Kedi ve Köpek Hekimliği

Transkript

Kedi ve Köpek Hekimliği
Kedi ve Köpek
Hekimliği
Editör
Prof. Dr. Ender YARSAN
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi
Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı
GÜNEŞ TIP KİTABEVLERİ
KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Copyright © 2015
Bu Kitabın her türlü yayın hakkı Güneş Tıp Kitabevleri Ltd. Şti.’ne aittir. Yazılı olarak izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kısmen veya tamamen kopya edilemez;
fotokopi, teksir, baskı ve diğer yollarla çoğaltılamaz.
Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni: Murat Yılmaz
Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı: Polat Yılmaz
Yayın Danışmanı: Ali Aktaş
Dizgi - Düzenleme: İhsan Ağın
Kapak Tasarımı: Olcay Taşdemir
Baskı:
Ayrıntı Basım ve Yayın Matbaacılık Hiz. San. Tic. Ltd. Şti.
İvedik Organize Sanayi Bölgesi 28. Cad. 770 Sok. No: 105-A
Ostim/ANKARA
Telefon: (0312) 394 55 90 - 91 - 92 • Faks: (0312) 394 55 94
Sertifika No: 13987
UYARI
Medikal bilgiler sürekli değişmekte ve yenilenmektedir. Standart güvenlik uygulamaları dikkate alınmalı, yeni araştırmalar ve klinik tecrübeler ışığında tedavilerde ve ilaç uygulamalarındaki değişikliklerin gerekli olabileceği bilinmelidir. Okuyuculara ilaçlar hakkında üretici
firma tarafından sağlanan ilaca ait en son ürün bilgilerini, dozaj ve uygulama şekillerini ve
kontrendikasyonları kontrol etmeleri tavsiye edilir. Her hasta için en iyi tedavi şeklini ve en
doğru ilaçları ve dozlarını belirlemek uygulamayı yapan hekimin sorumluluğundadır. Yayıncı
ve editörler bu yayından dolayı meydana gelebilecek hastaya ve ekipmanlara ait herhangi
bir zarar veya hasardan sorumlu değildir. Kitabın içindeki bölümlerin bilimsel sorumluluğu
ilgili yazarlarına aittir.
GENEL DA⁄ITIM
GÜNEfi TIP K‹TABEVLER‹
ANKARA
‹STANBUL
KARTAL fiUBE
M. Rauf ‹nan Sokak No:3
06410 S›hhiye/Ankara
Tel: (0312) 431 14 85 • 435 11 91-92
Faks: (0312) 435 84 23
Gazeteciler Sitesi Sa¤lam Fikir Sokak
No: 7/2 Esentepe/‹stanbul
Tel: (0212) 356 87 43
Faks: (0212) 356 87 44
Cevizli Mahallesi Denizer Cad.
No: 19/C Kartal/‹stanbul
Tel&Faks: (0216) 546 03 47
www.guneskitabevi.com
[email protected]
ÖNSÖZ
Veteriner hekimlikte türe has olarak hastalıkların tespit edilmesi ve sağaltım noktasında yapılabilecek uygulamaların değerlendirilmesi son derece önemlidir. Son
dönemde ortaya çıkan eğilim de açıkçası bu yöndedir. Veteriner Hekimliği eğitimi
veren Fakültelerimizde de bu anlamda bir yapılanmanın olması konusunda tartışmalar yapılmaktadır. Eğitim süreci içerisindeki meslektaşlarımızın ileriye dönük
olarak hangi alanda çalışacaklarını belirlemeleri ve bu alanda daha yoğun bir bilgi
birikimine sahip olmaları öncelikli hedefleri olmalıdır.
Veteriner Hekimlerin uğraşı alanlarından biri de Kedi ve Köpek Hekimliğidir.
Pet alanında çalışan çok sayıdaki meslektaşımız; bu alanda yoğun bir emek harcamaktadırlar. Dolayısıyla kedi ve köpek hekimliği alanında çalışan, hizmet üreten
meslektaşlarımıza bu konuda kapsamlı bir eserin kazandırılması, güncel bilgilerin
aktarılması son derece önemlidir. Bu düşüncelerle hazırladığımız “Kedi ve Köpek
Hekimliği” adlı Kitabımızda farklı disiplinlerden olan akademisyenler ve meslektaşlarımız bilgi birikimlerini aktardılar.
Söz konusu eser 23 Konudan oluşacak şekilde hazırlandı. Genel kapsamı itibariyle; kedi ve köpeklerde ilaç kullanımına ilişkin yaklaşımlar; iç hastalıkları ve
sağaltım uygulamaları; kanser ve tedavisi; kedi ve köpeklerde anestezi; üreme ve
reprodüksiyon bozuklukları ile tedavileri; kedi ve köpeklerde beslenme bozuklukları; meydana gelebilecek zehirlenmeler ve sağaltım uygulamaları; hastalıklara ilişkin
vaka takdimleri ve reçete örnekleri; klinik tanıda son derece önemli olan biyokimyasal parametreler ve bunların pratik anlamda yorumlanmaları ayrı başlıklar halinde sunuldu. Hastalıklara ilişkin değerlendirmeler; hastalığın tanımı, klinik bulguları, tanı ve sağaltımları şeklinde yapıldı. Sağaltımda kullanılacak ilaçlar konusunda
mümkün olduğunca örnek reçeteler de yine bu eser içerisinde verildi. Bununla birlikte reçete yazımında hastanın bir bütün olarak değerlendirilmesi öncelikle düşünüldüğü için; örnek reçete yazımı her hastalık için mümkün olmadı. Diğer taraftan
kedi ve köpeklerde kullanılabilecek ilaçlar da bir bütün halinde tablolar şeklinde
sunuldu.
“Kedi ve Köpek Hekimliği” başlıklı kitabımız alanında gerçekten söz sahibi
olan ve kendi konularında uzman akademisyenlerin ve meslektaşlarımızın katılımıyla hazırlandı. Yoğun bir çalışma temposu içerisinde ve titiz bir çalışmayla konular ele alındı ve yazıldı. Mümkün olduğunca güncel bilgiler, hem klinisyen meslektaşlarımıza yönelik pratik yaklaşımlarla; hem de eğitim hayatındaki öğrencilerimize
yönelik olarak sunuldu. Bu noktada, katkı sağlayan tüm yazarlara gösterdikleri
özverili çalışmadan dolayı içtenlikle teşekkür ediyorum.
Bu Projenin gerçekleşmesini sağlayan Güneş Kitabevlerine; Sayın Murat
Yılmaz’a ve çalışma arkadaşlarına da ayrıca teşekkür ediyor; Kitabın meslektaşlarımız ve Bilim camiası için faydalı olmasını temenni ediyorum.
Prof.Dr. Ender YARSAN
Editör
iii
YAZARLAR
Prof. Dr. Arif ALTINTAŞ
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı - ANKARA
Prof. Dr. Mehmet BAŞALAN
Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı - KIRIKKALE
Prof. Dr. Emine BAYDAN
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı - ANKARA
Prof. Dr. İbrahim DEMİRKAN
Afyon Kocatepe Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı - AFYONKARAHİSAR
Prof. Dr. Bahattin KOÇ
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı - ANKARA
Prof. Dr. Arif KURTDEDE
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı - ANKARA
Prof. Dr. Şükrü A. KÜPLÜLÜ
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Doğum ve Reprodüksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı - ANKARA
Prof. Dr. Zülfikar Kadir SARITAŞ
Afyon Kocatepe Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı - AFYONKARAHİSAR
Prof. Dr. Rıfat VURAL
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Doğum ve Reprodüksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı - ANKARA
Prof. Dr. Ender YARSAN
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı - ANKARA
Doç. Dr. Nuri ALTUĞ
Mustafa Kemal Üniversitesi Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı - HATAY
Doç. Dr. Murat GÜZEL
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı - SAMSUN
Yrd. Doç. Dr. Mustafa YİPEL
Mustafa Kemal Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı – HATAY
Dr. Musa KORKMAZ
Afyon Kocatepe Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı - AFYONKARAHİSAR
Dr. S. Kemal KUTLAY
Küçük Hayvan Veteriner Hekimleri Derneği - İSTANBUL
Ece Çağırıcı ALİM
Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı - ANKARA
v
İÇİNDEKİLER
Önsöz. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . iii
Yazarlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . v
Konu 1
Veteriner Hekimlikte Reçete . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1
Prof. Dr. Ender Yarsan
Konu 2
Kedi ve Köpeklerde İlaç Kullanımı–Genel Yaklaşımlar . . . . . . . . . . . 9
Prof. Dr. Emine Baydan
Konu 3
Kedi ve Köpeklerde Antibakteriyel İlaçlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 43
Prof. Dr. Ender Yarsan
Konu 4
Sıvı-Elektrolit, Asit-Baz Denge Bozuklukları ve Sağaltım . . . . . . . 63
Prof.Dr. Emine Baydan
Konu 5
Kedi ve Köpeklerde Homeopati . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 89
Prof. Dr. Ender Yarsan, Ece Çağırıcı Alim
Konu 6
Laboratuvar Bulguları ve Klinik Yönden Değerlendirilmesi. . . . . 107
Prof. Dr. Arif Altıntaş
Konu 7
Kardiyovasküler Sistem Bozuklukları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 159
Prof. Dr. Arif Kurtdede
Konu 8
Solunum Sistemi Hastalıkları. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 207
Prof. Dr. Arif Kurtdede
Konu 9
Sindirim Sistemi Hastalıkları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 239
Prof. Dr. Arif Kurtdede
Konu 10 Üriner Sistem Bozuklukları. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 285
Prof. Dr. Arif Kurtdede
Konu 11 Endokrin Sistem Hastalıkları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 339
Doç. Dr. Murat Güzel
Konu 12 Deri Hastalıkları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 377
Doç. Dr. Murat Güzel
Konu 13 Hemopoetik Sistem Hastalıkları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 447
Doç. Dr. Nuri Altuğ
vii
viii İÇİNDEKİLER
Konu 14 İmmun Mediated Hastalıklar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 569
Doç. Dr. Nuri Altuğ
Konu 15 Sinir Sistemi Hastalıkları. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 609
Doç. Dr. Murat Güzel
Konu 16 Enfeksiyöz Hastalıklar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 637
Prof. Dr. Arif Kurtdede
Konu 17 Küçük Hayvan Kliniğinde Sıklıkla Rastlanan
Hastalıklarda Kullanılan Bazı Pratik Reçeteler ve
Olgu Sunuları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 689
Dr. S. Kemal Kutlay
Konu 18 Kanser ve Sağaltım Uygulamaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 697
Prof. Dr. İbrahim Demirkan, Dr. Musa Korkmaz
Konu 19 Reprodüksiyon Hastalıkları ve Sağaltım. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 731
Prof. Dr. Rıfat Vural, Prof. Dr. Şükrü A. Küplülü
Konu 20 Kedi ve Köpeklerde Anestezi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 777
Prof. Dr. Bahattin Koç, Prof. Dr. Zülfikar Kadir Sarıtaş
Konu 21 Beslenme Hastalıkları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 817
Prof. Dr. Mehmet Başalan
Konu 22 Zehirlenmeler ve Sağaltım Uygulamaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 827
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Yipel
Konu 23 Kedi ve Köpeklerde Kullanılan Veteriner İlaçları. . . . . . . . . . . . . . 875
Prof. Dr. Ender Yarsan
Dizin
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 899
1
VETERİNER HEKİMLİKTE
REÇETE
Prof. Dr. Ender YARSAN
R
eçete, hekimler (veteriner, tıp ve diş hekimleri) tarafından hastasına kullanmasını tavsiye ettiği ilaçlar için, eczacıya yazdığı imzalı bir teknik yazıdır. Bir başka
ifadeyle reçete; hekimin imzasını taşıyan ve hekimin profesyonelliğinin, seçkinliğinin, uyguladığı bir sanatın yansıması olan ve alelade bir kağıt parçasına indirgenmeyecek değerde ve önemde; hukuksal anlamda geçerliliği olan resmi bir belgedir.
Reçete, hekimin ismi, diploma numarası, adresi, yazıldığı yer ve tarihi kapsayan resmi belgedir. Hekim reçetesinde, ilacın hazırlanması bakımından eczacıya ve kullanılması yönünden de hastaya bilgi ve emir(ler) verir; ayrıca hastanın ilacı ne şekilde
kullanacağı da belirtilir.
Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü Reçete Talimatındaki ise şu şekilde bir tanım yapılmaktadır; “Veteriner hekim tarafından, veteriner tıbbi ürün satış yetkisine
sahip eczacı ya da bir veteriner hekime hitaben yazılan, hekimin kimlik ve adres
bilgileri ile diploma numarasını, hayvana ait kimlik ve adres bilgilerini, kullanılması
tavsiye edilen ürün veya terkipler ile uygulamalar hakkındaki bilgileri içeren tarihli
ve imzalı belgedir.”
Veteriner Hekimlikte kullanılan ilaçlar; hayvan sağlığı ve yetiştiriciliğinde farklı amaçlarla uygulama alanı bulurlar. Bunlar; hastalıkların sağaltımı ve önlenmesi,
davranışların değiştirilmesi, gelişmenin hızlandırılması, verimin artırılması, gıda
kalitesinin iyileştirilmesidir. Klinikte ilaç kullanan veya reçeteyi düzenleyen veteriner hekimlerin iki önemli sorumluluğu vardır; Etkin Tedavi ve Gıda Güvenliği. Bu
durum esasta veteriner ilaçlarının kullanımında iyi pratikler veya tam karşılığı olarak
veteriner ilaçlarının bilinçli ve güvenli kullanımı diye bilinir. Son durum esasta ilaç
reçetesinin yazılması, ilacın uygulanması, dağıtım ve kontrolü ile ilgili düzenlemelerin en önemli kısmını oluşturur. Burada hekim birçok durumu gözetmek zorundadır.
Veteriner hekim kontrolsüz ve sınırsız ilaç kullanmaktan kaçınmalıdır; bu durum ilaç israfı yanında, besin maddeleri ve çevrenin kirlenmesine, bakteri, protozoa, böcek, iç ve dış parazitler gibi zararlılar arasında ilaca dirençli suşların ortaya
çıkmasına yol açacaktır. Reçetenin düzenlenmesi yanında (ilaç ve formülasyon olarak), ilacın yeterli dozda, doz aralığında ve süreyle uygun bir yolla verilmesi için özel
dikkat sarf edilmelidir. Veteriner hekim ve hayvan yetiştiricileri, kullanılan miktar,
uygulama yolu, kullanılan hayvan, sağaltım suresi, alınan cevap, ilaç kullanılırken
hayvanlarda karşılaşılan istenmeyen etkileri de kapsayacak şekilde, kullandıkları
ilaçların kayıtlarını tutmalı ve istendiğinde yetkililerin denetimine sunulmalıdır.
Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu (11/06/2010 tarih,
5996 sayı) kapsamında veteriner sağlık ürünleriyle ilgili tanımlamalar yer almaktadır. Buna göre;
Veteriner sağlık ürünleri: Veteriner tıbbî ürünleri ve tıbbî olmayan veteriner ürünleridir.
1
2 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Tıbbî olmayan veteriner sağlık ürünleri: Hayvana uygulanmak ya da hayvan için
kullanılmak amacıyla tüm üretim aşamalarından geçerek kullanıma hazır hâle getirilmiş ilaç niteliğinde olmayan ürünleri tanımlar.
Veteriner tıbbî ürünleri: Hayvana uygulanmak ya da hayvan için kullanılmak
amacıyla tüm üretim aşamalarından geçerek kullanıma hazır hâle getirilmiş etkin
madde ihtiva eden ürünleri ve veteriner biyolojik ürünleridir.
Veteriner ilaçlarının kullanımıyla ilgili yetki ve sorumluluk veteriner hekime
verilmiştir. Veteriner Tıbbi Ürünler Hakkında Yönetmelik 24/12/2011 tarih ve 28152
sayılı Resmî Gazetede ve Veteriner Tıbbi Ürünler Hakkında Yönetmelikte Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik ise 11.01.2013 tarih ve 28525 sayılı Resmî Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelikle veteriner tıbbi ürünlerin üretimi, ithalatı, ihracatı, kullanımı, ambalajlanması, etiketlenmesi, tanıtımı, nakliyesi,
depolanması, reçeteli ya da reçetesiz satışı, izin verilmesi, kontrolü ve teminine ilişkin esaslar belirlenmiştir. Bu yönetmeliğin 47 inci maddesinde perakende satış yeri
kayıtları, 48 inci maddesinde reçete ile ilgili esaslar belirlenmiştir. Bu maddeye göre;
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Herhangi bir ürünü veya terkibi hayvana uygulayan ya da uygulanmasını tavsiye
eden veteriner hekim, gerektiğinde söz konusu durumu belgelemek üzere reçete
düzenlemeli, hayvanla ilgili kişiye vermeli ve gerektiğinde kaydetmelidir.
Veteriner hekim reçetesinde asgari olarak tarih, veteriner hekime ait kimlik bilgileri (adı-soyadı, imzası, adresi, diploma numarası), hayvana ait kimlik bilgileri, reçete edilen ürün veya terkip hakkında bilgiler (isim, gücü ve farmasötik
şekli, kullanım şekli, ticari ambalaj şekli, uygulama yolu ve dozu ile tedavi süresi) yer almalıdır.
Bakanlık herhangi bir durum, işletme, ürün sınıfı ya da hayvan grubu için reçete
bilgilerinde ve kullanımında özel düzenlemeler yapabilir, bunların kullanılmasını zorunlu kılabilir veya reçeteleri sınıflandırabilir. Ürünlerin reçeteye tabilik
durumu Bakanlıkça belirlenerek Bakanlık internet sayfasında yayınlanır.
Veteriner hekim uygun izinli bir ürün bulunmaması durumunda, veteriner biyolojik ürünler dışındaki izinli ürünleri mesleki bilgisine dayanarak etiket dışı
olarak kullanabilir veya kullanılmasını tavsiye edebilir. Bu durumda veteriner
hekim etiket dışı uygulamanın muhtemel her türlü etkisi hakkında yetiştiriciye
gerekli bilgiyi vermek, kayıtlarında ve reçetede bu durumu belirtmek zorundadır. Etiket dışı kullanım durumunda, kullanılan ürün için ilgili hayvan türlerine
göre bir kalıntı arınma süresi belirlenmemişse Bakanlık asgari bir süre ve/veya
kurallar tavsiye edebilir. Etiket dışı kullanımda sorumluluk uygulayana ve uygulatana aittir.
Psikotropik ve narkotik ürünlerin yazıldığı reçeteye başka herhangi bir ürün
yazılamaz.
Reçeteler en az üç nüsha olarak düzenlenir. Bir nüsha, düzenleyen veteriner hekim tarafından muhafaza edilir. Diğer iki nüsha ise aslı veteriner tıbbi ürün satış
yerine verilmek üzere hayvan sahibine verilir. Reçete edilen ürünün veteriner
ilaçlı premiks olması halinde reçete dört nüsha düzenlenir ve dördüncü nüsha
ilaçlı yemi hazırlayacak tesiste muhafaza edilir.
Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü 2013/10 sayılı genelge ile kullanılacak bu
reçetelerde yer alması gerekli bilgileri, reçetelerin basılması, kayıt altına alınması ve
saklanması ile ilgili kuralları belirlemiştir. Reçeteler, reçeteyi düzenleyecek veteriner
hekimin görevli olduğu yere bağlı olarak A ve B sınıfı olarak iki gruba ayrılır; A seri
numarası ile numaralandırılmış reçeteler Bakanlık bünyesinde, yerel idareler, veteriner fakültesi klinikleri veya diğer kamu kurumlarında görevli veteriner hekimlerin
düzenledikleri reçetelerdir. B seri numarası ile numaralandırılmış reçeteler mesleği-
2
KEDİ VE KÖPEKLERDE
İLAÇ KULLANIMI–GENEL
YAKLAŞIMLAR
Prof. Dr. Emine BAYDAN
B
u güne kadar yapılan araştırmalar, insan ve hayvan türleri arasında ilaçların
farmakokinetikleri ve farmakodinamikleri yönünden bazı farklılıkların bulunduğunu ortaya koymuştur. Veteriner Hekimlikte genetik çalışmalar az olmasına rağmen, mevcut bilgiler hayvan türleri ve hatta aynı türün ırkları arasında bile ilaçların
etkisinde ve metabolizmasında farklılık olduğunu göstermektedir. Irklar arasındaki
genetik varyasyonlar da ilaçların etkisi ve toksisinde değişikliklere neden olabilir.
Örneğin Greyhound köpek ırkında vücut yağ oranı diğer türlerden daha az olduğundan, bu türlerde lipofilik ilaçların dağılım hacminin daha düşük olması, serum
yoğunluklarının daha fazla olması ve lipofilik ilaçlara duyarlılığın da fazla olması
beklenir. Çoğu ilaç için farklı türlere ve ırklara göre farmakokinetik değerler tespit
edilmiştir. Bu nedenle, pek çok kez bir türün verilerinden hareketle, diğer türler için
fizyolojik temelli farmakokinetik modelleme ile öngörüde bulunulabilir. Kimi zaman veteriner hekimler, insan ilaç ve dozlarından hareketle kedi ve köpeklere doz
kestirmesi yapmayı düşünür. Ancak, bu oldukça risklidir. İdeal olan, her tür ve ilaç
için farmakokinetik araştırmalarla etkili ve güvenli dozun belirlenmesidir. Türe özel
uygulamalarda bile ilaca bağlı istenmeyen etkiler ve hatta ölümler görülebilir. FDA
tarafından 1987-2005 yılları arasında yapılan değerlendirmede köpek ve kedilerde
ivermektin, milbemisin, moksidektin, lufenuron, selamektin, melarsomin, pirantel,
amitraz, amoksisilin, enrofloksasin, medetomidin, atipemazol, ketamin, tiletaminzolezepam, isofluran, karprofen (köpeklerde belirtilen periyotta en fazla ilaca bağlı
ölüm sebebi), derakoksib, etodolak ve meloksikama yönelik istenmeyen reaksiyonlar
ve ölümler kaydedilmiştir.
