Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

Transkript

Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
Galatasaray Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi
2005/1
Hakemli Dergi
Galatasaray Üniversitesi Yay›n› No : 40
Galatasaray Hukuk Fakültesi No : 30
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Hakemli Dergidir.
Bu kitaba iliflkin olarak Fikir ve Sanat Eseri Kanunu’ndan
do¤an haklar sakl›d›r. Bu kitapta yer alan makalelerde ileri
sürülen görüfller yazarlar›na aittir. Yay›n Kurulu, makalelerde
ileri sürülen görüfllerden dolay› herhangi bir sorumluluk üstlenmemektedir.
YAYIN KURULU
Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR
Prof. Dr. Hamdi YASAMAN
Prof. Dr. Ercüment ERDEM
Prof. Dr. A. Ifl›l KARAKAfi
Arafl. Gör. Dr. S. Anlam ALTAY
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi’nin bu say›s› May›s
2007’de yay›nlanm›flt›r.
ISSN
: 1303-6556
Dizgi/Mizanpaj : Beta Yay›nlar›
Bask› - Cilt
: Kahraman Ofset
Ba¤c›lar/‹stanbul (0-212) 629 00 01
Kapak Tasar›m›: Gülgonca ÇARPIK
Beta Bas›m Yay›n Da¤›t›m A.fi.
Himay-i Etfal Sokak Talas Han No: 13-15 Ca¤alo¤lu-‹STANBUL
Tel: (0 212) 511 54 32 - Fax: (0 212) 511 36 50
e-mail: [email protected] www.betakitap.com
GALATASARAY ÜN‹VERS‹TES‹ HUKUK FAKÜLTES‹
Ç›ra¤an Caddesi, No. 36, Ortaköy 80840 ‹STANBUL
DERG‹ YAZI KURULU
Prof. Dr. Cemal Bâli AKAL, Prof. Dr. Ziya AKINCI, Prof. Dr. Nami BARLAS,
Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR, Prof. Dr. Alain BOCKEL, Prof. Dr. Pierre Henri
BOLLE, Prof. Dr. Yalç›n ÇAKALIR, Prof. Dr. ‹zzettin DO⁄AN, Prof. Dr. Ercüment
ERDEM, Prof. Dr. Celal ERKUT, Prof. Dr. Ifl›l KARAKAfi, Prof. Dr. Ahmet
KIRMAN, Prof. Dr. Erden KUNTALP, Prof. Dr. Pierre Le MIRE, Prof. Dr. ‹lber
ORTAYLI, Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ, Prof. Dr. Ata SAKMAR, Prof. Dr.
Erdo¤an TEZ‹Ç, Prof. Dr. Samim ÜNAN, Prof. Dr. Duygun YARSUVAT, Prof. Dr.
Hamdi YASAMAN, Prof. Dr. Y›ld›zhan YAYLA, Prof. Dr. Necmi YÜZBAfiIO⁄LU.
Doç. Dr. Erdo¤an BÜLBÜL, Doç. Dr. Enver Murat ENG‹N, Doç. Dr.Ümit
KOCASAKAL, Doç. Dr. Hatice ÖZDEM‹R KOCASAKAL, Doç. Dr. ‹lhan YILMAZ.
Yrd. Doç. Dr. Serap AMASYA, Yrd. Doç. Dr. Cem AYAYDIN, Yrd. Doç. Dr. fiebnem
GÖKÇEO⁄LU BALCI, Yrd. Doç. Dr. Erdem BÜYÜKSA⁄‹fi, Yrd. Doç. Dr. Murat
DEVEL‹O⁄LU, Yrd. Doç. Dr. Ali DURAL, Yrd. Doç. Dr. Mehmet ERDEM,
Yrd. Doç. Dr. Güray ERDÖNMEZ, Yrd. Doç. Dr. Vesile Sonay EV‹K, Yrd. Doç. Dr.
Emre ÖKTEM, Yrd. Doç. Dr. fiule ÖZSOY, Yrd. Doç. Dr. Melike BATUR YAMANER.
MCF. Dr. Eric SALES.
Ar. Gör. Dr. Anlam ALTAY, Ar. Gör. Dr. Ahu AYANO⁄LU MORALI, Ar. Gör. Dr.
Tolga AYO⁄LU, Ar. Gör. Dr. Zeynep ÜSKÜL.
Ar. Gör. Eylem AKSOY, Ar. Gör. Özge AKSOYLU, Ar. Gör. Güçlü AKYÜREK, Ar.
Gör. Süheyla BALKAR, Ar. Gör. Nur BOLAYIR, Ar. Gör. Pelin ÇAVUfiO⁄LU, Ar.
Gör. Balca ÇELENER, Ar. Gör. Burak ÇEL‹K, Ar. Gör. Ege GÖKTUNA, Ar. Gör.
Mehtap ‹PEK, Ar. Gör. Baflak KARAMAN, Ar. Gör. Tuba KARAMAN, Ar. Gör.
Mehmet KARLI, Ar. Gör. Cenk KESK‹N, Ar. Gör. Sedef KOÇ, Ar. Gör. Bleda
KURTDARCAN, Ar. Gör. P›nar MEM‹fi, Ar. Gör. Özgür MUMCU, Ar. Gör. Ça¤la
TANSU⁄, Ar. Gör. Kürflat TANGÜN, Ar. Gör. Mert YAfiAR, Ar. Gör. Didem YILMAZ, Ar. Gör. Fülürya YUSUFO⁄LU, Ar. Gör. Sinan H. YÜKSEL.
‹Ç‹NDEK‹LER
KONFERANSLAR
Prof. Dr. Cemal Bâli AKAL ...............................................................................3
Edebi Metinlerde Özgürlük/Zorunluluk Sorunsal›
Prof. Dr. Ziya AKINCI
...............................................................................13
Türkiye’de Milletleraras› Tahkim
Prof. Dr. Nami BARLAS
...............................................................................25
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR ......................................................................47
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler ve Yeni Türk Ceza Kanununun
Genel Hükümlerine Bir Bak›fl
Prof. Dr. Alain BOCKEL ...............................................................................69
Le Constitutionnalisme européen et la defense de la democratie
Prof. Dr. Celal ERKUT
...............................................................................77
Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi Kararlar›n›n, Kamu Hukuku Alan›nda
‹ç Hukuk Düzenimize Etkileri
Prof. Dr. Ifl›l KARAKAfi
...............................................................................97
Avrupa Anayasas›
Prof. Dr. Pierre Le MIRE .............................................................................103
Le statut des services publics dans l’Union européenne
Prof. Dr. Ata SAKMAR
.............................................................................117
Cemaat Vak›flar›n›n Tafl›nmaz Mülkiyeti ile ‹lgili Sorunlar
VI
Prof. Dr. Françoise TULKENS.....................................................................127
Les droits garantis, la garantie des droits
Prof. Dr. Samim ÜNAN
.............................................................................177
Karayollar› Trafik Kanunu’ndaki Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›na ‹liflkin
Düzenleme Hakk›nda Baz› Düflünceler
Prof. Dr. Duygun YARSUVAT .......................................................................203
1839’dan Bugüne Türkiye’nin Bitmeyen Sevdas›: Avrupal› Olmak
Prof. Dr. Hamdi YASAMAN...........................................................................209
Tan›nm›fl Marka ile ‹lgili Sorunlar
Doç. Dr. Murat ENG‹N
.............................................................................223
‹flletme Gerekleri Nedeniyle Fesih
Doç. Dr. Ahmet Ulvi TÜRKBA⁄...................................................................233
Avrupa Birli¤i’nin Kültürel Temelleri
Doç. Dr. Hakan ÜZELTÜRK .........................................................................243
Avrupa Birli¤i, Türkiye ve Vergi Uyumu
Yrd. Doç. Dr. Emre ÖKTEM..........................................................................249
Din Olgusu ve Avrupa Birli¤i’ne Kat›l›m Sürecinde Türkiye
MAKALELER
KAMU HUKUKU
Yrd. Doç. Dr. Melike BATUR YAMANER ...................................................273
Les limites de la critique admissible envers le president de la republique,
Observations sur l’arrêt Pakdemirli c. Turquie
Yrd. Doç. Dr. Emre ÖKTEM..........................................................................283
Le Traité de Paris de 1856 revisite à son 150 ème anniversaire: Quelques
aspects juridiques internationaux
ÖZEL HUKUK
Yrd. Doç. Dr. Ali DURAL .............................................................................303
Türk Ticaret Kanunu Tasar›s› Uyar›nca Acentenin Denklefltirme Talep
Etme Hakk›n›n Maddi fiartlar›
VII
Yrd. Doç. Dr. Mehmet ERDEM.....................................................................315
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
Mevzuat ve Karar Tahlilleri
Doç. Dr. Hakan ÜZELTÜRK .........................................................................339
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
Kanun Tasar›lar› Hakk›nda Görüfller
Devlet S›rlar› Kanunu Tasar›s› Hakk›nda Galatasaray Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dal›’n›n Görüflü.....371
“Yap› Kanunu Tasar›s› Tasla¤›” Konusunda Galatasaray Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Anabilim Dal›’n›n Görüflü ..........................383
KONFERANSLAR*
*
Galatarasay Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2004-2005 Ö¤retim Y›l›nda, ‹stanbul Barosu ile
birlikte “Hukuk Konferanslar›” düzenlemifltir. Hukukun çeflitli güncel sorunlar›n›n incelendi¤i ve aç›kland›¤› bu konferanslar, Dergi’nin ilk bölümünün içeri¤ini oluflturmaktad›r.
EDEB‹ MET‹NLERDE ÖZGÜRLÜK/ZORUNLULUK
SORUNSALI
Prof. Dr. Cemal Bâli AKAL*
Edebi metinlerde ad›na çok s›k rastlanan düflünürlerden biri Spinoza’d›r.
Serbest iradeye inanmad›¤› halde demokrasiyi alternatifi olmayan bir rejim
olarak neredeyse s›n›rs›z bir ifade özgürlü¤ü üstüne oturtmas›, onu edebiyatç›lar için çekici k›lan özelliklerinden biridir. Ama metnin edebiyatç›lar›
etkilemesinin bir baflka nedeni de galiba Spinoza’n›n geleneksel felsefeye
her anda ve her yerde alternatif bir felsefeyle karfl› ç›kmas›d›r. Düflünceyi
dünyan›n de¤il, dünyay› düflüncenin yaratt›¤›na inanan ve düflünceyi dünyadan kopararak meslekten felsefecilerin kapal› av alan›na dönüfltürenler
için uygun bir felsefe olmayacakt›r Spinoza’n›nki. Onun felsefesi hayat›n
içindedir, hayat gibi sonsuzca karmafl›k, zengin ve hareketli. Daha do¤rusu
hayat›n kendisidir ya da düpedüz bir hayat k›lavuzudur. Ve Spinoza’ya yaklaflanlar, tabii edebiyatç›lar da “meslekten felsefeciler için felsefe”yle “herkes
için felsefe” aras›nda bir seçim yapm›fl olacaklard›r. Sözkonusu seçim, Spinoza’y› metinleri içine sokan edebiyatç›larda s›k s›k bir Kant karfl›tl›¤›yla özdeflleflecektir. Bu metinlerde Nietzsche ve Spinoza ittifak›, Kantç› zihniyete
karfl› sonsuz bir çat›flmaya girecektir: ‹nsana ödevler yükleyen kasvetli bir
düflünceyle, insan› özerklefltirmeye çal›flan nefleli bir düflünce aras›ndaki çat›flma...
Julio Cortázar özellikle Rayuela (Sek Sek) ve Los Premios (Talihliler) adl› romanlar›nda bu çat›flmay› anlatanlardan biridir: Ona göre, insanlar sosyal
yap›lar›yla, tarihleriyle, Rönesans uçar›l›klar›yla, romantizmin yüzeysel
hüznüyle trajik bir uyumsuzlu¤u saklamaya çabalarlar ve ücretli tatilleri,
çal›flman›n ucuz ve kirli sevinci, koyun sürüsünün tekdüzeli¤i içinde yürüyüp giderler; ama köpekler pefllerine sal›nm›flt›r. Onlar› zoolojik basamaklardan kopar›p alan Logos bir flakadan baflka fley de¤ildir. Saçmal›k. Onlar›
flu anda, ya da baflka bir anda oluflturan fleyin tamam›n› kavrayabilecekle*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim
Üyesi.
Akal
4
rini, onu tutarl›, kabul edilebilir bir fley olarak alg›layabileceklerini sanmalar› saçmal›kt›r. Neye inanabilirler ki? Özgürlüklerin en yan›lt›c›s› içinde,
Musevi-H›ristiyan diyalekti¤i içinde, kendilerini bo¤arken... “Kant’›n kategorilerine”, Fichteci bir diyalekti¤e tak›l›p kald›kça bu ç›kmazdan kurtulamayacaklard›r. Ödev, ahlak, ahlaks›zl›k, ahlakd›fl›l›k, adalet, hay›rseverlik, Avrupa ve Amerika, gece ve gündüz, evliler, niflanl›lar ve dostlar, ordu ve banka, bayrak -aflk ve cinsellik, erkeklik ve kad›nl›k, kutsal topraklar, flanl› tarih, nurlu ufuklar, ayd›nl›k yar›nlar, ilerleme ve uygarl›k.
Alman romantizmi bir ak›m olarak Spinoza’ya verdi¤i benzersiz yerle, felsefe-edebiyat iliflkisini doru¤a ç›kart›r: Bielschowsky, Goethe’nin ya da Faust’un bu çat›flmada tepeden t›rna¤a modern insan› temsil etti¤ini yazacakt›r. Goethe’nin sürekli gönderme yapt›¤› Spinozac› Immanenz (‹çkinlik) düflüncesinde, cennete, cehenneme de¤il, do¤rudan do¤ruya yeryüzüne, sa¤lam
topra¤a s›k›ca basan ve bir yandan modern olup, di¤er yandan moderniteyi
sorgulayan insand›r bu1. Faust’un bir modern olarak sorunu ve aray›fl›, eserin hemen bafl›nda, “Ne yaz›k! Felsefe, Hukuk, T›p ve de sen hüzünlü Teoloji” diye bafllayan -Cristopher Marlowe’un Dr. Faustus’u da ayn› fleyi söyleyecektir- monolo¤unda yeterince görülür2. Bielschowsky, determinizm diye nitelendirdi¤i tavr›yla, Spinozac› Goethe’nin Kant’›n özgürlük düflüncesini nas›l karfl›s›na ald›¤›n› aktar›r. Vaysse’a göre, Johann Gottfried Herder Spinoza’y›, Kant’›n amans›z bir rakibi olarak okur ve Goethe’yle arkadafllar› için
Spinoza, Ayd›nlanma felsefesini ve Kant’la Fichte’nin aflk›nl›kç› idealizmini
aflma imkan› veren bir öncüye dönüflür3… Hölderlin’in Hyperion’una gelince, Hölderlin bu eseri, Jena’da Fichte’nin derslerini izledi¤i ve Kant esteti¤i
üstüne çal›flt›¤› s›rada yazmaya bafllam›fl ve bu arada idealist düflünceden
giderek kopmufltur. Hölderlin’in temel sorunu, Tabiat’la özgürlük aras›nda
aç›lan derin çukuru kapatmak için sistemin birli¤ini sa¤layabilmektir. Ama
bu birli¤i gerçeklefltirmek üzere, ikicili¤i aflmay› becerebilen bir tek modern
filozof vard›r; o da Spinoza’d›r. Onunla, Tanr›’yla evrenin özdeflli¤i temelinde birli¤i düflünmek mümkün olabilecektir. Ama burada da Hyperion’un
sanc›l› duraksamalar›na yol açan soru ortaya at›lacakt›r: Bu birlik içinde insan›n yeri nerededir? Spinoza ya da Fichte: Hyperion bu soruya çözüm ararken, Herakleitos’a özgü “Tabiat’› nesnellefltirme” çabas›yla, olsa olsa bir Spinozac› olabilecektir… Bu düflünsel çerçevede, Hölderlin’in Hegel’e yazd›¤› ve
Alman idealizminden, daha da kesin olarak öznellik metafizi¤inden koptu¤unu ilan etti¤i mektubu çok önemlidir. ‹dealizm kendini bir k›s›r döngüye
mahkum etmifltir ve Kant’› aflabilmenin tek yolu Spinoza’ya dönmektir…
1
Bielschowsky, Goethe. Hayat› ve eserleri II, 627, 730, 731.
2
Goethe, Faust, 32-35.
3
Vaysse, Totalité et subjectivité. Spinoza dans l’idéalisme allemand, 125; Marlowe, Bütün
oyunlar›, 244-246.
Edebi Metinlerde Özgürlük/Zorunluluk Sorunsal›
5
Kant ve Fichte okuduktan sonra, bir modern, yaln›z ve yaln›z Spinoza’y›
okuyabilecektir4.
fiairlikle devlet adaml›¤› ve diplomatl›¤› bir araya getirmemek için özel bir
gayret gösteren Saint-John Perse ise felsefesini fliire fliirini felsefesine, geleneksel anlamda felsefe yapmadan katacakt›r; bunu yaparken de Spinoza düflüncesini benimsemifl olma ihtimali yüksek bir baflka büyük flairden, Walt
Whitman’dan etkilenecektir. Saint-John Perse’de öznenin, varl›klar›n ve
fleylerin s›n›rs›zca s›ralanmas›yla özdeflleflti¤ini söyleyen Meschonnic, bu
kaynaflman›n, sözcükler, insanlar ve fleylerin birli¤i özlemiyle, bir kutsall›k
aray›fl›na yöneldi¤ini söyler. Spinoza bu düflünceden, yaln›zca kutsall›ktan
uzaklaflan tavr›yla ayr›lacakt›r. fiair, binlerce y›ld›r kendini kapatt›¤› yerden
-hem de vakit geçirmeden- ç›kmas› ve sesini duyurmas› gereken filozof/flaire
seslenirken, “mercek perdahç›s› filozof”, gülümsemesini, sabretmesini bilen
“tatl›” insanlar, uçurumlara ve aç›k denizlere aflina olanlar aras›nda yerini
alacakt›r5. Camelin, Anabasis’in VII. fiark›’s›nda da “gözlük cam› perdahlayan filozoflar”a gönderme yap›ld›¤›n›, ama sonradan bu göndermenin fliirden
ç›kar›ld›¤›n› söyler6. Spinoza, mercek perdahç›s› olarak Saint-John Perse fliirinde yerini al›rken, felsefesi de bu hem felsefi, hem de geleneksel felsefe
karfl›t› -Greko-Latin kültüre tav›r alm›fl- fliirin içine s›zar. Mektuplar›ndan
1908-1909 y›llar›nda Bergson, Nietzsche ve Spinoza okumaya bafllad›¤› belli olan Saint-John Perse, onlara ilgi duydu¤u ölçüde Kant’a, bu düflünürün
“gayriflahsili¤ine” ve so¤uk önermelerine karfl› ç›kacakt›r; belki de yergici yan›n›n yasaklad›¤›, ama Katoliklik’ten uzaklaflt›¤› ölçüde “beden”inin derinliklerinde gizlenmifl olan panteizmi yüzünden: Gustave Adolphe Monod’ya
1911’de yazd›¤› gibi, o tarafgir olan›n taraf›ndad›r ve dünyada en çok “Do¤rucu”nun adaletsizli¤inden nefret eder; t›pk› k›fltan ve Kant’›n önermelerinden nefret etti¤i gibi7... Tabii Saint-John Perse Kant’›n karfl›s›na yaln›zca
Spinoza’yla de¤il, “Ahlaka inand›¤›m›z ölçüde, varl›¤› mahkum ediyoruz” diyen Nietzsche’yle de karfl› ç›kacakt›r. Camelin, bu fliirin Spinozac› bir “tut-
4
Vaysse, Totalité et subjectivité. Spinoza dans l’idéalisme allemand, 129, 130, 132, 137.
5
Meschonnic, Spinoza. Poème de la pensée, 278, 279, 11. Camelin Rüzgarlar’da Saint-John
Perse’in hem pazar ekonomisinin insanl›kd›fl› mant›¤›na, hem de y›k›c› totaliter ideolojilere
karfl› ç›kt›¤›n›, bu insanc›l tavr›n ona Nobel ödülü getirirken, savafl sonras› Marxist
entelektüellerin sald›r›lar›na yol açt›¤›n› söyleyecektir (Camelin, Eclat des contraires. La
poétique de Saint-John Perse, 290).
6
Camelin, Eclat des contraires. La poétique de Saint-John Perse, 126
7
Saint-John Perse, Oeuvres complètes, 650, 655, 663, 737, 742, 776; yine 1911’de André
Gide’e de flunlar› yazacakt›r: “C’est loin, hein! tout ça... plus loin que nos disputes au
sujet de Spinoza ou de Nietzsche, sous le magnolia à feuilles caduques de l’allée gauche au
fond du parc.. Naturellement, je ne tourne jamais la tête: par hygiène d’abord, et puis par
peur de rencontrer, sur la route de Tarbes, Emmanuel Kant et ses pantoufles bourrées de
postulats”.
6
Akal
kular›na hakim olma” düflüncesiyle Nietzscheci bir “eylem” düflüncesi aras›nda durdu¤u kan›s›ndad›r. Saint-John Perse’in Spinoza ilgisi, geleneksel
felsefe e¤itimini karfl›s›na al›r. Felsefe lisans› yaparken, felsefe profesörlerinin felsefesinden ve “erkekleri ayakkab›lar›na, kad›nlar› da vajinalar›na indirgeyen” ö¤rencilerin basitli¤inden nefret eden flair için, Üniversite köhne
bir Mant›kç›lar Locas›’na dönüflmüfltür. Buradan uzaklaflmak, flu “saçma felsefe lisans›ndan vazgeçmek” Spinoza’ya yaklaflmak olacakt›r. “Felsefi bir bunal›m” diye adland›rd›¤› bu süreçte (1910-1911) Anabasis ad›, dolay›s›yla da
tasar›s› belirir. Sonra 1922’de Anabasis’e damgas›n› vuracak “fliirsel bir yenilenme” Spinoza’n›n tekrar okunmas›na denk düfler8: “fiiir, varl›k bilimidir!
Çünkü her Poetika bir ontolojidir... flair ne köleli¤i, ne de ölümü ifller... Ak›p
giderken nehir büyük siyasi tutkular› al›p götürür, sahte yücelik temalar› da
k›y›ya vurur” der. Yokolmayansa, bir billurlaflma olarak de¤il, do¤umu, geliflimi ve yay›l›m›yla, sürekli bir hareket olarak “flairin felsefesi”dir. fiiirle felsefe, flairle filozof aras›ndaki buluflma böyle bafllar ve bu buluflmadan, (Spinozac›) Nefle’yi, daha do¤rusu Haz’z› hakim k›lmaktan baflka hedefi olmayan
içkinlikçi bir fliirsel yarat› anlay›fl› ç›kar.
Isaac Bashevish Singer’›n The Spinoza of Market Street (Çarfl› Soka¤› Spinozas›) adl› öyküsünde bir “Spinoza okuru-Spinoza zorunlulu¤u” çat›flmas› Dr.
Fischelson’un kiflili¤inde ortaya ç›kar. Fischelson otuz y›ld›r Ethica’y› okuyan, her önermeyi, her kan›tlamay›, her sonucu, her notu ezbere ö¤renmifl
olan, Kant’›n Kritik der reinen Vernunft’da (Saf Akl›n Elefltirisi) söyledi¤i her
fleyi Spinoza’n›n öngördü¤ünü -hakl› olarak- düflünen, üstelik Spinoza üstüne hiç bitmeyecek incelemeyi -her Spinozac› gibi- yazmaya da giriflmifl bir
öykü kahraman›d›r. Herhangi bir bölüme ulaflmak istedi¤inde, hiç aramadan, gerekli sayfay› hemen açacak kadar Ethica’ya vak›f bu küçük Spinoza,
yine de okudukça, çözülemez cümleler, karanl›k bölümler, anlam›n› iyi kavrayamad›¤›n› düflündü¤ü saptamalarla karfl›laflmaktad›r. Ayr›ca o da her
Spinoza okuru gibi, Ethica’da, kimsenin çözemedi¤i gizli anlamlar yakalamakta, tüm Spinoza uzmanlar› gibi, Spinoza üstüne düflünen ve yazanlar›n
hiçbirinin Spinoza’y› anlamad›¤›na, kendi karmakar›fl›k düflüncelerini ona
malettiklerine inanmakta, Spinoza hakk›nda okudu¤u kitaplar› “Budalalar,
eflekler, cahiller!” diyerek kapatmakta ve modern felsefeyle ilgilenmeme konusunda kesin kararlar almaktad›r. Ve tabii, anlafl›lmas› bu kadar zor olan
Spinozac› ilkeler ya da zorunluluklar do¤rultusunda hayat›n› düzenlemekte
müthifl bir kararl›l›k göstermektedir. Spinoza Ethica IV’te, kendisini nas›l
anlarlarsa anlas›nlar, aslolan›n hayat üzerine düflünmek oldu¤unu söylerken, Fischelson için de bir hayat tarz› önermektedir: Fischelson ise kendisi
8
Camelin, Eclat des contraires. La poétique de Saint-John Perse, 118, 122, 163. Dan-Ion
Nasta ise Saint-John Perse et la découverte de l’être (Saint-John Perse ve varl›¤›n keflfi) adl› kitab›nda flair ve fliiriyle Heidegger ve felsefesi aras›nda iliflki kuracakt›r.
Edebi Metinlerde Özgürlük/Zorunluluk Sorunsal›
7
için Spinoza’n›n hayat tarz› oldu¤unu düflündü¤ü bir tarz seçmifltir. Onun gibi ba¤›ms›z kalmak için evlenmemifl, Spinoza’n›n düflüncelerine benzer düflünceler aç›klad›¤› için hahamla çat›flm›fl, iflinden olmufltur. Olsun; Spinoza
Fischelson’un yan›ndad›r ve ona, akla uygun hazz›n Amor Dei Intellectualis’te gerçekleflece¤ini, tanr›sal bütünün parças› olman›n bilinciyle akl›n en
kusursuz haline ulafl›laca¤›n› ö¤retmektedir9. Ya da en az›ndan Fischelson
böyle düflünmektedir. Ama Spinoza uzman› Fischelson, hayat›n› Spinoza felsefesine göre düzenlerken ve tüm Spinoza yorumcular›n› anlay›fls›zl›kla suçlarken, kendisi Spinoza’y› yeterince anlayabilmifl, (up)uygun bilgiye ulaflm›fl
m›d›r? Spinoza “bedenin neye muktedir oldu¤unu bilmiyoruz” derken, bedensel güç hakk›nda bir bilgimiz olmad›¤›n›, dolay›s›yla bedensel haklar hakk›nda da bir fikrimiz olmad›¤›n› m› söylemektedir? Spinozac› Fischelson bedeninin ya da düpedüz Fischelson’un neler yapabilece¤ini ve nelere hakk› oldu¤unu bilmekte midir? Özellikle rastlant›sal, tüm evlilikler gibi zorunlu anlamda rastlant›sal bir evlilik yaparak, hayat›n› de¤ifltirdikten sonra… ‹lk gece, bu yafltan sonra yap›lan bir evlili¤in yine de hayat›nda çok fley de¤ifltirmeyece¤ini sanan Fischelson, yata¤a elinde Ethica’s› girer, ama gece beklemedi¤i bir biçimde, amor intelectualis’ten çok uzakta sona erer. fiafak sökerken, Fischelson aç›k pencerenin önünde, kan ter içinde ve elleri titreyerek,
ustas›ndan özür dilemektedir: “‹lahi Spinoza, ba¤›flla beni. Delirdim de”10.
Herhalde Spinoza, Fischelson’un yan›nda olabilseydi, onun s›rt›n› s›vazlayarak, kendisini iyi anlamad›¤›n› ve düflüncesini Kant’›n düflüncesiyle kar›flt›rd›¤›n›, ortada ba¤›fllanmas› gereken bir suç olmad›¤›n› ve belki de yanl›fl bir
hayat tarz› seçti¤ini söyleyecekti; ya da Fischelson’un hayat›n›n Fischelson’un hayat› oldu¤unu ve ortada örnek al›nacak bir hayat olamayaca¤›n›...
Nexus’da Sofokles, Aristoteles, Platon, Dante, Pico della Mirandola, Erasmus, Goethe ve Ibsen’le Avrupa düflüncesini oluflturan düflünürler aras›na
Spinoza’y› da katan Miller, Tropic of Capricorn’da (O¤lak dönencesi) “Immanuel Tavflanboku Kant’›n saf akl›n›n yaln›zca karn›ndan konuflan adam›n
kuklas›n›n üretebilece¤i ak›l oldu¤unu” yazar. Özgürlük sorununa insana
ödevler yükleyerek cevap arayan Kant düflüncesinin Spinoza düflüncesinin
karfl›t kutbu oldu¤u düflünülürse, Miller, Kant karfl›s›nda, Spinoza’n›n yan›ndad›r denebilir mi11? T›pk› Saint-John Perse’in, Musil’in Maugham’›n,
Kant karfl›s›nda, Spinoza’n›n (ve Nietzsche’nin) yan›nda olduklar› gibi.
Robert Musil’in Die Verwirrungen des Zöhlings Törless’inde (Genç Törless)
Musil’in genç kahraman›, hayat›n anlam›n› bulmaya çal›fl›rken karfl›laflt›¤›
9
Singer, Le Spinoza de la rue du Marché, 246, 247, 256, 257, 254, 250.
10
Singer, Le Spinoza de la rue du marché, 275.
11
Miller, Neksus, 322; O¤lak dönencesi, 246.
Akal
8
Kant’›n bu konuda ona hiçbir fley söyleyemeyece¤ini çok erken keflfeder.
Tüm s›rlar›n çözümünü içerdi¤i iddia edilen kitab› atar, hayat› ›skalayan bu
felsefeyi reddeder ve yolunu, karanl›k bir odadaym›flças›na, yoklaya yoklaya, el yordam›yla, kararlamas›na bulmaya çal›fl›r12.
Zorunluluk içinde kendi yolunu bulmak, serbest iradeye ve Kant’a karfl› olmakt›r: Somerset Maugham’›n Of human bondage’inde (‹nsan›n köleli¤i)
Philip (ya da Somerset) Zorunluluk anlay›fl›n›n karfl›s›na Kant’›n Kategorik
Emperatif’inin dikildi¤ini görür. Seçilmesi gerekenin iradi bir çabayla seçilebilece¤ini ve akl›n bu yoldaki en yetkin k›lavuz oldu¤unu söyleyen Kant’›n
önermesini budalaca bulur. Önerme Kant’tan bile gelse, insanlar›n baflkalar›n›n söylediklerine sayg› gösterirken kendilerini (özerkliklerini) yokettiklerini düflünür. Ona göre Kant düflündüklerini, do¤ru olduklar› için de¤il,
Kant oldu¤u için düflünmüfltür. Philip ise, Kant’a ve akla karfl›, tutkular›n›n
doygun tutsa¤› oldu¤unu düflünmektedir. Serbest iradenin bir yan›lsama oldu¤u kan›s›ndad›r; sözkonusu yan›lsamadan kolay kolay kurtulamad›¤› halde... Harekete geçmeden önce bir seçim yapabilece¤ini düflünür; sonra da bunun kaç›n›lmaz oldu¤unu... Öyleyse insan›n elinden gelen yaln›zca (ve Spinozac› bir tav›rla) piflmanl›ktan kurtulmakt›r. Evrenin tüm güçleri insana
karfl› birleflmiflken, düflürülen bir vazonun k›r›klar› üstüne gözyafllar› dökmenin ne anlam› olabilir? Of human bondage’de de Maugham’›n verdi¤i tekil özerkleflme dersini böyle okumak gerekecektir: Philip ya da Maugham
Spinoza’ya yak›nlafl›rken, ilk ad›mlar çocukluktan beri al›nan dinî e¤itimden kesin bir kopuflla at›l›r. O güne kadar, d›fl›nda düflünmeye çal›flmad›¤›
Anglikan dünyan›n, inanç aç›s›ndan, Katolikler’in, Budistler’in ya da Müslümanlar’›n dünyas›ndan hiç de farkl› olmad›¤›n› görmeye bafllar. Üstelik, içinde yaflayanlar›n hakl›l›klar›ndan kuflku duymad›klar› bu farkl› dünyalara
Philip belli bir mesafeden bakacak, Anglikanizm’den uzaklafl›rken bir baflka
dünyaya girmeye çal›flmayacakt›r. Philip’in inanc› ölmekte, ama o böylece
bir ilk özerkleflmeyi tatmaktad›r: Basit korkular›ndan ve önyarg›lar›ndan
kurtularak, dayan›lmaz cehennem kayg›s›ndan ar›narak hayat yolculu¤una
devam eder. Art›k dinî sorumluluklar›n yükünü s›rt›ndan atm›flt›r. Eylemleri konusunda kimseye hesap vermek zorunda de¤ildir. Ancak H›ristiyan dogmalar› reddeden Philip, H›ristiyan ahlak› korur. Herhangi bir ödül ya da ceza beklemeden H›ristiyanca erdemli davranmay› sürdürür. Yine de Philip,
bu ilk özerkleflmeye ra¤men, flu önemli soruya cevap bulamamaktad›r: Hayat›n anlam› nedir? Bu soruya cevap ararken de ister istemez, korudu¤u H›ristiyan de¤erlerle hesaplaflmak zorunda kalacakt›r. Bir inanc› at›p, ona dayanan ahlak› kabul etmek çeliflkili bir konumdur. Philip H›ristiyan olmad›¤›n› söylese de ahlaki aç›dan hâlâ bir H›ristiyan say›ld›¤›n›n fark›ndad›r. Bu
yüzden de, dinî kopuflu ahlaki kopufl izleyecektir: Bu da Philip’in, Zorunlu12
Törless, Les désarrois de l’élève Törless, 144-147, 157, 158.
Edebi Metinlerde Özgürlük/Zorunluluk Sorunsal›
9
luk karfl›s›nda serbest iradenin bir özgürlük yan›lsamas›ndan baflka fley olmad›¤›n› ö¤renmesiyle gerçekleflmeye bafllar. Ona ya da Maugham’a göre,
insan özgürmüfl gibi davran›r, ama herhangi bir fleyi yapt›ktan sonra, bunun
kaç›n›lmaz oldu¤u aç›kça görülür. Böylece ortaya ç›kan fley iyi bir fleyse asla övgüye de¤er de¤ildir; kötü bir fleyse kimsenin onu k›namaya hakk› yoktur. Romanda Philip’e bu dersleri veren flair Cronshaw flöyle diyecektir: Herkesin kendisini evrenin merkezi sand›¤› bir toplumda yafl›yoruz... Böyle bir
dünyada, katlan›labilir bir hayat sürebilmek için, idealleri bir yana at›p, insanl›¤›n kaç›n›lmaz bencilli¤ini kabullenmek gerekir. Herkesin kendisi için
yaflad›¤›n› bir kez içimize sindirdikten sonra, hemcinslerimizden daha az fley
bekleriz. Bizi art›k hayal k›r›kl›¤›na u¤ratamayacaklar› için, ç›karlar›ndan
baflka hiçbir fley düflünmeyen bu insanlar› daha çok sevebiliriz ya da en az›ndan onlar› hoflgörebiliriz... Cronshaw’a hak veren Philip, bu söylenenlerden
yola ç›karak, kendi kendine ayn› soruyu soracakt›r: Ödev, iyilik, güzellik
böylece çöpe at›ld›ktan sonra, ne için dünyaya geldik? Hayat›n anlam› nedir?
Philip’in sayg› duydu¤u bir tek fley kalm›flt›r; o da Conatus temelli bir Spinozac› hak anlay›fl›ndan baflka fley de¤ildir: Varolmak için verilen mücadelenin azameti ve bundan ç›kan kural ya da Güç eflittir Hak. Bu kural çerçevesinde Toplum, yasalar›yla insan›n karfl›s›na dikilir. Kendisi için yararl› olan
davran›fllar›, eylemleri erdemli sayar; zararl› bulduklar›n› da kusurlu... Bu
toplumu kabullenmek zorunday›m, çünkü -kendini korurken- beni de koruyor -ya da beni koruyorsa bu toplumu kabullenmek zorunday›m-. Ama onun
yasalar›na boyun e¤memin nedeni onlar› do¤ru bulmam de¤il, yaln›zca Zorunluluk’tur. Toplumun kendini korumak için yapt›¤› yasalar› çi¤nersem beni hapse atabilir ya da ortadan kald›rabilir. Buna gücü, demek ki hakk› vard›r. Ama buna karfl›l›k, onun yasalar›na karfl› geldi¤imde, kendimi suçlu hissetmem... ‹yinin ve kötünün bunun ötesinde anlam› yoktur. Günah m›? O da
özerkleflmifl bir insan›n asla sayg› gösteremeyece¤i bir önyarg›d›r. Vicdan
m›? ‹nsan›n kafas›nda, onun aleyhine ve toplumun lehine çal›flan, insan›n
kendisini düflman›n›n yarar› için feda etmesini sa¤layan bir hainden baflka
fley de¤ildir... Philip hayat yolculu¤unda, bir rehberin ard›nda sürüklenen
turistlere küçümseyerek bakan biri olmufltur art›k. Bu yolculukta, özerkleflmifl insan için tüm de¤erlerin içi boflalm›flt›r. O ancak kendisine haz veren
fleyi yapabilir ve yaln›zl›¤› içinde, dünyan›n neden yarat›ld›¤›na, insan›n neden varoldu¤una iliflkin soruya yaln›zca kiflisel bir cevap bulabilir. Kimse
ona bu s›rr›n ard›nda yatan fleyi söyleyemez. Mutlak özerkli¤in yolu, insan›n
hayat›n anlam›n› kendinde bulmas›ndan geçer. Philip nihai kopufla ve özerkleflmeye ad›m ad›m yaklaflmaktad›r. Spinoza’y› izleyerek “Hayat› gere¤ince
yaflaman›n yolu ölümü unutmaktan geçer” diyen Cronshaw’un ölümünü ve
Ölüm’ü düflünürken, birden gerçe¤i görür: Üstünde yaflad›¤› gezegenin koflullar›na ba¤l› olarak bafllayan hayat, o koflullara ba¤l› olarak son bulacakt›r. Bu dünyada insan›n öteki varl›klardan üstün bir anlam› olamaz. Ya da
hayat›n›n bir anlam› yoktur. ‹nsan hiçbir aflk›n amaca hizmet etmedi¤i gibi,
Akal
10
ölümün de onun için bir anlam› kalmam›flt›r... Philip alabildi¤ine özerkleflti¤ini hisseder ilk kez. Önemsizli¤i güce dönüflür. Bu saçma yazg›ya kafa tutabilece¤ini kavrar. Dünya üzerine çok k›sa bir süre için at›lm›fl flu ‹nsanl›k
sürüsünde, küçücük varl›¤›yla yine de çok güçlüdür. Kaostan hiçli¤inin s›rr›n› çekip alm›flt›r: Hayat›n süreklili¤i içinde, kayna¤› olmayan bu nehir gerçek olmayan bir okyanusa ak›p giderken, üstündeki yolcular kendilerine en
uygun, ama farkl› çözümleri bulacaklard›r. Evlenmek, çoluk çocu¤a kavuflmak, ekme¤ini kazanmak için didinip durmak gibi... Ya da mutluluk, baflar›
ümidi beslemeden, serbest irade yan›lsamas›na da kap›lmadan, s›radan kusurlar›n ve tutkular›n üstüne ç›karak -Zorunluluk içinde- özerkleflmek...
Herkesin seçmedi¤i ve seçemeyece¤i bir yolculuk biçimi... Philip yoksullar›n
içinde yaflad›klar› dayan›lmaz koflullara bakarak “fiikayet etmiyorlar!” diyecektir13. Katlan›yorlar; çok az insan Özgürlü¤ün Yollar›’n› seçerken...
Herman Melville Moby Dick’te, Kant’tan Spinoza’ya benzersiz biçimde atlayacakt›r; uçsuz bucaks›z denizlerde, Pequod’la, beyaz balinan›n ard›nda:
“Bir yan›n›za Locke’un bafl›n› yüklediniz mi, ondan yana yatars›n›z; sonra
Kant’›n bafl› öteki yan›n›za yüklenince, dengeyi bulursunuz; bulursunuz
ama, hap› da yutmufl olursunuz. Böylece baz› insanlar, kafalar›na safra yüklerler durmadan. Behey budalalar! At›n o bafl belalar›n› kafan›zdan! Rahat
rahat yüzüp gidin”14. Melville için Spinoza’ya uygun felsefe budur: Hayat› ve
kendini kabul ederek yüzüp gitmek... “Hayat dedi¤imiz bu acayip, bu karmakar›fl›k iflte, öyle garip zamanlar olur ki, insan flu koca evreni muazzam bir
flaka olarak görür. Bu flakay› pek anlamasa bile, kendisiyle alay edildi¤i kuflkusuna düfler. Gene de cesareti k›r›lmaz ve hiçbir fleyi tart›flmay› de¤erli bulmaz. Bütün olup bitenleri, bütün inançlar›, bütün din ve mezhepleri, görülür görülmez her fleyi; ne kadar kaskat› ne kadar yamr› yumru da olsa yutar; sindirme gücü çok geliflmifl bir deve kuflunun, mermileri ve çakmak tafllar›n› yuttu¤u gibi. Küçük zorluklar› ve üzüntüleri, beklenmedik felaket korkular›n›, elini kolunu ve hayat›n› kaybetme tehlikelerini; bütün bunlar› ve
ölümün kendisini bile, gözle görülmiyen ve sa¤› solu belli olmayan o ihtiyar
flakac›n›n, gülerek att›¤› birer flamar, keyifli birer sille sayar”. Spinozac› anlamda bilgeli¤e do¤ru yürüyüfle geçmektir bu. Önce anlafl›lmazl›¤› kabul
ederek, onunla yaflamay› ö¤renerek, serinkanl›l›kla, a¤lamadan ve gülmeden: “Çünkü herkes flüpheler içindedir; bir çoklar› da inanc›n› yitirir; ama
flüpheye ve inkara karfl› duran bu sezifller pek az insanda bulunur. Yeryüzüyle ilgili herfleyden flüphe eden ve gökyüzüyle ilgili baz› fleyleri sezen insanlar, ne imanl› ne de imans›z olurlar; ama flüphelere de, sezifllere de ayn›
sakin gözlerle bakarlar”. “Laf› uzatmadan!” Spinozac› bir ruhla, herkesin,
balina sandal›nda oturan bir gemicinin de, profesyonel mant›kç›ya de¤il, fi13
Maugham, La servitude humaine, 734-736, 810-813, 852, 906, 907, 1072,1073, 1109.
14
Melville, Moby Dick. Beyaz Balina, 481, 482, 492, 493; Moby Dick, 411, 419, 420.
Edebi Metinlerde Özgürlük/Zorunluluk Sorunsal›
11
lozof bilgeye dönüflebilece¤inin sezdirilmesidir bu: “Ama ne diye uzat›yoruz
bu laf›? Bütün insanlar balina halatlar› ortas›nda yaflar; hepsi boyunlar›nda
iple do¤ar. Ama ancak ölümün onlar› birdenbire ve h›rsla sars›veren dü¤ümlerine kap›ld›klar› zaman, hayat›n içinde her zaman çöreklenmifl duran sessiz ve sinsi tehlikeleri aç›kça görürler. E¤er bir filozof iseniz, balina sandal›nda otururken bile, oca¤›n›z›n bafl›nda, yan›n›zda z›pk›n de¤il de bir maflayla oturuyormufl gibi rahatt›r yüre¤iniz”15.
O zaman ba¤lar, Spinozac› bir özerklikten yararlananlar› “ihtiyatl›” davranmay› unuttuklar› zaman koruyabilirler de. Sylvaine Jaoui’nin kahraman›
Sacha “Spinoza okuru Spinoza”n›n yol göstericili¤inde, “ne yap›yorum?” diye
de¤il, “ne istiyorum?” diye sorarak özgürleflmeyi ö¤renecektir. Yine de uçurumlar›n üzerinden her atlay›fl›nda, iki Spinoza’n›n afla¤›da onun için a¤lar
gerdiklerini bilmenin huzurunu da duyacakt›r16.
15
Melville, Moby Dick. Beyaz Balina, 330, 549, 414; Moby Dick, 290, 462, 463, 356.
16
Jaoui, Spinoza et moi, 129, 131.
KAYNAKÇA
Bielchowsky, Goethe. Hayat› ve eserleri I-II, MEB, Ankara 1951, 1962.
Johann Wolfgang von Goethe, Faust, Gallimard, Paris 2002.
Johann Wolfgang von Goethe, Faust, Yazko, ‹stanbul 1983.
Colette Camelin, Eclat des contraires. La poétique de Saint-John Perse, CNRS, Paris 1998.
Sylvaine Jaoui, Spinoza et moi, Casterman, Paris 2005.
Christopher Marlowe, Bütün oyunlar›, YKY, ‹stanbul 1996.
W. Somerset Maugham, The Razor’s Edge, Triangle Books, Philadelphia 1946.
W. Somerset Maugham, fieytan›n kurbanlar›, Kastafl, ‹stanbul 2002.
W. Somerset Maugham, Of human bondage, New American Library, New York 1991.
W. Somerset Maugham, La servitude humaine, Romans 1, Omnibus, Paris 1996.
Herman Melville, Moby Dick, Gallimard 1941.
Herman Melville, Moby Dick. Beyaz Balina, MEB, ‹stanbul 1964.
Henri Meschonnic, Spinoza. Poème de la pensée, Maisonneuve et Larose, Paris 2002.
Henry Miller, Neksus, Babil, Ankara 1971.
Henry Miller, O¤lak dönencesi, Can, ‹stanbul, 1985.
Saint-John Perse, Oeuvres complètes, Gallimard, Paris 1982.
Saint-John Perse, Oeuvres poétiques I-II, Gallimard, Paris 1960.
Saint-John Perse, Sözcükler denizi, Çizgi, ‹stanbul 1986.
Isaac Bashevish Singer, Le Spinoza de la rue du Marché, Denoël, Paris 1997.
Isaac Bashevish Singer, Toplu Öyküler, YKY, ‹stanbul 2002.
Jean-Marie Vaysse, Totalité et subjectivité. Spinoza dans l’idéalisme allemand,
Vrin, Paris 1994.
TÜRK‹YE’DE M‹LLETLERARASI TAHK‹M
Prof. Dr. Ziya AKINCI*
I. Uyuflmazl›klar›n Çözüm Yolu Olarak Tahkim
Türkiye, gerek kamu sektörü, gerek özel sektörü ile milletleraras› ticarette
aktif bir rol oynamaktad›r. Türk özel sektöründeki giriflimciler, dünyan›n hemen her yerindeki pazarlara ulaflarak, yeni ifl olanaklar›n›n peflinde koflmaktad›r. Kamu sektörü ise, özellikle alt yap› ve enerji alanlar›nda dünyan›n say›l› projelerine ev sahipli¤i yapmaktad›r.
Türkiye’nin milletleraras› ticaretle bu kadar yak›ndan ba¤lant›l› olmas›,
milletleraras› ticaretten kaynaklanan uyuflmazl›klar›n çözüm yollar›n›n da
önem kazanmas›na neden olmaktad›r. Milletleraras› ticaretten kaynaklanan
uyuflmazl›klar, birçok yönden, iç ticaretteki uyuflmazl›klardan farkl›l›k göstermektedir. Milletleraras› ticaretten do¤an uyuflmazl›klarda uygulanacak
hukuk veya uyuflmazl›¤›n nerede ve nas›l çözümlenece¤i gibi noktalar, hukukî mücadelenin sonucunu do¤rudan etkileyen unsurlar olmaktad›r. Baflka
bir deyiflle, milletleraras› ticaret hukukunda uygulanacak hukuk ve uyuflmazl›¤›n çözüm yöntemleri ile ilgili seçimler, bir düelloda kullan›lacak silah›n seçimine benzemektedir; kendisine daha uygun olan silah› seçen taraf,
mücadeleye daha avantajl› bafllama flans›na sahip olacakt›r.
Milletleraras› ticaret hukuku, uyuflmazl›klar›n çözüm yöntemini sadece
devlet yarg›s› ile s›n›rlamam›fl, müzakere, uzlaflma, mini yarg›lama, tahkim gibi birçok yöntemin geliflmesine neden olmufltur. Bu çözüm yollar› içerisinde tahkim, özellikle ba¤lay›c› etkisi yüzünden en çok tercih edilen yöntem olarak kabul görmüfltür. Hatta icra edilebilirlik, tarafs›zl›k, sürat, uzmanl›k gibi avantajlar› dolay›s›yla, milletleraras› uyuflmazl›klar aç›s›ndan
tahkim kavram›, devlet yarg›s›ndan daha yayg›n bir çözüm yolu haline gelmifltir.
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler Özel Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim
Üyesi.
14
Ak›nc›
Tahkim, kanunun tahkim yolu ile çözümlenmesine izin verdi¤i konular kapsam›nda olmak kofluluyla, taraflar aras›nda do¤mufl veya do¤abilecek uyuflmazl›klar›n devlet yarg›s›nda çözümlenmesi yerine, hakem ad› verilen kimseler arac›l›¤› ile çözümlenmesi konusunda taraflar›n anlaflmalar›d›r. Görülü¤ü gibi, tahkim yarg›lamas›nda hakem kavram› ön plana ç›kmaktad›r.
Özellikle hakemlerin uyuflmazl›k konusunda uzmanlaflm›fl kifliler aras›ndan
seçilebilmesi, tahkim yarg›lamas›nda daha çabuk ve daha iyi sonuç alma imkân›n› ortaya ç›karabilmektedir.
Milletleraras› uygulama dikkate al›nd›¤›nda, milletleraras› ticarî tahkimin
kurumsal (enstitü tahkimi) veya herhangi bir kuruma ba¤l› olmaks›z›n (ad
hoc) gerçekleflti¤i görülmektedir.
Kurumsal tahkimde, tahkimin cereyan edece¤i kurumun önceden haz›rlanm›fl kurallar› vard›r. Taraflar›n iradelerince düzenlenmemifl hususlar, bu
kurumun kurallar›na göre yönetilecektir. ‹flte, böyle bir kurumun organizasyonuna tâbi olarak ve bu kurumun tahkim kurallar›na göre yürütülecek tahkim, kurumsal tahkimdir (Institutional Arbitration)1. Milletleraras› ticaret
uygulamas›nda, uyuflmazl›klar›n tahkim yolu ile çözümlenmesi için organize edilmifl baz› kurumlar mevcuttur2. Bu tahkim kurumlar› aras›nda en çok
bilinenleri, Milletleraras› Ticaret Odas› (MTO veya ICC Tahkimi), Amerikan
Tahkim Kurumu (AAA), Londra Tahkim Kurumu (LCA), Stockholm Ticaret
Odas› Tahkim Kurumu’dur. Yine, milletleraras› ticarî uygulamada bitkisel
ya¤ sektörünün (FOSFA), pamuk sektörünün (Liverpool Cotton Rules), hububat sektörünün (GAFTA) kendine özgü tahkim kurumlar› mevcuttur. Ülkemizde de ‹stanbul Ticaret Odas› ve ‹zmir Ticaret Odas›’n›n tahkim faaliyeti vard›r.
Baz› durumlarda taraflar, herhangi bir tahkim kurumuna tâbi olmaks›z›n,
hakem veya hakem kurulunu olufltururlar. Taraflar tahkimin a¤›rl›kl› olarak kendi denetimlerinde gerçekleflmesini istediklerinde, hakemleri, tahkim
yerini, tahkim usulünü ve hakemlerin uygulayacaklar› maddî hukuku ken-
1
fianl›, Cemal: “Milletleraras› Tahkimde Esasa Uygulanacak Hukuk”, Ankara, 1986, s. 69
(Esasa Uygulanacak Hukuk); Birsel, Mahmut Tevfik: “Milletleraras› Ticarî Tahkim ve
Türkiye”, Ege Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Y›l 1, S. 1, ‹zmir 1980, s. 101(Ticarî
Tahkim ve Türkiye).
2
Ticarî iliflkilerin geliflmifl oldu¤u ülkelerde milletleraras› ticarî iliflkilerden do¤an uyuflmazl›klar›n milletleraras› tahkim kurulufllar› vas›tas› ile çözümünün temelleri çok öncelere dayan›r. 1768 y›l›nda kurulan New York Ticaret Odas›’n›n bir görevinin de tahkim olarak belirlenmifl olmas› bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bkz.: Y›lmaz, Ergun: “Tahkim Hukukuna Genel Girifl ve Ülkemizdeki Geliflim”, Yarg› Reformu 2000 Sempozyumu,
Konuflmalar, Bildiriler, Tart›flmalar, Belgeler, ‹zmir Barosu, 5,6,7,8 Nisan, ‹zmir 2000 (Yarg› Reformu), s. 268.
Türkiye’de Milletleraras› Tahkim
15
dileri tayin ederler veya hakemlere bu konuda yetki verirler. Tahkim mahkemesi, taraflar›n anlaflmas›yla ve sadece o taraflar aras›ndaki somut olay
için geçici olarak oluflturulmufl oldu¤undan, milletleraras› alanda belli bir
kuruma ba¤l› olmadan yap›lan bu hakemli¤e ad hoc tahkim (geçici, ar›zî, ad
hoc arbitration) denir3.
Pratikte taraflar›n, ad hoc tahkim ile ilgili olarak yayg›n bir flekilde UNCITRAL Tahkim Kurallar›’n›n uygulanmas›n› kararlaflt›rd›klar› görülmektedir.
Bu durumda art›k kurumsal tahkim söz konusu olmayacakt›r. Taraflar sözleflmede UNCITRAL Tahkim Kurallar›’na yer verdiklerinde, taraflarca düzenlenmeyen noktalar bu kurallara tâbi olacakt›r4.
Uygulamada kurumsal veya ad hoc tahkimin tercih edilmesinde, özellikle
uyuflmazl›k konusunun miktar› rol oynamaktad›r. Kurumsal tahkimde, hakem ücretinin yan› s›ra bir de tahkimi organize eden kuruma belirli bir idarî ücret (harç) ödenece¤i için, tahkim masraflar› ad hoc tahkime nazaran daha yüksek olabilmektedir. Buna karfl›l›k, özellikle hakemlerin atanmas›nda,
hakemlerin h›zl› ve geçerli bir karar vermesinde, kurumsal tahkimin verdi¤i deste¤in de önemli bir rol oynad›¤› dikkati çekmektedir. Bu sebeple, küçük miktardaki uyuflmazl›klar için ad hoc tahkim tercih edilirken, di¤er
uyuflmazl›klarda kurumsal tahkim tercih edilmektedir.
II. Milletleraras› Tahkimin Avantajlar›
Milletleraras› ticaretin geliflmesi, milletleraras› ticarî alanda ortaya ç›kan
uyuflmazl›k say›s›n› da artt›rm›flt›r. Bilindi¤i üzere, milletleraras› ticaret
alan›ndaki uyuflmazl›klar› çözecek bir uluslar üstü mahkeme yoktur. Bu sebeple, milletleraras› nitelikli de olsa, uyuflmazl›klar›n mahkemede çözümlenmesi durumunda, millî mahkemeler yetkili olacakt›r. Milletleraras› ticaret uygulamas›nda, hiçbir taraf di¤er taraf›n millî mahkemelerinde yarg›lanmay› tercih etmeyecektir. Özellikle taraflardan birinin devlet oldu¤u milletleraras› uyuflmazl›klarda, söz konusu devletin kendi mahkemelerinde dava aç›lmas›, di¤er taraf›n tercih edece¤i bir yöntem olmayacakt›r. ‹flte, milletleraras› ticarî uygulamada tahkim kavram›, özellikle herhangi bir taraf
aç›s›ndan avantaj teflkil etmemesi, baflka bir deyiflle tahkimin tüm taraflar
için nötr olmas› sebebiyle, milletleraras› ticarî uygulamada tercih edilen bir
yöntem olmufltur5.
3
fianl›, (Esasa Uygulanacak Hukuk), s. 69; Birsel, (Ticarî Tahkim ve Türkiye), s. 101.
4
fianl›, (Esasa Uygulanacak Hukuk), s. 98-99.
5
Birsel, (Ticarî Tahkim ve Türkiye), s. 100; fianl›, (Esasa Uygulanacak Hukuk), s. 321.
Ak›nc›
16
Milletleraras› ticarî tahkim, devlet yarg›s›na nazaran hakem karar›n›n tenfizi aç›s›ndan da daha avantajl›d›r. Milletleraras› sözleflmeler sayesinde hakem kararlar›n›n tenfizinin, mahkeme kararlar›n›n tenfizine nazaran kolaylaflt›r›lm›fl olmas›, milletleraras› ticarî tahkimin mahkeme yolu yerine tercih
edilmesinin en önemli sebeplerinden birisidir6. Gerçekten, hukukumuzda
yabanc› hakem kararlar›n›n tenfizi ile yabanc› mahkeme kararlar›n›n tenfizi farkl› hükümlerle düzenlenmifltir7. Bilindi¤i gibi, yabanc› bir mahkeme
karar›n›n Türkiye’de tenfizi için, yabanc› mahkeme karar›n›n verildi¤i ülke
ile Türkiye aras›nda karfl›l›l›k koflunun gerçekleflmesi gerekmektedir. Buna
karfl›l›k, Türkiye, yabanc› mahkeme kararlar›n›n tenfizine imkân veren herhangi bir çok tarafl› anlaflmaya taraf olmad›¤› gibi, çok s›n›rl› say›daki ülke
ile yabanc› mahkeme kararlar›n›n tenfizi konusunda ikili anlaflma yapm›flt›r8. Oysa Türkiye, hakem kararlar›n›n tenfizi konusunda 1958 tarihli New
York Sözleflmesi’ne taraf oldu¤u için, hakem kararlar›, Türkiye dâhil dünyan›n hemen tüm ülkelerinde tenfiz edilebilecektir.
Milletleraras› tahkimin bir baflka avantaj›, uyuflmazl›¤›n uzman kifliler taraf›ndan çözümlenmesine imkân vermesidir. Bilindi¤i üzere, devlet yarg›s›nda, tabii hâkim ilkesi gere¤i uyuflmazl›klar yetkili ve görevli mahkemelerde
çözümlenir. Baflka bir deyiflle, taraflar›n, uyuflmazl›¤›n, bu konuda uzmanlaflm›fl veya en deneyimli hâkim taraf›ndan çözümlenmesini istemeleri
mümkün de¤ildir. Buna karfl›l›k, milletleraras› tahkimde taraflar, uyuflmazl›¤› çözecek kiflilerin milletleraras› ticaret ve hatta uyuflmazl›¤›n ilgili oldu¤u sektör hakk›nda bilgili ve uzman kiflileri hakem olarak belirleyebilirler.
Bu sayede, yarg›lama h›z kazanaca¤› gibi uyuflmazl›¤›n çözümünde söz konusu bilgi birikimin kullan›lmas› daha do¤ru bir karar elde edilmesi ihtimalîni att›racakt›r.
Tahkimin avantajlar›ndan bir di¤eri, taraflara tan›m›fl oldu¤u irade serbestîsidir. Bu irade serbestîsi sayesinde taraflar devlet yarg›s›ndan farkl› olarak tahkim yarg›lamas›nda uygulanacak usul kurallar›n›, yarg›lama dilini,
yarg›laman›n yap›laca¤› ülkeyi ve hakemleri seçebilirler9. Gerçekten, örne¤in, devlet yarg›s›nda milletleraras› tebligat aylar süren bir usulken, tahkimde, taraflar›n tebligat usulünü kararlaflt›rabilmeleri sayesinde, özel kuryeler ile birkaç gün içerisinde tebligat yap›labilmektedir. Yine, taraflar›n
6
Ak›nc›, Ziya: Milletleraras› Ticarî Hakem Kararlar› ve Tenfizi, Ankara 1994, s. 40 (Tenfiz);
Balc›, Muharrem: ‹htilâflar›n Çözüm Yollar› ve Tahkim, ‹stanbul 1999, s. 316.
7
MÖHUK’ta, yabanc› mahkeme kararlar›n›n Türkiye’de tenfizi 34-43. maddeler aras›nda,
yabanc› hakem kararlar›n›n tenfizi ise 43-45. maddeler aras›nda düzenlenmifltir.
8
Bu konuda güncel bilgi için bkz.: www.uhdigm.adalet.gov.tr
9
Ak›nc›, Ziya: Milletleraras› Ticarî Uyuflmazl›klarda Alternatif Çözüm Yollar›, BATIDER
Aral›k 1996 C. XVIII, S. 4’ten ayr› bas› s. 95-96, 101 (Alternatif Çözüm Yollar›).
Türkiye’de Milletleraras› Tahkim
17
tahkim dilini kararlaflt›rmalar› sayesinde, devlet yarg›s›nda her belgenin yeminli tercümandan çevirisinin sunulmas› gerekirken, belgelerin düzenlendi¤i dili bilen hakemler, herhangi bir çeviriye gerek duymaks›z›n uyuflmazl›¤›
çözümleyebilecektir. Böylece, zaman ve masraftan tasarruf edilebilece¤i gibi, çevirinin do¤ru olup olmad›¤› konusunda devlet yarg›s›nda görülen itirazlar da önlenmifl olacakt›r.
Tahkimin bir di¤er avantaj› da gizlilik özelli¤idir. Uyuflmazl›¤›n gizlilik içerisinde çözümlenmesi ve hakem kararlar›n›n kural olarak yay›nlanmamas›,
milletleraras› ticaret alan›ndaki kurum ve kurulufllar için tercih sebebidir10.
fiirketlerin mâli durumunun, ticarî defterlerindeki bilgilerin ve mâli s›rlar›n
aç›klanmaks›z›n, taraflar aras›nda uyuflmazl›¤›n çözüme kavuflturulmas›,
özellikle ticarî uyuflmazl›klar bak›m›ndan önem tafl›maktad›r11.
Nihayet, tahkimin ucuz olup olmad›¤›, baflka bir deyiflle tahkimin ucuz bir
çözüm yolu olmas› aç›s›ndan bir avantaj tafl›y›p tafl›mad›¤› tart›fl›labilecek
bir konudur. Genel olarak ifade etmek gerekirse, büyük miktardaki uyuflmazl›klar aç›s›ndan tahkim ucuz bir çözüm yoluyken, küçük uyuflmazl›klar
aç›s›ndan tahkim devlet yarg›s›ndan daha pahal› olabilmektedir. Özellikle
küçük miktarlardaki uyuflmazl›klar bak›m›ndan tahkimde yarg›lama giderleri, genel mahkemelerden yüksek olabilirse de, uyuflmazl›¤›n daha k›sa zamanda sonuçland›r›lmas›, özellikle ticarî hayattaki h›z, geliflmeler ve taraflar›n beklentilerine de uygun olmas› sebebi ile asl›nda pahal› gibi görünse
de, tahkim ço¤u zaman daha ekonomik bir çözüm yoludur.
III. Türk Hukukunda Tahkim
1927 tarihli Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) tahkimi düzenlemektedir. Ayr›ca, milletleraras› ticarî iliflkiler bak›m›ndan Milletleraras›
Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakk›ndaki Kanun’da da tahkime iliflkin düzenlemeler vard›r. Bundan baflka Türkiye, tahkim alan›nda önem tafl›yan
hemen hemen tüm milletleraras› sözleflmelere taraf olmufltur. Bilindi¤i gibi,
Anayasa’n›n 90. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin usulüne uygun olarak
taraf oldu¤u milletleraras› sözleflmelerin kanun hükmünde oldu¤unu belirtmektedir. Tahkim ile ilgili olarak Türkiye’nin taraf oldu¤u çok tarafl› sözleflmeler, “Yabanc› Hakem Kararlar›n›n ‹cras› Hakk›nda New York Sözleflmesi”, “Milletleraras› Ticarî Hakemlik Konusunda Avrupa (Cenevre) Sözleflme10
Alangoya, Yavuz: Medeni Usul Hukukumuzda Tahkimin Niteli¤i ve Denetlenmesi, ‹stanbul 1973, s. 19 (Tahkimin Niteli¤i); Ye¤engil, Rasih: Tahkim, ‹stanbul 1974, s. 100-101;
fianl›, (Esasa Uygulanacak Hukuk), s. 24; Ak›nc›, (Tenfiz), s. 44.
11
Pekcan›tez, Hakan/Atalay, O¤uz/Özekes, Muhammet: Medeni Usul Hukuku, Ankara
2001, s. 586.
18
Ak›nc›
si” ve Washington Sözleflmesi olarak bilinen, “Dünya Bankas› (ICSID) Sözleflmesi”dir. Bundan baflka, Türkiye birçok ülke ile akdetti¤i ikili yat›r›m anlaflmalar›nda da tahkim konusuna yer vermifltir.
Türk hukukunda, milletleraras› tahkimle ilgili düzenlemeler, Milletleraras›
Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakk›nda Kanun’da ve New York Sözleflmesi’nde bulunmakla birlikte, bu düzenlemeler yabanc› hakem kararlar›n›n
Türkiye’de tan›nmas› ve tenfizi ile ilgilidir. Bu sebeple, yeni Milletleraras›
Tahkim Kanunu’ndan önce, yabanc› unsurlu olsun veya olmas›n, Türkiye’deki bir tahkim, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na tâbi olmaktayd›12.
2001 y›l›nda yürürlü¤e giren 4686 say›l› Milletleraras› Tahkim Kanunu ile
Türkiye’de gerçekleflen yabanc› unsurlu tahkimler özel bir düzenlemeye tâbi tutulmufltur. Türkiye, kültürel ve co¤rafî aç›dan bulundu¤u konum itibariyle, hem bat›l›, hem de do¤ulu ülkelerle yak›n irtibat içindedir. Türkiye’nin
bu özelli¤i, Türkiye’yi uyuflmazl›klar›n çözümünde nötr ve cazip bir tahkim
merkezi hâline getirebilir. Bu sebeple, milletleraras› nitelikli uyuflmazl›klara iliflkin tahkimlerin Türkiye’de yap›lmas›n› cazip k›lacak yeni ve milletleraras› standartlara uygun bir Milletleraras› Tahkim Kanunu, Türkiye aç›s›ndan faydal› bir geliflmedir.
Ayr›ca, yabanc›l›k unsuru dolay›s›yla iç uyuflmazl›klardan farkl› nitelikli
olan iliflkilerin, yerli hakem kararlar›n›n tâbi oldu¤u kurallar yerine, Milletleraras› Tahkim Kanunu’na tâbi olmas›, özellikle yabanc› sermayenin Türkiye’ye bak›fl› aç›s›ndan olumlu bir geliflme olacakt›r.
Özetlemek gerekirse, “Milletleraras› Tahkim Kanunu”, yerli uyuflmazl›klardan farkl› flekilde milletleraras› olarak nitelendirdi¤i uyuflmazl›klar için özel
bir kanun niteli¤indedir. Böyle bir kanunun iki amac› ve hedefi olabilir: Birinci amac›, milletleraras› ticarî uyuflmazl›klardan kaynaklanan tahkimin,
tamamen yerli nitelikli uyuflmazl›klardan kaynaklanan tahkimden farkl›
hükümlere tâbi tutmakt›r. Burada yeni Kanun, hangi hakem kararlar›n›n
yeni kanuna tâbi olaca¤›n› belirlerken, tahkimin unsurlar›ndan ziyade,
uyuflmazl›¤a konu olan uyuflmazl›¤›n unsurlar›ndan hareket etmifltir. Ayr›ca, yeni kanunda, bir ülkeden di¤erine mal ve sermaye hareketinin gerçekleflmesi, uyuflmazl›¤a taraf olan flirketin yabanc› sermayeli olmas› gibi, esas›nda bugüne kadar klâsik Türk devletler özel hukukunda dikkate al›nmayan kriterler de, yabanc›l›k unsuru bulunup bulunmad›¤›n›n tespiti bak›m›ndan esas al›nm›flt›r. Bu kriterler, Türk hukukundaki klâsik yaklafl›mdan
farkl› olmakla birlikte, milletleraras› ticaretin gereklerine uygundur.
12
Kalpsüz, Turgut: “Yeni Milletleraras› Tahkim Kanunu’nun De¤erlendirilmesi”, Milletleraras› Tahkim Semineri, 5 Kas›m 2001 Ankara, s. 110-127.
Türkiye’de Milletleraras› Tahkim
19
Kanun’un ikinci amac› ve hedefi ise, Türkiye’nin bir tahkim merkezi olarak
milletleraras› alanda yer edinebilmesini sa¤lamakt›r. ‹çinde bulundu¤u co¤rafya nedeniyle Türkiye, do¤uya en yak›n bat›l› devlet, bat›ya en yak›n do¤ulu devlettir. Bu sebeple, özellikle Orta Asya ve Orta Do¤u ülkeleri ile bat›l› ülkeler aras›ndaki uyuflmazl›klar için Türkiye, cazip ve nötr bir devlet
olarak ön plana ç›kabilir. Bunun için en önemli etken, Türk hukukunun milletleraras› ticarî tahkime yaklafl›m› olacakt›r. Türkiye, yeni Milletleraras›
Tahkim Kanunu ile bu hedefe yaklaflmak istemifltir. Yeni Kanun’un, özellikle ‹sviçre Milletleraras› Tahkim Kanunu ile Birleflmifl Milletler Model Kanunu dikkate al›narak yap›ld›¤› dikkate al›nd›¤›nda, bu düzenlemenin yank›
uyand›raca¤› söylenebilir. Ancak, maddelerin çok uzun oluflu, farkl› konular›n ayn› madde içerisinde düzenlenmesi sebebiyle yeni kanun, özellikle kanun yapma tekni¤i aç›s›ndan elefltirilebilir. Bu sebeple, Türk hukukundaki
bu geliflmenin yurt d›fl›nda daha kolay ve h›zl› duyurulmas›n› temin için,
UNCITRAL Model Kanunu’nun mümkün oldu¤u kadar az de¤ifliklikle kabul
edilmesi daha pratik bir yol olurdu.
III. Tahkim Yolu ‹le Çözümlenebilecek Uyuflmazl›klar
Milletleraras› Tahkim Kanunu’nun 1. maddesinde “bu Kanun, Türkiye’de
bulunan tafl›nmaz mallar üzerindeki aynî haklara iliflkin uyuflmazl›klar ile
iki taraf›n iradelerine tâbi olmayan uyuflmazl›klarda uygulanmaz.” denilmektedir. Ayn› flekilde, Milletleraras› Tahkim Kanunu’nun 15/A, 2, a maddesinde “hakem veya hakem kurulu karar›na konu uyuflmazl›¤›n Türk hukukuna göre tahkime elveriflli olmamas›” hakem karar›n›n iptali sebebi olarak
say›lm›flt›r.
Kanun koyucu ilk olarak, Türkiye’de bulunan tafl›nmaz mallar üzerindeki
aynî haklara iliflkin uyuflmazl›klar›n tahkim yolu ile çözümlenmesinin
mümkün olmad›¤›n› ifade etmektedir. Kanunun metninde de aç›kça ifade
edildi¤i üzere, sadece Türkiye’de bulunan tafl›nmazlarla ilgili uyuflmazl›klar›n tahkim yolu ile çözümlenmesine s›n›rlama getirilmifltir. Bu sebeple, Türkiye’de bulunmayan tafl›nmaz ile ilgili bir uyuflmazl›¤›n, Milletleraras› Tahkim Kanunu’nun 1. maddesi uyar›nca tahkime elveriflli olmad›¤› ileri sürülemeyecektir.
Milletleraras› Tahkim Kanunu’nda Türkiye’deki tafl›nmazlara iliflkin uyuflmazl›klar›n tahkim yolu ile çözümlenmesi konusunda getirilen s›n›rlama,
yaln›zca tafl›nmazlar›n ayn›na iliflkin uyuflmazl›klarla ilgilidir. Kanun metninin karfl›t kavram›ndan hareket edildi¤inde, tafl›nmazlar›n ayn›na iliflkin
olmayan uyuflmazl›klar›n tahkim yolu ile çözümlenmesi mümkündür. Bu sebeple, Türkiye’de bulunan bir tafl›nmazla ilgili, fakat tafl›nmaz›n ayn›na iliflkin olmayan uyuflmazl›klar, tahkim yolu ile çözümlenebilir. Bu sebeple, ta-
Ak›nc›
20
fl›nmazlar›n ayn› ile ilgili olmayan, örne¤in bir tafl›nmaza iliflkin kira sözleflmesinden kaynaklanan uyuflmal›klar tahkim yolu ile çözümlenebilir.
Milletleraras› Tahkim Kanunu’nun 15/A/f maddesinde “hakem veya hakem
kurulu karar›na konu uyuflmazl›¤›n Türk hukukuna göre tahkime elveriflli
olmad›¤›”n›n belirlenmesi durumunda hakem karar›n›n iptal edilece¤i belirtilmektedir.
Türk hukukunda, hangi uyuflmazl›klar›n tahkime elveriflli oldu¤una iliflkin
temel prensip, HUMK’un 518. maddesinde düzenlenmifltir. Söz konusu madde uyar›nca, “yaln›z iki taraf›n arzular›na tâbi olmayan mesailde tahkim cereyan etmez”. Ayn› prensip, yukar›da belirtildi¤i üzere, Milletleraras› Tahkim Kanunu’nun 1. maddesinde de ifade edilmifltir. Buna göre, “iki taraf›n
iradelerine tâbi olmayan uyuflmazl›klarda tahkim uygulanmaz”. Görüldü¤ü
gibi, Türk hukukunda, kanun koyucu sadece taraflar›n iradeleri ile belirleyebilecekleri konular d›fl›nda kalan uyuflmazl›klar›n tahkim yolu ile çözümlenemeyece¤i prensibini getirmifltir.
HUMK’un 518. maddesinde ve Milletleraras› Tahkim Kanunu’nun 1. maddesinde düzenlenen bu prensibin bir sonucu olarak, ceza yarg›s›nda tahkim
söz konusu olamaz13. Ayn› flekilde, idarî yarg›n›n görev alan›na giren uyuflmazl›klar için, (kural olarak) tahkim sözleflmesi yap›lamaz.
Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz flartlaflma ve sözleflmelerinde, bunlardan
do¤an uyuflmazl›klar›n tahkim yolu ile çözülmesi öngörülebilir (Anayasa.m.125; 4501 say›l› Kamu Hizmetleri ile ‹lgili ‹mtiyaz fiartlaflma ve Sözleflmelerinden Do¤an uyuflmazl›klarda Tahkim Yoluna Baflvurulmas› Hâlinde Uyulmas› Gereken ‹lkelere Dair Kanun.m.3).
Taraflar›n aralar›ndaki ihtilaf›n tahkim usulüne göre çözümlenmesi yönündeki arzular›n›n gerçekleflebilmesi için bu ihtilâf›n kamu düzenini ilgilendiren bir konuda olmamas› gerekir. Kamu düzenine iliflkin konular tahkime
elveriflli de¤ildir. Örne¤in, neseple ilgili davalar tahkim yolu ile çözümlenemez. Taraflar, bu konuda aralar›nda ç›kacak uyuflmazl›¤› tahkim yoluyla çözümünü kararlaflt›ramazlar. Yine, iflas davalar›nda di¤er alacakl›lar› korumak, ifl hukuku ile ilgili davalarda da iflçileri korumak için, iflas ve ifl hukukundan kaynaklanan uyuflmazl›klar›n tahkime elveriflli olmad›¤› kabul edilmektedir14.
13
Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. VI, B. 6, ‹stanbul 2001, s. 5918.
14
Örnek olarak bkz.: Y. 9. HD., 14.9.1964 t. 4938/ 5429.
Türkiye’de Milletleraras› Tahkim
21
S›naî ve fikrî mülkiyet haklar› ile ilgili uyuflmazl›klar tahkim yolu ile çözümlenebilir. Ancak, bu tür uyuflmazl›klar için konulacak tahkim flart›, sadece
taraflar› ba¤layacak ve hakemlerin verecekleri karar, sadece tahkim anlaflmas›n›n taraflar› aç›s›ndan ba¤lay›c› etkiye sahip olacakt›r. Bu sebeple, aralar›nda tahkim flart› bulunmak kayd›yla, iki firma aras›ndaki s›naî fikrî15
veya s›naî mülkiyet hakk›na tecavüzden kaynaklanan bir uyuflmazl›¤›n tahkim yolu ile çözümlenmesi mümkündür. Bununla beraber, tahkim flart›na
taraf olmayan üçüncü kiflinin, söz konusu fikrî veya s›naî mülkiyet hakk›na
tecavüz etmesi durumunda, tahkim flart›na taraf olmayan üçüncü kifliye
karfl› tahkim yoluna baflvurulamayacakt›r.
III. Tahkim Anlaflmas› veya Tahkim fiart›
Milletleraras› Tahkim Kanunu’nun 4. maddesinde belirtildi¤i üzere, “tahkim anlaflmas›, as›l sözleflmeye konulan tahkim flart› veya ayr› bir sözleflme
ile yap›labilir”. Bu sebeple, taraflar›n ba¤›ms›z bir tahkim sözleflmesi yapmak yerine, aralar›ndaki iliflkiyi düzenleyen (as›l) sözleflmeye bir madde ekleyerek, uyuflmazl›klar›n tahkim yolu ile çözülmesini kararlaflt›rmalar›
mümkündür. Sözleflmeye konulacak böyle bir hüküm “tahkim flart›” olarak
ifade edilmektedir.
Gerçekten, uygulamada taraflar›n çok s›k olarak ayr› bir tahkim sözleflmesi
yerine, tahkim flart› düzenledikleri görülmektedir. Hatta uygulama dikkate
al›nd›¤›nda, sözleflme d›fl› uyuflmazl›klar ve taraflar›n sonradan tahkim yolunu kararlaflt›rd›klar› durumlar bir tarafa b›rak›lacak olursa, tahkim flart›
yerine tahkim sözleflmesi yap›lmas›n›n çok istisnaî oldu¤u söylenebilir.
Aralar›nda tahkim anlaflmas› bulunmamas›na karfl›n, taraflar, uyuflmazl›k
hakk›nda dava aç›lmas›ndan sonra da tahkim yoluna baflvurulmas›n› kararlaflt›rabilirler. Milletleraras› Tahkim Kanunu’nun 5. maddesi uyar›nca “yarg›lama s›ras›nda taraflar›n tahkim yoluna baflvurma konusunda anlaflmalar› hâlinde, dava dosyas› mahkemece ilgili hakem veya hakem kuruluna gönderilir”. Görüldü¤ü gibi, yarg›laman›n herhangi bir aflamas›nda taraflarca
tahkim anlaflmas› yap›lmas› durumunda mahkeme davaya bakmaktan vazgeçecek ve uyuflmazl›k tahkim yolu ile çözümlenecektir.
Uyuflmazl›klar›n tahkim yolu ile çözümlenmesine iliflkin irade aç›klamas›,
tahkim sözleflmesinin temel kurucu unsurudur. Geçerli bir tahkim anlaflma15
Amerikan hukukunda, telif haklar› ile ilgili konularda tahkime gidilebilece¤i ve hakemlerin kararlar›n›n ba¤lay›c› oldu¤u, Federal Mahkeme’nin çeflitli kararlar›nda aç›kça ifade
edilmifltir. Bu konuda örnek bir karar için bkz. Saturday Evening Post v. Rumbleseat Press,
Inc., 816 F2d 1191 (7 th Cir.)
22
Ak›nc›
s›ndan bahsedebilmek için, taraflar›n tahkim iradeleri, yaz›l› olarak yapt›klar› sözleflmede kar›fl›kl›¤a yer vermeyecek flekilde, aç›kça belirtilmelidirler.
Aç›k ve kesin irade aç›klamas›, tahkim anlaflmas› ister ba¤›ms›z bir tahkim
sözleflmesi fleklinde isterse bir tahkim flart› fleklinde yap›ls›n, tahkim anlaflmas›n›n geçerlili¤i için aranan esasl› flartlardand›r. Çeflitli Yarg›tay kararlar›nda, tahkimden ve geçerli bir tahkim flart›n›n varl›¤›ndan söz edebilmek
için, uyuflmazl›¤›n mutlak olarak hakemde çözümlenece¤i hususunun taraflarca kararlaflt›r›lmas› flart› aranmakta, aksi halde tahkim sözleflmesinin
geçersiz say›laca¤› vurgulanmaktad›r16.
Uygulamada zaman zaman, bir taraftan tahkim yoluna gidilece¤i belirtilirken, di¤er taraftan belirli bir mahkemeyi yetkili k›lan tahkim anlaflmalar›na rastlanmaktad›r. Belirtmek gerekir ki, tahkim sözleflmesi veya flart›n›n,
uyuflmazl›¤›n tahkim yolu ile çözümlenmesi yolundaki taraf iradesini tereddüde yol açmayacak flekilde içermesi gerekmektedir. Bu sebeple, Yarg›tay
kararlar›nda, hakem yoluyla halledilemeyen uyuflmazl›klar›n mahkemece
çözümlenece¤ine dair kay›tlar›n, tahkim sözleflmesini hükümsüz k›laca¤›
kabul edilmektedir17.
Tahkim flart› veya sözleflmesinde, bulunmas› zorunlu tutulmufl herhangi bir
unsur söz konusu de¤ildir. Tahkim flart› veya sözleflmesinde, taraflar›n tahkim iradesi aç›k oldu¤u sürece, tahkim flart› içerik itibariyle geçerli say›lacakt›r. Bununla beraber, taraflar›n uyuflmazl›¤›n çözümü için tahkim yolunu seçmeleri durumunda, tahkimle ilgili kendileri aç›s›ndan önem tafl›yan
ayr›nt›lara tahkim flart›nda yer vermeleri, kuflkusuz çok yararl› olacakt›r.
Bu sebeple, tahkim flart› veya tahkim sözleflmesinde özellikle tahkim yeri,
isteniyorsa hangi tahkim kurumunun kurallar› uygulanaca¤›, tahkim lisan›,
hakem say›s›, hakemlerin nas›l belirlenece¤i ve uygulanacak kurallar gibi
konular›n kararlaflt›r›lmas› yararl› olacakt›r.
Tahkim anlaflmas› ile ilgili bir baflka önemli problem, taraflar›n, aralar›ndaki anlaflmada bir tahkim anlaflmas› yapmak yerine, uyuflmazl›klar›n tahkim
yolu ile çözümlenmesini öngören standart terimler, kurallar veya tip sözleflmelere at›f yapmas›d›r. Böyle bir durumda, taraflar aras›nda imzalanan metinde uyuflmazl›klar›n tahkim yolu ile çözümlenmesine iliflkin herhangi bir
16
Y.HGK 5.5.1965 t., 776/198 (Karatafl, ‹zzet: Uygulamada ‹htiyari Tahkim, Ankara 1999, s.
38), Y.15. HD. 15.9.1994. t. 722/ 4938; Y. 15. HD 8.7.1992 t., 3004/3710 (Karatafl, s. 39); Y.
15. HD. 23.10.1986 t. 4446 /3473; Y. 15. HD. 13.3.1989 t. 4943/1218; Y. 15. HD. 9. 4. 1990 t.
361/1677 (Karatafl, s. 40); Y.15. HD. 4.11.1986 t., 19/3650; Y. 15. HD. 17.12.1984 t. 2342
/3966 ( Karatafl, s. 41); Y.15. HD. 11.4.1996 t. 1822/2105 (Karatafl, s.42)
17
Y.15. HD. 26.12.1978 t. 2090/2486 (Karatafl, s. 42); Y.13. HD. 7.11.1977 t. 4360/4867; Y. 15.
HD. 21.3.1989 t. 2550/1381 (Karatafl, s.43); Y. TD.1950 t. 402 /1072 ( Karatafl, s.44)
Türkiye’de Milletleraras› Tahkim
23
koflul bulunmamaktad›r. Buna karfl›l›k, taraflar aras›ndaki anlaflman›n gönderme yapt›¤› tip sözleflme, standart terim veya kurallar, uyuflmazl›¤›n tahkim yolu ile çözümlenmesini öngörmektedir. Uyuflmazl›klar›n tahkim yolu
ile çözümlenmesini öngören bir kurala gönderme yapan ve milletleraras› ticaret alan›nda faaliyet gösteren taraflar›n, böyle bir standart kural veya tip
sözleflmeye gönderme yapmakla art›k tahkim yolunu da kabul etti¤ini varsaymak yerinde olacakt›r. Böyle bir standart kural veya tip sözleflmeye yaz›l› olarak gönderme yap›lmakla, taraflar aras›nda yaz›l› bir tahkim flart›n›n
bulundu¤unu da kabul etmek gerekecektir. Böylece, taraflar aras›ndaki yaz›flmalarda, tahkim flart› içeren milletleraras› standart kurallara yollama
yap›lmas› durumunda da, geçerli bir tahkim anlaflmas›n›n varl›¤›ndan bahsedilebilecektir. Yarg›tay bir karar›nda, “taraflar aras›nda geçerli bir al›m
sat›m sözleflmesi kuruldu¤undan ve bu sözleflme koflullar›n›n bizzat daval›
taraf›ndan FOSFA kurallar›na tâbi oldu¤u belirtildi¤inden (19.2.1991 ve
8.3.1991 tarihli yaz›lar) davac› FOSFA kurallar›na göre hakem heyetine baflvurarak ald›¤› karar›n tenfizini isteyebilir” demifltir18.
Burada bir baflka dikkati çeken konu, tahkim flart›n›n belirli olmas› koflulu
ile ilgilidir. Milletleraras› Tahkim Kanunu’nda tahkim anlaflmas›n›n tan›m›
verilirken, “mevcut bir hukukî iliflkiden do¤mufl veya do¤abilecek uyuflmazl›klar›n” tahkim anlaflmas›na konu yap›labilece¤i ifade edilmifltir. Bu sebeple, geçerli bir tahkim anlaflmas›ndan bahsedebilmek için, taraflar aras›nda
mevcut bir hukukî iliflki aranmaktad›r19. Bu sebeple, taraflarca “bundan
sonra aram›zda akdedece¤imiz tüm sat›m sözleflmelerinden kaynaklanan
uyuflmazl›klar tahkim yolu ile çözümlenecektir” fleklindeki bir tahkim flart›
geçerli olmayacakt›r. Zira örnekte, taraflar aras›nda henüz mevcut olmayan
bir sat›m sözleflmesi için tahkim flart› kararlaflt›r›lmaktad›r.
Tahkim usulünün genel yarg›ya göre istisna teflkil etmesi, taraflar›n hangi
konulardaki uyuflmazl›klar›n› hakeme götürdüklerini bilmelerini gerektirir.
Bu bak›mdan, taraflarca düzenlenecek bir tahkim sözleflmesiyle aralar›nda
ç›kacak bütün ihtilaflar›n tahkim usulüne tâbi olaca¤›n›n kararlaflt›r›lmas›,
tahkimi istisna olmaktan ç›kar›p, genel vas›f kazand›raca¤›ndan sonuç do¤urmaz. Milletleraras› Tahkim Kanunu’nda önceki dönemde de bu konu ö¤retide tart›fl›lm›fl ve taraflar›n, ancak belli bir uyuflmazl›k hakk›nda tahkim
sözleflmesi yapabilece¤i ifade edilmifltir. Buna göre, taraflar›n tahkim sözlefl18
Y. 19. HD. 8.5.1997 t., 9619/4669 (YKD. 1997/11, s. 1772-1775).
19
Milletleraras› Tahkim Kanunu’nun 4. maddesinde, “tahkim anlaflmas›na karfl›, as›l sözleflmenin geçerli olmad›¤› veya tahkim anlaflmas›n›n henüz do¤mam›fl olan bir uyuflmazl›¤a
iliflkin oldu¤u itiraz›nda bulunulamaz” denilmektedir. ‹lk bak›flta bu madde, mevcut olmayan bir iliflki için de tahkim flart› düzenlenebilece¤i izlenimini vermekteyse de, söz konusu
maddede mevcut olmayan bir hukukî iliflki de¤il, fakat “henüz do¤mam›fl olan bir uyuflmazl›k” tan bahsedilmektedir.
Ak›nc›
24
mesi yaparken, hangi uyuflmazl›kla ilgili olarak tahkim anlaflmas›n› imzalad›klar›n› bilmesi gerekti¤i ve belli bir hukukî iliflkiden (mesela bir sat›fl sözleflmesinden) do¤acak uyuflmazl›klar›n tahkim yoluyla çözülece¤inin kararlaflt›r›lm›fl olmas› (tahkim flart›) hâlinde, uyuflmazl›¤›n belli say›laca¤› ifade
edilmifltir20.
20
Kuru, C. IV, s. 4009.
YEN‹ MEDENÎ KANUN’A GÖRE
EfiLER ARASI HUKUKÎ ‹fiLEM REJ‹M‹
Prof. Dr. Nami BARLAS*
I. Yeni Medenî Kanunun Efller Aras› ‹liflkilerde Benimsedi¤i Temel
‹lke: Efller Aras›nda Cinsiyet Ay›r›m› Gözetilmemesi
1 Ocak 2002 tarihinde yürürlü¤e giren yeni Türk Medenî Kanununda eski Kanuna nazaran göze çarpan en önemli de¤ifliklikler Aile Hukuku alan›nda yap›lm›fl ve efllerin gerek kiflisel, gerekse malî durumlar›na iliflkin olarak yeni birtak›m düzenlemeler öngörülmüfltür. Bu düzenlemelerin temelinde, kar› ve kocan›n prensip itibariyle eflit hak ve yükümlülüklere sahip olmas› esas› yatmaktad›r. Öyle ki, Medenî Kanunun Genel Gerekçe’sinde, yeni Kanundaki düzenlemelerde efller aras›nda cinsiyet fark› gözetilmeksizin, tam bir eflitlik sa¤lama
amac›n›n birinci plânda tutuldu¤u müteaddit defalar, ›srarla vurgulanm›flt›r.
An›lan esas›n bir yans›mas› olarak, eski Medenî Kanunun 169. maddesinde
yer alan ve evli kad›n taraf›ndan kocas› yarar›na üçüncü kiflilere karfl› üstlenilen taahhütlerin geçerlili¤ini Sulh Hâkiminin onay›na ba¤layan düzenleme yeni Kanunda yer almam›flt›r. Bu nedenle, evli bir kad›n kocas› lehine
bir yükümlülük alt›na girerken, meselâ, kocas›n›n borcu için kendisine ait
mevduat hesab›ndaki bakiyeyi rehnederken, kambiyo senedine aval veren
olarak imza atarken, ipotek verirken, garanti veren s›fat›yla taahhüt alt›na
girerken veya kefil olurken art›k bu ifllemlerin geçerlili¤i için mahkemeden
izin veya onay al›nmas›na gerek bulunmamaktad›r.
Fakat bu kez, eski Medenî Kanun’da bulunmayan ve ilk kez yeni Medenî Kanun
ile getirilen baflkaca baz› k›s›tlamalar gündeme gelmektedir. Bu s›n›rlamalar›
hemen afla¤›da ele alaca¤›z. Ancak hemen belirtelim ki, bunlar hem kar›, hem de
koca için ayn› flekilde s›n›rlama getiren düzenlemelerdir; yoksa bir ifllemin koca
için serbest - kar› için yasak veya izne ba¤l› olmas› söz konusu de¤ildir.
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
Barlas
26
II. Efllerin Kendi Mallar› Üzerinde Serbestçe Tasarruf Edebilmeleri
Yeni Medenî Kanun’a göre, efllerin her biri kendi malvarl›¤› de¤erleri üzerinde di¤er eflin veya mahkemenin izin veya onay›na tâbi olmadan, serbestçe tasarruf edebilir; her türlü ifllemi s›rf kendi iradesiyle gerçeklefltirebilir. Bu konuda hem bir serbestî, hem de efller aras›nda eflitlik mevcuttur.
Efllerin gerek kendi aralar›nda, gerekse üçüncü kiflilerle yapacaklar› ifllemler bak›m›ndan eski rejimde mevcut k›s›tlay›c› hükümler, özellikle evli kad›n için öngörülen s›n›rlay›c› ve k›s›tlay›c› düzenlemeler önce ‹sviçre’de terkedilmifltir. Türkiye de yürürlü¤e koydu¤u yeni Medenî Kanun ile bu geliflmeye -geç de olsa- ayak uydurmufltur. Bu süreçte, Türkiye’nin 11.6.1985 tarih ve 3232 say›l› Kanunla uygun bularak taraf oldu¤u “Kad›nlara Karfl› Her
Türlü Ay›r›mc›l›¤›n Önlenmesi Sözleflmesi” de etkili olmufltur.
Yeni Medenî Kanuna egemen olan ifllem serbestîsi prensibi, MK m. 193’de
flu flekilde ifade edilmifltir:
“Kanunda aksine hüküm bulunmad›kça, efllerden her biri di¤eri ve
üçüncü kiflilerle her türlü hukukî ifllemi yapabilir.”
MK m. 193 hükmü, kaynak ‹sviçre Medenî Kanununun 168. maddesini
karfl›lamakta, içerik bak›m›ndan ZGB Art. 168 ile tamamen örtüflmektedir.
MK m. 193’ün gerekçesinde flöyle denilmektedir:
“... Maddede, efller aras›nda kabul edilen eflitlik prensibi uyar›nca,
kad›n›n baz› hukukî ifllemleri için hâkimden izin al›nmas›na gerek görülmedi¤i gibi, efller aras›nda cebrî icra yasa¤› ve istisnalar›n› muhafaza etmeye de gerek görülmemifltir. Efller de birbirlerine karfl› borçlar›n› ifa etmeli, aksi halde sonuçlar›na katlanmal›d›r.”
‹fllem serbestîsi prensibinin temelinde, insanlar›n s›rf evlenmifl olmalar› sebebiyle hukukî ifllemler alan›nda birtak›m s›n›rlamalara tâbi tutulmamalar› gerekti¤i düflüncesi yatar. Evlili¤in genel hükümleri ve mal rejimleri bahislerinde yer alan düzenlemelerin büyük ço¤unlu¤unun yedek hukuk kural› olmas› ve bu konularda efllerin irade özerkli¤ine genifl hareket alan› tan›nmas› da bu anlay›fl›n ürünüdür.
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
27
III. Efllerin ‹fllem Serbestîsine Getirilen S›n›rlamalar
1) Aile konutuna iliflkin ifllemlere yönelik s›n›rlama (MK md. 194):
a. Genel olarak
Yeni Medenî Kanun, aile ve miras hukuku iliflkilerinde, efllerin birlikte oturduklar› aile konutuna ve ev eflyas›na özel bir önem atfetmifltir.
Gerçekten, yeni Medenî Kanun, bu konuda eski Medenî Kanunda yer almayan birtak›m düzenlemeler getirmifltir: Efllerden birinin di¤er eflin aç›k r›zas› bulunmad›kça aile konutu ile ilgili kira sözleflmesini feshedememesi, aile
konutunu devredememesi ve üzerindeki haklar› s›n›rlayamamas› esas›n› getiren MK m. 194; hakl› sebebe dayanarak ayr› yaflama halinde hâkimin konut ve ev eflyas›ndan yararlanmaya yönelik tedbirleri almas›n› öngören MK
m. 197/f.II; evlilikteki mal rejiminin tasfiyesi halinde aile konutunun ve ev
eflyas›n›n ak›betine ve aidiyetine iliflkin esaslar› belirleyen MK m. 240, 254,
255, 279 ve efllerden birinin ölümü halinde aile konutunun ve ev eflyas›n›n
sa¤ kalan efle tahsisini düzenleyen MK m. 652 bu hükümlerdendir.
Bu hükümler aras›nda özellikle MK m. 194 uygulamay› yak›ndan ilgilendiren ve eflle yap›lan hukukî ifllemleri önemli ölçüde etkileyecek olan bir düzenlemedir.
Yeni Medenî Kanun’un 194. maddesine göre:
“Efllerden biri, di¤er eflin aç›k r›zas› bulunmad›kça, aile konutu ile
ilgili kira sözleflmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya
aile konutu üzerindeki haklar› s›n›rlayamaz.
R›zay› sa¤layamayan veya hakl› bir sebep olmadan kendisine r›za
verilmeyen efl, hâkimin müdahalesini isteyebilir.
Aile konutu olarak özgülenen tafl›nmaz mal›n mâliki olmayan efl,
tapu kütü¤üne konutla ilgili gerekli flerhin verilmesini isteyebilir.
Aile konutu efllerden biri taraf›ndan kira ile sa¤lanm›flsa, sözleflmenin taraf› olmayan efl, kiralayana yapaca¤› bildirimle sözleflmenin
taraf› hâline gelir ve bildirimde bulunan efl di¤eri ile müteselsilen
sorumlu olur.”
MK m. 194, ‹sviçre Medenî Kanununun 169. maddesine karfl›l›k gelmektedir. Ancak hemen belirtelim ki, bu iki hüküm aras›nda fark vard›r: ZGB Art.
169 iki f›kradan ibarettir. Bizim MK m. 194’ün ilk iki f›kras› da ZGB Art.
28
Barlas
169’un aynen al›nmas› suretiyle oluflturulmufltur. Ancak 3. ve 4. f›kra hükümleri ‹sviçre’de bulunmayan düzenlemelerdir; bu hususu afla¤›da ayr›ca
ele alaca¤›z.
MK m. 194 düzenlemesi Medenî Kanunun mal rejimlerine iliflkin k›sm›nda
de¤il de evlili¤in genel hükümlerini düzenleyen bölümde yer ald›¤› için, efller aras›ndaki mal rejimi ne olursa olsun, uygulama alan› bulacakt›r.
Di¤er yönden, aile konutu üzerindeki bu s›n›rlama prensip itibariyle, evlilik
devam etti¤i sürece varl›¤›n› koruyacakt›r.
Bu hükümde öngörülen s›n›rlamalar›n efller bak›m›ndan fiil ehliyetine getirilmifl bir s›n›rlama olup olmad›¤› tart›flmal›d›r. ‹sviçre doktrininde egemen
olan ve özellikle Hegnauer/Breitschmid, Ruoss, Berger ve Tuor/Schnyder/Schmid taraf›ndan savunulan görüfle göre, bu düzenlemeler
bir fiil ehliyeti s›n›rlamas› anlam›n› tafl›maktad›r. Buna karfl›l›k az›nl›kta
kalan ve ‹sviçre’de Hausheer/Reusser/Geiser, bizde ise O¤uzman/Seliçi
ve fi›pka taraf›ndan savunulan di¤er görüfl, bu hükümlere ra¤men efllerin
fiil ehliyetine yönelik bir s›n›rlaman›n bulunmad›¤›n› kabul eder.
Kanaatimizce, an›lan hükümleri efllerin fiil ehliyetine yönelik bir s›n›rlama
olarak de¤erlendirmek yerinde olmaz. Bu hükümler sadece koruma amaçl›
olarak ve ehliyet s›n›rlamas› alan›ndan uzak, birtak›m özel fonksiyonlar görmek üzere kanuna konulmufltur. Burada sadece, belirli bir konuda eflin tasarruf yetkisinin s›n›rlanmas› söz konusudur.
b. “Aile konutu” kavram›
MK m. 194 anlam›nda “aile konutu” deyimi ile neyin kastedildi¤i madde
metninden net bir flekilde anlafl›lamamaktad›r; bu konuda kanun 194. maddede veya aile konutuna iliflkin düzenlemeler içeren di¤er hükümlerde herhangi bir tan›m vermifl de¤ildir. Buna karfl›l›k, aile konutundan bahsedilirken, MK m. 254’de “...ailenin ortak kullan›m›na özgülenmifl...konut...”; MK
m. 240, 255, 274, 279 ve 652’de ise “...efllerin birlikte yaflad›klar› konut...”
ibareleri kullan›lm›flt›r.
194. maddenin Gerekçe’sinde ise aile konutuna iliflkin bir tan›m verilmifltir:
“Aile konutu, efllerin bütün yaflam faaliyetlerini gerçeklefltirdi¤i, yaflant›s›na
buna göre yön verdi¤i, ac› ve tatl› günleri içinde yaflad›¤›, an›larla dolu bir
aland›r.”
Kanaatimizce, MK m. 194 hükmünde zikredilen anlamda aile konutundan
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
29
maksat, efllerin d›flar›dan bak›ld›¤›nda üçüncü kiflilerce anlafl›labilecek biçimde sosyal yaflamlar›n›n merkezi olarak seçtikleri, süreklilik arz edecek
flekilde birlikte oturduklar› ve yaflam iliflkilerini düzenledikleri müstakil ev
veya apartman dairesidir.
Efllerden birinin mülkiyetinde, oturmaya elveriflli birden fazla ev bulunabilece¤i gibi; her birinin birer veya birden fazla evi de mevcut olabilir. Kanunda aile konutu kavram›na say› olarak bir s›n›rlama getirilmifl de¤ildir; fakat
iflin mahiyeti ve do¤as› gere¤i, bunlardan sadece bir tanesi MK m. 194 anlam›nda “aile konutu” durumunda bulunabilir ve ancak o ev kanundaki s›n›rlay›c› hükümlere tâbi olur. Ancak çok istisnaî baz› hallerde iki ayr› aile
konutunun da söz konusu olabilece¤i kabul edilmektedir.
Keza, efllerin ortak yaflamlar›n› normal olarak sürdürdükleri konutun yan›
s›ra, sadece belirli zamanlarda kulland›klar›, yazl›k ev, da¤, yayla, çiftlik veya ba¤ evi gibi bir baflka konut varsa, bu konut “aile konutu” say›lmaz ve sonuçta MK m. 194 hükmünün kapsam› d›fl›nda kal›r. Bu husus Tapu ve Kadastro Genel Müdürlü¤ünün 2002/7 say›l› Genelgesinde de belirtilmifltir.
Bunun gibi, mülkiyeti efllerden birine ait olan iflyeri niteli¤indeki bir ba¤›ms›z bölüm, arsa veya tarla esasen “konut” niteli¤inde olmad›¤›ndan haliyle
aile konutu kavram›n›n kapsam› d›fl›nda kal›r.
Bofl duran yahut bir baflkas›na kiralanm›fl veya ariyet olarak verilmifl bulunan bir konut da aile konutu say›lamaz.
c. Bir konutun “aile konutu” say›lmas›n›n do¤urdu¤u sonuçlar
Bir tafl›nmaz›n “aile konutu” niteli¤inde olmas›na kanun çeflitli sonuçlar
ba¤lam›flt›r:
• Efllerden biri, di¤erinin aç›k r›zas› bulunmad›kça aile konutu ile ilgili kira
sözleflmesini feshedemez, aile konutunu baflkas›na devredemez ve konut
üzerindeki haklar›na s›n›rlamalar getiren hukukî ifllemler yapamaz (MK m.
194/f.I).
• Efllerden birinin mülkiyetinde bulunan ve konut olarak aileye tahsis edilmifl olan tafl›nmaz üzerinde di¤er efl, bu tafl›nmaz›n aile konutu oldu¤u hususunu tapu kütü¤üne flerh ettirme hakk›na sahiptir (MK m. 194/f.III).
• Aile konutu efllerden birinin akdetti¤i kira sözleflmesiyle sa¤lanm›flsa, sözleflmenin taraf› olmayan efl, kiralayana yapaca¤› tek tarafl› bir bildirimle
30
Barlas
sözleflmenin taraf› olur ve kirac›n›n borçlar› bak›m›ndan kiralayana karfl›
müteselsilen sorumluluk alt›na girer (MK m. 194/f.IV).
• Efller aras›nda kat›lma rejimi geçerli ise ve aile konutu olarak kullan›lan
tafl›nmaz›n mâliki olan efl vefat etmiflse, kat›lma alaca¤› hakk›na sahip bulunan efl, alaca¤›na karfl›l›k bu tafl›nmaz üzerinde oturma hakk› veya intifa
hakk› tan›nmas›n› isteyebilir; e¤er hakl› sebepler varsa sa¤ kalan efle tafl›nmaz üzerinde oturma veya intifa hakk› yerine, mülkiyet hakk› da tan›nabilir (MK m. 240).
• Efller aras›nda paylaflmal› mal ayr›l›¤› rejimi geçerli ise ve bu rejim evlili¤in iptali veya boflanma yoluyla sona ermiflse, efller aile konutunda hangisinin kalmaya devam edece¤ini belirleyebilirler ve bu hakk› elde eden efl,
durumu tapu kütü¤üne flerh ettirebilir. Efller anlaflamazlarsa hâkim aile konutunda kimin, ne kadar bir süre için kalaca¤›na iptal veya boflanma karar› ile birlikte re’sen karar verir ve durumu flerhedilmek üzere Tapu idaresine bildirir. Aile konutu kira yoluyla sa¤lanm›flsa, hâkim, gerekti¤inde, kirac› olmayan efle konutta kalma hakk› tan›yabilir (MK m. 254).
• Efller aras›nda mal ortakl›¤› rejimi geçerli ise ve bu rejim efllerden birinin ölümü ile sona ermiflse, aile konutu olarak kullan›lan tafl›nmaz ortakl›k
mallar›na dâhil oldu¤u takdirde sa¤ kalan efl, pay›na mahsuben bu tafl›nmaz›n mülkiyetinin kendisine verilmesini isteyebilir. Hakl› sebeplerin varl›¤›
halinde efle mülkiyet hakk› yerine, söz konusu tafl›nmaz üzerinde oturma veya intifa hakk› da tan›nabilir. Mal ortakl›¤› rejimi ölüm d›fl›nda bir sebeple
son bulmuflsa, üstün yarar›n› ispat eden efl ayn› imkânlardan yararlan›r
(MK m. 279).
• Efllerden birinin ölümü durumunda, tereke mallar› aras›nda aile konutu
olarak kullan›lan bir tafl›nmaz bulundu¤u takdirde, sa¤ kalan efl bu tafl›nmaz üzerinde kendisine miras pay›na mahsuben mülkiyet hakk› tan›nmas›n› isteyebilir. Hakl› sebepler mevcutsa, sa¤ kalan efle mülkiyet yerine oturma veya intifa hakk› tan›nabilir (MK m. 652).
d. Aile konutu flerhi
MK m. 194/f.III hükmünde, efllerden birinin mülkiyetinde bulunan ve aile
konutu olarak kullan›lan tafl›nmaz›n mâliki olmayan eflin, bu tafl›nmaz›n tapu kayd›na konutun aile konutu oldu¤u yolunda flerh koydurabilece¤i ifade
edilmifltir.
Böyle bir flerh imkân› kaynak ZBG Art. 169’da düzenlenmifl de¤ildir. Bu f›k-
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
31
ra Medenî Kanunumuza 1988 y›l›ndaki Taslak çal›flmalar›n›n tamamlanmas›ndan sonra, Adalet Bakanl›¤› nezdinde oluflturulan alt komisyonun çal›flmalar› esnas›nda Yarg›tay 2. Hukuk Dairesinin teklifi üzerine eklenmifltir.
Ancak kanun, bu flerhin nas›l koydurulabilece¤i, fonksiyonunun ne olaca¤›
ve ne gibi hukukî sonuçlar do¤uraca¤›, etki süresinin ne kadar olaca¤› ve
kim taraf›ndan, hangi hallerde, nas›l kald›r›labilece¤i konular›nda hiçbir
hüküm içermemektedir. Bu yüzden, hüküm, uygulamada an›lan noktalarda
ciddî sorunlar yaratacakt›r. fiu var ki, flerhin hangi esaslar çerçevesinde terkin edilebilece¤i Tapu ve Kadastro Genel Müdürlü¤ünün 2002/7 say›l› Genelgesinde gösterilmifltir.
Aile konutu olarak kullan›lan tafl›nmaz üzerine flerh koydurmak isteyen efl,
mâlik eflle evli oldu¤unu, bu evlili¤in halen devam etti¤ini ve tafl›nmaz›n aile konutu olarak kullan›ld›¤›n› kan›tlamak zorundad›r. Bunun için kendisinden ne gibi belgeler istenece¤i Tapu ve Kadastro Genel Müdürlü¤ünün
2002/7 say›l› Genelgesiyle belirlenmifltir. Buna göre, efl, evlili¤in halen devam etti¤ini gösteren nüfus kay›t örne¤i ile konutta birlikte yaflad›klar›na
dair muhtarl›ktan al›nm›fl belge ile Tapu Müdürlü¤üne baflvurmak zorundad›r. Ayn› Genelgeye göre, flerh için mâlik olan efl yaln›z veya efliyle birlikte
baflvurursa sadece evlilik cüzdan› veya nüfus kay›t örne¤i yeterli olacakt›r.
Tapu kütü¤üne konulacak aile konutu flerhinin niteli¤i ve fonksiyonunun ne
oldu¤unun saptanmas›, özellikle uygulama bak›m›ndan büyük önem tafl›maktad›r. Bu konuda MK m. 194 hükmünden hiçbir fley ç›kar›lamamaktad›r. Haliyle, konu doktrinde de tereddütlere ve tart›flmalara neden olmufltur.
Baz› yazarlar (Ak›ntürk, Reiso¤lu ve K›l›ço¤lu) buradaki flerhin sadece
mâlik eflle ifllem yapacak üçüncü kiflileri uyarmaya ve onlar›n iyiniyet iddialar›n› bertaraf etmeye yönelik bir fonksiyonu bulundu¤u düflüncesindedirler. Bu görüfle göre, di¤er efl tapuya flerhi koydurmay› ihmâl ederse, mâlik
eflle ifllem yapan ve tafl›nmaz›n aile konutu olarak kullan›ld›¤›n› bilmeyen,
bilebilecek durumda da olmayan üçüncü kifliler tapu kayd›na bakt›klar›nda
da bu hususu anlayamayacaklar ve bu yüzden iyiniyetli say›lacaklard›r; onlar›n bu iyiniyeti de MK m. 1023 uyar›nca hukuken korunacakt›r. ‹flte flerh
bu tehlikeyi önleme amac›n› gütmektedir.
Buna karfl›l›k O¤uzman/Seliçi ve fi›pka, burada flerhten önce mevcut, do¤rudan do¤ruya kanundan do¤an bir tasarruf yetkisi s›n›rlamas› bulundu¤unu; bu flerhin de bir tasarruf tahdidi flerhi niteli¤ini tafl›d›¤›n› ve flerhin kurucu de¤il, sadece aç›klay›c› bir fonksiyonu oldu¤unu ileri sürmektedirler.
Bu görüfl çerçevesinde, flerh bulunmasa dahi, di¤er eflin r›zas› al›nmadan ya-
32
Barlas
p›lacak tasarruf ifllemi hukuken geçersiz olacak ve sonuçta da tescil yolsuz
tescil durumunda bulunacakt›r; bu noktada mâlik eflle ifllem yapan kiflinin
iyiniyeti de korunmayacakt›r. Fakat bu kifli (di¤er âkit) lehine mevcut yolsuz
tescile dayanarak hareket eden iyiniyetli üçüncü kiflilerin MK m. 1023 gere¤i tafl›nmaz üzerinde mülkiyet veya bir s›n›rl› aynî hak elde etmeleri ihtimal dâhilinde olaca¤›ndan, aile konutu flerhi bu tehlikeyi önleyecektir. Yani,
flerh, mâlik eflle ifllem yapan kiflinin (di¤er âkidin) de¤il, bu ifllem sonucu
oluflacak yolsuz tescile dayanmas› söz konusu olan üçüncü kiflinin iyiniyetini bertaraf etmeye yönelik fonksiyon görecektir.
Kanaatimizce bu görüfllerden ikincisi tercih edilmelidir. Gerçekten, burada
bir tasarruf yetkisi k›s›tlamas› mevcuttur ve bu k›s›tlama tapu kütü¤üne
konulacak flerhten ba¤›ms›z biçimde, do¤rudan do¤ruya kanundan do¤maktad›r. Kald› ki, ‹sviçre doktrininde (Bräm/Hasenböhler, Hausheer/Reusser/Geiser, Hegnauer/Breitschmid) ve Federal Mahkeme uygulamas›nda
(BGE 115 II 361; BGE 118 II 489), mâlik eflle ifllem yapan kiflinin (di¤er âkidin), tafl›nmaz›n aile konutu olarak kullan›ld›¤›n› bilip bilmemesinin sonucu de¤ifltirmeyece¤i, bu kifli iyiniyetli olsa bile onun iyiniyetinin korunmayaca¤› neredeyse oybirli¤iyle kabul edilmekte; buna gerekçe olarak da, iyiniyetin ancak kanunda öngörülen durumlarda korunabilece¤i, oysa ZGB
Art. 169 (MK m. 194)’de iyiniyetin korunaca¤›ndan bahsedilmedi¤i gösterilmektedir. fiu halde, eflle ifllem yapan kiflinin iyiniyeti zaten korunmuyorsa, onun iyiniyet iddias›n› bertaraf etme amac›na yönelik olarak tapu kütü¤üne aile konutu flerhi koydurmaya da ihtiyaç kalmayacak, flerh konuldu¤unda da flerhin bu noktada bir fonksiyonu olmayacakt›r. Buna karfl›l›k
flerh, di¤er eflin izin veya icazet tarz›nda r›zas› al›nmad›¤› için geçersiz olan
tasarruf ifllemi sonucunda tapu kütü¤ünde oluflan yolsuz tescili nazara alarak hareket edecek bir baflka flahs›n iyiniyet iddias›n› önleme noktas›nda
önem tafl›yacakt›r.
e. Aile konutuna iliflkin mülkiyeti devir ve haklar› s›n›rland›rma
ifllemleri
MK m. 194/f.I hükmüne göre, aile konutu olarak kullan›lan tafl›nmaz›n mâliki olan efl, di¤er eflin aç›k r›zas› bulunmad›kça aile konutunu devredemeyecek ve aile konutu üzerindeki haklar›n› s›n›rland›ramayacakt›r.
Hükümde di¤er eflin iznine tâbi tutulan ifllemlerin neler oldu¤una dair örnek verilmemifl, -kira sözleflmesinin feshi bir yana- sadece mülkiyetin devri
sonucunu do¤uracak ifllemler zikredilmifl, ard›ndan da çok genel bir ifade ile
-di¤er eflin aç›k r›zas› bulunmad›kça- aile konutu üzerindeki haklar›n s›n›rlanamayaca¤› belirtilmifltir.
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
33
Hükmün kapsam›na, öncelikle, tafl›nmaz mülkiyetinin sat›m, ba¤›fllama,
trampa, flirkete aynî sermaye olarak koyma gibi hukukî ifllemlere dayal› olarak üçüncü kifliye devredilmesi girer. Bunun d›fl›nda, üçüncü kifli lehine, ailenin konutta oturma ve ondan yararlanma imkân›n› s›n›rland›ran veya ortadan kald›ran irtifak hakk› (oturma, intifa ve üst hakk› gibi) tesisi ifllemleri de hükmün kapsam›ndad›r.
Buna karfl›l›k, ölüme ba¤l› tasarruf yoluyla kazand›rmalar MK m. 194’ün
kapsam› d›fl›nda kal›r; buradaki s›n›rlama, sadece sa¤lar aras› ifllemler içindir. Keza, cebrî icra ve kamulaflt›rma yoluyla vuku bulan intikaller de s›n›rlaman›n d›fl›nda kal›rlar.
Aile konutu olarak kullan›lan tafl›nmaz üzerinde rehin, özellikle ipotek tesisinin hükmün kapsam›na girip girmeyece¤i ‹sviçre doktrininde tart›flmal›d›r. Türk hukukunda ise ipotek tesisi di¤er eflin r›zas›na tâbi ifllemler aras›nda say›lmaktad›r. Esasen, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlü¤ünün 2002/7
say›l› Genelgesinde di¤er eflin izni al›nmad›kça mâlik olan eflin tafl›nmaza
iliflkin her türlü tasarruf talebinin reddedilmesi gerekti¤i ifade edilmifltir.
Aile konutu olarak kullan›lan tafl›nmaz›n mülkiyetinin mâlik efl lehine intifa veya oturma hakk› tan›narak (sakl› tutularak) devredilmesi ile tafl›nmaz›n onar›m› amac›yla al›nacak kredinin teminat›n› teflkil etmek üzere aile
konutu olarak kullan›lan bu tafl›nmaz üzerinde rehin tesisi hallerinde di¤er
eflin r›zas›n›n gerekip gerekmedi¤i ise ‹sviçre doktrininde tart›flmal›d›r.
MK m. 194/f.I’in kapsam›na giren hallerde iflleme di¤er eflin “r›za göstermesi” gerekecektir. Bu r›za, ya ifllemden önce verilebilir ve “izin” mahiyetinde
olur veya ifllemden sonra verilir ve “icazet” tarz›nda olur; her iki model de
mümkündür. Fakat madde metninde vurguland›¤› üzere, r›za her halde
“aç›k” olmal›d›r. Bu bak›mdan, di¤er eflin, r›zas›n› örtülü biçimde veya iradeyi ortaya koyan davran›fllarla göstermesi yeterli say›lmaz.
Buna karfl›l›k, r›za beyan›n›n geçerlili¤i bir flekil flart›na tâbi tutulmam›flt›r.
R›za beyan› somut ve belirli bir ifllemi konu almal›d›r; içeri¤i belirsiz, soyut
ifadelerle peflinen verilmifl genel bir r›za yeterli olmaz.
‹flleme r›za göstermesi gereken efl r›za beyan›n› kime yöneltecektir? Baz› yazarlar (Hegnauer/Breitschmid, Hausheer/Reusser/Geiser), bu beyan›n
do¤rudan ifllemi gerçeklefltirecek olan ve r›zay› sa¤lamak durumunda bulunan efle yöneltilmesi gerekti¤ini ileri sürerler. Buna karfl›l›k di¤er baz› yazarlar (Ruoss, Berger, Bräm/Hasenböhler), kanaatimce de hakl› olarak,
34
Barlas
r›za beyan›n›n ister efle, isterse onunla ifllem yapacak olan kifliye (di¤er âkide) yöneltilebilece¤ini ve her iki halde de ayn› etkinin do¤aca¤›n› kabul etmektedirler.
MK m. 194 kapsam›ndaki ifllemler di¤er eflin r›zas› al›nmadan yap›ld›¤› takdirde “noksan” durumda bulunacakt›r: Di¤er efl iflleme icazet verirse, ifllem,
yap›ld›¤› andan itibaren geçerlilik kazanacak; buna karfl›l›k icazet vermezse
ifllem art›k yap›ld›¤› andan itibaren kesin hükümsüz (bât›l) hale gelecektir.
Bu noktada, eflle ifllem yapan üçüncü kiflinin (di¤er âkidin), iflleme di¤er eflin
r›zas›n›n bulundu¤una inanarak hareket etmesi ve MK m. 3 anlam›nda iyiniyetli olmas› da sonucu de¤ifltirmeyecek; di¤er deyiflle üçüncü kiflinin bu
hususa yönelik (r›zan›n varl›¤› ve geçerlili¤i konusundaki) iyiniyeti korunmayacakt›r. Bu kiflinin, tafl›nmaz›n aile konutu niteli¤ine yönelik iyiniyeti
(tafl›nmaz›n aile konutu olarak kullan›ld›¤›n› bilmiyor olmas› ve bilebilecek
durumda da bulunmamas›) ise esasen korunmaz; bu hususa yukar›da iflaret
etmifltik.
‹fllemin di¤er eflin izni al›nmadan yap›lmas›ndan sonra fakat henüz efl iflleme icazet vermedi¤ini aç›klamadan önce evlilik boflanma, kesinleflmifl iptal
karar› veya ölüm yoluyla sona ererse veya konut aile konutu olma özelli¤ini
yitirirse art›k ifllemin kendili¤inden geçerlilik kazanaca¤›n› kabul etmek gerekir. Zira ifllem henüz geçersiz (kesin hükümsüz) hale gelmemifltir ve noksanl›¤› yaratan izin eksikli¤inin dayana¤›n› teflkil eden olgu ortadan kalkm›flt›r. Buna karfl›l›k an›lan durumlar efl iflleme icazet vermedi¤ini aç›klad›ktan sonra gerçekleflirse, bu aç›klama ile ifllem bafltan itibaren kesin hükümsüz hale gelmifl olaca¤›ndan, söz konusu geliflmeler geçersiz ifllemi diriltemeyecek; ona geçerlilik kazand›ramayacakt›r. An›lan olgular henüz ifllem
yap›lmadan önce ortaya ç›km›flsa ve ifllemin gerçeklefltirildi¤i esnada zaten
mevcutsa, ifllemin geçerlili¤i esasen di¤er eflin r›zas›na ba¤l› olmayacak ve
serbestçe yap›labilecektir.
MK m. 194/f.II, ifllemi gerçeklefltirmek isteyen eflin r›zay› sa¤layamad›¤› veya di¤er eflin ortada hakl› bir sebep bulunmad›¤› halde iflleme r›za göstermekten kaç›nd›¤› durumlarda hâkime baflvurarak onun müdahalesini isteyebilece¤ini belirtmektedir. Hükümde hâkimin devreye girebilmesinin ön
flart› olarak iki ayr› husus düzenlenmektedir: Birinci halde di¤er eflin fiziksel veya ruhsal rahats›zl›klar› ya da uzun süreli d›fl seyahatte bulunmas› gibi sebeplerle r›zas›n›n al›nmas›n›n imkâns›z veya çok güç olmas› söz konusudur. ‹kinci halde ise efl r›zay› verebilecek durumdad›r; fakat hakl› sebep
bulunmad›¤› halde, bu r›zay› vermekten kaç›nmaktad›r; bu hale özellikle, di¤er eflin dürüstlük kural›na ayk›r› biçimde ve r›za verip vermeme konusundaki hakk›n› kötüye kullanarak iflleme r›za göstermekten kaç›nd›¤› durumlarda rastlan›r.
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
35
Böyle hallerde henüz ifllem yap›lm›fl de¤ilse, hâkimin verece¤i izin karar›
do¤rultusunda ifllemin gerçeklefltirilmesi mümkün olacak ve art›k di¤er eflin
r›zas›n›n bulunmamas› ifllemin geçerlili¤ine etki etmeyecektir.
Mamafih, mâlik efl, ifllemi di¤er eflin r›zas› olmadan yapt›ktan sonra da hâkime baflvurabilir; bu halde hâkimin verece¤i olumlu karar geçmifle etkili biçimde sonuç do¤urur ve ifllemi bafltan itibaren geçerli k›lar.
Ancak ifllem di¤er eflin r›zas› olmadan yap›lm›fl ve ard›ndan di¤er efl iflleme
icazet vermedi¤ini aç›klam›flsa, art›k ifllem kesin hükümsüz hale gelmifl demektir; bu aflamadan sonra hâkime baflvurularak ondan al›nacak kararla ifllemin geçerli k›l›nmas› mümkün olmaz. Yap›lacak fley, mahkemeye baflvurarak hâkimden izin almak ve ondan sonra ifllemi yeni bafltan, tekrar yapmakt›r. Uygulamada, icazet verilmedi¤i aç›kland›ktan sonra, ifllemi gerçeklefltirmek isteyen eflin kesin hükümsüz ifllem için mahkemeye baflvurarak hâkimin müdahalesini istemesi halinde, usul ekonomisi kurallar› gözetilerek,
hâkimin bu talebi reddetmeyip, “ifllemin tekrar yap›lmas› için izin talebi”
olarak de¤erlendirmesi ve buna göre izni vermesi yerinde olacakt›r; mamafih bu halde bile ifllemin yeniden yap›lmas› gerekti¤i gözard› edilmemelidir.
f. Kiralama yoluyla sa¤lanm›fl aile konutunda kira iliflkisine
yönelik ifllemler
MK m. 194’ün 1. f›kras›nda, baflkas›ndan kiralanan bir tafl›nmaz›n aile konutu olarak kullan›lmas› durumunda kira sözleflmesini akdeden eflin bu sözleflmeyi di¤er eflin aç›k r›zas› olmad›kça feshedemeyece¤i belirtilmifl; 4. f›krada ise sözleflmenin taraf› olmayan efle, kiralayana yapaca¤› bir bildirimle
-âkid eflle birlikte müteselsilen sorumlu olma sonucunu do¤uracak biçimdekira sözleflmesine taraf olma imkân› tan›nm›flt›r.
Hemen belirtelim ki, konunun ‹sviçre’de düzenlenifl tarz› daha farkl›d›r: MK
m. 194’ün karfl›l›¤›n› teflkil eden ZGB Art. 169’da âkid eflin kira sözleflmesini di¤er eflin aç›k r›zas› olmad›kça feshedemeyece¤i ve di¤er eflin r›zas›n›n
al›namad›¤› veya onun hakl› sebep olmad›¤› halde r›za vermekten kaç›nd›¤›
hallerde hâkimin müdahalesinin istenebilece¤i hükme ba¤lanm›flt›r. Madde
metninde baflkaca düzenleme bulunmamaktad›r. Mamafih, ‹sviçre Borçlar
Kanununun kira sözleflmesine iliflkin hükümlerinde de buna paralel düzenleme yap›larak kira konusu yerin aile konutu olarak kullan›lmas› haline yönelik olarak OR Art. 266m’de ZGB Art. 169’daki esaslar aynen tekrarlanm›fl; fakat buna ilâveten, OR Art. 266n’de kiralayan›n fesih ihbar›n› veya fesih ihtarl› ödeme emrini ayr›ca kirac›n›n efline de göndermek zorunda oldu¤u belirtilmifl; OR Art. 266o’da bu flartlara uyulmadan yap›lacak feshin ge-
36
Barlas
çersiz (kesin hükümsüz) olaca¤› ifade edilmifl ve OR Art. 273a’da aile konutu olarak kullan›lan mecurlar bak›m›ndan kirac›n›n efli de sözleflmeyi feshe,
süre sonunda kira iliflkisinin devam› talebinde bulunmaya ve kirac›ya tan›nan di¤er haklar› kullanmaya yetkili k›l›nm›flt›r.
Bizde yeni Medenî Kanunun kabulüyle bu esaslar yürürlü¤e girmifl; fakat
kira sözleflmeleri bak›m›ndan Borçlar Kanununda ve 6570 say›l› Kanunda
herhangi bir revizyona gidilmemifltir. Mamafih, haz›rlanmakta olan yeni
Borçlar Kanunu Tasar›s›nda ‹sviçre Borçlar Kanunundaki düzenlemeye paralel hükümlerin yer ald›¤› söylenmektedir.
Bizdeki MK m. 194/f.IV düzenlemesini tam olarak karfl›layan bir hüküm ‹sviçre’de yoktur; fakat OR Art. 273a hükmü bu a盤› -hem de efli bizdeki gibi müteselsil sorumluluk alt›na sokmaks›z›n- büyük ölçüde kapatmaktad›r.
MK m. 194/f.I uyar›nca kirac› efl kira sözleflmesini fesih yoluyla sona erdirmek isterse, di¤er eflin aç›k r›zas›n› almak zorundad›r. Eflin izin veya icazet
tarz›nda aç›k r›zas› bulunmad›kça, yap›lacak fesih bildirimi kesin hükümsüz olacak ve sözleflmenin sona ermesi sonucunu do¤urmayacakt›r. Buradaki fesih kavram›n›n kapsam›na hem ola¤an, hem de ola¤anüstü (hakl› sebeple) fesih hâlleri girer.
Kanunda, sadece kira sözleflmesinin feshi konusunda di¤er eflin r›zas›n›n
al›nmas› gere¤ine iflaret edilmifltir. Ancak doktrinde, kirac› eflin yaz›l› tahliye taahhüdünde bulunmas›, kira sözleflmesinin taraflar›n anlaflmas›yla sona erdirilmesi, aç›lm›fl tahliye davas›n›n kabul edilmesi ve tapudaki kira
flerhinin kald›r›lmas› ifllemlerinde de di¤er eflin r›zas›n›n aranmas› gerekti¤i savunulmaktad›r.
Bu görüfle biz de kat›l›yoruz. Ancak yukar›da an›lan hâllerden sonuncusunu
bunun d›fl›nda tutuyoruz: Kira flerhinin kald›r›lmas› sözleflmenin sona erdirilmesi anlam›n› tafl›mayaca¤›na veya do¤rudan böyle bir sonuç do¤urmayaca¤›na göre, flerhin silinme ifllemini di¤er eflin r›zas›na ba¤laman›n anlam›
ve gere¤i yoktur. Unutulmamal›d›r ki, eflin yapaca¤› ifllemin di¤er eflin r›zas›na tâbi olmas› kural de¤il, sadece bir istisnad›r; s›n›rlama yahut yasaklama getiren istisna hükümlerinin mümkün oldu¤unca dar bir çerçevede uygulanmas› ve kapsam›n›n yorum yoluyla geniflletilmemesi ise bir temel hukuk ilkesidir. Özellikle, di¤er eflin hep “kad›n” oldu¤u faraziyesinden hareket ederek ve kad›n› koruma yolunda abart›l› bir gayretkefllik göstererek,
salt bu gerekçe ile hukuk prensiplerini zorlamaktan da kaç›nmak gerekir.
Di¤er eflin r›zas›n›n al›nmas›, r›zan›n flekli ve tafl›mas› gereken özellikler, r›-
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
37
za verilmemesinin sonuçlar› ve hâkimin müdahalesinin istenmesi konular›nda, tasarruf ifllemleri bak›m›ndan yukar›da yapt›¤›m›z izahatlar burada
da nazara al›nmal›d›r.
2) Ailenin ekonomik varl›¤›n›n korunmas› veya evlilik birli¤inin do¤urdu¤u malî yükümlülüklerin yerine getirilmesinin güvence alt›na
al›nmas› amac›yla s›n›rlama (MK m. 199):
Yeni Medenî Kanun’un 199. maddesine göre:
“Ailenin ekonomik varl›¤›n›n korunmas› veya evlilik birli¤inden do¤an malî bir yükümlülü¤ün yerine getirilmesi gerektirdi¤i ölçüde,
efllerden birinin istemi üzerine Hâkim, belirleyece¤i malvarl›¤› de¤erleriyle ilgili tasarruflar›n ancak onun r›zas›yla yap›labilece¤ine
karar verebilir.
Hâkim bu durumda gerekli önlemleri al›r.
Hâkim, efllerden birinin tafl›nmaz üzerinde tasarruf yetkisini kald›r›rsa, re’sen durumun tapu kütü¤üne flerh edilmesine karar verir.”
Bu hükme göre, efllerden biri savurgan davran›fllar› ve hesaps›z/ölçüsüz harcamalar› ile ailenin ekonomik varl›¤›n› tehlikeye sokuyorsa, efline ve çocuklar›na karfl› malî yükümlülüklerini yerine getirmekte ihmâlde bulunuyorsa,
di¤er efl, mahkemeye baflvurarak hâkimin müdahalesini isteyebilir ve belirli malvarl›¤› de¤erleri ile ilgili tasarruflar›n kendisinin iznine ba¤lanmas›na
karar verilmesini talep edebilir.
MK m. 199 evlili¤in genel hükümleri k›sm›nda yer ald›¤›ndan, hükümde yer
alan s›n›rlamalar efller aras›nda geçerli mal rejimi ne olursa olsun, uygulama alan› bulur.
Hemen belirtelim ki, bu hüküm, eflin fiil ehliyetine yönelik bir k›s›tlama veya s›n›rlama olarak alg›lanmamal›d›r; di¤er deyiflle, bir ehliyet s›n›rlamas›
söz konusu de¤ildir; sadece eflin tasarruf yetkisine s›n›rlama getirilmektedir.
Hükümde, tasarruf ifllemleri bak›m›ndan bir s›n›rlama söz konusudur. Gerek MK m. 199/f.I’de kullan›lan “... tasarruflar›n...” ibaresi; kaynak ZGB
Art. 178/Abs.1 de yer verilen “...die Verfügung...” kelimesi bu hususu aç›kça
ortaya koymaktad›r.
Acaba bu tasarruf ifllemlerine temel teflkil eden borçland›r›c› ifllemler de ayn› s›n›rlamaya tâbi olacak m›d›r? Bu husus ‹sviçre doktrininde tart›flmal›d›r.
38
Barlas
Baz› yazarlar (meselâ, Vogel), bu tür borçland›r›c› ifllemleri de hükmün kapsam›na sokarlarken; di¤er baz›lar› (Hausheer/Reusser/Geiser, Bräm/Hasenböhler) yasak ve s›n›rlama getiren ifllemlerin kapsam›n›n yorum yoluyla geniflletilemeyece¤i gerekçesiyle an›lan ifllemlerin madde metninin uygulama alan› d›fl›nda kalaca¤›n› ileri sürmektedirler.
An›lan hükme dayan›larak eflin tasarruf yetkisinin s›n›rland›r›labilmesinin
ön flart›, efllerden birinin malî menfaatlerinin ciddî ve a¤›r bir tehlikeye maruz bulunmas›d›r. Böyle bir durumda hâkim re’sen harekete geçecek de¤ildir; madde metninde de belirtildi¤i üzere, hâkim ancak di¤er eflin yapaca¤›
baflvuru üzerine s›n›rlama karar› verebilir. Bu tarz bir taleple hâkime baflvuran eflin böyle bir tehlikenin varl›¤›n› somut biçimde kan›tlamas› gerekmez; sadece yak›n gelecekte böyle bir durumun ortaya ç›kabilece¤ini gösteren olgular› ortaya koymas› ve bunlar› kan›tlamas› yeterlidir.
Hâkim, s›n›rlamay› koyarken, hangi malvarl›¤› unsuru üzerinde, ne yolda
bir s›n›rlama getirdi¤ini somut ve net biçimde belirtmelidir. Hâkimin bu s›n›rlamay› ancak belirli bir zaman parças› için geçerli olmak üzere öngörmesi de mümkündür.
S›n›rlama üzerine, iflleme r›za verme durumunda olan eflin bu r›zas› geçerlilik flart› olarak herhangi bir flekle tâbi de¤ildir.
Keza, MK m. 194’de aile konutu ile ilgili ifllemler bak›m›ndan di¤er eflin
“aç›k” r›zas› arand›¤› halde, MK m. 199/f.I’de böyle bir koflul yer almamaktad›r. Bu bak›mdan, di¤er eflin verece¤i r›za herhangi bir flekle tâbi bulunmayan aç›k bir r›za (meselâ, eflin, iflleme izin verdi¤ini belirten aç›k bir sözlü beyan›) tarz›nda ortaya ç›kabilece¤i gibi, bu r›zan›n örtülü biçimde verilmesi, hatta iradeyi ortaya koyan davran›fllardan anlafl›lmas› da mümkündür.
R›za, bafltan izin tarz›nda olabilece¤i gibi, sonradan icazet verme fleklinde de
ortaya konulabilir.
R›za verme durumunda bulunan efl iflleme r›za göstermekten kaç›n›rsa, r›zay› elde edemeyen eflin hâkime baflvurabilece¤i ve bu halde, talebi yerinde
gördü¤ü takdirde hâkimin s›n›rlamay› k›smen veya tamamen sona erdirebilece¤i, e¤er bu hususta tapu kütü¤üne flerh konulmufl bulunuyorsa bu flerhi
kald›rtabilece¤i kabul edilmektedir. Bu sonuca MK m. 194/f.II hükmünün
k›yasen uygulanmas›yla ulafl›lmaktad›r.
MK m. 199/f.II, hâkimin bu durumda gerekli önlemleri alaca¤›n› ifade et-
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
39
mektedir. S›n›rlamaya tâbi olan eflin bu s›n›rlamay› ihlâl etmesini ve bofla ç›karmas›n› önleyici mahiyette olmas› gereken bu önlemler aras›nda, eflin,
mallar› üzerinde mülkiyet devri veya ipotek tesisi gibi tasarruflarda bulunmaktan, baflkas›n›n borcu için garanti veya kefalet vermekten men edilmesi
de yer al›r. Hâkim bu önlemlerden olaya uygun düfleni tespit edip uygulamakla hem yükümlü, hem de buna yetkilidir.
An›lan hükümde, hâkimin eflin tasarruf yetkisinin s›n›rland›r›lmas› yönünde verece¤i karar›n üçüncü kiflilere ne flekilde duyurulaca¤› belirtilmemifltir
ve bu durum kan›m›zca uygulamada ifllem güvenli¤i bak›m›ndan sak›nca
yaratacak bir eksiklik teflkil etmektedir.
199. maddenin son f›kras›nda, hâkimin eflin tafl›nmaz üzerindeki tasarruf
yetkisini kald›rd›¤› takdirde bunu verece¤i bir talimatla (kararla) do¤rudan
tapu kütü¤üne flerh ettirmesi öngörülmektedir. Ancak burada eflin tafl›nmaz
üzerindeki ifllemlerden kökten men edilmesi ve tasarruf yetkisinin tümüyle
kald›r›lmas› söz konusu de¤ildir. Hâkim, olsa olsa eflin tasarruf yetkisini di¤er eflin r›zas›na ba¤l› k›labilir ve bunu tapuya flerh ettirebilir.
Hükümde sözü edilen tafl›nmazdan maksat, eflin mülkiyetinde bulunan herhangi bir tafl›nmaz mald›r. E¤er bu tafl›nmaz aile konutu olarak kullan›l›yorsa, esasen MK m. 194’deki s›n›rlamaya tâbidir; bu bak›mdan, MK m.
199/son’da an›lan tafl›nmazlar, aile konutu d›fl›nda kalan tafl›nmazlard›r.
Buradaki flerh, bir “tasarruf yetkisi s›n›rlanmas›” flerhidir. S›n›rlama, hâkimin karar› ile, flerhten önce do¤ar. Bu noktada, eflle ifllem yapan kimsenin
iyiniyeti de korunmaz. Buna karfl›l›k flerh, tafl›nmaz› yetkisi s›n›rlanm›fl eflten iktisap eden kifliden (ifllemin karfl› taraf›ndan) aynî hak kazanma durumunda olan bir baflka kiflinin iyiniyet iddias›n› önler. E¤er flerh yoksa ve eflle ifllem yapan kifliden iktisapta bulunan flah›s iyiniyetli ise, onun tafl›nmaz
üzerinde aynî hak iktisab› korunacakt›r.
Buna karfl›l›k flerhin, tafl›nmaz›n haczedilerek cebrî icra yoluyla sat›lmas›n›
veya tafl›nmaz›n tapu kütü¤ündeki sahifesine kanundan kaynaklanan flerh
ve tescillerin yap›lmas›n› (meselâ, kanunî ipotek haklar›n›n tescilini) engelleyici gücü ve fonksiyonu yoktur.
Görülüyor ki, di¤er eflin iznini almadan yap›lan ifllem hüküm ifade etmeyecektir. Mamafih burada da bir kesin geçersizlik durumu söz konusu de¤ildir;
e¤er di¤er efl iflleme onay (icazet) verirse ifllem yine bafltan itibaren geçerli
say›lacakt›r.
Barlas
40
3) Edinilmifl mallara kat›lma rejimi çerçevesinde efllerin payl› mülkiyet konusu maldaki paylar› üzerinde tasarrufta bulunmalar›na
yönelik s›n›rlama:
Yeni Medenî Kanunda orijinal bir model olarak “edinilmifl mallara kat›lma”
rejimi getirilmifl ve bu rejim kanunî mal rejimi olarak kabul edilmifltir. An›lan rejim çerçevesinde efllerin mallar› “edinilmifl mallar” ve “kiflisel mallar”
olarak iki gruba ayr›lm›flt›r.
MK m. 223’e göre:
“Her efl, yasal s›n›rlar içerisinde kiflisel mallar› ile edinilmifl mallar›n› yönetme, bunlardan yararlanma ve bunlar üzerinde tasarrufta
bulunma hakk›na sahiptir.”
fiu halde, kanunî mal rejiminde, prensip olarak efllerden her biri kiflisel veya edinilmifl, tüm mallar› üzerinde -kanunun di¤er hükümlerinden kaynaklanan s›n›rlamalar sakl› kalmak kayd›yla- serbestçe tasarrufta bulunabilir:
Mallar›n› satabilir; kendisinin, eflinin veya üçüncü bir kiflinin borcu için serbestçe rehin verebilir; mal üzerinde di¤er bir s›n›rl› aynî hak tesis edebilir;
eflinin veya üçüncü kiflilerin borçlar› için garanti ve kefalet taahhüdünde bulunabilir.
Buna karfl›l›k, efller bir mala müfltereken mâlik iseler, bu durumda MK m.
