1. Olağanüstü Kurultay kitabı 2009
Transkript
1. Olağanüstü Kurultay kitabı 2009
YENİ KIBRIS PARTİSİ (YKP) KURULTAYI OLAĞANÜSTÜ BİRİNCİ TOPLANTISI 7 Şubat 2009, KTÖS, Lefkoşa . Olağanüstü Kurultay Kararı No: 1 ACENTA SEÇİMLERİNİ BOYKOT Bir kez daha Kıbrıs’ın kuzeyindeki yerel alt idarenin yönetimini oluşturmak için seçim sürecine girildi. Aslında seçimler, Yeni Kıbrıs Partisi’nin daha önceki Kurultay ve Parti Meclisi kararlarında belirtildiği şekli ile acenta belirleme sürecidir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kıbrıs’ın kuzeyindeki yönetimi idare etmesi için belirleyeceği acentanın tespiti olan bu süreç, temsili demokrasi sürecinin işlemesi ve seçme ve seçilme hakkının özgürce ve demokratik bir zeminde kullanılması ve halk iradesinin yansıması olarak algılanamaz… Maalesef bunca yaşanmış deneyime rağmen hala daha bu seçimlere farklı anlamlar yükleme gayreti içinde olanlar vardır. Seçimlerde alternatif olmak için yola çıkanlar, alternatif olacağını söyleyenler aslında seçime seçim deme koşullarının olduğu ön kabulü ile hareket etmektedirler. Oysa bu ön kabulün yanlış olmasından dolayı seçimler yolu ile ne alternatif yaratılabilir, ne de talimatla yönetim ortadan kaldırılabilir. Hükümet olmak; hükmetmek, iktidar olmak, muktedir olmak demektir. Bu koşullarda ne hükümet ne de iktidar olmak mümkün değildir. Bu nedenle iktidar olmanın yolu sandık değil sokaktır. Bunun için de sokakta siyasi mücadele şarttır. Bu mücadeleyi vermek isteyenlere Yeni Kıbrıs Partisi’nin kapısı her zaman açıktır. Böylesi bir mücadele açık ve net bir şekilde verilmeden ve halk örgütlenmeden, seçimden seçime yapılacaklar kısıtlı olacak ve propaganda amacının ötesine geçemeyecektir. Seçime seçim demenin koşulları olmadığı gerçeği ile birlikte 1990’da olduğu gibi seçim sürecine, 1981’de olduğu gibi açıkça seçimin sonucuna, 1993’te, 1992 yılında UBP’den koparılarak oluşturulan DP ile ve 2006’da UBP ve DP’den kopartılanlarla bir haftada oluşturulan ÖRP ile de hükümet oluşumlarına açık müdahaleler olmuştur. 1975 yılından beri Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılan tüm seçim süreçlerinin öncesi ve sonrası, TC asker ve sivil yönetimler tarafından darbelenmiştir. Yapılan tüm müdahaleler, özelikle 90 sonrası yapılanlar, bir “sol” partinin yönetime alınması ile de kamufle edilme yoluna gidilmiştir. Bu arada Kıbrıs’ın kuzeyinde seçim standartları konusunda da, yalnızca seçim gününe bakarak karar vermenin koşulları yoktur; ancak alışıldığı üzere uluslararası kimi kurumlar, yalnızca seçim gününe bakarak kararlar ve raporlar üretmektedir. Ama seçimin öncesi ve seçim sürecinde yapılanlarla zaten seçimin sonucu tayin edilebildiği için seçim günü önemli veya görünür müdahaleye gerek kalmamaktadır… Yeni Kıbrıs Partisi, 2003 yılından beri seçimleri boykot çağrısı yapmaktadır. Zaten 1990–2000 yılları arasında seçime katıldığında da “bu sese oy verin” diyerek seçim platformunu siyasal propaganda amaçlı kullandığını, bu koşullar sürdüğü sürece de seçimin çare olamayacağını açık şekilde ortaya koymuştu. Bu arada boykot çağrısı kimi çevreler tarafından manipüle edilmeye çalışılmaktadır. “Seçimlerde taraf olmamak” veya “seçim günü evde oturmak” gibi cümleler kullanılarak yapılan saldırılar, siyasal partilerin tek görevlerinin seçimden seçime çalışmalar yapmak olduğu ön kabulüne dayanmaktadır. Hatta kimi çevreler hiçbir yasal dayanağının olmadığını bilmesine rağmen Türkiye’ye bakarak sandığa gitmemenin cezasının bile olduğunu iddia edebilmekte, bu şekilde insanları kandırarak sandığa gitmeye zorlayabilmektedirler. Bilindiği gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde oy kullanmamanın hiçbir yasal yaptırımı yoktur… Yeni Kıbrıs Partisi, 20 yıldır siyasal mücadelesini rejime karşı vermektedir. Yeni Kıbrıs Partisi üyeleri, sempatizanları ve parti dostları, mücadelenin en ön saflarında militanca her zaman mücadele vermişlerdir. Bu nedenle samimi ve gerçek dostlarımızın katkıları hariç, seçimden seçime aklına siyaset yapma gelenlerden, mecliste elde edilecek üç beş koltuk ile devrim hayali kuranlardan, vitrin süsü meraklılarından, siyaset cambazlarından Yeni Kıbrıs Partililerin alacağı hiçbir tavsiye yoktur… Yeni Kıbrıs Partisi; üyelerinin, sempatizanlarının ve parti dostlarının geniş katılımına olanak tanıdığı tartışmalardan sonra yetkili organlarında belirlediği taktik ve stratejileri çerçevesinde rejime karşı mücadelesini, tamamen Ankara’nın planlayıp programladığı bu acenta yenileme seçimini de aktif bir şekilde BOYKOT ederek sürdürmeye kararlıdır. Yeni Kıbrıs Partisi Kurultay Olağanüstü 1. Toplantısı 7 Şubat 2009, Lefkoşa 2 Ayrıca Yeni Kıbrıs Partisi Programında, Kıbrıs’ın kuzeyindeki seçimleri nasıl algıladığı ve bu süreçlerde nelerin yapılması gerektiği de açık şekilde yazılmıştır… Yeni Kıbrıs Partisi Programında yazıldığı şekli ile; “Kıbrıs’ın kuzeyindeki seçim olayını ise, bu ülkedeki işgal koşulları sona ermeden, bir çare olarak görmez çünkü, TC asker - sivil yönetimleri hala bu ülkedeki her