DİB cami mimarisi istişare toplantısı

Transkript

DİB cami mimarisi istişare toplantısı
CAMİ PROJELERİ
İSTİŞARE
TOPLANTISI
10-11 TEMMUZ 2006
ANKARA – 2007
ISBN: 978-975-981-92-1-7
Yayın No: 6
Cami Projeleri İstişare Toplantısı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve
Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı işbirliği ile gerçekleştirilmiştir.
Danışma Kurulu:
Doç.Dr. Fikret KARAMAN (Başkan)
Rüştü İNAN
M. Hakkı ÖZER
Niyazi GÜNEŞ
Yayına Hazırlayan:
Ahmet UZUNOĞLU
Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı, Ataç 2 Sokak No: 73/2-3
Kocatepe / ANKARA
Tel : (0312) 431 68 95-96
Faks: (0312) 43168 98
Tasarım
Tel : (0312) 435 15 95
Faks: (0312) 435 05 85
www.sfn.com.tr
Baskı
TÜRKİYE DİYANET VAKFI
Yayın Matbaacılık ve Ticaret işletmesi
Ostim Örnek Sanayi Sitesi 1. Cadde 358. Sokak No: 11
06370 Yenimahalle / ANKARA
Tel : (0312) 354 91 31
Faks: (0312) 354 91 32
www.diyanetvakfi.org.tr
Bu kitap, Vakıf Yönetim Kurulu’nun 21.08.2006 tarih ve
208/2 sayılı kararına dayanılarak bastırılmıştır.
2
İÇİNDEKİLER
Cami Projeleri İstişare Toplantısı Gündeminde Yer Alan Konular. .........
7
Doç.Dr. Fikret KARAMAN . .................................................................................................
11
Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU.................................................................................................
15
Hüsrev TAYLA ................................................................................................................................
21
Prof.Dr. Turgut CANSEVER ................................................................................................
27
Necip DİNÇ........................................................................................................................................
31
Necdet CİVAN. ................................................................................................................................
37
Mehmet BEKAROĞLU.............................................................................................................
41
Sami USLU..........................................................................................................................................
45
Ali GÜNVAR . ..................................................................................................................................
49
Prof.Dr. Turgut CANSEVER..................................................................................................
51
Ahmet UZUNOĞLU . ................................................................................................................
53
Prof.Dr. Cafer KIYASİ ...............................................................................................................
57
Fahrettin MİRALAY ...................................................................................................................
61
Gül AYDIN ........................................................................................................................................
63
Niyazi GÜNEŞ . ...............................................................................................................................
67
Sami USLU..........................................................................................................................................
68
Hüsrev TAYLA.................................................................................................................................
69
Necdet CİVAN. ................................................................................................................................
71
M. Hilmi ŞENALP ........................................................................................................................
75
Mahmut Sami KİRAZOĞLU. ...............................................................................................
89
Prof. Dr. Turgut CANSEVER ...............................................................................................
99
Necip DİNÇ........................................................................................................................................ 102
Hüsrev TAYLA ................................................................................................................................ 104
Ahmet UZUNOĞLU . ................................................................................................................ 108
Necip DİNÇ........................................................................................................................................ 109
Sami USLU.......................................................................................................................................... 109
Mehmet BEKAROĞLU............................................................................................................. 110
3
TAKDİM
Türk-İslâm geleneğinde camiler, bulundukları şehir, kasaba ve
köylerin en görkemli binaları olarak inşa edilmişlerdir. Bu eserlerin,
aynı zamanda inşa edildikleri devrin kültür ve medeniyet seviyesini de
gösteren birer sanat eseri olarak inşa edildiklerini görmekteyiz.
16. asırda Mimar Sinan’la cami mimarisi zirveye ulaşmıştır.
Zamanımızda ise cami mimarisi ile meşgul olan mimarlarımızın
sayıları, beklenen sayıda değildir. Buna mukabil ülkemizde her yıl
yüzlerce cami inşa edilmektedir.
Bunlar içerisinde yer yer güzel camilerin inşa edildiği görülmekle
birlikte, yeni inşa edilen camilerin büyük çoğunluğu da maalesef mimari
estetikten uzaktır.
Bu durum, dünyanın en güzel ve azametli camilerini inşa etmiş bir
milletin çocuklarına yakışmamaktadır.
Camiler, sadece ibadet edilen mekânlar olarak görülmemeli,
tarihimizde olduğu gibi, zamanımızın mimari anlayışını, kültür ve
medeniyet seviyesini gösteren abide eserler olarak inşa edilmelidir.
Burada projenin önemi ortaya çıkmaktadır. Zira aynı masrafla güzel
bir cami yapmak mümkün olduğu gibi, mimari estetikten ve insicamdan
uzak camiler inşa etmek de mümkündür.
Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı Yönetim Kurulu olarak ülkemizde daha
güzel camilerin inşaasına katkıda bulunabilmek için, cami mimarisine
ilgi duyan ve cami projeleri ve uygulaması yapan mimarlarımızın
görüşlerini almak üzere Diyanet İşleri Başkanlığımızla birlikte bir istişare
toplantısı düzenlemeyi arzu etmiştik. Bu toplantının 10-11 Temmuz
2006 tarihinde İstanbul’da düzenlenmesiyle bu arzumuz gerçekleşmiş
olmaktadır.
Bu toplantıda, cami projeleri ve uygulaması konusunda bizlere yol
gösterecek nitelikte çok değerli düşünce ve teklifler ortaya çıkmıştır.
5
Bu düşünce ve teklifler doğrultusunda şehir, kasaba ve köylerde
uygulanmak üzere cami projeleri hazırlatıp cami inşa etmek isteyen
hayır sahibi gerçek ve tüzel kişilere proje yardımında bulunmaya gayret
edeceğiz.
Böylece ülkemizde daha güzel camilerin inşa edilmesine katkıda
bulunacağımızı ümit ediyoruz.
Elinizdeki kitapçık, 10-11 Temmuz 2006 tarihlerinde İstanbul’da
Diyanet İşleri Başkanlığı -Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı işbirliği
ile gerçekleştirilen “Cami Projeleri İstişare Toplantısı”nda yapılan
konuşmaları ihtiva etmektedir.
Kitabın, ülkemizde daha güzel camilerin inşaası için faydalı olmasını
dilerim. 29 Ağustos 2007
Doç. Dr. Fikret KARAMAN
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
ve
Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı
Yönetim Kurulu Başkanı
6
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE
TOPLANTISI’NIN GÜNDEMİNDE
YER ALAN KONULAR:
1- Bugün ülkemizde cami proje ve uygulamaları konusunda,
bulunduğumuz durumun değerlendirilmesi ve yeni projeler
konusunda takip edilmesi gereken yolun tespiti,
2- Klasik ve çağdaş cami proje ve uygulamaları konusundaki
düşünceler,
3- Günümüzün ihtiyaçlarına göre çağdaş bir cami ve müştemilatında
bulunması gereken bölümler hakkında düşünceler,
4- Şehir, kasaba ve köylere göre hazırlanacak cami projeleri ve özellikleri
ile cami proje ve uygulamaları konusunda mimarlarımızın diğer
düşünce, teklif ve tavsiyeleri,
5- Toplantının değerlendirilmesi ve ortaya çıkan sonuçlar.
7
CAMİ PROJELERİ
İSTİŞARE
TOPLANTISI
10-11 TEMMUZ 2006
Oturum Başkanı
Doç.Dr. Fikret KARAMAN
9
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Sunucu:
- Diyanet İşleri Başkanlığı ve Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı’nın birlikte
düzenledikleri “Cami Projeleri İstişare Toplantısı”na hoş geldiniz.
Sizleri saygı duruşuna ve İstiklâl Marşını söylemeye davet ediyorum.
(Saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu.)
Şimdi konuşmalar bölümüne geçiyoruz. İlk konuşmayı Diyanet
İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Fikret Karaman yapacaklar. Buyurun
efendim.
10
Doç.Dr. Fikret KARAMAN
Sayın Başkanım, değerli konuklar. Sözlerime başlamadan önce
hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum. Aslında Başkanlığımız adına
Sayın Başkanımız konuşacaklar. Ben, Dini ve Sosyal Hizmet Vakfının
başkanı olarak daha çok Türkiye’de yapılmakta olan camilere ve camiler
için hazırlanan projelere Vakfımızca verilen destekler konusunda
konuşmak istiyorum. Bizler, Vakıf Yönetim Kurulu olarak, camilere
ve camiler için hazırlanan projelere olabildiğince yardımcı olmaya
çalışıyoruz. Bu cümleden olmak üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı Din
Hizmetleri Dairesi Başkanlığı ile İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı
olarak bu konudaki görevleri dolayısıyla, cami projeleriyle ilgili istişare
niteliğindeki bu toplantının yapılmasını uygun gördük.
Doğrusu cami kültürü, milletimizin vazgeçemeyeceği bir kültürdür.
İslâm tarihini ve milletimizin tarihini düşündüğümüz zaman caminin
insanla bütünleşmiş olduğunu görüyoruz.
Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine intikal eden 12.500
adet cami vardır. Cumhuriyet döneminde ise inşa edilen cami sayısı
yaklaşık 65.000 kadardır. Bunları topladığınız zaman, ülkemizdeki
camilerin hem fizikî durumu hem de camilere devam eden kitleyi
düşündüğünüzde bu alanın yalnız başına bırakılmasının doğru
olmayacağını herkes kabul eder.
Günümüzde cami yapımı, hizmete açılması, sevk ve idaresi;
özellikle ibadet mekânlarının yönetimi ve toplumun din konusunda
aydınlatılması görevi, Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesinde
bulunmaktadır.
DOÇ.DR. FİKRET KARAMAN
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
ve Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı
Yönetim Kurulu Başkanı
11
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
12
Dolayısıyla yapılan camilerin, özellikle de ibadete açılmaları
aşamasında Başkanlığımızın bu konulara uzak kalması mümkün
değildir. Tabiî camilerimizin bir yandan fizikî durumları, diğer yandan
içerisinde ibadet edenlerin büyüklüğü düşünüldüğünde, bunların
birbirleriyle örtüşmesi gerekir. Camilerin aynı zamanda mimarî
tarzıyla, estetik yönüyle insanları kucaklayan, onları büyüleyen,
ibadetin ruhuyla bütünleştiren özelliklerinin olması gerekir. Ancak
günümüzde inşa edilen camilerin büyük bir kısmı; bu zevkten, bu
mimarî güzellikten ve estetikten yoksun bulunmaktadır.
Bir de, bir yere cami yapıldığı zaman, bunun ekonomik yönü de
düşünülmelidir. Bu konularda Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye
Diyanet Vakfı ve Dini ve Sosyal Hizmet Vakfıyla zaman zaman
ortaklaşa programlar düzenlemekte ve toplumumuzu aydınlatmaya
çalışmaktadır.
Sayın Diyanet İşlen Başkanımızın göreve başladığı günden bugüne,
doğrusu en çok önem verdiği konulardan biri de cami mimarîsidir.
Çünkü Başkanlığımız, hem yurt içinden hem de yurt dışından camilerle
ilgili gelen talepleri karşılamak durumundadır.
Bu meyanda, Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı, daha önce Japonya’nın
başkenti Tokyo’da güzel bir cami inşa ettirmiştir. Bu caminin mimarî
tarzı, tamamıyla bize özgü ve mimarlarımızın katkılarıyla olmuştur.
Tokyo’daki bu abide, bugün milletimiz adına iftihar edilecek bir eser
olarak bulunmaktadır.
Yine, Bosna-Hersek’te tarihi Mostar Köprüsü’nün yanında bir
ecdat yadigarı olarak bulunan Koski Mehmet Paşa Camii de, savaşta
ağır hasar görmüş ve âdeta viraneye dönmüştü. Bu tarihî değeri büyük
olan eser de mimarlarımızın katkısı, halkımızın yardımları ve az önce
sözünü ettiğim Vakfın desteğiyle kurtarılmıştır. Bugün bu cami de
Mostar’da -hakikaten nadide bir eser olarak- hizmet vermeye devam
etmektedir.
Biz Başkanlık olarak özellikle camilerin mimarî tarzlarını,
estetik yönlerini, cemaati kucaklama özelliklerini, yapılan projelerin
daha fonksiyonel olmasını, sadece bir beton yığını olmaktan çok
toplumun ihtiyaç ve beklentilerine cevap vermesini gerekli görüyoruz.
Camilerimizin, özellikle gençlerimize, hanım kardeşlerimize ve
çocuklarımıza yararlı olabilmeleri için yeniden gözden geçirilmesinin
önemine inanıyoruz.
Din Hizmetleri Dairesi Başkanlığımız, Türkiye’nin çeşitli
bölgelerindeki camilerle ilgili beklentiler ve ihtiyaçlar konusunda
bir çalışma yapmış ve bu ihtiyaçların neler olduğunu tespit etmiş
DOÇ.DR. FİKRET KARAMAN
bulunmaktadır. Konu ile ilgili değerli mimarlarımızın ve bu mesleğin
duayeni olan hocalarımızın, bugün burada alanları ile ilgili düşünce ve
tavsiyelerini alacağız. Bugünkü istişareden yola çıkarak hocalarımızın
da mutabakatını alarak, Allah nasip ederse belki bu takvim yılı sonunda,
belki 2007 yılı içerisinde “cami mimarîsi” ile ilgili daha kapsamlı bir
sempozyum veya geniş katılımlı bir kongre düzenleyeceğiz. Bu konuda
Vakıf ve Diyanet İşleri Başkanlığı olarak rehberlik görevimizi yaparak
yardımcı olmaya çalışacak; cami ile ilgili kurum ve kuruluşları ve
kamuoyunu aydınlatmaya devam edeceğiz. Ben inanıyorum ki, bu
alandaki sorumlu kurum ve kuruluşlar olarak Diyanet İşleri Başkanlığı,
Vakıflar Genel Müdürlüğü ve diğer kuruluşlar üstlerine düşen görevi
yerine getirirlerse, büyük bir boşluğu doldurmuş olacaklardır.
Böylece ülkemizin, tarihimizin, milletimizin önemli hazineleri
ve değerleri olan camilerimiz daha da iyileşecek, var olanlar tamir
edilecek, yeniden yapılacak olanlar da daha uygun bir mimarî tarzda
inşa edilecektir.
Ben vaktinizi daha fazla almayacağım. Hem ilçe müftülüğü hem de
Erzincan ve Elazığ İl Müftülüğü görevim sırasındaki müşahedelerime
dayanarak diyebilirim ki, camilerle ilgili söylenecek çok önemli
hususlar var.
Üç beş kişi iyi niyetle bir araya geliyor, fakat belki bir rehber yahut
bir bilgi eksikliği nedeniyle, bakıyorsunuz küçük bir mahallede,
çevredeki yapıların mimarisiyle hiç de örtüşmeyecek biçimde, 20-30
m. yüksekliğindeki bir kubbe etrafında, dört tane uyumsuz minareyle
bir mabet yapıyorlar. Tabiî daha da yanlış olanı, soğuk bir bölgede
inşa edilen bu cami kubbesinin o kadar yüksek olması. Tabiî içindeki
cemaatle cami büyüklüğü orantılı olmadığından, soğuk mevsimler
için bu defa arka tarafa ayrı bir bölme yapılıyor ve neticede caminin
ana mekânı boş kalıyor. Bu bakımdan bir semtte, bir yerleşim alanında
bir cami yapılacaksa, kanaatimizce oranın nüfus yapısına, elli yıl,
yüz yıl sonrasının cemaatine cevap verip vermeyeceği, oradaki diğer
yapılaşma ile uyumlu olup olmadığı çok iyi projelendirilmelidir.
Sadece cami yapmak için cami yapılmamalı, bir ihtiyacı karşılamak
için yapılmalıdır.
Bu konudaki kanaatimiz şu: Değişik ölçeklerde, değişik
büyüklüklerde bir cami proje bankası hazırlanmalı ve üretime
geçirilmelidir. Bu konuda cami yapmak isteyen derneklere, vakıflara,
köy tüzel kişiliklerine Başkanlık ve Vakıf olarak biz rehberlik ve
öncülük yapabiliriz. Şüphesiz ki bu projelerin üretilmesini de tecrübe ve
birikim sahibi olan değerli mimarlarımızdan, teknik elemanlarımızdan
bekleyeceğiz.
13
Bu vesile ile belirtmeliyim ki, bu mütevazı toplantı, ileriye dönük
belki ilk adımı teşkil edecek. İnşallah daha sonra bunu kademeli olarak
büyütüp bir sempozyum, bir kongre şekline dönüştürüp, işin pratik ve
uygulanabilirlik yönü üzerinde duracağız.
Bu toplantının gerçekleşmesinde bize destek veren Sayın Diyanet
İşleri Başkanımıza teşekkür ediyorum.
Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı’ndaki değerli çalışma arkadaşlarıma;
kıymetli vakitlerini bize ayırarak toplantımıza iştirak eden, bilgi ve
tecrübeleriyle bize yardımcı olmak üzere gelen değerli mimarlarımıza
Vakfımız adına teşekkür ediyorum.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Sunucu
- Diyanet İşleri Başkan Yardımcımız Sayın Doç. Dr. Fikret Karaman
Bey’e biz de teşekkür ediyoruz. Şimdi, Diyanet İşleri Başkanımız Sayın
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nu konuşmalarını yapmak üzere huzurlarınıza
davetle arz ediyorum.
14
Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU
Diyanet İşleri Başkanı
Bismillahirrahmanirrahim. Yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar
olsun. O’nun bütün Resullerine, Efendimiz Muhammed Mustafa’ya
sayısız salât ve selam olsun.
Bu toplantıyı Süleymaniye’nin gölgesinde, Mimar Sinan merhumun
kabrinin yanı başında yapıyoruz. Bu bakımdan toplantının çok anlamlı
ve anlamlı olduğu kadar da bereketli olacağını ümit ediyorum. Bugüne
kadar bu vadide emeği geçen, bizlere güzel eserler bırakan ecdadımıza,
Allah rahmet ve mağfiret etsin, onların yolundan gitmeyi ve onların
bıraktığı eserleri daha da güzelleştirerek yarınlara taşımayı bizlere
nasip etsin.
Değerli katılımcılar! Ülkemizde, yılda beş yüzü aşkın cami
yapılmaktadır. Yurt dışında, Balkanlar’da, Türk Cumhuriyetleri’nde
İslâm’ın inkişafına bağlı olarak birçok cami yapım ihtiyacı ortaya
çıkmaktadır.
Bizler büyük bir medeniyetin varisleri olarak Osmanlı’nın 600-700
yıllık büyük ihtişamını ve medeniyetini görmüş, yaşamış, hatıralarına
PROF.DR. ALİ BARDAKOĞLU
Değerli mesai arkadaşlarım, ülkemizin seçkin sanatkârları, mimar
dostlarım, hepiniz bu güzel toplantıya hoş geldiniz. Toplantının hayırlı,
bereketli olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyor, hepinize ayrı ayrı
selamlarımı, sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Başkanlığımızın
güzide mensuplarına ve İstanbul Müftülüğü personelimize de sağlık ve
esenlikler diliyorum.
15
nakşetmiş ve onun varisi olmakla iftihar etmiş bir millet olarak, yapılan
eserlerden ve her gün karşımıza çıkan yeni mimarî ucubelerden herhalde
çok mutlu değiliz. Bu rahatsızlığımız, bu şikâyetlerimiz herhalde en çok
mimarlarımız, sanatkârlarımız tarafından dile getiriliyor. Birbirinin
kopyası olan, içerisinde fonksiyonel olmayan mekânların bulunduğu,
israfın diz boyu olduğu ticarî mekânların, marketlerin devreye girerek
caminin ahengini ve huzurunu bozduğu, hayri amacını gölgelediği yeni
bir yirmi birinci yüzyıl post modern tarzıyla karşı karşıyayız. Hâlbuki
biz böyle büyük bir mirasın, büyük bir medeniyetin çocukları olarak
çok daha iyi, çok daha kalıcı, çok daha etkileyici eserler yapabilecek
güçteyiz.
Bir insanın geride bırakabileceği en güzel, en hayırlı işlerden birisi
amel-i salihtir, hayırlı eserdir. Bu bakımdan ben, geride güzel eserler
bırakan yazar ve düşünürlere, mimarlarımıza hep gıptayla bakmış ve
onları gıptayla yâd etmişimdir. Artık günümüzde camilerimiz çok
amaçlı olmak zorunda, daha doğrusu bulunduğu mekâna, bulunduğu
coğrafyaya, bulunduğu döneme ve bölgeye göre amaçlarını bizim
gözden geçirmemiz ve buna uygun şekilde camilerimizi inşa etmemiz
gerekiyor.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Hem camide verdiğimiz bilginin, anlattığımız dinin güzelliği,
aydınlığı insanları mutlu etmeli; hem de caminin iç ve dış mekânı,
çevre ve bahçesi fevkalade güzel olmalı ki, insanlar avludan içeri
girdiklerinde kendilerini ayrı bir dünyada hissetmeli, caminin manevî
atmosferini buram buram yaşamalıdırlar. Bizim arzularımızdan birisi
budur.
16
Meselâ siz, İstanbul’da yaşayan değerli mimarlarımız, ecdadın bize
bıraktığı güzelim mimarî eserlerin etrafında bir sürü ucube yapının,
dükkânların yer aldığını, buraların âdeta işgale uğradığını, çevre
düzenlerinin giderek hepimizi rahatsız eden bir hal aldığını üzülerek
görüyorsunuz.
Aslında biz Başkanlık olarak, Büyükşehir Belediye Başkanlığı
ve Vakıflar Genel Müdürlüğüyle bu konuları sıkça konuşuyoruz.
Gönlümüz istiyor ki, bunları el birliğiyle giderelim. Aslında ben insanın
kendi iradesiyle yapabileceği halde yapamadığı işler için daha çok
üzülüyorum. Bazı engeller vardır, bunlar insan iradesini aşan büyük
engellerdir, hadi onları aşamıyoruz; ama kendi gücümüz ve kendi
inisiyatifimizle aşabileceklerimiz var; işte bunlar, camilerimizin iç ve
dış mimarîsi, çevre düzeni ve çevreyle uyumu gibi konulardır.
Bu toplantıyı biz, bu güzel adımların atılabilmesi yönünde bir
istişare toplantısı olarak düşündük. Gerçekten hep karamsar da
olmayalım. Ülkemizde ve yurt dışında çok güzel mimarî eserler de
yapılıyor. Biraz önce Fikret Bey Tokyo Camiinden bahsetti. Berlin’de
Şehitlik Camiimiz var. Meselâ, Avrupa’da camilerimizin bünyesinde
mutlaka ve mutlaka gençlik ve kadın faaliyetlerinin yürütüleceği,
insanlarımızın bir araya geleceği, toplaşacağı, konuşacağı, dertleşeceği;
düğününü ve toplantısını yapacağı sosyal mekânların bulunması
gerekmektedir. Zaten bu tarz müştemilatı bulunan camilerin vücut
bulmaya başladığını da görmekteyiz.
İçinizde bilenleriniz belki vardır, meselâ Kazakistan’da Tatarların
camileri, aynı zamanda bir toplanma mekânlarıdır; caminin yanında,
üstünde, altında mutlaka insanların bir araya geldiği, akşama kadar
dertleşip konuştuğu, toplaştığı mekânlar olmakta ve camilerin etrafı
âdeta cıvıl cıvıl insan kaynamaktadır.
Biz de istiyoruz ki, günümüzdeki camilerimiz, hem ibadet mekânı
hem sosyal faaliyet alanı olsun. Camilerimiz, çocuklarımızın gönül
rahatlığıyla Kur’an-ı Kerim ve temel dinî bilgileri alabileceği mekânlar
olsun; kadınlarımızın, gençlerimizin kendilerine faaliyet alanı
bulabileceği yerler olsun. Camilerimizin mimarîsi, iç ve dış güzelliği
yüce dinimizin kemaliyle uyumlu olsun, ona paralellik göstersin,
caminin içine girenlerin gönlü ferahlık duysun. Orada dinlenen
Kur’an kıraatinin güzelliği, orada verilen bilgilerin aydınlığı kadar,
camilerimizin iç ve dış mekân olarak ve çevre olarak güzelliği de,
estetiği de fevkalâde önem taşımaktadır.
Ecdadın bıraktığı güzelliklere denk çok güzel nadide eserlerimiz var;
ama biz istiyoruz ki, artık her yerde yaptığımız mimarî; özgün, özellikli
ve kişilikli mimarî olsun. Sadece cami mimarîmiz değil, gönlümüz
istiyor ki, okullarımız, hastanelerimiz, kamuya ait binalarımız da
uygun bir mimarî tarzda inşa edilsin.
Hep birbirinin aynısı, birbirinin kopyası olan binalar, insanlara
hatıra bırakmaz, iz bırakmaz; prototip yapılarda yaşayanlar hayatı
âdeta düz çizgide görür ve algılarlar. Hâlbuki her dönemin, her
bölgenin, her toplumun kendine has hatıralarının olması lazım. İşte bu
iyi niyetli bir adımdır ve hepinizin desteğine, katkısına ihtiyaç vardır.
Türkiye’mizin siz seçkin mimarlarının bu konuda yol göstericiliğine
ihtiyaç duyulmaktadır.
Tabiî, bir hususu daha huzurlarınızda üzülerek ifade edeyim ki,
Diyanet İşleri Başkanlığı olarak ülkemizde cami mimarîsi konusunda
PROF.DR. ALİ BARDAKOĞLU
Zaten medeniyette, estetikte, zevkte belli bir mertebeye ulaşmış,
belli bir düzeye gelmiş toplumlar, hepsini birden güzelleştirirler. Biri
güzel oluyorsa diğeri de güzel olmak zorundadır, bu bir seviyedir, bu bir
kalitedir. Millet olarak zaten biz bunu tarihen ispat etmiş durumdayız.
17
biz, hiç bir zaman söz hakkına sahip olmadık. Bu mesele hepimizin
ortak derdi. İşte İstanbul Müftümüz de aramızda. Fikret Bey yıllarca
il müftülüğü yaptı. Müftülerimiz ve Diyanet İşleri Başkanlığı, bir
yerde bir caminin yapıldığından, ancak o cami için kadro istenmeye
gelindiğinde haberdar olabiliyor. Bu, Türkiye’ye yakışan bir durum
değil.
Camilerimiz insanlarımızın mahallî imkânlarıyla, cemaatten
toplanan paralarla yapılıyor. Öne birkaç hayırsever insan düşüyor. Bu
insanları kınamak asla aklımızdan geçmez. Biz onlara hep teşekkür
borçluyuz. Onlar gayretli, hamiyetli insanlar. Onlar olmasaydı, bu
hizmetler, bu canlılıkla devam etmezdi.
Ancak gönlümüz istiyor ki, dinî hizmet aşkıyla taş üzerine taş
koymak ve geride dinî eserler bırakmak için âdeta bütün ömrünü
vakfeden bu insanların bıraktıkları eserler, estetik ve mimarî yönüyle
arzu ettiğimiz kıvamda ve düzeyde olsun.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Tabiî toplanan paralarla bazen bu -son iki büyük depremde
yaşadık- cami yapımında gereken sağlamlık ve özen gösterilmiyor.
Özellikle camilerimizin ses düzenleri, iç çinileri ve halıları istişarelerle
yapılmayıp sadece bağışlanan malzemelerle yapıldığından, caminin
estetiği ve iç dizaynı, istenilen kıvamda olamıyor.
18
Bazen açılışlar için gittiğimiz yerlerde caminin içerisine girince
gerçekten çok üzüldüğümüz manzaralarla karşı karşıya kalabiliyoruz.
Gönlümüz ister ki, o kadar emek verilip para sarf edilen camilerimizin
yapısı sağlam olsun, ses düzenleri güzel olsun. Ses düzenleri, mikrofon
teşkilatı iyi olmayınca hoca efendilerin yirmi-otuz yıllık çalışma ile elde
ettikleri kıraat talimleri, birikimleri âdeta heba olup gidiyor. Camilerde
kullandığımız çinilerde ve diğer ahşap bölümlerde de belli bir estetiğin
olması gerekiyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Yasasıyla biz bu konuya eğilmek
istedik. Bundan böyle bir yerde cami yapılacaksa, buranın arsasının
veya tasarrufunun Başkanlığa devrini ve mimarî açıdan nasıl yapıldığını
ve ne kadar amaca uygun yapıldığını kontrol edecek bir mekanizmayı
geliştirmek istedik. Bizim amacımız sadece mimarlarımızın ve
sanatkârlarımızın katkılarıyla insanımıza ve hayır sahiplerine yardımcı
olmaktır; müdahale değil destektir, katkıdır, istişaredir.
İşte Başkanlığımızın düşündüğü istişarenin ilk halkasını bu mütevazı
toplantı teşkil ediyor. Hatta şunu da ekleyip cümlelerimi bitireyim. Biz
Başkanlık olarak bir yerde cami yapıldığını ancak kadro talep edilirse
bilebiliyoruz demiştim. Bazı camilerimizin altına dükkânlar yapılıyor
ve en çok kirayı kim öderse ona verileceği için, cami derneği böylece
belli bir ekonomik güce ve gelire sahip oluyor; o zaman kadro da
istemeyebiliyor.
Cami gelirinden elde edilen imkânlarla bir hoca efendi istihdam
ediliyor, böylece cami derneği kendi yağıyla kavruluyor; ama kullandığı
yağ, bütün çevreyi rahatsız ediyor. Böyle bir vahim durumla karşı
karşıyayız. Biz elbette şikâyet makamı değiliz. Biz sorunları giderme
konumundayız. Bunların sona ermesi lazım. İşin içinde cami olduğu
ve Hayrî bir hizmet olduğu için herkes kendi üzerine düşen katkıyı
yapmalıdır. Bu kadar tarihî birikimi olan bir toplum olarak biz, niçin
daha iyisini ve daha güzelini yapma gayreti içerisinde olmayalım?
Bu itibarla ben bugün ve yarın serbestçe ve açık yüreklilikle
toplantıda yapacağınız katkıların önümüzü açacağını, bize yeni ufuklar
kazandıracağını düşünüyorum.
Artık birbirinin kopyası olan değil, her biri ayrı bir güzelliğe, ayrı
bir özelliğe sahip yeni eserler kazandıralım. Meselâ ben geçen deprem
sonrası Islâmabad’a gittim, orada rahmetli Vedat Dalokay’ın o mimarî
eserini gördüm, çok mutlu oldum. Aramızda çok güzel eserleri, çok
güzel ürünleri olan sanatkâr dostlarımız var. Allah sizlerin sayısını
artırsın, himmetlerini hep kalıcı eylesin ve geride milletimize, yirmi
birinci yüzyıla, insanımıza ve tarihimize yakışan güzel eserler bırakma
imkânını lütfeylesin.
