışıyorlar tabi yerden olanları bahsediyorum. Bazen öyle anlar oluyor ki
siper almıyorsunuz, zaten sonsuz bir tabancanız var ne kadar bir pompalı
gibi olmasa da sonuçta düşmanı öldürebiliyor, karşınıza düzenli şekilde geliyorlar ve sizde düzenli şekilde gebertiyorsunuz. İşte kızdığın noktalar hep
böyle yerler ve bu oyunu da bu hale getiren böyle bir yapım ortaya konmuş
olması. Oyunun müzikleri seslendirmesi fena değil, beğendim diyebilirim.
Lafı daha da fazla uzatmadan genel olarak oyunun yapısından bahsedecek
olursak, atmosfer harika fakat, bir atmosfer ile olmuyor bu işler. Tek düzelik
çok fazla oyunda, hadi “Rig” koydunuz iyi güzel de kısıtlı bir kullanım alanı
yaratmasaydınız bari alete, robotu neredeyse sadece tamir için kullanıyoruz
desem yeridir. Robot ile çok fazla savaştığımız yok. Doğru bir yaklaşım Jim’in
gidemediği yerlere robot ile gitmek fakat bu kadar kısmaya gerek yoktu.
Düşmanlar çok kolay anlattığım gibi, oyun yapısı çok kolay, bir çok şey kısıtlı,
şu senaryoyu şu gücü bu kadar boş kullanmasanız ne olurdu bizde üzülmemiş
olurduk hiç değilse. Deneyim edin oyunu oynayın diyorum fakat işte sizde
bunların hepsini göreceksiniz. Seri devam eder mi bilemiyorum ama edecekse
şayet Capcom’a söylüyorum şu oyunu ya siz yapın yada adam gibi yaptırın.
Gökay ÇELİK
6 yılda 72 milyon insanın hayatını
kaybettiği II. dünya savaşını bir
düşünün. Ve hala devam ettiğini
hayal edin ! 41 milyon sivilin can
verdiği 6 yıllık savaş, eğer bugüne
kadar sürseydi kaç can kaybı
daha olurdu ? Peki hangi ülkeler
hala ayakta kalabilirdi ? Teknoloji bu kadar ilerleyebilir miydi ? Ya
da sokakta yürümek bu kadar kolay olur muydu ? Bu soruların cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz
belki ama eğer savaşlar devam
etseydi dünyanın stratejik coğrafi konumlarında nasıl bir durumun olduğunu yaşayabileceğimiz
bir oyun var bu incelememizde.
March of War, II. Dünya Savaşı yıllarını yaşatan
tasarımı ve çizimleriyle Company of Heroes serisi, fakat bana
küçüklüğümün en sevdiğim
flash oyunu olan karşılıklı tank
vurma oyununu anımsatan
Sıra tabanlı bir strateji oyunu.
ISOTX firmasının bu yılın 2.
Çeyreğinde piyasaya Steam üzerinden sürülen oyun Beta test
sürecini henüz tamamlamış
bulunmakta. Tabi ki Beta testi daha ancak tamamlayabildi
diye hemen aşağılamamak lazım
çünkü gerek grafikler gerek
karakter çizimleri ve gerekse yapay zekası ile oyuncuyu kendine bağlamayı başarıyor. Strateji
oyunları sevenler için farklı bir
seçenek sunuyor. Aynı zamanda, Android ve İpad’ler için
versiyonları bulunması gerçekten günümüz oyunlarında artık
yeni yeni aranmaya başlanan
en önemli özellikleriden birisi.
Oyunun sıra tabanlı olması sebebiyle her askeri birliği, ister
kara ister hava, teker teker yer
tayin ettirmeniz veya saldırıya
geçirmenizden dolayı savaşlar
olduğundan daha uzun sürüyor.
Aslında bu bağlamda baştan söylemek gerekirse hemen olsun bitsinci, heyecanı son seviye olan arkadaşlar biraz sıkılacaklar.Çünkü normal şartlar altında
bir savaş yaklaşık 1 saatinizi alıyor ve büyük bir sabır gerektiriyor.Oyun Steam
ağı üzerinde bulunuyor ki gerçek zamanlı olarak başka oyuncularla multiplayer oynama seçeneğimiz mevcut. Her elde kendi askerlerimizi oynadıktan sonra, bilgisayarın ya da bir başka oyuncunun hamlelerini izliyoruz. Tabi bu arada Stratejik planlar yapıyorsunuz, bi anlamda hızlı ve ne yaptığını anlamadan
körü körüne oynamaktansa yavaş ama bilinçli oynamak daha fazla zevk veriyor.
Bu modu şevkle devirdikten sonra eş zamanlı bir dünya haritasıyla karşı
karşıya kalıyoruz. Farklı ülkelerden dumanlar yükseliyor,birçok yerde bombalar patlıyor. Tabi harita üzerinde savaş simgeleri mevcut.PvP veya PvE
savaşlar olmak üzere iki tür(Multiplayer veya Bilgisayara karşı) bulunuyor. İlk
aşamalarda PvE savaşlara katılıp bir strateji sahibi olmak yararınıza olacaktır, çünkü aynı gerçek savaş misali hammadde veya para savaş süresi boyunca işe yaramıyor. Savaş bittiğinde veya girmeden satın alabiliyorsunuz ancak.
Savaşta tek önemli unsur kaç birliğimizin olduğu ve tank gibi ağır makinelilere sahip olabilmek için gerekli mühendisimizin olduğu mu gibi sorular.
Kısacası PvE modunda biraz para biriktiriyoruz.Para ve deney tüpleri savaş
ganimeti olarak elde ediliyor. Deney tüplerini yeni askeri birlik ve tank türü
araştırmalarda kullanabiliyoruz.Para ise bunları savaşlarda kullanabilmek için
satın almalarda işimize yarıyor.. Elbetteki Premium oyun parasıda mevcut.(!)
Oyunda 2 ayrı savaş modu bulunmakta. Bunlardan ilki oyunun ilk çıktığından beri oyunla beraber olan Assault modu bu modda stratejik noktaları ele geçiriyoruz.Rakibimize karşı tüm noktalara sahip olduğumuz vakit galibiyeti bize veriyor. Diğer mod ise Lord Of The Ring Middle Earth
misali. Belli bir daire içerisinde oyun tarafından verilen 1 adet tankı ve alanı
düşmanlardan koruyoruz.Emanete hıyanet edilmez dedik elimizden geldiğince koruduk .Bu arada PvE, modda bölümün sizi ne kadar zorlayacağını
kendiniz seçebilirsiniz. Fakat ne yazıkkı PvP(Multiplayer) modda oyunun karşınıza nasıl bir oyuncu getireceği şansınızı biraz meydana çıkarıyor.
