Şefika Kaya Meriç - Gürpınar Kız Kuran Kursu

Transkript

Şefika Kaya Meriç - Gürpınar Kız Kuran Kursu
Kıymetli Okuyucu,
Tebessüm dergimizin 4. Sayısı ile tekrar
karşınızdayız.
Tebessüm dergimiz henüz hafızalarımızda fikir aşamasında iken, hatta ismi bile belli
değilken, Rabbimize hamdolsun 4. sayısını
çıkarma heyecanını yaşıyoruz.
‘‘Marifet iltifata tâbidir’’ düsturu ile
ilk sayımızda duyduğumuz aşkı, sevinci
bu ve bundan sonraki sayılarımızda da
duyacağız.
Hizmet bir bayrak yarışına benzer.
Bayrağı hedefe ulaştırmak için bir dönem
bizler, başka bir dönemde arkamızdan
gelen insanlar bayrağı taşır. Aslolan bizim
yaşadığımız zaman zarfında bu hizmet
nimetinden istifade edebilme gayretinde
olmamızdır.
Hak-Batıl mücadelesi insanın yaratılışı
ile başlar. Her zaman bir “iyi” vardır bir de
“kötü.” Bir “doğru” vardır bir de “yanlış.”
Nem mutlu bizlere ki, Rabbimiz bizi iyilerin yanında ve iyi işler yapmakla görevlendirmiş. Müminin hayatının gayesi, Efendimizin hayatında olduğu gibi, ‘‘Emr-i bil
maruf, Nehy-i anilmünker’’ olmalı. Hangi
konum ve görevde olursak olalım bu, bizim varlığımızın ve dünyaya gelişimizin
yegâne gayesidir. Bu bilinç ve idrakle hayatımızı dizayn etmeli ve istidatlarımıza
göre işin bir ucundan tutmalıyız.
Muhterem Okuyucularımız,
Tebessüm Dergimize emeği geçen
mütebessim arkadaşlarımızın bu sayıya
omuz verirken yaşadıkları heyecanları bu
satırlarda ifade etmek takdir edersiniz ki
mümkün değildir. Ancak, bir kelime ile bir
cümle ile yeri geldiğinde bir şiir ile derdimizi anlatma gayretinin verdiği heyecan
ve sürur hiçbir şeye değiştirilemez.
Dergimizin yazar kadrosunun Kur’an
hizmetlerini ifa ettikleri Gürpınar Kur’an
Kursumuzda geçtiğimiz dönem göz dolduran bir eğitim dönemi geçirdik. Onlarca öğrencimiz bu hizmet kervanından
payına düşen hisseyi alarak uzak diyarlara,
yine hizmet için kanat çırptılar. Kimileri
memleketlerine, kimileri de gurbet ellerde
hizmet etmeye başladılar. Ve yeni yürekler
fethetmek için deryalar gibi geniş yüreklerini açtılar kendilerini bekleyen kardeşlerine.
Beylikdüzü Müftülüğümüzün destekleri ile muhtelif seminerler ve konferanslar tertip edildi. Daha nitelikli bir hizmet anlayışı için gerekli olan bu faaliyetler her zaman bizlerin gelişimine katkıda
bulundu.
Ve bu hizmet kervanının yoluna devam etmesi için üzerine en çok yük alan
Gür-Der (Gürpınar Kur’an Kursu Derneği) ve onun gönüllüleri…
Kermesler, hayır toplantıları, geziler…
Hepsi bir insan kazanma adına yapılan ve
içinde zerre kadar farklı niyetlerin olmadığı halisane hizmetler. Rabbimizden bizleri
de bu hizmetlerden ahirette hissedar eylemesini niyaz ediyoruz.
Şimdi arkada biz yaz eğitimi bıraktık.
Yürekleri bir üveyik gibi pır pır eden minik
yavrucaklar. Her birinin kuran öğrenme aşkını görmelisiniz. Ve onlardaki bu samimiyet ve saflık bizlere hep cesaret verdi. İyi ki
Gürpınar Kur’an Kursunda bu hizmetlerin
içindeyiz diye sevindik, iftihar ettik.
Yeni Tebessümlerle, mütebessim çehrelerle, bir sadaka kabilinden hep birbirimizin yüreğine dokunan sevgi ve sıcaklıklarla buluşmak üzere hep Tebessümle
kalın…
Şefika Kaya Meriç
Gönlü Rahmet
Dergahı Kılmak
Sevgi
Ahmet Mukdat
Ziylan
Osman Nûri Topbaş
20
16
Gürpınar’dan
Damlalar
Gürpınar Kur’an
Kursumuzda Neler
Yapıyoruz?
Zeynep Nalbant
3
4
Gürpınar
Denilince
26
Sorular...
10
Rahmet Peygamberi
27
Benim Dualarım
12
Hasbihal
28
Münacat
14
Merhamet
29
Merhamet
30
Bunları Biliyor musunuz?
32
Affın Affı
8
19
22
25
Şefika Kaya Meriç
Ayşe Erbalcı
Rabia Yelimlibağ
Cennet Kervanına
Katılmak
Süleyman Küçük
Bezmiâlem Valide Sultan
Fatma Zehra Esen
Hatice Şahin
Zekiye Koyun
Mehmet Emin Erbalcı
Kevser Karasaç
Fatma Zehra Esen
Özlem Özler
Vesilelerle Tefekkür
Tefekküre Vesile
Cafer Durmuş
SAHİBİ: GÜR-DER adına sahibi Adnan Saraçoğlu
Yazı İşleri Müdürü:
Salih Zeki Meriç
Grafik-Mizanpaj: Altınolukgrafik / Bilal İlkay
Baskı, Cilt: Erkam Matbaası Tel:(0212) 671 07 00
Organize Sanayi Bölgesi, Turgut Özal Caddesi No: 117/2-A-D İkitelli/İstanbul
Tel: (0212) 671 07 00 • Faks: (0212) 671 07 17 Posta Çeki: Altınoluk 1653101
YAYIN KURULU: Şefika Kaya Meriç, Hilal Küçük,
Tuba Doğramacı, Rabia Yelimlibağ, Kübra Topal, Feyza Yazar
İrtibat Adresimiz: Dereağzı Mah. Halaskargazi Cad. Gürpınar Kız Kur’an
Kursu Gürpınar-Beylikdüzü/İSTANBUL Tel: 0 212 855 83 16
Gürpınar’dan Damlalar
Zeynep Nalbant
Toprağına merhamet tohumu serpilmeyen ülkeler, nice
Fatihlere matem ülkesi olmuştur.
Yeryüzünde merhamet, şefkat ve muhabbetle fetholunmayacak belde yoktur.
“… Merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir.
Bilakis bütün mahlûkata şamil
olan merhamettir.”
Hadis-i Şerif
Şefkat merhamette güneş gibi ol!
Başkalarının kusurlarını örtmekte gece gibi ol!
Sehâvet cömertlikte akarsu gibi ol!
Hiddet asabiyette ölü gibi ol!
Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol!
Olduğun gibi görün; göründüğün gibi ol!
Hz. Mevlana
Uğradığın dertlerden mahlûkata
şikâyeti kes! Merhametliyi
merhametsize şikâyet etmiş olursun”
Hz. Hüseyin (r.a.)
“Cennetlikler 3 gruptur. Bunlar;
Adil ve başarılı devlet başkanı
Yakınlarına ve Müslümanlara karşı
merhametli ve yufka yürekli olan kişi.
Ailenin İzzet-i
Nefsini Düşünmek
Sultan ikinci Abdülhamit zamanında bir gün yüksek seviyede bir memurun, Çırağan Sarayı önünden geçerken güya;
“ Ah sultan Murat Efendimiz! Sen başımızda olsaydın,
böyle mi olurdu?” manasında bir söz söylemiş olduğu yolunda bir ihbar alınmış ve bundan dolayı da o memurun Fizan’a
sürgün edilmesi hususunda ferman çıkartılmıştı. Duruma
itiraz eden Sadrazam Said Paşa’nın,
“Efendimiz! Bu ne haldir, anlayamıyorum! Bu memurun
takriben altı ay önce işlediği hırsızlık ve rüşvet suçu sabit
olduğu halde kendisini affetmiştiniz. Şimdi ise, çok hafif ve
sıradan bir habere dayanarak onu sürgüne gönderiyorsunuz!” demesi üzerine, 2. Abdülhamit Han, Sadrazam’a şu
cevabı vermiştir:
Hayır Paşa! Ben onu bu ihbardan dolayı sürgüne göndermiyorum! Asıl sebep, bahsettiğin o hırsızlık ve rüşvet suçudur. Ayrıca bu ihbarı da kendim kasten verdirttim. Lakin onu,
altı ay evvel böyle bir şeye başvurmadan cezalandırsaydım
yalnız kendisini değil, çoluk çocuğunu da akrabalarını da cezalandırmış olurdum. Onlarda eş ve dostlarına karşı mahcup
olurlardı. Şimdi ise bu adamı güya benim sultanlığıma karşı
çıkmış bir insan sıfatıyla kahraman bilecekler.
İnsanların kendi aleyhinde düşünmelerine razı olarak bir
ailenin izzet-i nefsini düşünmek; ne büyük bir insanlık, fazilet
ve merhamet numunesidir.
3
Eylül -Ekim-Kasım
Gürpınar Kur’an Kursumuzda
Faaliyetler
“Allah“ diyor...
Bir Mekan DŸşŸnŸn Ki Orada GŸnahsızYavrular
Bir mekân düşünün ki, daha dünyanın bin türlü kirlerine
bulaşmamış tertemiz yürekler bir araya gelerek Allahın kelamını öğreniyorlar.
Cıvıl cıvıl, pırıl pırıl yüzleri ile ve dünyaya sığmayan heyecanları ile.
Ülkemizin dört bir yanında ve dünyanın muhtelif ülkelerinden gelen bu yavrularımız Yaz kursumuzda Gürpınar
Kuran Kursumuzu şenlendirdiler. Kapasitemizin çok üstünde
talebin olması ve bu talebe cevap verebilmek için kursumuzun seferber oluşu.
Bir yavrumuz daha bu kısa zaman diliminde Allahın kelamını öğrensin, bir yavrumuz daha bu güzel mekândan evine,
mahallesine, köyüne bu manevi havayı taşısın.
Bütün gayret bu yavrularımızı geleceğe manevi şahsiyetleri güçlü bir şekilde hazırlamak.
Bu yaz sıcaklarında hem bu yavrularımızı buraya gönderen anne-babalara, burada hizmet eden personelimize
ve ilim ehli hocalarımıza teşekkür ediyor, Rabbimizden bu
yavrularımızın bir hizmet ömrü yaşamalarını niyaz ediyoruz.
4
Eylül-Ekim-Kasım
Gürpınar Kur’an Kursumuzda
Faaliyetler
Gaziantep
Gezimiz
Hoca Hanımlarla beraber Anadolumuzun güzel şehri olan
Gaziantep’e bir ziyaretimiz oldu. Orada hizmet eden arkadaşlarımızla yakından tanışmamız, fikir alışverişinde bulunmamız ve yeni
dostluklar oluşturmamız bizim için en büyük kazanç oldu.
Bizlere bu ziyaretimizde destek olan ve büyük bir misafirperverlik gösteren başta İşadamı Ahmet Ziylan Bey’e ve Gür-Der Sorumlusu Ayşe Erbalcı Hanımefendiye teşekkür ediyoruz.
5
Eylül-Ekim-Kasım
Gürpınar Kur’an Kursumuzda
Faaliyetler
Geleneksel
Panayırımız
Her yıl olduğu gibi bu yılda Mayıs ayında gerçekleşen hayır panayırımız yine dopdolu idi. Hayır sahibi insanların kaygıları ve ümmetin
dertleri ile dertlenmeleri neticesinde geleneksel hayır panayırımızdan elde edilen gelirler yine kursumuz başta olmak üzere muhtelif
ihtiyaç sahibi insanlara ve kurumlara ulaştırıldı.
Bu Hayır çarşılarının sayılarının çoğalması ve herkesin “benim de
bir kaşık tuzum olsun” kabilinden desteklerinin olması, bu çalışmalara ayrı bir mana katıyor.
Dileriz Gür-Der Hayır Panayırı yetimlerin, öksüzlerin, kimsesizlerin derdine kendi imkânları ölçüsünde derman olur.
