Hüseyin KURT / Emekli Öğretmen

Transkript

Hüseyin KURT / Emekli Öğretmen
Okunmayınca dilsiz ve yazılmayınca da kimliksiz kalır ruhumuzun sesi “can nefesi” ŞİİR !
1.
Dil lügat-ı sohbet dinle,
( Sh.790 - 812: Selim Divane*, “Miftâh-ı müşkilât …” ???-)))
Ayet delil öz “süveydâ (*)”
( Sh . / … 329, 527 ve 531, 631, 640- // Görsel Dost-tv. ideal medya*)
Okumak güzel dilince
(-Bkz. sh. 147: “www.Şiirdefteri.com” / dostlar *)
Öz şiir hep benlik nükte !
Gizil espri içten iç dil ledünniyat*dillendirse, sevilir renk-âhenk fikir ;
Yazmak kitap değerince
Dil eser-i ilham meşk-i tevâfukat tâbir-ince “öz şiir-söz” gerçekleşir !
Söz “iç dil” derken ilk nokta !
Web Sitemiz: “ www.yasamakca.net ”... bi-iznillâh !
2.
Niye “şiir deyince” hemen
Nebat gibi ...“sessiz , suskun” nükte’yim ,
(-Bkz. Kur’ân:
Küçümsercesi dudak büken
Meşk kalem-i aşk “giz”-sorun , söyleyim!
- 71 / 17. âyet! )
Alaycı önyargısıyla içten
*************
İç dil(*) de ne-y’miş diyen ,
(Bkz. “iç dil” sh.455 -)
Gizlice merak hissinden
Sinsice kıskançlık bence !
Nitekim test-etmek gereği içten sezmek kolay; yakın-bak , gözlerine!
3.
Sevgi-saygı edebinden
Nice hâin-hasûd “düşman”- bakışlar ,
(-68* 51;104*1.
Yoksunca gülümseyen
Ne yılışık-kalleş “şok renk” kem-nazar !
-113 / 5. âyet! )
Nice echel her kim-se,
********************************
************
Kendince ruh ikliminden
Haydi “iç dil”-şiirince,
(-Okuyucu dostum , işbu muhteviyat toplam: 789 sayfa. Aç-bak ,
Özlü sözcük dizeleyen
Kur’an-ı Keriym Meâllerince (7*89. ve 78*9.) emr-i âyet diyor ki :
Var mı mısra’ biçimince
“… Rabbimiz bilgice her şeyi kuşatmıştır. Allah’a dayanıp güvendik
Uyaklı söz dillendiren ?
biz. Ey Rabbimiz! Toplumumuzla bizim aramızda hak ile hükmet.
4.
Sen çözüm getirenlerin en hayırlısısın.”//Sizin uykunuzu bir dinlenme/
Sanat tam “şiir gibi” ince,
bir rahatlama / bir tür ölüm yaptık.“-Ve cealnâ nevmeküm sübâtâ-” )
Doğal uyum güzelliğinden !
………………………………………………………………………..
İçten “niyet” temel düşünce
Bkz. Daha sonraki ilâve-risâle* ve ehemmiyetli iktibaslar ile cem’an:
Bilinç “espri” inanç “istek” sez !
(817) sayfa oluverdi işte en son nükte-i tevâfukat da apaçık Kur’an-ca!
İşte “emr-i âyet” Kur’an-ca:
Daha devamıyla (-825, 848…860-) da aynen nükte-i mânidar ruhiyat!
(10*100. “Allah’ın izni olmadıkça
hiçbir benlik iman edemez.
ÖZGÜN NASİHAT
Allah , bırakır “rics” pisliği de
1.
aklını kullanmayanlar üzerine.”)
Zaten nice “echel” kim-se ,
Şuur arınmazsa ruh hissedemez !
Sözün değeri-“dil” bilmez !
5.
Zevk-ince düşünsel simge ,
Gerçek düşünceden öte ,
Özgün değilse sevilmez !
Algılanamaz sonsuzluk !
2.
Rabbim “bilinç” ne demekse,
Anlam “-mecaz” zor kelime ,
Ruh şu beden evreninde
Meşk-gönlüm*mülhem mesaj-sez !
Nice “özgün -hâl” yolculuk !
Sohbet “ders-i irşad” din-le ,
Tek Kitap “öz mesaj” işte,
Yaşamakça* -nasihat , tez !
Tam “misak” kök-sorumluluk !
Kim “mağfiret (14*41.)” dileğince,
İçten “mârifet” mûcize;
Öz gerçek: Kök-sebep bilinmez-se sonuç çözüm’lenemez.*
Can nefesince derinden !
( Prof. Maranki: “… Sebepler bilinmeden // Prof. Yeprem:
Duygulandıran her neyse,
-bilinmezlik* kaderimiz iken-// sonuçlara gidilmez.” / … )
O hep başka şiir zaten !
Hüseyin KURT (Emekli Öğretmen*) Bornova –İZMİR
1
Uyanık bakış ruhum açık görüş şuurum :
YAŞAMAKÇA*
(-İç dil*den Şiirimsi Nefesler-)
***********************
ÖZET DİVAN
1.
Rabbim* “mekândan münezzeh*
Hâzır ve Nâzır (*) her yerde !”
Sırr-ı (“levlâ-ke …”)Muhammed*
Din* Kur’an-ca* düşünsen-e !
ŞUUR “ruh-u merak” KAVRAYIŞ !
2.
Ey nefsim mâdem varsın
(-Dost okuyucum , merak; kavrayış motorunun kontak anahtarı
Nice hâlet yaşarsın ,
ve ilim yolunun ruh heyecanıdır. Bazı şiirlere derkenar yaptığım
Vallâhi uykudasın …
gibi içten merak ve heyecan duyduğun anda aklından geçenleri
Ne diye sor kendince ?!
işte o andaki ilk fırsatta derhal kaleme sarılıp beynin ve yüreğin
İçten niye duymazsın
deşarjından farksız sözcükleri irtical lisanınca acele yazmalısın.
Ne bu gaflet aymazsın ,
Nitekim bu konuda şu uygun sayfaların yan boşluklarını gayet
Filhâl (6*60) tam farkındasın …
rahat tereddütsüz kullanmalısın. Nazım Hikmet* düzbeyaz pan
Nevm-i mevt (39*42) âyetince !
tolon dizlerine bile (Bkz. Nazım Hikmet-Peyami Safa Kavgası ,
……………………..
Ergun Göze*) ne şiirler karalamış şuursuzca! Umarım güzel ve
Allah’ı bulsun vicdan
özgün sözler yazarsın , gösterdiğim şu sayfa boşluklarına bazı
Ritmik kalbin nabzında !
özel şiir-ler / anılar alıntılar ya da güncel anekdotlar kayıtlarsın ,
(“Huluku-hû el’Kur’ân”)
gözönünde tutmak ve unutmamak anlamında!/ İşte şu sayfalar:
Bildik vahyin nazmınca !
Artık kıyı-not (-derkenar ) yazılarla doldurdum bazı yan boşluk
3.
ları bizzat. Anlamak için içten okumak ilk şart! //-19. 4. 2002*
O ilk kim , belli insan*
-Bkz. [email protected] : “Borç dağına çözüm var! /…”)
Tarih tali’(h)-i beşer !
***************************************************
Yol sergüzeşt-i zaman
“İnsan bozulmadıkça âlemin nizâmı bozulmaz.” //
Takdir-i Rabbim mahşer !
“Mefâhir-i diniyye, mefâhir-i milliye ve sadâkat-i vataniyye,
4.
bu üçü bir-arada oldukça , onulmayacak yara yoktur.” //
Kur’an-ca canlı âlem
“Kur’an ölülere hitap etmiyor, dirilere hitap ediyor. Asrımız Kur’an asrı*-dır.” //
Mâdem tam yaşamakça ! “Nefsin terbiyesi , Kur’ân-ın emrine uymakla; nehyinden kaçınmakla-dır.” //
Vicdan irfânı şu dem
“Kur’an ilâhi bir sofradır ama ondan mizâcı tam olanlar hakkıyla istifâde edebilir.”
Mülhem mantık anlamca ! (“Sâlihler anıldığı zaman (oraya / nur-) rahmet iner.”/ Hadis-i şerîf ) Feyizler’den*
5.
***********
Özgün ilk buyruk: (96*1.“İkra’ bismi-Rabbik…”)
EVRENSEL LÜGAT !
Oku , “tarz-ı kadim” tam meşk-i kalem !
Sözüm “Özet Divan” mahlas “Güzelcik (*)”
Kadim-muhallât dil (*) âyet evrensel;
Yaz, (5. “Alleme-l’insâne mâ lem-ya’lem !”)
Cangıl-lisan* delil , lügat mükemmel !
******************************
YAZARKEN DİNCE ETİK KORKU İÇTEN İLK UYARI ! (Konuşurken fesahat yapmağa
zorlanarak kendini “edib” göstermek , hitab ederken lügat parçalamak mekruhtur. (*)
Peygamberimiz (s.a) buyuruyor ki: (İbn-i Mesûd –R.A. rivayet etmiştir) “Konuşmasını derinleştiren ,
sözünde fesâhat göstermeğe kalkışanlar helâk oldu.” Allah’ın Resûlü (*) bu sözü üç kez tekrarlamıştır.
(Abdullah b. Amr b. el-As –R.A. rivayet etmiştir) “Şüphesiz ki Allah , sığırın diliyle otları ağzında
evirip çevirmesi gibi , konuşurken fesâhat göstermek için kelimeleri ağzında geveleyerek söyleyen
erkeklere buğzeder.”
2
(Câbir –R.A. rivayet etmiştir) “Bana en sevimliniz ve Kıyamet Günü’nde bana en yakın olanınız,
ahlâk bakımından güzel olanlarınızdır. Bana en sevimsiziniz ve Kıyamet Günü’nde benden en uzağınız,
(boş yere) çok konuşan , fesâhat taslayan ve lügat parçalayarak gururlanan kimselerdir.”
(*) Mürşit 4.0 “özel sürüm / Turan Yazılım” www.turan.com.tr -)
SÖZÜN ÖZÜNCE
ÖZÜM TEK !
Sözün değeri’ni bil , lisan-ı lügat değil ;
İlle özüne göre*gerçekler göz önünde !
Gönlün hevesini sil , doğaç sânihat şiir ;
İşte nefs-i mülheme*demek her söz özünce!
Rabbim meâl göklerce
Özüm gönlümce derin !
Derdim mecaz sözlerce
Tek düşündürmek için !
İLK ÖĞÜT: Duygusal düşünsek de tek pusula akl-ı selim’den nefsin hevesatına sapmayalım , ey yâren !
Ne demek istediğimi iyice anlamak isteyen kendince araştırsın “neden” kökeninde gerçek konuyu yorumla
mak gerektiğini işte bu ilk öğüt ekseninde düşünmeli. İçimizde derinleşmek “kök kaynak” kavrayışımıza
yol açıyorsa bunun namütenahi hicab-ı hakikat tarz-ı fıtrat “duygusal zekâ” âfâk-ı idrâk künhünce “enfüs”
sırrının nice cevelânıyla örtülü görünen nükte-i “gayb” perdelerini içten nasıl aralayıp da daha ötelere kanat
lanmak gaye-i ruh hikmet-i şuur Rabbimiz’e münkat duyarlılıkta aşk-ı sanattan mülhem meşk-i şiir heves-i
hissiyat tarz-ı edebiyata âşina akl-ı selim melekemize göre “enfüs endeksli” bir bakış ve anlayış paradigması
aramak yolundaki ilginç “iç çile” ve her dem “bilinçli kriz” zevk-i kalbin nazm-ı nabzını “iykan” tadınca al
gılamaya yatkınlık gayet doğal. Lâkin insan nefsinin insiyakınca akl-ı irade melekesi ille de “denetim / man
tık” görevini bilerek ve isteyerek yaparsa sanki insiyatif “fren” ve enteresan “flitre” gibi işlek kullanıma açık
fonksiyonlar gösterir. Şiir ruhsal lügat-ı deruni “iç dil” kaynağımız zaten nükte-i ilham “mantık” gereği işte
tek “el-Kitab” paradigmamız (Bkz.Kur’an-ı Hakîm ve açıklamalı Meali , Prof Dr. Suat Yıldırım , Feza Gaze
tecilik A.Ş. “Zaman G.’nin Okuyucularına Armağanı -” İst.1998 / 1419) bakımından ancak kitab-ı Hakk’ın
nice mûcize hitab-ı âyet tefekküründen ibaret “doğru düşünce” çerçevesi inanç esaslarına tam mümin-i İslâm
mizacına uygun hayat disiplini içinde sıdk-ı sebat şart ! ( Bkz. “Takdim / … Okuyucularımızla paylaşmayı
düşündüğümüz bütün eserler , temel itibariyle bir tek kaynağa , yani Kur’an-a dayanıyordu. Şimdi ise, yılla
rın birikimi ve muhterem hocamız Suat Yıldırım’ın kalemiyle o kaynağın bizzat kendisiyle müşerref olma
durumundayız. / Her bir varlık aslında anlaşılmak için yaratılmış müstakil birer kitaptır ve Kur’an da , bu
kitapları şuurlu varlıklara anlatan hakikatler mecmuasıdır. Bütün kitapların , bir kitabı anlamak için seferber
oldukları da gözönünde bulundurulacak olursa bir meâlle her şeyi halletme düşüncesine kapılmanın , acele
verilmiş bir karar olacağı da aşikârdır. Ancak , ( “Kitab’ın değeri kitaplardan öğrenilir.” - H.K.) etrafındaki
yorumların renkliliği yanında aslın varlığından haberdar olmak da ayrı bir önemi haizdir. Müellifin de ifade
ettiği gibi meal*, asıl metinle anlatılmak istenilen mana zenginliğini olduğu gibi yansıtmaktan aciz olsa da ,
onunla başlanılan bir yolculuğun sekteye uğramadan devamı halinde oluşacak birikim küllî bilginin kapıları
nı açacaktır. / Bu vesileyle eseri okuyucularımıza takdim ederek , azami istifadelerini ( bilhassa , sh.1-3: “Su
nuş” / 4: “… Kısa Hayat Hikayesi , ve de / 5-9: “Kur’an-la Sünnet ayrılmaz bir bütündür (*)” ön uyarılar
ışığında baştan sona âyetlerle ilgili “renkli basım” ara-notlar / açıklamalara da ayrıca dikkat gösterilmesini*
H.K*) temenni ile Kur’ân-ın huzur dolu dünyasıyla başbaşa bırakıyoruz.” / Zaman*)
CANLI ŞİİR
ANLAM
Bak şu âlemlere ne güzel gerçek
Gözlerdeki ibret gönlümce ayna !
Canlı şiir “iç dil” evrensel örnek
Sözler gibi özet tam yaşamakça !
Ehl-i irfan üslûp beyan-ı mânâ ,
Edeb-i kelâm tarz konuşmak hakkım !
AnlamYunusleyin şiir CAN amma ,
ÖZ iç dil* anlamaz yoz molla Kasım !
(-Bkz. Arif Nihat Asya , Sakin Öner,Toker Yayınları-İst.1979 / sh . 157: “Dilimiz bir devam… / … ! ”)
(-Bkz. Kur’an: 57*20-23 / 22. “Yeryüzünde ve kendi benliklerinizde meydana gelen hiçbir musibet …*)
3
RENK-AHENK
MESAJ “tarz-ı kadim” MİZANPAJ !
Benek benek kelebek gibi renk-âhenk kitap
Belki içten sever ruh hepsi feyz-âver hitap !
Tam özel canlı kalbim mükemmel ritmik mesaj ,
Bak güzel “tarz-ı kadim” evrensel dil mizanpaj ;
Yaşamakça muhtevâ * baştan sona hep bu tarz !
********* vvvvvvvvvvvvvvvvv ***********
HÜLÂSA
Özüm yolum mâlum ölüm , sözüm yorum meçhûl çözüm ;
Hülâsa tam -“Yaşamakça(*)” açılsın net gözüm - gönlüm !
PROTOTİP “-prototype” BAKIŞ
1.
Ham-fıtrat hayvan nefsim , “mağara adamı”-tip ;
Tam medeniyet yolu “tekâmül” ruh hayatım !
Sânihat vicdan hissim , aklımca “prototip” ;
Tâlim-i edeb zor mu , sorumsu cevaplarım ?!
2.
Şuur-“ruh” orijinal , Allah (c.c) huzurundayız ;
Sanki “iç dil”-şiirim “mülhem mesaj” can-nabzım !
O-nur “vicdan” net sinyal , (“yevm-id’Din”) yolundayız ;
Bak ilginç-“giz” benliğim “mahrem argüman”-yazgım !
3.
Ruhsal hayat dünyamız , zaman sularındayız ;
Farkındasın nitekim “prototip”-bakışım !
Sosyal-mahşer rüyamız , sonsuz-yol ufkundayız ;
Kur’an-ca “akl-ı selim” model-tip*anlayışım !
BELLİ GERÇEK
Dil-yürek belli gerçek tek kalem yaz !
ÖZGÜN ANLAM
Diyelim ki dil-yürek “kara kutu”
İyi de kim okur ancak salt sonsuz !
Din-yol belli gerçek Kur’an yorumu
Tek kalem yaz “levh-ı mahfûz” kusursuz !
Gördüğüm manzara müthiş karmaşa ,
Yaşamakça gerçek gönlüm tek konu !
Ruhsal beden nitekim hep huzurda ,
Ömrüm özgün anlam mahşerin yolu !
………………………………………
Yaşamakça gerçek ömrüm tek konu ,
Gönlüm özgün anlam mahşer ruh yolu !
vvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv
EMR-İ “MÎSAK”
Mutlak Kudret tek O ki ,
Rabbim Kur’an-ca Allah !
Hak kelâm “el-Kitâb” ki ,
Tek emr-i “mîsak” mesaj !
Bkz. “yeni bir anlayışın ışığında Kur’an Tefsiri” (Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı), Cilt-1 / sh. 474 - 476:
Mîsâk kavramı ,(2*63: “Hani sizden söz almış, …”) Şimdi bu kavramın Kur’an-da hangi manalarda kullanıl
dığını açıklayabiliriz: … / c. Mükellef tutmak: (“Hani sizden kesin bir söz almıştık.”) Bu anlamıyla mîsâk*
Allah’ın kullarını mükellef tutmasını ifade etmektedir. ( … )Demekki,antlaşmayı yapan taraflardan biri Allah
ise, sorumluluk yüklüyor demektir. Çünkü kul , Allah’a sorumluluk yükleyemez./ d. Söz: Peygamberlerinden
yapmaları gereken şeylerin sözünü alırken , Yüce Allah’ın , bu kavramı kullandığına şahit oluyoruz. “ …” /
e.Antlaşma: İki toplum arasında belli konular üzerinde yapılan antlaşmaya da mîsâk denir.“…” Sağlam olan,
4
güvence veren , sorumluluk yükleyen , söz veren manalarını kendinde toplayan mîsâk kelimesi , sağlam ant
laşma manasına gelir. Bu antlaşma , Allah ile kul arasında olabileceği gibi , kul ile kul arasında da olabilir.
Bakara-63’te de, mükellef tutma anlamında , söz almak manasını ifade etmektedir. Böylece insanların kendi
aralarında yaptıkları antlaşmaların , bir bakıma , ilahî eylemin yeryüzüne inmesi olduğunu anlamış oluyoruz.
CANLI İLHAM
Olumlu her iş niye diye düşün kendince ,
Demek geçim derdiyle her meslek kutsal bizce !
Toplumsal hizmet işte hep bütün düzen-ince ,
Örnek herkes sevinçle el ele iş imece !
Sonuç cümle âlem-de tek gerçek gözönünde ,
……………………………………………
Evrensel düzen böyle dış dünya içimizde !
Korkunç yol tam mahşere ömrüm ibret gönlümce ,
Pek güzel hikmet nice canlı ilham düşünce !
ARÎZA*
Nice eş-dost tanıdım sevdim-saydım
Kim “unutulmuş adam” bil , hani-ya ?
Unutmaz ki “istirhamnâme” yazdım
İşbu yürekten selâm - dil , arîza !
………………………………..
Ervâh-ı merhûme’ye el-Fâtiha !
( Bkz. Şiirler / Meçhûl Yaşamalar,Yaprak Kitabevi-İst.1963 /
sh. 55*// Hatıram mühim nitekim yıllar sonra aynı kitabevine
yolum uğrayınca , gayet tozlu raflarında -bir parmak tozundan
besbelli hiç açılmadan bir köşeye atılıp unutuluvermiş “şiirkitap” paketine rastladığımda şoke oldum çok şaşırdım birden
görünce, içten teessüf-teessürümle sarsıldım. Maalesef bu gibi
ilginç ibret bazı sebep ve endişelerimden nâşi -“şiirimle ortaya
çıkmak , kitaplaştırmak” konusunda -kararsızlaştım vesselâm! )
Takdim: Kim içten-“önsezi” hissedip bilecek de gelecek-(kader)gizemince şifre değerinde şiir*(bir yeni söz
-özgün nükte) dillendirecek ? Gönlüm tek Rabbim’den mülhem “iç ürperti” insiyak-ı hissiyatımca canlı ışık
ki ,“iç dil” sanki öz-benlik! Gerçek “kök-giz” egemen evrende.Tek “sonsuz güç” işte özet söz açık! Kur’an
âyetleriyle yüzleşmek gerektiğini içtenlik “lirik-didaktik” söz-üslûpta dillendirmek isterken , (Bkz. 40 / 13.
“… O’na yönelenden başkası öğüt alamaz.” / 14.“Kâfirler hoşlanmasa da siz , dini yalnız O’na özgüleyerek ,
Allah’a duâ edin.” / 15. “… Buluşma günü hakkında uyarmak için …”)gönlümün nice hâletini ille de şiirsel
duyarlılıkla hep yenibaştan yorumlamak konusunda uyarıcı yâren ve ruh hayatıma yön verici ilgi-yardımları
na minnetimle hiç unutmadığım Emirdağ’lı ağabeyim “Meçhul Yaşamalar* şairi Muammer Kocabaş” şah
sında her bir şiirsever can dostum okuyucuma en içten selâm-saygılarımla şiirimsi armağan olsun nefesler
sayısınca şu ruh hâlet-i şuur renk-âhenk görüntü-ler! ( 40*13. O; O’dur ki ,size âyetlerini gösteriyor ve sizin
için gökten bir rızık indiriyor.”) Rabbimiz zaten ne güzel her âyet tam berrak gözler önünde derinleştikçe
gökler her dem muhteşem ibret tıpkı “insiyâk-ı hissiyat” duygusal düşüncenin özüne uygun sözün değeri*
(içrek konumuz zaten net:“tema”-iliği)’ni ifâde-i meram muhtevasında algılayıp bunu üslûbunca açıklamak
isteyen noktacık “kök nükte” işte hep beden gibi “bilinç”-de hiç yadsınamaz bütünlükte somut gerçekken ni
ce sonsuz “soyut”-boyutsu evrenlerden özet tek Kitab-ı Kur’an-ca ( 16.“… Kimindir bugün mülk / saltanat ?
O Vâhid ve Kahhâr olan Allah’ın !” / 17. “… Allah , hesabı çabucak görür.” / 18. “… Onları , yaklaşan felâ
ket gününe karşı uyar. Yürekler gırtlaklara dayanmıştır; habire yutkunurlar. Zalimlerin ne bir dostu vardır ne
de sözü dinlenir bir şefaatçıları.”/ 19. “O bilir gözlerin hâin bakışını ve göğüslerin sakladığını.”/ 20. “Allah ,
hak ile hükmeder.O’nun dışında yakardıkları ise hiçbir şeyle hükmedemezler.Allah’tır mutlak Semî’, mutlak
Basîr …” / 21. “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki , kendilerinden öncekilerin sonları nice olmuş görsün
ler ? Onlar, hem kuvvetçe hem de yeryüzündeki eserler bakımından bunlardan daha zorlu idiler. Ama Allah
onları günahları yüzünden yakaladı. Ve Allah’a karşı bir koruyanları da olmadı.” / 22. “Sebep şuydu: Resul
leri onlara açık-seçik mesajlar getirirdi de onlar inkâr ederlerdi. Sonunda Allah hepsini enseledi. O çok güç
lüdür , azâbı da şiddetlidir.”) işbu yol cancağızım “mülhem vicdan” nazm-ı nabzıma açık kanıt ve net tanık
5
“gönlüm”-misâl lisan-ı derûni “iç dil” lügatından ibaret her şiir !
Şiir bahane. Esasen NİYETİM , mürekkep yalamayı yani iştiyak uyandırıp benliğimizi içten eğitmek
konusunda ancak Kur’an ve Hadis kaynağından feyizlenmeye yönelik kitaplar okuma*-yı öğütlemek !
KÖK NÜKTE
İlginç öz sözde şiir
Nice duygu düşünce !
Bilinç kök nükte iç dil
İlk nokta sonsuz hece !
………………….
Bir başka dost şair Nevzat Çalıkuşu , şu son otuz-kırk yıllar boyunca aynı inanç çilesiyle hep birlik kaos
stratejistleri’ne karşı “ille de öze dönüş” şuurunda “dâvâ adamı” yetiştirmek için ne çok kahırlara katlandık.
Gönlümü özgün şiiriyle özgür düşüncelere kanatlandıran bir “usta kalem” ki ,ikicik kelâm gibi bir tatlı selâm
muhabbetine hasret dostlar arasında acaba var mı sencileyin , nitekim (Bursa’da “Sanat Kitabevi” işte tek
“genç ozanlar piri” kim diye-) bilir de bencileyin; nasıl unutabilir ?! Unutulur mu bunca can-dost “Soluk (*)”
kahırların nice acımasız “soğuk şiir (*)” yılları ardınca daha sıcak kitapçıklarla renklenen üslûp pek yiğitçe
kalem’leşip bu kalbin nabzınca durulmaz yolları inanç sabrıyla adımlayan “İpek Dili”-yazılar’ın çile yolu*
unutulur mu ? Onca acılarla dolu yılların yol anıları’nı sağcı ya da solcu bakışla yazan kalem ustalarına
ve senaryo’laştıran üstadlara selam ! Ülkü* adına saygılarım kadim dost-“usta kalem” M. Armağan’a !
UNUTULUR MU ?
(-Bkz. Zaman G. 23 Nisan 1996 / Çepeçevre,
1.
Mustafa Armağan : ‘O’ şimdi sadece ‘yazar’ /…*
1950’den 80’ler sonrasına ,
Onu ilk olarak … hatırlıyorum. Yer, Bursa’nın
Kaos “sağ-sol” kamplaşma demokrasi adına !
… bir kitapçı dükkânı : … Yıl , 1979 yahut 1980
Sanki iç çatışmalar “soğuk savaş” kışkırtma ,
… Eski bir kitapçı olan öğretmen Hüseyin Kurt
Tarih tıpkı “otuz yıl savaşları” aslında !
Hoca ile içeriye giren … dik endamlı kişiyle dost
2.
luğumuzun uzun sürecek çizgisine ilk mim o gün
1975-83 arasında ,
konulacakmış. / … O şimdi ‘serbest yazar.’ …*)
Ülkü Kitabevi unutulur mu Bursa’da ?
Adımız zaten belli ideolojik kavga*
(Bkz.Yeni Arayışlar-1/ sh. 294: “… asıl ideolojik kavga , …”)
Kültür hizmeti yaptık anarşi ortamında !
(*) Bkz. Kur’an: 2 / 190-193*(“özünde değişmez sebeb-i cidâl !” – H.K.)
(Bkz. Edebiyat Ansiklopedisi , Milliyet-1991 / sh.180: “Koşma”- Karacaoğlan* (163: “Saz şairi. Hayatı
hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. XVII. nci asırda şiirlerinden , Güney Doğu Anadolu’da yaşadığı anla
şılıyor. / … aşk , gurbet , tabiat , yurt güzellikleri temalarını işledi. / … şiirleri üzerinde çok sayıda yayın
yapıldı.”-*) ne “yiğit-dil” ünlemiş, öğütlemiş; işte “- Örnek :
1.
Yiğidin eyisini bileyim heman
Yüzü güleç, kendi yaman olmalı !
Kasavet serine çöktüğü zaman
Gönlünün gammını alan olmalı !
2.
Benim sözüm yiğit olan yiğide
Yiğit olan muntazırdır öğüde
Ben yiğit isterim fırka dağıda
Yiğidin başında duman olmalı !
6
3.
Yiğit olan yiğit kurt gibi bakar
Düşmanı görünce ayağa kalkar
Kapar mızrağını meydana çıkar
Yiğidin ardında duran olmalı !
4.
Sâfi güzel olan şol kötü bazı
Yiğidin densizi ey-olmaz zati
Gayet durgun ister silâhı , atı
Yiğit el çekmeyip vîran olmalı !
5.
Karac’oğlan der ki , çile çekilmez
Hozan tarlalara sümbül* ekilmez
Sak yabancı ile başa çıkılmaz
İçinden sıdk ile yanan olmalı !”)
Öz mesaj: ( 22*19.“İnananlarla inanmayanlar Rableri hakkında çekişen iki hasımdır. İnkâr edenler için …//
İşte şu iki hasım , Rableri hakkında çekişip durmuşlardır. Sonuçta küfre sapanlar için …” ) Nitekim baştan
sona dek Kur’an nazmınca âyetlerde her benliğe vahyen hitabıyla aklen düşündüren ve kalben hiss-i vicdan
namına özümsettiren net tek “Kudret-i Mutlaka: Allah” Hakk-ı hakikati idrâk ettiriyor Rabbimiz , “işte şu
iki hasım” mukayeseli ihtar-ı ihbar “vaîd-tenzir ve vaad-tebşir (*)” ruhlar arasındaki diyalektik diyalogları
da dünyadan âhirete tecelliyat-ı hayatın özeti intikallerine göre örnekler gösterip baş eğdiriyor ruhlarımıza !
CANLI HAYAL
Bak-gör ki iç anlam-mecaz zor yorum meselâ ,
İçten öz dıştan söz sanki “canlı hayâl” dünya !
1.
Durum belli hemen şimdi içimi döksem mi ,
Belirsiz ihtimal şu an “yol” rüya-mı güya ?
Duygum sanki düşünce-mi ifâdecik zevk mi ,
Ne dilsiz söz-misal “lisan” zor anlam mı dünya ?!
2.
Metodum içten empati hem dıştan sempati ,
Bilin ki “irtical”-lisan hep benlik iç tema ! (*)
Tam yorum şiir-ruh hiss-i dem “ilham” mecâzî ,
Bilinç ki “iç dil-hâl / vicdan” net subjektif ayna !
(*)Bkz.Dil-Man / Telaffuzlu Fransızca-Türkçe Cep Sözlüğü ,Öğretim Yayınevi-İst.1968 / “theme (tem): tema ,
konu.” / Ancak kavrayabildiğim kadarıyla asıl konu değil de belki “iç anlam” meâlinde esas sözün özü .* HK /
FIKRA ÜSLUBU “şiir-söz zaten nükte” UYARI: -Gözlerine bakarken kendimi görüyorum. /-Merak ettim ,
nasıl ? /-Aslında gözlük camların aynalı da! /-Anladım ama sana da anlatabilmek için içten şu tek süâl aynı
fıkra üslûbu “uyarı”-nüktesince cevap benzeri “şiir-söz” düşündüren derin bir felsefe esprisi değil mi acaba ?
(Bkz. Cumhuriyet “Bilim Teknoloji” 18 Ocak 2008 / sh. 8: Aylak Bilgi , Tahir M. Ceylan : “Ben” Nasıl olu
şuyor ? // Bir süredir kafam yorgun , “Ben (self-)” ile uğraşıyorum , kendim* dediğimiz şey nasıl oluşuyor ,
içi nasıl doluyor onu düşünüyorum. Biz daha çok dışarıdan başkasının sesini , görüntüsünü , dokunuşunu alı
yor , onları hissediyoruz ; karaciğerimizin şekeri parçalayan halini , böbreğimizin üreyi süzen biçimini , bey
nimizin oradan oraya akan elektriğini görmüyoruz. O halde nasıl kendimizin farkına varıyor , “Ben” dediği
7
miz şeyin bilgisine nereden ulaşıyoruz ? // Cevap belki de Alman Fenomenolog E. Husserl’in , “Biz başkası
nın Ben’iyiz, Ben’imizin içinde başkasının Ben’i yaşar (?!)” diyen cümlesinde gizlidir. Winnicott* 1967’de,
“Uygun bakım verilmeyen bebekler annede kendini değil ,anneyi bulur (?!)” demişti.Uygun bakım için oysa ,
annenin aynalama yapması , bebek güldüğünde gülmesi , kendini silip taklitle, ona onu anlatması gerekir.
Böylece bebeğin canlı bir aynada kendini tanıması , annede gördüğü resmi içselleştirerek kendi “Ben”-ini
oluşturması mümkün hale gelir. / İngiliz psikanalist Fonagy*, kendi gerçeğiyle oyalanmadan bebeğine ayna
lama yapan annenin , “ belirlilik (markedness)” kazanıp, çocukta “Ben”-i (*) kolay geliştirdiğini söyler. Böy
ledir bu , kendini tümden verebilenler, yani layıkıyla (kul-) köle olanlar, sahibinin kişiliğini bile değiştirirler.
Şair Eşref (-Bkz. Edebiyat Ansiklopedisi , Milliyet -1991 / sh. 102-3: Şair, Gelenbe’de (1847) doğdu. Çeşitli
ilçelerde kaymakamlık yaptı. 1902’de siyasi suçlu olarak bir yıl hapse mahkûm edildi. Tahliye edildikten son
ra Mısır’a (1904) kaçtı. Oradan Avrupa’ya geçerek gazete (Curcuna , Zuhur) çıkardı. Meşrûtiyet’in ilânından
sonra İstanbul’a geldi. Adana Vâli muavini oldu. 1909’da azledildi. Kırkağaç’ta , Bahçıvan Pazarı’nda (22.V.
1912) öldü. / Eşref, sade hiciv şiirleri yazan bir şâirdir. Bu şiirlerde dîvan edebiyatı nazım şekillerinden kıt’a ,
gazel ve muhammes şekillerini , aruz veznini ve divan edebiyatı dilini kullanmıştır. Hicivlerinde halk tabirleri ,
küfürler , bâzen müstehcen sözler vardır. / Eserleri : Deccal (2 kitap: 1904 ve 1907), İstimdâd (1906), Şah ve
Padişah (1908), Hasbihâl Yahut Eşref ve Kemal (1908), İran’da Yangın Var / 1908*-)’in ruhundaki köleliğe
bakar mısınız : “Gelecek kim olduğumu bilseydi neslinden // almadan Hazret-i Havva’yı boşardı Adem !” (*)
Eşref’in kendine ve erbab-ı devlete hicvi , iktidar kadar halka da yön vermişti. / Eğer anne bebeğin duygusunu
yansıtmak yerine, kendi duygusunu (örneğin kocasına öfkesini) aktarırsa , gerçeği vaktinden evvel onun içine
(henüz bilinçsiz zihnin nüvesi iç benlik gelişimince evrensel gerçek kavrayışını zorlama-tarz) sokmuş olur ki ,
bu durum bebeğe kaldırması güç bir yük verir ve çocuk içindeki bu ürkütücü gerçek’le, hayalperest (subjektivi
te sonucu oluşan) bir kişilik geliştirerek ancak baş edebilir.O zaman onun için dünya , ya hayâlleri gibi durmalı
ya da yok olmalıdır. Bu , hayata uyum için sağlıklı biçimde kendini değil , hastalıklı olarak dünyayı değiştir
mek isteyen yapıyı , kişilik bozukluklarını ortaya çıkarır. Görülüyor ki “Ben”, genetik yapı ve anne bakımı’nın
etkileşiminden doğan ve de zamanla kavileşen bir bileşim’dir. / Bu bilgiyi temel alarak diyalektik mantıkla fel
sefi bir bakış geliştirelim. İnsan , embriyolojik dönemde muazzam bir dönüşüm geçirip (maddenin cenindeki
ontojenetik gücünü kullanıp) işlenmemiş bir potansiyel halinde yeryüzüne düşer , çevrenin filtresinden geçer ,
onun tarafından isimlendirilir , dünyaya uygun olarak şekil verilir. Böylece madde (*) üstün güçlü bir efendi (!)
olarak kendi amacına uygun köle yetiştirir ; beklemeyi , kendini ertelemeyi , içindeki değil , dışındaki sesleri
dinlemeyi öğretir insana ve fazlaca döl verdiği ölçüde yüceltir onu. (İşte bu materyalist “diyalektik mantık” mı ,
yoksa Allah’ın vahyettiği idrâk ışığına en uygun nazm-ı Kur’an beyyinatı mı ; İslâm’ca inanç derinliği bakış mı
kısacası sığ yorumsamacılık mı bilimsel düşünce ve anlayışta hangisi daha doğru algılamalarımızca ?! / HK*)
Ancak insan bugün o kadar türevin türevi (*?!*) hale gelmiştir ki (maddeyi köleleştirip maddeden uzaklaşma),
neredeyse madde değildir ya da maddenin zorunluluğundan özgürleşmiştir. Bugün maddenin oluşturduğu zorun
lu hakikatin üzerine, türevin türevi (eğitimli insan / yeteneği)’nin yarattığı zorunsuz, volenter , ihtiyarî hakikat
ler oturmuştur ; meselâ , yeryüzünde 9. senfoni’ye ait tek bir tını yokken , Beethoven* sağır haliyle beste yap
mak yolunda , piyanonun titreşimini hissetmek için dişlerine kıstırdığı çubuğu konsola dayayarak çalışıp, dünya
nın gördüğü en büyük sesi , 9. senfoni hakikatini yaratmıştı. Tezleri , felsefe tarihini gözden geçirtecek önemde
ki Fransız düşünür Deuleuz’ün “Hakikat yoktur , yaratılır (*)” ifadesi bunun karşılığıdır. / Fonagy* “Ben”-i ,
başka yaşamların genişleme alanı ; Freud* ise tersine, başkalarını , Ben’in yaşam sahası olarak görmüştü. Fre
ud* filozof değildi , konuyu varlık-bilimsel temele haklı olarak götürmemişti. O, sağlıkla ilgiliydi ; halbuki var
oluş’çu Jasper’a göre, “Felsefe yapmak , ölmeyi öğrenmekti !” (*)Varlıkbilim ve gelişimsel psikoloji’nin ortak
cephesinden bakarsak , sağlıklı (madde’nin beklentisine uyumlu-)“Ben”, disiplin geliştirmiş , duygu düzenleye
bilen (affect regulation), zihinselleştirme (-mentalization) yapabilen , düşündüğünü düşünebilen (reflective
capacity) bir yapıdır. / Bunların gelişmesi için anne, gerçekçi de olsa başlangıçta negatif duyguları bebeğe yan
sıtmamalıdır , çünkü bebek kendinde tümgüçlülük (omnipotens) bulamazsa yer yüzüne çıkmaz (immatürite).
Çıkarsa ama eğitim görür , dönüşür (türevin türevi olur) madde’yi köle, kendini Tanrı*yapar. (Not: Olumlu ya
da olumsuz yönlendirme etkisi bakımından “eğitim , canlı varlık yapısını bütünüyle dönüştürücüdür gerçekten.
Nitekim / Bkz. Mesnevî’nin Özü , M. Muhlis Koner , Yenikitap Basımevi-Konya 1961 (Tamamı / ilk 68 sayfa
“Mukaddime” ve devamı (959)tek cilt toplam: 1027 sayfadan ibaret bu kitap, bilhassa ilk “mukaddime” bölümü
8
bu alıntı yazının doğru yorumlanması bakımından müstesna değerde ilk kaynak kanaatimce. Esasen bu eserin
etkisiyle yeniden şiir yazmak hevesim uyandı da daha sonra başka açılımlarla son çeyrek yüzyıllık ömrüme be
del işbu “Yaşamakça” çalışmalarım kimi an coştu-hızlandı , kimi zaman yorgun-durgun yavaşladı. Bunun açık
kanıtı da zaten elimdeki kitabın baştan sona sayfa aralarına ve boşluklarına müsvedde “derkenar / notlar ve de
neme şiirlerle çiçeklenmiş” şekildeki birçok karalama yazılar /ilâve nükte-tasrihat diyebilirim.Bir rasgele örnek:
(sh. 90. “Nefis diri oldukça gönül ölüdür // Gönül dirildiği vakit nefis ölür !” – İmdadullah*) Bir de, sh. 927:
en son sayfa “Altıncı cildin sonu” / Tam baştan “Bugünün ilmi , bugünün anlayışı ve bugünün açık diliyle Mesnevî’nin bütün bahislerinden seçmeler (*) sonuna dek / sh. 929-959 “İçindekiler (*) // “Kâhil kimdir ?
(9 beyit / Tercemesi) İzahı: Arifler her iki cihanda da her şeyden feragat etmişler , nefsin her türlü şehvetlerin
den geçerek Hakta fani olmuşlardır. Bunlar tenbel (Bkz. Yeni Lügat / “Kâhil : Saçına ak düşmüş adam , yaşlı ihtiyar. Tenbel.”) değil , deruni bir cehd-i tam içinde ancak dünya işlerine kayıtsızdırlar. Çünkü onların dünya
feyzi , dünya nimeti , dünya ziyneti ile hiçbir alâkaları yoktur. Bunun için çırpınıp durmazlar. Onlar hakikati ,
gören gözle gördüler ki , Hak onların her işlerini onarmaktadır. Ancak âhiret kaydıyle mukayyetdirler. Amma
avam-halk bunun farkında değildir. Bunun için akşam-sabah koşarlar. Çünkü onlar ahmaktırlar. Ahmak ise ke
hil (fariğ-) olmaz. / Şimdi Mevlâna kıssada bu üç oğlanın kâhil olup olmadığını anlamak için kadının birer hikâ
ye söylemelerini istemesi münasebetiyle sözün kıymet ve ehemmiyeti hakkında şu hakikati söylüyorlar : “Dil ,
bu küçük et parçası , gönlün bütün sırlarına perde’dir.O ne vakit harekete geçerse, bütün sırlar meydana çıkar.
O, ne kudrettir ki küçücük bir et parçası , güneş gibi parlayan hakikati örtüyor.” / Müteakiben Mevlâna , sözün ,
derunî sırları fâş-ettiğini şöyle bir teşbih ile anlatıyorlar : “Çemenlikten gelen güzel kokulu rüzgârla , külhanın
zehirli rüzgârı gibi; insanın sözlerinden gelen manevî koku da insanın ne olduğunu derhâl meydana kor. Bunu
tam basiret erbabı şöyle dursun , biraz zekâya sahip olan insan dahi anlar. Çünkü o söz esnasındaki pozlar , mi
mikler , onun doğru veya eğri olduğunu derhal meydana koyuverir. O sözler , misk ile sarımsak gibi nefesten
anlaşılır. / Nitekim dürüst-mert insanlarla , kötü kadın tabiatinde olan hünsaların sözleri biribirinden büsbütün
başkadır. Arslanla tilkinin sadâsı biribirine hiç benzer mi ?” İşte dürüst, mert insanlarla , kötü kadın tabiatında
olan hünsaların özleri de aynen böyledir. Eğer bunu fark edemiyorsak , aklımızca bunu ayıramamak ruhî meşâ
mın fesâdına delâlet eder.) Amaç maddenin kontrolüdür ve bu aslında Tanrı’nın görevi’dir , şimdi ama insanın
görevi olmuştur ! (Bkz. Kur’an : 2*26-39)*12 bin yıl önce (derken , nükte-i tefe’ül / letâif-i Kur’an: 26*12 ve
39*12. âyet!) insanoğlunun ilk ekini Siyez buğdayı* Anadolu’da nasıl hâlâ ekiliyorsa , insanın “tanrılaşma”(!)
süreci de binyıllardır (?) yeryüzünde hız kesmeden sürüyor. İnsanı mideden ve ruhtan besleyen şeyler , demek
hiç değişmiyor ! // sh.7: Prof. Dr. Burhanettin Güvenç / “Nanobilim nedir? Nanobilim en kısa ve özlü ifade şek
liyle doğayı taklit etmektir.Doğaya baktığımızda kendisinin temel yapı taşları olan atom ve molekülleri mükem
mel bir şekilde kullanarak bilgi dediğimiz her şeyi inşa etmektedir. Gözle görebildiğimiz ve göremediğimiz bü
tün bitki ve hayvan türlerinin doğada aşağıdan yukarıya doğru yani temel taşlarla inşa edildiğini gözlemliyoruz.
Bunu doğa 100 milyonlarca yıldır mükemmel bir şekilde yapmaktadır.”…) Kim; tabiat / doğa (!) -Tanrı mı?
FAZLA SÖZE GEREK YOK !
Kur’an Allah’tan hitap , başka görüşler pek çok ;
İşte (2*2. “Zâlik-el’Kitab…”) fazla söze gerek yok !
Şu an “nur-ruh” hakikat , dünya-dönüş gerçek yol ;
Din’le-bak , güzel misâl “lâhzacık kıyâmet”- gonk !
GÜN-DEM ŞU ÖRNEK HUTBE !
Gün bu Kurban Bayramı , dem bu Cuma Namazı
Şu örnek Hutbe güzel , gerçek değerde güncel !
Konu “iman”-anlamlı , hem doğru-“salih amel”
Şuur ruhun Hak aşkı , nur-u Kur’an irşâdı !
(- 27 Kasım 2009 / 10 Zilhicce 1430; Cuma. Kurban
Bayramı’nın ilk günü. Yine aynı Gündoğdu Camiinde
tekrar aynı hutbe metni okundu Cuma hutbesinde.)))
Dikkat ! Tarih: 21 Aralık 2007 Cuma / Kurban Bayramı’nın 2. günü. Gündoğdu Camii (İzmir- Karşıyaka
9
Adalet Mah.)’nde okunan şu hutbe bile örnek değerde genel-güncel muhtevasıyla gayet doğru-uyarıcı üslûp
bir güzel metn-i hitabet (tamamını alıntılamak istediğim bu metnin altındaki isim : Aydın Şentürk , İzmir –
Konak Zeynel Abidin Camii İmam Hatibi) işte: “(30*44.) İman Salih-amel İlişkisi / Muhterem müminler !
Ruhumuzu ve bunun yanında aklımızı korumanın ilk yolu sağlam bir imandır. Zira , insanın ruhunu ve aklını
besleyen temel kaynak , imandır. İnancı sağlam olmayan bir insanın ruhen ve aklen olgunlaşması mümkün
değildir. Böyle insanlar sıhhatli düşünemezler , öğüt alamazlar. Allah’ın , bunca âyetlerini göremezler. Ruhla
rını ve akıllarını kötülüğü emreden nefsi emmareye ve şeytana teslim ederler. Şeytan ise insanın en büyük
düşmanıdır. Sağlam inanca sahip olmak , İslâm’ın bütün emir ve yasaklarına tereddütsüz inanmak demektir.
Aziz Kardeşlerim !
Yüce Allah , insanı boş-yere yaratmadığı gibi başı-boş da bırakmamıştır. Onu bir-takım ibadetlerle yükümlü
kılmıştır. Hayatı ve ölümü bir sınav olarak yaratmıştır. İnsanın bu sınavda başarılı olabilmesi , iman ile birlik
te salih-ameller ilişkisine bağlıdır.
Değerli Müminler !
Kur’an-ı Kerim’de (30*44.“her-kim inkâr ederse, inkâr kendi aleyhine döner. Ve her-kim de sâlih amel işler
se kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar. // Kim küfre saparsa inkârı kendi aleyhinedir. Barışa yönelik
bir iş yapanlarsa , kendi benlikleri için yer hazırlarlar. / 45. Çünkü Allah , iman edip hayra ve barışa yönelik
işler yapanları , öz lütfundan ödüllendirecektir. O, nankörleri sevmez.) Sevgili peygamberimiz , salih amelle
rin bizimle birlikte ölüm-ötesi’ne de gideceğini , kabirden içeri yalnız iman ile birlikte sâlih amellerimizin gi
receğini şöyle vurgulamaktadır: (Buhari / rikak 42 ,üç III ,193. “Ölen kimseyi kabre kadar üç şey takip eder ,
ailesi ve malı (-mülkü , servet-şöhret ve makam-mevkii gibi vesair sahiplendiği dünyalıkları , her türlü güçle
ri , imkânları ve yandaşları) geri döner ; geriye yalnızca onunla birlikte ameli / iktisab ve irtikab ettiği günah
-kötülük veya sevab bakımından küçük-büyük kazanç çeşitli iyilik ve işledikleri – kalır.”) buyurmaktadır.
Aziz Cemaatim !
İmanın korunması ve kalpte kökleşmesi için amel gereklidir. Çünkü düşünce alanından eylem ve hareket ala
nına çıkamamış olan iman , meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan iman ışığının hiç sönmeden par
laması , giderek gücünü artırması sâlih amellerle mümkün olur. Salih ameller , samîmi imânın bir göstergesi
dir. Salih ameller , imanımızın güçlenmesini ve ahlâken olgunlaşmasını sağlar. İbadetler ile beslenen iman
ağacının meyvesi güzel ahlaktır. İbadete devam eden kimsenin kalbinde iman nuru parlar , Allah korkusu ve
sorumluluk duygusu gelişir. / İbadetler , var-olan imanın korunmasını sağlar. Birtakım kimselerin “- önemli
olan kalp temizliğidir , ibadetler önemli değildir.” demeleri ,İslamî /yani dinimiz İslâm’a uygun bir yaklaşım
değildir. Müslüman bir kimse böyle bir düşünceye sahip olamaz. / Salih ameller : kalbimizdeki iman ve iyi
bir niyetle yapılırsa , Yüce Rabbimiz’in katına ulaşır ve ömrümüzün nihai hedefi olan hiçbir gözün görmedi
ği , hiçbir kulağın işitmediği , akla-hayâle gelmeyecek güzellikteki cennete girmemize ve oradaki dereceleri
mizin yükselmesine vesile olur. Bir gün gelecek bizlere emanet olarak bahşedilen ömür nimeti sona erecek.
Her nefis ölümü tadacak ve toprağın kara bağrına girecektir. Bedenlerimiz çürüyecektir , ancak imanımız ve
sâlih amellerimiz ebediyen baki kalacaktır.
Muhterem Cemaatim !
Hutbemi bir âyet meâliyle bitirmek istiyorum. (29*9. “İman eden ve salih ameller işleyen kimseleri elbette
salihler -niyet ve davranışları düzgün olanlar *- arasına dâhil edeceğiz.”)
…………………………………
SARP YOKUŞ “sağ – sol” YOL !
1.
Tam mûcize hem-mesaj yeter ibret-internet ,
Oku-anla , Allah’tan her sûre emr-i âyet ;
Önce bak-gör (89*14.) Rabb’in tam mirsâdına işâret !
Diyor ki : (90*4. “Le-gad halakne-l’insâne fiy-kebed”)
(5. “E-yahsebü en-len yakdira aleyhi ehad”)
Ey insan! (7. “E-yahsebü en-lem yerahû ehad”)
Düşün , (8. “iki göz” / 9. “bir dil , iki dudak”) ne hikmet ?!
(10. “Ve hedeynâ-hü’n-necdeyn”) çift tepe / sarp yokuş yol !
10
(11. “Fe lâ-gtehame-l’akabe”) yol “sağ – sol” sarp gayet ,
(12. “Ve mâ-edrâke me-l’akabe”) ne bildiriyor ?
Ey “necdeyn” ne yâni işte (13 -17.) “akabe” beyan net !
2.
(18. İşte o –mutlu / sağcılar * “ashâb-ül’meymenet”)
(19. İnkârcı mutsuz / solcular * “ashâb’ül-meş’emet”)
Demek (20. “Aleyhim nâr-un mü’sadeh”) azap pek zor !
Dünya hayat “sağ – sol” âkıbet âhirete yol ;
Duydun ya , anlamazsan biraz daha tefsir et !
EVET, “Hedef kitle” HERKES !
Diye “ey – yani” niye hem-niyet “tefsiriyye”
Mesaj şiir diliyle besbelli hedef kitle !
Öz kim deyince herkes söz kimden bilir elbet ,
Demek idrâk gerekli ilmince “izah” hizmet !
Haydi ille “Al eline kalemi ,yaz zihinsel derdini!” de; ne yani izah edemem mi ? Manzum mizah hoş şiir !
NET “Dinamik gündem” MESAJ !
Şiir ruhum malûmat-“müktesebat”
Tam “duygusal düşüncem” mülhem mesaj !
Net dinamik sünûhat nükte-“sebat”
Doğaç şu hâl “öz gün-dem söz” günce yaz !
(Bkz. “kimse kızmasın , kendimi yazdım” hasan cemal / sh. 44 -6: Bir hayalin sonu ! Fakat o hayal bizim
için 1960’lı yıllarda canlıydı. – “Kuşağımdan birçok kişiyle birlikte, altmışlarda , kendimizi Türkiye için
hayli yeni sayılacak bir entelektüel ve siyasi ortamda bulduk. Çoğumuz yasalara göre‘ergenlik çağı’ olan
onsekizimize girerken , inisiyasyonun öteki kısmı olarak Marksizm’e de girdik. Dolaysıyla epey sert bir
çatışma ortamına da girdik. / O dönemde, var olan ideolojiler dünyasında Marksizm’in karşı konulmaz bir
üstünlüğü ve çekiciliği vardı. Bir kere, genç bir insana , dünyayı ve hayatı kavrayabileceği bir düşünce sis
tematiği veriyordu. / Şüphesiz dünyada türlü türlü insan var. Kimisi bir el kitabında , tarih boyunca toplum
ların üretim tarzları bakımından beş aşamadan geçtiklerini okuyup öğrenince, bu ona yetebiliyordu. Bir de
‘muhalif kimlik’ ihtiyacımız vardı ki , sanırım bu daha da ‘varoluşsal’ bir sorundu. Herkesin her an bir tara
fından şikâyet ettiği , herkesin bir biçimde ‘kurtarılması’ gerektiğine inandığı bir toplumda yaşıyorduk.
Gençtik. Gördüğümüz pislikle, kötülükle özdeşleşmek istemiyorduk. Muhalif ve mücadeleci bir kimlik
arıyorduk.” / Bu yıllarda umuda yolculuğun sloganları “devrimci” idi. ( … ) Çeyrek yüzyıl sonra sloganlar
da tersine döndü: ( … )Bütün bunlar da moda olmadı mı ? Sen de bu modaya kapılmadın mı ? / Moda olarak
görmedim bunları. Özellikle 1980’lerin başından itibaren siyasal düzende olduğu gibi ekonomik düzende de
serbest rekabete inanmaya başladım. Bu ikisinin iç içeliğini daha iyi kavradım. ( … ) 70 yıllık Sovyet rejimi
özellikle ekonomideki perişanlığın sonucu olarak tarihe karıştı.
Sh. 52: “… İnsanlık , tarihin belki de en büyük değişiminden geçerken , bizim sosyalistlerimiz hiçbir şey
olmamış gibi yirmi yıl önceki mevzilerinde kalmışlar , hayatın saldırgan değişimi karşısında başlarını siper
lerine gömmüşler , değişimle hesaplaşmayı göze alamamışlar. ( … ) Hayat boyu süren bir kavga(*)da umdu
ğunu bulamayanların yaşadıkları düş kırıklıkları ancak acı verir , hüzün verir. ( … )
Sh. 62-3: ( … )Tıpkı bu kitabı yazarken olduğu gibi. Hayatta umduğunu bulamayan kırık adamlardan biri
saymıyorum kendimi. / Yani yaptıklarından pişman değilsin. / Pişman olsan neye yarar ki ? Mazinden , ken
di kişisel tarihinden intikam mı alacaksın ? Olur mu öyle şey ? Önemli olan kendi kendini eleştiri süzgecin
den geçirebilmek. Klasik bir söz ama aynaya bakabilmek … Ve yaptığın işi hevesle yapmaya çalışmak … /
11
Tıpkı Sisifos efsanesinde olduğu gibi … / “Sisifos… Tıpkı onun gibiyim. ( … ) Bir ömür boyu … Kaya bana
anlam katıyor. ( … ) … kayayı dağın tepesinde bırakırlarsa o başka. ( … ) Peki ama benim kayam (gayem /
ideal işim-tutkulu uğraşım*) ne? Sözcük üstüne sözcük yığma eziyeti mi ? Kitabı izleyen kitabı izleyecek
kitap mı ?” // Sen ne diye bu kitabı yazıyorsun ? Günter Grass’ın deyişiyle “kurtuluşu geçmişe sığınmakta”
mı buldun ? Bu arada meraktan soruyorum. Ne diye bu kadar çok alıntı yapıyorsun ? Başkalarının cümle
lerine sığınıyorsun kendini anlatırken ? (*) Belki de kendi sözcüklerimle kendi duygu ve düşüncelerimi iyi
ifade edemediğim için … Bu kitabı geçmişe sığınmak için değil ,geçmişi herkesle paylaşmak için yazıyorum.
( … ) Masal anlatmıyorum ki. Yalnız geçmişe gömülmüş de değilim. ( … ) Türkiye ve dünya olaylarını
muntazam takip ediyorum. ( … ) Elimden geldiğince tarihe tanık olmanın gayreti içindeyim.
Sh. 65: Bence doğru olan , insanın kendisini yanlışlarıyla birlikte yazabilmesidir. ( … )
Sh. 66: “… Toplum o kadar duyarsız , biz o kadar genç ve idealisttik ki ! Şimdi bizleri o toplumun genelin
den soyutlayıp 30 sene öncesine bakarak ahkâm keserek suçlamak en azından âdil değil. Herkesin kendi 68’i
var. Buna kimsenin itirazı olamaz. Ama işin sarpa sardığı bir nokta var. Sanki 1968 ve 69’da yalnızca bu ço
cukların borusu ötüyordu ve sanki her şeyi onlar ayarlıyorlardı gibi bir hava yaratıldı ki , işte buna dayanmak
mümkün değil.” / Bir zamanlar (… ) sen de tek taraflı görüyordun. ( … ) Sonra değiştin ! / Şimdi niçin değiş
tiğimi yazıyorum. Bir de otuzuncu yılında 68’in bir efsane haline getirilmesine karşıyım. Çünkü yaşananlara
eleştirel bakmayı , sorgulamayı engeller diye düşünüyorum.
Sh. 73: “… Yoksa siz bunları hiç yaşamadınız mı ? ( … ) 1968’li yıllarda , o başkaldıran gençliğin büyük
çoğunluğu , bugün bu ülkenin gündemini saptayan yazılı ve görsel basında önemli köşelerde ve yetkilerde. /
Dönüp hiç mi geriye bakmıyorsunuz ? ( … ) Niye susuyorsunuz ? ( … )”
Sh. 78-80:Yaşadığım bu sarsıntıyla birlikte kendi doğrularımı gitgide sorgulamaya başladım. Özellikle
1970’lerde bir özlemin kendi iç dünyamda tomurcuklandığını duyumsadım. Hoşgörü sahibi bireylerden
oluşan bir çevrede, bir toplumda yaşamanın özlemini daha çok hissettim. Tartışma adabı nedir bilen , dedi
ğim-dedik’çilik illetinden arınmış , kendi doğrularını sorgulayabilen … / Ya da kendi doğrularının sorgulan
masından rahatsızlık duymayan , yalnız kendi özgürlüğüne değil , kendisi gibi düşünmeyenlerin özgürlüğü
ne de sahip çıkmanın önemini kavrayabilen bireylerin oluşturduğu bir toplumda yaşamanın özlemini tadabi
lecek miydim ? / Başka sorular da vardı , farkına varmaya başladığın … // 1960’larda farklı bir zihniyet dün
yasında yaşıyordum. ( … ) Keşke 1960’larda bana örneğin Karl Popper’ı öğretenler çıksaydı ! Siyasal bilim
ler okudum. Ama bu filozofla ancak 1980’lerde tanıştım. “Açık Toplum ve Düşmanları” isimli kitabını ilk
kez o zamanlar okudum. / Bir yerinde şöyle der: “Akılcılığın , eleştirici düşüncelere kulak vermeye ve sına
malardan bir şeyler öğrenmeye hazır olmak tutumu* olduğunu söyleyebiliriz. Bu , temelde ‘Ben haksız
olabilirim ve sen haklı olabilirsin ve çaba göstererek belki doğruluğa daha yaklaşırız’ diyebilme tutumudur.”
( … ) “Bilim de yanılabilir , çünkü bilim bir insan ürünüdür.” diyerek şunu ekler: “Daha önemlisi , bize dü
şüncenin görevinin şiddet ve savaş yoluyla değil de, eleştirici tartışmalar yoluyla devrimler yapmak olduğu
nu; yüce Batılı akılcılık geleneğimizin , savaşlarımızı kılıçlarla değil , kalemlerle yapmamızı gerektirdiğini
gösterebilir.” / … anladım. 1971 sonrası , hayallerimize ne oldu diye kendime sormaya başladım.
Sh. 100: ( … ) Aynı bakış açısı Alparslan Türkeş’te de vardı. Radikal sağı savunurken “Komünistler
saldırdığı için ülkücü gençlik silaha sarılmak zorunda kaldı” derdi. (22 kasım 1987 …*)
Sh. 184 -5: ( … ) Fakat insan , bu düşük kiralı ev için kendi hayatında olağanüstü yüksek bir bedel öder.
Çünkü kendi aklından vazgeçer. Çünkü vicdanından ve sorumluluğundan vazgeçer. Çünkü bu ideolojinin
en önemli yanı , insanın kendi vicdanıyla aklını bir yüksek otoriteye teslim etmesidir. Burada ilke şudur:
İktidar merkezi aynı zamanda gerçeğin de tekelini elinde tutar. En yüksek laik otoriteyle en yüksek uhrevi
otorite aynı ellerdedir.” ( … ) Ne yaparsın ki hatıralar bazen insanı dipsiz bir kuyu gibi kendine çekmeye
başlıyor. ( … )
Sh. 185-6: ( … ) Keşke … çok önceleri okumuş olsaydım. Keşke, Türk aydınları onlarla çok önceleri tanış
mış olsalardı. Keşke, demokrasi düşüncesi Batı’da olduğu gibi benim memleketimin bilim yuvalarında da
bütün boyutlarıyla öğretilmiş olsaydı ! // … Bak ne demiş: “Düşün yetkinliğinin sırrı , eleştirme ruhudur ,
düşünsel bağımsızlıktır. Oysa bu durum , otoriterciliğin her çeşidi için aşılmazlığı ortaya çıkaracak güçlükler
yaratır. Otoriteci genellikle kendi etkisine uyanı , inananı , dinleyeni seçecektir. Böyle yapmakla da ikinci
sınıf tipleri seçmiş olur. Hiçbir otorite, düşünce cesareti olanların , yani kendi otoritesine omuz silkmeye
12
cüret edenlerin en değerli tipler olabileceklerini kabullenemez.”
Sh. 187: Eğer demokrasiyi gerçekten bir hayat tarzı olarak yerleştirmek istiyorsak , “düşmanlık kültürü”
diye tanımlanabilecek bu anlayışı (!) etkisiz kılmamız gerekir. Sözcüklerin özgürce uçuşmasından rahatsız
olanlara karşı … / Bırak şimdi bunları. ( … ) Bak , seni gerçekten etkileyen kitaplardan biri daha. ( … )
(Ara-not: Dürüstçe itiraf etmek gerekirse bencileyin pek çok kimse kendi geçmişiyle hesaplaşmak isterken
nice benzeri ideolojik kitaplar etkisinde duygusal düşüncelerinden dolayı yıllar boyunca aklını ve benliğini
içten tutsaklayıcı birtakım yanılsamalar yüzünden neler kaybettiğini idrâk edebilirse elbette temel kavrayış
lara ve daha doğru bakış açılarına yönlendirici kimi kitapların farklı değerini de keşfedecek kendince !)
Yaralı bir kuş gibi çırpınırken yüreğim // Can nabz-ı dil hikmeti derinden düşüneyim !
SEKR-İ MERAK
1.
İllet kibir rağmına ibret kabir ,
Düşün nedir ruh hem mecâz-ı kalbin ?
Nisbet*değil lâfzınca “idrâk”-tâbir ,
Özünce bil , “mahrem mesaj” sır-hâlin !
2.
Millet bilir aklınca hikmet-şiir ,
Sözün “iç dil”-lisan*merâm-ı derdin !
Şiir’leşir sahvınca “sabr-ı cemil” (*)
Ömrün “mehil” şu an merak mı sekrin ?
(*) Bkz. Osmanlıca-Türkçe Yeni Lügat , Abdullah Yeğin , Hizmet Vakfı Yayınları –İst.1991 / sh. 595:
(… Cenab-ı Hak , Hakîm ismi muktezası olarak , vücûd-u eşyada bir merdivenin basamakları gibi bir
tertib vazetmiş. Sabırsız adam teennî ile hareket etmediği için , basamakları; ya atlar-düşer veya noksan
bırakır ; maksud dâmına çıkamaz. Onun için hırs* mahrumiyete sebebdir. Sabır* ise müşkilâtın anahtarı
dır… Cenab-ı Hakk’ın inâyet ve tevfîki , sabırlı adam(-adım)larla beraberdir. Çünki SABIR üç-tür. Biri :
Mâsiyetten kendini çekip sabretmektir , şu sabır takvâ’dır… İkincisi : Musîbetlere karşı sabırdır ki ,
tevekkül ve teslim’dir… Üçüncü sabır : İbadet üzerine sabırdır ki , şu sabır onu makam-ı mahbûbiyet’e
kadar çıkarıyor. En büyük makam olan ubûdiyet-i kâmile cânibine sevkediyor !.. / Mek.*)
…………………………………………………………………………………
Nitekim , meselâ:Bkz. Beşir Ayvazoğlu , Defterimde Kırk Suret “Portre” 1- 4. Basım: 1996-2002 ,Ötüken
Neşriyat / ve 5. Basım: Mart 2007; bu kitabın yayın hakları Kapı Yayınları’na aittir.(www.kapiyayinlari.com )
Tamamı:266 sayfa. Kitabın ilk başlangıç serlevhası: (“Hoşca bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen // Merdüm-i
dîde-i ekvân olan âdemsin sen” –Şeyh Gâlib*) ve arka-dış kapakta tanıtım alıntısı da şöyle: (“Eskiler insana
‘Küçük âlem’ derlermiş.Ne kadar doğru ! Her insan ayrı bir âleme açılan bir kapı ; o kapıdan içeri girdikten
sonra labirentlerinde kaybolmak işten bile değil. Sıradan zannettiğimiz insanların bile uçsuz bucaksız (ruhsal)
iç dünyaları varsa ; bilim, sanat ve hareket(-aksiyon) adamlarının dünyalarındaki büyüklüğü varın siz hesap
edin. Onları derinliğine anlamaya çalışmak , yıldızlar-arası yolculuğa çıkmak gibi bir şey olmalı. Ben mi ?
Ben sadece kapıları korka korka aralayıp ‘hoşca baktım’ , gözlerim kamaştı.”)
………………………………………………………………………………
Sh. 22-24: ( … ) Her kuşağın taşıdığı bir sorumluluk var. Ya da öyle olmalı ! Bu sorumluluktan kimse
kurtulamaz. Ancak kimi yazar , kimi yazmaz , kimi de yazamaz. Ben yıllar geçtikçe yazma cesaretini
kendimde buldum. // Geçmişi unutturmamak lazım. Geçmişi unutmak , unutturmak isteyenler , ya da
unutabileceğini , unutturabileceğini zannedenler , hem kendilerine hem yaşadıkları topluma fenalık ya
parlar. Çünkü geçmişi unutmak bir yerde onu tekrarlamaya mahkum olmak anlamına gelebilir. / Bunun
için hatırlamak zorundayız ! Yaşananları aydınlığa çıkarmaya çalışmak aynı zamanda tarihçilere dönük
bir borç. ( … ) Bir başka doğru da yaşananları olduğu gibi yazıp onlardan ders çıkarabilmenin ortamını
13
hazırlamaktır. O yüzden hatırlamak zorundayız ! ( … ) Hayatta bayılırız yanılmazlığı oynamaya. Neden
se hep haklıyızdır. Oysa ahmaklıktır bu. / Hatta yalanla yaşamaktır ! “Kendi kendisiyle çelişkiye düşme
yen kişi bağnazdır , dogmatiktir. Her bağnaz da gericidir.” // “Gerçek şu ki artık yanılmazlığıma inanmı
yorum , o yüzden kayboldum !” / İnsan kendi kendini ele vermekten hoşlanmaz. Senin kişiliğin de öyle
değil mi ? Dışa vurmaktan kaçınırsın. / İç hesaplaşma ise mutlaka şart , kendi huzurunu yakalamak için.
Toplumların olgunlaşmak için nasıl ki kendi tarihleriyle barışık hale gelmeleri şartsa … / Yanılgılarını ,
yenilgilerini kendi kendinle konuşabilmek … Ahlaki bir hesaplaşma denebilir. Kafamda sorular hiç eksik
olmadı. Benim deyişle, çengelleri birbirine takılan soru işaretleri … Yıllar bu sorulara cevap aramakla
geçti. Bazen buldum cevapları , bazen öyle sandım. Ama sorular hiç bitmedi ! / İnsanın o kadar çok geç
mişi var ki. Birden çok geçmiş … “Geçmiş günlerden bahsetmek zor iş zaten. İnsanoğlu acaip bir nesne.
Yani ben hesapça kendimden bahsediyorum ama hangi kendimden ? Hesapça kendim denilen o sınırdan
söz ederken , sanki başka birini anlatıyormuşum gibi bir duygu geliyor.” / Ben de kendimden bahsedece
ğim ama o kadar çok kendim var ki ! / İçini dökmek hissi … / Bazı soruların yanıtlarını yazmak istiyorum.
Ama kendi başıma değil. Başkalarıyla paylaşarak. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Kitaplar biriktirilmiş ve ko
yulandırılmış zamanlardır *” sözüne uygun olarak … / Biraz erken değil mi ? ( … ) Niye erken olsun ki ?
Kendi yüreğimi açmak için beklemem gerekmiyor. Sonra ne derler kaygısından sıyrılalı çok oldu. Tam
tersine. Yüreğimi herkese açabildiğim kadar açayım ki başkaları da açsın. Çünkü gerçeğin bir değil bin
yüzü var. Hep birlikte sesli , daha önemlisi yazılı düşündükçe gerçekler ortaya daha iyi çıkar. / Halbuki
bir zamanlar … Oysa , dünyaya herkes farklı bakar. ( … ) İşte ben de kendi siyasi maceramı kağıda dök
mek istiyorum. Bu benim kendi tarihim. Kendimi yazdım ! ( … ) Zamanın derinliklerinden kopup gelen
anılar zaten insanın yakasını hiç bırakmıyor.
Sh. 13: ( … ) Onun için bu kitap bir başlangıç… // Doğan Kitapçılık AŞ “8. baskı” – İst. 1999)
NİYE ŞİİR ?
1.
Herkesin hayatı kendince roman
Diyelim-yazalım var mı okuyan ?
Üzmez insanları haddince beyan
Nitekim “anlatım tarzı” okutan !
2.
Cidden okunmaz mı aklınca yazsan
Niye şiir yazdım meram-ı candan ?
İçten duysun nazm-ı nabzınca vicdan
İşte “dil sanatım” merak-ı ruhtan !
Bkz. Yevtuşenko (Yevgeni Yevtuçenko) Yaşantım (Türkçesi: Tektaş Ağaoğlu) “Dünyaca ünlü Sovyet
şairinin kendi kaleminden özyaşam öyküsü” (1. Baskı “ant”) ve, 2. baskı “e yayınları” –İst. ? / Sh. 7:
“Bir şairin yaşantısı şiiridir. Ondan gayrısı olsa olsa dipnot olabilir. Şairin şair olabilmesi için okuyucu
onu –avucunun içinde tutuyormuşçasına- tüm duyguları , düşünceleri ve eylemleriyle bir arada görebilmeli. /
Eğer şair kendini ikiye bölmeye, yani adamlığını şairliğinden ayırmaya kalkışıyorsa , sanatçı kişiliğine kıyı
yor demektir.” / Sh. 129-143: Kitapta adı geçen şiirler: (Türkçesi: Ülkü Tamer) Zima Kavşağı’ndan ; Stalin’
in Mirasçıları ; (-Bu şiirin bize yansıyan çağrışımlarından: “… ölmedin , ölemezsin” diye söylenen bir şarkı
ve daha pek çok kitap ya da söylemlere benzer yerli-yabancı yayınlar arasında Arap diliyle “er-Racül’üs-sa
nem: Put Adam” bir kitap!) Babi Yar ; Konuşma “ … Şişirilmiş palavralara nasıl gülünür ,/ öyle gülüp geçti
ler sözlerime. / Yalnız yazdım , kimseyi suçlamadan , / aklıma gelen ne varsa sıraladım , / övdüm övülmesi
gerekenleri bir yandan , / bir yandan karaladım yeteneksiz yazarları ! / (nasıl olsa yapılacaktı bunlar bir gün).
/ Şimdi cesurum dememi istiyorlar. / Sonunda öcünü alırken bu kötülüklerin / hatırlayıp utanacak çocukları
mız bir zamanlar / cesaret sayıldığını doğruluk denen şeyin.”// (-Nitekim Sovyet Rusya’da rejim reformunun
ikiyüzlü uygulamalarına karşı halkını uyarıcı şiirleriyle yüreklendiren şairlerden en tipik bir örnek kişilik ve
üstelik kendi hayat hikayesini içyüzüyle eleştirel üslûpta yazmayı göze alıp bu kitabında a-ha bunu başardığı
14
nı da basın namussuzlarına açıkça meydan okuyarak kanıtlamış şair bir cins “sözünün eri” komünist-devrim
ci !) Sh.75: “Yani , diyeceğim , kişilere tapma eğiliminden söz ederken , şu ya da bu yoldan kendini ona kap
tıran herkesi midecilikle suçlamakta acele etmeyelim. Tabii mideciler vardı işin içinde, yok değildi ama ,me
sela sanat dünyasında birçokları Stalin’e övgüler yazdılarsa , bu çok kere onların kötülüklerinden değil ,için
de oldukları açmazdandı. / Nasıl oldu da ,o kadar zeki ve yetenekli insanlar bile aldandılar ? / Bir kere Stalin
güçlü ve canlı bir kişiydi. İnsanları kendine bağlamasını çok iyi biliyordu. Gorki’nin de, Barbusse’ün de aklı
nı çelmiş , 1937’de, yani temizleme hareketinin o en korkunç yılında , Lion Fauchtwanger gibi sert, tecrübeli
ve romantizmden uzak bir kimseyi kendinden yana çekebilmişti. / Sonra , Sovyet halkı Stalin’in adını Lenin’
in adından ayrı düşünemiyordu. Stalin , Lenin’in ne kadar sevildiğini , başüstünde tutulduğunu bildiği için ,
Lenin’le ilişkisini gerçekte olduğundan çok daha yakın göstermek kaygusuyla tarihi yeni baştan yazdırdı.Ta
rih öylesine “yeniden” (yenibaştan) yazıldı ki , sonunda Stalin bile belki inandı kendi dediğine. / Çünkü , hiç
şüpheniz olmasın ,Stalin gerçekten seviyordu Lenin’i. Onun ölümü üzerine söylediği ,“Yoldaş Lenin ,bizden
ayrılırken , şu vasiyeti …” diye başlayan söylevi (cidden-)gerçekten nefis bir düzyazı örneğidir. Stalin yalnız
başkalarının gözünde değil , kendi gözünde de Lenin’in halefi* olmayı diliyordu. Kendini de, başkalarını da
aldatmasını başardı. ( … )” Dikkat! Tıpkı bizim Milli Şef döneminde Ebedi Şef denilen Atatürk’ün ilk halefi
İnönü’yü anımsatmıyor mu ?! Cumhuriyet Türkiyesi’nin Atatürk’ten sonraki “Millî Şef / İnönü” dönemi , ilk
1950’ye dek ve sonrası 1960 “27 Mayıs” İhtilâli’ne derken günümüze etkilerini yansıtması bakımından Türk
Demokrasi Tarihi’nin psiko-sosyal “politik kültür değişimi” kökten Anayasal düzenlemelerle toplum hayatı
içinde ferdiyet kaderimize de devlet ideolojisine göre hükmetmek isteyen zihniyet sultasına yol açtığından
ancak (Bkz. Gülünç Hakikatlar , Osman Yüksel Serdengeçti*) güncel olayları ya da pek çok kitapları “fıkra
üslûbu” özetleyip bir bakıma acılarımızı komik taraflarına bakış açısından vurgusu güçlü “güldürü”-tarz düşün
dürmek konusunda acaip mizah hepsi izah olunamaz sanki o“devr-i sâbık” işte (-Bkz.“Eğlenceli , Komik ,her
telden Fıkralar/ Fıkır Fıkır Fıkralar ,Yakamoz” / sh. 240: “Ben sizin kadar güzel anlatamıyorum / İki aile var
mış ve her iki ailenin de birer kız çocuğu varmış … / Bir gün misafirlikte sohbete başlamışlar : -Eee sizin kız
dan ne haber … / -Valla işte ne olsun … Biliyorsunuz , işe girdi geçen sene. Başını kaşıyacak vakti yok. İlk
başlarda geceleri fazla mesai yapıyordu. Sonra hafta sonları da çalışmaya başladı. Patronu çok sevmiş , her
işi ona veriyormuş … Derken Ankara seyahatleri başladı. Bizimki çanta sekreter gibi ,patron nereye o oraya.
Sonra Paris seyahatleri filan … En sonunda bu iş böyle olmayacak dediler , patronu ev tuttu. Deli gibi çalışı
yor evladım. Eee, peki sizinki ne alemde ?.. / -Valla bizimki fahişe oldu , inanın ben sizin kadar güzel anlata
mıyorum …” ) “Söz-misâl ruh yoksa şuur düşünmez / Zira özündeki nükteyi bilmez ! // Üslûpsuz kof fıkra*
izaha değmez / Zevksiz-ciddiyetsiz mizah güldürmez !” ( HK*)
Sh. 92: “(… / Gördüğüm , gerçekten , Stalin’di. // 93: O gün hayatımın , dolaysıyla şiirimin , bir dönüm nok
tası oldu. / Gördüm ki , artık bizim yerimize düşünecek birisi yoktu. (Daha önce de var mıydı , zaten ; bilmi
yorum ya!)Gördüm ki ,artık elimizi şakağımıza dayayıp adamakıllı bir düşünmemiz gerekti …Yalnız kendim
için değil ,yurdum için de bir sorumluluk duygusu geldi(-çöktü) üzerime ve onun olanca ezici yükünü omuz
larımda duydum. Stalin’in yaptıklarını bir anda tüm kapsamıyla anladım demek istemiyorum.Stalin’i bir ölçü
de hâlâ gözümde büyütüyordum.Yaptıklarının hepsi henüz bilinmiyordu.Ama bir şey apaçık ortadaydı benim
için: Rusya’da bazı meseleler patlak vermişti , onları çözmeye çalışmaktan kaçmak , o da , bir suçtu. Şiir hak
kında da böyle düşünüyordum. Hem kendi şiirim , hem genellikle Rus şiiri hakkında böyle düşünüyordum. /
Belki başka ülkelerin hepsinden çok Rusya’da şiir siyasal bir görev yüklenmiştir.Rus şairleri ötedenberi ülke
lerinin manevi yöneticileri olmuşlardır.(sh.94: )Akıl-almaz duygu inceliklerine inebilen Puşkin , yırtıcı pole
mik şiirleri de yazmıştı:
“Hâlâ özgürlükle ışıyorken içimiz ,
Yüreğimiz şeref için atıyorken ,
Gel vatana adayalım , dostum ,
Ruhun bu en soylu coşkusunu !”
( … ) Rusçada “şair” sözü “savaşçı” sözüyle bir tınlar. Rusya’nın şairleri , oldum olası , ülkelerinin geleceği
15
ve hak yolunda savaş vermişlerdir. / … düşünmesine (…) despotlarıyla savaşına yardımcı olmuşlardır. /
Böylece, Stalin’in ölümünden sonra … (…)”
(Bkz. Akşam G. 27 Ekim 2007 “son sayfa” / Stalin’in 2.6 milyon muhalifini öldürdüğü belgelendi. Gerçek
rakamın 12.5 milyona kadar çıktığı sanılıyor. (Hatta bazı yazılı belgelerle görsel belgesellerde toplam 40
milyondan fazla olduğu da artık gizlenmeden söyleniyor. – H.K.) “… Arşivlere ancak Vladimir Putin’in
devlet başkanlığı döneminde ulaştık” diye konuştu. Stalin tarafından 1937’de yapılan kıyım(-katliâm*)da
12.5 milyondan fazla muhalifin öldürüldüğü sanılıyor. / Dış haberler servisi*)
Bkz. Cumhuriyet G. 22 Kasım 2007 –Perşembe* / Sh. 11: “Güçlü ülke , ahlaklı da olmalı ! ‘Kişiye Tapın
maya Hayır !’ / Stalin’in putlaştırılmasının kanlı sonuçlarından kendini zor kurtaran Sovyet halkı , miting
lerde böyle bağırıyordu. / Acaba ağzından çıkana gerçekten inanan kaç kişi vardı ? Bu slogan da , ötekiler
gibi “yukarıdan” gelmemiş miydi ? ( … ) Çarlık İmparatorluğu’nda , Sovyetler Birliği’nde ve bugünkü Rus
ya’da halkın çoğunluğunun istediği “demokrasi ve özgürlük” yerine, “güçlü ve adil otorite” değil mi ? ( … )
Evet , Rusya daha da güçlenecek. Bu tahmine ben de katılıyorum. Dahası bunun , Türkiye’nin de çıkarına
olacağını savunarak sözkonusu öngörünün gerçeğe dönüşmesini istiyorum. / Ama yalnızca petrolüyle, gazıy
la , karizmatik lideri ve füzeleriyle değil , kültürü ve ahlakıyla da./ En azından “güçlü Rusya” deyince benim
aklıma gelen bunlar …” // Ve bu konuda aynı sayfada ayrıca bir başka başlık: “Putin kürsüden esip gürledi /
Dış Haberler Servisi – ( … ) Muhalif politikacıları “yabancı büyükelçiliklerin fonlarını eşeleyen çakallara”
benzeten Putin , Batı’yı da Rusya’nın politikalarına karışmakla suçladı. / Geçen yüzyılın sonunda Rusya’yı
yoksul duruma getiren ve rüşveti popüler yapan kişilerle şimdiye kadar mücadele etmek zorunda kaldıklarını
savunan Putin , “Bu kişilerin birçoğu hâlâ siyasi alanda bulunuyor. Onların isimlerini siz bazı partilerin spon
sorları ve milletvekili adayları listesinde bulabilirsiniz” dedi. / … “Geçmiş sistemden nemalananlar bu rövan
şı alma peşinde. İktidarı tekrar ele geçirip oligarşik rejimlerini yeniden kurmayı planlıyorlar ” diye konuştu.
Putin , “Batı ülkelerinde eğitim alıp gelen bazı kişiler , komşu ülkelerden ders alarak bizde de sokaklara çık
mayı deneyecekler” şeklindeki sözlerine salonda bulunanların “izin vermeyiz” sloganıyla karşılık vermesi
üzerine, “doğrudur ” dedi. ( … )” // Yine aynı sayfada acaip bir haber Rusya’dan hâkeza : “Müritleri ikna
girişimi / Moskova (AA) – Rusya’da kıyamet gününü beklemeleri için müritlerini yeraltındaki bir mağaraya
gönderen tarikat lideri Pyotr Kuznetsov, müritlerini “çocuklarını serbest bırakmaya” ikna etmek için bölgeye
götürüldü. Kendini peygamber ilan eden Kuznetsov’un müridi olan 29 kişi , bu ay başında Moskova’nın gü
neydoğusunda Nikolskoy köyü yakınlarındaki bir mağaraya çocuklarıyla birlikte kapatmış ve zorla dışarı çı
karılmaları halinde kendilerini yakacakları tehdidinde bulunmuştu. Rusya’daki bir psikiyatri hastanesinde te
davi gören Kuznetsov geçen hafta gözaltına alınmış ve hakkında şiddete dayanan dini örgüt kurmak suçlama
sıyla dava açılmıştı.”// İşte bir başka aktüalite*de entelektüel beyinleri ve eğitim sistemini ilgilendiriyor doğ
rudan “5.yıl” ülkemizde: (Sh. 14) “Bu yıl da etkinlikler , kutlamalar olacak ; felsefenin insanlara ,toplumlara
neler kazandırdığı anlatılacak. / Bugün (niye-Perşembe; çünkü)‘felsefe’ günü … /Arslan Kaynardağ* ( … )”
RUHSAL YORUM
Şair Yevtuşenko* örnek bir can ki ,
Yaşantım / özyaşam tam “iç dil” ruhum !
Tarih-i hakikat (40*78) salt terceman ki ,
İslâm medeniyet (*82) tek kitap ufkum !
Çağdaş devrim millet için uyan ki ,
Türk’çe- ülkücüyüm açık üslûbum !
Mesaj özüm “türkü” sözüm ayan ki ,
İşte “özgün nükte” bütün sorunum !
Aklımca anlamak gibi (*67-8) irfan ki ,
İnanç iç derinlik gönlümce huyum !
Doğaç mizacımla anlatmaktan ki ,
16
Fıtrat tarz-ı sanat doğal yol tuttum !
Tam onurlu söz zor -tıpkı isyan ki ,
Kör sağır nankör ruh duyarsız toplum !
Anlamaz yoz yobaz aymaz nâdan ki ,
İçten nazm-ı niyaz zevk-i şuûrum !
Ah herkes sorumlu şu an inan ki ,
İslâmca Allah Hak*Rabbim ben kulum !
Vicdan idrâkimce mülhem ferman ki ,
Acılar duyarak kalbten okudum !
Vah hem-dert şiir-aşk kök kaynaktan ki ,
İştiyak insiyak hissiyat duygum !
Dert dünyalık ancak gör ne derman ki ,
Şimdi dingin nice hâlet huşûum !
Zaman anlamınca hudutsuz sanki ,
Kendimce ilk hece son-soluk korkum !
Noktacık kafiye yeter ruh-can ki ,
İçimdeki şiir sonsuzca tutkum !
Benlik ne muammâ mûcizattan ki ,
Ancak “hudud-ullah” hayat düstûrum !
Şu beden mi insan canlı lisan ki ,
Diller konuşuyor hiç bilmiyorum ?!
Gerçek hep aramak emr-i Kur’an ki ,
Tek O’na benziyor her ruhsal yorum !
Öz belli söz demek kitap beyan ki ,
Vahy-i Hak ilk ışık şeksiz son durum !
Misak kültürümüz zor imtihan ki ,
Ortak aklımıza hitap sürûrum !
İşbu sebep böyle özet divan ki ,
Baştan sona yaşam-öyküsü yolum !
………………………………
Yine emsalsiz “sırdaş dostum” (merhum) Mustafa Durmuş’u unutmam mümkün değil. Lâkabı “İmam (*)
Mustafa” daha o zaman öğrencilik yıllarındaki İstanbul’da “milliyetçi gençlik” arasında. I969 sonbaharın
dan 2006 yaz ortasına kadar Bursa’da tam anlamıyla “dâvâ arkadaşım ve gönül dostum” olarak güven duy
dum her zaman ve her konuda daima örnek kişiliğinden destek nice “unutulamaz yardım” müstesna anlayı
şını hep hazır buldum yanıbaşımda. Asıl “vatan derdi ve millet davası” dışında başka hiçbir dert-şikâyet ko
nusu yoktu da gerçekten asil ruhların ortak gündemi işte sosyo-kültürel düşünce ve endişelerinden dem-vu
rup pek kaygılı konuşurdu dünya olayları ve ülke sorunları hakkında. Ah üstâdım , sen bırakıp gidince san
ki Bursa ruhsuz ve dünya huzursuzlaştı artık. Kıyamet dehşeti “şimdi” içimde hemen her şu dem mukadder
“ecel-i müsemmâ” hiç mi hiç değişmez zaten belli içten irkiltici bilinç gibi ilginç “iç dil” şiirimce en yakın
gerçek! Demek; “anlık -ölmek gibi bir şey- yaşamak!” ( Müh.Özer Ravanoğlu* sayesinde tanışmıştık ilkten!)
ÖNŞART !
Kur’an irşadınca (2*2.) “idrâk” içtenlik ,
Açık gerçek kendince tek anlamak !
Kavl-i Kitap (35*28.) “iç ürperti” bilgelik ,
Anlık görmek gibi bir şey yaşamak !
1.
Öz sezgi şiir tek suyunca akmak ,
İrticâl zor diye yazmaz son tercih !
17
Söz belli iç dil net ruhunca bakmak ,
İhtimâl yol nice aymaz yoz benlik !
2.
Öz sevgi ömrünce zor değil ahmak ,
Vicdan irfanınca önşart tam bilinç !
Söz sezgi gönlünce yol şiir yazmak ,
Kur’an irşadınca “idrâk” içtenlik !
3.
Açık gerçek kendince tek anlamak ,
Kavl-i Kitap “iç ürperti” bilgelik !
Anlık görmek gibi bir şey yaşamak ,
Vahy-i hitap dil* özet diyalektik !
Evet, değer-bilir dostlar birbirini içten sever de yüreklerinden kan ve bedenlerinden can çekilmedikçe elle
riyle dilleriyle gönül seferberliği(*) içinde emr-i (âyet: 3 / 102. Ey iman edenler ! Allah’tan , kendisinden
korkmaya yaraşır biçimde korkun. Müslümanlar olmanın dışında bir hal üzere sakın can vermeyin. // 103.
Hep birlikte Allah’ın ipine yapışın , fırkalara bölünüp parçalanmayın ; Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırla
yın. Birbirinizin düşmanı idiniz , Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O’nun nimeti sayesinde kardeş
ler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz ; sizi oradan kurtardı. Allah size ayetlerini bu şekil
de açıklıyor ki , doğruya ve güzele yol bulasınız. // 104. İçinizden hayra çağıran , doğruyu-güzeli emreden ,
kötü ve çirkinden alıkoyan bir topluluk olsun. Kurtuluş ve zafere eren işte onlardır. // 105. Kendilerine açıkseçik kanıtlar geldikten sonra , çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın. Böyle olanlar
için çok büyük bir azap vardır. // 106. Gün gelir bazı yüzler ağarır , bazı yüzler kararır. ( …) // 108. Bunlar
sana Allah’ın ayetleri. Hak olarak okuyoruz sana onları. Allah , âlemlere zulüm istemiyor. // 109. Göklerde
ne var , yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. İş ve oluşlar Allah’a döndürülür. // 110. Siz , insanlar için çıkarıl
mış en hayırlı ümmetsiniz: İyiyi-güzeli emredersiniz , kötü ve çirkinden alıkoyarsınız , Allah’a iman edersi
niz. / … ) şuuruyla yol düstûrunu unutmaz ve ölünceye dek görev aşkıyla sorumluluk konularını hiç savsak
lamaz , asla vefadan sapmaz ve aymazca unutamaz.
KADER RUH YOLUM !
Açık gerçek güzel canlı anlamlı
Rabbim mahşere dek Kur’an net yorum !
(*)
Kötüler dar etti berbat dünya-mı ,
İyiler her yerde hep içten dostum !
Kim böyle var etti “giz” imtihan mı ,
Rabbim mahşere dek kader ruh yolum !
………………………………………...
(Bkz. Yenigün G. 16 Haziran 2007 / İsmail Kızılbay , “Pinhan : Sipariş aşklar … / İzmir kökenli bir aileden
gelen , Fransız yazar Marc Levy, “Keşke Gerçek Olsa” isimli romanında , … bu derin sevgisi sonucunda ,
hastanede, uyanan sevgilisinden duyduğu ilk cümle şu olmuştur: “İyi ama , siz kimsiniz ? Neden her gün
buradasınız ?” Erkek , sevdiği kadını kurtarmış ama uyanan beden onu tanımıyor-dur ! Kitabı okumayı bi
tirdiğimde bildiğim , anlatılan aşkları düşündüm. En güzel örneklerine dahi baktığımda birçoğunun saflıktan
uzak , (tuzak !) hesap-kitaplarla bezenmiş olduğunu hissediyorum. / … Hikâyeyi düşündüğünüzde nerede
olduğunuzu bulabilirsiniz. Kimsenin görmediği ve bilmediği bir hayalete aşık olabilir misiniz ? / Gerçek aşk
böyle bir şey olsa gerek. Sevgi , aşk ya da tutku. Böylesi bir durum zaten mantık sınırlarını terk ettiğiniz (an
da!), sizi yeniden doğuran (yoğuran) duygular. Mantıkla örülmüş , planlanmış , hesaplanmış her türlü ilişki
sizi aşk’a çok uzak düşürür. Bana kızabilirsiniz. Fakat kızmadan önce bir düşünün. Eğer aşık olduysanız ve
bunun gerçek aşka yakın olduğunu düşünüyorsanız o zaman , “neden” sorusunun cevabını ancak şimdi
18
cevaplandırabilirsiniz. Eğer yaşadığınız sadece bir “iyi niyet anlaşması” ise o zaman “neden” sorusu’nun
cevabı sizi o insana götürmüştür. Yıllar sonra bile “neden” sorusunun cevabına eklemelerde bulunuyorsanız
gerçek aşkı yakalamışsınızdır. / (İşte bu / *) “Neden” sorusuna yapacağınız her bir ekleme, sizin kendinizi
daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır. Ancak planlayarak yaşadığınız zaman sıkıntılar başlayacaktır. Bilinen
şu tartışmaya girmek istemem; “Mantık mı , yoksa duygular mı ?” (*) Duygularım yanılmaz. Çünkü hisset
mişimdir. Neresi yanlış olabilir ki ?! Mantığım ise, beni yanıltabilir. Mantık , başkalarının davranışlarını
ve olayları öngörmeyi gerektirir; ve (hep*) bu nedenle de kaynağı siz değilsinizdir. Duygularınız ise, sadece
sizi kullanır ve sizin içinizden filizlenir. / Her şey gönlünüzce olsun.”)
GERÇEK (31* 25-30) GÜZEL !
1.
Güzel düşüncelerin şiir bahçesine gel ,
Öz arınmak için gel gezelim güzel güzel !
Güncel gönlün ne çirkin iç dil şiirce özel ,
Söz tarzın ilginç cevher nitekim herkes sever !
2.
Sever ruh hasta lâkin nefsine sor ne ister ,
Kendince ehven-i şer her yol mübah zanneder !
Bedensel dert her zevkin nice belâ-yâ echel ,
Hissetmek gerçek güzel “elhamdülillah” yeter !
STİL YÖNTEM / ŞİİR GÜNDEM
Sözde akıcılık güzel bir stil ,
Selaset “kadim tarz” vasl’ım mı yöntem ?
Öz ve biçim açık “-hoş şiir ” iç dil ,
Ne hikmet “selis söz” yazdım mı gündem !
(Öz-ne*ki ilginç cevher söz sanki bilinç-neşter !)
ÖZ-SÜVEYDÂ* DİL !
Sanki irtical lisanımca can nefes-i şiir ,
Ruh-u beden nice özgün nükte-i sânihâtım !
Mülhem meşk-i aşk gönlüm muammâ öz “süveydâ”-dil ,
Söz sanatıyla “mesaj’lı masaj (!)” şu yazdıklarım !
(-Toplam: “844 sayfa” şu yazdıklarım! “01. 07. 2010”
Nasıl da “anlamlı uyum” Bkz. 8*44. ve 84*4. meâl-i âyet!)
Bkz. Edebiyat Lügati , Tahir Olgun , Asar-ı İlmiye Kütüphanesi Neşriyatı – İst. 1355 / 1936* Sh. 158-9:
VASL: Bir kelimenin nihayetindeki harfi , sonraki lâfzın sesli harflerle başlayan ilk hecesine vurmak , yani
“liyezon” (ulama*) yapmaktır. / Ziya Paşa’nın : “Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz // Birkaç kuruşu
mürtekibin câyi kürektir !” – beytindeki (se-refraz) okunuşu gibi. Eski şâirler (a e i o ü) ile başlayan kelime
lerde vaslı caiz görürler , fakat (ayn ve he) harflerine yapılan vaslı(kelimeler arasında ses bağlantısı) kusur
sayarlardı. / Meselâ Bay Yahya Kemâl’in:“Mehtâb idi güller ve senin en güzel aşkın // Velhâsıl o ru’yâ duru
yor yerli yerinde !” -beytindeki terkibi vezin icabı (en güze-laşkın) gibi okumak lâzım geldiğinden böyle bir
vaslı hoş görmezlerdi.“Pek samimidir , yolunda olmasın bu aşk heder !” -mısra’ındaki … (aşkeder) okunma
sı da böyle sayılırdı. / Bunlardan; (1. vasl-ı hemze, 2. vasl-ı ayn , 3. vasl-ı hâ , denilirdi.)Fakat vasl-ı hâ / he*
yapmamaya dikkat etmelidir.
………………………………
Bkz. Edebî San’atler , Dr. Ali Nihat Tarlan , Yüksel Yayınevi – İst. 1947* / Sh. 20-1: Bu muhtasar mukad
demeden sonra edebî san’atleri tasnif edebiliriz. ( … )
Sh.86-7: “Malûmu devletleridir ki ,insan dünyayı iğfâle muvaffak olsa bile bir şahıs kalır ki onu aldatmasına
imkân olamaz; o da kendi nefsidir.” // “Doğru yoldaki kaplumbağa ,eğri yoldaki yarış atını geçer mi; geçer !”
(Mecburi bir izah: Hakikaten en temel tema /asl-ı üslûp bakımından nükte-i ifâde esasında ancak konu değil
de demekki insan anlayışının net derinliğince en dip bikr-i idrâk kader ruh-u şuuruna benzer her “sözün özü”
özgün nefs-i beşer öncelik “kendini bilmek / tanımak” aklın kaynak kökenini irdeleyip bununla Allah’a yol
aramaktan ibaret tarz-ı sanat tıpkı “iç dil” lügat-ı hayat “terceme-i hâl” misâli lisan-ı şiirim de hep bunu vur
gulamak için niçin yazmak istediğim-de (Bkz. Vatan G. 27 Ocak 2008 / son sayfa’dan alıntı şu yazı zihnimce
en temel soru ve konu olarak konuşuyor gibi içten sesleniyor ruhuma şöyle: “Edebiyat diye bir şey var mı ?”
19
İşte böyle soruyor ve köşesinde cevaplandırıyor kalemiyle, Tuna Kiremitçi: Eskiden bir mektup arkadaşım
vardı. Anadolu’nun uzak bir kasabasından mektuplar gönderirdi. Dünya güzeliydi o mektuplar ; okurken kah
kaha atar, gözyaşı dökerdim. Gencecik bir insanın kendisini ifade edişindeki samimiyete hayran kalırdım. / …
ve tabii ki âşık olduğu …’dan bahsederdi. Kendisini başarısız bir … olarak gördüğünü söyler, kaderiyle tatlı
tatlı dalga geçerdi. (Not: Tam kendime uyarlamak bakımından ilk “kız” yerine şiir* ve devamında “âşık” keli
mesinin noktacıkları yerine de şâir* diye yazmak geldi içimden ve geçti-gitti birdenbire zihnimden , niye; bil
mem mi hiç ?! / HK*) Babasız olmanın acılarını bulurdum o mektuplarda , üç çocuğunu tek başına büyüten bir
annenin çilesini , güzel doğa tasvirlerini ve içedönük arayışları … / Yani iyi bir kitabın yaşatması gereken her
şey vardı. / Günün birinde dayanamadım , öykü ya da şiir yazıp yazmadığını sordum. O güzel mektupların sahi
binden çıkacak edebi ürünleri çok merak ediyordum. / “Olmaz olur mu , var tabii !” diye cevapladı: “Ekte iki
öykümü gönderiyorum …” / Ama gönderdiği öyküler beni çok şaşırttı: Mektuplardaki samimiyetten ve duruluk
tan onlarda eser yoktu çünkü.Özenti bir şairanelikle yazılmış karmakarışık şeylerdi. Süslü ifadeler,okura yuka
rıdan bakan kibirli aforizmalar, bitmek bilmeyen cümleler … / Arkadaşıma söylemedim ama hayal kırıklığına
uğramıştım. Sonra bir süre bunun niye böyle olduğunu düşündüm. Mektuplarıyla beni alıp götüren genç (gönlü
mü büyüleyen kalem / HK*) öykülerinde niye bu kadar saçmalamıştı ? // Cevabı buldum sonunda: Arkadaşım
“edebiyat” diye bir şey var sanıyordu. / Birileri edebiyatın böyle yapıldığına inandırmıştı onu: Süslü cümleler
ve derin olmaya özenen fikirlerle … Oysa arkadaşımın bilmediği bir şey vardı: Edebiyatın hasını mektuplarıyla
çoktan yapmıştı aslında. Yani kendisini özgün ve yaratıcı bir şekilde ifade etmişti. / Tıpkı Kafka’nın , Pavese’
nin , Camus’nün ya da Atay’ın gençliklerinde yaptığı gibi … Zaten bana sorarsanız hiçbiri edebiyatçı değildir
onların. Kafayı yememek için yazıya sığınmış huzursuz ruhlardır hepsi.(İşte “edebiyat” dilinin nüktecik künhü
özümüzde derinleşip benlik gizemini içten keşfederek kendini bilmeye ve eğitmeye muhtaç çocuğun neş’esi içi
ni açsın ve de “iç dil”-şiiri iyice canlansın diye, “haydi ver coşkuyu , ver coşkuyu …” yufka yüreklere hitap söz
lerle yüzünde acı-tatlı karışımı gülücükler ve gözlerinde gönlünün nüktesi ılık-ışık gözyaşı şebnemler renklenip
parıldasın , ne güzel özünce esprisine göre “esbab-ı mûcibe”-gerekçe değeri ! / HK*) “Edebiyat” yapanlarınsa
ne edebiyatta ne de hayatta yeri var. Onların görevi … köşelerine tüneyip başkalarına kin kusmak … / Bizim
görevimizse, okumak ve yazmak ; kitaplarımızın aslında hayata yazılmış mektuplar olduğunu bir an bile unut
madan.*) böylece belirtilmiş şu örnek “Gerçek Güzel” şiir mısra’larında daha açık gönlümce içten niyetim.
Nitekim mühim mevzû-u fıtrat tam manasıyla açıklanmazsa âyet dilince ve hadis sözünce esasen nükte-i idrâk
kitab-ı hitap da anlaşılmaz zaten nur-u hidayet tek Kur’an-ca ancak Allah’ın nice mûcize zevk-i iman lûtf-i ina
yetinden ibaret doğrusu şu hakikat: (Bkz. Kur’ân-ı Hakîm ve açıklamalı Meali , Prof. Suat Yıldırım , Feza /
Zaman G. – İst. 1998 // Sh. 4 -5: Bakara sûresi 2*28. (âyet meâli ve renkli içerik kavramların kısaca açıklaması)
“Ey kâfirler ! Allah’ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki , siz ölü iken size hayatı veren O’dur. Şunu bilin ki tayin ettiği
vâde gelince sizi öldürecek , yine diriltecek ve sonunda O’nun huzuruna götürüleceksiniz. (52*35; 76*1; 40*11;
45*26)”Ayrıca ,“Kur’an-ı Kerîm Açıklamalı Meâli”,T.Diyanet Vakfı Y.“Heyet”/sh.XI-LV “İndeks”-dipnotlar!