223/f.II hükmündeki s›n›rlama gündeme gelir. Buna göre:
“Aksine anlaflma olmad›kça, efllerden biri di¤erinin r›zas› olmadan
payl› mülkiyet konusu maldaki pay› üzerinde tasarrufta bulunamaz.”
Öncelikle belirtelim ki, bu düzenleme ile paydafl eflin pay› üzerinde tasarrufta bulunmas› yasaklanmam›fl, sadece di¤er eflin iznine tâbi tutularak s›n›rland›r›lm›flt›r. Di¤er deyiflle, burada sadece bir tasarruf yetkisi s›n›rlamas›
söz konusudur.
Di¤er yönden, hükmün kapsam›na sadece tasarruf ifllemleri girer. Bu bak›mdan, borçland›r›c› ifllemler bu s›n›rlaman›n kapsam› d›fl›nda kal›r; bu tür
ifllemlerin geçerlili¤i için di¤er eflin r›zas› aranmaz. Keza, ölüme ba¤l› tasarruf yoluyla yap›lan kazand›rmalar ile cebrî icra yoluyla vuku bulan intikaller için de di¤er eflin r›zas›n›n aranmas› söz konusu olmaz.
fiu halde, efller bir mala müflterek (payl›) mülkiyet iliflkisi çerçevesinde bir-
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
41
likte mâlik iseler, pay oranlar› ne olursa olsun, efllerden biri kendi pay› üzerinde tasarrufta bulunmak (meselâ, pay üzerinde rehin tesis etmek) isterse
di¤er eflin r›zas›n› almak zorundad›r. Aksi takdirde “noksanl›k” vard›r; tasarruf hüküm ifade etmez. Mamafih burada da di¤er eflin iflleme sonradan
onay (icazet) verme yolu aç›kt›r. ‹cazetin verilmesi halinde ifllem bafltan itibaren geçerlilik kazan›r. Buna karfl›l›k icazet verilmezse ifllem bafltan beri
kesin hükümsüz (bât›l) hale gelir.
MK m. 194’de aile konutu ile ilgili ifllemler bak›m›ndan di¤er eflin “aç›k” r›zas› arand›¤› halde, MK m. 223/f.II’de böyle bir koflul yer almamaktad›r. Bu
bak›mdan, paydafl eflin pay› üzerindeki tasarrufuna di¤er eflin verece¤i r›za
herhangi bir flekle tâbi bulunmayan aç›k bir r›za (meselâ, iflleme izin verdi¤ini belirten aç›k bir sözlü beyan) tarz›nda ortaya ç›kabilece¤i gibi, bu r›zan›n örtülü biçimde verilmesi, hatta iradeyi ortaya koyan davran›fllardan anlafl›lmas› da mümkündür.
Di¤er efl iflleme r›za göstermedi¤i takdirde, bunun gerekçelerini aç›klamak
ve niçin r›za göstermedi¤ini izah etmek zorunda de¤ildir; fakat bu hak da
her halde MK m. 2’deki dürüstlük kural›yla s›n›rl›d›r.
Di¤er eflin hakl› sebep bulunmaks›z›n izin vermekten kaç›nmas› halinde
acaba MK m. 194/f.II’de oldu¤u gibi r›zay› sa¤layamayan eflin hâkime baflvurarak eflin r›zas›n›n yerine geçmek üzere karar almas› mümkün müdür?
MK m. 223’de böyle bir imkân öngörülmüfl de¤ildir. Bu yolun izlenmesi ve
sonuçta ifllemin hâkimin izniyle gerçeklefltirilmesi bize mümkün gözükmemektedir. fiüphesiz, di¤er eflin hakl› bir sebep ve korunmaya de¤er bir menfaat bulunmad›¤› halde izin vermekten kaç›nmas› ve hakk›n› kötüye kullanmas› ihtimal dâhilindedir; fakat bunun yapt›r›m› onun r›zas›n›n yerine geçmek üzere hâkimden izin sa¤lanmas› olamaz. Böyle bir imkân kanunda öngörülmemifltir. Kald› ki, r›zay› sa¤layamayan efl her zaman payl› mülkiyet
iliflkisini sona erdirme imkân›na sahiptir; bu bak›mdan, di¤er efl r›za vermeme hakk›n› kötüye kullan›yorsa, paydafl eflin yapaca¤› fley, payl› mülkiyet
ba¤›n› sona erdirme yoluna gitmektir.
MK m. 223/f.II emredici nitelik tafl›mad›¤›ndan, efller payl› mülkiyet konusu maldaki pay üzerinde tasarrufta bulunma imkân›n›n di¤er eflin r›zas›na
ba¤l› olmad›¤›n› kararlaflt›rabilir.
MK m. 223/f.II hükmünde getirilen s›n›rlaman›n, münhas›ran efllerin payl›
mülkiyetinde bulunan mallar bak›m›ndan geçerli oldu¤u kuflkusuzdur. Bu
noktada hangi eflin ne oranda pay sahibi oldu¤unun da önemi yoktur.
42
Barlas
Acaba efllerden birinin veya her ikisinin baflkalar› ile payl› mülkiyet iliflkisi
çerçevesinde hak sahibi bulunduklar› mallar bak›m›ndan da ayn› s›n›rlama
gündeme gelecek midir? Hemen belirtelim ki, bu konuda MK m. 223/f.II
hükmünün ifadesi baflar›s›zd›r. Hükümde “...payl› mülkiyet konusu mal...”
ibaresiyle yetinilmifl, fakat bu iliflkinin kimler aras›nda bulunmas› halinde
an›lan s›n›rlaman›n geçerli olaca¤› belirtilmemifltir.
Hüküm lâfzen yorumlan›rsa, efllerden sadece birinin veya her ikisinin baflkalar› ile payl› mülkiyet rejimi çerçevesinde birlikte mâlik olduklar› mal
üzerindeki pay›nda tasarrufu da hükmün ve dolay›s›yla, s›n›rlaman›n kapsam›na girecektir. Fakat bu sonucu hükmün amac› ve mant›¤› ile ba¤daflt›rmak kanaatimizce mümkün de¤ildir. Çünkü bu düzenlemenin amac›, efller
aras›nda kurulmufl bulunan payl› mülkiyet birli¤ine d›flar›dan birinin girerek efller aras›ndaki ahengi bozmas›n› önlemek ve ç›kacak sorunlar›n evlilik
birli¤ine yans›mas›n› engellemektir. ‹liflkide zaten bir yabanc› varsa art›k
MK m. 223/f.II hükmünü uygulaman›n bir anlam› kalmaz. Bu bak›mdan,
hükmü yaln›zca efller aras›nda kurulmufl bulunan payl› mülkiyet iliflkilerine hasretmek do¤ru olacakt›r.
IV. Özel Olarak: Efllerin Üçüncü Kiflilerle Yap›lacak ‹fllemlerde Velî
S›fat›yla Çocu¤u Temsil Etmeleri
Velâyet hakk›n›n do¤al bir uzant›s› olarak, üçüncü kiflilerle yap›lacak ifllemlerde ve çocu¤un malvarl›¤›na yönelik tasarruflarda çocu¤u -kanunî temsilci s›fat›yla- ana ve baba temsil eder.
Eskiden ana baban›n, üçüncü kiflilere karfl› veli s›fat›yla çocu¤u temsil etmeleri noktas›nda, önceki Medenî Kanun’da egemen olan “baban›n oyunun üstünlü¤ü” kural› sebebiyle uygulamada tart›flma yaflanmaktayd›.
Eski Medenî Kanunun 263. maddesinde “Evlilik mevcut iken, ana ve baba,
velâyeti beraberce icra ederler. Anlaflamazlarsa, baban›n reyi muteberdir.”
denmekteydi. Burada sözü geçen “... beraberce...” ibaresi, kanaatimizce anababan›n birlikte hareket suretiyle, yani ifllemde hem anan›n, hem de baban›n yer almas› fleklinde gerçeklefltirebilecekleri tarz›nda yorumlanmamal›;
hem anan›n, hem de baban›n velî s›fat›na sahip bulunan kifliler olarak tek
bafllar›na ifllemi yapabilecekleri fleklinde anlafl›lmal›yd›. Gerçekten, baban›n
oyunun üstünlü¤ü kural› ancak yap›lacak ifllem konusunda efller aras›nda
görüfl ayr›l›¤› do¤mas› ön flart›na ba¤l› olarak uygulanabilirdi. Böyle bir
uyuflmazl›k yoksa veya mevcut bulunmakla birlikte, baba bu konudaki muhalefetini ifllemin yap›laca¤› üçüncü kifliye önceden bildirmemiflse üçüncü
kiflinin sadece anne ile ifllemi gerçeklefltirmesine bir engel olmamal›yd›. Zi-
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
43
ra eski Medenî Kanun döneminde bile sonuçta anne de “veli” s›fat›n› tafl›maktayd› ve kanunen çocu¤u temsil yetkisine sahipti.
Bu bak›mdan, kanaatimizce, eski kanun döneminde de anne, üçüncü kiflilerle yap›lacak hukukî ifllemlerde veli s›fat›yla çocu¤u tek bafl›na temsil edebilirdi; fakat baba, üçüncü kifliye önceden yapaca¤› bir beyanla annenin çocuk
ad›na ifllem yapmas›n› engelleyebilirdi.
Ne var ki, uygulamada eflle ifllem yapan üçüncü kiflilerin, özellikle bankalar›n tedbirli davranma kayg›lar›ndan ve kimi yarg› organlar›n›n ters yöndeki kararlar›ndan kaynaklanan hatal› bir yaklafl›mla durum tersine çevrilmiflti: Uygulamada egemen olan tutuma göre, çocuk ad›na yap›lacak ifllemlerde prensip olarak anan›n tek bafl›na hareket etmesi kabul edilmiyor; böyle bir ifllem için baban›n izni aran›yordu. Buna karfl›l›k baba, çocuk ad›na
üçüncü kiflilerle serbestçe ve de tek bafl›na ifllem yapabiliyordu.
Yeni Medenî Kanun’un 342. maddesinde “Ana ve baba, velâyetleri çerçevesinde üçüncü kiflilere karfl› çocuklar›n›n yasal temsilcisidirler” denilerek eski
kanundaki ilke aynen korundu; fakat baban›n oyunun üstünlü¤ünü öngören
hüküm kald›r›ld›. Bu nedenle art›k uygulamada eskiden yaflanan tereddüde
de mahal kalmad›. Bugün art›k hem anne, hem de baba çocuk ad›na ifllem
yapma konusunda eflit flekilde yetkilidirler.
Peki, bu nas›l gerçekleflecektir? Ana ve babadan her biri çocu¤u tek bafl›na
(münferiden) temsil yetkisine sahip midirler, yoksa bu yetkiyi ikisi birlikte
hareket ederek (veya biri, di¤erinin r›zas› çerçevesinde) mi kullanacakt›r? Bu
hususta MK m. 342/f.I’in metninde bir aç›kl›k bulunmamaktad›r. Mamafih,
yasa koyucunun, her türlü ifllem için anne ve baban›n birlikte (oybirli¤iyle)
hareket etmeleri flart›n› arad›¤› anlafl›lmaktad›r. Nitekim madde gerekçesinde
bu hususa iflaret edilmifl ve “... Kanun, velâyetin kullan›lmas›nda ana ve baban›n birlikte hareket etmesi... ilkesini benimsemifltir.” denilmifltir. Esasen,
342. maddenin 2. f›kras›nda iyi niyetli üçüncü kiflileri koruma amac›yla “di¤er eflin iflleme r›zas›n›n bulundu¤u” karinesi kabul edilmifltir ki, bafll› bafl›na bu karinenin varl›¤› 342. maddenin 1. f›kras›nda birlikte hareket etme
esas›n›n öngörüldü¤ünün delilidir. Çünkü ana babadan her biri tek bafl›na hareketle çocu¤u temsil yetkisine sahip bulunsayd›, bu takdirde di¤erinin r›zas›n› aramaya ve üçüncü kifliler aç›s›ndan bu r›zay› var saymaya esasen gerek
kalmazd›; 2. f›kra düzenlemesinin bir anlam› ve fonksiyonu da bulunmazd›.
fiüphesiz, bu anlamda birlikte hareket edildi¤inden bahsedebilmek için mutlaka iflleme hem anan›n, hem de baban›n kat›lmas› gerekli de¤ildir; ana babadan biri di¤erinin aç›k veya örtülü r›zas› çerçevesinde hareket ederek ifl-
Barlas
44
lemi gerçeklefltirebilir. Zaten MK m. 342/f.II düzenlemesi de bunu desteklemektedir.
Kanun koyucu, di¤er eflin r›zas›n›n al›nmas› noktas›nda uygulamada ifllem
güvenli¤i aç›s›ndan rahatlama yaratacak isabetli bir düzenleme getirmifl ve
342. maddenin 2. f›kras›nda “iyi niyetli üçüncü kifliler, efllerden her birinin
di¤erinin r›zas› ile ifllem yapt›¤›n› varsayabilir” fleklinde bir karineye yer
vermifltir.
Bu durumda, efllerden biriyle ifllem yapan kimse di¤er eflin r›zas›n› aramak
zorunda kalmaks›z›n ifllemi yapabilecektir. Fakat yine de, ileride yarg› organlar› önünde do¤abilecek iyi niyet tart›flmalar›na hiç girmemek için, eflle
ifllem yapan üçüncü kiflilerin bu gibi hallerde imkân nispetinde di¤er eflin iznini elde etmeye çal›flmalar› tavsiye olunur.
Buna karfl›l›k efllerden biri, iflleme muhalefetini önceden ifllemin yap›laca¤›
üçüncü kifliye bildirerek ifllemin yap›lmas›n› engelleyebilir. Bu imkân baba
için oldu¤u kadar, anne için de mevcuttur. ‹flte efllerden biri iflleme muhalefetini önceden üçüncü flahsa bildirmiflse veya üçüncü flah›s baflka yolla bu
durumu ö¤renmiflse ya da ö¤renebilecek durumdaysa, art›k üçüncü flah›s iyi
niyetli say›lamayaca¤›ndan, ifllemi yapmak isteyen eflin talebini reddetmek
durumundad›r; buna ra¤men yaparsa ifllem geçersiz olur.
Yararlan›lan Eserler:
• Ak›ntürk Turgut, Türk Medenî Hukuku - Yeni Medenî Kanuna
Uyarlanm›fl Aile Hukuku, c.II, 6. bas›, ‹stanbul 2002
• Berger Markus, Die Stellung Verheirateter im rechtsgeschäftlichen
Verkehr, Freiburg 1987
• Bräm Verena / Hasenböhler Franz, Zürcher Kommentar, Kommentar zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch, Band II: Familienrecht, 1. Abteilung: Das Eherecht (Art. 90-251), Teilband II - 1c (Art.
159-180), 3. Auflage, Zürich 1998
• Franz Hasenböhler, Verfügungsbeschränkungen zum Schutz eines
Ehegatten, BJM (Basler Juristische Mitteilungen), 1986, sh. 77-79
• Hausheer Heinz / Reusser Ruth / Geiser Thomas, Berner Kommentar, Kommentar zum Schweizerischen Privatrecht, Band II: Das
Familienrecht, 1. Abteilung: Das Eherecht, 3. Teilband: Das Güterrecht der Ehegatten, 1. Unterteilband (Art. 181-195a ZGB; Art. 196220 ZGB), Bern 1992
Yeni Medenî Kanun’a Göre Efller Aras› Hukukî ‹fllem Rejimi
45
• Hausheer Heinz / Reusser Ruth / Geiser Thomas, Kommentar
zum Eherecht, Band.I: Art. 159-180 ZGB und Art. 8a und 8b Schlusstitel des ZGB, Bern 1988
• Hegnauer Cyril / Breitschmid Peter, Grundriss des Eherechts, 3.
Auflage, Bern 1993
• K›l›ço¤lu Ahmet, Türk Medenî Kanununda Di¤er Eflin R›zas›na
Ba¤l› Hukuksal ‹fllemler ve Yasal Al›m Hakk›, Ankara 2002
• O¤uzman Kemal / Seliçi Özer, Eflya Hukuku, 9. bas›, ‹stanbul
2002
• Ruoss Reto Thomas, Der Einfluss des neuen Eherechts auf Mietverhältnisse an Wohnräumen, Zeitschrift für Schweizerisches Recht
(ZSR), 107 (1988), 1. Halbband
• Seza Reiso¤lu, Medeni Kanun’da Bankalar ‹le ‹lgili Düzenlemeler
(Türkiye Bankalar Birli¤i’nce 14.02.2002 tarihinde ‹stanbul’da düzenlenen “Medenî Kanunda Bankalar ‹le ilgili Düzenlemeler” konulu
konferansta sunulan ve Birli¤in “http://www.tbb.org.tr” adresli internet sitesinde yer alan metin)
• fi›pka fiükran, Türk Medenî Kanununda Aile Konutu ‹le ‹lgili ‹fllemlerde Di¤er Eflin R›zas› (TMK m. 194), ‹stanbul 2002
• Tour Peter / Schnyder Bernhard / Schmid Jörg, Das Schweizerische Zivilgesetzbuch, 11. Auflage, Zürich 1995
• Vogel Oscar, Der Schutz der ehelichen Gemeinschaft, I, in: Das neue Ehe- und Erbrecht, Veröffentlichungen der Schweiz, Instituts für
Verwaltungskurse an der Hochschule St. Gallen, Band: 26 (1987).
CEZA HUKUKUNDAK‹ SON GEL‹fiMELER VE
YEN‹ TÜRK CEZA KANUNUNUN
GENEL HÜKÜMLER‹NE B‹R BAKIfi
Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR*
I- Genel Olarak
Yeni Frans›z Ceza Kanunu ile ilgili genifl bir kitap yazan Desportes ve Le
Gunehec, eserlerinin bafllang›c›nda Ceza Hukukunun bir abideye benzedi¤ini, insanlar›n bunu gezmemeleri ve görmemelerinde bile, gezmifl ve görmüfl hissi içinde yaflad›klar›n›, ceza hukukunun da, kurallar› ve ayr›nt›lar›
ile bilinmemesine ra¤men sürekli olarak gündelik hayatta daima konufluldu¤unu belirtmektedirler. Ad› geçen yazarlara göre adam öldürme, tekerrür,
cezaevi veya tecil, insanlar›n tam olarak bilmedikleri ve fakat yabanc› olmad›klar› kavramlard›r.1 K›saca Ceza Hukuku öyle bir kurallar ve kavramlar
bütünüdür ki insan daima bu kavramlar› güncel hayat›nda çeflitli olaylar ile
birlikte yaflar ve bunlar ile ilgili de¤erlendirmelerde bulunur. Baflka bir deyiflle ceza hukuku, insan›n güncel hayat›nda çeflitli olaylarla yak›ndan ilgilendi¤i bir hukuk dal›d›r. ‹flte bu konferans›m›zda önümüzdeki aylarda yürürlü¤e girecek Yeni Türk Ceza Kanunu ile ilgili aç›klamalarda bulunman›n
yan› s›ra, bu kanunda yer alan özelliklere belirli bir ölçüde de¤inece¤iz.
Türkiye’de 1926 y›l›nda yürürlü¤e giren Türk Ceza Kanunu’nun tarihsel ifllevini yerine getirdi¤i ve yeni bir ceza kanununa gereksinim duyuldu¤u
uzun süredir ileri sürülmekteydi. 1889 tarihli ‹talyan Ceza Kanunu’nun büyük ölçüde Türkçe’ye çevrilmesi ve “Devlet ‹daresine Karfl› Suçlar” bölümü
d›fl›nda kalan yüzlerce maddenin asl›na uygun biçimde kabul edilmesiyle
yürürlü¤e giren Türk Ceza Kanunu, ülkemizde hukukun ça¤dafl ve bat› düflüncesine uygun bir biçimde gerçekleflmesinde önemli bir rol oynam›flt›. Gerçekten 1889 tarihli ‹talyan Ceza Kanunu, XIX. yüzy›l›n liberal düflüncesini
*
1
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Ceza Usul Hukuku Anabilim
Dal› Ö¤retim Üyesi.
Desportes, Frédéric - Le Gunehec, Francis, Le Nouveau Droit Penal, Tome I, Paris 1999, p.1 vd.
48
Bayraktar
yans›tan bir Ceza Kanunu idi. Ceza Hukukundaki ünlü Okullar mücadelesinde ön plana ç›kan Klasik Okulun ana ilkeleri bu kanunda yans›mas›n›
bulmufltu. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, k›yas yasa¤›, lehe olan hükümlerin geçmifle etkili olarak uygulanmas›, yar› mülkilik sistemi, sorumlulu¤un kusura dayanmas› gibi önemli kurallar bu kanunun dayand›¤› temelleri oluflturmaktayd›.
Türk Ceza Kanunu ana özelliklerini belirtti¤imiz ‹talyan Ceza Kanunu’ndan
aktar›lan maddeler ve bölümlerle, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
önemli kanunlar›ndan biri haline geldikten sonra Türk Hukukunda, mahkeme kararlar›, doktrin ve düflünce hayat›n›n yorumlar› ile yaflama çizgisini
devam ettirmiflti. Bu konferans›n hemen bafl›nda belirtildi¤i gibi geride b›rakt›¤›m›z yüzy›l›n sonlar›na do¤ru Türk Ceza Kanunu’nun da de¤iflmesi yönünde yeni ve kuvvetli bir ak›m bafllam›flt›.
Yeni bir ceza kanununu meydana getirebilmek için ileri sürülen görüflleri flu
flekilde özetleyebilmek mümkündür.
1- 765 Say›l› Türk Ceza Kanunu 1926’dan bu yana pek çok de¤iflikliklere u¤ram›flt›r. Kanunda, 56 ayr› tarihteki kanunlar ile pek çok
maddeler de¤ifltirilmifl, yapt›r›mlar a¤›rlaflt›r›lm›fl ya da hafifletilmifl, kanunun genel yap›s› apayr› bir niteli¤e bürünmüfltür. Gerçekten yap›lan pek çok de¤ifliklikle kanunun 4/5 oran›nda farkl› bir niteli¤e büründü¤ü ve bunun hemen hemen kanuna tamamen yeni
bir görünüm kazand›rd›¤› ileri sürülmüfltür.
Bu de¤ifliklikler içersinde, üç konuya de¤inmekte yarar bulunmaktad›r:
a) ‹talya’da 1930 y›l›nda 2. Dünya Savafl›ndan hemen önceki
çalkant›l› siyasal ortamda, yeni bir ceza kanunu haz›rlanm›fl
ve yürürlü¤e girmiflti. Dönemin Adalet Bakan› Rocco’nun
ad›yla an›lan bu kanun, liberal dünya görüflü yerine otoriter
görüfle önem vermekte ve bunu uygulamaya geçirmekteydi.
Türk Hukuku bu de¤ifliklikten belirli bir ölçüde etkilenmiflti. ‹kinci Dünya Savafl›n›n zor ve korkulu günlerinin, savafl›n etkisiyle özellikle “Devlete Karfl› Suçlar” bölümünde
önemli de¤iflikliklere gidilmiflti. Bu de¤ifliklikler sonraki y›llarda, özellikle 1960’dan sonra ceza kanuna karfl› yöneltilen
elefltirilerde sürekli olarak öne sürülmüfltü.
b) 647 Say›l› Cezalar›n ‹nfaz› Hakk›ndaki Kanun, Türk Ceza
Kanunu’nun cezalar sistemi ve rejimini tamamen de¤ifltir-
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler
49
miflti. K›sa ve uzun süreli hürriyeti ba¤lay›c› cezalar, flartla
sal›verme, cezalar yerine uygulanabilecek tedbirler, para cezalar›n›n takside bölünmesi gibi yeni kavramlar ve uygulamalar Türk Ceza Kanunu’nun bunlarla ilgili bölümlerini bütünüyle ortadan kald›rm›flt›.
c) Nihayet 1971 ve 1980 rejim de¤iflikliklerinden önce ve sonra
yaflanan çalkant›l› toplumsal olaylarda ceza kanununa s›k
s›k baflvurulmufl ve olaylar› önlemek amac›yla de¤ifliklikler
yap›lm›flt›. Bu de¤ifliklikler Kanunun genel sistemini bozmufl ve ceza hukuku doktrinde Dönmezer taraf›ndan s›k s›k
kullan›lan “panik hükümler” kavram›n›n uygulanmas› ile
karfl›lafl›lm›flt›.
2- Türk Ceza Kanununun ça¤dafl geliflmeler ve toplumsal de¤iflimler
karfl›s›nda yetersiz kald›¤› öne sürülmüfltür. 1960 ve 1982 Anayasalar›nda yer alan yeni hak ve özgürlüklerin ihlalleri karfl›s›nda ceza
kanununda yeterli suç biçimlerinin bulunmad›¤› ve bu nedenle kanunun toplumsal sorunlar› tam olarak çözümlemedi¤i kuvvetle belirtilmifltir. Özel hayat›n korunmas›, çevrenin korunmas›; e¤itim,
ö¤retim ve seyahat hürriyetinin ceza kurallar› ile desteklenmesi gereklili¤i bu düflüncelerle örnek olarak ortaya at›lm›flt›r.
Bunun yan› s›ra son 20 y›lda, Türkiye’de etkisi kuvvetle hissedilen
Avrupa ‹nsan Haklar› Komisyonu ve Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi karfl›s›nda ceza kanununun çok yetersiz kald›¤› savunulmufltur. Bu kanun içerisinde yer alan baz› suç biçimlerinin Sözleflme’nin
ihlalini meydana getirdi¤i de öne sürülmüfltür.
Avrupa Konseyi yap›s› içinde yer alan Ceza Sorunlar› Komisyonunun çal›flmalar› 1960’l› y›llar›n sonlar›nda Türkiye’ye yeni bir ak›m
getirmiflti. “Dépénalisation, décriminalisation” olarak özetlenen bu
ak›m, ceza kanunu kurallar›n›, insan hak ve özgürlükleri yönünden
irdeliyor ve bir k›s›m suçlar›n art›k ceza kanunlar›ndan ç›kar›lmas› gereklili¤ini öne sürüyor, baz› cezalar› da hafifletiyor ya da yapt›r›m de¤iflikli¤ine gidiyordu. Bu çerçevede Ceza Kanununun art›k
eskidi¤i iddia ediliyordu.
3- Avrupa’da küreselleflmenin geliflmesi ve Birlik düflüncesinin giderek somutlaflmas› ile birlikte pek çok bat› ülkesinde ceza kanunlar›nda yeniliklere gidilmifltir. Fransa, 200 y›ldan beri yürürlükte
olan ceza kanununu de¤ifltirmifl, 1996’da yeni ceza kanununu yürürlü¤e sokmufltur. ‹sviçre ve ‹talya ceza kanunlar›nda çok önemli
Bayraktar
50
de¤ifliklikler yapm›flt›r. Almanya ise reform niteli¤inde de¤ifliklikleri gerçeklefltirmifltir. Bu geliflmeler karfl›s›nda Türkiye’nin de ceza
kanununu de¤ifltirmesi gerekti¤i, bunun kaç›n›lmaz oldu¤u pek çok
yazar taraf›ndan ileri sürülmüfltür.
4- Türk Ceza Kanunu’nun dilinin art›k eski ve üslubunun da a¤›r oldu¤u, genç kuflaklar için anlafl›lmaz bir nitelik tafl›d›¤› elefltiriler
içersinde ortaya konulmufltur. Özellikle devlet idaresi aleyhine ifllenen cürümler bölümünde kullan›lan dilin yer yer çok a¤›r oldu¤u ve
bunun de¤ifltirilmesi gerekti¤i belirtilmifltir.
5- Belirlenen bu nedenlerin yan› s›ra, ceza kanunu gibi çok önemli ve
temel bir kanunun de¤ifltirilmesinden önce ülkede ceza yarg›lamas› sisteminin, infaz rejiminin de¤ifltirilmesinin zorunlu oldu¤u ileri
sürülmüfl, yepyeni bir sistemin gerçeklefltirilmesi yönünde ad›mlar
at›lmas›n›n kaç›n›lmaz oldu¤u aç›klanm›flt›r.
6- Ayr›ca Türk Ceza Kanununun baz› hükümlerinin ça¤dafl anlay›fl›n
çok gerisinde kald›¤› ileri sürülmüfltür. Örne¤in kanunun 4-11.
maddeleri aras›nda yer alan milletleraras› ceza hukukuna iliflkin
bölümde, yabanc› ülkede suç iflleyen ve yarg›lanan kiflilerin Türkiye’de yeniden yarg›lanabilece¤ini öngören düzenlemenin “non bis in
idem” ilkesine ayk›r› oldu¤u savunulmufltu.
7- Ceza Kanunu, eskili¤i nedeniyle baz› yeni anlay›fllara ve düzenlemelere kapal› idi. Örne¤in, ma¤durun korunmas›na iliflkin kurallar
görülmemekte, örgütlü suçlar ve terörizm ile ilgili suç biçimlerini
içermemekte idi ve güvenlik tedbirleri de çok yetersizdi.
Ayn› flekilde çocuk ceza hukukunun çok eski oldu¤u, koflullu sal›vermenin çok genifl bir alana yay›ld›¤›, itiyadî suçluluk ve denetimli
serbestlik ile ilgili düzenlemenin bulunmad›¤› savunulmufltu.
8- Cezalar›n a¤›rl›¤›, ölüm cezas›n›n varl›¤›n› devam ettirmesi elefltirilerin önemli bir bölümünü oluflturuyordu.
II- Geliflim Süreci
Bu gibi görüfller ve gerekçelerin sonucunda Türkiye’de 1980’li y›llar›n ikinci
yar›s›nda Adalet Bakanl›¤› yap›s› içersinde ceza kanunu ile ilgili haz›rl›klara bafllan›ld›¤› görülmüfltür. Bu dönemde Türkiye’nin önde gelen ceza hukukçular›, Dönmezer, Erem, Erman, Alacakaptan ile birlikte ‹stanbul ve
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler
51
Ankara Hukuk Fakültelerinin ö¤retim üyeleri ile Adalet Bakanl›¤› yetkilileri ve yüksek yarg› organlar› yarg›çlar›ndan oluflan bir kurul, ceza kanunu
üzerinde çal›flmaya bafllam›flt›. Bu kurul, yürürlükteki kanunun olumlu ve
olumsuz yönlerini madde madde incelemifl, yabanc› hukuk sitemlerindeki
geliflmelerle karfl›laflt›rm›fl, çal›flmalar› sonucunda ilk tasla¤› kaleme alm›flt›. Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in baflkanl›¤›nda çal›flmalar›n› sürdüren ve tamamlayan ilk kurulun haz›rlad›¤› taslak daha sonra Türkiye’deki
bütün üniversitelere, barolara, yarg›ç ve savc›lara da ulaflt›r›lm›flt›.
K›saca özetledi¤imiz ilk kurulun haz›rlam›fl oldu¤u bu taslak üzerindeki pek
çok görüflün Adalet Bakanl›¤›nda toplanmas›ndan sonra gene Dönmezer’in
baflkanl›¤›nda ikinci kurul oluflturulmufltu. Erem, Toroslu, Özgen, Yarsuvat ve Bayraktar’›n kat›ld›¤› bu ikinci kurul bir önceki gibi Ankara ve ‹stanbul Hukuk Fakültelerinin ö¤retim üyelerinin yan› s›ra, Adalet Bakanl›¤›
ve Yarg›tay yarg›çlar›n›n kat›l›m› ile benzer bir oluflum içinde bulunmaktayd›. Bu kurul, Anadolu’nun çeflitli il ve ilçelerindeki yarg›ç ve savc›lar›n önerilerini tek tek irdeleyip ilk taslak üzerinde de¤ifliklikler yapm›flt›. Bunun
sonucunda ikinci taslak haz›rland›. Bu taslak, ilk taslak gibi, üniversitelere
ve çeflitli yarg› organlar›na gönderilmeyip uzun süre bekletildi. Bu sürenin
sonunda üçüncü kurulun oluflturuldu¤unu görmekteyiz.
Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in baflkanl›¤›nda kurulan üçüncü kurul
daha genç bilim adamlar›n›n ve gene Adalet Bakanl›¤› yetkilileri ile baz›
Yarg›tay üyelerinin kat›l›m› ile oluflturulmufltu. Özek, Yarsuvat, Bayraktar, Yenisey, Artuk, Öztürk, Soyaslan gibi ceza hukukçular› ikinci tasla¤› Dönmezer’in baflkanl›¤›nda yeniden gözden geçirdiler. Bu çal›flmalarda
Frans›z, ‹sviçre, Alman Ceza Kanunlar› son geliflmeleri ile birlikte dikkate
al›nm›flt›.
On y›l› aflan bir sürecin sonucunda ortaya ç›kan bu son tasla¤›n art›k tasar›
ad› ile an›labilece¤ini belirten Dönmezer, bunun yak›n bir gelecekte Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulaca¤›n› belirtmiflti. Ancak Adalet Bakanl›¤›n›n önerisi ile tasar›n›n yeniden gözden geçirilmesi kararlaflt›r›ld› ve dördüncü ya da baflka bir deyiflle geniflletilmifl üçüncü kurul, bir y›la yak›n bir
süre çal›fl›p tasar›y› son duruma getirdi.
Tüm baflkanl›klar›n› Dönmezer’in yapt›¤› kurullar›n çal›flmalar›yla gerçeklefltirilen tasar›n›n Adalet Bakanl›¤›nda gözden geçirilme sürecinde önce
cinsel suçlar ile ilgili bir çal›flma yap›ld›. Bunu izleyen aylarda da, Türkiye’nin Avrupa Birli¤ine üye devlet statüsü kazanma sürecinin bafllang›c›nda
çeflitli uzman hukukçular›n gelip bu tasar›y› inceledikleri ve tasar› üzerinde
çeflitli görüfllerin ileri sürüldü¤ü ö¤renildi.
Bayraktar
52
Bu oluflum sonucunda Adalet Bakanl›¤›ndaki Ceza Kanunu Tasar›s›, Hükümet Tasar›s› olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunuldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan Adalet Alt Komisyonu önüne getirilen Ceza Kanunu Tasar›s›n› yeni bir kurulla yeniden gözden geçirerek ve
üzerinde yo¤un çal›flmalar yaparak Alt Komisyon Tasar›s› olarak Meclis Genel Kuruluna getirdi. fiu hususu k›saca belirtmek gerekir ki, Adalet Alt Komisyonu, Ceza Kanunu Tasar›s›n›n özellikle genel hükümler ve cezalar bölümünü çok de¤ifltirmifl ve cinsel suçlar ile çocuklara karfl› ifllenen suçlar
üzerinde ayn› e¤ilimi devam ettirmifltir. Baflka bir deyifl ile Meclise sunulan
ve Meclis’te kabul edilen metin, önceki y›llarda dört ayr› tarihte ve on y›l› aflk›n bir sürede haz›rlanan Ceza Kanunu Taslaklar›ndan ve Tasar›s›ndan
farkl› bir metin niteli¤ini tafl›maktad›r. Bu nedenle Kanun’un haz›rl›k çal›flmalar› üzerinde yap›lan çal›flmalarda hep hükümet tasar›s› ve Adalet Alt
Komisyonu teklifi birbirinden ayr› olarak göz önünde tutulmaktad›r. Do¤ald›r ki bir konferans süresi içerisinde her iki metni karfl›laflt›rabilmek ve de¤erlendirebilmek için yeterli zaman›m›z olmad›¤›ndan bu konuda ayr›nt›l›
karfl›laflt›rmada bulunabilmek olana¤› yoktur. Ancak flu hususu belirtmek
gerekir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Alt Komisyonu taraf›ndan
haz›rlanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan, bunun sonucunda
da k›sa sürede Kanun olarak kabul edilen metin, y›llarca büyük bir titizlikle gerçeklefltirilen Tasar›n›n sistemini ana hatlar›yla de¤ifltirmifl, tutarl› yap›s›ndan uzaklaflm›fl bir Kanunun ortaya ç›kmas›na sebep olmufltur.
III- Yeni Türk Ceza Kanununun Genel Özellikleri
Yeni Ceza Kanunu incelendi¤inde genel hatlar› itibariyle flu özellikleriyle
karfl›lafl›lmaktad›r.
1- Yeni Kanun genel hükümler ve suçlar bafll›klar›n› tafl›yan iki ana
bölüme ayr›lm›flt›r. Oysa Eski Ceza Kanunu genel hükümler, cürümler ve kabahatler bafll›kl› üç bölüme ayr›lm›flt›.
2- Yeni Kanunda kabahatlere yer verilmemifltir. Kabahatler ayr› bir
kanunda düzenlenmifl ve bunlar›n yapt›r›mlar› da art›k ceza hukuku alan›ndan ç›kar›larak idari para cezas› olarak isimlendirilen para cezalar› fleklinde öngörülmüfltür.
3- Yeni Kanun, Eski Kanuna göre daha k›sad›r. ETCK 592 madde
iken, YTCK 345 maddeyi içermektedir.
4- Yeni Kanunun dili daha aç›k ve konuflulan Türkçe’ye daha yak›nd›r.
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler
53
Ancak flu anda ayr›nt›l› olarak aç›klayabilme olana¤› olmayan pek
çok üslup hatalar›n› içinde bulundurmakta, kelimelerin seçiminde
tutars›zl›klara çok s›k rastlanmaktad›r.
5- Eski Ceza Kanunu; kitap, bab, fas›l, madde, f›kra ve bent ay›r›m›na
dayanan bir sistem içerisindeyken; Yeni Ceza Kanunu; kitap, k›s›m,
bölüm, madde, f›kra ve bent biçiminde bir bölümleme içinde bulunmaktad›r.
Yeni sistem içerisinde ilginç olan husus, her maddenin bir bafll›¤›n›n bulunmas› ve madde içindeki f›kralar›n da ayr›ca say› ile belirlenmifl olmas›d›r. ‹çinde tek f›kra bulunan maddelerde dahi ayn›
sistemin uygulanmas› ilk bak›flta tuhaf gelmektedir. Ayr›ca son birkaç y›la yak›n bir zamana kadar Türk hukukunda uygulanan sistemde, f›kralar›n say› ile gösterilmemesi, buna karfl›l›k bentlerin
önüne say› konulmas› olgusu karfl›s›nda f›kralar›n say› ile belirlenmesi, bentlerin ise harfler ile gösterilmesi kar›fl›kl›¤a neden olabilecektir.
6- Eski ve Yeni Ceza Kanunlar› yap›sal içerik yönünden birbirlerinden
tamamen farkl›d›r. Önceki Ceza Kanununda devlet korunmas› gereken ana varl›k olarak ilk planda yer al›p, bunun arkas›ndan toplum ve birey gelirken; Yeni Ceza Kanununda bu üç korunan yarar
yer de¤ifltirmifl, birey öne geçmifl, devlet sona yerlefltirilmifltir; Kanunun ikinci bölümünde yer alan suçlar›n ay›r›m› dikkate al›nd›¤›nda önce bireyin ve daha sonra toplumun ve son olarak ta devletin belirlendi¤i görülmektedir.
Bu yap›sal de¤ifliklik Dönmezer Taslak ve Tasar›lar›nda ortaya at›lm›fl bir özelliktir ve yabanc› hukuk düzenlerinden esinlenilmifltir.
Bu de¤iflikli¤in basit bir de¤ifliklik oldu¤unu söylemek do¤ru olmayacakt›r. Çünkü böyle bir farkl› düzenleme içersinde bireyin korunan ve korunmas› gereken ilk de¤er ve varl›k oldu¤u zamanla yerleflecek ve bu durum özgürlükçü bir yaklafl›m›n giderek gerçekleflmesini sa¤layacakt›r.
Ancak bu yap›sal farkl›l›¤›n çok önemli temel de¤ifliklik oldu¤unu
ileri sürmek çok do¤ru olmayacakt›r. Devlet aleyhine ifllenen suçlar›n büyük de¤iflikliklere konu olmamas›, devleti koruyucu eski yaklafl›m› sürdürmektedir. Bu durum, ileride, uygulamada, sorunlar
yaratabilecektir.
Bayraktar
54
7- Yeni Kanun çeflitli gereksinimlerin yans›malar›n› içinde bulundurdu¤u gibi pek çok güncel olay›n etkisiyle düzenlenmifl bir kanun
özelli¤ini de tafl›maktad›r. Özel hayat›n korunmas›, yarg›n›n çeflitli
etkiler alt›nda kalmas›n›n önlenmesi gibi yeni düzenlemeler yirmi
y›ldan bu yana duyulan gereksinimlerin birer örne¤ini teflkil ettikleri gibi, trafik kazalar› ve dü¤ünlerde s›k s›k rastlanan silah kullanmalar, cinsel suçlar, aile içi fliddet, çocuklar›n cinsellikte flu ya da
bu flekilde kullan›lmas› gibi olaylar› önleme amac›n› tafl›yan düzenlemeler güncel eylemlerin etkileri biçiminde ortaya ç›kmaktad›r. Bu
özelli¤i dolay›s›yla yeni Türk Ceza Kanunu bir çeflit tepki kanunu
olarak da nitelenebilir.
8- Yeni Ceza Kanunu, Eski Kanundaki baz› kurumlar› düzenleme alan›na almad›¤› gibi, baz›lar›n› da adeta temelden de¤ifltirmifltir. Cezalar›n içtima› ve tekerrürü kanunun d›fl›nda b›rakan anlay›fl cezalar sistemini bütünüyle de¤ifltirmifltir. Hürriyeti ba¤lay›c› ceza kavram›, hapis ad› alt›nda tek düze bir yapt›r›m haline getirilmifl, bunun yan› s›ra para cezalar› adli para cezas› terimi ile ifade edilmifltir.
9- Yeni Kanunun içeri¤i bir araflt›rmaya ba¤l› tutuldu¤unda, tam bir
ceza politikas›n›n izlenmedi¤i sonucuna var›labilmektedir. Cezalarda genel bir indirim görülmekle birlikte, infaz›n mutlaka yerine getirilmesi gereklili¤i saptanabilmektedir. Baz› suçlarda da, cezalar›n
en alt ve en üst s›n›rlar›n›n giderek aç›ld›¤› ve yarg›ca hareket serbestisinin tan›nd›¤› görülmektedir.
IV- Ceza Kanununda Yer Alan ‹lkeler
Ceza Hukukunun temeli niteli¤indeki bir tak›m ilkelerin Eski Ceza Kanununda oldu¤u gibi Yeni Ceza Kanununda da ifade edildi¤i görülmüfltür. Ancak Eski Ceza Kanununda bu ilkeler hayli soyut ve dar kapsaml› olarak belirlenirken, Yeni Kanunda bunlar›n daha genifl kapsaml› ve ayr›nt›l› bir biçimde aç›kland›¤› görülmektedir. Bunun yan› s›ra önceki Ceza Kanununda
yer almayan baz› ilkelere bu Kanunda yer verildi¤i görülmektedir. Bu nedenle ilkeler bölümünü ikiye ay›rarak ortaya koymak yararl› olacakt›r.
1- Ceza Hukuku Genel ‹lkelerinin Yeni Kanunda Yer Almas›
Kanunun birinci k›sm›n›n birinci ve ikinci bölümlerinde ceza hukukunun bafll›ca ilkelerine yer verildi¤i, ikinci k›sm›n ilk bölümünde de buna devam edildi¤i görülmektedir. Genel ilkeler içinde bilinen ve eski Türk Ceza Kanunu’nda
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler
55
yer alan baz› hükümlere Yeni Kanunda da yer verildi¤i, bunun yan› s›ra yeni
baz› ilkelerin al›fl›lmad›k bir biçimde kanuna konuldu¤u görülmektedir. Bu nedenle genel ilkeleri ikiye ay›rmak yöntem yönünden yararl› olacakt›r.
a- Ceza Kanununda Yer Alan Yeni ‹lkeler
YTCK’nun birinci ve üçüncü maddeleri konumuzla ilgilidir. Kanunun hemen
birinci maddesinde amaç, üçüncü maddesinde ise eflitlik ilkesi belirtilmifltir.
aa- Ceza Kanununun Amac›
Kanunun ilk maddesinde amaç ortaya konulmaktad›r. Buna göre
kanunun amac› kifli hak ve özgürlüklerinin, kamu düzeninin ve güvenli¤inin, hukuk devletinin, kamu sa¤l›¤›n›n, çevrenin, toplum bar›fl›n›n korunmas› ve suç ifllenmesinin önlenmesidir.
Bu yaklafl›m biçimi ile kanun, ceza hukukunda öteden beri belirtilen, “suçun ifllenmesinin önlenmesi” amac›n› aç›kça ortaya koymaktad›r. Ancak modern ceza hukukunun amaçlar›ndan bir di¤eri de
suçlunun kiflili¤inin düzeltilmesi, yani ›slah edilmesi ve topluma yeniden kazand›r›lmas›d›r. Bu önemli amaca kanunun hemen ilk
maddesinde yer verilmemesi, bu kanunun eski klasik çizgiden ayr›lmayan ve bütün iddias›n›n aksine yenilikçi bir çizgiye kolay kolay
yaklaflamayan bir kanun olaca¤›n› göstermektedir.
Ayr›ca ceza kanunu gibi önemli bir kanunun belirli amaçlar› oldu¤unu ortaya koyman›n anlam›n› kavrayabilmek de hayli zordur. Ceza Kanununun amac› asl›nda bellidir. Suçun önlenmesi, toplum bar›fl›n›n sa¤lanmas›, suçla bozulan toplumsal düzenin yeniden kurulmas›, suçlunun toplum için yararl› bir birey haline getirilmesi ve bu
yönde önlemler al›nmas›, bu hukuk dal›n›n bafll›ca amaçlar› içersinde yer almaktad›r. Bilinen bu amaçlar›n kanunda ayr›ca yer almas›n›n büyük önem tafl›d›¤›n› söyleyebilmek bizce hatal›d›r. Çünkü,
Kanunun amaçlar›n›n bu flekilde, ilk maddede yer almas›, ilerde
bunlar›n bir çeflit hukuka uygunluk sebebi olarak ileri sürülmesini
sonuçlayabilecektir. Bu durum yarg›y› ve ceza hukuku uygulay›c›lar›n› de¤iflik yorumlarla karfl› karfl›ya b›rakabilecektir.
bb- Eflitlik ‹lkesi
Kanunun üçüncü maddesinde bu ilkenin belirtildi¤i görülmektedir.
Maddenin ikinci f›kras›nda, “Ceza Kanununun uygulamas›nda kifli-
Bayraktar
56
ler aras›nda ›rk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya di¤er fikir yahut düflünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, do¤um, ekonomik ve di¤er toplumsal konumlar› yönünden ay›r›m yap›lamaz ve hiçbir kimseye ayr›cal›k tan›namaz” denilirken,
ceza hukukuna siyasal ve anayasal bir nitelik getirilmifltir.
Bu ilke bir çeflit yarg›lama kural›d›r ve suçlar›, cezalar›, bunlar›n
unsurlar›n›, a¤›rlaflt›r›c› ve hafifletici sebepleri içeren kanunda bunun bulunmas› ileride çeflitli sorunlar yaratabilecektir. T›pk› birinci madde de oldu¤u gibi, Anayasada halen var olan bir ilkeyi, ceza
kanunu sistemi içerisine getirmek ileride siyasal pek çok eylemde
kullan›lan bir unsur olabilecektir.
cc- Ceza Kanununun Genel ve Ba¤lay›c› Nitelik Tafl›mas› ‹lkesi
Kanunun beflinci maddesinde, genel hükümlerin özel ceza kanunlar› ile ceza içeren kanunlardaki suçlar hakk›nda da uygulanaca¤›
aç›klanm›flt›r. Böylece YTCK 1-75. maddeler aras›nda yer alan bütün hükümler, tüm ceza mevzuat›nda yer alan suçlar›n uygulanmas›nda dikkate al›nacakt›r. ETCK onuncu maddesinde yer alan, “bu
kanundaki hükümler hususi ceza kanunlar›n›n buna muhalif olmayan mevadd› hakk›nda da tatbik olunur” fleklindeki kural›ndan tamamen farkl› olan bu madde Ceza Kanununu bir çeflit Anayasa haline getirmektedir. Böylece cezalar sistemi bütün suçlar için geçerli
olacak, erteleme, içtima, tekerrür, teflebbüs, ifltirak ile ilgili kurallar tüm ceza mevzuat›nda ayniyet içinde uygulanacakt›r. Sistemin
olumlu oldu¤u bir an düflünülse bile pek çok farkl› özellikteki olaylar›n ayn› kurallara ba¤lanmas›n›n sak›ncalar› zamanla ortaya ç›kacakt›r.
b- Ceza Hukuku Temel ‹lkelerinin Yeni Ceza Kanununda Yer Almas›
aa- Suçta ve Cezada Kanunilik ‹lkesi
Kanunun ikinci maddesinde, bilinen ve temel bir ilke yer almaktad›r. Bu maddede cezalarda kanunilikten söz edilirken, güvenlik tedbirlerinin de ayn› ilkeye ba¤l› oldu¤u belirtilerek ETCK’ya göre yeni ve olumlu bir yaklafl›mda bulunulmufltur.
bb- K›yas Yasa¤›
Kanunun üçüncü maddesinde ceza hukuku kurallar›n›n, k›yas yolu
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler
57
ile geniflletilemeyece¤i ve k›yasa benzer flekilde geniflletici yoruma
gidilemeyece¤i ifade edilmifltir.
cc- Lehe Olan Kanunun Geçmifle Etkili Olarak Uygulanmas›
YTCK yedinci maddede ilke belirtilmifl ve bu maddenin ikinci f›kras›nda kural aç›kl›kla ortaya konulmufltur: “Suçun ifllendi¤i zaman
yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlü¤e giren kanunlar›n
hükümleri farkl› ise failin lehine olan kanun uygulan›r ve infaz olunur.”
dd- Kanunu Bilmemek Mazeret Say›lmaz ‹lkesi
YTCK dördüncü maddesi, “Ceza Kanunlar›n› bilmemek mazeret say›lmaz” kural›n› koyarken ETCK k›rkdördüncü maddesindeki ünlü
“kanunu bilmemek mazaret say›lmaz” kural›ndan k›smen ayr›lm›flt›r. Ceza Kanunlar› ile kanun terimleri aras›ndaki farkl›l›k ileride
sorunlar yaratabilecektir.
ee- Ceza Sorumlulu¤unun fiahsi Olmas›
Kanunun yirminci maddesinde bu ilke ilk f›krada ifade edilmifltir.
Ceza sorumlulu¤unun flahsi oldu¤u, kimsenin baflkas›n›n fiilinden
sorumlu tutulamayaca¤› belirtilmifltir. ETCK’da yer almayan ilkenin Yeni Kanunda belirlenmesi yararl›d›r ve çok önemli temel bir
kural böylece kanunda yer alm›flt›r.
ff- ‹darenin Düzenleyici ‹fllemleri ile Suç Yarat›lamayaca¤›
Kanunun 2/2 maddesinde kural aç›k olarak ortaya konulmufltur.
Böylece kanun kuvvetinde kararnamelerle, tüzüklerle, yönetmelik
ve tebli¤lerle, suç ve ceza konulamayaca¤› aç›kça ifade edilmifltir.
Bu yasaklay›c› kural›n önümüzdeki y›llarda yasama organ›n› daha
etkin ve olumlu çal›flmaya itmesi ve güncel olaylar› ve gereksinimleri çok yak›ndan izlemeye yöneltmesi gerekecektir.
V- Kanunun Uygulama Alan›na ‹liflkin Düzenlemeler
YTCK 7 ve 19. maddeleri aras›nda uygulama alan›na iliflkin kurallar yer almaktad›r. Önce zaman yönünden uygulamada “lehe olan kanun - lex mitior”
yedinci maddede ayr›nt›l› olarak yer ald›ktan sonra, sekizinci maddeden itibaren yer bak›m›ndan uygulama ile ilgili kurallar düzenlenmifltir. Kanunun
58
Bayraktar
sekizinci maddesinde, ülkenin ne oldu¤u, k›ta sahanl›¤› ve münhas›r ekonomik bölgenin aç›klanmas› suretiyle ayr›nt›l› biçimde düzenlendikten sonra
yar› mülkilik sisteminin dört ayr› bölümden oluflan ana hatlar› belirlenmifltir. Buna göre devletin kendisini korumas› amac› 10, 12/1, 13. maddelerde
ifade edildikten sonra, faile göre flahsilik 11. maddede, ma¤dura göre flahsilik 12/2. maddede, adalet ilkesi gere¤ince Türkiye’de kovuflturma yap›lmas›
durumu ise 12/3. maddede düzenlenmifltir. Eski Ceza Kanununa göre daha
ayr›nt›l› ve daha belirleyici olan bu hükümlerde faile göre flahsilik ve ma¤dura göre flahsilik yönünden kurallarda bir ayniyetin bulundu¤unu söylemek yanl›fl olmayacakt›r.
YTCK’n›n özellik tafl›yan düzenlemesi 18. maddede yer almaktad›r. Geri vermeye iliflkin bu maddede “vatandafl iade edilmez” kural›na önemli bir istisna getirildi¤i ve 18/2. madde ile Uluslararas› Ceza Divan›na taraf olman›n
gerektirdi¤i yükümlülüklerde vatandafl›n iade edilebilece¤i ortaya konulmaktad›r. Türkiye’nin Uluslararas› Ceza Divan›n›n kuruluflunu sa¤layan
Roma Antlaflmas›na henüz taraf olmad›¤›, bu Antlaflmay› henüz imzalamad›¤› an›msan›nca, böyle bir f›kran›n geçerlili¤ini ve anlam›n› anlayabilmek
gerçekten güçtür.
Geri verme ile ilgili koflullar›n, Kanunun 18/1- a-e ve 18/3 de ayr›nt›l› bir biçimde belirtildi¤i görülmektedir. “Yurtd›fl›nda ifllenen eylemin Türk Kanunlar›na göre suç olmamas›, bu eylemin düflünce suçu ya da siyasi ve askeri suç
niteli¤ini tafl›mas›, Türkiye’nin güvenli¤ine karfl› olmas›, Türkiye’nin yarg›lama yetkisine giren bir suç olmas› ve nihayet zaman afl›m›na veya affa u¤ram›fl bulunmas› durumlar›nda” geri vermenin mümkün olmayaca¤› aç›kland›ktan hemen sonra, 18/3. maddede baflka durumlar›n da geri vermeye
engel olaca¤› belirtilmektedir. Söz konusu f›krada “geri verme sonucu kiflinin iflkence veya kötü muameleye veya kovuflturulmaya veya cezaland›r›lmaya; ait oldu¤u ›rk›n, vatandafll›¤›n, dinin, sosyal bir gruba mensubiyetin
veya siyasal görüfllerinin neden olaca¤› yönündeki bir durumun geri vermeyi engelleyece¤i ifade edilmektedir. Kanunda yer alan bu haller, asl›nda geri verme talebine karfl› Türkiye’de yap›lacak geri verme yarg›lamas› ve idarî araflt›rmada dikkate al›nmas› gereken bir tak›m nedenleri oluflturmaktad›r. Yarg›n›n ve yürütmenin takdir hakk› içinde yer alan nedenlerin, kanuna bu flekilde konulmas› olumlu karfl›lanabilece¤i gibi s›n›rlama yaratmas›
yönünden olumsuz da nitelenebilir.
VI- Ceza Sorumlulu¤una ‹liflkin Kurallar
YTCK 20-34. maddeleri aras›nda sorumluluk bafll›¤› alt›nda kusurluluk, hukuka uygunluk sebepleri, isnat yetene¤ini etkileyen sebepler ve haks›z tahrik karmafl›k bir biçimde düzenlenmifltir.
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler
59
Kanunun 21. ve 22. maddelerinde kast ve taksire yer verilmifltir. Kast› tan›mlayan 21. madde, bunun “suçun kanuni tan›m›ndaki unsurlar›n bilerek ve istenerek gerçeklefltirilmesi” biçiminde belirtirken; klasik anlamdaki asli kast›
eksik ve hatal› bir biçimde düzenlemifltir. Kast failin, eylemi oluflturan hareket ve buna ba¤l› sonucu bilerek ve isteyerek gerçeklefltirmesidir. Dikkat edildi¤inde tan›mda hareket ve neticeden söz edilmeyip, suçun kanuni tan›m›ndaki unsurlara yer verilmektedir. Suçun kanuni tan›m›nda hareket ve neticenin d›fl›nda suçun konusu, yeri, ma¤dur, ma¤durun özellikleri, suç konusunun
de¤eri ve çeflitli a¤›rlaflt›r›c› ve hafifletici nedenler birlikte ya da bir kaç› itibariyle yer al›rlar; bu durumda kast›n bunlar›n hepsini içine al›p almayaca¤› sorunu ile karfl›lafl›labilecek ve çeflitli kuflkulu durumlar ortaya ç›kabilecektir.
YTCK’n›n en önemli özelliklerinden biri kast›n yan› s›ra olas› kast kavram›na yer vermesi, bunu düzenlemesi ve buna iliflkin ceza yapt›r›m›n› kasta
oranla daha hafif olarak öngörmesidir. Kanunda, 21/2. maddede olas› kast
tan›mlanmaktad›r. Buna göre, “kiflinin suçun kanuni tan›m›ndaki unsurlar›n gerçekleflebilece¤ini öngörmesine ra¤men fiili ifllemesi hali olas› kastt›r.”
21. maddede kast›n yan›nda olas› kast kavram›n›n belirtilmesinin ötesinde
22.madde de taksirin yan›nda bilinçli taksir tan›mlanmaktad›r. Buna göre
bilinçli taksir, kiflinin öngördü¤ü neticeyi istememesine karfl›n neticenin
meydana gelmesidir.
Böylece Türk Hukukunda ETCK’da var olan kast ve taksiri içeren kusur çeflitlerine iki kavram daha eklenmifl ve olas› kast ile bilinçli taksir halleri olarak bilinen eski kusurluluk çeflitlerinin yan›na yerlefltirilmifltir. Olas› kast
ile bilinçli taksirin birbirinden ayr›ld›¤› noktalar› kanunda yer alan tan›mdan ç›karabilmenin güçlü¤ü ve zorlu¤unun yan› s›ra Türk hukukunda kast
ile taksir aras›nda iki kavram›n daha yerlefltirilmesi uygulamada pek çok tereddütleri yarataca¤› gibi, cezalarda a¤›rlaflt›rmaya do¤ru giden bir sürecin
de gerçeklefltirilmesini sonuçlayacakt›r. Bunun yan› s›ra olas› kast› kabul ettikten sonra, kasta nispetle bunun cezas›n›n daha hafif olarak öngörülmesini anlayabilmek mümkün de¤ildir ve hukuken do¤ru da de¤ildir.
Bunun yan› s›ra Kanunun 23. maddesinde, netice sebebiyle a¤›rlaflm›fl suçtan söz edilmektedir ki, eskiden klasik ceza hukukunda objektif sorumluluk
hallerinin içerisinde say›lan bu durumu hareket yönünden taksire ba¤lamak
hem yeni bir fley de¤ildir, hem de sübjektif sorumlulu¤un temel al›nd›¤› yolundaki bir iddia hayli yapayd›r.
Taksiri düzenleyen 22. maddenin son f›kras›n›n Dönmezer taslaklar›ndan
bu yana getirilen yenili¤i korumas› yönünden olumlu oldu¤unu belirtmemiz
60
Bayraktar
gerekmektedir. Alman Ceza Hukukunda var olan bir kural›n yans›mas›n›
teflkil eden YTCK 26/6 da taksirli bir suç nedeniyle meydana gelen zararl›
sonuç failin kiflisel ve ailevi durumu bak›m›ndan bir cezan›n hükmedilmesini gereksiz k›lacak derecede ma¤dur olmas›na yol açacak nitelikteyse, faile
verilecek cezan›n indirilece¤i öngörülmektedir.
Kanunun sistemati¤i içerisinde ceza sorumlulu¤unun belirlendi¤i bir dönemde, bu sorumlulu¤u kald›ran veya azaltan nedenler bafll›¤› içerisinde
hukuka uygunluk sebeplerinin yer almas›d›r. Kanunun hükmünün yerine
getirilmesi, amirin emrinin ifa edilmesi, meflru savunma ya da zorunluluk
halleriyle hakk›n kullan›lmas›n›n sorumluluk ile ba¤lant›s›n› tespit etmek
bugünün hukuk anlay›fl›na uygun bir yaklafl›m de¤ildir.
Ayn› bölüm içersinde haks›z tahrik, hata ve cebir fliddetin yan yana konulmas› sistematik yönden yanl›flt›r.
fiu hususu eklemekte yarar vard›r ki, meflru savunma ve zorunluluk hallerinde, bir hakk›n korunmas› kavram› bu hukuka uygunluk sebeplerinin s›n›rlar›n› geniflletecektir. Bunun yan› s›ra, hakk›n kullan›lmas› ve ilgilinin r›zas› kavramlar›n›n Türk hukukuna yeni at›l›mlar getirece¤i de bir gerçektir.
Kanunda hatay› belirleyen birinci maddeyi anlayabilmek çok güçtür ve bu
durumun ETCK 52. maddesini karfl›lad›¤› gerçekten çok kuflkuludur. Önümüzdeki y›llarda Türk hukukunun bununla ilgili uygulamada nas›l bir çizgi
takip edece¤i de flimdiden saptanamayacak derecede kayg›land›r›c› özelliktedir.
YTCK 30/1 maddesi flöyledir: “fiilin icras› s›ras›nda suçun kanuni tan›m›ndaki maddi unsurlar› bilmeyen bir kimse kasten hareket etmifl olmaz. Bu
hata dolay›s›yla taksirli sorumluluk hali sakl›d›r.” Yukar›daki paragrafta belirtti¤imiz durumu dilerseniz soru olarak soral›m: fiah›sta hata halinde taksirli sorumluluk mu söz konusu olacakt›r? Kanun metni yanl›fll›klar yaratabilecek bir içeriktedir.
Aç›klanagelen bölüm; yafl küçüklü¤ü, ak›l hastal›¤›, sa¤›r dilsizlik ve geçici
nedenlerin isnat yetene¤ini etkilemesine iliflkin maddelerle devam etmektedir. Yafl küçüklü¤ünde sorumsuzluk yafl› 11’den 12’ye ç›kar›lm›fl (m.31), ak›l
hastal›¤›nda tam ve k›smî ak›l hastal›¤› yan›nda flimdiden belirli bir terimle ifade edilemeyecek bir grup daha yarat›lm›fl, sa¤›r dilsizlik yaln›z küçükler hakk›ndaki rejime ba¤lanm›flt›r. Bu maddelerdeki düzenlemelerin
ETCK’dan çok farkl› oldu¤unu söyleyebilmek pek yanl›fl olmayacakt›r. Yaln›z ilgili maddelerde s›k s›k güvenlik tedbirlerine yollama yap›lmaktad›r.
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler
61
VII- Teflebbüs, ‹fltirak, Suçlar›n ‹çtima›
1- YTCK, 35 ve 36. maddelerde eksik ve tam teflebbüs ay›r›m›n› kald›rmakta, etkin piflmanl›¤› belirsiz bir üslup içersinde gönüllü vazgeçme içersinde öngörmektedir. Bu saptamada eksik ve tam dereceleri kalkan teflebbüs durumunda yarg›ca cezaland›rma yönünden
hayli genifl bir yelpaze sunulmaktad›r. Bu yelpaze içerisinde cezalar›n hangi ölçütlerle kullan›laca¤›n› zaman içerisinde birlikte görece¤iz.
Etkin piflmanl›k ile gönüllü vazgeçmenin ayn› aç›dan ele al›nd›¤›n›
36. madde tam olarak göstermektedir.
2- ‹fltirak yönünden YTCK, de¤ifliklik görüntüsü alt›nda eski kanunu
tekrarlamaktad›r. Buna göre eski kanunda yer alan asli maddi faillik, suçu irtikap etmek, do¤rudan do¤ruya beraber ifllemek kavramlar› faillik içerisinde belirtilmekte, azmettirmeye özel bir yer verilmekte, yard›m etmede ise eski bildi¤imiz feri ifltirak çeflitleri tekrarlanmaktad›r.
Azmettirmeye iliflkin 38/2 maddede üst soy ve alt soy iliflkisi ve çocuklar›n suça yöneltilmesi, cezalar›n a¤›rlaflt›r›lmas› nedeni olarak
kabul edilmektedir.
Kanunun 40. maddesinde eski kanunda yer almayan bir kurala yer
verilmifltir. Buna göre, bir suça ifltirakin söz konusu olabilmesi için
kasten ve hukuka ayk›r› hareket edilmesi gerekmektedir. Bu kural›n sonucunda, taksirli suçlarda ve kusurlu olunmayan suçlarda, ifltirakin uygulanamayaca¤› sonucu ç›kmaktad›r.
Özgü suçlarda, failin, ancak, suça iliflkin s›fat› haiz olan kiflinin olabilece¤i belirtildikten sonra di¤er kifliler, ifltirak ettiklerinde, bunlar
hakk›nda azmettirme ya da yard›m etmeye iliflkin hükümlerin uygulanaca¤› belirtilmektedir.
‹fltirak bölümünün sonunda 41. maddede gönüllü vazgeçmenin suç
ortaklar›na uygulan›p uygulanmayaca¤› sorunu üzerinde durulmaktad›r. Kanun koyucu, bu sorunu, ceza siyaseti görüflü ile çözmüfl ve gönüllü vazgeçmeye iliflkin ceza verilmemesi yönündeki kuraldan di¤er faillerin yararlanmayaca¤› ilkesini getirmifltir.
3- Suçlar›n içtima›nda, bileflik suç, zincirleme ve fikri içtimaya yer ve-
Bayraktar
62
rilmifltir. Bileflik suçta, tan›m verilmekle yetinilmifl, zincirleme suçta ise farkl› yaklafl›m yer alm›flt›r. Zincirleme suçta, ma¤durun ayn› kifli olmas› gereklili¤i ve bu halin belirli suçlarda (kasten öldürme, kasten yaralama, iflkence ve ya¤ma) uygulanmamas› kanunun
farkl›l›¤›n› ortaya koymaktad›r.
VIII- Cezalar
Yeni Ceza Kanunu yapt›r›m olarak hapis ve adli para cezas›n› öngörmektedir. Eski kanunda yer alan cezalar yelpazesi art›k tarihe kar›flm›flt›r. A¤›r
hapis, hafif hapis, a¤›r para cezas›, hafif para cezas› gibi dereceli yapt›r›mlar geride kalm›flt›r.
1- Cezalar›n ikili ay›r›m›nda yer alan hapis cezas›, a¤›rlaflt›r›lm›fl müebbet hapis cezas›, müebbet hapis cezas› ve süreli hapis cezas› olarak üçe ayr›lmaktad›r. A¤›rlaflt›r›lm›fl müebbet hapis ile müebbet
hapis süre yönünden, hayat boyu itibariyle, birbirlerine benzemekte iseler de, a¤›rlaflt›r›lm›fl müebbet hapis s›k› güvenlik rejimine tabi olmakla di¤erinden ayr›lmaktad›r.
Süreli hapis ise bir y›l ve daha k›sa süreli olanlar için k›sa süreli hapis cezas› ve bir y›ldan yirmi y›la uzanan uzun süreli hapis cezas›
fleklinde iki çeflittir.
Kanunun 50. maddesi, Cezalar›n ‹nfaz› Hakk›ndaki Kanunun 4.
maddesinin bir benzeridir. K›sa süreli hürriyeti ba¤lay›c› cezalar
yerine uygulanabilecek seçenek yapt›r›mlar›n belirlendi¤i maddede,
adli para cezas›, iade ya da tazmin veya önceki hale getirme, e¤itim
kurumuna devam, belirli bir yere gitmekten ya da belirli bir etkinli¤i veya mesle¤i yapmaktan yasaklama, kamuya yararl› bir iflte çal›flt›rma, bu yapt›r›mlar› oluflturmaktad›r.
Ayn› madde içinde, otuz gün ve daha az hapis cezas›nda, önceden
hapis cezas›na mahkum olmama koflulu ile veya on sekiz yafl›n› doldurmam›fl küçükler ya da atm›fl befl yafl›ndan büyükler için bir y›l
süreli hapis cezas›nda bile bu gibi tedbire çevirebilme durumunun
bir zorunluluk biçiminde kabul edildi¤i saptanmaktad›r.
T›pk› 647 Say›l› C‹HK. 4. maddesi gibi, taksirli suçlardaki mahkumiyetin bir y›ldan fazla olmas› durumunda dahi seçenek yapt›r›mlar›n uygulanabilece¤i, bilinçli taksir d›fl›nda, kabul edilmifltir.
Hapis cezas› ile adli para cezas›n›n öngörüldü¤ü suçlarda, yarg›c›n
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler
63
hapis cezas›n› uygulad›¤› durumda, art›k seçenek yapt›r›ma gidemeyece¤i; seçenek yapt›r›m›n gere¤inin mahkum taraf›ndan yerine
getirilmemesi durumunda hapis cezas›n›n infaz›na geçilece¤i biçimindeki düzenlemeler ileride tart›flma yaratacak niteliktedir.
2- Kanunda öngörülen para cezas› adli para cezas› olarak adland›r›lm›flt›r. ‹skandinav ülkelerinde uygulanm›fl gün para cezas›’n›n bir
yans›mas› olarak bu ceza, Kanunda yer alm›flt›r.
Ceza, önce, gün olarak saptanacakt›r. Süre, Kanunun 52/1. maddesinde befl günden yedi yüz otuz güne kadar biçiminde öngörülmüfltür. Miktar ise gün bafl›na yirmi liradan yüz liraya kadard›r. Cezan›n miktar› “kiflinin ekonomik durumu ile flahsi halleri” dikkate al›narak saptanacakt›r. (m. 52/2) Cezan›n, fiilin a¤›rl›¤›, ifllenifl biçiminin d›fl›nda kiflinin iktisadi ve sosyal durumuna göre saptanaca¤›
biçimindeki belirlemenin, eflitli¤e uygun olmad›¤›n› belirtmek gerekmektedir.
3- Cezalarla ilgili bölümde, kanun koyucunun “erteleme”yi düzenledi¤i görülmektedir. Ertelemenin mümkün olabilmesi için, mahkumiyet süresinin en fazla iki y›l olmas› gerekmektedir. Mahkumun on
sekiz yafl›ndan küçük ya da atm›fl befl yafl›ndan büyük olmas› durumunda bu süre üç y›ld›r.
Erteleme için di¤er bir koflul da daha önce kastî bir suçtan dolay› üç
aydan fazla hapis cezas› ile cezaland›r›lmam›fl olmas› ve kiflinin
duydu¤u piflmanl›k nedeniyle tekrar suç ifllemeyece¤i konusunda
mahkemede bir kanaatin uyanm›fl olmas›d›r.
Erteleme ile önemli bir yenilik getirilmektedir: Denetim alt›nda bulunma. Denetim bir y›ldan az ve üç y›ldan fazla olmayacak ve cezas› ertelenen kifliye rehberlik edecek bir uzman atanabilecektir. Hükümlüye rehber olan uzman, onu sürekli olarak izler, ö¤üt ve önerilerde bulunur, e¤itim görülen kurumdan bilgi al›r ve üçer ayl›k raporlarla durumu yarg›ca bildirir. Denetim süresi içinde hükümlünün e¤itim ve savunma sorununun çözümü için, ilgili kurumlarda
devama ya da kalma¤a karar verebilir.
IX- Güvenlik Tedbirleri
Yeni Ceza Kanununun önemli özelliklerinden biri de, genifl bir bölümü
(m.53-60) Güvenlik Tedbirlerine ay›rm›fl olmas›d›r. “Belli haklar› kullan-
64
Bayraktar
maktan yoksun b›rak›lma, eflya müsaderesi, kazanç müsaderesi, çocuklara
özgü güvenlik tedbiri, ak›l hastalar› için güvenlik tedbiri, s›n›r d›fl› edilme,
tüzel kiflilerle ilgili güvenlik tedbiri” bu bölüm içinde yer alan kavramlar›
oluflturmaktad›r.
1- Güvenlik tedbiri kavram›, suçlunun tehlikelilik hali ile yak›ndan ilgilidir ve suçlunun iyilefltirilmesini, topluma yeniden kazand›r›lmas›n› amaçlamaktad›r. Yeni kanunda öngörülen baz› tedbirler bu
özellikte de¤ildir. Eski Ceza Kanununda, “mahkumiyetin kanuni
sonucu” veya “fer’i ceza” olarak öngörülmüfl baz› yapt›r›mlar›n, bu
defa, yeni kanunda güvenlik tedbiri olarak düzenlenmesi gibi bir
yanl›fll›kla karfl›lafl›lmaktad›r. Bizce 53. maddedeki düzenleme bu
özelli¤e sahip bulunmaktad›r. Kamu hizmetinden yasakl›l›k, velayet ve vesayet hakk›ndan yoksunluk, tüzel kifli yöneticisi olamama,
meslek ve sanat›n yerine getirilememesi gibi k›s›tl›l›klar›n güvenlik
tedbiri olarak düflünülmesi hatal›d›r.
2- Eflya müsaderesi ile ilgili hüküm, Eski Kanunun 36. maddesinin
daha ayr›nt›l› biçimde düzenleniflini ortaya koymaktad›r.
Buna karfl›l›k kazanç müsaderesi yeni kavramd›r ve “karaparan›n
aklanmas›”’n›n kanuna yans›mas›n› oluflturmaktad›r. Kazanç müsaderesi, suçun ifllenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluflturan ya da suçun ifllenmesi için sa¤lanan maddi menfaatler ile
bunlar›n de¤ifltirilmesi ya da de¤erlendirilmesi ile ortaya ç›kan ekonomik kazançlar›n müsaderesi bu yeni kavram ile olanakl› duruma
gelmektedir.
3- Çocuklara özgü tedbirler konusunda kanun, özel bir kanuna yollamada bulunmakla yetinmifltir.
4- Ak›l hastalar›na özgü güvenlik tedbirleri, tedavi edici, iyilefltirici,
bir sa¤l›k kurumuna yat›r›lmay› öngören tedbirlerdir ve Eski Ceza
Kanunu hükümlerini tekrarlay›c› niteliktedir. Önceki Ceza Kanununda yer alan “t›bben salâh bulma”n›n yerini, “toplum aç›s›ndan
tehlikelili¤in ortadan kalkmas›” gibi bir kavram alm›flt›r.
5- Tüzel kiflilerle ilgili güvenlik tedbirleri de önem tafl›y›c› bir özelli¤e
sahiptir. Tüzel kifliler için öngörülen iznin iptalinin, güvenlik tedbiri olarak kabul edilebilmesi çok zordur.
6- Tekerrür, yeni Ceza Kanununda, ceza miktar›n› artt›ran bir hal de-
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler
65
¤il, koflullu sal›verme ve denetimli serbestli¤i etkileyen ve özel bir
infaz rejimini gerekli k›lan bir müessese fleklinde öngörülmüfltür.
Tekerrür’e iliflkin hükümlerin uygulanabilmesi için, önceki mahkumiyetten sonra üç ya da befl y›l içinde yeni bir suç ifllenmesi aranmaktad›r.
X- Cezalar›n Tayini
1- Cezan›n tayini ile ilgili 61. maddede genifl bir düzenlemenin bulundu¤u görülmektedir. Maddenin ilk f›kras›nda, yarg›c›n ceza tayin ederken, ne gibi unsurlar› göz önünde tutaca¤› belirtilmektedir. Suçun ifllenifl biçimi, kullan›lan araç, kusurun a¤›rl›¤›, amaç,
saik ve suçun ifllendi¤i zaman ve yer, suç konusunun de¤eri, meydana gelen zarar ve tehlikenin a¤›rl›¤› bu unsurlar içinde say›lmaktad›r.
Suçun olas› kast ya da bilinçli taksirle ifllenmifl olmas› durumunda
sadece suçun ifllenifl biçimi üzerinde durulaca¤› ifade edilmektedir.
Böylece, iki kusurluluk biçiminin tespitinde sadece fiilden hareket
edilerek saptanmas› gereklili¤i ortaya konulmaktad›r ki, bu yaklafl›m son derece hatal› ve tehlikelidir; çünkü bu belirleme, yarg›c› ileride, objektif sorumluluk anlay›fl›na götürebilece¤i gibi, kusurlulu¤u ortaya koyabilecek di¤er bütün unsurlar›n dikkate al›nmamas›n› da sonuçlayabilecektir.
Önceki Ceza Kanununun 29 ve 30. maddelerinden kuvvetle etkilenmifl olan bu maddede, cezalar›n miktar›n›n saptanmas›nda önce a¤›rlaflt›r›c› ve sonra hafifletici sebeplerin uygulanmas› gereklili¤i belirtildikten sonra özellikli durumlar›n s›ralanmas› yap›lmaktad›r. Buna göre, teflebbüs, ifltirak, zincirleme suç, haks›z tahrik, yafl küçüklü¤ü, ak›l hastal›¤›, hafifletici flahsi haller ve takdiri hafifletici sebepler bir s›ra dahilinde uygulanacakt›r. A¤›rlat›c›
ve hafifletici hallerin karmafl›k bir flekilde kabulünü anlayabilmek
çok güçtür.
2- Eski TCK. 59 maddenin yerini 62. madde alm›flt›r. Maddede öngörülen indirim, önceki kanuna göre k›smen failin daha lehinedir.
Maddenin ikinci f›kras›nda, baz› nedenler örnek olarak gösterilmifltir.
3- Tutukluluk süresinin indirilmesi, geniflletilerek ve zaman k›s›tlamas› da kald›r›larak 63. maddede düzenlenmifltir.
Bayraktar
66
XI- Dava ve Cezan›n Düflürülmesi
San›¤›n ölümü, af, dava ve ceza zamanafl›m›, flikayet ve uzlaflma, bu bafll›k
alt›nda düzenlenmifltir.
1- Ölüm ile kamu davas›n›n ortadan kald›r›laca¤› belirtilmekle birlikte, müsadere ve maddi menfaatlerle ilgili yarg›laman›n devam edece¤i 64/1. maddede, önceki kanunun 96. maddesinden farkl› biçimde ortaya konulmaktad›r.
2- Özel ve genel af 65. maddede düzenlenmifltir. Maddenin son f›kras›nda yer alan, özel aff›n hak yoksunluklar›n› kald›rmayaca¤›n› belirleyen f›kra ile önceki kanunun 98/son cümlenin karfl›laflt›r›lmas›,
ilerde, kanunlar çat›flmas›n›n oluflabilece¤ini göstermektedir.
3- Dava zamanafl›m›na iliflkin kurallarda, zamanafl›m› sürelerinin önceki kanuna göre daha uzat›ld›¤› görülmektedir. Ancak uzat›lm›fl bu
sürelerin çocuklar için yar› ve üçte iki oran›nda indirildi¤i de saptanabilmektedir.
Zamanafl›m› süresinin saptanmas›nda suça iliflkin cezan›n üst s›n›r›n›n göz önünde tutulaca¤› belirtilmekle birlikte, a¤›rlaflt›r›c› nedenlerin varolmas›nda bunlar›n da dikkate al›naca¤› kaydedilmektedir. Böylece suça iliflkin cezan›n miktar›n›n belirlenmesinde, soyut ve somut ölçütler birlikte kullan›lmakla fail için hayli a¤›r bir
durum oluflturulmaktad›r.
Zamanafl›m›n›n durmas› ve kesilmesinde, ayn› a¤›r durumu izlemek olana¤› bulunmaktad›r. Durma ve kesilme konusundaki nedenlerin fazlalaflt›r›lmas› bu durumu yaratmaktad›r.
4- Ceza zamanafl›m›nda da ayn› özelli¤i saptamak olana¤› bulunmaktad›r. Zamanafl›m› sürelerinin uzat›lmas›, müsaderede de ayn› durumun görülmesi, kesilme sebeplerinin alan›n›n geniflletilmesi bu
durumu oluflturmaktad›r.
5- Davan›n düflürülmesi nedenleri aras›nda belirtilen flikayetten vazgeçme ve uzlaflman›n yer ald›¤› 73. maddede ilk üç maddede flikayet ayr›nt›l› olarak düzenlenmifltir. Madde metninde flikayet ve vazgeçme, önceki ceza kanununun 99 ve 108. maddelerinin esaslar›na
uygun biçimde ele al›nm›flt›r.
Ceza Hukukundaki Son Geliflmeler
67
6- Maddenin son f›kras›nda yer alan uzlaflma, Türk Ceza Uygulamas›n› de¤ifltirebilecek özelliklere sahiptir. Bu nedenle Ceza Muhakemesi Kanununun 253-255 maddelerinde daha ayr›nt›l› bir biçimde ele
al›nm›flt›r. Her iki kanundaki düzenlemeye göre, fail suçu ve suç ile
ortaya ç›kan zarar› ödeyece¤ini ya da ortadan kald›raca¤›n› belirtti¤inde ve bu durum ma¤dur taraf›ndan kabul edildi¤inde, kovuflturmaya yer olmad›¤› ya da davan›n düflürülmesi karar› verilecektir.
7- Ön ödemeye iliflkin düzenlemede, önceki kanunun 119. maddesine,
genel hatlar› itibariyle uyuldu¤u görülmektedir.
Sonuç
Yeni Türk Ceza Kanunu ile ülkemiz önemli bir yarg› ve yasama dönemine girecektir. Bu Kanun genel olarak, suç iflleyen kifliye a¤›r yapt›r›mlarla ve buna iliflkin mahkumiyetlere de a¤›r bir infaz rejimi ile yaklaflmaktad›r. Kanundaki cezalar ve düflme nedenlerinde bu husus saptanabilmektedir.
Kusurluluk, sorumluluk, suçlar›n birleflmesi, ifltirak, erteleme gibi kurumlar büyük tart›flmalar› ve görüfl ayr›l›klar›n› yaratabilecek özelliktedir.
Yeni bir kanun ile yarat›lmak istenen olumlu beklentiler konusunda fazla
iyimserli¤e kap›lmamak, yanl›fl bir tutum olmayacakt›r.
LE CONSTITUT1ONNALISME EUROPÉEN et
LA DEFENSE DE LA DEMOCRATIE1
Reflexions à partir de deux arrêts récents de la
Cour européenne des droits de l’homme
Prof. Dr. Alain BOCKEL*
Le droit constitutionnel n’était pas, pendant longtemps, une véritable
discipline juridique, c’est-à-dire un corps de règles obligatoires et
sanctionnées par les juridictions. Cette discipline relevait plutôt de la science
politique dans ses dispositions relatives à l’aménagement du pouvoir
politique, et de la philosophie politique en ce qu’elle énonçait principes et
valeurs auxquels l’Etat se proclamait attaché. Tout au plus ces principes,
comme ceux figurant dans la Déclaration des droits de l’homme et du citoyen
de 1789 ou dans les Préambules des constitutions, se voyaient-ils érigés au
rang de principes généraux du droit, par le Conseil d’Etat français par
exemple, rang modeste de niveau infra-législatif. La situation est demeurée
telle en France jusque dans les années 70.
Les choses ont commencé à se modifier en Allemagne après la
seconde guerre mondiale, à la sortie du cauchemar nazi. Comment la
democratie n’a-t-elle pu se défendre contre la montée légale de ce parti?
Question d’autant plus pressante qu’un autre totalitarisme se profilait à
l’est. “II faut défendre la démocratie contre elle même” dira F. A. Hayek. Ce
que l’on s’efforça de faire lors de la fondation du nouvel Etat démocratique
allemand en 1949. Et on le fit dans la Constitution, où l’on prit soin d’énoncer
de façon solennelle les principes démocratiques, mais aussi les droits de
l’homme et les libertés fondamentales, les “droits civils et politiques” en
d’autres termes. Ces “Droits fondamentaux” figurent en tête de la loi
fondamentale, dont ils constituent les articles l à 19. La novation est double.
Ces énoncés, figurant dans le texte même de la constitution, acquièrent une
*
Professeur en droit constitutionnel à la Faculté de Droit de l’Université Galatasaray.
1
Cette etude prolonge la réflexion entamée dans l’étude sur “le constitutionnalisme européen”
parue dans Y›ld›zhan Yayla’ya Arma¤an, p. 189
70
Bockel
valeur juridique suprême, et s’imposent à toutes les autorites de l’Etat, y
compris le Parlement. De plus ces normes sont désormais sanctionnées, un
systeme spécial étant mis en place avec le tribunal constitutionnel fédéral.
Mais cela ne suffisait pas. Ce dispositif est destiné à interdire à une majorité
liberticide arrivée au pouvoir de porter atteinte aux libertés, ou à tout le
moins de prévenir les tentations autoritaires d’une majorité. II paraissait au
moins aussi important d’êmpecher ces majorités liberticides de parvenir au
pouvoir. D’où une deuxième ligne de défense pour protéger la démocratie
contre ses ennemis. Elle est constituée du mécanisme de la “Déchéance des
droits fondamentaux” organisé par l’article 18 de la loi fondamentale, qui
peut être prononcée par le tribunal constitutionnel contre quiconque
mesuserait d’une liberté pour “lutter contre la démocratie et la liberté”. A
celà s’ajoute la possibilité pour ce tribunal de prononcer la dissolution des
partis politiques anticonstitutionnels (art. 21/2). Le droit est ainsi mis à la
disposition de la démocratie, la démocratie devient “militante”. Dès lors, le
droit constitutionnel devient une véritable discipline juridique, le
phénomène du constitutionnalisme est ainsi neé.
Lorsque I’Europe a entrepris de se doter d’institutions communes,
elle s’est inspirée de cette démarche constitutionnaliste. Ce caractère
se retrouve dans le projet de “Constitution européenne” adopté par le Traité
de Rome d’octobre 2004. Mais ce n’est là que l’aboutissement d’un
mouvement beaucoup plus ancien, amorcé avec la création du Conseil de
l’Europe en 1949 qui fut la première institution régionale de nature politique
mise en place en Europe. Sa première réalisation fut l’adoption de ›a
Convention européenne des droîts de l’homme (CEDH) en 1950, à laquelle
adhérent aujourd’hui 46 Etats. On y retrouve également les mêmes éléments
que ceux qui f›gurent dans la constitution allemande comme on le verra. Le
phénomène du constitutionnalisme atteint désormais le niveau européen.
C’est là le sujet de cette conférence. Quel est le contenu, quelle est la portée
au niveau européen de ce mouvement constitutionnaliste?
Le contenu du constitutionnalisme européen
On y retrouve les deux séries de règles que nous avons vu apparaitre dans la
co›nstitution allemande.
C’est d’abord un énoncé des droits civils et politiques, ou des droits
de l’homme et du citoyen. Des droits reconnus au prof›t des individus par
la CEDH, et imposés aux Etats qui s’engagent à les respecter. Les droits
civils, ou droits de l’homme sont connus. Leur énoncé figure dans cette
Le Constitutionnalisme européen et la defense de la democratie
71
convention, que la jurisprudence de la Cour européenne des droits de
l’homme a largement interprété, on ne les reprendra pas ici. Les droits
politiques, ou droits du citoyen, sont moins connus, car ils ne sont pas
exposés en tant que tels dans la CEDH, à l’exception du droit à des élections
libres et démocratiques affirmé dans le protocole no 1/3, auquel là-aussi la
Cour de Strasbourg donnera une grande ampleur comme le montre encore
l’exemple récent de l’affaire Aziz contre Chypre, jugée le 22 juin 2004: la Cour
y reconnait en effet le droit pour un chypriote turc residant dans la partie
grecque de l’île de participer aux élections législatives destinées à élire le
parlement de la République chypriote; cette décision oblige les autorités
chypriotes à modif›er leur constitution qui organise les élections sur une
base communautariste, privant ainsi de fait les ressortissants non grecs de
leur droit de vote. La Cour européenne (CourEDH) va trouver dans le
principe démocratique, qui constitue selon le préambule de la Charte un de
ses fondements (“le respect des droits de l’homme repose sur l’existence d’un
régime réellement démocratique”), le levier d’une riche et abondante
jurisprudence imposant le respect de ce principe aux Etats adhérents. Le
passage suivant de la décision rendue le 2 octobre 2001 par la CourEDH
dans l’affaire Stankov et autres contre Bulgarie l’illustrera beaucoup mieux
que de longues explications: « la Cour réitére que le fait qu’un groupe de
personnes appelle à l’autonomie ou même demande la sécession d’une partie
du territoire d’un pay s — exigeant par là des modifications constitutionnelles
et territoriales fondamentales - ne justifie pas nécessairement l’interdiction de
leurs rassemblements. Exiger des changements territoriaux dans des discours
et manifestations ne s ’analyse pas automatiquement en une menace pour
l’intégrité territoriale et la sécurité nationale du pays.
La liberté de réunion et le droit d’exprimer ses vues à travers cette liberté font
partie des valeurs fondamentales d’une société démocratique. L’essence de la
démocratie tient à sa capacité à résoudre des problèmes par un débat ouvert.
Des mesures radicales de nature préventive visant à supprimer la liberté de
réunion et d’expression en dehors des cas d’incitation à la violence ou de rejet des principes démocratiques — aussi choquants et inacceptables que
peuvent sembler certains points de vue ou termes ››tilisés aux yeux des
a››torités, et aussi illégitimes les exigences en question puissent-elles être —
desservent la démocratie, voire, souvent, la mettent en péril.
Dans une société démocratique fondée sur la préeminence du droit, les idées
politiques qui contestent l’ordre établi et dont la réalisation est défendue par
des moyens pacifiques doivent se voir offrir une possibilité convenable de
s’exprimer à travers l ’exercice de la liberté de réunion ainsi que par d’autres
moyens légaux. » La démocratie est ainsi invoquée pour fonder l’existence et
l’étendue des principales libertés qui ont un contenu ou une implication
72
Bockel
démocratiques (pensée, expression, enseignement, association, réunion,
partis politiques, etc.).
Ce premier type de régles imposent des obligations importantes aux Etats,
et souvent aux niveaux les plus élevés: La constitution elle-même peut être
concernée, ou les cours constitutionnelles comme dans les affaires de
dissolution de partis politiques, comme aussi bien le Parlement. Leur
violation sera sanctionnée par la CourEDH, dont I’exécution des décisions
exigera la modification de lois, voire de la constitution elle-même, comme ce
fut le cas pour la Turquie notamment. C’est donc un véritable droit
constitutionnel européen qui est ainsi créé et imposé. II fait enrager les
«souverainistes» qui ne supportent pas des immixtions extérieures dans la
définition des principes fondamentaux de l’Etat, et dénoncent là des
décisions «politiques». Plus fondamentalement, beaucoup ont l’impression
que cette soumission de l’Etat aux principes européens laisse ces Etats sans
défense contre leurs ennemis. Mais c’est oublier que le droit constitutionnel
européen comporte également un deuxiéme type de règles.
Ce sont les règles destinées à la défense de la démocratie. La CEDH
prend soin de les prévoir également: c’est ainsi le droit pour les Etats de
réglementer les libertés, c’est-à-dire de les limiter, affirmé dans les alinéas 2
des articles 8 à 11. afin de protéger les autres droits ou les droits d’autrui
comme de permettre aux Etats d’assurer ses missions d’intérêt général. C’est
aussi le droit pour I’Etat de déroger à ses obligations en cas de péril (article
15), et surtout le droit pour l’Etat de se protéger contre les ennemis de la
démocratie affirmée par l’article 17 sur la déchéance des droits: la
Convention ne protége plus ceux qui abusent de leurs droits en vue de
détruire libertés et démocratie. « Pas de libertés pour les ennemis de la
liberté » selon la formule célèbre. Je voudrais insister sur ce deuxième type
de règles, plus mal connues. Prenons deux exemples, qui en montreront les
implications concrètes pour la Turquie.
Le premier est tiré de l’affaire Refah Partisi contre Turquie jugée par la
grande chambre le 13 février 2003. Arrêt important, car il intervient aprés
une longue série de décisions affirmant le principe de la liberté des partis
politiques en déclarant que les dissolutions prononcées par la Cour
Constitutionnelle de la Turquie étaient des violations de la CEDH. Pour la
première fois la Cour reconnaît le bien fondé d’une dissolution: « la Cour
constate que les actes et les discours des membres et dirigeants du Refah (...)
révélaient le projet politique à long terme du Refah visant à instaurer un
régime fondé sur la charia dans le cadre d’un système multijuridique, et que
le Refah n’excluait pas le recours à la force afin de réaliser son dessein et de
Le Constitutionnalisme européen et la defense de la democratie
73
maintenir en place le système qu ’il prévoyait. Considérant que ces projets
étaient en contradiction avec la conception de la « société démocratique » et
que les chances réelles qu ’avait le Refah de les mettre en application
donnaient un caractère plus tangible et plus immédiat au danger pour la
démocratie (...). En d’autres termes, le parti Refah présentait bien un
danger pour la démocratie, imminent et tangible, et par suite les autorités
turques étaient en droit de se protéger en prononçant sa dissolution. S’il est
permis de ne pas partager l’appréciation des faits à laquelle s’est livrée la
CourEDH, l’argumentation juridique est claire et importante: la liberté des
partis politiques est réaffirmée, elle est grande, mais s’arrête lorsqu’elle est
utilisée pour représenter une menace pour la démocratie, comme le
souligne bien le passage suivant (no 98): « La Cour estime qu ’un parti
politique peut promouvoir un changement de la législation ou des structures
légales ou constitutionnelles de l’Etat à deux conditions: 1. les moyens
utilisés à cet effet doivent étre légaux et démocratiques; 2. le changement
proposé doit lui-même étre compatible avec les principes démocratiques
fondamentaux. II en découle nécessairement qu’un parti politique dont les
responsables incitent à recourir à la violence ou proposent un projet
politique qui ne respecte pas la démocratie ou qui vise la destruction de celleci ainsi que la méconnaissance des droits et libertés qu’elle reconnaît, ne
peut se prévaloir de la protection de la Convention contre les sanctions
infligées pour ces motifs ». La démocratie a le droit de se défendre contre les
mouvements totalitaires, mais aussi contre les mouvements
fondamentalistes.
Le second exemple est donné par Paffaire Leyla fiahin contre Turquie jugée
le 20 juin 2004, née d’une circulaire du recteur de l’université d’Istanbul
interdisant l’accés aux éxamens aux etudiantes se couvrant la tête ainsi
qu’aux étudiants barbus. La liberté de manifester sa religion était en cause.
Pour admettre le bien-fondé de cette circulaire, la CourEDH développa
plusieurs arguments (le respect de l’ordre public, la protection des libertés
d’autrui), mais reconnut également que le port du voile pouvait être utilisé
par les mouvements fondamentalistes comme une arme politique contre la
laïcité. Car, affirme la Cour «Il existe en Turquie des mouvements politiques
extrémistes qui s’efforcent d’imposer à la société toute entière leurs symboles
religieux et leur conception de la société, fondée sur des règles religieuses ».
Ces mouvements constituent une menace pour la laïcité, et poursuit la Cour,
« la sauvegarde de ce principe (de la laicité) peut être considérée comme
nécessaire à la protection du système democratique en Turquie ». Le
raisonnement est donc le même que dans l’affaire précédente: la défense de
la democratie peut justifier la restriction des libertés, et cette defense, en
Turquie du moins, passe par le respect du principe de la laïcité.
74
Bockel
L’apport du droit constitutionnel européen à la défense de la
démocratie
Ces deux exemples peuvent être restitués dans une jurisprudence plus vaste
portant sur le même thème delicat de la limitation des libertés au nom des
intérêts supérieurs de l’Etat. C’est cette jurisprudence qui reconnaît par
exemple fondées la disposition constitutionnelle hongroise qui restreint la
liberté politique des militaires, policiers et membres des services de sécurité
(20 mai 1999 Rekvényi), ou la loi anglaise équivalente concernant les hauts
fonctionnaires locaux (2 septembre 1998 Ahmet), c’est elle qui admet une
limitation de la liberté d’expression lorsque celle-ci constitue un appui à un
mouvement terroriste (25 novembre 1997 Mehdi Zana ), sur la base d’un
« droit légitime de la société démocratique à se protéger contre les
agissements d’une organisation terroriste », ou est utilisée pour faire
l’apologie du nazisme, la promotion de la discrimination raciale ou répandre
des propositions negationistes ( 1999, Garaudy contre France ), etc.
Nos exemples confirment, mais aussi précisent cette jurisprudence. Celle-ci
prend en considération les préoccupations des Etats concernés, et les
circonstances qui ont motivé les mesures restrictives qui ont été prises. Ainsi
la CourEDH tient compte des situations particulières dans lesquelles se
trouvent les Etats, et spécialement de l’expérience historique qui a pu être la
leur: le cauchemar du nazisme peut ainsi justifier certaines mesures
restrictives dans la fonction publique ( 26 septembre 1995 Vogt contre
Allemagne, voir par. 59 ), de même que l’expérience communiste douloureuse
en Hongrie (affaire Rekvényi précitée) ou le passé relativement proche du
régime théocratique en Turquie (affaire du Refah partisi ). Dans tous ces cas
le Haut tribunal de Strasbourg affirme qu’elle se doit de tenir compte de la
volonté des Etats « d’instaurer une démocratie apte à se défendre » (Vogt
précité). Il accorde à ces Etats une marge d’appréciation quant aux mesures
à prendre, car, dit-il, ces Etats « sont les mieux à même de juger de l’
’importance de la menace, de la réalité du danger ». La Cour admet même,
comme dans l’affaire du Refah partisi, que l’Etat puisse agir préventivement,
avant que la menace ne se concrétise: « Un Etat doit pouvoir
raisonnablement empécher la réalisation d’un projet politique incompatible
avec les normes de la Convention, avant qu ’il ne soit mis en pratique par des
actes concrets risquant de compromettre la paix civile et le régime
démocratique dans le pays » (affaire Refah partisi no 102).
Mais ce n’est pas un blanc seing qui est ainsi accordé aux Etats,
naturellement. Un « contrôle européen rigoureux », selon l’expression
consacrée, doit être exercé sur les mesures prises, car il s’agit de « concilier
les impératifs de la défense de la société démocratique et ceux de la
Le Constitutionnalisme européen et la defense de la democratie
75
sauvegarde des droits individuels ». Ce contrôle porte en particulier sur deux
points: Sur les motifs de la mesure restrictive tout d’abord. Ceux-ci doivent
être « pertinents et suffisants »: autrement dit, des motifs sérieux, c’est-àdire l’existence d’une menace sérieuse et réelle pour la démocratie doit
exister, qui entraine un besoin social impérieux d’intervenir. Le contrôle
porte aussi sur le contenu de la mesure restrictive, qui doit être
proportionnée à la gravité de la menace, limitée à ce qui est nécessaire, et ne
pas conduire à supprimer totalement la liberté en cause. Ce contrôle sera
d’ailleurs gradué en fonction de la nature du droit individuel en cause, plus
strict lorsque le droit est fondamental comme la liberté individuelle ou une
liberté démocratique comme la liberté d’expression; il pourra être plus léger
lorsque seul un aspect considéré comme non essentiel de la liberté est
concerné: ainsi se comprend sans doute le raisonnement du juge européen
dans l’affaire Leyla fiahin. considérant qu’à son sens ce n’était qu’un aspect
secondaire de la liberté religieuse qui était atteint par l’interdiction du port
du voile dans les salles de cours de l ’université («L’article 9 ne protège
toutefois pas n’importe quel acte motivé ou inspiré par une religion ou une
conviction et ne garantit pas toujours le droit de se comporter dans le
domaine public d’une maniére dictée par une conviction», arrêt cité Leyla
fiahin no 66).
Au total, selon cette jurisprudence, l’Etat doit être armé pour défendre la
démocratie, mais il «ne doit pas détruire la démocratie au motif de la
défendre».
AVRUPA ‹NSAN HAKLARI MAHKEMES‹
KARARLARININ, KAMU HUKUKU ALANINDA
‹Ç HUKUK DÜZEN‹M‹ZE ETK‹LER‹*
Prof. Dr. Celal ERKUT**
Ulusal üstü orijinli hukuksal düzenlemeler son dönemlerde ‹dare Hukukunun kaynaklar› aras›nda hiç de küçümsenmeyecek ölçüde önemli bir yer
edinmifltir. Öyle ki, Frans›z hukuk düzeninde uluslararas› normlar, iç hukuk
düzenlemeleri toplam›n›n %17’sini oluflturmaktad›r1.
Gerek Frans›z ve gerek Türk anayasa hukuku sistemlerinde, usulüne uygun olarak yürürlü¤e konulmufl olan uluslararas› sözleflme ve andlaflma
hükümlerinin, iç hukuk düzeni bak›m›ndan do¤rudan etki yaratacaklar› ve
bu hükümlerin de kamu hukuku yarg›c› taraf›ndan gerçeklefltirilecek yarg›sal denetim ifllevinde bir ölçü norm olarak ele al›nmas› gerekti¤i kabul
edilmektedir. Uluslararas› sözleflme hükümlerinin idare hukukundaki yeri
bak›m›ndan benimsenen anayasal kurallara göre, ülkelerin monist ya da
düalist yap›dan birini tercih etikleri görülmektedir. Bu kapsamda, monist
yap›, uluslararas› düzenlemeler ile iç hukuk düzenlemelerinin bir bütün
olarak tüm hukuk süjeleri aç›s›ndan do¤rudan hukuki sonuçlar yaratt›¤›n›n kabul edildi¤i rejimi ifade ederken; düalist yap›da ise uluslararas› hukuk kurallar›n›n yaratt›¤› etki, iç hukuk düzenlemelerinin üstünde ve bask›n niteliktedir2.
*
**
1
2
Bu bildirinin özünde “Kamu Kudreti Ayr›cal›klar› ve Tutuk Adalet Anlay›fl›” isimli çal›flmam›z›n ilgili bölümlerinden yola ç›k›lm›flt›r. (Söz konusu çal›flma Yenilik Bas›mevi taraf›ndan 2004 y›l›nda yay›mlanm›flt›r).
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi ‹dare Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
Günümüzde Fransa’da %80’i iki tarafl› olmak üzere yaklafl›k 6000 uluslararas› sözleflme ya
da andlaflmada yer alan düzenlemeler iç hukuk bak›m›ndan hüküm ve sonuçlar›n› do¤ururken; sadece Avrupa Birli¤i düzenine iliflkin olarak 15.000’den daha fazla düzenleyici hüküm Frans›z iç hukuk düzenin kaynaklar› aras›nda yer alm›flt›r. Bkz. SEILLER Bertrand,
“Droit Administratif-1.Les Sources et le Juge”, Flammarion, Paris, 2001, s.47.
Seiller, age., s.52.
78
Erkut
SEILLER, Frans›z kamu hukuku bak›m›ndan uluslararas› sözleflme hükümlerine öncelik (primauté) tan›nan monist bir yap›n›n kabul edildi¤i görüflündedir ve “uluslararas› sözleflme hükümlerinin önceliklili¤i prensibi”nin temel dayana¤›n›n da bu sözleflmelerin taraf› devletler bak›m›ndan
sözleflme hükümlerini daha sonra iç hukuk düzenlerinde bertaraf edici nitelikte kural koyma yasa¤›n› ifade eden “pacta sunt servanda” ilkesi oldu¤unu
belirtmektedir3. 1958 Fransa Anayasas›n›n 55 inci maddesinde yer alan
“usulüne uygun olarak onaylanm›fl uluslararas› sözleflmelerin yasalardan
daha üstün bir güce sahip oldu¤u” yönündeki hükümden hareketle bu sonuca ulaflan yazar›n bu saptamas›, 1982 Türk Anayasas›n›n 90 ›nc› maddesinin son f›kras›nda yer alan “usulüne göre yürürlü¤e konulmufl milletleraras› andlaflmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakk›nda Anayasaya ayk›r›l›k
iddias› ile Anayasa Mahkemesine baflvurulamaz. Kanunlar ile milletleraras› andlaflmalar›n çat›flmas› halinde milletleraras› andlaflmalar esas al›n›r”
hükmü çerçevesinde Türk kamu hukuku bak›m›ndan da geçerlidir4.
Bu saptamalardan hareketle denilebilir ki, her iki devletin hukuk düzenleri
bak›m›ndan uluslararas› sözleflme ve andlaflma hükümleri Kamu Kudreti
inisiyatifi üzerinde do¤rudan yönlendirici bir etkiye sahiptir. Ancak, bu kapsamda özellikle Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi ile Avrupa Birli¤i ortak
hukuk düzenini oluflturan sözleflme ve anlaflmalar›n içerdikleri hükümlerin
belirledikleri yeni hukuk rejiminin Kamu Kudreti inisiyatifini tam ba¤lay›c› bir etki yaratt›¤› söylenmelidir.
Uluslararas› boyutta, Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi(A‹HS), insan haklar›n› ve temel özgürlükleri koruman›n en önemli hukuksal araçlar›ndan biri-
3
Seiller, age., s.52-53; Yazar, uluslararas› sözleflme hükümleri bak›m›ndan tan›nan böyle
bir önceli¤in, devletlerin iç hukuk düzenlerinde anayasalar karfl›s›nda dahi geçerli oldu¤unu ve aksine tav›rlar›n devletlerin uluslararas› sorumlulu¤unu gerektirebilece¤ini ifade etmektedir.
4
Belirtelim ki, konuyla ilgili olarak Dan›fltay 5. Dairesi, 02.02.1991 tarihli ve E. 1986/1723,
K. 1991/933 say›l› karar›nda: “... Anayasan›n 90. maddesinin son f›kras›nda yer alan “kanun hükmünde” sözcüklerinin, usulüne göre onaylanarak yürürlü¤e konulan sözleflmelerin
hukuksal de¤erinin ve ba¤lay›c›l›¤›n›n gösterilmesine yönelik oldu¤unu da belirtmek gerekir. Söz konusu hükme göre iç hukukta do¤rudan hukuksal sonuçlar yaratan uluslararas›
sözleflmelerin yukar›da belirtilen niteli¤i ve bunlara karfl› Anayasa Mahkemesine baflvurulamamas› ve böylece bu sözleflmelerin sonradan yap›lacak ulusal yasal düzenlemelerle etkisiz k›l›nmas› yolunun kapat›lm›fl olmas› bu sözleflmelerin iç hukukta yasalar üstü bir konumda oldu¤unu ve yürütme organlar› için ba¤lay›c› nitelik tafl›d›¤›n› apaç›k ortaya koymaktad›r. Nitekim Anayasa Mahkemesi pek çok karar›nda, örne¤in 274 say›l› Sendikalar
Yasas› ile ilgili 26-27.9.1967 günlü, E: 1963/336, K: 1967/29 say›l› karar›nda Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesinin 11. maddesini bir Anayasa kural› olarak de¤erlendirmifl ve böylece Sözleflmenin anayasal de¤er tafl›d›¤›n› kabul etmifltir...” demek suretiyle, soruna kamu
hukuku yarg›c› yaklafl›m›n› aç›kça ortaya koymufltur. (Söz konusu karar için bkz. DD., S.
84-85, s. 326).
A‹HM Kararlar›n›n ‹ç Hukuk Düzenimize Etkileri
79
si olup; insan haklar›n›, “ulafl›lmas› gereken idealler” düzeyinden, “uygulanmas› zorunlu hukuk kurallar›” düzeyine tafl›yan en önemli uluslararas› belge niteli¤indedir5. Hatta BATUM’a göre, bir anlamda da Avrupa’n›n ortak
anayasas› özelli¤i tafl›maktad›r6. GEMALMAZ da A‹HS’nin bu niteli¤i ve
yaratt›¤› yeni ve evrensel bak›fl aç›s› itibar›yla “ulusal sistemleri dönüfltürme etkisi”ne sahip bulundu¤unun alt›n› çizmektedir7.
Gerek Fransa gerek Türkiye, anayasal yap›lar›nda usulüne uygun olarak
onaylanmas› kayd›yla, uluslararas› anlaflmalar›n iç hukuk düzeninde do¤rudan etki yarataca¤›n› kabul ettiklerinden; ayr›ca bir baflka iradeye ihtiyaç
duyulmaks›z›n A‹HS’nin düzenledi¤i ilke ve kurallar, ulusal hukuk düzenleri aç›s›ndan bir iç hukuk normu gibi do¤rudan etki yaratma gücüne sahiptir.
Di¤er taraftan, belirtelim ki, bu etki özellikle A‹HS’nde yer alan kural ve ilkelerin yorumlanmas› ve uygulanmas›na iliflkin tam yarg›lama yetkileri ile
donat›lm›fl olan A‹HM yarg›c›n›n ortaya koymufl oldu¤u yeni bak›fl aç›s›n›n
yaratt›¤› anlay›fl içinde daha da somutlaflmaktad›r.
Üstelik Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi Avrupa kamu hukuku yarg›c›
kimli¤i ile, ulusal Kamu Kudreti inisiyatifinin A‹HS’nde yer alan kural ve ilkelerin, Sözleflmelerin taraf› devletlerin iç hukuk düzenlerinde öncelikle uygulanmas› zorunlulu¤unun takipçisi konumundad›r.
Günümüzde, di¤er uluslararas› sözleflmelerden ve giderek Birleflmifl Milletler ‹nsan Haklar› Evrensel Bildirgesinden farkl› olarak, A‹HS, güvence alt›na alm›fl oldu¤u temel hak ve özgürlüklerin yarg›sal yolla korunmas› mekanizmalar›n› da oluflturmufl ve A‹HM yarg›c›na tan›m›fl oldu¤u inisiyatif sonucu, Sözleflmenin taraf› Devletler bak›m›ndan “ortak koruma anlay›fl›”n›
hakim k›lm›flt›r. Bir baflka deyiflle, A‹HS, gelifltirmifl oldu¤u bu koruma mekanizmas› sonucunda, Sözleflmeye taraf olan Devletlere, Sözleflmeye uygun
gerekli normlar› ayn› koruma düzeyinde ulusal hukuk düzenlerine aktarma
sorumlulu¤unu da yüklemifltir. Ancak, GÖZÜBÜYÜK ve GÖLCÜKLÜ ile
birlikte ifade edelim ki, yukar›da belirtilen içeri¤i ve etkileri dikkate al›nd›5
Bkz. Batum Süheyl, “Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi ve Türkiye”, Kavram Yay›nlar›,
Birinci Bas›, ‹stanbul, 1996, s.13.
6
Yazar, A‹HS’nin, “insan haklar›na dayanan demokratik Devlet” kavram›n›, sadece ülkelerin iç sorunu olmaktan, herhangi bir ülkenin, sadece kendi içinde uygulad›¤› bir siyasal rejim türü olmaktan ç›kar›p, “Avrupa ülkelerinin ortak hukuksal malvarl›¤›” niteli¤ine dönüfltürdü¤ünü ve bu yönü ile de di¤er uluslararas› belgelerden farkl› oldu¤unu ve bu özelli¤i dolay›s›yla da Avrupa’n›n ortak anayasas› say›labilece¤ini ifade etmektedir.(bkz. Batum, age.,s.13).
7
Bkz. Gemalmaz Semih, “Demokrasi Raporu”, Do¤an Ofset Yay›nevi, Mart 1991, s.28.
Erkut
80
¤›nda, A‹HS “sui generis” bir sözleflme olup; taraflar›n›n ç›karlar›n› de¤il,
aksine, ortak bir ülküyü müfltereken gerçeklefltirmeyi amaçlayan bir “yasa
andlaflma”d›r ve bu nedenle de hem taraf devletlerin iç hukuk düzenlerinde do¤rudan uygulanma güç ve yeterlili¤ine sahiptir hem de A‹HS hükümlerine uygun tasarruflarda bulunma taahhüdü çerçevesinde, taraf Devletler Sözleflmenin uygulanmas›ndan her üç kuvvet (Yasama, Yürütme
ve Yarg›) düzeyinde sorumludurlar8.
A‹HS’nin bu özgün yap›s› içinde, Sözleflme yarg›c› konumundaki Strasbourg
yarg›c›, sözleflmede yer alan ilke ve kurallar›, konular›n›n yan› s›ra öngörülen amaçlar›n› ön plana ç›kararak yorumlamakta ve böylelikle ortaya koymufl oldu¤u bak›fl aç›s› ile de taraf Devletlerin otoriteleri üzerinde do¤rudan
yönlendirici bir etki yaratmaktad›r.
Strasbourg yarg›c› taraf›ndan verilen 18 Ocak 1978 tarihli “Irlanda c./Birleflik Krall›k” karar›nda, Sözleflmenin bafllang›ç k›sm›na referansla,
“A‹HS’nin uluslararas› hukuka oranla özgün bir yap›da oldu¤u ve
Sözleflmenin kollektif nitelikte güvencelerden yararlanan nesnel yükümler yaratt›¤›” ifade edilmifltir ki, çeflitli yazarlarca Strasbourg yarg›c›n›n bu tespiti “A‹HS’nin anayasal norm olarak belirlendi¤i yeni bir
hukuk düzeni”nin oluflturulmas› süreci fleklinde betimlenmifltir9.
Sözleflmeye verilen bu hukuki de¤er kapsam›nda, A‹HM yarg›c›, sözleflme
hükümlerinin yorumunda ampirik yöntemi tercih ederken, genel ilke koymak yerine, yarg›lanan somut olay›n özel koflullar› içinde kalarak sonuca
varmaktad›r10. Ancak, bu durum, kararlar›nda içtihadi bir kural› benimsemekten kaç›nd›¤› anlam›na gelmedi¤i gibi; Strasbourg yarg›c›, Sözleflmenin
genel felsefesinin, taraf Devletlerin iç hukuk düzenlerinde öncelikle uygulanmas› gerekti¤ini bazen aç›kça bazen de örtülü biçimde hemen her karar›nda ortaya koymaktad›r11. Strasbourg yarg›c›n›n kararlar›nda, A‹HS’nin
öngördü¤ü ve bireylerin sahip olduklar› temel haklara sayg› gösterilmesi
zorunlulu¤unu ifade eden tüm ilke ve kurallar›n taraf Devletlerin ulusal
hukuk düzenlerinde öncelikle uygulanmas› zorunlulu¤u, “insan haklar› hukukunun üstünlü¤ü” prensibine verilen genel referansla vurgulanmaktad›r12.
8
Bkz. Gözübüyük fieref- Gölcüklü Feyyaz, “Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi ve Uygulamas›”, 4.bas›, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003, s.22.
9
ibid.
10
Gözübüyük-Gölcüklü, age., s.139.
11
Bkz. Potvin (SOLIS) Laurence, “L’Effet des Jurisprudences Européennes sur la Jurisprudence du Conseil d’Etat Français”, Paris, LGDJ., 1999, s.46.
12
Potvin, age., s.46.
A‹HM Kararlar›n›n ‹ç Hukuk Düzenimize Etkileri
81
Di¤er taraftan, POTVIN, zaten Avrupa Konseyi Statüsü’nün 3.maddesinde
yer alan ve tüm Konsey üyelerinin hukukun üstünlü¤ü prensibini kabul ettiklerinin alt›n› çizen hüküm ile yine A‹HS’nin bafllang›ç k›sm›nda ayn›
prensibe yap›lan genel referans dolay›s›yla, Sözleflmede temel haklar aç›s›ndan öngörülen güvencelerin öncelikle ve üstün hukuk kurallar› olarak uygulanmas› gere¤ini ifade etmektedir13.
POTVIN, ayr›ca Strasbourg yarg›c›n›n birçok karar›nda “hukukun üstünlü¤ü prensibinin sözleflmenin bütününe egemen oldu¤u” hususunu aç›kça ortaya koymak suretiyle; A‹HS hükümlerinin taraf devletlerin iç hukuk düzenlerinde üstün bir hukuksal de¤er tafl›mas› gerekip gerekmedi¤i tart›flmas›na dahi girmedi¤ini ve A‹HM yarg›c›n›n yapm›fl oldu¤u bu belirlemenin
her türlü yorum ve tart›flma zeminini de ortadan kald›rd›¤› görüflündedir14
ki, bu görüfle kat›lmamak mümkün de¤ildir.
Dolay›s›yla da A‹HM kararlar›n›n, Sözleflmenin taraf› Devletlerin iç hukuk
düzenlerinde ve yetkili organlar›nca öncelikle dikkate al›n›p, amac› do¤rultusunda uygulanmas› gerekmektedir.
Bu gereklilik do¤rultusunda A‹HM’nin kararlar›nda alt›n› çizerek vurgulad›¤› sözleflmeye egemen hukuk prensiplerinin, üye Devletlerin iç hukuk düzenlerinde kimler taraf›ndan ne flekilde yerine getirilmesi gerekti¤i hususu
ise, üye Devletlerin anayasalar›ndaki kural ve ilkelere göre flekillenmekte ve
bu konuda yetkili organlar›n inisiyatiflerine b›rak›lmaktad›r.
Genel Etkileri:
1) Avrupa Kamu düzenini biçimlendirici etkisi:
Strasbourg yarg›c›, A‹HS’nin bafllang›ç k›sm›ndaki düzenlemelerin genel ruhundan hareketle, demokratik bir toplum düzeninin ideallerini ve de¤erlerini koruyucu bir rol üstlenmektedir. Strasbourg yarg›c› bu kapsamda, çeflitli
konularda “demokratik toplum düzenine egemen olan prensipler”den söz etmek suretiyle, tipik idare yarg›c›n›n kazuistik yarg›lama yöntemini benimseyerek, Sözleflmenin kollektif, objektif ve özgün niteliklerini vurgulamakta
ve her olay›n kendine özgü koflullar› içinde “ortak bir kamu düzeni” yaratma
amac› gütmektedir. Öyle ki, bu amaç içinde sadece temel haklar› koruyucu
de¤il, bu haklar› gelifltirici ve korunmas›n› etkin k›l›c› bir temel yarg›lama
politikas› oluflturmaktad›r. Bu çerçevede Strasbourg yarg›c› genel anlamda,
13
ibid.
14
ibid.
82
Erkut
avrupa kamu düzeninin yeniden biçimlendirilmesinde ulusal otoriteleri yönlendirme misyonunu üstlenmektedir.
2) Sözleflmeye taraf devletler aç›s›ndan olumlu yükümlülük
(obligation positive) yarat›c› etkisi:
Strasbourg yarg›c›, Sözleflmenin taraf› durumundaki devletlerin Sözleflme
hükümlerini dikkate alarak do¤rudan ya da dolayl› biçimde iç hukuk düzenlerine aktarmalar› gere¤ini Devletler aç›s›ndan bir yükümlülük olarak görmektedir. Strasbourg yarg›c›, hiç flüphesiz uyuflmazl›k konusu olay›n kendine has özelliklerini dikkate alarak sonuçta Sözleflme hükümlerinin yerine
getirilmesinde objektif kriterleri vurgularken, karar›n gere¤inin ne flekilde
yerine getirilece¤i konusunda do¤rudan bir telkinde bulunmamaktad›r. Bu
ba¤lamda da yetkili otoritelerin Strasbourg yarg›c›n›n iradesi do¤rultusunda inisiyatif kullan›rken çeflitli seçim ve tercihlerde bulunabilme yetkisi bulunmaktad›r. Ancak, neticede konu hakk›nda harekete geçmesi gereken yetkili otoritenin hareketsiz kalmas› kabul edilmemekte ve mutlaka bir olumlu
yükümlülük içinde gelece¤e yönelik yeni bir hukuk düzeni oluflturma gayreti içinde olmas› beklenmektedir.
Devletlerin Strasbourg yarg›c› taraf›ndan ortaya konulmufl olan yeni hukuk
düzenini iç hukuka aktarmadaki tercihlerinin denetimi ise, Strasbourg yarg›c› taraf›ndan ancak “ölçülülük” prensibi uyar›nca yap›labilmektedir. Devletlere tan›nan de¤erlendirme ve takdir yetkisi ba¤lam›nda uygulanan “ölçülülük” kriterine göre, devletler taraf›ndan iç hukuk düzeninde al›nan tedbirlerin makul olup olmad›¤› ve “adil bir denge”nin gözetilip gözetilmedi¤i
noktas›nda bir de¤erlendirme yapan Strasbourg yarg›c›, daha çok uyuflmazl›k konusu hakk›nda herhangi bir düzenleme yap›lmamas› ya da yap›lan düzenlemelerin yetersizli¤i nedeniyle etkili bir koruma ifllevinin sa¤lanmam›fl
olmas› esaslar›n› ön plana ç›karmaktad›r.
Türk ‹ç hukuk düzeni bak›m›ndan etkileri:
Yasama Organ› Üzerindeki Etkileri:
Belirtmek gerekir ki, üye devletlerin hukuk düzenlerindeki yasa hükümlerini, Sözleflmenin amac›n› ve ilkelerinin ne oldu¤unu belirleyerek irdeleyen ve
yorumlayan A‹HM kararlar›n›n Yasama Organ›n› yönlendirici özellikteki
hukuki etkileri ancak siyasi irade ile örtüfltü¤ü ölçüde iç hukuk düzeninde
somut bir etki yaratabilmektedir.
A‹HM kararlar›n›n siyasi irade ile örtüflmesi neticesinde Türk iç hukuk dü-
A‹HM Kararlar›n›n ‹ç Hukuk Düzenimize Etkileri
83
zeninde örne¤in idam cezas›n›n kald›r›lmas›, DGM’lerin yeniden yap›land›r›lmas›, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunma yasa¤› gibi temel anayasal kavram ve müesseseler üzerinde dolayl› bir etki yaratt›¤› söylenebilir. Yine A‹HM kararlar›n›n iç hukuk düzeninde “yarg›laman›n yenilenmesi” gibi bir etki yaratmas›na yönelik olarak “usul hukuku” kurallar›nda de¤iflikli¤e gidilmesi de, Türkiye’de yasakoyucunun, Strasbourg yarg›c›n›n
iradesine tan›d›¤› önceli¤in somut bir göstergesini oluflturmaktad›r denilebilir.
Anayasa Yarg›c› Üzerindeki Etkisi:
Türk anayasa yarg›c›, natüralist anlay›fl içinde, ulusal hukuk düzenimiz
bak›m›ndan A‹HS norm ve ilkelerini destek ölçü norm olarak kabul edip,
uygularken; iç hukuk düzenimizde Strasbourg yarg›c›n›n iradesinin ulusal
yarg›c›n iradesinin önüne geçmesine de izin vermemifltir. Bu kapsamda, belirtmek gerekir ki, iç hukuk düzeninde belirli bir uyuflmazl›k hakk›nda ulusal yarg›ç taraf›ndan verilen bir hükmün, A‹HS veya eki protokollerin ihlali suretiyle oluflmufl oldu¤unun, Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesinin kesinleflmifl karar›yla tespit edilmifl olmas› halini iç hukuk düzeni bak›m›ndan “yarg›laman›n yenilenmesi” sebebi olarak düzenleyen ve HUMK ve
CMUK’da bu yönde de¤ifliklikler öngören 4771 say›l› yasan›n ilgili düzenlemesinin anayasaya ayk›r›l›¤› iddias›yla aç›lan iptal davas›na bakan Anayasa Mahkemesi yarg›c›; bu davada davac›lar taraf›ndan ileri sürülen ve “dava konusu edilen yasa hükmü ile Türk Milleti ad›na bu konuda egemenli¤in
kullan›m› olan yarg› yetkisinin k›smen Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesine
devredildi¤i ve bu suretle de ba¤›ms›z Türk mahkemelerinin üzerinde bir
yarg› makam› ihdas edildi¤i ve hatta Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesinin
kesinleflmifl karar› kendi önüne gelen mahkemenin Avrupa ‹nsan Haklar›
Mahkemesinin bu karar› ile ba¤l› olup olmad›¤›n›n belli olmad›¤›” iddialar›n› reddedip; söz konusu yasa hükmünü anayasan›n ilgili maddelerine15
uygun görmüfltür16.
Fakat, Yüksek Mahkeme, bu uyuflmazl›kta davac›lar›n ileri sürdü¤ü çok
önemli noktalar hakk›nda hiçbir yorum ya da saptama yapmaks›z›n, bu konuda kendisini muhtemel tart›flma ortam›na atmaktan uzak tutmufltur. Yine de kan›m›zca, Yüksek Mahkeme, ulusal yarg›ç taraf›ndan hükmolunan
15
Söz konusu uyuflmazl›kta davac›lar iddialar›n›n temelini “egemenlik yetkisinin k›smen de
olsa Anayasada belirlenen organlar d›fl›nda baflkaca hiçbir ulusal ya da uluslararas› organa devredilemeyece¤i ve hukuk güvenli¤i” yönündeki anayasal prensiplere dayand›rm›fllar ve bu kapsamda da dava konusu ettikleri yasa hükmünün anayasan›n bafllang›ç k›sm›
ile 2,4,6,9 ve 138.maddelerine ayk›r›l›¤›n› ileri sürmüfllerdir.
16
Bkz. AYM.’nin 27.12.2002 gün ve E.2002/146,K.2002/201 say›l› karar› in. RG.
11.12.2003/25313.
Erkut
84
bir yarg› karar›n›n A‹HS’nin ihlali suretiyle verilmifl oldu¤unun Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesinin kesinleflmifl karar›yla tespit edilmifl olmas› halinde, yürürlükteki usul hukuku kurallar› çerçevesinde, Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesinin belirlemifl oldu¤u ihlal nedenini yarg›laman›n yenilenmesi sebebi olarak de¤erlendirme yetkisinin ulusal yarg›ca ait oldu¤u tespitinde bulunmufl ve bu kapsamda da üstü kapal› biçimde Strasbourg yarg›c›n›n iradesinin ulusal yarg›c›n iradesi üzerinde üstün ve do¤rudan etki yarat›c› bir de¤er tafl›mad›¤›n› kabul ederek; yorum suretiyle, geleneksel “ulusal
egemenlikçi” tavr›ndan ödün vermemifl oldu¤unu net biçimde ortaya koymufltur.
Anayasa Mahkemesi 21.10.1993 gün ve E.1993/33;K.1993/40-2 say›l› karar›nda17, “...anayasa yarg›c›, Anayasa’n›n, yasalar›n, hukukun ve yarg› ifllevinin özünü gözard› edip, kendini yaln›z yaz›l› kurallar›n sözüyle ba¤l› sayamaz. Kuflkusuz, kural d›fl›l›k savunulamaz; ancak, kurallar›n yorumu ile soruna, amaca en uygun çözümün bulunmas› gerekir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi kimi kararlar›nda hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerde benimsenen ilkelerinin bir “ölçü norm” özelli¤i tafl›d›¤›n› vurgulam›flt›r. Anayasa
Mahkemesi, anayasaya uygunluk denetimleri s›ras›nda insan yaflam›n›n,
Devlet’in ve Ulus’un yüksek ç›karlar›n›n söz konusu oldu¤u durumlarda, vermifl oldu¤u kararlarla gerekli önlemi alma yükümlülü¤ündedir. Tersi durumda, kifliler, toplum ve kamu düzeni, Anayasa korumas›ndan yoksun b›rak›lm›fl olur. Çünkü, toplumsal yaflam›n giderek karmafl›klaflmas› ve ilgililerin artan olas› hukuk d›fl› davran›fllar› yarg›n›n yükünü art›rabilir, bu da
karar sürecini uzatabilir. Bu durumun do¤uraca¤› olumsuz sonuçlar›n giderilmesi ise, geçici önlem al›nmas›n› zorunlu k›lmaktad›r. Asl›nda bu zorunluluk, kararlar›n etkinli¤i yönünden de geçerlidir. Gerçekten bir yandan iptal kararlar›n›n gerekçeleri yaz›lmadan aç›klanamamas› ve geriye yürümemesi, öbür yandan da Anayasa Mahkemesi’ne uygulamay› durdurma yetkisinin bulunmad›¤›n› savunmak, önemli konularda kararlar›n kimi zaman
sonuçsuz kalmas›na neden olmaktad›r. Ayr›ca, Yasama Organ›n›n, Anayasa
Mahkemesi kararlar›na karfl›n, ayn› konuyu, benzer içerikte yeniden yasalaflt›rmas› s›kl›kla rastlan›lan bir olgudur. Yabanc›ya tafl›nmaz mal sat›fl›, imar
aff›, milletvekillerinin emekli ayl›¤› ve KHK ç›karma yetkisinde durum böyle
olmufltur. Bütün bunlar, uygulamay› durdurma önleminin önemini göstermektedir. Anayasa yarg›s›, Yasama Organ›n› anayasal s›n›rlar içerisinde tutarak, demokrasinin sa¤l›kl› iflleyiflini sa¤layacak bir denetim türü olarak
öngörülmüfltür. Demokrasi, insan haklar›, hukukun üstünlü¤ü ve bunlara
dayanan Anayasa Mahkemesi kararlar›n›n ba¤lay›c›l›¤›, Mahkemenin yürürlü¤ü durdurma yetkisiyle donat›lmas›n› zorunlu k›lmaktad›r...Yürütmenin durdurulmas›, yarg›lama evrelerinde yarg›n›n denetim etkinli¤ini art›r›17
Bkz. RG. 6.11.1993/21750, s.13 vd.
A‹HM Kararlar›n›n ‹ç Hukuk Düzenimize Etkileri
85
c› bir araç olarak yarg› yetkisinin bütünlü¤ü içinde yer al›r... Anayasa’n›n üstünlü¤ü, yasama yetkisinin Anayasa kurallar›yla s›n›rland›r›lmas›n› gerektirmifltir. Anayasa yarg›s›, yasaman›n “üstün gücüne” karfl› “anayasal denge arac›” olarak getirilmifltir. Bu denge ifllevinin etkin biçimde
yerine getirilmesi, ‘yarg›lama kapsam› içinde gerekli önlemleri alma’ yetkisinin kullan›lmas›na ba¤l›d›r. Tersi durumda Anayasa Mahkemesi, anlams›z
bir denetim yapma durumuna düfler ki, bu da denetimin “özü”nde k›s›nt› anlam›na gelir. Oysa bu uygulamay› durdurma, yarg›sal denetimin etkinli¤inin özünde var olan bir araçt›r... Anayasa yarg›s›n›n görevi anayasal
denetim süreci içinde yasama ifllemlerinin Anayasa’ya uygunlu¤unu etkin biçimde kollamakt›r. Bunun da yolu yürürlü¤ün durdurulmas› karar› verebilmesinden geçer. Bu yönden “yürürlü¤ün durdurulmas›” yarg›sal ifllev ve yarg› yetkisinin bütünü içinde yer al›r; yarg› yetkisini kullanma araçlar›ndan
birini oluflturur… Di¤er taraftan,...Ulusal Egemenlik kapsam›ndaki yarg›lama yetkisini ulus ad›na kullanan ba¤›ms›z mahkemelerin davalar› çözümlerken durumuna göre zorunlu gördükleri önlemleri alabilmeleri, hem kurumsal yap›lar›n›n hem de ‘‹nsan Haklar› Evrensel Bildirgesi’ ile ‘‹nsan Haklar›n›n ve Temel Özgürlüklerinin Korunmas›na ‹liflkin Avrupa Sözleflmesi’nin vurgulad›¤› hukukun genel ilkelerinin ve adaletli yarg›lamay› da içeren hak arama özgürlü¤ünün do¤al sonucudur. Bu olgular, Anayasa’n›n ilgili maddeleriyle kurumlaflt›r›lan hukuksal yöntemlerde dayana¤›n› bulmaktad›r. Sonuç olarak, yukar›da aç›klanan gerekçelerle,
Anayasa’n›n özüne ve amac›na uygun olarak, hukukun üstünlü¤ünü, kararlar›n›n etkinli¤ini korumak zorunda olan Anayasa Mahkemesi’nin bir yasa, kanun hükmünde kararname ya da Türkiye Büyük Millet
Meclisi ‹çtüzü¤ü’nün yürürlü¤ünü durdurma karar› verebilece¤i kan›s›na
var›lm›flt›r.”
‹fadelerine yer vermek suretiyle, Yasama Kudretinin üstün gücü ve ayr›cal›kl› yetkileri karfl›s›nda, O’nun anayasada öngörülen s›n›rlar içinde hareket
etmesini sa¤lay›c›, etkin bir yarg›sal koruma ifllevinin tüm gerekleriyle yerine getirilmesi gere¤ini dile getirirken18; ayn› zamanda, bu gereklili¤in ‹nsan
18
Anayasa Mahkemesi, bu konudaki tavr›n› daha sonraki içtihatlar›nda da sürdürmüfltür.
Yüksek Mahkeme, 28.06.1995 gün ve E.1994/71,K.1995/23 say›l› karar›nda “…hukuk devleti ilkesi,yürütmenin ve yasaman›n tüm ifllemlerinin yarg›sal denetime ba¤l› tutulmas›n›
gerektirir ki, idari yarg› ve anayasa yarg›s› bunun için öngörülmüfltür. Kuflkusuz düzenleme yetkisi Yasama Organ›n›nd›r. Ancak bu yetkinin kullan›lmas› anayasal ilke ve kurallarla s›n›rl›d›r. Anayasaya uygunluk denetiminde yetkinin anayasal s›n›rlar içinde kullan›l›p
kullan›lmad›¤› belirlenirken kimi saptamalar yapmak kimi yarg›lara varmak gerekir.
Anayasal denetime,anayasada olmayan s›n›rlar getirilirse,denetim amac›ndan
uzaklafl›r ve anlams›z kal›r. Bu nedenlerle, yasada kullan›lan görevlendirme sözcü¤ü
ile,…‹dare ile sermaye flirketleri aras›nda yap›lacak sözleflmelerin imtiyaz teflkil etmeyecek
nitelikte olmas› öngörülerek,…yap›lan sözleflmeleri imtiyaz sözleflmesi kapsam› d›fl›na ç›kar›p Dan›fltay’›n ön denetiminden geçirilmesinin önlenmesinin amaçland›¤› anlafl›lmakta-
Erkut
86
Haklar› Evrensel Bildirgesi ile A‹HS’nde yer alan ilke ve kurallar›n da kaç›n›lmaz sonucu oldu¤unu vurgulam›flt›r.
‹dare Yarg›c› Üzerindeki Etkisi:
SEILLER, idare yarg›c›n›n benimsedi¤i bu yarg›lama politikas› içinde hiçbir zaman anayasan›n ya da uluslararas› anlaflmalar›n birbirlerine
oranla üstünlü¤ü kayg›s› içinde hareket etmedi¤ini ve bu yönde bir sorunun varl›¤›n› dahi gündeme getirmedi¤ini ifade etmektedir. Yazara göre,
idare yarg›c›n›n gözüyle ulusal hukuk düzeninde anayasa ile
uluslararas› anlaflma aras›nda bir hiyerarfli yoktur ve Conseil d’Etat
da tüm kararlar›nda sürekli bu temel yaklafl›m içinde hareket etmektedir19.
Di¤er taraftan, belirtelim ki, Türk idare yarg›c› da son on y›ld›r Conseil
d’Etat taraf›ndan ortaya konulan bu yeni yaklafl›m içinde yeni bir yarg›lama
politikas› oluflturma e¤ilimindedir. Ancak, hiç flüphesiz Avrupa Toplulu¤u
Sözleflmeler bloku’nun etkisi ve önceli¤i sorunu Türk kamu hukukunun gündeminde bulunmad›¤›ndan; A‹HS, Türk idare yarg›c›n›n yarg›sal denetim
kaynaklar› aras›nda ulusalüstü belge olarak en önemli yeri tutmaktad›r. Üstelik, denilebilir ki, Türk idare yarg›c›, A‹HS’de düzenlenmifl birçok ilke ve
kural iç hukuk düzeni bak›m›ndan anayasal pozitif norma dönüflmüfl iken,
yine de A‹HS’ni “hukuka uygunluk bloku”nun en temel kaynaklar› aras›na
aktarm›fl ve bu yönüyle de Conseil d’Etat’n›n benimsemifl oldu¤u yarg›lama
politikas›n›n da önüne geçmifltir.
Türk idare yarg›c› bu bak›fl aç›s› içinde, günümüzde, Birleflmifl Milletler
Evrensel ‹nsan Haklar› Bildirgesinden esinlenerek uluslararas› düzeyde
say›lar› yirmiyi aflm›fl olan insan haklar› bildiri ve belgeleri aras›nda, idare yarg›c› özellikle son dönemlerde A‹HS’ni ayr›cal›kl› bir konuma getirmifl
ve “As›m Aslan” karar›20 ile A‹HS’ni ilk kez normatif bir hukuk kayna¤›
olarak, do¤rudan do¤ruya uygulam›flt›r21. Bir baflka deyiflle, Türk idare
d›r” (karar için bkz. RG.20.03.1996/22586, s.37 vd. ve özellikle de s.51-52) demek suretiyle, Yasama Kudretinin kullanm›fl oldu¤u yetki ile anayasal ilke ve kurallar›n öngördü¤ü
amac›n ba¤daflmas› gerekti¤ini vurgulayarak; bu konudaki anayasa yarg›c›n›n denetiminin etkinli¤inin engellenmesi yönündeki herhangi bir s›n›rlaman›n denetimin özünü ortadan kald›raca¤›n› aç›kça ifade etmektedir.
19
Seiller, age., s.58-59.
20
Dan›fltay 5. Dairesinin 22.05.1991 gün ve E. 86/1723, K. 91/933 say›l› karar› in. DD., S.8485, s.321 vd.
21
Bkz. Erkut, Hukuka Uygunluk Bloku, s.91.
A‹HM Kararlar›n›n ‹ç Hukuk Düzenimize Etkileri
87
yarg›c› bu yaklafl›m› ile anayasal kurallar›n yan› s›ra A‹HS hükümlerini de
“üstün hukuk kurallar›” olarak irdelemifltir. Türk idare yarg›c› bu karar›nda:
“...Anayasan›n 90.maddesinin son f›kras›nda yer alan hükme göre, iç hukukta do¤rudan hukuksal sonuçlar yaratan uluslararas›
sözleflmelere karfl› Anayasa Mahkemesine baflvurulamamas› ve
böylece bu sözleflmelerin iç hukukta yasal üstü bir konumda oldu¤unu ve yürütme ve yarg› organlar› için ba¤lay›c› nitelik tafl›d›¤›n› apaç›k ortaya koymaktad›r. Nitekim, Anayasa Mahkemesi pek
çok karar›nda, Avrupa insan Haklar› Sözleflmesi’nin... anayasal
de¤er tafl›d›¤›n› kabul etmifltir. Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesini onaylamakla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, bu sözleflmede
yaz›l› hak ve özgürlükleri kendi vatandafllar›na da tan›mak ve iç
hukukunda sözleflme hükümleri do¤rultusunda gerekli düzenlemeleri yapmak konusunda sözleflmeye taraf di¤er devletlere karfl›
uluslararas› bir yükümlülük alt›na girdi¤inde kuflku yoktur...15
Ocak 1989 tarihli Viyana Belgesiyle de, Viyana toplant›s›na kat›lan Devletler, iç hukuklar›n›, eylemlerini ve politikalar›n› taraf olduklar› uluslararas› andlaflmalar ve Avrupa Güvenlik ve ‹flbirli¤i
Konferans› belgelerindeki kararlarla uyumlu hale sokma taahhüdünde bulunmufllard›r. Doktrinde de belirtildi¤i üzere, bunun anlam›, bundan böyle, insan haklar› ve temel hürriyetleri ile
ilgili hiçbir fleyin sadece bir iç hukuk sorunu olarak görülemeyece¤idir..”
yönündeki de¤erlendirmesi ile bireylerin temel haklar›n›n idari tasarruflar
sonucunda ihlal edildi¤ine iliflkin iddialar›n dile getirildi¤i uyuflmazl›klarda,
sorunun çözümü bak›m›ndan yap›lacak yarg›sal denetimde A‹HS hükümlerini temel referans kabul etti¤ini aç›kça ortaya koymufltur.
Ancak, yukar›da belirtilen “As›m Aslan” karar› da dahil Türk idare yarg›c›n›n son dönemlerdeki bu yeni yaklafl›m›n›n temelleri Yüksek yarg› organ›n›n 1402 say›l› S›k›yönetim Yasas›n›n “kamu görevlilerinin görevlerine son
verilmesi” hakk›nda getirmifl oldu¤u hukuki rejimi yorumlayan içtihatlar›
birlefltirme karar› ile at›lm›flt›r. Dan›fltay Türk kamu hukuku bak›m›ndan
son derece önem tafl›yan bu karar›nda “s›k›yönetim ilan›n› gerektiren nedenlerin ortadan kalkm›fl ve normal yönetim sürecine girilmifl olmas›na karfl›n,
yasaklama hükmünün sürdürülmesinin... Türkiye’nin de taraf oldu¤u ve
onaylad›¤› ‹nsan Haklar› Evrensel Beyannamesi’nin 5.ve A‹HS.’nin 3.maddesinde aç›klanan ‘hiç kimse haysiyet k›r›c› ceza ve muameleye tabi tutulamaz’ kural› ile ba¤daflmayaca¤› aç›kt›r” diyerek, 1402 say›l› yasan›n ilgili
88
Erkut
hükmünü an›lan ulusal üstü insan haklar› bildirgeleri ›fl›¤›nda yorumlayarak22, hüküm tesis etmifltir23.
