1897 türk- yunan savaşı

Transkript

1897 türk- yunan savaşı
1897 TÜRK - YUNAN SAVAŞI
BAKİ SARISAKAL
1897 TÜRK- YUNAN SAVAŞI
Girit'teki hareket serbestisi kısıtlanan Yunanlılar bu sefer Tesalya sınırında ihlal ve
tahrik eylemlerine başvurarak, Osmanlı Devleti'yle harp isteyen kamuoyunun Makedonya'ya
dönük ihtiraslarını gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlardı. Etniki Eterya'nın ajanları
vasıtasıyla ayaklandırılacak olan Makedonya Rumlarının yanısıra Balkanlar'da bulunan diğer
topluluklar da Osmanlı Devleti'ne savaş açacaklar, Yunanistan da bu yolla zafer eld e
edebilecekti.
Bu planı gerçekleştirmek için Yunan subayları komutasındaki çeteler, Osmanlı
sınırına tecavüze başladı. 9-10 Nisan 1897'de Kalabaka'da Osmanlı sınırını on beş kilometre
kadar geçtiler. Ancak Osmanlı kuvvetleri karşısında tutunamayarak Yunanistan topraklarına
geri çekilmek zorunda kaldılar.
Yunan saldırılarının devamı üzerine Yıldız Sarayı'nda toplanan meclis savaşa karar
verdi. On beş dakika sonra da padişahın, meclisin kararını onaylaması üzerine orduya savaş
emri verildi. Bu sırada Yunan ordusunun eşkiya saldırısı süsü vererek hududu geçtiği haberi
geldi. Böylece 17 Nisan 1897'de Osmanlı-Yunan Savaşı başladı.
Dömeke
Savaş başladığı sıralarda devletlerarası politik durum Osmanlı Devleti'nin lehineyd i.
Yunanistan, büyük devletlerin uyarılarını dinlememiş ve barışı bozan taraf olmuştu.
Makedonya'da büyük bir Yunanistan devletinin kurulması, öteki Balkan devletlerinin
çıkarlarına ters düşüyordu.
Bu sebeple Bulgaristan, Sırbistan ve Avusturya, bu arada Yunanistan'ın o tarihlerde
daha fazla büyümesini istemediklerinden İngiltere ve Fransa tarafsız kalacaklarını
bildirmişlerdi.
Almanya da yeni yeni politik ve ekonomik ilişkilerini geliştirdiği Osmanlı Devleti'nin
toprak bütünlüğünden yanaydı. Rusya ise bütün bu devletlere karşı çıkarak Yunanistan'a tek
başına yardım edemezdi. Böylece Osmanlı Devleti ile Yunanistan yalnız olarak karşı karşıya
kalmışlardı.
Türk-Yunan Savaşı, bu ortam içerisinde 18 Nisan 1897'de fiilen başladı. Ethem Paşa
komutasındaki Osmanlı ordusu, Yunanlıları, arka arkaya yenilgiye uğratarak Yenişehir ve
Tırhala'yı ele geçirerek geri çekilmeye mecbur bıraktı.
Sonucu kesin olarak tayin eden savaş ise, 15-17 Mayıs 1897'de Dömeke'de yapıldı.
Burada Türk ordusu Yunanlıları kesin ve ağır bir yenilgiye uğrattı.
M. Faruk Gürtünca, Dömeke Savaşını şöyle anlatıyor:
1897 senesinin 14 Şubat’ında Girit Adasına Albay Vassos’un kumandası altında
Yunan askerinin çıkarılması 1313 de (1897) Türk-Yunan Harbinin patlamasının başlıca
sebebi olmuştur. Atina’da “ Türklerle harp isteriz “ diye yaygaralar koparılıyor, Yunan
Kralının bü yük oğlu Prens Kostantin' in Başkumandanlığı altındaki Yunan ordusu Tesalya
hududundan akınlara hazırlanıyor. Yanya hududlarımıza saldırıyor, Türkiye bütün bu
hareketlere karşı sükûnunu, sogukkanlılığını muhafaza ediyordu.
Fakat devletimiz seferberlık hazırlıklarına da başlamıştı. Rumeli Türkiyesinde
Alasonya Orduları Kumandanı Müşir Ethem Paşa’nın kumandası altındaki ordularımız
düşmanın her hangi bir saldırısına karşı hazır bulunmaktaydı.
Kimdi bu saldırıyı yapacak Yunanlılar? O zamanlar ancak 64,688 kilometre kare bir
toprağa sahip mini mini bir Avrupa devleti ve ancak milyon nüfuslu br millet parçası. Fakat
küstah mı küstah!
Türkün, yüksek feragat ve büyük kalpliliğinden şımarıp, faydalanmak isteyen kopiller
güruhu.
Alasonya’da Ethem Paşa orduları gerek Yunan çetelerine, gerek Yunan muntazam
kuvvetlerine her an karşı koyacak surette her türlü tedbiri almış, ordular eli tetkikte, gözü
hedefte bekliyordu. Bütün İmparatorluk için de ise ordularımız hazırlanıp duruyordu.
İstanbul mu? Birinci Ordu, alaylarına kahraman lar topluyordu.
Edirne mi? Bu İkinci Ordu merkezi. Yunanlılarla çarpışmak için bütün Redif
Alaylarında sönmez bir ateş yanıyordu.
Selanik mi? Bütün Üçüncü Ordu’nun genç ve yaşlı efradı. Beyaz Kule önünden
geçerek rıhtım önünde muzika seslerini denizin âhengine karıştırıyor, Tesalye hududlarına
doğru akıyordu.
Selanik Beyaz Kule
Üsküp, Manastır, Yanya gönüllüleri Selânik’te toplaıntyordu. İzmir’de Üçüncü
Orduya dahildi.
Erzincan mı? Dördüncü Ordu’nun arsanları burada merkezleşiyordu.
Sivas, Erzurum, Elâziz, Harput, Van, Bitlis efradı Erzincan Dördüncü Odusuna bağlı
idi.
Ya Şam? Beşnci Ordu merkezi idi.
Ya Bağdat? Bu Altıncı Ordu merkezine de çölden akın akm gönüllüler geliyordu.
Ya San'â. Yedinci Orduya merkez olan bu yerde Arabistan fedaileri toplanıyordu.
Hicaz fırkası müstakildi. Merkezi Mekke’ydi. Başka müstakil bir fırka da Trablusgarp
Tümeni idi ki, onlar da şu küçük Yunan’a haddini bildirmek için çırpınıyordu.
Yunanlıları Hududa Tecavüzü
16 Nisan 1897 günü Yunan çetecileri, yanlarında muntazam Yunan taburları olduğu
halde Tesalya hududunda Çamtepe mevkiinden Türk hududlarına tecavüz maksadiyle hücuma
kalkmışlardı.
Artık Türk sükûnette kalamazdı.
18 Nisan 1897 günü Türkiye, Yunanistan’a resmen harp ilan etmişi. Artık, kılıçlar,
tüfenkler ve toplar konulacaktı.
Artık yedi ordunun yedi bucaktan vatan müdafaasına koşart kahramanları konuşacaktı.
Bir ay sonra ise Dalmaçya sahillerinden Basra Körfezine kadar, Narda Körfezinden Kafkas
sahillerine kadar şu şarkı dağları, gö kubbeleri nim inletecekti:
“Yunanın Kuyruğuna Taktık Teneke,
Yedi Saat İçinde Düştü Dömeke “
Bütün milletin kendine büyük bir güveni vardı. Şu Yunan, Girit'te yapmadığı zulmü
bırakmamıştı. Türk bayrağını kalelerden indirmeğe kalkan dünkü kopiller değil mi idi? Başa
itaat etmeli, ya gazi, ya şehit olmalı, fakat Türk harbde baş olmalıydı. Türk askerinde büyük
bir sükûn, büyük bir sabır seziliyordu. İlan-ı Harpten bir gün önce Üçüncü Ordu Merkezi
Selanik’e gelen bir Alman binbaşısı Türk askerinin bu sabır ve sükûnunu şöyle analtmaktaydı:
“Hiddet ve heyecan içinde dalgalanıp coşan, Yunan toprağından Türkiye sınırına ayak
başan bir adam, ruhunda taze hayat bulmuşsa benziyor. Burada her taraf bir sessizlik içinde.
Her şeyde iyi bir tedbir, akıllılık, düzgünlük göze çarpıyor. Umumi bir itaat hüküm sürüyor.
Yunanlıların tiyatro sahnelerindeki sahte hareket tarzı yerine burada yüzerce senedenberi
yaşayan bir büyük milletin, bir asil milletin hâlâ var olan hükmü, haysiyeti ve vekarı
gürünüyor. Millet, o türlü bir nesilden geldiğini ilk bakışta ispat edip gösteriyor. Kuvvetsiz ve
sebatı olmayan bir istek-dilek yerine burada gerçek bir kuvvet ve gücün mevcud olduğunu her
gören göz tasdik ediyor. İşte bütün bunlar, Türk milleti ile Yunan milletinin atalarından ne
gibi miraslar aldığını açıkça gösteriyor ve bu iki hasım kuvvetin ahlâk ve tabiatleri arasındaki
aykırılık, yeni ile eski arasındaki ayrılık gibi görünmektedir.
Ordular Cepheye Nası Sevkolunuyordu:
Bu kahramanlar, orada nasıltoplanıyordu?
Marmara Deniz’inden Tekirdağ’ına vapurlarla getirilen taburlar oradan Edirneİstanbul tren yolunun üzenimde bulunan Muratlı’ya getiriliyorlardı. Muratlı'dan trene
bindirilen askerlerimiz, Selâniğe kadar gidiyordu.
Muratlı’dan Trene Bindirilen Türk Askerleri Selanik’e Hareket Edeceklerdir
Selâniğin Beyaz Kulesi’nin bahçisinde askeri bandolar savaş havaları çalarken buraya
gelen taburlar ikjiye ayrılıyordu. Birisi Alasonya Orduları kumandanı Müşir Ethem Paşa’nın,
bölgesine gitmek üzere Karaferiye ve Sorviç İstasyonlarına gönderiliyorlar, bir kısmıda EpirYanya harekât bölgesine gitmek üzere Manastır’a yollanıyordu.
İstanbul, bugünlerde, arslan askerlerin sınır boylarına sevkinden dolayı bir ana, baba
günü halindeydi. Fakat kalblerdeki en büyük heyecana rağmen hiç de şımarıklık
görülmüyordu.
Haydarpaşa Limanından, İstanbul’a geçirilen koç yiğitler, Sirkeci Rıhtımında,
Tekirdağ’a gitmek üzere vapurlara bindirilirken halk daha büyük bir heyecana düşmesin diye,
Anadolu çocukları akşamları hareket ettiriliyordu.
Ezan Sesleri Arasında Hareket:
Yenicami’den birden ezan sesleri geliyordu. Sirkeci’nin arka tarafındaki Ayasofya
minarelerinden, daha sonra Sultanahmet Camii minarelerinden, nihayet Süleymaniye’den
dalga dalga yayılan “Ezan-ı Muhammed'i “lere askerlerimizin gönülden kopan duaları
karışıyor, vatan muhabbetinin ruhlara doldurduğu nurlar, yiğitlerimizin heyecanını, iman gibi
göğüslerinde gizliyordu.
Yunanlılarla savaşa koşanlar yalnız askerlermi idi? Hayır. Memleketin her tarafından
akın akın gönüllüler yazılıyor, Girit'te öidürülen mazlumların ntikamını almak için asker
ocağına koşuyorlardı.
Kosova ovalarında ki Türk halkı. Murad-ı Hüdâvendigâr'ın, heybetini içlerinde
duymaktaydılar. Bursa gönüllüleri. Sultan Osman'ın kahramanlığı ile coşuyorlardı. Her kalbte
fetihler yaratan kılıçların parlaklığı yanıyordu.
Her ruhta Kanuni Sultan Süleyman’ın, babası Yavuz Sultan Selim’in kılıç akisleri
dolmuştu.
Gönüllülerde Hazır
O günkü gönüllüler için şöyle yazılar okuyoruz: “ Emir ile giden bir ise, arzu ile giden
on, davetle toplanan on ise gönüllü olarak koşan yüz nisbetinde idi. Evlâdı beşikte ağlyan,
hastası yatakta inleyen kimsesizler görüldü ki, evladının iniltisini kesmeyi, hastasının son
hizmeti mukaddes vatan hizmetine feda ederek savaşa can attı. Kendinden başka ailesini
barındıracak, hatta bir tanıdığı olmayanlar işitildi ki, çolugunu - çocuğunu Allah'a emanet
ederek vatanın hzmetinde kendisi bulunmak istedi. Yaşı sekseni aşmış ihtiyarlar, henüz vatan
hizmeti çağına erişmemiş gençler, çocuklar askere alınmak hevesine düştü. Türk anaları bile
gönüllü yazılarakharbe gitmek için yalvardılar. Çoluğunu, çocukunu yüzüstü bırakarak
gönüllü gitmek sevdasında bulunanların sayısı haddi aştığından, en sonunda, kimsesi
olmayanların askerden affı gibi bunların gönüllü olarak kabul edilmemelerine mecburiyet
duyuldu.
Elbette bütün Türk milletli yurt hizmetine koşacaktı Çünkü Vatan Ana vazifeye
çağırdığa zaman bütün çocukları ne zaman bundan kaçmışlardı?
O zamana kadar Ruslarla yapılan 12 savaşta cephelere koşan Türk çocukları değil mi
idi? Vatanın (cepheye gel!) emrine boyun eğen, merdi, meşakkatlere güçlü, aza kanaat
gösteren, ana, babasını, çocuğunu, çoluğunu Allaha emanet ederek sancak altına koşan Türk
koç yiğitleri değil midir?
Girit olayları, bütün Türk İmparatorluğu topraklarında o kadar derin bir gayz
uyandırmıştı ki, silaha çağırılanlar en büyük sevinçle kışlalara koşuyordu. Analar, ihtiyar
babalar: “Ya Gâzi ol, ya Şehit “ dıyerek oğullarının arkalarını sıvazlıyordu. Onlar, çocuklanın
beşiklerini bu gün için sallamamışlar mıydı? Torunlarına beşikler de hâlâ zafer türkülerinil
böyle günler için söylemiyorlar mıydı?
Taburlar akın akm Anadolu’dan, Şam’dan, Trablus’tan, Bagdat’dan Rumeli’ye
akıyordu. Çekirge, Kastamonu, Taşköprü gibi yüzlerce anayurt bölgesinin Redif taburları
nereden geçse erkek, kadın, büyük, küçük bütün halk kitleleri tarafından sevgiyle karşılanıyor,
her birliğe uğurlar temenni ediliyordu.
Üsküp Redif ve Prizren Nizamiye Taburları ise, Rumel’deki ilk Türk akıncılarının
torunları le dolu idi. Taburlar, bölükler, mangalar hep bir ağızdan türküler söylüyor, dağlar
taşlar bu türkülerin nağmeleri ile inliyordu:
Mehmedciklerin söylediği, bu türküler ne güzeldi. Bu türküler, tam bir halk ağzı ve
halk ruhu idi.
“ Git!,, Dediler Yunanlının İline,
Hemen Aldım Martiniyi Elime
Sonra Taktım Palaskayı Belime. “
Hepsi, Yunanlının iline gideceklerdi. Hepsi, Girit’teki dünyasına doyamadan
öldürülen masumların intikamını alacaktı..
Hepsi, Girit’e soysuzca asker çıkarmanın ne demek olduğunu Yunana bildireceklerdi.
Hududa gelmiş olan askerlerin gözleri hiç de arkada değildi. Arslan evlatları doğuran
Türk anaları on lara en teşçi edici mektuplar yazıyorlardı. Çankırı Redif Taburundan bir ere
gelen bir ana mektubunu beraber okuyalım:
“Oğlum, koç yiğidim.
Seni bu yaşa getirinceye kadar çektiğim zahmetlerim armağanını, hamdolsun şimdi
görüyorum. Köylümüzde bütün kadınlar beni parmakla gösteriyorlar ve Ahmet Onbaşı’nın
anası budur, diyorlar. Göğsüm kabarıyor oğlum. Yavuklunda diyor ki: benim nişanlımın
şavaş meydanında bulunması benim için şereftir.
Her gün köyümüzün kızları yakında bir gazi karısı olacağımı söyleyerek bana
kıskançıkla bakıyorlar. Hiç merak etmeyesin nişanlım Şehir olursa cennette birleşmek üzere
başka ere varmayacağım. Gazi olur gelirsen akranım arasında ünlenmiş olacağım. Allah’a
emanet olbenim koç yiğidim, evladım.”
Harp İlanının Sebebi
Rumelimizin Tesalye ve Epir Bölgelerinde asker yığmamızın ve küçük Yunan
devletine harp ilan etmemizin sebebi Girit Adası idi. Yunanistan, Türk hükümranlığı altında
bulunan bu adaya Albay Vassos’un kumandası altında 5000 kişilik vazifeli asker göndermekle
devletler hukuku kaidelerinii ayalar altına almıştı.
Girti’te yıllardan bri isyanlar teşvikediliyor. Atina’an adaya durmadan gönüllüler
gönderiliyordu. Girit Türklerine en kanlı zulümler reva görülmekteydi.
Bu yapılanlar azmış gibi Tesalya ve Epir hududlarımız da eşkiya nâmı altında yine
Yunanlı asker ler karkollarımıza, hücuma kalkmışlardı.
Türk ordularının Yunanın hadlerini bildirmesi ve hükümetin haklarının ve
topraklarının Yuran tecavüzünden korunması için her türlü tedbire başvurması lazımdı: Bu
sebeple Alasonya Orduları Kumandan Ethem Paşaya verilen emirle Yunanistan’a karşı harp
ilan edilmişti. Harp, zaruri bir hal almıştı.
Alasonya
Türkiye, barışın korunması uğrunda fedakârlıklar yaparken muhasım taraf daima bu
barışın meyvesini toplamağa kalkıyordu. Nitekim 1881 yılında bir silâh patırdtısı çıkaran
Yunanlılar. Türkiye'min (Cihan sulhünü) koruması endişesiyle silâha sarılmamasından
faydalanmışlar, hududlarmı tashih ettirmişlerdi. 1885 de gül gibi bir bölgeyl kazanmışlardı.
Hatta şimdi bile, savaş yapmadan maksad ve emellerine nail olacakları hakkında, Girit’e
Yunan bayrağını çekeceklerine inançları vardı. Fakat Girit’e askeri kuvvetlerle müdahale,
artık bardağı taşırmıştı.
Seferberlik Nasıl Başlamıştı
14 Şubat 1897 günü Yunan askerleri Girit’te bir müstevli hüviyeti ile karaya ayak
basarken, 15 Şubat 1897 günüde Türkiye, bütün savaş gücünü bir araya toplamaya azmederek
seferberlik emri vermiş ve 7. Ordu mıntıksanıdaki askerlerini toplamaya başlamıştı.
Karayollarından iskelelere, iskelelerden Tekirdağına, Tekirdağından trenle Selanik ve
Karaferiye yoluyle Alasonya’ya tabur tabur Mehmetcikler geliyordu.
Seferberlik, bütün dünyaya parmak ısırtacak şekilde düzgün ve sükünet içinde
yapılmıştı. Alasonya'ya gelen yollar Nisan’ın bu günlerinde ne de güzeldi. Vadiler tâze çimen,
ekin ve çiçeklerle dolmuştu. Bayırlarda gelincikler, daha şimdiden şehit kanlarını tanzir
edercesine açmıştı. Ormanlar, tepeler başka bir güzellikteydi. Ve bu güzelliklerin arasında
uzayan yollar, Türk ordusunun Mehmetleriyle dolup taşıyordu.
Katırlar, yükleri çekiyor, martinini, silahlarını omuzuna atmış, fişenkliğini çaprazlama
boynuna ve göğsüne asmış, matarasını beline takmış, yükünü arkasına atmış askerler bayır ve
tepelerden her gün bölük bölük Alasonya’ya gidiyordu. Ne Vardar’ın, ne İnce Karasu
Irmaklarının taşkın suları ne eriyen karlar bu intizama mâni olamamıştı.
Atlar görülüyordu ki, peksimet ve erzak yüklü idiler. Katırlar görülüyordu ki sade
yüklerini taşımakla kalmıyorlar, bazan yorgun ve hasta bir askeri de dağ ve taşların üzerinde
taşı yordu. Yük hayvanları kolları görülecek derecede muntazamdı.
Türkiye harp kuvvetlerinin dörtte birine hazır ol emri verilmişti ve yalınız Tesalya
bölgesinde 115.000 Türk askeri toplanmaktaydı. Epir’de de 50.000 e yakın Türk kuvveti
toplanmıştı.
Yunanlılari Tesalya’dan milli hududlarımızdan içeri girme zamanını biraz da uygun
bir zamanda seçmişlerdi. Hazine, tamtakır, boş bakırdı.
1877-1878 Tüırk - Rus seferini yani Türklerle, Ruslar arasındaki 12 harbin açtığı
yaralar henüz kapanmamıştı.
Parasızlıktan memleket; kalkınmasının yolu yoktu. Mali takatsizlik son dereceyi
bulmuş bir haldeydi. Hükümet, kimseden borç para alamıyordu. İtibarı kalmamıştı.
Bu havadisleri, yabancı gazete muıhabirleri uzun uzadıya gazetelerine bildiriyorlar,
yine yabancı devlet casuslarıda içimizi ve dışımızı bizden daha iyi bilerek durumumuzu
çalıştıkları devletlere açıklıyorlardı.
Yunanluların Girit’i tamamen ele geçirmek hattâ Tasalya ve Epir'de Türk
topraklarından biraz daha elde etmek içlin bundan alâ fırsat mı vardı?
Fakat Avrupa milletleri ve şu şımarık Yunanistan şunu bilmiyordu ki, Türkün hiç bir
şeyi, olmayabilirdi fakat onda (tevekkül) ve (vatanseverlik) denilen iki duygu, iki haslet vardı
ki iste bunlar hesaba, kantiaba vurulmazdı.
Türk tevekkülü ile başının her türlü çaresine bakabilirdi. Yemez, içmez, vatanı için
canın, malını verirdi ve memleekt birdenbire varlığa kavuşurdu.
Analar oğullarını askere gönderirken kesesine, kuşağına uzun yıllardan beri biriktirdiği
altıncıkları doldururdu. Bu ne büyük bir milli varlıktı. Mehmetçiğe verilecek bir peksimetten
arta kalacak açlığı o çevrelerdeki gümüş mecidiyeler, hamidiye altınları gidermiyecek mi idi?
Osmanlı Bankası, evvelce verdiği paradan sonra 1897 seferberliğinde hükümete
istikrazda bulunmamiştı. Fakat ne zararı var?. Türk’ün gönlü, kalbi çevresi ve kesesi bir
banka idi.
Başka bankalara miiracaat edildi. “Para yok!” Cevabı alınmıştı... Vilâyet Sandıkları
boştu. Koskoca paytaht sandıkları boştu. Halkın ağzında bir soy -lenti vardı:
“Harp için çok para varmış Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa bir harp hazinesi
toplamışmış.”
Fakat bu söylentinin sonu çıkmadı. Hükümet Ziraat Bankasında yine köylümüzün
parasına el açtı. Bu güç günlerin hepsi geçebilirdi.
Fakat milli şeref ve haysiyetlerde açılacak bir yaranın izi geçmezdi. Köylümüz.: “İlk
yaz geldi, inşallah bereketli bir mevsim olur! “ dediler
Şehirler halkı: “Kıt kanaat geçinir. Allah devlete, millete zeval vermesin!” duasında bu
lundu.
Delikanlılar: “Git dediler, Yunanlının iline, Hemen aldım, martiniyi elime. Diyerek
silâh başına koştu.
Hazinede 18-20 milyon lira toplanabilmişti. Bu paranın 1870- 1871 Harbini yapan bir
Alman seferi ordusunun ancak bir günlük ihtiyacinı karşılayacağı düşünüliürse, Türkiye’nin
bu kadar bir meblağ ile düzgün bir seferberliği yapmasında milli kudretin ne büyük olduğu
anlaşılır. Eğer, Karadediz’den, İzmit’ten, İzmir’den asker getiren yabancı gemilere bu paranın
da çoğu verilmemiş olsa toplanan para bir kaç seferberlik ilanı bile kâfi gelebilirdi: Geride
kalan kimsesiz analar, babalar, kadın ve çocuklar kime emanet edilmişti? Önce Allah’a, sonra
köye, köydeki komşυlara ve yakınlara. Υunanlıların umduğu olmamıştı. Yabancıların
beklediği olmaıştı. Para mı? Βulunmuştu.
Asker mi? Türk evlâdı şevkle, sevgiyle, heyecanla asker ocağına koşmuştu.
Harp ilânına cesaret mi? O da Yunanlıların Tesalya cephemizde Çamtepe mevki mize
hücumuyle hemenıı karar altına alınmış ve 18 Nisan 1897 Pazar günü Türkiye Yunanistan’a
harp ilan etmiş ve meşhur (313 Türk- Yunan Savaşı) başlamıştı.
Tesalya’ya gidenler taarruz da, Epire gidenler müdafaa da bulunacaklardı. Tesalya da
yedi piyade ve bir süvari tümeni, bir müstakil piyade livası ve ordu topçusu toplanmıştı.
Epirde de iki piyade tümeni tamamlanmıştı.
Teaalya’daki Türk kuvvetleri yekûnu şöyleydi: 99 piyade taburu 26 süvari bölüğü, 24
sahra bataryası, 2 dağ bataryası.
Bu taburlarda 58,379 tüfenk, 1560 kilıÇ ve 156 top kuvveti bulunuyordu. Bu kuvvetler
Yunan ileri kollarının karşısında yerlerini almışlardı.
Epirdekl iki tümenimizin de; 25 piyade taburui 2süvari bölüğü, 3 batarya topçusu ile
28,000 kişilik bir mevcudu vardı. Tesalya ordularının umumi karargâhı Alasonya’ da idi. İlk
hafta içinde gerek Epir gerek Tesalya kuvvetleri ayrı kumandanların emri altındaydı.
