Pişman Çocuk Dergisi

Transkript

Pişman Çocuk Dergisi
Derginiz Pişman, içeriğiyle hepinizin dersler çıkarabileceği,
anlamlar yüklü, belki de hayatınıza yön verecek nitelikte
dopdolu bir sayıyla yine sizlerle buluşuyor.
Dergimizin bu sayısında çağımızın son dönemdeki en önemli
sorunlarından biri olan Tüketim Çılgınlığı konusuna değinip,
tasarrufun öneminden bahsedeceğiz.
Yavrularım, yaşamımız boyunca hepimiz yeni şeyler almak
isteriz ve aldığımızda da seviniriz. Ama bunların ihtiyaç
önceliğini ve gerekliliğini çoğu zaman önemsemeyiz.
İhtiyacımız olmamasına rağmen satın aldığımız ve o anda
bizi mutlu eden şeyler bütçemize zarar vermektedir. Bu
durum hayatımızda tüketim kültürü oluşturmaktadır.
Anne-babalar kendi tüketim alışkanlıklarının çocuklarını nasıl
etkilediğini düşünmeden hareket ettiklerinde, çocukların bu
kültürün içine sürüklenmeleri kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü
çocuklar, hayatı ve onu nasıl yaşayacağını anne babasını
taklit ederek, onları gözlemleyerek öğrenir. Onlarla birlikte
yaşadıklarını ve gördüklerini içselleştirir. Zamanla bu
yaşanmışlıklar temel alışkanlıklara ve tutumlara dönüşür.
Özellikle okul öncesi dönemde ailenin hayat tarzı, eğlenme
ve harcama alışkanlıkları çocuğun zihnine yerleşir ve onun
bir parçası haline gelir. Eğer bu dönemde aile tüketim
merkezli bir hayat sürüyorsa, evdeki konuşmalar tüketmek
Hava ne
k adar güzel!
Bizse içerde
tıkıldık k aldık .
Bir an olsun k afanı
o bilgisayardan
uzaklaştır.
Niye akıl
verdim ki?
Peki!
© Strip Art Features, 2014, www.safcomics.com
üzerine bina ediliyorsa, birlikte geçirilen vakitler tüketim
çılgınlığının yaşandığı AVM’lerde oluyorsa haliyle çocuklar,
vermeyi bilmeyen, bencil, üretmenin kıymetini bilmeden,
faydalandığı şeyin zevkine eremeden tüketen bireyler haline
dönüşür. Doğru ebeveyn olmanın, çocuğunu hiçbir şeyden
mahrum bırakmamak olduğunu düşünen anne babalar
çocuğun isteklerini hiç bekletmeden, biraz olsun ertelemeden
alır hale gelmiştir. Bunun neticesinde tatminsiz ve doyumsuz
çocukların sayısı her geçen gün artmaktadır.
Şunu bilmeliyiz ki çocuklarımızın sorumluluğu bizim
üzerimizdedir. Onlar hayatı, dünyayı, insanı ebeveynleri
aracılığıyla tanımaktadır. Onların sağlıklı bireyler olmaları ve
sağlıklı toplumda yaşamaları için bilinçli tüketici değil, bilinçli
kullanıcı olmalarını sağlamak gerekir.
Sevgili çocuklar sizlere dinleneceğiniz, gezeceğiniz, gezerken
de öğrenip, dilediğinizce eğleneceğiniz bir tatil diliyorum.
Tabi ki bunları yaparken ailelerinizi üzmeyeceğinizden ve
bol bol kitap okuyacağınızdan da eminim.
Hepinize iyi tatiller, gözlerinizden öpüyorum.
STEPHEN HAWKİNG: BİN YIL
İÇİNDE DÜNYAYI TERK EDİN!
TÜRKİYE’NİN EİNSTEİN’I
OKTAY SİNANOĞLU
YAŞAMA VEDA ETTİ...
Ünlü Fizik Profesörü Stephen Hawking, önümüzdeki bin
yıl içinde, dünyayı terk etmemesi halinde insanlığın yok
olacağını iddia etti. Avustralya’nın Sydney şehrindeki
Opera Evi’ndeki programa hologram görüntüsüyle katılan
Hawking, “İnsanlığın geleceği için uzayı keşfetmeye devam
etmeliyiz. Başka gezegenlere gitmeden, üzerinde yaşadığımız bu kırılgan gezegende
bir bin yıl daha var olabileceğimizi zannetmiyorum.” dedi. 73 yaşındaki Hawking’in iki
kamerayla hologram efektiyle Amerika’daki evinde çekilen konuşması, San Jose’de
işlenerek, Sydney Opera Evi’ne aktarıldı.
TÜBİTAK’IN BEĞENMEDİĞİ PROJE DÜNYA BİRİNCİSİ OLDU.
Dünyada en genç yaşta profesör unvanını alan, 60 yıldır çözülemeyen bir matematik
kuramını çözerek adını matematik tarihine yazdıran, DNA sarmalını açıklayan, katıldığı tüm
konferanslarda iyi derecede İngilizce bilmesine rağmen sunumunu Türkçe yapmasıyla bilinen
bilim dünyasında ismi tüm dünyada şöhretle anılan ama maalesef ki ülkemizde değeri
yeterince bilinmeyen, “Türk Einstein”ı olarak adlandırılan kuramsal kimyacı ve moleküler
biyolog Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, 19 Nisan 2015’te tedavi gördüğü hastanede yaşama
veda etti.
Hayatından kısa kısa…
4
- 1956’da ABD Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi.
- 1957’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nü sekiz ayda bitirerek yüksek kimya mühendisi oldu.
Alfred Sloan ödülünü aldı.
- 1959’da Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’de kuramsal kimya doktorasını tamamladı. 1960’ta Yale
Üniversitesi’nde öğretim üyesi (asistan profesör) oldu.
- 1963’te 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak 28
yaşında “tam profesör” unvanını aldı. 20. yüzyılda Yale Üniversitesi’nde bu unvanı kazanan en genç öğretim üyesi oldu.
- 1962’de ODTÜ mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu’na mahsus olmak üzere kendisine Danışman
Profesör unvanını verdi. Yale Üniversitesi’nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak katandı.
- 1973’de Almanya’nın en yüksek dereceli bilim ödülü olan Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü’nü
ilk kazanan kişi oldu.
- 1975’de Japonya’nın Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü’nü kazandı.
- 1975’de özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvanı verildi.
- Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi’nin ilk ve tek Türk üyesidir.
- Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü Elena Moshinsky ile ödüllendirildi.
- Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu.
- DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi.