Basınımız lütfen bu konuyu ciddiyetle ele alsın, bu konuda bize
yardımcı olsun. Aslında toplumumuzun her ferdi bu konuda elbirliği
etmelidir.
Batıya gittiğiniz vakit ilk ziyaret edilen turistik mekânlar, kiliselerdir.
Bizde de İstanbul’a gelen bir turistin ilk ziyaret ettiği mekân,
Süleymaniye’dir, Sultanahmet’tir, Ayasofya’dır. Artık biz bunlara yeni
halkalar eklemeliyiz; buna ihtiyacımız var, artık buna gücümüz de var.
İşte bu toplantı, bu ihtiyacın ve gücü birleştirmenin zamanını ifade
ediyor. Tekrar hepinize ayrı ayrı selamlarımı, sevgilerimi, saygılarımı
sunuyorum.
PROF.DR. ALİ BARDAKOĞLU
Öyle veya böyle Allah’ın bize takdir ettiği hayatı yaşayacağız; ama
gönlümüz ister ki, bu hayat yaşandıktan sonra geride içinde çok güzel
Kuran’ların ve Fatihaların okunduğu, hayırla yâd edildiğimiz güzel
mekanlar bırakalım.
19
Sunucu:
- Değerli konuşmalarıyla toplantımıza katkı sağlayan Diyanet İşleri
Başkanı Sayın Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’na teşekkür ediyoruz.
CAMİ PROJELERİ İŞTİŞARE TOPLANTISI
Şimdi, ilk oturumu başlatıyoruz. Bugün ülkemizde yapılan cami
projeleriyle uygulamalarının değerlendirileceği ve yeni projelerde takip
edilmesi gereken hususların konuşulacağı oturumu yönetmek üzere,
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Fikret Karaman’ı huzurlarınıza
davet ediyorum. Hocam, buyrun.
20
Hüsrev TAYLA
Yüksek Mimar
Restoratör
Oturum Başkanı (Doç. Dr. Fikret KARAMAN)*
Müsaade ederseniz, hemen oturumu açmak istiyorum. Oturumda
günümüzdeki camiler ve bunlarla ilgili olumlu ya da eksik yönler ele
alınacak. Şimdi, Hüsrev Bey söz almak istiyor. Hocam buyrun.
Hüsrev TAYLA - Her şeyden evvel böyle bir toplantıyı düzenlediği
için Diyanet İşleri Başkanlığına teşekkür etmek istiyorum.
Cami yaptıranlar ellerine geçen projeleri birbirlerine veriyorlar.
Yani zannetmeyin ki, her biri için yeniden bir hesap yapılıp proje
hazırlanıyor. Ben şu anda bugünkü mimarî tarzda bir cami yapıyorum,
bu şekilde yapmak mecburiyetindeyiz.
*
İki gün süren Cami Projeleri İstişare Toplantısında bütün oturumlar,
Doç. Dr. Fikret KARAMAN tarafından yönetilmiştir.
HÜSREV TAYLA
Biraz evvel rakamlar verildi: Altmış bin cami var ve bu altmış bin
caminin en aşağı elli bini, yeterli denetim ve kontrol yapılmadan inşa
ediliyor. Bu camileri kimin yaptığını kimse bilmiyor. Yalnız bildiğim
bir şey var, bunların yüzde doksanının arkasında mimar imzası yok.
Başımdan geçen hadiselere istinaden söylüyorum. Bunlar ehil olmayan
mimarlar tarafından eski camilerimize benzetilerek yapılıyor.
21
Geleneksel cami mimarîsi, benim zaten altmış senelik hayatımın
uğraşısı, yaşadığım ve sevdiğim şey; ama bugün artık yeni bir şeyler
yapmak zorundayız. Fakat bu yeni şeyleri yapmak çok zor. Çünkü
örneklerimiz yok, bir takım örneklerin üzerine basarak gelişebiliriz.
Nasıl onaltıncı yüzyılda bizim camilerimiz şaheser seviyeye çıkmışsa,
bu birden olmamış. Orta Asya’dan başlayan cami mimarîsindeki
tekâmül gele gele Sinan’a kadar gelmiş. Eğer Sinan’ın arkasında bütün
bu birikim olmasaydı, çevresinde örnekler bulunmasaydı, o bu
camileri yapamazdı. Yani bir kimsenin -dâhi de olsa- birden bire bir
Süleymaniye ve Selimiye’yi ortaya çıkarması mümkün değildir.
Meselâ şimdi çok kişi diyor ki, ‘efendim, özellikle klasik camilerimiz
Ayasofya’nın taklididir, kopyasıdır.’ Bu kopya lafı bir defa son derece
yanlış. Evet, Ayasofya’nın, bizim bazı camilerimize onbeşinci yüzyıldan
sonra kültür gelişimi açısından katkıları olmuştur.
Dünyada hiçbir kültür, medeniyet yoktur ki, birbirinden esinlenerek
gelmesin. Bunlar birbirinden destek alarak bugünlere geldi. Bu bir
gelişimdir, kopya değildir. Ama o kadar cami yapılmış olmasına
rağmen onaltıncı yüzyıldan sonra klasik türümüzde bir Ayasofya
ortaya çıkarılamamıştır. Ha, Ayasofya benzeri eser yok da kilise var mı,
kilise de yok.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Hakikaten Ayasofya dünyanın en önemli eserlerinden biridir.
Ne Bizans döneminde ne Bizans’tan sonraki dönemde Ayasofya’nın
benzeri bir eser yapılamamıştır.
22
Ayasofya’dan esinlenmemek elbette mümkün değildir. Bu
esinlenme, mimarîyi değil, bir takım düşünceleri etkiliyor. Yani bir
takım örnekler yaparak gelişmemiz mümkündür. Vedat Dalokay’ın
camisini -başta ben olmak üzere- hepimiz tenkit ediyoruz.
Ben gördüğüm bir takım yanlışlarından dolayı Vedat Dalokay’ı
tenkit ediyorum. Biraz evvel Başkanımız haklı olarak Dalokay’ın
İslâmabat’taki camisini methetti. Çünkü orada Dalokay’ın aklı başına
geldi. Kabuğu bıraktı, kırık plaklara döndü. Peki, kabuk yapılmamalı
mıdır? Kabuk da yapılmalı; ama biz kabuğu henüz yapacak seviyede
değiliz. Biz onu gene betonarme nizamına göre yapacağız. Neyse, o
işin fazla detayı, onlara girmek istemiyorum.
Yani yeni bir takım projeleri yapmamız lazım. Biraz evvel Necdet Bey
dostumuzla konuştuk, bana bir takım örnekler gösterdi. Bu örneklerin
içinde büyük bir gayretin olduğu görülüyor. Kendisine de söyledim,
benim meslektaşlarıma saygım var ancak önce yaptığımız şeyi çok iyi
çalışmamız lazım. Eğer klasik cami yapıyorsak, klasik caminin bütün
elemanlarını, bütün fonksiyonel unsurlarını bir talebe gibi çalışmamız
lazım. Penceresini, kapısını, sütununu tekrar tekrar ölçüp, bunlardan
dersler almamız lazım.
Ben 60 senelik bir mimarî hayattan sonra size bunları söylüyorum.
Şu ara yapı konusunda bir kitap yazıyorum ve bunu yazarken neler
öğrendiğime kendim dahi şaşıyorum. 60 senedir bunların içindeyim,
ölçüyor, biçiyor, çiziyor ve cami yapıyorum; fakat görmediğim,
bilmediğim çok şeyler çıkıyor karşıma.
Değerli Başkanımız çok güzel şeyler söyledi. Ben de bunlara
dayanarak bazı açılımlar yapacağım. Ben buraya bir şeyler yazarak
gelmedim. Önümde aldığım notlarım var. Başkanımız ‘camilerimiz,
yalnızca ibadet edilen yerler değildir’ dedi. Şimdi bakın, bazılarımız
içeriğini bilmeyebilir, çoğunluğun bildiği bir şey var.
Bütün İslâm âlemi bizim cami dediğimiz mekânlara mescit diyor.
Biz cami diyoruz. Aslında camiler aynı amaçla yapılmış mekânlardır.
Mescit; secde edilen yer demektir. Cami ise, toplanılan yer demektir.
Peki, toplanıyoruz da ne oluyor?
İşte bütün mesele burada. Cuma namazının en önemli
özelliklerinden birini düşünün. Hz. Muhammed (s.a.s.) zamanındaki
cami ve cemaati düşünün. Peygamberimiz, ashabını mescitte toplayıp
onlarla halleşmeyi, sohbet etmeyi, onların birbirlerini tanımalarını,
dertlerini öğrenmeyi amaç edinmiştir.
Meselâ, Bursa’daki Yeşil Cami ve Yıldırım Camii’nde bir takım
odalar var. Bu odalar, ibadetin dışında, dışardan gelen din adamlarını
misafir etmek ve onlarla sohbet etmek için kullanılmıştır. İstanbul’a
gelindiğinde bu, külliyeye dönüşmüştür. Aslında Bursa’da da bu var,
ama dağınık, henüz fikir olarak kalmış.
Yıldırım Camiine bakıyorsunuz, mescidi şurada, şifahanesi
karşıda, hamamı orada, yani karışık. Bu diğer camilerde de böyle. Ama
İstanbul’da birden bire külliyeler doğuyor. İşte Fatih Camii en büyük
külliye şeklinde. Ortada bir cami, Karadeniz ve Haliç yakasında çok
düzenli şekilde külliye sistemi kurulmuş. Bu, Süleymaniye’de önemli
HÜSREV TAYLA
Camilerin ibadet tarafı elbetteki mahfuz, zaten bizim camilerimiz
bu amaçla yapılmıştır. Bunun ilk örneklerini XIV. yüzyılın sonu XV.
yüzyılın başlarında Bursa’da görüyoruz. Erken Osmanlı devrinde yeni
bir cami tipi ortaya çıkıyor. Bazıları bu camilere başka bir isim veriyorlar.
Bunların, sosyal hizmetleri görmek üzere yapıldığını söylüyorlar ki,
bence de bu doğrudur.
23
şaheser haline gelmiş. Demek ki bu külliyeler, sosyal hizmetlerin
görüldüğü mekânlar olmuştur. Ancak bunun devamlı olması,
bu külliyelerin yenilerinin yapılması lazım. Sayın Başkanımızın
konuşmalarından ben bu notu aldım.
Gelelim bugünkü camilerimizin nasıl yapılması gerektiği hususuna.
Bugünkü camilerimizi bir disiplin altına almak mecburiyetindeyiz.
Özellikle gecekondu muhitlerindeki camilerimiz denetimsiz yapılıyor.
Gerek belediyelerimiz gerek bir kısım yetkililer, bunlara karşı daha
hassas olmalıdır. Bunların imar planına bağlı kalınarak ve sıkı
kontrollerden geçirilerek yapılmasına izin verilmelidir.
Ben Bursalıyım, 70 senedir de İstanbul’da yaşıyorum. Bursa bizim
ilk payitahtımız. Ama ben Bursa’yı artık sevemiyorum. Benim orada
tek sevdiğim şey camiler, medreseler.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Şimdi bir sürü kötü cami yapılıyor, kimsenin bir şey dediği yok.
Daha sonra da -Sayın Başkanımızın şikâyet ettiği gibi- kadro talebiyle
Diyanet İşleri Başkanlığının kapısına dayanıyorlar.
24
Tabiî, ilk yapacağımız şey, bu sistemi tez elden değiştirmek
olmalıdır. Bir defa belediyelerin camiye ihtiyaç hissedilen yerleri
çok iyi belirlemesi gerekir. Çünkü bir mahallede cami yapıldığında,
hemen yakınındaki mahalledekiler aynısını istiyorlar. Camiler öyle
bir yerde yapılmalı ki, herkesin ihtiyacını karşılayabilmelidir. Mahalle
aralarında, dört minareli camiler yerine; mescitler yapılabilir; ama
bunlar son derece sade, basit, çatılı olabilir. Eskiden bizim çok güzel
çatılı camilerimiz vardı. Mimar Sinan’ın Topkapı surlarının hemen
çıkışında bir camisi var. Belki sizlerin de görmediği onaltıncı yüzyılda
yapılmış harika camilerden biri. Demek ki çatılı olması, güzel olmasına
mani olmuyor.
Şimdi ne yapmamız gerektiği konusuna gelelim: Fazla uzatmak
istemiyorum. Bir defa proje yapılması lazım, projesiz cami yapılmaz.
Proje yapacak kişinin mimar olması lazım. Mühendislere benim büyük
saygım var; ancak mühendislik başka bir meslek. Ben mühendislerin
alanına kesinlikle girmem, onlar da bizim sahamıza girmesinler. Bunu
bir para kazanma aracı olarak düşünüyorlarsa o zaman proje statiği
yapsınlar.
Örneğin, kubbeyi yahut çatıyı en iyi şekilde yapabilmeleri lazım.
Cami projesi yapacak arkadaşların bir ön çalışmalarının bulunması
lazım. Heveslenmekle bu iş olmaz.
Bu sebeple, Diyanet İşleri Başkanlığında ya da İstanbul gibi büyük
şehirlerde müftülükler bünyesinde, hevesleri kırmadan projelere
bakacak bir teknik heyet bulunmalıdır. Bugün böyle bir kurulun
teşekkül ettirilmesinin çok önemli olduğu kanaatindeyim. Hepinize
teşekkür ederim.
HÜSREV TAYLA
Oturum Başkanı: Hüsrev TAYLA Bey’e teşekkür ediyorum. Bu ilk
bölümde böyle bir çığır açmış oldu, günümüzdeki mevcut camilerin
durumu ile ilgili panoramik bir değerlendirme yaptı.
25
Prof.Dr. Turgut CANSEVER
Yüksek Mimar
Oturum Başkanı: Şimdi, Prof. Dr. Turgut Cansever Bey söz almak
istiyor. Buyrun efendim.
Evvela kısa bir bilgi vereyim. Yakında “Mimar Sinan ve İçinde
Geliştiği Ortam” isimli İngilizce bir kitap yayınlandı. Ağahan
grubunun yayınladığı kitap, altı yüz sayfalık. Harward ve Pensilvanya
üniversitelerinin katkılarıyla hazırlanmış. Sinan’ın nasıl bir çevre,
nasıl bir teşkilatlanma ve etkilendirme sistemi içerisinde bu başarıyı
sağladığı kitapta görülüyor. Evet, bir kaç yüz insanın çalıştığı bir
mimarlık bürosu var ve toplumun en seçkin insanı, orada tek başına
tam yetkili.
Hz. Peygamber “İnsanların en iyisi âlimin iyisi, insanların en
kötüsü âlimin kötüsüdür.” buyuruyor. Bütün yetki, o alanı en iyi bilen
insana verilmiş.
Biz Türkiye’de böyle bir girişimden söz edebilir miyiz? Yani şu
kişi bu işi en iyi biliyor diyebilir miyiz? Tabiî bu da bir ilk meseledir.
PROF.DR. TURGUT CANSEVER
Prof.Dr. Turgut Cansever - Şu sebepten veya bu sebepten, camiler
gereği gibi tasarlanmıyor ve inşa edilmiyor. Çok zenginleştirerek,
yüzlerce sayfa dolduracak örnekler vererek bu konuyu anlatabiliriz.
Ama özet olarak söyleyeceğimiz şey şu, mutlak suretle başarısızız.
Şimdi bu başarısızlığın sebepleri üzerinde ciddî olarak durmamız ve
çözüm yolları aramamız gerekir.
27
Bundan aşağı yukarı otuzbeş-kırk sene evvel, yapılan ilk Ağahan
mimarlık toplantılarını hatırlıyorum. Üç tane büyük kongre, üç yüzbeş yüz kişinin katıldığı ve her biri bir hafta süren, uzmanlar tarafından
hazırlanmış tebliğlerin okunduğu ve müzakere edildiği toplantılar
yapılırdı.
Türkiye dikkat edilirse bu konularda belki de İslâm dünyasının
en perişan ülkesi. Bütün İslâm dünyasında bundan bir asır evvel hâlâ
dünya şaheserleri üretenler vardı. Bugün İslâm dünyasında doğru
dürüst bir şey yapılamıyor.
Evvela iyi ve kötünün ne olduğu bilinmiyor, tabiî bir yığın
pespayelikler görülüyor, bunları aşmak için vasat iyilerin örnek teşkil
etmesi yeterli değildir. Mutlaka süratle en iyinin etkinliğini sağlamak
gerekiyor. Dolayısıyla da biz mimarlar olarak, bu defa o en iyinin ne
olduğunu tarif etmek mecburiyetindeyiz. Ve buna giderken de peşin
hükümlerimizden vazgeçmeye de hazır olmalıyız, her türlü egodan
sıyrılarak, hakikate dosdoğru bakarak çözüme doğru ilerlemeliyiz.
Bunun çok zor olduğu da ortada. Bunun çok zor olduğu, Ağahan ön
toplantılarında da dile getirildi.
Dolayısıyla en iyileri ortaya koyacak bir sistematik uygulansın
dendi. Ağahan ödüllerine Türkiye’den cami mimarîsi olarak çok az
örnek sunuldu, galiba da ödüllendirilmeye lâyık olan da çıkmadı.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Yaptığı küçük bir mescit değerlendirildiği için bir Mısırlı mimar,
bizden kıyas edilmeyecek kadar daha ilerde; her biri, birinci sınıf
mimarî ve yüksek kalitede belki birkaç yüz cami yapma imkânına
sahip oldu.
28
Ödül safhasında bana da iki ödül verildi. Elimdeki bütün işler iptal
edildi. Evet, özellikle devlet işlerinin hepsi. Türkiye, meselelere bakış
açısından dolayı çok büyük eksikliklerle malul bir ülke haline gelmiş
bulunuyor. Tabiî biz dini, ibadetten ibaret saydık. Evet din, “Amel
bilgisidif buyruluyor, yani işlerimizi nasıl yapacağımızın bilgisi.
Biz Türkiye’de iyiyi seçmek için bir araya gelip, gerçekten hangisi
iyidir? Bunu bugüne kadar görüşmedik. Bu toplantı bunun için bir
başlangıç olursa gerçekten çok önemli ilk adım olacaktır.
Hepimiz elbette yaptıklarımızla iftihar ederiz, zaten o sayede
yaşıyoruz, yani hayatta olma hakkımız var diye düşünüyoruz. Bunun
yerine yaptıklarımızla değil de yapmadıklarımızla, yanlış yaptıklarımızla
muhasebemizi eksiksiz yapmamız gerekiyor.
Bugün gerçekten şehirlerimizin, konut stokumuzun ve
camilerimizin perişanlığı bir vakıa. Bunu nasıl aşabileceğimizi hep
beraber düşünmemiz, iyi örneklerin ortaya konulmasına tavassut
etmemiz ve ortaya konulacak iyi örneklerin de hayata geçmesini,
tanıtılmasını, değişime katkıda bulunacak şekilde halka takdim
edilmesini bir program haline getirmemiz icap edecek. Bu toplantıyı,
bu ve buna benzer meseleleri görüşmek için ve bir teşkilatlanmaya
bağlamak amacıyla düzenlemiş olalım.
Dostlara minnettarlığımı ifade ediyor, kendilerine başarı temenni
ediyorum. Hepimiz bir vazife yüklenmek için hazır olmalıyız. Çok
teşekkür ediyorum.
PROF.DR. TURGUT CANSEVER
Oturum Başkanı: Bu samimi değerlendirmesinden, artı ve
eksilerimizi ortaya koymasından dolayı Prof. Dr. Turgut Cansever Bey’e
teşekkür ediyorum. Sayın Başkanımızın da işaret ettiği gibi önemli olan;
bu konuda bir adım atmak ve eksiklerimizi özgür bir şekilde tartışmaya
açmaktır. Sanıyorum bu toplantı buna bir açılım getirecek. İkili-üçlü
sohbetlerde, aslında herkesin camilerin mimarî durumları konusunda
söyleyeceği çok şeylerin olduğu duyuluyor.
Başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, İl ve İlçe Müftülülüklerimiz
konuya oldukça duyarlılar. Çünkü bu kontrolsüz, zevksiz yapılaşmalardan
kimsenin memnun olduğunu söylemek mümkün değil.
Bu noktada yeni bir anlayışa toplumun, tarihin, kültürün ve
medeniyetimizin mirasına uygun eserler çıkarmamız gerekiyor.
29
Necip DİNÇ
Mimar
Oturum Başkanı: Evet, mevcut camiler üzerine görüş ve düşüncelerini
açıklamak üzere Necip Dinç Bey söz almak istiyor. Necip Bey buyrun.
Necip DİNÇ: Camilerimizin anatomik yapısına şöyle tarihî
bir seyirle kısaca bakacak olursak, meselâ, İstanbul’dan başlayalım.
İstanbul biliyorsunuz yeryüzü cenneti olan bir şehir. 1453’te Fatih
Sultan Mehmet Han tarafından fethedildikten sonra, daha o günkü
sanatkârlarla beraber İstanbul’un imarına fevkalade bir başlangıç
yapılıyor. Bununla ilgili çok geniş araştırmalar var. Vakıflar dergilerinin
eski sayılarını inceleyenler, bu konu ile ilgili çok güzel makaleler
bulacaklardır. İstanbul’un esas yeri, mıntıkası, biliyorsunuz Sur içi’dir.
İstanbul’un dışında o zaman yerleşim alanı olarak üç tane belde vardı;
bunlara “belde-i selase” denirdi.
Eyüp Sultan mıntıkası da yeni İslâmlaşan İstanbul’un gelişen bir
beldesiydi. İstanbul’un o günkü sanatkârları, topografık yapısını
masaya yatırıyorlar. Başlangıçta bakıyorlar, İstanbul’un en güzel yedi
tepesi var. Yedi tepesinin üzerine İstanbul’un siluetini kazandıracak,
İstanbul’un prestij mimarîsini, kent temsilcisi formasyonunu ifade
NECİP DİNÇ
Birincisi Üsküdar, ikincisi Pera, üçüncüsü de yeni yeni İslâmlaşan
mübarek zat Eba Eyyüb el-Ensari Hazretlerinin metfun bulunduğu
Eyüp mıntıkasıdır. Burası tamamen gayrimüslimlerin yaşadığı bir
mıntıkadır. Üsküdar, İslâmlaşan, karışık yaşayan bir beldeydi.
31
edecek eserlerini bu tepelere konduruyorlar. İstanbul’u çevreleyen
surlar üç kısımdır: Birincisi Sarayburnu’ndan başlayan ve Ayvansaray’a
kadar devam eden Haliç surlarıdır.
İkincisi, Ayvansaray’dan başlayıp Yedikule’de denize bağlanan kara
surları ve en muhkem surlardır. Biliyorsunuz, bu kara surlarının aşağı
yukarı dört engeli vardır. Önce bu kara surlarının etrafında, takriben
20 m. genişliğinde 10-15 m. derinliğinde bir hendek vardır. Hendeğin
hemen kenarında 3 m. yüksekliğinde duvar, ondan sonra dış surlar,
daha sonra da iç surlar başlar. Tabiî en zayıf surlar Haliç surları olduğu
için Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri Haliç’e girmek istedi. Zincirle
engel olunduğu için meşhur tarihî hadise vuku bulmuştur.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
İstanbul’u çevreleyen bu surların içerisindeki tepeleri ise şöyle
sıralayabiliriz: Birincisi, Edirnekapı Mihrimah Camii ve külliyesidir.
İstanbul’un en yüksek tepesidir. İkincisi, Yavuz Sultan Selim Camii ve
külliyesi, üçüncüsü Fatih Camii ve külliyesi, dördüncüsü Şehzadepaşa
Camii ve külliyesi, bu Fındıkzade’ye doğru bir tepedir. Rahmetli Ekrem
Hakkı Ayverdi Bey’in tabiri ile semerli bina önünü kapatmıştır.
32
Yani bugünkü belediye binası üzerindeki tonozu, semerli bina olarak
tarif eder. Beşincisi Ayasofya Camii, Süleymaniye Camii ve külliyesi, en
görkemli cephe de budur. Çünkü Haliç’e yan cephesini vermiştir. Diğer
camilere bakacak olursak kıble cephesinden görüntülerle bizi karşılar,
fakat camiler biliyorsunuz en güzel siluetini, yan cepheleriyle bize
göstermektedir. Altıncı tepemiz Ayasofya’dır. Yedincisi maalesef Sultan
Ahmet değildir. Cerrah Mehmet Paşa Camii ve külliyesidir. Mimar
Mehmet Ağa’nın yerini seçerken, Koca Sinan’a kadar yer endişesini
taşımadığını görüyoruz. II. Selim, camisini yaptırırken, Edirne’yi
tavsiye etmiştir. Şimdi demek ki, bu camilerimiz kent temsilcisi, prestij
mimarîsi, adres oluşturan binalar diye tarif ediliyorlar.
Meselâ desem ki, Zal Mahmut Paşa Camii nerdedir? Zal Mahmut
Paşa Camiini herkes bilmeyebilir. Ama Süleymaniye Camii dediğimiz
zaman bulunduğu yeri herkes bilir. Çünkü kent temsilcisi olduğu gibi,
adres de oluşturur.
Ecdadımız bu yedi tepeye o kenti temsil edecek, o kente siluet
kazandıracak abideler yerleştirmiştir. Demek ki böyle bir abidenin
yerleşimi, önce şehircilikten başlıyor. Kent temsilcisi adres oluşturan
binaları temsil eden bu camiler ve etrafındaki müştemilatın, şehir
mimarîsinde yerlerinin iyi tespit edilmesi lazım.
İkincisi, bugün geçmiş mimarîmizi devamlı tekrar etmek bana göre
de yanlış; ancak belirtmek gerekir ki isteklerin çoğu da o doğrultuda.
Meselâ ben Libya’da, Arap mimarî tarzında cami yaptım, onlar öyle
istediler.
Bizi bir noktada biçim olarak bağlıyorlar. Öncelikle şehircilik
planlarını hazırlayan belediyelerimiz ve mimarlarımızın, bu konuda
duyarlı olmaları lazım. Bir yerin ölçeğine ve ihtiyacına göre cami
yeri belirlenmelidir. Bir misal vereyim. Bursa’da bir cami projesiyle
karşılaştık. Belediyedeki mimar, minarenin boyutunu tahdit ediyor ve
‘minare devrildiği zaman karşıdaki komşu parsele zarar vermeyecek
boyutta olmalıdır’ diyor. Hesap ediyorsunuz, yapmış olduğu çatı,
kubbe seviyesinin bile altında kalıyor. İmardaki bozuklukları önlerken,
bu arada şehircilik bazında alınması gereken tedbirlerin makul ve
bilimsel kriterlere uyması lazım. Şehir imarı ve planlamasında çalışan
mimarlarımızın kültür birikimlerinin çok iyi olması lazım. Ecdadımız,
bu kültür formasyonunu hakikaten güzel tanzim etmiş.
Biliyorsunuz eski camilerimizde ecdadımız yirmi küsur şart aramış.
Bunlardan bir tanesi fonksiyondur. İkincisi mücessemiyet, bugün
plastik tesir dedikleri şey. Üçüncüsü tali mücessemiyet, yani mekânlar
ve elemanlar arasındaki geçiş. Tenasüp, yani bugün proporsiyon
dedikleri şey. Ritim, yani monotonluktan uzaklık, gözü yormayacak
biçimsellik.
Meselâ, Süleymaniye Camii cephesine bir bakın, o kemerler a b b a
ritmiyle gitmiştir, yukarda ise ritim değişiktir. Süleymaniye Camiinin
analizi ile ilgili çok yazılar okudum.
Koca Sinan, Bektaşi ocağından geldi, bu üçlü terkib ile o tasavvuf
neşvesinin üçlü unsurunu, burada mücessemiyete aksettirmiştir. Yani
‘eline, diline, nefsine hakim ol’ şeklinde bir mesaj veriyor.
Meselâ bugün camilerimizde her elemanın bir fonksiyonu var.
Mihrap aksından bakacak olursak ecdadımız minelbab ilelmihrab
demiş. Bu aksın kendine özel bir hüviyeti vardır, bu aksı şadırvanla
dışarıya çıktığınız zaman, dış/şah kapısı karşınıza gelir. Camiye
NECİP DİNÇ
Bir tanesi Ruşen Eşref ÜNAYDIN’INdır. Kendisi bir edebiyatçı
olarak diyor ki, “Koca Sinan’ın Süleymaniye’sini tahlil ettiğimiz zaman
görürüz ki, mücessemiyeti, arzani ve tulani maktalarda, yani enine ve
boyuna kesitlerde üçlü bir terkiple kurulmuş; tulani, işte ana kubbe,
iki yarım kubbe; arzani, ortada kubbe, aynalı kemerler. Birer normal
kubbe içerisine giriyoruz, köşe kubbelerin bindiği kemer, orta büyük
kemer, tekrar öbür kemer. Orta büyük kemere giriyorsunuz, üçlü bir
kemer, o dört tane meşhur granit sütun, ikisi sağda; tekrar orta terkibe
giriyorsunuz, üçlü pencere.
33
girerken de ana mekânın ismi taç kapısıdır. Daha taç kapısından içeri
girerken, ecdadımız çok enteresan mimarî elemanları yerleştirmiş, çok
güzel mesajları bu mücessemiyete yansıtmıştır.
Meselâ, ana mekana girdiğimiz zaman taç kapının sağında solunda
iki tane mihrapcık vardır, sanatlı yapılmıştır. Bunu maalesef bizim
mermer ustaları dilenci mihrabı olarak yorumlarlar. Haşa! Bunların
ismi ihsan kapısıdır.
Millet kütüphanesini kuran zat Ali Emiri Efendi’yi okuyanlar, bu
kapıların mahiyetini bilirler. İhsan kapısından girerken ve çıkarken
zenginler oralara para keseleri bırakıyorlar, ihtiyacı olan sağlı sollu
çıkarken arkada kalıp o keselerden bir tanesini alıyor, ihtiyacı kadarını
aldıktan sonra gerisini bırakıyor ve dua ediyor. Çok sanatlı yapılıyor
bunlar. Allah’ın bir ihsanı olarak oraya parayı koyan zengin: ‘Ben bir
tevziat memuruyum’ diyor. Onun için sanatkârca yapılmış bir kapıdır.
Çok güzel işlenmiştir. Diyelim bugünkü ihtiyacı 40 milyon, keseden 50
milyon çıktıysa 10 milyonunu geri bırakıyor. Ayrıca meydanlarda da
Müslüman olsun olmasın herkes için yapılan sadaka taşları vardır.”