seçimi, öncesini ve sonrasını çeşitli müdahalelerle şekillendirmektedir. Dolayısıyla, parti bu koşullar sürdüğü sürece, her seçimi kendi koşulları içinde değerlendirir, bu çerçevede seçime katılır veya katılmaz ancak her halükarda, rejimi deşifre etmek ile kendi görüşlerini ve ileriye doğru tespitlerini halka aktarmak için bir araç olarak kullanır.” Ve; “Parti mücadele yöntemlerini seçerken hiçbir ön yargıya kapılmadan, her durumu kendi koşulları içinde değerlendirerek karar verecektir. Mücadele biçimleri seçilirken tüm koşullar ve araçlar göz önüne alınarak, parti içinde en geniş katılım sağlanarak karar alınmasına önem verilecektir.” Bu düşünceler temelinde kurultay sürecindeki toplantı ve çalışmaların sonuçları da değerlendirilerek aşağıdaki tespitler yapılır; Seçime seçim deme koşulları yoktur Demografik yapı değiştirilmiş, seçim sonucu önceden tayin edilebilecek duruma gelmiştir Cenevre Konvansiyonuna göre işgal edilmiş topraklara nüfus taşınması savaş suçudur... Bu tespit çok kez es geçilmekte, yok sayılmaktadır. Hatırlatmak gerekirse, 12 Ağustos 1949'da kabul edilen Cenevre Konvansiyonuna göre: “Korunmuş kimselerin işgalci güç tarafından işgal edilmiş bölgeden başka bir bölgeye, işgal edilmiş ülkeden başka bir ülkeye bireysel veya kitle halinde zoraki taşınmaları, kovulmaları, her hal ve karda ve şartta, hangi durumda olursa olsun yasaklanmıştır.(…) İşgalci güç işgal etmiş olduğu bölgeye kendi sivil nüfusunu taşıyamaz” (4. Protokol, Madde. 49) (http://www.icrc.org/ihl.nsf/FULL/380?OpenDocument) Bu ortadayken 1974’ten sonra yasadışı bir idare yaratıldı, Türkiye’den nüfus taşındı ve bu idare bu kişilerin ciddi bir kısmına yurttaşlık dağıttı ve bugün de dağıtmaya devam ediyor... Verilen yurttaşlıklardan oluşan seçmenlerin rakamları tek başına seçimin sonucunu tayin edebilecek duruma gelmiştir. CTP, hükümet olmadan önce açtığı dava sonucu 200 kişinin, hükümet olur olmaz da son yapılan birkaç bininin yurttaşlığını iptal etti ama kendi yasalarınca bile usulsüz olan on binlerce yurttaş için hiçbir girişimi 5 yıl boyunca yapmadı. Böylesi koşullarda oluşan bir seçmen listesi zaten yasal kabul edilemez; ancak daha da vahimi yıllardır gayrı yasal olarak dıştan yapılan çeşitli müdahalelerle kendi yaptıkları yasaları bile çiğneyerek bu seçmen listeleri de şişirilmektedir... Geçmişte birçok kez basına da yansımıştı, burada yaşamayanlara sahte adresler verilerek seçmen listelerine eklendiği tespit edilmişti. Örneğin 2000 seçimleri öncesinde Yeniçağ Gazetesinde de yayınladığı gibi TC Uyruklu İhsan Öcalan, sahte adres gösterilerek Değirmenlik Seçmen Kütüğüne kaydedilmişti. (http://www.ykp.org.cy/ybh/secim2000/belge/haber.htm) Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu nedenlerle bile yasal da olmayan bu seçmen listelerine güvenilemez de... Ayrıca CTP'nin idarenin başında olduğu sürede aktif nüfus da 500 bini bulmuştur, bu da seçim propaganda sürecinde etkili olacaktır... Aktif nüfusun 500 bin olması tespiti de yalnızca Yeni Kıbrıs Partisine ait bir görüş değildir, bu Talat tarafından da doğrulanmış ve gazetelerde köşe yazılarına da konu olmuştur. Hatırlatmak gerekirse; “Sayın Talat, demografik yapının bozulmadığını söyledi. Resmi kayıtlara bakıldığında haklıydı sayın Başkan’ın ancak ardından şu cümleler döküldü ağzından: “Burada kayıtlı ve izinli çalışan işçi ve ailelerinin yurttaş yapılması durumunda nüfus 500 bini bulabilir” (…) Eğitim, sağlık gibi konularda hesaplamalar ülkedeki, yurttaş sayısına göre yapılıyor ancak gelin görün ki gerçek rakam 500 bin. Bunu da teyit eden Cumhurbaşkanımız.” (Aytuğ Türkkan, starKIBRIS, 9 Kasım 2007) (http://www.starkibris.net/index.asp?haberID=6383) Yeni Kıbrıs Partisi Kurultay Olağanüstü 1. Toplantısı 7 Şubat 2009, Lefkoşa 3 Nüfus konusu tartışılırken Yeni Kıbrıs Partisi hem sözde sol, hem de sağdan sürekli saldırı görmektedir. Yeni Kıbrıs Partisi her bir bireye önce insan olarak bakarak ve her bir insanın hakları ile özgür ve onuru ile yaşaması için mücadele eder. Ama Kıbrıs’ın kuzeyinde demografik yapının değiştirilmesi bir mühendislik sürecidir. Adanın fetih sürecinin pekiştirilmesi, Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması için Türkiye Cumhuriyeti’nin derin ve sivil yönetimleri tarafından yapılan siyasi bir harekettir. Yeni Kıbrıs Partisi bu siyasi harekete karşıdır ve bunun için mücadele etmektedir. Dini, dili, etnik kimliği ne olursa olsun Yeni Kıbrıs Partisi’nin hiçbir birey ile sorunu yoktur… Kimin seçmen olduğu, nüfusun tam olarak kaç kişi olduğu gibi konular netleşmeden bir seçimin demokratik ve şeffaf olduğunu iddia etmek mümkün değildir... Yeni Kıbrıs Partisi, daha önce de öneriler ortaya koymuştu, bu yöndeki tavrında ısrarcıdır. Bugünkü koşullarda, bir antlaşma yapılıncaya kadar 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşlığı olanların seçme ve seçilme hakkı olmalıdır. Kıbrıs sorununun çözümü ancak Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasında yapılacak bir federasyon antlaşmasıyla olasıdır. Onun için Kıbrıslı Türklerin sayısından fazla Türkiyelinin yurttaş yapılmasıyla nüfus yapısının değiştirilmesi, yapılacak olan bir federasyonun Türkiye ile yapılması demek olacak ki böyle bir durumu Kıbrıslıların kabul etme olanağı yoktur. Türk askeri ve Türkiye’den taşınan nüfus, sorunun en zor çözülecek parçalarıdırlar ve yeni yurttaş yapılması antlaşmayı zora sokmaktadır. 