15 ağustos atılımı`nın ruhu ile demokratik özerk kürdistan

Transkript

15 ağustos atılımı`nın ruhu ile demokratik özerk kürdistan
P
STÊRKA CIWAN
K o v a r a
Kelebeklerin uçtuğu,
kuşların öttüğü
Bağ, bahçelerde
Temmuz sıcağında
Kibrit çöpünün ucunda
Yalnız bir kızıl alevim var
Özgürlük ateşiyle dans eden
Kürt kızı Evrim Demir’im ben.
Gece sessizliğe büründü
Gökler dumana
Alev, ateştir bedenimde
Annemin yüreğinde acı
Muş’a çığlıklar düştü
Dağlara bombalar
Özgürlük ateşiyle
Saçlarım tutuştu
Yanan bedenim
Küle döndü
Alın götürün Bulanık’tan
Diyarbakır bekliyor beni
Ya özgür dağlara
Ya da Mustafa Malkoç’un yanına
gömün beni
C i w a n a n
a
M e h a n e
15 AĞUSTOS ATILIMI’NIN RUHU İLE
DEMOKRATİK ÖZERK KÜRDİSTAN’A
YÜRÜYORUZ
TEBAX 2011
Hejmar: 99
MAZLUM ERENCİ
Gülücüklerini toprağa çizmiştim oysa
bir de gözlerini güneşe
Nasıl inanayım şimdi
Mazlum öldüğüne
nasıl inanayım senin
İçindekiler
Editörden
Merhaba güneşin genç yoldaşları!
Demokratik Çözümün
Ad düzeyinde somutlaşması KCK ....................................................................... 2
Abdullah ÖCALAN
Devrimci Halk Savaşını Geliştirelim,
Önder Apo’yu Özgürleştirelim ........ ........ .................................................. ............... 6
Deniz RONİ
Devrimci Halk Savaşında
Gerilla ve Serhildanın Rolü ......................................................................................... 14
Ezgi DEMİR
Ataerkil Toplumun Ezeli Düşmanı Genç Kadın ..................... 23
Yıldız CUDİ
Varlığını Koruma ve Özgürlüğünü
Kazanma Dönemi ........................................................................................................................... 26
RÖPORTAJ
Festîvalên li Ewrûpayê..............................................................................................................32
Stêrka CİWAN
Elinde Bastonu Vardı................................................................................................................. 39
Şerif GOYİ
Konfederalîzma Demokratik ..................................................................................... 42
Sercan AYDIN
Hevalê Agît Xeteke Komûtantiyê Pêşxist ............................................ 47
Duran KALKAN
Mazlum Erenci .................................................................................................................................... 50
Sterka CİWAN
Der Weg Staatlichen Gesellschaft ....................................................................................... 59
Deniz ÇEWLİK
La proclamation de l’autonomie démocratique ............................................... 52
Ali HAYIRLI
Mizah ......................................................................................................................................................................64
15 Ağustos Atılımı’nın 27. yıl dönümünü karşılarken, Kürdistan’da bu
tarihsel hamleye denk bir direniş ve
tarihi gelişmeler yaşanmakta. Kürt
halkı yeni bir dönemi ifade eden Demokratik Özerklik’i resmen ilanı etmiştir. Başta Kürdistan olmak üzere
Kürtlerin yaşadığı her yerde bu ilan
büyük bir coşku ile karşılanmıştır.
Kürt halkı tercihini tarihi başlangıcı
ifade eden “Özerk Özgür Kürdistan’dan” yana yapılmıştır.
Bu tarihi gelişme başta AKP olmak
üzere Kürt halkının düşmanları tarafından büyük bir endişe ve öfke ile
karşılanmıştır. Demokratik özerklik’in
ilanın açıklanacağı tahmin edildiği
günlerde yoğun bir şekilde başlatılan
askeri operasyonlarda Silvan’da Türk
ordusu ağır bir darbe almıştır. Askeri
anlamda yediği tokatın şokunu yaşayan
AKP. DTK’nın aldığı Demokratik
Özerklik kararı ile ikinci bir tokatı da
siyaseten yemiştir.
Artık Kürtler açısından yeni bir
süreç başlamaktadır. Ve bu sürecin temel sloganı “tüm zamanlardan daha
fazla direnelim, tüm zamanlardan daha
kazanalım” bu anlamda 27. yılında
15 Ağustos’un ruhu ile Bağlar’da,
Gazi’de, Silvan’da, Dersim’de, Qamışlo’da, Paris’te, Dola Koke’de, Şehid
Harun’da. Şehit Ayhan’da her alan
ve sahada direnişi yükseltelim zaferi
kazanalım
Amed’de buluşmak dileğiyle...
Genç kalın...
Mail adresi; [email protected]
STÊRKA CİWAN
Ö
N
D
E
R
L
İ
K
Demokratik çözümün ad düzeyinde somutlaştırılması:
KCK
Abdullah ÖCALAN
“KCK özsavunma
birlikleri demokratik
yaşamın vazgeçilmezi
olacaklardır. Ordunun
Kürdistan’da
konumlanmasının dış
tehdit hedefli olması,
bununla birlikte Kürtlerin
devletin ve ulusal
bütünlüğün asli bir
unsuru kabul edilip tehdit
kaynağı olarak
görülmesinden
vazgeçilmesi gerekir”
Tebax 2011
Demokratik çözümü ad düzeyinde
de somutlaştırmak mümkündür. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurumları ve mevcut
sınırları meşru kabul edilmektedir. Üniterliği, federal veya konfederal olması
gibi biçimlenme sorunları tartışılmamakta, gündeme getirilmesi bile önerilmemektedir. Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığının demokratik, eşit ve özgür niteliğinin sadece anayasa ve yasalarda değil, kurumsal olarak pratikleşmesini önermektedir. Bunun için
bireysel hak ve özgürlüklerle kolektif,
ucu açık kültürel kimliklerin hak ve
özgürlüklerinin birbirinden ayrılmazlığı
vurgulanmakta ve önerilmektedir. Kürt
sorununun çözümüne ilişkin hususların
demokratikleşmenin ayrılmaz bir parçası, hatta mevcut haliyle temeli olarak
değerlendirilmesi önerilmektedir. Çözüm, devlet odaklı olmayıp, tüm toplumu içeren demokratik sistemi esas
almaktadır. Demokratik sistemden anlaşılması gereken temel hususlar, ‘kavram, kuram ve ilkeler’ bölümünde ve
sonraki bölümlerde kapsamlıca çözümlendiğinden tekrarlama gereği yoktur. Fakat ilaveten ad düzeyindeki somutlaştırılmasını KCK (Koma Civakên
Kurdistan) olarak belirlemek mümkündür. KCK’nin TC tarzında veya
alternatifi olarak düşünülmemesi gerektiği sıkça vurgulanmaktadır. Hem
içerik hem biçim olarak her ikisi farklı
oluşumlardır. Türkiye Cumhuriyeti ilke
ve kurumlarıyla, tarih ve güncelliğiyle
çözümlenmeye çalışılmıştır. Tekrarına
2
hiç gerek yoktur. KCK ise hem tanımlanma hem gelişim düzeyinde üzerinde
durmayı gerektirmektedir. Tanımlanmasını Kürtlerin demokratik modernite
unsurlarından (ekonomik ekolojik topluluklar, demokratik yurttaş ve ucu
açık kültürel kimliklerden oluşmuş demokratik ulus) oluşan çatı örgütlenmesi
olarak ifade etmek mümkündür.
Buradaki kritik kavramlar ‘demokratik yurttaş’ ve ‘ulus’ kavramlarıdır.
Sanırım demokratik yurttaş üzerinde
fazla tartışma gerekmez. Bireysel ve
kolektif hak ve özgürlüklere sahip kişi
olarak tanımlanmasına fazla itiraz olmaz. Demokratik ulus biraz daha karmaşık gözükebilir. Fakat unutmamak
gerekir ki, AB’nin son beş yüz yıllık
modernitenin kanlı ulus kavgalarından
çıkardığı ulus tanımı da buna yakındır.
Devlet ulusçuluğu günümüzde bile yol
açtığı tıkanma ve sorunlar nedeniyle
hızla esnemekte ve aşılmaktadır. Geliştirilen yeni ulus kavramlarında vurgu
hep demokratik karaktere yapılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde Mustafa Kemal’in “Türkiye halkına, Türk milleti
denilir” tanımını tek yönüyle değil çift
yönüyle değerlendirirsek daha çözümleyici olacaktır. Özellikle Türk ulus
kavramına yüklenen aşırı şoven, erkek
egemen iktidarcı yargılar kullanımını
zorlaştırmaktadır. Diğer kimliklerin
katılımını gittikçe bizzat engelleyen
bir kavrama dönüşmüş bulunmaktadır.
Dolayısıyla ‘Türkiye halkı’ benim önerdiğim açık uçlu kültürel kimliklerden
STÊRKA CİWAN
ve demokratik, özgür ve eşit
yurttaşlardan oluşan ulus tanımına çok yakındır, hatta
onu ifade etmektedir. Çünkü
o dönemde bile bu kavram
çoklu etnisiteyi ifade ediyordu.
Engel haline gelmiş bir kavramın bağnazca savunulması
çözüme katkı sunmaz.
Kaldı ki, KCK Kürtler için
sivil toplumun demokratikleştirilmesi olarak da tanımlanabilir. KCK, sivil toplumun
çatı örgütü olarak, gerçekten
ve özüne uygun biçimde ‘Türkiye halkı’ veya ‘Türkiye ulusu’nun bütünselliği içerisine
oturtulabilir. Daha doğrusu
Kürtlerin Türkiye halkı veya
ulusu içinde olması gerektiğine, olduğuna içtenlikle inanılıyor
veya kabul ediliyorsa, en uygun ve
esnek tanımının bu yönlü olması gerektiği de gayet açıktır. Ancak bu esnek ulus tanımı ile imhacı ve inkarcı
yaklaşımlar ve federalist çözümlerin
sorun üretme kapasitelerinin önüne
geçilebilir. Ayrılıkçılık ve şiddet kapısının önünü uzun vadeli kapatacak
olan da yine bu esnek ulus ve çatı
örgütlenmesi olacaktır. Askeri güç
ve federalist çözümlerin, sorun çözme
kapasiteleri şurada kalsın, kendi başlarına sürekli savaş hallerine ve ayrılıkçılığa kapıyı açık tutacaklarını
hem tarihten hem de güncel yaşamdan
gayet iyi bilmekteyiz. Kürtler mevcut
halleriyle zaten kolektivitelerini ilerletmiş, birey olarak da özgürleşmede
gelişmiş bir konumu teşkil etmektedir.
Bundan gerisini kabul etmelerini dayatmanın daha yoğun şiddet ve ayrılıkçılığa yol açacağını, daha doğrusu
açık olan bu yolda daha hızlı ve
yoğun koşuya geçeceklerini söylemek
kehanet olmayacaktır. Kuzey Irak’taki
Kürdistan Federe Yönetimi biraz da
bu gerçeği ifade etmektedir. İmha ve
inkar politikalarının cumhuriyet tarihindeki sonuçları ise gözler önündedir. Sosyal bilimin vardığı aşama
göz önüne alınarak KCK çözümü
üzerinde durulursa, bunun demokratik
Türkiye, demokratik cumhuriyet ve
demokratik ulus gerçekliğine hem en
uygun çözüm hem de gerçekleşmesi
en güçlü olasılık olarak önemini
ortaya koymaktadır.
Gerginlik süreçleri yaşansa bile
aradaki yoğun diyalog demokratik
çözümleri üretebilecektir
KCK çözümünün pratikleşmesi
halinde olası gelişmeleri öngörmek
öğretici olacaktır. Bu durumda cumhuriyet kurumları varlıklarını koruyarak sürdüreceklerdir. Fakat artık
farklı bir durum doğmuştur. KCK’nin
de kurumlaşması gelişmektedir. Devlet kendini idari birimler halinde uygulatırken, KCK kendini demokratik
kurumlar olarak işletmektedir. Konuları ve konumları farklılık ve benzerlik arz edebilir. Farklılık olduğunda birbirlerini tamamlayıcı yan
3
ağır basacaktır. Benzerlik olduğunda
ise olumlu bir yarış başlayacaktır.
Hangisi toplumsal sorunlara daha
iyi yanıtlar buluyorsa, onun desteklenmesi önceliği alacaktır.
Bu çözüm modelinde en önemli
husus, birbirlerinin reddini veya ötekileştirilmesini gerektirmemesidir.
Geleneksel tüm çözümler, devletli
veya bireysel haklı olanlar hep ret
veya ötekileme üzerine kuruluydu.
Biri yıkılmadan veya ötekileştirilmeden, yerine diğeri veya daha iyi varsayılanı uygulanamazdı.
Bunda dinsel ve pozitivist dogmatizmin payı belirleyici olup, hem
tarihte hem de günümüzde toplumu
sorunlar yumağı haline getirmekten
başka sonuç vermemiştir. Sosyal bilimin yeni verileri, toplumsal doğanın
esnekliğini ve yüksek zihniyet düzeyini vurgulamaktadır. Simbiotik
(karşılıklı yararlılık) ilişkinin yaygınlığını belirlemektedir. Antagonist
(çatışmalı) çelişkinin zorunlu olmadığını ortaya koymaktadır. Demokratik siyaset kurumlarının (KCK
bu tip kurumların çatı örgütlenmesi
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
olarak kavranmalı) devletle ilişkilerinin yıkıcı olmaktan çok, devleti
en randımanlı ve gerekli konumlara
ittiğinden bahsetmek daha doğrudur.
Gerginlik süreçleri yaşansa bile, aradaki yoğun diyalog demokratik çözümleri üretebilecektir. Süreç ilerlerse, ayakta kalacak olan kurumsal
biçimler içinde en gerekli ve yararlı
olanların durumlarını koruyup geliştirerek sürdüreceğini, gerekli ve
yararlı olmayanların ise aşılacağını
belirtmek mümkündür. Zaten demokratik mekanizmalardan beklenen
sonuç da budur.
KCK çözümünün olası
uygulanma boyutları
KCK çözümünün olası uygulanma
boyutlarını ortaya koyduğumuzda konular daha da aydınlatılmış olacaktır.
a- Ekonomik boyut: KCK’nin
ekonomik alan üzerinde yoğun çalışması olacaktır. Kapitalist modernite
unsurlarının azami karcı ve çevreyi
yıkıcı etkilerine karşı toplumu ve
çevreyi savunma durumunda olacaktır. Bunu ekonomik ve ekolojik
komünler başta olmak üzere karı
esas almayan, toplumun temel
ihtiyaçlarına cevap veren, çevreyi koruyan birimlerle yürütecektir. Toplumsal piyasa üzerindeki tekelci vurgunu önleyecektir. Kapitalist unsurlar
yok edilmeyecek ancak oldukça
sınırlandırılacaktır. Çalışma bir
angarya olmaktan çıkarılacak, yaşamın ibadeti haline getirilecektir.
Yaşam ve çalışma arasına örülen yabancılaşma duvarları yıkılacaktır.
Toplumun her şeyini metalaştıran ve
toplumu metaya boğan sistem yerine,
kullanım ve zorunlu değişim değerlerine dayalı ekonomik sisteme öncelik
tanınacaktır. KCK’nin dayandığı ekoloji ve toplumsal zemin bu sistem
Tebax 2011
için biçilmiş kaftandır. Yaygın işsizliğin ortadan kaldırılması kadar, çalışmayı özgürlük olarak değerlendiren
bir ahlak anlayışı, toplumun gereksinim duyduğu tüm asli özlem ve ihtiyaçlarını giderecektir.
b- Sosyal boyut: KCK sistemi
eğitim, sağlık, spor, sanat, hukuk gibi
alanlarda toplumun gereksinimlerine
yanıt vermekte de elverişli bir yönetim
tarzıdır. Devletle yarışın ve karşılıklı
ilişkinin (simbiotik ilişki) yaşanacağı
bu toplumsal alanlarda, cumhuriyet
kurumlarının şimdiye
kadar, kendilerinden
bekleneni veremediği göz
önüne getirildiğinde,
KCK’nin
fonksiyon e l
konumu daha iyi anlaşılacaktır. Sanıldığının aksine, bu alanlarda dil ve
etnisite fazla sorun teşkil etmeyecektir.
Eğitimin çok dilli olması sosyal gereklilik açısından teşvik edilmesi ge4
reken bir durumdur. Türkçe kadar
Kürtçe’nin veya başka dillerin geliştirilmesi, eğitimde kullanımı gerçekten
anlam zenginliğini üretecektir. Bu
alanda şovenizme ve dayatmalara yer
ve gerek yoktur. Kürtlerin kendi eğitim, sağlık, spor ve sanat kurumlarını
geliştirmeleri demokratik ulus içerikli
olup, ulusal bütünlüğü özde sağlayacak buna zenginlik katacaktır. Aynı
hususlar diğer kültürler için de belirtilebilir. Türkiye halkını veya ulusunu
kültürel zenginliklerin bütünlüğü olarak yorumlarsak, “sakınca”, ‘kırmızı
çizgi’ sanılan birçok hususun dogmatik, tutucu, gelişime hizmet etmeyen önyargılardan oluştuğu görülecektir. Gönüllü ulusal bütünlükten daha güçlendirici başka
bir tutum düşünülemez.
c- Güvenlik boyutu: Üzerinde en çok tartışılacak, karar
ve yasalar gerektirecek
boyut, güvenlik alanına
ilişkin olacaktır. Kürtler özgürlük yoksunu
olmanın ötesinde, varlık olarak hep tehlikelerin kıyısında ve
içinde yaşadıklarından, sağlam
güvence talep
edecekler ve
kurumsal çözümde ısrarlı
olacaklardır.
Cumhuriyet ordusu dış tehditlere
karşı savunulur,
ancak Kürtlerin varlığı ve
özgürlüğü konusundaki tutumun radikal bir dönüşüm geçirmesi
gerekir. Diğer güvenlik kurumları
için de aynı hususlar geçerlidir. Bu
dönüşümler sağlanıncaya kadar KCK
öz savunma güçlerini muhafaza etmek
STÊRKA CİWAN
durumundadır. Özellikle köy koruculuğu, mevcut durumuyla JİTEM
ve diğer paramiliter gruplar (Ergenekon’a kısmen yansıyanlar dahil)
varlığını sürdürdükçe, KCK özsavunma birlikleri demokratik yaşamın
vazgeçilmezi olacaklardır. Ordunun
Kürdistan’da konumlanmasının dış
tehdit hedefli olması, bununla birlikte
Kürtlerin devletin ve ulusal bütünlüğün asli bir unsuru kabul edilip tehdit
kaynağı olarak görülmesinden vazgeçilmesi gerekir. Cumhuriyet tarihinde yaşanan bu yönlü acı anıların
aşılmasına birlikte çaba harcanmalıdır.
KCK özsavunma birlikleri için çeşitli
çözümler üretilebilir. Geçici ve sürekli
konumlar düşünülebilir. Ordu ve diğer
güvenlik birimleri kapsamında, Irak
Kürtlerindeki gibi olmasa da, yerel
güvenliğin bir parçası biçiminde dönüşümü sağlanabilir.
d- Diplomatik boyut: Bu boyuttaki
en önemli sorun, Misak-ı Milli’ye
aykırılık temelinde Kürdistan’ın ve
Kürtlerin parçalanmasına nasıl bakıldığına ve ne tür çözüm önerildiğine
ilişkindir. Şüphesiz buna Türkmenler,
hatta Ermeniler ve Süryaniler de dahildir. Durumları hem iç hem dış politikayı yoğunca etkilemektedir. Irak
ve Ermenistan’daki gelişmeler son
derece açıklayıcıdır. Suriye’deki gelişmelerin önemi de küçümsenemez.
Zaten İran tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Aradaki Kasr-ı Şirin Antlaşması’na çok uzakta kalıyormuş
gibi bakmamak gerekir. Zaman sıkışıklığını yaşıyoruz. Tüm bu konular
Ortadoğu çapında düşünmeyi ve çözüm üretmeyi zorunlu kılmaktadır.
KCK Ortadoğu çapında çözüm üretmenin mükemmel bir örneğini sunmaktadır. Etnisite ve ulus farkı gözetmeksizin, daha doğrusu çeşitli
mezhep, etnisite ve ulus farkları kapsamında sorunları çözen bir sistemi
önermektedir.
Ortadoğu pratiği sadece devletlerin
diplomatik faaliyetleriyle
sorunların çözümlenmediğine dair
sayısız ders vermektedir
Burada düşünülen model siyasi
sınırları kaldıran, askeri çözüme
kapı aralayan, tek başına federalizmi
dayatan bir sistem değildir. AB dahil,
dünyanın sunduğu birçok çözüm
yöntemini göz önünde bulunduran,
ama özgünlüğü olan bir yöntemin
geliştirilmesinden bahsediyoruz.
KCK bu ihtiyacı göz önünde bulundurmaktadır. Türkiye’nin ulusal
bütünlüğü kapsamında tüm Ortadoğu
Kürtlerini, Ermenileri, Süryanileri
ve Türkmenleri kapsayan bir çatı
örgütlenmesi olarak genişletilebilir.
Devletleri kapsaması şart değildir.
Devletler kendi aralarında AB türü
bir birlik geliştirebilir. Özellikle
Türkiye, Suriye ve Irak için gevşek
bir konfederasyon önerilebilir. Bu
model giderek Ortadoğu’da genişlik
kazanabilir, derinleşebilir. KCK çözüm modeli devletlerin birlik modelinin zıttı olarak değil, toplumsal
ihtiyaçtan doğan paralel ve tamamlayıcı bir sivil toplum birliği, demokratik konfederalizmi olarak düşünülmelidir. Ortadoğu pratiği sadece
devletlerin diplomatik faaliyetleriyle
sorunların çözümlenmediğine dair
sayısız ders vermektedir. AB’nin en
az devletler konfederasyonu kadar
sivil toplum konfederasyonlarını da
eş düzeyde geliştirmesi boşuna değildir. Günümüz ulus ötesi toplum
ihtiyacı bu yönlü dayanışma örgütlenmesini vazgeçilmez kılmaktadır.
Ortadoğu somutunda devletlerin
konfederalizmiyle sivil toplumun
demokratik konfederalizmi eş düzeyde önemli ve gerekli olup, paralel
ve tamamlayıcı yönde geliştirilmek,
bu yönlü sorunları böylece çözmek
durumundadır.
5
KCK açısından başka boyutlardan
da bahsetmek mümkündür. Ancak olası
pratikler, gelişmeler açısından bu boyutlar yeterince aydınlatıcı ve öneri
sunucudur. Şüphesiz her boyut ve
başka alanlar için anayasal, yasal sorunlar ve birçok yönetmelik sorunu
var olup çözümü gerekecektir. Bu
yönde devletin güvenlik birimleriyle
yoğun diyaloglar gerekli olup, ortak
çözümlere katkıda bulunacaktır. Hükümet ve TBMM düzeyindeki çalışmalar çözümde kilit rol oynayacaktır.
Ayrıca sadece devlet kurumları düzeyindeki diyalog ve ortak çabalar yeterli
olmayacaktır. Yine hükümetin ve
TBMM’nin çabaları da tek başına yeterli değildir. Sivil toplumun ve bunun
bir parçası olarak muhalefet partilerinin
de önemli rolleri olacaktır. Özellikle
kamuoyu çalışmaları şarttır. Basın ve
yayın kuruluşları bunda hayati rol oynayacaktır. Üniversiteler ve akademi
dünyasının katkıları küçümsenemez.
Başta ABD ve AB olmak üzere çözümün birçok boyutunda neredeyse taraf
konumunda olan bu güçler ve katkı
sunabilecek diğer deneyim sahibi uluslararası güçlerin de çözümde katkıları
beklenebilir.
Türkiye’nin demokratik açılımı ve
Kürt sorununun çözüm modeline ilişkin
bu değerlendirmeler, taslak düşünceler
ve öneriler olarak anlaşılmalıdır. İlgili
tüm tarafların düşünce ve öneri geliştirmeleri için üzerime düşen sorumluluğun gereği olarak tarafımdan bu
taslak sunulmaktadır. Tartışmalar ve
öneriler geliştikçe daha farklı katkılarımız elbette söz konusu olabilecektir.
Geriye nereden ve nasıl başlamalı
biçiminde pratikte yapılacak, uygulanacak bir eylem programına veya planına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu yönlü
plan önerimi bundan sonraki kısımda
sunmaktayım.
***
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
P
O
L
İ
T
İ
K
DEVRİMCİ HALK SAVAŞINI GELİŞTİRELİM,
ÖNDER APO’YU ÖZGÜRLEŞTİRELİM!
Deniz RONİ
“Gün tüm bireysel kaygı,
korku ve çekincelerimizi
bir yana bırakıp
mücadeleye yüklenme
günüdür. Gün devrimci
halk savaşına güçlü bir
biçimde hazırlanma,
Önder Apo’nun
özgürlüğünü sağlama
günüdür. Devrim
sloganlarının tüm
Kürdistan’da yankılandığı
bu süreçte bu slogana ses
verme, güç katma
zamanıdır. Başka yarın
yoktur! Olanı da biz
yaşamayacağız”
Tebax 2011
Genelde Ortadoğu, özelde Kürdistan
merkezli siyasal gelişmeler çok hızlı bir
değişim seyri içerisindedir. Tüm politik
dengelerin sarsıldığı, ciddi alt–üst oluşların
yaşandığı ülke ve bölge gerçekliğinde
doğru bir tutum ve duruş belirlemek yaşamsal bir önem taşımaktadır. Bu durum
Kürdistan devriminin öncü gücü olan
Apocu gençlik açısından çok daha fazla
geçerli ve gereklidir. Mevcut siyasal gelişmeler Önder Apo’nun ‘kaos aralığı’
tanımını ve tespitini doğrular niteliktedir.
Tüm siyasal eğilimler akacakları mecrada
yol almakta, baskın gelmenin ve bu ‘aralık’ tan güçlü çıkmanın kavgasını vermektedirler. Böylesi bir siyasal atmosferde
Apocu gençlik hareketinin kendisini
doğru temelde hazırlaması, araç ve yöntemlerini güçlü bir çıkış ve zafer temelinde
belirlemesi Kürdistan devriminin rengini
belirlemek açısından stratejik bir öneme
sahiptir.
Kürdistan merkezli başlayan Ortadoğu
halk devrimleri yerleşik statükocu yapılar
üzerinde ciddi bir basınç oluşturmuş durumdadır. Ne kadar perspektif ve öncülük
konusunda sıkıntı yaşansa da açığa çıkan
halk hareketleri Ortadoğu’da hiçbir şeyin
eskisi gibi devam etmeyeceğinin görülmesi açısından tarihsel önemdedir. Artık
küresel sermaye güçlerinin halklara biçtiği
kalıplar dar gelmektedir, bohça yama
tutmamaktadır. Kürdistan merkezli devrim
dalgası statükocu-diktatöryal rejimler
açısından bir kabusa dönüşmüştür. Uluslararası sermaye açısından en fazla korkulan demokratik sosyalizm eksenli yü6
rütülen Kürdistan özgürlük mücadelesinin
dalgalar halinde Ortadoğu’da yaygınlaşması bölgeyi etkisi altına almasıdır.
Bu olasılık, yerel, bölgesel ve uluslararası
hegemonik güçlerin tüm hesaplarını altüst eden sonuçlar açığa çıkarma potansiyeline sahiptir. Dikkat edilirse bu yüzden
çapı ve gücü ne olursa olsun tüm statükocu-hegemonik güçler ortak bir cephe
halinde Kürdistan özgürlük hareketinin
tasfiyesi için hareket etmektedirler. Tüm
uç görünen, bir birine karşıt gibi görünen(
İsrail, İran, Suriye, Irak, ABD, AB, TC,
vb.) güçler PKK’nin tasfiyesi söz konusu
olunca tereddüt duymadan ortaklaşabilmektedir. Amaç, bu insanlık hareketini
güçsüz bırakmak, marjinalize etmek ve
boğmaktır. Bugün Ortadoğu da açığa
çıkan yeni süreç yoğun ilişki, çelişki ve
çatışmaları içerisinde barındırmaktadır.
Daha önce Önder Apo’nun tespit ettiği
Ortadoğu’da üç eğilimin varlığı, bunların
ciddi bir mücadele içerisinde olduğunu
bu gün daha çıplak bir biçimde görmekteyiz. Katı ulus devletçi eğilimin mevcut
konumunu nispi reformlarla devam ettirmeleri olası bir durumdur. Zaten birçok
devlet reform sözü vererek toplumsal
tepkilerin önünü alma arayışı içerisine
girmişlerdir. Fakat köklü ve radikal olmayan bu makyaj politikasının ne düzeyde toplumsal karşılık bulacağı tartışmalık bir husustur. Bunun yanında küresel
sermaye güçlerini bu süreci kendi lehine
çevirmesi ve halkların özgürlük arayışlarını ve mücadelelerini manipüle etmeleri
çıkarları ekseninde kendilerine yedek-
STÊRKA CİWAN
lemeleri kapitalist modernist sistemin
fırsatçı karakterini bir kez daha gözler
önüne sermektedir. Halkların özgürlük
arayışını ve bu mücadelelerin açığa çıkardığı zemini, kendi yarattığı ulus
devlet yapılarıyla, bu katı ulus devlet
yapılanmaları şahsında Ortadoğu’nun
küresel sermaye güçlerinin rahatça sürebilecekleri tarlaları haline dönüştürmenin fırsatı olarak görülmektedir. Bu
yüzden halkların ne istediği, özlemlerini
ve umutlarının ne olduğu bu güçler
için bir dert değildir. Amaç bu güçler
açısından; daha çok kâr, daha çok sermaye daha çok pazar olmaktadır. Diğer
eğilim ise yukarıda da kısaca değindiğimiz PKK şahsında ortaya çıkan, büyüyen, gelişen ve yayılan halkların özgürlük eğilimidir. Bu her üç eğilim
arasındaki çatışma ve mücadele çetin,
zorlu bir mücadeledir. Her eğilim bu
süreci kendi lehine çevirme çabası ve
arayışı içerisindedir. Dolayısıyla bu
kavganın her zamankinden daha örgütlü,
daha kararlı ve daha güçlü yürütülmesi
sonucun zaferle sonuçlanmasının en
temel formülasyonudur.
PKK nin tasfiyesi konusunda
yek vücut olmuş bir yapıdan
söz edebiliriz
İçerisinden geçmekte olduğumuz bu
sıcak süreçte en önemli alanlar Kuzey
Kürdistan ve Türkiye alanlarıdır. Bu
önem sadece Türk devletinin faşist,
sömürgeci, işgalci karakterinden ileri
gelmemektedir. AKP iktidarı, Kürdistan
özgürlük hareketinin tasfiyesi ihalesini
uluslararası güçlerden almıştır. On yılı
aşkın süredir iktidarını sürdürmesi bununla alakalı bir durumdur. Küresel
sermaye güçleri AKP eliyle Özgürlük
hareketini tasfiye edip yine bu güç
üzerinden ılımlı islam politikasıyla Ortadoğu üzerindeki hesaplarını rahat bir
şekilde hayata geçirmeyi amaçlamaktadır. Ilımlı islam politikalarının Orta-
doğu’da hakim kılınmasının temel stratejik yaklaşımı ‘iç ve dış siyasette sıfır
sorun’ espirisiyle tanımlanmaktadır.
Fakat bu konseptin önündeki en temel
engel Kürdistan özgürlük hareketi olmaktadır. Kürt sorunu gibi çetrefilli
bir sorunu çözemeyen, hatta uyguladığı
klasik yöntem ve araçlarla bu sorunun
kangrenleşmesine neden olan bir Türkiye Ortadoğu gibi bir coğrafyada
model ülke olamaz. Dolayısıyla küresel
sermayenin çıkarlarına hizmet edemez.
AKP’nin önünde böylesi bir görev bulunmaktadır; PKK’yi tasfiye etmek,
Kürtlere de bireysel haklar çerçevesinde
göstermelik kimi haklar tanıyarak bu
sorunun üzerini örtmek. AKP’nin on
yıla yakın bir süredir yaşama geçirmeye,
sonuç almaya çalıştığı konsept budur.
Devletin tüm kurum ve imkanlarının
bu konsepte hizmet için yeniden dizayn
edildiği geçen on yıllık siyasal geçmişe
bakılırsa görülecektir. Yargısından siyaset kurumuna, askeri-sivil bürokrasisinden ordusuna tüm kurum, imkan
ve mekanizmalarıyla AKP iktidarının
bu eksende devleti dizaynı, örgütlemesi
söz konusudur. Bunun önünde engel
olan tüm mekanizmalar tasfiye edilmiş,
kalanlar sindirilmiş ve hepsi bu çizgiye
7
çekilmiştir. Bu gün itibari ile PKK’nin
tasfiyesi konusunda yek vücut olmuş
bir yapıdan söz edebiliriz. Siyasal alanda, işbirlikçi eğilimi Kürtler içerisinde
geliştirmeye, örgütlemeye çalışan,
bunlara her türden ekonomik imkanları
sunan, bunu yanında siyasal tasfiye
operasyonlarıyla özgürlük hareketinin
legal alandaki kadrolarının büyük çoğunluğunu tutsak almıştır. Bununla boşalttığı bu alanı denetimine almayı,
yönlendirmeyi ve kendi sahte, işbirlikçi
Kürt siyasetine yedeklemeyi amaçlamıştır. 2009 yerel yönetim seçimleriyle
başlayıp 2010 anayasa referandumuyla
devam eden ve son olarak 12 Haziran
milletvekili seçimleriyle, tasfiye siyasetine büyük bir darbe vuran onurlu
halkımız aynı zamanda özgürlük mücadelemizin meşruiyetini de güçlendirmiştir. Tersi bir sonuç, yani sömürgeci
siyasetin bu süreçlerden galip çıkması
halinde kürdün üzerinde her türden
katliam meşruluk kazanacaktı. AKP’nin
tüm çabası, uğraşı bu meşruiyeti kazanmaktı. Faşist sömürgeciliğin hesapları Kürdistan’dan geri dönmüştür.
Kürt halkı onursuzlaştırma, kimliksizleştirme, kültürsüzleştirme siyasetine
artık pabuç bırakmayacağını çok net
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
ve güçlü bir biçimde göstermiştir. Çözüm adına tüm oyalama, tasfiye zamana
yayma politikaları artık Kürt halkının
sabrını zorlayan bir noktaya gelmiştir.