29.“O’dur ki yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için yarattı.Sonra iradesi yukarıya yönelip orayı da yedi gök
halinde sağlamca nizama koydu. O her şeyi hakkıyle bilir. (41*9-12)”
Yeryüzünde mevcut her şeyden insanlar için bir faydalanma yönü vardır. Bu faydalanma şekli bazısında müs
bet , bazısında menfi bir durumdadır. Hepsinin faydalı olması , her birinin , her şekilde ve herkes için faydalı
olması demek olmaz. Bir kısmında zararlı olma durumu da vardır. / Haram kılınan şeyler ile (ve bir de ayrıca
helâlinden emek karşılığı) kazanılmış şahsi mallar dışında dünyadaki herşey mübahtır. Buna Fıkıh ilminde
ibahe-i asliyye* denir ki dayandığı başlıca naslardan biri bu âyet-i kerimedir. “Canlar , ırz ve namusun dışın
da , varlıkta asl-olan , mübah olma’dır. Özel bir haram delili bulunmadıkça , mübah ile amel olunur (*)” şek
lindeki fıkıh kaidesi bu âyetten alınmıştır. Yalnız (sadece) akıllara kalsaydı (bırakılsaydı) kimi hep mübah
der , kimi hep haram der , kimi de şaşırır kalırdı. Nitekim vahiy (yani , din-i İslam’ca artık “kök kaynak” an
cak Kur’an tek “el-Kitâb” bilgilerinin) aydınlığından uzak yerlerde böyle olmuş ve olmaktadır. Burada şuna
dikkat etmek gerekir ki bu serbestlik , insanların tümüne eşit olarak yapılmış , insanlar insan (nefs-i beşeri
yet / dünya) için yaratılmamış ve birbirlerine mübah kılınmamıştır. Bunun için insanların canları , ırzları bir
birlerine mübah değildir. Hatta bir insan kendi canını , ırzını bile dilediği gibi kullanmaya izinli değildir. İn
sanlar kendileri için değil , Allah’a kulluk için yaratılmışlardır. // Yedi gök: Müfessirlerin çoğuna göre dün
yanın üstünde bütün yıldızların süslediği maddî âlemin hepsi bir gök olup, yedi semanın birincisidir. Ve bu
20
nun ötesinde bundan başka altı sema daha vardır. “Biz dünya semasını yıldızlarla (donattık-) süsledik.”
(37*6.) âyeti de bu manada açıktır.)
ANLATIM
1.
İçten okurken belki
İçiniz sızlayacak !
Geçmiş şimdi yol belli
Gelecek kıskacında
Ömrüm sıfırlanacak !
2.
Öz şiir “iç dil” lügat
Tek gerçek konuşacak !
Söz “âyet” anlayınca
Gönlümün güzel sesi
İnanç ozanlaşacak !
3.
Şiirimsi nefesler
Ruh-canlı ışık gibi
İşte şuur Rabbim hak
Kur’an-ca anlam mutlak
Gözler renk-âhenk gökler
Sanki kitap baş sayfa !
4.
Daha ne varsa bak ki ,
İçsel dış evren ancak !
Gece-gündüz arz döner ,
Aşk Gül’ce bülbül öter !
Anlatım net Türkçesi ,
İşbu tarz Yaşamakça !
5.
Anlam hakikat dili
Şiir yaşamak gibi !
Canlı hayat benzeri
Yaşamak kadar hepsi !
(Bkz.-sözün özü: 31*27. “Ve lev enne-mâ … mâ-nefidet kelimât-ü’llâh…” )
Harf renk ses sayı: 0123456789 000… Somut şekil-madde nice soyut anlam!
Tefekkür ruh-u lisanım melek kimi ifrit canım !
… “Herkesin maksûdu tek-bir amma rivâyet muhtelif (*)”
… Söz tam doğru anlaşılsa ne ifrat kalır ne tefrit! // (-Tek doğru Bkz.
Feyizler-8 / Tuzaklar ve Uyarılar, Musa Özdağ , Kutlu Bilgi*Yayınları
-Kastamonu 2007 (Telf. 0366 212 06 12*)Sh. 32-33: “Tabii ki bu açık
lama ve yorum … daha yerinde ve daha isabetli olacaktır sanırım. / …
Peki bütün bunların az ve öz, bir tek kelimecik ile ifadesi ve anlatımı
nasıl olurdu acaba sizce ? Herhalde “Mücâdele” derdiniz değil mi ? /
İşte ben de aynen öyle söylüyorum : Mücâdele!” ) …………………..
Edebiyat ya da felsefe yapmak yani felsefe edebiyatı ile popüler-üslûp benlik
taslamak ve bilgece çalım-satmak için yazmak değil derdim , malûm övgüledi
ğim bazı yazar ve kitaplar arasına kendimi de katmak kaprisim değil maksat;
dertlere derman aramak. Gâye-i yegâne’m: -nedir ? İşte bunu şiir ve nesir tar
zımca anlatmak istedim de gönlümü dillendirdim vesselâm. / Muhtelif tarz-ı
üslûpta “örnek-kaynak” kimi alıntı-iktibas*sözler metinler seçkileyip bilim ve
düşünce âleminin gökkuşağından gönlüme yansıyan ne renk-âhenk güzellik
ler dercetmeye heveslendim. Ancak “Kitab’ın değeri kitaplardan öğrenilir.”
-diye elimin altındaki birkaç çeşit telifat-yazılar vesair referans fikriyat kullan
dım; mütebaki kitaplık karmaşasına dalıp bocalamak kaygısından arınmayı
bilhassa yeğledim yazarken. Nitekim muhterem Musa bey kardeşimiz’in şu
pek güzel feyz-âver, -Rabbimiz keremiyle- son olmayacak kitabını da daha
yeni okumaktayım. Müstesna* olarak kabul ve tavsiye ettiğimi belirttiğim
Feyizler serisi’nin tüm muhtevâsına hele bu özgün anlatım tarz-ı teshiratınca
böylesi irşad kitapları’na müştak garibim içten okurken anladım hayranım!
( Anlayınız ki , sizin kendi varlığınız gibi , konuşmanızın da başlangıcı yüce Allah’tadır.Siz mânâ ve maksa
dınızı başkalarına tebliğ ederken ve anlatırken Allah Teâlâ’yı bu kuvvetten yoksun zannetmeyiniz. Bundan
dolayı yüce Allah’ın indirdiği Kur’an-ı (*) bütün sosyal vicdanınızla dinleyip anlamaya ve tatbik etmeye
çalışınız. / Bkz. Bence Şiir’de “Elmalılı Tefsiri’nden alıntı” sh. 517*)
(Bkz. Hürriyet G. 10 Şubat 2007 / sh. 5: İnsan düşüncesini okumayı başardılar // Dünyanın önde gelen nöro
logları ,beyin aktivitelerini analiz ederek bilgisayar aracılığıyla geliştirdikleri bir teknikle “insanın düşünce
lerini okumayı” başardılar. İleride daha karmaşık düşüncelerin okunması için önemli bir adım oluşturan ve
Spielberg’in “Azınlık Raporu” adlı bilimkurgu filmini hatırlatan çalışma , kolay sonuçlanmayacak bir etik
tartışmayı da başlattı. // …
(Aynı sayfa) Emin Çölaşan : Çaresizlik ! ( … yaşanan olaylar gözümüzü açtı , bize gerçekleri gösterdi. Şim
di bir tek dileğim var: “Allah bu ülkede yaşayan , can ve mal güvenliği kalmamış, haksızlığa uğrayan ,ancak
sesini hiçbir makama duyuramayan ve sonunda sinir hastası olan milyonlarca acılı insanımıza sabır versin.”)
21
Not: Türk-Türkiye medyasını ilk kez (17-18 Ekim 2007 / KanalTürk TV) sorgulayan “Kovulduk …”
kitabını yazıp bu programla da “masaya yatırmak” öncülüğüne cesaret gösterdiğinden nâşi içten kutlamak
istiyorum muhterem beyefendi “idol yazar / araştırmacı örnek gazeteci” Emin Çölaşan ve onun gibi mert
“tam yürekli” birkaç cesaret timsâli “ilerici gerçek aydın” saydığım usta kalemleri !
Derken , nitekim (Bkz. Sözcü G. 2 Kasım 2007 / Emin Çölaşan yazıyor) PKK ve Kuzey Irak konusunda
bazı meslekdaşlarını isimleriyle eleştiriyor sert-dobra üslupta , hele bilhassa Barzani’nin ayağına bizzat
giderek görüşüp de reklamsı röportajını gazetesinde yayınlamış olan Hasan Cemal’i ! // İşte en son not:
01 Ekim 2008 / sh. 5: “Duayen gazeteci E.Ç. bu kez
İLK NOKTA
“son gelişmeleri” değil , kendini anlattı / … İşte
1.
Çölaşan’la gazetecilik ve Ankara üzerine sohbet …” //
Yorum içten dertli şiirim şekvâ ,
02 Ekim 2008: “… boynuma takılmış şeref madalyası …”
Tarzım yoz Türkçe’ye aykırı güya !
Medya alıntısı ilâve-derkenar yeter, “benden bu kadar !”
Yolum kökten belli değişim amma ,
deyip bitirmek ve sözü noktalamak gerek; güncel olaylar
Yazgım son tahlilde sancılı dünya !
sürüp giderken ne şu ortak konular ne de özel ve sosyal
2.
dert-tasalar hiç mi hiç bitmiyorsa da !
Toplum mühendisi değilim sol-da ,
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww
Aklım milletime bağlı bir rota !
Sustum da içimi dinledim yolda ,
Yazdım “iç dil” işte canlı ilk nokta !
ANLAMAK
Yârenim ilk bakışta
Oku biraz sabırla !
Haydi (“Allah adıyla …”)
Anlamak kolay başla !
İDRÂK
Öz şiir ruhsal sanat
Sözün değeri anlam !
Göz değil idrâk bizzat
Gönlünce hepsi ilham !
******************
ÖNCELİK ÖRNEK
SANAL AYNA*
1.
A-“normal mantık” kafa , anlamazsın “nükte” giz ;
Yol “sanal” sandık amma “mârifet” tek güncemiz !
Şu zor hâl “anlık” güya , “hakikat” düşüncemiz ;
İhtimal tam muammâ ,“hayâl” deyip geçeriz !
2.
Sırr-ı vicdan* aradık , kalbimiz sanki ayna ;
Açık “ http://hk.yasamakca.net ” derûni sohbetimiz !
Hak Kur’an-ca anladık , gönlüm mecaz süveydâ (*)
İlginç bilinç “internet” (*) derin düşünmeliyiz !
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww.
İnsanoğlunun ruhiyat dünyası sanki niyet-i iştiyakınca doğrudan“iç sezgi” ve akl-ı irâde insiyakınca dolaylı
“dış gözlem” olarak kalbine mülhem “mükâşefe” nuru ya da asl-ı ruh “hakikat” tam anlamınca Allah’tan
anlık mevhibe “vicdan” şuuru bakımından nükte-i mukadderat tek kaynak “Kitâbullah(*)” Hakk-ı mutlak
Kur’an beyyinatına göre“mahşer eşiği” kabir hayatına kanıt-tanık “kelime-i şehâdet” tarz-ı “tesbîhat” tüm
mükevvenâtın özü ve bil-cümle “ibâdullah” her mahlûkatın nice “iç dil” lügatınca dıştan şiirsel lisan tadında
anlaşılan her sözü güya noktacık kavrayış şumûlünce derin gönlünden “sızıntı” incecik bir akış ve daracık
gözlerle her bakışta öyle net örnek ki , içsel anlamıyla maneviyatta yükseldikçe zevk-i cennet burcu ve alçal
dıkça azab-ı cehennem çukuru ! Bu üslûp (beyn-el’havfi ve-r’recâ) “ümit ve korku” duygusunun cansoluğun
dan ibaret değil mi , işte şu dünya-hayat rüyasının ancak vahy-i Kur’an-ca akl-ı selîme en uygun yorumu ?!
(Mufassal kaynak: Bkz.Hadis Ansiklopedisi “Kütüb-i Sitte”(18 cilt)Prof Dr.İbrahim Canan / Zaman“Akçağ”)
Yine “Akçağ yayınlarından Mesnevi ,Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu (Kırıkkale Ü.Ed. F.Bl.Bşk.) ile Araştır
22
macı-Yazar Cemalnur Sargut’un TRT-2’den naklen tekrar bir sohbet dinledim ,Ödemiş (ÖRT)’de Ocak -2008
son haftası içinde; değerli proğram sunumcusu’nun konuya açılım katan açıklamalı sorularıyla gayet tatlı bir
derinlik kazandırdığı işbu sohbet tarzında özlü ve özgün “nükte-i beyan” anlamlı izahatlara hakikaten ne denli
ihtiyaç hissediyor ruhlarımız. Sanırım , Mesnevi-i Mevlana da öncelik örnek gösterilmesi gerekli bir eser; ru
ha hakikat diliyle sevginin inceliklerini içten hissettirici şiirsel selâset tadınca can neşvesi ve gönül şakrası aşı
layan ,ancak “Kitabullah” ahkâmına tam muvafık kaynak kitaplar arasında daha baş-sıra muteber tefsir-i Kur’
an değil de kimi idrâksizlere göre sanki “kurt-kuzu masalı (!)” öyküler anlatan bir beyhûde “destansı deyişler”
coşkusu mu ?!
ÖZ SEVGİ
1.
İçten şiir ruhumuzun coşkusu ,
Dünya-hayat bu rüyanın yorumu !
Hissen “iç dil” yolumuzun şuuru ,
Ruh hakikat tek Allah’ın buyruğu !
2.
Vicdan nüvesi iç cinnet kâbusu ,
Örttü düşüncemizi içten korku !
Şu an öz sevgi ilk âyet kaamusu ,
Söz-mü özümsenmeli ilmen doğru !
KANIMCA CANHAVLİM
Hep başka akış şimdi “iç dil” lisan hoş şiir ,
Yürek kanımca Rabbim ruhumu yoğuruyor !
Aklımca bakış şevkim mülhem vicdan boş değil ,
Benlik-mesaj “canhavlim” yolumu doğrultuyor !
…………………………………………………
Doğu (İslâm) ve Batı (Yahudi-Hıristiyan) medeniyetlerinin geleneksel kültür tarihini çağdaş (modern)
düşünce sistemleriyle harmanlayıp bu yoğun bilgi birikimi içinden “Kaosun Jeopolitiği ve Dinler Arası
Diyalog (*)” konularında “Anti-emperyalist bir Manifesto Denemesi (*)” gibi , işte (Bkz. adı da aynen
dikkate değer bir eser, bence ilkten okunması gereken “öncelik örnek” şu iki kitap: 1. “Batı Sömürgeciliği
ve İslam Dünyası , Yaşar Nuri Öztürk , Yeni Boyut-İst. 2003 / Öztürk şöyle düşünüyor : “İslam dünyasına
kansız ve İslam’la uyuşum içinde bir demokrasi götürmenin tek yolu , Mustafa Kemal Atatürk’ün laik Türk
modelini almaktır.” Öztürk’ün görüşüne göre, Batı ; Atatürk’ü İslam karşıtı göstermekle bir hata yapmıştır.
Bu hatanın sonucu olarak , İslam toplumları Atatürk modelinden ürkmektedir. Öztürk , İslam’ın modern bir
yorumunu savunmaktadır. Ona göre, Ortadoğu’nun gelenekleri üstüne oturan “Geleneksel İslam” Kur’an-da
yazılı olan ve Hz. Muhammed tarafından öğretilen özgün İslam değildir.”
Sh. 151-158: “Eski Fıkıh ile nereye kadar ? ( … ) 154: Neresinden bakarsanız bakın , … / 155: Peki , ne ya
pılabilir ? İş, şu üç zümrenin gerçek mümin sıfatı taşıyanlarına düşüyor : ( … ) Bunun kısa adı “Rönesans”
veya yeniden yapılanma’dır. / 156: … yapılacak iş bellidir: ( … ) 157: Müslüman dünyanın belini büken ek
siklik , niyet ve bilinç eksikliğidir. / 158: Temel göstergeleri … // Kurtuluş seferberliği için temel söylem ,
bizce kısa ve açık: Atalar dinini bırak , Kur’an-ı din yaparak yeniden dirilişe bak! Veya: Çöl fıkhı’nı bırak ,
Kur’an-dan hareketle uzay fıkhı(*)’nı oluşturmaya bak !”
Test Sorular: Ülkemiz sorunları , din ve dünya konuları hakkında aydınlarımızı test etmek için (Bkz. a.g.e.
Sh. 321-330 ve 331-345 “Röportajlar / Karen Fogg’un ve Star Gazetesi’nin sordukları”) gündem sorularının
aynen uygulanmasını ve cevaplarına göre epikriz sonuç değerlendirmesi (!)gereğini ısrarla tavsiye etmeliyiz.
Özellikle “elit tabaka: aydınlar (*)” artık Kur’an âyetleriyle yüzleşmek gerektiğini iyice derin düşünmeli ille
23
de gerçekçilik “realizm”adına akılcılık “rasyonalizm” konusunda ancak vahy-i Hakk’ın nur-u iman mantığınca!
Bkz. Sure-i Furkan , 25*(1-77)Ayet-30. Resul de şöyle der : “Ey Rabbim , benim toplumum , bu Kur’ân-ı*
terk edilmiş/-dışlanmış halde tuttular.”(!) Dikkat tam manasıyla gayet derin nükte-i teessüf ve elem-i teessür !
……………………………………
2. “a.g.e.Lütfü Özşahin , Rağbet Yayınları-İst. 2005 / Hz.İsa’nın deyimi ile “badanalı mezarlara” benzeyen
dış görünüşü ile şaşaalı , modern ve parlak gözüken , hakikatte ise değerlerin izafiyeti problemine saplandığın
dan dolayı ahlak normlarını oturtacak bir zemin bulamayan , içeriden öldürücü bir yozlaşma , sapıklık ve çürü
menin içerisinde olan , monist , hegomonik , ırkçı bir karakter taşıyan Batı medeniyeti ; kuvveti üstün tutan ,
çatışmacı , bölücü , ayrıştırıcı , sömürücü , bunalım anlamsızlık ve hiçlik (nihilite) üreten yönüyle Kaosun Jeo
politiğini oluşturmaktadır. / … Bu anlayışa bir de ; Tevrat ve İncil’in gönderiliş gayelerinin aksine, ırkçı ve
Siyonist bir yorumunu yapan , Yahudi-Evangelist cephe(*)nin “Armegadon Savaşında” bütün kâfirleri (yani
Yahudi ve Hıristiyan olmayan tüm birey ve toplumlar ) yok edeceklerine inandıkları , Mesihçi yaklaşımlarını
eklediğimizde, bütün bir insanlığın ne kadar büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğu ,apaçık bir şekilde göz
ler önüne serilecektir.”) bilimsel bakışla ayıklanmış gayet ince bir zeka ürünü olarak kabullendiğim ve bütü
nüyle onayladığım böyle eleştirici içerikte temel tezler ve özgün görüşler ortaya koyan kültürel çalışmaların
özünü süzüp çıkarmış ve milletimizin “yüzakı”olmaya hak kazanmış başarılarından dolayı , hem eserlerini
gönül rahatlığıyla okuduğum ve ruhumu uyarıcı kıvamda tefekkür ufkumu da açmakta öncü olan bu müstesna
kitaplarla mutluluk duyduğum için , her birinin yazarını saygıyla kutlamak ve hem de her Müslüman aydını
mıza mutlaka okuması , hatta başkalarına da tavsiye edip okunmasına , yani içerik konuların toplumsal bir
ortak bilinç oluşturmasına destek-katkı sağlanması gerektiği kanaatindeyim.
Not: İşbu “Yaşamakça” adıyla başlayıp bütünleştirmek istediğim hercai içerik / eklektik çalışma-ya “yayı
mından sonra” okuyucu da aynen devam ettirecek tarzda tercihine göre eklemeler yapsın ve eseri kendince
zenginleştirecek katkılarıyla özel notlar / alıntılar yazarak karalama “el defteri” gibi kullansın niyetim bakı
mından hatta tam sahiplenerek kendini geliştirmek için yararlandığı ve doğrudan kendi malı sayıp da hep yanı
başında taşıdığı ve elinden bırakmadığı bir kitap değeri kazandırsın diye düşündüğümden ben artık şu son nok
tayı işte en son alıntı olarak koymakla “temmet” diyorum: (Bkz. Posta G. 18 Ekim 2007 / Mehmet Ali Birand
yazıyor ( … ) ve de Kanal D “32. Gün” Türkiye’nin tarihi dönemeci* // bilhassa (sh.15) Güler Kazmacı
yazıyor : (İlk ve son bölümleri işte aynen alıntı:) ‘Alt yazılar’ / Herhangi bir olayda “alt yazıları” kaçırma
yın ve dibine bakın arkadaşlar , size söylenenlere değil. Hani “şeytan detayda gizlidir” dendiği gibi , detay
lar önemlidir. / Örneğin ABD’deki İkiz kulelere 11 Eylül terörü olduğunda “Kime yarar ?” diye sorduk.
Radikal İslamcılara yarar mı böyle bir olay ? Hayır. Çünkü bu arı kovanına çomak sokmaktır ve arıların
kendisini “sokacağını” iyi bilir insanlar. / O sırada Amerikan “tecavüzü” beklemekte olan Ortadoğu ülke
lerine yarar mı ? Yine hayır. Çünkü bunun bir Amerikan saldırısını “meşru” kılacağı da malumdur. /
Ve görünen , bu terörün İsrail ile ABD’nin “ikiz kardeşler” kampına yaradığıydı. / Zaten o gün New York’
taki 4 (dört) bin adet Amerikalı Yahudi’nin neden işine gitmeyip yok olduğunu kimse açıklamadı. / Sonra
da başta Mıchael Moore olmak üzere pek çok kişi 11 Eylül’ün bizzat CIA ve MOSSAD eliyle yapılan bir
“provokasyon” olduğunu , neredeyse kanıtlayarak ortaya koydu. Lakin ABD yönetimi bu konuda “tam si
per” kaybolup, yorum yapmadı. // Gelelim son günlerde en heyecanlı konumuz … / Geçenlerde bir yazımın
“dibinde” şunları söylemiştim: ( … ) Bu arada milletimiz “Yahu , PKK; şehit sayısının artmasıyla çok canı
mızın yanacağını ve fena celalleneceğimizi gayet iyi bilir. O zaman bunu yapmaları bizi üstüne çekmek
değil midir ?” demiyor. / Duygusal insanlarız ya , acı içinde hezeyana kapılıp “Gitmişken Kerkük’ü de ala
lım , Barzani’yi de vuralım” diye savaş çığlıkları atıyor. / Ama işte “eş , dost ve ahbaplara” duyurulur :
Benim “naçizane” yorumum ,Amerikalı bir strateji uzmanı olan Antony Cordesman tarafından doğrulandı. /
Açıkça “Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi bölge için olumlu sonuçlar doğurur” diyor uzmanımız. / Bu lafın
“alt yazısı” ne ? / Bir Amerikalı herhangi bir olayı “bölge için” olumlu görüyorsa , aslında bunu “ülkesi için”
faydalı görüyor demektir. / “Bilgilerinize sunulur”… )* Referandum (21 Ekim 2007 Pazar) günü ülkemizin
netame PKK terörü yüzünden son kez sıcak olaylar acısıyla yas tuttuğu büyük üzüntümüz nasıl unutulur ?
24
HİYANET-“TERÖR”
1.
Yeryüzünde(95*5)insan “halife” anla ,
Sırr-ı hilkat bilsen (2*28) olmazsın nankör !
Bozgunculuk yapmaz hunhar olmazsa ,
Öz-mesaj*şart “içten (31-7)yol” yakın süflör !
2.
(2*30: … Fi-l’arzı halîfe / … yesfikü-d’dimâ’)
İlk süâl-tek cevap “emr-i âyet” gör !
(“… İnnî a’lemü-mâ lâ-ta’lemûn”) yâ ,
Rabbim “ehl-i fesat” hıyânet-terör !
(sh. 26’dan devam: “… ve etkin güçte devlet* tam belâ-dert
bu musibet terör nankörlüğünün nasıl üstesinden gelecekse
tez sert-tâvizsiz irâde göstersin de tek gerçek kimlik*-kökten
belli iken ne şeytanca portatif-fitne “eledd-ül hısam” mâhut
düşman ve pek yaman şürekâsı emrinde enternasyonal tuzakplan ki , işte tezgâh -hep böyle sinsi “iç fesat” tamamen niha
yete ersin inşallah huzur-u vahdet tecelli-i inâyet duâlarımız
sırrınca mücâdele sâyesinde bitsin-gitsin başımızdan netâmehıyanet! / Dikkat tek konumuz “sosyal vicdan” nitekim …”)
Bkz.-Anadolu’da VAKİT G. 30 Ekim 2007 / Sh.13: Abdurrahman Dilipak , “Fitne zamanında ne yapmalı ?”
( … Kasdım medya aydını , cowboy Cia*-ajanı ; // Bukalemun yazar-mı , halk açık tanımalı ?! … / HK* )
İşte temel konu bu soruya cevap bakımından nasıl bir bakış ve anlayış paradigmasıyla yorumlanması sınırına
dayanan son noktada daha hangi izahlara açık kavrayış şümûlüne dek görüş ufkumuza aydınlık gerçek hedef
ışık kaynağına yol açmayı severek kitap değerince cesur yazıları da önyargısız “zevk-i idrâk”güncel yayınlar
dan okumalı ve erbab-ı kalem örnek kimi irşad edici dillerden nitekim imkânlarımıza göre yararlanmalıyız.*
(Bkz. Vatan G. 27 Ocak 2008 Pazar /sh.9: Pozitif, Dr. Ümit Yazman / Ne istediğinizi biliyor musunuz? İnsan
ların isteklerini dinliyorum. Onları dinlerken hep aynı yere takıldıklarını görüyorum. Pek çoğunun ne yapması
gerektiğini bildiğini ama ne yapmak istediğinden emin olmadığını gözlemliyorum. / Galiba yaşamınızda fark
yaratan en önemli sihirlerden birisi tam burada yatıyor. İnsanlar ne yapmaları gerektiği ile ilgili pek çok fikre
sahip. Yaşamın döngüsü (?!) her birinize bir yol çizmiş. O yollarda ilerliyorsunuz. Fakat kimi zaman çok önem
li bir detayı gözden kaçırıyorsunuz. Dileklerinizi görmezden geliyor veya düşünmekten kaçınıyorsunuz. Dileği
olmayan kişinin , kendine ait fikri olamaz. Kendine ait fikri olmayan insan ise başkalarının eğilimleri veya arzu
larına takılarak yaşamını sürdürür. / Dilekleriniz, duygularınıza dayanmalıdır. Dilekleriniz içinizden gelmelidir,
dışarıdan değil. Sadece mantıksal düşünceler ve zorunluluklara dayanan dilekler, dilek sayılamazlar. Onlar sade
ce yapılması zorunlu olan şeylerdir. Bu yolla gerçekleşen eylemlerde duygu gözardı edilmiştir. Dilekler çok seçi
ci ve kişiseldir. Gereksinimden doğmak zorunda değildir. / Pek çoğunuzun isteklerini gereksinimleriniz ve zorla
nımlı süreçler belirliyor. Mutlu olabilmek için olması gerektiğine inandığınız hedeflerin ardında gerçek dilekleri
nizi arka plana atıyor olabilirsiniz. Dilek olmadan gerçekleşen eylem , sadece olması gerektiğine inandığınız ge
reksinimlere hizmet eder. Ama bunun bedeli , yani vazgeçtiğiniz şeyin mutluluğunuz olduğunu , hayat enindesonunda size gösterecektir. / Seçme özgürlüğünüzü unutmayın / Bir kadının hayatını kurtarmak adına girdiği
bir beraberliğin , seçicilikten uzak olduğunu görmesi o anda pek mümkün olmayabilir. Olması gerektiğine inan
dığı hedefe o kadar kilitlenmiştir ve çevresel faktörleri onu öylesine bu duruma itiyordur ki , her bedeli göze ala
bilir. Göremediği o bedelin büyüklüğü ve sınırlarıdır. Özgürlüğünden vazgeçtiğini ve güdülen kişi olacağını fark
etmez. / Bir erkeğin daha güçlü olmak adına girdiği bir iş ilişkisi , dilek ve duygulardan ziyade, tasarlanmış ve
zorlanmış bir süreçle oluşursa , kişinin kendi kendisi ile samimiyetsizliğini doğurur. Güce kavuşan ama kendisi
ni sevemeyen bireyler oluşur. Bilinç dışında kendini samimiyetsiz bulan ve kendini sevemeyen birey bu sevgi
sizliğini kimi zaman hırçınlıklarla ortaya koyacaktır. Kimi zaman ise sadece yükselen değerlere endekslenmiş
hayatının , kendisine neden anlamsız geldiğini bulamayacak , hırslarına daha da fazla sarılarak mutsuzluğunu
bastırmaya çalışacaktır. Sonuç değişmez, yalnızca kendi duygularından değil , başkalarının da duygularından
mahrum kalan çevresi kalabalık ama yalnız bir birey ortaya çıkar. / Terapilerimde, Sigmund Freud’un ustalık
dönemi eseri olan “Ego ve İd”-de altını çizdiği temel unsuru hiç kaybetmemeye çalışırım. Freud , “Terapist’in
asli görevinin , hastanın egosuna şu ya da bu yolla seçme özgürlüğü vermek” olduğunu belirtmiştir. Sizi siz ya
panın seçim özgürlüğünüz olduğunu , hem kendinize saygınızın , hem başkalarının size sevgisinin ancak bu yol
la mümkün olacağını unutmayın. Yaşamınızda yapmanız gerektiğini düşündüğünüz rutinlere takılıp dilekleriniz
den uzaklaşmayın. Sorumluluklarınızdan kaçmadan , dileyebileceğinizin farkına varın. Yaşamınızda bir değişik
lik istiyorsanız, eyleme geçebilmeniz için önce dileyebilmelisiniz. / Hepinize iyi haftalar.*)
25
(Bkz. Zaman G. 15.08.2008 / sh.24: Kürt siyasetinin çıkmazı ve Ergenekon ,
Fidel Balta*-Sosyal Girişim Derneği Bşk. “… ve maalesef bu
Fitne katilden de dehşet tam belâ ,
kısım sancılı …” )
Büyük Türkiyemiz “tek millet” korkma !
*********
Temelden yıkıcı kısır tartışma ,
Köksüz söz anlamsız iş şuursuzca !
İnançsız kefere rezil (-eşkiyâ*)
Korkak kalleş hain kindar ruhuyla !
Bölücülük ; kökten karşıtlar “ka-ka”
(-yani , hem telâffuz hem de anlam itibariyle-deyim olarak “kötü”(!);
Pis yandaş şerefsiz fasıklar “ ke-ke !”
-yine, şive ve anlamca açık vurgusuyla belli: “keyfi yerinde” demek!)
Emperyalist dünya amansız zorba ,
Kundakçı siyaset terör rantiye !
(-Yeter artık kim*mertçe deşifre edecekse … // Bkz. devamı: sh. 25*
İşte içimizde “dert” hep hunharca ,
-Dikkat, tek konumuz “sosyal ruh -vicdan”…/ Bence Şiir -sh. 518*)
Canyakıcı “sancı (*)” yoz soysuzlaşma ! ……………………………………………………………………….
TAM BELA !
Dikkat! Tartışma ateşini üfleyip durmak gündemi sıcak tutmak için değilse fitneden başka anlam taşımaz.
Zira ocak ateşinde teenniyi yitiren tezcanlı sabırsız zıt-tutum yemeği pişirmek değil taşırmak / haşlamaktır.
Sabırlı olmak kararlı ısrarlı istikrarlı hem müdakkik hem daha müteyakkız davranmaktır. “Artık kemiğe dayan
dıysa bıçak …” gereken neyse yapılacaktır. T.C. Devleti’mizin güvenlik güçleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri işte
bu belâ “ayrımcılık fitnesi” içeriden bölücülük ve dışarıdan sömürücülük “kaos stratejileri” karşısında vatan ve
millet bütünlüğümüzü savunmak için netâme terörist saldırılara açıktan sıcak savaş başlatmıştır. Hassas sınır
bölgelerimizde devam ettirilen böylesi ciddi mücadeleye rağmen ne demek PKK’cı DTP’li “bağımsızlar (!)”gurubu’nun TBMM’de “demokratik haklar adına açıktan Kürtçülük / bölücülük” söylemleri işte eylemleşen
niyetlerine mutabık “kundaklama” örneği bir acaip belge geçmişten bugünlere dek gelişen ve yurdumuzun
bütün bölgelerinde alt-kimlik çatışmasından uzak aksine birbiriyle kaynaşarak kültür farklarını harmanlayan
halkımız içinde tedirginlik uyandıran medya gündemlerinden yansıyan son olaylar ? (Bkz. Ege Telgraf -“Gün
lük Siyasi Akşam Gazetesi”, 31 Aralık 2007 / sh. 8: Gündem “yazı Yorum , Deniz Kezer : Eylemler DTP’li
lerden / … kundaklama eylemine karışan (15) kişi yakalandı. PKK’nın biteceğini gören DTP’lilerin son bir çır
pınışı olduğu anlaşılan bu kundaklama eylemine (8) DTP’li de katılmış. / DTP’nin TBMM’ye girerek bize ne
kazanımlar sağladığı bir kere daha su yüzüne çıkmış oldu böylelikle. Halkın içinde bulunan terör acısını göm
düğü yerden çıkaran DTP’liler ,önce topluma Abdullah Öcalan’ı kazımak istedi. Son olarak sınıra kalkan olup
PKK’yı korumak isteyen DTP, bunlara bir de kundaklamaları ekledi. Görünen tablo o kadar acı ki , insan isteristemez “hainleri besliyoruz” demekten alamıyor kendini. Ülkesi adına bir şeyler yapabilmek için TBMM’ye
girenler , vatanı bölme gayreti içindeler. Eline benzin alıp sokak sokak kendine taraftar toplayıp sonra da o ca
hilleri araba yakmaya götüren bu ‘yaşam özürlüler’ hainden başka bir şey olamaz. Olamaz çünkü komşusunun
arabasını , kendi insanının malını (-canını*) kimse böyle yakmaz , böyle (hâince*) kundaklamaz. Kendilerinden
bekleneni yaptılar. Aslında söyleyecek o kadar çok şey var ki … / Ama Türk halkı bu hainliğe asla çanak tut
mayacaktır. Çanak tutanları da bir bir ezecektir. // 2007 böyle geçti : ( … ) Acısıyla tatlısıyla bitirdik bir yılı
daha. 2008 yılının tüm Türkiye’ye barış ve huzur getirmesi dileğiyle.” )
…………..
Bkz.Yevtuşenko / Yaşantım (age. / sh. 98: “… Gençliği inançsızlık çukuruna düşmekten kurtarmanın tek yolu
devrimci ülkülerimizi yenibaştan arınmış kılmaktı. Gençler silahsız bırakılmamalıydılar. Gelecek için savaşta
ellerine silah verilmeliydi. / … Yurdumuzda yer alan olaylar karşısında bu tür şiir çocuksu bir uğraşı olarak
görünüyordu herkese. ( Şu çocuksu uğraş “özet divan”-şiirler için nice senelerdir birçok kovan bal-arısının
peteklerini niçin yaptığına ve nasıl mûcize hüneriyle bu işi başardığına nazar-ı dikkatimce en güzel örnek çalış
ma yöntemi de böyle olmalı diye düşünerek kararlı sabır-sebat ve anlık fırsatları değerlendirmek konusunda
azimkâr ruh-hâlet sünûhatım tıpkı // sh. 112: “… Yeniden karşılaştığımızda ona “Yalnızlık” şiirimi okudum.
Birden ağlamaya başladı. “-Bunu benim için yazmışsınız… Hem de herkes için ,” dedi. Pasternak sık sık coş
kun duygulanmalara koyverir giderdi kendini. “Prolog”-u da ondan sevmişti. O zamanki duyuş havasına çok
uygun düşmüştü çünkü.”// fıtrat-seciyeme göre demekki içten mülhem işimi iyi yapmanın sorumluluğunu duyu
26
ran sosyal akl-ı vicdan gibi gizemli “iç dil / iç bilinç” câzibe-i sanat tutkusuyla yoğrulmaktayım kendimce!*.)
Fülütten yana zengindik. Şimdi bir borazana ihtiyacımız vardı. / Martinov’un en sonunda yayınlanan kitabı
aslında fülüttü ama , gençler onda bir borazanın “ti”-sesini duydular. (Ola ki , kitaplaşırsa şayet bu benim şiir
ler de “ney”-sesi mi bilmem mümkün mü “fülüt veya borazan” zannımca “keman ya da davul” gibi mi algılana
cak acaba şimdiden ne diyebilirim zaten “Benek-benek kelebek gibi renk-âhenk kitap // Belki içten sever ruh
hepsi feyz-âver hitap!” bilemem gerçek günışığına çıkmamışken a-ha?!) Onu duymak istiyorlardı çünkü. Belki
de, mecazlarının ve abartılı ifadesinin karmaşıklığı yüzünden , onda olmayanı da var sandılar. Böylece, kendi
de şaştı-ya bu işe, lirik şair Martinov’un sesi , o dağdağalı günlerde siyasal bir şairin sesiymiş gibi yankılar sal
maya başladı.“Şaşılacak derecede güçlü bir yankı , bu !” diyordu Martinov kendisi. “Ne günlere kaldık !”/ Ger
çekten de, yarım-ağız mırıldanan bir doğrunun siyaset duvarlarında yankısı onu derhal bir kükremeye çeviriyor
du. / Slutski yayınlamaya başladı. Lakin en iyi şiirlerinin çoğu hâlâ elden ele dolaşıyordu. Belki de (sh. 99:)
o yüzden , herkes onun yayınlanan eserlerinde saklı siyasal anlamlar aramaktaydı. / Oysa daha açık , daha kesin
bir şeye ihtiyaç var gibi geliyordu bana. Retoriğe, tumturaklı söze düşme tehlikesi de yok değildi ama , bir gün
şair Sukonin’le Devrimin ilk yıllarında yazılmış devrimci şiirleri toplayan bir antolojiyi karıştırıyorduk , açıkca
tumturaklı bir üslupla yazılmış olmalarına rağmen ne denli güçlü olduklarını gördük de şaştık o şiirlerin. Reto
rikten retoriğe fark olduğunu o zaman anladım. ( … ) gibi sözler o şiirlerde ilk doğuşlarının olanca arınmışlığıy
la geçiyordu ve coşturuyordu insanı. Birçok kirli elin bayrağımıza sürtünüp onu kirlettiğini ,oysa bayrağın kendi
sinin tertemiz olduğunu o zaman anladım. (…)”// Şiir-sever ruhunla anla ki , işte şu an kalbime doğuveren söz:
ŞİİR-İ İRTİCAL !
1.
Gemlik-Küçük Kumla’da şu an
Soğuk güz sonrasına işaret ,
Sonbahar kışa dönüşecek !
Bakıyorum da balkonumdan
Ne berrak gökyüzü bugün de
Deniz mavisi dağ yeşili
İşte şu salkım söğüt gibi
Nice yaprak kıpırtısından
İçimde grileşiyor renk ;
Demek kader hiç değişmez öz âyet ,
Gönlümce her dem mevsimleşmek
Canlı sözcük ruhumun sesi
Dilimde al-beyaz şiirce ;
Elimde bayrak Cumhuriyet !
2.
Vatan öz miras atalardan
Toprak kan can namus mayamız
Kültürel irsiyet Türk doğuştan
Ay-yıldız göklerce öz Türk’çe !
Sonsuza dek koruyacağız
İşte en güzel yurt Türkiye !
3.
Ne günlere kaldık “kıyamet”
Net pek güncel artık gelecek !
Tek güvence Yüce Rabbimiz ,
Evrensel mesaj anlamınca
Tam okuduk yazdık hepimiz
Anladık inandık Kur’an-ca(54*1):
(“Saat yaklaştı , …”) emr-i âyet
( Bkz. Vatan G. 28 Ocak 2009 / “kıyamet” hk. sansasyonel haber. /
Güncel “köşe yazılar ve sair haberler de çok ilginç” / Türkiye’nin
nüfus gelişimi hakkında aydınlatıcı bilgiler. // Bir önceki gün ailece
Bursa’ya gittik ve hemen ertesi gün yine İzmir’e döndük. Ve işte ,
bir başka gündem: www.gazetevatan.com “Ülkenin en iyi gazetesi”
30 Ocak … / Davos’ta Gazze krizi “Barış panelinde gerilim / …” )
Ha , bir de “Ülke tv.” izleyerek gündemleri değerlendirmek gerek!*
27
Demekki içten duymak gerek !
( … Yaşam mecaz-ı rüya , yanımda anam-babam ;
4.
Gayet genç dinç ve temiz , seziyorum doğrudan !
Kim mesaj-söz dillendirecek
“- Döndük gerçek hayata , dünyada öldük tamam ;
Kültür “ruh-u millet” değil mi ?
“-Akıbet birlikteyiz , sanki yokken var şu an !
Bizim Yûnus* öğütleyecek
Bedensel sır “ruh” amma aklımca anlatamam ;
Kök kaynak “Kitâbullah” belli !
Muhakkak ölmekteyiz , zaten yorumsuz zaman !
5.
…………………………………………………..
Gelecek güvencemiz gençler ,
Ne hikmet “kaderimiz” zaten “çözümsüz” zaman ;
Mertçe önderlerimiz yeni örnek
Tek Kur’an rehberimiz , sonsuz yol mutlak beyan !
Sanmayın dünya cennet-misâl ,
****************************************
Herkes Türk’çe sözden anlamaz !
HK * 01 Şubat 2009 ( Bornova ) Bayraklı – İZMİR )))
Pek yürekli yiğit şehitlere selâm
Tek kitap bayrak tek ayrılmaz ,
Sonsuz âyet tek gök renk-âhenk
Doğaç söz sanki şiir-i irticâl !
……………………….
Sh. 99 (devamı) : Bayrağımızı o lekelerden temizlemek , devrimci kavramlarımıza kendi içten anlamlarını
yenibaştan kazandırmak bizim görevimizdi. Bunun için de işte, devrimci bildirilerce sade ve güçlü şiirler
yazmak gerekiyordu. / Devrim ülkülerinin arınması üzerine yazdığım bir dizi siyasal şiirin ilki o sıralara
rastlar. / 100: Güçlü kişi zayıf yanını göstermekten çekinmez. / 101: Gençlerin desteğinden yüreklendim ,
(…) Gençlerin şiirlerime ihtiyaç duyduğunu gördüm. Toplumumuzda neyin yanlış olduğunu onlara anlat
makla onları kendi yaşama yolumuza bağlayan inancı yıkmadığımı , güçlendirdiğimi gördüm. / Basının ,
radyonun ve televizyonun , yurt hayatında yer alan hızlı gelişmelere ayak uyduramadıkları ortadaydı. Mil
let , kendisi hakkında gerçeği söylemelerini yazarlarından bekliyordu. / Edebiyat eleştirisi olayların çok
ardından nal topluyordu. / Roman ve hikaye yola koyulmuştu ama yavaş ilerliyordu. / Oysa şiir hızlı gidi
yordu. Bir kere, şiir romandan çabuk yazılabiliyordu. Sonra , daha basılıp yayınlanmadan halk önünde oku
nabiliyordu. Ben de onun için kürsüyü kendime savaş alanı yaptım. / 104: Sovyetler Birliğinde eski ve yeni
kuşak arasındaki çatışma Batı basınında çok abartılmıştır. (…) Genç olmanın , eninde sonunda , tek yolu
vardır : ruh yapısı genç olmak. İşte bu türden bir gençlik eski kuşakla benim kuşağımın en iyi kişilerini kav
gada ve işte birleştiriyor. (…) Aslında , gençlerin zevkleri çeşitlenmiş , ufukları genişlemiştir , o kadar. Dog
macılar işte bunu anlamak istemiyorlar. Bu ne yapılsa önü alınamıyacak eğilimi durdurma telâşı içinde, ulus
lararası ilişkilerde gerginlik yaratma pahasına da olsa , her çareye başvurmuşlardır. / 105: (…) 1957’de Genç
Muhafız dergisi , Ocak sayısının başında , kişilere tapma eğilimine karşı çıkan bir dizi şiirimi yayınladı. /
Sh.111: “(…) Bana kalsa ben bir şairi tıpkı bir ağaç gibi düşünürüm. Hareketsiz durur durduğu yerde, yap
raklarını kıpırdatır. Kimseyi bir yere götürmek onun harcı değildir.” / Gözünün ucuyla bize bir baktı ve sor
du: “Ee,” dedi , “ şairin yalnız kıpırtılı bir ağaç olduğu , kimseyi bir yere götürmek zorunda olmadığı doğru
mu , değil mi ?” / Daha sonra biraz şiir okudu bize. (…) Benden kendi şiirlerimi okumamı istedi. / 115: Sa
natta bütün izm’ler arasında bence realizm , gerçekçilik , sanata en yaraşır olanıdır. Ama benim anladığım
gerçekçilik , yüz ya da bin yüzlü bir şey. Temsilî olması da şart değil . Adam , ev ya da ağaç resmi olmasa
da , hayattan gelen ve insanı aklıyla , yüreğiyle duygulandıran herşey gerçekçidir benim gözümde. / Öte yan
dan bir resim ne kadar adam , ev, ağaç resmi olursa olsun , eğer onda hayat yoksa , eğer benimle bir ilişki
kurmuyorsa , o resim tam bir soyutlamadır ve başka bir şey olamaz. / Bana sorarsanız , gerçekçilik ve soyut
çuluk kavramlarını yeniden tanımlamalıyız derim . Ben şu anlattığım anlamda soyut sanata karşıyım. / 120:
Her ülkeden , her renkte binlerce genci bir araya getirip sokaklarda kaynaştıran Moskova Gençlik Şenliği
benim için çok önemli bir dönüm noktası oldu. Geleceğin bir taslağıydı , bir yerde. Eluard’ın “Bireyin uf
kundan , insanlığın ufkuna” sözü sık sık içimde yankılar buluyordu. Bana öyle geliyordu ki , kendi yurdu
muzdaki iyi insanları bir araya getirmeye savaşmakla yetinmemeliydik biz. Bütün yeryüzünün iyi insanla
rını bir araya getirmeye savaşmalıydık. Şiirimin amaçlarından biri oldu bu da. / Nasıl evvelce yurdum üze
rinde bir sorumluluk duygusu taşıyor idiysem , şimdi de bütün dünyaya karşı sorumlu görüyordum kendimi.
Gittiğim yerlerde aradığım şey, güzel manzaralar ya da tarihî kalıntılar değil , nerde olursa olsun yalana ,
28
keyfî davranışa , insanın insanı sömürmesine karşı yürekten savaş vermeye hazır insanlar oldu. Nereye git
tiysem buldum böylelerini. / 127-8: Dogmacılar toplumumuzda demokratlaşma sürecini durdurmak için el
lerine geçen her bir fırsatı kullanmışlardır , hâlâ da kullanıyorlar , ve de kullanacaklardır. Bu apaçık ortada
olan bir gerçek. / Ben de apaçık görüyorum bu gerçeği. / Şunu da biliyorum ki , ( … ) Gözlerim açık bütün
bunlara da. / Yine de, Stalin’in ölümünden bu yana ülkemizde yer alan devâsâ değişiklikleri görmemek için
insanın gözü kör olmalı. 1953’ten bu yana olagelen şey bir manevi devrimdir ve bu devrim bizden büyük
bir sabır ve dikkat bekliyor. Geçmişimizden alıp geleceğe götüreceğimiz şeylerle, büsbütün geride bıraka
cağımız şeylerin neler olduğunu kendi kendimize kesinlikle söylemeliyiz. / Bazen geçmiş hakkında çok faz
la konuştuğumuzu söylüyorlar bize. Öyle de olsa , bizim için geçmiş hakkında konuşmak , gelecek hakkında
konuşmak demektir. ( … ) Halkımın gelecek uğrunda verdiği kahramanca savaşta yer aldığım , ona seyirci
kalmadığım için kıvanç duyuyorum. / Halkım için olduğu kadar kendim için de yolun açık olduğuna , çok
şeylerin ilerde gerçekleşeceğine inanmak dileğimdir.”)
ÖZGÜN PARADİGMA*
Temel-köklü kavrayış için öncü-özgün paradigma* arayışına yol açacak kitaplar arasından seçki*-önceliği ,
işte şu ikicik örnek (konu ve eser *) hakkında acaba sizin düşünceniz daha mı farklı yoksa buna uygun mu ?
1. (Bkz. Atatürk ve kayıp kıta Mu / “Atatürk’ün emriyle araştırılan kayıp medeniyet”, Sinan Meydan ,
Truva Yayınları / No. 67 – İst. 2006 // Sh. 218: “ … Atatürk , ömrünün son iki yılında kayıp kıta Mu’nun
izlerini aramıştı. / … sonunda aradığı sorunun yanıtını bulmuştu. / … araştırmaların sonuçları bugüne kadar
saklı kaldı , ama bugün tüm ayrıntılarıyla gün ışığına çıktı. / … keşfedilmeyi bekleyen Mu* kıtası da belki
bir gün günışığına çıkar , kimbilir !”)
2. (Bkz. Ferrari’sini Satan Bilge , Robin S. Sharma , (Türkçeye Çeviren: Osman Özkan) 2005 GOA Yayın
ları / Sh. 176: Yaşamın en üstün Amacı / Sh. 177: ( … ) “Bu harika bir başlangıç noktası olur. Ama ben bu
nu çok daha felsefi bir açıdan ele alıyorum. Sana bu dünyadaki rolüne ilişkin yeni bir paradigma’yı benimse
meni öneriyorum.” / “Yine kafamı karıştırdın , paradigma(*) terimini biraz açıklar mısın ? Bu bana biraz
yabancı.” / “Bir paradigma olaylara veya genelde yaşama bakış biçimi anlamına gelir basitçe. Kimi insanlar
yarısına kadar dolu bir bardağın boş kısmını görür. İyimserler ise yarısı dolu olarak. Onlar aynı koşulları fark
lı yorumlar-lar , çünkü farklı bir paradigma’yı benimsemişlerdir. Paradigma , yaşamındaki iç ve dış olaylara
içinden baktığın mercektir.” / “O halde amacıma ilişkin yeni bir paradigma benimsememi söylerken yaşama
bakışımı değiştirmem gerektiğini mi kastediyorsun ?” / “Bir bakıma. Yaşam kaliteni hissedilir biçimde iyileş
tirmek istiyorsan , neden burada , dünyada olduğuna yeni bir perspektifle bakmalısın. / …”)
İNSİYATİF PERSPEKTİF
1.
Gözüm gönlümce özüm öz sözümce
Işık-renk “kitap beden evren” tek can
Baktım niyetimce hep yenibaştan
Ne gözlemler yaptım yazdım kendimce
Gördüm duydum duygusal düşündüm de
Nice endişelerle sarsıldım günboyu
Korkular üzüntüler sevinçler yaşadım
Şu anlık olaylar anaforundan farksız
Zaman sularında akıp gidiyor ruhum
Bak kaç kez sabah-akşam tam saat-i visâl
Bak kaç yıllar tez geçivermiş şimdiki hâl
Kimi an hep herşey yalanımsı bir rüya
Hayâller de gerçekler kadar acımasız
( Bkz. Zaman G. 05 Şubat 2009 / sh. 19: Açık Defter ,
Beşir Ayvazoğlu : “Bir aylaklık hikâyesi / … İstanbul ,
insanı tarih okumaya zorlayan şehirdir ; etrafınıza bilerek
bakarsanız üst üste zamanları yaşıyormuş gibi tuhaf bir
hisse kapılırsınız. Belki inanamayacaksınız, … / … ve
ey İstanbullular siz siz olun , yaşadığınız şehrin kıymetini
bilin , lodosların yalancı yazları devam ederken çıkın şöy
le, hava alın biraz. Gerçek Türkiye’nin televizyon ekran
larında ve gazetelerin birinci sayfalarında görünenden
çok farklı olduğunu göreceksiniz.” ))))))))))))))))))))))))
29
Sandım ki kitaplar da hiç aldatmazmış-ya
Şuur aynasında dünya-mı (?!)yansıtan ışık
Benlik gölge misâli içimde evrensel “giz”
Tek “sonsuz güç” kuşatmış şeksiz her yandan
Ancak Kur’an-ca “Allah” hakikat Rabbim ,
Mûcizat gözönünde âyetlerle uyandım !
İnandım anladıkça aydınlandım tam içten
Gerçek gönlüme mülhem “şiir gibi” insiyak !
2.
Aklımca kafam mikyasında “yorum”
Mürşit tek “el-Kitab” başka yol yok kaçamak !
Muhkemât “yorumsuz hakikat” yolum ,
Okuduğum “meâl” lâfızlarla konuşmak !
Yaşamakça algılanmazsa anlamsız zaten
Ne sonsuz mûcize “emr-i âyet” tam mesaj ,
Ayetler okunmazsa alem*-ler konuşmaz !
Söz-hitap (2*2.“zâlik-el’Kitâbü lâ-raybe fîh”)*
Hak Kitap tek Rabbimiz’den vahy-i îcâz !
O ancak “gizlice” hem de “enbiyâsı diliyle”
Açık konuşmakta , konuşturmakla da besbelli;
Demekki insan nâtıka sırrınca düşünmeli !
İrâde mutlak kader gizemince enteresan insiyatif
Sanki gönlümce bakış şu zihinsel perspektif !
……………………………………………...
Fart-ı aşkımla yandım feryâdım duâlarım ,
Hak emr-i âyetince (39*39) cevap belli nitekim !
Ancak Kur’an-ca “Allah” hakikat yüce Rabbim ,
Mûciz Zat* takdîrince emânıyla uyandım !
Sh. 50 ve 53: ( Bkz. Prof. Dr. Ahmet Çelikkol ,
Tarih Psikiyatri Divanında* / sh. 212 ve 217’nin
sonuna şu iki soruyu derkenar kaydetmek ve de
buna benzer daha değişik konularda bazı ilginç
cevaplar açıklayıcı başka notlar da yazıvermek
istedim bu kitabı okurken. Doğrudan yazarına
sormak mı daha uygun acaba onaylar mı konuya
bakış açısına göre doğrular mı bu tarz anlayışımı ?
İşte “ek örnek” şu iki konuya ilişkin sorularım:
Sözkonusu / sh. 212: Papa ile Hawking arasında
konuşulup da açıklanmayan bilimsel gizem’in özü
hakkında diyorum ki , İslam ve Kur’an anlamınca
en temel inanç olarak özgün varoluş yorumundan
ibaret “sırr-ı vahdet: tek-lik” kavramını çağrıştıran
bu “tekillik” (*) gizemi mi , ne dersiniz ?
Sh. 217: Bavyera’nın lunatik kralı’nın bugün turist
cezbeden şatoları hakkında değerlendirmenin sonu
yazarına “paradoksal” sözler düşündürdüğüne göre,
herhalde kendi tarihimiz için de aynı düşüncelerle
sormalı ve kendimizi de sorgulamalıyız bu konuda.
Evet; tam sorgulamak ve doğru kavramak gerekiyor
kendi tarihimizi de detaylı inceleyip irdeleyerek :
Baştan sona bütünüyle Türk tarihi ve özellikle de
Osmanlı padişahları hakkında yanlış ve kavrayışsız
sözlere karşın ne demeli , işte eserlerine tüm dünya
hayranlıkla bakarken; bazı aydınlarımız maalesef
göremiyor tarih mirasımızın müstesna görkemini ?!
Kitabın değeri bizce doğru düşünmeyi öğretmesi-*)
(Bkz. Sosyal Değişme ve Dinî Normlar , Yard. Doç. Dr. Ali Coşkun , Dem Yayınları “Ensar Neşriyat” –
İst.2005 / Sh. 14: “… uluslar-arası hukuk belgelerine imza koyan Türk Toplumu (Bence, Türkiye sevdalısı
halkımızın ulusal bütünlüğü anlamında“Türk Milleti”- H.K.) bir taraftan Laik Hukuk normları ,bir taraftan
demokrasi ve insan haklarını yaşamaya çalışması ,ve bir taraftan da dinî norm ve değerleri önceki norm ve
değerlerle bağdaştırarak uygulamaya çalışmasıyla model ve örnek bir toplum , laboratuar konumundadır.( … )
Bu araştırma geleneksel , modern ve post-modern sosyal değişme modelleri bağlamında İstanbul ana kitlesin
den oluşturulan örneklemden hareketle sözkonusu çağdaş İslami yorumların halk katındaki durumunu tespit
etmek amacındadır.
Sh. 18: … Genel bir kanı olarak geleneksel toplumlarda veya modernlik öncesi çağlarda din kurumunun ,
günümüzün modern toplumlarında ise daha çok ekonomi kurumunun merkezî bir konumda olduğunu söyle
mek mümkündür. Bu kanı toplumların çeşitli tarihî evrelerinde farklı kurumların eksen kurum olduğunu ya da
kurumlar arasında bir etkileşimin varolabileceğini gözardı etmez./Toplumda sosyal kontrolü sağlama ve birey
lere kalıplaşmış davranış modelleri sunma görevine sahip birtakım kurallar yahut normlar vardır : … / sosyal
… “örf ve âdetler*” / din … / ahlâk … / hukuk … / ve moda kuralları. Bunlar çoğunlukla birbiri içerisine
geçmiş vaziyettedir. Bir kimse günlük hayatta bu kuralları çoğunlukla birbirinden ayıramaz.Bunların bir kısmı
yazılıdır bir kısmı ise değil. Din kuralları genellikle kutsal kitaplarda yazılı olarak bildirilir ve değişmezlik
özelliği ağır basan kurallardır. İslam’da hukuk kuralları din kurallarıyla iç içedir. / İslam Hukuku’nun mahi
yeti ve özellikle sosyal değişme karşısındaki tavrı , bugün üzerinde çok durulan ve tartışılan bir konudur. Bu
hukukun bir taraftan kesin ve değişmez dinî hükümler içerdiği , bu yüzden de değişime kapalı olduğu iddia
edilirken , diğer taraftan sabit prensipler çerçevesinde dinamik bir yapıya sahip olduğu da ifade edilmektedir.
Sh. 19: (…) İslam Hukuku , esas olarak dinî kaygılarla hareket eden bir “hukukçular hukuku” olarak (tavsif)
30
vasıf edildiğinden her ne kadar hukukçuların sosyal olguyu göz önüne aldıkları inkâr edilemese de,
başat(*) konum sosyolojik hukuk teorisinde olduğu gibi topluma değil , kanun koyucu(*)’ya aittir.
Sh. 23-4: İslamî hükümlerin sosyal değişmeye parelel olarak değişebileceğini konu edinen çalışmamızın
bu aşamasında İslamî hükümlerin kaynaklarının veya delillerinin hiyerarşisi büyük bir öneme sahiptir. ( … )
Bu arada şaşırtıcı bir nokta da bazı İslam hukukçularının kaynakların sıralaması veya hiyerarşisinin değiş
mesi gerektiği yönündeki kanaatleridir. Meselâ: Ali Bardakoğlu’na göre “fıkhın oluşumundaki fıkhî düşün
cenin , İslam toplumundaki hukuk tefekkürünün ve bunların ürünü olan bilgilerin oluşumunda Kur’an , Sün
net , İcma’ ve Kıyas hiyerarşisi aslında doğru değil , belki bunun tersi doğrudur. Yani oluşumda asıl belirle
yici faktör reydir. Bütün fıkıh külliyatının (re’y: görüş) rey üzerine, bireysel çaba ve bakış açısı üzerine ku
rulduğunu söylersek abartmış olmayız. ( … ) Sh. 211: Araştırmanın teorik çerçevesiyle ilgili bulguların ba
şında sosyal değişmeyle birlikte dinin ve dini normların bağımlı bir değişken olarak yer aldığı ve sosyal de
ğişmeden etkilendiği noktasıdır. Hatta bu durum o kadar ileri boyutlara varmaktadır ki , bazı İslam hukuk
çuları (*) moderleşmenin getirdiği akılcılık (*) süreciyle birlikte dinî hükümlerin kaynağı(kaynakları)nın
sıralamasının geleneksel biçimde değil , akıl merkezli ve tersine olması gerektiğini öne sürebilmektedir.
Yani , ( … ) şeklindeki sıralamayı tersine çevirmeyi önerebilmektedir. (Bkz.Yaşamakça*/ sh. 653-6: “…”)
Sh. 61: … ve değişme olgusunun birçok faktörlerin karşılıklı etkileşimi veya birleşiminin bir sonucu olduğu
anlaşılmaktadır. / Öte yandan , bütün bu faktörlerin enteraksiyonu içerisinde rol alan ve böylece sosyal tari
hi ve toplumun değişme seyrini ve kaderini belirleyenler de insanlar olmaktadırlar. Zaten böyle olduğu için
dir ki , Kur’an-ı Kerim’de de : “Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onun durumunu değişti
rici değildir.” (Ra’d: 11 ve Enfal: 53) buyurulmaktadır ve şu hâle göre sosyal değişmenin âmilleri insanlar
dır. ( … ) Her hâlükârda oldukça karmaşık bir süreç olan sosyal değişme olgusu toplumda birçok direnişleri
de beraberinde getirmektedir. Çünkü insanların alışılmış hayat düzenlerini değiştirmeleri hiç de sanıldığı ka
dar kolay bir iş değildir. Nitekim “gelenek” dediğimiz sosyal hadise, toplum hayatını belli bir dengede tut
maya yönelik tipik bir sosyal gerçekliktir. Keza aslında “değişme” dediğimiz olgu da toplum hayatını daha
ileri bir seviyede dengelemeyi hedeflemektedir. / Sh.62: … ve bu bakımdan da aslında birbirlerini tamamla
yan mekanizmalardan başka bir şey değildirler. / Bütün bu karmaşık süreçler içerisinde, …”)
Bkz. (8*53. Bu böyledir. Çünkü Allah bir topluma lütfettiği nimeti , o toplum öz benliklerindekini değiştir
medikçe, değiştirmemiştir. Ve Allah , iyice işiten , gereğince bilendir.)* (13*11. Her biri için onu önünden
ve arkasından izleyen gözcüler (*) vardır ki , kendisini Allah’ın emrine bağlı olarak koruyup denetlerler.
Gerçek şu ki Allah , bir toplumun maruz kaldığı şeyleri , onlar , iç dünyalarındakini değiştirmedikçe, değiş
tirmez. Allah bir topluma bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için
Allah dışında koruyucu bir dost da olamaz.)*
…………………………………………….
(Bkz. Vatan G. 26 Ocak 2008 / sh.19: Mustafa Kutlu / Uğur Mumcu’dan mektup var ! Tam 15 yıl 2 gün önce
kalleşçe öldürülen Uğur Mumcu , 25 Ağustos 1975’te “Sesleniş” isimli o meşhur yazısını yazmıştı. Cumhuriyet
devrimi yolunda ölenlerden söz ediyor ve (Zülfü Livaneli’nin o dönemde çok bilinen şarkısının sözlerinden yo
la çıkarak), onların ağzından “Unutma bizi” diyordu … / Dün Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Uğur Mumcu anı
sına Konya’da düzenlediği “Cumhuriyet Devrimleri ve Şehitler ” konulu konferansın konuşmacısıydım. Konya’
ya gitmeden önceki son gece, rüyamda Uğur Abi’yi gördüm … / Heyecanlanıp, “Abi… Oralardan Türkiye’nin
bugünkü hali nasıl görünüyor ? Eğer o yazıyı bugün yazsaydın , neler derdin” dedim … / Rüyanın gerisini hatır
lamıyorum ama ertesi sabah bilgisayarımı açtığımda “umumcu@ötedunya.com”(?!)’dan gelmiş bir mektubun
beni beklediğini gördüm. / Uğur Abi beni kırmamış ve bugünkü duygularını paylaşmıştı … / İşte o mektup : /
“Sesleniş (2)* Vurulmuştuk , asılmıştık öldürülmüştük … / Bizim de sevdalarımız, hırslarımız, zaaflarımız var
dı … / Biz de bilirdik , tuttuğumuz taşı altına çevirmeyi ! / Ama zor bir işe soyunduk ve bu dibi delik dünyayı*
adam edebileceğimizi düşündük ! / Bunun için de binlerce genç yürek , elele verdik … / Ölüp gidebilirdik; göze
almıştık bunu … / Tek korkumuz unutulmaktı; o yüzden ‘unutma bizi’ demiştik sana … / Ama sen küçük çıkar
ların peşine düşüp, bizi unuttun ey halkım , affetmem seni ! / … Senin pırıl pırıl bir dünyada yaşamanı sağlamak
için öldüğümüzü unuttun ey halkım … / Hain güçlerin oyuncağı ettin kendini … / Beyaz cam(tv)’dan , gazeteler
den , sinemalardan yaptıkları dolduruşa kandın … / Nereden geldiğini , kim olduğunu , neler yapabileceğini dü
31
şünmedin uzun bir zamandır … / Sana söylenen her yalana inandın … / İşte biz asıl , senin bu hallere düştüğünü
görünce öldük ey halkım , affetmem seni … / Fidan gibi genç kızlar , bugün bir metrekare bez parçasıyla kafese
kapattı , (Bkz. aynı sayfa: İktidara yakın yazarlar istiyor / “Türban her yerde serbest olsun’ baskısı / Türban ser
bestisi için arayış içinde olan AKP İslamcı basın tarafından eleştiriliyor. Birçok yazar, kamu hizmeti verenlerin
de türban takabilmesini istiyor / AKP Konya Milletvekili “TBMM Anayasa Komisyonu üyesi” Hüsnü Tuna:
‘Hedefimiz kamu çalışanına da türbanı getirmek’ // Bugün G.- Ahmet Taşgetiren: ‘Bütün alanlarda takmak ister
ler’ … // Milli Gazete – Zeki Ceyhan: ‘Hanımların sıkıntısı sürecek’ // Vakit – Merve Kavakçı: ‘Kamu hizmeti
ayrımı tehlikeli’ … // Yeni Şafak – Hayrettin Karaman: ‘İslami kesimi tatmin etmez’ // ve, Sami Hocaoğlu:‘Üç
te biri kalkacak , üçte ikisi kalacak’ / Başörtüsüne karşı çıkanları bir istatistiğe tabi tutabilseydik , hepsinin aklını
alkolle örten (!) cinsinden olduğunu görürdük. Onlarınki dine karşı bitmek bilmez bir kan davası. Peki , bu ülke
de başörtüsüne karşı olanların aklını örtenler olması bir sürpriz mi ? Hayır. Zira bu ülkede başörtüsüne karşı sa
vaşın aslında İslam’a karşı verilen savaş olduğunu bilmeyen yok. İrtica , İslam’ın kod adı gibi kullanılıyordu
bu zümre tarafından. Başörtüsü de İslam’ın simgesi yapıldı. Hayır hayır, başörtülüler tarafından değil. Aksine
ona düşman olanlar tarafından. ( … ) Hükümet yüksekokullardaki yasağı kaldırmak için düğmeye bastı. İyi
de, bu gerçekleştiği takdirde yasağın sadece üçte biri kalkmış olacak. Üçte ikisi kalacak: Ortaöğretimdeki ve ka
mudaki yasak. / Okurlarım arasından , ‘Yahu , bu kadarcığı için bile malum güruh(*)’un çıkardığı toz-dumanı
görmüyor musun ?’ diyenler çıkacaktır.) geleceğimiz kadar parlak saçlarını … / Hayat, şakırdayan bir şelale gibi
değil; doldurulmaktan korkulan bir beyaz defter sayfası gibi duruyor önlerinde … / En az bizim kadar saf ve te
mizler … / Onlar da yirmi yaşında , … / Onlar da işkencecilerin acımasız ellerine terk edilmiş halde … / Ama
bizden tek farkları , bunun farkında bile olmamaları ! / Çünkü küçücük yürekleriyle direnebilmelerini asla öğret
medin onlara … / Bu yüzden yobazın , din tacirinin suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi , taptaze inançla fırlatıp
atamıyorlar duygularını. / Biz bu teslimiyet için mi can verdik ey halkım , affetmem seni ! // Bağımsızlık , Mus
tafa Kemal’den armağandı bize. (Not: Belli bir zümreye değil ,topyekün milletimize! / H.K.) Sırf sen eski karan
lık günlere dönme diye … / Sırf zincirlerini kır, insan gibi yaşa diye … / Ölmeyi bile göze alıp, ölmüştük sonun
da … / Hiçbir zaman; Kemalizm’i anayasadan çıkarmaya çalıştıklarında seyirci kaldığın o günkü kadar ölmemiş
tik ama! / ‘Özgürlük’ diyerek ,‘demokrasi’ diyerek kırmızı-beyaz bayrağı yeşil(*)’e boyamak isteyenlere kandın
ey halkım , affetmem seni ! // Egemenliğimiz; ABD Başkanı’nın iki dudağı arasında artık … / Ülkemizi savun
mak için bile izin almamız gerekiyor o şımarık işgalci(*)’den … / Kurtuluş savaşı’nda emperyalizme karşı dalga
landırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmek değil miydi senin görevin oysa ? / Sen bunu bile sineye çektin,
kabullendin , isyan etmedin … / Kurtuluş Savaşı kahramanlarına ihanet edenlere seyirci kaldın ey halkım; affet
mem seni ! // … Sen , bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifeni unuttun ey halkım; affetmem seni ! // İşte bu yüz
den , biz şimdi burada yastayız … / “Madem böyle olacaktı , biz neden öldük o zaman” diye hayıflanıyorsak ;
nâmerdiz ! / Sadece; “Ah … Biz hâlâ yaşıyor olmalıydık” diye isyan içindeyiz ey halkım , affetmem seni …/ *
Sh.20: “Gündem” / Can Ataklı: Şaşırdım “Meğer darbe olacakmış ( … )” / “Evlendikten sonra erkek ve kadın ,
yazı tura gibidir ; asla yüz yüze gelmezler, ancak hep beraberdirler.”- Hemant Joshi* / Çok güldüm: Bu da bir
şey mi ? / … İşte, çocuk karnesini almış. Ama öğretmeni karneyle birlikte bir not yollamış çocuğun babasına.
“Oğlunuz çok konuşuyor.” Notu okuyan baba , okullar açılınca öğretmenine vermesi için notun altına cevap
yazmış: “Bu da bir şey mi; siz, bir de annesini görün.” ) Espri ince düşüncenin beynimizdeki sinirleri gıdıklama
ustalığına hayranlık uyandırmazsa söylenen söz ve vurgulanan nükte neye yarar muhatabını da bulmamışsa ?!(*)
………………………………………………………………………
Yıllardan beri “öze dönüş” konusunda hem kendi adıma , hem de milletimiz yararına köklü bir felsefe (dünya
görüşü ve hayat anlayışı) oluşturmak , kendimce özgün idrâk ve yoğun şuur (ruh huzuruna erdirici bilinç) geliş
tirmek istediğim için , çok yönlü araştırmaya merakımla hakikaten her çeşit kitaplar okumaya ihtiyaç duymakta
ve gerçekten “netice-i kelâm” tam sonuç olarak kavrayışımı , sanki iç dünyamın dışında daha başka anlayışlarla
da karşılaştırıp test etmek bakımından temel inanç ve düşüncelerimi paylaşacak dost okuyucular bulabilmek
ya da topluma asıl kök kaynaktan bazı uyarıcı mesajlar aktarıp bari birkaç söz ulaştırabilmek gayesi / ideali taşı
yan bu tarz deneme “eleştirici fikirleri değerlendirici yorumsamalardan ibaret duygu ve düşüncelerim(: iç dil)’
in nefes sesi , işte şiirimsi özet !” yazmaktan da hoşlanmaktayım. Nitekim bu yüzden hep böyle özgün çalışma
ların ürünü söz sanatının güzel örneklerini seviyor ve edebiyatımıza katkı sağlayan her tip düşünce anlatımları
na “vicdan özgürlüğünün kozmik gerçekliği adına” saygıyla değer veriyor , ancak Kur’an (*) merkezli inançla
32
içtenlik kökenini içselleştirici bilinç ve eylem dinamizmi İslâm(*) kavrayışına yol açan felsefe (emr-i âyet: aklı
işletme)’yi hep beğeniyorum da anlayışımca “öncelik örnek” (Bkz. adıgeçen iki-üç kitap misal !) gerçek tarih
perspektifi , işte hakikat düşüncesiyle çağımızı sorgulayan uyanık kafa / sağlam mantık kontrolünü özümseyip
bilinç yoğunlaşması gönlümde derinleşmeyi “subjektif ilham metodu / özgün kavrayışlara yol arayan duyarlı
lık şiirim” içgörü ve dış gözlem “meleke-i müdrike” (Bkz. Osmanlıca-Türkçe / İslamî-ilmî-edebî-felsefî / Yeni
Lûgat, Abdullah Yeğin , Hizmet Vakfı Yayınları-İst. 1991/ “Meleke: Yineleyerek yapılan bir iş ve deneyimden
sonra oluşan bilgi ve beceri.” İşte buna bağlı “Müdrike: İdrâk kuvveti , akıl. Anlama kabiliyeti.”) aklın gücü
ölçüsünde anlamak / anlamlandırmak yeteneğimle “Rabbim’e hamd” diye-biliyorum ve hep benimsiyorum ;
mutluluk*hiss-i şiir , Rabbim’in nimet-i hamd* Din-i Hak yoluna erdirici Kur’an Dili’nce: “elhamdülillah !”
MÜLHEM ŞUUR
İşte mevhibe ilham , şiir şuurdan nakış
Rabbim , şiirim merak içten mesaj uyarış !
1.
Nice mûcize zaman canlı fıtratta akış
Öz hak hitâb-ı kalbin nabzınca anlık irfan !
İşte her hece bir an ayn-ı insanca nakış
Söz tek Kitâb-ı vahy’in nazmınca akl-ı vicdan !
2.
Gerçek arayış şu an ancak Kur’an-ca bakış
Şu dem konuşturan kim müdrikât lügatından ?!
Demek kavrayış candan nabz-ı “iykan” uyanış
Mülhem şuur Rabbim’in takdîrat ihsânından !
Not: Dikkatli bir rikkat-i iştiyakla anlamak için , içten “niyet-i idrâk” köküne bağlı ve künhüne bağımlı
kafayı kalbin nabzını duyacak kadar hassas sabr-ı ruh huzurunca cankulağına ayarlı tutmak gerekiyor.
Rabbimiz sonsuz yaratıcılık gücüne en açık kanıt değerinde gerçekten eşsiz bir “nükte-i nefha” anlamlı ruh
duyarlılığıyla donanımlı “ideal dizayn” her noktacık zerrâtınca “canlı örnek” tam mükemmel heykel-i beden
sûret-i sîret yaratmış ve şuur aynasında yansıyan nice evrensel boyutsu varlıklar arasında Hz.Adem ve eşi
Havva’dan “zürriyet” türetmiş de işte yeryüzü ve gökyüzünden ibaret dünyamızı içten öznel müstakil ve dıştan
nesnel müşterek görüntüde algılanan kemiyet ve keyfiyetler içinde cennet ve cehennem-misâl “mahşer vitrini”
gibi ibret-i hikmet dünya “âyetler-uyarılar (*)” karşısında aklımızca üstün ve irâdemizce özgün fıtratta özgür
düşünceler ve eylemler üretmeye yetenekli insan yapmış bizi nitekim (Bkz. Zaman G. 02 Aralık 2007 Pazar*/
eki’ndeki ilk sayfa’da bazı yazılar : “Antarktika’da Ay provası … / Asyalılar , geç keşfettikleri gökyüzüne
yönelik planlar yapadursun , bu ‘alemin kralı Amerika’ Antarktika’da astronot yetiştiriyor. Nasa* 2018’de
Ay’a gitmeyi hedefliyor. ‘E zaten gitmemişler miydi yahu , bu da nereden çıktı ?’ demeyin. Bu kez günübir
lik değil , yatıya gidiyorlar !” // “Amerika’da ortaya çıkan freegan akımı , israfı protesto ediyor / Cepten de
ğil , çöpten yiyorlar ! ( … ) Freeganizm akımı ilk olarak Amerika’da ortaya çıktı. Etkisi Türkiye’ye ulaşır mı
bilinmez; ama geçtiğimiz yıldan beri büyük hızla başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkelerine yayılıyor.” //
“Burç fm’de ‘Diriliş’ burcu … / Sezai Karakoç, Türk edebiyatının yaşayan en önemli şair ve düşünce adam
larından biri. Beş kuşak onun eserleriyle büyüdü. Elliyi aşkın eserle bir medeniyetin teorisini inşa etti , şiirini
yazdı. Yazar Saadettin Acar , Burç fm’de kırk hafta boyunca kırk ayrı kişiyle Sezai Karakoç’u konuştu.” //
Bu konular arasında daha bir derinleştirici içerikte birkaç yazıdan kısaca alıntılarla artık gerçekten noktala
mak-tamamlamak istiyorum aktüel medya yayınlarına bağımlı çalışmalarımı bitiriyorum son kez sanki hep
sini de bütün-bütün benimsediğim halde ancak bir kısmını ilâve edip bununla yetinmeyi yeğliyorum , meselâ:
Sh. 4 ; Ahmet Turan Alkan : “Serbest çağrışımla nasıl dilekçe yazılır ?” // Sh. 5: “Türk sineması makyajını
tazeliyor / Rahime Sezgin ( … )” Makyaj, artık bir sanat dalı / Ahsen Gülkaya.“–Derya Ergün: Atatürk’ü
makyajsız oynayamazsınız ( …)” // Sh. 6: Mustafa Armağan , İşte Karabekir’in “yakılan hatıratı”ndaki Vah
dettin* … / Karabekir’in anlattıkları burada bitiyor. Şimdi yine soralım : Bizzat Karabekir ve Atatürk’ün
33
ağzından “ümidimiz sizdedir ” ve “devleti kurtarabilirsiniz” diyen bir Vahdettin nasıl hain olabiliyor ? Yoksa
Jean Genet’nin dediği gibi “Tarih , bizi çarpık çurpuk insanlar haline getirmek için düzenlenmiş bir aldatma
ca”-dan mı ibarettir ? // Sh. 8: Çim yemeyi başardığımız zaman kapitalizm kaybedecek / “Bülent Akyürek
underground (*) bir yazar ve Ankara’da yaşıyor. Yılgın Türkler’in ardından … ‘Seviyorum .. / “Seviyordum
Söyleyemedim” kitabı yine “Yılgın Türkler”-in halleri üzerine ironik değiniler içeriyor. Kitabın ismi nereden
çıktı ? Sevdiğimizi söyleyebilseydik ne değişirdi ? ( … ) Neden “Çılgın Türk” olmak yerine “Yılgın …” olma
yı yeğliyorsun ? (…) Batı’ya karşı bu kadar güvensiz ve nefret içinde olma bilincinin çıkış noktası nedir ?
(…) Kitapların çok satarken birden ocakçılık yapmaya , pet şişe toplamaya başladın. Yazının gücüne dair
inancını zaman zaman kaybettiğin sonucunu mu çıkarmalıyım buradan ? “Yazının gücüne inansaydım baltayı
çıkarmazdım. Baltayla ağaç kesmeden kağıt yapamaz ve yazı yazamazsın.Yazar, yazıya inanan cahil adamdır.
Söz avamın cehalet dolu bilgeliğidir. (“Cennet, kılıçların gölgesi altındadır.”) diyor Efendimiz. Bir güzellik
korunacaksa elimizin altında balta olmalı. Bağımsız bir yazar olabilmek için büyük diyet ödedim. Açlık sınırın
da yaşadım. Bu dönemlerde yazı yazmayı hep bırakırım; çünkü ihtiyaçlardan dolayı dillerim dolaşabilir diye.
O yüzden erkek gibi çalışmaya başlarım. Kitaplarımın çok sattığı dönemlerde de şımarıp kendimi kaybetmemek
için garip işlerde çalışırım. Bütün vücudu protez , hastalıklı , 44 kilo bir adam olmasaydım kitap yazmazdım.
Biraz daha konuşursak Freud* haklı çıkacak !” / Onbin kitap okumuş biri olarak , yine onbin kitap okuduğunu
söyleyen Nihat Genç* ile polemik yaşadın. Çok okuyan iki insanın geldiği son noktanın burası olması tuhaf
değil mi ? “N. Genç’in şu sözünü eleştiriyorum: ( … ) Eğer beni susturmaya devam ederse kendisiyle ilgili bir
kitap yazacağım. Ben yapayalnız bir adamım , sadece Rabbim’e güvenerek yazıyorum.” / Kapitalizmle nasıl
baş ediyorsun peki ? “Nadir yemek yerim. Bir gün olsun canım bir şey istemedi. Giyim kuşam sevmem.
Teknolojiyi takip etmem. Çayım ve sigaram dışında lüksüm yok. Bir köpeğin giderinin yarısına yaşıyorum.
Üç yıl önce çim* yiyebilir miyim diye denemeler yaptım. Çok şükür zorda kalınca yeniliyormuş. Çim yemeyi
başaracağımıza inandığımız an kapitalizm kaybedecek !” (… / Bir turist’e dilini bilmediğimiz halde niçin
bağırarak anlatırız ? “Çok uzak ülkeden geldiği için bizi duymayabilir diye.” / Dünya Türklerin eline geçse
ne olur ? “İnsanlık , uzayda cirit atıyor. Bu gidişle dünya bize kalacak zaten.” ((Bkz. Fıkır Fıkır Fıkralar “Yaka
moz”/ sh. 169: “… Herkes bir gün uzaya çıkacak ve dünya Türklere kalacak.”)) -H. Salih Zengin // Sh. 9:
Elif Şafak , “99 kapılı bir kitap / … Sufi’nin Hayat Rehberi* adı altında. Yazarı Neil Douglas-Klotz.
Özenle Türkçeye çeviren kişi ise Züleyha Geels. Kitabın alt başlığı ise: 99 Derste Sufilik.* / Kitabı yazan
Douglas-Klotz dünyaca tanınmış bir akademisyen ve aynı zamanda Uluslar arası Sufizm Birliği’nin başkanı.
Bugün Batı’ya tasavvufu tanıtan ve sevdiren insanların başında geliyor. Daha evvel Annemarie Schimmel*
ya da İdris Şah gibi isimlerin yaptığı gibi o da Dinler ve kültürler-arası metinler kurmakla kalmıyor , aynı
zamanda “Doğu’nun dili”-ni Batı’ya , “Batı’nın söylemi”-ni Doğu’ya uyarlıyor. Böylelikle ortaya çok farklı
kesimlerden insanların okuyup zevk alabilecekleri , tasavvufu hissederek düşünebilecekleri , modern dünyanın
sürekli bir yerlere yetişen insanını asırların bilgi ve sezgi birikimiyle tanıştıran bir yapıt çıkıyor. / Peki niçin
99 ders ? Çünkü kitabın her bir bölümü Allah’ın güzel isimleri’nden bir tanesini anlatıyor. Burada yazarın sesi
adeta dört ana akıntıya bölünüyor. Bir yandan bilgi veriyor okurlarına. Anlatıyor isimlerin anlamlarını. Bir yan
dan yorum sunuyor. Zahiride açık ettiğini batınide ince ince açıyor. Hemen ardından açılan kutucuklarda
kelimelerin etimolojik kökeni üzerinden analiz yapılıyor. Üçüncü ses her bölümden sonra bir meditasyon
tekniği öğretiyor. Son olarak dördüncü ses de aralara sürekli tasavvuf tarihi’nin önemli isimlerinden hikâyeler
ve şiirler serpiştiriyor. ( … ) İstihareye yatar gibi okunabilecek bir kitap bu !
(Dur-oku! Konunun daha öz-anlamda tatlı ve farklı kitaplarla açılımına örnek işte bir özgün kaynak-kitap :
Bkz. Açıklamalı Büyük Duâ Kitabı , Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu , Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları / 75 “Cep
Kitapları Serisi: 15” Ankara-2006 / Sh. 101:(Tamamı: 298) “Görüldüğü gibi Peygamber (s.a.s) namazlardan
sonra her zaman aynı duâyı yapmamış, değişik duâlar okumuştur. Bizim burada zikretmediğimiz bazı duâla
rı daha vardır. Onları da dikkate alarak ortaya şöyle bir metin koyabiliriz: (sh. 102- / 106: “Görüldüğü gibi
bu duâ Kur’ân-ı Kerim’deki duâ âyetlerinin bir araya getirilmesinden meydana gelmiştir.”) Sh. 106-134 :
“Namazlardan sonra okunacak özlü bir duâ: ( … ) 108: Sabah namazından sonra “Haşr (*)” sûresinin son
âyetlerini okumak çok efdaldir. // 109: Bu âyetler “aşir (*)” olarak akşam namazından sonra da okunabilir. /
Bazı zamanlar , Cuma sabahları veya vaktin müsait olduğu zamanlarda “Lev enzelnâ …(*)”-dan sonra “es
mâü’l-husnâ(*)”-yı okumak efdaldir. Bilindiği gibi bu isimler Allah’ın en güzel isimleridir ve Kur’ân-ı Ke
34
rim’de ve Hadis-i şeriflerde geçen isimlerdir. / Kur’ân-ı Kerim’de (A’raf, 180): “En güzel isimler Allah’ın
dır , O’na mahsustur. Allah’a bu isimlerle duâ ediniz” buyurulmaktadır. / Tirmizî’nin rivayet ettiği bir hadis
te ise, Hz. Peygamber (s.a.s): “Allah’ın 99 ismi vardır. Bunları kim sayarsa Cennet’e girer.”(*) buyurmakta
dır. Burada saymaktan maksat: bu isimleri (içten “niyet-i hâlise” sevgi-istek hissiyat / duygusal algılamanın
nice rikkat-i idrâkine erdirici içtenlikte derinlikleriyle düşünerek kalb-i ruh huzur-u şuur* Rabbimiz’e gönül
den bağlanmak için “H.K.”) ezberlemek veya okumaktır. Duâ makamında okunduğu zaman yüce Yaratıcı’
dan istenecek şeyler bu isimler hürmetine istenecektir. / 111: Burada Allah’ın Güzel İsimleri’nin kısa bir
açıklamasını vermeyi faydalı buluyoruz. / 1. ALLAH* … 99 isminin ilkidir. Bu isim , yüce Allah’ın diğer
isimlerinden farklıdır. Çünkü diğer isimlerinin her birinin ifade etmiş olduğu manayı bu tek kelime ihtiva
etmektedir. Bu isim aynı zamanda “İsm-i A’zam”-dır. Allah’ın diğer isimleri ayrı ayrı bir mânâya delâlet
eder , fakat bütün ulûhiyyet sıfatlarını kendinde toplamaz. Cenâb-ı Allah’ın mesela “Alim” sıfatı O’nun yal
nız ilmine, “Rahîm” sıfatı merhametine delâlet eder. Fakat “Allah” ismi , 99 isminin ihtiva ettiği mânâların
hepsini kaplamakta (kapsamakta), içine almaktadır. / İnsanın , Allah’ın diğer isimlerinin manasıyla muttasıf
olması mümkündür ; ve (matlub olan-) istenen de budur. Kul; âlim olabilir , merhametli olabilir , sabırlı ola
bilir. Allah da âlimdir , merhametlidir , sabırlıdır. Fakat O’nun bu sıfatları taşıması ile kulun taşıması arasın
da fark vardır. Allah*kelimesinde öyle bir özellik vardır ki , Allah’tan başka birinin onda ortak olması , diğer
bir ifadeyle Allah’tan başka birine bu adın verilmesi imkânsızdır. İşte bundan dolayıdır ki , Kur’ân-ı Kerîm*
(1*1.“Bismillâh…”) O’nun adı ile* başlamaktadır. / Allah’ın varlığını bilip, birliğine (Bkz. Kur’ân-ı Hakîm
ve açıklamalı Meâli , Prof. Suat Yıldırım / sh. 604: “İhlâs Sûresi (112*1-4) Mekke’de nazil olmuş … / İlk
vahyedilen sûrelerden olan bu sûre, adını konusundan alır. Kur’ân-ın hülâsası ve hâlis tevhîdi ortaya koyma
sı ile ihlâs adı verilmiştir. Bu sûre, şirkin her çeşidini pek özlü bir şekilde reddetmektedir. / “Bismillâhirrah
manirrahim* 1. De ki: O, Allah’dır; Tek’dir. // 2. Allah , Samed’dir. // 3. Ne doğurdu , ne de doğuruldu. (6,
101; 19, 88-90; 21, 26-27) // 4. Ne de herhangi bir şey O’na denk oldu.”) inanan kimsenin yapması gereken
şey, O’nun eşinin (nazir*-benzeri) ve ortağının bulunmadığına inandıktan sonra ibadet edilecek Tek Mabûd’
un (illâ-Hû*) O*olduğunu bilmek , kalbini ve yüreğini O’nun sevgisi ile doldurmaktır. Bu sevgi , diğer sev
gilerden farklı bir sevgidir. Biraz haşyet ve korku ihtiva eder. / Müslüman yalnız O’na ibadet edecek ve yal
nız O’ndan yardım isteyecektir. Ve yalnız O’nun rızâsını (-hoşnutluğunu) kazanabilmek için uğraşacaktır.
Bu hâli ruhunda duyan ve ahlâk hâline getiren müslüman* şahsiyetli örnek bir insan mertebesine yükselmiş
olur. // 99. es’Sabûr : Allah, çok sabırlı’dır. Günahkârları , âsileri , zâlimleri cezalandırmakta bir acelesi yok
tur ; onlara mühlet verir. Bu zaman içinde tevbe ederlerse onları affeder , affetmeyi sever. Etmezlerse bir gün
cezalandırır. Biz insanlar O’nun hikmetlerini anlayamadığımız için “- Allah bunları niye cezalandırmıyor ...”
diye söylenir-dururuz. Halbuki O, her şeyi bilmekte, görmektedir. /… İmam-ı Azam’ın okuduğu duâ şu …”)
(…) 99 kapılı bir saray gibi bu kitap. İstediğiniz kapıdan giriyor , istediğiniz kadar kalıyorsunuz odalarda.
… kitap sürekli yeni sorularla yeni isimlerle açıla açıla ilerliyor. Su gibi akışkan. Yay gibi esnek ve okurunu
dinlemeye hazır bir eser bu. Okurken onunla sohbet ediyorsunuz. (…) Okudukça insanı cahil bırakan eserler
den biri Sufi’nin Hayat Rehberi. İnsanın kafasındaki bilgileri alıp rüzgâra , daha evvel okuduğu kitapları alıp
suya atmakta. Anlatılan her isimle beraber bir perde aralanıyor , ama geride 98 mum daha karanlıkta parla
makta. Kitabı bitirdiğinizde, tekrar okumanız gerektiği fikri yeşeriyor içinizde.Ne de olsa Şiraz’dan Sadi’nin
dediği gibi : “Kolay elde edilen şeyler uzun sürmez / Bağdat’ta bir fırından günde yüz kase çıkarken / Çin’de
tek bir seramik kase üretmek kırk yıl alır / Hangisi daha değerlidir ? (*)Yumurtasından yeni çıkmış bir civciv
kendi gıdasını bulup yerken / Bir bebek yıllar boyu bakıma muhtaç kalır / Birincisi bakışlarını asla yerden
ayırmazken/ İkincisi içeride yıldızlar ve galaksiler barındırabilir.”//Önemli bir konuya yakın bakış şu haber:
Freegan’lar “Modern toplumun çöpçü balıkları” – Önder Deligöz ( … / Ünlüler de akıma kapılıyor / Lüks
merakını bir kenara bırakan dünyaca ünlü birçok isim de freeganizm akımına …/… katılıyorlar. Tatminsizli
ğin , huzursuzluğun kaynağının israf olduğunu , gerçek huzuru sadelikte bulduklarını söylüyorlar.” / Prof.Dr.
Aziz Akgül (Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı) “Milyonlar açlık sınırının altında / …” Prof. Dr. Mustafa
Koç (Ryerson Üniversitesi Gıda Güvenliği Çalışmaları Merkezi kurucusu) “Freeganizm , israfı önlemede bir
etkisi olmasa da tüketim toplumunun açmazını göstermesi açısından sembolik bir hareket. / …” Prof. Dr.
Hayri Kırbaşoğlu (Ankara Ü. İlahiyat Fak.) : İsraf edenler , Kur’an-ı Kerim’de … ifade ediliyor. “İsraf eden
ler şeytanın kardeşleri olurlar ” deniyor. /… İsrafla mücadele bugün bir dünya görüşü. (…) Sh 10: Zamanın
35
kabukları –Leyla İpekçi: “Metinlerarası yolculuk / Hepimizin yanı-başında bir dumansız ateş: Her şeyi duyu
yoruz, duyuyoruz. Yine de bilmiyoruz hiçbir şey. Ateşten ekranların karşısında kalakaldık. Hep bazı şeyler
oluyor bir yerlerde. ( … ) Müdahale edemiyor , sadece izliyoruz. / Bildiğimizi sandığımız şeyler bildiğimiz
gibi değil. Bazen uyanıyor , sonra uyutuluyoruz yeniden coşkulu demeçlerle, hamaset büyüten söylemlerle,
düşünce taklitleriyle. Kılıç gibi kullanıyoruz kalemi , mermi gibi fırlattığımız sözcüklerle. / … Tekmelerle
açıyoruz en güzel kapıları. Suratına tükürüyoruz hep en iyi insanların , asfalta tükürür gibi geceleri. / … Hep
bize havlıyor köpekler. Uluyorlar. İstemeden işlediğimiz kusurların kefaretini birileri bize ödetiyor durma
dan. Saldırgan dilleri ve elleriyle. / “Kelimelerin Kâinatı” … Artık her şey bulanık. Dumansı , kurşuni. Ve
kunt. / Metinlerarası yolculuk: İşte bu beni kurtarıyor her zaman. Diriltiyor. Yaşadığımı , soluk aldığımı bana
en çok kelimeler arasında çıktığım yolculuk hissettiriyor. Metnin içinde metinler var. Anlam içinde anlamlar.
Katman katman. Ve başkalarının kurgusunun hakikat tarafından kuşatıldığı , emildiği an elimde mutlaka bir
kitap tuttuğum andır. / Bazen eşyanın anlamı bir türlü açılmaz bana. Anlamak , anlamlandırmak istediğimde,
onun künhüne doğru bir yakınlaşma çabası içine girdiğimde kendi sesimle formatlanan sözcükler yetişemez
düşünceme. Daha fazlasını hissederim ama ifade etmek istediklerimi yansıtacak bir biçim , bir yüzey bula
mam. Böyle zamanlarda elime ne geçerse okurum. ( … ) Yutarcasına. / … insanın yüreğinde hep daha fazla
sı var; her birimizde kavuşma arzusunun , özlemin , bize bıraktığı boşluğu doldurma mahareti var. Kendi söz
cükleriyle bu hakikatin görünmez alanlarına değmekte zorlandığı vakit, en dünyevi sözcükten en metafizik
olanına dek hepsinden feyz akmaya başlıyor insana. / Bazen kalbinle kâinatı kuşatabileceğini biliyorsun. Kal
bine sanki yazılmış gibi okuyorsun kelimeleri. Bir biçimde kendi içinden çıkarır gibi. Sende olan bir şeyi ,
kaynağına iade eder gibi. Kelimelerin ‘nedeni’ sanki bir sır olmaktan çıkıyor okudukça. Kabukları dökülü
yor , perdeleri kalkmaya başlıyor isimlerin. / Biliyorsun ki , söz her kimin kaleminden çıkmış olursa olsun ,
O’na ait. Bizim olan her şeyin bize emanet olduğunu daha iyi hissederiz böyle anlarda. O’ndan aldığımız
rızk’ın karşılığını verme gayreti bizi güzelliğe yaklaştırır , hakikate yakın tutar. Okumak salt okumak değil ,
anlamaya çalışmaktır aynı zamanda : Güzelleşmenin bir başka tezahürü. / Kelimenin ardındaki anlamın nere
den geldiğini görmeye başladıkça , isimlerin sırrının neden insana verildiğini bir an için görür gibi olursun.
Bir şimşek çakımı kadar. Sonra bir başka metin alır seni içine. Kendi ışığına doğru çeker. Okuduğun kitapla
rın yazarı olmaya başlarsın giderek. Okuduğunun gerisinde görünmeyen ama hissedilebilen bir âlem vardır.
Yazanın niyetini görürsün , gecikmiş bir hayal kurarsın , bazen de kaçtığın bir korkunla yüzleştirir seni bam
başka birinin kelimeleri. Yeni bir evren dirilir karşında , genleşir giderek. Bazen. / Bazen de salt kelimelerin
peşinde iz sürerek kalbin çekirdeğindeki bir şeye değersin. Bir yol açılır. Zorlukla birlikte gelen kolaylık :
Tahakkümün , sömürünün , hasedin , iktidar hırsının ötesine sıçratır seni kelimeler. Bir başka dil konuşmaya
başlarsın. Nietzsche’den İbni Arabi’ye yatay geçiş. Kendiliğinden. / “Tek Harf-”/ …’in kelimelerinden feyiz
leneceğiz giderek. Hepsi aynı yolculuğa çıkmışlardır ; kendi kelimelerinin mecazıyla. Onlara dilimiz döndü
ğünce eşlik edeceğiz. Yolumuzun üzerinde …’yle zaman ve mekândan bağımsız olarak kesişecek , her şeyi
anlamasak da , yüreğimizle okumaya başlayacağız giderek. / Çağlar öncesinden Tebrizi ile İbn-i Sina bugü
nün kelimelerinde birleşecek birbirinden bağımsız. Aynı ışığın altında … ‘ın kesişen ve ayrışan kâinatıyla
bütünleşecek , donduracağız o ânı belleğimizde. (…) Varlığın anlamını hepsiyle okuyacağız giderek. / Ayni
yet ve gayriyet. Vahdet ve kesret. Varlık ve yokluk. Sükûn ve hareket. Benzerlik ve zıtlık: Akıl ve his âlemi
nin ikilik ilkesinin değil , tevhid şuurunun ürünü olduğunu ‘oku’-duğumuzda , o âna dek sarf ettiğimiz bütün
kelimelerle tek harfi anlattığımızı fark edeceğiz. Hayret ve hayranlıkla.” // Sh. 11: Musa Güner “Kırk kapılı
sarayda kırk saat / … Biz de Saadettin Acar ile Burç FM’de yayınlanmış olan Diriliş Burcu programı çerçeve
sinde Sezai Karakoç’u konuştuk. ( … )” // Sh. 13: A. Ali Ural , “Zıtlıklar arasında salınan sarkaç / Mıhlandı
ğı sabit bir nokta olsa da zıtlar arasında gidip geliyor sarkaç.İklimler güneşlerini hediye ediyorlar ona.Fakat
tam güneşe sarılacakken güneşi arkasına alıp aya doğru koşuyor. Krallar saraylarının anahtarlarını veriyorlar
ona. Fakat tam anahtarı çevirecekken kendini zindanda buluyor. Sözlükler kelimelerini sunuyorlar ona.Fakat
tam kitabını eline alacakken alevler sayfalarını tutuşturuyor. Kimi zaman Fransa’yla İngiltere arasında gidip
geliyor sarkaç , kimi zaman İsviçre’yle Prusya arasında. Kâh hukukun terazisiyle tartıyor insanı kâh şiirin.
Akılla delilik , cesaretle korkaklık , samimiyetle yapmacıklık , cömertlikle cimrilik , güçlülükle zayıflık ara
sında salınıp duruyor. Hem alay ediyor krallarla hem yere göğe koyamıyor onları. Hem Avrupa’nın büyük
çıkarlarının peşinde, hem kendi küçük çıkarlarının. Karakteri mi böyle. Peki karakter ne ? / “Yunanca basım,
36
basma sözcüğünden. Bu doğanın bize bastığı şeydir. Acaba onu silebilir miyiz ?” diye soruyor Voltaire Fel
sefe Sözlüğü’nün “Caractiere” maddesinde ve cevabını hayatıyla veriyor. İşte hayatı: ( … ) Sarkacı zıt yönle
re gidip gelse de hakikati göstermeye çalışıyor Voltaire’in saati. “ …” diyor sözlüğünde. İnsanın ufkunun ge
nişlemesini ise kâinattaki konumuna bağlıyor. “Karşılık beklemeksizin başkalarına yararlı olmak” işte yük
selişe götürecek erdem. O halde kan dökmek niye ! Kahramanı Zadig’in diliyle insanlığa , “Dostlarım kavga
nız anlamsızdır. Çünkü hepiniz aynı fikirdesiniz” diye sesleniyor. “Tabiat” kelimesine sığınıp evrendeki baş
döndürücü nizamı görmezlikten gelenleri ise Evhemere’nin diliyle sarsıyor : “Ya ben size tabiat diye bir şey
yoktur ; evrendeki her şey sanattır , sanat ise bir sanatçının bulunduğunu gösterir dersem …” Sonra Callicra
te’ye veriyor sözü tabiatçılar adına: “Ne demek istiyorsunuz ! Tabiat diye bir şey yok mu ? Her şey sanat mı?
Amma da boş bir fikir ha !” Ardından söz sırası tekrar Evhemere’ye geliyor: “Her şeyin bir sanatçı tarafın
dan yapıldığını anlamak için yalnız bir böceği , bir sümüklü böceği , bir sineği inceleyin yeter ; her böcekte,
hiçbir insan zekâsının taklit edemeyeceği sonsuz bir sanat eseri görürsünüz ; bunun için de son derece usta
bir sanatçı lâzım ; işte bilgeler bu sanatçıya , Tanrı* diyorlar.” / Kilisenin dinsizlikle suçladığı Voltaire, bağ
nazlıktan hakikate bir çıkış yolu arıyor hayatı boyunca. Kapıyı aralasa da bir an , eleştirdiği bağnazlığın kur
banı oluyor bir an sonra. Felsefe Sözlüğü’ndeki “Cahillik” maddesinde bakın nasıl resmediyor kendini: “Bir
papağandan farksızdım. Sonraları , bitip tükenmeyen kendi yolumda yürümek istediğimde, tek bir dar patika
dan başka bir yol bulamadım; bir de tam manasıyla anlayamadım hiçbir şeyi. Sonsuzluğu seyretmek için çık
tığım yerden , cahilliğimin uçurumuna yuvarlandım yeniden.” // Kitap: “Doğaya Müslüman’ca bakış” Dine
ve ekolojiye ilişkin bir çalışma olan kitap, ( … ) İslâm’ın bahşedilmiş emanete bakış açısını öğrenmek isteyen
ler için bir başvuru kitabı …”/ İslam ve Ekoloji*) bununla doğrudan vahy-i hitabına örnek kitab-ı Kur’an
âyetlerine muhatap “kulluk” şeref-i şuuruna çağrılamak “kök gerçek” adına bizi / hepimizi içten uyarış şu
“mesaj”-söz ve yazılar benzeri dıştan her olay da zaten net-doğru okur ruhta herkesi kendi “iç dil” gizemince
ilginç “alt-üst* bilinç” insiyak hissiyatı bakımından nasıl da zorlayıp baş-eğdiriyor (Bkz. 38 / 67. De ki:
“Büyük bir haberdir o.”) aslında !
HAK AŞK !
1.
Ruh hiç eskimez anla ,
İDRAK-İ İRFANIMIZ ZATEN ŞİİR-İ İLHAM !
Ne ki şiir yaz biraz !
-Yoldaş, şu “Yaşamakça / …” çalışmalar gayet doğal olarak gönlümüzün şiiri’ni
Bilinç fark etmez sanma ,
ifadeye medar “Hak aşk” konusu bakımından uyarıcı söz-mesajların ruhsal şuur
Yeni ses tarz eski saz !
kaynağını irdelemek isterken , hem öznel “şiir-i ilham” meşkince gönül âlemleri
2.
içerikte derûniyet oluşturan duyarlılık*, hem de nesnel boyutlarıyla tarih-i edvar
Sözümce her bir mısra’
realitesi içinde kökleşen gelenek kültüründen ibaret “dünya-hayat” tarz-ı hâlimiz
Hak aklım mülhem mesaj ! gibi içten ve dıştan kuşatan ne varsa hakikat toplam çağdaş şümûlüyle uygarlık*
Gönlümce her ne varsa ,
hakkında daha doğru yorumsamacılık kavrayışımıza bağlı idrâk-i irfanımız için
Aşk yazgım mahrem niyaz ! nice kadim mâlûmattan hep yeni sonuçlar çıkartmak metodunu aramak değil mi ?
……………………………
(“Sanatta en büyük maharet eski sazdan yeni sesler çıkartmaktır.” - Sabahattin Eyuboğlu ,
Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler , Cilt 1 “Söz Sanatları” ( Sh. 79) Cem Yayınevi-1997*
Sh. 75: “Ne harabî , ne harabatî’yim // Kökü mazide olan âtî’yim !” – Yahya Kemal*
…………………………………………………………………………………………
(Lisan-ı kadîme ve cedîde “eski ve yeni dil-kültürümüzce” edebiyat tefekkürümüzü bütünüyle eleştirmek ko
nusunda , Bkz. Edebiyat Ansiklopedisi ,“Milliyet’in okurlarına armağanı”/ Tamamı: 448 sayfa* Milliyet Te
sisleri(-İst.)1991// Sh.399-404: “Yeni Lisan ,Ömer Seyfeddin ,Genç Kalemler,Nu.I / C.II “11 Nisan 1911”)
Ciddi mizah: “Hem okudum hem(-i) de yazdım // Yalan dünya senden bezdim” - hayat tıpkı !
