Gülsün Karamustafa ile Söyleşi

Transkript

Gülsün Karamustafa ile Söyleşi
54
SÖYLEŞİ
SANAT DÜNYAMIZ 153
Gülsün Karamustafa ile
Söyleşi
BERLİN’DEKİ ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ HAMBURGER BAHNHOF,
10 HAZİRAN - 23 EKİM 2016 TARİHLERİ ARASINDA, GÜNCEL SANATIN ÖNDE
GELEN İSİMLERİNDEN GÜLSÜN KARAMUSTAFA’NIN “KRONOGRAFYA”
SERGİSİNE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR. HUO RF’NİN SANATÇIYLA YAPTIĞI
SÖYLEŞİ SERGİ ÜZERİNDEN SANATÇININ GEÇMİŞTEN GELECEĞE
ÇALIŞMALARINA UZANDI.
HUO RF
Fotoğraflar: Sanatçı, Hamburger
Bahnhof – Staatliche Museen
zu Berlin ve Rampa İstanbul’un
izniyle
Huo Rf: Hamburger Bahnhof süreci nasıl başladı, son dönem
kapsamlı sergilerinizden birisi olan
SALT’taki serginizin oraya bir katkısı
oldu mu?
Gülsün Karamustafa: Kronografyanın temelinde elbette 2013’te
SALT’ta açtığım “Vadedilmiş Bir
Sergi” var. SALT’taki “Vadedilmiş
Bir Sergi” bana birçok önemli imkân
sağladı. Bugüne kadar çeşitli yerlerde
ve çoğunlukla yurtdışında sergilediğim işlerin bir arada gösterilmesi ve
aralarındaki zengin ilişkinin değerlendirilmesi önemliydi. Bunu, sergimi gerçekleştiren genç küratörlerim
Duygu Demir ve Merve Elveren’e
borçluyum. Aslında farklı bir jenerasyondan olmalarına rağmen, uzun bir
zamana yayılan üretimle karşılaştıklarında değerlendirmelerimiz zenginleşti ve farklı bir yaklaşım ortaya çıktı.
Elimizdeki malzemenin yıllar içinde dönüp dolaşıp bir sarmal halinde
diyaloglar oluşturduğunu gördük ve
onların fikirlerinin ışığında bu diyalog başarılı bir biçimde SALT sergisinde sunuldu. Bu kapsamlı sergi bir
hayli ilgi çekti. Hem yurtdışından,
hem yurtiçinden çok değişik tepkiler aldım. Değişik kesimlere ulaşmış olduğunu gördüm. Bana gelen
tepkiler sadece bugünün gençliğinden değil, söz konusu birçok dönemi
benimle birlikte yaşamış, bu ülkenin
belli politik aşamalarından geçmiş,
sıkıntılarını çekmiş insanlardandı.
Sergiyi görüp etkilenenler ve kendi
maceralarının uzamında okumayı
başaranların tepkileri bir araya geldiğinde etkili bir sonuç oluştu benim
için. Çoğu için tekil olarak gördükleri, grup sergileri içinde değerlendirdikleri işler birdenbire bir bütün
olarak karşılarındaydı; ama bu karşılaştıkları işlerin farklı bir uzantısı da
vardı. Çünkü onları destekleyen, hiç
görmedikleri işlerle bir arada gösteriliyorlardı bu sergide. Çok şanslıyım
ki sergi Hamburger Bahnhof çalışmalarını sürdüren ve yine çok genç bir
küratör olan Melanie Roumiguière’in
dikkatini çekti. Melanie bu sergiyi
Hamburger Bahnhoff’ta kendi yorumuyla tekrar göstermek istedi, bunun
için çok çaba sarf etti. Sonunda bunu
SÖYLEŞİ
SANAT DÜNYAMIZ 153
başardı ve bugün Hamburger Bahnhoff’taki sergi açılmış durumda. Bu
serginin SALT’taki sergiyle örtüştüğü
yerler de var, çünkü uzun bir sürece yayılan bir üretimim aslında. Bir
araya getirildiğinde kaçınılmaz olarak
belirli bağlamlar oluşturuyor; fakat
aynı zamanda çok değişik sürprizleri
de var. Çünkü bu sergi “Vadedilmiş
Bir Sergi”de gösterilenlerden farklı
işler de içeriyor, daha da zenginleşiyor. Diğerlerinin yanı sıra bu sergide bir de yeni üretim var, ismi de 21.