İBRAHİM ETHEM PAŞA KİMDİR?
İbrahim Ethem Paşa 1845 senesinde
İstanbulda doğmuştu. Harbiye Mektebinden
teğmen olarak çıkmış ve Harbiye Nazırlığı
Yaverliginde, sonra padişahın maiyeti sırasına
geçmişti. Kısa zamanda rütbesi artan genç subay,
nihayet
Miralay
(Albay)
olmuş,
Sırp
Muharebesine iştirak etmiş, daha sonra 18771878 de, Türklerle, Ruslar; arasındaki meşhur 12.
93 Harbine iştirak etmiş, Pilevne Muharebe sinde
bir Mirlivalıktan Ferikliğe atlayan Ethem Paşa bir
müddet Kosova Valiliği’de yapmıştı.
Hususi hayatında dinç, şen, ikramcı herkesi
sayar ve severdi. Bu hasletinden dolayı Türk ve
Hıristiyan herkesin sevgisini kazanmıştı. Bu
saralarda Arnavutlukta çıkan isyanlar da büyük bir
liyakat göstermişti. Girti Adası Kumandanlığında
bulunmuş, burada da asilere karşı gayet tedbirli
harekette bulunmuştu. Oradan Anadoluda vazife almış. Suriye’de Havran İsyanında Dürzileri
ve Zeytin İsyanında da Ermenileri askeri kuvvetler kumandanı olarak tenkil etmişti.
Arnavutluk- Girit- Dürzi- Ermeni ihtilâlerini bastırmak hususunda gösterdiği liyakat,
askeri kuvvetinden daha ziyade şöhretini arttırmıştir. Abdülhamid’e kendisini sevdirdiğinden
(Yave ran-ı hümayun) dan olmuştu. Tesalya Orduları kumandanı iken 53 yaşında
bulunuyordu.
Olimpos Dağında Yeni Efsaneler
Yunan mitolojisinde en büyük yeri tutan Olimpos Dağı Tesalya'da bulunuıyordu. Karlı
tepeleri Selanik körfezine bakan Olimpos Dağı. 1897 yılı İlkbaharında Yunanlılara yine eski
devirlerin masal günlerini yaşatıyor. Hele Etniki Eteryacıları rüyalardan rüyalara dadırıyordu.
Önlerinde Termopil Geçidini görüyorlardı: “ Bir milyonluk İran ordusunu bu geçitte
mahveden ecdadımız gibi Türk ordularını da bu geçitte biz mahvedeceğiz ” diyorlardı.
Tanrılar Tanrısı Zeus kendisine eski mitolojik devirler de Olimpos Dağını barınak
yapmıştı. Şimdi Yunanlı gençler: “Yeni Olimpia destanları yazacağız!” diye gözlerini Selanik
Körfezi ve oradan güzel bir kuğuyu andıran Selanik şehrinin hayaline dikiyoralrdı.
Ya galip gelir, Türk ordularını mağlup ederlerse? O zaman 2000 metre
yüksekliğindeki Olimpos Dağına çıkarak, bir zaman Tanrıçalarla en gizli aşk oyunları yapan
Zeus gibi, oralarda Yunan kızlarıyla zafer ve aşk oyunları yapacaklardı.
Gerçekten Olimpos Dağları, Tesalya’nın şimal ve cenubuda bulunan her sahasında
gözle görünen, mavimtırak bulutlarla sarılı, karlarla örtülü, o zamanlar İlâh Zeus’un yatıp
kaldığı tepesinde bir manastır bulunan bir sıra dağ zinciriydi. Sarp ve uçurumlu etekleri vardı.
Denize doğru ve aynı azametle uzanıyordu.
İşte Türk’ün kudreti bu dağlarda kendisini göstermiş, Alasonya'ya doğru uzanan ηατι
bütün bu dağlık arazi de askerler yürütülmüş, toplar, yiyecekler nakledilmiş, sular taşınmıştı.
Yine bu sarp yollardan mühimmat, harp levazımı bütün orduya yetiştirilmişti.
Bir Yabancı Muhabirin Anlattığı:
Times gazetesi askeri nıuhabiri olan Yüzbaşı Bigame, Selanik Körfezinin batısında
bulunan Katerin nahiyesine motörle geldikten sonra Ethem Paşa karargâhma giderken
Olimpos’tan geçişini şöyle anlatır: “Yolda oldukça denize tutulduk. Saat 9’uzda Katerine
çıktık. Bu yerin kaymakamı bize hususi lütüfte bulunarak hayvanlar buldu. Yanımıza
muhafaza için zaptiyeler verdi. Bir süvari mülazımı benimle beraber gidiyordu. Hemen
atlarımıza binerek Alasonya’ya kırk mil kadar olan yolu almak üzere Olimpos Dağı’nın kuzey
yönüne doğru yola düzüldük. Buraları pek güzel manzaralarla örtülü vadiler, hep çam
ağaçlarıyla doluydu. Aşağı taraflarda çağıl çağıl akanı suların kenarları boyunca zümrüd gibi
çayırların uzandığı görülüyordu. Çoğu Ulahlardan olan köylüler mavi ceketler, beyaz
dizliklerle kendilerini gösteriyorlardı. Bunların hemen hepsi de kömürler kurmak pek düzgün
olmayan yolları düzenlemekle meşgu1 idiler. Türkçe konuşanları çok mesur ve bahtiyar
görünüyorlardı. Oralarda ticaret ve nakil işleri on seneden beri bu derecede olmadığına,
havvanlan ve kendi emekleri için hükümetten muntazam ve haddin üstünde para aldıklarinı
söylediler.
O akşam geç vakit Alasonya’ya vardık. Bize büyük konukseverlik gösterildi. Yataklar
verildi.”
Türk Askeri Cephede:
Tesalyadaki altı fırkaya şu kumandanlar tâyin edilmiştir:
Birinci Fırka Kumandanı: Hayri Paşa
İkinci Fırka Kumandanı: Ömer Neşet Paşa.
Üçüncü Fırka Kumandanı: Menduk Paşa
Dönüncü Fırka Kumandanı: Haydar Paşa.
Beşinci Fırka Kumandanı: Hakkı Paşa.
Altıncı Fırka Kumandanı: ?
Hudut Yunaniye Ordusu
Hudut Yunaniye Ordusu
Birinci Fırka Kumandanı
İkinci Fırka Kumandanı
Hayri Paşa
Ömer Neşet Paşa
Ayrıca Mehmed Paşa kumandasında bir
mürtakil liva vardır. 15 bölükten ibaret süvari
Fırkası Süleyman Paşa kumandasındaydı? 12
bataryalık
topçularımıza
da
Rıza
Paşa
kumandasındaydı. Her bir birlik. Alasonya şehri
başta olmak üzere muhtelif bölgelere dağılmış
buluyordu.
Epir'de her biri 15.000 kişilik olan iki
fırkamız Ahmet Paşa kumandası altındaydı.
Yumanlıların
kuyruğuna
teneke
bağladığımız ve bize Atina yollarım açan 1313
Türk-Yunan harbine sah ne olan Tesalya'yı
gözümüzün önünde güzelce canlandırmamız
lazımdır. .
Bu yerler, 1313 Rumi, 1897 Milâdi yılında,
Türkün eli ne geçeiıi tam 5 asır 17 yıl olmuştu.
517 yıldır bu topraklarda Türk bayrağının
dalgalanışı var. Bu yerlerin fâtihi Turhan BeY’in
adını Olimpos rüzgârı dört bir tarafta terennıüm
eddiordu.
Topçu Kumandanı Miralay Rıza Paşa
Yıldırım Beyazıd’ın kahraman askerleri, Turhan Beyin idaresi altında bu yerleri 796
Hicri ve 1380 yılında genç Türk İmparatorjuğuna, Doğu Roma İmparatorluğunda alıp
eklemişlerdi.
Beş asır 17 yıl sonra Yunan palikaryaları, Yunan Prensi Kostantin, Etnniki Eteryacılar,
bu toprakları hem elimizden almak, ham Selaniğe kaymak, hem de bu muvaffakiyetleri ile
Grit’i (havada vurulan bir kuş gibi) dağarcıklarına indirmek istiyorlardı. (Fakat Prens
Kostantin hayal kırıklığına uğrayacak, hattâ 23 yıl sonra. 1920 Anadolu macerasıyla ise en
büyük hüsrana varacaktı)
İmparatorluğumuz zamanında Tesalya (Tırhala Eyalati) adını taşmaktaydı. Kuzeyinde
Makedanya’yı teşkil eden Selanik, Manastır Vilayetleri. Güneyinde Glos körfezi, batısında
Epir (Yanya) bölgesi bulunuyordu. İçinden Vardar, İncekarasu gibi nehirler akıyor. Olimpos,
Otris Dağları ve tepeleri de bu eski Tırhala eyaletimizi çeviriyordu.
Tesalya kıtasında şu birimlerimiz vardı:
Yenişehir, Galos, Tırhala, Kardiçe, Çatalça, Alasonya, Urmiye ki, her biri bir kaza
merkezi idi.
Tırnova, Dereli, Bülbülce; Velestin, Rendina, Dömeke ise birer nahiye idi. Bu kasaba ve
nahiyelere gidildiği zaman görülen güzel camiler, mescidler, medreseler, türbe ve tekkeler bu
yerlerin ne kadar Türk karakterini taşıdığını göstermekteydi.
Fakat büyük Türk ordusu savaşına 1878’den sonra ki Berlin Antlaşması ile bu güzel
bu tarihi topraklarımız yunanistan’a verilmiş, Türkiye’ye yalnız Alasonya kazası bırakılmıştı.
Büyük bir dini taassup altında bulunan Rumların ilk işleri başta Yenişehir, Galos, Tırhala ve
Dömeke olmak üzere ele geçirdiği bütün yerlerde Türk eserlerini yıkmak ve Camileri
Kiliselere getirmek olmuştu.
Neredeydi o Camiler, o medreseler? Neredeydi o hamamlar? Onların asırlık
kubbeleri?.
ALASONYA: Bu kasaba Ethem Paşanın Tesalya ordularının uımumi karargâhı
olmuştu. Önünden Kisarya Çayı geçmekteydi. Bu su, Çayhisarı Boğaziaıdan ve Beydeğirmeni
mevkiinden Tesalya kıtasına geçerek Tırnova'yı cenuptan geçiyor ve Baba Boğazında Köstem
Irmağına karışıyordu.
MİLONA GEÇİDİ: Alasonyayı, cenuptaki Yenişehir ovasına bağlayan Milona
boğazı idi. Alason yaya 6 kilometre uzaklıktaydı ve Menekşe batısında ve Pırnar tepesinin do
ğusunda bulunuyordu. Denizden yüksekliği 540 metre idi. (Milona sırtları) denilen tepelerin
doğudaki ucunda bir boğazdı. Ethem Paşa orduları ilk zaferini bu boğazda kazanacaktı.
Türk Yunan Savaşı’nda Milano Muharebesi
Milona tepelerinin üstünde ve geçidin iki tarafında Türk ve Yunan hududu karakolları,
gümrük şubeleri vardı. Alasonya’dan gelişte, daima tepelere çıkılıyordu. Bu tepeleri elde
tutan taraf, Alasonya’ya hâkim olacağından Yunanlılar gözlerini bu tepelere hâkim olmaya
dikmişlerdi. Tepeden cenuba doğru, Yenişehir'e giden yol, Milona ve Menekşe tepeleri
arasından aşağıya iniyordu. Fakat dikenli, kayalık, çalılık iki tarafı dikdik yarlar inen yoldu
bu.
KAYNAK BÖLGESİ: İçinden irili, ufaklı yirmiye yakın akarsu geçtiğinden
(Kaynak) adını alan bu yer Milona Boğazı’ndan 6 kilometre ve Tırnova’dan 5 kilometre
mesafedeki Kıritiri tepesinin ete ğindedlr. Asi'rlık ağaçlar arasmda değirmanleri, gayet güzel
manzaraları vardır. Soğuk suları ferahlık verir. Milona’dan geçen Tırnova yolu buradan
geçtiğinden Türk askerleri burada soğuk sular içecek ve Tırnova ve Yenişehire doğru
geçecektir.
Hafızaalrımızda hâlâ yaşayan bu isim, Kaynak tan beş ve Milona’dan on bir kilometre
kadar uzaklıkta bulunan bir kasabaya verilmiştir. Bir zamanlar nahiye olmasına rağmen 6000
nüfusu vardır ve 4000 i Türk ve Müslümandı.
Berlin muahedesi ile Yunanlıların elini geçen Tırnova’da bulunan üç Camimiz hemen
yıkılmış, o zamanlar yalnız mihrapları bir harabe halinde kalmıştı. Kışlaları, süvari ahırı ve
cephaneliği askerlikçe kendisine verdiğimiz önemden hatıralardı.
YENİŞEHİR: Hala bir çok ailelerimiz (Tesalya Yenişehir) den aile kütüklerini
hatırlarlar...
İçinden, Selanik Körfezine akan Köstem Nehrinın bir kolu geçer. Tırnova’nın güneyinde
ırünev nde 4000 -5000 evlik bir yerdi. Çarşıları büyük, hastaneleri muntaszamdı ve nufüsu 20
bine yakındı.
Turhan Beyin eline geçen bu kasaba beş asır içinde Türk mimari eserleriyle
doldurulmuştu. 31 tane Cami ve birçok hamam ve konak yerleriyle kalkındırılan
Yenişehir’imiz Yunanlıların eline geçince Camiler hemen yıktırılmış hamamların kubbeleri
harap edilmiş burada Türkülükten eser bırakmamışlardır.
(Bu dini taassup Girit ve Oniki Adalar Yunanlıların eline geçirdikten sonra da devam
etmiştir.)
ÇATALCA: Tesalya’da bulunan Çatalca kasabası Yenişehir’in 40 kilometre güney
batısında ve meşhur Tırhala’nın 60 kilometre doğu cenubun’da bulunmaktaydı. Prens
Kostantinin orduları burada Çatalca alınanca Dömeke’ye çekilmeye mecbur edilecektir.
Çatalca, çok dik bir dağın eteğindeydi. Türklerin elinde iken 5000 kişilik halkının
çoğu Türktü.
Fakat Tesalya’nın bu kısımlarının Berlin Muahedesi ile Yunanlıların eline geçme
sinden sonra Türkler, hicrete mecbur edilmiştir...
Türk-Yuna savaşınının cereyan ettiği o günlerde Çatalca’da pek az Türk halk vardı.
VELEŞTİN KÖYÜ: Yenişehir doğu güneyin de Galos demiryolu üzerindeydi Büyük
dağların güneye geçit verdiği bir nokta üzerindeydi. Yunanlılar, Velestin'in boğaz noktasından
faydalanmağa kalktıklarından iki katı harbe sahne olmuş ve Türklerin zaferi ile adını TürkYunan muharebesi sahifelerinr yazdırmıştı.
TIRHALA: Tesalya’nın Yenişehir (Larisa) dan sonra en büyük kasabası Tırhala idi.
Yenişehir’in 60 kilometre batısında Köstem Irmağına akan bir çayın üzerindeydi. O zamanlar
on üç bin kadar nüfusu vardı. Üçte ikisi Müslüman olan bu nüfus, Tırhala Yunanlılara
verilince tamamen hicrete mecbur edilmişti. Akarsularının güzelliği, bağları, bahçeleri ile
meşhurdu. Bugün bile adı kalblerimizi yakmaktadır.
GALOS: Golos Tesalya’nın en önemli bir sahil şehri idi.. Adalar Denizinde Galos
Körfezinin kuzey ucunda bulunuyordu.. Liman geniş ve güzeldi. Rıhtımları vardı.
DÖMEKE: Türk’e Atina yollarını açan büyük muzaffferiyetin kazanıldığı DÖMEKE,
tarihimiz de altın harflerle yazılı kalacaktır. Kostantin yenişmişti. Eğer mütareke yapılmamış
olsaydı, şan lı Mehmetciklerimiz artık ne efsanevi Termopil geçidini dinleyeceklerdi, ne de
karşılarına Leonidas giibi müdafiler çıkacaktı.
.. Ver elini Atina!
Diyerek ordularımız kollarını sallaya sallaya Atina’ya gideceklerdi. Belki de
Yunanistan’ın kuyruğu daha o zamandan kapana sıkışmış olacaktı. Fakat büyük devletlerin
müdahalesi, tarihin seyrini değiştirecek olan bu hale meydan bırakmamıştı.
Savaşa Gidiş:
1877-1878 Türk-Rus Muharabesinin üzerinden tam 20 yıl geçmişti. Moskof cenginin
hicabı ordunun yüreğinde adeta bir kangren haline gelmişti. Yunanlıların ve Giritteki vakalar
ordumuzda büyük heyecan yaratmış ve askere alınan her Mehmetcik: Zafer, İntikam!
Duygulariyle yaşamıştı.
İstemek, başarmak demektir. Türk isterse neler olmazdı? Alasonya’ya sevkedilen ilk
tabur Bursanın Çekir ge Redif Taburu olmuştu.
Anadolu’nun her kazasından seçilen 700 erlik taburlar, vatan aşkının bütün
tecellilerini, Mehmetciklerinin yüzlerinde göstermekteydi.
Sirkeci İstasyonu
Sirkeci İstasyonu, her gün bir ana-baba günü halini almaktaydı. Askerler, garı
doldurdukça, onları uğurlamaya gelen İstanbullularda istasyon ve bahçesini doldurmaktaydı.
Askerler, güzel açık mavi elbiseler giymişlerdi. Silahları martini idi. Başlarında fesler vardı.
Genç subayların bellerinde kılınç sarkıyor, kabzaları parıl parıl parlıyordu. Bazı kolağalarının
kılıçları 93 Plevne cenginden kalmış baba yadigârı silahlardı.
Askerler, çok şen, çok sevinçli idiler. Türkleri, tstasyonda vagonlara yerleştirdikten
sonra, pencerelerden taşıyordu:
Köyümüzden çıktık atlı ve yaya
Yolumuz göründü Alasonya’ya,
Bizi düşman düşüremez pusuya!
Gözlerini oymalıyız düşmanın
Türk’e helâl, kanı kahbe Yunanın!
Git deyince Yunanlının eline,
Hemen aldım martiniyi elime.
Sonra taktım palaskayı belime!
Gözlerini oymalıyız düşmanın,
Türk’e helâl, kanı kahbe Yunanın!
Sirkeci İstasyonu, o zamanlar batının bir penceresi gibi idi. Avrupa gazetelerini satan
gazeteci dükkanında Alman ve İngiliz mecmualarının baş ve orta sahifeleri baştanbaşa
asılmıştı.
Bunlardan Selanik’ten Alasonya’ya giden askerlerimizi tasvir eden renkli tablolar
vardı. Hepsindeki gönülden harbe katılış heyecana, yüzlerindeki güleçlik, aslan heybetleri
tablo da göstermişti. Bunlarda Türk ordusunun Avrupada uyandırdığı hayranlık pek yakından
görülüyordu.
Bu Mehmetler mi köylerini arkada bırakmışlardı?
Bu koç yiğitlermi gurbete çıkıyorlardı?
Bu arslanlar mı çoluk, çocuklarından ayrılmışlardı?
Hayır, hiç birisinde en küçük bir gönül, gurbet acısı bile sezilmiyordu.
Düğüne mi gidiyorlardı?.
Evet, savaş meydanında ki düğün, derneğe gidiyorlardı.
Onları uğurlamaya çocuklar gelmişti ki Mehmetciklere peynir şekeri, leblebi şekeri
uzatıyorlardı.
Anadolulu hemşerisi gelmişti ki, her birisi yine onlara paket paket sigara getirmişlerdi.
Nineler gelmişti ki, evvelce giden koç yiğidine selam ve mektup yolluyordu.
Vagonlara artık askerler dolmuş, başlar pencerelerden sarkılmıştı. Hepsi de, ancak şu
dakikada, kendilerini bir an önce Selanik’e götürecek olan trenin hareketi için heyecan
duymaktaydı.
Nihayet kampana çaldı. Genç bölük kumandanlarına son defa öpmek için getirilen iki,
üç yaşındaki ki çocukları pencerelere doğru uzatılıyordu. Bu sırada bir dua okundu ve askere
muvaffakiyetler dilendi.
Üçüncü çan çalındığı zaman ince ve keskin bir düdük sesi Sirkeci binasını aşarak
boğaza doğru kıvılcımlar fışkırtarak hare dalgalandı. Lokomatif harekete geçti ve askerlerimiz
“Ey gaziler...” havasını tutturarak Sirkeci Garından ayrılmaya başladı.
Ey gaziler yol göründü
Yine garip serime;
Dağlar, taslar dayanamaz
Benim ah-ü-zârime.
Dün gece yâr hanesinde
Yatacağım taş idi.
Altım toprak, üstlüm yaprak
Yine gönlüm hoş idi.
Bu ayrıkların manzarası hep böyle ldi. Rıhtımlarda aynı, istasıyonlarda aynı ayrılışlar.
Trenler bu “Ey gaziler..” havasının bitip tükenmez nakaratı arasında Makrıköy,
Ayastafanos’tan geçerek Çorlu’dan Muratlı’ya geliyordu.. Burada da aynı ve daha büyük bir
askeri birliği indirip bindirme olurdu. Tekirdağ’ına deniz yoluyla gelen Redif taburları, oradan
Muratlıya geliyorlar, buradan trene bindirilerek Selanik’e sevk ediliyorlardı.
Yolda giderken Silistre kahramanlıklarından, Ρlevne cenklerinden, Kafkas ve Aziziye
tabyası savaşlarından, Tuna boyları muharebelerinden sözler açılıyor, babayiğitlikler
dinleniyor, sigaralar tellendiriliyor, Yunana karşı kazanılacak zaferlerin duyguları içinde
Uzunköprü geçilerek Luleburgaza geliniyordu. Sonra; Ver elini Dedeağaç. Ondan sonra
Gümilcine, İskeçe, Drama, Serez, Doyran geçilip Selanik’e geliyorlar.
Selanik’te
Selânikte de hâl, Sirkeci’nin başka bir manzarasıdır. Trenler geliyor, borazanlar
ötüyor. Akşamüstü bando muzıka Beyaz Kule önünde selam havası çalıyor. Bir hareket, b,r
sonu gelmeyen bir gelip gitme her tarafta görülüyordu.
Taburlar Serfiçe’ye doğru hareket ederken yine Selanik halkı tarafından
uğurlanıyorlar. Dua ediliyor, katarlar hareket edince askerde yine:
“.. Ey gaziler yol göründü..” şarkısına başlıyordu.
Evet, gazilere yol görünmüştü. Bakalım bu yol nereye kadar onları götürecektü? Bu
yol gazilik yoluna da, şehitlik yoluna da çıkardı.
Karaferiye’ye doğru ilerleyen tren Selanik ovasanı geçiyor, Vardar, İncekarasu
Irmaklarının üzerinde demir köprülerden ilerliyordu.
Vodine kasabası bir kartal yuvası gibiydi. Beşyüz metrelik bir dağın eteğine duvar gibi
dimdik binalara yapışan kasaba, kartalların yaşadığı bir mahalle benzer. Bu manzarayı
seyreden Mehmetcikler, yeni memleketler görmelerinden doğan coşkunlukla, artık hududa
yaklaşmalarını arzulamaktadırlar.
Tüneller geçilir. Akarsular, köprüleı geçilir. Göllerin kenarından yol alınır.
Nihayet Karaferiyc ve Soroviçi’ye gelinir.
Epir’e gidecekler trenden inmeyerek Manastır’a, oradan da yaya olarak Yanya’ya ve
sonra Adriyatik denizi sahilindeki Preveze’ye kadar giderler.
Alasonyaya gidecek gurup artık trenden iner. Serfiçi’ye gitmek üzere kar tepeleri ve
yağmurlu yolları tutarlar. Olimpos Dağlarının zirvelerine baka baka Alasonyaya varırlar ve
oradan hudut boyuna gönderilirler.
Türk Cephesi
Hudut neresi idi? Selanik Körfezinin sol kıyısında Platmoda Kalesi vardı. Bunun dört
kilometre güneyinden başlayan birsu hattıta Dalmacya sahillerinde Narda Körfezine kadar
gidiyordu ki hudud işte bu hattı. Alasonya kuzeyde bizde, Yenişehir, Tırhala, Galos, Dömeke
bu hattın güneyinde, Yunanda kalıyordu. İki tarafı bir birine bağlayan Dava geçidi, Milona
geçidi, Çayhisar - Yeldeğirmeni geçitleri ve Mecova geçidi idi. Türk askerleri de, Yunan
askerleri de bu geçitlerde karşılıklı mevzilerini almışlardı. Fakat hududu teşkil eden su
hattının iki taraflı tepelerine kadar sarp ve yalçındı.
Gelen askerler, Dava geçidinin darlığına şaşıp kalmışlardı. Buradan topçular, top
arabaları, topçeken atlar nasıl geçirilebilirdi?
Şehitlik Ve Gazilik
Yine karşıda Menekşe tepesi varda. Akşam vakti dağlara gölgeler düştüğü, güneş son
ışıklarını vurduğu zaman bu tepeler gerçekten menekşe rengini alıyordu. Bu güzel renk içinde
çarpışmak, gazi olmak, hatta şehit olmak ne güzel şeydi. Menekşe rengi havai bir kefene
bürünerek Allahın huzuruna çıkmak şimdi ruhların yegâne dileği idi.
Yunanlılar da Türk toprakların a girmek için Milona geçidini gözetlemekteydiler.
Fakat doğrusunu gayet sarp kayalı Menekşe tepeleri saran Milano, Yunanlılara bir mağlubiyet
geçidi olacaktı.
Dava ve Milona geçitlerinin etrafını saran tepelere gelen Anadolu efradı, kuş bakışı
olarak altta Yenişehir ovasını seyrediyorlardı.