Bugün bu manaları çok iyi özümsemek lazım. Sanatkâr, bu şeyleri
dışarıya tecessüm ettirdiği zaman bu biçimler ve semboller muallâkta,
manasız çizgiler olarak kalmayacak ve bize mesajlar verecektir.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Mimarîmizin ana unsurlarını bu şekilde özetledikten sonra diyorum
ki, şehircilik planlarımızın tanzimine baştan başlamalıyız. Bu konuda
çalışan mimarlarımızın, geçmiş kültürümüzle ilgili çok okumaları
gerekir. Tabiî bizler birçok uygulamalar yaptık. Başarılı olduğumuz
noktalar da oldu, bize göre olmayanlar da. Bazen, hiç ummadığınız
tekliflerle karşılaşıyorsunuz, yapın yapabilirseniz.
34
Bir eserin mükemmel olabilmesi için dört ana şartın olması gerekir:
Birincisi finansman, ikincisi mükemmel bir proje, üçüncüsü kalifiye
işçilik, dördüncüsü de kaliteli malzeme.
Gene, Vakıflar dergilerinden okuduğumuza göre, Koca Sinan,
mühim bir başlık için bir madırgacı arar. İstanbul’da bu işi yapabilecek
ustanın olmadığını öğrenince araştırır. Sonunda ona ‘Üstadım,
Kastamonu’nun filan köyünde bir pîri fani madırgacı bulunmaktadır.
Şayet o buraya gelemez de sütun başlığı mermer oraya gönderilirse,
ümit ediyoruz ki, hâlâ eli çekiç tutar yapar da, biz de bunu yerine
koyarız.” denir. Tâ oraya kadar özel arabalarla götürülebiliyor, bunların
hepsi prestij mimarîsi, devleti temsil eden mimarî eserlerdir.
Biliyorsunuz mimarîde çok değişik çalışma tarzları var,
bunlardan bir tanesi analojik çözümlerdir. Bugün bizim eserlerimizi
yorumlayanlar, Koca Sinan’ın eserlerinde, gerek dış gerekse iç analojik
varlığın bulunduğunu ispat ediyorlar.
Meselâ, Şehzade Camiini tahlil eden Afet İnan, diyor ki; “Bu caminin
içerisine girdiğimiz zaman talihsiz Şehzade Mehmed’in hüzünlerini
hissederiz. Edirnekapı Mihrimah Camiine girdiğimiz zaman cıvıl
cıvıl neşeli bir Osmanlı prensesinin haleti nahiyesini, Süleymaniye’ye
girdiğimizde de Osmanlı’nın yeryüzündeki ihtişamını fark ederiz.” Bu
bir analojik çalışmadır.
Gene dış görünüşü ile ilgili Koca Sinan’ın Süleymaniyesinin, aynı
zamanda Erciyes ve etekleriyle bir benzerliğinin olduğunu iddia eden
sanat münekkitlerimiz var. Sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Allah razı olsun.
NECİP DİNÇ
Oturum Başkanı: Necip Dinç Bey’e teşekkür ediyorum. Gerçekten
güzel ve anlamlı bir değerlendirme yaptılar.
35
Necdet CİVAN
Mimar
Oturum Başkanı: Toplumumuz gelişiyor, kentlerimizin görüntüleri
sürekli değişiyor. Acaba çok modern bir yerde klasik mimarî mi oraya
uygun, yoksa çağdaş mimarî mi? Gündemi hazırlarken arkadaşlar böyle
bir başlık da almışlar. Bu konuda da Necdet Civan Bey’i dinleyeceğiz,
buyrun efendim.
Ben 15 yıldır cami projeleri ile ilgili çalışma yapıyorum. Kimse
bana kalkıp da bir cami projesi çiz demedi. Biz arkadaşlarımızla bir
ekip olarak çalışıyoruz. Hiçbir maddî beklenti içerisine girmeden, bu
ülkenin insanı olmak ve Müslüman olmak hasebiyle bunları yapıyoruz.
Bu, beklenti içerisinde olunarak yapılan bir iş değildir.
Sinevizyonda da gösterdiğim gibi bu, Türk insanının kendi
mecrasında akan bir anlayışla, geçmişle bugün arasında köprü
olabilmesinin bir gayretidir.
NECDET CİVAN
Necdet CİVAN: Efendim, mimar arkadaşlarımın hepsi bilirler,
okul hayatı boyunca hiç cami projesi çizmeden bu yaşlara gelmiş
olanlarımız vardır. Dolayısıyla bir mimarın cami projesi çizebilmesi
için bir kere iyi bir mimarlık eğitiminden geçmesi lazım. Mimarlık
eğitimi almamış bir insanın durup dururken cami projesi çizmesi, çok
büyük bir talihsizliktir. Bizler ailemizden aldığımız terbiye ve üniversite
eğitimi sonrasında cami projeleri yapmayı kendi gönül dünyamızdan
hareketle, bir amaç haline getirdik.
37
Ben bu işle iştigal eden biri olarak, çağdaş cami ile klasik cami
ifadelerinin ne anlama geldiğini anlayabilmiş değilim. XI - XIX.
yüzyıllar arasında yapılan camiler, kendi değerlerine uygun olarak
yapılmıştır.
Bir gün Çanakkale’den gelirken İnegöl’e uğradık. Akşam namazı
kılacağız. Arkadaşlara, ‘cami var mı?’ diye sordum. Yakındaki bir çocuk
‘abi işte cami’ dedi. Bakıyorum, camiyi göremiyorum. Aslında cami
kendini ifade eder. Başkasının onu anlatmasına gerek yoktur. Burada
size Ekrem Hakkı Ayverdi, İbrahim Numan Bey ve Uğur Tanyeli’den
okuyacağım bir kaç satırlık açıklamaları dinledikten sonra kararı siz
vereceksiniz. Rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi, Türk mimarîsi ile ilgili
olarak bakın ne diyor: “Eserdeki sırf maddî benzerlikleri aramak,
dışını görüp içini görmemek demektir. Pek noksan kalmaya mahkûm
bir çalışma olduğu aşikârdır. Bir eserin maddî yapısı kadar derunî
havasını, ruhunu, manasını aramaya ceht ettik.”
Görüldüğü gibi burada Ayverdi, camiyi tanımlarken, maddî yapısı
kadar derunî yapısına da vurgu yapıyor ve onu bir insan gibi takdim
ediyor.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
İbrahim Numan Beyefendi de konuya açıklık getirirken, “Osmanlı
mimarîsinin en önemli hususiyeti, maddeyi ilâhlaştırıp zoraki bir
abide yaratmak yerine, -altını çizerek söylüyorum- ona canlıymış gibi
yaklaşıp, yapıyı sanatkârane kemale ulaştırmasıdır” diyor. Burada çok
derin manalar var.
38
Uğur Tanyeli ise 17 Mart 2001 tarihli bir yazısında: “Bu durumda
cami, işlevseldir. Çünkü kendine özgü rasyonel dünya görüşü
yaratamamış olan, modern bir topluma ödünç bakış açısı sağlar. Sonuçta
dünya insanı, kendi gerçeklerini batıdan görüldüğü gibi görmek istiyor.
Başkasının pozisyonundan, onun gözlükleriyle görmek için çırpınıp
duruyor. Başkasının gözleriyle meseleyi görmeye çalışmak, boş bir
gayrettir. İnsan kendisine, kendi durduğu noktadan bakmamaya ve
kendisiyle yüzleşmemeye çabalar. Yani unutmayı ve cahil kalmayı
yeğler. Dolayısıyla böyle bir toplum, kendisini kavramayı engelleyen
cehaletiyle bağdaşık olarak kültürel yabancılaşmasını sürekli yeniden
üretir ve pekiştirir. Artık o ülkenin tarihi batıda yazılmışsa ciddiye
alınır, mimarlık ürünü batıdaki bir mimarlık dergisinde yayınlanırsa
önemsenir ve bilim adamının makalesi batıdaki bir yayın organında
yer bulursa o kimseye akademik bir unvan kazandırır.”
Şimdi, hadiseye bu açıdan bakarak yönlendirmek, bence şu toplantı
için fevkalade önemli ve tarihî bir olaydır. Yani kendi durduğumuz
Oturum Başkanı: Necdet Civan Bey’e ben de teşekkür ediyorum.
Şimdi, bu bölümde, günün ihtiyaçlarına göre çağdaş/günümüz cami
mimarîsinde bulunması gereken unsurlar hakkındaki düşünceleri
alacağız.
Ben, Viyana’da kısa bir süre bulundum. Viyana’da ATİB’in büyük
bir camisi var. Bir gün Avusturya’nın üst düzey yöneticileri bu camiyi
görmeye geldiler. İçlerinde farklı mesleklerden hanımefendi ve beyefendiler
vardı. Gezi bittikten sonra bir hanımefendi bana, cami müştemilatında
bir kreşin olup olmadığını sordu. Avusturyalı Hanım, Türk hanımlar işe
giderken çocuklarını caminin bünyesinde bulunan kreşe bırakırlar diye
düşünmüş olmalı. Bence haksız da değil.
Günümüz şartlarında eğer bir caminin fonksiyonel olmasını
bekliyorsak, yediden yetmişe her yaştan insana cevap vermesi gerekir.
Bugün Türkiye’de yapılan istatistiklere göre cuma günü camilere
giden vatandaşlarımızın sayısı, yirmiüç ile yirmibeş milyon arasındadır.
Bu, küçümsenecek bir rakam değil elbette. Bayram ve kandillerde bu
rakam otuz milyona kadar ulaşabilmektedir. Eğer biz, camilerimizin
daha fonksiyonel olmasını sağlayabilir, halkımızı camilere yönlendirme
konusunda daha gayretli olabilirsek, hanımlarımız, genç kızlarımız
camiye geldiklerinde rahat bir mekanla karşılaşabilirlere, bugün
söylediğim bu rakam, belki otuz milyonun üzerine çıkabilir. Ben yine
de bu sayının artacağını düşünüyorum, çünkü bu bir ihtiyaç, hatta bir
zorunluluktur.
NECDET CİVAN
noktadan kendimize, Türk mimarîsi kendi içinden kendine ve dünyaya
bakmalıdır. İnsanı merkeze koyan ahlâk ve adalet anlayışı olmalıdır.
Mimarînin de kendi içinde adaleti ve ahlâkı vardır.
Batı, kendi dışındaki değerleri çok kere yok farz ediyor. Şimdi bizim
modernite dediğimiz kavramın içini doldurmamız lazım. Biz bunların
neresindeyiz? Soy ağacında temel Grek, Roma’ya dayandırılırken, en
üstte de Amerikan mimarîsiyle modernizmi görüyorsunuz. Siz getirip
mimarînizi modernizmin tepesine koyar ve bunun üzerinden işi
yürütmeye kalkarsanız, aşağı doğru çöker, çıkamaz hale gelirsiniz.
Öyleyse Türk-İslâm mimarîsi, bence kendi ismini koymak
zorundadır. Eğer koyamazsanız başkasının eteğinden tutarak
yükselmeye çalışırsınız. O da size eteğinden tutturmaz. Onun kötü bir
kopyası olursunuz. Bence caminin, hiç kimsenin anlatmasına ihtiyacı
yoktur. Cami, kendi değerlerinden aldığı kaynaklarla, insanın kendi
doğası içinde çizdiği bir yapıdır. Cami bir insandır, o kendini anlatır.
Teşekkür ederim.
39
Mehmet BEKAROĞLU
Diyanet İşleri Başkanlığı
Din Hizmetleri Dairesi Başkanı
Oturum Başkanı: Türkiye’deki camilerin yönetimi Diyanet İşleri
Başkanlığı Din Hizmetleri Dairesi Başkanlığımızın sorumluluğundadır.
Camilerimizin idari ve mali konularıyla da İdari ve Mali İşler Dairesi
Başkanlığı yetkili ve sorumludur. Bu işin başında olan daire başkanımız
camiden ne bekliyor? Fonksiyonel bir cami dendiğinde kubbesinin
büyüklüğü, minaresinin uzunluğu yahut da altında birkaç kat çarşının
olması mı anlaşılmalıdır? Kısaca, bir camiden beklenen nelerdir?
Mehmet BEKAROĞLU: Muhterem Başkanım, çok değerli
hocalarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Böyle güzel bir toplantıyı
düzenlediği için Dini ve Sosyal Hizmet Vakfının muhterem başkanına
ve değerli yöneticilerine teşekkür ediyorum.
Şimdi, uzatmadan temel noktalara temas ederek sözlerime
başlıyorum.
Bir din görevlisi nasıl bir camide görev yapmak ister? Gayet tabiî ki
mimarîsi, estetik ve akustiği düzgün ve cemaati çok olan camide görev
yapmak ister. Peki, günümüzdeki camiler, mimarî özellikleri itibariyle
böyle midirler? Günümüzde yapılan camilerin mimarî durumu
hepimizce malûmdur. Biz 2004 yılında Ankara’da “Din Hizmetlerinin
MEHMET BEKAROĞLU
Şimdi, belirttiğim bu konularda görüş ve düşüncelerini almak üzere
Din Hizmetleri Dairesi Başkanı Mehmet Bekaroğlu Bey’i davet ediyorum.
Mehmet Bey buyurun.
41
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
42
Önemi ve Sorunları” başlığıyla bir toplantı düzenledik. Bu toplantıya
Prof. Dr. Halis Ayhan Hocamızı da davet ettik. O, uzmanlık alanı ile ilgili
olarak camileri eleştirdi ve camilerde yeni düzenlemeler yapılmasının
önemine dikkatlerimizi çekti.
2005 yılında “Din Hizmetleri Açısından Cami, Dernek ve
Vakıfların Yeri ve Önemi” diye başka bir panel düzenledik. Bu
toplantıda da kısmen bu konulara temas edildi. Yine, 4 Ekim 2005’te
“Cami Mimarîsi” konulu ayrı bir toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantıyı
da, Bilkent Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesinden davet
ettiğimiz hocalarla birlikte yaptık.
O toplantıya iştirak eden çok değerli mimarlarımızdan bir kısmı
buraya da geldiler. Orada da benzer konular tartışıldı; günümüz
Türkiye’sindeki cami mimarîsinde karşılaşılan sıkıntılar dile getirildi.
Toplantı tutanaklarını, inşallah kitap olarak neşredeceğiz.
Değişik görevler sebebiyle özellikle Suudi Arabistan’a, Mekke ve
Medine’ye gittiğimde, değişik camilerde namaz kılıyorum. Orada
hoşuma giden camiler gördüğümde keşke diyorum, yanımda bu işin
derdiyle dertlenmiş bir mimar olsa da, bu sıcak iklime göre yapılmış
olan bu camilerin değişik versiyonlarını bizim gibi soğuk iklimdeki
ülkemizde de yapmış olsa.
Biz bu panelleri niçin düzenledik? Bugünkü camilerimize
-hepimizin ittifak ettiği gibi- bir sürü masraf yapıyoruz. Estetik
yönden bulundukları yerlere bir güzellik katmadıkları gibi, akustikleri
de düzgün olmuyor. Bugün camiler, cemaatin yalnızca namaz kıldığı
mekânlar olarak görülüyor. Biz istiyoruz ki; yaşlılar, gençler, bayanlar,
toplumun bütün kesimleri, engelliler çok rahatlıkla camiye gelebilsinler.
Dede yahut baba yukarıda namaz kılarken, torunu veya oğlu da,
aşağıdaki cami bünyesinde bulunması gereken internet ünitesinde,
spor odasında, kütüphanede zamanını geçirebilsin.
“Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirinin şairi; “Biz gençliğimizde
cami ikliminin, cami havasının bulunduğu mahallelerde yaşadık.
Biz her ne kadar camiye gidip namaz kılmıyor idiysek de, bir
gün gelir bizim oraya dönmemiz kolay olur” diyor. O iklimden hiç
geçmemiş insanların oraya dönme imkânı yok gibidir.
Gençler mutlaka cami ile temas halinde ve iç içe bulunmalıdırlar.
Hatta toplumun bütün kesimleri, namaz dışındaki diğer ihtiyaçlarını
cami bünyesinde yer alacak sosyal işlevli yerlerden görebilmelidir.
Toplumu caminin etrafında tutabilirsek, cemaat çok olacak demektir.
Böyle fonksiyonel bir camide elbette bütün imamlar görev yapmak
ister, orada görev yaparken haz duyar, zevk alır.
Oturum Başkanı: Mehmet Bey’e teşekkür ediyoruz.
MEHMET BEKAROĞLU
Bizim toplumumuz geçmişte camiye çok önem verdi. Caminin
önemini herhalde anlatmamıza gerek yok. Bizim de bu sosyal boyutlu
işlevselliği camilere katmamız gerekir. Yaptığımız çalışma sonucunda
bir camide bulunması gerekenleri tespit etmeye çalıştık. Caminin
büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre mutlaka bulunması gerekenler var.
Meselâ, günümüzün mimar ve mühendisleri, camilerin ısıtma,
soğutma ve aydınlatma sisteminin güneş enerjisiyle olmasını niçin
düşünmezler? Böyle bir proje geliştirilirse bundan istifade edebiliriz.
Türkiye’nin pek çok bölgesinde yılın büyük bir bölümünde güneş
bolca var. Havalandırma sistemlerinin, insanların rahat edeceği şekilde
düşünülmesi gerekir. Bir diğer problem, ayakkabılıklar.
Ayakkabılıklar, insanların rahatsız olmayacağı ve cami estetiğinin
bozulmayacağı şekilde mimarî bir beceriyle gizlenemez mi?
Modern betonarme camiler yapıyoruz, ama akustiğini, ses düzenini
bir türlü sağlayamıyoruz. Kocatepe’deki bu problem hâlâ giderilemedi.
Bunlar sizlerin uzmanlık alanına giriyor. Biz şunu istiyoruz; camilerimiz
güzel olmalı, onların müştemilatına veya çevresine yerleştireceğiniz
sosyal donatılarla birlikte çocuklarımızı ve gençlerimizi orada daha
çok tutalım, cami havasını daha çok teneffüs etmelerine imkân
sağlayalım.
Meselâ, bazı büyük semt camilerinin müştemilatında sağlık ocağı
olamaz mı?
Çok güzel camiler yapılıyor, ancak, bir musalla taşı yapılmıyor,
sonradan yapılıyor ve öyle bir şekilde yapılıyor ki, camiye güzellik
katacağı yerde, bulunduğu alana çirkinlik katıyor. Çok basit bir ayrıntı
gibi görülüyor ama önemsenmelidir.
Biz Daire olarak camide hangi ünitelerin bulunması gerektiği
hususunda bir liste çıkardık, bunu isteyenlere verebiliriz.
Toplantının faydalı ve hayırlı sonuçlar vermesini diliyorum.
43
Sami USLU
Diyanet İşleri Başkanlığı
Emekli Başkan Yardımcısı
Oturum Başkanı: Şimdi de, fikir ve tecrübeleriyle bize yardımcı
olacağını düşündüğümüz emekli Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Sami
Uslu Bey konuşacaklar. Buyrun efendim.
Sami USLU: Değerli Başkan, değerli mimarlar, saygı değer
hocalarım. Acizane bendenizin on sene kadar Diyanet İşleri Başkan
Yardımcılığı görevim oldu. Bu zaman zarfında iki önemli caminin
inşasında -ki bunlar Aşkabat ve Tokyo camileridir- komisyon başkanlığı
yaptım.
Toplantıya Boğaziçi ve ODTÜ’den onlarca tanınmış akademisyen
ve mimar iştirak etti. Orada “Cami mimarîsine tevessül eden
mimarlarımız ne olur, biraz İslâm kültürü hakkındaki bilgilerini
yenileyip geliştirsinler” deyince, bir hoca reaksiyon gösterdi: “Ne
demektir bu cami mimarîsi dediğiniz, netice itibariyle boş bir mekânda
insanlar toplanıyorlar, işte o kadar” dedi. Kendisine Mekke’de müşavirlik
yaptığımı belirterek, Tenim Camiinin inşaatının nasıl yürütüldüğünü
SAMİ USLU
Necdet Bey konuşmasında güzel bir noktaya temas etti. “Cami
projesine soyunan bir mimarın camide nelerin olup bittiğini, namaz
ve niyazı biraz olsun bilmesi gerekir” dedi. Bu sözler bence de oldukça
önemli sözlerdir. Mimarlar Odası Ankara’da ‘Mimar Sinan Haftası’
düzenlemişti. Başkanlıktan da birinin bir tebliğ sunmasını istediler. Bu
toplantıda ‘cami mimarisi üzerine’ bir tebliğ sundum.
45
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
46
anlattım. Suudlular, Tenim Camiini Mısırlı bir Hristiyan mimara
yaptırdılar. Adamın Londra ve Cidde’de ofisinin olduğu söyleniyordu.
Bizim mimarlar da bu camiyi yapan şirkette taşeron olarak çalıştılar.
Neticede hergün bizim mimarlar, kamerayla yaptıkları işleri o
Mısırlı mimara ofisinde gösteriyor ve onun yapılanlar konusunda
önerilerini alıyorlardı. Bir gün; “Hocam, dediler, bugün, yapılanları
kendisine anlattık. Ancak bir konuda onunla anlaşamadık. Abdest
alınan mekânda musluktan akan su, abdest alanın üstüne başına
sıçrıyor. Bu su kullanılmış sudur ve temiz değildir, dediğimizde, adam
‘sıçrarsa sıçrasın ne olacak’ diyor.” dediler. Bunları Mimarlar Odasının
Ankara’daki toplantısında söylediğimde bazılarının tepkisiyle
karşılaştım.
Bir mimar arkadaş Süleymaniye Camii büyüklüğünde bir cami
projesi yapmış, bunu inceleme fırsatım oldu. Gördüm ki en köşesinde
devasa bir sütun var, onun arkasına da müezzin mahfilini yerleştirmiş.
Müezzinin önünü kocaman bir direk perdeliyor. “Bu olmaz.” deyince:
“Ne olacak, müezzinin imamı görmesi şart mı, görmeyiversin” dedi.
Ben de “Görmeyiversin demekle olur mu? Müezzinin görevini tam ve
rahat yapabilmesi için imamı görmesi gerekir” dedim.
Demek ki cami mimarîsi ile uğraşan mimarların mutlak surette
İslâm kültürünü bilmesi gerekir.
Türkiye’de cami mimarîsi üzerine çalışan çok fazla mimarın olduğunu
zannetmiyorum. Çünkü Aşkabat Camii ile ilgili yarışma düzenlediğimiz
zaman, pek çok yere ilanlar vermemize rağmen, maalesef fazla ilgilenen
olmadı. Müftülüklerimize konu ile ilgili gelen rakamları söylesem
şaşırırsınız.
Bugün için camilerimizdeki eksikliklerden biri de Sayın Başkanımız
da bu konuyu zaman zaman dile getiriyor, hanımlar için camilerde yer
ayrılmamış olmasıdır. Çoğunlukla kenarda, kıyıda, köşede hanımlara
yer ayrılmaktadır. Bu hiç de hoş değildir. Perdelerle, örtülerle çevrilen
mekânlar onlara tahsis ediliyor. Hanımlara camilerde uygun yerler
ayrılmalıdır.
Sonuç olarak belediyeler de konuyu ciddi bir şekilde
değerlendirmelidir. Belediyeler, imar durumuna göre okul, cami, park
vesaire yerlerini belirliyor.
Bir kısım insanlar gidip belediyeden cami yerinin neresi olduğunu
öğrenip, kimseye bir şey sormadan cami yapmaya tevessül ediyor.
Esasen belediyeler, Diyanet İşleri Başkanlığından cami yapılacak yerle
ilgili proje istemelidir.
Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı’nın bu konuya el atmış olması çok
güzel bir gelişmedir. Bu çalışmalar duraksamadan devam etmelidir.
Diyanet İşleri Başkanlığımız bu vakfı görevli ilan etmeli ve cami
yapanlar da belediyelerden sonra bu vakfa gelip proje almalıdırlar.
Vakfın bünyesinde mimar ve mühendisler istihdam edilmeli, yapılacak
cami projelerini bunlar kontrol etmelidirler. Sabırla dinlediğiniz için
hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
SAMİ USLU
Oturum Başkanı: Çok teşekkür ederim, efendim.
47
Ali GÜNVAR
Y. Mimar
Eminönü Belediyesi Danışmanı
Ali GÜNVAR: Sayın Başkanım, ben teşekkür ederim. Sabahtan beri
çok değerli hocalarım, çok değerli arkadaşlar ufuk açıcı bilgiler verdiler.
Ben de bunlara âcizane birkaç katkı yapmak istiyorum. Ben konuya
Osmanlı’daki camilerle mescitler arasındaki hiyerarşik yapıyı anlatarak
başlamak istiyorum. Osmanlı’da bir “Ulu Cami” kavramı vardır. Ulu
Cami kavramı, aslında Cuma namazı kılınan Cuma camisidir. Bunun
dışında mescitler vardır. Bunlar, insanların, gün içinde namazlarını
kıldıkları mekânlardır. Osmanlı’da üç tip cami vardı:
1. Devlet camileri, yani büyük Cuma camileri;
2. Mahalle camileri;
3. Dergâh camileri.
Cumhuriyet döneminde ise Cuma Camisi ayrımı ortadan kalkmıştır.
Dolayısıyla her mescitte cuma namazı kılınabilir hale gelinmiştir.
Bugün her camide Cuma namazı kılınabilmektedir.
Sabahki konuşmalarda bizim kendi mimarîmizle ve kendi
duruşumuzla ayakta kalmamız söylendi. Bu, hiç kimsenin
reddedemeyeceği bir gerçek, ama bizim kendi duruşumuzu da bir
takım insanlara anlatabilmemiz gerekir. Yani en azından kendi dilimizi
başka dillere tercüme edebilecek alt yapıya sahip olmamız gerekir.
ALİ GÜNVAR
Oturum Başkanı: Şimdi, sözü Ali Günvar Bey’e veriyorum. Ali Bey
buyrun.
49
Bizim duruşumuz, bizim dilimizdir, ancak dünyada başka insanlar
da var ve onların da dilleri var. Siz önce kendi hikâyenizi kendi dilinizde
en iyi şekilde anlatacaksınız. Sonra da hikâyenizi başka dillere çevirecek
ve o dillerde anlaşılır kılacaksınız. Bu da sizin göreviniz, başka türlü bunu
yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla ben olayı bir Hristiyan âlemi
ve Türk dünyası ile Türk dünyası dışındakilerin bir çekişmesi olarak
görmek istemiyorum. Böyle bir bakış açısının, doğrusunu isterseniz
çok sağlıklı olduğunu da düşünmüyorum. Ha, şimdi biz teknolojinin
ve bugünün imkanlarını caminin alt yapısına entegre edebilirsek, yani
cami aynı zamanda kendi ölçeğinde, mahalle ölçeğinde bir kültür
merkezi haline gelebilirse, insanların herhangi bir yaşayış ve anlayış
biçimine zorlanmadan rahatlıkla içine girebilecekleri ve bir takım
günlük ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri mekanlar manzumesi haline
gelebilirse, işte o zaman cami yaşamış olur.
Cami yaşamadığı sürece ve toplum hayatına entegre olmadığı
sürece yapılacak olan her türlü işlem boşunadır.
İki mahalle arasındaki rekabette adam geliyor “Abi biz binayı kurduk,
şimdi öyle bir kubbe yap ki yan mahalledeki caminin kubbesinden çok
daha büyük olsun” diyor. Çatının o binaya uygun olması önemsenmiyor,
kubbesinin yandaki mahalledeki camininkinden daha büyük olması
önemli görülüyor. Sonra da altındaki dükkânların geliri üzerinde
kimin tasarruf edeceği gibi konular gündeme geliyor.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Küçük, çapsız ve boyutsuz yaklaşımlardan caminin kurtarılması
lazım. Dolayısıyla topluma entegre olacak bir kültürel açılımın cami
ile birlikte ve biraz da seviye kazandırılarak getirilmesi lazım. Teşekkür
ediyorum.
50
Oturum Başkanı: Ali Günvar Bey’e bu güzel konuşmalarından
dolayı teşekkür ediyorum. Doğrusu hepimizin bir anlamda arzularına
tercüman oldu. Hocamızın söylediklerine bir iki nokta ilave edeyim.
Elazığ’da İl Müftülüğü görevim sırasında Müftülük sitesi inşaatımız
vardı. Bir mimarımız bunun kontrolünü yapıyordu. Öyle bir ana geldik
ki, ‘bu işi artık bitirelim’ dedik. O mimarımız, “Hocam acele etmeyin,
bu müftülük sitesi bir iki yıl geç bitsin. Önemli olan müftülük binasının
kapısından içeri girildiği zaman koridorlar, katlar, konferans salonu,
makam odası, iç tezyinat ve işçilikteki estetik kendini göstersin; bir
vatandaş Müftülüğe geldiği zaman farkı hemen hissetsin.
Siz İslâm’ı sadece camilerin kürsülerinden anlatamazsınız. Göze hitap
eden güzel bir eser, estetik yapı, o insanın zihninde kalıcı bir iz bırakır”
dedi. Nitekim bugün de öyle değil mi? Tarihî eserlerimizi gezdiğimiz
zaman gurur duyuyoruz. Ben inanıyorum ki mimarlarımızın çok geniş
ufukları var. Ama bunun din kültürü ile birleştirilmesi gerekir.
Bizim ilahiyat kültürümüz var; ancak çizgi, şema, proje tarafımız
yok; dolayısıyla bunları herhalde buluşturmamız lazım. Bunu
buluşturmamızın yolu da zannediyorum bu tür toplantılardan
geçmektedir. Camilerin fonksiyonel olması, günümüzün ihtiyaçlarına
cevap vermesi için belki belediyelerin de şehircilik planlaması açısından
katkısı olabilir. Şimdi, günün ihtiyaçlarına göre çağdaş bir cami ve
müştemilatında bulunması gerekenler hakkındaki düşünceleri almaya
devam ediyoruz.
Oturum Başkanı: Turgut Cansever Hocamız tekrar söz almak istiyor.
Buyrun efendim.
Prof.Dr. Turgut CANSEVER: Efendim, konu doğrusu çok
şümullüdür. Yani camilerin fonksiyonel yapısına bakarak bu camilerin
gerçekten iyi bir mimarîye sahip olduklarını veyahut topluma vermeleri
gereken hizmeti eksiksiz verdiklerini söylemek mümkün değildir.
Bu, mimarînin bir alanına ait meseledir ve bu mesele mutlaka
çözümlenmelidir. Şartlara göre sözü edilen fonksiyonların cami içinde,
dışında, yanında halledilmesi mümkündür.