Yüzyıla Abide. Aslında bu abide
geleneği 1985’ten beri var benim işlerimde. 80’li yılların ortalarında hep
hızlı değişime ve kitsch’in varlığına
abideler yapıyordum, ama şu anda
yeni bir yüzyılın 16. yılında yeni bir
yüzyıla ait bir abide yapma ihtiyacını
duydum, onu göreceksiniz.
H.R.: SALT serginizi çok ayrı bir
yerde tutuyorum, çünkü kişisel olarak
gidip dışarıda göremeyeceğim işlerinizi bir arada gördüğüm bir sergiydi.
Berlin serginiz ise daha geniş bir alana
yayılan, neredeyse bütün bu işlerinizi, ulaşamayacağımız üretimlerinizi
bir arada göreceğimiz çok büyük bir
sergi. 101 iş var bildiğim kadarıyla.
G.K.: Evet, 101 iş var, bu arada bir
araya getirilen resimlerin sayısı fazla.
Bu resimleri bir araya getirmek için
büyük bir çaba sarf edildi. Bu epey
zorlu ve farklı bir prosedür gerektiriyor; gümrüğüyle, ödünç alma biçimleriyle, sigortasıyla vs. bir hayli zor bir
eylem süreci oluşturdu. Artık kaybolmuş olduğunu düşündüğüm bazı
resimler de bir araya getirilmiş oldu.
H.R.: Resimlerin tek tek sayılıyor
olması önemli bir nokta bence. Bu
sergi üzerine konuşurken bahsettiğiniz 21. Yüzyıla Abide ile bağlantılı
olarak Kalkan işinizi düşünüyorum.
Kalkan da benim için bir abide gibi.
G.K.: Evet, o da bir abide sayılabilir gerçekten, üstelik emeğin de var
üzerinde.
Gülsün Karamustafa, İstanbul, 2016
Foto: huo rf
55
56
SANAT DÜNYAMIZ 153
“Gülsün Karamustafa. Kronografya”
sergisinden görünümler, 2016
Hamburger Bahnhof – Museum für
Gegenwart – Berlin
© Staatliche Museen zu Berlin /
Thomas Bruns
H.R.: O kısmı sizin takdiriniz
tabii ki ama bir abide gibi, hem ölçek
olarak büyük ölçekli, sizin en etkin
ve çok çarpıcı işlerinizden biri bence
ve şimdi tekrardan gün yüzüne çıkıyor bu iş. Hem 21. Yüzyıla Abide’yi
hem de 21. Yüzyıla Abide üzerinden Kalkan’ı konuşabilir miyiz?
G.K.: Aslında Kalkan’ı “bir
abide” olarak değerlendirmen çok
hoşuma gitti, hiç bu doğrultuda
düşünmemiştim, ama galiba Kalkan
1986 senesinde sergilendiğinde, belki
SÖYLEŞİ
SÖYLEŞİ
de abidelerin temelini oluşturuyordu.
Yine aynı doğrultuda öncü Türk sanatından bir kesit sergileri için yaptığım
bir işti. Kalkan’ın üzerinde gördüğünüz aslında bir gelinlik. Bu gelinlik
benim 1970 senesinde evlendiğimde giydiğim gelinlik; ama o dönem
için gelinlik fikri bugünkü gibi değerlendirilmemeli. O dönemdeki anlayışımıza göre düğün kavramı veya
evlilik kavramı değişikti. Hepimiz
dünyayı değiştirmek, güzel günler ve
daha iyi zamanlar için düşüncelerimi-
zi gerçekleştirmek üzere yola çıkmış
gençlerdik. Ama ailelerin baskıları
vardı. Onları kırmamak için, en basitinden bir gelinlik giymeyi kabul eder
ama üzerinde hiç durmazdık. Evlenirken onu giyer ve daha sonra evlenecek olana devrederdik. Söz konusu
gelinliği diğer devrimci arkadaşlarım
da giydi. Ailelerin isteklerini kırmamak için yaptığımız o törenlerde o
giydiğimiz gelinliğin hiçbir önemi
yoktu; dolayısıyla bu gelinlik öyle
bir nitelik de taşıyor, yani bir dönem
SANAT DÜNYAMIZ 153
genç kızların çok fazla değer vermedikleri törensel durumlarda yasak
savıcı bir gelinliktir bu.