2.1. KEDİ VE KÖPEKLERDE İLAÇ UYGULAMASI
Kedi ve köpeklere ilaçlar ağızdan, besinle, enjeksiyonla veya bazı durumlarda sağlam
deri ve muköz membranlara uygulama şeklinde verilebilir. İlaç uygulamadan önce,
doğru doz ayarlaması yapılabilmesi için kedi ve köpeklerin muhakkak tartılması gerekir. Köpek ve kedilere ilaç yazarken hayvan sahibinin rızası (uyuncu) da göz önüne
alınmalıdır. Enjeksiyon için en yaygın kullanılan yollar damar içi (iv), kas içi (im) ve
deri altı (sc)’dır. Parenteral diğer uygulama yolları, kalp içi (intrakardiak), periton içi
(intraperitoneal), intraplöral, epidural, eklem içi (intraartiküler) ve kemik içi (intraosseal) yollardır. Köpeklerde kas içi enjeksiyon hacmi, kasın yoğunluğuna bağlı
olarak değişir. Büyük yavrularda enjeksiyon hacmi toplam 4-5 ml’yi, küçüklerde 2-3
ml’yi geçerse ağrıya neden olabilir. Kedilerde ise aynı yere tek seferde 1.5-2 ml’den
fazla ilaç uygulanırsa ağrıya neden olabilir. Eğer enjeksiyonlar büyük hacimleri gerektiriyorsa, birden fazla yere yapılmalıdır. Fazla miktarların verilmesinde deri altı
enjeksiyon daha uygun olabilir. Ancak, uygulanacak hacim büyük köpeklerde 25-30
ml, küçük köpeklerde ise 15-20 ml’den fazla ise birden fazla yere uygulama yapılma-
9
10 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
lıdır. Bilinci açık kedilerde tek sc enjeksiyon 15-20 ml’den fazla olmamalıdır; daha
fazla miktarda ilaç verilmesi gerekiyorsa birden fazla yerden ilaç uygulanmalıdır.
Özellikle kronik hastalıklarda olduğu gibi uzun süre ilaç kullanımlarında petlerde ağız yolu daha çok tercih edilir. Ağızdan alınacak ilaçlar açısından, tatlara
hassasiyet bakımından kedi ve köpekler arasında fark vardır. Köpekler tuza daha
duyarsızken, kediler ise şekere daha duyarsızdır. Kediler balık yemeyi tercih ederken, köpekler sığır, domuz, kuzu, at, tavuk eti ve karaciğeri tercih eder. Bunların
bilinmesi kedi ve köpekler için oral ilaçların hazırlanmasında veya uygulanmasında tatlandırıcı veya verilmeyi kolaylaştırıcı olarak bu maddelerin kullanılmalarını
sağlar. Köpek ve kediler tek mideli hayvanlardır. Büyük ırk köpeklerde (yaklaşık 60
kg’lık) mide-bağırsak sistemi vücut ağırlığının %2.8’ini, küçük ırklarda ise (yaklaşık 5 kg’lık) %7’sini oluşturur. Ağızdan uygulanan ilaçların başlıca emilim yeri ince
bağırsaklardır. Irklara göre ilaçların emilimini mide-bağırsak sisteminin boşalma
zamanı değiştirebileceği gibi, petlerin beslenme (konserve diyet vb) alışkanlıkları da
değiştirir. Mide pH’sı ilaçların emilmesinde önemlidir. Köpek ve kedilerde boş mide
pH’sı 5-6 iken beslenme halinde 1-2’dir. Omeprazol gibi proton pompası inhibitörlerinin etkin olabilmesi için asidik pH gerekir. Benzer şekilde yeni geliştirilen uzun etkili analjezik ilaçlardan koksib, mavokoksib ya da antifungal ilaçlardan ketokonazol
gibi ilaçların da besinle verilmesi gerekir. Ancak, antibiyotiklerde olduğu gibi çoğu
kez mide içeriği ilacın biyoyaralanımını azaltır.
2.2. KEDİ VE KÖPEKLERDE TÜRE ÖZEL İLAÇ DUYARLILIĞI
2.2.1. Antibakteriyel İlaçlar
Penisilin G sodyum ve potasyumun yüksek dozları küçük hayvanlarda elektrolit
denge bozukluğu, böbrek yetmezliği, konjestif kalp yetmezliğine yol açabilir. Köpeklerde fonksiyonel N-asetil transferaz 1 ve 2 (NAT1 ve NAT2) etkinliği yetersizdir.
Bu etkinlik sulfonamidler gibi aromatik aminlerin atılması için gerekir. Kedilerde
sadece NAT1 bulunur. Köpeklerde NAT’ların bulunmaması sulfonamidlerin genel
atılım oranında bir azalmaya neden olmaz. Çünkü alternatif metabolik yolaklar durumu kompanse eder. Hatta köpeklerde Faz II asetilasyonun olmaması insanlara ve
diğer türlere göre bir avantaj oluşturur. Zira asetilasyonla amino grubundan asetillenen sulfonamid metabolitleri ana bileşiğe göre suda daha az çözündüğünden böbrek
tubullerinde birikerek hasara sebep olabilir. Petlerin asidik idrarı sulfonamidlerin
geri emiliminin artmasına ve dolayısıyla yarı-ömrünün uzamasına neden olabilir.
Köpek ırkları arasında sulfonamidlerin (özellikle güçlendirilmiş) immun aracılı artropatik etkisine hassasiyet bakımından farklılıklar vardır. İlaca bağlı poliartritis, sulfonamidlerin hidroksilamin metabolitlerini detoksifiye etme yeteneklerinin sınırlı
olmasından dolayı özellikle Dobermanlarda kaydedilmiştir. Ayrıca, Labrador Retriever, Golden Retriever, Great Dane, Dalmaçya gibi köpek ırklarında da artropati
kaydedilmiştir. Sulfonamidler, sulfasalazin, meselazin ve olsalazin sistemik olarak
kullanıldıklarında petlerde keratokonjuktivitis sicca’ya neden olabilir. Meselazinin
bu riski sulfazalazine göre daha azdır. Köpek ve kedilerde neomisin özellikle işitme
(ototoksik) ve böbrek; streptomisin ve dihidrostreptomisin ototoksik; gentamisin
ototoksik ve nefrotoksik etkilidir. İlaçlara bağlı kronik böbrek hastalıkları özellikle
uzun süreli ve yüksek doz uygulamalarında daha çok görülür. Uygun doz programı
uygulandığı takdirde olay genellikle geri dönüşümlüdür. Aminoglikozidlerin hızlı iv
uygulanmaları kas içi sinaptik disfonksiyon ve paraliz ile sonuçlanabilir. Aminoglikozidlerin enfluran ve eter ile beraber kullanılmaları bu türlerde nöromüsküler
blokajı artırır.
3
KEDİ VE KÖPEKLERDE
ANTİBAKTERİYEL İLAÇLAR
Prof. Dr. Ender YARSAN
K
edi ve köpeklerde antibakteriyel tedavinin amacı; enfeksiyon etkenlerinin konakçıya zarar vermeyecek şekilde uzaklaştırılmasıdır. Enfeksiyonların kontrolü
ve önlenmesinde konakçının doğal savunma mekanizmaları birincil derecede önem
arz eder. Bu mekanizmalar; solunum sistemindeki mukosiliyer faaliyetler; ürinasyonun uzaklaştırıcı etkileri; mide bağırsak sistemindeki normal florasıdır. Bütün
bu mekanizmalar enfeksiyondan ya da tedavi uygulamalarından etkilenebilecek niteliktedir. Mikrobiyal bir invazyon meydana geldiğinde konakçıda bulunan çeşitli
savunma mekanizmaları da harekete geçer. Bunlar; yangısal cevap; hücre göçü ve
fagositoz; komplement sistemi ve antikor üretimidir.
Veteriner kliniklerinde dirençli bakterilerden kaynaklanacak şekilde ortaya
çıkan nasocomial enfeksiyonlar da son derece önemlidir. Bu enfeksiyonlara neden
olan bakterilerin başlıcaları; Klebsiella, Escherichia, Proteus ve Pseudomonas türleridir. Nasocomial enfeksiyonlara neden olan predispose faktörler ise; yaş (genç ya
da yaşlı olma durumu), hastalığın şiddeti, hospitalizasyon süresi, invasiv destek sistemlerinin kullanılması, cerrahi implantlar, bağışıklık sisteminin yetersizliği ve daha
önceki antibiyotik kullanımı şeklinde ifade edilebilir.
3.1. ANTİBAKTERİYEL İLAÇLARIN UYGULAMA YOLLARI
Antibiyotik kullanımında eğer sistemik bir etkinlik isteniyorsa genellikle parenetral
uygulama tercih edilir. İlaç uygulama yolu üzerinde etkili diğer faktörler ise; hastalığın çeşidi; tedavi süresi, hastanın vücut sıcaklığı ve hasta sahibi gibi faktörlerdir.
Göz, kulak, bazı deri ve bağırsak enfeksiyonlarında yerel uygulama öncelikle tercih edilir. Bu şekildeki uygulamada yüksek ilaç yoğunluklarına ulaşılabilir; ayrıca
sistemik olarak zehirli olan bazı ilaçlar (basitrasin, neomisin, polimiksin) bu yolla
verilebilir. Birçok enfeksiyonun tedavisinde ve ev ortamında ilaç uygulanması gerektiği durumlarda ağız yoluyla ilaç kullanılması tavsiye edilir. Hasta sahipleri bu
uygulamada ilacı besin içerisinde kolayca verebilir; ancak bu noktada ilaç ile besin
maddesi arasındaki etkileşim de önemlidir. Eğer herhangi bir şüphe varsa ilaç verilmesi hayvan aç iken (ilaç uygulamadan 1-2 saat önce ve sonra besin verilmez)
gerçekleştirilir. Parenteral ilaç uygulaması rutin ilaç kullanımında pratik değildir;
ancak kusan; sinirli, huysuz ve bilinci yerinde olmayan hastalarda; ağız, özefagus ve
farenks’te ağrı olan yada fonksiyon yetersizliği olan hastalara tavsiye edilebilecek bir
uygulama seçeneğidir. Kas içi ya da deri altı uygulama eşit derecede etki süresi ve
gücü gösterir. Damar içi uygulama ise kısa sürede maksimum ilaç yoğunluğunun ve
hızlı ilaç etkisinin istendiği durumlarda tercih edilir.
43
44 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Tablo 3.1. Köpeklerde ağız yoluyla uygulanacak ilaçlar ile besin maddesi ilişkisi.
Uygulama seçeneği
İlaç
Aç karnına verilmesi uygun olanlar
İlaç emilimi içerikten etkilenebilir,
Aç karnına terimi; ilaç uygulamadan 1-2 saat
önce ya da sonra besin verilmemesini ifade
eder
Azitromisin, Sefradin, Eritromisin,
Florokinolonların çoğu, Linkomisin, Penisilinlerin
çoğu, Rifampisin, Sülfonamidlerin çoğu,
Tetrasiklinlerin çoğu
Besinle birlikte verilmesi uygun olanlar
İlacın biyoyararlanımı artabilir,
Mide bağırsak hareketliliği içerik tarafından
azaltılır
Sefodroksil, Kloramfenikol palmitat (kedi),
Doksisiklin, İbafloksin, Metronidazol,
Nitrofurantoin
Sınırlama gerektirmeyenler
Sefaleksin, Kloramfenikol tablet ve kapsülleri,
Kloramfenikol palmitat (köpek), Klaritromisin,
Klindamisin, Hetasilin, Spiramisin
3.2. ANTİBAKTERİYEL İLAÇLARIN OLUMSUZ ETKİLERİ
Konakçıya yönelik doğrudan etkiler (aminoglikozidler ve peptidler),
Diğer ilaçlarla toksik etkileşmeler,
Konakçının normal koruyucu florası ile etkileşim (örneğin zorunlu anaeroblar
baskılanabilir),
Direnç gelişimi,
Enjeksiyon yerinde doku nekrozu (tetrasiklinler),
Konakçının immun yada savunma sistemlerinin etkilenmesi (kloramfenikol),
Fagositoz yeteneğinin baskılanması, nötrofillerin etkilenmesi (tetrasiklinler),
Fagositozisin baskılanması (aminoglikozidler),
Aşırı duyarlılık reaksiyonları (penisilin, sülfonamidler),
Karaciğerdeki mikrozomal enzim etkinliğinin baskılanması ya da uyarılması
(kloramfenikol),
Kalıntı sorunu
3.3. KEDİ VE KÖPEKLERDE KULLANILABİLECEK
ANTİBAKTERİYEL İLAÇLAR
Penisilin ve/veya dihidrostreptomisin köpeklerde duyarlı bakterilerin yol açtığı solunum, sindirim ve ürogenital sistem enfeksiyonları, meningitis, yara, apse, ayak gibi
deri ve yumuşak doku enfeksiyonları ve ayrıca viral enfeksiyonlarda oluşan sekonder
bakteriyel enfeksiyonların tedavisinde kullanılır. Penisilin-streptomisin kombinasyonu sinerjik bir etki gösterir.
Sulfadimidin ve trimetoprim kedi ve köpeklerde duyarlı bakterilerin meydana
getirdiği: solunum sistemi enfeksiyonları (bronşitis, pnömoni, laringitis, faringitis,
tonsillitis, sekonder solunum sistemi enfeksiyonları), sindirim sistemi enfeksiyonları (gastroenteritis), ürogenital sistem enfeksiyonları (metritislerde lokal tedaviye ek
olarak, nefritis, sistitis, vajinitis ve diğer ürogenital bakteriyel enfeksiyonlar) ile du-
4
SIVI-ELEKTROLİT, ASİT-BAZ
DENGE BOZUKLUKLARI VE
SAĞALTIM
Prof. Dr. Emine BAYDAN
H
ayvanlarda görülen hastalıkların çoğu, dehidrasyonda olduğu gibi asit-baz
dengesi ve elektrolit bozukluklarıyla karakterizedir. Çoğu kez parenteral veya
oral sıvı uygulaması ve elektrolitlerin yerine konması ile tedaviye destek olunur.
Erişkin bir hayvanda vücut ağırlığının %55-60’ı, erişkin olmayanda %70-75’i
ve obezlerde ise %50’si sudur. İntrasellüler sıvı vucut ağırlığının %40’ını oluşturur.
Ekstrasellüler sıvı; plazma sıvısı (vücut ağırlığının %5’i), intersitisyel sıvı (vücut ağırlığının %14’ü) ve transsellüler sıvıdan (vücut ağırlığının %1-6’sı) oluşur. İntertisyel
sıvı büyük ve küçük kompartmanlar arasında yastık olarak görev yapar. İntrasellüler
ve ekstrasellüler sıvı içeriği birbirinden kısmen de olsa farklılık gösterir (Tablo 4.1).
Na+, ekstrasellüler sıvının, K+ ise intrasellüler sıvının temel katyonudur. Temel
anyonlar (-) ise ekstrasellüler sıvıda Cl- ve HCO3-, intrasellüler sıvıda PO4 ve proteinlerdir. Katyonlardaki farklılıklar, hücreler tarafından sodyumun aktif olarak dışarı
çıkarılmasına neden olur. Membranlarda sodyumun giriş ve çıkışı, sodyum pompası
ile düzenlenir. Bu işlem metabolik enerjiye gereksinim gösterir. Normalde plazmanın genel kompozisyonu (mEq/L); köpek ve kediler için sırasıyla sodyum 142-152,
146-156, potasyum 3.9-5.1, 3.7-6.1, klor 110-124, 115-130, bikarbonat 17-24, 17-24,
ve isotonisitesi ise yaklaşık 300 mmol/L’dir.
Vücut kompartıman sıvıları elektrolitleri kapsar. Bu bölümlerdeki elektrolitlerin
dağılımı ve yoğunluğu birbirinden farklıdır. Bütün sıvı kompartımanları birbirlerinden yarı geçirgen bir membranla ayrılmıştır. Su bu zarlardan serbestçe geçerken
partiküllerin geçişi sınırlıdır. Geçişte sudaki partiküllerin sayısı ve elektriksel farklılıklar, maddenin kimyasal yapısı ve değerliliği önem taşır. Böbrekler sodyum ve su
dengesini düzenleyerek vücut suyunun osmolaritesi ve hacmini dar bir aralık içinde
korur. Renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi, hipofizdeki antidiüretik hormon ile
böbrekler, ekstrasellüler sıvı sodyum düzeylerini ve tonisiteyi koruyarak kan basıncını dengede tutumaya yardımcı olur.
Dehidrasyon su ve elektrolit kaybıyla ortaya çıkan bir durumdur. Pek çok dehidrasyon olayında ekstrasellüler sıvı ve dolayısıyla en önemli katyonu olan sodyumun kaybı söz konusudur. Fazla sıvı kaybında sadece hacim değişikliği olmaz;
aynı zamanda ektrasellüler sıvı kompozisyonu da değişir. Bu nedenle, replesament
(yerine koyma) tedavisi yapılması gerekir. Hayvan vücuduna aldığından daha fazla
su kaybettiği zaman, dolaşım sıvısı da tükenmeye başlar. Sonuçta hidrostatik basınç
Tablo 4.1. İntrasellüler ve ekstraselller sıvı içeriği.
Katyonlar
+
Anyonlar
Ekstrasellüler sıvı
Na
Cl-, HCO3-
İntrasellüler sıvı
K+
PO4, Protein
63
64 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
azalır ve kolloid ozmotik basınç (plazma proteinleri) artar. Bu tükenme, hızla ektrasellüler sıvıdan plazmaya sıvının hareketi ile kompanse edilmeye çalışılır. Genç
hayvanların vücut yüzey alanları (erişkinlerden daha geniş) ve dolayısıyla vücut sıvı
rezervi, erişkinlere göre oldukça farklı olduğundan dehidrasyona da daha fazla duyarlılık gösterirler.
4.1. VÜCUT KOMPARTIMANLARINDA SUYUN YER
DEĞİŞTİRMESİ
Selektif sıvı dağılımı için, membran yapısının da buna uygun nitelikte olması gerekir. Plazma ve ekstrasellüler sıvı arasında bu membran kapillar duvardır. Bu duvar
suya, elektrolitlere ve küçük moleküllere geçirgendir. Fakat plazma proteinlerine
geçirgen değildir. Bu proteinler ozmotik bir basınca sahiptir. Damar içi kolloid osmotik basıncın ana kaynağı albumindir. Kompartımanlar arasında ozmotik basınç
farkı, çözeltideki geçirgen olmayan partiküllerin sayısıyla belirlenir. Su, membrandan osmosis ile konsantrasyonun düşük olduğu kısımdan, daha yüksek olan kısma
geçer. Normalde, intravasküler ve intersitisyel kompartmanlar arasında sıvı geçişi,
Starling’in kapillar hemodinamikler yasası, membran por hacmi, osmotik basınç,
hidrostatik basınç ve kolloid osmotik basınç farkına bağlı olarak gerçekleşir. Damar
içinden sıvının dışarı hareketi üç durumda meydana gelebilir;
1. Damar içi (iv) hidrostatik basıncın kolloid onkotik basınçtan daha büyük olması halinde (hipertansiyon, kalp yetmezliği, anafilaksi, iv sıvı yüklemesi),
2. Kapiller permeabilite arttığında (sistemik inflamasyon, vaskulitis, sepsis, immun aracılı hastalıklar, aşırı vazodilatasyon, travma),
3. İv kolloid onkotik basınç düştüğünde (hipoalbüminemi, daha önceki kanama,
protein kayıplı enteropatiler, glomerülopatiler, karaciğer yetmezliğinde son safha).
Plazma proteinlerinin kaybı veya hidrostatik basıncın artması, sıvı elektrolitlerin kapillar dışına ve ekstrasellüler sıvıya geçişinde artışa neden olur. Benzer şekilde
venöz tıkanıklık veya şokta, sıvı ve elektrolitlerin aynı yoldan pasajı söz konusu olur.
Böyle durumlarda, plazma proteinlerinin ozmotik basıncı azaldığı için, kan hacmini
artırmada parenteral elektrolit infüzyonlarının değeri yoktur. Bunlar sadece ekstrasellüler sıvı içine geçer.
4.1.1. Eşdeğer Ağırlık (Equivalent weight), Osmolarite, Osmolalite ve
Tonisite
Vücut sıvılarındaki elektrolit yoğunluğu, vücut ağırlılığına göre miliekivalan olarak
ifade edilir. Çözeltideki bu partiküller bir ozmotik basınca sahiptir ve ozmotik basıncın birimi miliosmol ile ifade edilmektedir. Eşdeğer ağırlık (Equivalent weight),
bir element veya bileşiğin, dolaylı veya dolaysız olarak, 1.008 gram hidrojenle veya
8.00 gram oksijenle (ya da herhangi bir element veya bileşiğin eşdeğer gramıyla)
birleşen ya da yer değiştirebilen ağırlıkça miktarıdır. Örneğin hidrojen florürde 19
kısım flor bir kısım hidrojenle birleştiğinden, florun eşdeğer ağırlığı 19’dur. Suda 16
kısım oksijen ve iki kısım hidrojen birleşmiştir ve oksijenin ekivalent ağırlığı (tartısı)
8’dir. Bütün elementlerde atom ağırlığı, eşdeğer ağırlıkla değerliğin çarpımına eşittir.
Değerlik, bir elementin 1 hidrojen atomu ile birleşen veya yer değiştiren atom sayısıdır. Bir elementin birçok değerliği, hâliyle birden fazla eşdeğer tartısı olabilir. Tek
değerli iyonların olması halinde 1mM=1mEq’dır. Elektrolit konsantrasyonlarının
çoğu mEq/L olarak ifade edilir.