Kürdistan’da sömürge politikaları meşruiyetini tamamen yitirmiştir. Geçerliliği
ise ciddi oranda zayıflamıştır. Kısa bir
süre önce Demokratik Özerklik’in
kuzey Kürdistan’da ilanı, Kürt halkının
artık sömürgeci güçlerden hiçbir beklentisinin kalmadığını net bir biçimde
ifade etmektedir.
tirebileceğini çok iyi biliyor ve bu
konuda iknadır. Devlet cephesinden
değişen hiçbir şey yoktur. Zihniyet
aynı zihniyet, anlayış aynı anlayıştır;
tasfiye derinleştirilmek, imha yaygınlaştırılmak istenmektedir. Bunu
nerede, ne zaman, hangi araç ve yöntemlerle yapacağı işin teknik boyutudur. Dolayısıyla bu gerçeklik üzerinden kendimizi içinden geçmekte
olduğumuz sürece hazırlamamız gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz
dördüncü stratejik mücadele dönemi-
Devrimci halk savaşı, topyekün
mücadele sürecidir
Bu aşamada Apocu gençlik hareketinin oynayacağı rol yaşamsal önemdedir. Kürdistan gençliğinin şu konuda
net olması ve kafasında hiçbir tereddüdün kalmaması olmaması gerekiyor; düşman bizi tasfiye etme konusunda
oldukça nettir, çünkü bunu başarabildiği oranda kendi
varlığını devam et-
Tebax 2011
8
nin mücadele biçimi olan devrimci
halk savaşına hazırlanma bu sürece
öncülük yapma gibi bir misyonla, tarihsel sorumlulukla karşı karşıya bulunmaktayız.
Özellikle bu dönemde kadro boyutunda yaşanan veya açığa çıkan
çarpık anlayış ve yaklaşımlar hızla
aşılmalıdır. Her hangi bir örgüt gündemi ve mücadele kaygısı olmamasından kaynaklı bir biriyle uğraşan,
didişen, bir birini çekiştiren, dedikodu
yapmaya varan pratikler ve yaklaşımlar
bu hareketin kadrolarının veya çalışanlarının yaklaşımları olamaz.
Önümüzde dağ gibi iş dururken suni gündemler
yaratma ve hem kendini
hem de örgütü bu suni
gündemlere mahkum
etme en hafif biçimde
bozgunculuk olarak tanımlanabilir. Devrimci
halk savaşı, topyekün mücadele sürecidir. Yani kimsenin bu sürecin dışında
kalmayacağı bir örgütlülükle
sürece dahil olmayı gerektirir, bu
da Kürdistan gençliğinin bulunduğumuz tüm alanlarda örgütleme sorumluluğunu doğurmaktadır. Kürdistan
gençliği bu tabloda kendisini görmemektedir. Kendisini bu gerçeklik ve
ihtiyaçların giderilmesinde, yapılması
gerekenlerin yapılmasında sorumlu
görmemektedir. Devrimin gerekliliklerinin merkezine oturtamamaktadır
kendisini. Sorumluluktan kaçan, başkasına havale eden ucuz yaklaşımlar
gelişebilmektedir. Yapılması gerekenleri, görev ve sorumluluk olarak önümüzde duran çalışmaları uzaydan birileri gelip yapmayacaktır. Bu bizim
görevimiz ve sorumlu kılındığımız
çalışmalardır. Zaten düşman örgütlülüğümüzü dağıtmak için elinden geleni
yapmaktadır. Binlerce genci tutsak
almakta, en ufak bir hareketlenmeye
STÊRKA CİWAN
pervasızca yönelmektedir. Dikkat edilirse Kuzey Kürdistan ve Türkiye sahasında yapılan binlerce tutuklama
içerisinde sistematik bir biçimde sadece gençlik örgütü hedef haline getirilmiş ve bu temelde yönelinmiştir.
Bunca saldırı ve yönelim varken kendimizle uğraşmak kesinlikle olmaması
gereken ve derhal aşılması gereken
yaklaşımlardır. Tek gündemimiz her
Kürt gencini örgütlemek, örgütsel zemin ve mekanizmalara katmak, devrimci halk savaşının hazırlığını tüm
alanlara taşırmak olmalıdır.
PKK, Kürt halkının son özgürlük
umudu, son şansıdır
Öz savunma bilincini tüm gençlik
kitleleri içerisinde yaymak gerekmektedir. En ufak yerel birimlerden en
geniş alanlara kadar birim çalışmalarını
örgütleyebilmeliyiz. Bu Kürdistan
genç-liğinin temel görevidir. Asimilasyon politikalarının, uyuşturucunun
yaygınlaştırılmasında, ajanlığın örgütlendirilmesinde, fuhuşun yaygınlaştırılmasında dikkat edilirse temel hedef
gençliktir. Amaç Kürdistan gençliğinin
özgürlük mücadelesinden uzaklaştırılması hatta özgürlük mücadelesine
ve halkına karşı bir silaha dönüştürülmesidir. Bu yüzden öz savunma
konusunda en fazla hassas olması gereken güç gençlik olmalıdır. Başkalarının gelip bizleri savunmasını beklemeyelim, bu yanlıştır. Kendi savunma
yöntem ve araçlarımızı kendimiz yaratalım. Bu tür özel savaş politikalarının
örgütleyen, uygulayan kişi ve kurumlara kesinlikle yaşam hakkı tanımayalım. Tersi, kendi celladının pratiklerine göz yummak, onaylamak olur.
Yine serhildan alanının örgütlendirilmesi devrimci halk savaşının pratikleşmesi açısından önemlidir. Bu konuda
büyük deneyimler vardır. Kürdistan
gençliği zaten bu alanda aktiftir. Fakat
bu dönemi geçmiş dönemlerden ayıran
temel husus serhıdanlarda sürekliliğin
yaratılmasıdır. Serhıldanların örgütleyici, yürütücü gücü olan gençlik bu
konuda da görev ve sorumluluk sahibidir. Serhıldan alanında sürekliliği
yaratmak yukarıda da söz ettiğimiz
gibi örgütlülüğü her alanda geliştirmek,
yaymakla mümkün olabilir. Devrimci
halk savaşının diğer önemli ayağı gerillanın sürece daha aktif ve etkili katılımıdır. Bu konuda Kürdistan gençliğinin üzerine düşen gerillanın nicel
olarak büyütülmesi, gerillaya katılımların arttırılmasıdır. Düşman gerillaya
katılımları engellemeyi stratejik bir
konu olarak ele almaktadır. Her gerillaya katılan genç, düşmanın Özgürlük
hareketini marjinalize etme, halktan
koparma, yalnızlaştırma ve boğma siyasetinin boşa çıkması anlamına gelmektedir. Düşmanın uyguladığı tüm
özel savaş yöntemlerinin, kriminalize
etme politikalarının amacı Kürdistan
gençliğinin gerillaya katılımını engellemek, ilgisini ve sempatisini ortadan
kaldırmaktır. Biraz onur ve haysiyet
sahibi her Kürt genci gerillaya katılmayı, yerine getirilmesi gereken bir
görev ve sorumluluk olarak görmelidir.
Hiçbir genç kendisini bu insanlık ha9
reketinin dışında görmemeli, ilgisiz
kalmamalıdır. Yedisinden yetmişine
herkesin devrim yürüyüşünde yerini
aldığı bir süreçte Kürdistan gençliği
başını kuma gömemez. Tarihe lanetli
bir kuşak olarak geçmek istemiyorsa
bu yürüyüşün en ön saflarında yani
gerilla saflarında yerini almalıdır. Şunu
unutmamak gerekiyor; PKK, Kürt halkının son özgürlük umudu, son şansıdır.
Özgür bir yaşam dışında herhangi bir
seçeneğimiz yoktur, olmamalıdır.
Hem bizler açısından hem de düşman
cephesinden sözün bitti yerdeyiz. Gün
seferberlik ruhuyla özgürlük mücadelesini sahiplenme, yükselme ve güç
katma günüdür. Gün tüm bireysel
kaygı, korku ve çekincelerimizi bir
yana bırakıp mücadeleye yükseltme
günüdür. Gün devrimci halk savaşına
güçlü bir biçimde hazırlanma, Önder
Apo’nun özgürlüğünü sağlama günüdür. Devrim sloganlarının tüm Kürdistan’da yankılandığı bu süreçte bu
slogana ses verme, güç katma zamanıdır. Başka yarın yoktur! Olanı da
biz yaşamayacağız! Bu temelde tüm
Kürdistan gençliği mücadele cephesinde
en önde yerini almalıdır.
***
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
G
Ü
N
C
E
L
KÜRT GENÇLİĞİ YENİ DÖNEMİN MÜCADELESİNİ
DİRENİŞ RUHU İLE SAHİPLENECEKTİR
Armanç SARYA
“Dağlardaki Kürt
gençlerine karşı
dünyanın en gelişmiş
tekniğini kullanarak
aralıksız imha savaşları
yürütülmekte, Kürdistan
dağları yirmi dört saat
bombardıman altında
tutulmakta, henüz on
dokuz yaşındaki gencecik
gerilla bedenleri cansız bir
şekilde doğduğu şehre,
köye gönderilmektedir”
Tebax 2011
Kürdistan özgürlük tarihi açısından
önemli bir dönemeçteyiz. Mücadelemizin
geldiği aşama devrimci halk savaşı ile
zirveleşen bir seyir izliyor. Otuz yıldan
uzun süredir verilen özgürlük savaşında
hareketimiz mücadelenin karakteri ile
de bağlantılı sürekli zorlu ve hassas süreçlerden geçerek bu günkü duruma
gelmiştir. PKK hareketi açısından her
dönem olağanüstü süreçler şeklinde yaşanmıştır. Bu hareketimizin bir karakteridir. Gerilla kendini her zaman olağan
üstü süreçlere hazırlayarak mücadele
yürütmeyi, bunun savaşını vermeyi bir
görev, sorumluluk olarak bilmiş, en
zorlu süreçlerin ağır bedelleri olsa da
başarıyla üstesinden gelmeyi bilmiştir.
Elbette ki bu başarının bir ortağı da fedakâr ve ülkesine ölümüne bağlı Kürt
halkıdır. Kürt halkı kadınıyla, erkeğiyle,
genci ve yaşlısıyla her zaman kendi evlatlarının yanında, özgürlük hareketini
sahiplenen bir yürüyüş içinde olmuştur.
Bu mücadelenin kendi varlık yokluk
savaşı olduğunu bilerek, bu gerçekliği
özümseyerek, bu halkın savaşçılarına
duyduğu güveni her zaman göstermiştir.
Her koşul ve şartta PKK’nin yanında
olduğunu tüm dünya bilmektedir artık.
Bütün bu değerlerin, emeğin, başarının
yaratıcısı olan Önder Apo özgürlükle
sonuçlanacak olan bu zafer yürüyüşünün
düzeyini her dönem daha fazla yükselterek, mücadele zeminin daha güçlü bir
yapıya kavuşması için insanüstü bir
çaba sarf etmektedir.
Şu bilinen bir gerçektir, devrim süreçleri çok sancılı, çekişmeli ama bir o
10
kadar da özgürlüğe, yeniliğe açık süreçlerdir. Her devrimin kendisi için dönüm noktası olarak, kendisi açısından
bazı gerçeklerin netleşmesi olarak tahlil
ettiği süreçler vardır. Bu devrimin
doğası gereğidir. İşte bu süreçlerde verilen mücadelenin temposu, düzeyi,
emeği o devrimin iki yönlü seyir etmesine neden olabilir. Birinci olarak
güçlü verilen bir mücadele sonucu halkların zaferi yaşanacaktır. Halkların
baharı olarak tanımlanacak bir süreç
başlayarak, özgür topraklara olan özlem
sona erecektir. Bununla birlikte genç
yaşta hayata gözünü yuman şehitlere
layık olunacak, dökülen gözyaşları duracaktır. Ancak tersi bir durum söz konusu da olabilir, yine binyıllarca hüküm
süren egemenler tarihine geri dönülerek
baskı ve zulüm her yerde daha da acımasızca, sanki öç alır gibi terör estirebilir. İşte bu durumu etkileyecek olan
bir devrimdeki mücadele dinamikleri,
yani devrimin öncü güçleridir.
Gençlik ve Kadın Devrimin
Öncü Gücüdür
Kürt halkının öncü güçleri de elbette
ki gençler ve kadınlar olmaktadır. Alanlara baktığımızda, Kürt halkının en güçlü
serhildan süreçlerinde başı çeken, her
türlü saldırıya cevap veren, kendini zorluklara siper eden Kürt gençliği ve kadınları olmaktadır. Önderliğimiz de her
durumda bu gerçekliğe dikkat çekerek,
bu kesimlere düşen görev ve sorumlulukları ortaya koymakta, devrimi yapacakların bu her iki kesim olduğunu yıl-
STÊRKA CİWAN
lardır vurgulamaktadır. Özellikle yine
bu konuda gençliğin rol ve misyonuna
dikkat çekerek, gençliğin dinamizmini
daha güçlü kullanması gerektiğini, özel
savaş oyunlarına gelmeyerek, özgürlük
için en güçlü mücadele zeminlerinde
kendini daha fazla örgütlü hale getirmesi
gerektiğini her zaman vurgulamıştır.
Bu anlamda gençlik kitlesi kendi üzerine düşen sorumlulukları yerine getirme noktasında içinde bulunduğumuz
dönemin ruhuna, karakterine, coşkusuna
göre daha aktif olmalı, her anlamda
kendini örgütleyerek, bütün yönelimlere
cevap olabilme noktasında yetersiz
kalan yönlere açık kapı bırakmamalıdır.
Şu iyi bilinen bir gerçekliktir ki PKK
bir gençlik hareketidir aynı zamanda.
Bu işe başlayanlar genç insanlardır.
Toplumun taze kanları bu işe başlama
cesareti ve sorumluluğunu göstermiştir.
Yaşanılan toplumsal düzenin bir kader
olmadığını, normal sayılamayacağını
fark ederek, bu realiteye başkaldırmış,
ona karşı savaş açmışlardır.
Zaten birçok devrim gerçekliğini
incelediğimizde en aktif kesimin gençlik
olduğunu rahatlıkla
görürüz. Bu
genç ol-
manın doğasında vardır. Çünkü gençlik,
sisteme en az bulaşmış, yeniliğe en
çok açık olan, ufku en geniş, dinamik,
hızlı, fırtınalar estirebilen, bu özelliklerinden kaynaklı da aynı zamanda
sistemin üzerinde en çok hesap yaptığı,
plan kurduğu, sistem içileştirmek için
en çok yöneldiği, ideolojik bombardımana tuttuğu kesimlerden biridir. Bir
yönüyle bu konuda da başarılı da olmaktadır. O yüzden insanları daha küçük yaşta kendi denetimine almak için
her türlü yolu mubah görmektedir.
Gençlerin dünyası sistem
tarafından kuşatma altındadır
Kapitalist modernite sisteminde ise
bu marjinalleştirme politikaları, en
acımasız şekilde insanların ruhunu
sömürme faaliyetleri haline getirilmiştir.
Gençlerin dünyası sistem tarafından
bir kuşatma altındadır, gençler sanal
bir hayata çekilerek, özünden uzaklaştırılmaktadır. İşte bu uygulama-
11
ların en vahşiceleri bu gün Kürdistan’da
yapılmaktadır. Kürt gençliği her açıdan
bitirilmek istenmektedir. Hem fiziki,
hem kültürel, hem siyasi anlamda soykırımdan geçirilmek istenen Kürt halk
gerçekliğinde buna en çok hedef olan
kesim de Kürt gençliğidir. Sistem Kürt
gençlerini kendi içinde eritmek için
akıl almaz politikalar uygulayabilmektedir. Dağlardaki Kürt gençlerine
karşı dünyanın en gelişmiş tekniğini
kullanarak aralıksız imha savaşları
yürütmekte, Kürdistan dağları yirmi
dört saat bombardıman altında tutulmakta, henüz on dokuz yaşındaki gencecik gerilla bedenleri cansız bir şekilde
doğduğu şehre, köye gönderilmektedir.
Anaların gözyaşları birbirine karışmaktadır. Her gün insanın yüreğini
sızlatan dayak sahneleri ile karşı karşıya
kalmaktayız. Bu sistem terörle mücadele kanunları ve güvenlik adı altında
Kürt çocuklarının kolları, kafaları kırılmakta, yıllarca hapislerde yatmalarına göz yumulmaktadır. Bu
öyle bir zihniyettir ki
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
Genç olmak bir şeye
bağımlı olmamaktır,
kendi ayakları üzerinde
durabilmektir. İrade
göstermektir.
dağa çıkacağına fuhuş yapsın diyebilmektedir. Bu kadar gözü dönmüş
bir terör sistemidir. Katliam zihniyetidir,
karşısındaki hiçbir şeye insafı yoktur
bu zihniyetin.
Biz direnişi bir yaşam tarzı olarak
benimsemiş bir kültürün
mirasından geliyoruz
Bu zalim uygulamalar bu gün Kürdistan sokaklarını da bir savaş arenasına
çevirmiştir. Buna karşı Kürt çocukları,
gençleri ellerinde, taşlarla, sopalarla
bu savaş arenalarında boy göstermekte,
kendi öz savunmalarını yapmaya çalışmaktadır. Gever sokaklarında, gençlerin ellerindeki “KCK Asayiş” yazılı
kalkanlar buna güzel bir örnek olmaktadır. Elbette karşımızdaki özel
savaş politikaları sadece fiziki şiddetle
sınırlı kalmamaktadır. Şiddetin her
yönlüsüne başvurulmaktadır. Halkımızın değerlerine el atılmaya çalışılmaktadır ve bunda da en önde hedef
seçilen kesimlerden biri de Kürt gençleridir tabi ki. Kürdistan 3S politikaları,
bio-iktidar, ajanlaştırma politikaları
Tebax 2011
en çok gençler üzerinden uygulanmaktadır. Peki neden? Çünkü Kürt
gençliği bu devrimi başlatan ve yürüten
güçtür. Potansiyeli yüksek, özgürlüğe
olan inancı kuvvetli, bu uğurda ölümü
bile göze alabilecek bir cesarete sahiptir.
Genç olmanın özünü açığa çıkarmıştır.
PKK bu işe en değerli, yurtsever,
emekçi, fedakâr, düşünsel zenginliğe
sahip, cesur gençlerle başlamıştır. Bu
gün de PKK hâlâ bu gençliğini korumaktadır. Önderliğimizin perspektifleri
ile her zaman yeniye açıktır, değişim
ve dönüşümü esas alan, kendini cesurca, açık bir şekilde eleştiren, kararlı
bir şekilde özeleştirisini veren, mücadele etmede ısrarlı bir yapıya sahip
hareket olmaktadır. Şu ana kadar ne
Ortadoğu’da, ne de dünyada hiçbir
devrimde böylesi çok yönlü devrim
gerçekleştiren bir hareket olmamıştır.
Bu gücü PKK ortaya koyabilmiş, çok
geniş, her kesime hitap eden bir mücadelenin yaratıcısı olmuştur. Bunu
yaptıran dinamiklerden biri de onun
gençlik özüdür. Çünkü genç olmak
aynı zamanda verili sisteme her zaman
alternatif olmak anlamına da gelir.
12
Zafer Devrimci Halk
Savaşıyla ve Gençlik
Öncülüğünde
Gerçekleşecektir
PKK tarihi her zaman direnişlerle dolu
bir tarih olmaktadır. 14
Temmuz, 15 Ağustos,
1 Haziran direniş tarihlerine birer örnek olmaktadır. İçinde bulunduğumuz süreç de,
mirasını bu tarihi gerçeklikten almaktadır.
Devrimci halk savaşının gündemimizde olduğu, aslında yürürlükte olduğu bu süreçte Kürt gençleri rolünü
belirli ölçülerde oynamaktadır. Ama
bunun daha fazlası da olabilmelidir.
Çünkü şu anda karşımızda topyekûn
bir saldırı var. AKP’nin özel savaş
kurumları her şeyi hedef haline getirerek yeni saldırı planları ile yöneliyorlar. Kürdistan toprakları büyük bir
işgal altında tutuluyor. Dağlardan başlayan savaş dalgası şehirlerde yürütülüyor. Çocuk, kadın, yaşlı denmeden
her Kürt hedef alınıyor. Kürtlere karşı
linç uygulamaları yapılıyor. Kürt halkının resmi temsilcileri, bütün kamu
oyunun gözleri önünde yok sayılıyor,
zindanlarda çürütülmeye çalışılıyor.
Kürt halkına hiçbir demokratik mücadele zemini bırakılmıyor. Sahte açılım politikalarının savaş açılımı olduğu
çok iyi anlaşılmış durumda. Bu anlamda bizim için ölüm kalım anlamına
gelen bu topyekûn saldırılara karşı
topyekûn bir direniş ile cevap olmalıyız. Bu konuda Önderliğimiz bu gidişata da dikkat çekerek uyarılar da
bulunmaktadır. Her kesim için mü-
STÊRKA CİWAN
cadele sorumluluklarının yerine getirilmesi konusunda perspektiflerini ortaya koymaktadır. Herkesi mücadelenin görevlerini yerine getirmeye çağırmaktadır. Bunun en başında gelenlerden bir tanesi de Kürt gençleri
olmaktadır. Kürt gençleri devrimci
halk savaşının yürütücü güçlerindendir.
Dağda, ovada, şehirde, metropollerde
bu sorumluluğu en çok üstlenmesi
gereken kesimdir. Bu anlamda kendi
görev ve sorumluluklarına anlam verememezlik gibi bir lüksü yoktur. Bu
herkes için geçerli bir durumdur. Ama
en fazla gençler için geçerlidir. Kürt
toplumu içinde öz savunmayı geliştirecek olan, her türlü saldırıya karşı
koyacak olan, Kürt halkının değerlerine el uzatanların önünü alacak olan
Kürt gençliğidir. Günün
yirmi dört saati, ayakta,
her zaman her şeye hazır
bir halde olmalıdır. Çünkü
bu süreç bizden bunu istemektedir. Bu süreç bir
varlık, yokluk sürecidir.
Önderlik bunun için varlığını koruma, özgürlüğünü kazanma süreci olarak dönemin karakterini
belirleyerek, dördüncü
stratejik süreci başlatmış
ve bu aşamaya kadar getirmiştir. Önderliğin barışa
dönük bütün çabalarına
ise AKP hükümeti çözümsüzlük politikalar ile cevap
vermiştir. Bu bakımdan
artık bu sürecin daha fazla
uzatılacak, sürüncemeye alınacak bir
tarafı yoktur. Seçimler sonrası ortam
daha fazla netleşmiştir. Netleşen bu
ortamın görevleri de daha net olmaktadır. Hareketimiz açısından zaten görev ve sorumluluklar bellidir. Bu açıdan gençlik de kendi üzerine düşen
rolü oynamak durumundadır. 15 Ağustos’a yaklaştığımız bu günlerde her
şeye hazır olmalıyız. Biz direnişi bir
yaşam tarzı olarak benimsemiş bir
kültürün mirasından geliyoruz. Bu
öyle bir direniş çizgisi ki gözünü
kırpmadan ölüme giden ama yine de
kendini ülkesine ve halkına borçlu
gören bir düşünceden geliyor. Özgürlük felsefesinin yüreklerde en derinden hissedilen yanı oluyor, özgürlüğe kilitlenmenin adı oluyor.
PKK bu mücadeleye genç
başlamıştır ve zafere de genç
bir şekilde ulaşacaktır
Sistemin insana verdiği bütün kirlerden arınmak oluyor. Kendinde
insan özünü bütün güzellikleri ile
yeniden inşa etmek oluyor. İşte bizim
mücadelemiz bununun somutlaşmış
bir ifadesidir. Elbette ki bedelleri ağır
bir mücadeledir bu. Bu gün Kürdistan’da en çok omuzda tabutta taşınan,
cenaze töreni yapılan gençlerdir, bu
halkın yarınlarıdır. Çünkü karşımızdaki düşman bize nefes alma hakkı
bile tanımıyor. O yüzden bizim yapabileceğimiz tek şey kendi insanlı13
ğımızı, ülkemizi, onurumuzu, özgürlüğümüzü, yarınlarımızı yaratmak
için amansız bir mücadele vermek.
Her şeyimizi hesapsızca ortaya koymaktır. Ve elbette ki bunun öncülüğünü genç insanlar yapacaktır. Bu
yükü gençler omuzlayacaktır. Kürt
gençliği kendisini mücadelenin en
görkemli alanlarına hazırlamalı, Kürdistan dağlarında özgürlük savaşı
vermek için yüzünü dağlara çevirmelidir. Kürt gençliği için en onurlu
yaşam makanı Kürdistan dağlarıdır.
Bu sistemin Kürt gençlerine verecek
hiçbir şeyi yoktur. Yalanlarla dolu
bir dünyadan başka bir şey veremez.
Özgürlük gerillasının Kürdistan dağlarındaki onurlu ve direniş kültürüyle
yoğrulmuş yaşam Kürt gençliğini bu
kör kuyudan kurtaracak tek yoldur.
Kürt gençliği ancak bu şekilde verilen
mücadeleyi başaarıya taşıyacaktır.
Özgürlüğe ve başarıya daha fazla kilitlenecektir. PKK bu mücadeleye
genç başlamıştır ve zafere de genç
bir şekilde ulaşacaktır.
***
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
M
Ü
C
A
D
E
L
E
DEVRİMCİ HALK SAVAŞINDA
GERİLLA VE SERHİLDANIN ROLÜ
Ezgi DEMİR
“15 Ağustos atılımı
Kürt insanına
direnmenin
kutsallığını, her şeye
rağmen ve her türlü
zorluğa ve zorbalığa
rağmen insanlık adına
direnmenin imkân
dâhilinde olduğunu
göstermiştir”
Tebax 2011
Tarihi 15 Ağustos Atılımının 28.
yılına giriyoruz. Yirmi sekiz yıldır
Kürt halkı büyük bir direniş içinde
bilinçleniyor, örgütleniyor, irade oluyor
ve kendi demokratik konfederalizm
sistemini kurma temelinde özgürlüğünü elde etmeye daha da yakın hale
geliyor. Kürt halkı, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan kadim halklardan
biri olmanın gereği olarak, bu coğrafyada insanlığa beşiklik eden tarım-köy devriminin yarattığı değerlere
sahip çıkarken, bununla birlikte insanlık tarihinde var olan ve esas olarak
özgürlük, eşitlik, demokrasi ve birlikte
yaşama amacıyla geliştirilen tüm mücadele değerlerini bu yirmi sekiz yıldır
hem sahipleniyor, koruyor ve hem de
bu değerlere yenilerini ekliyor.
Böylesi tarihsel temellere dayalı
bir mücadelenin elbette ki çok büyük
bir bilinç, inanç, irade ve örgütlülük
gerektireceği açıktır. Çünkü bir yandan
insanlık için bu kadar değer yaratımı
yaşanmışken, diğer yandan da bu değerleri gasp etmek, halkları ve toplulukları baskı altına almak, köleleştirmek, egemenlik altına almak, iradesizleştirmek, asimilasyon ve soykırımdan geçirmek amacıyla büyük bir
karşı saldırı da her zaman var olmuştur.
Bugün bu saldırının en açık bir biçimde sürdürüldüğü coğrafya ise Kürdistan olmaktadır. 20. yüzyılın başından itibaren Kürt halkı ve Kürdistan
büyük bir işgal, istila, asimilasyon ve
soykırım saldırısıyla yüz yüze kal14
mıştır. Bir halk olarak inkâr edilen,
soykırım tehdidiyle karşı karşıya olan,
asimilasyonla başkalaştırılmak ve ortadan kaldırılmak istenen bir durumu
yaşamaktadır.
Kürdistan'ın coğrafya olarak dört
egemen devletin denetimine bırakılma
temelinde parçalanması, her parçada
egemen olan devletlerin kendi Kürtlerini asimile etme temelinde varlığını
yok etmeyi amaçlayan saldırılarına
karşı, Kürtler de varlığını koruma
amacıyla direnişler geliştirmiştir. 1921
Koçgiri halk hareketiyle başlayan ve
en son Dersim Direnişine kadar olan
süreçte Kürtler Kuzey, Doğu ve Güney
Kürdistan'da var olan egemen devletlere ve onların bağlı olduğu kapitalist
küresel sisteme karşı bir direniş içinde
olmuş, ama her seferinde bu direnişler
katliamlarla karşılaşmış ve sonuçsuz
kalmıştır. 1938 Dersim katliamından
sonra Kürdistan'da bir sessizlik hâkim
sürmüş, adeta bir halk ölüm sessizliğine, uykusuna yatırılmıştı. Bu durum
1970’lerde PKK’nin kuruluşuna kadar
da sürüp gelmiştir.
Kürdistan’da 1970’lerin ortasından
bu yana PKK ile birlikte gelişen mücadelenin tümü inkâr ve imhaya karşı,
soykırım saldırılarına karşı “Varlığını
koruma ve özgürlüğünü kazanma” direnişidir. Bu direnişin temel hedefi;
Kürt halkının varlığını korumak, özgürlüğünü kazanmak, Türkiye'nin ve
Ortadoğu'nun demokratikleşmesini
sağlamak; özgürlük, eşitlik, demokrasi
STÊRKA CİWAN
ilkeleri temelinde özgür bir toplumsal
sistem oluşturmaktır.
PKK ile birlikte gelişen bu mücadelenin 12 Eylül faşist-askeri rejim
tarafından nasıl bir katliam ve baskıyla karşılaştığını biliyoruz. 12 Eylül
faşist-askeri darbesiyle Kürdistan
adeta yeniden bir askeri işgal ve istilaya uğradı. Devlet, ordusuna dayanarak ve askeri zor temelinde Kürdistan'da her yerde hâkimiyetini oluşturdu. Halk adına örgütlü olan ne
varsa dağıtıldı, insanlar tutuklandı,
cezaevlerine dolduruldu. Tabi ki, her
şeyden önce, 12 Eylül darbesi PKK'ye
yönelik geliştirildiği için, ilk olarak
da bu hareketin kadroları ve ona
sempati duyan insanlar hedef alındı.
Kürdistan'da PKK'ye yönelik yoğun
bir tutuklama, cezaevlerinin PKK
kadro ve sempatizanlarıyla doldurulması gerçekleşti. Özellikle Diyarbakır zindanında PKK’nin önder kadrolarına yönelik geliştirilen saldırılarla
adeta PKK ve onun temsil ettiği
ideolojik çizgi yenilgiye uğratılmak,
bu önderler şahsında bu çizgi teslim
alınmak istendi. PKK cezaevinde bitirilmek, bu temelde halkın umutları
kırılmak istendi.
Bilindiği gibi, Diyarbakır zindanında Mazlum Doğan yoldaşın direnişiyle başlayan, Dörtlerle devam
eden ve 14 Temmuz Büyük Ölüm
orucu Direnişiyle zirveye ulaşan o
büyük direniş, 12 Eylül faşist-askeri
rejimine karşı PKK kimliğinin, çizgisinin, ideolojisinin ve onun temsil
ettiği umudun yenilmezliğini, yok
edilemezliğini kanıtlayan bir direniş
olmuştur. Kürdistan özgürlük mücadelesinde fedai çizgisi bu direnişle
oluşmuştur. Özgürlük mücadelesinin
temel ölçüleri bu direnişle kazanılmıştır. En zor anda bile özgür insanın yaşamı yaratan temel ölçü ve
özellikleri en iyi bir biçimde bu direnişte ortaya çıkmıştır.
15 Ağustos Zafere ve Yaşama
Çağrıdır
İşte şanlı 15 Ağustos Atılımı bu
büyük zindan direnişinin zaferi temelinde gerçekleşti. Kürdistan'da var
olan sömürgeci faşist sistemin, onun
örgütlü gücü olan ordusunun hâkimiyetini sarsan, onun otoritesine karşı
çıkan, dengesini bozan gerilla direnişi
bu zindan direnişi temelinde geliştirildi. Kürdistan'da adeta yaprak bile
kıpırdamazken, faşist Türk devleti
adeta kendisini Kürdistan'da hâkim
gördüğü, otoritesinin ve hâkimiyetinin
tartışmasız olduğunu ve buna karşı
ufak bir karşı koyuşun bile olmayacağını hesapladığı bir anda, PKK öncülüğünde tarihi 15 Ağustos Gerilla
Atılımı gerçekleşti.
15 Ağustos atılımı ikinci stratejik
mücadele döneminin başlangıcı
olmaktadır
15 Ağustos Atılımı Kürt insanına
direnmenin kutsallığını, her şeye rağmen
ve her türlü zorluğa ve zorbalığa rağmen
insanlık adına direnmenin imkân dâhilinde olduğunu göstermiştir. Bu atılım,
bir halkın, hem de Ortadoğu'nun en
kadim halklarından olan Kürt halkının
mutlaka yaşaması gerektiğini, bunun
için her türlü fedakârlığın, cesaretin,
çabanın, emeğin verileceğinin kanıtlanması olmuştur. Bir halk eğer isterse,
doğru bir öncülüğe kavuşursa, bu temelde doğru bir örgütlenme yaratılır
ve mücadele edilirse yıkılmayacak bir
zulüm sisteminin olmadığını ortaya
koymuştur. Kürt halkının da öz savunmasını oluşturabileceğini, askeri örgütlülük temelinde düşman ordularıyla
savaşabileceğini, bu örgütlülük temelinde varlığını koruyup özgürlüğünü
sağlayabileceğini ortaya koyan ilk
adımı 15 Ağustosta atılmıştır.
15 Ağustos atılımı İkinci Stratejik
Mücadele Döneminin başlangıcı ol15
maktadır. Bu mücadele döneminde
temel hedefin uzun süreli halk savaşıyla sömürgeci Türk devletinin ordusunu Kürdistan'dan kovmak, onun
Kürdistan içindeki işbirlikçi, ajan
uzantılarını ortadan kaldırmak olduğu
biliniyor. Ulusal kurtuluş stratejisi
temelinde geliştirilen bu mücadelede
uzun süreli halk savaşıyla Türk devletinin Kürdistan'daki varlığı sonlandırılacak, Kürdistan özgürleştirilecek şeklindeydi. Gerilla mücadelesinin esas olduğu böyle bir stratejide
1990’lara kadar gerilla ile Türk ordusu arasında büyük bir askeri mücadele yaşandı. Bu mücadeleyle birlikte gerilla başarılar elde ettikçe ve
nicel ve nitel olarak kendisini geliştirdikçe bir yandan Türk ordusu zayıflayıp dengesi bozulurken, diğer
yandan Kürt halkı içinde gerillaya
bir güven, inanç ve giderek halk olarak kendisine de bir güven kazanma
gelişti. Bununla birlikte 1990’ların
başında halk serhildanları gelişmeye
başladı. Önce köylerde ve kasabalarda
parça parça gelişse de, daha sonra
nicel ve nitelik olarak büyük bir gelişme sağladı. Ve bu serhildanlar giderek bir halk ayaklaması düzeyine
ulaştı. Gerilla ve serhildan birbirini
geliştiren ve büyüten bir konuma
geldi. Bu aşamadan sonrası yeni bir
dönemi işaret etmekteydi.