H.R.: Ama aynı zamanda o önem
vermediğiniz şey, işinizde bir kalkana
dönüşüyor.
G.K.: Elbette, çünkü bir anlamda bütün müesseselerde olduğu
gibi, bütün değer vermediğimiz ama
gerçekliğini koruyan müesseselere karşı olduğu gibi, bu da simgesel
olarak var oluyor. Dolayısıyla onu bir
57
58
SÖYLEŞİ
SANAT DÜNYAMIZ 153
SÖYLEŞİ
SANAT DÜNYAMIZ 153
en az bir buçuk iki metreye büyütüldü
ve üst üste binerek bu abideyi oluşturdu.
Abideyi oluşturan figürler, asıl
onlar çok acayip. Asker midir ya da
cambaz mıdır anlayamadığım kişiler, birbirlerinin üzerine çıkarak bir
kule oluşturuyor. Bir kısmı yerde dört
ayak üzerinde, onların üstüne çıkanlar ezici bir baskı oluşturuyorlar. Figür
gruplarını üst üste bindirerek baskıyı
daha da ağırlaştırıyorum. Yaptığım
tek müdahale ise, giysilerinin üzerinde bulunan küçük kırmızı bir lekeyi
yeniden üreterek, konuşmayı engelleyen bir ağız bandı oluşturmak oldu.
“Gülsün Karamustafa. Kronografya”
sergisinden görünüm, 2016
Hamburger Bahnhof – Museum für
Gegenwart – Berlin
© Staatliche Museen zu Berlin /
Thomas Bruns
kalkan gibi kullanmak, onun arkasında saklanmak bence güzel bir fikirdi.
Dolayısıyla bu gelinlik birdenbire o
işin göbeğini oluşturdu. Baktığınızda
karşıdan gerçek bir kalkan gibi durur.
İster bir polis kalkanı düşünün, ister
bir Ortaçağ kalkanı ya da isterseniz bir
arma gibi düşünün; o bir kalkan.
H.R.: Yeni iş?
G.K.: Yeni işe gelince, yine bir
abide. Abideler serisi benim için periyodik bir düşünce; belirli zamanlarda
ortaya çıkar ve ondan sonra pek ilgimi
çekmez. Ama şu anda bir abide yapma
zamanı geldi diye düşündüğümü
hatırlıyorum bu işe başlarken. Tesadüfen, vakti zamanında alıp bir kenara attığım ama bu doğrultuda düşünürken elimin altına gelen bir imaj.
İnanılmayacak kadar küçük, neredeyse beş santimetre boyutunda bir taş
baskısı figürler serisinden çıktı bu iş.
O taş baskısı figür aslında herhangi bir
şekilde ofset baskı olsaydı böyle bir
sonuca ulaşamazdım çünkü taş baskısını büyüttüğünüzde tramlaşma vs.
gibi manasız şeyler olmuyor. Küçücük
bir görüntü de olsa, onu büyütmeye
aldığınızda çok temiz bir neticeyle
karşılaşabiliyorsunuz, dolayısıyla beş
santimetrelik bir figür, bizim işimizde
H.R.: Star Wars’u konuşmak istiyorum biraz. Muhtemelen
köy hayatı yaşayan bir kadın görüyoruz, altında şalvar ve üstünde Star
Wars yazılı bir tişört var. İlk üretimleriniz resimleriniz, resimlerin üç
boyutlu işlere dönüşmeleri, bireysel
gibi görünen ama daha fazla kişiyle bağlanan veya dokunan çalışmalar... Bir süre önce hepimizin dikkatini çeken ve çoğu insanın duyarlı
bir şekilde yaklaştığı Çilem Doğan
hikâyesi var. Çilem Doğan, birçok kez
kocasının şiddeti yüzünden devlet
yardımı istiyor. Sonuç olarak baskı
ve şiddete dayanamadığı bir noktada kocasını öldürdüğünü söylüyor.