Ciddi mizah hakikat hayatın tıpkı ,
Oku-yaz sanki işhâd (*) aklın ışığı !
(Bkz. Yeni Lügat / işhâd: delil-şâhid göstermek , şehadet ettirmek.)
37
KIYAS SANKİ SAAT !
Kadim tâbir “rakkas” yeni dil “sarkaç”
Lügat Türkçe derken işte “Sözlük” aç !
Akıllıca “kıyas” sanki bir “satranç”
Saat durmaz içten ne demek usanç ?!
……………………………………..
Sh. 80-81: Yahya Kemal’i Frenklerin öz şiir “poésie pure” telâkkileriyle anlamak daha doğrudur. Fakat onun
özcülüğü yeni Frenk şiirinden çok ,eski Türk şiirine bağlıdır. Paul Valéry’nin aradığı ve Bremond’un tarif ettiği
öz şiiri biz asırlarca kana kana içmiş insanlarız. Manaların hendesesi ve nizamı içinde tekevvün etmekle beraber
manaları ve kelimeleri aşan , akıldan çok ruha hitap eden şiiri biz frenklerden öğrenecek değiliz. Yahya Kemal
frenklerden yalnız kendi içindeki şiirin şuuruna varmayı öğrenmiştir.
Yahya Kemal’in şiiri gibi lisanı da öz türkçedir. O şair olduğunu Türkçe’nin lezzetine vardığı an idrâk etmiştir.
Gazellerindeki lisanı Arap ve Aceme mal edenler türkçenin lezzetine varamamış olanlardır. Bu lisan Süleyma
niye camii kadar ve Süleymaniye camii gibi Türktür.
Türk edebiyatını Tanzimat hareketiyle başlatmak millî varlığımıza dar ve sun’î bir mâna vermektir. Divan
edebiyatımız , tıpkı halk edebiyatı gibi bizim eski varlığımız , tahteşşuurumuz , kaybolmuş cennetimizdir.
Tanzimatın gayesi ve her inkılâbın mânası eski varlığın yeni bir hayat bulması değil midir ? Divan edebiyatı
nı ruhundan silip süpürmüş olan bir Türk şairinin olgun eser vermesi imkânsızdır. Bugünün şairinden şüphesiz
divan bekliyemeyiz. Fakat …)
Dikkat ! Türkçemiz zengin kültür mirasımızı yansıtan ayna ve millet-devlet tarihimiz için de değeri hiç tartış
masız önem taşıyan gelenek kimliğimiz bakımından nitekim müsbet ya da ortak aklın ağzına aykırı bazı olum
suzluklara rağmen sürekli iç-dış değişim metamorfoz zihinsel oluşumlara bağımlı dönüşümler yaşatan psikososyal ruh hayatımızca anlamlı bir reel lisan ne güzel gerçek kaynak ki , işte “tepki dili” diye belirttiğim içerik
gerekçe nedeniyle eski üslûpta “tarz-ı kadim” muhassala-i irfanımdan ibaret terceme-i ömrüm’den nebzecik
“kalem denemelerim” misâl-i hikmet tek gönlümün diliyle “iç dil” sözcüklerim mikyasında yazarak konuşturan
Rabbim’e hamd / teşekkürümü dillendirmek “gül-beyaz zeminde şebnem gözyaşlarına benzer her mürekkep
damlası sanki içimde derinleşen bir sonsuz sızı !” şiirimsi ibret tadıyla hem her dem müstesna ve hep bir başka
algılanan canlı örnek gibi , işbu “Yaşamakça / Özet Divan” değil mi ?!
TARZ-I NAZAR*
1.
Yaşam-rüya paradigma*
Gözlerim açık algılar !
Anlam-dünya canlı ayna
Sözlerim anlık kanıtlar !
2.
Anlamak zor ruh duymazsa
Şiir içten tarz-ı nazar !
Anlatmak yol işbu tarzda
Şair herkes farklı yazar !
Bkz.(Sözlerin Soyağacı “Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü” , Sevan Nişanyan , Adam Yayınları – İst.
2002 / 2003- 4 / ve 2007 “Genişletilmiş , gözden geçirilmiş 3. basım”-ın önsözü (sh. 8): “Bilim , kişinin
kendi bildiklerinden şüphe ettiği yerde başlarmış. Sözlüğün son baskısından bu yana geçen üç yılda sorgu
lama çabasını aralıksız sürdürdüm. Bildiğim ve bildiğimi zannettiğim her şeyi tekrar ve tekrar ele aldım.
(…) Sh. 371: paradigma : örnek , model / Fr. Paradigme / Eski Yunanca : paradeigma / iki şeyi yanyana
38
koyup kıyaslamak , örnek olarak göstermek , teşhir etmek (paré yan(ında) + deig göstermek / deik – (par
mağıyla) işaret etmek , göstermek , belirtmek / … paradigmatik*
Arka dış kapak (kitabın tanıtımı): 12 760 kelime , 120 dil , 3000 yıl … / … bu güne dek yapılmış en kap
samlı ve en sistematik çalışmadır. Günümüz Türkçesinde kullanılan 13 000’e yakın kelimenin kökeni
titizlikle araştırılmış ve tutarlı bir leksikolojik (sözlük gibi-) yaklaşımla okura sunulmuştur. Yabancı diller
den alınmış olan kelimelerin o dildeki kökenleri , çoğu örnekte, en eski yazılı kaynaklara dek izlenmiştir.
Yüzlerce kelimeye ilişkin yaygın yanlış inançlar düzeltilmiştir. / Türk sözlükçülüğünde yüz yıldan beri
kendini duyuran bir eksiğin giderilmesi yönünde bu eserin önemli bir adım olduğuna inanıyoruz.)
Bilhassa yabancı dillerden alınan nice kelimelerin kökenini irdeleyen ender değerde güzel bir eser !
VİCDAN
1.
Herkesin aradığı ,
Gerçek kendi içinde !
Aklınca anladığı ,
Ruh beden ikliminde !
2.
Demek gönül lisanı ,
Can nefes hecesinde !
Zikir ruh heyecanı ,
Öz “iç dil” nüktesinde !
3.
Tek kitap beyyinatı ,
Kur’an âyetlerinde !
Rabbim’in takdiratı ,
Vicdan mülhem bilinçte !
TEK KORKU
1.
Sırr-ı hayat cansoluğu ,
Ruh Hakk’ın nefha-i nuru !
Tek Kitap Allah buyruğu ,
Yol ölüm mahşer zorunlu !
2.
Güzel yaşamak şuuru ,
Bak hakikat idrâk yolu !
Rabbim mahşer hak sorunu ,
Tam müsâvat toprak yok mu ?
3.
İşte “Dünyanın Durumu”
Özet “Tüketim Toplumu !”
İşbu rüyanın yorumu ,
Eşit üleşim* çok zor mu ?
4.
Mûcizat-ı Kur’an oku ,
Hak vahy-i Kitap hukuku !
Müteşabihat tek korku :
Muhkemat Allah hududu !
5.
Şu dünya Kur’an okulu ,
Herkes tek Allah’ın kulu !
Anlarsa vicdan nur-ruhu ,
Öz gerçek insan sorumlu !
(Bkz. Diyanet İşleri Başkanlığı , Aylık Dergi’nin ücretsiz eki-dir.
Kasım 2008 , Sayı : 215 “Kitap Medeniyeti” / sh. 12: “ … Okumak ,
bizi var-eden kudreti gündemimizde canlı tutma heyecanıdır. / …
Okumak neyi , niçin , nasıl okuyacağını bilmektir. Usulsüz vusul
olmayacağı (nın) şuurunda olmaktır. / …” Sh. 23: “ … İnsanı edepli
kılan dindir. Hayat da sanat da ona bağlılığı ölçüsünde “edeb içre”
olabilir. Medeniyetleri din kurar. Devletleri din yaşatır. Bu yüzden
dini sadece ferdî bir mesele olarak algılamak doğru olmaz. Fakat, …
Bir kez daha belirtelim ki , … / … bu şairlerimizi okurken onları sadece
kalbî meseleleriyle uğraşan , dünyaya ve hayata gözlerini kapatmış
ÖZ GERÇEK
insanlar olarak görmek doğru olmayacaktır. Onlar, … gönül erleridir.”)
*********************
Türkçe evrensel lisan nokta tam şuur ruhu ,
Oku-yaz zaten nükte emr-i âyet tek Kur’an !
Nice içten vahy-i can (“Bismillâh..”) Hakk’ın yolu ,
Duygu bizzat düşünce belli öz gerçek şu an !
DİNLE SÖZÜMCE !
Netice yol Rabbim’e
Aşkım sözüm bahâne !
39
1.
Daha baştan ne diye
Açtım gönlüm-de ki ne ?
O’ysa can-yol Rabbim’e
Aşkım sözüm netice !
2.
Söz Allah’tan hediye
Aklım mecaz kelime !
Meşk işte zor haddimce
Yazdım özüm şahâne !
3.
Hakikat can nefsimce
Baktım gördüm mevhibe !
Cevap beyan kalbimce
Şaştım ömrüm zama(n-)ne ?!
4.
Sanihat-“iç dil” nice
Anlam ölümsüz hece !
Hadisat - şiir * dinle ,
Kavram gönlüm sözümce !
(Bkz. “Altınoluk” dergi , Şubat 2009, sayı : 276 / sh. 16: Dua “…
Hikmetin bilgisini ver bize. / …” Sh. 51-53: İdris Arpat , “Zaman
şuuruna ermek / … Neler gördük biz , şu kısacık ömrümüzde.”)
(Bkz. Vatan G. 26 Ocak 2008 / sh.14: Haşmet Babaoğlu / İnsan , kendini özler mi ? Birkaç gündür nereye
gitsem yanımda taşıyorum bu … topu-topu 60 sayfalık kitabı. / … Bir şiir kitabı bu. / Hatta benim için nere
deyse tek bir şiir : “İnsan , kendini özler mi ? // özler ! bizler ilinekleriz” / İlinek … Yani öz , töz olmayan
ama ona bağlı olarak var olan özellik. / Elmanın kendisi değil yani elmanın rengi … / Varlığın kendisi değil
yani , onun “ben” hali … / Ey okur, şimdi anladın mı şairin derdini ; derinden hissedebildin mi bu dizenin
yarattığı metafizik –psikolojik- gündelik titreşimleri ? / Hisset isterdim ! / Hem biraz ötede şöyle de soruyor
şair : “İnsan , kendini özler mi ? / özler ! nerdesin ben ? / bulsam da bir mühür gibi / hayatımın eski defterinin /
soluk , lekeli , özürlü / çizgili ve saman / kağıdına geçirsem …” // Kitabın adı: “Kayboluş Şiirleri” (Yapı Kredi
Yayınları) Hilmi Yavuz’un son şiir kitabı. / Yukarıda sözünü ettiğim , kitabın 40. sayfasındaki şiirin adı ise,
“Kayboluş ve özlem”// Bir dönem bucak bucak kaçmıştım şiirden. Sonra ‘Yaşamdan Dakikalar’ programlarında
yüksek sesle ve çabuk gönül çalan şiirleri seslendirirken şiirle yeniden buluşmuş ama yine de gönül ilişkisi kur
makta zorlanmıştım. / İnsanın zorla gözüne girmeye çalışan şiirlerden kaçmıştım belki de … / Bir aydır yeniden
kapımı çalıyor şiir. / Sessiz, suskun ama ısrarlı biçimde sokuluyor dünyama. / Ne güzel ki , tam bu dönemime
rastladı Hilmi Hoca’nın yeni şiir kitabı. / “Akşam şiirleri”-nde ışıkları söndürmüştü. Anlamıştım. / Ağır ağır
hem kendi üzerine kapanıyordu Hilmi Yavuz* hem de hayat defterinin mukadder kapanışına hazırlık yapıyordu.
Sonra “Yolculuk şiirleri” geldi ; çok etkileyiciydi ama ben de “seferi”-ydim , durup yakından ilgilenecek halim
yoktu. “Hurufi şiirler ” de öyle, hem yakın hem uzak kaldılar bana. / Ama “Kayboluş şiirleri” bambaşka ! //
Bana “kelimelerin kalbi”-nin varlığını (İbn-i Arabi*)hatırlatıyor, bu kitap; yeryüzündeki sürgünlüğümü hisset
tiriyor. / Sonra en sevinçli zamanlarda bile elimi sımsıkı tutup kavrayan Doğu’lu “melâl” ve Batı’lı “can sıkıntı
sı”-(anguaz-ruh bunalımı*)’nı anlatıyor … / Şu hayat denilen harala-gürele*nin , şu değersiz ama önemli şeyler
kalabalığı (âlem-i kesret* tanımlaması)’nın içinden bir çırpıda çekip çıkarıyor beni … / Daha ne isterim! / Şaire
teşekkür eder ; saygıyla eğilirim önünde! / Bir de … Ah! Kendimi özlerim !)
ACZ-İ İDRÂK
Asl-ı derdim fâş-etmedim okumazsınız zira ,
Fasl-ı dersim arz-edeyim okur-anlarsınız illâ !
Aklım-fikrim baş-şiir kim anlayacak kalbim-yâ ,
Yazdım “iç dil” naz’m-ı meşkim acz-i idrâk ibtilâ !
40
HAK GÖZET, BAK !
Ilımlı yöntem “menhec-i mûtedil” (*)
Türkçesi işte tam müsbet hareket !
Kapsamlı gözlem hem mahreç çetrefil ,
Niyet dilince hak gözet, bak ; sabr-et !
VAHY-İ HİTAP
Bismillâh* bir nükte-söz içten izah her âyet
Sonsuz zamir nokta-öz zaten Allah hep gâyet !
İlk kelâm künh-ü (“kün”) söz vahy-i hitap beşâret
Rabbim , tâbir yoksa öz aslen (“… fe-yekûn”) gerçek !
İÇTEN İDRÂK
1.
Bu üslûb-beyan ancak
Külliyat-ı Nur * rahmet !
Bedîuzzaman*-“üstâd”
Oku-bak tek Kur’an net !
2.
Tefsir-i “dirâyet” hak ,
Tam muâsır hitabet !
Tecdîd-i “diyanet”-tarz ,
İman asıl icâbet !
3.
Bilinç çağdaş yaşamak
Kur’an emr-i ibadet !
İnanç mesaj’a uymak ,
Vicdan zevk-i riâyet !
4.
İçten duymak anlamak
İdrâk gönlümce hâcet !
Derken susmak kavramak
Kitap ders-söz kerâmet !
KÜLLİYAT*
1.
İslâmî fikrin tecdîdi ,
Ondördüncü asr-ı hicrî !
“Bediüzzaman* en-Nursî(*)”
Üstâd “yeni Said” kim mi ?
2.
İşte “referans”-söz belli ,
Eser : Risâle-i Nur * ki !
Nice “konferans” özeti ,
Külliyat* Kur’an Tefsiri !
… KAVRAYIŞ şuur-u ruhun NUR-U KUR’AN-CA algılanması !
Zaten en son sayfa (-Bkz. 860*)’dan sonrası , (sh. 850-855*) derkenar
bazı ilavelerle sonuçlandırılıp bitirilmiş iken , ne diye yenibaştan tekrar
ara-sayfalara dönmekteyim? Bunun nedeni nihayet devamını da okuyunca
daha açık anlaşılır umarım. Aslında tam baştan (-sh.2*) belirttiğim gibi ;
yine, “… işte şu sayfalar : (… şiirlerin yan boşluklarını da doldurmak ve
yani kendimce önemsediğim kimi ilginç kayıtları göz önünde tutmak için
kullanıp yararlanmak isterim. / Mesela: ) 41, 64 -65, 70, 71, 73-74, 91-92,
99, 108, 111-112, 128-129, 153-154, 155, 157, 159, 166, (170) -171, 176,
178-180, 181-182, 185-186, (188*) -189, 190, 193-194, 196-199, 203-204,
205-( 206, 214*) -216, 221, 226-227, 228-229, 236-237, 239-242, 246-249,
252-253, 254 -256, 267-269, 273, 274 -275, 285-286, 288, 291, 297, 303,
306, 308, 309-310, 313, 319-320, 322-323, 325-326, 332, 341-342, 344 345, 349-351, 353, 371-372, 386-387, 389-390, 396-397 (yaşamakça-1*)
(yaşamakça-2*) 408, 416-417, 420-421, 424, 425-426, 438-441, 462-463,
464 -465, 467, 474 -475, (481-483 …), 486-488, 490-491, (498-499), 503507, (535), 546-547, 599, 601, 602-607, 611, 614, 615, 632-633, 665, 671674, 675-677, (680-681 …), 682-684, 694, 711-713, 719, 747-749, (752),
758-759, 761 xxx ” Dur-bakalım henüz hiç belirlenmiş değil. Acaba hangi
irticalî sanihat tarzınca yazılar dolduracak kimbilir işte şu sayfaları da ?!
Nitekim “ www.yasamakca.net ” doğal akışıyla hayatımızın nükte-i ipham
muammâ-sınav* anlamını ve mukadderatımızca tam kavranamaz zamansal
serencam-ı ömrün nihaî idrâk sınırını içten düşündürmek için , nice özgün
ruhiyat-ı insiyak karmaşasına ayna tutmak konusunda daha neler anlatsın da
acaba nasıl açık kavratsın irşad-ı Kur’an* metodunu nur-u şuurdan başka ?!
İşte, Bkz. “www.taskintuna.org ” gayet tutarlıca açıklıyor bilimsel üslupta.
Fizik Yüksek Mühendisi Taşkın Tuna* nasıl açık anlatıyor kitaplarında ve
canlı sohbet (tv-net: 28-29 Ocak 2011 / saat: 02.30’a dek ) programında … /
“Bilimin serüveni , İnsanın yeryüzü serüveni …” gibi ilginç konularda tam
muhtevasınca akademik kavram ve kuramlar ışığındaki izahlarını hayranlıkla
izlerken farkettim , “ [email protected] ” program sunucusu’nun “en dip ve
küçük mekân / maddenin en alt basamağı , Big-bang* / Zaman / Varoluş …”
benzeri nice sorularını İslam tasavvufuna uygun cevaplandırması da harika!
Bkz. Bilinmeyen Taraflariyle Bediüzzaman Said Nursî , Necmeddin Şahiner ,Yeni Asya Yayınları-İst.1991/
Sh. 88-90:“Bediüzzaman’ın İstanbul’a gelişi / … 1907 yılı Kasım sonlarında İstanbul’a geldi. ( … ) Yine (İç
41
tihat Kütüphanesi sahibi:) Ahmed Ramiz’in ifadesiyle: “Hazret-i Said : Ben memleketimde mektep-medrese
açtırmak üzere geldim , başka bir dileğim yoktur. Bunu isterim ,başka bir şey istemem ,diyordu.Tabir-i âher
le Bediüzzaman iki şey istiyordu:Vilâyat-ı şarkiyenin her tarafında mektepler açtırmak ve başka bir şey alma
mak istiyordu. / … (“Âşinâyız, bize bîgânedir endişe-i mevt; - Adl ü hak uğruna nezreylemişiz cânımızı !”)
Bugünkü söyleyişle: / “Şehzadebaşı’nda yaygara ile bir konferans verildiği gece,heybetli bir şekilde sahneye
çıkıp da ,îrad-ettiği o tarafsız ve güzel nutku Said’in ilminin genişliği kadar , hamâset ve fedakârlıkta da ileri
olduğunu gösterir. / “Gerek o gece, gerek uğursuz Otuz bir Mart (*)’ta cihandeğer nasihatlariyle ortaya atılan
bu bilgili ve yüksek hocaya , böyle tehlikeli anlarda , kıymetli vücudunu koruması , umumun faidesi için lü
zumlu olduğu kendisine bildirildiği zaman ,“En büyük ders, doğruluk yolunda ölümü hiçe saymaktır (*)”
derdi. ‘Yerinde ölmek için bu hayat lâzımdır (?!)’diyenlere ise: (“Ölüm endişesi bize yabancıdır. Çünkü biz
ona alışmışız. – Biz hak ve adâlet uğruna canını fedâya hazır olanlardanız !”) mısralarıyla cevap verirdi.” //
Bkz. Ondördüncü Hicrî Asırda İslâmî Fikirlerin Tecdîdinde İmam Bediüzzaman en-Nursî’nin
Cehdi-gayreti ve Rolü “Fas – Rabat ve Mısır / Sempozyum Hâtıraları , Mart-1999” Tamamı (44) sayfa
“sempozyum hülâsası” Broşür / Sh. 25-29: Sempozyumda İmâm Nursî’nin Edebiyât vechesini ele alan
Prof. Dr. Hasan el-Emrânî’nin mevzûu ise: “Mezâhir-it’Tecdîd-il’Edebî ınde-n’Nursî(*)” Prof. el-Emrânî ,
Vecde Üniversitesi’nde Edebiyât bölüm başkanı. / El Emrânî , evvelâ , İmam Nursî’nin müceddidiyetini
ta’rif ederken diyordu: “O; bütün sâhâlarda müceddidtir. Müceddid; sâdece bir sâhâda değil , belki ilm-i
îmânda olduğu gibi içtimâiyatta , siyâsette , hukukta dahi tecdîd yapandır. Müceddid o ki ; hayâtın bütün
cevânibinde müceddid ola …” / İmâm Nursî’nin edebiyât vechesine geçerken ; ( … ) Yani ; “Risâle-i Nur’a
ilk nazar eden , Bediüzzaman’ın bedî’ bir edîb* olduğunu hemen idrâk edecektir.” –diyordu. / İmam Nursî’
nin edebiyat kaidelerinin umûmunu isti’mâl ettiğini ve Nursî’nin ifâdelerinin edebî kaidelerle memlû (dolu)
olduğunu beyândan sonra Muhâkemat’tan aşağıdaki beyti okuyor : “ … Eğer istersen Harîrî gibi bir dâhi
ye-i edebin Makâmât’ına gir, gör! O dâhiye-i edeb, nasıl hubb-u lâfza mağlub olarak lafızperestlik hevesi(!)
o kıymetdâr edebini lekedâr ettiği gibi , lafızperestlere de bast-ı özür etmiştir ve nümûne-i imtisal olmuştur.
Onun için o koca Abdülkahir , bu hastalığı tedâvî etmek için Delâil-i İ’câz ve Esrâr-ül’Belâğat’ın bir sülüsü
nü onun ilâçlarından doldurmuştur. Evet; lafızperestlik bir hastalıktır , fakat bilinmez ki hastalıktır… / Ten
bih: Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır .. öyle de; sûretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayâl
perestlik ve kafiye-perestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve mânâyı kendine fedâ edecek
derecede bir maraz olacaktır. Hatta bir nükte-i zerâfet için veya kafiyenin hatırı için , çok edib; edebde edeb
sizlik etmeye şimdiden başlamışlardır. Evet; lâfza zînet verilmeli , fakat tabîat-ı mânâ (anlam doğallığını) is
temek şartıyla .. ve sûret-i mânâya haşmet vermeli , fakat meâlin iznini almak şartıyla .. ve üslûba parlaklık
vermeli , fakat maksûdun isti’dâdı müsâid olmak şartıyla .. ve teşbîhe revnâk vermeli , fakat matlûbun münâ
sebetini göze almak ve rızâsını tahsil etmek şartıyla .. ve hayâle cevelân ve şa’şaa vermeli , fakat hakikatı in
citmemek ve ağır gelmemek ve hakikata misâl olmak ve hakikattan istimdâd etmek şartıyla gerektir…” /
Okuduktan sonra , Makamât-ı Harîriye’den , Delâil-i İ’câz ve Esrâr-ül’Belâgat’tan mevzû ile alâkalı bahis
leri okuyarak lafzın mânâya tercîhi hususunun , selefi ne derece meşgul ettiğini uzun bir îzâhtan sonra meâ
len dedi ki : “Cürcânî’nin dahi , iki kitabta hâlletmeğe çalıştığı mes’eleyi , İmam Nursî bir cümlelik bir pa
ragrafla halletmiştir.” / El’Emrânî ; İmâm Nursî’nin Avrupa medeniyeti ile Kur’an medeniyeti (Bkz. İman
dan doğan Medeniyet*, A.Vefik Kalkan / H.K.) arasındaki farkı göstermek için nasıl beliğ , latîf ve edebî bir
üslûb kullandığını izhâr için Arabî Mesnevî’den şu cümleleri okudu : “… Eğer istersen , hayâlinle Nurşîn
karyesindeki Seydâ’nın meclisine git, bak : Orada fukarâ kıyâfetinde melikler , pâdişahlar ve insan elbisesin
de melâikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git, ve en büyük localarına gir; göreceksin ki,
akrepler insan libâsı giymişler ve ifritler adam suretini almışlar ilâ-âhir …” / ve diyordu : “Bu kadar uzak iki
mesâfe beyninde, yâni , kendi memleketi olan Van – Nurşin’den tâ Paris’e uzanan bir mîzânda iki medeniye
ti nasıl latîfane ve belîğâne kıyaslıyor.” // Sempozyumda süratli konuşmasıyla nazarları kısmen celb-eden ,
kısmen de uzaklaştıran , Prof. Dr. Muhammed Hurubât ise, bir felsefe profesörüydü ve mevzûu da Tabiat Ri
sâlesi idi. Kelimesi kelimesine tetkik ettiği Tabîat Risâlesi* onun için bir ummândı. Misâller , teşbih ve tes
bitler , muhterem Profesöre göre tamâmen orijinaldi. Ve Tabiat Risalesi penceresinden Nur Külliyâtı’na ve
İmam Nursî’ye nazar edip şöyle diyordu : “İşte şimdi diyebiliriz ki ; İmâm Nursî , mevsûî (çok çaplı / ilim
42
vüs’ati pek geniş) bir dâiredir.” Bu mevsûî dâire* tâbirini yine kendisi îzâh ediyordu : “İmam Nursî ; ilmin
bir husûsiyetinden veyâ ilmin yolundan veya bir ilmin bir cüz’ünden bahseden bir âlim değildir. Tefsîr ilmi
nin eczâsından , ilm-i kelâmın husûsiyâtından veya akîde (akaid) ilminin cüz’iyâtından tekellüm eden âlim
lerden de değildir.Belki O, bütün ilimlerin emâmında ve önünde, bütün ilimlerden külliyetiyle tekellüm eden
bir âlimdir.” / İmam Nursî’nin Felsefî nazarı(-filozofik bakışı)’ndan bahsederken dinleyenlerin hayallerini ,
eserlerin te’lif edildiği zaman ve mekâna götürüyor ve diyor : “İmam Nursî ; koltuğuna kurulup ihtiyaç ve ar
zularının karşılanarak , fincanını yudumlayıp, beyaz sayfalar üzerinde akıcı ve seyyâl kalemlerle eser te’lif
eden müellifler nev’inden değildir. Belki O; mâlum olduğu vech ile, hayâtı boyunca hep hapislerde, menfâ
larda (sürgün), mahkemelerde, tehditler altında , murâkabe ve müzâyakalar içinde bu bâhir âsârı (deryâ gibi
eserleri) te’lif etmiştir.” / Genç Profesör ; İmâm Nursî’nin misâllerle mevzûu (konuyu) dağıtmadan îzâhını
şöyle ifâde ediyordu: “İmam Nursî’nin bir mevzûda getirdiği müteaddit emsâl ve kesretli şevâhidin umûmu ,
hep beraber o mevzûda maksûd olan gâyeye hizmet ediyor ve nazarları , bâhir bir şekilde .. câzip bir üslûb
ile .. ve metin efkâr (sağlam fikirler) ile .. ve rasîn (muhkem) bir tahlîl (analiz) ile aslî maksad olan mevzûda
ki i’câz-ı ilmî’ye tevcîh ediyor. Misâller ne kadar teaddüt etse de ve şevâhidin üslûbları ne kadar tenevvü’
etse de, bu hüküm asla değişmiyor. Okurken misâllerin teaddüdü (örneklerin çoğalması) ve şevâhidin tenev
vüü (tanık-kanıtların çeşitlenmesi), seni mevzûun haricine çıkarmak değil , bilakis mevzûun vahdet ve bütün
lüğünü daha çok hissettiriyor ve iknâ’(*) –gâyesi’ne doğru tamamlıyor. Ne vakit İmam Nursî ; merhaleyi ik
nâ’a (hedeftekini inandırmaya) ulaştırdığına dâir kani’ olduğunda , o muhatap maddeci-tabiatperest’e, onu
ihtizâza getirecek ve sarsacak suâller soruyor ve âhirinde de kâfi ve mukni’ cevap ile hâtime (son-) veriyor.”/
Sh. 32-3: Sempozyumun hitâmından evvel ; Prof. El’Arabî , tebliğinde İmam Nursî’nin te’lîfâtında medeni
yete dâir fikrî bazı esaslara temâsından sonra tebliğlerin takdîmi nihâyet buldu. / Hem âlimlerin , hem de ta
lebelerin arzu ve ricâları üzerine İhsan Kasım Ağabey’in tercümesi refâkatinde Sungur Ağabey bazı hâtıra
lar nakletti. Sungur Ağabey, hürmet ve ta’zimlerini arz ettikten sonra ; “bugün burada , bizzat şâhid olduğu
muz siz kıymetdâr profesörlerin ve yüksek Din âlimlerinin bu hârika tebliğlerini , beyan ve ifâdelerini , Üs
tâd Bediüzzaman Said Nursî Hz.’lerinin Risâle-i Nur’da yazdığı gibi ; “ O Risâleler , benim malım değil ,
Kur’ân-ındır. Siz , hangi kitaba baksanız benimle karşı-karşıya görüşmekten on defa ziyâde hem faydalanır ,
hem hakikî bir surette benimle görüşmüş olursunuz.” gibi , yüzler (pek çok) beyânını aynen tasdik edici te’
yidler hükmünde gördük. Sizler ; Üstâd Bediüzzaman’ı görmediğiniz , O’ndan ders almadığınız veya Talebe
leriyle görüşmediğiniz halde, bir kısım Risâleleri okuyarak , tahkikat ve tedkikat netîcesinde bu hükümlere,
bu kanâatlere varmışsınız. İnşâallah ; bu hizmetler , birer çekirdek olur da , İslâm âleminde ve insanlık dün
yâsında ulvî ,nûrânî binler sümbülleri netîce verir ümîdindeyiz.”-vs .. takdîmatta bulundu./ Ve son oturumun
başkanı Prof. Dr. Fâruk Hammâde; o nutk-u belîği ile, hem bir hâtime, hem bir duâ , hem bir münâcât bâbın
dan Onikinci Nota’yı okudu. Arabî Mesnevî’deki o ifâdeleri , meselâ ; “ …” gibi ifâdeleri o has üslubuyla
öyle okudu ki ; vaktin gecikmesi ve dinleyenlerin de yorgunluğuna rağmen , bir on dakikalığına herkesi bir
başka âleme götürerek tam bir (“hitâmühû misk ..”) mânâsında hayırla tamamladı. // Sempozyumdan sonra
İhsan Kasım Ağabey’den naklen dinlediğimiz ibretli bir vâkıa (gerçek olay) şöyle: / Son oturumda , dinleyen
ler arasında Abdurrahman Vâfi* isminde Arap âleminde ve Fas’ta divânlarıyla meşhur olmuş şâir * bir zât
bulunuyormuş. İhsan Kasım Ağabey’le evvelden tanışan , fakat ilk defa Nur Külliyâtı ve İmâm Nursî’ye âid
bir şey dinleyen bu zât; Sempozyumdan çıkarken İhsan Kasım Ağabey’in koluna giriyor ve diyor : “İhsân !
Ben o teblîğleri dinlerken , dinledim .. küçüldüm .. dayanamadım çıktım .. Şimdi kanaatim geldi ki ; mutlaka
bu zât’ın bu eserlerini , bu fikirlerini okumak bana farz oldu.” / Ertesi gün , Cum’a namazına Prof. Aşrâtî ,
İhsan Kasım , Ahmed Ebu Zeyd , beraber arabada giderlerken , Aşrâtî ; kendinden bahisle diyor ki : “ ben ,
bir sene evveline kadar , kendi kitabımdan başka bir kitaptan ne okur , ne anlatır , ne de misâl verirdim .. her
yerde kendi kitaplarımı nazara vererek konuşurdum. Başka kitapları öyle mâlumât olsun diye okur geçerdim.
Fakat ne olduysa oldu .. şu bir senedir , kendi kitabım dahil , ne bir kitabtan okuyorum , ne bir kitabtan anla
tıyorum , ne de bir kitabtan konuşuyorum ; illâ Risâle-i Nur … her yerde Risâle-i Nur’dan okuyor , Risâle-i
Nur’dan anlatıyor , Risâle-i Nur’dan konuşuyorum.” (*) Aşrâtî ; bunu , Risâle-i Nur’un önünde ne derece kü
çüldüğünün bir emâresi olarak ve “ – ne halde idim , ne hâle geldim …” diyerek söylüyordu. Ön koltuktan
bunu dinleyen Ahmed Ebu Zeyd , Aşrâtî’ye : “ – Sen , Nur’ları okuyarak küçülmüşsün , bak ! Adam (daha-)
dün dinleyerek küçüldüğünü ifâde etti.” – diyerek latîfede bulunuyordu …” // Bu broşür aslında sözkonusu
43
sempozyum hülâsası bazı mühim mevzûlara kapı açan özet hâtıralardan ibaret görünse de değişik görüşlere
ve enteresan bakışlara ayna tutmasından dolayı gerçekten Üstâd’ı ve Nur Külliyâtı’nı akademik kariyer sahi
bi bilim otoritelerinin ilginç tebliğleri / irdeleyici değerlendirmeleri itibariyle pek güzel ve fevkalâde yararlı
bir hizmet değerinde bütünüyle zevk duyuracak , konularına göre severek okunursa akl-ı vicdanımızın bam
teline dokunacak / gönül uyandıracak “gezi ve gözlem notları” tarzına da örnek bir çalışma kanaatimce ! (*)
SON İKTİBAS
Özet alıntılarım “açık kaynak” neşriyat ,
Mesaj-söz son iktibas*sanmayın ki intihâl !
Niyet tarz-ı mizâcım “mantık” ancak keşfiyat ,
Şaşmaz zor yol ihtisas*susmaz sanki şiir-hâl !
(Bkz. Cumhuriyet G. 21 Aralık 2007 “Bilim Teknoloji / sh. 4 : Bilim Dünyasından Kısa Haberler:”
“Beyinde Filtre Sistemi önemlileri ayırıyor / İsveçli bilim insanları tarafından saptanan bir filtre sistemi*
beyindeki kısa vadeli belleğin kapasitesini yükseltmekte. Sistem , anılardaki önemli bilgileri depolarken ,
önemsiz ayrıntıları atıyor. Bu ön eleme ne kadar iyi olursa kısa vadeli belleğin bir parçası olan çalışma bel
leği de o kadar iyi işlemekte. / Anlaşıldığı üzere filtre sistemi dikkat yetisini en az asıl bellek boyutu kadar
biçimlendirmekte, diyor Karolinska Enstitüsü’nden Fiona McNab ve Torkel Klingberg Nature Neuroscience
dergisinde. Büyük bir çalışma belleği kapasitesinin , önemli bilgilerin seçilmesiyle biçimlendiğine dayanan
tez* aslında yeni değil. McNab ve Klingberg şimdi bu sistemin fizyolojik temellerini tanımlayabilmek için
ilginç bir taktik uygulamışlar. 25 katılımcıyla çeşitli testler yapılırken , testlerin başında önemli bilgilerin
akılda tutulmasını engelleyecek gereksiz bilgilerin de bulunup bulunmadığı sorulmuş. // Şu anda aklıma ge
len bir örnek : Bkz. Hemen üstte / bir önceki alıntı yazıda adı geçen “Sempozyum Hülâsası”- Broşür / Sh.
42-3: Prof. Dr. Aşrâtî Süleyman da Risâle-i Nur’da zaman mefhumu’nu anlattı ve Bediüzzaman’a göre ,
zaman’ın büyük bir müfessir (*) olduğunu belirtti. Risâle-i Nur’un Arapça mütercimi İhsan Kasım* ise ;
“bu güne kadar bir çok ilim adamı , uzmanı oldukları bilim dallarında Bediüzzaman’ın tecdid* yaptığını is
pat ettiler. Ayrı ayrı ilimlerde onun bir müceddid* olduğunu izah ettiler. Fakat bence Bediüzzaman , asıl tec
dîdi insanın bizzat kendinde yapıyor. Risâle-i Nur’u okuyanlar , önceki hâllerinden tamamen farklı birer in
san haline geliyorlar.”- şeklinde konuştu. / Evet; konuşmalar iki gün müddetince bu minval üzerine devam
etti. Sempozyumun sonuna geldiğimizde oturumun son konuşmasını Türkiye’den gelen misafirler namına
Sungur Ağabey’den istediler ve Üstâdımızı anlatmalarını taleb ettiler. Üstâdımızın , kendisine: “Risâle-i
Nur’un , İslâm’ın çeşitli merkezlerindeki ulemânın ellerine ulaşacağını ve onu anlamaya çalışacaklarını”anlattığını söyledi. Ve Van vâlisi Merhum Tâhir Paşa , konağında Hz. Üstâd için bir oda tahsis edip, Hz. Üs
tâd’ın orada , ezberinde olan 90 kitabı (Arabî metinler) her gece üç saat okuyarak üç ayda bir devr-ettiğini ,
ve “Cenâb-ı Hakk’a şükür ; kardeşlerim ! O mahfuzâtım (ezberlerim), o tekrarlarım , Kur’ân-ın hakâikına
çıkmağa bana basamak oldular. Sonra ben , Kur’ân-a çıktım , baktım ; her bir âyet-i Kur’ân kâinatı ihâta edi
yor-gördüm. Artık Kur’ân bana kâfi geldi , başka şeye ihtiyâcım kalmadı.”- dediğini nakletti. // Araştırmacı
lar daha sonra böyle bir tahminde bulunan ve bulunmayan katılımcıların beyin etkinliklerini karşılaştırmış
lar. Elde edilen sonuçlara göre bellekteki filtre sistemi’nden üç beyin bölgesi sorumlu: prefontal korteks ,
putamen ve pallidum. Süzülecek bilgileri yakalamadan önce etkinleşen bu beyin bölgelerinin bu yüzden
özellikle de filtre sürecinin hazırlanışı için önemli olduğu düşünülmekte.Diğer bellek testlerinden anlaşıldığı
gibi bu bölgelerin etkinlikleri ne kadar büyük ise dikkat yetisi de daha iyi işlemekte ve daha az gereksiz bilgi
depolanmakta. / Bilim insanlarının görüşüne göre prefrontal korteks , sistemin çalıştırılmasından ve denetlen
mesinden sorumlu. Bu bölge beyinde ana kontrol merkezi olarak bilinmektedir. Beyindeki filtre sisteminden
sorumlu beyin bölgeleri kişiden kişiye değiştiği için bellek yetisi de insandan insana farklılık göstermekte.”)
İşte bu yazdıklarım (Bkz. “son iktibas” aslında / adı geçen Bilim Teknoloji’den birkaç câlib-i dikkat düşünce
çeşnisi içerik konulara değinen enteresan sanat-ı tahrîrat değerinde gerçekten beğendiğim ve zevkle okuyabil
diğim makale ve haber yazılarının önemini belirtmek kendimce seçme örneksemeler bakımından ne güzel şu
44
uyarıcı yazılar özündeki iç dilin anlam şiirselliği gibi zihinsel gelişim yöntemlerini irdelemek isteyen ve bey
nimizin “ana kontrol merkezi : prefrontal korteks” sistemine göre etkin bölgelerini filtre edip bellek birikimi
bir yığın gereksiz izlenim cinsi iç dünyamızı kirletici bilgilerden netice yoğun-dikkat yetisiyle sürekli içsel
arınmaya yol aramaktan ibaret “dil-din-inanç-ahlâk-kültür-sanat-edebiyat benzeri …” folklorik kavramları
seven her ruha hitap “başlık: konunun özeti” diye yeterli işaret-temalar vurgulayan ne hoş sözler ruh hayatı
mızın noktacık kader rumûzâtından nükte derin kavrayışlar veya eşyâ-yı âleme bakış şümûlünü özgün-tarz
zevk-i idrâkin ifâde-i üslûbunca anlamlandırıcı adlandırmalardan kısa-kısa alıntı : (nihayetten bidâyete doğru
zaman sayfalarını andıran gece-gündüz sanki ibret-misâl yorum mantığı ışıklar yansıtan bazı kıyaslama-oku
malar: // sh. 22*) Üniversitelerimiz nasıl verimli olabilir ? “ Bilim , evrenin öznel (sübjektif) algılanmasının
nesnel (objektif) yorumudur. Nesnel mantık sayesinde tüm akıl sahiplerinin üzerinde birleştiği kurallar otur
tulur. Basit bir deyişle, aklın yolu bir olur. Günümüzde üniversiteler , bilimin en fazla geliştirildiği ve anlatıl
dığı bilim tarlalarıdır. Peki ama bilim tarlalarımız yeterince verimli mi ? Verimli olan ve olmayan akademis
yen* nasıl ayrılmalı ?” Doç. Dr. Yelda Özsunar Dayanır (Adnan Menderes Ü. Tıp F. Radyoloji , Aydın*)
Sh. 20: Bilimsel makale nasıl yazılır ve yayımlanır ? / Bilimsel makale “özgün araştırma sonuçlarını tanımla
yan , yazılmış ve basılmış rapordur.” Büyük çabalar ve emekler sonucu gerçekleştirilen bir araştırmanın da
temel amacı , bu çalışmanın yayımlanmasıdır. Bilimsel bir deney veya araştırmanın sonuçları , ne kadar mü
kemmel olursa olsun , bu sonuçlar yayımlanıncaya kadar tamamlanmış sayılmaz. Günümüzde tek kural : “ya
yınla ya da yok ol ” sözleriyle özetlenebilir. / Prof. Dr. Rıfat Yalın (Marmara Ü. Tıp F. Genel Cerrahi , İst.*)
“Yayınsız bilim ölüdür.” (Gerard Piel) / Tarihte yazılan ilk kitap, “milat öncesi: 4000 yıllarında” büyük sel
baskını(34*16.)’nı chaldean-dili’nde anlatan yapıttır./…// Sh.19: Ooof Off Line / Tanol Türkoğlu; İnternet ve
Kamusal Alan / … Bu yorumda gerçeklik payı var mı ? Yoksa güzel bir kelime-kavram oyunu ile karşı karşı
ya mıyız ? / Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki , hukuki açıdan “internet …” ( … ) Hal böyle olunca olaya
hukuki açıdan bakanlar da akıl yürüterek , en mantıklı yorumu yapmaya çalışmak zorunda. Zaman zaman te
levizyonlardaki haber/tartışma programlarında hukuk kökenli katılımcılarla diğerleri arasında yaşanan tartış
manın özünde bu “hukuksal tanım” olgusu yatıyor. Ancak her iki taraf da empati göstermediğinden birbirini
anlamama inadını sürdürüyor. Şöyle ki … ( … ) // Hubble uzay teleskopuna rakip /Kaliforniya’daki Palomar
Gözlemevi’nde bulunan Hale teleskopu , Hubble Uzay Teleskopu’ndan elde edilen uzay görüntüleriyle yarı
şacak kalitede resimler çekiyor. / Pek çok teleskop gibi Hale* ayarlanabilir optiklerden yararlanıyor. Aynası
nın şeklini değiştirerek atmosferdeki akıntıların neden olduğu yıldız ışıklarının “göz kırpması”-nı engelleyen
teleskop, bu özelliğini yalnızca kızılötesi ışıklarda sergileyebiliyor. / Şimdi Palomar’ı çalıştıran Kaliforniya
Teknoloji Enstitüsü mühendisleri , Hale’nin görünür dalga boylarında da aynı şeyi yapmasını sağladı. Bunun
için teleskopun yakaladığı her foton için 1000 elektron üreten bir dijital dedektörden yararlanıyor. Daha son
ra bir yazılım , havanın en berrak olduğu dönemlerde çekilen görüntülerin % 10’unu seçiyor. Bilim insanları
bu şekilde çektikleri resimlerin Hubble ile yarışacak netlikte olduğunu ileri sürüyor.(Düzenleyen: R. Aksoy)
Sh. 17: Bilim Kültür ve Eğitim / “C-14 ile fosil yaşı nasıl belirleniyor ?”-Prof. Dr. Rennan Pekünlü (Ege Ü.)
Tamamını okumaktan kendinizi alamayacağınız şu “uzay araştırmaları”-konulu haber : “Discovery Uzay Me
kiği , Dünya’ya geri döndü / Araş. Gör. Ayşegül Teker (İst. Kültür Ü.) – F. Korhan Yelkenci (İst. Ü.) / …
Nasa* (Uluslararası Uzay İstasyonu:)UUİ’nin tamamlanması için Eylül-2010’a kadar 10 uçuş daha yapmayı
planlıyor. / Nasa , Discovery STS-120 görevinin fırlatılışını ve inişini internet üzerinden seyredebileceğiniz
Nasa-TV’den canlı olarak yayımladı. 50’li yılların sonunda başlayan ve 60’lardan 70’lere kadar büyük bir
hızla gelişen uzay araştırmalarını o zamanlarda radyolardan dinlerken , günümüzde koltuklarımızdan tek tuş
la canlı olarak seyredebilmek , teknolojinin ne kadar hızlı değiştiğini bize gösteriyor. (http://www.nasa.gov)
(http://www.nasa.gov/mission_pages/shuttle/shuttlemissions/sts 120/ )*
Sh. 16: Bilim-Sanat / Ressamın deneyimleriyle magnetik rezonans görüntülemesi : “Tıpla , teknolojiyle ilgili
yazılar hemen daima tarihçe ve kısa da olsa ayrıntılı teknik bilgi içerir. Pek azında sözkonusu hastalıkta kişi
nin hissettikleri , korkuları ya da beklentileri konu edilir. Oysa amaç “hastalık” değil , “o kişinin” sağlığının
sağlanması ve düzeyli bir şekilde yaşamasıdır. / Prof. Dr. Pınar Aydın (Göz Hastalıkları ve Nörolojisi Uzm.)
( … / Ve bu sırada da yaklaşık 45 dakika süren inceleme bitiyor. / İnsanın beyni sayesinde dünyayı görmesi
ne rağmen kendi beyninin içini görememesi ne kadar garip bir durumsa , beynini hayal etmesi de o kadar ür
pertici bir deneyim. Kişilerin kendi filmlerine bakmak istememesi de bu açıdan anlaşılabilir bir durum. Vü
45
cut içi , kişinin de olsa kişiye yabancı. (!) Bir yabancının kendisine bile yabancı , ama kendisine ait olan vü
cudunun içine bakması , buna bakarak yaşantısına tedavileriyle dahil olması , kişinin özelini kaybetmesi (!)
demek. / Sanırım işte MRG* en çok bunun için hastalarımızda korku yaratıyor./ Kaynaklar: … ) // Teknoloji
Tarihi / Kimya Sanayinin Doğuşu (Hazırlayan: Osman Bahadır)* // Sh.15: “Ekonomik savaşta en güçlü silah
Bilişim” // Güncel Tıp , Mustafa Çetiner : Amerikan Ulusal Kanbilim Kongresi’nin Ardından / “Amerikan
Ulusal Kanbilim (Hematoloji) Kongresi her yılın aralık ayında gerçekleştirilir. Kanbilim alanındaki tüm yeni
likler ve gelişmeler bu kongrede tartışılır ve yeryüzündeki bu konuda çalışan tüm bilim insanları çalışma so
nuçlarını sunmak için bu kongreyi bekler.” // Sh.14: Bilim etiği sempozyumu / Türkiye Bilimler Akademisi
(TÜBA) Bilim Etiği Kurulu , 14 -15 Aralık günlerinde uluslararası katılımla “Bilim Etiği” sempozyumu dü
zenledi. (- Zeynep Altay) / 2006 yılında kurulan Bilim Etiği Kurulu’nun İTÜ Maçka kampusü Sosyal Tesis
leri’nde beş oturumda gerçekleştirdiği bu sempozyumun amacı , bilim etiği konusunun daha geniş bilimsel
felsefi bir platformda ele alınması , uluslararası bilim insanları ile karşılıklı tartışılması ve akademik ,toplum
sal kamuoyunun aydınlatılması. / Yurtiçi ve dışından yoğun ve nitelikli katılımın olduğu sempozyumda sıra
sıyla “Bilim ve Etik”, “Küresel Isınma ve Çevre Etiği”, “Biyo-etik”,“Araştırma Etiği ve Hukuksal Sorunlar”,
“Akademilerin Etik Konularda Sorumlulukları” … ana başlıkları ele alındı. Her oturum sonunda tartışmalara
geniş yer ve önem verildi. / Bilim Etiği Kurulu üyesi Ayşe Erzan’ın yönettiği açılış oturumunda TÜBA Baş
kanı Engin Bermek , katılımdan duyduğu memnuniyeti dile getirerek etiğin / ahlâkın çok küçük yaşlardan be
ri kazanılması , içselleştirilmesi gerektiği üzerinde durdu. Bu konuda dünya bilim akademileriyle işbirliği
içinde araştırma ve çalışmalara ağırlık verdiklerini belirtti.Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı İoanna Kuçuradi
de; “Dünyada Pratiği Etkileyen Farklı Etik Çevreler” başlıklı daha sonraki konuşmacıların atıfta bulunduğu
aydınlatıcı bir sunum yaptı. / “Etik ve Bilimciler : Araştırmada Kime Güvenmeli ?” başlıklı sunumu yapan
Imperial College’den Jean-Patrick Connerade* isyan edercesine; “Türkiye Avrupa coğrafyasındadır. Avrupa
AB değildir. 40 kadar Avrupa ülkesinin bilim insanlarıyla temas gerçekleştiren biri olarak Bilimi insanların
önüne çıkarmak için birlikte çalışmalıyız.” - dedi. / Kapanış oturumunda akademilerin etik sorumlulukları
üzerinde konuşan TÜBA şeref üyesi İlhan Tekeli , sempozyumu değerlendirirken; “Belki Türkiye’de ilk defa
bilim etiği üzerinde bu kapsamda , ana konularıyla ; genetikçilerden .. hukukçulara , çevrecilere kadar geniş
akademik katılımla duruldu. Etiğin ve Bilim etiğinin nasıl derinliğine tartışılabileceği , sistematiği gösterildi.
TÜBA’nın bunu yaygınlaştırması ve bilim adamının etiği / ahlâkı içselleştirmesi gerekiyor. Günümüzde aka
demik sistemin yol-açtığı sorunlar nedeniyle Bilim Etiği* Türkiye’nin gereksinimi olan ,hayatî önem taşıyan
bir tartışma konusudur. Bilim kamuoyu’nun yüksek katılım ve ilgisi de bunun kanıtıdır.” – dedi. // Sh.12-14:
Antropoloji / Türkiye’de ilk Homo-erectus* fosili / Denizli’de bulunan H. Erectus “İlkel Adam(*)” fosili ve
bunun hakkında yayınlanan makaleye (Kappelman vd. 2007) dayandırılan haberler , geçtiğimiz günlerde ba
sında genişçe yer aldı. Habere verilen tepkilerin ve yapılan yorumların çoğunluğu ise büyük bir hoşnutsuzlu
ğu dile getiriyor , evrim teorisi ve din ile bağlantı kuruyor , bazıları Denizli halkının zenci olduğu yorumunu
yapıyordu ! Özetle, Homo erectus* konusunda kamuoyunda eksik bilgi ve buna dayanan yanlış anlaşılma ol
du. Burada , fosilin bulunma hikayesi ile buluntunun önemi hakkında bilgi verilecek ve bazı gözlem sonuçla
rı aktarılacak. (Nizamettin Kazancı , Jeolojik Mirası Koruma Derneği “JEMİRKO”-Başkanı) Denizli-Kaklık
Kocabaş mevkiinde, işletilen traverten ocaklarından birinde / bulunan 500.000 yıllık H. Erectus* fosili , ho
minidlerin yeryüzüne dağılmasındaki “Afrika’dan göç” teorisini destekliyor. Bu teoriye göre H. Erectus ön
ce Afrika’da görüldü ve öteki kıtalara buradan yayıldı. Şimdiye kadar Gürcistan-Dmanisi hariç , Afrika’dan
Çin’e kadar olan geniş alanda fosil-kanıt* bulunamamıştı. İşte Denizli Kocabaş’ı böyle bir boşluğu doldur
makta ve “göç teorisi”-ne ciddi destek vermekte. / Basılı ve on-line yayınlardan kolayca öğrenileceği gibi ,
H. erctus ; soy-boy, ırklar ve bugünkü insan nesli ile doğrudan alakası olmayan bir hominid* türüdür. Fosil
buluntulara göre 1.8 – 0.2 milyon yıllar arasında yaşamış (!) ve nesli tükenmiştir. Beyin hacmi 900-110 cc
arasındadır. / Alet kullanabilen H. erectus bugünkü insanlara göre biraz daha iri yapılıdır. Halen kabul gören
teoriye göre, ilk kez Afrika’da ortaya çıktı , iklim değişmeleri ve beslenme nedeniyle olsa gerek tüm Afrika’
ya , güney Asya’ya ve Avrupa’ya yayıldı. (Şekil 1) Türün Avrupa’daki temsilcileri , bazı farklılıkları nede
niyle, H. Heidelbergensis olarak adlandırılır. Gürcistan Dmanisi’de bulunanlar ise H. erectus’un benzeri olan
H. ergaster örnekleridir. / Denizli’de bulunan fosil ise tipik H. erectus kalıntısıdır. Türün orijinal örneği olma
sı bakımından önemlidir. ( … ) Denizli-Kaklık’ta böyle bir kafatası bulundu ise, aynı yerde iskeletin diğer kı
46
sımları , yakın civarda ve hatta tüm Türkiye’de aynı fosilin başka örneklerinin bulunma ihtimali var demek
tir. Bu ihtimalin olağan sonucu , Denizli ve Türkiye’nin yüzbinlerce H. erectus*dağılım haritasında yer alma
sı , ülkemizde bu yöndeki araştırmaların hızla artacak olmasıdır. ( … ) Sh. 11: Kitap / “Dünya Uygarlıkların
da Türk Dili ve Kenger Uygarlığı” Yazarı: Mehmet Ünal Mutlu / Yayınevi: Türk Dünyası Araştırmalar Vak
fı*/ “Yeni bir Kitap yayımlandı Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı tarafından. Bu son yıllarda çok çeşitli
kitaplar çıkıyor ortaya , insan şaşırıyor hangisi ile ilgileneceğini. Fakat bazılarının adı hemen “oku beni ve
ya bak bana” der gibi bir çağrışım yaptırıyor. İşte sözünü ettiğim kitap da tam böyle.”-Muazzez İlmiye Çığ //
Gönülden Bilime / Ahmet İnam : Üniversite Üzerine İki Soru / “Üniversite, kültürel anlayışların muhafazası
na veya dönüştürülmesine, ve sosyal tahayyüllerin ve siyasi bilincin geliştirilmesine nasıl bir katkı yapar ? ”
Sh. 10: Kent ve Kültür / Kentteki kültür açılımı çağdaş kenti yaratmaya yetmez / “Türkiye’nin başına belâ
olan politik kavganın arkasında gizlediği rahatsız edici gerçekler yaygın bir bilgisizlik , profesyonel yetersiz
lik ve entelektüel kalitesizliktir. Kentlileşememenin yarattığı bir kural-dışılık ortamında yaşamak da cabası.”
(-Doğan Kuban): “Apartmanda yaşamak isteyen insanlar toplumların %20’sinden daha az. İstanbul’un her
köşesi yüksek konutla dolu , ama bu halk istediği için değil. Bu spekülatörün isteğidir.” ( … ) Sh. 8 – 9 :
Aylak Bilgi / Tahir M. Ceylan: “Alt-Kültürün Hücreleşmesi / … Schopenhauer , “dünyanın kendisi , dünya
nın mahkemesidir.” –demişti , dünya fenalıktan kırılmak üzereyken , içine azıcık hayır (*) konularak can çe
kişmesi uzatılmış bir yer gibi duruyor. Alt olsun , üst olsun her kültürde örgütlenerek o, daha büyük kötülük
lere ulaşıyor , yine de son tahlilde ama , “Bütün kısmî kötülükler evrensel iyiliktir. / Gurura , yanıltan akla
karşın / Gerçek açık-seçiktir : Var olan her şey iyidir.” (18. yy. İngiliz şairi Pope’un felsefi şiirinden dizeler)
// Beyin Araştırmaları “Beyin çipleri , siber-insan mı yaratacak? / Psikolojik sorunlar yeni teknolojiler saye
sinde artık çip ve sondalarla doğrudan doğruya beyinde gideriliyor. Kimi uzmanlar , hastalar için geliştirilen
tedavilerin , sağlıklı insanlar üzerinde uygulanarak ‘mükemmel insan’ yaratılabileceği (!)’nden endişeliler.”/
Bellek hapları ve mikro-elektronik implantlar *yalnızca hastaların tedavi edilmesinde değil , sağlıklıların ruh
halini düzeltmek için de kullanılır hale gelecek. Mesela üzüntüleri ve aşk acısını dindirmek ya da bilişsel ye
tinin güçlendirilmesinde. / Benliğin Kapısı Kurcalanıyor (…) Hiçbiri Hayal Değil ( … Bazı ilaç şirketleri
şimdi demans*hastalıklarının tedavisi için geliştirilmiş ilaçların öğrenme ve bellek yetisi üzerindeki etkisini
araştırıyorlar. Ve Alman psikiyatr Manfred Spitzer , sağlıklı bir insanın belleğini Alzheimer ilacıyla güçlen
dirmiş bile.“Bilişsel güçlendirme” diyor psikiyatr, öyle veya böyle bu yöntem eninde sonunda uygulanacak.”
(Nilgün Özbaşaran Dede) // Türkiye’den “Beyin Çipi” patenti / Prof. Dr. Metin Tulgar’ın İstanbul-Kartal’da
kurulu Uluslararası Nöroteknoloji Merkezi , “beyin pilleri” alanında Türkiye’ye patent kazandırdı. ( … )” //
Sh. 3: Gündem / Havuç ve Sopa Politikası mı ? Orhan Bursalı –Yayın Yönetmeni. / “Manevi Mirasım Akıl
ve Bilimdir !” ( … / Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Ben
den sonra beni benimsemek isteyenler , bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse,
manevi mirasçılarım olurlar.” – Mustafa Kemal*) sözün hası ve düşünce hülasası yine de! Herkes sevmekten
yana “Atatürkçü” ama tam doğru anlatacak kadar araştırmak , gerçek Atatürk konusunu şu objektif ve ortak
bilinç perspektifi çerçevesinde bütün yönleriyle doğru değerlendirecek kavrayışta anlamak bakımından nasıl
araştıracağını da tam bilmiyor nitekim , (Bkz.Vatan G. 27 Ocak 2008 / sh. 8: Buket Aşçı , röportaj / Taha Ak
yol’un yeni kitabı: “Ama Hangi Atatürk” hakkında. Tamamını alıntılayıp aktarmak konuyu kavratacak kitabı
tanıtmak bu röportajın asıl amacına da uygun olacak sanırım. Ancak kitabın aslını okumak gerektiğini belirte
cek kadar birkaç cümlecik soru-cevap paragraflarıyla yetinmek istiyorum. / “Taha Akyol: Attila İlhan Atatürk’
ün iki yüzünü gördü , ben dördünü anlatıyorum” / Solcuların kalpaklı Atatürk’ü vardır , Attila İlhan’ın “Asyalı
Gazi’si …” Erbakan “Yaşasaydı Refah Partili olurdu” derken okullarda laik , Batılı Atatürk fotoğrafları asılıdır.
İşte gazeteci-yazar Taha Akyol , yeni kitabı: Ama Hangi Atatürk’te neden farklı fotoğrafları olduğunu analiz
ediyor ve diyor ki; “Kullandığı kelimeler de fotoğrafları da dönemine göre değişti , çünkü o pragmatizmi kulla
nan siyasi bir dehaydı.” / Kitabınızı Attila İlhan’a ithaf etmişsiniz. Sizi Atatürk gibi son derece hassas bir konu
da Attila İlhan’la buluşturan ne oldu ? ( … ) Peki Attila İlhan’la ayrıştığınız nokta ne ? ( … ) Bana Atatürk’ünü
söyle … / Kitabınızda da belirttiğiniz üzere farklı Atatürk portreleri bununla sınırlı değil. Mesela Erbakan’ın da
Atatürk’ü var. Atatürk’ü kimi zaman kalpaklı , kimi zaman vals yapan bir devlet adamı olarak farklı fotoğraflar
da görmemizin nedeni nedir ? ( … ) İkinci Atatürk fotoğrafı hangisi ? ( … ) Asyalı , kalpaklı Atatürk fotoğrafı
ne zaman ve neden değişir ? ( … ) Değişimini kelime sayarak gördüm / Bu dört Atatürk fotoğrafını onun kullan
47
dığı kelimelerle çiziyorsunuz. “Atatürk’ün Bütün Eserleri”-nde geçen emperyalizm , proleter , Allah , İslam gibi
kelimeleri tek tek saymışsınız … Mesela Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması’na kadar söylemlerinde Bol
şevik terminolojisini kullanırken , bu tarihten sonra azalıyor… “Çünkü artık Sovyetler yerine Batı ile flört başla
mıştır ” diyorsunuz. ( … ) Bu nedenle diyorsunuz ki: “Politikada ideolojik şablonların değil , belli ilkeler çerçe
vesinde, pragmatizmin geçerli olduğunu” bilen siyasi bir liderdi. Peki Atatürk bu pragmatizmi ne için kullandı ,
hedefi neydi ? ( … ) Hangi fotoğraf daha büyük ? / Peki birbirinden farklı bu fotoğrafların hepsi eşit mi , baskın
olan yok mu ? (O fotoğraflardan hangisini çekseniz, tablo kırılır. Mesela 1930’lardaki sözlerini seçerek bir port
re çizerseniz, 1920’lerdeki Atatürk’ü göremezsiniz.) Şöyle sorayım; Turgut Özal dindardı , Kürt’tü. Ama uygu
ladığı ekonomik politikalar ile 1980 sonrasına adını verdi. Baskın olan liberal Özal’dı. Atatürk’ün baskın fotoğ
rafı yok mu ? ( Özal ,Atatürk gibi farklı ve çok zor, istisnai dört dönem yaşamadı. İmparatorluğun çöküşü ,Millî
Mücadele , Bolşevik Devrimi , Batı diplomasisi… Bunlar keskin virajlar. (*) Özal’ın hayatında ,Menderes’in
hayatında hatta 1959’dan sonra İsmet Paşa’nın hayatında böyle keskin virajlar yoktur. Bu yüzden onun portre
sinden bir taş almak bütününe ilişkin körlük yaratır.) Bu ülkede birileri “Gençliğe Hitabe”-yi okuyarak anti-em
peryalist oldu. Yanıldı mı ? (Evet.Onlara şu soruları sormak zorundayım: Atatürk’ün 1936’dan sonra … ) Söz
konusu bir devletin kurucusu ,lideri.Yani bu fotoğraflardan biri aynı zamanda bir ideoloji: “Kemalist Cumhuri
yet ideolojisi.” Fotoğraflara bu durumda nasıl bakmak gerek ? ( Her cumhuriyet ideolojisini üretir. Önemli olan
bunun donmuş bir dogma*haline gelmemesi. / … Atatürk de 1936’dan itibaren Batıyla ittifak için çok uğraşmış
tı. Attila İlhan’ın “Mustafa Kemal’in yüzü daima Doğu’ya dönük olmuştur ” sözü yanlıştır. Çetin Yetkin’in ,
kendisini akademik anlamda ciddiye almam , “10 Kasım 1938’de devrim bitti , İsmet Paşa İngilizlerle ittifak
yaparak emperyalizme kapıları açtı” tezi de zırvadır. Mustafa Kemal de bunun için uğraşmıştır. Ama ömrü yet
memiştir.) İslamın kılıcıydı / Sözkonusu parçalanmış bir imparatorluk ve yeni kurulan bir devlet. Atatürk bu
farklı kimlik ve söylemler ile her kesime hitap etmeye, bütünleştirici olmaya çalışmış olabilir mi ? (Milli Müca
dele’deki Atatürk böyle. ( … ) Atatürk’ü bu yüzden iyi okumak gerek. Bakın , Kurtuluş Savaşı sırasında inançlı
bir Doğu davası temsilcisi iken , Hindistan’da camilere “Yaşasın Mustafa Kemal” yazılırken , ondan “İkinci
Selahaddin Eyyubi” ya da “İslam’ın kılıcı” diye bahsedilirken zaferden sonra bunlara tavır alıp laik ,Batılılaşmış
bir Türkiye inşasına başlamış bir liderden bahsediyoruz. İşte bu büyük bir kudret gerektirir. Bu sadece düşünce
değil , elinde topladığı politik kudrettir. İşte tek adam(*)lık bunun içindi.) Tek adamlığın izahına kadar varan
bu tablonun görülmemesinin ya da sizin ifadenizle “körlüğün” nedeni ne ? (Medrese. Onun dogmasının yerine
Kemalizm* dogmasının konması. Ama bu durumda dogmatizmden kurtulmuyor sadece dogma değiştiriyoruz.)
Atatürk’ün bu pragmatist politikalarla amacı neydi ? (1930 iktisadi krizinde Türkiye’ye kaynak sağlamak. Özal’
ın , Menderes’in , İsmet Paşa’nın yaptığı gibi. Kemalistler “Atatürk dış borç almadan Türkiye’yi kalkındırdı”
der. Yanlış ! Şükrü Kaya’yı ABD’ye gönderdi. Ama bunu yazdığım için çok küfür işittim. Atatürk’ü emperya
lizm yanlısı gösteriyormuşum. Oysa Atatürk’ün kendisi dogmatik değil , pragmatik ve esnektir. Ford şirketinin
montaj sanayi yapması için çabaladı. Hangi İnkılap kitabı yazar bunu ? 1970’lerde sol-Kemalist kesim buna kar
şı çıkmadı mı ? Oysa Atatürk’ün kendisi istedi bunu. Atatürk’ü görmezden geliyorsun , ama Menderes yapınca
vatanı sattı oluyor , Özal yapınca “küresel ajan” diyorsun. Atatürk’ü öğrenilecek bir kitap gibi okumalıyız,
Amentü gibi değil. Milli Mücadeleyi anlamak için de Nutuk’u okumak yetmez, tıpkı İslam’ı anlamak için
Kur’an-ı okumanın yetmeyeceği gibi !)
ÖZGÜN SÖZ
Magazin türünde haberler bile ,
İşte gözönünde hep benim derdim !
Beşerin gönlünde dertler her neyse ,
Özgün söz özünce tek Rabbim sevgim !
……………………………………..
Demek gönlümce hak şiirsel sezgim
Mülhem meşkimce aşk en içten sevgim !
(Sh. 130-131: Bizim eski edebiyatımız idealist olduğu , yeryüzündeki hayatla münasebeti olmadığı için tiyat
48
ro ve romanı inkişaf ettirememiştir.İnkişaf ettirememiştir diyorum ,çünkü bu iki nevi bizde nüve halinde mev
cuttu ve her edebiyatta mevcuttur.Tanzimattan sonra Avrupa ile temas eder etmez ilk işimiz roman ve tiyatro
yu edebiyatımızın birinci plânına getirmek oldu.Realist Avrupa bize realizmin en karakteristik nevîleriyle gir
di. Yine Tanzimattan sonra edebiyatımızda nesrin gittikçe büyüyen bir yer tuttuğunu görüyoruz. Bugünkü ede
biyatımızda şiirin zaafa uğramış olması hiç de fenaya alâmet sayılmamalıdır.Şiirin Avrupa’da olduğu gibi
bizde de nadir bir metâ haline gelmesi bizim de realist bir edebiyata doğru gidişimizden ileri gelmektedir.
Türk edebiyatında realite görüşünün ve gördüğünü anlatan nesrin inkişafını temenni etmeliyiz. Çünkü Avru
pa mektebi bizim için ancak bu sayede istifadeli olacaktır. Türk edebiyatı Türk realitesinin aynası olmak mec
buriyetindedir. Vaktiyle ne kadar idealist olduğumuzu görmek için bile bu realite görüşüne muhtacız.
Realizme doğru giderken şiire susarsak içimizde daima zengin kaynaklar bulabiliriz. Çünkü biz asırlarca yal
nız şiir ve öz şiir içinde yaşamış bir milletiz. Şair olmayı bize Avrupa öğretemez. Çünkü şiirde onun çıkama
dığı irtifâlara çıktık ve indik. O bize yalnız dünyadan ve insanlığın hâlinden bahsetmeyi öğretebilir ve biz de
zaten ondan bunu öğrenmekteyiz.)
S. Eyuboğlu’nun usta kaleminden ve üstad üslûbundan “Denemeler* ve Eleştiriler*” pek çok konuda aydınla
tıcı ve ayrıntılarıyla uyarıcı bilgilendirmeler yaparak kendi iç dünyamızı yeniden ve bütünüyle gözden geçir
mek ,sonuçta bazı kanaatlerimizi ıslah etmek ve ruh hayatımızı hep yenibaştan düzenlemek için nasıl bir “öz
-eleştiri” ve düşünce perspektifi gerektiğini de telkinleyip öğretiyor okurken. Sayfalar arasında rastgele bir
örnek: (Sh. 262-4 “Yenisi” Orhan Veli’nin şiirlerini yeniden okurken: … Baktım ,her şiirinde ayrı bir telâş ,
… her sabah yeniden başlayan yaşama telâşı. ( … ) Ölüm ötesi hayat dedikleri (!) bu anlam yenileşmesi olsa
gerek. / Ölümünden sonra beni ilk şaşırtan şiiri …
Gemliğe doğru
Denizi göreceksin
Sakın şaşırma !
Şair, dünya ile aramıza inen perdeleri kaldıran insandır. Düşüncemizi saran uyuşturucu alışkanlıkları
sıyırarak bize gökleri yeniden gösteren , yaşamanın tadına yeniden vardıran:
Gökyüzünü ben boyarım her sabah
Hepiniz uykudayken ;
Uyanır bakarsınız ki , mavi …
………………………………
Bak , dünya renkler içinde
Bu güzel dünya için-de
Sevin , sevinebilirsen
İnsanlığın hâli-ne karşı !)
ŞİİRCE ÖLÜM
1.
Komşu evin çatısında
Topal bir leylek gördüm
Melül mahzûn bana baktı ,
Yıkık küskün ve harap
Baktım üzgün gözlerine
Ne diyorsa anladım ,
Yakarış Tek Rabbim’e
Can nefes sayısınca
Acısı içimi yaktı !
( Bkz. Vatan G. 22 Şubat 2009 / sh. 5: Zülfü Livaneli ,
“Hayata dair ” www.livaneli.net // [email protected] :
“Şiirsiz hayatlar / … Verlaine “Renklerle işimiz yok , nüansların
peşindeyiz” diyor. / … Ey ölü şairler; Gelin de acıyın halimize.
Biz artık giderek hoyratlaşan … şiiriyeti kalmamış hayatlar … /
Nüans değil renk bile kalmadı siyah-beyaz’dan başka.” )))))))
SÜRPRİZ ZİYARET
Iyd-i Fıtr’ın son günü tam öğle ezanında ,
Gönlüme mülhem mesaj şu nükte-i hâtıra !
Kitap okurken birden bir kumru kuş yakın-yâ ,
Sürpriz ziyaret şu an can-dost bir ruh yanımda !
02 Ekim 2008 Gemlik-K.Kumla*
Son derkenar hoş şiir ruh balkon kıyısında !
……………………………………………
49
2.
Ah ölüm ölüm ölüm ,
Dünyamı yakan ıstırap
Böylesi içten bakınca
Seviyorum iki gözüm ,
Makbere dek iki ayak
Kaç gün ne bileyim ömrüm ?!
3.
Daha işliyorsa saat ,
Şimdi şu şiirce gönlüm !
İstiyor ruh acı duymak
Tadınca anlamlı hayat
Ölüm bile yaşamakça !
“DUMDUMA”
Bak-gör , işte şu âlemin hâli-ne (?)
Anla ki , “kim kime dumduma” sanki !
Sakın aldanma kör benlik vehmince ,
Hayâl boş şuur hoş şiir âhenk mi ?!
“KARA MİZAH”
1.
Gelenek kök*devlet ağa ,
Zavallı halk tam maraba !
Bürokrasi dik-baş kâhya ,
Bak “yasal erk” sanki kobra !
2.
Bay “mevzuat hazretleri”
Acımasız gaddar sulta !
Fırsatçı vatandaş hepsi ,
Hunhar kaos ortamında !
3.
Çıldırttınız artık beni ,
Yıktınız dünya evimi !
Şefkatsiz zulüm düzeni ,
Kökten sarstı güvenimi !
4.
Demokratik seçim mîzan ,
Kim memnun hem kim müştekî ?
Ak sonuç ilk “kara mîzah”
Haklı izahat tam belli !
(-Bkz. Erkam Yayın / Takvimleri “ www.erkamalisveris.com ”
31 Aralık 2009 / 15 Muharrem 1431: “Ey Allah’ın kulları ! Siz
bu dünyadan göçüp gidenlerden farklı değilsiniz. Dünya hayatı
sizi aldatmasın.”- Hz. Ali* // Bu sene için de işte bu takvim var
elimde. Sanki kitap benzeri takvim sayfaları da hayatımızın nice
safhalarını düşündürecek güzel sözler ve önemli bilgiler veriyor.
İlk örnek , misal; 01 Ocak / 04 Muharrem 1430 : tarih hakikaten
önemli bilgi. Nitekim maziden ders almayan kim-se istikbali de
umursamayan nadan güruh havasında yaşayıp gider ruhundan bile
habersiz. Öğrenmeyi ve düşünmeyi gerektiren güncel tarih aslında
zamanın önemini algılayıp bu hayatın değerini içten kavramaktır.
“630 Mekke’nin fethi” ve yine uyarıyor Hz. Ali*: “Yüksekliği iste
dim , onu alçak gönüllülükte buldum.” // 20 Şubat : “Bu dünya
tuzaktır, yemi de arzulardır.”- Hz. Mevlana* // … )))))))))))))
En son yine enteresan bir kitap geçti elime. Onunla başbaşayım ,
muhtevasına yoğunlaşarak. Gerçek bilimsel disiplin çerçevesinde
yorumlanan konular üzerinde yenibaştan düşünmek ve kendimce
ruhsal hayat serüvenimi bilvesile tekrar gözden geçirmek kadar
canlı algılardan farksız söz zevki ve muhayyel kavrayış şiiriyeti
hissiyat girdabına gömüldüm okurken. Ayrıca akademik bakış ve
anlayışlara örnek gösterilecek tutarlı çalışmaların nesnel değerini ,
işte şu öznel duygusallığın sarsak üslûbuyla karşılaştırınca daha
içten fark ettim. Bilim disiplini içinde “deneme” niteliğindeki bir
çalışmanın dil ve üslûbuna da takdirimle saygı duymaktayım. Ne ki ,
hiç değilse “iki küçük katkı için” şu eleştirel anımsatmayı da acaba
konuya uygun ve tam yerinde “doğru uyarı” olarak kabul edecek mi ,
nitekim daha başka konularda da ayrıntılı bilgiyi önemseyen yazar ?
(Bkz. Tarih Psikiyatri Divanında , Prof. Dr. Ahmet Çelikkol “e-mail:
[email protected] ” / Psikolojik Tarih “Deneme” Stüdyo İmge
1. ve 2. Basım: Şubat-2002 / İst. “e-mail: [email protected]”
Sh. 115: “Eşcinsellik” konusunda / Bkz. Kur’an: 4 / 15-16. ve yine,
Sh. 118: “Kitabı Mukaddes, Bap 19, sh.16 ” / konusu hakkında da ,
Kur’an: 11 / 77-83. // ve bir de, Sh. 95: “Ensest” konusunda; Bkz.
Kur’an: 4 / 22-28. âyetler. Uyarıcı beyan; 23. “Size şu kadınlarla
evlenmek haram kılınmıştır : …” gibi bilgilendirmelerin önemini
vurgulamak gereksiz mi ? Tarih adına Kur’an anlamlarından daha
özgün kaynak bir başka gerçek kitap var mı inandırıcı doğrulukta ?
Ayetler ışığında nefsini içten sorgulamayan anlayamaz sırr-ı hayatı
ve kavramayınca nasıl aydınlatacak ruh hakkında merak duyanları ?
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww
İşbu sonuç çok düşündürücü ! (Bkz. Sabah G. 25 Aralık 2007 / sh. 7: Emre Aköz - “Entelektüel kıvranış”)
HAK ADINA HİZMET !
1.
Gelenek değil “din” Allah’ın emri ,
İşte tek “el-Kitâb” belli son vahyi !
İslâm Rabbimiz’in tek “irşad” dini ,
50
İnanç çağrısı hak Kur’an âyeti !
2.
Gerçek gözönünde herkes bilmeli ,
Ayetler emrince tam düşünmeli !
Okuyup bütünüyle öğrenmeli ,
Baştan sona işte Kur’an meâli !
3.
Aydın imam milletinin önderi ,
Kimi idealsiz zengin dilenci !
Cemaat-tarikat “din eğitimi”
Hak adına halka hizmet değil mi ?
4.
Bil ki “Riyaset: Diyanet İşleri”
Devlet tekelinde “hizmet”-görevi !
Milletimize “din”-öğretim evi ,
Câmi-mekteb “birlik”-kültür işlevi !
(… Bkz. Erkam Takvimi - 2009 / 25 Şubat: “Ne kadar bilirsen bil ,
söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.”- Hz. Mevlana*/
27 Şubat: “Günahtan sakınmak , tövbe ile uğraşmaktan daha iyidir.”
Hz. Ömer // 05 Mart: “ İnsana , aradığı şeye bakarak değer biçilir.”
Hz. Mevlana* // 06 Mart: İmam-Hatip Liselerinin Açılışı -1951 …)
… İşte bu konu*-da “pek güncel”- belli ;
… Halk devlet diyanet*-kendince hepsi !
(… 23 Şubat / 28 Safer 1430: Hz. Peygamber (s.a.)’in Mekke’de
“Vedâ Hutbesi”-ni iradı (M. 632) // 29 Mart: “Ey oğul ! Nasihat et
mek kolaydır , mühim olan onu tutup gereğini yapmaktır.”- Gazali*)
vvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv
Bkz. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 666 / Broşürler: 38 (Ankara-2006) “Cami (*)”
Cami Tarihtir (…) Cami Medeniyettir (…) Cami Sanattır (…) Cami İbadettir (…) Cami Eşitliktir (…)
Cami Birliktir (…) Cami Sığınmaktır (…) Cami Sohbettir (…) Cami İlimdir (…) Cami Sevgidir (…)
Cami Tevekküldür (…) Cami Arınmaktır (…) Cami Anlamaktır (…) Cami O’nsuz olamamaktır (…)*
Tel: 0312 295 73 06 / Fax : 0312 284 72 88 ( E-mail : [email protected] )
MAĞFİRET
1.
Yürek gücünü bilenler ,
Herkesi kardeşçe sever !
Bu meydanda nice erler ,
Hasmını mertçe göğüsler !
2.
Anlamaz düşüncesizler ,
(Bkz. Zaman G. 14.08.2008 / Açık Defter –“ [email protected] :
İçten duymaz mı yürekler ?
‘Ey ruh , geldinse haber ver!’/ … Ruhlar vasıtasıyla ölüm ötesinden alınabi
Şu dünya içindekiler ,
lecek bilgiler, … herkesin iştahını kabartıyordu. Şarlatanlara gün doğmuş,
Açık kitap işte gökler !
ortalık medyum* kaynamaya başlamıştı. / Pozitivizm asrı olan 19. yüzyılın
3.
aynı zamanda ispritizma’nın doğduğu ve akıl almaz bir hızla yayıldığı asır
Nice ibret şu âlemler ,
olması şaşırtıcıdır. Fransa’da … / Türkiye’de … / Kısacası , …”) -İlginç !
Oku , Kur’an-ca bak , yeter !
Tamamı dikkatle okunmalı ki , içerik gerçekten tam doğru anlaşılabilsin.*
İşte hikmet hak âyetler ,
vvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv
Ruh-ül’Beyan* mûciz sözler !
4.
Tekmil “yüzondört” sûreler ,
Nice sırlar beyan eder !
Bak , Kur’an “(14*4) misâli” diller ,
Rabbinden “mağfiret(14*41)” ister !
…………………………………
( Sh. 265-322 “Şiirin Yapısı” ; 294 “Orhan Veli … / 302 “Şiirin Garip Kişisi” / 304 “Gece İçinde …”/
306 “… Boğaziçi’nde*” / 309 “… Birdenbire” / 312 “O. Veli Kardeşe Selâm” / 314 “Orhan Veli İçin”
316 “Huzur” / 318 “Tanpınar’da Zaman” … / Hiç gerici olmadığı halde dil konusunda devrimcilerden ayrıl
mak zorunda kalıyordu. / Gönül istiyor ki ozanlar , sanatçılar … (321-2) Böylesine tutarsız bir dünyada oza
nın sadece şiirinde tutarlı ve kendine sadık kalabilmesi büyük başarı sayılır. Tanpınar bu … / Onun için şiir
51
bir şeye ulaşmanın aracı değil , ulaşılacak şeyin tâ kendisiydi.) Nitekim kimi mütefekkir-muharrirlerin karak
teristik “sîret” husûsiyetlerini ilginç irdeleyen usta kalem B.Ayvazoğlu dostuma sorsam bunu doğrular mı ?
ŞİİR-CAN ANLAM !
Sorsaydınız Rabbim’i ,
İçten anlatacaktım !
1.
Anlamadınız Ben’i ,
Ben mi anlatamadım ?
Anlam mayamız şimdi ,
Belli kanımca yazgım !
2.
Hiç duymadınız sanki ,
Şiir ruhsal anlatım !
İç dil* lügatsız can ki ,
Benlik kolay cevabım !
3.
Öz kaynağımız Hak ki ,
Tek kitap okutayım !
Söz bayrağımız haydi ,
Özet divan yazayım !
4.
Net yol tarzımız sahi ,
Yaşamakça amacım !
Pek zor farklıyız yani ,
Anlam yoksa susayım !
MECAZ
1.
İçten duymayınca öz ne örtük görüş pek zor ,
Rabbim mülhem meşkimce cevaz tek şiir tarzım !
Hemen sus aklınca söz ömürlük dönüş tek yol ,
Sezgim mâdem kendimce mecaz zevk-i dil yazgım !
2.
İçten duymayınca söz basit tâbirat demek ,
Gerçek kök aklınca çöz tam muhayyel mecazım ,
Bilinç saflaşınca “öz” sabit sânihat tek renk ,
Rabbim can sırrınca aşk kolay sandım zor yazdım !
…………………………………………………….
Şiir “-mecaz” zor tarzım , “hakikat-” tek ; anladım !
…………………………………………………….
(Bkz. Türkiye’de YENİÇAĞ G. 16 Ekim 2008 “Bu memleket tarihte Türk’tü ,
bugün de Türk’tür ve ebediyen de Türk olarak yaşayacaktır.” / Türkiye Türk
lerindir.* / Dünyayı Türkçe okuyun* // sh. 3: “ [email protected] ”
Baybal: “Suskun ve sessiz adam psikolojisi ! / …” Öz susmaz söz zorlaşsa da!)
(Sh. 584: O ara bizde gördüğüm bazı piyeslerde , okuduğum bazı hikâyelerde Kafka’nın etkisini görür gibi
oldum. Bu etkiyi şöyle özetleyebilirim: Kopyacılığa varan bir gerçek(-çi)likten , tek insanın günümüze özgü
sıkıntı , bunaltı ve aykırı düşüncelerini de içine alan , daha derin , daha duygulu , daha içli-dışlı bir gerçekçi
liğe doğru … Aşırı nesnelciliğe karşı aşırı öznelcilik … Büyük kalabalıkların ezdiği tek insanın çevresine,
dünyasına kafa tutması , alışılmış düşünce ve sanat kalıplarını kırması … Çağımızın büyük çabası da zaten
insan çoğunluklarını(n) haklarıyla insan tekinin haklarını uzlaştırmak değil mi ? Sanat akımları hep bu çaba
nın sağında solunda , ilerisinde gerisinde yer alıyorlar , bir çoğunluktan bir tekten yana yalpa vuruyorlar.
Sait Faik’in zehir yeşili diye adlandırdığı bir acı duyuş , öfkeli bir tek insan bilinci var ki , dünyamızda , son
onbeş yıl (1960 / sh. 585) içinde bizim edebiyatımızda da belirtileri oldu bunun ve yanlış olarak , toplum so
runlarından bir kaçış diye kötülendi ya da pek ciddiye alınmadı.Oysa bu belirtiler edebiyatımızın daha ileri ,
daha insanca bir gerçekçiliğe doğru gelişmesini sağlayacaktır. Avrupa’da da olduğu gibi.)
ŞUUR !
Şu ruhum yol şuurum !
1.
Ne hep ne hiç ilk yorum
Şiir ilginç istidlâl !
Ne var ne yok son durum ,
İç dil bilinç ihtimâl !
……………………
(… 07 Aralık: “Ceviz kabuğunu kırıp özüne inemeyen , cevizin hepsini
kabuk zanneder.”- İmam Gazali* // 23 Kasım: “İnsan kalbi bir sandıktır ;
dudaklar onun kilidi , dil ise anahtarıdır. İnsana o anahtarı iyi muhafaza
etmek düşer.”- Ömer b. Abdülaziz* // 20 Ekim: “Dünyaya isyan etmeyen
ruh , Allah’a teslim olmamıştır.”- Nurettin Topçu*// 04 Ekim: “Ey oğul!
Dilinle yaptığın duâya kalbin de inansın ve iştirak etsin.”- A. Geylani*)))
52
Akl-ı vicdan can yolum ,
Şuur ruh , şiir niyaz !
2.
Ne çok kitap okudum
Hep tek gerçek öz süâl !
Ne var ki cevap ruhum ,
Hiç yok demek söz misâl !
…………………………
Demek öz cevap ruhum ,
Soyut söz mülhem mesaj !
3.
Benlik ıstırap duygum
Şiir ruh hayâl mi hâl ?
Rabbim muhatap buldum ,
Şuur bu minvâl muhâl !
…………………………
Rabbim müstecap yorum ,
Şuur mukadder cevaz !
(… 18 Eylül: “Mumsuz baldır şeriat // Tortusuz yağ tarikat
Dost için balı yağa // Pes niçin katmayalar ” – Yunus Emre* )))))))))))))
… Sh. 50: En son okuduğum kitap … / Bkz.Tarih Psikiyatri Divanında*,
Prof. Dr. Ahmet Çelikkol (Tamamı: 279 sayfa*) Uyarı : “İzin almadan ,
kaynak göstermeden , yayıncı ve yazarın adı belirtilmeden kullanılamaz ,
çoğaltılamaz.” / … hakkında birkaç cümlecik daha “alıntısız” söz etmek
ve tavsiye mahiyetinde takdir hissiyatımı daha açık belirtmek istiyorum.
Şimdiye dek pek çok kitaplar okudum , merak duyduğum her tür konuda.
Ancak son iki gün içinde hiç elimden bırakmadan baştan sona okuduğum
bu kitap, benlik gizemi ve tarih perspektifiyle ilgili karmaşık bilgilerimi
yeniden gözden geçirmek ve kavramsal ayrıntılar bakımından sanki son
bir kez daha yenibaştan düşüncelerimi düzenlemek gereğini hissettirdiği
için yazarına minnet ve saygı uyandırdı içimde. Diyebilirim ki , işte böyle
eserler , ruh hayatımızı ve şuur aynamızı içten aydınlatıcı bilim ışığından
yoksun kalmanın nasıl bir zulmet ve bedbahtlık olduğunu da kanıtlamakta.
Bu kitap bütünüyle hem öznel hem de nesnel bakış açılarımıza göre yeni
kavrayışlara yol açıp bazı tartışmaları da çözümlemekte; aydınlara yararlı.*
(Sh. 601: Benim anlayışıma göre Shakespeare (Şekspir) bir saray şairi değil , bir halk şairidir ; kilise,üni
versite ve kibar çevrenin inadına halkın , hem zaman zaman en kaba halkın dilini benimser ve yüceltir.
Sonelerinde pek zorlayamadığı şairâne kalıpları tiyatrosunda kırar ; asıl şairliğine yalın , diri ve gerçek
söze kendi zengin kişiliğini katarak varır. Alfred de Vigny’nin Shakespeare’ce (*) dediği eşsiz dil , klasik
kültürle halk dilinin bereketli bir kaynaşmasıdır. Dante, Hayyam , Yunus Emre, Cervantes , Montaigne,
La Fontaine, Goethe, Gogol gibi şairler de az çok aynı kaynaşmanın insanlığa kazandırdığı değerlerdir.
Bütün bu değerlerin ve Shakespeare’in Avrupa’da ancak Fransız Devrimi’nden ve insan düşüncesinin
halka yönelişinden sonra baş-tâcı edilmesi bundan olsa gerektir.)
(Sh. 602: Benim Shakespeare’imse zamanına ve yerine göre, kraliçeyi belalı bir yosma gibi konuşturabilir.
Tiyatro adamı olarak Racine’den , Goethe’den üstün olması da bundan ötürüdür bence. Onun tiyatrosunda
büyükler küçülüp küçükler büyüyebilir ; her insanda insanlığın bütün halleri bulunabilir , Montaigne’in (de)
dediği gibi. / …) İnce ifadeyi iyi yorumlayacak kafa ancak kalbin nabzına ayarlanmış şuur ruhuna bağlı şiir
ve sanat dillerinden anlayacak kültürel birikim “bilim” melekesi “iç dil” ışığına duyarlı donanımla düşünme
ye yatkın kapasite erginliğince olgun aklın timsâli içten çok karmaşık kimya ve dıştan tek Allah’ın yaratıcı
gücüne tanık kavrayışta tam model bir hendese-i arz sanki iç dünyamızın dışında daha başka kanıtların nice
sonsuz boyutlarına açık gökyüzü “öz şiir gibi” (Bkz. Kur’an: 21 / 30-35. “… sakfen mahfuzâ: Korunan
tavan”) benzeri bir “akıllı tasarım” merkez-i idrâk ki , işte en özel (suje-)örnek ve en güzel (obje-)ibret!(*)
ŞİİR “ŞOK” SÖZ !
Ruh-u beden nüktesi , işte noktacık kavrayış
Şiir çıplak gözümüz , şuur aynamız tek bakış !
İç dil içten nefes ki , nice “şok” anlık kıvranış
Öz yaşamak gönlümüz söz mahşere dek katlanış !
(Bkz. 75*14. “Gerçek şu ki , insan öz benliği üzerine yönelmiş keskin ve derin bir bakıştır ;
15. Dökse de ortaya tüm mazeretlerini.
……………………………………….
36. İnsan , başıboş bırakılacağını mı sanıyor ?
37. O , dökülen meniden bir sperm değil miydi ?
53
38. Sonra o, bir çiğnem et oldu da Allah onu yarattı , ardından düzgün bir şekle ulaştırdı.
39. Nihayet ondan iki çifti , erkeği ve dişiyi vücuda getirdi.
40. Peki bunu yapan , ölüyü diriltmeye güç yetiremez mi ?”)
ÖZÜM
Ömrüm şu cansoluğum
Gönlüm nur-u şuûrum !
Özüm Tek Hakk’a yolum
Ölümsüz ruh huzûrum !
(Bkz. 5*5. “… ve men-yekfur bi-l’îmani fe-gad habita amelühü ve hüve fi-l’âhirati min-el’hâsirîn” :
İmanı tanımayıp da nankörlük edenin ameli boşa gitmiştir. Ve o, âhirette de hüsrana uğrayanlardandır.)
(43*43. Sen , sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Hiç kuşkusuz sen , dosdoğru bir yol üzerindesin.
44. Gerçek şu ki , bu Kur’an sana ve toplumuna bir öğüttür. Bundan sorumlu tutulacaksınız.)
Söze uymak konusunda Allah Teâlâ açık Kur’an nazmınca canlı“öğüt”-uyarılarla Kitab’ın değerini bildiriyor ki
içeriğinden belli istisnasız “sorumluluk” gereği işin ciddiyetine emr-i ikaz söz uslûbuna da tam dikkat istiyor !
GERÇEK KAYNAK
İşte (2*2. Zâlik-el’Kitab…”)
İnsan irşâda muhtaç !
Allah’tan vahyen hitap ,
Tek Kur’an gerçek kaynak !
(Bkz. Kur’ân’da Allah’ın Varlığı , Doç. Dr. Mehmet Bulut / İsteme Adresi : D.E.Ü. İlâhiyat Fakültesi
İzmir ,Tel: (0.232) 285 29 32 / 224 // Genel Dağıtım : Anadolu Dağıtım Ltd. Şti. Tel: 425 59 83* Sh. 9-10:
“Önsöz: Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd ve senâ ,elçisi Hz. Muhammed’e salât ve selâm ederiz. // … Aile
(… ) çocuklarımıza “Allah inancı’nı” öğretmek , en önemli görevlerimiz arasındadır. Küçük yaşlarında iken
Allah inancı öğretilmemiş olan kişiler ise, ergenlik çağlarına geldikleri andan itibaren , bizzat kendileri ,
dînen bununla yükümlüdürler. /… kendi imkânlarıyla Yüce Yaratıcı’yı öğrenmeye yönelmek zorundadırlar.
Bugün yeryüzünde çok çeşitli inanca sahip insan vardır. Bunlardan her biri doğru inancın kendilerinin-ki
olduğunu ileri sürerler. Bizim düşüncemize göre doğru inanç, İslâm’ın bildirdiğidir. İslâm , Allah Teâlâ’
nın en son bildirdiği Hak Din’dir. Hz. Muhammed (*), “son peygamber (*)” ; Kur’an da son İlâhî Kitaptır.
Bu bakımdan , inançların doğruluğunun ölçüsü , Kur’ân-dır. Kur’ân-a uymayan inanç ve düşünceler , doğru
değildir. Kur’an , müslümanların inanç ve düşüncelerinin dayandığı İlâhî Kitap olduğu için , bir Müslüman
ın her konuda yegâne başvuru kitabıdır. En doğru bilgilerin kaynağı Kur’ân’dır. Yüce Yaratıcı’nın varlığı ,
birliği ve büyüklüğüne dair en doğru bilgileri de bize şüphesiz Kur’ân verir. Bunun için Kur’ân-ı düşünerek
okumak , doğru anlamak gerekir.
Sh. 15: Allah’ın varlığının isbâtı (İsbât-ı Vâcib) konusu , son derece önemli bir konudur. Bu konuda aklî
isbâtların yapılıp yapılamayacağı hususu , İslâm âlimleri arasında ihtilaflıdır. Bazı İslâm âlimlerine göre ,
Allah’ın varlığını bilme , insanda fıtraten var olduğu için Allah’ın varlığını isbâta lüzum yoktur. Allah’ın
varlığını , birliğini , büyüklüğünü bilmek için çok uzaklara bakmak gerekmez. İnsanın kendisini bilmesi ,
kendi yaratılışını , çevresindeki varlıkların yaratılışlarını ve işleyişlerini düşünmesi , yeterlidir. Ama bunun
için , ibret nazarıyla bakmak gerekir. Allah Teâlâ , Kur’ân’da bizi hep düşünmeye dâvet etmektedir. Kendi
varlığını bilen , kendi yaratılışını düşünen insan , Allah’ın varlığını kolayca bilebilir. Yeter ki , fıtratı bozul
mamış , ruhu inançsızlık hastalığına yakalanmamış olsun. Allah , yarattığı kuluna kendini bilebilecek , bula
bilecek bir kabiliyet vermiştir. Önemli olan bu kabiliyeti işletmektir.
54
Bazı İslâm âlimlerine göre akıl , Allah’ın varlığını bilmede yeterli değildir. Çünkü insan her şeyi ile sınırlı
dır. Allah ise sınırsızdır, sonsuzdur. Sonlu ve sınırlı olan , sonsuz ve sınırsız olanı tam olarak idrâk edemez,
kavrayamaz. Kur’ân-da (sûre-i En’âm , 6 / 103.): “Gözler O’nu idrâk edemez (göremez), fakat O, gözleri id
râk eder (görür).” buyurulur. Duyu organlarımız , Allah’ı tanıyacak olan aklımıza malzeme temin eder. Bu
malzeme, bütün yaratıklardır , evrenin düzenidir. Bunlar Allah’ın varlığına delâlet eden alâmetlerdir. İnsan
aklı , bu alâmetlerden hareketle Yaratıcı’yı bulmaya çalışır.
Hiç kimse, pozitif ilimlerdeki isbât anlamında Allah’ın varlığını ve birliğini isbât edemez. / … bir takım de
liller ortaya koyar. Ama , (…) İnanma niyetinde olanlar , bu delillerden yararlanır ; inanma niyetinde olma
yanlar , yararlanamaz. O halde Allah’a inanma işinin bir başka boyutu vardır ki , o da hidâyet meselesidir.
Her konuda olduğu gibi , Allah’a imân konusunda da Allah’ın yardımı devreye giriyor. / … Kader konusun
da , şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki , insan ; akıl , irâde sahibi olduğu için , bütün ihtiyârî fiillerin
den sorumludur. Çünkü tercih eden insandır , ama yaratan Allah’dır. Sonuç olarak şunu tekrar hatırlatmakta
yarar vardır: gerek imân konusu , gerekse diğer konularda bir işe yönelen- niyet eden , karar veren ve girişen
insandır ; insanın girişimine göre , onu yaratan Allah’dır. Bu bakımdan … (Bkz. 18 / 29 ve 10 / 99-100) Bu
iki âyeti telîf -eden , inanma ve kader sırrını büyük ölçüde kavramış olur. / “ …” deyişimizin sebebi , kader
sırrının tam olarak asla bilinemeyeceğini hatırlatmak içindir.
Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller sayılamayacak kadar çoktur. Biz burada bunların en yaygın
olanlarından bazıları üzerinde duracağız.
Kur’ân-ı Kerîm , Allah’ın indirdiği yüce bir kitaptır. Dinle , … insanları ilgilendiren ne tür bilgiler varsa ,
hepsi en doğru bir şekilde Kur’ân-da mevcuttur. Bu cümleden olarak Yüce Yaratıcı’nın varlığı ve birliği ile
ilgili en doğru ve doyurucu bilgiler de yine özetle Kur’ân-da vardır.
Kur’ân-ı Kerîm , Allah’ın varlığını çok açık bir gerçek olarak bildirir: (Bkz. 35 / 3 ve 14 / 10) … insan için
bilinmesi zorunlu bir gerçek … / … selîm bir fıtratla yaratılan insan , normal olarak Yaratanını tanır.(30*30)
Buna ancak gaflet , kibir ve inat gibi ârızî bazı haller engel olabilir.
Kur’ân-ı Kerîm , insanın aklına hitap eder. İnsanın , çevresinde bulunan her türlü canlı ve cansız varlıklar
üzerinde düşünmek suretiyle Allah’ın varlığını , birliğini ve kudretinin yüceliğini kolayca kavrayabileceğini
bildirir. Her şeyden önce insanın yaratılışını sık sık hatırlatarak hangi safhalardan geçerek (ana rahmindeki
oluşum evreleri sonucunda) gören , düşünen , konuşan , yürüyen vb. bir canlı olduğunu anlatır. İnsanın kör
bir tesadüfle, rastgele, kendiliğinden bu hale gelmediğini , onu bu hale getirenin ilmi , irâdesi , gücü her şeyi
kuşatan Allah Teâlâ olduğunu … / İnsanın gözünü ğöğe çevirmesini ; … düşünmesini , gökyüzündeki düze
nin işleyişin mükemmel oluşunu insana bildirerek bunları yaratan Allah’ın varlığını hatırlatır. Göklerin ku
sursuz yaratılışı , göklerin ve yerin âhenkli çalışması , mevsimlerin oluşması , yerin insan için hayat taşıma
sını anlatır. İnsanın yine yeryüzüne bakmasını ister. (Sh. 19) … bahseden çok sayıda âyet vardır. ( … )”
Sh. 341 “Sonuç : … / 345: … Demek ki , bütün bunları bir yapıp eden Yüce Zât var ki O, kendi kendine
var olan , hiçbir şeye muhtaç olmayan Ulu Yaratıcı’dır. (Bkz.41*53. “O’nun hak olduğu meydana çıkınca
ya kadar varlığımızın belgelerini onlara hem dış dünyada ve hem de kendi içlerinde göstereceğiz.”)
Basit bir bina ve yapı mutlaka insana bir yapıcıyı , bir ustayı hatırlatır. Öyle iken bu muazzam kâinatın bir
yapıcı (yaratan ve yöneten) olmadan meydana geldiğini ve devam ettiğini söylemek insafla , vicdanla , akıl
la uyuşur mu ? Bu evrendeki düzen -intizam , uyum-âhenk Yaratıcısı’nın büyüklüğünü haykırmaz mı ? De
mek ki inanma niyetinde olanı , gördüğü her şey Yüce Yaratıcı’ya götürüyor. Ama inanma niyet ve düşün
cesinde olmayana ne desek faydasızdır. // Şaşılacak olan husus şudur: Allah’a inanan , bu âlemdeki nizam
intizam ve düzenin mükemmelliğine bakıyor da bunları , Allah’ın varlığına , büyüklüğüne delil sayıyor.
İnanmayan da aynı şeyleri görüyor da bunları , bir yaratıcının , tanrının olmadığına delil sayıyor. Şu halde
bu imân işi , ayrı bir iştir , bir hidâyet-i Rabbânîdir , bir tevfîk-i İlâhîdir. Tevfîk ve hidâyet , Allah’tan-dır.”)
Rabbimiz’in nice eşsiz mûcizat-ı fıtrat tam mükemmel letâif-i ruh hikmetleriyle donanımlı yarattığı şu müs
tesnâ örnek kıvam-ı cismaniye esrârengiz san’at-ı hilkat terekkübat-ı beden nüktesi insan varlığını idrâk-i
beşer ruhiyatınca anlamak konusunda âlem-i enfüs ve âfâkta hadsiz âyetlerine ibret nazarıyla bakarak kendi
irâde-i aklımızı ille de emr-i “iykan” nass-ı Kur’an anlamlarına uygun kavrayış şuurumuzca aydınlatmak
bakımından nasıl düşünmek gerektiğini ilimler ışığında açıklayan bu eser , gerçekten herkesin zevkle okuya
55
bileceği bir vukûfiyet tarzınca farklı muhtevâların gayet başarılı kompozisyonlarını özetleyen çalışmalardan
tebrik ve tavsiye edilecek değerde güzel üslûp ürünü olan kitapların en başında tercihen okunmalıdır. (H.K.)
İŞİN ÖZÜ
1.
Okumayan nasıl anlar sorgular ,
Açıkgöz sahte şeyh avanak mürid !
Yol arayan aklım medar şuur var ,
Işık öz bilinçte tek Kur’an mürşid !
2.
Nice şeyh sürüsü gördüm kafa-dar ,
“Okumadan âlim yazmadan kâtip (!)”
Açıkgöz saf kör mü gönlüm yol arar ,
Bak şu avanak kim irşâda tâlip ?!
3.
İşte işin özü (31*33.)sözüm bu kadar ,
Anlamadan bile anlatmak*câzip !
Şeyh mürîdin gözü büyümsü nazar ,
Avlanmadan Din-le uyarmak*nasip !