Üçüncü stratejik mücadele dönemi
dediğimiz dönem, 1993’te PKK’nin
geliştirdiği birinci tek taraflı ateşkes
süreciyle başlayan dönemdir. Bu dönemin temel amacı; Kürt sorununu
demokratik-siyasi mücadeleyle ve
hukuksal yollarla çözmek olmuştur.
Artık diyalog ve müzakere yöntemiyle sorunlara çözüm bulma, karşılıklı olarak birbirini yok etme değil
de, birbirini tanıma ve iç içe mücadele yöntemleriyle Kürt sorununun
çözüm zeminini geliştirme ve demokratik toplum örgütlülüğünü yaTebax 2011
STÊRKA CİWAN
ratma temelinde Kürt sorununu çözme temel hedef olarak belirlendi.
Elbette bu mücadelede gerilla ve
serhildan örgütlülüğü yerini korumaktadır. Ama temel mücadele demokratik-siyasi mücadele temelinde
diyalog ve müzakereyle sorunlara
çözüm bulma arayışı olmaktadır.
Onsekiz yıldır da bu mücadele sürüyor. Aslında Önder Apo, “ben bu
süreci 2004 yılında sonlandıracaktım”
belirlemesinde bulundu. Çünkü Türk
devleti Kürt sorununu demokratiksiyasal yöntemlerle çözme zeminini
geliştirmek bir yana, tam tersine bu
zemini gittikçe daraltmakta ve
PKK'yi inkâr ve imha siyaseti temelinde tasfiye etmeyi amaç edinmektedir. Aslında PKK’nin çıkışından beri bu inkâr ve imha amacı
hiçbir biçimde terk edilmemiş,
PKK'nin imha ve tasfiyesini amaçlayan Türk devletinin bu çabaları
çeşitli yol ve yöntemlerle günümüze kadar da sürmüştür. Bugün de
AKP hükümeti tarafından bu imha
ve tasfiye planı çok yönlü olarak
sürdürülmektedir.
Tüm bunları belirtmemizin nedeni,
Önder APO'nun “Dördüncü Stratejik
Tebax 2011
Mücadele Dönemi” olarak
ifade ettiği ve
bunun mücadele tarzı olarak
da Devrimci
halk savaşını
tanımladığı bu
yeni mücadele
döneminin tarihsel arka planını ortaya
koymak, yine
15 Ağustos Atılımı’nın günümüzde bu mücadele döneminde nasıl bir
yer aldığını, güncel olarak bu mücadelede zaten var olduğunu, yaşadığını
ortaya koymak içindi.
4.Stratejik Dönem ve Devrimci
halk savaşı
O haldedördüncü stratejik mücadele
dönemi ve onun mücadele tarzı olan
devrimci halk savaşının amaç ve hedeflerinin neler olduğunu bilmek, bununla birlikte bu mücadelede gerilla
ve serhildanın rolünün ne olduğunu
ortaya koymak, günümüzde yaşanan
mücadeleyi anlamak açısından önemli
olmaktadır.
Dördüncü stratejik dönemin temel
amacı, Kürt sorununun çözüm modeli
veya projesi olan Demokratik Özerklik’i
Devrimci halk savaşı temelinde hayata
geçirmektir. Önder Apo 2005 yılında
KCK sistemi olarak ifade ettiği Demokratik Konfederalizm örgütlenmesini,
Kürt sorununun çözüm modeli olarak
belirledi. Demokratik Konfederalizm
örgütlülüğü esas olarak Kürt halkının
kendi öz örgütlenmeleri temelinde kendi
yaşam sistemini oluşturmak, bunun temelinde kendi yaşamını kendisi belirleyip, bunun kararlarını oluşturmak ve
hayata geçirecek yönetimler seçip pra16
tikleştirmek, aynı biçimde bu örgütlülüğü de kendi öz savunmasıyla korumak
biçiminde özetlenebilir. İkinci olarak,
elbette bunu yapabilmesi için devlet
hâkimiyetinin sınırlandırılması, parçalanması, yıkılması, devlet ile demokratik
konfederalizmin sınırlarının belirlenmesi
gerekiyor. Bu da büyük bir mücadele
anlamına geliyor. 2005 yılından, 2010
yılına kadar bu mücadele demokratikbarışçıl mücadele temelinde geliştirildi.
Ancak faşist Türk devletinin bu sürece
yaklaşımı, halk üzerine daha büyük
saldırılarla gelmek, siyaset alanını hukuk
silahını kullanarak boşaltmak, siyaset
yürütenleri tutuklayıp hapse koymak,
gerilla üzerine daha saldırgan gelmek,
çok yönlü teknik ve silah kullanarak,
istihbarat çalışması yürüterek dağda
mevzilenmiş gerillayı imha amaçlı operasyonlar düzenlemek şeklinde olmuştur.
Kısacası Kürt halkının inkâr ve imhadan
başka seçeneğinin olmadığı, hiçbir hakkının tanınmayacağı, ya asimile olup
başkalaşacağı, ya da varlığını korumak
ve özgür olmak için direnmekten başka
çaresinin olmadığını Türk devleti ve
onun AKP hükümetinin tavrı bu geçen
yedi yıllık süreçte ortaya koymuştur.
Dolayısıyla devrimci halk savaşının
devreye girmesinin nedeni, Türk devleti
ile KCK sistemi arasında uzlaşma zeminin ortadan kalkması, sorunların diyalog ve müzakereyle çözülmesinin
imkân dâhilinde olmamasıdır. Bu nedenle Demokratik Özerklik çözümü
artık mücadeleyle, yani gerilla, özsavunma ve serhildan örgütlülüğü temelinde yürütülecek mücadeleyle hayata
geçirilecektir. Devrimci halk savaşının
amacı da devleti sınırlamak ve demokratik toplum örgütlülüğünü yaratmak
olacaktır.
Demokratik Özerklik çözümünü yaratmayı hedefleyen devrimci halk savaşının temel dayanağı elbette yine
gerilla olacaktır. Fakat bu gerilla, kendisini yenilemiş, yeniden yapılandırmış,
STÊRKA CİWAN
nitel olarak bir düzey kazanmış, sadece
dağda değil, ova ve şehirlerde de kendisini örgütlemiş bir gerilla olmaktadır.
Dolayısıyla Devrimci halk savaşının
görevlerinin yüzde seksen ve daha fazlası gerillanın omuzlarındadır.
Stratejik Dönemde
Gerillanın Rolü ve Misyonu
Peki, neden gerilla? Çünkü hem
devletin küçültülmesi, sınırlandırılması
için verilecek mücadelede birinci
görev gerillanın olacak, bu öncülük
temelinde halkın geliştireceği serhildanlarla gericilik tasfiye edilerek toplumsal özgürlüğün önü açılacak, hem
de demokratik konfederalizmin inşa
edilmesinde temel direniş ve savunma
gücü gerillaya ait olacaktır. Biz demokratik konfederalizmi savaş ve direniş içinde inşa edeceğiz. Onun için
de burada temel görevlerden biri özsavunma örgütlenmesinin yaratılması
olacaktır. Birinci görev özsavunma
örgütlülüğüdür. Çünkü özsavunma bilinci, eğitimi ve örgütlülüğü geliştiği
ölçüde demokratik toplum örgütlülüğünün sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, vb. alanlarda önü açılacak ve
bu örgütlenme gelişebilecektir. Dolayısıyla özsavunma geliştikçe toplumsal örgütlenme gelişecek, toplumsal örgütlenme geliştikçe de özsavunma örgütlülüğü daha nitelikli
ve derinleştirilmiş bir biçimde geliştirilecektir. O halde demokratik
konfederalizmi savunmak için özsavunma oluşturmada da, devleti
küçültme mücadelesinde de temel
rol gerillaya düşmektedir. Dördüncü
stratejik mücadele dönemi esas olarak gerilla mücadelesine dayanmakta, görevlerin çoğu gerillanın
omuzlarında olmaktadır.
Devrimci halk savaşında gerilla
mücadelemiz iki esas üzerinden yürütülecektir. Bir; gerilla dağda mevzilenecek ve mevzilenmesini araziye
yayarak, daha çok araziye hâkim olarak
sürdürecektir. Bu hem halkın savunulması için, hem de düşmanın saldırıları
karşısında dağda mevzilenen gerillanın
kendisini savunacaktır. Böyle bir mevzilenme düşmanın araziye yayılmasını
engellemeyi hedeflerken, diğer yandan
ise halkın bulunduğu alanlarda bir savunma gücü olarak kendisini konumlandırmayı içerecektir.
Gerilla varlığıyla bile bir
caydırıcılık rolü oynamaktadır
İkinci esas tarz da; gerillayı sadece
dağda konumlanmış, halktan uzak bir
konumda tutmak değil de, giderek
halkın bulunduğu alanlara daha da yakınlaştırmak, ovada ve şehirde etkin
eylemler yapacak şekilde örgütlemek
de gerillanın temel görevi olacaktır.
Şehirde var olan ajan yapılanmalara,
yine halka karşı yoğun baskı uygulayan,
ajanlaştırma çalışması yürüten, adı
asker ama sivil bir şekilde halkın içinde
dolaşan düşman unsurlarına karşı da
gerilla her zaman halkı korumakla yükümlü olacaktır. Çünkü bu halkın savunma gücü gerilladır. Eğer halka her
gün saldırılar oluyor ve bu halktan insanlar öldürülüyor, sakat bırakılıyor,
cezaevlerine konuluyorsa, elbette ki
17
onun savunma gücü olan gerillanın bu
halkı sahiplenmesi ve koruması gerekmektedir. Dolayısıyla gerillanın
“Halk Savunma Gücü” olması gerçekliğini en iyi bir biçimde yerine getirme
görevi de vardır.
Burada gerilla mücadelesinden bahsederken elbette sadece şiddet boyutunu
ele almak doğru olmaz. Gerilla varlığıyla
bile bir caydırıcılık rolü oynamaktadır.
Diğer yandan demokratik örgütlülüğü
geliştirirken ve düşmana darbe vururken
bunu sadece silahlı eylem olarak ele
almamak da gerekir. Çünkü Devrimci
halk savaşı çok yönlü bir mücadele biçimidir. Ekonomik alanda, sosyal, siyasi,
kültürel ve birçok alanda bir mücadeleyi
içermektedir. Önemli olan devlet örgütlenmesini, hâkimiyetini, varlığını
sınırlandırmak olduğundan, devlet yapılarına, kurumlarına yönelik her müdahale, eylem bu savaşın kapsamı
içinde yer almaktadır.
Örneğin, Kürdistan'da hukuk ve
yargı kurumu meşru değildir. Dolayısıyla faşist Türk devletinin yargı sistemi, onun polis gücü meşru değildir
ve buna karşı mücadele meşru savunma
hakkıdır. Günümüzde AKP hükümeti
hukuk ve yargı yoluyla Kürdistan'da
büyük bir savaş yürütmekte ve Kürt
özgürlük hareketini bu yolla imha ve
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
tasfiye etmek istemektedir. Dolayısıyla
bu kurumların işlemez kılınması için
yapılacak her girişim meşru olmakta
ve devrimci halk savaşı kapsamında
yer almaktadır. Zaten Kongra Gel
genel kurulu da Kürdistan'da TC hukukunun ve yargısının tanınmadığını,
artık KCK yasaları ve hukukunun,
onun yargı sisteminin işletileceğini
kamuoyuna belirtmişti. İşte gerilla bu
konuda da görevlidir. Yani Kürt halkının değerlerine saldıran, halka zulmeden, ajan ve işbirlikçilik yapan,
devlet egemenliğini Kürdistan'da geliştirip korumak isteyen tüm kişiler,
siyasetler temel hedeflerdir ve bunlar
tutuklanıp KCK mahkemelerinde yargılanacaktır. İşte bu rolü de yine gerilla
üstlenecektir.
Diğer yandan, ekonomik anlamda
Kürdistan'ı sömüren, Kürdistan'ın coğrafyasını tahrip etmeyi amaçlayan,
çeşitli ekonomik faaliyetlere karşı durmak kadar, gerillanın yaşam alanlarını
daraltmak ve onu halktan koparmak
için yapılan barajlara ve yol yapımlarına
karşı durmak ve bunları hem halka ve
hem de Kürdistan coğrafyasına ve tarihi
değerlerine karşı bir tehdit oldukları
için ortadan kaldırmak da yine gerillaya
düşmektedir.
Tebax 2011
Kısacası, gerillanın rolü sadece silahlı
eylemler yapmak, savaşmak değil, bir
bütün demokratik halk örgütlenmesi
önünde engel olan tüm unsurlara karşı
çok yönlü eylem biçimleriyle karşı
durmak, halkın kendi öz örgütlenmesini
sağlamak ve bunu korumak olmaktadır.
Gerilla ve serhildan birbirini
besleyen, güçlendiren
mücadeleler olmuşlardır
Elbette bununla birlikte gençlik ve
kadın örgütlülüğüne dayalı, legal imkânları da kullanan, fakat onunla kendini tam bağlamayan, meşruiyeti kendine hep esas alan, meşru savunma
kapsamında hareket eden bir serhildan
hareketi de devam edecektir. Zaten
gerilla ve serhildan birbirini besleyen,
güçlendiren, büyüten mücadeleler olmuşlardır. Yirmi iki yıldır halk serhildanları hiç durmamış, bir yandan gerillayı büyütüp geliştirirken, diğer yandan hem legal alanda yürüttüğü çalışmalarla bir bilinçlendirme faaliyeti olmuş, hem sivil itaatsizlik eylemleriyle
devleti işlemez kılmış, hem de düşmanın baskısına, çeşitli dayatmalarına
karşı hep bir karşı koyuş içinde demokratik siyasi mücadele alanını güç18
lendirmiştir. Dolayısıyla gerilla
örgütlülüğünden sonra bizim
en çok tecrübe sahibi ve örgütlü olduğumuz alan serhildan alanıdır.
Serhildan hareketinin iki
yönü bulunmaktadır. Birincisi,
kitle eylemliliği olarak ifade
edebileceğimiz, legal alanda
sürdürülen demokratik siyasi
mücadele; ikincisi, var olan
devlet yasalarına uymayan,
meşru örgütlenmelere dayanan,
gençlik ve kadın örgütlülüğünü
öngören, halk eylemliklerine
yönelik gelişen saldırılara karşı,
kendisini molotof, sopa, vb.
savunma araçlarıyla savunan, asla ateşli
silah kullanmayan mücadele biçimidir.
Dolayısıyla serhildan alanı bu iki yönü
de içine alan bir mücadele biçimidir.
Legal alanda yürütülen serhildanların
yasal olması, bir coşku ve moral yaratması, bir irade ve tutum gösterme
olduğu, yine düşman uygulamalarını,
katliamları, soykırımcı, faşist gerici
uygulamaları protesto ve teşhir etmek
olduğu açıktır. Bu serhildanlar Kürt
iradesini ve ulusal tutumunu ortaya çıkarmaktadır.
Tabi diğer yandan bu serhildan örgütlülüğü kendisine yönelik gelişen
polis terörüne karşı çeşitli örgütlenme
biçimleriyle kendisini savunacak bir
özsavunma örgütlülüğünü de yaratmalıdır. Halka yönelik saldırılarda, bu saldırılara cevap verecek temel sorumlu
güç elbette ki bu halkın gençleri olacaktır. Serhildanların koruma gücü
gençliktir. Onun örgütlenme biçimlerinde zenginlikler yaratmak, çeşitli savunma yöntemleri geliştirmek yine
gençliğin görevidir.
Eğer düşman kitleye saldırıyor, kitle
içinde insanların kollarını, bacaklarını,
kafasını kırıyor ve bunu çok rahat yapabiliyorsa, orada ciddi bir özsavunma
yoksunluğu, bir savunmasızlık durumu
STÊRKA CİWAN
var demektir. Nasıl oluyor da elli- yüz
kişilik bir faşist polis güruhu binlerce,
onbinlerce kişilik kitleye saldırabiliyor,
bu kitle içinde tutuklama yapabiliyor?
Demek ki bu kitle örgütlü değildir, bu
kitle düşmana korku vermiyor, düşman
bu kitlenin gençlik tarafından tam
olarak örgütlendirilmediğini ve savunmasında zafiyetlerin olduğunu biliyor
ki, böyle rahat bir saldırıya geçebiliyor.
Oysaki iyi örgütlenmiş, iyi donanmış
beş-on kişilik gruplar polis saldırıları
karşısında büyük bir direniş gücü yaratabilir. Düşman on kişi ise bunun
karşısına yirmi-otuz kişilik örgütlü bir
savunma gücü olursa, hiçbir faşist polis
gücü bu kitleye saldırmaya cesaret edemez. Kitlenin içine girmeye, onun içinden insanları tutuklamaya cesaret edemez. Dolayısıyla her şeyden önce
polisin kafasında var olan “örgütsüz
kitle”, “savunma gücü olmayan kitle”,
“polisi görünce kaçan kitle” düşüncesini
yıkmak gerekir. Biz örgütlü olalım,
donanımlı olalım, polis saldırdığı esnada
polis karşısında kaçan değil de, aksine
polisin saldırıları karşısında taktik geliştiren, onun üzerine giderek onu yenilgiye uğratan bir tarzı geliştirmek
gerekmektedir. İşte o zaman polisin
zihnindeki o kitle yargısı dağılacaktır
ki, bu da beraberinde polisin bir irade
kırılması yaşaması ve korku içine girmesini getirecektir. Bu hale gelen bir
polis gücü de artık saldıran değil, savunmada olan bir güç haline gelecektir.
Fakat bunu yapmak da elbette ki örgütlü
bir güç olmayı gerekli kılmaktadır.
Bu hususta gençliğin esas alması,
asla unutmaması ve bunu her zaman
kendisi için bir mücadele gerekçesi
yapması gereken bir gerçeklik vardır.
O da; Kürdistan bizim yurdumuzdur.
İnsanlık tarihine beşiklik etmiş bir
coğrafyadır. Bu coğrafyanın en kadim
halklarından biri olan Kürtler bu coğrafyada doğdular, büyüdüler, yürümesini, dilini oluşturmasını, kültürünü
yaratmasını hep bu coğrafyada gerçekleştirdiler. Bu coğrafyada yaşamını
örgütlediler, bu topraklara alın terin
döktüler, bu coğrafyayı savunmak
için canlarını ve kanlarını verdiler,
bu coğrafyada atalarının ve analarının
anılarını hep canlı tuttular, onlardan
güç aldılar ve bu temelde gelecek
kuşaklara hep daha iyi bir yaşam yaratmak için çabaladılar.
Gençlik olarak halkımızın
yaşam alanını korumak
bizim görevimizdir
Oysa şimdi bu coğrafya, bu ülke
başka devletlerin işgal ve istilası altında
bulunmaktadır. Bu coğrafyanın en eski
halklarından olan Kürtler bir halk olarak
kabul edilmiyor, inkâr ve asimilasyonla
ortadan kaldırılmak isteniyor. Ve bugün
bunu en açık bir biçimde yürüten temel
güç ise faşist Türk devletinin kendisidir.
Hem ordusuyla, hem polisiyle, hem
ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel kurum
ve kuruluşlarıyla Kürdistan'ı işgal altında
tutuyor ve gün geçtikçe de burada yaşayan halkımızın yaşam alanını daraltıyor, varlığını koruma ve özgürlüğünü
sağlama amacıyla Kürt halkının başlatmış olduğu özgürlük hareketini yok
etmek için çok vahşice saldırıyor. Dolayısıyla böyle bir devlet sistemine
karşı savaşmak en temel ve meşru
haktır. Bu sisteme karşı geliştirilecek
her türlü demokratik örgütlenme içinde
olmak, bunun için çalışmak temel bir
görevdir. Bu sistemin zor araçlarına
ve şiddet güçlerine karşı halkın özsavunma gücünü örgütlemek ve onun
içinde yer almak en temel yurtseverlik
görevidir, en onurlu davranıştır. Çünkü
gençlik olarak tarihimize sahip çıkmak,
halkımızın yaşam alanını korumak ve
geliştirmek bizim görevimizdir. Bunun
için çalışmak da şehitlere olan bağlılığımızın gereği ve Kürdistan'a olan namus borcumuzdur.
19
Bu yazıyı yazmaya vesilen olan Duran KALKAN’dan bir alıntı yaparak
sonlandırmayı daha uygun buluyoruz:
“Türk devletinin KCK sistemini
kabul etmeyen ve onu tasfiye etmeyi
amaçlayan saldırıları sürerse, biz de
bu saldırılara karşı sonuna kadar direneceğiz. Devrimci halk savaşı temelinde Kürt halkının demokratik örgütlülüğünü yaratarak, demokratik
konfederalizm sistemi içerisinde örgütlenmesini, yaşamını bu temelde
sürdürmesini, güvenliğini de Devrimci
halk savaşı temelinde direnerek sağlamasını ortaya çıkartacağız. Bunun
mücadelesi içerisinde olacağız ve mevcut koşullarda bu mücadelenin kazanma şansı güçlüdür. Eğer bu mücadeleyi kazanamazsak, o zaman Kürt
halkının ve bireylerinin onurlu ve
özgür bir şekilde başka türlü var olma
imkanı yoktur. Dolayısıyla böyle bir
direniş içerisinde tüm gücümüzü kullanıp bitirmeyi de onurlu bir tutum
sayıyoruz. Eğer bütün dünya bize
karşıt olur, soykırım güçlerini destekleyip kuvvetlendirerek üzerimize saldırtırlarsa, teslim olmayı değil, elbette
ki böyle bir direniş ve özgürlük temelinde sonuna kadar mücadele etmeyi
öngöreceğiz. Birey olarak da, halk
olarak da böyle bir mücadele içinde
yok olmayı da en onurlu tutum olarak
göreceğiz. Önderlik çizgisi, Apocu
direnme çizgisi bize bunu öğretti. Bunun gereğini de tereddütsüz yerine
getireceğiz.”
Bu vesileyle 15 Ağustos Atılımının
yirmi sekizinci yılına girerken, bu atılımın büyük komutanı Mahsum KORKMAZ (Agît) yoldaş şahsında özgürlük
mücadelesinde şehit düşen tüm yoldaşları saygı ve minnetle anıyor; Şehitlerimize, amaçlarını ve özlemlerini
başarıya götürme temelindeki verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyoruz!
***
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
G
E
N
Ç
K
A
L
E
M
HİÇBİR ÖZGÜRLÜK ÜTOPYASI
ERTELENEMEZ
Tolhildan GEVER
“Hakikat savaşı
kapitalist modernitenin
çarpıtmasını kabul etmez.
Onunla
yaşayamaz. Özcesi
akademik kadro
beyindir, örgüttür ve
beden de kılcal
damarlarla yayılandır.
Gerçek bütündür.
Hakikat, ifade edilen
bütünsel gerçektir. Kadro,
örgütlenmiş ve eylemsel
kılınmış hakikattir”
Tebax 2011
İnsan kendini toplumsallıkta gerçekleştirirken var olan tüm değerlerin
oluşum gerçeği yine bu toplumsallıkta
hayat bulmuştur. Evrenin doğal işleyişine ek olarak yaratım yeteneğini
klan denilen toplumsal örgütlenmede
başarmıştır. Bu örgütleme modeli insanlığın ilk örgütleme modeli olurken,
sonraki örgütlülüklere sağlam bir zemin sunmuştur. Bu zemin bir üst toplamsallık olan neolitik devrime de
gebelik ederken, bu oluşumun teminatı, kurucu gücü ve öncüsü olan
kadın gerçeğini de bağrında çıkarmayı
bilmiştir.
Toplumsallığın kök hücresi olan
bu modelin temel nitelikleri nelerdi
bunları doğru tahlil ederek, o süreci
anlayabiliriz. Kendini başkasının yerine koyma, bir diğerini kendinden
ayrı görmeme- ki özgürlüğün toplumsallıkta var olduğu bunun zihniyetinin ise her şeyi ve herkesi kendin
gibi hissetmek olduğu bilinmekte.
Kendisi olmayı başarmış, aynı anda
başkası olmayı da başarandır değer
yaratan. - ya hep ya hiç anlayışı, herkesin herkese karşı var olan doğal
sorumluluğu ve klanın devamlılığı
için yapılan tüm faaliyetlere katılım
zorunluluğu… Bu gerçekliklerin
hepsi özünde bir toplumsal sözleşme
niteliği taşımakta ve öyle bir sözleşme
ki gereklilikleri yerine getirmek her
bireyin varlık gerekçesi olmaktadır.
Açığa çıkan her değeri kendinden
ayrı görmeyen, her yerde emeğinin
20
toplumunda yoğunlaştığını, kendine
olumlu yönde geri döndüğünü görmesi
kendisinde ve içinde bulunduğu yapıda
bir moral gerçeğini yaratmış ve bu
değerleri ritüeller ile kutsamıştır.
Emek gerçeği toplumda yoğunlaştıkça
örgütlülük bağları daha da gelişmiş
ve toplumsal kenetlenme güç kazanmıştır. Bu kenetlenme toplumsal tarihimize maneviyat denilen bir olguyu
geliştirirken günümüze gelinceye kadar tüm örgütlülüklerin sarsılmaz bir
gerçeği olmuştur. Toplumsal örgütlülüklerin ihtiyacı olan maneviyat
maddi yaratımlara yansıması da kaçınılmaz bir gerçeklik olmuş ki en
üst düzeyde bu toplumda yaşanmıştır.
Ana tanrıça ve onun öncülük yaptığı doğal toplumda bunlar yaşanırken,
dışta kalanlar ve diğer topluluklar
komünal toplumun bu değer yaratan
kültüründen devşirme faaliyetlerini
ya da operasyonlarını başlatmış ve
bunları zamanla derinleştirmiştir. Gerçek, sadelik, maneviyat ve gönüllülüğe
karşı; hile, yalan, saptırma ve zora
dayalı bir örgütlülüğü sistemleştirmeyi
bilmişler. Doğal toplumun anti tezi
olarak gelişen bu yeni yetme toplumlar
tarihinin yüzde ikisini meşgul etmeyi
çok iyi bilmiştir. Devletleşme kurumunu gerçekleştirip, kendisini sürekli
farklı formlara evirerek tabi ki özünü
koruyarak günümüze değin toplumun
başına bela etmiştir. Ancak bütün
saldırı ve hilelere rağmen kendi gerçekliğinde ısrar eden doğal toplum
STÊRKA CİWAN
kendi değerlerini yaşatmak için değişik örgütleme modellerine kendini
evirmiştir. Özün de insan olma ve
insanca bir yaşam, onun gerekliliklerini amaçlayan bu modeller, aslında
cevheri yansıtmak ve yaşamak için
aranan birer biçim olmuştur. Zerdüşt
ün, Mani’nin, İsa’nın, Hallacı Mansur’un, Buruno’nun, Babek’in, Kemallerin, Hakilerin, Zilanların ateşe
koşan kelebekler gibi kaygısızca
ölüme koşmaları o özü yansıtacak
bir biçimi bulma amaçlıdır. O büyük
fedakârlıklar bu büyük amaçları hedeflemiştir. Saldırı altında olan anlam
ve yaşam olgularını bir daha yaşamla
buluşturmak ve insanlığa hediye etmekti. Bu aşk kimilerini diri diri
yakmışsa, kiminin derisini yüzdürüp
acıların en çekilmezi ile yüz yüze
getirmişse yinede kutsal amacı hissedenleri yıldıramadığını tarih sürekli
yazmış ve her seferinde bunu bize
kanıtlamıştır.
KCK, hakikat ve anlamın yaşam
ile yüzleşme örgütüdür
Hakikati, ulaşılması gereken yer
olarak ele aldığımızda buna ulaşmak
için kullandığımız yol ve yöntem
hakikate denk düşmesi gerekir. Burada biçim olarak bahsettiğimiz, özden daha az önemsiz bir olgu değildir. Amaç ve araç diyalektiğini
ahlaki-politik toplumun ilkeleri doğrultusunda ele almak gerekir ve hakikatin gerçek yolunun bu olduğu
bilmekteyiz. Toplum özünde bu diyalektiği hep yaşarken, toplum mühendisleri ise bu gerçeği görmezden
gelip topluma rağmen, toplumu dizayn etme operasyonlarını hiç eksik
etmediler.
Devletçi uygarlık tarihi boyunca
toplumumuz ve coğrafyamız bu operasyonlardan en fazla nasibini alan
bir konumda olmuştur. İnsanlığın
beşiği olması ve tüm yapısal niteliklerin kurucusu olması ve doğal
zenginlikleri açısından her zaman
gaspçıların ve değer hırsızlarının
iştahını kabartmıştır. Bunun yanı
sıra hegemonyasını kabul ettirmenin
yolu bu coğrafyanın hâkimiyetin de
görüyorlardı. Bu hâkimiyeti sağlama
amaçlı her tür saldırı halklarımıza
mubah görülmüştür. Özellikle kendi
politikalarına karşı gelişebilecek dirençleri dağıtmayı, kendilerine temel
hedef olarak belirlemiştir. Kendi
varlığını bu toplumsal direncin (ki
biz bunu öz savunma olarak tanımlıyoruz) yokluğunda görmüştür.
Ancak bu direnç Kürt realitesinde
hep ola gelmiştir. Devletçi uygarlık
güçlerine karşı sürekli karşı duruşu
zinde tutmuştur; bunu ne kadar yapabildiği ve ne kadar sonuç aldığı
sorusu, son büyük isyana kadar tartışma içinde iken. Bizim için asıl
olan direncin süreklilik arz etmesine
neden olan temel dinamiklerdir. Yani
Kürt toplumunun örgütlenme formu
ve toplumsallık bağlarının güçlü
oluşu, coğrafyasının asiliği ve doğal
toplum anılarının ve kültürünün (ah21
laki- politik yaşam biçimi) zinde
olması birçok değeri korumuştur.
PKK gerçeğini ele alırken bu toplumsal örgütlenme tarihinden ayrı
ele almak çok yetersiz olacaktır.
Kendi döneminin gençliği olan 68
kuşağının etkisi ve dünyayı saran
reel sosyalizm rüzgârı örgütleme
modeli üstünde etkide bulunsa bile
özünde bunu aşan bir gerçekliğe
ulaşmayı başarmıştır. Örgütlenme
modelinin çağdaş bir yanı var iken
bunun yanı sıra orta doğunun peygamber geleneğinin güncellenmiş
yönü daha fazla ağır basmaktadır.
Diğer sol hareketler marjinalleşme
yaşarken PKK hareketinin daha fazla
büyümesi ve toplumsallığını genişletmesi bu geleneği iyi özümsemesinden kaynağını almaktadır.
Toplumsallığa ve tarihselliğe sarılması, ahlaki-politik toplumun güncellenmiş bir modeli hedeflemesi
dikkatleri üzerine çekmesine neden
olmuştur. Devletçi uygarlık karşıtlığını sağlam ayaklar üzerine oturtup,
ideolojik yapılanması ile birlikte bir
sisteme kavuşturup, buna denk bir
örgütleme modeline ulaşmayı baTebax 2011
STÊRKA CİWAN
şarabilmiştir. Kadro gerçeğinde bulunan fedailik ve cesaret olgusunu
bu yüce amaçla yoğurmuştur. Kapitalist modernitenin savaş açtığı
anlam-toplum-hakikat gerçeğinde
özgür yaşamı bulmayı hedeflemiştir.
Sentez olarak tabir ettiğimiz demokratik, ekolojik, cinsiyet özgülükçü
toplum paradigması ile ezilen halkların umudu olmayı ve gerçek bir
özgürlüğü halkalara yaşatmayı amaç
edinerek, bunu ne pahasına olursa
olsun kurmayı esas almıştır. Bu
yönü ile örgütü ve örgütleme modelini klasik ulusal kurtuluş mücadelesi veren diğer örgütlerin düştüğü
‘önce kurtuluş sonra toplumsal kuruluş ‘hatasına düşmemiş, demokratik sosyalizme denk düşen bir
yapılanmaya girmiştir. Hiçbir özTebax 2011
gürlük ütopyası ertelenemez, şiarı ile örgütlemeyi ve örgütlenmeyi
esas alarak, soykırım
tehlikesi altında olan
Kürt coğrafyasını, tarihini, kültürünü, toplumunu ve dilini bu tehlikelerden kurtarmayı
ve bunu Ortadoğu halklarına taşırıp, gelişen
demokrasi ve özgürlük
rüzgârını bir sisteme
kavuşturmayı amaçlamaktadır. KCK bu amacın ete kemiğe bürünme
sistemidir. Hakikat ve
anlamın yaşam ile yüzleşme örgütüdür. Bu örgütlülüğe katılım ve
bunu büyütme Kürt halkı için varlık- yokluk
nedeni olurken, katılımı
ve kadrolaşmayı hiçbir
zaman azaltılmayarak
düşman iradesini ve politikalarını boşa çıkarılmıştır. Kürtler bu
öncü güce katılımı ve kadrolaşmayı
sıradan bir örgüte katılma olarak
ele almamıştır. Biçilen anlam bunun
çok ötesidir. Aynı zamanda yüz yıllardır süregelen sömürgeciliğe karşı
en örgütlü ve en güçlü karşı duruşu
PKK örgütlülüğü sağlamıştır. Kürdistanlılar kendi özüne yabancılaştırılması için girilen her türlü saldırıyı
yine PKK ile boşa çıkarmıştır. PKK,
tecavüz kültürüne ve toplum kırım
politikalarına karşı en güçlü eylem
iken, toplumsallığını ve maneviyatını
yitirmiş bireyin özü ile buluşma
faaliyetidir. Kapitalizmin an’a boğduğu, tüketime bağımlı kıldığı bireyi
irade ve güç yapma eylemidir. Böyle
bir anlam derinliği ile PKK gerçeği
ele alınmıştır ve sergilenen duyarlılık
yine bu eksende olmuştur.