Çilem Doğan’ın teslim olduğu an,
üzerinde “Dear Past thank you for
all lesson. Dear Future I am ready Sevgili Geçmiş, bütün dersler için
teşekkürler. Sevgili Gelecek, ben hazırım” yazıyor. Star Wars’la röportajımız öncesinde işlerinize bakarken
tekrar karşılaştım ve aklıma Çilem’in
hikâyesini getirdi. Gittikçe artan bir
şiddet var toplum üzerinde. Ben
bunu sadece kadın problemi olarak
okuyamıyorum. Gittikçe agresifleşen bir toplum olduğunu düşünüyorum. Hem ‘Star Wars’u hem de bu
günlerimizi nasıl yorumluyorsunuz?
G.K.: Önce bu kadının hikâyesinden
başlayalım, “Star Wars’tan. 80’lerin
59
başında biz Marmaris’in Turunç köyü
denilen, el değmemiş bir koyunda yaz tatilleri geçirirdik. Bu köy 14
haneli, hiçbir şekilde değiştirilmemiş bir köydü. Bizim de çok dikkatle
korumaya çalıştığımız bir alandı, ama
şu anda korkunç bir turizm kasabası
haline dönüşmüş durumda; bütün
bu güzel köylüler kapitalizmin nasıl
çalıştığını çok iyi öğrenip, kendilerini denizden koparıp kara taşımacılığına adadılar. İnanılmaz paralar
kazanıp pansiyonculuk yoluyla daha
farklı statüler elde ettiler ve tanınmaz
kişiler haline dönüştüler. Ama belki
bunda bizim de kabahatimiz var, yani
oraya hiç el atmasaydık belki bunlar
olmazdı diyeceğim; ama öyle bir şey
de yoktu, çünkü oralara herkes el attı
ve bizim de yapabileceğimiz bir şey
olmadı sonrasında. Star Wars tişörtünü taşıyan kadın, Marmaris’in Turunç
köylüsü. Dönüşümün başlarıydı, her
şeyin birdenbire farklılaştığı dönemde pazarlarda satılan ve üzerlerinde
ne yazılı olduğu her zaman meçhul,
hiçbir şekilde giyen tarafından anlaşılamayacak, ama sadece rengiyle ve
formuyla seçilebilecek tişörtler çok
modaydı. Ve bunları da sevimli bir
biçimde giyen sevgili Turunç köylülerimiz vardı. Onlardan bir tanesi karşıma gelip bu Star Wars baskılı tişörtle
durduğu zaman beni çok etkilemişti,
o resim öyle bir anda ortaya çıktı.
Benim de çok dikkatimi çekti
Çilem’in üzerindeki tişört. Çünkü
bilinçli bir şekilde giymiş ya da giydirilmiş olsa, duruşu çok farklı olurdu.
Ama yazının anlamı o kadar masum
bir biçimde kendisiyle örtüşüyordu ki, onu bu tişörtün içinde bir
katil olarak düşünmek zorlaşıyordu.
Kadın meselesinde maalesef kötü
şeyler yaşıyoruz ve bunun da nasıl
önü alınır bilinmez; çünkü giderek
yükselen, giderek baskıyı çoğaltan,
giderek kadın kavramını sıfırlayan bir
ortamda yaşamaya başladık. Yani bu
ortamda ne şikâyetlerin, ne ağlamanın faydasını gözlemleyebiliyorum.