Sh. 57’den devam : “… Dinsel sömürü de işte böyle başlamakta. /
( … ) Ve bazı rivayetlere göre erkeklerin kendinde buna hak görmesi
ise mizahî ve dramatik… / … Dinimize en çok da zarar veren bu
zihniyettir. Dinimiz, dış dünyaya sadece erkek egemen bir din gibi
gösterilmekte, sanki erkeklerin hizmetinde bir kurum olarak algılan
maktadır. / … Kadını aşağılayan ve erkeğin sömürüsüne terk eden
bu zihniyeti eleştirmek , değiştirmek için çabalamak tüm medeni
insanların ve özellikle cesur aydınların görevi olmalı. ( … ) … ‘din’
sömürüye çok açık bir alandır. İnsanların inançlarıyla bu denli oyna
namaz. Bu da ancak ve ancak “laiklik” ilkesinin tam olarak uygulan
masıyla ve “sosyal devlet” olgusuyla engellenebilir. / … bir yazar ,
insanlık tarihini konuştururcasına şöyle der : “Biraz olsun tarihten
haberi olan herkesin bildiği o’dur ki ; hiçbir sosyal değişiklik , kadın
mayası olmadan oluşamaz. Sosyal gelişmenin varlığı güzel cins (-i
lâtif *)’in (çirkinler de dahil olmak üzere) toplumdaki yerine //-216*
Ayrıca , “Kur’an Sırları’nın derinliğine …” kavrayış açılımlarını yorumlayıcı bir sesli sohbet dinlemek
ya da tasavvuf kavramlarının terminolojik güncelleme çözümlemeleri konusunda aynı yazarın kitaplarından
yararlanmak için , ( www.ahmethulusi.Com ) hemen “eliniz altında internet” -tıklayın !
…………………………………………………………………………………………
(Bkz. Kur’an-ı Kerîm / Sûre-i “Mülk” 67* 1. Mülk ve yönetim elinde bulunan o Allah ne yücedir !
O, herşeye Kadîr’dir.
2. Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı
yaratan O’dur. Azîz’dir O, Gafûr’dur.
3 – 5 ve 12. Görmedikleri halde Rablerinden ürperenlere gelince, onlar için bir bağışlanma
ve büyük bir ödül vardır.
13. Sözünüzü ister gizleyin ister onu açıklayın; şu bir gerçek ki O, göğüslerin özünü çok iyi bilir.
14. Yaratmış olan bilmez mi / Allah , yarattığı kimseyi bilmez mi ? Lâtîf’tir O, Habîr’dir.
15. O, yeri sizin için boyuneğer yaptı. Haydi onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın rızıklarından yiyin.
Dönüş O’nadır.
19. Üstlerinde, kanatlarını açıp kapayarak uçan kuşları hiç görmediler mi ? Onları Rahman’dan
başkası tutmuyor. Kuşkusuz O, her şeyi görmektedir.
23. De ki : “Sizi oluşturan O’dur. O size, işitme gücü , gözler ve gönüller verdi. Ne kadar da
az şükrediyorsunuz !”
24. De ki : “Sizi yeryüzünde yaratıp yayan O’dur. O’nun huzurunda haşredileceksiniz.” / …* )
DİL MÛCİZE !
Bilmem ki , bunca söz ne işe yarar ;
Şiir “hikmet” oysa kime ne sağlar ?
Ruh belli kim okur kendince anlar ,
Dil mûcize yoksa “öz” nice kavrar ?!
(… 12 Ağustos: “Hakikati insanların ölçüleriyle değil ,
insanları hakikatin ölçüleriyle tanı.” – Hz. Ali* )))))))))
(Bkz. 8 / 27. Ey inananlar ! Allah’a ve resule hıyanet etmeyin. Bilip durduğunuz halde, öz emanetlerinize
hıyanet mi ediyorsunuz ? // 28. Bilin ki , mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihan aracıdır. Allah’a
gelince, büyük ödül O’nun katındadır. // 29. Ey iman sahipleri ! Eğer Allah’tan korkarsanız , Allah size hak
56
la bâtılı / iyiyle kötüyü ayırma gücü verir , kötülüklerinizi örter. Allah , o büyük lütfun sahibidir. // 64. Ey
Peygamber ! Allah ve inananlardan seni izleyenler sana yeter / Allah; sana da , seni izleyen müminlere de
yeter. // 66. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti. Bilmiştir ki sizde bir zaaf var. İçinizden sabırlı yüz kişi olsa ,
ikiyüz kişiye galip gelir ; sizden bin kişi olsa , Allah’ın izniyle ikibin kişiye galebe çalar. Allah sabredenlerle
beraberdir. // 71. Sana hıyanet etmek isterlerse bilsinler ki , (…) Allah her şeyi bilir , her hikmete sahiptir. //
72. ( … ) Allah , yapmakta olduklarınızı iyice görmektedir. // 75. ( … ) Allah her şeyi bilir.*)
NE PİS BELÂ !
“Anlıyorum tadınca ! ”
İzah hep böyle-bilmek ,
İdrâk keşf-edebilmek !
İlham meşk-edebilmek ,
İnsaf fark-edebilmek !
1.
Aklım mağlûb-u şehvet
Nefsim zaten pis belâ !
Baktım mahkûm her cins fert,
Beşeriyet mübtelâ !
2.
Acı itiraf zillet
Tam tövbe terk-i zina !
Açık “ilk günah” cinnet,
Türeme erki cimâ !
3.
Örtüsüz kadın erkek
Acı-yorum bakınca !
Libas süs değil iffet ,
Anlıyorum hakkınca !
4.
İçten “en gizli” istek
Korku* yakın bakınca !
Benlik “kör kuyu” gerçek
Yol “risk” sakın aklınca !
5.
Nefsim ne pis “rics” demek
Kör şeytan aldatınca !
Sezgim “iç bilinç” niyet ,
Öz “vicdan” anlamınca !
6.
İlle “eğitim” gerek
Kitap bilgim Kur’an-ca !
İşte benliğim örnek ,
Hicab hissim ruhumca !
7.
Bilmek düşünebilmek
Kalbim kafatasımda !
İçrek “içgörü” gerçek ,
Rabbim aklım başımda !
(… 16 Haziran: “Senin her günün yarınından bir haber-dir.” – M. İkbal*//
06 Haziran: “Ey Aziz! Dil insanın terazisidir.Üç şey belâyı kendine çeker:
Ciddi olmayan konuşma , şaka ve saçma söz.”- Erzurumlu İbrahim Hakkı*)
Demek gizli belâ* işte içten empatik kıyasla ruhsal nefsaniyete mübtelâ
arzulara dair itiraf ; yine tam “medyatik gündem”-misâl , H. Üzmez’ce:
“En büyük düşmanım , nefsim! Meğer şeytan bizi de en olmadık yerimiz
den yakalamış …” / Durum belliyken ne diyebilirim yani … gibi sözler !
(Bkz. Cumhuriyetin Gözcüsü Sözcü G. 06 Kasım 2008 / sh. 8:
Diyanet bile kızdı / … Üzmez* olayını değerlendirirken , … //
Diyanet İşleri Başkanı (Prof.)Ali Bardakoğlu , kız çocuklarının
cinsel taciz ve istismara maruz bırakılmasının hiçbir zaman kabul edile
meyeceğini belirterek şöyle dedi: “Son dönemlerde toplum vicdanını
yaralayan bazı ayıp ve çirkin davranışlara zaman zaman dini açıdan
gerekçeler üretilmektedir. Kız çocuklarının cinsel taciz ve istismara
maruz bırakılması hiçbir zaman kabul edilemez. Böyle çirkin ve utanç
verici bir davranışın , dinî kültüre referansla ve ondan argümanlar
üretilerek savunulmaya kalkışılması ise daha vahim bir durumdur.” )
………………………………………………………………………..
(Bkz. EgeTelgraf G. 30 Nisan 2008 / sh. 9: [email protected] ;
“Sömürüye açık alan / Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre; “ … ” Cinsel
istismara maruz kalan çocukların yaşa göre dağılımları incelendiğinde; …
olguların %70’ini küçük yaş grubu oluşturmaktadır. ( … ) Küçük yaştaki
kız çocuklarına yönelik cinsel istismarlarda artış olduğu duyarlı her insan
nın dikkatinden kaçmamıştır sanırım. Öyle ki bazı olaylar insanın kanını
donduracak cinsten. Beni asıl düşündüren nokta da bu insanlar arasındaki
karanlık ilişkiler ağı ve bazı ailelerin de buna onay vermesi. Maalesef ülke
mizde istemedikleri adamlarla evlendirilen binlerce kız çocuğu var. Bu
kız çocukları tamamen savunmasız-dır. Onları anlayacak ve koruyacak
doğru dürüst toplumsal yapılanmamız bile yok. Kaderlerine terkedilmiş
durumdalar. / Eminim ki ; Hüseyin Üzmez* vicdanen rahattır ve bir komp
loya kurban gittiğini düşünüyordur. Kendince mutlaka islami referansları
dahi vardır./ Unutmamalı ki ; bu ve benzeri ilişkiler maalesef çoktur. ( … )
Tanrı’nın insanoğluna bahşettiği cinselliğin bastırılması sonucu cinsel
sapkınlıkların ortaya çıktığını gözlemledim. ( … ) Elbette böyle olaylar
her yerde olabilir ama düşündürücü olan şey; bu kişilerin bunlara referans
olarak dinî kuralları kullanmalarıydı. Dinsel sömürü de işte böyle …” ) *
57
……………………
(“Gözlerimi kaparım – Vazifemi yaparım !” Ziya Gökalp) Böylesi-ne ilginç bir görev tanımlaması !
İşin esprisi bir yana aslında sağlıklı her ruh-u beden ne-dense “seks” (sırr-ı tenâsül) zaaf-ı ülfetine bağımlı !
1960-62 Emirdağ-Y. Piribeyli Köyü’nde Yd. Sb. Öğretmen iken sohbetinden feyizlendiğim meşhur Hüseyin
(Tanrıkulu) Hoca , başbaşa sohbet esnasında bazen lâtife yollu hayat yorumunu şu beyitle tekrarlardı : “Man
sab-ı dünya azline değmez / Lezzet-i cima’ gasline değmez !” Zaaf-ı beşerin içyüzünden özet tam mecaz söz!
Bkz. (Prof. Suat Yıldırım / “… açıklamalı meâli : 2* 223. Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır.
Tarlanıza dilediğiniz şekilde varın. / Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık yapın. / Allah’ın haram
kıldığı şeylerden korunun ve O’nun huzuruna varacağınızı iyi bilin. (- Ey Resulüm !) müminleri müjdele.”
Sadece şehvet gidermeyi değil , size hayru’l-halef olacak salih / iyi yetişmiş evlat sahibi olmayı hedefleyin.
Ayet ; soyu devam ettirmenin yanında , çocukları iyi yetiştirmek için birçok zorluklara katlanılacağını da
hatırlatmaktadır.)
Not: (Yeşeren Düşler-STV / “Nefsiyle hareket eden-de en az olan şey sabır-dır.”) Yaz , unutma ! / Bkz.
Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli , T.Diyanet Vakfı Y. / 86-F “Heyet” Sh.622: (Dipnot 1-2 “Açıklaması”
Asr : yüzyıl , ikindi vakti ve meyvenin suyunu “üsâre” çıkarmak gibi manalara gelir. Asr’a yemin (kanıt
göstermek) ile söze başladığı için bu adı almıştır. ( … ) Sûrede, kurtuluş’un imana , iyi işler yapmaya ,
hakkı ve sabrı tavsiye etmeye bağlı olduğu anlatılmıştır. / 2. Mehmet Âkif ’in sûreyle ilgili bir manzûmesi :
Hâlik’ın nâ-mütenahî adı var en başı “Hak”
Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak !
Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken
Mutlaka sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden ?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh
Başta iman-ı hakikî geliyor sonra salâh !
Sonra hak , sonra sebat ; işte kuzum “insanlık”
Dördü birleşti-mi yoktur sana hüsrân artık !)
FÜCÛR VE TAKVÂ
Nefs-i münkir pis nifak vıcır vıcır kof fücûr ;
Kalb-i mümin iştiyak* pırıl pırıl takvâ*-nur !
(Bkz. Bayraklı Tefsiri , Cilt 1 / sh. 235 – 239 // Öztürk’ün Türkçe Meâli :
Şems sûresi 91* 7. Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene.
8. Ardından da ona bozukluğunu ve takvâsını ilham edene andolsun ki ,
9. Benliği temizleyip arındıran gerçekten kurtulmuştur.
10. Onu kirletip örtense kayba uğramıştır. )
FECR-İ KADR’İN ECRİNE ERDİR RABBİM !
Leyle-i Kadrimizi idrâke medar ruhumuz ,
Seksenüç yıllık ömre bedel bin ay’dan hayırlı !
Müştak kuluz emrince işte bu şuurumuz ,
Gerçek Kur’an fecrine erdir Rabbim aklımızı !
58
ESPRİ*
İşte tek Kitap* belli Kur’an eşsiz söz hepsi ,
İslâm mûcize din ki , dil genel sevdirmeli !
Öz gerçek hitap şimdi vicdan “iç dil” örnek ki ,
İnsan düşün ne espri , din temellendirmeli !
TEK KUR’AN-CA YOL
Gerçek (2 / 28-29. “Keyfe tekfürûne billâhi …”)
Vahyen tarz-ı süâl lisanen cevap !
Bil , tek Kur’an-ca yol irşad dâveti ;
Aklen nur-u idrâk bahşeden Allah !
Bkz. “yeni bir anlayışın ışığında” Kur’an Tefsîri , Bayraklı / 1. Cilt: sh. 281-283 (*)
Bkz. Kur’an Bize Ne Diyor “Kur’an ile İlmihal” –Hikmet Taşkın , Madve Yayınları: 28 / İst. 1989*
( Sh. 5: “Takdim / Bu , her türlü fitne ve ifrattan arınmış görüşün ışığında , Kur’an-ı Azimüşşan’ın konuları
itibarı ile neleri ihtiva ettiğini gözler önüne serebilmek için hazırlanmış (sh. 6) olan bu eser , aynı zamanda
Türkiye’de neşredilmiş olan ilk (Bkz.“Kur’an-ı Kerim’in konularına göre ayrılmış Türkçe Anlamı , (Düzen
leyen:) Ahmet Okutan , Arif Bolat Kitabevi-İst.1967(Tamamı:729 sayfa)” /Anlamlarına göre belirlenen her
konu üstelik baştan sona sûre ve âyetlerin sırasına uygun düzenlenmiş olduğundan dolayı dikkate değer ilk
güzel analizé-meâl tertibi işte bu kitap bence. / H.K.) “Konularına göre Meâl”-dir. Eseri neşretmekteki ama
cımız, (sh. 566: “Diğer Eserlerimiz” / Dikkat (*) ; Medva yayınları olarak kitaplar arasında daha çok kim
meşhur biliyoruz “Sadrettin”(kadim lâkabıyla “küçük bediuzzaman”)-oğlu “Edip Yüksel” zaten câlib-i dikkat.
Ancak kimin ne menem meşreb-i iman ve edeb-i irfan şahsiyetine ilişkin acımasız suçlama / karalamacı tarz
“söz düellosu” sözümona “ilginç eleştiri”gibi kimi haksız sataşmalar / bazı insafsızca tartışmalı medyatik konu
larda “önyargılı dedikodu” üretmeye benzer şarlatanlıklara da karşıyım şahsen.*) müminlerin birinci kay
nağı olan Kur’an-ı Kerîm’in konuları itibarı ile tertibini yapıp, aranılan âyet ve konulara kolay ulaşılmasına
katkıda bulunmak ve bu kaynağımızdan istifadeyi azamî dereceye ulaştırmaktır. / Bu vesile ile buradan bir
kez daha hatırlatmak (*) isteriz ki , marazlı kalplerin ürettiklerini ,fitnelerini Allah’a havale ederiz. /
Çalışma bizden tevfik Allah’dandır. / Allah hepimizi lûtfuyla istifadelendirsin. Amin. / - Madve”
Sh. 7: “Önsöz / İnsanın en önemli özelliklerinden biri de; düşünen , muhakeme eden ve edindiği bilgilerden
bir takım sonuçlar çıkarmasını bilen(-beceren) üstün bir yaratık olmasıdır. / Bunun içindir ki , Allah Celle
Celalühü : Vahdaniyetine, Kudret ve Azametine, her şeyi hakkıyla Bilen , İşiten ve Gören , Esirgeyen ve
Bağışlayan , sayısız lûtuflar İhsan eden en yüce varlığın , Kendi Zatı olduğuna ve bu gerçeği idrâk etmeleri
için de insanları ; düşünmeye, ibret almaya ve böylece akıllarını “hakka iletici doğru yolu bulmak” için kul
lanmaya davet eder. / Şöyle ki ; ( … / sh. 545-565 “İçindekiler ” ) Hiç açıklamasız sırf âyet mealleri !
……………………………
(Bkz. Kur’an: 75 / 36 – 40.)
( 76 / 1 – 3 ve 29. “İşte bu , bir hatırlatıcı ve düşündürücüdür. Dileyen Rabbine doğru , bir yol edinir.”
30. “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Allah Alîm’dir , Hakîm’dir.”
31. “Dilediğini rahmetinin içine sokar. Zalimlere gelince, onlar için korkunç bir azap hazırlamıştır.” )
HUŞÛ !
1.
Zor ruhiyat net durum ,
Cevaba benzer sorum !
Maneviyat tek yorum ,
Allah’a gider yolum !
59
2.
Zor aklımca son yorum ,
“Likaullah(*)” umudum !
Vicdanımca yol buldum ,
Ruh hakikat tek duygum !
3.
Evvel yoktum var oldum ,
Ruhum nur-u şuûrum !
Can soluklar vücûdum ,
Rabbim’e yol huşûum !
(… 04 Haziran: “İlahi hakikatler zekâdan kalbe değil , kalpten
zekâya doğru giderler. Allah’ı hisseden kalptir.” – Pascal* //
23 Mayıs: “Büyük değeri olan şeyler ucuza malolmaz. Bulduğunuz
şeyin değeri , ararken sarfettiğiniz emek kadardır.”-İmam Maverdi*//
09 Mayıs: “İnsanlığın şerefi aklıyla ; asaleti diliyle; şahsiyeti ahlâkıy
ladır.”-Hz. Ömer *// 02 Mayıs: “Muhabbet yürekte bir ateştir ; gönül
de mâsivâ bırakmaz, yakar.”- Erzurumlu İbrahim Hakkı*// 24 Nisan:
“Nasıl istiyorsa keyfince o çeşit yaşayan kişi , nasıl ölmek istiyorsa
o çeşit ölemez.”-Tirmizi*) İyi akıbet dileyen ona göre yaşamalı.*)))
(“Hiç kendü hâlinden bilmez , hâlden hâle düşdi gönül.” // …
Bkz. Türkistan’dan Anadolu’ya İnsan ve Toplum Hayatı , Prof. Dr. Mehmet Şeker ,G.Ü.H.A.M.-Ank. 2005 /
sh. 99-100: Hayata Geliş ve Geçirilen Safhalar // Sh. 118: “Dünyadaki varlıklar arasında en üstünü kuşkusuz
insandır. İnsan , varlıkların ulusudur ve en şereflisidir. Bu ululuğunu ancak imânı ile koruyup yüceltebilir.
Ahmed Yesevî’den Hacı Bektaş’a ; Türkistan’dan Anadolu’ya uzanan inanç dünyasında , insanın imânla yü
celeceği devamlı olarak vurgulanmıştır. / … Türk medeniyet tarihinde düşünce adamlarımız ile yazarlarımız,
insan sevgisinde birleşmektedirler.” )
………………………………………
Not: Bazı yazılardan alıntı her cümlenin açılımı için yine aynı kaynağın içeriğine bakınız. (H.K.*) Ayrıca ,
alıntısız söz yok zira konuşmalar da ve en ustaca yazılar da aslında lügatlardan iktibas sözcüklerden ibaret!
Semerkand , Aylık Tasavvufî Dergi ,Yıl 9 / Sayı 101 (Mayıs 2007-İst.): “Semerkand Bir Uzun Cümle” / sh.
14 – 16: (Sırasıyla her sayının muhtevasını oluşturan “konular dosyası”)
…………………………
(Yeri geldi , söyleyeyim: Özellikle son yıllarda heterodoks “sapık” tarikatlara karşı üniversitelerde bir merak
oluştu; bu konuyla ilgili çalışmalarda artış gözleniyor. / Ancak … Bu çalışmayı yapanların çoğunluğu muha
fazakâr görüşte ve tasavvufî tarikatların Vahdet-i Vücud* anlayışını Sünnîleştirmek istemektedirler. (…)
… Sünnîleştiriliyor! ( Bkz.Yaşayan Dünya Dinleri / sh. 26: “Ortodoksi-heterodoksi ve heresi / heretik …” )
Ne yazık ki , bu çevrelerin akademik çalışmalarında şüphe yok , inanç var. Bunun adı ise belli: skolastik !
Bu kitabı yazarken yararlandığımız bazı akademisyenler , ne yazık ki – (…) Her yazdıklarını bir süzgeçten
geçirmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü aydınlatmaktan çok bulandırıyorlar ! / Oysa … Bilim adamının ken
disini beğendirme sorumluluğu ve zorunluluğu yoktur. // … İyi niyetli bazı akademisyenler ise nedense,tasav
vufu , fikir hareketi olmaktan ziyade, bir gönül ve ruh hali meselesi olarak göstermek istiyor. (Yorum özüm
ce cevapsız süâl gibi bilinç çelişkisi ilginç çözümsüz “subjektif fıtrat” doğruluğu objektif-tartışmasız söz ! )
(Sh. 170: Tanrı’ya olanaklar ölçüsünde yaklaşmanın yolu olarak görülen tasavvuf, bir fikir hareketi olmak
tan ziyade, bir gönül ve ruh hali meselesi olarak görülse de, pratikte durum hiç de öyle değildi. / Bu uzun
cümleyi biraz açayım: … (…) Sanıyorum , “ilim”den “bilim”e geçmenin zorluğu bunlar : … geçiş süreci
nin sancılarını yaşıyoruz. ( … ) Bugün “Vahdet-i Vücud”-un içrek bilgisi geri plana çekilip, popülerleştiri
lerek “astroloji”-ye dönüştürülmek istenmesine kimse sesini çıkarmamakta. // … Artık biliyoruz: ( … )
Ne demişti Bruno: “Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım ne de bunu açıkça ifade etmekten
korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki , bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan
dolayı her yerde zorluklarla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmî akademisyenlerin yanı sıra , kalın
kafalı çoğunluğun öfkesine de hedef olarak yaşadım …” Bkz. Soner Yalçın , Efendi -2 / sh. 308 – 315 )
…………………………………………………………………………………………………………….
(Bkz. Sahte Kahramanlar , N. F. Kısakürek , Büyük Doğu (b.d.) Yayınları (Necip Fazıl* Bütün eserleri 10)
Şubat-1992 “6. Basım” / Sh. 83: “… Namık Kemal’in şiir tarafı …/ Hiçbir dâvada köke inemez. // Hakiki
şair telkincidir ; tebliğci değil … Tebliğcilere davulcu diyebiliriz. Biri kemancı ise öbürü davulcu …”
60
“İnsan her zaman kahraman olamaz ama , her zaman insan olabilir.” – Francis Bacon*)
…………………………………………………………………………………………. .
Bkz. Kur’an: 2 / 212. “İnkâr edenlere dünya hayatı çekici kılındı (süslendi). Onlar , îman edenlerden
-kimileriyle alay ederler. Oysa korkup sakınanlar , kıyamet günü onların üstündedir. Allah , dilediğine
hesapsız rızık verir. (*)”
(*) Alay denen Zulüm , www.harunyahya.org – www.harunyahya.net Bkz. (“Okuyucuya / … Bu eserlerde ,
diğer bazı eserlerde görülen , yazarın şahsi kanaatlerine , şüpheli kaynaklara dayalı izahlara , mukaddesata
karşı gereken adaba ve saygıya dikkat etmeyen üsluplara , burkuntu veren ümitsiz , şüpheci ve ye’se sürük
leyen anlatımlara rastlayamazsınız.”)
YOL ÖMRÜM
1.
Aradım nice yıllar
Yadırgadım ömrümce
Gökler pek açık gerçek
Bak şimdi bağrındayım !
2.
Anladım içten yollar
Algıladım gönlümce
Gözler renk ışık âhenk
Hak belli farkındayım !
3.
İşte dünya semâvat
Tek hakikat özümce
Sözler düşünce demek
Konuşur ruh lisanım !
4.
Mülhem mesaj sünûhat
Gerçek ışık gönlümde
Nefsim mûcize örnek
Öz tek nefes söz canım !
5.
Okur ruh şuur anlar
Ölüm var tam önümde
Yaşamakça anlam tek
Yer-gök arasındayım !
6.
Nice hadsiz şuûnat
Tam âyet dönüşümce
Yol ömrüm mahşere dek
Kur’an aynasındayım !
“ZAMAN’da yolculuk” 10 Ocak 2009 / sh.13: [email protected] …
Yaşamakça mündericat ömr-ü hayatımdan özet duygusal düşüncenin insiyak
kadar ruhsal algılamalarla damıtılan nükte-i iştiyak gibi ilhamlar serüveni ki ,
insan anlık kavrayışta arayıp bulmak gözlerdeki ışığı anlamak ve gönlündeki
yansımaları anlatmak istiyor da mûtad dünya şu arz ve semâvat arasında ölüm
muammâsını içten yadırgayıp büsbütün hayret duyarak aklınca sorgulamaktan
ne hikmet daha alamıyor kendini işte herkes subjektif fıtratta duyarlı zaten.
Nitekim medyatik gündemler akışında hayatın normal doğallığından uzaklaşan
ve bedensel ruh hakikatini idrâkten yoksunlaşan “nadan-nesnas” zavallı gürûha
bazı yazılar ve kitaplardan alıntılarla uyarıcı birkaç mesaj aktarmaya uğraşmak
sıradan bile olsa dost-okuyucunun normal anlayışına hitap buna itimad değil mi?
İşbu duygusallıkta bakıyorum ya da duyarlı idrâk-i vicdan nazarıyla yorumlamak
gönlümün özüne yaklaşım metodum. Meselâ akl-ı ruhun nuruyla şuuru uyanık
kimse sezgi ve sevgi dili “iç ürperti” şiirinden nasıl etkilenmez ? Zaten nükte-i
insiyak güzel sözlere göre düşünceler üretmek konusunda hâlet-i ruhiyatımızca
çok konuşmakta ve “tarz-ı kadim” meşk-i iştiyak kadar azıcık da yazmaktayız.
Sözümü tamamlayıp bitirmek isterken nihayet dün ve bugüne ait yine iki gazete
bir de dergi iktibasıyla aktüel hadisata bakışta sosyal ruh hayatımıza nur-u şuur
can namus-u vicdan daim huzurda hassas samimiyet devamlı izlemekten asla
usanmayız. Zira zamana ve dolaysıyla olaylara aldırmazlık korkunç aymazlık
vesselâm. (-Bkz. Bilim ve Teknik / Tübitak* Aylık Popüler Bilim Dergisi , sayı
494 , Ocak 2009 / Geçmişe yolculuk yapmak belki de hepimizin ortak düşü …
Bu düşü kuranlar yalnızca bilimkurgu meraklıları değil , birçok bilim insanı
konuyu ciddiyetle ele alıyor ve bunun olabileceğini savunuyor. / Zamanda yol
culuk “2009 Dünya Astronomi Yılı” / sh. 94 -96 T. Popüler Bilim Yayınları (*)
“Evrenin Zarafeti / Bir şey keşfetmenin insanın yeni bir şey görmesi değil de
bakışını biçimlendirmesi demek olduğu söylenir. / … Brian Grene* akıllıca kul
landığı benzetmelerle, … ve bizi evrenin nasıl bir işleyişi olduğunu anlamaya
daha önce hiç olmadığı kadar yaklaştırıyor.”/ Ekleri de yine renkli içerik ilginç!
“www.zaman.com.tr 10 Ocak / Hangi itibar ? ; 11... /www.gazetevatan.com”)
(Bkz.Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli , T.Diyanet Vakfı Yayınları / 86-F (Hazırlayanlar: Prof. Dr.H.Karaman ,
A.Özek ,İ.Kâfi Dönmez, M.Çağrıcı, S.Gümüş ve Doç. Dr. A.Turgut)Ank.-2005 “İndeks” ve dipnot/açıklamalar)
DÜŞÜNDÜREN KİTAPLAR
Yalçın yazar Soner’den (*) “Efendi- (bir ve iki)”
Tarih ufkumu açtı konular çok beğendim !
61
Kur’an-ca düşündüren Bayraklı’nın “…Tefsîri (*)”
Açık âyetler tarzı “soru-cevap” nitekim !
(*) Yalçın , Soner : “Efendi / Beyaz Türklerin Büyük Sırrı”
“Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı / Efendi-2” www.dogankitap.com.tr / sh. 304: “… Gazioğlu’nun sponsoru
olduğu yirmi ciltlik (Yeni Bir Anlayış Işığında Kur’an Tefsiri) kitabı dağıtıldı. / Yani , kuşkusuz …” (Bu kitap
larda satırarası bazı ilişkilendirmelerin işkillendirici îmâları da dikkatle okunmalı , kişiler ve olaylar arasında
ki ilginç ilişkiler ağına nazaran sorgulamalar sıhhat derecesine göre doğru algılanarak yorumlanmalıdır. / H.K.)
Nitekim (Bkz.Vatan G. 27 Ocak 2008 / sh.7: Zeynep Bakır , [email protected] / “Dedelerimin sarayına
ancak turist olarak giriyorum” / Son Osmanlı Padişahı Vahdeddin’in beşinci kuşak torunu Neslişah Evliyazade,
“Tarihin Arka Odası” adlı programda ünlü tarihçi Murat Bardakçı ve İlber Ortaylı ile geçmişi masaya yatırıyor.
Aile üyelerinin tarih derslerinde sıkıntı çektiğini söyleyen Evliyazade, büyük dedesi Vahdeddin’e vurulan “Va
tan haini” damgasını silmek için bir de kitap yazıyor. Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı’nın önünden geçerken kar
maşık duygulara kapıldığını anlatan Evliyazade, dedelerinin yaşadığı saraylara ancak turist olarak girebildiğini
belirtiyor. / … 30 yaşındaki Evliyazade, Kanal-1 ekranlarında her Pazar yayınlanan “…” programında … ile,
geçmişe ışık tutuyor. Aile tarihini çok iyi bilse de genel tarih konusunda yeterli bilgisi olmadığını söyleyen Nes
lişah Evliyazade, program öncesinde sürekli kitap okuyarak bu açığı kapatmaya çalıştığını anlatıyor. / “Tarihin
Arka Odası” programına dahil olma fikri nasıl ortaya çıktı ? ( … ) Program için önce Aysun Kayacı’ya teklif
götürülmüş, sonra onun tarih bilgisi yeterli olmadığı için sizi tercih etmişler. Bu söylentiler doğru mu ? ( … )
“Kaç yaşına geldin , bu kitabı okumadın mı ?” diye azar işitiyorum / Sizin tarih bilginiz nasıl ? – Ah sormayın !
Kendi soyumla ilgili bilgilerim yeterince var ama geniş bir tarih bilgim yok. O yüzden çok tedirgindim. Sürekli
okuyorum , kitapçılara gidiyorum , kitap seçerken … Böylesine bilgili iki adamın yanında kendimi çok zorlu
yorum ve bundan memnunum. Çünkü bir ayda hiç öğrenme fırsatım olmayacak şeyler öğrendim. Murat Abi
benim tarih okumamı istiyor, sanırım bu konuda eğitim alacağım. / İkisi de zor ve tarih bilgisi olan insanlar ,
onlarla nasıl baş-edebiliyorsunuz ? ( … ) Programlara nasıl hazırlanıyorsunuz ? ( … ) Program esnasında sorun
yaşıyor musunuz ? ( … ) Sultan Vahdeddin’in torunu olmak sizde nasıl bir duygu yaratıyor ? – Dolmabahçe ve
Topkapı Sarayı’nın önünden geçerken garip bir his kaplıyor içimi. Düşünsen-e, dedelerim o saraylarda oturmuş
ama ben içeriye bir yabancı , bir turist gibi giriyorum. Sonra anneannemin doğduğu Yıldız Sarayı’na girdiğim
zaman da kendimi garip hissediyorum. / Sultan soyundan gelmek insanlarda “zengin” imajını uyandırıyor , siz
de durum nasıl ? – Maalesef öyle bir zenginlik durumumuz yok. Hanedandan gelen paramız vardı da onu da ye
dik bitirdik gibi bir durum sözkonusu değil. Hanedan mensupları hep iyi okutulmuşlardı. Erkekler de kadınlar
da sıkı bir eğitimden geçmişler. Üç yabancı dil bilmeleri zorunluymuş. Ancak o dönemde yurt-dışına sürgüne
gönderildiklerinde bütün mal varlıklarını bırakmak zorunda kalmışlar. Sultan Vahdeddin’in tabutuna haciz
konmuş, düşünün yani … Bugün şehzade olup tuvalet temizleyenler var … Bizim için çok zor değildi , çünkü
anneannem* arı gibi çalışmış, annem* de ona çekmiş, ben* de öyleyim. / Vahdeddin’in hain olma halini düşün
düğünde nasıl değerlendiriyorsunuz ? – Böyle bir şey yok. O dönemi düşünürsek ; Osmanlı çöküyor , padişah
lık sırası mecburen Sultan Vahdeddin’e geliyor , tahta oturmak zorunda. Etrafında bir tane iyi adam olmaz mı ;
herkes kuyusunu kazmaya başlıyor. Damat Ferit* bile her konuda onu yalnız bırakıyor … Çok şanssız bir padi
şah’mış … (vesselam ! HK*) “At sevgisi aileden geliyor ” / Ailedeki herkesin atlarla ilgisi olduğunu söyleyen
Neslişah Evliyazade, küçük yaşlarından beri ata bindiğini anlatıyor :“Atları ve at binmeyi çok severim.Bu zaten
bir aile geleneği dir. Babamın dedesi Nejat Evliyazade (Bkz. Efendi “Beyaz Türklerin Büyük Sırrı”, Soner Yal
çın , (6. baskı / nisan 2004 ) “ www.dogankitap.com.tr ” / Sh. 455 – 460 …) Türkiye Jokey Kulübü’nün kurucu
sudur. Hal böyle olunca ailedeki herkes atla tanışmış, sevenlerin özel ilgi alanı haline gelmiş. (Not: Demekki ,
işte Türk soyunun tarihten gelen “at sevgisi” ilk ve günümüze dek , Demokrat (-Doğruyol DP*) Parti’nin değiş
mez simgesi de esrarengiz sırlardan biri mi yoksa ?! / H.K.) Babam profesyonel olarak at binmiyor , daha çok
çiftlikte at binmeyi tercih eder. Beni ve kız-kardeşim* Mesude’yi atlara yöneltti. Ancak kardeşim atları seveme
di. Bendeki yerleri ise çok özel. Maslak’taki Atlı Spor Kulübü’nde sürekli ata biniyorum ve yarışmalara katılı
yorum. İki atım var ve onlarla ilgilenmek için gün-aşırı buraya geliyorum. // “Soner Yalçın’ın ‘Sabetaist’ tezini
çürüteceğim” / Vahdeddin’in torunu olmaktan mutluluk duyduğunu söyleyen Neslişah Evliyazade, ailenin üye
62
lerinin tarih dersleri sırasında sıkıntı çektiğini anlatıyor : “Sultan Vahdeddin’i vatan haini olarak tanıtanları hiç
umursamıyoruz. Biz ailece bunun gerçek olmadığını zaten biliyoruz. Sadece okul zamanı ailenin tüm üyeleri
tarih derslerinde zor anlar yaşamıştır. Benim öğretmenim çok anlayışlı olduğundan bu konunun üzerinde hiç
durmamıştı. Ama annem o kadar şanslı olmamış. Sultan Vahdeddin’in Atatürk’ü çok sevdiği ve ona “Paşam”
dediği ailede bilinen bir gerçektir.” / Soner Yalçın’ın Evliyazadeler hakkında öne sürdüğü “Sabetaist” tezi’ni
çürütmek için kitap yazdığını söyleyen Evliyazade, yazar (*)’a biraz kırgın olduğunu da belirtmeden edemiyor :
“Soner Yalçın , Efendi (*) adlı kitabını yayımlamadan önce benimle bağlantıya geçerek ‘Evliyazadeler’in yaşa
mı hakkında kitap yazmak istiyorum’ dedi. Ben de babamla temasa geçerek ve yoğun mesai harcayarak kendisi
ne yardım ettim. Kitap bir çıktı ‘Evliyazadeler* aslında sabetay-dır’ diyor. Babam çok üzülmüştü , ama şimdi
ben bir kitap yazarak Soner Yalçın’ın tezini çürüteceğim. Kitabım çıktığında bunu göreceksiniz. Neyse iyi para
kazandı o kitaptan.” )
……………………………………………………………………………............
(*) Bayraklı , Prof. Dr. Bayraktar : “Yeni bir anlayışın ışığında / Kur’an Tefsiri”
Bayraklı Yayınları-İst. (tamamı : 20 cilt / faks: 0216 567 50 24)
SUSKUN BEYAN
1.
Anlarsın sırrını dersen küpe küp
Benliksi küp de der hem ses içte dip !
Saklarsın dışını içten görünüp
Bildik gülüp geçer herkes işte tip !
2.
Arınsın öz nefs-i vicdan düşünüp
Şiir ruh-u şuur Rabbim’e şükür !
Anlatsın söz hadd-i lisan süzülüp
İç dil duygu yolum nice tefekkür !
3.
Arayış hakkınca can düşündürür ,
Bilgimiz akl-ı ruh her canlı ölür !
Kavrayış farkınca tam düzgün görür ,
Sezgimiz tarz suskun beyan mı ömür ?!
(Düşünürken sözkonusu takvimden seçme şu ikicik söz yeter!
Bkz. Erkam , 13 Nisan: “Milletler de ihtiyarladıkça gevezeleşir ;
hamlenin yerini belagat alır, hayatın yerini söz.”- Cemil Meriç*//
06 Nisan: Hak ve hakikati idrâk edebilmek ancak kalpte tevhid
nurunu parlatmakla mümkündür.”- Molla Cami*)
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww
İLHAM-I RUH’CA !
Rabbim , huzurundayız zî-şuur ruh her şu an
Nice okur da ayık kişi uyur mu yolda ?!
İç dil* şuurundayız söz billûr cevher vicdan
Öz ilham(*) uyarınca açık konuşur ruh’ca !
(*) Bkz. yeni bir anlayışın ışığında Kur’an Tefsîri , Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı , Cilt 1 / sh. 288 :
“… Rûhu’l-Kudüs (5 / 110) ve Rûhu’l-Emîn (26 / 193-4) aynı meleğin adıdır. Böylece meşhur adı
ile…/ Başka bir ifadeyle, ilahî alemden beşerî aleme mesaj taşıyan melek ,yani Cebrail , Peygamber
lere vahiy, bizlere de ilham taşımaktadır. İnsanların bilgiden yana attıkları her yeni adımın arkasında
Cebrail denen ilahî kanaldan gelen ilhamların olduğunu bilmekte yarar vardır.
Bir şeyi araştırıp yenilik yapmak isteyen bir insanın beyninden çıkan enerji dalgaları , Cebrail denen
ilahî mesaj kanalı ile irtibat kuruyor ve o insanın beyni yeni icadını doğurmuş oluyor. Demekki ,Pey
gamberlik , yani vahiy müessesesi sona erdi , ama Cebrail’in görevi hâlâ sona ermemiştir. Onun görevi ,
bütün ilim alemiyle devam etmekte ve durmadan ilham taşımaktadır.”
(K*/ “Yazmak , onu yaptığımda başka bir şey yapmam gerektiği hissini vermeyen tek şey.”-Gloria Steinem*)
63
ÖNSÖZ
1.
Dış şeytan içten düşman nefsim ,
Öz ruh hem beden şu benlik kim ?
İç dil can kimden hitap bildim ,
Kendimce evrensel şiirim ;
Söz düşündüren şuur , Rabbim !
2.
İş şimdi içten nefeslerim ,
Gerçek gönlüm mülhem hep bilgim !
İşte ben diyen bilinçteyim ,
Hiç çelişkisiz de değilim ;
Ölmek ömrüm gözlem iç sezgim !
3.
Nur Rabbim iç-dış can idrâkim ,
(“Eûzü-billâhi …”) nitekim ;
Benlik (“… min-eş’şeytani-r’racîm”)
Önsöz Kur’an emri ilk dersim :
(“Bismillâhirrahmanirrahîm !”)
ÖZ SÖZ
1.
Ne özel “iç dil” gerçek
Konuşmak tam mûcize !
İlk “öz söz” net emr-i (“Kün”)
Ne güzel nice örnek !
Gündüz-gece şiirce
Sözler ruhuma hitap !
Gözlerce açık gördün ,
İçten bak-gör “ruh” nice ?!
2.
Elfâz-ı şiir demek
Mülhem mesaj “söz” işte !
Son nefes şu dem düşün ,
Ne dehşet tehdit ölmek !
Öz ışıkken söz gölge
Sonsuz sanat tek kitap !
Evrensel ibret gönlüm ,
Din tek Kur’an dilince !
YOL KORKUNÇ !
Yol mâlum encâm mechûl !
1.
İçten nefes son soluk
Şiir ruh hep susuzluk
Canlı beden yorgunluk !
2.
Dıştan nice yolculuk
Sanki iç dil suskunluk
(-sh. 483’den devam:) Zaten okullarda hiç bir ağırlığı olmayan
Din Dersleri , çok zaman program dışı bırakılmış, lüzumsuz sayıl
dığı zamanlar da olmuştur. “Marxizm’le Din bir arada bulunmaz”
sözü komünist düşünceye ait olduğuna göre, böyle bir düşüncenin
dinî hayatı paylaşması asla mümkün değildir. Zira bir cemiyette
dini yok etmeden , komünizmi yerleştirmek sözkonusu değildir. /
Milletlerin içine sürüklendiği buhranlar, şekilde birbirine benzer
görünürse de manâda ve temelde birbirinden farklıdır. Bizim buhran
larımızın en önemli sebebi Batı medeniyetine geçişimizde, Dini en
gel kabul edişimizdir. Türk aydını teknik ve yeniliklerin benimsen
mesini , asılda var olmayıp, tasavvurda var olan , dinî taassub’un
yıkılmasına bağlamıştır. Aydınların bu görüşü yurdumuzda yıllarca
din aleyhinde bir uygulamanın devamını sağlamıştır. Halbuki tarih
boyunca yeniliklere ne dinin , ne de dindarın karşı çıktığı görülme
miştir. (-Bu tarz slogan üslupta genellemeci ifadeleri yadırgamakta
haksız olamaz hiçbir aydınımız zihniyet bakımından farklı da olsa!
HK*) Zamanımızda insan hak ve hürriyetleri daha şümullü ele alın
masına rağmen , komünistler tarafından din aleyhtarı bir eğitim ve
probagandanın sürdürüldüğü gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu proba
ganda ile nesillerin istikbâle sahip çıkmaları önlenmiş, kutsal değer
lere olan bağlılığı sarsılmış, feragat ve fedakârlık duyguları eşine
ender rastlanacak derecede köreltilmiştir. Dîne saldırının şiddeti ,
dinsizlik eğitim ve probagandası , belgeler incelendiğinde daha iyi
anlaşılacaktır. / Milletimizin tarihinde, toplum yapısında ve ruhun
da girift ve derin bir tesiri olan İslamiyet hakkında , genel ve müs
bet bir bilgiye sahip olmayan aydının , milletimize faydalı olması
düşünülemez. / Tarih boyunca insanlığın temel meselesi olarak var
olagelen din; milletlerin kültürünü , örf ve âdetlerini , ahlakî ve
manevî ideallerini şekillendirmede, sosyal bağların insanî ve ahlakî
ölçülere uygun olarak devamında , birinci derecede sebeptir. / Bu
nun için her Türk öğretmeni-nin , öğrencilerini dindar olmaya ve
dinî hayata bağlamaya (-şevkle*-) sevkedecek derecede dindar ol
ması gerekir. / Memleketimizde yıllardan beri devlet düşmanlığı
yapıldığı , devlet otoritesinin zayıflatılıp, kargaşalığın doruğa çıka
rılmaya çalışıldığı ve böylece zayıflayan devleti yıkıp, yerine
komünist rejime dayalı bir devlet kurmanın hedef alındığı bilinen
bir gerçektir. 12 Eylül 1980 sonrası yargılanan komünist militan
ların ifadeleri bu hakikati inkâra yer vermeyecek şekilde ortaya
koymuştur. Memleketimizde komünistler devleti yıkmak için millî
manevî , tarihî ve kültürel değerlerimize topyekûn saldırmışlardır.
Yöneticiler-in ciddiyet ve fikrî yapısına bağlı olarak , devletin bir
çok kuruluşuna yerleşmişlerdir. Zaman zaman devlet içinde karar
organı durumuna gelmişler, komünizmin yaygınlaşmasında devlet
kuruluşlarını araç olarak kullanmışlardır. Devlet kuruluşları-nın
işlemez hale getirilerek veya taraflı işler duruma getirilerek tahrip
edilmesi olayı ; Millî Eğitim’de kendini çok daha şiddetli hissettir
miştir. Kanunlarımızın tanıdığı kişi hürriyetini kötüye kullanıp, ilk
okul öğrencilerine kadar vatandaşın çeşitli kesimlerini sokağa dök
meyi başarmışlardır. Bu kalabalıkların çoğunu , komünizm lehine
organize edilmiş işçi ve öğrenci grupları oluşturmuştur. “Bu düzen
64
Birden heves sonsuzluk !
3.
Belli değil gök boşluk
Somut hem soyut boyut
Bak can işte gökboncuk !
4.
Ne boşluk var ne yokluk
Tek (“emr-i Rabbim’den ruh”)
Sonsuz Nur (*) ruh-u şuur !
…………………………..
Renk-âhenk kevn-i şuhûd
Düşünmek öz yoğunluk
Gerçek söz sorumluluk !
……………………….
Kader rahmetten umut
Damlacık yağmur bulut
Teemmülâtım uçuk !
…………………..
Kalbimce içten kulluk
Zorlandıkça yoğrulduk !
Kafam dar boyunduruk
Korkunç zor yorumculuk !
5.
Daha dün bile yoktuk
Bak bugün böyle olduk
Var emr-i “Kün” net sonuç !
6.
Sonra günlerce korktuk
Gör tek mahşere koştuk
Yol gündüz gece korkunç !
değişmeli , bu düzen yıkılmalı !” naraları kulaklarımızı sağır eder
cesine tekrarlanıp, ideolojik sabotajlar, soygun ve cinayetler *
birbirini takip etmiş, hızla iç-savaş’ın eşiğine gelinmiştir. / Bu
kargaşada millî eğitim* boş durmamış, ileride kurulacak komünist
devletin eğitimcilerini ve devamını sağlayacak elemanları ; komü
nizm’i ders konusu yaparak , öğrencilere yazılı sınav sorusu olarak
sormak suretiyle görevini yerine getirmiştir. Onlara göre; devlet*
muhakkak yıkılmalıdır ve yıkılacaktır. Artık yıkılma noktasına gel
miştir. Bu yıkılışı hızlandırmak , komünist öğretmenin görevi-dir.
Bunun için DEVLET’in Marxizm’e göre tanımını yapmak , bunu
öğrencinin zihnine iyice yerleştirmek gereklidir. Bir Marxist devlet
tarifiyle iş bitmemektedir. Devletin doğrudan şahsına hücûm kadar,
ona hayatiyet kazandıran değerlere de saldırmak gerekir. Bunun
için DİN ve Ahlak “Burjuva kalıntısı” gösterilip, “afyon” olarak
takdim edilmelidir. / TARİH Marxist yoruma tabi tutulmalı-dır.
DİL ve EDEBİYAT tahrip edilip, milletin gönlünde sarsılmaz yeri
olan şahsiyetler kötülenmeli-dir. Buna karşılık onların yerine vatan
hainleri , vatan kahramanı olarak konulmalı-dır. “Fakir edebiyatı”
adıyla lügatımıza geçen zengin-fakir ayırımı alabildiğine körüklen
meli , vatandaş alevi-sünni , ezen-ezilen , şu partili veya bu partili ,
burjuva-proleterya* gibi sınıflara ayrılmalı ve millet hayatında hızlı
bir çözülme sağlanmalıdır. Bu arada “devrimci mücadele” devam
etmeli ve halk ihtilal yönünde “bilinçlendirilmeli”-dir. / Değerli
okuyucularımız; bu yazılanları , hayal mahsulü satırlar olarak görme
meli-dir. Yazdıklarımızın hepsi ayniyle yaşanmış, yazılı belgelere
dayanan olaylar-dır. “ …” gibi sözlerin yazılı imtihan kağıtlarına
cevap olarak geçtiği ve puanlamaya tabi tutulduğu bu dönemin Millî
Eğitiminde; en yüksek düzeyde bir görevli TRT’de : “… okullarda
kardeşçe eğitim yapılıyor ” demişti. Millet çocuklarının ideolojik
kamplara ayrıldığı , ( … devamı: - sh. 70 )
Dünyadan ahirete tez mahşere müncer her şu anlık kavrayışta odaklaşıp bütünleşen bir yolculuk yaşamak!
Ve şu sonsuzluk kavramınca soyut gökyüzü aynasında somut dünya-hayat’ın cansoluğu buğusundan farksız
zihinsel yansımalar ışığıyla gece-gündüz yanılsamasız sıcak duygular kadar içten “iç ürpertici” nice “efkâr-ı
muhayyelât” tıpkı fıtrat “tarz-ı tabiât” en acı soğuk “hava , su” ya da “ateş, toprak” gibi hem katı-sert doğal
gerçek , hem de “sevk-i insiyak” en tatlı bilinç-canlı “nükte-i âyet” tam yumuşacıkken sanki daha canayakın
daha sevimli daha bir güzel düşünce hayâllerini “iç dil” lügatı’ndan hecelemek değil mi ; - ya başka ne ki ,işte
telakkıyat tecelliyatınca hep başka tarz-ı tenevvü’at “tekellüm-mihver” ruh-u iştiyak şiir ?! (“Şiir, ruhun müziği
dir.” – Voltaire) Bencesi şiir ,tıpkı nefeslenmek gibi içten esinlenmek ve dıştan etkilenmek kıvamınca anlık ruh
huzuruyla Allah’a yönelmek kadar rahatlık duyuran tam sağlık anlamında doyurucu teneffüs sirkülasyonundan
nazm-ı beden nabz-ı şuur ruh hayatıma atmosfer rehabilitasyonu oluşturan şu canniyâz “zikr-i dem” mikdar
oksijen tazelemektir. Demekki ilham-ı sanat tarzıyla Allah’a niyaz “zevk-i şiir , ruhen nice nükte-i zikrullah”
hikmetince efkâr-ı hissiyattan kinâye “enfüsî insiyâk-ı iştiyâkım” hem musikî’leşen nağme-i ifâde “hoş sadâ(*)”
ve anlamıyla “cannefes” sözün özündeki iç dil lügatınca “canlı kanıt” tek gönlüme mülhem hem dem-i merâma
muvafık “zübde-i kelâm” hem de derûnî’leşen noktacık kavrayış şümûl-ü şuûrum mesaj !
ÖZ ŞİİR
1.
Kader ruhun nüktesi
İşte can nefes sesi !
65
İçten nurun zübdesi
Söz vicdan felsefesi !
2.
Yol ömrümce sürekli
Zaman fikrin kilidi !
Öz gönlümce söz belli
Şiir ruhun iç dili !
ÖZ ANLAM
1.
Yaşadıkca anlarsın
Nice süâl cevapsız !
Aklınca cevaplarsın
Yorum muhâl kitapsız !
2.
Tam mantık şu an varsın
İşte hayâl ruh farksız !
Sus artık Kur’an nassın
Dinle hemhâl yoldaşız !
3.
Söz zaten öz anlamın
Tarz-ı meâl lâfzımız !
Vahy-i Hak kavramların
Ayet- timsâl aklımız !
Bkz.Taşlama (…) Sanat-15. / sh.703:
Çocuk sen neden pek safsın ,
Bak ne acımasız dünya ?!
Bu işlere ermez aklın ,
Birazcık kitap kurcala !
………………………
ÖZ IŞIK
Ömrüm mühlet yol böyle beden ne güzel örnek
Şu gökkubbe altında âlem ayak üstünde !
Gönlüm öz ışık gölge benlik evrensel gerçek
Ruh şuur aynasında güneş görüntüsünde !
VİCDAN İDRÂKİM
Dıştan bakarken bile ne “yakîn” nice kim gör ,
Gözlerim açık işte tek kalbim nitekim kör !
Vicdan anlar kendince “öz bilinç” içten iç ruh ,
Söz zevk-i şiir ince idrâkim tek Rabbim , gör !
NUR DÜSTÛR
1.
Tek Kur’an ışığında açık gerçek tam şuur
Bilmek düşünmek yetmez güzel davranış düstûr !
İman amel-i Salih , hak-hakikat yoludur
Rabbim , mûciz söz* nice emr-i âyet vahyin nûr !
2.
Dünyadan âhirete yol Rabbim’in yoludur
Nasıl yaşarsan yaşa yol tek Hakk’a doğrudur !
Dinle vahy’in dilinden hakikat düstûrudur
Kul ister , Rabbim verir (*)işte hidâyet budur !
66
3.
Dünyadan âhirete yol mahşerin yoludur
İnsan nasıl yaşarsa aynen karşılık bulur !
Şu hayatın anlamı işte Kur’an nur-düstûr
Bilmek düşünmek yetmez güzel davranış şuur !
YARATAN KİM ?
Sırr-ı nefsim muammâ
Hiç yoktan yaratan kim ?
Tam müdrikim şu anda
Tek Allah(c.c) gerçek Rabbim !
ANCAK ALLAH !
Sanal derken içinden ne gerçek bak yeryüzü
Hem belli gökyüzünden güneş doğacak sabah !
Doğal her enerjiden yararlanacak gücü ,
Kim verdi bir düşünsen anlar ruh ancak Allah !
(Bkz. İslâm Düşüncesinde İnkâr Problemi , İbrahim Coşkun “Tekin Kitabevi” / sh. 249 “Sonuç: … Kur’an ,
en başta iman ve küfür psikolojisini ortaya koyan bir kitaptır.” / sh. 251 “ Tarih boyunca olduğu gibi tüm
bireysel ve toplumsal huzursuzlukların temelinde inkârcılık ve inkârcılığın doğal sonucu olarak ortaya çıkan
ahlâksızlık , haksızlık ve adaletsizlik yatmaktadır. İnkârcıların sağlam ve tutarlı hiçbir delili olmadığına göre ,
Kur’an-ı Kerim’in şu çağrısı ne kadar büyük önem arz ediyor: “(İnsanları) Allah’a çağıran , iyi iş yapan ve
“Ben müslümanlardanım!” diyenden kimin sözü daha güzeldir ?”(Fussilet, 41/ 33). Bu çağrıyı perdeleyen
karanlıkların aydınlatılmasına katkımız olmuş ise kendimizi bahtiyar hissedeceğiz.”)
Beşer aklının ve kavrayış sınırlarının ötesi içerikte sonsuz derinlik göklerce engin anlamıyla açık görüntüsü
ne rağmen hiçbir nükte-i noktasını tam müdrik kuvve-i hayâl ve tasavvura asla sığdıramadığımız “kader /alın
yazısı” probleminden ibaret dünya hayatımıza ilişkin temel meselemiz, işte tek “kök konu” zorunlu sorumluluk
“iman” ve zıddıyla da “inkâr …” ruhiyatını , İslâm Düşüncesi’ne göre irdeleyen ve inceleyen şu çalışmasıyla
yazarı ve kitabını akademik kariyer / bilimsel disiplinin başarısını kanıtlayıcı bir örnek gördüğümden dolayı
bunun önemini vurgulayıp belirtmek istiyorum ki , İslâm’ın temel kaynak kitabı “Kur’an-ı Keriym” hakkında
adeta âyetlerdeki ince vurguları açıklayıcı “semantik terminoloji / Kavramlar Sözlüğü” değerinde güzel , derlitoplu ve dipnotları bakımından ayrıca aydınlatıcı , kavratıcı üslûbuyla akl-ı ruhumuzu uyarıcı izahat … tam
beğendiğim ve gerçekten çok faydalandığım için hep kaynak gibi gözönünde bulundurmak ve daima yararlanıp
başkalarını da yararlandırmak gaye-i tercih ve şayan-ı tavsiyem olan (Not:Daha aydınlatıcı uyarıcı ve doyurucu
açıklamalar için , Bkz. “Kur’an Tefsîri / Bayraklı”) bu eser , hem bilhassa aydınlarımızca okunmalı … zira
hakikaten içten iştiyakla okunması ve ihtiyaç duyanların dikkat nazarına sunulması kanaatimce gerekli , hem de
ilim yoluyla “Hakka hizmet” tarz-ı tebliğ ve irşâd metoduna da uygundur. / H.K.
MÜLHEM MERAM
-Nice mahzun hitabım işte özgün kitabım !
(*)
Sözcükler yetmez sandım mahzun hitap başladım
Aklımca anlasam tam anlatamam meramım !
Ayetlerle inandım , özgün kitap / anlatım
Aslım can ruhsal kavram mülhem meram merakım !
67
Nice mahzun hitabım işte özgün kitabım ,
Aklımca anlasam tam anlatamam meramım !
İÇERİK (muhteva) :
Emr-i Kur’an-ca yaşamak için inanıyorum ki , işbu şiirimsi içerik*, güzel söz sanatına heveslenmek konusun
da şu dünya-hayat yolculuğuna duyarlılık kazandıracak akl-ı ruh huşûu uyandıracak; kalbim mahşer eşiğinde
devinmekten müteheyyic can nabzının nice ritmik kan dolaşımı hissiyâtınca her vuruşuyla sarsılacak ve her
okuyucunun içten merak duyduğu “poetika / şiir sanatı” hakkında anlayışımı da açıklarken nurlu inanç coşku
sunu taddırıcı “şiir-i niyaz” zevkine kanatlandıracak gönlümüzü , ömrümüz süresince her dem tadarak korku
suyla yüzleştiğimiz sarsıcı gerçek ve en derin endîşemiz, zevk-i şiir yani “zikr-i fikir ve şükr-ü dâim” iştiyak
gibi yudumladıkça duyarlaştırıcı “Ölüm’ün pembe yüzü” (*) gülümseyecek kalbimize inşâ-Allah !
ANLIK RENK
Konu net tam anlaşılmaz zaten bizzat tadmayınca!
Dünya arz-ı semâvat tıpkı şu oval kafa ,
Rüya-misal hakikat ışık ruh hayal ayna !
Güya tarz-ı dem hayat sırr-ı şuur havsala ,
Yol bu minval hâdisat anlık renk tuval başka !
(*) Hakikat tam böyle! Bu konuda bir kitap*-hediye
verdiler, Gemlik Müftülüğü’nde. Ve hemen bir dost
kapıverdi de elimden nitekim maalesef okuyamadım!
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww
KÖK MÂNÂ
1.
İlk güneş şu sabah son zevâl akşam
Yol ne dün ne yarın hep bugün anca !
Şek duymaz okurum şayet tam yazsam
Yok mahşere müncer rahat-dem aslâ !
2.
Şu uzay-âlem muazzam muntazam
Kozmik nizam hep biyo-fizik ihyâ !
Ölçü denge hesap plan program
Mahiyet tam psiko-şimik kimya !
3.
Akl-ı can hem mâdem şuur ruh aynam
Yeter öz renk göz zevk söz âhenk dünya !
Farkındayım hem-dem aynen anlatsam
Tek gerçek gönlüme mülhem muammâ !
4.
Ulûm-u Kur’ân-ca açık Hak kelâm
Ruh hakikat tek din İslâm kök mânâ !
Yorumsuz Sonsuz’ca mantık salt kavram
Bak kâinat tek dil sağlam muhtevâ !
HAŞR-İ HAYAT DUYGUSU :
CANLI TOPRAK KOKUSU !
1.
Ayağım kaydı birden “bre bre!” diye
Daha düşerken kalktım hemen ellerimle
Sarsıldım ve korktum hele velâkin
Çabukça eğildim tekrar denge için
Neymiş şaştım mevtime sebep işte
68
Dünyalık korkunun ruhu hep ölüm !
Baktım anlamak için ne var diye yerde
Bedenimce yumuşacık toprak gördüm !
2.
Baktım da ayak izlerime canhavli
Bastığım yer bir büyük boşluk sanki
İrkildim de ters geriye kaykıldım
Kendi mezarıma indim sandım
İçim ürperdi âniden sarsıldım !
3.
Başım döndü gökyüzüne
Ve şaştım şu gökyüzü ne ?
Gök gürültüsünü duydum ve sustum !
4.
Ra’d-ı berk gönlümde nâr-ı sâika ,
Kork Allah’tan nazm-ı Kur’an emrince !
Dinle elfâz-ı hakikat tarzıyla ,
Akl-ı vicdan şu an şu can içinde !
5.
İçten niyâz “sânihat” hitab-ı Hak ,
Ne derin düş tüm düşünce heyecan !
Ayet susmaz sonsuz (“illâ-Hû”) ancak ,
Aşk kitabından okur ruhum şu nabz-ı can
Gönlüm hâmûş şimdi sekînet duy-sus !
…
Söz nice şiir gönlümce
Ne derin düş tüm düşünce !
6.
Birden yürek ürpertici bir durum
Dış görüntü ürkütücü uçurum
Duygularım iç çalkantı okyanus
Sessiz çığlık gökler ötesi şiir !
7.
Ben hiç desem O hep diyecek belli ,
Aldanış şuursuz benlik gizemi !
Dünya rüya ayna misâl yüzleştim ,
Bedende ruh gibi gizlisin Rabbim !
8.
Gönlüm toprak kokusuyla uyandı ,
Uyandım da bir avuç çamur aldım yerden
Tıpkı bir çocuk gibiydim sevinçten ,
-Benim işte o çocuk , yalnız ben !
Onunla oynadım oyalandım hep
Unutmak için dertlerimi içten
Bedenimi ruh hikmetiyle avuçladım !
Avuçlarım arasına aldım hemen
Başımdan ayak uçlarına dek gerçekten
Okşayıp sıvazladım mıncıkladım
Yuvarlayıp bütünlerken yoğruldum !
…
69
Şiir sözüm haşr-i hayat duygusu
İç dil özüm canlı toprak kokusu !
9.
Demekki içimde derin bir dünya var bak ,
Sonuç mevt-i mukadder her mezar haşr-i hayat !
Görünüş tek evren-ruh* her beden canlı toprak ,
Ölüm mahşerin yolu “likaullah” hakikat !
SONSUZ GİZEM
1.
Ömr-ü beşer her şu dem
Hem ilk hem son nîm-nefes !
Kader özgün “problem”
Benlik korkunç “çözüm” tez !
2.
Salt varlık kök mes’elem
Hep bencileyin herkes !
Mâdem anlık şu âlem ,
Tek gerçek nükte-i “Bes !”
3.
Nice duygu düşüncem
Öz zevk-i şiir heves !
Işık var ki var gölgem
Söz sezgi “iç dil” nefes !
4.
Tam mahşere yol özlem
Mülhem mesaj söz bitmez !
Emr-i âyet düşün hem
Ölüm mübrem , çözüm tez !
5.
Belli “yol , dönüş” her dem
İçten nasıl ürpertmez ?
Şimdi “dönüşüm , işlem”
Güzel Rabbim irkiltmez !
6.
Dünya-hayat tam mâtem
Mahşere yol hep şu dem !
Yol “likaullah” mâdem ,
Rabbim ölsem de görsem !
7.
Muhkemat* tam öz söylem
Müteşâbih (3*7) söz bitmez !
Sonsuz gizem , salt görkem
(“Allah bilir , kul bilmez !”)
(-sh. 65’den devam: ) milletini , vatanını , dinini ve tarihini sevdirecek
bütün değerlerin Marxist metodlarla silinip yok edildiği (işte) bu dönem
eğitimine; “kardeşçe eğitim” değil , “yoldaşça eğitim” denilmesi daha
yerinde olur kanaatindeyiz. ( … ) Sh. 150: SONUÇ / 1980 öncesinde
Türkiye; okullarında Komünizmin eğitimi yapıldığı bir dönem yaşamış
tır. / Can emniyeti bulunmaması sebebiyle; geceleri sokakları ıssız ,
şehirlerin ölü olduğu cinayetler dönemi yaşamıştır. / Kurtarılmış (bölge)
mahalle ve (belde-) şehirlerin konuşulduğu , terörün siyasi destek bul
duğu bir dönem yaşamıştır. / Komünist probaganda usulleriyle; birleş
tirici değer hükümlerimiz, öğretmenler vasıtasıyla tahrip edilmiş, ayrış
tırıcı hale getirilmiştir. Böylece kardeşler birbirine düşman yapılmış,
aileler çözülüp dağılma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır. / Okul
larımızın çocuklarımıza kazandırması gereken tarihi kişilik bir tarafa ,
sokaklarda devlet ve rejim aleyhine yapılan gösterilerdeki insan kayna
ğını okullar oluşturmuştur. / Milletimizi millet yapan değerlerimiz okul
larda tahrip ile komünizmin taraftar bulması sağlanmıştır. /
1980 darbesi’yle komünistler Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleş
tirme şansını kaybettiler. Rusya’da komünizmin çöküşü (*) ile de ümit
lerini kaybettiler. Fakat kendileri açısından kazandıkları önemli şeyler
de oldu. Yıkıcı , bölücü , darbeci , halkı galeyana getirici , muhaliflerini
sindirici , soğuk savaş* dönemi propaganda usullerini öğrendiler. Kaos
ortamı oluşturmak için hangi konuları istismar edeceklerini öğrendiler.
Taraftarlarını; üniversitelere, hukuk alanlarına , kamu kurumlarının
önemli makamlarına yerleştirme ve onları oralarda tutma tecrübesi
kazandılar. Sokak olayları-nı ne zaman ve nereden başlatacakları tecrü
besini kazandılar. / Milletlerin hür olarak yaşama azmi , geçmişlerinde
ve geleceğindeki başarıları , kültür ve medeniyet miraslarını devam et
tirmeleri , millî tarihlerinde nesillerine şan ve şeref bırakmaları , gele
ceği gören köklü fikir sahibi öğretmenlerle mümkündür. Çocuklarımız
ın geleceğe sahip çıkmasında , devlet olmanın gururu-nu duymasında ,
tarihin şekillenmesinde öğretmen , en büyük hak ve sorumluluğa sahip
tir. Bunu bilen Atatürk , “Öğretmenler ! Yeni nesil sizin eseriniz olacak
tır.”- demiştir. / İnanıyoruz ki , olaylardan ders çıkarmasını bilen öğret
menlerimiz; çocuklarımızı her türlü terör ve (anarşist*) yıkıcılığın …*
Bkz. Kur’an-ı Keriym , sûre-i A’raf , 7 / 185. âyet meâli (İslâm Düşüncesinde İnkâr Problemi / sh. 4):
(“ Peki , (Allah’ın) göklerdeki ve yerdeki mutlak egemenliğini , yarattığı bütün nesneleri hiç göz önüne
almıyorlar mı ? Ve (sormuyorlar mı kendilerine) ya vakit erişip ecelleri gelmişse ? Artık bundan sonra
başka hangi haber (hadis) söze inanacaklar ?”)
70
SONSUZ ANLAM
1.
İrticâlen ne yazsam
Çalakalem deneme !
İçten hâl nice ilham
Yazabilsem gönlümce !
2.
Şimdi hemen yazmazsam
Başka gündem her günce !
Şiir ruhen niyâz tam
Aşk ifâdem özünde !
3.
Söz bilsem susmaz meram
Ne söylesem öz nükte !
Rabbim hem sonsuz anlam
Hep böyle dem-düşünce !
HİSS-İ ŞUUR
1.
Şiir ruh hikmet dili
İdrâk künhün nüktesi !
İlk kelam mûciz söz ki ,
İşte emr-i “Kün” belli !
2.
Mârifet* gerçek bilgi
Öz sevgi dil özeti !
Basiret* içten sezgi
Göz zevk-i kalbin necmi !
3.
İç doğuş şuur remzi
Dış şuûnat ötesi !
Sonsuz zaman gizemi
Rabbim’in salt takdîri !
4.
Şu şiir ruhiyâtım ,
Mülhem mesaj anlatım !
Şiir ruh hiss-i şuur ,
Öz “yakîn” nur-u aynım !
5.
Mahzâ âyet tefsîri
Tam müdrik vicdan gibi !
Kitabullah* net der ki ,
Vahy-i Kur’an son şerhi !
*… mensûbu olmaktan koruyacak , onlara tarihî kişilik kazandıracaktır.)
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww
BİZİM NESLİN DRAMI !
-Giriş ve Sonuç* bölümleriyle aynen alıntılayıp bu konudaki titiz çalışma
sını yeni nesillere duyurmak ve belgeler gösteren kitabını okumak isteyen
herkese tavsiyede bulunmak gerektiğini hissettiren ne dehşet olaylar yaşan
mıştı bir zamanlar ya da ömrümüzün hazin serencamı ve neslimizin sosyal
hayat draması* olarak tarihleşen talihsiz nice hercümerc-yıllar ardınca asla
unutulmaz canlı hatıralar kalmıştı hafızalarımızda bu ülkenin yakın geçmişi
ne dair. Yaşanan zaman ve olaylardan ibret dersleri çıkarmayı başarabilen
araştırmacı muharrir-romancılar gibi , ilginç intibalarına tercüman hâtırat*
türünde eserler yazıp da bu gözlem ve tesbitleriyle kendi tarih dönemlerine
bizzat tanıklık yapabilmek ve hayat tecrübelerini yetişen nesillere faydalı
bir biçimde aktarabilmek gerçekler adına geçmiş maziden gelecek istikbal
yolumuza ışık tutmak ve anılarını tarih arşivine kayıtlamak , hakikaten ne
içten takdire şayan bir üstün gayret ve büyük hizmet telakki olunmalıdır.
İşte ömrümüzü heba eden nice geçmiş yıllar, olaylar ve zamanlar ardınca
artık geçmişimizle hesaplaşmak bir yana , aslında ülkemizin çağdaş refahı
ve halkımızın sağlam millet yapısı bakımından geleceğimizi planlamak ,
gerçekten en önemli görev ve “millî misyon”-stratejimiz, siyaset rotamızın
da temel ilkesi-dir. Nitekim şu son günlerde televizyon programlarından
izleyip de beğenerek etkilendiğim bazı konular, daha farklı bakış açılarına
yol açtı düşünce ufkumda. Önce “Hayat” ve sonra devamı “Hüzün” adıyla
hayatının romanını yazmış, sayın Ayşe Külin. Henüz okumadım , merakım
hayatı hakkında değil de esasında usta romancı* üslûbuna hayranlığımdan.
19 Şubat 2011 / HaberTürk-tv. Kanalında hemen her fırsatta yararlanarak
izlediğim “Öteki Gündem” konuğu sayın Aytunç Altındal , “hilafet” konu
sundan yola çıkarak geniş ufuklarda dolaştırdı , sohbetini izleyen ruhumu.
Türk milletinin dünya çapında misyonu ancak bu üslupta tutarlı bir kurgu
boyutunda doğru perspektif vizyonumuza uygun vukufla anlatılmalı diye
düşünmekteyim kendimce. Bu konuyu aydınlarımıza kavratmak gerekir.
Ayrıca daha başka hatırlatmak istediğim medyatik konu ve konuklardan
beğendiklerim var, ama her birinden söz açıp bahsetmeye yetmiyor şu
sayfalara münhasır imkân ve zamanım. Dün bir telefon görüşmesi yaptım
can kardeşim Vedat Kader’i arayıp hal-hatır sormak için. Sohbetimiz sıra
sında bana duyurduğu şu iki cümlecik söz sanki siyaset düşüncemizin en
temel dayanaklarını hatırlatıcı ve günümüz şartlarını doğru yorumlamak
konusunda gayet uyarıcı anlam muhtevasını haiz. Hatıralarını yazabilmek
ve hasseten -(merhum) Mehmet Feyzi Efendi’nin sohbetlerinden bizzat
dinleyip izniyle yazarak derlediği sözlerini kitap’laştırabilmek amacıyla
yoğun çalışmalara başladığından bahsetti. Ve şu sözleri nakletti: (-sh. 73 )
AÇIK SÖZ
1.
İş şu dem düşüncem “muhkem kaziye”
Şu şuûn-u âlem “âyet-i kübrâ !”
Oku emr-i (“kün!”) hem “muhkemât” işte ,
Nur-u şuur mâdem hayret-i dünya !
71
2.
Kur’an ne diyorsa âyet diliyle
Gerçek söz son kitap bütün ilk nokta !
İnsan biliyorsa şayet kendince
Örnek öz hakikat özgün nizamda !
3.
Aklınca da “olmaz , olmaz !” hiç deme ,
Yorum “müteşâbih” hükm-ü Kur’an-ca !
Aslında şaşırtmaz doğru düşünce ,
Yolum gönlüm açık söz O-nur , anla !
YOLCU ŞU CAN !
1.
Kış gününde kar yağar görüntü tek renk kefen
İbret dört mevsim her gün ömrümce âhenk ölüm !
Gökyüzünde bulutlar yeryüzü hep beklerken
Hikmet tek Rabbim özgün gönlümce örnek gördüm !
2.
Gözönünde neler var evrensel ruh-u beden
Nice öz âyet tek söz nur-u Kur’an gündüzüm !
Söz özünde mânidar ne güzel duygu içten
İşte gör rahmet sonsuz yolcu şu can öz sözüm !
MAHŞER GERÇEK !
Şu ömrüm mahzâ rahmet
Tek Rabbim’den nur-nimet !
Yol ölüm mahşer gerçek
Hep (“İnnâ lillâh…”) hikmet !
TEK MISRA’CIK TARZ-I ŞİİR
1.
Ne nice sanat dilsiz ne edebiyat dinsiz !
2.
Gökyüzü ağlamazsa hiç gülmez şu yeryüzü !
3.
Gözlerim mavi gökler şu gönlüm kara toprak !
4.
Düşün yâren önceden ne sen varsın ne de ben !
5.
Geldik ve gidiyoruz zira yolumuz sonsuz !
6.
Şuur-u zaman soyut şu ruh-u Kur’an boyut !
7.
Çift hilkat eşya mâdem âhiret başka âlem !
8.
Okyanus sâhilinde ıslak kum zerresiyim !
9.
Hep birlik düşünelim biz kim düşündüren kim ?!
10.
72
Var ruh asıl aklımız yoksa nasıl anlarız ?!
11.
Dünyalık korku-ya sebep hep ölüm !
NASİHAT
1.
Mevsim ilkbahar ve yaz
Güzün tatlı bir hüzün !
Kışın kefen kar-beyaz
Gün mûtad haşir*gördün !
2.
Diriliş başlar ilkyaz
Özgün canlı bir bütün !
Şiirim şu an niyâz
Söz zaman nedir düşün ?!
3.
Gözler bakar anlamaz
Gönlün hayâl-i ömrün !
Sözler tam anlatamaz
Sırr-ı hayat ölümün !
4.
Zaman akar , hiç durmaz ;
Hakikat “iç dil” özün !
Kur’an hak , bilinç susmaz ;
Nasihat , Rabbim , sözün !
(-sh. 71’den devam:) “Yanımda millet ve milliyetçilik aleyhinde
hiç kimseyi konuşturmam ve ordumuz aleyhine de söz söyletmem.
Çünkü onun ardından gelip bizi ve milletimizi koruyacak bir başka
müsellah kuvvet yok!” derdi , M.Feyzi Efendi / rahmetüllahi aleyh*
Hafızamda kalan noksan anlatımıyla hatırlatmayı bilhassa önemse
diğim bu sözler açısından bakınca , ülkemizin gündemlerini değer
lendirmek bakımından anlayış farklılıkları da açıklık kazanıyor
doğrudan. Nitekim , 12 Haziran 2011- Genel Seçimler’e dört aydan
daha az zaman sürecindeyiz. Büyük Ortadoğu – Arap dünyasında
Tunus’tan başlayıp hızla Mısır’ın da dikta yönetimlerini devirdikten
sonra Irak ve Bahreyn’e yaygınlaşırken ,Yemen ve derhal Libya’yı
da sarsmakta , ayaklanan halk isyanları. İşte bu olayların yorumları
işgal etmekte televizyon kanallarını. Biz imtiyazlı milletiz, sormayın
daha fazlasını ! / Bkz. (-sh. 11-14 ) Halen daha “68 kuşağı” olmakla
öğünç duyarak , komünizm’den liberal-kapitalizm’e transfer olanlar
başını kaldırıp bir baksın hele şu dünya-âlem ve ülkemiz son yıllar
nasıl hızlı değişim ve dönüşümler yaşamakta ?!
ZAMAN, ne “eli-çabuk” usta ! (-Bkz. Yeni Asır G. 14 Şubat 2011,
sh. 13 : [email protected] / Türkiye neden seçimi
konuşmuyor ? / Farkında mısınız bilmem , genel seçime dört aydan
daha az bir süre kalmış olmasına rağmen seçim konuşulmuyor. Halkın
içinde herhangi bir seçim heyecanı olmadığı gibi bir bakıma bu heye
NEFES-İ CAN
canın ölçüsünü belirleyecek olan siyasi partilerin gündeminde de
1.
seçim yok. Oysa benim tanık olduğum hemen hemen bütün seçimler
Sorsalar:“-ne anladın ?”
de bir yıl öncesinden sosyal dinamikler hareketlenir, halk seçim solu
Derim ki: “-anlamadım !
maya başlar ve partiler de rekabeti kızıştıracak hamleler yaparlardı.
Hiç tadı yok dünyanın ,
Bunun da demokrasi-den kaynaklanan basit bir gerekçesi vardı: Bir
Sanki hiç yaşamadım !”
süre sonra seçim olacak ve sandıktan bir yeni iktidar çıkacak. O yeni
2.
iktidar kim olacak ? Bütün o devasa sosyal ve siyasal hareketlilik bu
Zor idrâk-i hayatın
beklenti üzerinde şekillenir. Esasen demokrasilerde normal olan da
Şiir-i insiyâkım !
budur. / Ancak 12 Haziran seçimlerine giderken Türkiye bir seçim
Yol “likaullah” aşkın
heyecanı yaşamıyor. Ana muhalefet seçim sonuçlarını etkilemeye
Şimdi iç iştiyâkım !
dönük güçlü hamleler yapmıyor. Parlak projeler, gönül çelici sosyal
3.
ve ekonomik programlar koymuyor halkın önüne. Niye peki ? Şun
Tek Kur’an nazm-ı nabzın
dan: Önümüzdeki seçimin sonucu belli ve bütün taraflar bu sonucu
Nefes-i can niyâzım !
şimdiden kabullenmiş görünüyor. / www
Okursan tam anlarsın ,
SONUÇ belli , Ak Parti seçimi açık-ara önde kazanacak. O nedenle
İçten vicdan irfânım !
seçimlerde izlenmesi gereken temel parametre, yani “seçimi kim kaza
nacak ?” süreci anlamını şimdiden yitirmiş durumda. Buna karşılık
KULUM; KUL !
önümüzdeki seçimin izlenmesi gereken üç parametresi
1.
var ve bana göre siyasi partiler bütün çabalarını bunlar üzeri
Bulur kul vicdan-ı hakikat nuru
ne gösteriyorlar. Birincisi , önümüzdeki seçimlerde Ak Parti
O-nur Rabbim akl-ı cezbem (“illâ-Hû!”)
anayasayı değiştirecek meclis çoğunluğuna ulaşabilecek mi ,
Şuur yol lisan-ı Hak Kitap oku ,
ulaşamayacak mı ? İkincisi , CHP yüzde 30 bandını geçebile
Okur ruh nabz-ı nefes cansoluğu !
cek mi , geçemeyecek mi ? Üçüncüsü , MHP yüzde on (%10)
2.
barajını aşabilecek mi , aşamayacak mı ? İşte önümüzdeki
73
Anlamayan anlatamaz konuyu ,
Popüler kitaplar keçiboynuzu !
Okumayan kavrayamaz sorunu ,
Seküler bakışlar ye’sin yorumu !
3.
Oku baştan sona yormaz üslûbu
Tek Kur’an cevaplar her zor soruyu !
Önce inanç sonra tâat düstûru ,
Tam “müstakim sırat” hidâyet yolu !
4.
Ömrüm mühlet dünya ölüm korkusu
Yolum canpazarı mahşer* ruh şoku !
Gördüm hayret rüya gönlüm nur ufku
Kulum; kul , Allah’ı özler yol boyu !
TAM HADDİM !
1.
Kenz-i mahfî* sırrınca
Allah* dâim aklımda !
Hiç kavranmaz zâtıyla
İdrâk hâlim sahvımda !
2.
O hep kaim aslında
Yoksa kim vicdanımda ?!
Bellek hakikatında
Nitekim can nabzımda !
3.
Kafam kalbim çapında
Fikrim insiyakımca !
Aşk tam haddim tarzında
Zikrim iştiyakımca !
ÖZ ZEVK
1.
Hayat hikâyem gerçek
Açık konuşmak gerek !
Sanat ilk gâyem öz zevk
Artık kavuşmak demek !
2.
Anlık kavuşmak görmek
Gerçek anlamak ölmek !
Can ilk künh-ü aşk öz tek
Demek anlatmak sözcek !
3.
Rabbim’den mülhem söz zevk
Şiir ruh hikmet sevmek !
Kalbim tek görsem her renk
İç dil müdrik net sezmek !
4.
Konuşmak hecelemek
seçimin parametreleri. Zaten bu yüzden partiler, tabii özellikle
muhalefet partileri siyasi stratejilerini bu duruma göre belirle
miş gözüküyorlar. / www.
Herkesin bildiği bir gerçek , bir siyasi partinin bütçeyi yönet
mek , yani iktidar olmak gibi bir hedefi yoksa siyaseti halk
için yaptığı söylenemez. Şu anda Türkiye’deki muhalefet
partilerinin halk için siyaset yapmadıklarını rahatlıkla söyleye
biliriz, zira herhangi bir iktidar iddiaları yok. Siyasi partilerin
iktidar hedefine dönük bu denli edilgen oluşları halkı da siya
setin dışında bırakıyor. Böyle bir siyasi ortamda halk , vatan
daşlık görevini yapmak ve sistemi işletmek için sessizce 12
Haziran’ı bekliyor. / Yukarıda sıraladığım sebeplerden dolayı
12 Haziran seçimleri Türk demokrasi tarihi-ne, sonucu önce
den belli olan , muhalefetin bu sonuca önceden boyun eğdiği ,
ondan dolayı da çarşıda pazarda siyasetin en alt düzeyde
teneffüs edildiği bir seçim olarak geçecektir.” ) -vesselam !
-Web sitemiz “ www.yaşamakça.net ” dört aydır açılmıyordu , meğer
“ihmalkârlık (!) nedeniyle çökmüş” olduğundan işte bu kez yenibaştan
( www.yaşamakça.com ) adıyla aynen açılmaya hazırlanmış durumu
hakkında haberdar olunduğum için mutluca minnettar ve müteşekkirim.
Rabbim’den niyazım , mündericatı bakımından hizmete yararlı olması
ve gerçek dost okuyucuların içten dualarıyla kabul sırrına kavuşmasın
dan başka hiç bir maksad-ı mahsusa münhasır değilken ne diyebilirim
daha ve bunun dışında sözü çoğaltmak gereksiz zahmet mi , aslında ?!
Fakat devam ettirmek niyetindeyim yine bundan sonrası sayfaları da
ömrüm müddetince -yeniden güncellemeyi düşünerek- eklemeler yap
mak suretiyle tamamı (toplam: 860 sayfa)’nın iç boşluklarını (-sh.41)
doldurup bi-iznillah “hamden lillah” hâl ve dermânım yeterse, zevk-i
hikmet tadınca yazmak , hep yazmak isterim zamanım elverir de fırsat
tükenmezse! “es-selâmü alâ men-ittebea’l-hüdâ …” Yüce Rabbimiz
Allah’ın (c.c)inâyetini dilemek ve de Sevgili Peygamberimiz (a.s)’in
şefaatini beklemek , tek meram-ı muradımız sonuçta !
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww ( Şubat-2011 )
74
Ne güzel lisan bilmek !
Kavuşmak nice emek
Evrensel irfan , ermek !
GERÇEK RENK
Şiir Rabbim’den mülhem meşk-i nakkaş aşk sanat
Âhenk güzel yetenek zevkli uğraş şevk güncel !
İç dil kalbimden özlem emr-i Hak “mîsak” hayat
Gerçek (“sibğatullah”) renk belli şu baş evrensel !
GÜN-DEM YOL !
1.
Tek düşün şiirce giz ,
Soru çok hiç cevap yok !
Net bütün içindeyiz ,
Konu gece-gündüz yol !
2.
Hep bugün içindeyiz ,
Yarın diye bir dem yok !
Net düşün izindeyiz ,
Varsın işte tek hem çok !
3.
Var mı bilen , biz kimiz ;
Soru yoksa cevap yok ?!
Farklı , içten sezgimiz ;
Oku , anla ; kitap bol !
4.
Net düşün bilinçte giz ,
Varsın nice tek hem çok !
Hep bugün içindeyiz ,
Yazgın işte gün-dem yol !
YOL TEK GÖNLÜMCE GERÇEK
Rabbim , içten yakarış // Şiir meşk nice ermek !
Kalbim mecaz arayış // Gerçek zevk-ince sezmek !
15 Şubat 2009 Bayraklı - İZMİR
Daha önce yazdıklarımın devamı gibi bir hissiyat içindeyim mûtaden
nitekim her gün ve de hep şimdi. İnsan ruhiyatınca zamanı algılamak
gerçekten böyle bir hiss-i dem muhayyel lâhzacık gibi izlenim değil mi ?
Medyatik güncel olaylardan daha çok kitaplar ve yorum-yazılar ruhumu
cezb-ediyor. Yaşamakça’nın son derkenar alıntılarında belirttiğim (Bkz.
Tercüme, 19 Mart 1946 / Cilt: 6, sayı: 34 - 36; M.Eğt.B.-MCMXLVI )
bir derginin “Şiir Özel Sayısı” muhteva bakımından gayet özlü sözler ve
eleştirel örnekler içerdiğinden bence ilginç ve önemli bir mehaz. Sözün
şiirsel değerine yakın ilgi duyanlara bilhassa tavsiye ediyorum. Şahsen
05 Şubat 2009’da ulaştım. Şayet daha önce okumuş olsaydım mutlaka şu
Yaşamakça’nın şiirsel dili ve biçimsel içeriği de daha düzgün ve tutarlı
olabilirdi. Yeniden düzenlemek için herhalde savruk ve karmaşa üslup
pek çok “sarsak kalem meşki” zevksiz saçmalıktan arındırıp beğenilecek
kısımlarını dikkatlice şeçkilemek gerektiğini biliyorum ve işte bu yüzden
sayfalara dalıp gittiğimde içten tedirginlik hissediyorum okurken. Hele şu
MÜJDE
bölümler (sh. 279-80, 350-1, 376-85, 387-8, 392-3, 400-1, 405-6 ve 476480: “… Hayret, bilimde olduğu kadar sanatta da bütün keşiflerin
Yol her şimdi derken gelmiş şimdiye
anahtarıdır.” / “Bir eserin içinde bir fikir, bir soyut düşünce bula
Şimdi de giderken geçmişim diye !
mayınca o eserden hemen ümidinizi kesmeyin. Ben Faust’da hangi
Kavuşmak güzelken geleceğime
fikri ortaya koymak istediğimi biliyor muydum sanki ? – Goethe*)
Belli sezgim içten nefesim müjde !
benzeri ilginç ve düşündürücü sözler hakikaten ne hoş, ne güzel !
****************************************************
ŞİİRCE
( Bkz. Vatan G. 15 Şubat 2009 / Pazar, sh. 5: “ www.livaneli.net ” Zülfü
1.
Livaneli , “Hayata dair ” / [email protected] : “Ben Türkiye’de
Şiir zevk
hep bunu gördüm / … Bu yazıyı yazıyorum ama yine de kökleşmiş alış
Aşk-meşk
kanlıkların değişeceğine dair hiçbir umut beslemiyorum. / Çünkü her şeyi
Sevgiden
irdelemesi gereken zihinler, önyargı bagajlarıyla hantallaşmıştır. / Kutsal
Dize’ler !
düşünme eylemi , tepkiler üzerine kurulu-dur. / Ayrıca “ bizden-sizden ”
2.
ayrımı çok sevilir.”) Ülkemizin iç barışı için bu perspektif çok önemli !
Bilinç ilginç
**********************************************************
İç dil sevinç
Benlik kim bilemezdim bildirmeseydi Rabbim ,
Uzun-kısa
Öz sırr-ı can nefesim “mesaj” vicdan idrâkim !
75
Birkaç mısra’
İçten en yakın sezgim “mârifetullah” haddim ,
Tarzıyla sevdik
Söz zor beyan hâletim “mürşid” Kur’an-ı Hakîm !
Kelâm “öz” cevher !
………………………………………………….
3.
Yüce Rabbim’in inâyetine sığınarak Kur’an âyetlerine yoğunlaşıp baştan
Eski üslûp “kadîm”
sona artık gönlümce tek kitap* üzerinde daha müdakkik çalışmalara ve
Yeni stil “modern”
gerçek huzur yoluna yönelmeliyim. Her nefes Kur’an irşâdına muhtâcım!
Bilgi-sezgi hep bir*
Kitap kavlince bil ,
“Eûzübillâhimineşşeytanirracim” ( Bkz. Sûre-i Nahl*, 16*98. âyet )
Gerçek yolum mahşer !
1.“Bismillâhirrahmanirrahim” ( 27*30.)
4.
2. “el-Hamdü lillâhi rabb-il’âlemiyn” … / Bilelim ki , ilk öz sûre-i Fatiha
Yüce Rabbim ,
tam ve bütün okunur, asla eksik okunmaz. Zira “seb’-u mesâni” anlamına
Vahy-i âyet
göre bu hususa bilhassa dikkat gerekir. / Not: Ayetlerde geçen kelimelerin
Örnek Kur’an
Kur’an nazm-ı celilindeki toplam sayıları hakkında bilgi edinmek isteyen
Belli gayet
Yaşamakça mündericatta mezkûr : “el-Mu’cem ül-Müfehres …” benzeri
Tam okutan
eserlerden araştırsın vesselâm! *********************************
İşte ilham !
(Bkz. Dinî Kavramlar Sözlüğü , Diyanet İş. Bşk. Yayınları / 589 “Kaynak Eserler / 31”
5.
Ank. 2006 ( e-posta: [email protected] ) Sh. 310: “İlham / … bunlar genel
Öz anlam
geçerliliği bulunan kesin bilgi kaynağı teşkil etmez ve dinî konularda delil olarak kullanı
Söz biçim
lamaz. Zira ilhâma dayalı bilgiler kontrolü mümkün olmayan subjektif bir nitelik taşır.”)
İç ve dış
vvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv
Kafiye ses
Uygun nefes
Nice hece
Güzel nakış !
6.
Tek akış
Tam bakış
İçten tarzım
Can nabzım
Yakarış !
7.
Şair-ruh şuur *
Renk-âhenk gönlüm !
Vicdan sonsuz nur *
Allah’tan ömrüm !
8.
Mesajım “barış”
Şiirce şimdi
İçten ürperti
Dış beden ölüm
İç ruh diriliş
Şöyle bir baktım
Mekânsız zaman
Ne varsa şu an
(“… bir nokta! Bakınca her şey … hele şu gökler aman ne korkunç boşluk !
Anladım sandım
Gördüğüm bu âlem ve sonsuzluğu düşünmek korkutuyor, çok korkuyorum
Dünya aldanış
düşünürken …” / Sanatçı Yıldız Kenter *- TV’deki bir canlı sohbetten …)
Şuur ruh herşey
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww
Bedensel “lâ-şey”
Yeni de eski
Hangisi yeni ?
76
Eskimiş hepsi
Hepsi yıpranmış !
9.
Şimdi hem herkes
Sor ki , hep bilir;
İsterse şayet
Düşünebilir !
10.
İlk söz öz gayet
Son kez zor şiir
Ruh-u can nefes !
Aklımca şaştım
Müdhiş görüntüm !
Sanki vicdanım
Mübrem öngörüm
Var ki , inandım
Şiirce haşyet !
11.
İçten sarsıldım ;
Gör , nice ibret !
İşte son sözüm ,
Ölümü gördüm !
(Bkz. Vatan G. 23 Nisan 2009 / son sh. “Günlük / www.tunakiremitci.com” :
Türkiye halkı ve İstiklâl Marşı // Bugün 23 Nisan ya , penceremden görünen
ilköğretim okulundaki tören provalarını dinledim bütün hafta. / Öğrenciler
her sabah “İstiklâl Marşı” nın on kıtasını baştan sona , bir ağızdan okudular. /
Tonlamalar yerinde, telaffuzlar yaşlarına göre güzeldi. Afacanlar belli ki epey
çalışmış. / Çocuk sesleriyle hayat bulunca , Akif ’in dizeleri bambaşka bir karizma
kazanıyor. İnsanın içini bir başka titretiyor. // İstiklâl Marşı’nı üçüncü sınıfta
baştan sona ezberlemiştim. Hem de üstüme vazife değilken. / Marşın okulda söyle
diğimiz gibi iki değil , on kıta olduğunu fark edince hemen öbür kıtaları da oku
muş ve şiirin gücüyle sarsılmıştım ; yarısından çoğunu anlamamış olsam da. /
Duyduğum , sonradan Yahya Kemal’den , Nâzım Hikmet’ten , Attilâ İlhan’dan
duyacağım o ulvî sesti. / On kıtayı ezbere okumayı başardığımda annemin gözle
rini yaşartan da oğlunun titrek sesinden çok , Akif ’in sesiydi zaten. //
Hâlâ müthiş bir şiir olduğunu düşünürüm “İstiklâl Marşı”-nın. / Güçlü imgeler ,
şahane bir ritim , her besteciyi coşturacak bir ahenk … / Ama müziğini bulama
mış maalesef. Üngör kendi çapında hoş bir şey yapmasına rağmen , “doğru beste
yi” yakalayamamış. İstiklâl Marşı , şiir bestelemenin ne yaman bir iş olduğunun
kanıtıdır. / Sonra “resmi” ve de “milli” olması , bizim gibi sol cenahtan beslenen
lerin onun edebi kalitesini zaman zaman ıskalamasına neden olmuş. / Ama her
büyük eser gibi , o da zamanla değişiyor, yeniden anlamlanıyor. Bence “millî
ÖZGÜN MÂRİFET
marş” olmasaydı da , (yine) bileğinin hakkıyla ölümsüzleşirdi İstiklâl Marşı. /
1.
Velhasıl , tören provası yapan öğrencilerin sesleri , bana şunu
Şiir edebiyat sanat sâniham
düşündürdü : “Türkiye halkı” olarak bugünlerde çok aradığımız
Söz zevk-i irşâdım mûcize Kur’an !
ortak ruh , belki de Akif ’in on kıtasının içinde saklı. Onu arada
İç dilce tenbîhat Allah*Hakk-ı tam
bir , taze gözlerle okumak lazım. ))))))))))))))))))))))))))))))))))))
Öz ders-i Kitâbım gönlüme mesaj !
2.
Aklım nur-u vicdan nükte-i îman
Mantık künh-ü hikmet tek konuşturan !
Rabbim ruh-u ilham zihinsel kavram
Tam özgün mârifet her oluş şu an !
HAK İŞTİYAK !
1.
Tek Rabbimiz’in vahyi gerçek bilinç cevheri
Kalbimizin iç dili işte duygu düşünce !
Bak her hücrenin ritmi içsel benlik şiiri
Gör nice can nefesi içten sonsuz söz nükte !
2.
Emr-i Kur’an âyeti Hak hakikat delîli
Allah’ın irâdesi şu kâinat düzeni !
Tek (“Kün fe-yekûn”) belli ruhum (“…min emr-i Rabbî*)
Cümle can endîşesi gönlüm nur-ruh özeti !
3.
İçten duy her ürperti hiss-i vicdan zevk şimdi
Zaman içinde hepsi “yakîn”- idrâk ölünce !
Oku-yaz hep sürekli keşf-i irfan şevk ilmi
77
Kur’an-ca yüzleş haydi Hak iştiyak ömrünce !
( Bkz.Vatan G. 26 Ocak 2008 /sh.14: İclâl Aydın “Hayat Güzeldir ”/ Güzel bir şey / Kimi görsem bugünlerde,
“güzel bir şey yaz artık” diyorlar … (Not: Bana da bunu en çok söyleyen genç dostum Jeoloji Müh.ve Bankacı*
Levent bey kardeşim’in içten dileğine ne mikyasta cevap olacak şu “Yaşamakça” çalışmalar, yararlı bir sohbet
tadınca alıntılar arasına serpiştirilmiş şiirlerden ibaret “tarz-ı kadim” meşk-i divan üslupta okunacak da acaba
gönül coşkusu uyandıracak mı ?! H.K.) Güzel bir şey yaz. / Haklılar aslında … Uzun zaman oldu burada neşeli
bir şeyler yazamadım. Hastalıklar, aksilikler, kazalar, şehir yorgunluğu , kış depresyonu … / Eh , her şeyi bir
kenara bırakın , ülkenin hali de pek mutluluk verici değil hani. Kötümserliğin pozitif olan karşısındaki ezici gü
cü her şeyi silip süpürüyor … / Her kelimenin , her adımın hesabını yapar oluyor insan … / Kötümserliğin, arka
sokak niyetlerin esiri oluyor … // Mesela … programında izlediğimde etkilenmiş, son derece insanca bir güdüy
le ziyaret etmek , ona mektup yazmak istemiştim. / Bunu gazeteci , oyuncu ve finansçılardan oluşan kalabalık
bir ortamda dile getirdim. / O gece herkes bir ağızdan “aman yapma” dedi , “yanlış anlaşılırsın , sakın !” / Oysa
o gece ekranda “hata yapmış olabilirim ama hayatımın ve özgürlüğümün kıymetini anladım” diyerek ağlayan
bir genç kadın vardı … Suçu , suçsuzluğu şuyu-buyu* hiç önemli değildi benim için o anda. Sadece onu mutlu
edebilecek , ona moral verebilecek , destek olabilecek bir şey yapmak istemiştim … / “Ağlayan her genç kadına
akan şu merhametin yok mu senin” dediler. / “Herkes ve her şey için üzülünmez, merhametten maraz doğar ”
dediler. / … dediler. / “Reklam yaptığını düşünürler ” dediler. / “Bir bağlantın olduğuna inanırlar ” dediler. /
Beni bir güzel demoralize(*) ettiler. Saf ve zararsız bir deli olduğuma inanmak üzereydim ki , kendime gelip
ortamı terk-ettim … // Dün sabah gazetelerde … serbest bırakıldığını gördüğümde pek sevindim. / O gece nasıl
üzüldüysem aynı duygunun karşılığıydı. Ki … bilumum organize hadiselere son derece uzak bir insanım. Belki
magazin sevdalısı yeni dünya düzeni içinde günümüz insanlarından biri olarak toplumsal bir sürü tepkisi ver
dim bilinmez … / Güzel şeyler yazmak istiyorum. / İstemez miyim ? / Ama artık biliyorum ki , yazdığım her
güzel şeyin kalabalık bir sorgulayıcısı var. / Ama artık biliyorum ki , bir kelebeğin ömrü kadar kısadır güzel şey
lerin ömrü. / Biliyorum ki , kötüye güzelleme akıl işidir şimdi … / Belki aklımdan zorum var. Ancak Tuba Öz
ay’ın köprüde arabasını durdurup haykırmasını kimimiz çok artistik , çok şu çok bu bulmuş olabiliriz ama ben
“güzel” buldum … / Yitirmediğiniz hiçbir şeyin kıymetini bilmeyen laklakçılardansanız, beni de büyük ihtimal
le “iyimser bir salak” olarak görüyorsunuz … / Allah sizi inandırsın ben de sizi “öyle” buluyorum !)
AŞK MEŞK-İ HÛ !
Belli işte (“ruh , Rabbim’in emrinden”)
Akıbet toprak değil mi şu beden ?
Bil ki , içten mesaj can nefesinden
Tam ibret duy-bak “aşk meşk-i Hû” zaten !
ANLIK GERÇEK
1.
İnanç can bahasına
İslam mücadelesi !
İlm-i vicdan aslında
Din tam dünya düzeni !
2.
Hak Kur’an anlamınca
Ahiret tek yol belli !
Bak şu an can nabzında
Anlık gerçek görmeli !
…………………….
İnanç can bahasına / Ahiret “tek yol” belli ,
İlm-i vicdan aslında / Anlık gerçek görmeli !
78
YOL HAKK’A !
Herkes ömrünce yolda
Düşünmez ahmak kafa !
Bilmez ölümden sonra
Yol “likaullah” Hakk’a !
GİZLİ ÖZET
Şu ömrümün en ideal şiiri
Birkaç sözcük gibi sevgi demeti !
Söz gönlümün içten hâl ifâdesi
Utanç büyük , gizli “iç dil” özeti !
HALVET HÂLETİM !
Hayatımın son demleri tenhâda
Yalnız kaldım tek Rabbim’le halvetim !
Dostlarımın sohbetleri hülâsa
Hatırâtım meşk kalbimde hâletim !
GÜNCEL ÖZ
1.
Bil ki , ideal şiir * işte şu cansoluğu
Ancak tek Allah bilir nice Kur’an yorumu !
Zikr-i “tehlîl” hâl “iç dil” (“lâ-ilâhe illâ-Hû”)
Susmak-konuşmak hep bir remz-i vicdan nur *ruh mu ?
2.
İçten duygu-düşünce evrensel gerçek korku
Nefes zikrim şiirce en güzel söz üslûbu !
Zaten yolum gönlümce can güncel öz tek konu
Mülhem meşkim iç dil’ce tam özel şuur ruhu !
İÇTEN MÂRİFET
1.
Kaç kez artık yetsin dedim yetmedi ,
Yolum mahşer ruhum yol izlenimi !
Gel-geç akl-ı nefs’sin ne mühlet belli ,
Sordum neler duydum ilginç her biri !
2.
Sence “mantık” kesinkes bilim dili ,
Böyle sözler “yorum” basit teselli !
Dinle artık her nefes zikr-i hafî*
İçten söyler ruhum mârifet zevkli !
DİN GÜNÜ*
Tek herkese denilecek mahşerde ,
Hayat bilançosu kitabın işte !
Net Din günü* belli gerçek , âyette ;
79
Ancak Kur’an oku , anlarsın nice ?!
HESAP-KİTAP
1.
Gün hep yirmidört saat
Dakika aynı nefes !
Yıl bunun nısfı vasat
Oniki milyon heves !
2.
İşte ortada hesap
Birkaç milyon cannefes !
Nice yıl hesap-kitap
Bir asır milyar heves !
3.
Nefesin ne hükmü var ,
Hesab-ı hâl en net , tek !
Herkesin ömrü kadar ,
Kitabı zaten gerçek !
SERVET DERT !
1.
Al-ver ilişkisinden
Zenginin derdi bitmez !
Yoksul dertli içinden
Dıştan gizler belirtmez !
2.
Var-yok çelişkisinden
Zengin-yoksul bilinmez !
Aç-tok kendi cebinden
Az-çok , yer-içer herkes !
3.
Kimi belli keyfinden
Kimi de hiç renk vermez !
Mütref-in servetinden
Haramsız lokma yenmez !
(… Dakika “ondört”-nefes! // Sabit doğru ölçüm , meselâ: At, “dört”;
insan “ondört” ve fare de “yüzelli” … Velhâsıl hesab-ı nefes zaten belli!
İşbu toplam: 14 x 60 olsa , ya da ortalama olası-hesabına göre ömrümüz
şaşmaz küsûrattan ibaret değil mi ? İşte tek gerçek emr-i âyet tam şu “ân-ı
seyyâle” can-nefes sanki idrâk-i beyân: “… kader-an makdûrâ / …” sonuç!)
(Mütref: refah-ı servetten şımarmış … / Bkz. 43*23. siyak-ı âyet: 24 ve 25.)