Dan›fltay 10.Dairesi, ayr›ca, 20.11.2002 gün ve E.2000/936, K.2002/4487 say›l› bir baflka karar›nda24 da, cezaevlerinde devletin gözetimi ve sorumlulu¤u alt›na bulundu¤u s›rada gerçeklefltirilen açl›k grevi/ölüm orucu eylemlerinde, durumu kritikleflen grevcilere yaflam hakk›n›n korunmas› amac›yla
doktor karar›yla müdahale edilmesini ve r›zalar› d›fl›nda tedavi uygulanmas›n› öngören bir Protokolün ilgili hükümlerinin hukuka ayk›r› oldu¤u iddias›yla aç›lan bir iptal davas› dolay›s›yla önce Anayasan›n herkesin yaflama,
maddi ve manevi varl›¤›n› koruma ve gelifltirme hakk›na sahip oldu¤unun
hüküm alt›na al›nd›¤› 17 nci maddesi ile Devletin, herkesin hayat›n› beden
ve ruh sa¤l›¤› içinde sürdürmesini sa¤lamakla yükümlü oldu¤unun belirtildi¤i 56 nc› maddesinin ve daha sonra da Tokyo ve Malta Bildirgeleri ile
A‹HS’nin 2 nci maddesi hükmünün iç hukuk düzenindeki etki ve de¤erlerini tart›flarak25 sonuçta da A‹HS ile buna uygun olan iç hukuktaki yasal dü22
Söz konusu karar›nda Yüksek Mahkeme 1402 say›l› yasan›n uyuflmazl›kla ilgili hükmünü
toplumsal geliflmeye uygun olarak ve anayasal normlar›n yan› s›ra ulusal üstü sözleflmelerde belirlenen ilkeleri de ayn› kapsam ve de¤erde addederek son derece ayr›nt›l› bir de¤erlendirmede bulunmufltur. Kurul, bu ba¤lamda önce Türkiye Cumhuriyeti’nin
13.12.1966 tarih ve 811 say›l› yasa ile onaylam›fl oldu¤u “‹fl ve Meslek Bak›m›ndan Ay›r›m
Hakk›nda 111 say›l› Sözleflme” ye yollamada bulunarak, Sözleflmede “ay›r›mc›l›k” olarak
nitelenen durumlar›n alt›n› çizmifl ve ayr›ca Milletleraras› Çal›flma Örgütü(ILO) taraf›ndan konuyla ilgili olarak haz›rlanm›fl bulunan “1989 Gözlemi” isimli rapora da referansta
bulunmufltur. Ancak, bu metinlerin yan› s›ra, Yüksek Mahkeme, esas itibar›yla, karar›nda
en önemli referans norm olarak temel haklar aç›s›ndan ele ald›¤› ‹nsan Haklar› Evrensel
Beyannamesi ile A‹HS’nde belirtilen kurallar› uygulam›flt›r. Yüksek Mahkeme, konuyla ilgili olarak, ayr›ca, hem anayasal normlara, hem Anayasa Mahkemesi kararlar›na hem de
“anayasan›n ba¤lay›c›l›¤› ve üstünlü¤ü”, “kanun önünde eflitlik”, “savunma haklar›na sayg›”, “idari ifllemlerin geriye yürümezli¤i”, idari ifllemlerin gerekçeli olmas›”, “bilimsel özerklik”, “ö¤retim üyelerinin ba¤›ms›zl›¤›”, “ölçülülük” gibi temel hukuk prensiplerine de karar›nda yer vererek tam anlam›yla etkin bir yarg›lama ifllevi gerçeklefltirmifltir. Bkz. Erkut
Celal, “Dan›fltay’›n ‘1402’likler’ karar›: Türk kamu hukukunun yüz ak›”, in Tar›k Zafer Tunaya’ya Arma¤an, ‹stanbul Barosu Yay›n›, ‹stanbul,1992, s.71 vd.
23
Dan›fltay ‹çtihatlar› Birlefltirme Kurulu’nun 07.12.1989 gün ve E.1988/6, K.1989/4 say›l›
karar›, in. RG. 09.02.1990/ 20428, s. 67 vd.
24
Bkz. Bal Yakup-Karabulut Mustafa-fiahin Yahya, “Dan›fltay 10.Dairesi Kararlar›”, Turhan Kitabevi, Ankara, 2003, C.II., s.728 vd.
25
Yüksek Mahkemenin bu önemli karar›ndaki hukuki tart›flmada aynen flu ifadelere yer verilmifltir: “Hasta Haklar› Yönetmeli¤i’nin 5. maddesinin ( d ) f›kras›nda, t›bbi zorunluluklar ve kanunlarda yaz›l› haller d›fl›nda, r›zas› olmaks›z›n kiflinin vücut bütünlü¤üne ve di¤er kiflilik haklar›na dokunulamayaca¤›, 13. maddesinde, ötenazinin yasak oldu¤u, her ne
suretle olursa olsun, hayat hakk›ndan vazgeçilemeyece¤i, 21. maddesinin birinci f›kras›nda
hastan›n mahremiyetine sayg› gösterilmesinin esas oldu¤u belirtilerek ( b ) bendinde, mahremiyete sayg› gösterilmesi hakk›n›n, muayenenin, teflhisin, tedavinin ve hasta ile do¤rudan
temas gerektiren di¤er ifllemlerin makul bir gizlilik ortam›nda gerçeklefltirilmesini, ( d )
bendinde de, tedavisi ile do¤rudan ilgili olmayan kimselerin, t›bb› müdahale s›ras›nda bu-
A‹HM Kararlar›n›n ‹ç Hukuk Düzenimize Etkileri
89
zenlemelerin Malta ve Tokyo Bildirgelerinde yer alan önerilerin üstünde bir
hukuki de¤er tafl›d›¤› sonucuna varm›flt›r.
lunmamas›n› kapsad›¤›, 24. maddede ise, t›bbi müdahalelerde hastan›n r›zas›n›n gerekti¤i, hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin al›naca¤›, hastan›n velisinin ve vasisinin olmad›¤› veya haz›r bulunmad›¤› veya hastan›n ifade gücünün olmad›¤›
hallerde bu flart›n aranmayaca¤›, 25. maddesinde, kanunen zorunlu olan haller d›fl›nda ve
do¤abilecek olumsuz sonuçlar›n sorumlulu¤u hastaya ait olmak üzere, hastan›n tedaviyi
reddetmek veya durdurulmas›n› istemek hakk›na sahip oldu¤u, 37. maddesinde, tutuklu ve
hükümlülerin sa¤l›k kurum ve kurulufllar›nda muhafazalar› ile ilgili özel mevzuat hükümlerinin sakl› oldu¤u kural›na yer verilmifltir. ‹nsan Haklar› ve Ana Hürriyetlerin Korunmas›na Dair Avrupa Sözleflmesinin 2. maddesinde, herkesin yaflam hakk›n›n
yasan›n korunmas› alt›nda oldu¤u belirtilmekle yaflam hakk›n›n korunmas› devletlere bir yükümlülük olarak öngörülmüfltür. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin
98/7 say›l› “Cezaevlerinde T›bbi Bak›m›n›n Ahlaki ve Kurumsal Yönleri ile ilgili olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Ülkelere Tavsiye Karar›’n›n 60-63. maddelerinde
“tedavinin reddi – açl›k grevi” konular› düzenlenmifl olup, 63. maddede “doktora göre, açl›k
grevi yapan›n durumunda gözle görülür bir kötüleflme meydana geliyorsa esas itibariyle bu
durumu ilgili makama rapor edecek ve bu konudaki ulusal düzenlemeye göre hareket edecektir. (mesleki standartlar da dahil)” ibaresi yer alm›flt›r. 1975 y›l›nda 29. Dünya Tabipler
Birli¤i Genel Kurulunda kabul edilen Tokyo bildirgesi (Tutukluluk ve Hapis S›ras›ndaki ‹flkence ve Öteki Zalimce, ‹nsanl›kd›fl› ya da Afla¤›lay›c› ‹fllem ve Cezalara ‹liflkin Olarak T›p
Doktorlar› için K›lavuz”) nin 5. maddesinde, bir hükümlü beslenmeyi reddetti¤inde, e¤er hekim, beslenmeyi gönüllü olarak reddetmenin yol açaca¤› sonuçlar üzerinde kiflinin tam ve
do¤ru bir yarg›ya varacak yetenekte oldu¤u kan›s›nda ise, bu kifliyi damardan beslemeyece¤i, beslenmeyi reddetmenin yol açaca¤› sonuçlar›n hakim taraf›ndan hükümlüye anlat›lmas› gerekti¤i belirtilmifltir... Yine 1991 y›l›nda Malta’da toplanan 43. Dünya T›p Kongresi
taraf›ndan kabul edilen 1992 y›l›nda 44. Dünya T›p Kongresinde düzeltilen, açl›k grevcilerinin sa¤l›¤›ndan sorumlu doktorlar için bir rehber niteli¤indeki “Açl›k Grevleri Konusunda Malta Bildirgesi”nin “Girifl”/4 nolu maddesinde, müdahale etmek ya da etmemek konusundaki son karar›n-temel ç›karlar› hastan›n iyili¤i olmayan-üçüncü taraflar›n›n müdahalesi olmaks›z›n hekimine b›rak›lmas› gerekti¤ine yer verilmifl, “Açl›k Grevcilerinin Bak›m›
için Ana Hatlar” bölümünde, “t›p mesle¤inin temel ilkesi yaflam›n kutsall›¤› oldu¤undan,
açl›k grevi yapanlar›n bak›m›n› üstlenen hekimlere afla¤›daki öneriler yap›lm›flt›r.” ibaresinden sonra öneriler say›lm›fl, 4. maddede, açl›k grevcisinin bilinci bozulup bu nedenle
karar verme yetene¤i ortadan kalkt›¤›nda ya da komaya girdi¤inde, hekimin hastas› ile açl›k grevi sürecindeki görüflmeleri ve bu dönemde oluflan karar do¤rultusunda hastan›n tedavisi için tedavi konusunda onun yarar›na olacak en do¤ru karar› vermekte serbest olaca¤›, 5. maddede de açl›k grevi yapan kiflinin bask› alt›nda tutulabilece¤i ortamdan korunmas› gerekti¤i, bu durumun onun di¤er açl›k grevi yapanlardan ayr›lmas›n› de gerektirebilece¤i belirtilmifltir. Protokolün iptali istenilen 19. maddesinin A-2 f›kras›nda; “Açl›k grevine kat›lanlar›n sa¤l›k durumlar› kritikleflti¤inde bu kiflilere uzman tabip karar› ile derhal
müdahale edilerek t›bbi tedavi uygulanacakt›r. Bu kifliler ko¤ufl veya odalar›ndan al›narak
ayr› bir ko¤ufl oda, revir veya hastaneye konulacakt›r. Al›namad›¤› taktirde jandarmadan
yard›m istenecektir.” kural›na yer verilmifltir. ‹nsan Haklar› ve Ana Hürriyetleri korunmas›na Dair Avrupa Sözleflmesinin 2. maddesinin ve ulusal hukuk normlar›n›n “yaflam hakk›”n›n korunmas›na iliflkin olarak Devlete yükledi¤i görev ve sorumluluk dikkate al›nd›¤›nda ; Malta ve Tokyo bildirgelerinde yer alan; açl›k grevi eylemcisine müdahale edilerek tedavi uygulan›p uygulanmamas›na iliflkin inisiyatifin, hastan›n (eylemcinin) bilicinin yerinde oldu¤u aflamalarda belirtti¤i iradesi de göz önüne al›narak hastan›n doktoruna b›rak›lmas› gerekti¤i yolundaki “önerilerin” uygun görülmeyerek yukar›da sözü edilen protokol kural›n›n öngörülmesi hukuka ayk›r›l›k do¤urmamaktad›r.Bu itibarla, cezaevlerinde devletin
gözetimi ve sorumlulu¤u alt›nda bulundu¤u s›rada gerçeklefltirilen açl›k grevi/ölüm orucu
90
Erkut
Bu ba¤lamda bir baflka önemli karar da ‹stanbul 2. ‹dare Mahkemesinin
E.2001/1788, K.2003/1612 say›l› ve 10.12.2003 tarihli “Ördekçi” karar› ve
özellikle de karardaki ayr›fl›k oyda yer verilen denetim ölçütüdür. Söz konusu karara konu uyuflmazl›k kamuoyunda “hayata dönüfl operasyonu” diye
bilinen bast›r›c› kolluk operasyonu s›ras›nda ‹stanbul Bayrampafla Ceza ve
Tutukevinde tutuklu bulunan o¤ullar›n›n ölümü üzerine anne ve babas›n›n
açm›fl olduklar› tam yarg› davas›d›r. Mahkemece uyuflmazl›k incelenirken,
uyuflmazl›¤›n esas›n›n çözümlenmesinde “‹darenin sorumlulu¤u” ba¤lam›nda iç hukuk düzenimizde kabul edilen ilke ve kurallar›n yan› s›ra uluslararas› sözleflme hükümleri çerçevesinde de¤erlendirme yap›lmas›n›n uygun
olaca¤› irdelenmifl ve yarg›lama ifllevi de bu kapsamda gerçeklefltirilmifltir.
‹dare yarg›c› bu karar›nda A‹HS’nin 6 ve 13 nolu Protokollerini destek ölçüt
olarak ele al›p uygulam›fl26 ve nihayetinde de “a¤›r hizmet kusuru” nedeniyeylemlerinde, durumu kritikleflen grevcilere yaflam hakk›n›n korunmas› amac›yla doktor
karar›yla müdahale edilmesini ve r›zalar› d›fl›nda tedavi uygulanmas›n› öngören düzenlemede hukuka ayk›r›l›k bulunmamaktad›r. Nitekim, dava dosyas›ndaki bilgi ve belgelerin
incelenmesinde Fransa, Almanya, Avusturya, Belçika, ‹sviçre, ‹spanya, Portekiz, ABD gibi
ülkelerde de açl›k grevinde bulunanlara doktor karar›yla t›bbi müdahale yap›larak zorla
beslenme ve tedavi yönteminin uyguland›¤› anlafl›lmaktad›r...Aç›klanan nedenlerle yasal
dayanaktan yoksun davan›n reddine...”.
26
Karar metninde bu kapsamda önemli gördü¤ümüz k›s›mlar› aynen flu flekilde aktarabiliriz:
“… Dosyada bulunan belgelerin incelenmesinden; Mahmut Murat Ördekçi’nin… yasa d›fl›
bir siyasi örgüt üyesi oldu¤u iddias›yla 7 y›ld›r tutuklu oldu¤u Bayrampafla Ceza ve Tutukevinde... bafllat›lan açl›k grevleri ve sonras›ndaki ölüm oruçlar›nda tutuklu ve hükümlülerin
hayatlar›n› kaybetme noktas›na geldikleri için yasad›fl› terör örgütlerinin bask›s›ndan kurtulmak ve tedavi ettirmek amac›yla… “Hayata Dönüfl” operasyonuna baflland›¤›, sonuçta bu
Cezaevinde 12 kiflinin öldü¤ü, 77 kiflinin yaraland›¤›, operasyonun 14 saat sonra sona erdi¤i, Mahmut Murat Ördekçi’nin de ölenler aras›nda bulundu¤u... Eyüp Cumhuriyet Baflsavc›l›¤›n›n oluflturdu¤u bilirkifli heyetinin haz›rlad›¤› rapora göre olay yerinin jandarma ekiplerince genel aramaya tabi tutuldu¤u, olay yerinin orijinalitesinin bozuldu¤u C-blok maltas› boyunca tespit edilen tüm mermi çekirde¤i deliklerini oluflturan at›fllar›n idari k›s›m taraf›ndan maltan›n sonu olan 19. ko¤ufl yönüne do¤ru yap›lm›fl oldu¤u, ters yöne do¤ru yap›lm›fl at›fl veya at›fllara ait herhangi bir bulgu saptanmad›¤›, ko¤ufllar aras›ndaki avlularda yap›lan incelemelerde duvarlar ile pencerelerde ve ko¤ufl içlerinde tespit edilen mermi .çekirde¤i deliklerini oluflturan at›fllar›n, karfl› ko¤ufl çat›lar› ve/veya avlu iç cephe duvarlar›ndaki mazgal deliklerinden yap›ld›¤›n›n belirtildi¤i anlafl›lm›flt›r… 1721 say›l› Yasada hapishanede silah kullanma yetkisi verilmeyen ve 2803 say›l› Yasa’ya göre de ceza infaz kurumlar› ve tutukevlerinin d›fl korunmas›n› sa¤lama görevi olan ve görevinin gere¤i olarak kanunda öngörülen silah kullanma yetkisi tan›nan Jandarmaya Yönetmelikle iç yönetimce
baflvuru yap›lmas› halinde kuruma girilmesi sonucu silah kullanma yetkisi tan›nm›flt›r.
Davac›lar›n öldürülen çocuklar› hapishanede 7 y›ld›r tutuklu olarak bulunmaktad›r. Tutukluluk süresinin uzunlu¤u nedeniyle u¤rad›¤› zarar bak›lmakta olan davan›n konusunu oluflturmad›¤›ndan tutukluluk s›ras›nda sahip oldu¤u haklar›n neler oldu¤unun ortaya konmas› gerekmektedir. Genifl anlam›yla; özgürlükten yoksun b›rak›lan her yer olarak, dar anlam›yla tutuklu kalmalar› istenenlerin kapat›ld›¤› yer olarak tan›mlanabilecek hapishaneler;
tutuklu olarak yarg›lanmay› bekleyen kifliler ile hüküm giymifl kiflilerin bulunduklar› yerler
‹nsan Haklar› Evrensel Bildirgesinin 9. maddesi hiç kimsenin keyfi olarak tutuklanamayaca¤› hükmünü, 11/1. maddesi ise kendisine bir suç isnat edilen herkesin, suçlulu¤u kan›tlan›ncaya kadar masum say›laca¤› ve kendisine savunmas› için zorunlu olan bütün güvencelerin verilece¤i hükmünü tafl›maktad›r. 1966 da kabul edilip 1976 da yürürlü¤e giren ve Tür-
A‹HM Kararlar›n›n ‹ç Hukuk Düzenimize Etkileri
91
le ‹dare’yi tazminat ödemeye mahkum etmifltir. Söz konusu tazminat›n miktar› bak›m›ndan karara ayr›fl›k oy yazan yarg›ç ise, muhalefet gerekçesini
tamam›yla A‹HM içtihatlar›na dayand›rm›fl bu içtihatlar› do¤rudan bir yarg›sal denetim ölçütü olarak vurgulam›flt›r27.
kiye’nin da onaylad›¤› Birleflmifl Milletler Medeni ve Siyasi Haklara ‹liflkin ‹kinci Sözleflme
özellikle yaflama hakk›, özgürlük ve güvenlik hakk› gibi konular› içermekte olup;… Avrupa
Konseyi Bakanlar Komitesince kabul edilen ve zorlay›c› niteli¤i olmayan (1973) 5 say›l› karar› “Tutuklulara Uygulanacak Asgari Kurallar› “saymakta olup Genel Kurallar bafll›kl› 5.3
maddesinde özgürlükten yoksun b›rakman›n insan onuruna sayg›l› olman›n gerektirdi¤i
maddi ve manevi koflullara uygun olarak yap›lmas› gerekti¤i belirtilmifltir.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, üye devletlerin mevzuatlar›nda ve uygulamalar›nda 5 say›l› Karardaki ilkelerden esinlenmelerini önermektedir. Ba¤lay›c› nitelikteki ‹nsan Haklar› Avrupa Sözleflmesinin 5. maddesinde, herkesin özgürlük ve güvenlik hakk›na sahip oldu¤u, özgürlükten yoksun b›rakman›n say›l› hallerde mümkün oldu¤u belirtilmekte olup Komisyon ve Divan’›n çeflitli kararlar›nda bu hakk›n devredilemez ve mutlak nitelikte hak oldu¤u
vurgulanm›flt›r. Hapsedilmifl kifliler için hak ve özgürlüklerden yararlanma hakk›na getirilebilen k›s›tlamalar (Sözleflme mad. 17 ve mad. 18) demokratik bir toplumda kamu güvenli¤ini,
kamu düzenini koruma bak›m›ndan “yasal” – “zorunlu” – “güdülen yasal amaçla orant›l›” bulunmal›d›r.
Görüldü¤ü gibi, bireylerin hapishanede tutuklu veya hükümlü olduklar› dikkate al›nmaks›z›n
sahip olduklar› temel haklar evrensel boyutta ortaya konulmufl, taraf devletlerce bölgesel veya
evrensel ölçekteki sözleflmelerle güvence alt›na al›nm›fl, haklar›n kullan›m›n›n k›s›tlanmas› da
belirli flartlara ba¤lanm›flt›r. Korunmaya çal›flan tüm bu haklar›n temelinde ise “yaflama hakk›” vard›r...
Yaflam hakk›na sayg› nedeniyle ölüm cezalar› karfl›t› insan iradesini ‹nsan Haklar› Avrupa Sözleflmesi 6 ve 13 nolu Protokollerde görmekteyiz. Türkiye henüz sadece 6 nolu Protokolü onaylam›flt›r. Öte yandan Türkiye’nin aday oldu¤u Avrupa Birli¤i 18.12.2000 tarihli Temel Haklar fiart›nda hiç kimsenin ölüm cezas›na çarpt›r›lamayaca¤› ya da bu cezan›n infaz
edilemeyece¤ini öngörmektedir. AB Anayasas›n›n girifline Temel Haklar fiart› entegre edilmeye
çal›fl›lm›flt›r. Birleflmifl Milletlerde de bu do¤rultudaki çal›flmalar sürdürülmektedir. Ülkemizde ölüm cezas›n›n hangi hallerde verilebilece¤ine iliflkin yasal düzenlemelerin bulunmas›na
ra¤men ölüm cezas› verilmifl olan hükümlülerin cezalar›n›n fiilen infaz› yap›lmamaktad›r.
Bu durumda ölüm cezas›n›n verilmesi halinde dahi yaflama hakk›n›n yokedilmedi¤i bir sürecin içinde iken kamu gücünü kullanan otoritenin yaflam hakk›n›n ihlali sonucuna yol açacak
uygulamalar›n›n ulusal hukuk ve uluslararas› insan haklar› belgelerine göre tart›flmaks›z›n
kabul edilecek nedenlerinin olmas› gerekir.Çünkü demokratik bir toplum için zorunlu koflul temek haklar› tan›mak, uygulamak ve uygulatmakt›r.
Görüldü¤ü üzere, Uluslararas› hukuki belgelerde temel haklar›n s›n›rland›r›lmas› orant›l›l›k,
ölçülük koflullar›na ba¤lanm›fl olup bu koflullar ölümü içermemektedir. K›sacas› yaflama hakk› ölümle s›n›rland›r›lamaz.
Davac›lar›n çocuklar› 7 y›ll›k tutukluluk süresini geçirmifl, daval› Adalet Bakanl›¤›n›n Mahkememize sundu¤u belgelere göre savunmada ileri sürülenin aksine açl›k grevine, ölüm orucuna
kat›lmam›fl, ancak Hayata Dönüfl operasyonu s›ras›nda ateflli silahla yaralanarak hayat›n›
kaybetmifltir.
Daval› ‹çiflleri Bakanl›¤›n›n on y›ld›r cezaevlerinde arama ve denetim yap›lamad›¤› iddias›n›n
kamu gücü dikkate al›nd›¤›nda inand›r›c›l›¤› bir yana gerçek olmas› hali dahi bafll› bafl›na
a¤›r hizmet kusurudur…”
27
Karardaki ayr›fl›k oy aynen flu ifadeleri içermektedir. “Mahkemenin maddi ve manevi tazminata hükmedilmesine iliflkin karar›na ve maddi tazminat›n bilirkifli raporunda öngörülen nitelikte olmas›na kat›lmaktay›m. Manevi tazminat miktar›na gelince; bilindi¤i gibi
‹HAS (‹nsan Haklar› Avrupa Sözleflmesi)’nde haklar›n korunmas›nda as›l görevin ulusal
yarg› yerleri ve makamlara ait oldu¤u ‹HAM (‹nsan Haklar› Avrupa Mahkemesi)’in rolü-
92
Erkut
‹dare yarg›c›n›n günden güne artan bir biçimde, Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesini destek ölçü norm olarak temel haklar› ilgilendiren uyuflmazl›klarda bir denetim ölçütü olarak benimsemesi hiç flüphesiz A‹HM’nin “idare yarg›c›n›n etkin bir yarg›lama ifllevi içinde hareket etmesi gere¤i”ni vurgulamas›n›n etkisiyle ortaya ç›km›flt›r. Ancak, yine de idare yarg›c›n›n yürürlükteki hukukun ne oldu¤unu söylemekten ibaret bir yarg›lama yetkisi
nün ikincil (subsidiary) nitelikte oldu¤u aç›kt›r.Bu nedenle ulusal yarg› yerlerinin insan
haklar›n›n korunmas›na yönelik kararlar›n›n evrensel, ça¤dafl boyutta olmas› ve bölgesel
düzeydeki uluslararas› hukuk kurumlar›na duyulan gereksinimi verdikleri verecekleri kararlarla en alt seviyede tutma yükümlülükleri bulundu¤u art›k kabul edilmesi gereken bir
olgudur. Zaten Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine 28.09.2001 tarihinde sunulan De¤erlendirme Grubu Raporu da ayn› yükümlülü¤ü vurgulamaktad›r.
Öte yandan bu yükümlülü¤ün ulusal hukuk ba¤lam› içerisinde davan›n taraflar›n› tatmin
edici flekilde yerine getirilmesi, ‹HAM’ni de önüne gelen davalarda ulusal hukukta içi hukuk yollar›n›n tüketilmesini aramama dolay›s›yla ikincil yarg› yeri olmaktan ç›k›p ilk derece yarg› yerine dönüflmesi s›k›nt›s›n› da giderecektir.
‹HAS ile güvence alt›na al›nan haklar ‹HAM kararlar›yla içtihat hukukunu oluflturmakta
olup Mahkeme bir karar›nda sözleflmenin insan haklar› alan›nda Avrupa kamu düzeninin
anayasal belgesi oldu¤unu belirtmifltir.
Yine ‹HAM, sözleflmenin “iflbu sözleflmede tan›nm›fl hak ve özgürlükleri ihlal edilen her kifli, ihlal fiili, resmi görevlerini ifa eden kimseler taraf›ndan bu görevlerin ifas› s›ras›nda yap›lm›fl da olsa, ulusal makama fiilen (etkin) baflvuru hakk›nda sahiptir” fleklindeki 13 maddenin de¤erlendirmesi Türk ‹dari Yarg› Sisteminin etkin bir iç hukuk yolu olup olmad›¤›n› tart›flarak yapm›fl; ve bir ‹dare Mahkemesince iltica talebinin süresinde yap›lmad›¤› sebebiyle reddedilmesine iliflkin idari ifllem hakk›nda yürütmenin durdurulmas› isteminin reddi ve ifllemin iç hukuk kurallar›na tümüyle uygun bulunarak iddian›n esas›na yönelmenin gereksiz oldu¤u fleklinde gerçekleflen yarg›sal sürecin 13. maddedeki yükümlülüklerin yerine getirilmesini sa¤layamad›¤›na karar vermifltir.(Jabari v. Türkiye 2001,
www.adalet.gov.tr)
‹HAM 31137/96 kay›t nolu Adal› v. Türkiye davas›nda 12.12.2002 tarihinde baflvurucunun o¤lunun yakalama esnas›nda aç›lan karfl›l›kl› atefl sonucunda polis taraf›ndan öldürülmesi nedeniyle yaflam hakk›n›n ihlali ve ölçüsüz güç kullan›m›ndan dolay› dostça çözüm
sonucu tazminat ve yarg›lama giderleri olarak 55.000 ‹ngiliz sterlini, yine ayn› nedenden
kaynaklanan 31152/96 nolu ayn› karar tarihli Yalç›n v. Türkiye davas› ile 31153/96 nolu ayn› karar tarihli So¤ukp›nar v. Türkiye davas›nda dostça çözüm sonucu tazminat ve
yarg›lama giderleri olarak 55.000’er ‹ngiliz sterlini ödenmesine ayn› karar tarihli fien v.
Türkiye davas›nda ise (No:31154/96) 70.000 ‹ngiliz sterlini ödenmesine karar vermifltir.
Yukar›da yer alan tüm bilgilerin ›fl›¤› alt›nda ve artan orandaki davalara h›zl›
bak›lamamas› nedeniyle ‹HAM’nin görünür gelecekte yeniden yap›lanaca¤› anlafl›lmakta olup ‹HAM’nin kararlar›n›n belirleyicili¤inin yan› s›ra ulusal yarg› yerlerinin verdikleri kararlar›nda ‹HAM için kolaylaflt›r›c›, yol gösterici, dolay›s›yla evrensel kamu hukukuna uygun olmas› gereklili¤i ulusal yarg›çlar›n karar
kriterlerinin s›n›rlar›n› çizmektedir.
Bak›lan davada, davac›lar›n manevi tazminat istemleri takdiren k›smen kabul edilmifl
olup davac›lar›n çocuklar›n› Devlet gözetim ve denetimindeki bir cezaevinde kamu kolluk
gücü kullan›larak gerçeklefltirilen operasyonda ölçüsüz güç kullan›m› sonucu kaybetmeleri
nedeniyle duyduklar› manevi ac›n›n, kayg›n›n ve psikolojik çöküntünün k›smen karfl›lanmas› mümkün de¤ildir. Bu nedenle, davac›lara manevi tazminat›n istemleri do¤rultusunda takdiren 100’er milyar lira olarak ödenmesine karar verilmesi gerekti¤i görüflüyle manevi tazminat›n 50’fler milyar lira olarak takdir edilmesine iliflkin ço¤unluk taraf›ndan verilen karara kat›lm›yorum.
A‹HM Kararlar›n›n ‹ç Hukuk Düzenimize Etkileri
93
içinde hareket etmesi ile Strasbourg yarg›c›n›n gelecekteki insan haklar› hukukunu yaratmak misyonu ile hareket etmesi aras›ndaki büyük
bak›fl aç›s› farkl›l›¤›, Sözleflmedeki temel hak ve özgürlüklerin hukuki de¤erlendirmesinde bu ikisi aras›nda önemli yaklafl›m ve görüfl ayr›l›klar›n›n do¤mas›n›n kaç›n›lmaz oldu¤unu ortaya koymaktad›r.
Nitekim, bu durumun en somut örne¤i A‹HM’nin 30.05.1991 tarihli “Soc.
Sténuit c./France” karar›nda kendisini göstermektedir. Karara konu olan
olay flu flekilde geliflmifltir. Fransa’da Rekabet Kurulu taraf›ndan “Soc.Sténait” isimli flirket hakk›nda “hakim durumun kötüye kullan›lmas› suretiyle
rekabetin ihlali” gerekçesiyle tesis edilen yapt›r›m›n Conseil d’Etat taraf›ndan hukuka uygun görülmesi sonucunda, an›lan flirket konuyu Avrupa ‹nsan Haklar› Komisyonu önüne götürmüfltür. Komisyon, baflvuruyu inceledikten sonra, baflvuru sahibi flirketin, iç hukuk düzeninde uyuflmazl›¤›n niteli¤i itibar›yla dile getirmifl oldu¤u iddialar›n Conseil d’Etat taraf›ndan tam
anlam›yla ve eksiksiz biçimde de¤erlendirilmemifl oldu¤u; kald› ki, uygulanan yapt›r›m›n ceza hukuku alan›na yönelik neticeler de içerdi¤i dikkate
al›nd›¤›nda Conseil d’Etat’n›n böyle bir uyuflmazl›k bak›m›ndan gerekli yarg›lama yetkileri ile donat›lmam›fl oldu¤u; nihayet, bu kapsamda söz konusu
uyuflmazl›k bak›m›ndan, Conseil d’Etat’n›n, A‹HS’nin 6. maddesinin birinci
paragraf›n›n ilk cümlesinin öngördü¤ü “tam yarg›lama yetkisi”ni haiz olmad›¤›, hususlar›n› aç›kça ortaya koymufltur28. Bu karar Frans›z iç hukuk düzeninde, A‹HM’nin ihlal yönündeki karar› daha telaffuz edilmemiflken etkilerini göstermifl ve 6 Temmuz 1987 tarihli yasa ile rekabet hukuku ihlalleri
nedeniyle verilen cezalara karfl› aç›lacak davalar› çözümleme yetkisi Paris
‹stinaf Mahkemesine aktar›lm›fl ve benzer nitelikte bir uyuflmazl›k Conseil
d’Etat önüne bir daha gelmemifltir.
‹ç hukuk düzenimizde ise bu durum kamuoyunda “baflörtüsü” diye bilinen
uyuflmazl›klarda A‹HM’nin koydu¤u net tav›r bak›m›ndan idare yarg›c›n›n
konuya yeni bir yaklafl›m içinde bakmas›n› sa¤lam›flt›r. ‹stanbul 2.‹dare
Mahkemesi, E.2000/74,K.2001/1161 say›l› ve 28.09.2001 günlü “Meryem Alt›ntafl” karar›nda, tarih ö¤retmeni olan ve görevi s›ras›nda türban takan davac›n›n hakk›nda tesisi edilen devlet memurlu¤undan ç›karma disiplin cezas›na karfl› açt›¤› davada ileri sürdü¤ü iddialar karfl›s›nda A‹HM kararlar›n›
“do¤rudan referans norm” olarak uygulam›flt›r. Mahkeme, yay›nlanmam›fl olan bu karar›nda aynen flu ifadelere yer vermifltir:
“…Dava, Ö¤retmen olan davac›n›n, k›l›k-k›yafet mevzuat›na ayk›r›
davran›fl›ndaki ›srar›ndan dolay› 657 say›l› Devlet Memurlar› Kanunu’nun 125-E/a maddesi uyar›nca “Devlet Memurlu¤undan Ç›28
ibid.
94
Erkut
karma” cezas› ile cezaland›r›lmas›na iliflkin Milli E¤itim Bakanl›¤›
Yüksek Disiplin Kurulu’nun 27.09.2000 günlü, 2000/371 say›l› karar›n›n iptali istemiyle aç›lm›flt›r. Dava ve Soruflturma dosyas›n›n
incelenmesinden, ‹stanbul Gaziosmanpafla ‹lkö¤retim Okulu Tarih
Ö¤retmeni olan davac›n›n K›l›k-K›yafet Yönetmeli¤ine ayk›r› olarak görev mahallinde bafl›n› türbanla kapatt›¤› ve bu konuda ‹stanbul Valili¤inin 04.02.1999 günlü 23.410/730 say›l› emri kendisine
tebli¤ edildi¤i halde davran›fl›n› sürdürdü¤ü, okul yönetimi taraf›ndan sözlü olarak uyar›ld›¤›, ancak yaz›l› olarak al›nan ifadesinde k›l›k k›yafet yönetmeli¤ine ayk›r›l›¤›n d›fl›nda kendisinin hiçbirfleyle suçlanamayaca¤›n› ve k›l›k k›yafetinin farkl›l›¤›n›n anayasal
hakk› oldu¤unu belirtti¤i, bu davran›fl›yla kurumun çal›flma düzenini bozdu¤u anlafl›lm›flt›r. Bu durumda, Devletin memuru olan
davac›n›n, 657 say›l› Devlet Memurlar› Kanununun 2670 say›l› Kanunun 42. maddesiyle getirilen k›yafet mecburiyetine uymak ve
Devlet Memurlar›n›n K›l›k-K›yafetlerinin ne flekilde olaca¤› konusunu düzenleyen Yönetmeli¤e göre giyinmek zorunda oldu¤unu bilmesine ra¤men hala k›l›k k›yafet mevzuat›na ayk›r› olarak görev
mahallinde bafl›n› örtmeye devam ederek okulun çal›flma düzenini
bozmas›ndan dolay› hakk›nda Devlet Memurlu¤undan ç›karma cezas› verilmesi iflleminde yasaya ayk›r›l›k yoktur….Öte yandan Davac›, ‹dare Mahkemelerinin ve Dan›fltay’›n “baflörtüsü kullanma nedenine dayal›” davalar yönünden düflünce ve kanaat belirtti¤ini ve
davan›n reddedilece¤ini ihsas ettirdi¤ini böylelikle sözleflmenin 6.
maddesinde yer alan “adil yarg›lama” hakk›na ayk›r› davran›ld›¤›n› ileri sürmektedir…Yarg› yerinin belli bir konuda sürekli ayn› nitelikte karar vermesi karar›n ihsas› anlam›n› de¤il konunun içtihad›n›n oluflturuldu¤u anlam›n› tafl›maktad›r. Örne¤in Türkiye’de
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin heyetinde asker üyenin görev yapmas›n›n adil yarg›lanma hakk›na ayk›r› oldu¤u fleklinde 9 Haziran
1998 tarihli Incal-Türkiye karar› ve 28 Ekim 1998 tarihli Ç›raklarTürkiye karar› sonras›nda ‹nsan Haklar› Avrupa Mahkemesince
ayn› nitelikte çeflitli say›da karar verilmifltir. (Gerger Türkiye Davas› Baflvuru No:24919/94 Karar Tarihi 08.07.1999, Baflkaya ve Okçuo¤lu- Türkiye Davas› Baflvuru No:23536/94 ve 24408/94 Karar
Tarihi 08.07.1999 Sürek- Türkiye Davas›, Baflvuru No:24762/94
Karar Tarihi 08.07.1999) Sözleflmenin 9. maddesinde ortaya konulan din ve vicdan özgürlü¤ü hakk›nda 01.07.1997 tarihli 781 karar
s›ra nolu Kalaç-Türkiye karar›nda din ve vicdan özgürlü¤ünün
ihlal edildi¤i iddias›yla yap›lan baflvuruda Mahkeme din özgürlü¤ünün öncelikle bir kiflisel vicdan sorunu oldu¤unu, ama ayr›ca bir
kimsenin dinini yaln›zca toplum içinde, halk aras›nda ve ayn›
inanc› paylaflanlar aras›nda de¤il ve fakat tek bafl›na ve özel olarak
A‹HM Kararlar›n›n ‹ç Hukuk Düzenimize Etkileri
95
da a盤a vurma özgürlü¤ünü ifade etti¤ini hat›rlatm›flt›r… ‹nsan
Haklar› Avrupa Komisyonunun 03.05.1993 tarihli 16278/90 baflvuru nolu Karaduman-Türkiye Kabul Edilebilirlik Karar›nda baflörtülü olarak çekilmifl foto¤raf›n› mezuniyetini gösteren geçici belgeye yap›flt›r›lmas› için Üniversiteye veren davac›n›n geçici mezuniyet belgelerinin verilmesi isteminin reddedilmesi iflleminin reddedilmesine iliflkin Mahkeme Karar› ile din ve inanc› a盤a vurma özgürlü¤ünün ihlal edildi¤i iddias›n› incelerken Kalaç-Türkiye karar›nda oldu¤u gibi Sözleflmenin 9. maddesinin bir din veya inanc›n
gere¤i olan ibadet etme, ö¤renme, uygulama ve gereklerine uyma
hakk›n›n aç›kça korundu¤unu hat›rlatm›fl ve 9. maddenin her zaman bir inanç taraf›ndan emredildi¤i fleklinde kamusal alanda hareket etme hakk›n› güvence alt›na almad›¤›n› daha önce söyledi¤ini
özellikle 9. maddedeki “uygulama” sözcü¤ünün bir din veya inanc›n
motive etti¤i veya etkiledi¤i her türlü eylemi kapsamad›¤›n› belirtmifltir...”
Mahkeme, söz konusu kararlara ve kararlar›n özüne referans vererek dava
konusu ifllemin A‹HM kararlar›na uygunlu¤unu da denetlemek suretiyle netice olarak davay› da afla¤›daki sonuçlara ulaflarak reddetmifltir:
“…Davac›, “bafl› aç›k” olmad›¤› gerekçesiyle karfl›laflt›¤› uygulaman›n ayr›mc›l›¤› yasaklayan 14. maddeye ayk›r› oldu¤unu ileri sürmektedir. Ancak bafl›n› inanc› nedeniyle kapatarak ve laik bir alan
olan kamusal yap›d› bu ayr›mc›l›¤›n›n-çünkü kendisi ile di¤erleri
aras›nda giysilerini kullanarak fark koymaktad›r-onaylanmas›n›
talep etmektedir. Yine davac› Ek Protokol I’in 1. maddesinde öngörülen mülkiyet hakk›n›n ihlal edildi¤ini ileri sürmektedir. Ancak
dava konusu olay ile mülkiyet hakk›n›n ihlali aras›nda do¤rudan
iliflki kurulamam›flt›r. Davac› dava konusu karar ile çal›flma hakk›n›n ortadan kald›r›ld›¤›n› ileri sürmektedir. ‹nsan Haklar› Avrupa
Sözleflmesinde ve ek protokollerde çal›flma hakk› düzenlenmemifltir.
Zaten Sözleflmeye getirilen temel elefltiri sosyal haklar› düzenlemeyifli olup bu konudaki eksiklik 26 fiubat 1965’te yürürlü¤e giren Avrupa Sosyal fiart› ile giderilmeye çal›fl›lm›flt›r. Ancak Avrupa Sosyal
fiart›nda da, sözleflmenin denetim mekanizmas›n› oluflturan ‹nsan
Haklar› Avrupa Mahkemesi tarz›nda ve ifllerli¤inde bir mahkeme
veya benzeri kurulufl bulunmamaktad›r. Dolay›s›yla davac›n›n çal›flma hakk›n›n ihlali iddias›n›n Mahkemece incelenmesi mümkün
gözükmemektedir. Kuflkusuz bu dava ‹nsan Haklar› Avrupa Mahkemesinin önüne götürüldü¤ünde Mahkeme; ihlal edildi¤i öne sürülen ve sözleflme ile tan›nan haklara yönelik olarak müdahale var
m›d›r, müdahalenin hakl› sebepleri var m›d›r, bu müdahale iç hu-
96
Erkut
kukta öngörülmüfl müdür, bu konuda ba¤lay›c› yarg› karar› var m›d›r, müdahalenin meflrutfliyeti nedir ve bu müdahale demokratik
bir toplumda gerekli midir kriterlerini kullanarak dava hakk›nda
karar verecektir. Ancak, Sözleflme ile tan›nan haklar›n davac› yönünden ihlal edildi¤i iddias› Mahkemece gerek iç hukukumuz gerekse içsellefltirdi¤imiz uluslararas› hukuk yönünden yukar›daki aç›klamalar›n ›fl›¤› alt›nda dayanaks›z bulunmufltur. Aç›klanan nedenlerle davan›n reddine…”
Görüldü¤ü üzere, idare yarg›c›, bu karar› ile A‹HM yarg›c›n›n bak›fl aç›s›n›
do¤rudan bir denetim ölçütü olarak uygulad›¤›n› ifade etmifl ve iç hukuk düzenimizdeki Anayasa Mahkemesi ve Dan›fltay kararlar›n› de¤il, A‹HM kararlar›n› öncelikli tutmufltur. Mahkemenin bu tutumu kan›m›zca elefltiriye
çok aç›kt›r. Ancak, idare yarg›c›, bu karar›nda, davac›n›n A‹HS ba¤lam›nda
iç hukuk düzeninde yarg›ç taraf›ndan korunmas› gerekli haklar›n›n varl›¤›n› ortaya koydu¤u iddialar› A‹HM kararlar› ile karfl›lama anlay›fl› içinde hareket etmifltir. ‹dare yarg›c›n›n bu yaklafl›m› iç hukuk sistemimizde bulabildi¤imiz yegane örne¤i teflkil etmektedir.
Strasbourg yarg›c›n›n uygulad›¤› etkin ve adil yarg›lama ölçütlerini günden
güne artan biçimde “birey” lehine gelifltirdi¤i yorum teknikleri çerçevesinde
belirledi¤i dikkate al›nd›¤›nda; idare yarg›c›n›n da giderek, bu kararlar›n etkisi alt›nda kalaca¤› ve mevcut yaklafl›m›n› Strasbourg yarg›c›n›n etkisiyle
daha da gelifltirece¤i düflüncesindeyiz. Dolay›s›yla, Türk idari yarg›lama hukukunda idare yarg›c›n›n etkin bir yarg›lama ifllevini gerçeklefltirmesine engel olarak gördü¤ü iç hukuk düzenlemelerini giderek ihmal edici bir tav›r
içinde hareket edece¤ini ve özellikle de ifllemleri üzerinde yarg›sal denetim
istemeyen ‹darenin ve Yürütme organ›n›n yarg›lama hukukunun kendi lehine öngördü¤ü at›l, edilgen ve tutuk yarg›lama modelinden yararlanmas›n›n
önüne geçmeye çal›flaca¤› kan›s›nday›z.
AVRUPA B‹RL‹⁄‹ ANAYASASI
Prof. Dr. Ifl›l KARAKAfi*
Anayasal düzen olarak Avrupa Birli¤i kuruldu¤u günden beri, tüm dinamik
yap›lar›n bir özelli¤i olarak, sürekli geliflerek uluslarüstü bir anayasal düzene do¤ru ilerledi. Kömür-çelik Toplulu¤u’ndan Tek Pazar’a (mal, hizmet, sermaye kiflilerin serbest dolafl›m› ve ortak politikalar), Tek Pazar’dan Maastricht andlaflmas› ile ortak güvenlik ve d›fl politika, tek para, adalet ve iç ifllerinde iflbirli¤ine, Amsterdam andlaflmas› ile insan haklar› ihlallerinin yapt›r›mland›r›lmas›, Nice andlaflmas› ile genifllemenin hazmedilmesi söz konusu oldu ve nihayet 29 Ekim’de imzalanan Avrupa için bir Anayasa oluflturan
andlaflma ile bir Anayasa’ya ve ba¤lay›c› bir temel haklar flart›na do¤ru yola ç›k›yor. Bu aflamalar sonunda Avrupa Birli¤i art›k anayasal bir sistem olarak geniflleyip, derinleflecek.
Bugün Avrupa’da Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi ve uygulamas›n›n esasl› katk›lar› ile oluflmufl bir ortak anayasa sahas› söz konusudur. Bu anayasal saha Avrupa hukuk kültürünün ifadesi olarak bir ortak anayasal düzen,
bir yeni jus commune oluflturmaktad›r.
Anayasay› bir ulus-kurucu iktidar birlikteli¤i olarak ele al›rsak Avrupa’da
kurucu iktidar› oluflturabilecek ne tarihsel olgu ne de hukuki varl›k düzeyinde bir Avrupa ulusu söz konusu de¤ildir. Avrupa Birli¤i de devlet ya da uluslararas› örgüt niteli¤i tafl›mamaktad›r. Bu do¤rultuda daha farkl› yaklafl›mlar gelifltirmek durumunday›z.
Alt›n›n çizilmesi gereken, anayasan›n, D.Rousseau’nun ifade etti¤i üzere, art›k sadece kurumlar aras› iliflkileri, kuvvetler ayr›l›¤›n› belirleyen bir belge
olmad›¤›d›r. Anayasa art›k Vatandafl–Devlet aras›ndaki iliflkilerin tan›m›,
yapt›r›m mekanizmalar› ile güvenceye ba¤lanm›fl bir hak ve özgürlükler flart›d›r. Di¤er bir ifade ile sadece iktidar› kuran ve da¤›tan bir belge olmaktan
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler Umumi Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
98
Karakafl
ç›km›flt›r. Bu aç›dan en önemli de¤iflim anayasa’n›n üstünlü¤ünün yarg›sal
güvenceye al›nmas›, yani anayasa mahkemelerinin sahneye ç›kmas›d›r.
Devlet – Ulus (Asli kurucu iktidar) – Anayasa üçgeni Avrupa Birli¤i’nde Anayasa problemati¤ine cevap oluflturmuyor. Zaten anayasa da art›k Burdeau’nun ifade etti¤i gibi sadece bir fikir de¤il, siyasal, toplumsal, kurumsal
yaflam› bir hukuk korsesi içine alan, hak ve özgürlükleri pozitif hukuk çerçevesinde koruyarak sürekli de¤iflim içeren dinamik bir yap›d›r.
Avrupa’da ortak bir anayasa hukukunun ortaya ç›kt›¤›n› görüyoruz. Bu olgunun esas nedeni, Avrupa anayasalar›n›n temel hak ve özgürlükleri benzer
flekilde ifade etmeleri ve koruma alt›na almalar› d›fl›nda, yarg›çlar›n hak ve
özgürlüklerin yorumunu benzer flekilde yapmalar›d›r.
Ulusalüstü alanda ise, bu ortak anayasa kültürü farkl› hukuk sistemlerinde
farkl› ilkeler bütününden oluflmakla birlikte, Avrupa alan›nda bu ortak birikim birlefltirici bir özellik olarak paylafl›lan de¤erlerden ve farkl›l›klara sayg›l› ilkelerden oluflmaktad›r. Dolay›s› ile burada söz konusu olan ulusal olmayan, anayasal bir Avrupa kimli¤idir. Avrupa kimli¤i ise ulus kimli¤i gibi
birlefltirici de¤il ancak ortak anayasa kültürü do¤rultusunda uyumlaflt›r›c›d›r.
Bu olgu Avrupa’da anayasal yurtseverlik (patriotisme constitutionnel) kavram› ile ifade edilmektedir. Bu kavram çerçevesinde siyasal birlik ulusal de¤il, rasyonel bir unsur üzerine kurulmaktad›r. Post-ulusal bir kimlik olarak
nitelendirebilece¤imiz bu yeni aidiyet etnik köken, din, dil ve kültürel özellikler gibi ö¤elerden ba¤›ms›z olarak flekillenmekte; yurttafllar kimliklerini
anayasada bulmaktad›rlar.
Demokrasi, insan haklar› üzerinde yükselen Avrupa, ulusal farkl›l›klarla
uyum içinde bütünleflmeye çal›flmaktad›r. Avrupa’da tek bir demos de¤il, ortak de¤erler etraf›nda bütünleflmifl Avrupa halklar› vard›r. Bu halklar, Avrupa kimli¤ini oluflturan Avrupa anayasal birikimi uyar›nca ortak bir hukuk
düzeni çerçevesinde bütünleflmektedir. Bu do¤rultuda Avrupa teknik bir bütünleflme hareketini oldu¤u ölçüde bir de¤erler toplulu¤udur. Aradaki ba¤lar etnik, dinsel, dilsel, kültürel de¤il, demokrasi, hukuk devleti, insan haklar› gibi etik kriterler temelindedir.
Avrupa Birli¤i Anayasas› Avrupa halklar›n›n temsilcilerinden oluflan çok tarafl› bir kurucu iktidar mahiyetindeki bir Kurultay (Convention) taraf›ndan
consensus temelinde flekillendirildi.
Avrupa Birli¤i Anayasas›
99
Avrupa Anayasas›’n›n ilk maddesinde belirtildi¤i gibi, yurttafllar›n ve devletlerin ortak bir gelecek kurma iradeleri do¤rultusunda, ortak amaçlar
için, yetkiler devrettikleri Avrupa Birli¤i kurulmakta, Birlik insan onuru,
özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlü¤ü ve insan haklar›na sayg› de¤erlerine dayanmaktad›r. Bu de¤erler ço¤ulcu bir toplumda hoflgörü, adalet, eflitlik, dayan›flma ve ayr›mc›l›k yasa¤› üzerinde temellenen üye devletlerde ortak de¤erlerdir. Bu maddede Avrupa anayasal birikiminin esas› görülmektedir.
Ancak, belirtmek gerekir ki, Avrupa Birli¤i flekli bir anayasaya sahip olmadan önce de anayasal bir düzen kurmufltur. Di¤er bir ifade ile aç›k yarg› kanallar› ile hukuk devletinin ve yurttafllar›n hak ve özgürlüklerinin güvence
alt›na al›nd›¤› bir sistem söz konusudur.
Bu do¤rultuda, Avrupa Topluluklar›’n› kuran andlaflman›n bir anayasalaflma sürecinden geçti¤ini ifade edebiliriz. Bu niteli¤e sahip olmayan bir normun anayasal de¤ere kavuflmas› ve söz konusu hukuk düzeninde di¤er
normlar›n üzerinde yer almas› olgusu öncelikle bu de¤ere ulaflacak normun
tart›flmas›z yorumunu yapacak bir kurumun da varl›¤›n› gerektirir. Bu kurum ise Avrupa Adalet Divan›’d›r. Bu süreç boyunca Divan’›n Van Gend en
Loos, Costa, Yefliller, Simmenthal kararlar› ile anayasal düzeni temellendirdi¤ini görüyoruz. Bu süreç sonunda Andlaflma bir “Hukuk Toplulu¤u”nun
Anayasas› haline dönüflmüfltür.
Avrupa Birli¤i’nin bu anayasalaflma sürecinin yaz›l› hukuktaki yans›mas›
tek bir metin haline gelerek Avrupa Anayasas›’na dönüflmüfltür. Bu sürecin
kökeninde temel haklar ve özgürlüklerin ba¤lay›c› ve ulusalüstü bir belgede
yer almas› düflüncesi de önemli bir yer tutmaktad›r. 2000 Nice zirvesinde
deklarasyon olarak kabul edilen Temel Haklar fiart›, Anayasa’n›n içine yerlefltirilmesi ile bu düflünce hayat bulmufltur.
Önemli olan nokta Avrupa Birli¤i’nin konfederal-federal yap›lanma tart›flmalar›n›n ötesinde Avrupa Birli¤i hukuk düzeninin süreç içinde oluflturdu¤u anayasal corpus’unu yaz›l› bir anayasa haline getirmesidir. Yeni anayasa
Avrupa anayasal birikimini ulusalüstü alana tafl›makta, üye devletlerin son
egemenlik çekirdekleri olan temel hak ve özgürlükler meselesini de Birli¤e
devretmektedir.
Avrupa Birli¤i’nin anayasalaflma süreci içinde topluluk hukuku-anayasa hukuku iliflkileri zaman zaman çok gerilmifltir (özellikle Almanya, ‹talya,
Fransa’da). Avrupa Anayasas› ile ulusal anayasalar artan oranda Avrupa
Anayasas›’n›n etkisi alt›nda kalacak ve üye devletler art›k Avrupa Birli¤i
100
Karakafl
hukukunun mutlak üstünlü¤ünü tan›mak zorunda kalacaklard›r. Avrupa
Anayasas›’n›n alt›nda yatan temel amaç ise bireylerin bir özgürlük, güven ve
adalet alan› içinde yaflamalar›n›n güvenceye al›nmas›d›r.
Ancak Avrupa Anayasas›’n›n bir uluslararas› andlaflma oldu¤u unutulmamal›d›r. Sonuçlar› ve uygulamas› bak›m›ndan uluslararas› andlaflmaya benzemiyorsa da (tüm Topluluk andlaflmalar› bu niteliktedir) kabul edilme prosedürü uluslararas› andlaflma usulleri çerçevesindedir.. Hükümetleraras›
konferans›n üzerinde uzlaflt›¤› metni 29 Ekim’de Roma’da imzalamas› ile
onay süreci bafllam›flt›r.
25 üye devlet Avrupa Anayasas›’n› kendi anayasal usulleriyle onaylayacakt›r. Bu durumda Avrupa Anayasas› ancak tüm üye devletler onaylad›ktan
yürürlü¤e girebilecektir.
Avrupa Birli¤i sitemine Anayasa’n›n esasta ne gibi de¤ifliklikler getirece¤ine
k›saca göz atacak olursak:
1. Bugün üç sütunlu yap› diye bilinen; Birinci sütun Avrupa Topluluklar›, ‹kinci sütun Ortak Güvenlik ve D›fl Politika, Üçüncü sütun
Adalet ve ‹çifllerinde ‹flbirli¤i, yap› kalkmakta, tüm sütunlar tek bir
çat› alt›nda, Avrupa Birli¤i ad› alt›nda birleflmektedir. Avrupa
Birli¤i’nin hukuki kiflili¤i de sa¤lanmaktad›r. (Mevcut sistemde Avrupa Toplulu¤u’nun hukuki kiflili¤i vard›r, Avrupa Birli¤i’nin ise
yoktur).
2. Konsey baflkan›n›n görev süresi iki buçuk y›l olarak belirlenmektedir. Baflkan nitelikli ço¤unlukla seçilecek ve görev süresi bir defaya
mahsus uzat›labilecektir. Birli¤in bir baflkan› ve üye devletlerce nitelikli ço¤unlukla seçilecek bir D›fliflleri bakan› olacakt›r. D›fliflleri bakan› ortak güvenlik ve d›fl politikadan sorumlu olacakt›r. Ancak unutulmamas› gereken d›fl politika ve ortak güvenlik konular›nda oy birli¤i ilkesi devam etti¤idir. Bu durumda bu konularda henüz Avrupa
Birli¤i’ne bir yetki devri söz konusu de¤ildir.
3. Karar alma say›s›nda nitelikli ço¤unluk sistemi kald›r›lmaktad›r.
Nice sistemine göre Almanya’n›n 29, ‹spanya ve Polonya’n›n 27 a¤›rl›kl› oyu vard› ve bu durum bir siyasi pazarl›k konusu haline gelmifl
idi. Hükümetleraras› konferans bu sistemi kald›rarak “çifte ço¤unluk” (en az on befl devlet, % 55’i) + nüfusun % 65’ini kapsayan sistemini getirdi. Ancak, üç büyük devletin hay›r oyu karar al›nmas›n›
engelledi¤inden, karar almada blokaj say›s› dört devlet olarak belirlendi.
Avrupa Birli¤i Anayasas›
101
4. 2014’e kadar Komisyon’da her üyenin bir komiseri olmaya devam
edecek. Bu tarihten sonra rotasyon sistemi ile üye devletlerin 2/3’ü
temsil edilecektir. Ancak bu say› Konsey taraf›ndan oybirli¤i ile de¤ifltirilebilir.
5. Parlamento’nun karar alma sürecine kat›l›m alanlar› artt›r›ld›. Kararlar %95 oran›nda Parlamento ve Konsey’in birlikte ortak karar alma süreci ile al›nacakt›r. Parlamento’da koltuk say›s› 750 olacak, üye
devletlerden en fazla 96 en az 6 parlamenter seçilecektir. Bu düzenlemenin de siyasi pazarl›klar› engellemek do¤rultusunda yap›ld›¤›
aç›kt›r. Her devletten seçilecek parlamenter say›s› 2009 seçimlerinden önce belli olacakt›r.
6. Birlikten ayr›lmak isteyenlere olanak sa¤lanarak, Konsey’in nitelikli ço¤unlukla karar verece¤i öngörülmüfltür.
7. Anayasa’da H›ristiyanl›¤a at›f olmad›¤›n› sadece kültürel, dini, insanl›k miras› ifadesinin yerald›¤›n› görüyoruz.
8. Avrupa Birli¤i’nin temel de¤erlerinin ciddi ve sürekli ihlali halinde,
üyelik haklar›n›n ask›ya al›nmas› hükmü yeralmaktad›r.
9. Avrupa Birli¤i’nin yetkileri bak›m›ndan önemli bir yenilik olmad›¤›
görülmektedir. Adalet ve içifllerinde iflbirli¤i genifl oranda nitelikli ço¤unlu¤a geçmifltir (Polis ve ceza yarg›lamas›nda iflbirli¤i hariç olmak
üzere). Oybirli¤inin sakl› tutuldu¤u hassas alanlar varl›¤›n› devam
ettirmektedir: Vergilendirme, sosyal politikalar, d›fl politika ve güvenlik, öz kaynaklar, mali düzenlemeler, Anayasa’n›n de¤ifltirilmesi
bunlar aras›ndad›r.
10. Ulusal parlamentolar Komisyon’un karar önerilerinden haberdar
olacakt›r. Parlamentolar›n 1/3’inin subsidiarité ilkesinin engellendi¤ini do¤rultusunda baflvururmas› halinde Komisyon öneriyi tekrar
gözden geçirecektir. Vatandafllar da bir milyon imza toplayarak karar önerisi verebilmektedirler.
11. Avrupa Birli¤i’nde yeraflan hukuki ifllemlerin de isimleri de¤iflmekte,
tüzük Avrupa yasas›, yönerge ise Avrupa çerçeve yasas› ad›n› almaktad›r.
Kurumsal düzeydeki ufak tefek de¤ifliklikler, sistemin daha kolay iflletilir
hale getirilmesi yan›nda Anayasa’n›n somut olarak getirdi¤i en önemli konu
Anayasa’ya yerlefltirilmifl Temel Haklar fiart›’d›r.
Avrupa Birli¤i vatandafllar›n›n Birlik iktidar› ile iliflkilerinde do¤rudan da-
102
Karakafl
yanacaklar› ba¤lay›c› bir metin söz konusudur. Bu metin ekonomik birli¤in
ötesinde de¤erler toplulu¤unun somut yüzünü oluflturmaktad›r.
Liberal demokratik haklarla, sosyal ve ekonomik haklar›n ayn› metinde yer
almas› ile modern anayasalara benzeyen bir düzenleme yap›lm›flt›r. Anayasa Avrupa Birli¤i’nde temel hak ve özgürlüklerin korunmas›nda yeni bir normatif temel getirmektedir.
Anayasa’da Temel Haklar fiart›’n›n anayasa hükmü olmas›, sütunlar›n birlefltirilmesi gibi bütünleflmeye yönelik düzenlemeler yan›nda, d›fl politika ve
ortak güvenlik gibi konular›nda gösterdi¤i gibi hükümetleraras› unsurlar
varl›¤›n› sürdürmektedir.
Bu do¤rultuda Anayasa’n›n ikili yap›y› sürdürdü¤ünü tesbit etmekle birlikte, Avrupa anayasal birikim çerçevesinde, bireyin eksen oldu¤u bir hukuk
anlay›fl›n›n Avrupa Anayasas› ile netleflti¤idir.
LE STATUT DES SERVICES PUBLICS
DANS L’UNION EUROPÉENNE
Prof. Dr. Pierre Le MIRE*
- La question du statut des services publics au regard du droit de l’Union
européenne est un thème central, tant au niveau de chaque Etat-membre
qu’au niveau européen.
En effet, il s’agit d’une question-clé pour l’orientation générale de nos
sociétés, au carrefour du libéralisme et de ce qu’on appelle « l’économie
sociale de marché » qui, au terme d’un processus historique, se retrouvent au
centre des débats concernant l’Union européenne.
Il suffit de constater l’effondrement du système éducatif ou du système de
santé dans certains Etats, par exemple en Amérique latine (au Chili ou au
Brésil), après des périodes de dictatures, pour comprendre combien les
services publics sont essentiels pour une société en développement et pour
l’équilibre des sociétés développées. L’exemple du délabrement de certaines
infrastructures routières (comme à Madagascar) ne font que confirmer cette
importance des équipements et des services publics.
Dans l’Union européenne, selon que la majorité des gouvernements en place
penche à gauche ou à droite, vers plus de sociale-démocratie ou plus de
libéralisme, la question des services publics connaît un regain d’intérêt ou au
contraire une phase d’endormissement.
En tout cas, ce thème fait partie des trois ou quatre questions centrales dès
lors que l’on souhaite, ou non, maintenir un « modèle européen de société »
dans lequel les effets négatifs du libéralisme sont tempérés par des
politiques sociales d’accompagnement (éducation, santé, transports
publics...) dont les services publics constituent un élément essentiel.
*
Professeur en droit administratif à l’Université Paris I (Panthéon-Sorbonne) et à la Faculté
Droit de l’Université Galatasaray.
104
Le Mire
- Jusqu’ici, j’ai employé le terme de « services publics » (terme très français,
mais aussi italien, belge, espagnol, turc, allemand...), alors même que
l’Union européenne possède son propre vocable, employé à plusieurs reprises
dans les traités: les « services d’intérêt économique général » (SIEG), c’est-àdire des services à caractère « économique », faisant donc l’objet d’échanges
économiques, et qui sont institués dans l’intérêt général. On peut dire, à ce
stade du raisonnement, qu’ils correspondent de très près à la notion
traditionnelle de « service public » de nos droits nationaux, et plus
précisément à nos services publics « économiques » ou « services publics
industriels et commerciaux » (SPIC), seuls services publics susceptibles de
réellement poser problème quant à l’application du droit européen de la
concurrence.
Cette quasi-similitude est illustrée par la notion, plus récemment dégagée
par le droit européen pour nommer le « noyau dur » de ces SIEG: le « service
universel », qui correspond au minimum de service « essentiel » qui doit être
offert à tous, dans des conditions égales, à un prix abordable, et dont la
continuité et la modernité doivent être assurées par une « qualité donnée »
(directive n° 2002/22/CE, JOCE du 24 avril 2002). Il s’agit bien du cœur du
« service public » de notre droit continental, garanti par les trois grands
principes (ou « lois ») du service public dégagés dès la fin du XIXème siècle:
« l’égalité » de tous devant le service public, « la continuité » du service
public, et sa « mutabilité » ou adaptabilité au progrès (c’est-à-dire sa
modernité).
- Voilà donc située cette notion centrale dans sa perspective historique et
géographique.
Mais alors, pourquoi l’aborder spécifiquement si elle correspond justement à
une tradition européenne et que le droit de l’Union (traités, règlements,
directives, jurisprudence...) la consacrent précisément à travers les termes
de « service d’intérêt économique général » et de « service universel »?
Tout simplement parce qu’elle fait débat, non pas quant à son existence, ni
même quant à son essence, mais quant à ses limites. Il convient, en effet, de
la situer par rapport au grand principe du droit communautaire au regard
duquel les «SIEG » bénéficient d’un statut d’exception: la « libre
concurrence ».
- Pour fixer clairement les choses rappelons quelques caractéristiques
fondamentales du droit de l’Union européenne, dans sa composante
«économique», telles qu’elles ressortent du traité de « la Communauté
Le Statut des services publics dans l’union européenne
105
européenne » (originellement « Communauté économique européenne » du
Traité de Rome).
D’abord, il faut souligner qu’il s’agit d’un droit « économique », ce qui
justifie toujours une grande marge dans son interprétation et son
application.
Ensuite, il est essentiel de rappeler que celui-ci est fondé sur deux grands
principes:
- la « libre circulation » (des marchandises, des personnes, des services et des
capitaux);
- et la « libre concurrence » qui s’applique tant aux personnes
privées (interdictions des « ententes » et des « abus de position
dominante »...) qu’aux personnes publiques (stricte limitation des aides
publiques, strict encadrement des marchés publics...), et qui implique une
lutte systématique contre les monopoles, sauf précisément, ce qui nous
intéresse particulièrement, lorsqu’un intérêt public les justifie.
Bien évidemment, au delà de ces deux grandes principes de libre circulation
et de libre concurrence, la Communauté européenne travaille de manière
permanente au « rapprochement » (ou à l’harmonisation) des législations
nationales, dans les domaines où la compétence demeure nationale (par
exemple en matière de propriété intellectuelle ou de droit de
l’audiovisuel...) et développe des « politiques communes » dans les domaines
où la compétence est européenne (comme par exemple, en matière
agricole, dans le secteur des transports ou de la « politique de cohésion
économique et sociale », version européenne de l’aménagement du
territoire...).
- Dans ce contexte général, comment s’est donc présentée, lors de la
rédaction des traités fondateurs, puis de l’établissement des premières
directives, la problématique des services publics, et plus généralement celle
des « prestations publiques »?
Ici, il faut bien distinguer deux questions (sous peine de tomber dans de
multiples confusions qui viendraient obscurcir le débat): celle des
« entreprises publiques », stricto sensu (au sens strict) et celle des « services
publics », lato sensu (largement entendus), quelles que soient leurs modalités
de gestion.
106
Le Mire
I/ Les entreprises publiques
La première question à clarifier est celle des entreprises publiques, c’est-àdire des entreprises contrôlées majoritairement ou effectivement (de quelque
manière que ce soit: majorité des actions, des droits de vote...) par une ou
plusieurs personnes publiques.
Ces entreprises peuvent être classées en deux catégories:
- soit, elles développent une activité purement marchande, sans lien avec un
service public (ou SIEG), comme, par exemple, la production de voitures,
d’acier, ou de produits chimiques…
- soit, elles assurent un service public (SIEG), comme, par exemple, la
distribution d’électricité, d’eau... ou l’établissement et l’exploitation d’un
réseau téléphonique, autoroutier, de chemin de fer…
On doit avoir à l’esprit que ce secteur des entreprises publiques représentait
dans les Etats fondateurs de la Communauté économique européenne une
part de la production nationale variant entre 15 et 30 % du produit intérieur
brut de leurs économies.
Et c’est encore le cas aujourd’hui à hauteur de 5 à 15%!
Le traité de Rome a donc dû prendre acte de cette situation, défendue par les
Etats fondateurs, et préciser dans l’actuel article 295 CE (ex-art. 222): « Le
présent traité ne préjuge en rien le régime de la propriété dans les Etats
membres ».
Cela signifie que le droit européen est indifférent à la forme, publique ou
privée, des entreprises. En revanche, il se soucie au plus haut point du
respect par celle-ci du droit de la libre concurrence!
C’est pourquoi un autre article du Traité, l’actuel article 31 CE (ex-art. 37),
prévoit, quant à lui, « l’aménagement » des monopoles nationaux à caractère
commercial. Ce qui a abouti à la quasi-disparition ou à la transformation
profonde de certaines entreprises publiques « monopolistiques » (par exemple
de production ou de vente de « tabacs et allumettes », d’alcools, de produits
pétroliers …) qui, ne gérant pas un service d’intérêt économique général, ne
pouvaient être maintenues en situation de monopole.
Bien évidemment, au terme de l’article 86, paragraphe 1 (ex-art. 90) du
Le Statut des services publics dans l’union européenne
107
Traité CE, les entreprises publiques, comme leurs homologues privées,
doivent respecter les règles européennes de libre concurrence, notamment en
matière d’ententes, d’abus de position dominante..., avec un souci particulier
de l’Union pour les distorsions à la libre concurrence qui pourraient résulter
des aides que les Etats membres sont susceptibles d’apporter à leurs
entreprises publiques (comme privées, d’ailleurs...), soit sous forme de
financements directs (dotations budgétaires ou subventions directement
issues des budgets publics...), soit sous forme de divers appuis indirects,
comme par exemple des garanties d’emprunts, ou des bonifications d’intérêts
(comme en bénéficiait Electricité de France / EDF, jusqu’à la loi du 9 août
2004).
C’est ce qui a justifié l’adoption de la directive du 25 juin 1980 (modifiée en
juillet 2000 / JOCE L. 193 du 29 juillet) relative à « la transparence des
relations financières entre les Etats et leurs entreprises publiques ».
Mais tout ceci ne revêt pas de difficultés particulières, au regard du droit
européen, si ce n’est que:
- d’une part, comme toujours, les Etats membres mènent des combats
d’arrière-garde pour résister et tenter de retarder l’application des règles
communautaires;
- et que, d’autre part, les entreprises publiques se plaignent parfois d’être
traitées de manière inégale par le droit européen qui leur impose souvent des
obligations particulières, comme les longues et coûteuses procédures de
marchés publics ou l’obligation de communiquer certains renseignements et
données financières, économiques et commerciales, ce qui n’est pas exigé des
entreprises privées concurrentes....
Mais ces problèmes tendent aujourd’hui à se régler, petit à petit, à travers le
droit dérivé (règlements et directives...) et les décisions de la jurisprudence
européenne (CJCE et TPI).
En fait, et c’est ce qui nous intéresse ici, l’essentiel du débat, théorique et
pratique, concerne les entreprises publiques assurant un service d’intérêt
économique général.
En effet, dès lors qu’il y a SIEG, le Traité admet des dérogations au principe
de libre concurrence et tolère même des situations de monopole, du fait de
l’intérêt majeur, pour la société, à voir fonctionner ce service dans de bonnes
conditions.
108
Le Mire
C’est pourquoi l’article 86, paragraphe 2, du Traité (ex-art. 90) a prévu, pour
les SIEG, une dérogation aux règles de concurrence rédigée de la manière
suivante: « Les entreprises chargées de la gestion de services d’intérêt
économique général (...) sont soumises aux règles du présent traité,
notamment aux règles de concurrence, dans les limites où l’application de ces
règles ne fait pas échec à l’accomplissement en droit ou en fait de la mission
particulière qui leur a été impartie ».
Dès lors, il importe peu que l’activité de service public soit assurée
directement, « en régie », par une personne publique (Etat, collectivité
territoriale) ou indirectement, par un établissement public (forme de
décentralisation « par service »), ou par une entreprise publique, ou même
par une entreprise privée à laquelle on a confié la gestion de ce service...
Dans l’ensemble de ces hypothèses, la question se pose de la même manière
dès lors qu’il s’agit d’appliquer concrètement la dérogation au droit de la
concurrence prévue par l’article 86, paragraphe 2, au profit des « services
d’intérêt économique général ».
II/ Les SIEG et la libre concurrence.
On peut dire que, pour le droit européen de la concurrence, la dérogation
prévue au profit des SIEG résulte de l’existence de contraintes particulières
pesant sur le gestionnaire du service, c’est-à-dire de ce qu’on appelle
traditionnellement des « obligations de service public ».
Selon un règlement européen du 26 juin 1969 relatif aux transports publics
(n° 1191/69, article 2), il s’agit d’obligations que, « si elle considérait son
propre intérêt commercial, l’entreprise n’assumerait pas ou pas dans la
même mesure, ni dans les mêmes conditions », ce que les économistes
nomment pour leur part des « charges indues » (non dues).
Il s’agit, par exemple, de l’obligation qui pèse sur les services publics postaux
de livrer le courrier, au tarif habituel et de manière régulière (c’est-à-dire, en
principe, tous les jours), même dans les villages de montagne et les hameaux
les plus isolés. Il est évident que ni DHL, ni Federal express ne seraient
intéressés par la gestion d’un tel service, si ce n’est à un tarif très élevé.
C’est pourquoi est parfois développée la thèse selon laquelle il serait
infiniment plus simple de confier au secteur privé les activités les plus
rentables (comme, par exemple, le téléphone ou les lettres et paquets
recommandés ou à forte valeur) et de laisser à la charge du secteur public les
activités les moins rentables (comme les lettres ordinaires...). Comme
Le Statut des services publics dans l’union européenne
109
l’expriment certains polémistes: on « privatiserait » les profits et on
« publiciserait » (ou « socialiserait ») les coûts!
Or, l’existence des services publics est souvent liée au maintien en leur sein
des deux types d’activités, les bénéfices des secteurs rentables permettant de
financer le fonctionnement « à perte » des services à caractère « social ».
Voilà donc un bon exemple des problèmes qui se posent dans notre domaine!
Essayons donc d’analyser de manière structurée les réponses que le droit
communautaire propose en cette matière à la fois essentielle et fort
complexe.
Historiquement, nous pouvons nettement distinguer deux périodes que nous
analyserons successivement. Alors que, au cours de ses trente-cinq
premières années d’application, le droit communautaire semble avoir tout
simplement ignoré la question, à partir des années 1990 (notamment sous
l’impulsion donnée par les arrêts Corbeau et Commune d’Almelo, rendus par
la CJCE en 1993 et 1994) les choses ont commencé à évoluer jusqu’à
l’adoption, au sommet d’Amsterdam, en 1997, du nouvel article 16 CE (exart. 7 D) du Traité et la réaffirmation, au sommet de Nice de décembre 2000,
du « rôle irremplaçable » des services publics.
Nous allons donc commencer par analyser successivement ces deux périodes.
Nous serons ensuite amenés à constater, ce qui n’est pas étonnant, que
demeure en ces domaines une certaine « résistance au changement ».
A/ D’abord, en ce qui concerne la période courant des années soixante aux
années quatre-vingt-dix, on ne peut pas aller jusqu’à dire que les institutions
communautaires sont restées totalement inactives.
Elles ont notamment traité le cas des entreprises publiques à activités
purement commerciales et, plus généralement, comme nous l’avons
constaté, celui des monopoles du secteur public. Mais peu de progrès
avaient été faits concernant directement l’interprétation de la dérogation au
droit de la concurrence consacrée par l’article 86, paragraphe 2, au profit
des SIEG.
Cependant, la Commission avait, petit à petit, renforcé ses compétences et
ses pressions dans ce domaine, notamment sur la base du paragraphe 3 du
même article 86 qui la charge de veiller à l’application des dispositions des
110
Le Mire
paragraphes 1 et 2 et lui donne le pouvoir d’adresser « en tant que de besoin,
les directives ou décisions appropriées aux Etats membres ».
C’est ainsi, par exemple, que celle-ci avait élaboré, en 1992, deux projets de
directives concernant les secteurs du gaz et de l’électricité, destinés à abolir
les droits « exclusifs » des opérateurs nationaux traditionnels (EDF-GDF en
France, l’ENEL en Italie...) et à permettre l’accès des tiers, nationaux ou
non-nationaux, aux réseaux de distribution d’énergie. La Cour de justice a,
en effet, admis que la Commission peut, non seulement, remédier à un
comportement précis portant violation des règles de concurrence mais,
également, fixer des règles à portée générale concernant l’ensemble d’un
secteur, même en l’absence de toute situation litigieuse. Celle-ci pouvait donc
procéder de la même manière en établissant des systèmes généraux
d’encadrement dans de nouveaux secteurs tels que les services postaux...
Il s’agissait là de questions d’autant plus sensibles qu’elles touchaient les
entreprises « de réseaux », c’est-à-dire des secteurs dans lesquels la gestion
du service nécessite la mise en place et l’entretien permanent
d’infrastructures lourdes qui justifient souvent l’institution de « privilèges »
ou de « droits exclusifs » au profit de l’exploitant.
Ces secteurs font d’ailleurs, parallèlement, l’objet de régimes particuliers,
notamment au regard des règles de passation des marchés publics (on parle
de secteurs « spéciaux » ou« exclus » du régime normal) et de désignation des
concessionnaires (de travail ou de service public) en vertu de la règle de
« l’intuitu personae » qui autorise (en droit communautaire comme en droit
interne) le libre choix de son partenaire par l’administration.
En d’autres termes, au fur et à mesure que le droit de l’Union européenne se
construisait à travers le droit dérivé (règlements et directives) et la
jurisprudence de la Cour de justice, la politique « de l’autruche » (consistant
à mettre sa tête dans un trou pour ne pas voir le danger) ne pouvait perdurer
très longtemps. Il fallait bien, à un moment, se décider à aborder les
questions de fond.
B/ C’est ce qui devait se produire, au début des années quatre-vingt-dix,
notamment avec les jurisprudences Corbeau et Commune d’Almelo.
1/ Rendu 19 mai 1993, l’arrêt Corbeau ( n° C 320/91, R I, p. 2533) a d’abord
apporté un certain nombre de précisions concernant la qualification des
SIEG.
Le Statut des services publics dans l’union européenne
111
A propos du monopole postal belge relatif à certains courriers, que voulait
entamer Monsieur Corbeau, un entrepreneur privé, la Cour indiquait en
effet « qu’il ne saurait être contesté que la régie des postes est chargée d’un
service d’intérêt économique général consistant dans l’obligation d’assurer la
collecte, le transport et la distribution du courrier sur l’ensemble du
territoire de l’Etat membre concerné, à des tarifs uniformes et à des
conditions de qualité similaires, sans égard aux situations particulières et au
degré de rentabilité économique de chaque opération individuelle ».
Ce caractère « social » du service et ces exigences de continuité, d’égalité et
de qualité devaient être confirmées mot pour mot, le 27 avril 1994, par l’arrêt
Commune d’Almelo (n° C 393/92, R I, p. 1477), à propos d’un service de
distribution d’électricité, appliqué à une commune des Pays-bas, dont le
monopole était également dénoncé par un importateur étranger d’électricité.
A cette occasion, la Cour indiquait par ailleurs que le caractère de SIEG (et
donc le besoin de déroger aux règles ordinaires de la concurrence) pouvait
être renforcé par des contraintes subies par le service du fait d’objectifs de
politique nationale ou communautaire, tels que la protection de
l’environnement ou l’aménagement du territoire (la politique européenne de
« cohésion économique et sociale »), qui sont donc assimilables, du moins
quant à leurs effets, à des « obligations de service public » (ou « charges
indues »).
C’est dans ce contexte que la Cour et la Commission ont reconnu
successivement le caractère de SIEG à de très nombreuses activités,
notamment en matière:- de postes et télécommunications, de distribution
d’électricité, de transports par chemins de fer, de transports aériens et de
distribution d’eau; mais aussi aux services des pompes funèbres
(enterrement des personnes), aux services de la main d’œuvre (placement
des chômeurs), à des activités liées à la gestion des ports publics...
Par ailleurs, étaient affirmées deux règles importantes:
- D’abord, le principe selon lequel chaque Etat-membre est seul habilité à
décider si un service revêt, ou non, à ses yeux, un intérêt tel qu’il décide de
le qualifier de SIEG. C’est par exemple le cas pour la distribution de l’eau,
considérée comme un service public dans la plupart des Etats membres mais
pas dans tous...
- Ensuite, le fait que lorsqu’elle confie la gestion du service public à une
entité autonome (établissement public, entreprise publique ou société
112
Le Mire
privée), la puissance publique doit le faire de manière expresse ou explicite.
C’est la condition pour que cette entité autonome puisse invoquer le bénéfice
de la dérogation aux règles de concurrence prévue par le Traité (c’est
d’ailleurs, on le notera, une transposition de la jurisprudence nationale,
notamment consacrée par le droit administratif français, selon laquelle il n’y
a pas de service public « virtuel » ou « par nature », ce qui implique l’existence
d’un acte « fondateur » du service public, c’est-à-dire une loi, un règlement
ou, au minimum, un contrat de concession ou de dévolution).
2/ La jurisprudence a cependant apporté une autre série de précisions
concernant le régime juridique des SIEG, notamment quant à l’extension de
la dérogation aux règles de concurrence et, de ce fait, quant à l’équilibre
financier du service public.
En effet, l’analyse des conditions dans lesquelles il s’avère possible de
restreindre la concurrence pour éviter que ne soit remise en cause la mission
particulière des SIEG a amené le juge à affirmer qu’il n’est pas nécessaire
pour cela que la concurrence mette le service dans l’impossibilité absolue de
fonctionner. Il suffit qu’elle l’empêche de fonctionner « dans les conditions
économiques rentables » qui lui sont nécessaires pour assurer pleinement sa
mission d’intérêt économique général dans le cadre de son équilibre financier
global. Et cela présuppose, c’est essentiel, « la possibilité d’une compensation
entre les secteurs d’activité rentables et les secteurs non-rentables » du fait
des obligations de service public ou des « charges indues » qu’il supporte.
Le SIEG bénéficie même d’une présomption en sa faveur puisqu’il n’est
nullement exigé que soit apportée la preuve qu’aucune autre mesure
permettrait d’aboutir au même résultat sans gêne pour la concurrence. Si
celle-ci était en mesure de le faire, c’est à la Commission qu’incomberait la
charge d’apporter la preuve contraire (CJCE, Commission c/ France, 23
octobre 1997, n° C 159/94, R I, p. 5815).
La conséquence essentielle de cette jurisprudence réside dans le fait qu’elle
valide les limitations de la concurrence susceptibles d’être développées par
les acteurs privés dans les secteurs économiques les plus rentables. Ce qui
peut justifier l’établissement ou le maintien d’un monopole pour la partie
rentable de l’exploitation du service public, de manière que soit assuré le
financement de sa partie qui est non-rentable du fait des obligations de
service public qui lui sont imposées.
Cela rappelle d’ailleurs, à nouveau, le droit administratif de la « concession »,
puisque « l’équilibre financier du contrat » y est toujours garanti aux
Le Statut des services publics dans l’union européenne
113
concessionnaires de service public (notamment avec les théories
jurisprudentielles de « la force majeure » et, dans une moindre mesure, de
« l’imprévision ») et que, parallèlement, cet équilibre peut justifier
l’attribution d’un quasi-monopole pour le concessionnaire, comme le Conseil
d’Etat français l’avait reconnu dès le début du XXème siècle à propos des
concessions municipales de transport public (CE, Section, 29 janvier 1932,
Société des autobus antibois, R. Lebon, p.117).
Cette jurisprudence européenne représente donc incontestablement un coup
d’arrêt très important à la politique de « privatisation des profits » et de
« socialisation des pertes ». La concurrence n’est en effet autorisée à se
développer qu’à la condition de proposer un produit « spécifique », apportant
un « plus » (en qualité, ou en rapidité d’exécution, ..., comme une livraison du
courrier plus souple dans l’affaire Corbeau...), sous réserve que cela ne mette
pas en cause l’équilibre financier, c’est –à-dire, l’existence ou même la qualité
du « service universel ».
Cela a, par exemple, été confirmé par un jugement du 27 février 1997 du
Tribunal de première instance de la Communauté européenne (TPI,
Fédération française des assurances, n° T 106/95), refusant de qualifier
« d’aides d’Etat » (donc contraires au droit européen de la concurrence) les
avantages fiscaux accordés par la France à La Poste, en ce qui concerne ses
activités financières. En effet, le surcoût des « obligations de service public »
supportées par La Poste était jugé largement supérieur aux avantages en
question, alors même que ces avantages s’avéraient nécessaires à l’équilibre
financier général de ses activités.
De même, dans son arrêt Chronopost, du 3 juillet 2003 n° C 83/01), la Cour
de justice souligne que le comportement de La Poste ne saurait être comparé
à celui d’une société ou d’un groupe privé hypothétique, sans situation de
monopole de service public, celui-ci n’ayant pas eu à constituer, comme La
Poste, une infrastructure de base semblable à la sienne.
Par ailleurs, par ses arrêts Ferring, du 22 novembre 2001 (n°C 53/00, R I,
p.9067), et Altmark, du 24 juillet 2003 (n° C 28/00), la Cour affirme que les
modalités de financement du service public ne sont pas assimilables à des
aides d’Etat (ce qui impliquerait des obligations de notification ou de
demande préalable auprès de la Commission), dans la mesure où elles
correspondent à la contrepartie d’une obligation de service public et dès lors
qu’elles respectent un certain nombre de conditions, notamment quant à la
transparence et au caractère objectif du calcul de la compensation.
114
Le Mire
C’est donc à un subtil bilan « coût-avantages » que se livre, au cas par cas, le
droit de l’Union européenne pour apprécier l’étendue des dérogations au
principe de concurrence qui peuvent être admises au profit des SIEG.
Pour sa part, la Commission a tenté de clarifier ou d’ordonner un peu cette
question par une « communication » du 11 septembre 1996 sur les services
d’intérêt général en Europe (Com. 96/443, JOCE C-281 du 26 septembre ) qui
affirme que ceux-ci figurent « au cœur du modèle européen de société ». Il en
ressort notamment que les obligations de service public et les recours à la
dérogation de l’article 86, paragraphe 2, doivent être traités secteur par
secteur, en tenant compte de la situation spécifique de chacun d’entre eux.
La question a également été abordée solennellement par le Traité
d’Amsterdam qui a introduit un nouvel article 16 dans le Traité CE, ainsi
rédigé: « Sans préjudice des articles 73, 86 et 87 et eu égard à la place
qu’occupent les services d’intérêt économique général parmi les valeurs de
l’Union ainsi qu’au rôle qu’ils jouent dans la promotion de la cohésion sociale
et territoriale de l’Union, la Communauté et ses Etats membres, chacun
dans les limites de leurs compétences respectives et dans les limites du
champ d’application du présent Traité, veillent à ce que ces services
fonctionnent sur la base de principes et dans les conditions qui leur
permettent d’accomplir leurs missions ».
Dans cette même ligne, au sommet de Nice, en décembre 2000, était encore
souligné « le rôle irremplaçable » des SIEG, et, à Barcelone, en 2002, la
Commission s’était engagée à élaborer une « directive-cadre » en la matière,
futur statut européen des services publics.
Cependant, celle-ci, contestée ensuite par la majorité des gouvernements
libéraux des Etats membres, mais soutenue par une majorité au Parlement
européen, n’a toujours pas vu le jour. La Commission s’est contentée, en mai
2004, de publier un « livre blanc » sur la question, qui fait la synthèse de la
jurisprudence que nous venons d’exposer, qualifiée de « combinaison
harmonieuse des mécanismes de marché et des missions de service public ».
Enfin, le texte portant « Constitution » de l’Union européenne, en cours de
ratification, affirme à son tour le « rôle éminent » des SIEG, alors que l’article
II-3 b de la Charte des droits fondamentaux de l’Union européenne
dispose: « L’Union européenne reconnaît et respecte l’accès aux services
d’intérêt économique général, tel qu’il est prévu par les législations et les
pratiques nationales, conformément à la Constitution, afin de promouvoir la
cohésion sociale et territoriale de l’Union ».
Le Statut des services publics dans l’union européenne
115
Tout cela reflète donc l’importance que revêt la question, mais aussi la
résistance au changement qui se manifeste parfois, tant de la part des
partisans du service public, que de la part des fermes tenants du libéralisme.
C/ la résistance au changement se constate incontestablement au regard de
l’ouverture à la concurrence, telle qu’elle est programmée pour les grands
réseaux, comme pour le service postal ou la distribution d’électricité ou de
gaz.
- En ce qui concerne le service postal, la question est avant tout sociale:
comment conserver un service de qualité assuré à tous et abordable pour les
moins riches des citoyens, alors même qu’il s’agit, pour l’essentiel, d’une
activité non-rentable (mais qui représente quand même près de 1,5 % du PIB
de l’Union, avec un chiffre d’affaire de l’ordre de 80 Milliards d’euros)?
Le 1er décembre 1997, avait été adoptée une directive ayant pour objectif
d’assurer l’ouverture progressive du marché aux acteurs privés ainsi qu’aux
entreprises publiques des autres Etats membres, tout en garantissant
l’existence du service public (n° 97/87/CE, JOCE n° L 15 du 21 janvier 1998)..
La bataille pour sa mise en œuvre et une ouverture plus rapide n’a, dès lors,
cessé de faire rage (les syndicats de postiers, hostiles à la libéralisation, y
engouffrant leurs gros bataillons). Il devrait en résulter, au 1er janvier 2006,
une ouverture du marché pour toutes les lettres dont le poids est supérieur
à 50 grammes, c’est-à-dire une libéralisation totale pour environ 25% du
trafic postal.
- En ce qui concerne le gaz et l’électricité, la question revêt un caractère plus
économique que social, dans la mesure où il s’agit de secteurs absolument
essentiels à la vie économique des entreprises et des Etats, et dont la
libéralisation devrait, a priori, entraîner une baisse des coûts pour les
consommateurs. Elle pose cependant des problèmes au regard de la sécurité
et de la continuité des approvisionnements, comme l’ont récemment montré,
notamment aux Etats-Unis, plusieurs gigantesques « pannes » de courant,
affectant des millions de personnes, du fait de manque d’interconnexion
entre les différents exploitants privés.
Deux directives du 19 décembre 1996, pour l’électricité, et du 22 juin 1998,
pour le gaz, ont donc également prévu l’ouverture progressive des deux
marchés, d’abord limitée aux plus gros consommateurs (c’est-à-dire aux
entreprises industrielles), puis étendue petit à petit au plus grand nombre,
avec une libéralisation programmée de l’ordre de 20 à 35 %, selon les cas.
Le Mire
116
Par la suite, une nouvelle directive relative au marché électrique était
adoptée au Conseil européen de l’énergie du 25 novembre 2002, imposant
notamment, dans chaque Etat membre, la séparation juridique des entités
productrices et des entreprises de distribution, sous la surveillance d’une
autorité indépendante chargée de garantir l’égal accès de tous les opérateurs
aux infrastructures de distribution.
Le texte s’en remet cependant, très largement, aux Etats membres (qui, de
ce fait, l’ont adopté à l’unanimité). Ceux-ci sont, en effet, chargés, lors de la
transposition nationale, de fixer les modalités de l’équilibre entre ouverture
à la concurrence et protection du « service universel », notamment « pour
préserver les obligations de service public, la sécurité d’approvisionnement
et, en partie, la protection des régions reculées et des groupes les plus
vulnérables de la population ».
*****
C’est donc dans ce panorama général concernant le statut des services
publics dans l’Union européenne et le rôle qu’ils jouent et doivent toujours
être assurés de pouvoir jouer dans le cadre du « modèle européen de société »,
donc dans cette « économie sociale de marché », que la Turquie devra
s’inscrire au terme du processus d’adhésion à l’Union européenne qu’elle
entame aujourd’hui.
Or, le sujet doit particulièrement intéresser les responsables turcs, dans la
mesure où la société turque se trouve désormais à la croisée des chemins:
entre une tradition très forte de présence des structures étatiques et la
nécessaire libéralisation à mener en vue de débrider l’économie nationale.
Nul doute que, en la matière, la nécessaire convergence avec le droit
européen ne pourra que contribuer à la clarification des enjeux et des
données politique, économiques, juridiques et sociales.
CEMAAT VAKIFLARININ TAfiINMAZ MÜLK‹YET‹ ‹LE
‹LG‹L‹ SORUNLAR
Prof. Dr. Ata SAKMAR*
Günümüzde “cemaat vak›flar›” olarak an›lan gayrimüslim hay›r kurumlar›n›n tafl›nmaz mal edinme ve kullanma haklar›, Türkiye’nin Avrupa Birli¤i’ne
üyelik süreci içinde yeniden gündeme gelmifl ve Avrupa hukukuna uyum çal›flmalar› içinde ele al›nmaya bafllam›flt›r. Bu konudaki bafll›ca düzenlemeler,
9 A¤ustos 2002 ve 11 Ocak 2003 tarihli ve 4771 ve 4778 say›l› Çeflitli Kanunlarda De¤ifliklik Yap›lmas›na ‹liflkin Kanunlarda (Uyum Yasalar›) ve Vak›flar Kanunu Tasar›s›nda yer almaktad›r.
1. Tarihçe
1.1. Osmanl› Dönemi
Gayrimüslim Türk vatandafllar›ndan oluflan cemaatler, kilise, sinagog, manast›r, ayazma, okul, yetimhane, hastahane, mezarl›k gibi dini veya sosyal
nitelikteki tafl›nmazlar üzerindeki haklar›n›, Osmanl› padiflahlar›n›n kanun
hükmünde olan fermanlar›yla kazanm›fllard›r. Osmanl› Devletinin ‹slam
hukukuna dayanan yap›s› ve az›nl›klara uygulanan millet sistemi içinde,
gayrimüslim tebaa kendilerine tahsis edilen yerlerde infla ettikleri dini nitelikteki yap›lar› sorunsuz olarak kullanm›fl ve bunlara diledikleri gibi tasarruf etmifllerdir.
Ondokuzuncu Yüzy›l’›n ikinci yar›s›nda, modern anlamda tafl›nmaz mülkiyeti kavram›n›n Osmanl› hukukuna girmesi ve ilk resmi tapu kay›tlar› olan
Defteri Hakani Emaneti’nin tesisinden sonra ise, cemaat kurumlar› baz› yasal sorunlarla karfl›laflm›fllard›r. fiöyle ki, Padiflah fermanlar›yla olufltuklar›
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler Özel Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim
Üyesi
118
Sakmar
için müslüman vak›flar›ndan çok farkl› bir konuma sahip olan cemaat kurumlar›n›n, kurucular› (vakfedeni) ve iflleyifllerini düzenleyen bir tüzükleri
(vak›f senedi) mevcut de¤ildir. Bu nedenle, varl›klar›n› de facto sürdüren bu
kurumlar›n yasal statülerindeki belirsizlik ve tüzel kifli kavram›n›n Osmanl› hukukunda henüz yerleflmemifl olmas› nedeniyle, cemaatlere ait tafl›nmazlar tapuda güvenilir gerçek kifliler (nam-› müstear) veya Hazreti ‹sa,
Meryem Ana gibi dini kifliler (nam-› mevhum) ad›na kaydedilmifllerdir.
1328 (1912) y›l›nda Eflhas-› Hükmiyenin Emval-i Gayrimenkuleye Tasarrufuna Dair Kanunu Muvakkat ile tafl›nmazlar›n do¤rudan do¤ruya tüzel kifliler ad›na kayd› kabul edilmifl ve böylece, Kanunun “Osmanl› Müessesat-›
Hayriyesi” olarak adland›rd›¤› cemaat kurumlar›na ait olup, Defteri Hakani
Emaneti’ne verilen cetvellerde gösterilen tafl›nmazlar›n bu kurumlar ad›na
tescili teorik olarak mümkün hale gelmifltir.
1.2. 2762 say›l› Vak›flar Kanunu, 1936 Beyannamesi ve Yarg›tay’›n 1942
‹çtihad›
1926 y›l›nda yürürlü¤e giren Medeni Kanun vak›flar konusunu düzenlememifl ve ‹sviçre hukukundan al›nan “tesis” kavram›n› benimsemifltir. Bu nedenle, Kanunu Medeninin Sureti Meriyet ve fiekli Tatbiki Hakk›ndaki Kanunun 8. maddesinde, 1926 y›l›ndan önce kurulan vak›flar hakk›nda ayr›ca
bir tatbikat kanunu ç›kar›lmas› öngörülmüfltür. 1936 y›l›nda yürürlü¤e giren 2762 say›l› Vak›flar Kanunu ise, Osmanl› Cemaat ve Müessesat› Hayriyesi olarak adland›r›lan kurumlar› “vak›f” kapsam›na almak suretiyle bunlara tüzel kiflilik tan›m›fl ve Vak›flar Genel Müdürlü¤ünün denetim ve gözetimi alt›na alm›flt›r.
Vak›flar Kanununun 44. maddesinde cemaat vak›flar›n›n yöneticilerine 3 ay
süre tan›narak, 1912 y›l›nda düzenledikleri cetvellerde yer alan veya 15 y›ldan beri sürekli vak›f hayrat› olarak kulland›klar› tafl›nmazlar› gösteren bir
beyanname vermeleri öngörülmüfltür. Beyan edilen tafl›nmazlar Vak›flar Genel Müdürlü¤ünce vak›f kütü¤üne kaydolunacak ve vak›flar idaresinin iste¤i üzerine yap›lacak ilana iki y›l içinde bir itiraz olmad›¤› takdirde ait olduklar› vak›flar ad›na tapuya tescil edilecektir.
Bu hükmün uygulanmas› sonucunda bir k›s›m tafl›nmaz›n vak›flar› ad›na
tescili sa¤lanm›fl ise de, o dönemde kadastro tespiti yap›lan yerlerde tescil
taleplerinin ço¤u reddedilmifl veya kilise, manast›r, ayazma gibi dini nitelikte tafl›nmazlar cemaatlerin tasarrufunda olarak tespit edilmelerine ra¤men,
tapu kay›tlar› malik hanesi bofl b›rak›larak düzenlenmifltir. Cemaat vak›fla-
Cemaat Vak›flar›n›n Tafl›nmaz Mülkiyeti ile ‹lgili Sorunlar
119
r›n›n tafl›nmazlar›n› tapuya kaydettirmek için açmak zorunda kald›klar› davalar ise, ilk derece mahkemelerinin de¤iflik kararlar vermesi üzerine al›nan
Yarg›tay’›n 2 Aral›k 1942 tarihli ‹çtihad› Birlefltirme karar› ile sonuçsuz b›rak›lm›flt›r.
Yarg›tay’›n bu ünlü (!) karar›na göre, cemaatlerin 1912 y›l›ndan önce tafl›nmazlar›n tüzel kifliler ad›na kaydedilmesi mümkün olmamas› nedeniyle, güvenilir gerçek kifliler veya dini kifliler ad›na kaydettirmek zorunda kald›klar› kilise, manast›r, ayazma gibi tafl›nmazlar›n vak›flar› ad›na tescil edilebilmesi için, tapuda malik olarak gözüken kiflinin muvafakat›n›n al›nmas› gerekmektedir. Yarg›tay’›n, tapu sicilinde yer alan malik ad› Hazreti ‹sa, Hazreti Meryem veya Azizler gibi bir nam-› mevhum olsa bile, muvafakat arayan bu zorlama ve mant›k d›fl› karar›n›n uygulamas›na, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2 Temmuz 1956 tarihli tefsir karar› ile son verilmifltir.
1.3. Yarg›tay’›n 1974 ‹çtihad›
1960’l› y›llar›n sonuna do¤ru cemaat vak›flar›n›n yeni tafl›nmaz edinmelerini önleyen bir di¤er uygulama bafllam›flt›r. fiöyle ki, önce tafl›nmazlar›n tapuya tescili için Tapu Kanunu’nun 2. maddesinde öngörülen belgenin verilmesinden kaç›n›lm›fl, sonra cemaat vak›flar›n›n tüzel kiflili¤i olmad›¤› veya
tüzel kiflilikleri olsa bile yeni tafl›nmaz iktisap edemeyecekleri iddias› ile yeni tescil talepleri reddedilmifltir.
Bu fiili uygulama mahkeme kararlar›yla da desteklenmifl ve önce Yarg›tay 2.
Hukuk Dairesi taraf›ndan oluflturulan, sonra Yarg›tay Hukuk Genel Kurulu
taraf›ndan da benimsenerek emsal haline getirilen, 1974 içtihad› ile cemaat
vak›flar›n›n sat›n alma, hibe veya vasiyet yoluyla tafl›nmaz edinmelerine engel olunmufltur.
Yarg›tay’›n önceleri az›nl›k vak›flar›n› “yabanc›” sayan ve bu tür tüzel kiflilerin tafl›nmaz edinmesini kamu güvenli¤i aç›s›ndan bir tehdit olarak gören
bu içtihad›na göre, cemaat vak›flar›n›n Vak›flar Kanunu gere¤ince vermek
zorunda kald›klar› 1936 Beyannamelerinin “vak›fname” olarak kabul edilmesi ve bu beyannamelerde mal iktisab› için aç›kl›k bulunmamas› nedeniyle ba¤›fl ve vasiyet yoluyla dahi yeni mal iktisap edemeyecekleri sonucuna
var›lmas› gerekir.
Oysa cemaat vak›flar›n›n tasarruflar› alt›ndaki tafl›nmazlar›n kendi adlar›na tapuya tescili için yapm›fl olduklar› aç›klay›c› bir bildirimden ibaret olan
1936 Beyannamelerini, vakf›n kurulufl belgesi olarak kabul etmenin huku-
120
Sakmar
kun temel ilkelerine tümüyle ayk›r› oldu¤u aç›kt›r. Ayn› flekilde, Medeni Kanunun eski 46. yeni 48. maddesi hükmü gere¤ince, “Tüzel kifliler cins, yafl,
h›s›ml›k gibi yarad›l›fl gere¤i insana özgü niteliklere ba¤l› olanlar d›fl›ndaki
bütün haklara ve borçlara ehildirler”. Bu hüküm uyar›nca, tüzel kiflilerin
kanun gere¤i genel hak edinme ehliyetine sahip olduklar›, her türlü malvarl›¤› haklar›n› edinebilecekleri ve mansup mirasç› veya vasiyet edilen olabilecekleri kuflkusuzdur.
1.4. Vak›flar Genel Müdürlü¤ünün Mazbutlaflt›rma Uygulamas›
2672 say›l› Vak›flar Kanunu, 4 Ekim 1926 tarihinden önce vücut bulmufl vak›flar›n idaresinin belirli durumlarda zaptedilmesini ve “Mazbut Vak›f” olarak an›larak Vak›flar Genel Müdürlü¤ü taraf›ndan idare olunmas›n› öngörmüfltür.
Vak›flar Kanununun 1 (D) maddesinde yer alan, “kanunen ve fiilen hayri bir
hizmeti kalmam›fl vak›flar Vak›flar Genel Müdürlü¤ü taraf›ndan yönetilir”
hükmüne dayanan bu çözüm, esas itibariyle, Osmanl› döneminde kurulmufl,
mütevellileri çoktan ölmüfl ve hay›r ifllerine tahsis edilen mallar› sahipsiz
kalm›fl eski vak›flar için düflünülmüfltür. Vak›flar Genel Müdürlü¤ü ise, cemaat vak›flar›n›n 1936 y›l›nda verdikleri beyanname ile tüzel kiflilik kazand›¤›n› bizzat kabul etmesine ra¤men, sadece 1926 y›l›ndan önce kurulan vak›flar› kapsayan Vak›flar Kanunu’nun 1 (D) maddesi hükmünü, kanunun
ayr› bir grup olarak ele ald›¤› ve kendileri taraf›ndan seçilen kifli ve heyetlerce idare edilece¤ini kabul etmifl oldu¤u cemaat vak›flar›na da teflmil etmifltir.
Bu uygulama sonucunda dini nitelikteki kilise, manast›r, ayazma gibi kutsal binalara sahip vak›flar›n yönetimine ve mallar›na el konulmas›, daha
çok, Türkiye ile Yunanistan aras›ndaki siyasi iliflkilerden do¤rudan etkilenen Rum Ortodoks az›nl›¤a ait vak›flar için söz konusu olmufltur.
Rum Ortodoks inanc›na göre, “bir Kilisenin veya Manast›r›n hayri bir hizmetinin kalmam›fl oldu¤u, terkedilmifl ve sahipsiz b›rak›ld›¤›n› düflünmek
mümkün de¤ildir. Ortodoks Kilisesi, kutsal kanunlar› çerçevesinde piramit
fleklinde oluflan bir organizasyona sahiptir. Cemaatler Episkoposa, Episkoposlar Metropolite, Metropolitler ise Patri¤e ve onun baflkanl›¤›ndaki Sen Sinod meclisine tabidirler. ‹badet yerleri, her halükarda, Episkopos ve ilgili silsile uyar›nca Patrik ve Sen Sinod taraf›ndan idare edilmeye devam ederler.
Bu nedenle bir kilisenin belli dönemlerde cemaatinin bulunmay›fl› onun sahipsiz oldu¤u anlam›na gelmez”.
Cemaat Vak›flar›n›n Tafl›nmaz Mülkiyeti ile ‹lgili Sorunlar
121
Vak›flar Genel Müdürlü¤ünün mazbut statüye alma uygulamas› bu aç›dan,
Anayasam›z ve Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi hükümleri ile teminat alt›na al›nm›fl olan, din ve vicdan özgürlü¤ünü zedelemekte ve günümüzdeki
demokrasi anlay›fl›na ters düflmektedir.
2. Uyum Yasalar› ve Yeni Vak›flar Kanunu Tasar›s›
2.1. Uyum Yasalar›
Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birli¤i’ne üyelik sürecinde gündeme gelen
cemaat vak›flar›n›n tafl›nmaz edinmeleri konusunda ilk düzenleme, 4771 say›l› Çeflitli Kanunlarda De¤ifliklik Yap›lmas›na ‹liflkin Kanun’un 4. maddesinin (A) f›kras› ile, 5 Haziran 1935 tarihli ve 2762 say›l› Vak›flar Kanunu’nun 1 inci maddesinin sonuna afla¤›daki f›kralar›n eklenmesi suretiyle
gerçeklefltirilmifltir:
“Cemaat vak›flar›, vakfiyeleri olup olmad›¤›na bak›lmaks›z›n, Bakanlar Kurulunun izniyle dinî, hayrî, sosyal, e¤itsel, s›hhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlar›n› karfl›lamak üzere tafl›nmaz mal edinebilirler ve tafl›nmaz mallar› üzerinde tasarrufta bulunabilirler. Bu
vak›flar›n dinî, hayrî, sosyal, e¤itsel, s›hhî ve kültürel alanlardaki
ihtiyaçlar›n› karfl›lamak üzere, her ne suretle olursa olsun, tasarruflar› alt›nda bulundu¤u, vergi kay›tlar›, kira sözleflmeleri ve di¤er belgelerle belirlenen tafl›nmaz mallar, bu Kanunun yürürlü¤e
girdi¤i tarihten itibaren alt› ay içinde baflvurulmas› hâlinde vak›f
ad›na tescil olunur. Cemaat vak›flar› ad›na ba¤›fllanan veya vasiyet
olunan tafl›nmaz mallar da bu madde hükümlerine tâbidir.”
Daha sonra, 11 Ocak 2003 tarihli Resmi Gazetede yay›nlanarak yürürlü¤e
giren 4778 say›l› Kanunun 3. maddesi ile Vak›flar Kanunun de¤iflik 1. maddesinde yeniden de¤ifliklik yap›lm›flt›r. Bu de¤iflikliklerden ilki, Vak›flar Kanununun 1. maddesinin 6. f›kras› ile, cemaat vak›flar›n›n tafl›nmaz mal edinimi ve mallar› üzerinde tasarrufu için izin verme yetkisinin Bakanlar Kurulundan al›narak Vak›flar Genel Müdürlü¤üne verilmifl olmas›d›r. ‹kinci
de¤ifliklik ise, Vak›flar Kanunun 1. maddesine yeni bir f›kra eklenerek, maddenin uygulanmas›na iliflkin usul ve esaslar›n Vak›flar Genel Müdürlü¤ünün ba¤l› oldu¤u Bakanl›kça ç›kar›lacak yönetmelikte düzenlenece¤inin belirtilmesidir.
Sözü edilen Yönetmelik 24 Ocak 2003 tarih ve 25003 say›l› Resmi Gazetede
yay›nlanarak yürürlü¤e girmifltir. Yönetmeli¤in Geçici 1 maddesine göre
Sakmar
122
baflvurular vakf›n ba¤l› oldu¤u Vak›flar Bölge Müdürlü¤ü’ne yaz›l› olarak
yap›lacak ve baflvuruya afla¤›da belirtilen belgeler eklenecektir:
“Tafl›nmaz mal›n vakf›n tasarrufuna iliflkin 09/08/2002 tarihinden önceki bir tarihi tafl›yan, afla¤›daki belgelerden bir veya makbul say›labilecek efl de¤er bir belge; vergi kayd›, emlak vergi beyannamesi, kira kontrat›, elektrik, su, do¤al gaz faturas›, tasdikli irade
suretleri ile fermanlar, muteber mütevelli, sipahi, mültezim temessül veya senetleri, kay›tlar› bulunmayan tapu veya mülga hazinei
hassa senetleri veya muvakkat tasarruf ilmühaberleri, tasdiksiz tapu yoklama kay›tlar›, mülkname, vasiyetname ve vasiyet tenfiz kararlar›, muhasebat› atika kalemi kay›tlar›, mubayaa, istihkam ve
ihbar hüccetleri, evkaf idarelerinden tapuya devredilmemifl tasarruf kay›tlar›”
Cemaat vak›flar›n›n Yönetmeli¤e uygun olarak tasarruflar› alt›nda bulunan
tafl›nmazlar›n adlar›na tescili için yapt›klar› baflvurular›n önemli bir bölümü tafl›nmazlar›n üçüncü kifliler ad›na kay›tl› oldu¤u, di¤er bir bölümü ise
yeterli bilgi ve belge verilmedi¤i gerekçeleriyle reddedilmifltir. Buna karfl›l›k, malik haneleri bofl olan belirli say›da tafl›nmaz›n vak›flar› ad›na tescili
sa¤lanm›flt›r.
2.2. Yeni Vak›flar Kanunu Tasar›s›
Cemaat vak›flar›n›n sorunlar›na çözüm getirece¤i umulan Yeni Vak›flar
Kanunu Tasar›s›’n›n da Avrupa müktesebat›na uyum sa¤layacak nitelikte oldu¤unu söyleyebilmek güçtür. Gerçi, cemaat vak›flar›n›n mal edinmelerinin izne tabi olmaktan ç›kar›lmas›; tapuda nam-› müstear veya
nam-› mevhumlar ad›na kay›tl› tafl›nmazlarla, vasiyet edilmifl veya ba¤›fllanm›fl olup da halen hazine veya ba¤›fllayan veya vasiyet edenler ad›na kay›tl› tafl›nmazlar›n vak›flar ad›na tesciline imkan verilmesi; iç denetim ve ba¤›ms›z denetim imkan›n›n tan›nmas›; Vak›flar Meclisinin daha demokratik bir yap›ya oturtulmas› ve bu oluflumda cemaat vak›flar›nca seçilecek bir üyenin mevcudiyetinin öngörülmesi gibi baz› olumlu geliflmeler sa¤lanm›flt›r.
Ancak, Tasar› cemaat vak›flar›n›n temel üç sorunu olan: (›) Vak›flar Genel Müdürlü¤ü’nün, “kanunen ve fiilen hayri bir hizmeti kalmam›flt›r” gerekçesiyle, cemaat vak›flar›n›n yönetimine ve tafl›nmaz mallar›na el koymas›n› sa¤layan “mazbut vak›f statüsüne alma” uygulamas›, (››) bu yolla el konmufl olan kilise, manast›r, mezarl›k gibi dini nitelikteki tafl›nmazlar›n üçün-
Cemaat Vak›flar›n›n Tafl›nmaz Mülkiyeti ile ‹lgili Sorunlar
123
cü kiflilere sat›lmas› ve (›››) cemaat vak›flar›n›n yasal statülerinin aç›k olarak düzenlenmemifl olmas› ile ilgili hiçbir çözüm getirmemifl ve Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcili¤i ile cemaat hukukçular›n›n birlikte yapt›klar› çal›flmalar sonucunda oluflturulan raporda yer alan önerilerin hiçbirine itibar etmemifltir.
3. De¤erlendirme
Türk Hukuku ile Avrupa Birli¤i mevzuat› aras›nda uyum sa¤lamaya yönelik
4771 ve 4778 say›l› Kanunlar’da ve Vak›flar Kanunu Tasar›s›’nda yer alan
hükümler, ilk bak›flta cemaat vak›flar›na eskiden olmayan “yeni” haklar tan›yan ve yasalardaki k›s›tlamalar› “k›smen” de olsa kald›ran düzenlemeler
izlenimini vermektedir. Oysa, yap›lan, Türkiye Cumhuriyeti’nin halen yürürlükte olan yasalar›n›n anti-demokratik hükümlerinin yürürlükten kald›r›lmas› veya cemaat vak›flar›na bu güne kadar tan›nmayan haklar›n verilmesi de¤il, mevcut yasa hükümlerinin gerek idare, gerek yarg› taraf›ndan,
siyasi olaylar›n ve/veya iliflkilerin etkisi alt›nda, yanl›fl ve yersiz yorumlanmas› ve uygulanmas› sonucunda ortaya ç›kan haks›z durumlar›n “k›smen”
düzeltilmesinden ibarettir.
Nitekim, yukar›da aç›klamaya çal›flt›¤›m›z gibi, pozitif hukukumuzda; cemaat vak›flar›n›n yeni mal iktisab›n› önleyen, 1936 Beyannameleri’nin vak›fname say›lmas›n› do¤rulayan veya mazbut vak›f statüsünün cemaat vak›flar›na teflmil edilmesini gerektiren bir hüküm mevcut de¤ildir.
Di¤er taraftan, Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaflmas› ile gayrimüslim
az›nl›klar›n vak›flar›na, din ve hay›r kurumlar›na her türlü kolayl›k ve izin
sa¤lanaca¤›n›, gayrimüslim az›nl›klar›n harcamalar› kendilerince yap›lmak
üzere, her türlü yard›m, dini ya da sosyal kurumlar›, her türlü okul ve benzeri ö¤retim ve e¤itim kurumlar› kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dini ayinlerini serbestçe yapma bak›m›ndan eflit bir hakka sahip bulunacaklar›n› aç›kça kabul etmifl ve Lozan
Antlaflmas›’n›n 37. maddesi ile, 38’den 44’ e kadar olan maddelerde belirtilen hükümlerin temel yasalar olarak tan›nmas›n›, hiçbir yasa, hiçbir yönetmelik ve hiçbir resmi iflleminin bu hükümlerle çeliflkili ya da onlara ayk›r›
olmamas›n› ve söz konusu hükümlere üstün say›lmamas›n› yükümlenmifltir.
Türk Hukuku, uluslararas› hukukun iç hukuka üstünlü¤ü ilkesini benimsemekte ve uluslararas› antlaflmalarla kabul edilmifl olan hükümlerin, farkl›
düzenlemeler getiren kanunlara göre öncelikle uygulanaca¤›n› kabul etmektedir.
124
Sakmar
5170 say›l› kanun ile 7 May›s 2004 tarihinde 1982 Anayasa’s›n›n 90. maddesine eklenen “Usulüne göre yürürlü¤e konulmufl temel hak ve özgürlüklere
iliflkin milletleraras› antlaflmalarla kanunlar›n, ayn› konuda farkl› hükümler içermesi nedeniyle ç›kabilecek olan uyuflmazl›klarda, milletleraras› antlaflma hükümleri esas al›n›r” hükmü, uluslararas› hukukun iç hukuka üstünlü¤ü konusundaki tüm tereddütleri ortadan kald›rm›flt›r.
Esasen, bir devletin iç hukukuna dayanarak uluslararas› yükümlerinden
kaç›namay›fl›, uluslararas› hukukun temelinde yer alan “pacta sunt servanda” (ahde vefa) ilkesinin do¤al bir uzant›s› olup, 1969 Viyana Antlaflmalar
Hukuku Sözleflmesi’nin 27.maddesinde ifadesini bulmufltur: “Taraflardan
biri, antlaflman›n icra edilmemesini hakl› göstermek amac› ile iç hukukun
hükümlerini ileri süremez.”
Lozan Antlaflmas›’n›n 45. maddesinde yer alan, “‹flbu fas›l ahkam› ile Türkiye’nin Müslüman olmayan az›nl›klar› için tan›nan haklar, Yunanistan taraf›ndan da, kendi topraklar›nda bulunan Müslüman az›nl›¤a tan›nm›flt›r”
fleklindeki hüküm, Türk uygulamas›nda mütekabiliyet ilkesinin ifadesi olarak kabul edilmifl ve bunun sonucu olarak Bat› Trakya’da yaflayan Türk as›ll› Müslüman Yunan vatandafllar› ile Türkiye’de yaflayan Rum as›ll› Ortodoks
Türk vatandafllar›n›n hukuki durumu birbiriyle iliflkilendirilmifltir.
Oysa, “mütekabiliyet ilkesi”, uluslararas› hukukta tart›flmas›z kabul edilen
anlam›yla, en az iki Devlet aras›nda uygulanan ve her birinin ülkesinde bulunan di¤erinin vatandafl›na ayn› mahiyetteki haklar› karfl›l›kl› olarak tan›malar›n› ifade eder. Baflka bir deyiflle, Devlet, mütekabiliyet ilkesini ancak
baflka bir Devlet vatandafl› olan kiflilere uygulayabilir. Kald› ki, insan haklar› kapsam›nda olan haklar›n mütekabiliyet flart›na ba¤lanmas› söz konusu olamaz.
Lozan Antlaflmas›, özellikle az›nl›k rejimini oluflturan hükümleri bak›m›ndan bir bar›fl antlaflmas›d›r ve burada antlaflma metninin haz›rlay›c›lar›,
Türkiye bak›m›ndan geçerli olan yükümlülükleri, Yunanistan için bir kez
daha saymak yerine sadece at›f yapmakla yetinmifllerdir.
Taraf devletlerden birinin, di¤er devletin belirli davran›fllar›na veya uygulamalar›na karfl›l›k verme amac›yla, etnik veya dini kökeni farkl› olsa bile
“kendi vatandafl› olan kiflilerin” haklar›n› k›s›tlamas› mümkün de¤ildir.
Anayasa’m›z›n 66. maddesine göre, “Türk Devletine vatandafll›k ba¤› ile
ba¤l› olan herkes Türk’tür” ve 10. madde uyar›nca hiçbir ay›r›m gözetilmeksizin kanun önünde eflittir.
Cemaat Vak›flar›n›n Tafl›nmaz Mülkiyeti ile ‹lgili Sorunlar
125
Sonuç
Sonuç itibariyle yapabilece¤imiz ilk tespit, cemaat vak›flar›n›n gayrimüslim
az›nl›klara karfl› duyulan kuflkulardan ve uluslararas› iliflkilerdeki gerginliklerden do¤rudan etkilendikleri ve sorunlar›n›n temelinde bu nedenlerin
bulundu¤udur. Yirminci Yüzy›l›n bafl›nda yaflanan Ermeni tehciri ve Türkiye ile Yunanistan aras›ndaki nüfus mübadelesi sonucunda, milyonlarla ifade edilen Türkiye’de yaflayan gayrimüslim say›s›n›n, önce yüzbinlere, sonra
onbinlere inmifl olmas›na ra¤men, tarihten ve siyasi görüfllerden kaynaklanan nedenlerle, az›nl›klara karfl› olan tepkilerin sürdü¤ü ve zaman içinde
Varl›k Vergisi, 6/7 Eylül olaylar›, 1964 Kararnamesi gibi üzücü uygulamalar
ve olaylarla karfl›lafl›ld›¤› bir gerçektir.
Bat› Trakya’daki Türk as›ll› Müslüman az›nl›¤›n durumu, K›br›s, Asala terörü ve Türkiye ile Yunanistan aras›ndaki siyasi sorunlar, baflta Rum Ortodoks vatandafllar›m›z olmak üzere, Türkiye’de yaflayan tüm hristiyanlar› etkilemifltir. Buna karfl›l›k, ‹kinci Dünya Savafl› y›llar› d›fl›nda, Musevi vatandafllar›m›z›n çok önemli sorunlar yaflamad›klar› ve genelde durumlar›ndan
memnun olduklar› söylenebilir.
‹kinci tespitimiz, de¤erlendirme bölümünde aç›klamaya çal›flt›¤›m›z gibi, cemaat vak›flar›n›n yasal sorunlar›n›n Türk Kanunlar›’ndaki anti demokratik
hükümlerden veya yetersiz düzenlemelerden çok, idare ve yarg›n›n baflta
Lozan Antlaflmas› olmak üzere, Medeni Kanun ve Vak›flar Kanunu gibi temel hükümleri yanl›fl ve tarafl› yorumlayarak yapt›klar› uygulamalardan
kaynaklanm›fl olmas›d›r.
Üzerinde durmak istedi¤imiz bir di¤er önemli tespit ise, Uyum Yasalar›’nda
ve Vak›flar Yasas› Tasar›s›’nda hakim olan temel yaklafl›m›n, cemaat vak›flar›n›n yasalar›m›za göre sahip olduklar› halde, uygulamayla ellerinden
al›nm›fl olan tafl›nmaz edinme ve tasarruf hakk›n› geri vermek; buna karfl›l›k ‹darenin eline, gerekti¤inde cemaat vakf›n›n yönetimine ve dolay›siyle
tafl›nmaz mallar›na el koyma hakk› veren “mazbut statüye alma” uygulamas›n› sürdürmek ve cemaat vak›flar›n›n yasal statüsüne aç›kl›k kazand›racak
genel bir düzenlemeden kaç›nmak oldu¤udur.
Bu yaklafl›mla yap›lan düzenlemelerin cemaat vak›flar›n›n temel sorunlar›n› çözmekten ve gerek Lozan Antlaflmas›’na, gerek Avrupa ‹nsan Haklar›
Sözleflmesi’ne uyum sa¤lamaktan hayli uzak oldu¤unu düflünüyoruz. Göstermelik olarak yap›lacak ve ka¤›t üstünde kalacak reformlar›n ne Avrupa
Birli¤ini, ne de Türkiye’deki demokratik çevreleri tatmin etmeyece¤ini söylemek, san›r›z, yanl›fl olmayacakt›r.
126
Sakmar
Bizce, cemaat vak›flar› konusunda hakkaniyete ve insan haklar›na uygun
çözümlerin bulunabilmesi, herfleyden önce vermek durumunda oldu¤umuz
bir karara ba¤l›d›r: Türkiye, bugüne kadar oldu¤u gibi, cemaat vak›flar›n› ve
gayrimüslim vatandafllar›m›z› “yabanc›”, hatta “içimizdeki düflmanlar” olarak görmeye yönelik anlay›fllara itibar etmeye devam edecek midir; yoksa
birtak›m korkulardan, endiflelerden ve sabit fikir haline gelmifl olan baz› düflüncelerden vazgeçerek, daha demokratik, daha adil ve bar›fla yönelik bir
dünya görüflünü mü benimseyecektir?
Ülkemizin demokrasi, hukukun üstünlü¤ü ve insan haklar› aç›s›ndan amaçlanan hedeflere ulaflmas› için, böyle bir görüflün yerleflmesinin flart oldu¤unu düflünüyor ve tüm vatandafllar›m›z için geçerli olacak özgürlüklerin gerçekleflece¤i günleri sab›rs›zl›kla bekliyoruz.
LA CONVENTION EUROPÉENNE DES DROITS DE
L’HOMME
Les droits garantis, la garantie des droits*
Françoise TULKENS**
PLAN*
Introduction
I.
Les droits et libertés garantis ou la Convention comme un
instrument vivant
A. Les principes directeurs
• « Les États »: une garantie collective
Danemark c. Turquie, arrêt du 5 avril 2001 (GC)
• « reconnaissent »
Marckx c. Belgique, arrêt du 13 juin 1979 (obligation positive)
M.C. c. Bulgarie, arrêt du 4 décembre 2003 (application horizontale)
McMichael c. Royaume-Uni, arrêt du 24 février 1995 (garantie
procédurale)
• « à toute personne »
*
Les arrêts et décisions de la Cour mentionnés dans le texte sont disponibles sur le site internet
de la Cour européenne des droits de l’homme, dans la base de données « Hudoc », à l’adresse
suivante : http://www.echr.coe.int/ECHR/FR/Header/Case+Law/Hudoc/Hudoc+database/
**
Juge à la Cour européenne des droits de l’homme, Professeur extraordinaire à l’Université
de Louvain (Belgique)
*
Le texte des arrêts et décisions mentionnés ci-dessus est disponible sur le site internet de
la Cour européenne des droits de l’homme, dans la base de données « Hudoc », à l’adresse
suivante : http://www.echr.coe.int/ECHR/FR/Header/Case+Law/Hudoc/Hudoc+database/
Tulkens
128
• « relevant de leur juridiction »
Amuur c. France, arrêt du 25 juin 1996
Bankovic et autres c. Belgique et 16 autres États contractants,
décision du 12 décembre 2001
B. Les contours des droits et libertés
Article 2. Le droit à la vie
Pretty c. Royaume Uni, arrêt du 29 avril 2002 (suicide)
Vo c. France, arrêt du 8 juillet 2004 (GC) (fœtus)
Makaratzis c. Grèce, arrêt du 20 décembre 2004 (GC) (usage de la
force par la police)
Öneryildiz c. Turquie, arrêt du 30 novembre 2004 (GC)
Natchova et autres c. Bulgarie, arrêt du 6 juillet 2005 (GC)
o
Protocole n° 13 à la CEDH relatif à l’abolition de la peine de
mort en toutes circonstances (adopté à Vilnius, le 3 mai 2002;
entré en vigueur le 1er juillet 2003)
Article 3. L’interdit de la torture et des peines ou traitements
inhumains et dégradants
Selmouni c. France, arrêt du 28 juillet 1999 (GC)
Z. et autres c. Royaume-Uni, arrêt du 10 mai 2001 (GC)
Kudla c. Pologne, arrêt du 26 octobre 2000 (GC)
Mouisel c. France, arrêt du 14 novembre 2002
Farbtuhs c. Lettonie, arrêt du 2 décembre 2004
o
La Convention européennes pour la prévention de la torture et
des peines ou traitements inhumains ou dégradants du 26
novembre 1987 (entrée en vigueur le 1er février 1989)
Article 4. L’interdiction de l’esclavage et du travail forcé
Article 5. Le droit à la liberté et à la sûreté
Timurtas c. Turquie, arrêt du 13 juin 2000
La Convention européenne des droits de l’homme
129
Cicek c. Turquie, arrêt du 27 février 2001
Ahmed Özkan et autres c. Turquie, arrêt du 6 avril 2004
Labita c. Italie, arrêt du 6 avril 2000 (GC)
Dikme c. Turquie, arrêt du 11 juillet 2000
Article 6. Le droit à un procès équitable
Pérez c. France, arrêt du 12 février 2004 (GC) (partie civile)
Steel et Morris c. Royaume-Uni, arrêt du 15 février 2005 (aide légale)
S.C. c. Royaume-Uni, arrêt du 15 juin 2004 (procès pénal)
Elsholz c. Allemagne, arrêt du 13 juillet 2000 (placement d’enfants)
Article 7. Pas de peine sans loi
Strelez, Kessler et Krenz c. Allemagne, arrêt du 22 mars 2001 (GC)
Article 8. Le droit à la vie privée et familiale
• La vie privée personnelle
Le droit à l’intimité
Rotaru c. Roumanie, arrêt du 4 mai 2000 (GC) (données à
caractère personnel)
P.G. et J.H. c. Royaume-Uni, arrêt du 25 septembre 2001
(échantillonage de voix)
Le droit à l’intégrité physique et morale
Y.F. c. Royaume-Uni, arrêt du 22 juillet 2003 (examen
gynécologique pendant la garde à vue)
Glass c. Royaume-Uni, arrêt du 9 mars 2004 (objection des
parents à un traitement)
Le droit à l’identité
Mikulic c. Croatie, arrêt du 7 février 2002 (test ADN)
Tulkens
130
Odièvre c. France, arrêt du 13 février 2003 (GC) (accouchement
sous X)
• La vie privée sociale
Chapman c. Royaume-Uni, arrêt du 18 janvier 2001 (GC) (mode de
vie minoritaire)
Taskin et autres c. Turquie, arrêt du 10 novembre 2004
(environnement)
Moreno Gomez c. Espagne, arrêt du 16 novembre 2004 (pollution
sonore)
• La vie familiale
Radovanovic c. Autriche, arrêt du 22 avril 2004
Article 9. Le droit à la liberté de pensée, de conscience et de religion
• Foulard islamique
Dahlab c. Suisse, décision du 15 février 2001
Leya Sahin c. Turquie, arrêt du 29 juin 2004 (requête pendante
devant la Grande chambre)
Article 10. Le droit à la liberté d’expression
Özgür Gündem c. Turquie, arrêt du 16 mars 2000
Roemen et Schmit c. Luxembourg, arrêt du 25 février 2003
Article 11. Le droit à la liberté de réunion et d’association
Refah Partisi (Parti de la prospérité) et autres c. Turquie, arrêt du
13 février 2003 (GC)
Article 12. Le droit au mariage
Christine Goodwin c. Royaume-Uni et I c. Royaume-Uni, arrêts du
11 juillet 2002 (GC)
La Convention européenne des droits de l’homme
131
Article 13. Le droit à un recours effectif
Article 14. l’interdiction de la discrimination
Ünal Tekeli c. Turquie, arrêt du 16 novembre 2004 (port du nom de jeune
fille)
Article 17. L’interdiction de l’abus de droit
Garaudy c. France, décision du 24 juin 2003 (liberté d’expression et
révisionnisme)
Norwood c. Royaume-Uni, décision du 16 novembre 2004 (haine raciale)
C. La nature des droits et libertés
Airey c. Irlande, arrêt du 9 octobre 1979
James et autres c. Royaume-Uni, arrêt du 21 février 1986
Chypre c. Turquie, arrêt du 10 mai 2001 (GC) (langue; enseignement)
Öneryildiz c. Turquie, arrêt du 30 novembre 2004 (GC)
II. La garantie des droits ou de l’effectivité et les différentes voies
qu’elle emprunte
• La dimension nationale
Arrêt de la Cour de Cassation belge du 9 novembre 2004
Décision de la Chambre des Lords du 16 décembre 2004 (House of
Lords, Opinions of the Lords of Appeal for judgment in the cause A
(FC) and others (FC) (Appelants) v. Secretary of State for the Home
Department (Respondent), [2004]UKHL 56 on appeal from: [2002]
EWCA Civ 1502)
Recommandation Rec(2004)5 du 12 mai 2004 du Comité des
ministres aux États membres sur la vérification de la compatibilité
des projets de loi, des lois en vigueur et des pratiques administratives
avec les normes fixées par la Convention européenne des droits de
l’homme
Tulkens
132
• La dimension internationale
- La compétence de la Cour (art. 32)
- La saisine de la Cour (art. 34)
Scozzari et Giunta c. Italie, arrêt du 13 juillet 2000
- Les conditions de recevabilité (art. 35)
Civet c. France, arrêt du 28 mars 1999 (GC)
Hamaïdi c. France, décision du 6 mars 2001
La Recommandation Rec(2004)6 du 12 mai 2004 du Comité des
ministres aux États membres sur l’amélioration des recours
internes
Le Protocole n° 14: une nouvelle condition de recevabilité
- L’exécution des arrêts (art. 46)
o
La résolution Res(2004)3 du 12 mai 2004 du Comité des
ministres sur les arrêts qui révèlent un problème structurel
sous-jacent
*
Assanidze c. Géorgie, arrêt du 8 avril 2004 (GC)
Broniowski c. Pologne, arrêt du 22 juin 2004 (GC)
*
Le Protocole n° 14: nouvelle version de l’article 46
Conclusion
Je vous remercie sincèrement de votre invitation et de votre accueil dans
cette merveilleuse ville d’Istanbul, point de rencontre entre le Nord et le Sud,
l’Est et l’Ouest, riche de différentes civilisations et de différentes cultures. Je
suis donc très honorée et surtout heureuse d’être avec vous ici pour parler de
cette question d’intérêt commun et qui nous concerne tous, les droits de
l’homme. Il est aussi particulièrement significatif d’avoir cette rencontre
aujourd’hui, le 10 décembre, la journée anniversaire de la Déclaration des
droits de l’homme des Nations Unies du 10 décembre 1948 et qui est devenue
en quelque sorte la journée anniversaire des droits de l’homme.
La Convention européenne des droits de l’homme
133
« Si vous voulez construire un bateau, il est inutile de réunir des hommes, de
leur donner des ordres et de répartir les tâches. Donnez-leur simplement
l’envie de partir à la découverte des mers lointaines ». Cette belle phrase d’un
auteur anonyme m’a servi de repère et d’inspiration pour cette brève
intervention. Les droits de l’homme, les droits de la Convention européenne
des droits de l’homme, ne sont pas des ordres ni des tâches mais des horizons
à la fois proches et lointains. Mon objectif serait atteint si je pouvais
simplement vous donner l’envie et le désir de partir à la découverte de ces
horizons.
Dans un premier temps, j’évoquerai certains aspects des droits et libertés
garantis par la Convention européenne des droits de l’homme. Je le ferai
sous le thème de la Convention comme un instrument vivant. Dans un
second temps, j’évoquerai l’autre versant de la problématique, celui de la
garantie des droits, tant il est vrai que les droits fondamentaux n’ont de
sens que s’ils sont assortis d’un mécanisme de protection, de contrôle. Ici,
mon fil conducteur sera celui de l’effectivité des droits et des voies qu’elle
emprunte: une voie nationale, une voie supranationale, celle de la Cour
européenne des droits de l’homme que j’ai l’honneur de servir. Enfin, ma
conclusion portera sur la place de la Convention européenne des droits de
l’homme dans ce que l’on peut appeler l’architecture constitutionnelle
européenne.
I.
Les droits et libertés garantis ou la Convention comme un
instrument vivant
Les droits inscrits dans la Convention de sauvegarde des droits de l’homme
et des libertés fondamentales du 4 novembre 1950 sont les semences de la
paix comme l’évoquait René Cassin. Ils sont aussi des « passerelles
indispensables pour penser l’avenir » comme le soulignait le président
Wildhaber lors de l’installation de la nouvelle Cour européenne des droits
de l’homme le 1er novembre 1998. Aujourd’hui, ces droits de la Convention
européenne sont ceux de la grande Europe, celle du Conseil de l’Europe,
riche et forte de 46 pays et de 800 millions d’européens, cette « maison
commune Europe » qu’il importe d’attacher, d’arrimer fermement aux
« principes de pluralisme, de tolérance et d’esprit d’ouverture sans lesquels
il n’est pas de société démocratique ». En fait, la quasi-totalité des États
européens participent au système de la Convention européenne et font donc
de celle-ci une véritable composante de l’identité européenne
contemporaine.
Tulkens
134
A. Les principes directeurs
Le préambule
Le préambule de la Convention établit les principes directeurs d’un ordre
public européen. Si le but du Conseil de l’Europe créé en 1949 « est de
réaliser une union plus étroite entre ses membres », un des moyens de
l’atteindre est « la sauvegarde et le développement des droits de l’homme et
des libertés fondamentales ». Ces droits et libertés « constituent les assises
mêmes de la justice et de la paix dans le monde » et leur maintien « repose
sur un régime politique véritablement démocratique ». La société
démocratique est le lieu de convergence des droits de l’homme, le concept
rassembleur de l’espace européen des droits de l’homme dont la Convention
est en quelque sorte la loi fondamentale. La démocratie est la valeur centrale
de l’ordre public européen. Elle est cependant loin d’être acquise car, comme
le dit Lefort, la démocratie est « ce régime inouï qui fait l’expérience
historique de l’indétermination de ses repères »1.
L’article 1
Si les droits de l’homme constituent un « gisement de principes » sur lesquels
reposent les régimes politiques démocratiques, l’article 1 de la Convention va
signer, sceller la responsabilité des États: ensemble, ils « reconnaissent à
toute personne relevant de leur juridiction les droits et libertés définis au
titre I de la … Convention » (art. 1).
Les États: la Convention européenne des droits de l’homme « déborde le
cadre de la simple réciprocité entre États contractants … elle créé des
obligations objectives qui, aux termes de son préambule, bénéficient d’une
garantie collective »2, celle des 46 États européens qui y ont adhéré à ce jour.
L’arrêt Danemark c. Turquie du 5 avril 20013, qui est un arrêt de règlement
amiable, est un excellent exemple de garantie collective mise en action par
une requête interétatique et qui résulte dans des mesures concrètes qui
visent à améliorer le respect des droits de l’homme sur le terrain en mettant
notamment en place des programmes de formation pour les officiers de
police, en introduisant des mesures permettant de poursuivre ceux qui se
livreraient à des actes contraires aux droits garantis par la Convention et en
soulignant l’engagement des autorités à poursuivre la coopération avec les
1
Cl. LEFORT, Essai sur la politique, Paris, Seuil, 1986, p. 29.
2
Cour eur.D.H., arrêt Irlande c. Royaume-Uni du 18 janvier 1978, § 239.
3
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Danemark c. Turquie du 5 avril 2000.
La Convention européenne des droits de l’homme
135
mécanismes qui sont contenus dans les instruments internationaux de
protection des droits de l’homme auxquels la Turquie est partie.
Reconnaissent: et non pas seulement, comme dans la plupart des traites
internationaux, « s’engagent à reconnaître »: ce verbe « reconnaissent » fait
toute la différence. Il s’agit d’une véritable obligation qui pèse sur les États
et qui servira de fondement à l’interprétation des droits et libertés de la
Convention par notre Cour, une interprétation qui doit donner aux droits
garantis leur pleine effectivité, une interprétation ouverte, évolutive,
dynamique pour faire de la Convention un instrument vivant, adapté aux
réalités actuelles. Il est d’ailleurs significatif de constater que toutes les
dispositions de la Convention sont rédigées au présent. De nombreuses
conséquences en résultent.
• Dans les arrêts Wemhoff c. Allemagne du 27 juin 1968 et Golder c.
Royaume-Uni du 21 février 1975, la Cour développe la méthodologie
interprétative de la Convention en se référant aux articles 31 à 33 de
la Convention de Vienne sur le droit des traités: « S’agissant d’un
traité normatif, il y a lieu … de rechercher quelle est l’interprétation
la plus propre à atteindre le but et à réaliser l’objet de ce traité et non
celle qui donnerait l’étendue la plus limitée aux engagements des
États parties »4. La prise en considération de l’objet et du but de la
Convention conduit naturellement le juge européen à donner son
effet utile aux dispositions de celle-ci. La Cour va donc s’engager
dans la voie d’une interprétation finaliste ou téléologique. Comme
le dit P. Ricoeur, « le sens d’un texte n’est pas derrière le texte, mais
devant lui »5.
• La Cour va procéder à différentes constructions comme celles des
« notions autonomes », de la « protection par ricochet », des éléments
« nécessairement inhérents à un droit » dont on aura l’occasion de
rencontrer des exemples significatifs.