5
KEDİ VE KÖPEKLERDE
HOMEOPATİ
Prof. Dr. Ender YARSAN,
Ece ÇAĞIRICI ALİM
H
omeopati terim olarak Yunanca iki kelimenin birleşmesinden türetilmiştir;
Homeo–aynı ve pathos–hastalık/ızdırap çekme anlamına gelir. Dünya Sağlık
Örgütü tarafından yapılan istatistiki değerlendirmede, dünyada sağaltım yönünden
yapılan uygulamalar içerisinde homeopatik uygulamalar; geleneksel Çin ve Hint uygulamalarının ardından ikinci sırada yer almış ve daha sonrasında da bitkisel tedavi
yöntemleri üçüncü sırada değerlendirilmiştir. Homeopati kavramı ilk kez 1796 yılında ortaya atılmasına rağmen daha öncesinde de bu kavrama ilişkin uygulamaların
olduğu bilinmektedir. M.Ö. 400’lü yıllarda, tıbbın babası olarak kabul edilen Hippocrates benzerler benzerleriyle tedavi edilir şeklindeki uygulamalardan söz etmiştir. Aynı kavram doğrultusundaki uygulamalar 16. yy.’ın en önemli simyagerlerinden kabul edilen Paracelsus tarafından da devam ettirilmiştir. Bu araştırıcı özellikle
Belladon alkaloidlerinin zehirliliği ve çok düşük miktarda verilmesi durumunda ise
tedavisel etkileri üzerinde durmuştur. Daha sonraki dönemde 16. ve 19. yy.’lar arasında tıp alanında ilerlemeler kaydedilmiş ve önemli bitkiler adlandırılarak kitaplar
halinde toplanmıştır; The Herbal of General Historie of Plants (John Gerard, 15451612); The Pharmacopoeia of Herbal Medicine (Nicholas Culpeper, 1619-1654)
bunların en bilinenleridir. Bilimsel anlamda homeopatinin kurucusu ise Dr. Samuel
Frederich Chiristian Hahnemann’dır. Bu araştırıcı homeopatik madde hazırlanmasında kendine özgü seyreltme metotları geliştirmiştir. Hahnemann’ dan sonra da homeopati ile ilgili çalışmalar yoğun şekilde sürdürülmüştür. Bunlar içine James Tayler
Kent geçen yüzyılda modern homeopatinin kurucusu olarak kabul edilen Amerikalı
bir araştırıcıdır. Bu araştırıcının homeopati ile ilgili en önemli çalışması Homeopatik
Materia Medica kitabının oluşturulmasıdır; ki bu alanda yazılmış ilk kitap olarak
kabul edilir. Bugün için de homeopatik maddeler insan ve hayvanlarda yardımcı ve
tamamlayıcı uygulamalar şeklinde yaygın kullanılmaktadır. Uygulama yetkisi yönünden ülkeler arasında farklılıklar söz konusudur. Bazı ülkelerde uygulama sadece
veteriner hekimler tarafından yapılırken, diğerlerinde veteriner hekimler yanında
hayvan sahipleri, bakıcıları ya da bu alanda uzmanlaşmış kişilerce de yapılmaktadır.
Homeopati; bitkiler, ağaç kabukları, tohumlar, meyveler, çiçekler, mineraller
gibi doğal maddelerin mikro dozlarda kullanıldığı bir tıp sistemidir. Bugün, homeopatinin tedavi edici pek çok sayıdaki formu, tüm dünyada kedi-köpekler için yaygın
bir şekilde kullanılmaktadır. Bu alternatif tedavi yöntemi, travma ve akut yaralanmalarda bir çeşit terapi olarak kullanılabilmektedir. Örneğin; burkulmalarda, şok
vakalarında ve böcek ısırmalarında gibi. Bazı durumlarda, uygun homeopatik tedavi
oluşabilecek şişkinlik ve ağrıyı minimize edebilir-önleyebilir veya iyileşme sürecini kısaltabilir. Homeopati aynı zamanda, akut-kronik ishal, kronik diş eti iltihabı,
akut-kronik solunum yolu enfeksiyonları gibi pek çok yangısal vakaya cevap verici
geleneksel bir tedavi yöntemidir. Enfeksiyon ve allerji içeren akut-kronik deri enfeksiyonları ve uygun kullanılırsa immun sistem aracılı bozuklukların tedavisinde
homeopati iyi bir alternatiftir.
89
90 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
5.1. HOMEOPATİK İLAÇLAR
Homeopatik ilaçların ana maddeleri, en saf haliyle doğadan elde edilir;
1. Bitkiler; (çiçekler, yapraklar, sebze ve meyveler, kökler, kabuklar, tohumlar vb)
örneğin Chamomilla (papatya), Ledum (biberiye, kuşdili), Allium sativa (sarımsak), Belladonna (güzel avrat otunun meyvesi) vb.
2. Hayvansal maddeler ve bazı hayvanların salgıları; örneğin Sepia, (sübye, mürekkep balığı), Apis (bal arısı), Lachesis (yılan zehiri) vb.
3. Hastalıklı dokular, mikroorganizmalar vb.; örneğin Carcinosinum, Medorrhinum, Tuberculinum vb.
4. Kimyasal elementler, mineraller ve bileşimleri; örneğin Silicea (kuvars), Ferrum
(demir), Sulphur (kükürt), Calcarea (kalsiyum) vb.
Homeopatik ilaçların en yaygın kullanılan formu “globül” dür. “Globulus” ya
da “globul” Latince bir sözcük olup “topçuk, kürecik” anlamına gelir. Taşıyıcı olarak
kullanılan laktoz veya sakaroz globüllerine, belirli bir potens aktarılarak hazırlanır.
Ortalama bir toz şeker tanesi büyüklüğündeki “tek” globül, ihtiyaca göre, dilaltına
konularak veya su ile solüsyon haline getirilerek kullanılır. Günümüzde sıklıkla, homeopatik ilaçların allopatik yaklaşımla imal edildiğine ve kullanıldığı söz konusu olmaktadır. Örneğin dozu en az 10 globule eşit olan tabletler, kapsüller, kremler, merhemler, spreyler, enjekte edilebilen flakonlar, ampuller, göz damlaları, sürülebilen
losyonlar hazırlanmaktadır. Birçoğunun içinde birden fazla homeopatik ilaç etken
maddesi bulunmaktadır. Homeopatlar böyle ilaçlara ihtiyatla yaklaşırlar. Çünkü tedavinin temeli, en küçük doz ve her defasında tek ilaç (unitas remedii) kullanmaktır.
Homeopatik tedavinin uygulanmasını ve nasıl çalıştığını şu şekilde açıklayabiliriz;
Homeopatik ilacı herhangi bir gıdanın içine gizleyerek uygulamamak gerekir, ilacın
diş etleri üzerinde erimesi sağlanmalıdır. Çünkü, köpeklerin ağzında bir kese yerleşiktir ve ilaç doğrudan oraya girebilir.
İlacı direk elle temas ettirmeden, hayvanın yanak içine düşürülmesi sağlanmalıdır.
Preperatlar küçük beyaz pelet-globül veya sıvı forma getirilmelidir. Her ikisi de
hayvanın direk yanak içine uygulanmalıdır.
Homeopatik tedavide verilen preperatın 1 damla veya 5 damla yada 1 veya 3 pelet veya globül olması önemli değildir, çünkü homeopati bir enerji tıbbıdır ve hiçbir
fiziksel öz madde artakalmaz. 1 küçük pelet bir fili tedavi edebilirken, 10 pelet de bir
fareyi tedavi edebilir. Hayvan sahipleri ilacı kaç pelet veya damla vermeleri gerektiği
hakkında her zaman endişe duyarlar. Ancak önemli olan ilacın dozu değil, iyileşme
sağlayıncaya kadar tedavinin sağlanmasıdır.
Homeopati, enerjiye dayalı alternatif bir tedavi sistemi olduğu için ilaçlar, ağır
elektromanyetik alanlardan (televizyon, bilgisayar ya da direk güneş ışığı gibi…)
uzakta muhafaza edilmelidir.
Homeopatide ilaç dozu ayarlama işlemi hayvanın ağırlığı ile ilgili değildir. Homeopatik preperat hazırlanırken, öz madde sıralı olarak uzun süreli seyreltme işlemine tabi tutulur. Preperat isminde (örneğin; Arnica 6X) adı geçen X seyreltmenin
1/10’luk; C seyreltme ise 1/100’lük olduğu anlamına gelir. X veya C’nin yanındaki
sayı ise kaç defa seyreltme işlemine tabii tutulduğunu ifade eder. En yaygın olarak
kullanılan potensler 6X (1/10’luk seyreltme ile 6 kez), 30X (1/10’luk seyreltmede 30
kez); 6C (1/100’lük seyreltme ile 6 kez), 30C (1/100’lük seyreltme ile 30 kez seyreltildikleri anlamını taşır)’dir.
6
LABORATUVAR BULGULARI
VE KLİNİK YÖNDEN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Prof. Dr. Arif ALTINTAŞ
K
linik tanıda laboratuvarın önemi geçmişe oranla günümüzde büyük ölçüde
artmış olup tüm hastalıkların tanısının yaklaşık %70’i laboratuvar sonuçları
üzerinden konmaktadır. Hekim klinik uygulama basamaklarından olan tanı, prognoz, profilaksi ve tedavi aşamalarında rahatsızlığın geçmişi (hikaye = anamnez) ve
klinik bulgulardan sağladığı bilgileri laboratuvar bulguları ile destekleme gereğine
inanır. Bu amaçla, sistem, doku ya da organ fonksiyonlarını incelemede veya izlemede kullanacağı parametrelerin seçimini uygun şekilde yapar. Gerekli materyalleri de
(kan idrar vb) amaca hizmet edecek şekilde, tanısal ve tedavisel bilgileri sağlayacak
olanlar arasından seçer. Ayrıca, parametreye ait laboratuvar sonuçlarının kısa sürede ve mümkün olduğunca ucuza elde edilmesine özen gösterir. Laboratuvarlarda
analizler otomatize edilmiş ve ticari test kitleri kullanılarak gerçekleştirilmektedir.
Klinisyenin sonuçlardan verimli bir şekilde yararlanabilmesi için, sonuçların doğru
ve güvenilir referans aralıkları içerisinde sunulması gerekir. Her test kiti için üretici
firma tarafından belirlenmiş bir referans aralığı mevcuttur. Ancak bu aralığın, söz
konusu hayvan popülasyonu referans değerlerini ne derece doğru yansıttığı tartışılır.
Bu nedenle, sonuçların değerlendirilmesinde, her laboratuvarın kendi hayvan popülasyonuna ait referans değerleri kullanması önerilir.
Hekim; hasta sahibinden aldığı anamnez ve hastanın klinik muayenesi sonunda:
A. Tanı koyar ve tanıya uygun bir tedavi uygular,
B. Tanı koyar fakat hayvanın genel durumu net değildir, bazı şüpheleri vardır. Bu
nedenle tamamlayıcı ve kontrol edici tetkiklere ihtiyaç duyabilir (örneğin; bir
metrit olgusunda böbrek fonksiyon testleri - serum üre, kreatinin, idrar analizi
-gerekli olabilir).
C. Tanı şüphelidir, daha geniş bir değerlendirme gerekebilir. Bu amaçla glikoz, üre,
kreatinin, ALT, AST, ALP ya da AcP, amilaz, Ca, kolesterol, toplam protein gibi
bazı serum parametrelerinin analizini isteyebilir.
D. Tanı koyamaz, bir organ ya da organlar grubunun değerlendirilmesi üzerine
bilgiler sağlayan genel durum verileri (check-up) dikkate alınarak hastanın yatırılarak izlenmesine (hospitalizasyon) karar verebilir.
Bu şekilde laboratuvardan alınan test sonuçları, klinik muayene ve anamnezile
birlikte değerlendirilerek klinik uygulamalarayön vermede kullanılır.
Tanının konmasında klinik hematolojik ve biyokimyasal testlerin yanında bazen diğer tetkiklerin (radyolojik, endoskopik, ekografik, MR vb) bilinmesine de gerek duyulabilir.
Günümüzde, gerek sağlık (check-up) ve gerekse hastalık hallerinde bazı tarama
testlerinden yararlanılmaktadır. Bu amaçla, daha çok kan ve idrar örnekleri materyal
olarak kullanılmaktadır.
Bazı testlerin sonuçları tanıya yönelik spesifik bilgiler sağlar fakat bir çoğunda
biyokimyasal değişiklikler bir dizi hastalıkta ortak olan patolojik olayları yansıtır. Bu
nedenle, test/testlerin seçiminde, ne türden bilgiye gereksinim olduğunu bilmek ve
testin/testlerin bu bilgiyi sağlamada yeterli olup olmadığını dikkate almak gerekir.
107
108 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Çok disiplinli bir çalışmanın ürünü olan kitabın bu bölümünde özellikle kedi
ve köpekler için çok daha önemli olan kan parametreleri ve bunların doku-organ
ilişkileri, tanısal önemleri ele alınacak ve örnek klinik olgular üzerinde açıklayıcı
bilgiler verilecek ve ayrıca hekime klinik biyokimya laboratuvarlarından istenebilecek testlerin seçimi, sonuçlarının yorumlanması ve değerlendirilmesi konularında
beceri kazandırılacak, bu yönü ile kitaba mezuniyet sonrasında da başvurulabilecek
bir kaynak özelliği kazandıracaktır.
6.1. KEDİ VE KÖPEKLERDE TANISAL TESTLER
Bu testler başlıca, kan ve idrar örnekleri üzerinde gerçekleştirilir. Bazen de karın
sıvısı, eklem sıvısı, omurilik sıvısı, mide sıvısı vb. beden sıvılarını kullanır. Kan örneklerinde hematolojik ve biyokimyasal testler uygulanır. Bazı şüpheli durumlarda
tanının kesinleşmesi için karaciğer ya da karın ultrasound’u, radyonüklid izleme ve
laparaskopi vb diğer tanısal testlerden yararlanılır.
Rutin bir kan analizi tipik bir tam kan sayımı ve kanın biyokimyasal profilini
içerir. Tam kan sayımı kırmızı kan hücresi (eritrosit) ve beyaz kan hücresi (lökosit)
değerlerini inceler, anemi enfeksiyon ve diğer anormalliklere kanıt arar. Kanın biyokimyasal profili böbrek ve karaciğer gibi iç organları normal çalışıp çalışmadığının
belirlenmesine yardımcı olur, ilgili testlerin incelenmesini sağlar (Tablo 6.1).
Örneğin böbrekler için kan biyokimya profili diğer parametreler arasından, öncelikle kan üre azotu (BUN) ve kreatinin değerlerini ölçer. Anormal derecede yüksek
BUN ve kreatinin değerleri böbrek hastalığını gösterir. Bunlar, köpek ve kedilerde
böbrek yetmezliği tanısı için en yararlı iki değerdir.
Günümüzde birçok veteriner laboratuvarı hayvanın genel durumuna uygulanabilir en düşük sayıda inceleme testlerinden oluşan bir temel test panelinden yararlanır. Küçük hayvanlar (pet) için, tipik bir panel toplam protein, albümin, globulin,
üre, kreatinin, ALT, ALP’den oluşabilir. Buna ek olarak, bilirubin testi sarılığın bir
göstergesi olarak düşünülmelidir. Bu panel, atlar ve çiftlik hayvanları için daha uygun olan karaciğer enzimleri diğer türler için uygun olanları ile örneğin glutamat
dehidrojenaz (GDH) ve/veya γ-glutamil transferaz (GGT), modifiye edilebilir. Atletik hayvanlarda ise, bu panele kas enzimleri (CK ve AST) eklenebilir. Kalp kası ile
ilgili olarak da bunlara Troponin dahil edilebilir. Ya da çeşitli doku ve organ fonksiyonu ile uyumlu ve bu doku ya da organın fonksiyon bozukluğunda klinisyene rehberlik edecek bazı özel test panelleri de oluşturulabilir. Bu bağlamda Tablo 6.1’den
yararlanılabilir ve özellikle doku-organ fonksiyonu ile çok sıkı ilişkili parametreler
(xxx) seçilerek hayvanın durumu değerlendirilebilir. Bundan başka temel bazı test
panelleri yapılandırılabiliır (polidipsik hastalar için panel, kollapslı hastalar için panel, Cushing paneli, tiroid paneli gibi). Böylece tüm hastalar için geçerli olası ayırıcı
tanıları tipik anormallikler ayırabilir. Örneğin, bir polidipsi paneline kalsiyum, glikoz ve kolesterol eklenebilir. Kalsiyum hiperparatiroidizm ve hiperkalseminin diğer nedenlerine (hiperkalsemi polidipsi ve böbrek yetmezliğine neden olur), glikoz
Diabetes mellitus’a ve Cushing Hastalığı’na katkıda bulunur, panele eklenebilir ve
kolesterol de “Cushing panel” e eklenebilir. Böbrek yetmezliği zaten temel panelde
yer alan testlerden oluşur (üre, kreatinin ve idrar testleri). Buna karşılık, “Kollaps’lı
hayvan” paneli hipokalsemi veya hipoglisemi için ekrana kalsiyum ve glikoz eklenebilir. Sodyum ve potasyum Addison hastalığı veya hipokaleminin izlenmesi için
panele dahil edilebilir. Bu tür genişletilmiş panele dahil edilmek için kabul edilebilir
analitler Tablo 6.1’de verilmektedir.
7
KARDİYOVASKÜLER SİSTEM
BOZUKLUKLARI
Prof. Dr. Arif KURTDEDE
Kalp metabolik ihtiyaca göre değişen miktar ve basınçta kanı akciğerlere ve kardiyovasküler sisteme pompalarken, arterler oksijenli kanı dokulara, venalar ise dolaşımdan gelen kanı kalbe taşır. Kanın vücuttaki bu dolaşımı kalbin ventrikulusları ile
atriumlarının sağlıklı ve koordineli şekilde çalışmasıyla gerçekleşir. Kan sol ventrikulustan yüksek basınçta çıkar, arterlerden venalara akar ve sağ atriuma hemen
hemen sıfır basınçta döner.
Periferal kan basıncında çeşitli nedenlerle ortaya çıkan düşüş ilk olarak sempatik sistemi aktive eder ve buna cevap olarak salgılanan bazı hormonlar kalp kasının
kontraktilitesini ve kalpten çıkan kanın miktarını artırır ve periferal vazokonstriksiyona yol açar. Sonuçta kanın kalbe dönüş miktarı artar. Periferal damarlardaki kanın
miktarı ve basıncındaki düşüşe ikinci yanıt böbreklerden gelir. Böbreklere ulaşan
kanın miktarındaki azalma renin-anjiyotensin-aldosteron sistemini aktive eder ve
böbreklerde su retensiyonu ile perifer damarlarda vazokonstriksiyon sağlanarak damarlardaki kanın miktar ve basıncı artar.
7.1. KARDİYOVASKÜLER SİSTEMİN KLİNİK DEĞERLENDİRMESİ
7.1.1. Anamnez Bulgularının Değerlendirilmesi
Anamnezde hastanın yaşı, ırkı, cinsiyeti, günlük gıda ve su tüketimi, barındığı yer,
ev dışında geçirdiği zaman, günlük aktivitesi ile aşı uygulamaları sorulur. Hastalarda
uzun sürede ortaya çıkan kilo kaybı, günlük normal aktivite esnasında gözlenen yorulma, yatmak istememe, kuyruğun aşağıda tutulması, öksürük ve solunum güçlüğü
ile mukozalardaki solgunluk, pembe renk ve syanotik görünüm araştırılır. Hastada
kusma, ishal, idrar yapma ve bayılma gibi belirtiler ile varsa devamlı kullanılan ilaçlar sorulur.
7.1.2. Palpasyon Bulgularının Değerlendirilmesi
Kalbin dışarıdan muayenesinde elin ayası sol tarafta beşinci interkostal aralığa, kostakondral birleşim yerine yakın bölgeye konularak kalp vurumları değerlendirilir.
Kalbin sistolünde ortaya çıkan titreşim sol tarafta kuvvetli şekilde hissedilir.
Titreşimin şiddetindeki artış kalpteki kuvvetli üfürümlerde, ritim bozuklukları ve
kardiyomegalide ortaya çıkar. Solda hissedilen titreşimin azalması yağlanma, zayıf
kardiyak kontraksiyonlar, perkardiyumda sıvı toplanması, toraks boşluğunda kitle,
sıvı ve havanın bulunmasında ortaya çıkar. Sağ taraftan hissedilen kuvvetli titreşim
sağ ventriküler hipertrofinin geliştiğini veya göğüs boşluğunun sol tarafında kitlenin
varlığını düşündürür.
159
160 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
7.1.3. Askultasyon Bulgularının Değerlendirilmesi
Sağlıklı hayvanlarda kalbin askultasyonunda sistol anında atrioventriküler kapakların kapanmasını ifade eden ses S1, diastol başlangıcında aort ve pulmoner kapakların
kapanmasını ifade eden ses S2 sesi duyulur.
S1 sesinin kuvvetli duyulmasının nedenleri ince göğüs duvarı, yüksek sempatik
ton, taşiaritmi ve sistemik hipertansiyondur. S1 sesinin zayıf duyulmasının nedenleri
yağlanma, perkardiyum veya plörada sıvı toplanması, hernia diaframatika, ventriküler genişleme ve ventrikuluslarda kan miktarının azalmasıdır. S1 sesindeki bölünmenin nedenleri atrioventriküler kapakların eş zamanlı kapanmaması, ventriküler
prematür kontraksiyon ve interventriküler septumda ileti blokajıdır.
S2 sesinin yoğunluğunun artmasının nedenleri kalp kurdu hastalığı ve konjenital şantlardır. S2 sesindeki bölünmenin nedenleri pulmoner hipertansiyon, pulmoner arter stenozisi, sol ventriküler dolumun azalması, sağ veya sol ventriküler
aktivasyonun gecikmesi, ventriküler prematür kontraksiyonlar, interventriküler septumda ileti blokajı ve ventriküler ve atrial septal defektlerdir.
Kalp bozukluklarında S3 ve S4 gallop sesi, üfürüm, klik sesi ve sürtünme sesleri
duyulur.
S3 gallop ses (ventriküler gallop) diastol başlangıcında ve S2 sesinden kısa süre
sonra duyulur. Ventriküler dilatasyona ve şiddetli myokardiyal hastalıklara bağlı diastolik fonksiyon bozukluğuna işaret eder, seyrek görülür. Ventriküler kan hacminin
yaklaşık %70’inin atrial kontraksiyon öncesi dolması sonucudur. Bu ses kalbin apeksinde mitral kapak bölgesinde en kuvvetli işitilir.