(Bkz. Nesil Takvimi , 08 Kasım 2005 / Stanislaw Leszenski* demiş ki: “Cimriler , kendilerinin ölmesini
isteyen insanlara servet toplayan kişilerdir.” / Bence bu söz şöyle söylenmeli : “Cimriler , kendilerinin
hem çokça biriktirip hem de çabukça ölmesini isteyen ve tezelden böyle hazır-lop para yahut mal-mülk
bekleyen hâin mirasçılarına servet toplayan enâyiler-dir.” esasında !
Ayrıca hep diyorum ya , takvim yaprakları bile çok şey öğretiyor okuyanlara! Meselâ: Nesil ,07 Kasım 2005
- Mücâdele sûresi , âyet: 10. “Allah iman edenleri yüceltir , bunlardan kendilerine ilim verilmiş olanları ise
kat kat yükseltir.”
Takvim yaprağının arka sayfasında: Şair Bâki (Büyük Divan Şairi ,1526-1600) “Sultan-üş’Şuarâ” / Şiir tek
niğindeki başarısı , A. Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle : “parmaklarının arasında dili biçim vereceği bir madde
gibi görmesi” diye açıklanıyor.)
Şiir tekniğindeki başarı , sanki parmaklar arasında biçimlendirilen bir madde gibi dili işleyebilmek !
80
OYUN-ŞİİR !
Gayet zor oyun “şiir ” düzensiz sözcük değil !
Satranç düzeni “iç dil” zihnin-de değiştikçe ,
Gayet zor oyun “-şiir” düzensiz sözcük değil !
Şah-mat tam usta kim“-bil” at-asker yenildikçe ,
Dikkat toy yandaş “vezir” güvensiz hödük rezil !
BÜYÜK GERÇEK
Sayılara sığmaz , tanımlanamaz ;
Büyük bir gerçeğin içinde insan !
Akıllar da almaz , farkına varmaz ;
Gördük ki , herkesin dilinde vicdan !
DEYİŞLER
Dilime kilit dişler , ağzım boş söz gevişler
Bak nasıl dizilmişler içten ne hoş şiirler !
Gönlümce ürperişler , cannefesim sezişler
Hak açık bilinç gizler hem “heme-z’ost” deyişler !
İÇTEN ŞİİR
1.
Haddini bilmez deli
Bilmez halt-ettiğini !
Kendini bilen veli
Gizler kerâmetini !
2.
Öz-ne’den cinnet dili
Bilmez söylediğini !
Söyleten hikmet belli
İçten söyle şiiri !
RABBİM’DEN HİTAP
1.
Ben nasıl lisan-ı Divanımca bak ,
Konuk geldim müddet-i ömrüm misâl !
Senden farksız sırr-ı hayatım ancak ,
Uçuk sezgim yol belli gönlüm minval !
2.
Nice cevapsız süâl aklımca hak ,
Gerçek bilgim tek kitap özüm iç hâl !
İşte izahsız meâl tarzım yazmak ,
Salt tek Rabbim’den hitap sözüm kural !
TEK HECE
1.
Ölmek gerek ki nedeni pek açık
81
Bedenim yıprandı eskidi artık !
Söz tek teselli “öz”-ne gerçek varlık
Nefesim mikdarı tez gitti sağlık !
2.
Yıllar yorgun dertli günler yaşadık
İşte güneş şimdi yine aldandık !
Yıldızlar gizemli ay mehtap ışık
Yol ne güzel hepsi âyet anladık !
3.
Demek hep belli yol gün-yıl pek anlık
Gözlerim pencere gönlüm uyanık !
Gerçek ki hepsi tam farkına vardık
Şiirim tek hece* ömrüm kadarcık !
(Bkz. Milliyet G. 5 Aralık 2008 / sh. 1: Çok çalışmak Alzheimer’a
neden olur mu ? / Yaşlı insanlar arasında görülen en yaygın
bunama türü Alzheimer , özellikle bellek kaybı ve davranış
değişiklikleri gibi yakınmalarla ortaya çıkar ; günlük yaşamı
ciddi şekilde etkiler. Ancak çok yoğun çalışmak , Alzheimer
riskini artırmaz ; aksine beyin’e egzersiz yaptırıldığı için bu
hastalıkta koruyucu etki yapar. Siz yine de yaşlanmanın bir
sonucu olarak kabul edilip önemsenmeyecek bulguların doğru
değerlendirilmesi için doktorunuza başvurmayı unutmayın.*)
*************************************************
OKURUM !
1. Kim ?
2. Ruhum ,
3. Bedenim ;
4. Duygularım ,
5. Düşüncelerim !
6. Aklımca yolcuyum ,
7. Zaman tünelindeyim !
8. Farklı hayata bakışım ,
9. Hep “başka dünya” arayışım ;
10.İşte makber , sonra mahşerdeyim !
11.Demek “kaderim” bu böyle bir yorum ,
12.Şiir diliyle kolay mı bunu beyan ?!
13.İç dil lügatım tek hece*şu cansoluğum ,
14.Mûcize eşsiz söz sonsuz zaten vahy-i Kur’an !
15.Nice kitabım “muhkem , müteşâbihat” te’vîlim ;
16.Baştan sona “hakikat” tam okurum , okutan Rabbim !
NEDİR ÖZ ZANNIM ?
Aslında şiir değil şu birkaç âhenksiz söz
İçten “iç dil” ibtilâ aklımca ağzım misâl !
Tek Rabbim bilir nedir ruh hicâb tevilsiz öz
Zaten bilfiil zira tarzımca zannım minvâl !
Hayata bakışım ve hakikat anlayışım malûmat talimatından ibaret teorik kıssa-i tarih hikâyemsi ilm-i mâzi
kesitleriyle değil bilakis zaman sürekliliğine göre gerçek oluşum mahşere dönük kaygıların kaynağı istikbal
hâl-i minval yönünde ve kesin nur-u Kur’an perspektifinde. Kahhâr-ı mutlak sonsuz müteâl Allah’a dönüş
şuurunda “likaullah” hakikatınca anlamlaşan her şu an varlık bilincimizdeki her şimdi işte eşsiz yüce Rabbi
miz’in kabza-i kudret takdîrinde. O tek yaratıcı gücün ve hükm-ü mülkün mutlak sahibi “Mâlik-i yevm-id’
diyn” Rahman-Rahıym Mevlâmız’ın rahmet ve şefkat kucağında âyet-i can her bir insan ! Sanki içinde yaşa
82
dığımız zaman akışına rağmen – ne hikmetse şu mûtad hâl-i gaflet! – tam farkında değil , çok kimse sebeb-i
cehaletten kinâye aymazlık uykusundan bu durum ruhsal vukuâta aldırmazmış gibi itidalli görünüyor dıştan.
Oysa herkesin iç âlemi nice endîşelerle dolu !
(Bkz.SİZ / Vücudunuzu ne kadar iyi tanıyorsunuz ? Kullanım Kılavuzunuz Daha Sağlıklı ve Daha Genç
Yaşamanız İçin bir Vücut Rehberi , Prof. Dr. Mehmet C. Öz – Prof. Dr. Michael F. Roizen , Koridor Yayın
cılık-İst. 2005 / sh. 22-23: “Siz Tıbbı yarı bilim , yarı sanat olarak düşünmelisiniz / … Sorunların nedenini
her zaman bilemeyiz; hatta ne anlama geldiklerini de. Vücudu daha iyi anlamak için … / Tıp , mitleri aşarak
somut bilimle desteklenen önerilere ulaşmamıza yardımcı olan ,kanıta dayalı karmaşık bir yöntemdir.Birçok
tedavi ve önlem yöntemi , bu kategoriye girer.Diğerlerine gelince; tıp araştırmanın sonuna ulaşmamıştır ama
ailemize ve dostlarımıza bir şeyler söylememizi mümkün kılacak kadar bilimsel kanıta sahibiz; bunları size
de anlatacağız.”
Sh. 23: “Yemek Yakıttır : … / Harici etkenler , içinizdeki faaliyetlerin akışını değiştirir. Vücudunuza soktuk
larınıza bağlı olarak –ne miktarda ve ne sıklıkta olduğuna da bağlıdır- yaşam tarzınız ve hissettikleriniz
değişir. / … yemeğin asıl nedeni , vücuda yakıt sağlamaktır ; sadece sizi enerjik , formda (tutmak) ve güçlü
kılmak için değil , aynı zamanda içsel yapınızı düzgün bir şekilde çalıştırmaya devam etmek için organları
nızın duyduğu beslenme ihtiyacını karşılamak için.Vücudun yiyecekleri nasıl bir işlemden geçirdiğini -vücu
dun içsel faaliyetleri de dahil olmak üzere- anlayamazsanız , yiyeceğin neden ve nasıl önemli olduğunu
da anlayamazsınız. ( … )”
Sh. 180: “ Mit mi , Gerçek mi ? Esniyorsunuz, çünkü yorgunsunuz! Aslında kısmen nedeni budur. Ama esneme
nizin teknik nedeni , vücudunuzun kandaki oksijen oranında yetersizlik görmesi , dolayısıyla daha fazla oksijen
alarak kana karıştırmak için esnemek istemesidir.Ama esnemenin neden bulaşıcı olduğunu biz de bilmiyoruz.”)
(Bkz. Sabah G. 24 Haziran 2007 / Yılmaz Özdil : “Mehmet Öz sendromu … ( … ) Geçen sene de yaşamış
tık , aynı krizi. Geldi Mehmet Öz. Bir elinde kitap , bir elinde fındık. Bunu oku , bunu ye ! İtiraf edeyim ,
okumadım … Ama yedim. / Hem de ne yemek … / Ayıptır söylemesi , ben … (!)” // Ayrıca ,Bkz. Zaman G.
06 Ocak 2008 “Pazar / Sh. 4” Ahmet Turan Alkan : “Yarı şaka , yarı tıbbî ! / … Tıbbiye’den ara-sıra hekim
çıktığının en bâriz misâllerinden birini teşkil eden (… Dr. Osman Çelikoğlu ,“Yarı Şaka ,Yarı Ciddi” isimli
kitabın yazarı. / Ahid Yayınları , Şahinbey-Gaziantep; 0342 231 52 23 / … bu kitap, yazarının ifâdesine göre
ilk baskısını ama üçüncü yazılışını idrak etmekte ! Kitabını , mizah türünde açılan bir yarışmaya gönderen
Dr. Çelikoğlu’na yarışma jürisi , “Hâtıra türünde çok güzel fakat mizah dalında yeterli değil” diyerek ilk ona
bile almamış. Bu bilgiyi bile kitabının önsözüne koymaktan çekinmeyecek derece özgüven sahibi olduğu an
laşılan doktorumuzun kitabını bir çırpıda okuyup bitirdikten sonra , kendisine “hariçten jüri üyesi” sıfatıyla
geçmiş olsun diyor ve –kusura bakmasınlar- o jürinin biraz haltettiğini düşünüyorum ! / Kitapta sağlık mese
lemizle ilgili gayet ironik ama maalesef doğruluğundan şüphe duyamayacağımız örnek-olaylar yer alıyor.
Bunlardan birini daha anlatırsam , okuyucularımız herhalde “kitabın tamamını okuduk; almaya , arayıp bul
maya gerek yoktur.” diye düşünmeyeceklerdir; koca kitap bu , 120 sayfa. Daha neler var neler… / Ayaz diye
bir köyden bahsediyor Dr. Çelikoğlu. ( … ) Osman Çelikoğlu’nu bu latif eseri kaleme aldığı için tebrik ede
rim. Kendisine nâçizâne tavsiyem ,bu defa hâtıralarını yazmaya başlamasıdır. Söz konusu jüri ,belki bu defa
yazdıkları (-nı) “mizah”-a meyyâl (*güldürüye yönelik / H.K.) bulabilecektir !” )
CAN DARDA !
Dünyada nice tür mahlûkat varsa ,
O kadar çok cins-mîzaç insanlar da !
Açıkça görünür davranışlarda ,
Oysa “var-yok” ihtilâc-ı can darda !
Can daralsa o an dar gelir dünya ,
Korkarsın aynadan ürpertir rüya !
HAYVAN-SEVER (!)
Ey yoz , sözde merhamet simsarı hayvan-sever ;
Hep “büyük balık , küçükleri yutarken”-kurtar !
Artık kent’te her yer serbest tam hür salma-itler ;
Sanki köyden de beter , ne rahat ne huzur var !
83
RUHİYAT
1.
Tefehhüm hiss-i idrâk
Tefekkür ruh hakikat !
Düşünmek yorumsamak
Anlamak için hayat !
2.
Kitabullah vahy-i Hak
Açık kelâm-ı hitap !
(“Zâlik-el’kitab…”) ancak
(“lâ-raybe fîh”) hakikat !
3.
Arz-ı semâvata bak ,
Gör renk-âhenk kâinat !
Tarz-ı mülâkat sorsak ,
Görmek gerçek keşfiyat !
4.
Tam ruhuyla okumak
İşte Kur’an net cevap !
Can nuruyla konuşmak
İçten lügat tâbîrat !
5.
Akl-ı vicdan insiyak
Nice mülhem hissiyat !
Aşk-ı irfan iştiyak
Rabbim öz hem söz bizzat !
6.
Evrensel “mîsak” kitap
Böyle meâl * ruhiyat !
Ne güzel “mesaj” idrâk
Gönlüm misâl sânihat !
HÜLASA-İ HAYAT:
(-DERUNİYET’İM !
1.
Can “nefes-i niyaz” zamîr-i lisan ,
Öz nefha-i ruh hem hakikat dersim ;
Söz zaten ilk âyet “elhamdülillah !”
2.
Eşsiz “Samed” Yüce Rabbim ,
Mühlet-i dem ömrüm misâl !
Lahzacık kıyamet hem-an ,
Can “nefha” hem müdrik cihan ;
Nice cevher ruh heykelim !
3.
Öz vicdan nur-i inâyet ,
Salt tecelli-i hidâyet !
Tek “Mutlak” Kudret-i Rahman*
Ancak Kur’an-ca (“…illâ-llah” )
Hakk* tam “Mâbûd-u Müteâl”
Lütf-u keremiyle Rahıym*
Muhammed (*) tarîk-ı penah ,
Nitekim Mürşîd-rehber’im !
4.
Meşk-i feyz “zeban-i hâl” mahrem mizac ,
Tam Meâl* evrensel (“elhamdülillah !” )
Hülâsa-i hayat ders-i istirşad ,
Demekki “imtihan” nükte-i hâlet ;
Tefekkür ruh , hâmûş şuur şiirim !
5.
Mecaz-i hakikat tek gönlümce net ,
“Dünya* mezraat-i âhiret” bilgim !
Madem “ www.yasamakca.net ” ders-i ibret ,
Aşk-ı Mevlânâ’ca* derûniyet’im !
Düşünüyorum da acaba neden / Nükte-i idrâk kim mahrem ruhiyat ?
// Bursa , 06.06.2010*)
Rabbim mülhem şiir şuurum içten / Namus-u vicdanım iç dil sânihat !
******************
YOL , ALLAH’A !
1.
Şu anlık nefes-i can bedelini ,
Bilmem ki insan nasıl ödemeli ?!
İnsanlık bilse vicdan değerini ,
Mülhem dil irfan*-akıl söyletmeli !
2.
Sözler aklın süzgecinden geçmeli ,
Niyet “duru düşünce” üretmeli !
Öz her nabzın nefesinden seçmeli ,
Hikmet dolu gönlünce ücret belli !
3.
Tek Kur’an düstur-u hayat modeli ,
İllâ Hakk’a tam tevekkül* öz emri !
Hep şu cansoluğu* fırsat görmeli ,
… Sh. 86’dan devam: “( … ) Son olarak söylemek istediğim şudur :
Bazıları tarafından sahih denilen , diğer bazılarınca sahih olmadığı
iddia edilen bir kısım hadisler bize kadar gelmiştir. Öyleki bu hadis
ler Müslümanların yenibaştan toparlanmasının imkânsızlığını ortaya
koymaktadır. Halbuki bizler uyanış uğruna çaba sarfediyoruz. Meselâ
“ … ” hadisini ele alalım. Buna göre … / Bu mâkul mü ? Yani … /
“ … ” hadisi de böyledir. / … ve hilâfet sona ermektedir. Daha sonra
Emevîler yönetime gelip krallığı (saltanat*) başlatmış, böylece İslâmcı
hareketin “sahâbe ve hilâfet dönemine dönüş” sloganını bugüne kadar
kullanmasına neden olmuştur. Her sonraki dönemin değerinin azaldığı ,
84
Yol , Allah’a ; gönül özümsemeli !
GÜL TEBESSÜM*
başka bir deyişle kendimizi aşağıda gördüğümüz bu tür bir tarih tasav
vuru ile kalkınmamız ve ilerlememiz mümkün müdür ? Halbuki yarı
nın bugünden , bugünün de dünden daha faziletli olduğu sürekli bir
(“Bilir misin nasıl ölür Müslüman son ânında ,
Âniden bir gül-tebessüm* belirir dudağında !”-M. İkbal*)
ilerleme düşüncesine sahip olmalıyız ki kendimize güven duyabilelim.
Her ne ise, sözlerime son verirken derim ki , yeni kelâm (İslâm düşün
cesi*) âlimi eski kelâm ilmine, onun tarihte ortaya çıkış şartlarına ve
eski sorulara verilen farklı cevaplara bir daha göz atıp alternatifler ara
sında seçim yapmalıdır. Çünkü belki Eş’ariyye* geçmişe, Mu’tezile*
ise bugüne; Eş’arî’nin kesb teorisi* geçmişe, Mu’tezilîlerin halk-ul’
ef’âl görüşü* bugüne; imâmetin Kureyşliliği* geçmişe, imâmetin her
kavme şâmil oluşu* bugüne daha çok uymaktadır. ( … ) Şimdi eğer
ben Hilâfetin Kureyşliliği hadisinin sıhhatini reddedersem Mu’tezilî
ya da Hâricî mi olurum ? Çünkü Kureyş ve Emevîler hilâfetin ellerin
den çıkıp gideceğini görünce Hz. Peygamber’in , “imâmet Kureyş’ten
dir.” -dediğini iddiâ ettiler. Buna karşılık da İranlılar ilmin kendilerin
de olduğuna dair “ilim İran’da-dır.” ve (Bkz. Elmalılı Tefsiri *) “eğer
ilim Süreyya yıldızında dahi olsa bir İranlı mutlaka ona ulaşır.” hadisi
ni ortaya attılar. Mu’tezile güç kazanmaya başlayınca da onların aley
hinde “Kaderî-ler bu ümmetin Mecûsileri-dir.” hadisini uydurdular. Şu
halde bu tür hadisleri , siyasi fırka ve rejimleri yüceltmek için kelâm
YORUM YOLUM BELLİ !
âlimlerinin bazen kullandığı bir silah olarak görebiliriz. / Ben derim ki ,
1.
bu konuları araştırıp alternatifler arasında tercihler yapmamız, sonra da
Doğup batan güneşlerin altında
toplumun bize yönelttiği yeni sorulara yeni cevaplar vermemiz gerekir.
Geçip gitti yeniden bir gün daha !
Eğer bunu yapmasak , şu günlerde … olaylar meydana gelecektir.
Korkunç zaman yüreklerin nabzında
Bilindiği gibi eski kelâm ve fıkıh ilimlerinin tekrarlayageldiği bir
Fark ettin mi tam içten ömrün lâhza ?!
selefî söylem halen de mevcuttur. (sh. 323: “… diyorum ki , insan ,
2.
yeni sorulara eskilerin cevapları arasında , yeni cevaplar bulmak
Nice gece gündüzlerin ardında
için eskinin alternatifleri arasında seçim yapabilir ve Mu’tezile ya
Dünya dönecek gelecek gün başka !
da daha başka görüşlere başvurabilir. Eğer bunu yapamıyorsa , da
İşte böyle görüş derin aklınca
ha cür’etkâr olan*, asrın sunduğu bu yeni sorulara yeni çözümler
Rüya öz gerçek söz bellek tek anla !
üretebilir. / Zaman zaman siyasî maksatlar için “fırka-i Nâciye”
3.
hadisi gibi bazı hadisler uydurulur: “Ümmetim yetmişüç fırkaya
Yorum “tarz-ı kadîm” bilinç aslında
ayrılacak , ancak biri dışında hepsi cehenneme girecektir.” Akıl
Şimdi tarih hakikat Kur’an ayna !
bunu kabul eder mi ? Nitekim İbn Hazm* bu hadisin sıhhatinden
Yolum aşk şiirim “iç dil” nazmınca
şüphe duyar ve İslâm’ın ruhuna uymadığını söyler. / … mâkul mü ?
Belli hâlim sânihat şu can mevtâ !
Kaldı ki , bir başka hadiste “ümmetim yanlış üzerinde ittifak etmez”
deniyor. ( … ) O halde diyorum ki , biz şu anda birliğe daha çok ih
İLK DOĞRU
tiyaç içindeyiz. O yüzden “Ashâbım yıldızlar gibidir , hangisine
uyarsanız hidâyet bulursunuz.” hadisine uyarak ictihatları teşvik et
Ruh-u vahdet tam şuur-u uhuvvet
meli , toplumu çoğulculuk ve ictihad ruhuna yeniden döndürmeye
Din-i İslâm “birlik” kardeşlik yolu !
çalışmalı ve bunun için farklı değerlere sahip ekoller, çeşitli kelâm
Huzur-bahş ortam şu nur ruh-u kuvvet
mezhepleri ve değişik felsefi akımlar oluşturmalıyız ki , tekfir etme
Belli devlet “dirlik” gerçek ilk doğru !
den ve doğru yoldan saptıklarını öne sürmeden insanları tekrar icti
had* yapmaya sevkedelim. / …”) Meselâ “var olandan daha mükem
Din-i İslâm “birlik”-kardeşlik yolu ,
meli mümkün değildir ” ifadesi … / … Laik söyleme gelince ,
Belli devlet-“dirlik” gerçek ilk doğru !
… ve anayasal bir toplum oluşturmamız gerekir. / …” )
TEZ ANLA !
1.
Bu ümmetin sancısı
İctihad* ihtilâfı !
Müminlerin ahlâkı
Hakikat inkıyâdı !
2.
İrfan* Kur’an irşâdı
Tarih hayat aynası !
Vicdan* insan fıtratı
İç dil* Allah sanatı !
3.
Kim düşünmez zamanı
Anlayamaz hayatı !
Bu günün tez sonrası
Anla , kalmaz dünyası !
85
İDRÂK-İ DİN
İdrâk , Kur’an nurunca irfan-ı din hakikat !
(…)
İman “Allah yolunda” cihad niçin tahşîdat ,
Söz-sohbet olmayınca insan olur mu dil-şâd ?!
İrfan Kur’an nurunca idrâk-i din hakikat ,
Öz “Saadet Asrı’nda İslâm” şuur-u irşâd !
( Bkz. Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm (4 Cilt):
“Dünyada ilk ve tek”… “Peygamberimizi sevmek O’nu ,
yaşadığı dönemi ve getirdiği mesajı öğrenmekle başlar.”
www.ensarnesriyat.com.tr // [email protected] )
BEYNİN EVRENİ
1.
Dil , Din’in belkemiği
Kültür ruhumun beyni !
Rabbim’in vahy-ettiği
Kütüb-suhuf* sözleri !
2.
Tek gerçek Kitab* belli
Muhammed(*)son elçisi !
Tam örnek Kur’an dili
Mûcize söz “tehaddî !”
3.
Beden nefsin menfezi
Can nefes âyet şimdi !
İçten beynin evreni ,
Tam serbest düşünmeli !
… (Bkz. İslâm Düşüncesinde / Yeni Arayışlar-1, Rağbet Yayınları:10
İst. 1998 / sh. 307-326 : Kelâm İlmi ve Bugünkü Konumu “konferans”,
İRŞAD-I KUR’AN
Prof. Dr. Hasan Hanefi – “Çev. Dr. M. Sait Özervarlı” // Devamı: 84 *
********************************************************
Kafanın çapına bak , bir de şu kâinata ;
İdrâke nasıl sığar sonsuzluk hakikatta ?!
İrşâd-ı Kur’an ancak şuura yol açmakta ,
Vahy-i beyan açıklar ruh-u îman nuruyla !
Hayat tarzımız zaman-ı hâzıra ahvâline gelişigüzel intibak kabiliyet-i insiyakımızca elâlem mûtadına ve top
lumsal sürü ruhiyatına uymakla anlamlaşmaz zinhar! Rabbimiz Allah (c.c)’ın nice mûcizat takdirâtınca akl-ı
vicdan nâmus-u şuur ruhuyla anlaşılan ancak Kur’an nazm-ı vahyinde beyan olunan “nevahî ve evâmir” âyâ
tından ibaret din-i İslâm , meşîet-i fıtrat tabiatta câri kavânin “sünnetullah” realitesine ayak uydurmak yani
şu hakikat dünyamızı ille de meâl-i Kur’an nükte-i âyet tarz-ı nazarıyla okumak ! Kendi “iç dil” lügatını hele
dış lisan hakikatıyla anlatmak , gerçek “künh-ün’nefs” sorumluluk kavrayışınca Allah’a kulluk görevimiz dı
şında başkaca anlamda yorumsamak anlayışını yansıtıyorsa “saçma / abzürt” değil mi ? İşte herkesin “nef
s-i emmâre” hiss-i insiyak aklına göre değerlendirmesi de böyle abes / saçma düşünceler kadar ruhsuz ve za
ten şuursuzca ! Hem her nefes hoşlandığımız hâlde boş mu şu muammâ kâinat ve boşuna mı bu hayat-ı dün
yada yaşamak ?! Ancak Kur’an irşadından yoksun nadanların tarz-ı hayatından ibaret şuursuzluk hem hep
beyhûde hem de ne kadar anlamsızca onursuzca ve uğursuzca boşuna ! Yüce Rabbim , Kur’an irşadıyla
zevk-i irfan nur-u şuuruna erdirsin!
ZEVK-İ İRFAN
1.
Şuur ruh-u hakikat ,
Tam meâl-i Kur’an-ca !
86
Şiir mülhem hissiyat ,
Tarz süâl-i cevapta !
2.
Boş mu şuûn-kâinat ,
Tek kim O ki vicdanda ?!
Yok mu şuur-sânihat ,
Şiir zevk-i irfanda ?!
Demekki şuur , ruh sünûhatınca zevk-i irfan anlamında. Şiir de “iç dil” lügatınca duygusal düşünce olarak
kitab-ı kâinat şuûnundan nur-u şuura yansıyan “noktacık nükte” mecazında. Ancak tek O ki ,(“… illâllah”)
Hakk-ı Bâki içten iç sırr-ı tevhîd derûniyetiyle nitekim idrâk-i vicdanda! Mülhem hissiyat tarz süâlin cevabı
işte şiirimsi ihsas-ı ruh hakikatıyla anlık kavrayış şuur-u hikmet tam meâl-i Kur’an-ca (“… ancak Allah!”)
Hakk-ı hakikat tek O! Ruh-u şuurca ancak tek O var ! O yüce Rabbimiz zaten nur-u vicdan nükte-i irfan ola
rak kalbîn-şiir*rikkatince nefes zikr-i(“Hû”) can nabzında açık kanıt tek Allah*hakikat tam mutlak! Aklımca
ararken nitekim müdrike-i beşere enerji veren ve zihinsel melekeyi işlettiren kim? Mülhem mefhûmat tarz-ı
tefekkür ruh-u vicdan “nur-u iman” nazm-ı Kur’an-ca can nabz-ı nefes sırr-ı niyaz zaten O ki , “iç dil” şiirin
de derinleşen nükte-i irfan “anlık kavrayış” şuurunda buldum ; meâni-i mefhûmatınca özünü düşündürüp
bulduran kim ?
SÖYLE , KİM ?
Arasıra içim uyandıkça anlıyorum :
(78*1-2. “Amme yetesâelûn*An-in’nebe-il’azıym”)
Gerçek Kur’an bilgim , tam aklımca canlı yorum ;
Söyle, nereye yolun ; kalbine hükmeden kim ?
Bkz. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (Milliyet) Cilt 1 / sh. 401-2 : “ALLAH; Kur’an-da (2819)
kez geçen sözcük , yalnız Müslümanlarca kullanılır. ( Zümer sûresi , 39 / 3. âyet: “Gözünüzü açıp kendinize
gelin ! Arı-duru DİN yalnız ve yalnız Allah’ındır. / …”) Kur’an , putperest Araplara “müşrikler ” diye
çıkışırken , Hıristiyanları (“İsa , Allah’ın oğludur.” / “Allah , üç’ün üçüncüsüdür.” : 5 / 73 ; 9 / 30.) ;
Yahudileri de (“Üzeyir , Allah’ın oğludur.” : 9 / 30.) dedikleri için eleştirir.
Kur’an-da “Allah” kavramı , bilgi ve düşünce düzeyi ne olursa olsun , her insanın kavrayabileceği sadelikte
sunulmuştur. (Bkz. 112 / 1-4 ; 57 / 1-3 ; 6 / 103 ; 2 / 155 ; 41 / 54 ; 2 / 186 …) Kur’an-ın bu öğretilerine daya
nan Müslümanlar için “Allah” ; vardır , birdir. Zatı , sıfatları ve fiilleri ile ezelî ve ebedîdir. Yaratılmışların
hiçbirine benzemez. Kendiliğinden vardır. Herşey O’na muhtaçtır. Her şeyi kuşatmıştır. Duyar ve görür. Bi
zim bilmediğimiz bir içerikte konuşur. En güzel ad ve sıfatlar O’nundur.Kusur ve noksanlıktan münezzehtir.
Rahmeti ve şefkati her şeyi kuşatmıştır ; ancak ,azabı da çok çetindir.Zulm-etmez.O’nun Kur’an-da bildirdiği
bütün bilgiler haktır , doğrudur. Buyurdukları , iyi ve yararlı; yasakladıkları , kötü ve zararlıdır. O’nunla kul
ları arasına hiçbir varlık giremez. Allah hakkındaki bu inançlarıyla Müslümanlar ,bütün inkârcı düşünceleri /
dinsel-felsefî sistemleri reddederler. / …
Kelâm biliminde : (1. Selbî sıfatlar : Vucûd , Kıdem , Bakâ , Vahdaniyet , Muhalefetün lilhavâdis , Kıyâm
binefsihi ; 2. Zatî sıfatlar : Hayat , İlim , Semi’ , Basar , İrâde , Kudret , Kelâm ve Tekvîn ; 3. Fiilî sıfatlar :
Halk , Terzîk , İhyâ , İmâte , İnşâ , İbdâ , İfnâ , İnmâ , Tasvîr ( … ); 4. Haberî sıfatlar : Bazı müteşâbih kavram
lar. Maddî ve beşerî nitelikleri anımsatıcıdır. ) Bütün bu sıfatullah hakkında bazı açıklayıcı âyetler :
2 / 163 ; 4 / 164 ; 6 / 59 ; 25 / 58 ; 42 / 11; 55 / 26-7 ; 57 / 1-3 ; 62 / 1; 112 / 1-4 ; Bütünüyle Kur’an âyetleri
nin içerik konusu özünde zaten Allah vahyinin öğretisi değil mi ?
Eklektik (uzlaştırıcı) bir yöntem izleyen Ehl-i Sünnet (Selefiyyûn , Eş’arîler ve Maturidîler)’e göre ise,
87
KUR’AN “kelâm-ı lâfzî (Mushaf , yazı , sözcük , harf … vb.)” olarak “mahlûk” yaratılmış ; “kelâm-ı nefsî
(mana ve içerik)” olarak “kadîm ve ezelî / gayr-i mahlûk” olduğuna dair hükm-ü itikad doğrudur. Bu tartış
malar … / “irâde-i külliye ve irâde-i cüz’iyye” ikileminde ciddî tartışmalara yol açmıştır. Ancak , kuramsal
tartışmalar ne yönde gelişirse gelişsin , tarih boyunca Müslümanların inancında , Allah; sınırsız bilgisi , gü
cü ve irâdesiyle bütün âlemin , bu arada insanın bütün eylemlerinin ortaksız yaratıcısıdır. (55 / 29 ve 85 / 16)
… / Selef* denilen ilk İslâm bilginlerince “yedullah , vechullah , rahmet , gazap , kabza , cenbullah …” gibi
bazı müteşâbih-ler * maddî manada anlaşılmamakla birlikte te’vil de edilmeyerek ; “bu sıfatlarla Allah ve
Peygamber ne kasdettilerse odur !” denilmiştir. Bu arada “Mücessime” ya da “Müşebbihe” denilen azınlık
taki bazı kelâmcılar , bu sıfatlardan hareketle “antropomorfist(insan biçimci)” bir Tanrı anlayışını savunmuş
lardır. Daha sonraki “müteahhirûn” kelâm bilginleri ise, Haberî sıfatlar’ın yorumu konusundaki suskunluğun
halk inancında Allah’ın –hâşâ- cisim (gibi) kabul edilmesi “tecsîm” ve yaratılmışlara benzemesi / benzetilme
si “teşbih” yanılgısına yol açabileceği kaygısıyla bu sıfatları , Arap dilinin kuralları çerçevesinde te’vîl etme
gereğini duymuşlardır.” / Meselâ : Allah’ın eli “yedullah” hakikatte “Kudretullah” ve “vechullah” ise ,
ezelden ebede bizâtihî eşsiz tek Allah’ın sonsuz varlık bekâsı demektir. (H.K.)
(Bkz. Tam İlmihâl / Seâdet-i Ebediyye “Altıncı Baskı” , Hazırlayan ve neşreden: Hüseyn Hilmi Işık*
1911- 2001 / Işık Kitabevi- İst. 1968 / Sh. 902-985: “… adı geçenlerin hâl-tercemeleri” yine, 986 “… adı
geçen kitâblar ” ve 991: “… Fihristi” / İçindekiler.) Her konuda başvurulacak kapsamda bir kaynak !
RUH* KİM ?
İnsanı düşündüren ne beden ne de evren
İçten dıştan gözeten (“Rabbim’in emrinden”) ruh !
Zamanı dönüştüren ölümden öte hemen
Bilsen vicdan öz zaten kalbim iç dil* derken sus !
Gönlüm şiirim zihnen nazm-ı nabzın zikrinden
Söyleyen kim , söyleten ; hatmimi dinlerken sus !
SONSUZ DOĞUŞ
1.
Sor “fıtrat ilmühâlim” mahzâ ,
Tek her benlik öznel yolcu ya !
Gönlüm ayna sırrınca rüya ,
Bak tek gerçek ilk öz ruhunda !
2.
Yol “sırat-ı müstakim” olsa ,
Hep iyilik güzel doğru-ya !
Ölüm sonrası başka dünya ,
Hak sonsuz doğuş şuurunda !
İNANÇ
1.
Rabbim , mülhem kavrayış
Şuur “iç dil” şiirim !
Vecdim şu dem yakarış
O-nur “bilinç” nitekim !
2.
İçsel lisan canlı dış
Şiir ruhiyat derdim !
Meâl-i Kur’an bakış
88
Şuur hakikat sevgim !
3.
Tek nabz-ı can arayış
Şiir içten nefesim !
Net tarz “vicdan” anlayış
Söz dil inanç öz sezgim !
HİSS-İ HÂL
1.
Öyle bir söz olsun ki , içim özünü duysun ;
Açık Kur’an meâli , nice evrensel irfan !
Söyle gönlüm söz belli , içten özünü duydun ;
Artık sus, cannefesi işte tek güncel beyan !
2.
Şiir ruhumun dili “lisansız niyaz” suskun ;
Şimdi “öz” düşünce mi , irticâl insiyaktan ?
Şuur sonsuz ürperti “vicdan” hakikat duygun ;
Belli “söz” özgün sevgi , hiss-i hâl iştiyaktan !
Daha çocukken bir gün … Ne zaman , nerede ve nasıl ? Aslında pek hatırlamıyorum da. Fakat düşününce
hemen anımsıyorum sanki hiç unutmadım ya da unutamadım muhtemelen. İçimi ürperten o an ki ,“ilk kozmik
korku” unutulmaz bir anı. / Belki içimdeki bir sıkıntı nedeniyle gezmek ve ferahlamak için kırlara çıktım.
Mevsim bahar renklerinden her yer yemyeşil çayır-çimen ve biraz yaz sıcakları başlamış da toprak kokusu
sarmış her yanı. İşte yerlerin neminden buharlaşan ne güzel bir yaz serabı ve baharın sonunda tam kır havası!
Sırtüstü uzanıp çayırlara yattım. Gözlerim masmavi semâvat derinliklerine dalıp gidiverdi birden. Göklere
bakarken donuklaştı hayâl-havsalam! Aniden altüst oluverdi hakikat dünya aklım. İşte tam o an sanki idrâkime
sığmayan dünya sonsuzca anlamsız boşluk ve yokluk gibi irkiltti içimi!Yokluk gibi görünen boşluk kesinkes
sonsuzlaşıverdi ve sonsuz boyutlar karşısında aniden çıldıracaktım. Evet, tam çıldıracak gibi irkildim içimden!
(Bkz. 67*3-4. âyet) İşbu çocuksu korku mu yoksa akl-ı vicdan nur ruh-u can şuurumu kuşatan nükte-i haşyet ?
SERT ŞOK
Dünya hayat boş sanma ,
Bak ne yok ki içinde ?!
Hakk’a ortak yok asla ,
Aşk sert şok bilinçsizce !
Madem bu müthiş gerçek göz önünde ve hep gönlümde böylesi “iç ürpertici” bir realite iken …Ya neden
çıldırmıyor insan ?! Nitekim şimdiye dek koruyan kim , meselâ an be-an şu şuur ruh-u aklımı ? İnsan nasıl
unutur , Rabbimiz’in nice nimet-i inâyet tam müdrik kalbin nabzınca canlı aklımızın nur-u şuur ruh hakika
tini ?! İçten duymaz ve hiç düşünmez mi misâl-i aklın vicdan idrâkince gönül derûniyeti işte içsel ve dışsal
görkem şu canlı âlem muhteşem muammâ ?!
Ayetler ışığında aklını kullanmaz da evrensel gerçeklere aldırmazca yaşarsa şu insan nasıl hayret duyacak
bütünüyle hayat sahnesinde değişen haller ve keyfiyetler karşısında acaba bu minval zaman-mekân mûcizatına
bakarak korkunun duygusal kaynağını niçin içindeki ilhamıyla algılamaz ve doğru yorumlayamaz mı yoksa ?!
Madem “mâbud-u bi-l’hak” hakikat tek Kudret-i Mutlaka sonsuz Zat-ı Müteâl Allah … Ancak O’nun hükm-ü
mülkünden gayri kim var ki , işte doğru düşünce ve duygusal coşkuyu yönlendiren hâlet-i hayret ?! Dehşet
düşünce , haşyet duygumuzca !
89
(Bkz. Vatan G. 26 Ocak 2008 / sh.13: Yapay canlı için dev adım / Felaket mi , umut mu ? / Dünyanın en ünlü
genetikçisi olan Craig Venter , bazı kesimler tarafından insanlığın kurtarıcısı , bazıları tarafından ise “Tanrı’yı
oynayan bir çılgın” olarak kabul ediliyor. Bu nedenle Venter’in yapay DNA dizilimi üretmesi de bilim dünya
sında büyük yankı buldu. Bazı bilim-adamlarına göre yapay canlılar insanlığın hayatını kolaylaştıracak. Yapay
bakterilerle hava kirliliği ortadan kalkacak hem de çağımızın belası küresel ısınmayla mücadele edilebilecek.
Daha çevre-dostu biyo-yakıtlar üretilecek. Ancak bazı kesimlere göre yapay canlılar , biyolojik silah olarak
kullanılabilir. Dünyada yeni hastalıklar üretilmesine neden olabilir. // Craig Venter’ın laboratuarda geliştirdiği
yapay bakteri’nin patentini almak için başvurması büyük tartışma yarattı. Etik dernekleri “Bu teknolojiyi bi
len tek kişi Craig Venter. Nükleer enerjiyle ilgili tüm sırların tek bir adamın elinde olduğunu düşünün. Bu riski
göze alır mıydınız ?” eleştirisini getiriyor.// Mycoplasma genitalium yaklaşık 580 gene sahip bakteri … İnsanın
DNA dizilimi’nde ise 36 bin gen var. / DNA: Canlının bütün özelliklerini taşıyan genlerden oluşan ve her hüc
rede bulunan molekül. Uzunluğu yaklaşık 2 metre. // GEN: Göz, saç rengi gibi kalıtsal özellikleri belirleyen
en küçük molekül. // Yapay yaşamın ilk adımı % yüzde 20’si yapay kromozomlar’dan oluşan bir hücre yarat
mak oldu. Böylece ilk kez “yarı yapay” bir hücre üretildi. ( Bkz. Yeni Lügat / “Hücre: Oda , odacık. Hüceyre*
En küçük canlı varlık. Canlı varlıkların en küçük yapısı. // Hüceyre: Hücrecik. Canlı varlıkların veya nebatların
vücudunu teşkil eden küçük küçük odacık halinde ve içi vücuda lüzumlu madde ile dolu hücrecik. En küçük
canlı parça* Küçük delik ve oyuk. // Hücerât-Hüceyrât: Hücreler, hüceyreler ; gözler, odacıklar. / hücrecikler ,
küçük odacıklar.” ) Bilim adamları dün de göz renginden hastalıklara ,yaşamın tüm sırlarını barındıran DNA’yı
laboratuvar ortamında oluşturdu. // Şimdi ise bu yapay DNA hücreye nakledilecek ve tamamen yapay bir hücre
oluşturulacak. Bu hücrenin , diğerleri gibi çoğalması bekleniyor. // Daha önce sadece beyazperdede ya da bilim
kurgu kitaplarında gördüğümüz bir şey daha gerçek oluyor. ABD’deki Venter Enstitüsü*bilim adamları ,sadece
kimyasal maddeler kullanarak yapay bir canlı yaratmak için dev bir adım attı. İnsanın genetik haritasını çıkaran
ilk bilim adamı olan Craig Venter liderliğindeki ekip, laboratuarda ilk kez bir bakterinin sentetik yani -sun’î- /
yapay DNA dizilimini oluşturmayı başardı. Aralarında Nobel ödüllü genetikçi Harold Smith’in de bulunduğu
ekip, geçen yıl yapay canlı için ilk adım olan yapay kromozom ürettiklerini açıklamıştı. Kromozom ,yaşamın
en küçük yapı-taşı olarak tanımlanıyor. Bu kez de bir bakterinin genetik kodu yeniden yazıldı. Basit bir gen
yapısına sahip Mycoplasma Genitalium adlı bakteri’nin DNA’sını inceleyen uzmanlar , daha sonra sadece kar
bon , hidrojen gibi kimyasal maddeleri kullanarak bu bakterinin 485 genden oluşan DNA dizilimini laboratuar
da üretti. Bilim-adamları daha önce yapay DNA üretmişti. Ancak Venter* bugüne kadarki en uzun dizilimi elde
etti. Bu buluş, tamamıyla yapay bir organizmanın yaratılması(!)’nın üç aşamasından ikincisi oldu. / “İşletim sis
temi gibi” Geriye sadece bu yapay DNA dizilimini bir hücreye nakletmek kaldı. Bu gerçekleştirildiğinde dizi
limin hücreyi ele geçirerek (?!) ortaya tamamen yapay DNA tarafından kontrol edilen “yapay bir canlı” çıkarma
sı bekleniyor. (*) Venter araştırma ile ilgili “Biz şu anda bir yaşamın işletim sistemini , yani yazılımını üretmiş
durumdayız. Geriye sadece bu yazılımı , yüklemek (*) kalıyor. Yani üçüncü aşamada bir hücreyi bilgisayar (*)
olarak görürseniz, işletim sistemi hazır.” diye konuştu. Bu buluşun , gelecekte, biyo-yakıt ve ilaç üretiminde
insanlığa büyük faydası olabileceği belirtiliyor.)
İŞTİYAK
1.
Duygusal düşünceler
Hâlet-i hayret dimağ !
Ruh görüntü günceler
Mahşer-kıyamet misâl !
2.
Yol hayâl görüntüler
Tek gerçek ölüm minvâl !
Sor ruhsal üzüntüler
Yeter meşk gönlüm meblağ !
3.
Yaşamak özgün değer
90
Keşf-i idrâkim meâl !
İştiyak görsün gözler
Belli aşk hâlim visâl !
AŞKIN NÜKTE
1.
Özdeyiş şiir bilinç ,
İç dil anlam mündemiç !
Özleyiş hiss-i tehyic ,
İçkin kavram söz sevinç !
2.
Benliksiz “hiç ender-hiç”
Varken yok gibi ilginç !
Belirsiz içten de iç ,
Aşkın nükte diriliş !
SÖZ VE DİRİLİŞ
Kökleşerek , dallaşarak gelişir ;
Ağaç büyür , gövdesi irileşir !
Söz tek gerçek* konuşarak belirir ;
İnsan ölür , diriliş* gerçekleşir !
Rikkat-i kalbimce anlık ilham “marifetullah” hakikat ilm-i hâlim’den bir şeyler yazmak , gönlümü uyarmak
için. Nükte-i meşk gibi “iç dil” şiirinden nice duygusal düşünceler ruhunda aşk-ı aklın nur-u şuurunu keşf-i
zevk ettiren Rabbim’e hamden niyaz sâik-i insiyak gönlümün aynası iştiyâk-ı inşirah hep! Böyle huzur bulu
yor , rehabilite - telkinat tarzınca can solukluyor ruhum mütemadiyen yazmak ve hep okumakla anlamlaşıyor
da renk-âhenk güzelleşiyor anında ancak Rabbimiz’e “âyet-i avdet” tek Kitab-ı Kur’an emrince mahşere
dönüş yolumuz , zaman !
ÖZ SANİHAT
Zaman okyanusunda “lika-ullah” yolumuz
Hayat dünya turunda panik atak*korkumuz !
Kur’an okunduğunda öz sanihat*duygumuz
İrşad din şuurunda “söz , sanat” derûnumuz !
SÖZ ÇOK !
1.
Demin varken
Şu dem mi yok ?
Tünel darken
Geçen ne çok !
2.
Zaman erken
Zemin mi yok ?
Şu an derken
Hemen ne çok !
3.
Gün geçerken
Kalbin nazm-ı nabzınca can-nefes sesini içten dinle de dillendir şiirini !
İşte her şu dem “mesaj-şuur ” ruhsal algılarımız zaman tünelinden farksız.
Sanki içimizde derinleşen dış âlemler zihinsel boyut görüntülerinden ibaret.
Şimdi iki kitap daha hakikaten ne güzel ledünnî ilham meşk-ettiriyor ruhlara.
(-Bkz. / www.yasamakca.net / sh. 170: “Tam Marifet” derkenar-şiirimize
zevk-i meşk hissiyat tadınca canlı ilhamlarıyla yol açan nice ehemm-i emsal
lafzın tarzından anlam muhtevası da gayet derinlik gösteren müstesna kaynak!
Ancak kitaptaki içerik hakkında , “… Yayınevi’nden yazılı izin alınmadan
kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez,
çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.” -yasaklamasından dolayı , irdeleyici örnek
lemeler yapmak da mümkün değil. Çok beğendim ve cezbe zevkıyle okudum ,
fevkalâde yararlandım , genç yazarını içtenlikle kutlamak ve bu konuya yakın
91
Yarın mı yok ?
Dün gerçekken
Yalan ne çok !
4.
Hep ararken
O hiç mi yok ?
Tek kanalken
Yol neden çok ?!
5.
Göz görürken
Gönlüm mü yok ?
Kör özünden
Sözüm pek çok !
6.
Şimdi içten
Nefes söz çok !
Bil ki , ilmen
Görmez öz yok !
ilgi duyan okuyucu dostlara hasseten okuyup bunu başka müştaklara da
okutmalarını tavsiyede bulunmak istiyorum. Aşk-ı Hakk’a müştak ruhlara
gönlümüzce her dem meserret-i sekinet dileğimiz “sırr-ı selâm” - vesselam! )
Tanıtımını hizmet saydığımız zihinsel liman ve ruhsal sığınak gerçek KİTAP
belli işte nitekim : (-Bkz. / www.yasamakca.net / sh. 56: Ahmed Hulusi hk.
Allah ilminden yansımalarla KUR’AN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ / Tam 748 sayfa ,
www.ahmedhulusi.org / Bu kitap parayla satılmaz! “…” isimli eserin tamamı
tamamına dilediğinizde “…” adresinden erişebilirsiniz. Bu eser, eser sahibi
tarafından hiç kimseye satış izni verilmediği için , hiçbir şekilde parayla satılma
yacak ; arzu eden herkese sadece Kitsan* merkez ofisi’nde verilebilecek veya
kargo ücreti karşılığı hediye olarak gönderilecektir. İlgili başvuru adresleri :
www.ahmedhulusi.org veya KİTSAN’dır. / 0212 513 6769 www.kitsan.com )
Gerçekten ne fevkalâde güzel bir gayretin eseri ve büyük bir hizmetin hediyesi.
Üstelik hem ücretsiz hem de gayet değerli bir eser. Baştan sona çok kolayca ve
tam sırasıyla açık okunabilir tarz-ı tertib bakımından Ayetleri iç anlam özüyle
kavratıcı ve basım kalitesiyle de gayet titiz hazırlanmış, özgün özellikleriyle
tasavvuf ilminin derin yorumuna uygun çözümleme metodunu güncelleştiren
pek sevimli , yararlı ve derlitoplu bir Meâl-i Kur’an çalışması , velhasıl-kelâm!
( Bkz. Yeni bir bakış açısıyla İlim ve Din / sh. 116-17’den özet -tam anlaşılan O ki ,“Bilgi , Kant’tan sonra
alem-i eşyanın “mülk ve melekût” yönü bakımından iki kısma ayrıldı : 1. “Saf bilgi ( a priori)” ; 2. “Ampirik
bilgi ( a posteriori)” Duyularımız zaten sınırlı , bilgi de demekki tamamen nisbî ve izafî ! Kant’a göre, realite
sadece eşyanın görünen yüzünden ibaret değil. Aklın ve bilginin sınırlarını iyi tesbit etmek gerekir.
Duyularımız dışında daha başka ilim (bilgi) elde etme yolları (ilham , vahiy … gibi / rüya ve hatta hayal bile*)
hiçbir zaman gözardı edilmemeli.Gazali’ye göre, akıl ve akıl-üstü ya da akıl ötesi hakikatlere ulaşmanın yolu
ancak kalbin keşfiyatı yani “ilm-i mükâşefe” ve vahy-i İlahî’ye müstenid Din bilgisidir.) ; yoksa akl-ı hissiyat
“tarz-ı te’vilât” sünûhatından ibaret “din-dışı fikriyat / felsefe”-elbette- tek başına yeterli değil ve tam muknî
itmi’nan da sağlayamaz. Zira fıtrat-ı insan “akl-ı vicdan” kalbin hiss-i sekînet tatminine yani ilm-i vahy’in
nur-u Kur’an-ca aydınlatacak akl-ı irşâdına ve kesinkes tek Rabbimiz yüce Allah(c.c)’ın inâyetine muhtaç!
MÜLHEM MANTIK
1.
İç özüyle gizli dil ,
Dış sözüm açık şiir !
İçten söyle şimdi kim ,
Bak gönlüm tanık zamir !
2.
Gerçek içten iç gizil ,
Nükte noktacık hep bir !
Tek bilgim sezgim Rabbim ,
Hak mülhem mantık zahir !
TAM DURUM
1.
Dünya hayat tek şu an
Nice hayâl lahzacık !
Rüya iç gerçek*dıştan
İşte misâl kıssacık !
2.
Ömrüm mevt dem-mühlet can
92
Böyle zor yolum anlık !
Sergüzeşt hem en net zan*
Söyle tam durum*mantık !
KUR’AN-CA MANTIK
1.
Hemen herkes bir başka tipik maraz tam hasta ,
Beden dili çok açık gizli ruh hakikati !
İçten nefes bir anda çekilip can kalmazsa ,
Evren şimdi yok artık belli yol âkıbeti !
2.
Ruh hikmet-i aklınca dünya sanki bir rüya ,
Sonsuz zaman ne anlık kıyâmetin saati !
Yol “meşîet” aslında yorumsuz şiir hülyâ ,
Şuur “Kur’an-ca mantık” hiç bilmezsin son vakti !
YOL MAHŞERE DÖNÜŞ !
1.
Kur’an âyetlerince şüpheden arınmak şart,
Tam duygusal düşünce içten insiyak utanç!
Kitabullah kavlince “imtihan” dünya hayat,
Yol “likaullah” nice gönlüm irşâda muhtaç!
2.
Yüce Hakk’ın vahyince ömrümüz zaten sırat,
Şu anlık görüş “nükte” aç açabilirsen aç!
Tek Allah’ın emrince gönlümüz hırz-ı hayat,
Mahşere dönüş işte kaç kaçabilirsen kaç!
YOLUM KORKUM !
1.
Tek Kur’an aynasında
Hak hakikat tam beyan !
Net vicdan niyâzında
Öz mülâkat nabz-ı can !
2.
Beden kâinatında
Ruhum sırr-ı imtihan !
İçten niyaz ânında
Buldum mevhibe îman !
3.
Bak , Kur’an irşâdınca
Yolum mahşer her şu an !
Hak İslâm fıtratınca
Korkum mukadderattan !
Bugün … AB’nin Türkiye gündemli toplantısını dünden bugüne uzatarak karar çıkartmaya zorlandığı
son durum (!) merakı var medya güncelinde. Çok güzel yorumlar tartışılıyor TV kanallarında. Konu
aydınlık kazanıyor kamuoyunda. Bakalım ne olacak “karar”- sonuç ?
93
Türkiye büyük devlet tam anlamıyla. Sonuç “çerçeve belgesi” içerik konular hakkında anlaşma / mutabakat
bakımından ya müzakere sürecini başlatmak ya da Avrupa’yı Türkiye’siz bırakmak ! Kendi başımıza AB’siz
devam etmek gerek yolumuza ! Aslında AB “Avrupa Birliği” irdelendiğinde bir “Batı / hristiyan kulübü” olarak
kuruldu. Bu karakteristik yapısını değiştiremez sonuçta. Oysa Türkiye “70 milyon” nufusa sahip bir Müslüman
ülke. Ömrümüz varsa göreceğiz zamanla daha neler olacak ! Ancak “karar” çıktı bugün …/ “müzakere” denen
karşılıklı görüşmelerin de yolu açıldı böylece.
AB adına konuşan bazı sözcüler: “- Biz , hristiyan-yahudi ittifak kulübü* değiliz. Müslüman Türkiye’yi de
aramıza alıp büyümek / genişleyip derinleşmek ve özellikle savunma-güvenlik konusunda güçlenmek istiyoruz.
Böylece medeniyetler ittifakı / dinler arası barış da gerçekleşecek …” dediler.
Haydi hayırlısı. Yolun açık olsun Türkiye ! Gelişmek için girdiğin yolda Türk-müslüman kimliğini ve bunun
tarihsel barış misyonunu da asla unutma! Yoksa bu yeni AB yolu (Bkz. Dinler-arası Diyalog İhaneti , Prof.
Dr. Yümni Sezen , Kelam Yayınları – İst. 2006) gelecek kuşaklar açısından hem yazık hem de kazık olur ruhu
muzu zayıflatırsa ! Oysa milletimizi ayakta tutan ruh , hakikat tam maneviyat dinamiklerimiz ve geleneksel
değerlerimiz aslında.
AKP iktidarı bu yolda ve bu konuda kararlı bir tutumda olacak mı , üstelik “gerçek gücümüz” millet irâdesinin
insiyatifini iyi kullanacak mı bakalım gelecek günlerin ve müzakere süreçlerinin nihayetine dek ? Güçlü devlet
geleneğimiz korunacak mı , yoksa bozulacak mı ?
Son not: “22 Temmuz 2007 -Genel Seçim” için son hafta. Ancak AKP’nin karne notu “sıfır: 0” olarak gösteril
diği gibi beş yıllık icraatının “ihanet(!)” boyutları da açıklanıyor medyada ve eleştiriliyor seçim meydanlarında.
Bakalım bir hafta sonra seçim sonuçları iktidarı nasıl şekillendirecek ?
Konuşmak gereksiz artık SONUÇ belli: AKP iktidar , CHP – MHP muhalefet ve Bağımsızlar (!)
LÂNET !
Türk kültürünü bozan her tür eyleme lânet !
1.
Ayet diliyle lânet , ifsadcı zihniyete ;
Din kültürünü bozan her tür eyleme lânet !
İlm-i âlime hürmet , İslâm’ı yücelttikçe ;
Ümran öncüsü irfan* mülhem mevhibe rahmet !
2.
Şayet hiç yoksa hürmet ne ilme ne âlime ,
Huzur bulamaz zaten ne fert ne de cemiyet !
Modern Tağut’a lânet işte Kur’an emrince ,
Sırat-ı Müstakim(*)’den nefret edene lânet !
(Bkz. 11 / 18. (…) Herkes duysun ki , Allah’ın lâneti zalimler üstünedir.
28. “… Siz ona tiksintiyle bakarken , biz sizi ona zorla mı ulaştıracağız ?” (Bkz. 23*70)
123. Göklerin ve yerin gizli bilgileri Allah’a aittir. Tüm iş ve oluş O’na döndürülür.
O halde O’na kulluk et. O’na dayanıp güven. Rabbin , yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.)
SON SÖZ
Garb’ın vaftiz çocuğu kör-münkir ahund dölü ,
Müsteşrik kafayla Şark’ın ruhu anlaşılmaz !
(Bkz. Zaman G. 16 Ekim 2008 / sh.15: Açık Defter /
94
İşte şu cansoluğu öz mesajın son sözü ,
İblis sultasıyla Hakk’ın yolu kapatılmaz !
( b.ayvazoğ[email protected] ) Bir sergi: ‘Doğu’nun
Cazibesi’ ve bir film: ‘Dinle Neyden’ / …” Anlatsın!)
(Bkz. Efendi -2 / sh. 124: Uzatmayalım; bakalım ABD’den bize daha ne “ … ihraç” edilecek … )
İSTİÂZE : ALLAH’A SIĞINMAK
1.
İşte tam “altı , haziran , ikibinaltı” (*)
Bugün güyâ “şeytan günü” diyor Batı’lı !
DİKKAT! Dünü ve bugünüyle Batı’nın şeytanca “emperyalist”
Şu “üç çift-vav” sembollü iletişim ağı ,
tuzaklarını ve bilhassa İslâm dünyasında tarihsel barış misyonu
Global plan “sömürü” şeytan tuzağı !
nun öncü gücü-örnek temsilcisi TÜRK kültür birliğine karşı hiç
2.
değişmez haçlı saldırılarından ibaret düşmanca oyunlarını tam
Açık ibret “tarih” Haçlı saldırıları
mahiyet teferruatıyla kavramak isteyenlere öncelik iki-üç
Tam “dokuz yüzyıl” hep Papalık kışkırtması !
kitap tavsiye etmek gerekirse ; 1. Şu Çılgın Türkler ,Tur
Şeytan Vatikan’dan yönetiyor dünyayı
gut Özakman ; 2. Batı’da İslam İmajı , Vedat Sağlam ; ve
Barbar “Batı kültürü” probagandası !
3. Dinlerarası Diyalog İhaneti / Dinî – Psikolojik - Sosyo
3.
lojik Tahlil-i*, Prof. Dr.Yümni Sezen; önyargısız okuyun!
Yeryüzünün gerçek kültür haritasını
**********************************************
Tek Kur’an ahkâmınca doğru okumalı !
Bkz. (Soru-Cevap’lı “Yediden Yetmişe” KUR’AN ve
Velhâsıl şu insanoğlunun hayatını
İSLAM , İlyas Aydoğan / “İ-H.L. emekli öğrt.-Bursa”
Tam İslâm hakikatınca yorumlamalı !
Sanki “ilmihâl” metoduna uygun “tafsilât” tarz-ı tertip
4.
bin sayfayı aşkın muhtevâsıyla harc-ı âlem mâlumat *
İnsan nasıl inkâr eder ruhiyâtını
dercettiği son kitabının neşrini bizzat tamamlayıp pazar
Şu ölümlü beden ne ki ömrün zamanı ?!
lama-dağıtımını da acaip başaracağını bildiğim meslek
Bak geçen her an nefesten ibaret canı ,
daşımızı işbu güzel hizmetinden dolayı içten kutlamak
Veren kim , alan kim ; iyi düşün , Allah’ı ?!
ve eserini de herkese şayan-ı tavsiye duyurmak gerek. //
5.
Genel İslâm kültürü hakkında ayrıca daha tamamlanma
Gerçek mümin daim Allah’a sığınmalı
mış şu başvuru kaynağı da henüz 36. ciltte ve herhalde
Ayetler emrince beş şer (?)’den sakınmalı !
toplam: 40’dan fazla olacak. TC. Diyanet Vakfı / İslam
İçten nükte-i “Bes !” sırrıyla uyanmalı
Ansiklopedisi , Güzel Sanatlar Matbaası-İst.1988 / cilt-2
Dost kim , düşman kim; tam Kur’an-ca anlamalı !
sh. 471-503: “Allah” hk. daha geniş bilgi için bakınız.*)
…………………………………………………………
(*) 06. 06. 2006 / Ödemiş - İZMİR
Bkz. Batı’da İslâm İmajı / sh. 48 : “… barbar ve geri Avrupa’nın , gelişmiş İslâm toplumu üzerindeki , medeni
yeti ve bilimi durdurma-yıkma saldırısı , Doğu’da ve Batı’da bir çok olumlu ve olumsuz sonuçlara yol açtı.
Batı’daki bugün var olan yerleşik İslâm imajı , Ortaçağ’da ruhban tarafından kasıtlı olarak üretilen İslâm imajın
dan pek değişik değildir.Yani o zamandan üretilen imaj, bu gün de geçerliliğini korumaktadır. Şaşılacak şey ise,
Batı’da kendisine bilim adamı denilen ama önyargısından kurtulamamış , kompleksli bazı Avrupa’lı yazarlar ,
birer bencillik örneği göstererek bilime ve medeniyete karşı olan Haçlı saldırılarını korumak ve ne yazıktır ki ,
savunmak gereğini hissetmektedirler. Eğer benim fikrim sorulursa , bu zamanda , bu vahşeti savunmak ; bilim
adamlığı(!) adına utanç verici olmakla beraber , bu savunma kompleksi onların / Avrupa’nın içyüzünü ve iki
yüzlülüğünü göstermesi açısından da ilginçtir. Örneyin … ” (*) Muhtevası bakımından konusunda Batı fikriya
tını röntgenleyen kitap bütünüyle “mehaz / dipnot” değerinde !
(Bkz. “Misyoner / İngiliz Misyoneri Nasıl Yetiştiriliyor ?”Ahmed Hamdi Paşa (1871-1935), Notlar ekleyerek
Sadeleştiren: Prof. Dr. M. Cemal Sofuoğlu ,Tibyan Yayıncılık – İzmir 2007 “2. Baskı” / Türkiye’yi ve İslâm
dünyasını uyandıracak bir kitap! / Bu kitabın yayın hakkı yazarına aittir ve … yazarın iznine bağlıdır. Kaynak
göstermek suretiyle alıntı yapılabilir. // DUYURU* Elinizdeki kitabın tanıtılması ve değerlendirilmesi konu
sunda bir yarışma düzenlenmiştir. Şartları … / 2. Katılım için son tarih , 31 Aralık 2007’dir. / 7. Jüri üyeleri
D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim üyeleri , … ‘dur.Yazılar şu adreslere gönderilebilir : [email protected] )
95
AK PARTİ VE SONUÇ !
1.
Millete hizmet diye derdiyle coştuk yıllarca
Yazık harab oldu ülke nesiller tutsaklandı !
Hep ideolojiler peşinde koştuk hiç sorma ,
Gerçek inanç doğru iş iyi hizmet savsaklandı !
2.
Bizim milliyetçiler (*) başarısız iktidarda
Hükûmet tam “ecmaîn” kadrolara pazarlandı (!)
İşler iyi gidiyor bak “Ak Parti” iş başında ,
Başka bütün partiler halkımızca azarlandı !
3.
Ey filan-falan fırka , şu iktidar hakkınızsa
Haydi çıkın ortaya , hanginiz seçim kazandı ?!
Artık kalkın ayağa birazcık canlandınızsa
Nice yıllar bu millet partilerle parçalandı !
………………………………………….
İşte tam beş yıl sonra durumu anladınızsa
Yorum mâlum(!) sonuçta halkımız yine aldandı !
Sözde AB (*) yolunda AKP (*) iktidarında ,
Korkum millet ruhunda bağımsızlık kundaklandı (!)
İKTİDAR “İNANANLAR” !
????????????????????????????
Hakkınca “bir-araya toplanmış” şu kadro-lar ,
Fırsat “takdîr-i Hudâ” daha “kırk yıl” iktidar !
Adıyla belki başka (…) ancak Kur’an yol açar ,
Hizmet “Allah yolunda” tam müdrik inananlar !
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww
(-Bkz. Zaman G. 13 Kasım 2008 / sh. 19: Hüseyin
Gülerce, “Davul meselesi ya da Ak Parti’yi anlama
ya çalışmak … / …” // Ahmet Selim , “Ak Parti ve
bazı aydınlar / …” // Mümtaz’er Türköne, “Ak Parti’
nin sağduyusu / …” )Bu konu yoruma açık*-görüş!
…………………………………………………….
SAĞLAM MESAJ
1.
(-Bkz. Batı’da İslam İmajı , Vedat Sağlam , Birleşik
Halkın Yükselişi(*)’ne ,
Yayıncılık-İst. 1997 // Diyanet Yayınları arasında gördüm yeniden basımını
Söylesene katkın ne ?
da ayrıca bakıp incelemedim. Ve bu kitabı bilhassa aydınlarımıza tavsiye
Yakın geleceğine ,
edip pek çok mucib-i merak konuların yorumlanması bakımından takdirim
Öngörü bakışın ne ?
hakkında hissiyatımı da şöyle duyurmak istiyorum: Şayet ben de böyle bir
2.
çalışma yaparak kitaplaştırabilseydim , muhtemelen aynı bakış ve anlayış
Düşün kendi kendine ,
çerçevesinde “öze dönüş” mesajından ibaret şiirimi / ideal inanç ve fikir
BOP* ne sinsi proje !
çilemi işte bu kitabın muhteviyat tarzında ve genç yazarının Kur’an-a bağlı
Ömrün belli yol işte ,
İslam mantığını temel alıp Batı’ya karşı cevabî savunma üslûbunda gerçekleştirmek ,
Sor ne ki , tam ehline !
kendimce ideal dünya sulh-u salâhına yönelik görüşümü de ancak böyle anlatabilmek
3.
isterdim. // Bu çalışmanın mantık dokusunu gerçekten çok beğendim ve zevkle oku
Emr-i âyet tam böyle ,
yup bütünüyle benimseyecek kadar özümsedim-içselleştirdim.// Bence her müslüman
Vahy-i Kur’an dilince !
aydınımız, hiç değilse bu kitap çapında sağlam bir kavrayış şuuruna ermek için önce
Selâm riyâsız söze ,
zihinsel yapısını yenibaştan kuracak kitaplara rağbet duymalı ve Yüce Rabbimiz’in
Sağlam mesaj Öztürk’çe !
inâyetine sığınarak Kur’an emr-i âyetlerince tefekkür zevkiyle okumalı ! )))
*********************************************************
Bkz. Halkın Yükselişi Hareketi (Siyasette Temel Bakış Açıları) “4. Baskı” Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk
( HYP Genel Başkanı , İstanbul Milletvekili )Yeni Boyut – İst. 2005 / sh. 8 : Halkın Yükseliş Hareketi ,
21. yüzyılın gebe olduğu “Türkiye Mucizesi”-ni yaratacak iman ve yürüyüşün adıdır. / …(*) Ancak gel-gör
ki ,kimlere nasip bu hizmet tam yarım yüzyıl sonrasında çoğunluk “Kur’an nesli” (İmam-Hatip*kökenli) bir
siyasi kadro (AKP) yönetiyor ülkeyi. İşte “21. yüzyılın … Türkiye Mucizesi”-ideali (*)’ni inançla gerçekleş
tirmekte kararlı lider mi ,yoksa değil mi; nitekim kim “-Asla durmak yok ,yola devam!”diyen Başbakanımız ?
Son genel seçim sonuçlarını iyi okumak ve dürüst değerlendirmek konusunda çokçası halk kesimleri gibi bazı
halkçı aydınlar da şaşırıp bocalamakta acaip ! Bakınız sahiden nasıl yorumlamak ve hangi gerekçelere dayan
dırmak daha doğru , bunu çözümlemeye yetmiyor ruhsal durumları bozuk kafalar, bak; gülünç çaresizliklerini
itiraftan başka yol bulamadıklarından anlamsız sloganlar sayıklayıp durmakta bozuk plak*sosyal demokratlar.
Artık “karşı-devrim” diye suçlamalar boşuna , zira rahmetli üstad* demişti: “Bu tekerlek tümsekte durmaz!”
96
SON SEÇİM
22 Temmuz’da artık “sandık” konuşacak !
( 29 Mart 2009 Yerel Yönetim Seçimleri de
sonuç olarak gösterdi ki : Medya değerlen
dirmelerinin özeti gibi “İktidara karşı UYARI
mesajı” çıktı sandıktan. Ne ibret ders-i cevap!)
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww
Partiler “rejim” için nasıl düştüler yollara ,
Demokratik tek yöntem “meclis”-millet iktidarı !
Sanki her “seçim” ilkin asıl görüşler ortada ,
Demek layık görmezsem “sandık”-ibret ilk cevabı !
Bkz. Sabah G. 25 Aralık 2007 / sh.7: Emre Aköz /Entelektüel kıvranış ( … Dün benim en çok hoşuma giden
röportaj ise Star gazetesinde Fadime Özkan’ın siyaset bilimci Prof. Toktamış Ateş ile yaptığı konuşmaydı. /
Buradaki yazıları takip edenler , açık sözlülüğü ile bol bol malzeme sunan Toktamış Hoca’ya takılmaktan
hoşlandığımı bilir. / Bakın ne demiş: “AKP’li değilim , oy da vermedim , seçim kazanmasından da mutlu
olmadım ama ülkeyi iyi yönettiklerini , hata yapmadıklarını düşünüyorum. Dış politikada akıllı basiretli ,
ekonomi politikada disiplinli davranıyorlar. Sağlık politikalarını beğeniyorum. Özellikle sigortalı hastaların
hayatlarını çok kolaylaştırdılar. Ulaşım politikaları da öyle, çift-yol projesi gayet başarılı. Bunlar hep olumlu
şeyler ama AKP’ye yine de oy vermem , ‘bizden’ değil çünkü…” / Ne kadar ilginç değil mi ? Bir partiye
niye oy verir insan ? İktidara gelirse ülkeyi iyi yönetsin diye… / Eh , AKP de iktidara gelmiş … 2002’den
2007’ye kadar Türkiye’yi yönetmiş … Toktamış Hocaya göre bu işi iyi becermiş … O zaman tekrar oy almayı
hak ediyor , değil mi ? / Hayır ! Hocam oyunu esirgiyor. “Onlar bizden değil” diyerek başkalarına veriyor
oyunu. / Çok tuhaf bir ruh hali ! … yan çiziyor adam. Ne düşünürsünüz bu durumda ? Garipsemez misiniz?
Toktamış Hoca ,“Ülkeyi iyi yönetiyorlar ama fırsatını bulduklarında şeriatı getirecekler ”- filan dese … Tamam ,
anlayacağım. Ama hayır ! Onu da demiyor. Sadece “Bizden değil” demekle yetiniyor. / Sanırım burada ciddi bir
‘sıkışmışlık’, ‘iki arada bir derede kalmışlık’ hali var… / Peki , bu ruh durumunun kaynağı ne olabilir ? Sanırım
belli bir siyasi duruş alıp … Bu duruşu yıllar boyu savunduktan sonra … Değişen Türkiye’ye uyum sağlamakta
zorlanıyor entelektüellerin çoğunluğu. En çok da “döndü” ya da “dönek oldu” diye eleştirilmekten çekiniyorlar.
Gururlarına yediremiyorlar. Üye sayısı zaten az olan entelektüel camiadan aforoz edilip iyice yalnızlaşacakları
nı düşünüyorlar. / Sokaktaki seçmen ise bu tip bir vicdani ,ahlaki baskıları hissetmiyor üstünde. Kimden umudu
varsa ya da kim iyi işler yapıyorsa gidip ona atıyor oyunu. / “Bir tane oyum var , bana hizmet edene vereceğim
onu” diyor sıradan seçmen.Yani basit ve net bir mantık yürütüyor./ Entelektüel ise kıvranıyor da kıvranıyor ”)
AYDIN MI ?
Adam mı başına fötr giyse maymun
Tam takım elbise de az mı komik ?
Aydın mı aklınca renk bukalemun
Anlattım kendimce tarzım sofistik ?!
FİKRİYAT
Nice envâ-i efkâr ruhen hafıza-i beşer ,
Muhtelif fikriyat var Rabbim gözönünde mahşer !
İşte herkes haberdar aklen çözümsüz zanneder ,
Hâl-i âlem bu minval “böyle gelmiş böyle gider !”
TÜRKİYE’NİN BAŞBELÂSI BATI’CI AYDIN (!)
Batı’dan devşirme “taklid”-sistemler’in çıkmaz sokağında artık kendi tarihinden miras geleneklerine bağlı
“iç dinamik” değerleriyle toplum ruhunu yoğuran çağdaş yorumlar ışığında “özüne dönüş” yolunu aramak
tan dolayı yeniden iç ve dış yapılanmanın sancılarıyla kıvranmakta ülkemiz Türkiye.
97
Millet olarak uyanmakta ve Cumhuriyet Devleti’mizi kuruluşundaki temel ilkelerden hiç mi hiç sapmaksızın
yeniden yapılandırmakta kararlı adımlarla çağdaşlık yarışında Batı’nın gelişmiş toplumları arasına katılmak
yolunda atılımcı politikalar geliştirmek çabası işte toplumsal hayatımızın bütün katmanlarında heyecan uyan
dırmaya başladığını gözlemlemekten onurlanarak mutluluk duymakta ve Türk-İslâm ruhunun muasır anlayış
ta stratejik ortak akıl paydasına uygun diriliş sancılarıyla kıvranmaktayız artık . İnşa-Allah şu mübarek şehr-i
ramazan ve leyle-i kadir* de işte bu uğurda soylu mücadelemizin zafer ve başarılar sağlamasına vesile olsun!
Evet; yarın mübarek şehr-i ramazan ! Oruç “savm-ı ramazan” başlıyor , Rabbimiz’e sonsuz hamd ve senâlar
olsun ki ne güzel hikmet-i sıhhat var, ruh-u beden niyet-i ibadet zevk-ı mâneviyatı coşkun niyâza ulaştıran
oruçta! Açlık gün boyunca Allah emriyle kendimizi denetlemek “oto-kontrol” irâdeli İMSAK nefsi eğitmek !
1.
Oruç açlığıyla ruhu beslemek ,
Ramazan feyzinden bereketlenmek !
Tâat-ı imsâk savm’a niyetlenmek ,
Demek böyle nefsi terbiye gerek !
2.
İlle de ben diyen nefsi eğitmek ,
Gerçek anlamıyla benliksizleşmek !
İşte secde*-içten belli eğilmek ,
O tek kavram “illâ-Hû” eşsiz demek !
…………………………………….
Güzel ülkemiz Türkiye’nin başbelâsı “sığ tip” Batı’cı aydın(!) zihniyet tasallutundan kurtarılamayan köksüz
eğitim ve dolaysıyla yönetim düzeni , iç çatışmaların da asıl nedeni işte yozlaştırıcı ve yabancılaştırıcı sosyoekonomik kültürel ortamların kaynağı ! Eğitim , metod olarak genç nesilleri ağzından doldurmak ve statüko
culukla zihinleri dondurmak değil , bilakis onlara kendi benliğini irdeleyip eğitmenin ve ruh dünyasını derin
leştirip beynini geliştirmenin irâde azmini aşılamaktır.
Her birey yaradılışıyla özgür bir varlık kıvamında “ruhsal bilinç” yeteneklerle donanımlı değil mi ? Devlet
eliyle düzenlenip yürütülen eğitim sistemi , kitlesel olarak uygulansa da bireyin gelişimini temel almalı ve
herkese kendi yeteneklerini ideal anlayışta özgürce geliştirme hakkını tanımalı öncelikle. Yoksa toplum
tepkisiz sürü hâline gelir ya da getirilir ! Ve sürü psikolojisiyle hem özgün değerini , hem yaratıcı gücünü
yitirir de günden güne mukallid maymunlara dönüşür mizâcen.Taklidci maymun sürülerinin uygarlık kurduğu
ve yenilikler ürettiği hiç görülmüş mü şimdiye dek yeryüzünde ?! Ne yazık ki , kitapsız(!) aydınlar inançsız
sürüden farksız. Batı taklidcisi silik kopya sistemler içinde yetiştirildiklerinden bu şartlanmaların dışına çıkamı
yor , köklü değişimlere yol açmak konusunda atılımcı ve yapıcı , ülkesini kalkındırıcı kıvamda kavrayışla
“analiz ve sentez” sonucu yeni bir “tez” yani bir başka görüş açısına sahip olamıyor da maalesef geleceğimize
güvence sağlayıcı anlamda yeni ufuklar kazandıracak geliştirici eleştiriler / değerlendirmeler de yapamıyor ,
zira akılcılık* adına akılsızca alışkanlıkla “dürbüne tersinden bakmak” ahmaklığından da utanacak yerde
gururlanıyor üstelik !
AKLIMIZ
1.
Akılsız kişi irâdesiz hayta
Bohem mîzac çıkıverdi ortaya !
Ham insan nefsi disiplinsiz yolda
Şu varlık kim , haydi açıklasana ?!
2.
Aklın nuru Kur’an-ca yorumlansa
Anlaşılır Rabbim sırr-ı Fatiha !
İçten oku , ruh-u şuur muammâ
98
Oysa nabz-ı kalbim canlı hârika !
3.
Hiss-i vicdan nükte âşikâr nokta
İdrâk kalbin basîret irfanınca !
Şimdi “iykan” nice mânidar dünya
Merak sahvin mâhiyet iz’ânınca !
4.
Sor ruhuna zira cevab-ı ruhta
Kanınca anlamsız zan mı aklın da ?!
Zor şuur-u (illâ) hicab-ı (Hû) da ,
Aslında aklımız Allah* hakkında !
(Not: Asl-ı ıstılahınca aklımız*gerçek anlamıyla
- yani statik değil de dinamik kavrayış şuuruyla ancak “Kudret-i Mutlaka” Allah’a bağlanmak !)
GERÇEK ŞU EVREN !
1.
İman zevk-i ibadet
“Tadmayan bilmez” zaten !
İnsan belli nihayet
Aymaz düşünmez hemen !
2.
Zaman mevt-i can ibret
“Gerçek değişmez” zihnen !
Kur’an vahy-i Hak hikmet
Din tek kim bilmez içten ?!
3.
Dış davranış iç niyet
Tam âyet ruh-u beden !
Net tarz bakış basîret
Ne dehşet yol şu evren !
EVRENSEL ÖZET
1.
Anlamak kadar güzel
Gönlüm mülhem mârifet !
Yaşamak “kader” güncel
Ömrüm gündem mâhiyet !
2.
Gerçek mesajım mücmel
Özüm mükemmel âyet !
Demek “mecaz-ı mürsel”
Sözüm muhtemel mühlet !
3.
İçten nefes-i ecel
Can nabzın ne idrâk et ?!
Cümle diller evrensel
Söz niyetinden özet !
NASIL OKUYALIM , MERAK-I RUH UYANMAZSA ?!
Nasıl uyanır ruh-u şuur, renk-âhenk kâinat tablosuna da duyarsızsa ?!
Dünya yaşamakca yalansız bir ayna ve yorumsuz bir rüya hakikat-i hâl!
Ne hikmet , derin nükte-i hayat ders-i ibret tam manasınca okumayan
anlayamaz zaten nedir ruh-u beden nazm-ı nabzınca CAN* sırr-ı idrâk ,
kavrayış şiir-i şuurdan uzak aklınca aşktan yoksun-sa asla algılayamaz.
Ne muammâ hâlet-i ruhiyemiz zevk-i ibadet duyarlı düşünce hissiyat!
Teâlâ Rabbim , meşk-i mülhem müdrik gönlüme zevk-i irfan neşve-i
nasip bahş-ettin de şevk-i AŞK yoluna baş koyan nice cezbe-dil hâlet-i
hissiyat ve iştiyâkınca TAM MARİFET tadına erdirdin Şems-i Mevlana
misal ,“likaullah” hakikatini içten “ vahy-i Hak ” kavrayış şuuru verdin ,
nitekim müdrik kullarına âşina eyledin , elhamdülillah !
HUŞÛ-U ( RUH:) “-HU ! ”
Yeni kitaplar gördüm vitrinlerde,
Okuyucu bekleyen nice konu !
Muammâ mesaj gönlüm derinlerde,
Ruh huşûu cezbeden niyaz söz: “-Hû!”
*********
(-Bkz. ZAMAN / Kitap Zamanı , 03 Ocak 2011 P.tesi : “ … Dünyada
ve Türk edebiyatında yazar-ın para ile imtihanı’nı araştırdık.
Sonuç mu ? Varlığı bir dert paranın , yokluğu bin …” // Sh. 2:
“… bu kez kendini yazdı … Dürbünümde Kırk Sene, 1941-1964 Hayat
ve 1964-1983 Hüzün , Ayşe Külin* //
Sh. 3: “Bakın , yeni bir yıl ne güzel !.. / Aragon’un aşka dair o ünlü
dizesini değiştirip ‘ Mutlu yazar yok ki dünyada’ demek mümkündür
pekâla. Varsa mutluluk , o da ‘yazma’ süreci-dir. İyi dizeler, iyi metin
ler yazarını gülümsetir elbette. Yazı insanlarının mutsuzluğunun ‘görü
nür’ bir sebebi de ‘para’ mı-dır ? Yokluğu bin , varlığı bir dert olan
para … Bu sayımızın kapak konusunu yazarın para ile ilişkisi oluşturu
yor. Balzac’tan Çehov’a , Dostoyevski’den Katherine Mansfield’e …
ve bizden Orhan Kemal , Peyami Safa , Asaf Halet Çelebi ve elbette
Tanpınar … / Geçim sıkıntısı yazarların eser verme sürecini nasıl
99
YOL ŞİMDİ !
etkiledi , parasızlık eserlerine nasıl yansıdı , paraya kavuşanlar
ne yaptı , nasıl yaşadı ? Tanpınar, günlükleri’nde “ Ya Rabbim bana bir
Düşünüyorum da daha dün gibi
5000 lira lütfet. (…) Bir kere şu para işlerinden kurtulabilsem , son derece
Şu altmış küsür yıl gün gibi geçti !
zeki , dikkatli ve soğukkanlı olurum.” diye haykırıyordu. Neresinden bak
Görüntü yorum da olsa göz zevki
sanız kışkırtıcı bir konu … / 2011 yılının bu ilk sayısı yeni bir yılın cıvıltı
Ne sanmış şuur yol söz belli şimdi ! sını yansıtıyor. Kitap Zamanı’nın seçtiği 2010’un en iyi 30 kitabı , bir
bakıma hafıza tazelemeyi , okuyamayanların yeniden onlara dönmesini
OLMAZSA OLMAZ !
sağlayacak. Söyleşi konuğumuz Leyla İpekçi , yeni romanı Ateş ve
Empati olmazsa olmaz sempati !
(-Sanatçı M.Akpınar,“empati kültürünü geliştirmek …” diyor, tiyatro’ya!)
BELLİ IŞIK !
1.
Bil-“kitâb” hiç zevâlsiz şems-i mârifet nuru ,
İnsan nasıl düşünmez , zaman mahşerin yolu ;
Şimdi içten tek gerçek hep gelecek korkusu !
2.
Din-i Hakk* çelişkisiz zevk-i mahviyet ruhu ,
Şu can-akıl görünmez , vicdan tam derin duygu ;
Belli “ışık” Rabbim tek gösterecek son ufku !
Bahçe’ yi anlattı. Günümüzün iyi şairlerinden Hüseyin
Atlansoy, kült kitabı İntihar İlacı’nın hikâyesini yazdı. /
Emre Ayvaz, D..H. Lawrence’ın portresini kaleme aldı.
James Wood’tan Rita Felski’ye, Alaattin Karaca’dan Fatih
Andı’ya , Seyit Göktepe’den Gökhan Özcan’a pek çok
yazarın kitabının tanıtım ve eleştirisi , sizi okumaya davet
ediyor. İyi okumalar …” /
http://kitapzamani.zaman.com.tr Her ayın ilk pazartesi
günü yayımlanır. / ZAMAN ) www. (-devamı: sh. 108 )
Tarihe süreklilik kazandıran zaman akışına ayak uydurmak bakımından nesiller , ruh-u hakikat tarihini
yenibaştan yazarak geçmişten geleceğe ufuk açmak göreviyle yükümlü olduğuna göre , çağlar arasında
köprü olmak , kültür mirâsını bugüne taşıyacak ve yarınlara aktaracak köprü yollar oluşturmak zorunda.
Bunu kavramayan ve başaramayan nesiller , geçmişini de geleceğini de kaybetmek gerçeğinin bedbahtlı
ğıyla acılar yaşatacak kahırlara boğularak yok olacaktır.
ÇOCUK VE KİTAP
Bence herkes sormalı (“işte kitap!”) benlik ne ?
………………………………………………..
Dünyanın tam merkezine oturmuş da bu çocuk ,
Keyf-i feryat şu âleme emr-i ferman ne diyor ?
Yolum sonsuz can yorumsuz sanki rüya yolculuk ,
İşte Kur’an son hak kitap belli beyan ediyor !
Ruh hâlet-i mizacımla şu yazdıklarıma bakarak kendimi iç çalkantılar bakımından tam böyle bir çocuk gibi
hissettim! Ve sorgulamak istedim nefsimi içten “ne ediyor , neler diyor ?” diye. Maskara çocuk , kim hemen
neden okuyacak; kime ne duyuracak bunca feryat ?! Tarz-ı ferman niye ve şu şiirimsi ifâde tutkusuyla lâfazan
ca üslûpta arz-ı endam mesaj da kime ? Acaba doğrudan nefsini ikâz zımn-ı nasihat tarzınla ruhunu uyarmak
ayıktırmak mı ya da moda-popüler anlamda seküler riyakârlıkla kendini kayırmak mı yoksa ? Aklınca can
nabzı nefes*sırrından dem vurmak keramet taslayan nadan müteşair edâsı sığ öğüt düpedüz densiz sohbet mi ?
HEMDEM
1.
Hep içimi dinledim
İçten duydum söyledim !
Bilinç belli nitekim
Birden sustum böyleyim !
2.
100
İlginç benlik gizemim
İç-ben* duygum özlemim !
O kim hiç bilemedim
Hem-dem oldum öleyim !
TEK GÖRÜŞ
1.
Ömrümce gönlüm bilir ,
Ölüm de zulüm değil !
Sözümce özüm “iç dil”
Düşüm içgörüm delil !
2.
Allah hakikat Habîr*
Tek görüşüm “O bilir !”
O vallâhi Kahhâr* bil ,
Hep dönüşüm “salt takdîr !”
Öyle echel inkârcılar çıkıyor ki karşımıza , Allah’ın lûtfettiği “idrâk melekesi” zavallı aklıyla Allah’ı bile
nankörce yalanlamak gayretinde bile-bile ebleh , hâzâ ahmak , kör inat ! Tartışmak da boşuna ; ancak Kur’an
anlamlarıyla başbaşa kalsın nice açık âyetlerle bizzat yüzleşsin diye içten uyaracak Kitab’ı önüne koy, yeter !
( Bkz. İslâm Düşüncesinde İNKÂR Problemi “doktora tezi” , İbrahim Coşkun ,Tekin Kitabevi –Konya )
MUANNİD
Kor nâra otursa bir ,
Kıçı da yansa kâfir !
Tam muannid kör câhil ,
Nankör ruh hasta zahir !
YOL SOR !
1.
Sayısız nimet verir ,
Zevk-i idrâk ettirir !
Akla hikmet öğretir ,
Ruh beden işlettirir !
2.
İçten ışık gösterir ,
Rabbim iç-bilinç nedir ?
Düşüncem meleke-dil ,
Haddimce söz söyletir !
3.
Dünya hayat-ı kabir ,
Yol zaman ilâ-âhir !
Anla inatçı gâfil ,
Sor (“innâ-lillâh…”)-nedir ?
(Bkz. Hak Dini Kur’an Dili “Türkçe Tefsir*- Elmalılı Hamdi Yazır , Nebioğlu Basımevi – 1959” Cilt 1 / sh.
543 -553: (Sûre-i Bakara / âyet: 153 – 157.) Ey o bütün iman edenler, sabr-u salât ile yardım isteyin. Şüphe
yok ki , Allah sabredenlerle beraberdir.* ve Allah yolunda katlolunanlara ölüler* demeyin hayır diridirler ve
lâkin siz sezmezsiniz.* Çaresiz sizleri biraz korku , biraz açlık , biraz maldan candan ve hâsılattan eksiklik ile
101
imtihan edeceğiz. Müjdele o sabırlıları* ki , başlarına bir musibet geldiği vakit “biz Allah’ın-ız ve nihayet
O’na döneceğiz : İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” derler.(*) İşte onlar, Rablarından salâvat-ü rahmet onlara.
Ve işte hidâyete erenler onlar.*
Sh. 248: “… ya Muhammed ! Sen sabredenleri ise müjdele (…) o sâbirleri ki (…) kendilerine bir musibet
isabet ettiği vakit , yani (“… : mü’mine ezâ verecek her şey ona bir musibettir.”) Hadis-i şerifi mûcebince eza
verecek her hangi bir zarara giriftar oldukları zaman (… “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn”) derler. – Biz her
halde Allah’ın-ız ve behemehal O’na dönüp varacağız diye Allah’a arz-ı teslimiyet ile müteselli olarak … /
düşünerek …”)
Not: Bu âyetler hakkında ve hasseten 156. âyet siyakında “nefsin dereceleri ve insan ruhunun beka / Allah’a
rucûu meselesi”cidden cür’etkâr boyutta felsefî bir bakış ve ancak Kur’an beyyinatınca anlayışla ölüm sonrası
âhiret hayatı da gayet dirayetli derin vukuf ve daha rasyonel anlamda soyut şuur perspektifinden “beka-i ruh”
ya da “likaullah” konusunda çok enteresan yorumsamaların nihaî şuur noktasına yahut bunun netice-i hülâsa
kavrayış nüktesi “ihtimâliyat” tercih-i tefsiri idrâkimize sığmaz hakikatı şöyle anlamlandırılmakta açıkça:
(Bu rucûun bir mekân ve cihete intikal suretiyle olmadığı aşikârdır. Zira Allah tealâ cihet-ü mekândan münez
zehtir , binaenaleyh … / Bizce doğrusu bu … / Zira hepimizin fenâ-i zâtîsi ile beka billâhı ıkrardır. Biz vak
tiyle hariçte nasıl yok da ilm-i İlâhi’de var idisek yine onun gibi yok olacağız ve olduğumuz gibi yalnız ilm-i
İlâhî’de ve sırf hükm-ü İlâhî’de mevcud kalacağız ve bu bizim bizdeki vücudumuz olmıyacak, bizim indallah
vücudumuz olacaktır. Ancak dünyaya gelirken … / … giderken ise … iyilik veya kötülük namına neyimiz
varsa hepsini omuzumuza almış , mes’uliyeti yüklenmiş olarak gideceğiz. Hasılı …”)
RAĞBETİM
Sohbet tarz-ı aklımca
Can nefesim şiirim !
Rağbet var mı baktım da ,
Dinleyenim benliğim !
……………………
Hâcet var mı aslında
Haddimi bilmeliyim !
……………………
Hüccet var mı bak zira ,
Rabbim içten iç dilim !
…………………….
Rağbetim merâmımca
Derdim var dillendirdim !
GÖNLÜMÜN UMMÂNI
1.
Zihinsel kavramlar ruhuma ayna
Dıştan baktım gördüm içten anladım !
Evrensel oluşum sonsuz muhtevâ
Tek hep “beka-billâh” öz iştiyâkım !
2.
İşte başım güneş ayağım mağma*
Sanki “iki ateş arasında(*)’yım !”
Gökkubbe altında yaşam muammâ
Yol yörünge belli tam farkındayım !
102
3.
Ruh hakikat ışık görüntü dünya
Cennet ve cehennem kıskacındayım !
Şu şuur-u âlem “mir’at-i mânâ(*)”
Aklımca gönlümün ummânındayım !
(Bkz. yeni bir anlayışın ışığında Kur’an Tefsîri* cilt 1/sh. 44: “… Kur’an-ın hakikatini anlamak için , iki
önemli bilgi dalına ihtiyaç vardır. Bunlar , insanın dışındaki âlemi inceleyen bütün doğa bilimlerinin ve insan
ın iç âlemini tanıtan manevî ilimlerin bulgularıdır. Bu bilgileri insana ilham edecek olan Allah’tır.” Prof. Dr.
Bayraktar Bayraklı-İst.2003 // Sh. 56-7: “… Fussilet/ 53. ayeti , Kur’an-ı anlamanın hangi öğretim programın
dan geçeceğini öğrettiği gibi ; onun öğretilerinin hak olduğunu bilmenin zorunluluğuna da işaret etmektedir.
Eğitimde insanın doğasını hareket noktası olarak almak ve eğitim kanunlarını ona uydurmak Kur’an-ın bir
emridir. Rum / 30.âyeti , insanın değişmeyen doğa kanunlarına dikkat edilmesini , Hz. Peygamber’den ve
dolayısıyla bizden istemektedir.İnsanın değişmeyen bu doğasını nasıl bilebileceğimizin yolunu da şu âyette
tesbit etmekteyiz: (Zâriyat / 21. “Kendi nefislerinizde dahi nice kanunlar var ; onları gözlemiyor musunuz ?”)
Bu ayeti , Kıyamet / 14. âyetiyle birleştirirsek, iç gözlem metodunun insanı tanıma konusundaki önemini ve
gerekliliğini anlarız. Ayet şöyledir: (“Doğrusu insan , nefsinin gözlemcisidir.”) İnsanın iç âlemindeki doğa
kanunlarının , iç gözlem metoduyla anlaşılabileceğine işaret eden bu ayetler, aynı zamanda psikoloji biliminin
zaruretine dikkat çekmektedirler.Kur’an-da Yüce Allah , insan psikolojisinin kanunlarını da anlatmaktadır.
Bunlardan bazılarını zikredebiliriz : İnsanda ebedîlik tutkusu vardır (Bakara/ 30); insan zayıf tabiatlıdır (Nisa/
28); insanda hâkimiyet duygusu vardır (Bakara/ 30); insan nankördür (Adiyat/6); insan hata yapar (Ahzâb/72);
insan aşırı tepki gösterir (Alak/ 7); insan kıskançtır (Nisa/ 128); insan cimridir (İsrâ / 100); insan acelecidir
(Enbiyâ/ 37); insan sever ve sevilir (Taha/ 39); insan mücadelecidir (Kehf /54); insan korkar , insan inanır vb.
pek çok özelliklere sahip olan insanın doğası , bir sırlar alemidir. Bir taraftan Kur’an , insanın doğasını bize
tanıtmakta , diğer taraftan da insanın doğasının bilgisine dayanarak ona ait eğitim kanunlarını çözmemizi
öngörmektedir.
Kur’an-ın pek çok suresinin neden “kitap” ile başladığını anlamak için ,bir eğitim felsefesi*formasyonu almak
gerekir. Bu şunu ifade etmektedir : Bütün eğitim felsefesi sistemlerini birbirinden ayıran temel özellik , siste
min merkezine aldığı temel değer’dir. Hristiyanlık teosantriktir. Komünizm emeği merkeze alır.Essentralizm,
öğretmeni ; Naturalizm, çocuğu merkeze almaktadır. Kur’an ise kitabı merkeze aldığı için , pek çok sureye
kitap’la başlamaktadır.Onun içindir ki , Kur’an-ı anlamak ve yorumlamak isteyen ilâhiyatçılar; felsefe , sosyo
loji , psikoloji , eğitim ve tabiat bilimlerini bilmelidirler.”)
Kitab-ı Kur’an bütünlüğünün söz ve anlam bağlamında uyumlu akışına tam dikkatle bakınız , meâl-i âyet
mesajını gerçekten doğru anlamak için. Nitekim öncesi ve sonrasıyla açık kavramak gerekir işte şu anlamlar
özünde: (Fussilet – 41/ 49. İnsan , hayır istemekten / hayır için dua etmekten bıkıp usanmaz. Kendisine bir şer
dokunmaya görsün; hemen ümidini keser , yıkılır. // 50. “… // 51. İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir , yan
yatar. Kendisine şer dokununca , hemen duaya koyulur. // 52. De ki: “Söyleyin bakalım , o Kur’an Allah katın
dan ise , siz de onun üstünü örttünüzse , o dönüşü olmayan kopukluğa düşenden daha sapık kim vardır ?” //
53. Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde göstereceğiz.Ta ki ,onun hak olduğu kendilerine
ayan-beyan belli olsun. Kendisinin herşey üzerinde bir tanık oluşu, senin Rabbine yetmez mi ? // 54. Dikkat
edin ,onlar Rablerine kavuşma konusunda bir şüphe içindedirler.Gözünüzü açın! Allah Muhît’tir , herşeyi
çepeçevre kuşatmıştır.)*
YOL VE SÖZ
Rabbim tek sonsuz yüce
Sorulmaz ki nicesin ?!
Kalbim hep yol gönlümce
Söz susmaz “iç dil”-desin !
103
CAN TEK YOL !
Düşünce sanki umman ,
İç dil-ince konuşur !
Gönlünce var ki şu can ,
Tek fikrince yol bulur !
Rabbimiz “Zat-ı Müteâl” ALLAH (celle celâlüh) Hak Kitâb-ı Kur’an nazm-ı beyanınca açık kelâm-ı hitabıyla
aynen nükte-i idrâk kariha-i isti’dâdımıza da açık kanıt tam muhatab beşer ruhunda anlam mûcizesi iltifât-ı
in’âm meâl-i âyet tecelliyata müştak gönlümüze mülhem mesaj şöyle bir misâl lütf-u ihsan nice emr-i âyet /
düşündürücü örnek gösteriyor rahmeti sonsuz sözlerin nüktesi işte: (Bkz. sûre-i En’âm “meâl-i âyet”) tek şu
“uyarı” bile yeterli ibret! Tam manasıyla anlamak ,gözlerin nuruna açık gönlümüzdeki “inşirah” hakikatince
edeb-i irfan namûs-u vicdan noktacık kavram muhteviyatı “Kaamûs-u Okyanus” sünûhat tarz zevk-i “işrak”
(Latin hurufatınca bu kelimenin imlâsında aslıyla kasdolunan manası bakımından“gaf ve kâf-ı Arabiyye” harf
lerine göre doğru anlamak için ibâreyi dikkatli okumak / anlamlandırmak şart!) keşfiyat-ı ledünniyat tadarak
okumak,kafamızı ve kalbimizi içten“nur-u iman” bakımından nazm-ı niyaz söz ve yazının da asl-ı ruh hazz-ı
iştiyakına masdar-ı mehaz “zikrullah” hikmet-i irfan nasib-i iz’ân nice ihsâsına ayık / açık tutmak konusunda
ancak Kur’an irşâdına sığınmak gerek ki , izahtan vâreste beyan ! ( Sûre 6 / âyet : 125. Allah ,iyiye ve güzele
götürmek istediğinin göğsünü İslâm’a açar.Saptırmak dilediğinin de göğsünü öylesine daraltıp tıkar ki, o “kim
-se / sanki” göğe yükseliyormuş gibi olur. Allah , iman etmeyenler üzerine “rics” pisliği işte böyle atıverir. //
126. Rabbinin yolu ,işte budur; dosdoğru ,kıvamında !.. Biz öğüt alan bir topluluğa âyetleri detaylı bir biçimde
açıkladık.*// -Ve siyakınca daha açık anlamak için , 130-134 …)
NÜKTE KAVRAM
Şu ruh-u beden nükte emr-i (“Kün fe-yekûn”) can ,
Nice “mûciz söz” beyan nazm-ı Kur’an-ca* anlam !
Mülhem şuur gönlümce “mâhiyyet” tek Allah’tan ,
Net tam müdrik öz vicdan aklım nur “ruh” hak kavram !
(Mucib-i merak “kavramlar hk.” kitaplar pek çok amma asıl kaynak / Bkz. Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli ,
T.Diyanet Vakfı Y. / 86-F (Hazırlayanlar: “İlahiyatçı Heyet”) Ank.-2005 / İndeks ve dipnot-açıklamalar*)
AŞK-I HAKİKAT
1.
Anlam okyanusunda fezâlarca kavramlar
Ecrâm-ı semaviye güneş ay ve yıldızlar !
Kafam şu yol boyunca ne anlarsa o kadar ,
Kavrayışım hep böyle her şey nice sır saklar !
2.
Manzara göz ufkunda renk-âhenk tam mânidar
Hadsiz boyutlar işte âşikâr cennet-misâl !
Muammâ söz*ruhunda seçenek kavram*miyar ,
Eşsiz soyut dil içten açıklar hikmet-i hâl !
3.
Kur’an nice harf hece elfâz-ı mûcizat tarz
Son nübüvvet diliyle kıyâmete dek mesaj !
Beyan Rabbim’den nükte tek aşk-ı hakikat var ,
Sor mârifet ehline, her âyet gerçek cevap !
104
NUR-U HAKİKAT
İçten nefes sanki iç ürpertiler
Can nabzını dinler, anlamak ister !
1.
Gökler emiyor emiyor ruhumu
Yer toprak kuru-yaş şu gövdemi yer !
Zaman imbikleniyor şuurumda
Anlık korku sonsuz endîşe gizler !
2.
Şiir hecelerine döküyorum duygumu
İçten nefes sanki iç ürpertiler !
Düşünceler hayâller boyutunda
Can nabzını dinler , anlamak ister !
3.
Benlik gizeminde buldum yolumu
Gerçek ufkum daha öte âlemler !
Mahşer ruh-u şuurumun yorumu
Demek gönlüm nur-u hakikat*yeter !
BENLİK GİZEMİNİ İÇTEN İRDELEYEN ŞİİRİMSİ İÇ DİL’CE DENEME-ANLATIM !
Ne diye heveslendin
Mübalağa şiire ?
Madem istiğrakdesin
İfşâ-i hâlet etme !
……………………
İşte bu başlık altını doldurmak için en başta Kur’an-ı Keriym ve başka birkaç kitaptan daha alıntılarla hayli
yoğunlaşarak oluşturulan hem de bütün şiirlere açılım sağlayacak içerikte en az sekiz-on sayfa yazılarım /
yazdıklarım (müsveddesiz irticâl* tarzımca tam o an nice enfes sürpriz sünûhat / duygusal düşüncelerim!)
sırf bilgisayar kullanımında acemice yetersizlikten bir anda uçup gitti. Aramalar da sonuç vermeyince yeni
den böyle bir metin oluşturmak yerine şu birkaç cümlecik yahut dörtlük şiirimsi ifâdenin nüktesiyle yetin
mekte buldum olaydan duyduğum üzüntüye teselli ! İçten nice güzel düşünceler duydum bunu yorumsamak
çabasında. Açtım yenibaştan satır aralarıyla tekrar altını çizerek keza daha bir tadına vardıkça anlaşılan
“Hak Dini Kur’an Dili” Türkçe Tefsir, Cilt 1’den tefeyyüz sırrını içten zevk-i meşk ettiren Rabbim’e min
netimle (“elhamdülillâh…”) başladım okumaya! Tek bu eser* bile yeter ruhu anlamaya ve aklı aydınlatmaya !
Nitekim başlıbaşına âbide bir şaheser değerindeki bu muasır “Türkçe Tefsir” daha baştan tam tanıtım ve
dağıtım sağlanarak hakkıyla okunsaydı ve muhtevası idrâk olunsaydı ihtimal gerek fert ve gerekse millet kültü
rümüzün kimlik ve kişilik temelini oluşturan“dil ve din” bahsinde sürekli çekişmeci çağdaş aydınlarımızın
“cehl-i mürekkeb” başbelâsı ihanetleriyle eğitimli insanlarımızın şahsiyet dokusunu bozucu zihniyetlerce
yozlaştırılan bir toplum manzarasında olmazdık herhalde. Buna sebep şu meş’ûm “kavram kargaşası”
belâsından kurtulmak isteyen herkese şayanı tavsiye!