İşte.. Yunanlılar orada mı idi? Harp Camileri ve mihrapları görmek. Yıkılmış
hamamların kubbelerini seyretmek hepsine en büyük bir bıçak yarası vuruyordu.
İşte, Yunan karakolları da karşı tepelerdeydi. Henüz harp başlamamıştı. Fakat
akşamüstü yahut gece yarısında bir Yunan borazanının çaldığr boru, Mehmetlerin kalbini
ürpertiyordu. Sabahın erken saatlerinde Yunanlı bir mekkârenin tepeleri tırmanarak bir başka
kuleye erzak götürdüğü göründü. O zaman bir Mustafa Çavuş eli göğsüne, Güm. Güm...
vurur: Hey Allahım! Derdi. Şu gâvurla Türkü ne zaman karşı karşıya getire çeksin?
Askerlerin İsteği
Olimpos Tepesi de bazan ne kadar kara dumanlı bir tepe halini alırdı. O zaman
manzarası değişirdi. Fakat Mehmetlere öyle bir his gelirdiki hemen bu tepelerden
havalanmak, bir kartal olmak, geçit vermez tepeleri aşmak ve Yenişehir’e inerek o Kostantin
ordularını tepelemek isterlerdi.
Elbette bir sabah, o hucüm saati çalacaktı. Borazanlar: İleri, hucum!
Diye inleyecek, sancaklar havaya kalkacak, arkadan dağ, sahra topları gürleyecek, mermiler
üstlerinden aşarken onlar da tepeleri aşacaklar ve Yunanı tâ.. Atinaya kadar süreceklerdi.
Prevezede nöbet bekleyen Epir kahramanları ise yeni bir Preveze zaferini karada
yaratmak için çarpınıp duruyorlardı.
Asker ocağından yetişen ihtiyar subaylar, kolağaları ve genç mülâzimler ellerinde
dürbinlen ile düşman ordugâhlarını seyretmekteydiler.
Akşam olunca selâm havaları çalan Türk bandolarının sesi kartalları yuvalarında
ürkütüyor. Yunanlılar ise karargâhlarında muhakkak en derin korkuyu salıyordu.
Türk Süvarileri
Bazan kuleler arasında süvari birlikleri dolaşmaktaydı. Genç Türk çocukları 20 ile 25
yaşlarındaydılar. Çok güzel binici idıiler. Başlarında da deri kalpak, ayaklarında pantalon ve
çizme vardı. Atlarının sol yanında Kılıçlar sarkıyordu. Omuzlarından bellerine doğru
çaprazlama fişenklikler asılmıştı, omuzlarında ayrıca birer martin taşıyorlardı.
Bu dağlık yerlerde hantal süvari atları iş görmez. Bunun için Anadolu’nun yerli atları,
orta boya, dinç gürbüz ve sağrılar? Tombul timbul atları en yarar bineklerdi.
Zaten yerli atların tahammülü çok meşhurdur. Kuru ot, saman bile onları en semiz bir
hale getirebilir. Hele arada verilen yulaf ve arpa ile bu atlar en dik dağları, en sarp
kayalıklarda ki yolları kişneye kişneye aşarlardı.
Yunan Askerleri
Binbir Bizans hülyası, içinde olan Yunanlılar, kendilerini çok kuvvetli sanmaktaydılar.
Yunan ordusu da biri Tesalya, biri de Epir cephesinde olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Fakat
ayrıca üç tabur başıbozuk diyebileceğimiz ikinci küvvetleri vardı. Bunlar:
1.Etniki Eteria Cemiyetinin kurup düzenlediği ve sevkettiği haydutlar.
2.Gönüllü efrad.
3.Yabancı millet gönüllüleri idi.
Evet, Türk milletine karşı Yunan istiklali aralarında nasıl İngiliz şairi Lord Byron gibi
yabancılar Mıssolunghe'ye gelip çarpışmışlarsa, o vakadan tam 76 yıl sonra Tesalya ve Epir’e
de (yabancı gönüllüler) geliyor ve bunlar (ecnebi alayı) adı verilen birliklerde toplanıyorlardı.
Tür’ün tecellisi böyledir. Mehmetcik (Yunanla çarpışacağım) diye hududa koşarken
karşısına böyle Grekofil yabancılar çıkacaktır.
Etniki Eterya ve gönüllülerin hepsi çeşit çeşit elbise giyinmişler. Başlarında siyah
şapkalar vardı. Şapkaların üzerinde bu hain cemiyetin adının ilk harfleri bir haç üzerinde E.E
olarak sırma ile işlenmişti.
Gönüllüler 20 Mart 1891 günü, gemilerle getirildikleri Galos'tan trene binmişler.
Tırhala kasabasının kuzeyindeki Kalabaka'ya getirilmişlerdi. Kalabaka, Türk hududunun
güneyindeydi. Yunan eşkıyasının her yaptıkları, Türk nöbetçileri tarafından görülüyordu.
Bunlara Yunan subayları tarafından o gece silâh ve cephane dağıtılmıştı. Kuledeki
Mehmetçikler, gönüllülerin en küçük hareketlerini dikkatle takip ediyordu. Bunların arasında
80 kadarda İtalyan gönüllüsü vardı. Başlarında (Amikar Çirpanî) adında bir kumandan
bulunuyordu.
1 Nisan sabahı Yunan gönüllü tümenine “Hazır Ol! Kumandası “ verilmişti.
Nöbetçilerimiz bunların Brenci Ormanına götürüldüklerini gördüler. Burada ne hazırlıkları
vardı acaba?
Brenci Ormanında bir manastır bulunuyordu. Tümen eşkiyayı oraya, güya, İsa’nın
huzuruna götürmüşlerdi. Burada kendilerine bir takım bayraklar verilmişti. Bunların üzerinde:
.. Bununla muzaffer ve yardıma mazhar olasın!
Ayin uzun sürmüştü. Gönüllülerin vazifelerine bir kudsallık vermek için hepsi yeniden
tahlif edilmişlerdi. Manastırların kubbeleri yeminlerlele inlettirilmişti.
Tekrar karargâha dönen gönüllü eşkıya, şimdi ufak çetelere ayrılarak Türk hududuna
tecavüz etmek üzere vazifeler almışlardı. İki çeşit kumandanları vardı. Birincileri bir kaç
çetenin, ikincileri bir çetenin mesuliyetini yüklenmişlerdi. Fakat hepsi de eşkiyadan değil,
hakiki, Yunan askeri subaylarından seçilen kimselerdi. Yunan dalaveresi bu gönüllü
tevkilâtınra kendisini en açık surette gösteriyordu.
Birinci sınıf kumandanlar arasında; Hacı Petro, Yanola Jerma, Panayot Almani,
Doktor Parnasos Milonas, Doktor Kardiçeli, Saklarupolos, Makedonyalı Yorgi Daveli gibi
kimseler vardı.
Gönü'lii tümenine ya ralıları tedavi için doktorlar, oporatörlerde bulunuyordu. Yalnız
bu kadar mı? Ayrıca, eşkıyayı vaizleriyle teşvik etmek, cesaretini artırmak için üç papaz da
içlerinde bulundurunyordu.
Papaz. Papaz. Bütün ihanetlerin kaynğı bu papazlar. Türkiye aleyhindeki bütün
icraatın başında yine bunlar.
Yunan askeri birlikleri arasında Efzon Alayları da vardı. Bunlar beyaz gömlekler, uzun
fistanlar, çorap ve çarık giyiyorlarlardı. Başlarında fes vardı. Fakat bunlar ne yapabilirdi.
Bıyığı yeni terleyen genç Efzonlar, bu fistanlar içinde birer gene kız ve kadını
andırdıklarından yaşlı ve palabıyıklı Efzonlar ancak aşık ve gönül oyunlarına âlet oluyorlar.
Yenişehir ormanlarında sevgiye şehvet muhareeblerinde öncülük yapıyorlardı. Orada
akşamları şarap içip hora tepen Efzonların yine gayda sedaları aasında sık ağaçlar iinde
kyboldukları Türk kulelerinden görünmekteydi.
Başkumandan bakınmandan Prens Kostantinden başka Şmolenik ve Mavro Mihali gibi
albaylar. Epirde de Miralay Manos.
Türk kumandanlarının karşısında Yunan birliklerini idare etmekteydiler.
Türk ordusunda harp isteği ve manevî kuvvet pek büyüktü. Nitekim o zamanlar Türk
ordusunda vazife gören Feder Gole Paşa, Türk ve Yunan ordualrının hususiyet ve
meziyetlerini inceler ve kıyaslarken şu mütalâada bulunmuştur:
“Türk ordularında mevcud olan metanet ve yararlık ile meharet ve askerliğin manevi
hassasları Yunan ordusunda hiç bir suretle bulunmadığından Yunan ordusunun askeri teşkilat
ve tensikat ve gerek maddi ve maneviyat hassasları Türk ordusuyla hiç bir zaman mukayese
edilemez. “
Yunanlılar tarafından umumi olayların gayet parlak sözlerle ve mübalâğalı bir surette
tasvirli ve Avrupa tarafınrdan Yunan ordusunun teşkilatına dair faydasi ve gürültülü sözler
söylettirilmesi yalnız en müfrit şarlatanlıklardan başka bir şey değildir.
İlk Çete Muharebeleri;
Yunan eşkıyasının birincci sınıf kumandanlarından olan Diktor Parnasos Milinas ile
Jermas 8 Nisan 1897 günü Türk hududuna 8 kilometre mesafede bulunan çadırlı
karargâhlarından çıkmışlardı. Kalabaka’yı geride bırakarak hudut boyuna doğru yaklaştılar.
Türk askerinin huduttaki durumunu öğreneceklerdi. Çalılıklardan kulelerimizi, Rum
köylülerden askeri birliklerimizin yerlerini sordular. Hudut yakınlarında askerlerimizin
azlığını, asli birliklerin Dışkata ve Gerebene'de bulunduğunu öğrenmişler ve geri
dönmüşlerdi. Bu bilgiyi tamamlamak için yine Etniki Eteriya reislerinden Makedonyalı
Daveli, keşfe çıktı. Dönüşte: “ Haydi çocuklar! Türklerle çarpışacağız. Ηududa varalım.
Karargâhtan çıkar çıkmaz, tüfenk seslerifcıi duymalıyız.” Dedi.
Çeteler efradı heyecan i çimdeydi. Akşam olunca yine bütün çetebaşları bir araya
toplanarak Milonas, Jermas ve Daveli'in gördükerini ve söylediklerini konuştular.
Nihayet son bir kararı topluca alarak deredeki çadırlarını sökerek hududa doğru
hareket etmeğe karar verdiler.
Gece, yürüyüşe geçildi. Bayraklarındaki zafer dile getiren yazılara ümit bağlayarak
Binbaşı Bezarı ve Profet İlya mevkilerini geçerek Petraka Kopuleri adında ki bir köyün
dolayına geldiler. Artık Tesalya’nın en kuzey noktasında ve yüksek dağların güney
eteklerinde bulunuyorlardı.
Grebena
Gecenin karanlığj hayli ilerlemişti. Nihayet gece yarısı oldu. Yeniden başkanlar
toplantısı yaptılar. Bu konuşmalara İtalyan gönüllülerinin elebaşısı Çıpıryani de ıştirak
etmişti. Karar şuydu: Hemen hudut geçilmeli. Harekât planına göre ilerlenmeli.
Artık 9 Nisan gününün ilk dakikaları başlamış, gece yarısına geçmiş, saat 1 olmuştu.
Eşkiya bir araya toplandı.
Bir kaç nutuk söylendi, üç papazda katıldı. Kalın sesleriyle kopillere duada
bulundular: “Ey Milli İttihad Cemiyeti (Etniki Eteria Çocukları) “demişti. “ Zafer saati geldi
ve çaldı. İşte hudut şurada. Hemen onu aşacağız. Makadenyo kıtası bizim olacak. Girit’te
bizim olacak. “ Daha bunun gibi yalan ve yaldızlı sözlerle teşvik edilen çete efradı:
“.. Zito polemo (Yaşasın harp) “ diye haykırıştılar.
Sonra Makadonya istila edilince Selaniğe nasıl Yunan bayrağı çekeceği, idarenin ne
suretle tatbik ve icra edileceği hakkında bir de masal nizamname okundu.
Hey, şartlatan. Daha silah patlamamış. Daha Türk askerleri ile temasa geçilmemiş.
Türk topraklarını ne çabuk istila ediliyor ve ne çabuk merkezi Selanik olan Makadonya ve
hatta Yanya ile birlikte bütün Epir ellerine geçiriyordu? Fakat hazırlık tamamdı. Çeteler üçer
yüz kişilik bölüklere ayrıldı ve hududa doğru harekete geçildi.
Bir bölük çete, Agoryani Dağını tırmanmağa başlamıştı. Bu dağ hududda Köpriyöz
köyü ile Kranya köyü arasındaydı.
İkinci bir bölük de Profet İlya köyünün batısında bulunan mevkilere saldırmış ve işgal
etmişti. Bu öncü kuvvetlerin arkasından da içeriye Kranya’ya doğru çetenin asli kuvveti olan
gönüllü tümen geliyordu.
Artık şafak söküyordu. Rumlar, Beşinci Hakk Paşa Fırkasının Merkezi Dışkata bağlı
Binbaşı Mezari, İstrogo ve Valınos kulelerini sarmışlardı.
Artık Türk hududuna işte açıkça tecavüzde bulunmuş oluyordu. Eşkıya fırkasının
toplarda faaliyete geçmiş, kulelere mermiler anılmaya başlamıştı.
Valtinos kulemizde askerler, çetecilerin kendilerine geldiğini görünce hemen ateşe
başlamışlardı. Şimdi, Yunan neferleri yerlere dökülüyor, yaralanıp düşüyordu.
Düşmana 30 kişi kadar ölü ve yaralı verdiren Valinos müdafileri muhasara hattını
yararak geri hatlara çekilmişi.
Kranya, askeri mevkilerdcn biri idi. Yunan asli tümeninin ilk kuvvetlcri Gerezne
Livasına bağlı olan bu köy civarına gelmişlerdi.
Burada Alasonya Orduları’nın Beşinci Fırkasının Beşinci Avcı Taburu öncü
bölüğünden 35 kişilik bir kuvvetimiz mevcuttu. Başlarında alaydan yetişme, Teğmen Şakir
Ağa kumandan olarak bulunmaktaydı.
Şimdi 35 Türk kahramanı iki- üç bin kişilik çeteye karşı kurşun yağdırmaya
başlamıştı. Teğmen Şakir Ağa hemen Mehmetçiğin birine şu emri verdi: “.. Köpriyöza koş..
Tabura düşmanın bize tecavüz ettiğini haber ver.”
Emriazdan sonra liva merkezi Gerebne’ye kadar bildirilmişti. Biraz sonra da
Alasonya’da bulunan Başkumandanlık resmen bir harp ilanı olmadığı halde, Yunanlıların,
Türk hududunu geçtiklerini öğrenmiş bulumuyurdu.
Şakir Ağa ayrıca iki neferini yakındaki Mila Kulesinde bulunan Teğmen Ramazan
Ağaya göndermiş, imdat istemişti. Bu kulede Ramazan Ağa’nın 60 neferi mevvcuttu. Bu
sebepten, bu boğazın tenha bırakılması doğru olamayacaği düşüncesiyle imdat
gönderilmemişti.
Fakat Şakir Ağa’nın 35 kahraman ere, sajbahın ilerlediği saatlere kadar Yunanlı
çeteciler durmadan kurşun yağdırmıştı.
Eczacı Hayri Beyin Gördükleri:
Bu müdafayı en yakından gören Eczacı Hayri Bey adında bir sıhhiye subayı olmuştu.
Hayri Bey Alasonya Merkez Hastahanesine tayin edildiğinden Milâ karakoluna uğramış ve
Ramazan Ağa’nın Şakir Ağa’ya imdat gönderememekten doğan iç sızısına yakından şahit
olmuştu. Eczacı Hayri Bey 9 Nisan 1897 Cumartesi sabahı olayı şu surette nakletmistir:
“ O gece, sabaha kadar etraftan tüfenk sesleri işitilmekte devam etti. “ Nisan’ın 9’uncu
Cumartesi günü sabah erkenden Hamid Ağa adanda bir süvari ve iki yaya jandarmayı: yanıma
alarak (Kıranya) yönüne hareket ettim. Maksadım, binblir söylenti ile anlaşılmaz bir hale
gelen olayı gözümle görmek ve keşfetmekti.
Karakoldan hareketim sırasında uzaktan uzağa şiddetli tüfek sedaları işitiliyordu.
Giriştiğim hareketin ne kadar tehlikeli olduğunu anlıyorsam da icap ederse geriye dönmem
kabildi. Yavaş yavaş Mila Boğazına girdik. Bu boğaz döne dolaşa bir buçuk saat kadar
sürüyordu. Fakat bana bir buçuk asır kadar uzun göründü. Sağ ve sol cihetlerde gökyüzüne
baş uzatmış gayet dik ve sarp kayalardan ibaret dağı gördükçe insanın dehşeti artıyordu. O
tepeleri görmemek için gözlerimi kaldırmamayı ister isem de bunu bir türlü yapamıyorum.
Nihayet Mila Boğazından çıktık. Kranyaevn sağ ve gol cephesinde ateş edilmekte
olduğunu gördük.
Yalnız boğaz yönü açıktı. Kasabaya girdik. Köpriyöz yolunda iki yüz kadar eşkıya
vardı. Onlara karşı (Toprak Tabya) denilen yerde sekiz Türk askeri şiddetle müdafaada
bulunuyor, yolu muhafaları altında bulunduruyorlardı.
Teğmen Şakir Ağa mevcudu bulunan 27 neferi tepenin icabeden yerlerine birer ikişer
dağıtmış. Bunlarda Dranya’yı muhafaza için Yunanlıların ateşlerine karşılık veriyorlardı.
Şakir Ağa, köylülerin ileri gelenlerinden iki kişiyi yanına alarak Türk askerlerinin yanına
gidiyor, onları teşvikte bulunuyordu.
Karakolda bu hali gördükten sonra Kranya köyüne döndüm. Sanki kasabada kimseler
yokmuş gibi derin bir sessizlik vardı. Oradan hemen hareket ettim. İkindiye doğru tekrar
Milâ’ya döndüm. Hemen kuleye çıktım. Kule kumandanı Teğmen Ramazan Ağa’ya
gördüklerimi bildirdikten sonra olanı biteni yazdım. Meçova Kaymakamlığına gönderdim.
«Alasonya - Meçova yoluyle giderken hadiseleri yerinde görmek üzere Milâ’ya
giderken yanıma aldığım süvariyi geri göndermiştim. Onunda verdiği haber üzerine 60 erden
ibaret bir birlik ile Hamit Ağa adında alaylı bir teğmen keşif yapmak üzere Milâ’ya
gönderilmiş olduğundan bunlar 9 Nisan Cumartesi akşamı ezana yakın geldiler. Kuleye
çıkıpda bizi görünce vaziyet hakkımda bilgi edindiler ve bir rapor hazırlayarak gece
Meçova’ya gönderdiler.
Ertesi Pazar günü (10 Nisan 1897) sabahın erken saatlerinde Teğmen Ramazan Ağa
birliğini alarak Meçova’a döndü. Fakat Κranya’dan dönüşümde göndermiş olduğum kâğar
alınca Meçova’dan Binbaşı Tevfik Bey kumandasında bin nefer mevcudlu bir tabur hareket
ederek Pazar günü ikindi üzeri Milâ’ya geldi. Kendisine, eşkıyanın taarruzunu, Kranya
Kulesinin müdafaasını bildirdik. Son raporu almak üzere oraya bir atlı gönderildi. Milâ ile
Kranya arasundaki mesafe iki buçuk saatti, Atlı gurupta az sonra süratle gidip gelmişti.
Türk askerinin çetelere karşı müdafaada devam ettikleri ve ertesi gün eşkıyanın daha
dehşetli hucumu beklendiğinden bu gece hiç olmazsa bir bölük yardımcı gönderilmesi haberi
alındı. Hemen bir bölük imdat kuvveti Kranya’ya yollandı Orada müsademeler sabaha kadar
sürdü..
(11 Nisan 1897) Pazartesi sabahı, erken saatlerde, taburun öteki üç bölüğü de hareketi
ettik ve güneş doğduktan biraz sonra Kranya ya vardı. Eşkıya, topluca, tepenin alt tarafına
yüklenmişti. Solumuzdaki tepede şiddetli bir muharebe devam ediyordu.
Binbaşı Tevfik Bey, hemen, ikinci ve üçüncü bölükleri ile tepeye çıkarak muharebeye
katıldılar. Diğer iki bölük de kasabada kaldı. Sabahın ilk saatlerinde hudut tarafından eşkıyaya
kırk makkare yükü cephane geldiğini bulunduğumuz tepeden Binbaşı Tevfik Beyle
göryorduk. O sırada Dördüncü Bölük Köpriyöz yolunu muhafaza için ileri gönderildi. Bu
bölük, yolun sağ yönündeki tepeyi işgal edecekti. Askerin tepeye vardığı sırada ikindi vakti
olmuştu. O sıra tepede gizlenen Yunanlılar Türk askerlerinin üzerine ateş etmeğe başlamıştı.
Orada muhabere başladı. Bir saat sonra, akşama doğru, ateş kesildi ise de Köpriyöz tarafından
uzaktan şiddetli ateş sesleri geldi. Binbaşı Tevfik Bey o zaman Dördüncü Bölüğü takviye için
Birinci Bölüğe emir verdi. Birinci Bölük emir aldığı tepeye varmamıştı ki Kranya’nın sağ
yönündeki Kilise tepe dolaylarında eşkıya göründü. Birinci Bölük geri alınarak Kilise Tepeyi
işgale gönderidi. Askerimiz, tepeyi hiç bir müsademesiz zaptetti. Eşkıya, Türk askerlerinin
üzerlerine geldiğini görünce tabanları yağlayıp kaçmışti.
Akşama bir buçuk saat kala, Kurmay Albay Seyfullah Bey kumandasında üç tabur
Türk askeri Köpriyöz’den geldi. Bu kuvvetin öncüsü olan bölük dördüncü bölüğün bulunduğu
tepeye yaklaştığa sıralarda, kahraman Dördüncü Bölük efradı, Çamlık’taki eşkıyaya hücum
için tepeden aşağı inmekteydi. Öncü bölük tepeyi terkeden kuvvetin düşman birliği ol duğunu
sanarak hücum edip tepeyi tutmak ve dördüncü bölüğe ateş etmek için hazırlanırken Binbaşı
Tevfik Bey hatayı anlamış Dördüncü Bölüğe boru ile: .. Ateş Kes! Kumandasını verdirmişti.
Öncü bölük durdu. Sonra ilerideki bölüğe iltihak ederek ormanlik içindeki düşman çetecilere
şiddetle hücuma geçti.
Şimdi, Yunanlı eşkıya, hudud hattından tamamıyla kendi topraklarına atılıp
kovulmuştu. Askerler, gece yatsı namazına doğru muzafferane Kranya’ya geri döndüler..
Eşkıyadan yedi çeteci de esir alınmıştı.
Kurmay Albay Seyfullah Beyin kumandasındaki taburlar da iki çeteciyi yakalamıştı. O
gece askerlerimiz tepede çadır kurarak kaldılar. Ben de ertesi günü yoluma devam ederek
Alasonya’ya geldim. “
Ne sanmıştı Türk hududunu bu Yunanlılar? Boşmu zannetmişlerdi? Ellerini, kollarını
sallayıp geçeceklerinimi ummuşlardı?
Hani ya Selâniğe kadar gidiş?
Hani ya bütün Tesalya’yı, Makadonya’yı zaptediş?
İşte daha birinci hücum da, girdikleri hudut deliğinden gerisin geriye atılmişlardı. İşte,
Kranya’da 35 kişilik bir Türk kule kuvveti 300 çeteciye, imdat kuvveti gelinceye kadar,
kahramanca karşı koymuştu.
Hâlbuki Etniki Eteria Cemiyeti başkanları, eşkıyaya: “Hıristiyan köyleri size gizli
kuvvet olacaktır. “ Demilerdi. Neredeydi o Hıristiyan köylülerin yardımı?
Hiç biri yoktu ve İtalyan gönüllüleri de dahil olduğu halde. Papazları da haç çıkarma
dualarına rağmen hepsi dağılmışlar, mağlup olmuşlar ve geri kaçmışlardı.
Fakat şimdi, tekrar toplanarak ertesi sabah yeniden hücuma geçmek kararını
vermişlerdi. Hücum şiddetli olmasına rağmen kafalarını dik kayalara vurur gibi Türk hatlarına
vurmuşlardı. Sonra yeniden geriye yüz dönmüşler, dağlarda, tepelerde kendilerini kovalayan
Mehmetcikler, onları adeta tavşan avına çıkar gibi arayıp bulmaya ve avlamağa başlamışlardı.
Nisan’ın 11. günü de tam bir alay kuvvet, eşkıyayı takibe başlamıştı. Bunlar,
kulelerimize fırsat buldukça ateş açmıştı.
Tesalya muharebelerindeki meşhur Kranya zaferi işte böyle kazanılmıştı.
Yunan hükümeti dünyayı kandırmak sevdasında bulunarak hududu geçen askerlerin
tamamen eşkıya olduğunu iddiaya başlamıştı. Kabahat denilen samur kürkü üzerinden
atıyordu. Hududda Fonika, Kipli ve tstronga İstronga karakollarımızı yakanların ve Krasya
Muharebesinde mağlup olup kaçanların eşkıya olduğunu söylüyordu. Halbuki bunlar düpedüz
Yunan askeri kuvvetleri idi. Aralarında da yol gösteren, bu dağlan bilen Tesalyalı ve
Makedonyalı şerirler vardı.
Kaçan eşkıya neden Yunanın muntazam askeri idi? Çünkü yakalanan esirlerin
üzerinde bulunan tüfenkler Yunan ordusunda bulunan Gra tüfengi idi.