1974 sonrası uluslararası hukuka aykırı olarak TC den taşınanlara verilen tüm yurttaşlıklar, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşlık hakkını evlilik ve Kıbrıslılarla evlilikten doğum ile elde edenler hariç, iptal edilmelidir. Nüfus taşıma işlemi durdurulmalı, Kıbrıs’ın kuzeyine taşınan nüfus, insan hakları da gözetilerek, kademeli olarak hemen azaltılmaya başlanmalıdır. Ayrıca uluslararası gözlemciler kontrolünde bir nüfus sayımı da hiç geciktirilmeden en kısa sürede yapılmadır. Yeni Kıbrıs Partisi, bu görüşleri çerçevesinde yıllardır mücadele etmektedir, mücadelesini bu temelde sürdürmeye devam etmekte de kararlıdır. TC sivil ve askeri bürokratları her taşın altından çıkmaktadır TC Elçiliği, çeşitli dönemlerde yaptığı mobilizasyonlar ile bu nüfusun Kıbrıslılarla entegrasyonunun önüne geçmektedir. Elçilik, Türkiye’deki bir vilayet yönetim organı gibi hareket etmekte; doğan, ölen, evlenenler vb. işlemler için sürekli olarak bu nüfusu ‘makamına çağırmaktadır’ hatta bu coğrafyanın yurttaşlığı için bile TC Elçiliğinin kararı olması gerekmektedir. En son ikametgâh tespiti gerekçesi ile bu mobilizasyon sağlanmış ve bazıları Kıbrıs’ın kuzeyindeki yerel alt yönetimin yurttaşı da olan yüz binlerce Türkiye yurttaşı makama çağrılıp, ‘kayıt’ yenilemesi yapılmıştır. Bu, zaten seçime gitmeden yapılmış önemli bir müdahaledir… TC sivil ve askeri bürokratları da seçim süreci öncesi ve seçim sürecinde müdahalelerini sürdürmektedirler, bunun önlemini alacak hiçbir tedbir geliştirilmemektedir. Özellikle köy veya kasaba içinde askeri birlik olan yerlerde rütbelilerin seçim sürecinde köy içerisindeki nasihatleri, tavsiye nitelikli(!) toplantıları kimi zaman medyaya bile yansımaktadır... TC yardım heyeti temsilcileri kimi uygulamalar konusunda hükümeti bile bypass ederek bazı köylerde bir kısım ihaleleri sonuçlandırıp direk olarak imar uygulamalarını hayata geçirebilmekte, yardımlar yapabilmektedirler. Bu konular da zaman zaman medyaya yansımaktadır… Şovenizm, militarizm her yerde; yeni moda, bayrak fetişizmi Şovenizm, Kıbrıs’ın kuzeyinde her yerdedir ve ana propaganda unsurudur. Her yana dikilen dev bayraklar, dağda ışıklandırılan bayrak, okuldaki milli güvenlik dersi, üniversitelerdeki inkılâp tarihi dersi, medyadaki kimi köşe yazarlarının makaleleri ve medyadaki haber ile şovenizm dozu günlük yaşamda her gün hissedilmektedir. Sağ basının aşağılayan, hedef gösteren yayınları dışında “ama Rumlar da” diye başlayan sözde ilerici yayın organlarında, diğerini ötekileştiren ırkçı, ayrımcı, şoven onlarca haber, makale örneği bulmak da mümkündür. Kimi siyasilerin de diline yapışan “Rum’a mahkûm edilmek” bu şoven, ötekileştiren siyasi duruşun en çıplak örneğidir. Şovenist, savaş-sevici, militarist, ataerkil politikaların önüne geçilmezse ve en önemlisi bunun yönetimin resmi politikası olmasından da vazgeçilmez ise, demokratik bir tartışma zemini olmayacağı için de seçim anlamsızdır. Resmi tezin her Yeni Kıbrıs Partisi Kurultay Olağanüstü 1. Toplantısı 7 Şubat 2009, Lefkoşa 4 türlü medya organı ile eğitim sistemi ile dayatıldığı ve bunun savunulması için saldırgan bir siyaset izlenildiği böylesi koşullarda kadın ve Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Transseksüellerin (LGBT) haklarını tartıştırabilmek, bu konularda gerçek ilerlemeler sağlamayı ummak da hayalden öte bir şey değildir. Zaten günlük yaşamda asker her alana müdahale etmektedir. 20 Temmuz, 30 Ağustos, 29 Ekim, 15 Kasım tarihlerinde ve birer defa da öncesinde yılda 8 kez şehirlerin içinden tanklar geçmekte, üstünden F16 savaş uçakları uçmaktadır. Roma hukuğunun başlangıcında yazan Latince “cedant arma togae” yani “silahlar sivillerin önünde diz çöksün” ilkesi çağdaş tüm rejimlerde geçerlidir. Askeri otorite sivile bağlıdır ve fikrini, üstü olan sivil otoriteye söyler ve sivil otoritenin bundan sonra alacağı karara saygı duyar. YKP’de bu ilkelerin Kıbrıs’ın tamamında egemen olması için de mücadele etmektedir… Yönetimin yalnızca kendine ait resmi kurumları ile değil derin devletin kendi kurumları ile de yukarda anlatılan siyasetler dayatılmaktadır. Başında bir albayın olduğu, büyük kısmı yerin altında, görev tanımı içinde neyin olduğu net olarak bilinmeyen Sivil Savunma Teşkilatı, çıkardığı dergisi ile bile bir nevi UHH propagandası yapabilmekte, radyosu ile de bu siyaseti çeşitli biçimlerde yeniden üretebilmektedir. Adları ne olursa olsun ve ne tür müzik çalıyor olursalar olsunlar bu durum kendilerini kamufle etmeye yarıyor, dinlenmelerini sağlıyor. Özellikle “özel” günlerdeki yayınlar ile günlük olarak militarist, statüko yanlısı siyaseti topluma “benimsetilmekte”, şoven