Yine bir başka mûteber eser (Bkz. Yeni bir anlayışın ışığında Kur’an Tefsîri , Cilt 1) hakkında aynen tekrar
lamak istediğim mümasil mülâhazata ayrıca şu kanaatimi de ekleyip bilhassa müellifini de bizzat vicahen
tanımak / tanışmaktan dolayı içtenlikle belirtmeliyim ki , nihayet 20 Cilt olarak tamamlandığını öğrendiğim
bu mükemmel tefsir çalışmasının ne denli ilginç özellikleri toplamınca güzel bir kaynak – bence , mevcut
Türkçe Tefsirler arasında mezkûr Tefsir üstadımız(*)dan sonra hakikaten en doyurucu üslûp ve muhtevâsıyla
cidden nadide bir terminolojik “Kur’an Kaamûsu” – kıymetinde olduğunu anlamak için tek ilk cildinin
incelenmesi bile elbette ehl-i irfan nazarınca anlayışlı Kur’an müdekkiklerine yeter !
105
(Bkz. Cilt 1 /sh. 583-7 “Sure-i Bakara: 2*169. âyet” tefsiri! Ve ayrıca ,sh. 423-8; 561-77; 543-53 “2*153-7” ;
616-9; 659-68; 669-71: 2* 187. “… v-ebteğû mâ ketebe-llahü leküm” Allah’ın sizler için yazdığı şeyi /
ilm-i ezel levh-ı mahfûzunda mukayyed takdiratından nasibinizi yani zürriyet ve tenasül veya leyle-i Kadr’i /
isteyin-arayın !)
NET SÖYLE !
Herkes sorsun nefsi-ne (?)
Şu şuur “ruh” hep böyle !
İlk kez “son nefes” bil de ,
Doğru üslûp net söyle !
Üstâd Bediüzzaman diyor ki Muhâkemat’ta (Bkz. Sözler Yayınevi-İst. 1977 /sh. 13: “… Hem de; nasıl ke
lâmda bir kelime, istiâreye karîne-i mecazdır. Öyle de; kelime-i vâhid hükmünde olan Kelâmullah’ın bir
kısım âyâtı ,sair ihvânının hakikat ve cevherlerine karine ve rehnüma ve komşularının kalblerindeki sırlara
delil ve tercüman oluyorlar. /Elhasıl: Bu hakikati pîş-i nazara (göz önüne)getiremeyen ve âyetleri muvazene
ve doğru muhakeme edemeyen , meşhur Bektaşî (*) gibi ki; Namazın terkinde taallül yolunda demiş :
“Kur’an diyor ( “lâ-takrabü-s’salât…” ) ; daha ilersine de hafız değilim.” Nazar-ı hakikate karşı maskara
olacaktır.”) Bkz.“Taallül (illet’ten):Vesile ve bahane arama.Bir işten kaçınmak.Mâzeret.”/-delillendirme.(*)
Bu misâl lâtifeye kapı açınca aklıma geliverdi. Hoca Nasreddin oğlunu evlendirecek komşu kızıyla. Akşam
olunca ailecek komşu evine dünürlük için giderler. Biraz sohbetten sonra ailesi sinyali çakar ve Hoca’nın
kulağına fısıldar : “Haydi , iste artık kızı !” Bizim Hoca önce oturduğu yerde doğrulur , sonra yutkunup başlar
sözüne yekten “Bizim oğlan sizin kızı …” diye. Hemen söze karışır hanımı : “İlahi Hoca , Allah’ın emri …
Peygamber’in kavli … demek gerekmez mi ilkten , ne haltediyorsun sen ?!” Hoca da hiç bozuntuya vermez
sözünü tamamlar : “Ben lâfı dolaştırıp uzatmak istemedim. İş benim dediğime varacak zaten. Herkes saklasa
da açık konuştum ben doğru sözümden dönmem. İş belli ,illâ dediğim gibi olacak ve söz yerini bulacak !”
YASAL HAK (!)
1.
“Anası soğan , babası sarmısak”
Kızlara bak , gözde-“manken” mâşallah !
Arsız “bikr-i iffet” olmaz zor ancak ,
Korkmaz salak güncel “-flört” yasal hak !
2.
Açık giyim model “idol”-ce çıplak ,
Süzme melez “soloré-renk” tam siyah !
Hoş şık -“tipik” makyaj-bakım çok kıyak ,
Sözde yemez “diyet” et-ekmek yasak !
ŞAİRCE ÇİLE
Uyarıcı öğüt değilse niye ,
Herkes içten heveslenmiş şiire ?!
İşte birkaç sözcük şâirce çile ,
Söz iç dilden nefes ney’miş sus-dinle !
(Bkz. Fıkır Fıkır Fıkralar / sh.169: “Akıllı İnsan / Bir bilgeye sormuşlar : -Bir insanın zekâsını nereden anlar
sınız ? / -Konuşmasından , diye cevap vermiş. / -Ya hiç konuşmazsa ? demişler./ -O kadar akıllı insan yoktur
ki !..”)
106
SUS !
Allah hâlık* , biz kuluz;
“Yaratmak* O’na mahsus!”
O mâlik* , biz mahlûkuz;
Hakk* konuşturmazsa sus!
SONSUZ MESAJ
1.
Her sorunun cevabı
Yine kendi içinde !
Her durumun izahı
İçten iç dil zihninde !
2.
Can ruhunun hicâbı
İşte hiss-i kalbinde !
Hak şuurun ilhâmı
Öz sezgi söz zevkinde !
3.
Ömrüm yolun anlamı
Âyet-i idrâkinde !
Gönlüm sonsuz mesajı
Hissetti aşk hâlinde !
(Bkz. Sahih-i Buhari / Tecrîd-i Sarîh Muhtasarı , mütercimi: Konyalı Mehmed Vehbî , Bâb-ı âli’de SABAH*
Neşriyatı –İst. 1966 , Cilt 1/ sh. 54 : “53. Hadis”- özü : Nasihattan sonra hemen sorulara cevap vaciptir !)
YÜCE CEVAP !
1.
Zaman ki gerçek olgu
Kalbin nuru yorumu !
Kur’an işte tek konu
Vahyin şokuyla oku !
2.
Şehr-i Ramazan nuru
Leyle-i Kadr’e muştu !
Belli tam Kur’an yolu
İşte idrâk net duygu !
3.
Vakt-i seherin ruhu
Vahy-i âyetten doğdu !
Kalb-i beşer ilk soru
Ruh hidâyet şuuru !
4.
Sûre-i Yâsin* oku ,
Alâk* ilk kelâm hep O !
Yüce Rabb’in buyruğu
Cevap tek cansoluğu !
Kalb-i beşer ilk soru / Cevap tek cansoluğu !
107
HAKİKAT SONSUZ SANAT !
1.
Aleme ibretle bak gör nice mükevvenat
Tâbir-i rüya sanki “iç dil” lâhza-i hayâl !
Allâh-ü â’lem* ancak gözönünde hakikat
Tam meâl-i Kur’an ki (“…illâ-llah”) havl-i ahvâl !
2.
Tek Kudretullah el-Hakk* gönlümce eşsiz fıtrat
Tasvîr-i dünya hayat* tekmil serî-uz’zevâl !
Hep bu minvâl-i idrâk* göklerce sonsuz sanat
Te’vilsiz öz sünûhat* Rabbim belli söz-misâl !
İRFAN
1.
İşte tek mühlet dünya
Ömrüm şu an nabz-ı can !
Ne gerçek hikmet rüya
Gönlüm mahşer-i zaman !
2.
Belli herşey muammâ
Özüm iç dilce ipham !
Benlik mahşer yolunda
Sözüm şiirsel ilham !
3.
Düşünmek kavramlarla
Allah’tan nur ruh-u can !
Özgün mesaj tam ma’nâ
Konuşan* konuşturan !
4.
Nice mûcizatıyla
Vahy-i Hak Kur’an beyan !
-Nükte tehaddî (“…illâ…”)
Ayetler anlamıyla
Anlamak lütf-u Rahman !
5.
Aklın açmazlarında
Kalbin idrâk-i vicdan !
Aşkın* hakikatında
Vecd-i istiğrak* irfan !
(*)
Aşkın hakikatında
Kalbin idrâk-i vicdan !
Aklın açmazlarında
Ruh hissiyatım irfan !
Sh. 100’den devam : ( … Kitap Zamanı / sh. 4: “… Genç Rilke,
bilgi ve görgüsünü artırmak , sanattan ne derece anladığını yakın bir
zaman önce tanımasına rağmen büyük bir aşkla bağlandığı Lou Andreas
Salome’ye kanıtlamak ister.Floransa yollarına düşen Rilke, her tecrübesini
sıcağı sıcağına kaydeder. Şairin bu gezi notları , Kâmuran Şipal’in incelikli
çevirisiyle Floransa Günlüğü* adıyla yayımlandı. / … Ercan Yılmaz / …
Şair, gören insandır ( … ) Modern çağ mistiği ( … ) …” Not: Bu yazının
tamamını alıntılamak imkânım olsaydı , size de aynen okutmak isterdim.*
Sh. 5: “Heyy, burada bir romancı var! / Metin Savaş, edebiyat dünyasında
suskunluk suikastına maruz kalmış bir yazar. Kafka’nın Dönüşüm’ünü ,
Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü , Umberto Eco’nun Gülün Adı’
nı , Peyami Safa’nın kimi romanlarını , Oğuz Atay’ın ironisini , Hasan Ali
Toptaş’ın romancılığını hatırlatan bir yazar olarak , edebiyatın merkezinde
dururken yazının taşrasına sürülmüş. / … Nihat Dağlı / … Büyük anlatının
içindeki omurgalar ( … ) Usta romancılarla akraba ( … ) …” Not: yine aynı!
Sh. 6: ‘Merkez medya’ adında bir efsane / Zafer Özcan , Arz Ederim’de
‘yandaş medya’ denilerek küçümsenen ve böylece gazeteciliğin yerli yerine
oturması adına verilen çabalara hep yukarıdan bakan bir ‘merkez’in dönüşü
münü anlatıyor. Kitap okura zengin bir malzeme ile 28 Şubat sürecini takip
etme imkânı veriyor. / … A.Yavuz Altun / … Merkezin dönüşümü ( … )
Tasfiye sezonu ( … ) …” Konuya merak duyanlara aynen şayan-ı tavsiye!
Sh. 8-10: (Yelda Eroğlu : -) Yazarın ezeli derdi / Edebiyat severler, yazar
ların parayla handan olmaktansa fakirlikten nalan olmasını tercih ederler.
Böylesi , dünyevi hazlara ve hırslara sırt çevirmiş yazar imgesine daha
uygun düşer. Oysa yazarlar da modern dünyada yaşamayı becerebilen her
insan gibi paranın kıymetini pekâla bilirler ya da acı acı öğrenirler. Türk ve
dünya edebiyatında yazarın para ile olan ilişkisini inceledik. / … Müsriflik
ya da pintilik … ( … ) Herkes para için yazar … ( … ) Bana zengin bir dul
bulun ! ( … ) Gelmiş geçmiş en hesapçı yazar olan Balzac terzisine olan
borçlarını , romanlarında onu öve öve göklere çıkararak öder. Ünlü olmadan
önce sayısız takma isimle sayısız ucuz roman yazarak para kazanır. Yazdık
larından kazandığı paraları inanılmaz ticari spekülasyonlarda yer. ( … )
Devamı : sh. 111-112 Bkz.
wwwwwwwwwwwwwww
İNAT İFSAD !
1.
İdrâk , Kur’an* sözünce içten mülhem mârifet;
Tek yol ölüm ötesi , “İslâm” salt teoloji !
Bilse , gerçek özünde bilinç*cehl-i mürekkeb;
108
Net tarih hikâyesi , inkârcı mitoloji !
2.
İşte “Tevrat” tam sahte, “dört İncil” düzmece hep;
Pis papaz sermayesi , inadcı demagoji !
Sözde modern(!) düşünce, kör bencil süzme zillet;
Dünyacı tek gayesi , ifsadcı demokrasi !
(Bkz. Kur’an-ı Keriym ve Türkçe Meali , Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk , Yeni Boyut-İst. 1994 * Karma İndeks
“İsa” hk. sırasıyla üç işaret … ve birkaç âyet: 3*46 // 4*159 // 19*33 ve 4*157-8 Sûre-i Meryem 19*34. İşte
Meryem oğlu İsa budur! Hakkında kuşku ve çelişmeye düştükleri şeyin doğrusu bu sözdür. // 35. Bir oğul
edinmek Allah’a asla yaraşmaz. O’nun şanı yücedir. Bir iş ve oluşa karar verdi mi , ona sadece “Ol !” der ,
o hemen oluverir. // 36. Şüphesiz Allah , benim de Rabbimdir , sizin de Rabbinizdir.
O halde O‘na kulluk / ibadet edin. Dosdoğru yol budur. // 37. Kendi aralarından çıkan hizipler ihtilâfa düş
tüler. Büyük bir günün tanıklığından ötürü vay o inkârcıların hâline! // 38. Bize gelecekleri gün neler işite
cekler , neler görecekler. Fakat o zalimler bugün , açık bir sapıklık içindedirler. // 39. Sen onları , o hasret
günü ile ilgili olarak uyar. Çünkü onlar gaflet içindeyken , iman da etmemişken iş bitirilmiş olacaktır. //
40.Yeryüzüne ve üzerindekilere biz mirasçı olacağız , biz. Ve bize döndürülecekler. // …)
TAM MEAL
Benlik , gökboncuk* dizeler ;
Ruh hakikat , şiir hayâl !
Can ilk –son soluk* nefesler ;
Tek gönlüm tam iç dil meâl !
TEK GERÇEK
1.
2.
3.
4.
Türkçe Tefsir (*) oku-bak ,
“Hak Dini” İslâm ancak !
“Kur’an Dili” vahy-i Hak ,
(“lâ-raybe fîh”) hakikat !
(Bkz. Cilt 1 / sh. 200: “… biz ona inanırız ,
ta’mîkat-ı felsefesiyle uğraşmayı zait addederiz.”)
5.
6.
7.
8.
(Sh. 157-8: “Ey mütefekkir !” Ruh hicab ,
Tek “Kur’an Dili”-nce oku !
“Ne şek kalır ne ıstırap ,
Ne buhran kalır ne kuşku !”)
9. İrşad-ı Kur’an nur-u Hakk ,
10. Düşün nedir ruh-u lügat ?
11. İsbat-ı vicdan doğru bak ,
12. Gönlün “iç dil” yol bu sırat !
13. “elmâlûm*elmeçhûl” ancak ,
14. Ayn-ı hâl hayâl - hakikat !
15. “…kuvve-i hayat-ı idrâk”
16. Sonsuz yorumsuz sanihat !
109
(Sh. 200-1: “Taaccüp bütün taaccüp ona ki ,
Allah’ın halkını görüp dururken …”)
17. Nasıl olmuş şu hayat ,
18. Ne hayret taaccübat ?!
19. Kalbim hâmûş şuûnat ,
20. Tabirat tefekkürat !
21. İşte öz “kitabullah”
22. Hikmet-i tekellümat !
23. Eşsiz söz “kelâmullah”
24. Hak belli güncel lügat !
25. Tam okumak kavramak kadar ,
(Kader idrâkimiz vehbiyat !
Tek vahy-i Hak Kur’an açıklar.)
26. Rabbim , mucize sanat fıtrat !
27. Anla da anlat ilk şart ,
28. Düşünerek konuşmak !
29. Emr-i (“Kün!”) künh-ü bizzat ,
30. Tek gerçek kudretullah !
31. İşte tek Kur’an-ca “mârifetullah”
32. Hakikat “din-i fıtrat” canlı mesaj;
33. Şuur ruh-u rüya , düşün tek Allah !
(Sh. 566-70: “AKIL … / hevaiyyat içinde iflâs …”
…………………………………………………...
“Vehm-ü hayâlin şi’rî edebiyatında
hiçbir hakikate intibakı olmıyan
ve bigayrihakkın ibda’ namı verilen
ve kuvvei vâhimenin gelip geçici
bir lâhzai kâzibesini okşıyarak
insanı bir ân için ve bir daha
tekerrür etmemek şartıyle çarpıb geçen
boş müeddâlarında bir zevk-ı teselli
aramağa alışmış olan ruhlar ,
Kur’an-ın bütün fıtrate mir’at olan
nazmı bediinde i’cazkâr bir yükseklik
*duyamazlarsa bunun sebebi(ni)
zevk-ı fıtrîlerinin ve akıllarının
hevaiyyat içinde iflâs etmiş
olmasında aramalıdırlar. Bu gibiler
*HAKK’ı hep acı diye telâkki etmiş
ve AKL’ı hakka vusûl için bir âlet*
tanıyacak yerde onu hakkı redd-ü ibtal ile
mağlûb edebilecek gaddar bir silâh gibi
kullanmak isteyen zalim müşriklerdir.
Filhakika: (“… / insanlardan kimi de …”)
110
…………………
İşte benlik gizemi ,
Nice sinsi desise !
İçten sezinleyip de
Bil , iblis bile bilge !
Şiirsel iç dil-ince
Edebiyat tuzak ki ,
İğfâl-i nefs söz düzme !
Emr-i âyet düşün de
İflâs ifsâda düşme !
İhlâs yoksa özünde
İflah etmez sözün de !
DÜŞÜN !
(“Re’s-ül’hikmeti mehafetüllah” (*)
Hikmetin başı Allah’tan korkmak !)
İnternet* ortamında
Açık kültür öz sohbet !
Yaşamakça*çapında
Anlık düşün söz hikmet !
İŞTE YAŞAM !
1.
Önce yoktuk var-olduk
Yön aradık yol sorduk !
2.
Emr-i(“İkra’!”)okuduk
Kitabullah’ta bulduk !
3.
Sustuk çok az konuştuk
İşte yaşam yolculuk !
MAHŞER RUBAİSİ
Altımızda arz dünya sarsılıyor ,
Üstümüzde gök sema kaynaşıyor ;
İşte büyük kıyamet korkunç gerçek ,
Mahşer her son solukta yaklaşıyor !
GİZEMLİ DİL*
(*)
İşte yol “hayat” tekmil
Ancak “kök” kalb-i selîm !
İçten duy “fıtrat” tek dil ,
Kaynak: Kur’an-ı Keriym !
1.
Şiir-ruh*hakikat-dil
Söz zihinsel öz delil !
(Sh. 364: Feyizler-8 / sh.18)
(Bkz. Feyizler-8 / sh.62-72)
Sh. 108’den devam : ( … ) Hesap kitap adamı olarak yazar ( … )
Hisseler ve romanlar … ( … ) Roman daha çok para getirir ( … )
‘Hiçbir zaman bu kadar sefil olmadım’ ( … ) Ey okur, haberin
var mı ? ( … ) Bütün bunlardan okurun haberi var mıdır peki ?
Ya da şöyle diyelim: Yazarın yoksulluğu , parasızlıkla imtihanı
Okurun ne kadar umurundadır ? Bizim zevk içinde, hülyalara dala
rak okuduğumuz harikulâde romanların kaçı acaba rahat ve huzur
lu bir yazarın elinden çıkmıştır ? Edebiyatla paranın ilişkisi aslında
sandığımızdan daha derin ve çetrefillidir. Parasızlık da para hırsı da
sonuçta sadece niceliği değil , edebiyatın ‘kalite’sini etkileyebilmek
tedir. Bugün değişen bir şey var mıdır ? Eserleri çok satan ve iyi
kazanan birkaç yazar dışında edebiyatçı milleti yine maişet motoru
nu yürütebilmenin derdindedir. Balzac’ın zengin bir dul bulma rüya
sına kapılmayan kaç yazar sayabiliriz ? //
Sh. 10: ( Şoreş Oruç: -) Kurmacanın kuytularında / Kurmaca
nasıl işler? adlı kitapta akademisyen ve deneme yazarı James Wood,
Henry James’le başlayarak anlatı , dil , detay, karakter, diyalog ,
gelenek ve gerçekçilik gibi edebiyatın en önemli mefhumlarını yeni
den tanımlıyor. / … Romancı üç dille çalışır (…) Metin odaklı teori
ler ( … ) Not: tamamı yarım sayfa ve iki sütun bu yazıyı yine aynen
derc-etmek gereğini hissettirici içerik gerçekten ilginç mi sizce de ?!
“… James Wood , Kurmaca nasıl işler ? (How Fiction Works?) adlı
kitabında , “Birçok genç okurun ne kadar dikkatten yoksun olduğunu
görmeniz için edebiyat eğitimi vermeniz yeterlidir ” diyor ve dikkat
liliğin canlı emsali olduğunu da bizlere kanıtlıyor. Henry James’le
başlayarak kendi kanonu içinde yer alan yazarların edebiyatını
mercek altına alan Wood; anlatı , dil , detay, karakter, diyalog ,
gelenek ve gerçekçilik gibi edebiyatın en kallavi mefhumlarını
yeniden tanımlıyor. Wood kendi yazma tecrübesini de peykesine
katıp Şikloski , Barthes ve Genette gibi formalist-yapısalcı teorisyen
lerden de ilham alıyor. Wood , teorik sorulara pratik cevaplar verme
ye; tekniği hayatla barıştırmaya çalışıyor. / Aktüel yazarlık tecrübesi
nin esinlediği , kurmacanın hem gerçek hem de yapma olabileceği
teziyle karşı karşıyayız.Yazar, yapma olanın tekniğini teşrih ederken
edebiyatı edebiyat yapan detayları dolaşıma sokuyor. Detaylar bütünü
hakkındaki bir soruşturma , başka soruşturmalara da neden oluyor:
Metnin bakış açısının izinin sürülmesine imkân tanıyan mecaz ve teş
bih kavramı; metinde kimin , nasıl konuştuğu hakkındaki karmaşası
bol anlatım teknikleri ( birinci şahıs, üçüncü şahıs, serbest dolaylı ve
bilinç akışlı anlatım ); metinde konuşanların metinle ilişkisini açığa
çıkaran anlatıcı şekilleri ( her şeyi gören ve bilen anlatıcı , güvenilir
111
Nedir “levh-ı mahfuz” bil ,
Gözler “gerçek” kör değil !
2.
Kalbim yürek gönlüm dil
Hep “iç sızı” benliğim !
Yol ölüm ömrüm mehil ,
Dış sızıntı şiirim !
3.
Şu benlik gizemli dil
Işık evrensel şiir !
Tek Rabbim mutlak “Kelîm” ,
O Sonsuz Zat-en “Habîr !”
4.
(“Bismillâh*…/ Rahman-Rahıym”)
(“el-Hamd*…/ Rabb-il’âlemiyn !”)
Can “nabz-ı nefes” zikrim ,
İç dil (“…li-llâh”) fıtrat-“Din !”
5.
Ne güzel lâfz-ı fikrim
Mûcize söz özgün dil !
Evrensel lisan hissim ,
Musikî “aşk” kök-stil !
6.
İçten hissiyat tekmil
Anlık insiyak bilgim !
İşte giz “sanat” tek dil ,
Mantık “Kelâm-ı Kadîm !”
7.
Hem (“Mâlik-i yevm-id’Diyn”)
Tam “Muhît” tek “Kahhar “-kim ?
Nur “Muhammed-ül’Emîn(*)”
Örnek: Kur’an-ı Keriym !
anlatıcı , güvenilmez anlatıcı ); metnin gerçeğe en yakın öğesi olan
karakter tipolojisi ( düz karakter, karmaşık karakter ). / Romancı üç
dille çalışır / James Wood , bütün bu detaylar yekûnuyla dil üzerinden
hesaplaşmaya çalışıyor. Wood’a göre, romancı her zaman üç dille
çalışmaktadır: Karakter-in dili , üslûbu ve tasavvuru; anlatıcı-nın ,
romancı-nın ve gündelik dil-in üslup ve tasavvuru ile kaynaşmaktadır.
Ortaya serilen detaylar toplamı , daima , “varlığın yuvası” olan dil-le
ilişki içindedir ve kurmaca-nın yapmalığı ya da gerçek (ci-)liği DİL
tarafından belirlenmektedir. Edebiyat ve hayat arasındaki manivela-yı
böylece tayin eden Wood , anlatıcı üzerine eğilmeye başlar. Kendi
mahremini ,‘sıfır derecesi’ni , kişiselliğini korumaya çalışan modernist
üslupçuluğun babası olan Flaubert’le başlayan edebiyat sergüzeşti ,
kişisel bir Avrupa kanonunda , hiç kapanmayacakmışçasına dolanan
bir çember hüviyetine bürünür. / Flaubert’in ehemmiyeti , geniş zaman
ın hikâyesini kemaliyle kullanabilmesi ve tıpkı bir yazar gibi detaylara
meraklı olan avare kahraman tiplemesini yaratmasındandır. Avare
kahraman , Wood’un teorik bagajının en önemli nesnesidir; ona göre,
avare karakter gerçek hakkında konuşmamızı sağlayan bir kurmaca
paradoksu yaratır: Anlatıcının ya da yazarın casusu işlevini gören avare
kahraman , eşzamanlı olarak hem ‘gerçek’ -‘yaşayan’ bir yazar hem de
gerçekten bir yazar olmayan gibi görünür. / Wood , tıpkı , post-modern
duruş adı altında toplanabilecek ve başını Jameson’un çektiği “üstyorum” düşünürleri gibi; edebiyatın karşısına , muntazaman , konuşan
kişinin bilerek ya da bilmeyerek yanında getirdiği bir hayat tasavvurunu
dilini koyan teori geleneğini birçok bakımdan alt-eder. Ona göre, edebi
yata böyle bakmak , aslında önceden belirlenmiş bir edebiyat tasavvuru
nu , metnin ve yazarın tasavvuruyla haksız yere çarpıştırmaktır. Wood;
anlatıcı şekilleri , karakter tipolojisi , gelenek tasavvurları , gerçekçilik
üslupları arasında yapılan ayrımın , daima , bir önbelirlenime ve seçime
tabi olduğunu hatırlatır. / Metin odaklı teoriler / Derin olsa dahi bir şekil
de gösterilebilecek yapıyı arayan yapısalcı tasavvur-un , metinde teknik
ve formu kalkış noktası telakki eden formalist tasavvur-un (... sh. 128 )
(17*84. -De ki: “Herkes, kendi varlık yapısına uygun iş görür.Yol-ca daha doğru giden’in kim olduğunu
Rabbiniz daha iyi bilir.”/ 85.Ve sana ruhtan sorarlar. -De ki:“Ruh ,Rabbimin emrindendir. Ve size, ilimden
sadece az birşey verilmiştir.”)
İŞ ŞİMDİ !
Anlamak zor mu zor “-şiir ” delice
Nefs-i can nefesi içten ne güzel !
Anlatmak kolay yol “iç dil” meşkince
Net beyan iş şimdi zaten evrensel !
1.
Hep bu aklımca aradım güzel dert
Öz yaşamakça can nabzım hem-dem meşk !
Tek şu kanımca anladım gündem mevt
Söz kavramakça anlatım net gerçek !
2.
Ne anladımsa anlattım kendimce
112
Öz yaşamakça son nabzım tek dem mevt !
Yoğunlaştım da tam yazdım keyfimce
Söz zor ahmakça yol sandım meşk hem-dert !
3.
Anlamak kolay mı “iç dil” lügatçe
İçten can nefesi ilginç söz demek !
Anlatmak dolaylı “şiir” kök hece
Net beyan iş şimdi bilinç öz gerçek !
ŞOK-BİLİNÇ
Alınyazım yetmiş yılın izleri ,
Bilemedim nedir “ruh” iç çilesi ?!
Açık yazdım ney’miş şahsın nefesi ,
Yaşamakça şiir “şok-bilinç” sesi !
ARŞİVİM
Artık gündem değişti silik kaldı anılar ,
Tesellim tek geçmişim okunmayan yazılar !
Sanki yaşam belgesi ilginç kanıtlarım var ,
Arşivim dert birikim onulmayan acılar !
HAYAT VE SANAT
Şu dünya hayat
Düşün ne demek ?!
Gördün ya sanat
Gönlünce sevmek !
BİLGİ
Tafsîlat dünyalarca
Ulaşılmaz hepsi-ne ?!
Mâlûmat kitaplarda
Hiç doyulmaz bilgi-ye !
(Bkz. Kur’an-ı Keriym , Şems sûresi- 91*âyet: “ 7. Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene. // 8.
Ardından da ona bozukluğunu ve takvasını ilham edene andolsun ki , // 9. Benliği temizleyip arındıran
gerçekten kurtulmuştur. // 10. Onu kirletip örtense kayba uğramıştır.”)
(Bkz. İsrâ-17*70. “Andolsun biz, Adem-oğulları’nı onur ve üstünlükle donattık; onları karada ve denizde
binitlere yükledik. Onları , güzel ve temiz rızıklarla besledik.Ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün
kıldık./71.Gün olur,insan gruplarından herbirini kendi önderleriyle çağırırız.O gün kitabı kendisine sağdan
verilenler,kitaplarını okuyacaklar ve bir kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaklar./ 72. Bu dünyada kör olan ,
âhirette de kördür. Yolca da adall -daha sapıktır o.” // 74. “Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık , and
olsun onlara birazcık meylediverecektin. / 75. İşte o zaman sana, hayatın da ölümün de katmerli acılarını
tattırırdık.Ve bize karşı hiçbir yardımcı da bulamazdın.” // 77. “Senden önce gönderdiğimiz resullerimize
uygulanan yasa da buydu. Sen bizim yol ve yasamızda değişme bulamazsın./ 78. Güneşin kaymasından /
113
aşağı sarkmasından , gecenin kararmasına kadar namazı kıl. Sabah Kur’ân-ı(*)’nı da gözet. Çünkü sabah
okunan Kur’an tanıklarca izlenmektedir.” // 89. “Andolsun , biz bu Kur’an-da , insanlar için her örnekten
nicelerini sıraladık. Ama insanların çoğu inkârdan başka bir şeyde diretmediler.” // … ) Bkz. Müsbet İlim
Yönünden TEVRAT İNCİLLER ve KUR’AN ,Maurice Bucaille / Fransızcadan Çeviren: Doç. Dr.Mehmet
Ali Sönmez , Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları-239 (İlmî Eserler-34) Ankara-2001 / Tamamı 386 sayfa /
Ateistlere tavsiye!
İBLİS-İST’LER (!)
1.
İfrit dadaistler sürrealistler
Nihilistler ekzistansiyalistler !
Psiko-analiz* sözde bilimsel
İblis-“ist” sinsi isyan sinyal gizler !
2.
Süzme ateistler materyalistler
Vesveseler biliçsizce yol izler !
Belli korkak âciz-süje hâinler
Nice diller ilginç işte tam mahşer !
3.
Şer-şerir rahipler müsteşrik güçler
Ahund Kabalistler masonik düşler !
Pis müfsid fikirler cümle şirk sözler
Tâğut satan-ist(*) kim Sabetayistler ?!
(Bkz.Yaşayan Dünya Dinleri , Diyanet İş. Bşk.Yayınları: 680
“İlmî Eserler Serisi: 117” Ank. 2007 // Tamamı: 605 sayfa*)
(*)Bkz. Efendi / Beyaz Türklerin Büyük Sırrı , Soner Yalçın , Doğan Kitapçılık AŞ. İst.-2004 “32. Baskı”
(“Onlar yüz yıl hep göz önünde oldular. Ama bir sırlarını hep saklı tuttular …”)
Not: Yakın tarihimizi iyi kavramak - doğru yorumlamak için olayların içyüzünü çözümlemek gerektiğini ,
işte bu kitabın içeriğindeki ilginç açıklamalar ışığında gerçekten şaşırtıcı boyutlarıyla anlayacak ve tam
gerçek roman üslûbundan zevk duyarak gayet kolay okuyacaksınız !
Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı / Efendi-2 : (“… bilmemek olur mu ? / Evet, dün olan bugün de devam
ediyor : Tasavvufun , aklın ve bilimin öğretisi olmadığı söyleminin kolaycılığına kaçarak ,kendi coğrafyamı
zın kültürünü tanımak istemiyoruz ! // Öyle ki , … / Acıdır , … // Türkiye aydını / akademisyeni ciddi olmak
ve artık olgunlaşmak zorundadır.”)
4.
Kör münkir cahiller tutsak görüşler
Filozof sefihler bohem kötümser !
Edepsiz şairler kaypak çözümler ,
Hepsi kof herifler gündem özümser !
5.
Popüler “idol”-ler oynak solistler
Nesebsiz hödükler medyatik tipler !
Kültürel şizofren aylak show-ist’ler
Gündemci büyükler (!) salma ipsizler !
6.
Ansiklopedistler manyak kerizler
Literatürel-dil* nice bilgiçler !
Belli senaristler kaynak bilgiler
İşte naturel bilinçte “izm”-ci’ler !
114
7.
Sahte laikçiler susmaz ürerler ,
Hele bizimkiler hiç düşünmezler !
Ahmak kıblesizler elit güdükler ,
Tek Kâbe’yi bilmez Batı’ya döner !
HATTAT’CA HATA !
1.
“Tevekkel-ü Taalallah(!)”
Hatt-ı galât(*)meselâ !
(“Tevekkeltü alâ-llah”)
Tevekkülüm Allah’a !
2.
Modern yobaz anlamaz ,
Sözde hattat’ca(*)hatâ !
Kur’an-ca okuyamaz ,
Hat yazar halk ağzıyla !
DAHA ZOR !
Yeni harf yazarken sol ,
Okurken de daha zor !
Kur’an öğren kolay yol ,
Anlamsız söz olmaz, sor !
HİKMET-İ İLHAM
1.
Özümce bizzat meram
(“Hamd* âlemler Rabbine!”)
Ezcümle “salât-selâm”
İhtiram Muhammed(s.a)’e!
2.
İlkten “kıymet-i kelâm”
Kur’an net tam mûcize !
İçten “hikmet-i ilhâm”
Muhabbet Muhammed(s.a)’e!
MAHREM-İ ESRAR (*)
1.
Şu benlik korkunç gizem
Şok ürperti iç gözlem !
İçten iç sonsuz sistem
Yol müphem bilinç görkem !
2.
Ruh hakikat-i beden
Nice eczâ-i âlem !
Hak beyyinat Rabbim’den
İşte (5*27-31)ebnâ-i Adem !
3.
İç-ten oyuk dürükken
(Bkz. Sûre-i Hûd: 11*5. “Bilesiniz ki , … / … O kalblerin özünü bilendir.”
Dikkat!Tam doğru anlamak konusunda âyetleri sibak ve siyakınca okumak
gerekir. Nitekim muhteviyatına nazaran işbu özgün nükte-i nükat değinme
mesaj şu düzensiz sözlerim meşk-i kalem muhtelif füyûzat-ı müdevvenat
tarz-ı sünûhatımca canlı ihsas-ı insiyak ve ifrat-ı iştiyak kitab-ı hâtıratım
misâl-i mukadderatıma âyinedar ruh hayatıma mâkes “sözün değeri” iyi
den iyi içten bilinsin diyerek kalem-i kelâma azm-i sabrımla sarıldığım
müteheyyic can nabz-ı “iykan” ân-ı seyyâle serîuzzeval’e benzer ruhiyat
dem-i hissiyat tabirat-ı lisan noktacık karîha “hâl-i sahve” vecd-i irticalen
yazdığım şu YAŞAMAKÇA’nın özü ve özeti , işte (-Sadıkların Müşkilleri
nin Anahtarı , Müellifi: Selim Baba / Sadeleştiren: Ahmed Sadık Yivlik*)
İst.’da dolaylı nasip bir başkası eliyle aldım ve zevkle okuyunca anladım
ki , hizmet diye elden dağıtılan bu fotokopi-broşür, ruh hâletime terceman
bir eser-i meşhûde’den nükte-i muhassala / 39 sayfacık kısaca özet-teksir !
Bir iktibas söz zaten nice enmûzec cümle-i ilham merâm-ı velâyet derûni
yet-i istirşad duygusal düşüncemizi icmâlen ne güzel lâtife-i ifade (Türkçe
mizde denir-ya halk ağzı: “Ustam nerde, ben nerde!”) derinlik kavrayışına
çağrılayan sırr-ı idrâk kök-gerçek* “künh-i nefs” SÖZ’e kıyasen nefes-i
can anlamlı inşirah hemhâl lisan-ı mecaz zevk-i vicdan ne mahrem mesaj
demekki! (Sh.19: “… bütün mevcudatın dış yüzü mahluktur, fakat içyüzü
Hak’tır, …”) Rabbimiz’den nefha-i ruh “huzûrullah” hakikatimiz zaman-ı
hâzıra anlık görüntünün gönül okyanusu sûreta dünya-hayat tam muammâ
mâhiyet-i ruhaniyet derûni ledünniyat tadınca “uhrevî endîşe” hâlet-i şuur
da bunu anlamak cezbesi kimi irfan-ı tasavvuf “fıkh-ı vicdan” nur-i itikad
düstûr-u fıtrat din-i İslâm “muhkem mehaz” son nübüvvet’in eşsiz Kur’an
mûcizesi ki ,(“inne-diyne ınde-llâhi-l’İSLÂM”) muhabbet-i Muhammed(*)
Aleyhisselâm mesajına candan müştak gönüllerin neşve-i mâneviyat diliyle
115
Dış boyut hep bürüyen !
Fiziksel görünüşten
Belli kimya-i beden !
4.
Örnek hilkat-i beşer
Hiç çözümsüz problem !
Sonuçsuz teoriler
Zihinsel yorum mülhem !
5.
Bilgi bulgu görüşler
Hepsi insiyak gündem !
Tek kaynak kutsal sözler
Ancak Kur’an tam muhkem !
6.
İlm-i mükâşefe’den
Nefsen tezkiye öğren !
Mîrim , Ben’i bürüyen
Zulümat neyse öğret !
7.
İlm-i ledün bilmezsen ,
Kendini eğitmezsen ;
Allah’tan istemezsen ,
Ne anlar ruh hikmet’ten ?
8.
Herkes sezinler içten
Emmâre: bohem zaten !
Levvâme: eleştiren
Mutmainne: huzur-dem !
9.
Mülheme: ilham gelen
Râzıye: tevekkül-dem !
Merdıyye: eşey hemdem
Sâliha: sâfi erdem !
10.
Son mertebe hasseten
Tek “Kâmil İnsan” nefsen !
O “Nur-u Muhammed(s.a)” hem;
Hep bütün gizem mahrem !
11.
Mi’rac-la şereflenen
Ancak Resûl-ü Ekrem !
Müstesna örnek zaten
Mahrem-i esrâr (f-a’lem !
anlatmak isteğinden ibaret tarz-ı kadim* meşk-i şiir ruh-u şuurumca öznel
lisan-ı tefekkür renk-âhenk “gölge-benlik” kavramlar kumkuması “iç dil”
tuvalinde titreşen nice mevecat teressüm-ü mülhemat denemesi ilcâatten
farksız sânihat! Demek isteriz ki , işbu özet risâle “Miftah-ı müşkilât-is’
sâdikıyn ve Adâb-ü tariyk-il’vâsıliyn” niyet-i hizmet gereğince, en son
sayfa: 789’dan sonra , ayrıca aynen neşredilmek gayesine münasip ve de
muvafık görülmesi dileğiyle Yaşamakça’ya başlıbaşına eklemlenmiş ve
bütünüyle şu “Özet Divan” nükte-i merâmımız da böylece özetlenmiş ya
da daha bir renklenmiş olsa , sanırım daha açık anlaşılır bu izahat ışığıyla
vuzûh kazanır yazdıklarım. Ve yine sonradan okuduğum bazı kitaplar da
tutarlı düşünmeye yönlendirici içerikte değerince önemli: Bkz. (Eflatun ,
Apoloji / methiye ve Kriton / vazife; Mütercim: Semiha Cemal , 1. baskı
-1932 ve 2. baskı: Yeni Zamanlar Yayınları-İst. 2005*)
2.(Avram Ventura , kırk dilli kuş / denemeler, Gözlem Gazetecilik Basın
ve Yayın A.Ş.-İst. 1995 / sh. 65: “Yol-yolculuk / Hiç farkında değiliz
yolculuğun … / Peki , bu yolculuğun amacı nedir ? / … “Hakikat meyva
sı”-nı bulmak için …”) 3. (Türk Düşüncesi , İrfan Yayıncılık No. 137 /
1. Baskı: Mayıs-2007 ve 13. Baskı: Mayıs-2008 [email protected] /
Türk Düşünce Hareketi Merkez Heyeti tarafından hazırlanmıştır *Sh.7:
Sözbaşı / … Sh.8: Tesbit edebildiğimiz en önemli gerçeklerden biri şu
dur; maddî ve manevî bütün küreselci saldırıların hedefi , Türk Milleti’
nin geleceği demek olan gençlerimizdir.( … ) Sh. 9: Bu kitap öncelikle
Türk gençliği için hazırlanmıştır. Ayrıca nerede Türk varsa ona hitap et
mektedir. // 14 -15: Gerçek ve hakikat / İnsan gerçeği aramalı , hakikate
yönelmelidir. Gerçek ve hakikat farklı mıdır ? ( … ) // Not: Tamamı-160
sayfa. Aynen alıntı olanaksızsa söz asıl kaynaktan okunmalı. Nitekim; //
“Bir esasa dayanmadan söz söyleyen , hiçbir şey söylememiş demektir.
Kur’an-ı Keriym , tekrar-tekrar ve ısrarla bizden , kâinatın , tarihin , insa
nın ve toplumların araştırılmasını ister ve bizi bunları anlamaya yönlendi
rir.”) 4. (Seyit Kemal Karaalioğlu , Resimli Türk Edebiyatçılar Sözlüğü /
2.basım* İnkılap ve Aka -İst.1982 / sh.113: Beyatlı ,Yahya Kemal (1884
-1958) Millî edebiyatımızın en büyük şairi. ( … ); modern Türk şiir dili
nin yolunu açanların başında gelir. Şiirimize Batılı anlayışla ilk çeki-dü
zen veren odur. Günlük yaşantının dışına çıkar; tarihimizin kahramanlık
larına , duygunun sonsuzluklarına uzanır. Divan şiirimizle yeni şiir ara
sındaki köprüyü tek başına kurarken; ilk defa , şiirde bilinçli duygulan
manın mimarlığını yapar; Paris’te okuduğu yıllarda , derslerini dikkatle
izlediği ünlü Fransız tarihçisi Albert Sorel (1842-1906*)’in: “Dünyada
henüz keşfedilmemiş iki şey vardır : coğrafyada kutup ve tarihte Türklük!” sözü onun hayatını şiddetle etkiler. O günden sonra kendini Türk
uygarlık tarihi’ni incelemeye verir. ( … )” Not: Devamı da tamamıyla
okunmalı vesselâm ! )
xxxxxxxxxxxxxxxx
(Bkz. Osmanlıca-Türkçe “İslamî-İlmî-Edebî-Felsefi” Yeni Lügat, Abdullah Yeğin , Hizmet Vakfı Yayın
ları-İst. 1991/ sh. 265: “İ’lem (İlim / Bilmek* masdarından emirdir.) Arapça / “Bil !” manasına.” // Ayrıca
tekrar hatırlatmak istiyorum ki , işte bu “Yeni Lügat” (ve bunun yanında ,T.D.K.Yayınları “sayı: 175” Türkçe
Sözlük* ile, bir de -Ferit Develioğlu ve başkaca Ansiklopedik Sözlük’ler bir yana) M. Nihat Özön ,“Büyük
Osmanlıca-Türkçe Sözlük”, İnkılap ve Aka Kitabevi-İst. 1952 -1965 “4. basım” muhtevâlı kaynaklar varsa
kitaplığında daima açıp bak , kelimelerin kök ve türevlerine göre değişen anlamlarına ilişkin nice enteresan
116
kavramlar ve bunlara uygun bazı örnek metinlerle açıklamalar gayet tatlı ve çok güzel kavratıcı ,Türkçe’nin
etimolojik derinliğinden ve tarihsel zenginliğinden hoşlanmayı sevdirecek konular arasında ya da edebiyat /
toplumsal duygu muhassalası düşünce ve eylemlerin folklorik kültür dünyasında yaşamakça uygarlaşmak
gereği bireysel kişilik geliştirmenin epistomolojik kökeni “bilgilenme metodu” bakımından her bir sözcük kavram’ın nasıl bir değer “kıymet hükmü / özgün nükte” belirttiğini içten anlayacaksın. Nitekim kimi değin
melerimde özellikle önemini vurgulamak için sözkonusu kaynaklardan alıntılarla açıkladığım bazı örnek
kelimeleri yine anımsatmak istiyorum ; meselâ: “Akl*(Akıl) … Akl-ı bâliğ , Akl-ı evvel , Akl-ı küll , Akl-ı
meaş , Akl-ı mead , Akl-ı matbu’ , Akl-ı mesmu’ , Akl-ı selim / Hiss-i selîm , (…); İlm*(İlim) … İlmî , İlm-i
âdâb, İlm-i bedi’, İlm-i beyân , İlm-i cifir , İlm-i fiten , İlm-i hadis / İlm-i rivâyet, ahbâr, âsâr; İlm-i hâl , İlm-i
hey’et, İlm-i hurûf , İlm-i ictimaî , İlm-i kelâm / Usûl-üd’din; İlm-i kıraat, İlm-i ledün , İlm-i tabakât-ül’arz,
İlm-i nücûm / tencim ve ahkâm-ı nücûm; İlm-i tevhid,İlm-i usûl / Usûl-ü fıkıh veya Usûl-ü şeri’at ve Hikmet-i
teşriiye; İlmiye (…); Âlem … Alem-i asgar, Alem-i ekber,Alem-i berzah ,Alem-i ceberût, Alem-i emir,
Alem-i esbâb, Alem-i ervâh , Alem-i fâni , Alem-i gayb, Alem-i hâb / mânâ , misal , nevm; Alem-i mâna ,
Alem-i melekût , Alem-i misâl , Alem-i süfli , Alem-i şehâdet / Alem-şümûl , Alemeyn (…); Alim , Alîm (Allah), Alim-Allah: Allah bilir (-meâlinde yemin.); Muhammed (…); Din: Ceza , ivaz (karşılık , bedel). /
İslâm , şeri’at, millet. / Âdet , hâl , siyaset. / Hesab. / Kahr , galebe istilâ. / Mâlik olmak. Aziz olmak. İtaat
etme. / Verâ , takvâ. Mâsiyet ve ikrah , hizmet. / Hüküm , kazâ ve ihsân. / Bir şeyi âdet eylemek , de’b: (bir
işde devam ve iltizamla emek çekip çalışmak. Âdet, usûl , tarz , kaide. / Şân. Emir. Kâr. / Tardeylemek.); Sîret
ve tarikat(-yol); Tedbir ve tevhid. / Melik , mülk. / Birisini hoşlanmadığı şey’e sevketmek. / Istılah (-terim)
anlamı: Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam. / İman ve amel mevzûu olarak
insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve Hakikat kanunları’nın hey’et-i mecmuâsıdır. / Cenab-ı
Hakk’ın dergâh-ı ulûhiyetine kulluk edâsına vesîle ve medâr olan ibâdet. / “yevm-id’din” // Diyânet:
Dindarlık. Dinin hükümlerine riâyet ve muktezâsınca amel etmek. Din emirlerinin hüsn-ü ihtiyâr ile tatbîki.
Din işleri.”// ve tam lügatınca anlamak için mutlaka doğru manada anlam kapsamıyla öğrenelim.
Öğren ve bil , işte; “Dil: Lisan , zeban. Ağızdaki tad alma duygusu ve konuşma uzvu./ İnsanların konuştukları
lehçelerin her birisi. Lügat. (…) // Dil: (Farsça) Gönül , kalb, niyet. / Cesâret , yürek.” // Bkz. Büyük Sözlük /
“Dil: (…) Dil-i pâk (temiz gönül); Dil-i şeb (yarı gece); Ehl-i dil (Tanrı adamı); (… / “Hemîşe fikr-i muhabbet
dilimdedir mezkûr.” – Fuzuli*) Ve daha pek çok örnek !
HAKİKAT
Daha nice günler hem nereye dek ,
Dost yolunda şu post sürüklenecek ?!
Tek Rabbim’den medet tam mahşere ruh ,
Hakikat “heme (z-)ost” düşündürecek !
(Bkz. Osmanlıca-Türkçe Yeni Lûgat / “Heme ust(ost): Hepsi O’dur.”
“Heme ez ost(ust): Hepsi de O’ndan-dır.”)
(Serâb: Şaşkın hâle gelme. Çorak yerlerde, çölde sıcak ve ışığın tesiriyle ilerde, yakında veya ufukta su ,
yeşillik var gibi görünme hadisesi./ “Ey serâb-ı gurûru şerâb-ı tahûr zanneden hod-furuş nefsim! Hikmet
hayr-ı kesir olduğunu işittin. Fakat yanlış yola gitmiştin. Şu kitab-ı kâinatın hikmetini meânîsinde aramadın.
Gittin nukûşunda taharri ettin.” M.N.) Bkz./ … eklenen kelimeler: “Heme Ust*-değil; Heme ez-Ust* ( … )”
(Mahrem-i esrâr: Gizli sırlara vakıf olan çok yakın kim-se / Gizli sır söyleyen kim-se ?!)
EMRAZ-I HALİM
1.
Serâb-ı hayatımca
Tek şu dem cannefesim !
117
Zamanı yaşadım da
Diyemem bilemedim !
2.
Berbat rahatsızım da
Doktorlara göründüm !
Normal aklım başımda
Aslında çok üşüttüm !
3.
Zaten beden hep hasta
İşte emrâz-ı hâlim !
Dert derûniyet ruhta
Böyle düşüncelerim !
4.
Gerçek köken aklımca
Ruh özüm beden sözüm !
Demek içten aşkımca
Öz bilinç söz görüntüm !
(Bkz. Kur’an-ı Keriym : 84*6. “Ey insan ! Sen , Rabbine varmak için çok didinecek , sonunda O’na
kavuşacaksın.”)
(Bkz. Hadis Ansiklopedisi , 1. cilt / sh. 33 : “Ebu Hüreyre (r.a) hazretleri anlatıyor : Hz. Peygamber (s.a)
buyurdular ki: “Sizden biri içiyle dışıyla Müslüman olursa , yaptığı herbir hayır en az on mislinden yediyüz
misline kadar sevabıyla yazılır.İşlediği her bir günah da sâdece misliyle yazılır.Bu hâl ,Allah’a kavuşuncaya
dek böyle devam eder.”)
(Bkz.Kaside-i Bürde,Muhammed b. Said el-Bûsirî / Şârih Abidin Paşa’dan sadeleştiren: Ömer Faruk Harman,
Gençlik Basımevi -İst.1977/sh. 43-50: Beyit-34.“Şimdiye dek geçen beyitlerde anlatmaya çalıştığım o mânevi
yat güneşi , sevgililer sevgilisi Hz. Muhammed’dir ki; iki cihanın ,insanlık ve cin âleminin ,arap ve arap olma
yan bütün milletlerin efendisidir. / 35. Kâinatın medâr-ı iftihârı olan Peygamberimiz; iyilikleri emredici , kötü
lükleri ise nehyedicidir. Hiç kimse, O’nun “Evet ve Hayır!” diye ifâde ettiği emir ve nehiylerinde, ondan daha
isâbetli olamaz. / 36.O, öyle bir peygamber ve Allah’ın sevgili kuludur ki; karşılaşılan her tür tehlike ve korku
lu hâllerde onun şefâatı umulur-istenir.” / Açıklaması: İnsanın aklı ve zekâsı ne kadar parlak , bunlarla ileride
kazanacağı mutluluk ne kadar büyük ise, dünyada ve muhtemelen âhiretteki tehlike ve zorluklar da o nisbette
çok , özellikle de gafiller için korkunçtur. Nefsin , şeytanın ve şeytan ruhlu insanların kötülük ve hileleri sebe
biyle, insanoğlunun attığı her adımında bir gizli tuzak olduğunu düşünmek yanlış olmaz.// İnsanın,dünyada en
parlak meş’alesi kabul edilen zekâsı; geleceğin esrarını çözmekten,içine düştüğü karmaşık meseleleri anlamak
tan âcizdir. Felâketlerin korkunç tuzağına düşmemek , her iki cihanda da kurtuluşa erebilmek için en büyük
çâre,ilâhî kanunları benimseyip tatbik etmek ve Peygamber’in şefaatını ummaktır. İz’an ve insaf sahibi bir
kimse, Kur’an-ı Keriym’in her hangi bir sayfasını açıp okusa ve okuduğu ile amel etse; behemehal , kederler
den arınıp huzura kavuşur.” / Kaside-i Bürde (toplam:161 beyit) tamamen okunmalı.Ancak daha başlarken şu
birkaç beyit bile onun nüktelerini ve edebî değerini incelikleriyle belirtici nitelikte: 10-12, 18 ve 21-22, 26-28,
33-34 ve de 45, 49-50 … // Örnek: “18. Nefis, süt emen çocuk gibidir.Eğer çocuğu sütten kesmez de öyle bıra
kırsan ,delikanlı da olsa süt emmek ister. Ama vakti gelince sütten kesersen o da artık bu alışkanlığı bırakır. /
21. Nefs-i emmâre, insana nice öldürücü lezzetleri güzel göstermiştir. Çünkü zehir, altın tas içinde sunulur.”)
ŞİİR VE YAŞAM
1.
Bence şiir hoş bir dil ,
İçten söz sezinlemek ;
118
Kendi özünce(86*5)bilmek !
2.
Zaten yaşam boş değil ,
Azgın nefsi gem’lemek ;
Kör benliği(87*14)eğitmek !
YOL ARAYIŞ
İçten iç özümce derinleştikçe
Sanki okyanusta dalgıç gibiyim !
Öz benlik gönlümce ledünleştikçe
Rabbim sonsuz yol arayış şiirim !
(Bkz. Fâtiha-i Kur’an: 1*1. “Bis-mil-lâ-hir-rah-mâ-nir-ra-hıym* / Rahman-Rahıym Allah’ın adıyla …”)
Açılış ve Başlangıç anlamında sanki ilk-önsöz“sûre-i Fâtiha” ile söze giriş yaparak başlayan net “tek gerekçe”
özünü de hemen daha ilk harf-i hece “nükte-i nokta” anlamlı (ilk-B ve de hem ikinci hem de en son-S: “BeS”)
ses vurgusu bakımından açıklayan Kur’an-ı Keriym’in “infisâl-i suver” sırrınca (tek istisnâ: mânâ akışında
siyâk-ı Enfâl’e merbût Tevbe/ “Berâe”-ye devam !) her sûre başında ve her türlü tilâvet-kırâat temessükâtında
bu ilk âyet-i “Besmele” hem mûciz söz hem nur-mefhum mûcize. Bütün âyetlerin toplam meâlini içeren ve
özetleyen ne tatlı, ne güzel ve ne kolay bir lâfz-ı mücmel, lisan-ı niyaz, “sehl-i mümteni’(*)” ifâde-i ifhâm!
Medâr-ı ilticâ’ âyetler ruhunca açık konuşmaya alışık ve maalesef duyarsız mizâc çok bozuk kalb-i ruh hükmü Dîn’en hasta (2*10. “Fî-gulûbihim meraz…”) zavallı şom ağızlar da* gayet yılışık(!) ki ,Kitâb-ullâh’a saygı
sızca “alelâde söz” zannıyla mâlûmatsız-züppelik güya avam-ı halk arasında “aydın-lık(!)” gururu “modernlik* kuruntusu şu “güncel dil”-lügatımız (Bkz. Türkçe Sözlük’te “Allah” yahut “Tanrı”/ ıstılah “terim, bilim
sözü”) kutsallara kayıtsız bazı lâkaydî-idrâk kusurlarına karşılık açık“kavram meâli” işte tek kaynak Kur’an*
nice nazm-ı beyyinât !
Bkz.Yeni Lügat: “lâfzullâh-Allah*lâfzı”(Bu kelime Kur’an-ı Kerîm’de 2806 defa zikredilmiştir. Bu lâfız
bütün“sıfât-ı kemâliye”-yi tazammun eden bir sadeftir./ Mek.) Hakikat tek Hakk’a tam tevekkülle teslimiyet!
Doğrulamak için bu sayısal bilgiyi bir de kendimce etüd ettim. Sonuç çok ilginç çıktı ortaya. Daha baştan
netice hakkında önsezi uyanmıştı içimde.Nitekim şu yöntem böyle esprili bir sonuç gösterince hayret duydum
ve mutmain oldum gerçekten. İşte enteresan nükte-i netice: (Bkz. el-Mu’cem-ül’Müfehres , M. Fuad Abdül
baki / “E-L-H” müştekatı / Cem’an: (2849) Ancak her “ilâh” kelimesi “Allah” hk. olmayabilir meâlen bazı
âyetler de. Bunu ayrıca araştırmak gerekiyor. // Bkz. Elmalılı Tefsiri , Hak Dini Kur’an Dili , cilt-1 / sh.16:
İzahatı dikkate alarak “Bismillâh…” hk. mezhep görüşleri dışında gerek Fatiha’nın ve gerekse sûrelerin başın
da müstakillen/ başlıbaşına âyet telakki edip de sayarsak ,gayet tabii ki Berâe hariç şu neticeye ulaşmaktayız:
(2849 + 1 + 112 “Fatiha ve diğer sûreler ilâve” = 2962* ki , bunun “nükte-i icmâl” rakamsal toplamı da: 19*//
Kur’an matematiğince “- sadece bir (1) ve kendinden başka hiçbir sayı ile bölünemeyen -” temel asal sayı !)
DİNLE , RUHUM !
Gece-gündüz sanki şu an
Şiir duygum öz nabz-ı can !
Dinle henüz vahy-i Kur’an
İç dil ruhum söz nazmından !
Hurûf-u “Besmele” lâfzıyla “dokuz ses” ve hattıyla “on nev’i harf-i hecâiyye” yahut toplam tâdâtıyla bazıla
rınca “ondokuz” asal sayı*(Kur’an matematiği) şifre*-elfâz “sayısal bütünlük” kelime hecelerinden ibarettir.
Şöyle ki: ilk şart tam saygıyla “anlamak için” cankulağı-iştiyak duygusu uyanık “kalb-i selîm” mesajına aklı
da açık kavrayışı da yatkın “inançlı içtenlik” kıvamınca âşina ruhiyatta “dinlemek” kesin “farz” ya da şuurlu
119
arzuyla“okuma-yazma” öğrenmek gerçekten en temel emr-i âyet ve teşvîk-i “sünnet-i Nebevî(*)” iken , ilkin
Nazm-ı Celîl*lisan-ı Kur’an ancak “Arabca olsa da Rab’ca (*)” aslına uygun okunmalı! Nitekim meâlinden
nasiplenmek için nazmınca âhenk güzelliğinden meşk-i feyz zevkine ermek ve aynen ezberlemek gerekir.
Soralım şimdi içten duymak gibi ilham meşkimizce “her bir harf-i Kur’an zaten canlı” iken nice “eşsiz mûci
ze” esprisine göre düşünürsek gerçekten her lafz-ı harf veya âyetlere mütedair rakamların dili ve sayıların
te’vil-letâifi de bir şifre midir ?
(*) Bkz. Avrupa ve Kur’an “Avrupa’da Kur’an Araştırmaları ve Çevirileri üzerine bir İnceleme” – Dr.
Hüseyin Yaşar , Tibyan Yayıncılık-İzmir 2002 (Tamamı : 396 sayfa) Önsöz’ün ilk cümlesi bile eserin muh
teviyat değerini belirtmesi itibariyle enteresan ayrıntılarla çok çaplı bir konuya yaklaşım merakı uyandırıp
bunun hakkını ya da haklı cevabını vermeyi titiz araştırmalarıyla başarmış şümûlünce gerçekten farklı bir
çalışma mahiyetinde derinlik ve eleştirici-irdeleyici incelemelerin biyografik bibliyografya zenginliğini de
gösteren böylesi iddiasız-mütevazilik karakteri bakımından başlıbaşına bütünüyle sevdiğim-beğendiğim ve
zevkle okuyabildiğim müstesna başarısından dolayı içten takdir-tebrik kanaatimi işte tek cümle beyanım
yetersiz de olsa açıklamak istiyor ve bu konuya ilgi-merak duyanlara rahatça tavsiye ediyorum muhterem
müellifine sevgi-saygılarımla. –H.K.// Sh.9:“Avrupa ve Kur’an ,dünyanın iki büyük dininin onbeş yüzyıl
içersinde karşılıklı ilişkilerinin iki kelimelik adıdır. Ancak Avrupa ile Kur’ân-ın arasındaki tarihi ilişki hiç
bitmediği gibi daha da yoğunlaşarak artacağa benzemektedir. (… ) Sh. 10-11: Batı , Müslüman toplumları
nın medeniyet, heyecan ve hayat kaynağının Kur’an olduğunu Haçlı seferleri zamanında keşfetmiştir. Doğu
ya toptan savaş anlamına gelen mezkûr seferlerin sadece fiziki araçlarla kazanılamayacağını anlayan Katolik
Kilisesi , Kur’ân-ı Latince’ye çevirip Haçlı demagoglarına göndermiş, Müslümanlardan kurtulmanın yolu
onları Hıristiyanlaştırma olacağını düşünerek ilk defa misyonerlik kurumlarını oluşturmuştur. Bütün bunlara
rağmen İslâm’ın Batı’ya olan ilgisi önlenememiştir. İstanbul’un fethiyle Hıristiyanlığın İslâm’ı alt-etme umut
ları sönmüş, İslâm’la uzlaşma fikri ortaya atılmışsa da , başarılı olunamamıştır. / Onaltıncı yüzyıldaki Protes
tanlık hareketi Kur’ân-a farklı bir ilgi uyandırmasına rağmen , Batı , Türk egemenliğinin kaynağının Kur’an
olduğunu bildiğinden , özellikle hücûmunu Kur’ân-a yöneltmiştir. Bunun için kullandıkları en önemli kaynak
da ilk Latince Kur’an tercümesi* olmuştur. ( … )
Sh. 206-7: Annamarie Schimmel’in Hz. Peygamber’e ve Kur’ân-a bakışı ,diğer oryantalistlere göre önem
li ölçüde olumlu farklılıklar gösterdiğinden , girişte yazdığı görüşlerinden sıkça alıntılar yapmak istiyoruz.
Türkiye’de yaşadığı bir hatırası ile söze başlayan Schimmel*şunları söylemektedir :“1955 yılında Ankara
İlâhiyat Fakültesi’nde öğrencilerle Kur’an-ı Kerim hocaları arasında şöyle bir olay geçti. Öğrenciler kıraat
taki bazı değişiklerin (ilm-i vücûh*) Arapça gramerine uymadığını söyleyince, hoca kızarak bağırdı: “Ama
Kur’an Arapça değil ki ; O, Allah’ın sözü , siz onu nasıl Arapça grameriyle ölçmeyi düşünüyorsunuz ?” /
Bu tartışma sahnesini nakleden Schimmel devamla: “Bu küçük olay Kur’ân-ın aslının doğa-üstü olduğunu,
onun hatâsız olduğuna Müslümanların nasıl inandığını göstermektedir. Müslüman bu Kur’ân-ı okumak ,
anlamak , yazmak istiyor , ama böyle inanıyor.” diyerek Müslümanların Kur’an konusundaki inançlarını
belirledikten sonra konuya bir soru ile girmektedir : “Kur’an böyle bir etkiye nasıl ulaştı ?” Bu soruya cevap
olarak; Kur’an ,çeşitli ilkel şirklerin içinde büyüyen Mekkeli Muhammed’e Hira dağındaki mağarada içine
doğan bir ses olarak gelmişti. ( … )” Bkz. Schimmel* hk. hem devamına hem de / sh. 247 “dipnot: 596” (!)
HOŞ ŞİFRE-İŞARET Mİ İŞBU MİSAL* SAYISAL LETÂİF-İ KUR’AN ?!
Kur’an âyetlerinin toplam sayısı işte şu hesap bilgilere göre acaba sinn-i beşeriyete işaret mi ? Nitekim bilgi
sayar’da acemilikle belki hafıza kaydını bilemediğim ya da unutuverdiğim için kaybettiğimi belirttiğim bazı
sayfalarda bu konu da ayrıca daha etraflıca yorumlanmıştı bilâhare hatırladığım kadarıyla. (Bkz. Açıklamalı
İbadet Rehberi , Seyfettin Yazıcı , T. Diyanet Vakfı Yayınları / 80 , Ank. 1991, Sh. 22: “İlk peygamber Hz.
Adem , son peygamber bizim peygamberimiz Hz. Muhammed(a.s)’dir. Bu ikisinin arasında birçok peygamber
gelmiştir. Bunlardan yirmibeş tanesinin ismi Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. Ancak peygamberlerin sayısı
çok daha fazladır. Biz , müslüman olarak; Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen peygamberler ile birlikte sayılarını
Allah’ın bildiği diğer bütün peygamberlere hiçbir ayırım yapmadan inanırız. Ancak bizim peygamberimiz
120
Hz. Muhammed(s.a)’in diğer peygamberler arasında üstün bir yeri ve özellikleri vardır. ( … )” / Bütünüyle
gözden geçiren herkes sırasıyla âyetlere bakar ve meâllerince anlarsa bu konuda (Bkz. Kur’ân-ı Kerîm
Açıklamalı Meâli , T.Diyanet Vakfı Y. “Heyet” Ank.-2005 / İndeks ve dipnot-açıklamalar gerçekten çok
güzel yararlı aydınlatıcı; ayrıca “cep kitabı” boyutta yanımızda taşımak için de pek uygun olması bakımından
şayan-ı tavsiye!) ancak Kur’an nuruyla aydınlanır ruh-u şuur, Rabbimiz’in inâyet-i hidâyetinden “nükte elfâz”
sözün değerince de özünde meknûz “zımn-i kelâm” mûcize-espri’yi idrâk etmiş olacak kendince esasında !
Bkz. sibâk-ı âyet (19*58.) siyâkınca daha açık kavrayışlara yol arayan herkes zevkle okusun da anlasın nite
kim mühim pek çok konularıyla tam meâl-ruhuna uygun nice güzel “tarz-ı kadim” Türkçemizi sevdirecek
üslûpta tarihimize ışık tutan nâdide-âbide bir eser-i nümûne belli işte: “Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ ,
Ahmed Cevdet Paşa , Bedir Yayınevi-İst. (1386)1966 , Cilt 1 / Sh. 17-51: “ … Âdem , çok ağladı ve Cenab-ı
Hakka yalvardı. Nihayet … tevbesini kabul buyurdu. Ve “ …” diye vahiy gönderdi.
1. Adem Aleyhisselâm dahi oraya gidip Havva Aleyhisselâm ile buluştu. Ondan sonra sâir nâs , onlardan
üredi ve nice kavimler ve sınıf sınıf insanlar türedi. / Şeytan’ın dahi zürriyeti çoğaldı ve Adem’in evlâd ve
ahfâdını azdırmak ile meşgul oldu. (Bkz. Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli / sh. 7: Bakara , 30-37: dipnot-1.
Halife, vekil ve temsilci demektir. Allah , yeryüzünde iradesini temsil etmek üzere insanı yaratmış, orada ilahi
hükümranlığı gerçekleştirme görevini de ona vermiştir. / 2. Bundan sonra Hz.Âdem ve nesli , aslı cinlerden
olup sonra şeytanların başı olan İblis ve nesline uyup uymamakta sınanacaklardır. / 3. Hz.Âdem’in Rabbinden
aldığı ilhamlar hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır.Bu ilhamlar, onu ikaz ve irşat mahiyetinde tavsiyelerdir.
İbn-i Mes’ûd-a göre, namazlara başlarken okuduğumuz“Sübhâneke” Hz.Âdem tarafından o zaman söylenmiş
bir tesbih ve duâdır.)
2. Hazret-i Adem’in vefatından sonra peygamberlik oğlu Şit aleyhisselâm’a geldi ve cânib-i Haktan (Hak
tarafından) ona elli suhuf nâzil oldu. Kâbe’yi iptida taştan bina eden odur. (Bkz. Kur’an-ı Kerim Açıklamalı
Meali , T. Diyanet Vakfı Y. / 86-F “heyet” / sh.20: “Bakara , 127. âyet hk. Dipnot-2 / Açıklaması: Kâbe’nin
yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hz. Âdem ile Havva cennetten çıkarıldıkları vakit yeryüzünde Arafat’ta*
buluşurlar , beraberce batıya doğru yürürler. Kâbe’nin bulunduğu yere gelirler. Bu esnada Âdem , bu buluşma
ya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve cennette iken , etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan
sütûnun tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hz. Âdem , onun etrafında
tavaf ederek Allah’a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz. Şit zamanında kaybolur , yerinde siyah bir taş kalır. Bu
nun üzerine Hz.Şit onun yerine taştan onun gibi dörtköşe bina yapar ve o siyah taşı binanın bir köşesine yerleş
tirir. İşte bugün Hacer-i Esved* diye bilinen siyah taş odur. Sonra Nuh tufanında bu bina kumlar altında uzun
ca bir süre gizli kalır. Hz. İbrahim , Allah’ın emriyle Kâbe’nin bulunduğu yere gider , oğlu İsmail’i annesiyle
birlikte orada iskân eder. Sonra İsmail ile beraber Kâbe’nin bulunduğu yeri kazar. Hz. Şit tarafından yapılan
binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün mevcut olan Kâbe’yi inşa eder. Ayette “Beytullah’ın
temellerini yükseltiyor *-” cümlesi bunu ifade eder.) Not: Eserde Zülkifl’den bahis yok diye, yerine yazdım.*
3. Hazret-i Şit’ten sonra peygamberlik İdris aleyhisselâm’a geldi ve ona dahi otuz suhuf nâzil oldu. ( … )
4. (sh.18) Hazret-i İdris göğe çekildikten sonra , Adem oğulları doğru yoldan ayrıldılar ve putlara tapar ol
dular. Cenab-ı Hak , onlara Nûh aleyhisselâm’ı gönderdi. ( … ) Tûfan her tarafı kapladı. Su , dağları aştı.
Yer yüzündeki insanlar ve hayvanlar hep telef oldu. ( … ) Âlem , bir başka âlem oldu. / Ondan sonra nâs ,
Hazret-i Nûh’un üç oğlundan üredi. Onun için Nûh Aleyhisselâm’a ikinci Âdem* denildi. ( … )
5. (sh. 19) … Hûd aleyhisselâm’ı gönderdi. / … onları şiddetli rüzgâr ile helâk … / … iman edenler
bir yere çekilip kurtuldu.
6. Âd kavminden sonra … Semûd kavmi zuhur eyledi. ( … ) Cenab-ı Hak , onlara Sâlih Aleyhisselâm’ı
gönderdi. ( … ) Nihayet gökten bir sayha (kuvvetli ses) geldi , cümlesi helâk oldu.
121
7. (sh. 20) Bâbil ahalisi beyninde (arasında) Sâbie dini zuhur etmişti ki , yıldızlara taparlardı. Cenab-ı
Hak , onlara İbrahim Aleyhisselâm’ı gönderdi ve ona yirmi suhuf indirdi. / Hazret-i İbrahim , kavmini
Tevhid’e dâvet etti. İnanmadıklarından başka , melik-i Bâbil olan Nemrûd , onu ateşe attı. / Allah sakladı ,
ateş yakmadı. ( … )
8. Hazret-i İbrahim’in karındaşı Harran oğlu olan Lût aleyhisselâm ki , onunla beraber Bâbil diyârından
Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine meb’ûs (Peygamber) oldu. ( … ) Cenab-ı Hak dahi onların
başına taş yağdırdı ve zelzele ile köylerinin altını üstüne getirdi.
9. (sh. 21) İsmail Aleyhisselâm , Yemen kabilelerine ve Amâlika’ya meb’ûs oldu ki , ( … )
10. Hazret-i İbrahim’in vefatında yerine İshak aleyhisselâm geçti ve ( … )
11. Hazret-i Yakub ise pederi İshak aleyhisselâm’ın vefatında onun yerine geçti , peygamber oldu ve (…)
Yakub aleyhisselâm’ın lâkabı İsrail* idi. Onun için oğullarına ve torunlarına Beni İsrail* denildi.
12. (sh. 21-6) Vakt-i hâcette kuldan meded istemek mezmum (kötü) değildir , fakat peygamberlerin şânına
yakışmaz bir keyfiyettir. / Yûsuf gibi bir nebiy-yi zîşâna göre her işini Allah’a tefviz (ısmarlamak) ve her
muradını Allah’tan istemek lâzım iken şerbetçiden şefaat istemesi ve melik’ten meded umması kendisinin
yedi sene zindanda kalmasına sebeb olmuştur. / Nihayet ( … ) Bu vechile Yakub aleyhisselâm ,Yûsuf’una
kavuştu ve muradına erdi. ( … ) İşte bu veçhile Beni İsrail , mümtaz ve muhterem bir sınıf olarak Mısır’da
yerleşip ve tenâsül edip çoğaldılar. ( … )
13. İshak aleyhisselâm’ın oğlu olan Ays’ın evlâdından Eyyûb aleyhisselâm zuhur etti. (…) Cenab-ı Hak ,
mihekk-i imtihana (tecrübe imtihanına) çekti. Cümle emvali (malları) ve emlâki (mülkleri) elinden gitti ,
o şükür etti. Marîz (hasta) oldu , sabretti. Bedeninde yaralar açıldı , yine sabretti. ( … ) O, yine sabreder ve
ibadetine devam eylerdi. / Sonra şifa buldu. Cismi evvelki gibi ter-ü tâze oldu ve cümle emval ve emlâki
yerine geldi. Dünya ve âhiret saadetine nâil oldu. / Bişr namında bir oğlu olup kendisinden sonra yerine
geçti ve peygamber oldu.
14. (sh. 27) Şuayb aleyhisselâm , Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı gün iman edip de onunla beraber diyar-ı
Şam’a hicret etmiş olan bir kabiledendir. Büyük vâlidesi Lût aleyhisselâm’ın kızıdır. / Medyen ve Eyke*
Ahâlisine meb’ûs oldu. Tatlı dilli ve sözü tesirli idi. Lâkin kavmine söz geçiremedi. / … Nihayet Cenab-ı
Hak , Eshab-ı Eyke (Eykeliler) üzerine bir şiddetli sıcak musallat eyledi. Bu sıcak , yedi gün sürdü. Bütün
ırmaklar kaynadı. Sonra üzerlerine bir bulut geldi. Sıcaktan kaçıp hepsi onun altına toplandı , buluttan âteş
yağdı , cümlesi yandı. Ehl-i Medyen* dahi bir sayha* ile telef oldu. / Hz. Şuayb, kendisine iman edenleri
alıp Mekke’ye gitti. ( … ) Medyen’de iken bir kızını Hz. Musa’ya vermişti. Nitekim ( … )
15. (sh. 27-33) Hz. Yusuf’tan sonra Mısır’da Beni İsrail*, pek ziyade üreyip çoğaldılar. Yakub ve Yusuf
aleyhimesselâm’ın şeriatları üzere kaldılar. / Firavunlar , … / Beni İsrail , Kıbt kavminin muamelelerinden
ve meliklerinin ağır tekliflerinden bezmiş, usanmış idiler. Dedelerinin kadim yurtları olan Ken’an diyarına
gitmek isterlerdi , lâkin bir türlü yakalarını Firavunun pençesinden kurtarıp da Mısır’dan çıkamazlardı. /
Zira Beni İsrail , oniki kabile idi ve her kabile, Hz. Yakub oğullarından birine mensup idi ve her kabilenin
bir şeyhi vardı. Bunlara , “esbat-ı Beni İsrail” denilir ki , Yakub torunları* demektir. / İşbu esbat-ı Beni İs
rail’in cümlesi bir yere gelse haylice kuvvet hâsıl olabilirdi , lâkin cümlesine bir baş gerek idi ki , hepsi bir
leşerek yekvücud olup da kendilerini esaretten kurtarabilsinler. ( … )Hz. Mûsa ,elinden böyle bir kaza çık
tığına teessüf etti , Firavun’dan korkup hemen Mısır’dan firar ile Medyen’e gitti ve Şuayb aleyhisselâm’ın
bir kızını aldı.Bu cihetle on sene Medyen’de kaldı./Bâdehü ehl-üıyâlini alıp Mısır’a giderkenTur dağına uğ
radı.Orada AllahüTeâlâ Hazretleriyle söyleşti ve oradan Mısır’a varıp büyük karındaşı Hârun ile görüştü. /
122
16. (sh. 28) Musa ve Hârun Aleyhimesselâm , Firavun’u dâvete memur olduklarından Firavun’un yanına
gittiler ve onu din-i Hakka dâvet ettiler ve “ …” dediler. ( … ) Firavun , ondan ürktü ve mukaddema kâhinin
haber verdiği çocuk bu olmasın diye fikir ve endişeye düştü. (…) O gün hep Mısır ahalisi , orada toplandı.
Sihirbazlar dahi oraya celb olundu. Sihirbazlar , meydana çıkıp “ …” diyerek âlât ve edevat-ı sihir olan
iplerini ve değneklerini ortaya attılar ve göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterişler ettiler. /
Hemen Mûsa aleyhisselâm , âsâsını , bıraktı. Asâ , bir büyük ejder olup âlât ve edevâtı yuttu. / Sihirbazlar
gördüler ki , ne ip var , ne değnek var. Hâlbuki eğer Mûsa’nın işi dahi sihir olsa yalnız kendi gösterişleri
mahvolmalı ve lâkin ip ve değnek gibi âlât ve edevat mevcud kalmalı idi.“Bu mutlaka tavk-ı beşerin (insan
kudretinin) haricinde bir mûcizedir.” dediler ve Hz. Mûsa’ya îman ettiler. ( … ) Mûsa aleyhisselâm ,Tevrat-ı
şerif ile Tûr’dan geldi. Ne görsün ki , Beni İsrail buzağıya tapıyorlar. Pek ziyade gazaplandı. Samiri’ yi
lânetleme etti , buzağı sûretini yaktıktan sonra denize attı. ( … ) Bunun üzerine nice yıllar geçti ve … / Hz.
Mûsa ,Beni İsrail’i alıp Lût gölünün cenup tarafına getirdi ve … / Hatta Ürdün denilen Şerîa nehri yalısına
indi ve Erîha şehrinin karşısındaki dağa çıktı ve oradan Benî İsrail’e mev’ûd olan Ken’ân diyarını temâşa etti.
/ Mukaddema Harûn aleyhisselâm fevt olmuştu. Bu kere Mûsa aleyhisselâm dahi Yusuf aleyhisselâm’ın oğlu
Efrayim’in sıbtından Yûşa’(*) nâm zatı yerine halîfe tayin etti ve kendisi dar-ı ukbaya gitti (vefat etti). / Beni
İsrail’in Tih sahrasında müddet-i ikâmetleri , Hz. Mûsa’nın vefatından (?!) tamam kırk seneye bâliğ olmuştu
(varmıştı).// Sh.32: ( Esas soru ve konu “Firavun’dan kaçış ve Kızıldeniz’den geçiş” teferruâtı mı ? Kitaptan
aç-oku! Ancak kanaatimce ehemmiyeti haiz sorgulanması gerekli bir husus şu tarz-ı süâl ifâdesiyle işte bu:)
Dünya yaratılalı kaç yıldır ? Bunu Allah’tan başka kimse bilmez. / Hazret-i Âdem’in yeryüzüne indiği va
kitten Nûh tufanının zuhuruna kadar ve tûfandan Hz. Mûsa’nın vefatına kadar kaç yıl geçmiştir ?/ Bu dahi
müverrihler beyninde bir ihtilâflı meseledir. Doğrusunu ancak Allahü Teâlâ Hazretleri bilir. Zira o zaman
larda yazılmış bir tarih yoktur. O vakitlerin ahvali , yalnız Tevrat-ı şerifte mezkûrdur. Halbuki şimdi elde
bulunan Tevrat nüshaları birbirine uymaz. Hangisi doğrudur , ne bilelim ? / Fakat müverrihler beyninde
meşhur ve muteber olan rivayete göre (*) devr-i Âdem’den Tûfan’a kadar “iki bin iki yüz kırk iki (2242)”
ve Tûfan’dan Hz. Mûsa’nın vefatı’na kadar “bin altıyüz yirmialtı (1626)”-yıl (*) geçmiştir. Bu hesaba göre (*)
devr-i Âdem’den vefat-ı mûsa’ya kadar “üç bin sekiz yüz altmışsekiz (3868)”-yıl geçmiş* demek olur. //
Hz. Mûsa’nın şerîatı , Hz. İsâ’nın bi’setine (peygamberliğine) kadar bâki kaldı. İkisinin arasında gelip geçen
peygamberler , hep şerîat-ı Mûsa aleyhisselâm ile amel etmek üzere meb’ûs ve me’mûr oldu. / Mûsa Aleyhis
selâm’dan sonra … / İşte bunlara , “hükkâm-ı Benî İsrail (Beni İsrail’in hâkimleri)” denilir ki ,evvelkisi Yûşa’
ve en sonraki İşmoîl aleyhimesselâm’dır. İkisi dahi Beni İsrail peygamberlerindendir. // Sh. 33 ( … )
17. (sh. 34) İşmoil aleyhisselâm’ın vefatından sonra Davûd aleyhisselâm’a peygamberlik geldi ve (…)Elhasıl
esbat-ı Beni İsrail’in kâffesi onun hükmüne geçti. / Bu suretle Dâvud aleyhisselâm nübüvvetle saltanatı cem’eyledi ve bilâd-ı Ken’ândan henüz Beni İsrail’in yedine geçmemiş olan Kudüs taraflarını ve sâir yerleri zapt
ile Kudüs-ü şerif(*)’i Payitaht etti. ( … ) Ve Hz. Davûd’a Zebûr nâzil oldu. Lâkin Zebûr , hep nasayih ve
ilâhiyattan (nasihatler ve ilâhiler) ibarettir. Onda ahkâm-ı şer’iyye yoktur. Binaenaleyh Davûd aleyhisselâm
dahi sâir enbiya-yı Beni İsrail gibi şeriat-ı Mûsa ile âmil idi. / Kırk sene bu minval (gidiş) üzere hükûmet etti
ve Hz. Mûsa’nın vefatından “beş yüz otuzbeş”-sene geçtikte dar-ı ahirete gitti. /Oğlu Süleyman aleyhisselâm ,
oniki yaşında iken onun yerine geçti ve o dahi pederi gibi saltanat ile nübüvveti cem’-etti. ( … )
18. (sh. 35) Hz. Süleyman dahi kırk sene bu vechile hükûmet ettikten sonra vefat etti. Ve oğlu taht-ı hilâfete
geçti. Lâkin … / Bu suretle Beni İsrail , iki devlete münkasem oldu. Birisine Yahûda* devleti ve diğerine
İsrail* devleti denildi. Yahûda devleti’nin payitahtı Kudüs-ü şerif olup, melikleri dahi Hz. Süleyman’ın oğul
ları ve torunları idi ve bunlar sanki hulefâ-i İslâm makamında idiler. / Bu devlet eğerçi (her ne kadar) iki sıbt’
tan ibaret ise de … enzar-ı nasta (halkın gözünde) muteber olup hükûmetlerine meşru’ ve sahih nazarıyla bakı
lırdı. / İsrail devleti , on sıbt’tan ibaret olup meliklerine “mülûk-i esbât” denilir ve bunlar Hz. Süleyman’ın nes
linden olan devlet-i Yehûda Halifeleri’ne âsi ve bâğî sayılır idi.( … ) Beni İsrail’in on kabilesi ,işbu İsrail dev
leti’ne tâbi idi. Ancak içlerinde ahkâm-ı şer’iyye lâyıkıyla icrâ olunmazdı. Hattâ Kudüs-ü şerif ziyaretini dahi
terk etmişlerdi. Bir aralık bu İsrail devletinde putperestlik âyini dahi zuhur etti. Hatta Baal denilen puta tapar
oldular ve gide gide bütün bütün şeriat-ı Museviye’den ayrıldılar. / Eğerçi (her ne kadar) Yahûda devletinde
123
dahi bir aralık bu misillû şirk ve maâsiye (isyanlara / günahlara) dâir bid’atlar zuhur ettiyse de onun hâli ,
İsrail devletine nisbetle daha ehven idi. Zira her vakit Kudüs-ü şerif’te pek çok ulemâ bulunur ve Mescid-i
Aksâ’da Tevrat-ı şerif okunur idi. / İşte o asırda İlyas ve Elyesâ’ aleyhimesselâm , Beni İsrail’e meb’ûs
olmuşlar idi.
19. İlyas aleyhisselâm ,meb’ûs oldukta kavmi Baal nâm puta tapmakta idiler.“Baal’dan vazgeçiniz ve cüm
lenin hâlikı olan Allahü Teâlâ Hazretleri’ne ibadet ediniz” diye nasihat etti. Dinlemediler.Allah’ın azabı ile
korkuttu , kulak asmayıp Hz. İlyas’ı beldelerinden tard ettiler (kovdular). / Cenab-ı Hak , onların beldelerin
den bereketi kaldırdı. Yağmur yağmaz oldu. (sh. 36) Açlıktan lâşeler (leşler) yediler ve nihayet Hz. İlyas’ı
arayıp buldular ve onun nasihatiyle âmil oldular. Allahü Teâlâ Hazretleri dahi onların üzerinden bu belâyı
ref’-eyledi (kaldırdı). / Sonra yine kâfir ve fâcir (günahkâr) oldular. İlyas aleyhisselâm dahi usandı ve Allah’a
niyaz edip izin aldı ve onların içinden çıkıp bir tarafa gitti ve onlardan ayrılıp uzlet etti. /
20. Ondan sonra yerine Elyesa’ aleyhisselâm geçti ve nâsa (halka) va’z-u nasihat ile meşgul oldu. (sh. 36)
Badehu kendisine nübüvvet (peygamberlik) geldi ve o dahi bir müddet Beni İsrail’in ahvâlini islâha çalıştı. /
Beni İsrail ise günden güne azıttılar ve Kitabullah’ı terk ettiler ve hemen melik ve memleket münazaalariyle
(kavga , çekişme) uğraşır oldular. Nihayet Cenab-ı Hak onların üzerine devlet-i Âsuriye’yi musallat eyledi.
21. (sh. 36) İşte o asırda Yunus aleyhisselâm dahi devlet-i Âsûriye’nin payitahtı olan Ninova* şehri ahâlisine
meb’us olmuştu. // … ve onları tevhide davet etti. Onlar putlarını terk eylemediler.“Allah tarafından azap gele
cek ve kırk güne kadar Ninova şehri yere batacak” diye korkuttu , yine kulak asmadılar. / Hz.Yunus dahi
onlara darıldı ve me’yus oldu ,gazab ve hiddet ile Dicle kenarına indi ve bir dolmuş gemiye bindi. / Halbuki
Allahü Teâlâ tarafından vahiy gelmedikçe peygamberlerin mahall-i memuriyetlerini bırakıp da bir tarafa gidi
vermeleri câiz değildi. Onun için gemi yürümedi.Gemi reisi “içimizde bir suçlu adam olmalı. Kur’a atalım ,
kime isabet ederse denize atalım” dedi. / Kur’a attılar ,Yunus’a isabet etti. O dahi “suçlu benim”, deyip kendi
sini suya attı , derhal onu bir büyük balık yuttu./ Hz. Yunus, ettiğine pişman oldu. Tevbe ve istiğfar eyledi.
Cenab-ı Hak dahi tevbesini kabul eyledi ve hemen balık onu çıkarıp bir kenara attı. / Balığın karnında Hz.
Yunus’un cismi palûze ( süzgeçten geçmiş)gibi olmuştu. Cenab-ı Hak , ona taze kuvvet ve sıhhat verdi ve onu
yine Ninova ahalisini davete gönderdi./ Meğer ki Hz.Yunus’un gemiye bindiği gün gökyüzü kararmış ve
Ninova şehrini bir kara duman kaplamış. Ahali , korkup Yunus’u aramışlar , bulamadıkları gibi sahihan onun
haber verdiği veçhile bir musibet geleceğini anlamışlar ve hemen hâric-i şehirde Tevbe tepesi* denilen
mahalle çıkmışlar ve feryad-ü figan ederek Allah’a yalvarmışlar. Allahü Teâlâ dahi onların tevbesini kabul
buyurmuş ve mev’ud olan azabı üzerlerinden kaldırmıştı. (sh. 37) Hz. Yunus, dönüp Ninova’ya gitti ve
ahalisine ahkâm-ı ilâhiyye’yi tebliğ etti. Onlar dahi onun nasihatiyle âmil oldular ve bir müddet azaptan
masun kaldılar. Sonraları şark ve garpta büyük büyük vak’alar zuhura geldi. Nice devlet ve milletlerin
râbıtaları bozuldu ve yeniden yeniye devletler ve cemaatler peyda oldu. ( … ) İşte bu sûretle İsrail devleti ,
Hz. Mûsa’nın vefatından “sekiz yüz otuzyedi”-sene mürûrunda battı. Zuhûru ise “beş yüz altmışaltı”-senesi
evâilinde (başlarında) idi.
Bu hesaba göre* mülûk-i esbât’ın müddet-i hükûmetleri “iki yüz altmışbir (271)” seneden ibarettir. /
Ondan sonra Beni İsrail hükümdarlığı , Hz. Süleyman’ın torunlarına münhasır oldu ve Yahuda devleti ,
İsrail devletinin izmihlâlinden sonra daha “yüzaltmışbir (161)”-sene bâki kaldı. ( … ) Hatta o vakit Kudüs-ü
şerif’te berhayat bulunan Hz. Eş’ıyâ aleyhisselâm* Âsûriler’e beddua etti./ Devlet-i Âsûriye ise İsrail dev
letini mahvettikten sonra Yahuda devletine göz dikti ve arası çok geçmeyip Kudüs-ü şerif üzerine bir ordu
gönderdi. (sh. 38) Lâkin Hz. Eş’iya aleyhisselâm , … / … ve bu suretle Yahuda devleti kurtuldu. / Lâkin ,
Beni İsrail , ondan sonra yolsuz hareketlere başladılar ve Hz. Eş’iya’nın nasihatlarını dinlemediler. Nihayet
o zat-ı şerif’i şehid eylediler. ( … ) Badehu Beni İsrail , yine azıttılar. Ahkâm-ı şer’iyye’yi bir tarafa attılar ve
Allah’ın emrini ve nehyini unuttular. / İşte o vakit Kudüs-ü şerif’te Hz. Ermiyâ aleyhis selâm , Beni İsrail’e
meb’us oldu (peygamber olarak gönderildi) ve Tevrat-ı şerif’i meydana koydu. Ahkâm-ı şer’iyye’yi icra
ettirmeğe başladı. ( … ) Bu suretle devlet-i Âsûriye* bütün bütün inkıraz buldu ve onun yerine iki devlet
124
kaim oldu. / Biri Medya devletidir ki , şimdi İran dediğimiz yerler onda kaldı. Diğeri Keldâni devletidir ki ,
Asûriye devletinin garp tarafı onun hissesine düştü ve Bâbil şehri ona payitaht oldu. (sh.39 / … ) Hz. Danyal
aleyhisselâm’la Hz. Uzeyr dahi bu esirlerden olup ancak sonradan ( … ) … ve o esnada Hz. Ermiya aleyhis
selâm , Kudüs-ü şerif’te olup Buhtunnasır ile Sıdkıya’yı korkuturdu ve Beni İsrail’e dahi günahlarından tevbe
etmeleri için nasihat ederdi. / Beni İsrail ise Allah’a âsi oldukları gibi , günahları sebebiyle, Allah tarafından
üzerlerine musallat olan Buhtunnasır’a dahi isyan etmek isterlerdi. / Hz. Ermiyâ aleyhisselâm gördü ki , Beni
İsrail’e söz geçmez ve va’z-ü nasihat tesir etmez, hemen içlerinden çıkıp bir tarafa savuştu. ( … ) Kudüs’ü
yaktı ve Beyt’ül-Makdis’i yıktı. Beni İsrail’in kimisini öldürdü ve kimisini Sıdkıya ile beraber esir edip
Bâbil’e gönderdi.Beni İsrail’den ba’zıları Mısır’a ve ba’zıları Mekke-i Mükerreme’ye kaçıp kurtuldu. Kudüsü şerif’te yalnız aceze ve fukara gürûhu kaldı. / Buhtunnasır , Bâbil’den ve sâir taraflardan bir çok halk
gönderip Kudüs-ü şerif tarafında bakiyye-i Beni İsrail ile karışık olarak iskân ettirdi. (sh. 40 / … ) Bu kere
Bâbil’den avdetlerinde iki bin’den ziyade ulemâları beraber bulunup hattâ birisi dahi Hz. Uzeyr idi. ( … )
Binaenaleyh Hz. Uzeyr bir çok ulemâ ve meşayih-i Beni İsrail ile bir yere geldi ve Tevrat-ı şerif’i ezber
okudu. Sâiri (öbürleri) dinleyip yazdılar ve şeriât-ı museviyye’nin ahkâmını yeniden meydana koydular. / Bu
veçhile Beni İsrail , Keldâniler’in elinden kurtuldular. Lâkin hükûmeti kendi ellerine geçiremeyip İranlılar’a
tâbi oldular. Ba’dehu (sonra) tarih-i Buhtunnasır’ın 435.nci senesinde meşhur Büyük İskender * İran
devletine galebe ve Bâbil’i feth ettiği sırada diyar-ı Kudüs’ü dahi zabt etmekle Beni İsrail , Yunanlıların
hükmü altına girdiler. / Sonra Romalılar çıkıp … Kudüs’ü dahi zabt etmeleriyle Beni İsrail , Romalıların
hükmü altında kaldılar. / İşte o vakitler Beni İsrail üzerine içlerinden bir reis nasp olunurdu. Lâkin bu reisler
kaymakam ve şeyhu’l-beled* makamında bulunurdu. // (Açıklama: Adları Kur’an-ı kerim’de zikrolunan
“Uzeyr , Lokman , Zülkarneyn” hakkında denilir ki , “Bunlar nebî mi yoksa velî mi ? İhtilâflı !” diye
bilindiğinden peygamberlerin sayısı (28) değil de (25) olarak kabul ve beyan olunmaktadır. //
Bkz. Marifetnâme, cilt-1 / sh.70: “ … /
Nebiler ismini bilmek* dediler bazılar vacip
Yirmi-sekiz’in bildirdi Kur’an-da bize Allah
Biri Âdem biri İdris u Nuh u Hud ile Salih
Hem İbrahim ve İshak ile İsmail Zebih-ullah*
Dahi Yakup ile Yusuf, Şuayip ve Lût ile Yahya
Zekeriyya ile Harun ah-i Musa Kelîm-ullah*
Ve Davud ve Süleyman ve dahi İlyas ve Eyyûb’dur
Birisi Elyesa’-dır dahi İsa’dır o ruh-ullah*
Birinin ismi Zülkifl ve birisi Yunus nebi’dir hem
Hitamı ol Habib-i Hak Muhammed’dir resûl-ullah*
Üzeyr , Lokman ve Zülkarneyn* üçünde ihtilaf olmuş
Ki bazı enbiyâ’dır der ve bazı der veliyullah*
Cemi enbiyânın evvelidir Hazreti Âdem
Kamudan efdâl ve âhir Muhammed’dir habib-ullah*
İkisinin arasında kati çok enbiyâ gelmiş
Hisabın kimseler bilmez , bilir anı hemen Allah
Bizim Peygamber’in ahkâm-ı şer’î öyle bakîdir
Ki ehl-i mahşeri bu şer’î ile fasledecek Allah ! / …”)
(Bkz.Büyük / İslâm İlmihali ,Ömer Nasuhi Bilmen ,
“Sadeleştiren: Ali Fikri Yavuz”, Bilmen Basım ve
Yayınevi-İst. 1991 / sh. 513-573: “Peygamberlerin
Siyeri / Mübarek isimleri Kur’an-ı Kerim’de anılan
peygamberler : 1. Adem Aleyhisselam*/ “Şit hk.”;
2. İdris*; 3. Nuh*; 4. Hud*; 5. Salih*; 6. İbrahim*;
7. Lut*; 8. İsmail*; 9. İshak*; 10. Yakup*; 11.Yû
suf *; 12. Eyyub*; 13. Şuayb*; 14. Musa*; 15. Ha
run*; 16. Davud*; 17. Süleyman*; 18. İlyas*; 19.
Elyesa’*; 20. Zülkifl*/ “… Elyesa’ Hz.-lerine halife
olduktan sonra peygamberliğe kavuşmuştur. ( … )
Bitlis şehri yakınında gömülü bulunduğu rivayet ..”
21. Yunus*; 22. Zekeriyya*; 23.Yahya*; 24. İsa*;
25. Hz. Muhammed Mustafa (sav) / sh. 533 …* //
Ayrıca , ilk başta “İtikad Kitabı” / sh. 9 -38: “Lâibâdete ke-t’tefekküri* / Düşünce gibi bir ibadet
yoktur.”-Hadis*/ … İslâm dininde aklın ve düşün
cenin büyük yeri vardır. İslam dini tamamen akla
ve hikmete uygundur. Muhakeme ve eleştirme,
onun hak ölçülerini değiştiremez. İslâmiyet düşü
nen insanların dinidir. / … Haşr : 59*1-6 … 24. )
22. (sh. 40-1) Hazret-i Zekeriyya ,Süleyman aleyhisselâm’ın neslindendir. Beytü’l-Makdis’te Tevrat
yazan ve kurban kesen reis idi. Cenab-ı Hak ona nübüvvet verdi. / Zevcesi İsa’(*) çocuk doğurmazdı.
İsa’-ın kız karındaşı Hanne(*) ki , Beni İsrail’in büyüklerinden “İmran” nâm zatın zevcesi idi. Onun dahi
evlâdı olmazdı. / … Hâmile iken kocası İmran vefat etti.Kendisi dahi me’mûlünün hilâfı (arzusunun zıddı)
olarak kız doğurdu. Ona Meryem(*) diye ad koydu. ( … ) … ve Hz. Zekeriyya aleyhisselâm , onu alıp
125
zevcesi yanına götürdü. / Bu suretle Hz. Meryem , teyzesi İsa’-ın yanında büyüdü. Sonra Hz. Zekeriyya , ona
Beytü’ l-Makdis’te mahsus (hususi) bir oda yaptırdı. Hz. Meryem ,odasına çekildi.Ve ibadet ile meşgul oldu.
Yanına Hz. Zekeriyya’dan başka kimse giremezdi. ( … ) Cenab-ı Hakk’ın lûtfu çok ve ihsan-ü inayetine
nihayet yok. Birgün Cibrîl aleyhisselâm , taraf-ı İlâhiden Hz. Zekeriyya’ya geldi. İsa’-dan Yahya namında
bir çocuk olacağını haber verdi ve Hz. İsa’nın dahi dünyaya geleceğini bildirdi./ Ba’dehu Cibrîl aleyhisselâm ,
Hz. Meryem’in yanına vardı ve yakasından üfürdü. Hz. Meryem filhal gebe kaldı. / Mukaddemce İsa’(*),
gebe kalıp Yahya’yı doğurdu. Altı ay sonra dahi Meryem’den İsa(*) doğdu. (…) Hemen Hz. İsa söze başladı:
“ Ben , Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber etti ve nerede olsam beni mübarek kıldı.
Doğduğum gün ve öldüğüm gün ve dirildiğim gün bana selâmet vere”, dedi. / Yahudiler , bunu işittikleri gibi
hayrette kaldılar ve Hz. Meryem’den el çektiler. / Lâkin “Babasız çocuk olur mu ?” diye Yahudiler beyninde
(aralarında) dedi-kodu çoğaldı. Hz. Zekeriyya hakkında sû-i zan ettiler ve nihayet onu şehid eylediler. O vakit
Zekeriyya aleyhisselâm yüz (100) yaşında idi. / Ne garip şeydir ki , Yahudiler , Hazret-i Âdem’in anasız ve
babasız olarak yaratıldığına inanırlarken Hz. İsa’nın yalnız babasız olarak yaratıldığına inanamadılar. ( … )
Ba’dehu Hz. Meryem , oğlu İsa ile beraber döndüler. Diyar-ı Kudüs’e geldiler ve Nâsıra karyesine indiler.
Hazret-i İsa , otuz yaşına girinceye dek orada sâkin oldular. //
23. (sh. 42) Hazret-i Yahya , küçük çocuk iken Tevrat-ı şerif’i eline aldı , Beni İsrail’e va’z ve nasihat etmeğe
başladı ve babası gibi Hz. Mûsa’nın şeriâti’yle amel etmek üzere Beni İsrail’e meb’us oldu. /
24. Ba’dehu Hazret-i İsa aleyhisselâm , otuz yaşına bâliğ oldukta , bir yeni şeriat ile meb’us oldu ve ona
İncil-i şerif nâzil oldu. Ve onun şeraitiyle şeriat-ı Mûsa , mensûh oldu ( hükümsüz bırakıldı). Hz. Yahya
Aleyhisselâm dahi onun şeriatına tâbi oldu. ( … ) Onun için Hz. Yahya dahi akd-i nikâhtan imtina etti. /
Kız ve anası gücenip Hz. Yahya’nın öldürülmesi için ısrar eylediler. Reis-i Kudüs bulunan kimse dahi
Hz. Yahya’yı getirtip onların huzurunda boğazlattı. (“Salome” vahşeti , ibret !) // Hz. İsa aleyhisselâm ,
Bir ölüyü diriltti , anadan doğma körlerin gözlerini açtı. Su üzerinde yürüdü ve daha bu yolda çok mu’cize
ler gösterdi. / Yalnız oniki (12) kişi iman etti ki , onlara “Havariyyun” denilir. ( … ) Sâir Yahudiler , imana
gelmek şöyle dursun Hz. Yahya gibi Hz. İsa’yı dahi öldürmeğe karar verdiler. Hz.İsa aleyhisselâm ,son def’a
olarak Havariyyun ile bir gece birleşip gizlice musahabet (sohbet) ediyordu. Yahudiler ise onu öldürmek için
sıkı sıkıya arıyordu. / Hz. İsa , Havariyyun’a dedi ki , “ Horoz ötmeden , yani sabah olmadan sizin biriniz
beni inkâr edecek ve pek az paraya satacaktır.” / Filvaki Havariyyundan Yuda Şem’un*sabah olmadan vardı ,
Yahudilerden bir miktar rüşvet alıp Hz. İsa’nın yerini haber verdi. / Yahudiler , hemen Hz. İsa’yı tutup da
öldürmek için seğirttiler ve oraya gittiler. Hırs ve telâş ile yanılıp o hâin Yuda’yı tuttular. Onu astılar ve
sahihan İsa’yı astık zannettiler. / Allahü Teâlâ Hazretleri ise Hz. İsa aleyhisselâm’ı , İdris aleyhisselâm gibi ,
göğe kaldırdı ve onu dünya gailesinden kurtardı. ( … )
(Sh. 43-4) Hz. İsa , göğe çekildikten kırk sene sonra Romalılar , Kudüs-ü şerif üzerine hücum ile yahudilerin
kimini öldürdüler ve kimini esir eylediler. Kudüs-ü şerif’i yağma ve harap ettiler. Yahudi kitaplarını kâmilen
yaktılar ve Beytü’l-Makdis’i yıktılar ve Kudüs şehrini Beni İsrail’den hâli(boş) bıraktılar./ Bu suretleYahudi
ler , târümâr oldu. Ondan sonra bir yerde toplanıp da bir cem’iyyet teşkil edemediler. Her yerde hor ve hakîr
oldular ve zillet ve meskenette kaldılar. // Hz. Mûsa’nın vefatından Hz. İsa’nın velâdetine (doğum) kadar
“bin yedi yüz onaltı (1716)”-sene geçmişti. (Dikkat ! Doğum-“Milâd” öncesi işte Tevrat kaynaklı tarih
hesaplamalarına göre: (sh. 32) “devr-i Adem’den vefat-ı Mûsa’ya kadar (3868)-seneye şimdi işbu (1716)yılı da zammedince, toplam (5584 ) olmakta. Artık bu sayıya Hz. İsa’nın yaşadığı (33) yıllık ömrü de dahil
olarak (Bkz. Sh.51)“Hâtem-ül’Enbiyâ(*)” Muhammed Aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz’in velâdetine kadar
ki (569) –seneyi katarsak (6153) eder ve buna (63) yıllık ömrünü de ekleyince (6216) –yıl sayısına ulaşmakta
yız. Sonunda açıklanacak bu sayının nükte-şifresi sinn-i beşeriyete ve (Bkz. Elmalılı / Türkçe Tefsir , cilt 1:
İbn-i Abbas’a göre, Kur’an âyetlerinin toplam sayısı bu mu ?) gerçekten âyetlerin toplam sayısına uygun bir
işâret mi ? İşte enteresan nükte-i Kur’an-ca dünyadaki insanlık tarihi’nin yaşına âyetler sayısıyla bakış!