Meydana getireceğimiz küçücük bir mescit veyahut büyük bir cami
de olsa, İslâmî inancın yansıması olan bir mimarî ile olmazsa vazifemizi
yapmış olmayız. İslâm inancının varlık tasavvurunu yapılan binaya,
meydana getirilen parçaların ilişkilerine yansımasının nasıl olacağını
burada bir toplantıda tarif etmemizin imkanı yoktur. Doğrusu bir
mahallede yahut şehir merkezinde inşa edilecek mescitlerin, camilerin
taşıyacakları vasıfların neler olacağını ortaya koymak, sözlerle de,
yazıyla da gerçekleşmez. Bu konuda başarıya ulaşılmak isteniyorsa bu
işin en iyi örneklerinin verilmesi gerekir.
ALİ GÜNVAR
Bursa’da Nalbantoğlu mahallesinde oturdum. Beş-on sene evvelinde
meydanda cami, dışarısında kütüphane, okuma salonu, kahvehane
vardı. Kahvehane keyif için gidilen bir yer olmanın ötesinde camiden
çıkıldığı zaman camide dinlenen vaaz, dinî meseleler hakkında düşünce
geliştirilen ve bilginin derinleştirildiği, muhaverelerin yapıldığı yerdi.
Mahalledeki bu meydanda çocuklar oynardı. Gerçekten bu tam bir
şehir meydanı idi.
51
Bu düzenleme dünyada yapılacak düzenlemelerin en zorlarından
biridir.
Çünkü bu, şehir merkezini vücuda getirme girişimidir. Şehrin
vücuda getirilmesi ise hem bizim İslâm inancında hem de Yunan
düşüncesinde insanın yapacağı en önemli iştir. Yani “İnsanın
dünyadaki esas vazifesi dünyayı güzelleştirmesidir” şeklindeki Hz.
Peygamber’in buyruğu açıkça ortada olduğuna göre, bunun sürecini
hazırlamamız gerekir. Bunun nasıl organize olacağını ortaya koymak
gerekir. Organizasyon iki yapılı olabilir. İnsanlar, bu konuda tecrübesi
olan bir mimara gidip ‘bu işi yap’ derler, o mimar da bunu yapar ve bir
üst makam da onaylar.
Bu üst makamın belediyeler olmadığı ve içinde bulunduğumuz
şartlarda olamayacağı da aşikârdır. Vakıf, projelendirme işinin uygun
olup olmadığını onaylayacak bir profesyonel kadroya sahip olmalıdır.
Tabiî bu kadro, onayladığı işten sorumlu kılınmalı, yapılan işin ne
kadar başarılı olduğu da üç sene, beş sene içerisinde daha üst bir heyet
tarafından değerlendirilmelidir.
Burada mimar arkadaşlarla bir arada bulunuyoruz, oturup da
masada beraberce bir şey çizin dense herhalde hepimiz başka başka
şeyler çizeriz. Doğrusu ne çizmemiz lazım geldiğinin de tartışılması
icap edecektir. Vakıf, cami projelerinin hazırlatılmasına katkıda
bulunacak bir teşkilatlanma tasarlamalıdır. Bu teşkilatlanmanın nasıl
olabileceği üzerinde yarın belki görüşebiliriz. Çok teşekkür ederim.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Oturum Başkanı: Ben tekrar teşekkür ediyorum Hocam, sağolun.
52
Ahmet UZUNOĞLU
Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı
Yönetim Kurulu Üyesi - Hukukçu
Oturum Başkanı: Şimdi de Vakfımızın hem kurucusu hem de
Yönetim kurulu üyesi olan Ahmet Uzunoğlu Bey konuşmak istiyor.
Ahmet Bey, buyrun.
Birçok olayla karşılaştık. Evvela Kocatepe Camiinin inşaatında
müteahhit şirketin yönetim kurulu başkanı ve genel müdürü olarak
görev yaptım. Hüsrev Bey’le uzun süre işleri beraber yürüttük. Daha
sonra Türk Cumhuriyetlerinden Azerbaycan, Türkmenistan ve
Kazakistan’da da camiler yaptık. Bir tanesi Nahçıvan’da olmak üzere beş
cami Azerbaycan’da yaptık.
Türkmenistan’da Sapar Murat Türkmen Başı’nın köyü Kıpçak
Obasında bir cami yaptık. Uyguladığımız projelerin çoğu, daha çok
Aydın Yüksel Bey’in projeleriydi. Kazakistan’da da Ömer Eryılmaz’ın
AHMET UZUNOĞLU
Ahmet UZUNOĞLU: Sayın Başkan, değerli misafirler. Ben de
bugünkü konu ile ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. Ben Diyanet
İşleri Başkanlığı Hukuk Müşavirliğinden emekliyim. Erken emekli
olup, Türkiye Diyanet Vakfı’nın Gintaş adlı şirketinin başına geçtim.
Kocatepe Camii’nden başlamak üzere birçok cami inşaatlarında
bulundum. Bu sebeple cami ile ilgili epeyce tecrübelerimiz oldu.
Tabiî biz hukukçuyuz, mimarlık eğitimi görmediğimiz için bizim
öğrendiklerimiz, beraber çalıştığımız mühendis ve mimarlardan
öğrendiğimiz şeylerdir.
53
iki projesini uyguladık. Şunu arz etmek istiyorum. Peygamberimiz ve
Peygamberimizden sonraki zamanlarda cami, toplumda çok önemli bir
müessese idi. Hele Peygamberimiz zamanında cami, âdeta toplumun
kalbi idi. Peygamberimizin ibadet ettiği yer de orası, evi de orası, devleti
ve devlet işlerini idare ettiği yer de orası idi. Bu kadar önemli bir yer
olan cami, daha sonraki devletlerde ve topluluklarda da çok önemli
konumda olmuşken, zamanımızda eski önemini kaybetmiş.
Zamanla kahvehaneler, kafeteryalar, kulüpler çıkmış. İnsanlar
buralara gidip zamanlarının büyük bir kısmını buralarda geçiriyorlar.
Peygamberimiz zamanında bunlar yoktu. Camilerin eski çekiciliğini
kaybetmesinin sebeplerinden biri de budur.
1974 yılında Cidde’de camiler konusunda uluslararası bir toplantı
yapılmıştı. Toplantının konusu “Camilere eski fonksiyonunu ve eski
itibarını nasıl kazandırabiliriz?” hakkındaymış.
Bu toplantıya Türkiye adına katılan zamanın Diyanet İşleri Başkanı
Dr. Lütfi DOĞAN yurda dönünce, Başkanlığın üst kademesinde görevli
arkadaşlara, toplantıda konuşulanlar hakkında bilgi vermişti.
Dr. Lütfi DOĞAN’ın anlattığına göre, toplantıya katılan İslam
ülkeleri temsilcilerinin görüş birliğine vardıkları hususlar şunlardı:
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
İslam Dünyasında caminin eski rolünü kaybetmesinin en başta
gelen sebebi, camilerde görev yapan din adamlarının İslâmî bilgi ve
kültür bakımından yetersiz olmalarıdır. Hâlbuki cami görevlilerinin
yüksek tahsilli, gerek dinî bilgiler, gerekse fen bilgileri açısından hitap
ettikleri cemaatin seviyesinin üzerinde olmaları gerekir.
54
İslam ülkelerinin çoğunda cami görevlilerinin bu vasıfta olmadıkları
görülüyor.
İlme ve akla aykırı bir hutbe veya vaaz dinleyen bir insan, bir daha
camiye gelmez.
O halde çare nedir?
Çare, cami görevlileri için orta ve yüksek dereceli okullar açıp,
onları iyi bir şekilde yetiştirmektir. Toplantı böyle sonuçlanmış.
Bunları anlattıktan sonra Dr. Lütfi DOĞAN şunları söylemişti:
“O toplantıda konuşulanları dinledikten sonra Allah’a şükrettim.
Çünkü İslam Dünyasının 1974’lerde duyduğu ihtiyaçları, T.C.
Hükümetleri 1949’larda ve 1950’lerde duymuş ve İmam-Hatip Okulları
ile İlahiyat Fakülteleri açmıştır. Böylece aydın din adamı yetiştirme
konusunda Türkiye’nin diğer İslam ülkelerinden çok ileride olduğunu
görmüş olduk.”
AHMET UZUNOĞLU
O halde camiler, fiziki yönden güzel olmakla birlikte, o caminin
içinde yapılan din hizmetleri de kaliteli olmalı.
Mesela, camilerde okunan hutbelerin, verilen vaazların ilmi
seviyeleri yüksek ve halkı eğitici olmalı, müezzinlerin sesleri de güzel
olmalı.
Diyanet İşleri Başkanlığımız bu konuda çok güzel çalışmalar
yapıyor. Eğitim merkezleri var, imamlarımız dahi artık İlahiyat
Fakültesi mezunlarından seçiliyor. Bu konuda diğer İslâm ülkelerine
göre hakikaten Türkiye, çok büyük mesafeler almıştır. İlahiyat
Fakültelerimizde doktora yapan imamlarımız var, çok şükür iyi
noktadayız. Elbette, fizikî olarak da camilerimizin daha cazip hale
getirilmesi lazım.
Ankara Subayevleri’nde bir arkadaşımız cami yaptırıyor. Hilmi
Şenalp Bey’in Tokyo’da yaptığı caminin projesini uyguladı. Şimdi
caminin bodrum katına bir toplantı salonu yapıyor; klimalı, gayet
güzel, duruma göre bir kısmının hanımlara, bir kısmının da erkeklere
tahsis edilecek şekilde tanzim ediyor.
Bu toplantı salonunda hanımlar, icabında kendi aralarında bir
takım etkinlikler yapacaklar. Çok maksatlı yapılan bu salonda düğünler
de yapılabilecek. Onun yanına bir tane de gençlerin spor yapması için
spor birimi; bunlara ilave olarak da kız ve erkekler için ayrı Kur’an
kursu yapmış. Daha bitmeden mahalle halkı ‘ne zaman bitecek?’
diye soruyorlar. Hanımlar şimdiden heyecanla, “Biz burada etkinlik
yapacağız, Diyanet’ten vaizeler çağıracağız” diyorlar.
Demek ki günümüzde camilerimiz, sadece beş vakit namaz kılınan
yerler olmamalı. Toplantı salonlarına ve bilhassa gençlerimizi çekmek
bakımından spor ünitelerine sahip olmalı.
Proje yapılırken zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde
yapılırsa, -eski devirlerde olduğu gibi- camilerimiz bir çekim alanı
haline gelebilir ve güzel hizmetler yapılabilir.
Şurada Süleymaniye Camiinin yakınında bulunuyoruz. İşte etrafında
medreseler, hastane, okul, hamam var. Tabiî bir kısım bölümleri harap
halde. Sadece bizde değil, İslâm dünyasında da camiler sadece ibadet
yeri değil, toplumu cezbedici yerler olmalı.
İnşallah Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı bu işi özel kuruluş olarak
yapacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığımızın desteklemesi, işin sağlıklı
yürümesi açısından iyi bir garantidir.
Sayın Başkanımızın buradaki açıklamaları hakikaten çok
muhtevalıdır. İnşallah bunlar sadece sözde kalmayacak. Zaten buraya
mimarlarımızdan proje çizen, cami yapan, fiilen bu işin içinde
55
olan arkadaşlarımız davet edilmiştir ve toplantı, hayırlı bir şekilde
bitecektir.
Beni sabırla dinlediğiniz için sizlere teşekkür eder, saygılarımı
sunarım.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Oturum Başkanı: Sağ olun, biz teşekkür ederiz.
56
Prof.Dr. Cafer KIYASİ
Azerbaycan Kültür Bakanlığı
Abidelerin Restorasyonu
Enstitüsü Direktörü
Y. Mimar
Oturum Başkanı: Şimdi sözü Azerbaycan’dan gelen Prof. Dr. Cafer
Kıyasi Bey’e veriyorum. Sayın Hocam, buyrun.
Prof.Dr. Cafer KIYASİ: Sayın Başkan, değerli meslektaşlarım,
hamınızı Azerbaycan’dan gelmiş mimar arkadaşlarım adına selamlıyor
ve teşekkürlerimi bildiriyorum.
Esasen bu konu bütün İslâm dünyasının problemidir. Türkler zaman
zaman İslâm dünyasının dinî mimarîsine katkılarda bulunmuşlardır.
Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı Sultanlarının camileri, bence İslâm
dünyasının en muhteşem camileriydi.
Azerbaycan-Bakü’deki camiler, tarihî camilerdir ve bu camilerin
mimarîsinde Osmanlı Sultanlarının yaptırdığı camilerin etkileri
büyüktür. Azerbaycan’ın yerli mimarları Azerbaycan’da çalışırlar.
Avrupalı ve Rus mimarların çoğu, ülkemizdeki camilerin yapımında
Osmanlı cami geleneğine dayanmışlar, onlardan yararlanmışlardır.
Osmanlı camilerinde bir büyüklük, bir azamet vardı.
1920 yılında Sovyetler Birliği’nin yayılmasına bağlı olarak
Azerbaycan’da cami inşaatı uzun bir devre durdu, yani 70 yıldan fazla
bir dönemde bir tane de olsa cami yapılamadı.
PROF.DR. CAFER KIYASİ
Çağdaş Türk dünyasının mimarları, bu büyük ve zengin geleneği
devam ettirmek için büyük mes’uliyet taşımaktadırlar.
57
Aksine onlar, İslâm dinine karşı büyük bir savaş açtılar. En büyük,
en değerli camilerimiz yıkıldı. Kalanlar da dinî amaçla kullanılmadı.
Daha çok bunlarda toplantılar, tiyatrolar teşhir olundu. En yahşi halde
orada müzayedeler düzenlendi. Ve büyük bir kısmı, kendi başına
bırakıldığından yıprandı ve yıkıldı.
Sovyet hâkimiyeti döneminde Azerbaycan’ın dinî mimarlık mirası,
büyük yıkımlara maruz kaldı ve mimarlarımız da dinî mimarlık
tecrübelerini kaybettiler. 1920’den 1993’e kadar Kuzey Azerbaycan’la
güney Azerbaycan arasında neredeyse bir tane dahi cami inşa edilemedi.
Yalnız 1993’te Bakü’de, özgürlük devrinin ilk camisinin temeli atıldı.
Bunu da Türkiye Diyanet Vakfı inşa ettirdi.
Bu cami, Bakü’nün en yüksek yeri olan Şehitler Kompleksinin
terkibindedir. Bu cami şimdi Bakü’nün mimarlığına çok yeni bir
mimarlık özelliği getirdi. Diyanet Vakfı, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin
başka bölgelerinde de çokça cami yaptırdı. Bu camiler, Osmanlı cami
tipinde inşa olundu. Bizim dindarlar, bu camilerin yapılmasından
dolayı üst soydaşlarımıza teşekkürlerini bildiriyor ve kendilerini
saygıyla yâd ediyorlar.
Bakü’de yapılan caminin inşaatında imkan dahilinde ben de elimden
gelen yardımı gösterdim. Osmanlı tipi caminin Bakü’de yapılmasını
ben de yürekten istedim. Ama ben yine isterim ki, hem Azerî hem de
Türk mimarlar, çağdaş mimarlık eserleri de yaratsınlar.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Osmanlı camileri güzel ve muhteşemdi, ama bunlar tarihti ve büyük
tarihti. Bundan biz bir şeyler öğrendik ve bizden sonraki nesiller de
bunu öğrenecekler.
58
Takriben bundan 40 yıl önce üniversite öğrencisi iken, ilk bizde
ilmi talebe derneği vardı. Ve orda benim tezim, çağdaş Türk mimarlığı
konusunda olmuştu. O zaman Rus dergilerinin birinde çağdaş Rus ve
Türkiye ile ilgili yazılara rastladım, fotoğraflar gördüm. Bizim o zaman
Türkiye’ye çıkışımız yoktu; Türkiye bizim için kapalı bir memleket idi.
Oradaki belgelerin ve fotoğrafların içerisinde beni en çok etkileyen,
Vedat Dalokay’ın Ankara için değerlendirdiği dört minareli bir caminin
maketi olmuştu.
Vedat Dalokay bu projesiyle, Osmanlı camilerinin XX. yüzyıl
varyasyonunu yansıtmaya çalışmıştı. Bu tarihî camileri biraz stilize
ederek, biraz da modernleştirerek yeni bir eser yaratmıştı. Maalesef
bu eser Ankara’da dikilemedi. Bana öyle geliyor ki, o eser o zaman
dikilseydi, dinî mimarînin gelişmesine çok büyük etki yapacaktı.
Biz onu sonradan, değiştirilmiş ve büyütülmüş şekliyle Pakistan’da
yapıldığını gördük. Ben isterdim ki, Türkiye’de çağdaş mimarların
yaptığı örnek camiler olsun. Aslında çağdaşlık hiç de geleneğe arka
çevirmek veyahut da öz yolunu değiştirmek değil. Benim fikrimce
çağdaşlık, geleneği daha derinden duymak ve onu daha yüksek seviyede
geliştirmek demektir.
Osmanlı camilerini betonda tekrar etmek, biz mimarların
yaratıcılığını engelliyor, onların potansiyellerinin üzerine çıkmalarına
imkân vermiyor. Çağdaş mimarî, İslâm dininin tanınmasına yardım
eyleyebilir. Teorikte Türkiye mimarlarının, hem o klasik mescitlerin
hem de çağdaş mescitlerin biçilmesinde kifayet edecek kadar tecrübesi,
pratikası var.
Biz Azerbaycan mimarlarını bu pratika ile tanış olmaya imkân
yarattığınız için sizlere teşekkür ediyoruz.
Oturum Başkanı: Biz de Prof. Dr. Cafer Kıyasi Bey’e teşekkür ediyoruz.
Cafer Kıyasi Bey Şehitlik Camiinden söz edince heyecanlandım, çünkü o
camiyi ben de gördüm. Bakü, güzel bir şehir, ama orayı taçlandıran bu
mabet, oraya fevkalâde yakışmış.
Ziyaretim esnasında gerek Şeyhu’l-İslâm, gerekse devlet yetkilileri ile
yaptığım görüşmede, çok sevindirici bir de haber aldım. Bakü’de, bundan
daha büyük bir cami hazırlığı olduğunu söylediler. Bakü’yü sembolize
edebilecek bu eserin projesine mimarlarımızın da katkıda bulunmasını
dilerim.
PROF.DR. CAFER KIYASİ
Bir şeyi daha ifade etmek istiyorum. Orada gerçekten çok güzel bir
şehitlik mekânı düzenlenmiş. Şehitlerin isimleri, künyeleri tespit edilmiş,
gayet güzel bir şekilde doğum tarihleri yazılmış. Ben o isimlere merakla
baktım. Bakıyorsunuz orada, Çanakkale şehitliğinde olduğu gibi
Kafkasya’dan, Diyarbakır’dan, İstanbul ve Edirne’den şehitler var. Diğer
coğrafyalardan şehitler var. Benim doğup büyüdüğüm Harput’tan da iki
üç isim gördüm. Dolayısıyla o şehitliği de görünce, caminin şehitlikle ne
kadar örtüştüğünü, ne kadar birbirini tamamladığını, ne kadar büyük
bir güzellik meydana getirdiğini burada dile getirmek istedim. Bu tür
emekler demek ki boşa gitmiyor. Gelecek nesiller için bunlar, iz bırakan
eserlerdir.
59
Fahrettin MİRALAY
Azerbaycan Kültür Bakanlığı
Abidelerin Restorasyonu Proje
Grubu Başkanı
Mimar
Fahrettin MİRALAY: Hepinize selamlarımı, hürmetlerimi ve
teşekkürlerimi sunarak sözlerime başlıyorum.
Hakikaten Bakü’de böyle zarafetli bir caminin yapılmasını,
önce bizim Cumhurbaşkanı istedi. Tabiî Şeyhu’l-İslâm Allah Şükür
Paşazade’nin de burada büyük rolü var. Kendisi hemen her caminin
yapımıyla yakından ilgilenir. Bu proje ile ilgili olarak otuza yakın
teklif geldi; bunlardan ikisi Türkiye’den, birisi Japonya’dan, diğerleri de
Azerbaycan’lı mimarlardandır. İçinde çok çağdaş projeler var.
Azerbaycan’da üç köklü mimarlık mektebi var. Bunlardan biri
İran arazisinde Tebriz mimarlık mektebi, ikincisi Şirvan mimarlık
mektebiyle Nahçıvan mimarlık mektebi, üçüncüsü de Aran mimarlık
mektebi.
Bakü-Şirvan arasında inşa edilecek bu mescidin mimarlığının
Şirvan üslubunda olması yönünde Cumhurbaşkanımızın teklifi
olmuştur. Mescidin ölçüleri, cemaat kapasitesi gibi hususlar da onun
tarafından belirlenmiştir.
Bu mescitte en az on bin neferin aynı anda namaz kılması
planlanmıştır. Mescidin umumi sahası on iki bin metre kare olup,
merkezi kubbenin çapı 48 metredir. Ayrıca bu büyük kubbeye ilave
FAHRETTİN MİRALAY
Oturum Başkanı: Şimdi de, yine Azerbaycan’dan gelen Fahrettin
MİRALAY Bey’i davet ediyorum. Buyursunlar efendim.
61
olarak; on iki orta ölçekli kubbesi bulunmaktadır; bunların da her biri
26 metre hacmindedir. Bunların dışında 99 adet de küçük çaplı kubbe
yer almaktadır. 99 adet küçük kubbe, Allah’ın 99 güzel ismine, 12 orta
kubbe de 12 imama işaret eder. Camimizin; 108 metre uzunluğunda 4
adet de minaresi olacaktır.
Bakü havaalanının şehre uzaklığı, takriben otuz kilometredir. Bakü’ye
gelen her bir konuk, hemen hemen yolun yarısında mescidin biraz
da yüksekte olması sebebiyle minarelerini ve kubbeyi görebilecektir.
Bodrum katı bazı yerlerde yirmi otuz metre fark ettiğinden ve rölyefi
de büyük olduğundan biz buraya, İslâm dinini anlatan eserlerin
arşivini yapmayı uygun gördük. Azerbaycan’da arşivlerde İslâm dini
ile ilgili çokça kitap var, o kitapları buraya koymayı düşündük. Bu
büyüklükteki bir camide kütüphane de olmalıdır. Ayrıca camiye dört
yüz araba kapasiteli otopark yapılacak.
Bakü’deki mescitler için biz Türkiye’deki Osmanlı mimarîsinden
ziyade, Selçuklu mimarîsini tercih ediyoruz. Selçuklu mimarîsi
bizim Şirvan mimarlığına daha yakın, taş yontma ve süslemeleriyle
ve mimarlık malzemesiyle zengindir. Azerbaycan’da mescit yapmak,
devletin sorumluluğundadır. Devletten icazetsiz hiç kimse mescit
yapamaz.
Bizde Din İşleri Komitesi vardır. Mescidin bütün projeleri, bu
kurumun onayından geçmektedir. Teşekkür ederim.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Oturum Başkanı: Fahrettin Bey’e teşekkür ediyoruz.
62
Gül AYDIN
Mimar
Oturum Başkanı: Şimdi Başkanlığımızdan Mimar Gül Aydın
söz almak istiyor. Gül Aydın Hanım, Başkanlığımız İdari ve Mali İşler
Dairesi bünyesinde çalışıyor. Cami mimarîsi ile ilgili olarak bugüne
kadar karşılaştıkları sorunlarla ilgili size bilgi sunacaklar. Buyrun Gül
Hanım.
Gül AYDIN: Sayın Başkanım, sayın hocalarım. Ben üniversiteden
2001’de mezun oldum. Fakültede cami projesini hiç görmedim. Mezun
olduktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nda camiler üzerine çalışmaya
başladım. Cami projesi ve cami yapım izni dendiği zaman, günümüzde
ilk önce Diyanet İşleri Başkanlığı akla geliyor. Fakat şu anda Diyanet
İşleri Başkanlığının cami yapımına izin verme yetkisi yok.
Camilerin arsalarının seçimi, arsa büyüklükleri, iki cami arasında
olması gereken mesafeler, cami kapasiteleri, cami minare ilişkileri
üzerine bazı tablolar hazırlanmıştır.
Şimdi söyleyeceğim gibi, son dönemlerde yapılan camiler, kentsel
çevre ile uyumlu olarak yapılmakta ve tamamlayıcı kurumlarla birlikte
hareket edilmektedir.
GÜL AYDIN
1998 yılında çıkan kanunla, Diyanet İşleri Başkanlığına tanınan
izin verme yetkisi, 2003 yılında iptal edilmiştir. Bu dönem arasında
Diyanet İşleri Başkanlığımızda çeşitli çalışmalar yapıldı.
63
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
64
Bizce küçük kapasiteli camiler, sadece ibadete yönelik tasarlanırken,
büyük kapasiteli camiler, daha çok külliye şeklinde olmalıdır. İnsanlar
cami bahçesine girdikleri andan itibaren burada her şeyi bulmalıdırlar.
Büyük cemaat kapasiteli camilerin bünyesinde; ibadet mekanı dışında
yoksullar için aşevi, sağlık ocağı, çay içme alanları ve dinlenme yerleri,
sergi, toplantı ve konferans salonları, çeşitli el sanatları atölyeleri,
kütüphaneler, kitap satış mekanları, gençler için spor alanları,
otoparklar, çocuk oyun alanları, özürlüler için özürlü rampası, yürüyen
merdiven ve asansör gibi kolaylık sağlayıcı tedbirlerin düşünülmesi
gerekir.
Ayrıca ibadetin rahat bir ortamda yapılabilmesi için de ısıtma,
havalandırma ve soğutma sistemleri olmalıdır. Bunlar şehir, kasaba
ve köylere göre hazırlanacak cami projelerinde bulunması gereken
unsurlardır.
Ancak 2003 yılından itibaren cami yapım izinleri Diyanet İşleri
Başkanlığından alınıp mülki amirlere verildiğinden, yapılan bu
tabloların ve çıkan çeşitli genelgelerin bağlayıcılığı kalmamıştır.
Yine de biz çalışmalarımızı yaparken, bu anlattıklarımı göz önünde
bulundurarak yapıyoruz.
Şu anda Diyanet İşleri Başkanlığının cami yapımı değil, cami
kullanım yetkisi vardır. Bu son dönemde ülkemizde yapılan cami
projeleri ve uygulamaları hususunda hocamızın da belirttiği gibi
her gün çeşit çeşit sorunlarla karşılaşıyoruz. Bunları sizlere kısa kısa
aktarmak istiyorum.
Yurt içinde şahıs, dernek ve vakıflarca yaptırılmış veya yaptırılmakta
olan camilerin proje ve estetik bakımdan uygun niteliklere haiz
olmadığı; çevreleri ile uyum sağlamadığı, bazı camilerin ihtiyaç duyulan
kapasitesinden çok daha büyük yapıldığı, bazılarının müştemilatının
bulunmadığı, müştemilatı bulunanların da caminin kendisi ile uyumlu
olmadığı görülmektedir.
Şahıs, dernek ve vakıflarca yapılmış olan bu camilerin projelerinin
hayır işi kapsamında ücretsiz olarak yaptırılmış olduğu, bu nedenle
projeler için gerekli özenin gösterilmediği, bazı camilerin inşaasında
ise başka bir yerde uygulanmış bir projenin gelişigüzel revize edilerek
mevcut arsaya uydurulmaya çalışıldığı, genelde detay projelerin
statik hesaplarının olmadığı, kalfa-usta ilişkisi içinde inşaatın devam
ettirilerek belediyelerin bu tür yapılanmalara fazla müdahale etmediği
anlaşılmaktadır.
Camiler, insanın şükran duygularını Allah’a sunduğu yerler
ve yapılardır. Bunun için dinî duyguların yoğun olarak yaşandığı
mekânların en mükemmel şekilde olması gerektiğini düşünüyor ve
bizler de bu doğrultuda çalışmalarımıza devam ediyoruz. Teşekkür
ederim.
GÜL AYDIN
Oturum Başkanı: Ben de teşekkür ederim. Bizim İdari ve Mali
İşler Dairesinde camilerimizin kütük defterleri var. Her caminin orada
bir kütük sahifesi var. Bildiğim kadarıyla o sayfa üzerinde yirmi otuz
kadar soru yer almaktadır. Caminin yapılış tarihi, mülkiyeti, kime ait
olduğu, cemaat kapasitesi, sabah, öğle, akşam ve Cuma namazlarına
varıncaya kadar devam eden cemaat durumu, o defterde mevcuttur.
İnşallah bundan sonraki toplantıda kütük defterleri ile ilgili bilgiyi de
dile getirirsek, bizim o yönlü çalışmalarımızın olduğunu da duyurmuş
oluruz. Önümüzdeki dönemde Başkanlığımızın cami arşivi ve hafızası
küçümsenmeyecek derecede derli toplu olacak ve hocalarımız bunu zevkle
karşılayacaklar; daha güzel hizmetler için değerlendirip kullanacaklar.
Biraz önce dışarıda Mahmut Beyle konuşurken kendileri dediler
ki: “Bu tür toplantılar hep yapılıyor, ancak bir sonuç elde edilemiyor;
tohumu toprağa atıyoruz, ama bir türlü büyümüyor.” İslâm toplumları
konuştuklarını, istişare ettiklerini ileri götürmeli, yarım bırakmamalı.
Tamamlanmayan ya da yarım bırakılan bütün çalışmalar boşa
gidebilir.
Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı olarak biz, amacımız doğrultusunda
hizmet vermeye devam edeceğiz. Zaten Vakfımızın kuruluş amacı da
Diyanet İşleri Başkanlığının bu tür hizmetlerine katkıda bulunmaktır.
65
Niyazi GÜNEŞ
Diyanet İşleri Başkanlığı
İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı
Oturum Başkanı: Şimdi de, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanımız
Niyazi Güneş Bey konuşacaklar. Buyurun Niyazi Bey.
Niyazi GÜNEŞ: Sayın Başkan, değerli misafirler. Ben de
toplantımızın verimli ve hayırlı geçmesini temenni ediyorum.
Hüsrev Hocam konuşmasında: “Şu anda mevcut camilerimizin yüzde
doksanının projesinde mimar imzası bulunmuyor” dediler. Gerçekten
doğru bir tespitte bulundular. Bu alanda bir boşluk var. İdari ve Mali
İşler Dairesi olarak elimizde hazır tip projelerimiz var. 150, 250, 350
ve 650 kişi cemaat kapasitesi olan projeler bunlar. Bazen bizden proje
talebinde bulunanlar oluyor. Tabiî önce talep edilen yere proje uygun
mu, değil mi, bu konuşuluyor.