Bellerinde kasaturalar, yine beylik kasaturalardı. Çoğunun başlarında markalı Yunan
askerinin şapkaları vardı. Yalnız elbisece hepsi çete kılığnda idi.
Ayrıca hududu tecavüz emirleri yine askeri borazan arla verilmiş, kaçışları borozanla
idare edilmişti, dahası da vardı. Eşkıyanın yanıbaşında nasıl devlete ait toplar bulunabilirdi.
Oysaki bu mağlup birlikler hücumlarında topda kullanmışlar ve iki-üç kulemizi yakmışlardı.
Bütün bu hareketler, bu işin bir plan dairesinde yapıldığını ve Yunan hükümeti
tarafından idare edildiğini gösteriyordu.
Gösteriyor değil, eşkiya nâmı altında tutulan esirler, hakikati olduğu gibi ifade ve ikrar
ediyorlardı. Nitekim bu hali bir İngiliz’den, Times muhabirinin kaleminden dinleyeıim:
Bu esir şaki şöyle demiştir:
“Ben Korfo adasında doğdum. Yunan hükümetinin askeri redif sınıfındanım.
İskenderiye’den Yunanistan’a dönmek üzere iken bir emir aldım. Bizi Atinaya getirdiler.
Önce Glos'a sonra da Karabaka'ya sevk olundum. Orada bana bir kasatura, birçok
fişenle, bir de şapka verdiler. Üzerime de eşkıya elbisesi giydirildi. Şapkanın üzerinde Etniki
Eteriya Cemiyetinin E.E. markası vardı. Bölüğümdeki bütün efradın redif tezkereleri
bulunuyordu. Subayımızda bir eşkıya reisi değil, nizamiye teğmenlerinden Kapsaiapol idi.
Subaylarımız askeri üniforma giymezlerdi. Fakat hepsi emirlerini Yunanı hükümetinden
alıyorlardı. Bana (eşkıya) deniyor. Ben bunu hiç bir zaman kabul edemem ve arkadaşlarımla
baştanbaşa tam manasiyle askeriz.”
17 Nisan 1897 günü. Yunanılar, birinci tecavüzlerinde muvaffak olmayınca ikinci bir
tecavüzü düşünmüşlerdi.
Olimpos Dağlarının efsanevi adı, onları derin hülyalara daldırmıştı. Artık Selanik'i
işgal için yol aramayı düşünüyorlardı. Selanik ele geçince Karaferiye'ye giden demiryolunu
kesecekler, Alasonya’yı arkadan sararak büyük Türk ordusunun ricat; yolunu keserek alayları
esir edeceklerdi.
Nereden hücuma geçilmeli idi?
Şu dört yer vardı:
1. Selânik Körfezi ile Alasonya arasındaki hudut kısmının en belirli yeri olan Koz
köye hücum edilmeli.
2. Güney Tesalya ile Kuzey Tesalyaya geçit veren Milona Boğanından Alasonya’ya
hücum etmeli.
3. Tırnova batısında, hudut üzerinde Çayhisar mevkiine saldırmaalrı.
4. Veya Alasonya batısında bulunan Dışka kasabasına hücum edilmeli.
Hepsi güzel.
Güzel ama Türklerin elide armut toplamıyor ki!
Heryerde Türk birlikleri vardı ve hele Alasonya’yı zapta kalktıları takdirde ordunun
asli kuvvetlerini karşılarında bulacaklardı.
O halde Kozköy’den hücuma geçilmeli.
Denizden 2400 metre yükseklikte olan ve tepeleri daima karlarla örtülü bulunan
Olimpos Dağlarının güney eteğinde bulunan Kozköyü küçük bir ovaya bakar. Fakat bu ovanın
da çevresi sarp dağlarla çevrilmiştir.
Olimpos Dağları
Tesalya Orduları Başkumandanı Ethem Paşa’nın karargâhı olan Alasonya’da denizde
Leftokrya İskelesine bir yol uzanır. Bu yol. Türk-Yunan hududuna muvazidir ve köyün güney
tarafından, küçük ovasının da tam ortasından geçer.
Olimpos Dağlararının yüksek ve ovaya bakan sarp yamaçlarında Yunanlılar
bulunmaktadır.
Kozköy vadisinde ise, hâkim tepelerin aşağısında, altıncı tümenin onüç taburu vardır.
O halde tepelerin hâkim durumundan faydalanmalı, hudud tecavüz etmeli. Türk askerlerini
kaçırtmalı.
Sonra?
Sonra da sol kanadları Olimpos Dağlarına dayanmalı. Sağ kanadının da Selanik
Köfrezine girecek Yunan donanmasının oraya çıkaracağı yardımcı kuvvetleri ile Selanik
Körfezi’nin batı sahilindeki Katerina limanına hücum ederek bir kaç saat sonra Selanik
ovasını dalmalı. Akşam Selanik Kiliselerinde zafer çanları çaldırmalı. Bir kolda
Alasonya’daki Türk asli kuvvetlerini çevirdimi plan tamam mı? Tamam.
Öyleyse Kozköy’e hücum!
16 Nisan 1897’nin güzel bir Cuma akşamı. Milona geçidi ile Kozköy’e karşı toplanan
Yunan askerleri ve İtalyan gönüllüleri. Güneş battıktan bir saat sonra, birden top ateşine
başlıyorlar. Hudud boyunda dört yerden Türk kulelerine ne ateş açılmıştır:
1 Kodaman,
2 Yerdlika,
3 Alipsis,
4 Çamtepe kule ve mevkilerine.
Kozköy cihetindeki Bayraktar karakolumuza açılmıştı. Türk karakolları da ateşe ateşle
cevap verdiler.
Şimdi sarp dağların üstünde derin akisler bırakan kurşun sedaları geceyi sarıyordu.
Türk askerine, temkinli hareket edilmesi emri verilmişti. Bir sızıntıya ve harbe meydan
vermeyecek bir müdafaa müdafaa yapılmalı idi.
Kuleler müdafaada kaldı.
Altıncı Tümen birilikleri meydana çıkıp bir harbi kabul edercesini sıkı bir hücuma
geçmediler.
Fakat Yunanlılar olimpos dağının hâkim tepelerindeydiler. Onları geri atmak da bu
kararsız vaziyette mümkün değildi.
Efzon askerlerine o anda bir şımarıklık gelmişti. Silah boşaltmakta kulelerimizi topçu
ateşi altında bulu durdurmakta devam ettiler.
Yunanlıların bu ateşleri on kilometrelik bir uzun hat üzerindeyidi. Karakoll arımız
geriden imdat istediler ve hemen altı tabur asker harekete geçirilerek gecenin karanlığında
dağlara tırmandırılmış ve tepelerdeki karakollarn imdadına] yetiştirmişlerdi.
Akşamdan sonra iki saat böyle geçmişti. Şimdi Yunan tarafından bir sıra ve
aynızamanda Türk birlikleri tarafından da bir sırada ve aynı anda atılan kurşunlar, tüfenlerin
uçlarından bir donanma gecesinin mehtap ve çarkı feleklerinin havaya atılması şeklinde
başlıyor, iki taraf üstüne ateş yağmuru boşanıyordu.
Gece yarısına doğru iki taraf da ateşi kesti. Sabahleyin 18 Nisan Cumartesi günü iki
tarafın yaylım ateşi yeniden başladı. Yaylım ateşler, yanaşık manga, takım ve bölüklerin
subay kumandası ile hep birlikte açtıkları ateştir.
Yunanlılar, bu tecavüzü yapanların ne kadar eşkıya olduğunu iddia ederlerse etsinler,
yaylım ateşler, bir subay kumandası altın a yapıldığına göre, demek ki büğün bu hücumlarda
bulunanlar tam manasıyla muntazam askeri kuvvetlerdi.
Çamtepedeki kalemizin de muntazam topçu kuvvetlerimizin mermilerine hedef
tutulması olayı, Tümgenerl Hamdi Paşaya, bildirildi. O da Alasonya’ya, Müşir Ethem Paşaya
raporunu verdi ve nihayet keyfiyet. Ebhem Paşa tarafından dün gece İstanbul’a bildirildi.
Mesuliyet tecavüz eden tarafa aitti, 6 Nisan 1897 tarihli bir notada büyük devletler
sefirleri de Türkiye ve Yunanistan’a şöyle demişlerdi: “Eğer hududda bir tecavüz vukua
gelecek olursa bütün mesuliyeti; tecavüzün neticesi her ne suret gösterirse göstersin bir
istifade mümkün olamayacaktır.”
Yunanlılar bunu da dinlememişler ve Türk hududuna eşkıya kılığında muntazam
askerlerle açıkça teca vüzde bulunmuşlardı.
Times gazetesi askeri muhabiri Yüzbaşı Bigaro bu ikinci tecavüz hakkında şu kanaate
varmıştır:
“ Biz bundan, anladık ki, yalnız Etniki Eteriya değil, Yunan Hükümeti de bir
muhabere, bir muhasama koparmak için bahane ve sebep aramaktadır. Bu defa taarruz ve
tecavüz edenle-rin hpsl Yunan muntazam askerinden ibaretti. “
Bâbıali’de Vükelâ Meclisi toplanarak, Padişahın iradesi de alınıp, mesuliyeti
Yunanistan’a râci olmak üzere resmen resmen Yunan devletine harp ilan edildi ve askeri
planları gereğince her türlü tedefü ve tecavüzi hareketin ifası için Alasonya Orduyu Hümayun
Kumandanı Ethem Paşa’ya kati emirler verilmişti.
Büyük devletlere de, bunların istanbul’daki elçileri vasıtasıyla şu yazı gönderilmişti:
“Bundan evvelki telgrafnamelerimde Yunanlıların bu ayın dokuzuncu günü Türk
hududunu tecavüz ederek hudud hattından iki saat ileride bulunan Kranya Tepesini işgal
eylediklerini ve Baltins hudud karakolunu topla tahrip ve (Fenika), (Kipli), (Isronga)
karakollarını yaktıklarını ve tecavüz eden Yunan askerlerine boru ile emirler verildiğini
bildirmiştim.. Barışın devamı emrini de Türk hükümeti tarafından gösterilen mesaiyi ve
memleketlerinin müdafaa ve muhafazası için lâzım gelen tedbirleri almak yolundaki hukuk ve
selâhiyetini bir daha teyid ve tekrar ile beraber son olayların bütün suçluluğunu taarruzda
bulunan Yunan hükümeti üzerine terk ederiz.”
“Türk devleti, kendisini muhafaza ve müdafaa yolundaki açık haklarıyla birlikte haklı
eserlerini göstermekten geri durmadığı sabırlı ve ihtiyatkârane tavırlarıyla dünya barışının
muhafazasının saltanat nezdinde de ne kadar istemiş olduğunu bütün dünya nazarın da parlak
bir surette ispat etmiştir. Bununla beraber, dün gece telgrafla bildirdigim gibi, külliyetli,
muntazam Yunanlı askerler beraberlerinde toplar olduğu halde Bayraktar, Kodaman ve
Perdika bölgelerin de Türk hudud boyunu tecavüzle hasmâne hareketle başlamışlardır. Harp,
hala devam etmektedir, Türk hükümeti, bu mütecavizce hareketler karşısında hukukunu
muhafaza ve Türk topraklarının Yunan taarruzlarından koruması yolunda iktiza eden her türlü
askeri tedbirleri almak üzere Alasonya Türk Orduları Başkumandanlığına kat’i emirler
vermeye mecburiyet görmüştür.”
Alasonya’daki Türk Komutanlar Toplantı Halinde
“ Elçiliklerce de bilinmektedir ki Türk Hükümeti. Girit meselesinde ve gerek bunun
neticesi meydana gelmiş olan başka olaylarda barışın devamını güvenlik altına almak üzere
son dakikaya kadar elinden gelen her şeyi yapmış ve bu yolda Büyük Devletler tarafından
gösterilen her türlü barış nokta ve emellerine uygunluk göstermekten geri durmamıştır.
Ancak. Yunan hükümeti (Devletler Hukuku kaideleri) ile hiç bir zaman
uygunlanamayacak Girit’e asker gönderdikten başka hududuna büyük bir askeri kuvvet
yığarak ve muhasamaya, başlamış olduğundan Türk hükümeti dahi memleketin ziraat ve
çifçıliğinde ve ticari işlerde rahneler açacağı meydanda olmakla beraber yine büyük
fedakârlıkları yüklenerek Redif askerlerinin önemli bir kısmını silâhaltına davet etmek lüzum
uu duymuştur.
Ve yukarda arz olunan düşünceleri dikkate alarak Avrupa hükümetlerinin haiz
oldukları adalet ve hakkaniyet yani keyfiyetleri icabınca harpten doğan bütün mesuliyetin
yalnızca Yunan hükümetiııe ait olacağını teslim eyliyeceklerine emniyet ve ümidimiz vardır.
Şimdiye kadar defalarla bildirdiği gibi yine tekrar ediyoruz ki. Türk hükümetinin
Yunanistan’a karşı hiç bir zaman fütuhat üzere bir niyeti ve emeli yoktur. Yunanlıların
hasmâne hareketleri üzerine sarih haklarını ve meşru müdafaasını müdafaa mecburiyeti ile
Türk devlerinin bu sefer harbi kabul etmesi en mukaddes haklariyle toprak bütünlüğünü
muhafaza matsadına istinad etmektedir.
Bu cihetle Yunanistan kısa bir zaman içinde Girit adasıyla Türk hudutlarında bulunan
askerlerini geriye çekecek olursa, Türk devleti sulhçü dileklerinin eserlerini dünyanın gözü
önünde ispat etmiş olmak için askerleri hareketlerini durdurmaktan geri kalmayacaktır.
O zamanki Atina sefirimiz Asım Bey’de Yunanistan Hariciye Nazırı Skuze’ye bir nota
tebliğ etmiş ve Yunan askerinin tecavüzü hareketlerinden dolayı iki devlet arasında siyasi
münasebetlerin kesildiğini ve Yunan sefiriyle konsolosları nın Türk topraklarını terk etmeleri
bildirilmişti.
Yunan Hariciye Vekili Skuze notaya şaklabanlıkla cevap vererek Yunanistan’ın
Türkiye aleyhine tecavüzlere bulunmadığını, aksine olarak Türk askerinin Analipsi Tepesini
almak isteyerek muvaffak olmadığını, Preveze kalemizin Yunanistan’ın mevkilerini ateş
altına aldığını ve Narda Körfezi’nden çıkmak üzere bulunan bir Yunan kumpanyasının
Makadonya vapurunu batırdığını, bundan dolayı mesuliyetin Yunan Hükümetine
yükletilmiyeceğini bildirmiştir.
Preveze
Harbin resmen patladığı gün Yunan Milli Meclisi’nde de kıymet kopmuşlu. Yunan
Başbakanı Delyannis şu konuşmayı yapmıştır:
“Hududun meydana çıkış sahnesindeki olaylar hemen tebliği ile Mebusun Meclisi
üyelerinin arzusunu yerine getiriiyorum sanırım. Bu sabah saat altıdan beri hudut komşumuz
olan bir hükümetle muhasama hâlinde bulunuyoruz. Yine bu saattenberi aramızda siyasi
münaesebetsiz kesilmiştir. Demek ki, harp halindeyiz. Türk hükümeti, Yunan iskânın
hasmâne hareketlere başlamış olduğundan bahisle hükümetinizle münasebetleri kestiğini
notasında bildiriyor.
Türk Hükümeinin cüretkârane olan böyle bir haksızlığı kabul ettirmeğe hiç bir suretle
muvaffak olmayacağını sanırım. Türk askerlerinin hudutdaki Profet Eli adındaki Yunan
karakoluna tecavüzü haksız olduğu kadar beklenilmeyen karşı koymaya mecburiyet duyarak
muharebeye başlamıştır. Cuma günü akşamı saat sekizde Türk askeri Türkiye’ye aid olmayan
Analipsi Tepesini işgal eylemek üzere hududu geçmeleri üzerine askerimiz karşı koymak
üzere taarruza mecbur oldu.
Türk askeri toplanmak üzere Yunan toprağında bulunan Bayraktar Karakolunu işgal
etmek üzere tecavüzlerde bulundukları ve sabahleyin saat beşte Preveze ve Stafidaki
istihkamlarından bir Yunan gemisine gülle attığı, telgrafhaneyi topla tahrip etliği ve Preveze
karşısında bulunan istihkamlarımızı topa tuttuğu zaman Türkiye Atina Büyükelçisi Asım Bey
münasebetlerin kesildiğini bildiren notasını Hariciye Nezareti’ne teblig etmemişti. Bu nota
bugün saat 10’da bize gelmiştir.”
Yunanistan daima “Yavuz hırsız ev sahibini bastır.” manevralariyle hareket etmiş ve
hakikaten çok şeyler elde etmiştir. Bugün de Kıbrıs hakkında aynı rolü oynamaktadır. Yunan
Başvekili Delyes de Yunan Milli Meclisi’nde yavuz hırsız rolünü tam manasiyle ifa ediyordu.
Hattâ o kadarki sulhten ve barışçı emellerden söz açabilmek cesaretini de gös teriyordu.
Delyanniş, Yunan Meclisin de şöyle diyordu:
“Harp, bugün bir kaç hükümetin girişmek istediği, bir şeydir. Eski zamanlarda
mevcudyeti muhafazanın yeğane vasıtası sayılan harp bugün bir hayal ve tasavvur
derecesinde kalmıştır. Harbin bu gün faydası istenilen bir neticeye varmaktan ibarettir.
Yunanistan’ın insanlık medeniyeti! tarafından telkin olunan bir emel vardı. Hükümetimizin bu
emele barışa uygun bir şekilde varmak ümüdindeydı.. Vakıa muharebe hazırlandı. Ancak
barışı dairesinde maksada nail olmak ümüdi büsbütün ortadan kalktığı zaman bu vasıtaya
müracaat etmek üzere tedariklerde bulundu. Fakat mademki bize harp ilan ediyorlar, bunu
kabul etmek vazifemizdi. Biz de bu vazifeyi yaparak harbi kabul ettik. (Yunan Meclisinde
şiddetli alkışlar) Bütün Yunanlılar, dünyanın hangi tarafında bulunurlarsa bulunsunlar, gerek
dışın da olsun ciğerlerinin en derin noktarında vatan sevgisi ateşinin yandığını hissedeceğini
ümit ederim. Hakiki Yunan adını taşıyanlar bu mukaddes toprağın namusunun ayaklar altına
alındığını görmektense ölmeyi üstün görecek ve vatan uğrunda canlar feda etmeği
bileceklerdir! (şiddetli alkışlar).”
Görüyor musunuz? Suçu Türkiye’ye atmak isteyen ve senelerdir Etniği Eteriya
Cemiyetine tavizler veren Yunan Başvekili Delyannis neler söylüyor. Yunanistan içinde ve
dışında bulunan Yunanlıları nasıl tahrik ediyor. Bu parola, bu gün de aynı paroladır. Nedir o
paralo? İşte şu:
“Bütün Yunanlıların, dünyanın hangi tarafıma bulunursa bulunsun, Yunanistan içinde
ve dışında olsun bütün Yunanlıların ciğerlerinin en derin köşesine vatan muhabbeti ateşinin
yandığını hissetmelidirler. “Ve Delyannis nutkuna şöyle ıevam ediyor: “Bugünün mevcud
veya beklenilen olaylarının cereyan şekli adını taşıdığım? Milletin değerli çocukları
bulunduğumuzu ortaya koyacaktır.
Bu suretle atalarımızın Doğuda ve Batıda hakikat adaleti aşılayıp öğrettiğini
hatırlamayı bileceğiz. Kuvvetlerimizi birleştirerek bayrağımız altında toplanalım
Ve büyük bir milletin mümtaz alameti olan soğukkanlılık olduğunu hatırlayalım. Bu
nazik dakikada bütün millete sükûnet tavsiye ederim. “
Ne diyor Başvekilleri? Kuvvetlerimizi birleştirerek bayrağımız altında toplanalım,
diyor.
Yunan Kralı Danimarka Hanedanından George ise, Yorgi adını alarak Yunandan
ziyade Yunan olmuştu Pariste çıkan Le Journal gazetesinin muhabiri Frenklen Buyyon'a
verdiği ve bu çazetetede 2 Nisan 1897’de neşredilen bir mülakattan Kral Yorgi şu garip
sözleri söylemişti:
“.. Ben son dakikaya ka dar barışın devamtna güveniyorum. Halkın galeyanından
endişe duymadım diyemem. Fakat bu yolda aceleci olmak cürmü irtikâp demek olacaktır. Bizi
zorlayanlar iktidar mevkinde bulunup hükümet ahvalinden mesul olanlar değildir. Harbin
çıkmasını men etmek için memlekete karşı her türlü vasıtaları kullanmak, her türlü işe
girişmek borcumdu. Davayı barıssever bir şekilde halk için ben yalnız vazifemi yaptım.
İstikbal vaki: Kazanmaya hakim olduğunu ispat edecektir. Biz vakit kazanmakla kuvvet
kazanmış olduk.
Sabır ve tahammülümüz cihanın her tarafında umumi efkârda bir meyli ve teveccühe
mazhar olmamızı temin etti. Çünkü büyük devletler aleyhimizde ise de yine bütün devletler
aleyhimizdedir. Bu bizim için iftihara değer. Bunun içinmi, biz muharebeden suçlu
tutuluyoruz? Şüphesiz Türkiye devletlerinin
harbe zorlayan ve teşvik eden biz değiliz?
Türkler
tarafından
taaruza
uğrayan
kardeşlerimizi müdafaa ve muhafaza için
hamiyyet vazifemizin emri ve telkini ile
Girit’e asker sevk ve karaya çıkarmış
olduğumuz için harbi biz davet etmiş olduk?
Türk hükümetinin bizden sekiz gün önce redif
askerlerini
toplayıp
yığdığı
Tesalya
hududunda bu harp sebebini gösterdik?
Türkler, Yunanlılar tarafından zerrece br
tecavüz ve taarruz görmeksizin iki gün önce
bir Yunan tüccar vapurunu sulara gömdükleri
Epir’de mi biz Türk askerine meydan
okuduk?”
Kral Yorgi’nin yumurtladığı bu
cevherlere biraz daha göz gezdirelim. Kral
Yorgi diyor ki: “Asilerin hududu tecavüz
etmelerine
meydan
vermemek
Türk
hükümetine düşen bir vazife değilmiydi?
Analipi Tepesinde iki hükümeti
arasında (tarafsız bölge) olarak kabul edilen
bir mevkiî 1886 senesinde olduğu gibi bu
Yunan Kralı Konstantin
defada zapt ve işgal etmeye çalışanlar Türkler değilmidir? Bu defa asiler: İtalyan gönüllüleri
söz konusu olamaz. Bu sefer muntazam Türk askerleri harp ilan edilmezden önce
mevkilerimize hücum ederek riayet ve itaati imzaladığı bir antlaşmayı bozdular. Hakikat
şudur ki bize haksız yere sebepsiz tecavüz ediyorlar. Muharebenin uzun sürmesi mümkündür.
Fakat şunu da teessüfle bildiririm ki vakit geçmiştir. Hakikatin zaman ilerledikçe meydana
çıkacağına itimat ediniz “
Kral Yorgi sözlerini şu tehditi savurmakla bitirmiştir: “ Cürümün cezası işte başlıyor “
Evet, cürümün cezası o günden itibaren başlamıştı. Bu sözleri Yorgi cenaplarına Allah
söyletmişti.
Ve Girit’te mazlum Türklere, gerekse Tesalya’da hududu tecavüzle kulelerimize karşı
reva gördükleri eşkiyacı hareektlerin cezasını tam 31 gün içinde Dömeke’ye kaçmakla ve
kuyruklarını teneke bağlamakla görmüş olacaklardı. Allah büyüktür. Söyleyene bakma,
söyletene bak.
Türk Hükümeti ise açıkça şunu söylüyordu:
“ Yunanistan Girit’ten ve Tesalyadan askerini çeksin. Türkiye ise askeri harekâtını
tatil edecektir.
Fakat Yunanlılar bir defa oku yaydan çıkarmış bulunuyorlar, harp istemişlerdi,
Harpten dönemiyorlardı. Hattâ Kralları utanmadan: “Ceza başlıyor! Bile demişti. Ya öyle mi.
Türk Hiikümeti kimseyi milli şeref ve haysiyeti ile oynatamazdı. Hemen Yunanistan’la olan
barışçı münasebetlerin kesildiğini ilân etti.
Atina Sefirimizi ve Yunanistan’daki şehbenbenderlerimizi geri çağırttı. İstanbul’daki
Yunan elçisi ile memleketimizdeki Yunan konsoloslarının yurtlarma dönmeleri hakkında
tebliğlerde bulundu. Tebliğe şöyle bitiyordu:
“ İstanbul’da ve vilayetlerde bulunan Yunan tüccar ve tebeasmın memleketlerine
iadesi için İstanbul’da ve Yunanlıların ikmet ettikleri başka yerlere komisyonlar kurularak
Türkiye ve dost devletler tüccar ve tebeası ile olan hususi işlerinin kesilip düzenlenmesi için
onbbeş gün müddet tayin edilmiştir. Yunanistan’da bulunan Türkiye devleti tebeasının da bu
müddet içinde Türkiye’ye ruhsatlı olması ve bu müddetin sonuna kadar tüccar ve Türk
tebaasının himayesinin Atina’da bulunan Almanya elçiliğine tevdi edilmiş olduğu ilân olunur.
Harp ilan edilip Ala sonya cephesinde ordularımız tamamen hazırlanmış ve hudut boylarında
resmen ateş etmeğe başlamıştı.
Harpten bir kaç gün önce bir Avrupa gazetesinin Alasonya’da bulunan muhabirinin
yazısını okursak Türk askerinin nasıl gönülden gelen bir istekle Yunanla savaş etmek
istediğini, fakat Hırıstiyanlara karşı gösterilen Türk civanmerdliğini ve hattâ Alasonya’da
bulunan Yunan konsoloshanesine bile düşman gözle bakılmadığını öğrenmiş olacağız.