22
Toplumsal özgürlüğün yolu, yöntemi, nasıl olmalı, binlerce yıldır
arayışı içinde olunan hakikate nasıl
ulaşabiliriz?
Zafer ve özgürlük ona aşk ile bağlananların yaşayacağı tek gerçektir.
Fikir, zikir, eylem iç içe bütünselliği, anlam ve başarı için tek şart
olmaktadır. Nasıl yaşamalı, ne yapmalı, nereden başlanmalı da bu bütünsellik içinde ele alınmalıdır. Önderliğimizin “akikat savaşı kapitalist
modernitenin çarpıtmasını kabul etmez. Onunla yaşayamaz. Özcesi
akademik kadro beyindir, örgüttür
ve bedende (toplumda) kılcal damarlarla yayılandır. Gerçek bütündür. Hakikat, ifade edilen bütünsel
gerçektir. Kadro, örgütlenmiş ve eylemsel kılınmış hakikattir.” Belirlemesi ile yürüyeceğimiz yol ve misyonumuzun ne olması gerektiği konusunu çok net bir şekilde ortaya
koymuştur. Bu belirlemeden sonra
biz Kürt gençliği ve hakikat sevdalıları için sözün bittiği ve fedai bir
ruhla pratiğinin uygulandığı andır.
PKK’de somutlaşan ve gerçekleşen
özgürlük değerlerini büyütme, bunun yaratıcısı ve öncüsü olma görevi
her zamankiden daha fazla yakıcılığı
ve aciliyeti dayatıyor. Çünkü tarih
ve dünya konjonktörü her zaman
halkımıza bu fırsatı vermez. Devrim
halkların bayramıdır: biz Kürtler bu
devrimi PKK örgütlülüğü öncülüğünde yaşama eşiğindeyiz. Yaşanılan
o kadar acıyı yaşayan bir halk için
bu eşiği aşmak çok zor olmayacaktır.
Ancak bu güne kadar bizi getiren
değerlere daha fazla sarılmak dönem
görevi olarak önümüzde durmaktadır.
Zafer ve özgürlük ona aşk ile bağlananların yaşayacağı tek gerçektir.
***
STÊRKA CİWAN
K
A
D
I
N
Ataerkil Sistemin Ezeli düşmanı
GENÇ KADIN
Viyan FELAT
“Genç kadınlar için
sistemin bilinç kirliliğinden
kurtulmanın, sistemi boşa
çıkarmanın, toplum ve
kadın üzerindeki etkilerini
kırmanın ve kadının öz
gücünü açığa çıkarmanın,
öz kimliğiyle buluşmanın
tek yolu Özgür Kürdistan
Dağlarında örgütlü ve
bilinçli bir savaşımla olur”
Kadın; toplumsallığı yaratan ve koruyandır. Neolitik devrimin ve dil devriminin öncüsüdür. Kadın, üreten ve
paylaşan, paylaştırandır. Doğrudan ve
ahlaktan sorumludur. Kendi çocuğunu
bile toplumdaki diğer çocuklardan ayırmayan ve her çocuğa eşit yaklaşan, toplumun doğrularına göre eğiten kadınların
bu özellikleri bir yandan toplumun onları
tanrıçalaştırmasıyla sonuçlanırken diğer
yandan zora ve yalana dayanan beşbin
yıllık ataerkil sistemin ilk hedefi olmasına
neden olmuştur.
Bu sistem ki ilk kurumsal yapısı olan
devleti; artı ürünü kendi himayesine
alarak geliştirmiştir. Kuruluş aşamasında
bile toplumsal ahlaka, eşitliğe ters düşmektedir. Oysa kadın artan ürünleri günlerce süren şölenlerle topluma dağıtmaktadır. Bu koşullar göz önünde bulundurulduğunda toplumsallıklarını korumak isteyen kadınların ve otoritesini
kurmak isteyen kurnaz-zorba ve yalancı
erkeklerin aralarındaki savaşım anlaşılır
olmaktadır. Öyleki bu savaşım mitolojilerin temel konusu olmuştur. Mitolojiler
İnanna ve Enki ya da Tiamat ve Marduk
mitolojilerinde olduğu gibi sıkça tanrıça
ve tanrılar arası savaşıma yer vermiştir.
Sistem yandaş rahipleri sayesinde mitolojilerle topluma, kadınların hak talepleri karşısında saldırmaları gerektiğini
enjekte etmiştir. Kendisi de en ufak bir
direnişle karşılaştığında şiddete başvurmuştur. Bilge ve şifacı kadınların yakılmaları yakın tarihimize dek sürmüştür.
Yine kadın taşlamaları o dönemden kal23
madır. İtaatkâr bir kadın yapısıyla hem
önündeki direnişi kırmayı hem de aynı
kadını erkeğin bir mülkü ve kölesi haline
getirerek toplumdaki erkeklerle uzlaşı
sağlamayı hedeflemiştir. Sistemde yüzeysel değişimler olmuşsa da kadına
karşı yürütülen bu politika değiştirilmemiş
hatta zamanla derinleştirilmiştir. Kadının
eve hapsedilip emeğinin ve cinselliğinin
sömürülmesi ya da evden dışarı çıkarılıp
her bir parçasının ayrı ayrı pazarlanması,
özünde aynı amaca hizmet etmektedir.
Bunu kabul etmeyen kadınlarsa cinsinden
uzaklaşıp bir erkek gibi yaşamakta ve
düşünmektedir. Ortadoğu gerçekliğinde
ise bu reddediş kendini yakarak sonuçlanmaktadır.
Kadının tüm gerçekliğini ters yüz
edip tarihten silmeye çalışan ataerkil
sistem bu ezeli düşmanının bilinçlenmesini engellemek için her türlü yöntemi
bugün de denemektedir. Sümer mitolojilerinin yerini medya ve zigurratlardaki
eğitimin yerini de devletlerin okulları
ve üniversiteleri almış bulunmaktadır.
Eğitimi kendi tekeline alıp kız çocuklarını
erkeğe göre eğiterek topluma kendi
ideolojisini hem eğitimle hem dinle
kabul ettirmeye çalışan Sümer rahip
devleti ile kadını sürekli metalaştıran,
cinsel bir obje olarak öne çıkaran kapitalist devletlerarasında özsel bir ayrılık
yoktur. Sistem hala kendini kadının düşünsel ve bedensel sömürüsüne dayandırmaktadır. En büyük geliri kadın sayesinde kazanmakta, kadınla hiçbir alakası olmayan nesnelerin reklamında
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
bile kadını kullanmaktadır. Kadının
ne zaman ne giyeceğine, nasıl kokacağına nasıl görüneceğine (saç şeklinden, gözünün, dudağının ve tırnağının rengine kadar) sistem karar vermektedir. Aynı zamanda aile yapılanmasından hala güç alan ve erkekleri
kendine bağlayan sistem gerçekliğinde
ev kadını tanımı, erkeğin mülkü, ücretsiz işçi ve özel fahişelik konumuna
denk düşmektedir.
Kürdistan dağları özgürlük
arayan genç kadınlar için bir
direniş merkezi konumundadır
Ataerkil sistemin korktuğu ve bilinçlenmesini istemediği ikinci güç
ise gençlerdir. Gençleri jerontokrasiyle yanına çekip sömürge savaşlarında ve kadına karşı kullanan ataerkil
sistem aynı dinamik gücün kendisine
karşı da neler yapabileceğini (eceli olabileceğini) defalarca görmüştür.
Gençler
Tebax 2011
arayışları olan sorgulayan, sistemle
özdeşleşmemiş, haksızlığa karşı olan
bir toplumsal kesimdir. Sistemin tüm
bilgi kirliliğine rağmen sistemin analizini araştırarak, gözlemleyerek tespit
etme potansiyeli vardır. Şüphecidir,
netleştirdiği düşüncelerinin tutkulu
bir savaşçısı olabilir. Kaygısız, cesur
ve isyankar bir yapısı vardır. Arayışları doğruya ve güzele olan gençlerin var olan sistemi kabul etmeme,
değiştirme eğilimleri vardır. Devrimleri zafere ulaştıran öncü güçtür.
Bunları iyi bilen ataerkil sistemin
tüm kurumları toplumun patlamaya
hazır bu dinamik gücünü sindirmek,
korkutmak, güdülere mahkum etmek
ve kendine eklemlemek için her türlü
yöntemi denemektedir. Özellikle daha
çocukken bu gücün önüne geçmek
için; sistemle uzlaşı, sistemin değişmezliği, cinsiyetçi yaklaşım, kendine
güvensizlik, toplumun öz değerlerini
küçümseme ve aşağılama, bireycilik ve sürekli rekabet büyük
bir incelikle öğretilmektedir.
Her şeyi kendisinden başlatan ataerkil sistem; hem
kendini sevdirmeye
çalışmakta hem
d e
24
karşısında hiçbir direniş gücünün
duramayacağını bilinçaltlarına yerleştirmeye çalışmaktadır.
Sürekli yoksul tutulan toplumun
bu dinamik gücü yıllarca sistemin
ideolojisiyle eğitildikten sonra ya
üniversitelerde sistemin kadrosu olmakta ya da karın tokluğuna bir
ömür harcamaktadır. Yine sistem
medyasıyla (haber, dizi, yarışma, sinema, roman, reklam…) ve polisi,
ajanı ve çeteleriyle gençleri yoz bir
yaşama itmektedir. Bilinçlenmenin
ve eylemin önünü almak için uyuşturucuya, fuhuşa, hırsızlığa, ajanlığa
teşvik etmektedir. Sanat ve sporu tekeline alıp kültürel ve toplumsal tüm
yanlarından uzaklaştıran sistem gençleri sürüleştirmekte ve var olan enerjisini bu yöntemlerle almaktadır. Yine
cinselliğin içini boşaltıp, sürekli ön
plana çıkararak gençleri güdülere
mahkum et-
STÊRKA CİWAN
mektedir. Bir yandan sahte aşk tanımlamalarıyla bir yandan cinsel özgürlük teşvikiyle ve yine fuhuşu yaygınlaştırarak toplumda da bu durumu
normalleştirmektedir.
Hem kadınlara hem de gençlere
olan onca yönelimin odak noktası; sistemin ezeli ve eceli düşmanı olan genç
kadınlardır. Sistem düşünsel, cinsel ve
emek sömürüsüyle; kadının ve gençlerin
sırtından yükseldiğine göre sistemin
temellerini sarsacak olan güç de genç
kadındır. Toplumdaki tüm kesimlere
oranla daha ince bir politikayla sömürülen genç kadınların direnişe geçmeleri
için daha fazla nedenleri vardır. Direnişe
geçen genç kadınların başta Kürdistan
ve tüm Ortadoğu gerçekliğinde mücadelesini en sağlam yürüttüğü yer
Kürdistan dağlarıdır. Kürdistan dağları
binlerce yıl direnişçilere iyi bir sığınak
ve mevzi olmuştur. Bugün de özgürlük
arayan genç kadınlar için bir direniş
merkezi konumundadır. Sistemin her
türlü tecavüzüne ve hiçleştirmesine
karşılık Kürdistan dağlarında konumlanan genç kadınlar kadın kurtuluş
ideolojisiyle bilinçlenip örgütlenmekte
ve açığa çıkan iradeyle silahlanarak
devletlerin kadın ve toplum üzerindeki
planlarını boşa çıkarmaktadır.
Savaşan kadın özgürleşir,
özgürleşen kadın güzelleşir
Kürdistan dağlarında ordulaşan,
kadın özgünlüğünü ve örgütlü gücünü
oluşturan genç kadınlar bir kez daha
toplumu dönüştürebileceklerini ve sistemin askeri ve ideolojik saldırılarına
cevap olabileceklerini tüm dünyaya
göstermektedirler. Bunların yanında
genç kadınlar toplum ve kadın tarihi,
kimliği ve coğrafyasıyla tanışmaktadır.
Sistemin asimile etmeye, metalaştırmaya, kadın bilinci ve tarihinden uzak
tutmaya, özgüvensizleştirmeye çalıştığı
genç kadınlar Kürdistan dağlarında
adeta bir aydınlanmayı yaşamaktadır.
İyi bir sistem analizcisi ve hakikat
arayışçısı olmaktadır. Ataerkil sistemin
tüm aşamalarını çözümleyip, sistemin
toplumda ve kadında yarattığı tahribatları birebir görüp aşma çabası içerisine girmektedir. Yine bireyin kişiliğinde yer edinen sistem hastalıklarını;
eğitimle, eleştiri-özeleştiri mekanizmasıyla, dağ yaşamıyla bütünleştikçe
daha iyi görmekte ve aşmaktadır. Dolayısıyla özgür Kürdistan dağlarında
kendi kişiliğini tanıma ve öz gücünü
açığa çıkarma fırsatını da yakalamış
oluyor. Kürdistan’ın kuzeyinden, güney
batısından, doğusundan ve güneyinden
gelen yine Türkiye, Irak, İran, Suriye
ve Avrupadan gelen genç kadınlar
ortak bir kimlik yakalamaktadır. Zenginleşen kültür, sanat ve dille toplumsallığını inşa etmektedir.
Genç kadınlar Kürdistan dağlarında
bireyci ve savruk bir yaşamdan komünal ve örgütlü bir yaşama geçmektedir. Doğayla yeniden bütünleşmekte
ve toplumsal sanat ve yaratıcılığını
açığa çıkarmaktadır. Yani yeniden toplumun, toplumsallığın, dilin ve kimliğin,
kültürün ve tarihin koruyucusu olmaktadır. Bilinçlenip irade kazandıkça sis25
tem kurumlarının ve ideolojisinin eceli
olmaktadır. Kadının bağlılığı, hedefe
odaklanışı ve ayrıntıları iyi hesaplayabilmesi de kalıcı zaferleri beraberinde
getirmektedir. Kısacası genç kadınlar
için sistemin bilinç kirliliğinden kurtulmanın, sistemi boşa çıkarmanın,
toplum ve kadın üzerindeki etkilerini
kırmanın ve kadının öz gücünü açığa
çıkarmanın, öz kimliğiyle buluşmanın
tek yolu özgür kürdistan dağlarında
örgütlü ve bilinçli bir savaşımla olur.
Genç kadınların sistemin tüm çabalarına rağmen bilinçlenip örgütlenmesi hem toplumsal özgürlük hem de
sistemin en derin politikalarının boşa
çıkması ve darbelenmesi anlamına
gelmektedir. Kapitalist sistemin, metaların kraliçesi olan genç kadını kaybetmeye başlaması baş aşağı düşüşünü
getirir. Genç kadının kadın kurtuluş
ideolojisiyle hem kadınları özüne çekmesi hem de toplumsal cinsiyetçiliği
kırması toplumun özgürlüğünü de beraberinde getirmektedir. Savaşan kadın
özgürleşir, özgürleşen kadın güzelleşir,
güzelleşen kadın sevilir ve sevilen kadın toplumsallaşır.
***
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
R
Ö
P
O
R
T
A
J
VARLIĞINI KORUMA VE
ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KAZANMA DÖNEMİ
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan ile roportaj
“Gerilla hiçbir zaman
zayıflık göstermeyecek,
bu kahramanlık çizgisine
kesinlikle halel
getirmeyecektir. Bunu
herkes bilsin, bu temelde
gerillaya daha yakın olsun,
daha çok destek versin, gerillayı güçlendirecek
serhıldana daha fazla
katılım göstersin. Gerilla
ve halk serhıldanının
birliği dördüncü
dönemde özgürlüğü
kazanmamızı
sağlayacak iki temel
güçtür. Bunları
geliştireceğiz ve mutlaka
bu temelde zaferi
kazanacağız”
Tebax 2011
*Bu dönemin temel karakteri
nedir?
-Varlığını koruma ve özgürlüğünü
kazanma dönemidir. Yine ikili bir karakteri var. Varlığını koruma gündemdedir. Neden? Çünkü öz itibariyle inkar
ve imha sisteminde değişiklik olmamıştır. İnkar ve imha sistemi kaba ret
ve inkar politikalarını yürütemez duruma düşmüştür. Bu politikalar hareketimizin geliştirdiği direnişle boşa çıkartılmış, yenilgiye uğratılmıştır. Artık
o yöntemlerle hareketimizin ezilmesi,
tasfiye edilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla inkar ve imha sistemi, kaba
ret ve inkar politikasını aşan, sözde
Kürt’ün var olduğunu söyleyen ama
gerçekteyse onu bir halk olarak kabul
etmeyen ve herhangi bir hak vermeyen,
tanımayan bir temelde inkar ve imha
sistemini yeniden inşa etmek istemektedir. Bu temelde aslında öz itibariyle
inkar ve imha sürüyor. Sözde bir değişiklik var; fakat bu da yanıltmayı, aldatmayı hedefliyor. Kürt halkını ve
uluslararası kamuoyunu aldatmayı hedefliyor. Yumuşak görünüp baskı ve
saldırılarla Kürt halkını soykırımdan
geçirmeyi ifade ediyor. Bu bakımdan
inkar ve imha sisteminin özünde bir
değişiklik yoktur. İdeolojik, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, askeri her düzeyde imha amaçlı saldırı sürüyor.
Kürdistan'da askeri işgal, ekonomik
ve siyasi sömürgecilik ve de kültürel
soykırım devam ediyor. Göz göre göre
yasal siyaset yürüten güçler hiçbir hukuki suçlamaya dayanmadan tutuklanıp
26
cezaevine konmuş ve siyaset yapamaz
duruma düşürülmüş bulunuyor. Bu temelde saldırılar sürüyor. Askeri operasyonlar, yine polis operasyonu devam
ediyor.
Diğer yandan, özgürlüğünü sağlama,
Kürt sorununa çözüm bulma on yedi
yıldır siyasi uzlaşma temelinde yapılmak
istendi. Önderliğimiz ve hareketimiz
bu konuda her türlü fedakarlığı gösterdi,
çabayı harcadı. Fakat görülüyor ki, bu
tek yanlı olmuyor. Önder Apo bu stratejiyi devam ettiriyor. Yine de siyasi
diyalog temelinde çözüm arayışındadır.
Zaten başka bir mücadele yürütmesi
de mümkün değil. Fakat biz gördük
ki, yalnız başına bu yaklaşım Kürt sorununu çözmüyor, toplumsal özgürlüğü
sağlamıyor, Kürt demokrasisini inşa
etmiyor. O zaman özgürlüğü kazanmayı
kendi öz mücadelemizle, özgücümüze
dayalı olarak, kendi öz savunmamızı
geliştirme temelinde sağlamak durumundayız. Buna göre, bir yandan Önder
Apo’nun yürüttüğü siyasi uzlaşma temelindeki demokratik çözüme destek
verdiğimiz, hazır olduğumuz gibi, diğer
yandan bunu illa beklemek durumunda
da değiliz. İki yönlü bir özgürlüğü kazanma mücadelesi yürüteceğiz. Bir,
kendi gücümüzle bu özgürlüğü sağlamayı esas alacağız. İki, eğer biz bu
mücadeleyi geliştirdikçe ilgili taraflar
siyasi diyaloga açık olurlarsa biz de
her zaman ona hazır olacağız ve dolayısıyla böyle bir çözümün gerçekleşmesi
için çalışacağız. Ama artık bunu beklemiyoruz. Kimseden böyle bir şey de
STÊRKA CİWAN
yalnız başına istemiyoruz. Kendi örgütlenmemizi, halk örgütlenmemizi
geliştirerek, halk savunmamızı güçlendirerek, demokratik örgütlülüğü
geliştirerek, direnişi yükselterek kendi
özgürlüğümüzü adım adım kazanacağız. Özgürlük mücadelemizi geliştirerek demokrasimizi inşa edeceğiz.
Buna göre de her şey değişecek.
Nasıl mücadele edeceğimizi
herkes görecek
Elbette bu doğrultuda da etkili bir
mücadele yürüteceğiz. Nasıl mücadele
yürüteceğimizi Kürt halkının direnişi
zaten gösteriyor. Her yerde artan saldırılar karşısındaki halkın direnişi
mücadelenin nasıl olacağını ortaya
koyuyor. Kuzey Kürdistan'ın bütün
şehirlerinde, Türkiye'de, Avrupa’da,
Irak’ta artan saldırılara karşı, provokasyonlara karşı halkın dört parçada
ve yurtdışında birlik halinde geliştirdiği
demokratik direniş nasıl mücadele
yürüteceğimizin aynası oluyor, bunun
ip uçlarını veriyor. Bunu önümüzdeki
süreçte daha da geliştireceğiz ve tabi
ideolojik, askeri boyutlarını da ortaya
koyacağız. Nasıl mücadele yürüteceğimizi, neler yapacağımızı gün geçtikçe, süreç ilerledikçe herkes görecek.
Şimdilik sadece bunu söyleyebiliriz.
*Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da
Irak-Türkiye ve ABD arasında
oluşturulan ‘Üçlü Komite’ toplantısı
yapıldı. Toplantı sonrası Ankara’daki ABD elçiliğinden PKK’ye
karşı ‘üçlü eylem planı’nda görüş
birliğine ulaşıldığı açıklandı. Toplantının ayrıntıları fazlaca yansıtılmadı. Ancak Türk basınına sızan
kısmi bilgilerde bu toplantıda ulaşılan sonuçların ‘PKK’yle mücadelede en kapsamlı plan’ olduğu
belirtildi. Sizce nasıl bir plan var?
Nedir bu planın ayrıntıları?
-Üçlü mekanizma adı altında PKK
hareketine dönük imha ve tasfiye
amaçlı planlı ortak saldırı hareketi
devam ediyor. Esas itibariyle ABDİngiltere- İsrail ittifakının Ortadoğu'ya
dönük saldırısı sürüyor. Bu saldırı
Büyük Ortadoğu Projesi temelinde
yürütülen bir saldırı olduğu için, Kürdistan'a dönük de bir çerçevesi vardır.
Dolayısıyla ABD öncülüğünün Kürdistan'a dayattığı bir plan var. Üçlü
ittifak, hatta dörtlü ittifak adı altında
bu siyasete Türkiye'yi, Irak’ı, Güney
Kürdistan yönetimini de katmaya çalışıyorlar. İşin özü, esası budur. Plan
ABD planıdır. Hedefi de, PKK’yi
imha ve tasfiye etmektir. Aslında
Türkiye yönetiminin, MHP ve
CHP’nin, ya da AKP gibi güçlerin
PKK’yi imha ve tasfiye etmek gibi
bir iradeleri yok. Geçmişte CHP,
MHP de ABD ve İngiltere’den sağladıkları destekle PKK'yi imha ve
tasfiye operasyonunu yürütüyorlardı.
Kürt inkar ve imha siyasetini sürdürüyorlardı. Bugün de AKP yine İngiltere ve ABD’den aldığı destekle
bu işi yürütüyor. Bunu herkes net
olarak görüyor. Yoksa AKP’nin ne
gücü vardı ki? Türkiye'de bile iktidarın
kuyruğundan tutabilmişti. Hükümet
olmuş ama iktidar olamamıştı. Oysa
şimdi iktidar olma yönünde ilerliyor.
Nereden alıyor bu gücü? İngiltere ve
ABD’den alıyor. Onlar yürü ya kulum
dediler, Tayyip Erdoğan ve çevresi
de yürüyor işte.
PKK'yi imha ve tasfiye planı bir
ABD-İngiltere planıdır. Bunu Türkiye'ye, Irak’a, Güney Kürdistan yönetimine yaptırmak istiyorlar. Bu
temelde Türkiye- ABD- Irak ittifakı
yaratılarak Büyük Ortadoğu Projesi’ni Ortadoğu'da tesis etmek istiyorlar. Bu üçlü ittifakı yaratabilmek
için de birinci hedef PKK’nin imha
ve tasfiyesi görülüyor. Bunu sağlatmak için AKP’yi Türkiye'de iktidar
yapmaya çalışıyorlar. Irak’ta yeni
27
bir iktidar oluşturmaya çalışıyorlar.
Güney Kürdistan’ı buna hizmet eder
hale getirmek istiyorlar. Irak’ta, Türkiye'de, Kürdistan'da rol oynaması
için AKP’ye destek veriyorlar. AKP
de Kürt var söylemi adı altında özel
savaşı geliştirerek imha ve tasfiye
amaçlı saldırı operasyonlarını askeri
ve siyasi olarak sürdürüyor. Türkiye
ve Kuzey Kürdistan'da gerçekleşen
saldırılar bu temelde gelişiyor. Hakkari’de çocuğu anasından alıp kafasını parçalayarak sokakta sürme, çocukların başına kurşun sıkacak kadar
vahşileşme, Gever’de çocukların kolunu kırma, kadınları tepeleme, ezme,
Adana’da gazeteciyi katletme,
Uşak’ta eski DTP il başkanını zindanda katletme, Samsun’da Kürt
halkının seçilmiş liderlerinden olan
Ahmet Türk’e alçakça saldırma gibi
olayların hepsi bu plan kapsamında
gelişiyor. Bunların hepsi birbiriyle
bağlantılıdır ve ABD- İngiltere- İsrail
ittifakının öngördüğü PKK'yi tasfiye
planının hayata geçirilmesi temelinde
gelişmektedir. BDP’ye dönük operasyonlar da bu çerçevede sürmektedir. Hepsi bir planın uygulanması
oluyor. Diğer yandan, İtalya’da,
Fransa’da, Almanya’da, Belçika’daki
operasyonlar da bunun bir parçasıydı.
Brüksel operasyonu da bu temelde
geliştirilmişti. ROJ TV’yi basan,
Kürt siyasetçilerini tutuklayan saldırı
da böyle bir planın parçasıydı. Yine
Maxmur’a dönük basında ortaya çıkan provokasyonlar da böyle bir
planın parçasıdır. Uzun süredir İçişleri
Bakanı, Maxmur’u şöyle yapacağız,
böyle yapacağız diye propaganda
yapıyordu. Fakat hiçbir şey yapamayınca, şimdi provokasyonlar yaparak Maxmur üzerinde oyun oynamaya çalışıyorlar. Kaldı ki Güney
Kürdistan'da, Irak’ta benzer bir sürü
provokasyon var. Bunlar da mevcut
planın bir parçasıdır.
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
Aslında bu planlı saldırılarla adım
adım PKK daraltılmaya, kuşatılmaya
çalışılıyor. Bu saldırılarla Kürt halkının
Avrupa’da demokratik siyasi örgütlenmesi, Kürt halkının demokratik
örgütlü gücü daraltılıp, imkanları sınırlandırılmak isteniliyor. Türkiye ve
Kuzey Kürdistan'da tutuklamalarla,
halk üzerindeki baskılarla demokratik
siyasi alan tasfiye edilmek isteniliyor.
Demokratik siyaset tasfiye edilmek,
halk üzerindeki özel savaş baskısıyla
halk sindirilmek, pasifize edilmek isteniyor. Bunun için her türlü komploya, saldırıya, vahşete başvuruluyor.
Yeniden kirli savaş yöntemleri, yargısız infazlar devreye konmuş bulunuyor. Giderek bunları daha fazla da
arttırabilirler. Bunların hepsi Kürt
halkının direnme gücünü pasifize etmeye ve demokratik siyaseti daraltıp
tasfiye ederek Kürt Özgürlük Hareketini siyaseten daraltıp halk desteğinden yoksun bırakmayı hedefliyor.
Bir yandan Avrupa’daki halk mücadelesini yok etmek isterken, diğer
yandan da Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki halk direnişini zayıflatmak,
pasifize etmek, sindirmek, yine demokratik siyaseti tasfiye ederek Kürt
özgürlük hareketini yurt dışında ve
siyasi alanda daraltmak istiyor.
Tebax 2011
Planın önündeki engel Kürtlerin
direnişi
Benzer uygulama Maxmur’a dönük
provokasyonlar temelinde sürüyor.
Maxmur kampı ortadan kaldırılarak,
belli bir siyasi mücadele rolü oynayan
küçük bir adacık da yok edilmek isteniyor. AKP hükümeti, özel savaş
planı Maxmur’un varlığına bile tahammül edemiyor. Maxmur da dağıtılarak, tasfiye edilerek, çeşitli provokasyonlarla çatışmalar çıkartıp etkisiz kılınarak kürt özgürlük hareketi
böyle bir mücadele mevzisinden de
yoksun kılınmak isteniyor. Güney
Kürdistan’dan da bu temelde kuşatılmaya çalışılıyor. Bunların hepsi bir
kuşatma hareketidir. Hareket yurt dışından, halk kitlelerinden, demokratik
siyasetten soyutlanarak, daraltılarak,
sadece dağda bir silahlı gerilla hareketi
durumuna düşürülmek isteniliyor ve
aynı zamanda kuşatılmaya çalışılıyor.
Bu başarılırsa, askeri operasyonlarla
da ikinci hamle yapılacak ve hareket
tümden ezilecek, tasfiye edilecek.
Bunun için tüm güçleriyle Avrupa’da,
Türkiye'de, Kuzey Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da halka dönük, de28
mokratik siyasete dönük alçakça
saldırı operasyonları yapıyorlar. Bunları Ahmet Türk gibi bir şahsiyete
saldırıya, yargısız infazlara, provokasyonlara kadar vardırdılar. Psikolojik
savaşı her türlü yalanı üretme temelinde yaygınca uyguluyorlar. Bunu
başarırlarsa, halk desteğinden ve siyasi
alandan mahrum bıraktıkları gerillaya
da askeri saldırıyla darbe vurmayı
hedefliyorlar. 2007-2008 yılında gerillaya darbe vurarak, gerillayı marjinal
kılarak, askeri operasyonları geliştirip
gerillayı etkisizleştirerek demokratik
siyaseti tasfiye etmeyi planlamışlardı.
Onu başaramadılar. Şimdi demokratik
siyaseti etkisizleştirerek, halkı da saldırılarla pasifize ederek gerillayı kuşatıp ikinci hamlede de gerillayı
tasfiye etmeyi hedefliyorlar. Plan bu.
Bu noktada ABD ve İngiltere’nin somut ortak planı var. Bunu AKP eliyle
Türkiye'de uygulamak istiyor. Yine
AKP’yi Irak’ta ve Güney Kürdistan'da
bu konuda rol oynar kılmaya çalışıyor,
güçlendirmek istiyorlar.
Tabi bu planın uygulanması önünde
engeller ve zorluklar var. Her şeyden
önce Kürt halkı direniyor. Nasıl ki
2007-2008 askeri planı Zap’ta kırıldı,
saldırılar Zap direnişinden döndüyse,
siyasi operasyonlar da Amed’den,
Gever’den, İstanbul’dan, Maxmur’dan, Brüksel’den döndü. Her
yerde halk direndi ve aslında bu operasyonu kırdı. Bir ferdi bile hareketten
kopartamadılar. Ne zindana aldıklarını
teslim alabildiler, ne geride kalan
halkı sindirebildiler, ne de demokratik
siyaseti zayıflatabildiler. Geçtiğimiz
Newroz mitingleri, gösterileri, kutlamaları bunu açıkça ortaya koydu.
Geçen yılı kat kat aşan bir kitlesellikte
Newroz kutlandı. Demokratik siyasette
beş tutukladılarsa on beş kişi onların
yerini doldurdu. Bu da şunu gösteriyor
ki, Kürt halkı birlik halinde. Provokasyonlara karşı, psikolojik savaşa
STÊRKA CİWAN
karşı uyanık. Direniyor ve bu oyunu
aslında bozdu. Yani siyasi alanı tasfiye
etmeye, halkı sindirmeye dönük saldırı
operasyonları büyük ölçüde kırılmış,
yenilgiye uğratılmıştır.
Öcalan’a yönelik tehdidin tek
sorumlusu hükümettir
ABD-AKP ittifakı şimdi bu yenilgiden nasıl kurtulacak, bunu nasıl
tersine çevirecek onun arayışı içinde.
Tayyip Erdoğan ABD’ye bunun için
gitti. Son görüşmeleri bu nedenle
yaptılar. ABD-Türkiye-Irak üçlü koordinasyon toplantılarını bu temelde
sık sık toplatıyorlar. Özellikle de Güney Kürdistan yönetimi üzerinde bu
temelde baskı uyguluyorlar. Neçirvan
Barzani’yi bunun için çağırdılar, bunları görüştüler. Mesut Barzani’yi Ankara’ya davet ediyorlar. Hewler’de
konsolosluk açtılar. Güney Kürdistan
yönetimine birçok taviz veriyorlar.
Öte yandan da Güney Kürdistan yönetimine ABD üzerinden baskı yapmak istiyorlar. Bu görüşmelerin hepsi
bu plan dahilindedir. Fakat bu çabalar
başarısız kalmıştır. Halk direnişi temelinde bu saldırılar kırılmıştır. Halkın
zindanda ve dışarıda kahramanca direnişi bu planlı imha ve tasfiye operasyonunu yenilgiye uğratmıştır. Avrupa’daki, Kuzey Kürdistan’daki halkımızın, Maxmur’daki halkın direnişi
bu oyunların hepsini bozmuştur, saldırıları kırmıştır. Planı özü itibariye
boşa çıkartmıştır.
Öte yandan, zaten bu güçlerin yaşadıkları zorluklar var. Irak’ta ABD
sistemi yürümüyor. Türkiye'de iç çatışmalar ortada. AKP istediğini yürütemiyor. Güney Kürdistan yönetimi
de öyle istendiği gibi yönlendirilecek
değil. Ortada Kerkük sorunu, kapılar
sorunu var. Türkiye yönetimi, AKP
neredeyse Güney Kürdistan’ı da yutacak, kendine bağlayacak. İşte Ker-
kük’te Türkmenler üzerinden hangi
sonucu çıkarttıkları ortada. Dolayısıyla
öyle onların aldatılmaları da çok
kolay değildir.
Kısaca, ABD-İngiltere ittifakının
amacı bu plan doğrultusunda PKK'yi
tasfiye etmektir. Önce siyasi olarak
tasfiye etmek, soykırıma uğratmak,
ardından askeri olarak imha ve tasfiyeyi tamamlamak oluyor. Ama dikkat
edilirse bunun gerçekleştirilmesi önünde ciddi zorluklar, engeller var. Bu
planı yürütmek için saldırılar her
türlü yöntemle Avrupa’da, Türkiye'de,
Irak’ta yürütülüyor. Fakat oyun önemli
ölçüde bozulmuş, plan açığa çıkar-
bu sözlerini “gizli örgüt talimatı’’
olarak değerlendirdiler. Alan’ın
sözleri ve Öcalan’ın da ‘suikast
olabilir’ ifadelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Emekli özel kuvvetler komutanı
Engin Alan’ın söz konusu açıklamasını
elbette önemsemek ve ciddiye almak
lazım. Bu öyle bir kişinin söylediği
söz değildir. Birdenbire aklına gelmesi
sonucunda söylenmiş söz de değildir.