Aynı şekilde Müftülüklerden talepte bulunanlar oluyor. Proje
ünitesinde çalışan sadece üç mimarımız var. Bu işin uzmanı hocalarım
daha iyi bilirler, bir projenin hazırlanabilmesi için herhalde belli bir
sürenin olması gerekir. Tabiî proje çok önemli, yani eserin yapılabilmesi
için buna ihtiyaç var. İşin estetiği, mimarî tarzı, çevreye uyumu,
fonksiyonel olması, içinde bulunacak ünitelerin birbiriyle uyumu,
NİYAZİ GÜNEŞ
Eğer talep edilen yere uygun olmadığı anlaşılırsa o yere göre bizim
bir proje hazırlığı yapmamız gerekiyor. Gelenler, “bize hemen lazım”
diyorlar. Biz de “üç - beş ay sabredin, bunun üzerinde bir çalışma
yapılsın, bir proje hazırlansın, daha sonra size sunalım” diyoruz.
67
fevkalâde önem taşımaktadır. Bütün bunlarla beraber zamana ihtiyaç
var. Halkımız işte bu zamanı beklemiyor, hemen çevresinde yapılmış
başka camilerin projelerini alıp temel atıyor ve birçok şey de sonradan
beraberinde geliyor. Müftülüğün de haberi olmadan yapılan bu camiye
sonradan kadro talebinde bulunuluyor.
Bu sahadaki boşluğun behemehal doldurulması gerekir. Bu
toplantının inşallah ileride yapılacak toplantıya hazırlık sadedinde
olacağını düşünüyorum. Biz Daire olarak, Dini ve Sosyal Hizmet
Vakfımızla birlikte çalışacağız. Bugüne kadar gecekondu bölgesinde
yapılmış, ruhsatları ve mimarî projeleri olmayan camilerimiz oldu.
Bu toplantı, bundan sonrası için en azından bir dönüm noktası
olur ümidini taşıyorum. Tabiî camilerde olması gerekenler tartışıldı,
konuşuldu; camilerin sadece ibadet mahalli olmayıp, bünyesinde bir
takım sosyal ünitelerin de yer almasının önemi üzerinde özellikle
duruldu. İmamların makam odasından misafirlerini kabul edebileceği
bir odaya, örneğin belediyede yapılan resmî nikâhtan sonra imamın
dinî nikâh kıyacağı odaya kadar cami bünyesinde sosyal amaçlı bütün
üniteler bulunmalıdır.
Bu toplantıdan çıkacak sonucun ve bundan sonra düzenlenecek
sempozyumların, cami mimarîsi üzerine yeni açılımlar ve imkânlar
getireceğini düşünüyorum. Sayın Başkan’a ve beni dinleme lütfunda
bulunan herkese teşekkür ediyorum.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Oturum Başkanı: Niyazi Bey’e teşekkür ediyorum.
68
Şimdi, Sami Bey’e bir kere daha söz vereceğim, arkasından Necdet
Bey’in bir sunumu olacak. Hocam buyrun.
Sami USLU - Sayın Başkan, değerli mimar kardeşlerim. Çok kısa bir
açıklamam olacak. Benim görevde olduğum sıralarda Başkanlık APK
Dairesine; cami nereye ve kaç metrekare yapılmalı, nüfus yoğunluğu
bakımından yüzde kaç yoğunluğa göre yapılmalı gibi hususlarda bir
takım kural ve kıstaslar belirlemek için çalışma yapmıştık.
Biz işi düzenleyelim, daha güzel olsun, dedik. Diyanet İşleri
Başkanlığı elbette ki cami yapmaz, bunu Vakfımız yapar. Netice
itibariyle diyorum ki, belediyelerle ilgili yasada bir değişiklik yapılması
icap eder. Belediyeler, cami yapılırken müftülüklerden proje istemeli;
o projelere göre de imarla ilgili düzenlemeler yapmalı ve ruhsatları
ona göre vermelidir. Ben böyle bir açıklama yapma ihtiyacı duydum,
teşekkür ederim.
Oturum Başkanı: Sami Bey’e teşekkür ediyorum. Hüsrev Bey
konuşacaklar, Hocam buyrun.
Hüsrev TAYLA: Efendim vaktinizi fazla almayacağım, fakat
arkadaşımızın değindiği konuda çok nazik bir nokta var, onun üzerinde
durmak istiyorum. Neden gelip projeyi sizden istiyorlar, çünkü mimara
para vermek istemiyorlar, bunu çok açık olarak söylüyorum. Sabahleyin
de biraz bahsettim, bir sitede bir cami yapılıyor. Bu site İstanbul’un en
büyük sitelerinden biri ve zengin firmaların merkezlerinin bulunduğu
yer. Bu sitenin bir kilometreden fazla ucu var, ortada zaten bir camisi
var, öbür ucuna da ikincisini başlamışlar.
Bizim milletimiz mühendise aklı kesiyor da, mimarların
kim olduklarını ve ne yaptıklarını pek bilmiyor. Birisi bir takım
çizgilerle bunların karşısına gidiyor, bunlar zannediyorlar ki, bizim
çalışmalarımız üç beş dakikada olabilen şeyler. Bu yaygın yanılgı
değişmedikçe, düzgün cami projesi yapmanın ve uygulamanın imkânı
yoktur. Teşekkür ederim.
Türkiye’de camilerin sosyal fonksiyonuyla mimarî tarzının baş başa
gitmesi lazım. Sosyalden kastım şu: Bugün sosyoloji var, psikoloji var, dinî
hayat var, birlik, beraberlik vesaire var. Ama bunun yanında insanları
âdeta yağışlı bir havada koruyan bir mimarî tarza ihtiyaç da var.
Yani camiye gelen insan onun kubbesinden, duvarından, bahçesinden,
tezhibinden, penceresinden ve ayakkabısını bıraktığı yerden etkilenmeli.
Bizim bunları konuşmamız lazım. Bize bu konularda ufuk verirseniz
istifade ederiz.
Her ilmin bir zekatı var. Mimarlarımızın da zekatı budur. Yani
estetik, görüntü, tarz.
Hz. Peygamber (s.a.v.), bir gün bir cenazenin defni esnasında
mezarın başında bulunur. Cenaze kabre konmadan önce Peygamber
NİYAZİ GÜNEŞ
Oturum Başkanı: Hocam teşekkür ederiz. Sağolun. Ortak payda
aynı. Hem Hüsrev Bey’in hem de Niyazi Bey’in söyledikleri son derece
doğru. Evet, bu tür çalışmaların bu tarz mimarîyi de öne çıkarması
lazım.
69
(a. s.), kabirdeki tümseğin kaldırılmasını işaret eder. O mezarın içinde
bulunan sahabi; “ya Rasulâllah, bu vahyin gereği mi, yoksa siz mi öyle
istiyorsunuz?” deyince, Peygamberimiz (a.s.), “Hayır, vahiy değil, emrim
de değil. Ama göze hoş gelsin diye bunu söylüyorum” der.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Yani enteresan bir durum. Mezarın üzerine az sonra toprak saçılacak
ve orası örtülecek. Ama Peygamberimiz (a.s.)’ın gönlü buna razı olmuyor.
Peygamberimiz (a.s.)’ın hassasiyetini her işimizde daima hatırlayıp
ön planda tutmamız lazım. İnşallah bu ikisi bir araya geldiği zaman
birbirimizin mütemmimi olacağız. Efendim, bugün zevkli konuşmalar
dinledik. Ben şahsen istifade ettim.
70
Necdet CİVAN
Mimar
Necdet CİVAN: Efendim, sabahtan beri yapmış olduğumuz
konuşmada camilerle ilgili çok güzel şeyler söylendi. Bunlar içerisinde
çok temel iki unsur var; birisi aile, diğeri de komşuluk ilişkisi. Evet, aile
ve komşuluk ilişkisinin üçüncü ayağını da camilerimiz teşkil ediyor.
Bir mahallede eğer aile yoksa, aile anlayışı yoksa, komşuluk ilişkisi
zayıfsa, neticede o mahalledeki camide de istenilen düzeyde cemaat
yok demektir. Aile, insanlar topluluğunun sahip olduğu bir değerdir.
Bunların alt yapısını oluşturan sosyal merkez de camidir.
Eski imar planlarında maalesef nerde üçgenler, nerde uygunsuz
yerler varsa oralar cami alanları olarak gösteriliyordu. Hatta öyle
zamanlar oluyordu ki bu yerin kıblesini dahi koymanız mümkün
olmuyordu. Minarenin bir tarafı dışarı çıkabiliyordu.
Şimdi size tanıttığımız bu sosyal üniteleri olan cami kompleksinde;
kurban kesim alanlarından soğuk hava deposuna, otopark, kreş, sağlık
merkezi, kütüphane, sergi ve spor salonu, yaşlıların yukarı çıkmasına
yardımcı olacak... her şey düşünülmüştür. Benim sabahleyin sunmuş
olduğum elli civarındaki caminin hepsinde, kendi büyüklüğü içerisinde
bir sosyal donatı alt yapısı mevcut. Morgu, gasilhanesi ve bir kısmının
otoparkı bulunuyor, yani cami büyüdükçe sosyal üniteler de o oranda
artıyor.
NECDET CİVAN
Oturum Başkanı: Şimdi Necdet beyin kısa bir cami sinevizyon
sunumu olacak.
71
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
72
Camimiz, Niğde’nin merkezinde beşbin kişilik bir cami olacak.
Allah nasip ederse daha büyüklerini de yaparız. Camimiz, hem Niğde
Üniversitesine, hem de organize sanayiine yakın bir yerde. Burada yüz
oniki kurbanın aynı anda kesilebileceği bir mekân ayrılmış durumda.
Bir yerden giriyorsunuz, diğer taraftan kurbanınızı kesip çıkıyorsunuz.
Aynı zamanda kesilen kurbanların soğuk hava depolarında muhafaza
edilip, fakir ve yoksullara gönderilebilmesi için bir alt yapıyı da
tasarlamış bulunuyoruz.
Bütün bunlara ilave olarak bir otoparkımız var. Bu otoparktan
direkt olarak camiye ve diğer katlara ulaşılabilmektedir. Bodrum
katımızda bay ve bayan hamamı olacak. Caminin müştemilatı bu
şekilde planlandı.
Camiler insanların sosyal anlayışlarını geliştiren yerlerdir. Bu
caminin kazan dairesi de var. Bodrum katını tamamlamak üzereyiz
ve yakında zemin kata geçiyoruz. Bu bölümde de bir alışveriş
merkezi bulunuyor. Artık insanlarımızın yediden yetmişe kadar
hepsi camilerimizde sosyal donatı alanı görmek istiyor. Teknolojinin
gelişmesi bir takım farklı şeyleri de beraberinde getirdi.
Şimdi, bütün insanımızın gidip gezdiği, alışverişini yaptığı,
yemeğini yediği, çocuğuna bir takım şeyleri alabildiği bir merkezi
düşünün. Burada buna benzer bir alışveriş merkezimiz olacak. Büyüklü
küçüklü dükkânlarımız, hem dışa, hem de içe bakıyor. Ama burada
asıl merkez, caminin kendisidir. Caminin kültürünü bozmayacak,
ruhunu sıkıntıya sokmayacak bir yapılanma hep ön plandadır. Asma
katta ise daha ziyade okuma ve sergi salonları, kreş ve Kur’an öğrenme
sınıfları bulunmaktadır. Caminin üniversitenin tam karşısında bir
yerde yapılacak olmasından dolayı, üniversiteye gelip de kalacak
yerleri olmayan öğrenciler için cami müştemilatında belli bir süre
barınmalarına imkân verecek bir yer de düşündük.
Sergi salonları, el sanatlarıyla meşgul olan bayanlar için aynı
zamanda çalışma merkezi görevi de görecek.
Hocamız demin “Dinî nikâh kıyılabilecek bir yer olmalıdır” dedi.
Biz bunu da düşündük, projemizi buna göre yaptık. Üst katın
kapasitesi bay ve bayan olmak üzere beş bin kişiliktir. Gördüğünüz
gibi üst platform açık, aşağıdan asansörlerle caminin içine kadar
giriyorsunuz. Yürüyen merdivenlerle de bütün katlara ulaşabilme
imkânı var. Malzemesiyle tamamen Selçuklu tarzında bir cami olacak,
çünkü Niğde, bir Selçuklu şehridir. Ben kendi dilimizle konuşmak
isteyen bir kişiyim, kendi içinden kendine bakan bir anlayışa sahibim.
Teşekkür ederim.
NECDET CİVAN
Oturum Başkanı: Zamanı iyi değerlendirdiğiniz için ben de
hepinize teşekkür ediyorum. Çok muhterem konuklarımız, Hz. Aişe (r.a)
validemiz bir gün Hz. Peygamber’e, “Ya Rasulallah, bana öyle bir iş söyle
ki onu yaptığım zaman en hayırlısı, en güzeli olsun” diye sorduğunda,
Peygamber efendimiz “İşlerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır”
buyuruyor. Meselâ, mermer üzerine damla damla düşen su tanecikleri,
zamanla orada iz bırakır. Ama sağanak haldeki yağmur hızla yağar, sonra
geçip gider ve pek etkisi olmaz. Bizim hedefimiz de burada konuşulanları
daha da geliştirip müşahhas, kalıcı eserlere dönüştürmektir. Bugünkü
oturumlarda; ‘Şehir, kasaba ve köylere göre hazırlanacak cami projeleri
ve özellikleri ile bunların uygulamaları nasıl olmalıdır? Köy, belde, ilçe,
il merkezlerindeki veya semt camilerinin projelerinde nelere dikkat
edilmelidir?’ sorularına cevaplar aranacaktır.
Günümüzde camilerin büyüklüğü, nüfus oranlaması gibi konularda
birbiriyle uyumlu olmayan olaylarla karşılaşıyoruz. Bakıyorsunuz bir
yerde beş-on hane var; ama oraya çok büyük bir cami yapılmış. Bu
cami belki bayramlarda dolabiliyor. Bir kısım yerlerde de oranın nüfus
yoğunluğuyla hiç de orantılı olmayan küçüklükte camiler yapılabiliyor.
Bazen de bir mahallede binalar arasına öyle bir cami sıkıştırılmış ki,
ancak ezan sesini duyduğunuzda camiyi arayıp bulmak durumunda
kalıyorsunuz.
73
M. Hilmi ŞENALP
Y. Mimar
Oturum Başkanı: Şimdi, belirttiğim bu konuların konuşulacağı
oturumda, ilk önce Hilmi Şenalp Bey’i davet ediyoruz. Buyrun Sayın
Hocam.
M. Hilmi ŞENALP: Efendim ben fazla vaktinizi almamak için
elimdeki metni okumak istiyorum.
Türkiye’nin cami üzerinde medeniyetini nasıl yeniden üretebileceği
sorgulanırken, bu temel problemin hususi bir reçetesi olmadığından,
‘Türkiye’nin kültür politikası, şehirleşmesinde ve koruma stratejisinde
dünya ve medeniyet vizyonu ne olmalı?’ gibi temel sualin cevabını
vermek şarttır.
Biz de işe bu temel soruya cevap bulmaya çalışarak başlayacağız.
Doğru şehirleşme, yeni bina üretme ve doğru koruma politikası, ancak
derinlemesine bir felsefî kimlik ve vizyonla ortaya konulabilir. Köklere
M. HİLMİ ŞENALP
Türkiye’nin cami meselesi, müstakil bir konu olmayıp, aynı çerçeve
içerisinde mütalâa edilmesi gereken bir zincirin halkaları misali, bir
medeniyet meselesidir. Dini ve Sosyal Hizmet Vakfının vukufiyetle
ortaya koyduğu beş maddedeki cami kelimesini kaldırarak yerine;
kültür, sanat, edebiyat, musiki, yeni meskenler, koruma ve şehircilik
anlayışı gibi kelimeleri koyduğumuzda vereceğimiz cevaplar, farklılık
arz etmeyecektir. Bu bakımdan ben, meseleye küllî bir bakışı tercih
ederim.
75
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
76
derin bir bakış olmadan bu vizyon mümkün değildir. Bu zemini
yakalamaksızın yapılacak her bina ve teşebbüs, her restorasyon taklit
olacak ve bize yabancı kalacaktır.
Sahibi ve devamı olduğumuzu iddia ettiğimiz kültür ve medeniyet
dairesini ne kadar tanıyoruz? Kültürel derinliği ve heyecanı olmayan
bir vizyondan, yaratıcı eserler de beklenemez.
Bugün dünyaya damgasını vurmak isteyen bir devletin hareket
noktası; kendisi, tarihî birikimi ve kültür sanat dünyasıdır. Türk
kültürü ortalama değil, objektif olarak da hakikaten pahası yüksek
kültür vasfına sahip, orijinal bir kültürdür. Kültürde derinliğin,
mimarîde incelik ve zarafetin, edebiyat ve musikide zengin ifade ve
mana derinliğinin, hat ve tezyinatta sabır ve asaletin ... hülâsa sanatın
her şubesinde sadelik içinde ihtişamın numunelerini veren, hakikaten
yüksek kültür ve medeniyet vasfına sahip orijinal kültürü olan bir
milletiz. Bu vizyon ne kadar geneli kucaklar ve açık olursa, o kadar
dünyadan kabul görecektir.
Bu husus, bizim kültür ve medeniyetimizde mevcut olup,
keşfedilmeyi beklemektedir. Klasik resmi öğrenip hazmetmeden;
modern resim sanatında bir varlık gösterilemeyeceği gibi, önce kendi
kültür ve sanatımızı kavrayıp kültürel kodlarını doğru okuyamadan
yorum ve üsluplaştırmalara gitmek de mümkün değildir.
Varisi olduğumuz kültür mirasını; yozlaşmaya düşmeden, taklide
yeltenmeden, gelenek zinciri içinde yeni yorumlarla günümüz
şartlarında yeniden, ama doğru olarak üretmeliyiz. Oryantalizmin
kendi arka planına baktığımızda; batı, İslâm’ı hiçbir zaman medeniyet
üreten olarak kabul etmemiştir. Bu çerçevede, İslâm kültür ve sanatını,
Arap ve İran’daki mahalli bir renkten ibaret görerek; Selçuklu ve
Osmanlı tecrübesiyle tesis edilen medeniyetimizi, Türk kültür ve
sanatını, hususiyetle öteki yaratmadan bariz sömürgecilik karşıtı
sayıp, diğer dinleri ve medeniyetleri kuşatıcı vasfı sebebiyle- kendisine
hasım bilmiş ve neredeyse ona yok muamelesi yapmıştır. Oryantalizm,
İslâm medeniyeti olmayan bir dindir. Oysa Hristiyanlık, medeniyet
üreten bir din olmuştur; onun sakat düşüncesini geçmişte olduğu
gibi günümüzde de izlenecek olan akıllı politikalarla ancak Türkiye
dönüştürebilir. Türkiye buna mecbur değil, âdeta mahkûmdur.
Türkiye’yi, dünya tarihi içindeki mevki ile birlikte kültür ve sanatı ile
hatta bu kültür ve sanatı yeniden üretmek suretiyle tanıtmak şarttır.
Medeniyetler çatışması yerine medeniyetler ve kültürler buluşması
ve kaynaşmasını temin için, tarih ve gelenekte, modernlik ve çağdaş
teknoloji arasında estetik müştereklikle temas noktaları aranmalıdır.
Medeniyetler çatışması değil, insan olmanın haysiyet ve şerefinin icabı
olarak medeniyetlerin birbirinden ne alıp verebileceğini uygun dille
anlatmayı becerebilecek bir tecrübeye matlubuz.
Varisi olduğumuz Anadolu merkezi tecrübemizle Selçuklu ve
Osmanlı medeniyetlerinin, asırlardan süzülüp gelen kültür birikimleri
neticesinde olgunlaşmış hayat, kültür ve sanat anlayışımız, batılılaşma
neticesinde menfî tesirlere maruz kalsa da, İslâmiyet’i canı gönülden
benimseyen ve sindiren, bu sebeple bu semavi yüce dini kendi
bünyesinde zahiri ve batınıyla, yani aslî hüviyetiyle yaşayan, uygulayan;
asırların tecrübesiyle bunu ispat etmiş hoşgörülü Türkiye’nin, dünyaya
verebileceği çok mesaj vardır. Bugünün kanayan bir yarası olan
Kudüs’teki çarşı kalesinin üzerine “Lailaheillallah İbrahim Halilullah”
yazdıran Kanuni, bu yüzyılın en mühim mesajını vermiştir.
Bugün; tarihin, dinlerin ve medeniyetlerin harman olduğu bir
coğrafyada asimilasyonu düşünmeden, bütün inanç ve kimliklere
saygılı ve onların hukukunu koruyan bir yönetim tarzıyla Avrupa’nın
kültüründe ve tarihinde belirgin bir rol oynamış ve onunla yaşamış olan
Türkiye’ye dünya muhtaçtır ve Türkiye, bu kültür ve sanat vizyonunu
evvela kendisi, sonra da dışarıya ihraç edebilecek kudrettedir.
Bunu yapabilecek Türkiye’nin, hepsi birbirine bağlı üç büyük
meselesi vardır: Medeniyet, zihniyet, kalite ve ciddiyet. Bu üç miyarın
herhangi biri bile eksik kalırsa, sadece yeni camilerimizde değil, hangi
teşebbüs olursa olsun netice vermeyecektir.
Türk mimarîsinin menşei ve korunması, yeniden üretilmesi
hususunda mutlaka sahici gayret sarf edilmesi icabeder. Osmanlı Türk
sanatı, İslâm’ın bütün aklî ve kalbî teferruatını, sanatın her şubesinde
kemaliyle temsil etmiş; İslâm’ın âlem tasavvuru ve kainat idrakini dile
getiren bir fıtrat sanatı olmuştur. Fıtrat sanatı derken bunu, bir millîlik
ve medeniyet vasfı şuurunun ötesinde, bir değer olarak kabul etmek
gerekir. Onun için Osmanlı Türk sanatı, her din ve meşrepten insanın
ruhuna sıcak gelen bir sanattır.
Ecdadın bütün değerler manzumesini tevarüs ettirdikten sonra
eskinin taklidi olmayan yeni bir sentezle, orijinal teklifler ortaya
koymak gerekir.
Osmanlı eserleri, hiçbir zaman birbirinin taklidi olmayıp, her
birinin müstakil şahsiyet ve hüviyeti vardır.
M. HİLMİ ŞENALP
Mimarîdeki bozulma, yalnız Cumhuriyet tarihi boyunca olmamış;
250 yıllık batılılaşma döneminden beri inşa edilen dinî ve sivil
mimarîdeki asaletsiz tavır, yanlış tatbikat ve meselenin ruhuna nüfuz
edemeyen uygulamalar sebebiyle olmuştur.
77
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
78
Mazimize ait değerleri doğru bir şekilde okuyup anlayarak bunları
yeniden tahlil etmek ve bu yüksek medeniyetin mirasından istifade
etmek mecburiyetindeyiz. Bütün ihmallerimize rağmen, tarih içinde
bir Hotanto ve Zulu kabilesi olmadığımıza göre, mazinin tazyiki
altında ezilmemeli ve milletimize layık bir gelecek için an’ane zincirini
koparmadan çalışmak gayreti içinde bulunmalıyız.
Bugün cami mimarîsi perişan bir haldedir. Senede 500 ile 1000
arasında cami yapılan memlekette, bu bir içtimai vakıa ise, müstakil
bir mevzu olarak üniversitelerimizde neden bu konu ele alınmaz?
Mimarlık fakültelerinde Osmanlı sivil mimarîsinin tevhit ve terkibi
hususunda araştırma niçin yapılmaz?
Arşın’ın kaç cm. olduğu hususuyla, mimarî kompozisyon prensipleri
neden müfredat konuları arasına dâhil edilmez? Osmanlı’nın kadem
ölçüsü arşın, bugünkü ölçülerden kaçta kaça tekabül eder? Bizim olan
kadem, İngiliz ölçüsünde nasıl foot olmuş, niçin bahsedilmez? Moderni,
post moderni, İngiliz ve Fransız üslupları öğretilir.
Türk-İslâm üslubu nedir, bahsedilmez. İngiliz romantik ve Fransız
formel bahçesi ile Japon bahçesi öğretilir. Türk-İslâm bahçesi neden
öğretilmez?
Nispet ve tenasübün ne olduğunu dahi bilmeyen, bilmekte istemeyen
üniversitelerimizin mimarlık ve inşaat fakültelerinden mezun olmakla
bu işlerin yapılamayacağını herkes tahmin edebilir. Bu bir medeniyet
ve hukuk meselesi olduğu gibi, bilgi, zevki selimi ve görgünün yanında
bir telakki, bir marifet işidir.
XIX. ve XX. yüzyıl Türk insanı yeni araştırmalar ve sorgulamalardan
kaçarak, batıdan gelene daha çok itibar eder ve kendi öz kültürüne
sahiplenmekten çekinir hale gelmiştir. Geçmişin zenginliği ve
tazelenebilirliği daima varken ve Türk kültürünün her sahasında daha
şahsiyetli ve çok daha iyi bir noktada olması icap ederken üretim
tamamen durmuştur.
Selçuklu’dan itibaren bu kadar zengin bir kaynak içerisinde eşsiz
bir medeniyetin terkibi olan olgunlaşmış şehir mimarîsi ve kültür
anlayışında, bugünkü malzeme ve teknik imkânlarla yeni bir tevhide
maalesef gidilememiştir.
Musıkî ve mimarî, bir cemiyetin aynası, şekli ve lisanıdır. Bir
cemiyette ne zaman karışıklık ve değerlerin talihsizliği, yani kaos
yaşanmaya başlarsa, önce mimarîde ve en sonunda da musıkîde
tezahürleri görülür.
Kendi kendini durmadan tekrar edip yenileyemeyen kültür,
yozlaşmaya ve nihayet yok olmaya mahkûmdur. Nitekim Osmanlı
medeniyetinde de böyle olmuş, aslî kültürle yeni sentezler yerine,
kültür ve moral istilasına maruz kalınarak devşirme, ithal kültür idame
edilmiştir.
Bu hastalık maalesef bütün vahametiyle İmparatorluğumuzdan
Cumhuriyetimize intikal etmiş olup, bugün de görüldüğü şekilde
devam etmektedir. 1950 sonrası ıssız şehirleşme ile tarihî şehir dokusu
tahrip olmuş, 500-1000 senelik tarih ve kültür birikimi hoyratça
harcanarak, şehirler, sahip oldukları kültürel hüviyetten soyunup,
medeniyetsizleştirilmiş ve köyleşmiştir.
Bu bakımdan global medeniyetin, modernitenin sadık şehirleri
olarak eski medeniyet merkezlerimiz olan Erzurum’un Konya’dan,
Sivas’ın Manisa’dan, Diyarbakır’ın Bursa’dan farkı kalmamış; mahalli
renkler, iklim ve malzeme farklılıkları nazarı dikkate alınmadan diğer
yerleşim merkezlerimiz de dahil olmak üzere global kültürün sıradanlığı
içinde şahsiyetsiz, kimliksiz, asırların kültüründen soyunmuş, çıplak,
büyük ve küçük köyler haline gelmişlerdir.
Anadolu’nun her şehriyle beraber esas İstanbul da bundan nasibini
almıştır. Bu meyanda maalesef belde ve köy kültürü de tahrip olmuştur.
Şehri şehir, camiyi cami, evi ev yapan bu değerler manzumesi, bozuk para
gibi harcanmıştır. Bugün İstanbul’da kime sorsanız “Erzurumluyum,
Trabzonluyum, Sivaslıyım, Bursalıyım, Diyarbakırlıyım” der.
Hemşerilikten, zavallı ve basit bir aidiyet hissinden başka bir şey
kalmamıştır. Her şeyden önce bu medeniyet mensubiyeti ve aidiyeti
ortaya konmalıdır.
II. Dünya Savaşı sırasındaki bombardımanlarla taş taş üstünde
kalmayan Berlin, Prag, Viyana ve Tokyo’daki tarihî eserler, eskiye
tamamen sadık kalınarak farklı teknikler kullanılıp neredeyse
yeniden inşa edildiği halde, böyle bir tahribata maruz kalmayan bizim
şehirlerimizde, tarihî yapıların bombardımandan beter bir surette
tarihî ve kültürel vasıflarını kaybetmesi, maalesef kimseyi rahatsız
etmez olmuş ve artık kanıksanmıştır.
Tarih içerisinde vasıfsız Hotanto ve Zulu kabileleri gibi kendi
içine kapanıp cihan şuurunu, kültür ve medeniyeti yürütememiş bir
millet olsaydık, bu husus belki anlaşılabilirdi. Tarihî seyir içinde 1000
seneden fazla bir müddette ihtişamlı kültür numuneleri veren bir
milletin, hususiyetle elli sonrası kültür ve sanattaki bu perişan halini,
M. HİLMİ ŞENALP
Tarihî eserlerin korunması; kültürün, başta cami olmak üzere
yeniden örülmesi, ortak değerleri koruyarak muhafazası fevkalade
önemlidir.
79
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
tarihî şehir dokusunun ve yeni inşa edilen yerleşim yerlerinin zavallı
durumunu izah etmek mümkün değildir.
80
İstanbul’un ve diğer birçok beldenin öz şehir mimarîsi olan ahşap,
taş ve kerpiç yapı stoku ise nerdeyse tamamen yok olmuştur. Geçen
asrın ahşap İstanbul’undan kalan sur içindeki ahşap yapı stoku, binde
bir nispetinde inmiştir. Onların da neredeyse tamamı XIX. yüzyıldan
kalmadır.
Mevcut kültürün bu sebeple tahribi ve reddi miras gerçeği, cami
veya konutu, vasıfsız cami ve konut olarak üretmemizin başlıca sebebi
olmuştur.
Bugün Paris, Milano ve Londra’nın sivil mimarî eserleri bütün
şehir dokusuyla beraber neredeyse tamamen korunduğu halde,
batılılaşmadan önce Türk sivil mimarîmizden, İstanbul’da mantarlaşmış
haldeki zavallı Amcazade Hüseyin Paşa yalısı ile Yeni Cami ve Hünkâr
Kasrından başka orijinal üçüncü bir eser maalesef kalmamıştır.
Topkapı Sarayı dahil pek çok tarihî yapı, ehil olmayan ellerle yapılan
restorasyonlarda tahrip olmuştur. Sıra, dinî eserlerimize gelmiştir.
Meselâ, Şehzadebaşı Camiinin dış cephesindeki orijinal ocak taşı
olan yerde imitasyon yapılarak caminin iç mekanı ve ruhanî havası
perişan edilerek mahvedilmiş, restorasyon adına bütün vahametlikler
yerleştirilmiştir.
Aynı zihniyet, yine bir Sinan yapısı olan Azap kapusu Sokullu
Camiinin mermerlerini ve kündekari kapılarını yağlı boya ile boyamış,
tezyinatta kullandığı renklerle Beşiktaş Sinan Paşa Camiini lunaparka
çevirmiş, mahruki minaresini restorasyon bahanesiyle yıkıp üstüvani
olarak yeniden yapmıştır. Artık bu eserlerin orijinal Sinan binası
olduğundan ve klasik Osmanlı mimarîsini temsil ettiğinden bahsetmek
oldukça zordur.