Yaşamı boyunca kuantum mekaniğine birçok katkıda bulunmuş bir bilim adamıdır. P.A.M. Dirac’in de
üzerinde uğraştığı ancak çözümleyemediği bir problemi, “Kuantum mekaniği”nde, Hilbert uzayının
topolojisi ve içerdiği yüksek simetrileri çözdü.
Özel MEF Lisesi 12. sınıf öğrencisi İlayda Şamilgil,
“First Step To Nobel Prize In Physics” yarışmasında,
70’e yakın ülkeden 5 bin fizik projesini geçerek dünya
birincisi oldu. Daha önce TÜBİTAK’ın yarışmasına da
gönderdiği projesi, burada dereceye giremedi. İlayda
Şamilgil, Polonya’da bu yıl 22’ncisi düzenlenen yarışmaya,
üzerinde 1 yıldır çalıştığı “Sıvılardaki Su Oranını Mıknatısla
Ölçebilen Ucuz, Hızlı ve Taşınabilir Bir Sistem” adlı projesi
ile katıldı. Şamilgil, fizik alanında dünyanın en prestijli fizik
proje yarışması olarak kabul edilen yarışmanın dünyaca
ünlü akademisyenlerden oluşan jürisinden tam puan aldı.
KAYIP KİTAPLIKTAKİ İSKELET
EN İYİ 6 KİTAP ARASINDA!
Found in Translation tarafından dünya çocuk edebiyatının en
başarılı kitaplarının yer aldığı uluslararası antolojiye Türkiye’den
Kayıp Kitaplıktaki İskelet seçildi. Çocuk edebiyatında dünyanın
en prestijli projelerinden Found in Translation tarafından
düzenlenen, dünyanın bütün ülkelerinden yayınevlerinin
katılabildiği, ABD ve İngiltere’nin önde gelen yayıncı ve çevirmenlerinin seçici kurulunda
bulunduğu yarışmada, Mavisel Yener ve Aytül Akal’ın birlikte yazdıkları, Tudem
Yayınları’nın okura ulaştırdığı, Kayıp Kitaplıktaki İskelet (Skeleton Of The Lost Library)
Canan Maraşlıgil’in çevirisiyle yüzlerce kitap arasında seçilen 6 kitap arasına girdi.
Sonuçlar 2015 Bolonya Çocuk Kitapları Fuarı’nda duyuruldu.
5
Prof. Dr. Kemal Sayar:
“Hiçbir ürün, bir cansız nesne bizi
tek başına mutlu etmez, daha değerli kılmaz;
bizi yapıp ettiklerimiz değerli kılar.”
— Marka bağımlılığı nedir? İnsanların marka
tercihleri ne zaman bağımlılık olarak
değerlendirilebilir?
— Marka bağımlılığı belli etiketleri taşıyan ürünlerin özellikle tüketilmek istenmesi durumudur. Kişinin o etiketleri taşıyan
ürünler dışında herhangi bir ürün tüketmek istememesine
bağımlılık adını verebiliriz. Genellikle ergenlik yaş döneminde bizim karşımıza çıkıyor. Ergenlik yaş döneminde bazı
gençlerimiz belli bazı markalara adeta bağımlı oluyorlar ve
onlarla kendilerini özdeşleştiriyorlar. O marka ile kendilerini
çok daha güçlü hissedebiliyorlar, çok daha mutlu hissedebiliyorlar. Hâlbuki bir ürünün taşıdığı etiketin insanı tek başına
mutlu etmesi mümkün değildir.
— Günümüz toplumunda insanların tüketim
alışkanlıklarının değişmesini nasıl
değerlendiriyorsunuz? Anne ve babalar,
çocuklarına olumlu bir tüketim alışkanlığı
kazandırılabilmek için nasıl bir yol
izleyebilirler?
— Günümüz toplumu maalesef bir kanaat toplumu olmaktan çıkıyor bir aç gözlülük toplumuna dönüşüyor. Hayattaki
en iyi şeyler, paraya dönüştürülemeyen değerlerdir. Dostluk,
arkadaşlık, sevgi gibi değerler parayla satın alınamaz, paraya da dönüştürülemez. Anne babaların çocuklarına
hayatta her şeyin maddi olmadığını, manevi lezzetlerin sevgi, dostluk, arkadaşlık gibi manevi lezzetlerin mutlaka en ön
planda yer alması gerektiğini öğretmeleri gerekir. İnsanlar
zaten o manevi lezzetleri tadamadıkları için çok fazla tüketimciliğe yönelebiliyorlar ve anne babaların çocuklarına
her istedikleri şeyi de almamaları gerekir. Bazı şeylere sınır
koyabilmeleri, bazı şeyleri de hak ederek almalarını teşvik
etmeleri gerekir.
— Günümüzde insanlar birbirlerini tüketim,
güç ve alışkanlıklarına göre mi
değerlendiriyor?
— Günümüz toplumu bir statü toplumu oldu. Herkes bulunduğu makam ve güce göre maalesef daha fazla itibar görüyor. Bizim geleneksel toplumlarımızda ise insanların sahip
olduğu ilim, irfan, edep gibi temel bazı değerler çok daha
fazla itibar görürdü. İnsanın güce ulaşması her zaman çok
meşru yollarla da olmayabilir. Dolayısıyla güç bizim için
saygınlık kazandırıcı bir şey olmaması gerekir. Belki her şeyi
yeniden geçmişinde, o eski bilgeliğinde olduğu gibi ruh eksenli olarak yeniden anlayabilmemiz, tanımlayabilmemiz
gerekir. Ruhun ihtiyaçlarını öncelediğimiz zaman zannediyorum insanlara faydalı olan daha büyük rütbe kazanacaktır gözümüzde. Yani kendisine değil insanlara faydalı olan
kişinin daha yüksekte ve yüce tutulacağı bir ruh iklimi
oluşturmalıyız.
9
Sadece kendisine değil, bütün
Aileler çocukların isteklerini yerine
insanlara faydalı olan bir insan
getirirken bazı şeylere sınır
olmaya çalışmalıyız.
koyabilmeleri, bazı şeyleri de hak
ederek almalarını teşvik
— Marka kültürünün insan benliği
üzerindeki etkilerinden biraz bahsedebilir
misiniz?
— Bu susayan bir insanın deniz suyu içmesine benzer.
Onun susuzluğunu gidereceğini zanneder ama içtikçe
daha fazla susar. Tüketim bağımlısı olan insanlar her alışverişlerinde bunun dineceğini zannederler ama o sadece birkaç dakika belki birkaç saat sürer daha sonra
daha büyük bir hedefe yönelirler. Buna haz veya haz
yokuşu diyorlar. Haz yokuşunu tırmanmaya başladığınız
zaman hiçbir zaman bitmez. Hep daha yukarı doğru gitmek istersiniz ve bitimi olmayan bir yolculuktur bu. İnsanlar bunda çok yoruluyorlar. İnsan ruhunda sahip olduğu
şeyleri kanıksama, benimseme ve onlara alışma ilkesi
işler. Adaptasyon ilkesi diyoruz buna. Bir süre sonra sahip
olduğumuz şeyler zaten bize mutluluk vermez hale gelir.