S4 gallop ses (atrial gallop) diastol sonunda ve S1 sesinden kısa süre önce duyulur. Ventriküler hipertrofi ve atrial dilatasyona bağlıdır. Atriumdaki kanın ventriküllere geçişi için atrium daha kuvvetli kontraksiyon yapar. Hastalarda diastolik ventriküler hacim daralması ve fonksiyon bozukluğu söz konusudur. Yaşlı stresli kedilerde
normal bulgudur ve seyrek görülür.
S1’de klik sesi sistolün orta veya sonunda duyulduğunda mitral kapak bozukluğu, sistolün başında duyulduğunda aort veya pulmonik stenozis düşünülür. Köpeklerde kedilere göre daha sık rastlanır.
Kalp üfürümleri:
Kalp içi kan akımının şiddetlenmesi veya kan akım yönünün bozulmasından
kaynaklanan seslerdir. Kalp üfürümlerinin nedenleri myokardiyal hipertrofiler, anemi, hipovolemi, sempatik uyarım artışına bağlı taşikardiler, valvüler yetmezlik veya
stenozis, interatrial ve interventriküler defektler ve patent duktus arteriyozisdir.
Üfürüm kalbin sistolü esnasında işitiliyorsa sistolik üfürüm, kalbin diastolu esnasında işitiliyorsa diastolik üfürüm ve kalbin hem sistolü hem de diastolü esnasında
işitiliyorsa devamlı üfürüm olarak isimlendirilir.
Köpeklerde sol kalp dinleme bölgesinin kraniyalinde sternum-kostalar arası mesafenin alt 1/3’ünde belirlenen kuvvetli üfürüm pulmonik kapak fonksiyon
bozukluğuna, bunun biraz gerisi ve yukarısından işitilen üfürüm aort kapak fonksiyonu bozukluğuna işaret eder. Sol kalp dinleme bölgesinin kaudalinde sternumkostalar arası mesafenin alt 1/4’ünde belirlenen kuvvetli üfürüm mitral kapak fonksiyon bozukluğunu düşündürür.
Köpeklerde sağ kalp dinleme bölgesinin ortasında belirlenen kuvvetli üfürümde
trikuspital kapak regurgitasyonu, sağ kalp dinleme bölgesinin ventralinde belirlenen
kuvvetli üfürümde ventriküler septal defekt ve sağ kalp dinleme bölgesinin kraniyodorsalinde belirlenen kuvvetli üfürümde aort kapak fonksiyon bozukluğu dikkate
alınır.
Kedilerde kalp üfürümü sternumun üzeri, biraz sağı veya solunda en kuvvetli
şekilde duyulur. Kedilerde kraniyal sternal üfürüm genellikle fonksiyonel nedenlidir
8
SOLUNUM SİSTEMİ
HASTALIKLARI
Prof. Dr. Arif KURTDEDE
8.1. SOLUNUM YOLU BOZUKLUKLARININ KLİNİK
DEĞERLENDİRMESİ
8.1.1. Anormal Sekresyonlar
Burun akıntısı esas olarak burun bölgesi bozukluklarının semptomudur. Köpek ve
kedilerde trakeabronşial akıntılar genellikle yutulduğundan burun akıntısı şeklinde
ortaya çıkmaz. Şiddetli seyreden alt solunum yolu hastalıklarında burun akıntısı kısmen ortaya çıkar.
Burun akıntısı müköz, mukoprulent karakterdedir ve bazan içinde kan izleri
bulunur. Burun akıntısı olan hastalarda değişik derecelerde olmak üzere sıkıntılı solunum görülür. Burun kanaması burundan akciğerlere kadar olan tüm dokulardan
kaynaklanır. Kanama dokulardaki derin ve şiddetli lezyonlardan kaynaklanabileceği
gibi koagülopati veya sadece damarları ilgilendiren lokal bozukluklar sonucu da ortaya çıkar. Akciğer kanamaları solunum sistemi bozukluklarının ciddi belirtisidir.
Burun dokularından kökenini alan kanamalarda kan damla damla veya iplik tarzında ve koyu renkli iken, akciğer kökenli kanamalarda yoğun bir kan akışı vardır, kan
açık renklidir ve köpük içerir, solunum güçlüğü daha belirgindir. Burun kanamaları
kedi ve köpeklerde çoğunlukla dirofilariyazis veya akciğer tümörlerinde ortaya çıkar.
Nadiren yabancı cisim aspirasyonu ve bronşiektazide gözlenir. Anamnez bilgileri,
fiziksel muayene, çeşitli görüntüleme muayeneleri, kan hücreleri sayısı ve koagülasyon profili parametreleri değerlendirilerek kanamaya yol açan nedenler anlaşılmaya
çalışılır.
Hastalarda kanamanın nedeni ne olursa olsun kan nakli veya kolloid sıvı uygulamaları ve oksijen uygulaması düşünülür. Muayeneler sonucunda kanamaya yol
açan neden belirlenebilirse nedenin giderilmesine yönelik sağaltım metotları uygulanır.
8.1.2. Sıkıntılı Solunum
Burundan akciğerlere kadar olan anatomik yapılardaki bozuklukların yol açtığı, hastalarda gürültülü ve güç solunum, ağızdan soluma, başın ve vücudun hava girişini
kolaylaştıracak pozisyon alması, toraks ve abdominal kasların solunum hareketlerine katılımının belirginleşmesi ile karakterize bir klinik tablodur. Şiddetli solunum
yolu bozukluklarında ortaya çıkar.
Sıkıntılı solunumun en erken belirtisi solunum sayısındaki artış ve belirtilerin
egzersizle birlikte belirgin hale gelmesidir. Travma ve aspirasyon pnömonilerinde
olduğu gibi ani başlayan sıkıntılı solunum akut ve şiddetli karakterdeki bozukluklara işaret eder. Solunum güçlüğü belirtisi ile gürültülü solunum birlikte ise solu-
207
208 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
num yollarının tıkandığından şüphe edilir. Solunum kısa, yüzlek ve hızlı ise plöral
bozukluklarda olduğu gibi akciğer genişlemesini sınırlayan bir durumun varlığı
düşünülür.
Sıkıntılı solunuma neden olan bozuklukların tanısı radyografi, rinolaringoskopi, bronkoskopi ve diğer görüntüleme muayenelerinin değerlendirilmesiyle konur.
Hastalarda solunum sistemi dışında özellikle kardiyovasküler sistem, üriner sistem
ve diğer organlardaki bozukluklar, enfeksiyonlar, metabolik bozukluklar ve toksikasyonlar da araştırılır. İntratorasik bozukluklarda askultasyonda akciğer seslerinde
azalma saptanır. Böyle hastalarda toraksın radyografisinde plöral sıvı, hava veya kitlenin varlığı değerlendirilir.
8.1.3. Öksürük
Öksürüğün görülme zamanı tanıya yardımcı olur. Bir süredir günün herhangi bir
saatinde nöbet şeklinde gözlenen ve alt solunum yollarının sekresyonla dolu olduğu
öksürük viral bozukluklardan ileri gelir. Hayvan uyurken öksürük nöbetine giriyorsa genellikle sol kalp yetmezliğinden şüphe edilir. Öksürük gıda ya da su alımından
hemen sonra oluyorsa öksürüğün özafagus ya da larinks bozukluklarından ileri geldiği düşünülür.
Solunum yolundan gelen salgının çeşidi hastalığın nedeni hakkında fikir verir. Nonprodüktif öksürük kanin enfeksiyöz trakeabronşit, trakea kollapsı, bronşial
kompresyon, enfeksiyöz bozukluklar, akciğerlerde eozinofilik yangı odağı, lenfomatoid granülomtoz, tümör ve yabancı cisim aspirasyonunda gözlenir. Prodüktif öksürük kronik bronşit, alerjik bronşit, enfeksiyöz bozukluklar, aspirasyon pnömonisi ve
tümör durumlarında gözlenir. Öksürükle birlikte burundan ve ağızdan kan gelmesi
tümör, fungal enfeksiyon, yabancı cisim aspirasyonu, tromboembolik bozukluk, akciğer lobu torsiyonu, şiddetli kalp yetmezliği, dirofilariyazis ve sistemik pıhtılaşma
bozukluklarında ortaya çıkar.
8.2. ÜST SOLUNUM YOLU BOZUKLUKLARI
8.2.1 Burun Bozuklukları
8.2.1.1. Klinik Değerlendirme
Burun bölgesini etkileyen bozuklukların semptomları burun akıntısı, aksırma, solunum güçlüğü, yüzde deformasyon, sistemik hastalık bulguları (halsizlik, iştahsızlık,
ağırlık kaybı) ve nadiren merkezi sinir sistemi bulgularıdır.
Nazofaringeal bölge, yumuşak damak ve farinksdeki bozukluklarda gürültülü
solunum, öğürme, öksürük ve genel durum bozuklukları görülür.
Burun Akıntısının Değerlendirilmesi: Burun akıntısı burun boşluğu ve paranazal sinüslerle ilişkili sorunlarda ortaya çıkar ve seröz, seromuköz, mukoprulent
veya hemorajik özellikte olur. Seröz akıntı viral bozukluklar sonucu ortaya çıkar,
sonra seromuköz karakter kazanır. Mukoprulent akıntı nazal, paranazal sinüsler
ve oral boşluktaki bozuklukların ilerlemesiyle meydana gelir. Kanlı burun akıntısı,
travma, yabancı cisim batması, burunda şiddetli lezyona yol açan bozukluklar ve
koagülopati sonucu ortaya çıkar.
9
SİNDİRİM SİSTEMİ
HASTALIKLARI
Prof. Dr. Arif KURTDEDE
9.1. ORAL BOZUKLUKLAR
Oral bozukluklar dudaklardan farinkse kadar uzanan bölgedeki dokuların patolojik
değişiklikleridir. Ağız mukozası, salya kanalı, çene kasları ve sinirlerdeki bozukluklar gıdanın alınıp çiğnenmesi ve suyun içilmesi işlevlerini olumsuz etkiler.
Oral bozuklukların ilk belirtisi olan iştahsızlık gıdaya ilgi göstermeme şeklinde
ortaya çıkar. Hastalarda önce temiz, seromüköz sonra yapışkan ve kokulu salya akışı,
salyada kan (ülser) ve irin (periodental hastalıklar), nefeste pis koku (stomatit, periodontal ve periostal bozukluk, gastrointestinal ve respiratorik sistem hastalıkları,
üremi ve diabet), ağız açılırken çok şiddetli ağrı (kanser, eozinofilik myozit, kraniyomandibular osteopati) ve baş lenf yumrularında şişlik belirlenir. Hastalarda anamnez bilgileri, fiziksel ve radyografik muayene ve doku biyopsisi bulguları değerlendirilip kesin tanı konur. Bölgeden alınan örneklerden bakteri ve mantar kültürünün
yapılmasının diagnostik değeri yoktur.
İştahsızlık durumunda esas neden bulunup düzeltildikten sonra iştah da düzelir.
İştahın tam düzelmediği durumlarda iştah açıcı ilaçlar kullanılmadan önce hayvanlara sevdikleri diyet verilir. Kediler diyet bakımından köpeklere göre daha seçicidir.
Kedilerin çoğu nemli ve ılık diyeti tercih eder. Diyette et, balık ve peynir kokusu
kedilerin iştahını açar. Diyet ılık şekilde ve küçük parçalar halinde günde birkaç kez
verilir. Kedi kafesinin kapısının havlu ile kapatılması ve patisine gıda bulaştırma yemeyi teşvik eder. Köpekler konserve kedi gıdası ve ılıtılmış gıdayı daha zevkle yer.
İştah açıcı olarak diazepam günlük total 5 mg’ı geçmemek şartıyla 0.2 mg/kg dozunda iv günde iki kez po, oksazepam 2,5 mg/kg dozunda po kullanılır. Siproheptadin
kedilerde 2-4 mg/kg dozunda po verilir. Prednizolon 0,25 mg/kg dozunda 5-7 gün
süreyle po kullanılır. Stanazolol 1-2 mg/kg dozunda günde iki kez po veya 25-50 mg
im miktarında haftada bir kez im uygulanır.
9.1.1. Ağız Anomalileri
Çenede çeşitli anomaliler görülür. Ağız anomalileri emme fonksiyonunun yerine getirilememesiyle fark edilir. Hayvan yiyemediği için zayıflar. Köpeklerin dudağında
doğmasal olarak üst dudak ve damak yarığı ortaya çıkar. Dudak yarığı ile damak
yarığı birlikte bulunursa alınan gıda burundan gelir. Hatta aspirasyon pnömonisine
neden olur. Dental anomaliler ve maksillar çene yapısındaki anomaliler görülebilir.
Yeni doğmuş yutkunamayan ve solunum güçlüğü olan hayvanlar ağız anomalileri
yönünden muayene edilir ve bozukluklar operatif olarak düzeltilir.
239
240 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
9.1.2. Eozinofilik Granülom
Üst dudakta kronik, yavaş gelişen, ilerleyici ve ülseratif özellikte bir lezyondur, çoğunlukla erişkin dişi kedilerde tek veya çift taraflı olarak ortaya çıkar. Bozukluğun
viral ya da alerjik nedenli olabileceği düşünülmektedir. Eozinofilik granülom üst dudaktan başka alt dudak, yanak ve nadiren damakta görülür. Ayrıca hayvan yalanma
hareketi sırasında ayağını buralara değirdiği için ayağında ve parmaklarında da bu
tür lezyonlar ortaya çıkar. Hastada tam iştahsızlık ve huzursuzluk vardır. Kesin tanı
biyopsi materyalinin histolojik muayenesiyle konur. Lezyon tamamen iyileşinceye
kadar prednizolon 2.2 mg/kg dozunda günde 2 kez po kullanılır. Daha sonra gün
aşırı uygulamaya geçilir ve bir süre 0,25 mg/kg dozunda verilir. Metilprednizolon
asetat 4 mg/kg dozunda veya kedi başına total 20 mg miktarında sc her 2 haftada 1-2
kez maksimum 3 kez uygulanır, lezyonda iyileşme olmazsa prednizolon uygulaması
yapılır. Megestrol asetat 0,25-0,5 mg/kg dozunda günde bir kez üç gün süreyle po
verildikten sonra 1-2 haftada bir olmak üzere lezyon iyileşinceye kadar po verilir.
Lezyon içine steroid uygulanabilir. Levamizol ve ortotioglukoz kullanılacak diğer
ilaçlardır. Hastalarda kiryoşirurji metodu kullanılarak bölgedeki ölü doku uzaklaştırılır. Sekonder enfeksiyonlara karşı antibiyotikler verilir. Ayrıca lezyon şap, kurşun nitrat ya da elektrokoter ile koterize edilebilir, şirurjikal olarak çıkarılabilir veya
bölgeye radyoterapi uygulanabilir. Sağaltım uygulamalarından sonra bölge dokusu
deforme olur. Lezyonun nüks etme olasılığı vardır.
9.1.3. Ağız Etrafı Derisinin Yangısı
Kedi ve köpeklerde salyanın neden olduğu kronik irkilti ve bakterilerin etkisi ile ortaya çıkar. Hastalıkta Demodex spp., dermatomikoz ile gençlerde Staphylococcus spp.
ve Pemphigus vulgaris rol oynar. Genellikle Spaniel ırkı köpeklerde görülür. Yanakta
yangı oluşunca hayvan yanağını ısırır. Salya akışı derinin sürekli olarak nemli kalmasına yol açar, bölgede kıllar dökülür, ağızdan kötü koku gelir. Dudaktaki yangı kroniktir. Bilateral ve uzun süreli dermatitte ağzın her tarafı yangıya katılır. Hayvanın dudağını ısırması, kılların renk değiştirmesi ve ağızda pis koku başlıca klinik bulgulardır.
İrkiltiyi engellemek için bölge traş edilir. Nemli deri kısmı betadin’le hazırlanmış
solüsyonla temizlenir. Lezyona aluminyum asetat solüsyonu ile günde 2-4 kez 5-10
dakikalık sürelerle tampon uygulanır. Antibakteriyel etkisinden yararlanmak için
lezyon %2,5-5,0’lik benzil peroksit solüsyonu ile temizlenir. Kortikosteroid kremler
günde 2-3 kez uygulanarak yangı ve kaşıntı giderilir. Kaşıntı şiddetli ise prednizolon 0,55-1,1 mg/kg dozunda 7-10 gün süreyle po verilir. Yangı kronikleşmiş ise deri
operatif olarak uzaklaştırılır. İyileşmeye yanaşmayan olgularda antibiyotik kullanılır.
9.1.4. Ağız Yangısı
Ağız yangısı diş taşı, yabancı cisim batması, insekt sokması, elektrik çarpması, immun mediated bozukluklar, diabet, üremi, hipotroidizm, hipoparatroidizm, neoplazi ve ağır metal zehirlenmeleri gibi durumlarda ortaya çıkar. Spiroketler ve fusiform
bakteriler ağızda tekrarlayan nekrotik karakterli enfeksiyona yol açar. Kandidiyazis,
blastomikozis, kriptokokkozis, histoplazmozis ve sporotrikozis ağız yangısına yol
açar. Feline calicivirus, Feline immunodeficiency virus, Feline herpesvirus, Feline
leukemia virus, Feline panleukopenia virus, Feline syncytium forming virus, Papovavirus, Feline infectious peritonit virus, Canine adenovirus ve Canine distemper
virus ağızda değişik derecelerde yangıya yol açarlar. Gingivit alveolar periostit ve diş
taşı sonucu oluşur. Ayrıca köpek gençlik hastalığı, leptospirozis, hiper A vitaminozis ile C vitamini, niacin, riboflavin yetersizliği, nefrit, termik ve kimyasal yanıklar,
kurşun, bakır gibi ağır metal zehirlenmeleri, eozinofilik yangı ve immunosupresyon
10
ÜRİNER SİSTEM
BOZUKLUKLARI
Prof. Dr. Arif KURTDEDE
Ü
riner sistem böbreklerden orifisiyum üretraya kadar uzanan organlardan oluşur. Üriner sistemdeki başlıca organlar böbrekler, üreterler, idrar kesesi, üretra,
genitoüriner organlar ve prostat bezidir. Böbrekler ve üreterler üst üriner sistem,
idrar kesesi ve üretra alt üriner sistem olarak isimlendirilir.
Böbrek bozukluklarında torakolumbal bölgede ağrı, idrar atılımında azalma
veya artış, idrarda fiziksel, kimyasal ve mikroskobik değişiklikler ortaya çıkar.
Üreter bozuklukları iki taraflı olduğunda idrar atılımında azalmaya bağlı klinik
bulgular ortaya çıkar.
İdrar kesesi, üretra, prostat bezi ve genitoüriner organlardaki bozukluklar idrar
atılımında bozulmaya ve idrarda fiziksel, kimyasal ve mikroskobik değişikliğe yol
açar.
10.1. KLİNİK BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
10.1.1. Disüri/Strangüri ve Pollaküri
Disüri/strangüri ve pollaküri köpeklerde çoğunlukla aşağı üriner sistemin bakteriyel
enfeksiyonunda olmak üzere ürolitiyazis, idrar kesesi, üretra ve prostat bezi tümörlerinde ortaya çıkarken kedilerde çoğunlukla idiopatik feline ürolojik sendromda
olmak üzere ürolitiyazis ve üretral plak şekillenmiş hastalarda görülür.
Anamnezde hastanın diyeti, yaşadığı çevre, kullandığı ilaçlar, travma ve geçirdiği hastalıklar, şikayetlerin başlaması ve seyri, belirtilerin şiddeti ve hastaların sağaltım uygulamalarına yanıtı öğrenilir. Hastalarda sistemik bulgular, üriner sistemde
tıkanma, hiperadrenokortisizm ve diabetes mellitus, hiperkalsemi ve hepatik ensefalopatiye ilişkin bulguların varlığı araştırılır.
Abdominal ve Rektal Digital Palpasyonda Varlığı Değerlendirilecek Başlıca Patolojik Bulgular
•
•
•
•
•
İdrar kesesi duvarında kalınlaşma, kese içinde kitle, ürolit ve kese genişlemesi,
İdrar kesesinin küçük, kalın duvarlı oluşu ve idrarın hafif basınç uygulanarak
boşaltılabilmesi (örnek: sistit),
İdrar kesesinin basınç uygulanarak boşaltılamaması ve genişlemiş olması (örnek: üretral tıkanıklık),
Kolayca basınç uygulanabilen genişlemiş idrar kesesi (örnek: kese atonisi),
Rektal digital palpasyonda idrar kesesinin kaudo-dorsal kısmında kitle, pelvik
üretra, sublumbar lenf yumrusu büyümesi, prostat bezi veya serviks bozuklukları
Genitoüriner Organların Muayenesi: Erkeklerde penis prepusiyumdan çıkarılarak
yangı, kitle, akıntı, kanama ve travma yönünden araştırılır. Kedilerde üretral obstrüksiyon varsa penis kısmen prepusiyumdan dışarı çıkmıştır, şişkin ve konjesyo-
285
286 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
nedir, bazan penisin ucunda üretral plak görülebilir. Dişilerde vulvada şişlik, akıntı
ve kitlenin varlığı araştırılır. Muayenede hastanın proöstrus veya östrus döneminde
olup olmadığı dikkate alınır. Vagina parmakla kontrol edilerek vulva ve vaginadaki
kitle, vaginal daralma ve üretral papilladaki anormallik araştırılır.
İdrar Analizi: İdrarda irin, kan, protein, bakteri ve epitel hücreleri saptanırsa üriner
sistemin yangısı veya enfeksiyonu düşünülür. İdrar pH’ının 8,5’in üzerine çıkması ve
nitrit’in pozitif olması üreaz üreten bakterilerin varlığına işaret eder. İdrar sedimentinde kristaller belirlenen hastalarda ürolitiyazis araştırılır. İdrarda malignant hücreler belirlenen hastalar üriner sistem tümörü yönünden değerlendirilir. Sistosentezle
alınan idrar örneğinde bakteriyolojik ve mikolojik kültürün yapılması enfeksiyon
tanısının konulmasını sağlar. Santrifüje edilmemiş idrardan sürme preparat yapıp
gram boyayla boyama bakteriyel enfeksiyonun direk tanısı için duyarlı bir metottur.
Fakat bakteriüri görülmemesi enfeksiyonu ekarte etmez. İdrarda silindirlerin, yoğun
proteinürinin belirlenmesi veya idrar dansitesinin düşük olması pyelonefrit veya
glomerulopatiyi düşündürür.