Oynanış bakımından hayli kolay oyunda her askeri birliğin 2 hamle hakkı bulunmakta.Birlik çıkarmak istiyorsanız üzerinde insan işareti olan noktaları ele
geçirmeniz gerekiyor . Tank üretebilmek için ise üzerinde somun(vida ) işareti
bulunanan noktaları.Normalde olduğu gibi tanklar ve askeri birlikler sınıf sınıf.
Bazı birlikler tanklara karşı savunma yaparken bazı birlikler ise sadece yaya birliklerinde isabetli atış yapabiliyor. Oyun haritası 3 boyutlu tasarlandığı için farklı
yüksekliklerden askerler birbirine atış yaptığında bazen kaçırabiliyor ki bu da
ince ayrıntılardan.
Gelelim seslendirme ve müziklere. Müzik kulağınız varsa dikkat çeken ilk konu
bu aslında. Savaş sırasınca müzik olmayınca insan o havayı yeterince hissedemiyor. Ben ise biraz oyuna yardım etmek amaçlı arkadan kendim gerilim müziği
verdim ki daha zevkli olsun.
Eksikler yok değil tabi ki, yalnız bize düşen eksik aramak değil, bütünüyle incelemek. O yüzden bazen olan ufak tefek bağlantı ve işlem kasmalarından veya
harita katmanındaki hatalara girmeyeceğim. Nazarlık olur o kadar zaten. Strateji türü oyunlardan hoşlanıyorsanız evinizde oturduğunuz yerden bir başka arkadaşınızla karşılıklı savaşabileceğiniz mükemmel bir oyun.Başta da dediğim gibi
küçüklüğümün sempatik flash oyunlarının bir boy üstü ama çok daha başarılı
bu oyunu oynamak tekrar çocukluğumun güzel yıllarına götürdü beni. Eğer bu
heyecanı yaşamak isterseniz Steam üzerinden ücretsiz sahip olabilirsiniz.Şimdiden iyi oyunlar.
Rıdvan
UYAN
Doksanlar… Oyun dünyasının en canlı olduğu yıllardan biri. O dönemde bizlere armağan edilen bir çok oyun, gerek mekanik gerekse senaryoları ile
bugünkü oyunlara örnek oluyorlar. The Chaos Engine de bir önceki cümlede
bahsi geçen oyunlardan. İlk versiyonundan tekrar yaratılan bu klasik, şu an
Gog ve Steam’de sizleri bekliyor.
The Chaos Engine, ilk olarak Commodore Amiga’ya çıkarılmış, topdown shooter tarzı bir platform oyunu. (Top – down : yukardan bakış
kamerası).
Bir zamanlar Amiga başında sabahlayanlarımız, bu oyunun ne denli
büyük bir ruh taşıdığını çok daha iyi sezebiliyordur. Oyun tarihinin asla
tozlanmayacak sayfalarının, renkli ruhu…
Zamanda yolculuk yapan bir yolcu, Viktorya Çağı İngilteresi’ne büyük bir teknoloji
bırakmak için zaman yolculuğu yapıyor. Ve
yazıyı okuyan herkesin de tahmin ettiği gibi,
bu inanılmaz teknoloji çok kötü, şeytansı bir
gücün eline geçiyor; Baron Fortesque’nun
eline. Baron bu teknolojiyi kendine özel
bir alternatif zaman dilimi yaratmak için
kullanıyor ve başarılı oluyor. Baron’un
icat ettiği bu şeytani makinenin adı, THE
CHAOS ENGINE!.. Chaos engine’i kullanan, zamanla bir çocuğun oyun hamuruyla oynadığı gibi oynayabiliyor.
Korkunç!.. Ama işler bu kadarıyla kalmıyor, Baron bu makineyi öyle çok
kullanıyor ki, makine ile vücudu artık bir bütün oluyor. Ve dünya, tarihinin en
büyük diktatörü, Baron Fortesque ile tanışıyor. Baron, yarattığı Android robotlar ile insanlığı gitgide kontrol altına alıyor. İnsanlar panik içerisinde, bir
kurtarıcı olmalı, ama nerede? Olamaz, o gökyüzündeki de ne, bu bir kuş mu,
hayır, bir uçak mı, hayır bu biiiir, kağıt parçasıymış… :D İngiltere Hükümeti, en
iyi askerleri kiralıyor Baron’u durdurmaları için ve onlara olağanüstü güçlü silahlar veriyor. Artık, Baron mu sizi yer, siz mi Baron’u, başlıyorsunuz savaşmaya.
Oyun üstten görünüm olarak
oynanıyor.
Bu
tür
platform
oyunlarına
top-down
shooter
oyunu deniyor. Dört farklı mekanda savaşıyoruz oyun esnasında;
Forest, Workshop, Fortesque Mansion ve Sewers… Altı farklı karakter seçebiliyoruz. Her karakterimizin
kendine has özellikleri var. Özellikler
ise hız, güç ve zeka olarak sınıflanmış.
Karakterlerin kullandıkları silahlara göre hareket kabiliyetleri değişiyor. Örneğin ağır
bir makinalı varsa elinizde, yavaş hareket ediyorsunuz. Bir dolu düşman öldürdükten
sonra, bölümün sonuna ulaşıyor ve diğerine geçmek için daha güçlü bir düşmanı
öldürmeniz gerekiyor. Bu oyun türüne hepimiz aşinayız, biliyorum. O yüzden daha
fazla üzerinde durmuyorum. Sınırsız aksiyon, sınırsız eğlence…
Bunlar da koç yiğitler…
Brigand : Bu işin içine sadece para için girmiş. Ortalama özelliklere sahip.
Başlangıçta riffle ile başlıyor ve eğer silahı upgrade edilirse, güçlü bir silah
haline gelebiliyor.
Gentleman : Bu adam saf hız ve zekadan oluşuyor arkadaşlar. Bu yüzden tercih edildiğinde en çok yarar sağlayan karakter olarak görüyorum onu. Flame
Pistol ile başlıyor oyuna. O kadar iyi bir silah olduğunu söyleyemem ama, bir
karizması da yok değil.
Thug : Saf güçten oluşan, tam bir psikopat arkadaşlar bu karakterimiz. Hızı
biraz sınırlı olmasa, oyunun açık ara en kullanılası karakteri derim, ancak biraz yavaş. Shotgun’ı var.