Hep daha fazlasını isteriz. O yüzden maddi yarışın sonu
yok bu haz yokuşu hiçbir yerde bitmez.
— Gençler marka bağımlılığından
kurtulmayı isteseler de akran baskısı ile
ailelerinin alım gücünü zorlamaktadırlar.
Bir psikiyatr olarak gençlere bu konuda
neler söylemek istersiniz?
— İnsanlara gösterdiklerimiz veya onlara nasıl göründüğümüzle değil kendi ruhumuzun herkes tarafından fark
edilemeyecek mücevherleri ile var olduğumuzu hissettirmemiz lazım. Bizler sahip olduğumuz zekâyla, akılla, cesaretle, merhamet duygusuyla, adalet duygusuyla diğer insanlardan farklılaşabiliriz. Pahalı bir kıyafeti herkes
giyebilir. Mesela parayı yasal olmayan yollardan elde
etmiş biri dünyanın en pahalı giysilerini giyebilir ama bu
onun özde iyi bir insan olduğunu göstermez bize. Bizim
başka insanlardan alkış beklemeden özde iyi insanlar
olmaya gayret etmeliyiz. Bu hayatta en önemli şey
insanın kendine, değerlerine yabancılaşmaması
ve başka insanlara da zarar vermemesidir.
— Aileler çocuklarını daha bilinçli, güçlü bireyler olarak yetiştirmeye çalışırken
doğru alışveriş alışkanlığı kazandırmak
için ne yapabilirler?
— Anne-babalar, çocuklarına yetinmeyi ve kanaat duygusunu öğretmeliler. Bizler çocukluğumuzda alet edevatı oyuncak haline getirebiliyorduk fakat günümüzün
çocukları çok elektronik oyuncaklara sahip olmalarına
rağmen onlarla yeterince oynamıyor, mutlu olamıyor.
Kanaat duygusuna sahip olmazsa, sahip olduklarımıza
sevinmeyi öğrenemezsek bize hiçbir şey yeterli gelmez.
10
etmeleri gerekir.
Anne babaların çocuklarına hayatta
her şeyin maddi olmadığını, manevi
lezzetlerin sevgi, dostluk,
arkadaşlık gibi manevi lezzetlerin
mutlaka en ön planda yer alması
gerektiğini öğretmeleri gerekir.
Psikiyatrist Prof. Dr. Kemal SAYAR
Kimdir?
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
mezunu olan Kemal Sayar,
uzmanlığını Marmara Üniversitesi
Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim
Dalı’nda tamamlamıştır.
Halen Marmara Üniversitesi Tıp
Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı
Başkanı’dır. Çeşitli gazete ve
dergilerde köşe yazarlığı yapmış,
radyo ve televizyonlarda da
programlar hazırlamıştır. TRT’de
“İnsanlık Hali” adlı programı bir yıl
yapmıştır. Yirminin üzerinde kitabı
olan Sayar, edebiyatla da yakından
ilgilenmektedir.
Eserlerinden bazıları:
Yavaşla, Ruh Hali, Kalbin Direnişi,
Hüzün Hastalığı, Kendine İyi Bak…
Bir evin içinde de o tüketim ahlakının iyi yerleşmesi lazım. İnsanların sahip olduklarıyla yetinmeyi çocuklarına göstermeliler. Her sene cep telefonunu değiştiren
bir anne-baba çocuğuna iyi örnek olamaz. Mızmızlanan, ağlayan çocuğun ağlaması kesilsin diye istediğini
maddi olarak veren bir anne-baba, iyi örnek olamaz.
Çocuğuyla yeterince zaman harcamadığı için suçluluk
duyan ve onu oyuncaklara boğan bir anne baba iyi
örnek olmayacaktır. Bir çocuk için en önemli şey anne
ve babanın kendisine nasıl örnek olduğudur. Bizler önce
sade hayatı, mütevazı hayatı kendi hayatımıza mihenk
taşı yapacağız ki çocuklarımıza iyi örnek olalım.
— Çocuklar artık kendilerine ne alınırsa
alınsın mutlu olamıyor. Tüketerek mutlu
olmayan çocuklarımıza üreterek mutlu olmayı nasıl öğretebiliriz?
— Bu maddileşme anne ve babaların çocukları ile yeterince zaman harcamamasından kaynaklanıyor eğer
bizler çocuklarımıza hikâyeler anlatabilirsek onlarla mesela marangozluk yapabilirsek ortak bir şeyleri beraber
tamir etmeye çalışabilirsek onlarla bir oyuncak yapmak
için bir atölyeye girebilirsek çocuklarımız yapma becerisine de sahip olabileceklerdir. Ama günümüzde anneler reçel ve turşu yapmıyor, babalar evdeki bozulmuş
şeyleri tamir etmiyor. Çocuklar da kendi yaptıkları oyuncaklarla değil, hazır oyuncaklarla yetinmek zorunda kalıyor. Anne ve babanın çocuklarıyla zaman geçirmeyi,
yüz yüze konuşmayı başarabilmesi lazım. Çocukları ve
gençleri yapmak, üretmek, kendilerini değerli hissetmek
mutlu eder. Şimdi, modern kapitalist kültür çocuklara
gençlere diyor ki şu ürünü giyersen, şu marka ayakkabıyla dolaşırsan değerlisin. Bu bir aldatmaca. Hiçbir
ürün, bir cansız nesne bizi daha değerli kılmaz; bizi yapıp ettiklerimiz değerli kılar. Dolayısıyla, çocuklarımızı ve
gençlerimizi daha aktif bir hayata davet etmemiz lazım.
Düşünceleri ile var oldukları, içlerindeki güzellikleri dış
evrene yansıtabildikleri, başka insanlara yardım edebildikleri, iyiliği içlerindeki iyiliği toplumsal sahada görünür
kıldıkları bir ortam oluşturmamız lazım. Biz bu imkânları
oluşturabilirsek gençlerimize onlar da marka bağımlılığına veya tüketime daha az yöneleceklerdir. Yani onlara kendilerini gerçekleştirebilecekleri alanlar açmamız
lazım. Tabi gençlerin öncülük ettiği yardım kuruluşları
olabilir, gençlerin birbirine destek olduğu dayanışma
grupları olabilir bütün bunlar yerel yönetimler tarafından
da organize edilebilir.