Bu bir plandır, karardır, bir örgütün
işidir. Bu temelde zaten çalışmalar
da vardır. Önder Apo bu yönlü çalışmaların olabileceğini ifade etti. Bu
yönlü kuşkularını dile getirdi. “Beni
tılmış, halk direnişiyle bu imha ve
tasfiye planı büyük ölçüde kırılmıştır.
Geri kalanı da halkımız, hareketimiz
önümüzdeki günlerde geliştireceği
daha güçlü bir direnişle yerle bir edip
bu planı çöplüğe atacaktır.
*Bir süre önce hükümete darbe
teşebbüsünden tutuklanan Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanı
emekli Korgeneral Engin Alan
‘bıraksınlar İmralı’daki yarım işimi tamamlayayım’ ifadelerini kullandı. Kürt hareketine dost bazı
aydın ve yazarlar, Engin Alan’ın
her an burada öldürebilirler. Belki de
zaten her gün adım adım öldürüyor,
çürütüyorlar” diye de ifade etti. Bunlar
birbiriyle örtüşüyor, birbirini destekliyor. Ciddi bir tehlikenin varlığını
açıkça gösteriyor. Bu bakımdan hareket ve halk olarak elbette bu tür
durumları önemsiyoruz. Fakat bu konuda biz herkesten önce mevcut hükümeti sorumlu tutuyoruz. Şunu bu
vesileyle bir kere daha açıkça ifade
etmek istiyorum: Önder Apo’ya dönük
her türlü saldırı ve tehdidin bir tek
sorumlusu vardır: Başbakan Tayyip
29
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
Erdoğan ve AKP hükümeti. Biz hareket ve halk olarak bunları sorumlu
tutarız. ABD şöyle yapar, İngiltere
böyle yapar, İsrail şunu yapar, Engin
Alan bilmem ne yapar, MHP’si neler
çevirir, bu bizi ilgilendirmez! Yönetim
olan, hükümet olan AKP’dir, Tayyip
Erdoğan’dır. İmralı cezaevi bu hükümetin sorumluluğu altındadır. Baskı
ve tecrit uygulamalarından Tayip Erdoğan ve AKP hükümeti sorumlu olduğu gibi, İmralı’da bunu da aşan
her türlü olaydan kesinlikle Tayyip
Erdoğan ve AKP sorumlu olacaktır.
Biz halk olarak başka hiç kimseyi
sorumlu tutmayacağız. Kürt halkı bu
konuda nettir, duyarlıdır. Bu duyarlılığını sürekli geliştirmektedir. Herkes
bunu bilsin. Neden? Çünkü her şey
göz önünde. AKP hükümettir, iktidardır. İmralı kendi yönetim sorumluluğu altında bulunuyor. Gerekli tedbirleri almak zorunda.
Diğer yandan, biz biliyoruz ki bu
süreci Tayyip Erdoğan başlattı. 2009
Kasım’ında barış gruplarının Türkiye'ye girişi ardından, Ekim sonu KaTebax 2011
sım başında silbaştan yaparız diyerek
bu tehdidi bizzat Tayyip Erdoğan’ın
kendisi yaptı. Hakkari’ye gelip, beğenmeyen çekip gitsin diyerek halkı
tehdit etti. Silbaştan yaparız sözü de
Önder Apo’ya dönük bir tehditti. Neyin silbaştanını yapacak? İmralı sistemini silbaştan yapmakla tehdit etti.
Biz bunu böyle algıladık. Bu somut
bir tehditti ve bu yapılmıştır. Artık
ya tümüyle düzeltilir, ya da bu olmazsa, Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti İmralı’daki her türlü baskının,
işkencenin, olayın tek sorumlusudur.
Başka ortakları olabilir bunun, ABD,
AB’de suç ortağı olabilir, onlar da
yönlendiriyor olabilirler, ama İmralı
Türkiye'dedir ve AKP yönetimi altında
olan bir alandır. Biz hem bu nedenle,
hem de Tayyip Erdoğan’ın silbaştan
sözünü 99’a geri dönmek biçimde
algıladığımız için Tayyip Erdoğan
ve AKP’yi bu tehditlerden sorumlu
tutuyoruz. Bunu herkes bilsin, kendileri de bilsin. Başka biçimde bu
durumu kamufle edebileceklerini kesinlikle sanmasınlar. Eğer böyle de30
ğilse tedbir geliştirebilirler, açıklama
yapabilirler, değişiklik yapabilirler.
Mevcut baskı ve işkenceyi ortadan
kaldırabilirler. 17 Kasım darbesini
değiştirebilir, etkilerini yok edebilirler.
Önder Apo’nun mevcut statüsünü
değiştirirler. Kaldı ki zaten eğer Türkiye'de bir uzlaşı, barış, demokratik
siyaset işlerliği gelişecekse, bunun
ancak Önder Apo’nun öncülüğünde
olacağı açık. Önder Apo’nun da bunu
yapabilmesi için koşullarının düzeltilmesi zorunlu. Başka türlü de bu iş
yürümez.
Gerillanın hazırlığı ne düzeyde?
-Newroz ve 4 Nisan kutlamaları
gösterdi ki, Kürt halkı Önder Apo’ya
ve PKK'ye yürekten bağlıdır. Bu temelde önemli bir birlik de oluşturmuştur. Bu nedenle bir kez daha
Newroz ve 4 Nisan kutlamalarına
katılan herkesi selamlıyorum. Bayramlarını yine kutluyorum. Kürt halkının büyük bir ruh yüceliği içerisinde
olduğu kesin. Yücelişi yaşıyor, onur
kazanıyor, haysiyet kazanıyor. Kimliğini ve kültürünü özgürce yaşamanın erdemine ulaşıyor. Ruh olarak,
duygu olarak, bilinç olarak, davranış
olarak kendini özgürlük temelinde
yeniden yaratıyor. Böyle bir halk
yaratılışını selamlıyorum. Dünya
halklarına özgürlüğü kazanma yönünde en büyük cesaret ve fedakarlıkla mücadele ederek örnek olan,
öncülük oluşturan Kürt halkını, onun
kahramanca direniş mücadelesini
saygıyla selamlıyorum, kutluyorum.
Gerçektende büyük bir yüceliktir.
Faşist gerici güçler, AKP hükümeti
saldırdıkça, baskı uyguladıkça halkın
Önderliğe ve PKK'ye bağlılığını
azaltmıyor, tam tersine daha da kenetlenmelerini, daha da çok bağlı
hale gelmesini sağlatıyor. Yine daha
geniş çevrelerin bilinçlenerek Önder
Apo ve PKK'ye bağlanmasına yol
açıyor. Bu tür saldırılar halkı pasifize
STÊRKA CİWAN
etmiyor, tam tersine Kürt gençliği,
kadınları ve halkı daha cesur ve fedakar bir direniş mücadelesi içine
giriyor. Her türlü baskıyı, zorluğu
gözüpekçe göğüslüyor, cesaretle mücadele ediyor. Serhıldanı gittikçe
şiddetlendirebiliyor. Yemiyor içmiyor,
yatmıyor uyumuyor, gerçekten de
büyük bir enerjiyle çok zengin eylemler geliştirerek, mücadele tarzında
dahiyane bir yaratıcılık göstererek
demokratik direnişi yükseltiyor ve
yayıyor. Bu elbette saygı duyulacak,
kutsanacak, selamlanacak bir durumdur. Biz bunun değerini görüyoruz, anlıyoruz. Bununla birlikte,
gerçekten de coşkusu güçlü, heyecanı
çok. Her türlü acıyı, baskıyı özgür
ve demokratik yaşamı yaratmanın
coşkusu ve heyecanıyla bastırıyor.
En zor direnişi Govend tutarcasına
yapıyor. Adeta bayrama, düğüne çeviriyor. Bu da Kürt halkının bir direnme yöntemi ve erdemi. Bu bakımdan da halkın coşkusunu da selamlıyorum. Bu bir dinamizm kazanmadır. Çürüyen, eskiyen yanlarını,
paslanan yönlerini atarak dinçleşme,
gençleşme, dinamikleşme durumudur. Özgürlük direnişimiz bu temelde
genç ve dinç yeni bir Kürt halkı ortaya çıkarmıştır. Bunu herkesin görmesi gerekli.
Halktaki bu durumun tüm hareketimizde yaşandığı da tartışmasızdır.
Bütün parti hareketimiz, KCK camiası bu ruhla doludur. Tamamen
böyle bir heyecanı ve coşkuyu yaşıyor. Buna göre ölçülerini oluşturuyor. Özellikle parti 10. Kongremiz
temelinde gelişen yeniden partileşme
bütün militan kadro yapısında büyük
bir ruh yücelmesi, coşku, heyecan
ortaya çıkardı. Kendini yenileme,
düzeltme ve yeniden yapılandırma
durumunu geliştirdi. Yeniden katılım
sağlattı. Üçüncü partileşme hamlesine bütün kadrolar kendilerini ye-
nileyerek, gençleştirerek katıldılar.
Gerilla bu hamleye öncülük ediyor.
Dolayısıyla tüm hareketimizin moral
ve coşku gücü gerilladadır. Son bir
yılda özellikle nicel ve nitel büyüme
hamlesi temelinde bu konuda önemli
bir gelişme yaşandı. Yeni güçler katıldılar. Çok kapsamlı bir eğitim çalışması yürüttük. Zihniyet devrimi
gerçekleştirdik. HPG’de değişim ve
yeniden yapılanmayı başardık. Yeni
bir HPG zihniyet olarak, tarz olarak,
sistem olarak oluştu, ortaya çıktı.
Bu gelişmeler elbette büyük bir coşku ve moral durumunu ifade ediyor.
Bu gelişmeler gerillayı Önderlik
gerçeğine, parti çizgisine, halka ve
ülkeye çok daha güçlü bir biçimde
bağlamıştır. Tıpkı halktaki gibi Önderliğe bağlılık, ülkeye bağlılık, partiye bağlılık, halka bağlılık, direnişe
bağlılık gerillada da kat kat artmıştır.
Coşku ve heyecan da aynı düzeydedir. Moral düzeyi en zirvede seyrediyor. Öyle ki, mücadele etmenin
büyük istek ve sabırsızlığını tüm
gerilla yaşıyor. Edindiği bilinç, gördüğü eğitim ve genelde gelişen mücadele onda böyle bir etki yaratıyor.
Her gün büyük coşku ve heyecan
içinde yaşıyor.
Gerilla en bilinçli ve örgütlü
dönemini yaşıyor
Hazırlık düzeyi de bu temelde en
yüksek noktadadır. En büyük hazırlık
eğitimdir, moraldir. Bunu da yürüttüğü
çalışmalarla gerilla son yıllarda çok
ileri düzeye çıkardı. Örgütsel hazırlıkları da iyidir, teknik hazırlıkları da
iyidir. Hiçbir zaman ulaşamadığı teknik düzeye kendisini ulaştırmıştır.
Yaratıcıdır bu konuda. Yenilikler geliştiriyor. Yapıyor, inşa ediyor, yaratıyor ve kullanıyor. Önümüzdeki süreç
bunun ne demek olduğunu herkese
gösterecek. Herhangi bir zorluğu, sı31
kıntısı şu an yoktur. Demek ki teknik
hazırlık bakımından da, örgütsel yapılanma olarak da, eğitim ve moral
bakımından da gerilla en ileri, en
yüksek düzeye ulaşmış bulunuyor.
Hatta tarihin en bilinçli, örgütlü ve
hazırlıklı dönemini yaşıyor diyebiliriz.
Bu gerilla halkın özgürlük mücadelesinin dördüncü stratejik döneminde
de öncülük yapmaya, halk direnişini
savunmaya, öncülük ederek onun başarı çizgisinde yürümesini sağlamaya
muktedirdir. Bu konuda kararlılığı
tam, hazırlıkları güçlüdür. Bunları
nasıl pratikte gerçekleştireceğini eğer
böyle bir süreç gelişirse herkes görecektir. Şimdiye kadar Önderliğimiz
bu sürecin gelişmesini engelledi.
Barışı yaratmanın temsilcisi oldu.
Gerilla Önderlik bağlılığı nedeniyle
sıkı sıkıya Önder Apo’nun yürüttüğü
siyasete uydu. Eğer şimdiye kadar
bu düzey pratikleşmediyse bunun nedeni tamamen budur. Eğer önümüzdeki süreçte böyle bir durum ortadan
kalkarsa, Önder Apo’nun barış çabaları
karşılık bulmaz ve oyunlarla karşılanırsa, elbette ki o zaman tüm hareket,
halk gibi gerilla da devreye girecek
ve Kürt gerillasının, kendini yenilemiş,
yeniden yapılandırmış olan gerillanın
neler yapmaya muktedir olduğunu
herkes görecektir. Bu bakımdan halk
gerillaya destek versin, inansın, güvensin. Gerilla hiçbir zaman zayıflık
göstermeyecek, bu kahramanlık çizgisine kesinlikle halel getirmeyecektir.
Bunu herkes bilsin, bu temelde gerillaya daha yakın olsun, daha çok
destek versin, gerillayı güçlendirecek
serhıldana daha fazla katılım göstersin.
Gerilla ve halk serhıldanının birliği
dördüncü dönemde özgürlüğü kazanmamızı sağlayacak iki temel güçtür. Bunları geliştireceğiz ve mutlaka
bu temelde zaferi kazanacağız.
***
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
F
E
S
T
İ
V
A
L
FESTÎVALÊN Lİ EWRÛPAYÊ
14. Festîvala Çand û Sporê ya Ciwanan a Mazlum Dogan
Festîvala ciwanan ku ji bo bîranîna
Mustafa Malçok pêk hat bi dirûşmeya
parastina çanda me, parastina hebûna
me ye hate lidarxistin.
Tebax 2011
Ciwanên Kurd yên li Ewrûpayê
di 14. festîvala çand û sporê ya
ciwanan a Mazlum Dogan de li
hev kom bûn.
14. festîvala ciwanan ya Mazlum
Dogan li bajarê Elmanya Kolnê
pêk hat û rojekê dewam kir. Bi
hezaran ciwanên ku ji Belçîka,
Fransa, Swîsre, Avusturya û
Hollandayê hatibûn Elmanyayê
di festîvalê de gihîştin hev.
Di destpêka festîvalê de endamên
komên govendê û lîstikvanên sporê
bi xwepêşandanekê li qada festîvalê meşiyan.
32
STÊRKA CİWAN
Piştî deqeyek rêzgirtinê axaftina
rêberê gelê Kurd ya Abdullah Ocalan
ku di 2. festîvala Mazlum Dogan de
axivî bû hate guhdarî kirin. Rêberê
gelê kurd di axaftina xwe de gotibû
“me bi ciwanî dest pê kir em ê bi
ciwanî bi serkevin.” 14. festîvala çand
û sporê ya ciwanan a Mazlum
Dogan bi çalakiyên sporê dest
pê kir.
Tîmên futbolê yên ciwanmêr ji
Hamburgê Kurdistan Welatspor û ji
saarbrûckenê Kandîlspor ketin
pêşberî hev. Di vê pêşbaziyê de
Kurdistan Welatspor 2-0 bi serket û
bû yekemîn. Her wiha di lîstika fînalê
de jî ji hanauyê serhildan spor û ji
mûnsterê kîwex Kurdistan spor ketin
pêşberî hev. Di lîstika fînalê de kîwex
Kurdistan spor 2-0 bi serket û bû
şampiyonê festîvala Mazlum Dogan.
Li aliyê din li qada festîvalê pêşbaziyên
thaî box, boks, bazdan, maraton, û
voleybolê hate lidarxistin. Di pêşbaziya
thaî boxê de Bariş Ozbek û Mazlum
Osmanoglu ketin pêşberî hev. Li vê
derê her du jî bi serketin. Di 90 kîloyî
de guney keskîn bi serket û bû
yekemîn.
33
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
Di pêşbaziya boksê de di 62 kîloyan de Şêxmus Omerî bû yekemîn. Di 65
kîloyan de Bawer Ozbek û Îzzed Kurnaz bi bi hev re serketin û bûn
yekemîn. Di 70 kîloyî de Dogan Pozray bû yekemîn û Mahsum Poyraz
bû dûyemîn.
Di maratona bezê ya jinan a 100 metreyî de Sultan Damar bû yekemîn,
Gul Çelîk bû duyemîn û Çîgdem Kiliç bû sêyemîn. Di maratona bezê ya
mêran a 100 metreyî de Ramazan Yilmaz bû yekemîn, şoreş garîp bû
duyemîn û Bilal Sîdarî bû sêyemîn. Di maratona bezê ya 10 kîlometreyan
de Ahmet bû yekemîn, Delîl Ay bû duyemîn û Seyfettîn Çakar bû sêyemîn.
Di pêşbaziya voleybolê de komên jinan ji Darmstadtê bû yekemîn, Koln
bû duyemîn û Duîsburg bû sêyemîn.
Piştî aktîvîteyên sportîf 10 komên govendê ku ji 150 kesî pêk dihat li qada
festîvalê lîstikên xwe pêşkêş kirin. lîstikên komên govendê ji aliyê Kurdistaniyan ve bi eleqeyeke mezin hate temaşe kirin. Her wiha ciwanên Kurd
bi xwepêşandanekê li qada
festîvalê ala ERNK ya 200 metreyî vekirin û meşiyan.
Tebax 2011
34
STÊRKA CİWAN
Di 14. festîvala çand û sporê ya ciwanan a
Mazlum Dogan de bernameya muzîkê jî hate
pêşkêşkirin. Hunermendên Kurd Seyda
Perînçek, Rojda, Erol Berxwedan, Bang,
Rêzan, Denîz Dêrsim, Koma Siyabend û Koma
Kevokên Aştî derketin ser dikê û ji ciwanan re
stranên xwe pêşkêş kirin.
Yekîtiya xwendekarên kurdistan YXK jî bi
peyama xwe tevlî festîvala ciwanan bûn. Di
peyama Xwendekaran de hate gotin ku “li dijî
lîstikên ku li ser ciwanan pêk tên divê
têkoşînek xûrt bê dayîn.”
14. festîvala çand û sporê ya ciwanan a
Mazlum Dogan ku di 9ê Tîrmehê de li bajarê
Elmanya Kolnê hate lidarxistin heta derengiya
êvarî bi coş û heyecaneke mezin dewam kir.
35
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
5. Festîvala Çand û Sporê ya Ciwanan a Engîn Sîncer
Ciwanên Kurd yên li Ewrûpaye her sal wekî
kevneşopiyekê festîvalên çand û sporê li dar
dixin. Festîvalên ciwanan îsal jî li paytexta Fransa Parîsê di 25ê Hezîranê de hate destpêkirin.
Festîvala ku ji bo bîranîna Mustafa Aktaş yê
ku di sala 1985an de li Parîsê ji aliyê kesên faşîst
ve hatibû qetilkirin ji bo wî hate
diyarî kirin.
Koordînasyona Komalên Ciwan jî ji festîvala
ciwanan re peyamek şandibûn. Di peyama Komalên
Ciwan de wiha hate gotin. „Meşa me yî şoreşê ku
bênavber nêzî 40 salî dewam dike, em jî bi coş û
heyecaneke mezin û bi germahiya ji çiyayên
Kurdistanê 5. Festîvala ciwanan ya Engîn Sîncer li
hemû hevalan pîroz dikin û silav dikin. Li dijî asîmîlasyon û qirkirina çandî kampanya ku ciwanên
Kurd li Ewrûpayê dimeşînin gelekî girîng e.
Her wiha di çarçoveya festîvalê de çalakiya wêne
û helbestan jî hebû. Pêşbirka ku di çarçoveya
festîvalê de hatibû amadekirin yên ku bi serketin
hatin xelatkirin. Di çalakiyên helbestê de
xwendekarê bi navê Siyabend Sîpan ê li
Elmanyayê bi helbesta xwe ya bi navê Evîna Te
Neba, ji aliyê endamên juriyê Newaf Mîro û
Feyzî Demirag ve hêjayê yekemîniyê hatin dîtin.
Beşdarên bi navê Enver Polat, Ronî Hartmann,
Ruşen Turgut, Yavuz Ozçelik, Hasan Yilan,
Amedê Polat û Rodî Yildirim jî hêjayî teşwîqê
hatin dîtin.
Di beşa resmê de ressam Şêrko Celal du beşdarên ji Mexmûrê Cengiz Kara ango Cengiz Xelîl Mehmûd
û Elî Bîlen hêjayî xelatên yekemînî û duyemîniyê dîtin. Cengiz Xelîl bi resmê xwe yê bi navê Penaber û
Elî Bîlen bi bi resmê xwe yê “keça piçûk û têlên rêsayî” bû duyemîn. Keça Kurd a ji Parîsê a bi navê
Beyza Yilmaz jî bi portreyekî sê reng bû sêyemîn.
Tebax 2011
36
STÊRKA CİWAN
6. car Di Festîvala Çand û Sporê ya Amara
Festîvala ciwanan ya Amara bi dirûşmeya ‚em ê
bi rihê ciwan ala Xweseriya Demokratîk li Kurdistanê bilind bikin’ de hate lidarxistin û ji bo
bîranîna Husên Xizrî pêk hat.
Di destpêka festîvalê de endamên komên govendê
û lîstikvanên tîmên futbolê li qada festîvalê meşek
li dar xistin. Piştî meşa ciwanan festîvala amara
ji bo kesên ku di têkoşîna azadiya Kurdistanê de
jiyana xwe ji dest dane bi deqeyek rêzgirtinê
dest pê kir. Festîvala ku ji du beşan pêk dihat bi
aktîvîteyên sportîf dest pê kir. Di aktîvîteyên
sporê de turnuvaya futbolê, voleybol, maraton û
pêşbirka zarokan hate lidarxistin.
Di turnuvaya futbolê de êdî bese spor bû yekemîn,
Kurdistan spor bû duyemîn û Amara spor jî bû
sêyemîn. Her wiha tîma futbolê ku ji bajarê Grazê
hatibû Antepspor, bi Serhadspor re ketin pêşberî
hev. Li vê derê jî Antepspor bi serket û bû
yekemîn.Piştî aktîvîteyên sportîf jî li qada festîvalê
beşa çandî dest pê kir. Di beşa çandî de jî hunermendên kurd Rojda, Şahê Bedo, Rêzan, Bang,
Koma Azadî û komên herêmî derketin ser dikê.
Koordînasyona komalên ciwan jî ji festîvala ciwanan
re peyamek şandibû. Di peyama komalên ciwan de
wiha hate gotin. „Meşa me yî şoreşê ku bênavber
nêzî 40 salî dewam dike, em jî bi coş û heyecaneke
mezin û bi germahiya ji çiyayên kurdistanê 5.
Festîvala ciwanan ya Engîn Sîncer li hemû hevalan pîroz dikin û silav dikin. Li dijî asîmîlasyon
û qirkirina çandî kampanya ku ciwanên kurd li
ewrûpayê dimeşînin gelekî girîng e. Yên ku ji
dîrok, nasname û rastiya civaka xwe dûrbin,
nikarin ji bo gelê xwe têkoşîna azadiyê bimeşînin.
Lewra li dijî asîmîlasyon û qirkirina çandî di
têkoşînê de israr tê wateya di kurdayetî û şerê
gel yê şoreşgerî de israr e.
Li aliyê din koma govendê ya Raperîn jî bi
lîstikên xwe yî ji herêmên kurdistanê bi eleqeyeke
mezin hate temaşe kirin.
37
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
6. Festîvala Çand û Sporê ya Hasan Kızıler
Festîvala ku bi dirûşmeya parastina çanda me parastina hebûna me ye de pêk hat ji bo gerîlayên
HPGê Senar Mete û Ahmet Nas hate diyarî kirin.
Festîvala ku li bajarê langenthalê pêk hat bi meşa
endamên komên govendê û lîstikvanên tîmên
futbolê dest pê kir.
Piştî meşa ciwanan hunermendên wekî Petra Geşkî,
Baran, Bang, Hasan Saglam û Cîhan, Seyda Perînçek, Bêrîvan Arîn, Çetîn Oraner û Hozan
Comerd derketin ser dikê. Koordînasyona Komalên
Ciwan jî ji bo festîvala hasan kiziler peyamek şandibûn. Di peyama Komalên Ciwan de wiha hate
gotin. „Têkoşîna ku bi pêşengiya Rêber Apo pêş
dikeve, bi qehremantî û berxwedana gerîlayên me
û gelê me yî fedekar nêzî azadiyê dibe. Ji bo
jiyanek bi rûmet tevgera azadiyê şenseke dawî ye.
Em jiyana li Ewrûpayê ya kapîtalîzmê napejirînin
û jiyanek wisa jî naxwazin. Em ê bi Rêber Apo û
gelê xwe re di jiyanek azad de bijîn.“
Festîval ji bo ciwanê Kurd HasanKiziler pêk dihat
û bavê wî li cihê festîvalê amade bû û axaftinek
kir.
Li qada festîvalê aktîvîteyên sportîf jî pêk hatin.
Di nav pêşbaziyan de voleybol, atletîzm, tenîsa
masê û futbol hebû.
Di dawiya festîvalê de jî tîmên futbolê FC Engîzekspor û Luganospor ketin pêşberî hev. Di vê
pêşbaziyê de jî FC Engîzekspor bi serket û bû yekemîn.Kesên ku di beşa sporê de bi serketin hatin
xelatkirin. Di beşa voleybolê de ji luzernê koma
Avaşîn bû yekemîn, ji Zurîhê koma Zîlan-havîn
bû duyemîn û ji st.gallenê koma Amara bû sêyemîn.
Di pêşbaziya bezê de maratona 100 metreyî de
Bawer Kahramanogullari, Ahmet Îhsan Ozçelîk
û Çagdaş Kanlikiliç bi serketin. Di maratona 400
metreyî de jî Sadik Yaşarî, Îhsan Ozçelîk û Bawer
Kahramanogullari bi serketin.
Di tenîsa masê de Taylan Demîrcî bû yekemîn û
Yildirim îzra jî bû duyemîn.
Tebax 2011
38
STÊRKA CİWAN
A
N
I
ELİNDE BASTONU VARDI
Şerif GOYİ
“Agitlerden aldığımız
gelenekle yürüyoruz
ve biz yürüdükçe
zaferin yakın olduğunu
görüyoruz”
‘85 yılının yaz aylarında bir efsane
dolaşıyordu Botan eyaletinde. Sadece
dinlenilen, hayal edilen bir efsane değildi
bu. Elini uzatsan dokunacağın kadar
yakın, beynini ve yüreğini saracak kadar
gerçekti. İçimizde, bize ait olan ama bir
o kadar da uzak bir efsaneydi. Ne gökyüzünün genişliği ne de toprağın bereketi
bu kadar şaşırtıcı ve gerçek değildi.
15 Ağustos eylemi öyle esmişti ki,
yüreklerdeki inançsızlıklar, güvensizlikler
kaybolmuştu. Çocukların oyunları değişmiş, gençlerin yüzü dağa dönmüş,
yaşlıların umutları tekrardan yeşermişti.
Herkesin gözü kulağı bir sese yönelmiş,
yaşamları o sesten gelecek en küçük bir
söze bağlanmıştı.
Son günlerde bir eylemden bahsediliyordu. Qaşura ve Haftanin yolu üzerinde, sınır ticaretini durdurmak amacıyla
kurulan karakola eylem yapılmıştı. Karakol sınırdan kaldırılmıştı. Halk bu eylemin neden yapıldığını tahmin edemiyordu. Karakol, ticareti durdurma bahanesiyle hem halka eziyet ediyor hem
de tüm ekonomik geliri durduruyordu.
Bir köylü ile karşılaştım. O kadar
mutlu ve gururlu görünüyordu ki “Heval Agit karakolu yerle bir etmiş. Ticaret yolunu açmış. Agit halkın durumunu iyi biliyor. Özelikle de fakirlerin...” diyordu.
Kürt halkı, devrimciliğe yeni başlamamıştı. Yıllardır birçok örgüte kucak
açmış, evini barkını, varını yoğunu hatta
canını bile vermişti onlara. Ama gel gör
ki, devletin haksızlığına, sömürüsüne
39
karşı hiçbir şey yapamamışlardı. Bu da
yetmezmiş gibi, halkın tüm değerlerini
ölçüsüzce harcamışlardı. Ahlaki ölçüleri
zorlar olmuşlardı. Bütün bunlar, Kürt
halkını devrimciliğe ve devrimlere karşı
soğutmuş, inançsızlığı geliştirmişti. Böylesi bir durumda yapılacak olan ise içe
büzülme, kendi yağında kavrulmaydı
ki, 15 Ağustos’a kadar da böyle sürdü.
15 Ağustos, sözün ve eylemin birlikteliğini ispatlamış, sönmüş inanç alevlerini tekrar yakmıştı. PKK militanlarının
oturuşu kalkışı, halkın malına inançlarına
verdiği değer, halkın partiye günden
güne bağlanmasını sağlamakla kalmamış,
ölümüne canlarını ortaya koyma cesaretini de doğurmuştu.
Bunda öncülüğü Agit arkadaş oynuyordu. Halkın en ufak bir eşyasına
sonsuz değer verir, onlardan izinsiz ne
bahçelerine, ne de tarlalarına el sürerdi.
Zarar verenleri ise anında uyarırdı. Sahipsiz bulduğunu sonuna kadar korur,
sonra onu sahibine teslim ederdi.
Dolunay geceyi tüm parlaklığı ile aydınlatıyordu. Ağaç yaprakları arasından
sızan ay ışığı pörsümüş kuru otlara vuruyordu. Rüzgar ılık ılık esiyordu. Ben
ve Ferhan, Bındarine’de koyunları otlatmaya çıkarmıştık. Köyden uzaklaşır,
uzaklaşmaz koyunları serbest bırakmış,
bir ağacın dibinde uyumuştuk. Koyunların, tarlalara girdiğinden köylülerin
yeni biçtiği otları yediğinden habersiz,
rüyalar görüyorduk.
Derinden gelen bir sesle uyandım.
Önce karşımda duran bu karartıyı tanıTebax 2011
STÊRKA CİWAN
yamadım. Ama uyku sersemliğim geçince bunun, 84 yılında Partiye katılan
köylümüz Resul olduğunu anladım.
Çok atik bir hareketle ayağa kalktık.
Bize “korkmayın, ben hevalım” dedi.
Heval olduğunu duymamız ikimizin
de korkmasına yetiyor da artıyordu
bile. Her ne kadar halk arasında onlardan mükemmel bahsediyorlarsa da,
devlet tam tersini, onların Rusya’dan
geldiklerini, “dinsiz, terörist” olduklarını
söylüyordu. Bu korku birazda devlet
korkusuydu.
“Bir arkadaş sizi bekliyor. Sizinle
konuşmak istiyor” dedi. Bizi görmek
isteyenin kim olduğunu söylememişti.
Bulunduğumuz yerin biraz yukarısında bir kayanın önünde durmuştu.
Koyunları etrafına toplamıştı. Elinde
baston vardı. Omzunda ise askeri
parkesi. Ay ışığı gözbebeklerinde ışıl
ışıl yanıyordu. Öyle heybetli duruyordu ki, içimize korku dolmuş, bize
ne yapacağını merak ediyorduk. Tam
önünde durduk.
“Hangi köydensiniz” diye sordu.
Ardından da adımızı öğrenmek istedi.
Cevaplarını aldıktan sonra sesini yükTebax 2011
selterek “Köylüler sabahtan
akşama kadar
ot biçiyor, siz
ise koyunları
tarlalara bırakıyor sonrada
uyuyorsunuz.
Günah değil
mi? Bu suç değil mi? Suç işliyorsunuz.
Köylülerin
emeğini boşa
çıkarmamalısınız, dikkat
edin” dedi.
Tüylerim ürperdi. Utandım.
Dizlerim titriyor ağzımı açamıyordum. Hem söylediklerinden hem de onun gür ve
sert sesinden oldukça etkilenmiştim.
Kimdir? Nedir? Bu gece yarısı nereden geliyor ve nereye gidiyordu.
Hiçbir şey düşünemiyordum. Kara sakalları ve çakmak çakmak yanan gözleri
yüzüne daha sert bir ifade vermişti.
Sözü bittikten sonra yola koyuldu.
Daha üç adım atmamıştı ki döndü.
“Daha önce arkadaşlara partiye katılacağınıza söz vermişsiniz. Uygun bir
zamanda gelirseniz iyi olur. Sözünüzü
yerine getirmeniz gerekir. Özellikle,
siz Firaz arkadaşa söz vermişsiniz”
dedi ve yoluna devam etti. Gurubun
en arkasında yürüyen köylümüz Resul,
yanımıza yavaş yavaş gelerek, “onu
tanıdınız mı?” diye sordu, “hayır kimdir?” dedik. Resul göğsünü kabartarak
“Heval Agit” dedi. Eylemlerini duyduğumuz, sözünü, sevgisini masal
gibi dinlediğimiz bu insanı, hiç göremeyeceğimi, benden çok uzak olduğunu düşünürdüm. Oysa şimdi, onu
tekrar görme istemi ile dolup taşıyordum. Günlerce, bakışları, el hareketleri, kayanın önünde ay ışığı vurmuş
40
saçları, elindeki bastonuyla gözümün
önünde canlandı. Sesi kulağımda çınlıyordu. Ne yapacağımı bilmeden dolaştım durdum. Her gece onları görme
ümidi ile dağlara çıkıyordum. Bir
yandan korkuyor, bir yandan da büyük
bir bağlılığın geliştiğini duyumsuyordum. Sanki bir şeylerimi kaybetmiştim.
Belki de yaşamım boyunca sahip olmadığım ve olamayacağım çok değerli
bir şeyi kaybetmiştim. Her yerde onu
arıyordum. Beni, aradığımın ne olduğunu bilmeden sürükleyen içimdeki
bu duygu, önü alınması imkansız bir
çağlayan gibiydi.
O günlerde yine bir eylemden ve
Agit arkadaştan bahsediyorlardı. Diyorlardı ki; “arkadaşlar caddeye pusu
atmışlar. İki arkadaş asker elbiseleri
giymiş. Diğer arkadaşlar ise mevzilenmişler. Araba gelince asker elbisesi
giyen iki arkadaş arabayı durdurmuş.