Selçuklu eserlerinin hali pür melâlini ise zikretmeye hiç hacet
yoktur. Aynı tarihlerde inşa edilmiş eserler, bugünün İspanyasında
kendi kültürel dairelerine ait olmadığı halde, fevkalâde bir şekilde
korunurken, bizimkilerin birçoğu yanlış restorasyonlarla perişan,
birçoğu da ören yeri haline getirilmiştir.
Kanunlarda yapılacak değişiklikler kadar koruma anlayışımız, yeni
yapı ve cami yapma şeklimiz, Diyanet İşleri Başkanlığı, Kültür Bakanlığı
ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün öncülüğünde mutlaka yeniden
sorgulanmalı ve dünyadaki örnekler göz önünde bulundurularak
yeniden yapılandırılmalıdır. Bu yapıldıktan sonra denetim vazifesi olan
kurullar da yeniden teşekkül ettirilmelidir. Problem, şahıslarla beraber
sistemde, koruma anlayışımızın ve yeni cami yapma tarzının bizatihi
M. HİLMİ ŞENALP
kendisindedir. Mevcut anlayış devam ettiği takdirde 20 sene sonra yeni
camilerin ve ucube restorasyonların korunması gündeme gelecektir.
Otuzlu, kırklı yıllarda Heripilos’un yanlış planları ile tarihlenen
yeni İstanbul’da bu planlar harp sebebiyle hemen tatbik edilememiş, elli
sonrası maalesef rahmetli Menderes eliyle tatbik mevkiine konulmuştur.
İstanbul’u örnek alarak Ankara’ya da yeni bir çehre verilmiş; ardından
bütün şehirlerimiz plansız gelişmenin ve tarihî eserlerin tahribinin
takipçisi olmuşlardır. Kendi kültür ve sanatımızı kavrayıp, kültürel
kodlarını doğru okumadan yapılacak restorasyonlarla eski eserleri
koruyamayacağımız gibi, eski şehir dokusunu tahripten öte bir
faaliyetimiz de olmayacaktır.
Batılılaşma dönemi dinî ve sivil mimarî eserler, aslında bugün
olduğu gibi körü körüne bir taklit olmayıp, Barok, Rokoko vesaire
gibi yeni sanat akımlarının kendi imar ve kültür kodlarına tercüme
edilmesi diyebileceğimiz, merkezi muhafaza eden, batılılaşma etkisine
tam teslim olmamış yeni yorumlardır.
Haydar Paşa Camii ve Boğaziçi Üniversitesi karşısındaki camilerde
de maalesef bu üslûplar taklit edilir olmuştur.
Türkiye’nin coğrafi konumu, tarihî eser miktarı, pek çok toplumun
gıpta ettiği çeşitlilik ve sayıdadır. Hususiyetle elli senedir ihmallerimiz
ve vurdumduymazlığımızla başta sivil mimarî örnekleri olmak üzere
peyderpey elimizden çıkmaya başlayan bu güzide yapı stoku, kültürel
miras olmanın ötesinde, bu toprağa aidiyeti hissettiren ve bu toprağın
kime ait olduğunu ortaya koyan kritik bir mirastır. Bunları doğru
okuyamadan yeni binalar üretebilmemiz muhaldir.
Bir milletin şahsiyeti ve hüviyeti nasıl tezahür eder? Bunun üzerinde
düşünme kabiliyetini kaybetmiş bir milletin, başta cami olmak üzere
koruma anlayışı da, yeni bina üretmesi de olamaz. Olsa da arızalıdır,
illetlidir. Bugünkü doğru yapı üretme ve koruma hususundaki zaaf;
uzun vadeli, kararlı ve sabır gerektiren faaliyetlerin sürekli ertelenerek
tahribata göz yumulup geçici tedbirlerle avunulmasından, hatta
özellikle Türk-İslâm dönemi binaları için bu konudaki inancın gerçek
manada hiçbir zaman bulunamamasından kaynaklanmaktadır.
İnsan, kültürel bir varlıktır. Kültürsüz insan yoktur. Kültür varlığı
değişir, ama o kültür varlığının, yani kültür mirasının insana ve mensup
olduğu millete kazandırdığı şahsiyet değişmez.
İnsan; değişmeyen şahsiyetiyle, değişen kültür dünyasına uyum
sağlamaya çalışır. İnsanın, değişen kültür dünyası karşısındaki doğru
tavrını şekillendiren şahsiyetini koruma mücadelesindeki en büyük
dayanağı; değişmeyen insanla, değişen kültür arasındaki dengeyi
sağlayan ve asırlardan süzülüp gelen kültür mirasıdır.
81
Geçmiş geçmemiştir. Corci’nin yerinde tespiti ile insan, ne kadar
geriye bakarsa o kadar ileriyi görür. Koruma ve gelenek; asırların
tecrübesini gelecek için muhafaza demektir. Mimarî miras ve sanat
eserleri, ait olduğu milletin derunundaki asalet ölçüsü olarak asırların
birikiminin nişanıdır. Medeniyet; seçmesini, doğru üretmesini,
saklamasını, değerlendirmesini, yeniden kullanmasını bilen, öğretilmiş
ve ihsaslarla çevreden öğrenilmiş asaletin eseridir.
Tarihî eserin doğru korunması; kültürün yeniden üretilmesine,
mimar, arşiv, laboratuar ve kurumlar gibi disiplinler arası ekip ile
münasebetlerin doğru kurulmasına ve sayıların artırılmasına bağlıdır.
Bugüne kadarki tatbikatta mimar; proje, belediye, koruma kurulları,
uygulama ve denetim sırasındaki münasebetler, yeni yapı yapma ve
koruma süreci nedeniyle nerdeyse olumsuzluktan öte, kayda değer
yeni bir eser restorasyonu veya resesyonu üretememiştir.
Bugünkü yeni anlayışta tarihî yapılar; nerdeyse tamamen
yenilenmiş, eserin ve dolayısıyla malzemenin tarihî şahitliği, mimarî
teferruatı ve yaşı ihmal edilmiş ve ekonomik bir metadan öte mana
ifade etmeyen miras olarak görülmüştür. Dolayısıyla, eserin şahsiyetini
ihmal eden, malzemenin üstünden geçen, zamanının izlerini ve tarihin
vasfını silerek, eseri ait olmayan bir şahsiyete büründürme keyfiyeti,
sanki alternatifi olmayan bir moda haline gelmiştir.?
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Yirminci yüzyıla kadar yapılar tamir edilir, restore edilmezlerdi.
Sanatçı ve mimar, kendilerine tevdi edilen yapıya, yeniden öğrenilmesi,
okunması ve düzeltilmesi icap eden bir eser olarak bakmıştır. Bu
geleneğimizi devam ettirebilmiş olsaydık, bugün yeni camilerimizin
perişanlığını veya nasıl yenilerinin yapılabileceğini tartışmayacaktık.
82
Osmanlı’da restoratörler yoktu. Bugün Japonya’da yedinci ve
sekizinci yüzyıldan kalma dünyanın en büyük ahşap binası diye
övündükleri Todaiji ve İsa tapınağı gibi ahşap yapılar var. Bu eserlerin
eskiyen parçaları, her yirmi yılda bir sökülüp aynı malzeme ile üretilerek,
aynı teknik ve usulle yeniden ibraz edildiği için, zamanın malzemeye
yüklediği mana da kaybolmadan bugüne kadar gelebilmiştir. Buna lâyık
bizde hiçbir bina yok. Bu koruma anlayışımızı mutlaka sorgulamamız
lazım.
Eserlerin gerek plan ve gerekse mevcut detayları ile aslını yaşatmak
esası, neredeyse tamamen ihmal edilip, tarihî kisvesinden tecrit
edilerek, yeni ve yabancı bir kisveye mahkum edilmektedir.
Yeni camilerimizin nasıl yapılacağını tartışırken, mevcuda nasıl
bakacağımızı da ihmal etmememiz gerekmektedir. Eskiye bakmasını
bilmeyen, yenisini de üretemez.
M. HİLMİ ŞENALP
Bugün maalesef kubbe ve kemer, Müslümanlığa ait bir sembol olarak
telakki ediliyor. Halbuki kubbeyi sembol yapan, kubbenin ve kemerin
kendisi değil, mimarının maharetidir. Yeni camiler, kültür ve zevk
yozlaşmasının kalıplaşmış numuneleri olarak belki değişen dünyanın
kültür ve moral istilasına karşı tepkiden, güya klasik tarzda yapılıyor.
Bu karikatür camilerin kubbe ve kemerleri olmayacak nispetlerde inşa
ediliyor.
Çin filozofu Tao’nun tarifiyle mimarîden maksat, binanın cidarı
içindeki boşluktur, yani mekandır. Fena ve beka, varlık ve yoklukla
alakalı ontolojik temelin ötesinde mekân, insana yaptığı tesir ve
ihsaslarla göz zevkiyle beraber, ruhi dengeyi temin eder.
Bizim mimarlık ve sanat tarihimizle yabancılaşmamış hemen bütün
yorumlar, mimarînin bir telif ve terkip sanatı olduğu gerçeğinden değil
de, oryantalistlerin bakış açısıyla yapıldığından, taklit ve tekrarın ne
olduğu maalesef doğru olarak irdelenmemiştir.
Meselâ, Şehzade Camii, Sultan Ahmet Camii, Yeni Cami ve yeni
sayılan Kocatepe Camii dahil hepsi, kare planlı ve merkezi dört yarım
kubbelidir. Yani aynı plan şemasına sahiptirler. Ama iç ve dış mekân
tesiri olarak bambaşka binalardır.
Her insanın bütün uzuvları aynıdır. Ama hiçbir insan birbirine
benzemez. Benzese dahi şahsiyetleri ve ruhları farklı farklıdır. Bunu
temin için caminin her noktası ve detayı çözülmeye çalışılmalıdır.
Üslûp bütünlüğü açısından hiçbir imalat tasarımının yanında, imalat
sırasında da doğrudan usta ve sanatkârın görüşüne bırakılmamalıdır.
Mimarlık tarihimizdeki iki yüz elli senelik kültürel kırılmadan sonra
özellikle elli senedir bir yapının temelden bacaya, halısından kapı
koluna kadar bütünlük arz etmesi geleneğinden maalesef koptuk.
Unutulan bu üslûp ve zevk bütünlüğünü yeniden yakalamaya çalışmak
gerekmektedir.
Bugün ciddiye alınacak bir sanat tarzı, sadeleştirilmiş sanat denilen
anlayıştır.
Klasik Osmanlı mimarîsinde ifadesini bulmuş olan bu anlayış,
nasıl bir değerler manzumesine sahip olduğumuzun en büyük delilidir.
Klasik, sivil ve dinî mimarîmizin mimarî unsurlarını doğru bir anlayışla
üsluplaştırabilir, stilize edebilirsek, şahsiyetimizi kaybetmeden
sadeleşmiş sanatın en güzel örneklerini verebiliriz.
Çünkü mimarîden minyatüre, ebrudan tezyinata, hatta klasik
sanatların özünde üslûplaştırmanın, stilizasyonun diyalektik dinamiği
mevcuttur. Kültürün farklılaşması nedeniyle “dün dündü, bugün
bugündür. Şartlar uygun değil, böyle bir bina üretemeyiz” diye itiraz
83
edilebilir. Aslı, işlevi itibari ile Müslümanlar için ibadethane, namaz
kılınan mekân olan cami, İslâm medeniyetinin merkezi ve kalbidir.
İslâm ilahiyatında namaz, müminin miracı olarak geçer. Hızla
globalleşen bir dünyada, cihanşümul dinin mensupları için günümüzde
bir cami inşa edilmesi söz konusu olduğunda hiç şüphe yok ki, öncelikle
İslâm geleneği ve modernite arasındaki estetik müştereğin, sonra da bu
estetik müştereğin, müminin miracı olan namazın eda edileceği İslâm
medeniyetinin merkezi ve kalbi olan camiye ne şekilde yansıması
gerektiğini tespit etmek durumundayız.
Cami cidarı, kubbesiyle kainatın sembolüdür. Sıradan bir bina
değildir. Yeryüzündeki bütün mescitler kıbleye yönelmiştir. Kainatın
odak noktası Kâbe, insanlığın ilk mabedi ve kıblesidir. Kâbe, halkla
ünsiyeti olması gereken, insana yaradılışının gaye ve sırlarını hatırlatan,
asim vatanına yabancılaşmamasını telkin eden ilâhî bir hidayet
sembolüdür. Onun için şimdi olduğu gibi, maalesef cami altlarına
çarşı, mezbaha, sağlık ocağı, dükkan vb. şeyler yapmak, fevkalâde
mahsurludur.
Bunları yapmak, aslında külliye geleneğine de uygun değildir,
dolayısıyla başka yerler de yapılmalıdır.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
İnsanın aslı nasıl ki bu dünyaya aykırı değilse, Kâbe de, tevhidin
ve kudretin derunî manaları ile yüklü ve öte âlemin nişanesi olan bir
kutsi yapıdır.
84
İnsanlığın ilk mabedi olan Kâbe’nin Hz. Muhammed (s.a.s.)’e
tekrar kıble olarak tahsis edilmesi ve -Musevilik ve Hristiyanlık gibi
diğer semavi dinlerin kıblesi olmakla beraber -İslâm’ın ilk devrinde
kıble farz edilen Mescid-i Aksa’dan Kaâbe’ye dönüş, Hz. Muhammed’in
Hatemü’l-Enbiya, yani son peygamberliğinin ve İslâm’ın da son hak
din oluşunun ilâhî bir teyididir.
İslâm’ın tevhit inancı, manevî âlemin dünyaya yansımasından
yaratılmış şeylerin forumlarını değil, maddenin özünde yansımasını
bulan geometri ve ritimleri, temel yapılarında kullanıldığı kemiyeti
değil keyfiyeti, şahsiyeti ifade eden müşahhası değil mücerredi temel
alan bir sanatı ortaya koymuştur.
Türk-İslâm sanatı, kendisine asalet atfedilen mücerret bir sanattan
öte, semavi hikmetin geometrik, matematiksel formları vasıtasıyla
kesreti vahdete, yani çokluğu birliğe nispet eden bir sanat idrakidir.
Allah’ın ayetleri olan kâinat ve bütün yaratılmışlar idrak edilince;
fizik, kimya, astronomi ve sair ilimler, kutsiyet ifade eden hikmet
olmaktadır. Bundan dolayıdır ki bir hadiste “Hikmet müminin yitik
malıdır, onu nerede bulursa alır” denilmektedir. İnsan, görünenin
derununda perdelenmiş ilâhî ilmi fark ederek keşfedip, yeni şeyler icat
eder.
Türk-İslâm sanatlarında müşahhas olan, mücerret olanı anlatmak
için vardır. Bunun edebiyattaki karşılığı mecaz ve istiaredir. Gerçekte
temaşa edilen kendisi değil, ondaki ihsastan nakışlar, nakıştaki öz ve
hakikattir. Her bir nakış Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. Bu sebeple,
camilerde kullanılan nakışlar nakkaşa işarettir; nakış, sebep müsebbip
münasebeti açısından fevkalade tercih edilmiştir. Tabiat doğrudan değil,
işaret ve atıfla temaşa edilir. İnsanın varlığı, varlığın ve eşyanın bizzat
kendisi, hak ve hakikatle insan arasında perdelerin en büyüğüdür.
Yaratılış gayesini bilen insan için mekan, mekansızlık âlemine
açılan penceredir, sıradan bir bina değildir; insan da lamekanı, yani
mekansızlığı içine almış bir mekandır. Mekan; can cidarının içindeki
boşluk, suretteki siret, fenadaki beka temliğidir. Hakikattekiler; eşya
ve bütün varlık, maddenin manasına, suretin siretine, afakin enfüsüne
aynadır. Vücutta zaman olmaz, an olur; zaman, itibari boyutta
namütenahidir. Bu anlayış, İslâm sanatlarındaki teksif, terkip, tecrid
şuuruyla üslûplaştırmayı, yani stilizasyonu beraberinde getirmiştir.
Bu sebeple Türk-İslâm sanatları, tabiatta mevcut gizli geometriyi
keşfedip, eşyanın özünde ihtimamla seddedilmiş saklı dünyaları ve
inşaalarındaki geometriyi tecrit üslûbuyla insanın idrakine takdim
eder. Bu manada hiçbir zaman başka kültürlerde geometrik desenler,
mukarnaslar vesaire gibi üslûplaşmış mimarî üslûplar yoktur.
Eşyaya, görünene şahsiyet ve hüviyet, değerler üstü mana ve mahiyet
kazandırır.
Beşerin saflaşması, yani istifası, nasıl insanlığın burcu Hz.
Muhâmmed Mustafa (s.a.s.)’de kemale erdiyse, onun getirdiği dinin
medeniyetinde de eşyaya bu saflaşma, yani istifa ve tecrit penceresinden
bakılmaktadır. Bu sebeple batıdaki manası ile resim, tiyatro, roman
İslâm sanatlarında hiç olmamıştır. Bunun yerine minyatür, hat, tertip,
temaşa sanatlarıyla masallar vardır.
Yüksek bir kültür ve medeniyet olan Türk- İslâm medeniyetinde
ve sanatlarında eşyaya bu bakış, dünya ve ahiret dengesiyle hayat ve
ölüm gerçeğini doğru kavrayarak, insanlığın refahının yanında huzur
M. HİLMİ ŞENALP
O yüzdendir ki varlığın verasına, ötesine, ötenin ötesine işaretle
fanilik setr edilir; mutlaka sonsuzluğa/bekaya atıfta bulunulur,
nakkaştan da nakış murad olunur, yani eşya göründüğü şekliyle
hakikatini insana göstermez. O, görünüşünden soyutlanıp, fani olandan
tasfiye edildikten sonra temaşaya layık hale gelir.
85
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
86
ve saadetinin de fevkalade önemli olduğunun ifadesidir. Cami, aslında
fonksiyonsuz sembol bir binadır. Çünkü yeryüzü mescittir, cami için,
ibadet için hususi bir binaya ihtiyaç yoktur, ama Peygamber Efendimiz
Mekke’den Medine’ye, daha doğrusu Yesrib’e hicret ettiği zaman Yesrib
onun hicretiyle Medine olmuştur. Ama caminin sembol bina olması
sebebiyle ilk yaptığı faaliyet cami olmuştur.
İşte bu anlayış çerçevesinde ve zaman içerisinde İslâm mimarîsinde
cami, sadece insanların değil, insana ait bütün güzelliklerin ve sanatların
bir araya getirildiği kutsi bir mekân olmuştur. Bu anlayışladır ki bütün
camilerimizde Türk-İslâm medeniyetini şekillendiren sanatlarından
hat, tezhihat, çini, taş ve mermer işçiliği, maden işleri, mukarnas,
malakâri, sedefkâri ve kündekâri gibi her biri kendi başına müstakil
sanat dalları temsil edilmiştir.
Namaza davet olan ezanın yüksek bir yerde okunacak olması,
minareye fevkalade güçlü bir sembol kazandırmaktadır. Caminin
minaresiz haliyle de güzel bir kültür merkezi ve kongre salonu
olabileceği düşünülürse, o takdirde, herhangi bir tasarımın temsil vasfı
zayıf, teksif şuuru eksik kalacaktır.
Yeni projelerde içte ve dışta aynen okunabilen net mekanlarla
üretim ve tüketimde beşeri boyutun gözden kaçırılmaması gerekir.
Az malzeme ile sade, fakat sadelik içinde ihtişamlı bir mekanda güler
yüzlü bir teknolojiyle İslâm mimarîsinin özü olan sadelik ve basitlik,
hem zordur hem de kolaydır.
Biz projelerimizde İslâm mimarîsinde kullanılan nispet, ahenk ve
tenasübü temin için kullanılan metrik sistem yerine, İslâm mimarîsinde
kullanılan zirâ-i mimarîyi, yani arşı’nı kullanmaya gayret etmekteyiz.
Mimarîmizdeki ahenk ve tenasübün ancak bu şekilde sağlanabileceğine
inanmaktayız.
Klasik camilerimizin rolevelerini yaparken, belli bir esasa bağlı
olduğunu fark ettiğimiz ölçü ritmini; klasik olsun, üslûplaştırılmış
olsun, her türlü yeni binalarda da kullanmaya gayret etmeliyiz.
Bu ahenk ve tenasüple beraber hendesi şekillerde mukarnastaki
kesrette vahdet âleminin mücerretleştirildiğinin ve bu suretle insana
müsahhar kılındığının her daim altı çizilmektedir.
Bunu şehir ölçeğine çıkardığımızda sokaklarıyla, meydan
anlayışıyla, camisiyle, konutuyla, bahçe anlayışıyla, dinî ve sivil
mimarîsindeki kabulleriyle bir malzeme ortaya çıkar.
Onlar bizim hayata ve eşyaya bakışımızın, eşyayı idrakimizin, âlem
tasavvurumuzun, kainatı ve varlığı okumamızın müşahhas örnekleridir.
Her şeklin bir sureti olduğu gibi, bir de sireti, derunî inikasları, intibaları
vardır. İnsan, etrafından aldığı intibalar ve inikaslarla yaşar, hayata bu
biçimlenmiş panjurdan bakar.
İnsanın eşya ve hadisata bakışını, yaşadığı mekanlar, ömrünü
geçirdiği eşya ve şekiller biçimlendirir. Modern cami, çağdaş cami
konusunda bir kere tabirlere itirazımız var. Süleymaniye bugün
kullanılıyorsa çağdaştır. Klasik, eskimeyen yenidir; ancak yeni cami
uygulamalarında soyutlamanın ıskalandığı, geleneği kavrayamama ve
tam olarak kuşatamama zafiyetiyle geleneğin mağdur edilerek, ondan
yeni bir kimlik icat etme gayreti görülmektedir.
Geleneği doğru kavrayamaz, atıfları doğru yapamazsak, atıflarla
avunur ve aldanırız. Atıf tek başına sahihlik doğurmaz, atıf yapılan
şeyin sahihliğini problemli hale getirir. Evrensellik hep batılı sanat,
kültür formları içinde mi tanımlanmalıdır?
Geleneksel ve yerel olanı evrensellikle birleştirme adına yapılan
şeyler, kendimize ait evrensel değerlerimizin olmadığının itirafı değil
midir?
Kültürleri ileri geri diye tarif, hiyerarşik şemalar; batı merkezli
ideolojik ve siyasi kurgulardır. Gelenek, evrensel olanla mahalli olanın
buluştuğu, birbirini besleyip yeniden ürettiği alandır. Gelenekle ortaya
çıkan kurumlar, evrensel değerlerin taşıyıcısıdır. Bugün yaşadığımız
kültürel sığlaşma, değerlerimizdeki aşınma ve çözülmenin bir
tezahürü olarak görülmelidir. Modernizm, İslâm’ın entelektüel ve
estetik tezahürlerindeki berraklığı bulandırmış, bu tezahürlerin vahye
ve sünnete isnadını, bu âlem ile öteki âlem arasındaki farkı ve teksif
şuurunu çözerek parlaklık ve şeffaflığı lekelemiştir.
Bugünkü muhteviyatıyla modernizm, dinin ve an’anenin tam
zıddı olarak sünnet telakkisinin karşısındadır. Çünkü vahiy ve sünnet
mefhumları; beşerin ilâhî menşeinin bütün tezahür ve gelişmelerini
ifade ederken, modernizm tam aksine, sadece beşerî ve maddî olan
şeklinde telâkki edildiği için, ilâhî kaynaktan tamamen kopmuştur.
Sahibi olduğumuz medeniyet mirasının devamı için diğerlerini
fark edip, yeni ve doğru sentezler aramak şarttır. Mimarî, bir cemiyetin
aynası ve şekli, nişanıdır. Bir cemiyette ne zaman karışıklık ve değerlere
taciz başlarsa, hemen bunun aksı, mimarîde görünür. Bugün batının
olmasını istediği bir doğu ile ona reaksiyon gösteren bir doğu var.
Ancak kendisi gibi olmaya çalışan doğu da, kendi medeniyet ve kültür
M. HİLMİ ŞENALP
Modernlik bugünkü manasıyla -cihanşümul manada- vahiyle elde
edilebilen olmazsa olmaz ve değişmez kaidelerle, şuurlu teması kesme
anlamındadır.
87
mirasını ve estetiğini tamamen kaybetmiş durumda olduğundan
verdiği mücadele, sadece kuru bir gürültüden öteye gidememektedir.
Vilimiştik diyor ki, “Çeşme, çevre planlama teknolojisi vesaire
gibi konular ihtiyaçlara göre delaleti olmayan, ama mütemadiyen
kılık değiştiren kadim sözcüklerdir, modern dünyanın kutsal kelime
dağarcığıdır.
Modern batı toplumunun, dünyadaki bütün halkların takip etmek
zorunda olduğu bir model sağladığına tam kanaat getirmiş insanlara
sözümüz yok; çünkü onlara göre bu kelimeler kutsaldır, bunların
meşruiyetini sorgulamak, modernitenin tanrılarına baş kaldırmak ve
ilerleme dininin bir zındığı olmaktır”. Nişe de der ki, “İnsan ağaç gibi
yükselmek istediği nispette köküne, derine dalmalıdır.”
Bizim derinlerde işimiz kalmamış, ‘yaşasın sığlık, kalitesizlik’
noktasına gelmişiz. Modernite ve postmodernizm, kapitalizmin
takdimi ve eseridir.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Gerçek manada küreselleşme ise, modernite ve postmodernitenin
neticesidir, yani yeni dünya düzeninin, adı konmamış yeni dinidir.
Bu dinin vatanı dünya, ilahı para, ahlâk ve adalet anlayışı kanunların
müsaade ettiği kadardır; sermayesi de maalesef insandır.
Şeyh Galib, Hüsnü Aşkı yazdığı zaman Mesnevîyi taklit etmiş
diye tenkit edilmiş. Hazret de cevaben; “Esrarını Mesnevi’den aldım,
çaldımsa da miri dini malı çaldım” demiş. Gelenek, tarihî miras miri
malıdır. Mesele Şeyh Galib gibi çalabilmekte, onun dediği gibi bir başka
lisan tekellüm edebilmektedir. Sabrınız için teşekkür ediyorum.
88
Oturum Başkanı: Mimarî tarzımızı, tarihî boyutunu günümüze
taşıyarak kapsamlı bir şekilde değerlendirdiği için Hilmi Şenalp Bey’e
teşekkür ediyorum.
Mahmut Sami KİRAZOĞLU
Mimar
Mahmut Sami KİRAZOĞLU: Muhterem Başkanım, muhterem
hocalarımız ve kıymetli misafirler! Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben madde olarak bize bildirilen mevzuları kısaca mütalaa etmeye
çalışacağım.
Bugün ülkemizde güzel camilerin az olduğu söylenirken, güzellik,
çirkinlik kavramı kime, neye, hangi kriterlere göre belirleniyor? Bazen
proje iyi olur, uygulama kötü olabilir; ama görülen o ki, yüksek oranda
bu ikisinin de iyi olmadığı anlaşılıyor.
Koskoca yetmiş milyonluk Türkiye’de bu işe gönül veren mimar bu
kadar az mı? Belki iyimser bir tahminle yüz kişi daha çıkar, tabiî ki bu
da çok az.
Cumhuriyet’ten önce on iki bin beş yüz iken; daha sonra altmış beş
bine, şu anki rakamlara göre de seksen bine yakın camiye ulaştığımız
söyleniyor. Her sene mevcut camilere beş yüz ilave geliyor. Peki, bu
beğenmediğimiz on binlerce camiyi kimler yapıyor? Tecrübesiz
meslektaşlar mı veya kalfalar mı?
Cami yapma konusu, çok iyi ihtisas isteyen bir konudur. Onu
çizen, yapımına izin veren, maliyeti üstlenen, onu en güzel yapıyor ki
uyguluyor. Herkes kendi fikrini, fiilini en güzel sanabilir; ancak herkesi
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
Oturum Başkanı: Şimdi, Mahmut Sami Kirazoğlu Bey konuşacaklar.
Hocam buyrun.
89
ve herkesimi memnun edecek güzeli yakalamak o kadar kolay değildir.
Mükemmeli hedefleyerek işe başlamalı ve ona mümkün olduğunca
yaklaşmaya çalışmalıdır.
Bir bina şu anda hatalıysa, elli yıl sonrası için de, beş yüz yıl sonrası
için de hatalıdır. Ecdadımızın eserleri beş yüz sene önce de güzeldi,
şimdi de güzeldir. Cami projesinde özel yarışmalar hariç, karar mercii
de, jüri de, cami idare heyeti de en çok katkıda bulunandır. Bunların
hepsi, aslında iyi niyetlidir ve zaten iyi niyetli olmak da şarttır; ancak
yetmez, takdir için bilgi, kültür, irfan gerekir.
Cami mimarlarının yetişmeme sebeplerinin en önemlisi maddî
ve manevî olarak yeterli derecede desteklenmemeleridir. Mimara
ödenecek proje kontrollük parası, sanki sokağa atılmış bir para gibi
kabul ediliyor. Hatta büyük bir meziyetmiş gibi, bir kısım insanlar
‘bedava proje yaptırdık’ diye çevreye övünüyorlar.
Dolayısıyla mimar kontrole gelmiyor. Kimbilir kullanılan proje de
kaçıncı defa tatbik edilmiştir. Durum bundan ibaret olunca da beleş
kalfa ve heyete esir düşülüyor.
İlk ve en önemli etap olan fikre değer verilmeyip projenin karşılığı
ödenmezse, bazen de çalınıp başka yerlere uygulanırsa, bu kul hakkına
girmez mi?
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Önce İslâm adına hizmeti iyi öğrenip sonra yola çıkmak gerekir, el
cebinden hayır olmaz. Parası ödenen projenin değeri daha çok bilinir;
ama mimarın imkânı vardır, tutar aldığının iki mislini camiye bağışlar, o
ayrı mesele. Unutmayalım ‘marifet, iltifata tabidir.’ Genelde halkımızın
ufacık verebildiği bağışlarla yapılan camiler, olması gerekenin birkaç
misline mal oluyor.
90
Bir yerden kıstık sanırken, bir yerlere olukla para akıtılıyor.
İnanılmaz boyutlarla alıp başını bulutlara doğru yükselen şerefe ve
alemiyle, çevre ile uzaktan yakından uyum sağlamayan, estetik açıdan
hiç hoş olmayan ve fazla yapılan tornadan bile çıkamamış minareleriyle
mevcut camilerimizin hali pür melali ortadadır.