— Geçmişte pahalı giysilerin, değerli
takıların zenginlik ve statü göstergesi
olarak kullanıldığı gibi günümüzde de
belirli markalara sahip ürünler bir statü
göstergesi olarak kullanılıyor mu?
Örneğin Nasrettin hocanın “Ye kürküm
ye!” fıkrasındaki kürküm yerine
günümüzdeki pahalı ve markalı
ürünler mi aldı?
— Bu benzetme çok güzel. Hakikaten bazı insanlar çok
pahalı ürünler tüketerek toplum üzerinde bir etki uyandırmak istiyorlar. Ama toplumda yine maddi güce çok
değer veren insanlar üzerinde o etkiyi uyandırıyorlar.
Böyle yapmak isteseler de bizler bu zinciri bir yerinden
kırmalıyız.
Mesela Naomi KLEİN diye bir yazar bundan yıllar önce
önemli bir kitap çıkardı. No Logo diye. No Logo kitabının temel tezi şuydu bizler etiketsiz ürünler kullanacağız
yani marka olmayan ürünler kullanacağız. Bu modern,
bizi aldatan cebimizdeki son parayı da son kuruşuna
kadar alan aldatma tezgâhına karşı işte perşembe pazarından aldığımız marka olmayan ürünleri giyeceğiz
ve bu akışa karşı direneceğiz diye. Buna aslında bütün
dünya karşı koyabiliriz, çünkü bu bize çok çok pahalı
satılan ürünler aslında Vietnam’da, Bangladeş’te, Hindistan’da, Çin’de çok çok ucuz fiyatlara ve çok ucuz
işçiliklerle imal ediliyor. Yani biri bine satıyorlar neredeyse ve oradaki işçilerin sağlığını kimse düşünmüyor. Bu
ürünleri giyerken nerede üretildiğine dikkat etmek gerekir. Çoğu zaman orada yoksul halkların sömürülen alın
terinin izlerini görürüz. Bu da bizi bilinçlendirmelidir.
— Yazılı, görsel ve sosyal medyanın bu
değer yargılarımızı kaybetme sürecini tetiklediğini düşünüyor musunuz?
— Elbette. Reklam endüstrisi olmasa bu söylediğiniz
yerler de olmayacaktı. Dolayısıyla buna
yönelik bir eleştirinin oralardan boy
verdiğini görmek imkânsızdır çünkü onlar zaten reklamlar vasıtasıyla o kültürün
taşıyıcılarıdır. Hatta magazin eklerinde bu kültürü allayıp pullayarak bize takdim ederler ve bizi kandırmanın
vasıtalarından biri olurlar.
Alışveriş tutkusu, susayan bir insanın
deniz suyu içmesine benzer. Onun
susuzluğunu gidereceğini zanneder
ama içtikçe daha fazla susar.
Röportajı yapan: Ece Arslan
11
KARGA İLE TİLKİ
Bir varmış bir yokmuş, iri mi iri bir karga varmış. Bir gün karga, bir dilim peynir bulmuş ve onu sakin sakin yemek için, bir ağacın dalına tünemiş. Oradan geçen aç bir tilki, peynirin kokusunu almış ve onu kargadan almak için
planlar yapmaya başlamış. Dalın tam altında durarak kargaya seslenmiş:
“Günaydın, Sayın Karga! Ne kadar güzel, parlak ve kalın tüyleriniz var. Bacaklarınız ne
kadar da ince... Soylu bir kuşa yaraşır şekilde! Hele gaganız, tam da krallara lâyık bir
gaga!”
Bu kadar övgü, karganın göğsünü kabartmış.
Tilki, sözlerine devam etmiş:
“Elbette, siz harika bir hayvansınız! Böyle mükemmel bir kuşun, harika
bir sesi olduğuna eminim... Ah, keşke onu duyabilme şansım olsaydı!”
Karga, sesinin güzel olabileceği düşüncesi, aklının ucundan bile
geçmezken bu övgüyle havaya girmiş... Böylece ağzını açıp o berbat sesiyle
gaklamaya başlamış:
“Gaak, gaak!.. Gaak, gaak!..”
Tabii o anda peynir dilimi de gagasının arasından fırlayıp hazır bekleyen tilkinin ağzına
düşüvermiş.
Tilki, “Peynir için teşekkür ederim.” demiş. Sonra da yalanarak sözlerini sürdürmüş:
“Sen gördüğüm en bet sesli ve en çirkin hayvansın... Ayrıca hiç de akıllı değilsin!”
© 2013 Giunti Editore S.p.A., Milano-Firenze DAMI INTERNATIONAL, a brand of Giunti Publishing Group
13
ALLESSANDRA
LOLITA
Yalvaç Ural
OSWALDO
Bizlerle
Allessandra Lolita Oswaldo, telefonu
icat eden Graham Bell’in sevgilisinin adıydı.
Atölyesinde çalışırken her telefon çaldığında,
tek bağlantısı onunla olduğu için, arayanı
biliyor ve telefonu açınca da adını ve soyadını
söylüyordu. Daha sonra bu uzun addan
vazgeçip, “Ale Lolos” demeye başladı. İşte
onun, telefonu her açtığında söylediği bu
söz, daha da kısaltılarak “alo”ya dönüştü.
Hatta daha sonra bizde, sanırım Türkçemizin
ikileme kuralından yola çıkılarak “alo alo”
olarak kullanılmaya başlandı. “Alo”yu,
benim bilgi sınırlarım içinde yalnız Japonların
kullanmadığını biliyorum. Onlar “moşi” diyorlar.
Bir gün, Türkçe bilen bir Japon gazeteciye
sormuştum, “Alo alo demek için moşi moşi mi
demem gerekiyor?” diye. Gülerek, “Hayır, moşi,
alo alo demektir, moşi moşi dersen dört kez alo
demiş oluyorsun,” dedi. O ciddi adam kendini
tutamayıp, “Moşi moşi!” diyerek neredeyse on
dakika gülmüştü.
Bütün dünya, bugün telefonu açtığında
Graham Bell’in karısının adını söylüyor. Bütün
icatlar ve buluşlar kitaplarında telefonun
bulucusu olarak Graham Bell yazılıdır. Biz de
böyle öğrendik; herkese böyle anlatıyor ve
böyle öğretiyoruz. Bütün dünya böyle bilse de;
2001 yılında yapılan Amerikan Kongresi’nde
telefonu bulanın aslında Antonio Meucci
adlı kişi olduğu kabul edildi ve onaylandı.
Meucci’nin, Bell’den on altı yıl önce bir telefon
sistemini denediği kanıtlanmıştı.