Disürili Hastaların Değerlendirilmesi: Öncelikle üretranın açık olup olmadığına
bakılır. Bunun için hayvanın idrarını yapması beklenir. Üretral katater uygulanır.
İdrar kesesi ve sifinkter kaslarının inervasyonu değerlendirilir.
Üretranın Kısmi Tıkanması (Üretra ve İdrar Kesesi Kasları Arası Uyumsuzluk
veya Ürolitiyazis): Üretral katater uygulanır. Depresyon, letarji, anoreksi ve kusma
gibi sistemik bulgular varsa idrar analizinin yanısıra tam kan sayımı ve kan serumu
biyokimyasal profili sonuçları değerlendirilir. Hastalarda enfeksiyon belirlenmemişse, yangı belirtisi yoksa ve nüksler oluyorsa kontrast üretrografi ve/veya sistografi ile
ultrasonografi yapılır. Kısmi tıkanmanın ve yangının giderilmesine yönelik medikal
uygulamalar başlatılır. Bunun için yapılacak ilk iş idrar akışının sağlanmasıdır. İdrar
yaptığından emin olunamayan hastalarda üretral kataterizasyon uygulanır. Hastalarda lokal ve sistemik yangı giderici, ağrı kesici ve antispazmodik ilaçlar ve antibiyotikler uygulanır. Gerekirse çeşitli operasyon seçenekleri değerlendirilir.
10.1.2. Hematüri
Hematüri böbrekler, alt üriner sistem ve genital sistem ile ilişkili bozukluklarda ve
koagülopatide ortaya çıkar.
Klinik Bulgular
Renal Hematüri: Kan glomerulustan pelvis renalise kadar böbreğin herhangi bir
kısımdan kaynaklanabilir. Glomerulopatide eritrositler özellikle bozukluğun erken
döneminde glomerular membrandan idrara geçer. Bu hastalarda hematüri ile birlikte bol proteinüri de bulunur. Pyelonefrit veya leptospirozis gibi enfektif durumlarda
hematüri akut evrede ortaya çıkar. Hastalarda hematüri ile birlikte pyüri de vardır.
Akut tubuler nekroza yol açan toksinler hematüriye neden olur. Renal tümörlerde
lokal damar yapıları yıkımlandığı için kanama meydana gelir. Köpeklerde trafik kazaları ve idiopatik nedenli renal kanamalara da rastlanır. Renal kanamaların diğer
nedenleri renal telangiektazi, polikistik böbrek hastalığı, nefrolitiyazis, renal infarkt,
renal parazitler ve renal arteriyovenöz fistül’dür.
Aşağı Üriner Sistem Bozukluklarına Bağlı Hematüri: Hematüri disüri ve pyüri ile
birlikte görülür. Hematüri hastalığın akut döneminde daha şiddetli seyreder. Aşağı
üriner sistemin ve prostat bezinin enfeksiyonları, polip ve divertikül gibi anatomik
lezyonlar, polikistik üretra, tümör, travma ve ürolitiyazis hematüriye yol açan başlıca
nedenlerdir.
11
ENDOKRİN SİSTEM
HASTALIKLARI
Doç. Dr. Murat GÜZEL
11.1. HİPOFİZ-HİPOTALAMUS HASTALIKLARI
11.1.1. Hipofizer Dwarfizm
Hipofizer dwarfizm growth hormon (somatotropin, büyüme hormonu) yetersizliği nedeniyle büyüme geriliğiyle karakterize hormonal bir hastalıktır. Konjenital ve
edinsel formda oluşur. Konjenital form hipozifer hipoplazi veya rathke poşunun
kistik dilatasyonu (hipopuititarizm) sonucu oluşurken, edinsel form travma, tümör
veya idiopatik hipofiz hasarı sonucu oluşur. Hipopuititarizm Alman çoban köpeklerinde yaygındır ve otozomal resesif herediter bir anomalidir. Hipopuititarizmde sadece growth hormon (GH) yetersizliği olaşabileceği gibi kombine hipofizer hormon
yetersizleri de oluşabilir.
Klinik Bulgular: Hipofizer dwarfizmli hastalar doğumda ve ilk 1-2 aylık dönemde normaldir. Çoğunlukla 2-5 aylık dönemde gelişme geriliği şikayeti ile kliniklere
başvurulur. Yüzde yavruluk dönemine ait bebeksi bir ifade vardır. Yavruluk dönemine ait ince, mat ve yünümsü tüyler kalır. Kıl örtüsü bir yaşında göğüs bölgesinden
başlamak üzere dökülmeye başlar, baş ve ayakların etkilenmediği bilateral simetrik
alopesi oluşur. Deride hiperpigmentasyon, kepeklenme ve sekonder bakteriyel enfeksiyonlar oluşur. Erkek köpeklerde bir veya iki testiste kriptorşidi, dişi köpeklerde
kalıcı anöstrüs görülebilir.
Laboratuvar Bulguları: GH yetersizliği anormal glomerular gelişime neden olduğundan üre ve kreatinin değerlerinde yükselme belirlenir. Hipopuititarizme bağlı
TSH ve dolayısıyla serum T4 konsantrasyonu azalabilir.
Tanı: Sağlıklı hayvanlarda plazam bazal GH konsantrasyonu 1-4 ng/ml arasındadır.
Hipofizer dwarfizmli hastalarda GH konsantrasyonu azalmıştır (<1 ng/ml). Fakat
sağlıklı hayvanlarda GH konsantrasyonu günlük dalgalanma nedeniyle düşük olabilir. Son yıllarda GH yerine daha stabil olan insülin benzeri growth faktör 1 (IGF-1)
değerlendirilmektedir. Sağlıklı köpeklerde serum IGF-I konsantrasyonu 200-500 ng/
ml arasındadır. Hipofizer dwarfizmli hastalarda bu değer 50 ng/ml’den daha azdır.
Ayrıca hipopuititarizmin teşhisinde GnRH (1 μg/kg, IV) veya alfa-2 adrenarjik ilaçlarla (ksilazin, 100 μg/kg, IV ve clonidine, 10 μg/kg, IV) stimulasyon testi yapılır.
Enjeksiyondan 20-30 dakika sonra serum GH konsantrasyonu sağlıklı hayvanlarda
2-3 kat artarken, hipoputuitarizmli hastalarda artmaz.
Sağaltım: Köpek GH preparatı yoktur. İnsan, domuz veya sığır GH’u kullanılır. Domuz GH’u aminoasit yapısı köpek GH’a benzemesi nedeniyle daha fazla tercih edilir.
GH 0,1-0,3 IU/kg PO, haftada üç kez 4-6 hafta kullanılır. Tedavide GH fazlalığına
339
340 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
bağlı insülin rezistansı ve diabetes mellitus oluşabilir. Ayrıca GH’a karşı antikor oluşması nedeniyle etkisi engellenebilir.
Son yıllarda hipofizer dwarfizm sağaltımında meme dokusundan GH sekresyonu artırma etkisinden yararlanılarak medroksiprogestron asetat (MPA) kullanılmaktadır. MPA 2,5-5 mg/kg dozda başlangıçta 3 hafta, daha sonra 6 hafta arayla SC
uygulanır. Tedavi kılların çıkması, canlı ağırlık artışı ve IGF-1 artışına neden olur.
Fakat progesteron tedavisi tekrar eden piyoderma, anormal iskelet gelişimi, meme
tümörü, diabetes mellitus ve kistik endometriyal hiperplaziye neden olabilir. Dişi
köpekler yan etkileri engellemek için tedaviden önce kısırlaştırılmalıdır. Ayrıca hipotiroidizmin birlikte seyrettiği olgularda tiroid hormon tedavisi yapılmalıdır. Tedavinin monitarizasyonu için GH, IGF-1 ve glikoz değerleri takip edilir. Uzun dönemde prognoz kötüdür. Hastalık çoğu zaman geç teşhis edildiği için tedaviye istenilen
yanıt alınamaz. Çoğu hasta tedaviye rağmen 3-5 yaşlarında ölür.
11.1.2. Akromegali
Akromegali büyüme hormonunun (growth hormon, GH) aşırı salınımı sonucu oluşan endokrin bir hastalıktır. Büyüme hormonun aşırı salınımı kemik, bağdoku ve
organlarda aşırı büyümeye neden olan gigantizm veya akromegaliye neden olur. Gigantizm genç hayvanlarda epifizer kapanmadan önce, akromegali ise yetişkin hayvanlarda epifizer kapanmadan sonra aşırı büyüme hormonu salınımı sonucu oluşur.
Kedi ve köpeklerde gigantizm görülmezken akromegali her iki türde de bildirilmiştir. Akromegalili hastalarda kemiklerdeki uzama burun, mandibula ve vertebralarla
sınırlıdır.
Kedi ve köpeklerde akromegalinin etiyolojisi farklıdır. Köpeklerde östrus siklusunun luteal fazında endojen progesteron veya östrusun baskılanması için kullanılan
progesteron meme dokusundan GH senkresyonunu artırması sonucu akromegaliye
neden olur. Kedilerde ise akromegali fonksiyonel hipofiz adenomu sonucu oluşur.
Akromegali orta ve daha yaşlı kedi ve köpeklerde görülür. Köpeklerde akromegali olgularının tamamı dişilerde görülürken, kedilerde olgularının %90’ı erkeklerde
bildirilmiştir.
Klinik Bulgular: GH aşırı üretimine bağlı belirtiler yavaş gelişir. Başlangıçta yüz ve
abdomende yumuşak dokuda büyüme, bazı köpeklerde ağız, dil ve farenkste büyümeye bağlı gürültülü solunum ve dispne görülür. GH’nun insülin antagonisti etkisi
nedeniyle poliüri ve polidipsi şekillenir. Klinik muayenede baş, boyun ve distal ekstremitelerde derinin kalınlaştığı, insisiv dişler arası boşluğun arttığı ve abdominal
organların büyüdüğü belirlenir.
Kedilerde fiziksel değişiklikler belirgin olmayabilir. Çoğu kedilerde insülin rezistansının (>1,5 U/kg insülin) etiyoloji araştırılırken akromegali tespit edilir. Akromegalili kedilerde sağlıklı kedilere göre baş ve burun çevresinde büyüme, insisiv dişler arası boşlukta artma ve kardiyomiyopatiye bağlı solunum güçlüğü belirlenebilir.
Laboratuvar Bulguları: Laboratuvar bulgularında hiperglisemi, serum ALT ve ALP
değerlerinde artış, eritrositozis, hiperfosfatemi, kalıcı hiperproteinemi ve proteinüri
belirlenir.
Tanı: Anemnez bilgileri (köpeklerde progesteron sağaltımı), klinik bulgular ve laboratuvar bulgularına dayanılarak tanı konulur. Akromegalili hayvanlarda bazal serum GH seviyesi referans değerlerin üstündedir (>10 ng/ml). Fakat hafif olgularda
ve hastalığın başlangıç aşamasında GH seviyesi normal sınırlar içinde olabilir. GH
normal hayvanlarda da ritmik dalgalanmaya bağlı yüksek seviyede seyredebilir. Tanı
12
DERİ HASTALIKLARI
Doç. Dr. Murat GÜZEL
12.1. BAKTERİYEL DERİ HASTALIKLARI
Piyoderma olarak adlandırılan bakteriyel deri enfeksiyonları kedi ve köpeklerde
en çok rastlanan deri hastalıkları arasındadır. Deri fiziksel, kimyasal, mikrobiyel ve
bağışıklık sitemi gibi birçok önemli savunma sistemlerine sahip olmasına rağmen,
bakteriyel deri hastalıkları oldukça yaygındır. Primer etken (%90) koagulaz-pozitif
Staphylococcus pseudintermedius’tur (eski adı Staphylococcus intermedius). Bu nedenle bakteriyel deri hastalıkları stafilakokal piyoderma olarak adlandırılır. Etken
nazal, anal ve genital mukozanın normal florasını oluşturur. Tarama, yalanma ve
diğer manüplasyonlarla tüm vücuda yayılarak enfeksiyon oluşturmadan bakteriyel kolonizasyona neden olur. Ayrıca piyoderma olgularında diğer gram pozitif ve
negatif stafilakoklar (S. aureus, S. epidermitis, S. schleiferi), Escherichia coli, Proteus
mirabilis, Corynebacterium spp., Bacillus spp., Pseudomonas spp., P. multocida ve
beta-hemolitik streptokoklar da izole edilmiştir.
Piyoderma deri florasındaki bakterilerin aşırı üreyerek patojen hale gelmesi sonucu oluşur. Piyoderma çoğunlukla sekonder olarak atopi, pire ısırığı alerjisi, gıda
alerjisi, hipotiroidizm, hiperadrenokortisizm, saboreik dermatitis ve demodikozis
gibi altta yatan bir sebebe bağlı oluşur. Fakat Alman çoban köpeği piyoderması idiopatik primer derin piyoderma olgusudur. Yine kısa tüylü köpeklerde altta yatan bir
sebep olmadan da yüzeysel bakteriyel folikülitis oluşabilir.
Piyoderma klasik olarak yerleşim yerine göre; yüzey piyoderması, yüzeysel piyoderma ve derin piyoderma olarak sınıflandırılır (Tablo 12.1). Yüzey piyoderması
stratum corneumla sınırlıdır. Epidermisin dış tabakasında aşırı bakteri ürer ve epidermiste erozyona neden olur. Yüzeysel piyodermada epidermis ve kıl foliküllerinin
infindubular bölümü etkilenmiştir. Subkorneal püstül ve mikroapselere neden olur.
Derin piyodermada ise dermis ve subkutiste irin ve apseler oluşur. Lezyonlar şişkin,
hemorajik, prulent akıntılı, ülseratif veya ağrılıdır. Bunun dışında aktinomikoz, nokardiyoz, lepra ve tuberkuloz gibi daha az görülen spesifik bakteriyel enfeksiyonlar
da görülmektedir.
Tanı: Kedi ve köpeklerde piyoderma olgularında klinik bulgular hastalığın tanısında
önemli ipuçları verir. Fakat sadece klinik bulgulara dayanarak antibakteriyel tedavi
uygulanmamalıdır. Sitoloji, bakteriyel kültür, antibiyotik duyarlılık testi ve biyopsi
piyodermanın tanısında kullanılan en önemli tanı yöntemleridir.
Sitoloji basit, hızlı ve minimal invaziv bir yöntem olması nedeniyle piyodermanın tanısında en sık kullanılan yöntemdir. Sitoloji selofan bant, direk veya indirek
smear ve aspirasyon yöntemleriyle yapılır. Alınan örnekler Diff-Quick ile boyanıp
mikroskopta incelenir. Nötrofiller piyodermada en yaygın yangı hücreleridir. Dejeneretif ve toksik nötrofiller ile kok şeklinde bakterilerin görülmesi piyoderma tanısının konulmasında önemlidir (Resim 12.1).
378 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Tablo 12.1. Piyodermanın sınıflandırması
Yüzey piyoderması
• Deri kıvrımı piyoderması (intertrigo)
• Akut ıslak piyoderma (hot-spot)
• Bakteriyel aşırı üreme
Yüzeysel piyoderma
• Yüzeysel püstüler dermatitis (impetigo)
• Yüzeysel bakteriyel folikülitis
• Yüzeysel yaygın piyoderma
• Mukokutanöz piyoderma
Derin piyoderma
• Derin folikülitis, frunkulozis ve selülitis
• Nazal piyoderma
• Çene piyoderması (kanin akne)
• Pododermatitis
• Kallus piyoderma
• Alman çoban köpeği piyoderması
• Akral linck garanuloma
Subkutan apse
Resim 12.1. Stafilakokal piyoderma (çok sayıda nötrofil ve kok bakteri).
13
HEMOPOETİK SİSTEM
HASTALIKLARI
Doç. Dr. Nuri ALTUĞ
13.1. ANEMİLER
Anemi, eritrosit (RBC) sayısı, hematokrit (Htc) değer veya hemoglobin (Hgb) konsantrasyonundaki azalma olarak tanımlanır. Anemi bir hastalık olmayıp, bir hastalık
durumunun yansımasıdır. Kedi ve köpeklerde en sık karşılaşılan (%10-30) hematolojik anormalliklerden biridir. Aneminin temel oluşum mekanizmaları kemik
iliğinden RBC üretiminin azalması, RBC’nin vücuttan kaybı (dış kanama) ve vücut içinde RBC yıkımının (hemoliz) artması veya bu mekanizmaların bazılarının
kombinasyonu olarak ortaya çıkar. Anemilerin genel nonspesifik bulguları: müköz
membranlarda solgunluk (Resim 13.1) ve soğukluk, kalp ve solunum frekansında
artış ile halsizliği içerir. Ayrıca altta yatan etiyolojik faktörle ilişkili bulgular gözlenir.
13.1.1. Anemilerin Sınıflandırılması
Anemiler genel olarak relatif ve absolut olabilir. Relatif anemiler RBC kitlesi normal olmasına rağmen plazma hacminin genişlemesine bağlı olarak (damariçi sıvı
uygulaması sonrası dilüsyona veya splenomegalide RBC’nin hapsedilmesi) gelişir.
Absolut anemilerde ise; plazma hacmi normal olmasına rağmen RBC kitlesi azalır.
Absolut anemiler gerçek anemilerdir.
Anemiler; şiddeti, eritrosit indeksleri (boyut ve HGB konsantrasyonu) ve kemik
iliği yanıtı temelinde sınıflandırılır. Bu sınıflandırmalar; anemi tanısı, tedavi yaklaşımları ve prognozun belirlenmesinde büyük önem arz eder. Klinik amaçla en etkin
sınıflandırma; RBC boyutu ve kemik iliği cevabına göre sınıflandırmadır. Anemi
Resim 13.1. Bir Alman Çoban Köpeğinde Konjunktiva Mukozada Solgunluk (Porselen Beyazı
Görünüm), (Cafer Tayer İŞLER’den Alınmıştır).
447
448 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Tablo 13.1. Anemilerin şiddetine göre sınıflandırılması ve potansiyel nedenleri
(Morgan, 2008; Weiss ve Wardrop, 2010 ile Willard ve Tvedten, 2012’den modifiye).
Şiddeti
Hafif
Köpek
(%Htc)
30-37
Kedi
(%Htc)
20-26
Orta
20-29
14-19
Şiddetli
13-19
10-13
Çok Şiddetli
< 13
< 10
Potansiyel Nedenleri
Yangısal Hastalık Anemisi,
Demir Eksikliği,
Endokrinopatiler (hipotroidzm,
hipoadrenokortizm),
Beslenme Hastalıkları,
Karaciğer ve Böbrek Hastalıkları,
Neoplazi, Kurşun zehirlenmesi
Hemolitik Anemiler, Şiddetli Kan Kaybı,
Kronik Böbrek Yetmezliği,
Kronik Demir Eksikliği
Endojen hiperöstrojenizm (köpek:
gonadal tümörler)
İlaç nedenli ilik yetmezliği (ör: köpek
östrojen uygulaması)
Kemik iliği irradiasyon
şiddeti; RBC, Htc ve Hgb ile değerlendirilir. Değerlendirmelerde genellikle Htc esas
alınır ve Htc bu parametrelerin aynı oranda azalmaları durumunda daha faydalıdır.
Aksi halde eritrosit indekslerine göre sınıflandırma, anemi şiddetinin değerlendirilmesinde önemli katkılar sağlar. Anemiler şiddetine göre; hafif, orta, şiddetli ve
çok şiddetli olmak üzere dört kategoride değerlendirilir (Tablo 13.1). Orta derecede
veya şiddetli anemiler, genellikle primer hematolojik bir hastalığı ve sorunun önemli
olduğunu gösterir. Bu tür anemiler agresif teşhis ve tedavi gerektirir. Hafif anemiler ise genellikle hematolojik olmayan hastalıklara bağlı olarak gelişir (Tablo 13.1).
Ancak, özellikle hafif anemilerde normal istatistiki değişimler, bireysel farklılıklar
ve örnekleme hataları değerlendirilmelidir. Özellikle kedilerde çok şiddetli anemi
akuttan ziyade kronik anemiyi yansıtır.
Eritrosit indekslerine göre anemiler: Eritrosit hacmine (MCV) göre; normositik
(hacim normal=MCV normal), mikrositik (hacim küçük=MCV düşük) ve makrositik (hacim büyük=MCV yüksek), eritrositlerin içerdikleri hemoglobin konsantrasyonuna (MCHC) göre ise; normokromik (MCHC normal) ve hipokromik (MCHC
azalmış) olarak sınıflandırılır. Bu sınıflandırma eritrosit parametrelerindeki azalmalar arasındaki uyumsuzluğun açıklanmasında yararlıdır. Eritrosit indekslerine göre
sınıflandırmalar ve etiyolojiler Tablo 13.2’de verilmiştir.
Mikrositozis, genellikle demir eksikliği anemisinin kanıtıdır. Bununla birlikte
portosistemik şantlı bazı köpeklerde de gözlenir. Ancak, mikrositoz Akitas ve Shiba
inus ırkı köpeklerde normal bir veridir. Makrositoz, genellikle rejenerasyona işaret
eder. Kemik iliğinin işlevsel olduğunu ve dolaşıma normalden daha büyük olgunlaşmamış hücrelerin salındığını gösterir. Hipokromi, genellikle sadece büyük ve olgunlaşmamış hücrelerin artan konsantrasyonu (Örn: rejeneratif anemi) ile ilişkilidir.
Ancak kedilerde rejeneratif anemilerde makrositoz ve hipokromazi sık gözlenmez.
Üstelik kedilerde rejeneratif bir cevabın gözlenmediği FeLV enfeksiyonunda da
makrositoz gözlenebilir. Ayrıca kedilerde myelodisplazide de makrositoz gözlenebilir. Makrositoz antiepileptik ilaç uygulamaları sonrası ve nadiren bazı Poodle’larda
14
İMMUN MEDİATED
HASTALIKLAR
Doç. Dr. Nuri ALTUĞ
14.1. SİSTEMİK ANAFLAKSİ
Anaflaksi, tip I hipersensitivite reaksiyonudur. Sistemik (anaflaksik şok, angioödem,
ürtiker) veya lokalize (GI, deri, solunum alerjisi) olarak sınıflandırılabilir. Bu bölümde sistemik anaflaksiler anlatılacaktır.