Klasik taklit edildiği hayaliyle ne sütunu, ne kemeri, ne tonozu,
ne bingisi, ne mukarnası, ne kubbesi, ne malzemesi, ne boyutları, ne
hacmi, ne süslemesi, ne aydınlatması, ne havalandırması, ne akustiği,
ne seccadesi, ne fonksiyonu doğru olmayan camilerimizin kendileri de;
“biz ne halden ne hale geldik” diye şaşkın ve belki de bize kırgınlar.
Bu da onların bizim üzerimizdeki hakkı olsa gerek. Gören
göze, duyan gönüle göre, maddenin o çıkmıyor sanılan sesi, aslında
yüreklerde feryat ediyor.
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
İlla bir şey taklit edilecekse, o şeyin çok iyi etüt edilmesi gerekmez
mi? Hele bu bir de klasik mimarî ise, kaç kişi bunun altından kalkabilir?
Burada cevap için, en fazla iki elin parmaklarına görev düşer. Bir sur
tamiri bile doğru dürüst yapılamazken, klasik cami beklentisi bu
durumda hayal olur. Tabiî ki her zaman olduğu gibi istisnalar hariç.
Dolayısıyla sanata ve mimara değer vererek, yetişerek ve yetiştirerek
bu kaostan biiznillah Diyanet İşleri Başkanlığımızın da yardımlarıyla
çıkmalıyız.
Tip proje konusuna gelince. Her ne kadar cami derneklerinin
pek hoşuna gitmese de bu mimara ve sanata vurulacak bir darbedir.
Cami mimarîsini açalım derken tamamen kapatmış oluruz. Bir defaya
mahsus on tip yapılır, onun da kullanma tarihi bitince bir on daha
yapılır. Ecdadımız yüzyıllar önce bile o imkânsızlıklarla bir yaptığını
bir daha yapmamış, bu tarz uygulama müşkülü hal şöyle dursun, halli
müşkül eyleme döner.
Cami; ihtiyaca, zemine, zamana ve imkâna göre yapılmalı; yapılmış
olmak için cami yapılmamalı. Talebi karşılamak için mümkün
olduğunca çabuk çözümler üretmenin yolları aranmalı, tecrübeli
mimarlarla diyalog halinde olunmalı, en azından fikir ve etütlerinden
istifade edilmelidir.
Derneklere de projenin anlamı anlatılmalı, kalite için zaman
ve emeğe ihtiyaç olduğu belirtilmelidir. Cami; dün, bugün ve yarın
düşünülerek yapılır. Gaye hizmetse, Allah’ın rızası daima en ön planda
olmalıdır. Rızanın nerelerde olduğu belli mi olur; camisi yeterli iken
gereksiz yere ikinci bir cami yapmaktansa; gerekli bir yere bir düşkünler
yurdu, bir okul, bir çeşme, bir hastane, bir yol, bir kuyu veya ihtiyacı
olan bir yere cami yapmak, herhalde rızaya daha uygun olur.
Zaman zaman birbirine çok yakın camiler görmekteyiz. Hiç
ihtiyaç olmadığı halde bu kadar caminin yapılması israfa girmez mi?
Dinimizde “İsraf haramdır” sözüne karşı gelmez mi? Haklı iken haksız
duruma düşülmez mi? Bu yanlış uygulamaların başka bir sebebi de
ihlas azlığı mı, helal para azlığı mı, yoksa inanç azlığı mı, hepsi çok
hassas.
“Camiye gelir getirir” düşüncesiyle yapılan, ancak çok zaman da
getiremeyen zemin kattaki dükkânlar niçin yapılır? Hem boşa giden
fazla masraf, hem de bir ibadethane altında gürültü patırtı. En önemlisi
de yaşlı cami cemaati için -ki en çok camiye gelenler onlardır- bir türlü
ayarlanamayan dik basamakları tırmanma eziyeti. Hele hanımlara
daha zor, çünkü onlar iki kat tırmanmaya mecbur edilmişlerdir.
Her zaman asansör ve yürüyen merdiven yapma imkânı da
olmadığına göre, cenaze namazında tekerlekli arabalı engelli için bu
91
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
92
problem daha da belirginleşir. Bunun için rampa yapmaya kalksak en
az 40-50 metre uzunlukta yeri sahanlık yapmak gerekir.
Cami için verilen para, emanettir. Doğru yere harcanmalıdır. İsteyen
ayrıca vakıflara bağış yapabilir. Üç bin kişilik camide, kaç asansör, kaç
yürüyen merdiven gerekir? Acaba cemaat ne kadar zamanda boşalır?
Şimdi de yeni cami uygulamaları, klasik ve çağdaş cami projeleri
konusu üzerinde fikirlerimi arz edeceğim.
En önemli nokta Beytullah, Allah’ın evi olarak adlandırılan
bu mekânın; insanların toplandığı, herhangi bir hacim olmadığı,
insanlara mutluluk ve huşu verdiği, inançlarından dolayı görevlerini
yerine getirmiş olmanın hazzını ve huzurunu yaşattığı, ilim-irfan
tahsiline imkân verdiği ve Yaradan’a tefekkür edildiği, bazen tek ama
genelde toplu olarak ibadet yapıldığı bir yer olduğu hep göz önünde
tutulmalıdır.
Klasiği taklit etmek de, çağdaş yapacağım diye garip figürler yaparak
tamamen kopmak da uygun olmaz.
Dolayısıyla eski ile nostaljik ilgiler kuran, yeni şekil ve malzemeler
kullanarak teknolojiden faydalanıp, eskiye fonksiyonel kolaylıklar
kazandıran çözümler bularak, o mistik ve o kutsal havayı içte ve dışta
yakalamamız lazım.
Bu da pek kolay olmasa gerek. İşte burada; görgü, bilgi, anlayış,
tecrübe, akıl, zeka, hafıza, zevk, tasarım gücü ve ilhamatı ilahiye
devreye girer. Bir cami ve müştemilatında şu bölümler olmalıdır:
Bazıları ihtiyaç ve imkana göre olmak kaydı ile;
1- Ana mekan (zemin katta genelde erkekler cemaati için),
2- Arka ve yan mahfeller,
3- Müezzin mahfeli,
4- Mihrap,
5- Minber,
6- Kürsü,
7- İmam ve müezzin odası (abdest almak için içerde sadece
lavabolu bir bölüm olabilir),
8- Kütüphane,
9- Depo (fazla halı, hasır, elektrik süpürgesi, merdiven toz bezi
vesaire ve ayrıca bunların yıkanması için lavabo),
10- Yukarı çıkamayan bayanlar için zemin katta namaz kılma
mekânı,
11-Üst katta hanımlar mahfeli,
12-Kapalı son cemaat yeri,
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
13-Ön ve yan girişler,
14-Ön ve yan revaklar,
15-Revaklı avlu,
16-Şadırvan,
17-Minare,
18-Elektrik odası,
19-Isıtma, havalandırma odası,
20-Abdestlikler, tuvalet (hem erkekler hem de hanımlar için duş),
21-Musalla taşı.
İhtiyaç ve imkan var ise bilgisayarlı bir kurs odası, idare heyeti
odası, çay ocağı, bekçi odası, imam ve müezzin evi, misafirhane, dinî
kitap satan küçük bir dükkan, bahçe düzeni, dış duvarı, giriş kapıları,
otopark, bodrum, cami içinde içme suyu dolabı, fazla abartmadan
halka sosyal hizmet vermek için çok maksatlı salon, servisler, küçük
çapta sportif aktiviteler, nakış dikiş kursu, kafeterya, ufak bir hamam,
gasilhane düşünülebilir.
Bir de daima yağmur ve güneş altında bulunan musalla taşının
olduğu cenaze namazı kılma mekanı, cami ile bütünleşen bir saçak
altına alınabilir; sonradan yamama olarak yapılmamalıdır.
Cami alanı müsaitse özel misafirler için yine bir namaz kılma
bölümü, kafesle ayrılan giriş çıkışı müstakil bir yerle ayrılmalıdır.
Ayrıca hayır sahipleri tarafından organize edilen fakirlere aşevi de
olabilir. Camide ibadet yapıldığından çevresini fazla yoğunlaştırmamak
lazımdır. Sessizlik, sakinlik hep ön planda olmalıdır. Sosyalleşelim
derken, cami çevresini panayır yerine çevirmemek lazımdır. Alan
müsaitse ve gerekirse camiden biraz uzakta, çevrede bu tarz ilave
faaliyetler yapılabilir.
Şehir, kasaba, köylere göre cami projeleri: Önce belediyeler
planlardaki cami yerlerini tespit etmelidir. Cami yerleri ve sayısı, ara
mesafeleri, kapasiteleri bugünün ve ilerinin ihtiyacına cevap verecek
durumda olmalıdır. İlerde, cemaat dışarıda kalıyor diyerek çirkin
ilaveler, camekanlar yapılmamalıdır. Maalesef Sinan’ın camilerinde
bile bu çirkin manzarayı görmekteyiz.
Camiler bulunduğu şehrin tarihî dokusu, kültürel ve fiziksel
yapısı, topografik durumu, iklim, ulaşım vs. gibi şartlar göz önünde
bulundurularak planlanmalıdır. Dolayısıyla bulunduğu ortamın
mimarî yapısına yabancı kalmamalı, uyum sağlamalıdır. Mümkün
olduğunca yerel malzeme kullanılmalıdır. Mimarî tarz şehirden
köye doğru oradaki binalara paralel olarak daha basitleşmeli ve daha
ekonomik çözümler bulunarak hacmi küçülmelidir.
93
Kubbe yerine çatılı çözümler düşünülebilir. Yerine göre şehirden
şehire de farklılık olabilir. Nüfus yönünden farklı bir İzmir ile Aydın’da
ayrı, iklim yönünden farklı Mersin ile Kars’ta ayrı, üslup yönünden
farklı Bursa ile Mardin’de ayrı tarzlar uygulanır.
Cami ve proje uygulamalarında genel düşünceler, tavsiyeler:
1- Gerekli ise yapılmalı,
2- Gereken yere yapılmalı,
3- Gerektiği kadar yapılmalı,
4- Gerektiği tarzda yapılmalı.
Yaşlı insanları ve küçükleri düşünerek, cami, zeminden fazla
yükseltilmemeli, basamaklarda aralıklar on iki on beş santim arası
olmalıdır. Daha yüksek olmamalı, rahatsız olanlar için mutlaka eğimi
yüzde yedi ile on arasında olan rampalar yapılmalı, zemin kat ve üst
mahfiller katında hem erkek hem hanımlar ayrı ayrı namaz kılabilmeli,
önde erkekler, arkada hanımlar kılacak şekilde her iki katta da
planlama yapılmalıdır. Daha evvel alışıldığı gibi, yani illa mahfiller katı
hanımlara ait olmamalı, her zaman aynı eziyeti çekmelerine kayıtsız
kalınmamalıdır.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Giriş, çıkışlar ve merdivenler ayrılmalı, her zaman yukarı çıkan
hanımlara zorluk oluyor, adaletli davranılmalıdır. İsteyen yukarda,
isteyen aşağıda kılar. Çok zaman camilerde gördüğümüz gibi
hocalarımız kürsü ve minbere çıkarken ve inerken zorluk çekmekteler,
bu yerlerde onların rahat olmaları sağlanmalıdır. Kürsüye çıktıktan
sonra bağdaş kurmak isteyen veya diz çökmek mecburiyetinde
kalan hocalarımızın gerekirse iskemlede oturmaları sağlanmalı veya
istiyorlarsa bağdaş kurabilmelidirler.
94
Mihrap, eğer zeminden biraz yüksekse, arka kısmı yirmi otuz
derece meyilli olmalı. İmamın değişmesi gerekirse, diğer imam ayağını
sürterek mihraba geçebilmelidir.
Isıtma, havalandırma gizli yerlerde çözülmeli, özellikle Cuma
namazlarında bir kişinin aldığı oksijen, verdiği karbondioksit miktarı
hesaplanıp hava sirkülasyonu ile daima temiz bir ortam sağlanmalı,
cepheyi menfi olarak etkilememek kaydıyla güneş enerjisiyle ısıtma
düşünülmelidir.
Aydınlatma, güneş hareketleri ve yönleri düşünülerek pencere
açıklıkları hacme yeterli ışık verecek şekilde düzenlenmeli, tabiî, ışıktan
sabah ve akşam namazlarında yarım; öğle ve ikindi namazlarında
tam faydalanılabilir. Sun’i ışık, kristal taklidi avizeler, zenginlik yerine
fakirlik sağlar.
Özel ve sade desenler, kandil tarzı fanuslar seçilebilir. Açık ve
yansıyan ışıklandırmalardan faydalanılabilir. Ses düzeni akustik
hassasiyete uygun olarak hesaplanmalı, caminin yüzde altmış altısı
yansıtıcı, yüzde otuzu sesi yutucu malzemelerden olmalıdır.
Kubbe, akustik için en zor form olmasına karşı diğer yutucu
malzemelerle en ideal hale getirilebilir. Kabuklar; kırık ve geometrik
plaklara, prizmatik formlara, uzaktaki kirişlere göre daha uygundur.
Bir camide insan doluluğu, hatta yaz kış farkı bile akustiği etkiler.
Sesin küreler halinde yayıldığı düşünülerek hoparlörler ona göre
yerleştirilmelidir. İnsan kulağına çok yakın olmamalıdır. Bir sesin
absorbe oluşu 2,5-3 saniye ise, o idealdir, fazlası rahatsız eder.
Ayrıca okuma mekânları olan mihrap, minber, kürsü, müezzin
mahfeli gibi yerlerden yayılan sesler çakışmamalıdır. Mihraptaki
mukarnasın bile ses kırmaya faydası olur. Düz ve alçak olursa aşırı
çınlama yapar. Özellikle ses cihazının çok kaliteli seçilmesi gerekir,
çünkü camide her şey sesle irtibatlıdır.
Tezyinat: Hiçbir zaman aşırıya kaçmadan sadeliği ön planda
tutarak, geometrik renk ve desenler kullanılabilir. Camilerin içi renk
ve şekil cümbüşüne döndürülmemeli, kemerlerde sun’i çizgilerle ve
renklerle taş taklidi yapılmamalıdır. Dış cephelerde de aynı şekilde
hareket edilmelidir. Sade kalsa daha iyi olur; aşırısı ise işin ciddiyetini
bozar.
Ayakkabılık, bir türlü çözülemeyen bir problemdir. Suları
damlatarak göz önüne bırakmak mı, yoksa son cemaat yerine bırakıp
hırsızlığa davetiye çıkarmak mı iyi? Kilitli dolaplar mı, kare raflar mı
veya daha başka çözümler mi bulmalı ya da başka tedbirler mi almalı?
Kurşun, bakır tarzı kaplama yönünden iyi olmasına karşın, çevreye
yaydığı zehir sebebiyle pek cazip olmuyor. Elektrik kesilmesine karşı
jeneratör bulunmalı. Asansör ve yürüyen merdiven -ihtiyaç ve imkân
varsa- camilerde kullanılabilir.
Mahfil katı için: Seccade, cami derinliği, kolonlar vs. hep saf
düzenine göre hesaplanmalıdır. İnsan boyunun yüzde 65 ile 75
arasında seccade boyu gerekir. Bu, ortalama bizim insanımız için 125
cm. kadardır. Hesaplaması da kolaydır.
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
Hat: Lafza-i celal, Peygamber (s.a.s.)’in ismi, hulefa-i raşidin
ve bazı ayeti kerimeler, hadisi şerifler yazılabilir. Divani celi sülüs,
talik olduğu gibi, tarz olarak kufi ve makali de daha modernize
olarak kullanılabilir. Kur’an-ı Kerim dolapları, rahleleri, tespihlikler,
portmanto düşünülmeli.
95
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
96
Camideki ibadet hareketlerini bilemeyen, projede muvaffak
olamaz. Arka duvar dibinden seccade başlayan çok camimiz var. O son
saf rükûa nasıl gidecek? Arkada en az 20-30 cm. kadar boşluk bırakıp
safa başlanmalıdır. Mihraplığı olmamalı, seccadeler, renk ve deseniyle,
bulunduğu mekâna uymalıdır.
Abdestlik rüzgâr yönleri ile tuvalet rüzgar yönleri hesaplanarak
yerleştirilmeli, mümkün olduğunca temiz tutulmalı, havalandırılmalı,
bakımı titizlikle yapılmalı, takunyalar su emmeyecek malzemeden
seçilmeli, abdest alma yeri iyi etüt edilmeli, musluklar, oturak
yükseklikleri, ara mesafeleri, insana kolay abdest alma imkanı sağlamalı,
üst baş ıslanmamalıdır.
Birçok camide ben abdest alma yerinde abdest alamıyorum.
Lavaboda abdest alıyorum, çünkü pantolon falan su içinde kalıyor.
Oturamayanlara, rahatsız olan kişilere göre tutunarak ayakta abdest
alabilecekleri yerler yapılmalı. Ömründe abdest almayan, tarifle böyle
bir yer çizebilir mi? Ömründe namaz kılmayan, namaz kılma yeri
çizebilir mi? Bir de tuvaletler kıbleye dönük olmamalıdır.
Hoparlör: Özellikle dıştaki hoparlörler fazla açılmamalı, ezanın
insanları namaza davet ettiği unutulmamalı, hiçbir zaman itici
olmamalıdır.
Sirkülasyon: Hareket iç ve dışta rahat olmalı, kapı adedi yerleri
ve boyutları yeterince olmalı, ayrıca acil çıkış kapıları yapılmalı.
Özellikle açılan pencere kanatları, kullanışlılığı için denizlikten 3040 cm. yukarıdan açılmalı, altı sabit olmalı. Alem, minare, kubbe
formu ve boyutuyla nispetli olmalı; yüksekliği takriben 1/19 da 1
i kadardır. Hazırlar çok kalitesizdir. Engelliler için hem abdest alma
yerinde hem tuvaletlerde özel mekân ayrılmalı. Her noktaya yumuşak
yüzde 7-10 rampalarla yaklaşılmalı. Cami içinde sabit oturma yerleri
olmalı. Rengârenk tabure sergisine izin verilmemelidir. Şimdi birçok
camilerimizde bu tabureler bulunuyor, kimisi de kendi taburesini
kendi getiriyor, bu görüntü bir garip oluyor, saf düzeni de bozulmuş
oluyor. Sabit bir yer yapmak rahatsız kişiler için herhalde daha uygun
olsa gerek.
İmam ve müezzin evi: Cami bahçesi genişse cami bahçesine, daha
ziyade kıble tarafında planlanabilir, hiçbir zaman cami bünyesinde
olmamalıdır. Namaz kılman yerin alt ve üstünde tuvalet olması uygun
olmaz.
Giriş çıkışlar: Toplu alanların dolmasından ziyade boşalması
önemlidir. Çünkü yavaş yavaş dolar, birden boşalmak ister. Bir de diğer
alanlara göre buradaki en önemli faktör, girerken pabucunu çıkartır.
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
Birçok toplantı alanına, spor salonu veya tiyatroya pabuçla girilir; ama
camide durum farklı. Pabuçlar çıkartılır ve çıkarken bırakılan yerden
alınır ve bu tabiî trafiği biraz aksatır. Dolayısıyla buna tedbir alınmalı.
Bu sirkülasyon iyi düşünülmeli. Çıkışların daha rahat olması için “bir
cami 300 kişilik” denirse, o cami aslında 400 kişiliktir. Yani caminin
%75 i dolduğunda o cami dolmuş sayılır. Daha sonra gerek hava gerek
sirkülasyon yönünden sıkışmalar başlar.
Kıble: Camide namaz illa kıbleye dönülerek kılınır. Her şeyde
çağdaşlık olabilir, ancak ibadetin şeklinde olamaz. Namazın ne vakti,
ne de usulü değişemez. Kıble pusula ile tayin edilmez. Manyetik
kuzeyi gösterdiği için senenin değişik zamanlarında ufak tefek de olsa
sapmalar olur. En doğrusu güneş hareketlerinden faydalanıp Diyanet
Takvimi’nde bulunan kıble saatlerinden yararlanmak veya diğer bir yol
yıldızlarla tayin etmek.
Dünya kıble günleri 28 Mayıs Türkiye saatine göre 12 18 ve 16
Temmuz 12 27’dir. Tabiî saat farklarını hesaplayarak dünyanın her
yerinde bu saatle güneşe dönen, kıbleye dönmüş olur. Çünkü bu anda
güneş, tam Kabe’nin üzerindedir.
Dünyada en küçük ve birinci saf, Kabe’nin etrafında ona en yakın
olan bir dairedir. Bu giderek açılır. Dünya üzerindeki en büyük saf ise
dünya çevresi, takriben ekvator kadar olan bir dairedir. Demek ki saflar
aslında daireseldir.
Dünyadaki insanlar kıbleye döndüğünde birbirine de dönmüş
olurlar. Dairesel safı Kabe’den başka yerde uygulamak imkânsızdır.
Herhangi bir camide Kabe’ye en yakın kişi imamdır. Daha sonra ilk
saftır. Ön safların tercih edilmesinin bir sebebi de Kabe’ye daha yakın
olmasındandır.
Ayrıca camiye erken gelmeyi teşvik eder. Bir de Kabe’nin okyanusla
tam zıttı olan bir nokta vardır ki, ne yöne dönülürse dönülsün
kıbledir. Camiler Cuma, bayram namazı ve teravih kapasitesine göre
hesaplanarak alanları bulunur.
Peygamber efendimiz (s.a.s.) zamanında başlayan camide bir araya
gelmedeki gaye; ortak dertleri anlatma, çözümleri paylaşma, istişare ve
yardımlaşmadır.
Namazı kılıp cemaati terk etmek camiyi terk etmek değildir.
Şu anda maalesef uygulama budur. Hacda da aynı olay var. Hacdan
esas gaye; dünya Müslümanlarının belli birkaç günde belki toplanıp
ortak çözümler bulması, ama orda da maalesef sadece görev yapılıp
kaçılma durumunda, yani esas niyetinden, manasından uzaklaşmış bir
uygulama yapılmaktadır.
97
Din adamlarımızın da daha eğitimli olmaları, müspet ilimle
mücehhez bulunmaları, kendilerini devamlı geliştirmeleri, cami
cemaatinin adet ve kalitesinin artmasına sebep olur.
Camide hocalarımız gönüllerin mimarıdır. Bizler de camileri,
mimarlar olarak el ele verip daha güzel ve estetik hale getiririz
inşaallah.
Sanatçı sonradan olunmaz, sanatçı doğulur. Ancak ilim ve tecrübe
çalışma ile geliştirilir. Genç cami mimarı arkadaşlarıma tavsiyem, bu
işe gerçekten gönül verdilerse geçmişi çok iyi incelemeleri, geleceği ise
erbabının yanında çırak, usta, kalfa devrelerinin stajını yaparak, azimle
ve yılmadan çalışarak hedefe ulaşmalarıdır.
Bu toplantılar tekrar etmeli, kuvveden fiile dönüşmelidir. Tenkit
kolaydır, önemli olan çözüm üretmektir. Aşk olmadan meşk olmaz.
Neticede görevimiz, insanların en sağlıklı koşullarda mutlu yaşamasıdır.
Gerekli fizikî çevreyi oluşturarak mimarlara her türlü manevî ve maddî
haklarını teslim ve takdir ederek destek olmalıyız ki, onlar da güzel
camiler, eserler kazandırabilsinler.
Mimarlarımız da cami konusunda tecrübe kazanmalı, azimle,
özveriyle yılmadan uğraşmalıdırlar. İşine aşık olan mimar başarılı olur.
Gerekirse kıymetli hocalarımızdan rica ederek kurslar tertip edilmeli
ve bu tarz faydalı toplantılar yapılmalıdır.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Meslektaşlar birbirini kıskanma yerine yardımcı olmalıdır.
Öğretmeyi öğrenmeyen, öğrenmeyi öğretemez. Her şey insan için
olduğuna göre önce insanı fizik ve ruhsal açıdan tahkim ederek hacim
ve teşrifleri tayin etmeliyiz.
98
Cami cem eden, toplayan anlamına geldiğinden insana ben yerine
biz demeyi öğretir, dolayısıyla hem mimar, hem cami hocaları, hem
idare heyeti, hem de cami cemaatı kendilerini geliştirmelidir.
Bir de cami projelerinin ilgili meslek erbaplarından oluşan yetkili
bir kuruldan geçirilmesi düşünülmelidir. İhtiyaca hizmet etmek için iyi
niyet, güven, bilgi, tecrübe, zemin, zaman, kanunlar, manevî ve maddî
imkânlar uygun hale getirilmelidir. Hadisi şerifte belirtildiği gibi, her
konuda emanet ehline verilmelidir ki, doğru sonuca ulaşılabilsin.
Kainatta her şeyin Allah’ın emri ve izniyle olduğunu unutmamak
kaydıyla, hele O’na ibadet edeceğimiz özel mekanı yaparken, bu inanç
ve dikkat azami seviyede olmalıdır. İbadethaneye salih, abit yakışır.
Peygamber efendimiz “Allah işini en iyi ve en güzel şekilde yapanı
sever. Kim ne iş yapıyorsa onu en iyi şekilde yapsın.” buyuruyor.
İşte hadiste işaret edilen sevgiye layık olmak için elimizden gelen
gayreti sarf etmemiz lazım. Her türlü maddî-manevî imkânları seferber
ederek çalışmalıyız.
Ayrıca zaten Kur’an-ı Kerim’de camileri yapanların kimler olduğu
tövbe suresinin 18. ayetinde belirtiliyor. Doğru fikir, doğru karar, doğru
uygulama doğru neticeye götürür; güfte, beste, icra eden ve dinleyen
güzelse netice de güzeldir. O mutluluktur, o hazdır, o rıza-i ilahidir.
Hürmetler sunarım, teşekkür ederim.
Prof.Dr. Turgut CANSEVER: Benden önceki konuşmacıya
doğrusu minnettarlığımı, şükranlarımı sunmak istiyorum, son derece
kıymetli açıklamalar dinledik; bunlar önümüzdeki yıllarda yapacağımız
işler için değişmeyen rehberler olacaktır.
Ben doğrusu bu büyük düşünce ve inanç dolu ifadelerin hayata
geçirilmesinin nasıl olacağının bir kere daha düşünülmesinde yarar
olacağını sanıyorum.
Dün yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, her sene yüzlerce,
binlerce cami, mescit projesi olmadan, herhangi bir düşünce temeline
dayanmadan rastgele ve bu sözü edilen amaçlarla da hiçbir şekilde
bağdaşmayacak şekilde -bir mimarı da olmadan- vücuda getiriliyor.
Bu toplantının sanıyorum ki önemli sorusu, bu duruma çarenin
nasıl bulunacağıydı. Cami yaptırmaya girişen insanların niyetlerini ve
tasarruflarını ortaya koyarak yola çıktıkları andan itibaren bugünkü
şartlarda söylenen bu noktalara erişmeleri imkânsız gibi gözüküyor. O
zaman bugün biz ne yapmalıyız ki, İslâm’ın emrettiği esaslar dahilinde
insanların ibadetlerini yapabilecekleri camileri inşa edebilelim. Bu
ufak bir vazife değil, çok büyük bir vazife.
Batı dünyasındaki mimarlık literatürüne bakılırsa, ancak beş on
senede bir, ilginç bir kilise yapılabildiği görülür. Ama ecdadımızın
Anadolu’da iki asır içerisinde şehirler, medeniyetler, abideler kurduğunu
düşünürsek, işlerin kolay yapılma yollarının da var olduğunu ümit
etmek gerekiyor. O zaman bu yolun ne olduğunu aramamız icap
ediyor.
Bir tanesi şu; bugün açıkça iş ehline tevdi edilmiyor. Hâlbuki işin
ehline tevdi edilmesi dinimizin de zaruri bir emridir. O halde bu
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
Oturum Başkanı: Mahmut Sami Bey’e çok teşekkür ediyorum.
Gerçekten gündem çerçevesinde ufuklarımızı açan bir sunum yaptılar.
Şimdi, Turgut Cansever Hocamızı bir kez daha huzurlarınıza
alacağız.
99
toplantının bir gayesi de işlerin ehil olanlara nasıl tevdi edileceğidir.
Hemen arkasından da şu soruyu sormak lazım.
Liseyi bitirdikten sonra bir yüksek okula girip dört sene ‘bir
binanın temeli nasıl yapılır, penceresi nasıl yapılır?’ı öğrendikten
sonra, kendisine her şeyi yapma hakkı veren bir diploma verdiğimiz
kişilerle bu iş yapılabilir mi? Bu tecrübesiz gençlerle işler yapılamıyorsa,
yaşadığımız belki bir asırlık, belki daha uzun bir dönemde bu işlerin
güzel yapılabildiğini, yapılmasını sağlayan sistematiklerin var olduğunu
görmekte yarar var.
İlhanlılar bir mevsimde elli bin kişilik şehirler inşa ediyorlardı ve
mescitlerinin, camilerinin her biri sanat şaheseriydi. Doğrusu insanlık
tarihinde o kadar kısa zamanda o kadar güzel şeylerin yapılabildiğini
göstermişlerdi.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Kalküta’nın güneyinde yapılan bir kongrede, Pakistanlı tarihçi bir
hanımefendi, on dördüncü asırda bir şehrin kuruluşunu anlattı. Bir
ilkbaharda prensler yöreyi gezip, dağların tepelerinden şehri nereye
kuracaklarına bakmışlar ve şehrin kurulacağı yeri kararlaştırmışlar. Bir
sene sonra inşaat başlamış ve bir senelik zaman içerisinde de on küsur
km. sur, ikiyüz kırkbin kişiyi barındıracak evler, her biri sanat şaheseri
olan camiler, medreseler, imaretler, hamamlar ve iskân alanlarının
tamamlanmış olduğunu anlattı. Bugün böyle bir şeyi dünyanın
neresinde olursak olalım tasarlamaktan uzağız.
100
Yani İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanları barındırmak için
yapılan sefalet mahallelerinin bile inşaat süresi senelerce sürdü. Bu
kolaylık nerden geliyordu? Her şeyden önce bu yapıları yapanlar, ortak
değerlere sahiptiler, bu ortak değerler davranış standartları olduğu
kadar, teknik standartlara da tekabül ediyordu. Kısaca başarı bu sayede
oldu.
Bugün İstanbul’daki en büyük tarihî mimarlık okullarında liseden
gelen öğrenciye hocalar “yarat kardeşim yarat” diyorlar. Bu cinnet ve
ihanettir. Seçkinlerin; bu işlerin nasıl yapılacağını ortaya koyması ve
standartlar geliştirmesi lazımdır.