16
Jean Bernard Pouy, S. Bloch ve Anne
Blanchard’la birlikte hazırladıkları “Haylazlar Kitabı”nda Graham Bell’i anlatırken özgeçmişine şöyle başlar: “Büyükbabası doğru
sesletim konusunda ünlü bir uzman, babası
güzel konuşma öğretmeni, annesi sağır olursa
ve bir de kendisi sağır dilsiz bir kadınla evlenirse
böyle bir adam, zırrr zırrr diyen bir telefonu icat
etmekten başka ne yapabilir?” Graham Bell
ilk gençlik yıllarında sert karakterli, disiplinli
babasıyla pek anlaşamadığı için kaçıp
Londra’ya gider ve dedesinin yanında üç yıl
kalır. Onunla birlikte, hem eğlenceli hem bilgi
dolu bir üç yıl geçirir; sonra da babasının yanına
döner. Kardeşini bulur, ama babasıyla arası yine
iyi değildir. Fakat babası, ne düşündü bilinmez,
iki oğluyla bir iddiaya girer. Sanki onlara bir
görev yükler gibi, onların hiçbir zaman konuşan
bir otomat yapamayacaklarına iddiaya girer.
İki kardeş, inanılmaz bir çalışma içinde bulurlar
kendilerini: Ameliyatlara girerler, bir kasaptan
anatomisini incelemek için dana gırtlağı satın
alırlar, hatta köpekleri Found’a A ve O seslerini
söyleme denemeleri yaptırırlar...
-Merhaba
, Allessand
ra Lolita O
beni duyu
swaldo,
yor musun
uz? Alo al
o...
Graham Bell’in dedesi de, babası da yıllarını işitme
engellilere adamış saygın bilim adamlarıdır. Graham Bell’in
iki kardeşi veremden ölünce, babası kalan tek oğlunu da
yanına alıp Kanada’ya göçer. Graham Bell kendisini dedesi
ve babası gibi, hem işitme fizyolojisinde hem de müzik
sesinin bir tel aracılığıyla aktarılabileceği düşüncesinde
yoğunlaştırır.
Sonuç ne olursa olsun, sonunda Graham Bell,
Thomas Watson adlı bir elektrik mühendisiyle
çalışmaya başlar. Bu çalışmalarda avukat Gardnier
Greene Hubbart da onlara maddi destek verir. Bell
ve Watson, 1875 yılında tel üzerinden sesin
bir yere ulaşabileceğini kanıtlarlar. Ancak ses
anlaşılmaz bir durumdadır. Ve 14 Şubat 1876
yılında New York sokakları örümcek ağı gibi
çapraz tahtalı direklerle dolar.
17
Market Arabası
Kot Pantolon
(Jean)
Kot pantolon 1853 yılında Oscar Levi Strauss tarafından Amerika’nın
batısındaki çiftçiler için tasarlanmıştır. Bu dayanıklı pantolon,
Başlangıçta at arabalarında çadır ya da branda bezi olarak
kullanılan mavi bezden kesilip yapılmıştır. İlk modeli önlük
şeklindeydi ve düğmeleri vücuda göre ayarlanabiliyordu.
Kullanılan beze ‘denim’ deniyordu ve bu bezin mavi rengi
Cenova mavisi (Blu di Genova) adlı boyadan kaynaklanıyordu.
İşte Blue-jean sözcüğü de bu blu di Genova sözünün bozulmuş
biçimidir. Başlangıçta pantolonlar sarı dikişlerle, cepli, perçinli
ve düğmeli olarak yapıldı. Orijinal ruhu günümüzde de
değişmeden kalmıştır. O zamanlar bu kotlar çoğunlukla el işçileri,
madenciler, altın arayanlar tarafından kullanılıyordu. Moda bu
giysiyi hızla markalaştırdı.
1853
Oscar
Levi
Strauss
Alışveriş arabası 1937 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin
Oklahoma City şehrinde gün ışığına çıktı. Sylvan Goldman adında bir süpermarket yöneticisi, müşterilerinin paketlerini
taşımakta zorlandıklarını ve ellerindeki sepetler
dolduğunda da alışverişi kestiklerini tespit etti. İşte o zaman aklına, aldıkları ürünleri taşıyabilmeleri için, katlanabilir
sandalyelere küçük tekerlekler eklemek ve üzerlerinde de birer sepet yerleştirme fikri geldi. Rafları gezip ürünleri doldu rurken bu arabaları öne doğru itmek yeterliydi. Başlarda erkekler, çocuk arabası sürüyormuş hissine kapılarak, bu şekilde alışveriş fikrine pek alışamadılar. Ama sonra buluşun pratik yönü ağır bastı ve buna hızla alışmaya başladılar.
1946 yılında ABD’li desinatör Orla Watson, alışveriş arabalarına
açılıp kapanabilen bir kapak yerleştirerek bu arabaların iç içe geçip az yer kaplamalarını sağladı.
1937
Slyvan
Goldman
1899
Tişört
18
Şüphesiz, tişört günümüzde dünya çap›nda en yayg›n ve popüler olan
giysidir. XIX. yüzy›lda ABD’de özellikle halk›n giydiği bir giysi olarak
ortaya ç›kt›. 1899 y›l›nda ABD Deniz Kuvvetleri’nin resmi üniformalar›ndan biri
oldu. Ard›ndan özellikle de spor yoluyla yay›ld›. 1930’lu y›llara doğru, ilk kez bir
reklam arac› olarak kullan›ld›. Bugün tişörtler, reklam mesajlar›n› taş›malar›n›n
yan› s›ra, üzerine bas›lan kişiselleştirilmiş sloganlarla yaln›zca kendini ifade
etmek üzere bir iletişim arac› olarak da kullan›lmaktad›r.
19
PAZAR GÜNÜ
PAZAR GÜNÜ
Elif, Ateş ve Fındık’ın
Maceraları
“Ben sizi görmedim. Hem bir şey de
yok. Anlaşılan İkimiz de birbirimizi, yanlış
anlamışız. Annemler size gittiler. Fındık
ortalıkta yok. Kırtasiyeci Pazar
günleri de açıyor. Biz de çarşıya gidelim mi
diyecektim sana” dedi Elif.
O gün günlerden pazardı. Elif’in annesiyle
babası komşularına kahve içmeye
gitmişlerdi. Ateş ortalıkta yoktu. Fındık suratı
bir karış, bahçede dolaşıyordu.
Elif oldum olası Pazar günlerini
hiç sevmezdi.
Elif içinden, “ Acaba Fındık da bugünün
Pazar olduğunu biliyor mu?” diye düşündü.
Elif onu yanına çağırdı ve mama tasına iki
tane kemik koydu. Ama nerde…
Fındık kemiklerin yüzüne bakmadığı gibi,
kemikleri alıp, sonra bir gün yerim diye
bir yerlere gömüp saklamadı bile.