Ne yazık ki, bu iki arkadaşta da Türkçe
bilmiyormuş. Türkçe bilmeyen askeri
gören halk ne olduğuna anlam verememiş. Tam bu sırada Agit arkadaş,
arabaya binmiş ve arabayla Çatak girişindeki denetleme kulübesine saldırı
düzenlemişler” Eylemin başarısı dilden
dile dolaşıyordu.
Sonbaharın ilk günlerinde, aradığımı
bulma umudu ile içimdeki çağlayanın
bir dalgasına kapıldım. Eylül ayı ortalarında Haftanin’e ilk parti eğitimimi
almak için gönderildim. Arkadaşlar,
Haftanin’in derin vadilerinden birinde
üslenmişlerdi. Agit arkadaşı gördüm.
Gözlerime inanamıyorum. Onu uzaktan
uzun bir süre izledim. Elindeki M16’yı sanki vücudunun bir parçası gibi
tutuyordu. Çok saygılıydı. Karşısındakiyle konuşurken ona bakarak dinliyor. Ve arada bir başını sallıyordu.
Yanına gittiğimde beni ve Ferhan’ı
hemen tanıdı. Bizimle uzun uzun konuştu. Ona bakmaktan kendimi alıkoyamıyor, söylediklerini dinleyemiyordum. Hatırımda kalan “bakın bu gör-
STÊRKA CİWAN
düğünüz arkadaşlar sizin oralılar, bizim
halkımızın çocuklarıdırlar. Biz, daha
önce birbirimizi gördük, konuştuk. Siz
bu konuşmalar üzerine Partiye katıldınız. Bize inandınız biz de size inanıyoruz. Bu nedenle mutluyuz. İnanıyoruz ki, sizde öylesinizdir”
Konuşmanın sonunda “şimdi eğitim
göreceksiniz. Eğitiminiz bittiğinde,
parti sizi gerillacılık yapmak istediğiniz
yere gönderir” dedi.
Bu, onu ikinci ve son görüşümdü.
Benavok alanındaydık. Zagros’ların
güneyinde olan bu alana Xakurke’den
gelmiştik. Kalabalık bir grup Haftanin
alanına geçince tüm erzaklarımızı
onlara vermiş, yaklaşık iki gün erzaksız
yürümüştük. Bir arkadaş telaşla;
-“Heval! Heval! diye seslendi.
-“Ne oldu?” dedim
-“Bir koyun sürüsü bu tarafa doğru
geliyor” dedi
Buna oldukça sevinmiştik. “Çok
iyi. Bir tane koyun isteyebiliriz” dedim.
Başka bir arkadaş;
“Onları tanımıyoruz. Karşıtlarımız
olabilir” dedi.
Cevabım çoktan hazırdı.
-“Buraları tanımıyoruz ama çobanları tanıyoruz. Onlardan kötülük gelmez” dedim. Ben ve Bedri zaman
kaybetmeden çobanın yanına gittik.
Onunla biraz sohbet ettik. Ona iki
gündür aç olduğumuzu ve ondan koyun
istediğimizi söylememiştik, çoban
kalktı, sürünün içinden en besili olanını
seçip bize getirdi. Başka bir şeye ihtiyacımızın olup olmadığını sormayı
da unutmadı.
Yüreğimizi biraz daha büyüterek
ayrıldık çobanın yanından.
Bir gün ve bir gece boyunca yürümüştük. Daha da yolumuz vardı.
Yolumuz bir karpuz tarlasının içinden
geçiyordu. Bu sırada, öncülerimizden
biri bir karpuz kopardı. Şiyar (Kazım
KULU) arkadaş bunu görmüş fakat o
an uyarı yapmamıştı. Tarladan çıkıp
güvenlik açısından uygun bir
yere geldiğinde
Şiyar arkadaş hepimizi durdurdu.
“kısa bir açıklama
yapmak istiyorum” dedi.
Konuşmaya
başladığında kızgınlığı ses tonundan anlaşılıyordu.
“halkın malına
izinsiz dokunmak
bize yakışmaz.
Bu PKK’nin ahlakında da yoktur.
Halka hizmet için
dağlara çıkmışsak, onların malını izinsiz almak
olmaz. Bu tarz
bize ait değil. Arkadaşlar buna
dikkat etsinler”
dedi. Toplantı bittikten sonra yürüyüşe devam ettik. Bahçelerin
içinden geçiyorduk. Hiç birimiz elimizi
sebze ve meyvelere sürmedik.
Bugün bile nereye gidersem gideyim,
izinsiz hiçbir şeye dokunmam.
Şemzinan yolundan geçen düşman
arabasını pusuya düşürdük. Arabayı
imha etmeden önce içindeki tüm eşyaları çıkardık. İhtiyacımızdan daha
fazla eşya ele geçirmiştik.
Aylar önce bir çobandan aldığımız
eski su bidonumuzu atıp, arabadan aldığımız yeni su bidonunu kullanmak
istedik. Şiyar arkadaş müdahale etti
ve tüm arkadaşları topladı. Toplantı
konumuz, kullanabilecek olup da atılan
su bidonu üzerineydi. Toplantımız saatlerce sürdü. Şiyar arkadaş anlattıkça
anlatıyor biz ise yaptığımız bu hatanın
nedenini anlamaya çalışıyorduk.
41
“Eğer yeni olan su bidonu olmasaydı,
bu eski bidonu kullanmaya devam
edecektiniz. Oysa yeni olanı bulma
imkanı var diye eski fakat kullanabilecek olanı atıyorsunuz. Peki, hiç düşündünüz mü? Bu anlayış bizi nereye
götürür. Ülkemizde ordumuz büyüyecek, binlerce arkadaş gelecek. Şehit
düşenler olduğunda “nasıl olsa yenileri
geliyor, ordumuz büyük mü diyeceğiz?
Bu sözler ağır gelebilir, ama değerlerimize sahip çıkmayı öğrenmeliyiz.
Eğer eskimiş ise onarılmalı. Sonuna
kadar onu kullanmalıyız”
“Agitlerden aldığımız gelenekle yürüyoruz ve biz yürüdükçe zaferin yakın
olduğunu görüyoruz”
***
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
İ
D
E
O
L
O
J
İ
Konfederalîzma Demokratîk
Rêxistingeriya Netewa Demokratîk Ya Ne Dewlet e
Abdullah ÖCALAN
“Ev ji bo Kurdan jî baş û
di cîde ye. Kur dikarin di
navbera xwede, bêyku
dest bidin sînoran
konfederalîzma
demokratik ya Kurd
damezrînin. Hemû
parçeyên Kurdistanê,
beykû dest bidin sînoran
û sînoran ji xwere wek
astenf bibînin”
Tebax 2011
Pêwîste têgîna Konfederalîzma Demokratîk were nîqaşkirin. Ya ez qala
wê dikim demokratîkkirina Komarê
ye. Têgihiştina min ya ji sosyalîzmê
re wiha ye; Sosyalîzma pêkhatî jî
dinavê de, ez têgihiştina sosyalîzmeke
ku xwe dispêre dewletê rast nabînim.
Têgihiştina min ya Konfederalîzma
demokratîk jî ev e. Heta ku demokrasî
neyê pêşxistin sosyalîzm jî nabe. Bi
desthilatiya Sovyetan jî ev çareser
nebû. Sovyet, mîna dewleta rahibên
Sûmeran bûn. Çîn jî wisa. Ji ber vê
yekê jî nekarîn xwe li hember DYE
ser lingan bigirin. Rewşa Rojhilata
Navîn a heyî, ne ji jor de DYE’yê, ne
jî di jêr de gel qebul dike. Rêveber di
vê navberê de tengav bûne. Ya wê
xwe biguherînin, yan jî wê di bin
zextên DYE’yê de biçewisin. Pêla neteweperestiyeke nû çawa bû sedem ku
dema borî da wendakirin, wê îro jî
bide wendakirin. Li vir Konfederalîzma
Demokratîk mîna dermanek e.
Dibe ku DYE bi sorkirina neteweperestiyê re rê li ber wendakirina sedsaleke veke. Neteweperestî sedsalekî
da wendakirin, ji bo ev sedsal jî ne de
wendakirin tê xwastin ku konfederalîzma demokratîk ji binîve were birêxistin kirin. Ev xeta serekeye. Tê xwastin ku sosyalîzmeke xwe dispêre demokratbûnê hebe. Esasê vêya ew her
şeş xalên ku min di bernameyê de
dabû diyarkirine. YE niha demokratîk
dibe, Tirkiye demokratîk dibe, tevgera
Kurd demokratîk dibe. Divê ev sente42
zekî çêbikin. Bila şaş neyê fêhmkirin,
ez nabêjim bila Tirkiye konfederalîzm
be. Bila pêkhateya xwe ya unîter jî bi
parêze, lê ez dibêjim bila li gel vêya
komara demokratîkbe. Ez li dewsa
dewleta Barzanî-Talabanî dibêjim Konfederalîzma Demokratîk ya Kurdistanê.
Divê ev bi Komara Tirkiyê re dost be.
Konfederalîzma demokratîk ne neteweperestiya Kurd e. Ji netewparêziya
dewletî dûr mayîn, girîngî dayîna netewa demokratîk û pêvajoya Yekîtiya
Ewrûpa wek sentezekî were fêhmkirin.
Li ser vê bingehê dixwazim gel seferberbe. Bi vî rengî emê netewperestiyê
ji xeterbûnê derbixînin. Konfederalîzma
Demokratîk diyarî tevahî gelên cîhanê
û Rojhilata Navîn dikim.
Çareseriya heqîqî ya ji bo gelên
Rojhilata Navîn û her wiha ji bo cîhanê
jî konfederalîzma demokratîk e. Konfederalîzma demokratîk rêxistingeriya
netewa demokratîk ya ne dewlet e.
Konfederasyona demokratîk rêxistiniya
hindikahiyaye; rêxistiniya çandî, dînî,
heta ya cinsî û mîna vaye. Ez ji vêya
re dibêjim netewa demokratîk û rêxistiniya çandî. Ji her gundek komînekî
demokratîk dikare derbikeve. Yekbûna
hemû rêxistinên çandî dibe konfederasyon. Divê wekî xet were nîşandan.
Ez ji vêya re dibêjim konfederasyona
demokratîk ya ne dewlet.
Mînakên vê yên dîrokî hene. Beriya
niha demokrasiya Atîna hebû. Di Sûmeran d ejî rêxistiniyeke heman hebû.
Konfederalîzma Ewrûpa çêdibe. Kon-
STÊRKA CİWAN
federalîzma Rojhilata Navîn jî dibe.
Ji bo Kurdan jî li Rojhilata Navîn
Konfederalîzma Kurd di cî de ye.
Îsraîl û Flîstîn di navbera xwe de dikarin konfederalîzma demokratîk saz
bikin. Ji bo 22 dewletên Ereban, di
navbera xwede konfederalîzmeke demokratîk ya demokrasiyê li ber çavan
bigire, dibe. Tirk di navbera xwede
dikarin konfederalîzma demokratîk
ya Tirk saz bikin. Hun nikarin tevahî
Tirkan di bin yek aleke dewletê de
bînin bahev. Ji ber ku tev dewletên
netewîne. Lê di navbera
xwede dikarin konfederalîzma demokratîk saz bikin.
Ev ji bo Kurdan jî baş û
di cîde ye. Kurd dikarin di
navbera xwede, bêyku dest
bidin sînoran, konfederalîzma demokratîk ya Kurd
damezrînin. Hemû parçeyên Kurdistanê, bêyku dest
bidin sînoran û sînoran ji
xwere wek asteng bibînin,
divê sînoran mîna pirekî
bibînin û bivî awayî konfederalîzma xwe ya demokratîk pêşbixînin. Wê Kurd
dinavbera xwede têkiliya
siyasî, çandî û polîtîk pêk
bîne. Ez na bêjim hilweşandina sînoran, dibêjim
divê sînoran jixwere bikin
pir. Ti zirer û ziyanekî vêya ji ti
kesî/ê re nîne. Eger ev neyê kirin wê
her devereke Kurdistanê bibe gola
xwînê. Kurd tenê bi vî awayî dikarin
ji pêvajoyeke bixwîn rizgar bibin.
Demokrasiya Kurd ya bêxwîn encax wiha pêşbikeve. Di rewşeke berovajî de wê pêvajoyeke bixwîn ya
mîna Filîstîn-Îsraîl were jiyankirin.
Ev çareserî, wê pevçûna ku di derdora
netewe-dewleta Kurd de pêşbikeve
asteng bike. Ji bo vê yekê hilbijêrka
tenê ewe ku dewlet netewe ji de-
mokrasiyê re vekirîbe. Wê dest tê
wernedin netewbûna demokratîk ya
Kurd û li hev bikin. Ev wê pir bide
qezenckirin. Pêwîst e Tirkiye, Îran,
Sûrî û heta dewletoka Kurd jî li
pêşiya vêya nebin asteng.
Di rewşa heyî de alternatîfa tenê
konfederalîzma demokratîk e
Neolîberalîzm dixwaze dewleta
netewe ji nû ve ava bike lê çi dike
nake bi ser nakeve
Dewleta netewe ya di dused salên
dawî de weke hebûneke herî xwedayî
hat pîrozkirin, di serdema fînansê de
derz lê ketiye, ji ber ku di binya xwe
de rastiyên civakî yên bi darê zorê
helandine û tepisandine, bi awayekî
jê tolê hilînin ketine rojevê û ev pêvajoyên bi hev re têkildar in. Têgihiştina karê ya serdema fînansê veguherîna dewleta netewe ferz dike.
Di sîstematîkbûna pêxîrtengiyê de
ev veguherîn bi roleke girîng radibe.
Neolîberalîzm dixwaze dewleta ne43
tewe ji nû ve ava bike lê çi dike nake
bi ser nakeve. Di vî warî de mirov
dikare ji ezmûn û tecrûbeyên Rojhilata
Navîn gelekî hîn bibe.
Ev hêman careke din nîşan didin
ku konfederalîzma demokratîk weke
alternatîfeke bi hêz dikeve rojevê.
Di ezmûna Rûsya Sovyetê de pêşî
ya di rojevê de li pêş hat girtin, konfederalîzm li ser navê dewleta navendî
ji holê hat rakirin ev jî yek ji sedemên
bingehîn ên jihevdeketina sosyalîzma
pêkhatî ye. Bi serneketin di demeke
kin de dejenerebûna
Tevgerên rizgariya neteweyî ji nêz ve bi
pêkneanîna wan a siyaseta demokratîk û
kofederalîzma wê re
girêdayî ye. Tevgerên
şoreşger ên dused salên dawî dewleta netewe şoreşgertir hesibandin konfederalîzm jî weke şêweyekî
siyasî yê paşvemayî
dîtin li gorî vê jî bûn
xwedî helwest ev bû
bingehê serneketina
wan.
Kes tevgerên xwe
bi sîleha modernîteya
kapîtalîst dewleta netewe ve girêdan, yeqîn dikirin ku wê di
demeke kin de bi vê sîlehê veguherînên civakî yên mezin pêk bînin, lê
dereng serwextbûn ku bi vê sîlehê li
xwe dane. Nêzîkatiya wan a gerdûnparêz, li ser xeteke rast pêşketî der
barê xwezaya civakî de zû dereng
wan gihandiye têgihiştina sosyalîzma
pêk bê. Eskatalojiya (baweriya bi
axîretê) di Pirtûkên Pîroz de bi awayekî weke sosyalîzmê xwe daye der.
Civak li ser xeteke rast weke modelên
pêş dikevin bi navê destpêk, koledar,
feodal, kapîtalîst sosyalîst teswîr kiTebax 2011
STÊRKA CİWAN
rine. Li vir bi awayekî din têgihiştina
çarenûs û qederê heye. Ev têgihiştinên
dogmatîk ên kûr em ji wan bi tesîrbûne
di bingehê wan de çarenûsperestiya
dînî baweriya axîretê heye.
Netewe-dewlet li ser esasê înkara
demokrasiyê û ji vêya jî zêdetir ya
komarê hebûna xwe diyar dike û
pêk tê
Pêvajoya modernîteya kapîtalîst
pêvajoya dewletê ya herî zêde navendî
dibe. Di civakê de navendên hêzê
yên eskerî û siyasî yên ji wan re
otorîte tê gotin ji bo sûdwergirtina
yekdestdariya herî bi hêz têne astengkirin, civak bi awayekî herî zêde
ji aliyê eskerî û siyasî ve bêhêz û bêrêveberî tê hiştin ev rewş jî dihêle
ku rêveberiyên monarşiyên modern
di pey re dewleta netewe ya hatiye
pêşdebirin, civakê herî zêde ji aliyê
eskerî û siyasî ve bê hêz bê sîleh
bikin. Nîzama jêre nîzama huquq
huzra civakî tê gotin, ji bilî damezrandina serwertiya çîna bûrjûvayê
bêtir tiştekî din nîne. Ji ber ku mêtinkarî zêde bi şêweyên wê yên dewleta netewe îcbarî kirine. Dewleta
netewe ya em dikarin wê weke xweTebax 2011
rêxistinkirina desthilatdariyê ya dewleteke herî mezin a navendî bi nav
bikin, şêweyê bingehîn ê rêveberiya
modernîteyê ye.
Prensîba diyarkirina çarenûsa
xwe ya netewa ne tenê mafê
avakirina dewlet e
Di rewşa heyî de alternatîfa tenê
konfederalîzma demokratîk e. Ev,
modela rêxistiniya pramîtî ye. Li vir
axaftin, nîqaş û biyar ya koman e. Ji
herî jêr heta herî jor delege wê bi
hilbijartin werin û di lûtke de koordînasyonê çêbikin. Wê delege mîna
karmendên gel yên salekî bixebitin.
Prensîba diyarkirina çarenûsa xwe
ya netewan ne tenê mafê avakirina
dewlet e
Konfederalîzma demokratîk pir girîng e. Em vêya ne tenê ji bo Kurdan,
ji bo Rojhilata Navîn û her wiha ji
bo cîhanê jî pêşniyar dikin. Wê bandoreke pêşî lê veker di xetimandina
ku jêdera xwe ji dewlet-neteweê
digire de, bike. NY (BM) ya ku dispêre netewe-dewletê îflas kiriye. Pirsgirêka Iraqê vêya pir baş raxist ber44
çavan. Neçareseriya ku di çarika dawî
ya sedsala 20. de tê jiyankirin, rewşa
Kendavê (Körfez), Iraq û Afganîstanê
di holê de ye. NY bêçareye, DYE
vêya hindek fêhmkiriye lê pêşkêşkirina modelekê ya emperyalîzmê sînordar e. Li dewsa alternatîfeke demokratîk ya heqîqî di welatên mîna
Tirkiye, Misir û Afganîstanê de li
pey modelên sixte yên demokrasiya
rast berovajî dikin de ne.
Prensîba diyarkirina çarenûsa xwe
ya netewa ne tenê mafê avakirina
dewlet e. Lenîn mehfa vêya anî.
Lenîn û Stalîn ji ber vê prensîbê pir
zêde wek prensîba avakirina dewletê
dest girtin û bi vî awayî felaketên
dîrokî bixwere anîn. Ji bo rizgariyê
komên dewletê yên sixte avakir. Ez
diyarkirina çarenûsa xwe ya netewan
wiha fêhm dikim, ji ber ku di Kurdan
de qismeke pey vêya dikevin hene:
ev maf, mafê avakirina demokrasiya
xwe û çêkirina rêveberiyeke xwe ya
ne dewletiye. Mafê avakirina modelekî ya komên ne dewletîne û hemû
pirsgirêkên xwe di gundan de, taxan
de û di çarçoveya bajaran de muneqeşe bikin, biryaran bigirin û çareserbikine.
Min ji bo gelê Kurd mînaka Enkîdoyê hevkar yê ev pênc hezar sale
ji dema Gilgameş ve dabû. Dewleteke
hevkar a erzan didin sazkirin. Ez êriş
nakim ser damezrandina wê dewletê.
Lê wê ev dewlet li Rojhilata Navîn
dawiya dawî karekterê dewleteke
destpotîk bigire. Tê zanîn avakarên
van dewletan kî ne. Wê ev dewlet
xwîna gel bimije, ji ber ti pêwendiyeke
xwe bi demokrasiyê re nîne. Niha jî
xwe wek serokê dewletê îlan dikin.
Lê dij derketina min a li dijî netewedewletê, wek derketina Zerduşt û
Hz. Brahîm bimane û bibandor e.
Biqasî dij derketina Hz. Brahîm li
dijî Nemrût hêjaye. Ez ji bo pesnê
xwe bidim vêya nabêjim, pêwîstiya
STÊRKA CİWAN
min bi pesindanê jî nîne, lê dij derketina min bimaneye, yên dixwazin
fêhm bikin dikarin fêhm bikin. Qey
ezê serî ji Nemrûtan re bitewînim?
Serê xwe ji axayan re danaynim.
Îdeolojiya netewe-dewlet heram e,
ez hezar carî nanê tifsî jî bixwim, lê
minneta van dewletan nakim, her
tiştê wan heram e.
Çawa ku di tevahiya dîroka şaristaniyan de hatiye ceribandin, di demên
modern de jî hewldanên sîsteman ên
yekdestdarîbûn û hev tinekirinê encam
nedane, berdêlên wan jî giranbûne.
Bêguman korbûnên di vî warî de bîlançoyên van şerên sîsteman gelekî
giran kiriye. Sîstem wê giraniyê li
nîşan bidin, bêguman rewşeke em
karibin jêre bibêjin bêşerî û bêaştiyê
pêk bê em ê karibin dinyayeke bi
nirx bi arez bêtir xeyal bikin, pêk
bînin. Bêguman hê zêdetir aştî hê
kêmtir şer rewşeke bi nirx e, hewldanên ji bo pêkanîna wê jî hêjane
esîl in. Bi şertê ku mirov bi prensîb,
bi anor bi rûmet be.
Me hegemondariya kapîtal a fînans
globalê bi xwe weke pêvajoya krîza
herî kûr terîf kir. Bûyer vê terîfê piş-
pevkirî hîç kêm nabin. Nasekinin
planên rojane, hefteyî, mehane, salane,
deh salane pêncî salane dikin. Ev
karê wan in, wê her bikin.
Di van demên krîzan de şensê
hêzên modernîteya demokratîk dikare
zêdetir bibe. Dîrokeke mezin a berxwedanê ya pişta xwe danê, utopyayên
azadî wekheviyê pêşiya wan rohnî
dike. Herweha dersên mezin ên ji
têkçûn û kêmasiyan derxistine hene.
Dema ku mirov li hemûyan di zikhev
de weke desteke wezîfeyên entelektuel, exlaqî polîtîk serwext bibe bixe
nava çalakiyê, bêguman şensê wan ê
serketinê zêde ye. Dîsa jî aliyên xweser ên demên krîzê yên avabûn sîste-
ser hev çêkin bixwazin bi vî awayî
jiyana xwe dewam bikin. Ji asta
global heta bi asta xwecihî wê timî
hegemondariyê bêne ferzkirin, berxwedanên dijber jî wê ji ceribandinan
dersan bigirin û bi awayekî herî bi
hêz dewam bikin. Heta çareserî nebe,
em ê şer aştiyê her bi hev re bibînin.
Analîz û çareserî hê bêtir serketî
bibin, rastî, qencî û bedewiyê çiqasî
trast dikin. Herweha me bi awayekî
berfireh anî ziman ku krîz sîstemîk
ji avabûnê ye. Nûçeyên rojane yên
der barê krîzê de jî karekterê sîstemîk
avabûnê piştrast dikin. Di demên krîzan de sîstemên modern dikarin bizên.
Hinek wexta dizên bi felc tînin, yên
bi awayekî têkûz dizên jî kêm nînin.
Di utopya lîberal a kapîtalîzmê de
paketên çareseriyê yên gelekî berfireh
mîk hene divê bi baldarî mirov li ber
çav bigire. Herçiqasî li ser şopa rabihuriyê bin jî zanist felsefeya exlaqîpolîtîk a divê pêk bînin û nûbûnan
bigire nava xwe divê ev neyê paşguhkirin. Naxwe weke ku gelek caran
di demên berê de hatiye dîtin wê rê
li seresere nêzîkbûn û serkoriyê veke.
Tew misêwa xwe neo’kirina lîberalîzmê tehlûkeyê mezintir dike. Divê
Civak ji her demê zêdetir ji
rastiya xwe ya exlaqî polîtîk
hatiye mehrûmkirin
45
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
neyê jibîrkirin ku herkes ji pêxîrtengiya di sala 1929’an de li nava dinyayê
pêk hat, li hêviya şoreşê bû, lê pêla
faşîzmê ya bilind bû hê dewam dike.
Civak ji her demê zêdetir ji wesfê
wê yê exlaqî polîtîk hatiye mehrûmkirin. Teknolojiya înformatîk, dinyayên gelekî mezin ên ferazî û derfetên
berevajîkirina rastiyên dinyayê pêşkêşî
destê hêzên hegemondar ên îdeolojîk
ên global dike. Avahiyên xwe yên riziyayî bi hêsanî bi sîstemeke nû ambalajkirî mîna nû çêbûye pêşkêş dike
di vê de ti xirabiyê jî nabîne. Girseya
heyî ji zûve veguherandiye girseya
kerî ya faşîzmê. Li şûna hêvî şikandinê, divê mirov qîma xwe bi anîna
cem hev a rastiya analîtîk hiskirinê
neyne, ji sedî sed em heta jiyana
exlaqî polîtîk nexin her kêlî mekanê
xwe, bi hêsanî em dikarin bêne pûçkirin, ji lewra jî ez van diyar dikim.
Îslama siyasî îdeolojiyeke milliyetgiriyê ye, olîgarşiyên dewletên
netewe yên dused salên dawiyê maske dike
Mirov ‘Îslama nerm’ ji rêrûesmekê
wêdetir weke diyardeyeke modernîst
a dused salên dawiyê di çarçoveya
Tebax 2011
dewleta netewe de bigire dest, wê
manedartir bibe. Mirov wê weke Îslama ji rêûresma dîn ne, weke milliyetgiriyê avabûna wê fêhm bike gelekî
girîng e. Ji ber ku ji bo serwextbûnê
ev nuqte kilît e. Prototîpiya milliyetgiriya herêmî ye, mohra oryantalîzmê
li ser e. Vedîtineke oryantalîstan e, ti
têkiliya xwe bi jiyana Îslamî re nîne.
Bi belavbûna li herêmê ya hêzên hegemonîk ên Ewrûpayê, nexasim jî bi
hegemonya Elmanyayê re ji nêz ve
têkiliya xwe heye. Di dema dawî de
li dijî Rûsya Sovyetê bi hegemonya
DYE’yê ve girêdayî ye. Gelekî girîng
e ku mirov fêhm bike, Îslama siyasî
ya hatiye vedîtin têkiliya xwe bi
çanda Îslama dîrokî re nîne, ev cureyê
Îslamê milliyetgirî ye, armanca wê jî
parçekirina çanda wê ye, bi vî awayî
dixwaze herêmê ji hêz û taqetê bixe.
Îslama siyasî îdeolojiyeke milliyetgiriyê ye, olîgarşiyên dewletên
netewe yên dused salên dawiyê maske
dike. Komara Îslamî ya Îranê vê rastiyê bi awayekî balkêş nîşan dide.
Îslama Şîa ji serî heta dawiyê milliyetgiriya Îranê ye; îdeolojiya hegemonîk a rêûresma împaratoriya Îranê
46
ye. Lê weke çanda orjîn, weke dîrok
Îslam hem cuda ye, hem jî girîng e.
Mirov heta Îslamê bi vê rastiyê ji
hev dernexe, mumkîn nîne çanda
Rojhilata Navîn analîz bike , dabeş
bike û bike mijara hin çareseriyan.
Deryayeke mezin a çandê ye, weke
wezîfe li benda çareserkirinê ye. Nexasim di serî de Hz. Muhammed, ji
roja derketina holê heta roja me ya
îro weke hêmaneke demokratîk Îslam
weke hêmaneke desthilatdar Îslam,
dîrokek e ku wan ji hev dike, li ser
vî bingehî dîroka gelan, hebûnên
xwecihî û herêmî ji nû ve li benda
nivîsandinê ne. Dîroka civakî bi vê
paradîgmayê were pêşdebirin ji bo
rohnîkirina roja me ya îro, nirxa xwe
zêde misoger e. Şîroveyên bi heman
rengî ji bo Cihûtî, Xirîstiyantî Zerdeştiyê jî (sentezên mîna Manîheîzmê
jî girîng in) bêne pêşdebirin, çanda
Rojhilata Navîn wê bi awayekî nêzî
rastiyê bê analîzkirin ev yek ê rê li
dewlemendiya maneyê veke.
Ji bo analîzên çandê, orjînên Sumer û Misrê bi qasî ku kilîta mijarê
bin, girîng in. Rastiyek e ku piştrast
bûye, dînên yekxwedayî û Pirtûkên
Pîroz çavkaniya xwe ev orjîn in.
Çanda Serdema Neolîtîkê ji hemûyan
re dayiktî kiriye, ji lewra heta bandorên dîrokî yên vê çandê neyên
analîzkirin, ti çand têra xwe rohnî
zelal nabe. Hegel analîza çanda
dema xwe di wê demê de spart heta
çanda Serdema Antîk a bi sînor
dihat bibîranîn çanda Misrê. Wexta
ku dîroka çandî were tomarkirin şîrovekirin a derkeve holê wê Ronesanseke çandî be. Di rastiya çanda
Rojhilata Navîn de ev wezîfe hê bi
awayekî serketî bi cih nehatiye anîn.
Fikrên dîroka dîndar milliyetgir ji
pêşkêşkirina dogmayan wêdetir, vegotinekê pêşkêş nakin.
***
STÊRKA CİWAN
P
O
R
T
R
E
Hevalê Agît
Xeteke Komûtantiyê Pêşxist
Duran KALKAN
“Di pêngava
partîbûyînê ya
duyemîn de wek
kesayeta mînak pênase
kir. Çawa ku yekemîn
pêngava partîbûyînê ji bo
bîranîna heval Hakî
Karer hat pêk anîn,
duyemîn pêngava
partîbûyînê jî, wek
partiyek gerîla teşe
girtina PKKê jî ji bo
bîranîna heval Agît
pêk hat”
Yekineyek mezin diçû Botanê.
Hat xwestin hevalê Agît jî biçe Botanê. Nû ji saha Rêbertiyê hatibû.
Biryar hat girtin ku heke rê bibîne,
wê biçe kongreyê piştre bizivire. Lê
heke rê nebîne wê li Botanê bimîne
û li wir kar bide meşandin. Bîryar
har girtin ku tevlî yên ku ji erk
hatine girtin û hemû rêveberî tevlî
kongreyê bibe. Ew bi rê ketin. Hevalê
Agît bi wî awayî derbasî Botanê bû.
Ji xwe saz kirin jî ew bû. Wê demê
fikrême jî wisa bû. Hevalê Agît dihat
asteng-kirin.
Li şûna wek rêveberî ji jê re bibin
aligir, jê re dibûn asteng. Fikrekî
viha hebû, qe nebe rêveberî ji wir
derbikeve ew ê bêtir rehet piratîk
bide meşandin. Her wiha pêşiya wî
vedibû. Ev baş jî bû. Firsatekî wiha,
rewşekî ku derfet dida bû. Ji ber pêşiya wî di 85an de her tim hatibû astengkirin. ``em ji rîvebirin, tu yê me
guhdar bikî`` bi vî awayî gelek
pratîkê wî hatibûn astengkirin. Bi
vî awayî wê hinek din derfet bidîta.
Sazkirina zivistanê bi vî awayî hatibû
kirin. Lê mercên pratîkê li gorî vî
nebû. Çûyîna li saha Rêbertî hêsan
pêk nehat. Şer çêbibû, merc guhirîbûn, têkîliyên siyasî hatibûn guhertin.
Astengî derketin pêşiya çûyîna saha
Rêbertiyê. Derveyê çend kesan gelek
kes neçûn. Ev heya havîna 86an berdewam kir. Di hesabê de, wê di
meha qanûnê ya 85an de biçûna û
bihara 86an kongre bibûya piştre bi47
ziviriyana lê heya havîna 86an neçûn
sahaya Rêbertiyê.
Rêveberiya me, guhertinên ku pêngava 15ê tebaxê di pêvajoya siyasî
de da avakirin pêşde nedît. Wisa
fêmkirin ku wê wek berê be. Lê şer
çêbibû, mercên siyasî hatibûn guhertin. Hevalê Agît jî li Botanê ma.
Ji ber li ser sînor pir tevdîr hebûn. Ji
ber wî jî biryar dide ku neçe. Ew jî
fikiriye ku zivistanê civîn hatiye darxistin, biharê zivîrîne, plan dike ku
piştî hinek çalakiyan were aliyên xabûr encamên kongreyê bigire. Di
nota daviyê ya ku ji me re şand de
wisa nivîsî bû. Di pêvajoyek viha
de, di nav operasyona dijmin de di
newrozê de çalakî pêşketin, 28ê Adarê
sala 1986an li Gabarê di kevînekî de
şehîd ket.
Bandora şahadeta heval Agît pir
mezin bû. Li derbarê pêkhatina vê
bûyerê de hêja jî tiştek şênber nîne.
Rêbertî di nivîsên xwe yên dawiyê
de diyar dike ku bi komplo şehîd
ketiye. Yekineyek mezine, dijmin
dibînin. Ji bo ku şûna xwe biguhirînin
êvarê hereket dikin. çawa çêdibe,
dizvirin dîsa tên li ser kevînê. Yên
pêşiyê kevînê derbas dikin jê xilas
dibin. Piştî wî pevçûn despê dike,
hinek belav dibin lê dîsa komê li ser
hev dibin. Piştî wî dibêjin ``heval
Agît hatiye cihê ku em ê lê kombin,
em biçin`` û diçin. Li cihê pevçûnê
qet nagerin. Saharê dema ku xwe
digihînin cihê ku wê lê kombibin,
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
dibînin ku heva Agît nehatiye. Di
radyoyê de dibhîzin ku heval Agît
şehîd ketiye. Çûyînek viha heye.
Hevalê Agît li wir dihêlin. Kê ev
saz kirin çêkiriye, çawabû ye, hêja
jî me çareser nekiriye. Li piştî vê
Rêbertî ev bûyer
her tim lêkolîn
kir. Lê bûyer zelal derneket holê.