60
SÖYLEŞİ
SANAT DÜNYAMIZ 153
“Gülsün Karamustafa. Kronografya”
sergisinden görünüm, 2016
Hamburger Bahnhof – Museum für
Gegenwart – Berlin
© Staatliche Museen zu Berlin /
Thomas Bruns
SÖYLEŞİ
SANAT DÜNYAMIZ 153
Gülsün Karamustafa
Star Wars
1982
kâğıt üzerine karışık teknik
63 x 50 cm
Sanatçı ve Rampa İstanbul’un izniyle
61
62
SANAT DÜNYAMIZ 153
SÖYLEŞİ
Herhangi bir konuda yapılabilecek
bir şeyin bundan sonra bir işe yaramayacağını da kuşkuyla seziyorum.
Buna karşılık ne yapılabilirdi, geriye doğru düşünüyorum. Ne yapıldı ve buraya gelindi? Ne yapıldı da
belli bir mücadeleyi sürdürdüğümüze inandık? Nasıl oldu da birdenbire
bir uçurum düşüşüyle düştük onu
da bilemiyorum açıkçası. 1970’lerin
masum, sadece politikanın izinde
feminist mücadelenin yürüyebileceğine inanan kadın hareketinde, ki bu
çok eleştirilirdi, daha sonra 80’lerin
toplumsal cinsiyet meselesini ele
alan feminist çalışma ve mücadelesini hatırlıyorum. Bu mücadeleyi
sürdürdüğümüze inanırken ve bunların meyvelerini toplamaya başladığımızı zannederken içine düştüğümüz
çukuru görmek çok acı geliyor bana.
Ve bu şiddetin, kadına karşı şiddetin,
şiddetle desteklendiğini hissediyorum bu dönemde.
Gülsün Karamustafa
Kalkan
1985
karışık teknik
250 x 135 x 75 cm
Sanatçı ve Rampa İstanbul’un izniyle
H.R.: Aslında gender demişken,
sizin daha çok bu sergide öne çıkarmak istediğiniz işler var mı bilmiyorum ama Çifte Hakikat veya sizinle
beraber yine kurdelelerini aldığımız
ve Dördüncü İstanbul Bienali’nde
sergilenen işinizden biraz bahsetmek istiyorum; çünkü güncelliğini
hâlâ koruyan bir iş. Çünkü hâlâ farklı
boyutlarda devam etmekte...
G.K.: Çifte Hakikat çok dinamik ve küçük bir jestle ortaya çıkmış
bir iştir. 80’lerin sonunda İstanbul
sokaklarında bir dükkânın önünde
fark ettiğim hamile giysili bir erkek
mankeni eve götürmemle ve onun
etrafına iki boyutlu bir mekân oluşturmamla ortaya çıkmış bir iş. Bence
o dönemde böyle bir vurguyu o şekilde ortaya koymak önemliydi. İlginç
olanı, o dönemde yapılmış olan bir
işin bugün hâlâ yaşamakta oluşu ve
hâlâ izleyiciyle iletişim kurarak yeni
hikâyeler üretebilme gücünün var
oluşunu görmek. NEWORIENTATION ise, 1995 yılında, 4. İstanbul
SÖYLEŞİ
SANAT DÜNYAMIZ 153
Bienali için yapmış olduğum, ondan
sonra da hiç tekrarlayamadığım bir
işti. Küratör Melanie Roumiquière’in
isteğiyle, müze içerisinde bu iş için
uygun bir alan bulduk ve uyguladık,
iki galeri arasında mekânı birleştiren asma köprüye kuruldu iş. Şu
anda bu işi gömüldüğü yerden çıkarıp orada tekrar uygulamak bana
birazcık ürküntü veriyor, ama yine
de sanıyorum sonuçta iyi bir iletişim kurabilecek izleyenlerle. Bu iş
ürettiğim dönemde Galata üstlerinde
Cihangir’de yaşıyordum. Galata her
zaman benim ilgi alanım dahilinde.