Bugün dünyayı kirleten konutlar, mimarî estetik ve standartlara
uymayan ibadethaneler, mescitler yapıyorsak bunu nasıl aşacağımızı
düşünmemiz gerekir.
Peygamberimiz, “İnsanların en iyisi âlimin en iyisi, insanları en
kötüsü âlimin en kötüsüdür” buyuruyor. O zaman en iyileri arayıp
o en iyilerden bir nüve meydana getirip onların önderliğinde saf,
temiz gençlerle beraber güzel şeyleri evvela küçük miktarda üretmeye
başlamak, sonra o üretimin miktarını arttırarak bütün ülkenin ihtiyacı
olacak güzel mescitleri, camileri ve çevrelerini yapmamız gerekir.
Tabiî böyle bir toplantı bu işin tam olarak nasıl teşkilatlanacağını
ortaya koymaya yetmez. Az önce kıymetli arkadaşlarımızın birbirinden
güzel okudukları değerli iki tebliğlerinde de işaret ettikleri gibi,
teşkilatlanmanın şekli üzerinde bir mutabakat oluşursa bir taraftan
arzı öbür taraftan da bilgiyi geliştirmek ve yaygınlaştırmak mümkün
olacaktır. Yani üretim yerinin aynı zamanda daha büyük ölçüde üretime
imkân verecek kadroları yetiştirmek için, bir eğitim merkezi olmasını
da düşünmek gerekiyor.
Buna benzer şeyler çok söylendi, ilk defa ben söylüyor değilim.
Hele 1924-28 yılları arasında yayınlanan mimarlık mecmualarını
karıştırırsanız, doğru olarak neler neler söylenmiş, ama bu söylenenler
kimsenin işine gelmemiş olmalı ki, neticede ortaya müşahhas bir şey
çıkmamış.
Bütün bu büyük düşünceler bir kenara atılıp kalmış. Bugün mademki
bu meseleyle karşı karşıyayız, mademki bunun büyük sorumluluğunu
hissediyoruz, o halde evvela seçkinlerle beraber çalışacak, öğrenecek,
kendilerini geliştirecek saygılı ve kabiliyetli gençlerden küçük bir kadro
kurulmalıdır. Bu kadro her halde özel sektörde ve özel statüde olmalıdır.
Şunu biliyoruz ki, Süleymaniye yapılırken Kanuni’nin Sinan’a yazdığı
mektupta tavsiyeleri var. Diyor ki, “Caminin etrafında ahşap binalar
olmalı ve bu ahşap binalar boyanmamalıdır. Yani tabiata terk edilmeli,
kendi tabiî rengiyle kararmalıdır.
Tenkitçi bir şekilde bu işe önderlik edecek insanları seçerek örnek
bir teşkilatlanmayı ortaya koymak ve onların da örnek alınması
suretiyle adım adım daha iyi mescitler, mahalle merkezleri vücuda
getirmenin tecrübesini, bilgisini yaygınlaştırmak mümkün olacaktır.
Dolayısıyla bu meselenin bütün ızdırabını yaşayan kişiler olarak Vakıf
bu teşkilatlanmayı kendi bünyesinde vücuda getirmelidir. Teşekkür
ederim.
Oturum Başkanı: Prof. Dr. Turgut Cansever Bey’e teşekkür
ediyorum.
Şimdi, Necip Dinç Bey’i dinleyeceğiz. Hocam buyurun.
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
Bu ahşap binaların koyu rengi içerisinde caminin gri beyaz olan açık
rengi o zeminin üzerinde gözükmelidir.” Bu sözler lise kitaplarında da
yazılıdır. Evet Anıtlar Kurulu üyesi bir Profesör, “O binaların ahşaplarla
kaplanmaması lazım” diye hüküm veriyor.
101
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
102
Necip DİNÇ: Hocamıza çok teşekkür ederiz, benim söyleyeceğim
bazı şeyleri de Hocamız dile getirdi. Belki faydalı olur düşüncesi
ile Rusya’ya bir proje teklifi neticesi yaptığım seyahatim sırasında
karşılaştığım hususlardan bahsedeceğim.
Kısmet oldu, bir proje teklifi dolayısıyla Rusya’ya gittim. 850 senelik
mazisi olan Kostüm şehrinin belediye başkanı teknik heyetiyle birlikte
bize bir brifing verdi. Her tarafı kiliselerle donatılmış ve Hristiyanlığın
en koyu olduğu görülen şehrin tarihine uygun bir mimarî dokunun
muhafaza edildiği kolaylıkla fark edilmekteydi. Belediye başkanı bize,
“Şehir mimarîsinin muhafazası için şu anda, imkânlarımız kıt olmasına
rağmen eski ustalık ve işçiliği bilen yetmiş kişiye, yattıkları yerde para
ödüyoruz” dedi.
Şimdi düşünüyorum da demin mukarnastan bahsedildi, kaç tane
mukarnas yapabilecek ustamız kaldı. Toplasan herhalde birkaç kişiyi
geçmez. Bunlardan birine, her gün ayağına gitmek kaydıyla, ancak bir
tane örnek yaptırabildim.
Şimdi gelelim bize. Acaba bizde bu ustaların yetişmesi için
belediyelerimizde böyle bir organizasyon var mıdır? Eski eserlerimizi
kimlerle yapacağız?
Mesele sırf projeden ibaret değil. Dün de belirtmiştim; mükemmel
bir eserin ortaya koyulabilmesi için dört şart gereklidir: Bunlar; başta
finansman olmak üzere, mükemmel bir proje, kaliteli malzeme, kalifiye
işçiliktir. Koca Sinan’ı emsallerinden üstün yapan mimarî projesidir,
yoksa diğerlerinde de aynı malzemeler vardı.
Rusya’da bize bir örnekten bahsettiler. Bir Türk şirketi; Rusya’da bir
proje ihalesi alıyor ve kendisinin prestij eseri olacak şekilde çağdaş bir
mimarî ile projeyi bitiriyor.
Moskova Belediye Başkanı yapılan binayı görünce, “Tarihî dokuya
uymayan bu bina nasıl yapılır!” diyerek, derhal yıkılmasını emrediyor.
Artık araya birçok insanlar konuyor da bu kadar emeğin, bu kadar
sarfiyatın heder olması engellenmiş oluyor. Neticede fazla olan katlar
yıktırılıp cephesine de o şehrin mimarîsine uygun bir dokuyla giydirme
bir cephe tanzim edilip vaziyet kurtarılıyor.
Yani bakın, yapılan yere göre proje uygulaması için bu kadar hassas
davranılması gerektiğini Moskova Belediye Başkanı en güzel şekilde
bize göstermiş oluyor. Ben Fatih Üniversitesinin bulunduğu yerde
kurulacak “Akıllı Avrupa Konakları” adıyla bir proje teklifi aldım. Bu
yerleşim yerine çağdaş teknolojinin bütün imkânları seferber edilmiş;
cep telefonuyla bile evin içerisindeki elektronik eşyalara kumanda
edilebiliyor.
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
Ortasında da dokuz bin metre karelik bir arsası var ve şimdiye
kadar bu büyüklükte İstanbul’da bir arsa duymadım. Buranın ihalesini
alan inşaat mühendisi arkadaş, buraya hazır bir proje uygulayacağını
bana söyledi. Hazır projeye baktığımızda, klasik üslupta sıradan bir
proje olduğunu gördük.
Anlaşılan camiyi de kendi kafasına göre oraya uygulayacak. Şimdi,
Moskova Belediye Başkanının gösterdiği duyarlılık nerede, bizim
İstanbul’da uygulanan projelere gösterilen duyarlılık nerede? Demek ki
belediyelerin de bu işi ciddi takip etmesi lazım.
Hocamı ben hassaten destekliyorum. Bu iş için çok hamasi laflar
edilebilir, ideallerden bahsedilebilir; belki bunların büyük bir kısmı
bizi aşıyor da olabilir. Bugün bunlar devlet politikasıyla çözülecek
şeylerdir; ama biz bunların hepsini başaramasak da bir ucundan
başlamak mecburiyetindeyiz.
Bir sivil kuruluş olarak belki onlara bir öncü olabiliriz. Bunun
başlangıcını Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı yapabilir. Ben Vakfın
kongrelerinden birinde sunulan tebliğin birinde, Almanya’da bir
araştırma enstitüsünde dünyanın gelmiş geçmiş en büyük mimarının
mantığı tahlil edilirken, bunlar arasında Koca Sinan’ın isminin yer
aldığını okudum. Hususi bir araştırma merkezi, Koca Sinan’ın kendi
yaşadığı dönemdeki kültür ortamını dışarıya nasıl tecessüm ettirmiş
olduğunu inceleyerek tespit ediyor. Bizde maalesef böyle büyük
mimarlarımızın eserlerini tahlil eden ciddi araştırmalar yok.
Ben teklif ediyorum, bir yerde yapılacak caminin klasik tarzda mı,
modern tarzda mı olması konusunu; oranın yaptırıcıları, kullanıcıları,
mimarı, Diyanet yetkilileri ve belediye birlikte kararlaştırmalıdır. İster
çağdaş bir mimarî tarzıyla bir proje tercih edilsin, ister klasik üslupta;
bana göre birinci planda Dini ve Sosyal Hizmet Vakfımız bunda
öncü olmalı ve bu meyanda mimarlık fakülteleriyle diyalog içerisinde
bulunmalıdır.
Meselâ, Mimarlık fakültelerimizin son sınıf öğrencileri için ödül
koyarak diploma projeleri yaptırılmalıdır. Belli yerler için bu bir
teşviktir.
Bunun yanı sıra gene hocamızın dediği gibi, merkezi Ankara’da
olmak kaydıyla, İslâm sanatının ve çağımızdaki İslâm mimarîsinin
geleceği noktalar üzerine çalışmalar yapacak bir araştırma merkezi
kurulmalıdır. Çünkü aynı mimarî şeyleri tekrarlamak yerine devamlı
canlı bir organizma gibi kendisini yenileyen bir tarz, bütün binalarda
olduğu gibi camilerimizde de olmalıdır.
Bugün bir asma köprümüz var, birinci köprünün biliyorsunuz
ayakları arasındaki mesafe 950 metre; ikincininki ise 1050 metredir.
103
Nervi’nin Sicilya ile İtalya arasını birleştirdiği bir asma köprünün
projesini inceledim, köprü ayakları arasındaki mesafe tam beş kilometre
ve bizimkinden yaklaşık beş kat daha büyük. Aynı kişi, büyük mekânları
örten uzay kafes sistemi sayesinde 225 metre açıklığı rahatlıkla kaplamış
ve kabuk sistemlerde çok büyük mekânlara geçebilmiştir.
İslâm alemindeki görülenlerden bahsedildi. İşte Medine-i
Münevvere’de ve Mekke-i Mükerreme’de, Tenim’de çok kolonlu
büyük mekanlar yapılmış. Halbuki teknolojinin imkanlarından
da faydalanılarak İslâm sanatının zevki selimini tatmin etmiş ve
olgunlaşmış insanların etütleriyle bir takım yeni çözümler ortaya
çıkarılabilir ve okullar arasında yarışmalar açılabilir.
Dini ve Sosyal Hizmet Vakfımız, Vakıflar Genel Müdürlüğü,
Kültür Bakanlığı ve belediyeler, koordinasyona girip bu işe inşallah bir
başlangıç yaparlarsa, sanıyorum ki, istikbalde çok kabiliyetler ortaya
çıkacaktır.
Demin “Hikmet müminin yitiğidir, onu nerde bulsa alır” hadisinden
bahsedildi. O halde biz niye almayalım. Madem çağımızda bir takım
teknolojik imkânlar ve yenilikler var, onu bugünkü İslâm mimarîsinde
kolaylık getirecek bir mekan kavrayışıyla kullanabiliriz. Bunun, genç
istidatların teşvikiyle olacağını düşünüyor, Dini ve Sosyal Hizmet
Vakfının bu konularda öncü olmasını ümit ediyorum.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Oturum Başkanı: Necip Bey’e katkılarından dolayı teşekkür
ediyorum.
Dün ilk sözü Hüsrev Tayla Bey almıştı. Bugün de inşaallah kendisine
söz vermek istiyorum. Hocam buyurun, sizi de bir daha dinleyelim.
104
Hüsrev TAYLA: Birbirimizi tanıyoruz. Binaenaleyh burada baştan
beri bir gelişimden bahsettik, bahsediyoruz ve bahsedeceğiz de. Burada
eğer biz hâlâ ecdadımızın yaptığının aynısını bir takım nüanslarla
yapacaksak veya çoğumuzun elinde bulunan Ali Saim Ülgen’in, Sinan
rolevelerini kullanarak rötuş yapacaksak; o zaman ne Vakfınıza ihtiyaç
var, ne bu toplantılara. Teşekkür ederim.
Oturum Başkanı: Evet, ben Hüsrev Tayla Bey’e tekrar teşekkür
ediyorum. Doğrusu dün de bugün de güzel konuşmalar oldu.
Biz, Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı olarak bu toplantımızı bir rapor
haline getireceğiz. Burada yapılan konuşmalardan ve okunan metinlerden
yararlanmaya çalışacağız. İlim kayıt altına alınmadığı zaman buharlaşıp
gidiyor. Bizim düşüncemiz dünden bugüne yapılan bu değerlendirmeleri,
konuşmaları bir kitapçık halinde neşredip kamuoyunun istifadesine
sunmaktır. Çünkü öyle bir an geliyor ki, bir makale bile bir araştırmacının
ufkunu açabiliyor.
Mimarlık fakültelerimizde cami mimarîsi ile ilgili programlar
oldukça sınırlı. Bildiğim kadarıyla cami mimarîsi ile ilgili programlar,
sadece Edirne’deki fakültede var. Bu konudaki programlar özellikle
zenginleştirilmelidir. Demin bir arkadaşımız da ifade etti, Dini ve Sosyal
Hizmet Vakfı, Diyanet Vakfı ve Başkanlığımızın rehberliğinde, son sınıf
öğrencilerini cami mimarîsine teşvik ve motive etmek amacıyla yarışmalar
düzenlenmesi yönündeki teklif doğrusu bana da cazip geldi. Bu konuda
belediyelerin program hazırlamaları, özellikle İstanbul, Ankara ve Bursa
gibi tarihî ve kültürel eserlerin yoğun olduğu kentlerin belediyelerinden
mimarlık sahasında faaliyet içerisinde olmaları beklenebilir.
Erzincan’da Belediye ile müştereken yürüttüğümüz bir cami projesiyle
ilgili çalışmamız olmuştu. Önümüze birkaç proje geldi, bir de modern
tarzda bir proje geldi. Tabiî gözler ona çok alışık olmadığından mimara,
“Şunu bize bir izah et, bizim bunu kamuoyuna beğendirmemiz mümkün
değil, doğrusu şu görüntü biraz cami mimarîsinden uzak” dediğimizde;
mimar, “Hocam ben bu projeyi çizmeden önce, bu caminin abdest alma
yerinden başladım. Abdestimi aldım, sonra merdivenlerden çıkarak
caminin ibadet mekanına geldim. İbadet mekânında imamın minbere
çıkmasını izleyip hutbe vermesini dinledim. Arkasından Cuma namazı
kıldık. Cuma namazından sonra cemaatin tahliyesini izledim ve sonra
bu işe başladım” dedi.
Cami mimarîsinde bizim yeni yetişen genç mimarlarımızı,
mühendislerimizi biraz daha bu atmosferle bütünleştirmek suretiyle
yetiştirmemiz önem arz etmektedir.
Bir de camilerin sosyal yönü, kapsayıcılık yönü var. Sosyolojik yönü
var. Dün de ifade ettik, bugün de bir daha hatırlamamız gerekirse, sadece
Türkiye’de değil, bütün İslâm ülkelerinde nüfusun büyük bir kısmı gün
içinde, haftada, yılda, bayramlarda camide bir araya geliyor. Efendim
cenaze namazları burada kılmıyor; mevlitler burada okunuyor. Hatta
birçok bölgelerde düğün ve sünnet merasimleri camilerin gölgesi altında
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
Bundan böyle hazırlanacak cami projelerinin kopyalanmaması
konusundaki görüşlere ben de katılıyorum. Bu iş bu kadar ucuz, bu
kadar kolay olmamalıdır. Her caminin kendine göre yapıldığı yere özgü
bir orijinalliği olmalıdır. Her proje sadece bir kere denenmelidir. Bu her
meslekte geçerlidir. Cami projelerinin de elbette ortak paydaları var,
birbirlerinden istifade edilecek yönler var; ama her cami projesinin bir
emek mahsulü olmasını ben şahsen düşünüyorum.
105
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
106
yapılıyor. Yani bütün bunları düşündüğünüz zaman camiler aynı
zamanda sosyolojik anlamda da hakikaten ihatası olan mekânlardır.
Yapılacak bir cami kongresi ya da sempozyumunda bunların da ele
alınması lazım. Sonra camilerin şehircilik açısından belediyelerin
hazırladıkları imar planlarındaki yeri de tetkik edilmelidir.
Buna belki camilerin hukuki zemini de demek mümkündür. Dün de
geçti galiba bugün de, tekrar söylüyorum, bu anlamda bir kanun çıkarıldı,
ama uygulanamadı. Şimdi diyelim ki imar çalışmalarında sıkışık, çukur
ve üçgen bir yerde cami yeri ayrılmışsa, orada çok iyi bir eserin ortaya
çıkmasını bekleyemeyiz.
Halbuki ecdadımız biraz daha bölgeye hakim, biraz daha konumu
itibarıyla yüksek yerlerde camileri yapmayı tercih etmiş. Yine bugün
camilerin, ulaşım yönünden herkesin rahat ulaşabileceği, yolların
kesiştiği yerlerde olması daha uygundur. Demin Turgut Bey de söyledi,
belki Avrupa’da kiliseler en azından şu anda sıklıkla yapılmıyor.
Ama eskiden fazlasıyla yapıldığı kesin; çünkü cemaati olsun olmasın
bugün Avrupa’da gidilen her yerleşim yerinin şehre hakim bir noktasında
kilise ile karşılaşabiliyorsunuz. İster köylerde, isterse beldelerde olsun,
sonuçta mutlaka bir kilise gözünüze çarpıyor.
Bizde de camilerin merkezi bir yerde, biraz daha hakim yerlerde
olması kanaatimce önem arz ediyor. Dolayısıyla camilerin, belediyelerin
imar planları ile ilgili olarak hukuki anlamda önemli bir ilişkisi var. İşin
bu yönü ele alınırken belediyelerin de bu toplantılara dahil edilmesinin
uygun olacağını düşünüyorum.
Bu konunun diğer bir yönü de mimarlık fakültelerinde cami kültürü
ile ilgili kürsü veya bölümlerin bildiğim kadarıyla yeterli olmamasıdır.
Türkiye’de yetmiş küsur üniversite var. Şimdi de 15 yeni üniversitenin
açıldığını düşünürsek, ilgili bölüm ve kürsü sayısının az olduğu
kendiliğinden ortaya çıkar.
Ayrıca üniversitelerdeki bilim çevrelerinin cami mimarîsine önem
vermelerinin faydalı olacağına ben şahsen inanıyorum. Belki işin bir diğer
önemli yönü de bu çevrelerin, sizin gibi özel çalışan mimarlarımızın cami
projelerini hazırlayıp uygulama aşamalarında önemli bilgileri almaları
gerekir. Bu toplantılar sonrasında cami mimarîsinin kamuoyunun
gündemine daha yoğun bir şekilde gelmesini ümit ediyorum.
Ayrıca araştırma merkezi, araştırma enstitüsü ve diğer ilgili kurumlar
da bir araya gelerek bunu biraz daha disipline etme ve bilimsel yönünü
ön plana çıkarma hususunda gayret sarf etmelidirler.
Milletimizdeki cami heyecanı, 1400 yıldan beri hiç sönmeden devam
etti ve edecektir de. Hatta İslâm bilginleri “Müslümanlar niçin cami
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
yapımına bu kadar önem verip, gittikleri her yerde ilk olarak üç beş
ev yaptıktan sonra cami yapıyorlar?” diye sormuşlar. Hz. Peygamber
(s.a.s.)’in de, Medine’ye varır varmaz daha dinlenmeye çekilmeden ilk
işi mescidinin temelini atmak olmuştur. O günün şartları içerisinde bir
anlamda caminin planını ve nasıl inşa edileceğini, gerekli malzemeyi
ashabıyla istişare etmiştir. Daha da önemlisi Peygamber efendimiz
bedenen çalışmak suretiyle caminin inşasında bizzat görev almıştır.
Dolayısıyla İslâm bilginleri, Rasulûllah’ın, dinin tebliği için camiyi diğer
hizmetlere göre öncelediğini ve ona çok önem verdiğini belirtiyorlar.
Demek ki Mescid-i Nebevi, İslâm tarihinin gelişmesine ev sahipliği yaptı.
Ben bir yıl kadar Paris Türkiye Büyükelçiliği nezdinde Din Hizmetleri
Müşavirliği görevinde bulundum. Fransa, en çok Müslüman nüfusu
bünyesinde bulduran bir ülkedir.
Bu ülkeye Türklerden daha çok sayıda yıllar öncesinden gelen
Araplar, Afrikalılar var. Şu anda Fransa’da devletin tescil ettiği beş
milyon, oradaki Müslümanlara göre ise altı milyon Müslüman var. Son
4-5 yıldır da bu ülkede İslâm Konseyi adıyla bir teşkilat kuruldu. Türkler
bu konsey içerisinde önemli bir ağırlığa sahip. Fransa İslâm Konseyi’nin
şu anda genel sekreterliğini bir Türk yapıyor.
2003 yılında Türkiye ile alakalı bir kitap yayınlandı. Tabiî benim de
çok dikkatimi çekti ve aldım. Hakikaten Türkiye’de olup biten olayları,
özellikle İslâm dini ile ilgili gelişmeleri adım adım izliyorlar. Bu kitaptan,
Türkiye ile ilgili bir değerlendirmeyi size aktarmak istiyorum. Deniyor
ki, “İslâm Fransa’da Türklerin sayesinde yer üstüne çıktı. 1950’lerden
1980’lere kadar Fransa’da İslâm, bodrumlarda yaşandı. Müslümanlar
Ramazanlarda, cumalarda merdiven altları ve bodrumlarda namazlarını
kılabildiler.
1980- 2000 yılları arasında pavyonlara taşındılar (Fransa’da bir
katlı bağımsız evler pavyon olarak adlandırılmaktadır). 2000 yılından
sonra Müslümanlık veya İslâm dini, katedral (büyük kiliselere verilen
ad) dönemine geçti. Dolayısıyla mescitler de yer üstüne çıktı ve daha
fonksiyonel hale geldi. Cemaat artmaya başlayınca da mülk edinilerek
camiler inşa edildi. Bunda Türkler öncü oldular.” Aslında 6 milyon
Müslüman nüfus içerisinde bizim 450-500 bin kadar vatandaşımızın
olduğu tahmin ediliyor.
Kanaatimce “Türklerin, Fransa’da İslâm’ın katedral dönemini
başlattığı yönündeki tespit” yanlış da değil, hatta çok orijinal bir tespittir.
Türk milleti hakikaten gittiği her yerde bu hizmeti yürütmenin çabası
içerisinde olmuştur. Şu anda da çok geniş bir coğrafyada bu sorumluluğu
taşımaya gayret ediyoruz. Balkanlar’da; gidip görenleriniz vardır, büyük
tecrübelerimiz var.
107
Ecdadımızın gittiği yerlerdeki eserlerini, mabetlerini, tarihî izlerini
gördüğümüzde çok duygulanıyoruz. Meselâ Şam’a, kutsal mekânların
olduğu Suudi Arabistan’a, hatta Orta Doğu ülkelerine gidiniz, oralarda
mutlaka ecdat yadigârı izler görürsünüz. Bütün bunları düşündüğünüz
zaman biz büyük bir coğrafyanın bugün dahi sorumluluğunu taşıyoruz. En
azından bu eserlerin ayakta kalması, yaşatılması ve Türkiye’deki eserlerle
olan bütünlüğünün korunması bakımından sorumluluğumuz var.
Şimdi, Ahmet Uzunoğlu Bey söz almak istiyor. Ahmet Bey buyurun.
Ahmet UZUNOĞLU: Sayın Başkanım, değerli misafirler.
Ben daha ziyade problemin halli ile ilgili pratiğe yönelik
düşüncelerimi arz etmek istiyorum.
Benden önce konuşan değerli mimarlarımız, problemin halli için
çeşitli önerilerde bulundular.
Üniversiteler, Belediyeler, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakfımızla
işbirliği yapılmasından, mimarlık fakültelerinde okuyan kabiliyetli
öğrencilerden meydana gelecek bir kadronun yetiştirilmesinden
bahsettiler. Bu düşüncelere katılmamak mümkün değil. Bunlar mutlaka
yapılmalıdır.
Ancak bu nevi çalışmalar için uzun zamana ihtiyaç olacak.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Daha önceki konuşmacıların da belirttiği gibi, Türkiye’de yılda 500
civarında cami inşa ediliyor. Her yıl inşa edilmeye devam edilecektir.
108
Bir taraftan ileriye yönelik çalışmalar yapılırken, bir taraftan da yeni
cami inşasına bir an önce katkıda bulunmak için bir şeyler yapılması
gerekmektedir.
Bu sebeple, Vakıf olarak, bizim acilen cami projelerine ihtiyacımız
var.
Cami proje ve uygulaması ile meşgul olan bir çok mimarımızın
elinde yeni cami projeleri bulunduğunu biliyoruz. Bu projelerin
Vakfımızca satın alınması veya yeni projeler yaptırılması suretiyle işe
başlayabiliriz.
Şehir, kasaba ve köyler için, çeşitli büyüklükte, kubbeli ve çatılı
olarak hazırlatılacak cami projeleri, yeni cami inşa etmek isteyen hayır
sahiplerine verilebilir.
Böylece ülkemizde daha güzel camilerin inşaasına başlamış
olacağımızı düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
Oturum Başkanı: Ahmet Bey’e teşekkür ediyorum. Bu bir temennidir.
Tabiî bunun alt yapısının hazırlanması gerektiğini ben şahsen
düşünüyorum, çünkü arkadaşlarımızın proje konularıyla ilgili çeşitli
görüş ve düşünceleri var. Mimar arkadaşlar bu konuda daha dikkatli
davranılması gerektiğini söylediler. Şimdi, Necip Bey söz almak istiyor.
Buyurun efendim.
Necip DİNÇ: Osmanlıda âlim ve sanatkârlarla ilgili yol gösterici
bir formül var: “Meratibi ilim muteber dimağdadır”. Yani ilimlerle
mücehhez bir sanatkâr optimum noktayı yakalamak için evvela
tahayyül, sonra tasavvur eder. Sonra aklı ile sezerek, izan mantığını
kullanıp iltizam eder ve teşebbüse geçer. Nihayetinde de tevekkül eder.
Muvaffak edecek olansa Allah’tır. Teşekkür ederim.
Oturum Başkanı: Teşekkür ediyorum. Şimdi, Sami Beyin de son
sözlerini alacağız. Buyurun efendim.
Oturum Başkanı: Sami Bey’e bir kez daha teşekkür ediyorum.
Dedikleri son derece doğru. Biz bu toplantıyı yaparken hiç şüphesiz ki,
bu alanda hizmeti olan birçok arkadaşımızın daha olduğunu biliyorduk.
Hatta bu konunun en azından bir başka saç ayağı olan Belediyelerin ve
İlahiyat Fakültelerindeki sanat tarihi bölümlerinin de camilere nazari
olarak ilgilerinin bulunduğunu da düşünmüştük.
Dolayısıyla bizim; toplantıdan çıkan neticeleri bir araya getirip
yeniden bir değerlendirme yapmamız gerekecek ve inşaallah bundan
sonraki hamle daha kapsayıcı olacak. İleride yapılacak toplantının
MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU
Sami USLU: Çok kısa birkaç cümle söylemek istiyorum. Burada
düşünce olarak çok güzel şeyler söylendi. Ancak Türkiye’de cami yapan
mimarlarımızın ekserisi burada yok. Benim hemen hatırladığım cami
mimarîsi üzerine çalışanlar var, meselâ onları burada göremedim.
Şu anda Türkiye’de ehil olmayan bazı kimseler cami yapmaya devam
ediyorlar. Allah korusun, bir deprem, bir afet halinde bunların yaptığı
camilerin büyük bir kısmının yıkılacağını uzmanlar söylüyorlar. Şimdi
burada çok güzel bir çalışma yapıldı, devamı da olacak, ancak bu gibi
kişiler cami yapmaya da devam edecekler. Şöyle bir şey aklıma geliyor:
Başkanlığımız, müftülere bir genelge göndererek, bundan böyle cami
yapımıyla ilgili konularda müftüleri daha etkin görev almalarını tavsiye
etse, iyi olmaz mı? Çok teşekkür ederim.
109
sekretaryasını, Vakfımız yerine getirecek. Son olarak Din Hizmetleri
Dairesi Başkanımız bir iki cümle ile katkıda bulunmak istiyor. Mehmet
Bey buyurun.
Mehmet BEKAROĞLU: Gerçekten burada çok güzel tartışmalara
şahit olduk. Bundan dolayı son derece mutlu oldum. Şunu söylemek
istiyorum. Türkiye’de bu konudaki mevzuat boşluğunu gidermeden
maalesef cami mimarîsini disipline etmek mümkün değildir. Bir kere
kesinlikle imar mevzuatının değişmesi lazım. Geçmişte bir kanun çıktı,
maalesef uygulama imkanı olmadı. Bu iş belediyeleri, öncelikle ve
özellikle ilgilendiriyor. Geçmişte şehirleşme medeniyeti cami merkezli,
cami odaklı oldu. Evvela cami kuruldu, ondan sonra caminin etrafındaki
yapılar teşekkül ettirildi. Şimdi öyle değil, önce şehir kuruluyor, sonra
kimsenin beğenmediği arsalara camiler yapılıyor. Çoğunun tapusu,
ruhsatı, planı filan yok. Öncelikle mevzuat boyutunun düzeltilmesi
gerekir; genelge, talimat, yönetmelikler bundan sonra hazırlanır. Ben
hepinize çok değerli katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Oturum Başkanı: Mehmet Bey’e teşekkür ediyorum.
Vakıf olarak biz toplantıda ortaya çıkan tavsiyeleri, temennileri
ve anlatılanları inşallah ayrıntıları ile değerlendireceğiz. Toplantının
maksadına ulaştığını ve çok güzel bilgilerin ortaya çıktığını son bir kere
daha ifade etmek istiyorum. Katkıda bulunan bütün katılımcılara tekrar
teşekkür ediyorum.
110
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI
Cami Projeleri İstişare Toplantısı’ndan görüntüler
111

Benzer belgeler