Hat gotin ku heval Agît
bi fîşe-
Tebax 2011
kekî ve şehîd ketiye. Dijmin bi
rojan poropagandaya vê bûyerê kir.
Rojnameyên Tirkan di maşetê xwe
de ``celadê PKKê hat guştin`` nivîsîn. Dijmin bi vî gelek hêvî girt.
Cihê ku heval Agit lê bû,
rêveberîbû û komûtanbû
Bandora vê bûyerê li ser tevgera
me jî gelek çêbû. Heval Agît li
Batmanê dema zanko dixwend tevlî
bibû. Çeleng bû, di şerên ciwanan
de cih girt. Piştre tevlî têkoşîna
li Sîverekê bû. ji bo perwerdeya leşkerî yekemîn
koma ku çû derveyê
welat tevlê wê komê
bû. ji ber berpirsiyarê leşkerî yê Batmanê bû. li Sîverekê jî heya wê
demê di çalakiyan
de bibû xwediyê
pratîkeke diyar û êdî
dihat naskirin. Piştî derveyî welat di gulana
sala 80 tê de ji bo ku di
qada Sêrt-Botanê de rêxistina gerîla bike, bi Kemal Pîr re zivirî û erk girt.
Dema ku heval Kemal
Pîr hat girtin ew jî birîndar xilas bû. Di wê bûyerê de bazinê îstiyê wî
şikestibû. Piştî ku demek
tedavî dît derbasî derveyî
welat bû. Tevlî konferansa
yekemîn bû. Piştî konferansê di nav wê rêveberiya
perwerdeyê ya mezin de
cih girt. Tevlî perwerdeyên
leşkerî û îdeolojîk bû. Hevalê Agît jûdo û kareta dizanibû. Di derbarê wan
de perwerde da. Bejna
xwe kinbû û hinek jî
tiknaz bû. Di milê fi48
zîkî de pir ne bi hêz bû, dûztaban
bû, ji ber wê jî di meşê de zehmetî
dikişand. Lê bi hêz û çelenk bû.
perwerdeyên karete dizanibû û refleksên wî pir xwirt bû. Dema ku
bombeyên desta davêtin wî dîsa ew
paşte davêt. Ji perwerdeyê re pir
tevgiriya wî çêbû. Piştî perwedeyê,
dema perwerdeya derveyî welat hat
dirêj kirin Rêbertiyê ew ji bo ku
tevlî xebatên Başûr û Rojhilatê Kurdîstanê bibe û ji hevalê Mehmet Karasûngûr re bibe alîgir di mijdara
81an de ew û çend hevalan ve şand
Başûrê Kurdîstanê. Bi vî awayî di
Başûr û Rojhilatê Kurdîstanê de
tevlî xebatên amedekariyên gerîla
bû. Komên gerîla yên ku zivirîn
welat wan pêşwazî kirin. 25ê Gulana
83an de li aliyên Xabûrê yekemîn
operasyona derveyê sînor hat kirin.
Di dema vê operasyonê de ket welat
heya Garzanê çû. Yekînî denetîm
kir û tevlî xebatên pratîkî bû. Di
84an de piştî civîna Çiyayêreş ji bo
ku li Ûlûdere çalakiyên leşkerî pêşbixîne erk girt. Piştre di navîna sala
84an de wek rêveberîya yekineya
propagandayê ya 14ê temmûzê çalakiya Erûhê pêşxist. Taxima di rêvebertiya wî de di vê qadê sê heyva
çalakî kir.
Daviya 84an çû saha Rêbertiyê.
Di Nîsana 85an de dîsa hat û derbasî
Botanê bû. Dema ku Botanê windahî
didan, wî bi yekîneyekî ve hereket
kiribû. Yekineya xwe parastibû. Lê
ji ber bandor li ser yên din nekiribû,
nikaribû windayiyan bide sekinandin.
Havînê piştî civînê li Botanê dîsa
çalakî pêşxist. Di wî de seknekî rêveberîtiyê hebû. Xwedî zanebûneke
girîngbû. Wek Kemal Pîr yekî pir
nedaixivî. Kêm diaxivî lê bi cewher
diaxivî. Wisa dema xwe vala derbas
nedikir. Vala di sihbet nedikir. An
dixwend lêkolîn dikir, an jî niqaşên
girîng dikir, ji hinek pirskirêkan re
STÊRKA CİWAN
çareserî digeriya. Kesayetekî wî
asayî hebû. Kesek nediêşand û nedişkênand. Tu car nediket di nav lêgerîna têkîlî û jiyanek cûda. Ji wî
aliyê de pir gihîştîbû. Li kêleka tecrûbeyên leşkerî, refleksên wî jî pir
xwirtbûn û xwedî bi hûnerbû. Hem
di rêxistinkirinê de hem jî di pratîkbûyînî de çalakvan û çeleng bû.
Lewra li ser piratîkirina xeta tevgerê
û xeta Rêbertiyê di qada leşkerî de
pir difikirî. Lêkolînên wî hebûn û
xwe da bû kirina pratîka xwe. Hevalê
Agît xeteke komûtantiyê pêşxist.
Ew heza komûta ya ku 15ê tebaxê
amade kir, pêk anî û berdewam kirî
bû. Heke ku şehîd neketaba, wê di
komûtaya xwe de artêşa gerîla dîsa
avabikira. Rêbertiyê digot `` wî xwe
ji bo vê rastiyê bike pratîkê feda kiribû`` ji bo bîranîna wî hat gotin ku
artêşa gerîla were avakirin. Yanî wî
serleşkeriya gerîla bi şer û di pratîkê
de heq kiribû. Wisa pişt re jê re nehatibû danîn. Cihê ku ew lê bû, rêveberîbû û komûtanbû. Her kesekî
ew guhdar dikir, bixwe jî kar dikir.
Tu carî ji bo erk û kariyerê nedixebitî.
Cihê ku li wir bû çi pêwîstbûya ew
bû, karê pratîk dikir.
Kesayetek balkêş û kesayetek
dida perwedekirin
Heke pêwîstbibûya bibe serleşkerê
sereke wê bibiya ew, pêwîstbibûya
bibe yê yekêneyê wê bibiya ew.
Heke li cihekî rêveberî hebûya ew
wek şervanekî diket di nav kar. Tu
car cûdabûnekî wî di vî milî de tunebû. Kesayetek balkêş û kesayetek
dida perwedekirin. Kesayetek tu car
nedişkênand, bandor dikir, her tim
mirov mezin dikir, fikir dida, lê zêdetir di pratîkê de kar dikir û mirov
jî tevlî wî karî dikir wisa perwerde
dikir. Ji ber wî jî her kesekî dixwest
li gel heval Agît be. Kar dikir, hûner
pêşdixist, hêz qezenç dikir. Ji ber
wî jî pêşengtiya wî ne bi raye bû, bi
fêîlî hebû. Ji xwe fermîyetek wî tunebû, fermî di kongreyê de nehatibû
hilbijartin. Şervanekî fêîlî bû. bi sazkirina rêveberiyê bi erk kar kir. Nexwe wisa raye fermî negirti bû. her
wiha avakirina artêşa gerîla û di
pêngava 15ê Tebaxê de pêşengtî kir.
Xetek komûta û xetek gerîla afirand.
Rêbertî ev xet wek xeta gerîla di
Kurdîstanê de qebûl kir. Wek ketina
xeta wî jiyanê nirxand. Lewra kesa49
yeta heval Agît di xilasbûna netew
de wek kesayeta partîbûyînê nirxand.
Wek mînak da nîşandan. Di pêngava
partîbûyînê ya duyemîn de wek kesayeta mînak pênase kir. Çawa ku
yekemîn pêngava partîbûyînê ji bo
bîranîna heval Hakî Karer hat pêk
anîn, duyemîn pêngava partîbûyînê
jî, wek partiyek gerîla teşe girtina
PKKê jî ji bo bîranîna heval Agît
pêk hat.
***
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
Ş
E
H
İ
D
MAZLUM ERENCİ
Stêrka CİWAN
“Piştî ewqas êşkence û
girtinê Mazlum êdî
naxwaze di bin zext û
zorê de bimîne. Mazlum
dixwaze biçe çiyayên
welatê xwe û li dûrî polîs
û pergala dewletê
bisekine. Di sala 2010’an
de Mazlum ji bajarê ku lê
mezin bûye Amed’ê
derdikeve û berê xwe dide
çiyayên Kurdistanê û
tevlî nava refên gerîla
dibe”
Tebax 2011
Zarokên Amedê şêrîn in,
Mîna şekirê wê,
Hestyar in,
Mîna cangorî Newalê,
Zarokên Amedê ji temenê xwe
mezintirin,
Ji ber ku ji salên xwe zêdetir ceza
digirin,
Zarokên Amedê mexrûr in,
Rondikên xwe diherikînin nava
dilê xwe.
Zarokên Amedê şîrîn in
Mîna Mazlûm in.
Mazlum Erencî ango bi navê kod
Yilmaz Piling di sala 1992’an de li
Amed’ê jidayîk dibe. Sala ku Mazlum
jidayîk dibe bajarê Amedê û tevahiya
Kurdistanê di nava agirekî de ye. Ev
ciwanê kurd jî di nava şer û pevçûnê
de zarokatiya xwe derbas dike. Zext û
zora ku li ser gelê kurd tê kirin û li dijî
vê têkoşîna ku tevgera azadiyê dimeşîne
bandoreke mezin li ser Mazlum dike.
Di rewşeke wisa de Mazlum jî bi doza
gelê xwe re eleqedar dibe. Hê mazlum
15 saliye li Amed’ê di rojnameya Azadiya Welat de dest bi kar dike. Kar û
xebata rojnamevaniyê gelekî bi dilê
Mazlum e. Li wê derê hem bi zimanê
xwe dinivîse û hem jî bi zimanê xwe
mezin dibe.
Mazlum Erencî di 14'ê tîrmeha
2008'an de bi bahaneya ku beşdarî çalakiya şermezarkirina tecrîdkirina rêberê
gelê kurd Abdullah Ocalan bûye ji
aliyê polîsên dewleta Tirk a Kurdistan
50
dagirkirî ve tê binçavkirin û êşkence
lê tê kirin. Piştî êşkenceyê bi 3 rojan ji
aliyê dadgehê ve biryara girtina wî tê
dayîn. Dema ku mazlum dibin girtîgehê
hê 16 saliye. Mazlûm 9 meh û nîvan li
Girtîgeha Amedê Tîpa E’yê radigirin.
Piştî bi 9 meh û nîvan li 6'emîn Dadgeha
Cezayê Giran a Amedê tê dadgehkirin
û serbest tê berdan. Lê heyeta dadgehê
bi îddaya ku Erencî "Endamê rêxistinê
ye" 4 sal û 2 meh û bi îdîaya "propaganda rêxistinê kiriye" 6 sal û 20 roj
ceza didiyê. Her wiha derbarê Erencî
de bi îdîaya li dijî xala 2911'an derketiye
2 sal û 9 meh cezayê girtîgehê didinê.
Heyeta dadgehê bi tevahî 7 sal û 6
meh cezayê girtîgehê li Erencî dibire.
Di 22’ê Nîsana 2009’an de Mazlum
Erencî ji gîrtîgehê derdikeve , piştî ku
mazlum hate berdan serî li şaxê ÎHD'ê
dabû û hem êşkenceya di bin çavan de
hem jî dema ku hate binçavkirin wiha
anîbû ziman:
"Em li parka Koşuyoluyê bûn, polîsan li wê derê bi bahaneya ku em beşdarî daxuyaniya çapemeniyê bûne em
kirin binçavan. Me li wesayîtê siwar
kirin û birin TEM'ê. Lê hê beriya ku
me bibin TEM'ê di rê de êşkence û heqaret li me kirin. Gotinên pir xerab
gotin. Zextên polêsan li TEM'ê zêdetir
dewam kirin. Gelek polîsan li me xistin
û heqaret li me kirin. Piştî bi 4 rojan
careke din em birin nexweşxaneyê. Li
vê derê şopên êşkenceyê li ser min
hatin tespîtkirin û bijîşkan xwest ku
raporê bidin min. Lê polîsan destûr
STÊRKA CİWAN
neda. Dîsa min di nexweşxaneyê de
got ez xebatkarê Azadiya Welat im.
Li ser vê gotinê dijûn û heqaret zêde
bûn. Piştre jî me birin dadgehê û
dadgehê biryara girtinê da. Piştî 9
meh û nîvan 7 sal û 8 meh ceza dan
me û em hatin berdan.”
Piştî ewqas êşkence û girtinê Mazlum êdî naxwaze di bin zext û zorê
de bimîne. Mazlum dixwaze biçe çiyayên welatê xwe û li dûrî polîs û
pergala dewletê bisekine. Di sala
2010’an de mazlum ji bajarê ku lê
mezin bûye Amed’ê derdikeve û berê
xwe dide çiyayên kurdistanê û tevlî
nava refên gerîla dibe. Piştî ku mazlum
digihêje xewn û xeyalên xwe navê
xwe jî dike Yilmaz Piling.
Di 29’ê Hezîranê de artêşa dewleta
tirk li navçeya çemîşkezek ya girêdayî
dêrsimê operasyonekê pêk tîne. Li
dijî vê operasyonê gerîlayên HPG’ê
jî di çarçoveya parastina rewa de
xwe diparêzin. Lê şer mezin dibe û
di derengiya şevê de gerîlayê HPG’ê
Mazlum Erencî ango bi navê kod
Yilmaz Piling û gerîlayê TKP-ML’ê
yê TÎKKO’yê Yordal Yildirim ango
bi navê kod Muharrem jiyana xwe ji
dest didin.
Mazlum Erencî piştî ku ji girtîgehê
derketibû beşdarî bernameya bi navê
Dengvedana Peyvê bibû û li wê derê
bal kişandibû ser zext û zora Dewleta
Tirk... Bernameya dengvedana peyvê
di 6’ê tîrmeha 2010’an de tê çêkirin
û di 29’ê Hezîrana 2011’an de tê
weşandin. Yanî roja ku Mazlum jiyana
xwe ji dest dide di heman rojê de li
ser televizyonê axaftinên wî derbas dibe...
Piştî ku mazlum jiyana xwe ji dest da
malbat û hevalên wî ji
bo girtina cenazeyê wî
çûn meletiyê. Malbat
û hevalên wî piştî ku
cenaze wergirtin berê
xwe dan Amedê. Cenazeyê Erencî di ketina
bajêr de ji aliyê bi hezaran kesan ve hate
pêşwazîkirin û li ser
milê xwe birin Mizgefta Şefîk Efendî ya
navçeya Amedê Bax51
lerê. Di merasimê de parlementerên
BDP'ê Nursel Aydogan û Emîne Ayna,
Şaredarê Bajarê Mezin yê Amedê
Osman Baydemîr, rêveberên MEYADER'ê, hevalên mazlum yên Mexdûrên TMK'ê, malbat û xizmên Erencî
û gelek kes amade bûn. Hevalên
mazlum yên mexdûrê TMK'ê darbesta
Erencî wergirtin û birin goristana Yenîkoyê. Li goristanê piştî vecîbeyên
dînî darbesta Erencî bi ala PKK'ê
hate pêçan û ji aliyê hevalên Erencî
yên mexdûrên TMK'ê ve hate hilgirtin
û heta gora wî meşiyan...Xwe di gulistanên hinarkên te de, wek pirsekê,
vedişêrim.
Xwîna xwe ya sor tevlî xwîna te
ya şîn dikim,
Xewna xwe di çavên te de dilorînim,
Û keriyên peyvên xwe yên birçî
Li deştên sînga te diçêrînim...
***
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
B
Î
R
A
N
Î
N
SERÇOPÎ
Leyla YAŞAR
“Pêwîst e em bizanibin
ku ev hemû serkeftin û
pêşketin, bi xwîna
şehîdên pakrewan hatine
avakirin. Ji ber ku
avakirina kesayeta Kurd
a azad û rizgariya civakê
bihesanî nayê holê û
tiştek li ser rûyê vê
dinyayê bê bedel
pêknayê”
Tebax 2011
Di rastiya jiyan û bizava PKK ê de
hertim berxwedan li hemberî îxanetê
di hundirê şerekî de têkoşîna xwe dide
meşandin û hertim berxwedanê li beramberî îxanetê, di vî şerê ku hatî meşandin de, serkeftin qezenc kiriye. Lê
ev îxaneta ku îro xwe jiyan dike ne ji
îro ve heye û di civaka gelê Kurd de
xwedî dîrokeke reş û tariye. Ji ber her
ku Kurdan di dîroka xwe de têkoşîn û
berxwedan dane meşandin. Li beramberî vê yekê, hertim rastî dest avêtina
îxaneta hundirîn û ya derve hatiye
kirin. Ango îxanet di hundirê civaka
Kurdan de weke kurmê hertim hundirê
darê dixwê û di dawiyê de wê darê dixîne xwarê. Her weha ev yek ji bona
bêbextiya navnetewî jî bi wî rengî ye.
Ji ber vê yekê mirov dikare bibêje ku
îxanet herdem weke şûrê mirinê li ser
serê gelê Kurd hatiye hejandin û gelê
Kurd bi sehwa wê re jiyandike. Ji ber
vê yekê mirov dikare bibêje ku destên
bêbextiya navnetewî nehiştine ku gelê
Kurd bi miradê xwe şadbibe û her car
gelê Kurd rû bi rûyê îxanetê hatî ye.
Lê şoreşa PKK ê rastiya vê îxanetê
derxiste holê û perda li ser rûyê wê yê
qirêj û gemar da milekî û rastiya wê ji
her kesekî re da diyarkirin. Ji bona vê
yekê mirov dikare bibêje, ku her mirovekî azadîxwaz û welatperwer, rastiya
vê îxanetê dît û weke ku pêşiyê me
Kurdan gotî “ger ku kurmê dare ne ji
darêbe, fenaya darê nayê”. Li gorî vê
yekê mirov dikare bibêje, ku tim nayarê
Kurdan, bi rêya îxanet û parçebûna ku
52
di nava civaka gelê Kurd de diçandin,
dida bikaranîn sûd werdigirtin û heyanî
îro jî sûd jê werdigrin. Lê bi rêya felsefeya Serok APO û bîrdoziya PKK ê
wê kurmê darê were kuştin û wê gelê
Kurd azad bibe.
Sal 1980' î bû naskirina me ji PKK
re ji nû ve çêdibû. Piştî wê dinava
xebatên gel de û bi taybet di nava xebatên ciwanan de me cihê xwe digirt.
Me ji milekî ve hem xebatên di nava
gel de dida meşandin û ji milê din ve
jî me amedekariyên xwe ji bona tevlîbûna nava bizavê dikir. Jixwe piştî wê
û di sala 1988' de tevlîbûna me ji PKK
ê re çêbû. Piştî ku tevlîbûn ji bizavê re
hate çêkirin, ez derbasî qada bakurê
Kurdistanê bûm, li wê qadê ez heyanî
demekî mam û ji wê şûn de, careke
din ez vegeriyam Başurê Kurdistanê.
Min li gelek bajar û deverên cuda xebatên gel û xebatê leşkerî bi rê ve
dane meşandin. Kurte jiyana min ya
gerilla bi vî awayî ye. Jixwe di vana
demên derbasbûyî de bîranînên di nava
şer de û hem bîranînên bi Rêbertiyê re
yên ku me jiyankirî hene. Ji ber wê ez
dikarim bibêjim ku cûr be cûr me bîranîn jiyankirin e. Li gorî vê yekê ez
dixwazim bîranînekî bi hevalan re
parve bikim.
Cara yekmîn dema ku em derbasî
Başûrê Kurdistanê bûn û ji bona ku
em xwe bighînin Bakurê Kurdistanê
qada şer û cenga giran. Lê hêzên îxanetkar û nûkerên xwefiroş yên ku alîkariya dijmin dikirin nehiştin ku em
STÊRKA CİWAN
vî miradê xwe bighînin serî û rêka
me astengdikirin. Di destpêkê de dihate xwestin ku em wan bê bandorbikin. Ango pêwîst e em di destpêkê
de kurmê darê tinebikin, ji bona ku
dar şîn bibe û xwe li ser piyan bigire.
Ji ber vê yekê em tevlî şerê başur
bûn û me xwest ku em wê feraseta
kevneperest a ku bi salan hatî rûniştandin ji holê rakin. Ji ber ku hêzên
îxanetkar hertim li pêşiya azadiya
gelê Kurd astengeke mezinbûn û hertim ji dijmin re weke dûvikekîbûn.
Li gorî vê yekê em tev gihiştibûn wê
baweriyê, ku heyanî îxanet ji nava
Kurdan ranebe. Wê dijmin li Kurdistanê newê şikandin û wê gelê
Kurd jî rizgar nebe. Hertim şerê navxweyî wê di navbera Kurdan de rûbide.
Lê bi têkoşîna PKK ê, bi fikir, ramanê
Serok APO, têkoşîna gerilla û gelê
welatparêz encax ev yek pêk were.
Cudayê wê têkoşîna bîrdozî û siyasî
dikare kesayetekî azad a ku di her
warê jiyanê de xwedî vîn û hebûneke
azad bide avakirin. Ji ber wê me
xwest li qadên başûr û li beramberî
vê zîhniyeta îxanetkar û ya xwefiroş
jî şer bidin meşandin. Jixwe armenca
me ji vî şerî qezenckirin û hişyarkirina
gel bû li beramberî pergala partiyên
ku serdestiya xwe li ser didine meşandin û berê vî gelî didine îxanet û
hevkariya bi dijmin re.
Di dema ku ev şer dihate meşandin,
em li qada Pîrêsêbûn û hijmara me
wê gavê derdorê du yekîneyan bû,
me amadekariyê xwe yê şer dikir.
Coş û heyecana hemû hevalan jî di
astekî pir bilind de bû. Piştî ku belavkirina hevalan li gorî yekîneyan
hate çêkirin û hemû yekîneyên ku
wê têkevin çalakiyê de, hatin belîkirin.
Hevalên ku têkevin yekîneya êrîşê
de û bi taybet hevalê Demhat ê ku bi
eslê xwe Guyî bû û hevalê Avareş yê
ku bi eslê xwe Şernexî bû. Wan herdû
hevalan pir bala me hemû hevalan
dikşand. Jixwe adeta me ewbû ku
em ji beriya her çalakiyekî govendê
bigirin, coş û heyecana çalakiyê bi
govendê bighînin asteke herî bilind.
Amedekariyê me yê çalakiyê ji her
milî ve bi dawîbibûn, ji çek û rextê
hevalan bigire heyanî tiştên herî biçûk,
hemû hatibûn amedekirin û hemû
heval ji bona çalakiyê hazir û amedebûn. Êdî dem dema kêf, şahiyê û
gerandina govendê bû. Ew herdû
heval ketin serê govendê û guvend
heleqe –heleqe li dora hev zivirî û
weke pêlên deryayan pêl bi pêl dihe-
û govendê bê serçopî nehêlin. Her
kesê ku li wan herdû hevalan temaşedikir di rûyê wan de hêvî, coş, heyecan û serkeftina çalakiyê û jiyanê
baş didît û hîsdikir. Ji ber ku di çavê
wan de her tişt baş xuyadikir. Piştî
ku hevalan govenda xwe bidawî anîn
û em ketin rê. Yekîneya me bixwe
alîkarê yekîneya êrîşê bû. Di navbera
me û yekîneya êrîşê de xulekek an jê
du xulek hebûn. Ji bo ku em bikaribin
heme cihê wan hevalan dagirin û
dema ku hate xwestin alîkariya pêwîst
ji wan re bidin.
rikî. Me hemû hevalan li nava çavên
hevdû dimeyzand û me ji xwe re
digot: Gelo emê careke din hevdû
bibînin an na.
Li serê govendê carcaran hevalê
Demhat serê govendê dikşand û carcaran jî, hevalê Avareş serê govendê
dikşand. Te digot qey herdû hevalan
sozdane hev ku serê govendê bikşînin
Em birêketin û her yekîneyekî cihê
xwe girt. Girê ku emê êrîşî ser bikin
derdorê 300 pêşmerge û gelek leşker
jî di nava wan de li wê derê bi cihbûbûn.
Weke din gelek çekên giran jî di wî
girî de hatibûn bicihkirin. Cihê ku
wan digirt cihekî cudabû ji bona me
herdû hêz jî xwedî giringiyekî mezinbûn. Armenca dijmin ew bû ku têkiliya
53
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
me bi gel re qutbike û gel ji me dûrbêxin. Weke din jî îxanetê jî dixwest ku
rastiya xwe ji gel veşêrin. Di wê navberê de û piştî demekî kin, metektîkê
dijmin ferqkir ku çi diwaze. Ji bona
vê yekê, me çeperê xwe girtin û me ji
du qolan ve êrîşî ser wan kirin. Çalakî
bi rengekî serkeftî bi rê ve diçû û tu
wendahiyên me çênebûn. Lê ji ber ku
şevtarî bû, di nava hevalan de şaşîtî
derket holê û hevalekî li hevalê ku li
pêşiya wî bû guleyan direşîne û wî
hevalî şehîd dixîne. Hevalê şehîdketî
jî, navê wî Demhat bû. Lê ji berî ku
ew heval şehîdbikeve. Hêviyê xwe yê
serkeftinê û biryarbiyîna xwe dide nîşandayîn. Dema ku fîşek lê dikevin
gazî dike û ji hevalê ku gule li wî bi
şaşîtî reşandî re dibêje. Ez hevalê te
me! Lê heyf û mixabin wê demê gule
ji devê çekê derketibû û singa hevalê
Demhat derbaskiribû. Lê di dawiyê
de jî hevalê Demaht dibêje yê ku
serket em bûn û bi silogana bijî Serok
APO, hevalê Demhat wê demê jiyana
xwe ji destdide û şehîdikeve.
Tebax 2011
Piştî ku hevalê Demhat şehîd dikeve, ew çeperên mayîn hemû hatin
xistin û gelek leşker û pêşmerge di
wan pevçûnan de birîndarbûn û gelek
ji wan reviyan. Çalakiya me bi rengekî
serkeftî bidawîbû û gelek çekên giran
û yên sivik jî me ji ser leşker û pêşmergeyan rakirin. Cenazeyê hevalê
Demhat jî me li ser milê xwe hilgirt
û em paşde vekişiyan. Di wê navberê
de careke din dijmin derkete operasyonê. Lê ji ber ku barê me giranbû û
gelek çek û cenazeyê hevalê şehîd jî
bi me re bû. Beşek ji hevalan ketin
êrîşê û em hevalên mayî jî, me cenazê
hevalê şehîd xilaskir. Hemû hewildanê
me ew bû ku em nehêlin cenazeyê
hevalê şehîd bikeve destê dijmin de.
Piştî wê em gihiştin hevalan û me
cihê xwe saxlemkir. Jixwe erkê me
ewbû ku em parastina hevalan bikin,
heyanî ku hemû heval xwe bighînin
saxlemiyê.
Piranî hevalên ku tevlî çalakiyê
bûyîn hevalên keçbûn, tenê çend
hevalên xort di nava wan de hebûn.
54
Di wê navberê de û her çiqasî hemû
hevalan mereq dikir, ji bona ku bizanibin ka hevalê ku şehîd ketiye
kî ya. Lê me nedixwest ku em heme
ji hevalan re behsa şehadeta hevalê
Demhat bikin. Lê dema ku çavê hevalan bi hevalê Xwînrêj ket û hevalê
Demhat nedîtin.Wê demê hevalan
dizanî ku hevalê ku şehîd ketiye
hevalê Demhate. Piştî çalakiyê heyanî çend rojan me nikarîbû hevalê
Demhat bispêrin axê. Ji bona wê
me ew dinava şikêrande veşart, heyanî ku dijmin ji qadê derket. Piştî
demekî û dema ku hêzên leşkerê
dijmin bi şûnve vekişiyan, me cenazê
hevalê Demhat anî û me ew bi rengekî saxlem siparte xaka pîroz.
Di dawiyê de mirov dikare bibêje
ku hemû roj û bîskên jiyana gerilla
tijî şer, pevçûn, berxwedan û qehremantî ne û jiyana gerilla bi ked,
xwîn û xwîdanê tê jiyankirin. Ji ber
wê dema ku mirov bîranînê xwe
yên ku hatin jiyankirin di nava
jiyana gerilla de, tîne ser ziman,
mirov pir zor û zehmetiyê dikşîne.
Ji ber vê yekê yê ku bi van rastiyan
re nebe yek nikare rastiya vê jiyanê,
ji dil û can hîsbike û pê re bibe
xwediyê giyan û vîneke azad. Weke
din, pêwîst e ku mirov bizanibe ku
di hundirê vê jiyanê de hem berxwedan heye û hem îxanet jî heye û
herdû hertim di nava şer û pevçûne-kî mezin û dijwar de têdikoşin.
Lê di dawiyê de bêguman hertim
berxwedan li beramberî îxanetê bi
ser dikeve. Ji bo vê yekê pêwîst e
em bizanibin ku ev hemû serkeftin
û pêşketin, bi xwîna şehîdên pakrewan hatine avakirin. Ji ber ku avakirina kesayeta Kurd a azad û rizgariya civakê bihesanî nayê holê û
tiştek li ser rûyê vê dinyayê bê bedel
pêknayê.
***
STÊRKA CİWAN
E
D
E
B
Î
Y
A
T
Memê Alanî
ANONÎM
“Qeretajdîn, sareyê Bekî
dano piro, cira perneno.
Dilopê gonî cira perena,
ginena bi mabeynê Memî
û Zîne ro. A dilopa gonîya
Bekê Fizilî bena sincîka
boyîne, werteyê înan de
bena kewe. Ê kî benê di
gulî, oncî jubînî
nêresenê”
Beno nêbeno, paşayê beno. Nameyê
xo Alî beno. Alî Paşa kuno hawtayê
sere, cira domanî çine benê. Zaf kuno
re xo ver. Vazeno ra û “Ez na şeher caverdana, şona” vano. Der û cîranên xo
yên xêrwazî cêrenê ver ro, cêrenê ser
ro, te de raye nêvînenê.
“Derdê mi rê derman, sareyê mi rê
ferman, ez sareyê xo cêna çê ra vejîna,
hetanî kotî ke şîya” vano Alî Paşa.
Alî Paşa vazeno ra, şono. Çiqas ke
şono, hênîyê raştê ci beno. Ostora xo
dara hênî ra gire dano, nîşeno ro. Xo bi
xo zaf fikirîno û kuno re xover, seba ke
welatê xo terkneno. Nîya dano ke asparê
dot ra vejîya. Henî êno ke ti vana belko
çîkî linganê ostorî ver perenê. Aspar
êno, beno peya. Silam dano re ci, lêwe
de nîşeno ro û “Ti kam a, kata şona?”
pers keno cira.
„Ez paşayê şeherê Morg û Zemînî
ya. Nameyê mi Alî yo. Ez bîya hawtayê
sere, hona mi ra ewlad çîn o. Na kî zaf
zorê mi şona. Ez welatê xo terknena,
hetanî kotî ke şîya...” hal û hêketa xo
ju bi ju cirê qese keno Alî Paşa.
“Hey qulê Heqî, meşo!” vano kokim.
“Çi meşorî, ne ewlad o, ne tewlad o”
vano Alî Paşa.
Kokim cêbê xo ra sayê veceno, dergê
ci keno û “Welatê xo cameverde, meşo.
Ana saye bice, bike di lete. Leto ju
bide xanima xo, leto ju kî bide ostora
xo. Ostore ra cuyanî beno, xanima to
rê kî laj beno. Name pira mene, hetanî
ke ez ama” vano cira.
55
“Ma ez çi zana ke ti çitaw êna?”
vano Alî Paşa.
“Eke bî tef û dûman, gimegima hewran, şîrqeşîrqa bilûskî, ti bizane ke ez
êna” vano kokim.
Alî Paşa “Temam” vano, ü beno
aspar, peyser şaneno raya welatî. Saya
kokimî keno di lete, leto ju dano xanima
xo, leto bîn kî dano ostora xo. Gam û
saatan ra tepîya xanima xo bi domanan
nêweş manena, astora xo kî awr manena.
Waxt ke beno temam, xanima xo bena
dixazkan cirê laj, astora xo kî zêna,
cire cuyanî beno.
Mislet, dîwan de êno pêser û “Heqî
warê to kerd kewe, to rê laj bî. Name
pira nênana?” vano.
“Ez name pira nênana, hetanî ke
mordemê mi mêro” vano Alî Paşa.
Paşa, peyayê rûşneno teber, û “Hela
şo teber, hewrê ra, şîlîyê ra…” vano.
Peya peyser êno û “Paka çîk o?” vano
cira.
Werte ra çiqas ke vêreno ra, nîya
danê ke bî teng û tarî, tef û duman. Bî
şîrqî û girmîya hewran, şîlîye dest kerd
ci, varê.
“Mordemê mi nika êno” vano Alî
Paşa.
Qayt kenê ke asparê dot ra henî êno,
ke linganê ostorî ver çîkî firenê. Bimbarek ke kuno zere “Ti xêr ama çiman
ser. Xêre ser, nameyê lajekî çi nana
pira?” pers keno cira Ali Paşa.
“Nameyê lajekî Mem o, Memê Alanî
yo” vano kokım.
‘Ma, nameyê cuyanî çi nana pira?“
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
pers keno şopêna.
“Nameyê cuyanî kî Tayqemer nana
pira” vano, û beno vîndî.
Ali Paşa dano zanîyanê xo ro, û
“No Xizir bî, mi nas nêkerd” vano.
Qûrbanan sare birnenê, mîyaz û nîyaz pojenê, kenê vila. Hîrê şew û hîrê
rojî kêf û eşq kenê. Lajê xo roj bi roj
beno pîl, pêro cira ‘Memê Alanî’ vanê.
Alî Paşa, mabeynê hawt bahran de
dano piro, lajê xo rê seraye virazeno.
Memê Alanî rojê vazeno ra, şono hênî
de dest û rîyê xo şuno. Hîrê çênekên
şahê perîya kunê dilqê çuçikan, fir
danê, nîşenê gilê dara hênî ra, û:
“No çiqas rindek o” vana waya
pîle.
“Heya, çiqas rindek o” vanê waya
werteyêne ü qije.
“Çêneka ke nê cêna, a kî gere zê
nê rindeke bo” vanê hîrêmîna wayî.