6
Eylül-Ekim-Kasım
Gürpınar Kur’an Kursumuzda
Faaliyetler
Öğrencilerimizi geleceğe daha nitelikli bir
insan ve daha şuurlu bir Müslüman olarak hazırlamak adına müfredatımızdaki derslere ilaveten
muhtelif aktiviteler yapmaktayız.
Bu öğrencilerimiz İslami ilimler öğrenmenin
yanında, el işi yapmayı, yemek yapmayı, dikiş nakış yapmayı öğreniyorlar. Güzel sanat dallarında
kendilerini geliştirmeleri için ve sosyal yönlerini
geliştirici programlar düzenliyoruz.
Burada okudukları zaman zarfında onların alması gereken ne varsa Kursumuz olarak vermeye
çalışıyoruz.
Dileriz, bu emeklerin karşılığında toplumda
daha bilinçli annelerin sayısı artarak ortaya çıkmış
olur.
7
Kursumuzda
Yapılan
Programlardan
Bazıları
Eylül-Ekim-Kasım
Derleyen: Fatma Zehra Esen [email protected]
Gürpınar Denilince;
Gürpınar Deyince; Sevgi,
mutluluk, merhamet ve en güzeli
de doğru yolu bulma geliyor
aklıma. Yaşıtlarımızın tatil yaptıkları
bu günlerde ben ve arkadaşlarım
bu güzel mekâna geldik, ilim
aşkıyla yandık, namazımıza sımsıkı
bağlandık. Bu yüzden iyi ki varsın
Gürpınar. Emine Altun
Gürpınar Denilince;
Gürpınar deyince aklıma sevgi,
saygı, hoşgörü kısaca tüm
güzellikler geliyor.
Hayatımda ilk defa Kur’an Kursuna
geldim ve ilkim Gürpınar oldu ve
hiç unutmayacağım,
Allah herkesten razı olsun.
Fatma Kafadar
Gürpınar Denilince;
İmana teşvik, Allah sesiyle çağlayan
ırmak, maddiyattan öte maneviyata
önem veren bir kurs. Namazda
devam üzerinde ısrarla durulan bir
eğitim yuvası.
Hatice Nur Uyar
Gürpınar Denilince;
Gürpınar Denilince;
Daha iyi düşünen bir insan olmaya
başladığımı fark ettim. Hocaların bize
karşı ilgileri ile Şükretmeyi öğrendim.
Düzenli yaşamayı öğrendim. Anne
babaya saygıyı ve onların kıymetini
daha iyi anladık. Nefsin bana verdiği
zararı daha iyi anladım. Rabbimiz
kazandıklarımızı kaybettirmesin.(Âmin)
Saliha Albayrak
Burası aile sıcaklığını veren bir mekân,
Paylaşmayı öğrendim Gürpınar’da,
eğlenerek öğrenmeyi, öğrenerek
hayatı kaliteli yaşamayı öğrendim.
Ufak şeylerden de mutlu olabilmeyi
öğrendim. En önemlisi bir gün bütün
bu güzelliklerin biteceğini, yani
üzülmeyi öğrendim.
Saliha Türk
Gürpınar Denilince;
İmana teşvik, Allah sesiyle çağlayan
ırmak, maddiyattan öte maneviyata
önem veren bir kurs. Namazda
devam üzerinde ısrarla durulan bir
eğitim yuvası.
Hatice Nur Uyar
Gürpınar Denilince;
Dersleriyle, hocalarıyla hem dünya için hem
de ahiret için bize yararlı bilgiler veren bir
ilim yuvası. Hak yolunu bilen, bildiren; İslam ve
ibadet ile süslenmiş bu güzel mekânı bizlere
sunanlardan Allah razı olsun.
Feyza Elif Arslan
8
Eylül -Ekim-Kasım
Gürpınar’a Veda Ederken
Gürpınar’ a Veda Ederken...
Gürpınar’a geldiğim ilk günden itibaren
her günüm, her haftam çok güzel
ve bereketli geçti. Aldığımız eğitim
çok kaliteliydi. Hocalarımızla bir aile
gibiydik. Burası hayatımın unutulmayacak
olan hatırası olarak kalacak. Sizleri
seviyorum Gürpınar Ailesi.
Sümeyye Dinek
Gürpınar’ a Veda Ederken...
Gürpınar deyince, aklıma
sımsıcak bir yuva geliyor,
dopdolu bir yıl geçirdim,
inşallah bu bilgileri
değerlendirebilirim. Burayı
anlatmaya kelimeler yetmez.
Cemile Atik
Gürpınar’ a Veda Ederken...
Gürpınar’ a Veda Ederken...
Sevgiyi, ilgiyi, yardımlaşmayı tüm
güzellikleri burada gördüm.
En güzel, bereketli günlerimi
burada geçirdiğimi düşünüyorum
o yüzden çok mutluyum.
Kübra Sümeyye Güven
Sözlerin bittiği yer burası. Sadece konuşan
o hüzün dolu gözler. Geride kalan güzel
anılar, Seni unutmayacağız Gürpınar.
Ayşenur Akçay
Gürpınar’ a Veda Ederken...
Bir nimetti Gürpınar, en iyi şekilde istifade
edebilmişizdir inşallah. Hiç unutulmayacak bir mekân
burası; hocalarımız, yemekhanedeki teyzeler, sınıflar,
kütüphanemiz, bahçemiz, kamelyamız… Rabbim emeği
geçen herkesten razı olsun. Zeynep Atik
Gürpınar’ a Veda
Ederken...
Burada çok şey
öğrendim, tüm
hocalarımdan
Allah razı olsun.
Esma Yağmur
Gürpınar’ a Veda Ederken...
Gürpınar’ a Veda Ederken...
Gürpınar gelince aslında boş olduğumu
anladım, çok şey öğrendim. İnşallah
istifade edebilmişizdir. Uzun lafın kısası,
özleyeceğim seni Gürpınar…
Zeynep Çimen
Hayatıma hayat katan bir yer, çok
şey öğrendim burada, hüzünlerin
mutlulukların paylaşıldığı bir yer,
burası hayatımda dönüm noktam.
Büşra Acar
Gürpınar’ a Veda Ederken...
Gürpınar denilince aklıma kardeşlik geliyor. Elveda derken de vefa.
Burada çok şey kattık hayatımıza, emeği geçen herkesten Allah razı
olsun. Gelirken şaşkındım, şimdi ise buruk bir sevinç var içimde. İyi ki
tanışmışız GÜRPINAR.
Nurgül Korkut
9
Eylül -Ekim-Kasım
Şefika Kaya Meriç |
[email protected]
Merhamet UmmanıÕnın
Rahmet Peygamberi
H
uzeyfe ibnu’l-Yemân radıyallahu anh rivâyet ediyor;
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur;
“Ben Muhammed’im,
Ben Ahmed’im.
Ben Rahmet peygamberiyim,
Tevbe Peygamberiyim,
Hâşir’im, Mukaffî’yim,
Savaşlar peygamberiyim.”( Ahmed b. Hanbel, V, 405)
Huzeyfe radıyallahu anhden gelen bir başka rivayetinde diyor
ki, ben Medine sokaklarından birinde yürüyordum. Bir de baktım
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de yürüyor. O’nu bu yürüyüşü
sırasında “Ben Muhammed’im, ben Ahmedim, ben rahmet peygamberiyim. Ben, tevbe peygamberiyim. Ben, (Allah’ın insanları izinde toplayacağı) Haşir’im. Ben, (kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan)
Mukaffî’yim. Ben, savaşlar peygamberiyim.” buyururken işittim.
Başlı başına rahmet vesilesi olan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in
bildirdiğine göre, her şeyden önce peygamberlik bir rahmet müessesesidir.
Hz. Muhammed’in peygamber olarak görevlendirilmesini, Kur’an’ın
ona indirilmesini, kendi akıllarınca isabetsiz bulan ve “bu Kur’an, şu iki
şehirden (Mekke ve Taif) bir büyük adama indirilseydi ya!”(ez-zuhruf,32) diyen Mekkeli müşrikleri “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?”(
ez-Zuhruf ,33) diye cevaplayan âyet, peygamberliğin rahmet olduğunu
açıkça ortaya koymaktadır.
Ayrıca ve özellikle Hz. Peygamber’in âlemlere rahmet olarak gönderildiği de bir âyette şöylece ilân edilmektedir:
“ Ve biz seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”( el-Enbiya,107)
Hz. Peygamberin nasıl ve ne ölçüde bir rahmet olduğunu anlamak
için ondan önceki dünyanın durumunu gözden geçirmek gerekir.
Hz. Peygamber, Allah’ın birliği inancının inananlara kazandırdığı
yepyeni bakış açısıyla, hukuk bakımından herkesin aynı ve eşit olduğunu, kimilerinin doğuştan haklı, kimilerinin de doğuştan haksız olmadığını, bitki, hayvan, tabii çevre gibi insanla alakalı diğer yaratıkların
da belli haklara sahip ve şefkatle muameleye lâyık varlıklar olduklarını
ilân etmiştir.
Mü’minlerin hidayetinden sevinmiş, onların sıkıntıya düşmelerin10
Eylül -Ekim-Kasım
den son derece mahzun olmuş, onlara büyük bir şefkat göstermiş, münafıkları kendisini rahatsız eden faaliyetlerine rağmen
öldürtmemiş, Müslümanlarla aynı muameleye tabi tutmuştur.
“Muhammed ashabını öldürtüyor” propagandasına asla
imkân ve fırsat vermemiştir. İman etmeyenler onun için sürekli
ızdırap kaynağı ve davet konusu olmuştur.
Hatasını anlayıp pişman olan ve tövbe eden herkesin tövbesini kabul etmiş, asla geçmişini başına kakmamış, insanların arınmasını ve düzelmesini kolaylaştırmış, böylece tövbe peygamberi
olmanın gereklerini yerine getirmiştir.
“Savaş peygamberi” oluşu, O’nun “Rahmet Peygamberi” vasfına asla ters düşmemiştir. Zira O, savaşı da rahmet eylemi haline
getirmiş, yakma, yıkma, yok etme, keyfî öldürme, uzuvları kesme,
yıldırma, dehşet salma hareketi olmaktan çıkarmış, ilâyı kelimetullah için son bir çağrı vesilesi ve uygulaması şekline dönüştürmüştür. Savaşı sadece İslam olma davetini veya Müslümanların
hâkimiyetini kabul etmeyen ve Müslümanlara silah çekenlere
karşı yapmış, muharip sınıf olmayan kadın, çocuk ve ihtiyarlara
yani sivil halka aslâ dokunmamış ve dokundurmamıştır. İman
ettiğini söyleyenlerin hangi hal ve şartta olursa olsun öldürülmemelerini ilke haline getirmiştir.
Cihadı bir kahramanlık gösterisi veya çapul vasıtası olmaktan
çıkarmış, insanların hakkı görebilmeleri ve kabullenmeleri için
son bir vesile olarak uygulamıştır.
Hemen işaret edelim ki, bazılarının sandığı gibi cihad, asla bir
din değiştirme ya da zorla İslâmlaştırma ilke ve hareketi değildir.
Adalet, her konunun hakkını vermek, her şeyi yerli yerinde
kullanmak ise, bunu İslâm başarmıştır. İnsan haklarını insan özüne en uygun şekilde belirlerken, cezaları da cezadan beklenen
sonuçlara en uygun tarzda tayin ve tespit etmiştir.
Bu konulardaki beşeri sapmaları da “Allah’ın koyduğu sınırlar
konusunda sizi (anlamsız) bir acıma almasın” (en-Nur,2) buyurarak
önlemiş ve asla Allah’dan daha merhametli olunamayacağını
bildirmiştir.
Kısaca, İslam’ı geçmişte “kılıç dini” olmakla suçlayanlar, şimdi
onu terör kaynağı olarak gösterme yarışındadırlar. Oysa sevgili Peygamberimizin kendisini tanıtırken söylediği hadisimizdeki sözler ve tarihi gerçekler, İslam’ın bir şefkat sistemi, Hz.
Peygamber’in de bir “rahmet önderi” olduğunu gözler önüne
sermektedir.
Tarih içinde müslümanların ya da Müslüman hükümdar veya devletlerin yapmış oldukları rahmet’e ters düşen hareket ve
uygulamalar hiç bir zaman İslâm’ın ana karakterine ve onun
Peygamberi’nin rahmet peygamberi niteliğine gölge düşüremez.
Sorumluluk, hatalı davrananlara aittir.