Mercanery : Karakter özellikleri orta seviyede. Fakat bir patlayıcı uzmanı
olması onu birkaç adım öne çıkarıyor.
Navvie : Grubun en iyi dövüşçüsü kendisi. Powerfull Cannon ve Dynamite ile
başlıyor oyuna. Ve şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Navvie oyunun en
güçlü karakteri.
Scientist : Akıl hepsinden üstündür arkadaşlar. Çok ilginç bir karakter Scientist. Oyunun en hızlı karakteri ve en zekisi. Takımın jokeri gibi düşünebiliriz
onu. Her şekilde faydalı.
Oyun bize, bol aksiyon ve olabildiğine eğlence sunuyor arkadaşlar. Tavsiyemizdir, iyi oyunlar.
Halil Coşgun
Ben, kendim ve Sizofren ruhlarım…
Facepalm Games’in yapımcılığını üstlendiği bağımsız bir yapım olan, 4 arkadaşın
oturup içimizdeki şu şizofren karakterleri ortaya çıkartalım dedikleri, içerisinde
harika bir atmosfer ve duygu yoğunluğuna sahip olan, uzayın uçsuz bucaksız
boşluğunda ki yalnızlığımız, işte oyunumuzun ana öğeleri.
The Swapper, sonsuz uzay
boşluğundaki
“Chori
V” isimli bir gezegene
götürüyor bizleri. Peki
neden buraya geldik, ne
işimiz var uzayda? Bu sorunun cevabını hepiniz
biliyorsunuz aslında, biz
canavarlardan da beter
bir tüketim canavarı
olduğumuz için sonunda
insanoğlu olarak dünyadaki kaynakların dibini
görmüşüz,
uğraşlarımız ve sahip olduğumuz her şey için bir kaynak bulmak zorundayız
değil mi? Çözüm ne peki, tabiî ki “Uzay”. Keşiflere çıkan insanoğlu, bildiğiniz
gibi işte uzayın o sonsuz derinliklerinde gezerken, tabi ellerimiz arkada hafiften
bir türkü söyleyerek geziyoruz, tabi Türk olsa böyle yapacağı kesinde neyse, bu
keşiflerin birinde “Chori V” adlı bir gezegeni keşfediyoruz. Aranan kaynaklar
açısından baya bir zengin görünen bu gezegene hemen işlemek ve kaynakları
çıkarmak için tesisleri kurmuşuz, insanoğlu olarak. Her şey güzel sömürmeye
devam ediyoruz güzelim gezegeni vs. derken olanlar oluyor “Chori V” ile bütün
irtibat kopuyor. Bunun üzerine oradakilere ne oldu ne bitti öğrenmek için karakterimiz yola çıkıyor. Gittiğimiz yer belli.
“Chori V”. Amacımız burada ne oldu ne bitti tüm sırları çözmek. Bu bağımsız
yapımcı olan güzel oyunumuz hikayesi bu şekilde.
Oyunumuz hikayesine bakıldığında biraz daha bu yapılmıştı, hissini uyandırıyor
hepinizde biliyorum, fakat öyle değil. Oyun kimseyi taklit etmeyen, hem senaryo ve
oynanış açısından da gayet kendi özgü bir yapım olmayı başarmış durumda. Başlar
başlamaz zaten ilk fark edeceğiniz şey, eğer az çokta olsa bağımsız yapımlardan
oyunlar oynuyorsanız, grafik olarak çok farklı olduğunu ve kaliteyi göreceksiniz.
Bu kalite ile yapılan bir atmosferi de siz düşünün. Oyuncuya yaşatılan duyguları
tam kalpten vurarak hissettiriyor yapım. Sorabilirsiniz “Bir bağımsız yapımcı ne
kadar etkileyebilir ki” diye. Şunu söylemeliyim uzun süredir birçok oyunu bitirip
dibine kadar oynasam da hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim.
Oyunumuzun mantığına gelecek olursak kolayca anlaşılır vaziyette, 2 boyutlu bir platform-puzzle oyunu. Oyunumuzun ismi de elimizdeki aletten geliyor.
Silahımızın ismi “ Swapper”. “Bu silahla neler mi yapıyoruz?” hemen cevaplıyorum,
kendimizi klonluyoruz. Ayrıca silahın öyle bir özelliği de var ki yarattığınız klonun
yerine geçebilme yani ruh değiştirebilme özelliğine sahip.
Yönelttiğiniz klonunuz gerçeğe dönüşmüş oluyor bu şekilde. Oyunun içerisinde bulacağınız notlar çok önem arz ediyor, oyunu
anlamanız için çok önemli. Oyunumuzun bu yalnızlık hissini
yaşarken hafiften gelen piyano tınıları ile, bazen acele etmenizi bazen bu histen biraz uzaklaşmanızı, bazen de tam gerilimin
ortasında olduğunuzu sağlıyor yapımcılar, sağ olsunlar.
Peki bunca klonlar ne işe yarıyor; tamamen bizimle aynı özelliklere
sahip, aynı şekilde aynı anda hareket eden ve onlarla bir uyum tutturmanız gerekiyor öncelikle. Daha sonrasında ise bu klonların arasında
hangisi olacağınıza karar vermeniz gerekiyor. Burada en önemli dikkat
edilmesi gereken şey, klonlarımızın sayısı. En fazla 4 adet klon yaratabiliyoruz. Ayrıca klonlarınızın bir tanesine dokunduğunuz yani fiziksel
bir temasta bulunduğumuz anda ise yok oluyor o klon. Bu klonlar ile
amacımız ise bu gizemi çözmek, çözerken de bütün güneş kürelerini
toplamak tabiî ki.
Oynanışta dikkat etmemiz gereken bir diğer şey ise, ışıklar. Evet ışıklar çok
önemli, çünkü mavi ışık altındaki bölgelerde klonlarımızı oluşturamıyoruz,
kırmızı ışık altında ise klonlarımız arasında ruh değişimi yapamıyoruz,
pembe ışık altında ise bu iki özelliğimizden de mahrum kalıyoruz. Bu
ışıklar, klonlar ile bezenmiş harika atmosfer içerisindeki bulmacaları da
çözerek ilerliyoruz, biz çözmeye devam ettikçe de daha zor bulmacalar
daha zor platformlar gelmeye başlıyor.