Xo bi xo fikirînê û “Gelo çênekên
nîya rindekî, leyaqê Memî est ê?”
vanê.
“Ma qey çîne bê? Cizîra Bota de
Zîna Zêra est a” vana waya qije.
“Zîna Zêra zaf rindek a, û nê hurdimîna leyaqê jubînî yê. Gelo ma nêşîkîme nînan pêresnîme?” vanê wayên
Tebax 2011
bînî.
Hîrêmîna wayî qerarê xo danê ci, û
“Ma nê hurdimîna pêresnîme” vanê.
Mezelê bena, aye ra çengê wele
cênê, benê erzenê re şeherê Çizira
Bota, şeher pêro şono hewn ra.
Zîne nanê re textê rewanî, anê
seraya Memê Alanî de nanê ro. Memê
Alanî peşewe heşarê serê xo beno, ke
çîyê nawo cila xo de. Qayt beno ke
çênek a. Şaş beno û “Ti cin a, perî
ya? Cila mi de çi karê to est o?” pers
keno cira.
“Ma ti kam a? Ti ama mi ra persan
pers kena” vana Zîne.
Nîşenê ro jubînî temaşe kenê. Mem
û Zîne zaf rindek û xo ser benê. Mem,
zê çila vêşeno, Zîne kî ti vanê aşm a,
şewle dana.
„Ti kam a, kewta cila mi?“ cira
pers kena Zîne.
„Na cila mi na. Ma ti kam a?” vano
Mem.
Nîya danê ke jubînî dejnenê, Mem
„Ti carîyanê xo ra kame ra hes kena,
heskera to ke kam a, venga ci bide,
wa bêro‘ vano cira.
Zîne, reyê dide veng kena re serkara
carîyanê xo, veng çîn o. Ne kes o, ne
56
kî ku yo. Memê Alanî ke veng fîno re
serkarê xulaman, desin de xortêde çeleng êno huzbarê Memî de vindeno.
Mem “Şo!” vano cira.
“Kifş o ke kesêde mi îta çîn o. Ti
kam a?” vana Zîne.
“Ez Mem a. Lajê paşayê şeherê
Morg û Zemînî ya. Nameyê pîyê mi
Alî yo, mi ra kî vanê “Memê Alanî”
vano Mem.
Mem û Zîne uca aşiq û maşiqê
jubînî benê. Îştananê xo jubînî de vûrnenê û di rojî pîya manenê. Peşewe
hîrêmîna çênekên şahê perîyan jubînî
de qese kenê û “Ma zaf xeta kerde”
vanê.
“Qey, ma çi xeta kerde?” pers kena
wayan ra juye.
“Memê Alanî meşte Zîna Zêra rê
keno serevde û ‘Ez hayrê verê to nêbîya, ti bi xo kewta re mi dime” vano.
Ê na kî hermet a, guna ya. Bêrê ma
Zîne peyser berîme. Mem camerd o,
wa o aye dime şoro” vanê wayên bînî.
Hîrêmîna wayî qerarê xo danê ci,
bira xo cênê. Hurdimîma maşiqî hewno
şîrîn de benê. Perîyî Zîne cênê, peyser
benê Cizîra Bota, seraye de nanê ro.
Zîne, şodir bena heşar ke seraya xo
der a. Ne Mem o, ne kî kes o. Xo bi
xo “Gelo no hewn bî mi dî, çik bî?”
vana. Şopê destê xo de nîya dana, ke
îştanê Memê Alanî bêçike der o.
Memê Alanî kî şodir hewn ra vazeno
ra, ke Zîne çîn a. O kî ‘Lawo kanê
Zîna Zêra? No hewn bî, çik bî?' vano.
Eke şîrpeşîrpa pêlan a, danê bi dêsanê
seraya Memê Alanî ro, Mem tenya
mendo. Ne Zîn a, ne tawa yo. Mem
şono hênî de dest û rîyê xo şuno. Bi
pêşkîre ke dest û rîyê xo keno zuya,
çimên xo ginenê re îştaneyê bêçike
ro, û “Hay hay! Zîne est a ke est a.
No hewn nêbî, raşt bî” vano.
Hurdimîna aşiq û amşiqê jubînî yê,
û jubînî ser ro helak ê.
Mem şono lêweyê ma û pîyê xo, û
“Derdê mi re derman çîn o, sareyê mi
STÊRKA CİWAN
rê ferman çîn o. Ez şona ke şona”
vano. Ma û pî berbenê, cêrenê ver,
cerenê ser, kenê zavî û zîbîye û “Lawo,
ne Zîna Zêra est a, ne kî Cizira Bota”
vanê cira.
“Cîzîra Bota kî est a, Zîna Zêra kî.
Ez şona ke şona” vano Memê Alanî.
Alî Paşa, wesêneno peyanê porsipîyan dime, û“Bêrê, nê bidê îqnakerdene, belko meşoro” vano. Misletê
porsipîyan êno pêser û ‘Zîna Zêra û
Cizira Bota çîn ê. Çîyêde nîyanên ma
ne heşno ne kî vînîto” vanê cira.
“Ney, Zîna Zêra est a ke est a”
vano Memê Alanî.
Porsipîyî, kenê nêkenê ke têy çare
nêvînenê. Alî Paşa, ferman dano hosta
û çiraxan, û “Dormeyê şeherî de sur
biancê, çêberan binê pira û pawançîyan
bişanê ver, ke wa Mem hetê ser meşoro” vano cira. Fermanê Alî Paşayî
ser dormeyê şeherî de sur êno antene.
Çêberî ênê piranayene û pawançîyî
şanînê bi çêberan ver.
Memê Alanî, raya ke te de vîneno,
nîşeno re Tayqemerî û şono verê dîwarî
de veng ke fîno re ostorî, Tayqemer û
tajîye dêsî ser ro çingê o hetî danê.
Zanîye Tayqemerî ser de beno, cira
gonî şona. Mem bi pêşkîra xo zanîyê
Tayqemrî pîşeno têra, û kuno re raya
Cizîre ser, şono.
Mem çiqas ke şono, vîneno ke asparê kewto re nêçîr dime, feqet nêşîkîno
xezale nêçîr bikero. Mem, Tayqemerî
keno xezale ser, pêcêno. Hurdimîna
nêçîrî ser ro kunê têqirike, û o ju
‘Nêçîr ê mi no’, o bîn kî ‘ê mi no’
vano. Mem girmikê dano piro, mêrik
gineno waro, xereqîno. Ti nêvana no
kî Qeretajdîn o. Oxro ke vistewreyê
Zîna Zêra yo. Mem pêşkîre vejeno,
ser ro berbeno. Qeretajdîn ke heşarê
serê xo beno, “Ti senê qulê Heqî ya?
To hem da mi ro, hem kî ti mi ser ro
berbena‘ vano Memê Alanî ra.
‚No nêçîrê mi nêbî, ê to bî. To
xezale vaznê ra, arde. Mi nêheqîye re
to kerde“ vano Mem.
“Hey qulê Heqî, ti kam a? Kata
şona?” pers keno Qeretajdîn.
“Nameyê pîyê mi Alî yo. Nameyê
mi kî Mem o, feqet mi ra “Memê
Alanî“ vanê. Ez şeherê Morg û Zemînî
ra êna, şona bi Cizîra Bota” vano cira.
“Ti şona bi Cizira Bota çi?” cira
pers keno Qeretajdîn.
“Ez seba Zîna Zêra şona” vano
Mem.
“Madem ke ti nîya mordemêde durist, hewl û raşt a… Zîna Zêra waştîya
birayê mi na. Ez kî vistewreyê Zîne,
Qeretajdîn a. Ti şo, ez to ra dime êna.
Çem de bihurê est o. Ti ke ê bihurî ra
derbaz mebê, ti wo biginê piro, bixeneqîyê. Ti ke bihurî ra derbaz bîya,
kewta şeherê Cizira Bota kî, Beko
Fizil est o. Êno vernîya to û “Qonaxê
çayî û qehwa, qonaxê mi no. Qonaxê
bext û êxpalî qonaxê mi no” vano. Ti
qet goş pira mekuye. Ti cira qonaxê
mi pers bike, raşteraşt şo verê çêberê
ma de bibe peya’ vano Qeretajdîn.
Mem beno aspar û şaneno bi raye,
şono verê çêmî. Nîya dano ke o hetê
çemî de çênekê xo çarşev kerdo, raye
57
pîna. Ti nêvana çêneka Bekoyê Fizilî
ya. Beko Fizil remildar beno. Remil
erzeno ke Mem êno bi Cizîre. Cêreno
re çêneka xo, û ”Xo têrapîşe, şo verê
çemî, Mem êno” vano. Çêneke pîşena
têra rûşneno verê çemî û ”Ti bihurî ci
memûsne, belko bigino piro, bixeneqîyo” vano cira.
Çêneka Bekoyê Fizilî xo hêram kena,
şona verê çemî de robar kena. Mem ke
dot ra vejîno, na “Ez Zîna Zêra ya’
vana. Mem, heybetan ra xo şaş keno,
hema ostorî qelebneno bi çem. Ostor,
ker nêkeno têy çare nêvîneno. Ostor
êno re zon, dua keno û “Ya Xizir, ya
Heq! Nika va ravaştênê, hêrame naye
ser ro bieştenê, Memî bi çimanê xo
rîyê çêneka Bekoyê Fizilî bivînitêne”
vano. Heq êno bi comerdênî, va êno,
hêrame aye ser erzeno. Mem nîya dano
ke juya sîya û sote, lewgopikine bine
der a. Mem êndî zano ke na Zîna Zêra
nîya, peyser cêreno ra. O taw çêneka
Bekî “To ke Zîne berde, mi kî seba
berdestîye têy bere” vana Memî ra.
“Ti bihurê çemî bimûsne mi, henî
soz bo, mi ke Zîne berde, to kî têy
bena” vano Mem.
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
Çeneka Bekoyê Fizilî bihurî nîşanê
ci dana, û Mem derbazê hetê şeherî
beno.
Beko Fizil raya Memî pîno. Mem
ke êno, ver bi ci şono û ‘Qonaxê çayî
û qehwa qonaxê mi no. Qonaxê bextî
û êxpalî qonaxê mi no’ vano.
Mem “Çêyê Qeretajdînî kamcî yo?”
pers keno cira. Beko Fizil vîneno ke
Memê Alanî nêvindeno, qonaxî nîşanê
ci dano. Memê Alanî şaneno ci, şono
verê qonaxê Qeretajdînî de beno peya,
şono zere. Cirê xizmete û azetêde
rinde kenê… (Fadîma: Mi naca de
tayê kerda xo vîrî ra)
Beko Fizil werteyê nînan de êno,
şono. Cêreno re Mîr û Memî “Bêrê
kişike kay bikerê” vano. Mîr û Memî
dest kenê ci, kişike kay kaynê. Mem
hawt destî têser verdano bi Mîrî. Ti
nêvana Zîne kî xo tîtîkno, pencere ra
kayê nînan sêr kena. Beko Fizil vîneno
ke Mîr hêbro keno vîndî ‘Mîrê mi,
cayê xo bivûrnê, kilamete ca der a’
vano. Mîr û Memê Alanî ca vûrnenê.
Ca ke vûrnenê. nara şertî ser ro kay
kenê. (Fadîma: Mi îta kerdo xo vîrî
ra)
Beko Fizil rojê kî, kişike bi Mem û
Zîne dano kaykerdene û binê destî ra
xebere rûşneno bi Mîrî rê. Mîr ke
kuno zere, Mem Zîne erzeno peyê
xo, kurkê xo erzeno ser, ke wa Mîr
Tebax 2011
mevîno. Qeretajdîn êno
zere, eke çimên xo binê
kurkî de ginenê re gilanganê Zîne ro,
zano ke Mem
kewto tenge.
Qeretajdîn cêreno re Mîrî
„Bê, ma bîhnê
şîme teber“
vano cira.
Mîr û Qeretajdînî ke ver bi teberî şonê, Zîne binê
kurkê Memî ra vejîna, remena bon.
Tawo ke remena bon, fistanê xo kuno
çêberî ver, parçeyê şemige ra maneno.
Qumaşê fistanê Zîne û zeyîya xo
jubînî ra benê. Beko Fizil ke fistanî
şemiga ra vîneno, bi beçike îşaret
dano Mîrî, Mîr peyser qayt beno, ke
fistan şêmiga ra mendo. Beko Fizil
cêreno re Mîrî, û “Cênîya to û Memî
jubînî sînenê” vano.
Mîr ke fistanî şêmige ra vîneno, bi
vatena Bekoyî bawer beno. Qet nêfikirîno ke fistanê waya xo û xanima
xo ju qûmaşî ra yo. (Fadîma: Uca de
nêzana çi karê Qeretajdînî vejîno) Qeretajdîn qederê aşmê çê ra vejîno,
şono. Beko Fizil û Mîrî, Memî rê nêheqîya ke kenê, kes nêkeno.
Beko Fizil “No hem waya to sîneno
hem kî cênîya to” vano.
Mîr, ferman dano, û “Nê berê, berzê
zîndan!” vano.
Memî erzenê zîndan.
Zîne, lexem dana piro, non û awe
resnena Memî, û eyî zîndan de zîyaret
kena.
Beko Fizil, şono lêweyê Mîrî û
“Mîrê mi, Zîna waya to lexem do
piro, non û awe resnena Memî. Ti ke
şîkîna cayê Memî bivûrne, berzê zîndanêde bîn” vano cira.
Memê Alanî erzenê zîndanêde bîn.
58
Zîna Zêra, heq dana lexemcîya cirê
non û awe berê, feqet lexemcîyî nara
nêşîkînê çêberê zîndanî ro derbaz bibê,
û Memî rê non û awe berê (biberê).
Lexemcîyî Zîne ra “Ma êndî nêşîkîme
non û awe biresnîme Memî” vanê.
Mem vêşanîye, têşanîye û eşqî ver
henî bîyo ke qula derzîne ro oncîno
we. Beko Fizil, cêreno re Zîne “Kincanê xam û xasan bice pira, şo sere
zîndanî û Memî ra ‘Mîrî vato, ez Zîne
dana to’ vaje cira.
Zîne, kincanê xam û xasan cêna
pira, şona serê zîndanî. Vînena ke
Mem zîndan de henî bîyo, hondê ke
zê mêşe cira veng vejîno. Eke hal û
qal bîyo. Zîne ke qîrena, Mem sareyê
xo keno berz û “Heya, ez na hal de
bî, ti kî xam û xasan bicêrê pira, bêrê
zîndanî ser. Hey wax û hey liminê…”
vano, û xurîne ginena re ci, mireno.
Xurîne ke ginena Memî ro, Zîne xo
cor de zîndan ro erzena. Mem û Zîne,
zîndan de mirenê.
Mezela Mem û Zîne ke danê we,
Qeretajdîn vejîno, êno û “Mem û Zîne
kanê? Şima çi ard bi sareyê înan ser
de?‘ vano. Mîr, hal û hêketa Mem û
Zîne cirê qese keno. Qeretajdîn „Mezela Mem û Zîne bidê ra, ez bi çimanê
xo bivînî. Ê hurdimîna heqaşiqî bîyî.
To se na juye kerde. Cayê to ceneme
yo‘ vano Mîrî ra.
Şonê mezela Memî û Zîne danê ra,
ke hurdimînan çiçik çiçik araq do,
pîya ju mezele der ê. Ti vanê belko
pîya têvirane de şîyê hewn ra. Mîr,
teze de berbeno, zîbeno û re ci bawer
beno ke nînan jubînî ra zaf hes kerdo.
Qeretajdîn, sareyê Bekî dano piro,
cira perneno. Dilopê gonî cira perena,
ginena bi mabeynê Memî û Zîne ro.
A dilopa gonîya Bekê Fizilî bena sincîka boyîne, werteyê înan de bena
kewe (royîna). Ê kî benê di gulî, oncî
jubînî nêresenê...
***
STÊRKA CİWAN
P
O
L
İ
T
İ
K
Der Weg zur staatlichen Gesellschaft
Deniz ÇEWLİK
“Da dies jedoch nicht
allein ausreichte, erschuf
man im Anschluss die
Ehe; entwickelte den
Mythos, dass die Frau
aus der Rippe des
Mannes erschaffen
wurde, um die Frau dem
Manne zu unterwerfen.
Die wurde später auch
von den NahostReligionen übernommen. Man kann darum
davon
ausgehen, dass der
Fall der Frau in diesen
mythologischen
Darlegungen begann”
Entgegengesetzt zur hierarchisch
konzipierten Gesellschaft – in der die
soziale Positionierung, einer Gewalt
zugeschrieben wird und wonach sich
die Menschen in der Gesellschaft, im
Denken und Handeln nach sich dieser
Gewalt richten - d.h. nach dem Rangschemata sich an der Spitze der Herrschaftspyramide konzentriert, die
Machtausübung in den Händen eines
Einzelnen manifestiert – besteht der
Unterschied grundlegend darin, dass
in der staatlichen Gesellschaft, diese
Befugnis nun konstituiert, sprich in
eine gesellschaftlich anerkannte Form
umgesetzt wurde. Der Staat bildet demnach nichts anderes als eine institutionalisierte allgewaltige Instanz. Das
Staatswesen an sich beschreibt keine
unantastbare Gewalt. Bezugnehmend
zum Staat, geht der Marxismus beispielsweise nun so vor, dass dieses
Gebilde zerschlagen und an dessen
Stelle ein sozialistisches etabliert werden soll - dieses aber wiederum als
ein staatliches Gefüge dasteht und das
autoritäre hierarchische Gefüge somit
dennoch weiterbesteht. Der dialektische- Materialismus beispielsweise
geht hier von einem Grundsatz der
sich gegenseitig bekämpfenden bzw.
negierenden Gegensätze aus. Dieser
Gedankenstrom basiert im Eigentlichen
auf René Descartes epistemologischen
Überlegungen; seiner These des Gründenden Subjekts. In seiner Theorie
bzw. Mutmaßung geht es grundlegend
59
darum, dass schlussendlich Objekt und
Subjekt voneinander getrennt wahrgenommen und aufgefasst werden.
Bruch der Dialektik Das Resultat
daraus ist gravierend, denn dies führt
schlussendlich dazu, dass sich ein dialektischer Bruch zwischen Geschichte-Gesellschaft, Gesellschaft-Natur,
Frau und Mann ergeben. Rêber Apo
verweist dazu auf die Beziehung zwischen Mensch und Natur und gibt an,
dass im dialektischen Materialismus
hinsichtlich dessen, davon ausgegangen
wird, dass Gesellschaft und Natur im
permanenten Konflikt seien, da der
Mensch sein Verlangen Befriedigung
verschaffen müsse. Doch gerade in
der Neolithischen, d.h. natürlichen Gesellschaft besteht dagegen kein extremer
Widerspruch zum ökologischen Dasein,
sondern vielmehr eine Harmonie bzw.
Verbundenheit zur Ökologie. In der
Natürlichen Gesellschaft besteht kein
Ein-Gott-Kult, dass bedeutet keinen
herrschenden Gott, der alleine über
alles waltet; also keinen Monotheismus.
Die Umwelt, die Naturkräfte beschreiben die höchste, respektierliche Wesenheit und somit die höchste Wertschätzung. Descartes Hauptgedanke
dazu lässt sich dagegen folgendermaßen
zusammenfassen: Zwischen Objekt
und Subjekt besteht keine wesentliche
Beziehung. Falls ein Zusammenschluss
sich jedoch ergeben sollte, dann würde
dieser Zusammenschluss bzw. die Beziehung von Objekt und Subjekt leTebax 2011
STÊRKA CİWAN
diglich darauf gründen, dass diese
sich notwendigerweise gegenseitig
bekämpfen. In seiner Verteidigung
(mit dem deutschen Titel: „Jenseits
von Staat, Macht und Gewalt“)
schreibt Öcalan „So trifft nicht zu,
dass der Staat zerschlagen werden
kann und an seine Stelle ein neuer
treten kann“. Damit löst er sich von
dieser eher dogmatischen Sichtweise
und widmet sich in dem Punkt der
quanten- philosophischen Überlegung,
in der klar beschrieben wird, dass
sich Gegensätze notwendigerweise
überwinden anstatt dass ein Gegensatz
das andere zerschlägt. Hinsichtlich
der staatlichen Gesellschaft bestehen
grundlegend drei Ansichten: Entweder konzipiert sich die staatliche
Gesellschaftsordnung so, dass eine
hohe Gewalt über ihre Staatsbürger
waltet. Oder es geht in der staatlichen
Philosophie vielmehr darum, die sogenannten Bürger, d.h. Mitglieder
der staatlichen Gesellschaftsordnung
in vereinzelte Individuen zu isolieren.
Tebax 2011
Der Sinn dabei wäre, das kommunale
und organisierte Leben zu zerschlagen
und eine individualistische, nicht-organisierte, geschwächte, willenlose
Gesellschaft zu errichten. Das bedeutet, die Gesellschaft von ihren eigentlichen Werten und Funktionalitäten loszulösen; von sich selbst zu
verfremden. Diese Annahme kommt
der Staatsphilosophie auch viel näher.
Der Protostaat Um den Staat lückenlos zu begreifen; zu dechiffrieren
bilden in dem Zusammenhang vielleicht die Zikkurats in Mesopotamien
ein weitaus besseres Verständnis. Der
Protostaat an sich wurde sozusagen
durch den Bau der Zikkurat-Tempel
geschaffen.Der Begriff stammt ursprünglich aus dem babylonischen
und heißt „Himmelshügel, Götterberg“
bzw. auch aufragend oder aufgetürmt.
Dabei handelt es sich um einen gestuften Tempelturm in Mesopotamien.
Zunächst sollte man sich vielleicht
die Frage stellen, was in diesen Tempeln vor sich ging? Den Zikkurat60
Tempeln standen im Wesentlichen
die sumerischen Priester vor. Diese
Priester nutzten das üppig angebaute
Mesopotamien aus und führten Klassen in die natürliche bzw. neolithische
Gesellschaft ein. Man kann sogar behaupten, dass mit der Etablierung
des protostaatlichen Systems – der
Zikkurats – der Übergang von frauenzentrierter Gesellschaftsordnung
(Matriarchat) zu männerzentrierten
Gesellschaften (Patriarchale) stattgefunden hat, worauf ich in den folgenden Passagen noch zu sprechen
kommen werde.
Die Stadt In dem Gebilde des
früh-staatlichen Systems der sumerischen Priester begann demnach eine
Reorganisation der gesellschaftlichen
Verhältnisse. Die Gesellschaft wurde
gespalten, indem neue Klassen definiert wurden. Einer dieser Klassen
bildete die Oberschicht. Damit diese
Oberschicht jedoch weiterhin bestehen
konnte, musste für diese Schicht ein
Platz geschaffen sein. Diesen Raum
fand sie in der Etablierung der Stadt.
Rêber Apo beschreibt die Stadt generell als den Platz der Oberschicht
und folgert, dass die Herrschaft, die
Akkumulation, das heißt Anhäufung
von Besitz sowie die Unterdrückung
niederer Klassen in der Gesellschaft
als eigentliche Philosophie und Sinn
des Stadtkonstrukts zu definieren
sind. Die Stadt bildet weiterhin auch
die Stätte, wo die Frau zu einem
Meta, das bedeutet sich zu einer Ware
umwandelt. Denn es sind die Städte,
wo als aller erstes Prostitution betrieben wird. Damit findet der eben
erwähnte Übergang statt, wodurch
die matrizentrische Gesellschaft ihr
Ende findet.
Die Staatsfunktion Der an sich
Staat beschreibt einerseits ein Instrument der Freiheitsberaubung, heißt
Unterdrückung und uneingeschränk-
STÊRKA CİWAN
tem Handeln und andererseits bildet
es ein öffentliches Geflecht der Fertigung, das die Stadt ernähren soll.
Diese beiden Annahmen führen jedoch
zu einem Widerspruch. Einerseits
soll die Gesellschaft sich wohl fühlen
und andererseits sollen Freiheitsberaubungen an der Gesellschaft stattfinden. Daraus ergeben sich zweierlei
Überlegungen: Wenn es darum gehen
sollte, innerhalb der Gesellschaft für
Produktion und Sicherheitstechnische
Fragen zu sorgen, wäre dann hierzu
dann autoritäre Instanzen und die
sich daraus ergebende Repression
notwendig? Und kann somit die
Gesellschaft für eine gemeinsame
Produktion; für die gemeinsame
Sicherheit nicht auch bei auf den
Verzicht auf den Staat eigenständig
Sorge tragen? Falls dies bei Verzicht
auf dieses Modell eintrifft, so folgt
daraus, dass der Staat demnach
keine gesellschaftliche Funktion
trägt und somit überflüssig ist.
Staat und Religion Um den
frühzeitlichen repressiven Staat
der Gesellschaft jedoch aufzudrücken, musste der Sklaverei ein
dogmatischer, d.h. rechthaberischer
Rahmen verpasst werden. Dazu
wurden beispielsweise neue Götter
erfunden, deren Stellung über die
Naturreligion gestellt wurde. Die
Naturreligion, auch Animismus
genannt, war ein in Jäger-Sammler-Kulturen verbreiteter Glauben,
in der die Idee des göttlichen
fehlte. Daneben fehlte auch jegliche
Metaphysik. Das bedeutet dass die
Natur die beseelte beschreibt und
durch Naturereignisse mit dem Menschen kommuniziert. Um es am Rande vielleicht verständlich zu machen:
Die Metaphysik beschreibt eine philosophische Grunddisziplin, in der
die Ursachen, Sinn und Zweck der
gesamten Realität, der Existenz, ver-
sucht wird zu beschreiben. Diese
Methodik wird im Animismus nicht
angewandt. In der staatlichen Gesellschaft wird nun mit Hilfe von
neuen Mythenschreibungen das entstandene Mehrprodukt rechtfertigt
und die Gesellschaft mit den Zikkurat-Tempeln und weiteren überdimensionalen Statuen etc. beeindruckt. Das Mehrprodukt definiert
nichts anderes als den Überschuss,
der über das zum Leben notwendige
der Priesterklasse legimitiert werden
konnte. Demnach beschreibt die Religion, bei Schaffung der staatlichen
Organisationsform, die eigentliche
Grundlage und das Wesentliche Element. Um die neue Ideenlehre von
herrschenden Göttern zu etablieren,
wurde die Muttergöttin „Innana“
mythologisch unterworfen. Da dies
jedoch nicht allein ausreichte, erschuf
man im Anschluss die Ehe; entwickelte den Mythos, dass die Frau
Maß hinaus produziert wird. Anstelle
der Naturreligionen, werden neue
herrschende Götter erfunden, wodurch man die Unterwerfung erzielte
und gleichzeitig den Animismus so
verdrängte. Eine neue, auf Mythologien aufbauende Religion war insbesondere darum notwendig, damit
das ideologische System der herrschenden, unterdrückenden Klasse;
aus der Rippe des Mannes erschaffen
wurde, um die Frau dem Manne zu
unterwerfen. Die wurde später auch
von den Nahost- Religionen (Islam,
Christentum usw.) übernommen.
Man kann darum davon ausgehen,
dass der Fall der Frau in diesen mythologischen Darlegungen begann.
61
Fortsetzung folgt
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
P
O
L
İ
T
İ
Q
U
E
La proclamation de l’autonomie démocratique
Ali HAYIRLI
“Les kurdes ont réalisé
une victoire historique
malgré une campagne
inéquitable et non
transparente. Le score
réalisé par les candidats
indépendants est un
sérieux coup porté aux
politiques d’extermination
et de négation de l’AKP”
Tebax 2011
Une victoire historique des kurdes
Le parti de la justice et du développement ( AKP), qui a obtenu cinquante
pour cent des voix des électeurs lors
des élections du 12 juin, n’a pas obtenu
la majorité des deux tiers (367 députés)
pour réviser la constitution et n’a pas
atteint le nombre de 330 élues pour demander la tenue d’un référendum. Les
islamistes (AKP) ont vu une diminution
du nombre de leurs parlementaires malgré une hausse des voix. Le nombre de
voix obtenu par les islamistes modérés
est inférieur à celui du référendum du
12 septembre 2010 mais supérieur aux
élections de 2007.
Cette situation oblige les islamistes à
négocier avec les autres partis pour la
création de la nouvelle constitution. Le
parti de la justice et du développement
(AKP) voulait éviter à tout prix une
coalition avec les autres partis. Les plans
du gouvernement de l’AKP sont tombés
à l’eau après la proclamation des résultats.
Les ultranationalistes ( MHP) ont
également subi une diminution du nombre de leurs voix et de leurs élus. Les
tentatives des islamistes modérés pour
pousser le MHP sous le seuil des 10%
pour récupérer leurs sièges ont échoué.
Le CHP a réalisé une légère hausse
au niveau des voix et du nombre de ses
députés. Le CHP dont le leader est originaire de Dersim a raflé les deux sièges
de cette région qui est le symbole de la
résistance kurde.
Les candidats indépendants soutenus
par le BDP sont les véritables vainqueurs
62
de ces élections car ils ont réalisé une
hausse significative du nombre de leurs
voix et de leurs députés. Les kurdes ont
réalisé une victoire historique malgré
une campagne inéquitable et non transparente. Le score réalisé par les candidats
indépendants est un sérieux coup porté
aux politiques d’extermination et de négation de l’AKP.
Au mois d’avril, le haut conseil électoral ( YSK) à la solde de l’AKP avait
refusé de valider les candidatures de
sept candidats soutenus par le BDP. La
colère de la population kurde avait
poussé le YSK à revenir sur sa décision.
Après la proclamation des résultats, le
gouvernement de l’AKP a reproduit un
complot semblable en demandant à ses
juges de refuser de libérer les candidats
kurdes élus par la population et en ordonnant au YSK d’invalider l’élection
d’Hatip Dicle.
Les députés kurdes boycottent le
parlement turc pour protester contre
ce complot organisé par le gouvernement de l’AKP. Les islamistes modérés
ne se sont pas limités à maintenir en
prison les députés kurdes car ils ont
également usurpé le siège du député
kurde Hatip Dicle. Le siège de ce
dernier a été attribué à une candidate
du parti de la justice et du développement (AKP).
L’invalidation de l’élection de Hatip
Dicle équivaut à l’usurpation des voix
de 85 milles personnes. Ce complot
tendu par le gouvernement turc aux élus
du peuple kurde montre l’intolérance
STÊRKA CİWAN
de l’état turc à la victoire des candidats
indépendants kurdes.
Le BDP a affirmé que le boycotte
se poursuivra tant que le gouvernement
de l’AKP n’aura pas entrepris des actions concrètes pour remédier à cette
injustice. Les pourparlers entre le BDP
et le gouvernement turc pour trouver
une solution commune à cette crise
ont échoué.
Le gouvernement turc tente de saboter par tous les moyens la volonté
du peuple kurde de trouver une solution
politique à ce conflit et d’exclure les
kurdes de la création de la nouvelle
constitution.
Le 14 juillet : proclamation de
l’autonomie démocratique
Le 14 juillet 1982, les cadres dirigeants du PKK emprisonnés dans la
prison de Diyarbekir débutaient la
grande résistance kurde en entamant
une grève de la faim jusqu’à la mort.
La date du 14 juillet, considéré comme
le symbole de la résistance, a été
choisie par le Congrès pour une
Société Démocratique ( DTK) pour
proclamer officiellement l’autonomie
démocratique du Kurdistan du nord.
Le président kurde Abdullah Öcalan
est l’architecte de ce système démocratique qui permet aux différentes couches de la société de prendre un rôle
très actif dans la vie politique. La
proclamation de l’autonomie démocratique est une première étape dans le
processus de la résolution de la question
kurde. Ce système politique est débattu
depuis des années par les intellectuels
kurdes et turcs. Les approches violentes
de l’état turc ont poussé les kurdes à
proclamer l’autonomie démocratique
pour résoudre de manière pacifique la
question kurde.
Il est important que la communauté
internationale reconnaisse ce statut politique des kurdes pour faciliter la re-
connaissance de l’autonomie démocratique
par l’état
turc. Il est
certain que
l’état turc refusera par
tous les moyens de reconnaître la
volonté du
peuple kurde. Les kurdes doivent mettre en place leurs différentes instances (politiques, économiques, sociales,…) pour pouvoir
concrétiser l’autonomie démocratique.
La politique du sang
Le 14 juillet, les kurdes s’apprêtaient
à célébrer la proclamation de l’autonomie démocratique mais la nouvelle
de violents affrontements entre les
combattants kurdes et l’armée turque
jetait l’ombre sur les célébrations. Le
gouvernement turc menait depuis plusieurs semaines d’importantes opérations contre les combattants kurdes
qui respectaient scrupuleusement le
cessez-le- feu unilatéral.
Ces opérations de l’armée turque
étaient destinées à saboter la proclamation de l’autonomie démocratique
et à empêcher la résolution politique
de la question kurde. Ces attaques de
l’état turc ont pour objectif de briser
la volonté du peuple kurde de résoudre
pacifiquement la question kurde après
la victoire des candidats indépendants.
L’état turc a envoyé volontairement
ses soldats à la mort pour jeter l’ombre
sur la proclamation de l’autonomie
démocratique et briser la volonté politique du peuple kurde. Le gouvernement turc qui est le véritable responsable
de ces morts tente d’imputer la mort
63
de ces soldats au BDP.
Il est important qu’une enquête
soit menée pour déterminer les véritables responsables de ces morts car
de nombreux points d’interrogations
subsistent. Les protecteurs de village
témoins des affrontements ont affirmé
que les forces aériennes turques ont
bombardé la zone des combats. Ces
frappes aériennes expliqueraient le
nombre élevé de morts durant ces
combats.
Les propos du ministre de l’intérieur
turc en disent long sur les véritables
causes de la mort de ces jeunes. Dans
le passé, l’état turc avait envoyé ses
propres soldats à la mort pour détruire
les espoirs d’une paix et d’une résolution pacifique de la question kurde.
En général, l’état turc entreprend
une opération de grande envergure
contre les bases de la guérilla après
avoir mobiliser les sentiments nationalistes de la population. Dans certaines
villes, la population kurde est devenue
la cible des ultranationalistes turcs
après les déclarations des membres
du gouvernement.
Espérons que le gouvernement turc
arrêtera ses opérations militaires durant
le mois du Ramadan.
***
Tebax 2011
STÊRKA CİWAN
Tebax 2011
64
:)
:)
Mizah

Benzer belgeler