14.1.1. Anaflaksi / Anaflaksik Şok
IgE’nin aracılık ettiği reaksiyonlar anaflaksi, IgE’nin aracılık etmediği reaksiyonlara
bağlı klinik sendromlar ise anaflaksik reaksiyonlar olarak tanımlanır. Klinik olarak
ayrımları söz konusu olmadığından, tanı ve tedavileri aynıdır. Anaflaksi, alerjik reaksiyonların en şiddetli şekilde ve multisistemik etkilerinden dolayı ciddi sonuçlara
yol açarak ortaya çıkmasıdır. Anaflaksik şok, sistemik anaflaksinin en ağır şeklidir.
Birçok organı etkileyen hızlı bir başlangıcı vardır. Anaflaksi, köpek ve kedilerde nadirdir. Cinsiyet, tür ve yaş duyarlılığı yoktur. Görülme sıklığının (son zamanlarda)
arttığı bildirilmektedir.
Etiyoloji: Anaflaksiye antijenik özellikteki birçok faktör yol açabilir. Bunlar:
a. Sürüngen/insekt zehirleri: Yılan, arı, eşek arısı, karıncalar, örümcekler vb.
b. Gıda: Gıdalar ve katkı maddeleri
c. İlaçlar: Sistemik antibiyotikler (penisilin, sefalosporin), oftalmik antibiyotikler
(kedi: basitrasin, neomisin, polimiksin B, oksitetrasiklin), L-asparajinaz, K vitamini, iv radyoopak boyalar, nonsteroid antienflamatuvar ilaçlar, lokal anestezikler
d. Aşılar: Rutin, leptospiral bakterin
e. Biyolojik maddeler: Kan ve kan ürünleri (plazma vb) transfüzyonu, yabancı
protein enjeksiyonları
f. Fiziksel faktörler: Soğuk ve egzersiz
g. D. immitis (kedi)
h. Radyokontrast maddeler
i. Polen ve küfler
Patogenez: Kan dolaşımına giren ve hedef organlarda özellikle duyarlı mast hücreleri ile reaksiyona giren allerjenler sistemik anaflaksik reaksiyonları tetikler. Duyarlı
bireyler antijene karşı antikor (IgE) üretirler. Temel mekanizma hücresel aktivasyon, degranülasyon, mast hücreleri ve bazofillerden vazoaktif mediatör (histamin,
lökotrienler ve prostaglandinler vb) maddelerin salınımıdır. Bu mediatörler kan
damarları ve düz kasları hedef alırlar. Vazodilatasyon, artan vasküler permeabilite,
bronkokonstriksiyon, trombosit agregasyonu, pulmoner vazokonstriksiyon, solunum yollarında mukus artışı ve kardiyak depresyon meydana gelir. Aşırı miktarda
mediatör salınımıyla anaflaksik şok gelişebilir.
Klinik Bulgular: Anamnezde, zehirlenmeler, ilaç-aşı uygulamaları, kan ve ürünleri
uygulaması ile ilgili alınan bilgiler yararlıdır. Klinik bulgular antijene maruz kalma
sonrası genellikle birkaç dakika veya saat içinde ortaya çıkar.
569
570 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Köpek: Köpekler, genellikle dolaşım sistemi ile ilgili belirtileri sergiler. Çoğunlukla hipotansiyon ve kardiyovasküler kollaps gözlenir. Solunum sistemi belirtileri
daha az yaygındır. Buna ek olarak, karaciğer bulguları da yaygındır. Hepatik venöz
konjesyona bağlı kanın viseral birikimi; portal hipertansiyon, kusma ve ishal ile sonuçlanır. Karaciğer ve barsak konjesyonuna bağlı akut ve fulminan hemorajik enterit
ana antemortem bulgulardan biridir. Köpeklerde bulgular; deri, solunum, kardiyovasküler ve gastrointestinal olmak üzere 4 ana kategoriye ayrılabilir.
Kardiyovasküler Bulgular: Kapiller dolum zamanında uzama, müköz membranlarda solgunluk, zayıf nabız kalitesi, hipotermi, depresyon, kompensatuar taşikardi
veya bradikardi (muhtemelen artan vagal reaktifliğe bağlı) oluşabilir. Diğer kardiyovasküler belirtiler, aritmi, miyokardiyal iskemi ve kalp krizini içerir.
Yaygın Solunum Belirtileri: Dispne, bronkospazm, stridor, taşipne ve öksürük,
Dermatolojik Bulgular: Genellikle yaygın eritem, ürtiker, kaşıntı ve fasiyal angioödemi içerir.
Gastrointestinal Bulgular: Bulantı, kusma ve hemorajik olabilen ishaldir.
Ayrıca; huzursuzluk, halsizlik, bayılma, nöbet, konjunktival kızarıklık, lakrimasyon gibi nörolojik ve göz ile ilgili bulgular gözlenebilir.
Tedavi edilmezse solunum güçlüğü ve kalp yetmezliğine bağlı olarak kısa bir
sürede (5 dk) ölüm oluşabilir. Beş dakikadan daha uzun yaşayan hayvanlarda, hipersalivasyon, tenesmus ve defekasyon belirtileri gözlenebilir. Bol salivasyon 10-20
dk sonra görülebilir.
Kedi: Genellikle solunum sistemi (taşipne, dispne, hırıltı, bronkokonstriksiyon, akut
laringeal disfonksiyon, bazen pulmoner ödem) ve gastrointestinal (kusma, kanlı olabilen ishal ve defekasyon) bulgular, tipik olarak ilk gözlenen bulgulardır. Dermatolojik bulgular; yaygın eritem, ürtiker, şiddetli kaşıntı ve fasiyal angioödemi içerir.
Ayrıca huzursuzluk, eğer oftalmik ilaç uygulamasına bağlı ise oküler belirtiler (konjunktival hiperemi, şemosis, blefaritis), aşırı salivasyon, halsizlik, inkoordinasyon,
depresyon, ataksi ve hipovolemik şok gözlenebilir. Ölüm kalp yetmezliğine ve/veya
solunum yolu tıkanıklığına bağlı oluşur.
Nekropsi Bulguları: Köpeklerde karaciğer/dalak konjesyonu, gastrointestinal hemoraji, kedilerde ise bronkokonstriksiyon, amfizem, akciğer kanaması ve larinks
ödemini içerir.
Tanı: Anaflaksinin spesifik bir teşhisi yoktur. Tanı, başlıca ayrıntılı bir anamnez ve
klinik bulgulara dayanır. Anamnez; aşırı duyarlılık reaksiyonları, son veya yeni aşılamalar, önceki transfüzyonlar, yeni gıda alımı ve ilaç uygulamaları ile ilgili bilgiler,
böcek ısırıkları veya sokmalarını içermelidir.
Ayırıcı Tanı: Şiddetli astım, pheocromocytoma, sistemik mastositoz ve intravenöz
lipid emülsiyonunu içerir. Ayrıca; köpeklerde akut hipotansiyona neden olan durumlar (hemoraji, tromboemboli, akut myokardial yetmezlik veya akut intoksikasyon) ve kedilerde akut üst solunum yolu obstrüksiyonuna, pulmoner ödeme ve akut
intoksikasyona neden olan durumlar dikkate alınmalıdır.
Sağaltım: Temel yaşam desteği uygulamaları anaflaksi tedavisisinin temelini oluşturur. Tedavi, solunum yolları, solunum, dolaşım ve mental durumun hızla değerlendirilmesi ile başlar. Hızlı ve ilerleyici kötüleşme ve mortalite sıklıkla oluşabildiği için
teşhis konulmadan önce agresif tedaviye başlanmalıdır. Tedavi, klinik belirtilerin
türü ve şiddetine göre ayarlanmalıdır.
Parenteral epinefrin uygulaması: Anaflaksi tedavisinde önerilen ilk tedavi basamağıdır. Epinefrin şiddetli anaflaksi için en önemli ve hayat kurtarıcı ilaçtır. Destek-
15
SİNİR SİSTEMİ
HASTALIKLARI
Doç. Dr. Murat GÜZEL
15.1. BEYİN HASTALIKLARI
15.1.1. Semptomların Lokalizasyonu
Serebral Korteks: Davranış veya kişilik değişikliği, mental değişiklikler, nöbet, kortikal körlük, kendi etrafında dönme, başını dayama ve duruş bozuklukları görülür.
Yürüyüş normal veya normale yakındır.
Serebellum: Ataksi, hipermetri, baş ve gözde titremeler (nistagmus), lezyonun bulunduğu tarafta tehdit cevap yoktur. Mental durum normaldir.
Talamus ve Hipotalamus: Kişilik değişikliği, mental durumda değişiklik, beden
ısısı, yeme, içme ve uyku alışkanlığında değişiklik, diabetes insipitus, hiperadrenokortisizm, akromegali ve duruş bozuklukları. Dilate pupil ve ışığa zayıf cevap veren
pupil ile birlikte bilateral görme kaybı.
Beyin Kökü (Pons ve Medulla Oblangata): Lezyonun bulunduğu yere göre tek
taraflı hemiparezis, tetraparezis, mental durumda değişiklik ve düzensiz solunum.
Çoğu kraniyal sinir (3.-12. sinirler) burada bulunduğu için bu sinirlerle ilgili fonksiyon bozuklukları.
Vestibular Sistem: Sentral veya periferal vestibular hastalıkta başın eğik tutulması, düşme veya yuvarlanma yaygındır. Asimetrik ataksi ve spontan veya pozisyonel
nistagmus.
Sentral Vestibular Hastalık: Beyin kökündeki lezyondan oluşur. Duruş bozuklukları, parezis (lezyonun bulunduğu yerde tek taraflı) vertikal nistagmus, nistagmus
başın pozisyonuyla değişir. Sentral ve periferal vestibular hastalıkta horizantal ve
döngüsel nistagmus oluşurken, sentral vestibular hastalıkta sadece vertikal nistagmus oluşur.
Periferal Vestibular Hastalık: VIII. çift kraniyal sinirin kafatasından çıktıktan sonra
fonksiyon bozukluğu veya idiopatik nedenlerle hasarı sonucu oluşur. VIII. çift kraniyal sinir iç kulak ve orta kulaktan geçtiğinden bu bölgedeki yangı, enfeksiyon ve
tümör vestibular semptoma neden olur. Horizantal veya döngüsel nistagmus vardır.
Başın pozisyonunu değişmez, duruş bozukluğu yoktur, fasiyal sinir felci ve horner
sendromu (miyozis, pitozis, enaftalmus) şekillenir.
15.2. KONJENİTAL VE EDİNSEL ANOMALİLER
15.2.1. Hidrosefalus
Hidrosefalus serebral ventriküler sistemde aşırı sıvı birikmesidir. Lateral ventrikülüslerin dilatasyonu sonucu serebrokortikal dokularda basınç ve atrofiye neden olur.
Konjenital ve edinsel olmak üzere iki formda oluşur.
609
610 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Konjenital hidrosefalus merkezi sinir sisteminin en önemli anomalilerinden biridir. Beyin omurilik sıvısının arahnoid villuslardan absorbsiyonunun azalması veya
mezensefalik kanalın stenozu sonucu oluşur. Küçük ve brahisefalik ırklar (Chihuahuas, Pomerian, Pug, Pekinez, Yorkshire terrier) predispozedir.
Sekonder veya edinsel hidrosefalus yangı, travma veya tümör nedeniyle beyin
omurilik sıvısının akışının engellenmesi sonucu oluşur.
Klinik Bulgular: Klinik semptomlar 1 yaşın altında (çoğunlukla 2-3 aylık dönemde) görülür. Genişlemiş, kubbe şeklinde bir kranium ve bıngıldağın açık olduğu
belirlenir. Etkilenmiş hayvanlarda uyuma eğiliminde artış, hipoaktivite, nöbet, ataksi, mental durum değişiklikleri (hipereksitebilite veya aşırı durgunluk), başın eğik
tutulması, başı bir yere dayama, kendi etrafında dönme, fiks dilate pupil, bilateral
ventrolateral strabismus ve görme kaybı vardır.
Tanı: Klinik bulgular hidrosefalusun tanısında önemli ipuçları verir. Konjenital
formda geniş ve kubbe şeklinde bir kranium, bıngıldağın açık oluşu ve ventrolateral
strabismus belirlenir. Radyografi ve palpasyonla kafa suturlarında açıklık, MRI, CT
veya ultrasonografiyle (bıngıldaklar açıksa) ventrikuluslardaki genişleme belirlenebilir.
Sağaltım: Kortikosteroidler BOS’un üretimini azaltır, emilimini artırır. Prednizolon 0,25-0,5 mg/kg günde iki kez başlanır daha sonra doz azaltılarak iki günde bire
indirilir. Mannitol, asetozalamid ve diüretikler intrakraniyal basıncın azalmasına
yardımcı olur. Furosemid 1-2 mg/kg günde iki kez, asetozalamid 0,1 mg/kg günde üç kez, mannitol 0,5-1 g/kg 20 dakikayı aşan sürede yavaş infüzyonla uygulanır.
Antikonvulzanlar epilepsinin kontrol edilmesini sağlar. Fenobarbital 1-2 mg/kg PO
günde iki kez, potasyum bromür 20-30 mg/kg günde bir kez PO kullanılır. Hidrosefalusun sağaltımında cerrahi yöntemlerle ventrikülovenöz veya ventriküloabdominal şant ile alternatif drenaj kanalı oluşturulabilir.
Prognoz klinik belirtilerin şiddeti ve tedaviye cevaba göre değişir. Edinsel hidrosefaluslu bazı olgularda hastalık hızlı ilerler, prognoz kötüdür.
15.2.2. Hidranensefali ve Porensefali
Hidranensefali serebral kortekste büyük bir bölümün oluşmayıp yerinde sıvı dolu bir
kesenin bulunmasıdır. Porensefali ise serebrumda lateral ventrikülüs ve subarahnoidal boşluklarla ilişkili tek ya da çok sayıda sıvı dolu boşluğun bulunmasıdır. Kedilerde en önemli neden intrauterin dönemde geçirilen panleukopeni virüs enfeksiyonu
veya annenin modifiye canlı panleukopeni virüs aşısıyla aşılanmasıdır.
Klinik Bulgular: Klinik bulgular serebral kaybın büyüklüğüne göre farklılık gösterir. Etkilenmiş hayvanlarda doğumdan birkaç hafta sonra başlayan serebral körlük,
çevrenin farkına varamama ve davranış değişiklikleri oluşur.
Tanı: Klinik bulgular, MRI veya CT bulgularına göre tanı konulur.
Sağaltım: Hidrosefalusta olduğu gibidir. Prognoz kötüdür.
15.2.3. Lissensefali
Lissensefali konjenital olarak serebrumda sulkus ve girusların oluşmayıp korteksin
düz olmasıdır. Kortekste gri madde kalınlığı artmış, beyaz madde kalınlığı azalmıştır. Çoğunlukla serebellar hipoplaziyle birlikte şekillenir. Nedeni tam olarak bilin-
16
ENFEKSİYÖZ
HASTALIKLAR
Prof. Dr. Arif KURTDEDE
16.1. SOLUNUM SİSTEMİ ENFEKSİYONLARI
16.1.1. Köpeklerde Enfeksiyöz Trakeabronşit
Trakea ve bronşlarda bozukluğa yol açan ve genellikle kendi kendini sınırlayan bir
hastalıktır. Yavru köpeklerde öldürücü bronkopnömoniye ve düşkün yaşlı köpeklerde kronik bronşite neden olur. Canine parainfluenza type-2 virüs, Canine distemper virüs, Canine adenovirus-2 veya Bordetella bronchiseptica primer etkenlerdir.
Mycoplasma spp. hastalığa katılarak klinik tabloyu ağırlaştırır. Pseudomonas spp., E.
coli ve K. pneumonia sekonder enfeksiyona yol açar. Hastalık köpeklerin bir arada tutulduğu bakım evlerinde ve hayvan hastanelerinde hızla yayılır. Stres, hava akımına
maruz kalma, aşırı sıcak, soğuk ve nemli ortam hastalığa duyarlığı artırır.
Klinik Bulgular: Hastalarda nöbet şeklinde ortaya çıkan kaba ve kuru öksürük ve
öksürük sonrası öğürme başlıca belirtilerdir. Larinks veya trakeanın hafif palpasyonunda dahi öksürük ortaya çıkar. Bronşit ve pnömoni gelişen olgularda mukoprulent burun akıntısı, yüksek ateş ve iştahsızlık görülür. Öksürük produktif karakter
kazanır. Komplike olmuş hastalık tablosunun görüldüğü yavru köpeklerde ve terk
edilmiş yaşlı köpeklerde ölüm meydana gelir.
Tanı: Bakım evlerinde kalma ve enfekte köpeklerle temas sonrası 5-10 gün içinde
aniden ortaya çıkan nonproduktif öksürük hastalıktan şüphe ettirir. Hastalığın şiddetinin azalarak 10-20 gün içinde sonlanması tanıyı kuvvetlendirir. Radyografik
muayene bulgularının değerlendirilmesi tanıya yardımcı olur.
Sağaltım: Hastalar hospitalize edilmez ve başka köpeklerle temas ettirilmez, bakım
ve besleme şartları düzeltilir. Nonproduktif öksürüğe karşı kodeinli öksürük kesicilerden hidrokodon 0,25 mg/kg dozunda günde 2-4 kez po ve butarfanol 0,05-0,1
mg/kg dozunda günde 2-4 kez po ve sc verilir. Hastalığın başlangıcında antibiyotik
uygulaması gerekmezken kronik olgularda trakeabronşiyal mukozaya etkili konsantrasyonda ulaşabilen antibiyotiklerden olan sefalosporinler (sefaleksin 20-60
mg/kg dozunda günde 2-3 kez po, sefaprin 30 mg/kg dozunda 4-6 saat arayla iv, im,
sefazolin 20-25 mg/kg dozunda günde 3-4 kez iv, im ve sefadroksil 22 mg/kg dozunda günde 2 kez po), kinolon’lar (nalidiksik asit 3 mg/kg dozunda günde 4 kez po,
enrofloksasin 5-20 mg/kg dozunda günde 1-2 kez po, marbofloksasin 2,75-5,5 mg/
kg dozunda günde 1 kez po, difloksasin 5-10 mg/kg dozunda günde 1 kez po, orbifloksasin 2,5-7,5 mg/kg dozunda günde 1 kez po), kloramfenikol 50 mg/kg dozunda
günde 3-4 kez 7 gün süreyle po veya tetrasiklin’ler (oksitetrasiklin 7 mg/kg dozunda
günde 2 kez im, iv, 20 mg/kg dozunda günde 3 kez po, doksisiklin 5-10 mg/kg do-
637
638 HİSTEREKTOMİ
zunda günde 1 kez po, 5 mg/kg dozunda günde 1 kez iv) kullanılır. Trakeabronşiyal
sıvının kültür ve antibiyotiklere duyarlılık testi sonucuna göre antibiyotikte değişiklik yapılır. Parenteral kullanılan antibiyotiklerden yanıt alınamazsa kanamisin sülfat
250 mg miktarında veya gentamisin sülfat 6-8 mg/kg dozunda %0,9’luk fizyolojik
tuzlu su içinde 1:5-1:10 oranında sulandırılarak yüz maskesi aracılığıyla solunum
yoluna inhale ettirilir veya gentamisin endotrakeal enjeksiyon şeklinde verilir. Gentamisin kortikosteroidlerle birlikte uygulanabilir. Hastalara parenteral kristalloid
sıvılar verilerek respiratorik sekresyonun gevşemesi sağlanır, tuzlu su, bronkodilatör
ve antibiyotik karışımı ile nebulizasyon ve oksijen uygulamaları yararlı olur.
Hastalıktan korunmada Parainfluenza tip-2 virüs, canine adenovirus-1 ve B.
bronchiseptica aşıları önerilir. İntranasal uygulanan canlı aşılar da vardır. Ayrıca distemper, parainfluenza ve CAV-2 etkenlerine karşı modifiye canlı aşılar bulunmaktadır. CAV-2 aşısı hayvanı CAV-1’e karşı da korur. Aşı; 6-8 haftalık yaşta uygulanır, 3-4
hafta arayla ve hayvan 14-16 haftalık oluncaya kadar tekrarlanır. Daha sonra yılda
bir tekrarlanır. B. bronchiseptica enfeksiyonu riski varsa canlı avirulent intranazal
aşı veya parenteral uygulanan aşılar bulunmaktadır. Avirulent B.bronchiseptica ve
modifiye canlı parainfluenza aşısının intranazal olarak kullanılabilecek formu bulunmaktadır. Bu aşı 3 haftalık hayvanlara bir kez uygulanır.
16.1.2. Kedilerde Üst Solunum Yolu Enfeksiyonları
Etken çoğunlukla Feline rhinotracheitis virus’dur (FRV). Bazı popülasyonda Feline
calicivirus (FCR) daha fazla görülür. Diğer mikroorganizmalardan Chlamydia felis,
Mycoplasma felis ve Reovirus da enfeksiyona katılır. Bartonella henselea ise enfeksiyona katkı yapan diğer bir organizmadır. Bulaşma aerosol yolla ve kontamine materyalle olur. İyileşen hayvan virusu aylarca taşır. FCR akıntılarda devamlı bulunurken
FRV’ye aralıklarla rastlanır. İnkubasyon süresi FCR enfeksiyonunda 5-10 gün, FRV
enfeksiyonunda 2-6 gündür.
Klinik Bulgular: FRV enfeksiyonu rinosinüzit, konjuktivit, lakrimasyon, salivasyon
ve oral ülser ile karakterizedir. Enfeksiyonun başlangıcında 40,5°C beden sıcaklığı, aksırma, konjuktivit, rinit ve salivasyon görülür. Beden sıcaklığı zaman zaman
39°C’ye iner. Başlangıçta seröz karakterde olan nazal ve oküler akıntı sonra mukoprulent karakter kazanır. Hastalarda anoreksi ve depresyon ve geçici topallık görülür. Şiddetli derecede hasta olanlarda oral ülser ve ülseratif keratit meydana gelir.