• La Cour va aussi progressivement étendre le champ des obligations
des États. Ainsi, si les obligations de l’État sont bien sûr négatives
— ne pas s’immiscer dans les droits et libertés garantis — à cette
exigence de passivité de l’État s’ajoute aujourd’hui de plus en plus une
exigence d’activité, sous la forme d’obligations positives, voire
4
Cour eur.D.H., arrêt Wemhoff c. Allemagne du 27 juin 1968, § 8 ; Cour eur.D.H., arrêt
Golder c. Royaume-Uni du 21 février 1975, § 34.
5
P. RICOEUR, Du texte à l’action. Essais d’herméneutiques II, Paris, Seuil, 1986, p. 116.
Tulkens
136
même d’obligations de prévention. Plus précisément, depuis l’arrêt
Marckx c. Belgique du 13 juin 19796, en effet, la Cour européenne des
droits de l’homme est portée à admettre que les engagements
conventionnels des États, d’essence plutôt négative, peuvent se
doubler d’une obligation positive visant à garantir le respect effectif
des droits et libertés reconnus. Dans cette perspective, la
jurisprudence de la Cour fut amenée à déduire l’obligation pour les
États de veiller, au moyen des encadrements législatifs, administratifs
et judiciaires adéquats, à ce que des violations de la Convention
européenne des droits de l’homme ne soient pas commises7.
• Jusque et y compris dans des rapports interindividuels — c’est
l’application horizontale de la Convention8 qui s’exerce dans
différentes directions9. Ainsi, la Cour a été amenée à constater que
l’État avait une obligation positive de prendre des mesures pour
s’assurer que les enfants, comme groupe vulnérable, ne soient pas
sujets à des mauvais traitements, en ce inclus des mauvais
traitements administrés par des personnes privées. Dans l’arrêt A. c.
Royaume-Uni du 23 septembre 199810, il s’agissait d’abus sexuels
commis contre un enfant de neuf ans par son beau-père. Dans l’arrêt
M.C. c. Bulgarie du 4 décembre 200311, il s’agissait de faits de viol
commis sur une jeune fille de 14 ans.
6
Cour eur. D.H., arrêt Marckx c. Belgique du 13 juin 1979.
7
Cour eur.D.H., arrêt Mahmut Kaya c. Turquie du 28 mars 2000 ; Cour eur.D.H., arrêt
Berktay c. Turquie du 1er mars 2001 ; Cour eur.D.H. (GC), arrêt Öneryildiz c. Turquie du
30 novembre 2004.
8
Voy. D. SPIELMANN, « Obligations positives et effet horizontal des dispositions de la
Convention », L’interprétation de la Convention européenne des droits de l’Homme,
Bruxelles, Bruylant, 1998, pp. 133 et s.
9
Ainsi, au niveau de l’article 8 : Cour eur. D.H., arrêt X et Y c. Pays-Bas du 28 mars 1985,
§§ 21-27 ; Cour eur. D.H., arrêt Stubbings c. Royaume-Uni du 22 octobre 1996, §§ 61-64 (à
propos de délits sexuels commis sur des mineurs) ; au niveau de l’article 9 : Cour eur. D.H.,
arrêt Otto-Preminger c. Autriche du 20 septembre 1994, § 47 et Comm. eur. D.H., req.
n°34614/97, décision Scientology Kirche Deuschlands c. Allemagne du 7 avril 1997
(protection du groupe religieux contre les attaques dont il fait l’objet) ; au niveau de l’article
10 : Cour eur. D.H., arrêt Özgür Gündem c. Turquie du 16 mars 2000, §§ 42-43 (protection
de journalistes contre le harcèlement) et Cour eur. D.H., arrêt Fuentes Bobo c. Espagne du
29 février 2000, § 38 (protection de la liberté d’expression face aux pressions d’un
employeur) ; au niveau de l’article 11 : Cour eur. D.H., arrêt Plattform « Artze für das
Leben » c. Autriche du 21 juin 1988, § 34. Au niveau de l’article 5, voy., quoique très
implicitement, Cour eur. D.H., arrêt Riera Blume c. Espagne du 14 octobre 1999, § 65
(protection contre la séquestration arbitraire) ; au niveau de l’article 1er du premier
Protocole additionnel : Cour eur. D.H., arrêt Gustafsson c. Suède du 25 avril 1996, § 60.
10
Cour eur.D.H., arrêt A. c. Royaume-Uni du 23 septembre 1998.
11
Cour eur.D.H., arrêt M.C. c. Bulgarie du 4 décembre 2003.
La Convention européenne des droits de l’homme
137
• Enfin, pour donner un effet utile aux droits garantis, la Cour a
développé la matière des garanties procédurales. On en voit de
nombreux exemples en matière de placement d’enfants: « il échet …
de déterminer, en fonction des circonstances de chaque cause et
notamment de la gravité des mesures à prendre, si les parents ont
joué dans le processus décisionnel, considéré comme un tout, un rôle
assez grand pour leur accorder la protection requise par leurs
intérêts »12. La Cour, aujourd’hui plus que jamais, se trouve saisie de
questions particulièrement délicates que son « éloignement » la rend
sans doute peu apte à résoudre. L’opportunité du placement d’un
enfant hors de son milieu familial ou encore l’arbitrage entre
économie et environnement dans la problématique des vols de nuit
sont des questions dont la résolution suppose une proximité avec les
faits et les réalités sociales. Dans cette perspective, le mouvement de
procéduralisation est susceptible de donner sens au renvoi à la marge
d’appréciation en l’assortissant d’une condition préliminaire: avant de
s’en remettre sur le fond aux appréciations des États, encore vérifierat-on que ceux-ci ont, sur un plan méthodologique et formel, multiplié
les chances d’aboutir à la « bonne décision », en se mettant à l’écoute,
de manière équitable et impartiale, de l’ensemble des intérêts
pertinents. D’une certaine manière, le développement des garanties
procédurales et le contrôle exercé sur celles-ci peuvent paraître
comme le corollaire naturel et fécond de la doctrine de la marge
d’appréciation des États, et, au travers de celle-ci, de la subsidiarité
du rôle assumé par la Cour européenne des droits de l’homme.
A toute personne: les droits sont reconnus à toute personne, homme ou
femme, national ou étranger, légal ou illégal, enfant, jeune ou personne âgée,
malade ou handicapé mental, délinquant ou honnête citoyen, personne
détenue ou en liberté.
Relevant de leur juridiction: les obligations de l’État existent non
seulement sur le territoire national13 mais aussi sur les lieux où il exerce
son contrôle comme la zone internationale d’un aéroport14.
Comme le soulignait le juge Evrigenis, la responsabilité de l’État devient
écologique: elle s’élargit en profondeur, en espace et en temps.
12
Cour eur. D.H., arrêt McMichael c. Royaume-Uni du 24 février 1995, § 87.
13
Cour eur.D.H. (GC), décision Bankovic et autres c. Belgique et 16 autres États contractants
du 12 décembre 2001 ; Cour eur.D.H. (GC), arrêt Bosphorus Hava Yollar› Turizm ve Ticaret
Anonim fiirketi c. Irlande du 30 juin 2005.
14
Cour eur.D.H., arrêt Amuur c. France du 25 juin 1996.
Tulkens
138
B. Les contours des droits et libertés
Quels sont les contours de ces droits et libertés? Je les évoquerai en les
illustrant avec la jurisprudence récente de la Cour et à travers laquelle on
peut saisir les questions critiques, sensibles auxquelles les justiciables, les
requérants sont confrontés aujourd’hui. Je privilégierai les arrêts
concernant la Turquie.
Le droit à la vie inscrit à l’article 2 de la Convention est un droit absolu,
indérogeable.
Dans la jurisprudence de la Cour, aujourd’hui, ce sont souvent les limites de
la vie qui sont interrogées, la fin de la vie et le début de celle-ci.
• Dans l’arrêt Pretty c. Royaume Uni du 29 avril 2002, où une jeune
femme totalement handicapée, suite à une maladie dégénérative,
demandait que son mari soit autorisé à la « suicider », la Cour a jugé
que « l’article 2 ne saurait, sans distorsion de langage, être interprété
comme conférant un droit diamétralement opposé, à savoir un droit
à mourir »15.
• Dans l’arrêt Vo c. France du 8 juillet 2004, il s’agit de l’application du
droit à la vie au fœtus. Dans cette décision, la requérante qui, suite à
une erreur médicale avait perdu le bébé qu’elle portait, estimait que
l’obligation positive de l’État de protéger le droit à la vie de l’enfant à
naître impliquait le recours à la voie pénale. La Cour ne s’est pas
prononcée sur l’applicabilité de l’article 2 au fœtus car elle a estimé,
en l’espèce, qu’en tout état de cause une voie administrative et civile
en réparation du dommage était ouverte à la requérante et qu’elle ne
l’a pas utilisée16.
Par ailleurs, dans l’arrêt Makaratzis c. Grèce du 20 décembre 2004, la Cour
étend la protection de l’article 2 à l’usage de la force par la police lorsque la
personne n’est pas décédée17.
Enfin, l’obligation de protéger le droit à la vie garanti par l’article 2 requiert
aussi qu’une enquête officielle soit menée lorsque des personnes ont perdu la
vie. Des obligations procédurales complètent ici les obligations substantielles
15
Cour eur.D.H., arrêt Pretty c. Royaume-Uni du 29 avril 2002, § 39.
16
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Vo c. France du 8 juillet 2004.
17
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Makaratzis c. Grèce du 20 décembre 2004.
La Convention européenne des droits de l’homme
139
et nous en trouvons de nombreux exemples dans la jurisprudence récente18.
Dans l’arrêt Öneryildiz c. Turquie du 30 novembre 2004, la Cour conclut à la
violation de l’article 2 de la Convention sous son volet procédural « à raison
de l’absence, face à un accident provoqué du fait d’une activité dangereuse,
d’une protection adéquate par la loi, propre à sauvegarder le droit à la vie,
ainsi qu’à prévenir, à l’avenir, de tels agissements mettant la vie en
danger »19. Le dernier exemple en date est sans doute l’arrêt Natchova et
autres c. Bulgarie du 6 juillet 2005 où pour la première fois la Cour a
conjugué l’article 2 sous son versant procédural avec l’article 14 de la
Convention: elle estime que les autorités ont manqué à l’obligation qui leur
incombait d’enquêter sur l’hypothèse d’un mobile raciste dans le chef de
l’auteur d’une fusillade mortelle et, partant, de déterminer si un
comportement discriminatoire avait pu ou non jouer un rôle dans les
événements litigieux20.
Sur le plan des textes, le Protocole n° 6 à la Convention adopté en 1983 a
aboli la peine de mort en temps de paix et la Turquie l’a ratifié le 12
novembre 2003. Le Protocole n° 13 du 3 mai 2002 abolit la peine de mort en
toutes circonstances, donc aussi en temps de guerre; il a été signé par la
Turquie le 9 janvier 2004. Il semble dès lors qu’aujourd’hui toutes les
références constitutionnelles à la peine de mort aient disparu. Sans pouvoir
évoquer des chiffres précis, il m’apparaît que si, dans le passé récent,
beaucoup d’affaires concernant la Turquie impliquaient l’article 2 de la
Convention, aujourd’hui elles paraissent en diminution.
L’interdit de la torture et des peines ou traitements inhumains et
dégradants (art. 3) est également un droit absolu, indérogeable qui peut
être utilisé par ricochet pour atteindre des situations comme par exemple
celles des personnes privées de liberté (en garde à vue ou en prison), dont les
conditions de détention portent atteinte à la dignité humaine. En outre,
adossée à l’article 3 de la Convention européenne des droits de l’homme, la
Convention de 1987 pour la prévention de la torture est un exemple
d’articulation de la répression et de la prévention, de la condamnation et du
dialogue. Il est intéressant de constater que lors de ses visites, le Comité
pour la prévention de la torture (CPT) effectue des visites des institutions
pour mineurs.
La Cour a plusieurs fois répété que l’article 3 de la Convention exprime une
18
Ainsi, par exemple, dans l’arrêt Sabuktekin c. Turquie du 19 mars 2002.
19
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Öneryildiz c. Turquie du 30 novembre 2004, § 118.
20
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Natchova et autres c. Bulgarie du 6 juillet 2005, § 168.
Tulkens
140
des valeurs les plus fondamentales de la société démocratique et requiert une
vigilance extrême. Il ne peut subir ni dérogation, ni restriction car il contient
une garantie absolue, intangible « même dans les circonstances les plus
difficiles telles la lutte contre le terrorisme et le crime organisé »21. Dans
l’arrêt Selmouni c. France du 28 juillet 1999 où la Cour a, pour la première
fois, qualifié de torture les sévices infligés au requérant pendant la garde à
vue, elle a également estimé « compte tenu de ce que la Convention est un
instrument vivant à interpréter à la lumière des conditions de vie actuelles …
que certains actes autrefois qualifiés de traitements inhumains et dégradants,
et non de torture, pourraient recevoir une qualification différente à l’avenir »
car, en effet, « le niveau d’exigence croissant en matière de protection des
droits de l’homme et des libertés fondamentales implique, parallèlement et
inéluctablement, une plus grande fermeté dans l’appréciation des atteintes
aux valeurs fondamentales des sociétés démocratiques »22.
Dans l’affaire Z. et autres c. Royaume-Uni du 10 mai 2001, quatre frères et
sœurs avaient subis des négligences et des abus graves de la part de leurs
parents pendant une longue période, alors même que les traitements avaient
été portés à l’attention des services sociaux compétents depuis déjà
longtemps. Après avoir noté que les traitements infligés aux enfants avaient
atteint le seuil requis pour être qualifiés de traitement inhumain et
dégradant, la Cour « reconnaît que les services sociaux doivent faire face à
des décisions difficiles et sensibles et admet l’importance du principe selon
lequel il y a lieu de respecter et préserver la vie familiale. En l’espèce,
toutefois, il ne fait aucun doute que le système a failli à protéger les enfants
requérants de la négligence et des abus graves qu’ils ont subis sur une
longue période »23. Voilà un exemple significatif d’obligation positive.
Dans l’arrêt Kudla c. Pologne du 26 octobre 2000, la Cour affirme pour la
première fois le droit de tout prisonnier à des conditions de détention
conformes à la dignité humaine. Un tel droit implique que les modalités
d’exécution de la peine de prison « ne soumettent pas l’intéressé à une
détresse ou à une épreuve d’une intensité qui excède le niveau inévitable de
souffrance inhérent à la détention et que, eu égard aux exigences pratiques
de l’emprisonnement, la santé et le bien-être du prisonnier sont assurés de
manière adéquate »24. A partir de là, la jurisprudence de la Cour a appliqué
l’article 3 de la Convention aux traitements objectivement inhumains et
21
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Selmouni c. France du 28 juillet 1999, § 95.
22
Ibid., § 101.
23
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Z. et autres c. Royaume-Uni du 10 mai 2001, § 74.
24
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Kudla c. Pologne du 26 octobre 2000, § 94.
La Convention européenne des droits de l’homme
141
dégradants et liés aux conditions générales (surpopulation, hygiène) ou
particulières (détenu malade, âgé25) de détention.
Enfin, sur la question toujours délicate de l’établissement des faits et de la
preuve, dans des arrêts récents, la Cour a aménagé la charge de la preuve à
la fois par le substitut de la violation procédurale26 et par l’application au
contexte carcéral de la présomption utilisée dans l’arrêt Tomasi c. France du
27 août 199227. En ce qui concerne plus particulièrement le renversement de
la charge de la preuve, l’évolution amorcée se produit dans l’arrêt Satik et
autres c. Turquie du 10 octobre 2000 où la Cour conclut à une violation
substantielle de l’article 3 de la Convention. En décidant que le principe
selon lequel il incombe à l’État de fournir une explication plausible des
blessures que présente une personne qui était en bonne santé au moment de
son arrestation s’applique également dans le domaine carcéral. A contrario,
il revient donc à l’État concerné d’apporter la preuve qu’il n’est pas
responsable des blessures constatées, comme la Cour le rappelle, et avec un
haut degré d’exigence, dans l’arrêt Caloc c. France du 20 juillet 200028.
Aujourd’hui, en Turquie, l’ensemble de cette question doit être vue à la
lumière de la politique de tolérance zéro adoptée par les autorités en matière
de torture.
L’interdiction de l’esclavage et du travail forcé (art. 4). Une requête
est actuellement pendante qui concerne l’exploitation de domestiques,
souvent des jeunes filles immigrées, dans une situation sociale et légale de
grande vulnérabilité. Il s’agit de la requête Siliadin c. France qui porte sur
une situation relevant de l’esclavage moderne et qui pose essentiellement
des problèmes sous l’angle de l’article 4. Une jeune fille togolaise d’une
quinzaine d’années, arrivée en France avec un visa touristique en compagnie
d’une ressortissante française pour qui elle devait travailler jusqu’au
remboursement de son billet d’avion mais qui devait par la suite régulariser
sa situation administrative et la faire scolariser. La requérante a travaillé en
fait sans rémunération pour diverses familles pendant plusieurs années et
elle ne fut jamais scolarisée. La Cour a déclaré la requête recevable29 et a
tenu une audience sur le bien-fondé de celle-ci le 3 mai 2005.
25
Cour eur.D.H., arrêt Mouisel c. France du 14 novembre 2002 ; Cour eur.D.H., arrêt
Farbtuhs c. Lettonie du 2 décembre 2004.
26
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Labita c. Italie du 4 avril 2000.
27
Cour eur.D.H., arrêt Tomasi c. France du 27 août 1992.
28
Cour eur.D.H., arrêt Caloc c. France du 20 juillet 2002, § 92.
Cour eur.D.H., décision Siliadin c. France du 1er février 2005.
29
Tulkens
142
Le droit à la liberté et à la sûreté (art. 5). Ici, il s’agit de protéger les
personnes privées de liberté, pour quelque raison que ce soit — l’exécution
d’une condamnation, une détention en attente d’expulsion, un internement
psychiatrique, etc. — contre toute forme d’arbitraire. Il y a déjà plus de
trente ans, la Cour européenne des droits de l’homme soulignait l’importance
du droit à la liberté dans une société démocratique, estimant que cette
matière relève de l’ordre public européen30.
La notion de privation de liberté est une notion autonome au sens de la
Convention européenne des droits de l’homme mais elle implique
fondamentalement un élément de contrainte. A cet égard, le droit à la liberté
et à la sûreté doit également être compris comme une garantie contre les
disparitions de détenus qui constituent des « violations particulièrement
graves » de ce droit31. Comme la Commission des droits de l’homme des
Nations Unies ou la Cour interaméricaine des droits de l’homme, la Cour
européenne met l’accent sur l’obligation qui pèse sur les États de prendre des
mesures effectives pour éviter le risque de disparition, de fournir une
explication plausible quant au sort des disparus et de mener une enquête
rapide dans le cas d’une plainte sérieuse de disparition32. Inversement,
« l’absence de toute trace officielle des détentions et du sort ultérieur des
détenus constitue une lacune grave car elle permet au responsable de
brouiller les pistes et d’échapper à toute responsabilité. Le fait de ne
consigner aucune donnée est dès lors incompatible avec l’objectif même de
l’article 5 de la Convention »33.
Si le droit à la liberté et à la sûreté est reconnu, il est en même temps assorti
de limitations qui sont expressément déterminées dans le texte de l’article 5
§ 1 lui-même. L’énumération est limitative et doit faire l’objet d’une
interprétation stricte, ce qui laisse une faible marge d’appréciation quelles
que soient les circonstances, notamment celles liées à la lutte contre la
criminalité organisée34. Par ailleurs, dans chacun de ces cas, la Convention
ajoute l’exigence de la « régularité » de la détention, ce qui signifie que celleci doit être conforme au but des restrictions autorisées par l’article 5 § 1 car
dans une société démocratique adhérant à la prééminence du droit, une
30
Cour eur.D.H., arrêt De Wilde, Ooms et Versyp c. Belgique du 18 juin 1971, § 65.
31
Cour eur.D.H., arrêt Kurt c. Turquie du 25 mai 1998, § 129 ; Cour eur.D.H., arrêt Timurtas
c. Turquie du 13 juin 2000, § 106.
32
Cour eur.D.H., arrêt Tas c. Turquie du 14 novembre 2000, § 84 ; Cour eur.D.H. (GC), arrêt
Chypre c. Turquie du 10 mai 2001, § 147 ; Cour eur.D.H., arrêt Akdeniz et autres c. Turquie
du 31 mai 2001, § 106.
33
Cour eur.D.H., arrêt Cicek c. Turquie du 27 février 2001, § 165.
34
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Labita c. Italie du 6 avril 2000, § 170.
La Convention européenne des droits de l’homme
143
détention arbitraire ne peut jamais passer pour régulière. L’article 18 de la
Convention se tient en sentinelle pour rappeler que les restrictions qui sont
apportées aux droits et libertés ne peuvent être appliquées que dans le but
pour lequel elles ont été prévues35. Enfin, la privation de liberté, pour être
conforme à la Convention, doit avoir respecté les « voies légales ». La
Convention renvoie donc à la législation nationale et implique la conformité
de la détention aux normes internes de fond et de procédure36. Ainsi, par
exemple, dans l’arrêt Ahmed Özkan et autres c. Turquie du 6 avril 2004, le
dossier ne comportait pas la preuve que la détention des habitants du village
avait été dûment autorisée par les autorités judiciaires37. La référence à la
loi suppose, en outre, la qualité de la loi, ce qui signifie accessibilité et
précision, afin d’éviter tout risque d’arbitraire. Il faut donc que les
hypothèses de privation de liberté soient clairement définies et que la loi soit
prévisible dans son application. Cette exigence est l’expression du principe
général de sécurité juridique.
Dans la mise en œuvre de l’article 5 § 1 c) relatif à la détention provisoire,
dont le seul objectif doit être de conduire la personne devant l’autorité
judiciaire compétente, la Cour a souligné à de nombreuses reprises que les
enquêtes dans le domaine de la criminalité organisée et terroriste
confrontent les autorités à des problèmes spécifiques38. En ce qui concerne la
révélation des sources, dans le prolongement de l’arrêt Fox, Campbell et
Hartley c. Royaume-Uni du 30 août 1990, qui est significatif de l’équilibre qui
doit être recherché entre la nécessité de combattre le terrorisme et le respect
de la substance des droits garantis39, l’arrêt Murray c. Royaume-Uni du 28
octobre 1994 rappelle que l’utilisation d’informations confidentielles peut
être primordiale pour combattre la violence terroriste et la menace que le
terrorisme organisé constitue pour la vie des citoyens et pour la société
démocratique dans son ensemble; cela ne signifie toutefois pas « que les
autorités d’enquête aient carte blanche, au regard de l’article 5, pour arrêter
des suspects afin de les interroger, à l’abri de tout contrôle effectif par les
tribunaux internes ou par les organes de contrôle de la Convention »40.
Enfin, dans l’arrêt Labita c. Italie du 6 avril 2000, la Cour a abordé pour la
première fois la question de la détention provisoire décidée sur la base de
déclarations d’un repenti. Elle est consciente que la collaboration des
35
Cour eur.D.H., arrêt Gusinskiy c. Russie du 19 mai 2004, § 77.
36
Cour eur.D.H., arrêt Pantea c. Roumanie du 3 juin 2003, § 222.
37
Cour eur.D.H., arrêt Ahmed Özkan et autres c. Turquie du 6 avril 2004, § 378.
38
Cour eur.D.H., arrêt Ahmed Özkan et autres c. Turquie du 6 avril 2004, § 367.
39
Cour eur.D.H., arrêt Fox, Campbell et Hartley c. Royaume-Uni du 30 août 1990, § 32.
40
Cour eur.D.H., arrêt Murray c. Royaume-Uni du 28 octobre 1994, § 58.
Tulkens
144
repentis représente un instrument important dans la lutte que les autorités
italiennes mènent contre la mafia mais néanmoins l’utilisation de leurs
déclarations pose des problèmes délicats car, de par leur nature, pareilles
déclarations sont susceptibles d’être le résultat de manipulations, de
poursuivre le but d’obtenir les bénéfices que la loi accorde aux repentis ou
encore de viser des vengeances personnelles. La nature parfois ambiguë de
ces déclarations et le risque qu’une personne puisse être mise en accusation
et arrêtée sur la base d’allégations non contrôlées ne doivent dès lors pas être
sous-estimés. Ces déclarations doivent être corroborées par d’autres
éléments objectifs41.
Enfin, la privation de liberté doit être entourée d’une série de garanties qui
ont un dénominateur commun: permettre à l’individu de se défendre contre
une arrestation ou une détention injustifiée afin de recouvrer la liberté. Il
s’agit du droit à l’information (art. 5 § 2) et du droit au juge (art. 5 § 3). Dans
l’hypothèse d’une arrestation opérée par la police pour mener une enquête,
la personne arrêtée doit être aussitôt traduite devant un juge habilité à
exercer des fonctions judiciaires. Ainsi, s’agissant par exemple d’infractions
à caractère terroriste, il appartient aux autorités de développer des formes
de contrôle juridictionnel adaptées à de telles circonstances mais
respectueuses de la Convention, seules des circonstances exceptionnelles
pouvant justifier un délai plus long avant que l’intéressé ne soit traduit
devant l’autorité judiciaire42. Le droit de recours ouvert devant un tribunal
afin qu’il statue à bref délai sur la légalité de la détention (art. 5 § 4) et le
droit à réparation pour une détention subie en violation de la Convention
(art. 5 § 5) complètent la protection du droit à la liberté et à la sûreté.
Le droit à la justice, le « droit au droit », est le droit à un procès équitable
(art. 6), dans un délai raisonnable, par un tribunal indépendant et
impartial, qui implique aussi en matière pénale le droit à la présomption
d’innocence et les droits de la défense.
En ce qui concerne le champ d’application de l’article 6, dans un arrêt Pérez
c. France du 12 février 2004, la Cour l’a étendu à la partie civile, sous la seule
réserve que celle-ci ne soit pas à des fins uniquement répressives43. En
amont, le droit à un procès équitable implique le droit d’accès à un tribunal
car, en effet, les garanties prévues par le texte ne seraient d’aucune utilité
s’il n’y avait un tribunal appelé à se prononcer44. En aval, il implique le droit
41
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Labita c. Italie du 6 avril 2000, §§ 157 et 158.
42
Cour eur.D.H., arrêt Dikme c. Turquie du 11 juillet 2000, §§ 65 et 66.
43
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Pérez c. France du 12 février 2004, §§ 70 et 71.
44
Sur l’aide légale, voy. Cour eur.D.H., arrêt Steel et Morris c. Royaume-Uni du 15 février 2005.
La Convention européenne des droits de l’homme
145
à l’exécution des décisions de justice: ici aussi, le droit d’accès serait illusoire
si les jugements n’étaient pas fidèlement et entièrement exécutés.
Dans les affaires T. c. Royaume-Uni et V. c. Royaume-Uni, c’est en fait la
première fois que la Cour appliquait la Convention à la justice pénale des
mineurs. La Cour s’est donc penchée sur la justice des mineurs en Angleterre
en s’appuyant sur la Convention mais également sur d’autres instruments
internationaux, tels que la Convention internationale des droits de l’enfant
du 20 novembre 1989, le Pacte du 16 décembre 1966 relatif aux droits civils
et politiques ainsi que les Règles de Beijing. Elle estime que les exigences
d’un procès équitable n’ont pas été remplies dans la mesure où l’article 6 « lu
comme un tout » garantit à l’accusé le droit de participation effective au
procès. Alors que la majorité pénale en Angleterre, situation à peu près isolée
et unique en Europe, est de 10 ans, la Cour considère qu’« on ne saurait
affirmer que le procès d’un enfant, même s’il est âgé de 11 ans, constitue en
soi une violation de l’article 6 »; néanmoins, dans la mesure où les expertises
psychologiques avaient montré que le formalisme d’un procès pour adultes
était inadapté au degré de maturité des enfants, alors âgés de 10 et 11 ans,
la Cour constate « qu’il est essentiel de traiter un enfant accusé d’une
infraction d’une manière qui tienne pleinement compte de son âge, de sa
maturité et de ses capacités sur le plan intellectuel et émotionnel, et de
prendre des mesures de nature à favoriser sa compréhension de la procédure
et sa participation à celle-ci »45. Le formalisme de la procédure ayant pu
sembler incompréhensible et paralysant pour l’accusé, la Cour conclut que le
requérant n’a pas pu participer effectivement au procès intenté contre lui et
il n’a donc pas pu bénéficier du « droit à ce que sa cause soit entendue
équitablement ». Il est intéressant de noter que suite à ces arrêts, le Lord
Chief Justice a pris le 16 février 2000 une directive de procédure (Practice
Direction) sur les procès d’enfants et d’adolescents devant la Crown Court.
L’arrêt S.C. c. Royaume-Uni du 15 juin 2004 concerne l’aptitude d’un jeune
enfant de 11 ans à prendre part à son procès en raison non seulement de son
jeune âge mais surtout de ses faibles aptitudes intellectuelles. Ici encore,
nous sommes confrontés au fait que la loi anglaise de 1933 sur les enfants et
adolescents (Children and Young Persons Act), telle qu’amendée par une
autre loi de 1963, fixe à 10 ans l’âge de la responsabilité pénale en Angleterre
et au Pays de Galles. En l’espèce, l’enfant avait certes 11 ans mais était doté
d’un âge mental de huit ans au mieux et de six ans au pire. La Cour rappelle,
en règle générale, que le droit d’un accusé à participer réellement à son
procès inclut, entre autres, le droit non seulement d’y assister mais aussi
45
Cour eur.D.H. (GC), arrêt T. c. Royaume-Uni du 16 décembre 1999, § 84 ; Cour eur.D.H.
(GC), arrêt V. c. Royaume-Uni du 16 décembre 1999, § 86.
Tulkens
146
d’entendre et de suivre les débats. Dès lors, la participation réelle, dans ce
contexte, suppose que l’accusé comprenne globalement la nature et l’enjeu
pour lui du procès, notamment la portée de toute peine pouvant lui être
infligée. Cela signifie que l’intéressé — si nécessaire avec l’assistance d’un
interprète, d’un avocat, d’un travailleur social ou encore d’un ami — doit être
en mesure de comprendre dans les grandes lignes ce qui se dit au tribunal.
Il doit être à même de suivre les propos des témoins à charge et, s’il est
représenté, d’exposer à ses avocats sa version des faits, de leur signaler toute
déposition avec laquelle il n’est pas d’accord et de les informer de tout fait
méritant d’être présenté pour sa défense »46.
Par ailleurs, en matière de placement d’enfant, la Cour a été amenée à
considérer à plusieurs reprises l’insuffisance ou l’inexistence du rôle des
requérants dans le processus décisionnel. Par exemple, dans le cas d’une
procédure relative au droit de visite à l’égard d’un enfant, le refus d’ordonner
une expertise psychologique indépendante, aux fins de confirmer que les
contacts de l’enfant avec son père auraient des conséquences négatives, joint
au fait que le tribunal n’a pas tenu d’audience publique, a été considéré par
la Cour comme ne satisfaisant pas aux exigences d’équité et de publicité
énoncées dans l’article 6 § 1, dans la mesure où le requérant n’a pas joué un
rôle suffisamment important dans le processus décisionnel, les autorités
nationales ayant de ce fait outrepassé leur marge d’appréciation47.
Pas de crime, pas de peine sans loi qui définit l’infraction et fixe la
sanction: le principe de la légalité en matière pénale est garanti par l’article
7 et ne souffre lui non plus ni exception, ni dérogation.
L’arrêt Streletz, Kessler et Krenz c. Allemagne du 22 mars 2001 rappelle avec
force l’exigence substantielle de la démocratie qui ne peut s’accommoder
d’une légalité purement formelle. « La Cour considère qu’une pratique
étatique telle que celle de la RDA relative à la surveillance de la frontière,
qui méconnaît de façon flagrante les droits fondamentaux et surtout le droit
à la vie, valeur suprême dans l’échelle des droits de l’homme au plan
international, ne saurait être protégée par l’article 7 § 1 de la Convention.
Cette pratique, qui a vidé de sa substance la législation sur laquelle elle était
censée se fonder, et qui était imposée à tous les organes de l’État y compris
ses organes judiciaires, ne saurait être qualifiée de droit au sens de l’article
7 »48. La Cour ajoute encore « que les requérants qui … avaient créé
46
Cour eur.D.H., arrêt S.C. c. Royaume-Uni du 15 juin 2004, § 29.
47
Cour eur.D.H., arrêt Elsholz c. Allemagne du 13 juillet 2000.
48
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Streletz, Kessler et Krenz c. Allemagne du 22 mars 2001, § 87.
La Convention européenne des droits de l’homme
147
l’apparence de légalité émanant de l’ordre juridique de la RDA, puis ont mis
en place ou poursuivi une pratique méconnaissant de manière flagrante les
principes mêmes de cet ordre, ne sauraient se prévaloir de la protection …
de la Convention »49.
Le droit à la vie privée et familiale (art. 8). Tout comme pour les articles
9, 10 et 11, nous sommes en présence d’un droit à protection relative. D’un
côté, le droit à la vie privée et familiale est reconnu, garanti. C’est le principe
qui figure dans l’article 8 § 1 de la Convention: « Toute personne a droit au
respect de sa vie privée et familiale ». Mais, d’un autre côté, ce droit est aussi
affecté de certaines limitations ou restrictions prévues par le texte lui-même
(art. 8 § 2). Conformément à l’article 1er de la Convention (« les États
reconnaissent ») et aux principes généraux d’interprétation des traités
(Convention de Vienne), le principe doit être interprété largement et les
exceptions de manière étroite.
Le droit au respect de la vie privée couvre un double aspect, la vie privée
personnelle et la vie privée sociale.
Le droit au respect de la vie privée personnelle se décline aujourd’hui
dans une triple direction: intimité — intégrité — identité.
Le droit à l’intimité, notamment dans le domaine le plus intime qui soit,
celui des relations sexuelles, est clairement affirmé. Les arrêts L. et V. c.
Autriche et S.L. c. Autriche du 9 janvier 2003 clôturent en quelque sorte le
débat sur l’âge différent pour les relations hétéro- et homosexuelles. Il s’étend
aussi à la protection des données. La Cour a même admis, dans l’arrêt Rotaru
c. Roumanie du 4 mai 2000, que « des données de nature publique peuvent
relever de la vie privée lorsqu’elles sont, d’une manière systématique,
recueillies et mémorisées dans des fichiers tenus par les pouvoirs publics. »50.
Dans l’arrêt P.G. et J.H. c. Royaume-Uni du 25 septembre 2001, la Cour
estime que la notion de vie privée va jusqu’à englober les échantillonnages de
voix enregistrées dans un commissariat de police à l’insu des requérants et
ultérieurement utilisés dans un procès pénal mené contre eux51.
Le droit à l’intégrité physique et morale se retrouve au cœur de l’arrêt
Y.F. c. Turquie du 22 juillet 2003 où le requérant alléguait que l’examen
gynécologique auquel sa femme avait été contrainte de se soumettre,
49
Ibid., § 88.
50
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Rotaru c. Roumanie du 4 mai 2000, § 43.
51
Cour eur.D.H., arrêt P.G. et J.H. c. Royaume-Uni du 25 septembre 2001, § 56.
Tulkens
148
pendant sa garde à vue emportait violation de l’article 8 de la Convention.
La Cour relève d’emblée la possibilité pour le requérant de se plaindre au
nom de sa femme. Elle rappelle qu’il lui est en effet loisible, « en tant que
proche de la victime, de soulever un grief concernant les violations alléguées
de la Convention formulées par son épouse, compte tenu en particulier de la
situation vulnérable dans laquelle elle s’est trouvée dans les circonstances
particulières de l’espèce »52. Ici on voit donc que la Cour donne à la notion de
victime une acception extrêmement large. Quant au fond, la Cour rappelle
que le corps d’une personne représente l’aspect le plus intime de la vie
privée. Ainsi, une intervention médicale forcée, même mineure, constitue
une ingérence dans l’exercice du droit au respect de la vie privée. Constatant
qu’il y eut donc ici en l’espèce une ingérence d’une autorité publique dans
l’exercice par la femme du requérant de son droit au respect de sa vie privée,
la Cour doit examiner si cette ingérence est prévue par la loi et si elle
poursuit un ou des buts légitimes au regard du paragraphe 2 de cette
disposition et est nécessaire dans une société démocratique pour les
atteindre. « [T]out en acceptant l’argument … selon lequel l’examen des
détenus par un médecin légiste peut constituer une garantie importante
contre les fausses accusations de violences sexuelles ou de mauvais
traitements, la Cour considère que tout atteinte à l’intégrité physique d’une
personne doit être prévue par la loi et requiert le consentement de
l’intéressé. Sinon, une personne en situation de vulnérabilité, telle qu’un
détenu, serait privée des garanties légales contre les actes arbitraires. Eu
égard à ce qui précède, la Cour estime que l’ingérence litigieuse n’était pas
prévue par la loi »53.
Dans l’arrêt Glass c. Royaume-Uni du 9 mars 200454, les requérants
dénonçaient l’inadéquation du dispositif législatif et de la pratique interne
avec les exigences de l’article 8 en cas d’objection parentale aux traitements
médicaux administrés dans l’intérêt de l’enfant. En l’espèce, leur enfant
souffrait de graves problèmes respiratoires qui avaient nécessité son
hospitalisation. A la suite d’une opération, son état se détériora et les
médecins suggérèrent de lui administrer de la diamorphine afin d’atténuer
ses souffrances. La mère avait déjà fait savoir auparavant qu’elle était
opposée à l’administration de la morphine. Cette fois, elle se déclara
préoccupée par l’administration de ce médicament, craignant que cela
compromette les chances de rétablissement de son enfant. Suite à de nouvelles
complications, les médecins proposèrent d’arrêter le traitement à condition
que la famille accepte de ne pas réanimer l’enfant, sachant qu’un ordre de non
52
Cour eur.D.H., arrêt Y.F. c. Turquie du 22 juillet 2003, § 31.
53
Ibid., § 43.
54
Cour eur.D.H., arrêt Glass c. Royaume-Uni du 9 mars 2004.
La Convention européenne des droits de l’homme
149
réanimation avait déjà été inséré dans le dossier médical. La mère refusa et
réanima elle-même l’enfant pendant que les médecins subissaient les assauts
des membres de sa famille. L’état de santé de l’enfant s’améliora et il rentra
pour finir chez lui. La requérante demanda en vain un contrôle juridictionnel
et l’autorisation de saisir la cour d’appel, ce qui lui fut refusé. Le parquet ne
retient aucune charge contre les médecins faute de preuves suffisantes, étant
donné que le conseil médical général avait approuvé le traitement incriminé
ainsi que le comportement des médecins. La Cour estime que les médecins
auraient dû saisir la High Court dès les premières objections de la mère afin
de prévenir les conflits ultérieurs. La décision de passer outre l’opposition de
sa mère, sans l’autorisation d’un tribunal, n’a pas permis d’assurer une
protection effective du droit de l’intéressé au respect de sa vie privée, en
particulier de son droit à l’intégrité physique au titre de l’article 8. De même,
le pouvoir discrétionnaire laissé aux médecins quant à l’opportunité de saisir
les tribunaux en cas de conflit avec les parents ne permettait pas une
protection effective des droits des patients vulnérables.
Enfin, le droit à l’identité est clairement reconnu et il s’étend aujourd’hui
au droit de connaître sa filiation, comme élément du droit à
l’épanouissement et au développement personnel. Dans l’arrêt Mikulic c.
Croatie du 7 février 2002, la Cour a été confrontée pour la première fois à la
compatibilité d’une procédure en recherche de paternité qui impose des tests
ADN avec le droit au respect de la vie privée. Statuant à l’unanimité, la Cour
relève d’abord que le droit croate ne prévoit ni la possibilité de contraindre
une partie à se soumettre à des tests ADN, ni de dispositions régissant les
conséquences d’un tel refus de les accepter, même si le juge est libre d’en
tirer les conséquences qu’il veut. Cela étant, la Cour considère que toute
personne a un intérêt vital protégé par l’article 8 de la Convention à obtenir
les informations nécessaires à la découverte de la vérité concernant un
aspect important de son identité personnelle. Un système tel que celui qui
est en vigueur en Croatie, qui ne prévoit aucun moyen d’obliger le père à se
conformer à une ordonnance judiciaire lui intimant de se soumettre à des
tests ADN, est compatible avec le respect dû à la vie privée pour autant que
le système prévoie d’autres moyens permettant à une autorité indépendante
de trancher, à bref délai, la question de la paternité litigieuse55. La Cour
rappelle que l’article 8 protège un droit à l’identité et à l’épanouissement
personnel. A cet épanouissement contribuent l’établissement des détails de
son identité d’être humain et l’intérêt vital, protégé par la Convention, à
obtenir des informations nécessaires à la découverte de la vérité concernant
un aspect important de son identité personnelle56.
55
Cour eur.D.H., arrêt Mikulic c. Croatie du 7 février 2002, §§ 54 et s.
56
Ibid., §§ 54 et 64.
Tulkens
150
Cette jurisprudence sera confirmée dans l’arrêt Odièvre c. France du 13
février 2003 qui concerne la question de l’accouchement sous X57. « La
naissance, et singulièrement les circonstances de celle-ci, relève de la vie
privée de l’enfant, puis de l’adulte, garantie par l’article 8 de la Convention
qui trouve ainsi à s’appliquer en l’espèce »58. Touchant à l’identité
fondamentale de la personne, la question de l’accès à ses origines constitue un
élément essentiel de la vie privée protégé par l’article 8 de la Convention qui
trouve donc, comme la Cour le reconnaît, à s’appliquer en l’espèce. Même en
cas d’adoption, la possibilité d’avoir accès à ses origines et de pouvoir ainsi
retracer les éléments de son histoire personnelle relèvent de la liberté, et
donc de la dignité humaine qui est au coeur des droits garantis par la
Convention.
L’autre aspect du droit à la vie privée est le droit à la vie privée sociale. La
Cour estime qu’il existe une zone d’interaction entre une personne et ses
semblables qui peut être rattachée à la vie privée, même dans un contexte
public. C’est dans l’arrêt Niemietz c. Allemagne du 16 décembre 1992 que la
Cour européenne a fait franchir un saut qualitatif à la notion de vie privée
au sens de l’article 8 de la Convention, en estimant que « le respect de la vie
privée doit aussi englober, dans une certaine mesure, le droit pour l’individu
de nouer et développer des relations avec ses semblables »59. Le droit au
respect de la vie privée ce n’est donc pas seulement le droit de rester chez soi;
c’est également le droit de sortir de chez soi pour aller vers les autres. Au
droit à la vie privée personnelle vient donc désormais s’ajouter le droit à la
vie privée sociale.
Sous cet aspect, les prolongements actuellement les plus identifiables sont le
droit de conserver le mode de vie en tant que groupe minoritaire ou la
protection contre les atteintes à l’environnement.
De manière explicite, la Cour a affirmé que le droit au respect de la vie privée
pouvait constituer le siège des droits culturels d’une minorité 60. Dans cette
affaire, les requérants, membres de la minorité sorabe se plaignaient que la
destruction de leur village décidée par les autorités afin d’exploiter une mine
de lignite mettait en péril leur droit de pratiquer leur langue et leur culture.
Dans l’arrêt Chapman c. Royaume-Uni du 18 janvier 2001, la question se
posait de la compatibilité avec l’article 8 du refus opposé à la requérante
57
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Odièvre c. France du 13 février 2003, § 29.
58
Ibidem.
59
Cour eur.D.H., arrêt Niemietz c. Allemagne du 16 décembre 1992, § 29.
60
Cour eur.D.H., décision Noack et autres c. Allemagne du 25 mai 2000.
La Convention européenne des droits de l’homme
151
tsigane d’installer ses caravanes sur un terrain dont elle était propriétaire.
Il est intéressant d’observer que c’est une femme qui a introduit la requête
et qu’elle faisait valoir son grief au regard notamment de sa volonté de
donner à ses enfants une éducation suivie, tout en poursuivant son mode de
vie propre. Tout en estimant qu’il n’y avait pas en l’espèce violation de
l’article 8 de la Convention, la Cour a estimé que cette disposition pouvait
imposer aux États une obligation positive de permettre aux membres d’une
minorité de poursuivre leur mode de vie61.
Dans l’arrêt Taskin et autres c. Turquie du 10 novembre 2004, la Cour
rappelle « que l’article 8 s’applique aux atteintes graves à l’environnement
pouvant affecter le bien-être d’une personne et la priver de la jouissance de
son domicile de manière à nuire à sa vie privée et familiale … Il en va de
même lorsque les effets dangereux d’une activité auxquels les individus
concernés risquent d’être exposés ont été déterminés dans le cadre d’une
procédure d’évaluation de l’impact sur l’environnement, de manière à établir
un lien suffisamment étroit avec la vie privée et familiale au sens de l’article
8 de la Convention. S’il n’en allait pas ainsi, l’obligation positive de l’État —
adopter des mesures raisonnables et adéquates pour protéger les droits des
individus en vertu du paragraphe 1 de l’article 8 — serait réduite à néant »62.
Il est en outre intéressant d’observer dans cet arrêt le développement de
l’application de l’article 8 de la Convention à la fois sous son aspect matériel
et sous son aspect procédural.
Enfin, le droit au nom s’inscrit également dans ce développement du droit à
la vie privée sociale mais nous examinerons plus loin, au regard de l’article
14 de la Convention, l’arrêt Ünal Tekeli c. Turquie du 16 novembre 2004.
La vie familiale
Dans l’arrêt Pini et Bertani et Manera et Atripaldi c. Roumanie du 22 juin
2004, la Cour se prononce pour la première fois sur la question de
l’adoption. L’apport de l’arrêt est de faire entrer dans le champ de la vie
familiale les relations entre un enfant adopté et un parent adoptif. Ces
relations, précise la Cour, « sont de même nature que les relations familiales
protégées par l’article 8 de la Convention »63 alors même que « le droit
61
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Chapman c. Royaume-Uni du 18 janvier 2001, § 96.
62
Cour eur.D.H., arrêt Taskin et autres c. Turquie du 10 novembre 2004, § 113. Voy. aussi
Cour eur.D.H., arrêt Moreno Gomez c. Espagne du 16 novembre 2004 (pollution sonore).
63
Cour eur.D.H., arrêt Pini et Bertani et Manera et Atripaldi c. Roumanie du 22 juin 2004, §
140.
Tulkens
152
d’adopter ne figure pas en tant que tel parmi les droits garantis par la
Convention »64.
La vie familiale est souvent évoquée dans le contentieux des étrangers.
Nous avons un cas qui concerne un mineur. Dans l’affaire Radovanovic c.
Autriche du 22 avril 2004, le requérant avait été frappé par une interdiction
de séjour illimitée à la suite d’une condamnation pénale. La Cour relève que
le requérant était mineur à l’époque des faits, qu’il n’avait pas de casier
judiciaire et que la majeure partie de la peine était assortie d’un sursis. Elle
constate également que, depuis la mort de ses grands-parents en SerbieMonténégro, l’ensemble de ses attaches familiales se trouve en Autriche. Au
vu de ces éléments, la Cour estime qu’un juste équilibre aurait été ménagé
par une mesure de moindre importance, comme par exemple une interdiction
de séjour limitée. A défaut d’une telle mesure, la Cour conclut à une violation
de l’article65.
Enfin, dans le domaine des droits parentaux, des ingérences peuvent être
justifiées mais dans le but ultime de restaurer la vie familiale. Dans l’arrêt
Schaal c. Luxembourg du 18 février 2003 relatif à la suspension du droit de
visite d’un des parents le temps de la procédure pénale suivie contre lui en
raison d’allégations de viol sur l’enfant, la Cour a admis qu’en attendant
l’issue du procès pénal, l’intérêt de l’enfant légitimait la suspension du droit
de visite et justifiait l’ingérence dans le droit du requérant au respect de sa
vie familiale. Toutefois, l’intérêt de l’enfant justifiait aussi de permettre au
lien familial de se développer à nouveau dès que les mesures
n’apparaissaient plus nécessaires. Or, en raison des carences de la
procédure, la Cour considère que les autorités n’ont pas pris toutes les
mesures que l’on pouvait raisonnablement exiger d’elles afin de restaurer la
vie familiale du requérant avec son jeune enfant. Dès lors elle conclut à la
violation de l’article66.
Le droit à la liberté de pensée, de conscience et de religion (art. 9).
Ce droit implique aussi bien le droit d’adhérer que de ne pas adhérer à une
religion67 et il soulève aujourd’hui des questions sensibles comme celle du
foulard qui a fait l’objet de l’arrêt Leyla Sahin c. Turquie du 29 juin 2004,
arrêt qui a été renvoyé devant la Grande Chambre où la requête est
actuellement pendante.
64
Cour eur.D.H., arrêt Fretté c. France du 26 février 2002, § 29.
65
Cour eur.D.H., arrêt Radovanovic c. Autriche du 22 avril 2004, § 35 et s.
66
Cour eur.D.H., arrêt Schaal c. Luxembourg du 18 février 2003, §§ 47-49.
67
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Buscarini et autres c. Saint-Marin du 18 février 1999.
La Convention européenne des droits de l’homme
153
Dans l’arrêt de la chambre, la Cour se prononce en faveur de la compatibilité
avec l’article 9 de la Convention de l’interdiction faite aux étudiantes de
l’Université d’Istanbul, par une circulaire du recteur, de porter le foulard
islamique. En l’espèce, la requérante s’était vue refuser l’inscription à des
cours et l’accès à des examens au motif qu’elle portait le foulard. Considérant
que le port du foulard est un acte motivé ou inspiré par une religion ou une
conviction, la Cour analyse la réglementation comme une ingérence dans
l’exercice du droit de la requérante de manifester sa religion et s’interroger
à titre principal sur la question de la nécessité de cette ingérence. En
premier lieu, la Cour insiste sur le rôle fondamentalement subsidiaire de la
Convention et l’emploi de la marge d’appréciation dont doivent disposer les
États dans la réglementation du port des symboles religieux dans les
établissements d’enseignement, en l’absence, notamment, d’une conception
uniforme des pays européens en la matière68. En second lieu, sur l’attention
particulière accordée au principe de laïcité, dont la sauvegarde est jugée
nécessaire à la protection du système démocratique en Turquie et qui
apparaît comme le garant du pluralisme, du respect des droits d’autrui et de
l’égalité entre hommes et femmes. Fondée sur le principe de laïcité et
s’inscrivant dans le contexte particulier d’un pays dont la majorité de la
population est de religion musulmane et qui est confronté à des mouvements
extrémistes religieux, la réglementation litigieuse répond, selon la Cour, à
un besoin social impérieux — protéger le pluralisme dans un établissement
universitaire — et, compte tenu de la marge d’appréciation laissée à l’État
partie, s’avère proportionné au but légitime poursuivi — le maintien de
l’ordre public dans les universités et la protection des droits et libertés
d’autrui. Toute transposition de la solution retenue à la situation dans
d’autres pays européens me semble hasardeuse tant la décision de la Cour
est soigneusement circonscrite au contexte turc69.
Le droit à la liberté d’expression (art. 10). Ce qui fait la légitimité d’un
droit ce n’est pas que la majorité l’ait accepté mais qu’une minorité puisse le
contester. Le propre d’un espace démocratique est de permettre à chacun
d’exprimer sa différence. « Je déteste vos idées », disait Voltaire, « mais je
mourrai pour que vous puissiez les exprimer ». Par ailleurs, le droit à la
liberté de parole est-il, comme l’ont dit Brecht et la tradition marxiste, un
simple droit bourgeois? Non, répond le Prix Nobel d’économie Amartya Sen.
Il pourrait bien être la condition sine qua non pour jouir de tous les autres
droits, et peut-être même de la possibilité de survivre. Les droits civils, s’ils
sont garantis, donnent aux hommes le pouvoir de défendre bien d’autres
68
Cour eur.D.H., arrêt Leyla Sahin c. Turquie du 29 juin 2004, §§ 100-102. Voy. aussi Cour
eur.D.H., décision Dahlab c. Suisse du 15 février 2001.
69
Ibid., § 108.
Tulkens
154
revendications. « Aucune famine grave ne s’est jamais produite », écrit-il,
« dans un pays possédant un gouvernement démocratique et respectant la
liberté de la presse. Enfin, si la liberté d’expression est un droit fondateur
« qui débouche sur le droit à la communication dans un espace public issu
d’un long combat en faveur de la tolérance »70, elle est également assortie de
limites et celles-ci posent des questions situées aux limites de l’ordre social.
La liberté d’expression comme fondement d’une société démocratique
est rappelée par exemple dans l’arrêt Parti communiste unifié de Turquie et
autres c. Turquie du 30 janvier 1998 lorsque la Cour énonce que l’une des
caractéristiques principales de la démocratie est d’offrir des programmes
politiques différents et des discussions sur ceux-ci71. Elle l’est encore dans
l’arrêt Özgür Gündem c. Turquie du 16 mars 2000 où la Cour rappelle
« l’importance cruciale de la liberté d’expression qui constitue l’une des
conditions préalables au bon fonctionnement de la démocratie »72. La liberté
d’expression est donc la condition sine qua non d’une véritable démocratie
pluraliste. Comme le dit si bien P. Ricoeur, « est démocratique une société qui
se reconnaît divisée ». Cette affirmation de la fonction sociale de la liberté
d’expression constitue la philosophie de base de toute la jurisprudence de la
Cour relative à l’article 10. Il en résulte deux choses: d’une part, la liberté
d’expression n’est pas seulement une garantie contre les ingérences de l’état
(droit subjectif) mais elle est aussi un principe fondamental objectif pour la
vie en démocratie; d’autre part, la liberté d’expression n’est pas une fin en soi
mais un moyen pour l’établissement d’une société démocratique. C’est cette
fonction sociale de la liberté d’expression qui a conduit la Cour à interpréter
le champ d’application de l’article 10 de manière large: l’État n’est pas
seulement soumis à une obligation d’abstention — ne pas entraver la liberté
d’expression — mais il est aussi soumis à une obligation d’action — assurer
la libre-circulation des informations. Inversement, les limitations,
restrictions, sont quant à elles interprétées de manière étroite.
La liberté d’expression a une double composante. Elle concerne, tout
d’abord, la liberté d’opinion qui est non seulement le dénominateur commun
des différents aspects de la liberté d’expression mais surtout la raison d’être
et la justification de cette liberté. Dans l’arrêt Refah Partisi (Parti de la
prospérité) et autres c. Turquie du 13 février 2003, la Cour rappelle aussi que
la protection des opinions et la liberté de les exprimer, au sens de l’article 10
70
M. CANTO-SPERBER (éd.), Dictionnaire d’éthique et de philosophie morale, Paris, PUF, 1996,
p. 446.
71
Cour eur.D.H., arrêt Parti communiste unifié de Turquie et autres c. Turquie du 30 janvier
1998, § 57.
72
Cour eur.D.H., arrêt Özgür Gündem c. Turquie du 16 mars 2000, § 43.
La Convention européenne des droits de l’homme
155
de la Convention, est un des objectifs également de la liberté d’association et
de réunion garanti par l’article 11. Ceci s’applique tout particulièrement aux
relations avec les partis politiques à la lumière de leur rôle essentiel pour
assurer le pluralisme et le fonctionnement de la démocratie73. L’autre
composante est la liberté d’information qui s’applique à toute information,
quelle que soit sa nature (politique, culturelle, économique, artistique,
philosophique, religieuse, etc.), quel que soit son contenu (non seulement les
faits mais également les idées), quelle que soit la forme (non seulement les
informations considérées comme inoffensives ou indifférentes mais
également celles qui heurtent, choquent ou inquiètent).
C’est ici que se situe le rôle particulier de la presse, « chien de garde » de la
démocratie. Dans l’arrêt Roemen et Schmit c. Luxembourg du 25 février 2003,
la Cour rappelle que la protection des sources journalistiques est l’une
des pierres angulaires de la liberté de la presse. L’absence d’une telle
protection pourrait dissuader la presse d’informer le public sur des questions
d’intérêt général. En conséquence, la presse pourrait être moins à même de
jouer son rôle indispensable de « chien de garde », et son aptitude à fournir des
informations précises et fiables pourrait s’en trouver amoindrie. Eu égard à
l’importance que revêt la protection des sources journalistiques pour la liberté
de la presse dans une société démocratique, pareille mesure ne saurait se
concilier avec l’article 10 de la Convention que si elle se justifie par un
impératif prépondérant d’intérêt public. Les limitations apportées à la
confidentialité des sources journalistiques appellent de la part de la Cour
l’examen le plus scrupuleux. En l’espèce, la Cour estime que les perquisitions
au domicile et dans les locaux professionnels du requérant s’analysent sans
conteste en une ingérence dans l’exercice par l’intéressé de l’article 10. A cet
égard la Cour est d’avis que « l’absence de résultat des perquisitions n’enlève
pas à ces dernières leur objet, à savoir trouver l’auteur d’une violation du
secret professionnel et donc la source du journaliste »74. En outre, la Cour juge
que des perquisitions qui avaient pour objet de découvrir la source du
journaliste « constituent … un acte plus grave qu’une sommation de
divulgation de l’identité de la source. En effet, les enquêteurs qui, munis d’un
mandat de perquisition, surprennent un journaliste à son lieu de travail, ont
des pouvoirs d’investigation très larges du fait qu’ils ont par définition accès à
toute la documentation détenue par le journaliste. … [Elle estime dès lors] que
les perquisitions effectuées auprès du requérant étaient plus attentatoires à la
protection des sources que celles opérées dans l’affaire Goodwin »75.
73
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Refah partisi (Parti de la prospérité) et autres c. Turquie du 13
février 2003, § 88.
74
Cour eur.D.H., arrêt Roemen et Schmit c. Luxembourg du 25 février 2003, § 47.
75
Ibid., § 57.
Tulkens
156
Les obligations des États sont tout d’abord négatives: « sans ingérence
des autorités publiques ». La notion d’ingérence doit être entendue au sens
large comme l’acte qui, d’une manière directe ou indirecte, réprime, dissuade,
gêne ou empêche l’expression actuelle ou à venir d’une opinion et/ou d’une
information. Ainsi, par exemple, les perquisitions effectuées dans un journal
et les saisies de la documentation de celui-ci76 ou la censure de manuels
scolaires77. Elles comprennent également des obligations positives, à savoir
des mesures nécessaires de protection du droit à la liberté d’expression
jusque et y compris dans les relations des individus entre eux. Tel est ainsi le
cas lorsque des violences répétées sont perpétrées à l’encontre d’un journal
comme dans l’arrêt Özgür Gündem c. Turquie du 16 mars 200078.
Enfin, il y a des limites à la liberté d’expression. Même dans les sociétés
démocratiques, et je dirais peut-être surtout dans les sociétés démocratiques,
la liberté d’expression et l’exercice de cette liberté sont susceptibles d’être
affectés par certaines limitations. Tout d’abord, l’article 10 § 2 de la
Convention rappelle que l’exercice de ces libertés comporte « des devoirs et des
responsabilités ». Il ne s’agit pas simplement d’établir une sorte de
parallélisme entre droits et devoirs ou de soutenir que la liberté d’expression
« se mérite ». Il s’agit plus fondamentalement d’assumer les conséquences de
son action. Ainsi, la liberté de presse est subordonnée à la condition que les
journalistes agissent de bonne foi, de manière à fournir des informations
fiables, précises et loyales, dans le respect de la déontologie journalistique.
Quant aux ingérences autorisées dans la liberté d’expression, elles doivent se
concilier avec les exigences de la société démocratique, ce qui constitue une
règle d’éthique politique. L’ingérence doit être prévue par la loi, elle doit
poursuivre un but légitime qui peut être l’intérêt général, les droits individuels
(comme la protection de la réputation, la présomption d’innocence ou le respect
dû à la vie privée) ou encore l’autorité et l’impartialité du pouvoir judiciaire.
L’ingérence doit enfin être nécessaire dans une société démocratique marquée
par « le pluralisme, la tolérance et l’esprit d’ouverture », c’est-à-dire répondre
à un besoin social impérieux et être proportionnée au but poursuivi. Ainsi, ne
sera pas nécessaire parce que inappropriée une mesure limitative de la liberté
d’expression lorsque des mesures alternatives sont susceptibles de produire le
résultat souhaité à un moindre coût pour la liberté en cause79. Dans cette
balance des intérêts, plusieurs facteurs entreront en compte: la nature des
76
Cour eur.D.H., arrêt Ernst et autres c. Belgique du 15 juillet 2003.
77
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Chypre c. Turquie du 10 mai 2001, § 252.
78
Cour eur.D.H., arrêt Özgür Gündem c. Turquie du 16 mars 2000, §§ 44-46. Voy. aussi Cour
eur.D.H., arrêt Fuentes Bobo c. Espagne du 29 février 2000.
79
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Sürek (n° 2) c. Turquie du 8 juillet 1999, § 34 ; Cour eur.D.H.,
arrêt Sener c. Turquie du 18 juillet 2000, § 40.
La Convention européenne des droits de l’homme
157
droits et des intérêts atteints, l’auteur des propos litigieux80, la victime des
propos litigieux (personne publique et politicien, fonctionnaire,
gouvernement)81, la forme et le contenu de ceux-ci (l’intérêt public, le discours
politique82, l’incitation à la violence83).
Le droit à la liberté de réunion et d’association (art. 11) est certes
garanti mais il comporte aussi des limites précisément lorsqu’il s’agit des
valeurs démocratiques. Tel est le sens de l’arrêt Refah Partisi (Parti de la
prospérité) c. Turquie du 13 février 2003 où la Cour a estimé compatible avec
la Convention la dissolution d’un parti politique islamiste prônant la Charia.
Tout en rappelant qu’il n’y a pas de démocratie sans pluralisme, la Cour
évoque à nouveau les liens entre la démocratie et la Convention. Si la
démocratie représente un élément fondamental de l’ordre public européen,
des limites doivent être fixées aux activités susceptibles de bénéficier de la
protection des dispositions de la Convention. En l’espèce, la Cour estime que
la sanction infligée aux requérants peut être considérée comme répondant à
« un besoin social impérieux » dans la mesure où les responsables du Parti
de la prospérité, sous le prétexte de donner un contenu différent au principe
de laïcité, poursuivaient l’intention d’instaurer la Loi islamique et avaient
laissé planer un doute sur leur position quant au recours à la force pour
accéder au pouvoir. La Cour considère que « même si la marge d’appréciation
des États doit être étroite en matière de dissolution des partis politiques, le
pluralisme des idées et des partis étant lui-même inhérent à la démocratie,
l’État concerné peut raisonnablement empêcher la réalisation d’un tel projet
politique incompatible avec les normes de la Convention, avant qu’il ne soit
mis en pratique par des actes concrets risquant de compromettre la paix
civile et le régime démocratique dans le pays »84. Plus loin, la Cour précise
qu’un État contractant à la Convention, « en se fondant sur ses obligations
positives, peut imposer aux partis politiques, formations destinées à accéder
au pouvoir et à diriger une part importante de l’appareil étatique, le devoir
de respecter et de sauvegarder les droits et libertés garantis par la
Convention ainsi que l’obligation de ne pas proposer un programme politique
en contradiction avec les principes fondamentaux de la démocratie »85.
80
Cour eur.D.H., arrêt Jerusalem c. Autriche du 27 février 2001 ; Cour eur.D.H., arrêt
Ibrahim Aksoy c. Turquie du 10 octore 2000, § 59.
81
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Öztürk c. Turquie du 28 septembre 1999, § 64 ; Cour eur.D.H.
(GC), arrêt Arslan c. Turquie et douze autres arrêts contre la Turquie du 8 juillet 1999.
82
Cour eur.D.H., arrêt Seher Karatas c. Turquie du 9 juillet 2002 ; Cour eur.D.H., arrêt
Abdullah Aydin c. Turquie du 9 mars 2004.
83
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Gerger c. Turquie du 8 juillet 1999, § 50 ; Cour eur.D.H., arrêt
Kurkcu c. Turquie du 27 juillet 2004.
84
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Refah partisi (Parti de la prospérité) et autres c. Turquie du 13
février 2003, § 80.
85
Ibid., § 103.
Tulkens
158
Le droit au mariage (art 12). Il a été reconnu par la Cour dans les arrêts
Christine Goodwin c. Royaume-Uni et I c. Royaume-Uni du 11 juillet 200286
aux transsexuels, bel exemple d’interprétation évolutive et dynamique de la
Convention.
Enfin, l’octroi d’un recours effectif, dans le pays, en cas de violation des
droits et libertés ainsi garantis (art. 13), l’interdiction de toute
discrimination dans la jouissance de ceux-ci (art. 14), et l’interdiction de
l’abus de droit (art. 17) sont les compléments naturels de la reconnaissance
des droits garantis.
Sur l’interdiction de la discrimination, au regard de l’article 14, les
organes de la Convention ont eu à examiner la question de la filiation et de
la discrimination entre les enfants légitimes et les enfants naturels,
notamment sous l’angle de la jouissance de leur droit de propriété87. La
question de l’application du principe de non-discrimination s’est également
posée dans le cadre de l’attribution des droits parentaux88.
Enfin, la question du nom a fait l’objet de l’important arrêt Ünal Tekeli c.
Turquie du 16 novembre 2004. La requérante alléguait que le refus des
juridictions nationales de lui accorder l’autorisation de porter uniquement
son nom de jeune fille a porté atteinte de manière injustifiable à son droit à
la protection de la vie privée. Elle y percevait une discrimination en ce que
seul l’homme marié peut porter son nom patronymique après le mariage.
Elle invoquait donc l’article 8 pris isolément et combiné avec l’article 14. Le
texte de l’arrêt est intéressant dans la mesure où dans la partie consacrée au
droit international il rappelle l’ensemble des travaux du Conseil de l’Europe
et des Nations Unies sur l’égalité entre hommes et femmes. Et c’est dans ce
contexte que la Cour va articuler sa décision, ce qui est un bel exemple de
complémentarité entre les instruments universels et régionaux de protection
des droits de l’homme. La Cour va conclure à la violation des dispositions
invoquées mais tout en précisant qu’elle ne sous-estime pas les importantes
répercussions qu’un changement du système, à savoir le passage d’un
système traditionnel du nom de famille basé sur le patronyme de l’époux à
d’autres systèmes, permettant soit à chacun des époux de garder son nom,
soit au couple de choisir librement un nom de famille commun, aura
86
87
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Christine Goodwin c. Royaume-Uni du 11 juillet 2002 ; Cour
eur.D.H. (GC), arrêt I. c. Royaume-Uni du 11 juillet 2002.
Cour eur.D.H., arrêt Mazurek c. France du 1er février 2000 ; Cour eur.D.H., arrêt Merger et
Cros c. France du 22 décembre 2004.
88
Cour eur.D.H., arrêt Salgueiro da Silva Mouta c. Portugal du 21 décembre 1999 ; Cour
eur.D.H., arrêt Palau-Martinez c. France du 16 décembre 2003.
La Convention européenne des droits de l’homme
159
inévitablement dans la tenue des registres d’état civil. Cependant, elle
considère qu’on peut raisonnablement exiger de la société qu’elle accepte
certains inconvénients afin de permettre à des personnes de vivre dans la
dignité et le respect conformément au nom qu’elles ont choisi89.
Sur le plan normatif, il est important de signaler et de saluer le Protocole n°
12 signé à Rome le 4 novembre 2000, pour le 50ème anniversaire de la
Convention, et dont l’article 1 porte sur une interdiction générale de la
discrimination dans tout droit prévu par la loi et dans tout acte d’une
autorité publique. Ce protocole que l’on peut certainement qualifier de
révolutionnaire est entré en vigueur au mois d’avril 2005 pour les pays qui
l’ont ratifié.
Dans le domaine de l’abus de droit (art. 17), il est important de souligner
la décision Garaudy c. France du 24 juin 2003 où le requérant, un philosophe
français bien connu, invoquait la liberté d’expression à l’encontre de la saisie
d’un de ses ouvrages. La Cour « considère que la plus grande partie du
contenu et la tonalité générale de l’ouvrage du requérant, et donc son but,
ont un caractère négationniste marqué et vont donc à l’encontre des valeurs
fondamentales de la Convention, telles que les exprime son préambule, à
savoir la justice et la paix. Elle considère que le requérant tente de détourner
l’article 10 de la Convention de sa vocation en utilisant son droit à la liberté
d’expression à des fins contraires à la lettre et à l’esprit de la Convention. De
telles fins, si elles étaient admises, contribueraient à la destruction des
droits et libertés garantis par la Convention. En conséquence, la Cour estime
qu’en vertu des dispositions de l’article 17, le requérant ne peut se prévaloir
des dispositions de l’article 10 en ce qui concerne les éléments relevant de la
contestation de crimes contre l’humanité »90.
La décision Norwood c. Royaume-Uni du 16 novembre 2004 se fonde
également sur cet article 17 de la Convention dans la situation suivante: le
requérant était un dirigeant d’une organisation néo-nazie et il avait affiché
à la fenêtre de sa maison un grand panneau avec les mots « Islam out of
Britain — protect the British people ». Ce poster a été enlevé par la police
suite à une plainte du public et le requérant a été condamné pour l’infraction
d’hostilité à l’encontre d’un groupe racial et religieux. Il invoque les articles
10 et 14 de la Convention. La Cour estime que sa requête est irrecevable
ratione materiae dans la mesure où l’acte incriminé tombe sous l’empire de
l’article 17 de la Convention et dès lors en-dehors de l’article 10. Cette
89
Cour eur.D.H., arrêt Ünal Tekeli c. Turquie du 16 novembre 2004, § 67.
90
Cour eur.D.H., décision Garaudy c. France du 24 juin 2003, p. 29.
Tulkens
160
décision est l’une des premières qui concerne le racisme à l’encontre des
Musulmans91.
C. Des droits civils et politiques
Les droits de la Convention européenne des droits de l’homme sont des droits
civils et politiques (dits de la 1ère génération). Ce socle de droits-libertés
exprime, comme le dit Ricoeur, « la primauté éthique du vivre-ensemble sur
les contraintes liées au système juridique et à l’organisation politique »92.
Mais, les droits et libertés ne s’exercent toutefois pas dans un vide car ils
s’attachent à une personne en situation, au sein d’une communauté. Comme
le dit Touraine dans Qu’est ce que la démocratie?, « la reconnaissance des
droits fondamentaux serait vide de contenu si elle ne conduisait pas à donner
à tous la sécurité et à étendre constamment les garanties légales et les
interventions de l’État qui protègent les plus faibles »93. Certes, il appartient
aux États de faire la justice sociale et, dans l’enceinte du Conseil de l’Europe,
d’autres Conventions, comme la Charte sociale européenne de 1960, révisée
en 1996, s’attachent directement aux droits économiques, sociaux et
culturels, ces droits-égalité qualifiés de la 2ème génération.
La Cour a toutefois rappelé à maintes reprises qu’il « importe de donner aux
droits reconnus leur pleine portée » et que la Convention « a pour but « de
protéger des droits non pas théoriques ou illusoires mais concrets et
effectifs ». Nous avons tous en tête le fameux arrêt Airey c. Irlande du
9 octobre 1979, où la Cour affirme qu’il n’y a pas de cloison étanche entre la
sphère des droits économiques et sociaux et celle des droits couverts par la
Convention et « qu’un obstacle de fait peut enfreindre la Convention à l’égal
d’un obstacle juridique »94 — en l’espèce, l’impossibilité pour une femme
d’introduire une procédure en divorce en raison de la précarité de sa
situation financière.
De même, dans l’arrêt James et autres c. Royaume-Uni du 21 février 1986, la
Cour reconnaît que le droit au logement est le but légitime d’une
restriction du droit de propriété garanti par l’article 1er du Protocole n° 1 à
la Convention95. Sur cette question du droit au logement, les germes d’une
91
Cour eur.D.H., décision Norwood c. Royaume-Uni du 16 novembre 2004, p. 4.
92
P. RICOEUR, Soi comme un autre, Paris, Le Seuil, 1990, p. 227.
93
A. TOURAINE, Qu’est-ce que la démocratie ?, Paris, Fayard, 1994, p. 52.
94
Cour eur.D.H., arrêt Airey c. Irlande du 9 octobre 1979, § 25.
95
Cour eur.D.H., arrêt James et autres c. Royaume-Uni du 21 février 1986.
La Convention européenne des droits de l’homme
161
évolution peuvent être vus dans l’arrêt Öneryildiz c. Turquie du 30 novembre
2004 rendu par la Grande Chambre. Les habitations des requérants qui
étaient en fait des taudis installés sur une décharge publique, sans aucune
autorisation, avaient été détruites par une explosion survenue en raison de
la négligence des autorités. Les requérants vivaient dans ces taudis sans
jamais avoir été inquiétés par les autorités et ils y avaient créé un
environnement social et familial jusqu’à l’accident. Dans cet arrêt, la Cour a
estimé qu’il y avait violation de l’article 1 du Protocole n° 1. Elle accepte
qu’une maison qui a été construite sans permission et qui est occupée sans
titre constitue un intérêt patrimonial substantiel puisqu’en l’espèce
l’explosion d’une décharge publique a été considérée par la Cour comme
entraînant une perte de propriété96.
La question de la langue dans laquelle l’enseignement doit être dispensé
afin que le droit à l’instruction soit respecté a été évoquée dans l’affaire
interétatique Chypre c. Turquie du 10 mai 2001 dont l’un des aspects
concernait la situation dans laquelle se trouvaient des enfants de la
communauté grecque vivant dans le Nord de Chypre qui, tout en pouvant
suivre un enseignement primaire en langue grecque, ne disposaient pas
d’établissements leur permettant de suivre un enseignement secondaire
dans cette même langue. Même si la Cour a relevé qu’au sens strict du terme
il n’y avait pas eu refus du droit à l’instruction, principale obligation
découlant de l’article 2 du Protocole n° 1, elle a noté que la situation faite aux
intéressés est la cause d’une violation de la Convention dans la mesure où
« pour la Cour, … la possibilité offerte aux parents chypriotes grecs d’inscrire
leurs enfants dans les établissements secondaires du Nord dans les
conditions proposées n’est pas très réaliste, étant donné que ces enfants y ont
déjà effectué leur scolarité primaire dans une école chypriote grecque. Les
autorités ne peuvent ignorer que les parents chypriotes grecs souhaitent que
leurs enfants poursuivent leur enseignement en langue grecque. Le fait que
les autorités de la République turque de Chypre du Nord, après avoir
organisé un enseignement primaire en langue grecque, n’aient pas fait de
même pour le secondaire ne peut que passer pour un déni de la substance du
droit en cause. On ne saurait affirmer que l’existence d’établissements
secondaires dans le Sud offrant un enseignement conforme à la tradition
linguistique des Chypriotes grecs enclavés suffise à satisfaire à l’obligation
qu’impose l’article 2 du Protocole n° 1, vu l’impact de cette option sur la vie
familiale »97.
Sur le plan des textes, enfin, un droit social reconnu directement par la
96
Cour eur.D.H. (GC), arrêt Öneryildiz c. Turquie du 30 novembre 2004, § 129.
97
Cour eur.D.H. (GC); arrêt Chypre c. Turquie du 10 mai 2001, § 278.
162
Tulkens
Convention est le droit de l’enfant à l’instruction défini à l’article 2 du
Protocole n° 1: « Nul ne peut se voir refuser le droit à l’instruction », tout en
reconnaissant le droit des parents d’assurer cette éducation et cet
enseignement conformément à leurs convictions religieuses et
philosophiques.
En dernière instance, le thème de l’interdépendance et de
l’indivisibilité des droits humains fondamentaux est plus que jamais à
l’ordre du jour. D’un côté, il suggère un approfondissement, un élargissement
des droits dans le temps: à l’horizon, nous voyons déjà apparaître les droits
de la 3ème génération, ces droits-solidarité qui concerneraient le droit à la
paix, le droit au développement, le droit à l’environnement, le droit au
respect du patrimoine commun de l’humanité. Certes, leur appréhension par
la technique des droits de l’homme reste encore à inventer mais leur prise de
conscience dépasse largement aujourd’hui le stade de l’imaginaire. D’un
autre côté, il suggère un élargissement dans l’espace: les droits de l’homme
sont aussi l’horizon de l’Union européenne ainsi qu’en témoigne, notamment,
la Charte des droits fondamentaux de l’Union qui a été proclamée
solennellement le 7 décembre 2000, que j’évoquerai en conclusion. Ceci
m’amène tout naturellement à la seconde partie de mon intervention.
II. La garantie des droits ou de l’effectivité et les différentes voies
qu’elle emprunte
Depuis la Déclaration universelle des droits de l’homme en 1948 jusqu’à la
Charte des droits fondamentaux de l’Union européenne en 2000, jamais les
droits fondamentaux n’ont connu, dans les textes, un tel développement, que
ce soit sur la scène universelle à travers les instruments conventionnels et
non conventionnels des Nations Unies ou sur les scènes régionales avec la
Convention américaine relative aux droits de l’homme du 22 novembre 1969,
la Charte africaine des droits de l’homme et des peuples du 27 juin 1981 et
la Cour africaine qui a vu le jour en janvier 2004, ou encore la Charte arabe
des droits de l’homme du 15 septembre 1994.
Aujourd’hui, peut-être la vraie question ici est-elle celle-ci: comment, pour
reprendre l’expression de Dworkin, prendre les droits, et en particulier, les
droits de l’homme « au sérieux »?98. « En matière de droit de l’homme »,
disait le juge Pettiti, « il y a un seul critère d’application sérieux, c’est celui
de l’effectivité des mesures de protection. Tout le reste est littérature
98
R. DWORKIN, Taking rights seriously, Cambridge, Harvard university press, 1977 (trad. fr.
Prendre les droits au sérieux, Paris, PUF, 1995).
La Convention européenne des droits de l’homme
163
diplomatique, académisme comparatiste, proclamation, d’autosatisfaction,
cultes des apparences de l’État de droit ». Les droits de l’homme ne sont pas
une idéologie ni un système de pensée. Pour être porteur de sens dans la
vie des individus et des collectivités, ils doivent s’inscrire dans des
pratiques. Les droits de l’homme sont non seulement un logos mais encore
une praxis.
En matière de droits de l’homme, l’effectivité est une question complexe dans
la mesure où elle est liée, positivement, à la manière dont les droits de
l’homme sont reconnus et mis en œuvre et, négativement, à la manière dont
s’organisent des formes de résistances. L’effectivité est, en effet, inséparable
de son contraire, l’ineffectivité99.
Dans le paysage institutionnel actuel en matière de protection des droits de
l’homme, les voies de l’effectivité sont multiples et celles-ci peuvent se
croiser. Je n’évoquerai pas, en amont, la voie politique (et elle est essentielle)
et je me limiterai à la voie juridique. Au sein de celle-ci, je distinguerai la
dimension nationale et la dimension internationale, la première car elle est
une priorité absolue, la seconde car c’est ici que se situe le rôle de la Cour
européenne des droits de l’homme.
A. La dimension nationale
A cet égard, il est juste d’observer que « nonobstant le rôle vital des
mécanismes internationaux, la protection effective des droits de l’homme
commence et prend fin au plan national »100. Toute la question alors est ici
celle de l’incorporation, de l’intégration de la Convention dans l’ordre
juridique interne des États et la manière dont ceux-ci l’appliquent. Vous
savez mieux que moi que la Convention européenne des droits de l’homme
a été ratifiée en Turquie le 10 mars 1954 et qu’elle est entrée en vigueur le
18 mai de la même année lors de la transmission des documents de la
ratification au Conseil de l’Europe. Toutefois, une telle ouverture n’a pas eu
d’effet immédiat ou positif sur le droit interne. Le gouvernement a fait une
déclaration d’acceptation du droit de recours individuel en 1987, ce qui a
99
J. CARBONNIER, « Effectivité et ineffectivité de la règle de droit », Année sociologique, 1958,
pp. 3 et s.
100 CONSEIL DE L’EUROPE, L’effectivité de la protection des droits de l’homme 50 ans après la
Déclaration universelle, Actes du Colloque européen régional organisé par le Conseil de
l’Europe en tant que contribution à la commémoration du cinquantième anniversaire de la
Déclaration universelle des Droits de l’Homme et à l’évaluation en 1998 de l’application de
la Déclaration et du Programme d’action de Vienne, Strasbourg, 2-4 septembre 1998.
164
Tulkens
ouvert la voie au contrôle de la Cour européenne des droits de l’homme qui
s’est exercé de manière importante dans le courant des années 1990. La
nature du contentieux concernait essentiellement à ce moment l’équilibre
des intérêts publics (sécurité nationale, intégrité territoriale) par rapport
aux intérêts des individus et des groupes. Il visait surtout les articles 2 et 3
de la Convention. Actuellement, une évolution s’observe et c’est davantage
l’article 10 ou encore l’article 1 du Protocole n° 1 qui font l’objet des
requêtes.
D’une manière générale, l’histoire de l’intégration de la Convention dans les
différents pays est souvent extrêmement intéressante. Je pointerai ici deux
expériences significatives et récentes en Belgique et au Royaume-Uni.
En Belgique. Il s’agit d’un arrêt du 9 novembre 2004 de la Cour de
cassation qui affirme, pour la première fois me semble-t-il que « la
Convention européenne des droits de l’homme prime sur la Constitution; que
les limitations à la liberté d’expression, d’association et de réunion prévues
par la Constitution ne peuvent aller au-delà de celles qui sont fixées par la
Convention européenne des droits de l’homme; que, en premier lieu, le juge
doit appliquer la Convention européenne des droits de l’homme ».
Au Royaume-Uni, nous savons que par l’adoption de la loi de 1998 sur les
droits de l’homme (Human Rights Act 1998) la Convention a été incorporée
en droit interne et que les principales dispositions de celle-ci sont entrées en
vigueur dans le courant de l’année 2000. Outre que l’introduction d’une loi
est déjà une petite révolution dans ce pays, en application de cette loi, le juge
britannique devra désormais interpréter les lois de manière compatible avec
les dispositions de la Convention, ce qui constitue un bouleversement
juridique considérable. Si au départ, dans ce pays, la Convention suscitait
une réaction de méfiance et de rejet par les juges anglais caractérisés par la
méconnaissance des normes européennes considérées comme des nuisances
étrangères au bon fonctionnement du droit interne, progressivement, un
dialogue s’est mis en place entre les deux juridictions qui a ouvert la voie
vers la reconnaissance de la norme internationale. A l’arrivée, la mise en
place d’une complémentarité non seulement formelle mais constructive
conduisant à une interaction soutenue entre les deux ordres juridiques.
L’exemple le plus spectaculaire de cela est la décision du 16 décembre 2004
de la Chambre des Lords dans l’appel qui avait été introduit devant eux par
des « foreign nationals » qui, sans avoir été accusés d’aucune infraction
pénale, faisaient l’objet d’une détention sans contrôle judiciaire et à durée
indéterminée en raison de leur dangerosité, dans le cadre du Terrorism Act
2000. Le texte de l’opinion des différents Lords est un exemple
d’appropriation et d’application des droits de la Convention européenne des
La Convention européenne des droits de l’homme
165
droits de l’homme et je suis sûre qu’à son tour la Cour elle-même va pouvoir
se fonder sur cette décision « nationale » dans ses arrêts.
Ceci nous renvoie au thème de la coopération entre la Cour européenne des
droits de l’homme et les autorités nationales selon le principe de
subsidiarité, un principe qui irradie ou qui rayonne à travers toute la
Convention européenne des droits de l’homme, comme nous le verrons plus
loin (art. 35 et art. 46). Ce principe de subsidiarité est pour la Cour essentiel
car nous devons respecter la démocratie et la légitimité des institutions
nationales. Cela oblige la Cour aussi à une forme de retenue judiciaire.
Au niveau des États, des engagements ou des obligations s’imposent
également. Sur le plan normatif, en ce qui concerne les textes, il serait
évidemment essentiel que préventivement, les parlements nationaux fassent
la toilette de leurs textes, par exemple à l’occasion de travaux de codification
et abrogent les lois incompatibles avec la Convention. Cela se fait trop peu
souvent, comme si les États préféraient réformer à chaud plutôt qu’à froid.
La Recommandation Rec(2004)5 du 12 mai 2004 du Comité des ministres
aux États membres porte précisément sur ce point: la vérification de la
compatibilité des projets de loi, des lois en vigueur et des pratiques
administratives avec les normes fixées par la Convention européenne des
droits de l’homme. Plus précisément, le Comité des ministres « recommande
aux États membres, en tenant compte des exemples de bonnes pratiques
figurant en annexe: I. de veiller à ce qu’il existe des mécanismes adéquats et
effectifs pour vérifier systématiquement la compatibilité des projets de loi
avec la Convention à la lumière de la jurisprudence de la Cour; II. de veiller
à ce qu’il existe de tels mécanismes pour vérifier, lorsque cela s’avère
nécessaire, la compatibilité des lois en vigueur et des pratiques
administratives, telles qu’elles se manifestent notamment dans les
règlements, décrets et circulaires; III. de veiller à une adaptation dans les
meilleurs délais de leurs lois et de leurs pratiques administratives, afin
d’éviter des violations de la Convention ».
Sur le plan judiciaire. Depuis 1998, écrit l’un des auteurs qui ont le plus
contribué au Protocole n° 11, peut-être davantage encore qu’à partir de 1950,
l’essentiel de la tâche concrète de protection des droits de l’homme incombe
aux juges nationaux. Mais la réalité de demain, c’est que la fonction
juridictionnelle nationale sera toujours plus intimement liée à la fonction
juridictionnelle internationale »101. Entre le juge national et le juge
international, en matière de droits de l’homme, il y a donc clairement une
101 O. JACOT-GUILLARMOD, « La nouvelle Cour européenne des droits de l’homme dans la
perspective du juge national », Revue suisse de droit international et européen, 1999, p. 45.
Tulkens
166
responsabilité commune. Les autorités nationales assument la
responsabilité première du respect des droits de l’homme, par tous les
organes de l’État. Si parfois les instruments internationaux de protection des
droits de l’homme constituent des modèles d’interprétation et des valeurs de
référence pour les tribunaux, souvent le droit interne va plus loin et anticipe
très largement sur des évolutions futures102. La Cour européenne des droits
de l’homme, qui exerce le contrôle du tiers, en assume la responsabilité
dernière. Il est, en effet, acquis aujourd’hui que pour être crédible la
protection des droits de l’homme doit accepter de s’exposer à un regard
extérieur, un regard international qui fait office de tiers objectif. La Cour
européenne des droits de l’homme doit non pas remplacer mais renforcer la
protection des droits au niveau national. Cette manière de penser traduit
l’indispensable complémentarité entre l’ordre interne et l’ordre international
dans la mise en œuvre des droits fondamentaux.
B. La dimension internationale
Comme il y a de multiples textes qui aujourd’hui assurent la garantie des
droits, il y a une constellation de mécanismes de protection et de contrôle103.
Parmi ceux-ci, de multiples distinctions peuvent être opérées. Selon leur
objectif: prévention, répression, éducation, conciliation. Selon leur nature:
juridictionnel, non juridictionnel. Selon leur objet: les cas individuels, les
situations générales. Selon les formes: jugement, plainte individuelle ou
collective, rapport, visites. A travers ces distinctions, une question plus
pointue se pose. Peut-on qualifier de « fondamental » un droit qui n’est pas
justiciable? La justiciabilité des droits de l’homme est la condition première
de leur effectivité. Ils doivent pouvoir faire l’objet d’un recours devant les
juges — juge national bien sûr, juge international aussi comme tiers
indépendant — et servir de fondement aux décisions rendues par ceux-ci.
Ceci m’amène tout naturellement à la Cour européenne des droits de
l’homme dont je vais maintenant vous parler, non sans poser une dernière
question, difficile, et que je n’aborderai donc pas mais que je vous livre tout
simplement. Nous vivons une période ou tout doit être « droit » et tout doit
102 O. DE SCHUTTER et S. VAN DROOGHENBROECK, Le droit international des droits de l’homme
devant le juge national, Bruxelles, Larcier, 1999. Les auteurs analysent, au départ des
arrêts de la Cour de cassation, du Conseil d’Etat et de la Cour d’Arbitrage, le dialogue entre
le droit international des droits de l’homme et le droit national, et ils montrent le
mouvement que j’évoque.
103 P.H. IMBERT, « Pour un système européen de protection des droits de l’homme », Mélanges
en hommage à Louis-Edmond Pettiti, Bruxelles, Bruylant, 1999, pp. 449 et s.
La Convention européenne des droits de l’homme
167
être « juge ». Quel est, en définitive, le sens de cet « étrange besoin »? Comme
le disent les Anglais, les droits de l’homme « are advanced by law but are not
exhausted by law ». Toutes les aspirations humaines, toutes les questions de
justice sociale ne peuvent se traduire dans le langage du droit. Mais, en
revanche, Rawls et Habermas nous disent aussi que les droits et les droits
fondamentaux peuvent aussi être conçus « comme un cadre qui circonscrit un
contexte social favorable à la justice »104. Enfin, Il faut aussi apprendre à
vivre, non pas sans, mais après le droit. L’exemple de la Commission vérité
et réconciliation en Afrique du Sud mériterait d’être approfondi.
La compétence de la Cour (art. 32)
Elle est très clairement déterminée dans la mesure où elle s’étend à toutes
les questions concernant l’interprétation et l’application de la Convention.
Ceci veut donc dire que la Cour est amenée à la fois à « dire le droit » de la
Convention et à « rendre justice » dans des situations individuelles. Double
mission donc, difficile certes, complexe mais qui est la marque propre, le
signe distinctif de la Cour européenne des droits de l’homme. Celle-ci doit à
la fois exercer une fonction constitutionnelle et une fonction juridictionnelle.
La saisie de la Cour (art. 34)
La Cour peut être saisie d’une requête par toute personne physique, toute
organisation gouvernementale ou tout groupe de particuliers qui se prétend
victime d’une violation par l’État des droits reconnus dans la Convention.
Dans la jurisprudence de la Cour, la notion de victime, qui est une notion
autonome, concerne, de manière précise, les personnes ou les groupes qui
sont personnellement touchés par la violation alléguée. A partir de là, la
notion de victime peut s’étendre non seulement aux victimes directes mais
aussi aux victimes indirectes105, non seulement aux victimes actuelles mais
également aux victimes potentielles106. A contrario, la Cour n’accepte pas ce
qu’elle appelle l’actio popularis où, sans pouvoir prétendre être concerné par
la violation alléguée, l’objet de la requête est de mettre abstraitement en
cause une législation ou une jurisprudence d’un État. Notre rôle n’est pas
celui-là.
104 H. POURTOIS, « Vers une conception procédurale des droits fondamentaux », La Revue
nouvelle, 1997, pp. 57 et s.
105 Cour eur.D.H., décision Fidan c. Turquie du 29 février 2000.
106 Cour eur.D.H., décision S.L. c. Autriche du 22 novembre 2001.
168
Tulkens
Cette exigence procédurale renvoie en écho à l’article 1 de la Convention qui
précise que les États reconnaissent à toute personne les droits garantis par
celle-ci. Se pose alors une question que l’on évoque sous le terme de locus
standi. Concrètement, c’est la situation qui s’est posée dans l’arrêt Scozzari
et Giunta c. Italie du 13 juillet 2000: la requérante se plaignait en son nom
propre mais également au nom de ses enfants des conditions dans lesquelles
ceux-ci avaient été placés, dans une institution où il est apparu
ultérieurement que des actes d’abus et de maltraitances sexuelles avaient eu
lieu. Le gouvernement soutenait que la requérante, qui était donc la mère
des enfants, n’avait pas qualité pour agir dans la mesure où elle faisait
l’objet d’une mesure de suspension de l’autorité parentale. « La Cour rappelle
qu’en principe une personne n’ayant pas, en droit interne, le droit de
représenter une autre personne peut tout de même, dans certaines
circonstances, agir devant la Cour au nom de cette personne. En particulier,
des mineurs peuvent saisir la Cour même, et à plus forte raison, s’ils sont
représentés par une mère en conflit avec les autorités, dont elle critique les
décisions et la conduite à la lumière des droits garantis par la Convention.
… la Cour estime qu’en cas de conflit, au sujet des intérêts d’un mineur,
entre le parent biologique et la personne investie par les autorités de la
tutelle des enfants, il y a un risque que certains intérêts du mineur ne soient
jamais portés à l’attention de la Cour, et que le mineur soit privé d’une
protection effective des droits qu’il tient de la Convention. Par conséquent,
… même si la mère a été privée de l’autorité parentale, d’ailleurs l’un des
faits générateurs du conflit qu’elle porte devant la Cour, sa qualité de mère
biologique suffit pour lui donner le pouvoir d’ester devant la Cour également
au nom de ses enfants afin de protéger leurs propres intérêts »107. « La Cour
rappelle de surcroît que les conditions régissant les requêtes individuelles ne
coïncident pas nécessairement avec les critères nationaux relatifs au locus
standi. En effet, les règles internes en la matière peuvent servir des fins
différentes de celles de l’article 34 de la Convention108.
Enfin, les États s’engagent à n’entraver par aucune mesure l’exercice efficace
du droit de recours individuel (art. 34 in fine). C’est sur cette base que l’arrêt
Mamatkulov et Askarov c. Turquie du 4 février 2005 a conféré aux mesures
provisoires que la Cour indique aux gouvernements lorsque l’exécution de la
mesure contestée pourrait entraîner un préjudice irréparable un caractère
obligatoire109.
107 Cour eur.D.H. (GC), arrêt Scozzari et Giunta c. Italie du 13 juillet 2000, § 138.
108 Ibid., § 139.
109 Cour eur.D.H. (GC), arrêt Mamatkulov et Askarov c. Turquie du 4 février 2005.
La Convention européenne des droits de l’homme
169
Les conditions de recevabilité (art. 35)
Je me limiterai ici, parmi les conditions de recevabilité existantes, à évoquer
l’épuisement des voies de recours internes et, de lege feranda, à présenter la
nouvelle condition de recevabilité introduite par le Protocole n° 14 à la
Convention du 13 mai 2004.
L’épuisement des voies de recours internes est une condition de
recevabilité qui répond directement et entièrement à la philosophie de base
du système de protection des droits de l’homme: la Cour ne peut intervenir
qu’à titre subsidiaire après que les requérants aient donné aux autorités
internes la possibilité de constater et de redresser les violations alléguées.
Nous devons sur ce point être particulièrement fermes car il y va de la
légitimité même de la mission de la Cour. Cela étant, la Cour retiendra
comme voies de recours à épuiser celles que l’on peut considérer comme
utiles, c’est-à-dire les voies de recours efficaces110, effectives111,
accessibles112 et certaines113. Dans le cas contraire, les requérants pourront
être dispensés de l’épuisement des voies de recours internes114.
Dans l’arrêt Civet c. France du 28 mars 1999115, la question posée était celle
de savoir si un pourvoi devant la Cour de cassation française était, sous
l’angle de l’article 35 de la Convention, un recours à épuiser — parce qu’utile
— aux fins de dénoncer, sous le visa de l’article 5 § 3 de la Convention, la
durée excessive d’une détention préventive. Certes, la Cour constate que la
Cour de cassation française est effectivement liée par les faits
souverainement établis par la chambre d’accusation et que cette situation se
justifie par la nature du pourvoi en cassation, lequel constitue une voie de
recours à finalité différente de celle de l’appel. Les possibilités de cassation
étant limitées aux violations de la loi, il ne rentre pas dans les attributions
de la Cour de cassation de revenir sur l’appréciation des éléments de pur fait.
Toutefois, contrairement à l’avis de la Commission européenne des droits de
l’homme, la Cour conclut à l’irrecevabilité de la requête à défaut
d’épuisement des voies de recours internes, en estimant: « on ne saurait pour
autant appréhender les ‘faits’ et le ‘droit’ comme deux domaines
radicalement séparés, et se satisfaire d’un raisonnement conduisant à nier
110 Cour eur.D.H. (GC), arrêt Civet c. France du 28 septembre 1999.
111 Cour eur.D.H. (GC), arrêt Selmouni c. France du 28 juillet 1999.
112 Cour eur.D.H. (GC), arrêt Immobiliare Saffi c. Italie du 28 juillet 1999.
113 Cour eur.D.H. (GC), arrêt Odièvre c. France du 13 février 2003.
114 Cour eur.D.H., décision Kalashnikov c. Russie du 18 septembre 2001.
115 Cour eur. D.H. (GC), arrêt Civet c. France du 28 mars 1999.
170
Tulkens
leur imbrication et leur complémentarité. Nonobstant sa compétence qui est
limitée aux moyens ‘en droit’, la Cour de cassation n’en a pas moins pour
mission de contrôler l’adéquation entre, d’une part, les faits établis par les
juges du fond et, d’autre part, la conclusion à laquelle ces derniers ont abouti
sur le fondement de ces constatations. Ainsi, au-delà d’un examen de la
régularité de l’arrêt qui lui est déféré, la Cour de cassation vérifie que la
chambre d’accusation a adéquatement motivé sa décision de maintien en
détention au regard des faits de l’espèce ... Dans le cas contraire, cette
décision encourt la cassation. La Cour estime dès lors que la Cour de
cassation est à même d’apprécier, sur la base d’un examen de la procédure,
le respect de la part des autorités judiciaires du délai raisonnable
conformément aux exigences de l’article 5 § 3 de la Convention … »116. En
creux de ce dictum, l’arrêt Civet rappelle l’impérieuse nécessité de l’office du
juge de cassation, non seulement pour l’ordre juridique de l’État défendeur,
mais aussi, pour le bon fonctionnement du système international de
surveillance de la Convention.
Il en va de même dans la décision d’irrecevabilité de la Cour dans la requête
Hamaïdi c. France du 6 mars 2001 qui concerne l’effectivité du pourvoi en
cassation pour contester, sur le fondement de l’article 8 de la Convention, le
refus de relèvement d’une interdiction du territoire français117. Il est vrai
qu’en cette matière, la Cour de cassation française avait souvent rejeté les
moyens qui invoquaient le droit à la vie privée et familiale en adoptant une
motivation qui était de nature à confirmer le constat d’absence d’adéquation
et d’effectivité du recours en cassation contenu dans l’arrêt Dalia c. France
du 19 février 1998, lequel avait rejeté l’exception d’irrecevabilité pour
défaut de saisine de la Cour de cassation en l’absence de toute jurisprudence
de nature à étayer la thèse du gouvernement118. Toutefois l’examen de
certains arrêts récents a montré que la Cour de cassation, « dans le cadre
des pourvois introduits contre des décisions infligeant des mesures
d’interdiction du territoire, ... procède à un examen de la conformité de
l’interdiction avec les garanties de l’article 8 de la Convention lorsqu’un tel
moyen lui est présenté ». Elle a d’ailleurs annulé un arrêt rejetant une
requête en relèvement pour défaut de base légale, au motif que la cour
d’appel s’était déterminée « sans avoir examiné les motifs d’ordre personnel
et familial exposés par le requérant ». Dès lors, en l’espèce, dans la mesure
où « la Cour de cassation est à même d’apprécier si la mesure d’interdiction
ou son maintien sont conformes aux exigences de l’article 8 de la
116 Ibid., § 43.
117 Cour eur. D.H., décision Hamaïdi c. France du 6 mars 2001. D’autres décisions dans le
même sens ont suivi.
118 Cour eur. D.H., arrêt Dalia c. France du 19 février 1998, §§ 35-38.
La Convention européenne des droits de l’homme
171
Convention », la Cour a conclu au non-épuisement des voies de recours
internes119.
En contrepoint de cette exigence pour la Cour de respecter les voies de
recours internes, il importe de situer la Recommandation Rec(2004)6 du
12 mai 2004 du Comité des ministres aux États membres sur
l’amélioration des recours internes. Le Comité des ministres rappelle le
caractère subsidiaire du mécanisme de contrôle institué par la Convention
qui présuppose, conformément à son article 1er, que les droits et libertés
garantis par la Convention soient protégés tout d’abord par le droit interne
et appliqués par les autorités nationales. Dès lors, le Comité « recommande
aux États membres, en tenant compte des exemples de bonnes pratiques
figurant en annexe: I. de s’assurer par un suivi constant, à la lumière de la
jurisprudence de la Cour, que des recours internes existent pour toute
personne alléguant d’une façon défendable une violation de la Convention et
que ces recours sont effectifs, dans la mesure où ils permettent d’aboutir à
une décision sur le bien-fondé du grief et à un remède approprié de toute
violation constatée; II. de réexaminer, à la suite d’arrêts de la Cour qui
révèlent des défaillances structurelles ou générales dans le droit ou la
pratique de l’État, l’effectivité des recours internes existants et, le cas
échéant, mettre en place des recours effectifs afin d’éviter que des affaires
répétitives ne soient portées devant la Cour; III. de porter une attention
particulière, dans le cadre des points I et II ci-dessus, à l’existence de recours
effectifs en cas d’allégation défendable de durée excessive des procédures
juridictionnelles ».
Le Protocole n° 14: une nouvelle condition de recevabilité. Les portes
de la Cour européenne des droits de l’homme doivent/peuvent-elles rester
largement ouvertes aux victimes d’atteintes à la Convention, sans aucune
distinction, notamment en fonction de la gravité de l’atteinte dénoncée ou de
ce que l’on pourrait appeler son « intérêt »? Ou faut-il au contraire mettre en
place un nouveau filtre, une sorte de certiorari, au travers duquel ne
passeraient que les affaires mettant en cause de graves violations de la
Convention et/ou soulevant d’importantes questions d’intérêt général pour
l’interprétation de celle-ci? En dernière instance, c’est le rôle et la place du
droit de recours individuel qui se trouve soumis à examen.
Le Protocole n° 14 à la Convention européenne des droits de l’homme
amendant le système de contrôle de la Convention signé à Strasbourg le 13
mai 2004 poursuit l’objectif, clairement indiqué dans le préambule, « de
maintenir et de renforcer l’efficacité à long terme du système de contrôle en
119 Cour eur. D.H., décision Hamaïdi c. France du 6 mars 2001, p. 6.
172
Tulkens
raison principalement de l’augmentation continue de la charge de travail de
la Cour européenne des droits de l’homme et du Comité des ministres du
Conseil de l’Europe ». Parmi les mesures proposées, il est suggéré d’ajouter
à l’article 35 de la Convention une nouvelle condition de recevabilité qui
serait libellée comme suit: « La Cour déclare irrecevable toute requête
individuelle introduite en application de l’article 34 lorsqu’elle estime: … (b)
que le requérant n’a subi aucun préjudice important, sauf si le respect des
droits de l’homme garantis par la Convention et ses Protocoles exige un
examen de la requête au fond et à condition de ne rejeter pour ce motif
aucune affaire qui n’a pas été dûment examinée par un tribunal interne. ».
Un nouveau concept est donc désormais inscrit dans la Convention, celui de
préjudice résultant de l’atteinte alléguée à un droit de la Convention. Il
appartiendra à la jurisprudence de la Cour de déterminer la portée, la
nature et les contours de ce nouveau concept et de le faire, comme le texte le
suggère, du point de vue du requérant lui-même. Toutefois, le texte contient
aussi deux clauses de sauvegarde: la première est inspirée de l’article 37 de
la Convention et exige le maintien de la requête si le respect des droits de
l’homme l’exige, tandis que la seconde ne permet pas à la Cour de déclarer
irrecevable une requête si elle n’a pas été dûment examinée par un tribunal.
L’exécution des arrêts (art. 46)
L’exécution des arrêts est évidemment un aspect essentiel pour assurer la
crédibilité de la Convention. Il s’agit à mes yeux d’une phase cruciale en
termes d’effectivité. Le principe est inscrit dans l’article 46 de la Convention:
les arrêts définitifs de la Cour sont transmis au Comité des ministres qui en
surveille l’exécution. En outre, les États s’engagent à se conformer aux
arrêts définitifs de la Cour dans les litiges auxquels ils sont parties.
D’un côté donc: autorité de la chose jugée des arrêts de la Cour. Ceci
entraîne une obligation de l’État, non pas une obligation de résultat, mais
une obligation de moyens. L’État doit faire disparaître la violation.
Différents rôle et différents acteurs sont mobilisés.
Le rôle exécutif du Comité des ministres (composé des ambassadeurs,
représentants permanents des différents pays au Conseil de l’Europe) est
affirmé clairement. Il lui revient d’examiner la manière dont les États
modifient soit la loi, soit la jurisprudence, soit les pratiques, afin que les
violations ne se répètent pas. Le Comité recourt parfois à des résolutions
intérimaires (ce qui correspond à une pratique diplomatique), mais celles-ci
devraient être utilisées avec modération.
La Convention européenne des droits de l’homme
173
Il importe à cet égard d’examiner attentivement la Résolution Res(2004)3 du
Comité des ministres du 12 mai 2004 sur les arrêts qui révèlent un problème
structurel sous-jacent ainsi que la Recommandation Rec(2004)6 du Comité
des ministres aux États membres du 12 mai 2004 sur l’amélioration des
recours internes, qui attirent l’attention sur un ensemble de dispositifs
nécessaires pour accroître la bonne exécution des arrêts de la Cour
Il est, en outre, encourageant, de constater que l’Assemblée parlementaire du
Conseil de l’Europe, et certains de ses membres, sont très attentifs à cette
question120.
Une évolution significative s’observe aussi dans la jurisprudence de la Cour.
Les arrêts ont traditionnellement été considérés comme ayant un effet
déclaratoire, la Cour n’indiquant pas aux États les mesures à prendre. Dans
des arrêts récents, Assanidzé c. Géorgie121 et Broniowski c. Pologne122, la
Cour cette fois s’engage plus avant, épaulée en quelque sorte par la
résolution Res(2004)3 et la recommandation Rec(2004)6 du Comité des
ministres du 12 mai 2004. La Cour a en quelque sorte anticipé leur mise en
œuvre.
Enfin, les États membres ont aussi un rôle à jouer. Sur base de la
Recommandation du Comité des ministres de janvier 2000 qui porte sur la
possibilité, pour les États, d’introduire une procédure de réouverture ou de
révision des procès s’il est établi qu’il a été entaché d’une violation de la
Convention123, certains États se sont engagés dans cette voie. En France, la
loi sur la présomption d’innocence du 15 juin 2000 contient un amendement
(suite à l’arrêt Hakkar) qui permet la révision du procès pénal qui devrait
permettra une « réparation équitable » du préjudice causé par la violation de
la Convention (par exemple par le délais raisonnable ou par les principes du
procès équitable). En Belgique, des projets et des propositions sont en voie de
finalisation.
Le Protocole n° 14 du 13 mai 2004 renforce la phase d’exécution des arrêts
en introduisant de nouvelles dispositions dans l’article 46 de la Convention.
D’une part, lorsque le Comité des ministres estime que la surveillance de
120 Cf. La proposition de résolution relative à l’exécution des arrêts de la Cour et au suivi de la
jurisprudence de la Cour et de la Commission européenne des droits de l’homme présentée
par M. G. Clerfayt et crts., 13 mars 1997.
121 Cour eur.D.H. (GC), arrêt Assanidzé c. Géorgie du 8 avril 2004.
122 Cour eur.D.H. (GC), arrêt Broniowski c. Pologne du 22 juin 2004.
123 Recommandation Rec (2000)2 sur le réexamen ou la réouverture de certaines affaires au
niveau interne suite à des arrêts de la Cour européenne des Droits de l’Homme.
174
Tulkens
l’exécution d’un arrêt définitif est entravé par une difficulté d’interprétation,
il peut saisir la Cour afin qu’elle se prononce sur cette question
d’interprétation. D’autre part, lorsque le même Comité des ministres estime
qu’un État refuse de se conformer à un arrêt définitif dans un litige auquel
il est partie, il peut, après avoir mis en demeure cet État et par décision prise
par un vote à la majorité des deux tiers, saisir la Cour de la question du
respect par l’État de son obligation au regard du paragraphe 1 de l’article 46.
Si la Cour constate une violation du paragraphe 1, elle renvoie l’affaire au
Comité des ministres afin qu’il examine les mesures à prendre. Dans le cas
contraire, la Cour renvoie l’affaire au Comité des ministres qui décide de
clore son examen.
D’un autre côté: autorité de la chose interprétée. Nous croisons ici le
thème de la « fonction objective des droits fondamentaux ». Les droits
garantis par la Convention ne sont pas seulement des droits subjectifs qui
ont pour fonction de protéger l’individu mais ils peuvent aussi remplir une
fonction objective: ils sont des « principes directeurs de toute l’activité de
l’État, ils doivent orienter l’action de l’ensemble de ces organes et imprégner
de leur valeur tout son ordre juridique »124.
Conclusion
Les droits de l’homme ont un rôle fondateur, fondateur au sens où l’on ne
conçoit plus aujourd’hui l’exercice d’un pouvoir qui ne serait pas fondé sur le
respect des droits de l’homme. L’exemple de la Charte des droits
fondamentaux de l’Union européenne est significatif à cet égard: un des
motifs qui ont incité les États membres de l’Union — 25 depuis le 1er mai
2004 — à vouloir se doter d’une Charte était précisément le fait que l’Union
exerce désormais elle-même une partie des compétences des États membres,
exercice qu’il convenait dès lors de fonder et d’encadrer plus visiblement par
des droits fondamentaux. C’est cette même logique qui est en train de se
développer au sein de l’Union européenne dans le cadre du Traité établissant
une Constitution pour l’Europe (29 octobre 2004). Dans la première partie du
projet de Constitution européenne, l’article 7 est consacré aux droits
fondamentaux. Préparé par la Déclaration de Laeken en décembre 2001, ce
texte se déploie dans une triple direction: 1. L’Union reconnaît les droits, les
libertés et les principes énoncés dans la Charte des droits fondamentaux qui
constitue la Partie II de la Constitution. La Charte, qui s’impose aux
124 G. MALINVERNI, « Les fonctions des droits fondamentaux dans la jurisprudence de la
Commission et de la Cour européenne des droits de l’homme », Im Dienst an der
Gemeinschaft, Helbing et Liechtenhanhn, 1989, p. 542.
La Convention européenne des droits de l’homme
175
institutions et organes de l’Union ainsi qu’aux États membres quand ceux-ci
appliquent le droit de l’Union, a donc vocation à devenir juridiquement
contraignante et a acquérir un statut constitutionnel si le projet de Traité
constitutionnel est adopté 2. L’Union adhère à la Convention européenne de
sauvegarde des droits de l’homme et des libertés fondamentales. (…) 3. Les
droits fondamentaux, tels qu’ils sont garantis par la Convention européenne
de sauvegarde des droits de l’homme et des libertés fondamentales…font
partie du droit de l’Union en tant que principes généraux ».
Quel est dès lors en Europe, dans le futur, le rôle des droits de l’homme et
plus particulièrement de la Convention européenne des droits de l’homme?
La Charte des droits fondamentaux de l’Union européenne reprend en
majeure partie les droits de la Convention européenne des droits de l’homme.
Mais en même temps elle étend le champ de certains d’entre eux et ajoute
des nouveaux droits, particulièrement dans le domaine des droits
économiques et sociaux. D’un côté, la Convention européenne des droits de
l’homme qui lie la quasi-totalité des États européens, ce qui en fait un texte
véritablement paneuropéen, est ainsi confirmée dans son rôle de droit
commun des droits fondamentaux en Europe, garantissant un niveau de
protection minimum dans tous les systèmes juridiques, sans cependant
empêcher qu’un plus haut niveau de protection soit assuré sur une base
locale. Une telle lecture résulte de l’article 52.3 de la Charte qui renvoie à la
Convention européenne des droits de l’homme tout en permettant au droit de
l’Union européenne de dépasser celle-ci. D’un autre côté, l’adhésion de
l’Union européenne à la Convention européenne des droits de
l’homme assurera la cohérence et la sécurité juridique entre les différentes
sources de droits fondamentaux qui coexistent sur le continent européen,
dans la « maison commune » Europe.
Progressivement se construira ainsi, dans l’harmonie, ce que l’on peut
véritablement appeler un espace constitutionnel européen qui « invite à
une vision globale des droits fondamentaux en Europe, une vision qui en
intègre toutes les dimensions, qu’elles soient nationales, conventionnelles ou
de l’Union »125. Nous le souhaitons vivement car c’est ainsi que la notion de
droits fondamentaux recevra sa signification pleine et entière et que nous
nous engagerons plus encore sur la voie de ce qui les caractérise
essentiellement, à savoir l’universalité.
125 L. WILDHABER et J. CALLEWAERT, « Espace constitutionnel européen et droits fondamentaux ».
Une vision globale pour une pluralité de droits et de juges », Une Communauté de droit, Berlin,
Berliner Wissenschfts, 2003, p. 62.
KARAYOLLARI TRAF‹K KANUNU’NDAK‹
TRAF‹K SORUMLULU⁄U S‹GORTASINA ‹L‹fiK‹N
DÜZENLEME HAKKINDA BAZI DÜfiÜNCELER
Prof. Dr. Samim ÜNAN*
I. Genel Olarak
Trafik sorumlulu¤u sigortas›, ülkemizde en çok yapt›r›lan sigortad›r. Bu sigortaya iliflkin yasal düzenleme Karayollar› Trafik Kanunu’nda (KTK) yer
almaktad›r. Ancak, KTK’ndaki hükümlere ek olarak, sigorta sözleflmesine
iliflkin Türk Ticaret kanunu (TTK) hükümleri de bu sigortaya uygulan›rlar.
Trafik sorumlulu¤u sigortas›, belirli limitler içinde zorunludur. Bu limitleri
aflan sorumluluklar için ise, sigorta teminat› elde edilmesi iste¤e ba¤l›d›r.
KTK, hem zorunlu sigortaya hem de iste¤e ba¤l› sigortaya iliflkin hükümler
içermekte ve bu iki sigortay› benzer flekilde düzenlemifl bulunmaktad›r.
Trafik sorumlulu¤u sigortas›, bütün di¤er sorumluluk sigortalar› gibi, sigortal›n›n malvarl›¤›n›n hukuki sorumluluk sebebiyle kötüleflmesi rizikosunu
temin etmektedir. Ancak bu sigortada, malvarl›¤›ndaki kötüleflmenin sebebi
motorlu arac›n iflletilmesinden kaynaklanan sorumluluktur.
Sorumluluk sigortalar›nda sigortac› taraf›ndan üstlenilen edim, malvarl›¤›ndaki kötüleflmeyi gidermek oldu¤undan bu sigortalar, “zarar sigortas›”
niteli¤ini tafl›rlar. Dolay›s›yla zarar sigortalar›na hakim olan ilke ve kurallar bu sigorta bak›m›ndan da geçerlidir. Mesela, mebla¤ sigortalar›nda söz
konusu olmayan “sigortac›n›n yasal halefiyeti” ilkesi, trafik sorumlulu¤u sigortalar›nda uygulama alan› bulur.
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Deniz Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
178
Ünan
Gerçek veya tüzel kifliler, ifllettikleri motorlu araç sebebiyle baflkalar›n›n
u¤rad›¤› zararlar› tazmin etmekle yükümlü hale gelmifl olabilirler. Malvarl›¤›n›n bir tazmin yükü alt›na girmifl olmas› “pasifin artmas›” anlam›n› tafl›r. Sorumluluk sigortalar›, malvarl›¤›n›n pasifinde meydana gelen art›fllar›n karfl›lanmas›n› konu ald›klar› için zarar sigortalar›n›n “pasif sigortas›” türüne dahildirler. Bu sigortalarda kural olarak menfaat de¤eri söz konusu de¤ildir. Bu aç›dan da aflk›n sigorta, menfaat de¤eri alt›nda sigorta
gibi menfaat de¤erini esas alan kurallar burada geçerli olmazlar. Buna karfl›l›k zorunlu trafik sorumlulu¤u sigortas›nda “çifte sigorta” söz konusu olabilir.
Trafik sorumlulu¤u sigortas›nda temel kural, KTK’nda düzenlenen iflletene
ait sorumlulu¤un kanunda düzenlendi¤i flekliyle temin edilmesidir. Sigortal›n›n sorumlulu¤unu sözleflme ile geniflletti¤i haller sigorta kapsam›na dahil
edilmez
Sorumluluk sigortalar›, esas olarak ile-sorumluluk bak›m›ndan koruma sa¤lar. Bunun anlam›, sigortac›ya ait olan sigortal›n›n malvarl›¤›n› koruma yükümlülü¤ünün, ilk olarak zarar gören üçüncü kifli alaca¤›n› elde etmek üzere harekete geçip talepte bulunduktan sonra yerine getirilmesidir. Sigortac›
bir tazminat talebi ileri sürülmeden evvel somut olarak herhangi bir edimle
yükümlü bulunmamaktad›r. Sadece tazminat yükümlülü¤ünün do¤mufl
(den-sorumlulu¤un gerçekleflmifl) olmas› (mesela sigortal›n›n üçüncü kifliye
zarar vermesi), üçüncü kifli bu zarar sebebiyle sigortal›dan tazminat istemedikçe, sigortac›n›n devreye girip ödeme yapmas›n› gerektirmez.
Sorumluluk sigortalar›nda sigorta teminat›, poliçede “riziko” olarak tan›mlanan ve sorumluluk sürecinin aflamalar›ndan birini (veya birkaç›n›) teflkil
eden bir olgunun sigorta süresi içinde gerçekleflmifl bulunmas› kayd›yla ifllerlik kazanacakt›r. Sorumluluk uzun bir süreçtir.
• Bunun bafllang›ç noktas›, sorumlulu¤u gerektiren (hukuka ayk›r›)
davran›flt›r (mesela trafik kural›n›n çi¤nenmesi sonucu motorlu araçla kaza yap›lmas›)
• Zarar bu davran›fl›n hemen akabinde meydana gelebilece¤i gibi (kaza s›ras›nda siniri kesilen bir yolcunun felç olmas›), ileride de ortaya
ç›kabilir (kazada yaralanan kiflinin çok uzun bir süre boyunca tedavi
görmesi; arka arkaya bir dizi ameliyat geçirmesi gere¤i).
• Zarar gören, zamanafl›m› süresi (iki y›l) dolana kadar tazminat isteyebilecektir.
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
179
• Zarar görenin tazminat elde etmek üzere dava açmas› (veya icra takibi bafllatmas›) halinde, zarardan sorumlu oldu¤u iddia edilen sigortal›dan tazminat tutar›n›n tahsil edilebilmesi aflamas›na gelinmesi
de en az bir-iki y›l alacakt›r.
• ‹lk derece mahkemesinin verdi¤i karar aleyhine sigortal›n›n –teminat yat›r›p icran›n geri b›rak›lmas›n› sa¤layarak- temyiz yoluna baflvurmas› da olas›d›r. Bu halde, karar›n kesinleflmesi de bir süre (günümüz koflullar›nda ortalama bir y›l) alabilecektir.
Yukar›da önemli aflamalar› k›saca belirtilen sürecin hangi aflamas›nda rizikonun gerçekleflmifl say›laca¤› ve sorumluluk teminat›n›n iflletilece¤i son derece önemli bir konudur. Soruya verilecek cevap, rizikonun tan›mlanmas› ile
ilgili ve ona ba¤l›d›r.
• Baz› sorumluluk sigortalar›nda riziko sorumlulu¤a yol açan hukuka
ayk›r› davran›fl›n vuku buldu¤u anda gerçekleflmifl say›lmaktad›r; bu
sigortalarda mezkûr an›n sigorta süresi içinde olmas› aranmaktad›r.
• Baz› sorumluluk sigortalar›nda da riziko zarar›n meydana gelmifl oldu¤u anda gerçekleflmifl say›lmaktad›r.
• Baz› sorumluluk sigortas› sözleflmeleri ise, sorumlulu¤u gerektiren
davran›fl›n veya zarar›n sigorta süresi içinde meydana gelmifl olmas›n› yeterli görmemekte; ayr›ca zarar gören üçüncü kiflinin sigortal›ya yönelik tazminat talebini de ayn› süre içinde veya (sorumlulu¤a
yol açan davran›fl ve zarar poliçede yaz›l› süre içinde vuku bulmufl olmak kofluluyla) o sürenin bitmesinden sonra iflletilecek (mesela alt›
ayl›k yahut bir senelik) ek bir süre (uzat›lm›fl bildirim süresi) içinde
ileri sürmüfl olmas›n› flart koflmaktad›rlar. Bu tür sorumluluk sigortalar›na “claims made” (zarar esas›na dayal›) sigortalar ad› verilmektedir. “Claims made” sigortalar, sigortac›lar›n uzun süre boyunca teminat› ifller vaziyette tutmak zorunda kalmamalar› için, onlar yarar›na öngörülmüfl sigortalard›r.
Günümüzde, sorumluluk sigortas› sözleflmesinin hangi esasa dayal› olarak
kurulaca¤›, taraflar›n seçimine b›rak›lmaktad›r.
Trafik sorumlulu¤u sigortas›nda riziko, trafik kazas› sebebiyle zarar meydana geldi¤i anda gerçekleflmektedir.
Afla¤›da, KTK’ndaki trafik sorumlulu¤u sigortas›na iliflkin yasal hükümler
Ünan
180
incelenecektir. Bu hükümler, esas olarak kanunun “Hukuki Sorumluluk ve
Sigorta” bafll›¤›n› tafl›yan sekizinci k›sm›n›n “Sigorta” bafll›kl› ikinci bölümünde (m. 91 v.d.) yer almaktad›r. Ancak, “Özel Durumlar” bafll›kl› üçüncü
ve Ortak Hükümler” bafll›kl› dördüncü bölümde de sigortaya iliflkin düzenleme mevcuttur.
II. Yasal Hükümler
1- KTK m. 91- Sigorta Yapt›rma Zorunlulu¤u
a) F›kra 1-Hangi Sorumluluk ‹çin Sigorta Yapt›r›laca¤›
KTK m.91 fk.1 “zorunlu sigorta” öngörmektedir. Buna göre, iflletenler KTK
m.85 fk.1’den kaynaklanan sorumluluklar› için sigorta yapt›rmakla yükümlüdürler.
Burada özellikle vurgulanmas› gereken husus
-
sadece iflletenlerin
-
KTK m.85 fk.1’de düzenlenen “a¤›rlaflt›r›lm›fl objektif sorumluluk”
bak›m›ndan sigorta yapt›rmakla yükümlü
k›l›nm›fl olduklar›d›r.
KTK m.85
-
kazaya kar›flan arac›n iflleteninin ve –varsa-
-
iflletenin ba¤l› oldu¤u teflebbüs sahibinin (motorlu arac› bilet keserek
veya kendi iflletme ad› veya unvan› alt›nda iflleten teflebbüsün sahibi)
-
ölüm ve yaralanmadan ve
-
eflyaya gelen zararlardan
müteselsil sorumlulu¤unu öngörmektedir.Buna karfl›n, KTK, sadece iflletenin sorumluluk sigortas› yapt›rmakla yükümlü oldu¤unu hükme ba¤lamakta; iflletenin ba¤l› oldu¤u teflebbüs sahibinin ise bu gibi bir yükümlülük alt›nda olaca¤›na iliflkin hiçbir düzenleme içermemektedir. fiu halde, sorumlu
kiflilerden sadece biri hakk›nda sigorta yapt›rma zorunlulu¤u getirilmifltir.
KTK’da sigorta yapt›rmakla yükümlü tutulan sorumlu kifli “iflleten” KTK
m.3’te
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
181
-
araç sahibi
-
mülkiyeti muhafaza kayd›yla sat›flta al›c› s›fat›yla sicilde kay›tl› görünen kifli
-
arac›n uzun süreli kiralanmas› halinde kirac›
-
arac›n uzun süreli ariyet verilmesi halinde ariyet alan
-
arac›n rehni halinde rehin alan
olarak tan›mlanmaktad›r. (Bu tan›m günümüzde rehin bak›m›ndan aksamaktad›r. Teslim koflullu rehin döneminde rehin alan›n rehin konusu eflyay›
kullanma hakk› söz konusu de¤ildi. Bu dönemde motorlu araç teslim edilerek rehin kuruldu¤u haller de çok ender görülürdü. Bugün ise art›k sicile kay›t yoluyla araç teslim edilmeden rehin kurulmas› olanakl› hale gelmifltir. Sicile kay›t yoluyla rehin kuruldu¤unda, rehin alan›n iflleten say›lmas› ise
mümkün bulunmamaktad›r. Çünkü rehinli alacakl›n›n araç üzerinde fiili
hakimiyeti bulunmamakta, araç rehin verende kalmaktad›r).
Ancak bu say›lan kifliler (ilgililer),
-
arac›n bir baflkas› taraf›ndan
-
kendi hesab›na ve tehlikesi kendine ait olmak üzere iflletilmekte oldu¤unu
-
ve o (baflka) kiflinin araç üzerinde fiili hakimiyetinin bulundu¤unu
kan›tlarlarsa, o (baflka) kifli iflleten say›lacakt›r.
Uygulamada, motorlu araçlar›n bir çok halde kanunda öngörülen usule
uyulmadan, noterden yap›lan ifllemle de¤il adi yaz›l› flekildeki bir anlaflmayla sat›ld›klar› ve al›c›ya diledi¤i gibi kullanmas› için teslim edildikleri görülmektedir (bu flekilde hareket edilmesinin temel sebebi, araç sat›fllar›ndan
al›nacak vergiyi ödememektir). Bu gibi bir durumda, al›c› iflleten s›fat›n› kazanm›fl olacakt›r. Ancak, sicilde kay›tl› görülen malikin de, arac›n iflleteninin
kendisi de¤il bir baflkas› (arac› haricen sat›n alan kifli) oldu¤unu (al›c›n›n
arac› kendi hesab›na ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere iflletti¤ini; araç
üzerindeki fiili tasarrufun al›c›ya ait bulundu¤unu) kan›tlamas› gerekecektir; aksi halde zarar görenlere karfl› iflleten s›fat›yla sorumlu tutulmas› söz
konusu olabilecektir.
KTK m.85 fk.1’den kaynaklanan sorumluluk için, motorlu arac›n iflletilmesi
ile meydana gelen can veya eflya zarar› aras›nda sebep-sonuç iliflkisinin bulunmas› yeterlidir. Kusurun varl›¤› gerekmez. Bu sorumluluk, motorlu araç-
Ünan
182
lar›n yaratt›¤› tehlikeye, motorlu araç iflletmenin tehlikeli bir faaliyet olufluna dayanmaktad›r.
KTK m.85 fk.3 uyar›nca iflletilme halinde olmayan bir motorlu arac›n sebep
oldu¤u zararlardan iflletenin sorumlu tutulabilmesi, zarara yol açan kazan›n
-
iflleten veya eylemlerinden sorumlu oldu¤u kiflilerden birinin kusurundan veya
-
araçtaki bir bozukluktan
ileri gelmifl olmas›na ba¤l›d›r. Böylece, araçta bozukluk varsa, iflletilme halinde olmayan araçlar›n yol açt›¤› kazalar bak›m›ndan da kusursuz sorumluluk esas› benimsenmifltir. ‹flleten, araçtaki bozuklu¤un (mesela elektrik
donan›m›ndaki k›sa devrenin) kendi kusurundan kaynaklanmad›¤›n› kan›tlasa dahi, sorumluluktan kurtulamayacakt›r (mesela arac›nda k›sa devre
dolay›s›yla bafl gösteren yang›n›n baflka kiflilere ait araçlara veya eflyaya s›çramas›ndan do¤an zararlar› tazmin ile yükümlü olacakt›r). ‹flletilme halinde olmayan araçlar›n yol açt›klar› zararlar zorunlu trafik sorumlulu¤u sigortas›n›n kapsam› d›fl›ndad›r. Çünkü, zorunlu sigorta KTK m.85 fk.1’den kaynaklanan sorumlulu¤u temin etmektedir. KTK m.85 fk.1’deki sorumluluk
ise “arac›n iflletilmesi” sebebiyle meydana gelen zararlar› konu almaktad›r.
Arac›n ne zaman iflletilme halinde oldu¤u tart›flmaya elveriflli bir husustur
(bu hususta ve iflletilme halinde olan veya olmayan araç için sorumluluk ve
çeflitli örnekler ve mahkeme kararlar› hakk›nda bkz. Bussy/Rusconi, Code
Suisse de la Circulation Routière, Commentaire, 1996, LCR Art.58 4 ve 5.
Afla¤›daki iflletilme haline iliflkin aç›klamalar›m›z oradan al›nm›flt›r).
Günümüzde “teknik-mekanik görüfl” olarak nitelendirilen görüflün hakim
bulundu¤u anlafl›lmaktad›r. Buna göre, meydana gelen kaza, bütün olarak
ele al›nd›¤›nda, bir motorlu arac›n mekanik k›s›mlar›n›n (özellikle motorunun ve farlar›n›n) ifllev görmesine ba¤l› tehlikeden kaynaklanm›fl olmal›d›r.
‹flletilme halindeki araç ile di¤er araçlar›n fiilen temas etmifl bulunmas› ise
gerekli de¤ildir. Bilinçli bir kullanma hali mevcutsa, motoru çal›fl›r durumda olmad›¤› ve itici güç meydana getirmedi¤i halde, arac›n yerçekimi etkisiyle (kendi a¤›rl›¤› sebebiyle) hareket etmesi de (yokufltan afla¤› motor durmufl
vaziyette seyir) iflletilme hali olarak kabul edilmektedir. ‹flletilme halindeki
bir arac›n yol açt›¤› zarar acaba o arac›n kullan›lmas›n›n yaratt›¤› özel tehlikenin sonucu olmal› m›d›r? Bu husus tart›flmaya aç›kt›r. Soruya olumlu yan›t verilmesi durumunda, bir at arabas› taraf›ndan çekilen veya elle itilen
bir arac›n iflletilme halinde olmad›¤› düflünülebilecektir.
Trafikte durmufl haldeki araçlar da (durma bir ar›zadan veya sürücünün ha-
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
183
kimiyeti kaybetmesinden kaynaklanm›fl olsalar dahi) iflletilme halinde say›l›rlar. Otoyolun kenar›nda park halindeki araçlar›n da iflletilme durumunda
kabul edildikleri gözlenmektedir
Arac›n motorunun çal›flmas› sebebiyle meydana gelen zehirlenmeler arac›n
iflletilmesinden kaynaklanm›fl say›lmazlar.
Kap›lar›n aç›k kalmas›ndan ileri gelen zararlar da, arac›n iflletilmesinden
meydana gelmifl say›lmal›d›rlar.
‹flletilme halindeki bir araçtan bir cismin düflmesinin yol açt›¤› zararlar iflletenin KTK m.85 fk.1 uyar›nca sorumlulu¤unu gerektirirler.
Duran bir damperli kamyonun yük boflaltt›¤› s›rada damperin h›zl› hareketinden kaynaklanan yaralanma iflletilmeden kaynaklanan zarar olarak nitelenmemelidir. Motorlu arac›n bir ifl makinesi olarak kullan›ld›¤› durumlarda (mesela traktörün arkas›na hasat mekanizmas› tak›lm›fl bulunmas›) nas›l bir sonuca var›laca¤› duraksamaya sebep olabilir. Kan›m›zca burada arac› iflletilme halinde saymak daha do¤rudur.
‹flletilme halinden ileri gelmedi¤i genellikle kabul edilen zararlara örnekler:
Arac›n yüklenmesi ve boflalt›lmas› veya tamir edilmesi s›ras›nda meydana
gelen zararlar; park halindeki bir motosikletin di¤er bir motosiklet üzerine
devrilmesi.
‹flletilme halinde olmayan bir arac›n bozuklu¤u kazaya sebep olmuflsa, iflleten bu kazan›n yol açt›¤› zararlardan kusuru olmasa dahi sorumludur. Bu
sebeple, duran bir arac›n ikaz ›fl›¤›n›n akü ar›zas› sebebiyle sönmesi; frenin
boflalmas› yüzünden park halindeki bir arac›n di¤er bir araca hasar vermesi gibi hallerde iflleten kendisinde veya eylemlerinden sorumlu bulundu¤u
kiflilerde herhangi bir kusur bulunmad›¤›n› kan›tlayarak sorumluluktan
kurtulamayacakt›r.
Yarg›tay ise arac›n trafi¤e ç›kar›lm›fl ve karayolunda bulunuyor olmas›n› yeterli saymaktad›r (Bkz. Ulafl, Uygulamal› Sigorta Hukuku, Mal ve Sorumluluk Sigortalar›, 2005, s.708-709).
KTK’nda sadece iflletenin KTK m.85 fk.1’den kaynaklanan sorumlulu¤u için
zorunlu sigorta öngörülmüfl oldu¤undan, iflletilme halinde olmayan arac›n
verdi¤i zararlar (KTK m. 85 fk.3’ten do¤an sorumluluk) da zorunlu sigortan›n kapsam› d›fl›nda kalmaktad›r.
Ünan
184
KTK m.85 fk.1’de düzenlenen sorumluluktan kurtulmak için arac›n iflletilmesi ile meydana gelen zarar aras›ndaki illiyetin kesildi¤ini kan›tlamak laz›md›r. Bu sebeple illiyetin kesilmesine yol açan
-
mücbir sebep
-
üçüncü kiflinin a¤›r kusuru
-
zarar görenin a¤›r kusuru
hallerinde iflleten sorumluluktan kurtulabilecektir (KTK m.86). Ancak, illiyet ba¤›n› kesen bu sebeplerle beraber,
-
iflletenin veya eylemlerinden sorumlu oldu¤u kiflilerin kusuru, veya
-
araçtaki bozukluk
da kazan›n meydana gelmesinde etkili olmuflsa, iflletenin sorumluluktan
kurtulmas› mümkün olmayacakt›r.
KTK m. 85 fk. 4, “iflleten” ve “araç iflleticisi teflebbüs sahibi” hakk›nda bir di¤er sorumlulu¤a yer vermektedir: Arac›n kar›flt›¤› bir kazadan sonra yap›lan
yard›m çal›flmalar›, yard›mda bulunan kiflinin zarara u¤ramas›na yol açm›flsa hakimin takdirine göre
-
iflleten veya
-
(kazadan kendisi sorumlu olmak yahut yard›m do¤rudan do¤ruya
kendisine veya araçta bulunanlara veya kazaya taraf olan üçüncü kiflilere yap›lmak kayd›yla) teflebbüs sahibi
de bu zararlardan sorumlu tutulabilecektir. Burada söz konusu olan sorumluluk da kusura dayanmayan bir sebep sorumlulu¤udur. Ancak, bu sorumlulu¤un sigorta kapsam›nda say›lmas› kan›m›zca mümkün de¤ildir. Çünkü,
bu sorumluluk KTK m.85 fk.1’de düzenlenmemifltir. Oysa, bunlar›n da sigorta kapsam›nda olmalar› laz›m gelirdi. Yap›lacak de¤ifliklikte bunlar› da kapsama dahil etmek uygun olur. Mehaz ‹sviçre’de bu zararlar zorunlu sigorta
taraf›ndan karfl›lanmaktad›r.
KTK m.87 baz› hallerde genel hükümlerin uygulanaca¤›n› hükme ba¤lamaktad›r: Bu haller flunlard›r:
-
Yaralanan veya ölen kiflinin hat›r için karfl›l›ks›z tafl›nmas›
-
Arac›n yaralanan veya ölen kifliye hat›r için karfl›l›ks›z verilmifl olmas›
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
185
-
Araçta tafl›nan -zarar görenin beraberinde bulunan bagaj ve benzeri
eflya d›fl›ndaki- eflyaya zarar gelmesi
-
Motorlu arac›n maliki ile iflleteni aras›ndaki iliflkide araca zarar gelmesi
Bu haller de zorunlu trafik sigortas›n›n kapsam› d›fl›nda say›lmak lâz›md›r.
Çünkü, bir sorumlulu¤un a¤›rlaflt›r›lm›fl objektif sorumluluk hali olmaktan
ç›kar›lmas› ve kusur sorumlulu¤una iliflkin kurallara tabi k›l›nmas›, zorunlu sigorta öngörülmesindeki temel düflüncenin (bireyler için özel tehlike içeren ve özel olarak a¤›r bir sorumluluk rejimine tabi tutulmas› gereken faaliyetlerin yol açaca¤› zararlar› gidermek üzere sigorta yapt›rma gere¤inin) o
hal için art›k söz konusu olmad›¤›na kan›tt›r. Ülkemizde Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerine tabi çok say›da sorumluluk ve say›lamayacak kadar çok sorumlu kifli mevcuttur. Bunlar›n hiç biri sigorta yapt›rma zorunlulu¤u alt›nda de¤ildir. Genel hükümlere tabi sorumluluklar sokaktaki vatandafllar için normal günlük faaliyetleri s›ras›nda ortaya ç›kan sorumluluklard›r. Bunlar için sigorta zorunlulu¤u getirmek her sorumluluk için sigorta zorunlulu¤u getirilmesi icap etti¤ini peflinen kabul etmek olur.
Hat›r tafl›mas› veya arac›n hat›r için karfl›l›ks›z verilmesi hallerinin a¤›rlaflt›r›lm›fl objektif sorumluluk rejimine tabi olmaktan ç›kar›lmas› ve genel hükümlere tabi k›l›nmas› kanun koyucunun yanl›fl bir tercihidir. Bu hallerde
KTK m.85 fk.1’de öngörülen rejimin söz konusu olmas› –buna karfl›l›k an›lan hallerin tazminat yükümlülü¤ünün hakim taraf›ndan daha hafif takdir
edilebilece¤i haller olarak kabul edilmesi- gerekir. Hat›r tafl›mas›n›n veya
arac›n hat›r için karfl›l›ks›z verilmesinin söz konusu oldu¤u durumlarda, yolcu veya sürücüler motorlu arac›n iflletilmesinden do¤an tehlikelere maruz
olmaya devam etmektedirler. Bu sebeple iflletenin an›lan hallerde genel hükümlere göre sorumlu olmas› do¤ru bir çözüm teflkil etmemektedir. Belirtelim ki mehaz ‹sviçre Kanununda hat›r tafl›mas› ve arac›n hat›r için karfl›l›ks›z b›rak›lmas› halleri genel hükümlere tabi de¤ildir. ‹sviçre kanunu –hakimin indirim yapma imkan› sakl› olmak kayd›yla bu hallerde de a¤›rlaflt›r›lm›fl objektif sorumluluk rejiminin uygulanmas›n› öngörmektedir. Kald› ki,
hat›r tafl›mas› kavram›n›n da hukukumuzda gözden geçirilmesi ve tan›mlanmas› gerekli bulunmaktad›r. Hat›r tafl›mas›, iflletenin asl›nda yapmayacak oldu¤u nispeten önemli bir parkuru s›rf baflka birinin hat›r›n› göz önünde bulundurarak yapmas›d›r. Bu bak›mdan, iflletenin zaten gidece¤i (veya
geçece¤i) bir yere kadar baflka birini araca alarak götürmesi hat›r tafl›mas›
de¤ildir. Yarg›tay, iflletenin ç›kar›na yap›lm›fl bir seyir söz konusu oldu¤unda hat›r tafl›mas›ndan bahsedilemeyece¤ine karar vererek hat›r tafl›mas›
kavram›n›n do¤ru flekilde anlafl›lmas›na yönelik önemli bir ad›m atm›flt›r
(bkz. Ulafl, s.750 ve 751!deki kararlar).
Ünan
186
Ayr›ca belirtmek gerekir ki, birden fazla arac›n kat›ld›¤› bir kazada, araçlardan birinde hat›r tafl›mas› kapsam›nda bulunan kifliye karfl› di¤er arac›n iflleteni hat›r tafl›mas›ndan kaynaklanan savunmalar ileri süremez. Hat›r tafl›mas› sadece içinde bulunulan araç bak›m›ndan söz konusu olur. Meselâ, iflleten A’n›n yönetimindeki araçla iflleten B’nin yönetimindeki araç, A’n›n hafif kusuru yüzünden çarp›flt›klar› ve bu çarp›flma sonucunda A’n›n arac›nda
hat›r için tafl›nmakta olan Ü1 bu sebeple yaraland›¤›, B’nin arac›nda hat›r
için tafl›nan Ü2 de sakat kald›¤› takdirde, Ü1 hem A’dan hem de B’den; Ü2
ise sadece A’dan tazminat isteyebilecektir. A’n›n hafif kusurlu olmas›, B’nin
–kusursuzlu¤una ra¤men- tehlike esas› uyar›nca sorumlu olmas›na yol açacak ve Ü1’e karfl› her ikisi birlikte (müteselsilen) sorumlu olacaklard›r. Buna karfl›l›k, Ü2, arac›nda bulundu¤u B’den (B’nin kusurunun bulunmamas›na ba¤l› olarak) tazminat isteyemeyecek ve yaln›zca A’ya baflvurabilecektir.
