Kemal Ulusaler - Dünya Enerji Konseyi

Transkript

Kemal Ulusaler - Dünya Enerji Konseyi
Kemal Ulusaler
TMMOB
EMO Başkanı
Değerli katılımcılar,
Gözlerini dinlendirme hakkını kullananlar da dahil olmak üzere hepinize tekrar
merhaba diyorum. Hoşgeldiniz.
Ben Kemal Ulusaler, Elektrik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı.
Şimdi
yeniden
yapılandırma
uygulamasının
değerlendirmesi
üzerine
konuşmayacağım, tam tersine yapılanmanın kendisi üzerine bir özet konuşma
yapacağım. Zaten hepimiz yorulduk,
ayrıntılara öğleden sonraki oturumda
değineceğim ve konuşmamı 8 dakikada bitirmeye çalışacağım.
Şimdi
yeniden
yapılandırmanın,
dün
dediğim
gibi
sonuçları
tartışıldı.
Yapılandırmanın, yani adına serbestleştirme, liberalleştirme, piyasalaştırma ne
derseniz deyin,
kendisinin bizzat sorun olduğunu ve bunun üzerinde tartışılması
gerektiği konusunda bir şeyler söyleyeceğim.
Dün burada piyasa yapılanması üzerine bir resim çizildi. Şimdi o resmin nasıl bir
resim olduğunu da ben biraz aktarmak istiyorum. Resmin büyük üstadı Picasso’yu
hepiniz bilirsiniz. Picasso bir akşam evine geldiğinde kapının zorlandığını görüyor,
ama hırsızı yakalayamıyor. Sonuçta tabi bütün sanatçılar gibi Picasso da büyük bir
gözlemci. Hemen resmini çiziyor hırsızın. Karakola götürüp veriyor. Bir hafta sonra
karakoldan gelen bir notta, “Çizdiğiniz resim üzerine hemen hemen hepsi özürlü 20
kişi, 2 at, 3 kedi, 3-5 tane boş konserve kutusu ele geçirilmiştir” deniliyor.
Şimdi dün burada benzeri bir resim çizildi, ama işin içinde sanat yoktu tabi. Bir
karmaşadan bir kaostan dün de bahsedildi. Burada da bahsedildi, bu elbette böyle
olacak böyle olmamasını zaten bekleyemeyiz. İtalyanların bir lafı vardır; hiç
olmayacak bir iş için “beyaz bir sinek gibi” derler. Burada tartışılan yapılanmanın
kendisi de beyaz bir sinek gibidir.
Dolayısıyla burada ekonomin içinde tartışılan şeyler vardı, ama ekonomi nasıl
algılanıyordu, o da çok farklı bir şey. Bir kara mizah da vardı işin içerisinde. Ben
ekonomist değilim, ama ekonomi veya iktisada da uzak değilim açıkçası.
Şimdi
ekonomide liberal iktisat içerisinde riskten söz edilir. Riskin önemli yeri vardır. Hatta
“risk sermayesi”, “risk analizi”, “risk yönetimi” gibi birçok söz geçer, ama ben hiçbir
iktisat teorisinde aldatılma kavramı, aldatıldım kavramı görmedim. Siz gördünüz mü
bilmiyorum? Sözü edilen riskler bir yana, “Devlet bizi aldattı, yoksa biz bu işlerin içine
girmezdik secim konuşmalarında bize vaatlerde bulunuldu” benzeri sözler ile beraber
“TRT payı çıkartılacaktı ama çıkartılmadı” gibi sözler söylendi. Bunun iktisatta veya
ekonomide ne kadar yeri var bilemiyorum. Şimdi çok sihirli bir sözcük var. Herşey bu
sözcüğün üzerine oturuyor; rekabet. Rekabeti kazıyın, altından tekelleşme çıkıyor.