“Dün, padişah yâverlerinden Yarbay Kenan Beyle birlikte Alasonya’dan bir Türk
köyüne gittik. Buradan Tuğgeneral Ali Paşa’nın kumandası altında bir tümen süvari birliği
vardır. Kenan Bey kumandandan iki alay askere silâh başın emrini vermesini rica etti.
Kumandan Paşa hemen emir verdi. Ellerimizde tuttuğumuz saatlere bakarak iki alay askerin
yalnız dokuz dakika içinde harp safı teşkil ederek yaptıkları manevra gerçekten pek
mükemmeldi. Hayvanların çoğu, Macar atları idi, gayet dinç ve gençtiler. “
Denizden Alasonya’ya kadar olan mesafe çok uzun olmakla beraber nakil işleri
kolaylıkla yapılmaktadır. Yüz bir kişinin onbeş günlük ihtiyacına yetecek erzak ve yiyecek
vardır. Yunanlıların beklenen hücumlarına karşı her türlü müdafaa hazırlıkları bitirilmiştir.
“ Hudut boyundaki köylerde bir çok Rum halk vardır. Bunlara daima iyi bi muamele
yapılmaktadır. Hıristiyan kadınlar emniyet içinde sokaklarda geziyorlar. Alasonya’da bulunan
Yunan konsoloshanesine taar ruz eylemek şöyle dursun. Yunan bayrağının asılmasına bile ses
çıkarmıyorlar.
İşte, Türk civanmertliği budur. O gün de böyleydik, bugün de İstanbul, Bozcaada,
İmroz adaları Rumlarına karşıda böyledir. Fatih zamanında ve ondan sonra da böyle olmuştur.
Fakat ya Yunanlılar böyle bir ci vanmerdliği Türklere göstermişler midir? Hayır.
Eçlaire gazetesi muhabiri olan. bir Fransız gazeteci bakınız o gün gazetesine neler
yazmıştı:
“ - Sağdan geri! Borusunu çalarak arkalarını Türk askerine göstereceklerine ve
tuttukları mevkileri derhal canlarını kurtarmak kaygusuna düşerek bırakıp gideceklerine şüphe
yoktur.
Türk devleti hazır bulunuyor. Bir kaç aydan beri kâfi askeri kuvvetleri lazım gelen
mevkilere yığılmış bulunmaktadır. Türk askerleri, kahramanlıkta ve harp fenindeki
maharetleriyle hakikaten ün salmıştır.
Barışı muhafaza için hudutta ne kadar durmuş olsalar yine sulhu bozmaya
kalkmalarını hatırlarına g tirmezler. Evet, Türkler, cengâverdir. Fakat kumandanlarına fazla
miktarda itaatleriyle de şöh ret kazanmışlardır.
Türk askerinin barışı muhafaza için ne kadar kendisini zorladığını bu satırlarda da
açıkça ortaya konduktan sonra sahte kahraman Yunanlıların (sağdan geri çark ederek) nasıl
firara yüz tutacakları yine bir yabancı gazete muhabiri tarafından açıkça dünya efkârına
bildirilmektedir.
Reşmen harp ilân edilince İstanbul’daki Yunan elçisi topraklarımızı terkederken
Alasonya’daki Yunan konsolosu da da kasabayı terk etmiş bulunuyordu. Bir askeri birliğin
nezareti altında bir at üstünde hududa getirilen konsolos, Yunan topraklarına geçirilmiş, cephe
içerisinde, kahraman askerlerin en galeyanlı bir ânında kılına dokunulmadan Yunan
ordularının merkezi Yenişehir’e iletilmişti.
17 Nisan 1897 Günü Vaziyet
Ethem Paşa orduları, Tesalya mıntakasında, elinizden Epir hududuna kadar Yunan
ordularının karşısınra mükemmel denecek bir şekilde mevki almıştı. Bütün hâkim tepelere
bataryalar yerleştirilmiş bulunuyordu.
Yunan ordularıda Doğuda Kozköy’ün karşısında bulunan Kodaman, Perdik,
Bayrakdar tepeleri ile Dava Boğazı karşılarında, sonra Batıya doğıu uzanan Milona Geçidi
yakınlarında, Kaynak’da ve nihayet Dişkat ve Gerebene bölgesi hudutlarında yerleştirilmişti.
Yunanlılarda bulundukları arazide siperler, istihkâmlar açmışlar, toplarını
yerleştirmişlerdi.
Hudud boyuna getirdikleri kuvvetten başka Veliaht ve Başkumandan Kostantinin
karargâh kurduğu Yenişehir (Larissa) kasabasında da ihtiyat kuvvetleri bulunmaktaydı.
Bu herifler, neden si perlere ve istihkâmlara bu kadar kıymet vermişlerdi?.
Haniya, bir hücumda Makedonya’yı, Makedonya’nın merkezi Selaniği ele
geçireceklerdi?
Hani ya, oradan batıya dönerek Alasonya muhasara altına alınacak ve Ethem Paşa
kuvvetleri de kafese sokulmuş olacaktı?
Taaruz fikrinde olan bir ordu, müstahkem mevkilere bu kadar önem mi verirdi? Bu
halde göstermekteydi ki Yunanlılar, Türk ordusundan korkuyorlar ve müdafaayı taarruzdan
daha ön plana almış bulunuyorlardı. Onlar, çete muharebeleri ile Türklerin resmen harp
ilânına cesaret gösteremeden Girit’i, Tesalya’yı kâmilen ellerine geçireceklerini sanmışlardı.
Umdukları, hiç de öyle olmadı ve Türkiye devleti harp ilanına karar verince, kuyrukları apış
aralarına sokuldu.
Kostantın ve orduları kuyruklarmı kısarak öyle bir kaçış kaçacaklardı ki,
kahramanlıklarına bütün dünyayı ters tarafından hayran bırakacaklardı.
O günün akşamı Ethem Paşa’nın Karargâhına gelen yabancı gaze teler muhabirlerini
Paşa güleç bir yüzle karşılamış ve onlara şöyle demişti:
“ Bugün öğleden sonra harp ilân edildi. İnşallah yarın Yenişehir yolu üzerinde
bulunacağız.
Türk Devletinin Resmen İlanı Harbinden Sonra Yunanlıları Tesalya’da Kahreden İlk
Milano Zaferimizin 1897 Yılına Ait Taş Baskı Bir Resmi
(Dürbünle Bakan Başkumandan Müşir Gazi Ethem Paşadır.
Arkasında Kumanda Heyeti Vardır.)
Ethem Paşa yemeğini yerken uzaktan Menekşe Tepe ve Kritıri Tepelerinden top
gürleyişleri işitilmekteydi. Harbin ilanından önce hudud kulelerimizdeki askerlerimiz artık
geri çekilmişti. İşte, harp ilan olununca Yunanlılar bu boş kulelere hücum ederek bunları ele
geçirmişler ve ilk geceyi bin türlü hülya içinde geçirmeğe kalkmışlardı.
Hatta Aya Ilya; Deliklitaş ve Timurkazık, Teğmen Şaban Ağa kulelerini de, boş
bulduklarından ele geçirmişlerdi.
Fakat ertesi sabah hücuma geçecek ordumuz derhal bu kuleleri geri alacak ve düşmanı
boğazdan aşağı atacaktı.
Harp ilanından önce hududumuz üzerindeki karakol erlerimizle Yunan
karakollarındaki Rumlar arasında da tatlı yârenlikler olur ve birbirlerinin kulelerine gidip
gelirlerdi.
17 Nisan Cumartesi günü akşamı saat 16-17 arasında, henüz harp ilanı duyulmadan
önce, Menekşe tepesinin batı, Pirnar tepesinin doğu tarafında olan ve denizden yüksekliği
5400 metre olan Milona Boğazı sırtlarında da Türk ve Yunan karakollarında bir dostluk
havası mevcuddu.
Yunan karakol subayı Türk karakoluna gelmiş, sohbet başlamış, cezveler ateşe
sürülmüş, köpüklü kahveler de az sonra tatlı tatlı ve ağır ağır içilmişti. Savaşın yaklaştığından,
dost olması lazım gelen iki devletin arası açılmakta bulunduğundan ve yakında masum kanlar
döküleceğinden sözler açılmıştı Muhabbet koyulaşmış, biraz da havaiyata, kadına ve aşka
dökülmüştü kî, birden bire uzaktan top sesleri gelmişti.
Bu, harp ilanının bir işareti idi. İki karakol subayı da yerlerinden fırlamışlardı. Karakol
kumandam Yunus Efendi Yunan subayına şöyle demişti:
“ Şimdiye kadar sizi le candan dosttuk ve ahbaptık. Şu dakikada ikimize de kudsi bir
vazife emirler veriyor. Artık birbirlerini gönülden sıkan ellerimiz birbirine silah çekecek, ateş
edecektir.
Şahsi arkadaşlığımız devam ettiği halde bu saniyeden itibaren vatani vazifemiz için
ben senin, sen benim düşmamımsın. Haydi, subayım, kulene git, vazifen ne emrediyorsa onu
yap!
Yunanlı karakol kumandanı oradan yine şahsi dostlukla ayrılmış, fakat az sonra
arkadaşça sıkılan ellerden her iki kuleye fasılasız kur şun yağmurları yağdırılmaya başlamıştı.
Yine harbin ilanı haberinin geldiği ikindi sularına Neşet Paşa Livası, Papa Livadya
Tepesine gelmiş süvari livası kumandanı Abdül Ezel Paşa birlikleri de Pırnar Tepesinde
mevki almıştı.
Burasını kuvvetli tutmak lazımdı. Zira Milona Geçidinden zaferle akacak olan düşman
belki de doğruca Alasonya’yı tutabilirdi. Yunanlılar da bunu bildikleri için müthiş bir top
ateşi ile yaylım ateşe geçmişlerdi. Kırça kulemize de hücum ederek Milona tepesine hâkim
olmak istemişlerdi.
Yatsıdan sonra büyük yaylım ateşleri durmuş. Gece. Gökyüzünde mehtap. Her taraf
apaydınlık. Gündüz gibi her yer. Milona, Menekşe, Voleşko tepelerinde top ve tüfenklerden
çıkan parıltılar var.
Yunanlıların boş kulelere, hücum ettiği de
görülüyor. Fakat her iki taraf askerler nerede
bulunuyor? Top bataryaları nerededir? Bunları mehtaba
rağmen göremiyorlardı.
Bir kaç saat evvel; ikindi vakti, bu tepelerdeki
kulelerimizi teftişe çıkan. Mirliva Talat Paşa, Karakol
Kumandanı Yunus Efendi’nin de yanına gelmişti.
Yunan askerlerinin Çırıçva karakolumuz istikametinde
hareketlerini görmüştü. Hemen raporunu Ethem
Paşa’ya göndermiş, akşam vaktında Çerkeş Ateş sabaha
kadar sürdü.
Yine bu sırada Yunanlılar Voleçko Tepesinin
doğu kuzeyinde bulunan Tofil Çeşmesi dolayına iki dağ
topu yerleştirip buraların muhafaza ve müdafaasına
vazifeli kılınmış olan Antalya redif taburunun üzerine,
mermi yağdırmağa başşamıştı.
Gece, yine burada süngü hücumuna geçen
Yunanlılar adım adım ilerliyerek geriye püskürtmüştü.
Yalnız, bir bölük Kileli köyüne doğru geri çekilmişse
de arkadan Gevgili taburu imdada yetişmiş ve düşman
gerisin geriye atılmıştı.
Ön saflarda askerlerine kumanda eden Antalya
Taburu Kumandanı Binbaşı Şefik Bey, ordunun ilk
fedaisi olmuş ve alnından aldığı bir kurşun yarası ile o
gece şehit edilmiş ve kevser şarabını içmişti.
Fakat ertesi sabah, 19 Nisan Pazar sabahı, olanlar
Abdül Ezel Paşa
olacak ve Milona Boğazından Atina’ya doğru yollar açılacaktı.
Ordumuz az zaman içinde meşhur Termopil Boğazına kadar dayanacaktı.
Erlikten tâ. Generalliğe kadaı yükselen beyz sakallı kumandan. Abdul Ezel Paşa atını
ileri sürdü. Fırnar tepe alınmalıydı: “Haydi, evlâdlar. Gayret! “ dedi.
“Paşam, kurşun yağmurları fazlalaştı. Atınızdan ininiz “
Paşa: “ Ben Moskof cenginde de atımdan inmemiştim. Bölüklerimin başından
ayrılmadım. Ölüm korkusuyla geri çekilmek ve gizlenmek alçaklığında bulunmadım. Yaşım
ilerledi. Devlete edeceğim hizmet, son çağıma gelmişken mi gülünç olayım. “ cevabını
vermişti.
Kurşun yağmurları devam ediyordu. Artık akşam oluyordu faakt çarpışmalar
durmamıştı. Fakat tam bu anda vızıldayarak gelen bir gra tüfengi kurşunu sağ koluna rastladı.
Sonra ikinci bir kurşun sol eline değdi. Kılınç elinden düşer gibi olduğu bir sırada üçüncü b ir
kurşun çene kemiğine rastlayarak büyük kumandanı halsiz bıraktı. Kendisini atından
indirdiler:
“ Evlatlar. Artık şehadet şerbetini içiyorum ben. Haydi, göreyim sizi. Gözlerim
kapanmadan Pırnar tepeyi te rar ele geçirin. Orada Türk bayrağının dalğalandığını görerek
Allaha kavuşayım.”
Çok geçmeden, Abdül Ezel Paşa, son nefesini vermiş, beyaz sakalları göğsünü
doldurarak başı önüne düşmüştü.
Tabur ilerliyordu. Şehit Paşanın yerine Gemlik Taburu Binbaşı sı Tevfik Efendi Liva
Kumandanlığına getiriliyor ve az sonra Pıınar tepeye Türk askerleri bayrak çekiyordu.
Avrupa basını da Türk ordusunun neden zaferlere koştuğu hakkında bilgiler vermiş ve
Abdül Ezel Paşa’dan bir Türk Kahramanın şehadeti başlıklarıyla bahsedilmişti.
1870 Alman-Fransız Harbine iştirak etmiş ve ihtiyarlamış olan kumandanlar:
“Yıllar ne kadar bellerimizi bükülse de işte ar mızdan böyle kahramanlar çıkabilir.“ Diye
kendilerine de bir iftihar hissesi ayırmışlardı. O zamanki İtalya Kralı Homberta, Abdül Ezel
Paşa’nın 80 yaşında olduğunu duymuş ve Roma askeri ataşemize: “ Bir kumandanın seksen
yaşına kadar askeri hizmette kalmıştı Avrupa askerlik kanunlarına göre uygun değildir. Fakat
Abdül Ezel Paşa gibi ihtiyarların vücudu bir millet için kıyamete kadar unutulmayacak bir
hâtıradır. “ demişti.
O zamanki Türk gazetecileri Abdül Ezel Paşa için: “Cenab-ı-hak böyle millet
büyüğünü güfran denizlerinde yıkadıkça gösterdiği kahramanlığı milletin hafızasında ebedi
olarak yaşatsın” demişlerdi. Yıllardan sonra, mübarek şehidi işte tekrar anıyor ve yeniden
millet çocuklarının hafızasına nakşediyoruz. Ne mutlu mübarek şehide!
Abdül Ezel Paşa son hücumunu askerine yaptırdığı sırada geriden gelmesi teklifi
yapıldığı zaman Tırpan tepe, Paşa Livadıye ve Lisfaki tepelerini göstererek:
“İşte bizim gideceğimiz yer oralarıdır “ demiştir. Yoksa gerileri değil. Türk adını
taşıyan bir asker her dakika da bir adım ilerlemeyi düşünmeli ve bir parmak bile geri
gitmeğini hatırlamamalıdır
Mübarek nâşı Alasonya’ya götürelerek çarşı içindeki Camiî şerifte topraka tevdi
edilmişti.
19 Nisan Pazartesi sabahı, güneş doğduğu zaman bütün Milona tepeleri üzerinde Türk
bayrağını görmüştü. Harp ilanından bir gün sonraki Milona Muharebesi Türk’ün kaderini
güzelce tayin etmiş ve zafer yollarını göstermişti.
İstanbul’da da büyük bir sevinç vardı. Çünkü 18 Nisan Pazar günü akşamı Manastır
Valisi Abdülkerim Paşa’dan şu ilk telgraf alınmıştı:
“Alasonya’ya bir buçuk saat mesafede hudut üzerinde Milona, Menekşe ve Pırnar
tepeleriyle İskomba cihetinde yirmi dört saatten beri devam etmekte ve top, tüfenk seslerinin
kesilmeksizin işitilmekte olduğu Serfiçe’den alınan telgrafname üzerine arz olunur.”
18 Nisan 1897
Yine gece yansından sonra Yıldız, şu telgrafı almıştı:
“Allâhın yardımı ile dün Hattıharp üzerinde bulunan birinci fırkamız, düşmanı
bulunduğu ve ikinci fırkamızla dördüncü fırkamız da askeri harekâtı kolaylaştırmaya
yarayacak olan Pırnar ve Papa Livadıya, Menekşe ve Milona noktalarını ve Milona Geçidinin
büyük bir kısmını ele geçirdiği ve Yunan istihkâmlarını tahrip ve zapt eylediği ve altıncı
Kozköy Fırkası da bulunduğu noktadan müdafaada bulunduğunu ve bu cihette iki tepe
düşman eline geçmiş ise de Tanrının yardımı ile onun da geri alınmasının kuvvetle ümit
edildiği arz olunur.”
Ey Türk çocukları!
1897 Türk-Yunan Harbi’nin alın yazısını tayin eden ve Türke zafer yollarını açan
Milona Muharebesi, tarihimizde 26 Ağustos 1922 günü Afyon’daki taarruzumuz kadar
önemlidir. .
Neden bu zaferin gününü kutlayamıyoruz. Çünkü Türk tarihi o kadar zaferlerle
doludur ki onlar için dönüm günleri yapılsa yılların her günü bir kutlama günü olabilir. Yalnız
Milona zaferini unutma sen! Çünkü harp tarihimizin o, en parlak sahifelerinden birisidir.
Milona Boğazının 24 saat içinde Türk askeri’nin eline geçtiğini telgrafla haber alan İkinci
Abdülhamid bu fetih ve geçidi zapt müjdesini o zaman bize dostluk yakınlaşması
göstere ve ordumuza subaylar gönderen Almanya İmparatoru Vilhem’e bildirmişti, İmparator
da genelkurmay heyetini toplayarak onlara şu suali sormuştu:
“Milona Boğazı, başka milletlerin askeri tarafından ne kadar müddet içinde
zaptedilebilir?”
Genelkurmay Başkanı, haritayı açarak izahat vererek şu cevabı vermiştir:
“Hücum edenler Rus askeri olsaydı orasını iki günde, Fransız askeri olsaydı üç günde,
Alman askeri olsaydı bir günde zaptedebilirdi.”
Alman İmparatoru o zaman elindeki telgrafı göstererek:
“Türk askeri Milona’yı yirmi dört saat içinde zoptetmiştir! “ Cevabını vermiş ve Türk
ordusunun harikulade kahramanlığın övmüştür.
Tırpantepe’nin Zaptı.
Büyük şehit Abdül Ezel Paşa son nefesini verirken, üç tepeyi işaret ederek:
“ İşte bizim gideceğimiz yerler oralardır. Yoksa gerileri değil. Haydi arslan evlâdlarım
orasını zaptediniz!.” Demişti.
Bu tepeler, akşama doğru Türk bayrağının dalgalandığı Tırpan, Paşa Livadıye ve
Lisfaki tepeleri idi. Milona Boğazı Türk askerinin eline geçtiği bir sırada buralardada yiğit
borazanların zaferi den tepeye aksediyordu, bildiren boru sesleri tepeden tepeye aksediyordu.
Bu tepelerin sağında, solunda yapılmış tabyalarda, sırtlarda, Yunan Karargâhı olan
Kırçova köyünde sayısız çadırlar, cephaneler, tüfenkler ve bir yığın erzak, askerimizin eline
geçmişti. Pırnartepeden itibaren de vadilerde firar edeme yen üçyüze yakın Yunan askerinin
cesedleri bulunuyordu.
Fakat bu tepeleri almak öyle kolay olmamıştı. Hatta hala Lisfaki tepesinde düşman
mukavetteydi. Voleşko’da ilk gün Yunanlılar muvaffakitte kazanmışlardı. Şimdi bu
tepelerdeki muharebelere ait ileri karakolda, siper başında yazılmış bir yazıyı,
Üsteğmenimizin defterinden okuyalım:
“ Pırnar tepesinde hep ateş görülüyordu. Beyaz dumanlar ufuklara doğru yükselerek
yayılıyordu. Hemen, biz de ileri karakollarımıza iltihak ettik, ateşe başladık, Ateşin her
taraftan işitilmesi bütün Türk birliklerinin ileri karakollarını, savaşa giriştiklerini anlatıyordu.
Bir müddet ateş ettikten sonra hızlıca (Voleçko) ya gitmek için emir aldık. Hemen oraya
doğru harekef ettik. YoIIarda kurşunlat yağmur gibi yağıyordu. Asker, yoluna devam etmekle
beraber ateşede devam ediyordu.
İçimizden bir, ikisi yaralandıkça yüreğim sızlıyordu. Nihayet bir zaman geldi ki,
alayımızın üç taburu birden bir hat üzerinden muharebeye katiyen mecbur oldu. Birbirimize
imdat ve yardım ihtimali kalmadı. Durmadan düşen güllelere karşı kendimizi güçlükle
koruyabiliyorduk ve her zaman yerimizi değiştirmek zorunda kalıyorduk.
Voleçko’da bütün kuvvetlerimizle o kadar sebat gösterdik ki, akıllar durdurur. Şimdi
düşündükçe ben de buna şaşıyorum. Hele Antalya Taburu Kumandanı Binbaşı Şefik Beyin
alnından aldığı bir kurşun yarasıla şehadet mertebesine yükselmesi üzerine askerde meydana
gelen hiddet ve şiddet anlatılmaz.
Düşmana karşı gösterilen asıl en şiddetli mukavemet bundan sonra oldu. Gece ortalık
karardığı için bir müddet ateşe son verildi. Ve yalnız tek, tük silah sesleri işitilmiş ise de ayın
doğması ile ortalık bir dereceye kadar aydınlanınca yine ateşe başladık.
Düşman alayımızın sol kanadına durmadan gülle yağdırıyordu. Biz de durmadan
kurşunla karşılık veriyorduk ve her dakika sebat emri alıyorduk. Ertesi günü (17 Nisan)
öğleye kadar savaş sürüp gitti. Askerimiz bir dakika bile dinlenmeden, soluk almadan
durmayıp ateş etti. Allalı.. Allah.. Sesleri de dağları, dereleri inletiyor, bütün ufukları
kaplıyordu.
Aldığımız emir üzerine biz Baco’ya yüzbaşının emriyle gelmiştik. Düşmanın en çok
eline geçirmek istediği bu yerde topu topu yirmibeş kişiydik. Yirmi beş kişi! Bu yirmi beş kişi
her türlü ihtimale karşı düşmanın her türlü taarruzuna karşı koyacaktı. Toplar, durmadan
gürlüyor, kurşun yağıyordu. Artık kumandaya falan hacet kalmadı. Orada subayla neferin
hizmeti eşit oldu. Düşmanın kuvveti gittikçe artıyordu. Ateş gittikçe şiddetleniyordu. Bir
aralık yüzbaşının gözlerinde kahramanca bir ışık parlayarak bize dedi ki:
“Evlatlar! Görüyorsunuz ya. Biz şurada binlerce düşmana karşı yirmibeş kişiden ibaret
bulunuyoruz. En mühim mevki olan burasını bu 25 kişi ile koruyacağız. Düşmanın gözü
(Menekşetepe) yolundadır. Bir kere bu yolu tuttu mu artık, vatanımızın kalbine doğru taarruz
edebilir. Şu Baco Kulesi onlara karşı bu yolun bir kalesi gibi görünmeli. Bunu böyle
göstermek bizim elimizdedir. Bu kadarcık bir kuvvetle, topu, tüfengi olan, bir düşman alayma
yiğitlik gösterecek asker ölümü gözünün önünden ayırmalı. Azlığına çokluğuna bakmamalı.
Tek bir ki şi kalıncaya kadar düşmanla uğraşmalıdır. Nasıl, buna katlanabilecek misiniz?
Eğer içinizde bu kadar yürek sahibi olmayan varsa, şimdiden haber versin. Burada biz
candan vaz geçenlerle iş görebiliriz. Şimdiden haber vereyim: Sonradan azminden vaz
geçenleri kurşuna dizerim. Eğer ben de dönersem siz de beni kurşuna diziniz. Allah için
öldürünüz. Şimdiden haber vermeyip de sonradan sebat göstermeyenler babalarının oğlu
olamaz. Türk değildir o. Bakınız, ne söylüyorum. Türk değildir. Nasıl, devlet ve millet
uğrunda hepiniz can vermeğe hazır mısınız? Yoksa düşmana bu yolu bırakıp beni yalnız mı
bırakıp gideceksiniz? “
Hepimiz birden yemin ile sebat edeceğimizi yüzbaşımıza vaat ettik. Hepimizin babası
yaşlında olan Alaylı ihtiyar Yüzbaşı: “Öyleyse, haydi evlatlarım! Dedi. Helalleşelim.
Cephanemizi paylaşalım. Artık ne kumandan var, nede bir şey! Herkes gücü yettiği, aklı
erdiği kadar gayret göstersin.”
Hepimiz birbirimizle kucaklaştık. Hepimiz, bir birimizin gözlerinden öptü. Sonra
düşmana ateş etmeğe başladık. Ağzımızdan “Allah... “ kelimesi düşmüyor, gözü müz düşman
güllelerini, düşman kurşununu görmüyordu.