Araçta tafl›nan ve bagaj ve benzeri eflya niteli¤ine sahip olmayan eflyan›n
(yük) zarar görmesi halinde, sorumluluk tafl›ma sözleflmesi hükümlerine tabi olacakt›r. Sözleflme d›fl› sorumlulu¤un sözleflmesel sorumlulu¤a k›yasla
daha avantajl› hale getirilmemesi bak›m›ndan yük zararlar› a¤›rlaflt›r›lm›fl
objektif sorumluluk rejiminin d›fl›nda b›rak›lm›flt›r.
KTK, manevi tazminat› da genel hükümlere tabi k›lm›fl bulunmaktad›r
(KTK m.90). Bunun da do¤ru bir tercih olmad›¤› kan›s›nday›z. ‹sviçre’de manevi tazminat hakk›nda da a¤›rlaflt›r›lm›fl objektif sorumluluk rejimi geçerlidir.
Birden çok motorlu arac›n kat›ld›¤› bir kazada
-
iflletenlerden birinin bedensel zarara u¤ramas› durumunda ona karfl› di¤er iflletenler (ve iflletenin ba¤l› oldu¤u teflebbüsün sahipleri)
kendilerine düflen kusur oran›nda sorumlu olurlar (ancak özel durumlar ve özellikle iflletme tehlikeleri farkl› bir çözümü hakl› gösteriyorsa kusur esas›ndan ayr›lmak caizdir)
-
iflletenlerden biri eflya zarar›na maruz kalm›flsa, zarar gören iflleten,
zarar›n
o
zarar veren iflletenin veya eylemlerinden sorumlu oldu¤u kimselerden birinin kusuru veya
o
temyiz gücünü geçici olarak kaybetmeleri veya
o
zarar verene ait araçtaki bozukluk
yüzünden meydana geldi¤ini kan›tlamak zorundad›r.
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
187
KTK m.88 fk.1, birden fazla kiflinin sorumlu oldu¤u durumlarda bunlar›n
müteselsil olarak sorumlu tutulacaklar›n› öngörmektedir. KTK m.88 fk.2
hükmü ise tazminat yükümlülü¤ünün sorumlu kifliler aras›nda nas›l paylafl›laca¤›n› düzenlemifltir. KTK m.88 fk.2 cümle 1 uyar›nca, iç iliflkide tazminat yükümlülü¤ünün olay›n bütün koflullar› dikkate al›narak paylaflt›r›lmas› gerekmektedir. Ancak KTK m.88 fk.2 cümle 2, ilk cümlenin içerdi¤i ilke ile
ba¤daflmayacak bir tarzda, “özel durumlar ve özellikle araçlar›n iflletme tehlikeleri aç›s›ndan zarar›n baflka türlü paylaflt›r›lmas› hakl› görünmedikçe”
iflletenlerin kusurlar› oran›nda zarara katlanacaklar› kural›n› getirmifltir.
Tazminat yükümlülü¤ünün nas›l paylafl›laca¤›, zarar görene ödemede bulunan sorumlunun veya onun sigortac›s›n›n di¤er sorumlulara karfl› ileri sürece¤i rücu talepleri bak›m›ndan önem tafl›maktad›r.
b) F›kra 4- Sigortan›n Kan›tlanmas›: Sigorta Pulu
Zorunlu trafik sorumlulu¤u sigortas› poliçesi düzenleyen sigorta flirketleri,
sigorta ettiren iflletenlere bu sigortan›n yapt›r›lm›fl oldu¤unu gösteren bir
trafik sigorta pulu vermekle yükümlüdürler. Pul, arac›n ön cam›na yap›flt›r›lacakt›r.
c) F›kra 5- Sigorta Zorunlulu¤una Uyulmamas› Halinde Yapt›r›m
Zorunlu trafik sorumlulu¤u sigortas› bulunmayan araçlar trafikten men edileceklerdir.
2) Madde 92- Zorunlu Sigorta D›fl›nda Kalan Hususlar
KTK m.92 zorunlu trafik sorumlulu¤u sigortas› d›fl›nda kalan hususlar› (istisna hükümlerini) düzenlemektedir.
Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, bu maddede söz konusu olan haller, kanunda say›lmam›fl olsalard› sigorta teminat› kapsam›na dahil bulunmas› gerekecek olan hallerdir. Bir hal esasen sigorta teminat› kapsam›na girmemekte ise, onu özel bir hükümle teminat kapsam› d›fl›na ç›karmaya (bu
amaçla özel hüküm sevk etmeye) gerek yoktur. Teminat kapsam› d›fl›nda kalan hallerle ilgili düzenleme, ifllevini o düzenlemenin yoklu¤unda sigortaya
dahil say›lmas› gereken hallerle ilgili olarak yerine getirecektir.
Ünan
188
a) Bent A) ‹flletenin Eylemlerinden Sorumlu Oldu¤u Kiflilere
Yöneltebilece¤i Talepler
‹flletenin eylemlerinden sorumlu oldu¤u kiflilere karfl› yöneltece¤i taleplerin
sigorta teminat› d›fl›nda kalaca¤›n› öngörmek tamamen gereksizdir. Çünkü
zorunlu trafik sorumlulu¤u sigortas› sadece iflletenin sorumlulu¤unu kapsamaktad›r. Baflka kiflilerin özellikle iflletenin eylemlerinden sorumlu bulundu¤u sürücünün sorumlulu¤u bu sigorta ile teminat alt›na al›nmamaktad›r.
Dolay›s›yla, iflletenin sürücüye yöneltece¤i taleplerin (mesela sürücünün kusurlu davran›fl› sonucunda yol açm›fl oldu¤u bir kazada iflletenin kolunun k›r›lm›fl olmas› sebebiyle yap›lan tedavi masraflar›n›n karfl›lanmas›na yönelik
tazminat talebi) sigortac› taraf›ndan – bahse konu istisna hükmünün yoklu¤unda dahi- karfl›lanmas› gerekmeyecektir.
Mehaz ‹sviçre Kanunu, zorunlu trafik sorumlulu¤u sigortas›n›n
-
iflletenin ve ayr›ca (ek olarak)
-
iflletenin eylemlerinden sorumlu oldu¤u kiflilerin
sorumlulu¤unu temin edece¤ini öngörmüfl bulunmaktad›r. Bu sebeple, ‹sviçre’de mezkûr istisna hükmünün anlam› vard›r. Çünkü ‹sviçre’de o istisna
hükmü kanunda yer almasa idi, zorunlu trafik sigortas›, iflletenin sürücüye
(veya eylemlerinden sorumlu oldu¤u bir di¤er kifliye –mesela iflletenin kendi bünyesinde mevcut olan araç tamir ve bak›m servisindeki bir görevlinin
arac›n trafik kazas› yapmas›na sebep olan bozuklu¤a kusurlu eylemi sonucunda yol açm›fl bulunmas› halinde bu görevliye) karfl› ileri sürdü¤ü talepleri karfl›layacakt›. ‹stisna hükmü ile –ek bir prim karfl›l›¤›nda özel anlaflma
ile sigorta kapsam›na al›nmas› daha uygun görülen- iflletenin kendi zararlar›yla ilgili talepler teminat d›fl›nda b›rak›lm›flt›r.
Türkiye’de zorunlu trafik sorumlulu¤u sigortas›n›n en az›ndan sürücünün
sorumlulu¤unu da kapsar hale getirilmesi gerekir. Bu eksiklik uzun süredir
giderilmedi¤i için sürücüler korumas›z kalmakta ve Yarg›tay da –asl›nda kaç›nmakla yükümlü oldu¤u bir ad›m atarak- adaletsiz sonucu içtihat yoluyla
k›smen önlemifl bulunmaktad›r. Yarg›tay içtihatlar›na göre, trafik kazas›na
kusuruyla yol açm›fl olan sürücüye sigortac›lar taraf›ndan rücu edilmesi caiz de¤ildir. Yarg›tay, sürücünün sebep oldu¤u kazada zarar görenlere ödeme
yapan trafik sorumlulu¤u sigortac›s›n›n iflletenin haklar›na halef olarak sürücüye rücu etmesine imkan tan›mamakta ve sürücünün “üçüncü kifli” say›lmayaca¤›na karar vermektedir (bkz. Ulafl, s.780-781). Oysa, sürücü hiç kuflkusuz üçüncü kifli say›l›r ve sigortac› da kural olarak ona rücu edebilir. ‹flletenin arac›n› emanet etti¤i ve yüksek maafl ödedi¤i bir sürücünün sevk ku-
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
189
suru sonucunda baflkalar›na zarar vermifl olmas› halinde ona rücu etmesine
engel yoktur. Çünkü, iflletenin, çal›flt›rd›¤› sürücüden gereken dikkat ve özeni beklemeye hakk› vard›r. Hukuken iflletenin yerine geçen sigortac›n›n da
sürücüye rücu edebilmesi icap eder. Kald› ki, iflleten veya halefi sigortac›n›n
sürücüye rücu etmesi yolu içtihatla kapat›lsa dahi, kazada zarar gören baflka kiflilerin kusurlu sürücüden talepte bulunma haklar› sakl›d›r. Bu çerçeve
içinde en uygun çözüm, sürücünün sorumlulu¤unun da zorunlu sigortan›n
korumas› alt›nda olmas›d›r.
Sürücünün hafif kusuruyla yol açaca¤› zararlarda, onun iflvereninden (iflletenden)
-
“kendisini –zarar görmüfl olan üçüncü kiflilere karfl›- sorumluluktan
kurtarmas›n›, veya
-
(bizzat iflverene veya mallar›na gelen zararlarda) hiç sorumlu tutmamas›n›
istemek hakk› ile donat›lmas› da üzerinde durulmas› gereken bir çözümdür.
Çünkü, sürücünün iflletenin yarar›na ifa etmekte oldu¤u meslek baflkalar›na zarar verme tehlikesini içeren bir faaliyettir. Bu faaliyetten yarar sa¤layan iflletenin, hiç olmazsa hafif kusur hallerinde, bu kusurdan kaynaklanan
zararl› sonuçlara bizzat katlanmas› gerekti¤i düflünülebilir. Sürücünün a¤›r
kusur niteli¤indeki bir sevk kusuru ile (mesela baflka bir araçla flehir trafi¤inde yar›fl yaparken h›z s›n›r›n› misliyle aflarak) baflkalar›na zarar vermifl
olmas› halinde ise, zorunlu trafik sigortac›s› zarar görenlere ödeme yapt›ktan sonra, a¤›r kusurlu sürücüyü çal›flt›ran iflletene rücu edebilecek ve zarar
görenlere ödedi¤i tutarlar› ondan geri isteyebilecektir. A¤›r kusurun söz konusu oldu¤u durumlarda, sigortac›ya ödeme yapmaya mecbur kalacak olan
iflletenin de daha sonra sürücüye dönüp ondan talepte bulunabilece¤i kuflkusuzdur. Ancak bu halde zorunlu trafik sigortas›n›n flu anki metni uyar›nca
sürücünün sigorta korumas›ndan yararlanmas› mümkün olamayacakt›r.Çünkü mezkûr sigorta a¤›r kusur hallerini kapsam d›fl›nda b›rakmaktad›r.
b) Bent B) ‹flletenin Yak›nlar›n›n Eflya Zararlar› ile ‹lgili Talepleri
‹flletene yak›nl›¤› bulunan baz› kiflilerin (efl, altsoy, üstsoy, evlat edinen veya evlâtl›k, birlikte oturulan kardefller) eflyaya gelen zararlara iliflkin talepleri de sigorta teminat› d›fl›nda b›rak›lm›flt›r. Bunun gerekçesi, bu yak›nlar›n bu maddi zararlar sebebiyle normal koflullarda tazminat isteminde bulunmayacaklar› varsay›m›d›r.
Ünan
190
c)
Bent C) ‹flletene Ait Sorumlulu¤un Karayollar› Trafik
Kanunu’nda Düzenlenmedi¤i Eflya Zararlar›
Bu hüküm de gereksizdir. ‹flletenin KTK uyar›nca sorumlu olmad›¤› bir eflyaya gelen zarar esasen KTK m.85 fk.1’de düzenlenen sorumlulu¤un d›fl›ndad›r. Bu sebeple de bu zararlarla ilgili taleplerin kapsam d›fl› olduklar›na
dair aç›k düzenleme mevcut olmasayd› dahi, bunlar›n karfl›lanmas› söz konusu olmazd›. Bu f›kran›n kapsam›ndaki eflya özellikle flunlard›r:
-
sigorta konusu motorlu araç (KTK m.87 fk.1)
-
(bagaj ve benzeri kiflisel eflya hariç) motorlu araçta tafl›nan eflya
(KTK m. 87 fk.2)
-
çekilen veya itilen araçlar (KTK m.102 fk.1 son cümle)
-
yar›fla kat›lan araçlar (KTK m.105).
d) Bent D) Yar›fl veya Yar›fl Denemelerinin Yol Açt›¤› Zararlar
KTK m.105 hükmüne tabi yar›fllardaki veya yar›fl denemelerindeki kazalardan do¤an taleplerin zorunlu trafik sigortas› d›fl›nda b›rak›lmas›, yar›fl düzenleyicileri için zorunlu sorumluluk sigortas› öngörülmüfl olmas›ndan kaynaklanmaktad›r. KTK m.105 fk.1 uyar›nca yar›fl düzenleyicileri yar›fla kat›lanlar›n veya onlara efllik edenlerin araçlar› ile gösteride kullan›lan di¤er
araçlar›n sebep olacaklar› zararlardan iflletenin sorumlulu¤una iliflkin hükümler uyar›nca sorumludurlar Ancak, yar›flç›lar›n veya onlarla birlikte
araçta bulunanlar›n u¤rayacaklar› zararlar ile gösteride kullan›lan di¤er
araçlar›n u¤rad›klar› zararlar için sorumluluk genel hükümlere tabidir. Yar›fl düzenleyicileri, yar›fla kat›lanlar›n ve yard›mc›lar›n›n yar›fl esnas›nda
üçüncü kiflilere verecekleri zararlardan sorumluluklar›n› temin eden bir sigorta yapt›rmakla yükümlüdürler.
Yar›fla kat›lan motorlu araçlar›n iflletenleri KTK m.85 fk.1 uyar›nca sorumlu olmaya devam etmektedirler. Sadece onlar›n sigortas› yerine, yar›fl düzenleyicilerinin sigortas› devreye girecektir.
‹zinsiz düzenlenen yar›fllarda ise, zarara sebep olan motorlu arac›n iflleteni
taraf›ndan yapt›r›lan zorunlu trafik sigortas›ndan ödeme yap›lacakt›r (KTK
m.105 fk.4). Bu hüküm, mutlak bir anlat›m içermekte ise de, zorunlu trafik
sigortas›, izinsiz yar›fl›n karayolunda cereyan etmemesi halinde devreye girmemelidir. Buna karfl›l›k KTK m.105 fk.5 uyar›nca izinsiz yar›fl›n di¤er trafi¤e kapal› –ancak karayolu niteli¤ini tafl›yan- bir güzergahta yap›lm›fl olmas›, sigorta teminat›n›n ifllerlik kazanmas›n› engellemez.
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
191
e) Bent E) Tafl›ma Konusu Eflyan›n U¤rayaca¤› Zararlar
Motorlu araçta tafl›nan eflyan›n u¤rad›¤› zararlara iliflkin istisna hükmü lüzumsuzdur. KTK m.87 fk.2 bu eflya ile ilgili sorumlulu¤un genel hükümlere
tabi oldu¤unu hükme ba¤lam›flt›r. KTK m.85 fk.1’deki sorumlulu¤a tabi bir
hal söz konusu olmad›¤› için, araçta tafl›nan yüklerin u¤rad›¤› zararlarla ilgili talepler esasen (KTK m.92 bent e’nin yoklu¤unda dahi) sigorta teminat›
d›fl›nda kalmaktad›r.
f) Bent F) Manevi Tazminata ‹liflkin Talepler
Manevi tazminat talepleri KTK m.90 uyar›nca Borçlar Kanunu hükümlerine tabi bulunmaktad›r. Burada KTK m.85 fk.1 kapsam›ndaki bir sorumluluk söz konusu olmad›¤› için asl›nda bu istisna hükmüne de gerek yoktur.
KTK m.85 fk.1, sadece kifliye gelen zararlar›n (ölüm, yaralanma) ve eflya zararlar›n›n tazmini hakk›nda düzenleme getirmektedir. Manevi tazminat düzenleme d›fl›nda kalmaktad›r.
3) Madde 94- ‹flletenin De¤iflmesi
‹flletenin de¤iflmesi halinde, kanun devredeni (iflleten s›fat›n› kaybeden kifli
kastediliyor) 15 gün içinde sigortac›ya durumu bildirmekle yükümlü tutmaktad›r. Sigortac› sigorta sözleflmesini de¤iflikli¤i ö¤rendi¤i tarihten bafllayarak 15 gün içinde feshetmek hakk›n› haizdir. Sigorta fesih tarihinden 15
gün sonras›na kadar geçerli kalacakt›r.
KTK m.94’ün içerdi¤i bu düzenleme, sigorta hukuku ilkeleri bak›m›ndan eksik ve hatal›d›r. Öncelikle belirtmek gerekir ki, eksik olan temel husus, iflletenin de¤iflmesi halinde sigortan›n yeni iflletenle devam edece¤inin kanunda
belirtilmemifl olmas›d›r. Ancak bu da yeterli olmayacakt›r. Ayr›ca yeni iflletenin yararland›¤› bir trafik sorumlulu¤u sigortas› varsa, mevcut sigortan›n
geçerlili¤ini yitirece¤i de hükme ba¤lanmal›d›r.
Kanundaki “devreden (iflleten)” sözcü¤ü “araç üzerindeki hakimiyetin iflleten s›fat›n›n kazan›lmas›na yetecek biçimde devredilmesini” anlatmaktad›r.
Sigortan›n yeni iflletenle devam edece¤i hakk›nda aç›k düzenleme getirmedikçe,
Ünan
192
-
sigortac›n›n (durumu ö¤rendikten sonra) 15 gün içinde sözleflmeyi
feshedebilece¤ini
-
bu hak kullan›ld›ktan 15 gün sonraya kadar sigortan›n devam edece¤ini
öngörmenin anlam ve sonucu yoktur. Çünkü, belirli bir kiflinin (iflleten s›fat›yla) sorumlulu¤u için yapt›r›lan sigortan›n, kendili¤inden hiç bir yasal dayanak olmaks›z›n yeni iflletenle devam etmesi (yeni iflletenin sorumlulu¤unu temin etmesi) mümkün de¤ildir.
4)
Madde 95- Tazminat›n Azalt›lmas› veya Kald›r›lmas› Sonucunu
Do¤uran Haller
a) F›kra 1- Sigorta Sözleflmesine ‹liflkin Kanun Hükümlerinden
veya Sigorta Sözleflmesinden Do¤an Savunmalar›n Zarar
Görene Karfl› Sürülmesi Yasa¤›
KTK, zarar gören üçüncü kiflinin durumunu kuvvetlendirmek için, sigortac›n›n sözleflme veya kanun hükümleri uyar›nca edim yükümlülü¤ünden k›smen veya tamamen kurtulmas› gereken hallerde, bu durumun savunma olarak zarar gören üçüncü kifliye karfl› ileri sürülmesini yasaklam›flt›r. Söz konusu yasak, zarar gören üçüncü kifliye sa¤lanan do¤rudan do¤ruya sigortac›y› dava etmek hakk› ile birlikte de¤erlendirildi¤inde, zarar görenleri korumak amac›yla oluflturulan sistemin önemli bir halkas›d›r.
Yasa¤›n kapsam›na en baflta sigorta sözleflmesinden do¤an savunmalar girmektedir. Bunlar, emredici hükümlere ayk›r› olmayan ve hukuken geçerli
say›lmalar› gereken tazminat yükümlülü¤ünü ortadan kald›r›c› veya azalt›c› savunmalard›r. Mesela, arac›n kaza s›ras›nda yeterli sürücü ehliyetine sahip bulunmayan bir kimse taraf›ndan sürülmesi (sürücü aday›n›n yan›nda
kimse olmadan trafi¤e ç›kmas› da bu niteliktedir); kazaya a¤›r kusurla sebep olunmas›. Zorunlu Trafik Sorumlulu¤u Sigortas› Genel fiartlar› m.4’te
say›lan “sigorta ettirene rücu edilecek haller” asl›nda sigorta kapsam›nda olmayan (teminat kapsam› d›fl›nda b›rak›lm›fl) haller olarak anlafl›lmal›d›r.
Çünkü sigortac› taraf›ndan üçüncü kifliye ödeme yap›ld›ktan sonra sigorta
ettirene rücu edilmesi ancak bu hallerin teminat kapsam›nda olmamas› durumunda mümkündür.
Di¤er taraftan, sigorta sözleflmesine iliflkin yasa hükümlerinden do¤an savunmalar da yasa¤›n kapsam›ndad›r. Mesela sözleflme öncesi bildirim görevine ayk›r›l›k; koruma önlemleri alma görevine ayk›r›l›k. KTK, çok da yerin-
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
193
de olmayan bir ifade kullanarak, zarar gören üçüncü kifliye karfl› ileri sürülmesi mümkün bulunmayan (ikinci grup) savunmalar› “sigorta sözleflmesine
iliflkin kanun hükümlerinden kaynaklanan savunmalar” fleklinde tan›mlam›flt›r. Mehaz ‹sviçre Trafik Kanununda ise “Sigorta Sözleflmesi Kanunu”na
yollama yap›lm›flt›r. Do¤rusu da budur. Bu sebeple, KTK’nun da “sigorta sözleflmesine iliflkin kanun hükümleri” yerine “Türk Ticaret Kanunu’nun sigorta sözleflmesine iliflkin hükümleri” denmeliydi. Çünkü, “sigorta sözleflmesine iliflkin kanun hükümleri” KTK’ndaki trafik sorumlulu¤u sigortas› ile ilgili hükümleri de kapsayacak kadar genifltir. Mezkûr genifl ifadeye dayanarak
mesela KTK m.92 bent b’deki iflletenin yak›nlar›n›n mallar›na gelen zararlar istisnas› ile KTK m.92 bent d’deki yar›fl istisnas›n›n zarar gören üçüncü
kifliye karfl› ileri sürülememesi gerekti¤i düflünülebilir. Oysa, bu hallerin zarar gören üçüncü kifliye karfl› ileri sürülmesi mümkün olmak laz›md›r.
b) F›kra 2- Sigortac›n›n Sigorta Ettirene Rücü Etmek Hakk›
Sigortac›, sigorta ettirene karfl› yararlanma hakk›na sahip bulundu¤u savunmalar› zarar gören üçüncü kifliye karfl› ileri süremeyip ona tazminat ödemek zorunda kal›rsa, ödedi¤i tutar› daha sonra sigorta ettirenden geri alma
hakk› ile donat›lm›flt›r.
Yarg›tay yukar›da da belitmifl bulundu¤umuz gibi sürücüye karfl› aç›lan rücu davalar›n› kabul etmemekte ve sigortac›n›n sadece sigorta ettirene rücu
edebilece¤ini vurgulamaktad›r. Oysa sigortac›n›n sürücüye yönelik rücu alaca¤› yasal halefiyetten kaynaklanm›fl olabilir. Yasal halefiyet sorumluluk sigortalar›nda da uygulama alan›n bulan bir ilkedir.
5) Madde 96- Zarar Görenlerin Çoklu¤u
Birden fazla zarar görenin söz konusu oldu¤u hallerde, bunlar›n toplam tazminat alacaklar› sigorta teminat limitinden fazla olabilecektir. Böyle bir durumda, her bir zarar görenin –sigortac›ya baflvurarak– bütün zarar›n› elde
etmesi mümkün olmaz. Zarar görenlerin talepleri, sigorta teminat limitinin
tazminat alacaklar› toplam›na olan oran› uygulanarak indirime tabi tutulur.
Sigortac›, kendisine baflvuran zarar görenlerin d›fl›nda baflka zarar görmüfl
kiflilerin de var oldu¤unu bilmeyebilir. Sigortac› baflvuruda bulunanlara ödeme yapar ve bu flekilde teminat limiti tüketilerek di¤er (sonradan ortaya ç›kan) zarar görenlere ödenecek bir tutar kalmazsa, iyi niyete bak›l›r. E¤er sigortac›, baflvuru sahiplerine ödeme yaparken baflka zarar görenlerin var ol-
194
Ünan
du¤unu bilmemekte ve bilmesi de gerekmemekte ise iyi niyetli kabul edilir
ve borcundan kurtulmufl olur.
Sigortac›, trafik kazas›na iliflkin tutanakta ismi yaz›l› zarar görenleri hesaba katmak zorundad›r.
Uygulamada birden çok zarar görenin mevcut oldu¤u hallerde, bunlardan
sadece birinin veya birkaç›n›n dava açmas› söz konusu olmuflsa, mahkemeler di¤er zarar görenlerin de dava açmalar› olas›l›¤›n› göz önünde tutarak,
aç›lan davalar› zamanafl›m› süresinin sonuna kadar bekletmekte ve bu arada sigortac›n›n ödemesi gereken tutar da henüz belirli olmad›¤› (dava açan
zarar görenlere düflecek pay kesinleflmedi¤i) için temerrüt faizi de iflletmemektedirler (bkz. Ulafl, s.772). Ancak, Yarg›tay 19. Hukuk Dairesi’nin bir karar›nda bu uygulaman›n yumuflat›ld›¤› ve kazay› izleyen bir buçuk sene boyunca yarg›ya baflvurmam›fl olan bir zarar göreni dikkate almayarak hüküm
kurulmas›n›n hukuka uygun oldu¤una hükmedildi¤i görülmektedir (bkz.
Ulafl, s.773). Yarg›tay 11. Hukuk Dairesi de konuyu “sigortac›n›n iyi niyetle
ödeme yapmas›” ba¤lam›nda de¤erlendirmektedir (bkz. Ulafl, s. 774-775). Bu
sebeple, trafik kazas› tutana¤›nda belirtilmeyen bir zarar görenin hesaba
kat›lmam›fl olmas› veya zarar görenlerden birini veya birkaç›n› hesaba katmayan bir mahkeme karar› uyar›nca icra veznesine ödeme yap›lmas› iyi niyetle ödeme say›lm›fl ve sigortac›n›n hesaba kat›lmam›fl olan zarar görenlere karfl› da sorumluluktan kurtulmufl oldu¤u sonucuna var›lm›flt›r.
Oysa, mehaz ‹sviçre hukukunda yasa sorunu aç›k bir hükümle çözüme kavuflturmufl bulunmaktad›r. LCR m. 66 fk.2 uyar›nca “Gerek dava açm›fl olan
zarar gören gerek daval› sigortac›, hakimden, di¤er zarar görenlere, aksine
davran›fl›n sonuçlar›n› da bildirerek, o mahkemede dava açmalar› için süre
verilmesini talep edebilir. Sigortac›n›n ödeyece¤i tazminat tutar›n›n zarar
görenler aras›nda nas›l paylaflt›r›laca¤› o mahkemece karara ba¤lan›r. Paylaflt›rmada, di¤er taleplerin varl›¤›na bak›lmaks›z›n, öncelikle süresinde dava açan zarar görenlerin talepleri karfl›lan›r”.
Bizde de bu çözüm benimsenmelidir. Di¤er taraftan, hiç de¤ilse sigortac›n›n
ödemesi gereken limit tutar›n› nemaland›r›lmak üzere bir hesaba yat›rmas›
sa¤lanmal› ve dava yoluna baflvuran zarar görenlerin paylaflt›rman›n gecikmesinden dolay› kayba u¤ramalar› bir ölçüde önlenmelidir.
6) Madde 94- Do¤rudan Do¤ruya Talep ve Dava Hakk›
KTK, zarar gören üçüncü kifliye do¤rudan do¤ruya sigortac›ya karfl› talepte
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
195
bulunmak ve onu dava etmek hakk›n› tan›m›flt›r. Günümüzde Yarg›tay, sadece trafik sorumlulu¤u sigortas›nda de¤il fakat bütün sorumluluk sigortalar›nda zarar gören kifliye sorumluluk sigortac›s›n› do¤rudan do¤ruya dava
etmek hakk›n› vermektedir. Bu sebeple, KTK, yürürlükteki genel kural do¤rultusunda çözüm içerir hale dönüflmüfl bulunmaktad›r.
7) Madde 98- Tedavi Giderlerinin Ödenmesi
Yaralanma söz konusu oldu¤unda, arac›n zorunlu trafik sigortac›s› baflvurma tarihinden itibaren 8 gün içinde zorunlu sigorta limitleri dahilinde ödemekle yükümlüdür.
Kanunda ödeme yükümlüsü olarak “arac›n zorunlu sorumluluk sigortas›n›
yapan sigortac›” gösterilmifl bulunmaktad›r. Bunu “kazaya sebep olan arac›n
sigortac›s›” olarak anlamak gerekir.
Kazaya iki veya daha fazla araç kar›flm›fl oldu¤u takdirde, illiyet ba¤›n›n kesildi¤i haller d›fl›nda bütün araçlar›n iflletenleri müteselsilen sorumlu olacakt›r (KTK m.88 fk.2). Dolay›s›yla birden fazla sorumlu iflleten ve birden
fazla sorumlu sigortac› söz konusu olabilecektir. KTK m.98 fk.2 ise, birden
çok arac›n kar›flt›¤› bir trafik kazas›nda yaralanan kiflilerin, araçlar›n sigortac›lar›ndan herhangi birine baflvurabileceklerini hükme ba¤lamaktad›r.
Kazaya kar›flan araçlardan birinin iflleteni –mesela kaza di¤er araçlar›n sürücülerinin a¤›r kusurundan ileri gelmifl bulundu¤u için– sorumlu de¤ilse
(k›rm›z› ›fl›kta kurallara uygun flekilde durmufl bulunan araca alkollü sürücü yönetimindeki bir araç arkadan h›zla çarp›yor ve öndeki araçta bulunan
bir kiflinin yaralanmas›na yol aç›yor), acaba KTK m.98 fk.2 uyar›nca o arac›n sigortac›s› sorumlu tutulabilecek midir? Kan›m›zca, sorumluluk sigortas›, sorumluluk mevcut ise devreye girmelidir. ‹lliyet ba¤› kesildi¤i için sorumlulu¤un söz konusu olmad›¤› hallerde, sigortac›n›n ödeme yükümlülü¤ü
de do¤mayacakt›r.
Birden çok arac›n kar›flt›¤› bir kazada iflletenlerden biri bedensel zarara u¤ram›fl olursa (KTK m.89 fk.1), di¤er araçlar›n iflletenleri kendilerine düflen
kusur oran›nda sorumlu olacaklard›r. Bu sebeple mesela kaza her iki iflletenin de yüzde elli kusuru sebebiyle meydana gelmifl bulundu¤u takdirde, bedensel zarara maruz kalan iflleten, di¤er iflletenden u¤rad›¤› zarar›n›n yar›s›n› isteyebilecektir. Burada bedensel zarara u¤rayan iflletenin kendi arac›n›n sigortac›s›ndan herhangi bir talepte bulunmaya hakk› olmad›¤› gibi, di¤er arac›n sigortac›s›ndan da sadece zarar›n›n yar›s›n› talep etmeye hakk›
vard›r.
Ünan
196
Bir motorlu arac›n sebep oldu¤u kazada yaralananlar,
-
ilk yard›m
-
muayene ve kontrol
-
tedavi masraflar›
-
tedavinin gerektirdi¤i di¤er masraflar
için o arac›n sorumluluk sigortac›s›ndan talepte bulunabileceklerdir.
KTK m.8 uyar›nca özel veya resmi sa¤l›k kurulufllar› bir trafik kazas› sonras›nda acilen getirilen veya baflvuran kiflilere Sa¤l›k Bakanl›¤›’n›n tarifesini uygulayarak t›bbi hizmet vermekle yükümlüdür. Bu hizmet sebebiyle sa¤l›k kuruluflunun hak etti¤i (tarifeye göre belirlenen) ücret zorunlu trafik sorumlulu¤u sigorta limitini aflsa dahi, sigortac›dan talep edilebilmektedir.
Ancak, sigortac›, limitten fazla ödedi¤i tutarlar› Garanti Hesab›’ndan geri
alma hakk›na sahiptir. KTK m.8’de yer alan bu düzenleme göz önünde tutuldu¤u takdirde, yasan›n zarar görenlerin sa¤l›k kurulufluna ödeme yapmamalar›n›, trafik kazas›ndan kaynaklanan acil tedavi giderlerinin bütünüyle
sigortac›dan tahsilini öngördü¤ü anlafl›lmaktad›r. Ancak uygulamada sa¤l›k
kurulufllar› hemen daima ücretlerini yaralanan kiflilerden veya yak›nlar›ndan tahsil etmekte; ço¤u zaman da yasal ücret s›n›rlamas›n› dikkate almayarak, Sa¤l›k Bakanl›¤› tarifesi yerine kendi tarifelerini uygulamaktad›rlar.
Sa¤l›k kurulufluna –KTK m.8’deki ücret s›n›rlamas›n› bilmeksizin– ödeme
yapan zarar gören kifliler de, ödedikleri tutarlar› zarardan sorumlu sigortac›dan istemektedirler. Sigortac›lar, bu durumda
-
zarar görene, onun sa¤l›k kurulufluna ödemifl oldu¤u tutar› geri ödeyerek, tarifeye göre fazla ald›¤› tutar› sa¤l›k kuruluflundan, -e¤er limitten fazla ödeme yap›lmas› söz konusu olmuflsa, fazlay› Garanti
hesab›’ndan- geri istemek; veya
-
zarar görene sadece tarife uyar›nca ondan al›nm›fl olmas› gereken tutar kadar ödeme yap›p, fazla ödedi¤i k›s›m için sa¤l›k kurulufluna
baflvurmas›n› önermek
fl›klar›ndan birini tercih etmektedirler. fiu an için uygulamada ikinci yol ra¤bet görmektedir. Henüz yarg› bu sorunu çözüme ba¤lam›fl de¤ildir. Kanuna
göre Sa¤l›k Bakanl›¤› tarifesinde yaz›l› olandan fazlas›n› talep etmemek zorunda olan bir sa¤l›k kuruluflunun, son aflamada fazla tahsil etti¤i tutar› geri vermekle yükümlü tutulaca¤› aç›kt›r. Zarar gören-trafik sigortac›s› iliflkisinde ise, mali yükün (geçici olarak) sigorta flirketine yüklenmesi yarg› organlar›na daha ›l›ml› bir çözüm olarak görünebilir. Konu yoruma aç›kt›r.
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
197
8) Madde 99- Tazminat ve Giderlerinin Ödenmesi
Yasa, sigortac›n›n kaza tespit tutana¤›n›n kendisine ibraz›ndan itibaren en
geç sekiz ifl günü içinde ödeme yapmak zorunda oldu¤unu hükme ba¤lam›flt›r. Bu yükümlülük sigortac›n›n sorumluluk flartlar›n›n gerçekleflmifl oldu¤unu saptamas› üzerine söz konusu olmak gerekir. E¤er sorumlulu¤u sigorta edilmifl olan iflletenin olayda sorumlu tutulmamas› gerekti¤i kaza tespit
tutana¤›na ra¤men geçerli flekilde saptanmakta ise sigortac›n›n ödeme yapma yükümlülü¤ü olmaz.
9) Madde 102- Motorlu Araç Römorklar›
Bir römorkun, yar› römorkun veya çekilen bir arac›n sebep oldu¤u zarardan
dolay› çekicinin iflleteni, KTK’nda motorlu araç iflleteni için öngörülen hükümler uyar›nca sorumludur. Çekilen araç için sorumluluk ise genel hükümlere göre belirlenecektir.
Çekicinin iflleteni taraf›ndan yapt›r›lan sigorta, römorkun sebep olaca¤› zararlardan sorumlulu¤u da kapsamaktad›r.
Bu düzenleme çerçevesinde çekicinin iflleteni, çekilen araçtan kaynaklanan
zararlardan her halde –çekicinin iflleteninde veya eylemlerinden sorumlu oldu¤u kiflilerde herhangi bir kusur bulunmasa ve kaza tamamen çekilen
araçtan –mesela bundaki bir bozukluktan kaynaklanm›fl olsa dahi– sorumlu olacakt›r. Kazan›n münhas›ran çekilen araçtaki bir bozukluktan ileri geldi¤i hallerde, e¤er çekilen arac›n ilgilisi çekicinin iflleteninden baflka bir kifli ise, çekilen arac›n ilgilisi de kusuru bulunmak kofluluyla sorumlu tutulabilecektir. Bu gibi bir halde çekicinin iflleteninin fleklen arac›n ilgilisine rücu edebilmesi gerekir. BK m.51 uyar›nca, kanundan dolay› sorumlu tutulan
çekicinin iflletenine, kusuru dolay›s›yla sorumlu tutulan çekilen arac›n ilgilinse dönmek hakk›n› tan›mak lâz›md›r.
Çekicinin iflleteni ile çekilen arac›n ilgilisinin farkl› kifliler oldu¤u durumlarda, e¤er kaza tek bafl›na çekiciden kaynaklanm›flsa, çekilen arac›n ilgilisinin
sorumlulu¤u gündeme gelmeyecektir. Kazan›n ayn› anda hem çekiciden hem
de çekilen araçtan ileri gelmifl say›lmas› gerekiyorsa –mesela çekicinin sürücüsünün hatas› ile çekilen araçtaki bozukluk kazaya birlikte sebep oluyorlar- çekilen araçtaki bozukluk bu arac›n ilgilisi hesab›na bir sorumluluk sebebi oluflturmad›¤› takdirde çekilen arac›n ilgilisi sorumlu olmayacak; buna
karfl›l›k çekicinin iflleteni sorumlu tutulabilecektir. Bu gibi bir durumda, kazadan kaynaklanan sorumlulu¤un çekicinin iflleteninin ve onun sigortac›s›-
198
Ünan
n›n üzerinde kalmas› adalete pek uygun düflmemektedir. Bu gibi bir halde
çekicinin iflleteninin çekilen arac›n ilgilisine rücu edebilmesi ancak aralar›nda buna imkân veren bir sözleflme iliflkisi varsa mümkün olabilecektir. BK
m.51 bu ihtimalde uygulanmaz çünkü çekilen arac›n ilgilisi herhangi bir sebeple sorumlu bulunmamakta; birden fazla kiflinin farkl› sebeplere dayanarak “sorumlu olmalar›” flart› gerçekleflmemektedir. Kan›m›zca, çekilen araçtaki bozuklu¤un üçüncü bir kifli taraf›ndan gerçeklefltirilen bak›m veya onar›mdan ileri geldi¤i hallerde, o üçüncü kifliyi çekilen araç ilgilisi ile çekicinin
iflleteni aras›nda mevcut olan ve çekilen arac›n ilgilisine (çekicinin iflletenine karfl›) “çekilen arac› elveriflli halde teslim etmek” borcunu yükleyen sözleflmesel iliflki aç›s›ndan “yard›mc› kifli” saymak ve çekilen arac›n ilgilisini
BK m.100 uyar›nca sorumlu tutmak mümkündür.
KTK m.102 fk.3, insan tafl›mada kullan›lan römorklar için özel bir düzenlemeye yer vermifl ve bu halde ek bir sorumluluk sigortas› yapt›r›larak “tüm
katar›n” (?) en az zorunlu mali sorumluluk sigortas› tutarlar›n›n kapsam›na
girmesinin sa¤lanmas› gerekti¤ini hükme ba¤lam›flt›r. Bu hükme pek anlam
verebilmifl de¤iliz.
10) Madde 104- Motorlu Araçlarla ‹lgili Mesleki Faaliyette
Bulunanlar
Bir motorlu arac›n iflleteni, o arac›n onar›m, bak›m, al›m-sat›m, araçta de¤ifliklik yap›lmas› veya benzeri bir amaçla “motorlu araçla ilgili mesleki faaliyette bulunan bir teflebbüse b›rak›lmas› halinde, o araçla baflkalar›na verilmifl olan zararlardan sorumlu de¤ildir. Bu gibi bir halde sorumluluk motorlu araçla ilgili teflebbüsün sahibine aittir. Bu kimse, t›pk› iflleten gibi sorumludur ve söz konusu sorumluluk için sigorta yapt›rmakla yükümlüdür. Aksi
halde, iflyerleri faaliyetten men edilebilecektir.
KTK m.104 çerçevesinde tamirciler, garaj iflleticileri, galeri sahipleri, motorlu araç bak›m istasyonlar›, araç temizleme hizmetini veren istasyonlar (kendilerini oto kuaförü olarak adland›rmaktad›rlar), kendilerine b›rak›lan araçlar›n baflkalar›na verecekleri zararlardan sorumludurlar.
Tamirhanede arac›n yanmas› ve bu yang›n›n baflka araçlara da zarar vermesi veya tamirhane içinde bir araca yapt›r›lan manevra veya yer de¤ifltirme
s›ras›nda baflka araçlara çarpma sonucu meydana gelen zararlar›n giderilmesi, teflebbüs sahibinin (tamirhane iflleticisinin) yapt›rd›¤› sigorta, sadece
KTK uyar›nca iflletenin sorumlu oldu¤u halleri kaps›yorsa devreye girmeyebilecektir. Çünkü, bu say›lan hallerde, zarar arac›n iflletilmesi sonucu mey-
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
199
dana gelmifl say›lmayabilece¤i gibi KTK’n›n yer itibariyle uygulanma flartlar› gerçekleflmemifl olabilir.
11) Madde 107- Çal›nan veya Gasbedilen Araçlardan Sorumluluk
Motorlu arac›n çal›nmas› halinde, araç iflleteninin veya eylemlerinden sorumlu bulundu¤u kiflilerin bu çal›nma bak›m›ndan kusurlu say›lmalar› gerekiyorsa, araç iflleteni sorumlu kalmaya devam eder. Buna karfl›l›k kendi
veya eylemlerinden sorumlu oldu¤u kimselerin kusuru yoksa, sorumluluktan kurtulmufl say›l›r ve o araçla baflkalar›na verilen zararlar için sadece
arac› çalan veya gasp eden kimse (ve onunla beraber bu durumu bilen yahut
bilebilecek durumda olan sürücü) sorumlu tutulur.
Kanun, çal›nan veya gasp edilen bir araca bu durumu bilerek binmifl olan
yolculara karfl› sorumlulu¤un genel hükümlere tabi olaca¤›n› öngörmektedir. Bu düzenleme, en baflta h›rs›z veya gaspç› bak›m›ndan anlam tafl›maktad›r. Onlar, araçta durumu bilerek kendi istekleriyle bulunan yolculara
karfl› kusurlar› oldu¤u takdirde sorumlu tutulabileceklerdir. Araç iflleteni
de, bu yolcular›n maruz kald›¤› zararlardan e¤er arac›n çal›nmas›nda veya
gasp edilmesinde kusurlu ise ve ilaveten h›rs›z yahut gaspç› dahi meydana
gelen kazada kusurlu bulunmakta ise sorumlu olacakt›r.
‹sviçre’de benimsenen çözüm flu flekildedir (LCR art.75):
-
Arac› çalan veya gasp eden kifli iflleten gibi sorumludur; arac›n çal›nd›¤›n› veya gasp edildi¤ini bilen veya bilmesi gereken sürücü de
onunla birlikte müteselsilen sorumlu tutulabilmektedir.
-
Çal›nan veya gasp edilen arac›n iflleteni, arac› çalan veya gasp eden
kimselere ve arac›n çal›nd›¤›n› veya gasp edildi¤ini bilen veya bilmesi gereken sürücüye karfl› sorumlu olmamakta; fakat di¤er kiflilere
karfl› sorumluluktan kurtulamamaktad›r
-
‹flleten veya sigortac›s› arac› çalan veya gasp eden kifliye yahut sorumlu sürücüye rücu etmek hakk›n› haizdirler
-
Sigortac›, arac›n çal›nmas›nda veya gasp edilmesinde kusuru olmayan iflleteni parasal dezavantaja maruz b›rakamaz.
Arac› çal›nan veya gasp edilen iflletenin üçüncü kiflilere karfl› sorumlu olmaya devam etmesi, üçüncü kiflinin a¤›r kusurunun illiyet ba¤›n› kesece¤i ilkesine uygun düflmemektedir.
Ünan
200
12) Madde 109- Zamanafl›m›
Karayollar› Trafik Kanunu sadece “maddi zararlarla” ilgili hüküm içermektedir. Can zararlar› genel hükümlere b›rak›lm›flt›r. Bu eksik düzenlemenin
sebebi belirsizdir.
Zamanafl›m› iki sene olarak öngörülmüfltür. E¤er ceza zamanafl›m› daha
uzun ise, maddi zararlar›n tazminine yönelik özel hukuk talepleri de ceza
zamanafl›m›na tabi olacakt›r.
Zamanafl›m›, zarar görenin zarar›n› ve tazminat yükümlüsünü ö¤rendi¤i andan itibaren iflleyecektir. Her halde, kazadan itibaren on y›ll›k bir tavan söz
konusudur.
Kanunun özelliklerinden biri de, trafik sorumlulu¤unu sigorta etmifl olan sigortac›ya karfl› kesilen zamanafl›m›n›n, sorumlulu¤u sigorta edilmifl tazminat yükümlüsüne karfl› da kesilmifl say›lmas›d›r. Bunun tersi de geçerlidir:
E¤er zamanafl›m› tazminat yükümlüsüne karfl› kesilmiflse, onun sigortac›s›na karfl› da kesilmifl olur.
Tazminat yükümlülerinin birbirlerine karfl› rücu haklar›na iliflkin zamanafl›m› ise, kendi yükümlülüklerini yerine getirmelerinden ve rücu edilecek kifliyi ö¤renmelerinden itibaren iki y›ld›r.
Kanun yukar›da belirtti¤imiz hükümlerin d›fl›nda kalan hususlarda genel
hükümlerin uygulanaca¤›n› öngörmüfl bulunmaktad›r.
13) Madde 110- Yetkili Mahkeme
Kanun, motorlu araç kazalar›ndan dolay› hukuki sorumlulu¤a iliflkin davalar›n
-
Sigortac›n›n merkez veya flubesinin bulundu¤u yerde
-
Sigortaya arac›l›k eden acentenin bulundu¤u yerde
-
Kazan›n meydana geldi¤i yerde
aç›labilece¤ini hükme ba¤lamaktad›r.
‹sviçre kanununda ise kaza yeri mahkemesi yetkilidir. E¤er henüz kendilerine tazminat ödenmemifl bütün zarar görenler raz› iseler, sorumlulardan bi-
Trafik Sorumlulu¤u Sigortas›
201
rinin ikametgah› veya sigortac›ya aç›lacak davalarda sigortac›n›n merkezinin bulundu¤u yer mahkemesinde de dava aç›labilmektedir (LCR art. 84).
Türk düzenlemesi hatal›d›r:
-
Sigortac›n›n flubesinin bulundu¤u yer mahkemesi, kaza o flubenin
bölgesi d›fl›nda meydana gelmiflse uygun bir seçim de¤ildir. Sigortac›lar›n bölge müdürlükleri flube niteli¤indedirler. ‹zmir’de meydana
gelen bir trafik kazas› için sigortac›n›n Karadeniz Bölge Müdürlü¤ü’nün bulundu¤u Samsun veya Trabzon’da dava aç›lmas› ise yanl›flt›r.
-
Sigortaya arac›l›k eden acentenin mahkemesinde dava açmak da isabetsiz bir çözümdür. Acentelerin usuli taraf olma (müvekkillerine
izafeten has›m gösterilebilme) yükümlülükleri sadece arac›l›k ettikleri sözleflmeler bak›m›ndan mevcuttur (TTK m. 119 fk.2). Oysa trafik kazalar› sözleflme d›fl› iliflki meydana getirmektedir.
-
Di¤er taraftan, kanun “motorlu araç kazalar›ndan dolay› hukuki sorumlulu¤a iliflkin dava” fleklinde çok genifl bir anlat›m içermektedir.
Buna göre, kazan›n meydana geldi¤i yerde sigortac›y›; sigortac›n›n
merkezinin bulundu¤u yerde de iflleteni dava etmek mümkün olabilecektir. Oysa, iflleteni sigortac›n›n merkezinde dava edebilmek ancak ayn› zamanda sigortac› da orada dava edilmiflse mümkün olabilmelidir.
14) Madde 111- Sorumlulu¤a ‹liflkin Anlaflmalar
Karayollar› Trafik Kanunu’nda düzenlenen hukuki sorumluluk zarar görenler lehine emredicidir. Sorumlulu¤u önceden yap›lacak anlaflma ile daraltmak veya kald›rmak mümkün bulunmamaktad›r. Uygulamada -trafik kazalar›ndan do¤an sorumluluk hallerin çok büyük ço¤unlu¤unda sözleflme d›fl›
oldu¤u için- önceden yap›lacak sorumsuzluk anlaflmalar› esasen ço¤u halde
mümkün de bulunmamaktad›r. Buna karfl›l›k, sonradan yap›lan anlaflmalar›n geçersiz say›lmalar› için sebep yoktur. Ancak, kanun sonradan yap›lacak
anlaflmalara iliflkin olarak da s›n›rlama getirmifltir. Taraflarca anlaflma yoluyla belirlenen tazminat miktar›n›n gerçe¤e uygun bulunmad›¤› (yetersiz
veya fahifl oldu¤u) aç›kça belli ise, bu anlaflma iki y›l içinde iptal ettirilebilecektir.
1839’DAN BUGÜNE TÜRK‹YE’N‹N B‹TMEYEN SEVDASI:
AVRUPALI OLMAK
Prof. Dr. Duygun YARSUVAT*
Avrupal› olmak, Osmanl› için bir tutkudur. Avrupal› olabilmek için, Osmanl›, Avrupal› Devletlerin kendisini mecbur k›ld›klar› bir tak›m yenilikler yapmay› kabul etmifl, bir baflka ifade ile kendi iste¤iyle Avrupal› Devletlerin
bask›s› alt›na girmifltir.
Türkiye de son 200 y›ld›r Avrupal› olmak için çaba sarfetmektedir. Gerek Osmanl›, gerek Türk, uslu çocuk ol seni de Avrupal› yapaca¤›z ninnisiyle 200
y›l› aflk›n bir süreden beri uyutulmaktad›r. Gerçi Osmanl›, Avrupal› olmay›
Devletinin kuruluflundan beri arzulam›flt›r. ‹lk önce bu arzusunu Avrupa’da
fetih yoluyla gerçeklefltirmek istemifltir. Ancak, skolastik yap›s›, islam dininin yönetim üzerinde etkili olmas›, hatta matbaan›n keflfinden 300 y›l sonra
Osmanl›’ya girmesi, fetih becerisini ortadan kald›rm›fl, bu kez Osmanl›, siyaseten Düvel-i Muazzama aras›na girmenin yollar›n› aramaya bafllam›flt›r.
Son günlerde yürürlü¤e giren yeni Türk Ceza Kanunu’nun 1’inci maddesinde yer alan hükme bakt›¤›m›zda, gayri ihtiyari tarihi geliflim hat›rlanmaktad›r. Ceza Kanunu’nun amac›; “kifli hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve
güvenli¤ini, hukuk devletini, kamu sa¤l›¤›n› ve çevreyi, toplum bar›fl›n› korumak, suç ifllenmesini önlemek”tir.
1839 Gülhane Hatt›hümayunu (Tanzimat Ferman›) içeri¤inde ilk önce “Osmanl› Devleti’nin kuruluflundan beri fleriata uyuldu¤u için, Devletin kudretli, halk›n refah içinde oldu¤u halde, 150 y›ld›r fleriat ve faydal› kanunlara
uyulmamas› nedeniyle zaaf ve fakirlik geldi¤i” tespiti yap›lmaktad›r.
Yine fermana göre, “ülkenin co¤rafi mevkii verimli arazisi ve halk›n yetenekleri” dolay›s›yla do¤ru tedbirlerle 5-10 sene içinde kalk›n›labilinirdi. Ted*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usulü Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
204
Yarsuvat
birlere bakt›¤›m›zda ilk s›ralanan husus, can, ›rz ve mal güvenli¤i olarak belirlenmifltir. Bunun ilk belirtisi, yönetenler s›n›f›n›n kul olarak kabul edildiklerinden, yarg›lanmadan idam edilmesi mümkündü. Buna siyaseten
“katl” denmekteydi. Böylece padiflah›n bir yetkisinin azalt›lmas› görülmekteydi.
‹kinci husus vergi, askerlik konular› gelmekteydi ve Müslüman olanlar kadar, Müslüman olmayanlar da askerlik görevini yapacaklard›. En son olarak, meclis-i ahkam› adliye kurulacak, bu meclis taraf›ndan yap›lacak kanunlara uygun davran›laca¤›na dair padiflah, ulema ve vekiller yemin edeceklerdi. Rütbeye, hat›r ve gönüle bakmadan, cezalar›n› vermek üzere bir
Ceza Kanunnamesi yap›lacakt›.
Dikkati çeken bir baflka husus da Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nda padiflaha çal›flan memurlar›n yetecek maafllar›n›n olmad›¤› ve bu maafllar›n yeterli hale getirilerek rüflvetin kald›r›laca¤› inanc› belirtilmekteydi. Ve ferman yeni
bir dönemin aç›lmakta oldu¤u hususunu da kesinlikle ortaya koymaktayd›.
Ancak bu ferman›n iki tane yapt›r›m› da söz konusudur. Birincisi bu düzenleme ‹stanbul’daki bütün Avrupa Devletleri Elçiliklerine bildirilecekti. Bir
nev’i garantörlük ifllemi yüklenmekteydi. Baflka bir ifadeyle, tanzimat›n bu
yapt›r›m› Avrupa Devletlerinin Osmanl› Devleti üzerindeki a¤›rl›¤›n›n bir
belirtisiydi.
Tanzimat ferman›n›n bir ikinci müeyyidesi ise, yapt›r›m› Allah idi. Fermanda yer alan hususlara ayk›r› davran›flta bulunanlara “Allah’u Teala Hazretlerinin lanetine mazhar olsunlar ve ilelebet felah bulmas›nlar” diye beddua
edilmekteydi. Böylece ikinci yapt›r›m da, tanr›n›n bu kimseler üzerindeki laneti olarak flekillenmiflti.
Osmanl› ‹mparatorlu¤u bu dönemde iktisadi ve askeri iflaslarla bo¤uflmaktayd›. Büyük bir ekonomik kriz askeri alanda da baflar›s›z sonuçlar, dolay›s›yla Osmanl›’n›n ba¤›ms›zl›¤› önemli ölçüde azalm›flt›. Tanzimat›n mimar›
Mustafa Reflit Pafla, ‹ngiliz ‹mparatorlu¤u’nun deste¤iyle siyasetini yürütmüfltür. Ancak ‹ngiltere’nin etkisi yan›nda da, d›fl etkenlerin ola¤anüstü
a¤›rl›¤› da vard›r. Müslim gayrimüslimler aras›nda eflitlik ilkesinin ilan edilmesi müsbet bir olay, ama gayrimüslimler aras›nda ve Müslimler aras›nda
ayr›cal›kl› zümreler oluflturmalar›, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun gelece¤i aç›s›ndan tehlikeli davran›fllard›. Nitekim, bu düflüncenin devam›n› Osmanl›
‹mparatorlu¤u devrinde de yaflad›k, günümüzdeki olaylara da bir göz atmak
cumhuriyet devrinde de ayn› durumda oldu¤umuzu anlamak için yeter.
Ayr›ca Osmanl›’da mevcut lonca endüstrisi y›k›lm›fl, ancak yerine ça¤dafl bir
1839’dan Bugüne Türkiye’nin Bitmeyen Sevdas›: Avrupal› Olmak
205
endüstri kurulmam›flt›r. Osmanl›, ülkesini bat›n›n sanayii ürünlerine aç›k
pazar haline de getirmifltir.
Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun yak›n tarihinde ikinci yenilik dönemi 1856 ‹slahat Ferman›’d›r. K›r›m Harbi’ne Osmanl› ‹mparatorlu¤u da kat›lm›fl ve bu
arada ‹ngilizleri korumak için ikibin Türk piyade askerini K›r›m’da ‹ngilizler yan›nda savaflmak üzere ödünç verilmesidir. Viyana Anlaflmas›’nda öngörülen flartlardan biri de, Osmanl› Devleti’nin H›ristiyan uyruklara tan›m›fl
oldu¤u haklar›n yeniden teyididir.
‹flte 1856 Islahat Ferman› eski haklar› teyid etmesinin yan›nda, baflka aç›klamalar› da beraberinde getirmifltir. Bunlar›n en önemlileri, Müslüman olmayanlar›n askeri ve sivil bütün okullara girme hakk›n›, Müslüman’la Müslüman
olmayanlar aras›nda veya gayrimüslimlerin kendi aralar›ndaki ihtilaflarda ayr› mahkemelerin kurulmas›yd›. Ceza ve Ticaret Mahkemeleri gibi… Bunlar
için ceza, ticaret ve usul kanunlar› haz›rlanacakt›. Müslüman olmayanlar› askerlikten istisna k›labilmek için bedel uygulamas›na yer verilmifltir. Yabanc›lara gayrimenkul edinme hakk› tan›nm›flt›r. Tanzimat Ferman›nda yer alan
hükümlerin teyid edilmesi ve Müslüman olmayanlar›n cemaat kurumlar›nda
da laikleflme ve demokratikleflme yönünden de¤ifliklikler öngörülmüfltü.
Paris Kongresi’nde Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nu ilgilendiren önemli kararlar
al›nm›flt›r. O zaman için bunlardan en önemlisi, Paris Kongresi’ne kat›lan Avrupa Devletleri’nce Osmanl› ülke bütünlü¤üne uyman›n kabul edilmesidir.
‹kinci olumlu nokta, Osmanl› Devleti’nin Avrupa camias›na girmesi ve Avrupa genel hukukundan, yani Devletler Umumi Hukuku’ndan yararlanmas›n›n da kabul edilmesidir. Bunu günümüzde yorumlamak gerekirse, Türkiye’nin flu anda 2000’li y›llarda içinde bulundu¤u durumu incelemek gerekir.
Bu kabule kadar, yani Uyum Yasalar› denen kanunlar›n yap›lmas›na kadar
Türkiye Cumhuriyeti t›pk› Osmanl› Devleti gibi flu ya da bu ölçüde hukuk
d›fl›, hiç de¤ilse Avrupa Hukuku d›fl› bir ülke olarak kabul edilmekteydi. O
tarihlerde bu geliflme Osmanl› Devlet adamlar› için son derece mutluluk getiren geliflmedir. Avrupal›larca “adam yerine konulduklar›n›” göstermekteydi. Tanzimat paflalar› bir baflar› olarak görüyorlar ve mutlulu¤un en üst noktas›nda olduklar›n› belirtiyorlard›.
24 Eylül 2004 tarihli gazetelere bakt›¤›m›zda, Sabah Gazetesi’nde “Biz Avrupal›y›z, Önümüzde Bir Engel Kalmad›”, Hürriyet Gazetesi’nde “Yolumuz
Aç›ld›”, Akflam Gazetesi’nde “Tam Yol Avrupa”, Milliyet Gazetesi’nde “AB’ye
Daha Yak›n›z”, Radikal Gazetesi’nde “Rapor Tamam, S›ra Kararda”, Vatan
Gazetesi’nde “Harika Sonuç”, Türkiye Gazetesi’nde “Art›k Engel Kalmad›”,
Günefl Gazetesi’nde “Yanl›fl Hesap Brüksel’den Döndü” ibarelerinin yer ald›-
206
Yarsuvat
¤›n› görüyoruz. Bu ibareler 150 y›l önce oldu¤u gibi Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti’nin, kamu yöneticilerinin de baflar›n›n ve mutlulu¤un zirvesinde
olduklar›n› hissettirmektedir. Ancak, tarihe bakt›¤›m›z vakit, Paris Anlaflmas›’yla kazan›lm›fl bulunan Avrupal›l›k sadece lafta kalm›fl, herhangi bir
de¤ifliklik de olmam›flt›r. Eflitlik ve Avrupal›l›k tamamen lafta kalm›flt›r. Paris Kongresi s›ras›nda Ali Pafla kapitülasyon düzenine son verilmesini istedi¤i zaman sessiz bir tepkiyle karfl›lanm›flt›r. Esas›nda ferman Avrupa’n›n
zoruyla haz›rlanm›fl ve Avrupa’n›n Osmanl› üzerindeki bask›s› için yeni vesileler yaratm›flt›r. Osmanl›’n›n ülke bütünlü¤ünün korunmas› da bir hayal
olmufltur.
Paris Kongresi’nin akabinde, Osmanl› ilk defa Avrupa Devletlerinden borç
almaya bafllam›flt›r. ‹ngiltere ve Fransa’dan 5 Milyon ‹ngiliz Alt›n› %4 faiz
ve %1 amortismanla al›nm›flt›r. Garanti olarak da M›s›r’dan gelecek olan haraç, ‹zmir ve Suriye Gümrükleri’nin gelirleri karfl›l›k gösterilmifltir ve bu
borçlanma ifllemi 2-3 y›lda bir, bazen her y›l devam etmifltir. Böylece ekonomik aç›dan da Osmanl› ‹mparatorlu¤u Düvel-i Muazzama’n›n emri alt›na
girmifltir.
1861 y›l›nda Abdülaziz’in padiflah olmas›, ruhen flartl› olarak fakat Avrupal› olma çabas›nda bulunan bir padiflaht›r. Ancak döneminde yine Düvel-i
Muazzama’n›n zoruyla bir tak›m ›slahatlara giriflmifltir. Düvel-i Muazzama,
Rumeli eyaletlerinin teftifli için uluslararas› bir komisyon istemifllerdir. Bu
istek Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun parçalanmas› yönündeki Avrupal› Devletlerin ifltahlar›n›n bir belirtisidir. Bütün bu olumsuzluklara ra¤men e¤itim
alan›nda yeniliklerin de yap›ld›¤›n› belirtmek gerekir;
1868 Galatasaray Sultanisi, 1872 Darüflflafaka Lisesi, 1858’de 43 olan rüfltiye say›s›n›n 1867’de 108’e ç›kart›lmas›, 1869’da Marif-i Umumiye Nizamnamesi’nin yap›lmas›, 1870’de Darülfünun’un aç›lmas›, 1872’de ‹stanbul’da
‹dadi’lerin aç›lmaya bafllanmas›, 1870’de K›z okullar›na ö¤retmen yetifltirecek olan Darül Muallimat’›n kurulmas›, Toprak hukukundaki yeni düzenlemelere iflaret etmek gerekir.
I. Meflrutiyet Dönemi’ne gelindi¤inde, Padiflah Abdülhamit ‹ngiliz elçisine
teminat vererek, yasalar›n uygunlu¤unu sa¤layaca¤›n›, Devletin bütçesini
haz›rlay›p harcamalar› kontrol edecek bir meclis-i umumi’nin kurulaca¤› konusunda söz vermifltir. Bir Anayasa’dan söz edilmemekle beraber, Mithat
Pafla, Hersek ve Bulgaristan’da ›slahat yap›lmas› karfl›l›¤›nda, siyasi huzura kavuflabilece¤ini ileri sürerek, meflruti bir rejime geçmeyi bir fikir olarak
ileri sürmüfltür. Bu fikir kabul edilerek, Mithat Pafla Frans›z ve 1831 Belçika Anayasa’lar›ndan esinlendi¤i anlafl›lmakla birlikte, 1850 Prusya Anayasas›’n›n da bu kanun-i esasi üzerinde etkili oldu¤unu belirtmek icap eder. Bu
1839’dan Bugüne Türkiye’nin Bitmeyen Sevdas›: Avrupal› Olmak
207
Anayasa, klasik hak ve özgürlükleri ayr›nt›l› bir biçimde göstermifltir. Bas›n
özgürlü¤ü, din özgürlü¤ü kabul edilmekte, vekillerin meclise karfl› sorumlulu¤u yer almamaktad›r. Yine Teflkilat Esasi Kanunu’nda yarg›lamayla ilgili
detayl› hükümler de yer alm›flt›r.
Anayasa’n›n hükümetin onay›ndan geçtikten sonra, Mithat Pafla sadrazam
olmufltur. Mithat Pafla’n›n icraat yapan bir vali ve Devlet yönetiminde de
meflrutiyetçilerin önderi olmas› nedeniyle, Avrupa Devletleri nezdinde büyük bir kredisi vard›. ‹ngiliz elçisiyle de yak›n temas halindeydi.
23 Aral›k 1876’da ‹stanbul’da Kas›mpafla’daki bahriye nezaretinde Uluslararas› Tershane Konferans› bafllad›. Bu konferans›n bafllad›¤› saatlerde, ‹stanbul’da Kanun-i Esasiye’yi kutlamak üzere toplar at›lmaktayd›. Zaman›n
hariciye naz›r› D›fliflleri Bakan› Saffet Pafla, söz alarak, bu toplar›n Kanuni Esasiye’nin ilan›n› gösterdi¤ini, art›k konferans›n Osmanl› ›slahat› için çal›flmas›na gerek kalmad›¤›n› bildirdi. Ancak konferansa kat›lan Düvel-i Muazama temsilcileri, bu sözleri so¤uk karfl›lad› ve hiç Anayasa yokmufl gibi çal›flmalar›na devam ettiler.
Mesela bu çal›flmalar aras›nda Bulgaristan, Bosna-Hersek’te istinaf mahkemeleri kurulacak ve yarg›çlar alt› büyük devletin görüflleri al›narak tayin
olacaklard›, Bosna-Hersek ve Bulgaristan valileri büyük devletlere dan›flarak atanacaklard›, Bulgaristan valileri mutlaka H›ristiyan olacakt›, yaln›z
Müslümanlar askerlik yapacakt› ve flehirlerdeki kalelerde bulundurulacaklard›, vilayetlerdeki milli asker ve jandarmalar Müslüman-H›ristiyan nüfus
oran› dikkate al›narak düzenlenecekti. Böylece Bosna-Hersek ve Bulgaristan’›n Balkanlarda daha önce emsallerinde görüldü¤ü üzere, önce özerklik,
sonra da ba¤›ms›zl›¤a ad›m atacaklar› gözüküyordu. Bu uygulamalar› sa¤lamak üzere, emrinde beflbin Belçika askeri bulunan karma bir komisyon kurulacakt›. Ayr›ca bölgedeki Çerkez muhacirlerin Anadolu’ya iadesi Müslüman mülkiyetindeki topraklar›n H›ristiyan çiftçilere devri öngörülüyordu.
Böylece Müslümanlar›n tasfiyesi amaçlanmaktayd›.
20 Ocak 1877’de konferans da¤›ld›. 16 gün sonra da Mithat Pafla Sadrazaml›ktan azledildi ve meflhur 113’üncü maddeye dayanarak Abdülhamit Anayasa’y› uygulamaktan vazgeçti.
I. Dünya Savafl›’n›n sonucu ortaya ç›kan Sevr Anlaflmas› Türkiye’nin Bölünmesi anlaflmas›d›r. Esas›nda bu Düvel-i Muazzama’n›n en büyük amac›d›r.
‹stiklal Savafl› ve sonundaki Lozan Anlaflmas›, Avrupa Devletlerinin Türkiye üzerindeki planlar›n›n suya düflmesi sonucu büyük bir hezimettir ve bunu hiçbir zaman unutmam›fllard›r. Bugün dahi, Türkiye’nin Avrupa Birli¤i’ne girmesini hiç istemeyen Fransa’n›n milletvekillerinden baz›lar›, en iyi
208
Yarsuvat
çözümün “Sevr” Anlaflmas›’na dönülmesi oldu¤unu aç›kça terennüm etmekten çekinmemektedirler.
Lozan Anlaflmas›nda bir hüküm var. Bu hüküm sonucundad›r ki Türkiye’de
hukuk reformlar› yap›ld›. Bu Türk hayat› için çok önemlidir. Medeni Kanun,
Ceza Kanunlar›, Usul Kanunlar› hepsi de¤iflti. ‹dari reformlar da yap›ld› ve
bu yola girildi. Yine 1859’larda Avrupal› Devletler Ademi Merkeziyetçi bir
yap›ya sahip olun diye ç›kt›lar. Sonra bak›yorsunuz ki ayn› istek, Avrupa
Birli¤i’nde yine var. Brüksel kamu yönetimi kanun tasar›s›n›n kanunlaflmas›nda ›srar ederek ademi merkeziyetçi bir kamu yönetime gitmek istiyor.
Bunlar›n hepsinin arkas›nda yatan bir fley var. Böl, parçala ve al. ‹dare et.
Lozan Anlaflmas›ndan sonra araya ‹kinci Dünya Harbi girdi. Marshall Plan› ile Amerika ilk defa bizim iç ifllerimize girmeye bafllad›. Türkiye’de gene
büyük bir ekonomik bunal›m bafllad›. Buna ra¤men Ankara Anlaflmas› ile bize ortak pazar kap›lar›n› açt›lar. 1976’da da taba¤›n içinde Ortak Pazara
sundular. Bizim o zaman bafl›m›zda bulunan yöneticilerce Avrupa Toplulu¤u
1.000.000.000 Dolar veriyordu girdi¤iniz zaman. Buna karfl›l›k
4.000.000.000 Dolar verirseniz gireriz diye zaman›n Türk hükümeti bir görüfl ileri sürdü. Bizden iki ay sonra Yunanistan ben giriyorum dedi. Bugün
Yunanl›lar›n a¤z›na bak›yoruz. Bu bir süreç, bu bir ninni. Biz bu ninniyi dinleye, dinleye büyüdük. Ben, benim babamda, onun babas› da, büyüdü flimdi
benim torunlar›m da bu ninniyle büyüyecek.
Atatürk’ün en büyük dehas› da yapm›fl oldu¤u hukuk reformlar›d›r. Ancak,
Atatürk’ün ideali Türkiye’yi “muass›r medeniyetler seviyesine” getirmektir.
Avrupal› olmak de¤ildir. Zaten muass›r medeniyetler seviyesine gelindi¤inde, Avrupal› olsun olmas›n bütün ülkelerin dikkatini çekecek ve onlar üzerinde üstünlük sa¤lanabilecektir.
Avrupa Birli¤i’ne dahil olmam›z Türkiye’de ne gibi de¤iflimlere sebep olabilir? Biraz daha disiplinli oluruz. Biraz daha kanunlar› uygulayabiliriz. ‹nsan
haklar›na sayg›y› yerlefltirebiliriz. Belki flehirler daha muntazam olur. Dere
yataklar›na ev yapt›rmay›z. Seçimi kazanmak için gecekondulara elektrik,
su ve sair vermeyiz. Belki siyasi hayata kat›lanlar ve onlar›n aktörleri daha
bilinçli olarak seçilirler. Devlet memurlar›n›n, mahalli idareleri yönetenlerin
daha bilinçli olmalar›, daha iyi yetiflmifl olmalar› aranabilir. Belki Avrupa ülkelerine vize almadan seyahat edebiliriz. Ancak, gene Avrupa Birli¤i’nin bizim bo¤az kenar›ndaki rak› içmemize, sandalla bal›k piflirmemize, bal›¤›n
gazete ka¤›d›na sar›l›p verilmesine pek mani olaca¤›n› tahmin etmiyorum.
TANINMIfi MARKALAR
Prof. Dr. Hamdi YASAMAN*
I- Genel Olarak Marka
Marka 556 say›l› KHK’nin 5. maddesinde tan›mlanm›flt›r: marka, bir teflebbüsün mal ve hizmetlerini bir baflka teflebbüsün mal ve hizmetlerinden ay›rt
etmeyi sa¤lamas› kofluluyla, kifli adlar› dahil, özellikle sözcükler, harfler, say›lar, mallar›n biçimi veya ambalajlar› gibi çizimle görüntülenebilen veya
benzer biçimde ifade edilebilen, bask› yoluyla yay›nlanabilen ve ço¤alt›labilen her türlü iflareti içerir.
II- Markan›n ve Özellikle Tan›nm›fl Markan›n Ekonomik Önemi
Marka ve markalaflma konusu son derece günceldir. Hürriyet Gazetesi’nin
bu y›l içinde ç›kan nüshalar›ndan birinde, marka tescillerinin say›s›nda büyük bir art›fl oldu¤u ve mevcut tescili marka adedi bak›m›ndan, Avrupa’da
üçüncü s›raya yükseldi¤imiz yönünde bir haber yay›mland›. Bunun yan›s›ra, Sanayi ve Ticaret Bakan› Ali Çoflkun, 2004 y›l›nda marka tescillerinin %
25 artt›¤› ve 47 bine ulaflt›¤›n› belirtti.
Art›k, pazar›n globalleflti¤i bir dünyada yafl›yoruz. Bilgi ça¤› flemsiyesi alt›nda ac›mas›z bir rekabet yaflanmakta; bu ortamda ayakta kalmak için rekabet gücü yüksek bir ülke olmak mecburiyeti vard›r. Özel sektör öncülü¤ünde rekabet gücünün art›r›lmas› öncelikli hedef olarak görünmektedir. Bunun
yolu nereden geçiyor? Günümüzde ülkelerin geliflmifllikleri fikri ve s›nai
haklara verdikleri önemle ölçülmektedir. Firmalar›n en de¤erli varl›klar› ise
markalar›d›r. Yabanc› firmalar, en önemli sorun olarak, s›nai mülkiyet haklar›n›n güvence alt›nda olmas› hususunu görmektedirler.
‹flte bu türden yap›sal özellikler gösteren bir ekonomik düzende, rekabet gü*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
210
Yasaman
cünün art›r›lmas›, markalaflmadan ve elbette s›nai haklar›n etkin bir flekilde korunmas›ndan geçmektedir. Markan›n temsil etti¤i üretim ve hizmet kalitesi, ulusararas› rekabette söz sahibi olunabilmesi yönünde anahtar rol oynamaktad›r. Markan›n tutulmas›, esasen, o markaya sahip müteflebbisin
üretim kalitesinin, verimlili¤inin ve son tahlilde karl›l›¤›n›n simgesidir. O
halde, markaya salt popüler kültürün ve tüketim toplumunun bir unsuru
olarak bakmak son derece hatal› olacakt›r. Markan›n tan›nm›fll›¤› artt›kça
bu göstergeler elbette zirve noktas›na ulaflacakt›r. Zira, flirketlerin marka
de¤erleri, iflletmelerine tahsis ettikleri tesisat›n toplam de¤erinin kat be kat
fazlas› olmaktad›r. Marka ne kadar tan›nm›fl ise, marka sahibinin o kadar
çok müflterisi var ve iflletmesi o kadar karl›l›kla çal›fl›yor demektir.
III- Markalar›n Çeflitleri
A. Kullan›m Amac›na Göre: Ticaret Markas› - Hizmet Markas›
Ticaret markas›, bir iflletmenin imalat›n› ve/veya ticaretini yapt›¤› mallar› di¤er iflletmelerin mallar›ndan ay›ran iflarettir. Buna göre, ticaret markas›, mallar üzerinde kullan›lan ve üzerinde kulan›ld›¤› mallar› ay›rt etme ifllevine sahip olan iflarettir. Ticaret markas› mal›n veya ambalaj›n›n üzerinde yer al›r.
Hizmet markalar› ise, bir iflletmenin piyasaya sundu¤u hizmetlerini di¤er
iflletmelerin hizmetlerinden ay›rt etmeye yarayan iflarettir. Hizmet markalar›, ilk defa Paris Sözleflmesi’nde 1958 y›l›nda Lizbon’da yap›lan de¤ifliklikle uluslararas› alanda korunmaya bafllam›flt›r. Buna karfl›n, 551 say›l› Markalar Kanunu döneminde, yaln›zca ticaret markalar› düzenlenmiflti. Hizmet
markalar›n›n Türk hukukunda düzenlenifli 556 say›l› KHK’nin yürürlü¤e
girmesi ile mümkün olmufltur.
B. Sahiplerine Göre: Bireysel (Ferdi) Marka - Ortak Marka - Garanti
Markas›
Marka denilince akla gelen bireysel markad›r. Bireysel (ferdi) marka, mal
veya hizmetleri ay›rt etme ifllevine sahip olan ve sadece ad›na tescil edildi¤i
kiflilere hak bahfleden markad›r. KHK sistemi bireysel marka üzerine infla
edilmifltir. Zira, esas olan, mal veya hizmetlerin her bir bireysel iflletme bak›m›ndan ay›rt edilmesidir. Tescilin birden çok kifli ad›na yap›lm›fl olmas› ve
bu itibarla, marka üzerinde payl› mülkiyet veya elbirli¤i mülkiyeti kurulmas› mümkündür. Hak sahibinin birden çok olmas›, markan›n bireyselli¤ini etkilemez.
Tan›nm›fl Markalar
211
Ortak marka ise, bir gruba dahil iflletmelerin mal veya hizmetlerini birbirinden ay›rt etmeye yarar. Bu niteli¤i ve amac› ile bireysel markaya yak›nd›r.
Ancak fark›, tescilin bir veya birden çok kifli ad›na yap›lmas›; ancak markan›n, yaln›z maliklerce de¤il, tescile tabi olan teknik yönetmelikte gösterilen
iflletmelerce de kullan›lmas› noktas›nda ortaya ç›kmaktad›r. Ortak marka,
bir gruba aidiyeti gösterir. Bu aidiyet, iflletmelerin organik ba¤›na iliflkin olabilece¤i gibi, ba¤›ms›z iflletmelerin co¤rafi konumlar›, üretim teknikleri ya
da reklam birliktelikleri üzerine de infla edilmifl olabilir. Örne¤in, tüm f›nd›k
üreticilerinin, ortak marka olarak tescil edilmifl bir slogan alt›nda pazarlama faaliyeti yürütmeleri mümkündür. Bir holdinge ba¤l› iflletmelerin de kimi zaman ayn› markay› kulland›¤› görülmektedir. Örne¤in, “koç” markas›,
gruba dahil tüm flirketlerce, kendi markalar›n›n yan›s›ra, ucu kalkm›fl ka¤›t
alt›nda yer alan bir yaz› format›nda kullan›lmaktad›r. Ancak, bu durum söz
konusu markan›n bir ortak marka oldu¤unu göstermez. An›lan marka esasen holding ad›na tescilli olup, onun izni ile ifltiraklerce kullan›lmaktad›r. Bu
itibarla, bir ferdi markan›n da lisanslar yoluyla ortak marka gibi ifllev görmesi sa¤lanabilmektedir. Üstelik son tahlilde, bir markan›n ortak marka m›
yoksa bireysel holding markas› m› oldu¤u oldu¤u yönünde herhangi bir kar›fl›kl›k da meydana gelmesi mümkün de¤ildir. Zira, 556 s. KHK Uygulama
Yönetmeli¤i uyar›nca, ortak markan›n tescili, salt bu markaya iliflkin bir idari ifllem taht›nda, KHK’de gösterilen flartlar dahilinde yap›lmakta; sicilde ve
tescil belgesinde, ortak marka niteli¤i aç›kça zikredilmektedir.
Garanti markas›, ortak marka gibi bir kollektif markad›r. Bunun anlam›,
kullan›m›n malik olmayan bir çok kifli taraf›ndan, bir teknik yönetmelik çerçevesinde kullan›labilmesidir. Ancak, garanti markas›n›n hiçbir surette mal
veya hizmetleri ay›rt etme ifllevi bulunmamaktad›r. Garanti markas›, birden
fazla iflletme taraf›ndan marka sahibinin izni alt›nda kullan›lan ve söz konusu iflletmelerin mal veya hizmetlerinin, tescili zorunlu bir teknik yönetmelikte belirlenen ortak özelliklerini, üretim usullerini, co¤rafi menflelerini
ve kalitesini garanti etmeye yarayan iflarettir. Garanti markas›, sahibi veya
iktisaden ona ba¤l› iflletmeler taraf›ndan kullan›lamaz. Zira, kontrol yükümlülü¤ü alt›nda olan malikin ayn› anda kontrol edilen olmas›, garanti
markas›n›n al›c›lara yönelik olarak yerine getirdi¤i güvenceyi sarsar. Garanti markas›na örnek olarak, ürünün saf yünden imal edildi¤ine iflaret eden
“Woolmark”; ürün ambalaj›n›n geri dönüflümlü materyalden üretildi¤ini belirten “Der Grüne Punkt” ve “TSE” markalar› gösterilebilir.
C. Tescilli Olup Olmamalar›na Göre: Tescilli Marka - Tescilsiz Marka
556 say›l› KHK sisteminde, koruma tescilli markaya sa¤lanm›flt›r. Ancak, bu
durum, tescil edilmemifl olmakla birlikte, KHK’de markaya atfedilen ifllevi
212
Yasaman
yerine getiren iflaretlerin söz konusu olmayaca¤› anlam›na gelmez. Mal veya hizmetleri birbirinden ay›rt etmeye yarayan her iflaret, tescilli olsun olmas›n, markad›r.
556 say›l› KHK korumay› tescile ba¤lamakla, tescilli markalar› üstün tutar
gözükmektedir. Oysa ki bu yarg› gerçek durumu tam anlam›yla yans›tmamaktad›r. Zira, tescilsiz bir markan›n sahibi, KHK’nin 8/3. maddesine göre,
tescile itiraz edebilir; 42/1-b hükmü uyar›nca, tescilli markan›n hükümsüzlü¤üne karar verilmesini mahkemeden isteyebilir. Bu durum da göstermektedir ki marka üzerindeki esasen kullan›mla do¤makta; markay› kullanan
ve ona ay›rt edicilik kazand›ran kifli, iflareti tescilli olmasa dahi, marka sahibi statüsünü kazanmaktad›r. Ancak, marka tescil edilmeden, KHK’deki di¤er haklardan yararlan›labilmesi mümkün de¤ildir.
D. Tescilin Etkisini Gösterdi¤i Co¤rafi Alana Göre: Ulusal Marka Topluluk Markas› - Uluslararas› Tescilli Marka
Kural, tescilin etkisini yaln›zca yap›ld›¤› ülkede göstermesidir. Buna, ülkesellik ilkesi ad› verilir. Ulusal marka, belirli bir ülkede, haklar› ilke olarak o
ülkede do¤uracak flekilde tescil edilmifl markalar› ifade eder.
Topluluk markas›, Avrupa Birli¤i’nde, 20 Aral›k 1993 tarihli 40/94 say›l› Topluluk Markas› Tüzü¤ü ile ihdas edilmifl ve uygulanmaya bafllanm›flt›r.
Amaç, Topluluk düzeyinde bir marka ofisinin yarat›lmas›; bu ofis taraf›ndan
tescil edilen markalar›n tüm üye Devletlerde korunmas›d›r. OHIM (Office
for the Harmonisation of the Internal Market) bu amaçla kurulmufl ve faaliyete geçmifltir. Tüzükte öngörülen kurallar ile marka kavram› de¤ifltirilmemifltir. Amaç uygulama ve koruma kapsam›n›n co¤rafi olarak geniflletilmesi
ve yeknesaklaflt›r›lmas›d›r. Topluluk markalar›n›n yan›s›ra, üye ülkelerin
kendi marka ofisleri, mevzuatlar› ve ulusal markalar› varl›¤›n› devam ettirmektedir. Buna göre, Topluluk Markas› Hukuku, üye ülkelerin marka hukuklar›ndan ayr› ba¤›ms›z bir sistemi ifade etmektedir. Bu sistemde özel bir
idari, örgütsel ve yarg›sal yap›lanma da söz konusudur.
Uluslararas› tescilli marka, ulusal markan›n farkl› ülkelerde korunabilmesine imkan vermek amac›yla öngörülmüfltür. Bu sisteme Madrid Sistemi ad›
verilmektedir. Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) taraf›ndan yönetilen
bu sistemde, Madrid Protokolü ile bir Birlik kurulmufltur (Madrid Birli¤i).
Söz konusu Birlik’e dahil üye ülkelerde tescil edilmifl markalar›n, WIPO taraf›ndan tutulan uluslararas› sicile tescil edilmesi ve böylece, farkl› ülkelerde tek tek tescil ifllemleri yap›lmas› yerine, merkezi bir tescil ifllemi ile üye
Tan›nm›fl Markalar
213
ülkelerin tamam›nda tescil bulunmaks›z›n koruma sa¤lanmas› amaçlanm›flt›r.
E. Tan›nd›¤› Çevreye göre: Alelade Marka - Maruf Marka - Umumen
Malum Marka - Toplumda Tan›nm›fll›k Düzeyine Ulaflm›fl Marka Tan›nm›fl Marka - Çok Tan›nm›fl Marka - Dünyaca Tan›nm›fl Marka
556 s. KHK sisteminde, koruma, tescilli olan tüm markalara sa¤lanm›flt›r.
Korumadan yararlanmak için markan›n az ya da çok tan›nm›fl olmas› gerekmez; tescil gerekli ve yeterlidir. Tan›nm›fl marka niteli¤ine sahip olmayan
markalara alelade markalar ad› verilmektedir. S›n›rl› bir çevrede kullan›lan
ve çok az bir kesim taraf›ndan bilinen markalar bu isimle tasnif edilmektedir.
Koruma sisteminin tescile ba¤lanmas› ve koruman›n, tan›ns›n tan›nmas›n
her markaya bahfledilmesi karfl›s›nda, markan›n belirli oranda tan›nmas›n›n yaratt›¤› ekonomik etkiler, tan›nan markalara farkl› bir koruman›n sa¤lanmas›n›n yolunu açm›flt›r.
Tan›nm›fl marka için çeflitli terimler kullan›ld›¤› görülmektedir. Söz konusu
terimler, esas itibariyle, tan›nm›fll›¤›n derecesi dikkate al›narak kullan›lmaktad›r. Normal bir marka belirli bir çevre veya bölgede tan›n›rsa “maruf
marka”; tan›nma yurt düzeyi veya yurt d›fl›na taflarsa “umumen malum
marka”, “toplumda tan›nm›fll›k düzeyine ulaflm›fl marka”, “çok tan›nm›fl
marka”, “uluslararas› marka”, “dünya markas›” olarak adland›r›l›r. Maruf
marka deyimi, genellikle belirli bir ticari çevre içerisinde tan›nan markalar
için kullan›lmaktad›r. Tan›nm›fl marka ise büyük ya da çok büyük kitlelerce
tan›nan markalar› ifade etmektedir.
IV- Tan›nm›fl Marka
1. Tan›nm›fl Marka Kavram›
Tan›nm›fl marka için bir çok terim kullan›lmaktad›r: maruf marka, tan›nm›fl
marka, iyi tan›nan marka, ünlü marka, dünyaca tan›nan marka, uluslararas› tan›nan marka.
Tan›nm›fl marka, genellikle kanunlarda tan›mlamam›flt›r. Bunun nedeni, tan›nm›fll›¤›n her somut olayda farkl›l›k göstermesi ve önceden belirlenmifl
kriterlere uymamas›d›r. Tan›nm›fl markalar için mahkemeler ve doktrin taraf›ndan baz› unsurlar tesbit edilmifl, baz› kriterler ortaya konmufltur.
214
Yasaman
556 s. KHK’nin 7/1-i maddesinde, Paris Sözleflmesinin 1. mükerrer 6. maddesine göre tan›nm›fl marka denilmifl; 8/4. maddesinde “markan›n toplumda
ulaflt›¤› tan›nm›fll›k” ibaresi kullan›lm›flt›r. Söz konusu iki ifadenin ayn› anlama gelip gelmedi¤i tart›flmal› olmakla beraber, hakim görüfl, ikisinin de tan›nm›fl markaya iflaret etti¤i yönünde geliflmifltir. Buna karfl›n ATAD farkl›
görüfltedir. Bu hususa afla¤›da de¤inece¤iz.
Tan›m›fl marka grubunun ortaya ç›kmas›n›n sebepleri: dünya ticaretinin
flimdiye kadar görmedi¤imiz oranda genifllemesi, h›z ve yo¤unluk kazanmas›; ça¤dafl ekonominin seri üretime dayanmas› ve reklamc›l›¤›n günümüzde
ulaflt›¤› etkidir.
Tan›nm›fl markay› Troller flu flekilde tan›mlamaktad›r: birdenbire do¤an,
düflünmeden veya bir hat›ran›n yard›m› ile fikirlerde uyanmayan, refleks
halinde ortaya ç›kan bir iflaret. Markan›n bu niteli¤e sahip olabilmesi için,
belirli bir iflletmeyi veya ürünlerini “simgelemesi” ya da ürünlerin yüksek
bir kaliteye sahip oldu¤unun büyük halk kitleleri taraf›ndan kabul edilmesi
gerekir. Buna göre tan›nm›fl markan›nn iki fonksiyonu vard›r: bunlardan ilki, her markada oldu¤u gibi, kapsad›¤› mal veya hizmeti di¤er rakip mal ve
hizmetlerden ay›rt etmesi; di¤eri ise, her türlü rekabet kayg›s› d›fl›nda yüksek kaliteyi temin etmesidir.
Arkan’a göre, “tan›nm›fl markadan söz edebilmek için reklam gücü yüksek,
kalite sembolü haline gelmifl bir markan›n, sadece o markay› tafl›yan mallar
ya da hizmetlerle ilgili çevre içinde de¤il, bu çevre d›fl›nda o mal ya da hizmetle ilgisi olmayan kiflilerce de bilinmesi gerekir”.
Yarg›tay 11. HD’nin 24.03.2003 tarihli MAS karar›nda tan›nm›fl marka flu
flekilde tan›mlanm›flt›r: “tan›nm›fl marka, bir flahsa veya teflebbüse s›k› bir
flekilde matufiyet, garanti, kalite, kuvvetli reklam, yayg›n bir da¤›t›m sistemine ba¤l›, akraba, dost, düflman ayr›m› yap›lmadan co¤rafi s›n›r, kültür,
yafl fark› gözetilmeksizin ayn› çevredeki insanlar taraf›ndan refleks halinde
ortaya ç›kan bir ça¤r›fl›md›r”.
Tan›nm›fl marka kavram› ile, bir ülkenin bir veya birkaç yöresinde tutunmufl markalar de¤il, dünya çap›nda olmasa bile, yurt içi ve yurt d›fl›nda ilgili çevrelerce bilinen; Paris Sözleflmesi’ne üye devletlerden birinin vatandafl›na veya o ülkelerden birinde yerleflik olan ya da ticari veya s›nai iflletmeye
sahip kiflilere ait markalar›n kastedildi¤i anlafl›lmaktad›r.
Paris Sözleflmesi’nde “iyi bilinen marka” ifadesi kullan›lm›flt›r. Bu kavramla, dünya çap›nda olmasa bile, genifl halk kitlelerinin tan›d›¤›, yüksek eko-
Tan›nm›fl Markalar
215
nomik de¤ere sahip marka ifade edilmek istenmifltir. Di¤er bir deyifl ile, dünya çap›nda maruf olmasa bile Paris Sözleflmesi’ne üye ülkelerde, hatta üye
ülkelerin baz›lar›nda bilinen markan›n tan›nm›fl marka kategorisinde say›lmas› gerekir.
Fikri Mülkiyet Dünya Örgütü’nün (WIPO-OMPI) tan›nm›fl marka kriterleri
ile ilgili olarak bir tavsiye karar› vermifltir. An›lan kararda belirlenen tan›nm›fl marka kriterleri flunlard›r:
a. ‹lgili sektörde markan›n tan›nma derecesi,
b. Markan›n süre, yayg›nl›k ve co¤rafi alan itibariyle her türlü kullan›m›,
c. Markan›n tatbik edildi¤i mal veya hizmet ile ilgili reklam ve temsiler, fuarlar ve gösterimler de dahil olmak üzere, marka için yap›lan
promosyonun süresi, yayg›nl›¤› ve co¤rafi çevresi,
d. Süre ve co¤rafi alan› kapsayan her türlü tescil veya tescil baflvurusu,
e. Markan›n ekonomik de¤eri,
Tan›nm›fl markay› belirlemede göz önünde tutulmas› gereken, markan›n hedef kitlesidir. Baz› markalar, ürünün niteli¤i gere¤i bütün toplumu veya genifl toplum çevresini ilgilendirir. Buna karfl›n, baz› ürünler belirli özelliklere
sahip kiflilere veya farkl› meslek gruplar›na hitap eder. Buna göre, hedef çevrede tan›nan markan›n tan›nm›fl marka olarak kabul edilmesi gerekir.
2. Paris Sözleflmesi Anlam›nda Tan›nm›fl Marka
Paris Anlaflmas› 1883 y›l›nda onbir ülke taraf›ndan imzalanm›flt›r. 1900 y›l›nda Brüksel, 1925 y›l›nda La Haye, 1934 y›l›nda Londra, 1958’de Lizbon,
1967 y›l›nda da Stokholm de¤iflikliklerine u¤ram›flt›r. Türkiye, Lozan Anlaflmas›’nda Paris Sözleflmesi’ne taraf olaca¤›n› taahhüt etmifltir. Nihayet, 1925
y›l›nda Sözleflme Türkiye taraf›ndan imzaland›. Anlaflman›n konusu, markalar, patentler, faydal› modeller, s›nai resim ve modeller, ticaret unvan›,
ço¤rafi ad ve iflaretler ile haks›z rekabettir.
Bu Sözleflme’ye taraf Devletler tüzel kiflili¤i haiz bir birlik oluflturmufllard›r.
Birlik ülkelerinden her birinin vatandafllar›, di¤er üye ülkelerin s›nai mülkiyetin korunmas› ile ilgili kanunlar›n›n, di¤er vatandafllara tan›d›¤› veya
ileride tan›yaca¤› menfaatlerden, bu anlaflma ile öngörülmüfl haklara zarar
vermemek kayd›yla istifade ederler; onlar›n sahip oldu¤u ayn› korumaya tabi olurlar ve ayn› kanuni yollara baflvurabilirler. Bunun için korunma istenilen ülkelerde yerleflim yeri veya iflletmeye sahip olma flart› aranmaz.
216
Yasaman
Anlaflmaya dahil bir ülkede usulüne uygun olarak tescil edilmifl bir marka,
di¤er üye ülkelerde de aynen kabul edilecek ve korunacakt›r. Paris Sözleflmesinin 6. mükerrer 6. maddesi flöyledir: “Birlik ülkeleri tescilin talep edildi¤i ülkenin yetkili makamlar› taraf›ndan söz konusu ülkede bu Sözleflme’den yararlanaca¤› kabul olunan bir flahsa ait oldu¤u ayn› veya benzer
ürünlerde kullan›ld›¤› herkesce bilindi¤i mütalaa edilen bir markan›n
kar›fl›kl›¤a meydan verebilecek surette örne¤ini, taklidini veya tercümesini
yapan bir fabrika veya ticaret markas›n›n tescilini gerek ülke mevzuat› müsait oldu¤u takdirde do¤rudan do¤ruya, gerek ilgilinin iste¤i üzerine red veya hükümsüz k›lmaya taahhüt ederler”. Paris Sözleflmesi’nin 4. mükerrer 6.
maddesine göre ise, menfle ülkede usulüne uygun tescil edilmifl bir markaya
iliflkin tescil baflvurusu, di¤er ülkelerde de aynen kabul edilecek ve korunacakt›r. Ancak üçüncü kiflilerin kazan›lm›fl haklar›na zarar vermesi, ay›rt etme gücünden yoksun olmas›, ahlak ve adaba ayk›r› olmas› halinde talep reddedilir.
Tan›nm›fl markan›n tan›m›, Paris Sözleflmesi’nin 1. mükerrer 6. maddesinde yap›lm›flt›r. Hüküm flu flekildedir: “umumen malum marka (marque notoirement connue) belli bir ülkede tescil edilip, korunma istenen ülkede de yetkili makamlar veya malla ilgili çevreler taraf›ndan tan›nan markalard›r”.
Bu hükümden de görüldü¤ü üzere, Paris Sözleflmesi anlam›nda tan›nm›fl
marka bak›m›ndan dünyaca tan›nm›fll›k aranmamaktad›r. Ancak, acaba koruma istenen ülkedeki tan›nm›fll›k hangi seviyede olmal›d›r? Markan›n koruma talep edilen ülkede kullan›lmas› gerekir mi? ‹lk sorunun cevab› koruma talep edilen ülkenin ilgili makamlar›nca veya ilgili çevrede tan›nm›fll›kt›r. Zira amaç, bir ülkede tan›nm›fl bir markadan, o ya da baflka bir ülkede
haks›z yararlanman›n önünü kapamakt›r Kald› ki TRIPs, tan›nm›fll›¤›n ilgili sektörde tan›nm›fll›k olarak anlafl›lmas› gerekti¤ini belirtmifltir. ‹kinci sorunun yan›t› ise olumsuzdur. Bu durum da Paris Sözleflmesi’nin amac› itibariyle son derece aflikard›r. fiöyle ki, Sözleflme koruma yelpazesini ülkeselli¤in d›fl›na tafl›mak için vard›r. Zira, pazarlar›n bütünleflmesi, bir ülkede faaliyet gösteren bir tacirin, di¤er ülkelerde de markas› ile faaliyet gösterebilmesi ve yaratt›¤› pazar› geniflletebilmesi imkan›n›n tan›nmas› halinde gerçekleflebilir. fiayet, tan›nm›fl marka sahibine koruma sa¤lanm›yorsa; baflka
ülkelerdeki kifliler söz konusu markay› istedikleri gibi kullan›p haks›z kazanç sa¤l›yorlarsa, tan›nm›fl markan›n sahibinin söz konusu baflka ülkelerdeki pazarlara aç›lmas› mümkün olamayacakt›r. Bu nedenle, Paris Sözleflmesi ile, bir anlamda, gelecekteki ticari faaliyet -en az›ndan ihtimali- korunmaktad›r. O halde, markan›n koruma talep edilen ülkede kullan›lmas› flart›n›n aranmas› amaca ayk›r› olacakt›r.
Tan›nm›fl Markalar
217
3. Yabanc› Mahkeme Kararlar›nda Tan›nm›fl Marka
Tan›nm›fl marka meseleleri, çeflitli yabanc› mahkemelerce farkl› flekillerde
ele al›nm›flt›r.
‹svçre Federal Mahkemesi’nin Yeni Rak› Karar› (BGE 120 II 144) son derece ilginçtir. Federal Mahkeme, ‹sviçre’de bir kiflinin “Yeni Rak›” markas›n›
tescil ettirmesi sonucunda Tekel taraf›ndan aç›lan davada; bu markan›n ‹sviçre’de veya baflka bir ülkede kullan›l›p kullan›lmad›¤›n›n önemli olmad›¤›n›; markan›n menfle ülkede tan›nm›fl olmas›n›n koruma için yeterli oldu¤unu ve ‹sviçre’de kullan›l›yor olmas›n›n gerekmedi¤ini ifade etmifltir.
Alman mahkemeleri, tan›nm›fll›¤›n tespiti yönünden ilgili çevrenin dikkate
al›nmas› gerekti¤i yönünde kararlar vermektedirler. Fransa’da da ayn› flekilde hareket edildi¤i görülmektedir. Öyle ki, her iki ülkede, mahkemeler tan›nm›fll›¤›n tespiti için sondaj yapt›rma yoluna gitmektedirler.
ATAD da tan›nm›fll›k meselesine ilgili çevre yönünden bakmaktad›r. General Motors/Yplon karar›nda (C-375/97), tan›nm›fl markan›n (well-known trademark) tespitinde, ilgili çevrenin nazara al›nmas› gerekti¤ini belirtmifltir.
Ancak, KHK’nin 8/4. maddesine kaynak teflkil eden Yönerge’nin 5/2. maddesinde yer alan “tan›nm›fll›k seviyesine ulaflan marka” ile “tan›nm›fl markan›n” (KHK m. 7/1) farkl› kavramlar› ifade etti¤ini belirtmifltir. Dolay›s›yla
farkl› mal veya hizmetler bak›m›ndan koruma, genifl kitlelerce tan›nmayan
ancak belirli bir çevrede tan›nan markalara da bahfledilmifl olmaktad›r.
4. Yarg›tay Kararlar›na Göre Tan›nm›fl Marka
Yarg›tay tan›nm›fl markan›n kriterlerini zaman içerisinde tespit etmifl ve söz
konusu kriterleri istikrarl› bir biçimde uygulam›flt›r.
Yarg›tay, tan›nm›fl markay› flu flekilde tan›mlam›flt›r: “tan›nm›fl marka, bir
flahsa veya teflebbüse s›k› bir flekilde matufiyet, garanti, kalite, kuvvetli reklam, yayg›n bir da¤›t›m sistemine ba¤l›, akraba, dost, düflman ayr›m› yap›lmadan co¤rafi s›n›r, kültür, yafl fark› gözetilmeksizin ayn› çevredeki insanlar taraf›ndan refleks halinde ortaya ç›kan bir ça¤r›fl›md›r” (Yarg›tay 11.
HD.’nin 24.03.2003 tarihli MAS karar›)
Yarg›tay’a göre, tan›nm›fl markan›n en önemli varl›k göstergesi, söz konusu
markan›n birçok ülkede tescilli olmas›d›r:
Yasaman
218
-
Yarg›tay 11. HD. 10.04.1997 tarihli karar›nda, markan›n birden çok
ülkede tescil edilmesi halinde, Türkiye’de otomatikman tan›nm›fl
marka statüsünü kazanaca¤›n› ifade etmifltir. Araflt›rma ilgili çevrede yap›lmal›d›r.
-
Yarg›tay 11. HD. Cockpit karar›nda, söz konusu markan›n, baflta
ABD olmak üzere Almanya, Kanada, Japonya, Romanya, Avusturya,
Hollanda, Danimarka, Yunanistan, Macaristan ‹ngiltere, Polonya,
Norveç, Fas gibi ülkelerde tescil edilmesi karfl›s›nda, dünyada maruf
ve meflhur hale geldi¤ini kabul etmifltir. Olayda markan›n ço¤rafi s›n›rla ba¤l› olmad›¤›n› ve Paris Sözleflmesinin uygulanmas›n›n gerekti¤ini belirterek, marka tescili yap›l›rken basiretli ifl adam› gibi hareket etmekle yükümlü olan daval›n›n ilgili çevrelerce tan›nm›fl markay› bilip bilmedi¤i üzerinde durulmas› gerekti¤ini ifade etmifltir.
-
Yarg›tay 11. HD.’nin 27.9.1999 tarihli karar›nda da ayn› ilke dile getirilmifltir: Yüksek Mahkeme, 100 ülkede tescilli markan›n, bu flekilde tüm dünyada tan›nm›fl oldu¤unu belirtmifltir.
-
Yarg›tay 11. HD, 06.07.1988 tarihli karar›nda, daval›n›n parfüm konusunda uzman bir kurulufl oldu¤unu, dünyadaki parfüm bulufllar›n›, geliflmeleri ve bununla ilgili marka tescillerini takip etmek zorunlulu¤u alt›nda bulundu¤unu; bu durumun basiretli tacir olman›n zaruri sonucu oldu¤unu belirtmifltir. Bu itibarla, ayn› sahada çal›flan
daval›n›n 22 ülkede tescilli markay› bilmedi¤ini ve o nedenle Türkiye’de tescil ettirdi¤ini ileri sürmesinin MK 2’ye göre mümkün olmad›¤›n› hükme ba¤lam›flt›r.
-
Yarg›tay 11. HD. 24.9.2001 tarihli GAP karar›nda, birçok ülkede tescilli bir markan›n tan›nm›fl oldu¤unu kabul etmifltir.
-
Yarg›tay 11. HD.’nin 19.4.2002 tarihli Alvorado karar›nda, 15 ülkede
ve Dünya Fikri Mülkiyet Bürosu nezdinde tescilli bir markan›n korunmas› gerekt¤ini belirtmifltir.
Yarg›tay, tan›nm›fll›¤›n tespitinde ilgili çevre kriterinden yararlanmaktad›r.
Buna örnek olarak, 11. HD’Nin 29.09.2000 tarihli- Dormeuil-Dormeks karar› ile
yine 11. HD’nin 29.04.1999 tarihli Springer Pinsel-Springer karar› verilebilir.
Yarg›tay 11. HD. 20.11.1998 tarihli Dolce Vita karar›’nda, ‹sviçre Federal
Mahkemesi’ne paralel olarak, tan›nm›fl markan›n Türkiye’de fiilen kullan›lmas›na gerek olmad›¤›n› ifade etmifltir.
Tan›nm›fl Markalar
219
V- Tan›nm›fl Markan›n Baflka Mal ve Hizmetlerde Kullan›lmas›
Marka, sahibine tekel hakk› sa¤lar. Bunun anlam›, tescil edilen iflaretin
münhas›ran marka sahibinin kullan›m›na tahsis edilmifl olmas› ve marka
sahibinin söz konusu iflaretin üçüncü kiflilerce kullan›m›na engel olabilmesidir. Marka uygulamas›ndan kaynaklanan tecrübeler, marka sahibinin
haklar›n›n, yaln›zca tescil edilmifl iflaretin aynen kullan›lmas› veya tescil
baflvurusuna ya da tescile konu olmas› halinde haleldar olmad›¤›n› göstermifltir. Gerçekten, iflaretin benzerinin kullan›lmas› da yaratt›¤› kar›flt›r›lma
ihtimali ile tekel hakk›n› ihlal edebilmektedir. Buna göre, tescilli bir markan›n benzerinin de kullan›lmas› yasaklanm›flt›r.
Ancak, marka soyut olarak korunmaz. Markalar aras›ndaki ayniyet ya da
benzerlik, tekel hakk›n›n -kullan›m› veya tescili engelleme ya da markan›n
hükümsüzlü¤ünü talep etme yetkisinin- s›n›rlar› yönünden tek belirleyici
de¤ildir. Tekel hakk›n›n sa¤lanmas› konusunda “markada belirlilik ilkesi”
(principe de spécialité) anahtar rol oynar. Markada belirlilik ilkesi, markan›n yaln›zca tescil edildi¤i mal veya hizmetler bak›m›ndan korunmas›n› ifade eder. Tekel hakk›n›n s›n›rlar›, markan›n bu flekilde belirlenen kapsam›na
göre tayin edilir. Buna göre, bir markan›n ayn›s› ya da benzerinin farkl› mal
veya hizmetler için tescili ve kullan›m› mümkündür.
Marka hukukunda tekel hakk›na iliflkin temel kural bu olmakla birlikte,
markada belirlillik ilkesinin her durumda adaletli sonuca ulafl›lmas›n› olanakl› k›lmad›¤› görülmüfltür. Gerçekten, markan›n tan›nm›fll›¤› artt›kça, ilgili çevrenin söz konusu marka ile markan›n sahibi ve/veya temsil etti¤i kalite aras›nda kurdu¤u ba¤lant› güçlenir. Bu öyle bir noktaya gelir ki, markan›n, normalde kapsad›¤›ndan farkl› bir mal veya hizmette kullan›lmas› halinde de ilgili çevre, marka sahibinin ayn› oldu¤unu ve böylece ayn› kalitede
bir ürünle karfl› karfl›ya oldu¤unu düflünür. Kar›flt›r›lma ihtimali, ayn› veya
benzer mallardan, tümüyle farkl› olanlara da yans›m›flt›r. Böylece, tan›nm›fl
markan›n itibar›, asl›nda kapsamad›¤› mallarda kullan›larak, bunlara
transfer edilebilir. Söz konusu durumda da haks›z yararlanma olgusu son
derece aç›kt›r. Nihayet, tan›nm›fl markan›n, kapsamad›¤› baz› mal veya hizmetlerde kullan›lmas›, markan›n itibar›na zarar verebilece¤i gibi, belirli bir
ürünü ay›rt etme ifllevini de ortadan kald›rabilir. Tan›nm›fl markan›n büyük
ekonomik de¤eri, yukar›da k›saca de¤indi¤imiz sak›ncalar›n bertaraf edilebilmesi için, koruman›n farkl› mal veya hizmetlere do¤ru geniflletilmesini
gerekli k›lm›flt›r.
Toplumda tan›nm›fll›k düzeyine ulaflm›fl (tan›nm›fl) markalar, afla¤›da belirtilen hallerin varl›¤› halinde, farkl› mal ve hizmetlerde de kullan›lamaz.
Toplumda tan›nm›fll›k düzeyine ulaflm›fl marka kavram›, esasen tan›nm›fl
220
Yasaman
marka kavram› ile ayn› olup (ATAD aksi yöndeki General Motors/Yplon karar›na yukar›da de¤inilmifltir), KHK’nin 8/4 ve 9/1-c maddelerinde kendisine yer bulmufltur. An›lan ilk hüküm tescile engel olunmas› ve hükümsüzlük
talebinde bulunulmas› yönünden meseleyi düzenlerken, ikinci hüküm marka sahibinin, iflaretin üçüncü kiflilerce farkl› mal veya hizmetlerde kullan›m› halinde sahip oldu¤u yasaklama yetkisini bu kavrama dayand›rm›flt›r.
Bunlar›n ortak unsurlar›, afla¤›da de¤inece¤imiz hallerdir.
1. Haks›z Bir Yarar›n Sa¤lanmas›
556 s. KHK’nin 8/4 ve 9/1-c hükümlerinde, markan›n itibar›ndan haks›z
avantaj elde edilmesinden bahsedilmektedir. Burada kastedilen, markan›n
tan›nm›fll›¤›ndan do¤an itibar ve imaj›n›n, bu çekicili¤e sahip olmayan ürünlere haks›z surette aktar›lmas›d›r. Bir markan›n tan›nm›fl hale getirilmesi,
genellikle büyük mali fedakarl›klar ve yat›r›mlar sonucunda mümkün olmaktad›r. Reklamlara ve tan›t›m kampanyalar›na harcanan büyük mebla¤lar, daha kaliteli ürünler meydana getirilebilmesi için yürütülen araflt›rmagelifltirme faaliyetleri sonucunda, marka toplumda tan›nm›fll›k düzeyine
eriflmekte ve bafll› bafl›na bir ekonomik de¤er haline gelmektedir. Bu yollardan geçmeksizin, salt kendisine kolay yoldan müflteri çevresi yaratmaya çal›flan ve bunun için de tüketicinin tan›nm›fl marka ile ba¤lant› kurmas›ndan
yola ç›kan kiflilerin kullanma fiilleri, marka farkl› bir üründe kullan›l›yor olsa dahi, haks›z avantaj elde edilmesi nedeniyle engellenebilmektedir. Böylece, üst düzeyde bir yan›ltma hali yarat›lmaktad›r. Burada kastedilen markalar ve temsil ettikleri ürünler aras›nda kar›flt›r›lma de¤ildir. Zira, tan›nm›fl
marka, sembolü halini ald›¤› üründen farkl› bir üründe kullan›lmaktad›r.
Ancak, tüketici, belirli bir kalitenin sembolü olan tan›nm›fl markan›n sahibince, farkl› bir ürün meydana getirildi¤i ve piyasaya sunuldu¤u düflüncesi
ile al›m güdüsünü, haks›z olarak kullan›lan tan›nm›fl markay› tafl›yan farkl› ürüne kayd›rmaktad›r. Tüketici böylece menflede yan›lmakta; haks›z kullan›mda bulunan kiflinin mal›n›, salt tan›nm›fl markan›n kullan›lmas› nedeniyle, muadil nitelikte baflka mallara tercih etmektedir.
Yabanc› mahkeme kararlar› incelendi¤inde, ayn› yaklafl›m›n sergilendi¤i görülmektedir. Almanya’da viski markas› “Dimple”›n kozmetik ürünlerde, “Rolex” ve “Dunhill”in tiflörtlerde kullan›lmas›n›n itibardan haks›z yararlanma
teflkil etti¤i yönünde mahkeme kararar› mevcuttur. Buna karfl›n, Alman Federal Mahkemesi, kayak markas› “Salomon”un sigarada kullan›lmas› ile
markan›n itibar›n›n sigaraya aktar›lmas›n›n mümkün olmad›¤› gerekçesi ile
haks›z yararlanman›n da söz konusu olamayaca¤›na hükmetmifltir.
Yarg›tay, tan›nm›fl markan›n farkl› mallarda kullan›lmas› halinde, onun top-
Tan›nm›fl Markalar
221
lum nezdindeki itibar›ndan yararlan›ld›¤›n› ve böylece haks›z avantaj sa¤land›¤›n› neredeyse tüm kararlar›nda kabul etmektedir.
2. Markan›n ‹tibar›na Zarar Verilmesi
Tan›nm›fl markan›n farkl› ürünlerde kullan›lmas› ile onun reklam ve garanti fonksiyonlar›na zarar verilebilir. Bu da markan›n itibar›na zarar verilmesi anlam›na gelmektedir. Markan›n birden fazla üründe kullan›lmas› ile
markan›n gücünün ve etkileme alan›n›n azalmas› söz konusu olur. Bu duruma “sulanma” (dilution) ad› verilir. Özellikle, farkl› mallar›n kalitesinin düflüklü¤ü, tan›nm›fl markan›n da itibar›n› düflürür.
Bu teori 1927 y›l›nda Schecter adl› hukukçu taraf›ndan ortaya at›lm›flt›r
(trademark dilution theory). Kar›flt›r›lma ihtimalinin bulunmamas›na ra¤men, farkl› mallarda kullan›m›n tan›nm›fl markan›n itibar›n› ve ay›rt etme
gücünü zay›flatmas›n›n mümkün olmas›, bu teorinin kabulüne etken olmufltur. Ancak bundan daha önceki bir dönemde -1898 y›l›nda- ‹ngiliz Yüksek
Mahkemesi, Kodak markas›n›n bisikletler için tescilini kabul etmemifltir.
Marka ne kadar çok farkl› üründe kullan›l›rsa, prestiji o kadar azal›r ve
marka art›k gündelik bir figür halini alarak s›radanlafl›r. Bu durum yavafl
yavafl gerçekleflti¤inden, Jaton bunu yavafl yavafl öldüren bir zehir olarak
nitelendirmifltir. Suland›rman›n en çok görüldü¤ü durumlar, prestijli rafine
ürünleri sembolize eden markalar›n kaba ürünlerde kullan›lmas›d›r. Örne¤in bir parfüm markas›n›n fare zehiri markas› olarak tescili; Mars markas›n›n prezervatiflerde kullan›m›, markan›n reklam de¤erini ve presitijini
olumsuz yönde etkileyece¤inden, kabul edilmemifltir.
Markan›n suland›r›lmas› olgusu son derece ciddiye al›nmaktad›r. Amerika
bu konuda Federal Trademark Dilution Act ile alan adlar› yolu ile suland›rmay› da düzenleyen Anticybersquatting Consumer Protection Act ç›kart›lm›flt›r. NBA logosunda bulunan basketbolcu silüetinin, silah tutan basketbolcu figürü fleklinde kullan›lmas›n›n, NBA markas›n›n itibar›na zarar verdi¤i kabul edilmifltir. Ayn› flekilde, otel hizmetleri markas› olan Hyatt’›n
“Hyatt Legal Services” olarak kullan›lmas›n›n sulanmaya neden olaca¤› yönünde bir mahkeme karar› mevcuttur. Coca Cola fliflesi formundaki plastik
kutularda ciklet piyasaya sürülmesi de bu niteliktedir. Bu durumlar, markan›n karart›lmas› ve bulan›klaflt›r›lmas› olarak da adland›r›lmaktad›r. Marka sahibinin suland›rman›n muhtemel oldu¤unu ispatlamas› yeterlidir; gelir kayb›n› ispatlamas› aranmamaktad›r.
Yarg›tay da 03.07.2000 tarihli Galassurit karar›nda, markan›n kalitesiz
222
Yasaman
mallarda kullan›m›n›n, tan›nm›fl markan›n itibar›n› zedeledi¤ine hükmetmifltir.
3. Markan›n ay›rt edici karakterinin zedelenmesi
Markan›n ay›rt edici karakterinin zedelenmesi kavram›nda kullan›lan
“ay›rt edicilik” ile KHK’nin 5. maddesindeki ay›rt edicilik kastedilmemektedir. Burada anlat›lmak istenen, markan›n, temsil etti¤i mal ile özdeflli¤i, tüketiciye o mal› hat›rlatma ve onu o mala yöneltme gücüdür. Markan›n birden çok farkl› üründe baflkalar› taraf›ndan kullan›m›, tüketicinin zihninde,
söz konusu tan›nm›fl markan›n ürün yelpazesi bak›m›ndan karmaflaya neden olur. Böylece, tüketici, bir süre sonra o markan›n, gerçekte ne markas›
oldu¤unu hat›rlamamaya bafllar. Böylece, tan›nm›fl marka art›k eskisi gibi,
belirli bir ürünün, o ürünün kalite ve prestijinin sembolü olmaktan ç›kar.
Burada kastedilen ay›rt etme gücü bundan ibarettir.
Alman Federal Mahkemesi, Camel sigara markas›n›n, turizm hizmetleri
alan›nda Camel Tours olarak kullan›lmas›n›, iflaretin Orta Do¤u ile iliflkisi
ve sigara ürünü ile ba¤l›l›¤›n›n tam olmamas› nedeniyle, ay›rt edicili¤i zedeleyen bir kullan›m olarak de¤erlendirmemifltir.
‹fiLETME GEREKLER‹ NEDEN‹YLE FES‹H
Doç. Dr. E. Murat ENG‹N*
‹flletme gerekleri nedeniyle feshin tan›m› ve temel koflulu:
‹flletme gerekleri nedeniyle fesih, iflyerinde fiilen çal›flmakta olan iflgücünün
nitelik ve nicelik olarak gerçek iflgücü ihtiyac›na uyarlanmas› amac›yla yap›lan fesihtir.
‹flletme gerekleriyle feshin temel koflulu, iflyerinde bir iflgücü fazlas›n›n bulunmas›d›r. ‹flgücü fazlas›ndan söz edebilmek için;
a. iflçinin bugüne kadar yapt›¤› ifli sürdürmesi olana¤› ortadan kalkm›fl olmal›,
b. ‹flçinin baflka türlü çal›flt›r›lmas› olana¤› da bulunmamal›d›r (Feshin son
çare olmas› ilkesi).
Fesihte bulunan iflveren, iflletme gereklerinin iflgücü ihtiyac›n› azaltt›¤›n› ve
iflçinin daha kötü koflullarla da olsa baflka türlü çal›flt›r›lmas›n›n mümkün
olmad›¤›n› ispatlayacakt›r.
‹flletme gerekleri iflgücünün yeniden yap›land›r›lmas›n› gerektiren nedenlerdir. ‹flgücü fazlas› yaratan iflletme gere¤i iki biçimde ortaya ç›kar.
I. Ekonomik Güçlükler
‹flletmeyi olumsuz etkileyen ekonomik güçlükler ve iflletme risklerinin sonu*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi ‹fl Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
224
Engin
cunda iflyerinde iflgücü fazlas› meydana gelebilir. ‹flletmenin sat›fllar›n›n
düflmesi, stok fazlas›, pazar kayb›, ekonomik s›k›nt›ya ba¤l› olarak hammadde temin edilememesi gibi nedenlerle bir k›s›m iflçinin çal›flma olana¤› ortadan kalkabilir.
Bununla birlikte, iflverenin kar›n›n düflmesi veya zarar etmesi, sipariflte
azalma, pazar pay›n›n daralmas› gibi olgular fesih için tek bafl›na yeterli de¤ildir. ‹flveren, örne¤in zarar etmesine ra¤men üretimi ayn› biçimde, ayn› say› ve nitelikte iflçiye ihtiyaç duyacak flekilde sürdürüyor ise fesih hakk› do¤maz. Üretimi ayn› say›da iflçiye ihtiyaç duyacak flekilde sürdürmeye devam
ederken iflgücü maliyetinden tasarruf için düflük ücretli iflçi çal›flt›rmak
amac›yla yap›lan fesih geçersizdir.
Bunun gibi, iflverenin bir k›s›m iflçiyi çal›flt›rmaya devam etmesini engelleyen, yani ifay› kabul engeli yaratan bu haller geçici nitelikteyse fesih hakk› do¤maz. Giriflimci kimli¤i tafl›yan iflveren, her zaman ortaya ç›kabilecek
olan kimi aksakl›klar› ve iflletme risklerini bafltan göze alm›fl say›l›r. Hammadde s›k›nt›s›, stok fazlas› gibi üretimi geçici olarak engelleyen tipik iflletme risklerine iflveren katlanmak durumundad›r. ‹flletme riskine iflveren katlanmak zorunda oldu¤u için ücret ödeme borcu da devam eder. Geçici engellerde iflveren, fesih d›fl›nda alternatif yollara yönelmeli, örne¤in ‹K. m. 22 de
düzenlenen usule uygun olarak ücretsiz izne ç›karma yolu denenmelidir.
Ekonomik güçlüklerde fesih hakk›n›n do¤umu için iflverenin, iflyerini yeni
üretim zorunluluklar›na uyarlayan belirli baz› tedbirler almas› aran›r. Örne¤in, pazar pay›ndaki daralma nedeniyle üretimi eski düzeyinde sürdürmek
art›k fiilen mümkün olmad›¤› için iflveren üretim bantlar›n›n bir bölümünü
devreden ç›karabilir, iflyerinin bir bölümünü kapatabilir. ‹flyerinin yeniden
yap›lanmas›na iliflkin bu iflletmesel karar›n uygulanmas›yla bir k›s›m iflçi çal›flmaya devam olana¤›n› sürekli olarak yitirdi¤i takdirde iflgücü fazlas›
meydana gelir, yani iflletme gere¤i do¤ar ve iflveren fesih karar› alabilir.
Buna göre, ekonomik güçlüklerde feshe iliflkin iflveren karar› iki aflamal›d›r.
‹lk aflamada iflveren iflyerinin ekonomik güçlüklere uyumu için verece¤i iflletmesel karar ve bu karar›n uygulanmas›, ikinci aflamada, iflletmesel karar›n uygulanmas› sonucu iflgücü fazlas› meydana geldi¤i takdirde (iflletme gere¤inin do¤umu) verilecek fesih karar›.
II. ‹flletme Verimlili¤i
‹flletmesel karar özgürlü¤ü her fleyden önce, iflverenin henüz gerçekleflmemifl, ancak muhtemel riskleri dikkate alarak yapt›¤› gelece¤e yönelik plan-
‹flletme Gerekleri Nedeniyle Fesih
225
lar›n›, iflverenin ekonomik takdirlerini kapsar. Sadece gerçekleflen ekonomik
güçlükler de¤il, iflletme verimlili¤ini amaçlayan ola¤an ekonomik kararlar›
iflletmesel karar özgürlü¤üne dahilidir. ‹flveren, rekabet yetene¤inin ve verimlili¤in art›r›lmas›, örne¤in ürün fiyatlar›n› düflürerek pazar pay›n› yükseltmek için yeni teknolojik yat›r›ma gidebilir, belirli bir üretim konusunda
yo¤unlaflmak için yapt›¤› di¤er üretimleri durdurabilir, ayn› üretimi sürdürmekle birlikte üretim yöntemlerini de¤ifltirebilir, bu amaçlarla iflyerinin bir
bölümünü kapatabilir. Bunun gibi, iflletme organizasyonunu de¤ifltirerek iflgücünü yeniden yap›land›rma karar› alabilir.
‹flverenin, iflletme verimlili¤i amac›yla ald›¤› yeniden yap›lanma (reorganizasyon) karar› ve bu iflletmesel karar›n uygulanmas› sonucunda bir k›s›m iflçi çal›flmaya devam olana¤›n› sürekli biçimde yitirdi¤i, yani iflgücü fazlas›
meydana geldi¤i takdirde iflveren fesih karar› alabilir.
‹flletmenin sürekli kâr ediyor olmas›, halihaz›rda ekonomik güçlük içinde
bulunmamas› yeniden yap›lanma ve buna ba¤l› olarak fesih karar› al›nmas›na engel de¤ildir. Anayasal giriflim özgürlü¤üne dayanan iflveren, iflletmesiyle ilgili her türlü yeniden yap›land›rma karar›n› alabilir ve uygulayabilir.
Bu uygulama sonucunda, baz› iflçilerin o güne kadar yapt›klar› ifl ortadan
kalkar ve bu iflçilerin feshe alternatif teflkil eden önlemlerle bir baflka flekilde çal›flt›r›lmas› mümkün olmazsa iflletme gere¤i do¤ar ve iflveren fesih karar› alabilir.
III. Yarg› Denetiminin ‹çeri¤i ve S›n›r›
‹flverenin iflletmesel karar› ister ekonomik güçlüklere, isterse iflverenin verimlili¤e iliflkin sübjektif takdirine dayans›n, feshe iliflkin yarg› denetimi iflletmesel karar sonucunda iflgücü fazlas›n›n gerçekten meydana gelip gelmedi¤inin denetimiyle s›n›rl›d›r. Buna karfl›l›k, iflletmesel karar›n kendisi yarg› denetiminin d›fl›ndad›r. ‹flverenden, örne¤in iflletme verimli olmas›na ra¤men neden teknolojik yat›r›ma gitti¤i, kâr grafi¤i yüksek olmas›na ra¤men
neden iflyerinin bir bölümünü kapatt›¤›n› aç›klamas› yarg›ç taraf›ndan istenemez. Yarg›ç, iflverenin yapm›fl oldu¤u ekonomik seçimin yanl›fl oldu¤una,
baflka türlü bir tedbir al›nsa idi feshin gerekli olmayaca¤›na karar veremez.
Aksi halde yarg›ç iflverenin yerine geçmifl olur, iflverenin iflletmesiyle ilgili
karar alma yetkisini ortadan kald›ran bu durum anayasal giriflim özgürlü¤ünü ihlal ederdi.
Yarg› denetiminin konusu iflletmesel karar de¤il, iflletmesel karar sonucunda al›nan fesih karar›d›r. Yarg› denetimi iflverenin ileri sürdü¤ü maddi olgu-
226
Engin
lar› araflt›rmaya ve ispata yönelik teknik bir denetimdir. Yarg› denetiminin
ilk ad›m›nda iflverenin iflletmesel karar› gerçekten uygulay›p uygulamad›¤›
ve bir k›s›m iflçinin ayn› ifli sürdürme olana¤›n›n ortadan kalk›p kalkmad›¤›
denetlenir. K›saca, ilk ad›mda yeniden yap›lanma uygulamas› ile fesih karar›n›n tutarl› oldu¤unu ispatlamakla yükümlüdür (Tutarl›l›k denetimi). ‹kinci ad›mda iflveren, iflçinin k›sa bir mesleki e¤itim veya daha kötü koflullarla
da olsa baflka bir iflte çal›flt›r›lmas›n›n mümkün olmad›¤›n› ispatlamakla yükümlüdür (Gereklilik denetimi).
1. Tutarl›l›k Denetimi
‹flletmesel karar›n nedeni ne olursa olsun feshin geçerli olmas› için ilk koflul,
iflveren taraf›ndan al›nan tedbirin fesih an›nda gerçeklefltirilmifl, iflyerinde
elle tutulur bir de¤iflikli¤in meydana gelmifl ve iflçinin edimine ihtiyaç kalmad›¤›n›n kesinleflmifl olmas›d›r. Tutarl›l›k denetiminde iflveren, iflletmesel
karar›n iflçiye ihtiyac›n kalmayaca¤› biçimde uyguland›¤›n› ispatlamak zorundad›r.
‹flverenin yeniden yap›lanma iddias› göstermelikse, örne¤in iflletme hiyerarflisindeki unvan ve isimler ka¤›t üzerinde de¤ifltirilmifl, ancak yap›lan iflin
niteli¤inde ve gerekli iflçi say›s›nda herhangi bir de¤ifliklik olmam›flsa fesih
geçersizdir.
‹flveren ayn› ürün için farkl› metod ve üretim araçlar›n› devreye soktu¤u, örne¤in üretimde çelik yerine yeni teknoloji kompozit maddeleri kullanmaya
bafllad›¤› için iflin niteli¤i de¤iflebilir ve farkl› vas›flarda iflçi ihtiyac› do¤abilir. Bu durumda iflçi say›s› de¤iflmemifl bile olsa, yeni ifl tan›m›na uymayan
iflçi, baflka iflte çal›flt›r›lmas› imkan› da yoksa iflgücü fazlas› haline gelir ve
sözleflmesi feshedilebilir.
Buna karfl›l›k, iflgücü ihtiyac› nitelik ve say› olarak ayn› kald›¤› halde iflveren daha düflük ücretli iflçi çal›flt›rma veya sendikal nedenler gibi nedenlerle eski iflçilerin sözleflmesini feshederek yerlerine yeni iflçi al›yorsa, temel
koflul olan iflgücü fazlas› ortaya ç›kmad›¤› için yap›lan fesihler geçersizdir.
Alt iflverene devir amac›yla fesih temel kurala istisna teflkil eder. Kanun, alt
iflveren uygulamas›n› tan›d›¤› ve düzenledi¤i için, kanunun s›n›rlar› içinde
alt iflverene devir amac›yla fesih yoluna gidildi¤i takdirde, devirden sonra
alt iflveren taraf›ndan ayn› say› ve nitelikte iflçi çal›flt›r›lsa da yap›lm›fl olan
fesihler geçerlidir.
‹flletme Gerekleri Nedeniyle Fesih
227
Buna karfl›l›k, sürekli iflçilerin iflten ç›kart›larak yerlerine geçici iflçi ad› alt›nda iflçi çal›flt›r›lmas› halinde yap›lan fesihler geçersizdir.
2. Gereklilik Denetimi ve Feshin Son Çare Olmas› ‹lkesi
Hukukta sözleflmeye ba¤l›l›k ilkesi esast›r ve fesih hakk› ancak sözleflmeye
devam beklenmez hale gelirse do¤ar. Buna ba¤l› olarak, iflçinin çal›flmaya
devam› için baflka bir çare bulunamad›¤› takdirde fesih yoluna gidilebilir.
Feshin son çare olmas› ilkesi ad› verilen bu ilkeye göre, iflverenin fesih d›fl›nda daha hafif bir tedbirle amaca ulaflmas› mümkün ve beklenebilir ise fesih
geçersizdir.
Feshin son çare olmas› ilkesinin s›n›r›n› iflletmesel amaç çizer. ‹flverenden
ancak amac› bofla ç›karmayan ve amaca ulaflmak için fesihle ayn› ölçüde elveriflli olan tedbirleri almas› beklenebilir. Buna karfl›l›k, iflverenden afl›r›
masrafl› taleplerde bulunulamaz, özellikle olmayan ifli yaratmas› beklenemez.
Feshe alternatif teflkil eden daha hafif tedbirler somut olaya göre farkl›lafl›r.
Örne¤in, geçici ekonomik güçlük hallerinde ücretsiz izin uygulanabilir.
Yarg›tay kararlar›nda feshe alternatif tedbir olarak fazla çal›flmalar›n kald›r›lmas› say›l›yorsa da, fazla çal›flma kanunun tan›d›¤› bir olanakt›r ve fazla
çal›flma yapt›rma iflletmesel bir karard›r. ‹flverenden, kanuna uygun fazla
çal›flma yapt›rmaktan vazgeçmesi istenemez, fazla çal›flmalar›n kald›r›lmas› feshin alternatifi de¤ildir.
Fesih yerine geçen alternatif tedbirler, meslek içi e¤itim, çal›flma koflullar›nda esasl› de¤ifliklik ve ücretsiz izin olmak üzere üç grupta toplanabilir.
a. Meslek içi e¤itim
‹flyerinde yeni teknolojilerin uygulanmas› gibi nedenlerle eski iflinde çal›flma
olana¤›n› yitiren iflçiye meslek içi e¤itim verilerek yeni iflte çal›flabilecek yetenek kazand›r›lmas› beklenebilir. Beklenebilir olmaktan anlafl›lan, iflçinin
e¤itim sonunda iflverenin talep etti¤i vas›flar› kazanabilmesidir.
Buna karfl›l›k, meslek e¤itimi yarar sa¤lamayacaksa, makul sürede tamamlanmas› mümkün bulunmaz ve iflveren için afl›r› masrafl› olacak ise iflverenden iflçiye mesleki e¤itim vermesi beklenemez.
228
Engin
b. Çal›flma Koflullar›nda Esasl› De¤ifliklik ve De¤ifliklik Feshi
‹flçinin tabi olaca¤› bütün flartlar› ifade eden çal›flma koflullar› deyimi, ifl iliflkisinden kaynaklanan tüm hak ve borçlar› kapsar. Bu bak›mdan, çal›flma
koflullar› ifl sözleflmeleri ile yasa, tüzük ve yönetmeliklerden oluflan hukuki
çerçeve ile efl anlaml›d›r.
‹fl sözleflmesinde dört esasl› unsur ücret, yap›lan ifl, çal›flma yeri ve çal›flma
saatleridir. ‹flveren, iflletme gereksinimlerine uyum amac›yla ifl sözleflmelerinde de¤ifliklik yapmak isteyebilir.
‹fl Kanunu m. 22 ye göre, ifl sözleflmesinde esasl› de¤ifliklik yapmak isteyen
iflveren, durumu iflçiye yaz›l› olarak bildirmek zorundad›r. Bu flekle uygun
olarak yap›lmayan ve iflçi taraf›ndan alt› iflgünü içinde yaz›l› olarak kabul
edilmeyen de¤ifliklikler iflçiyi ba¤lamayacakt›r. Hükmün ifadesinden, yaz›l›
bildirimin geçerlilik flekli olarak öngörüldü¤ü aç›kça anlafl›lmaktad›r. ‹flçi
öneriyi alt› iflgünü içinde kabul etti¤i takdirde sözleflme yeni koflullarla devam edecek ve fesih gerekçesi ortadan kalkacakt›r. ‹flçinin aç›kça veya alt›
iflgünü içinde yaz›l› cevap vermeyerek z›mni reddi halinde, sözleflme ya eski
koflullarda devam edecek veya iflveren, de¤iflikli¤in geçerli bir nedene dayand›¤›n› ileri sürerek süreli fesihte bulunacakt›r.
De¤ifliklik feshinin önde gelen amac›, ifl sözleflmesinin bildirimli feshinin
mümkün oldu¤u bir durumda esasl› de¤ifliklik yoluyla feshi engellemektir.
Esasl› de¤ifliklik yoluyla sözleflmenin ayakta tutulmas›n›n mümkün oldu¤u
hallerde iflveren, de¤ifliklik ile feshi birbirinin alternatifi olarak ileri sürecektir. Bu nedenle, ‹K. m. 22 de aç›kça hükme ba¤land›¤› gibi, feshin gerekçesi esasl› de¤ifliklik için de aranmaktad›r. ‹flçinin esasl› de¤iflikli¤i kabul etmemesi halinde fesih süreci ifllemeye bafllayacakt›r.
Önemli olan, somut durumda yap›lacak olan esasl› de¤iflikli¤in belirlenmesi
ve bu esasl› de¤iflikli¤in feshe alternatif teflkil etmesinin mümkün ve beklenebilir olmas›d›r. ‹flletme gere¤inin ortaya ç›kt›¤› somut duruma göre esasl›
koflullardan birinde veya bir kaç›nda de¤ifliklik gündeme gelebilecektir.
aa. ‹flçinin Yapmakla Yükümlü Oldu¤u ‹flte ve Çal›flma Yerinde
Esasl› De¤ifliklik
‹flletmesel karar sonucunda iflçinin yapt›¤› ifl ortadan kalkt›¤› takdirde esasl› ifl de¤iflikli¤i gündeme gelebilir. Bu durumda iflveren mümkünse, daha
aleyhe koflullarla da olsa ‹K. m. 22 de öngörülen usul çerçevesinde iflçiye iflini veya çal›flma yerini de¤ifltirmeyi teklif etmelidir.
‹flletme Gerekleri Nedeniyle Fesih
229
Çal›flma yerinde de¤ifliklik iflyerinin bir baflka bölümünde olabilece¤i gibi,
ayn› iflletmeye ait bir baflka iflyerinde de olabilir. Çal›flma yerinde esasl› de¤ifliklik ayn› zamanda yap›lan iflte esasl› de¤iflikli¤i de beraberinde getirebilece¤i gibi, çal›flma saatlerinin düflürülmesini, örne¤in tam süreli çal›flmadan k›smi süreli çal›flmaya geçifli de gerekli k›labilir. Önemli olan, somut durumda iflverenin yeni bir ifl verme olana¤›n›n bulunmas›d›r.
‹flçinin de¤ifliklik önerisini reddi halinde sözleflme iflletme gere¤i nedeniyle
sona erdirilebilecektir. Gereklilik denetiminde mahkeme, esasl› de¤iflikli¤in
mümkün ve beklenebilir olup olmad›¤›n› inceleyecektir. Denetim s›ras›nda
iflveren, e¤er do¤rudan fesih yoluna gitmiflse, esasl› de¤iflikli¤in beklenebilir
olmad›¤›n›, sözleflmeyi de¤ifliklik feshiyle ve iflçinin de¤iflikli¤i reddi üzerine
sona erdirmiflse reddin feshi gerekli k›ld›¤›n› ispat etmekle yükümlüdür.
bb. Çal›flma Süreleri ve Ücrette Esasl› De¤ifliklik
‹fl sözleflmesinin esasl› unsuru olan çal›flma saatlerinde de¤ifliklik farkl› nedenlere dayanabilir ve farkl› görünüm biçimleri alabilir. Ayr›ca, ücretin miktar› çal›flma süresi ile belirlendi¤i için, çal›flma sürelerinde esasl› de¤ifliklik,
kural olarak ücrette de¤iflikli¤i de beraberinde getirir. Çal›flma saatlerinde
de¤ifliklik öncelikle iflte ve çal›flma yerinde de¤ifliklik ile birlikte ortaya ç›kabilir. Yukar›da de¤indi¤imiz gibi, yeni ifl tam süreli çal›flmadan k›smi süreli
çal›flmaya geçmeyi gerekli k›l›yorsa, ifl ve çal›flma yeri ile birlikte çal›flma saatleri ve buna ba¤l› olarak ücret iflçi aleyhine esasl› biçimde de¤iflir.
Çal›flma sürelerinde ve ücrette esasl› de¤iflikli¤in as›l önemli uygulamas›
ekonomik kriz ve di¤er ekonomik güçlük hallerinde ortaya ç›kar. Daha önce
belirtti¤imiz gibi, ifay› kabul engelleri kural olarak geçici niteliktedir ve bu
nedenle iflverenin risk alan› içinde kal›r. ‹fay› kabul engeli sürekli hale dönüflmedikçe feshi geçerli k›lan bir iflletme gere¤i ortaya ç›kmaz. Bu nedenle,
ekonomik güçlük hallerinde iflverenin fesih d›fl› tedbirlere baflvurmas› beklenir. ‹flletme riskinin ortaya ç›kt›¤› durumlarda iflverenin baflvurabilece¤i
ilk geçici tedbir çal›flma sürelerinin k›smen veya tamamen düflürülmesi, yani çal›flman›n durdurulmas›d›r. Ayr›ca, çal›flma sürelerinden ba¤›ms›z olarak ücrette iflçi aleyhine esasl› de¤ifliklik gündeme gelebilir.
Ücretin Düflürülmesi
Yak›n dönemlerde ülkemizde meydana gelen genel ekonomik krizler s›ras›nda iflyeri ve iflletme genelinde ücretin düflürülmesi uygulamas›na s›kça rast-
230
Engin
lanm›flt›r. Amerikan dolar› üzerinden belirlenmifl olan ücretin Türk liras›na
çevrilerek belirli bir kurda sabitlenmesi, ayda üç gün ücretsiz izne ç›karma,
çal›flmaya devam edildi¤i halde ayl›k maktu ücretin on günlük k›sm›n›n kesilmesi gibi tedbirler ekonomik kriz s›ras›nda uygulanan esasl› de¤iflikliklere örnek verilebilir. Ücretlerin düflürülmesi geçici ekonomik s›k›nt›lar› aflma
amac›yla baflvurulacak bir tedbirdir. ‹fl Kanunu m. 22 deki usule uygun olarak yap›lan ücretlerin düflürülmesi teklifini iflçilerin reddetmesi halinde feshe giden iflveren, iflletme gere¤inin do¤du¤unu ve de¤ifliklik feshinin geçerli
nedene dayand›¤›n› ispatlamakla yükümlüdür. Bu ispat› yaparken iflletmenin durumunu somut verilerle göstermeli ve ücretlerden indirim yap›lmad›¤› veya fesih yoluna gidilmedi¤i takdirde somut piyasa koflullar›nda ayakta
kalmas›n›n mümkün olmad›¤›n› ortaya koymal›d›r.