Sözün özü hiçbir sermaye aslında rekabetten hoşlanmaz, çünkü başta fiyatların
düşmesi söz konusu olunca kendi içinde pek çok sorun yaratır. Sermaye daima
tekelleşme eğilimi içerisindedir. Bu süreç hep böyle işler. Şimdi burada tekelleşme
nasıl oldu, nasıl olacak, dünyada neler oldu, bunlardan uzun uzun söz etmeyeceğim.
Bunların ayrıntılarına öğleden sonra gireceğiz.
Hem Avrupa’da yaşanan tekelleşme olgusunun hem de Türkiye’deki benzeri
olacaklara değineceğim. Yalnız bir şeyden söz etmek istiyorum. Sayın Erener,
burada bir gerçekten söz etti ve böyle bir gerçek varken nasıl bunun dışında bir
söylemimiz oluyor hayret ediyorum dedi. Tabi herkesin, kendine göre gerçekleri var.
Sayın Erener’in altını çizdiği gerçek bizim gerçeğimiz değil.
Açıkçası kimin gerçeği? Aslında bu yapılandırma dediğimiz, aynı zamanda yeni
dünya düzeni adı altında dünyanın yeniden yapılandırılmasıdır. Bu gerçek, onların
gerçeği. IMF’nin gerçeği. 500 lira maaşla yaşamaya çalışan bir adamdan, emekliden,
maaşını vergilendirme isteminin gerçeği. Sonuçta, emekli ikramiyelerini kaldırma
isteminin gerçeği. Emeklilik yaşının 70’lere çıkartılma isteminin gerçeği. Hepimiz
sosyal sigorta primi öderiz. Bize o primlere rağmen parayla tekrar ilaç satılması,
tekrar ücretlendirilmesi talebinin gerçeği. Buna entegre olan kesimin gerçeği. Sözün
özü, asıl gerçek; “bana entegre olun” diyenlerin gerçeği. Bizim gerçeğimiz olamaz.
İşin acı tarafı, bu gerçeği bize dikte ettirmeye çalışanlar, IMF aracılığıyla bize kabul
ettirmeye çalışanlar, bunu nasıl yapıyorlar? Serbestleştir, özelleştir, satın-savın
derken kendileri ne yapıyorlar? İtalya’ya bakın, Fransa’ya bakın, o gerçek orada
yatıyor. Kendi yaptıkları farklı, size söyledikleri farklı. Dün burada da konuşuldu.
Dünya Enerji Konseyi Genel Sekreteri açıklama yaptı, ulusallaşmayı vurguladı.
Ulusallaşmayı bir kenara bırakın entegrasyona bakın, onu tartışın dedi. Peki kendisi
ne yaptı, kendi eylemi ne idi? Kendisi Kanadalıdır biliyorsunuz.
Dünya nükleer
santral pazarlarında 4 büyük ülke söz sahibidir. Fransa, Japonya, Amerika ve
Kanada. Bir Kanadalı olarak, Kanada nükleer pazarının reklamını yaptı burada.
Nükleerden söz etti, milliyetçi davrandı. Kendisi ulusallaşmayı bir kenara bırakın
derken, ulusalcı davrandı. Şimdi Anadolu’da çok ilginç laflar vardır. “Tilki vaaz
veriyorsa, kazlarınıza dikkat edin” derler. Kimin vaaz verdiğine bakacaksınız,
gerçekler kimin gerçeği ona bakacaksınız. Bu gerçekler bizim gerçeğimiz değil.
Bu entegrasyonu sağlamak için neler yapıyorlar, hemen onlara kısaca değineceğim.