Başlangıçta biraz daha kolay şekilde gelse de daha sonrasında saçınızı
başınızı yolduruyor şimdiden söylemesi. Değişken ışıkların olması, platformların zorlaşması vs. derken aman bilgisayarlarınızı kırmayın. Arta
kalan zamanlarınızda ise “Chori V” teki tesislerde dolaşarak bulabileceğimiz kadar notlar bulmalıyız ki bu gizemi de çözmüş olalım. Gezegende yaşayan insanların ortadan kayboluşuna, gezegendeki yaşama
dair bilgiler bizim için çok önemli.
Genel bir değerlendirme yapacak olursak, Swapper’ın en önemli noktaları belli. Atmosfer ve hiç klişeye kaçmayan oyun yapısı. Harika bir uzat
atmosferi, dibine kadar hissettiğiniz yalnızlığınız, diyorum ya oyun baya
etkileyici. Bazen yarattığınız klonların arasında hangisi benim hangisi
kendim hangisi gerçek, ben nerdeyim, şu olmalı , yok hayır bu olmalı,
en son orada ki ile ruh değiştirdim, tüh değilmiş gibi ruhsal bir bunalım
yaşamanız mümkün. Oyunda dibine kadar yaşadığınız şizofreni, klostrofobi gibi karmaşık duygulardan sonra ise çözülen bulmacanın arkasından duyduğunuz haz ve aynı anda devamı için beyninizi deli gibi kemiren merak duygusu. Oyunun sonunu getirmek için saatlerce başından
kalkmayacak ve öyle bir son göreceksiniz ki inanılmaz. Sonuç olarak
oyunumuz grafikler, atmosfer, ses, kendine has yapısı, yaşattığı duyguları, çaresizliği, özgün oynanışı, düşündürücülüğü, zorlayıcı bulmacaları,
eğlenceli platform öğeleri ile hem fiyatını hak eden hem de benden çok
yüksek notları alan bir bağımsız yapımcı oyunu.
Gökay ÇELİK
Divekick uzun zamandır alışagelmiş dövüş oyunlarının arasından beklemediğimiz
bir şekilde çıkıverdi. Hat safhada parodi unsurların içeren bu oyun 2D dövüş oyunu
olarak karşımızda. One True Game'ın başlattığı bu projeye Iron Galaxy de eşlik ederek
harika bir oyun ortaya çıkardılar.
Divekick son zamanlarda iyice karışık hale gele kombo sistemlerine, zibilyon tane
tuşlara bir dur diyerek herşeyi minumuma indirdi. O kadar indirdi ki sadece iki tuş
ile oynuyorsunuz bu oyunu. Bir tuş dikine zıplamanıza, diğeri ise ileri doğru tekme
atmanıza yarıyor. Sadece zıplayıp tekme atarak rakibinizi yenmeye çalışıyorsunuz. Zaten yenmek de çok zor değil. Çünkü herkesin tek bir hakkı var. İlk vuran kazanıyor
dövüşü.
Oyunda bir kaç tane de özel sistem bulunmakta, bunlardan biri Kick factor. Bunun Ultimate Marvel vs Capcom'da ki X-Factor'e hitaben yapılmış birşey olduğunu
düşünüyorum. Kick Factor barının dolduğu zaman, her karaktere özel haraket veya
özelliği aktive etmiş oluyorsunuz. İkinci özellik ise rakibinizin kafasına tekme atmayı
başarırsanız "Head Shot" oluyor ve bu rakibinizin bir sonraki rounda dezavantajılı
girmesine neden oluyor. Üçüncü olarak ise Street Fighter vs Tekken'deki Gem özelliğine
referans olarak burada da Gems'ler. Bunlar sizin bazı özelliklerinizi arttırmanıza
yarıyor.
Dövüş oyunlarında zaman bittiği zaman hep enerjisi az olan kaybeder. Ama bu
oyunda tek bir hakkınız olduğu için bu sistem tabii ki çalışmıyor. Elbette bunu da
farklı bir yöntem ile çözmüşler. Süre bittiğinde oyunun ortasında kırmızı bir çizgi
çıkıyor. Kim ona daha yakınsa kazanan o oluyor. Ama iki kişi de aynı uzaklıkta ise.
Divekick tanrısının ayağı gelip iki oyuncuyu birden eziyor.
Bunların dışında, farklı farklı özelliklerde mecvut elbette. Oyunun en güzel
yanlarından biri ise oyundaki her karakter gerçekten kendine has bir şekilde
tasarlanmış. Hepsinin zıplama ve tekme atma şekilleri ve Kick Factor'leri birbirinden farklı. Ama bi karakter var ki o da Tekken'deki Mokujin'e hitaben yapılmış. Her
roundda başka bir karakterin haraketlerini yapıyor.
Bunlar dışında oyunu bir bilgisayarda local olarak iki kişi oynayabileceğiniz gibi
GGPO'nun desteği ile oyunu online olarakda oynayabilirsiniz. Oyun şuan PC, PS3
ve PS Vita için çıktı ama PS4 çıktığı zaman onun içinde çıkartacaklarını belirttiler.
Biz başta oynarken gerçekten iki tuşla eğlenebileceğimizi tahmin etmiyorduk.
Oyun o kadar güzel tasarlanmış ki bir Tekken, bir Street Fighter oynasanız bu kadar
eğlenemezsiniz.
Oyun görüntüleri için yeni açtığımız Youtube kanalını takip edebilirsiniz. Sizler için
gerçekten eğlenceli bir video hazırlamaya çalıştık. Ben, Murat, ve Cihan ile ölümüne
bir kapışma yaptık. Aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz;
OyunaBakış vs Divekick : http://www.youtube.com/watch?v=TS-sysHXH7g
Murat KARAKAŞ
BIR MEMURUN YASAMI:
PAPERS, PLEASE
Bir oyun düşünün. Komünist bir
ülke olan Arstotzka’da memursunuz.
80’lerdesiniz. Soğuk Savaş hüküm
sürüyor. Arstotzka ise komşusuyla
başka bir savaştan yeni çıkmış.
Diğer tarafta; kapitalizm, komünizmi yıkmaya iyice yaklaşmış. Hâliyle
komünist ülkeler, ömürlerini uzatır
düşüncesiyle kendilerini dışa açmaya
başlamışlar. Arstotzka da bundan nasibini almış ve ülkeyi dışa açan bir
kapı kurmuş, sizi de bu sınır kapısının
başına memur olarak atamış. Göreviniz ise gelen insanların belgelerini
kontrol edip Arstotzka’ya girişlerini
onaylamak ya da reddetmek. Kulağa
eğlenceli geliyor mu?