Bu sebeple şimdi, bütün bir dünya, yeniden Rahmet
Peygamberi’ne, onun uygulamalarına hasret... *
*Bu Yazının hazırlanmasında Erkam Yayınları, İmam Nevevi,
Riyazü’s Salihin (8 Cilt) adlı eserden İstifade edilmiştir.
11
Eylül -Ekim-Kasım
Y
Hasbihal
Ayşe Erbalcı
eni bir ‘‘Tebessüm’’ le tekrar beraberiz kıymetli
okuyucular…
Hayatın bütününü şekillendiren, temel kurallar ışığında hareket etmeye gayret gösteren bir
toplulukla yaşamanın güveni ve sevinci içerisinde
Yüce Rabbime şükrediyor, iyilik yapmak için bir
araya gelmeye çalışan tüm hizmet arkadaşlarıma
teşekkür ediyorum.
Hizmet gayesi ile yaşayan ve bu dert ile Rabbinin huzuruna varan Müslümanların ahrette rıza-i
ilahiyi kazanacaklarına inandığım gibi bu hizmetler sayesinde dünyada da huzur bulduklarına ve
çevresindekilere huzur verdiklerine inanıyorum.
Esasları Kuran’la belirlemek, Peygamberimizin örnek hayatına bakarak hayatı şekillendirmek, ne
yapacağını, neden yapacağını, nasıl yapacağını
bilmek, insanı mutlu, huzurlu ve güvende kılıyor.
Gürpınar Kız Kur’an Kursu, her geçen gün daha kaliteli ve daha çok insana ulaşma gayretiyle
hizmet etmeye devam ediyor.
‘‘Daha iyi nasıl yaparız?
Daha çok hizmet için nelere dikkat etmeliyiz?
Daha verimli çalışmalar için hangi yöntemleri
benimsemeliyiz?’’ sorularının cevabını aramakta-
yız. Hizmet ettiğimiz varlık eşref-i mahlûk olan
insan, hizmet konumuz ise din eğitimi… Böyle
olunca, her sözümüz farklı bir önem arzediyor, her
davranışımız farklı bir örnek teşkil ediyor.
Öğrenmeye, anlamaya, uygulamaya gelmiş/
gönderilmiş olan o kadar öğrenci, işimizin önemini, hassasiyetini belirliyor. Ama kafamız hiçbir
zaman, hiçbir noktada karışmıyor. Zira ölçümüz
belli, örneğimiz tek…
Kur’an Kursları eğitimlerinde Efendimizin hayatından önemli örnekler var; Efendimizin Suffa
Ashabı olarak isimlendirilen eğitim gönüllüleri,
bizler için zirve misallerdir. Efendimiz, Suffa Ashabının ilk öğretmeni, ilk hocası, ilk rehberi idi. Bizler
de aynen Suffa Ashabı gibi Efendimizin ‘‘Hikmet’’
çağlayanından kana kana ‘‘Hakikati’’ içmek,
Kur’anın feyizli ikliminde neşv-ü nemâ bulmak ve
O’nun çorak toprakları dirilten nefesinden bir zerre
nasiplenebilmek gayesi ile bu hizmet kervanında
kendimize bir yer bulmaya çalışıyoruz. Rabbimiz
liyakatimiz artırsın.
Ashab-ı Suffa ki, bütün zamanlarını Kur’an
ve Sünnet-i Rasûlullah’ı öğrenmeye hasretmiş,
gerektiğinde gâzâlara da katılmış mümtaz şahsi-
12
Eylül -Ekim-Kasım
yetler… Hayatlarıyla, mütevazı fakat feyizli bir yaşantıya sahip güzide Sahabîler… Bir irfan ordusu…
Gönül gözüyle baktığımızda, düşünce dünyamıza huzur veren örnek hayatlarıyla, Efendimiz
(s.a.v.) ve ashabını anlamak, onları sevmek, onları
örnek almak her müslümanın temel vazifelerinden
biridir.
Onlar, Kur’an ilimlerini tahsil ederler, Rasûli Ekrem (s.a.v.) Efendimizin va’z ve nasihatlerini
dinleyerek hayatlarına şekil verirlerdi. Vakitlerini
Rasûlüllah (sav)’ın huzurunda geçiren bu mübârek
zümre, Efendimiz (s.a.v.)’den feyz alır, çevrelerindeki insanlara bu ilmin öğretilmesi için gayret gösterirlerdi. Onlar, Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından tespit edilen muâllimler, Müslüman olan
kabilelere Kur’an öğretmek ve Sünnet-i Rasûlullahı
beyân etmek için gönderilirlerdi.
İşte bu yaşananlar ışığında biz de eğitim kurumumuzda İslamı idrak etmeye çalışan talebelerimizin yetişmesi için gayret gösteriyor, onların
çevrelerine ışık tutmaları için özel eğitimler veriyoruz. Onların Kur’anın içeriğini en doğru şekilde anlamalarına ve uygulamalarına, verdikleri kararlarda
İslam’ın imzasının olmasına, bu temel üzerinde
yetiştirilmelerine gayret ediyoruz.
***
İçerisinde bulunduğumuz yaz dönemi için,
kursumuza kayıt yaptıran öğrencilerimizin kontenjanın üstündeki yoğun talepleri heyecanımızı
artırdı.
Ramazan ayına rastlayan ikinci 5 haftalık yaz
döneminde de aynı talep yoğunluğu bizleri sevindirdi. Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelen
öğrencilerimizin kaynaşmaları, dünya hayatlarında unutulmayacak dostluklara vesile olduğunu
gördük.
Eğitimin yanı sıra sosyal etkinliklerle sıcak yaz
günlerinde, serin, huzurlu, manzaralı, tatil kıvamında
bir dönem geçirdiklerini dile getirdiler. Arzu ederek,
ya da kendileri istemeden anne-babalarının arzusu
ile gelen öğrencilerimiz, kurs süresi bitip ayrılırken
samimi itiraflarıyla duygularını ifade ederek ayrıldılar.
Kursumuzda doğru bilgiler verip, uygulamasında doğru örnek olan değerli hocalarımız gerektiğinde anne, gerektiğinde abla-kardeş şefkati ile
öğrencilerle ilgilenmekteler.
Evlerinden ilk defa ayrılan öğrencilerimize ev
sıcaklığını aratmamak gayretiyle, yoğun çaba sarfettiler. Aşçılarımızın pişirdiği bol çeşitli ve lezzetli
yemekler öğrencilerimiz ve aileleri tarafından takdir edildi.
Mübarek gün ve geceler nedeniyle tertip edilen
programlara öğrencilerin yanı sıra aileleri de davet
ederek, manevi atmosferden birlikte istifade ettik.
Gezi ve pikniklerle yaz kursunu eğlenceli hale
getirdik.
Daha önce olduğu gibi, bu yaz döneminde de
bizleri yalnız bırakmayan tüm hizmet gönüllüsü
dostlarımıza teşekkür ediyoruz. Zira güç, inanç
birlikteliğindedir. Hakikat meşalesinin yanmasına
hizmet verenler, bunun bu dünyada da ahrette de
mükâfatını görecektir.
Tarih, birlikte çıkılan yollarda gösterilen
gayretler ölçüsünce, samimi niyetlerin oluşturduğu
başarılarla doludur.
İyi şeyler yapıyor olmak, daha iyisine aday
olmak yaşamı anlamlı kılıyor.
Evet, daha iyisini başarmak için her türlü destek bizi daha da güçlü kılacaktır. Öğrencilerimizin
ilgisini devam ettirmenin yanı sıra, çevre, dost ve
duyarlı insanların maddi ve manevi destekleri, bu
hizmetlerin artarak devam etmesine vesile olacaktır.
İyiliklerin sayısını arttırmaya kararlı, zor da
olsa hakikatten vazgeçmeyen istikrarlı insanlarla
yürümenin huzuruyla, diyorum ki:
Rabbim bizlere rehberlik eden muhterem büyüklerimizden razı olsun, hizmet sevdalılarının sayısını
artırsın, öğrencilerimize idrak zenginliği, öğrenme
azmi ve öğrendiklerini hayatlarına yansıtma gücü
versin… ÂMİN…
13
Eylül -Ekim-Kasım
Rabia Yelimlibağ |
[email protected]
Merhamet
Rahmetin kaynağı, Rahman ve Rahim olan
Allah(c.c) Seni âlemlere rahmet olarak gönderdiğinde, aslında her zerreyi kuşatan ve hiç azalmayan rahmetiyle bize lütfediyordu. Ve senin ellerinle gösteriyordu, çökmüş, ruhunu kaybetmiş; her
beldenin, her devletin ve her milletin; vurmadan,
öldürmeden nasıl çağları aşacağını.
merhametli olan her kalbi sevsin!
Rahmana giden yol bu! Bütün peygamberlerin
attığı adım bu! Ülkeleri fetheden tılsım bu! Yüreklere yol açan kapı bu; Merhamet...
Her nebinin sesiyle yükselttiği bu çağrı her asırda unutulduğu gibi yine unutulmuşken o karanlık
asırda; kızlarını elleriyle toprağa atan, kölesini hayvanıyla bir tutan karanlık yüzlü insanların asrında.
Güneş gibi doğandı O. Merhametti O. Ve asırlarca
batmayacak, solmayacak insanlığı ayakta tutacak
nurdu O.Ve her asırda O Güneşin halesinden nasiplenen her yiğit, tuttuğu elin rahmetini, önce kalbinde, sonra gördüğü her canlının nefesinde yaşatır.
Yaşarken de öldüğünde de O güneşin halesini, O
merhametli elin nefesini hissettirir her anda her
bir yana.
Rahman ve Rahim olan Allah!
Senin ellerinle, Senin merhametli ellerinle yüceltiyordu insanlığın ruhunu...
Bilinen gerçekler, her söylendiğinde sadece
biliniyor ya, işte en bilinen ama en çok unutulan
gerçektir merhamet! Ama Rahmana giden yol
bu! Yoksa niye her “Kitab”ı açtığımızda, Rahman
ve Rahim isimlerini zikrettirsin bize. Niye âlemlere
“rahmet” olarak göndersin Sevgiliyi (s.a.v).Ve niye
14
Eylül-Ekim-Kasım
Hissettirir, yüreği her güzel, kalbindeki güzeller
güzelini. O’nu seven O’na benzer ya işte seveninin
yanında da O’nun varlığını hissedersiniz...
ğini de çeken kaybedilmiş köprü altı çocuklarının
yanında ve kalbi üşüyenlerin, korkutulanların hatta
korkutanların civarında, merhamet dolu ellerin!
İşte ben, kuytu bir tepede, yürüdükçe çatırdayan ahşap yapılı türbenin hoş kokulu havasında,
renkli avizelerine dalmışken hissediyorum Seni! Kalabalık caddelerin, sokakların, kaldırımların arasından, huzura ulaşan bir yokuşun sonunda, denizin
kucakladığı bu kuytu tepede evet işte tam burada
yine anıyorum Seni!
Keşkelerin ve memnuniyetsizliklerin sıkıştırdığı
gafil ömürlerimizden uyanıp, daracık benliğimizden sıyrılıp, ummanından bir damla, ışığından bir
hale alabilirsek eğer; kararan ellerimize, evlerimize
yüreklerimize, depresif tavırlarımıza, memnuniyetsiz söylemleri-mize amaçsız ömrümüze bir ışık
bulacağız altın çağından.
Gönlüne düştüğün her kişiyi seçkin kılıyor ya
Rabbim, işte ben de bu renkli avizelerin altındaki
bu seçkin kulun makamında hissediyorum; narin
ve merhametli ellerini!
Eşine, evladına, elinin altındaki hizmetkârına
hatta sahip olduğu hayvanına zulmeden katı kalpli
bir toplumu, altın nesil yapan merhametli ellerini
göreceğiz karşımızda. Eşinin hakkını gözeten, evladına ve bütün âleme merhametle bakan, incitmeyen, incinmeyen bir nesil hayal gibiyken şimdilerde;
O bu hayali gerçek yaptı! Ve o altın nesil de bizim
gibi insandı!
Narin ve merhametli ellerin!
İpekten bir dokunuş gibi değiyor asırlardır yüreklerimize. Bizi sarıyor, ıstıyor, yaşatıyor, yakıyor,
bizi biz yatıyor. Bizi insan yapıyor. İnsan kılıyor bizi.
Unutulan gerçek bu. Ve bizi insan yapacak gerçek de bu.
Narin ve merhametli ellerini
asırlardır üzerimizde hissettiren Sevgili; seni anlayan bir
gönül olmak ve bu gönülle
yürekleri fetheden seçkin kullardan olabilmek için aslında
Rahmana ulaşan yol bu.