Bir kere eğer ulus devlet bir ayak bağıysa, entegrasyon sahipleri için ayak bağıysa,
onu ortadan kaldırmanın yollarını arıyorlar, iç hukuku ortadan kaldırmanın yollarını
arıyorlar. Onun yerine tahkim, MAI, MIGA gibi sözleşmeleri önümüze getirip
imzalatıyorlar. İç hukukumuzu ortadan kaldırıyorlar. Peki sizin hükümetiniz, sizin
yöneticileriniz, sizin siyasetçileriniz onlara ayakbağı olurlarsa, ne yapacaklar? Çok
kolay, o zaman da bazı şeyleri siyasetin elinden alırsınız, siyasetin alanını
daraltırsınız, o işi de çözersiniz. Nasıl yapacaklar? Kurullar oluşturarak. Rekabet
piyasası, tütün piyasası ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu gibi. Bu kurullar aslında
siyaseti daraltarak yapmak istediklerini daha kolay yaptırabilmenin bir aracıdır. Bunu
da böyle yapıyorlar bakın. Türkiye’de EPDK sermayenin önünde, onun önünü açan iş
makinesi gibi çalışıyor. Entegrasyon için çalışıyor, entegrasyon operatörü gibi
çalışıyor. Dilleri bile değişti. Dün konuştuk burada, dilleri bile entegre oldu. Birkaç kişi
Türkçe söylemleri pekiştirmek için İngilizce söylemlerle beslemeye çalışıyorlar.
Burada da ben artık kaç kez söylendi yazamadım, “ulusal marker, ulusal marker”
sözü geçti. Türkçe karşılık üretemiyor muyuz? Dillerimizi bile entegre ettiler.
Türkiye’ye gelirsek, sermayeye güvenmemiz gerektiğini, korkmamamız gerektiği
söyleniyor. Biz de diyoruz ki, hiç değilse bazı şeyler kamunun elinde kalsın, bırakın
kamu yapsın, kamuya da siz güvenin. Az önce konuşmalardan not aldım. Sayın
Aydın, hakim konumu kötüye kullanmaktan, bunun önüne geçmekten söz ediyor. Kim
kullanan bu hakim konumu? Kamu yani devlet kim için kullanacak? Halk için hakim
konumunu kötüye kullanacak. Yani burada da bir anlamda rakip halk oluyor. Bunu da
artık bu noktaya getirmemek lazım. Şimdi özel sektörden korkmayalım, özel sektöre
güvenelim, ama bir taraftan da bütün söylemlerde diyorlar ki; öz kaynaklarımızı
değerlendirelim. Birkaç örnek vereceğim.
EPDK Başkanı da, DSİ Genel Müdürü de 8 milyar dolarlık su kaynağımızın enerjiye
dönüşmeden denize aktığını söylüyor. Bunun da farkındasınız, değerlendirilmesini
istiyorsunuz, ama kamu tekelinde bu işin nasıl yapılacağı, özel sektörde bu işin nasıl
yapılacağı, bunun örnekleri de var. Şimdi bunu herkes söylüyor, Enerji Piyasası
Düzenleme Kurulu Başkanı pek çok kere söyledi. Özel sektör kar edebilirse bir işin
içerisine girer. Kardır onun amacı, kamu hizmeti yok. Doğru özel sektörün kamu
hizmeti yapmak gibi bir derdi niye olsun? Olmaz. Nitekim 3 lira koyup 33 lira
kazanacağı bir yerde, su için gider lisans alır. 3 lira koyar 33 lira kazanır. Peki bu
ülkenin 3 lira koyduğunuzda 3 lira alamayacağınız, 1 lira alacağınız su kaynakları yok
mu bunlar sizin değil mi? Değerlendirilmeyecek mi? Bunu özel sektör yapar mı? 3 lira
koyup 3 lira veya 1 lira alacağı şeyi değerlendirir mi? Yapmaz. Diyoruz ki, bunu
kamu yapsın. 3 lira koyup hiç alamayacağı yeri de, 3 lira koyup 33 lira alacağı yeri de
paçallasın. Bunu kamunun hizmetine sunsun. Suyun damlası bile değerlendirilsin.
Çok şey mi istiyoruz? Bu gerçek değil mi? O gerçekse bu da gerçek.
Tamam kimseyi yormayalım, o zaman sözlerimi ben burada noktalayayım. Ayrıntılara
öğleden sonra girmek üzere hepinize teşekkür ediyorum.