Hastalık semptomların hafif seyrettiği olgularda 5-10 gün, semptomların şiddetli
seyrettiği olgularda 6 gün sürer. FCR’nin ağız epiteli ile akciğerlerin derin dokularına affinitesi vardır. Etkenin bazı suşları oral ve nazal ülser oluştururken bazı suşları pulmoner ödem ve intersitisyel pnömoniye yol açar. Hastalık 8-12 haftalıklarda
geçici ateş, değişik ayaklarda topallık ve eklemlerin palpasyonunda duyarlılıkla karakterizedir. Belirtiler kendiliğinden sağaltımsız geçer. FCR enfeksiyonu lenfositikplazmasitik gingivit ve stomatite neden olur ve kedilerin kaudal stomatit hastalığı ile
birlikte ortaya çıkar. Hastalarda akut ateş, iştahsızlık, depresyon, rinit ve konjuktivit
görülür. Oral lezyon yüzlektir ve hızlı iyileşir, iştah 2-3 günde düzelir. Klinik seyir
7-10 gündür. Chlamydia felis konjuktivite yol açar. Belirtiler seröz gözyaşı akıntısı
şeklinde başlar, akıntı prulent karakter kazanınca ateş yükselir, konjuktivada lenfoid
infiltrasyon ve epitelyum hiperplazisi ortaya çıkar. İyileşen köpeklerde hastalık nüks
eder. Mycoplasma spp. göz ve yukarı solunum yollarını tutar, konjuktivada ödem ve
hafif rinit ortaya çıkar. Erişkinlerde mortalite düşük, prognoz iyidir. Yavru ve yaşlı
17
KÜÇÜK HAYVAN KLİNİĞİNDE
SIKLIKLA RASTLANAN
HASTALIKLARDA KULLANILAN
BAZI PRATİK REÇETELER VE
OLGU SUNULARI
Dr. S. Kemal KUTLAY
17.1. KALP HASTALIKLARI
Edinsel Kapakçık Hastalıkları
Edinsel kapakçık hastalıkları çoğunlukla dejeneratif, daha az olarak da enfektiftir.
Neoplastik sebeplerle de olabilir. En sık rastlanan mitral kapak dejenerasyonudur.
Kalp büyümesi ile birlikte konjesif kalp yetmezliği gelişebilir. Klinik belirti olarak
öksürük görülebilir.
Dejeneratif Mitral Kapak Hastalıkları
Köpeklerde edinsel olarak en sık görülen kalp hastalığıdır. Özellikle yaşlı ve küçük
ırk köpeklerde görülür. Rutin klinik muayene sırasında kardiyak murmura rastlanır.
Mitral kapak hastalıklarına diyagnostik yaklaşımda torasik muayene oldukça önemlidir. Ekokardiyografik muayene ile birlikte ventriküler dilatasyon ve hipertrofiye
ilişkin bulgular elde edilir.
Subklinik (Asemptomatik) mitral kapak hastalıklarının reçetesi:
Rp
Köpek için
I. Enalapril (ACE inhibitörü)
S. 0,5 mg/kg 12-24 saat ara ile PO
Rp
Kedi için
I. Enalapril (ACE inhibitörü)
S. 0,25 - 0,5 mg/kg 12-24 saat ara ile PO
689
690 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Rp
Köpek için
I. Benazepril (ACE inhibitörü)
S. 0,25 -0,5 mg/kg 24 saat ara ile PO
Rp
Kedi için
I. Benazepril (ACE inhibitörü)
S. 0,25 - 0,5 mg/kg 24 saat ara ile PO
Max. 2.5 mg/kedi/gün
Rp
Köpek için
I. Kaptopril (ACE inhibitörü)
S . 0,5 – 2 mg/kg 8-12 saat ara ile PO (başlangıç dozu
0,25-0,5 mg/kg)
Rp
Kedi için
I. Kaptopril (ACE inhibitörü)
S. 0,5 – 1.25 mg/kg 12-24 saat ara ile PO
Sol atriyum genişlemesi ile ana bronşlara baskı sonucunda gelişen öksürük için
reçete:
Rp
Köpek için
I. Benazepril (ACE inhibitörü)
S. 0,25 -0,5 mg/kg 24 saat ara ile PO
II. Terbutalin
S. 1,25-5 mg/köpek 8-12 saat ara ile PO (ilk 4 gün
yarım doz)
Rp
Köpek için
I. Enalapril (ACE inhibitörü)
S. 0,5 mg/kg 12-24 saat ara ile PO
II. Terbutalin
S. 1,25-5 mg/köpek 8-12 saat ara ile PO (ilk 4 gün yarım
doz)
II. Amlodipin
S. 0,05-0,20 mg/kg 12-24 saat ara ile PO (başlangıç dozu
düşük)
18
KANSER VE SAĞALTIM
UYGULAMALARI
Prof. Dr. İbrahim DEMİRKAN,
Dr. Musa KORKMAZ
N
eoplastik hastalıklar (kanser, tümör, ur) bütün omurgalı canlıların bir hastalığıdır. Varoluşundan bu tarafa insanlar özellikle kansere yatkındırlar. Tarih
boyunca Jurassic dönemde dinazorların da kansere yakalandığı bilinmektedir. Bitkilerde de kanser görülür.
Doku üremeleri ve neoplastik bozukluklarla ilgili bilgiler ilk defa M.Ö. 30001500 yıllarında Mısır papirüslerinde görülmektedir. Hipokrat iyi huylu ve kötü huylu
tümörler arasında ki farkı vurgulayan ilk kişidir. MÖ 400 yılında kanserli dokunun
yapısının yangeç gibi girintili çıkıntılı, kabuklu olduğu için CANCER (YENGEÇ)
adını vermiştir. Kanserli hastalardaki ağrıyıda yengecin ısırmasına benzetmiştir.
Oncos terimi ise Yunanca’da “Kütle”, “Yük” “Vücudun taşımak zorunda olduğu yük”
veya “Tiyatroda kullanılan bir tür uzantıları-çıkıntıları olan maske” anlamına gelir.
Onkoloji (Tümör bilimi) köken olarak onkos’dan gelir.
1846 yılında anestezi ve narkozun bulunmasıyla kanser olgularına adeta bir saldırı başlamış ve her vaka cerrahi yöntemle istisnasız uzaklaştırılmıştır. Ünlü cerrah
Halsted 1890 yılında “Koca bir kanser deposuna yetecek tümör ameliyatı yapıldı”
ifadesini kullanmıştır.
Kanser olağandışı ve muhtemelen kontrol edilemeyen sınırsız hücre bölünmesi sonucu oluşan kötü huylu büyüme veya tümör olarak tarif edilir. Yerel dokulara
yerleştiği gibi lenf sistemi veya kan dolaşımı yoluyla vücudun diğer bölümlerine de
yayılma eğilimindedir. Organların işlevlerini yapmalarını engeller.
Hayvanlarda kanser olguları her geçen gün artan oranlarda bir seyir göstermektedir. Eğer hastalık vücuda saçılmış ise (metastaz) hastalarda sağaltım çok agresif uygulanmaktadır. Antikanserojen ilaçlar çoğu zehir mahiyetindedir. Kanser
hücresini öldürürken bireyin sağlıklı hücrelerinide öldürmektedir, dolayısıyla hasta
bu uygulamadan olumsuz yönde zararlar görmektedir. Sağaltımda başarı oranının
düşük olması araştırmacıları koruyucu amaçlı yöntemlerin geliştirilmesine yönelik
çalışmalara teşvik etmektedir.
Hücrelere bulunan genlere zarar veren her şey sonunda kanseri tetikler. Bir hücrenin kanser olmasından önce aynı hücredeki çok sayıda genin hasar görmesi gerekir.
Bilim insanları, hekimler, sanatçılar, düşünürler, sosyologlar, filozoflar, siyasetçiler, hastalar yani herkes kanserle ilgili kendine göre yorumlar yapmış, sözler sarfetmiştir. Yapılan tüm sözlerin özeti şudur; kanser, uğursuz, nefret uyandırıcı, iğrenç,
akla ve duyulara aykırıdır. Her zaman, her yerde kötü niyetlidir. Kusursuz cinnet
geçiren hücredir. Yaşamı kurutan, ruhu çürüten, umudu eritendir. Ölümle yüz yüze
gelme sürecini esnettikçe esnetir. Ölümden çok “Ölmekte olmak” mefhumudur.
Marazların marazıdır. Özekıyım’ın mimarıdır. İnsanı yontan bir hastalıktır (tedavi
yontma/kesme işlemidir). Soysuzdur.
Sağaltım amacıyla cerrahi girişim, radyoterapi, kemoterapi, hormon, immunoterapi, genterapi ve holoterapi gibi alternatif yaklaşımlar yaygın olarak kullanılmaktadır. Bugün hiçbiri kesin tedavi seçeneği değildir. 18. yüzyıl cerrahları “Eğer tümör
697
698 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
uzaklaştırılabilecek özellikte ise ameliyat edilmesinde bir uygunsuzluk olmaz”
görüşünü savunmuşlar ve halen bu görüş geçerliliğini korumaktadır, ancak neoplastik hastalıkların erken teşhis edilmesiy şartıyla.
18.1. DERİ SKUAMÖZ HÜCRE KARSİNOMU (EPİDERMOİD
CARCİNOMA)
Skuamöz hücre karsinomu, köpeklerde en yağın gözlenen kötü huylu deri tümörlerdendir. Kedilerde de yaygın olarak gözlenmektedir. Yaşlı hayvanlar (kedilerde
ortalama 12 yaş, köpeklerde 8 yaş) daha çok etkilenmekle birlikte ırk predispozisyonu tam olarak bilinmemektedir. Bu tümörler genellikle vücudun kılsız bölgelerinde
ve pigmentsiz veya az pigmentli bölgelerinde gözlenir. Köpeklerde skuamöz hücre
karsinomunun en fazla gözlendiği bölgeler, gövde, bacaklar, scrotum, dudaklar ve
tırnak kökleridir. Kedilerde ise lezyon yaygın olarak baş bölgesinde şekillenmekte ve
bu bölgede de burun ucu, kulak kepçesi, göz kapakları ve dudaklar etkilenmektedir.
Klinik Bulgular: Skuamöz hücre karsinomunda ilk olarak hem proliferatif hem de erozif
bir lezyon kendini belli eder. Proliferatif lezyonlar kırmızı sert bir plaktan çoğunlukla ülserleşen karnabahar benzeri bir lezyona kadar değişik biçimlerde gözlenebilir. Erozif lezyon kedilerde yaygındır, başlangıçta yüzeysel olan lezyon ve kabuklanır ve ileride derin
bir ülser halini alabilir. Kedilerde fasial bölgede şekillenen skuamöz hücre karsinomları
lokal olarak invaziv bir seyir izler ancak metastaz olayı oldukça geçtir.
Tanı: Klinik olarak lezyonu tanımak mümkündür ancak kesin tanı için histopatolojik inceleme gereklidir.
Sağaltım: Kedilerde fasial bölgede gözlenen skuamöz hücre karsinomları için birçok
tedavi seçeneği mevcuttur. Kitlenin cerrahi olarak rezeksiyonu veya kirioşirurji tedavinin temelini oluşturmaktadır. Bununla birlikte radyoterapi ve fotodinamik terapi
uygulamaları etkili olmaktadır. Kulak kepçesi ve göz kapağı skuamöz hücre karsinomu bulunan 102 kedide agresif kirioşirurji uygulamasının neredeyse lezyonların
%100’de etkili olduğu ancak burun ucu skuamöz hücre karsinomu bulunan olgularda ise %70 oranında başarı sağladığı bildirilmektedir. Bunlara ek olarak kemoterapi
uygulamaları yapılabilmektedir. Bu amaçla, mitoxantrone, actinomsin D, doksorubisin/siklofosfamid kombinasyonu, bleomisin, ve cisplatin (Kedilerde kullanılmamalıdır) uygulamaları denenebilir. Kedilerde burun ucunda bulunan lezyonlarda, lezyon
içine carboplatin (1,5 mg/cm3 tümör hacmi) ile birlikte radyoterapi uygulamasının
etkili olduğu bildirilmektedir.
Rp
Doksorubisin (Adriamycin)
10 kilogram köpek için
S: 30 mg/m2, damariçi, 2-3 haftada bir kez (en fazla 5
uygulama)
10 kilogramdan ağır köpekler için
S: 1 mg/kg, damariçi, her 2-3 haftada bir kez (en fazla 5
uygulama)
Not: Toplam dozda 180 mg/m2 sınırını aşmayınız.
19
REPRODÜKSİYON
HASTALIKLARI VE
SAĞALTIM
Prof. Dr. Rıfat VURAL,
Prof. Dr. Şükrü A. KÜPLÜLÜ
K
öpek ve kedilerde, östrus sikluslarının ve gebelik sürecinin kontrolünde beklenen başarının elde edilmesinde ve infertilite sorunlarının çözümünde; seksüel
siklus fizyolojisi ve endokrinolojisinin anlaşılmasının önemli rolü vardır. Bu nedenle, farklı seksüel siklus fizyolojisine sahip köpek ve kedilerde reproduktiv hastalıkların tanımlanması ve tedavi seçenekleri, reprodüktiv endokrinolojinin rehberliğinde
işlenmiştir.
19.1. DİŞİ KÖPEKLERDE SEKSÜEL SİKLUS FİZYOLOJİSİ VE
ENDOKRİNOLOJİSİ
Köpeklerde, pubertas, 6-24 aylık yaş aralığında başlar. Küçük boy ırklar, daha küçük yaşlarda seksüel olgunluğa ulaşırken büyük boy ırklar daha geç ilk proöstrus
kanamasını gösterirler. İlk proöstrus kanamalarını, 24 aylık yaşa kadar göstermeyen hayvanlar patolojik olarak değerlendirilir. Bazen, ilk siklus sonrası ovulasyon
şekillenmeyebilir (split heat; geçiş kızgınlığı); bu durumda, 2 hafta ila 2 ay içinde,
gerçek, ovulasyonlu bir östrus siklusu başlar. Östrus siklusu, proöstrus (2-20 gün),
östrus (3-20 gün), metöstrus/diöstrus (60-90 gün) ve anöstrus (75 gün) olmak
üzere 4 dönemde incelenir. İki proöstrus /östrus aralığı ortalama 5-7 ay arasında
değişkenlik gösterir. Ancak, Basenji, Dingo, kurt-evcil köpek kırmalarının yılda
bir kez proöstrus/östrus belirtileri göstermesinin fizyolojik olduğu unutulmamalıdır. Sağlıklı bir gebeliğin yaşanması için iki prosöstrus/östrus aralığı en az 130
gün olmalıdır.
Köpeklerde anöstrus dönemi, progesteron hormonunun bazal seviyeye düşmesini takip eden 2-10 aylık bir süreyi kapsar. Anöstrusun ilk 20 -30 günü, aynı
zamanda, uterus dokusunun da rejenerasyon dönemidir. Anöstrus döneminde, serum progesteron konsantrasyonu 1 ng/ml’nin altına düşer ve prolaktin hormonu,
gonadotropin releasing hormonu (GnRH) salınımını, opoid nöronlar aracılığı ile hipotalamus düzeyinde baskılar. Anöstrusun son 3 haftalık döneminde bilinmeyen bir
mekanizma ile dopamin agonistlerin aktiv duruma geçmesi ve anılan opoid nöron
eylemlerin baskılanması ile birlikte GnRH salınımı artar. Bu durum, hipotalamushipofiz merkezli follikül situmule edici hormon (FSH) ve luteinleştirici hormon
(LH) salınım sıklığında artış, yeni bir folliküler dalganın gelişiminin başlaması ve
beklenen proöstrus kanaması ile sonlanır.
Proöstrus, klinik olarak serosanguinöz akıntı ile karakterize ve östrogen hormonunun etkin olduğu evredir. Proöstrus dönemi, preovulatör LH yükseltisinin
731
732 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
başlaması ile birlikte sonlanır. Anöstrus döneminde ortalama 5 pg/ml düzeyinde
bulunan östrodiol konsantrasyonu proöstrusun sonuna doğru 40-90 pg/ml yükselir.
Östrus dönemi, preovulatör LH etkisi ile östrogen hormonunun ani düşüşü ve
progesteron hormonunun yükselmeye başladığı dönemdir. Serum progesteron düzeyi 1 ng/ml nin üzerine çıkmasını izleyen 2 gün içinde preovulatör LH yükseltisi
artar ve 4 gün sonrada ovulasyonlar gerçekleşir. Oosit, folikulogenesisin primer follikül aşamasında ovule olur. Oosit maturasyonu ovidukta tamamlanır. Fertilizasyon,
ovulasyonu izleyen 48 saat sonra oluşur.
Köpeklerde luteal dönem, diğer bir tanımlama ile metöstrus/diöstrus dönemi,
vaginal smearda, ovulasyon ile birlikte kornifiye hücre oranının düşmesi, intermediar hücre polimorfonükleer hücre sayısının artması ile karakterizedir. Metöstrus
süresi ortalama 55-75 gündür. Genelde, gebelik süresi ile eşit bir süreye sahiptir.
Gebelik, köpeklerde seksüel siklus süresini etkilemez. Bu dönemde, baskın hormon
progesterondur. LH yükseltisini (LH piki) izleyen ilk 20-30 gün içinde en yüksek
seviyeye ulaşır (15-85 ng/ml). Metöstrusun 30 uncu günden itibaren, yavaş bir seyir
ile 30-40 gün içinde konsantrasyonu azalarak bazal düzeye iner. Serum progesteron
düzeyi, 1-2 ng/ml üzerinde bulunduğu sürece spontan GnRH salınımları baskılanır.
Progesteron hormonu kaynağı corpus luteumdur (CL). Corpus luteumun yapısının
önemli bir kesitini teka hücreleri oluşturur. CL’un devamlılığında, Prostaglandin-E
(PGE), LH ve prolaktin hormonları etkindir. Özellikle metöstrus döneminin ilk 25
günü PGE ve LH; 25-30 günden itibaren ise LH ile birlikte prolaktin hormonu bu devamlılıkta önemli rol oynar. Diğer türlerden farklı olarak gebe olmayan köpeklerde
corpus luteumun gerilemesinde uterus kaynaklı prostaglandin F2α (PGF2α)’nın rolü
bulunmamaktadır. Ancak, luteal gerilemede, hücrelerde artan CD-8 immun hücreler, major histocompatibility complex II (MHCII) ve vascular epidermal growth
factor (VEGF) salınımının rol oynadığı düşünülmektedir. Luteal dönem sürecinde,
progesteron hormonunun aktif olduğu, ilk 25 gün uterus dokusunda endometrial
progresyon gözlenirken; progesteron hormonunun azalmaya başladığı dönemde
regresyon şekillenerek doku parçacıkları absorbe edilir. Anöstrus döneminin ilk 30
günü içinde de uterus dokusu kendisini yeniler.
19.2. KÖPEKLERDE ÖSTRUSLARIN UYARILMASI
Östrusların uyarılmasında farmakolojik yöntemlere, iki östrus aralığının uzadığı
olgularda veya normal seksüel aktivite gösterirken uzun anöstrus sorunu yaşayan
köpeklerde başvurulur. Ayrıca, senkronizasyon ve embryo transfer çalışmalarında
veya yılda bir kez yavru veren ırklarda anöstrus dönemini kısaltmak amacı ile de
östruslar uyarılır. Östrusların uyarılmasında 3 farklı farmakolojik yöntem kullanılır.
a.
Dopamin agonistlerin kullanımı (Cabergolin)
b.
GnRH agonistlerin kullanımı (Deslorelin)
c.
Gonadotropinlerin kullanımı (FSH/LH/HCG/HMG/PMSG)
20
KEDİ VE KÖPEKLERDE
ANESTEZİ
Prof.Dr. Bahattin KOÇ,
Prof. Dr. Zülfikar Kadir SARITAŞ
20.1. PREMEDİKASYON
Preanesteziklerin kullanım amacı;
1. Metabolizmayı yavaşlatarak verilecek anestezik madde miktarını azaltmak,
2. Anesteziye alınacak hayvanı trankilize ederek (sakinleştirerek) aşırı çabalama ve
savunma hareketlerini ortadan kaldırmak,
3. Anestezi sırasında solunum yolunda tıkanıklık riski yaratan salivasyon ve bronş
sekresyonunu azaltmak,
4. Parasempatolitik etki ile gastrointestinal hareketleri azaltıp hastanın kusmasını
önlemek,
5. Anesteziye girişin ve uyanmanın ağrısız ve eksitasyonsuz olmasını sağlamaktır.
Premedikasyon için kullanılacak preanestezikler farmakolojik etkilerine göre şu şekilde gruplandırılır:
A. Sedatifler
B. Tranklizanlar (Nöroleptikler)
C. Narkotik Analjezikler
D. Antikolinerjikler (Belladon Grubu)
A. SEDATİFLER
Barbitürat Grubu
a. Pentobarbital sodyum (Nembutal®) ve Sekobarbital sodyum (Secobal®)
Bu barbitüratlar tek başına veya atropinle birlikte kedi ve köpeklerde anestezi
başlamadan 30-60 dakika önce, 4 mg/kg dozunda kas içi yolla uygulandığında, solunumda minimal bir depresyonla, orta derecede sedasyon sağlamaktadır.
b.
Fenobarbital sodyum (Luminal®, Luminaletten®)
Uzun etkili bir barbitürattır ve çeşitli konvulziyonların uzun süreli sağaltımındaki
başarısıyla popüler olmuştur. Özellikle distemper ensefalitinden kaynaklanan konvulziyonlar ve epileptik nöbetlerin sağaltımında yaygın olarak kullanılan ucuz bir ilaçtır.
10 kg ağırlığındaki köpekte başlangıçta 1 g daha sonra her defa ¼ gr olmak
üzere günde 3 kez verilebilir.
Benzodiazepin Grubu
a. Diazepam (Diazem®)
Diazepam, köpek ve kedide kas gevşetici ve antikonvülzan olarak tercih edilir.
Korku ve heyecanı giderir, hipnoz oluşturur.
Köpeklerde ketaminden önce premedikasyon için, kedilerde de ketamin indüksiyonundaki konvüziyonları gidermek için kullanılır. Özellikle köpeklerde operasyon sonrası sedasyonu uzatır. İlk 6 saatte i.v olarak en az 1 mg/kg/saat olarak
verilebilir.