De¤ifliklik feshiyle ücretin düflürülmesinin geçici bir tedbir mi oldu¤u, yoksa bir kez uyguland›ktan sonra süreklilik mi kazanaca¤› tart›fl›labilir. ‹flçinin ekonomik riski k›smen de olsa üstlenmesi ancak sözleflmenin devam›n›n
tehlikeye düflmesi halinde mümkün oldu¤una göre, ücretin düflürülmesinin,
kural olarak ekonomik kriz süresi ile s›n›rl› ve geçici nitelikte oldu¤u, krizin
etkisi sona erince iflletme gere¤i ortadan kalkaca¤› için ücretin eski düzeyine yükseltilmesinin gerekti¤i söylenebilir. Bununla birlikte kan›m›zca, ekonomik durum dengeye kavuflsa bile, iflletmenin yap›s›n›n kriz öncesi ücret
yükünü art›k kald›ramayaca¤›, yeni ekonomik koflullarda yeni ücret düzeyinin rasyonel oldu¤u anlafl›l›yorsa uygulaman›n sürekli hale gelece¤i kabul
edilmelidir.
cc. K›sa Çal›flma ve Ücretsiz ‹zin
K›sa Çal›flma
K›sa çal›flma bafll›¤› alt›nda düzenlenen ‹fl Kanunu m. 65 e göre, genel ekonomik kriz ve zorlay›c› nedenlerle iflyerindeki haftal›k çal›flma süresini geçici olarak önemli ölçüde azaltan veya faaliyeti durduran iflveren durumu Türkiye ‹fl Kurumuna bildirecektir. ‹flin geçici olarak en az dört hafta durmas›
halinde ve en çok üç ay için iflçilere iflsizlik sigortas›ndan k›sa çal›flma ödene¤i verilecektir.
Genel ekonomik kriz d›fltan gelen ve iflletmeyi kaç›n›lmaz biçimde etkileyen
olgudur ve bir zorlay›c› nedendir. ‹fl Kanunu m. 64, zorlay›c› nedene dayanan
ask› halini süre ve kapsam bak›m›ndan daha genifl bir flekilde düzenlemektedir. Zorlay›c› nedenin varl›¤› durumunda sözleflmenin ask›ya al›nmas› için
iflverenin iflçinin r›zas›n› aramas›na ve bu amaçla de¤ifliklik feshi yoluna git-
‹flletme Gerekleri Nedeniyle Fesih
231
mesine gerek kalmamaktad›r. Yasa, k›sa çal›flma süresinin zorlay›c› nedenin
devam süresini ve herhalde üç ay› aflamayaca¤› hükmü ile zorlay›c› nedenden kaynaklanan ask› halinin devam süresini belirlemektedir.
Zorlay›c› nedenden kaynaklanan ve üç ay› aflmayan ask› halinde iflçilere iflsizlik sigortas›ndan ödenek verilmesini öngören yasa hükmü, tipik iflletme
riskleri d›fl›nda kalan, dolay›s›yla iflverenin sorumlu olmad›¤› ola¤anüstü
kriz ve felaket hallerinde riskin toplumun geneline yay›lmas› anlam›na gelmektedir. Ola¤an iflletme riskleri ‹K. m. 64 ün kapsam› d›fl›ndad›r.
Zorlay›c› nedenin üç ay› aflmas› halinde ask› hali kendili¤inden sona erecektir. Bu durumda iflverenin geçerli nedene dayanarak fesih yoluna gidebilece¤ini kabul etmek gerekir.
Ücretsiz ‹zin
Ola¤an iflletme riskleri nedeniyle iflveren geçici olarak iflçiyi çal›flt›ramazsa
sözleflme kendili¤inden ask›ya al›nmaz, iflveenin ücret ödeme borcu devam
eder. Bu durumda iflverenin ücret borcundan kurtulmas›n›n tek yolu taraflar›n karfl›l›kl› r›zas›yla sözleflmenin ask›ya al›nmas›d›r. Taraflar›n karfl›l›kl› r›zas›yla ortaya ç›kan bu iradi ask› durumu uygulamada ücretsiz izin olarak adland›r›lmaktad›r. Ücretsiz izin çal›flma koflullar›nda esasl› de¤ifliklik
oldu¤undan, iflveren ‹K. m. 22 ye göre de¤ifliklik feshini uygulamal›d›r.
Ücretsiz izin, son çare olarak baflvurulmas› gereken fesihten önceki bir tedbir, sözleflme iliflkisinin de¤iflen koflullara uyarlanarak devam›n› sa¤layan
bir yöntemdir. Bununla birlikte, ücretsiz izin ayn› zamanda iflverene ait olan
iflletme riskinin iflçiye yüklenmesi anlam›na gelmektedir. ‹fl sözleflmesinin
niteli¤ine ayk›r› olan iflletme riskinin iflçi taraf›ndan yüklenilmesi ancak ortada hakl› iflletme gereklerinin bulunmas› ve iflçinin hukuken geçerli r›zas›yla mümkün olabilir. ‹flçileri ücretsiz izne ç›karmak isteyen iflveren de¤ifliklik feshi yoluyla iflçilerin r›zas›n› aramal›d›r. ‹flçilerin r›za göstermemesi
halinde iflveren iflletme gere¤i nedeniniyle fesih yoluna gidebilecektir.
IV. Feshe Muhatap Olacak ‹flçilerin Seçimi
‹flletme gerekleri nedeniyle feshin temel koflulu üretim için gere¤inden fazla ifl gücünün bulunmas›d›r. ‹flletme gerekleri nedeniyle yap›lacak olan fesih
ço¤u kez ayn› durumdaki toplam iflçi say›s›n›n belirli bir oran› olarak tespit
edilmektedir. Bu nedenle, ayn› durumda olan iflçiler aras›ndan sözleflmesi
232
Engin
feshedilecek olanlar›n belirlenmesi, di¤er deyimle feshin bireysellefltirilmesi
gerekmektedir.
Eflit davranma ilkesini düzenleyen ‹fl Kanunu m. 5 burada uygulama alan›
bulur. ‹flverenin ayn› durumdaki iflçiler aras›nda objektif bir neden olmamas›na ra¤men ayr›m yapmas›, örne¤in sadece hamile veya sendikal› iflçilerin
sözleflmesini feshetmesi halinde, keyfi hareket etti¤i ve fesih hakk›n› kötüye
kulland›¤› sonucuna var›labilir. ‹flçi kötüniyeti ispatlad›¤› takdirde, fesih
hakk› do¤mufl olmas›na ra¤men amac›ndan sapt›¤› için ‹K. m. 5 e göre veya
Sendikalar Kanunu m. 31 e göre iflverenin tazminat ödemesi gerekebilir.
AVRUPA’NIN KÜLTÜREL TEMELLER‹:
RESM‹ TAR‹H VE GERÇEKLER
Doç. Dr. Ahmet Ulvi TÜRKBA⁄*
“Ça¤dafl Avrupa Kültür dünyas›n›n bir üyesi, evrensel tarihin
herhangi bir sorununu, kaç›n›lmazcas›na ve hakl› olarak flu soru çerçevesinde ele alacakt›r; Bat›’ya özgü ve yaln›zca orada ortaya ç›km›fl kültür olgular›n›n yine de evrensel -en az›ndan öyle
olmas›n› içtenlikle varsayd›¤›m›z- anlam ve gerçekli¤e sahip bir
geliflme çizgisi içinde yer almalar›na, koflullar›n ne tür bir biraradal›¤› yol açm›flt›r.
Bugün bilim ‘geçerli’ sayd›¤›m›z bir düzeyde yaln›zca Bat›’da
vard›r. Deneysel bilgiler, dünya ve yaflam sorunlar› üzerine düflünme, en yüksek düzeyde felsefi bilgelik ve Hellenizm’in etkisiyle H›ristiyanl›k’ta tam bir geliflme göstermifl olmas›na karfl›n
(‹slam’da ve baz› Hint kabilelerinde ilk örnekleri bulunan) en
derin teolojik bilgelik, son derece incelmifl bilme ve gözlem biçimleri, baflka yerlerde oldu¤u gibi özellikle Hindistan’da,
Çin’de, Babil ve M›s›r’da da vard›.”1
Avrupa Birli¤i üyesi bir Türkiye! Tam üyeli¤in, ciddi olarak Türkiye’nin ve
Avrupa’n›n gündemine girdi¤inden bu yana, en çok tart›fl›lan konulardan birini oluflturmaya bafllad›¤› kuflkusuzdur. AB’ye dahil hiçbir ülkede Türkiye’nin üyeli¤ine ‘evet’ diyenlerin oran› %40’›n üstüne ç›kmad›¤› gibi son dönemdeki geliflmeler de bu yüzdeyi düflürmeye bafllam›flt›r. Aday ülke (Türkiye) kamu oyunun, AB’ye dahil olma arzusu, daha yüksek bir orandan bafllamakla birlikte ayn› nedenlerle düflme e¤ilimi göstermektedir. Dahas› hem
aday ülkede hem de Birlik içinde üyeli¤in gerçekleflmesi olas›l›¤›ndan derin
üzüntü duyan az›msanamayacak miktarda kifli ve gruplar vard›r. ‹lginç olan
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dal›
Ö¤retim Üyesi.
1
Max Weber, Protestan Ahlak› ve Kapitalizm Ruhu, Çev. Zeynep Aruoba, 2. Bask›, Hil Yay›nlar›, ‹stanbul 1997, s.13 (vurgular metne ait).
Türkba¤
234
nokta ise her iki taraftaki muhaliflerin hem Türkiye’nin AB’ye üye olmamas›nda, hem de bunun temel gerekçesinde anlaflmalar›d›r. Muhaliflerin birçok
gerekçesi olmakla birlikte, aç›k ya da örtülü olarak ileri sürdükleri temel tez
Türkiye ile AB aras›nda bir tür ‘kan uyuflmazl›¤›’, derin bir tarihsel-kültürel
ayr›l›k sonucunda ortaya ç›kan, Türklerle Avrupal›lar›n birlikte yaflamas›n›
(Almanya, Hollanda vb. örneklerde görüldü¤ü gibi) güçlefltiren, bir dünya
görüflü farkl›l›¤› bulundu¤u ve tam üyeli¤in gerçekleflmesi durumunda bu
farkl›l›ktan dolay› kötü sonuçlar›n ortaya ç›kaca¤› biçimindedir. Her iki taraftan da üyeli¤e karfl› olanlar›n korktuklar› bu sonuçlar›n özünü Avrupa’y›
Avrupa yapan de¤erlerin ya da Türkiye’yi en genifl anlamda belirleyen de¤erlerin, yani kimli¤in alt yap›s›n›n önce afl›nd›r›lmas›, ard›ndan dejenere
edilmesi ve zamanla da yok edilmesi endiflesi oluflturmaktad›r.2 Söz konusu
de¤erler, do¤al olarak, tarihsel, dinsel, sosyal ya da tüm bunlar› içeren en genifl anlam›yla kültüreldir. Bu endifleyi toplumlar›n, dinlerin, tarihlerin ve sonuç olarak da kültürlerin ayr›l›¤› ve uzlaflmazl›¤› düflüncesi temellendirir.
Bu düflünceye göre e¤er belirli dönemlerde baz› iliflkiler olmuflsa, bunlar da
savafl gibi söz konusu karfl›tl›¤› daha da belirginlefltirip artt›racak olaylard›r
ve kültürel olarak tahribi hatta yok etmeyi amaç edinmekteydiler.
Yukar›da özetlenen tart›flmay› mümkün en rasyonel zemine yerlefltirebilmek
için tart›flman›n kalbindeki tarihsel-kültürel ayr›l›k tezi üzerinde durmak ve
Avrupa’y› özgül olarak belirleyen süreci k›saca gözden geçirmek gereklidir.
Böylece di¤er kültürün (Türkiye’nin de a¤›rl›kl› olarak içinde yer ald›¤› Do¤u
kültürünün) ayr›l›¤›n›n ve ileri sürülen karfl›tl›¤›n›n do¤uraca¤› sorunlar›
saptamak ve de¤erlendirmek çok daha kolay olacakt›r. Dolay›s›yla bu noktada gözden geçirilmesi gereken Avrupa’n›n tarihsel oluflum flemas›d›r, ancak
tarihin nas›l yaz›laca¤› ya da nas›l okunaca¤› as›l sorunu oluflturmaktad›r.
Avrupa’n›n Resmî Tarihi ‹le Do¤u Bat› Çat›flmas›
“Avrupa ve Asya ikili¤i Modern Bat›’n›n Helen
dünyas›ndan ald›¤› mirastan en az yararl› olan›d›r.”3
Avrupa kültür ve uygarl›¤› tarihi genelde, giriflteki al›nt›da Weber’in özetledi¤i biçimde anlat›l›r: ‹nsan türünün kendisini ve çevresini aç›k bir görüflle
2
Belirtildi¤i biçimiyle Kimlik sorunu için bkz. Kevin Robins, “Interrupting Identities”, S.
Hall P. Gay (Ed.), Questions of Cultural Identity, ss.61-86, ayr›ca The European Identity,
Colloquy in three parts organized by the Secretary General of Council of Europe, 17-18
April 2001 Strasbourg, summary.
3
Arnold J. Toynbee, A Study of History, (Abridgement of Volumes VII-X by D. C. Somervell)
Oxford University Press, London 1957, s.240.
Avrupa’n›n Kültürel Temelleri: Resmi Tarih ve Gerçekler
235
kavramas›, bilincine varmas› süreci eski Yunan’dan bafllat›l›r. Burada Avrupa’y› özgün k›lan ‘insan onuru ya da insana sayg›’, ‘otorite karfl›tl›¤›’ fikirlerinin kökleri gerek mitolojideki Olimpos’un ‘insan biçimli’ ölümsüz tanr›lar›nda gerekse ‹lk Ça¤’›n rasyonalist filozoflar›n›n (Sokrat, Platon, Aristo) insan›n de¤eri ve siyasal sistemin buna uygun olmas›na iliflkin spekülatif eserlerinde bulunur. Ancak mitolojinin insan› tutkular yuma¤› olarak gören ve
onun tutkular›n› yücelten, hatta bu yönüyle tanr›laflt›ran ‘insan’ anlay›fl›yla;
rasyonalistlerin, Helenistik Stoa okulu taraf›ndan yetkinlefltirilecek tutkular› denetleyerek ak›lla yücelen ‘insan’ anlay›fl› aras›nda ne denli bir karfl›tl›k
oldu¤una pek dikkat edilmez.4 Daha önemlisi, yaln›zca kendi dilinden farkl›
bir dil konufltu¤undan dolay› karfl›s›ndakini anlamayan ve yabanc›y› ç›kard›¤› seslere gönderme yaparak barbar diye adland›ran Antik Yunan’›n ‘yabanc›ya ve köleye’ yeterince insan olmad›klar›ndan(!) dolay› bu ‘onur ve sayg›’dan pek de pay vermedi¤i gerçe¤i genelde gözden kaç›r›l›r.5 Bu kültürün
dilini anlamad›¤›na, yabanc›ya, günümüz deyimiyle ‘ötekine’ yükledi¤i olumsuz özelliklerin ne denli ciddi oldu¤u ‘barbar’ sözcü¤ünün bugünkü anlam›na
bak›larak kolayca görülebilir. Hatta, Aristo Politika adl› kitab›nda Yunanl›lar d›fl›ndaki Avrupal› ve Asyal› halklar›n› ‘barbar’ olarak adland›rm›fl6 ve
Montesquieu Kanunlar›n Ruhu ile ‹ran Mektuplar›’n› yazmadan As›rlar önce Asyal›lar›n köleli¤e daha e¤ilimli oldu¤u saptamas›n› yapm›flt›. Asl›nda
Yunanl›lar kendilerini Avrupal› ya da Bat›l› olarak görmüyorlard›. Yunanl›lar›n Avrupal›laflt›r›lmas› inflas› sonradan aflama ile gerçeklefltirilmifltir.
Yine gözden kaç›r›lan bir nokta da t›pk› biyolojik olarak Dünya’da saf insan ›rk› bulunmamas› gibi, hiçbir kültürün de ‘saf’ olmad›¤› gerçe¤idir. Bu ba¤lamda
Platon’un diyaloglar›yla eski Hint metinleri aras›ndaki benzerlik eldeki kan›tlar›n yetersizli¤inden belki belirli bir de¤erlendirme yap›lmas›na olanak tan›mayacak ölçüde müphemdir. Ancak Büyük ‹skender’in siyasi alt yap›s›n› haz›rlad›¤› Helenistik dönemde (MÖ 323-MÖ 31) Yunan düflüncesinin Do¤u’yu tan›yarak farkl› bir renge büründü¤ünü yads›mak olanaks›zd›r. “… Büyük ‹skender
döneminden sonra Yunan kültürü art›k Yunanl›lara ait olmaktan ç›km›flt›r”.7
4
Bu karfl›tl›¤› fark edip en iyi biçimde ortaya kayanlardan biri Nietzsche’dir, bkz. F. Nietzsche, Yunanl›lar›n Trajik Ça¤›nda Felsefe, Çev. Nusret H›z›r, B/F/S Yay., ‹stanbul 1985.
5
Site nüfusu yaklafl›k rakamlarla 300.000 kabul edildi¤inde 120.000 köle + 90.000 kad›n +
20.000 yerleflik yabanc› + 40.000 genç ç›kar›ld›¤›nda 30.000 aktif yurttafla ulafl›l›r, asl›nda
%10’luk yurttafll›k demokrasiden çok aristokrasi gibi görünmektedir. Eski Yunan’da kölelik – Özgürlük ve Onur kavram›yla ilgili bkz. Oktay Uygun, Demokrasinin Tarihsel, Felsefi ve Ahlaki Boyutlar›; ‹nk›lap, ‹stanbul 2003, ss.53, 67 dn.94, 72-76, 86-92.
6
Gerard Delanty, Avrupa’n›n ‹cad›, Çev. Hüsamettin ‹nanç, Adres Yay., Ankara 2004, s.28 vd.
7
Delanty, s.30 (vurgu bana ait). Klasik söyleme daha yak›n olan Barthold’a göre ise ‹skender’in fetihleri: “Yunanlaflm›fl bir fiark medeniyeti vücuda getirmifltir. Asl›nda baz› cihetlerden, bilakis, Asya’n›n Yunanl›lara tesiri daha kuvvetli olmuflsa da… medeni rehberlik Yunanl›lar›n elinde kalm›fl(t›r)…”. W. Barthold, ‹slam Medeniyeti Tarihi, Çev. M. Fuad
Köprülü, Diyanet Yay., Ankara 1984, s. 4 (vurgu metne ait).
236
Türkba¤
Bu dönemde beliren belli bafll› düflünce okullar›na k›sa bir bak›fl hem günümüze ulaflan geliflmelerin hem de konunun anlafl›lmas›na yard›mc› olacakt›r. Bu
okullar Stoac›l›k, Epikürcülük ve Phyrronculuk’tur.8 Stoa okulu rasyonalist-evrenselci yaklafl›m›yla 1776 Amerikan, 1789 Frans›z, 1948 Birleflmifl Milletler
bildirileri çizgisinde insan haklar›n›n geliflmesinde rol oynayan ‘do¤al hukuk ilkelerinin’ kayna¤›d›r. ‹nsan için co¤rafi, kültürel ve genifl anlamda tarihi farklar› ‘Logos-Evrensel Ak›l’ kavram›nda eriten Stoa de¤iflik kültürlerin ve halklar›n siyasi, hukuki ve ahlaki birlikteli¤ine olanak tan›yan bir anlay›fl getirmifltir. Asl›nda insan› haz-ac› düalizmi içinde kavrayan Epikürcülük de temelde
kültür ve tarihten ba¤›ms›z bir yaklafl›m sergilemifltir. Phyrronculuk ise gerçek, sistematik bir kuflkuculuktur. Böylece Sokrat’›n daha ziyade Kartezyen
kuflkuculu¤u haz›rlayan yaklafl›m›na karfl›l›k Phyrronculuk bilinemezcili¤e
(Agnostisizm) sapmayan ve gerçe¤in bilinebilir olup olmad›¤›ndan sürekli kuflkulanmay› içeren bir anlay›fl getirmifltir.
Burada çok ilginç ve o ölçüde de önemli bir nokta görünür olmaktad›r. Tarihsel süreçte Helenistik üçlemeye benzer birçok felsefi ak›m ortaya ç›km›fl olmakla birlikte, ayn› tür ak›mlar›n düflünce dünyas›n›n merkezinde yer ald›¤› iki dönem daha vard›r. Bu da 17. (Ak›l ça¤›) ilâ 18. (Ayd›nlanma) yüzy›llardaki büyük de¤iflime ve geliflme dönemi ile günümüz ya da postmodern
dünyad›r. Bu üç dönemde de olabildi¤ince tarih ve kültürden ba¤›ms›z evrenselcilik, insan› biyo-fizyololojik özelliklerine indirgeyen yararc›l›k ve her
ikisi karfl›s›nda, kuflkuculuk temelli bir rölativizm egemendir. Yani bu okullar genel-geçer kabul edilebilir bir do¤ru kurma çabas›nda var›lacak üç farkl› noktay› temsil etmektedirler: Söz konusu çaba ya umutsuzlukla kuflkuculu¤a ulaflmakta, ya insan› tarihsel-kültürel farklardan tümüyle s›y›rmak,
tüm insano¤lunda ortak asgari özelliklere ulaflmak için biyolojiye dayanmakta ya da ortak taban› biyolojide de¤il de her insanda ortak oldu¤una inan›lan ak›lda bulmaktad›r. Tüm bu çabalar›n nedeni nedir? Do¤al olarak bu
üç dönemin birbiriyle ayn› olmas› söz konusu olmad›¤› gibi ak›mlar›n ortaya
ç›k›fl koflullar›n›n ve içeriklerinin de ayn›l›¤› ileri sürülemez. Ancak ortak
noktan›n mant›kl› biçimde saptanmas› olanakl›d›r: Bu üç dönemde de yaflanan tarihsel koflullar nedeniyle farkl› düflünce tarzlar› birbiri ile yüzleflmek
zorunda kalm›flt›r. Son iki dönem için bu yüzleflmeye ‘bilimsel geliflmeler ve
bulufllar’ ile ‘teknolojik ilerlemeyi’ eklemek gerekir. Daha aç›k bir ifadeyle en
genifl anlamda Avrupa taraf›ndan bizatihi kendisi ile birlikte infla edildi¤i biçimde, Do¤u ve Bat› düflünceleri ya da daha do¤rusu, ileride Avrupal› kabul
edilecek olan ile bunun d›fl›nda kalan karfl›laflm›flt›r.
8
Niyazi Öktem, Ahmet U. Türkba¤; Felsefe Sosyoloji Devlet ve Hukuk; Der Yay›nlar›, ‹stanbul 1999; bu okullar›n temel özellikleri için bkz. ‘Helenistik Felsefe’, Ulafl, Sarp E., Felsefe Sözlü¤ü, (Haz. A. B. Güçlü, E. Uzun, S. Uzun, Ü. H. Yolsal) Bilim ve Sanat Yay., Ankara 2002, ss.662-663.
Avrupa’n›n Kültürel Temelleri: Resmi Tarih ve Gerçekler
237
Farkl›l›klar›n karfl›laflmas›yla ortaya ç›kan ürünün saf ve kat›ks›z oldu¤unu
iddia etmek olanaks›z oldu¤una göre en az›nda flu saptama oldukça güvenilirdir: Bir düflünce sistemi kendisi d›fl›nda farkl› bir düflünce sistemiyle yüzleflti¤inde, yal›n olarak evren, do¤a, de¤er, insan ve yaflama iliflkin de¤iflik
görüfl ve önceliklerle karfl›laflt›¤›nda onu reddetmek için, ondan yararlanmak için, onu taklit etmek ya da ona dahil olmak için, fikirler üretmek gibi
çeflitli biçimde tepkiler verebilir ama her durumda etkilenme sonucu ortaya
ç›kan saf bir form de¤il (ama eklektik de de¤il), bir melezdir. Olaylar›n yafland›¤› dönemden çok sonralar› yaz›lan Resmi Avrupa tarihi bu geliflmeleri
dikkate almaz. Avrupa’n›n kökeninde saf ve kat›ks›z bir Bat› düflüncesi olarak antik Yunan’› görür oysa bu uygarl›k ne Bat›l› ne de kat›ks›zd›r. Antik
dönemdeki temel karfl›tl›k Do¤u - Bat› de¤il, Kuzey - Güney’dir. Asl›nda Avrupa’n›n biçimlenmesi sürecinde uzun süre rol oynayacak olanlar da Kuzey’deki ‘barbar’ halklard›r. Dahas› Resmi tarihte Antik Yunan Bat›l› olarak
nitelendirildikten hemen sonra as›l amaç olan de¤erlendirmeye bafllan›r:
“Dünya özgürlük, sorumluluk, yurtseverlik, dini inançlara sayg› gibi de¤erlerle Yunanl›lar arac›l›¤›yla tan›flm›flt›r. fiark, en yal›n halleriyle bu ahlaki
de¤erleri henüz bilmiyordu”9 fiark’›n (Do¤u’nun), say›lan ahlaki de¤erleri
bilmemesi iddias›n›n özellikle do¤u terimiyle yaln›zca bugünkü ‹ran’›n de¤il
Hindistan ve Çin’i de içine alacak biçimde tüm bir Asya k›tas›n›n hatta, Orta Do¤u ile birlikte Afrika’n›n da bir bölümünün kastedildi¤i an›msan›rsa oldukça abart›l› oldu¤u anlafl›labilir. ‹leride de¤inilece¤i gibi ço¤u zaman Do¤u’nun ‘ahlak’› Avrupa taraf›ndan tart›flma konular›ndan biri olarak kabul
edildi¤inden dolay›, bu duruma pek de flaflmamak gerekir. Ayr›ca Antik Yunan neden yazar taraf›ndan Do¤u ile karfl›laflt›r›lmaktad›r? De¤inildi¤i gibi
o dönemin dünyas›ndaki as›l kutuplaflma Güney-Kuzey biçimimdedir ve Orta Ça¤’›n bafllar›na de¤in süren barbar istilalar›n›n Avrupa tarihindeki rolünden zaten durum anlafl›lmaktad›r. Dahas› yukar›daki de¤erleri tek elinde bulunduran bir toplumda, Sokrates’in ölümle cezaland›r›lmas› ya da Darius’u yenen ‹skender’in onun k›z›yla evlenip imparatorlu¤unun merkezi
olarak bugünkü ‹ran topraklar›n› seçmesi ve ‘yurtseverli¤i bilmeyen’ Do¤u’nun devlet teflkilat›n› esas almas› nas›l aç›klanabilir.
Eski Yunan’›n insanl›k tarihinde, kültür ve uygarl›k tarihinde önemli bir yere sahip oldu¤u kuflku götürmez bir gerçektir ancak, hem Avrupa ve Asya ya
da genifl anlam›yla Do¤u Bat› adland›rmalar› hem de izole bir tarih anlay›fl›n›n yaflanm›fl tarihle hiçbir ilgi ve ba¤lant›s› bulunmad›¤› da bir gerçektir.
Bu çarp›k anlay›fl›n kökleri Toynbee’nin de saptad›¤› gibi, Heredot’un Avrupa ile Asya aras›nda Truva Savafl›’ndan kalan bir kan davas› bundu¤u ve Asyal›lar›n bu nedenle Avrupa’ya düflman olduklar› biçimindeki hayali anlat›9
(Egon Fridell, Antik Yunan’›n Kültür Tarihi, Çev. N. Aça, Dost, Ankara 1999, s.49)’dan
aktaran Uygun, s.82.
238
Türkba¤
s›nda bulunabilir.10 Oysa büyük olas›l›kla Truva efsanesinden haberi bile olmayan Perslere yap›lan bu yak›flt›rma, masum co¤rafi adlar›n Heredot taraf›ndan bu biçimde kullan›lmalar›, deyim yerindeyse, o günün halklar›nda
heyecan uyand›racak bir formda sunulmalar›, zamanla kullan›fll› bir ideolojinin (Marksist anlamda, yani gerçekli¤in çarp›t›lm›fl bir yans›s›) yap› tafl›
olmalar›n› sa¤lam›flt›r. Ama Avrupa ve Asya’n›n (ya da Do¤u ile Bat›’n›n) tarihsel belirlenmesinden as›l önemli geliflme Orta Ça¤’da ile Ayd›nlanma’da
olmufltur. Günümüzün koflul ve sorunlar›nda asli rol oynayan da bunlard›r.
Resmi Avrupa tarihi, Avrupa’n›n kökeniyle ilgili anlat›s›na Eski Yunan’›n ard›ndan H›ristiyanl›kla devam eder. Ancak onu kendi co¤rafyas›ndan ve tarihsel köklerinden kopar›r, bir Bat›(!) dini olarak takdim eder. Oysa Musevilik,
H›ristiyanl›k ve Müslümanl›k çizgisindeki tek Tanr›’l› dinler, bir Avrupal›n›n
adland›rmas›yla, ‘Orta Do¤u’da do¤up geliflmifllerdir, kutsallar› da (Filistin,
Beytüllahim, Kudüs, Urfa, Hicaz) yine Do¤u’dad›r. Bat›’daki Roma kilisesinin
H›ristiyanl›kta merkezi bir konum elde etmesi ise, bu dinin ortaya ç›kmas›ndan as›rlar sonra meydana gelen bir dizi tarihsel rastlant›n›n sonucudur. Havari Petrus’un dini yaymak için buraya gelmesi, bir kilise kurmas›, daha sonraysa bu kilisenin belirli tarihsel geliflmeler sonucu H›ristiyan dünyada
(Christendom) sivrilmesi ile mümkün olmufltur. Bu olaylar zincirinin en önemli halkalar›ndan baz›lar› Hun ‹mparatoru Atilla’n›n Papa I. Leo (440-461) taraf›ndan, Roma’ya sald›rmamas› konusunda ikna edilmesi, barbar sald›r›lar›
karfl›s›nda Papal›¤›n H›ristiyan dünyan›n umudu olmas›,11 476’da Bat› Roma’n›n y›k›l›fl› ile Avrupa’da örgütlü en büyük gücün Roma kilisesi olmas›d›r.
H›ristiyanl›¤›n tarih sahnesine ç›k›fl› dini kayg›lar›n ötesinde, çok önemli bir
olay, bir dönüm noktas›d›r. Belirli niteliklere sahip tek Tanr›’n›n bilinen tarihte ilk ortaya ç›k›fl› M›s›r’da IV Firavun Amenhotep (MÖ 1375) devrindedir. Yeni bir dinin, Aton dininin öncülü¤ünü yapan Firavun ad›n› Akenaton
olarak de¤ifltirmifl ve baflkenti de Teb’den Amarna’ya alm›flt›r. Ancak bu giriflim firavunun k›sa hayat›yla s›n›rl› kalm›fl, tek, adil ve ba¤›fllay›c› bir Tanr›’n›n yeniden görünmesi için 600’y›l beklemek gerekmiflti.12 ‹branilerde gö-
10
Toynbee, A Study of History, ss.238-39; Avrupa’n›n ad› (Europe ad›, mitolojide Fenike, günümüzde Filistin, kral›n›n Zeus taraf›ndan kand›r›lan k›z›n›n ad› ya da Sümerce ya da
Arapça garp sözcü¤ünün karfl›l›¤›; her koflulda Do¤u kaynakl›d›r) dahil bir çok kavram›n
asl›nda yabanc› oldu¤u iddia edilen Asya’dan gelmesi ve aksinin de söz konusu olmas›, Avrupa ile Asya aras›nda daha do¤rusu komflular aras›nda savafltan çok, sürekli de¤iflen rollerle derinden yol alan güçlü bir paylafl›m›n bulundu¤unu ortaya koymaktad›r.
11
‹brahim Kafeso¤lu, Türk Milli Kültürü, 2. Bask›, Bo¤aziçi Yay., ‹stanbul 1983, s.78; Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Ifl›ltan, T. T. K. Yay., Ankara 1981,53.
12
Robert E. Lerner, S. Meacham, E. N. Burns, Western Civilisations, 13th Ed., Norton &
Com., New York 1998, ss.46-49, bu süre tart›flmal› olmakla birlikte her durumda tek Tanr›’n›n ‹branilerden önce M›s›r’da görüldü¤ü kesindir..
Avrupa’n›n Kültürel Temelleri: Resmi Tarih ve Gerçekler
239
rülen tek Tanr›, M›s›r’daki süreçten çok farkl› bir geliflme göstermifl ve kal›c› olmufltur. Böylece baz› toplumlarda payen, çok tanr›l› dönemden tek Tanr›l› döneme geçilmifltir. Ancak Musevi anlay›fl› Tanr› ile Musevi kavmi aras›nda özel bir iliflki ön gördü¤ünden, ‘seçilmifllik’ kavram› bu inanc›n temelinde yer ald›¤›ndan tek Tanr› ‹branilere özgü olarak kalm›flt›r. ‹flte H›ristiyanl›¤›n önemi bu noktada ortaya ç›kmaktad›r: H›ristiyanl›k Tanr›’y› evrensellefltirmifl tek bir kavme ait olmaktan ç›karm›fl bu anlamda insano¤lunu
Tanr› önünde eflit k›lm›flt›r.13
Ancak resmi tarih H›ristiyanl›¤›n evrenselli¤inden çok onun Orta Ça¤ boyunca ‹slam’la yapt›¤› mücadeleyi temel al›r. Öncelikle Emevilerin, Abbasilerin ard›ndan Selçuklu ve Osmanl›lar›n Bizans’a ve Avrupa’ya karfl› gerçeklefltirdikleri fetihlerle, H›ristiyanlar taraf›ndan düzenlenen Haçl› Seferleri
bu tarihin temel olgular›d›r. ‹lginç olan nokta Avrupa’n›n, tan›d›¤› ve iliflki
kurdu¤u, her alanda al›fl verifl etti¤i ‹slam dini ve uygarl›¤›ndan kendisini
tümüyle yal›tt›¤› bir resmi tarihe sahip olmas›d›r.14 Oysa “Hz. ‹sa’n›n peygamberli¤ine, ‹ncil’e inanan ve Hz. Meryem’in ‹sa’y› bakire olarak do¤urdu¤unu kabul eden, böylece H›ristiyanl›¤a en çok yak›nl›k gösteren din ‹slamiyet”15 olmas›na ra¤men Avrupa tüm Orta Ça¤’da ve daha sonras›nda Do¤u’yu bilmemekte direnç göstermifltir. Bu yaklafl›m yaln›zca bilmemek de¤il
ayn› zamanda marjinallefltirmek hatta insan olmaktan ç›karmak biçiminde
de nitelenebilir: “Netice bir karikatürdür; Müslümanlar›n hayat›, görünüflü,
âdetleri, çarp›k bir aynada aksettirilmifl gibidir. H›ristiyanlar›n i¤renç ve
gayri ahlaki buldu¤u her fley Müslüman inanç ve âdetlerinin bir parças› olarak takdim edilmifltir… Bu örneklere bütün Avrupa’da rastland›¤› için tesadüf mahsulü olduklar› söylenemez; tamamen cehalet neticesi de de¤ildirler.
Karfl›m›zda bir dini taassup abidesi var.”16 Asl›nda yap›lan somutlaflt›rmak
için çarp›c› tek bir örnek yeterlidir: Termagant. Bu sözcük tüm Orta Ça¤ boyunca hatta çok daha sonra da Bat› taraf›ndan, (geç ve ünlü bir örnek olarak Shakespeare 1564-1616 taraf›ndan), Müslümanlar›n Tanr›s› olarak (tabi ki bu kavram ‘zalim ve zorba’ gibi kötü özelliklere sahiptir ve hatta günümüz ‹ngilizce’sinde halen olumuz bir s›fat olarak vard›r) kullan›lan hayali
bir kavramd›r. 17. Yüzy›l gibi geç bir dönemde Bat› H›ristiyanl›¤›n›n ‹slam’la ilgili bu denli temel bilgiler konusunda eksik olabilece¤ini kabul etmek ise olanaks›zd›r. Tüm bu marjinallefltirme çabalar›n›n belki de en
önemli nedeni tek Tanr›l› dinler aras›ndaki teorik yak›nl›kt›r. Ne yönden ba13
Server Tanilli, Uygarl›k Tarihi, Adam Yay., ‹stanbul 1999, ss. 45-46.
14
“Haçl› seferlerinden önce, ve hatta bir dereceye kadar bu seferler esnas›nda, H›ristiyanlarla Müslümanlar aras›nda ticari münasebetler devam etmiflti.” Bkz. Sencer Tonguç, “Ortaça¤ Avrupa’s› ve ‹slam Dünyas›”, Güney Do¤u Avrupa Araflt›rmalar› F1, ss.1-10, s.2.
15
Suat Y›ld›r›m, Mevcut Kaynaklara Göre H›ristiyanl›k, Diyanet Yay., Ankara 1988, s.7.
16
Tonguç, s.3.
Türkba¤
240
k›l›rsa bak›ls›n bu dinlerden birinin temellerine yap›lacak ciddi bir sald›r›dan di¤erleri de etkilenmektedir. Bu nedenle ancak düflünsel bir çarp›tman›n, daha do¤rusu karfl› taraf›n arzusu do¤rultusunda yeniden yazman›n ard›ndan bu yap›lan kopyaya as›lm›fl gibi hücum etmek en kolay taktik olarak
görünmektedir.
Bu konuda de¤inilmesi gereken çok önemli bir nokta daha vard›r. Co¤rafi
olarak geliflme gösteren ‹slam dünyas› 8.-12. yüzy›llar aras›nda uygarl›k
alan›nda da büyük bir ilerleme kaydetmifltir. Bu ilerleme çok ciddi bir tercüme faaliyeti ile bafllam›fl, hem mant›k ve matematik gibi teorik alanlarda
hem de t›p ve denizcilik gibi pratik alanlarda olmufltur.17 Önce Eski Yunanca ve di¤er dillerden Arapça’ya döneme göre çok büyük miktarda çeviri yap›lm›fl, ard›ndan çeviri ile birlikte yorumlar, flerhler ve özgün eserler verilmifltir. Ancak yaklafl›k 500 y›l süren bu dönem 13. yüzy›ldan sonra hem Do¤u’da hem de Endülüs ‹spanyas›nda eski h›z ve parlakl›¤›n› yitirmifltir. Ayn› zamanda bu uygarl›k Arapça ortak dilinde olmakla birlikte çok dilli ve
kültürlüdür. Araplar›n yan›nda Süryaniler, Acemler, Türkler ve daha bir çok
din ve kültürden insan bu dönemde birlikte çal›fl›p eserler vermifltir.
Bu birikim resmi Avrupa tarihi taraf›ndan iki yönlü olarak çarp›t›l›r: Öncelikle kendi içinde ard›ndan da Avrupa ile iliflkisinde. ‹lkin bu anlay›fla göre
‹slam’›n yükselifliyle ortaya ç›kan bir do¤u uygarl›¤› yoktur(!) Daha do¤rusu
özgün denebilecek bir uygarl›k yoktur. Takdire flayan bir tercüme faaliyeti
vard›r. Yani uygarl›k tarihinde bir tür emanetçi rolü Do¤u için fazlas›yla yeterlidir. ‹slam uygarl›¤›, Bat›’n›n her nedense bu giriflimi yapamad›¤› bir dönemde onun temeli, öz mal› olan Eski Yunan kaynaklar›n›n yok olmas›n› önlemifl, Bat› toparlan›p alana kadar (en az 7 yüzy›l) onun miras›na gözcülük
etmifltir(!). ‹kincisi Avrupa’n›n ‹slam uygarl›¤›ndan ald›¤› yaln›zca Eski Yunan’d›r. Yani o kendi miras›n› alm›fl, içine kar›flan yabanc› ö¤elerden en ufak
bir s›z›nt›ya izin vermemifltir. Çünkü, böyle bir olas›l›k sonuçta ortaya kat›ks›z bir Bat› uygarl›¤› ç›kmas›na engel olacakt›r.
Ancak durum hiç de yukar›da anlat›ld›¤› gibi de¤ildir. Nas›l ki ‹slam düflüncesi, bilimi ve siyaseti özellikle ‹slam ‹mparatorlu¤u’nun genifllemesinden
sonra saf olarak adland›r›lamazsa, Eski Yunan, Roma, H›ristiyanl›k, Rönesans ve Ayd›nlanma çizgisinde ‘steril’ bir Avrupa tarihinden ya da Bat› uygarl›¤› tarihinden söz etmek de olanaks›zd›r. Öncelikle belirtilmesi gereken ‹slam
düflüncesinin Eski Yunan’a çok fley borçlu oldu¤u ve tüm teolojik-felsefi tart›flmalara ra¤men onu kendi içinde belli bir ölçüde eritebilmifl, kendisine mal
edebilmifl bulundu¤udur. Bu uygarl›k yaln›zca bir tercüme faaliyetinden iba-
17
Nejat Bozkurt, Bilim Tarihi ve Felsefesi, Sarmal Yay., ‹stanbul 1998, ss.17-34.
Avrupa’n›n Kültürel Temelleri: Resmi Tarih ve Gerçekler
241
ret de de¤ildir, öyle olsayd› Bat›’da 5-6 yüzy›l kullan›lacak bilimsel eserler veremez ve Bat›’n›n onu aflmas› yine 5-6 yüzy›l sürmezdi.18 Tam burada belirtilmesi gereken ‹slam uygarl›¤› içinde de en az›ndan felsefe için Bat› ile benzer
görüfllerin bulunmas›d›r. Örne¤in Gazali’nin ‘Tehâfütü’l Felâsife’ adl› kitab› bu
yaklafl›m aç›s›ndan temsil edicidir ve dinin özü ile özgünlü¤ünü koruma kayg›s›yla Eski Yunan’› dini temel aç›s›ndan elefltiriye tabi tutmakta, genelde de
felsefenin tümüyle terk edilmesi sonucuna varmaktad›r.19
Ayr›ca Bat›’n›n, Do¤u’dan, en genifl anlam›yla ‹slam uygarl›¤›ndan bir fleyler
almad›¤› ya da ald›klar›n›n yaln›zca önemsiz noktalara iliflkin oldu¤u düflüncesi tarihsel gerçeklerle kesin bir uyuflmazl›k içerisindedir: “Avrupa aritmeti¤i, trigonometriyi, cebiri, fizi¤i, t›bb›, eczac›l›¤›, Yunan felsefesini Do¤u bilginlerinin eserlerini çevirerek ö¤rendi. Rönesans ve Ayd›nlanma’n›n temelinde bu
müthifl birikim yatar”20. “13. Yüzy›l›n bafl›ndan itibaren duraksama dönemine giren Do¤u uygarl›¤›, felsefi ve bilimsel ürünlerini ‹spanya, Sicilya ve Anadolu üzerinden Bat›’ya aktarmaya bafllam›flt›. Bat› 16. yüzy›lda geliflen Rönesans’la birlikte özgün eserler vererek, Do¤u uygarl›¤›n› aflmay› baflard›.”21
Sonuç
“…hiçbir medeniyet tek bafl›na ele al›namaz.
Medeniyetler birbirlerine zincirleme ba¤l›d›rlar. her biri kendinden öncekinin eseridir;
ona bir fleyler katarak kendinden sonrakini
haz›rlam›flt›r.”22
Gerçektende bir uygarl›¤›n tarihini di¤eri olmadan yazmak olanaks›zd›r. Tarihte hiçbir kültür yaln›zca kendi ile ayakta durmam›flt›r. ‹nsanlar›n birbir18
Sad›k Usta, “Do¤u Rönesans’›”, ss. 37-43, Bilim ve Ütopya Kas›m 2001.
19
Benzer anlay›fl günümüze kadar süregelmifltir ve çok miktarda taraftar› da bulmaktad›r.
Örne¤in: “‹slam alemini saran felsefe hareketi, gerek Grek, gerekse H›ristiyan metafizi¤ine dayal› felsefe art›klar›yd›. Bu felsefelerin çeflitli topluluklar›n geliflmesinde önemli etkileri olmufltur. Gerçi bu felsefeler Grek felsefesinin son zamanlardaki aç›klamalar›ndan baflka bir fley de¤ildi.” Seyyid Kutub, ‹slam Düflüncesi, Çev. H. fiükrü, R. Tosun, M. Çelen,
Dünya Yay., ‹stanbul 1992., s.14 tam bir de¤erlendirme için bkz. ss12-22 (vurgu bana ait).
20
H. Ziya Ülken, “Bat› Uygarl›¤›’n›n Temelindeki Do¤u”, ss. 24-36, Bilim ve Ütopya Kas›m
2001, s.24 (girifl yaz›s›); Ayr›ca bu konu ile ilgili bkz. H. Z. Ülken, ‹slam Felsefesi, Selçuk
Yay., Ankara 1967 ss.304-338; Abdurrahman Bedevi, Bat› Düflüncesinin Oluflumunda ‹slam’›n Rolü, Çev. M. Tan, ‹z Yay., ‹stanbul 2002; Bekir Karl›¤a, ‹slam Düflüncesinin Bat›
Düflüncesine Etkileri, Litera Yay., ‹stanbul 2004.
21
Usta, s.43.
22
Ülken, ‹slam Felsefesi, s.338.
242
Türkba¤
lerinden etkilenmelerini önlemenin olanaks›zl›¤› gibi kültürlerin de, dönemin ‘moda’lar›ndan en derin felsefi-bilimsel yaklafl›mlara kadar her fleyi aktard›¤›n›, bazen ayn›yla al›p bazen de tepki olarak de¤ifltirdi¤ini ya da tam
aksini kabul etti¤ini yads›mak da olanaks›zd›r. Örne¤in 1789’dan sonraki
Terör devirlerinde giyotine gidenlerden esinlenen bayanlar›n bo¤azlar›na
k›rm›z› bir bant takmas› modas› Fransa’dan tüm Avrupa’ya hatta Osmanl›
topraklar›na dek uzanm›flt›. Günümüzdeki günlük yaflamda, toplumsal al›flkanl›klarda Do¤u ile Bat› aras›nda büyük farklar vard›r. Ancak bu farklar
uygarl›klar aras›ndaki farklardan ziyade, bunun d›fl›ndaki ö¤elerden kaynaklanmaktad›r. Örne¤in Do¤u uygarl›¤› parlak dönemlerinde bile ürünlerini halk›n taban›na yaymada baflar›l› olamam›flt›r. Dolay›s›yla bugünkü ‹slam co¤rafyas›nda, 12. yüzy›ldaki ‹slam uygarl›¤›n›n düzeyinin alt›nda bir
yaflam süren halklar bulunmaktad›r. Ancak unutulmamas› gereken bugün
Bat› uygarl›¤›n›n yaflad›¤› baz› çok önemli sorunlar›, çözüm olanaklar›n›n
Do¤u uygarl›¤› içinde potansiyel olarak bulundu¤udur ve e¤er Bat› uygarl›¤›: “…refah ve sosyal dayan›flmaya özen; vahflet, terörizm ve savafl gibi konulara karfl› özgül bir tav›r; yaflama sayg›; insandaki düflman›n› fleytanlaflt›rma (kötüleme) güdüsünün reddi; çok önemli çevre koruma sorunu dahil,
dünyan›n yoksul bölgeleri ve gelecek nesillerin kaderi için sorumluluk duyma”23 gibi say›lan ö¤elerle kendini tan›mlama gayretinde içten oldu¤unda
Do¤u uygarl›¤› ile uyuflamamas› için bir neden yoktur. Bunun için ise öncelikle Do¤u ve Bat›’n›n gerçek tarihinin yaz›lmas› ya da okunmas› gereklidir.
23
Gianluigi Palombelle, Politics and Rights: The Future of The EU from European Perspective, Ratio Juris Vol: 18, No:3 September 2005 (400-409) Blackwell Publishing, s.404.
AVRUPA B‹RL‹⁄‹, TÜRK‹YE VE VERG‹ UYUMU
Doç. Dr. Hakan ÜZELTÜRK*
Avrupa Birli¤i-Türkiye vergi iliflkileri bünyesinde bulundurdu¤u taviz verilmeyen kat› yaklafl›m sebebiyle gerek ayr›mc›l›k gerekse egemenlik bak›m›ndan çok detayl› incelenen, incelendikçe de daha karmafl›k iliflkilere ve yaklafl›mlara yol açan bir konudur. Bu alanda geçerli olan çok say›daki çifte vergilendirmeyi önlem anlaflmalar›n›n yan›nda Avrupa Toplulu¤u Adalet Divan›’n›n vergilerle ilgili kararlar› Avrupa Birli¤i’nin vergiler konusundaki tart›flma ve kararlar›yla ve üye devletlerin kendi düzenlemeleriyle birleflince
içinden ç›k›lmaz bir hale gelmifltir.
Avrupa Birli¤i içerisinde en fazla problem yaratan hususlardan olan ve çözümlenmesi üye ülkelerin tutumlar› ve ilgili mevzuatlar›ndaki uyumsuzluklar sebebi ile oldukça yavafl bir flekilde ilerleyen vergiler konusunda yap›lmas› gereken vergi mevzuat›m›z ile Topluluk vergi mevzuat› aras›nda mevcut farkl›l›klar› ortadan kald›rarak uyumun sa¤lanmas›d›r. ‹fadesi rahat, fakat içeri¤i karmafl›k bu durumla ilgili olarak bugüne kadar Topluluk bünyesinde tam anlam› ile bir uyumlaflt›rman›n gerçeklefltirilmesi mümkün olmad›¤› gibi k›sa sürede gerçekleflme ihtimali de çok azd›r. fiimdiye kadar yap›lan çal›flmalarda bu konudaki geliflmeler a¤›rl›kl› olarak dolayl› vergiler alan›nda yer alm›fl, dolays›z vergiler alan›ndaki çal›flmalar ise esas olarak üye
ülkelerin baflta vergilendirme yetkisinden vazgeçememeleri olmak üzere çok
çeflitli sebeplerle baflar›l› olamam›flt›r. Bu sebeple Türkiye ile Avrupa Birli¤i
aras›ndaki vergi uyumu konusu olay›n sadece bir boyutudur. As›l sorun Birlik bünyesindeki problemlerdir. Bununla birlikte Türkiye siyasi kriterleri
yerine getirme çabas›na paralel olarak ekonomik alanda ve özellikle vergiler
konusunda da çok daha fazla çal›flma yapmal›d›r.
Türkiye-Avrupa Birli¤i aras›nda vergi uyumunun sa¤lanmas› konusunda
öncelikle haz›rlanan ‹lerleme Raporlar› incelendi¤inde problem yaratan hususlar daha rahat görülebilmektedir. Avrupa Birli¤i taraf›ndan haz›rlanan
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Vergi Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
244
Üzeltürk
2000 ve 2001 y›l› ‹lerleme Raporlar›na bakt›¤›m›zda 1999 Raporu’na nazaran çok küçük bir geliflme kaydedildi¤i belirtilerek Katma De¤er Vergisi konusunda Ocak-2000 y›l›nda baz› de¤ifliklikler yap›ld›¤›, amac›n ise ithaldeki
istisnalar konusundaki düzenlemelerin Topluluk mevzuat› ile ayn› seviyeye
getirilmesi oldu¤u vurgulanm›flt›r. Birlik bünyesinde en fazla ilerleme kaydedilen vergi alanlar›ndan birisi olan Katma De¤er Vergisi ile ilgili olarak
özellikle oranlar ve istisnalar konusunda düzenlemelere ihtiyaç oldu¤u belirtilen Rapor’da özel tüketim vergilerinde vergi yap›s› ve oranlar da çal›fl›lmas› gereken alanlar içinde yer almakta, özellikle eflit vergilendirme ilkesi
ön plana ç›kmaktad›r. Türkiye’nin vergi ile ilgili düzenlemelerin Birlik mevzuat› ile uyumlu hale getirilmesi konusuna en yüksek seviyede öncelik vermesi gerekti¤i Rapor’da özellikle vurgulanm›fl, idari yap›n›n güçlendirilmesi
hususu da bir öncelik olarak yer alm›flt›r.
Biraz geriye gitti¤imizde, Kopenhag Kriterleri aç›s›ndan ekonomik birli¤in
sa¤lanmas› hususundaki mükellefiyetlerin yerine getirilebilmesi gereklili¤inin vurgulanmas› d›fl›nda, Avrupa Konseyi’nin Madrid ve Feira toplant›lar›nda uyum çal›flmalar›na katk› sa¤lamak amac›yla idari yap›n›n gelifltirilmesi, Lüksemburg toplant›s›nda mevzuat›n uyumlaflt›r›lmas›n›n temini ve
Helsinki Toplant›s›nda Türkiye’nin yapmas› gereken reformlar konusunda
ifadelerin yer ald›¤›n› görüyoruz.
Helsinki Bildirisi’nde Türkiye ile ilgili olarak k›sa (2001) ve orta vadeli
(2004) öncelikler ve hedefler yer almaktad›r. K›sa vadeli öncelikler k›sm›nda
vergiler bölümünde özel tüketim ve katma de¤er vergisi, özellikle oranlar,
muafiyetlerin kapsam›, matrah ve vergi yap›s› hususunda yap›lmas› gereken düzenlemelere bafllanmas›; yeni vergi düzenlemelerinde ayr›mc›l›k içeren düzenlemelerin kald›r›lmas› hususlar› yer alm›flt›r.
Orta vadeli hedefler k›sm›nda ise vergilerle ilgili olarak milli düzenlemelerin Avrupa Birli¤i mevzuat› ile tam uyumlu hale getirilmesi vurgulanmaktad›r. Her ne kadar bu ifade ile hedeflenen amaç ortaya konmufl ise de vergiler konusunda ulafl›lan noktadan vergi düzenlemelerine bakt›¤›m›zda bu
amac›n di¤er ülkeler aç›s›ndan bugüne kadar gerçekleflmemifl oldu¤unu görmekteyiz.
Avrupa Toplulu¤u vergi sistemi ile Türk vergi sistemi aras›nda mevcut farkl›l›klar›n giderilmesi çal›flmalar› hem uyum sürecini k›saltacak hem de Türk
vergi sistemi içerisinde yer sistemi olumsuz yönde etkileyen baz› unsurlar›n
ay›klanmas› sebebiyle sisteme ifllerlik kazand›racakt›r. Bu olumsuz unsurlar›n neler oldu¤u çeflitli kereler dile getirilmesine ra¤men as›l bulunmas› gereken siyasi kararl›l›k zaafiyeti sebebiyle bunlar bugüne kadar ortadan kald›r›lamam›flt›r.
Avrupa Birli¤i, Türkiye ve Vergi Uyumu
245
Bunun d›fl›nda daha önemlisi vergilendirmenin hukuk boyutuna gereken
önem verilmemifl, getirilen düzenlemeler bir sistem dahilinde de¤il ortaya
ç›kan aksakl›klar›n giderilmesine yönelik k›sa vadeli olarak düflünülmüfl veya gerçeklefltirilememifltir. Bunun sonucunda ise sistemin bütünü aras›ndaki uyumsuzluk artm›fl ve birçok önemli noktada ortaya ç›kan boflluklar tebli¤ler yolu ile doldurulmaya çal›fl›lm›flt›r. Dolay›s›yla en baflta vergilerin kanunili¤i ilkesi olmak üzere çeflitli vergi hukuku prensipleri afl›nmaya bafllam›flt›r.
Bu sebeple sadece Avrupa Birli¤i üyesi olmak amac›yla de¤il modern bir vergilendirme sistemine sahip olabilmemiz amac›yla baflta Topluluk bünyesinde en fazla uyum sa¤lanabilen Katma De¤er Vergisi konusunda olmak üzere oran uyumunun sa¤lanmas› ve istisna ve muafiyetlerin kapsam›n›n yeniden düzenlenmesi çal›flmalar› yap›lmal›d›r. Ayr›ca do¤rudan vergiler alan›nda kabul edilen düzenlemeler ve yap›lan çal›flmalar›n Türk vergi sistemine
uyumu konusu araflt›r›lmal›d›r. Özellikle Topluluk bünyesinde çeflitli davalara konu olan ayr›mc›l›¤›n önlenmesi konusunda ciddi çal›flmalar yap›lmas› gerekmektedir.
Bu kapsamda the Code of Conduct on Business Taxation (‹flletme Vergilendirmesi Temel Kurallar›) veya k›saca Code of Conduct (Temel Kurallar) adl›
1997 tarihinde kabul edilen çal›flma ve bu çal›flmalarla ilgili kaydedilen geliflmeler çerçevesinde baz› düzenlemeler yap›lmas› gerekecektir. Amaç ülkeler aras›ndaki farkl› vergi uygulamalar›n›n önlenmesi, bu sayede uyum çabalar›na katk›da bulunulmas›d›r. Bütün bu çal›flmalar yap›l›rken de yol gösterici unsur hukuk olmal›, çal›flmalar vergi hukuku çerçevesinde yap›lmal›d›r.
Bu aç›klamalar çerçevesinde üzerinde çal›fl›lmas› gereken baz› konular flu
flekilde ortaya konulabilir:
1- Vergiler ekonomik sistemin temel tafl›d›r. Bu tafl›n yerine oturmas› buna
ba¤l› ekonomik birimlerin faaliyetlerinin de daha verimli olmas› sonucunu
do¤urur. Bu nedenle yap›lacak düzenlemeler iyi planlanmal›, uzun vadeli sonuçlar gözönünde bulundurulmal›d›r.
2- Vergi idaresine güven duyulmas› sa¤lanmal›, bu amaçla hem ça¤dafl bir
gelir idaresi yap›s› oluflturulmal›, hem vergi gelirlerinin ne flekilde kullan›ld›¤› halka izah edilmeli hem de etkili bir denetim sistemi oluflturulmal›d›r.
Bunun için bankalar, çeflitli finans kurumlar› ve idare aras›nda sa¤l›kl› bir
bilgi ak›fl› temin edilmelidir. Bu flekilde bir kontrol mekanizmas› sa¤lanamazsa yap›lan birebir denetimler amaca hizmet etmeyecektir (Bu durum gü-
246
Üzeltürk
nümüzde aç›kça görülmektedir). Böyle bir bilgi ak›fl› ile yarg› organlar›n›n
da yükü azalacak, ayr›ca fonksiyonlar› etkili hale gelecektir.
3- Ekonomik faaliyetlerin çeflitlilik kazanmas› ve globalleflmesi sonucu buna
uygun düzenlemelerin ciddi çal›flmalarla hayata geçirilmesi zorunludur. Bu
sebeple akademisyenlerin, idarecilerin ve uygulamac›lar›n bu geliflmeleri
de¤erlendirdikleri ve devaml› olarak faaliyet gösteren baz› birimlere ihtiyaç
duyulacakt›r. Bu konuda Avrupa Birli¤i’nin de deste¤i gerekmektedir.
4- Öncelikle Türk vergi sisteminde yap›lacak yenilefltirme çal›flmalar›ndan
sonra uluslararas› vergi hukuku alan›ndaki geliflmelerle birlikte Avrupa Birli¤i kapsam›nda neler yap›labilece¤i detayl› olarak incelenmeye muhtaçt›r.
Vergilendirme alan›nda Türkiye’ye söylenenler mevcut problemlerin çok az
bir k›sm›n› gösteren iyimser bir de¤erlendirmedir. Gerçekte ise çok daha fazla de¤ifliklik ve düzenlemelere ihtiyaç vard›r.
Ulusal Program’da neler oldu¤una bakt›¤›m›zda, vergilerle ilgili çok genel
ifadelerin yer ald›¤›n›, detaylardan kaç›n›ld›¤›n› görmekteyiz. Her ne kadar
mevcut durumun ifade edilmesinde ayr›mc› ve koruyucu vergilendirmenin
yasak oldu¤u ve ilerleyen bölümlerde Türkiye flartlar›na at›f yap›larak ayr›mc›l›k bulunmad›¤› belirtilse de bu konuda mevcut uygulamalar Türkiye
için problemler teflkil edecektir.
Ulusal Program vergi uyumu konusunda Topluluk ile aram›zda çok büyük
farklar›n olmad›¤› ve mevcut farkl›l›klar›n büyük bir k›sm›n›n tam üyelik
sonras› gerçeklefltirilebilece¤inden bahisle genelde iyimser bir tablo çizmektedir. Fakat belirtilenlerin aksine, hem bugüne kadar vergi konusuna bak›fl
aç›s›, hem de vergilerin toplanmas›ndaki problemler ve özellikle ekonomik
krizler sebebiyle vergiler alan›nda yap›lmas› gereken düzenlemelerin k›sa
sürede gerçekleflmesi ihtimali oldukça zay›f görünmektedir.
2001 Raporu Ulusal Program’›n ard›ndan gelmesi sebebiyle biraz daha önem
kazanm›flt›r. Raporda genel olarak vaat edilen reformlarla ilgili flüphelerden
bahsedilmifl, bu reformlar›n ne flekilde ve hangi kaynaklarla yap›laca¤›n›n
aç›k olmad›¤› ifade edilmifltir. Katma De¤er Vergisi aç›s›ndan, özellikle muaf tutulan ifllemler ve uygulanan oranlar ile ilgili olarak, önemli ölçüde
uyumlaflt›rma gerekti¤i belirtilmifl, tüketim vergileri konusunda, verginin
yap›s›, zorunlu muafiyetler, tütün ve alkol ürünlerine uygulanan oranlar ile
ilgili olarak daha fazla uyumlaflt›rma gerekti¤i vurgulanm›flt›r. As›l önemli
elefltiri ise Türkiye’nin vergi idaresini modernlefltirip güçlendirmesi gerekti¤i noktas›ndad›r. Rapor’da sanayi ve ticaret sektörlerinde vergi kaça¤›n›n da
yayg›n olarak devam etti¤i belirtilmektedir.
Avrupa Birli¤i, Türkiye ve Vergi Uyumu
247
2002 ‹lerleme Raporu’nda ise özel tüketim ve katma de¤er vergilerindeki geliflmelere ra¤men bunlar›n yeterli olmad›¤› belirtilmifl, özellikle do¤rudan
vergilerin tahsili ve ayr›mc› vergi uygulamalar› konusunda problemler bulundu¤u ifade edilmifltir.
2003 ‹lerleme Raporu’na bakt›¤›m›zda, dolayl› vergiler geliflmelerin s›n›rl›
oldu¤u ve sadece tüketim vergileri alan›nda bulundu¤unun belirtildi¤ini görüyoruz. Bu s›n›rl› geliflme de vergi oran›n›n art›r›larak Avrupa Birli¤i seviyesine yaklaflmas›d›r. Dolays›z vergiler alan›nda bildirilecek herhangi bir
geliflme olmad›¤› belirtilen Rapor’da idari alanda vergi numaralar›n›n yayg›nlaflt›r›lmas› olumlu bir geliflme olarak kabul edilmifltir. Vergi ‹daresi taraf›ndan haz›rlanan otomasyon projesi de olumlu bir geliflme olarak de¤erlendirilmifltir.
Yap›lan genel de¤erlendirmede, muafiyetler, indirimli oranlar›n kapsam› ve
düzeyi ile özel düzenlemelerin kapsam› konusunda çaba sarfedilmesi gerekti¤i belirtilmifltir. Tüketim vergileri alan›nda k›smi uyum vard›r. Muafiyetler tam olarak uyumlu de¤ildir. Dolays›z vergiler alan›nda iflletmelerin vergilendirilmesinde temel kurallar üzerinde durulmal›d›r. Vergi ‹daresinin
modernlefltirmesi ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Elektronik veri transferi ve ifllenmesi konusunda çal›fl›lmal›d›r. Otomasyon’un kapsam› geniflletilmelidir. Vergi bar›fl›nda da hukuki belirlilik mevcut de¤ildir. Bu sebeplerle,
ilerleme raporunda ancak s›n›rl› bir ilerleme oldu¤u belirtilmifltir.
2004 ‹lerleme Raporu’na bakt›¤›m›zda ise, yine ilerlemenin s›n›rl› bir düzeyde kald›¤› belirtilmektedir. Dolayl› vergiler alan›nda, KDV’de bir ilerleme
sa¤lanamam›flt›r. Muafiyetlerin kapsam›, indirimli oralar›n kapsam› ve özel
düzenlemeler alan›nda büyük çaba gerekmektedir. ÖTV 3 numaral› liste bak›m›ndan tütün ürünlerine getirilen maktu vergi ayr›mc›l›k yaratt›¤› için
(tütün cinsine göre) muktesebata ayk›r›d›r. Ayn› flekilde alkollü içkilere getirilen minimum vergi de ayr›mc›l›¤a yol açmaktad›r. Özellikle içece¤in türü
yerine alkol içeri¤ine göre belirlendi¤inde yabanc› ürünler daha yüksek vergilendirilmektedir. Kaçakç›l›k riskiyle mücadelede vergi ertelemesi ve mali
antrepolar›n uygulanmas› amac›yla hukuki ve idari tedbirler al›nmal›d›r.
Dolays›z vergiler alan›nda, idari iflbirli¤i ve karfl›l›kl› yard›m konusunda
ilerleme kaydedilmemifltir. ‹flletme vergilendirilmesinde, usulüne uygun olmayan vergi düzenlemeleri yap›lmamal›d›r. Otomasyon çabalar› sürmektedir.
‹dari kapasite ile ilgili olarak, vergi idaresinin bilgi teknolojisi ile donat›lmas› çal›flmalar› art›r›lmal›d›r. Vergi idaresi modernleflmelidir (özellikle gönül-
248
Üzeltürk
lü vergi uyumu ve muktesabat çal›flmalar› için). Vergi kaçakç›l›¤›, denetim,
kay›t d›fl› ile mücadele konular›nda çal›fl›lmal›d›r.
Görüldü¤ü üzere Türkiye konusunda haz›rlanan ‹lerleme Raporlar›’nda vergiler konusunda benzer ifadeler sürekli devam etmekte, hemen hemen benzer eksiklikler sürekli tekrarlanmaktad›r. Türkiye’nin Avrupa Birli¤i ile
uyum çal›flmalar›nda vergiler alan›nda temel nokta bu eksikliklerin giderilmesi olmal›d›r. Bu eksiklilerin giderilmesinde Gelir ‹daresi’nin yan›nda, sivil toplum kurulufllar›, mükellefler ve yarg›ya da önemli görevler düflmektedir. Ancak bu eksiklikler tek bafl›na yeterli de¤ildir. Vergi sistemimizin bunlar›n d›fl›nda bugün burada zaman sebebiyle de¤inme imkan› bulamayaca¤›m›z sistem ve uygulama konusunda çok büyük eksiklikleri vard›r. Bu çal›flmalar›n özellikle yan yana gelmesi ülkemiz bak›m›ndan hep zor olmufl vergi ve hukuk kavramlar›n›n temelinde yap›lmas› gerekmektedir. Sözkonusu
çal›flmalar›n yap›lmas›nda da her an›n k›ymeti vard›r.
D‹N OLGUSU VE AVRUPA B‹RL‹⁄‹’NE KATILIM
SÜREC‹NDE TÜRK‹YE
Yrd. Doç Dr. Emre ÖKTEM*
Avrupa Konseyi’ne üye devletler aras›nda nüfusunun büyük ço¤unlu¤u Müslüman olan tek Devlet, Türkiye’dir. Di¤er yandan, Müslüman nüfusun ço¤unlukta oldu¤u1 Devletler aras›nda, laikli¤i temel ilke edinerek siyasi program›n› onun üzerine infla eden tek Devlet, yine Türkiye’dir. Türkiye’de laiklik, dind›fl› ve dinsel alanlar›n ayr›m›n›n ötesinde, temel bir misyon üstlenmifltir: “...laiklik ilkesi ve onu toplumda yerlefltirme arac› olan Atatürk ilke
ve ink›laplar›n›n amac›, bat›n›n, Rönesans reform ve ayd›nlanma ça¤›n›n
Türkiye’de çok k›sa bir süre içinde yaflanmas› ve oluflturulan laik bir toplum
biçimiyle h›zla ça¤dafl uygarl›k düzeyine ulafl›lmas› olmufltur. Bu nedenle,
asl›nda laiklik ilkesinin, Türkiye için hukuki boyutundan çok daha önemli
olan ve onun alt-zemininin oluflturan sosyal boyutu vard›r.2” Bu bak›mdan,
Cumhuriyet’in yap›s› gibi din-Devlet iliflkilerinin geliflim süreci de kendine
özgü koflullardan kaynaklanan bir laiklik anlay›fl›yla belirlenmifltir ve bu geliflim sürecinde iç dinamikler kadar de¤iflen dünya konjonktürünün de yans›d›¤› görünmektedir3. Türkiye’nin, Avrupa ‹nsan Haklar› Komisyonuna
baflvuru hakk›n›n ve Mahkeme’nin zorunlu yetkisinin tan›mas›n›n ard›ndan, Türkiye’de hukukun dini kavray›fl›n› etkileyen d›fl faktörlerin aras›nda
Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi ve Strasbourg denetim organlar› da girmifl
bulunmaktad›r. Din özgürlü¤ü ile laiklik ilkesi aras›ndaki yak›n iliflki, aflikârd›r: Bu özgürlü¤e yönelik taleplerin hukuken kabul görebilmesi için ilk
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler Umumi Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
1
Nüfusun büyük ço¤unlu¤unun Müslüman oluflunun, laiklik ilkesinin uygulan›fl› bak›m›ndan güçlükler do¤urdu¤u fikri üzerinde, Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi de önemle durmaktad›r: “...nüfusunun büyük ço¤unlu¤unun Müslüman dinine mensubiyeti göz önünde
tutulacak olursa, ...teokratik bir rejimin tesis edilmesi, Türkiye aç›s›ndan tamamen bir hayal ürünü de¤ildir.” (Refah Partisi ve di¤erleri Türkiye’ye karfl›, 41340/98, 41342/98,
41343/98, 41344/98, 31 Temmuz 2001, § 64.
2
Yüzbafl›o¤lu, Necmi, Türk Anayasa Yarg›s›nda Anayasall›k Bloku, ‹stanbul Üniversitesi
yay, No. 3762, ‹stanbul, 1993, s. 170.
3
Tarhanl›, ‹fltar B., Müslüman Toplum, “Laik” Devlet. Türkiye’de Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›, Afa yay, ‹stanbul, 1993, s. 15.
250
Öktem
sorgulanan husus, söz konusu taleplerin laiklik ilkesine uygunlu¤udur. Laiklik-din özgürlü¤ü problemati¤i, flüphesiz bu sorgulamadan ibaret olmay›p
sosyal ve siyasi boyutlar› da daima gündeme gelecektir.
Burada din özgürlü¤ü konulu, Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesine intikal
eden Türkiye ve baflka ülke kökenli baz› vakalar›n ve di¤er belgelerin ›fl›¤›nda, Türkiye’nin Avrupa Birli¤i’ne kat›l›m› halinde ortaya ç›kabilecek sorunlar› irdelemeye çal›flaca¤›z.
Askeri personelin din özgürlü¤üne iliflkin olarak Strasbourg denetim organlar› önüne Türk vakalar› gelmifltir. Yanafl›k davas›nda baflvuru sahibi, Kara
Harp Akademisi’nde ö¤renciyken, köktendinci e¤ilimli eylemleri yüzünden
bir dizi disiplin cezas›na çarpt›r›lm›fl ve nihayet okulla ilifli¤i kesilmifltir. Askeri Yüksek ‹dare Mahkemesi’ne baflvuran Yanafl›k’›n avukatlar›, müvekkillerinin, Anayasa taraf›ndan güvencelenen bir hak uyar›nca dinini izhar etmekten baflka bir fley yapmad›¤›n›n öne sürmüfller, Askeri Yüksek ‹dare
Mahkemesi ise, Yanafl›k’a isnad edilen eylemlerin bir k›sm›n› kendisinin de
ikrar etti¤ine dikkat çekerek okula ilifli¤i kesme iflleminin hukuka uygun oldu¤una hükmetmifltir. Avrupa ‹nsan Haklar› Komisyonu’na baflvuran Yanafl›k, di¤er iddialar›n›n yan›nda4, kendisine yöneltilen köktendinci faaliyet
yürütme suçlamalar›n›n, as›ls›z olmakla beraber, dinin kanaatlerini cezaland›rma amac› güttü¤ünü ve Sözleflme’nin 9.maddesinin ihlal etti¤ini öne
sürmektedir. Hükümet, baflvuru sahibinin, Sözleflme’ye ayk›r›l›k iddias›n› iç
yarg› mercileri önünde ileri sürmedi¤i için iç baflvuru yollar›n›n tüketilmedi¤i yönünde savunmada bulunmufltur. Komisyon, kendisine yap›lan flikayetin içeri¤inin, öz olarak iç mahkemelerde ileri sürülmüfl olmas›n› yeterli sayan ve Sözleflme’nin aç›kça zikredilmesinin aramayan önceki içtihad›na göndermede bulunarak Hükümet’in bu def’iini reddetmifltir. Komisyon, yine Arrowsmith karar›na göndermede bulunarak 9. maddenin kamusal alanda dini kanaatler uyar›nca davranma hakk›n›n her zaman korumad›¤›n› hat›rlatmaktad›r. Komisyona göre, askeri okula giren subay aday›, bu okulun yönetmeli¤inde iyice tan›mlanan askeri kurallara kendi r›zas›yla itaat etmifl say›l›r. Bu yönetmelik, ordunun düzen içinde ifllev görmesini sa¤lamak amac›yla, ö¤rencilerin ibadet özgürlüklerini zaman ve yer bak›m›ndan s›n›rlayabilir, ama tamamen ortadan kald›ramaz. Askeri okul ö¤rencilerinin, dini vecibelerini, askeri hayat›n gereklerinden kaynaklanan s›n›rlar dahilinde yerine getirebildikleri hususunda bir flüphe bulunmamaktad›r. Komisyon, dini
4
Yanafl›k, kanunen öngörülmemifl ve ispatlanmam›fl bir suçtan dlay› okuldan tard edilmesinin, Sözleflme’nin 7. maddesi anlam›nda suçta ve cezada kanunilik ilkesine ayk›r›l›¤›n›n
ileri sürmüfltür. Türkiye’nin Sözleflme’ye koydu¤u “askeri personelin hukuki statüsü ve
özellikle silahl› kuvvetlerin disiplin rejimime iliflkin konular” a yönelik olarak koydu¤u çekince nedeniyle bu iddia, ratione materiae bak›m›ndan reddedilmifltir. Bkz. Kemal Yanafl›k Türkiye’ye karfl›, 14524/89, 6 Ocak 1993, DR 74, s. 18-19.
Din Olgusu ve Avrupa Birli¤i’ne Kat›l›m Sürecinde Türkiye
251
vecibelerle çat›flan ifl saatlerinin dayat›lmas›n› din özgürlü¤ü ile uyumlu bulan kendi karar›na5 ve silahl› kuvvetler mensuplar›na, sivillerden beklenmeyecek baz› yükümler dayat›labilece¤inin öngören Mahkeme karar›na6 at›fta
bulunmaktad›r. Olayda, askeri merciler, baflvuru sahibinin birden fazla disiplin suçu iflledi¤ini gözlemleyip, faaliyet ve görüfllerini de dikkate alarak,
bir subay aday›ndan beklenen nitelikleri tafl›mad›¤› kanaatine varm›fllard›r.
Bu nedenlerle, 9. madde taraf›ndan korunan hakka bir müdahale söz konusu de¤ildir ve dolay›s›yla baflvuru, Sözleflme’nin 27. maddesi anlam›nda
aç›kça temelsizdir7. Evans, Komisyon’un, askeri okul ö¤rencilerinin, askeri
hayat›n gerekleri çerçevesinde dini vecibelerinin yerine getirebildiklerinin
gözlemlemesini “ilginç” bulmakta ve Arrowsmith karar›na uzanan içtihad›n
dini uygulamalar› “çok dar” yorumlad›¤›n› belirtmektedir8. Gonzalez ise, gerek Karaduman davas›nda, gerekse Yanafl›k davas›nda, baflvuru sahiplerinin gönül r›zas›yla üstlendikleri yükümlere dayanan argümanlar›n tart›fl›lmaz biçimde ikna edici olduklar›n›n teslim ederken flu soruyu sormaktad›r:
Dini kanaatleri tatmin edecek alternatif e¤itim imkânlar›n›n bulunmad›¤›
durumlarda, bu argümanlar geçerli olacaklar m›d›r?9 Bu sorun, Dahlab ‹sviçre’ye karfl› davas›nda da gündeme gelmiflti: Hükümet, kamu okulunda çal›flan Müslüman baflvuru sahibine, laik giyim zorunlulu¤u olmayan özel
okullara yönelmesini öneriyordu. Ne var ki, Dahlab’›n yaflad›¤› kantonda
özel okullar, genellikle Hristiyan mezheplerine aitti.
Mahkeme’nin karara ba¤lad›¤› Kalaç davas› da, Yanafl›k davas› ile büyük
benzerlikler göstermektedir. Albay rütbesiyle askeri hakimlik yapan Faruk
Kalaç, yasad›fl› köktendinci görüflleri nedeniyle Yüksek Askeri fiura taraf›ndan erken emekliye ayr›lm›flt›r. Kalaç’›n Askeri Yüksek ‹dare Mahkemesi’ne
yapt›¤› baflvuru, Anayasa’n›n 125. maddesi uyar›nca Yüksek Askeri fiura kararlar›n›n yarg› denetimi d›fl›nda kald›¤› gerekçesiyle yetkisizlik karar› vermifltir. Komisyon, askeri hakim statüsünün baflvuru sahibinin 9. maddenin
korumas›ndan mahrum b›rakmad›¤›n› belirterek dini kanaatleri nedeniyle
emekliye ayr›lmas›n›n vicdan ve din özgürlü¤üne müdahale oluflturdu¤una
karar vermifltir. Emekliye ay›rma iflleminden önce Kalaç’a herhangi bir uyar›da bulunulmad›¤›n› ve bu karar›n herhangi bir disiplin prosedürü gözetilmeden ve yarg› denetimine tabi olmaks›z›n al›nd›¤›n› gözlemleyen Komisyon, 9. maddenin ihlal edildi¤ine hükmetmifltir. Mahkeme ise, daha basit bir
mant›k izleyerek, Komisyon’un Yanafl›k karar›ndaki ifadeleri tekrarlam›fl ve
5
X. Birleflik Krall›k’a karfl›, 8160/78, 12 Mart 1981, DR 22, s. 27 is.
6
Engel, 8 Haziran 1976, série A, No. 22, s. 24 § 57.
7
Kemal Yanafl›k Türkiye’ye karfl›, 14524/89, 6 Ocak 1993, DR 74, s. 19-21.
8
Evans, Religious liberty..., s. 311-312.
9
Gonzalez, La convention Européenne...s.266. Yazar›n görüflü, flüphesiz sivil e¤itim aç›s›ndan dikkate al›nabilir, zira “alternatif askeri e¤itim”, mant›kl› görünmemektedir!
Öktem
252
askerlik mesle¤inin seçen Kalaç’›n, gönül r›zas›yla askeri disiplin sistemine
itaat etme yükümü alt›na girdi¤i argüman›na dayanm›flt›r. Askeri Yüksek
fiura karar›, Albay Kalaç’›n dini görüfl ve kanaatlerine ya da dini vecibelerini yerine getirifl flekline de¤il, tav›r ve eylemlerine dayanmaktad›r. Bu tav›r
ve eylemler, milli mercilere göre, askeri disiplin ve laiklik ilkesine ayk›r›d›rlar. Mahkeme, emekliye ay›rma iflleminin, baflvuru sahibinin dinini izhar etme biçimine dayanmad›¤›ndan yola ç›karak, bu ifllemin 9. maddede öngörülen hakka müdahale oluflturmad›¤› sonucuna varm›flt›r10.
Baflörtüsü sorunu ba¤lam›nda, Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi, Leyla fiahin’in Türkiye’ye karfl› baflvurusunu 29 Haziran 2004 tarihinde karara ba¤layarak ‹stanbul Üniversitesi’nin ‹slami baflörtüsünü s›n›rlamalara tabi tutan yönetmeli¤ini ve uygulama ifllemlerinin “baflkalar›n›n hak ve özgürlükleri ile düzenin korunmas›na dayal› meflru bir amaç” güttü¤üne ve “demokratik bir toplumda zorunlu” say›labileceklerine hükmetmifltir. Karar, bir
sürpriz de¤ildir: ‹puçlar›n›, Strasbourg içtihad›nda Karaduman11, Dahlab12
ve Refah13 Partisi, kararlar›nda okumak mümkündür. Bu kararlar›n ilk ikisi, yine baflörtüsüne iliflkindi ve yine yasaklama tedbirlerinin A‹HS’ne uygunlu¤u yönünde sonuçlanm›flt›. fienay Karaduman, Avrupa ‹nsan Haklar›
Komisyonuna baflvurarak, inançlar›na ayk›r› biçimde foto¤raf vermedi¤i için
Eczac›l›k Fakültesi diplomas›n›n iki y›l boyunca kendisine verilmemesinin
Sözleflme’nin, düflünce, vicdan ve din özgürlü¤üne iliflkin 9. maddesini ihlal
etti¤ini öne sürmüfltür. Komisyon’a göre, laik bir üniversitede e¤itim görmeyi tercih eden ö¤renci, bu üniversitenin düzenlemelerine de raz› olmufl demektir. Bu düzenlemeler, farkl› inançtan ö¤rencilerin beraberli¤ini sa¤lamak
ad›na dini izhar etme özgürlü¤ünü s›n›rlamalara tabi tutabilirler. Özellikle,
nüfusun büyük ço¤unlu¤unun belli bir dine mensup oldu¤u ülkelerde, bu dinin tezahür ve sembolleri, mekan ve biçim s›n›rlamas› olmaks›z›n, söz konusu dinin gereklerini yerine getirmeyen ya da baflka bir dine mensup ö¤renciler üzerinde bask› oluflturabilir. Laik üniversiteler, baz› köktendinci ak›mlar›n kamu düzenine ve baflkalar›n›n inançlar›na halel getirmemesi için tedbirler alabilir. Laik bir üniversitenin yönetmeli¤i, ö¤rencilere verilen diploman›n dini bir kimli¤i yans›tmamas›n› da öngörebilir. Diplomada yer alan foto¤raf, ilgilinin teflhisini sa¤lar ve dini kanaatleri izhar etme amac›yla kullan›lamaz. Mezuniyet belgesinin verilmesinin reddinin, din ve vicdan özgürlü¤üne müdahale say›lamayaca¤›n› belirten Komisyon, baflvurunun, Sözleflme’nin 27. maddesi anlam›nda “aç›kça temelsiz” oldu¤una hükmetmifltir.
10
Kalaç Türkiye’ye karfl›, 61/1996/680/870, 23 Haziran 1997, § 28-31.
11
Karaduman Türkiye’ye karfl›, 16278/90, 3 May›s 1993, DR 74, s. 99-102
12
Lucia Dahlab ‹sviçre’ye karfl›, 42393/98, 15 fiubat 2001.(en droit)
13
Refah Partisi ve Di¤erleri Türkiye’ye karfl›, 41340/98, 41342/98, 41343/98, 41344/98, 31
Temmuz 2001.
Din Olgusu ve Avrupa Birli¤i’ne Kat›l›m Sürecinde Türkiye
253
Din özgürlü¤ü ile ilgili “Türk” davalar›nda dikkat çekici bir husus fludur: Davalar›n daima siyasi bir boyutu mevcuttur. Müdafi Devlet taraf›ndan böylece ortaya konulan problematik, Strasbourg organlar›nda da kabul görmüfl ve
dinsel taleplerin siyasi boyutuna kararlarda da de¤inilmifltir. Baflvuru sahipleri, siyasi alanda etkin görüfl ya da gruplarla do¤rudan iliflkili konularda baflvuruda bulunmufllar, ya da, en az›ndan, iç hukuk mercileri ve Strasbourg organlar›nca bu flekilde mütalâa edilmifllerdir. Strasbourg organlar›na baflka ülkelerden ulaflan dini içerikli baflvurularda bu siyasi niteli¤e rastlanmamaktad›r. Gerçi, söz konusu baflvurular›n sahiplerinin büyük ço¤unlu¤u oluflturan Yehova flahitleri, Devletin hukuki-siyasi düzeniyle çeliflen talepler öne sürmektedirler. Ancak, köktendinci ‹slam’dan farkl› olarak Yehova flahitlerinin amac›, Devlet cihaz›n› ele geçirmek de¤il, ondan mümkün oldu¤u kadar uzak durmakt›r. Gonzalez, Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi’nin, din de¤ifltirme hakk›n› en genifl boyutuyla aç›kça tan›yan tek uluslararas› belge oluflunu, taraf Devletlerin müflterek Hristiyan de¤erlerine ba¤l›l›¤› ile aç›klama e¤ilimi göstererek, “laik Türkiye’nin bu ba¤l›l›¤› rahats›z
etmedi¤ini” belirtmektedir14. Bu görüfl, elefltiriye aç›k olmakla beraber, Türkiye’nin dinsel tarafs›zl›¤›n›n, Avrupa ile asgari müflterekleri yakalamay›
kolaylaflt›rd›¤› söylenebilir. Ancak, Sözleflme’nin akdedilmesinden günümüze geçen yar›m as›r boyunca siyasi ‹slam dünyada ve bu arada Türkiye’de de
t›rman›fla geçmifltir. Bu t›rman›fl, din özgürlü¤ü ba¤lam›nda Türkiye-Strasbourg iliflkilerini etkileyebilir. Laikli¤e ayk›r› faaliyetleri nedeniyle Anayasa
Mahkemesi’nce kapat›lan Refah partisinin Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi’ne yapt›¤› baflvuru sonucunda Mahkeme, meseleyi 11. madde ba¤lam›nda
ele alm›fl ve Sözleflme’nin ihlal edilmedi¤ine hükmetmifltir. Refah karar›nda,
yükselen siyasi ‹slam karfl›s›nda Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesinin kayg›lar›n› okumak zor de¤ildir. Türk anayasa Mahkemesinin görüfllerine tamamen itibar eden Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesine göre: “...bir yandan,
nisbeten yak›n tarihi, di¤er yandan nüfusunun büyük ço¤unlu¤unun Müslüman dinine mensubiyeti göz önünde tutulacak olursa, hem kamusal hem de
özel hukuk alan›nda geçerli kurallar›yla birlikte teokratik bir rejimin tesis
edilmesi, Türkiye aç›s›ndan tamamen bir hayal ürünü de¤ildir.”15 Bu yaklafl›m, Mahkeme’yi, Refah Partisi ve mensuplar›na yönelik müdahalelerin,
“buyurucu bir sosyal ihtiyac”› karfl›lad›klar› için, güdülen meflru amaçlarla16
orant›l› olduklar› sonucuna götürecektir17. Ne ilginçtir ki, Refah Partisi’nin
soy a¤ac›n›n bafllang›c›nda yer alan Milli Nizam Partisi’nin de Anayasa
14
Gonzalez, La convention Européenne...s. 92.
15
Refah Partisi ve di¤erleri Türkiye’ye karfl›, 41340/98, 41342/98, 41343/98, 41344/98, 31
Temmuz 2001, § 64.
16
Milli güvenlik ve kamu güvenli¤inin korunmas›, düzenin savunulmas› ve/veya suçun önlenmesi, baflkalar›n›n hak ve özgürlüklerinin korunmas›. Bkz. ayn› karar, § 41.
17
Ayn› karar, § 82
Öktem
254
Mahkemesi karar› ile kapat›lmas›na yol açan ‹ddianamede yer alan, söz konusu partinin yöneticilerine ait sözler, koyu bir Avrupa aleyhtarl›¤›n› a盤a
vurmaktayd›18. Refah Partisinin yöneticileri ise, partilerinin kapat›lmas›na
karfl› bir Avrupa’l› bir yarg› merciinin kap›s›n›n çalmakta tereddüt etmemifllerdir.
Din özgürlü¤ünün Türk “iç” siyasi yaflant›s›n› ilgilendiren boyutunun yan›nda, uluslararas› siyasete dek uzanan boyutlar›yla karfl›laflmak da mümkündür. Türkiye’nin K›br›s politikas› bak›m›ndan önemli sorunlar› gündeme getiren “K›br›s Türkiye’ye karfl›” karar›nda Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi,
Loizidou karar›n› izleyen çizgide hareket ederek, Kuzey K›br›s türk Cumhuriyeti ülkesinde vuku bulan eylem ve ifllemleri Türkiye Cumhuriyetine izafe
etmifl ve di¤er hususlar›n yan›nda, adan›n kuzeyinde kalan Hristiyan cemaatin din özgürlü¤ünün ihlale u¤rad›¤›na hükmetmifltir. Komisyonun görüflünü izleyen Mahkeme’ye göre, KKTC, Hristiyan (Rum-Ortodoks) cemaatinin
seyahat özgürlü¤ünü, dolay›s›yla ibadethanelere ulaflma özgürlü¤ünü engellemifl ve ilgili bölgede (Karpas) rahip tayinini tasdikten kaç›nm›flt›r. Seyahat
özgürlü¤üne yönelik engellemelerin amac›n›n, dinsel haklar› çi¤nemek olmad›¤›n› kabul eden Mahkeme, uygulamada bu sonucu do¤uran engellemelerin Sözleflme’nin 9. maddesini ihlal etti¤ine hükmetmifltir. Mahkeme, ayn›
ihlal iddialar›n›, Maruni cemaati bak›m›ndan, delil yetersizli¤i sebebiyle
reddetmifltir19.
Türkiye’nin Avrupa Birli¤ine kat›l›m› halinde, din özgürlü¤ü ba¤lam›nda ne
gibi sorunlar gündeme gelebilir? Avrupa kurumlar›, bileflik kaplar20 gibi çal›flmakta ve Avrupa Birli¤i, insan haklar›n›n korunmas› bak›m›ndan, Avrupa Konseyi çerçevesinde örgütlenen yar›-ulusüstü kurumlara güvenmektedir. Dolay›s›yla, Avrupa Konseyi ve özellikle Avrupa ‹nsan Haklar› sözleflmesi ba¤lam›nda kaydedilen geliflmeler, Türkiye’nin muhtemel bir kat›l›m› halinde etki do¤uracakt›r21. Avrupa Birli¤i’ne kat›l›m perspektifi, Türkiye’nin
din özgürlü¤üne iliflkin güncel sorunlar›na güncel sorunlar›na çeflitli biçimlerde eklemlenebilir.
18
bkz.E.S. 1971/1(Parti kapat›lmas›), K. S. 1971/1, K. G. 20/5/1971, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, say› 9, s. 6: “Avrupal›lar, teharet dahi bilmeyen hipiler(dir)” s. 8 “Ortak Pazara gir(mek) ‹slam aleminin bafl› olan Türkiye’yi Hristiyan pazar›nda eritmek (tir) s. 63:
“Ortak Pazar bir Katolik birli¤idir”
19
K›br›s Türkiye’ye karfl›, 25781/94, 10 May›s 2001, § 241-247.
20
Bkz. Maastricht Andlaflmas›. m. F§2 (yeni numaraland›rmada m. 6 § 2) : “Birlik , 4. kas›m
195,’de imzalanan Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi’nde güvence alt›n al›nd›¤› ve üye devletlerin geleneklerinden sonuçland›¤› biçimiyle, topluluk hukukunun genel ilkeler olarak
temle haklara sayg› gösterir.” Bu hüküm, Avrupa Topluluklar› Adalet Divan›’n›n 1970’lerden beri sürdürmekte oldu¤u içtihadi e¤ilimin kodifikasyonunu oluflturmaktad›r.
21
Gündüz, “Türkiye’nin AB Üyeli¤i...” s. 50.
Din Olgusu ve Avrupa Birli¤i’ne Kat›l›m Sürecinde Türkiye
255
8 Kas›m 2000 tarihli “Kat›l›m Yolunda Türkiye’nin kaydetti¤i ‹lerlemeler
Üzerine Komisyon’un Periyodik 2000 Raporu”nda flu paragraf yer almaktad›r: “Görünen odur ki, yetkili makamlar›n Alevilere karfl› tutumlar› de¤iflmemifltir. Aleviler, özellikle, okullarda ve okul kitaplar›na kendi kimliklerine uygun olmayan mecburi dini e¤itimden ve sadece Sünni camiler ve dini
vak›flar›n mali yard›m almas›ndan flikâyetçidirler. Bunlar, son derece hassas sorunlard›r, ancak aç›k bir tart›flmaya konu oluflturabilmelidirler.”22
Türk bas›n›na yans›yan bilgilere göre, Alevi toplumu, Türkiye’nin Avrupa
Birli¤i’ne tam üyelik baflvurusuyla birlikte sivil toplum örgütlenmesini h›zland›rm›flt›r ve kat›l›mdan bir dizi beklenti içindedir. Bunlar›n aras›nda, dini harcamalar›n Alevi kurumlar›na da yans›t›lmas›, Diyanet Teflkilat›’n›n
özerk örgütlenmesi, din dersi kitaplar›n›n ve zorunlu din e¤itiminin gözden
geçirilmesi gibi talepler, konumuz aç›s›ndan dikkat çekicidir23. Bu talepler,
Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi’nin baz› kararlar›n› ça¤r›flt›rmaktad›r.
fierif Yunanistan’a karfl› karar›nda, Mahkeme’ye göre, “demokratik toplumlarda, Devletin, dini topluluklar›n tek bir yönetim alt›nda tutulmalar›n› sa¤layacak tedbirler almaya ihtiyac› yoktur. Mevcut vakada, cemaatin bölünme
içinde oldu¤u do¤rudur, ancak bu ço¤ulculu¤un kaç›n›lmaz bir sonucudur.
Bu koflullar alt›nda Devletin rolü, ço¤ulculu¤u ortadan kald›rmak de¤il, rakip gruplar›n birbirlerini hoflgörmesini sa¤lamak olmal›d›r. 24 Gündüz, fierif
Yunanistan’a karfl› karar›n›n, do¤rudan Avrupa Birli¤i’ne kat›l›ma iliflkin
bir yönüne daha iflaret etmektedir: Serbest dolafl›m ilkesinin etkisiyle Avrupa’da daha yo¤un varl›k gösterecek Türk yurttafllar›n›n, kamu düzeni ve güvenli¤inin tehdit etmedi¤i sürece manevi bir lider etraf›nda örgütlenmelerine hukuki bir engel bulunmamaktad›r25.
fierif vakas›yla benzerlikler gösteren Hassan ve Tchaouch Bulgaristan’a karfl› davas›nda da, Bulgar makamlar›n›n, Müslüman cemaatinin dinin örgütlenmesine keyfi müdahalelerde bulundu¤u öne sürülmüfltür. Kamu makamlar›n›n, dini alanda tarafs›zl›k yükümlerinden sapmalar›n›n, müminlerin
22
Rapport régulier 2000 de la Commission sur les progrès réalisés par la Turquie sur la voie
d’adhésion, 8 novembre 2000, s. 19. (‹nternet’ten temin edilmifltir)
23
“Alevilerin AB beklentisi” in Radikal, 26 fiubat 2001.
24
Serif Yunanistan’a karfl›, 38178/97, 14 Aral›k 1999, §46-54. Mahkemenin koydu¤u ilke, asl›nda Türkiye Cumhuriyeti’nin çok daha temel normlar›yla çat›flma e¤ilimi göstermektedir.
Gerçekten de, 677 say›l› “Tekke ve Zaviyelerle türbelerin Seddine ve Türbedarl›klar ile bir
Tak›m Unvanlar›n Men ve ‹lgas›na Dair Kanun” un 1. maddesi, genel olarak tarikatlerle
bunlar ba¤l› s›fat ve unvanlar› yasaklamaktad›r. (Resmi Gazete, 13/12/1925, say› 243) Söz
konusu kanunun, 1982 Anayasas›n›n 174. maddesinin korumas› alt›nda bulunan ink›lap
kanunlar› kapsam›na girdi¤i ve hükümlerinin Anayasaya ayk›r› oldu¤u fleklinde anlafl›lamayaca¤› ve yorumlanamayaca¤› hat›rlanmal›d›r.
25
Gündüz, “Türkiye’nin AB Üyeli¤i...” s. 54.
Öktem
256
dinlerini izhar etme özgürlüklerinin ihlaline yol açt›¤›n› söylemekte tereddüt etmeyen Mahkemeye göre, bölünmüfl bir dini cemaatin flu veya bu yöneticisini kay›ran ya da cemaati, müminlerin iradesi hilaf›na, tek bir yönetim
alt›nda toplamaya zorlayan Devlet tedbirleri, din özgürlü¤üne ayk›r›l›k olufltururlar. Bulgar makamlar›n›n ald›¤› tedbirler, baz› yöneticilerin, Müslüman cemaatin bir k›sm›n› temsil etme imkan›n› hukuken ve fiilen ortadan
kald›rm›flt›r. Dolay›s›yla, Mahkeme, Müslüman cemaatinin iç örgütlenmesine ve Sözleflme’nin 9. maddesi anlam›nda din özgürlü¤üne müdahale oldu¤una hükmetmifltir26.
fierif Yunanistan’a karfl› ve Hassan ve Tchaouch Bulgaristan’a karfl› kararlar›, Alevi toplumunun örgütlenme taleplerine benzer sorunlar›n Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi’nce nas›l kavran›ld›¤› hususunda ipuçlar› vermektedir. Konuyla iliflkilendirilebilecek olan Manoussakis Yunanistan’a karfl›
karar›nda Mahkeme, Sözleflme’nin anlad›¤› manada din özgürlü¤ünün, dini
inançlar›n ve bunlar›n ifade biçimlerinin meflruiyetinin Devlet’çe takdir edilmesine izin vermedi¤ini belirmifl ve ibadethane açma hususunda, Ortodoks
inanc› d›fl›nda kalan gruplara kamu makamlar›nca kas›tl› olarak güçlükler
ç›kar›ld›¤›n› gözlemleyerek 9. maddenin ihlaline hükmetmifltir27. Bu karar,
Türkiye’nin Avrupa Birli¤ine kat›l›m›ndan sonra, Türkiye’ye gelip yerleflecek Hristiyan nüfus kadar Avrupa’ya göçüp yerleflecek Müslüman Türk nüfusu da ilgilendirmektedir28.
Besarabya Kilisesi ve di¤erleri Moldova’ya karfl› davas›nda, merkezi Moldova
Kilisesinden ayr›larak ba¤›ms›z bir ortodoks kilisesi oluflturma girifliminin
resmi makamlarca tan›nmamas› söz konusudur. Mahkeme, ayn› halk kitlesinde birden fazla dinin bir arada yaflayabirli¤ini öngören demokratik toplum anlay›fl› uyar›nca, muhtelif gruplar›n menfaatlerini ba¤daflt›rmak ve herkesin
inançlar›n›n sayg› görmesini sa¤lamak amac›yla din özgürlü¤üne s›n›rlamalar
getirilebilece¤ini, ancak bu alanda düzenleme yetkisini kullanan devletin tarafs›z kalmas› gerekti¤i yönündeki içtihad›n› tekrarlam›flt›r. Devletin tarafs›z
kalma yükümü, dini inan›fllar›n meflruiyetini takdir etme yetkisi ile ba¤daflmaz ve devletin, ayn› grup içinden ç›ksalar bile ihtilaf halinde bulunan gruplar›n birbirleirni hoflgörmelerini sa¤lamas›n› gerektirir. Olayda, baflvuru sahibi kilisenin yeni bir mezhep olmad›¤› görüflünü benimseyen ve onun tan›nmas› karar›n›, daha önce tan›nm›fl bir kilise otoritesi olan Moldova Kilisesine b›rakan devlet, tarafs›zl›k yükümünü yerine getirmekte baflar›s›z olmufltur29.
26
Hassan ve Tchaouch Bulgaristan’a karfl›, 30985/96, 26 ekim 2000, § 75-82.
27
Manoussakis Yunanstan’a karfl›, 59/1995/565/651, 26 Eylül 1996, § 47-53.
28
Gündüz, “Türkiye’nin AB Üyeli¤i...” s. 53.
29
Metropolitan Besarabya Kilisesi ve di¤erleri Moldova’ya karfl›, 45701/99, 13 Aral›k 2001,
§ 115, 123.
Din Olgusu ve Avrupa Birli¤i’ne Kat›l›m Sürecinde Türkiye
257
Türkiye’deki gayrimüslim vak›flar›n›n mülkiyet sorunlar› ile yak›nl›k gösteren davalar da Strasbourg organlar› önüne gelmifltir. Kutsal Manast›rlar Yunanistan’a karfl› davas›nda, Yunanistan’›n de¤iflik yerlerinde bulunan manast›rlara ait tar›m ve orman arazilerinin bir kanun ç›kar›larak tazminat
ödemeksizin Devlet mülkiyetine geçirilmesi söz konusudur. Hükümet, Yunanistan’da Kilise kurumlar›n›n Devlet cihaz›ndan ayr› mütalâa edilemeyece¤i, dolay›s›yla manast›rlar›n hükümet d›fl› örgüt s›fat›yla baflvuruda bulunamayaca¤› ve söz konusu gayrimenkullerin kamulaflt›rmaya de¤il Devlet içi
basit bir transfere tabi tutulduklar›n› öne sürmüfltür. Bu iddialar› reddeden
Mahkeme, farkl› kanunlara ve hukuki rejimlere tabi manast›rlar aras›nda
bir ayr›ma giderek ihtilafl› arazilerini 1988’de gönül r›zas›yla Devlete devreden manast›rlar d›fl›nda kalan manast›rlar aç›s›ndan Ek Protokolün 1. Maddesinin (mülkiyet hakk›na iliflkin) ihlale u¤rad›¤›na hükmetmifltir. Mahkemeye göre, mülkün de¤eriyle makul biçimde orant›l› bir bedel ödenmeksizin
kiflilerin mülkiyet hakk›ndan mahrum b›rak›lmalar› normal olarak afl›r› bir
müdahale teflkil eder, hiç tazminat verilmemesi ise ancak istisnai hallerde
hakl› görülebilir. Olayda, manast›rlar›n elinden al›nan araziler önemli bir
gelir kayna¤› teflkil etmekteydi. Bu gelirden yoksun kalan manast›rlara
“münhas›ran keflifllerin tar›m yapmas›na yetecek kadar” arazi verilmesi imkan›n›n kanunla tan›nmas› tazminat olarak de¤erlendirilmez. Sözkonusu
kanun, 1. Protokolün 1. Maddesinin de¤iflik menfaatler aras›nda kurulmas›n› arad›¤› adil dengeyi gözetmemifltir. Davada, manast›rlar, mülklerinin ellerinden al›nmas›n›n dini amaçlar›n› Hristiyan miras›n› koruma görevlerini
engelledi¤ini, dolay›s›yla din özgürlüklerini ihlal etti¤ini iddia etmifllerdir.
Mahkeme, bu yaklafl›m› ilke olarak reddetmemifl, ancak olaydaki kamulaflt›rmalar›n konusunun dini binalar olmad›¤›n› tespit etmifltir.30
Konumuzu dolayl› olarak ilgilendiren bir davada, Hanya Katolik Kilisesi,
bahçe duvar›na zarar veren komflular› aleyhine Yunan Mahkemeleri önünde
açt›¤› davada tüzel kiflili¤i olmad›¤› için yarg›ya baflvuramayaca¤› cevab›yla
karfl›laflm›flt›r. Kilise ad›na Piskopos Papamanolis’in yapt›¤› baflvuruya bakan Komisyon, bu kiflinin Kilisenin temsilcisi s›fat›yla hareket etti¤ini gözlemleyerek baflvurunun Kilise taraf›ndan yap›ld›¤›n› kabul etmifltir. Komisyon, 9. Madde ile bileflik olarak 14. Maddenin ihlal edildi¤ine hükmederek 6.
Madde bak›m›ndan ba¤›ms›z bir sorun bulunmad›¤›n› belirtmifltir. Mahkeme farkl› bir çözüm benimseyecektir. Davada dosyas›na bak›ld›¤›nda, Yunan
Devletinin kuruluflundan beri Katolik Kilisesi ve di¤er cemaatlerin tüzel kiflili¤inin asla tart›flma konusu edilmedi¤i görülmektedir. Bu kiliseler, menkul ve gayri menkul eflya al›m sat›m›nda bulunmufllar, sözleflme akdetmifller ve noter muameleleri yapm›fllard›r. Bu sabit uygulama, baflvuru sahibi
30
Kutsal Manast›rlar Yunanistan’a karfl›, (Les Saints Monastères c. Grèce ) 10/1993/405/483484, 9 Aral›k 1994, § 70-75.
258
Öktem
kilisede hem tüzel kiflilik hem de malvarl›¤› ve hukuki temsil meseleleri bak›m›ndan hakl› olarak hukuki güven uyand›rm›flt›r. Tüzel kiflili¤in reddi,
geçmiflte yap›lan say›s›z hukuki ifllemin butlan›n›n itiraf› anlam›na gelmektedir. Son aflamada Yarg›tay’›n, kiliseye yarg›sal yollara baflvuru hakk›n› tan›mamas›, malvarl›¤› haklar›na iliflkin do¤mufl ve do¤abilecek tüm ihtilaflar› mahkeme önüne götürerek çözme hakk›ndan yoksun b›rakan önemli bir
s›n›rlamad›r. Böyle bir s›n›rlama, baflvuru sahibinin “mahkemeye hak” k›n›n
özünü zedeleyerek 6. Maddenin (adil yarg›lanma hakk›) 1. Paragraf›n› ihlal
etmifltir. Baflvuru sahibi Kiliseye kamu hukuku ya da özel hukuk tüzel kifliliklerinden hangisinin uygun düflece¤i sorununu çözmekten kaç›nan Mahkeme, Ortodoks Kilisesi ya da Yahudi Cemaatinin sahip bulundu¤u adalete
baflvuru hakk›n›n Katolik Kilisesinden esirgenmesinin ayr›mc›l›k oluflturdu¤una hükmetmifltir. Bu cemaatlerin farkl› muameleye tabi tutulmalar›n›
hakl› gösterecek hiçbir objektif ve makul gerekçe gösterilemedi¤inden 6.
Maddenin 1. Paragraf›yla bileflim halinde 14. Madde (ayr›mc›l›k yasa¤›) de
ihlale u¤ram›flt›r. Mahkeme, 14. Madde ile bileflim halinde ya da ba¤›ms›z
olarak 9. Maddenin (din özgürlü¤ü) ve 1. Protokolün 1. Maddesinin (mülkiyet hakk›) ihlale u¤rad›klar› iddialar› hakk›nda karar vermeyi gerekli görmemifltir31. Geçmiflteki yarg›sal ve idari uygulaman›n yaratt›¤› güvene itibar eden karar, “dinlerin, özgürlüklerini kullanmalar›na yetecek bir sosyal
varl›¤a sahip olma ve “genifl manada hukuki güvenlik” haklar› bulundu¤u
biçiminde yorumlanm›flt›r32.
Zorunlu din e¤itimi ve bu e¤itimin içeri¤i konusundaki talepler ise flu kararlar› akla getirmektedir: Danimarka cinsel e¤itim davas› olarak an›lan Kjeldsen ve di¤erleri davas›nda Mahkeme, Ek Protokolün 2. Maddesinin 2. Cümlesinin, Devletlerin dini ve felsefi nitelikte haber ve bilgileri ö¤retim ve e¤itim yoluyla, dolayl› ve dolays›z biçimde yaymas›na engel olmad›¤›n› tespit
etmifltir. Ancak, Devlet, e¤itim ve ö¤retim alan›nda üstlendi¤i görevleri yerine getirirken programlarda yer alan bilgilerin objektif, elefltirel, ve ço¤ulcu
biçimde aktar›lmas›na özen göstermesi gerekir. Bu cümle, Devletin, ebeveynin dini ve felsefi kanaatlerine ayk›r› say›labilecek biçimde sistematik telkin
(endoctrinement, indoctrination) amac› gütmesini yasaklamaktad›r. ‹flte,
afl›lmamas› gereken s›n›r budur.33. Strasbourg organlar›, kamusal e¤itimde
Devletin ebeveynin din ve kanaatlerine sayg› yükümünü belirleyen bafll›ca
31
Hanya Katolik Kilisesi (Eglise Catholique de la Canée) Yunanistan’a karfl›, 25528/94, 16
Aral›k 1997, § 34-50.
32
Rolland, Patrice, “Le fait religieux devant la Cour européenne des droits de l’homme” in
Du droit interne au droit international. Le facteur religieux et l’exigence des droits de
l’homme, Mélanges Raymond Goy, publications de l’Université de Rouen, 1998.s.278.
33
Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen Danimarka’ya karfl›, 5095/71, 5920/72, 59226/72, 7
Aral›k 1976, § 50-54.
Din Olgusu ve Avrupa Birli¤i’ne Kat›l›m Sürecinde Türkiye
259
ilkeyi “sistematik telkin” (endoctrinement, indoctrination) yasa¤› olarak tespit etmifl ve da bu yaklafl›mlar›n› sürdürmüfllerdir. Yak›n tarihli Valsamis
karar›nda ise Mahkeme, bu yaklafl›m› daha derinlemesine irdelemifltir: “...1.
Protokolün 2. maddesi, Devleti, kamu e¤itim program›n›n bütününde, ebeveynin hem felsefi hem de dini kanaatlerine sayg› göstermeye mecbur etmektedir.... Bu yüküm, genifl bir uygulamaya sahiptir, zira, ö¤retimin içeri¤i ve verilifl biçimi kadar, Devletin üstlendi¤i tüm ‘ifllevlerin’ uygulanmas›
bak›m›ndan da geçerlidir. ‘Sayg› göstermek’ fiili, ‘tan›mak’ ya da ‘dikkate almak’tan fazlas›n›n gerektirir. (bu fiil), olumsuz say›labilecek bir taahhüdün
ötesinde, Devlete olumlu bir yüküm de getirir”34
Alevi toplumu, Devlete ödenen vergilerden dini harcamalara ayr›lan pay›n
sadece Sünni Müslümanlar lehine kullan›lmas› uygulamas›na son verilmesini talep etmektedir. Özellikle, Alevilerin Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›nda temsil edilmeleri yönündeki taleplere, Baflkanl›¤›n bütçesinin bir k›sm›n›n orant›sal olarak Alevilere özgülenmesi talepleri de eklenebilmektedir35. Bu talepleri Strasbourg denetim organlar›n›n içtihad› ›fl›¤›nda de¤erlendirmek güçtür, zira Avrupa’da beliren “dini” vergi sorunlar› genellikle Devlet Kiliseleri
ya savafl harcamalar›na yönelik vicdani red vakalar›na iliflkindir. Bu bak›mdan, mukayese imkânlar› s›n›rl› kalmaktad›r. Katolik ço¤unluklu ‹spanya’ya sonradan yerleflen bir Protestan kilisesinin vergiden muafiyet talebini
geri çeviren Komisyon, din özgürlü¤ünün, belli bir kilise mensuplar›na di¤er
vergi mükelleflerinden farkl› bir statü tan›nmas›n› gerektirmedi¤ine hükmetmiflti36. Ancak, ‹spanya’daki Protestan cemaati ile Türk Alevi toplumunun nüfusun bütününe oranlar› ve söz konusu devletlerin siyasi-hukuki yap›s›nda dini yeri düflünülecek olursa, ‹spanya’ya iliflkin karardaki imtiyazc›
mant›¤›n do¤rudan Türkiye’ye uygulanmas› muhtemel görünmemektedir.
Komisyon’un Periyodik 2000 Raporu”nda bir paragraf da gayrimüslim az›nl›klara ayr›lm›flt›r: “Din özgürlü¤ü konusunda, baz› gayrimüslim cemaatler
ve özellikle Rum Ortodoks, Ermeni, Katolik ve Süryani Ortodoks kiliselerine yönelik hoflgörüde ilerleme kaydedildi¤ine dair baz› iflaretler gözlemlenmifltir. 1999 Aral›¤›nda yetkililer, dini cemaatlere, Devlet izni olmaks›z›n hay›r kurumu ve ibadethane binalar›n› restore etme izni veren bir sirküler yay›nlam›fllard›r. Genel olarak, bu olumlu yaklafl›m sürdürülmeli ve 1923 tarihli Lozan Andlaflmas›n›n korumas› alt›nda olsun veya olmas›nlar, gayri34
ValsamisYunanistan’a karfl›, 74/1995/580/666, 18 Aral›k 1996, § 27.
35
Bkz. Benusiglio, Yvette, “Le nouveau visage de la direction des affaires religieuses
en Turquie” in Cahiers d’Etudes sur la Méditerranée et le monde turco-iranien, No. 31,
janvier-juin 2001., s. 282, 284, 285.
36
Iglesia Bautisti ‘el Salvador’ ve Ortega Moratilla ‹spanya’ya karfl›, 17522/90, 11Ocak 1992,
DR 72, s. 258-259.
Öktem
260
müslimlerin somut talepleri, Halki (Heybeliada) ruhban okulunun uzun süredir kapal› olmas›ndan dolay› süregelen sorun dahil olma üzere, gerekti¤i
gibi incelenmelidir.”37 Bu ifadeler, 14 Aral›k 2000 tarihli Frans›z Rahipler
Enstitüsü ve di¤erleri Türkiye’ye karfl›, karar›yla beraber okundu¤unda, dini az›nl›klar›n baz› sorunlar›n›n uluslararas› platformlara tafl›nm›fl oldu¤u
gözlemlenmektedir. Dini Vak›f Mallar›n›n mülkiyetinin Vak›flar Genel Müdürlü¤ü’ne aktar›lmas› ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapal› durmas›na
iliflkin sorunlara Amerika Birleflik Devletleri D›fliflleri Bakanl›¤›’nca (U. S.
Department of State) haz›rlanan “Y›ll›k Uluslararas› Din Özgürlü¤ü Raporu”nda da de¤inilmektedir38.
2002 raporu, din özgürlü¤ü ba¤lam›nda flu ifadelere yer vermektedir:
“Din özgürlü¤ü güvence alt›ndad›r ama gayrimüslim dini cemaatler hukuki
engellerle karfl›laflmaktad›rlar... bu engellerin bir k›sm›, A¤ustos 2002’deki
reform paketinde ele al›nm›flt›r.
1923 Lausanne Andlaflmas›’nca tan›nm›fl olsunlar veya olmas›nlar, gayrimüslim dini cemaatler (Rumlar, Ermeniler ve Yunanl›lar, güçlüklerle karfl›laflm›fllard›r (tüzel kiflilik yoklu¤u ve mülkiyet hakk›n›n verilmemesi) ve
ruhbanlar›n› Türkiye’de e¤itmeleri yasaklanm›flt›r.
Gayrimenkullerin tapuda tescili vak›flar›n de¤il, bireylerin ad›na yap›lmaktad›r. Gayrimüslim dini cemaatler bak›m›ndan sadece 1936 tarihli ve 2762
say›l› kanun uyar›nca beyan edilen gayrimenkuller kanunen tan›nmaktad›r
ve 1936’da beyan edilmeyen bütün gayrimenkuller Türk Devletince müsadere edilmifltir veya hala edilebilir. Ermeni, Rum ve Katoliklere ait gayrimenkuller müsadere edilmifltir veya bu tehlike ile karfl› karfl›yad›r. Son aylarda,
Ermenilere ait iki gayrimenkul müsaderesi vakas› kaydedilmifltir. Protestan
cemaati, ibadethane kiralama ve yeni mabet (kilise) infla etmek bak›m›ndan
idari güçlüklerle karfl›laflmaktad›r. Bununla beraber, resmi yetkililer, 2002
Temmuzunda Diyarbak›r’da yeni bir Protestan mabedi inflas›n› sürdürme izni vermifllerdir.
Kilise ve okul binalar› restorasyonu konusunda s›n›rlamalar oldu¤u öne sürülmüfltür.
Mülkiyet hakk›na iliflkin baz› sorunlar› halletmek üzere, üçüncü bir “reform
37
Rapport régulier 2000... s. 19.
38
2000 Annual Report on International Religious Freedom: Turkey, Released by the Bureau
of Democracy, Human Rights, and Labor U.S: Department of State, September 5, 2000.
bkz.www.state.gov/www/global/human_rights/irf/irf_rpt/irf_turkey.html
Din Olgusu ve Avrupa Birli¤i’ne Kat›l›m Sürecinde Türkiye
261
paketi” Vak›flar Kanunu’na bir de¤ifliklik getirmifltir. Cemaat vak›flar›,
A¤ustos 2002’den itibaren, vak›f statüsüne sahip olsun veya olmas›n gayrimenkul iktisap etmek ve bunlar›n üzerinde tasarruf etmek hakk›n› haizdirler. Dahas›, malik olduklar›n› ispat etmeleri halinde, bu cemaatler bilfiil kulland›klar› gayrimenkulleri tescil imkan›na sahiptirler. Bu kanuni de¤iflikli¤in uygulanmas› bir dizi flarta tabidir. Gayrimenkul iktisap etmek ve bunlar›n üzerinde tasarrufta bulunmak için Bakanlar Kurulu Karar› laz›md›r ve
hiçbir üst-baflvuru yolu öngörülmemifltir. Tescil talebinde bulunmak için alt› ayl›k bir süre tespit edilmifl, ancak bu talebin hangi idari birime yöneltilece¤i aç›kl›k kazanmam›flt›r. Uygulamada, bu k›sa süre, reform paketine bir
engel oluflturabilir, zira alt› ayl›k süre 9 A¤ustos 2002’de bafllam›flt›r ve uygulanacak usul hala aç›kl›k beklemektedir.
Bu yeni hükümlerin uygulanma alanlar› hala belirsiz de olsa, bunlar sadece
gayrimüslim vak›flar›n› ilgilendirir gibi görünmektedirler. Böyle bir yaklafl›m ise, Türk olmayan Katolik ve Protestan cemaatleri dahil olmak üzere,
vak›f statüsü bulunmayan dini cemaatleri d›fllar.
Vak›flar Kanunu, A¤ustos 2002 reformu kapsam›na girmeyen mülklerin kiralanmas›n› ve ariyet verilmesini yasaklamaya devam etmektedir. Vak›flar
Genel Müdürlü¤ü’nün dini vak›flar üzerindeki mutlak takdir yetkisi de¤ifltirilmedi¤i gibi, dini vak›f yöneticilerini görevden alma imkan› baki kalm›flt›r. Son kanun de¤iflikli¤i, müsadere edilen gayrimenkullerin iadesini öngörmemektedir.
Dini az›nl›klar›n ruhbanlar›n›n e¤itmeleri hala yasakt›r. Türk olmayan ruhban, vize ve ikamet izni al›rken ço¤unlukla güçlüklerle karfl›laflmaktad›r.
Ermeni Patri¤i, ‹stanbul’da, Hristiyanl›k e¤itimi veren bir özel fakülte kurulmas›n› talep etmifltir. Yetkililer, bu öneriyi kabul etmifller, ama e¤itimi
Müslümanlar›n yürütmesi hususunda ›srar etmifller, Patrik ise bu öneriyi
geri reddetmifltir. Rum Ortodoks Cemaati, birkaç defa, 1971’den beri kapal›
duran Halki (Heybeliada) Ruhban Okulu’nun39 yeniden aç›lmas›n› talep et-
39
Türkiye’deki Rum Ortodoks cemaatin ruhban ihtiyac›n› karfl›lan ve uluslararas› düzeyde
ö¤renci kabul eden Heybeliada Ruhban Okulu, 8 Haziran 1965 tarih ve 625 say›l› Özel Ö¤retim Kurumlar› Kanunu’nun baz› maddelerinin 12 Ocak 1971’de Anayasa Mahkemesince
iptali üzerine, ‹stanbul Milli E¤itim Müdürlü¤ü’nün karar›yla kapat›l›r. (Anayasa Mahkemesi Karar›: ES 1969/31, KS 1971/3, KG 12/1/1971 in Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, say› 9, s. 131 is. Anayasa Mahkemesi karar›n›n temel gerekçesine göre devletin e¤itim ödevinin “kazanç ere¤i güden özel kurulufllarca yerine getirilmesi; ö¤retim ve e¤itimin
temel hedefinden sapt›r›lmas›, gitgide soysuzlaflt›r›lmas› sak›ncas›n› da do¤urur” bkz. s.
152) Kapatma karar›na karfl› Patrikhane’nin Dan›fltay’a açt›¤› dava, Patrikhane’nin tüzel
kiflili¤i olmad›¤›, yarg›ya baflvurma ve okul açma ehliyeti bulunmad›¤› gerekçesiyle redde-
Öktem
262
mifltir. Protestan ve Katolik cemaatleri de, Türkiye’de ruhban e¤itme özgürlü¤ünden yararlanmalar› gerekti¤ini düflünmektedirler.
Dini cemaatler kendi okullar›na sahip olabilirler ama bu okullar›n müdür
yard›mc›s›, Milli E¤itim Bakanl›¤›’n›n (Müslüman) bir temsilcisi olmal›d›r.
Bu kifli, sözkonusu cemaate mensup müdürden daha büyük yetkiye sahiptir.
Süryani cemaatinin kendine özgü okullar› yoktur ve gençli¤ine ayin dilini40
ö¤retmenin zor oldu¤unu belirtmektedir.
Zorunlu din derslerinde muhtelif dinler sunulmaktad›r, ancak pek çok gayrimüslim cemaat bu sunumlar›n sübjektif ve hatal› oldu¤u kanaatindedir.
Yak›n tarihli bir giriflim çerçevesinde Milli E¤itim Bakanl›¤› Hristiyan cemaatlerinin söz konusu kitaplar için ilave bölümler haz›rlamas›n› önermifllerdir; bu giriflimin sonuca ulaflmas› beklenmektedir.
Baz› raporlar, ruhban›n yetkililerce taciz edildi¤ini bildirmektedirler. Caritas gibi hay›r dernekleri, hukuki statüye sahip olmad›klar› gerekçesiyle güçlüklerle karfl›laflmaktad›rlar.
Bütün bu güçlüklere ra¤men, gayrimüslim cemaatlerin gittikçe de facto olarak tan›n›yor gibi görünmektedirler. Türkiye Devleti, uluslararas› düzeyde
dinleraras› diyalo¤a giderek daha fazla kat›lmakta41 ve din e¤itiminde daha
global bir yaklafl›m benimsemektedir. 2001 Ekiminde, ‹çiflleri Bakan›, muhtelif dini cemaatlerin reislerini, kayg›lar›n› ve dileklerini ifade etmeye davet
etmifltir. Bu güne kadar, söz konusu giriflimin uygun bir biçimde arkas› gelmemifltir; Talepler cevaps›z kalm›fl ya da reddedilmifltir. 2002 bafl›nda, Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›, Yahudi ve Hristiyan temsilcilere, Ortado¤u’da bar›fl
üzerine müflterek bildirgeye kat›lma davetinde bulunmufltur42.
2003 raporunda, flu ifadeler göze çarpmaktad›r:
... “Din özgürlü¤ü ile ilgili olarak ibadethane inflaat› ve mülkiyeti haklar›
dilir. Günümüzde, Türkiye’deki Hristiyan cemaatlerinin ruhban ihtiyaçlar›n›n ‹stanbul
Üniversitesi ‹lahiyat Fakültesi bünyesinde kurulacak bir bölüm sayesinde giderilmesi
önerisi gündemdedir, ancak dini cemaat reisleri bu öneriye s›cak bakmamaktad›rlar. Daha
fazla bilgi için bkz. Macar, Elçin, Cumhuriyet Döneminde ‹stanbul Rum Patrikhanesi, ‹letiflim yay, ‹stanbul, 2003, s. 293-299.
40
Süryani Kadim Kilisesi’nin ayin dili, Aramice’dir. ‹lkça¤’da tüm Ortado¤u’da geçerli bir iletiflim dili (lingua franca) olan Aramice, ayn› zamanda Hz. ‹sa’n›n da konuflma diliydi.
41
Türkiye’de dinleraras› diyalog faaliyetleri için bkz. Öktem, Emre, “Le dialogue islamochrétien en Turquie”in ISLAMOCHRISTIANA, 26 (2000) s. 107-131.
42
Rapport régulier 2002 sur les progrès réalisés par la Turquie sur la voie d’adhésion, < COM
(2002) final>, s. 40-41
Din Olgusu ve Avrupa Birli¤i’ne Kat›l›m Sürecinde Türkiye
263
alan›nda tedbirler al›nm›flt›r. Ancak, bunlar›n etkisi s›n›rl› kalm›flt›r. Gayrimüslim az›nl›klar, tüzel kiflilik, mülkiyet haklar› ve iç yönetimleri bak›m›ndan ciddi engellerle hala karfl›laflmaktad›rlar ve ruhban s›n›flar›n› e¤itmeleri yasakt›r.
203 Eylülünde, belli bafll› dört ( Rum Ortodoks, Katolik, Ermeni ve Süryani)
gayrimüslim cemaatin temsilcileri ortak bir ça¤r›da bulunarak Türk yetkililerin bütün bu sounlar› çözmelerini istemifllerdir.
Mülkiyet haklar› bak›m›ndan, dördüncü reform paketi çerçevesinde Vak›flar
Kanunu tadil edilmifl ve 2003 Ocak ay›nda bir yönetmelik kabulu edilmifltir.
Bu Yönetmelik, vak›flar›n gayrimenkul iktisap etmek, satmak ve tescil etmek için Bakanlar Kurulu’ndan izin alma yükümünü ortadan kald›rm›flt›r.
(Ekim 2002 tarhilli eski yönetmelik bu usulü gerektirmekteydi.) Mevcut düzenlemede, Vak›fflar Genel Müdürlü¤ü’nün izni aranmakla beraber, yönetmelik, “gerekli görüldü¤ü hallerde” yetkili bakanl›k ve kamu kurumlar›na
dan›fl›lmas›n› öngörmektedir. Alt›nc› reform paketi, az›nl›k vak›flar›n›n gayrimenkullerinin tescil süresini alt› aydan on sekiz aya ç›karmaktad›r.
Ocak ay›nda ç›kan yönetmelik, sadece gayrimüslim vak›flar›n› ilgilendirmektedir. Böylece, vak›f kurabilecek durumda olmayan dini cemaatler, bu
arada katolik ve protestanlar da d›fllanm›fl olmaktad›r. Dahas›, yönetmeli¤e
eklenen ve 160 vak›ftan oluflan listede yer almayan vak›flar gayrimenkul
tescil ettirememektedirler.
Gayrimüslim cemaatlerin sorunlar›n›n belli bafll› sorunlar›ndan biri olan
gayrimenkul müsaderesi sorunu da hala çözülmemifltir. Bu cemaatlerin hukuki kiflili¤i olmad›¤› için gayrimenkulleri her an müsadere edilme tehdidi
alt›ndad›r ve bunlar› hukuki yollarla geri alma giriflimleri say›s›z engelle
karfl›laflmaktad›r. Özellikle Rum Ortodoks cemaati, müasdere edilmifl bulunan mallar›n›n›n bir k›sm›n› geri almak için k›sa süre önce Avrupa ‹nsan
Haklar› Mahkemesine baflvurmufltur.
Gayrimenkullerin tescili bak›m›ndan vak›flar önemli güçlüklerle karfl›laflm›fllard›r. Resmi kaynaklara göre, 116 vak›f toplam 2234 aflvuruda bulunmufl, bunlar›n ço¤u, ya kamu kurumlar› ya da özel kifliler ad›na tescillere
iliflkin olduklar› için kabul görmemifl (622) ya da eksiklikler nedeniyle baflvuru sahibine iade edilmifltir. (...) 2000 y›l› Aral›k ay›nda Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi’nde gerçekleflen ve Frans›z Rahipler Enstitüsü’nün bir arazi ve üzerinde bulunan binalar üzerinde intifa hakk›na sahip olmas›n› ve bu
araziyi kar amaçl› olarak kiralayabilmesini öngören dostane çözümün gerekleri, Türk makamlar›nca yerine getirilmemifltir.
264
Öktem
Dini vak›flar, Vak›flar Genel Müdürlü¤ü’nün müdahalelerine maruz kalmaya devam etmekte ve bu husus, özerkliklerini büyük ölçüde k›s›tlamaktad›r.
Vak›flar Genel Müdürlü¤ü’nün, özellikle, vak›f yöneticilerinin görevlerine
son vermek, mali kaynaklar›n›n yönetimine ve muhasebelerine müdahale
etmek imkan› bulunmaktad›r.
Resmi kaynaklar, 2001 ila 2003 aras›nda 406 vakf›n la¤vedildi¤ini belirtmektedirler. Vak›flar›n yönetim kurullar›, özellikle seçimler konusunda sorunlarla karfl›laflmakta, seçimler yap›lmazsa vakf›n varl›¤› tehlikeye düflmektedir. Yönetim kurulu üyelerinin, vakf›n cemaat bölgesinde buluna kiflilerce seçilmeleri gerekti¤inden ve seçmenlerin zamanla bu bölgeyi terk etmifl olmalar›ndan dolay› seçimleri düzenlemek her zaman mümkün olmamaktad›r. Gereken zamanda seçimlerin düzenlememifl olmas›, gayrümenkulün müsaderesine yol açabilir. Bu sorunu çözmek üzere baz› cemaat bölgeleri geniflletilmifl, ancak vak›flar›n büyük k›sm› bu de¤ifliklikten yararlanamam›flt›r.
‹badethane inflas› izni bak›m›ndan, ‹mar Kanunu, 6. reform paketi çerçevesinde tadil edimifl ve 2003 Eylülünde bir sürküler yay›nlanarak “cami” kelimeisnin yerini “ibadethane” alm›flt›r. Art›k kilise ve sinagoglar da bu kapsama girmektedir. Özellikle Protestan cemaati ibadethane bulmakta zorluklarla karfl›laflm›flt›r. 2003 Nisan›ndan bu yana ibadete aç›k olmas›na ra¤men
Diyarbak›r Protestan Kilisesi’nin hala hukuki bir statüsü buunmamaktad›r.
Dini cemaatlerin ruhban s›n›f›n›n e¤itimi hala yasakt›r. Baz› cemaatler, kiliselerindeki rahip say›s›n›n azalmas›ndan dolay› bu yasa¤› varl›klar›na
kaflr› bir tehdit olarak görmektedir. Tekrarlanan taleplere ra¤men, Halki
(Heybeliada) ruhban okulu hala kapal›d›r, ancak yetkililer 2003 a¤ustosunda meseleyi yeniden incelemeye giriflmifllerdir. S›n›rl› mali kaynaklar sebebiyle dini cemaatlerin büyük ço¤unlu¤u ruhban s›n›f›n› yurt d›fl›nda okutacak durumda de¤ildir ve baz› vatandafll› ölçütleri, Türk olmayan ruhban›n,
örne¤in Süryani ve Keldani Kiliselerinde çal›flmalar›n› ya da ökümenik patrik olma imkanlar›› s›n›rlamaktad›r. Dahas›, türk olmayan ruhban, vize ve
ikamet izinleirin verilmesi ve yenilenmesi konusunda güçlüklerle karfl›lflamaya devam etmektedir. Bu sorun, özellikle Katoli cemaati bak›m›ndan endifle vericidir.
Ökümenik patrik unvan›n›n alenen kullan›mas› baz› gerilimlere yol açm›flt›r. Örne¤in, 2003 Haziran›nda, Ortodoks Patri¤i Bartholomeso’un verdi¤i
bir konferans›n davetiyesinde bu flah›s ökümenik s›fat›yla an›ld›¤› için, Türk
devlet memurlar›n›n söz konusu konferansa gitmeleri yasaklanm›flt›r.
Dinbilgisi ders kitaplar›nda Hristiyan mezheplerinin tan›t›m›n›n yeniden ele
Din Olgusu ve Avrupa Birli¤i’ne Kat›l›m Sürecinde Türkiye
265
al›nmas›na iliflkin çal›flmalar›n sonuca ulaflmas›, olumlu bir geliflme olarak
kaydedilmektedir. Bu kitaplar, pek çok dini az›nl›k taraf›ndan, sübjektif ve
hatal› olduklar› için elefltirilmifllerdi. Söz konusu cemaatler, kitaplar›n yap›lan çal›flman›n sonuçlar›na uygun olarak gözden geçirilmesini beklemektedirler. Onaylanmam›fl dini ders kitaplar›n›n bas›m ve ithali yasak olup bu tür
kitaplar›n gümrüklerde müsadere edilmesi vakalar›na rastlanm›flt›r.
Dini az›nl›k okullar›n›n müdür yard›mc›s›n›nM‹lli E¤itim Bakanl›¤›’nca tayin edilen bir Müslüman oluflundan ve okul müdüründen daha önemli yetkilere sahip bulunmas›ndan kaynaklanan güçlükler varl›¤›n› sürdürmektedir.
Kilise mensuplar› ve ilahiyat okulu mezunlar›n›n okullarda ders vermesine
izin verilmemesi de az›nl›k dinlerinin ö¤retim bak›m›ndan güçlükler do¤urmaktad›r.
2003 y›l›n›n Temmuz ay›nda, türk makamlar› ve Avrupa Birli¤i Komisyonu’nun iflbirli¤iyle Ankara’da bir din özgürlü¤ü uzmanlar› toplant›s› gerçeklefltirilmifltir. Avrupa Birli¤ine üye devletlerden gelen uzmanlarla Türk uzmanlar, üye devletlerdeki din özgürlü¤üne ilikin uygulama ve normlar hakk›na bilgi al›flveriflinde bulunmufllard›r. Uzmanlar, o güne kadar kabul edilen
hukuki reformlar›n yetersiz oldu¤u, genel kabul gören ayr›mc›l›k yasa¤ü eflitlik ve iflbirli¤i ilkeleri temel al›narak bu alandaki mevzuat›n gözden geçirilmesi gerekti¤i, dernek ve vak›flara iliflkin kanunlar›n Avrupa Birli¤i normlar› ve temel al›narak ve Avrupa ‹nsan Haklar› Mahkemesi içtihad› göz önünde tutularak yeniden ele al›nmas›n›n zorunlu oldu¤u sonucuna varm›fllard›r.
Sünni olmayan Müslüman cemaatlerinin durumuna gelince, Aleviler bak›m›ndan bir de¤iflikli¤in gerçekleflti¤i görülmektedir. Önelier yassaklanm›fl
bulunan alevi ve Bektafli dernekleri birli¤i, 2003 y›l›n›n Nisan ay›nda hukui
statüye kavuflarak faaliyetlerini yürütme imkan› bulmufltur. Bununla beraber, Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤› nezdinde temsil ve alevi kimili¤ini tan›mayan
okullardaki mecburi din e¤itimi konular›nda endifleler hala geçerlidir.(...)43
2004 raporu ise, din özgürlü¤ü ba¤lam›nda flu ifadelere yer vermektedir:
...Ocak 2004’te, Hükümet, 1962 y›l›nda gizli bir kararname ile, az›nl›klar›
gözlem alt›nda tutmak için kurulm›fl olan “Az›nl›klar tali komisyonu”nu la¤vetmifltir. Az›nl›k sorunlar›n›n ele almak amac›yla, yeni bir kurumsal organ
olarak, Az›nl›k sorunlar›n› de¤erlendirme kurulu” oluflturulmufltur. Bu kurul, ‹çiflleri, Milli E¤itim, D›fliflleri ve Vak›flardan sorumlu devlet bakanl›¤›n›n temsilcilerinden oluflmaktad›r. Bununla beraber, az›nl›klarla iliflkiler
43
Rapport régulier 2003 sur les progrès réalisés par la Turquie sur la voie d’adhésion, < COM
(2003) final>, s. 37-39.
266
Öktem
hala ‹çiflleri Bakanl›¤› Emniyet Müdürü¤ü bünyesindeki az›nl›klar flubesinin alan›na girmektedir. Az›nl›klar hala baz› ayr›mc› uygulamalardan ma¤dur olmaktad›rlar. Az›nl›k cemaati mensuplar›n›n idare ve orduda yüksek
kademelere güçlükle ulaflt›klar› belirtilmektedir.
2003-2004 ders y›l› tarih kitaplar› az›nl›klar› hala güvenilmez, sadakatsiz ve
devlet için tehlikeli olarak tan›tmaktad›rlar. Bununla beraber, yetkililer,
ders kitaplar›ndaki ayr›mc› söylemi düzeltmeye bafllam›fllar ve Mart 2004’te,
bir yönetmelik ç›kar›larak ders kitaplar›n›n ›rk, din, cinsiyet, dil, etnik grup,
felsefi inan›fl ya da din temelli ayr›mc›l›k yapmamas› öngörülmüfltür.
Yahudi, Rum ve Ermeni okullar›n›n yönetimindeki ikibafll›l›k sorunu üzerine yetkililerle diyalog devam etmektedir.( Bu okullarda müdür yard›mc›s›,
Milli E¤itim Bakanl›¤›n› temsil eden bir Müslümand›r ve müdürden daha
fazla yetkiye sahiptir) 2004 May›s›nda, Milli e¤itim Bakanl›¤›, annesi az›nl›k mensubu olan çocuklar›n da bu okullara devam edebilece¤ini bildirmifltir. (Daha önce, sadece babas› az›nl›k mensubu olan çocuklar bu okullara devam edebilirlerdi. ) Bununla beraber, ebeveynlerin az›nl›¤a mensup olduklar› yöündeki beyanlar›, Milli E¤itim Bakanl›¤›nca incelemeye al›nacakt›r. Yeni e¤itim malzemesinin onaylanmas› ve yurt d›fl›nda e¤itim alm›fl ö¤retmenlerin an›nmas› konuusnda Rum cemaati güçlüklerle karfl›laflm›flt›r. Dahas›,
2003 tarihli ifl mevzuat›n› ihlal eder biçimde, Türk kökenli meslektafllar›ndan farkl› olarak Rum cemaatinin ö¤retmenleri sadece bir okulda ders verebilmektedirler. Ermeni cemaati ise, Ermenice dil ö¤retiminin yetersizli¤inden flikayet etmektedir.
Süryaniler gibi, Lausanne Andlaflmas› ile iliflkilendirilmeyen gayrimüslim
az›nl›klar hala okul açmamaktad›rlar. Gökçeada’daki Rum az›nl›k, okullar›n›n yeniden açmak konusunda güçlüklerle karfl›laflm›flt›r. Burada, tapu sicilinin adil ve saydam usullerce tutulmamas› nedeniyle baz› mallar müsadereye u¤ramaktad›r.
...
Din özgürlü¤ünün anayasal güvence alt›na al›nmas› ve ibadet özgürlü¤ünün
pek engellenmemesine ra¤men, gayrimüslim az›nl›klar tüzel kiflili¤in tan›nmas›, mülkiyet hakk›, ruhban e¤itimi, okullar ve iç yönetim gibi konularda
güçlüklerle karfl›laflmaktad›rlar. Uygun bir mevzuat bu güçlükleri halledebilir. Aleviler hala müslüman bir az›nl›k olarak tan›nmamaktad›rlar44.
44
Rapport régulier 2004 sur les progrès réalisés par la Turquie sur la voie d’adhésion
<Com(2004) 656 final>., s. 49-50.
Din Olgusu ve Avrupa Birli¤i’ne Kat›l›m Sürecinde Türkiye
267
Türkiye’nin Avrupa Birli¤ine giriflinin inanç boyutu asla göz ard› edilmemelidir: “AB üyeli¤i ile birlikte art›k sadece mallar›n de¤il inançlar›n da serbest
dolaflaca¤› bir inançlar pazar› yarat›lm›flt›r.45” Bu ba¤lamda, misyonerlik faaliyetlerinin art›fl göstermesi flafl›rt›c› olmayacakt›r. Din yayma özgürlü¤ü
konusunda ilke karar› niteli¤i tafl›yan Kokkinakis karar›nda göre Mahkeme,
dinini izhar etme özgürlü¤ünün “.. ilke olarak baflkalar›n›, örne¤in ‘ö¤reti’
yoluyla, ikna etmeye çal›flma hakk›n› da içerdi¤ini, aksi takdirde 9. Maddenin kabul etti¤i ‘din ya da kanaatini de¤ifltirme özgürlü¤ü’nün hükümsüz
kalaca¤›n›”46 belirterek dini ö¤reti ile “istismarc› prozelitizm’i ay›rdetme yoluna gitmektedir. Dolay›s›yla, günümüzde, Avrupa Birli¤i’ne kat›l›m öncesinde dahi faaliyetleri t›rmanan47 Bat›l› dini örgütlerin, kat›l›m sonras›nda
daha elveriflli bir ortam bularak mensuplar›n›n say›s›n›n artt›rma isteyecekleri gerçe¤i göz önünde tutulmal› ve Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi’nin
sa¤lad›¤› güvence alt›nda faaliyet gösteren bu gruplar›n yol açabilecekleri
sosyal ve hukuki sorunlara karfl› haz›rl›kl› olunmal›d›r. Böyle bir haz›rl›k,
her fleyden önce, problemin tarihi, hukuki, sosyolojik ve hatta teolojik boyutlar› üzerine yo¤un bilimsel çal›flmalar›n yap›lmas›n› gerektirmektedir.