Belli bir yargıya varmadan önce Papers, Please’in grafikleri ile başlayalım incelememize.Haxe ve NME kullanılarak geliştirilen Papers, Please; oyuncuya ne çok kaliteli grafikler ne de inanılmaz sesler ve efektler sunuyor.Oyun, tamamen NES kalitesinde grafikler ve seslerle karışınıza geliyor. Buna rağmen, oyunun atmosferi ve
olay örgüsü o kadar zekice işlenmiş ki saatlerce oturup pasaport kontrolü yaparak
eğleniyorsunuz. Papers, Please; iki farklı oynama türüne sahip. İlki, hikâye modu.
Bu modda, hikâye belli bir senaryo üzerinden akıyor; ama oyun içinde yaptığınız
tercihler sonucu oyunun devamı ve sonu etkileniyor.Papers, Please; iki farklı oynama türüne sahip. İlki, hikâye modu. Bu modda, hikâye belli bir senaryo üzerinden akıyor; ama oyun içinde yaptığınız tercihler sonucu oyunun devamı ve sonu
etkileniyor. Papers, Please; iki farklı oynama türüne sahip. İlki, hikâye modu. Bu
modda, hikâye belli bir senaryo üzerinden akıyor; ama oyun içinde yaptığınız tercihler sonucu oyunun devamı ve sonu etkileniyor. Bu sayede hikâye modunda bile Papers, Please’ e bir rastgelelik katılmış oluyor.İkinci oyun seçeneği ise kendiliğinden
rastgele ilerleyen “endless” oyun modundan oluşuyor. Papers, Please; yeni görevinizin size açıklanması ve yakınlarda bir apartmana yerleştirilmeniz ile başlıyor.
Oyunda, iki temel göreviniz var. İlki, kontrol noktasında görevinizi en iyi şekilde
yerine getirmek.
Diğeri ise ailenize iyi bir hayat sağlamak. Çünkü Arstotzka’nın ne işini iyi yapamayan memurlara ne de Arstotzka’ya sağlıklı ve kalabalık bir aile sağlayamayan aile reislerine ihtiyacı var. Görevinizde yaptığınız her büyük hata veya ailenizdeki birinin
açlık ya da hastalıktan ölmesi; sizin hapse atılmanız demek. Onun dışında, kontrol
noktasında, pasaportları kontrol ederken yaptığınız her ufak hata ise size para cezası
olarak geri dönüyor ve maaşınızdan kesiliyor. Ayrıca size küçük gibi gözüken bir hata,
daha büyük olayları tetikleyebiliyor. Örneğin, kontrol sırasında son kullanım tarihine
dikkat etmediğiniz bir pasaportla giren kişi Arstotzka’ya bombalı bir saldırı düzenleyebiliyor. Bu da ilerleyen zamanlarda soruşturma geçirmenize hatta suçlanmanıza
sebep olabiliyor.
Papers, Please’de her an elinizin altında bulundurmanız gereken iki şey var. Bunlardan biri, her gün yeni görevler içeren bülten; diğeri ise kurallar ve yönetmelikler
kitapçığı. Bültende genellikle o günkü kontrol sırasında uymanız gereken kurallar,
varsa kontrol sırasında dikkat edilmesi gereken kanun kaçakları ve gazete manşetleri
yer alıyor. Kitapçıkta ise pasaport kontrolü yaparken uygulamanız gereken kurallar
ve dikkat etmeniz gerekenler, kimi kuralları nasıl uygulayacağınıza dair açıklamalar,
komşu ülkeleri içeren bir harita ve bu ülkeler hakkında bilgiler yer alıyor. Başlarda
kontrol yaparken sürekli bülten ve kitapçığa bakmak gerekse de zaman ilerledikçe insan görevine alışıyor ve ikisini de daha az kullanmaya başlıyor. Yine de her günün
başında ikisine de bir göz atmayı sakın ihmal etmeyin. Çünkü Arstotzka, bir gün
içinde kuralları değiştirip bambaşka bir hâle getirebiliyor.
Pasaport kontrolü yaparken ise öncelikli olarak fotoğrafla uyuma ve ülke-şehir
eşleşmesine bakmanızı tavsiye ederim. Bunlarda bir sorun çıkmasa bile tarihleri kontrol etmeden sakın kimseye giriş izni vermeyin. Hatta oyunda yeterince hızlandıysanız
boy ve kilo uyumuna da bakın. Ama şunu da bilin ki oyun ilerledikçe kontrol etmeniz
gereken kâğıt sayısı da artacak. İşin içine oturma izinleri, çalışma izinleri, aşı belgeleri
ve daha çeşit çeşit kâğıt girecek.
Bu yüzden Papers, Please’de hızlı olmak oldukça önemli. Çünkü oyunda kontrol
ettiğiniz kişi sayısı kadar para kazanıyorsunuz ve alt sınıra erişemezseniz ücretsiz
mesaiye kalmanız gerekiyor. Ailenizin bakımını sağlamak içinse para çok önemli. O
yüzden ailenizin günlük tüm ihtiyaçlarını karşılamaktansa birikime daha çok önem
verin. Çünkü Papers, Please’de yarın ne kadar para kazanacağınızın bir garantisi yok.
Ama para kazanmanın tek yolu pasaport kontrol etmek değil. Kimi şüphelileri ya da
suçluları tutuklattığınızda veya etkisiz hâle getirdiğinizde de para kazanıyorsunuz.
Üstelik Arstotzka’daki kimi ufak çaptaki suçlular, yeraltı veya terör örgütleri de size
rüşvet yoluyla para kazandırıyor.
Ama para kazanmanın tek yolu pasaport kontrol etmek değil. Kimi şüphelileri ya da
suçluları tutuklattığınızda veya etkisiz hâle getirdiğinizde de para kazanıyorsunuz. Üstelik Arstotzka’daki kimi ufak çaptaki suçlular, yeraltı veya terör örgütleri de size rüşvet
yoluyla para kazandırıyor. Ama fazla para kazanmanız, daha pahalı bir eve taşınmanız
veya fazla birikiminiz olması da Papers, Please’de başlı başına bir risk. Bir anda devletten birilerinin gözüne batıp hapsi boylayabiliyorsunuz. O yüzden bakiyenize de dikkat etmeyi unutmayın ve ortalama bir hayat yaşayın.
Papers, Please’deki tek aksiyon ise pasaport kontrolü yapıp denk gelirseniz şüphelileri
veya suçluları yakalatmak değil. En başta işin içinde EZIC isimli terör örgütü var.