Eğer işlerimin çoğuna bakarsan, altla-
Gülsün Karamustafa
Çifte Hakikat
1987/2013
tekstil, demir, polyester
192 x 170 x 171 cm
Sanatçı ve Rampa İstanbul’un izniyle
63
rını biraz eşersen Galata’nın eğlence
endüstrisi, tarihi ve geçmişiyle ilgili
birçok şeye parmak bastığımı görebilirsin. Bir de Galata’da benim için
gerçekten ilgi çeken noktalardan bir
tanesi, Galata genelevleriydi. Geçenlerde fark ettim ve çok dehşet verdi
bana, Zürafa Sokak aslında Galata’da
bir sinagogla bir büyük kilisenin
arasında yerleştirilmiş bir sokak,
bunun çok politik olduğunu çok
geç, çok yeni fark ettim. Ama tuhaf
bir duygu verdi yeniden. NEWORIENTATION ile ilgili düşüncem
şuydu: İstanbul, liman, Galata’daki
genelev ve İstanbul etrafındaki kayıp
64
SÖYLEŞİ
SANAT DÜNYAMIZ 153
kızların hikâyesi. Herhangi birinin
izini sürdüğünde çoğunlukla onları Galata genelevlerinde bulabiliyordun. O dönemde, 1994’te başlamış olan bir polis programı vardı
televizyonda. Kayıplar aranıyor ve
onların hikâyeleri anlatılıyordu. Bu
hikâyelerin içinde bazen de kaybolmuş, ama tekrar ortaya çıkmayan ve
çıkmayı istemeyen kızlar olurdu, bu
da çok dramatik bir şeydi. Ben bu işi
bütünüyle İstanbul ve çevresindeki
kayıp kızlara adadım. Ve onların isimlerinin baş harflerini bu polis kayıtlarından bulduğum kayboluş tarihleriyle birlikte bu kurdelelerin üzerine damgaladım. Kurdeleler limanda
denize doğru savrulurken, İstanbul’a
bir nevi selam verdim. Şimdi aynı
kurdeleler müzede yine bir istikâmete
doğru sallanacak, böylelikle bu işi
tekrar hayata geçirmiş olacağız.
H.R.: Benim için bu iş görsel
olarak romantik ve duygusal olmasının yanı sıra aynı zamanda lokal
bir hikâyeyi barındırıyor. Lokal ama
aslında çok global bir sorun, dünyanın her yerinde tekrar üretilebilir
ve güncele yaslanır oluşu sebebiyle
de çok önemli: Sanatı önemli kılan
şey bana göre öncelikle bu belgeleme süreci, o hikâyeyi abideleştirmek
ve o işin içerisine hapsetmek, öyle
yaşatmak. Bunu sizin işlerinizde hep
görüyoruz. Yaşadığınız bir apartmanı
bir sanat nesnesine dönüştürdüğünüz
farklı bir işiniz var, gittiğiniz konuk
sanatçı programlarında karşılaştığınız
hikâyelerle lokal hikâyeleri birleştirdiğiniz işleriniz var; özellikle Köy
Enstitüsü işiniz gibi...
G.K.: İşlerimin temel referans
noktaları aslında kendi hayatım,
kendi coğrafyam ve kendi çevrem.
Turunç köyünden, onun yanında Köy
Enstitülerinden bahsedebiliriz ve aynı
zamanda Avusturya’nın en önemli
mimarlarından biri olan Margarete
Shütte Lihotski’nin hikâyesine bağlanabiliriz buradan ve daha sonra bu
hikâyeyi Avrupa’da yükselen faşizmle
genç Türkiye Cumhuriyeti’nin karşılıklı hikâyeleri konusuna dönüştürebiliriz. Gayet tanıdık, tam anlamıyla
bildiğim noktalardan yola çıkıyorum ve herkes tarafından paylaşılabilecek bir iş üretiyorum. Hikâyesi
İstanbul’da var olan bir apartmana
dayalı bir proje yaptığımda, göç tarihine verdiği referansla pek çok dünya
insanı tarafından rahatlıkla okunabilecek bir iş haline geliyor. Meydanın
Belleği de aynı şekilde paylaşılabiliyor.
H.R.: Dışardan bakıldığında
müthiş bir belgeleme ve bu belgeyi üretme ve paylaşma durumu var
yani meydanlar, bu kayıp kızlar aynı
zamanda şimdi yine tekrardan konuşmak istediğim Arzu Nesneleri
belge niteliğinde; ama aynı zamanda sanata dönüşüyorlar. Yani bu
Star Wars tişörtlü hanımefendi de
bir belge ve sanat eserine dönüşen
hikâyenin öznesi.