Bunları düşünürken birden Ateş geldi
yanına. O daha ağzını açmadan, Elif “Sen
sabahtan beri neredesin?” diye çıkıştı
ona. Ateş, “Ben buradaydım. Asıl sen
neredeydin? Demin çocukların yanına
kadar geldin. Ben Ayşe’yle konuşuyordum.
Bizi gördün, bir merhaba bile demeden
çekip gittin, ben de ne oldu diye sana
sormaya geldim,” dedi.
24
“Olur!” dedi Ateş de. Elif çantasını aldı ve
yola çıktılar. Fındık ortalıkta yoktu. Ateş,
“Onu almıyor muyuz,” diye sordu.
“Bulabilirsek alalım…” dedi Elif de.
Çevreyi biraz dolaştılar, sonunda aşağıki
parkta, Fındık’ı yeni arkadaşıyla oyun
oynarken buldular. Öylesine neşeliydi ki,
Fındık, açlığını unutmuş, yeni arkadaşıyla
koşuşturup duruyordu. Birkaç kez ıslık çaldılar
ama iki köpek onları duymadı.
Yazan: Edith Soonckindt / Maatthieu Couplet Çizen: Lombar © Marsık Yayıncılık, ©Editions Caramel
25
PAZAR GÜNÜ
PAZAR GÜNÜ
Koşarak eve geldiler. Önce biraz top
oynadılar, sonra da, bir köşeye çekilip
dinlendiler. Oyun sırasında Fındık kitapla
ilgili aklına gelen bütün soruları sormuş
ama hala bir yanıt alamamıştı.
Elif’le Ateş çarşıyı bir boydan bir boya
dolaştılar. Herkes sanki sokaktaydı. O kadar
çok tanıdığa rastladılar ki, onlar da
buna şaşırdılar. Herkes, anneniz nasıl diye
sorduktan sonra, unutmayın selam söyleyin
onlara diyordu.
Dolaşmaktan ve konuşmaktan bıkmışlardı
ki birden önlerine, Fındık çıktı. Üstelik tek
başınaydı. Elif gülerek, “Arkadaşını mı
kaybettin Fındık?” diye sordu.
Fındık havlayarak, “Koşmaktan başka
bir şey bilmiyor. Sıkıldım ve sizi bulmaya
geldim” dedi. Ateş de ona;
Hoş geldin!” dedi.
“Bir tane kitap aldım. Onu okumaya eve
gidiyoruz,” dedi Elif. “Yaşasın!” diye öyle bir
bağırdı ki Fındık, bütün çarşı duydu. Eve
dönerken, Fındık durmadan Elif’le Ateş’e
kitabın adının ne olduğunu sorup durdu.
Onlar da en küçük bir ipucu vermediler.
26
Meraktan neredeyse çatlayacaktı Fındık.
Ama boşuna söylemediler. Çünkü çarşıya
giderlerken, kaç kez onu çağırmışlar ama
Fındık onlara ne bir yanıt vermiş ne de
yüzlerine bakıp, havlamıştı. “Şimdi sıra
bizde,” dedi Elif.
Bir köşeye oturdular. Elif kitabın kapağını
açtı ve okumaya başladı. “Evet arkadaşlar,
kitabımızın adı, “Arkadaşlarını terk eden bir
küçük köpeğin maceraları,” dedi ve kıkır
kıkır gülmeye başladı. Tabi ardından
Ateş de, Fındık da…
27
Portekiz’in başkenti Lizbon’da bulunan hayvanat bahçesinde yaşayan
Afrika fili Jonas kumbara görevi görüyor! Bir ziyaretçi ona belli bir
değerde bozuk para attığında, parayı hortumuyla alıp bekçisine
veriyor ve bir çanı çalıyor. Atılan bozukluk yeterli miktarda değilse, parayı geri atıyor ve çanı da çalmıyor.
Herhalde avro ile hesap yapmayı da çabuk
öğrenmiştir, yoksa uzun süre kimse
hayvanat bahçesini
ziyaret edemezdi!
Tek hörgüçlü develer
Avustralya’ya, 1866 yılında, meraktan getirilmişti. Bugün
sayıları o kadar
fazla ki!
Sirk terbiyecilerinin
başına gelen
ölümcül kazaların
çoğu aslan ve
kaplanlar değil,
filler yüzündendir!
28
Maymun kendisini
aynada tanıyabilen
tek hayvandır.
Bu yüzden, erkekler,
tıpkı insanlardaki
gibi, belli bir yaştan
itibaren “saçlarının”
dökülmeye
başladığını
gözlemleyebilirler.
Mavi balinalar çok gürültücü hayvanlardır: Çığlıkları 188 desibele
ulaşabilir. Bu gürültü de,
tepkili bir uçağın havalanması
sırasında çıkan gürültüye
(120 desibel) eşdeğerdir ve
ses kaynaklı acıya
dayanma eşiğinin de
(140 desibel)
çok üstündedir.
Denizyıldızı besinini
sindirebilmek için
midesini gövdesinden
çıkaran tek hayvandır.
Güvelerin midesi
yoktur, atlarınsa
mideleri vardır
ama kusamazlar.
Atkuyruklu soreks dünyadaki en küçük
memelilerden biridir. Burnunun ucundan
kuyruğunun bitimine kadar olan uzunluk 6
santimetredir. Yani yetişkin bir erkeğin
başparmağı kadar. Ağırlığı ise yaklaşık 3
gram’dır. Bu da bir parça kesme şekere eştir.
Bir yarasa türünün gövdesi daha da küçüktür
(3,8 cm) ama kanat açıklığı 15 cm’dir.
Bir madeni paradan daha düşük
ağırlıktadır, yani 1,5 gramdan hafiftir.
İnekler burunlarını dilleriyle temizler,
zürafa da kulaklarını 40 cm uzunluğundaki
siyah diliyle temizler. Onlar gibi
yapsaydık, mendile ya da
kulak çubuğuna
ihtiyacımız olmazdı.
Pratik, değil mi?
29
TURNAYI GÖZÜNDEN VURMAK
Zaman Yolcuları Çanakkale Savaşında
Mustafa Orakçı / Genç Timaş
Alp’in annesinin ve babasının bir patlamada öldüğü
sanılmaktadır. Zaman içerisinde bulduğu ipuçları Alp’i
onların yaşadığına dair umutlandırır. Bunun için bir
zaman makinesiyle geçmişe yolculuk yapması
gerekmektedir. Alp’in annesini ve babasını bulmak için
Çanakkale Savaşı’nın en hararetli günlerine giderler.
Orada Seyit Onbaşı’dan, Ezineli Yahya Çavuş’a; Yüzbaşı
Hakkı Bey’den, Saka Hüseyin’e kadar birçok Çanakkale
kahramanıyla tanışırlar ve Çanakkale ruhunu iliklerine kadar hissederler.