ve militarist propaganda bu “yumuşak” ambalaj içinde sindirilmesi daha kolay hale getirilmektedir. Benzer şekilde Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın (GKK) da kendine ait bir radyosunun varlığı bu alandaki askeri müdahalenin en açık örneğidir. Sivil Savunma ve GKK, vericilerinin de gayet güçlü olduğu radyoları sayesinde yüzlerce dinleyiciye ulaşmakta ve onları etkilemektedirler. Bu durum seçim süreçlerinde de devam edecek, askerin, yeraltı teşkilatlarının diğer yayın organlarına dolaylı veya üstü örtük müdahaleleri dışında bunlar aracılığı ile de direk şovenizm ve militarizm propagandası günlük olarak sürdürülebilecektir... Kirlenen ve kontrol altına alınan medya Bunların yanında, kamu ve sözde bağımsız radyo ve televizyonlarda, muhalif seslere yer açtığı için veya muhalefet yaptığı için son üç dört yılda onlarca program yayından kaldırıldı, onlarca gazeteci işten atıldı veya istifaya zorlandı… Bu süreç yalnızca rejimi eleştiren yayınlar için geçerli olmadı. CTP kendini eleştiren her türlü yayına despotça saldırdı, çeşitli baskı metotları ile basın yayın kurumlarını susturdu, sindirdi. Normal bir ülkede hükümetlerin düşebileceği skandalların bile doğru dürüst medyada tartışılmasına olanak tanınmadı. En önemlisi medyayı kontrol eden kimi çevrelerin hükümet ile de alacak verecek ilişkisine girmesi medyaya güveni azalttı. Ciddi bir medya kirlenmesi yaşanır oldu. Bu seçim sürecinde rejim karşıtı görüşlerin de medyaya yansımasının eskisinden çok daha güç olduğu, demokratik bir tartışma zemini için medyanın farklı görüşlere yeteri kadar yer açmasının imkânsız olduğu gerçektir. Bunun yanında paralı ilanlar da medyayı kirleten, seçimde adaletli ve demokratik bir zemini yaralayan diğer bir unsurdur. Kimi partilerin kendi kendilerine devlet yardımı adı altında hükümetten para çıkarması zaten bilinen bir gerçeğimizdir. Bunun yanında iş çevreleri ile menfaat ilişkisine girilmesini geçmişte UBP’den hatırlıyoruz, Colony Otel bağış yemeğinde CTP ile gördük, Altınbaş’ın yüksek miktarda ÖRP piyango bileti alması ile yaşadık ve seçime doğru çeşmenin başını tutanların bunları artıracağını biliyoruz. Bunun sonucu şeffaf olmayan bağış-bağışçı ilişkisinin, her dönemde olduğundan çok daha derin olarak bu dönemde de yaşanacağı gerçektir. Bunun medyadaki tartışma süreçlerine yansıyacağı açıktır. Bu nedenle seçime katılarak seçim zeminini propaganda amaçlı kullanma koşulları da ağırlaşmış durumdadır… Tüm bunlar demokratik ve şeffaf bir seçim sürecine yapılan müdahalelerdir... Müslümanlaştırma dayatması Özellikle AKP hükümeti dönemi ile de artan İslamcı propaganda, camilerde sürmektedir. Bu vesile ile özelikle Türkiye kökenliler üstünde hegemonya kurulmakta, onların siyasi tercihlerine camilerde süren propagandalara müdahale edilmektedir. Camilerde çalışan personelin memur olduğu düşünüldüğünde bunun da yönetim eliyle sürdürülen ama özellikle TC'nin resmi makamları tarafından yönetilen bir propaganda olduğu anlaşılır ki devletin propaganda yapması (dezenformasyon) evrensel bir suçtur, yasaktır. Yeni Kıbrıs Partisi Kurultay Olağanüstü 1. Toplantısı 7 Şubat 2009, Lefkoşa 5 Kıbrıs’ın kuzeyinde adil, şeffaf ve demokratik bir seçimin koşullarının olmadığı tüm bunlara bakarak anlaşılabilir... Seçime seçim diyebilmek için ne yapılmalı? Siyasi partilerin serbest çalışmalarına olanak verme açısından, “seçime seçim diyebilmek için” a. Devletin, yönetimin “milli” diye tanımlayıp, böylesi bir politikayı savunması önlenmelidir, b. Dezenformasyon suç olmalı ve cezası ile kimin bu suçu izleyeceği tanımlanmalıdır, c. Savcıların başsavcı izni olmadan görev yapmalarını engelleyen uygulama yasayla değiştirilmeli ve onların bu yasağı izlemelerine olanak tanınmalıdır, d. Savcıların bu görevlerini yapmak için poliste görev bölümü ele alınıp olanak yaratılmalıdır, e. Parti ve seçim yasası değiştirilmeli ve partilerin alabileceği yardımlar izlenecek şekilde düzenleme yapılmalıdır, f. Okullarda ve eğitim yerlerinde partiler aleyhine propaganda yasaklanmalı ve partilerin işlevleri tanıtılmalıdır, g. Kıbrıslıların iradesinin yansımaması ve Türkiye’nin kontrolünde bir yapının korunması için TC’den taşınarak artırılan nüfus ve seçmen durumu yeniden düzenlenmeli. Uluslararası gözlemciler ve şeffaf metotlarla, Kıbrıs Cumhuriyeti kayıtları da kullanılarak tam şekli ile nüfus yapısı ortaya çıkarılmalı, uluslararası andlaşmalar göz önüne alınarak seçmenler belirlenmelidir. Tercihlerden tercih beğenmek, fark ne? Seçime seçim deme koşulları ortada yokken, seçeneklerden seçenek beğenmeye çağıran UBP ve CTP liderliklerinin de söylem dışında hiçbir farkları olmadığını görmek gerekiyor… Yeniden Derviş Eroğlu’lu UBP, CTP liderliğine yeniden “umacı” siyaseti gütme olanağı sağladı. Daha önce Denktaş üzerinden korku siyaseti yapan CTP liderliği, bir kez daha bu korku siyasetine geri döndü. Söyleyecek sözü, siyaseti kalmayan CTP liderliğinin aslında yapabileceği başka bir şey de yok! Statüko ayakta! 