G.K.: Projelerin altı asla boş değil.
Herhangi bir yanlış yapmamak,
herhangi bir yargılama ile yüz yüze
kalmamak için çok ciddi bir araştırma yapmak durumunda hissediyorum kendimi. Tabii bu araştırma
süreci içinde de çok yaratıcı fikirler ve
çok da zenginleştirici malzemelerle
karşılaşıyorum. Bir iş başlangıçta bir
küçük fikir olarak beliriyor ve sonuçta
hiç tahmin etmediğim bir noktada
bitiyor. Aslında o da bu işin mucizesi diye düşünüyorum. Hiçbir işimin
başladığı yerde bitmediğini görüyorum ama her işimin sonunu aşağı
yukarı tahmin eden bir eskizim var.
H.R.: Arzu Nesneleri, ilk sergilediğiniz sunum şeklinizden daha
farklı bir duruma bürünüyor Müze
için. Diğer bir tarafta, konu yine farklı
boyutlarda hâlâ güncel.
G.K.: Üretirken etik meselenin
dikkate alınması gereği çok önemli benim için, çünkü insana dair
Gülsün Karamustafa
NEWORIENTATION
1995
ip, kurdele, askı aparatları
yük. 400 cm
4. Uluslararası İstanbul Bienali’nden
yerletirme görüntüsü, Antrepo,
İstanbul, 1995
Sanatçı ve Rampa İstanbul’un izniyle,
Foto: Yıldırım Arıcı
SÖYLEŞİ
SANAT DÜNYAMIZ 153
65
66
SANAT DÜNYAMIZ 153
Gülsün Karamustafa
Fil
2016
buluntu nesne, kaide
90 x 32 x 42 cm
Sanatçı ve Rampa İstanbul’un izniyle
SÖYLEŞİ
hikâyelerle uğraşıyorum. Bu yüzden
bütün sosyolojik araştırmamı yapıp
bir işe giriyorum. Gerektiğinde işin
uzmanlarından yardım alıyorum.
Aslında ‘Arzu Nesneleri’ tehlikeli
bir konuydu. Çünkü illegal bir ticaret üzerinden şekilleniyor. Bu illegal ticaretin içinde kadın sömürüsü
vardı, çok dikkat etmem ve bu iki
durumun hataya düşmeden aktarılması gerekiyordu. Gözlemlediğim
olağanüstü bir durumdu 1990’ların
sonrasında başlayan ve en az bir on yıl
devam eden sınır ticareti. Bunun için
bir şeyler yapmak ihtiyacı duyuyordum. Her zamanki gibi, ilgimi çeken
bir şey olduğunda bir sanatçı olarak
onu görmek, özümsemek ve onunla
ilgili bir şey yapmak ihtiyacı duyuyorum. Bu da insanların, rejim değişikliğiyle birlikte tersyüz olduğu bir
dönemde ortaya çıkan, bir çeşit ticaret
karşısında bir şey yapmam gerektiğini
düşündüğüm noktaydı. Sonuç olarak
performansları oluşturan fikir geldi
aklıma. “Bu işi yapan kadınların içinde bulundukları durumu deneyimlemek nasıl olur acaba” diye düşündüm
ve bu deneyimi dürüstçe tekrarlayabilmek için çantamı toparlayıp beş
kere, yurtdışına, onların yaptığı gibi
bavul içinde kaçakçılık yaptım. Onların tabiriyle “bavul ticareti” gerçekleştirdim ve bu ticaretin sonunda
onların yaptığı gibi tezgâhımı açtım,
mallarımı sattım. Oradan edindiğim
kârı bulunduğum şehirdeki bir kadın
kuruluşuna bırakarak işimi bitirdim.
Bu performans beş kere tekrarlandı. Biri Zürih’te, İsviçre’de, üç tanesi
Fransa’da ama Paris gibi bir merkezde değil Sete, Burj, Rouen gibi daha
ufak şehirlerde tekrarlandı; bir de
Hannover’da açık alanda yaptık bu
tekrarı. Ondan sonra talep üzerine
Berlin’de bir kez daha özel bir gösterim içinde yer aldı.