Ancak bu bir tez ve iddia değil , lâtif bir nükte eser-i mehaz münasebetiyle ! Geriye kalan hesab-ı tarih ise
belli (5584) ile milat sonrasını toplamaktan ibaret. // Hesapta zühûl-“Anakronizm” noksan bilgi hatası var !*)
126
Hz. İsa aleyhisselâm , otuz yaşına eriştikte kendisine nübüvvet ve risalet geldi.Üç sene kavmini davet etti.
Nihayet oniki kişi imana gelip tarik-ı Hakta ona refik (yoldaş) oldular. Onların dahi birisi sonunda kendisine
hıyanet eyledi. Ondan sonra Havariyyun , İsa aleyhisselâm’ın vasıyyeti üzere etrafa dağıldılar ve din-i İsevi’yi
nâsa (insanlara) telkin ile meşgul oldular. / Sonradan İncil-i şerif diye meydana bir çok kitaplar yayıldı. Birazı
Havariyyundan bazılarına ve birazı onların şâkirdlerine (öğrenci) isnad edildi. / Bunlar ise siyer-i Hazret-i İsa
(Hz. İsa’nın hayatı) hakkında tarih yollu yazılmış kitaplar olup, bunlarda da İsa aleyhisselâm’ın bazı ahvâl ve
evsâfı (vasıflar) yazılmış ve ara yerde İncil-i şerif âyetleri dercedilmiş idi. Lâkin biribirine mutabık (uygun)
değildi. / Rüesâ-yı Nasâra (Hıristiyanların başkanları) gördüler ki , bunlar birbirine uymuyor , cümlesini
gözden geçirdiler ve içlerinden dört nüsha ayırdılar. Onları sâirine nisbetle sıhhate akreb (doğruya daha yakın)
gördüler. İşte İncil-i şerif diye Nasara beyninde tedavül eden (dolaşan) bu dört nüshadır ki , onlar dahi
tamamiyle birbirine uymaz. Asıl İncil-i şerif ele geçmemiştir./Havariyyun , dağılıp uzak mahallere giderek
şeriat-ı İseviyye’yi nâsa tâlim (öğretmek) etmişler ise de, o vakit dünya küfür ve şirk ile doluydu. Din-i İsevî
alenen icra olunamayıp üçyüz(300) seneden ziyade mektum (gizli) tutuldu. İseviler , yer altlarında ve mağara
ve mahzen gibi yerlerde gizlice ibadet ederlerdi. Duyulup tutulanlar , cevr-ü cefa görürler ve ba’zan işkenceye
dûçar olurlardı. / Nihayet Roma İmparatoru Kostantin , tarih-i milad-ı İsa’dan üçyüzon (310) sene sonra din-i
İsevî’nin alenen icrasına ruhsat verdi. / Ba’dehu , Kostantiniyye şehrini yaptı ve Roma devletinin eski
payitahtı olan Roma şehrini terk ile işbu Kostantiniyye şehrini payitaht etti ve kendisi dahi İsevî dinine girdi.
Ondan sonra Hz. İsa aleyhisselâm’a iman edenler çoğaldı ve din-i İsevî pek çok yerlere yayıldı ve İsevî
olanlara Nasara (Hıristiyan-lar) denildi. / Lâkin vaktiyle şeriat-ı İseviyye’nin usûl ve furûu güzelce zabt
olunamadığından , iş , piskoposların ellerine kaldı ve bir takım ağraz (garezler) ile ihtilâf çoğaldı ve Roma
devleti ikiye bölündü. Biri Şark İmparatorluğudur ki , payitahtı İstanbul idi ve diğeri Garp İmparatorluğudur
ki ,payitahtı Roma şehri idi. / Bu yeni ve eski payitahtlar birbirini kıskandı. Bu cihetle Roma devleti ikiye
münkasem olduğu gibi , mezhebce dahi Nasara ikiye bölündü. ( … )Bunlara Katolik …/ Bunlara Ortodoks
denildi. Sonraları birbirine mugayir bir çok mezhepler zuhur etti. Din-i Nasara bütün bütün vaz’-ı aslîsinden
çıkarıldı./ Hatta diyânetten maksad-ı aslî , şirkten sakınmak olup, bu cihetle Nasara müşriklere mahsus olan
putlardan begâyet ictinab (son derece çekinmek) ederlerken , sonraları Nasara mâbedlerine tasvirler asıldı ve
kiliseler, bayağı , müşriklerin mâbedlerine benzetildi. / Sâir milletler ise küfür ve şirk üzere idiler. Hayli vakit
peygamberler dahi gelmedi. Bir uzun zaman fetret oldu. Bütün dünya dalâlette (sapkınlık) kaldı. / Romalılar ,
… vardıkları yerlere medeniyet ile beraber pek fena âdetler bıraktılar. Bu cihetle ekser-i milel ve akvâmın
ahlâkı bozuldu. Bereket versin ki , Romalılar , Ceziratü’l-Arabı (Arap yarımadasını) ele geçiremediler ve
kendilerinin çirkin huyları ve fena âdetleri ile Arapları bulaştıramadılar. / Fakat kabâil-i Arap dahi bütün
bütün bedeviyet halinde bulunarak kendilerini cehalet kaplamıştı. ( … ) Elhasıl o asırlarda dünya pek karanlık
ve karışık bir hâle gelmiş ve islâhı bir peygamberin zuhuruna mevkuf … //
25. (sh. 45) Ahir zamanda diyar-ı Arapta evlâd-ı İsmail’den Hâtem-ül’enbiyâ (peygamberlerin sonuncusu)
geleceği Kütüb-ü Semaviyye’de (Semavî Kitaplar) münderiç idi. Enbiyâ-i salife’den bazıları dahi onu vasf
ve tarif etmişti. / Hâtemülenbiyâ(*) ki , fahr-i âlem ve efdâl-i Benî Âdemdir (insanoğlunun en üstünü) , o
vaktin hükmünce onun Araptan zuhur etmesi muktaza-i hikmet ve maslahat idi. / Zira Araplar , ( … ) Zaman-ı
câhiliyette Arapların fesahat ve belâğatca bu derece ilerlemeleri dikkat olunacak ve ibret alınacak bir keyfiyet
idi ve belki Arap lisanının o mertebe kemâle gelmesi , Allah tarafından bu lisan üzere bir kitap nâzil olacağına
işaret idi. / Ebü’l-Enbiyâ (Peygamberlerin babası) Hazret-i İbrahim aleyhisselâm , oğlu Hz. İsmail aleyhis
selâma dua edip Cenab-ı Hak dahi onun duasını kabul ederek evlâd-ı İsmail’den bir büyük millet zuhur
edeceğini tebşir eylemiş olduğu Tevrat-ı şerif’te mezkûrdur. / Hz. İbrahim’in diğer oğlu Hz. İshak aleyhis
selâm’ın evlâdından pek çok peygamberler gelip geçmiş ve onların devri bitip artık nesl-i İsmail’e nöbet
gelmiş idi.Nesl-i İshak’tan gelen bunca peygamberlere mukabil olmak üzere nesl-i İsmail’den dahi
Hatemülenbiya* gelecekti. ( … ) İşte Hatemülenbiya aleyhisselâm’ın ecdad-ı izam’ı bu zatlardır ki , … / …
soyu en şerefli ve hayırlı olan tarafta bulunur ve her asırda onun cedd-i â’lâsı kim ise yüzündeki ülkerinden
bilinir idi. / Çünkü Hz. İsmail’in alnında bir nur var idi , Ülker yıldızı gibi parlardı. Bu nurâniyet, ona
pederinden kalmış ve ba’dehu evlâddan evlâda intikal ederek … / Bu nûr ise Nur-ı Muhammedî (*) olup
127
Hz. Âdem’den beri evlâttan evlâda intikal ede-gelmiş ve nihâyet asıl sahibi olan Hatemülenbiya hazretlerinde
karar kılmıştır. ( … / sh.47) İşbu Kâ’b İbn-i Lueyy *cum’a günleri kavmini cem’ ile, hutbe okurdu. Kendi
neslinden Hatemülenbiya* geleceğini söyler ve onun zamanına kim yetişirse ona iman etsin diye nasihat
eylerdi. ( … / sh. 48) Hatemülenbiya Hazretlerinin dünyaya gelmesi yaklaştıkça , kâhinler onun teşrîfini haber
vermeğe, acaib ve garib hâletler ve harikulâde alâmetler belirmeye başladı. /
Ezcümle Abdülmuttalib, bir gün Harem-i şerif’e yatıp uyurken bir rüya görüp korkuyla uyandı. Kâhinlere
varıp rüyasını takrir etti. Kâhinler dahi: “Senin neslinden bir çocuk doğacak , yer ve gök halkı iman getire
cek”, dediler. / … oğlu Abdullah dünyaya geldi ve Nur-ı Muhammedî onun alnında nümayan (görünür)
oldu. ( … / Sh.49) Abdülmuttalip oğulları içinde en ziyade Abdullah’ı severdi. Zira içlerinde en güzel ve
en ziyade sahib-i iffet o idi. Nur-ı nübüvvet onun yüzünde nümayan idi./ Benî Zühre şeyhi Vehb kızı Âmine,
haseb ve nesebce Kureyş kızlarının efdali olmakla Abdülmuttalip onu Abdullah’a aldı. / Âmine,Abdullah’tan
Hatemülenbiya’ya hâmile kaldı ve hemen Abdullah’ın alnındaki nûr-ı melâhat Amine’nin alnında nümayan
oldu. / O esnada Kureyş kavmi , kaht-ü galâya (kıtlık ve pahalılığa) mübtelâ olup, ziyade muzayaka (darlık)
çekmekte iken , Resûl-ü Ekrem* ana rahmine düştüğü gibi onun hürmetine, Hak Teâlâ Hazretleri , Kureyş’in
bağ ve bahçelerine o kadar feyiz ve bereket verdi ki , cümlesi zengin oldu. / O seneye Araplar , “Senetü’l-feth
ve’l-ibtihac” dediler ki , fütuhat ve meserret yılı demektir. Amine hâmile iken Abdullah Şam kafilesiyle
Medine’ye gitti. Orada hastalanıp yirmibeş yaşında olduğu halde dayıları yanında vefat etti. / Bu cihetle
Hatemülenbiya Hazretleri , dürr-i yetim gibi anası karnında iken tek ve yetim kaldı. / İşte o esnada harikulâde
vukuattan olarak meşhur Fil vak’ası* zuhur etti. (sh. 50-1 / … ) Bu seneye Araplar “Fil Yılı” diye ad-koydular
ki , Milâd-ı Hz. İsa’nın (569)beşyüz altmışdokuzuncu senesi idi. / (…) Fil yılında ve şuhur-ı Rûmiyyeden
(Rumî aylardan) Nisan içinde, Rebiu’l-evvel ayının onikinci pazartesi gecesi , sabaha doğru henüz tanyeri
ağardığı vakit , âlem bir başka âlem oldu. Yani Hâtemülenbiya Muhammed Mustafa Sallallahü aleyhi ve
sellem* hazretleri doğdu ve gün doğmadan âlem nûr ile doldu. /
( … / sh. 52) Enbiya-i Beni İsrail ,Hatem’ül-Enbiya Hazretlerini kâh Muhammed* ve kâh Ahmed*diye zikr
eylemiş ve alâmetlerini söylemiş olduklarını ve ulûm-ı gaybiyye(gizli ilimler) eshabı dahi birer suretle istihraç
(*) ettiklerinden o vakit Yahudi kâhinleri arasında Hatemülenbiya hazretlerine dair çok sözler söylenir ve
teşrifine intizar olunurdu. Binaenaleyh tarih-i velâdetini dahi bu vechile keşf ve tayin etmişlerdi. ( … / sh.64)
Elhasıl Fahr-i Alem Hazretleri , bir yeni Şeriat ile kâffe-i ins ve cinne meb’us oldu (cin ve insanlara peygam
ber olarak gönderildi). Onun şeriatiyle sâir şeriatlar mensûh oldu ve Hatem’ün-Nebiyyin (peygamberlerin
sonuncusu) olup ondan sonra peygamber gelmek ihtimâli kalmadı. / …”)
MUHKEM MESAJ !
1.
Şu âleme bak
Kendiliğinden
Nasıl olacak
Kıyasen düşün !
2.
Nedir şu idrâk
Gönlün gözünden
Nur ruh-u mutlak
Kozmik görüşün !
3.
Ne iş yaşamak
Göklerce evren
Nabz-ı can ancak
Kavram kördüğüm !
4.
Mahiyet tuzak
Gerçek görünen
( Sh. 112’den devam: ) … pek ehemmiyetli olduğu unutulmamalı .
Unutulmaması gereken diğer bir nokta da , metin odaklı teorilerin çoğu
zaman , metnin kendisini mükemmel telakki etmesinden kaynaklanan bir
determinizmi haiz olduğu. Eğer bir cümlede geçen herhangi bir kelimenin
dahi , hem metnin yapısını oluşturup hem de metnin yapısı tarafından belir
lendiğini düşünüyorsanız, -metnin yayımlanmış halinin bir ‘son’ olduğunu
baştan kabul ederek , - metnin bitmişliği üzerinden konuşmanız gerekecek
tir : Metnin ‘açıklığı’ nerede kalmıştır ? Wood’un yapmaya çalıştığı , bir
paradoks’ta asılı durarak , metnin açıklığı mefhumunu , detaylarla düşünmek
tir. Yazarın , edebiyatın ve edebiyat teorisinin en büyük paradoksuna bir
cevap aramak gibi bir endişesi olmadığını , sorunun kendisinin yanlış, edebi
yat ve hayatın zaten her zaman paradoksal bir karakteri olduğunu düşündü
ğünü görüyoruz. Kitabın başlıbaşına paradoksal duran son cümlesi, Kurmaca
Nasıl İşler ? benzeri soruşturmaların henüz sonlanmadığını ve de hiç sonlan
mayacağını gösteriyor: “Gerçek yazar, yaşamın özgür hizmetkârı ; sanki
yaşam , roman-ın bugüne dek ele geçirdiği her şeyin ötesinde bir kategori
imiş gibi , sanki yaşamın kendisi gelenek olmanın kıyısındaymış gibi davran
mak zorunda olandır. //
Sh. 11: Aşk yolunda adım adım / … Yürüdüler, sevdiler, yazdılar …
128
Kariyerinin zirvesinde bir çift yürek. Bir gece o yüreklere inen bir ilham.
Ve başlayan yolculuk. / Mevlana’ya. / Aşk yolunda adım adım , 49 günde,
hiçbir vasıta kullanmadan , İstanbul’dan Mevlana’ya yürüyen iki küçük
karıncanın , ve onlara ekmek ve su verenlerin hikayesi. / timas.com.tr iyi ki kitaplar var … // -Sh. 12: Edebiyat devrim yapabilir mi ?
İngiliz edebiyatı ve karşılaştırmalı edebiyat profesörü Rita Felski’nin 2008’
de yayımlanan Uses of Literature (Edebiyatın Yararlılığı) isimli kitabı ,
‘Edebiyat Ne İşe Yarar ?’ adıyla Türkçe’de. / Felski , çalışmasını tarihsel
perspektifi ıskalamayan bir okuma fenomenolojisi, edebiyat kuramını önemli
ölçüde tanımlamaya devam eden öncü duyarlığa karşı bir ‘gayri manifesto’
olarak nitelendiriyor. / … Selim Salih: “… biraz daha yakından bakalım. /
Edebiyat metinlerine mutlak kudret atfetmek ( … ) “Bu öykü sizi alıp götüre
cek” ( … ) … Hiçbir şekilde kendi tarihselliğinin farkında olmayan , kavram
sal düşünme yeteneğini kazandırmaktan uzak Yeni Türk Edebiyatı disiplin
lerinin , Osmanlıca paleografi bilgisine ve dogmatik bir bibliyografyanın ez
berlenmesine çakılmış başarı kıstasları , Mehmet Kaplan’ın Şiir Tahlilleri’n
deki “parlak” çözümlemeler gibi edebiyat incelemeleri-nin ne olduğunu
belirlemeye devam ediyor.” //
Sh. 13: Ooo… Müthişti / Hüseyin Atlansoy 1985’te yayımlanan İntihar İlacı
adlı kitabının hikâyesini yazdı: “ …” / … Kararımı verdim. 1984 yılında ilk
romanımı yayınlayacaktım. / … Durmaksızın okuyordum. Bir roman çatısını
kurabilmek önemliydi. Ortaokul üçüncü sınıfta ilk denememi yaptım. İyi-kötü
ayrımı hakkında kurgulanmış bir denemeydi bu. Yaklaşık yirmibeş sayfa.
La yenfa. (*) … birçok “roman” örneğini dikkate almıştım. Ama erkenmiş.
Olmadı. Yırttım attım. Sonra dedim Hüseyin sonra. / Lise yılları geldi sonra.
Hep bir kitap fikri , zihnimde dalgalanıyor … / Akıyordu şairliğim ( … )
Asl’olan sanatçı-ydı … Kimileri bunu nasılsa bilemiyorlardı. (…) Bkz. 153*
********
(Bkz. Sadeleştirilmiş Elmalılı Tefsiri , cilt-1 / sh. 280: “… yani yeryüzünde beşer cinsinin ortaya çıkışı … /
Hâlbuki biz yeryüzünde ilk yayılan insanlar değiliz. Bununla beraber … / Ve beşere özgü üremenin başlan
gıcı … / Demekki Cennetten yeryüzüne bilfiil ilk çıkanlar bunlardır. Ve bu çıkış da aniden-birdenbire olma
mıştır. / Ve insanlar aslında hakikaten kardeştirler. / … Sonrası bildiğimiz üreme kanunudur.”)
Ne varsa tutsak
Kök gizem ölüm !
5.
Hep yolda olmak
Gün-dem değişken
Can nefes saymak
Öz şiir sözüm !
6.
Muğlak muallak
Görüntüsünden
Arz-semavat hak
Gece ve gündüz !
7.
Mahşer muhakkak
Kader Rabbim’den
Sonsuz’a doğmak
Kıssa-i ömrüm !
8.
İçten okumak
Keşf-i hâl kalben
Ne güzel susmak
Künh-ü (“Kün”) gönlüm !
9.
Mülhem konuşmak
Kolay yol zihnen
Tam muhkem mesaj
Kur’an-ca hüküm !
İşte emsâl konularda daha nice çetrefil sorular var ki , kimilerince “mesnetsiz” sanılmakta ve de “münasebet
siz” sayılmakta. Bu sebep bazı güncel-popüler gündemler oluşturan kitaplarda ve medyatik-görsel proğramlar
da uluorta tartışmalarla aslından saptırılmakta. Çabuk konuşarak kısaca açıklamaya yatkın nice üstad zevat-ı
muhtereme muhatap pek kurnaz zındık demagog(*) karşısında açık-seçik kanıt, tam hüküm “mebâdi-i İslâm”
mühim mevzû ve esâsat tamamen gözden kaçırılmakta. Ancak konular ruhundan uzaklaşıp başka açılardan ba
kışlara ya da anlamsızlıklara kaydırılarak dağıldıkça artık kökten değişik sorulara yahut temel sorunların aşın
masına , hatta daha başka detay yorumsamaların da sözümona aktüel gündem muhteviyatına taşınmasına yol
açmakta.Tarz-ı cedel liyâkatsiz sözlerin demagojik karmaşasıyla da akl-ı nefsaniyet hırslı iddiâlaşma-münaka
şalar arasında asla unutulmasın ki işte en güzel diyalektik diyaloglara örnek Kur’an-ca anlamak / kavramak
gerekir ruh-u nur Rabbim gözler gibi içten “-gör !” diyor gönlümüzce belli “ihsan” daha üstün bilinçte inanç !
İHSAN !
1.
İlle uçmaklara yol ara-sor semavattan ;
İhsan ne bilmesen de işte âyet(55*60)söylüyor !
Kul her nefes korkuyor elhak koruyor Rahman ;
Sen O’nu görmesen de(6*103)O seni hep gözlüyor !
129
2.
Kalben duymak akla yol ruh-u vicdan nabz-ı can ,
Ekran net görmesen de belli ancak beyan zor !
İçten duy tam “anla-kork !” nur-u Kur’an salt irfan ,
Ey can , pek evmesen de emr-i Hak “gel-gör” diyor !
Medya aynasından kamuoyuna yansıyan netâme gündemlerin güdümünde oluşan nice sosyal çalkantılar,
ruhsal maneviyat hayatımızda onulmaz zillet tahribatı-na sebep olmakta. Bunun doğurduğu acımasız durum
veya sonuçlar bakımından giderek kötüleşen toplumsal sistem’in “tepkisel refleks” savunma içgüdüsü ve
direnç gücü de zayıflamakta. Açıkça bu toplumsal zaaf ve çöküntünün korkunç çaresizliğinde endişe-kuruntu
lar sarıyor , şüphe-tereddütler sarsıyor ruhiyatımızı. Şu umursamaz zavallı halkın nabzını tutacak , kalbine
iman mesajının inşirahını duyuracak kim var ( Rabbimiz “Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır !” rikkat-i vicdan
nabz-ı can “niyaz” zevk-i ilhamıyla …) aşk-ı “hizmet” duyanlardan başka ?! Allah* ve Muhammed* aşkıyla
“mâ’şerî vicdan” namına “nâmûs-u vatan” uğrunda canla-başla kamuya hizmet (“din-ü devlet” ve “mülk-ü
millet” mefkûre-i “ebed-müddet” daima “i’lâ-yi kelimetüllah” gaye-i İslâm) için maddî-manevî bütün hayatını
olanca imkânlarını vakfederek çalışanlara , onlara yardım ve destek sağlayanlara , açık Kur’an âyetlerindeki
İlâhî vaad ve tebşîratı hatırlatarak gönülden selâm , muhabbet ve duâlarımızla katılmak istiyoruz müslümanca.
Ancak Kur’an baştan sona âyetler diliyle Yüce Rabbimiz’in nice emrince hep paylaşmayı , hatta candan-mal
dan dünyalık her varlığımızdan Allah yolunda fedâkârca harcamamızı istiyor , biz müminlerden açıkça. Sonuç
ta şu üç kategoriyle ayrışacak insanlar; (Bkz. 56*7-14: “Uğur ve mutluluk ya da şomluk ve bunalım yâranı*
ve de oluşta-yarışta önde gidenler. İşte onlardır yaklaştırılanlar. Nimetlerle dolu cennetlerde. Büyük kısmı
öncekilerden ve az bir kısmı da sonrakilerden.”)
Din ve inanç çağrısıyla halkımızın değişik kesimlerinde içten ilgi ve derin merak uyandırmakta başarılı olsa da
kimilerince gayet doğal karşılanan bu olay, yani İslâmî konularda medyatik tartışmalar , kimi bağnaz çevreler
den büyük tepki almakta ; hatta akademik kariyerinin açık kanıtlarını ortaya koymak isteyen entelektüel aydınyazarlarımıza karşı haksızca ve düşmanca “aleyhtar kampanya” oluşturmakta , onları tanımazken adından ve
hiç okumazken kitaplarından nefret duyacak kadar yobazca-saldırganlaşan bazı cemaat ya da yoz-sosyete (!)
ortamlarında adeta “nifak’cılık” kavgasına ve “bozguncu’luk” suçlamasına neden olmakta.Acaba yığın toplum
-millet olarak küre-i arzda yalnızca biz mi , bilimsel etik ve sosyo-kültürel birlik bilincini yani millî hislerini
güçlendirecek konularda bile giderek daha tartışma(cı-)lı ve uzlaşmaz ortamlara sürüklendik , kendini bilmez
ve geleceğini düşünmez sapkın-şaşkın bir halk kitlesi olduk çıktık sanki ?! İşte bütün dünyanın her yanında
“anarşik kamuoyu” bakımından genel durum böyle değil mi ? İnanç kültürlerinin şu yeryüzünü örtüp bürüyen
renk karmaşasından ibaret “dinler-ideolojik izm’ler” haritasına bakınız ibretle ; korkunç dehşet tablosu şu
“milenyum” modernizmiyle maskeli “iblis saltanatı”-çağdaşlık kumkumasının kulistik arkayüzünü savaşların
sıcak kanıyla ve emperyal yalanların kangren acılarıyla boyanmış göreceksiniz zamâne gündemler realitesince!
(Bkz. Batı Sömürgeciliği ve İslâm Dünyası , Y. Nuri Öztürk ,Yeni Boyut “2. baskı” İst.-2003)
TAŞ KAFA !
Özünle uylaşmazsın , sözünle uzlaşmazsın ;
Az-öz, yaz-oku “Anlayana sivrisinek saz !”
Duysan da aldırmazsın , taşkafasın aymazsın ;
Saz-söz caz(!) “Anlamayana davul-zurna az !”
Demekki insan mizâcından ve hırz-ı can / hars-ı îman tarz-ı hayatınca akl-ı ruh hakikatından kaynaklanan
bireysel farklılık ve toplumsal anlaşmazlık gitgide bütün dünya barışını da tehdit edecek kızılca-kıyamet*
boyutlara tırmanmakta. Oysa Allah(c.c) gerçek İslâm mesajı içerik Kur’an naslarıyla daima yüzyüze çağdaş
şu umum-beşeriyet âlemini , içten ille de “ferdiyet” ve dış-çerçevesiyle “cem’iyet” tarz-ı fıtrat traka-i kalbin
130
nazm-ı nabzınca açık kanıt* tam meâl-i sırr-ı vicdan* namûs-u şuur (17*80-85. “Ruh , Rabbim’in emrin
den…”) nükte-i niyazımız Zat-ı Müteâl Allah’a hakkıyla lâfza-i ilticâ’// âyet-i Fâtiha anlamında akl-ı irâde
gereği (1*6. “ihdinâ-s’sırât-el’müstakıym”) birlik ve barış yoluna çağrılamakta. Anlamak için içten duyarak
okumalıyız.
SER-LEVHA AYETLER VE EMR-İ CEDEL !
1. (67*2: “Ellezî haleka-l’mevte ve-l’hayate …”)
2. (11*33-34: “Hüve Rabbü-küm ve ileyhi türceûn”)
3. (8*67: “Türîdûne araza-d’dünya ve-llâhü yürîdü-l’âhirate”)
4. (21*15-23: “Lâ-yüs’elü ammâ yef’alü ve hüm-yüs’elûn”)
1. (“Ölümü ve hayatı yaratan O’dur.”) bil ki ,
2. (“O’dur sizin Rabbiniz ve O’na döndürüleceksiniz.”)
3. (“Siz şu iğreti dünyanın nimetini istiyorsunuz; Allah ise âhireti …”)
4. (“O, yaptığından hesaba çekilmez; ama onlar, hesaba çekilir.”)
Ve ayrıca daha nice (14*4 ve 48)âyetlerden örnek , Bkz. (15*90-99)
Sûrelerin tamamı ya da aralardan birkaç âyet daha işte: (16*98 ve 111;
20*14 ve 49-52; 22*35, 52, 62; 24*42; 25*52; 29*18, 48-49, 64;
30*17-18; 69*40-43 / … ) Seçkilemek isteyince ne eşsiz bütünlük Kur’an !
1.
Kur’an Rabb’in kitâbı mûcize her hitâbı ,
Hak vahyin saf irşadı gönüller incizabı !
Derk-i (2*19-20. “berk”) mesel darb-ı (“ra’d”)’a benzer itâbı ,
Her tarz edebiyatı derc’eder beyyinatı !
2.
Her âyet serlevha-i hülâsa sözken gayet ,
(16*125. “Üd’u ilâ sebîl-i …”)nush – davetten ibaret !
(“Rabbi-ke bi-l’hikmeti …”) diye hemen icabet ,
(“Ve câdil-hüm bi-lletî hiye ahsen”)nihayet !
3.
İşte âyet en güzel lisan tavr-ı nezâket ,
İçten dâvet evrensel vicdan hazz-ı riâyet !
İlkten usûl bilimsel davet tarz-ı icâbet ,
Son vusûl emr-i “cedel” Allah’tan “farz” ibâdet !
O hâlde böyle ulvî bir gayenin emrinde ve hizmetinde çalışmaktan daha onurlu görev var mı ? Nitekim herkes
için net tek gaye bu “inançta birlik - vatanda dirlik” uğrunda “ancak Allah’a kulluk (1*5)” onuruyla yaşamak
ve hep (2*208. “…fi-s’Silmi kâaffe”) barış yani İslâm yolunda çabalamak gerçek kurtuluş ve ölümsüz mutlu
luktur. Rabbimiz’in insan vicdanıyla âhenk-dâr ruh hâlet-i ilticâ’ akl-ı iykan nabz-ı kalbin nazm-ı niyaz züb
de-i irfanınca doğrudan şu konuşulur-anlaşılır rumûzat-ı lisan nükât-ı lügat tam açık kelimât tarzıyla “anlayış”
şuur-u iz’ânına ancak kitâb-ı (vahy-i Nur* ruh-u) Kur’an-ca “anlam muhtevâsı” sırr-ı elfâz “sözlerin hıfz-ı
hâfızası ya ses kaydı , ya da yazı zabtı !” illâ vahy-i hitâb* bakımından noktalar harfler hareke(-t)li heceler
revnâk-kelimeler’den ibaret toplam meâl-i icmâl ki , (2*2. “İşte sana o kitap! Kuşku, çelişme, tutarsızlık yok
onda. Bir kılavuzdur o, korunup sakınanlar için.”/ Bkz. 2*3-39.) gayet sarih hakikat-i beyan nazm-ı vahyin
nabz-ı can noktasında anlık idrâk kadar remz-i kader ruh-u beden nitekim mûcize nefha-i İlâhî ilk (“Kün feyekûn”)nefes sayısınca ömür akvaryumunda hava kabarcıklarından farksız zaman* fenomeni: her şimdi-hep
hemen noktacık gerçek “gölgesiz ışık” gibi idrâke sığmaz “Sonsuz” Zât-en Tek (gücü sınırsız) salt (“-O!”)
İrâde-i Kudret (112*1. De ki: “O, Allah’tır ; Ahad’dır, tektir. // 2. Allah’tır ; Samed’dir / tüm ihtiyaçların,
131
niyetlerin, övgülerin, yakarışların yöneldiği tek kuvvettir. // 3. Ne doğurmuştur O, (ve ) ne doğurulmuştur. //
4. Hiç kimse onun dengi ve benzeri olmamıştır , olamaz.”) nice emsâlsiz sanat (hadsiz hikmet) fıtrat-ı şuûnat
tüm mükevvenat tamamen barışcıl-birlik kökten uyum ve hem-âhenk bütünlük görüntüler sergileyen “nizam-ı
âlem”meşher-i mahşer ruhiyat televvünatı “ışık cümbüşü”gözler önündeki ibretler-âyetlerle her dem bir başka
nesîm-i mevsim-bahar renkli “iç dil”-gönlümüzün iklîmi “inanç” şavkından nur-efşan“iç aydınlık” inşirahımız
olsun diye en ideal bilinç çerçevesinde “yakîn”-i mevt’e erdirileceğimiz güne dek “kadere rıza” sabr-ı sebat
dileyerek Rabbimiz Allah’a “hamd” ve Efendimiz /Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm’a
candan muhabbet disiplini edeb-i itaatımızla nefsimizi bencillikten arındırmak ve insanlık onurumuza yaraşan
ruh yüceliklerine kanatlandırmak gönlümüze en uygun amacımız olmalı. Zira , (Kaside-i Bürde / sh. 122,
Beyit-117: “Cenab-ı Hak ,bizi ,kendisine itâate davet eden Hz.Muhammed(s.a)’e “Resûllerin en üstünü” deyin
ce, biz de ümmetlerin en üstünü olduk.”/Açıklaması: Bizdeki bu üstünlüğün ve şerefin , kendi feyzimiz sebe
biyle olduğu zannedilmesin. İslâm’ın şeref ve üstünlüğü Cenab-ı Hakk’a ve de onun sevgilisi Hz. Muhammed
(s.a)’e aittir.Binaenaleyh milletlerin en şereflisi olarak kalmak istersek; daima ,İlâhî emirleri ve Peygamber’in
bildirdiklerini tatbik etmemiz gerekir. Böylelikle kendimizi maddeten ve mânen ihyâ etmiş oluruz. // Bu beyit
ten şu manayı da çıkarabiliriz: Cenab-ı Hak, Fahr-i âlem’i -“mahrem-i mi’râc”- davet edince, O irfan menbaı ,
üstün ahlâk ve yaratılışıyla hemen resûllerin en üstünü; biz de ümmetlerin en efdali olduk.)
Evet; tek gayemiz, Rabbimiz’e “kul” ve Peygamber Efendimiz’e “ümmet” olmak şuuruyla ruhun bedensel
gizeminde yaşamın “kader” şifresinden ibaret temel felsefesini iyice düşünerek kavrayacak kıvamda aklın
irâdeye hükmeden fonksiyonlarını çözümlemek , etik ve empatik duygularda sempatik içtenlikle içselleşen
özgün düşüncelerin dışımıza yansıttığı ışıklı dünyamızı gözlemlemek.Gözlerden gönül aynasına yansıyan dış
görüntünün özünde içselleşen tecelliyatı içgörü’yle algılamak gerçekten ne kadar güzel ! Ne eşsiz mûcize şu
canlı, anlamlı ve heyecanlı hayatın süreçlerinde enfüs serâb-ı âfâktan yansıyan hayâle benzer rüya âlemler!
Bunu gözlemleyerek yaşamak, gerçekten ne canlı-anlamlı heyecan nitekim “mevt-i mukadder”-ölüm hiç unu
tulmadıkça ! Akl-ı vicdan gönlümüzce çözümlemek istediğimiz sayısız oluşlardan neler elde etmiş ve bunun
sonuçlarından ne türlü birikimler sağlamışsak “uygarlık adına”anlaşılan hepsi de kollektif fıtrat tarzından iba
ret düşüncelerin hem en temel merak konusu , hem de din veya felsefe kökenli bilim , sanat ve edebiyatın or
tak kulvarında ya da kavşak noktalarında buluşan yatkın mizaçta her çağdaş insanla daha çabuk kaynaşarak
kolayca anlaşmak karşı görüşlerle uzlaşmak ve de muhtelif farklılıklarla bağdaşmak isteyen niyet-i hâlisane
aydınlar öncülüğünde sürekli çabalar ve düzenli çalışmalarla geliştirilen hele evrensel değerde müşterek kül
tür renkleriyle bezendikçe çeşitlilik kazandırılan şu yeryüzünün nice “emek kültürü” üretim birikimlerini üleş
tirici rejim değişimlerini bile mezceden realite, en nihayet tam mahşer-i kıyamete müncer medeniyet yoludur.
İşte bu yüzden ben bir yazarın neler yazdığını değil de esasen neden yazdığını merak ederim.Okurken de önce
likle bunu anlamak , kıyamete müncer bakış açısıyla aslında aklıma / mantık karîhama uymayan her konuyu
kurcalayıp sorgulamak isterim.Histerik derecede anlamak*-merakıyla “okumak” kendince anlatmak meramıy
la da “yazmak” gerçekten ne güzel geliştiriyor ruh hayatımızı. Nitekim kimi Edebiyat Lügatlarında buna dair
(ruhsal ifşaat tahlilli itiraf / fantezi-ironi!) açıklamalar ve (Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü , Dr. L. Sami Ak
alın:“-Neden yazarlar? ”)sorusuna özel ve genel örneklemelere göre cevaplar var.Ayrıca misâl mi istersiniz ?
Daha ne çok kitaplar ve ne çeşit-değişik “kalem denemesi” iyice fazla detay yazılar! Roman , nitekim “net ör
nek” karizmatik-“güzel anlatım”/ merak uyandıran “uzun hikâye” ve yeni tarz “zevkli diyalog – güncel yaşam
– gerçeksi yalan” nefs-i emmâre’yi bohem-ce konuşturan “söz cümbüşü” üslûb-u kassâs! Sorgulanmayan nice
sapık kuramcılık kumkuması sanal yalanlar örtüyor ruh* hakikatının net dünyasındaki “iç doğuş” şuur-u sünû
hatımızı. Işık kadar gerçek karanlık geceler ! Ruh-u beden şuuruna örnek gündüze rağmen ne güzel elvan-ı te
havvülât tıpkı renk-âhenk güniçi değişim misâli işte her “şimdi” iklim-i mevsim mevecât-ı zaman ki “ibtidâ-i
intihâ” ancak günyarısı şu karanlık gecemiz bile mehtap şavkıyla açık görkem mesâfeler “mesâha-i semâvat”
tam meâl-i âyet tarzınca gülümsemekte. Elbette esas soru ya da sorunlardan ne yapsa da asla kaçamaz zihnen
ne âlim ne de câhil hiç kimse son nefes “Sonsuz’a doğuş” şuur-u “yakîn”(Bkz.15*99; 56*95; 69*51; 74*47;
102*5-7 ve (!)4*157-9)nice ruh-u hakikate erdirici (21*25-35) âyetler ışığında açık gerçek’le yüzleşinceye
dek. Kesin gerçeğin nur-u Kur’an -ca aslını kavratmak gerekirken niye sırf fantasma-fasıllar (!) okutmak isti
132
yor roman ? Nitekim; (Bkz. Hürriyet G. 29 Ocak 2002 / sh. 7: Renkler, Serdar Turgut: “Orhan Pamuk’un
kitabı / …“Kar ” adlı son romanını … / Gördüğüm kadarıyla “roman gerçekliği” meselesini Türkiye’de daha
detaylı ve derinliğine tartışmamız gerekiyor.” ) Gerçek hayat tabiatınca yazılmış yani yaşanmış olaylar yansıt
mış olsa şayet temel gerekçe çerçevesindeki içsel ayrıntılar açıklanmasa da anlaşılır rahatça. Artık kurtulmak
için nice meram merakından yazan da rahatlar ruhen onu okuyan da. Ancak “kassas-ı zamane(!) ne idüğü belir
siz”süfehâ-echeller roman-senaryo filân “yazar (!)”rezalet türünden ne“emânî”-hezeyan ne cins “yalan-dolan”
ne boş şeyler ve de ne düzmece hayâl-yâveler çiziktirip beyaz sath-ı zemin nice temiz sayfalar karalar, ruhu
uyanık kavramış şuurda olan da olmayan da !
GÜZEL LİSAN !
1.
Beynim mücevherat çöplüğü sanki ,
İçinden ne çeşit döküldü bilmem !
Zihnim muhteviyat ölçüsüz zan ki ,
Bilinçten ibaret görüntü sistem !
2.
Hevesin nefesler iz’an mihengi ,
Mûsikî şiirden nefha-i gülfem !
Herkesin ne güzel lisanı var ki ,
Benimki iç dilden nağme-i mülhem !
3.
Zihnim “muhakemat”-örgüsü yani ,
Gerçek Kitâbım-ca “ahkâm” öğrensem !
Bildim öz hakikat tam söz Kur’an ki ,
Hikmet lügatınca konuşabilsem !
Daha açık konuşup belirtmek konusunda aklıma geliveren nice enteresan roman örneksemeleri içinde “ger
çekçi ya da gerçeksi stil” birçok kitaplar var ruh-u üslûp beğendiğimiz ki ,işte bunlardan biri diyebileceğimiz
zevkli hiss-i lezzet tadında okuyunca canlı insanlar arasından ancak kendi içindeki gizli ihsaslarını dışına
yansıtan anlamlı hayat ders-i ibret “tema”-muhtevâsı sırf fantasma(*)dan ibaret diğerlerinden tamamen farklı
“idol”-kahraman nitekim kim veya kimler olduğu da açıkça anlaşılan ne güzel misal: (Bkz. “Adı Aylin” ve
“Füreya” benzeri-içerik “gerçek” konulu olaylar romanlaştıran , ancak “Köprü (*)” senaryosunda daha açık
“gerçek kahraman” anlayışını medya boyutuna taşıdıktan sonra romancı kalem ustalığını halkımıza da tam
manasıyla kanıtlayan sayın Ayşe Külin* // ve de değişik konuda bir başkaca yaşanmış şahane örnek kahra
manlık destanı timsâl-i ilim ve edeb-i İslâm mücâdelesi hizmetine eserleriyle rehber-rehnüma* çığır açmış
şahs-ı manevi irşâd-ı Kur’an “Nur cemaati” ile “devr-i şeâmet” zulmetine “sırren tenevvüren / gizlice aydın
latarak” karşı-duruş* yolunun metodlarını ısrarlıca hayat düstûr-u ruh hakikatına bağlılıkla uygulamış hep
başlıbaşına ayrıcalık gösteren Nur Risâleleri’ne gönülden talebe “ehl-i hizmet” taraftar ruhlara da tam “Üstâd”
Bkz.“Bilinmeyen Taraflariyle Bediüzzaman Said Nursî (*)Kronolojik Hayatı”,Necmeddin Şahiner,Yeni Asya
Yayınları “Gayemiz vatan sathını bir mektep yapmaktır (*)”- İst. 1991 // Takdim : Kitaplar arasında biyografi
çeşidi bir hayli artmaya başladı. Çünkü bazı insanlar vardır ki , onların hayatları da eserleri kadar kıymetlidir.
Zaten eserler nazariyatta kalırken , müellifin hayatı , sanki nazariyatı tatbikat sahasına koymakta ve daha
kolay anlamamız için bize yardımcı olmaktadır. / Bir kısım müellifler kendi hayatlarını kendileri yazmış ki ,
bunlara “oto-biyografi” diyoruz. Tarihçe-i Hayat* isimli eser , Bediüzzaman Said Nursi’nin otobiyografisi
sayılabilir. Sayılabilir diyoruz çünkü , kendi sağlığında ve kendi kontrolü altında yazıldı.
Onun bütün gayesi , Müslümanların tahkikî imânı elde etmeleriydi. Bediüzzaman’a göre bu asrın hastalığı
iman zayıflığıydı. Müslümanların , İslâmiyete lâkayıt kalmalarının sebebi bu idi. Öyle ise, taklidî imandan
tahkikî’ye geçilmesi gerekiyordu. İşte o hayatının mühim kısmını buna verdi ve Risale-i Nur Külliyatı’nı
meydana getirdi. / Necmeddin Şahiner,Risale-i Nur Müellifinin hayatını kronolojik olarak ele aldı ve sizler
için yazdı. Böylece Tarihçe-i Hayat’ta bulunmayan bir kısım malûmatı bunda bulmak imkânı elde edilecek ki,
133
bu bilgiler gerek Said Nursi’nin hayatını aydınlatma bakımından ve gerekse iftiraları önleme yönünden
mühim sayılacak güçtedir. / Meşhur kimseler hakkında yazılmış bir çok kitap bulunurken ,Said Nursî, bütün
meşhurluğuna rağmen , böyle bir imkândan mahrum bırakılmıştır. Bu imkânsızlık geleceğin tarihçisini zor
durumlara düşürebileceği gibi , bulanık suda balık avlamak isteyenleri de sevindirebilir. Biz hakikatı arayan
ları sevindirmek gayesi ile böyle bir eserin kitap haline gelmesine karar verip,okuyucularımıza hizmete devam
etmeyi vazife bildik. / Araştırmacı Necmeddin Şahiner için diyebiliriz ki ; o hayatını bu esere verdi. Aradı ,
taradı , sordu , dinledi. Sanki kendisini bu eser için eritti. Onun odasında ,ceplerinde ve konuşmalarında daima
Said Nursî’nin hayatından kısımlar vardır.Sayfa sayfa ,cümle cümle, hep o. Bununla beraber bu eser noksan
sız mıdır ? / Buna “evet” diyemeyeceğiz. Zaten Necmeddin Bey de evet demiyor , “Daha gencim” diyor. Yani
çalışmalarına durup dinlenmeden devam edeceğini ifade etmek istiyor. Bu babta okuyuculardan da yardım isti
yor. Elinde Said Nursî’ye ait vesika bulunan varsa göndermesini , hatıra sahiplerinin de hatıralarını yazmasını
rica ediyor. Bu ricaya biz de katılırken , … minnettar olduğumuzu belirtmek isteriz. / Saygılarımızla.
(Hekimoğlu İsmail*)
Sh. 27: Nur Rehberinin Aydınlık Ömrü / Bediüzzaman Said Nursî bahsi bir deryadır. Biz ise bu ummanın
sahillerinde dolaşan bir imân , Kur’an ve Nur sevdâlısıyız. / Elinizdeki eser mevzuyla alâkalı onbeş yıl ön
ceki bir çalışmamızdır. / Mevzu üzerinde her zaman yeni yeni bilgiler ,vesikalar ve resimler bulmanın ulvî
heyecan ve sevincini yaşamaktayız. / Çünkü , Bediüzzaman ve vesile olduğu Kur’an hakikatları yirminci
yüzyılın en büyük bir îmân hâdisesidir. Kalblere İlâhî irfanı yerleştirerek imanların kurtulmasına vesile ve
vasıta olmak … İşte insanlığın dünyalardan daha da ehemmiyetli bir meselesi budur. / Yıllardır , hayatımız
muazzez bir ömür ve hayatın derinliklerinde gezerken; mevzu üzerinde daha da ciddî bir takipçi olabilme
miz için Allah’a şükür , bıkmadan ve yılmadan çalışmaktayız. Risâle-i Nur hâdisesinin ve hakikatının id
râki içinde son nefes, son imkân ve son dakikaya kadar Kur’an nurlarının ölümsüz rehberinin muhteşem
hayatını anlatmaya ve yazmaya devam etmek ulvî bir emelimiz halinde yaşayacaktır. / Nur bahsindeki me
sâimiz şimdilik “Son Şahitler (*)” serisi ile devam etmektedir. Nur Üstad’ın elinizdeki biyografisi bugün
dünya ülkelerinde on küsûr dilde ana kaynaktır. Bu baskıda bazı eksiklerimizi tamamlamaya çalıştık. Bir
çok yeni vesikaların aydınlığında meselemiz daha da netleşmektedir. / Sizlere Nur Üstad Bediüzzaman’ın
pırıl pırıl ışıklı yolunu gösterebilmenin saâdetini yaşamaktayız. / Allah bizleri nurdan ayırmasın. (Necmed
din Şahiner / İst. 1990*) Sh. 29 – 32: “Önsöz / … İşte bunlar ve bunlara benzer sebeplere binaen; bir asra
ulaşan muhteşem bir ömrü kaleme aldık; sizlere takdim etmekle de sevinç duyuyoruz. Bu hususta yardımı
dokunanlara alenen teşekkür etmeyi bir insanlık borcu bilirim.” // Sh. 33: Yeni baskı hakkında / Fransız ta
rihçisi Fustel de Coulanges, talebelerinden biri karşısına gelip de en kuvvetli tahminleri serd-ederek Fran
sa’nın eski hadiselerinden birine dâir bir hüküm vermek temayülünü gösterince, hemen elleriyle kulakları
nı kaparmış: “Bir kağıt parçası var mı ? Başka söz dinleyemem” dermiş. / “Bir kağıt (kayıt) parçası var
mı ?” / Bugün Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatına ait bulunan her kâğıt parçası (resim , kupür , belge,
vesika ve canlı bir şahit vs.) meçhullere itilmek istenen bu şerefli ömrü (*) günışığında daha da aydınlata
caktır. Son izler silinmeden , son şahitler kaybolmadan , eksiklerimizi tamamlayıp, yanlışlarımızı düzelte
rek neticeye varmak istiyoruz. Bu yeni baskıda yaptığımız bazı ilâveler ve düzeltmeler bu niyetin , bu mak
sadın neticesidir. / Bediüzzaman Said Nursî’nin gayesi “iman kurtarmak ve kalblerde İlâhî irfanı yerleştir
mekti.” Eğer böyle olmasaydı iki buçuk senelik esaret hayatından , iki buçuk sayfa halinde bahsetmezdi. /
Eserlerinde hayatından izler ve hatıralar noktalar halindedir. Bu noktaları birleştirerek maksadımıza doğru
ilerlemeye çalıştık. / Biz kaderin sevkiyle, aczimizin idrâki içinde bu meseleye el attık. / İleriki baskılarda
daha da mükemmele gitmek arzu ve iştiyakımdır./ N.Ş.” Tamamı:507 sayfa. / Sh.442-4: “Son dakikalar /
( … ) Evet, Üstad Bediüzzaman dalmıştı. Hem de çok derinlere … Sonsuz âlemlere … Takvim yaprakları
23 Mart 1960 Çarşamba’yı gösteriyordu. Hicrî 1379 Ramazanının 25.inci günü idi. Saat 03.00’ü gösteri
yordu. / Sahur vakti Bediüzzaman’ın diğer talebeleri Zübeyir Gündüzalp, Hüsnü Bayram ve Abdullah Yeğin
de geldiler. / Artık sabah olmakta , yeni bir gün başlamaktaydı. Sabah namazı vakti Urfa minarelerinde
Ezan-ı Muhammedî okunuyordu. / Hizmetkârlar , Üstad’ın her zamanki gibi kalkmasını , “Sabah namazı
vakti girdi mi ?” diye sormasını bekliyorlardı. Fakat, Üstad kalkmıyor , namaz vaktini sormuyordu. /
Ve ebedî hayata yolculuk …”) Asla elinizden bırakamıyacaksınız zevk-i dikkatle okursanız sonuna dek !
134
(Bkz.Yeni Lügat, A.Yeğin / “Dikkat: İncelik , dakik oluş, ehemmiyet ve kıymet verme.” // Büyük Sözlük ,
M. N. Özön / “Dikkat: İnce arama. Çok ince eleme. Zihin harcama. / Dikkat-i nazar : Bakış inceliği; bakış.
Fr. “Attention” karşılığı. XX. yy.”) Nazar-dikkate alalım mâdem mühim (“Muhâkeme / ç. Muhâkemat:
(hüküm kökeninden) Dava için iki tarafın mahkemeye başvurması. İki tarafı dinleyip hüküm vermek.
Düşünmek , zihinde inceleme yapmak. Karar vermek için iyice düşünmek.” // Yargılama. (Fel.) Uslam
lama , usa vurma. “İnsan bir parça sükûn , muhakematına bir parça mantık koymak icabeder.”-Uşaklıgil*)
İşte esas sebep pek net değil mi içten neden tek O ki ibret-i hikmet “dış bakış” şuûn-u hayâl havsalaya sığmaz
nice çok gizem yani hadsiz mesâfelerden öte “evrensel gerçek” gözlerden gönlümüze mülhem muhteşem
“muammâ-i âlem” mutlak kabza-i Kudretullah’a “açık kanıt” tam çözümsüz zaman* “nısf-ı nefes: şimdi / şu
an” ne demek ? Konuşmaktan farksız zihn-i dimağımız zaruret-i “meşîet” gereğince endîşe-i hâl ve evhâm-ı
istikbâle müteveccih hakikatıyla âkıbet ve âhiret düşüncesinden ibaret duygular anaforu şu coşkulu yazılar-da
aklımızca anlamak ve ağzımızca anlatmak gibi “iki (iç ve dış-) dil” lisanımız zaten enteresan net tek örnek
gerekçe! Elbette “tepki dili” diye “eski tarz” zevk-i lügatla gayet muğlak kullanmakta olduğum “geleneksel
lisan”günlük konuşmalara aykırı kelime ve terkipler gibi görünse bile evleviyet bakımından Güzel Türkçe’nin
hem“Sözlük” kapsamına uymakta hem de tarihsel zenginliğini iyice abartılı vurgulamakta. Daha sözün başın
da açıklanan gerekçe esasen en temel gerçek “kadere iman” bakımından “nizam-ı âlem” mâvera-i mutantan
ne esrarengiz zamanlar ve nice meçhûlat-boyutlar varsa anladığımız kadarıyla ancak “kalem-i Kudret” takdî
ratından ibaret tek künh-ü (36*82.“Kün!”)nazm-ı fıtrat tekmil lisan-ı “âyât-ül’beyyinat” emr-i şuûnatınca
Allah’tan yazgı değil de nedir ? Ruh-u beden “nükte-i idrâk” kader-i hayatımız “sözün özgün değeri” itibariy
le meâl-i Kur’an-ca ancak “künh-ü Nur” ruh-u vahy’in hakikatine müsteniden ilk baştan son nefese dek İlâhî
deneme-sınama “imtihan”(Bkz.11*7; 18*7; 67*2) nitekim. İç benlik ve dış evrensellik bakımından nireng-i
nokta acaip plan ! Nükte-i hikmetten kinâye enfes söz “zevk-i selîm” meheng-i dil lisan-ı kalbim. Madem
meşk-i zikrullah’a müştak gönlümce efkâr-ı hissiyatımla anlamak ve anlatmak konusunda açık gerçek
Kur’an âyetlerinden ibaret ki , işte (Bkz. 21*22,25,30,33…/ 11*1-11…/ 4*157-8,166 ve 14*22…) “temel
espri” içimizde! Emâre-i “nefs-i emmâre” zillet ve hasaret değil de biiznillâh hakikaten necabet-i “nefs-i
levvâme” emr-i ruh hâlet-i haslet ve asâletindense en içten niyetim “mesaj” cevaz-ı Kur’an-ca ancak kim okur
(Recaizade: “Bir kimse yüzümden almadı renk // Mâzur ola eyledimse nirenk”) gibi …diyerek kasd-ı mahsus
“san’at-ı edebiye” hevesine rağmen meâlen (“düzen-hile, büyü-afsun , resim-taslak”) kötü niyet taşımayan
namuskâr sözün özünü sevmek ve sevdirmek kolay değilken nitekim en mücmel sözcük “künh-ü nur : ruh”
hem-mahak (Bkz.Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlük ,M. Nihat Özön /sh.418: Gökcismi ay’ın karanlık son üç
gecesi.“Yevm-i ahadin vakt-i gurubunda henüz kamer şems’in tahtında mahakta idi. Rü’yet muhalât kabilin
dendir.”-Naima) “ay ” daima her gün nasıl ki ışık alıp parlak güneş “şems-i leyl ve nehâr ” oluyor Rabbim’in
nurundan nice remz-i ruh* hakikatınca sanki işte seciye-i beşere hem-(Mehenk: Ayar taşı.“İşret güher-i âdemi
temyîze mahaktır.”-Ziya Paşa*) tarz-ı tabiatınca akl-ı insan namus-u vicdanla anlamak ve kamus-u irfanla
anlatmak ister ruh-u şair ve muharrir “irticâl -lisan” neden yazar ?
Önce “Gönlümdeki Günceler” diye başlamak , sonra “Doğaç Poetika” diliyle yorumlamak ve sonuçta “Yorum
suz Rüya / Yaşamakça* İç dil’den Şiirimsi Nefesler” esprisiyle sözlerimi tamamlamak için , ( “Biliyorum ki
bu dil bugünkü Türkçe değil , // Lâkin nasıl anlatsam yadırganacak şiir !”) evet; tumturaklı tarz şu ağdalı dil
yerine halk arasında ve Anadolu ağzıyla konuşulan “yalın Türkçe-miz” yetersiz mi ? İşte böyle bir dil ve de
yöntemsizliğin eleştirisi hakkında ( Bkz. Bütün Yönleriyle Bektaşilik , İsmet Zeki Eyüboğlu , Der Yayınları:
64 / İst.-1993 ; Sh. 558-573 “Kaynaklar Üstüne” / esasen bütünüyle yalın dil ve bilimsel yöntem bakımından
dikkatle okunması gereken örnek değerde, üstelik konuları irdeleyici ve kaynakları eleştirici içerikte özgün
yorumlar üreterek köklü görüşler öneren bir eser *) referans Sözlük-ler’ce “cevab-ı nâ-sevab” bilinçsizliklere
“red-” tavrımız sert “rest-” değilse şayet tölerans itibariyle “-evet !”
Diyeceksiniz ki , kimi böylesi biyografik ve kimi de folklorik kitapların ne ilgisi var “roman” -konusuyla ?
Gayet tabii işte demek istediğimiz zaten nükte-i hayat değil mi ? Milletin derdini dile getirmeyen ne roman ,
ne masal , ne de edebiyat deyince en temel nesr-i tahrirat tarz-ı hikâyet’den maksad tam muhayyel konular
135
olmayıp bize “ders-i hayat” değerinde gerçekçi izahat duyurması gerekmez mi ? Zira asıl dert ve davamız,
zihniyet dünyamıza çağdaş şuur kazandıracak ve gelecek zamanlara bakış ufku açacak konularda anlaşılmaz
zor hakikat dillendiren enteresan noktalara açıklık getirecek kitaplar yazmak ,gerçeklerin doğru okunmasına
katkı sağlamak olmalı kanaatimce. Cevap bekleyen nice süaller var ortada. Daha açık kavram-mesaj “canlı
olaylar hk.” (Bkz.Belgelerle Bediüzzaman’ın Kabir Olayı ,Necmeddin Şahiner ,Timaş Yayınları-İst.1998)
Okurken kendimce geçmişimi ilgilendiren notlar eklediğim bir-iki hususu şuracıkta arzetmek gereği hissedi
yorum. / Sh. 60: “Abdülmecid Ünlükul* hk.” 1962-66 yılları Konya Y.İslâm Enst. Öğrencisi iken , ilm-i
Kelam konulu bir kitabını sınıf arkadaşlarıma dağıtıp pazarlamak vesilesi , kendisiyle yakın tanışıp görüşü
yordum. Üstad hakkında bazı özel sorularımı cevaplarken nasıl derin acılar duyduğunu gözlerinden okumuş
tum vicahen. Şahsiyeti hakkında fazla bilgim yoktu.Yalnızca çok yararlandığım Mesnevi-i Nuriyye’yi Arapça
aslından Türkçe’ye çevirmiş diye seviyor ve gayet mütevazi samimiyetine saygı ,hatta hayranlık duyuyordum.
(Sh. 65 ve 93: Konuları okurken içim sızladı yeniden.) Bir de en son tanıtım sayfasında : “Davam , Rahmi
Erdem* hk.” Yıl 1965. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi’nde müşterek bir “basın davası” konusunda daha
başka kardeşlerimizle birlikte yargılandık. Rahmetli gazeteci Mustafa Polat tam dostça ilgilendi. Zira dava
konusu orada doğrudan benimle ilgili suçlama: Erzurum “Hareket” gazetesinde tefrika olunan “Büyük Kafa
ların Gafleti !” başlıklı yazıda alenen-“Nurculuk probagandası” idi. Bilahare basın affı ile cezadan kurtulduk.
Anlatacak çok şeyler var, ancak detaylandırmadım şimdi bu konu-da. Davam kitabında sözkonusu edilmemiş
her nedense! O yıllar Van’da sağlık memuru olarak görevdeydi R.Erdem. Allah hizmetlerini mebrûr eylesin!
ISTIRAP NİYE ?
(Bkz. Vatan G. 22 Ekim 2008 / sh. 12:
“ [email protected] ” / Ergenekon: Cui bono ?
( … ) Dava başladığı an , hukuk terminolojisine iki
bin yıl sonra bile kullanılacak formulü icat eder :
“Cui bono ?” / “İşlenen suç kime yaradı ?” anlamı
na gelen sorgulama üzerine kurduğu savunmasında ,
… kanıtlar. / … “Sextus Davası” adlı bir hukuk bel
geseline konu olmuştur. / … seyrederken , düşün
düm: Roma hukukunun en ünlü davası , 2089 yıl
önce … / Acaba bu kargaşada , … / … suç varsa ,
kimin işine yarıyor ? Yoksa , yine kimin işine … /
Yanıt aynı ve … çok vahim.” // Muhteva vahim!)
Hep “esbâb-ı mûcibe: darbe-ihtilâl” devrim ,
Rantçı siyaset bizce “cehâlet-zulüm” yeter !
……………………………………………
Biz bu mazlum milletin net derdine şâhidiz ,
Sanki inkılap diye “yeni icat” darbeler !
İşbu mağdur ümmetin hizmetine tâlibiz ,
Hangi ıstırap niye eski ifrattan beter ?!
………………………………………….
Yeni inkılap diye yeter zulûm-darbeler ,
Eski ıstırap işte echel hüküm mahveder !
(Bkz. “Sempozyum Hatıraları” / sh.12: “Mübalâğa ihtilâlcidir.” (…) “Evet bu iki kelimelik bir cümledir ,
fakat bu başlıbaşına bir hükümdür.” diye cümle cümle okuyup, İmam Nursî’nin nasıl … izah ediyordu .*)
(Bkz. Edebiyat Ansiklopedisi / sh. 197: “Mazmun” / … “Yem-i âteş-hurûş-ı dilde oldukça sükûn peyda //
Eder her dağ-ı hasret tende bir girdab-ı hûn peyda !” – Nâ’ilî / Gönlün ateşler coşturan denizi duruldukça
her hasret yarası vücutta bir kan girdabı meydana getirir.//Gönül denizinin coşması ıstıraptır. Istırap, Arap
ça “darabe” kökünden “vurmak , dövmek , dövünmek” demektir. Deniz dalgalı olunca girdap görünmez ,
ancak durulunca ortaya çıkar.Beyitte gönül çırpınmasının vücudu etkilemesi ,kan girdabına benzeyen derin
yaralar açması biçiminde anlatılarak aşırı mübalağa yapılıyor. Beyitte bir gülistan mazmunu verilmiştir.
Dağ-girdap-hûn* kelimeleri bir gülü anlatıyor. Dağ ,gülün ve gelinciğin ortasındaki siyah tohumlardır.Dağ
aynı zamanda yara anlamına gelir.Yara ,yuvarlaklığı ve kırmızılığı ile daima güle benzetilir. Girdap ve hûn
da gülün kırmızı kıvrıntılı ve yuvarlak şeklini verir. Gül , beyitin “yem-âteş-hurûş-sükûn” kelimeleri ile bir
leşince de gülistan mazmunu ortaya çıkar. Bitkiler ilkbaharda yerden coşkunluk (hurûş) içinde, ama sessiz
ce (sükûn) çıkarlar , buna hiçbir şey engel olmaz.Uçsuz bucaksız (yalın) bir kırmızılık (ateş)gül ve gelincik
lerle örtülü bir gülistandır.” // Sh.198: “Mecaz : Bir sözün kendi anlamından başka bir anlamda kullanılma
sına denir. Mecaz söze güzellik , kuvvet canlılık ve zarafet , kuvvet , genişlik , derinlik vermek için yapılır.
Türkçe, mecaz bakımından çok zengindir. /Örnek : “Kandilli yüzerken uykularda // Mehtâbı sürükledik su
larda !” – Yahya Kemal Beyatlı* / Kandilli’nin uykuda yüzmesi , mehtabın sularında sürüklenmesi; sözün
136
asıl anlamının dışında kullanıldığını gösterir.”)
Sözcükler ruhumuzun potansiyel enerjisini tetikleyecek anlam bombardımanına benzer. İç benliğimiz statik
aklın dinamik irâde gücünü yaratacak kaynaklar arayıp bulmak ve bunlardan faydalanmak ister. Zihinsel me
kanizma aydınlık kavramlara muhtaç. Ancak kelimenin karanlık yüzünü aydınlatacak güçte her söz zihnimize
açıklık kazandırmak ve ruhumuzu berraklaştırmak bakımından duygu ve düşünce dünyamıza anlamsal boyut
lar katmış, şuurlu mantık sanatını şiirli lisan felsefesine ve hayâllerden daha öte hakikat âlemlerine kanatlan
dırmış olacaktır.Yaşamakça şiirsellik kanatlarıyla yüceltici duygu-düşünce ilhâmına yol açmak ,gönlümce
evrensel lisan nükte-i îcâzına âşina akl-ı ruh “hakikat-i hayat” tarz-ı sünûhatımla Allah ve Muhammed*muhab
betine kavuşmak için nazm-ı nabzımdaki “iç dil” lügat-ı insiyâkımca açık kelâm-ı vahy’in nice mûcize âyetle
rini idrâk iştiyâkımı irşâdıma vesîle yaparak kalb-i ruh hissiyat-ı helecânımla çırpınmaktan zevk ve heyecan
aramak , kalbimi ve beynimi içten uyandırmak kararıma yatkın niyet-i irâde azm-i ısrarım olmasa çoktan yor
gun düşecek ve usançla bırakıverecektim kendimi dışsal yaşam macerâsının normal sanılan (!) anormal başı
boşluğuna !
Oysa anlık kıvam-ı sânihat duyuran ve de gönlüme meşk-i insiyâk kelâm-ı ilhâm “maneviyat” tarzınca aklın
nurunu ruhuma dolduran kim ? Nitekim işte her lâhza akl-ı ruh “hayat-ı beden” nabz-ı can nefes-i ittirâdımı
bahşederek kabza-i Kudret traka-i kalbimce hiç şeksiz zihnimize ve gönlümüze hükmeden tek Kudret-i Mut
laka ancak Allah-ü Teâlâ*iken nasıl ve ne hikmet ki , idrâk-i beşer ruh-u beden nüktesini irdeleyip benlik gize
mini içten duyarlı incelikte yeterince düşünmez ?! Zira aklımca açık kavrayışım meşk-i sünûhat ve iştiyak-ı
insiyak ! Kur’an nazmınca can nabzındaki “irticâl” iç doğuşlar rikkat-i idrâkten “nur ” ruh-u beden nazm-ı
niyazıma alenen tanıkken elbette en yakın nur-u “yakîn” nükte-i idrâk “kavramlar” kadar açık , kesin-net ,
Tek Rabbim’den mülhem !
Zahir-en bâtın nice eşsiz sanat tabiat-ı âlem içinde “eşref-i mahlûkat” insan nesli işte şu umûr-u izâfiye net
dünya âfâkındaki ibret-i hikmet tecelliyâta şâhid ve ledünniyâta muhatap! Bak-gör ki , işbu göz önünde her
dem “mevsim-i iklim” mevecât-ı tecelliyat tam gönlümüzce cennet vitrini gibi; ÖZ HİKMET !
1.
Şu güzel hayatı veren Rabbimiz ,
Bundan daha güzelini vermez mi ?
Hiç yokken yarattı örnek âyetiz ,
Tekrar ruha beden giydiremez mi ?
2.
İşte nice âyet dünya bahçemiz ,
Baştan sona hadsiz ibret yetmez mi ?
Ömrümüz nihayet toprak mâyemiz ,
Arz nev-bahar ruh öz hikmet ölmez ki !
Meskûn mahâllimiz olan şu yeryüzündeki ihtiyaçlarımıza nazaran nasıl lâyık görmüşse Yüce Rabbimiz zaten
nazm-ı Kur’an-ca açıklamakta nitekim murad-ı İlâhî iktiza-i hikmetine muvafık gerçek “kader-i ruh: hakikat”
tam manasıyla alenen neyse aynen öyle görünmekte mâdem mekân-ı arz zaman-ı semâvatta! Ancak kitab-ı
vahy’in nuruyla okuyan anlamakta aklınca can nedir, ruh hakikaten ne demektir ? Ruh hakikat ve şuur ruhun
nuruna açık kanıt tam muhatab-ı Hak Kitap! Bedende meknûn veya meknûz zımnıyla anlaşılan O ki ,işte bunu
açıklayan“Nur” ruh-u hakikat tek Kur’an değil mi; idrâkimizce en berrak kaynak ? Başka bütün müdevvenat-ı
hikmet tamamen noksan ve muğlak görünen nice evhâm mülâhazat ve mütereddit zuûmattan kurtulamayan
dar görüşler ve bulanık düşünceler ! Ruh hakikatinden habersiz sapık filozofilere inat ya da “ateist”-tâğutçu
lara karşıt tasavvuf-i İslâm mesajı “ilm-i mükâşefe” ve mârifetullah hikmeti’ne yönelmek , Allah’a kulluk
yolunda aklın irşâdını ille de Kitâbullah ve sünnet-i Resûlullah* hakikatinin “nur-u irfân” anlamınca tam
teslimiyet sekînetine ermek yani İlâhiyat tariykıyla ruhumuzu bu sonsuz füyûzat-ı İlâhî hitab-ı vahy’in özberrâk kaynağından beslemek gerek ! Gönlümüzün nice evhâm-ı havâtır hâlât-ı ruhiyesine rağmen en derin
137
hissiyâtımızla anlamak ve aklımızın nurunu doğru okumak-kavramak zorundayız ki, işte ömrümüzün niha
yetine müteveccih her dem “mahşer” ruh-u beden nükte-i idrâk / kavrayış şuurunun özündeki “irâde-i cüz’î /
içgüdüsel hissiyat-ı niyet ve istek kesbiyatı” insiyaklarımız bakımından“sorumluluk” taşıyan bir varlık olarak
kendimizi tanımak ve de denetlemek öncelik görevimiz. Zaten kendini bilen herkes sırr-ı nefsin nükte-i idrâ
kince her dem mülhem hissiyatıyla anlamakta aslında anlamsız karamsarlık kalbin netâme emrâzından !
Nitekim (Bkz. Kalblerin Anahtarı / Tasavvuf’un aslı Hakikat ve Marifetullah İncileri , Ömer Öngüt , Hakikat
Yayıncılık-İst. 1421/ 2000; Tamamı: 640 sayfa!) meâl-i âyât-ül’beyyinat tam muhtevâ-i Kur’an “nükte-i
hikmet” derinliğince en ince düşünce bile nice “esfel-i sâfiliyn” inhitat derekâtına da açık korkunç uçurum
madem müdrike-i âdem mefhum-u adem muhtemel evhama aldanıp “boşluk” kavramına nasıl aldırmazlık
yapamazsa anlık kavrayış şuurunda akıl lâhza-i idrâk kadarcık “kuruntu” zuûmattan ibaret tasavvurat tama
men “yokluk” korkusuna da asla boğulup kalmaz zira zihnen ne yandan baksak görünen bir başka manzara
aynı minvâl “tarz-ı hayat” daima açlık korku ve muhtaçlık kıvranışlarıyla akıp geçen “gece-gündüz” zaman*
misâli işte “nefs-i emmâre” kumkuması (yaşam mâceramız) sanki talih-i tarih* hakikat tabiat’ın kucağında
ancak Kudret-i “sonsuz” Zat-ı Müteâl Allah (c.c) hıfz-u emânında , hükm-ü tasarrufunda ve sadece O’nun
yegâne kabza-i irâde hâkimiyet-i mutlaka takdîrâtında! Açıkça anlarsın nitekim mesafe-i mesahatıyla kâinat-ı
arz ve semâvâta bak! Evet, doğrudan kendi iç benlik gizemin nefs-i beden şu heykel-i heyûlâ ve ardınca âyâtül’beyyinat tek Kitab-ı Mübin nazm-ı Kur’an ne diyor ruh-u can “vicdan” kulağına aslen nasıl hitap ediyorsa
aynen nabz-ı kalbince içten duy da anlamak “gaye-i idrâk” gayet derûnî ilham “maye-i iştiyak” kıvam-ı karîha
sırr-ı hakikata açık gönülle bak-gör !
Hitab-ı “Rahman-Rahıym” Mevlâ-yi Müteâl Allah’ın insan anlayışına seslenen “el-Kitâb” beyânınca akl-ı
ruhumuz zaten nur ! Rabbimiz Allah* hükm-ü mülkündeyiz zira açık kanıt tam kavram mefhûm-u Hakk’a
yönelmek ve “yakîn” anlamda doğrudan ledünniyat sırrıyla ruhen huzura ve kalben sekînete ermek, kararlı
kalbin niyet-i istikrarına uygun yaşamak bakımından hakikat-i tevhid “tek gerçek” gizeminin ille de nass-ı
Kur’an esaslarıyla çözümlenen iç benlik ve dış evrensellik künhünü araştırmak,kendimi içten tanımak konu
sunda ömr-ü hayatım müddet-i mühletince şimdiye dek gönlümün sünûhatından yazamadıklarımı yazmak ve
evlatlarıma nasihat için vasiyet tarzında anlatamadıklarımı da anlatmak, hâsıl-ı kelâm meramın nihayetine
merak duyanlara “açık cevap” olarak şu bedensel ruhun nabzından can soluklarken nasılsa aynen öyle ya da
böyle her dem hem bütün yönleriyle pek özel mahiyette tek kendine münhasır ve hem de genel görüntüde hep
biribirine benzer ruhiyat tavr-ı tabiatından dolayı hemen herkesin yüreğini irkilten ve beynini zorlayan böylesi
içten bir tutkuya âşina aklımca sanki kendi iletişim metodumu andıran “şiire yatkın felsefe” dilince kimi
“spekülatif fikriyat” tıpkı-model sayılacak bir örnek ki , işte Gadamer*gibi ilginç çözümlemelere heveskâr
ruhta olsam da asla materyalist düşünenlerden değilim. Menhus zihniyetler rağmına ancak Kur’an net-tek
cevap! Böyle açıklamalar ışığında anlamlaşan dünyayı diyalogla yorumlamak (Bkz.Zaman G. 22 Şubat 2000 /
sh. 14 “Çepeçevre” Mustafa Armağan : “Asrın filozofu”) tarzınca (Zaman , 25 Şubat 2000 / sh. 14: “Kültür
Atlası” M. Armağan:“Diyalog filozofu Gadamer :Şiirsiz felsefe olmaz” / “…şiir sizin için daima önemli
olmuştur, hatta bir seferinde felsefe’nin daha çok şiir gibi yazılması gerektiğini ifâde etmiştiniz. Felsefe üzeri
ne yazmak size kolay geliyor mu ? Yazmak sizin için zevk verici bir eylem mi ?
(Hans-Georg) Gadamer : Hayır. Yazmak tam bir eziyet benim için. Bir işkence. Diyalog harika , hatta bir
röportaj şeklinde bile olsa! Fakat yazmak benim için her zaman müthiş bir işkencedir kendi kendime yap
tığım. / … Hocalıktaki enerjimden daha fazlasını sarf etmem gerekti kitap için. / Diyebilirim ki , felsefe
alanında gerçek bir eğitim daima bir diyalogdur. Ben her zaman “Giriş” mahiyetinde dersler verdim. Zira
bu dersleri vermek en güçlü görevlerden biridir. Mübtedîlerin , onları düşünmeye davet eden bir hocanın
açıklığı-na hakikaten ihtiyaçları vardır. Hocanın üstünlük gösterisi ,hiç şüpheniz olmasın düpedüz zehirleyici
bir etki yapar. Bir açıklama’nın ne olması gerektiğine dair bir tanım’ım vardır: (Bir “açıklama”, bir insanın
cevabını bilmediği bir soru-n’un , karşıdaki aday’a sorulmasında temellenmelidir.) Bundan sonra artık ben
başlayabilirim. / … ve daima bir diyaloğa (karşılıklı iletişim metodu / akıllıca konuşmak ve “kaabil-i hitap”
olmakla!) sokulması gerektiği ilkesiyle çalışırım.” ) diyerek kendi yöntemini vurgulayan şu birkaç cümle
çapında ve sözcük kapsamında tanıdığım (“hermenötik-yorumsama felsefesinin en önemli ismi olan”) bu
çağdaş filozofu şu yöntemiyle onaylamaktayım. Doğrusu onun metodunu andıran “şiirimsi nefes” saydığım
138
bu “yorumsamalar” okundukça sanırım muhtemelen nice müphem muğlâk karmaşık ve ağdalı dil lügatınca
abartılı stil / yadırganacak üslûbuna rağmen sanki içimi açacak kelimelere “endişe-i mevt” dilince gönlümün
derdini dökmek kadar ilginç “çağrışımlar” ruhunda anlık kıyamet şoku uyandıran insancıl duyuşlardaki iç
dil’den mülhem bazı “şathiye” ifşaat ve mahrem itiraflardan farksız sözlerin nabz-ı nefes sayısınca akl-ı can
ve idrâk-i vicdan “nükte-i irfan” nimetlerine ezelden ebede tek Kudret-i Mutlaka Allah (c.c) hükmederken
nasıl da açık kanıt tam mahiyet-i beşer ki , insiyak-ı iştiyakımızca Yüce Rabbimiz’e münkad düşünceler
olarak anlaşılacak hepsi de!
Umarım makbûl olur Rabbim’in ındinde elbet tam manasıyla açıkken niyetim. Merak-ı mûcib bütün nükte-i
nükatımız zaten nefs-i emmâre’den arınmış şuur-“ruh” hakikat-i vicdan nazm-ı nabzınca güya ayık kafa ve
uyanık kalbin nice esrarengiz zulümâtından nur-u ”yakîn” sahv-ı “saliha” sâfiyete ermek ki “mükâşefat”
yolunda akıllıca ayıkmakla da aydınlanmak amacıyla ancak kendi benliğini içten keşfetmek gerçekten “bilgiinanç ve erdem” disiplini isteyen ve ille de eylem niyetimizi irâde-i akılla denetleyerek düzenlemek gerektiren
gayet ciddi bir iş.
Bedendeki can kadar reel aklın “iç dil” duyarlılığınca ruhsal gerilim mizâc-ı şâirane edebiyat tutkusuyla
kalbimizi içten sarsıcı ve tam o an nazm-ı nabzın nefesindeki ritmik şiiriyet duygusuyla gönlümüzün uyarıcı
çırpınışlarından ibaret söz “meşk-i kalem”denemesi işte “doğaç yorumsamacılık” kavramına eşey yoğunlaş
maların ürünü şu öz-günce çalışmalar , aslında aklın mantık kontrolüne aldırmazlık kusurundan dolayı uçukkaçık zırvalayan sanatsal saçmalamaların her türlü riskini de göze almak suretiyle esasen nice çeşit türde ben
zer örnekler anımsatıcı “hicven mîzah” tarz (sözde “sanat” doğal hayatın çocukça algılanan “rüya” yorumsa
masına daha yakın hayâl hezeyanlarıyla karmaşık konuşan hakikatını ayırmaksa şayet) doğru tanım (mantık-ı
“târif , efrâdını câmi’ ve ağyârını mâni’ olmalı !”) anlayışınca haydi dikkatle biribirinden ayırt etmek için “iç
içe zıdlıklar-aykırılıklar” keşmekeş şeniyetler arasında (şaşırma, bocalama , mahsus da olsa saçmalama artık
“kuruntular ruh-en onulmaz suç ve şuursuz korku” karamsar ahmaklıktan ayıktırıcı kıstas söz ve kavramlarla
tanış da yanlışları ayıkla çabuk kendini toparla da akıllıca sus!) hemen her sözün ötesinde “erişilmez bilinç ve
hecesiz gerçek” künh-ü küllî özüyle en ideal şiiri arayış! Evet; düzyazı ya da anlatım “mensur şiir” tarzındaki
iç dil “lügat-ı ıstılah”hakikatından mülhem meşk-i kalem mâdem lügat-perdaz heveskârlık gibi “irticâl” hazz-ı
ifâdat tarz-ı nazmınca hasbeten-lillâh içten“nefes-i iştiyak” gönlümün gayr-i irâdî insiyâkına âşina akl-ı ruh
hikmet-i idrâk “kader”rumûzatına merak duygusuyla“anlamak” kıvamında “anlatmak” tutkusuna yatkın mizâc
cünûn-i ruhiyatıma nazaran (“lüknet-lüseyn Hüseyn’im!”) mısra’ınca “konuşma özürlü” sanmayın ve dilsiz
de değilim , densiz ve dengesiz de ! Kullandığım şu üslûb-u mübalâğa’ya bakıp da sakın yanılmayın ve sû-i
zanna kapılmayın hakkımda !
Ancak “konuşulan Türkçe’miz” artık gerçek kapsamıyla öyle yetersiz ki, işte açık güncel lisanımızda apaçık
kısırlaşmaya ve dolaysıyla toplumsal kültür hayatımızda yozlaşmaya acınmak ve hayıflanmaktan öte “tepki
dili” oluşturmanın bence esah-haklı ve esas tutarlı gerekçesinden kaynaklanmış şu yazılar , “arı-dil’ci kimi
idrâksiz-süfehâ aydın (!) ve entel-lügatsızlara reaksiyon” anlamında gerek “öz ve biçim” bakımından lirikdidaktik içerik , gerekse “eski ve yeni” telâkkiyâta karşıt Türkçe Sözlük ve Osmanlıca Lügat terkîbatı “iç içe
ikiz dil lehçesi” ironik kurgu vurgularıyla da hatta Osmanlı Türkçesi’ni dışlayan zihniyet tarafından Batı
dillerinden devşirilen nice “emperyalizm virüsü” yabancı sözcüklere zübbece rağbet artışına ve kavram
kargaşasına rağmen ne müessif garâbet ki , illâ arasıra rahat tekellüm münasebetiyle en uygun kelime bile
ebleh “honi-montaj” şebeke-cephe solcu ucûbe*enteresan papağan ya da çağanoz sürüsü fotokopik kafalarca
acaip yadırganacak !
KİMLİĞİMİZ TÜRK’ÇE !
Atatürk Türkçesi* işte “ağır Osmanlıca”
Öz kültür dilimiz* zaten ne güzel halita !
Tarih hazinesi* “hizmet-i İslâm” aşkıyla
139
Gerçek kimliğimiz* Türk’çe evrensel hârika !
Kendini bilmezlerden değilim ve zaten normal lisan anlayışımla konuşurken ne dil zevkim ne de tercîhim
böyle ağdalı bir tarz olmadığına göre , elbette şu üslûbun ne denli itici çelişkiler yüzünden benimsenmeyip
beğenilmeyerek belki de tepkisel eleştirilere yol açmasını istediğim ya da gelenek kültürümüzü günümüze
ve geleceğimize taşımak bakımından yetersiz kaldığını bildiğim güncel Güzel Türkçe-anadilimiz hakkındaki
bilimsel tartışmaların da farkındayım.
İç dilini dış lisan nazmınca açık konuşarak ve yazarak kullanmadan nasıl anlatacak kendi benliğini , içten duy
gu ve düşünceyi ifâde edebilmek konusunda daha başka anlatım metodları da arayacak aklınca can nabzına
âşina şu ruhsal “fıtrat-ı garîza” bünye-beden yapısı “mûcize sanat” total varlığıyla ancak Allah’ın kabza-i kud
retinde demekki insan ! Nitekim şu yeryüzünde konuşulan nice diller ruh-u insan anlayışına uygun mantık
kaideleri itibarınca açık kanıt tam mûcize enteresan nutk-u beşer her lisan âyet-i fıtrat! Tek “Kitâbullah”
hakikat “tehaddi-i Kur’an” ne eşsiz söz ve ne ekmel lisan ! O ki , vahy-i İlâhî irşâd-ı beyân nazmıyla da
anlamlarıyla da akl-ı vicdana hitap! Ruh-u can taşıyan şu heyûlâ beden nasıl da tamamen nimet-i “irfan”
nükte-i şuur renk-âhenk hayâl-i havsalaya açık künh-ü hakikat“duygusal düşünce” elektrik gücüne benzer
“ritmik duyarlılık” kıvam-ı idrâk “kemiyet-i keyfiyet” tasavvuratına müstaid donanımıyla “canlı bilgisayar ”
ayarınca hassas proğramlanmış da sanki “irâde-i cüz’î : istek ve yetenek insiyatifi ” kendi elimizde ve benlik
iktidarına ait sanılan nokta-i nazarımızda ancak kelâm-ı Hakk’a muhatab basîret-i vicdan nur-u “iykan” nef
ha-i hayat mûcizesi işte her nefes şu zevk-i şuurumuz zaten nice içten nimet-i inâyet hakikatına tam muhtac
cümle eczasıyla !
Sözümona filozofik kafaların gaflet-i zuûmunca (“Allah –hâşâ- külliyâtı bilir de cüz’iyâtı bilmez”) zanneden
nice echel lâf-ı güzâf fikriyat-ı nazariyatla aldatılmış şuursuzluk “kör mantık” kof görüşler ve boş düşünceler
karşısında ne mümkün şaşırmamak! Kendi “iç dil” lügat-ı insiyâkıyla bakarak kumkuma aklın nur-ruh hakika
tından anlamaz zavallı benlik ! Karanlık kalbin nefs-i emmâre “emrâz-ı gaflet”-ten perde-i hicabına rağmen
nasıl lisan-ı natıkasına aldırmaz ? Zekâ-i idrâk kabiliyet-i dimağınca Allah’a minnet duymaz zaten nankör
“ruhsuzca ahmak” kavrayışsız zillet-i sefahetin neticesi işte böyle saygısızlaşır , Rabbimiz’in nice yüce âyet
lerine ve sayısız nimetlerine ! Ne tuhaf fazla anlaşılmaz zannıyla bu kadar rumuzlu üslûb-u sanat tabiatınca
acaip yadırganacak. Kusurlarıyla mâlûl şu ucûbe “elsine-i insan” ne kadar rikkat-i vicdâna sahip oysa!
Anladığınca da olsa anlatmak kolay mı ? İştiyak yoksa asla anlamaz ve anlatamaz zaten nice çetrefil lügat-ı
ıstılah “hikmet-i meram” müphem merakına âşina aklınca anlamsız sorulara anlamlı cevaplar aramayan nadan
“gürûh-u nesnas” sürü-toplum arasında öyle bohem-mizac cins kafa(!)-ahmaklar var ki , kimi “ilgisiz ve bilgi
sizce yaşamaktan hoşnut” tek kelime merakıyla açıp bilmediklerini hemen sözlük kitaplarında arayıp kökenin
den öğrenmek bile istemez. Zor ya da kolay yöntem her nasıl anlatsanız da anlamaz onlar, okumaz-yazmaz ve
hiç sorgulamaz bungun*-lar. Bu üslûp konular elbette yadırganacak kendi benlik kimliğine bile yabancılaşmış
şaşkınlarca. Atalardan miras sözlü ve yazılı kültür dilini incelikleriyle araştırıp geliştirmek gereğini içten duy
mayanlarca. Anlayamadıklarını “anlamsız” zannedip bütünüyle özgün dil ve kültür felsefemizi suçlayanlarca!
Aslında “aydın”-geçinen “entelijansiya” arasında “taşkafa” yoz zihniyet ve “kaht-ı ricâl” anlamınca “adam
kıtlığında asâlet taslayan” nâdan kodamanlara , “çağdaş-şuûm” mâhut tâğutlara ve her türlü olumsuzluklara
tepki ve direniş içeren bu şiirimsi çalışmalardaki irdeleyici arayış, esasen genel tanımıyla sanat’ın gerçek
amacını da vurgulamak olacaktır. Ancak konumuz zaman akvaryumunda anlık hava kabarcıklarını andıran
nefes-i can nabz-ı kalbin nazm-ı niyaz şiirini içten hissettirici “iç ürpertiler” duyuracak kültür zevkine uyan
mak yolunda Kur’an anlamlarınca yaşamak. Gerçek mutluluk Kur’an-ca apaçık ve dosdoğru “sırât-ı müsta
kim” mihverinde emr-i âyet “tecelliyata dalmak” Gavs-ı Azam* metoduyla ; ÜSLUB-U MEŞK !
1.
Açtım Hakk’ın Kitâbından
Nice âyetler okudum !
Baktım vahyin kelâmından
140
İşte âyet her soluğum !
2.
Şaştım kaldım hicâbından
Gece-gündüz hep yolcuyum !
Nazm-ı nabzın hesabından
Hece nefesler üslûbum !
3.
Yazdım aşkın lisanından
Böyle yol mahşer rumûzum !
Yazgım aklım vicdan-ı can
Söyle-var ruh hoş şuûrum !
4.
Daldım varlık deryâsından
Gör ne mücevher derûnum !
Şath’ım anlık tarz sahvından
Söz ne güç, yeter vukûfum !
5.
Canım mahrem ayna insan
Özne hem en beter korkum !
Aydım mâdem rüyasından
Gözde hayâl her kuruntum !
6.
Bıktım şiir kalıbından
Özümce tarz ruh huzûrum !
Çıktım şuur kapısından
Gönlümde (“illâ-Hû”)buldum !
7.
Şiir gibi “iç dil” şu an
Üslûb-u meşk gözlem duygum !
Nedir belli işte vicdan
Okuyun ne gizem ruhum !
Evet, herkes kendi iç âleminde ne gizemli hisler ve nasıl münzevî düşünceler iklimindeyse ben de kendimce
biliyorum sanat-ı sünûhat tabiat-ı insan nefs-i ruh hakikaten nefes-i candan daha öte derûniyet! Tarih-i zaman
akışında anlık kader-i ömrümüz zaten mechûlümüz. Sanki (-ilk Sözbaşı* işbu uzunca ara-parentez zaten önce
lik kendimce espri “İfâde-i Meram” özeti: Bilgi kaynağı ve hikmet dağarcığı kitapcıkların büyülü dünyasında
tutsak aklımca ömrümün yıllarına bedel nice yollar aştım da bugünlere dek geldim artık. Geçmiş şuûnda
kalmış şimdi-ler’in toplamına benzer her şu son nefes*zor-şok anların hepsinden özet.Tek kendi iç dünyamın
özündeki “iç dil” şiirimle yenibaştan “kırkıncı kapı” gizemi-ne (*) yol açtım sandım. Derken bir de baktım ki
inanç çizgisinde yalpalayan nefsim (*)“mahşer eşiğinde” debelendikçe zihinsel tereddütlerle sendelemekten
kurtaracak Kur’an âyetlerinden başka ve Yüce Rabbim Allah’ın vahyinden taşra “dünyacı felsefeler (*)”
etkisinde bohem-bencil bocalamalardan yakınarak yaşamakta. Oysa hayat yolunda olumlu-mutlulukla “doğru
bakış” şuurumuz her şeyden önce bedensel ruh huzuruna bağlı sağlığımızı bozacak olumsuz-mutsuzluk
kumkuması kahırlı yanlışlara“karşı duruş”gerektirir.Bu konuda aczimi itiraftan utanç duysam da “Allah’ın
adlinden afvına sığınarak” gönlümdeki iman ümidimle Yüce Rabbim’den istimdât* için doğrudan Kur’an
irşâdına muhtaç ve müştak ruhumun âyet meâllerinden tefeyyüz huzurunu aramaktayım. Satır aralarıyla
okurken nasıl da coşkulu duygular yaşadığımı içten algıladığımca ayrıntıda anlatamam.
Önce neymiş şu (Bkz.“Yetenekli Çocuğun Dramı”-Alice Miller, Das Drama des begabten Kindes / Çeviren:
Emine Avşar, Arion Yayınevi-İst. 2000 “Tamamı 144 sayfa”) merak duydum ve zevkle okudum. Bu “psiko-
141
terapik” konular içinde kendimi “yaşam öyküsü” örneklenen “hasta” kişiler arasında buldum sanki. İşte böyle
duyguların dünyasında “içten bunalım ve metafizik gerilim” yaşamayan ve tek gerçek gönlüm misâl “Bülbülü
altın kafese koymuşlar: ille orman-vatan*demiş şakıdıkça yine” hep bu minvâl alıştığımız zemin-i zaman nice
değişik kahırlara katlanmaya zorlayıcı yaban ortamlarda geçmiş ömrünün kayıplarına hayıflanmayan var mı ?
Fakat bunun “yasını tutmak” ve gerçek anlamda tam içten arınıp ayıkmak yolunda çabalayan , an be-an “nefsin
tezkiyesi” için uğraşanlar da çok az sayıca. Ahmak gürûhun dümen suyunda çoğunluk insanlar.
Düpedüz “sahte benlik” maskeleriyle biribirini aldatmak / kötülükleri bile kalleşçe güzel gösteren nice şeytanlık
desâis-i mesâisiyle kandırmak (Dikkat! Tam anlamak istiyorsan nass-ı Kur’anca bak , küfür ve iman arasındaki
“ince çizgi” işte niyet-i kalbin nükte-i idrâkince “eylem ve davranış” şümûlünden ibaret “temyiz / tefrik” kabili
yet-i irâdeyi hayr-ı Hakk’a tevcih “hidâyet” ya da aksine şerr-i bâtıl tercih-i “dalâlet” ne demek ?) konusunda
sözümona “sosyal uyum” mazeret-i mazarrattan kinaye sözde “başarılı”-kazanç (!) sağlamaya yatkın davranış
lar sergilerken aslında doğrudan kendi aldanışlarının kim hakkınca farkında ?!
Toplumsal olaylar anaforunda onların ruhunu okumayı da gönülden seviyorum misyonum gereği kitaplar gibi.
Tıpkı kendimi görüyorum onların canlı ruh aynasında. Anlamak ve anlatmak istiyorum gördüğüm kadarıyla
açık konuşarak gizemli iç dil’in şiirimsi nefeslerinden mülhem. Hemen her kriz “sıkıntı / bunalım” anında dahi
irşâd-ı Kur’an*nefes-i vahyinden istimdat ihtiyacımla açıyorum ardından birkaç sayfa. Birden ne göreyim meâ
len “-hayret!” derken bir de baktım ki içimde nur -ışık “gönüllere yazılmış her sûre” -Yunus’ca! A-sahi ,hisset
tirir Rabbim müştak kuluna ancak kimine nasip bilemem amma umarım ki ,iç yatay ya da dış bükey biçimde çap
razlama uyakların simetrik gizemini sezinleyerek okuyan kim-se,hiç de yadırgamaz şu“tarz-ı kadim” şiir dilimi !
Açık anlatım “düzgün söz” gereği ifade-i meram madem nesrin özü ve “meşk-i tekellüm”gücü ise, kapalı çağrı
şım da şiirin ritmik büyüsü ve anlamca derinlik ölçüsü gibi.İç dil’in girdaplarında ya da kaderin labirent kavram
odacıklarında tutsak yaşamaktayız sanki. İşte evrensel meçhûller karşısında “aklımızca algılamak” kadarcık körşaşkın bilinç! Çok zaman netâme“endişe” de hezeyan kumkuması“yanılsamalar” sayıklamaktan ibaret düpedüz.
Herkes “zavallı çocuk” rolünde gerçekten ne büyük (yük / yükümlülük) “sorumluluk” taşımakta acılarla yoğrul
muş şu bedeniyle daha ilk yaşlardan beri kimbilir ruh dünyasında“bilinç-dışı’na itilmiş duygular” yoğunluğunca
“aile ve sosyal çevre” kaynaklı yıldırıcı “baskılar” yüzünden “gerçek benlik” özerkliğini engelleyen nice “korku
lar” yaşamakta. Üstelik dıştan desteksiz ve tek başına “ayakta kalmak” çabasıyla yapayalnız. Acımasız zaman
sularının anlık duyarlılıkca algılanabilen nice başka aşkın / taşkın coşkunlukla akışında.Yok hiç çâre tek Kur’an
irşâdıyla ancak “Allah’a sığınmak” dışında. Akl-ı selim mutlaka anlayacak kuşkusuz salt “sözün özü” hakikat O
ki , ille de “eşsiz mûcize” işte tek “el-Kitâb”(*)Bkz. Baştan sona tamamı: 605 sayfa , 30 cüz , 114 sûre ve 6236
âyet! Kur’an-ı Kerim ve Sevgili peygamber Efendimiz Muhammed Aleyhisselâtü vesselâm’ın“sünnet-i seniyye”
irşâdından başka yol aramak gerçekten ne boş-boşuna sonuçsuz saptırıcı çaba. O halde emr-i âyet (2*2. “… hü
den li-l’müttekıyn” / Bir kılavuzdur o, korunup sakınanlar için.) demekki ille de “takvâ / sakınmak” şart !
Daha ilk başta (Bkz. Kur’an: 1*1.“Rahman-Rahıym Allah’ın adıyla …”) ve siyâkında (2*2. “Zâlik-el’kitâbü
lâ-raybe fiyh…”) hakikaten nükte-i âyet tefsirinden ibaret “hadis-i şerif / şerefli söz” ifade-i meramınca anlamlı
“güzel sözler /uyarıcı özdeyiş” öğütler hep sorumluluk gereği.İşte bunun önemini vurgulayan nice “uyarı”-içerik
öğütler ! Rabbim , şu “muammâ-i hayat” tek sözcük (Bkz. Sûre-i Meryem: 19 / 35. “İzâ kazâ emran fe-innemâ
yegûlü lehû kün fe-yekûn”) ki , işte emr-i âyet (19 / 9 ve 21. “hüve aleyye heyyin …”)* ne demek ; gerçekten
düşünmek gerek !
Mârifet-i mantık , “kün fe-yekûn” her şeyde emr-i âyet “tefekkür / ruh-u şuurca aklı işletmek yetisi” ibret-i
hikmetince “heme O’st !” ya da “heme z-O’st !” taarruf (fıkh-ı tasavvuf*)bakışıyla Rabbimiz Allah’ı “iykan-ı
idrâk” gönül aynasından görmek ve (“Ene ınde-hüsn-i zann-i abdî / Ben , kulumun güzel düşüncesine göre
hüsn-ü zannı ındinde’yim.”) fehvâsından mülhem merâk-ı hissiyat derûniyat-ı ruh hakikatinin beden muam
mâsından ifâde-i merâmını okuyup düşünmek kadar açık “kanıt / delil” değilse nedir ? Buna rağmen salakça
savruk üslûpta aklın önüne geçerek kalbin niyet-i istikamet dengesinden uzak kopukluk kabuklaşmalarıyla
“bu’d-u baîd” dalâlet derekesinde (Bkz. Sûre-i Asr: 103*2.“İnne-l’insâne le fî-husrin” / İnsan , gerçekten tam
bir hüsran içindedir.) gaflet-i hasâret tam muzdarip “bohem mizac” cibiliyetini bile benimseyip pekâlâ arsız
142
zevklere düşkünlükten her rezâleti irtikâb ettiren nefsin nice desiselerini de hoşlanarak kabullenmekte ve sanki
içselleştirmekte. Demekki idrâk-i iman nurundan nasipsiz / iz’ândan mahrum , mârifet zevkinden yoksun ve bu
konuda duyarsız kullarına Allah’ın cezası içten nur-u şuur ruhunu can özüne uzak gösteren ya da yaban zannet
tiren nice “esbâb-ı ıstırap” belirsiz yanılsamalara , açıkça tutarsız sayıklamalara ve hiç yoktan anlık kuruntular
girdabı sıkıntılara sürükleyen insiyak , korkunç boyutlarda ahmak kör-nankör ruhta tam şeytanca “düz , sığ ve
kestirme mantık” kuramcı kurnazlıkla ahkâmcı aklın küstahlığından farksız sersem kibrinin temerrüd direnci
işte kendi irâde gücünü özümseyip başkaldırmakta ! Bu anlamda “şiir ” risk değil mi ?
İçgüdüsel benlikten arındırmak ve ibâhiyeci behimiyetten sakındırmak gayesinde değilse “ belâgat”-edebiyat*
“insan için” neye yarar ? Ruh eğitimi’ne kayıtsız ve bu konuda amaçsız “sanat” da yararsızca çabalar boşuna!
Oysa duygusal düşüncenin “iç dil” kümesinde tutsak yaşarken neden bedensel benlik kör ve şaşkın bilinç ayna
sından yansıyan gece ve gündüzün görüntüsünden korkuyor-korkuyor da sanki bunun dışında daha özgür ve
mutlu gönül âlemlerine kanatlanmak , aklınca aşkın sanat duygularının büyüsünden yararlanmak istiyor ?!
Rabbi’ne “sığınmak” ve O’na daha yakın “içtenlik” kazanmak amacıyla! Ancak bu yolda her türlü yanılsama
lardan koruyacak ve aklın ışığıyla atılım-adımlarını insiyak karanlıklarından kurtaracak “gerçek benlik” şuuru
na göre hemen herkes için sıradan “düz mantık” kontrolüne yalnızca normal standartta yaşam konforu “sosyoekonomik” imkânlar yeterli değilse elbette temel değerleri geliştirici “ideolojik” ve birey-toplum ilişkilerini
düzenleyici “politik” kültürel destek sağlamak gerekmez mi ?
Demekki insan tabiatının fıtrî ve garîzi insiyakınca aklın sınırlarını aşmak , hatta hayâl boyutlarından daha
öte enfüs ve âfak maverâsı “hakikat”-idrâkinin nice sarmal katmanlarında ALLAH’ın “yakîn” gizemi-ne (*)
ve eser-i hikmet “irfan” nuruyla açık müşahede “zevk-i ibret” deryâsına ulaşmak “iştiyak-ı merak : garkolmak /
kaybolmak !” GERÇEK kalb-i hüşyâra mülhem kelâm-ı vahyin merâmınca içten anlamak ve dıştan anlatmak ,
kendi “iç dil” lügat-ı ruhuyla anlam-canlı diyalog*kelimeler ruh hikmeti (isimlendirici biçim / objeleri tanımla
yıcı sembol: harfler) öz ses ve can-nefesi söz lisan “-konuşmak (*)” cehdinden ibaret derûni “hâlet-i mükâşefe”
ille de subjektif sezgilerden çılgın nağmeler aramakta. İşte bunca coşkusuyla kanatlanarak kendince “poetik”
-estet dil “zevk-i ifâde” her tür ritmin melodisine erişen nitelikte hoş-şiir* rûhen mûsikî’leşir. Rabbim , şu nük
te-i ruhun noktacık şuur şiiri iç dil’den nefeslerle bütünleşen özgün bilinçte bedensel biçim ve teressüm mü ,
yoksa sanal aklımca hakikat aynasında içgüdüsel hayâl-görüntüm mü ?! Nice emr-i Rabbim’den nefs-i emmâ
re’ye mülhem “iç dil” şiir-i insiyaktan ibaret duygular rüzgârında sanki iğvâ-i şeyâtin! Ruh girdabında çalkantı
hissiyat dünyası işte eşya-i âlemin içinde-dışında her şey yalnızca Allah’a ait, tek güç ve eşsiz nur Rabbim’in !
Ateşîn düşünceler ilhâm-ı melekût. Renk-âhenk görüntüler nihayetsiz ceberût !
Demek öyle ya da böyle teemmül-ü beşer *ruh insiyâkına rağmen ille de “şuur disiplini” gerektiren bilimsel
gerçekler ışığında hayâl ile hakikat’in hadsiz-sayısız “veche-i mevecat” muhtelif fasetalarını keşfetmek ister
ken “nihaî idrâk” çerçevesinden bakınca , işte “el-Kitab” beşeriyet dünyasına hitab-ı vahyince tek kaynak
Kur’an-ı Kerim* mûcizesiyle Yüce Rabbimiz Allah’ın mutlak takdir-i inayetine sığınmak dışında yani tam
doğru ve tutarlı mantık yolundan başkaca muhkem-muteber hiçbir inanç kriteri ve daha sağlam muhakeme
istidlâli bulamayacağını da fark etmiş olacaktır. Ancak nefs-i beden bütünüyle erginleşip bohem benlikten
arınmadıkça tam olarak kavranamaz şu ruh ve ceset gibi dünya ve ahiret arasında ayrışmazlık. Kur’an-ca
tarz-ı tavzih “HİKMET” tek ve eşsiz söz, sonsuz mûcize işte emr-i “kün fe-yekûn” nükte ! Asl-ı NUR “ruh”
hakikatınca aşk-ı Hakk’ın nice “ledünnî ilham” tecelliyatına rağmen ne hikmetse Allah’a “içten yakınlık” ger
çek gönül dünyamızken yine bunun duygusal boyutlarına aklımız ermiyor ve bilgimiz yetmiyor. Rabbimiz :
Rahmân-Rahıym*Allah’ın inâyetine daim muhtaç kullarıyız şeksiz. Zaten insan / herkes önce kendini bilmek
ve eğitmek konusunda “irâde-i niyet” tecelliyatından ibaret gönlünce “eser-i ilham” mûcize-“espri” mizacına
göre içgüdüsel davranış biçimlerini izleyerek irdeleyip benlik gizemlerini çözümlemek ve renk-âhenk deği
şen nice “iklim-i ruh” hissiyatıyla şu “bedensel varlık” dünyasını içten keşfetmek ister. İşte bilimsel çağdaş
araştırmaların özünde ve her türlü açıklamaların da bunu bütünüyle yorumsamak için “hakikat” iddiasına
kaynak “akl-ı selim” gücünde hep bunun isbâtı var.