Sürekli devlet ve EZIC arasında ikili oynamanız gerekiyor. EZIC örgütüne daha çok
yardım ederseniz ve zamanında bir pasaport bulup Arstotzka’dan da kaçmazsanız da
sonunuz vatana ihanetten tutuklanmak oluyor. Onun dışında kontrol noktasında sık
sık olaylar çıkıyor. En çok da terör saldırıları. Bu saldırılar kontrol noktasına bomba
bırakılmasından tutun silahlı saldırılara kadar çeşitli şekilde gerçekleşiyor. Saldırılar,
birkaç kez tekrarlandıktan sonra devlet, size tüfek sağlıyor ve saldırganları etkisiz hâle
getirme görevi de veriyor.
Öyleyse yazımıza artık son verelim ve diyelim ki; gerek oyunun; grafikleri, sesleri,
işlenişi ile verdiği atmosfer; gerekse çok basit ve sıkıcı bir konunun son derece yaratıcı,
heyecanlı ve eğlenceli işlenmesinden ötürü Papers, Please; kesinlikle oynanması gereken Indie oyunlardan biridir ve kült oyunlar arasındaki yerini de alacaktır. O yüzden
eğer hâlâ Papers, Please oynamadıysanız hemen başlayın. Pişman olmazsınız.
Çok yaşa Arstotzka!
Mustafa Cihan ÖZER
Bu ay tüm dünya çapında çılgınlar gibi oynanan tower defense türünde
Plants vs. Zombies Adventures oyununu ele aldım. İşin ilginç olmayan yani;
bir kez daha zombiler tarafından istila edilmemiz. İlginç yanı ise; serinin
ilk oyunu olan Plants vs. Zombies üzerine fazla bir şey konmamış olmasına
rağmen bu oyunun, tahmin ettiğimden daha fazla popülariteye ve ciddi bir
oyuncu kitlesine sahip olması.
Serinin bu oyununda da önceki oyunlarda olduğu gibi zombilerimiz
oldukça şapşal ve korkutucu olmaktan uzak. Oyundaki amacımız da yine
“Tüm zombilere ölüm!” şeklinde özetleniyor . Etçil bir türe karşı bitkilerle saldırmak oldukça akıl dışı görünse de bitkiler bu oyunda en büyük
silahınız. Bu yüzden tüm imkânlarınızı seferber edip bol bol bitki ekmelisiniz. Bunu yapmanızda en büyük yardımcınız ise güneş ışığı. Çünkü
güneş ışığını çoğalttıkça daha çok bitki alabiliyorsunuz. Bunun içinse
ayçiçeklerine ihtiyacınız var. Güneş ışıklarının her biri 25 madeni para.
100’e tamamladığınız an bir tane bitki ekebiliyorsunuz.
Plants vs. Zombies Adventures’da kimi yenilikler de mevcut. Bunlardan
en büyüğü artık sadece tek evi savunmuyor olmanız. Artık birden fazla evi
de savunmanız gerekiyor ve Facebook üzerindeki diğer oyuncularla birlikte
de oynayabiliyorsunuz. Bunu yaparken de oyuna yeni eklenmiş karakterler
size yardım ediyor. Oyundaki en büyük yardımcınız ise bizi bu oyunda da
yalnız bırakmayan Crazy Dave. Kafasındaki tencere ve kabasakalıyla cidden
o kocaman bir çılgın! Oyunda; Dave dışında dört karakter daha mevcut.
Bölümler ilerledikçe kullanabileceğiniz bitki ve nesne sayısı da artıyor.
Zombilerin yollarına taşlar koyabiliyor, kiraz bombalarıyla onları patlatabiliyorsunuz. Paranız arttıkça daha fazla silah alma imkânınız oluyor.
Oyunu fare ile oynuyorsunuz ve bitkileri ekince onlar öldürme işini kendileri hallediyorlar. Ama bölümleri başarılı bir şekilde ilerleyebilmek için
bitki ve bitkilerin ekilecek noktalarını seçmede iyi bir strateji izlemeniz
gerekli.
Bu oyun basit tasarlanmış olsa da milyonları kendisine bağlamak konusunda oldukça başarılı. Ben çok severek oynadığımı söyleyemeyeceğim.
Yani aslında çok da benlik bir oyun değil kendileri. E bu da beni milyonlardan ayıran yegâne özelliklerimden biri. Herkes ayrıcalıklı olmayı sever 
Flash versiyon olarak da çeşitli oyun sitelerinden oynanabiliyor. Ama özetle, bu oyun hem eğlenceli hem de zaman öldürmek için birebir tasarlanmış.
Beyin yorgunluğunuzu atmak ve keyifli zaman geçirmek için oynanabilecek, tower defense tarzında bu oyuna bir göz atmadan geçmeyin derim.
Keyifli zombi avları :))
Ebru Arışan
SADE BİR FUTBOL OYUNU: TECMO WORLD CUP
SOCCER
Nostalji köşemizde bu kez 1990 yılına gidiyor ve yine bir NES oyununu konuk
ediyoruz. Tecmo tarafından geliştirilip yine Tecmo tarafından piyasaya sürülen
Tecmo World Cup Soccer bizlerle olacak bu ay. Ama yazının devamını getirmeden
önce şunu belirtmem gerekir ki futbol oyunlarına dair bugüne kadar gördüğünüz,
duyduğunuz her şeyi unuttun. Çünkü Tecmo World Cup Soccer, sıradan bir futbol
oyunu değil. Tüm kuralları daha en başında yok sayıp futbolu tekrar icat eden bir
oyun. O zaman:
“Vur, kır, parçala; bu maçı kazan!”
Tecmo World Cup Soccer, adından da anlaşıldığı üzere Dünya Kupası’na odaklanmış
bir futbol oyunu. Oyunda 16 tane takım var ve üzerinden yirmi üç sene geçmiş
olmasına rağmen eskiden olan; ama şu an olmayan ya da eskiden olmayan; ama şu
an olan bir takım yok. Oturup kendinize bir “Dünya Kupası’na gidebilecek en iyi 16
takım” listesi yapsanız, belki bir iki takımla farklı olur; ama gerisini tutturursunuz.