Yüzbaşı: “Aman evlalanm göreyim sizi “ diyordu. İçimizden biri yaralandıkça eline
geçen bir bez parçasiyle, bir mendille yarasını hemen sarıyor, o da yine müdafaaya devam
ediyordu.
Ben de, kumandanım da yaralanmıştı. Bilmem ne kadar müddet çarpıştık. Pekiyi
bilemiyorum. Bize imdat için iki taburumuz yetiştiği zaman biz artık son gücümüzü
sarfetmekte idik.
Yüzbaşımız: “ Haydi evlâdlar. Siz artık dinleniniz! “ diyerek yardımcı küvetlerle bıraktıgımız Voleckoya doğru bir hücum hazırladı. Artık kim vurur?
İçimizden çok ağır yaralılar ayrıldı. Biz iki tabur Baco’dan çıkarak ilerledik. Saatlerce
harp devam etti. Akşam oldu. İki taraftan ateş kesildi. Etrafı kaplayan koyu bir karanlık içinde
askerin şurada, burada ateş yaktığı görünüyordu. Yaram da geyet şiddetli bir ağrı vardı.
Bayılırcasına bir yorgunluk içinde kımıldamaya gücüm yoktu. Bir kayanın eteğinde, kuytu bir
yere çekilerek paltoma sarıldım. Uzandım. Uyumuşum. Nihayet: “Su.. Su. “ diyerek uyandım.
Sabah olmamıştı. Düşman ne halde? Diye onbaşıya. sordum.
“Bilmem amma savuştu galiba?.”
“ Nereden anlıyorsun? “
“Karşı tarafta hiç ışık yok.”
“Öyleyse Milona Boğazı elimize mutlaka geçmiş olacak.”
İkimiz de bir müddet sustuk. Biraz sonra kulağımıza bir ses geldi, biraz daha öteden
bir inilti işitiyorduk. Birisi derindan derine anlamadığımız bir şeyler söylüyordu.
Mustafa Onbaşı birdenbire yerinden kalktı:
“ Evet, bir inilti var “
“ Mutlaka bir Yunanlı olacak.”
“ Olabilir “
“ Yaralıdır, Kurtaralım fakat nasıl? “
“ Bir ışık olsaydı. “
“ Ben şimdi çaresini bulurum. Kibrit var çakayım.”
Mustafa Onbaşı cebinden çıkardığı kibriti yaktı. Yanıbaşımızdaki çalışarı tutuşturarak
oldukça bir ışık meydana geldi. Artık çevremizi görebiliyorduk. On adım ilerimizde bir şeyi n
sürüne sürüne geldiğini gördük.
Mustafa Onbaşı: Sen kimsin, diye haykırdı.
Sürüklenen adam Rumca cevap verdi. Durmadan da inliyordu. Onbaşı:
“ Mutlaka yaralı olacak “ dedi.
“ Evet, buralarda kalmış olmalı.”
“ Belki de bir casustur. “
“ Tetikhareket edelim. “
Bu mesele bana yaramı da, her şeyimi de unutturdu. Rumca söyleyen bu adan omzunu
gösteriyor ve durmadan inliyordu. Yerde sürünüyordu. Mustafa Onbaşı, bunun haline dikkat
etmekten ziyade birçok çalı yığıp ateş yaktı. Orası iyice aydınlandı. Herifin kan içinde
korkunç bir manzara gösteren yüzüne dikkatle baktıktan sonra bana:
“ Teğmenim. Sen tabancanı hazırla her tehlikeye karşı tedbirli davranalım. “ dedi.
Sonra belindeki uzun kuşağı çözüp yaralıya ellerini kaldırmasını işaret etti. Bu gibi işle rde
uzun zaman tecrübesi olanlarda görülecek bir maharetle en önce onun ellerini sıkı sıkıya
bağladıktan sonra kucakladı ve ateşin yanına kadar getirdi. Orada aydınlıkta yarasına baktı:
“ Önemli bir yarası var. Sarmak lazım. Sanırım durmadan kan akıyor. “ dedi.
“ Evet saralım. “
“ Neyle saralım teğmenim. Ben de bir sargı yok. “
“ Kasaturanı çıkar. Kaputumun astarını boydan boya kes. “
“ Olurmu ya?”
“ Allah aşkına kes Onbaşı. Kolum bağlı olmasaydı sana hiç söylemeden ben
keserdim.“
“ Peki komutanım. “
Mustafa Onbaşı kasaturasını çekti. Bu sırada elleri bağlı olan Yunan yaralı bu harekete
yanlış bir anlam vererek galiba: “ Mimisıkotüsis “ diye haykırdı.
Biz bunun ne demek oklduğunu bilmediğimiz halde kendisini keseceğimizi
zannederek (Beni Öldürmeyiniz) demek istediğini anladık. İkimizde hemen ellerimizle
kendisini öldürme kastimiz olmadığını işaret ettik. (Korkma, korma ) dedik. Tabi o işaretimizi
anladıysa da Türkçe sözlerimizden bir şey anlayamadı.
Mustafa Onbaşı esir yaralının korkusunu bir an evvel gidermek için süratle paltomun
eteğini kaldırıp bir yanının bütün astarını kesti. Sonra kasaturasını kınına takarak yine işaretle
yarasını Yunanlıya anlattı.
Yaralının karmakarışık saçlar altında korkunç bir manzara gösteren solgun kanlı
yüzünü birden bire bir sevinç kapladı. Bu kayanın altında yanan, çalıların neydana getirdiği
kızıl bir ışığa karşı şuraya buraya sürdünmekten zedelenmiş, korkudan, kandan, azaptan,
tanınmayacak bir hale gelmiş olan bu yüzün, hele o baygın gözlerin, bize karşı gösterdiği
minnet duygularını ömrüm oldukça unutmayacağım.
Yaralı bir eliyle yarasını gösterdi. Sonra yine eliyle “ Şimdilik dursun “ der gibilerden
işaretler yaptı. Sonra su istedi. Artık Mustafa Onbaşının matarasındaki su tükendiği için
benimkini uzattık. En yanık bir hararetle şapır şapır suyu içtikten sonra oraya ateşin kenarına
yuvarlandı.
Biz öldü sandık. Mustafa Onbaşı, hemen eğildi, kalbini dinledi.
“Hayır, sağ, bayılmış! “ dedi. Yarası çok derin olmalı.
Sonra yaralının ka putunun omuz başını açtı. Mustafa Onbaşı astarının bir parçasını
ıslattı. Yarayı ağır ağır silerken o acı acı inliyordu. Bu iş bir müddet sürdü. Sonra yarayı sıkı
sıkıya sardık Kaputu kapadık. Sabaha doğru ayaz arttığı için ateşi yakmak zorun a kaldık.
Koca onbaşı şuradan, buradan biraz daha çalı, çırpı topladı. Ateşi canlandırdı. Yaralı hala
inleye inleye uyuyor, vücudu arada sırada sarsılıyordu. Belki de şimdi en şiddetli bir sinir
buhranı içindeydi.
Ben arkamı kayaya dayamış olduğum halde dizlerimi uzatarak ısınmağa başladım.
Mustafa Onbaşı da geldi, yanıma oturdu. Artık zavallı adam yorgunluktan bitmişti. Benzi
uçmuş, kolları kuvvetsizlikten yana düşmüştü. Uzaktan uzağa hiç bir ses, seda işitilmiyordu.
Sanki o uçurumlu dağ lar, bayırlar bütün bü tün boştu. Şafak sökmeğe başlayınca:
“ Haydi gidelim”, dedim.. Mustafa onbaşı yerinden kalktı. Sonra yaralı Yunanlıyı da
uyandıdı. Ben de ayağa kalkmıştım. Yunanlıda yürüyecek hal yoktu. Gözünü açar açmaz ne
olduğunu anlamayarak haykırdı. Sonra ağır ağır kendini topladı. Rumca, bir şeyler söyledi.
Bize durmadan bir teskere ile götürülmesi işaretini veriyordu.. Mustafa Onbaşı:
“Haydi, kollarına girip kaldıralım. Siz sol tarafına geçiniz ki, yaralı kolunuza
sarılmasın, dedi. İkimiz, iki tarafına geçerek omuzlarımıza asılmasını söyledik. Böylece ayağa
kalktı. Fakat yarasının ıztırabından ikide birde acı acı haykırıyordu. Keçi yollarından Kiliseli
köyüne geldik. Uzaktan top sesleri geliyordu. Alay efradının orada toplanmış olduğunu
gördük. Arkadaşlarla ve yüzbaşı ile kucaklaştık. Yaralı Yunan esirinin durumunu anlattık.
Onu hasiahaneye yatırdılar. Biz de fırka kumandanlığından gelen bir emir üzerine Milona'ya
doğru hareket ettik. Ve harbe giriştik.”
Siperde yazılmış yukarıda ki yazılar, Yunanlı esirlere karşı gösterdiğimiz yüksek
kalpliliğin en güzel bir örneğidir. Ele geçirdiğimiz kasaba ve köylerde halka ve siperler içinde
geri kaçamayan Yunan esirlerine karşı gerçekten Türk askerleri şefkatle muamele etmişler ve
bu hal bütün dünya basınını hayretler içinde bırakmıştı.
Milonadan Sonra
Milona zaferinin kazanıldığı ikinci günden sonra 19 Nisan Pazartesi sabahı Milona
Tepelerinden Yenişehir Ovasına bakan askerlerimiz, Yunanlıların güneye doğru taban
yağlayarak kaçtıklarını görmüşlerdi. Yunanlılar tam iki saat güneyde toplanabilmişlerdi.
Sabahleyin şafak sökerken birinci ve ikinci liva birlikleri ileri sürülmüş, henüz düşman elinde
bulunan Lisfaki Tepesi üzerine ilerlenilmişti.. Şimdi sırtlardan: “Allah.. Allah! “ Sedaları
arasında Mehmetçiklerin ettiği hücum ve düşmanı takibe başladığı görülüyordu.. Ve Türk
birlikleri sulan ile meşhur (Kaymak) mevkiinin hâkim sırtlarını elde etmiş, hatta güney
eteklerine kadar inmişti.
Lisfaki Muharebesi:
İkinci Neşet Paşa Fırkası Lisfaki Tepesine hücum ederken Türk ve Yunan topçuları da
karşılıklı düelloya başlamıştı. Düşmanın topçusu Lisfaki Tepesinde mevzi almış ve durmadan
gülle yağdırıyordu.
İkindi vakti olmuştu. Düşman hala bu tepe de mukavemet ediyordu. Bizim topçular da
buradaki bataryaya ateş yağdırmaktaydı.
Ayrıca Voleçko Tepesini elde edip Milona
Boğazından geçerek Yenişehir ovasına
inmesi emredilen piyade birlikleri de Lisfaki
önüne getirilmişti.
Neşet Paşa, bu yerleri eskiden beri
bildiğinden hududa yakın olan Tırnova'nın
Türk birliklerinin eline geçmesi için beş
tabur istemiş, bunlar gelince, hepsini Lisfaki
Tepesi üzerine sevke karar vermişti. Bir
yandan da İkinci Fırkanın Birinci Liva
Kumandanı Celal Paşaya dağ topu ile bir
tabur asker alarak sağ kanattan Lisfaki
Tepesini zaptedip oradan Tırnova' ya mermi
yağdırmasını emretmişti. Taburlar, yavaş
yavaş ve uyanık olarak tepeye doğru
ilerlemekteydi.
Şimdi Celal Paşa ile taburu ve dağ
toplan (Tırpan Tepeye) yetişmişti. İki tabur
da Lisfaki eteklerinden sırta tırmanıyor,
kayalar arasında ilerliyordu. Yunanlılar,
tepenin tam en üst noktasında bir pusu
kurmuştur.
Türk manga efradı kayalar arasında
sekerek yukarı doğru çıkıp da nişangâh içine
girer girmez tepedeki kayalıklar arasından,
karakoldan üzerlerine şiddetli bir tüfenk
ateşi dökülmeğe başladı.
Hudut
Yunaniye
Erkânı
Harp
Heyetinden Miralay Enver Paşa
Şimdi, Türk askerleri de tepeye doğru martinlerini çevirmişlerdi. Fakat kaya ve taşlar
içinde ki Yunan mevzileride dayanıyordu.
Celal Paşa, hemen Tırpan Tepesine elindeki toplan tabiye ettirdi ve Lisfaki'dekı Yunan
askerleri üzerine dane vc şarapnel yağdırmaya başladı. Fakat 3500-4000 metre mesafeden
bulunan Yunan siperleri kâfi tesirde bulunmuyordu.
Fakat Yunan topçularıda haola mukavemetteydi. Ve mesafeyi de tanzim ettiklerinden
tepeyi topa tutan bataryamızı onlar da susturmak istiyor ve üzerine dane yağdırıyordu.
Liva Kumandanı Celal Paşa, topçuların yanında bulunmaktaydı. Yanında da Kurmay
Yarbay Enver Bey vardı. Birden bire arkada bir düşman mermisi patladı. Yarbayın onbeş
adım geride bulunan atı mermi parçalan altında kalarak hemen ölmüştü ve şimdi düşman
şarapnelleri de bataryanın ü tünde bir sağanak halini almıştı.
Bu sırada Talat Paşa da Yunan topçusunun ateşi altında geziniyordu. İkdam
Gazetesinin harp muhabiri olarak cephede bulunan Mehmet Tevfîk Bey (meşhur Tevfik Baha)
Talat Paşa’nın yanına sokularak ateş hattından geri çekilmesinin düşman mermilerinden
korkmak demek olmayacağını söyledi ve Talat Paşa hedeften aynldı. Cel al Paşa, hala
topçularının arasında bulunu yordu. Tevfik Bey onunda yanına giderek:
“Paşam, daneler bulunduğumuz mahalle düşmeğe başladı. Hedefin yanından biraz
çekilmiş olursanız çok iyi bir harekette bulunmuş olursunuz. “
Celal Paşa, cephe mubahirine şu cevabı vermişti:
“ Ben askerim. Mevkiimi bırakamam. Düşmanın dane ve ateşinden korkmam!.”
Fakat biraz sonra ikindiye doğru Celal Paşa’nın tam tepesi ucunda patlayan bir
düşman şarapnelinin parçaları başına rastlamış ve hemen kendisini şehit etmişti.
Orta boylu, kır bıyıklı, omuzlan biraz çıkık, şen, güleç, etrafındakilere iltifattan geri
kalmaz, askeri bilgisi kuvvetli yiğit ve orduda ün kazanmış bir kumandandı. Mübarek nâşi,
Alasonya’ya götürülmüş ve Çarşı Camiinde, iki gün önce şehit olan Hâfız Abdül Ezel
Paşa’nın kabri yanına gömülmüştü.
Celal Paşa’nın da şehit olması, ordumuzdaki asker ve subayları çok büyük bir
üzüntüye uğratmıştı. Onun intikamını almak isteyen piyadelerimiz hemen ve yeniden hücuma
kalkmışlar, fakat bu hücumda da bir netice elde edilmemişti.
Düşman, Lisfaki Tepesi’nin Türkler eline düşmesiyle Tımova yolunun açılacağını
bildiğinden bu tepede çok büyük tahkimat yapmıştı.
Topçusunun endahtı tesirli oluyordu. Nisanın 21’inci Çarşamba günüde bu tepe
Yunanlıların elinde kalmış, mukavemeti bir türlü kırılmamıştı.
Tırnova'nın kuzeyinde ve en hâkim bir noktada bulunan Listaki Tepesi mutlak a
zaptedilmeli ve güneye doğru muzaffer akıncılarının yolları açılmalı idi.
Celal Paşa’nın şehit olduğu Salı gününün ertesi 21 Nisan Çarşamba sabahı şafak
sökerken başlayan muharebeler sürmüş, düşman bataryalarını susturmanın imkânı olmamıştı.
Fakat bu bataryalar mutlaka susturulacaktı. Askerimizin şevki, heyecanı, savaş kudreti
o ka dar yerinde idi ki, 22 Nisan Perşembe günü sabahı aynı salvetle tepelere hücum edildi.
Gevgili Taburu Binbaşı Vekili Kolağası Mehmed Said Efendi yaralanıncaya kadar askerini
hücuma kaldırdı, fakat düşman gerçekten büyük bir mukavemet göstermiyordu.
Öteki Cephelerde Savaşlar:
Lisfaki Tepelerinde kanlı müsademeler devam ederken Milona Boğazı’ndan da
askerlerimiz, topçu, piyade ve süvari Yenişehir Ovasına inmek üzere yavaş yavaş sırtlardan
aşağı doğru iniyorlardı. Şimdi Yunanlıların bulundukları muhtelif yönlere doğru ateş
ediliyordu.
Çünkü sekiz tabur piyademizle, süvari bataryamız Başkomutanlıktan Yenişehir
Ovasına inmek emrini almışlar ve Milona ve Menekşe tepelerini dolaşan şoseyi takip ederek
(Karadere) köyüne inmişlerdi.
Salı günü Karade köyü zaptedilmiş, yıkık Caminin yan duran minaeresine çıkılarak
yüksek bir sesle: “Allah-ü-Ekber.. “ Sesleri arasında ezan okunmuş ve bu köyün iki kilometre
ileri sindeki Kaynak mevkiine kadar ilerlenilmişti.
Yunanlıların karargâhı evvelce burada bulunduğundan erzak, cephane, çadır ve
silahlar ele geçirilmişti. Fakat kati neticeli muharebeler bir türlü olamıyordu.
Ordunun sol kanadında Kozköy’de de şiddetli muharebeler ceryan ediyordu,
buralardan da Yunan askeri bir defa çekilecek olursa Olimpos Tepelerinden aşağı kayılarak
Tesaya ovası elimize geçirilmiş olacaktı.
Thessalie - Meteores
Altıncı Tümen Tesalya Ovasına Nasıl İndi?
16 Nisan’dan beri devam eden ve henüz kati bir netice alınamayan savaşlarda sol
kanadda Ko köy civarında bulunan Hamdi Paşa’nın 6’ıncı Tümen birlikleri çok yorgundular.
Bir gecelik istirahatten sonra 23 Nisan Cuma günü sabahın erken saatlerinde tümenin on iki
taburu harekete geçti. Bazı geçitlerden akarak enişehir Ovasına inecekti. Fakat Kozköyü’nden
ovaya kadar uzanan arazi birbirini kovalayan sarp tepelerle çevrili olduğundan ovaya inmek
çok müşküldü. Taburlar bu zorluğu az zamanda yendi ve Yenişehir Ovasına bakan en yüksek
tepelere çıkıldığı zaman düşmanın Karademirler ve Musalar köylerine doğru geri çekildiği
görüldü.
Türk topçuları hemen mevzi alarak kaçan Yunanlıları dağ toplarının dane ateşi ile
döğmeğe başlamıştı. Az sonra piyadelerimiz Karacaören, Muştular ve Nebiler köylerini işgal
ediyordu. Bir birlik’de Karademirler köyüne doğru ilerilıyordu. Köye yaklaşılınca dıvarları,
çitleri siper alarak müdafaada bulunan bazı Yunan askerlerinin köyü terketmedikleri ve
yağmur gibi kurşun yağdırdıkları görüldü. Tepeden muharebeyi seyreden Hamdi Paşa,
Yunanlıların sağ kanadını ve arkasını çevirmek üzere emirler verdi ve on iki tabur. Bir
ağızdan: “Allah. Allah! “ sesleri içinde ve en heyecanlı bir surette hücuma kalktı. Yunanlılar
neye uğradıklarını şaşırmışlar artık bir çorap söküğü gibi mangaları Yenişehir Tesalya
Ovasına doğru doludizgin kaçmaya başalmışlardı. Yolda silahlarını, cephanelerini
bırakıyorlardı. Yolda silahlara, kenara atılmış kunduralara, ağır gelmesin diye vucudundan
çıkarılıp bir kenara bırakılan üniformal elbiselere, taban kaldırmak için terkedilmiş çizmelere
rastlanıyordu. Bütün tarlalar böylece şapka elbise, çizme ve kundura dolmuştu.
Yunanlıların ricatta bu kadar maharet sahibi ol maları Türk askerinin ağzını doğrusu,
bir karış açık bırakmıştı.
Altıncı Hamdi Paşa Tümeni’nin 12 taburu düşmanın içine öyle bir yıldırım düşer gibi
inmişti ki. Yunanlıların Kolklamos Livası bütün mevzilerini terketmiş ve geri çekilmişti.
Hattâ Yunanlıların elinde bulunan Tatarlar köyündeki Rumlar:
“ Türkler geliyor! “ diyerek kaçışmışlardı. Köye giren Türk askerleri, Yunanlıların,
askere verilmek üzere köyün ortasında henüz pişirilmiş üç kazan yemek görmüşlerdi.
Kazanlar zeytinyağlı bakla ile dopdoluydu. Fakat firar bunları yemeğe mani olmuştu.
O gece Karademirler köyüne karargâh kuran Altıncı Tümen, Yenişehir Ovasının doğu
kuzey bölgesindeki bütün köyleri eline geçirmiş bulunuyordu. Yunanlılar kaçarken bütün
köyleri ateşe vermişlerdi. Gece samanlarla örtülü evlerin başından çıkan alevler gökyüzüne
dalga dalga yükselmekteydi.
Artık hudut aşılmış demekti Düşmanın bu hattı tekrar Türk askerine açılmış oluyordu.
Zafer kuşu, yarın sabah değilse, yarın akşam muhakkak ele geçirilecekti.
Yenişehir Ovasında Neron'un Sevebileceği Manzara:
Yunanlıların terkettiği köyler bomboştu. Halk kaçmıştı. Zaten harbin ilân edildiği gece
Yunanlılar hudud boyundaki köyler halkını:
“ Türkler geliyor. Hepinizi kesecekler: Canınızı kurtarın!” Diyerek Yenişehir ve
Glos'a hicret ettirmişlerdi. Şimdi de Tesalya Ovasına kaçarken bütün köyleri ateşe
vermişlerdi.
Gece, tepelerden ovayı seyredenler büyük bir şehri ayin karşısında bulunduklarını
sanmışlardı. Bu yangın alevlerinin aydınlattığı ovanın kızıllıklar vuran manzarası karşısında
Roma İmparatoru Neron olsaydı belki en büyük hazzı duyabilirdi. Çünkü görülen şey o kadar
dehşetti: Her köyden gök kubbeye doğru kol kol alev ler fışkırıyordu. Her köy, yangınların
dev kolları arasında kalmıştı. Gökyüzüne yükselen kızıl alevler oralarını da baştanbaşa
kızartmıştı. Sonra uzaklara doğru uçuşanı siyah dumanlar kara bir tabaka halini alıyor, gökten
ayın ve yıldızlann bu vadilerin şırıl şırıl akan sularına vurmasına mani oluyordu.
Evler yanıyor, çit dıvarların çıtırdıları tepelere kadar aksediyor, köyde kalmış olan
kümes hayνanları, koyun ve kuzular, kedi ve köpeklerin kaçışları, bağırışları tüyler
ürpertiyordu. Sonra binlerce askerin bu yangınları söndürdüğü görülüyordu.
Yunanlılar neden bu köyleri yakmışlardı? Çünkü yukarı komutanlardan şu emri
almışlardı ki, terkedılen köylerde işe yarar bir şey kalmayacak! Her şey yakılacak, evler bir
harabe halinde bırakılacaktı. Türklerin eline hiç bir şey geçmemeli idi. Bu nasıl vicdandı?
Yunanlıların vicdanı böyledir işte? Anadolu’dan da, kaçarken Aydın. Nazilli, Ödemiş
ve bu merkezlerin köyleri de aynen öyle yakılmamışmıydı? Halkın dağ başlarina kaçmaları,
sefil, perişanrı olmaları böyle olmamış mıydı?
Milona Geçidindeki sırtlardan ve (Karadere) adındaki pınardan ilerliyerek en stratejik
köyleri ele geçiren Türk ordusunun bu hareketini, İngiliz Kamarası üyesi Sir Smith Bartlet.
Milona tepelerinden seyretmiş ve Mati-Meliler Muharebesi adını alan bu savaşı şöyle
nakletmiştir:
“ Nisan’ın 21’inci Çarşamba günü saat onbirde dehşetli bir top mu harebesi başladı ve
saat dörde kadar sürdü. Türklerin altı bataryası (35 top) vardı. Buradan üç bin yarda ötede de
Yunanlıların beş bataryası (30 top) bulunuyordu.
Türk topları Kara dere sularının ön cephesinde ovaya doğru. Yunan bataryaları ise
Kıntiri Tepesinden ovaya dogru uzanan etekler üzerinden sağdaki Delilerköyü’ne kadar
sıralanmıştır. Ötede mustakil bir tepe vardı. Yunan topçuları bu tepenin arkasında güzelce bir
siper tutabılmişlerdi.
Yunanlılar çok miktarda güzelce barut harcadıkları halde az iş gorebilmişti. 4 saatlik
hiç durmayan bir top ateşin den sonra Türklerden yalnız üç kişi yaralanmıştı.
Öğle vakti, sol kanatta Karaçalı ve Deliler köylerinin içinden şiddeti tüfenk ateşiyle
karışık top ateşi başladı. Gerek ila ti ve gerek Mati ve gerekse Deliler köyü tarafından saat
5’te ateşe son verildi. Her iki taraf da bir şey elde edememişti. Fakat saat altı buçukta ateşe
evvelkinden iki kat şiddetle tekrar başlandı. Bir kaç dakika sonra Yunan erlerinin ev ve
bahçelerden telaş ve korku ile çıkıp Deliler köyünün güneyinden gelen dereye doğru
koştuklarını ve bir kaç atlının güney batıya doğru güney batıya doğru kaçıştıklarını gördük.
Bu Yunan piyade ve süvarisinin ricatı idi.
İşte, Türk ordusunun bu başarısı üzerine Yunan sağkanadı muhasara edilmiş edilmiş
olduğundan umumi bir ricatın önünü almak mümkün olamamıştır. Bu çarpışmalar Milona
tepesinin üzerinden panorama gibi tamamiyle görebilmiştik.