Seni sevdikçe anlıyoruz, sevdikçe yaklaşıyoruz, sevdikçe merhametin sınırsızlığını izliyoruz,
hayatının her anında. Uçsuz bucaksız maviliğinde
denizlerin, her gemiyi taşıdığı gibi ve her canlıyı
barındırdığı gibi toprağın, sığıyor senin de her yaratılmış ummanına!
Ellerin, merhametli ellerin!
Geziyor; okşanmamış bir yetim başın üstünde,
kırgın ve yalnız bir yürekte, sahipsiz ve mazlum
milletlerin yanında, bombalar altında inleyenlerin
‘ah’ında, şiddetle kalkan elin altındaki çaresiz yüzde,
huzurunu kaybetmiş, amaçsız bir adamın düşüncelerinde, iffetini kaybetmiş, savrulan bir kadının
kalbinde, nefesiyle beraber içine terkededilmişli-
Ey Rabbimiz bizi rahmetinle kuşat! Merhametinle oldur
yüreklerimizi! Çünkü biliyoruz ki merhametten mahrum
olan her hayırdan mahrum
olur!
15
Eylül-Ekim-Kasım
www.osmannuritopbas.com
Dergahı Kılmak
GÖNLÜ RAHMET
ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete
giremezsiniz.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Yâ Rasûlâllah! Biz hepimiz merhametliyiz.” dediler.
İslâm’ın hikmet ve hakikatlerinden mahrum bir
insan, dünya hayatının imtihan hâdiseleri içinde,
sürekli değişen şartlar sebebiyle, rûhâniyet ve
nefsâniyet arasında bocalar durur. Bu hâliyle o tıpkı;
Karanlık, fırtınalı ve girdaplı bir okyanustaki dümeni kırık bir gemi gibidir. Rûhunun muhtaç olduğu
mânevî rotayı kaybetmiş olduğundan, nefsin hangi
girdabında helâk olacağı, meçhuller arasındadır.
Hayat yolculuğunun girift koridorlarında dolaşan
insanın, kulluk haysiyet ve şerefini kaybetmemesi,
ebedî saâdetini mahvetmemesi ve diğer taraftan da
İslâm’ın incelik ve zarâfetini idrâk edebilmesi için tâkip
etmesi gereken yolu, sırf âciz aklıyla keşfedebilmesi
mümkün değildir. Bu ebediyet yolculuğunda ilâhî irşad
kânunlarının hükümranlığına ve rehberliğine şiddetle
ihtiyaç vardır.
Allah Rasûlü r buyurdular ki:
“–(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız
şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir.
Bilâkis bütün mahlûkâta şâmil olan merhamettir, (evet)
bütün şâmil merhamet!..” (Hâkim, IV, 185/7310)
Yani Rasûlullah Efendimiz’in şefkat ve merhameti, cihânşümûl bir vasfa sahipti. Zira O’nun mübârek
gönlü, bütün mahlûkâta Hâlık’ın nazarıyla bakış tarzı
kazanmıştı.
Bunun içindir ki O, düşmanına bile merhametle bakabilen bir ruh asâletine sahipti. Nitekim Bedir
Gazvesi’nde ordular karşı karşıya gelmiş, Rasûlullah
Efendimiz, savaş yapmadan anlaşmak için müşriklere elçiler göndererek son îkazlarını yapmaktaydı. Bu
esnâda Hakîm bin Hizâm’ın da aralarında bulunduğu
bâzı müşrikler, müslümanların havuzundan su içmeye
geldiler. Müslümanlar onlara mânî olmak istedikleri
zaman Allah Rasûlü:
“–Bırakınız içsinler!” buyurdu. Gelip içtiler. Daha
sonra ise Hakîm hâriç bu müşriklerin hepsi, kılıç çektikleri İslâm ordusu tarafından öldürüldü. Hakîm ise
ileride hidâyetle şereflenecekti.3
Yine müslümanlara yıllarca her türlü zulmü revâ
gören Mekke müşrikleri açlık ve kıtlığa mâruz kaldıklarında Rahmet Peygamberi Efendimiz r onlara erzak göndermişti. Böylece vaktiyle ambargo uygulayıp
kendilerini açlıktan ölüme terk etmiş olanlara, İslâm’ın
ne kadar yüksek bir ahlâk anlayışına sahip olduğunu
tebliğ etmişti.
MERHAMET UFKU
İslâm ahlâkı, gerektiğinde kendi ihtiyacından
fedâkârlık ederek bir din kardeşinin gönlünü hoşnud
etmekle huzur bulan, böylesine mükemmel bir gönül
kıvâmı inşâ etmiştir. Bu kalbî olgunluğa ulaşanlar;
“Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen, onlardan değildir.”1
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”2 hadîsi şerîflerini bütün mânâ ihtişâmıyla kavramışlardır.
Yani ellerinin ulaşabileceği her yerden ve her şeyden
sorumlu olduklarını anlamışlardır. Açlığınsa sadece
mîdenin acıkmasından ibâret olmadığını, asıl ruhların
aç kalmasının insanı çok daha ciddî hastalık ve buhranlara sürükleyebileceğini idrâk etmişlerdir.
Emsalsiz örnek şahsiyetimiz Hazret-i Muhammed
Mustafa r Efendimiz ashâbına bir gün:
“–Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim
16
Eylül -Ekim-Kasım
Yine Efendimiz r , her fırsatta Yaratan’dan ötürü
yaratılanlara şefkat, merhamet, nezâket ve bilhassa
gönül kırmama ve kırılmama hassâsiyetini telkin ediyordu. Bu sâyede kalpler inceliyor, nezâket ve zarâfet
zirveleşiyor, İslâm’ın güler yüzünü temsîl edecek bir
gönül kıvâmı inşâ ediliyordu.
Hattâ Rasûlullah r hayvanların bile bakımı ve temizliği husûsunda pek çok tavsiyelerde bulunuyor,
bilhassa koyun ve keçilerin üzerindeki kir ve tozların
temizlenmesini istiyordu.4
Bir yılan veya zararlı bir hayvan öldürüleceği zaman
bile ona eziyet edilmeden, tek vuruşta öldürülmesini
emrediyordu.
İslâm ahlâkı, gerektiğinde kendi
ihtiyacından fedâkâr­lık ederek
bir din kardeşinin gönlünü
hoşnud etmekle huzur bulan,
böylesine mük-em­mel bir gönül
kıvâmı inşâ etmiştir.
Sahâbeden Ebu’d-Derdâ t develerine çok fazla
yük vuran insanlara rastlamıştı. Deve, yükün ağırlığından ayağa kalkamıyordu. Ebu’d-Derdâ t hemen devenin üzerindeki fazlalıkları atıp hayvanı ayağa kaldırdıktan sonra sahiplerine şöyle dedi:
“–Eğer Allah Teâlâ, hayvanlara yaptığınız eziyetleri
affederse, size büyük bir mağfirette bulunmuş olur.
Ben Rasûlullah r Efendimiz’in şöyle buyurduğunu
işittim:
Cuayl bin Sürâka t’ı yanına çağırarak onu bu köpek
ve yavrularının başına nöbetçi dikti. Onların İslâm ordusu tarafından ürkütülmemesi husûsunda tembihte
bulundu.6
«Allah Teâlâ bu konuşamayan hayvanlara iyi davranmanızı emrediyor! Verimli bir arâziden geçiyorsanız
hayvanların biraz otlamasına müsâade edin! Kurak bir
yerden geçiyorsanız oradan çabuk geçin, bu tür yerlerde
fazla oyalanarak hayvanlara sıkıntı ve zarar vermeyin!»”
Bir ara Efendimiz r ateşe verilmiş bir karınca yuvası gördü. Bu hâli kabullenemedi; karıncaların yanık
yuvası, onun rakik kalbini dehşete sevk etti. Büyük bir
teessürle:
“Kim yaktı bunu? Ateşle azap vermek sadece ateşin
Rabbine mahsustur.” buyurdu.7
(İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, II, 226/1978)
Yine Rasûlullah r bir koyunu sağmakta olan bir
şahsa rastlamıştı. Ona:
“–Ey filân! Hayvanı sağdığında yavrusu için de süt
bırak!” buyurdu. (Heysemî, VIII, 196)
Yine Peygamber Efendimiz r, hayvanlarına yedirmek için elindeki sopayla bir ağacın dallarına vurarak
yapraklarını dökmeye çalışan bir bedevîyi görmüştü.
Yanındakilere:
«–O bedevîyi bana getirin, ancak ona yumuşak
davranın, onu korkutmayın!» buyurdu.
Bedevî yanına geldiğinde nâzik bir üslûpla:
«–Ey bedevî! Yumuşak bir şekilde ve tatlılıkla sallayarak yaprakları dök, vurup kırarak değil!» buyurdu. (İbnü’l-
Sevâde bin Rebî t şu muhteşem incelik ve merhamet misâlini nakleder:
“Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp
kendisinden bir şeyler istedim. Bana birkaç tane (3 ile
10 arasında) deve verilmesini söyledi. Sonra da bana
şu tavsiyede bulundu:
«–Evine döndüğün zaman hâne halkına söyle, hayvanlara iyi baksınlar, yemlerini güzelce versinler! Yine
onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III,
Esîr, Üsdü’l-Gâbe, Beyrut 1417, VI, 378)
Yaş bir dalın bile gereksiz yere kırılmasına gönlü
râzı olmayan Efendimiz r, ümmetini her fırsatta ve
her şeye karşı nezâket, zarâfet, letâfet ve merhamete
dâvet ediyordu. Nebâtâta karşı bile hassas davranmamız gerektiğini ifâde sadedinde şöyle buyuruyordu:
“Yerde bitmiş olan hiçbir bitki yoktur ki, onu nezâretçi
bir melek kanatlarıyla korumuş olmasın. Bu durum bitkinin hasad edilmesine kadar devam eder. Kim bu bitkiye
basıp ezerse, melek ona lânet eder.” (Ali el-Müttakî, Kenz, III,
484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196)
Yine Efendimiz r ashâbıyla Mekke’ye giderken
yolları üstünde kıvrılmış uyuyan bir ceylana rastladılar.
Âlemlere Rahmet Efendimiz, ashâbından bir şahsa,
herkes geçinceye kadar ceylanın yanında bekleyip
kimseye hayvanı tedirgin ettirmemesini emretti.5
On bin kişilik orduyla Mekke fethine gidilirken de,
yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek görüldü. Efendimiz r ashâbından
905/9122)
17
Eylül -Ekim-Kasım
YARATAN’DAN ÖTÜRÜ!..
Hak dostlarından Ahmed er-Rufâî Hazretleri, hayvanlara karşı çok merhametli idi. Bir köpek, cüzzam
hastalığına yakalanmıştı. Köpeği görenler, ondan tiksiniyor ve onu hiç kimse kapısına koymuyordu. Köpek,
bu şekilde kapılardan kovula kovula, Seyyid Ahmed
er-Rufâî Hazretleri’nin kapısına geldi. Dermansız ve
yara-bere içindeydi.
Köpeğin bu hâlini gören Ahmed er-Rufâî, onu alıp
şehrin dışında bir yere götürdü. Ona bir gölgelik yaptı. Köpeği orada tedâviye başladı. Temizledi, yarasına
merhem sürüp karnını doyurdu. Kırk gün bu şekilde
tedâvi gören köpek sıhhate kavuştu. Cüzzamdan eser
kalmadı. Sonra köpeği güzelce yıkayıp şehre getirdi.
Kendisine:
Yine Efendimiz r ashâbıyla Mekke’ye giderken yolları üstünde kıvrılmış uyuyan bir ceylana
rastladılar. Âlemlere Rahmet
Efendimiz, ashâbından bir şahsa,
herkes geçinceye kadar ceylanın
yanında bekleyip kimseye hayvanı
tedirgin ettirmemesini emretti.
“–Efendim! Bu köpekle çok alâkadar oldunuz, acaba hikmeti nedir?” diye sordular. Onlara şu karşılığı
verdi:
“–Kıyâmet günü Rabbimin bana, «Bu köpeğe niçin
acımadın? Onu uğrattığım bu belâdan niçin kurtarmadın? Aynı belâya senin de düşebileceğin ihtimâlini
niçin düşünmedin?» diye sormasından korktum.