Bu ticaretin sona erdiğini gördüğümden performansları bitirmeye karar vermiştim. Dolayısıyla bu
son tekrarı satışa açık gerçekleştir-
SÖYLEŞİ
SANAT DÜNYAMIZ 153
Gülsün Karamustafa’nın
atölyesinden görünüm
İstanbul, 2016
Foto: huo rf
67
68
SANAT DÜNYAMIZ 153
BELLEK / EMEK
Foto: huo rf
medim, tam tersine bir ikinci gece,
ikinci bir performans yaparak artık
legal bir ticaret merkezi olan Laleli’nin
son durumunu göstermek istedim.
Aynı alanda şık dükkânların açıldığını, zamanında “bavul ticareti” yapan
kadınların artık bu dükkânların sahibi
olduğunu ve onların nasıl çalıştıklarını gösterir bir performans yaptım. Bu
performansta Laleli dükkânlarından
kart adresler topladım, bu kart adresleri çoğaltıp orada bir promosyon gibi,
beni izleyenlere dağıttım. Berlin’de
bu gösterim sırasında bir Alman film
ekibiyle birlikte bir çalışma gerçekleştirmiştik. Berlin şehrinde birlikte dolaşarak o zamanlar hâlâ varlığını sürdüren Almanya’yla Polonya
arasındaki bu “bavul ticareti”nin
gerçekleştiği dükkânlar vardı. O sırada
o dükkânları Berlin’de yaşayan Polon-
yalı göçmenlerle birlikte ziyaret ettik
ve bu filmi de bu son sergilemeye
ekledik.
H.R.: Sanat ortamının başat
elemanlarından biri galeriler. Sizce
Türkiye’de sistem tam olarak oturdu
mu? En sağlıklı gözlemlerden birisi
sizinki olacaktır.
G.K.: Öğrenciliğim sırasında ve mesleğe ilk girdiğim yıllarda
Türkiye’de galeri kavramı gelişmemişti. Görsel sanatçının besleneceği
tek yer Devlet Resim Heykel Sergileri ve bu yolla devlet adına yapılan
satın almalardı. 70’li yılların ortasında başlayan ve 80’lerde hızla sayıları fazlalaşan galerilerin kendilerine
özgü bir stratejisi yoktu ve bir kavram
karmaşası yaratıyorlardı. Uluslararası
Plastik Sanatlar Derneği’nin çabala-
rıyla 1990 yılında açılan fuarda yer
alan galeriler, bir süre sonra aynı çatı
altında bulunmak istemediler ve ikinci bir sanat fuarına ihtiyaç duydular.
Bugüne kadar hikâyemiz bölünerek,
ayrışarak yeni arayışlar içinde devam
etti, bugün İstanbul ve Ankara gibi
büyük şehirlerde hedeflerini belirlemiş, işini iyi yapan galeriler var.
H.R.: Sert, keyifli/keyifsiz, birbirinden farklı hükümetler gördünüz;
dünyayı izlediniz, belgelediniz; ürettiniz. Hüzünlü hikâyeler anlattınız,
anlatılması gereken. Şahit olduğunuz,
yaşadığınız ve paylaşmak istediğiniz
şeylerdi bunlar. Ne görüyorsunuz
şimdi bunca emeğinizin, geçmişinizin, başarılarınızın ardından nasıl bir
manzarayla karşı karşıyasınız?
G.K.: Manzarayı betimledim,
Hamburger Bahnhoff’ta görürsünüz. •

Benzer belgeler

Sonra birdenbire kaosun üstesinden gelen o

Sonra birdenbire kaosun üstesinden gelen o araya getirildiğinde kaçınılmaz olarak belirli bağlamlar oluşturuyor; fakat aynı zamanda çok değişik sürprizleri de var. Çünkü bu sergi “Vadedilmiş Bir Sergi”de gösterilenlerden farklı işler de içe...

Detaylı