777
778 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Doz:
Köpek: 0.1-0.5 mg/kg iv
Kedi: Köpek dozunda.
b.
Midazolam (Dormicum®)
İnsan hekimliğinde olan yaygın kullanımının aksine, veteriner hekimliğinde en
az kullanılan sedatiftir. Kedi ve köpeklerde güvenilir bir sedatif değildir.
Diazepamdan farklı olarak midazolam irrite edici değildir ve intramuskuler uygulama sonrasında iyi emilir. Perioperatif sedatif ve kas gevşetici olarak kullanılan
midazolam, yaşlı ve güçsüz köpeklerde anestezi indüksiyonu için ketamin’le kombine edilerek kullanılabilir.
Köpek: 0.2-0.4 mg/kg i.v., i.m.
Kedi: 0.1-0.3 mg/kg iv, im
c. Climazolam
Etkisi çabuk, kuvvetli bir benzodiazepin türevidir.
α2 Adrenoreseptör agonistleri
a. Ksilazin (Ksilazin) (Rompun®, Alfazyne®)
İlk olarak Batı Almanya’da 1962 yılında sentezlenen ilaç, insanlarda antihipertansif
olarak kullanılmış ve hayvanlardaki sedatif etkisi sonradan fark edilmiştir. Günümüzde, hayvan türlerinin büyük bir çoğunluğunda preanestezik olarak kullanılmaktadır. Sedatif etkisinin yanı sıra analjezi, kas gevşemesi sağlar ve ketamin’in neden
olduğu kas sertliğini önler. Ayrıca tüm enjektabl ve volatil anesteziklerin dozunun
düşürülmesini sağlar.
Kalp atım sayısında azalmaya neden olan ksilazin; sinüs bradikardi, atriyoventriküler blok oluşturabilir. Ayrıca, kalp debisinde de düşüş gözlenir. İlacın uygulanmasından sonra kan basıncında kısa süreli bir artış şekillense de, ksilazin hipotansiyona neden olur. Salivasyon, gastrik sekresyon ve gastrointestinal motiliteyi
azaltır ve kedi ve köpeklerde kusmaya neden olur. Yutma refleksini azaltır.
Kedi ve köpeklerde derin sedasyon oluşturur. Plasentayı geçtiği halde, kedi ve
köpeklerde abort oluşturduğu bildirilmemiştir. Hipotansiyon, bradiaritmi, doku
perfüzyonunda azalma ve solunum depresyonuna yol açabilir.
Doz:
Köpeklerde: 1-3 mg/kg i.m
Kedilerde : 1-3 mg/kg i.m
Etkisi, yohimbin, atipamezol (Antisedan®) ya da tolazolin ile antagonize edilebilir
b. Detomidin (Domosedan®)
Kardiyovasküler bozukluğu olan hayvanlarda dikkatli olunmalıdır.
Doz:
Köpek: 5-20 mcg/kg
c. Medetomidin (Domitor®)
Veteriner hekimliği alanında kullanılan en yeni a2 agonistlerinden biridir. Sınıfındaki diğer ajanlardan daha güçlüdür; çünkü lipofilik yapıdadır, çok hızlı elimine edilir.
Hayvanlarda, uygulanmasından hemen sonra belirgin bradikardiye neden olabilir;
bu nedenle medetomidine enjeksiyonundan önce antikolinerjik (örneğin, atropin)
uygulanması önerilir. Kas içi uygulandığı takdirde yan etkileri düşük düzeyde gelişecektir. Ksilazine benzer şekilde metabolize edilir. Enjekte edildiği köpeklerin
%10’unda, kedilerin %50’sinde kusmaya neden olduğu bildirilmiştir.
21
BESLENME
HASTALIKLARI
Prof. Dr. Mehmet BAŞALAN
Beslenmenin canlı organizma üzerinde çok yönlü etkileri söz konusudur. Bu
kapsamda değerlendirildiğinde beslenme; sağlığı, genel durumu, duygusal yapıyı, fiziksel yetenekleri ve hastalıklara duyarlılık ile hastalıkların iyileşmesini
etkilemektedir. Dolayısıyla hemen hemen bütün vücut sistemleri ile ilişkilidir.
Bunun yanı sıra doğada bulunan gıda ve yemler ile canlıların sindirim sistemleri (diğer sistemler ile karşılaştırıldıklarında) hayvan türleri arasında farklılıklar
göstermektedir. Bu sebeplerden kaynaklanacak şekilde beslenmeye bağlı hastalıklar fazlaca görülmekte ve beslenme şekilleri tüm diğer hastalıklardan iyileşmeyi de etkilemektedir.
Köpek ve kediler etobur özellikleri sebebiyle diğer evcil hayvanlardan farklılık
göstermekle birlikte, değişik yaşam koşullarına adaptasyona zorlanmaları sebebiyle
de birbirlerinden farklılık göstermektedir. Köpek ve kedilerin beslenmeye bağlı hastalıkları çoğu zaman hayvan sahiplerinin mitolojik inanışları, duygusal yaklaşımları,
yanlış uygulamaları ve dengesiz besleme yöntemlerinden kaynaklanmaktadır. Daha
az olarak da genetik veya diğer başka sebeplerden dolayı tüketim, sindirim, emilim,
metabolizma veya yapıtaşı olarak kullanım problemleri bu hastalıklar üzerinde etkili olmaktadır. Evde hazırlanan mama veya diyetlere oranla ticari mamaların kolay hazırlama ve kullanımları sebebiyle tercih edilmeleri ve bu ürünlerin içeriğinin
ekonomik faktörler veya bulunabilirlik gibi sebeplerle değişkenlik göstermeleri de,
yaşam boyu sürebilecek beslenme hastalıklarını doğurmaktadır. Bu bölümde doğrudan beslenmeye bağlı kedi ve köpek hastalıklarının sebepleri, semptomları, tedavi ve
korunma yaklaşımları bir bütün olarak sunuldu.
21.1. YETERSİZ BESLENME (BESİN MADDE YETERSİZLİKLERİ)
Köpek ve kedilerin değişik fizyolojik dönemlerine göre; enerji, protein, vitamin, mineral, yağ, karbonhidrat ve su dahil toplam 50’ye yakın besin maddesi dengeli bir şekilde
günlük diyetlerinde bulunmalıdır. Günlük alınması gereken yem ve bununla birlikte
besinlerin miktar veya zaman kısıtlı olarak yeterli miktarda alınamaması sonucunda
yetersiz beslenme olmaktadır ve sonuçta besin maddesi yetersizliklerine bağlı semptomlar ortaya çıkmaktadır. Besinlerin vücut depolarından desteklenmesine bağlı olarak da yetersizlik semptomları akut veya kronik olarak ortaya çıkabilmektedir.
21.1.1. Enerji Yetersizliği
Köpek ve kedilerin büyüme, üreme ve iş yapmaları için gerekli olan metabolize olabilir enerji ihtiyaçları hem yaşam payı hem de performans payı olarak metabolik
vücut ağırlığına (VA0,75) göre NRC (2006)’da ifade edilmiştir. Canlılar enerji ihtiyaçlarını karşılamak için besin almalarına karşın, günlük ihtiyacın karşılanamaması ne-
817
818 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
ticesinde yetersizlik semptomları oluşur, ancak bu durum diğer besin maddelerinin
eksikliği ile birlikte seyrettiğinden çoğunlukla karışır.
Klinik Bulgular: Büyümekte olan eniklerde büyüme geriliği veya büyümede yavaşlama, erişkin köpek ve kedilerde kas kayıplarıdır. İlk semptomlar deri altı ve iç
organlar çevresindeki yağların kayıplarıdır. Kemik iliğinde ve kemik gelişiminde
azalma gözlenir. Bakteriyel enfeksiyonlara duyarlılığa kadar gidebilecek semptomlara ulaşabilir.
Sağaltım: Öncelikle köpek ve kedilerin ideal vücut ağırlığı belirlenir. Bu amaçla ev
yapımı yemeklerin içerisine bitkisel yağ ilavesi ile mamaların kalorik yoğunluğu artırılır. Hızlı parçalanabilir ve emilebilir nitelikte olan; sindirilebilirliği yüksek, karbonhidrat ve yağ kaynakları günlük diyete ilave edilerek eksiklik durumu giderilir.
Yüksek karbonhidrat kaynaklarının başında pirinç ve patates gelmektedir. Buğday
ve mısır da iyi kaynaklardır. Pişirilmeleriyle nişasta jelatinleştiği için sindirim yükselir. Tüm bitkisel yağ kaynakları kalorik yoğunluğu yüksek besinlerdir, ancak ilave
edilirken acılaşmanın önüne geçmek için antioksidanların katılması tavsiye edilir.
Laktasyondaki annelerin eniklerin büyümelerine paralel olarak sütle kaybettikleri
enerji de dikkatle izlenmelidir.
21.1.2. Protein Yetersizliği
Köpeklerin ve kedilerin günlük diyetlerinde bulunması gereken miktar NRC (2006)
tarafından sırasıyla Kuru Madde (KM) için 95-220 g/kg ve 250-350 g/kg olarak
belirlenmiştir. Bu değerler yaşam payında beslenenler için en düşük; sırasıyla gebelik, laktasyon ve büyüme dönemlerinde ise en fazladır. Protein miktarının yanı
sıra proteinleri oluşturan bireysel aminoasitlerin miktarları da en az protein miktarı
kadar önemlidir. Beslenme yöntemlerine göre eksikliği en önce hissedilen ve en fazla etkilenilen aminoasitlerin diyetteki düzeyleri de değişmektedir. Bununla birlikte
köpek ve kedilerin diğer hayvan türlerinden farklı bir metabolizmaya sahip olmaları
sebebiyle bazı aminoasitlerin de (örneğin kediler için taurin) diyetteki düzeyleri değişmektedir. Amerikan Yem Kontrol Memurları Derneği (AAFCO) verilerine göre;
protein ihtiyacı ME ihtiyacının yüzdesi olarak; köpeklerde erişkinlerin yaşam payı
için %18, büyüme ve üreme dönemleri için %22; kedilerde erişkinlerinin yaşam payı
için %22,75, büyüme ve üreme dönemleri için %26,25 şeklinde tavsiye edilmiştir.
Klinik Bulgular: En belirgin semptom büyümekte olan eniklerde büyüme geriliği, erişkin köpek ve kedilerde kas ve performans kaybıdır. Protein eksikliği serum
albumin ve aminoasit düzeyleri düşer, akabinde ödem ve asites oluşur. Deri ve kıl
kalitesinin düşmesi ve bağışıklık sisteminin zayıflaması da yaygın semptomlar arasındadır. Bireysel aminoasitlerin yetersizliğinde ise aminoasitin etkilediği sistemler
üzerinde görülmektedir. Örneğin arginin eksikliğinde şiddetli kusma, taurin eksikliğinde retina ve myokard dejenerasyonları görülür.
Sağaltım: Köpek ve kedilerin günlük diyetlerinde protein miktarını, kalitesini ve
aminoasit profilini geliştirmek hedef olmalıdır. Ucuz ticari mamaların protein içerikleri ve protein sindirilebilirliği genelde düşük olduğundan et unu, balık unu hayvansal protein kaynakları diyete ilave edilir. Ayrıca soya gibi yüksek proteinli baklagillerin de kullanılması tavsiye edilir.
21.1.3. Yağ Yetersizliği
Köpek ve kedilerin günlük diyetlerinde en az %5 yağ ve %1 linoleik asit bulunması
tavsiye edilmektedir. Ancak bir çok köpek sahibi %15 ile %35 yağ içeriğine sahip
22
ZEHİRLENMELER VE
SAĞALTIM UYGULAMALARI
Yrd. Doç. Dr. Mustafa YİPEL
G
üncel veriler doğrultusunda hayvan zehir danışma merkezine (Amerika,
ASPCA) başvuran toplam zehirlenme olgularının %90’nını köpekler, %8’den
fazlasını ise kediler oluşturmakta ve olguların %90’nı ağız yolu ile meydana gelmektedir.
Anamnezde (Hikâyesinde) zehirlenme şüphesi bulunan (bulaşıcı bir hastalığa
maruz kalmadığı bilinen, farklı bir çevrede bulunan, diyeti değiştirilen, yaşadığı ev
ya da çevrede yeni ilaçlama yapılan, herhangi bir inşaat veya tadilat faaliyeti olan,
sıra dışı bir klinik durum sergileyenler ve bilinçli bir şekilde zehirlenmiş olma ihtimali olanlar gibi) tüm olgular hayati tehlike taşıyor olarak değerlendirilmelidir. Bu
nedenle zehirlenme olgularının ideal bir şekilde yönetilmesi son derece önemlidir.
İdeal bir yönetimin ilk basamaklarını detaylı bir hikâye alınması ve doğru bir tanı
oluşturmaktadır. Hikâye alınırken bazı soruların (tür, cins, cinsiyet, yaş, vücut ağırlığı, üreme durumu, sağlık problemleri, kullanılan ilaçlar, diyet, ev, bahçe ve yürüyüş
ortamı) cevapları mutlaka aranmalıdır. Bu amaç için Tablo 22.1’de yer alan kayıt formundan yararlanılabilir. Zehirlenmelerde genellikle maruz kalınan miktar belirlenemese de, miktarla ilgili kesin bilgilere ulaşılan (tablet sayısı, çikolata miktarı, yem
miktarı gibi) vakalarda hekim zehirli miktar üzerinden değerlendirme yapmalıdır.
Örneğin zehirli miktarı kedilerde 50 mg/kg, köpeklerde ise 200 mg/kg olan bir maddeyi 350 mg içeren bir tabletin 5 kg vücut ağırlığında bir kedi (250 mg üzerindeki
maruziyetler de zehirlenme riski bulunduğundan) tarafından yutulması acil klinik
müdahale gerektirirken aynı vücut ağırlığında bir köpek için zehirlenme oluşturacak
miktara (1000 mg) ulaşmadığı için müdahale gerekmeyebilmektedir.
Ölüm genellikle akut olarak ortaya çıktığı ve çoğu vakada zehirlenmeye neden
olan madde tespit edilemediğinden bu tür olgularla karşılaşan hekimler derhal Tablo
22.1’deki hayat kurtarıcı ve destekleyici prosedürleri uygulamalıdır.
Kedi ve köpeklerde zehir danışma merkezlerine başvuran vakalarda zehirlenme
meydana getiren maddeler gruplandırılarak toplam vakalar içindeki oranlarına göre
çoktan aza doğru Tablo 22.2’de verilmiştir.
827
828 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Tablo 22.1. Zehirlenme olgularında ideal yönetimin temel prensipleri (Öz, 1997;
Gfeller ve Messonnier, 1998; Campbell ve Chapman, 2000 ile Peterson ve Talcott,
2013’den modifiye).
1. Hayati fonksiyonların stabilizasyonunu sağlamak
Hava yollarının açılması / açık kalmasının sağlanması
Solunumun sağlanması
Dolaşımın sağlanması
Nöbet ve kas titremelerinin kontrolü
Hipogliseminin kontrolü
Hipertermi veya Hipoterminin kontrolü
Zehirli maddenin nötralizasyonu (antidot uygulaması)
2. Zehirli maddenin vücuda girişini önlemek / yavaşlatmak
Hastanın ortamdan uzaklaştırılması (zehirli maddelere solunum yoluyla maruz kalmalarda)
İrrigasyon (zehirli maddelerin göz ile temasında)
Derinin yıkanması (zehirli maddelerin deri ile temasında)
Kusturma (<2 saat)
Midenin yıkanması (<2 saat)
Emilimin önlenmesi
3. Zehirli maddenin vücuttan atılmasını sağlamak / hızlandırmak
Diürezis
İdrar Ph’sının değiştirilmesi
Peritonal diyaliz ve hemodiyaliz
Kan değişimi
Kan nakli
Gastrotomi
4. Semptomatik ve destekleyici tedavi uygulamaları
Tablo 22.2. Zehir danışma merkezlerine başvuran vakalarda zehirlenmeye neden
olan maddeler ve yaklaşık oranları (Peterson ve Talcott, 2006’dan modifiye).
Ana Grup
Pestisit
İnsektisit
Rodentisit
%
31
22
7
Herbisid
Fungusid
Reçete İlaçları
Antimikrobiyeller
Hormonlar
Hipnotik-Antipsikotik
Diğer
1
<0.25
14
2
1.25
1
<1
Ev Ürünleri
Temizlik Ürünleri
13
6.5
Açıklama
Amitraz, organofosforlu ve karbamatlı, piretrin içeren ürünler
Antikuagulantlar, bromethalin, kolekalsiferol, sitriknin, çinko
fosfatin
Klorfenoksi ve glifosfat içeren ürünler
Östrojen ve progesteron içerenler ürünler
Kardiyovasküler, antidepresan, antikonvülzan, kas gevşetici,
diüretik vs.
Çamaşır ve bulaşık makinaları ile el ve halı temizleme ürünleri
Devam Ediyor
23
KEDİ VE KÖPEKLERDE
KULLANILAN VETERİNER
İLAÇLARI
Prof. Dr. Ender YARSAN
Adı
Farmakolojik
Grup
Farmakolojik
Şekil
Etken Madde
Ruhsat
Sahibi Firma
%30 DEKSTROFLEKS
vit.-min.aminoasit vb.
çözelti
30 g dekstroz monohidrat
Eczacıbaşı
%5 DEXTROFLEXS
vit.-min.aminoasit vb.
çözelti
5 g dekstroz monohidrat, 0,9 g sodyum klorür
Eczacıbaşı
ACK-SİS
vit.-min.aminoasit vb.
çözelti tozu
40.000 IU Vit. A, 100 mg Vit. C, 15
mg Vit. K3
Anadolu
ADEJEKT
vit.-min.aminoasit vb.
çözelti
80 000 IU Vit. A, 40 000 IU Vit. D3,
20 mg Vit. E
Vetifarm
ADOKAİN
anestezik
çözelti
20 mg lidokain HCl, 0,01 mg adrenalin
Sanovel
ADVANTAGE
%10
ektoparaziter
çözelti
100 mg imidakloprid
Bayer
AKTOSİN
hormon
çözelti
10 IU sentetik oksitosin
Aksu
ALFAMINE %10
anestezik
çözelti
100 mg ketamin HCl
Ata-fen
ALFAPRED FORTE
antienflamatuvar analjezik, antihistaminik
süspansiyon
25 mg prednizolon asetat
Egevet
ALFASİLİN 2,5 G
antibakteriyel
çözelti tozu
2,5 g ampisilin sodyum
Biomed
ALFAZYNE %2
anestezik,
sedatif
çözelti
20 mg ksilazin HCl
Ata-fen
ALFİX
antibakteriyel
çözelti tozu
208 mg ampisilin sodyum
Hektaş
ALFOXİL 2,5 G
antibakteriyel
çözelti tozu
2,5 g amoksisilin sodyum
Biomed
Devam Ediyor
875
876 KEDİ VE KÖPEK HEKİMLİĞİ
Farmakolojik
Grup
Farmakolojik
Şekil
AMINOPLEX
vit.-min.aminoasit vb.
çözelti
5 g dekstroz, 136 mg Monosodyum
glutamat, 85 mg L-arjinin hidroklorid, 34 mg DL-Metiyonin, 15 mg
Kalsiyum klorid, 10 mg Vit. B1, 102
mg dl-fenilalanin, 34 mg
dl-triptofan, 20 mg Potasyum klorid, 4 mg Vit. B2, 170 mg dl-valin,
250 mg Sodyum asetat trihidrat, 34
mg L-sistein hidroklorid, 5 mcg Vit.
B12, 20 mg magnezyum sülfat, 136
mg L-lösin, 10 mg Vit. B6, 68 mg
DL-isolösin, 102 mg L-lizin hidroklorid, 34 mg L-histidin hidroklorid, 68
mg L-Tireonin, 150 mg Niasinamid
Özman
AMİNOVİT
vit.-min.aminoasit vb.
çözelti
20.000.000 IU Vit. A, 15 mg Vit. B7,
500 mg Vit. B6, 10.000 mg Vit. E,
70.000 mg kolin klorit, 500 mg Vit.
K3, 2.500 mg Vit. B2, 200.000 IU
Vit. D3, 2.500 mg Vit. B5, 5 mg Vit.
B12, 2.500 mg Vit. B1, 12.920 mg
aminoasitler
Mistav
AMOKSİVET
antibakteriyel
süspansiyon
tozu
3,5 g amoksisilin sodyum
İ.E. Veteriner
AMOKSİVET
antibakteriyel
tablet
500 mg(baza eşdeğer) amoksisilin
trihidrat
İ.E. Veteriner
AMOXİNJECT
%15
antibakteriyel
süspansiyon
150 mg amoksisilin trihidrat
Aydın İlaç
AMOXLAV
antibakteriyel
tablet
200 mg (baza eşdeğer) amoksisilin
trihidrat, 50 mg(baza eşdeğer)
potasyum klavulanat
Provet
AMOXLAV
antibakteriyel
çözelti tozu
3500 mg amoksisilin sodyum, 875
mg (baza eşdeğer) potasyum klavulanat
Provet
AMOXYNİL LA
antibakteriyel
süspansiyon
150 mg (baza eşdeğer) amoksisilin
trihidrat
Teknovet
AMOXYPET
antibakteriyel
tablet
200 mg (baza eşdeğer) amoksisilin
trihidrat, 50 mg (baza eşdeğer)
potasyum klavulanat
Oruç
ANAGEN %10
antibakteriyel
çözelti
100 mg (baza eşdeğer) gentamisin
sülfat
Anadolu
ANALGİN %30
antienflamatuvaranaljezik
çözelti
300 mg metamizol sodyum
ANC
ANASEL-E
vit.-min.aminoasit vb.
emülsiyon
1 mg (baza eşdeğer) sodyum selenit, 60 mg Vit. E
Anadolu
Adı
Etken Madde
Ruhsat
Sahibi Firma
Devam Ediyor

Benzer belgeler

prospektus

prospektus beklenir. Çoğu ilaç için farklı türlere ve ırklara göre farmakokinetik değerler tespit edilmiştir. Bu nedenle, pek çok kez bir türün verilerinden hareketle, diğer türler için fizyolojik temelli far...

Detaylı