Ey insanlar! Kalplerinizi Allah Teâlâ’nın yarattıklarına karşı merhamet hissiyle doldurunuz. Cenâb-ı
Hakk’ın sizi de onlarla aynı derde müptelâ kılmasından
korkunuz!”
İşte Hak dostları, âdeta meleklerin letâfetinden
hisse alma gayreti içinde, rakik bir gönülle yaşamışlardır. İnsanları incitmek, kul hakkı yemek, hakkı olmayan bir şeye el uzatmak şöyle dursun, sahip oldukları
nîmetlere bile Hakk’ın bir emâneti nazarıyla bakıp derin bir mes’ûliyet hissiyâtı içinde, son derece nâzik ve
titiz ölçülerle davranmışlardır.
KARINCAYI BİLE İNCİTME!..
İşte mü’min gönüllere en büyük örnek olan nebevî
ahlâkın bereketiyledir ki bir çiçeği bile koparmaya
kıyamayan, bir karıncaya bile ulu nazarla bakan rakik kalpli, ince düşünceli ve derin duygulu insanlar
yetişti…
Şu hâdise bunun şâheser misallerinden biridir:
Kânûnî Sultan Süleyman, sarayın bahçesinde
armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülebilmesi için Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi’den aşağıdaki
beyitle fetvâ istedi:
Dırahta8 ger ziyân etse karınca, Zararı var mıdır ânı
kırınca?
Pâdişâh’ın bu fetvâ talebine, Ebussuûd Efendi de
bir beyitle cevap verdi:
Yarın Hakk’ın dîvânına varınca; Süleyman’dan hakkın
alır karınca!..
Bir karıncayı bile incitmekten çekinecek kadar mükemmel bir mânevî terbiye ile gönülleri yoğrulan kâmil
mü’minler, bütün mahlûkâta rahmet pınarı oldular.
Şefkat ve merhametleri bütün mahlûkâtı kucaklayacak kadar genişledi. Gölgesi her yere ulaşan rahmet
bulutları hâline geldiler. Bereketli nisan yağmurları
gibi bütün mahlûkâtın gönül bahçelerini yeşertip ihyâ
ettiler. Her şeye karşı güzel ahlâkın incelik, nezâket ve
zarâfeti içinde yaşadılar.
Unutmamak gerekir ki Cenâb-ı Hak, mü’minleri her
vesîle ile Dâru’s-selâm’a, yani cennete dâvet ediyor.
Bunun için de gönül âlemlerinin dâimâ;
• Cenâb-ı Hak’la beraber olup her an ve her vesîleyle
Allah rızâsını aramasını,
• Allah Rasûlü’ne muhabbetle itaat hâlinde olmasını,
• Din kardeşliği mes’ûliyetini unutmamasını,
• Hâlık’ın nazarı ile mahlûkâta şefkat, merhamet ve
muhabbetle bakış tarzı kazanmasını istiyor.
Rabbimiz, bu hassâsiyetleri gönüllerimizden
eksik etmesin! Yüreklerimizi, içinde bütün mahlûkâtın huzur ve sükûn bulduğu bir şefkat sığınağı
ve rahmet dergâhı eylesin!
Âmîn!..
Dipnotlar: 1) Hâkim, Müstedrek, IV, 352; Heysemî, Mecmau’zZevâid, I, 87. 2) Hâkim, II, 15/2166a. 3) İbn-i Hişâm, II, 261. 4) Heysemî,
IV, 66-67. 5) Muvatta, Hacc, 79; Nesâî, Hacc, 78. 6) Vâkıdî, II, 804. 7) Bkz.
Ebû Dâvud, Cihâd 112/2675, Edeb 163-164/5268. 8) Dıraht: Ağaç.
18
Eylül -Ekim-Kasım
Süleyman Küçük
Cennet
Beylikdüzü İlçe Müftüsü
R
ize ili Çayeli İlçesi Kaptanpaşa köyünde 1956
yılında doğdum. İlkokulu aynı köyde okuduktan
sonra 2 sene medrese tahsili gördüm. 1976 Trabzon
İmam-Hatip Lisesi mezunuyum. 1985 yılı Konya
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun
oldum. 1977 yılında inegöl’de İmam-Hatip olarak
beş (5) yıl çalıştım. 1981 yılından itibaren sırası ile
Bayburt- Aydıntepe, Ordu- Aybastı, Giresun- Görele,
Yalova- Çınarcık ilçelerinde Müftülük yaptım. Halen
Ağustos 2008 yılında başladığım Beylikdüzü İlçe
Müftülüğüm devam etmekte olup evli ve 4 çocuk
babasıyım.
Kervanına
Katılmak
Müslüman buğz eden değil bağışlayan olmalıdır.
Ta ki kişi mukaddesatımıza saldırmasın.
Unutulmamalıdır ki;
Bağışlayan bağışlanır.
Seven sevilir.
Ama yeren de yerilir.
Biliriz ki sırtını dönen değil, yüzünü dönen, sözünü söyleyen ve söyleneni dinleyip değer veren
kazanmıştır.
Müftülüğümüze bağlı Gürpınar Yatılı Kız Kur’an
Kursu’muz bizim değerlerimizle kolej gibi hatta fakülte gibidir. Orada olmak eğitim almak ayrıcalıktır.
Bu hizmet katarında görev almak cennet kervanına katılmaktır. Bu vesile ile Kur’an Kursu’muzdaki
hangi kademe de olursa olsun hizmet verenlerden
HAK razı olsun dilerim. Eğitim alanların-verenlerin
nimetinin kıymetini bildiklerini düşünüyor şükreden olduklarını ümit ediyorum.
Sözlerimi sonlandırırken;
Tebessümümüzün ve sevginizin daim, dualarının makbul olmasını dilerim.
Sevgilerimle
Saygılarımla…
Herhangi bir ayırıma tabi tutulmadan Âlemlerin
ifade edilmiş olması, her can için Rahmet ifade eden
bir peygamberin ümmeti olduğumuzun göstergesidir. O halde her birimizin ihtiyaç duyduğu rahmet
sunanı tanımak ve O’na ulaşmak için gerekeni yapmak kurtuluşumuza vesile olacağı kanaatindeyim.
Gün geçtikçe ayrışan, birbirinden haberdar olmayı, birbiri ile yardımlaşmayı ve paylaşmayı adeta
unutan toplumumuzun günümüzdeki en büyük
ihtiyacı MERHAMET olmuştur. Merhametsiz merhamet olunmayacağını bilmek gerekir.
Yaratılanı sevmek kişiyi YARADAN’A götürür
19
Eylül -Ekim-Kasım
Sevgi
S
evgi muhabbetin türkçesidir. Sevgi, halk dilinde
çok söylenen bir sözcüktür. Söylenmesi, kulağa gelişi, her hali ile güzeldir.
Şair ne güzel söylemiş: ‘‘Sevmek mi güzel, yoksa
sevilmek mi? Ne dersin ?’’
Bazen sohbetlerde sorarım, bazıları ‘ikisi de güzel’, bazısı ‘sevilmek’, bazısı da ‘sevmek’ derler. Kendi
kendime de sorarım:
-Hangisi güzel?
Hepsi haklı. Sevmek ve sevilmek gibi var mı?
Hepsi güzel de, sevmeden sevilmeyi istemek
biraz haksızlık olmuyor mu?
İnsan önce sevmeyi öğrenmeli, çünkü seven
sevdiğinin emrinden çıkmaz, ona fedakârlıktan kaçınmaz.
Muhterem Osman Nuri Topbaş Hocamız sık sık
ifade ederler; ‘‘Sevginin ölçüsü fedakârlıktır’’. Ne kadar
fedakârlık yapıyorsan, ne kadar özveri ile mukabelede bulunuyorsan, o kadar çok seviyorsun demektir.
İnsan sevdiğini üzmez.
En çok sevgimiz Allah’a (C.C.) olmalıdır.
Sorulunca: -Allah’ı seviyor musun?
-Elbette.
Ahmet Mukdat Ziylan
Pekâlâ, Allah’ın emirlerini yapıyor, haramlarından
kaçıyor musun? Dediğinde,
-Eh, Allah (c.c.) affı sever, affeder diye, ümit ederler.
İyi de Rabbim sana gereken her şeyi vermiş. Örneğin, sen olmazsa olmaz, namazı bile ihmal ediyorsan bu nasıl sevgidir.
Şair söyler;
‘‘Ezanlar okundu niçin duymadın?
Allah rızası için, alnını yere koymadın
Beş vakit namazı ihmal edip, kılmadın
Bende seni cennetime koymadım !’’
Derse Allah (c.c.) sen ne cevap verirsin?
-Ben namaz kılmayı, namaz surelerini okumayı
bilmiyorum. Bu, mazeret değil tabii ki.
Mutlaka bir hoca bul, ondan ders al. Veya kitaplar
var: onlardan al, utanma, çekinme ve nefsine ağır gelmesin. Ne yap, et öğren ve sevdiğine mahcup olma.
Allah’tan (c.c.) sonra en çok Peygamberimiz Muhammed Mustafa(s.a.v)’i sev! Her şeyden daha çok
sev! O’nu yeterince sevmezsen, Yaratan Mevla’mızı
sevmiş olmazsın.
O yüce Peygamberin yolundan gitmezsen,
söylediklerini yapmazsan, nasıl seviyorsun? Bir
düşün… O’ndan şefaat bekliyorsun. O sevdiğine
şefaat eder. Sen O’nu yeterince sevmiyorsan, O seni
nasıl sevsin? Demek ki, önce hakkı ile sevmek lazım,
sonra hakkı ile sevilmeyi beklemek gerekir.
Allah’ın (C.C.) bütün yarattıklarını da sevmek
lazım. İnsanları, kardeşlerimizi, ana-babalarımızı da
sevmek lazım. Onların eksik yanlarını değil, daima
iyi taraflarını görmeli; hürmette kusur etmemeli,
fedakârlıktan kaçınmamalıdır.
Bir gün Anneme:
‘‘- Anne, sen ne güzelsin, ne tatlısın, Allah’ın nuru
yüzüne vurmuş, ’’ diye iltifatta bulundum. O da:
‘‘- Oğlum, asıl sen güzelsin. Sen seviyorsun da,
sana güzel görünüyor. Yoksa yaşlı kadının güzelliği
mi olur? ’’ diye cevap verdi.
Ona tekrar sordum:
‘‘- Anne, sen herkesi sevdiğini söylersin; Hiç sevmediğin var mı? ’’
Biraz düşündü, ‘‘- Yok, yavrum, hatırıma gelmiyor. ’’
Herkesi sevince kalpte kin, haset, nefret, kötü
hasletten eser kalır mı?
Hani, derviş Yunus ne güzel söylemiş; ‘‘ Yaratılanı
sev, Yaratandan ötürü.’’
Cenab-ı Mevla’m, bütün canlı mahlûkata yavrularını sevdirmiş, üresinler çoğalsınlar diye. İnsanlara
da yavrularını sevdirmiş. Eğer o sevgi olmazsa, çocuğun meydana gelmesinin, büyümesinin kolay
olmadığını hepimiz biliyoruz.
O sevgi, bütün zorlukları unutturur.
Ben 50 yaşlarında iken, anama sordum. ‘‘Ana, bebekken, ne yaptığımı bilmediğim zamanlarda seni
çok üzdüm mü? Üzdüm ise hakkını helal et.’’ dedim.
-‘‘Yavrum, üzülmeden çocuk büyür mü? Sen biraz fazla eziyetliydin ve çok ağlardın. Her halde biraz rahatsızdın, ama ben hepsini unuttum. Şu güzel
sözlerin, davranışın var ya, bana yeter ve hakkımı
çoktan helal ettim. Yinede tekrar helal ediyorum’’
dedi.
Hülasa çocuğunu herkes çok sever, onu Allah
sevdirmiş. Çocuğun sana bir emanet. Acaba çocuklarımızı seviyoruz da, nasıl sevmemiz gerektiğini
biliyor muyuz?
Çocuğumuza önce güzel bir isim vermeliyiz.
Çocuğumuzu helal gıda ile beslemeliyiz. Haram
gıda ile beslenen çocuklara ne yapsan nafiledir. Bunun sorumlusu biziz.
Çocuğumuzun eğitimine, ahlakına önem vermeliyiz.
Çocuk yaramazlık yaptı, söz dinlemedi diye, basit sebeplerden dolayı dövülmemeli; hele çocuk
niçin dövüldüğünü bilmiyorsa, onu huysuzlaştıran
şeyin ne olduğu araştırmalı, hareketlerine tahammül ve sabır göstermeli, güzellikle, sevgi ile eğitmelidir.