Kayıp Kitaplıktaki İskelet 2 - Yaşayan Ölüler
Mavisel Yener - Aytül Akal / Tudem Yayınları
Found in Translation tarafından dünya çocuk edebiyatının en başarılı kitaplarının yer aldığı uluslararası antolojiye seçilen Kayıp Kitaplıktaki İskelet’in ikinci macerasında heyecan doruk noktasına ulaşıyor. Efes’in bilim ve kültürünü gelecek kuşaklara
taşımak amacıyla inşa edilen görkemli Selsus Kütüphanesi’nden Antik Tiyatro’ya uzanan gizemli geçidin ardında yatan sır ne? Efes Antik Kenti’nin
altında var olduğuna inanılan altın duvar efsanesi gerçek mi?
Piranalarla Yüzen Çocuk
David Almond / Günışığı Kitaplığı
Balıkların dilinden anlayan “sıradan” bir çocuğun öyküsü! Kitap, işsiz kalan
amcasının ve tekdüze yaşama hapsolmuş bir çocuğun evden çıkış ve değişim
öyküsünü anlatıyor. Stanley, işsiz kalınca evi konserve üretim işliğine çeviren
amcasının yanında, birbirinden farksız uzayıp giden saatler boyunca çalışmaktadır. Ama bir gün bu tekdüzelik yerle bir olur.
Doğum gününde kasabada yeni kurulan panayır, kahramanımızı
daha önce hiç karşılaşmadığı tuhaflıkta insanlarla buluşturur.
Okumayı Sevmeyen Çocuğun Hikayesi
Miriam Dubini / Yapı Kredi Yayınları
Okumayı sevmeyen, kitabın büyülü dünyasında dolaşmaktan
hoşlanmayan çocuk var mı? Kitap okumayı çok sıkıcı bulan Anna’nın
görüşü, kütüphanede gördüğü “o” kitaptan sonra bambaşka
bir boyut kazanır. Hayal bile edemeyeceği şeylerle karşılaşır çünkü...
Yazar, kitapta sadece hikâye anlatmakla kalmamış,
çeşitli oyun ve bulmacalar da hazırlamış okuyucularına…
Profesör İyon İle Fen - 5 Kitap
Birsen Ekim Özen/ Timaş Çocuk
Fen konularını bir de Fen Gezegeni’nin başkanı Profesör İyon’dan
dinleyin. O ve ekibi, tasarladıkları çeşitli çözüm yollarıyla çocukları, fen konularıyla
yaşadığı problemlerden kurtarıyor. Profesör İyon ve ekibinin tek amacı evrende
fen konusunda sorun yaşayanlara yardımcı olmak; onların fen derslerinden
korkmamalarını sağlamak ve fenin hayatın bir parçası olduğunu göstermek.
Herhangi bir hususta uzun süre suskun ve hareketsiz kalındıktan
sonra gerek tesadüfen, gerekse bilinçli olarak büyük bir başarı elde
edildiğinde, “Durdu, durdu turnayı gözünden vurdu” deriz. Deyimin ortaya çıkışı, bir avcı mübalağasına (abartmasına) dayanmaktadır.
Avcılar meclisinin en yaşlı üyesi olan Şikarizade Sayyat Ağa,
mecliste anlatılanların hepsini sessizce dinler ama hiçbir şey anlatmazmış. Bu durum diğer avcıların dikkatini çekince, aralarında karar alıp demişler ki:
— Bunca yıllık avcısın, bir hatıra da sen anlat.
Şikarizade, nazlanmış, olmaz falan demiş ama sonra derin iç geçirip başlamış anlatmaya:
— Ne olursunuz beni konuşturup meclisinizi yasa boğmayın ve beni gençliğimin en hazin hatırası ile yeniden
yüzleştirerek derdimi tazelemeyin.
Çevresindekiler, ‘Demek ki ortada çok duygusal, acıklı bir av hikayesi var,’ diye düşünüp anlatması
için ısrar etmişler. Bizimki eski meddahlar gibi oturuşuna çeki düzen verip anlatmaya devam etmiş:
— Avcılığa başladığımın ilk günlerindeydi. Biraz gittikten sonra gökte bir turna gördüm. İçimden, “Şunu, zararsız bir yerinden, ayağından vurayım.” dedim. Tam sağ ayağına nişan alıp çektim tetiği. İşte, ne olduysa o anda oldu. Zavallı turna,
gagasıyla ayağını kaşımaya yeltenmez mi? Kuşcağız şöyle iki yüz üç yüz metre kadar bir mesafeye düştü. Köpeğim
kuşu aldı getirdi. Baktım saçmalarımdan yalnızca biri, ayağına
isabet edecek yerde, başı siper olduğu için sağ
gözünden girip sol gözünden çıkmış? İki gözü iki çeşme kanıyor. Ben
hayatımın en büyük pişmanlığı ile ne yapacağımı şaşırdım. Kan tutmuş gibi donakalmışım. Kuş çırpınıyor, benim içim sızlıyor. Böyle ne kadar zaman geçti
bilmiyorum; asıl hüzünlü sahne o zaman yaşandı...
Sayyat Ağa sözünün burasında, bir ara verip önce iki kez bağrını
yumruklar ve ağlamaklı bir eda ile iç geçirerek bir bardak su içer;
sonra da acıyla yutkunup anlatmaya devam eder:
— Nasıl geldiler, nereden geldiler, ne kadar zamanda geldiler, bilemiyorum,
baktım çırpınan kör turnanın üstünde bir bölük turna toplanmış dönüp durmakta.
Bana doğru öyle bir ötüyor ve öyle kanat çırpıyorlar ki hayatımda öyle bir dehşeti başka
bir gün yaşamadım. Af dilesem, hangisinden dileyeceğim. Konuşsam ne diyeceğim!..
Tam bir şaşkınlık hâli, sizin anlayacağınız. Birden, onların kendi dilleriyle ötüşüp anlaştıklarını
gördüm. Hayret ki hayret! Kör turnaya bir şeyler anlatıyorlardı. Sonra onu aralarına
aldılar ve yıldırım gibi havalandılar.
Dinleyenlerin şaşkın ve hayret dolu bakışları arasında
Sayyat Ağa sözlerini bitirdi:
— İşte arkadaşlar!.. Turnalar, bir arada uçmaya o günden sonra
başladılar. Aralarına aldıkları kör turnaya ses vererek uçuş yönüne
yöneltmeyi o gün keşfettiler. Şimdi turnalar sırf o uğursuz günü
bana hatırlatmak ve benden intikam almak için bir arada
uçuyorlar. Hatta bu haber dünyadaki bütün turnalar arasında
yayıldı ve onlar benim yüzümden hep beraber uçmayı alışkanlık
haline getirdiler.