2003 Aralık ayındaki gazetelere baktığınızda, CTP ve BDH’dan seçilenlere bakarak herkesin statüko yıkıldı diye sevinç gösterisi yaptığını görebilirdiniz. Bazıları bir yıl sonra, kimisi biraz daha sonra bu rüyadan uyandı ve şimdilerde yeniden statükoya karşı mücadele edelim diyorlar ama bir kez daha mecliste üç beş koltuk alıp da bu işin olabileceğine kani olmuş görünüyorlar… Talimatla yönetim, yolsuzluk, usulsüzlük, baskı, şovenizm, Kıbrıs sorununda çözüm karşıtı tutum, emekçi haklarının budanması, asgari ücretin sefalet ücreti olması, demografik yapının bozulması, Kıbrıslıların yok edilmesi eskiden olduğu gibi devam ediyor… Yani statüko, kurumları ve uygulamaları ile yani her şeyi ile dimdik ayaktadır… “Sermaye en yüce değer” oldu CTP’li hükümetlerin sosyo-ekonomik alanda yaptıklarından dolayı kendilerine yakın Dev-İş’in bile kazan kaldırdıktan sonra aslında fazla söze gerek yok ama gene de bazı şeyleri hatırlatalım. 1999 yılında Talat, CTP genel başkanı iken basın toplantısında sosyal güvenlik yasa taslağı ile ilgili eleştirdiği her ne varsa, aynen geçerliliğini korurken, “devrim” diyerek benzer bir yasayı geçirdiler. Bu yasa ile tüm haklarda gerileme oldu. Ama en önemlisi 1999 yılında CTP’nin basın toplantısında söylediği gibi ÜÇLÜ sisteme geçildi. Yani tek değil, ‘ortaya karışık’ bir sosyal güvenlik yasası yürürlüktedir. Yasa geçeli bir yıl olduğu halde hiçbir uygulama raporu kamuoyu ile paylaşılmadığına göre de, Sosyal Sigortalarda durum ne ise burada da durum ayni demektir. Gene yönetim kendi sorumluluğunu yerine getirmiyor, primleri tam olarak ödemiyor; gene yatırımları yapmıyor ama ne gam çünkü tıpkı Sosyal Sigortalarda olduğu gibi Sosyal Güvenlik kurumunda da yönetimde gene hükümet oturuyor. Yani tam Türkçesi ile bir kez daha kurda kuzu emanet edilmiş durumda… Çalışma yaşamı ile ilgili hâlâ Avrupa Sosyal Şartı kabul edilmedi, çalışma süreleri ile ilgili hala düzenleme yok, hâlâ iç hukuk olarak da kabul edilen ILO sözleşmeleri pratikte uygulanmıyor. Adına her ne derlerse desinler, sendikalaşma, örgütlenme ölçülebilir bir olgudur ve gerçek tam da önümüzde Yeni Kıbrıs Partisi Kurultay Olağanüstü 1. Toplantısı 7 Şubat 2009, Lefkoşa 6 durmaktadır, özel sektörde hala yüzde 99’un üzerinde örgütsüzlük mevcuttur. Kamudaki örgütlülük de kan kaybetmekte, CTP’nin sendikalar ile ilişkisi sayesinde bazı sendikalar işlevlerini yitirmekte, etkisizleşmektedirler. Üyelikler, kimi küçük menfaat ilişkilerinden öteye bir şey beklememeye kadar düşmüştür. Sendikalara kendi üyeleri dâhi güvenmemektedir, bu da sürekli sendikalarla kavga eden, onları sürekli hedef gösteren CTP’nin marifetidir. Hâlâ toplu sözleşme değil üçüncü sınıf bir hak olan toplu görüşme yapılmaktadır, asgari ücrette yasa tam olarak uygulanmamaktadır, uygulandığında da eksik uygulanmaktadır CTP’li hükümetlerin 2003 Ağustosunda UBP’nin son kez € 312 olarak belirlediği asgari ücreti 5 yılda, Ocak 2009’da yalnızca yüzde 80 gibi artışla € 537 çıkarabilme başarısını(!) gösterdikleri de matematiksel bir gerçek… Yani asgari ücreti sefalet ücreti olmaktan kurtaramayan, asgari ücret ile özel sektörde çalışan büyük bir kesimin olmasına rağmen, asgari ücret belirleme komisyonuna tıpkı UBP’li hükümetler gibi işçi temsilcisi koymayan CTP’nin emekten yana olduğunu söylemenin koşulu yoktur. Sosyo-ekonomik alanda buna benzer örnekleri uzatıp gitmeniz mümkündür… Yani uzun lafın kısası emekçiler, çalışanlar için CTP-UBP farkını bulmak güçtür, biri “sermaye en yüce değerdir” diyerek, diğeri “emek en yüce değerdir” diyerek tıpatıp ayni siyaseti farklı kelimelerle gütmüşlerdir. Bu nedenle UBP-CTP arasında tercih dayatması kabul edilemez, çünkü ikisi de birbirinin kopyası, emek karşıtı partilerdir… İkisi için de bugünkü koşullarda “sermaye en yüce değerdir”. Zengin seven CTP CTP liderliğinin sürekli tekrarlayıp durduğu ekonomik refah da havada kalan saçma bir argümandır. Çünkü ekonomik veriler açıklanırken, Boyacıları, Asil Nadirleri ve diğerlerini, ekonomik geliri daha düşük olanlarla ayni kazana koyup ortalama alarak “gelirimiz yükseldi” propagandası yapmak, en kibar tabiri ile insanları enayi yerine koymaktır. Bunun yanında diğer önemli konu, kişi başına düşen borçtur. Bu da “zenginliği” açıklamayan diğer olgudur. Dünyadaki ekonomik kriz aslında bu borç yönetiminin/yönetememenin, borç politikalarının bir yansımasıdır. Kişiler kendilerine ait olmayan paralarla, elde ettikleri kredilerle olduklarından daha yüksek gelirli yaşayabilir, tüketebilirler ama bunun sürekliliği tartışmalıdır. Ayrıca bu tip ekonomik balonların nerde patlayacağı da bilinmez, son ekonomik kriz bunun en güzel örneğidir. Biraz geriye gidilirse benzer örnekler Meksika, Uzakdoğu Asya, Arjantin’de arka arkaya yaşanmıştı. Nelerin bizi beklediğini merak edenler Arjantin örneğini iyi incelesin ki kapıyı çalan kriz buna benzer olacaktır… Kıbrıs’ın kuzeyinde hiçbir üretim olmadığına göre, özel sektördekilerin çok büyük kısmı asgari ücret aldığına göre, memurların maaşlarında trajik artışlar olmadığına göre iddia edilen bu zenginliğin nasıl