Bu muvaffakiyet Hayri Paşa kuvvetlerininde yetişmesiyle harbe son vermiş.
Tesalya’nın kuzey varoşu Türklerin eline geçmişti. Yunan ordusunun geriye çekilip
kaçmaktan başka kurtuluş çaresi kalmamıştı. Bu muharebede Yunanlıların zayiatı üç yüzle,
dört yüz arasındaydı.
O gece Müşir Ethem Paşa ile birlikte Alasonya’ya döndük. Orada herkes Yunan
ordusunun kati mağlubiyetinden habersiz olarak uykuya dalmıştı.
Benim fikrimce Yunan ordusunun selameti için umumi bir ricattan başka çare
kalmamıştı süvari ve topçu ile birlikte en az yetmiş bin kişiye varan ve arka arkaya kazanılan
zaferlerin neşesiyle kuvveti bir kat daha artan beş Türk askeri tümenini muharebe için
toplamak ve yahut Yenişehir üzerine sevketmek mümkündü. Türk topçuları sayı ve manevi
kuvveti itibariyla Yunanlıların üstündeydi. Türk süvarisi mükemmel ve Yunanlıların noksan
bir kaç süvari bölüklerine göre gayet kuvvetli idi ve altıncı bir tümen de kurulmak üzereydi..
Yunanlılar Yeni şehrin müdafaası için elli binden fazla asker çıkarmazlardı. Şu halde Yunan
ordusu için mağlubiyet muhakkaktı. Hem öyle bir mağlubiyet ki, bütün ordunun çökmesi
veya esaretiyle neticelenebilirdi.”
İşte, tarafsız bir muhabirin, bir İngilizin yazdığı yazı. Cuma günü yapılan ve MatiMeliler Savaşıylae harbin kaderinin tayin edildiği saatlerde Lifsaki Tepesinde dayanıp duran.
Yunan topçuları da firara yüz tutmuşlar ve oradaki kuvvetlerin bütün bütün imha
edilmemesine gayret göstermişlerdi.
Tırnova Kasabasıda Türk Askerinin Eline Geçiyor:
Türk ordusu, Orta Tesalya’ya girmek için en mühim geçit yeri ve anahtar kıymetinde
olan tepelerden:
1.Ortada Milona Geçidini.
2. Sağ kanadda Pınar, Papalivadya ve Lisfaki Tepelerini.
3. Sol kanadda Kodumon ve Perdika sırtlarını eline geçirmiş bulunuyordu.
Artık Tırnova Türk ordularına açılmıştı. Hatta Cuma günü gecesi hücum yapılmış
olsaydı. Yunan birlikleri çevrilecek ya imha, ya da esir edilecekti.
Tırnova
Bugünlerde Plevne kahramanı Gazi Osman
Paşa’da Yunan hududunda ki Türk ordularının
umumi müfettişi vazifeyle Alasonya’ya gönderilmiş
ve padişahın selâmlarını Mehmetciklere subaylarına
tebsir etmiştir.
İstanbul, iki gündür cepheden bir haber
alamadığı için Cumartesi günü gazeteler ikinci
baskılar yaparak halka şu telgrafı müjdelemişti:
Alasonya Orduları Müşiri Ethem Paşa’dan 24
Nisan 1897 tarihinde gelen telgrafname suretidir:
“Padişahımızın sayesin de Tırnova'nın üzerinde ve
en hâkim noktası bulunan Lisfaki Tepesinin dünkü
gün yapılan askeri harekâtın tesiriyle zaptolunduğu
arzolunur.”
Yunanlılar kaçıyordu. Yerlerini bırakıyorlardı.
Bu firarları. Alasonya Orduları Kumandanı Müşir
Ethem Paşayı, bile şaşırtmıştı. Nitekim Cuma günü
gecesi Paşa İngiliz Daily Malie gazetesi muhabirine
şu beyanda bulunmuştu:
Gazi Osman Paşa
Ethem Paşa’nın Beyanatı:
“Yunanlıların niçin mevkilerini terk ettiklerini anlıyamıyorum. Bunların mevzileri
tabiaten muhkem olmakla beraber tahkimi için haftalarca zaman ve bin erce lira
sarfetmişlerdi.
Onlar muharebe istediklerini söylüyorlardı. Biz de muharebeye hazırdık. Niçin
kaçmış olduklarına akıl erdiremiyorum. Bu kaçış, benim de tamamen imha etmek için daha,
altı saat karşımızda durmalarını isterdim.
Bizim. Amavutluk taburlarının kötü bir adetleri var. Hareket esnasında daima türkü
çağırırlar. Bunların içinden altı tabur Yunan ricat yolunu kesmek üzere bir köy üzerine
hücum ediyorlardı.
Bir Yunan zabiti Arnavut taburlarının, adetleri gereğince, söyledikleri şarkı seslerini
işitti. Bu suretle Yunan subayı vaktinde ve zamanında ricat yollarının kesileceğinden
haberdar oldu. Yoksa bugün Prens Kostantin ile birlikte yemek yiyecektik.”
24 Nisan Cumartesi sabahı ordu şimdiki modern harbin tank kolları halinde
tepelerden Tesalya Ovasına doğru inmeye başlamıştı. Fransızca Llustaration Mcmuası harp
muhabiri bu hareketin neticesini dergisine telliyordu:
“ Türklerin sağ kanadındaki savaşlar, gerek batıda gerek güneyde, Makedonya’nın
Daması Ovası ile Yunanistanın Zorkos mevkii arasındaki Pene hattı boyunca Reyni
Geçidini zorlamakla geçmişti ki, tarihte İran orduları da bu mevki Tesaya’ya karsı aynı
maksadla kullanmıştı. Burada çarpışmalar çok zaman kararsız oldu. Yunanlı Albay
Smalenski, Mastrapas. Mavro Mihali ve Markis orduları cepheyi adım adım müdafaa ederek
çekildilerse de Türkler, Damasi ovasına sızmaya ve Rene’yi takip ederek Milona
Boğazındaki Türk kuvvetini tehdit eden ve Kesriya Irmağı üzerinde mühim bir istasyon olan
Tırnova'yı çevirmeye muhaffak oldular. Hele kanlı Moti (Kayanaklar) Savaş Cuma günü
bittiği gün, çok kat'i bir netice ile sona erdi ki, Türklere yalnız Tırnovayı değil, Yenişehir’i
ve bütün Tesalya’yı kazandırmı ş oldu.”
Tırnova
Tırnova ile Kazaklar köyü yolunun birleştiği yerde, birdenbire ricat eden büyük bir
askeri kalabalık yolun üzerinde toplandı. O zamana kadar süren hazin yürüyüş sessizliği
ansızın kavgaya gürültüye yerine bıraktı. Kumandana itaat fikri bütün bütün kaybolmuştu.
Yunan askerleri subaylarına, ağzına gelen küfürü (gamato) diyerek savuruyordu. Artık
muntazam ricat, tamamen kaçış mahiyetini almıştı. Zabitler gayet bitik bir halde askerin
ahalinin arasında yürüyorlardı. Yunanılar işaretli telgraflarla “Yenişehire doğru çekiliniz “
işaretini veriyorlardı.
Birdenbire bir müthiş gülültü kulaklarımızla kadar geldi. Ricatı setr ve muhafaza
etmek için geride süvari kuvveti yoktu: “İşte Türkler geliyor “ sesleri bir anda binbir ağızdan
dökülünce sağdan, soldan hiç bir emir ve ses duyulmaz oldu.
Bu müthiş korku havası, bir yıldırım gibi tesir meydana getirdi. Askerler, kadınlar,
erkekler çoluk-çocuk, hayvanlar, öküzler, eşekler, sığırlar mandalar anlatılmanın imkânı
olmayan bir karışıklık içinde ileriye doğru saldırdılar. Bunlardan pek çoğu bir daha
kalkmamak üzere yerlere yığıldı. Ayrıca devrilip de yolu tıkayan arabalar bu büyük karışıklığı
arttırdı durdu. Bu arada bizim araba da devrildi. Muhabir arkaşdaşlanmızın her biri bir tarafa
dağıldı.
Biraz sonra yüreklerini korku saran askerler gönüllüler, silahlı köylüler her tarafa
doğru ateş etmeğe başladılar. Kurşunlar vızlayarak kalabalığın arasından geçiyordu. Atılan
tüfenklerin alevleri, ova içinde karanlıklar arasında yer yer aydınlıklar meydana getiriyordu.
Yunanlıların karanlık içinde birbirlerini öldürmekte olduklarını anladık.
Ateş kes borusu işitilinceye kadar tüfek sesleri otuz dakikadan ziyade sürdü. Fakat
boru sesi ovayı inlettiği halde tüfenk sesleri kesilmedi. Nihayet sesler biraz dinince ve tek tük
şuradan buradan atılacak kadar geçen zaman, bize aylar gibi uzun göründü. Ben başka
muharebelerde de karışıklıklar görmüştüm ama bu Tırnova kaçısında Yunanlıların birbirini
öldürerek açtıkları tüfenk ateşinin bir örneğini ne Plevne ve nede Şipka’da en kötü
karışıklıklar esnasında bile ne gördüm, ne işittim.
Biz bir aralık yoldan çıkarak tarlalar arasına döndük. Yolun üstü çoluk çocuk, kadın,
erkek hayvan cesedleriyle dolmuştu. Ayağımız her adımda can vermekte olan bir biçarenin
koluna eline göğsüne başına takılıyordu.
Yolun üzerinde mühimmat sandıklan, kırılmış arabalar ev eşyası, yataklar yorganlar
yığılmış kalmıştı. Bunlara çarpan hayvanların sesleri yüreklere en dehşetli çarpıntıyı
veriyordu.
Yol üstünde toplar, kajkılar da bırakılmıştı. Bunlarda kaçanların ilerlemesine engel
oluyordu Yaya kaçanlardan birçoğu atlıların üzerine hücum ediyor, altlarındaki atları ele
geçirince gözden kayboluyorlardı.
Şu umumî hercümerc içinde bazı Yunan subayları kaçanları bundan alıkoymak için
rüvelverle boşuboşuna korkutmak istiyorlarsa da eger Turk ordusu Yunanlıların bu korku ve
dehşet içinde kaçışısından, haber alsa ve Yunan ordusunu kovalamakta şiddet gosterseydi
Yunanlıların perişanlığı yüz kat daha ziyade olacaktı.
Evet, Türk ordusu onları takıp etmemişti ama Yunalılar daima başları ucunda hemen
ineceğini snadıkları Türk süvarisinin kılıç korkusu ile kaçmışlardı ve 25 saatte 80-100
kilometrelik bir yolu tabanları yağlayarak almışlardı.
Türk Askeri Tırnovada:
Türk Askeri Tırnova’da
Tepelerden inen Türk orduları artık Tırnova yolu üzerindeydi ve öğle üzeri saat 11’de
süvariliremiz şehire girmişti.
Kasabada halk namına kimse kalmamıştı. İki üç evde bir kaç Türk ailesi vardı.
Rumlardan ise iki ihtiyar erkek iki ihtiyar kadın kaçmamıştı. Bir de ayakları fel çli 17-18
yaşında bir kız anne ve kız kardeşleri tarafından yatakta bırakılmıştı Bütün ahali: “ Türkler
geliyor!” diye kaçmışlardı. Süvariler kasabaya girerken Neşet Paşa Tümeni de dün akşam ele
geçirdiği Lisfaki Tepesinden aşağılara inerek az sonra Tırnovaya girmiş bulunuyordu.
Bu sırada Ati - Kaynak mevkinde bulunan Türk Orduları Kumandanı Mareşal Ethem
Paşa da bu mevkie kadar uzatılan ve Yıldız’a bağlı bulunan telgraf hattında Tırnova’nın zaptı
müjdesini İstanbul’a bildiriyordu:
“Ulu Tanrının yardımı ile Neşet Paşa Tümeni dün düşmanı ziyadesi ile sarmış ve
düşmanın gözünü Türk askerini kılıç parıltıları haddinden çok ürkütüp korkutmuş olduğundan
Lisfaki Tepesini, ufak bir müdafadan sonra düşman ricat etmiş ve bu tepede Türk Sancağı’nın
dalgalanmasını görüp Tırnova’da durmağada muvaffak olamayarak bir kısmı Çayhisar
gerisine, bir kısmı da Yenişehir’e doğru kaçmıştır. Öğleye doğru Neşet Paşa sağ cenahtan
ilerliyerek hiç vükuatsız Tırnova’ya girmişlerdir. Kasabanın içinde birkaç ihtiyardan başka
kimse kalmamış, bütün ev ve dükkânların eşyası ve erzakı olduğu gibi durmasından
Yunanlıların pek çok korkup dönmiyerek birdenbire kaçtığı anlaşılmıştır.
Kasabanın içinde ev eşyasından ve tüccar malından başka top tüfek cephanesi, erzak,
elbise ve bir haylı tüfek ele geçirilmiş ve alınan esirler Alasonya’ya gelmeye başlamıştır.
Vatan uğrunda ölmeye hazır askerlerimiz büyük bir şevke ve gayrete gelmiş ve ilerıye
sevkedilen süvariler, Yenişehir dolaylarına kadar giderek Türk satveti ve kudretini
yüceltmişlerdir. Askerlerimizin her türlü iyi hareketi ordumuz arasında bulunan yabancıları
şaşırtmış ve takdirlerini kazandırmıştı. Kasabanın zarar ve ziyandan korunması için dışarısı
taburlarla kuşatılmış, içerisinde süvari devriye kolların gezdirilmiştir. Yarın daha büyük
muvaffakiyete nail olacağımızı Allah’ın inayetinden dileyip ümit etiğimizi arz ederim.”
Yunanlılar Tırnova’dan kaçarken hapishane kapılarını da açmışlar ve 40 -50 mahkümu
salıvermişlerdi. Bunlar şehrin bazı evlerinde harsızlık yapmış kasaba terkedilirken bir kaç
evde ateşe verilmişti. Fakat Türk askerleri bu yangınları kısa bir zamanda girip söndürmüştü:
Mareşal Ethem Paşa Kasabaya Giriyor:
Nıhayet Türk Orduları Kumandanı Karadere’den hareketle Tırnova’ya gelmiş ve
doğruca hükümet dairesine gitmişti. Şimdi zafer sancağı direğe dikilmiş ve dalgalandırmaya
başlanmıştı.
Kasabanın Kaymakamlığına Habip Efendi isminde bir gönüllü Kolağası getirlmişti.
Harbin ilanında Üsküp Askeri Lisesinde Matematik Öğretmeni olan Habip Efendi sokaktan
bir gönulü ihtiyar Türkün geçtiğini görerek askerliğinin eski günlerdeki yiğitliği damarlarında
kabararak öğretmenlikten ayrılmış ve o da gönüllü olarak orduya katılmıştı. Şimdi de kendisi
ehliyet ve liyakatinden dolayı Tırnova’nın kaymakamlığına ve muhafızlığına tayin edilmişti.
Yıldız’da, Türk ordularının zafer haberini alan Sultan Abdülhamit tarafından, hemen
Müşir £t-hem Paşayı bir nişanla taltif etmiş ve bu beşaret telgrafını Mareşal Paşa ikindiye
doğru kasaba içinde almıştı. Yunanlılar, telgraf hatlarını bozacak kadar vakit bulamayıp
kaçtıklarından şimdi İstanbul ile Tırno telgrafla mükemmel bir şekilde konuşuyorlardı.
Padişah askerlerini de candan tebrik ediyor ve selamlarını gönderiyordu.
Akşam vakti bütün Alasonya tümenleri toplanmıştı. Çadırının önünde saf tutan
askerler muazıkalarının üç defa selam havasını dinlemişler ve üç defa, Çok yaşa duasında
bulunmuşlar, daha sonra da fırka kumandanları birlikleri Abdülhamit’in iltifat ve selamlarını
bildirmişti.
Arslan Mehmetçik bunlar. Umarın korkusundan Yunanlıların nasıl kaçtıkları Royter
Ajansı muhabiri tarafından bütün Avrupa’ya bütün fecaat, gerçekliği ile bildirlirken
Tırnova’ya giren birliklerimiz de düşmanın nasıl telaş ve heyecan içinde kaçtığını bıraktıkları
eşyadan anlıyorlardı. Kasabanın askeri kışlasında Yunan subaylarının bütün elbise ve
şapkaları olduğu gibi bırakılmıştı.
Elli yataklı bir hastahane bütün ilaç ve edevatı ile terkedilmişti. Yunanlılar, kaçarken
bunlara el sürmeğe, bile vakit bulamamışlardı. Artık Türk ordusunun Tırnova’dan da daha
ileri gitmesi lazımdı. Gidilecekti. Düşman daha gerilere atılacaktı.
Ethem Paşa Nisan’ın 25’inci Pazar günü sabahı umumi harekete geçilmesi ve
Yenişehir üzeriine yürünülmes emrini verdi ve Kaynak, (Karadere) deki umumi karargâhına
döndü.
Tırnova’dan Kaçan Yunanlıların Yenişehir’e Gelişleri:
Yenişehıre doğru kaçan Yunanlılar acaba orada kalabildiler mi? Türk muzikaları
Cumartesi günü dağların eteklerinden inip ovanın başında selam havaları çalarken
Yenişehir’de neler olduğunu yine Royter Ajansının harp muhabirinin şu yazılarından
okuyalım:
“ Yenişehirin giriş kapısında bulunan köprü üzerinde o kadar çok arabalar, insanlar
toplar, hayvanlar yığılmış kalmıştıki, böylece oradan bir kaç saatte geçmek mümkün olamadı.
Yenişehire gelen Yunan Generali Mavro Mihali, tekrar şehir dışına çıkmış ve Tırnova’dan
gelen kaçakları geri döndürmeye çalışmıştı. Fakat nafile, Yenişhir’in sokaklaında her ınıf
asker, büyük bir kargaşalık içindeydi. Ne boru ile verilen silah başına kumandasını ve ne de
subayların emirlerini yerine getiriyordu.
Yunanlılarda Dehşet ve Kaçış:
Sabahın saat ikisine doğru Tırnova bozgunluğunu haber almış olan halk da büyük bir
perişanlık içinde kaçmağa başlamıştı. Ahaliyi öyle bir dehşet kaplamıştı ki, bir yerden ufak bir
ses duyulsa hepisi o anda çil vavrusu gibi etrafa dağılıyordu.
Ay doğupta ortalık bir az aydınlanınca halkın yüreğine biraz inanç geldi, biraz su
serpildi. Ertesi sabah seher vaktinde kalanlar uykudan uyandığı zaman bir sokaktan ötekisine,
bir evden berikine gidip yarının ne olacağı hakkında endişeli endişeli konuşmalar
yapıyorlardı. Gecenin karşıtlığında ölenlerin sayısı beş altı yüz kişi kadar tahmin olunmuştu.
Sabah olunca Yunan subayları şehrin içinde ve etrafında ayrı ayrı bulunan askeri toplayıp batı
ve güney batı yollariyle (Çatalca) dolaylarına sevketmeğe başladılar.
Yunan askeri, bir lokma yemek yemeksizin yola koyuldular. Bunlardan çoğu Cuma
sabahından beri ağızlarına lokma almamışlardı.
Türk süvarileri. Yenişehir’den Galos'a giden şimendifer yolunu henüz işgal
etmediğinden yaralılar trenle, Galosa ve oradarı vapurla Pire’ye götürülmüşlerdi.
“Yunan askerlerinin Yenişehir’i de boşaltacağı ahali arasında duyulunca herkesi bir
dehşet bir korku kapladı. Ne yapacağını bilemeyen halk Çatalca’ya, Galos’a doğru firara
başlayıp yolları doldurdular.
Arabalara, hayvanlara çok sayıda ev eşyası yükletilmişti. Arabası, hayvanı olmayan
fakir kimseler eşyasmı omuzlayarak hazin bir yürüyüşle yol almakta, memleketin uğradığı bu
büyük felakete sebep olanlara söğüp saymaktaydılar.
Yük vagonlarından ibaret bir tren üç bin kadar halkı Galos’a götürmeye mecbur edildi.
Halk bu trene o derece hücum etmişti ki, vagonların üstünde bile yüzlerce kişi bulunuyordu.
Bu anda binlerce Yunanlı her dakika Türk atlılarının kılıçlı hücumuna uğrayacakları
korkusu ile ve ıztırap içinde yollarına devam ediyorlardı.
Saat onbir buçukta artık Yenişehir’de ahali adına bir kimse kalmamıştı. Prens
Kostantın ve Genelkurumayı sabah sabah bir trene binmişler ve hareket etmişlerdi. Subay ve askerler de öteki trenleri doldurduğundan halk şimendiferle gitmeğe imkân bulamamıştı.
Bizde de Yenişehir’i terk ederek Galosa kaçtık. Burasını Yenişehir’den daha büyük bir
heyecan içinde bulduk. Türk askerlerinin yakında oraya da geleceği haberi ağızdan ağza
dolaşıyordu. Kaçanlardan biraz zengin olanlar limanda bulunan sandal ve kayıklar ve gemiler
tutarak Eğriboz Adasına doğru ferteği çekiyorlardı.
Yenişehir’in Türk Ordusu Eline Geçişi
Orduların Yenişehir’e doğru hareketi emri verildiği Cumartesi gecesinin sabahında
Gromikop Paşanın kumandası altın da bir bölük Türk süvarisi Yenişehir üzerine
gönderilmişti. Beşinci Tümen de (Kazaklar) köyü üzerinden süvariyi takip edecek ve onlara
istınad olacaktı.
Şafak henüz sökmemişti. Yolda bir kaç Yunan askeri esir olarak tutuldu. Alman Paşa
hemen bunları sual yağmuruna tutmuştu.
“Yunan askeri nerede? “
“Hangi yöne ricat etti?”
“Yenişehir tamamen boşaltıldı mı?”
Gromıkof Paşa aldığı cevaplarla Yenişehir’in Türk ordusuna açık olduğunu anlamış ve
bunu bir raporla Ethem Paşa’ya bildirmişti. Ethem Paşa’da on üçüncü, on dördüncü süvari
alaylariyle bir süvari bataryasının Yenişehir’e sevkolunması emrini verdi.
Askerlerimiz zafer neşesi içinde Yenişehi’re doğru yürürken öncü süvari birliğimiz de
şehrin dış istihkâmlarını geçerek kapılarına kadar dayanmıştı.
Yenişehir
Yenişehir’deki Durum:
Yunan askeri Yenişehir’den ricaederken bir gün önce umumi hapishanenin kapıları
açılmış, içeride bulunan dörtyüze yakın cani, katil mevkuf serbest bırakılmıştı. Hürriyete
kavuşan bu aşağı tabaka Rumlar. İlk iş olarak terkedilen şehri yağmaya başlamışlardı.
Kendilerine: “ Sizi serbest bırakıyoruz fakat asker tamamen çekilinceye kadar arkada
kalacak ve ricatımızı kolaylaştıracaksınız. “Denmişti.
Hapishane kaçkınları o gece hem silah atarak Türk ahaliyi korkular içinde bırakmışlar,
sabaha kadar eşya çalarak da yüklerini tutmuşlardı.
Bir kısmı ordunun arkasndan gitmiş, bir kısmı da daha yağmacılık yapmak üzere
şehirde kalmıştı.
Harp ilân edildiği 10 günden beri Yeııişehir’de bulunan Türk-İslâm ahali Rumlar
tarafından öyle tazyika, işkenceye, taarruza uğramışlardı ki, zavallılar bir yere toplanmışlar,
çoluk çocuklarını iki üç semte getirmişler, sonra sokak başlarında silahla nöbet beklemeye
başlamışlardı.
Hele son gece kapıdan dışarı çıkamıyorlardı. Yağmaya çıkan Rum hapishane
kaçkınları son i tikamlarını, Türklerden almak sevdasına düşmüş havaya boş silahlar atarak
Türkleri korkutmak istemişler. Türk ordusunu karşılamak için çalışmışlardı.
Gece, sokaklarda naralar atıyor, kapalı dükkanların kepenklerinin baltalarla kırdığı
görülüyor, evlerin cam ve pencereleri gürültülerle aşağı iniyordu.
Sabaha karşı da şehri yakacaklannı birbirine bağıra çağıra söyleyen şerirlerin bu
niyetlerini Türk halk kulak kabartmış heyecanla öğreniyor ve: “Allahım, sen ordumuza nusret
eyle. Sen bizi kurtar. “ Diye can ve gönülden dua ediyorlar. Kuran ayetleri okuyorlardı.
Nihayet ilk süvari birliği Yenişehir önüne gelip Köstem Irmağı üzerindeki büyük taş
köprünün beri tarafında görününce üzerine tüfenk ateşi açılmıştı..
Gromikof ve Seyfullah Paşalar: “Nereden geliyor bu silâh sesleri? Yenişehir’de daha
düşman askeri mi var? “ Diye duralamışlardı. Hemen süvari bataryasına şehrin üstünden
geçerek zararsız bir kaç mermi atılması emri verildi. Fakat bu top atışlarına şehirden bir cevap
gelmedi. O zaman 450 süvarı, 6 toptan ibaret öncü birliğine “ İleri! Kumandası “ verildi.
Türk askerleri Taşköprü altındaki dinamitleri etkisiz hale getirerek köprü üzerinden
yenişehir’e girmeye başlamışlardı. Türk ve müsevi ahali kendilerini alkışlıyor ve askerin
ayaklarının ucunda kurbanlar kesiyordu. Yenişehir Müftüsü Hasan Efendi de Hükümet konağı
Meydanında dualar okudu. Yenişehir fethedilmişti.
Türk Askeri Yenişehir’e Giriyor
Camilerde hemen Ezanı Muhammedi sesleri duyuldu. Sokaklar, evlerinden taşan
kadınlar ve çocuklarla da bir bayram manzarası halini almıştı. Arkadan ordunun Hakkı Paşa
Kumandasındaki Tümeni de Yenişehir’e gelmiş ve İstasyon civarında açdır kurmuştu.