45
Gündüz, “Türkiye’nin AB Üyeli¤i...” s. 56.
46
Kokkinakis Yunanistan’a karfl›, 3/192/348/421, 25 May›s , § 31.
47
Bkz. Öktem, Emre, “Le dialogue islamo-chrétien en Turquie” in ISLAMOCHRISTIANA,
26, (2000) s. 24, dn. 91.
MAKALELER
KAMU HUKUKU
LES LIMITES DE LA CRITIQUE ADMISSIBLE ENVERS
LE PRESIDENT DE LA REPUBLIQUE
Observations sur l’arrêt Pakdemirli c. Turquie
Dr. Melike Batur YAMANER*
A partir des années 90, la Turquie s’est trouvée plusieurs fois devant la Cour
européenne des droits de l’homme pour se défendre contre les allégations
concernant la violation de l’article 10 de la Convention Européenne des
droits de l’homme. La plupart de ces allégations qui ont abouti à des
jugements de violation relevaient de l’application de l’article 8 du Code sur
la Lutte contre le terrorisme et de l’article 312 du Code pénal.1 Le but
légitime prétendument poursuivi par l’Etat dans tous ces cas était la
protection de la sécurité nationale et l’intégrité territoriale.
Le 22 Février 2005, la Cour européenne a rendu son jugement dans l’affaire
Pakdemirli c. Turquie. C’est le premier arrêt de la Cour européenne rendu
contre la Turquie concernant l’ingérence de l’Etat dans l’exercice de la liberté
d’expression pour la protection de la dignité et les droits d’autrui. En ce qui
*
Maître de conférence en Droit Public Générale, Faculté de
Galatasaray.
1
L’article 8 de la Code sur la lutte contre le terrorisme qui a été amendé plusieurs fois,
prévoyait la prohibition de la propagande écrite et orale, des réunions, assemblées et
manifestations visant à porter atteinte à l’intégrité territoriale de l’Etat de la République
de Turquie ou à l’unité indivisible de la nation. Cet article a été récemment abrogé. L’article
312 de l’ancien Code pénal qui pénalisait l’incitation du peuple à la haine a été amendé
comme suit (art. 216) : Seront punis d’emprisonnement d’un an jusqu’à trois ans ceux qui
incitent une partie du peuple ayant différentes caractéristiques concernant leur classe
sociale, leur race, religion, secte ou appartenance régionale à la haine et l’hostilité contre
un autre groupe, au cas où l’incitation constitue un danger évident et proche pour la
sécurité publique. Seront punis d’emprisonnement de six mois jusqu’à un an ceux qui
insultent explicitement une partie du peuple en raison de sa classe sociale, race, religion,
secte, sexe ou région. Seront punis d’emprisonnement de six mois jusqu’à un an ceux qui
insultent explicitement les valeurs religieuses d’une partie du peuple de façon à détruire la
paix publique.
Droit,
de l’Université
Batur Yamaner
274
concerne les autres Etats partis, il existe un bon nombre d’arrêts concernant
les limites de la critique admissible.2 On peut raisonnablement déduire
quelques principes fondamentaux de ces arrêts sur l’équilibre fragile que la
Cour européenne tend à établir entre la critique et la diffamation et l’injure.
1.
La jurisprudence de la Cour européenne des droits de l’homme
en matière de diffamation:
Les limites de la critique admissible ne sont pas les mêmes selon différentes
catégories des gens. Les limites de la critique à l’égard d’un politicien
agissant en sa qualité de personnage public sont sans doute plus larges que
pour un simple individu. Comme la Cour européenne a souligné maintes fois
“.....Plus généralement, le libre jeu du débat politique se trouve au cœur
même de la notion de société démocratique qui domine la Convention tout
entière. Partant, les limites de la critique admissible sont plus larges à
l’égard d’un homme politique, visé en cette qualité, que d’un simple
particulier: à la différence du second, le premier s’expose inévitablement et
consciemment à un contrôle attentif de ses faits et gestes tant par les
journalistes que par la masse des citoyens; il doit, par conséquent, montrer
une plus grande tolérance. Assurément, l’article 10 par. 2 permet de protéger
la réputation d’autrui, c’est-à-dire de chacun. L’homme politique en bénéficie
lui aussi, même quand il n’agit pas dans le cadre de sa vie privée, mais en
pareil cas les impératifs de cette protection doivent être mis en balance avec
les intérêts de la libre discussion des questions politiques.”3 Par conséquent,
dans l’affaire Lingens, la Cour européenne a considéré les expressions
utilisées par le requérant contre le Chancelier fédéral telles qu”
“opportunisme le plus détestable”, “immoral” et “dépourvu de dignité”
comme étant malgré tout dans les limites de la critique admissible.
Pourtant la Cour européenne ne se montre pas aussi généreuse en traçant
les limites de la critique à l’égard des fonctionnaires de magistrature. Dans
l’arrêt Barfod où l’impartialité des juges avait été mise en cause, la Cour
européenne, contrairement à la Commission européenne, a jugé à la nonviolation de l’article 10.
Comme le suggère le juge Gölcüklü dans son opinion dissidente “Il n’est pas
possible, à mon avis, de tirer un argument a contrario de l’affirmation de
2
Pour citer parmis les plus connus Lingens 8.7.1986, Castells c. Espagne, 23.4.1992, Prager
et Oberschlick c. Autriche, 26.4.1995, Barfod c. Islande, 22.2.1989, Colombani c. France,
25.6.2002
3
Lingens, par.42
Les limites de la critique admissible envers le president de la République
275
notre Cour dans l’affaire Lingens, où elle a déclaré que “les hommes
politiques” doivent être prêts à subir plus de critiques que les autres. Par
cette constatation, la Cour européenne n’a certainement pas voulu limiter
aux seuls hommes politiques la portée de la critique publique en matière
politique, exclure de l’arène des libres discussions et des débats
démocratiques l’appréciation des institutions étatiques et de la position de
ceux qui, n’étant pas des hommes politiques à proprement parler, prennent
part cependant aux affaires publiques.” Pareille opinion apparaît dans
l’opinion dissidente du Juge Pettiti dans l’affaire Prager et Oberschlick où la
Cour européenne n’a constaté aucune violation de l’article 10.4 En analysant
les publications qui ont donné suites à la condamnation des deux
journalistes pour le délit de diffamation, la Cour européenne a expressément
tracé les limites de la critique admissible à l’égard des juges: “Il convient
cependant de tenir compte de la mission particulière du pouvoir judiciaire
dans la société. Comme garant de la justice, valeur fondamentale dans un
Etat de droit, son action a besoin de la confiance des citoyens pour prospérer.
Aussi peut-il s’avérer nécessaire de protéger celle-ci contre des attaques
destructrices dénuées de fondement sérieux, alors surtout que le devoir de
réserve interdit aux magistrats visés de réagir.”5
Quant aux limites de la critique à l’égard des fonctionnaires de l’Etat, la
Commission européenne estime que les limites de la critique admissible
sont, tout comme pour les hommes politiques, plus larges à l’égard de
fonctionnaires dans l’exercice de leurs fonctions officielles. Dans un arrêt
concernant la protection de la réputation et des droits des gardes
municipaux, la Cour européenne a constaté que les fonctionnaires devaient,
pour s’acquitter de leurs fonctions, bénéficier de la confiance du public sans
être indûment perturbés et il pouvait dès lors s’avérer nécessaire de les
protéger contre des attaques verbales offensantes lorsqu’ils sont en service.6
2. L’affaire Pakdemirli c. Turquie:
Dans le cas présent, il s’agit, en bref, la condamnation du requérant à payer
une somme excessive d’indemnité à cause d’un discours qu’il a prononcé le
14 avril 1995, lors d’une réunion de presse publique, à l’occasion de la mise
en service d’une autoroute, critiquant le Président de la République de
4
“…Les juges qui bénéficient d’immunités de fonction et sont à l’abri, dans la plupart des
Etats membres, d’actions en responsabilité civile personnelle, doivent admettre en
contrepartie l’exercice d’une critique libre et effectuée de bonne foi.”
5
Prager et Oberschlick c. Autriche, par. 34
6
Janowski c. Pologne, 21.1.1999, par.33
276
Batur Yamaner
l’époque, Süleyman Demirel. Quand M. Demirel était le chef de l’opposition,
en 1991, il avait obtenu la levée de l’immunité parlementaire de deux
anciens ministres de travaux publics, du parti ANAP dont le requérant était
le porte-parole. L’accusation qui leur était adressée était le détournement de
fonds publics réservés à la construction d’autoroutes. Traduits devant la
Cour Suprême, un non-lieu venait d’être prononcé à leur égard. Ces deux
anciens ministres se trouvaient aux côtés du requérant lors de son discours.
« Demirel est menteur, calomniateur. Qu’il ne prenne pas les
autoroutes. S’il le fait, que ses pneus crèvent! » (...) « Demirel est
politiquement invalide » (...) « S’il ne nous présente pas ses excuses,
si pour une fois dans sa vie il ne dit pas la vérité, il est
calomniateur, il n’est pas notre Président de la République. Nous
l’appellerons désormais le Gros de Çankaya, le Menteur» (...) « Il est
allé trouver deux [inspecteurs], des indignes, il leur a ordonné: ‘si
tu rédiges ton rapport dans ce sens, tu auras une promotion’ » [le
requérant en s’adressant à M. Demirel] « Ne sors pas de chez toi.
Restes-y. Quitte le sommet de Çankaya et consacre-toi à la prière.
Dans l’au-delà, Dieu ne pardonnera pas ceux qui ont usurpé les
droits de ses serviteurs. Personne ne peut emporter ce qui revient
de droit aux serviteurs de Dieu dans l’au-delà; ni Demirel, ni sa
fille » (...) « celui qui n’a aucune perspective, qui ne connaît pas le
monde, qui ne connaît que le pillage en matière de service public,
qui ne sait que proférer des calomnies boueuses et des mensonges
au lieu de reconnaître les vérités » (...) « Ces esprits bornés, ces gens
qui ne connaissent pas le monde, qui n’ont été à l’étranger qu’après
leur nomination à Çankaya [Résidence du Président de la
République], ceux qui cherchent à déshonorer les gens par pure
calomnie... » (...) « sans scrupule, ils ont cherché à salir la
réputation des personnes qui ont réalisé un service public » (...)
« Ces gens qui nous ont diffamés, ces gens qui ont voulu nous salir
avec leur esprit borné et dépourvu de perspectives car s’ils n’étaient
pas bornés, s’ils connaissaient un peu le monde... » (...) « Cette
personne qui, de honte, ne devrait même pas sortir de chez elle, ose
déclarer sans vergogne, depuis le Brésil ‘mais c’est le tribunal qui
les a acquittés, je n’y peux rien’. Eh bien arrête de mentir et de salir
les gens par tes calomnies, tu devrais avoir honte et demander
pardon. »
M. Demirel intenta une action en dommages et intérêts contre le requérant,
en vertu de l’article 49 § 2 du code des obligations, pour diffamation et
injures contre sa personne et au titre de Président de la République. La
11ème chambre du tribunal de grande instance d’Ankara condamna le
Les limites de la critique admissible envers le president de la République
277
requérant à verser 5 milliards de livres turques (cinquante-cinq mille euros
(EUR) environ) à titre de dommages et intérêts. Le tribunal ordonna
également la publication du résumé de l’arrêt, une fois qu’il serait définitif,
dans un quotidien à tirage élevé, et ce, aux frais du requérant.
Ce faisant, la 11ème chambre a rejeté les allégations du requérant de la
provocation et de l’instigation faite de la part de M. Demirel quand il était le
chef d’opposition, se basant sur la jurisprudence bien établie qui prévoit que
la provocation et l’instigation se rapportent à des faits s’étant produits dans
un laps de temps court.
Le requérant se pourvut en cassation au motif, entre autres, que la somme
fixée par le tribunal était exorbitant et non conforme au but visé par la loi.
La Cour de cassation infirma le jugement aux motifs relatifs aux preuves et
non à la somme fixée. Le tribunal de première instance maintint son
jugement et le requérant se pourvut pour une deuxième fois en cassation. La
Cour de cassation cette fois confirma le jugement du tribunal de première
instance.
Le requérant introduisit un recours en rectification d’arrêt qui a été rejeté.
Par un arrêt de 22 février 2005, la Cour Européenne, estimant que la
condamnation du requérant à payer des dommages-intérêts était prévue par
la loi et poursuivait un but légitime au sens de l’article 10 par. 2, toutefois
jugeait en unanimité contraire à l’article 10 la manière dont la loi a été
appliquée.
Après avoir noté que les deux personnes avaient un long passé
d’antagonisme politique et que les faits de la cause se situaient eux-mêmes
dans un contexte politique, la Cour Européenne se livre à un examen attentif
des facteurs qui ont emmené le juge national à allouer un montant si excessif
d’indemnisation.
La Cour est particulièrement préoccupée par le montant excessif de
l’indemnité et par les motifs invoqués par le juge national pour justifier un
tel montant, notamment l’évaluation du statut du Président de la
République.
A) La Surprotection du Statut du Président de la République:
L’affaire doit sans doute son originalité à l’approche du juge national qui
278
Batur Yamaner
conclut à l’excessivité du montant de l’indemnité allouée. Le juge national
s’est prononcé sur le statut de président de la République, un sujet qui
semble passer inaperçu pour la Cour européenne. Avant tout, la 11ème
chambre du tribunal de grande instance d’Ankara ne considère pas le
président de la République comme un homme politique. Le tribunal souscrit
à la thèse de la Cour européenne développée au cours des années sur les
limites de la critique admissible en admettant que des propos virulents entre
hommes politiques peuvent être acceptés comme une règle du jeu politique.
Ce que le tribunal n’accepte pas c’est le traitement du Président de la
République comme un « simple » homme politique. Aux yeux du tribunal, il
est plus que cela. Il est intéressant de noter que le Tribunal met le président
de la république à un rang quasi-sacré. Selon le Tribunal, M. Demirel, en sa
qualité de Président de la République, est dépouillé du statut de politicien et
porte désormais celui d’homme d’Etat. En citant la disposition du Code Pénal
Turc sanctionnant le délit de diffamation à l’égard du président de la
république il souligne que cela constitue la forme la plus grave du délit
d’outrage.
Le Tribunal semble établir un parallélisme entre la République de la Turquie
et la personnalité du Président de la République. Selon la logique du
Tribunal, comme tout citoyen Turc a le devoir de protéger la République
turque, par conséquent tout citoyen a le devoir de protéger/respecter son
président.
Les termes et le ton utilisés dans le raisonnement derrière la condamnation
sont plutôt lyriques. Il décrit la fondation de la République en faisant
référence au “vénérable” fondateur Atatürk, aux martyrs et aux anciens
combattants de la nation turque. Par conséquent, le Tribunal nous fait
entendre implicitement que respecter le Président de la République revient
à respecter Atatürk et les martyrs de la guerre d’indépendance. Le Tribunal
prend aussi en considération l’existence tant à l’intérieur qu’à l’extérieur des
frontières des gens qui visent à détruire l’unité du pays. Tenant compte que
le jugement a été rendu en 1995, on peut raisonnablement penser qu’il s’agit
de la menace de PKK. Selon le Tribunal, l’affaiblissement du statut de
Président de la République ne pourrait qu’encourager leur action.
On voit clairement que ce cas n’est pas une simple affaire de diffamation. Il
s’agit de quelque chose de plus important, de plus « sacré ». Il s’agit d’une
menace contre la République turque à travers un discours diffamatoire
ébranlant la réputation de son président auprès des pays étrangers.
Selon la constitution et la tradition Turque, le statut du président de la
République est certes différent de celui d’un homme politique. Il est en même
Les limites de la critique admissible envers le president de la République
279
temps un homme d’Etat -comme le dit le Tribunal- et aussi un homme
politique en tant que le premier de la fonction exécutive. Le Tribunal sans
doute se réfère à l’article 104 de la Constitution qui énonce que le président
est le chef de l’état et qu’il représente la République Turque et l’unité de la
nation Turque. Il est vrai qu’une telle qualification n’est attribuée à aucun
homme politique. Mais le problème est de déterminer si cette qualification
exclut le président de l’arène politique. Etant sans doute au milieu du débat
politique et ayant des fonctions du pouvoir exécutif, est-ce qu’on peut nier le
statut d’un homme politique du président –surtout quand il s’agit de M.
Demirel qui a toujours joué un rôle important dans la vie politique Turque?
Il serait intéressant de voir l’appréciation de la Cour Européenne des droits
de l’Homme sur le statut du président mais comme elle ne s’est pas
prononcée sur ce sujet et s’est contentée de répéter son principe bien établi
sur la critique des hommes politiques, on peut donc admettre que la Cour ne
fait aucune distinction entre le président et l’homme politique.
B) L’excessive du montant de l’indemnité:
La surprotection du président de la République par le juge national abouti à
l’allocation d’un montant excessif de l’indemnisation. Ce qui est inquiétant
pour la Cour est le fait que ce montant n’a pas été fixé eu égard au préjudice
causé à la personne du demandeur mais à travers une surprotection du
statut du Président de la République.
La fixation du montant de l’indemnisation n’est jamais simple. Il faut
d’abord souligner que le but de l’indemnité morale est d’essayer de trouver
un moyen de satisfaire le dommage moral du demandeur subi en
conséquence d’une violation illégale de ses droits et non pas de punir le
défendeur. On retrouve le même argument dans l’arrêt Tolstoy Miloslavsky
où le jury avait été exhorté à ne pas punir le requérant mais seulement à
accorder un montant qui indemniserait Lord Aldington de son préjudice
moral.7
Comme la Cour a déjà énoncé dans l’arrêt Tolstoy Miloslavsky, les lois
nationales relatives au calcul des dommages-intérêts pour atteinte à la
réputation doivent permettre de tenir en compte de l’infinie variété des
situations de fait qui peuvent se présenter.8 Mais ce qui est encore plus
important, que cela soit accordé par un jury ou par un juge, le montant doit
7
Tolstoy Miloslavski c. Royaume-Uni, 23 juin 1995, par.49
8
Tolstoy Miloslavski, par. 41
280
Batur Yamaner
être fixé en tenant compte du principe de proportionnalité. C’est-à-dire qu’il
faut y avoir un rapport raisonnable de proportionnalité entre le montant de
l’indemnité et le but de réparation du dommage causé au demandeur. A la
différence du droit anglais applicable à l’époque, le droit Turc prévoit d’une
façon un peu indirecte le principe de proportionnalité. Selon l’article 49 du
Code civil Turc le juge doit prendre en considération, entre autres, le statut,
la fonction et la situation socio-économique des parties. Bien que l’article 49
ne parle pas de proportionnalité, l’article 4 du Code Civil qui prévoit que le
juge doit rendre son jugement avec équité et mesure quand la loi lui
reconnaît un pouvoir d’appréciation fournit la base légale du principe de
proportionnalité. Ainsi, doté d’armes nécessaires pour fixer le montant
d’indemnité, il incombe au juge d’interpréter les lois d’une façon équitable.
Or, dans la présente affaire ce n’est pas le cas. Le juge national interprète
discrétionnairement la loi de façon à révéler sa conviction personnelle. Pour
arriver là, le juge national part en premier lieu du statut du requérant: Le
fait qu’il soit professeur de l’Université est une raison de plus pour ne pas
s’engager aux discours pareils. D’autre part, le statut du demandeur aussi
est pris en considération. Le fait qu’il soit le président de la république, le
représentant du pays, rend la gravité de l’injure du défendeur flagrante.
Selon le juge, il s’agit de la diminution d’une valeur personnelle qui ne sera
jamais restituée. Sur ce point la Cour se réfère spécialement à l’arrêt
Colombani où elle avait examiné l’article 36 de la loi française du 29 juillet
1881 portant sur les délits contre les chefs d’Etat et agents diplomatiques
étrangers. La Cour avait expressément énoncé qu’une protection accrue par
une loi spéciale en matière d’offense n’était, en principe, pas conforme à
l’esprit de la Convention.9 La Cour réaffirme sa position dans l’affaire
Pakdemirli où le juge interprète discrétionnairement l’article 49 d’une façon
à privilégier le statut du président de la République10.
Ensuite, il passe par la législation pénale qui aurait été applicable dans le
cas du requérant si celui-ci ne bénéficiait pas de l’immunité parlementaire.
Sur ce point, la Cour européenne n’a pas de difficulté à constater la réflexion
punitive du juge. Le juge national qui semble être déçu du fait que le
requérant n’a pas pu être poursuivi du fait de son immunité parlementaire,
essaie de le punir à travers le procès civil. Finalement, appuyant son
interprétation sur le sujet de la réparation dans le système juridique
occidental, il arrive facilement à la conclusion que la somme de la réparation
doit être dissuasive pour l’auteur. Selon le juge national, l’octroi d’une
réparation à caractère dissuasif pour l’auteur et satisfaisante pour la victime
9
Cour eur. dr. h., arrêt du 25 septembre 2002, Colombani et autres c. France, par.67
10
Pour une analyse de l’arrêt Colombani voir Patrick Wachsmann, Revue Trimestrielle des
droits de l’Homme, 55/2003, p.975-997
Les limites de la critique admissible envers le president de la République
281
est l’approche en vigueur dans le système juridique occidentale. La somme
fixée par le juge national est certes très dissuasive puisqu’il s’agit d’une
somme- record jamais accordée à personne en Turquie. Ainsi, le juge a réussi
à transformer la réparation en une amende civile.
Sans se borner à rechercher si l’Etat défendeur a usé de son pouvoir de bonne
foi, avec soin et de façon raisonnable, La Cour Européenne a considéré si
l’ingérence litigieuse était proportionnée au but légitime poursuivi et si les
motifs invoqués par les autorités nationales pour la justifier apparaissait
pertinents et suffisants. Rien ne prouve que le juge national a agi de
mauvaise foi et sans soin, pourtant son jugement est loin d’être raisonnable.
Quant à l’ingérence litigieuse, notamment la fixation du montant qui
correspond à la moitié des revenues du requérant, les motifs invoqués
restent non pertinents et insuffisants.
LE TRAITE DE PARIS DE 1856 REVISITÉ À SON 150ème
ANNIVERSAIRE: QUELQUES ASPECTS JURIDIQUES
INTERNATIONAUX*
Dr. Emre ÖKTEM**
La guerre de Crimée avait quatre enjeux principaux, à savoir: le statut des
sujets non-musulmans de l’Empire ottoman et la question de l’ingérence
étrangère qui y est relative; le statut des Principautés danubiennes et de la
Serbie; la régulation de la navigation sur le Danube; la neutralité de la Mer
noire et la question des Détroits1. L’issue de ces problèmes, éminemment
politiques, était étroitement liée à leur règlement juridique. Le Congrès de
Paris introduisit parmi ces points de droit international la question du
caractère “européen” de l’Empire ottoman.
Il est intéressant de relever qu’à l’exception de problèmes danubiens, toutes
ces questions n’ont rien perdu de leur actualité. Avant d’aborder ces
questions toujours présentes, il serait également intéressant d’étudier les
techniques d’élaboration du Traité de Paris, qui constituent un pas
important dans l’histoire du droit international.
1. Elaboration du Traité de Paris: Une nouvelle technique
diplomatique
La première question est de nature purement technique: Le Traité de Paris
de 1856 constitue le premier traité international véritablement multilatéral.
Jusqu’au Congrès de Vienne, la pratique internationale ne connaissait que le
traité bilatéral. Même le Traité de Westphalie était en réalité une
*
**
1
Intervention présentée au Colloque « Le Congrès de Paris (1856) Un événement fondateur »,
24-25 mars 2006, Musée d’Orsay.
Maître de conférence en droit international public de la Faculté de Droit de l’Université
Galatasaray.
I. H. Daniflmend, ‹zahl› Osmanl› Tarihi Kronolojisi, (Chronologie commentée de l’Empire
ottoman) vol. 4 Türkiye Yay›nevi, Istanbul, 1972, p. 173.
284
Öktem
accumulation des traités bilatéraux conclus entre deux groupes d’Etats. Ce
n’est qu’au XIXème siècle que les puissances européennes prendront
conscience de leur solidarité pour s’engager dans la voie du règlement
collectif des problèmes d’intérêt commun et se doter d’un instrument simple
et commode. L’acte final du Congrès de Vienne de 1818, qui est
traditionnellement considéré comme le premier traité multilatéral n’était, en
fait, qu’un instrument général, rassemblant dans le même document tous les
traités particuliers conclus entre les participants du Congrès. En réalité,
c’est le Traité de Paris de 1856 qui est le premier traité collectif parfait.
Quant à la Convention annexée sur les détroits, elle est élaborée par une
technique mixte, à cheval entre le traité bilatéral et le traité multilatéral.
Elle est signée, d’une part, par l’Empire ottoman, et d’autre part, par les cinq
grandes puissances européennes. Cette catégorie d’instruments que la
doctrine qualifie de traité semi-collectif connaît aujourd’hui une résurgence,
notamment avec les traités conclus d’une part, par les Etats-membres de
l’Union européenne et d’autre part, des Etats tiers.2
Ce détail, apparemment insignifiant, révèle sans doute un esprit de
rapprochement plus étroit dans la société internationale. Il s’était passé bien
de l’eau sous les ponts depuis le Traité de Westphalie, qui fut négocié dans
plus d’une ville, car les délégations de confessions différentes ne
supportaient pas de se voir de face3. Le changement dans la confection des
traités, qui sera suivi par d’autres conférences, souligne encore une fois
l’importance du Traité de Paris.
2. La question des Détroits et de la démilitarisation de la Mer Noire
Le Traité de Paris, marque un moment crucial dans l’histoire de la question
des détroits. Il comporte une convention relative aux Détroits et une seconde
convention relative aux bâtiments de guerre que les Puissances riveraines
entretiendraient dans la mer Noire.
Des dispositions relatives aux Détroits sont contenues soit dans l’acte
général, soit dans la Convention qui lui est annexée.4 Le traité de Paris
2
Cf. N.Q.Dinh, P. Daillier, A. Pellet, Droit international public, L. G. D. J. Paris, 1999, pp.
164-165, § 99.
3
A. Hobza, “Questions de droit international concernant les religions” in Recueil des cours
de l’Académie de droit international, 1924/IV, tome 5, s. 377.
4
Pour le texte du Traité, Cf. Bibliothèque diplomatique-Comte d’Angeberg, Le Traité de
Paris du 30 mars 1856 et les conférences de Londres de 1871, le Traité modificatif du 13
mars 1871, traités, correspondances diplomatiques, protocoles et documents, Mayot,
éditeur des archives diplomatiques, Paris, 1873.
Le Traité de Paris de 1856
285
reprend textuellement certaines dispositions du Traité de Londres de 1841 et
confirme “l’ancienne règle de l’Empire”5, en vertu de laquelle il est de tout
temps défendu aux bâtiments de guerre des Puissances étrangères d’entrer
dans les détroits des Dardanelles et du Bosphore, tant que la Porte se trouve
en paix”. Les Puissances signataires s’engagent à respecter cette prérogative
du Sultan et à se conformer à ce principe, non seulement vis-à-vis du Sultan
mais également envers l’autre (art. 10). Il s’agit bien d’une obligation
solidaire et indivisible entre les Puissances contractantes. Mais, le
changement vraiment fondamental et significatif décidé par le traité de
Paris par rapport au statut antérieur se rapportait à la proclamation de la
neutralisation de la mer Noire. Selon l’article 11: “La mer Noire est
neutralisée; ouverte à la marine marchande de toutes les nations, ses eaux
et ses ports sont formellement et à perpétuité interdits aux pavillons de
guerre, soit des puissances riveraines, soit de toute autre puissance”.
L’article 13 pousse l’interdiction encore plus loin: “La mer Noire étant
neutralisée, aux termes de l’article 11, le maintien ou l’établissement sur son
littoral d’arsenaux militaires-maritimes devient sans nécessité comme sans
objet; en conséquence, Sa Majesté l’Empereur de toutes les Russies et Sa
Majesté Impériale le Sultan s’engagent à n’établir et à ne maintenir sur ce
littoral aucun arsenal militaire-maritime.”
L’article 14 prévoit que les gouvernements turc et russe peuvent entretenir
dans la Mer Noire des bâtiments légers, nécessaire au service de leur côtes,
sans pour cela violer le principe de neutralisation de cette mer.
L’article 2 de la Convention annexée réaffirme la possibilité pour le Sultan
de délivrer des firmans de passage aux bâtiments légers sous pavillons de
guerre et employés au service de légations.
“La Convention de Paris consacre la victoire de la coalition turco-anglofrançaise contre les desseins russes d’exécuter la politique de Pierre le Grand
de hâter le décès de l’homme malade et de faire ouvrir sa succession.
L’équilibre établi par la Convention de Londres de 1841 était rompu aux
dépens de la Russie. La neutralisation de la mer Noire constituait une
innovation en droit international. Son grave défaut était d’être un simple
avantage stratégique, produit éphémère d’une victoire plutôt que de
l’application d’un principe généralement admis. Ce que le législateur de
Paris avait cru établir à perpétuité ne devait avoir qu’une vie de quinze ans.
5
cf. S. A. Scharfenberg, “Regulating Trafic Flow in the Turkish Straits: A Test for Modern
International Law” in Emory International Law Review, vol 10, spring 1996,, p. 341.
286
Öktem
Il était prévisible que la Russie profiterait de la première occasion fournie
par la situation internationale pour secouer un joug qui lui paraissait trop
lourd. Cette occasion se présenta lors de la défaite française à l’issue de la
guerre franco-allemande de 1870. L’Europe était trop préoccupée par ses
problèmes pour réagir devant la volonté russe”.6 La Prusse de Bismarck
soutint la Russie et conclut un accord secret avec elle.
La correspondance diplomatique entre Saint-Pétersbourg et l’ambassade
russe à Londres exprime clairement la logique de la démarche du tsar.
“L’expérience de quinze années a prouvé que (le principe de la neutralisation
de la Mer noire) duquel dépend la sécurité de toute l’étendue des frontières
de l’Empire russe dans cette direction, ne repose que sur une théorie. En
réalité, tandis que la Russie désarmait dans la Mer noire et s’interdisait
même loyalement, ... la possibilité de prendre des mesures de défense
maritime efficaces dans les mers et ports adjacents, la Turquie conservait le
droit d’entretenir des forces navales illimitées dans l’archipel et les détroits;
la France et l’Angleterre gardaient la faculté de concentrer leurs escadres
dans la Méditerranée. (...) S. M. I. ne saurait admettre en fait que la sécurité
de la Russie dépende d’une fiction qui n’a pas résisté à l’épreuve du temps
(...) L’Empereur vous ordonne de déclarer que S. M. I. ne saurait se
considérer plus longtemps comme liée aux obligations du traité du 18/30
mars 1856, en tant qu’elles restreignent ses droits de souveraineté dans la
Mer noire; Que S. M. I. se croit en droit et en devoir de dénoncer à S. M. Le
Sultan la Convention spéciale et additionnelle audit Traité qui fixe le
nombre et la dimension des bâtiments de guerre que les deux Puissances
riveraines se réservent d’entretenir dans la Mer noire.”7
Ainsi, prétextant un changement d’équilibre qui exposerait la Russie aux
attaques en la privant des moyens de se défendre, le tsar se déclarait délié
de ses obligations découlant du Traité de Paris.
Il s’agit d’une invocation implicite de la clause rebus sic stantibus, qui,
comme le constate l’éminent juriste français, Le Fur, “jouait le rôle d’un
prétexte juridique, et même fort mal choisi. Ce que la Russie invoquait en
réalité, c’était bien plutôt le droit de nécessité de son développement”.8 Les
puissances protestèrent avec véhémence contre la dénonciation russe, au
6
F. C. Erkin, Les relations turco-soviétiques et la question des Détroits, Ankara, 1968, p. 34.
7
Le prince Gorschakoff au Baron de Brunnow, à Londres, 19-31 octobre 1870, in Le Traité
de Paris du 30 mars 1856 et les conférences de Londres de 1871, le Traité modificatif du 13
mars 1871, traités, correspondances diplomatiques, protocoles et documents, pp. 177-180.
8
L. Le Fur, “La théorie du droit naturel depuis le XVIIème siècle et la doctrine moderne” in
Recueil des cours de l’Académie de droit international, tome 18, 1927/III, p.433.
Le Traité de Paris de 1856
287
mépris du principe essentiel du droit des gens qu’aucune Partie ne peut se
délier des obligations du traité si ce n’est qu’avec le consentement des autres
Parties contractantes. Pourtant, les Puissances finirent par s’incliner devant
le fait accompli et mirent fin au régime de neutralisation par le Traité de
Londres du 13 mars 1871. Les fruits de la Guerre de Crimée étaient
anéantis9. Les Traités de Paris et de Londres se verront également violés par
le Traité de San Stefano10.
La clause rebus sic stantibus au sujet des détroits turcs fut invoquée de
manière bien plus appropriée et “honnête” en 1936 par la Turquie pour
remanier les dispositions de la Convention des Détroits de Lausanne de
1923. Fondée essentiellement sur le changement de la situation politique en
Europe, sur le fait que les garanties prévues en 1923 étaient devenues
inopérantes en 1936 et sur l’éventualité d’une menace de guerre, la thèse
turque fut bien accueillie et déclencha un processus qui donna lieu à la
conclusion de la Convention concernant le régime des détroits signée à
Montreux, le 20 juillet 193611.
Il serait superflu de rappeler l’actualité de la question des détroits turcs. En
effet, la Convention de Montreux se trouve toujours en vigueur. Elle est
toutefois largement dépassée par le temps, en raison, notamment de la
recrudescence du trafic maritime, surtout pétrolier. Des propositions de
modification, voire de dénonciation sont à l’ordre du jour. Pourtant, malgré
les dispositions de la Convention qui prévoient un mécanisme de dissolution
unilatérale (art. 28) et des possibilités de proposer des amendements (art.
29), aucun Etat –Partie n’a osé prendre l’initiative. Une nouvelle conférence
serait une table de jeu de hasard dont le gagnant est imprévisible. Il s’agit
d’enjeux complexes: les intérêts régionaux des Etats riverains, les
préoccupations de la Turque de sauvegarder sa sécurité militaire et d’éviter
des accidents dont les antécédents sont nombreux, et enfin, les intérêts des
grandes puissances maritimes. Depuis 1856, les acteurs n’ont que
partiellement changé: la géographie, pas plus que la géologie n’ont pas
changé et la mer Noire n’a toujours qu’une entrée.
9
H. Bonfils, Manuel de droit international public (Droit des gens) Arthur Rousseau, éditeur,
Paris, 1912, p206, § 341.
10
Sir J. F. Williams, La doctrine de la reconnaissance en droit international et ses
développements récents” in Recueil des cours de l’Académie de droit international, 1933/II,
t. 44, p. 281.
11
F. N. Berkol, Le statut juridique actuel des portes maritimes orientales de la
Méditerranée, (les détroits-le canal de Suez), Recueil Sirey, Paris, 1940,, pp. 163 et ss.
288
Öktem
3. Le statut des Principautés
Le traité de Paris consacra plusieurs articles au règlement de la question du
statut des principautés danubiennes:
Art. 22. Les Principautés de Valachie et de Moldavie continueront à jouir, sous
la suzeraineté de la Porte et sous la garantie des Puissances contractantes,
des privilèges et des immunités dont elles sont en possession. Aucune
protection exclusive ne sera exercée sur elles par une des Puissances garantes.
Il n’y aura aucun droit particulier d’ingérence dans leurs affaires intérieures.
Art.23. La sublime Porte s’engage à conserver auxdites Principautés une
administration indépendante et national, ainsi que la pleine liberté de culte,
de législation de commerce et de navigation.
Les lois et statuts aujourd’hui en vigueur seront révisés. Pour établir un
complet accord sur cette révision, une commission spéciale, sur la
composition de laquelle les Hautes puissance contractantes s’entendront, se
réunira sans délai à Bucarest, avec un commissaire de la Sublime Porte.
Cette Commission aura pour tâche de s’enquérir de l’état actuel des
Principautés et de proposer les bases de leur future organisation.
Art. 24. S. M. Le Sultan promet de convoquer immédiatement, dans chacune
de ces provinces, un divan ad hoc, composé de manière à constituer la
représentation la plus exacte des intérêts de toutes les classes de la société.
Ces divans seront appelés à exprimer les vœux des populations relativement
à l’organisation définitive des Principautés.
Une instruction du Congrès règlera les rapports de la commission avec ces
divans.
Art. 25.Prenant en considération l’opinion émise par les deux divans, la
commission transmettra sans retard, au siège actuel des Conférences, le
résultat de son propre travail.
L’entente finale avec la Puissance suzeraine sera consacrée par une
convention conclue à Paris entre les Hautes Parties contractantes; et un
Hatti-schérif, conforme aux stipulations de la Convention, constituera
définitivement l’organisation des ces provinces, placées désormais sous la
garantie collective de toutes les Puissances signataires.
Art. 26. Il est convenu qu’il y aura dans les Principautés une force armée
nationale, organisée dans le but de maintenir la sûreté de l’intérieur et
Le Traité de Paris de 1856
289
d’assurer celle des frontières. Aucune entrave ne pourra être apportée aux
mesures extraordinaires de défense que, d’accord avec la Sublime Porte, elles
seraient appelées à prendre pour repousser toute agression étrangère.
Art. 27. Si le repos intérieur des Principautés se trouvait menacé ou
compromis, la Sublime Porte s’entendra avec les autres Puissances
contractantes sur les mesures à prendre pour maintenir ou rétablir l’ordre
légal. Une intervention armée ne pourra avoir lieu sans un accord préalable
entre ces puissances.
Les dispositions ci-dessus avaient été arrêtées, dans leurs grandes lignes,
lors des séances du 14 mars et du 25 mars 1856 du Congrès de Paris. La
“Convention pour l’Organisation des principautés unies de Moldavie et de
Valachie” prévue par l’article 25 fut conclue le 19 août 1858. Cette
convention confirme que les Principautés demeurent sous la suzeraineté du
Sultan, mais leur octroie une administration autonome, en dehors de toute
ingérence de la Sublime Porte. (art. 2) Les pouvoirs publics sont confiés, dans
chaque principauté, à un Hospodar et à une Assemblée élective. Le pouvoir
exécutif est exercé par l’Hospodar, alors que le pouvoir législatif est partagé
entre l’Hospodar, l’Assemblée et la Commission centrale, commune aux deux
Principautés. (art. 3,-5) L’institution de la Commission centrale, ainsi que
d’une Haute Cour de justice et de cassation commune siégeant à Fockshani,
(art 27, 36) tend à unifier les Principautés, sous forme d’une monarchie
constitutionnelle12.
Le Traité de Paris était l’instrument d’un équilibre et d’une stabilité
régionales qui reposaient sur l’intégrité de l’Empire ottoman. Or, c’est le
Traité de Paris qui érigea la Moldavie, la Valachie et la Serbie en
principautés, gouvernées par des princes dont l’élection devait obtenir
l’entérinement de la Sublime Porte (art. 8). En fait, le démembrement de
l’Empire commençait à la suite d’une guerre entreprise et d’un traité conclu
pour défendre son intégrité13: L’autonomie accordée aux principautés en
question ne faisait que paver le chemin de l’indépendance.
3.
Origine de la Guerre de Crimée: Protection internationale des
minorités religieuses
Le Congrès de Paris se réunit pour régler les conditions de paix au terme de
la Guerre de Crimée. Or, cette guerre avait été déclenchée par une querelle
12
Daniflmend, ‹zahl› Osmanl› Tarihi Kronolojisi, p. 187.
13
Bonfils, Manuel de droit international public, p 51, § 122.
290
Öktem
entre les religieux catholiques protégés de la France et les Orthodoxes
protégés de la Russie qui se disputaient la possession des lieux saints de
Palestine (Bethléem, le Saint Sépulcre) La question, à portée purement
religieuse à l’origine, fit immédiatement l’objet d’une lutte politique
internationale. La Russie jouissant déjà d’un certain prestige auprès des
orthodoxes de l’Empire ottoman, ne voulait perdre cette influence en se
désintéressant de leur sort. Après de longues négociations, le tsar chercha à
régler le conflit en faisant entrer son armée en Moldavie, déclarant qu’il
venait protéger l’Eglise orthodoxe. La France et l’Angleterre se virent liés par
le Convention de 1841 qui prescrivait l’obligation de ne pas porter atteinte à
l’intégrité ottomane. La nouvelle de l’anéantissement de la flotte ottomane
par les forces navales russes au rade de Sinope Le 30 novembre 1853
provoqua dans ces pays une véritable levée des boucliers. Le 12 mars 1854,
fut signé à Istanbul un traité d’alliance défensive et offensive entre la
Sublime Porte, la Grande Bretagne et la France. L’Autriche adhéra à
l’alliance le 14 juin 1854. L’évacuation par la Russie des Principautés
danubiennes, de même que des négociations pour fixer le futur statut de la
mer Noire ne purent empêcher la guerre. La prise de Sébastopol par les alliés
européens en septembre 1855 porta le coup de grâce aux armées du tsar. 14
Le Traité des Paris comporte une disposition relative aux minorités
religieuses. D’après l’article 9 du Protocole XV: “Sa majesté impériale, dans
sa constante sollicitude pour le bien-être de ses sujets, ayant octroyé un
firman qui, en améliorant leur sort, sans distinction de religion ni de race,
consacre ses généreuses intentions envers les populations chrétiennes de son
Empire,; et voulant donner un nouveau témoignage de ses sentiments à cet
égard, a résolu de communiquer aux Puissances contractantes ledit firman,
spontanément émané de sa volonté souveraine”. Lors de la Séance du 28
février 1856 du Congrès de Paris, Aali Pacha avait annoncé “qu’un nouvel
hatti-schérif a renouvelé les privilèges religieux octroyés aux sujets nonmusulmans de la Porte, et prescrit de nouvelles réformes qui attestent la
sollicitude de sa Majesté le Sultan pour tous les peuples indistinctement”.
Les plénipotentiaires décidèrent, lors de la même séance, qu’il soit fait
mention dans le Traité général des mesures prises par le Gouvernement
ottoman et jugèrent indispensable de rappeler que les dispositions en
question ne font nullement naître un droit quelconque d’immixtion dans les
rapports du Gouvernement de S. M. Le Sultan avec ses sujets. 15
14
Cf. Ch. Seignobos, Histoire politique de l’Europe contemporaine- Evolution des partis et
des formes politiques, 1814-1896, Armand Colin et Cie, Paris, 1897, pp. 595 et ss.; Berkol,
Le statut juridique..., pp. 78 et ss.
15
Le Traité de Paris du 30 mars 1856 et les conférences de Londres de 1871, le Traité
modificatif du 13 mars 1871, traités, correspondances diplomatiques, protocoles et
documents, pp. 9-10.
Le Traité de Paris de 1856
291
Ainsi, les assurances et les garanties promises par le concert européen
avaient bien un prix16. Mais la protection d’une minorité confessionnelle
particulière par telle ou telle Puissance est remplacée par la protection
collective de toutes les Puissances signataires17, ce qui est plutôt un bénéfice
pour la Porte.
Le firman en question est bien l’Edit de l’Islahat du 28 février 1856 qui fut
proclamé par le Grand Vizir Aali Pacha à la Sublime Porte, devant tous les
ministres, hauts fonctionnaires et dignitaires religieux. L’Edit débutait par
des dispositions qui assuraient aux diverses communautés non-musulmanes
la jouissance de leurs immunités traditionnelles, le libre exercice de culte,
privé ou public, l’administration de leurs biens, la rétribution des
ecclésiastiques, de manière à éviter des exactions dont se plaignaient
souvent les chrétiens eux-mêmes. La disposition sans doute la plus
importante de l’Edit stipulait que tous les sujets de l’Empire sans
distinction, étaient admissibles aux emplois et pouvaient être reçus dans les
écoles civiles et militaires de l’Etat. Les affaires commerciales,
correctionnelles et criminelles entre musulmans et non-musulmans ou entre
non-musulmans de confessions différentes seraient jugées par des tribunaux
mixtes. Les impôts étaient exigibles, au même titre, de tous les sujets de
l’Empire; le mode de perception serait réformé de manière à éviter les abus,
notamment ceux qui résulteraient de l’affermage des dîmes. Il serait procédé
à une réforme des conseils provinciaux et communaux, pour garantir la
sincérité des choix des délégués musulmans, chrétiens ou autres, et la liberté
de vote dans les conseils. Un des passages de l’Edit précisait que l’égalité des
droits entraînant celle des devoirs, les sujets chrétiens ou autres nonmusulmans devaient, comme les musulmans, satisfaire à la loi de
recrutement18. C’était promettre d’ôter à l’Empire ottoman son caractère
confessionnel19, ou une ébauche du processus de laïcisation qui aboutirait
par les réformes républicaines.
16
P. Dumont, “Europe-Turquie: Une histoire partagée” in Questions internationales, No. 12,
mais-avril 2005 (Dossier LA Turquie et l’Europe) p. 8.
17
Hobza, Questions de droit international concernant les religions, p. 412
18
Pour le texte en turc, cf. Gözübüyük & S. Kili, Türk Anayasa Metinleri, 1839-1980,
(Textes constitutionnels turcs) Ankara, 1982, pp. 7-13; Pour le texte en français cf.
Législation ottomane ou Recueil des lois, règlements, ordonnances, traités, capitulations et
autre documents officiels de l’Empire ottoman, par Aristarchi Bey (Grégoire), publiée par
Démétrius Nicolaides, deuxième partie, Droit public Intérieur, Bureau du Journal Thraky,
Constantinople, 1874, pp. 14-24.; Pour un résumé en français: Colonel Lamouche, Histoire
de la Turquie depuis ses origines jusqu’à nos jours, Payot, Paris, 1934, pp. 287-288.; et
Rinaldo Marmara, Précis historique de la communauté latine de Constantinople et de son
église- De l’Empire byzantine à la République de Turquie, Latin Katolik Ruhani Reisli¤i,
Istanbul, 2003, pp. 96-99.
19
Seignobos, Histoire politique de l’Europe.., p. 596.
Öktem
292
L’Edit de l’Islahat sembla satisfaire les exigences européennes, mais causa
un mécontentement chez les minorités de l’Empire. L’instauration de
l’égalité signifiait également perte des privilèges. Ainsi, un non-musulman
avait dorénavant le droit d’accès à l’école militaire, mais aussi... l’obligation
du service militaire20. La dispense du service militaire pour les sujets nonmusulmans avait, jusqu’alors, contribué à l’enrichissement de la classe des
minorités, pendant que les musulmans passaient une grande partie de leur
vie sous les drapeaux21.
L’Edit de l’Islahat n’est pas un acte isolé mais s’inscrit dans le processus de
réforme interne que subit l’Empire Ottoman au XIXème siècle22. Ce
processus ne saurait être considéré indépendamment des interventions
étrangères. L’Edit impérial du Tanzimat de 1839, avait été promulgué
immédiatement après des traités de commerce conclus avec l’Angleterre. Le
principe de libéralisme absolu qui dominait ces traités, exigeait
naturellement un minimum de libéralisme politique et de réformes
institutionnelles23. Etant donné que la grande majorité de la classe
commerçante de l’Empire était formée par des Non-Musulmans, les facteurs
internationaux sous-jacents à l’Edit du Tanzimat se devinent aisément. Les
mêmes considérations économiques sont valides pour l’Edit de l’Islahat.
La protection des minorités religieuses est une institution juridique qui a vu
le jour dans l’Empire Ottoman24. A cet égard, les interventions étrangères en
faveur des minorités et leur impact en droit international offrent
d’intéressants points d’analyse, notamment sur les moyens
d’instrumentalisation politique. Avec l’insertion des dispositions religieuses
aux traités des capitulations à partir du XVIème siècle, les Grandes
Puissances disposeront d’un nouvel outil pour intervenir dans les affaires
intérieures de l’homme malade du Bosphore. Cette intervention, rarement
20
A. Özgürel, “Tam bir buçuk as›r önceki Paris Anlaflmas›-Bat› ile ilk çerçeve belgesi” in
Radikal, 9 octobre 2005.
21
Marmara, Précis historique de la communauté latine de Constantinople..., p. 95.
22
Dans un mémoire explicatif sur l’Edit de l’Islahat adressé aux représentants de la Sublime
Porte pour en faire un usage propre à rétablir la vraie situation des choses de l’Empire,
Fuad Pacha précisait que le Firman en question n’est que la confirmation et le
développement de l’acte de Gul-hane (L’édit de Tanzimat de 1839) qui a solennellement
décrété le régime de l’égalité et ouvert l’ère de la réforme dans l’Empire ottoman, en
rupture avec la vieille époque d’inégalité fondée sur un dogme politique sans légitimité. Cf.
Législation ottomane ..., 1874, pp. 24 et ss.
23
Cf. S.Kançal, “La conquête du marché ottoman par le capitalisme industriel concurrentiel
(1838-1881) in colloques internationaux du CNRS, No. 601- Economie et Sociétés dans
l’Empire Ottoman (fin du XVIIIe- début du XXème siècle), éd. Du CNRS, Paris, 1983, p.
363.
24
Hobza, Questions de droit international.., 419.
Le Traité de Paris de 1856
293
dépourvue de calculs égoïstes, perdra bientôt son caractère purement
religieux pour viser le droit des nationalités25. Le droit des minorités, y
compris, évidemment leurs libertés religieuses a été avancé par le concert
des Etats-nations européens comme technique de guerre ou diplomatique
contre l’Empire ottoman, puissance islamique26.
Le premier traité de capitulation conclu en 1535 entre Soliman le
Magnifique et François Ier reconnaissait au consul de France la compétence
judiciaire exclusive sur les sujets du Roi, qui ne pourraient être considérés
comme Turcs, ni convertis, à moins qu’ils ne le désirent et ne le professent
ouvertement et sans contrainte.27 En 1615 et 1655 Gênes, en 1673 la Pologne
bénéficient du même régime. En 1615, par la paix de Vienne l’Autriche
obtient la protection des pèlerins à Jérusalem et des religieux vivants dans
l’Empire Ottoman. Selon l’article 7: “Ceux qui professent être le peuple de
Jésus-Christ et qui obéissent au Pape, de quelque nomination que ce soit,
ecclésiastiques, moines ou jésuites, auront le droit de construire des églises
dans les états du sérénissime Empire des Turcs où ils pourront d’après leur
usage, conformément au statut de leur ordre et d’après l’antique rite, lire
l’évangile, se réunir en Assemblée et vaquer au service divin; ils seront
traités avec bienveillance par le sérénissime empereur des Turcs et par ceux
qui dépendent de lui...”28 Avec le déclin de l’empire, le libellé des traités
change de ton. Le Traité de Karlowitz qui dispose expressément que les
religieux catholiques romains pourront exercer leurs fonctions
conformément aux ordres émanés de la Sublime Porte, reconnaît à
l’ambassadeur de Pologne près de la Sublime Porte “d’exposer devant le
trône impérial toutes les demandes qu’il aura ordre de faire au sujet de la
religion.” Est-ce là, un premier signe de la sanction internationale de la
protection des minorités? Le droit d’intervention ou de remontrance en
faveur des catholiques a été obtenu, dans le même traité, par l’Autriche et
confirmé par les traités de Passarowitz, (1718), de Belgrade (1739) et de
Sistov (1791)29. Le Traité de Kutchuk Kainardji (1774) contenait des
formules plus vagues. Il permettait la construction d’une nouvelle église à
Istanbul et reconnaissait au Tzar le droit d’intervenir en son propre nom et
25
A. Mandelstam, « La protection des minorités » in Recueil des cours de l’Académie de droit
international, tome 1, 1923, p. 373.
26
Y. ben Achour, “Souveraineté et protection internationale des minorités” in Recueil des
cours de l’Académie de droit international, tome 245,, 1994/I, p. 423.
27
Evans, Malcom D., Religious liberty and international law in Europe, Cambridge
University Press, 1997, p. 61.
28
P. Lanarès, La liberté religieuse dans les conventions internationales et dans le droit
public en général, éd. Horvath, Paris, 1964, p. 79.
29
Hobza, “Questions de droit...”, p. 409.
Öktem
294
au nom des ministres de la Foi orthodoxe. Toutefois, la Russie interpréta
cette dernière disposition comme reconnaissant un droit d’intervention au
nom de tous les fidèles orthodoxes, à l’instar des puissances catholiques30. Le
traité de Kutchuk Kainardji, auquel tous les traités ultérieurs se réfèrent, a
été comparé, par rapport à l’Europe de l’Est, aux traités de Westphalie, en
tant que point de départ d’un “système” russo-turc qui débouchera sur le
Traité de Paris du 30 mars 1856. L’évolution de ce système est allé dans le
sens d’un rapprochement au droit public de l’Europe. Les traités, jusqu’alors
conclus comme de simples trêves par la Porte, sont désormais conclus à
perpétuité31. En outre, le traité de Kutchuk-Kainardji, garantit de manière
détaillée, la liberté de culte des Tatars de Crimée32. La Convention
Explicative entre la Russie et l’Empire Ottoman conclue à Istanbul le 10
mars 1779, le Traité d’Adrinople (Edirne) du 14 septembre 1829 et le Traité
de Hunkâr Iskelesi du 8 Juillet 1833 contiennent des dispositions qui
confirment celles de Kutchuk-Kainardji. Le 14 septembre 1782, l’Espagne
obtient des droits religieux pour ses pèlerins en Terre Sainte33.
La cession des territoires ottomans au profit des nouveaux Etats-nations
indépendants engendra des problèmes symétriques. Dans le protocole du 3
février 1830 établi à la Conférence de Londres et signé par le représentants
de la France, de la Grande-Bretagne et de la Russie, le respect de la liberté
du culte musulman fut stipulé comme l’une des conditions de la
reconnaissance de l’indépendance de la Grèce par les puissances
signataires34. Les dispositions garantissant la liberté religieuse et
interdisant la discrimination religieuse se cristalliseront en un modèle pour
s’intégrer au corpus iuris publici orientalis. Des dispositions similaires
s’appliquent à la cession des Iles ioniennes à la Grèce en 1863. De même,
lorsque des territoires ottomans s’ajoutent à la Grèce en vertu du Traité de
Constantinople de 1881, il est prévu que “la vie, les biens, la religion et les
coutumes des habitants des localités cédées à la Grèce seront
scrupuleusement respectés”35.
Il est curieux de noter que la question des minorités non-musulmanes de la
Turquie est actuellement à l’ordre du jour, notamment dans le cadre de
30
Evans, Religious Liberty..., p. 63.
31
A. Truyol y Serra, Histoire du droit international, Economica, Paris, 1995, p. 74-75.
32
R. Redslob, Histoire des grands principes du droit des gens depuis l’Antiquité jusqu’à la
veille de la Grande Guerre, Rousseau et Cie, Paris, 1923, p. 229.
33
Lanarès, La liberté religieuse..., p. 80.
34
Ph. Pazartzis, “Le statut des minorités en Grèce” in Annuaire français de droit
international, XXXVIII, 1992, p.386
35
Evans, Religious Liberty..., p. 66-67.
Le Traité de Paris de 1856
295
l’adhésion de la Turquie à l’Union européenne. Les communautés nonmusulmanes jouissent d’une certaine autonomie, définie par le Traité de
Lausanne du 24 juillet 1923 qui constitue en quelque sorte l’acte fondateur
de la République. Le Traité de Lausanne diverge des autres traités de
l’époque par le fait qu’il ne stipule l’égalité des droits civils et politiques
qu’au profit des non-musulmans36. Une partie considérable des « Rapports
réguliers sur les progrès réalisés par la Turquie sur la voie d’adhésion »
préparés annuellement par la Commission européenne est consacrée à la
question des minorités religieuses. De nombreuses réformes virent le jour
dans le contexte des « paquets d’harmonisation » depuis 2002, en vue
d’adapter la législation turque aux standards européens et d’autres projets
d’améliorations figurent au calendrier.37
4.
“...l’Empire Ottoman doit participer aux avantages du droit
public européen...”
Le Traité de Paris constitue un tournant capital dans l’histoire des relations
internationales. 38 En effet, “il déclare que l’Empire Ottoman doit participer
aux avantages du droit public européen et doit voir respecter son
indépendance et son territoire.”
Il est intéressant de suivre le processus de la formulation de cette
expression. Le 26 février, le ministre des affaires étrangères français, le
Comte Walewski déclara devant la conférence qu’il n’y avait pas lieu de
confirmer l’adhésion de la Turquie au droit public européen. Les délégués
convinrent qu’il fallait exprimer ce point avec un article spécial à insérer
dans l’acte final39.
Le 25 mars, le délégué britannique, le comte de Clarendon dit qu’en appelant
la Turquie à faire partie du système politique de l’Europe, les Puissances
contractantes donneraient un témoignage éclatant des dispositions qui les
unissent et de leur sollicitude pour les intérêts généraux de leurs sujets
respectifs, si elles cherchaient à s’entendre dans le but de mettre les rapports
36
A.Mandelstam, A., “La protection des minorités” in Recueil des cours de l’Académie de
droit international, tome 1, 1923, p. 418.
37
Cf. E. Öktem, “La spécificité de la laïcité turque” in ISLAMOCHRISTIANA, 29, 2003, pp.
98-102.
38
Cf. H. Legohérel, L’histoire du droit international public, PUF, Paris, 1996, p.98.
39
Ahmed Salaheddin, Hukuk-u Beyn-ed-düvelin Mukaddemat-› Nazariye ve Safahat-›
Tekamüliyesi, Kanaat Kütübhanesi, Dersaadet (Istanbul) 1331 (de l’Hégire: 1915) pp. 9194.
296
Öktem
de leur commerce et de leur navigation en harmonie avec la position nouvelle
qui sera faite à l’Empire Ottoman. Le comte Walewski appuya cet avis en se
fondant sur les principes nouveaux qui allaient sortir des délibérations du
Congrès et sur les garanties que les récentes mesures prises par le
gouvernement du Sultan donnaient à l’Europe. Le comte de Cavour fit
remarquer qu’aucune Puissance ne possédait une législation commerciale
d’un caractère plus libéral que celle de la Turquie, et que l’anarchie qui
régnait dans les transactions ou plutôt dans les rapports personnels des
étrangers résidant dans l’Empire ottoman tenait à des stipulations nées
d’une situation exceptionnelle. Le baron de Manteuffel dit que la Prusse
ayant eu à négocier un traité de commerce avec la Porte, il eut l’occasion de
constater les difficultés de toute nature auxquelles donnait lieu la
multiplicité des Conventions conclues avec la Turquie, et stipulant pour
chaque puissance le traitement de la nation la plus favorisée. Le comte de
Buol reconnut qu’il résulterait certains avantages du règlement des relations
commerciales de la Turquie avec les autres puissances; mais les intérêts
étant différents avec les situations respectives, il ne pouvait être procédé
qu’avec une extrême circonspection à un remaniement qui toucherait à des
positions acquises, et remontant aux premiers temps de l’Empire ottoman.
Aali Pacha attribua toutes ces difficultés qui entravaient les relations
commerciales de la Turquie et l’action du Gouvernement Ottoman à des
stipulations qui avaient fait leur temps. Il entra dans les détails tendant à
établir que les privilèges acquis par les capitulations aux Européens
nuisaient à leur propre sécurité et au développement de leur transactions, en
limitant l’intervention de l’administration locale; que la juridiction dont les
agents étrangers couvrent leurs nationaux constitue une multiplicité de
gouvernements dans le Gouvernement, et par conséquent un obstacle
infranchissable à toutes les améliorations. Le baron de Bourqueney et les
autres Plénipotentiaires reconnurent que les capitulations répondaient à
une situation à laquelle le Traité de paix tendrait nécessairement à mettre
fin, et que les privilèges qu’elles stipulaient pour les personnes
circonscrivaient l’autorité de la Porte dans des limites regrettables; qu’il y
avait lieu d’aviser à des tempéraments propres à tout concilier; mais qu’il
n’était pas moins important de les proportionner aux réformes que la
Turquie introduisait dans son administration, de manière à combiner les
garanties nécessaires aux étrangers avec celles qui naîtraient des mesures
dont la Porte poursuit l’application. Ces explications échangées, les
Plénipotentiaires reconnurent unanimement la nécessité de réviser les
stipulations qui fixaient les rapports commerciaux de la Porte avec les autres
Puissances, ainsi que les conditions des étrangers résidant en Turquie, et ils
décidèrent de consigner au protocole le vœu qu’une délibération soit ouverte
à Constantinople, après la conclusion de la paix, entre la Porte et les
représentants des autres Puissances contractantes, pour atteindre le but,
Le Traité de Paris de 1856
297
dans une mesure propre à donner une entière satisfaction à tous les intérêts
légitimes40.
L’expression sibylline “...doit participer aux avantages du droit public
européen...”. donna lieu à maintes interprétations. Pour Truyol y Serra, il s’agit
de la conjonction du droit public européen avec l’Islam qui finira par être
absorbée par le droit international classique41. Cette stipulation, selon Abi
Saab, ne fait qu’affirmer une évidence: l’Empire ottoman se rangeait dans cette
guerre dans le camp de vainqueurs européens d’une autre puissance
européenne, la Russie. Le droit public européen du XIXème siècle se référait
aux normes de droit international qui concernaient plus particulièrement
l’organisation de la communauté européenne, fondée sur le principe de
l’équilibre, ce qui n’enlève pas aux autres Etats, comme l’Empire ottoman
avant 1856, leur statut de sujet de droit international général42. Marshal
Brown s’interroge sur la question de savoir, si, avant 1856, l’Empire ottoman
avait existé en tant que membre de la famille des nations et sujet des droits et
des obligations du droit international. Il conclut que, malgré de nombreux
problèmes, notamment ceux résultant des limitations de souveraineté du
régime des capitulations, l’Empire ottoman avait entretenu des relations
diplomatiques et conventionnelles avec beaucoup de nations. La
reconnaissance de la participation de l’Empire ottoman aux avantages du droit
public européen n’était, par conséquent, rien de plus qu’un geste de politesse43.
Pour Daniflmend, “la participation aux avantages du droit public européen”
n’élève pas l’Empire ottoman à un niveau d’égalité mais confirme, au contraire,
une situation juridique où l’Empire est descendu, une sorte de capitis
diminutio. Selon cet auteur, au début des relations entre l’Empire ottoman et
l’Europe, la Sublime porte se jugeait supérieure aux autres chancelleries et
traité, par exemple, l’Empereur autrichien sur un pied d’égalité avec le Grandvizir, le statut du sultan étant placé au dessus de tous les monarques. L’égalité
est reconnue progressivement par les traités de Tsitva-Torok 1606) et de
Karlowitz (1699) et le Traité de Paris ne change en rien cette situation44.
40
Le Traité de Paris du 30 mars 1856 et les conférences de Londres de 1871, le Traité
modificatif du 13 mars 1871, traités, correspondances diplomatiques, protocoles et
documents, pp.42-43.
41
A. Truyol y Serra, Histoire du droit international public, Economica, Paris, 1995, p. 3.
42
G. Abi Saab, “Cours général de droit international public” in Recueil des cours de
l’Académie de droit international, tome207, 1987/VII, p. 55.
43
Ph. Marshall Brown, “The Legal Effects of Recognition” in American Journal of
International Law, vol 44, No. 4, 1950, p. 623. Dans le même sens, cf. H. Wheaton,
Elements of International Law, 1866, p. 19, cité par S. Toluner, Milletleraras› Hukuk ile ‹ç.
Hukuk Aras›ndaki ‹liflkiler (Relations entre droit international et droit interne) Istanbul,
1973, p. 683-684.
44
Daniflmend, ‹zahl› Osmanl› Tarihi Kronolojisi, p. 181.
Öktem
298
D’autres auteurs sont plus sceptiques et estiment que l’Empire ottoman ne
devient sujet du droit international qu’après le traité de Paris.45 Pour
Bonfils, “Jusqu’en 1856, la Turquie, malgré ses possessions et le siège de son
Empire en Europe, était exclue du concert des Etats européens. Il existait
bien depuis de longues années des traités entre la Porte ottomane et les
Etats européens. La Porte recevait des ambassadeurs et leur envoyait les
siens. Elle avait fait la guerre contre ou avec plusieurs de ces Etats. Ils
s’étaient bien immiscés dans ses propres affaires, lors de l’émancipation de
la Grèce ou de la révolte de Méhémet-Ali. Néanmoins, elle n’était pas traitée
sur un pied d’égalité par les autres Etats. A la suite de la guerre de Crimée,
l’article 7 du traité de Paris du 30 Mars 1856 déclara que la Sublime Porte
était admise à participer aux avantages du droit public et du concert
européen. Mais, malgré cette déclaration, les grandes Puissances
repoussèrent la demande de la Sublime Porte tendant à la suppression de la
juridiction des consuls étrangers et des capitulations... qui sont contraires à
l’exercice de la souveraineté de tout gouvernement régulier, européen ou
américain. La participation au droit public n’est donc que partielle.”46
Aux yeux de Williams, la reconnaissance de la participation de l’Empire
ottoman aux avantages du droit public de l’Europe n’est pas la
reconnaissance d’un Etat nouveau, mais une reconnaissance d’une nature
différente qui tire sa naissance d’un membre ancien et reconnu. Il s’agit de
l’acceptation du fait qu’une communauté a atteint pour la première fois un
niveau de civilisation que l’on croit (sic, E. Ö.) plus élevé47.
Jackson observe que “La Turquie entretenait des relations avec l’Europe
depuis des siècles, mais en tant que principal représentant de la civilisation
islamique, la Sublime Porte a historiquement refusé d’observer le droit
international européen et était assez puissante pour ne pas s’y incliner. En
fait, les européens qui cherchaient à établir des relations avec l’Empire
ottoman étaient obligés de se conformer à ses règles inspirées par la
tradition islamique. ... En acceptant, bon gré mal gré, au fil du XIXème
siècle, les principes tels que l’égalité souveraine, la réciprocité, et la liberté
de commerce, et finalement introduite dans la société internationale
européenne par le traité de 1856, la Turquie répudia ses traditions
islamiques dans ses relations extérieures et contribua ainsi à
l’universalisation du système d’Etats48.
45
Cf. L.Oppenheim, International Law-A Treaties, vol I, 1905, pp. 32-33, cité par S. Toluner,
Milletleraras› Hukuk..., p. 683.
46
Bonfils, Manuel de droit international public, p. 19.§ 42.
47
Williams, La doctrine de la reconnaissance..., s. 232.
48
R. H. Jackson, Quasi-States: Sovereignty, International Relations and the Third World,
Cambridge University Press, 1990, pp. 62-63.
Le Traité de Paris de 1856
299
A notre sens, il s’agit d’un faux débat, motivé moins par un souci d’analyse
juridique que par des desseins politiques. Historiquement, l’Empire ottoman
commença à faire partie du système du droit des gens européen, au plus tard
avec le XVIIIème siècle. Le Traité de Karlowitz de 1699, qui marque
également le déclin de l’Empire ottoman, est le premier traité conclus entre
un Etat musulman et des Etats chrétiens selon un système de droit des gens
dont les principes furent énoncés par Grotius. Désormais, l’Empire ottoman
était tenu de respecter les coutumes, les conventions et les règles
diplomatique internationales bien établies en matière de commerce, de
navigation etc... Ce système se verra renforcé par les traités de commerce et
de navigation de Passarowitz de 1718 et de Belgrade de 173949. C’est une
époque où des pratiques s’institutionnalisent. Les premières relations
conventionnelles entre l’Etat ottoman et les Etats européens remontent en
fait au XIVème siècle qui connaît une intense activité diplomatique entre les
Ottomans et les Républiques italiennes, à commencer par le Traité sur la
protection du commerce avec Raguse en 1365, le Traité de commerce avec
Gênes en 1387, le Traité sur la protection des possessions de Venise sur la
côte albanaise en 1408...50
Dès le XVIème siècle, les véritables pères fondateurs ibériques du droit
international, que Grotius honorait du titre de “Magni hispani” concevaient
le jus inter gentes comme un ensemble de règles s’imposant à toutes les
nations civilisées, sans distinction de culture ni de religion. Francisco Suarez
nous dit: “Le genre humain n’a pas seulement une unité spécifique, mais
encore politique et morale.” Les républiques ou royaumes sont des
communautés parfaites qui ne connaissent pas de hiérarchies entre elles”. 51
Les grands juristes jusnaturalistes du XVIIIème suivront cette ligne. Il
faudra attendre le XIXème siècle pour voir des internationalistes qui
prônent la discrimination. Pour Wheaton, le droit international n’est pas
universel. Il est une discipline chrétienne et n’oblige que des Etats de culture
et de religion similaire. Le droit international des nations chrétiennes
d’Europe et d’Amérique est “une chose” et le droit des nations mahométanes
49
I. Ortayl›, ‹mparatorlu¤un En Uzun Yüzy›l›, (Le siècle le plus long de l’Empire) Ed. Hil,
Istanbul, 1995, p. 78. Selon Moser la participation de l’Empire ottoman au droit
international remonte à la Paix de Kutchuk Kainardji de 1774. (Moser, Versuch des
Neuestes Europaiscen Völkerrecht, 1777, cité par Williams, La doctrine de la
reconnaissance..., p. 217.)
50
Cf.Reflat Ekrem (Koçu) Osmanl› Muahedeleri ve Kapitülasyonlar, (1300-1920) ve Lozan
Muahedesi, (Traités ottomans, capitulations et le Traité de Lausanne) Muallim Ahmet
Halit Kütüphanesi, Istanbul, 1934, pp. 8 et ss.
51
C. Barcia Trelles, “Francisco Suarez (1548-1617) (Les théologiens espagnols du XVIème
siècle et l’école moderne du Droit International) in Recueil des cours de l’Académie de droit
international, 1933/I, tome 43, p. 462.
300
Öktem
est “une autre et très différente chose”52. Lorimer estime que les
gouvernements influencés par le christianisme sont supérieurs aux
gouvernements laïques ou appartenant à d’autres religions. Les Etats
musulmans ne peuvent devenir des sujets de droit international. Le
caractère international de l’Empire ottoman ne pouvait être développé,
même avec des réformes constitutionnelles radicales53.
Que s’est il passé entre le XVIème siècle et le XIXème? A notre sens, il serait
naïf de croire que le changement de discours est dû à des considérations
purement scientifiques et désintéressées. Durant cette période de grandes
transformations, le monde vit naître le colonialisme, phénomène politique et
économique, ainsi que l’Orientalisme, qui en serait le corollaire idéologique.
Pour préparer le terrain à exploiter et légitimer l’exploitation, il fallait
évidemment commencer par le réduire à un statut d’infériorité sur le plan
juridico-politique.
L’invocation du régime des capitulations pour considérer l’Empire ottoman
comme une puissance qui n’avait pas possédé le même droit de gens que les
européens54 aboutit à un paradoxe. Ne sont-elles pas les mêmes puissances
européennes qui imposèrent le régime des capitulations à la Porte par
moyens de pressions économiques?
Il est intéressant d’observer que, le discours politique turc se réfère souvent
au Traité de Paris dans le contexte du débat actuel sur l’adhésion de la
Turquie à l’Union européenne, en vue de dissiper les doutes sur le caractère
européen de la Turquie. Un curieux parallèle se dessine: Le caractère
européen de la Turquie apparaît comme une question purement politique et
juridique dans le contexte du Traité de Paris. Or, les propos prononcés par
les plénipotentiaires lors des délibérations révèlent que derrière le débat
politique, se dissimule le véritable enjeu, d’ordre économique: les relations
commerciales et le régime des capitulations. Aujourd’hui, c’est pendant le
processus d’adhésion à l’Union européenne, organisation d’intégration
essentiellement économique, que “l’européanité” de la Turquie est mise en
question.
52
M. W. Janis, “Religion and the Literature of International Law: Some Standart Texts” in
The Influence of Religion on the Development of International Law, edited by Mark W.
Janis, Martinus Nijhoff Publishers, 1991, pp. 70-75.
53
J. E. Noyes, “ Christianity and late Nineteenth-Century Bristish Theories of International
Law in The Influence of Religion on the Development of International Law, edited by Mark
W. Janis, Martinus Nijhoff Publishers, 1991, pp. 87-96.
54
Lord Stowell, The Madona del Burso, 4. Ch. R, (Admiralty) , cité par Williams, La doctrine
de la reconnaissance..., s. 232.; Marshall Brown, The Legal Effects of Recognition, p. 623.
ÖZEL HUKUK
TÜRK T‹CARET KANUNU TASARISI UYARINCA
ACENTEN‹N DENKLEfiT‹RME TALEP ETME
HAKKININ MADD‹ fiARTLARI
Yrd. Doç. Dr. H. Ali DURAL*
1. 2005 tarihli Türk Ticaret Kanunu Tasar›s› (TTKT), birçok alanda köklü
yenilikler öngörmektedir. Bu yeniliklerin baz›lar›, Türk Hukuku’na yeni
hukuki kurumlar getirmek fleklinde karfl›m›za ç›kt›¤› gibi, baz›lar› da yürürlükteki Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) düzenlenmemifl ve fakat Türk
doktrini ve Yarg›tay içtihatlar›yla tan›nm›fl olan hukuki kurumlar›, -Tasar›’n›n kanunlaflmas› halinde- kanuni düzenlenmeye kavuflturmak fleklinde
ortaya ç›kmaktad›r.
‹flte TTKT’n›n 122. maddesinde düzenlenen acentenin denklefltirme talebi
de, TTKT’n›n, daha önce TTK’nda düzenlenmemesine ra¤men Türk doktrini
ve Yarg›tay taraf›ndan tan›nan bir hukuki kurumu kanuni düzenlemeye kavuflturmas› fleklinde karfl›m›za ç›kan yeniliklerinden bir tanesidir.
Gerçekten, her ne kadar TTK taraf›ndan düzenlenmemifl olsa bile, acentenin
denklefltirme talebi, doktrin taraf›ndan çok uzun zamandan beri kabul edilmektedir1. Son y›llarda Yarg›tay da doktrindeki bu bask›n görüfl do¤rultusunda, acentelik sözleflmesinin acentenin kusuru olmadan sona ermesi ha*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
1
Arslanl›, H., Kara Ticareti Hukuku Dersleri, Umumi Hükümler, ‹stanbul 1960, s. 203;
Karayalç›n, Y., Ticaret Hukuku I, Girifl-Ticari ‹flletme, Ankara 1968, s. 534-535; ‹mregün, O., Kara Ticareti Hukuku Dersleri, ‹stanbul 1996, s.137; Arkan, S., Ticari ‹flletme
Hukuku, Ankara 2004, s.209 vd.; Poroy, R. / Yasaman, H., Ticari ‹flletme Hukuku, ‹stanbul 2004, s. 230 vd.; Kay›han, fi., Türk Hukukunda Acentelik Sözleflmesi, Ankara
2003, s.148 vd., K›nac›o¤lu, N., Acenta ve Acental›k Sözleflmesi, Ankara 1963, s. 90; Tekinalp, Ü., Türk Hukukunda Acentan›n Portföy Akças› Talebi, Prof. Dr. Ali Bozer’e Arma¤an, Ankara 1998, s. 1 vd., Teoman, Ö, Tacir Yard›mc›lar›, Doç. Dr. Mehmet Somer’in
An›s›na Arma¤an, ‹stanbul 2006, s. 303; Ayr›ca Erdem, E., Tek Sat›c›l›k Sözleflmesinde
Denklefltirme Talebi (Müflteri Tazminat›), Ünal Tekinalp’e Arma¤an, C. 1; ‹stanbul s. 106
vd.
Dural
304
linde acentenin, müvekkilden denklefltirme talebinde bulunabilece¤i yönünde kararlar vermeye bafllam›flt›r2.
Acentenin, acentelik sözleflmesinin sona ermesi halinde müvekkilden (acentelik veren) denklefltirme talep edebilme hakk›n›n temelinde yatan neden,
acentelik sözleflmesi süresince acentenin kendi faaliyetleri ile müvekkile kazand›rd›¤› müflteri çevresinden, müvekkilin, sözleflmenin sona ermesinden
sonra da yararlanacak olmas›d›r3. Acenteye ödenecek belirli bir mebla¤ ile,
sözleflmenin sona ermesinden sonra acentenin kazand›rm›fl oldu¤u müflteri
çevresinden müvekkilin elde edece¤i kazanç ile bu kazançtan mahrum kalmas›ndan dolay› acentan›n aleyhine olarak ortaya ç›kan olumsuz durum
denklefltirilmifl olacakt›r.
Acentenin denklefltirme talebi için her ne kadar doktrinde müflteri tazminat›, portföy tazminat› gibi terimler4 kullan›l›yor ise de, burada söz konusu
olan acentenin, acentelik sözleflmesinin sona ermesi sebebiyle u¤ram›fl oldu¤u müsbet zarar›n tazmini de¤ildir5. Zira, acentaya denklefltirme talep etme
hakk› tan›nmas› ile öngörülen amaç, sözleflmenin, acentan›n kusuru olmadan sona ermesi halinde acentan›n malvarl›¤›nda meydana gelen bir eksilmenin yahut malvarl›¤›nda sözleflme iliflkisi devam etmifl olsa idi oluflacak
art› bir de¤erin tazmin edilmesi fleklinde ortaya ç›kmamaktad›r. Yukar›da
da ifade etti¤imiz üzere, denklefltirme talebi ile izlenen amaç, sözleflmenin
sona ermesinden sonra acentan›n yaratt›¤› müflteri çevresinden müvekkilin
elde edece¤i kazançtan acentan›n yararlanmamas› sonucu ortaya ç›kan hakkaniyete ayk›r› durumun telafi edilmesi (denklefltirilmesi)dir. Dolay›s›yla
denklefltirme talebinin temelleri hakkaniyet esaslar›na dayanmaktad›r6.
Doktrinde acental›k sözleflmesinin sona ermesi halinde acentan›n denklefltirme talebinde bulunabilece¤i, ancak bu yönde bir kanun bofllu¤u bulundu2
Yarg. 11. HD. 20.06.1996 tarih ve 1996/2084 E. 1996/4544 K.; 11. HD. 25.12.1996 tarih ve
1996/6699 E. 1996/9192 K. Bu kararlar ve bu kararlar›n ayr›nt›l› de¤erlendirmeleri için
bkz. Tekinalp, Ü., s. 5 vd. Yarg›tay, tek yetkili sat›c›l›k sözleflmesinde tek yetkili tafl›y›c›n›n da denklefltirme talep edebilece¤ine hükmetmifltir (Yarg. 19. HD. 04.05.2000 tarih ve
2000/3470 E. 2000/3470 K. ). Bu karar için bkz. www.kazanci.com.tr.
3
Bkz. dn. 1’de an›lan yazarlar. Ayr›ca, Tercier, P. Les contrats spéciaux, Genève 2003, No.
5207; Thevenoz, L,/Werro, F., Commentaire Romand, Code des obligations I, art. 418u,
No. 1.
4
Karayalç›n (s. 534), Arslanl› (s. 204); K›nac›o¤lu (s. 71), Tekinalp, G. Acenta Sözleflmesine Uygulanan Kanunlar ‹htilaf› Kural›, Ankara 1972, s. 34, Kay›han (s. 149, dn. 321)
“müflteri tazminat›” deyimini kullanmaktad›rlar. Poroy/Yasaman (s.230) ve Teoman (S.
303) ise, “portföy tazminat›” deyimini tercih etmektedirler. Tekinalp, Ü. ise “portföy akças›” deyimini kullanmaktad›r. Erdem (s.93), kanaatimizce de kavram› en iyi ifade eden
“denklefltirme talebi” ifadesini tercih etmektedir.
5
Tercier, No. 5207.
6
Arslanl›, s. 205; ‹mregün, s. 137; Arkan, s.209; Kay›han, s. 149;
TTK Tasar›s›’nda Acentenin Denklefltirme Talebi
305
¤u oybirli¤i ile kabul edilmesine ra¤men, bu bofllu¤un nas›l doldurulaca¤›
hakk›nda tam bir görüfl birli¤i yoktur. Mamaafih bu konuda iki temel görüfl
oldu¤unu söylemek mümkündür.
Baz› yazarlar mevcut bofllu¤un TTK. m. 134 f.2’nin genifl yorumlanmas› ile doldurulabilece¤ini savunmaktad›rlar7. TTK. 134 f.2, acental›k sözleflmesinin müvekkilin veya acentan›n iflas› veya ölümü yahut hacir alt›na al›nmas› sebebiyle sona ermesi halinde ifllerin tamamen görülmesi halinde acentaya verilmesi
gereken ücret miktar›na nispetle tayin olunacak münasip bir tazminat›n acentaya verilmesini öngörmektedir Bu görüflte olan yazarlar, madde de öngörülen
tazminat›n sadece müvekkilin veya acentan›n iflas›, ölümü ve hacir alt›na al›nmas› hallerinde ödenece¤inin öngörülmüfl olmas›n›n gereksiz bir s›n›rlama
oluflturdu¤unu; söz konusu tazminat›n -müvekkil ile ilgili hakl› bir nedene dayanarak acentan›n sözleflmeyi feshetmesi veya sözleflmede öngörülen sürenin
sona ermesi halleri de dahil olmak üzere- acentan›n kusuru olmadan sözleflmenin sona erdi¤i bütün hallerde ödenmesi gerekti¤ini belirtmektedirler.
Baz› yazarlar ise, TTK. m. 134 f.2’nin acentan›n denklefltirme talebine karfl›l›k
gelmedi¤ini; bu sebeple söz konusu hükmün genifl yorumlanmas› ile acentan›n
denklefltirme talebine yasal bir dayanak oluflturulamayaca¤›n› dolay›s›yla da
acentan›n denklefltirme talebine iliflkin bofllu¤un TTK. m. 134 f.2’nin genifl yorumlanmas› ile de¤il, ancak MK. m. 1 uyar›nca hakime verilen boflluk doldurma görevinin yerine getirilmesi ile doldurulabilece¤ini savunmaktad›rlar8.
Yarg›tay ise, yukar›da and›¤›m›z kararlar›nda, doktrindeki görüfllere paralel
olarak Türk Hukuku’nda acentan›n denklefltirme talebine iliflkin olarak bir
bofllu¤un bulundu¤u kabul etmektedir. Ancak Yarg›tay, bu olumlu kanun
bofllu¤unu TTK. m. 134’ün k›yasen uygulanmas› suretiyle doldurmaktad›r.
2. ‹flte TTKT.m. 122’de, uzun zamand›r doktrin taraf›ndan, son dönemde de
Yarg›tay taraf›ndan kabul edilen acentan›n denklefltirme talebi hüküm alt›na al›nm›flt›r. Biz bu çal›flmam›zda, TTKT. m. 122’yi genel olarak de¤il, özellikle acentan›n denklefltirme talep edebilmesi için TTK. m. 122’de öngörülen
maddi flartlar aç›s›ndan inceleyece¤iz.
3. “Denklefltirme Talebi” bafll›¤›n› tafl›yan TTKT’n›n 122. maddesi aynen
afla¤›daki gibidir:
7
‹mregün, s.137; Karayalç›n, s. 535; Tekinalp, Ü., s.14; Arkan, s. 210; Kay›han, 156.
Belirtmek gerekir ki an›lan son iki yazar TTK. m. 134 f. 2’nin yeniden kaleme al›nmas› gerekti¤ini, bu yap›l›ncaya kadar TTK. m. 134’ün genifl yorumlanmas› yoluyla mevcut bofllu¤un doldurulabilece¤ini belirtmektedirler.
8
Poroy/Yasaman, s.234; Tekinalp, G., s.35. Erdem; 107-108.
Dural
306
“(1) Sözleflme iliflkisinin sona ermesinden sonra;
a) müvekkil, acentenin buldu¤u yeni müflteriler sayesinde, sözleflme iliflkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde ediyorsa;
b) acente, sözleflme iliflkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun taraf›ndan iflletmeye kazand›r›lm›fl müflterilerle yap›lm›fl veya k›sa süre
içinde yap›lacak olan ifller dolay›s›yla sözleflme iliflkisi devam etmifl
olsayd› elde edece¤i ücret talep hakk›n› yitiriyorsa ve
c) denklefltirmenin ödenmesi halin bütün gereklerine göre hakkaniyete
uygun düflüyorsa,
acente, müvekkilden uygun bir tazminat isteyebilir.
(2) Tazminat, acentenin son befl y›ll›k faaliyeti sonucu ald›¤› y›ll›k komisyon veya di¤er ödemelerin ortalamas›n› aflamaz. Sözleflme iliflkisi
daha k›sa süre devam etmiflse, faaliyetin devam› s›ras›ndaki ortalama esas al›n›r.
(3) Müvekkilin, feshi hakl› gösterecek bir eylemi olmadan, acente sözleflmeyi feshetmiflse veya acentenin kusuru sebebiyle sözleflme müvekkil
taraf›ndan hakl› sebeplerle feshedilmiflse, acente denklefltirme talebinde bulunamaz.
(4) Denklefltirme talebinden önceden vazgeçilemez. Denklefltirme talep
hakk›n›n sözleflme iliflkisinin sona ermesinden itibaren bir içinde ileri sürülmesi gerekir.
(5) Bu hüküm, hakkaniyete ayk›r› düflmedikçe tek sat›c›l›k ile benzeri di¤er sürekli sözlflem iliflkilerinin sona ermesi halinde de uygulan›r”.9
Görüldü¤ü üzere, acentenin denklefltirme talep edebilmesi için üç maddi
flart›n gerçekleflmesi gerekmektedir. Bu flartlar, maddenin ilk f›kras›nda (a),
(b) ve (c) bendlerinde say›lm›flt›r. ‹lk akla gelen soru, acentan›n denklefltirme talep edebilmesi için, TTKT m. 122 f.1’de üç bend olarak belirtilen flartlar›n hepsinin bir arada bulunmas› gerekip gerekmedi¤idir. Maddenin gerekçesi bu soruya olumlu cevap vermektedir. Gerçekten, madde gerekçesinde acentenin denklefltirme talebine hak kazanabilmesi için ilk f›krada say›lan flartlar›n birbirine eklenir (kümülatif) tarzda belirlendi¤i ifade edilmek9
Madde bafll›¤›nda “Denklefltirme Talebi” deyimi kullan›lm›flken, madde metninde “tazminat” terimi kullan›lm›flt›r. Bu durum, ayn› kavram› ifade etmek için iki farkl› terim kullan›lmas› nedeniyle kanun yapma tekni¤iyle ba¤daflmad›¤› gibi, yukar›da ifade etti¤imiz gibi “tazminat” terimi sözleflmenin sona ermesinden sonra acenteye hakkaniyet gere¤i ödenmesi gereken mebla¤›n hukuki niteli¤ine de uygun bulunmamaktad›r. Bu sebeple, “denklefltirme talebi” teriminin madde içerisinde de kullan›larak, ayn› kavram tek bir terim ile
ifade edilmelidir.
TTK Tasar›s›’nda Acentenin Denklefltirme Talebi
307
tedir. Bir baflka deyiflle, denklefltirme talep edebilmek için TTKT m. 122
f.1’de say›lan flartlar›n hepsinin bir arada bulunmas› gerekmektedir; bu
flartlardan bir tanesinin bulunmamas› halinde acentenin denklefltirme talebinde bulunmak hakk› bulunmamaktad›r.
Hemen belirtmek gerekir ki, maddenin ilk f›kras›nda acente denklefltirme talep etmesi için gereken maddi flartlar›n hepsinin bir arada bulunmas›, acenteye denklefltirme ödenmesi için yeterli de¤ildir. Bu flartlar›n gerçekleflmesinin
yan› s›ra, acentenin sözleflmenin sona ermesinde kusurunun bulunmamas› gerekmektedir (TTKT. m. 122 f.3). Bir baflka ifade ile, müvekkilin sözleflmenin
sona ermesinde kusurunun bulunup bulunmamas›n›n, acentenin denklefltirme talep edebilmesinde herhangi bir etkisi bulunmamaktad›r. Önemli olan,
sözleflmenin sona ermesinde acentenin kusurunun bulunmamas›d›r.
TTKT. m. 122 emredici bir hüküm niteli¤indedir. Zira, denklefltirme talebinden önceden vazgeçilemez (TTKT. m. 122 f.4).
Madde gerekçesinde tasar›n›n bu hükmünün AET Direktifi temelinde Alman
Ticaret Kanunu (ATK) § 89b ve ‹sviçre Borçlar Kanunu (‹BK) m. 418(u) hükümlerine benzer flekilde düzenlendi¤i belirtilmektedir10. Ancak madde met10
Erdem, AET’nin ba¤›ms›z acentelere iliflkin 18.12.1986 tarihli 86/653/EEC say›l› Direktifi’nin 17. maddesinin do¤ru olaca¤›n› belirttikten sonra, TTK. m. 134’ün ilga edilerek, bu
maddede öngörülen olas›l›klar› da kapsayan bir madde önerisinde bulunmaktad›r (s. 116).
Erdem taraf›ndan önerilen madde hükmü flu flekildedir:
“ Denklefltirme Talebi
Acente, sözleflme iliflkisinin sona ermesinden sonra afla¤›daki koflullarla denklefltirme talebinde bulunabilir:
1. Müvekkil acentenin buldu¤u yeni müflteriler veya hissedilir derecede gelifltirdi¤i müflteri
çevresi sayesinde, acentelik sözleflmesinin bitiminden sonra da önemli ç›karlar elde ediyorsa;
2. Acente, kazanm›fl oldu¤u müflterilerle yap›lan veya k›sa süre içerisinde kurulacak olan ifllerden, sözleflme devam etseydi elde edece¤i ücret talep hakk›n›, sözleflme iliflkisi sona erdi¤i için kaybediyorsa ve
3. Denklefltirmenin ödenmesi, halin bütün icab›na göre hakkaniyete uygun düflüyorsa
Ödenmesi gereken denklefltirme miktar› acentenin son befl y›ll›k faaliyeti sonucu ald›¤› ödemelerin y›ll›k ortalamas›n› aflamaz; sözleflme iliflkisinin daha k›sa bir süre için devam etmesi halinde, faaliyetin devam› s›ras›ndaki ortalama ölçü dikkate al›n›r.
Denklefltirme talebi, acentenin sözleflmenin sona ermesi nedeniyle u¤rad›¤› zararlar›n giderilmesini isteme hakk›n› ortadan kald›rmaz.
Acente, müvekkile yüklenebilenler d›fl›nda bir nedenle sözleflmeyi feshetmiflse veya müvekkil, acentenin kusurlu tutumu sebebiyle sözleflmeyi hakl› sebeplerle feshetmiflse, denklefltirme talebinde bulunulamaz.
Denklefltirme talep hakk›ndan önceden vazgeçilemez. Denklefltirme talep hakk›n›n sözleflme
iliflkisinin sona ermesinden itibaren bir y›l içinde ileri sürülmesi gerekir.
Bu maddede yer alan hüküm, hakkaniyete ayk›r› düflmedikçe tek sat›c›l›k ve devaml›l›k gösteren benzeri di¤er sözleflmelerin sona ermesi halinde de uygulan›r”.
Dural
308
ninden, en az›ndan denklefltirme talebinde bulunulabilmesi için gerekli olan
maddi flartlar aç›s›ndan, ATK §89 hükmünün esas al›nd›¤› anlafl›lmaktad›r.
4. TTKT. m. 122 f.1’de, acentenin denklefltirme talebinde bulunabilmesi için
öngörülen ilk flart11, müvekkilin, sözleflme iliflkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde etmesidir. Bu flart, acenteler hukukunda sözleflme iliflkisinin sona ermesinden sonra acenteye hakkaniyet uyar›nca belirli bir mebla¤›n denklefltirme tazminat› olarak ödenmesinin temelinde yatan
as›l nedeni de içermektedir. Zira, yukar›da da ifade etti¤imiz üzere, gerek
yabanc› hukuklarda, gerek Türk doktrini ve Yarg›tay kararlar›nda da denklefltirme talebinin öngörülmesinin ana nedeni, acentelik sözleflmesi süresince acentenin kendi faaliyetleri ile müvekkile kazand›rd›¤› müflteri çevresinden, müvekkilin, sözleflmenin sona ermesinden sonra da yararlanacak olmas›d›r.
Buna göre, acentenin denklefltirme talebinde bulunabilmesi için, yeni müflteriler bulmas› ve sözleflme iliflkisinin sona ermesinden sonra da bu yeni
müflterilerden müvekkilin önemli menfaatler elde etmesi gerekmektedir. Bir
di¤er ifade ile, müvekkilin sözleflme iliflkisinin sona ermesinden sonra önemli menfaatler elde etmesi, acentenin müvekkile ba¤lam›fl oldu¤u müflteriler
sayesinde gerçekleflmelidir. Yeni müflteriler, müvekkilin kendi faaliyeti sonucunda veya genel ekonomik durum sebebiyle müvekkile ba¤lanm›fl ise,
TTKT. m. 122. f.1 b. (a)’da öngörülen flart gerçekleflmifl olmaz12. Müvekkil ve
acentenin ortak çabalar› sonucunda yeni müflteriler bulunmuflsa, bu takdirde acente denklefltirme talebinde bulunabilir. Ancak bu durumda ödenecek
olan denklefltirme miktar›n›n, bu durum göz önünde bulundurularak tespit
edilmelidir13.
Acentelik sözleflmesinin devam› boyunca, bulunan yeni müflteriler sayesinde ulafl›lan ifl hacmi sayesinde müvekkilin elde etti¤i kazanc›n, sözleflmenin
sona ermesinden sonra da devam ediyor olmas›n›n, müvekkilin, bulunan yeni müflteriler sayesinde önemli menfaatler elde etmesi koflulunu gerçeklefltirdi¤i kanaatindeyiz14. Acente taraf›ndan bulunan müflterilerden önemli
menfaatler elde edilmesi, bu yeni müflterilerin müvekkile ba¤lanm›fl olmas›n›n bir sonucu olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Müvekkil ile acente aras›ndaki acentelik iliflkisinin sona ermesinden sonra, bu yeni müflteriler, müvekkil
ile çal›flmaya devam edeceklerdir. Müvekkilin yeni müflteriler sayesinde el11
Bu flart, AET’nin 18.12. tarih ve 86/653/EEC say›l› direktifinin 17 (2) maddesinde ve ‹BK
m. 418(u)’da da yer düzenlenmifltir.
12
Thevenoz/Werro, Commentaire Romand, art. 418(u) No. 6.
13
Thevenoz/Werro, Commentaire Romand, art. 418(u) No. 6.
14
Ayn› yönde Thevenoz/Werro, Commentaire Romand, art. 418(u) No. 9.
TTK Tasar›s›’nda Acentenin Denklefltirme Talebi
309
de etti¤i menfaatin önemli olarak addedilebilmesi için, acentelik sözleflmesi
devam ederken ulafl›lan ifl hacmi sayesinde elde edilen kazanc›n, sözleflmenin sona ermesinden sonra mutlaka artm›fl olmas› gerekmemektedir; ayn›
düzeyde devam ediyor olmas› yeterlidir. Zira, acentelik sözleflmesinin devam› boyunca acentenin yeni müflteri kazand›rmaya yönelik faaliyeti olmasayd›, müvekkilin ifl hacminin ve bu sayede elde etti¤i kazanc›n, sözleflmenin sona ermesi an›ndaki düzeyde olmas› da beklenemeyecekti.
TTKT. m. 122 f.1 b. (a)’ da öngörülen flart, ‹BK. m. 418(u)’dan farkl› olarak,
müflteri çevresinin önemli ölçüde artmas› flart›n› aramamaktad›r. Bu durumda, acente taraf›ndan müvekkile kazand›r›lan müflteri say›s›n›n, denklefltirme talebinde bulunabilmek için herhangi bir öneminin bulunmad›¤›n›
düflünüyoruz. Tasar›n›n bu düzenlemesi sonucunda, önemli olan, acentenin
müvekkile kazand›rd›¤› yeni müflteri say›s› ne olursa olsun, müvekkilin,
acentelik sözleflmesinin sona ermesinden sonra da, yukar›da aç›klad›¤›m›z
anlamda önemli menfaatler elde ediyor olmas›d›r.
5. Bu çal›flmam›zda as›l üzerinde durmak istedi¤imiz ikinci flart ise, sözleflme iliflkisinin sona ermesinin sonucu olarak, acente taraf›ndan iflletmeye
kazand›r›lm›fl müflterilerle yap›lm›fl veya k›sa süre içinde yap›lacak olan ifller dolay›s›yla sözleflme iliflkisi devam etmifl olsayd› acentenin elde edece¤i
ücret talep hakk›n› yitiriyor olmas›d›r (TTKT. m. 122 f.1 b.(b))15. Bu düzenlemenin karfl›t kavram›ndan, acente taraf›ndan iflletmeye kazand›r›lan
müflterilerle yap›lm›fl veya k›sa süre içerisinde yap›lacak olan ifller dolay›s›yla sözleflme iliflkisi devam etmifl olsayd› acentenin ücret talep hakk› sona
ermiyorsa acentenin denklefltirme talep edemeyece¤i sonucu ortaya ç›kmaktad›r.
a) Tasar›n›n 122. maddesinin ilk f›kras›nda düzenlenen ikinci flart›n gerçekleflmesi, acentenin ücret hakk› ile do¤rudan do¤ruya ba¤l› oldu¤u için, öncelikle Tasar›’n›n acentenin ücret hakk›n› düzenleyen 113. vd. maddeleri üzerinde k›saca durmak gerekmektedir.
Acentenin ücret hakk›n›n do¤mas›na neden olan ifllemler, Tasar›’n›n 113.
maddesinde ATK m. 87’den esinlenerek düzenlenmifltir. Acentenin ücret
hakk›n›n do¤umuna neden olan ifllemler esas olarak, acentelik iliflkisinin devam› sürecinde kurulan ifllemler ve acentelik iliflkisinin sona ermesinden
sonra kurulan ifllemler ayr›m› yap›lmak suretiyle düzenlenmifltir.
15
‹BK. m. 418(u)’da bu flart aranmaktad›r. AET’nin 86/653/EEC say›l› Direktif’inin 17(2)
maddesinde ise ayr› bir flart olarak düzenlenmemifl olup, TTKT. m. 122 f.1 b. (c)’de de düzenlenen hakkaniyete uygun düflme flart›n›n bir görünüm flekli olarak düzenlenmifltir.
Dural
310
Buna göre acente acentelik iliflkisinin devam› süresince kendi çabas›yla veya ayn› nitelikteki üçüncü kiflilerle kurulan tüm ifllemler için ücret isteyebilir (TTKT. m. 113 f.1).Yine acente, kendi bölgesi veya müflteri çevresi dahilinde kendi katk›s› olmadan kurulan ifllemler için de ücret isteyebilir (TTKT.
m. 113 f.2).
Acentelik iliflkisinin sona ermesinden sonra da acente ücrete hak kazanabilir. Buna göre, acente iflleme arac›l›k etmiflse veya ifllemin kurulmas›n›n
kendi çabas›na ba¤lanabilece¤i ölçüde ifllemi haz›rlam›fl ve ifllem de acentelik iliflkisinin bitmesinden sonra uygun bir süre içinde kurulmuflsa acente
ücrete hak kazanacakt›r (TTKT. m. 113 f.3 b. (b)). Tasar›’n›n 113. maddesinin ilk iki f›kras› uyar›nca ücret istenebilecek bir iflleme iliflkin olarak üçüncü kiflinin icab›, acentelik iliflkisinin sona ermesinden sonra acenteye veya
müvekkile ulaflm›flsa acente yine ücret isteyebilir (TTKT. m. 113 f.3 b.(c)).
b) Tasar›n›n 122. maddesinin birinci f›kras›nda, acentenin denklefltirme talebine iliflkin olarak düzenlenen ikinci flarta iliflkin olarak madde gerekçesinde flu aç›klama yer almaktad›r: “‹kinci bentte yer alan (ikinci) flart iflletmeye acente taraf›ndan yeni müflteri kazand›r›lm›fl olmas› ve sözleflme devam
etseydi acentenin, iflletmeye kazand›rd›¤› “yeni” müflteriler dolay›s›yla ücret
alacak olmas›d›r. Sözleflmenin sona ermesi nedeniyle acente bu ücretleri yitirir. Acentelik sözleflmesine göre “yeni” müflteriler sebebiyle ücret, sözleflmenin
sona ermesi nedeniyle bir flekilde ödenmiflse denklefltirme talebi ileri sürülümez. Burada ödendi¤i söylenen ücret kök ücret olup, bedelin tahsiline ve garanti edilmesine iliflkin komisyonlar dikkate al›nmaz”.
TTKT 122 f. 3 b. (b)’nin gerekçesinde, acente taraf›ndan müvekkile kazand›r›lan yeni müflteriler dolay›s›yla sözleflme devam etseydi acentenin elde edece¤i ücret hakk›n›, sözleflmenin sona ermesi nedeniyle kaybetti¤i ifade edilmektedir. Dolay›s›yla bu ücret hakk›n› acente kaybetmiyorsa denklefltirme
talebinde bulunamayacakt›r.
TTKT m. 113 f.3 acentelik iliflkisinin sona ermesinden sonra da acentenin ücrete hak kazanaca¤›n› ve buna iliflkin flartlar› düzenlemifltir. Acente, buldu¤u
yeni müflteri veya müflterilerle yap›lacak olan iflleme arac›l›k etmiflse veya ifllemin kurulmas›n›n kendi çabas›na ba¤lanaca¤› ölçüde ifllemi haz›rlam›flsa ve
ifllem de acentelik sözleflmesinin bitmesinden sonra uygun bir süre içinde kurulmuflsa, acentelik sözleflmesinin sona ermesinden sonra da ücrete hak kazan›r. ‹fllemin di¤er taraf›na modellerini, resimlerini, broflürlerini, flartlar›n›,
taksit olanaklar›n› yollama, yaz›flmalar› gerçeklefltirme, iflleme iliflkin görüflmelerde bulunma ifllemin haz›rlanmas›na örnek olarak gösterilebilir16. TTKT.
16
TTKT m. 113 f. 3 b.(a) gerekçesi.
TTK Tasar›s›’nda Acentenin Denklefltirme Talebi
311
m. 113 f.1’de belirtilen ücret istenebilecek ifllemlere yönelik olarak yeni bir
müflterinin icab› acentelik sözleflmesinin sona ermesinden önce acenteye veya
müvekkile ulaflm›flsa, acente yine ücret talep edebilecektir.
Görüldü¤ü gibi, TTKT. m. 113 f.3, acentenin ücret hakk›n› sözleflmenin sona
ermesi sonras›ndaki sürece de tafl›maktad›r. Acentenin, acentelik sözleflmesi devam ederken, yeni müflterilerle görüflmeleri, haz›rl›klar› bafllatmas› ve
acentelik sözleflmesinin sona ermesinden k›sa bir süre sonra bu ifllemin gerçekleflmesi halinde dahi ücrete hak kazanmaktad›r. Dolay›s›yla, gerek arac›l›k eden gerek sözleflme yapma yetkisi ile donat›lm›fl acentan›n, sözleflmenin
sona ermesinden sonra yap›lan ifllemler için öngörülen ücret hakk›, hemen
hemen aç›k kap› b›rakmayacak flekilde Tasar›’da düzenlenmifltir. Bunun sonucu olarak, TTKT. m. 113 f.3’ün uygulama alan›na giren bir durumda, buldu¤u yeni müflterilerle acentelik sözleflmesinin sona ermesinden sonra kurulan ifllemler için acente ücret hakk›n› yitirmedi¤inden, TTKT m. 122. f.1
b. (2)’de denklefltirme talep etmek için gerekli olan ikinci flart gerçekleflmemifl olacakt›r. Bu durumda, acentenin denklefltirme talep etme hakk›n›n bulunmad›¤›n›n veyahut en az›ndan böyle bir ihtimalin ortaya ç›kmas›n›n son
derece zor oldu¤unun kabulü gerekmektedir.
Zaten, TTKT. m. 122 f.1 b. (b)’de yer alan “sözleflme devam etmifl olsayd› elde edece¤i ücret hakk›n› yitiriyorsa” ibaresinden, acentenin TTKT. m. 113
f.3’de belirtilen durumda denklefltirme talep etme hakk›n›n bulunmad›¤› sonucu ortaya ç›kmaktad›r. Zira, TTKT. m. 113 f.3, sözleflmenin sona ermesi
halini ve bu durumda acentenin ücret hakk›n› düzenlemektedir. Kald› ki,
TTKT. m. 122 f.1 b. (b)’nin gerekçesinde, yeni müflteriler dolay›s›yla acentenin ücret alma hakk›n› yitirece¤i ifade edilmektedir. Oysa ki, an›lan madde
gerekçesinin, acentenin sözleflmenin sona ermesi halindeki ücret hakk›n›
hemen hemen aç›k kap› b›rakmayacak flekilde genifl bir flekilde düzenleyen
TTKT. m. 113 f.3 düzenlemesini göz ard› etti¤i düflünülemez.
TTKT m. 122 f.1 b.(b)’nin gerek metni gerek gerekçesi dikkate al›nd›¤›nda,
sözleflme devam ederken acentenin buldu¤u yeni müflteriler ile sözleflme akdedilmifl, bu sözleflme veya sözleflmelerden dolay› TTKT m. 113 f.1 uyar›nca
kendisine ücret ödenmifl ve acente taraf›ndan müvekkile sözleflme devam
ederken kazand›r›lan bu müflterilerle sözleflme sona erdikten sonra da müvekkil önemli menfaatler elde etmifl ise, acenta denklefltirme talep edebilecektir. Zira bu ihtimalde, acentenin bulmufl oldu¤u yeni müflterilerle yap›lan
ifllemler dolay›s›yla sözleflme devam etmifl olsa idi acente ücrete hak kazanm›fl olacakt›r. Oysa ki, sözleflme iliflkisi sona erdi¤i için acenta bu ücretten
mahrum kalm›fl olmaktad›r.
Ayn› sonuca, acentelik sözleflmesi devam ederken yeni müflterilerle kurulan
312
Dural
sözleflmelerden dolay› acentenin do¤mufl ücret hakk›n›n ödenmemesi halinde de varmak gerekmektir. Burada yeni müflteriler dolay›s›yla acentenin ücret hakk›n› yitirmedi¤i akla gelebilirse de, bu durumda acentelik sözleflmesinin sona ermesinden sonra acentenin ödenmesini talep edece¤i ücret, acentelik sözleflmesi devam ederken acente taraf›ndan kazand›r›lan yeni müflterilerle kurulan sözleflmelerden do¤mufl ve muaccel olan TTKT m. 113 f.1’de
düzenlenen ücret hakk›ndan kaynaklanmaktad›r. Acente bu alaca¤›n› sözleflmenin sona ermesinden sonra açaca¤› bir dava ile talep edebilir. Bu halde de, acentenin sözleflme iliflkisinin sona ermesinden sonra kendisi taraf›ndan kazand›r›lan yeni müflterilerle kurulan veya k›sa süre içerisinde kurulacak olan ifllemlerden dolay› her hangi bir ücret alaca¤› bulunmamaktad›r.
Hiç kuflkusuz, acentelik sözleflmesi veyahut acente ile müvekkil aras›nda
daha sonra yap›lan bir anlaflma uyar›nca, sözleflmenin sona ermesinden sonra yeni müflteriler için acenteye bir ücret ödenmifl ise, acente denklefltirme
talebinde bulunamayacakt›r. Zira, bu halde denklefltirmenin acentelik sözleflmesine veya daha sonra yap›lan bir anlaflmaya dayanarak ödenmesi söz
konusudur.
6. Acentenin denklefltirme talep edebilmek için Tasar›’da düzenlenen üçüncü ve son maddi flart ise, acenteye denklefltirme ödenmesinin halin bütün gereklerine göre hakkaniyete uygun düflmesidir (TTKT. m. 122 f. 1 b.(c)).
Denklefltirme ödenmesinin hakkaniyete uygun olup olmad›¤›n› somut olay›n
özelliklerini dikkate alarak, hakim takdir edecektir.
Madde gerekçesinde, acentenin gayretleri, imaj yaratma, müvekkili ve ürünü tan›tma, rekabet piyasas›ndan pay alma çal›flmalar› denklefltirme ödenmesinin hakkaniyete uygun olup olmad›¤›n›n tespiti bak›m›ndan gözönünde
tutulacak kriterler olarak belirtilmifl ve acentan›n bu konularda olumsuz
not almam›fl olmas› bir flart olarak ifade edilmifltir. Gerekçede, özellikle müvekkilin ürünün tan›nm›fl bir marka olmas› halinde acentenin gayretlerinin
göz ard› edilemeyece¤i belirtildikten sonra güçlü markan›n da yeni müflterilerle buluflabilmesinin, yeni müflterilerin müvekkile yönelmesinin ve bu yönelmenin korunmas›n›n gayretle olabilece¤i öngörülmüfltür.
Tasar›da, gayretin oldu¤u her halde kural olarak denklefltirme talep edebilmenin hakkaniyete uygun olmas› flart›n›n gerçekleflti¤i kabul edilerek, hakkaniyete uygun olma durumu salt gayretin olmas›na inhisar ettirilmifltir.
Bizce bu ifade Tasar›’n›n kanunlaflmas› halinde son derece tehlikelidir. Zira,
uygulamada, özellikle mahkemeler, gerekçenin bu ifadesini dikkate alarak
acentenin yeni müflteriler bulmadaki gayretinin var oldu¤u her hal ve flartta, denklefltirme talep etmenin hakkaniyete uygun oldu¤u sonucuna varabilecektir.
TTK Tasar›s›’nda Acentenin Denklefltirme Talebi
313
Oysa, ‹sviçre doktrininde17, yeni müflterileri müvekkile ba¤lamada acentenin gayretinin varl›¤›na ra¤men, baz› hallerde hakkaniyet flart›n›n gerçekleflmeyece¤i belirtilmektedir. Buna örnek olarak, acentenin gayretleri sonucu yeni müflterileri müvekkile kazand›rma ediminin karfl›l›¤› olarak acente
acental›k sözleflmesinin devam› boyunca yeterli derecede ücretlendirilmesi
(örne¤in, ilgili sektöre iliflkin olarak uygulamada mutad olan›n üzerinde ücret veya komisyonlar alm›flsa) veya sözleflmenin sona ermesinden sonra müvekkille rekabet etme olana¤›n›n bulunmas› gösterilmektedir. Buna karfl›l›k,
sözleflmenin süresi de hakkaniyet flart›n›n gerçekleflmesinde belirleyici olabilecektir. Sözleflmenin süresi ne kadar uzun olursa, acente o oranda çal›flmalar› karfl›s›nda denklefltirmeden faydalanabilecektir.
Acentenin denklefltirme talep edebilmesi için yeni müflterileri müvekkile
ba¤lamas›nda gayreti elbette önemlidir. Bu unsur TTKT. m. 122 f.1 b. (a)’da
“acentenin buldu¤u yeni müflteriler”, ayn› maddenin (b) bendin de ise “onun
taraf›ndan iflletmeye kazand›r›lm›fl” ifadeleri ile belirtilmifltir. Acente taraf›ndan yeni müflteriler bulunmas› ve iflletmeye kazand›r›lmas› acentenin
gayretleri, mesaisi ve katk›lar› ile mümkün olabilecektir. Gayret unsuru olmadan zaten Tasar›’n›n 122. maddesinin ilk f›kras›nda yer alan ilk iki flart
gerçekleflmifl olmayacakt›r. Acenteye sözleflmenin sona ermesinde bir denklefltirme ödenmesinin temelinde yatan ana mant›k, zaten onun katk›lar› ile
bulunan müflterilerle sözleflmenin sona ermesinden sonra da müvekkilin
önemli menfaatler elde etmesidir. Bu sebeple, üçüncü ve son flart olan hakkaniyet unsurunun varl›¤›n›n tespitinde gayret unsurunu hemen hemen tek
unsur olarak düzenlenmesi, mahkemenin her somut olay›n özelliklerini dikkate alarak kullanaca¤› takdir hakk›n› gereksiz s›n›rlayaca¤› gibi, somut
olay›n yukar›da belirtti¤imiz gibi ortaya ç›kabilecek özelliklerinin de bu flekilde göz ard› edilmesine neden olabilecektir.
17
Thevenoz/Werro, Commentaire Romand, art. 418(u) No. 10.
TAZM‹NATIN TARAFLARCA GÖTÜRÜ OLARAK
BEL‹RLENMES‹
Yrd. Doç. Dr. Mehmet ERDEM*
I. GENEL OLARAK
Ahde vefa sözleflmeye uygun davran›lmas›n› gerektirir. Sözleflme iliflkisi içine giren taraflardan bu iliflkiye uygun davranmalar› beklenir. Sözleflmeye
ayk›r›l›k halinde ise kanun çeflitli yapt›r›mlar öngörmektedir. Kanuni yapt›r›mlar›n da d›fl›nda, taraflar›n sözleflmeye ayk›r›l›k halleri için çeflitli yapt›r›mlar kararlaflt›rmalar› mümkündür. Ancak, bütün kanuni ve/veya sözleflmesel yapt›r›mlara ra¤men sözleflmeye ayk›r› davran›lmas› ihtimali her zaman mevcut olacakt›r. Soyut ihtimallerin de d›fl›nda, günlük hayatta, sözleflmeye ayk›r› davran›fl pek de ola¤anüstü bir durum olarak karfl›m›za ç›kmamaktad›r.
Sözleflmeye uygun hareket edilmesi temenni edilen bir davran›fl olmakla
birlikte, ona ayk›r›l›k ihtimali her zaman göz önünde tutulmal›d›r. Kanun
koyucunun, bu ihtimallerden hareketle, sözleflmeye ayk›r›l›k hallerinde düzenlemifl oldu¤u sorumluluk iki ad›ml› bir uygulamay› gerektirir. ‹lk ad›m
hangi hallerde, hangi davran›fllar›n sorumlulu¤u gerektirdi¤inin belirlenmesidir. Daha sonraki ad›mda ise öngörülen bu sorumlulu¤un kapsam› ve
miktar›n›n belirlenmesi gündeme gelir. Özellikle ikinci ad›m olan sorumlulu¤un kapsam ve miktar›n›n belirlenmesi önemli sorunlar› ve ihtilaflar› beraberinde getirir. Tazminat›n belirlenmesi aflamas› olarak nitelendirilebilecek olan bu aflama, sorumlulu¤un soyut plandan somut plana geçmesidir.
Sorumlulu¤un somut hale getirilmesi olan tazminat›n hesaplanmas› aflamas›, gerçekten gerek taraflar, gerek hâkim için son derece güç ve zahmetli bir aflamad›r.
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
Erdem
316
Sözleflmeye ayk›r›l›k halinde, sorumluluk flartlar› gerçeklefltikten sonra, hâkim BK 43 gere¤ince tazminat›n miktar›n› belirleyecektir. ‹lgili hüküm haks›z fiiller için öngörülmüfl olmakla birlikte, “[h]aks›z fiillerden mütevellit mesuliyete müteallik hükümler, k›yasen akde muhalif hareketlerde de tatbik
olunur” diyen BK 98 II’nin yollamas›yla, sözleflmeye ayk›r›l›k hallerinde de
uygulama alan›na sahiptir1. Di¤er bir anlat›mla, sözleflmeler alan›nda da
tazminat›n miktar›n›n belirlenmesi konusunda haks›z fiillere iliflkin hükümler ve dolay›s›yla BK 43 uygulama alan› bulmaktad›r.
BK 43 I gere¤ince hâkim tazminat›n miktar›n› sorumlu olan kiflinin kusurunun a¤›rl›¤›n› ve durumun özelliklerini (hal ve mevkiin icab›) dikkate alarak
belirleyecektir. Tazminat›n en yüksek tutar› meydana gelen zarar miktar›d›r2. Ancak tazminat›n zarar›n tamam› kadar olmas› gerekmez. Hukukumuz
tazminat›n belirlenmesinde sorumlu kiflinin kusurunun a¤›rl›¤›na at›f yaparak, tazminat miktar› konusunda ya hep ya hiç (Alles-oder-Nichts-Prinzip)
diyen hukuk sistemlerinden farkl› bir yol izlemektedir3. Ayr›ca BK 44 hükmü de tazminattan indirim nedenleri öngörmektedir.
Hâkime tazminat›n belirlenmesi konusunda takdir yetkisi tan›yan BK 43
hükmü, ö¤retinin de kabul etti¤i üzere, tamamlay›c› bir hukuk kural›d›r4.
Dolay›s›yla taraflar›n bu hükümden farkl› bir düzenlemede bulunmalar›
mümkündür. Biz de bu çal›flmam›zda, sözleflme taraflar›n›n BK 43’ten farkl› bir yol izleyerek tazminat› belirleme konusunda yapabilecekleri götürü
tazminat sözleflmesini inceleyece¤iz.
II. TANIMI VE ÖZELL‹KLER‹
Tazminat›n götürü olarak belirlenmesi konusundaki sözleflme veya kay›t
(vertragliche Schadensersatzpauschalierung; la fixation forfaitaire des dommages-intérêts) sözleflmeye ayk›r›l›k halinde meydana gelmesi muhtemel za1
Sözleflmeye uygulanacak haks›z fiil hükümleri konusunda ayr›nt›l› ve kazuistik de¤erlendirmesi için bk. Commantaire Romand (CR)-Thévenoz CO art. 99 N 13 vd. Ayr›ca bk. Yarg›tay ‹çtihad› Birlefltirme Karar› 24.06.1959, 31/26; Yarg›tay ‹çtihad› Birlefltirme Karar›
14.12.1973, 4/6
2
Tando¤an Halûk, Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara 1961, s. 261 ve 430. Tazminat›n zarar
miktar›ndan fazla olamayaca¤› ilkesinin istisnalar› bulunabilir. Bu konu hakk›nda bk.
O¤uzman M. Kemal/Öz M. Turgut, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, ‹stanbul 2005, s.
551 ve 573.
3
Bk. Honsell Heinrich, Schweizerisches Haftpflichtrecht, 3. Aufl., Zürich 2000, § 9 N 4; Roberto Vito, Schweizerisches Haftpflichtrecht, Zürich 2002, N 829. Ayr›ca karfl. UNIDROIT
Milletleraras› Ticari Sözleflmelere ‹liflkin ‹lkeler (Roma, 2004), mad. 7.4.2 ve 7.4.7.
4
Karfl. Berner Kommentar (BK)-Weber OR Art. 100 N 49 ve 167; CR-Werro CO art. 43 N
17.
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
317
rar sonucunda ödenmesi gerekli olan tazminat›n taraflarca önceden, belirli
bir miktar olarak kararlaflt›r›lmas›d›r5.
-
Tazminat›n götürü olarak belirlendi¤i hallere bazen kanunda da rastlanmaktad›r6. Bunlardan en bilineni BK 103 I’de öngörülmüfl olan temerrüt
faizidir7. Para borcunun ifas›nda gecikerek temerrüde düflen borçlu, ilgili hükümde belirtildi¤i üzere temerrüt faizi ödemek zorundad›r. Kanun
burada tazminat miktar›n› götürü bir miktar (oran) olarak belirlemektedir. Ancak kanun taraf›ndan belirlenen bu götürü tazminat›n niteli¤i sözleflmesel götürü tazminattan farkl›d›r. fiöyle ki, BK 103 I’de temerrüt faizi götürü olarak belirlenmifl olmas›na ra¤men, bu miktar mutlak bir kesinlik ifade etmez. Alacakl›n›n zarar› temerrüt faizini afl›yorsa kanun bu
fazla miktar›n da talep edilebilmesine belli flartlarda imkân vermektedir
(BK 105 I). Bu durum, sözleflmesel götürü tazminattan en önemli farkl›l›k olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Taraflar›n tazminat›n miktar›n› götürü
olarak belirledikleri durumlarda meydana gelen zarar gerçekleflen fiili
zarardan az olsa bile, alacakl›n›n bu fazla miktar› talep etmesi götürü
tazminat sözleflmesinin niteli¤ine ayk›r› düflece¤i için mümkün de¤ildir.
-
Kanun taraf›ndan tazminat›n götürü olarak belirlenmesi haline bir örnek
de ‹svBK 337d’de yer almaktad›r8. Hizmet sözleflmesine iliflkin derhal
feshin (‹svBK 337 – 337d) sonuçlar› (‹svBK 337b – 337d), hizmetin ifas›na bafllamamak veya ifli hakl› bir neden olmadan terk etmek bafll›kl› hüküm (‹svBK 337d), iflveren lehine götürü bir tazminat öngörmektedir. Söz
konusu hükme göre, iflçi hakl› bir neden olmadan ifle bafllamaz veya aniden ifli terk ederse, iflveren iflçinin ayl›k ücretinin _ oran›nda tazminat talep etme hakk›na sahiptir. Ancak ilgili hüküm götürü miktarda (oranda)
5
Karfl. GVP-SG 2002 N 50; Engel Pierre, Traité des obligations en droit suisse, Dispositions
générales du CO, 2e éd., Berne 1997, s. 862; Gauch Peter, Der Werkvertrag, 4. Aufl., Zürich
1996, N 709; CR CO I-Mooser art. 160 N 4; Gauch Peter/Schluep Walter René/Schmid
Jörg/Rey Heinz, Schweizerisches Obligationenrecht, Allgemeiner Teil, 8. Aufl., Zurich 2003,
N 4071; Bucher Eugen, Schweizerisches Obligationenrecht, Allgemeiner Teil ohne Deliktsrecht, 2. Aufl., Zürich 1988, s. 525; Kocaa¤a Köksal, Türk Özel Hukukunda Cezai fiart, Ankara 2003, s. 49 ve 53; Tunçoma¤ Kenan, Türk Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt I,
6. Bas›, ‹stanbul 1976, s. 861; Larenz Karl, Lehrbuch des Schuldrechts I, Allgemeiner Teil, 14. Aufl., Münich 1987, s. 383. Ayr›ca bk. UNIDROIT mad. 7.4.13; Avrupa Sözleflme Hukuku ‹lkeleri - 1999 - (The Principales of European Contract Law - PECL), mad. 9:509.
6
Kanun taraf›ndan öngörülmüfl götürü tazminatlar›n niteli¤i konusunda bk. Fischer Thomas, Vertragliche Pauschalierung von Schadenersatz, Zürich 1998, s. 95 vd.
7
Bk. O¤uzman/Öz, s. 391; Barlas Nami, Para Borçlar›n›n ‹fas›nda Borçlunun Temerrüdü
ve Bu Temerrüt Aç›s›ndan Düzenlenen Genel Sonuçlar, ‹stanbul 1992, s. 124 vd.; CR-Thévenoz CO art.104 N 4.
8
Bu konu ve ‹sviçre Hukukundaki baflka baz› haller için bk. Fischer Thomas, s. 95 vd. Ayr›ca bk. BGE 121 V 277.
Erdem
318
bir tazminat tayin etmifl olsa da, ‹sviçre Kanun Koyucusu maddenin ileri bölümlerinde, bu götürü tazminat› sözleflmesel götürü tazminattan tamamen ayr›lacak bir flekilde istisnalara ve hâkimin takdir yetkisine ba¤l› tutmaktad›r. Öyle ki, ‹svBK 337d I’de (in fine), temerrüt faizinde oldu¤u gibi, alacakl›ya (iflveren) bu götürü tazminat miktar›n› aflan zarar›n›
talep etme imkân› tan›nm›flt›r9.
Alacakl›n›n meydana gelen aflk›n zarar›n› isteyebilmesi imkân› nedeniyle,
‹svBK 337d’de öngörülen tazminata ve hatta BK 103 I’de öngörülen temerrüt
faizine asgari bir (götürü) tazminat (Minimalschaden) demek yanl›fl olmaz10.
‹sviçre Borçlar Kanunu hâkime alacakl›n›n hiçbir zarara u¤ramam›fl olmas›
veya meydana gelen zarar›n kanun taraf›nda öngörülmüfl olan götürü miktar›n alt›nda kalm›fl olmas› durumunda, tazminat› indirmek konusunda genifl bir takdir yetkisi tan›maktad›r (‹svBK 337d II)11. Bu durum da, ilgili hükümde kanun taraf›ndan öngörülen götürü tazminat›n, sözleflmesel götürü
tazminattan farkl›l›klara sahip oldu¤unu göstermektedir. Oysaki bu durum
sözleflmesel götürü tazminat›n niteli¤i ile ba¤daflmaz. Zira taraflar götürü
tazminat sözleflmesi ile borçlunun ileride sorumlu olaca¤› tazminat miktar›n› kesin olarak belirlemifllerdir.
-
As›l sözleflme ve götürü tazminat sözleflmesi aras›nda, do¤al olarak, talilik iliflkisi mevcuttur. Götürü tazminat sözleflmesi as›l sözleflmeyi, onun
ihlalinden kaynaklanan tazminat borcunu konu edinmektedir.
-
Tazminat›n götürü olarak belirlenmesi konusundaki anlaflma as›l sözleflmenin kurulmas› aflamas›nda sözleflmenin bir flart› olarak yap›labilece¤i gibi,
as›l sözleflmeden sonra ba¤›ms›z bir sözleflme olarak da yap›labilir. Bu konuda taraflar› k›s›tlamak için her hangi bir gerekçe yoktur. Ancak, tazminat›n götürü olarak belirlenmesi sözleflmesi mutlaka zarar meydana gelmeden önce yap›lmal›d›r. Zarar meydana geldikten sonra tazminat konusunda
yap›lacak bir anlaflma tazminat›n götürü olarak belirlenmesi olarak nitelendirilemez. Bu nitelikte bir anlaflma ancak, taraflar aras›ndaki ihtilaf›n
bar›flç› bir flekilde (sulh yoluyla) çözümlenmesi olarak nitelendirilebilir12.
Borçlar Hukuku sistemimizin temellerinden birini oluflturan sözleflme özgürlü¤ü çerçevesinde taraflar emredici hükümlere, ahlâka ve kamu düzeni9
Bk. BGE 118 II 312.
10
Bk. Fischer Thomas, s. 95.
11
CR-Aubert CO art. 337d N 4.
12
O¤uzman/Öz, s. 373.
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
319
ne ayk›r› olmamak kayd›yla sözleflmenin içeri¤ini belirleyebilirler. Taraflara
tan›nan sözleflme özgürlü¤ü, sözleflmeye ayk›r›l›k halinde ödenmesi gereken
tazminat miktar›n› belirleme konusunda da tam anlam›yla uygulama alan›
bulur. Bununla birlikte götürü tazminat sözleflmesi de, di¤er sözleflmeler gibi BK 19 ve 20’ye uygun olmak zorundad›r. Böyle bir sözleflmenin BK 19 ve
20’ye ayk›r›l›¤› özellikle kiflilik haklar› ve ahlâka ayk›r›l›k konusunda gündeme gelir. Ço¤unlukla kiflilik haklar›na ve ahlâka ayk›r›l›k belirlenen miktar aç›s›ndan ortaya ç›kar. Bu durumda sözleflmenin geçerlili¤i BK 20’ye göre belirlenmelidir. Belirlenen miktar muhtemel tazminat miktar› ile aç›klanamayacak bir oranda ise ve bu miktar›n ödenmesi borçlu aç›s›ndan ekonomik y›k›ma neden olacaksa, sözleflme konusu itibar›yla kiflilik haklar›na ve
ahlâka ayk›r› olarak kesin hükümsüzlük yapt›r›m› ile karfl›laflacakt›r13. Buradaki hükümsüzlük, kural olarak k›smi hükümsüzlüktür (BK 20 II).
-
K›smi hükümsüzlük bu alanda iki flekilde de¤erlendirilmelidir. Kesin hükümsüzlü¤ün k›smili¤i, bir yandan sadece sözleflmenin bir k›sm›n› oluflturan götürü tazminat anlaflmas› ile s›n›rl› olarak kabul edilebilece¤i gibi; sadece götürü tazminat sözleflmesinin bir k›sm› olarak da ortaya ç›kabilir. Zira BK 20 II’de bahsedilen sözleflmenin bir k›sm› ifadesi, kanunun
Frans›zca ve Türkçe metinleri dikkate al›nd›¤›nda (flartlardan bir k›sm›,
certaines de ses clauses) sözleflmenin bir flart›n›, klozunu -as›l sözleflmenin bir flart› olarak götürü tazminat sözleflmesi gibi- ifade etmektedir. Bunun yan›nda, Federal Mahkeme ve ö¤retinin de benimsedi¤i üzere, BK 20
II’nin Almanca metni (einzelne Teile) de dikkate al›narak, sözleflmenin
hükümsüzlü¤e konu olabilecek olan k›sm› sözleflmenin konusunun bölünebilece¤i en küçük say›sal parça olarak kabul edilmelidir14.
13
Bk. Tekinay/Akman/Burcuo¤lu/Altop, s. 390 vd. ve 398 vd. Karfl. BGE 129 III 209; Federal Mahkeme, SJ 2003 I 374.
14
BGE 130 III 49; Hürlimann Roland, Teilnichtigkeit von Schuldverträgen nach Art. 20 Abs.
2 OR, Freiburg 1984, N 184 vd. ve orada an›lan yazarlar; Piotet Paul, De l’invalidité partielle des actes juridiques spécialement en cas de vice de consentement, in Revue de droit suisse 76 I 105; Tando¤an Halûk, La nullité, l’annulation et la résiliation partielles des contrats, Contribution à l’étude de l’inefficacité partielle des actes juridiques, Genève 1952, s.
121 vd. Ö¤retide O¤uzman/Öz (s. 913), cezai flarta iliflkin de¤erlendirmeleri ba¤lam›nda,
sözleflmenin bir k›sm› ifadesinin (BK 20 II) sözleflmenin bir flart›n›, klozunu bütün olarak
kapsad›¤›n› ifade etmektedirler. Yazarlar, o flart›n, klozun bütünüyle hükümsüz olaca¤›n›
belirterek bu noktada ö¤retiden farkl›laflmaktad›rlar. Ancak yazarlar, özel ba¤lamda TTK
24 ve TTK 1446’n›n uygulamas› ile yine de ö¤reti ve Federal Mahkemenin görüflünün uygulanmas› sonucuna varacak bir durumu, sözleflme cezas› aç›s›ndan benimsemektedirler,
bk. s. 913. Ayn› yönde Baflp›nar Veysel, Borç Sözleflmelerinin K›smi Butlan›, Ankara 1998,
60 vd. Yazara göre BK 20 II’deki sözleflmenin bir k›sm› ifadesi, (basit) sözleflmelerde sözleflmenin bir hükmünü, flart›n› veya noktas›n›; bileflik sözleflmelerde ise bireysel sözleflmelerden her birini ifade etmektedir. Yazar bu görüflü ile hakim ö¤retiye karfl› durmaktad›r. Ona
göre sözleflmenin bir k›sm› ifadesinden hakim ö¤retinin anlad›¤› sözleflmenin konusunun
bölünebilece¤i en ufak say›sal parça, anlafl›lmaz (s. 62).
320
Erdem
‹lk olarak, götürü tazminat sözleflmesi tek bafl›na, miktar›n›n kiflilik haklar›na veya ahlâka ayk›r› bir miktar olarak belirlenmesi nedeniyle kesin hükümsüzlük yapt›r›m› ile karfl› karfl›ya kalabilir. Bu hükümsüzlük kural olarak tazminat miktar›n›n ahlâka veya kiflilik haklar›n› ihlal eden miktar›na
kadar söz konusudur. Ahlâka ve kiflilik haklar›na ayk›r› olabilecek olan miktar ortadan kald›r›ld›ktan sonra, yani o k›sm›n kesin hükümsüzlü¤ünün tespitinden sonra, götürü tazminat sözleflmesi geçerli olarak varl›¤›n› sürdürecektir.
Bu noktada, BK 20 II (in fine) hükmü de ayr›ca de¤erlendirilmelidir. fiayet
taraflar›n, belirlenen ve hükümsüz kabul edilen miktar olmadan o sözleflmeyi hiç yapmayacaklar› kabul edildi¤i durumlarda götürü tazminat sözleflmesi bütünüyle hükümsüz kabul edilmelidir. Ancak bu durum, götürü tazminat›n niteli¤i dikkate al›nd›¤›nda çok ender karfl›lafl›labilecek olan bir durumdur.
‹kinci olarak, yukar›da bahsetti¤imiz gibi, k›smi hükümsüzlük götürü tazminat konusundaki anlaflman›n as›l sözleflmenin bir k›sm›n› oluflturmas› itibar›yla da de¤erlendirilmelidir. Götürü tazminat konusundaki anlaflma, k›smen ve/veya tamamen hükümsüz kabul edildi¤i durumlarda, as›l sözleflme
bu hükümsüzlükten nas›l etkilenecektir? Götürü tazminat konusundaki anlaflman›n k›smen15 ve/veya tamamen hükümsüz k›l›nmas› halinde bu hükümsüzlük as›l sözleflmenin bir k›sm› olarak onun da hükümsüz k›l›nmas›na neden olabilir.
Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, götürü tazminat konusundaki anlaflma
as›l sözleflmeden sonra yap›lm›flsa, onun hükümsüzlü¤ü as›l sözleflmenin geçerlili¤ini etkilemeyecektir. Zira BK 20 II (in fine)’de bahsedilen durum, yani sözleflmenin bir k›sm›n›n hükümsüzlü¤ünü tüm sözleflmeye yayma imkân› olamayacakt›r. ‹lgili maddede belirtilen ve sözleflmenin bütününün hükümsüzlü¤üne neden olabilecek olan “[f]akat bunlar olmadan akdin yap›lmayaca¤› meczum bulundu¤u takdirde” fleklinde ileri sürülebilecek olan bir
iddia, zaman itibar›yla as›l sözleflmeden sonra yap›lan bir götürü tazminat
sözleflmesinin varl›¤› durumunda do¤al olarak ileri sürülemez.
-
15
Götürü tazminat sözleflmesi as›l sözleflme ile ayn› anda, onun bir flart›
(klozu) olarak yap›lm›flsa, götürü tazminat konusundaki anlaflman›n tamamen hükümsüz olmas› da, kural olarak as›l sözleflmenin geçerlili¤ini
etkilemeyecektir, me¤erki o flart olmadan as›l sözleflmenin de yap›lmayaSözleflmeyi oluflturan alt anlaflmalardan birinin hükümsüzlü¤ü halinde, bu anlaflmalara
BK 20 II gere¤ince kîsmi hükümsüzlük yapt›r›m› uygulanamayaca¤› düflüncesi ile karfl› görüflte Baflp›nar, s. 65. Karfl. Tekinay/Akman/Burcuo¤lu/Altop, s. 379 vd.
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
321
ca¤› kabul edilebilir olsun. Di¤er bir ifade ile taraflar›n farazi iradelerinin götürü tazminat sözleflmesi olmadan as›l sözleflmenin de yap›lmayaca¤› yönünde oldu¤u kabul edilebiliyorsa, as›l sözleflme de hükümsüzlükten etkilenir. Götürü tazminat sözleflmesinin k›smen hükümsüz olmas›
durumunda da sonuç ayn›d›r. Yani götürü tazminat sözleflmesi k›smen
hükümsüz oldu¤unda, flayet taraflar›n iradesi götürü tazminat ile belirlenen ancak hükümsüz olan miktar olmadan as›l sözleflmeyi yapmamak
yolunda idi ise, as›l sözleflme de bu hükümsüzlükten etkilenir. BK 20
II’nin ratio legis’i bizi bu sonuca götürmektedir.
-
Götürü tazminat, kural olarak bir miktar parad›r. Ancak bir miktar para
d›fl›nda baflka bir fleyin de tazminat olarak kararlaflt›r›lmas›na her hangi
bir engel yoktur.
Götürü tazminat konusundaki anlaflman›n konusu tazminat›n miktar›d›r.
Götürü tazminat sözleflmesi sorumlulu¤un di¤er flartlar›nda her hangi bir
de¤ifliklik yapmaz. Taraflar aras›ndaki anlaflma ile alacakl› ancak meydana
gelen zarar›n miktar›n› ispattan muaf tutulmaktad›r. Dolay›s›yla, borçlunun
tazminat talep edebilmesi için yerine getirmesi gerekli olan di¤er yükümler
konusunda her hangi de¤ifliklik meydana gelmez.
Bu ba¤lamda iki olgu özellikle incelenmelidir; borçlunun sözleflmeye ayk›r›l›kta kusuru ve zarar›n varl›¤›n›n ispat›.
-
Sözleflmeye ayk›r›l›kta borçlunun tazminat sorumlulu¤una gidilebilmesi
için borçlunun bu ayk›r›l›kta kusurlu olmas› flart› aranmakta ise, götürü
tazminat sözleflmesinin varl›¤› bu flart› ortadan kald›rmaz. Bu nedenle,
sözleflmeye ayk›r›l›kta alacakl›n›n kararlaflt›r›lan tazminat› talep edebilmesi için, borçlunun kusurlu olmas› flart› da aranacakt›r. Sözleflmeye ayk›r›l›kta borçlunun kusurlu oldu¤u karine olarak kabul edildi¤i için alacakl› borçlunun kusurlu oldu¤unu ispat etmek zorunda de¤ildir. Ancak
borçlu sözleflmeye ayk›r›l›kta kusurlu olmad›¤›n› ispat etti¤i hallerde belirlenen tazminat› ödeme borcu söz konusu olmayacakt›r.
Bununla birlikte kanun borçlunun sorumlulu¤una gidilebilmesi için, onun
sözleflmeye ayk›r›l›kta kusurlu olmas› flart›n› aram›yorsa, götürü tazminat›n talep edilebilmesi için de borçlunun kusurlu olmas› aranmayacakt›r. Örne¤in, borçlunun temerrüt faizi ödemesi için, para borcunun ödenmesinde
temerrüde düflmesinde kusurlu olmas› aranmamaktad›r16. Taraflar götürü
tazminat sözleflmesi ile bir miktar para borcunun ifas›nda temerrüt halinde
16
O¤uzman/Öz, s. 391.
Erdem
322
tazminat miktar›n› (temerrüt faizi oran›n›) belirlemifllerse, bu durumda da
borçlunun ifada temerrüde düflmesi halinde kusurlu olmas› aranmaz. Borçlu temerrüde düflmekte kusuru olmasa bile götürü tazminat sözleflmesinde
kararlaflt›r›lm›fl olan miktar› ödemek zorundad›r.
Kanun borca ayk›r›l›kta borçlunun sorumlulu¤u için onun kusurlu olmas›
flart›n› aramakla birlikte, taraflar götürü tazminat sözleflmesinde tazminat
miktar›n› belirlerken ayr›ca sorumluluk için borçlunun kusurlu olmas› flart›n› kald›rm›fllarsa, bu düzenleme geçerli kabul edilebilir mi? Sorumlulu¤u
geniflleten böyle bir düzenleme, kural olarak, geçerlidir. Yani, borçlunun sorumlulu¤unu, onun borca ayk›r›l›kta kusurlu olmas› flart›ndan ar›nd›ran
böyle bir anlaflma, BK 19, 20 ve MK 23 gibi genel hükümlere ayk›r›l›k oluflturmuyorsa, geçerli bir düzenlemedir. Taraflar›n böyle bir anlaflmas› geçerli
kabul edilebildi¤i durumlarda, belirlenen götürü tazminat da geçerli olarak
talep edilebilecektir.