Oyunda, olması gerektiği gibi her ülkenin özellikleri farklı. Bu farklılıklar,
günümüz futbol oyunlarına da yakın cinsten. Örneğin; Polonya, ağır futbolculardan
oluşurken; İtalya, hızlı ve saldırgan oyuncuları içeriyor. Öyle ki İtalya’ya karşı oynarken rakibin sayısı 11’den fazlaymış gibi geliyor insana. Bunun dışında Sovyetler
Birliği kalabalık defans yaparken, Kolombiya da hızlı; ama dengesiz oyuncular
içeriyor.
Tecmo World Cup Soccer’ın gerçek Dünya Kupası’ndan farkı ise ilk olarak oynamanız
gereken maç sayısında ortaya çıkıyor. Bu oyunda finale ulaşabilmeniz için toplam
14 maç yapmanız lazım. Dünya Kupası’nı alabilmek içinse yenmeniz gereken takım
sayısı 15. Yani, listedeki bütün takımları yenerseniz Dünya Kupası sizin oluyor. Tam
bir atari oyunu mantığı…
Oyun kuralları ise kafaya takılan cinsten
değil. Çünkü Tecmo World Cup Soccer’da;
foul yok, ofsayt yok, kart yok, hakem
yok, taktik yok, oyuncu değişikliği yok,
sahaya diziliş yok, kadrolar ve oyuncu
isimleri yok; ama korner, taç, aut, ve
beraberlik durumunda penaltı atışları
var, biri yerden diğeri havadan olmak
üzere sadece iki tip vuruş seçeceğiniz
var ve tabii bir de topa veya oyuncuya kayarak yatarak müdahale var.
Bir de bunlar dışında bol bol aksiyon ve eğlence var. Oyun, her adımda daha da zorlaşıyor ve
bazen bu zorlaşmalar ayarsız denecek tarzda oluyor. Bir önceki maçı farklı kazanmışken,
bir sonraki maçta daha ilk dakikalarda kalenizde üç gol görüyorsunuz. Tecmo World Cup
Soccer’ın en farklı yanı ise kalenize şut çekilmesi durumda bir anda kaleci kontrolünün
size verilmesi. Bu durum, öyle bir gerçekleşiyor ki bir anda kendinizi kaleci olarak buluyorsunuz ve top kaleye doğru geliyor. Hâliyle bu durum her şeyi daha da heyecanlı
kılıyor. Çünkü kaleciyi kontrol ettiğinizi fark etmediyseniz bir anda kaleyi boş bırakıp
hatalı goller yiyebiliyorsunuz ya da kaleciyi kontrol ettiğinizi son anda fark edip ani
bir refleksle topu tutabiliyorsunuz. Oyun, her açıdan sürprizlerle dolu…
Sıradaki başlığımız ise Tecmo World Cup Soccer’ın müzikleri. Oyunda toplamda
dört beş tane müzik var ve ana menü, kura çekimi, maç içi, gol sonrası… gibi farklı anlarda çalıyor. Özellikle maç sırasında çalan müzik favorimdir, efsaneler arasındadır.
Zaten Hollanda, İtalya, Brezilya… gibi rakiplere karşı oynuyorsanız gergin geçen maç;
oyun içinde çalan müzik sayesinde daha da gergin bir hâl alır. Bunun dışında oyunda
fazla bir ses efekti de bulunmamaktadır. Sadece şut sesi, direkten sekme, düdük… gibi
temel sesler mevcut. Oyun, sadece temel şeyleri kullanarak size eğlence yaratmaya
çalışıyor ve bunu da başarıyor anlayacağınız.
Oyunun grafikleri ise değişken vaziyette. Menü ve kura çekimi sırasında 90’ların
NES oyunlarına uygun bir grafikle karşı karşıyayken; oyun içi grafikleri kuş bakışı;
ama 1990’da çıkan diğer oyunların gerisinde
“Ve Player1, tavşanlı Dünya Kupası’nı kazanıyor!”
Son olarak diyeceğim şudur ki Tecmo World Cup Soccer;
karışık tuş kombinasyonları içermeyen, her maçta oyun zorluğunu arttıran, zorluk
arttıkça daha da eğlenceli hâle gelen, ceza sahası içinden zar zor gol atabileceğiniz,
kaleci bir köşeyi açık bırakmadığı
sürece asla gol atamayacağınız,
orta sahadan gol atmanın ne
uzak bir hayal ne de sürekli
hâle gelecek kadar sıkıcı
olmadığı, iki kişilik oynamanın;
tek
kişilik
oynamaktan
katbekat eğlenceli olduğu
bir oyundur. NES ortamında
başladığımız yolculuk, 2013
yılında bile devam etmektedir
ve futbol oyunu sevsin sevmesin;
kesinlikle herkesin oynaması
gereken bir NES oyunudur.
O zaman haydi, oyun başına!
Mustafa Cihan ÖZER
DONANIM
Merhaba arkadaşlar. Bu ay size bir adet giriş(eko fiyat-performans) seviyesi
oyuncu sistemi, bir adet de High-End seviye bir sistem toplayacağız.
Giriş seviyesi oyuncu bilgisayarı
İşlemci:
AMD FX X4 4100 SOKET AM3+ 3.6GHZ
12MB CACHE 32NM
Anakart: ASUS M5A97 R2.0
RAM: Corsair Vengeance 2X4GB 1600 MHz DDR3 CL9 Soğutuculu bellek
Ekran kartı: ASUS HD7850 DIRECTCU 1GB GDDR5 256BIT AMD RADEON
DX11.1
Kasa: CORSAIR CARBIDE SERİSİ™ 300R 80PLUS 600W
HDD: Western Digital Caviar Blue 500 GB 7200 RPM
Toplam: 1550 TL
Üst seviye oyuncu PC
Soğutmayı stabilite açısından sıvı yerine hava olarak tercih ettim. Siz isterseniz
kasa içindeki fan sayısını artırarak OC vb. işlemlerde bilgisayarınızın daha az
ısınmasını sağlayabilirsiniz. Unutmayınız ki sürekli yükselen(!) dolar kuru sebebiyle benim buraya yazdığım fiyatlar her gün değişmektedir.
İşlemci: Intel Core i5-4670K
Anakart: ASUS MAXIMUS V EXTREME INTEL Z77 SOKET 1155 DDR3
2800MHZ (O.C.) THUNDERBOLT
RAM: GSKILL 16GB (2X8GB) RIPJAWSX Ekran Kartı: MSI N780-3GD5 GeForce GTX 780 3 GB GDDR5 384 Bit
Kasa: COOLER MASTER HAF 912 ADVANCE GX 80PLUS 750W HDD: CORSAIR Force GS CSSD-F128GBGS-BK 2.5" 128GB SATAIII SSD
Disk (Çevirici Dahil) ve WESTERN DIGITAL Caviar Black (WD2002FAEX)
3.5" 2TB SATA 6Gb/s Sabit Disk
Ürünleri teknofiyat.com’dan topladığınız zaman 5000 TL gibi bir rakam ortaya
çıkıyor. Tabii ki bu rakamlara kargo ücretleri dahil değil. Herkese iyi oyunlar!