ortaya çıktığını anlamak için daha fazla veriye ihtiyacımız vardır ama CTP liderliği bu verileri saklamaktadır… Nüfusu 250 bin diye iddia ederler ama Talat bile 500 bin diyebilmektedir. Kapılar açık, girenin çıkanın haddi hesabı yok; bu nedenle hangi kişi başına gelirden bahsedilir sorusuna da ayrıca cevap verilmelidir… Mevcut duruma baktığımızda önümüzde duran gerçek, üç beş zengin ve birkaç yeni zengin dışında CTP’nin ekonomiye kattığı yeni hiç bir zenginlik olmadığıdır! CTP’li hükümetler Colony Otelde verdikleri sözleri tutmuşlar, zenginler daha zengin olmuş, ekonomik yaptırımlardan çoğu kez en son etkilenmişlerdir. Yenilik, özellikte turizm gibi alanların artık TC’li zenginlere peşkeş çekilmesidir. CTP’li hükümetler bunun koşullarını ve zeminini oluşturmuşlardır. Turizm sektörü büyük yara almıştır, komadadır ama ölmemiştir. Mevcut yatak kapasitesi artırımları tamamlandığında ölecektir… Bu da Kıbrıslıları azınlık yapma planına CTP’nin katkısı anlamındadır. TC sermayesi, TC işgücünü artırma amacıyla doğal yapının taşıyamayacağı kadar yatırım teşvikleriyle göreve alınmıştır. Ekonomik anlamda CTP’li hükümetlerin gerçekte, Kıbrıslı Türkleri UBP’den daha iyi borç batağına gömdüğünü, bu nedenle herkesin kendini zengin zannettiğini ama herkesin bu sözde zenginliği, satıp hâli hazırda çoğunu da harcadığı Kıbrıslı Rumlara ait arazilerin paraları ve aldığı krediler ile yaptığını gözden kaçırarak ekonomik gelişkinlik masalları okumakta olduğu açıktır. Tüm bunlardan dolayı ekonomik olarak gerçekte çok da bir yere gitmedik, bu nedenle UBP ile CTP arasında bu konuda da tercih anlamsızdır. Özgürlükler hala tehdit altında, işkence ayyuka çıktı Yeni Kıbrıs Partisi Kurultay Olağanüstü 1. Toplantısı 7 Şubat 2009, Lefkoşa 7 2003 yılından itibaren insan hak ve özgürlüklerinde de gerçek anlamıyla iyileşme yaşanmadı. Sendikacılara ve gazetecilere soruşturma ve davalar devam etti. Ne toplumsal cinsiyet alanında, ne de kadın konusunda özgürlükler daha iyiye gitmedi. Kıbrıs’ın kuzeyi, heteroseksüeller dışında toplumsal cinsiyetin açıklanması hala, hapislik gerektiren suç olmaya devam eden Avrupa’nın tek bölgesidir. Kadına yönelik şiddet raporlarla tespit edildi, yönetim sessiz kalarak şiddeti meşrulaştırdı. Mahkeme salonlarında defalarca polise yönelik işkence suçlamaları yapıldı, Avrupalı ve Kıbrıslı insan hakları örgütleri ve gözlemcileri konuyu kanıtları ile birlikte raporlarına aldı ama bu raporların gereğini kimse yapmadı. Cezaevi konusu da ayni şekilde raporlara girdi, gazete manşetlerine yansıdı, cezaevinde dayak doktor raporları ile teyit edildi ancak bu konuda da yönetim sessiz kalarak meşrulaştırdı. Polisin sanıktan suça gitme yani sanığın “itirafı”(!) ile mahkum edilmesi tüm hızı ile devam etti. Yeterli delilin olup olmadığına bakılmaksızın, kişinin özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelen uzun süreli gözaltılar gelenek haline geldi. Polisin hiçbir kural ve yasa tanımayan keyfi ev baskınları, ev aramaları da bu dönemde devam etti. Polisin, suç işlemeyi önleme şubesini, sanıkların işkence ile itirafını alma yeri olarak kullandığı gazetelerde açıklandı. Tüm bunlara rağmen hiçbir polis yetkilisi hakkında işlem yapılmadı. Tersine daha fazla polis uyuşturucu ve insan kaçakçılığı konusunda mahkemeye çıkarıldı, yargılandı. Daha fazlasının yargılanması gerektiği konusunda genel bir kanı oluştu ama gereğini kimse yap(a)madı. Polis askere bağlı olmaya devam etti, sınır koruması askerde olmasına rağmen insan kaçakçılığında otoritenin sorumluluğu raporlara girdi, asker ve polis yetkilileri raporları görmemezlikten gelmeye devam etti… Avrupa Birliği üyesi ülkeler içinde vicdani ret hakkını tanımayan tek bölge Kıbrıs’ın kuzeyi olmaya devam etti. Gazeteciler yine fotoğraf çektiği için gözaltına alındı, önlem olarak birkaç bölge ile ilgili düzenlemeden başka bir şey yapılmadı. Gazetecilerin haber alma özgürlüğü, bilgi alma özgürlükleri kısıtlanmaya devam etti. Sözde basın yasası geçti ancak uygulama alışık olduğumuz şekli ile yalnızca kamu alanında geçerli oldu. Askerin basına ambargosu da bu dönemde artarak yaşandı, basın örgütleri “emir eri değil, gazeteciyiz” diye eylem yaptı, CTP yönetimi süreci seyretti. BRT yönetimde askerin temsilcisi oturmaya devam etti, yanında parti komiserini de oturtarak haber verme özgürlüğü kısıtlamasının devamı sağlandı… Kıbrıs’ın kuzeyi CTP’li dönemde UBP’li dönemden daha özgür ve insan haklarına saygılı da olmadı… Kıbrıs sorunu: hamam aynı hamam, tellak farklı Benzer şekilde Kıbrıs sorununda da CTP liderliği Kıbrıslılara hiçbir şey vermemiştir. Tasos’u bahane ederek Denktaş’ın gerginlik politikalarını başka şekillerde devam ettirmişlerdir. Kıbrıs sorununda vaatler dışında somut hiçbir adım atılmamıştır. Hatta Kıbrıs sorununun en önemli iki konusunda, nüfus ve mülkiyet konularında fersah fersah geri gidilmiştir. Kıbrıs’ın kuzeyinde sırf Kıbrıslı Rumlara ait oldukları ve geri verilmemesi için yağmalanmamış tek dağ, tek orman arazisi kalmamıştır… 74’te binaların içini