İşte açık kanıt tam mükemmel “lügat-ı mantık” ki , içten gönlümüze ve dıştan gözlerimize yansıyan anlık
143
“gerçek” görüntülerden ibaret “ışık” gibi ilhâm-ı hissiyat tarz-ı insiyâkınca açılıp kapanarak “kavrayış” şuuru
muza rağmen ne hikmetse selim aklın nurunda Allah’ın âyetlerini idrâkten ve ibretlerini görmekten niçin gafil ,
nasıl aymaz şu ham-ervah insanlar ? Yüce Rabbin nice eşsiz sanat-ı fıtrat tecelliyatına âşina akl-ı ruhunca Allah
(c.c) hakkında daha açık kanıtlar ararken ne kadar da ahmak ! Üstelik Kur’ân-ı Hakîm’in vahy-i İlahî “hikmet-i
kelâm” mesajlarından ne çok gâfil , ne denli habersiz zavallı ! İnsan kendi iç duyarlılığından ve dışsal varlık do
nanımından nasıl gaflet eder de dem be-dem gönlümüzün niyetince erdiren ve hep bildiren kim O ki içten hiss-i
vicdan nabz-ı can*nefes sayılarıyla mukayyet türlü ülfet-i hâlet tezevvuk-u in’âmı-ndan nazm-ı kalbin niyâz-ı
“iykan” neşve-i ilhâm ikrâmıyla meşk-i derk’ettiren bir başka mutlak sonsuz yaratıcı irâde-i Kudret*var mı diye
(“lâ-ilâhe illâ-llah”) hakikat-i “tevhid” din-i Kur’an nükte-i İslâm meâlince niye düşünmez sanki işte en yakın
şu arz ve sınırsız görünen nice semâvat âlemlere bakarak doğrudan aklınca arayıp sorduğu toplam âyetler kün
hünde meknûz mefhûm-u “Hakk”-hakikat* tek O değil mi ? Nitekim (Bkz. Sûre-i Furkan: 25 / 59.“Gökleri ,
yeri ve bunlar arasındakileri altı günde yaratıp sonra arş üzerinde egemenlik kuran O’dur. Rahman’dır O. Haber
dar olana sor onu.” / Ayrıca , Risale-i Nur ışığında Cevşen Meâli , Ümit Şimşek , Zafer Yayınları- İst. 1992 /
Takdim: “Cevşen-ül’Kebir ,kendisini bu âleme gönderen Rabbini merak eden ve tatmin olmaz bir iştiyakla her
şeyden Hâlıkını soran insana , Ahirzaman Peygamberi’nin en büyük bir hediyesidir.” / İlk sayfada iki meâl ise
şöyle: “O Allah ki , gökleri ,yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra da Arş üzerinde hükmünü icrâ
etmiştir. Onu , herşeyden hakkıyla haberdar olan Rahmân’ın kendisinden sor; ezelî kelâmıyla ve Esmâ-i Hüsnâ’
sının kâinattaki tecellîleriyle Onu tanı.” // “İmânın en faziletlisi , nerede olursan ol , Allah’ın seninle beraber ol
duğunu bilmendir.” Hadis-i Şerif )
Demekki her akl-ı selîmin kendince aradığı salt gerçek / mutlak hakikat tek O “Hakk Teâlâ : yüce Allah
(c.c)” ki ,işte evren ve Kur’an âyetlerinden nice benlik-gönüller aynasına yansıyan toplam meâl ! İşte en reel
görüntüde gerçek dünya! Akl-ı hissiyatımızca canlı heyecan ve helecanlarımızla algıladığımız iç-dış şu âlem-i
mevcûdattan kinâye meşhûdumuz olan nice esrarengiz rumuzat-ı mûcizat dünya , yoksa gerçeksi hayâl ufuk
larına aldanmak mı ? Sanki gözlerin ışığından yansıyan anlık görüntü kadar berrak gönlümün aynasında açıkca
canlı rüya ! Acaba ayaklarım yerde iken neden başım göklerde ? İşte besbelli şu tek gerekçe de yeter aslında
“ruh-u can” nükte-i irfan noktacık idrâk-i vicdanımızla düşünmek için. Nitekim millet-toplum muhit-i haya
tımızın evrensel tarih-i müdevver “siyaset , diyanet ve ticaret” üçgeni içinde sürekli değişen nice enstrüman
tel-mantalite “kadim müktesebat” temellerine müsteniden gelişen geleneksel sonuç “çağdaş”-şartlar’ın da
farkındayım kendimce.
HAKİKAT İŞTE HAYAT !
Şu ruh aynasında şuûn-u âlem
Hayâlden çok öte hakikat mâdem
Şuur dünyasında sorumlu gayem
Baştan sona işte hayat hikâyem !
Böylece özetlemek gerekirse elbette “tek gerekçe” hep bu nükte! En son tarih hakikatte her şu an hemen
nokta-i intihâsıyla şu ruh-u vicdan gâyemi ve şuur-u hayat hikâyemi belirlemekte. Demek istiyorum ki :
(Özüm sözüm âyet / Açık gördüm âlem // Gözüm gönlüm gayet / Anlık ömrüm mahrem
Şeksiz yol artık / Meydan-ı mahşer ! // Veciz kıssacık
/ Mesajım yeter !)
YOL KISSACIK !
Özüm sözüm âyet şeksiz yol artık
Açık gördüm âlem meydan-ı mahşer !
Gözüm gönlüm gayet veciz kıssacık
Anlık ömrüm mahrem mesajım yeter !
144
Şu an tarih hakikat takvim: (diyelim , 10 Ekim 2003) filan gün ve saat , bilmem kaç ; çok mu önemli ?
Geçen her vakt-i zaman ne demek kalbin nabzında traka-i saat diyor ki , bilelim önemini ! İşte herkes
kendi ömrünün nükte-i sadedince nice emellerine vâbeste teellümat-ı saadet günlerini gönlünün saat-i
sıhhatinden okumakta. Ancak kendi iç dünyasında öyle bir başka ve başlıbaşına ki insan , anlaşılmaz
ve anlatılamaz sanki içten ve dıştan sonsuz Rabb-il’Alemîn’in inâyetine endeksli bir muammâ-i heyûlâ !
Anlamak ve anlatmak istiyor Rabb’in kabza-i kudretinde tutsak akl-ı insiyâkınca acaip benlik gizeminden
ibaret duygusal düşüncelerini içerik görkem mûcizesini. İlle de okumak tutkusuyla aklın nurunda Allah haki
katini idrâk-i vicdan huzur-u sekînet zevk-i basiretince içten duyuracak kavrayış şuuru ruh-u rumûzat tefek
kür-ü mârifet tadına öyle müştak ki insan , nasıl mutmain olacak gönlümüz zikr-i vahyinden mülhem meşk-i
“Esmâ-i Hüsnâ” âyet-i işrak*ve cezbe-i istiğrak şu beyan-ı hâletime eşsiz tercüman ancak Kur’an “nazm-ı ni
yaz”-irşâdına muhtaç! Çâresiz sığınacak Kur’an nazmınca Allah’ın emr-i zikrine ve yüce Rabb’in inâyetine
tek güven melce’-i itikadıyla “kesin güvence” duyurup bulduran niyaz-ı vicdan nur-u aklınca şöyle: (13*28.
“Elâ bi-zikrillâhi tetmeinnü-l’gulûb”: Gözünüzü açın ! Gönüller yalnız Allah’ın zikriyle yatışır / tatmin bu
lur.) Nitekim (8*2. “İnanmış olanlar ancak o kişilerdir ki , Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara
Allah’ın âyetleri okunduğunda , bu onların imanlarını artırır. Ve onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar.”)
İşte bu nedenle hemen “Gönlümdeki Günceler” diye başladım yazmaya ve “Doğaç Poetika” diliyle baştan
sona hayatımı sorgulamaya ; - özellikle severek okuduğum bazı kitaplar etkisinde, meselâ daha dün güzel
bir kitap (Bkz.Tanrı-Ahlâk İlişkisi , Prof. Dr. Mehmet S. Aydın , T. Diyanet Vakfı Yayınları / 74) okumanın
zevkiyle en son şu şiir doğdu içime ve hiç müsveddesiz yazıverdim o an ne coşkuluydu gönlüm “mahrem
mîzac” çılgın sünûhatınca! Aklın kaydındayım yine.Ve işte (-değişik versiyon; sh. 177 // Öz Derûnum !
1.
Baştan sona şu hayat
Bence en özgün kitap !
Salt cansoluğu mûtad
Rabbim (“serîu-l’hisab”)
2.
Kur’an-ca oku ancak
Açık kanıt kâinat !
İşte şuûn-u ahlâk
İçten tanık kök fıtrat !
3.
Vicdan nur-u hakikat
Gönlüm ne güzel mir’at !
Öz şuûrum sânihat
Derûnum mahrem mîzac !) … derken “Yorumsuz Rüya” esprisiyle “Yaşamakça / İç dilden Şiirimsi Nefes
ler” diyerek kendi özümü sözlerime yansıtmak için tek gerçek gerekçe “Hakk’ın adına hakikat” arayışından
ibaret duyarlı sanatlar arasında mûsiki’ye kanatlanmış şiir zevkine ve nefes zikri’nin neşvesine ermek ,böyle
ce tevcîh-i tercihim “meşk-i derk” şevk-i idrâk kabiliyette merak-ı mülhem yoldan ancak Allah’a sığınmak
“Kur’an-ca istiâze” (Bkz. 14 / 4 ve 48 zaviyesinden 16 / 98 ve 111) bakımından niyet ve isteklerim doğrultu
sunda davranışlarımı irâde-i cüz’iyye eylemiyle bilinç cehdine dönüştürmenin önemini vurgulayıp doğrudan
gönlümün iç ikliminden nurlanan aklımca şu berbat dünyamı yorumlamaya.Öylesine başlayıverdim işte böy
lesine içten. Fakat dilimi yeterince güzel kullanamadım yahut daha güncel üslûba uyduramadım da aklımın
insiyâkından oluşan nice çelişik kavramlara merak duymak ve bütün ayrıntıları çözümleyerek kavramak konu
sunda dayanılmaz tutkusal saplantı ve mantık dışı takıntılarım yüzünden bir türlü başaramadım özgün düşün
celeri derli-toplu yazmak ve doğru anlaşılacak kadar açık konuşmaktan ibaret şu zor işin içinden yüzakıyla
çıkamadım sonuçta.Oysa akademik disiplin çerçevesinde çalışmak gerektiğini iyiden iyi gösteren sözkonusu
kitabında filozofinin eleştirici ve tartışmacı dil üslûbunu çok ayrıntılı terimleriyle gayet zengin ve bilimsel
terminolojiden yararlanarak ustaca kullanmayı başaran yazar , üstelik ilâhiyat (teoloji: din bilimleri) hocası da
olduğu halde, geleneksel dilden etkilenip biraz farklı ifade biçimlerine yönelecek yerde, hiçbir kadim misal
145
“ağır / ağdalı” lisan-ı tedrisat tam “Osmanlı Türkçesi” eski tarz-ı terkibe yer vermediğine göre, demekki
günümüz Türkçesi’ni yeterli görmüş ve daha uygun bulmuş olmalı; işte bundan örnek almalı “dilimizi
iyi kullanmak” tartışmasında !
Ayrıca bu kitabın konusundan yola çıkarak göz önünde tutmak ve gönül dünyamız için iç dil’ce güncel anla
tım bakımından önemini vurgulamak istediğim felsefe, esasen aklın açmazlarını bilgi ışığıyla yoklamak ve
mantık (akıl yürütme) kavramlarının kuramsal yöntemlerince “hep daha öte” derinliklere tutkulu kavrayış
boyutlarının çıkmazlarını sezgi irfanıyla zorlamak , (“Kendini bilen Rabbini bilir.” Hadis-i şerif ) fehvâsının
idrâk zevkine ermek değilse ya nedir zihnen bocalamaktan başka anlamı da yok zannedilirse neye yarar ?
Rabbimiz Allah’ın sonsuz kudretini ,“inâyet”denetimini kanıtlayan şu “us”-aklın gücünü her yönden kurcala
yıp iyice keşfetmek ve onun “nur”-ruhumuz kadar açık , kesin kanıt değerinde Tanrı irâdesinden emr-i âyet ,
doğal ahlâk ilkelerinin ışığını yansıtan fonksiyonel özelliklerini irdelemek , kendimizi sorgulayıp daha yakın
dan tanımak gereksinimi ölçüsünde felsefe kültürüne de ihtiyaç var. Bunun önemini kavramayan ne anlar fel
sefenin özündeki “ilm-i hikmet” zevkinden ? Nitekim (Bkz. Adı geçen eser / sh.136: “Kant , mistisizme düş
mekten sürekli olarak korktuğu için …”) netice olarak (sh. 219: “Tanrıya faal bir rol verilmediğinden Kant
felsefesinde Tanrı-ahlâk ilişkisi tek yönlüdür. Ahlâktan Tanrıya gidiş vardır ; fakat Tanrıdan ahlâka geliş yolu
kapalıdır. Oysa eserlerinde ahlâk kanıtına yer veren İngiliz düşünürlerinde bu ilişki çift yönlüdür.”) Demek ki
nefes zikrini içselleştirmek ve tefekkür zevkini özümsemek anlamında tasavvuf felsefe temeline oturtmadıkça
ve alt-yapısı da oluşturulmazsa safsata duygusallığa yol açar. Akılla duygusal insiyak arasında bocalamak ,
aklın benliksel kökenini ve üstün değerini doğrudan kavramak için mistik ve metafizik kavramları içimizde,
yani “içimizde derinleşmek” anlamında irdeleyip yorumlamak değilse duygusal düşünceyi geliştirmek yerine
köreltmekten başka neye yarar ruhsal bunalımlarımız ? Sağlık , aklımızın insiyak hastalıklarından korunma
sında. Acaba aklımız bilgi ışığıyla yürek gücünün özündeki inanç ilkelerini ideal ahlâk kavramlarına göre
temellendirmek ve doğrulamak mı istiyor ? Ruhumuzda buna yeterli içsel yetenek ve dışsal beden donanım
larımız yok mu ? Bu konuda “ateist mantık” her bakımdan tutarsız saçmalıklar sayıklamaktan öte öyle yıkıcı
felsefe ve “nihilist” düşünceler üretmiş ki , insan nefsinin Tanrı elinde ve iblis güdümünde “Euthyphro tartış
ması / dilemi (dilemma: ikilem)” çözümsüz sorunu “iyi ve kötü” ya da “doğru ve yanlış” çıkmazından ibaret
sonuçta.
Biliyorum ki “iç dil” lisan-ı lügat değil ,
Lâkin nasıl anlatsam yadırganacak şiir !
……………………………………….
Evet; dil ve din konusunda toplumsal ruhumuz sancılı bir kaos ve kavram kargaşası yaşamakta. Bunca sorunlar
karşısında aydınlarımızdan kimi ilgisiz ve duyarsız , kimileri de çarpık ya da saplantılı kafada.Oysa aklıbaşında
aydınlarımız da anlıyor ki , işte bütün toplumsal sorunların kördüğüm yumaklaştığı ideal değerlerimize ilişkin
noktalarda aradığımız sağlıklı ve tutarlı çözüm ,mutlaka akl-ı selim ışığıyla geleneksel doğrularımıza yaslanarak
küfrün zulümkâr emperyalizmine karşı çıkmak ,kendi millî varlığımızı savunmak amacına yönelik çağdaşlaşma
yı gerçekleştirecek kritik-kriter iç dinamiklerimizi canlandırmak ve yenibaştan “Devleti kuran İrade (Bkz.Emin
Işık)”gücümüzü kanıtlayacak “Kur’an yolu” durum muhakemesiyle gerçek doğrulukta kararlı inanç uygulaması
doğrultusunca çalışmaktır. Evet, işte “temel inanç” şuurumuz, en ideal “ahlâk irâdesi ve buna müstenid devlet
felsefesi” yolumuz (“sırat-ı müstakim”) oldukça , temelden özüyle Güzel Türkçemiz , tarihsel bütünlük içinde
gayet zengin ve yetkin edebiyatıyla tarz-ı kadim muhteviyatta açık kanıtlar gösteriyor bize. Elbette “dil ve din”
kültürümüz geleneksel devlet töremizi açıklayan ve ayakta tutan tarih hükmünce en açık “gerçek bütünlük”
görüşümüz.
İşte böyle bir bakışta “tarihsel gelenek” kökeninden kopartılması imkânsız “zengin derinlik” gücüyle Güzel
Türkçemiz , yenibaştan canlandırılıp bugünkü kültür ve sanat hayatımıza , hatta alelâde halk ağzıyla gayet sâde
güncel diyaloglarımıza da aktarılsa , sakıncasız her şive terkib-i izafet türlü kelimattan faydalanarak konuşulsa ,
aslında şimdikinden daha velûd ve daha mükemmel pek çok lehçe-i lisanımız zaten halk ağzında ve hem mevcut
“sözlük / kitab-ı lügat”-lar çapında açılım kazanarak güçlü diyalekt*leriyle eskimez zenginlik değerlerini ille de
ortaya koyacak. Ancak ne var ki ,idrâksiz zamâne entellerimiz, sanki kendi milletinin gelenek kültürünü geçmiş
146
ten geleceğe taşıyan öz dilinin “söz dizini” imlâ-i lügat* tanzimince nice zengin kök ve türevlerinden ibaret
her boyut Türkçe Sözlük* kelimelerinden habersiz. Zavallı bazı aydınlarımız sevmiyor artık “kadim lügat”
Türkçesi işte şu tarz-ı terkibat ,tâbirat ve hatta başka lisandan devşirme kelimattan da hiç mi hiç hoşlanmıyor
lar “ağır Osmanlıca” diye.Üstelik kendi geçmişimizden gelecek günlerimize servet değerler devretmek gibi
hiç eskimez tarz şu “san’at-ı hars” kadim miras “sözlük” dilimizi dışlayıp da “Arapça ve Farsça’dan alıntı”
bazı tarihsel adeptasyonlara yaban bakarak kasd-ı mahsus “saçma bahâne” suçlamalara karşın bilhassa Batı
dillerinden “emperyalizm virüsü” sürüsüne bereket (!) tekrar arsız “züppe mirasyedi” kimi kimliksizlerce hep
ten “yabancı kelimeler / terimler” aparmak ya da kökten yeni sözcükler türetmenin “dilbaz-lık” oyunu (Bkz.
Peyami Safa’nın deyimi*) sözümona “arı dil”(!) diye “uydurmaca dil” yaratmak , gerçekte “evrensel medeniyet
dilimiz” güzelim Güzel Türkçe’nin yozlaşmasına ve giderek kısırlaşmasına yol açmıştır.
İşte bakınız (Aydınların İhaneti ,D. M. Doğan) ne gûna şu bizim “mostralık kafa / ahmak kelle(!)” enteljansiya
mız , “zalim-vahşi kapitalizm” müessis ve mümessili* bilcümle Batı’nın her türlü kültür emperyalizmine tepki
bilincinden yoksun ruh esâretinin iflâh etmez zilletinden utanç duyacak ve en azından gocunacak yerde tam aksi
ne edebsizce sükse ve kendi aralarında gösteriş fantezilerine aldanarak düpedüz sosyal popülasyon (!) sağlamak
kurnazlıklarıyla aman ne ucûbe edebiyat , ne uyduruk dil ve ne biçim yoz sanat terminolojisi kullanıyorlar arena
larında.Ben de bu aydın bozuntularına inat “tepki dili(*)” kullandım şiirimde. Esasında tam “mülhem mesaj”
şiirim de belki içerik “espri” birazcık “ironik” ya da hayli abartılı ve hatta fazla gergin nefretimle çelişik görün
se de hem hep böyle gönlümce sevgimin mesajı gayet açık “gelenek” kendimce (-Bkz. sh. 185 ) işte:
DİRENİŞ
1.
Özgün iç dilim
İlhâm-ı sanat !
Ömrüm nefesim
Lisan-ı lügat !
2.
Şiirsel tepkim
Dil kısırlaşmaz !
Din içten sevgim
Ne yoz ne yobaz !
3.
Düşüncelerim
Bilimsel çağdaş !
Öz değerlerim
Tarihsel kaynak !
4.
Kültür temelim
Geleneksel tarz !
Öz Türkçeciyim
Tam direniş şart !
(-Dostça bir “ilgi” ve bir de “eleştiri” için içten teşekkür! Bkz.“ www.şiirdefteri.com ” /
dostlar * arasında daha ilk başta tam muhteviyat: ( www.yasamakca.net ) web sitemize
de yer verdiği için sayın Uğur Duran / genç kardeşime içten muhabbetle müteşekkirim.
Nitekim kitap olarak yayımlansa da bundan daha fazla okuyucu dostlara ulaşmak şansı
olabileceği kanaatinde değilim zira. // Ayrıca daha açık anlaşılsın diye belirtmek ve de
samimi sitem ve değerlendirici eleştirilere teşekkür için şu hususu tam açıklayabilmek
isterim. Mesela gayet yakın bir dostum (*) güya tam okuyup da tamamına bakmış gibi
içtenlik edâsıyla vicahen şunu hissettirdi ki , ihtimâl her tarafına göz gezdirirken belki
okumaktan bıkmış da anlaşılan hele dil ve tarzını ilk bakışta yadırgayıp böyle şiirsel
muhteviyatın temel gerekçesini bile yeterince kavrayacak yoğun sabrın dikkatinden
uzak kalmış olabilir. Hiç çekinmeden belirtmekteyim işte böyle dost tavrı tenkidlere
karşı cevabımı da. Onun bana dedikleri özetle şöyle: “- Hocam , biliyoruz sizin kültür
birikimine ve edebiyat zevkine sahip kişilik kapasitenizi. İşte buna nazaran hem daha
uygun ve hem de derli-toplu üslupta , ancak konu ve çerçevesi belli pek çok benzeri
çalışmalar arasında gayet doğal olarak kabul görecek ve kendince elbette değeriyle
mütenasip bir seviyede nasıl olsa yer tutacak bir çalışma yapsaydınız acaba daha güzel
ve daha popüler olmaz mıydı ? ” // Evet, dostlar ; bu tenkidin ne kadar doğru olduğunu
biliyorum. Fakat esbab-ı mûcibe belirtilmiş iken nasıl kabulleneyim? Takdir size ait! )
Demekki iç dil’ce duygu ve düşünce dünyamızdan ibaret doğal lisan-ı fıtrat tarz-ı insiyâkında gönlümüzün tıpkı
“yaşamakça” özgün lügat muhtevâsını oluşturan nice sembolik kavramlara karşılık zihinsel şuur şiiri gibi değiş
ken benlik kimyasının bilinç aynasından“nur-u hakikat” TEK GERÇEK kelime-i tevhid: (“…illâ-llah”) şümûl-ü
şuûn görüntünün evrensel âyetlerde bütünleşen özünü görmek isteyenlere yansıtan sözcükler, ruhumuzun potan
siyel enerjisini tetikleyecek kavrayışlara yol açan anlam bombardımanına benzer. Zihinsel mekanizma “mantık”
kurallarınca canlı kanıt “tefekkür : ruh-u insiyâk” kabiliyetimiz daima açık ve daha berrak kavrayışa yol ararken
kendi iç benliğimiz statik aklın dinamik irade gücünü yaratacak kaynaklar arayıp bulmak ve bunlardan faydalan
mak ister. İşte bunu sağlayacak kitaplardan hoşlanıyor ve onların etkisinde derin duygusallıkla düşünerek kendi
147
ruh hayatımı okumayı da gayet çok seviyorum daha yakın anlamak iştiyâkımla !
Pek çok konuda kafamızı kurcalayan nice esrarengiz soruları cevaplayacak anlamda daha aydınlık kavramlara
muhtaç şuur , Rabbimiz Allah’ın beyan-ı âyet ve irade-i kudret tecelli-i inâyetinden ibaret “ruh” hakikatine
işaret değil de nedir rikkat-i vicdan nükte-i insiyak “iştiyâk-ı aşk” hissiyâtımız ?! Ancak Kur’an nazm-ı beya
nınca Allah’tan Nebiyy-i Muhterem Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz’e “eşsiz mesaj” şu mûcize
Kelâm-ı kadim* muhteva-i meramımız zaten tek (“el-Kitâb”) belli “vahy-i metlûv” mefhumların nabz-ı can ve
niyaz-ı vicdan namus-u melekûtunu şuur ruhumuza duyuran nice semantik kelime ve sözlerin norm formuna
göre ses ve harf teressümü “lisan-ı lügat” tarz-ı tekellümünce “sayısal sembol” heceler* soluklayan (Bkz. 68 / 1.
“Nûn ve-l’kalemi ve mâ-yesturûn”) yazıdan müşekkel lehçe-i revnâkına rağmen nükte-i cemâdata benzer donuk
görüntüsünü ışıtacak , karanlık yüzünü özünün anlamınca ağartacak güçte “enfes söz” sanki ışık kelâm* işte
“içten nefes” zikrinin varidâtınca anlık ve aydınlık müdrike eser-i ilhâm meleke-i insiyâkından ibaret zihnimize
elbette açıklık kazandıracak. Ve hatta şu müphem , muğlak ve bulanık görünen şuur ruhumuzu berraklaştırmak
bakımından “duygusal düşünce” dünyamıza anlamsal boyutlar katmış, şuur sanatını şiir felsefesine ya da filozo
fik poetika , aslında “poetik filozofi” yöntemine ve işte evrensel elfâz-ı vahy-in’nur ruh hikmet-i hidâyet şuuru
bu duyarlılıkla mistik hayâllerden daha öte hakikat âlemlerine, gönlümüzün ledün cennetlerine, yüksek düşünce
lerin derin duygu iklimlerini besleyip yeşerten rahmet tecelliine, sayısız âyet-i nimet sergileyen Rabbimiz’in
mûcizelerine ve âkıbet ölüm ibretinin mahşer hikmetine müncer ruhun bedensel bütünlük gizemindeki inanç
sezgisi ve ibâdet sevgisi gibi içten mülhem mistik güzelliklerin metafizik hikmet realitesine İslâm’ca uymak ,
Kur’an mesajıyla uyanmak isteyen nice müştak gönülleri de evc-i bâlâ “mârifet” yüceliklerine kanatlandırmış
olacaktır biiznillâh !
Bilgi ışığıyla hayat yolumu aydınlatacak gönlümün prizmasında “şahsiyet” orijinimden ibaret deneyimlerden
inbiklenen iç dilin şiirsel birikimine göre şimdiye dek yazdıklarımın pek çoğundan vazgeçtim artık. Bütünüyle
betimlemek / kitaplaştırmayı düşünmek sanki hiç eksiksiz bir hayat hikâyesi yazabilmek kadar zor ve hatta
dangalakça saçmalamaktan korkusuz cür’et de etik değilse gereksiz zaten !
Mâdem herşey yazılıp söylenemiyor ve hepsi bir araya getirilemiyor da sanki zihinsel bağlantılarına rağmen
birbirinden çok ayrı ya da aklımızca ayrıştırılan konular çerçevesinde gösteriliyorsa sonuçta sözkonusu çalışma
ların içinden bazı önemli bilgilere göre öncelikli birikim içerikte bölümler seçkileyip yeniden düzenlemek de
yeterli olabilir. Zaten her konuda o kadar çok kitap / bol neşriyat var ki piyasada gerçekten araştırmayı seven
meraklı okuyucu için bu mebzûl müdevvenat karşısında şaşırmamak olası değil.O halde gönlümüzce edebiyat
dağarcığımıza göre “yazmak” ve pek çok konuyu topluca anlatmak için nice enteresan ayrıntılarına dek kurcala
mak tutkusuyla aklımı zorlamaktan ziyade kendi kapasitemde özümseyerek kavrayıp anlamaya ve sürekli bilgi
lenmek hevesimden dolayı daha çok çeşit konuda akademik disiplinle tutarlı mantık (düzenli düşünce) örneği
yazılmış şaheser seçme kitaplar okumaya istekliyim. İfâde-i meram olarak bunları yazarken işte bu temel arzu
mu vurgulamaktan başka maksadım da yok velhasıl. Şiirimsi denemelerdeki içerik düşüncelerimle doğrudan
kendi içimi uyandırmak ve ruhumu nur-u Kur’an irşâdıyla eğitmek için yazmaktayım yalnızca. Şahsıma mahsus
şu müsvedde ŞİİR DEFTERİM mahrem mizâcıma ayna. Bütünüyle özel hissiyat-tefekkür ruhumu yani duygu
sal düşünce esprimi yansıtmakta.Tamamen gizli tutmak ve sanki iç dünyamın mahrem ifşaatından ya da ruhu
mun hasbî itiraflarından korkarak saklı-yorum* gibi içime kapanıp kalmak da istemiyorum gerçekten ilgi ve
merak duyan ,hele şiir sanatı /poetika’nın kültürel sohbetinden hoşlanan yakın dostlarıma ,hatta onların kıskanç
ve alaycı bakışlarına karşın ne kendimi ne de şiirimi gizlemiyorum işte yılların birikimiyle hepsi de ap-açık göz
önünde ve tam ortada. Anlamayan yadırgayacak kuşkusuz sözün değerini ille de kendine göre yorumlayacak
aklınca , hatta âyet ve hadis de olsa kelâmın kıymetini bilmeyen ne anlar sonuçta akılla vahyin ve söz sanatıyla
hayat realitesinin ne kadar farkında acaba ? Aklın gönül gözüyle vahyin “mûcize mesaj” üstünlüğünü görmek
gerek! Demek her şimdi işte böyle (Bkz. ÖZ SIĞINAK / Aklın ayağı yerde / Öz sığınak ömrümce! Vahyin başı
göklerde / Söz tek kaynak gönlümce!) aklın özüne seslenen vahyin sözünden ibaret tek kaynak “Kitâbullah” (*)
KUR’AN mesajını tam okumak ve doğru anlamak.
Ancak söz zevkinden ibaret tarz-ı beyan “nükte-i hikmet” san’at-ı hitâbet ve şiir’den anlamak da öyle kolay
148
ve basit değil. Nitekim dil ve üslûp bakımından hayli yadırganacak , akıldan kalbe mülhem mârifet basiretine
kaynak vahy-i Kur’an mesajıyla algılanacak “kavramsal yorumlar ” arasından seçilmiş şiir-ruhiyatınca gayet
zor kavranacak konular-içerikte görünen şu (Sh.141: Yetenekli Çocuğun Dramı / sh. 9-144 “tamamı”) ruhsal
terapinin savunma mekanizmasına benzer renk-âhenk kurgulanmış şiirlerden her okuyan kendince daha açık
anlatım arayacak ve belki bilmediği pek çok kelimeye takılacak , bunu biliyor ve seziyorum … Durum böyle!
Güzel Türkçemiz hakkında tam muhafazakâr yahut devrimci ideolojiler adına konuşan şuurlu aydınlarımızla
sözümona akademik kariyer de edinmiş nice entel “dil-baz”(!)arasında sürüp giden en güncel konumuzu oluş
turan çağdaş ve bilimsel “dil kavgası” tartışmalar , sanki bütünüyle ideolojik “sağ ve sol” kamplaşmaya gö
türen şartlanmalar düzeyinde inatlaşmalardan ibaret “dünya görüşü” özünde din ve inanç eksenine bağlı temel
gerekçeyi açıklayan nedenlerin başında , hatta bu tepkiyi dillendiren şiirlerdeki içerik konuların dışında görün
se de esasen sosyal sorunlarımız genel kültür ve tarihsel geleneklerimizden soyutlanamaz, sonuçta “kültürel
gelenek” atalardan miras “köklü değerler” büsbütün yadsınamaz. Zira geleneksel kültür değerlerini geleceğe
taşıyacak güçte sürekli gelişmesi istenen dilimizi özleştirmek* adına kısırlaştırmak , millet varlığının kökleri
ni zayıflatmak ve hayat damarlarını kesip kurutmak kadar korkunç ihanet ve düşmanca ahmaklık değil de ne
dir ? Buna rağmen en iyimser yorumuyla alternatif fikirlerin insan düşüncesine açılım kazandıran haklı yan
ları da yadsınamıyacağına göre, demekki doğru bakış açılarında birbirini tamamlayan karşıt düşünce ve tartış
maların müsbet sonuçlarından yararlanmak gerektiğini de bilmek , kültür dili’nin önemini iyi kavramak /
genç neslimize eğitim sistemi içinde kavratmak ve gerçekten bütün görüşler karşısında hem hoşgörülü hem
de duyarlı olmak zorundayız. İşte şiirimsi biçimde değinmelerle ele almak ve önemle vurgulamak istediğim
asıl konu ve sorun da bundan ibaret diye düşünürken , ayrıca okuyucunun duyarlı ruhuna seslenmek , kendi
hissiyatımla bu şuurun sorumluluk duygusunu paylaşanları da düşündürmek istiyorum. Bu yolda ortak “kol
lektif akıl” ve müşterek “toplumsal bilinç” zamanla daha açık kavrayışlara ulaştıracak çağdaş gelişmelerden
örnek kıyaslamalar ışığında “aydınlanma ve uyanış” süreçlerini tamamlayacaktır.
Doğru inanç aslında aklın yolunu kapatmaz , aksine daha çok açar. Rahat düşünmek ve açık konuşmak ,aklın
yolunu ve ufkunu açmak değil mi ? Nitekim öncül inanç kaynağım ve kültürel bilinç kökenim belli işte en te
mel ve kutsal mesaj şu tek gerçek kitap, benliğimizde yansıyan / yankılanan evrensel oluşların temel nedenle
rini insan ruhuna mülhem sezgilerle örtüşen nüktelerine göre en doğal dil elbette seçilmiş “elçi-insan” konuş
masının yazısına uygun lügat tarzınca “akla hitap” vahy’in üstünlüğünü açıklayan / kanıtlayan ancak “kelâ
mullah”-Kur’an! Ne ki işte bu mûcizeyi yani eşsiz söz zaten en son Kitabullah hakikat-i vahyin nükte-i tehad
dii’ni ille de inanç yoluyla kavramak gerek.
Kur’an yolunu “inanç , ibadet ve ahlâk” çerçevesinde kavramak , böylece insan gelişiminin “zincirleme kalı
tım” -soyaçekim gerçeğine ve eğitim gereksinimine temel oluşturan prensiplere rağmen çok yönlü olumsuz
luklar etkisinde “sahte ve parçalanmış benlik” kökten sebep*zihinsel çelişkinin her riskinden kurtaracak “ger
çek benlik” bütünlüğüne kavuşmak için içten “niyet”-duymak ve aklımızı doğru çalıştırmak , özellikle Pey
gamber Efendimiz (sav) hakkında bazı mûteber kaynaklardan bilgilenmek ve sonuçta “Nur-u Muhammedî”
irfanıyla şeksiz inanç coşkusuna kanatlanmak gönlümüzün şiir dünyası !
Ruh ve beden dengesine bağlı irâde-i vicdan “niyet” nabz-ı canımız tâkatince sorumlu nefsin dümen merkezi
işte şu ahmak kafa , sağlam “bilgi” temelinde derin ve düzenli düşünceler yolunda daha açık ve aydınlık kav
ramlar aramaya yatkın değilse,“sezgi” yeteneğinin “inanç ve ibâdet” duyarlılığında Allah’ın yakınlığını içten
duyacak ve doğrudan anlayacak kavrayış şuurundan ibaret “inâyet” tecelliyat-ı şuunatın ruhunu okuyacak ve
doğru yorumlayacak kadar ayık kafa ve uyanık kalbin “nur-u hidayet” ışığını bulamaz ve “nefs-i mutmainne”
olgunluğuna kavuşamaz. O hâlde kafamızla kalbimiz arasında duygusal düşüncenin yörüngesini içten denge
lemek ve dıştan davranış şeklini de her an yenibaştan düzenlemek gerekiyor.
İşte içten ve dıştan nükte-i irfanımıza kaynak kafamızı ve kalbimizi İlahî vahyin buyruklarına göre gayet
doğru ve güzel , iyi ve verimli , sağlam ve tutarlı çalıştırmak , velhâsıl sağlıklı mantık “gerçek bilinç” bil
149
gisiyle içimizi uyandırmak , kendi benliğimizle yüzleşmek gibi içten iletişim sağlamak amacıyla başkalarına
da saygı , sevgi ve hoşgörü duygusuyla davranmak gerekiyorsa , anlaşılan (Bkz. Genel Kültür Ansiklopedisi ,
Milliyet-1991 / Sh. 269: “Mantık , kural koyucu (normatif) bir bilimdir , amacı da gerçeğe ulaşmaktır. Ancak
GERÇEK (hakikat) düşüncenin kendi kendisiyle uyumu ve yine DÜŞÜNCE’nin eşya (şey-ler) ile uyumu
olarak ele alınabilir. Şu hâlde her türlü somut belirlenişten bağımsız olan biçimsel (formel) bir mantık ve
gündelik bilginin üstüne yükselmeyi , bilimsel bilgiyi düzeltmeyi mümkün kılan ve tek tek bilimlere ilişkin
olan MANTIK , yani metodoloji de vardır. BİLİM’in kendisinin ,metodlarının ,ilkelerinin ve vardığı
sonuçların ne gibi bir “değer” taşıdığı sorulabilir. İşte bu ,“BİLGİ” kuramının konusudur ve metodolojiyle
birlikte genel mantığı* oluşturur. Ayrıca , bilgi’nin , sadece biçimini değil , içeriğini de göz önüne alan ve
biçimsel mantık’tan farklı olan bir de uygulamalı mantık* vardır.”) ancak aklın nurunca açık kanıt “tek
gerçek” gönlümüzün “ölümsüz-sonsuz” zevk-i idrâk ve “yakîn”-i mutlak “kök kavram” merkezinden
muhîtine bakarak kozmik boyutlarda aradığımız O ki , işte gelişigüzel birkaç âyet açıp bakınız: 18*60-82 ;
19*58-63 ve 65-76 ; 20*105-114 ; 22*1-78 ; 23*78-98 ve 115. “Sizi , boşyere yarattığımızı ve bize döndü
rülmeyeceğinizi mi sandınız ?” ( … ) Ezelden ebede “ara-parantez” serîuzzevâl zaman-ı dünya hayat gibi
bitti işte böyle!) ibtidâ-i intihâ hayat-ı beşer ruh hakikatınca âlem-i ervah’tan mahşere dek tek şu an anlamında
algılardan ibaret tam “değişim” mefhûm-u kalbin nazm-ı nabzı kadarcık gönlümüz. Sadece tek “Kelâm-ullah”
hitâb-ı vahyin nuruyla açıklamakta. Anlamsızca yaşamak karamsarlığından ancak Kur’an nur-u beyyinatıyla
aydınlatarak kurtuluş ve mutluluk yoluna çağrılayan âyetlerin mesajını içten ruhumuza duyuran ve şuurumuzu
uyandıran “Mürşid-i hakikî: illâ-Hû” Allah-Bâri Teâlâ! O Yüce Rabbimiz’in insan havsalasına sığmaz sonsuz
sanat-ı fıtrat tecelliyat-ı mehâbetinden hayret hâleti ( hani-ya “velâyet” yolunda “cünûn” coşkusuna mübtelâ
birileri çıkıp da akıllara zarar “cinnet” tefekkürüyle enfes saçmalayan metafizik gerilimden mülhem “mecazî
içerik” ürpertilerle düşündüren “şathiye espri” bir şeyler yazsa da biz de zevk duyarak okusak!) diyen (*) ve
böyle serâzat düşünenlere arîza-i nâçizanem olsun diye yetenek kapasitemi irticâlen irdeleyip benlik gizemini
iyice deşifre edecek biçimde doğaçlama YAZARKEN en büyük korkum O ki işte fevkalâde dikkat gerektiren
“noktacık nükte” yani ilk (“Kün!”) nükte-i İrâde*emrince eşsiz son nokta !
Noktacık kılcal damarlar yoluyla aklın merkezine dek kan pompalayıp beynimizin nice hücrelerini iç dil*
“lisan-ı tefekkür” ruh-u şuurumuza açık kanıt tanıklığınca Allah’tan nasip be-her rızk-ı inâyet tecelliine hem
hemen muhtaç çok-“anlık açlık” kimyasal lezzet-i nimetler taddırıp besleyen Rabbimiz’e emr-i (“Bismillah”)
hikmet tek hükm-ü lütfuna candan“şükran” ve tam muteber “riâyet”tarz-ı edeb bütünlüğüne yaraşır ruh hazz-ı
hâletinde (“elhamdülillah”) hep bu düstûrun nazm-ı nabzına muvafık kalb-i insan , ancak Kur’an irşadına göre
“eserden müessire intikal”-en normal “duygusal düşünce” yörüngesi içten mülhem müdrike*(idrâk gücü akıl
anlama yetisi) gereği işte gerçek kitap büsbütün “ben , evren ve eşsiz mûcize Kur’an” bilgisinin değerine bağlı
yaşamayı önemseyerek gönlümüz sırr-ı zamîrince özümsemek görevini dimağında damaktadı gibi içselleştirip
beyninde derinleştikçe cezbe’nin yüreğinde kökleştirdiği inanç bilinçlenmesine endeksli “duyarlılık kültürü”
özümüzle çerçeveli sözün nüktesini birlikte-“tevhid” din-i İslâm manzûmesine uygun noktalamaktan ibaret!
Tam manasıyla anlamak için nazm-ı âyet “ruh” hakkında açık-kesin “cevap-kavram” (Bkz. 17*85. “…min
emr-i Rabbî : …”) inâyet-i Hakk’a münkad Din-i İslâm mesajının özünü kavramak , Kur’an nûrunca capcanlı
mahşer yolunda daima Allah’ın rızâsını isteyerek gözetmek , gönlümüze mülhem meşk-i ledün niyazımızla
ancak kabza-i Kudret takdîrine içten teslimiyet duyarak aklımıza zaten sığmaz zaman-ı âlem muammâ sırr-ı
muhât tekmil-i mesahâta bakarak gökyüzünden yeryüzüne; ( 3* 8-9. “… ve heb-lenâ min ledün-ke rahmeh /
İnneke ente-l’Vehhâb* … : - Ey Rabbimiz! Bizi doğruya ve güzele yönelttikten sonra kalplerimizi bozup
eğriltme ve bize katından bir rahmet* bağışla. Sen , yalnız sen Vehhâb’sın , bol bol bağışta bulunansın. //
9. Ey Rabbimiz! Sen , Câmî’sin; insanları , varlığında kuşku bulunmayan bir günde mutlaka toplayacaksın.
Allah sözünü yerine getireceği yer ve zamanı asla şaşmaz.”) sonsuz rahmet-i in’âm ve hikmet-i irfan mülk-ü
hükmünde yaşarken nasıl aymaz-anlamaz “zihinsel mükâşefe”mir’at-ı mirsâd dil-derûn (3* 89.) gönlümüz ?!
Zira akl-ı ruha hakkınca Allah’tan hitâb-ı beyan nazm-ı Kur’an vahyine “mahrem-i muhtar”zat-en açık “kâmil
insan ve model örnek” kalb-i selîm*Muhammed Aleyhisselâtü-vesselâm Efendimiz izinde,evet “ehl-i sünnet
ve-l’cemaat” tam mütevekkil kul-olmak gereğini ifâdeye çalışırken lisan-ı vicdan nükte-i irşâda medar revnak
kelâm tenevvüâtına nazaran anlık kavrayış şuur-u ruhun hicâbına aydınlatıcı ışık oldukça akademik kriterlere
150
göre âyet ve hadis kaynaklı inanç kültürümüzü göz önünde tutmak ve şu uyarı’yı da asla unutmamak gerekir.
(Bkz. İrşad Ekseni , M. Fethullah Gülen , Zaman G. – 1998 / sh. 165: “Allah Resûlü (s.a) irşad ve nasihatı
sadece “lâfazanlık” veya diyalektik (-cedel) olarak ele alanlar hakkında (ayrıca, Bkz.Ömer Öngüt “Tasavvuf
Külliyatı” Hakikat Yayıncılık- İst. 1419 / 1999 “Nûrun alâ-Nur : Kalblerin Anahtarı” Gerçek Mürşid Hazret-i
Allah’tır / sh. 534: “Gerçekten bir çoğu (!) irşad ettiğini sanır, ifsad ettiğini bilmez. Niçin bilmez ? Hakikatı
bilmediği için bilmez. Çünkü …” / Hakikat Yayıncılık – İst. 2000 “Kalblerin Anahtarı Hazret-i Muhammed
Aleyhisselâm” tamamı: 744 sayfa!) şu ürpertici ve korkutucu (-uyarısıyla) beyanda bulunur : (“İnne ahvefe
mâ-ehâfü alâ hâzihi-l’ümmeti küll-ü münâfikın alîym-il’lisan”) Bu nurlu ve onurlu beyânı duyan bir kalb’in
titrememesi düşünülemez.”)
İÇTEN BAKIŞ
1.
Hep sürpriz vukuatmış
Yolum mahşer beynimde !
Müthiş giz korku salmış
Şok ürperti içimde !
2.
Hep bir şeyler olacakmış
Şimdi bir his var içimde !
Daha neler yol çok sarpmış
İçimdeki ürperti ne ?!
3.
Nedir iç ruh beden dış
Belli-belirsiz işte !
Şiir içten iç bakış
Şimdi can nefesimde !
4.
Nedir ruhiyatım iç-dış
Belli-belirsiz biçimde !
Efkâr râhım sarpa sarmış
Şu can nısf-ı nefesimde !
5.
Zaman anlaşılmazmış
His insiyak bilinçte !
Vicdan nur-u irfanmış
Tek hakikat içimde !
6.
Dünya hayat imtihanmış
Bilgim Kitabullah işte !
Tek hakikat iç vicdanmış
Rabbim içten iç bilinçte !
( Bkz.Tercüme*, 19 Mart 1946 , sayı : 34 -36 / cilt: 6 “Şiir Özel Sayısı”
Şiirler / Şiir hakkında yazılar / İncelemeler , sh. 405-6: “Güzelin Sırları /
Jean Cocteau (Tercüme eden: Orhan Veli Kanık ): “Şiir bir fikri sabittir. /
İhtilâlde her zaman bir şiir havası vardır. Çünkü şiir ihtilâldir. / v.s./ …”
M.E.B – “MCMXLVI” / sh. 306-311: “Şiire dair , Robert Lynd ( Tercüme
edenler: B. Ecevit - T.Yalman ) … Uzun lâfın kısası , muhayyilesiz hayat
yarımdır ; ve muhayyile kelime haline girdiği zaman , coştuğu zaman kendi
ni âhenk içinde ifâde etmek ister. / İşte şiirin var oluşunun , ölmez oluşunun
hikmetlerinden biri budur. Öte yandan da insanlar kendilerine lâyık ahırlarda
yerleşerek rahat bir hayat sürmeğe niyet eder etmez bir iştiyak , bir huzursuz
luk bir itiraz ve şüphe onları rahatsız etmeye başlar. Bu huzursuzluğun neden
doğduğunu kestirmek güç olabilir, ama o içimizde büyüdükçe büyür, dışarı
ya taşmak ister ve en yüksek ifade vasıtasını da şiirde bulur. İştiyak ( … )
çocukta olsun , büyük insanda olsun , şiirin başlangıç noktasını teşkil eder.
Bu iştiyak , aşkı veya Tanrıyı bulmak isteği olabilir , yahut da her şeyin
rüzgâr gibi geçip gittiği ve kar toprakta nasıl kaybolursa öylece kayboluver
diği bir dünyada ölmezliğe olan bir hasret … İşte bu … şiir de … olmazdı.” )
Doğrudan “içe bakış” metoduyla dış dünyamızı da algılamak ve bütünüyle hayatın özünü kavramak merakın
dan dolayı sanki “uykusuz rüya” yorumsamasından ibaret “duygusal zekâ”kavramının içeriğiyle ilgili pek çok
kitap-neşriyat ve her türlü “uygarlık kültürü” üretimine katkı sağlayan nice eser-i zekâ var ki , hepsi de evren
sel anlamda ruh hayatımıza ya da ruhiyatımıza terceman! Bunun içeriğini geliştirici “iç dil” (öznel duygu ve
düşünce) lügatınca “semantik” (kavram alanlarına ilişkin) kavrayışlarımızla sınırlı arayışlara yönelmekte ve
işte bu konudaki her çeşit “duyuş / görüş ve oluş / buluş” şu an nasıl da âşikâr ruh-hâlet “davranışlar” bakımın
dan nükte-i hayat tam misâl “ledünnî ilham” meşk-i iykanım! Daima “açık görüş” şuuruyla açık konuşmak
gerektiğini bilmekteyim. Farkındayım-anlamaktayım mâdem mevhibe-i İlâhî ikrâm-ı Rabbanî “iç doğuş: …”
151
şuur-u vicdan nur-u dimağımca can nabzında “duyuş / buluş” kerâmetine ermek gönlümün neş’esi inşirahhâmûş şu şuûn-u fıtrat tabiat-ı hayat tarz-ı sâniham kadar “ruhanî hissiyat” tıpkı bencileyin öznel ve de
herkese göre bir başka ayniyet “dış plan” anlık görüntü’ye benzer renk-âhenk kemiyet-i keyfiyet “değişim”
mevsim-i iklim mevecâtından net tanık ve kök kanıt Tek kemâl-i Kudret’in sonsuz yüceliğine işaret! Dıştan
yüzeysel bakışlar göremez ve evrensel gerçeklik gizemini ille de “tasavvuf : içsel arınma” yol tecrübesi
idrâk-i vicdan “içgörü : irfan-ı basiret” derûniyeti yoksa anlayamaz zaten hiç çözümleyemez akıllar !
Artık gerçek kavrayış şuuruna yol ararken kendi içsel dünyamın “benlik gizemi” (-Bkz. sh. 184 ) işte !
TEK ÖZ-NE ?!
1.
Açık benlik gizemim
Mülhem duygu-düşünce !
O ki içten dileğim
Gün-dem sonsuz özünde !
2.
Ben bir şiir-sever’im
De: -Sever misin sen de ?
Öz-ne ki sezinler kim
Gönlüm-de mi tek öz-ne ?!
3.
Tek şu an can nefesim
Belli ilk gerçek günce !
Gönlümce hep bileyim
Ne ki Rabbim tek öz-ne ?!
TÜRAB-I ADEM
Cinnet söz nefes-i dem
Coşkularım öz zemzem !
Cennet türab-ı Adem
Korkularım cehennem !
Kur’an aynasında doğrudan nefsimle yüzleşmek ve hesaplaşmak gereğini hissettiğimden hemen içten niyaz
“zevk-i selîm” üslûb-u meşkimce düşündüren öznel ve nesnel anlamda gözümü ve gönlümü bürüyüp büyü
leyen “düşsü görüntü” öyle müthiş bir görkem mûcizesi ki , İlâhî vahyin ifâdesi dışında tam beyan ve total
izahat aramak boşuna ! O hâlde özlü seziş , öznel eriş ve özgün oluşları doğru yorumsamak bakımından bütün
âlem-i beşeriyet için ilk referans ve tek “temel kaynak” Kitâbullah-Kur’an! Bu inanç-anlayışıma göre, şu
şuûnat-ı âlem muhteşem san’at-ı fıtrat tamamen Kur’an-ca açıklanması gereken “nizam” yani evrensel plan
kapsamında tümce Türkçesi “iç doğuş: sünûhat” derin düşünce “duygusal içgüdü” özüne hayran heyecan
larımı irdelemekte, ancak Kur’an âyetlerine uygun nazar-ı dikkatle evrensel bilimsellik kriterlerince de
subjektif “iç dil” şiir-i sanat adına objektif gözlem-inceleme ve araştırmalarla doğrulanmış şuurlu çözümleme
ve yorumlamanın içten inanç zevkini beynimdeki sinirsel ürpertilerle hissettirici aklın kontrolünde tertemiz
yürek-niyet irâdesini yaşayarak ve bunun onurunu savunarak insan ruhunu uyarıcı her çabanın temel amacını
önemle benimsemekteyim.
Daha ne diyebilirim ki , işte ömrüme bedel son onyılların birkaç cümlecik sözel birikiminden özet “darb-ı
mesel” lisan-ı aşkım meşkim hep atalardan miras: “aşk olmadan meşk olmaz” zaten belli “iç dil” lügatım
mâdem “mevhibe-i mülheme” meâni-i can nefes-i sûziş şu yanık kalbin nazm-ı nabzından ibaret nice cezbe-i
derûniyet tam anlık gizem “müphem mühlet” şimdiki hâl-hâlet “tevekkül-i şehâdet” hissiyâtına benzer
az-buçuk ayık / uyanık gönlümce şiirler !
152
İLK DERS !
Sh. 129’dan devam: - Bugüne dek yayımlanmış en kapsamlı *
1.
Osmanlı Türkçesi Sözlüğü , Prof. Dr. Mehmet Kanar (4124 sayfa*)
İlk ders “okuma-yazma (!)”
“Online satış: www.saykitap.com* E-mail: [email protected]”
Anlatmaz okunmazsa !
“SaY yayınları / Yayıncılıkta 30 SAYgın yıl …” // Sh. 14 -15:
Bil emr-i Kur’an (96*1-5. “İkra’!”)
‘Kelimelerin miracı , en sarih niyetim bu’ / Bu kitabı yazmak üzere
Oku-yaz , doğru anla !
taşa , toprağa ve onun örttüklerine değen bir yazar Leyla İpekçi ;
2.
‘Ateş’ derken de, ‘Bahçe’ derken de, ‘öylesine’ söylemiyor.
Rabbim “empati” illâ ,
Hakikiliğe hâlen kıymet veren muhataplarına sesleniyor. Özenle ve
Gerçek “hizmet” şu anda !
ısrarla. En sarih niyeti ‘kelimelerin miracı’ olan Leyla İpekçi’nin
Her kim “sempati” duysa ,
yeni romanının adı Ateş ve Bahçe. Ateş sadece ateş, Bahçe sadece
Yol tek “cennet” Kur’an-ca !
bahçe değil burada. Leyla İpekçi ile romanını konuştuk ( …* )
3.
-Sh. 16: Sevdiği ‘şey’-ler gibi yaşayan yazar / D.H.Lawrence,
Tek (39*23.“güzel söz”) tam O’ysa ,
hiçbir yerde uzun süre kalamaz, kalıcı hiçbir şeye inanç duyamaz,
Oku-yaz , doğru anla !
mülk edinmekten kaçar, çocuk sahibi olmayı hayal bile edemez.
Hep (2*207. “…merzât-illâh”) yolda , Akıl ürünü kusursuz sanat eserlerini değil ham bırakılmış kusurlu
Doğru tarz*- buyruğunca !
kitapları , taş değil ahşap binaları , acemice resimleri sever ; iki
4.
âşığın birbirlerini en iyi kavga ederken tanıyabileceklerine inanır. /
Aklın nur-u ulûm*-ha ,
Gittikçe incelen yüz ( … ) İflah olmaz bir çekip gitme arzusu ( … )
Şâhid (3*18) kul ol da kutsa !
Sh. 18-19: 2010’un kitapları / 2010 yılı boyunca Kitap Zamanı’nda
Hakk’ın yolu duygunsa ,
tanıtılan kitaplardan bir seçme yaptık. 2008’den beri hazırladığımız
Tevhîd* (3*83.“dîn…”) şuûrunda !
“Kitap Zamanı’nın Seçtikleri” bölümünün devamı niteliğindeki
bu seçmenin amacı , okura yıl boyunca yayımlanan iyi kitaplardan
YOL ŞİİRİM !
bazılarını hatırlatmak. İşte Kitap Zamanı’nın 2010’dan seçtikleri …
Sh. 20: (…) “Bir edebiyat var, üstelik roman var.” (…) -Kürt romanı
Öz tek gönlümce
var mı ki ? ( … ) Osman Mazlum: “… Oysa edebiyat kendine bir yol
Hep yol şiirim !
çizmekte daima mahirdir. Bazen edebiyata “çok fazla” hürmet etmeliyiz.
Söz zevk ömrümce
Belki de her zaman.” // Sh.21: www.nesilyayinlari.com Ali Erkan Kavaklı ,
Net son nefesim !
Dünya edebiyatını inceleyerek kendine özgü bir üslup geliştirdi. Roman ve
hikâyeleri dışında , eğitim konusundaki özgün yaklaşımlarıyla tanındı.
İLK BAŞA YAZ !
Toplam tirajı 166 binin üzerinde. / Gizli Dehaları Harekete Geçirme
1.
Kılavuzu / “Herkes potansiyel dahi-dir. Önemli olan potansiyelini harekete
İlk kadim tarz* başa yaz:
geçirebilmektir.” / “Kötü öğretmen yoktur, motivasyonunu kaybetmiş öğret
Yoz “dil-baz” sol* lügatsız !
men vardır.” / “Yeteneksiz çocuk yoktur, yeteneği keşfedilmemiş çocuk var
Okumaz kafa (!) “aymaz”
dır.” / “Çocuğunu sevmeyen anne-baba yoktur, doğru eğitim metodları-nı
Yobaz zat-en Kitap (*)’sız !
bilmeyen anne baba* vardır.” - diyen Kavaklı’nın kitapları yüzbinlere yol
2.
gösterdi. // Derin çete cinayetlerini merak edenler, macera romanlarını seven
Sol aydın yoz, sağ yobaz;
ler … Bu keşif yolculuğu-na siz de katılın! www.nesilyayinlari.com / …* //
İkiz kafa-dar * arsız !
Sh. 22: Beyazperdenin şairleri / … (Günseli Işık*)
Bol “kaht-ı ricâl” nesnâs*
Sh. 23: Bozkırda deniz gören adam / … 2009 Kasım ayında kaybettiğimiz
Söz-nasihat yararsız !
ve “Hayatla sinemayı ayıramıyorum. Biri nerede bitiyor, diğeri nerede başlı
3.
yor, bilmiyorum.” – diyen (Ahmet) Uluçay’ın sineması tüm duraklarıyla ele
Öz “kıymet-i kelâm”-mahz*
alınıyor. / … (Tuba Deniz*)
Sırf okur-yazar* halkız (!)
Sh. 24: Noktalama bilmiyorsanız yazışmayalım / Doktora öğrencisi Faysal
Söz “hikmet-i merâm”-tarz;
Okan Atasoy’un sessiz sedasız kitap haline gelen “Türkçe’de Noktalama”
Dik durur , yan bakarız (!)
başlıklı bir tezi , baştan ayağa noktalama işaretlerini anlatıyor. / … isimli tez
4.
de noktaya kaç sayfa ayrılmış olabilir; içinizden bir tahmin yürüttükten sonra
Ağır şaka korkutmaz,
sürprizi açıklıyorum: (58) sayfa. Peki virgül için ne tahmin edersiniz ? (66)
Zorba-hanzo bâ’zımız (!)
sayfa. / Ahmet Turan Alkan: ( … ) “Metod” kitaplarında bile! ( … ) Noktalar
Açık konuşmaz kurnaz,
yerli yerine: marş marş! ( … ) Yıldızlı pekiyi / … ve her okul kütüphanesi bu
Dobra-argo(*)ağzımız (!)
kitaptan edinmeli bana göre. Türkçede Noktalama , bildiğim kadarıyla geçen
153
5.
Kokmaz riyâ-ihtiras;
Kokarsa* sabunlarız (!)
Korkmaz zira utanmaz;
Utansa* savunmayız (!)
6.
Şarlatan* alkışlanmaz;
Mizah-sanat* tutarsız !
Mukaddesat taşlanmaz;
Kahraman* savunmasız !
7.
Ön-ayak ardda kalmaz;
Söz-uyak* mukaffamız !
Yaz, ancak sonra susmaz;
Oku-bak “yol” amansız !
ÖZ NÜKTE “İLK SÖZ”
1.
Yaşamak “iç dil”-ince
Öznel duygu düşünce !
O Var (bak-kim ?)zihninde
Sözel vurgu gönlünce !
2.
İnsiyak değil de –ne ;
Özel lisan “hâl” böyle !
İştiyak “kök” bilinç’te ;
Güzel beyan var-söyle !
3.
Şimdi “ilk söz” yerine
Şu “birkaç şiir” işte !
Bil ki ,“öz nükte” nice
Sus salt emr-i(“Kün”)dinle !
4.
Dinle “nabz-ı kalb” hece
Sor zor mu hâl son füc’e !
Can nefes şok hep böyle
Yol bu minvâl Mahşer’e !
RABBİM !
sene edebiyat ödülü veren jürilerin dikkatini çekmedi , halbuki hakkıydı.
Aynı şey sayılmaz ama bu esere yön veren … Hoca’ya ve iğneyle kuyu kazar
gibi çalışarak yazı hayatımıza biraz daha aydınlık getiren … Atasoy’a haddim
olmayarak yıldızlı pekiyi* takdim ediyorum. Azımı çoğa tutsunlar! //
Sh. 25: Sorularınızla dolaşmak zorunda değilsiniz… / İlk Baskı 120.000 adet /
Çizgimizi Hecelerken , M. Fethullah Gülen* / … Hocaefendi’nin entelektüel
bakış açısında hayatın farklı üniteleri, hadiselerin ve insan ruhunun çizgi çizgi
izleri bu eserde .. / Genel Dağıtım: Gökkuşağı … www.nil.com.tr / Nil yayın*
Sh. 26: Yazmak üç defa / Seyit Göktepe,Yaşamak Üç Defa’da , ilk iki kitabın
daki genel yapıya geri dönüyor. Olayı bütün bütüne öyküden öteleyerek , duru
ma odaklanan , kelimelerin söz yükünden ziyade sadece seslerine kapılarak
yeni bir atmosfer inşa etmeye çalışıyor. / Serdar Güven: ( … ) Kısa kısa cümle
ler / Çoğu zaman birkaç kelimeden oluşan kısa cümleler. Peş peşe gelen bu
kısa cümlelerin tümüne hareket kazandıran ortak bir yüklem. Kelimelerin
anlamsal yüklerinden ziyade, biraz da başından beri şiirsel bir anlatım esas
alındığı için , kelimenin ses yükünü dikkate alan bir tercih. Olayı görünür
kılmaktan ziyade, çağrışımların arasına gizleyen bir yazarlık tercihi. Öykü
lerin değişmesine rağmen durumun hep aynı kaldığı zannı yaratan bir anlatıcı
… Seyit Göktepe’nin “Ben Ol da Gör ” kitabı dışında kalan üç kitabında
esas aldığı yönelim aşağı yukarı böyle. Böyle olunca , okurunu büyülemek
yerine, bir tür sıkıntının içine çekiyor yazar. Zaten , son kitabında yer alan
“İnziva” öyküsünde bu durumu çok da önemsemediğini anlatıcısının ağzın
dan aktarıyor yazar.Göktepe daha çok yazının kendisiyle ilgili çünkü.Alıcıyla
değil. Anlatmaktan ziyade yazmakla büyülenmiş durumda. / … okurunu pek
fazla önemsemeyen anlatıcı , kimi öykülerde hayalî bir okur’la konuşma
ihtiyacı duyuyor. Örneğin , … Bu tercihe başka öykülerde de başvuruyor
yazar. Öykünün sözden çok sese yaslandığını , kimi öykülerin birbirinin
tekrarı olduğunu fark eder etmez anlatıcı unsurunu devreye sokarak okura
kolay yoldan ulaşmayı hedefliyor ve niyetini anlatma ihtiyacı duyuyor. Bu
durum , kimi deneysel çabalara girişmiş yazar’ın bu çabasının sonuç vermedi
ğine yazarın kendi ağzından itirafı bir bakıma. / “Dinlemek bildiğim , yaz
mak’mış meğer” / … Özellikle “İnziva” öyküsünün dili üzerinde dikkatle
durulmalı kanımca. / Yazarın bir önceki kitabında yer yer görülen ve bu
öyküye daha olgunlaşmış bir şekilde taşınan etkileyici dil maalesef kitabın
tümüne yayılmıyor. Onun yerine, birbirini tekrar eden cümle yapıları ve
başarılı olmayan kimi kurgusal durumlara başvuruyor yazar. Dahası ,
peş peşe gelen ve artık yazarla özdeşle(ş)miş kısa cümlelerin arkasından ,
zaman zaman şu türden uzun ve kusurlu cümleler okuyoruz: (-sh. 155)
*******
Müştâkım Gül* Muhammed’e muhabbet sohbet-i aşk
Ölüm ömrüm mahşer gönlüm meşk içten nabz-ı kalbim !
Niyet tarz-ı amel tavrım muvâfıksa muvaffak
Tedbîrimi takdîrine tevfîk eyle , ey Rabbim !
İNŞADIM MESAJ !
1.
Şiirimsi tad
Sohbet-i irşâd !
Mâruf farz-mesaj*
… Canlı belâgat // Tatlı nasihat*
154
Şiirsel inşâd !
2.
İnşâdım mûtad
Türkçe Sözlük bak !
Kitab’ım Mushaf*
İlk görev(7*204)insât !
3.
Kök anlamca fark
Ön nûn harf-i sâd !
Susmak konuşmak
Mükemmel dikkat !
4.
Türkçesi susmak
İç dil* konuşmak !
Gizem mâlûmat
Zihinsel inşât !
5.
Tek “el-Kitâb”salt
Dil zengin kaynak !
Din “bilgi-inanç”
Kültürel lezzât !
6.
Güzel dil önşart
Hayat Din-i Hakk*
Kadim tarz “sanat”
Evrensel lügat !
7.
Teşehhüd ilk farz
Salât tam mi’râc !
İnşâd’ım “mesaj”
Kök-İslâm*minhâc !
“Buraya kadar geldikten sonra araya girmesinin hiç doğru olmayacağını
hissettiği halde kendisini dışar(ı)dan izleyip her hareketini tuttuğu defter
benzeri defterlere hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan kaydeden birilerinin
varlığından duyduğu şüphenin artık önünde durulamaz bir hal aldığını da
artık kabul etmek zorundaydı.” / … bunca eleştiriye rağmen , … ( … ) …
kitabın pek çok yerinde karşımıza çıkan ve şahane birer dize olarak okuna
bilecek şu cümleler üzerinde uzun uzun düşünülmeli: “…” / “Dinlemek
bildiğim , yazmakmış meğer.” // Necip Tosun: İroni ve melankoli arasında /
… / Gökhan Özcan , Hiçbişey’den yirmi yıl sonra yayınladığı ikinci kitabı
Serçe Parmağı’nda , lirik şiirsel bir dille, modern insanın yaşadığı açmazlara
eğilir. İroni-den melankoli-ye, başkaldırı-dan tevekkül’e kadar pek çok kanal
da akan öykü dünyalarında dolaşır. Bazen masalların büyülü dünyasına eğilir,
bazen resmin , görüntünün simgesel imkânlarına … Çarpıcı cümleler ve etki
leyici aforizmalarla özellikle çağrışım ve göndermelere yaslı bir dil tutumu
içer(i)sinde olur. / Anlatıcı , hayatın karmaşasında , telâşında , nasıl bir hayat
yaşadıklarının farkında olmayan insanlara parmak kaldırıp, bir saniyelerini
rica eden bir uyarıcı gibi-dir. Onlara hayatta neler kaçırdıklarını , sonunda
ölüm olduğunu hatırlatmak için bu kaosta söz almaya çalışır. Yalan , ziyan
yaşamları bir bir ortaya döker. Böylece hayatın yanlış rutinlerini bozarak ,
“Herkesin mütemadiyen konuştuğu ve aslında kimsenin kimseyi dinlemediği
bir yerde çaresiz” meramını anlatmaya uğraşır. Birbirlerini yiyen , birbirlerini
görmeyen , saçak altında iç çekenleri duymayan modern insan’a eleştiriler
getirir. / Kendisiyle yüzleşen modern insan / … dili ustalıkla kullanırken , … /
Etrafındaki her şeyi konuşturur, onlara mikrofon uzatır. Bazen bir …/ mektup,
bizzat yazarına yeni bir mektup yazar. / Kitabın son öyküleri tümüyle içsel bir
derinliği yansıtır. Delilik , yalnızlık sınırlarında gezinir öykü kişileri. Kendi
kendine konuşan Dostoyevski’nin kahramanları gibidir-ler. Bu bölümlerde
modern insanın dışlanmışlığı , yenilgileri iyice netleşir. Anlatıcı ; sevgisiz,
hoyrat, faniliği fark edemeyen ve hayatı yaşanmaz hâle getiren tüm kurguları
eleştirir. Bu öyküler, tümüyle ölüm merkezli , insanın ölüme kayıtsızlığını
işleyen , … tahkiyeden çok deneme türüne yaklaşan metinlerdir. (…-sh. 157)
*******
(Bkz. Osmanlıca-Türkçe / İslâmî-İlmî-Edebî-Felsefî / Yeni Lügat , Abdullah Yeğin , Hizmet Vakfı Yayınları İst. 1991 “İrşâd : Doğru yolu göstermek. Aklî ve kalbî , muknî ve te’sirli eserler veya sözlerle gafletten uyan
dırıp hidâyet yolunu …”/ “İnşâd: Şiiri kaidesine uygun âhenk ile okumak. Arayıp soruşturmak. Gaib olan bir
şey’i haber vermek.” / “İnsât : Susup dinlemek , susmak. Gizlenerek gitmek.” / “İnşât : Ferahlandırmak.
Neş’elendirmek. Sürûr…”)
(Bkz.Kur’an: 7* 204 . “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki , size rahmet edilsin.”)
TEK GÜZEL*
1.
Gel de can şevkiyle dinle
İçten sev, dirileceksin !
Sez “iç dil” zevkiyle söyle
Fikren derinleşeceksin !
2.
Gir şiirsel atmosfere
Gerçek “içsel” hiss-i kalbin !
Gör zihinsel “mükâşefe” *
155
O tek Güzel* bil ki Rabb’in !
ÖZ GEREKÇE
İstersen en başa yaz önce şu tek nedeni
Nice entel lügatsız echel kitapsız belli !
Söz nitekim (“Men lem-yezuk...”/ bilmez yazık!)*espri
İşte çok yoz “ham yobaz” (*) sezmez öz gerekçemi !
İÇERİK ÖRNEKLER
Şiir fikrin incisi
Fikir zikrin goncası
Zikir aşk’ın cezbesi
Aşk Hakk’ın tecellisi !
…
Şiir gibi güzel konuşmaksa şart
Yaz gönül lügatından üslûbunca !
Yaşamakça güncel yazmaksa sanat
İşte gözönünde tam olduğunca !
…
Kendini anlatmak istiyor insan
Ruhta yoğunlaşan ilhamlar gibi !
Ey lâfazan ahmak ! Yetmiyor lisan
Şuurda yok zaman TEK O VAR belli !
…
Her dem hızla değişirken hep başka renkten renge
Dönen dünya kabuğunda hayatın cilvesi ne ?!..
…
Gerçek hayâl boyutunda aklımca içten denge
Güzel rüya yorumunda açık görkem mûcize !
…
Donuklaşan yüzlerde pörsüdükçe cild maskı
Her çizgide apaçık işte alınyazısı !
…
Her lisan konuşamaz ilhâmın şiiriyle
Ancak vahy’in yolunu anlayanlardan dinle !
…
Sözler de anlatamaz özünü tam gönlünce
Nice divan* dolusu üslûb-u beyan dilde !
Gözler de kavrayamaz okusa da ömrünce
Evrensel her boyutu okuttu Kur’an işte !
(Bkz. Kur’an: 3 / 83. “Onlar , Allah’ın dininden başka bir din mi araştırıyorlar ? Halbuki göklerde
ve yerde ne varsa , hepsi de ister-istemez O’na boyun eğdiler ; hepsi de O’na döneceklerdir.”)
ÖZET SÖZ
1.
Hayat düstûr-u rahmet
Ayet-i Kur’an özet !
156
Fıtrat “nûr-u Muhammed” (*)
(-Sh. 155’den … ) Lirizme yaslanan bir anlatım / … Lirik , şiirsel metin
Gaye-i vicdan gözet !
lerde; yaşama coşkusu , aşk , fanilik , yalnızlık duygusu dile getirilir.
2.
Özellikle “… , … , …” öyküsü şiirin imkânlarından yararlanır. Zaten
Gönlünce düşün de sez
modern insanın yalnızlığı dile getirilmek istendiğinde, öykücüler, lirizmin
Söz zaten içten hisset !
kapısını çalarlar. Çünkü içsel gerilim yansıtılmaya çalışılırken düzyazının
İlk gerçek gördün son kez
mevcut olanakları yetersiz kalır. Metinde dışsal dünya ile bağları kopuk
Ruh hâletinden nisbet !
içsel bir derinlik hedeflenirken ritimle yoğunlaştırılmış bir anlatı* kurul
3.
maya çalışılır. / Dramatik durum , çatışma , içe yöneliş dil’le gerilimi artır
Ömrünce düş şu dem tek
mış, dışsal dünyanın figürleriyle ilişkiler bu bağlamda kurulmuştur. Artık
Yol “lika-ullah” hem-mevt !
dış dünyanın olayları anlatılmamakta , sadece yorumları yapılmakta , etkisi
Gönlünce yolcu herkes
aktarılmaktadır. Anlatımın ağırlığı , tümüyle dilin gücüne yaslanmıştır.
Sor, hiç anlamaz; -ibret !
Duygunun , coşkunun temsili , iç ses’in tam olarak yansıtılabilmesi için
4.
gerilim’in sürdürülmesi gerekir. Burada hikâye geri planda-dır, silik-tir,
Dil-dem mahrem mâhiyet
duygular daha (ön-) planda’dır. Amaç, bilgi değil , duygu aktarmaktır.
Tevekkül istikamet !
Böylece okurun içten bir anlatımla aktarılan duyguyla özdeşleşmesi
Gizem mülhem mârifet
arzulanmaktadır. Bu öykülerde Özcan dilin imkânlarını sergiler. Onun öykü
Tefekkür ruh-u hikmet !
lerinde hikâye / olay tümüyle geride, arka planda-dır ve öykü , daha çok
5.
düşünce ve bilinç düzleminde ilerlerken , şiirsel düzyazı* diyebileceğimiz
Zevk-i idrâk keramet
bir biçimle dışa vurulur. Konuşan somut biri değil , soyut bir iç ses’tir ve
Dünya düş değil , gerçek !
tümüyle bir iç döküş’tür. Bu şiirsel iç döküş, bir anlamda hayatla hesaplaş
Vehbî işrak * hidayet
ma / yüzleşme manifestosu gibidir ve sonuçta hayat, düzen ve çağ üzerine
Özet söz “iç dil”- demek !
getirilmiş yoğun , derinlikli , çok katmanlı eleştirel bir yapıda-dır. / Onun
6.
anlatım imkânlarından biri de ironi-dir. Gökhan Özcan , öykülerinde hayatı
Derûnî lisan niyet
yorumlamada , gerçeği aktarmada ironik anlatım’ın ne denli etkili olduğunun
Hâletim mahremiyet !
çarpıcı örneklerini verir. İronik yaklaşımla , gerçeğe vurgu yapar ve böylece
Mecbûrî istikamet
gözden kaçırılan , atlanan kimi gerçekleri , doğruları ironize ederek gündeme
Hâcetim mahz-ı iffet !
getirir. / Rafineleşme, seçmecilik , tekrar-dan kaçınma ; evet. Ama öyküye
7.
yirmi yıl ara ; fazla uzun. // -Sh. 27: (Sadık Yalsızuçanlar :) Yaşayan bilgelik
Doğruluktan ibaret
mirası / Tasavvuf alanındaki çalışmalarıyla tanınan William C. Chittick’in
Dîn-i İslâm mesaj net !
öncülü Seyyid Hüseyin Nasr’ın izini sürdüğü , ‘irfanî düşünme geleneği’-ni
Tek Allah’tan inayet
işleyen “Kosmos’taki Tek Hakikat” Türkçe-de. Chittick , kitapta , İslam’ın
Tarz-ı merâm muhabbet !
bugün ancak kabuğuyla yaşandığını ortaya koyuyor. / … İrfan külliyatı-nın
zenginleşmesine yaptığı katkı , her türden takdirin ötesinde. / … * gibi kitap
ÖZ-NE ŞİİR !
lara imza atmış olan Chittick’in , dilimizde olmayan çalışmalarının da çevril
1.
mesinde yarar var. Chittick ; İbn Arabi , Hz. Mevlânâ , tasavvuf ve İslam’ı
Ben varım da O mu yok ;
Batı’ya tanıtan bir mütefekkir yazar. Arapça ve Farsçadan İngilizceye yap
Kendine sorsun herkes !
tığı çevirileriyle tanınıyor dünyada. New York Stony Brook Üniversitesi’nde
Rabbim çok büyüksün çok ;
karşılaştırmalı edebiyat ve kültürel araştırmalar * profesörü. En derin konu
İdrâk-i beşer yetmez !
ları en sade ve anlaşılır bir şekilde dünya okuyucusuna sunmayı başarıyor. /
2.
Aklın sınırları arasında / Chittick ; ‘hakikat’ kelimesiyle nitelenmeye sadece
Öz havsalaya sığmaz ;
Allah’ın kendisinin layık olabileceği , O’ndan gayrısı-nın hepsinin konumları
Tam söz “Allah-ü Ekber !”
nın muğlak olduğunu savunuyor. Kosmostaki Tek Hakikat’te, bugün İslam’ın
Tek Kur’an nazm-ı niyaz ;
ancak kabuğuyla yaşandığını ortaya koyuyor. İrfanî Tasavvufi geleneği hayata
Zaten gönlü cezbeder !
geçirerek modernitenin putlarından kurtulup ‘öz’-e nasıl inilebileceğinin
3.
ipuçlarını veriyor … Kitap; ilm-i kâinat , ilm-i nefs, İslam kozmolojisi ,
Aklımca ne yazsam az ;
İslam’ın irfan geleneğinin modern dünyaya göre duruşu ve bugünün dünyasın
Öz-ne şiir hiç bitmez !
da uygulanabilirliği başlığı ile sunulmuş.Yedi bölüm-den oluşuyor. (…) İslam
Sözler de yansıtamaz ;
irfan geleneği , yaşayan mirasımızdır. Gelenek tabirine ilişkin zihin karışıklığı
Gönlümce dil bilinmez !
nın giderilmesinde, Chittick gibi gelenekselci yazarların işlevinin (… sh. 159)
157
ZÜBDE-İ HAYAT
1.
Ruhuma musallat tezad üslûbu
Has şiir Rabbim’e kulluk şuuru !
Öz zübde-i hayat tek “edeb yâ-Hû”
Ahlâk-ı Hamîde* tam Kur’an yolu !
2.
İnsanı aldatan nefsin gurûru
Düşün kim yarattı beden ve ruhu ?
Tam iman nurundan kalbin huzuru
(“Elâ bi-zikrillâh...”)hayat yorumu !
(13*28.“Alo, dikkat / Gözünüzü açın ! Gönüller yalnız Allah’ın Zikri’yle yatışır / tatmin bulur.”)
(Bkz. “54 Farz Şerhi / Her müslümanın öğrenip tatbik etmesi gerekli Temel Din Bilgileri” Ahmed
Kemâleddin Üstün , Bedir Yayınevi – İst. 1976 / sh. 19 : Külliyat-ı Ebi-l’Beka adlı kitapta denir ki :
“ZİKR’in iki manası vardır: Birisi , bir şeyi telâffuz edip dile almak , anmaktır. İkinci manası , diliyle andığı
şeyi kaybolmayacak hasiyette zihninde hazır etmektir ki , unutmamaktır.” Zikrin daha başka manaları da
vardır. Namaza ve Kur’an-a da zikir * denilir.)
(Bkz. Zikrullah’ın Faydaları , M. Zahid Kotku , Seha Neşriyat – İst. 1983 / sh . 6*)
(Alıntı “örnek hutbe” Bkz. / T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı (28 Ocak 2005) Dr. Ekrem Keleş , Din İşleri
Yüksek Kurulu Uzmanı) Ayet: Bakara , 2*186.“ …” DUA VE ZİKİR // -Muhterem Müslümanlar ! İnsan
hayatının en değerli ânı , Yüce Allah’a yönelip O’nunla başbaşa kaldığı zamandır. Allah ile başbaşa kalmanın
en güzel yolu , (duâ ve zikir) zira (“Duâ , ibadetin özüdür.” / Bkz. Tirmizî , Deavât , 1.)
Dua ve zikir, Allah ile kul arasında kuvvetli bir bağdır. Duadan ve zikirden uzak kalmak , kişinin Yaratıcı ile
irtibatının zayıflamasına , bunun sonucunda da dinî hayatında gevşekliğe sebep olur.Özellikle günümüzde
kalpleri katılaştıracak o kadar olumsuzluklar var ki , böyle bir ortamda , Müminin dua ve zikirle iç içe yaşa
ması daha bir önem taşımaktadır. Dua ve zikir ile yaşamak ,Allah’ı görüyormuş gibi yaşamaktır. Her ne kadar
biz O’nu görmesek de, O bizi görmektedir.
Dua ve zikir , kişiye Allah’la birliktelik bilinci kazandıran ve Müminin zamanını manen diri yaşamasını
sağlayan bir disiplindir. Zaman , kişiye verilmiş (ömürlük kredi*) büyük bir emanet ve nimettir. Dua ve
zikirle mümin , zamanı diri tutar. Dua ve zikirle iç içe yaşayanın her ânı ve her davranışı bilinç yüklüdür.
Allah’ın rahmeti böyle bir Mümini bir bahar serinliği gibi sarar. Artık o, günlük hayatının her aşamasında
Rabbini unutmaz. Hangi işle uğraşırsa uğraşsın , kalbi ve gönlü Rabbi ile beraberdir. Dünyevi işleri ile
meşguliyeti , onu Allah’ı hatırlamaktan alıkoymaz. Ne ticareti , ne alış-verişi onun Allah’ı anmasına engel
olabilir. (Nur : 24*37) Bir taraftan dünyevi kazançlarını elde ederken diğer taraftan gönlü kendisini seven ,
koruyan ve gözetenle beraberdir. Bu haliyle o, (Bakara: 2*152. “Beni anın ki , ben de sizi anayım …”)
âyetini hayatında fiili olarak uygulamış olur. / Allah’ı unutmamanın bir gereği olarak gerçek mümin , kolay
kolay kötülük işleyemez ve Allah’ın koyduğu “hududullah”-sınırları çiğneyemez. Çünkü şeytanın veya nefsi
nin dürtüklemesiyle ne zaman bir kötülüğe yönelse, hemen Rabbi’nin kendisini görmekte olduğunu , kalbin
den geçenleri bildiğini hatırlar. Onun kendisine verdiği değeri düşünür ve içinde yaşadığı bu güzelliği kaybet
mek istemez. Böyle bir şeyin , kendi huzurunu dinamitlemek anlamına geleceğini bilir.
Değerli Müminler ,/ Hiç kimsenin sesimizi duymayacağı yerde sesimizi duyan , hiç kimsenin bizi göreme
yeceği yerde bizi gören , hiç kimsenin bilemeyeceği niyetlerimizi ,düşüncelerimizi ve sırlarımızı bilen , hiç
kimsenin yardım edemeyeceği durumlarda bize yardım edebilecek olan , hiç kimsenin bizi umursamadığı
158
zamanlarda bizi dikkate alan (*)’ın rahmet ve sevgisine mahzar olmaktan daha öte bir mutluluk düşünülebi
lir mi ? İşte dua ve zikir , bu sevgi ve rahmet kaynağına bağlanma başvurusudur. Bu bakımdan dua ve zikir
le yaşamak ,huzur içinde yaşamaktır. (Gafir / Mü’min: 40*60. “Bana duâ edin ,duânıza karşılık vereyim.”)
mesajını kavramış olarak yaşamaktır.
Allah kalıplara ve şekillere değil , kalplere bakar. Kalp kötülüklerle dolu ise, ona değer vermez. Bundan
dolayı Hz. Peygamber , (“Allah Teâlâ* gafil bir kalpten hiçbir duâyı kabul etmez.” / Tirmizî , Deavât , 64.)
buyurmuştur. / Dua ve zikir , ibadetin ruhu ve özüdür. Nitekim en kapsamlı ibadet olan Namazın her rek’a
tında Fatiha okunmaktadır. Namazlarını kılan müminler ,günlük ibadetimiz olan ve zikrin bütün çeşitlerini
kapsayan namazda Fatiha sûresi’ni her gün okumaktadırlar. Kur’an-ı Keriym’in anahtarı mesabesindeki
Fatiha sûresi’nde örnek olarak en güzel duâ ve zikir cümlelerine yer verilmiş olması Müslüman’ın daima
duâ ve zikir ile iç içe olması gerektiğinin bir kanıtıdır. / Sözlerimi bir Hadis-i şerif meâliyle noktalıyorum :
(Buhari , Deavât , 66. / “Rabbini zikredenle etmeyenin farkı , diriyle ölünün farkı gibidir.”)
ÖN-DEYİŞ’İM !
1.
Yol anlık öz değişim
Hep böyle gider sanma!
Tam mantık öndeyiş’im
Tek günce mahşer sonra!
2.
Örnek kasd-ı niyetim
“Likaullah” aslında !
Gerçek sonsuz dileğim
Hak Kur’an mesajında !
3.
Şimdi ilk kez öz sezgim
Zikr-i nefes nabzında !
Bil ki son dem özlemim
Allah hakikatında !
4.
Özüm iç dil şiirim
Nabz-ı can anlamınca !
Sözüm bilinç nitekim
Sonuç ilk başlangıçta !
MAKSAD-I MERAM
1.
Göz sanki dar pek ufak
Nazar-ı mâkul lemham !
Söz manidar hem muğlak
Galat-ı meşhur kelam !
2.
Kâinat mahdut âfak
İşte hiç şaşmaz nizam !
Allah mâbud-u mutlak
Nice giz lügâz-ı tam !
3.
Gördün ya ölüm girdap
Sırat tasvir-i encam !
(-Sh. 157’den: ) çok olduğunu söyleyebiliriz. Vedat Aydın’a katılıyorum:
Chittick , bu zengin miras için ‘kaybolmakta olan bir miras’ tespitini yapar.
Zira günümüzde İslam’ın dört temel konusu olan: Allah , kâinat, insan nefsi
ve insanlar arası ilişkiler, aslî mecrasından çıkıp, yüzeysel , aklın sınırları
içinde kalarak taklit ile sınırlandırılmıştır. Halbuki bu miras ancak Kur’an
ve Hadis gibi İslam’ın temel iki kaynağından beslenen bir bakış açısıyla ele
alınabilir ve taklitten tahkîke giden yol gösterici fonksiyon icra eder. Bu
manada şu hususun altını çizer: “Menkûl bilgiyle irfanî ilmin arasındaki farkı
anlamanın en iyi yolu belki de, aynı zamanda aralarındaki ilim tahsili yolu’
nun farklılığını da ortaya koyan , ‘konu hakkında selahiyet kazanmış gerçek
ehliyet sahiplerini takip etmek’ anlamındaki taklid ve ‘hakikatini bulup yaşa
ma’ anlamındaki tahkîk terimlerinin arasındaki farkı tefekkür etmektir.” /
Kitap okuyarak ârif olunmaz / Chittick’in bu tespitlerinin haklılığını , günü
müzde bir konuda ‘uzmanlaşmış’ (!) kişilerin yüzeysel ve sığ çalışmalarında
görebiliyoruz. Bu zengin mirasın anlaşılabilmesi için Kur’an ve Hadis’ten
istinbat yoluyla bilgi elde etmek yerine, modern araçları kullanarak sınırlı
alana hapsetmeleri bu görüşümüzü destekler mahiyettedir. Yazarımızın da
belirttiği gibi , ‘Müslüman mütefekkirlerin çoğunun tefekkür ameliyelerinde
takip ettikleri adımlar, hakikaten de İslamî idrâk ve düsturlar tarafından
belirlenmemektedir. Bilakis bu adımlar, akıl ve düşünme pratiklerine dair
önce ilköğretim ve lisede şuursuzca tahsil edilen , sonra da üniversitede ve
profesyonel eğitim safhasında tasdik , teyit ve tahkîm edilen her türlü alış
kanlıkla şekillenip kalıplaşıyorlar. Böyle insanlar Müslümanlar gibi namaz
kılıp oruç tutabilirler, fakat bir Müslüman gibi değil ; bir doktor, mühendis,
sosyolog ve siyaset bilimci gibi düşünürler.’ / Guenon’un da belirttiği üzere,
kitap okuyarak arif olunmaz. Chittick’in kitabı , bize bunu bir kez daha
hatırlatıyor. Ama , okumadan da olmaz. İrfana açık ve hazır hale gelmenin
ön hazırlığı OKUMAK’tır …* //
Sh. 28: Şiirde mekân olarak taşra / Selim Temo’nun “Türk Şiirinde Taşra”
kitabı , Türk şiirinin yeni bir poetik dili işaret ettiği önemli iki tarih aralığını
inceleme nesnesi haline getiriyor. 1859 ile 1959 yıllarını kapsayan eser, bir
yandan bu yüzyıllık süre zarfında Türk şiirinin temel seyrini kanon dahilinde
ki şairler üzerinden anlamaya çalışırken , diğer yandan da sözü edilen bu şair
lerin yapıtlarındaki taşra olgusunun mahiyetini göstermeye çalışıyor. / Kemal
Varol: ( … ) Türk şiirinin seyri ( … ) Türk edebiyatının görme biçimi ( … ) //
159
Şu dünya ömrüm tuzak
Hayat tanzim-i eyyam !
4.
Kaynak tek oku ve yaz
Maksad tavzih-i ahkâm !
Ahmak kör yolcu aymaz
Sabahtan belli akşam !
5.
Tam Kur’an nûr-u mehtap
Açık maksad-ı meram !
Has lügat ruh-u idrâk
Okurum mahz-ı selâm !
Sh. 29: Poetikasıyla İkinci Yeni (*) / Alâattin Karaca , yeniden yayımlanan
İkinci Yeni Poetikası’nda Türk şiirinin önemli kırılma noktalarından biri
olan İkinci Yeni * Şiir algısını ele alıyor. Karaca , yeteri kadar irdelenmemiş
bu dönemi ve şairlerini bir akademisyen tavrıyla görünür kılıyor. / Celal
Fedai: ( … ) Poetikayı doğru anlamak ( … ) Türk şiirini kökten değiştirmek
( … / Şairin nesnelere, dolayısıyla dile bakışını değiştirmesinin şiiri kökten
değiştireceği gerçeğiyle yüz yüze kalıyoruz. Önceleri uç bir noktadan başla
yan girişimler, doğru bir kürsüden doğdukları için kısa zamanda gelişiyor
ve yaygınlaşıyor. Bunda da çalışmanın son bölümünde ele alınan; estetik
algıya , iç ve dış dünyaya , öteki sanat alanlarına , şiir geleneğine yönelen
yaklaşım biçimleri belirleyiş(c)i oluyor. Yine de … / İkinci Yeni şiir algısı
nın poetikası , kabaca tanıtmaya çalıştığım diğer bölümlerden ayrılamayacak
bir yapıya sahip çünkü. / Sanırım İkinci Yeni şiir algısının şairleri , sözleşip
ŞİİR GÜNCEL DİRİLİŞ
bir araya gelseler bu denli sahih bir şiir sergüzeştini kendilerine mal edemez
1.
lerdi. Alâattin Karaca’nın İkinci Yeni Poetikası*, bu
Gözlerim açıkken gönlüm uyanık
sergüzeşti her bakımdan görünür kılıyor. Akademisyenler
İç dil büyüsüyle evrensel bilinç !
için başucu kitabı olduğunu biliyorum. Umuyorum ki ,
Sözlerim tanıkken ömrüm şu anlık
şairler için de öyle olsun … //
Şiir ruh hüznüyle ne güzel sevinç !
Sh. 30: Şiire tutulan ayna / Güneşe Tutulan Ayna* adlı
2.
kitabında Prof. Dr. M. Fatih Andı , son dönem Türk şiirine
Net bilinç cehlimden ölüm karanlık
eğiliyor. Yahya Kemal’e, Necip Fazıl’a , Cahit Sıtkı’ya ,
Ruh ışık gücüyle bedensel iç giz !
Tanpınar’a , Necatigil’e, Sait Faik’e dair değerlendirmeler
Hep sevinç Rabbim’den her gün aydınlık
ve incelemeler yapan Andı* imgelerin ve motiflerin peşinde. /
Gece gündüzüyle güncel diriliş !
(Alâattin Karaca: ) … Bu yapıt, yazarın genelde son dönem
Türk şiirine ilişkin değerlendirme ve incelemelerini içeren
ÖZNEL DİVANÇE’M !
çeşitli makaleler-den oluşmakta. Makaleler, “Aynaya Bakmak”
ve “Aynadan Bakmak” başlıkları altında iki bölüm-de toplan
Şu şiir defterim ömrümden özet(*)
mış. / Ece Ayhan , çeşitli yazı ve söyleşilerinde kimi şiirlerin
İşte arz-ı hâlim öznel divançe’m !
ancak bir ayna’yla okunabileceğinden söz eder. Ters yazılmış,
Söz “iç dil” nefesim gönlümden örnek
sıkı şiirler-dir bunlar. / … (-devamı: sh. 166*)
Bence “tarz-ı kadim” güncel öz Türkçe’m !
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww.
(*)Tamamen Batı kaynaklı “kültür emperyalizmi”-ideolojik “izm-ler” tezgâhlanarak Türk-İslâm tarihimizden
miras “mukaddesat” değerlerimizi içinden çürütüp milletimizi ayakta tutan ne varsa şu “son yurt-köprü vatan”
Anadolu-Trakya topraklarının şühedâ ecdadımızın mübarek kanlarıyla yoğrulmuş “ruh mayası” birlik-dirlik
“devlet-töre” şuur-u tarih huzur-u nizam “geleneksel düzen” bütünlüğümüzü kökten bozmak kasd-ı ihânetine
yönelik kumkuma “soğuk savaş” şeâmet-dönemler boyunca “sol”-saldırılar* sanki Truva Atı’ndan farksız
“ajan-enteljansiya(!)” hatta bürokratik insiyatif temsilcisi(!) bazı “politik güç odakları” güdümünde eylemcibaskı(n)larla amaçlarına uygun “ortam-lar” oluşturmak zorbalıklarınca saptırılmış şuursuzlukta , toplumsal
yaşamın her noktasına bağlı “varlık ve bağımsızlık”dengelerimizi içten içe sarsıcı stratejiler uygulayıp alt-üst
ettiği “ideolojik milâdıyla(!)1968*sonrası: anarşi !”-hengâmesi hengâmında hebâ olup-giden nice yıllar ardın
dan , evet; “ömrümden özet” tepkilerim’in birikimi , işte (…“tarz-ı kadim” güncel öz Türkçe’m!) şöyle bir
temel “gerekçe” savunmasından ibaret (“Türkçe Sözlük” T.D.K. Yayınları , Sayı: 175 /Yeni Matbaa – Ankara
1959) kapsamınca (Bkz. “Din …3. mec. İnanılıp çok bağlanılan fikir veya ülkü: Atatürkçülük Türkün dini
dir.*) anlaşılamaz mı misal-söz: “zırva te’vil götürmez!” zira ahmakça / ya da açık kaamûs-sözlük : kitaplar lügatlarla da açıklanamaz mı “tepki dili”-(m) ne diye din şiiri ?! Nitekim bir küçük kaynakça bile yeter işte:
(Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü , Dr. L. Sami Akalın , Varlık Yayınevi-İst. 1980 / 5. Baskı: “Arı (dil): Dil
bakımından çok duru ,içinde hiç yabancı söz olmayan yazı ve anlatım. / Dil’de arıtmacı-Arıcılık (Fr.Purisme):
Dilde arıcılık. Bizde Türkçeyi , elden geldiği kadar yabancı söz kullanmadan (-Nasıl olabilirse ?!) konuşup
yazmayı amaç edinen dil akımı./ Ayrıca, Bkz. “Konuşma Dili” ve aynı konuda , Fransız şairi Paul Valery’nin
160
,“konuşma dilinden bir şiir dili çıkarmayı , şâirin görevi” saydığını belirten sözü. / Yine ayrıca , Bkz.
“Konuşmak” ve aynı konuda Montaigne’in sözü. / Şimdi bu anlayışa karşılık “klasik” ne demek ?
Öncelik terim*mânâ-yi müşterekesiyle,“Antik (Fr. Antique): Eski Avrupa için eski Yunan-Lâtin uygarlığı.
Genel anlamıyla …”/ Klasik (Fr. Classique): Eski Yunan ve Lâtin sanatı ve edebiyatı ile ilgili./Eski Yunan ve
Lâtin, ya da 17. yüzyıl sanatı örneğinde olan./ Klasizme uyan.”(-Hangi klasizm’e uyalım da uyanalım ; Türkİslâm klasizmi için referans-kaynak’lar yok mu ? Onlara da başvuralım ,yasak mı ?!) Bkz.“Kitâb (Kitap)” ve
aynı konuda ,“Sözden Söze” Nurullah Ataç’ın sözü. / Daha çok konular var araştırıp soruşturmaya yatkın
zihinlerde merak uyandıracak ve bilginin temel kaynaklarını oluşturan kitaplarla aramızdaki dil uçurumunu
aşmamızda , antik-klasik kültürümüzün derin köklerine ve zengin değerlerine ulaşmak , kadim irfanımızla
çağdaş-modern düşüncemizi irtibatlandırmak bakımından köprü olacak geçmişten bugüne !)
İÇERİK
Sanki biricik özüm
Birkaç cümlecik sözüm !
Gün hemencecik ölüm
Ömrüm içerik gönlüm !
BİRİKİM
Tek gönlümce özel şu defterimden
Alıntısız çalıntıya iznim yok !
Nice ince emek - birikim içten
Saklanmış şiirin meraklısı çok !
ŞİİR MERAKIM
1.
Gözler dıştan bakacak
Söz gönlüme akacak !
Tam içten okuyacak
Özünce anlayacak !
2.
Şiir merakım ancak
Ömrümü açık yazmak !
Tek meramım aşk-ı Hakk*
Gönlümü aydınlatmak !
3.
Ne kafiye aramak
Ne sözcük sıralamak !
Tek Rabbim’e yakarmak
Ömürlük giz(-sır) yaşamak !
4.
Ne (31*6.“lehv-el’hadîs”) tuzak;
Daha anlamlı susmak !
Okumak içten duymak ,
Hep mantıklı konuşmak !
5.
(1*6. “…s’Sırât-el’müstakıym”) Hak*
Beyyinât’tan “yol” -bulmak !
Sakınarak korunmak ;
… Nihayet şu özel defterim için internet sitemizden yararlanmak
isteyenlere açık kaynak göstermek koşuluyla alıntılamaya da tam
müsaade vermekteyim işte: “www.yaşamakca.net” tıklayın artık.
Kısacık bir not daha ekleyip bitirelim de son nokta nüktemiz olsun
işbu iktibas söz! (Bkz. Zaman G. 11 Ocak 2009 / sh. 15: Kültür Sanat // Dergiler arasında / … Şiir nasıl okunmalı ? “Söz konusu
şiir olunca hep tartışılıp konuşulur , şair burada ne demek istiyor
acaba diye. Aylık edebiyat dergisi Sincan İstasyonu’nun ocak
sayısında Nizamettin Uğur bir kez daha yöneltiyor bu soruyu :
Şiir nasıl okunmalı ? Şiirin bütününe gitmeden dizede kalarak
anlam çözümlemeleri yapmanın mümkün olabileceğini söyleyen
Uğur , “Her ele alışta daha başka dünyalara açılabilme olanağı
yakaladığımız çağrışımsal anlamdadır şiirin esas gücü. Artık
sözcüklerin birebir gerçek ya da mecaz anlamlarını açıklamak ,
şiiri anlayıp yorumlamada işe yaramamaktadır.” -diyor. Haydar
Ergülen yazısında , Lale Müldür şiirlerine değiniyor. Şiirin hiç
edebiyatın içinde olmadığını söyleyen Ergülen , şiir alıp başını
edebiyattan gideli çok oldu diyor ve Lale Müldür’ün de şiirini
edebiyattan kurtaralı hayli zaman geçtiğini dile getiriyor.
Hüseyin Ferhad , M. Mümtaz Tuzcu , Yavuz Türk ve Adnan
Algın gibi isimlerden şiirlerin yer aldığı bu sayıda ayrıca
‘Eleştirmen Şairler’ soruşturması yer alıyor.( 0312 283 82 66 )”
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww
161
Açmazlardan kurtulmak !
MEFKURE-İ SİYASET
Yoluna başkoyduk yaşattık ,
Dindar Millet* mefkûremizi !
Artık hep gençlere bıraktık ,
Siyaset* mücâdelemizi !
Bkz. mezkûr ( … sempozyum hâtıraları , mart-1999 / sh.1: Dinî ilimlere ve Kur’anî hakikatlara âşina ,
ve kendi sâhalarında otorite olan selâhiyyetli-mümtâz zatların , Hz. Üstâd Bediüzzaman ve Nur Risâleleri
hakkında takdim ettikleri tebliğler , makaleler ve beyanları , yakın bir zamanda “Kur’ân-ı Hakîm’in bu asrın
fehmine bir dersi” olan Risâle-i Nur’a nazarların daha çok çevrileceğine kat’i bir kanâat vermektedir.
Nitekim , Hz. Üstâdımız hayatlarının son senelerinde, bir gün ikindi abdesti aldıktan sonra : “Şu câzibedâr
siyâset hâdiseleri biraz tevakkuf etse; birden beşeriyet nazarını Kur’ân-a çevirecek !” demişlerdi. / … )
SON YURT
1.
“Ya devlet başa ,
“Ya kuzgun leşe !
Değişmez yasa ,
Yok başka çâre !
2.
İlk örnek sayfa ,
Türk tarihinde !
Göç hep Batı’ya ,
Son yurt Türkiye !
TÜRKİYE ÜLKÜSÜ
1.
Türk kültürüm dil ve din ,
Dibi delik gemi*nin !
Hülâsa söz Millet’in ,
Bu vatan hepimizin !
2.
Ortak görev yurt için ,
Haydi tam içten sevin !
Gelecek Türkiye’nin ,
Ülküsünde birleşin !
25 Ocak 2009 TRT-2 “Saat: 12.25-13.25” Sunucu Şeyda Açıkkol’un ,
Devlet Bakanı Prof. Dr. M.Sait Yazıcı ile mülakat programını hem özlü
hem de kapsamlı içerikte değişik konulara açıklık getirmesi bakımından
çok yararlı ve dış politikamızla ilgili cevapları da gayet ümit verici olarak
gördüğümü belirtmek istiyorum. / HK.
( Bkz. Zaman G. 21 Ekim 2008 / sh. 24: “Ulus Devletler Çözülürken-1”
Medeniyet ve Milliyet , Hüseyin Dayı : “Başbakan Erdoğan , … millî
birliğimizi ifade etmek için şu açıklamayı yapıyordu : “… bu ülkede,
hiç kimsenin ama hiç kimsenin , diğerine karşı bir üstünlük iddiâsı söz
konusu değildir, olamaz. Eşitliğimiz, kardeşliğimiz sadece vatandaşlık
hukukunun bir sonucu değildir. Aynı zamanda ortak bir tarih ve medeni
yetten doğan üründür. Bizi biz*-yapan bu topraklar üzerindeki insanları
millet*-haline getiren bu tarih birliğidir… Bizim adımız gibi inandığımız
tarih ve medeniyet anlayışı , ortak gelecek idealimizin temelidir. Millet
olmak , etnik âidiyeti aşan tarih ve ideal birlikteliği ile alâkalı bir vasıftır.
Bu … tarihî tecrübe, burada yaşayan insanları milletleştirmiş, …” )
Nitekim “dibi delik gemi” istiâre-si ideolojik kültür hayatımız’ın “dil ve din” tahribâtını ifâdeye yeter mi ?
İşte tek çâre: “hülâsa … / bu vatan … / ortak görev … / gelecek Türkiye’nin ülküsünde …” hep-birlik ille!
MAHŞERE YOL
Daha dünce doğduk bugün de böyle
Sonra ne olacak bilmez hiç kimse !
Gönlümüzce bulduk düşün de söyle
Mahşere yol ancak ölmez bilinçte !
( 1.Bölüm: sh. 1-162 )
162

Benzer belgeler