Çocuğun her isteği, her dediği olmamalı, her
arzusu yerine getirilmemelidir.
Güzel davranışlarından dolayı mükâfatlandırılmalı, yanlışları için güzelce ve yumuşak sözcüklerle anlatmalı, eğitilmelidir.
Çocuğa hiç yalan söylememeli, kendisinin de
yalan söylemesine izin verilmemelidir. Normal eğitimine önem verdiğimiz kadar, dini eğitimine de
önem verilmelidir.
Çocuğumuzun eline veya başka bir yerine sıcak çay dökülse, yansa, Allah göstermesin, ne kadar telaşlanır, heyecanlanır, hangi hastane yakın
ise oraya ulaştırmak için, nasıl çaba sarf ederiz.
Bundan doğal bir hareket olur mu? Çünkü çocuğumuz, ciğerparemiz, onun acı çekmesine asla
tahammül edemeyiz.
Pekâlâ, çocuğumuza Allah (c.c.)’ı Peygamber
(s.a.v.)’i dinimizi sevdirdik mi? Dinimizin kurallarını
öğrettik mi?
Bu dünyada, haklı olarak, elinin biraz yanmasına
bile tahammül edemediğimiz sevgili yavrumuzun,
cehennem ateşine atılmasına nasıl tahammül ederiz? Hele ahirette, o zor günde, çocuğumuz bütün
suçu, anne ve baba olarak bize yüklerse, -‘‘Bunlardan davacıyım, bunlar beni bu hale getirdi, beni
eğitmediler, bana doğruları öğretmediler, ’’ derse;
düşünelim, ne yaparız?
Şu yaz tatilinde, camilerde, kuran kurslarında
eğitimler veriliyor, çocuklarımızı oraya göndermeli, vazifemizi ihmal etmemeliyiz. Görevimizi yapıp
onlara gerçek sevgimizi ispat etmeliyiz. Dilediğimiz
gibi bir evlat olmaları için Mevlamıza çok çok dualar
etmeliyiz.
Dileriz ki çocuklarımız, seven, sevilen, uyumlu, çalışkan, cömert, fedakâr, merhametli, hünerli,
Hakka-adalete saygılı, Allah’ı seven, Allah’ın sevgisinden mahrum olmaktan korkan, Peygamberini
seven, dinini seven, İslam’ı aşkla yaşayan; ailesine,
memleketine, devletine, İslam’a faydalı, hayırlı bir
evlat olur.
Rabbim hiç kimseyi hayırsız evlatla imtihan etmesin.
21
Eylül -Ekim-Kasım
Fatma Zehra Esen
[email protected]
Merhamet åbidesi
Bezmiâlem Valide Sultan
S
Bezm-i âlem Valide Sultan’ın Mührü
Bezmiâlem Valide Sultan, son derece cömert,
eli açık, şefkat ve merhametli birisiydi. O, bu özelliğiyle oğlu Sultan Abdülmecid’in israf ve gösteriş
tutkusuna karşı bir dereceye kadar engel olmuştu. Devlet işlerine zaman zaman müdahil olmasına
rağmen, mevkiini hiçbir zaman olumsuz bir tarzda
kullanmamıştır. Yaşadığı sürece pek çok hayır eserler meydana getirmiştir. Özellikle mahalle mahalle dolaşarak fakir, muhtaç ve kimsesizlere yardım
eli uzatarak yetim ve kimsesiz kızları evlendirmesi,
borcunu ödeyemeyenlere ve tutuklu bulunanlara
maddî yardımlarda bulunması onun ne kadar şefkat
ve merhamet sahibi bir insan olduğunun delilleridir.
Ayrıca Bezm-i âlem Vâlide Sultan hakkında şöyle
bir menkıbe anlatılır:
“Vâlide Sultan, yağmurlu bir havada faytonla
saraya giderken bir su birikintisi içersinde boğul-
ultan II. Mahmud’un hanımı ve Sultan
Abdülmecid’in annesidir. Hayatıyla ilgili bilgiler çok
azdır. Doğum yeri ve tarihi tam olarak bilinmemektedir. Küçük yaşta esirciler tarafından saraya câriye
olarak getirilen bir Gürcü kızı olduğu bilinmektedir.
Sarayda terbiye edilip yetiştirildikten sonra Sultan
II. Mahmud’la evlendi. Daha sonra Osmanlı tahtına
geçecek olan Şehzade Abdülmecid’i dünyaya getirdi. Böylece “ikinci kadın”lığa yükseltildi (Nisan 1823).
Sultan Mahmud’un ölümünden sonra on altı
yaşında bulunan oğlu Abdülmecid tahta çıkınca,
Bezmiâlem de “Valide
Sultan” unvanını aldı (Haziran 1839)
Sultan Abdülmecid’in çocuk yaşta bulunmasından ötürü devlet işlerindeki tecrübesizliği,
Bezmiâlem Valide Sultan’ın devlet ve hükümet işlerinde önemli görevler üstlenmesine sebep oldu.
Bunda da başarılı oldu.
22
Eylül -Ekim-Kasım
ma tehlikesi ile başbaşa kalmış, çırpınmakta olan
bir kedi yavrusu görür. Hemen faytonu durdurur.
Ve titremekte olan kedi yavrusunu alır, üzerindeki suları elleriyle silerek ayaklarının arasına alır ve
onu büyük bir anne şefkatiyle ısıtmaya çalışır. Daha
sonra saraya geldiklerinde kediyi güzelce doyurur
ve ona gereken bütün ihtimâmı gösterir; böylece
zavallı kediciğin ölümden kurtulmasına vesile olur.
Vefâtından sonra sevenlerinden biri, kendisini
rüyâsında görür. Merakla sorar: “Vâlide Sultanım,
siz dünyâ hayâtında büyük hayır-hasenât sâhibi
bir kimseydiniz. Kimbilir Cenâb-ı Hakk, sizlere ne
büyük ikrâm ve ihsânlarda bulunmuştur!”
Vâlide Sultan şöyle cevap verir:
“Evet, yaptığım bu hayır ve hasenâta karşılık
Cenâb-ı Hakk, bana büyük ikrâmlarda bulundu.
Fakat asıl büyük ikrâmı, boğulmakta olan bir kedi
yavrusuna gösterdiğim şefkat dolu hizmetimden
dolayı bahşetti.”
Ayrıca, Bezm-i âlem Vâlide Sultan’ın sık sık kullanmış olduğu mühründe kazınmış olan aşağıdaki
ibâre, O’nun bu mânevî şahsiyetininin kaynağını
ortaya koyan güzel bir örnektir:
“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl?
Zuhûrundan Bezm-i âlem oldu vâsıl!..”
Bezmiâlem Valide Sultan ülkenin birçok yerinde
tesis ettiği vakıf hayır eserlerinin devamlılıklarını
sağlamak ve hizmetlerinin güzel bir şekilde görülmesini temin etmek üzere yeni kurduğu vakıflar
aracılığıyla sürekli gelirler bağlamıştır. Ayrıca harap
olan veya tamamen ortadan kalkan pek çok hayır
eserlerini de onarıp yeniden ihya ettirmiştir.
yapılmıştır. Hastanenin yapılış sebebi, 1843 yılında
İstanbul’da ortaya çıkan çiçek ve kolera salgınıdır.
İstanbul’da mevcut sağlık kuruluşlarından Üsküdar
Toptaşı’nda Nurbanu Sultan Bimarhanesi, Haseki Bimarhanesi, Süleymaniye Darüşşifası ve Fatih
Darüşşifası’nın tamamen dolmasıyla birlikte yeni
bir hastaneye ihtiyaç hissedilmiştir.
Hastane, bu tarihten iki sene sonra, yani 4 Nisan
1845’te tamamlanarak Sultan Abdülmecid ve devlet ileri gelenlerinin de katılımıyla açılışı yapılmıştır.
Daha önceki yıllara kadar darüşşifa, bimarhane, şifahane gibi isimlerle anılan bu tür vakıf sağlık kuruluşları için hastane tabiri ilk kez bu müesseseyle
birlikte kullanılmıştır.
Hastanenin resmî adı “Yenibahçe’de kâin Bezm-i
Âlem Gureba-i Müslimîn Hastanesi” iken, halk kısa isimleri tercihle “Bezmiâlem Hastanesi”, “Valide
Sultan Hastanesi”, “Gurebâ-i Müslimîn Hastanesi”
adlarını kullanmıştır.
Mekke’de Gurebâ-yı Müslimîn Hastanesi
Yapımına Bezmiâlem Valide Sultan hayatta iken
başlanan bu hastane, vefatından sonra yarıda kalmışsa da vatandaşlarının sağlığına büyük önem
veren Sultan II. Abdülhamid tarafından tamamlanmıştır.
Okullar
Dârülmaarif (Valide Mektebi)
1850’de hizmete girmiştir. İstanbul’da Cağal­
oğlu’nda II. Mahmud Türbesi’nin yanındadır.
Devlet dairelerine memur kadrosu hazırlayan ve
Dârülfünun’a talebe yetiştiren bir kurum idi. Söz
konusu bina, günümüzde İstanbul Kız Lisesi olarak
hayatiyetini devam ettirmektedir.
Hayır eserlerinden en önemlileri şunlardır:
Hastaneler:
Gurebâ-yı Müslimîn Hastanesi
(Vakıf Gureba Eğitim Araştırma Hastanesi)
İstanbul’da Şehremini semtinde Yenibahçe’de
inşa edilmiştir. Zamanına göre modern bir tarzda
Bezmiâlem Valide Mektebi
Beykoz Çubuklu’da yaptırılmıştır.
23
Eylül -Ekim-Kasım
Bezmiâlem Sıbyân Mektebi
1844’de inşa edilmiştir. İstanbul’da Edirnekapı’da
Molla Aşkî Mahallesi’ndedir.
Bezmiâlem Sıbyân Mektebi (Yeşil Mektep)
Dârülmaarif Mektebi’nin yayındadır. Onunla birlikte 1850’de açılmıştır. Yeşil Mektep olarak bilinir
Camiler
Dolmabahçe Camii
Gureba Hastanesi Camii
Köprüler
Galata Köprüsü
Çeşmeler
Beşiktaş-Maçka’da Valide Çeşmesi
Silivrikapı’da Uzunyusuf Mahallesi’nde Bez­
miâlem Çeşmesi
Sultanahmet’te Üçler Çeşmesi
Topkapı’da Bezmiâlem Çeşmesi
Gurebâ-yı Müslimîn Hastanesi Çeşmesi
Beşiktaş Cihannümâ Mahallesi’nde Bezmiâlem
Çeşmesi
Tarabya’da Bezmiâlem Çeşmesi
Alibeyköyü’nde Bezmiâlem Çeşmesi
Silivrikapı’da Abdullah Ağa-Bezmiâlem Çeşmesi
Kasımpaşa’da Bezmiâlem Çeşmesi
Topkapı’da Fatih Sultan Mehmed tarafından
yaptırılan Çukur Çeşme
Galata Kulesi yanındaki Bereketzâde Çeşmesi
Sebiller
Medine’de Bezmiâlem Sebili: Hz. Hamza Tür­
besi’ne giden yol üzerindedir.
Medine’de Bezmiâlem Sebili: Şam Kapısı’nın dış
tarafında.
Kerbelâ’da Bezmiâlem Sebili
Bunların dışında gerek İstanbul ve gerekse Osmanlı ülkesinin pek çok yerinde Bezmiâlem Valide
Sultan tarafından yaptırılan, tamir ve yeniden ihya
ettiren hayır eserleri bulunmaktadır. Söz gelimi, Terkos Gölü ve civarı, binlerce dönüm tarla ve araziler,
çiftlik ve köyler, dükkân, eve, han ve değirmenler
gibi gelirleri yüksek mülkler ile vakıflar bu cümledendir.
Valide Sultan, ayrıca Kâbe ve Hz. Muhammed
(s.a.v)’in türbesi ile İstanbul’da Eyüp Sultan Vakfı’na
da çeşitli hizmetlerde bulunmuştur.
İstifade Edilen Kaynaklar:
ATASAVEN Asaf, “Bezm-i Alem Valide Sultan Gureba
Hastahanesinde Son Yıllardaki Gelişmeler”, I. Türk Tıp Tarihi
Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler–, İstanbul 17-19 Şubat
1988, s. 261-265.