yağmalayan zihniyet, 2000’lerde arazileri yağmalamış ve Kıbrıs sorununu bir kez daha ciddi bir çıkmaza itmiştir. Ne tesadüftür ki arazi yağması için de 90’ların başında ITEM yasası ile düğmeye basan yine CTP’li bir hükümetti… Mayın temizleme konusu yıllar önce güneyde tamamlanırken, kuzeyde hala mayın temizleme çalışmaları sürmektedir. Limnidi’nin açılması başka bahara kalmıştır. Ledra Caddesinin açılmasını kendilerine yontmaya çalışanlara hatırlatırız ki, bizi kandıramazlar, nelerin yaşandığına ve yaşanmakta olduğuna tanığız… Geçişlerde hala Denktaşvari uygulamalar sürmektedir. Alış-verişle ilgili Eroğluvari uygulamalar, tehditler artarak gitmektedir… Kıbrıslı Rumlarla yapılan çalışmalar ve etkinlikler kimi zaman CTP liderliği tarafından hainlik, ihanet olarak damgalandı, damgalanmaya devam etmektedir. Denktaş’ın kaba tanınma söyleminden, “izolasyonları kaldırın” sloganı arkasına gizlenen daha yumuşak ama gene Dentaşvari tanınma söylemleri de tüm hızı ile sürmektedir. Yarattıkları imaj dışında gerçek yaşamda çözüm talebinin hiçbir izini CTP politikalarında göremezken, onlar halktan bir kez daha korku siyaseti ile oy talep etmektedir. Aslında bu bile Denktaşvari bir yaklaşımdır. Çünkü Denktaş da yıllarca “filan partiye oy verirseniz sizi Rum’a satacaklar” diyerek korku siyaseti yürüttü, şimdi CTP liderliği de “filan partiye oy verirseniz, UBP geri gelecek, statüko devam edecek” diyerek benzer bir korku siyaseti ile oy avcılığına çıkıyor. Çözüm sokakta Yeni Kıbrıs Partisi Kurultay Olağanüstü 1. Toplantısı 7 Şubat 2009, Lefkoşa 8 Tüm konularla ilgili diğer siyasi oluşumların da çözüm üretmesi imkânsızdır. Bir kez daha “Türkiye, ne paranı ne memurunu istemiyoruz” diyerek kendi ayaklarımız üzerinde durmayı, adanın tamamında tüm askerlerden arındırmayı ve Kıbrıs’ı birleştirerek geleceği tam anlamıyla kurmayı hedeflemezsek gerçek bir gelecek de bizi beklememektedir. TC yardımlarına bel bağlayarak, TC yardım heyeti kapılarında para dilenerek yaşamak Kıbrıslı Türklerin kaderi olamaz. Bu kaderi değiştirebiliriz, değiştirmenin de adresi sokaktır. Yeni bir liderliğin, TC hegemonyası dışında yeni bir temsiliyetin kurulması için de çalışma yapılması önümüzde duran görevlerdendir… Yeni Kıbrıs Partisi, bu koşullar altında ne biri ne diğeri diyor… Yeni Kıbrıs Partisi; CTP’siz de, UBP’siz de, Türkiyesiz de olur diyor! Geleceğimizi Ankara’nın parası da, memuru da olmadan kurabiliriz… Seçim sonrası tufan Yukarda da açıklandığımız nedenlerle bugünkü haliyle seçim sürecinde aslında, seçim sonrasının da önleminin alındığı gerçeğinin farkında olmamız gerekiyor. Birçok ülkede egemen olan neo liberal politikalar Kıbrıs’ta genel eğilim olarak yürürlüktedir. Bunun çalışma yaşamına yansıması da, süren ekonomik krizin faturasının işçilere, emekçilere çıkarılmasıdır. Bu nedenle tüm dünyada olduğu gibi krizin etkileri, kendi ekonomik zorluklarına artı olarak Kıbrıs’ta da bu sene içinde ciddi olarak hissedilecek ve önemli sosyo-ekonomik kararlar Türkiye’nin dayatması ile alınacaktır… Hedeflenenin de Türkiye’nin sosyo-ekonomik şartları ile ayni düzeyde bir yaşam koşulu olduğunu anlamamak için pek de neden yoktur… Zaten seçimin öne alınmasının bir nedeni de Türkiye’den dayatılacak acı reçetenin bir an önce uygulamaya konmasıdır. Benzer şekilde Haziran’da Avrupa Parlamentosu seçimleri ve Aralık’ta da Türkiye’nin AB üyelik süreci ile ilgili raporun görüşüleceği Avrupa Konseyi Zirvesi var. En önemlisi Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik görüşmeler sürmektedir. Kıbrıs Türk liderliğinin tavrının ayrı devletin devam etmesi yönünde olduğu, dolaylı yoldan tanınma çalışması yaptığı, masaya da konfederasyona yakın, konfederasyonu andıran öneriler koyduğu bilinen bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Kıbrıs sorununda iki “evet”e ihtiyaç olduğunu unutarak hareket edenlerin aslında “çözümsüzlük çözümdür” diyen Eroğlu’ndan farklı pozisyonda olmadıklarının altını çizmek gerekiyor. İki halde de bizi bekleyen gerçek, taksimin kalıcılaşmasıdır. Yani yalnızca sosyo-ekonomik alanda değil, siyasal alanda da kritik kararların seçim sonrası verileceği anlaşılmaktadır ya da işaretleri mevcuttur. Böylesi koşullarda önümüzdeki süreçte bu alınan kararların meşrulaştırılması için bu seçimin sonuçları mutlaka kullanılacaktır. Yalnızca seçimin sonucu değil, seçim süreci de kullanılarak demokratik bir seçim sürecinin sonunda oluşan hükümetin kararlar aldığı ve bu iradeye saygı gösterilmesi çağrıları yapılacak… Kıbrıslıların iradesini ortaya çıkaramayacak, ortaya çıkacak sonuçlara bugüne kadar defalarca saygı gösterilmediği gibi bu defa da saygı gösterilmeyecek bir seçim sürecine taraf olmaya neden gerek olsun ki? Yeni Kıbrıs Partisi, seçim sonrası ortaya çıkacak koşulların meşrulaştırılması için seçim sürecinin kullanılacağı gerçeği ile de buna karşı mücadele şekillerinin geliştirilmesinin gerekliliğinin de altını çizer… İş ve Güç birliği üzerine Yeni Kıbrıs Partisi birçok kararında da vurguladığı gibi farklılıkları tolere