Askerler dağlardan inmişler yorgun olmaalrına rağmen yine de dinç görünüyorlardı.
Türk hatlarında müşahit olarak bulunan İngiliz Lortlar Kamrasından Sir Simith Barlet’e
Gromıkof Paşa şöyle demişti:
Yenişehir 1
“ Siz şu yorgun, toz toprak içindeki kanaatkâr askeri görüyormusunuz? İşte azizim size
haber vereyim ki onlar dünyanın en büyük ve en tecrübeli askerleridir. “
Ethem Paşa, şehrin asayişini muhafaza için Yenişehir Mutasarrıflık ve
Kumandanlığını o zaman miralay, sonra da yararlığından dolayı Mirlivalığa (Tuğgeneralliğe)
yükselen Seyfullah Paşa’ya verdi. Sokaklara hemen devriye çıkarıldı. Asayiş bir anda temin
edildi.
İstanbul’a Müjdeler:
Yenişehir’in Türk askeri tarafından geri alınması İstanbul Seraskerliğine öğleden evvel
şu telgraf çekilmişti:
“ Yenişehir kasabasının şimdi süvari keşif kolları tarafından işgal edildiği mâruzdur.”
1
Yenişehir kasabanın batı ve kuzey yönünde hızla akan Köstem Irmağının sağ kıyısında latif bir yerdir. Köstem
Irmağı kasaba dolayında hem derindir, hem de süratlidir. İki tarafında güzel ağaçlar dikilidir ve sahilleri zümrüt
gibi çiçeklerle örtülüdür.
Köprübaşında bulunan Yeşil Cami tarafından bakıldığı zaman ön taraftaki nehir ve bu tarihi şehrin, nehirle
sulanan bereketli ovası, Tesalya’da en yüksek ve ferahlı manzaralardan birini teşkil eder. Kasaba yeni, eski
mimari usulü ile birleşmiş güzel surette bina edilmiştir.
Eski Saray ile Büyük Meydanda bulunan Hükümet Dairesi, Banka, Olimp Oteli hep gösterişli binalar olduğu gibi
Fransız mimari usulü ile yapılmış ve büyük ve şirin sayfiyeler de vardır.
Orduy-i Hümâyun Kumandanı Müşir Ethem Paşa öğleden sonra da şu telgraftaki fazla
bilgiler İstanbulluların gönüllerine ferahlıklar saçıyordu:
“Yenişehir işgali sırasmda hazır bulunan Miralay Seyfullah Bey şimdi geldi.
Malûmatı aşağı da arzolunur:
Bugün sabahın erken saatlerinde iki alay süvari bataryası. Tırnova’dan hareketle
Yunan askerlerinin firari esnasında mahpushaneden salıverilmiş ve dışarıdan gelmiş olan
kasaba halkını rencide ve birçok dükkânları tahrip ve yağma etmiş bulunan Yunanlı şerirlerin
üç çeyrek mesafe kalarak atmağa başladıkları tüfenkerine ehemmiyet verilmiyerek
Yenişehir’e girilmiştir. Burada bulunan İslâm ve Musevi ahali şükran gözyaşlarını dökerek
Türk askerini karşılamış ve Hükümet Konağı avlusunda askerlerimiz, belde halkı ve
Metrepolıt ve Hıristiyan ahali saf halin de Hazret-i şehri yâriyi anarak üç defa padişahım çok
yaşa temennilerini Hüdâya yükseltmişlerdir. Düşman intizasız bir surette ricat etmiş
olduğundan yollarda ve şehirlerde birçok cephane, çadır vesaire ile on iki santimetrelik altı
adet kale ve 4 adet dağ topu ve birçok peksimet, arpa, un gibi erzakı terk etmişlerdir. Öğleden
sonra Hakkı Paşa Fırkası öncülere iltihak etmiş ve Neşet Paşa Fırkası Tırnova ve civarına
tayin edilmiştir. Arzolunur. “
Müşir Ethem Paşa:
O günün akşamüzeri muzikalar nöbet havası çalıyor, büyük büyük ateşler yakılarak
oyunlar oynuyorlardı. O günlerde İstanbul’un meşhur gazetesinin harp muüabiri oıan Mehmet
Tevik Bey bu sevinçli geceyi tasvir etmiştir:
“Gece, yatsı ezanından sonra, Yenişehir’den Kaynak mevkiindeki umumi karargâha
dönüyordum. Yenişehir köprüsünü geçerek Millet Bahçesi önünde yürürken gözlerimden
ihtiyarsız olarak sevinç gözyaşları dökülüyordu. Daha bir gün evvel Yunanlıların mestane
naraları ve rezilane safsatalariyle çınlayan şu yerlerdeki havada şimdi. Türk marş ve
muzikalarının ve askerin milli türkülerinin yükseldiği görüyordum. Şehrin her tarafını sarmış
olan Osmanlı askerinin yakmış oldukları ateşler o kadar lâtif, o derece güzel bir şehr-i âyin
teşkil ediyordu ki, o zamana kadar bir örneğini görmemiştim.”
Yenişehir kasabası 25 Nisan Pazar günü zaptedildiğininertesi sabahı Ethem Paşa da
şehire gelmişti. Bir Türk ileri geleninin evine evvelce Yunan Başkumandanı Prens
Kostantinin oturduğu yer ve karargâhı olan büyük bir konağa yerleşmişti.
Paşa, konağın odalarını gezince, bir takım harita ve planların masalarda terkedildiğini
gördü. Demek ki, Türk ordusunun satveti karşısında Başkumandanları bile o derece şaşırmıştı
ki, en mühim kâğıtlarını ve haritalarını alamadan kaçmışlardı. Bu haritalar, güneydeki
Domeke ve Çatalca kasaba ve civarını göstermekteydi ve çok mükemmel tertip edilmişti.
Ethem Paşanın Genelkurmayı bu haritaları inceleyerek ileride yapacak olan hareketler
için hücum edecek ileri mevkiler ve yürüyecekleri yollar için faydalı bilgiler elde etmişlerdi.
Türk ordusu, Yenişehir’de birçok harp ganimeti de ele geçirmişti ki, şunlardı:
10,000 Gra tüfenği. 20,000 sandık piyade fişeği. 2.000 sandık piyade fişeği. Birçok top
mermisi ki bunlardan bir kısmı 7,5’luk toplara göre olduğundan Türk toplarında tekrar
Yunanlara karşı kullanılmıştı. 2 Dağ topu. 2 Sahra topu. 10 tane 10.5 luk Krup topu.1 Seyyar
hastane ve tıbbî levazım.
Yenişehir’in Zaptını Bir Yabanci Muharrirden Dinleyelim:
Sır Smitlı Bartlet Yenişehir’e giriş duygularını şöyle tarafsızca anlatmıştır:
“ Yenişehir İslâm ve Musevi ahalisi Türkleri karşıladılar. Kasabada Yunan
Mutasarrıfı, ne kadar suçlu varsa hepsini salıvererek ellerine silah dağıttığını ve Cuma
gününden beri şehirde hüküm süren korku ve dehşeti haber verdiler. Biz şehrin zaptmdan 4
saat sonra gelmiştik. Sokakları derin bir sükût içinde bulduk. Evlerin içinde kimse kalmamış,
çoğu dikkatle kapanmıştı. Pencereler, bahçelerde kapanıktı. Bazı evlerin kapıları kırılmış
olduğundan iç taraflarının karma karışık bir halde bulunduğunu görebiliyorduk. Şehrin kuzey
ve doğu tarafında bir mahalle büsbütün yağmaya uğramış! Bu fenalıkların hepsi bizim şehire
gelişimizden bir gün, bir gece evvel Yunan mücrimleriyle ve Yunan gönüllü askeri tarafından
yapılmıştır. Bu alçaklar kendi soyundakilerin, hatta kadınlarına dahi çok kötü muamelelerde
bulunmuşlar, ellerine ne geçti ise gasbetmişlerdir.
Yenişehir İstasyonu karma karışık bir manzaradaydı. Yunanlılar için uğursuz olan
Cumartesi günü Yunan askeri dehşetle ve süratle şehire akıp geldıği zaman korkan binlerce
halk bu istasyona toplanmıştır. Yalnız istasyonla onun dolayındaki arazi ve meydanlar, boş
rsalar sayılamayacak kadar çuval, denk ve sandıklarla, sepetler ve içlerindeki her türlü eşya ile
baştanbaşa doluydu.
Yenişehir’in zavallı halkı, ne kadar taşınabilir eşyası varsa hepsini buraya getirmişler
ise de hükümet, haddinden çok yüklenmiş olan trenler bu eşyadan hiç birinin yüklenmesine
izin vermemiştir. Bunu için hepsi öylece terkedilmiş hapishaneden salıverilen mahpuslar ile
harp meydanından kaçan Yunan ordusunun döküntüsü olup Yenişehir’in yağmasında bu
canilere, suçlularla katılmış olan en rezil kimseler tarafından yağmalara uğramıştır.
Bu eşyanın artıkları karşıtlığın ne derece olduğunu göstermekteydi. Hepsi de
İstasyonunun ötesinde, berisinde saçılmış duruyordu.
Yunanlıların Yenişehir’den dehşetle ve korku içinde kaçtığını gösterir, meydanda pek
çok deliller vardı. Evler yalnız bir tarafta soyulup tam takır hale getirilmış değildi. Başka
cihetlerdeki evlerinde kapıları kırılmıştı. Barakalar kısmen yakılmış, hastahanelerdeki
yaralılar doktorlan ve hastabakıcılar tarafından, kendi hallerine bırakılmış, şehrin kalesinde on
tane büyük muhasara topu el sürülmemiş olduğu halde terkedilmiş, birçok mühimmat ile
binlerce Gra tüfengide fatih ve muzafer Türklerin eline geçmişti. “
Βunları bize şehirde kalan Hıristiyanlann en büyüklerinden biri ile bir papas ve bir
İtalyan anlattı:
Ethem Paşa Türk askerinin. Yunan askeri tarafından yapılan çapulcu hareketleri men
için her türlü tedbileri almıştı. Hattâ tavuk, kuzu gibi bazı hayvanları kesen neferler şiddetli
cezalara uğratıldı. Bütün caddelerde ancak üç ölü görebildikti. Bunlardan ikisi Yunan askeri,
bir de başıbozuk çapulculardandı. Biri yüzbaşı, üç nefr, ötekileri eşkıyadan olmak üzere altı
kısa boylu zaif ve huysuz aşağı cins insanlardandı.
Ethem Paşa ile maiyeti subayları, bütün yağmacılığa ve Yenişehir’in asayışine karşı
ben Tesalya’a bulunduğum müddetçe gerçeklen mennettiklerini gördüm. Meselâ Karla Golü
kenarında içleri her türlü hayvan sürüleri ile dolu bir kaç zengin köy vardı. Sonralan erzak
cihetiyle darlığa düşmüş oldukları halde Türk askerleri bol ve lezzetli yi yeceklere yakm
bulunduktan hal de hiç birine el sürmediler. “
Bu yenilgiden sonra Yunan ordusu hızla geri çekilmeye başlamış, halk dehşet içinde
kalmış, hükûmet ise ne yapacağını şaşırmıştı. Önünde artık ordu diye birşey kalmamış olan
Türk askerinin Yunanistan’ı baştanbaşa işgal etmesine ve başkent Atina'yı ele geçirmesine
hiçbir engel kalmamıştı. Yunanlıların bu kadar ağır yenilgi almasından hoşlanmayan Avrupalı
devletler, savaşı bir an önce bitirmek için Osmanlı Devleti'ne müdahale etmeye başladılar. Bu
arada Yunanistan'da da iktidar değişikliği olmuş, yeni Yunan Hükûmeti de Avru palı
devletlere ve sonra da Rusya'ya başvurarak mütareke yapılmasının sağlanmasını istemeye
başlamıştı. Bunun üzerine, Rus Çarı, Sultan II. Abdülhamid’e Telgraf göndererek savaşın
durdurulmasını istedi. Abdülhamid ise ateşkes şartlarının oluştuğuna kanaat ederek, Türk
ordusunun nihâî taarruza hazırlandığı sırada mütareke yapılması için emir verdi. (20 Mayıs
1879)
Yunanlıları kendi elleriyle hazırladıkları kötü durumdan yine büyük devletlerin
müdahalesi kurtarmış oldu.
Kâtip Hüsnü
(Samsun’lu Halk Şairi ve Destancısı)
Molla Mustafa oğlu Hüsnü Efendinin 1313 Yunan Harbinde Yazmış Olduğu Destan
1
Ol Haliki vahit Allahussamet
Gör ne ider önünden kâni
Sene bin üç yüz on üç şehri ramazanı
Hem bütün on iki kanuni sani
2
Küfranı nimete eyledi küffar
Bizlere yardımcı Hazreti settar
İblis gibi nice fesatları var
Başvekili Yunan o Deli Yani
3
Kaldırdı fesadı, başladı Yunan
Selanik, Manastır, Serfice, Küman
Giride sevk itdi biraz kaltaban
Mazlumlardan dökmek için alkanı
4
Dikti bir tepeye haçı (okunamamıştır)
Cem oldu altına biraz serseri
Encamından haber verir ekseri
Dinlesin yaranlar bu destanı
5
Muhbir sadıklar devlete yazdı
Dediler Yunan dostumuz azdı
Hanya’ya nim duzi sefine düzdü
Donanma ile doldu Suda Limanı
6
Gazi Sultan Hamit hayrete daldı
Her düvele bir telgraf saldı
Yunan bir kolayca Girit’i aldı
Sonra para etmez aman zamanı
7
Devletler yazdılar ol hace paşa
Eşkiyanı zaptet namusla yaşa
Göz göre kendini yakma ateşe
Ayağa kaldırma yatan arslanı
8
Deli Yani derki durmayız geri
Bu yerler bizimdir öteden beri
Yapacak bir kavga başka ne geri
Gayri barışmanın geçdi zamanı
9
Devletler dediler gel etme yanlik
Aklını başına al eyle düzenlik
Kolaylıkla vermez kimse sana mülk
Sonra çağırısın imerde yani
10
Deli Yani derki bu söz hilâftır
Hiç faide vermez, bir kuru laftır
Devletin ikisi benden taraftır
Bu defa Yunanlar kazanır şanı
11
Devletler dediler kendin bilürsün
Hasmın kimdir sonra pişman olursun
Kazanayım derken sonra pişman olursun
Uyur mu zannettin âli osmani
12
Gazi Sultan ilânı harbi buyurdu
İlân etdi çarı köşeye duyurdu
Fermanlar okundu tertip kuruldu
Silah ile donattı İslam olanı
13
Çünkü ser askere verdi irade
Yalnız yüz tabur redif piyade
Donanmalar çıksın kırkdan ziyade
Pire’de Gülos’da kılsın cevlâni
14
Rume sevk olmağa başladı asker
Semadan yardıma indi melekler
İnşallah zayi olmaz bütün emekler
Feda ettik din yoluna bu canı
15
Haymeler kuruldu sıra üstüne
Niyeti kaza edüp kâfir kastına
Zencirde dizildi depe üstüne
Beş Cuma ertesi mahi nisani
16
Ahşam oldu saat bire dayandı
Kordondan işaret mahitap yandı
Asker sürdü istihkâma dayandı
Kâfir dolmuş istihkâmın her yanı
17
Allah Allah deyup yürüdük cümle
Ervahı şuheda bizimle bile
Kelime-i şahadet galip eyle dile
Herkes hayatından kesti kümanı
18
Ol kanlı tepe duyurdu sesi
İkinci kodoman hem çam tepesi
Alemdar kapı kula alup sesi
Bir birine dar etdiler canı
19
Şimdi her taraftan koyuldu cenge
Ruyu zemin boyandı al kızıl renge
Tekbir sedası çıktı eflâke
Gökte melekler kıldı seyrani
20
İkinci gün Alasonya dayandı
Milano tepe, Semer tepe
Burnal tepe, Menevşe tepesi yandı
Semavatı tuttu barut dumanı
21
Yine ol gün vışkatir yana bulaştı,
Tamam, Yunan hududunu dolaştı
Her liva fırkasını çeküp ukaştı
Kuruldu bir azim cengi sultani
22
Nasıl tarif edem, bu harbi nice
Ateş kesildi beş gün, beş gece
Allah Allah deyüp hücum edince
Kim arar, kim sorar düşüp kalanı
23
Çünkü seyyar toplarını kurdular
Peşref şarapnal dane sürdüler
Arasın kesmeden ateş verdiler
Titrettiler semavatı zemini
24
Efalâke ser çekdi topun sedası
Silindi kulaklar, açıldı pası
Tamam, sekiz saat gülle kavgası
Kopardılar bir dehşeti tufanı
25
Hamdullaha nasip oldu muzaffer
Kıldı inayeti Hazreti Gaffar
Bozulmağa yüzün çevirdi küffar
Yavaş yavaş kovuldu Kâni
26
Neşet Paşa Milano kapusun aldı
Sağ cenaha Celal Paşayı çaldı
Hafız Paşa Semer tepede kaldı
Şehit olup teslim eyledi canı
27
Celal Paşa sağ kol benimdir dedi
Kazayı esman takdir bu idi
Küffar tarafından bir zahim degdi
Olda din yoluna oldu kurbanı
28
Memduh Paşa Milano tepesin sardı
Fedakâr İslam ateşe daldı
Gayret edüp ol gün tepeyi aldı
Bütün zabt eyledi istihkâmını
29
Gaziler ol dağı aldı zabt etdi
Ordunun bir ucu ileri gitti
Yunan gerisin döndü, seyir etti
Yalın ayak kaldırdılar tabanı
30
Kaynar suyu Kazakları geçtiler
Sürat ile Tırnova’ya düştüler
Fedakârlar arkadan yeriştiler
Yeni şehre deyüp duttu sol yanı
31
Bir az Koz köyünden vereyim halı
Kuşuna menkuş et dinle muteberanı
Gazi Hasan Paşa bir livamız vardı
Bu asrın odur sahibi kırnı
32
Kâfir koz köyünden galebe çaldı
Anelisi bozdu, destini aldı
Çam tepeye azim bir ateş saldı
Biz tedbirde ettik büyük noksanı
33
Bozdu Çam tepeyi aldı destine
Allah fırsat verdi, şeytan dostuna
Yağdırdı güllesin dere üstüne
Zapt eyleyüp kesdi yolunu
34
Toplarının yeri yüze indirdi
Topun ağzın kulelere döndürdü
Yağlı paçavra ile yaktı yandırdı
Felek bunda ters çevirdi devranı
35
Hasan Paşa seyfi uryan eyledi
Didesinden huni giryan eyledi
Gayretinden çeki giriban eyledi
Başım gider terk eylemem vatanı
36
Seyyar topları bir batarya dayandı
Sedasından Balkanlar yankulandı
Huni aduv ile zemin boyandı
Buradan da sırtına vurdu palanı
37
Birbirini tepeleyüp kaçtılar
Cephane tüfengi yere saçtılar
Nice deretepe balkan aştılar
Yeni şehre kadar sürdü palanı
38
Yanya civarından geçti ileri
Garat etdi anda olan köyleri
Oradanda çevirdi İslam erleri
Gayri her taraftan kesdi kümanı
39
Gördü her taraftan yedi dayağı
İslama terk etdi çekdi ayağı
Zabt edüp gaziler çekdi bayrağı
Böyle imiş hakkın emri fermanı
40
Dinle, bu kez Yunanlılar ne oldular
Süzülüp her koldan mağlup oldular
Firar edüp yeni şehre doldular
Şimdi anladılar kârı, ziyanı
41
Kazakları Tırnova’ya mal etdi
Ordu iki koldan ileri gitdi
Sol cenahtan Kozlumide yüz etdi
Mora, Yenişehre kurdu divanı
42
Yeni şehri üç taraftan çevirdi
Yağmur gibi gülleleri savurdu
Haç beyger âlemlerin devirdi
Teslim bandırasın çekdi nihanı
43
Teslim alup Yeni şehre girdiler
Ahalisi istikbale durdular
Binler yaşa deyu seda verdiler
Ahalii İslam kesdi kurbanı
44
Yenişehirden çıktık üç kol üstüne
Sağ kol Turhala’ya, sol kol Velestin’e
Orta kolda Çatalca’nın kasdına
Etem Paşa böyle kurdu planı
45
Hamdi Paşa fırkası, hem Hasan Paşa
Turhala’yı sardı bir baştanbaşa
İki taraftan başladılar ateşe
Evvel firar eden kurtardı canı
46
Turhala’yı alup hareket sola
Kurdumca üzere verdiler mola
Anıda feth edüp düştüler yola
Çatalca’da kopardılar tufanı
47
Çünkü çatalcaya oldu azmirah
Piyade, süvari, topçu endaht
Oradanda ömrünü etdiler günah
Anda çaldılar tablı şadümanı
48
Bunları dahi Velestine sürdüler
Sol cenaha kavuştular, durdular
Pilav tepesine ordu kurdular
Burada seyir eyle merdi meydanı
49
Evvel piyade ileri geldi
Birinci hattı bozup elinden aldı
Yunanlılar çevrildi, ortadan kaldı
Bu taraftan toplar basdı dumanı
50
Süvariler Kılınç çeküp koştular
İkinci hatta imdada eriştiler
İslamla Yunanlılar karıştılar
Gülle, kurşun, Kılınç tiru baran
51
Dehşet ile şiddetli bir cenk oldu
Çukurlar, yerler adam kan ile doldu
Bir az ehli İslamdan şehit oldu
Hesap olamaz kâfirden mürd olan
52
Neşet Paşa dedi, arslanım gayret
Bu cenk bize ecdadımızdan berat
Çok gayret eyledi zabit neferat
Kelle getirene verdi ihsanı
53
Gülbenki Muhammet arşa dayandı
Zemin Velestin lale boyandı
Yunan elan uyur idi uyandı
Gördüler ateşler sarmış her yanı
54
Buradan da kaçmanın önü söküldü
Ver elini Golos deyüp çekildi
Üç batarya top evvel saldılar
Peşinden süvari oldu revani
55
Piyade süvari yürüdü cümle
Golos üzerine ettiler hamle
İnna fetannaleke sürei kelamla
İslamlığın şerefi şanı
56
Golos üzerine emir aldılar
Noktaları ileriye çaldılar
Üç batarya topu evvel saldılar
Asakiri İslam kurdu mekânı
57
Ağniyai belde etdi istikbal
Buradan def oldu çıkdı kıli kal
Suhuletle buda bize oldu mal
Gayet memnun oldu Hıristiyanı
58
Golosa kurdular tahtı hükümet
Etrafı kabul etdi adli adalet
Askeri İslama kıldı inayet
Akıl kabul etmez sırrı yezdanı
59
Bu kez Domeleye sürdü cümlesin
Osmanlının budur ahır hamlesin
Geldi erişti fırkasın
Durdular dövmeğe burcu bedeni
60
Altı batarya top birden açılır
Dömele üzere tufan saçılır
Mert ile namert bunda seçilur
Acep görmüş var mı geri kalanı
61
Altı saat toplar kesmedi ateş
Top sedasından yankulandı dağdaş
Tekbir getirüp buyurdunda iki baş
Yunanlılar gaip ettiler yolu erkânı
62
Süngü takup Allah deyüp koştular
Ecnebi sefirler baş aştılar
Gözlerin kapayup yere düştüler
Dediler görmedik böyle insanı
63
Burç barusuna diktiler âlem
Gayri mütareke Alahu âlem
Düştüler ricaya hâsılı kelam
Aman Padişahım mürüvvet kânı
64
Düveli muazzama düştü araya
Dediler gayri başı değdi karaya
İşleri koydular müzakereye
Bağlasunlar sulha hem iki yanı
65
Tahtında daim ol, Sultanım yaşa
Tesalya zabt oldu bir baştanbaşa
Yunanlılar başlarını ursunlar taşa
Önden hisap etmediler sonunu
66
Hainlik edenler Hüda’dan bulsun
Eğri bakanların gözü kör olsun
Sıdk ile tutanlar berhurdar olsun
Bağı cennet olsun anın mekanı
67
Bu nimet uzema hazreti haktan
Sefinesin kurtaran olur kaptan
Cenabu hak eksik etmesun katden
Ol Gazi SultanAbdulhamit han
68
Her bir düvel, bir kelime söyledi
Herkes efkârın beyan eyledi
Müzakere bir seneyi boyladı
Bulunmadı akdi sulhun imkânı
69
Uzun uzadıya işler açtılar
Kontrolun kaydine düştüler
Yunanlılar cigergahın deştiler
Ters döndü Yunanlıların urganı
70
Kontrol protokol meydanı aldı
Tazminatı harbin edası aldı
Düveli salise kefalet kıldı
Dört milyon lirayı Osmanî
71
Teşvik edenler geri durdular
Ne derdi, ne efkârı sordular
Kanbur üstüne, kanbur vurdular
Burada gemiye serdi yelkeni
72
Hisse alda tekebbürlük eyleme
Büyük lokma yede büyük söyleme
İnadı elden koy, benlik eyleme
Benlik enaniyet mahveder seni
73
Bu yalan dünyanın sefası çoktur
Gelen durmaz gider, cümlesi boştur
Vücut kafesdir, ruhta bir kuştur
Uçar gider bir gün terk eder seni
74
Tarafı bariden sillei hudayı
Hak İslama vadin eyle edayı
Harpte bile idi bu (Hüsnü) gedayı
Hakikat üzere yazdı destanı
75
Nuru Islam doğdu ayan olundu
Adili adaletle zulumat tolundu
Birkaç cihetinde bile bulundu
Günahkâr göz ile kıldı seyrani
76
İnayeti hakla hatim oldu kelam
Okuyan, dinleyen, yazana selam
Kusurumuz çoktur hâsılı kelam
Ehibba af etsun olan noksanı
Tamam, oldu vesselam
“

Benzer belgeler