Ahmet DAĞTAŞ
DONANIM
Merhaba arkadaşlar. Bu yazımızda sizlere 2+1 sistemlerde tercih edilebilir
çözümler arasında Logitech’in Z313 modelini inceleyeceğim.
Logitech bildiğiniz gibi el attığı her alanda genel olarak hakkını verebilen bir
marka. Tabii ki ne kadar ekmek o kadar köfte olarak andığımız deyimimiz de
bu markada da geçerli. Yani ucuz etin yahnisi değil Logitech, bilmeyenler için
belirtelim.
2+1 olarak piyasada bir sürü hoparlör gerek dandik, gerek düzgün olarak
mevcuttur. Ben bu modeli alırken Creative marka ile arasında sürekli gidip
geldim. Fakat Creative ile geçmişte yaşadığım kötü tecrübelerden dolayı Logitech tercih ettim. Logitech’in 2+1 alanında birkaç farklı çözümü bulunmakta.
Bunlar giriş seviyesi olarak S220, orta seviye olarak Z313 ve Z323, üst seviye
olarak Z553 ve Z563 olmak üzere sınıflandırılabilir. Bu hoparlörü seçerken,
kesemize uygun, alıp yıllarca kullanabileceğimiz bir çözüme odaklanmaya
çalıştım. Bu noktada önümde 2 seçenek vardı, ben Z313’ü tercih ettim çünkü:
-S220’ye oranla çok daha kaliteli
-Aynı fiyattaki rakiplerinden katbekat olmasa da biraz daha önde
-Kesenin ağızını fazla açmadan çözüme kolay ulaşım.
Sistem özelliklerine gelecek
olursak:
-Tüm sesin ayarlanabildiği
kontrol kumandası
-Hoparlörlerdeki fileli koruyucu tasarım
-25 Watt RMS çıkış gücü
-Kumanda üstündeki kulaklık
çıkışı
-Masaüstü kullanımlar için
yeterli kablo uzunlukları
-48Hz to 20KHz frekans
aralığı
Dediğim gibi, bu sistem tak çalıştır bir sistem. Kompleks hiçbir şey yok. Bilgisa-
yardan en anlamayan insan bile bu sistemi kolayca kullanabilir. Yukarıdaki
resimde cihazın kumandasını görmektesiniz. Solunda ses kontrol tekerleği,
üstünde açık/kapalı durum belirken ışığı ve açma kapama butonu, bize bakan
kısmında ise örneğin gece geç saatlerde hoparlör kullanmak istemediğiniz zaman bilgisayarınızın arkasına erişmeden hemen dibinizde olacak olan 3.5mm
ses jakını görmektesiniz. Kesinlikle çok pratik bir sistem. Ayrıca belirtmek
isterim ki, hoparlörler subwoofer’dan ayrılıp tek başlarına da taşınıp, direk
olarak bilgisayara takılabiliyorlar. Bu adımda çok da büyük olmayan boyutları
neticesinde ufak bir poşete ya da çantanıza koyup dilediğiniz yerde yüksek
kalitede ses deneyimi yaşayabiliyorsunuz. Siz de benim gibi zayıf ve mono
hoparlörü olan bir dizüstü bilgisayara sahipseniz, bu özellik hoşunuza gidebilir. Ancak çok da yüksek performans beklemeyin çünkü subwoofer takılı
olmadığı zaman, dolayısıyla adaptör olmadığı zaman hoparlörlere yeterli güç
gitmediğinden dolayı çok da yüksek bir ses elde edemiyorsunuz. Yani normal kullanımdaki performansı beklemeyin. Aşağıdaki resimde subwoofer’ın
arka resmini görmektesiniz. 2 hoparlörden çıkan ses jakı subwooferda
Speakers yazan yere takılıyor. Subwoofer üstünden 1 adet prize(alttaki) ve
1 adet de kumandaya(wired remote)kablo çıkıyor. Kumanda üzerinden de
bilgisayarınıza takacağınız 3.5 mm ses jakı bulunmakta. Bu ses jakını L harfi
şeklinde tasarlamışlar, ki bence çok da ergonomik bir tasarım olmuş.
Cihazı Creative InspireT3130’a göre karşılaştıracak olursak, bassların daha
sıcak, daha güçlü genel olarak T3130’dan daha iyi olduğunu söyleyebilirim.
Fakat sesin yüksekliğine ve netliğine bakıldığında Creative Inspire T3130 biraz daha öne çıkıyor gibi. Genel olarak incelediğimizde Logitech sesi daha iyi
balanslayarak dışarı veriyor.
Son söz:
Logitech Z313 size günlük yaşantınızda pratik, ucuz fakat kaliteli bir çözüm
olacaktır. Daha profesyonel bir ürün arıyorsanız Z323’e bakınız. Fakat eğer 130
liradan fazla para verecekseniz bir 2+1 sisteme, 2 kez düşünmenizi öneririm.
Çünkü hoparlör setleri bildiğiniz gibi bir kez alınıp uzun süre kullanılıyor. O
yüzden eğer sese önem veren ve bu yolda bütçesini ona göre ayarlayan biriyseniz 5+1 sistemleri incelemenizi öneririm. Apartman kullanıcıları için 2+1
yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Sonuç olarak Z313’ü alan birinin pişman
olmayacağı kanaatindeyim. Hepinize iyi günler diliyorum.
Ahmet DAĞTAŞ
EMEĞİ GEÇENLER
Ahmet DAĞTAŞ
[email protected]
Ebru ARIŞAN
[email protected]
Elif İLDEŞ
[email protected]
Erdem Engin
[email protected]
Gökay ÇELİK
[email protected]
Halil Coşgun
[email protected]
Murat KARAKAŞ
[email protected]
Mustafa Cihan ÖZER
[email protected]
[email protected]

Benzer belgeler

tıklayınız. - OyunaBakış

tıklayınız. - OyunaBakış macerasına devam eder. Bu maceraya siz de seve seve yardım etmek isteyeceksinizdir. Bir One Piece hayranı olarak kaçırmak istemeyeceğiniz sahneler var.

Detaylı