eden, demokratik, katılımcı, dayatmacı olmayan, ilkeli her türlü iş ve güç birliğini desteklemektedir. Bu güç birliklerinin dolaylı veya direk rejime karşı mücadeleye yönelik amacının olması Yeni Kıbrıs Partisinin karar verirken üzerinde durduğu en önemli ilkedir. Bu nedenle Yeni Kıbrıs Partisi, Kıbrıs Barış Platformu çalışmalarını desteklemeye, daha iyi çalışabilmesi için elinden gelen katkıyı yapmaya önem vermektedir… Yeni Kıbrıs Partisi Kurultay Olağanüstü 1. Toplantısı 7 Şubat 2009, Lefkoşa 9 Ancak; seçim koşulları ortaya çıkar çıkmaz başlatılan “seçim ittifakları” tartışmasına her zaman eleştirel yaklaşmıştır, seçime seçim denebilmesi için alınması gereken tedbirler alınmadan seçimin çare olamayacağını anlatmaya çalışmıştır. Yeni Kıbrıs Partisinin, Mayıs 2007 Kurultayı sonrası 1 numaralı Kurultay Kararı çerçevesinde boykot ve/veya seçim ittifakı konusundaki girişimlerine ilgisiz kalınmış ve bir tartışma zemini oluşturulamamıştır. Gelinen bu aşamada seçime katılacak bir güç birliğini konuşmanın yeterli koşulu yoktur. Önümüzdeki boykot sürecinde ise, Yeni Kıbrıs Partisi’nin, başka oluşumlarla kimi çalışmalar yapması ama esas olarak kendi propagandasını sürdürmesi en sağlıklı olandır; çünkü özellikle kimi siyasi partilerin bugüne kadarki çelişkili söylemlerinin, sürdürülecek propaganda sürecine zarar vermesinin önlenmesi için bu, gerekli olan bir durumdur. İleriki süreçlerde bu konuların daha iyi bir zeminde tartışılması için de daha fazla çalışma yapılması gerektiği bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Bu nedenle Yeni Kıbrıs Partisi, seçim sonrası süreçle birlikte, seçime seçim deme koşullarının sağlanması başta olmak üzere Kıbrıs’ın kuzeyinde sivilleşme, demokratikleşme için, talimatla yönetilmeye karşı tüm demokratik kitle örgütü, siyasi parti ve bireylerle yeniden iş ve güç birliği için etkili çalışmalar yapmayı önüne hedef olarak koymaktadır. Bu arada bir gerçeğin de hatırlanmasında yarar vardır. Bu koşullarda dahi seçilecek birkaç milletvekilinin aslında milletvekili deme olanağı olmayan, yetkisiz ve ciddi bir mücadele aracı olmaktan uzak kişiler olacakları bilinmektedir. Hükümet olduğunu sananlara bile tahammülü olmayan Türkiye’nin, anayasal olarak yetkisi olmayan “cumhurbaşkanı” ile esas sorun olan Kıbrıs sorununu yürütmesi anlamlıdır. Üstüne üstlük hukuk devletinde ‘yasa olmayan yerde yürütme olmaz’ kuralının tehdidi altına girmeyi kabul etmesi ve meclisi de ayağının içinde istemesi olası değildir. Milletvekili olmak için gereken yetkileri kendine vermeyen bir mecliste haber alma hakkını bile kullanamayan zavallılar halindedirler ve öyle kalacaklardır. İsteyen, mecliste bulunanların feryatlarını geriye doğru basından izleyebilir. Milletvekili yetkisiz ve işlevsizdir, fazla değer vermeye gerek yoktur; ”şu kadar oy aldım şu kadar milletvekili çıkardım” şişinmesinden başka bir sonuç ancak her şeye rağmen gerçek çoğunluk oyuna ulaşmak olasılığının yükselmesiyle ortaya çıkabilir. Bu seçimlerde taraf değiliz Yeni Kıbrıs Partisi tüm bu koşulları değerlendirerek, seçim platformunu nasıl kullanacağına karar verir; - Seçime katılarak bu süreci propaganda amacıyla kullanma koşulları yoktur, bu nedenle güçlü bir boykot çalışması yapılması ve insanların taraf olmadıklarını gösterebilecekleri koşulların yaratılması; - Seçim sürecinde özellikle demografik yapıyı, TC’nin asker ve sivil yetkililerinin müdahalelerini öne çıkararak ve bunu uluslararası kamuoyuna taşıyarak seçimin meşruluğunun sorgulanmasını sağlayacak bir propaganda sürecinin izlenmesi; - Kurultay, Yeni Kıbrıs Partisi’nin örgütsel çalışmaları ile birleştirerek kitle toplantıları yapılması, mitinglerle ve kitle iletişim araçları kullanılarak yapılacak siyasal çalışmalarla partinin örgütsel yapısının güçlendirilmesi için gerekli çalışmaların yapılması amacıyla Parti Meclisi’ni ve partinin diğer yetkili kurullarını görevlendirir. Yeni Kıbrıs Partisi, Kıbrıs’taki tüm işgallerin ortadan kalkması, adanın tamamen askersizleştirilmesi için, Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların birleşmesi için, sınırsız, silahsız, askersiz, garantörsüz ve Sosyalist bir Kıbrıs için bu kavgada 20 yıldır, vardı, vardır ve var olacaktır… Yeni Kıbrıs Partisi, tüm Kıbrıslıları geleceklerine sahip çıkmak için acenta seçimlerini boykot etmeye ve Yeni Kıbrıs Partisi saflarında tüm Kıbrıslıları birleşmeye ve mücadeleye çağırır… Talimat verildi “sandığa git ve olacakları meşrulaştır”; kanma, kandırılma, oyuna gelme, reddet, taraf olma; talimatla yönetilmeye hayır sloganına sahip çıkalım, bu memleket bizim olsun! Çözüm, sokaktan iktidardır; çözüm, Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların birleşmesidir; çözüm, sendedir; Vitrin süsü seçimine değil, mücadeleye katıl, isyanını göster, başkaldır ve geleceğine sahip çık! Dolayısıyla kendine sahip çık. Yarınların geleceği sokakta! Rejime karşı mücadeleye sen de katıl, acenta seçimini BOYKOT et! Yeni Kıbrıs Partisi Kurultay Olağanüstü 1. Toplantısı 7 Şubat 2009, Lefkoşa 10