Geçenlerde o kör turna ki epey yaşlanmış,
rüyama girdi ve dedi ki:
— Ey bütün zamanların en büyük avcısı! Biz, senden sonra
bu cihanda böyle nazik, düşünceli ve hassas bir avcı görmedik.
İki gözüm senin sanatına feda olsun!
Şikarizade Sayyat Ağa’yı dinleyenlerden biri hayretinden
patlar ve:
— Peehhhhh!!
BİL
.
BUL
.
EĞLEN
OYUNLAR - BİLMECELER - BULMACALAR - LABİRENTLER - YAPBOZLAR
YALAN YANLIŞ
MANTIK OYUNU
Hangi sporcu hangi formayı giyiyor bul.
Ressam bu sayfayı çizerken sporcuların bacaklarını birbirine karıştırmış.
Rakamlarla harfleri eşleştirerek resimleri düzelt.
Ben sarı giymek
istemiyorum.
Ben ne sarı
ne de mavi giymek
istiyorum.
Ben mavi giymek
istemiyorum.
32
33
BİL
.
BUL
.
EĞLEN
OYUNLAR - BİLMECELER - BULMACALAR - LABİRENTLER - YAPBOZLAR
İŞLEMLER
BADMINTON
Bu sporcu badminton oynuyor.
Buradaki badminton toplarını
sayması için ona yardım et.
İşte karşınızda Doktor Olimpikenştayn.
Bu işlemleri öyle rakamlarla tamamla ki
sonuç hep aynı olsun.
6
10
1
11
- 10
11 +
2
22
x 6
34
35
LİMANDA BİR GÜN
Elif, Ateş ve Fındık limandaki balıkçılarla
çok eğitici bir gün geçiriyorlar.
Denizciler onlara mesleklerini ve
denizlerdeki seyahatlerini anlatıyor.
Acele et, sende onlara katıl.
500 gr.
15 TL.
250 gr.
5 TL.
DAİRELER
Sence bu yelkenlinin üzerinde
kaç daire var?
RÜZGÂR
Sence limanda rüzgâr hangi yöne
esiyor? Bu resime dikkatle bak.
100 gr.
4 TL.
LEZZETLİ BALIKLAR
Bir balık satın almak istiyorum.
Ama fazla param yok.
Hangi balığın daha
ucuz olduğunu
hesaplamama
yardım eder
misin?
A
B
C
LİMANDAKİ RESSAM
DİKKATSİZ KAPTAN
Bu ressam limandaki gemilerden birinin
resmini yapıyor. Sence hangi geminin?
Sence bu kaptan teknesini
nereye bağlamış olabilir?
KAPTAN NEREDE?
Yola çıkmak istiyoruz.
Ancak geminin kaptanını bulamadım. Onu gördün mü?
TAC MAHAL ÜLKESİNDE
GEVEZE BULUTLAR
H M
T
A
C A A L
Elif, Ateş ve Fındık bu kez kutsal ineklerin, fillerin ve
yılanların ülkesi Hindistan’ı geziyorlar.
Sen de onlara katıl ve ihtiyaçları olduğunda
onlara yardım et.
S
İ
Bu bulutlarda, Hindistan ile ilgili 2 kelime gizli. Harfleri doğru şekilde sırala ve
bu iki kelimeyi bul.
R A
YILAN OYNATICISI
Sepetlerin üzerindeki sayıları toplayın.
Hangi sepetler aynı sonucu veriyor?
4
7
2
6
2
1
3
5
A
B
2
3
6
4
C
4
1
7
4
8
3
2
4
E
4
1
6
7
GİZLİ
ÜÇGENLER
F
Halının üzerindeki resimde
birden fazla üçgen
bulunuyor, fakat ben
hepsini bulamadım.
Siz bulabilir misiniz?
D
KIRIK ÇÖMLEK
Şu çocuk ne kadar da
dikkatsiz. Çömleği taşırken
düşürmüş ve çömlek kırılmış.
Ona yardım et ve kırılan
parçayı bul.
FARKLI OLANI BUL
1
Taştaki çizimlerin biri hariç
tamamı bu sayfada tekrarlanmıştır.
Tekrarlanmayan çizim hangisi?
2
1
4
5
3
4
5
3
2
6
42
43
44
45
AKL l N l ZDA
BULUNSUN!
Astronotlar Ay üzerine yalnızca ayak
izlerini ve bayraklarını değil, 3 tane
de golf topu bırakmışlar. Yani günün
birinde Ay’a gidecek olursan, küçük bir
karşılaşma yapmak üzere yanında
golf sopası götürmeyi unutma!
Pişman Dergisi 16. sayıdaki ‘Atasözü Bulmaca’nın yanıtı:
AVCI NE KADAR HİLE BİLSE AYI O KADAR YOL BİLİR.
Geçen sayıdaki Atasözü Bulmaca’ya doğru yanıt vererek tablet bilgisayar almaya
hak kazanan öğrencilerin adları:
Albay İbrahim Karaoğlanoğlu İlkokulu 3.Sınıf öğrencisi Efe Ünlütürk
Hızır Reis İlköğretim Okulu 8. Sınıf öğrencisi Ayber Erdik
50.Yıl Cumhuriyet İlköğretim Okulu 4.Sınıf öğrencisi Furkan San
YANlTLAR
Sayfa 32 YALAN YANLIŞ
1E, 2D, 3A, 4B, 5C
Sayfa 33 MANTIK OYUNU
1C, 2A, 3B
Sayfa 34 BADMINTON
25 Adet
Sayfa 35 İŞLEMLER
22-10 = 11 +1 = 2 x 6
Sayfa 36-37
Sayfa 38-39
DAİRELER: 13
LEZZETLİ BALIKLAR: Ortadaki.
LİMANDAKİ RESSAM: Sarı-yeşil
renkte ve bayrağı olan gemi.
RÜZGÂR: Rüzgâr soldan sağa
doğru esiyor. (Bayraklara,
Yelkene ve dumanlarar bak.)
KAPTAN NEREDE: Geminin
bayrağındakiyle aynı sembolü
taşıyan bir kasket ve sarı renkli
uzun kollu bir tişört giymiş.
DİKKATSİZ KAPTAN: B
YILAN OYNATICISI: B ve D
KIRIK ÇÖMLEK: 4
GEVEZE BULUTLAR: Tac Mahal
ve Sitar
GİZLİ ÜÇGENLER: 20 üçgen
FARKI OLANI BUL: 1
RESMİ TAMAMLA
Parçaları doğru şekilde
sıralayarak resmi oluştur.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
49

Benzer belgeler