BAYRAM Sadi, “Sağlık Hizmetlerimiz ve Vakıf Guraba
Hastahanesi”, Vakıflar Dergisi, sayı XIV, Ankara 1982, s. 101-11
KÂHYA Esin-Ayşegül D. Erdemir, Bilimin Işığında Osmanlıdan Cumhuriyete Tıp ve Sağlık Kurumları, Ankara 2000, s.
242-245.
ŞENTÜRK M. Hüdai, “Bezmiâlem Vâlide Sultan”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. VI, s. 108-113.
YILDIRIM Nuran, “Darüşşifalardan Modern Hastanelere”,
Tarihi Sağlık Kurumlarımız: Darüşşifalar, 4. Bölüm, Sanovel
İlaç Sanayii ve Ticaret A.Ş., c. II, İstanbul 2010, s. 145-146.
Cafer Durmuş
Vesilelerle TefekkŸr
Tefekküre Vesile
“Tefekkür: Düşünmek, bir şeyin inceliklerini anlamak için akıl yormaktır ve hayatı, hâdiseleri doğru
okuyup, her şeyi yerli yerine oturtmak için mutlaka
gereklidir…
“Dünyanın ahvali ne garip” diye mırıldanıyorum.
“Nesnelere bakış açına göre görüşün değişiyor.
Hiçbir şey, ilk bakışta göründüğü gibi değil. Gölge
varlıklardan gerçek manada uzaklaşabilirsem eğer;
hakiki varlığa yakınlığın kapısına yol bulabilirim.
Nesnelerin büyüklüğünü ve hakiki değerini bu mantıkla sorgulayabilirim…
Tefekkürün, bilinçsizce yapılan nafile ibadetten
efdal sayılması sebepsiz değildir…”
Ulu mabetler kenti Bursa’da, teleferikle Uludağ’a
çıkarken böyle düşünüyorum. Olup bitenleri isabetle yorumlamak için, ömür törpüsüne dönüşen şehirlere bazen dışarıdan bakmalı diyorum. Gözümün
önünde uzayıp giden bereketli ovalara bakıyorum.
Oraları karış karış paylaşma isteğinin insanları nasıl
da kemirdiğini düşünüyorum.
Bu muhteşem dağlara yukarıdan bakabilsem,
nasıl düşünürdüm acaba? Aynı şekilde dünyayı seyretme imkânım olsa neler hissederdim?
“Dikkat edin” diyorum yanımdakilere. “İnsanların
‘‘hayat mücadelesi’’ dedikleri şey bu şehirde ve böylesi yerlerde cereyân ediyor. Kavgalar bu yerlerde,
bu yerler uğruna yapılıyor. Kinler buralarda bileniyor. İhtiras olup gönülleri kavuran aşklar buralarda
alevleniyor. Bir karış yer uğruna cinayetler işleniyor
bu mekânlarda. Kalpler kırılıyor, davalar açılıyor;
mahkemeler kuruluyor. Hâlbuki Allah’ın hazinesi
geniş; yerin içinde ve üstünde herkese yetecek miktarda rızık mevcut. Şu kadar var ki, kaderin cilvesi
nasipleri yazan kalemin mürekkebinde tecellî etmiştir; nimetler deryasından herkese, ancak nasibine
yazılan miktar verilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de; “dağlar, yer yüzünü tutan
kazıklar(çiviler) dır” (Bk. Nebe’ 78/7) deniyor. “Bu nasıl
kudret Allah’ım; bunlar ne muazzam çiviler?” diye
önümde heybetle yükselen Uludağ’a hayret ediyorum.
İnsanlar teleferikle ilgili teknik ayrıntıları merak
ediyorlar. Üzerinden uçup geçtiğimiz ağaçların yapraklarını konuşuyorlar... Benim derdim bambaşka;
yükselen bedenimle birlikte fikriyatımın da şehrin
dışına çıkmasını istiyorum.
Dilerse, Uhud dağının kendisi için altın kılınacağı
teklifine “istemem” diyen Peygamberimizin büyüklüğü geliyor aklıma. Yerin altında ve üstünde bulunup bizce sayısı bilinmeyen hazinelerin genişliğini
düşünüyorum.
Hâdiselere her zaman bu bilinçle bakabilsek, diye hayıflanıyorum. O zaman hiç bir şeyi hırsla talep
etmezdik. Gözlerde, büyütülen iğreti nesneler uğruna gönül kırmazdık...
Kur’ân-ı Kerim’de; “düşünmeyi/akletmeyi” hatırlatan vurgular belli aralıklarla tekrar ediliyor. Hayat
mücadelesinin verildiği alanları yukarıdan izleme
fırsatı sunan bu tür seyahatlerin, Allah Kelâmı’ndaki
bunca ihtara cevap bulmaya birer vesile teşkil edebileceğine inanıyorum.
Birinci aktarma mevkiine vardığımda; “Allah katında sineğin kanadı kadar kıymeti olmayan dünya
ve içindekiler ne ki” diye mırıldanıyorum. Uçsuz bucaksız uzay boşluğu ve oradaki milyarlarca galaksiler
var daha…
İkinci kez yükselirken, yönümü şehre dönüp bir
daha bakıyorum; an be an gözümde küçülmekte
olan devasa hanları, iş merkezlerini kuş bakışı seyrediyorum. Zirveye yaklaştıkça her şey iyice küçülüyor
gözümde. Koca bir şehir, ayaklarımın altına serilmiş
halı gibi.
Bize de kısmet olan bu vesileye binaen diyeceğimiz şudur ki: Her halükarda inancıyla dik durabilenler, dünyaya kuş bakışı bakabilenlerdir ancak.
Fizikî yükselişler, fikrî açılımlara basamak olabildiği
ölçüde değerlidir.
25
Eylül -Ekim-Kasım
Sorular...
İ
Hatice Şahin
nsan bazı şeyleri yaşayarak öğrendiği zaman o bilgi daha kalıcı hale geliyor.
Çocuk eğitiminde onların bitip tükenmek
bilmeyen sorularına karşı ne kadar sabırlı
olunması gerektiği bilgisinde olduğu gibi.
İlmin anahtarı sorudur. Çocuk gördüklerini ve duyduklarını soru sorarak anlamlandırmaya çalışır. Aslında çocukluğa ait
birçok güzel hususiyetin ileri yaşlarda da
devamı gerekir. Mesela saflık, kin tutmamak, affedicilik, çok soru sormak, fitne ve
fesattan uzak olmak…
6 yaşını daha tamamlamamış kızım bazen işlerimin en sıkışık zamanında gelir;
her kelime başında “anne” sözünü mutlaka
tekrarlayarak bir şeyler sorar ve benden
cevap beklerdi. Eğer cevap vermezsem sorusunu cevaplayana kadar yenilerdi.
İnsanlık hali bazen dayanamaz “yeter
artık sürekli anne deyip durma” diye kızdığım olurdu. Taki internette bir annenin
sözlerini okuyana kadar: ‘‘Üç yaşındaki çocuğum sürekli anne diyerek sorular sorardı,
bir gün sabrım taştı ve bir daha bana anne
sözünü söyleme” dedim. O günden sonra
çocuğuma anne sözünü söyletmek için uğraşıyorum ama nafile.”
Aslında çocuğumuzun soruları bizi
sevindirmeli. Çünkü onların soru sorması
demek zekâ seviyelerini gösterir ve bizim
verdiğimiz doğru cevaplar sayesinde gelişmelerini sağlar. Bazen bu sorular bize
yeni ufuklar açabilir. Yazar Fatih Erdoğan
da olduğu gibi; Yazar, ilk ansiklopedisini
dört yaşlarındaki bir çocuğun sayesinde
26
Eylül -Ekim-Kasım
hazırlamıştır. Olayı kendi ifadeleriyle aktaralım: “Bir
kitap fuarında iken dört yaşlarında bir çocuk geldi “bana bir kitap ver ki içinde her şey olsun.”Yazar “ve ben o
gün karar verdim içinde her şey olan kitaplar yazmaya”
diyor, bir cildini dahi o ufaklığın taşıyamayacağı ansiklopedilerin fikir babası, bu çocuk oluyor.
Soran çocuk iş çıkaran, üreten çocuk demektir. Bizim vereceğimiz cevaplarla bağlantı kurarak
zekâlarının işlevselliği daha da artar. Bu sorulara da
bıkmadan usanmadan cevap vermek her kişinin değil er kişinin işidir. Bu er kişilerden birinin hikâyesi de
şöyledir:
Seksen yaşlarına merdiven dayamış bir baba
ve onu ziyarete gelmiş kırk yaşlarında saygın bir işi
olan oğlu ile salonda otururlar. Hoş-beşten sonra
bir sessizlik olur ve oğlu tarafından ayrılık sinyalleri
verilmeye başlar.
Tam o sırada oturdukları divanın yanındaki pencerenin pervazına bir karga konar. Yaşlı adam gülümseyerek kargaya bakar ve oğluna,
-Oğlum bu ne? Oğlu şaşkın, cevaplar:
-O bir karga baba.
Yaşlı baba hiç istifini bozmadan kargaya bakar ve
yine sorar:
-Oğlum bu ne? Oğlu daha da şaşkın bir halde:
-Baba o bir karga.
Karga hala pencerenin önünde sanki konuşulanları dinlemektedir.
Yaşlı baba üçüncü defa sorar:
-Bu ne? Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa döner
ve birazda sert bir ses tonuyla cevaplar:
­-O bir karga baba, karga tamam mı? Diyerek
cevaplar.
Baba yine yüzünde tebessümle, ayağa kalkar
kitaplarla dolu rafa doğru yavaş adımlarla ilerleyerek
eski bir defter çıkarır. Defteri alarak oğlunun yanına
oturur. Oğlu şaşkın bir halde olanlara anlam veremez.
Babası bir sayfa açar ve okumaya başlar.
Üç yaşındaki oğlumla oturuyorduk. Pencerenin
önüne bir karga kondu. Oğlum kargaya bakarak sordu:
-Baba bu ne? Bende:
-Karga. Dedim
0ğlum tam yirmi üç defa “bu ne?”diye sordu ve
ben yirmi üç defa “bu karga” diyerek sorusunu sevgiyle sarılarak cevaplıyordum. Bıkmak ne kelime her
soruşunda kalbim sevgiyle doluyordu.
Bütün annelerin bu kıssadan gereken hisseyi çıkararak er kişilerden olması arzusu ile...
27
Eylül -Ekim-Kasım
Zekiye Koyun
Benim
Dualarım
Allah diyelim her an
Hızla geçiyor zaman
Sevdiğin kullarından
Eyle bizi YARADAN
Helal rızık ver bana
Günler geçsin huzurla
Şükrederim daima
Sana ulu YARADAN
Hep iyilik dilerim
Minnete koyma derim
Canımdan çok severim
Sengi yüce YARADAN
Günahlarımızı affet
Peygambere komşu et
Mutluluğu daim et
Bize ulu YARADAN
Kaza ve belalardan
Şeytanın fesadından
Cehennem azabından
Koru bizi YARADAN
Cennetine girmeyi
Cemalini görmeyi
İman ile ölmeyi
Nasip eyle YARADAN
Kevser şarabın içir
Mizan tartıdan geçir
Sırat köprüden uçur
Bizi yüce YARADAN
Münacat
Bir nazar kıl asi kulun halına ahvanına
Günahkarım boynu bükük geldim senin babına
Kulu affetmek yaraşır senin yüce şanına
Bağışla bizi Ya Rab ol Nebiyyi zişanına
Göstermedik ahdimizde sözümüzde bir vefa
Acı bize halimizi sen arzeyle Allah’a
Senin duan redolunmaz ol hüdanın yolunda
Rahmetenlül aleminsin Ya Muhammed Mustafa
İman ile Kur’an ile göçebilsek ukbaya
Hangi yüzle çıkacağız mahkeme-i Kübraya
Günahlarım sevaplarım dökülünce ortaya
Ayan olur halimiz şefaati Mustafa’ya
Secdelere kapandı o hep ağlaya ağlaya
Ümmetinin affı için çok yalvardı Mevla’ya
Bağışladım ümmetini hem de istediğin kadar
Müjdesini verdi Mevla’m Muhammed Mustafaya
Ne büyük lutuf Ya Rab Habibine ümmet olmak
Şefaati sayesinde cehennemden kurtulmak
Eğer bizler O’na layık ümmet olabilirsek
Milyarlarca selam olsun Habib-i Kibriya’ya
Gayet eyle Mehmet Emin sadık ümmet olmaya
o peygamber sandağının altında toplanmaya
Kadir mevlam rahmetiyle lutfu ihsan ederse
Habibimin hürmetine gir cenneti âlâya
Mehmet Emin Erbalcı
28
Eylül-Ekim-Kasım
Merhamet...
N
Kevser Karasaç
edir? Merhamet Annenin yavrusuna gösterdiği
sevgi mi? Bir kuşun bile yavrusu için rızkını araması
mı? Yoksa her gün hiç birşey yapmamamıza rağmen önünüze nimetlerin eksiksiz gelmesi mi?
Ne kadar geniş bir konu değil mi merhamet; ne
kadar derin… İçine dalanların birçok sırrı keşfedebileceği bir nükte…
Ne kadar çok merhamete muhtacız, ne kadar
çok merhamet istiyoruz, istiyoruz ama ona değer
miyiz? Bir hadis-i Şerif’te Efendimiz “Merhamet
edin ki merhamet olunasınız” buyuruyor. Gerçekten
merhamet ediyor muyuz ki merhameti istemeye
yüzümüz olsun.
Bizim insanlara karşı gösterdiğimiz merhamet,
koskoca okyanusta bir katre. Rabbimizin bize karşı
merhameti, o koskoca okyanusu geçen bir umman
ve biz o ummanın içinde kaybolan meçhuller…
Bizim her yönden örnek aldığımız Efendimiz
bir merhamet abidesidir.
Hayatında o kadar çok
merhamet örneği vardır
ki bizim bunları söylemeye ne sözlerimiz, ne de mürekkebimiz yeter. Her vasfıyla ayrı bir merhamet ve incelik.
Bir baba olarak ayrı, bir başkan
olarak ayrı ve en önemlisi bir peygamber olarak apayrı. Ne kadar geniş
değil mi? Bir hayvana bile merhameti
çok başka. Yeri gelir koskoca orduyu
sırf bir hayvanı rahatsız etmemek
için geri çeviren bir örnek şahsiyet…
Bir defasında Peygamberimizin yanındakilerden bazıları “Ey Allah’ın Rasul’ü, yani
hayvanlara karşı yaptığımız
iyilikler içinde sevap var
mıdır?” diye sordular. Peygamberimiz “Evet, yaptığınız her iyilik için sevap
vardır” buyurdular. İşte böyle dünyaya nâm salmış, emsali
olmayan muazzam bir örnek…
“Rasulallah (s.a.v.) kulu Cenab-ı Hak’a götüren
yegâne rahmet ve vuslat köprüsüdür.”diyen Osman
Nuri Topbaş hocamız aynı zamanda “bir mü’minde
imanın ilk meyvesi rahmet ve merhamettir” demiştir.
Bizde bu sözü- esas alarak Rasulallah (s.a.v.)’i
Allah Teâlâ’ya karşı vuslatımıza son vermek için bir
köprü mesabesinde görmeliyiz.
Merhamet… Bir ucu görünmeyen derya…
Aslında nedir merhamet biliyor musunuz? Gözyaşıdır. Gerekirse seher vakitlerine kadar gözyaşı
döküp Rabbine yalvarmaktır
Merhamet sevgidir hiç bıkmadan, usanmadan,
yolun sonuna kadar sevebilmektir.
Merhamet fedakârlıktır. Bu uğurda gerekirse
canını bile ortaya koymaktır…
29
Eylül -Ekim-Kasım
[email protected]
Fatma Zehra Selçuk Esen
SÜLEYMANİYE CAMİİ
Süleymaniye camiinin 4 minaresi olmasının
sebebinin, Kanuni’nin İstanbul’un fethinden
sonraki dördüncü padişah; bu dört
minaredeki on şerefenin de Osmanlının
onuncu padişahı olduğunun bir işareti
anlamına gelmektedir.
NEDEN ATEŞİMİZ
ÇIKTIĞINDA ÜŞÜRÜZ?
Ateş vücudun termostatının ısısını
yükseltmesiyle ortaya çıkar. Ancak kişi
terlemediği ya da kan basıncı yükselmediği
için üşür.
ÇAY İÇMEK
HARARETİ ALIR MI?
Evet, sıcak içecekler vücudun kendini
olduğundan daha sıcak hissetmesine
yol açar. Vücut daha çok terler ve bu
da ısı kaybına neden olur.
PARFÜMLERİN ÜSTÜNDE NEDEN
‘EAU DE TOILETTE’ YAZAR?
Avrupa tuvalet, temizlik kültürünü 18. y.y.’da Osmanlıdan
öğrenmiştir. Fransızların parfümleri icat etmesi de buna
bağlıdır derler. Dikkat ederseniz her parfümde “EAU
DE TOILETTE” yazısı var. Anlamı tuvalet suyu demektir.
Avrupalı tuvaletten çıktıktan sonra parfüm kullanırmış yani
“yıkanmıyoruz ama biraz güzel kokalım” diyorlarmış.
30
Eylül-Ekim-Kasım
® Avrupa sabun kullanma ve tuvalet kültürünü Osmanlıdan almıştır ve bunun en bariz delillerinden
biri Paris’teki Versailles Sarayı’nın 1300 odası olması
ve hiç tuvaletinin olmamasıdır.
® (Şuan yaşayan) 135 yaşındaki Ali Muhammed
Hüseyin, yeryüzünün en yaşlı insanı olarak biliniyor.
® Atların kırılan kemikleri geri kaynamaz. Ayağı
kırılan atların hayatı da biter.
® Uyurken, TV izlerken olduğundan iki kat daha
fazla kalori harcarız.
® ABD’de Cola üreten firmaların şoförlerinin, kimyasal madde taşıma lisansı olması gerekiyor.
® Dünyanın uydusu ayın hacmi, Pasifik Okyanusu’nun hacmi ile aynıdır.
® Maymunlar her yıl uçak kazalarından daha fazla
insan ölümüne neden oluyor.
® Dünya ahalisi gece gündüz satranç oynasa ve her
saniyede bir hamle yapılsa, satrançta tüm oyunları
tecrübeden geçirebilmek için asırlara ihtiyaç vardır.
® Bir çift sineğin sadece Nisan-Mayıs aylarında
bıraktıkları yumurtaların tamamından sinek çıksa
idi, dünyayı 14 metre kalınlığında bir sinek tabakası
kaplardı.
® Bir insandaki toplam damar uzunluğu 150 bin
km.dir. Dünya ile güneş arasındaki mesafe ise 150
milyon km.dir.
® Bir futbolcunun topa her kafa vuruşunda, beyninden 1000 (bin) hücresi ölmektedir.
® Ortalama bir insanda 30.000-100.000 adet saç
vardır ve her gün yaklaşık 100 tanesi dökülmektedir.
® İnsan vücudu her 7 yılda -ölen hücrelerin yerine
yenisi gelerek- tamamen yenilenmektedir.
® Satranç tarihinin en uzun oyunu 1950 yılında
Mardel Plato’da yapılmış dünya satranç turnuvasında gerçekleşmiştir. Pilkin ve Çernyak arasında
yapılan bu maç 22 saat devam etmiş ve 191. hamle
sonrası berabere bitmiştir.
® Dünyanın en kokulu camisi Tebriz şehrindedir.
Mescit inşa edilirken çamuruna misk kokusu ilave
edilmiştir ve 600 sene geçmesine rağmen hala mescit misk kokmaktadır.
® Dünyada en tehlikeli hayvan sivrisinektir. Çünkü
insanların ölümüne en fazla sebep olan hayvandır.
® En eski alfabe Suriye’nin Akdeniz sahilindeki Lattakiya limanı yakınlığında yapılan kazım sonucu
bulunmuştur. Alfabe 32 harften oluşur.
® Güneş yerden 149 milyon 600 bin km. mesafededir. Hacmi yerden 1300 defa büyüktür.
® Çocuklar baharda daha fazla büyüyor.
® Sigara çakmağı kibritten önce bulundu.
® Uranüs çıplak gözle görülen bir gezegendir.
® Dünyadaki tavuk sayısı insanlardan fazladır.
® Salyangozların 25.000 civarında dişi vardır.
® Bir doğumda yaşayan en çok çocuk sayısı 6’dır.
® Bir kadının sahip olduğu en fazla çocuk sayısı
69’dur.
® İlk kule saati 1404 yılında Moskova’da yapılmıştır.
® Hawai alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır.
® Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.
® Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat
uzundur.
® Dünyadaki ısı 1900 yılından itibaren 0,7 derece
arttı.
® Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur.
® “Düello” uygulaması hala Uruguay ve Paraguay’da
devam etmektedir.
31
Eylül-Ekim-Kasım
Affın
Affı
Özlem Özler
Mekke’nin fethinden sonra ne yapacağını merak eden Kureyş’liler “Sen kerem ve iyilik sahibi bir
kardeşsin” diye hitap ettiler. Onlarda inanmasalar
bile O’nun Rahmet Peygamberi olduğundan haberdarlardı.
Efendimiz onlara Yusuf’un kardeşlerine dediği
gibi “sizi bugün kınamak, başa kakmak yok” dedi.
Rahmet peygamberi kimseden intikam almamış,
O’na düşmanlık yapanları bile affetmiştir. Asla kötülüğe kötülükle karşılık vermemiştir. Merhametinin
en büyüğü örnek şahsiyet Uhud dağında dişini kırılan, yüzü kanlar içinde kalan Peygamberimiz Ashabı, Kureyş müşriklerine beddua etmesini istiyor.
Efendimiz “ben lanetleyici değil doğru yola ileten
Rahmet Peygamberim” diye ifade etmişti. Ve onlara
“Ey Allah’ım! Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar bilselerdi yapmazlardı” diye dua ediyor. “ eğer Sen katı ve
sert olsaydın etrafına kimse toplanmazdı (Al-i İmran
159). Efendimiz yaptığı merhametle bize örnek ve
Onlara o merhametiyle merhametlenmeleri istiyor.
Efendimiz katı ve set davrananları uyarmıştır.
Merhamet edilmeyene merhamet dilmez diye buyurmuştur. Müminler merhamet sahibi olmalı diye
anlamıştır. (“Ey Mü’minler!) Andolsun ki, içinizden
size sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size
düşkün, mü’minlere şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir.” Efendimiz kendisi iftarsız Savm-ı
Davut orucunu tutmuş ama ümmeti için yasaklıyor.
“Rabbim bana yediriyor, içiriyor siz dayanamazsınız” buyuruyor. Tutturmuyor bize. Zor geldiği için
istemiyor.. o kalbinde taşıdığı ümmetin olan bitmez
sevgisi ve merhametindendir.
Peygamber Efendimizi daha iyi tanımak ahlakı
ile ahlaklanmamızı O’nun bize duyduğu merhameti
muhabbeti bizde ümmeti olarak O’na duymamızı
nasip eyle, amin...
M
erhamet bütün yaratılmışlara sevgiyle yaklaşma
kötülükten uzaklaştırma zor durumda kurtarma,
bağışlama. Bunun kaynağı Allah’tır. İnsanlardaki
merhamet Allah’ın rahmet ve merhametinin bir
tecellisidir. Allah’ın en önemli niteliklerden biri merhametidir. Kur’an’da Allah ve Rab’den sonra anılan
adlar Rahman ve Rahim olan O’nun rahmeti her şeyi
kuşatmıştır. (Araf 156)
Rabbimiz Af’ı büyük Affetmeyi seven ve kullarının da merhametli olduğunu belirtiyor. “ sonra
inanıp kendilerine sabır tavsiye edenlerden, merhametli olmayı tavsiye edenlerden olmaktır”. (Beled 17)
Müminlerinde merhametleriyle kurtuluşa
erdiğini anlatıyor. “Ey Mü’minler! Andolsun ki,
Rasulallah’ta sizin için, Allah’a ve ahiret gününe
kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikreden için bir
örnek vardır” (Ahzab 21). Peygamber Efendimiz
bütün insanlık alemi için en büyük şahsiyettir.
Hz. Hamza’yı şehit eden ve ciğerlerini kininden
dolayı ısıran Vahşi, Efendimizin huzuruna sahabe
kılığında gelip “Vahşi Müslüman olsa ne yaparsınız” Efendimiz “ affederiz” buyuruyorlar. Çok sevdiği amcasının ciğerini yiyen yaptığı dayanılmaz
acımasız durumda bile Rahmet peygamberi olduğunu unutmamış, karşılaştığı olumsuzluklara
Rahmet ile bakmıştır.
32
Eylül -Ekim-Kasım