-
Zarar›n ispat› bahsine gelince, alacakl› borca ayk›r›l›k halinde meydana
gelen zarar›n›n karfl›lanmas›n› talep edebilmek için, genel ilke olarak,
onun varl›¤›n› ispat etmek zorundad›r17. Taraflar›n tazminat miktar›n›
götürü olarak belirlemeleri durumunda bile alacakl›n›n bu yükümlülü¤ü
ortadan kalkmaz18. Zira götürü tazminat sözleflmesi sadece tazminat›n
miktar›na iliflkindir. Sözleflme, tazminat miktar›n›n ispat› d›fl›nda sorumlulu¤un flartlar›nda bir de¤ifliklik yapmayaca¤›ndan alacakl›, borca ayk›r›l›k halinde bir zarar›n meydana geldi¤ini yine de ispat etmek durumundad›r.
‹stisnai bir durum olarak taraflar›n temerrüt faizi oran›n› kanunun belirledi¤i orandan yüksek tuttuklar› durumlarda, bir götürü tazminat sözleflmesi
olmakla birlikte, borçlunun bir zarar›n meydana geldi¤ini ispatlamas›na gerek olmayacakt›r. Zira kanun, BK 103’de öngördü¤ü temerrüt faizinin ödenmesini her hangi bir zarar›n varl›¤›na ba¤lamam›flt›r19. Taraflar›n yapt›klar› bir sözleflme ile kanundan tamamen ayr›ld›klar›n› ileri sürmek mümkün
olmad›¤› sürece, belirlenen miktar›n talep edilmesi için de her hangi bir zarar›n varl›¤› aranmamal›d›r. Belirtmeliyiz ki, taraflar kanunen belirlenmifl
olan temerrüt faizi oran›n› yüksek tutarak, BK 105 I hükmünün uygulama17
O¤uzman/Öz, s. 345 ve 551; BGE 98 II 325; Federal Mahkeme, SJ 2006 I 472.
18
Bk. Erdem Mehmet, La clause pénale, Etude comparative de droit suisse et de droit turc,
Doktora Tezi (Neuchâtel), Ankara 2006, s. 45 vd. Ayr›ca karfl. Beuthien Volker, Pauschalierter Schadenersatz und Vertragsstrafe, in Festschrift Larenz zum 70. Geburtstag, Münich 1973, s. 495 vd., 498. Aksi görüfl için bk. Gauch/Schluep/Schmid/Rey, N 4071; Larenz, s. 383; Tunçoma¤, s. 861. Ayr›ca bk. CR-Mooser CO art. 160 N 4.
19
BGE 123 III 241; O¤uzman, 391; Barlas, s. 133 vd.
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
323
s›n› kald›rm›fl olurlar. Di¤er bir ifade ile temerrüt faizi oran›n›n taraflarca
kanunda belirlenen miktardan yüksek tutuldu¤u durumlarda, alacakl›n›n
zarar› belirlenen bu miktar›n üzerinde olsa bile bu fazla miktar› isteyemez.
Bununla birlikte, taraflar›n farkl› bir düzenleme yapmalar› mümkündür.
Zarar›n varl›¤›n›n ispat›, tazminat›n miktar›n›n ispat› alan›na ulaflabilecek
a¤›r bir yüküm olarak aranmamal›d›r. Alacakl› zarar›n varl›¤›n› ispat etmek
zorunda ise de, bazen zarar›n varl›¤›n›n (ve miktar›n›n) ispat› çok güç hatta
imkâns›z olabilir. Böyle bir durumda, yani zarar›n varl›¤›n›n ispat›n›n güç
veya imkâns›z olmas› durumunda hâkim, bir zarar›n meydana gelip gelmedi¤ini kendisine tan›nan genifl anlamda belirleme yetkisi çerçevesinde çözümleyecektir20. Hâkimin bu yetkisi BK 42 II’den kaynaklanmaktad›r. Her ne kadar, BK 42 II’de hâkime tan›nan yetki zarar›n miktar›na iliflkin görünüyorsa
da (Mehaz Kanun da dikkate al›narak), hâkime tan›nan bu yetkinin zarar›n
varl›¤› konusunda da geçerli oldu¤u kabul edilmelidir21. Belirtmeliyiz ki, hâkimin bir zarar›n meydana geldi¤ini kabul edebilmesi için bu durumu küçük
bir ihtimal olarak görmesi yeterli olmay›p, kesinli¤e yak›n bir kanaate varm›fl
olmas› gereklidir22. Alacakl› zarar›n varl›¤›n› ispat edememekle birlikte zarar›n meydana gelmesine neden olan olaylar› ve tüm verileri hâkime sunmak
zorundad›r23. Zira hâkim bunlar› re’sen araflt›rmak zorunda de¤ildir24.
Taraflar tazminat› götürü olarak takdir ederken zarar›n varl›¤›n› ispat etmek yükümlülü¤ünden de alacakl›y› kurtarabilirler. Taraflar bu konuda serbest olup, buna her hangi bir engel yoktur. Hatta ö¤retide önemli bir kesim,
bizden farkl› olarak, götürü tazminat takdir edilmesi durumunda alacakl›n›n zarar›n varl›¤›n› ispat etmek yükümünden her halde kurtuldu¤unu belirtmektedir25. Kanaatimizce, taraflar›n aras›ndaki anlaflma bu konuda sarih veya z›mni bir düzenleme içermiyorsa, alacakl›n›n zarar›n varl›¤›n› da
ispat yükümünden kurtuldu¤unu söylemek zordur. Taraflar›n aras›ndaki
anlaflma sadece tazminata iliflkin olup, sorumlulu¤un di¤er flartlar›na ilifl20
Federal Mahkeme, SJ 2006 I 472; CR-Werro CO art. 42 N 24; Yarg›tay 4. HD, 4.6.1984,
4932/5361, Uygur Turgut, Aç›klamal› – ‹çtihatl› Borçlar Kanunu, Sorumluluk ve Tazminat
Hukuku, II. Cilt, Ankara 2003, s. 2016.
21
Tekinay/Akman/Burcuo¤lu/Altop, s. 578; Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 8. Bas›, Ankara 2003, s. 693; Engel, 505; CR-Werro CO art. 42 N 24; BGE 122 III 219;
Federal Mahkeme, SJ 2006 I 472.
22
BGE 122 III 219; Tekinay/Akman/Burcuo¤lu/Altop, s. 579; Berner Kommentar (BK)Brehm OR Art. 42 N 52; CR-Werro CO art. 42 N 29.
23
Tando¤an, s. 264; Eren, s. 693; O¤uzman/Öz, s. 552; Tekinay/Akman/Burcuo¤lu/Altop, s. 579; CR-Werro CO art. 42 N 29; Ayr›ca bk. Federal Mahkeme, SJ 2006 I 472.
24
Tando¤an, s. 264.
25
Örne¤in Gauch/Schluep/Schmid/Rey, N 4071; Larenz, s. 383; Tunçoma¤, s. 861. Ayr›ca bk. GVP-SG 2002 N 50.
Erdem
324
kin de¤ildir. Di¤er bir ifade ile, götürü tazminat sözleflmesi tazminat›n miktar›na iliflkin olup, sorumlulu¤un di¤er flartlar›nda bir de¤ifliklik yapmaz.
Taraflar›n alacakl›y› zarar›n varl›¤›n› ispattan muaf tuttuklar› durumlarda
veya ö¤retinin önemli bir k›sm›n›n kabul etti¤i üzere, götürü tazminat kararlaflt›r›ld›¤› her durumda, götürü tazminat›n talep edilmesi bir zarar›n
varl›¤›n› yine de gerektirir26. Alacakl› zarar›n varl›¤›n› ispat etmek yükümünden kurtulmufl olmakla birlikte, bu sadece ispat yükünün yer de¤ifltirmesi anlam›ndad›r. Di¤er bir ifade ile borçlu borca ayk›r›l›kta her hangi bir
zarar›n gerçekleflmedi¤ini ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir. Hiçbir
zarar›n meydana gelmemesi halinde bile borçlunun sorumlu tutuldu¤u bir
anlaflma, taraflar onu götürü tazminat sözleflmesi olarak belirlemifl olsalar
bile, bu nitelikte de¤ildir. Böyle bir anlaflma belki cezai flart olarak nitelendirilebilir, ancak götürü tazminat olarak nitelendirilemez. Bir zarar›n meydana gelmemesi halinde bile tazminat ödenmesi kararlaflt›r›ld›¤› durumlarda cezai flart›n alan›na girilmifl olur ve cezai flart konusundaki emredici düzenlemelerden kaç›lamaz. Oysaki götürü tazminat sözleflmesi “sui generis”
nitelikte bir sözleflme olup, cezai flarta iliflkin emredici nitelikteki baz› düzenlemelere, özellikle afl›r› cezan›n indirilmesine iliflkin BK 161 III’e tabi de¤ildir. Cezai flarta iliflkin hükümler ona uygulanmamal›d›r.
-
Götürü tazminat›n konusu borcun hiç ya da gere¤i gibi ifa edilmemesi veya borçlunun sorumlu oldu¤u imkâns›zl›k nedeniyle ödenmesi gerekli
müspet zarara iliflkin tazminat olabilece¤i gibi, borçlu temerrüdünde sözleflmeden dönme halinde ödenmesi gerekli menfi zarara yönelik tazminat
da olabilir27.
Götürü tazminat konusundaki anlaflma “sui generis” nitelikte olmakla birlikte, kanunda düzenlenmifl olan cezai flartla benzerlikler gösterdi¤i bir gerçektir28. ‹ki farkl› kurum aras›nda bu benzerlik çok yo¤un tart›flmalar› da
beraberinde getirmifltir. Tart›flmalar, özellikle cezai flarta iliflkin düzenlemelerin götürü tazminat sözleflmesine uygulan›p uygulanamayaca¤› konusunda yo¤unlaflm›flt›r. Her iki kurum aras›ndaki iliflkiyi belirlemek ve götürü
tazminat sözleflmesini daha iyi anlayabilmek için bu tart›flmalara baz› ülke
hukuklar› ba¤lam›nda de¤inmek yerinde olacakt›r. K›ta Avrupas› Hukuklar›nda oldu¤u kadar, Anglo-Amerikan Hukukunda da götürü tazminat sözleflmesinin cezai flart ile iliflkisi ve iki kurumun birbirinden ayr›lmas› önem arz
eder. Afla¤›da k›saca bu Hukuklardaki duruma de¤inece¤iz.
26
Bk. Basler Kommentar (BaK)-Ehrat OR Art. 160 N 12; Bucher, 525.
27
Karfl. Larenz, s. 383.
28
Her iki kurum aras›nda ay›r›m yapmaya izin vermeyen bir sistem benimsemifl gibi görünen kurallar› için bk. UNIDROIT mad. 7.4.13; PECL mad. 9:509.
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
325
III. BENZER B‹R KURUM OLARAK CEZA‹ fiART ‹LE
KARfiILAfiTIRMA
a. Anglo-Amerikan Hukuku
Öncelikle Anglo-Amerikan Hukukundan bafllamay› yerinde görüyoruz. Zira
bu Hukukta konunun ifade etti¤i önem, K›ta Avrupas› Hukuklar›ndan daha
farkl› bir boyuttad›r. fiöyle ki, Anglo-Amerikan Hukuku götürü tazminat konusundaki anlaflmalar› (liquidated damages) geçerli kabul ederken, K›ta Avrupas› Hukuklar›ndan farkl› olarak, cezai flart› (penalty clause) geçersiz saymaktad›r. Daha aç›k bir ifade ile bu Hukuk, taraflara sözleflme cezas› kararlaflt›rmak konusunda serbestlik vermemekte, böyle bir anlaflman›n varl›¤›
halinde bunu geçersiz saymaktad›r29.
Durum yukar›da belirtti¤imiz gibi olunca, cezai flart ve götürü tazminat aras›ndaki ay›r›m, bu hukuk sistemi aç›s›ndan daha fazla önem arzetmektedir.
K›ta Avrupas› Hukuklar›nda, genel olarak, bir kuruma iliflkin düzenlemelerin
di¤erine uygulan›p uygulanamayaca¤› üzerinde durulurken, di¤erinde bir kurum (cezai flart) tamamen sistem d›fl›na ç›kar›ld›¤› için sözleflmenin niteli¤ini
belirlemek, onun geçerli olarak ayakta kal›p kalmayaca¤›n› da tayin edecektir.
Anglo-Amerikan Hukuku taraflar›n borca ayk›r›l›k halinde ödenmesi gereken tazminat miktar›n› önceden götürü olarak belirlemesine izin verirken,
bu kurumda temel dayana¤›n gerçekleflecek zarar›n belirlenmesi oldu¤unu
dikkate almaktad›r. Oysaki, amac› tazminat›n götürü olarak belirlenmesi d›fl›nda, borçlunun borcuna ayk›r› davranmas›n› önlemek için bir bask› niteli¤inde (in terrorem) olan cezai flart kabul edilmemektedir30. Unutulmamal›d›r ki, cezai flart›n bask› unsuru, özellikle her hangi bir zarar›n meydana gelmemesi halinde bile sözleflme cezas›n›n muaccel olmas›n› gerektiren ilkede
kendini bulmaktad›r. Borçluya böyle bir bask› yap›lmas› ve bir zarar meydana gelmese bile tazminat ödenmesinin kabulü bu Hukuka yabanc› kabul
edilmekte ve geçersiz say›lmaktad›r.
29
Bu konuda özellikle bk. Benjamin Peter, Penalties, Liquidated Damages and Penal Clauses in Commercial Contracts; A Comparative Study of English and Continental Law, in International and Comparative Law Quarterly 1960/9, s. 600 vd.; Pitch Hervin D./Synder
Ronald M., Damages for Breach of Contract, Carswell (Thomson Professional Publishing)
Toronto 2000, 6-3 (a), (b) ve 6-4; Calamari John D./Perillo Joseph M., The Law of Contracts, 3. ed., St. Paul, Minnesota 1987, s. 639 vd.; Farnworth E. Allan, Contracts, 2. ed.,
Boston-Toronto-London 1990, s. 935 vd.; Ellington Paul R., Penalty Clauses: England, in
DPCI 1982, s. 515 vd. Amerikan Hukukunda cezai flart›n geçersiz say›lmas› konusundaki
elefltirileri için bk. Kaplan Philipp R., A Critique of the Penalty Limitation on Liquidated
Damages, in Southern California Law Review, 1977/50(4), s. 1055 vd.
30
Bk. Chitty Joseph, Chitty on Contracts, 29. ed., Volume I, General Principales, London
2004, N 26-109 ve 26-110.
Erdem
326
Götürü tazminat ve cezai flart aras›ndaki fark ise ilkinde, ileride do¤abilecek
olan tazminat› önceden belirlemekte di¤erinde ise, bu tazminat› belirlemenin
d›fl›nda borçlunun borca uygun davranmas›n› temin edecek bir bask›y› hedef
almas›nda bulunmaktad›r31. K›ta Avrupas› Hukuklar›nda oldu¤u gibi AngloAmerikan Hukuku da, taraflar›n bu konudaki nitelendirmelerini yeterli görmeyip, anlaflman›n içeri¤ini belirleyici kabul etmektedir32. Somut olayda bu
durumun belirlenmesinin ne kadar zor oldu¤u takdir edilebilir. Hâkim anlaflman›n içeri¤ini ve taraflar›n amac›n› dikkate almak suretiyle sözleflmeyi yorumlayarak bir sonuca varacakt›r. Belirlenen miktar ile zarar›n olas› maksimum miktar›n›n özellikle dikkate al›nmas› ayr›ca belirtilmektedir33.
‹ki kurum aras›ndaki fark› belirleyen bu temel k›stas ve buna yard›mc› baflka unsurlar›n34 (örne¤in, just compensation) varl›¤›na ra¤men flüpheli ve belirsiz olan bu alanda son derece z›t kararlar›n bulundu¤u da bir gerçektir35.
fiüphe halinde, taraflar›n anlaflmalar›n› ayakta tutma e¤iliminin a¤›r bast›¤› ve sözleflmenin/klozun götürü tazminat sözleflmesi olarak kabul edildi¤i
görülmektedir36.
b. Frans›z Hukuku
Tart›flman›n en yo¤un oldu¤u yer hiç flüphesiz Fransa’d›r. Frans›z Hukukunun etkisi alt›nda olan Hukuklar›n bu tart›flmadan do¤rudan etkilenmifl olduklar› da bir gerçektir37.
Frans›z Medeni Kanunu “Des obligations avec clauses pénales” bafll›¤› alt›n31
Chitty, N 26-109; Pitch/Synder, 6-3 (b).
32
Chitty, N 26-110; Pitch/Synder, 6-4 (a) ve (c/i). Dunlop Pneumatic Tyre Co. V. New Garage & Motor Co., (1915), A.C. 79 at 86 (H.L.) “Though the parties to a contract who use the
words ‘penalty’ or ‘liquidated damages’ may prima facie be supposed to mean what they say,
yet the expression used is not conclusive. The Court must find out whether the payment stipulated is in truth a penalty or liquidated damages”. Wilson v. Love, (1986), 1. Q.B. 630 “…
that the used by the parties themselves is to be alltogether disregarded and I should say that,
where the parties themselves call the sum made payable a penalty, the onus lies on those who
seek to show that is to be payable as liquidated damages”.
33
Chitty, N 26-110.
34
Chitty, N 26-110. Ayr›ca bk. Pitch/Synder, 6-4.
35
Bk. Gieseeke v. Cullerton, (1917), 280 III 510, 117 N.E., 777 “No brach of the law is involved in more obscurity by contradictory decisions”.
36
Benjamin, s. 604 vd.; Pitch/Synder, 6-5 (b).
37
Frans›z Hukukundaki tart›flmalar için bk. Mazeaud Denis, La Notion de clause pénale,
Paris 1992, N 258 vd. Ayr›ca bu konuda k›sa, ancak kapsaml› de¤erlendirmesi için bk. Pinto-Monteiro António, La clause pénale en Europe, in Etudes offertes à Jacques Ghestin,
Le contrat au début du XXIe siècle, Paris 2001, s. 719 vd., s. 734 vd.
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
327
da 1226 ila 1233. maddeleri aras›nda cezai flart› düzenlemektedir. 1226. maddeye göre cezai flart, bir kimsenin sözleflmenin ifas›n› temin etmek için borcun ödenmemesi halinde vermeyi üstlendi¤i bir fleyi konu edinir (CCFr 1226
“La clause pénale est celle par laquelle une personne, pour assurer l’éxécution
d’une convention, s’engage à quelque chose en cas d’inéxécution”). 1226. maddeyi takip eden maddeler de cezai flart›n hükümlerini düzenlemektedirler.
Bununla birlikte, cezai flarta iliflkin 1226 ila 1233. maddelerinden önce,
“Borcun ‹fa Edilmemesinden Kaynaklanan Zarar ve Ziyan” (Des dommages
et intérêts résultant de l’inéxécution de l’obligation) bafll›¤› alt›nda yer alan
1152. madde sözleflme, borcun ifa edilmemesi halinde, ifa etmeyen kiflinin
tazminat olarak bir miktar para ödemesine iliflkin bir hüküm içeriyorsa, bu
kararlaflt›r›lan miktardan daha az› veya daha fazlas› verilmez demektedir
(CCFr 1152 I “Lorsque la convention porte que celui qui manquera de l’éxécuter payera une certaine somme à titre de dommages-intérêts, il ne peut être alloué à l’autre partie une somme plus forte, ni moindre”. Sorun, ifa etmeme
halinde ödenmesi/verilmesi gereken bir fleyden bahsedilen bu noktada bafllamaktad›r. Her iki madde de hem 1226 hem 1152, ifa etmemeyi konu edinmekte ve bu ifa etmeme halinde ödenmesi/verilmesi gereken bir fleyden bahsetmektedir. Dolay›s›yla, her iki madde de ayn› konuyu düzenleyen maddeler olduklar› izlenimi vermektedir. Sorunun yo¤unlaflt›¤› yer buras›d›r.
Cezai flart›n ne oldu¤unu belirleyen 1226. maddeden sonra, 1229. madde, söz
konusu maddeye bir özellik daha ekleyerek tart›flmaya as›l zeminini kazand›rm›flt›r. Söz konusu maddeye göre cezai flart, as›l borcun ifa edilmemesi
halinde alacakl›n›n u¤rayaca¤› zarar-ziyan›n (compensation des dommages
et intérêts) karfl›lanmas›na yöneliktir (CCFr 1229 I “La clause pénale est la
compensation des dommages et intérêts que le créancier souffre de l’inéxécution de l’obligation principale”). ‹flte kar›fl›kl›¤›n ç›kt›¤› as›l nokta buras›d›r.
CCFr 1152. madde tazminat olarak ödenmesi gerekli olan bir miktar paran›n
sözleflme ile kararlaflt›r›lmas›ndan bahsederken, CCFr 1229 cezai flart›n tazminat› karfl›layan niteli¤ine at›f yapmaktad›r. Her iki maddede tazminattan
bahsediliyor olmas›n›n etkisi ile Frans›z Ö¤retisi ve Frans›z etkisindeki ülkelerin Hukuklar›nda cezai flart ile tazminat›n götürü olarak belirlenmesine
iliflkin sözleflmelerin ayn› ve tek bir sözleflme oldu¤u, cezai flart›n hukuki niteli¤inin tazminat›n götürü olarak belirlenmesi oldu¤u savunulmufltur38.
38
Baudry-Lacantinerie Gabriel/Barde Louis, Traité théorique et pratique de Droit civil,
Des obligations, 3e éd., Tome II, Paris 1902, s. 432 “La clause pénale et les dommages et intérêts conventionnels sont une et même clause sous des noms différents”; Laurent François,
Principes de droit civil, Tome XVII, 3e éd., Bruxelles-Paris 1878, N 451 “La peine n’est pas
d’autre chose que l’évaluation des dommages-intérêts par convention”. Bu konu hakk›nda
ayr›nt›l› bilgi ve cezai flart›n hukuki niteli¤i konusunda bk. Erdem, s. 16 vd.
Erdem
328
Gerçek durumun ve kanuni düzenlemelerin bu yolda olmad›¤› ve iki kurumun
birbirinden farkl› oldu¤u uzun y›llar fark edilmemifl ve/veya görmezden gelinmifltir.
Frans›z Medeni Kanunu’nu haz›rlayanlar›n, bu iki kurumun birbirinden
farkl› oldu¤unu bildikleri kanunun haz›rl›k çal›flmalar›ndan aç›kl›kla anlafl›lmaktad›r39. Ayr›ca bu fark, kanuna ilk flerh yazan hukukçular taraf›ndan
da belirtilmektedir40. Daha sonraki süreçte bu aç›kl›k ortadan kalkm›fl ve
Frans›z Hukukunda yaklafl›k 150 y›l boyunca tart›fl›lmadan kabul edilecek
olan CCFr 1152 ve 1226 vd. maddelerinin ayn› ve tek bir kurumu, cezai flart› düzenleyen hükümler olduklar› anlay›fl› yerleflmifltir.
Gerçekte CCFr 1152 hükmü cezai flart› konu edinmemektedir. Aksine baflka
bir kuruma yani götürü tazminat sözleflmesine iliflkin bir düzenleme öngörmektedir. CCF 1152. madde hem yeri hem de içeri¤i itibar›yla cezai flarta
iliflkin bir madde de¤il, taraflar›n muhtemel tazminat› önceden ve götürü
olarak belirlemeleri halinde bunu sonuçlar›ndan birini düzenleyen bir maddedir. Hatta bu hüküm ile Frans›z Hukuku K›ta Avrupas› Hukuklar› içinde
götürü tazminat sözleflmesine iliflkin hüküm içeren ilk hukuktur denilebilir.
CCFr 1152 bütünü itibar›yla ele al›nd›¤› takdirde çok aç›k olarak görülmektedir ki, madde böyle bir belirleme halinde, belirlenen miktar›n kesinlik ifade etti¤ini belirtmektedir. Gerçekleflen zarardan daha fazla olmas› halinde
bu miktar indirilemeyece¤i gibi, daha az olmas› halinde de art› bir tazminat
talep edilemez. Bu durum götürü tazminat sözleflmesinin temel karakteridir. Bu nedenle, 1804 Kanun Koyucusu bu durumun bilincinde olarak 1152
hükmünü getirmeyi uygun görmüfltür. Oysaki cezai flart muacceliyet flart›
olarak bir zarar›n meydana gelmesini gerektirmeyerek Borçlar Hukuku sisteminin genel anlay›fl›na tamamen farkl› bir düzenleme getirmektedir. Bu
ayr› durum nedeniyle ço¤u K›ta Avrupas› Hukuklar› afl›r› sözleflme cezas›n›n
indirilebilmesi imkân› getirmifllerdir.
CCFr 1152’nin cezai flarta iliflkin oldu¤u kabul edildi¤i takdirde, K›ta Avrupas› Ülkeleri Medeni Kanunlar›na takaddüm eden ve onlara çok önemli bir
örnek oluflturan Frans›z Medeni Kanunu’nun afl›r› sözleflme cezas› konusunda hâkime müdahale imkân› vermemesi, hatta muhtemel bir müdahaleyi
yasaklamas› 1804 Frans›z Kanun Koyucusunun genel davran›fl›na ayk›r› bir
durum olarak ortaya ç›kar. Dolay›s›yla 1804 Frans›z Kanun Koyucusunun
39
Bk.Fenet Pierre-Antoine, Receuil complet des Travaux préparatoires de Code civil, Tome
XIII, réimpression de l’édition 1827, Osnabrück 1968, s. 56 vd.
40
Bunlar için bk. Mazeaud, N 260.
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
329
CCFr 1152 ile getirdi¤i hükmün cezai flarta iliflkin de¤il, götürü tazminat
sözleflmesine yönelik oldu¤u kabul edilmelidir. Ayr›ca belirtilmelidir ki, söz
konusu hüküm, kanuna uygun olarak kurulmufl olan sözleflmelerin, bunlar›
yapanlar için kanun hükmünde olduklar›n› belirten genel kural›n özel bir
tekrar›ndan ibarettir (CCFr 1134 I “Les conventions légalement formées tiennent lieu de la loi à ceux qui les ont faites”).
CCFr 1152 gibi bir hükmün cezai flarta iliflkin olarak alg›lanmas› ve bunun
afl›r› bile olsa sözleflme cezas›n›n indirilmesine imkân vermedi¤i fleklinde
kabul edilmesi, do¤al olarak, yerindeli¤inin tart›fl›lmas›na neden olmufltur.
Bu tart›flmalar›n bir sonucu olarak kanunun yürürlü¤e girmesinden çok
uzun bir süre sonra 1975 Kanun Koyucusu ilgili hükmü de¤ifltirme ihtiyac›
hissetmifl, hâkime sözleflme cezas›n›n miktar›n› de¤ifltirme yetkisi tan›m›flt›r. Bu hükme göre hâkim, 1152 I’in hükmüyle tamamen tezat oluflturacak
flekilde sözleflme ile belirlenen miktar› re’sen azalt›p, artt›rabilir (CCFr
1152 II “Néanmoins, le juge peut, même d’office, modérer ou augmenter la
peine qui avait été convenue, si elle est manifestement excessive ou dérisoire”). Bu davran›fl› ile 1975 Kanun Koyucusu, doktrinde kabul edildi¤i flekliyle CCFr 1152 hükmünü cezai flarta iliflkin kabul ederek, 1804 Kanun Koyucusunun fark›nda oldu¤u ay›r›m›n art›k bilincinde olmad›¤›n› göstermifltir41. Bu hükümle, di¤er K›ta Avrupas› Hukuklar›ndan farkl› olarak, sadece afl›r› cezan›n indirilmesiyle yetinmeyip, az cezan›n da yükseltilmesi yetkisini (re’sen) hâkime tan›m›flt›r. Frans›z Kanun Koyucusu, ilk olarak bir
kurum hakk›nda ö¤retide yanl›fl alg›lama ile oluflan (afl›r› olsa bile ceza
miktar›na müdahale edilememesi gibi) bir sonucu benimsemifltir (ifrat).
Daha sonra o hükmü gerçek yerine oturtmak yerine, ö¤retide kabul edildi¤i gibi benimseyerek yeniden düzenleme ihtiyac› hissetmifl ve bu düzenlemede sadece afl›r› sözleflme cezas›n›n indirilmesi ile yetinebilecek iken, az
cezan›n da hâkim taraf›ndan re’sen artt›r›lmas› gibi bir sonucu benimsemifltir (tefrit).
Götürü tazminata iliflkin sözleflme ile cezai flart›n tek ve ayn› kurum olarak
alg›lanmas›na iliflkin ilk elefltiri, bu kurumlar›n farkl›l›klar›n›n bilincine varan Mestre’ten gelmifltir. Yazar, 1985 y›l›nda yay›nlanan makalesinde ö¤retiyi ve kanun koyucuyu elefltirerek iki kurum aras›ndaki farkl›l›klar› ortaya
koymufltur42. Yazar›n hakl› görüflü, akabinde taraftar bulmufl, 90’l› y›llar›n
bafl›nda Denis Mazeaud da cezai flart konusundaki tezinde bu görüflü des41
Chabas François, Préface à Mazeaud Denis, La Notion de la clause pénale, s. XV “Le législateur ayant visiblement confondu les deux (clause pénale et évaluation forfaitaire de
dommages et intérêts)”.
42
Mestre Jacques, De la notion de la clause pénale et de ses limites, in Revue trimestrielle de
droit civil 1985, 367 vd., 372 vd.
Erdem
330
teklemifltir43. Ancak yap›lan bütün hakl› ve yerinde elefltirilere ra¤men hâkim ö¤reti halen klasik görüflünde ›srarl›d›r44.
c. ‹sviçre Hukuku
‹sviçreli Hukukçular ve Mahkemeler, götürü tazminat sözleflmesinin bilincinde olarak, onun cezai flarttan farkl› bir kurum oldu¤unu aç›kça ortaya
koymaktad›rlar45. Di¤er bir ifade ile ‹sviçre’de sözleflme taraflar›na kanunen
tan›nan sözleflme cezas› kararlaflt›rmak imkân› yan›nda, sözleflme serbestîsi
ilkesi çerçevesinde tazminat›n götürü olarak takdir edilmesi imkân› tan›mak konusunda bir ihtilaf yoktur. Federal Mahkeme götürü tazminat konusundaki anlaflman›n kanun taraf›ndan düzenlenmemifl, sui generis nitelikte
bir anlaflma oldu¤unu aç›kça belirtmektedir46.
Cezai flart, borçlunun borcuna uygun davranmas›n› konu edinip onun üzerinde bir bask› olufltururken, götürü tazminat sözleflmesinin as›l ve ilk planda böyle bir amac› yoktur47. O belki sonuçlar› itibar›yla, ikincil olarak, bu sonucu do¤urabilir. Ayr›ca sözleflme cezas›, alacakl› borca ayk›r›l›ktan dolay›
her hangi bir zarara u¤ramasa bile muaccel olurken, götürü tazminat sözleflmesinde buna imkân yoktur. Götürü tazminat sözleflmesi mutlak surette bir
zarar›n varl›¤›n› gerekli k›lar.
Bununla birlikte, ‹sviçreli Hukukçular›n önemli bir k›sm›, götürü tazminat
sözleflmesi kararlaflt›r›ld›¤› durumlarda alacakl›n›n zarar›n varl›¤› ve miktar›n› ispattan muaf oldu¤u görüflünü benimsemektedirler48. Ancak bu görü43
Mazeaud, N 258 vd.; Geneviève Viney/Jourdin Partice, Traité de Droit civil, sous la
direction de Jacques Ghestin, Les effets de la responsabilité, 2e éd., Paris, s. 441 vd.,
Mazeaud Henri et Léon/Mazeaud Jean/Chabas François, Leçons de droit civil, Tome II,
Vol. I, Obligations, Théorie générale, 8e éd., Paris 1991, N 641-3.
44
Bénabent Alain, Droit civil, Les obligations, 8e éd., 2001, s. 283; Carbonnier Jean, Droit
civil, Vol. II, Les biens, Les obligations, Paris 2004, s. 2222; Délébeque Philippe, Régime de la
réparation, Modalités de la réparation, Règles particulières à la responsabilité contractuelle,
Clause pénale, in Juris Classeur, Responsabilité civile, Fasc. 212, art. 1146 à 1155 (Fasc. 22),
s. 3 vd.; Malinvaud Philippe, Droit des obligations, 7e éd., Paris 2001, s. 320; Terré
François/Simler Philippe/Lequette Yves, Droit civil, Les obligations, 6e éd., Paris 1996, s. 493.
45
Gauch/Schluep/Schmid/Rey, N 4071; Schwenzer Ingeborg, Schweizerisches
Obligationenrecht, Allgemeiner Teil, Berne 1998, N 71.16; Konu hakk›nda, ‹sviçre Hukuku
aç›s›ndan, ayr›nt›l› bilgi için bk. Fischer Thomas, özellikle s. 100 vd.
46
BGE 109 II 462; BGE 83 II 525; BGE 46 II 399; GVP-SG 2002, N 50 “Die
Schadenspauschalisierung soll dem Gläubiger im Falle einer Schadenersatzpflicht den
Nachweis des Schadenseintritts und –umfangs erübrigen, setzt also, anders als die
Konventionalstrafe, die Entstehung eines Schadens voraus”.
47
Gauch/Schluep/Schmid/Rey, N 4071.
48
Engel, s. 862; Gauch, N 709; Gauch/Schluep/Schmid/Rey, N 4071; Bucher, s. 525.
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
331
flün kabul edilmesi, götürü tazminat›n muaccel olmas› için bir zarar›n gerçekleflmesinin gerekli olmad›¤› anlam›na gelmez. Bu görüfle göre sözleflme,
sadece alacakl›y› zarar›n varl›¤›n› da ispattan muaf tutar. Ancak borçlu her
hangi bir zarar›n meydana gelmedi¤ini ispat ederek yine de sorumluluktan
kurtulabilir. Dolay›s›yla, götürü tazminat sözleflmesi tazminat miktar›n› götürü olarak belirlemek d›fl›nda, zarar›n varl›¤› konusundaki ispat yükünü de
tersine çevirir.
Her iki kurum aras›ndaki fark aç›k olarak ortaya konulmakla birlikte, ‹sviçre’de her iki kurum aras›ndaki iliflki konusunda ikincil noktada tart›flmalar
da yaflanmaktad›r. Her iki kurumun birbirine olan yak›nl›¤› ve cezai flart›n ifllevlerinden birinin muhtemel tazminat›n götürü olarak belirlenmesi olmas›
nedeniyle ‹sviçreli Hukukçular, cezai flarta iliflkin hükümlerin götürü tazminat sözleflmesine uygulan›p uygulanamayaca¤› konusunda ikiye bölünmüfltür.
Cezai flarta iliflkin hükümlerden uygulanmas› konusunda tart›flma yaratan
hüküm afl›r› cezan›n indirilmesine iliflkin OR 163 III (BK 160 III) hükmüdür.
‹sviçre’de hâkim ö¤reti49 aç›k gerekçeler ileri sürmeden, afl›r› cezan›n indirilmesine yönelik hükmün götürü tazminat sözleflmesine de uygulanmas›
gerekti¤i görüflündedir. Federal Mahkeme ise bu konudaki görüflünü çok
aç›k bir flekilde ortaya koymam›flt›r.
d. Alman Hukuku
Geçen yüzy›l›n ortalar›na kadar K›ta Avrupas› Hukuklar›nda götürü tazminat konusunda sözleflme konusunda aç›k bir tan›mlama ve tart›flmaya ve
özellikle kurumun cezai flart ile olan iliflkisine de¤inilmemifltir. ‹ki kurum
aras›ndaki iliflkiyi ciddi olarak ilk irdeleyen Hukuk Alman Hukuku olmufltur50. Konuya iliflkin 1969 y›l›ndaki prensip karar›nda Alman Yüksek Mahkemesi (Bundesgerichtshof) her iki kurum aras›ndaki iliflkiyi belirleyerek, temel
farkl›l›klar› ortaya koymufltur51. Ö¤reti de a¤›rl›kl› olarak mahkeme ile ayn›
49
Gauch/Schluep/Schmid/Rey, N 4071; BaK-Ehrat OR Art. 160 N 12; Schwenzer, N
71.16. Aksi görüfl Koller Alfred, Konventionalstrafe für Bauverzögerungen
(Verspätungsstrafe), in Koller Alfred (éd.), Bau- und Bauprozessrecht Ausgewählte Fragen,
St. Gallen 1996, N 18; Erdem, 49.
50
Konu hakk›nda, Alman Hukuku aç›s›ndan, ayr›nt›l› bilgi için bk. Fischer Detlev,
Vertragsstrafe und vertragliche Schadenersatzpauschalierung, Frankfurt am Main 1981,
özellikle s. 42 vd., ayr›ca bk. Pinto-Monteiro, s. 729 vd.
51
BVerfG, NJW 1970, s. 29 vd., s. 32 “[...] wenn die Zahlung des versprochenen Betrages in erster
Linie die Erfüllung des Hauptvertrages sichern und auf den Vertragsgegner einen möglichst
wirkungsvollen Druck ausüben soll, alle vertraglich übernommenen Verpflichtungen einzuhalten. Eine Schadenspauschalabrede liegt dagegen vor, wenn sie der vereinfachenden
Durchsetzung eines als bestehend vorausgesetzten Vertragsanspruches dienen soll [...]”. Ayr›ca
bk. BGH, NJW 1992, s. 2625; BGHZ 49, s. 84 vd., s. 89; BAG, NJW 1967, s. 751.
Erdem
332
görüfltedir52. Mahkemenin ortaya koydu¤u bu temel farkl›l›klar, k›staslar daha sonra ‹sviçre Hukukunda da kabul görerek benimsenmifllerdir53.
Yüksek Mahkemeye göre flayet, tazminat belirli bir miktar olarak öngören
sözleflme, özel olarak borçlunun borcuna uygun davranmas›na yönelik bir
bask› içeriyorsa cezai flart söz konusudur. Zira bu nitelik cezai flart kurumuna aittir. ‹lk planda, yani taraflar›n as›l amaçlar›yla sözleflmede böyle bir
bask›n›n görüldü¤ü hallerde anlaflma cezai flart olarak nitelendirilmelidir54.
Buna karfl›l›k taraflar›n amac› sadece tazminat› bafltan belirli bir miktar
olarak öngörmekten ibaret ise sui generis nitelikte bir sözleflme olan götürü
tazminat sözleflmesi ile karfl› karfl›ya bulunulmaktad›r. Götürü tazminat
sözleflmesi ile taraflar ileride do¤mas› muhtemel tazminat miktar›n› belirleyerek, sadece bu konudaki hakk›n elde edilmesini basitlefltirmektedirler55.
Mahkemenin belirtti¤i ikinci k›stas ise götürü tazminat sözleflmesinin zarar›n varl›¤›n› zorunlu k›ld›¤›d›r56. fiayet sözleflme her hangi bir zarar›n meydana gelmemesi halinde bile tazminat›n ödenmesini gerekli k›l›yorsa cezai
flart söz konusudur. Ancak belirtmek gerekir ki, Almanya’daki a¤›rl›kl› doktrin, ‹sviçre’de oldu¤u gibi, götürü tazminat sözleflmesinin alacakl›y› zarar›n
varl›¤›n› da ispattan muaf tuttu¤u yönündedir57. Yine belirtmekte yarar görüyoruz ki, bu görüfl kabul edildi¤inde bile, bu durum ancak zarar›n varl›¤›n›n ispat› konusundaki ispat yükünün tersine çevrilmesi anlam›ndad›r. Götürü tazminat sözleflmesi gündemde oldu¤u her durumda borçlu, her hangi
bir zarar›n meydana gelmedi¤ini ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir58.
‹ki kurum aras›ndaki fark çok aç›k bir biçimde ortaya konulmufl olmakla
birlikte, Alman Hukukunda da tart›flma, genel olarak cezai flarta iliflkin hükümlerin, özel olarak ise afl›r› cezan›n indirilmesine iliflkin hükmün (BGB §
52
Münchener Kommentar (MünchK)-Gottwald BGB Vorb. § 339 N 30; Beuthien, s. 498;
Bötticher Eduard, Wesen und Arten der Vertragsstrafe sowie deren Kontrolle, in Zeitschrift
für Arbeitsrecht 1970, s. 3 vd.; Hess Claus, Die Vertragsstrafe, Berlin 1993, s. 238 vd; Brox
Hans, Allgemeines Schuldrecht, 28. Aufl., Münich 2002, § 11 N 8; Schlechtriem Peter,
Schuldrecht, Allgemeiner Teil, Tübingen 1992, N 412. Farkl› yönde görüfller için bk.
Fischer Detlev, s. 72 vd.
53
Bk. Gauch/Schluep/Schmid/Rey, N 4071.
54
BVerfG, NJW 1970, s. 29 vd., s. 32.
55
BVerfG, NJW 1970, s. 29 vd., s. 32.
56
BVerfG, NJW 1970, s. 29 vd., s. 32; MünchK-Gottwald BGB Vorb. § 339 N 30.
57
Örne¤in MünchK-Gottwald BGB Vorb. § 339 N 30; Hess, 163 vd.; Larenz, s. 383.
58
BVerfG, NJW 1970, s. 29 vd., s. 32; MünchK-Gottwald BGB Vorb. § 339 N 30; Beuthien,
s. 500.
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
333
343) tazminat›n götürü olarak belirlenmesi sözleflmesine uygulan›p uygulanamayaca¤› noktas›na odaklanm›flt›r.
Alman Hukukunda tart›flman›n ilk devrelerinden günümüze kadar devam
etmekte olan hâkim görüfl59 afl›r› cezan›n indirilmesine iliflkin hükmün götürü tazminat sözleflmesine uygulanamayaca¤› yolundad›r. Yüksek Mahkeme de götürü tazminat sözleflmesinin niteli¤ini belirledi¤i kararlar›nda bu
görüflü benimsemektedir. Afl›r› cezan›n indirilmesine iliflkin BGB § 343 münhas›ran cezai flarta iliflkin bir hüküm olup, bu hükmün sui generis nitelikteki götürü tazminat sözleflmesine uygulanmas›na imkân yoktur60.
Hâkim görüfl karfl›s›nda yer alan Hukukçular ise61, Yüksek Mahkeme taraf›ndan ortaya konulan ve ö¤reti taraf›ndan da benimsenen ay›r›m›n yanl›fl
oldu¤unu savunmaktad›rlar. Bu yazarlara göre BGB § 339 ila 345 hükümleri, sadece cezai flart› de¤il, taraflar›n amac›n›n münhas›ran tazminat›n belirlenmesi olan sözleflmeleri de kapsamaktad›rlar.
IV. TÜRK HUKUKUNDAK‹ DURUM, DE⁄ERLEND‹RME VE SONUÇ
Türk Hukukunda götürü tazminat sözleflmesi kurumuna iliflkin do¤rudan
ve derinlemesine bir inceleme bulunmamaktad›r. Ancak bu durum, kurumun Türk Hukukunda reddedildi¤i anlam›na da gelmemektedir.
Tunçoma¤, altm›fll› y›llarda yazd›¤› Cezai fiart konulu eserinde, tazminat›n
götürü olarak belirlenmesine dolayl› olarak de¤inmektedir. Yazar, cezai flart›n hukuki niteli¤ini incelerken, Frans›z Hukukundan ve özellikle Peirano
Facio’dan etkilenerek62, cezai flart›n götürü tazminat niteli¤inde oldu¤unu
savunmufltur63. Bu görüflüyle yazar, Frans›z Hukukunda hâkim olan ve son
dönemlerde çok köklü elefltiriler alan görüfle kat›lm›fl olmaktad›r. Tunçoma¤
bu görüflü ile k›smen dahi olsa Yüksek Mahkemeyi de etkilemifltir. Yarg›tay’›n baz› kararlar›nda, Tunçoma¤’›n ileri sürdü¤ü bu görüfle at›f yaparak,
cezai flart› götürü tazminat niteli¤inde kabul etti¤i görülmektedir64.
59
Örne¤in MünchK-Gottwald BGB Vorb. § 339 N 30; Hess, 238 vd.
60
BGH, NJW 1992, s. 2625; BGHZ 49, s. 84, s. 89. Genel ‹fllem fiartlar›na ‹liflkin Kanunun
(AGB-Gesetz) denetimine tabi sözleflmeler aç›s›ndan farkl› durum için bk. BGH, NJW 1976,
s. 1886 vd.; Beuthien, s. 503. Ayr›ca bk. BGH, NJW 2005, s. 1645 vd.
61
Esser Josef/Schmid Eike, Schuldrecht, Allgemeiner Teil I, Entstehung, Inhalt und
Beendigung von Schuldverhältnissen, Heidelberg 1995, s. 271 vd.; Fischer Detlev, s. 172 vd.
62
Peirano-Facio Jorge, Nature juridique de la clause pénale dans les droits Français et
Latino-Americain, in Revue internationale de droit comparé 1949/1-2, s. 315 vd.
63
Tunçoma¤ Kenan, Türk Hukukunda Cezai fiart, ‹stanbul 1963, s. 29 vd.
64
Yarg›tay HGK 16.4.1986, 13-730/416, in Uçar Salter, Cezai fiart ve Uygulamas›, ‹stanbul
1993, 139 vd.; 13. HD 15.12.1981, 7896/8497, in Karahasan M. Reflit, Borçlar Hukuku,
Genel Hükümler, Cilt V, ‹stanbul 2004, s. 1048 vd.
Erdem
334
Konuya dolayl› bir bak›fl da O¤uzman/Öz’den gelmektedir. Yazarlar, taraflar›n borca ayk›r›l›ktan önce, tazminat›n tarz›n› ve miktar›n› belirledikleri anlaflman›n cezai flart anlaflmas› oldu¤unu söylemektedirler65. Bu flekilde bir
ifadeye eserin cezai flarta iliflkin bölümünde yer verilmifl olsa idi, burada cezai flart›n bir ifllevine at›f yap›ld›¤› fleklinde bir yorum yap›labilirdi. Ancak
bu belirleme kitab›n borçlar›n ifa edilmemesinin genel olarak sonuçlar›n›n
incelendi¤i bölümde, hükmedilecek tazminat bafll›¤› alt›nda verilmektedir.
Bu nedenle, O¤uzman/Öz’ün cezai flart ile götürü tazminat sözleflmesi aras›nda bir ay›r›m yapmad›¤›n› söylemek yanl›fl olmasa gerektir. Arsebük de
daha önceleri benzer görüflü dile getirmifltir66.
Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, cezai flart›n hukuki niteli¤inin götürü tazminat oldu¤u yolundaki Frans›z Hukukunda kabul edilen ve onun etkisi ile
Türk Hukukunda da yukar›da belirtti¤imiz yazarlar taraf›ndan benimsenen
görüfl pek yerinde de¤ildir. Cezai flart›n ifllevlerinden bir tanesinin tazminat›n götürü olarak belirlenmesi olmas›, cezai flart ve tazminat›n götürü olarak
belirlendi¤i sözleflmeyi ayn› sözleflme olarak nitelemeye yeterli de¤ildir67.
Bu görüflün kabulü, öncelikle taraflar›n tazminat›n götürü olarak belirlenmesi konusunda sui generis nitelikte bir sözleflme yapma imkân›n› engellemektedir. Bu durum ise, hukuki gerçeklik ve kanunun bütünü dikkate al›nd›¤›nda kabul edilemeyecek olan bir durumdur.
Frans›z Hukukunda hâkim olan tazminat›n götürü olarak belirlenmesi ile
cezai flart› ayn› kabul eden görüfle getirilen elefltiriler son derece yerindedir.
‹ki sözleflme birbirinden farkl›d›r. Yine, bu alanda götürü tazminat›n hukuki niteli¤i ve cezai flarttan farkl›l›klar› konusundaki Alman Yüksek Mahkemesi ve Alman Hukukundaki hâkim görüfl en yerinde ve Borçlar Hukuku
sistemimize en uygun görüfltür.
Tazminat›n götürü olarak belirlenmesi sözleflmesi sui generis nitelikte bir
sözleflme olarak sözleflmeye ayk›r›l›k halinde meydana gelmesi muhtemel
zarar sonucunda ödenmesi gerekli olan tazminat›n taraflara önceden, belirli bir miktar olarak kararlaflt›rma imkân› vermektedir. Tazminat›n götürü
olarak belirlenmesi sözleflmesinin konusu tazminat›n miktar› olup, sorumlulu¤un di¤er flartlar›nda bir de¤ifliklik yapmaz.
Tazminat›n götürü olarak takdiri sözleflmesi genel hükümlere (örne¤in BK
65
O¤uzman/Öz, s. 373.
66
Arsebük Esat, Borçlar Hukuku,Cilt I-II, 3. Bas›, Ankara 1950, s. 777.
67
Cezai flart›n hukuki niteli¤i konusunda bk. Erdem, s. 16 vd.; Karagöz Veli, Hizmet
Sözleflmesinde Cezai fiart, Yay›mlanmam›fl Doktora Tezi, ‹stanbul 2004, s. 14 vd.
Tazminat›n Taraflarca Götürü Olarak Belirlenmesi
335
19, 20; MK 23) tabîdir. Cezai flarta iliflkin hükümler, özellikle fazla zarar›n
talep edilmesine imkân veren BK 159 II ve afl›r› cezan›n indirilmesine iliflkin BK 161 III bu sözleflmeye uygulanmaz.
Tazminat›n götürü olarak belirlenmesinin temeli, sözleflmeye rengini veren
unsur tazminat miktar›n›n kesin bir flekilde kararlaflt›r›lmas›d›r. fiayet taraflara, cezai flartta oldu¤u flekliyle, fazla zarar›n talep edilmesi imkân› tan›n›rsa, bu durum sözleflmenin temel amac›n›n ortadan kalkmas› sonucunu
do¤uracakt›r. Böyle bir uygulama, sözleflmeye kanunun öngörmedi¤i bir müdahale olarak taraf iradelerinin yok say›lmas› anlam›na gelecektir.
Afl›r› cezan›n indirilmesine iliflkin hükmün uygulanmas› da ayn› biçimde de¤erlendirilmelidir. Unutulmamal›d›r ki, sözleflmeye müdahale edilerek afl›r›
ceza miktar›n›n indirilmesi hâkimin normal yetkilerini aflan, istisnai bir yetkidir68. Öngörülme amac› aç›s›ndan de¤erlendirildi¤inde de hâkimin afl›r›
cezaya müdahale imkân›n›n götürü tazminat sözleflmesi alan›nda kabul
edilmesine imkân yoktur.
Afl›r› cezan›n indirilmesine iliflkin kanuni düzenleme gerekçesini, özellikle
cezan›n muaccel hale gelmesi için herhangi bir zarar›n meydana gelmesine
gerek olmamas›nda bulmaktad›r. Kanun koyucu herhangi zarar olmasa bile
kararlaflt›r›lan cezan›n talep edilmesine imkân vererek, borçlar hukuku sistemine cezai flart ile bir istisna getirirken öngördü¤ü bu istisnay› da kontrol
alt›na almak istemifltir. Benzer bir gerekçe götürü tazminat sözleflmesi için
kabul edilemeyece¤i gibi, baflka bir gerekçe de ilgili hükmün (BK 161 III) söz
konusu sözleflme aç›s›ndan uygulanmas›n› hakl› ç›karmaktan uzakt›r.
68
Von Tuhr Andreas/Escher Arnold, Allgemeiner
Obligationenrechts, Band II, 3. Aufl., Bern 1974, s. 284.
Teil
des
Schweizerischen
MEVZUAT ve KARAR
TAHL‹LLER‹
2005 OCAK-HAZ‹RAN MALÎ HUKUK KRON‹⁄‹
Doç. Dr. Hakan ÜZELTÜRK*
1) Motorlu tafl›tlar vergisine esas olacak kasko sigortas› de¤eri oran› % 5 olarak belirlendi.
31.12.2004 tarih 25687 (3. Mükerrer) say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan
2004/8327 say›l› Bakanlar Kurulu Karar› ile 197 say›l› Motorlu Tafl›tlar Vergisi Kanunu’nun 5’inci maddesindeki (I) say›l› tarifede yer alan otomobil,
kapt›kaçt›, arazi tafl›tlar› ve benzeri tafl›tlar için, y›llar itibar›yla uygulanacak olan motorlu tafl›tlar vergisi tutarlar›, Türkiye Sigorta ve Reasürans fiirketleri Birli¤i taraf›ndan her y›l›n Ocak ay›nda ilan edilen kasko sigortas›
de¤erlerinin % 5’ini aflmas› hâlinde, ayn› yafl grubunda bulunan tafl›tlara ait
vergi tutarlar›, bir alt kademedeki tafl›tlara isabet eden vergi tutar› olarak
uygulanmas› kararlaflt›r›lm›flt›r. 07.01.2005 tarih 25693 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 24 Seri Numaral› Motorlu Tafl›tlar Vergisi Kanunu Genel
Tebli¤i ile 14.12.2004 tarihli ve 2004/8327 say›l› Bakanlar Kurulu Karar›’na
göre kasko sigortas› de¤eri uygulamas›n›n usul ve esaslar› aç›klanm›flt›r.
2) Karayollar› Trafik Muayene ‹stasyonlar›nda Yap›lacak Araç Muayenelerinde Al›nacak Harçlar Hakk›ndaki 1 say›l› Sirküler ile
01/01/2005 tarihinden itibaren muayene istasyonlar›nca yap›lacak
araç muayenelerinde al›nacak Teknik Muayene Harç tutarlar› afla¤›daki flekilde saptanm›flt›r:
a-
Otobüs, kamyon, çekici ve tanker için
118 YTL.
b-
Otomobil, minibüs, kamyonet, özel amaçl› tafl›t,
arazi tafl›t›, römork ve yar› römork için
88,5 YTL.
Traktör (römorklu ve römorksuz), motosiklet,
motorlu bisiklet için
47,2 YTL.
c-
Ayr›ca, 2918 say›l› Kanunu’n 35. maddesinin 2. f›kras›nda yer alan “Muayene süresi geçirilen her ay için muayene ücreti, yetki verilen gerçek veya tü*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Vergi Hukuku Anabilim Dal› Ö¤retim Üyesi.
340
Üzeltürk
zelkifli ya da alt iflleticiler taraf›ndan, % 5 fazlas› ile tahsil edilir. Ay kesirleri tam ay olarak hesap edilir.” hükmünün vergi dairelerince yap›lacak harç
tahsilat› s›ras›nda dikkate al›nmayaca¤› hükme ba¤lanm›flt›r.
3) 2 say›l› Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Malî Müflavirlik ve Yeminli Malî Müflavirlik Kanunu Sirküleri 04.01.2005 tarihinde yay›nland›.
Bu düzenleme ile serbest bölgelerde faaliyette bulunan gerçek ve tüzel kiflilerin vergi mükellefiyetlerini tesis ettirmeleri, bu mükelleflerle tam tasdik
sözleflmesi bulunan yeminli malî müflavirlerin de düzenleyecekleri raporlar›n ayr› bir bölümünde serbest bölge kapsam›nda yap›lan faaliyetlere iliflkin
de¤erlendirmeye yer vermeleri gerekti¤i, münhas›ran serbest bölgelerde faaliyette bulunan mükelleflerin istemeleri hâlinde yeminli malî müflavirlerden tasdik hizmeti almalar› ve bu mükellefler hakk›nda yeminli malî müflavirlerin rapor düzenlemelerinin de mümkün oldu¤u belirtildi.
4) 2005 y›l› de¤erli k⤛t bedelleri yeniden belirlendi.
05.01.2005 tarih ve 25691 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 22 seri numaral› De¤erli K⤛tlar Kanunu Genel Tebli¤i ile 210 say›l› Kanun’a ekli ve
5281 say›l› Kanun’la de¤iflik De¤erli K⤛tlar Tablosu’nda yer alan de¤erli
k⤛tlar›n bedelleri, 01.10.2005 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere tespit edilmifl ve 5083 (4) say›l› Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Para Birimi
hakk›nda Kanun hükümleri çerçevesinde Yeni Türk Liras› olarak belirlenmifltir.
5) 2005 y›l› harç tutarlar› yeniden belirlendi.
05.01.2005 tarih ve 25691 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 46 seri numaral› Harçlar Kanunu Genel Tebli¤i ile maktu harç miktarlar›, 01.01.2005 tarihinden geçerli olmak üzere, 2004 y›l› için % 11,2 olarak belirlenen yeniden
de¤erleme oran›nda art›r›lm›fl ve YTL olarak Tebli¤ ekindeki tarifelerde belirtilmifltir.
6) ‹hracattan do¤an KDV iade alaca¤›n›n mal veya hizmet al›nan
mükelleflerin vergi borcuna mahsubunun talep edilmesinden sonra
bu talepten vazgeçilerek nakden iade istenilemeyece¤i hakk›nda
aç›klamalar içeren 06.01.2005 tarihli 22 numaral› Katma De¤er Vergisi Sirküleri yay›nland›.
7) 2 numaral› Motorlu Tafl›tlar Vergisi Sirküleri ile panel van tipi ta-
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
341
fl›tlar›n tan›mlanmas› ve vergilendirilmesi konusunda aç›klamalar
yap›lm›flt›r.
8) 24 seri numaral› Motorlu Tafl›tlar Vergisi Genel Tebli¤i ile (RG:
07.01.2005/25693) kasko sigortas› de¤eri uygulamas›n›n usul ve esaslar› düzenlenmifltir.
9) 23 numaral› Katma De¤er Vergisi Sirküleri ile e¤itim-ö¤retim hizmetlerinde KDV oran›n›n % 18’den % 8’e indirilmesi nedeniyle, hizmetin 01.01.2005 tarihinden sonra ifâ edilen k›sm›na ait KDV fark›n›n iade edilmesi hakk›nda aç›klamalarda bulunulmufltur
(07.01.2005).
10) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Tayland Krall›¤› Hükümeti
Aras›nda Gelir ve Servet Üzerinden Al›nan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakç›l›¤›na Engel Olma Anlaflmas› ve
Eki Protokol’un Onaylanmas› Hakk›ndaki 2004/8275 say›l› Bakanlar
Kurulu Karar› 08.01.2005 tarih ve 25694 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
11) Türkiye Cumhuriyeti ile Lüksemburg Büyük Dükal›¤› Aras›nda
‹mzalanan Gelir ve Servet Üzerinden Al›nan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakç›l›¤›na Engel Olma Anlaflmas›’n›n Onaylanmas› Hakk›ndaki 2004/8309 say›l› Bakanlar Kurulu
Karar› 08.01.2005 tarih ve 25694 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
12) 11.01.2005 tarihli ve 25697 say›l› Resmî Gazete’de Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunmas› Hakk›nda Kanuna ‹liflkin Tebli¤’de De¤ifliklik Yap›lmas›na ‹liflkin 2005/1 say›l›
Tebli¤ yay›nlanm›flt›r.
Bu tebli¤ ile 09/04/2003 tarihli ve 25074 say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanan
2003/1 s›ra numaral› Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin
Korunmas› Hakk›nda Kanun’a ‹liflkin Tebli¤’in 2004/1 s›ra numaral› Tebli¤
ile de¤iflik 6. maddesinde yer alan “üçyüzonmilyon liraya” ibaresi “üçyüzelli
Yeni Türk Liras›’na” olarak de¤ifltirilmifltir.
13) 6183 say›l› Kanun kapsam›na giren borçlar›na karfl›l›k olarak
baz› mükelleflerin tafl›nmazlar›n›n Maliye Bakanl›¤›’nca sat›n al›nabilmesine iliflkin geçici 8. maddenin uygulanma esaslar› aç›klanm›flt›r.
342
Üzeltürk
12.01.2005 tarih ve 25698 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 433 seri numaral› Tahsilat Genel Tebli¤i ile, 21.09.2004 gün ve 25590 say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanan 5234 say›l› Baz› Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Kanun’un 7. maddesinin (b) bendi ile
21.7.1953 tarihli ve 6183 say›l› Amme Alacaklar›n›n Tahsil Usulü Hakk›nda
Kanuna 01.01.2005 tarihinde yürürlü¤e girmek ve 31.12.2007 tarihine kadar uygulanmak üzere eklenen, 6183 say›l› Kanun kapsam›na giren borçlar›na karfl›l›k olarak baz› mükelleflerin tafl›nmazlar›n›n Maliye Bakanl›¤›’nca
sat›n al›nabilmesine iliflkin geçici 8. maddenin uygulanma esaslar› aç›klanm›flt›r.
14) 4054 say›l› Rekabetin Korunmas› Hakk›nda Kanun’un 16 ve 17.
maddelerinde Düzenlenmifl Olan ‹dari Para Cezalar›n›n 31.03.2005
Tarihine Kadar Geçerli Olmak Üzere Art›r›ld›¤›n›n Duyurulmas›na
‹liflkin 2005/1 numaral› Tebli¤ yay›nlanm›flt›r.
15) Türkiye Muhasebe Standartlar› Kurulu Finansal Tablolar›n Sunulufluna ‹liflkin Türkiye Muhasebe Standard› Hakk›nda 1 ve 2 seri
numaral› Tebli¤’leri yay›nlanm›flt›r.
16) 5216 say›l› Büyükflehir Belediyesi Kanunu’nun geçici 2. maddesinin basit usulde vergilendirilen mükellefler yönünden aç›klanmas›
konusunda 13.01.2005 tarihli 29 numaral› Gelir Vergisi Sirküleri yay›nlanm›flt›r.
17) 14 say›l› Damga Vergisi Sirküleri 14.01.2005 tarihinde yay›nlanm›flt›r.
18) Yeminli Malî Müflavirlik ve Serbest Muhasebeci Malî Müflavirlik
S›nav Yönetmeli¤i 16 Ocak 2005 tarihli ve 25702 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
Anayasa Mahkemesi, 18.01.2005 tarihinde 5272 say›l› Belediye Kanunu’nu flekil yönünden iptal etti ve yasal bofllu¤un doldurulmas› için
yasama organ›na 6 ay süre verdi.
19) 24 numaral› Katma De¤er Vergisi Sirküleri yay›nlanm›flt›r.
14 Ocak 2005 tarihli Sirküler ile Aral›k 2004 Vergilendirme Döneminden ‹tibaren Kullan›lacak Olan 1 Numaral› (Gerçek Usulde Vergilendirilen Mükellefler ‹çin) Katma De¤er Vergisi Beyannamesi’nin Düzenlenmesi konusunda
aç›klamalar yap›lm›flt›r.
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
343
20) 93 seri numaral› Katma De¤er Vergisi Genel Tebli¤i yay›nlanm›flt›r.
19 Ocak 2005 tarihli ve 25875 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan tebli¤ ile
katma de¤er vergisi ile ilgili düzenlemeler yap›lm›flt›r.
21) Zorunlu Karayolu Tafl›mac›l›k Mali Sorumluluk Sigortas› Tarife
ve Talimat› yay›nlanm›flt›r (RG: 19.01.2005-25705 Mükerrer).
22) Anayasa Mahkemesi’nin Vergi Bar›fl› ile ilgili karar› yay›nlanm›flt›r. (RG: 10.02.2005-25723).
26.05.2004 tarihli ve 35/64 Say›l› kararda Yüksek Mahkeme flu sonuca ulaflm›flt›r:
“25.2.2003 günlü, 4811 say›l› “Vergi Bar›fl› Kanunu”nun 14. maddesinin (2)
numaral› f›kras›nda yer alan “... veya belgelerin as›l veya suretlerini tamamen
veya k›smen sahte olarak düzenleyenler ...” ibaresinin Anayasa’ya ayk›r› olmad›¤›na ve itiraz›n REDD‹NE, 26.5.2004 gününde OYB‹RL‹⁄‹YLE karar
verildi.”
23) Sinemalarda girifl biletleri ödeme kaydedici cihazlarla düzenlenmesine iliflkin aç›klamalar yap›lm›flt›r.
12.2.2005 tarih ve 25725 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 63 Seri No’lu Katma De¤er Vergisi Mükelleflerinin Ödeme Kaydedici Cihazlar› Kullanmalar›
Mecburiyeti Hakk›nda Kanun’la ‹lgili Genel Tebli¤ ile biletle girilen yerlere
iliflkin e¤lence vergisinin hesaplanmas› ve ödenmesine dair ifllemlerin ödeme
kaydedici cihaz kullan›larak yap›lmas›na iliflkin usul ve esaslar aç›klanm›flt›r.
24) Vergi beyannamelerini elektronik ortamda do¤rudan kendileri
gönderebilecek mükelleflerin kapsam› geniflletilmifltir.
14.2.2005 tarihinde yay›nlanan 15 numaral› Vergi Usul Kanunu Sirküleri ile
340 S›ra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebli¤i’nde belirlenen esaslar çerçevesinde beyannamelerini elektronik ortamda do¤rudan kendileri gönderebilecek mükelleflere ilave olarak, belirlenen aktif büyüklük ile net sat›fl tutar› ölçüleri flart› aran›lmaks›z›n katma bütçeli idareler, il özel idareleri, belediyeler ve bunlara ba¤l› iktisadi iflletmeler, kamu iktisadi teflebbüsleri,
devlet ve kamu iktisadi teflebbüsleri ifltirakleri, döner sermayeli iflletmeler,
özerk kurulufllar ile di¤er kamu kurumlar›, noterler, muhasebeye iliflkin ifllemleri, iflletmede ba¤›ml› olarak çal›flan ve 3568 say›l› Kanun’a göre ruhsat
344
Üzeltürk
alm›fl bulunan meslek mensuplar› taraf›ndan yerine getirilen mükellefler,herhangi bir hadde ve s›n›rlamaya tabi olmaks›z›n, yeminli mali müflavirlerle tam tasdik sözleflmesi imzalam›fl olan mükelleflerin istemeleri halinde beyannamelerini elektronik ortamda do¤rudan kendilerinin göndermesi uygun görülmüfltür. Sirkülerde ayr›ca yeminli mali müflavirler ile tam tasdik sözleflmesi yapm›fl olan mükelleflerin beyannamelerinin elektronik ortamda gönderilmesine iliflkin aç›klamalar yap›lm›flt›r.
25) Ocak 2005 vergilendirme dönemine ait katma de¤er vergisi beyannamelerinin ilgili vergi dairesine verilmesi süresi 17.2.2005 tarihinde yay›nlanan 26 numaral› Katma De¤er Vergisi Kanunu Sirküleri ile 25 fiubat 2005 tarihine kadar uzat›lm›flt›r.
26) 17.2.2005 tarihinde yay›nlanan 27 numaral› Katma De¤er Vergisi
Kanunu Sirküleri ile indirimli katma de¤er vergisi oran›na tabi mal
teslimi ve hizmet ifas› bulunan mükelleflerin, Katma De¤er Vergisi
Kanunu’nun 29/2. maddesine göre 2004 y›l› sonu itibariyle indiremedikleri katma de¤er vergisinin iadesini talep edip edemeyecekleri
konusunda aç›klamalar yap›lm›flt›r.
27) Ar-Ge indirimi uygulamas›na iliflkin 86 seri numaral› Kurumlar
Vergisi Genel Tebli¤i yay›nlanm›flt›r (RG:20.2.2005-25733).
28) 22.02.2005 tarihli ve 15 No’lu Kurumlar Vergisi Sirküleri ile kamuya yararl› derneklere sa¤lanan vergisel avantajlar 5253 say›l›
Dernekler Kanunu çerçevesinde yeniden de¤erlendirilmifltir.
Bir derne¤in kamuya yararl› dernek say›lmas›na iliflkin flartlar 2908 say›l›
mülga Dernekler Kanunu’nun 58. maddesinde düzenlenmifl bulunmaktayd›.
5253 say›l› yeni Dernekler Kanunu’nda ise konu 27. maddede düzenlenmifltir. Söz konusu maddenin birinci f›kras› uyar›nca, bir derne¤in kamu yarar›na çal›flan derneklerden say›labilmesi için en az bir y›ldan beri faaliyette
bulunmas›,ve amac›n›n ve bu amac› gerçeklefltirmek için giriflti¤i faaliyetlerin topluma yararl› sonuçlar verecek nitelikte ve ölçüde olmas›, gerekmektedir.
Kamuya yararl› dernek statüsü, ilgili bakanl›klar›n ve Maliye Bakanl›¤›’n›n
görüflü de al›narak ‹çiflleri Bakanl›¤›’n›n teklifi ve Bakanlar Kurulu’nun karar› ile verilmektedir.
5253 say›l› Dernekler Kanunu’nun 27. maddesi ile 2908 say›l› Dernekler Kanunu’nun 58 ve 59. maddeleri paralel nitelikte hükümler ihtiva etti¤inden,
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
345
2 numaral› Kurumlar Vergisi Sirküleri’nde yap›lan di¤er aç›klamalar geçerlili¤ini sürdürmektedir.
29) Akaryak›t istasyonlar›n›n pompalar›n›n ödeme kaydedici cihazlara ba¤lanmas› için verilen süre Maliye Bakanl›¤›’nca 28.03.2005 tarihine kadar bir kez daha uzat›ld›. Katma De¤er Vergisi Mükelleflerinin Ödeme Kaydedici Cihazlar› Kullanmalar› Mecburiyeti Hakk›nda Kanunla ‹lgili 64 Seri No’lu Genel Tebli¤ yay›nland›. (RG:
25.2.2005/25738)
30) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve ‹ran Cumhuriyeti Hükümeti
Aras›nda Yat›r›mlar›n Karfl›l›kl› Teflviki ve Korunmas›na ‹liflkin Anlaflma”n›n ve Eki Protokol’ün Onaylanmas› Hakk›nda 2005/8467 say›l› 4/2/2005 tarihli Bakanlar Kurulu Karar› 25.2.22005 tarih ve 25738
say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
31) 5303 Say›l› Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birli¤i Aras›ndaki
Malî ‹flbirli¤i Çerçevesinde Temin Edilecek Malî Yard›mlar›n Uygulanmas›na ‹liflkin Çerçeve Anlaflman›n Onaylanmas›n›n Uygun Bulundu¤una Dair Kanun 26.2.2005 tarih ve 25739 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
32) 2005 Y›l› Ocak Ay›na Ait Yat›r›m Teflvik Belgelerinin Sektörel Da¤›l›m› Hakk›nda Tebli¤ 27.2.2005 tarih ve 25740 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
33) 2005 Y›l› Ocak Ay›nda Verilen Belgeler ve Yararland›r›lan Teflvik
Unsurlar› Hakk›nda Tebli¤ 27.2.2005 tarih ve 25740 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
34) D›fl Ticarette Standardizasyon Tebli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›
Hakk›nda 2005/11 No’lu Tebli¤ 27.2.2005 tarih ve 25740 say›l› Resmî
Gazete’de yay›nland›.
35) Küçük ve Orta Ölçekli ‹flletmelerin Desteklenmesi Amac›yla Avrupa Konseyi Kalk›nma Bankas›ndan Sa¤lanan Krediye ‹liflkin Tamamlay›c› Anlaflman›n Yürürlü¤e Girmesi Hakk›nda 2005/8526 say›l› Karar 2.3.2005 tarihli 25743 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
36) 6183 say›l› Amme Alacaklar›n›n Tahsil Usulü Hakk›nda Kanun’un 51’inci Maddesine Göre Uygulanmakta Olan Gecikme Zamm›
Oran› % 3 olarak tespit edildi.
346
Üzeltürk
37) 94 Seri No’lu Katma De¤er Vergisi Genel Tebli¤i 2.3.2005 tarihli
25743 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
5281 say›l› Kanun’la 3065 say›l› Katma De¤er Vergisi Kanunu’na eklenen
geçici 23. maddede Milli E¤itim Bakanl›¤›’na bilgisayar ve donan›mlar›n›n
bedelsiz teslimleri ile bunlara iliflkin yaz›l›m teslimi ve hizmetleri, bu mal ve
hizmetlerin ba¤›fl› yapacak olanlara teslim ve ifas› 31.12.2010 tarihine kadar katma de¤er vergisinden istisna edilmifl; ayn› maddenin ikinci f›kras›nda ise istisna uygulamas›na iliflkin usul ve esaslar›n Maliye Bakanl›¤› taraf›ndan tespit edilece¤i hükme ba¤lanm›flt›r.
Bu hüküm uyar›nca söz konusu istisnaya iliflkin usul ve esaslar› belirleme
amac›yla Maliye Bakanl›¤› taraf›ndan afla¤›da metni yer alan 94 Seri no’lu
Katma De¤er Vergisi Genel Tebli¤i yay›nlanm›flt›r.
38) Anayasa Mahkemesinin 9.4.2003 tarih ve 4842 say›l› Baz› Kanunlarda De¤ifliklik Yap›lmas› Hakk›nda Kanun’un 15. maddesiyle de¤ifltirilen 193 say›l› Gelir Vergisi Kanunu’nun mükerrer 121. maddesinin son f›kras›ndaki “... vergi mahsup ve iadesine tâbi tutulacak
mal ve hizmet al›mlar›n› yukar›da say›lanlarla s›n›rl› olmaks›z›n
tespit etmeye ...” ibaresinin ve 24. maddesiyle 3065 say›l› Katma De¤er Vergisi Kanunu’na eklenen geçici 19. maddenin, ikinci tümcesindeki “... istisna uygulanacak miktara iliflkin alt s›n›r belirlemeye ...”
ibaresinin Anayasa’n›n 73. maddesine ayk›r› oldu¤u gerekçesi ile iptaline iliflkin 15.7.2004 tarihli ve 2003/33 E., 2004/101 K. say›l› karar›
2.3.2005 tarihli 25743 say›l› Resmi Gazete’de yay›nland›.
39) ‹nternet kafelerden e¤lence vergisi al›n›p al›nmayaca¤› hususuna 2.3.2005 tarihli ve 1 No’lu Belediye Gelirleri Kanunu Sirküleri ile
aç›kl›k getirildi.
Bilindi¤i gibi, 2464 say›l› Kanun’un 17’nci maddesinde, belediye s›n›rlar› ile
mücavir alanlar içinde yer alan e¤lence iflletmelerinin faaliyetlerinin e¤lence vergisine tabi oldu¤u hükme ba¤lanm›flt›r. Ayn› Kanun’un istisna ve muafl›klara iliflkin 19’uncu maddesinin 5 numaral› bendinde de, bira, alkollü içki içilmeyen, sat›lmayan ve ruhsatnamelerde kahvehane, k›raathane, çayhane ve çay ocaklar› oldu¤u belirtilen yerler e¤lence vergisinden istisna edilmifltir. Buna göre, internete ba¤lanma hizmeti veren, bira, alkollü içki içilmeyen, sat›lmayan ve ruhsatnamelerinde “Kahvehane” veya “‹nternet Kafe”
yaz›l› yerlerin e¤lence vergisi ile yükümlü tutulmamalar› hususu an›lan sirküler ile tespit edilmifltir.
40) Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müflavirlik ve
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
347
Yeminli Mali Müflavirlik Kanunu çerçevesinde yeminli malî müflavirlerce tasdik raporu düzenlenmesi ve vergi beyannamelerinin
meslek mensuplar›nca imzalanmas› konular›na iliflkin usul, esas ve
ifllemlerde dikkate al›nacak hadleri yeniden belirleyen Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müflavirlik ve Yeminli Mali
Müflavirlik Kanunu 37 S›ra No’lu Genel Tebli¤i 3.3.2005.tarihli 25744
say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
41) Elektronik ortamda gönderilmesi zorunlu beyannameler ve beyannamelerini elektronik ortamda göndermek zorunda olan mükellefler ve bu zorunlulu¤un bafllama tarihi ilgili düzenlemeler içeren
346 S›ra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebli¤i 3.3.2005 tarihli 25744
say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
42) Ticari, zirai ve mesleki kazançlar› dolay›s›yla gerçek usulde vergilendirilen gelir vergisi mükellefleri ile kurumlar vergisi mükellefleri için “Performans Derecelendirme Bildirimi” verme zorunlulu¤u
Performans Derecelendirme Bildirimi uygulamas› hakk›nda aç›klamalar getiren 3.3.2005 tarihli 16 No’lu Vergi Usul Kanunu Sirküleri
ile kald›r›lm›flt›r.
43) 4.3.2005 tarihli ve 25745 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 434
Seri No’lu Tahsilat Genel Tebli¤i ile 6183 say›l› Amme Alacaklar›n›n
Tahsil Usulü Hakk›nda Kanun’un 48’inci maddesine göre tecil ve
taksitlendirilen amme alacaklar›na uygulanacak y›ll›k tecil faizi
oran› y›ll›k % 30 olarak tespit edilmifltir.
44) Vadesinde ödenmeyen amme alacaklar› için % 3 oran›nda gecikme zamm› öngören 2005/8551 say›l› Bakanlar Kurulu Karar›’n›n uygulanmas› hakk›nda 4.3.2005 tarihli ve 25745 say›l› Resmî Gazete’de
yay›nlanan 434 Seri No’lu Tahsilat Genel Tebli¤i ile Maliye Bakanl›¤› taraf›ndan aç›klamalar yap›lm›flt›r.
45) Teknoloji Gelifltirme Bölgelerinde Uygulanan Vergisel Teflvikler
hakk›nda 4.3.2005 tarihli 16 No’lu Kurumlar Vergisi Sirküleri ile düzenleme yap›ld›.
46) Türkiye Cumhuriyeti ve Federal Demokratik Etyopya Cumhuriyeti Aras›nda Yat›r›mlar›n Karfl›l›kl› Teflviki ve Korunmas›na ‹liflkin
Anlaflma’n›n Onaylanmas› Hakk›nda 2005/8520 say›l› Bakanlar Kurulu Karar› 8.3.2005 tarih ve 25749 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
348
Üzeltürk
47) 22 S›ra No’lu Muhasebat Genel Müdürlü¤ü Genel Tebli¤i Eki Cetvel ile ilgili düzeltme 9.3.2005 tarihli ve 25750 say›l› Resmî Gazete’de
yay›nland›.
48) Vergi Usul Kanunu Uyar›nca Vergi Mükellefleri Taraf›ndan Kullan›lan Belgelerin Bas›m Ve Da¤›t›m›n› Düzenleyen Yönetmelikte
11.3.2005 tarihli ve 25752 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan Vergi
Usul Kanunu Uyar›nca Vergi Mükellefleri Taraf›ndan Kullan›lan
Belgelerin Bas›m ve Da¤›t›m› Hakk›nda Yönetmelikte De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Yönetmelik ile de¤ifliklik yap›ld›.
49) D›fl Ticaret Müsteflarl›¤› 2005 Y›l› fiubat Ay›na Ait Vergi, Resim ve
Harç ‹stisnas› Belgelerinin (Y) Listesi ile ‹lgili Tebli¤ 13.3.2005 tarihli ve 25754 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
50) 15 Mart 2005’te yay›nlanan 5 No’lu Ödeme Kaydedici Cihaz Sirküleri’nde Akaryak›t pompalar›na (LPG dahil) ba¤lanacak olan ödeme kaydedici cihazlar ile bunlar› üreten veya ithal eden firmalar›n
ilan›, yükümlülüklerini süresinde yerine getiremeyen mükelleflerin
yapacaklar› ifllemler ve akaryak›t sat›fllar›nda kullan›lacak belgeler
konu edilmifltir.
51) Özel Tüketim Vergisi Beyannamesi ekinde vergi dairelerine verilen taahhütnamelerin yaln›zca belli paray› ihtiva etmesi durumunda damga vergisine tabi olacaklar› hükme ba¤land›. (15.3.2005
tarihli ve 15 No’lu Damga Vergisi Sirküleri)
52) Yat›r›m ‹ndirimi ‹stisnalar› uygulamas› konusunda 15.3.2005 tarihli ve 32 No’lu Gelir Vergisi Sirküleri yay›nland›r.
53) D›fl Ticaret Müsteflarl›¤› taraf›ndan yay›mlanan D›fl Ticaret Sermaye fiirketlerine ‹liflkin Karar ile D›fl Ticaret Sermaye fiirketi Statüsü verilen flirketler belirtildi
16.3.2005 tarihli ve 25757 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan D›fl Ticaret
Sermaye fiirketlerine ‹liflkin Karar ile 95/7623 say›l› ‹hracat Rejimi Karar›’n›n 3’üncü maddesinin (k) bendi uyar›nca yürürlü¤e konulan “‹hracat
2004/12” say›l› Tebli¤’de belirtilen kriterler dikkate al›narak “D›fl Ticaret
Sermaye fiirketi” statüsü verilen flirketler belirtilmifltir. Ayn› flekilde, bu Karar ile 18/4/2004 tarih ve 25437 say›l› Resmî Gazete’de, 21/5/2004 tarih ve
25468 say›l› Resmî Gazete’de, 8/6/2004 tarih ve 25486 say›l› Resmî Gazete’de, 15/7/2004 tarih ve 25523 say›l› Resmî Gazete’de, 7/8/2004 tarih ve
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
349
25546 say›l› Resmî Gazete’de, 21/9/2004 tarih ve 25590 say›l› Resmî Gazete’de, 9/11/2004 tarih ve 25638 say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanan D›fl Ticaret Sermaye fiirketlerine ‹liflkin Kararlar yürürlükten kald›r›lm›flt›r.
54) D›fl Ticarette Standardizasyon Tebli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›
Hakk›nda 2005/13 No’lu Tebli¤ 19.3.2005 tarih ve 25760 say›l› Resmî
Gazete’de yay›nland›.
55) 25 Kas›m 2004 tarihinde Tunus’ta imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Tunus Cumhuriyeti Aras›nda Serbest Ticaret Alan› Tesis
Eden Ortakl›k Anlaflmas›”n›n onaylanmas› uygun bulundu
5318 say›l› Türkiye Cumhuriyeti ile Tunus Cumhuriyeti Aras›nda Serbest
Ticaret Alan› Tesis Eden Ortakl›k Anlaflmas›n›n Onaylanmas›n›n Uygun Bulundu¤una Dair Kanun 19.3.2005 tarih ve 25760 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
56) ‹ndirimli bina vergisi oran› uygulamas›ndan yararlanmak için
gereken belgeleri belediyeye verme süresi May›s ay› sonuna kadar
uzat›ld›. Bununla ilgili 3 Seri No’lu Emlak Vergisi Kanunu Genel
Tebli¤i 20.3.2005 tarih ve 25761 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
57) Geçici ‹thalat Sözleflmesi ve Ekleri kapsam›nda Türkiye’ye ATA
karneleri ile geçici olarak ithal edilebilecek eflyaya ve ATA karnelerine gümrük idarelerince yap›lacak ifllemleri belirlemek amac› ile
21.3.2005 tarihli 25762 say›l› Resmî Gazete’de 4 Seri No’lu Gümrük
Genel Tebli¤i (Geçici ‹thalat) yay›nland›.
58) Vergi Konseyi Yönetmeli¤i yay›nland›. (RG: 22.3.2005-25763)
59) Tekdüzen Hesap Plan› ve ‹zahnamesi Hakk›nda Tebli¤’de de¤ifliklik yap›ld›.
24.3.2005 tarihli ve 25765 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan Bankac›l›k Düzenleme ve Denetleme Kurumu Tebli¤i ile Tekdüzen Hesap Plan› ve ‹zahnamesi Hakk›nda Tebli¤’de de¤ifliklik yap›lm›flt›r. Sözkonusu Tebli¤ ile yeniden
de¤erleme de¤er art›fl› hesaplar›, al›nan kar paylar›, Türk paras› ve yabanc›
para hesaplar› hususlar›nda yeni aç›klamalar getirilmifltir.
60) 24.3.2005 tarihinde Enflasyon Düzeltmesi Uygulamas› konusunda 17 s›ra numaral› Vergi Usul Kanunu Genel Tebli¤i yay›nland›.
350
Üzeltürk
61) 26.3.2005 tarih 25767 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 4 Seri ve
35 Numaral› Tebli¤ ile Sermaye Piyasas› Kanununa Tabi Olan Halka
Aç›k Anonim Ortakl›klar›n Temettü ve Temettü Avans› Da¤›t›m›nda
Uyacaklar› Esaslar Hakk›nda Tebli¤de de¤ifliklik yap›ld›.
62) 28.3.2005 tarih 25769 say›l› Resmî Gazete’de 2005 Y›l› fiubat Ay›na Ait Yat›r›m Teflvik Belgelerinin Sektörel Da¤›l›m› Hakk›nda Tebli¤ yay›nlanm›flt›r.
63) 28.3.2005 tarih 25769 say›l› Resmî Gazete’de Hazine müsteflarl›¤›
taraf›ndan ayr›ca 2005 Y›l› fiubat Ay›nda Verilen Belgeler ve Yararland›r›lan Teflvik Unsurlar› Hakk›nda Tebli¤ yay›nlanm›flt›r.
64) 1 Nisan 2005 tarihli 25773 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 8 S›ra No’lu 2005 Mali Y›l› Bütçe Uygulama Talimat›’nda, Elektronik ortamdan daha fazla yararlan›lmas›, Bürokratik süreçlerin k›salt›larak
ifl süreçlerinin etkinlefltirilmesi, Ödeme emirlerinin evrak olarak
postalanmas›ndan kaynaklanan zaman ve maliyet gibi sorunlar›n ortadan kald›r›lmas›,‹ta amirlerince bu amaçla imzalanan evrak say›s›n›n azalt›lmas›, hususlar›na iliflkin genel esaslar düzenlenmifltir.
65) Türkiye Cumhuriyeti ve Afganistan ‹slami Geçifl Devleti Aras›nda Yat›r›mlar›n Karfl›l›kl› Teflviki ve Korunmas›na ‹liflkin Anlaflma
onayland›.
1 Nisan 2005 tarihli 25773 say›l› Resmî Gazete’de, 10 Haziran 2004 tarihinde Kabil’de imzalanan ve 3/2/2005 tarihli ve 5297 say›l› Kanun ile onaylanmas› uygun bulunan ekli “Türkiye Cumhuriyeti ve Afganistan ‹slami Geçifl
Devleti Aras›nda Yat›r›mlar›n Karfl›l›kl› Teflviki ve Korunmas›na ‹liflkin Anlaflma”n›n onaylanmas›na iliflkin, D›fliflleri Bakanl›¤›’n›n 18/2/2005 tarihli ve
E‹GY/57289 say›l› yaz›s› üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 say›l› Kanunun
3’üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 7/3/2005 tarihinde 2005/8567
say›l› Karar yay›nlanm›flt›r.
66) Türkiye Cumhuriyeti ve Güney Afrika Cumhuriyeti Aras›nda Yat›r›mlar›n Karfl›l›kl› Teflviki ve Korunmas›na ‹liflkin Anlaflma onayland›.
1 Nisan 2005 tarihli 25773 say›l› Resmî Gazete’de, 23 Haziran 2000 tarihinde Ankara’da imzalanan ve 3/2/2005 tarihli ve 5299 say›l› Kanunla onaylanmas› uygun bulunan ekli “Türkiye Cumhuriyeti ve Güney Afrika Cumhuriyeti Aras›nda Yat›r›mlar›n Karfl›l›kl› Teflviki ve Korunmas›na ‹liflkin Anlaflma”n›n onaylanmas›na iliflkin, D›fliflleri Bakanl›¤›’n›n 25/02/2005 tarihli ve
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
351
E‹GY/66057 say›l› yaz›s› üzerine, 31/05/1963 tarihli ve 244 say›l› Kanunun
3’üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 8/3/2005 tarihinde 2005/8585
say›l› Karar yay›nlanm›flt›r.
67) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uganda Cumhuriyeti Hükümeti Aras›nda Ticaret,Ekonomik ve Teknik ‹flbirli¤i Anlaflmas› onayland›.
2 Nisan 2005 tarihli 25774 say›l› Resmî Gazete’de 1 Eylül 2000 tarihinde Ankara’da imzalanan ve 7/4/2004 tarihli ve 5119 say›l› Kanunla onaylanmas›
uygun bulunan ekli “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uganda Cumhuriyeti Hükümeti Aras›nda Ticaret, Ekonomik ve Teknik ‹flbirli¤i Anlaflmas›”n›n onaylanmas› hakk›nda D›fliflleri Bakanl›¤›’n›n 25/02/2005 tarihli ve
E‹GY/65393 say›l› yaz›s› üzerine, 31/05/1963 tarihli ve 244 say›l› Kanunun
3’üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 8/3/2005 tarihinde 2005/8586
say›l› Karar yay›nlanm›flt›r.
68) 2 Nisan 2005 tarihli 25774 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 11
Seri No’lu Gümrük Genel Tebli¤i ile 10 Seri No.’lu Gümrük Genel
Tebli¤i’ne ek yap›ld›.
69) Türkiye Cumhuriyeti ile Gabon Hükümeti aras›nda imzalanan
Genel Ticari, Ekonomik, Kültürel ve Teknik ‹flbirli¤i Anlaflmas›
onayland›.
21 Eylül 2000 tarihinde Libreville’de imzalanan ve 07/04/2004 tarihli ve
5120 say›l› Kanunla onaylanmas› uygun bulunan ekli “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gabon Cumhuriyeti Hükümeti Aras›nda Genel Ticari, Ekonomik, Kültürel ve Teknik ‹flbirli¤i Anlaflmas›”n›n onaylanmas›; D›fliflleri
Bakanl›¤›’n›n 25/02/2005 tarihli ve E‹GY/65724 say›l› yaz›s› üzerine,
31/05/1963 tarihli ve 244 say›l› Kanunun 3’üncü maddesine göre, Bakanlar
Kurulu’nca 14/3/2005 tarihinde 2005/8590 say›l› Karar ile kararlaflt›r›lm›flt›r. An›lan Bakanlar Kurulu karar› 3 Nisan 2005 tarihli 25775 say›l› Resmî
Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
70) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti aras›nda imzalanan Uzun Vadeli Ekonomik ve Ticari ‹flbirli¤i Anlaflmas› onayland›.
13 Nisan 2004 tarihinde Ankara’da imzalanan ekli “Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Aras›nda Uzun Vadeli
Ekonomik ve Ticari ‹flbirli¤i Anlaflmas›”n›n onaylanmas›; D›fliflleri Bakanl›¤›’n›n 17/02/2005 tarihli ve E‹GY/63632 say›l› yaz›s› üzerine, 31/05/1963 ta-
352
Üzeltürk
rihli ve 244 say›l› Kanunun 3’üncü ve 5’inci maddelerine göre, Bakanlar Kurulu’nca 8/3/2005 tarihinde 2005/8583 say›l› Karar ile kararlaflt›r›lm›flt›r.
An›lan Bakanlar Karar›, 4 Nisan 2005 tarih ve 25776 say›l› Resmî Gazete’de
yay›nlanm›flt›r.
71) Gümrük Yönetmeli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Yönetmelik 7 Nisan 2005 tarihli 25779 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
72) 7 Nisan 2005 tarihli 25779 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 347
S›ra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebli¤ ile Vergi mükellefleri taraf›ndan kullan›lan belgelerin bas›m ve da¤›t›m› hakk›nda yönetmelikte de¤ifliklik yap›ld›.
73) 7 Nisan 2005 tarihli 25779 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 65
Seri No.lu Katma De¤er Vergisi Genel Tebli¤i ile Katma De¤er Vergisi Mükelleflerinin Ödeme Kaydedici Cihazlar› Kullanmalar› Mecburiyeti Hakk›nda 3100 say›l› Kanun uygulamas› ile ilgili olarak, süresinde (YTL) ve (YKr)’a göre ifllem yapacak tarzda düzenlenemeyen
ödeme kaydedici cihazlar hakk›nda aç›klamalar yap›ld›.
74) D›fl Ticarette Standardizasyon Tebli¤i’nde De¤ifliklik Yap›lmas›
Hakk›nda 2005/15 No’lu Tebli¤ 12 Nisan 2005 tarih ve 25784 Resmî
Gazete’de yay›nland›.
75) Belediyelerin görev alanlar›nda kalan tafl›nmaz kültür varl›klar›n›n korunmas› ve de¤erlendirilmesi amac›yla emlak vergisinin
yüzde on (% 10)’u oran›nda tarh, tahakkuk ve tahsil edilecek Tafl›nmaz Kültür Varl›klar›n›n Korunmas›na Katk› Pay›n›n uygulama
esaslar› belirlendi. (RG: 13 Nisan 2005-25785)
76) 5333 Say›l› Gelir ‹daresi Baflkanl›¤›n›n Teflkilat ve Görevleri
Hakk›nda Kanun 14.04.2005 tarihinde TBMM’de kabul edildi.
77) Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birli¤i aras›ndaki mali iflbirli¤i
çerçevesinde temin edilecek mali yard›mlar›n uygulanmas›na iliflkin “Çerçeve Anlaflma” 15 Nisan 2005 tarihli 25787 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan Bakanlar Kurulu Karar› ile onayland›.
78) Küçük ve Orta Ölçekli ‹flletmelerin desteklenmesi amac›yla Avrupa Konseyi Kalk›nma Bankas›ndan sa¤lanan kredinin 4’üncü dilimini teflkil eden toplam 7.000.000 Euro tutar›ndaki krediye iliflkin
Türkiye Cumhuriyeti ile ad› geçen Banka aras›nda imzalanan ekli
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
353
Tamamlay›c› Anlaflman›n, 05/04/2005 tarihinden geçerli olmak üzere
yürürlü¤e girmesi; Devlet Bakanl›¤›’n›n 06/04/2004 tarihli ve 19853
say›l› yaz›s› üzerine, 28/3/2002 tarihli ve 4749 say›l› Kanun’un 7’nci
maddesine göre, 15 Nisan 2005 tarihli 25787 say›l› Resmî Gazete’de
yay›nlanan 2005/8686 say›l› Karar ile Bakanlar Kurulu’nca
12/04/2005 tarihinde kararlaflt›r›lm›flt›r.
79) 27/10/2001 tarihli ve 24566 say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanan 8
Seri Nolu Gümrük Genel Tebli¤i (Gümrük ‹fllemleri)’nin 1’inci maddesinde yer alan “Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanl›¤›’n›n (Petrol ‹flleri Genel Müdürlü¤ü)” ibaresi, 15 Nisan 2005 tarih ve 25787 say›l›
Resmî Gazete’de yay›nlanan 36 Seri No’lu Gümrük Genel Tebli¤i ile
“Enerji Piyasas› Düzenleme Kurumunun” olarak de¤ifltirilmifltir.
80) Kaydilefltirilen Sermaye Piyasas› Araçlar›na ‹liflkin Kay›tlar›n
Tutulmas›n›n Usul ve Esaslar› Hakk›nda Tebli¤de De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Sermaye Piyasas› Kurulu Tebli¤i (Seri: IV, No: 36), 15
Nisan 2005 tarih ve 25787 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
81) 44 Seri no’lu Damga Vergisi Kanunu Genel Tebli¤i 16 Nisan 2005
tarih ve 25788 say›l› ResmîGazete’de yay›nland›.
82) 1972 Konteynerlerle ‹lgili Gümrük Sözleflmesi’nin ve Geçici ‹thalat Sözleflmesi’nin Konteynerlerle ‹lgili Hükümlerinin Uygulanmas›na Dair Yönetmelik 16 Nisan 2005 tarih ve 25788 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
83) ‹hracat 2004/4 Say›l› Sektörel D›fl Ticaret fiirketleri Statüsüne
‹liflkin Tebli¤’de De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair ‹hracat: 2005/7 say›l›
Tebli¤ 16 Nisan 2005 tarih ve 25788 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
84) Banka ve finans kurumlar›ndan temin edilen ve vadesi kullan›ld›¤› y›l› izleyen y›la sarkan kredinin faiz tutar›n›n cari y›la isabet
eden k›sm›n›n kurum kazanc›n›n tespitinde karfl›l›k ay›rmak suretiyle gider yaz›l›p yaz›lamayaca¤› konusunda Dan›fltay Üçüncü ve
Dördüncü Daire kararlar› aras›ndaki ayk›r›l›¤›n, cari y›l kurum kazanc›n›n tespitinde gider olarak yaz›labilece¤i gerekçesiyle Üçüncü
Daire kararlar› do¤rultusunda giderilmesi hakk›ndaki Dan›fltay ‹çtihatlar› Birlefltirme Kurulu Karar› 19 Nisan 2005 tarih ve 25791 say›l› Resmi Gazete’de yay›nland›.
‹çtihad› Birlefltirme karar›na konu 3. ve 4. Daire kararlar› flu flekilde idi:
354
Üzeltürk
Davac› flirketin, ifl merkezinin Manisa’dan ‹stanbul’a tafl›nmas› üzerine,
1996 y›l› ifllemlerinin incelenmesi sonucu düzenlenen inceleme raporuna dayan›larak, ayn› konuda ayn› nedenlerle ad›na yap›lan cezal› tarhiyata karfl›
aç›lan dava, ‹stanbul 6. Vergi Mahkemesince verilen 12.12.2000 günlü ve
1918 say›l› kararla; al›nan kredinin ihtilafl› y›lda henüz vadesi dolmad›¤›ndan tahakkuk etmemifl bulunan faiz giderlerinin kurum kazanc›n›n tespitinde gider olarak dikkate al›nmas›n›n, muhasebe kurallar›na, safi kar›n
tespitine, dönemsellik ve tahakkuk esaslar›na ayk›r› oldu¤u gerekçesiyle
reddedilmifl ve bu karara karfl› an›lan hüküm f›kras› yönünden davac› taraf›ndan yap›lan temyiz istemi Dan›fltay Dördüncü Dairesince verilen yukar›da sözü edilen 6.6.2001 günlü ve 2484 say›l› kararla yerinde görülmeyerek,
karar onanm›flt›r.
Bilindi¤i üzere, 2575 say›l› Dan›fltay Kanununun 39’uncu maddesi ve uygulamaya göre içtihatlar›n birlefltirilmesine karar verilebilmesi için, öncelikle
isteme konu olan kararlar aras›nda ayk›r›l›k bulundu¤unun saptanmas› ve
bu kararlar›n süreklilik kazanmas› gerekmekte, kararlar aras›nda ayk›r›l›ktan sözedebilmek için de maddi ve hukuki dayanaklar› ayn› olmas›na karfl›n, birbirine ayk›r› kararlar verilmifl olmas› aranmaktad›r. (Dan. 4. D.,
6.6.2001, 1414/2484)
Dan›fltay, 22/12/2004 tarihli ve 1/1 say›l› karar›nda flu sonuca ulafl›lm›flt›r:
“Banka ve finans kurumlar›ndan al›n›p kullan›ld›¤› y›l›n gelirinin oluflmas›na da katk›da bulunan kredilerin, dayana¤› sözleflmenin cari y›l› kapsayacak flekilde yap›larak, bu dönemde kullan›ld›¤› süre ve faiz oran›na göre kesin olarak belli ve ilgili banka veya finans kurulufluna karfl› borçlan›lm›fl
olan faiz giderinin mahiyet ve tutar olarak kesinleflmifl ve hukuken istenebilir hale gelmifl olmas› nedeniyle Kurumlar ve Gelir Vergisi Kanunu ile Vergi Usul Kanununun vergilendirme ilkeleri do¤rultusunda, cari y›l kurum kazanc›n›n tespitinde gider olarak yaz›lmas› gerekmektedir.
85) 5335 say›l› Baz› Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Kanun 21 Nisan 2005 tarihinde
TBMM’de kabul edildi.
86) 21 Nisan 2005 tarihli 25793 say›l› Resmî Gazete’de 2005 Y›l› Mart
Ay›na Ait Vergi Resim ve Harç ‹stisnas› Belgelerinin Sektörel Da¤›l›m› Hakk›nda Tebli¤ yay›nlanm›flt›r.
87) Türk Gümrük Tarife Cetvelinin yeknesak olarak uygulanmas›n›n temini için baz› eflyalar›n Türk Gümrük Tarife cetvelinde s›n›f-
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
355
land›r›lmas›na iliflkin Gümrük Müsteflarl›¤›’n›n S›n›fland›rma Kararlar›n›n duyurulmas› amac›yla 21 Nisan 2005 tarih ve 25793 say›l› Resmî Gazete’de 5 Seri No’lu Gümrük Genel Tebli¤i yay›nlanm›flt›r.
88) “Yat›r›mlarda Devlet Yard›mlar› Hakk›nda Karar’da De¤ifliklik
Yap›lmas›na Dair Karar”›n yürürlü¤e konulmas›na iliflkin 2005/8680
say›l› Bakanlar Kurulu Karar› 22 Nisan 2005 tarih ve 25794 say›l›
Resmî Gazete’de yay›nland›.
89) 4760 say›l› Özel Tüketim Vergisi Kanunu’na ekli (I) say›l› listenin
(A) cetvelinde 2710.11.45.00.00 ve 2710.11.49.00.00 G.T.‹.P. numaralar›
ile yer alan mallara yerli tar›m ürünlerinden elde edilmifl
2207.20.00.10.13 ve 2207.20.00.10.14 G.T.‹.P. numaralar›nda yer alan
“yak›t biyoetanolü” kar›flt›r›lm›fl olmas› halinde, ÖTV tutarlar›n›n
kar›flt›r›lan mal›n miktar›n›n kar›fl›m miktar›na oran› kadar eksik
uygulanmas›na iliflkin 2005/8704 say›l› Bakanlar Kurulu karar› 22
Nisan 2005 tarih ve 25794 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
90) 26.4.2005 tarihli ve 25797 say›l› Resmî Gazete’de Rekabet Kurumu Baflkanl›¤› taraf›ndan 4054 Say›l› Kanun’un 16 ve 17. Maddelerinde Düzenlenmifl Olan ‹dari Para Cezalar›n›n Art›r›ld›¤›n›n Duyurulmas›na ‹liflkin 2005/1 ve 2005/2 Say›l› Tebli¤lerde De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Tebli¤ yay›nland›. (Tebli¤ No: 2005/3)
91) 26.4.2005 tarihli ve 25797 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan
2005/8716 say›l› Bakanlar Kurulu Karar› ile Özel Tüketim Vergisi
oranlar› artt›r›ld›.
92) Bakanlar Kurulu’nca 25/4/2005 tarihinde 2005/8716 say›l› Karar
ile hükme ba¤lanan ve 26/04/2005 tarihli 25797 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 25/4/2005 Tarihli ve 2005/8716 Say›l› Kararnamenin
Eki Karar ile (IV) say›l› listede yer alan baz› mallara iliflkin özel tüketim vergisi oranlar› yeniden tespit edildi.
93) Rekabet Kurumu Baflkanl›¤› taraf›ndan idari para cezalar›n›n
artt›r›ld›¤›n›n duyurulmas›na iliflkin tebli¤lerde de¤ifliklik yap›ld›.
26.04.2005 tarih ve 25797 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 2005/3 say›l›
tebli¤ ile 4054 Say›l› Kanunun 16 ve 17’nci maddelerinde düzenlenmifl olan
idari para cezalar›n›n art›r›ld›¤›n›n duyurulmas›na iliflkin 2005/1 ve 2005/2
say›l› tebli¤lerde de¤ifliklik yap›lm›fl ve buna göre Ocak 2005 tarih ve 25698
356
Üzeltürk
say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanm›fl olan 2005/1 Say›l› Tebli¤’de geçen
“31/03/2005” ibaresi “31/05/2005” olarak ve 31 Mart 2005 tarih ve 25772 say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanm›fl olan 2005/2 Say›l› Tebli¤’de geçen
“01/04/2005” ibaresi “01/06/2005” olarak de¤ifltirilmifltir.
94) 27.04.2005 tarih 25798 say›l› resmî gazetede yay›nlanan 5335 say›l› ve 21.4.2005 tarihli Kanun ile baz› Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Kanun ile mevzuata
çeflitli de¤ifliklikler yap›lm›flt›r.
95) 30.04.2005 tarih ve 25801 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan D›fl
ticarette standardizasyon tebli¤i ile Gümrük Birli¤i gümrük bölgesi
d›fl›ndaki ülkelerden gelen ürünlerin denetimleri düzenlenmifltir.
96) 2005 y›l› Mart ay›na ait Yat›r›m Teflvik Belgelerinin Sektörel Da¤›l›m› hakk›nda tebli¤ 2.5.2005 tarih ve 25803 say›l› Resmî Gazete’de
yay›nland›.
97) 2005 Y›l› Mart Ay›nda Verilen Belgeler ve Yararlad›r›lan Teflvik
Unsurlar› Hakk›nda Tebli¤ 2.5.2005 tarih ve say›l› Resmî Gazete’de
yay›nland›.
98) Serbest Bölgeler Uygulama Yönetmeli¤inde de¤ifliklik yap›ld›.
RG: 3.5.2005-25804)
99) Gümrük Vergisi Ask›ya Al›nmas› ve Avrupa Birli¤i Taraf›ndan
Tarife Kontenjan› Aç›lmas› Planlanan Ürünler listesi yay›nland›.
(RG: 4.5.2005-25805)
100) Tekdüzen Hesap Plan› ve ‹zahnamesi Hakk›nda Tebli¤de De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Tebli¤’e iliflkin düzeltme yap›ld›. (RG:
4.5.2005-25805)
101) Türkiye Cumhuriyeti ile Fas Krall›¤› Aras›nda Gelir Üzerinden
Al›nan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakç›l›¤›na Engel Olma Anlaflmas› onayland›.
5.5.2005 tarihli 25806 say›l› Resmî Gazete’de yay›nalanan 5342 say›l› ve
29.4.2005 tarihli Kanunla Türkiye Cumhuriyeti ile Fas Krall›¤› Aras›nda
Gelir Üzerinden Al›nan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi
Kaçakç›l›¤›na Engel Olma Anlaflmas› onayland›.
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
357
102) Türkiye Cumhuriyeti ile Lübnan Cumhuriyeti Aras›nda Gelir
Üzerinden Al›nan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi
Kaçakç›l›¤›na Engel Olma Anlaflmas› onayland›.
5.5.2005 tarihli 25806 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 5343 say›l› ve
29.4.2005 tarihli Kanunla Türkiye Cumhuriyeti ile Lübnan Cumhuriyeti
Aras›nda Gelir Üzerinden Al›nan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme
ve Vergi Kaçakç›l›¤›na Engel Olma Anlaflmas› onayland›.
103) Arac› Kurumlar›n Tedrici Tasfiye Usul ve Esaslar› Hakk›nda Yönetmelikte De¤ifliklik yap›ld›. (RG: 5.5.2005 tarihli-25806)
104) 7 May›s 2005 tarih ve 25808 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan
2005/8730 say›l› Bakanlar Kurulu karar› ile 2464 say›l› Belediye Gelirleri Kanunu’nun 65, 74, 77, 84 ve ek 6’nc› maddelerinde belirlenen
maktu harç tarifelerinin, belediye gruplar› itibar›yla Bakanlar Kurulu’nca tespit edildi.
105) ‹ran mefleli çeflitli cam eflyan›n ithaline k›s›tlama getirildi.
‹thalatta Korunma Önlemlerine ‹liflkin 2005/4 No’lu Tebli¤ D›fl Ticaret Müsteflarl›¤›’nca yay›nland›.09.05.2005 tarih ve 25810 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan bu Tebli¤ uyar›nca, 09/05/2002 tarihli ve 24750 say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanan ‹thalatta Gözetim ve Korunma Önlemlerine ‹liflkin 2002/3
say›l› Tebli¤ kapsam›nda 70.13 Gümrük Tarife Pozisyon’lu “sofra, mutfak,
tuvalet, yaz›hane,ev tezyinat› ve benzeri ifller için cam eflya”n›n (soruflturma
konusu madde) ‹ran ‹slam Cumhuriyeti (‹ran) menfleli olanlar›n›n ithalat›nda 3 (üç) y›l süre ile miktar k›s›tlamas› uygulamas› bafllat›lm›flt›r.
106) ‹thalatta Haks›z Rekabetin Önlenmesine ‹liflkin 2005/11 No’lu
Tebli¤ D›fl Ticaret Müsteflarl›¤›’nca yay›nland›.
09.05.2005 tarih ve 25810 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan Tebli¤ Tebli¤,
4412 say›l› Kanunla De¤iflik 3577 Say›l› ‹thalatta Haks›z Rekabetin Önlenmesi Hakk›nda Kanun (Kanun), 30/10/1999 tarihli ve 23861 say›l› Resmî
Gazete’de yay›mlanan ‹thalatta Haks›z Rekabetin Önlenmesi Hakk›nda Karar (Karar) ve ‹thalatta Haks›z Rekabetin Önlenmesi Hakk›nda Yönetmelik
(Yönetmelik) ile 02/05/2002 tarihli ve 24743 say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanan ‹thalatta Haks›z Rekabetin Önlenmesi Hakk›nda Yönetmeli¤e Ek Madde Eklenmesine Dair Yönetmelik hükümleri çerçevesinde yürütülen damping soruflturmas› sonucunda al›nan karara esas teflkil edecek geçici bilgi ve
bulgular› içermektedir.
358
Üzeltürk
107) Ukrayna menfleli bak›r tel ithalat›n› konu alan ‹thalatta Haks›z
Rekabetin Önlenmesine ‹liflkin 2005/12 No’lu Tebli¤ D›fl Ticaret Müsteflarl›¤›’nca yay›nland›.
09.05.2005 tarih ve 25810 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan Tebli¤, Ukrayna menfleli “bak›r teller, enine kesitinin en genifl yeri 6 mm’yi geçen, rafine
edilmifl bak›rdan olanlar”›n Türkiye’ye dampingli fiyatlarla ithal edildi¤i, bu
durumun yerli üretime zarar verdi¤i ve zarar tehdidi oluflturdu¤u iddias›yla, bu ülke menfleli söz konusu maddenin ithalat›na karfl› önlem al›nmas› istemiyle yap›lan damping baflvurusu ile ilgili aç›klamalar içermektedir.
108) Yurt D›fl›nda Bulunan Türk Vatandafllar›n›n Yurt D›fl›nda Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bak›m›ndan De¤erlendirilecek
Her Bir Günü ‹çin Tahakkuk Ettirilecek Prim, Kesenek ve Karfl›l›k
Borcu Tutar›n›n 5 Dolara Yükseltilmesi iliflkin 2005/8776 say›l› Bakanlar Kurulu Karar› 10.05.2005 say› ve 25811 say›l› Resmî Gazete’de
yay›nland›.
109) Sportif amaçl› baz› deniz ve hava araçlar›n›n teslimlerinin KDV
istisnas›ndan yararlanamayaca¤› aç›kland›.
10.05.2005 tarihinde 25811 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 31 No’lu Katma De¤er Vergisi Sirküleri ile sportif amaçl› baz› deniz ve hava araçlar›n›n
tesliminin 3065 say›l› Katma De¤er Vergisi Kanunu’nun 13/a maddesinde
yer alan istisna hükmünden faydalan›p faydalanmayaca¤› konusundaki tereddütlerin giderilmesi amaçlanm›flt›r.
110) ‹thalatta Gözetim Uygulanmas›na ‹liflkin 2005/7 No’lu Tebli¤ D›fl
Ticaret Müsteflarl›¤›’nca yay›nland›. (RG: 11.05.2005-25812)
111) 348 S›ra No’lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebli¤i 12.05.2005 tarih
ve 25813 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
112) 200 m2’yi geçmeyen tek meskene sahip hiçbir geliri bulunmayan mükelleflerin indirimli (s›f›r) bina vergisi oran›ndan yararlanabilmeleri için bir taahhütnameyi ilgili belediyeye vermeleri art›k
yeterli olacak.
113) 10 S›ra No’lu 2005 Mali Y›l› Bütçe Uygulama Talimat› yay›nland›. (RG: 12.05.2005-25813)
114) 12.05.2005 tarihinde yay›nlanan 35 no’lu Gelir Vergisi Sirküleri
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
359
ile Nisan 2005 dönemine ait ayl›k muhtasar beyannamenin verilme
26.05.2005 günü mesai saati sonuna kadar uzat›ld›.
115) 13.02.2005 tarihinde yay›nlanan 32 no’lu Katma De¤er Vergisi
Sirküleri ile Nisan 2005 vergilendirme dönemine ait Katma De¤er
Vergisi Beyannamelerinin verilme süresi 26.05.2005 günü mesai saati sonuna kadar uzat›ld›.
116) Devlet Muhasebesi Standartlar› Kurulunun Yap›s› ve Çal›flma
Usul ve Esaslar› Hakk›nda Yönetmelik yay›nland›.
Bu Yönetmelik; Kurulun yap›s›, çal›flma usul ve esaslar› ile genel yönetim
kapsam›ndaki kamu idarelerinde uygulanacak muhasebe ve raporlama
standartlar›n›n oluflturulmas›, çerçeve hesap plan› ile düzenlenecek raporlar›n flekil, süre ve türlerinin belirlenmesi ve yay›mlanmas› süreçlerine iliflkin
olup 13.05.2005 tarih ve 25814 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
117) 31 Seri No’lu Belediye Gelirleri Kanunu Genel Tebli¤i yay›nland›.
2464 say›l› Kanunun 97’nci maddesinde, belediyelerin; bu Kanunda harç veya kat›lma pay› konusu yap›lmayan ve ilgililerin iste¤ine ba¤l› olarak ifa
edecekleri her türlü hizmet için belediye meclislerince düzenlenecektarifelere göre ücret almaya yetkili olduklar› belirtilmifl olup,an›lan tebli¤ ile konuya iliflkin aç›klamalar yap›lm›flt›r. Belediyelerin harç veya kat›lma pay› konusu yap›lmayan ve ilgililerin iste¤ine ba¤l› olarak ifa edecekleri her türlü
hizmet için belediye meclislerince düzenlenecek tarifelere göre ücret almalar› mümkün bulundu¤u bununla beraber, ücretlerin hizmetten faydalananlardan yap›lan hizmetin maliyeti göz önünde bulundurularak adalet, eflitlik
ve genellik prensiplerine uygun olarak tespit edilmesi gereklili¤i belirtilmifltir. Tebli¤de, harç ve kat›lma pay› konusu olan ifl ve hizmetler için, belediyelerce bu kapsam d›fl›nda baflkaca bir ifl veya hizmet verilmeyen hallerde,
harç ve kat›lma pay› d›fl›nda her ne ad alt›nda olursa olsun baflka bir bedel
al›nmas›n›n mümkün bulunmad›¤› öngörülmektedir.
118) 5345 say›l› Gelir ‹daresi Baflkanl›¤›n›n Teflkilat ve Görevleri
Hakk›nda Kanun yay›nland›. (RG: 16.05.2005-25817)
119) Yat›r›mlar›n ve ‹stihdam›n Teflviki ile Baz› Kanunlarda De¤ifliklik Yap›lmas› Hakk›nda Kanunda De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair 5350
say›l› Kanun yay›nland› (RG: 18.05.2005 – 25819).
360
Üzeltürk
120) Türkiye - Avrupa Birli¤i Çerçeve Anlaflmas› Uyar›nca Avrupa
Birli¤i Taraf›ndan veya Türkiye - Avrupa Birli¤i Taraf›ndan Ortaklafla Finanse Edilen Projeler, Faaliyetler ve Eylemler Kapsam›ndaki
Mal ve Hizmet Teslimleri, ‹fller ve ‹fllemlerde Katma De¤er Vergisi,
Özel Tüketim Vergisi, Damga Vergisi ile Veraset ve ‹ntikal Vergisi ‹stisnalar›n›n Uygulamas›’na iliflkin 1 S›ra No’lu Türkiye - Avrupa Birli¤i Çerçeve Anlaflmas› Genel Tebli¤i yay›nland› (RG: 20.05.200525820).
Avrupa Birli¤i (AB) ve Ülkemiz aras›nda, AB’nin finanse etti¤i ya da Türkiye-AB ortak finansman› ile yürütülen projeler, faaliyetler ve eylemler çerçevesinde yap›lan mal ve hizmet al›mlar›, ifller ve ifllemlere iliflkin Türkiye ile
Topluluk aras›ndaki idari iflbirli¤ine dair kurallar›n ortaya konulmas› amac›yla imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birli¤i aras›ndaki mali iflbirli¤i çerçevesinde temin edilecek mali yard›mlar›n uygulanmas›na iliflkin
“Çerçeve Anlaflma”, Türkiye Büyük Millet Meclisi taraf›ndan, 26.2.2005 tarih ve 25739 say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanan 22.2.2005 tarih ve 5303 say›l› Kanunla onaylanmas› uygun bulunmufl, Bakanlar Kurulunca 17.3.2005
tarih ve 2005/8636 say›l› Kararla onaylanmak suretiyle 15.4.2005 tarih ve
25787 say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanarak yürürlü¤e girmifltir.
121) 435 Seri No’lu Tahsilat Genel Tebli¤i yay›nland› (RG: 20.05.2005
- 25820).
5335 say›l› Baz› Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde De¤ifliklik
Yap›lmas›na Dair Kanunun Geçici 9’uncu maddesi ile Mülga 8/7/1948 tarihli ve 5254 say›l› Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Hakk›nda Kanun ve ilgili Bakanlar Kurulu kararlar› uyar›nca da¤›t›lan tohumluklar›n
karfl›l›¤› olarak kulland›r›lan ancak süresinde tahsil edilemeyen ve Hazine
alaca¤›na dönüflen (haks›z al›nd›¤› tespit edilenler hariç) ve Maliye Bakanl›¤›na ba¤l› vergi dairelerine takip ve tahsil edilmek üzere bu maddenin yürürlük tarihinden önce intikal ettirilmifl bulunan kredi alacaklar›n›n tahsiline yönelik düzenlemeler yap›lm›flt›r.
122) 23 S›ra no’lu Muhasebat Genel Müdürlü¤ü genel Tebli¤ yay›nland› (RG: 21.05.2005 - 25821).
5335 say›l› Kanunun 2’nci maddesi ile1050 say›l› Muhasebe-i Umumiye Kanununa “Ek Madde 12” eklenmifltir. Söz konusu maddede, “Maliye Bakanl›¤›nca belirlenen ekonomik kodlardan Devletin zimmetinde gerçekleflip, bütçe tertibi bulunmakla birlikte masraf›n olufltu¤u yer ve zamanda ödene¤i bulunmayan harcama tutarlar›; dayana¤›n› oluflturan harcama belgeleri de ek-
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
361
lenmek suretiyle usulüne göre tahakkuk ettirilir. Bu harcama tutarlar›,
“Ödene¤ine Mahsup Edilecek Harcamalar Hesab›na” yaz›larak “Bütçelefltirilmifl Borçlar Hesab›na” kaydedilir. Bu flekilde hesaba al›nan tutarlar, ödene¤inin gelmesini müteakip bütçelefltirilmifl borçlar hesab›ndan ödenir. Bu
maddenin uygulanmas›na iliflkin esas ve usuller Maliye Bakanl›¤›nca belirlenir.” hükmüne yer verilmifltir. Yukar›da belirtilen madde hükmünün uygulanmas› amac›yla 701- Ödene¤ine Mahsup Edilecek Harcamalar Hesab› ile
323- Bütçelefltirilmifl Borçlar Hesab› ihdas edilmifl olup, an›lan tebli¤ ile söz
konusu hesaplar›n kullan›m›na iliflkin aç›klamalar yap›lm›flt›r.
123) Reeskont ifllemlerinde uygulanacak iskonto faiz oran› y›ll›k %
28, avans ifllemlerinde uygulanacak faiz oran› ise y›ll›k % 30 olarak
tespit edildi.
Bahis konusu oranlar 25.05.2005 tarih ve 25825 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankas›nca, Reeskont ve Avans ‹fllemlerinde Uygulanacak Y›ll›k Faiz Oranlar› Hakk›nda Tebli¤ ile belirlenmifltir.
124) D›fl Ticarette Standardizasyon Tebli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›
Hakk›nda 2005/22 No’lu Tebli¤ 25.05.2005 tarih ve 25825 say›l› Resmî
Gazete’de yay›nland›.
125) 8 Seri No’lu Özel Tüketim Vergisi Genel Tebli¤i yay›nland›.
26.05.2005 tarih ve 25826 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan Tebli¤ ile 4760
Say›l› Özel Tüketim Vergisi Kanununa ekli (I) say›l› listenin (A) cetvelinde
yer alan, 95 ve 98 oktan kurflunsuz benzine, yerli tar›m ürünlerinden elde
edilen yak›t bioetanolünün kar›flt›r›lmas› halinde, bu mallara iliflkin Özel
Tüketim Vergisi tutarlar›n›n, bioetanol kar›flt›r›lmam›fl mallar için belirlenmifl tutarlar›n % 98’inden az olmayaca¤›n› belirleyen Bakanlar Kurulu Karar› ile verilen yekiye istinaden usul ve esaslar belirlenmifltir.
126) 12 Seri No’lu Gümrük Genel Tebli¤i (Gümrük Antrepo Rejimi)
yay›nland›.
Gümrük vergileri al›nmam›fl ve d›fl ticaret politikas›na tabi tutulmam›fl eflyan›n konuldu¤u genel antrepolar ile, her nevi petrol ürünü depolanan genel ve özel antrepolar›n etkin flekilde denetlenmesini sa¤lamaya yönelik
Tebli¤, 26.05.2005 tarih ve 25826 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanm›flt›r.
127) Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›na tahsisli arazi ve iflletmelerin ta-
362
Üzeltürk
r›msal faaliyetlerde kullan›lmas› amac›yla yat›r›mc›lara tahsisinde
ve de¤erlendirilmesinde uygulanacak esas ve usuller belirlendi.
Maliye Bakanl›¤› ile Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›nca 26.05.2005 tarih ve
25826 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan Tebli¤ ile, Hazinenin özel mülkiyetinde olan veya Devletin hüküm ve tasarrufu alt›nda bulunan yerlerdeki Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›na tahsisli, veya baflka bir kamu kurulufluna tahsisli oldu¤u halde fiilen Tar›m ve Köyiflleri Bakanl›¤›n›n kullan›m›nda bulunan tar›m arazileri, üretme istasyonlar›, araflt›rma enstitüleri ve laboratuarlar gibi iflletmelerin projeye dayal› olarak tar›msal yat›r›m yapmak ve/veya iflletmek isteyen T.C. uyruklu gerçek ve özel hukuk tüzel kiflilerinin proje haz›rlamas›na, bu kiflilere bedeli karfl›l›¤›nda ön izin verilmesine, kiralama yap›lmas›na, kullanma izni verilmesine ve irtifak hakk› tesisine iliflkin
esas ve usulleri düzenlenmifltir.
128) Bankalar Kanununda De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair 5354 no’lu
Kanun yay›nland›. (RG: 28.05.2005-25828)
129) Dernekler taraf›ndan bast›r›lacak Al›nd› Belgeleri, Gider Makbuzlar›, Ayni Yard›m Teslim Belgeleri ve Ayni Ba¤›fl Al›nd› Belgelerinin seri ve s›ra numaralar›n›n belirlenmesi ile bu belgeleri basan
bas›mevlerinin yükümlülüklerini belirlemeye yönelik Dernekler Taraf›ndan Bast›r›lacak Al›nd›, Ayni Yard›m Teslim ve Ayni Ba¤›fl Al›nd› Belgeleri ile Gider Makbuzlar› Hakk›nda Tebli¤ (Tebli¤ No:
2005/1) ‹çiflleri Bakanl›¤›’nca 28.05.2005 tarih ve 25828 say›l› Resmî
Gazete’de yay›nland›.
130) ‹thalatta Gözetim Uygulanmas›na ‹liflkin Tebli¤ 2005/8 No’lu
Tebli¤ 28.05.2005 tarih ve 25828 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
131) Ticari Araçlarda Reklam Bulundurulmas› Hakk›nda Yönetmelikte De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Yönetmelik 29.05.2005 tarih ve
25829 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
132) Hafif ticari araçlardan al›nan Özel Tüketim Vergisi oranlar›n›n
art›r›lmas›na da yol açan Gümrük Müsteflarl›¤›’n›n düzenlemesinin
yürürlü¤ü yeniden ertelendi.
Gümrük Müsteflarl›¤›’n›n 21.04.2005 tarihli Resmî Gazete’de yay›mlanan ve
belirlenen koflullar› tafl›yan hafif ticari araçlar dahil olduklar› tarife numaras›n› de¤ifltiren ve bu tafl›tlar üzerinden al›nan Özel Tüketim Vergisi tutarlar›n›n da de¤iflmesine yol açan Tebli¤i’nin 21.04.2005 olan yürürlük tarihi
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
363
30.04.2005 tarih ve 25801 say›l› Resmî Gazete’de yay›lnanan 6 Seri No’lu
Gümrük Genel Tebli¤i (Tarife – S›n›rland›rma Kararlar›) ile 01.06.2005 tarihine ertelenmiflti. 31.05.2005 tarih ve 25831 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan 7 Seri No’lu Gümrük Genel Tebli¤i (Tarife - S›n›rland›rma Kararlar›)
ile uygulaman›n bafllang›c› 01.08.2005 tarihin ertelendi.
133) Orta Vadeli (2006 - 2008) Programa iliflkin 2005/8873 Say›l› Bakanlar Kurulu Karar› 31.05.2005 tarih ve 25831 (2. mükerrer) say›l›
Resmî Gazete’de yay›nland›.
134) 5358 say›l› “‹cra ‹flas Kanununda De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair
Kanun” 01.06.2005 tarih ve 25832 mükerrer say›l› Resmî Gazete’de
yay›nland›.
135) ‹thalat Rejimi Karar›na Ek Karar’›n Yürürlü¤e Konulmas›na
Dair 2005/8838 say›l› Bakanlar Kurulu Karar› 01.06.2005 tarih ve
25832 (1. Mükerrer) say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
136) 2005/23 say›l› D›fl Ticarette Standardizasyon Tebli¤i 02.06.2005
tarih ve 25833 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
137) D›fl Ticarette Standardizasyon Tebli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›
Hakk›nda, 2005/18 say›l› Tebli¤ 02.06.2005 tarih ve 25833 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
138) ‹thalatta Korunma Önlemlerine ‹liflkin 2005/5 No’lu Tebli¤
03.06.2005 tarih ve 25834 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
139) 2 Seri No’lu Yat›r›mlar›n ‹stihdam›n Teflviki Genel Tebli¤i
04.06.2005 tarih ve 25835 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
140) D›fl Ticarette Standardizasyon Tebli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›
Hakk›nda, 2005/21 say›l› Tebli¤ 04.06.2005 tarih ve 25835 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
141) ‹thalinde Tek Tarafl› Kontrol Sistemi Kapsam›nda Kota Uygulanan Tekstil Ürünlerine Ait Kotalar›n ‹kinci Bölümünün Da¤›t›m› ve
Yönetimine ‹liflkin 2005/8 No’lu Tebli¤ 04.06.2005 tarih ve 25835 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
142) (3) Numaral› özel tüketim vergisi beyannamesinin de¤ifltirilmesine iliflkin 1 No’lu Özel Tüketim Vergisi Sirküleri yay›nland›. Mali-
364
Üzeltürk
ye Bakanl›¤› yay›nlad›¤› sirküler ile alkollü içecekler, tütün mamulleri ve kolal› gazozlar üzerinden al›nan özel tüketim vergisinin (3)
numaral› ÖTV beyannamesi yerine, (3A), (3B) ve (3C) beyannameleriyle ayr› beyan edilmeleri mecburiyetini getirdi.
143) ‹thalatta Koruma Önlemlerine ‹liflkin 2005/6 No’lu Tebli¤
08.06.2005 tarih ve 25839 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
144) Arac›l›k Faaliyetleri ve Arac› Kurulufllara ‹liflkin Esaslar Hakk›nda Tebli¤de De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Tebli¤ (Seri: V, No: 80),
08.06.2005 tarih ve 25839 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
145) Sermaye Piyasas› Araçlar›n›n Kredili Al›m, A盤a Sat›fl ve
Ödünç Alma ve Verme ‹fllemleri Hakk›nda Tebli¤de De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Tebli¤ (Seri: V, No: 81) 08.06.2005 tarih ve 25839 say›l›
Resmî Gazete’de yay›nland›.
146) Dahilde ‹flleme Rejimi Tebli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair
‹hracat: 2005/10 No’lu Tebli¤, 10.06.2005 tarih ve 25841 say›l› Resmî
Gazete’de yay›nland›.
147) D›fl Ticarette Standardizasyon Tebli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›
Hakk›nda 2005/26 No’lu Tebli¤, 14.06.2005 tarih ve 25842 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
148) ‹thalatta Gözetim Uygulanmas›na ‹liflkin 2005/9 No’lu Tebli¤
16.06.2005 tarih ve 25847 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
149) 37 Seri No’lu Gümrük Genel Tebli¤i (Gümrük ‹fllemleri)
16.06.2005 tarih ve 25847 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
5015 say›l› Petrol Piyasas› Kanununun 9’uncu maddesi uyar›nca, ham petrol ve akaryak›t ithalat›nda miktar ve belirli teknik ölçümleri yapabilecek donan›ma sahip yetkili gümrük idarelerine iliflkin aç›klamalar yap›lm›flt›r.
150) Portföy Yöneticili¤i Faaliyetine ve Bu Faaliyette Bulunacak
Kurumlara ‹liflkin Esaslar Tebli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair
Tebli¤ (Seri: V, No: 82) 16.06.2005 tarih ve 25847 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
151) Gayrimenkul Yat›r›m Ortakl›klar›na ‹liflkin Esaslar Tebli¤inde
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
365
De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Tebli¤ (Seri: VI, No: 18), 16.06.2005 tarih
ve 25847 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
152) Yat›r›m Fonlar›na ‹liflkin Esaslar Tebli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Tebli¤ (Seri: VII, No: 26) 16.06.2005 tarih ve 25847 say›l›
Resmî Gazete’de yay›nland›.
153) ‹hracat, ‹hracat Say›lan Sat›fl ve Teslimler ile Döviz Kazand›r›c› Hizmet ve Faaliyetlerde Vergi, Resim ve Harç ‹stisnas› Hakk›nda
Tebli¤de De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Tebli¤ (‹hracat: 2005/8),
17.06.2005 tarih ve 25848 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
154) 18.06.2005 tarih ve 25849 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlan
2005/8971 Say›l› Bakanlar Kurulu Karar› ile Baz› Alanlar Mersin
Teknoloji Gelifltirme Bölgesi Olarak Tespit Edildi.
155) Tasarruf Mevduat› Sigorta Fonu Taraf›ndan Ticari ve ‹ktisadi
Bütünlük Oluflturan Mahcuzlar›n Sat›fl›na ‹liflkin Yönetmelik
18.06.2005 tarih ve 25849 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
156) Otonom Tarife Kontenjan› Aç›lmas› Planlanan Ürünlere ‹liflkin
2005/23 No’lu ‹thalat Tebli¤i 19.06.2005 tarih ve 25850 say›l› Resmî
Gazete’de yay›nland›.
157) Türk Paras› K›ymetini Koruma Hakk›nda 32 Say›l› Karar ile
Baflbakanl›k Hazine Müsteflarl›¤›n›n 91-32/5 Say›l› Tebli¤ine ‹liflkin
2005/2 Say›l› Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankas› Genelgesi,
20.06.2005 tarih ve 25851 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
158) ‹thalatta Gözetim Uygulanmas›na ‹liflkin 2005/10 No’lu Tebli¤
21.06.2005 tarih 25852 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
159) Türkiye Cumhuriyeti ile Fas Krall›¤› Aras›nda Gelir Üzerinden
Al›nan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakç›l›¤›na Engel Olma Anlaflmas›’n›n Onaylanmas› Hakk›nda 2005/8985
say›l› Bakanlar Kurulu Karar› 22.06.2005 tarih ve 25853 say›l› Resmî
Gazete’de yay›nland›.
160) D›fl Ticarette Standardizasyon Tebli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›
Hakk›nda 2005/25 No’lu Tebli¤ 22.06.2005 tarih ve 25853 say›l› Resmî
Gazete’de yay›nland›.
366
Üzeltürk
161) 5021 say›l› Kanun’un baz› hükümleri Anayasa Mahkemesince
iptal edildi.
16.12.2003 günlü, 5021 say›l› “Baz› Kanunlarda De¤ifliklik Yap›lmas› ve
Bankalar Kanunu Hükümlerine ‹stinaden Bankac›l›k ‹fllemleri Yapma ve
Mevduat Kabul Etme ‹zni Kald›r›lan Türkiye ‹mar Bankas› Türk Anonim
fiirketi Hakk›nda Tesis Edilecek Baz› ‹fllemler Hakk›nda Kanun”un, 1. maddesiyle 4969 say›l› Yasa’n›n Geçici 2. maddesinin de¤ifltirilen (1) numaral›
f›kras›n›n son paragraf›n›n “... Bankac›l›k Düzenleme ve Denetleme Kurulunun bankac›l›k ifllemleri yapma ve mevduat kabul etme iznini kald›rd›¤› tarihten geriye do¤ru bir ay içinde, k›y› bankalar›ndaki hesaplar› Tasarruf
Mevduat› Sigorta Fonunca sa¤lanan mevduat güvencesi kapsam›na almak
amac›na matuf olarak, bankac›l›k ifllemleri yapma ve mevduat kabul etme
izni kald›r›lan bankalar›n yurt içi kay›tlar›na, muhabir bankaca karfl›l›¤›
nakden veya bankac›l›k ifllemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kald›r›lan banka d›fl›ndaki bir baflka banka arac›l›¤›yla ödenmeksizin aktar›ld›¤›
tespit edilen hesaplar ile...” bölümü Anayasa Mahkemesi’nin 23.06.2005 tarih ve 25854 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan, 04.05.2005 tarih ve Esas:
2004/4 Karar: 2005/25 say›l› karar›yla iptal edilmifltir.
162) ‹thalatta Kota ve Tarife Kontenjan› ‹daresine ‹liflkin 2005/3 No’lu
Tebli¤, 24.06.2005 tarih ve 25855 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
163) ‹thalatta Gözetim Uygulanmas›na ‹liflkin 2004/4 Say›l› Tebli¤’in
Yürürlükten Kald›r›lmas›na ‹liflkin Tebli¤ 24.06.2005 tarih ve 25855
say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
164) ‹thalatta Gözetim Uygulanmas›na ‹liflkin 2005/11 No’lu Tebli¤,
24.06.2005 tarih ve 25855 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
165) ‹thalatta Haks›z Rekabetin Önlenmesine ‹liflkin 2005/13 No’lu
Tebli¤, 24.06.2005 tarih ve 25855 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
166) 38 Seri No’lu Gümrük Genel Tebli¤i (Gümrük ‹fllemleri)
25.06.2005 tarih ve 25856 say›l› Resmî Gazete’de yay›nland›.
167) Muhasebe Uygulama Yönetmeli¤ine ‹liflkin 15 Say›l› Tebli¤Konsolide Malî Tablolar›n Düzenlenmesi, Ba¤l› Ortakl›k, Birlikte
Kontrol Edilen Ortakl›k ve ‹fltiraklerin Muhasebelefltirilmesi Standard›nda De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Tebli¤, Bankac›l›k Denetleme
ve Düzenleme Kurulu’nca 27.06.2005 Tarih Ve 25858 Say›l› Resmî Gazete’de Yay›nland›.
2005 Ocak-Haziran Malî Hukuk Kroni¤i
367
168) Muhasebe Uygulama Yönetmeli¤ine ‹liflkin 19 Say›l› Tebli¤ Özel
Finans Kurumlar›nca Kamuya Aç›klanacak Malî Tablolar ile Bunlara ‹liflkin Aç›klama ve Dipnotlar Standard›, Bankac›l›k Denetleme
ve Düzenleme Kurulu’nca 27.06.2005 Tarih ve 25858 Say›l› Resmî Gazete’de Yay›nland›.
169) ‹cra ‹flas Kanunu Yönetmeli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair
Yönetmelik Yay›nland›.
29.06.2005 tarih ve 25860 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan Yönetmelik ile,
11/4/2005 tarihli ve 25783 say›l› Resmî Gazete’de yay›mlanan ‹cra ve ‹flas
Kanunu Yönetmeli¤i ekinde yeralan ‹pote¤in Paraya Çevrilmesi Yolu ile Takipte Ödeme Emrine dair Örnek No: 9, Tafl›nmaz›n Aç›k Art›rma fiartnamesi ve Tutana¤›na dair Örnek No: 26 ve Tafl›nmaz›n Aç›k Art›rma ‹lân›na dair Örnek No: 27 de¤ifltirilmifltir.
170) Sermaye fiirketlerinin Genel Kurul Toplant›lar› ve Bu Toplant›larda Bulunacak Sanayi ve Ticaret Bakanl›¤› Komiserleri Hakk›nda
Yönetmelikte De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Yönetmelik 29.06.2005 Tarih ve 25860 Say›l› Resmî Gazete’de Yay›nland›.
171) Muhasebe Uygulama Yönetmeli¤inde De¤ifliklik Yap›lmas›na
Dair Yönetmelik Yay›nland›.(RG: 22.6.2002-24793)
172) Özel Finans Kurumlar›n›n Kurulufl ve Faaliyetleri Hakk›nda
Yönetmelikte De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Yönetmelik Yay›nland›.
(RG: 30.6.2005-25861)
173) Büyükflehir Belediyeleri, Belediyeler ve Bunlara Ba¤l› Kurulufllar ile Sermayesinin Yüzde Ellisinden Fazlas› Büyükflehir Belediyelerine/Belediyelere Ait fiirketlerin Kamu Kurum ve Kurulufllar›ndan
Olan Kamu ve Özel Hukuka Tabi Alacaklar› ile Bunlar›n Di¤er Kamu Kurum ve Kurulufllar›na Olan Borçlar› Hakk›nda Takas, Mahsup ve Kesinti ‹fllemleri Genel Tebli¤i (Tebli¤ No: 2005/1) Yay›nland›.
30.06.2005 tarih ve 25861 say›l› Resmî Gazete’de yay›nlanan Tebli¤, büyükflehir belediyeleri, belediyeler ve bunlara ba¤l› kurulufllar ile sermayesinin
yüzde ellisinden fazlas› büyükflehir belediyelerine/belediyelere ait flirketlerin Uzlaflma Komisyonu’na yapacaklar› baflvurular›n usul ve esaslar›n› belirlemek amac›yla haz›rlanm›flt›r.
KANUN TASARILARI
HAKKINDA GÖRÜfiLER
DEVLET SIRLARI KANUN TASARISI
HAKKINDA GÖRÜfi*
Adalet Bakanl›¤› Kanunlar Genel Müdürlü¤ü’nün 30 Ocak 2004
tarihli yaz›lar› ile Galatasaray Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku
Anabilim Dal›’na gönderilen “Devlet S›rlar› ve Gizli Kalmas› Gereken Bilgi
ve Belgeler Hakk›nda Kanun Tasar›s›” üzerine yap›lan çal›flma sonucunda
Tasar› ile ilgili görüflleri ve Devlet S›rr› kavram›na iliflkin ana ilkeleri içeren
Anabilim Dal›’n›n bir raporu Adalet Bakanl›¤›’na sunulmufltu. Bu yaz›da söz
konusu Tasar›’ya iliflkin görüfl belirtilmektedir.
Bu görüfl içerisinde önce Tasar› metni Anabilim Dal›na gönderilmifl biçimi ile aynen belirtilmekte, daha sonra Anabilim Dal›n›n her madde
ile ilgili de¤ifliklik önerisi ve bu öneriye ba¤l› aç›klama niteli¤indeki gerekçe
yer almaktad›r.
I- DEVLET SIRLARI KANUNU TASARISI
Amaç
Madde 1 - Bu Kanunun amac›, Devlet s›rr›n›n ve niteli¤i itibariyle gizli kalmas› gereken bilgi ve belgelerin tan›m›, mahiyeti, hangi makam ve kurullarca oluflturulaca¤› ve korunaca¤›, bu bilgi ve belgelerin yarg›
organlar›na hangi hâllerde gönderilece¤i ve yükümlülüklere iliflkin esas ve
usulleri düzenlemektir.
Kapsam
Madde 2 - Bu Kanun, Devlet s›rr› ve niteli¤i itibariyle gizli kalmas› gereken bilgi ve belgelerle ilgisi bulunan bütün kamu kurum, kurulufl
ve kurullar› ile gerçek ve tüzel kiflileri kapsar.
Devlet s›rr›
Madde 3 - Devlet s›rr›, yetkili bulunmayan kiflilerce hakk›nda
bilgi sahibi olunmas› hâlinde, Devletin güvenli¤i, millî varl›¤›, bütünlü¤ü,
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dal›’n›n Görüflü.
Görüfl
372
anayasal düzeni ve d›fl iliflkilerini tehlikeye düflürebilecek her türlü bilgi ve
belgelerdir.
1.11.1983 tarih ve 2937 say›l› Devlet ‹stihbarat Hizmetleri ve
Millî ‹stihbarat Teflkilat› Kanununun 4 üncü maddesinde gösterilen görev ve
faaliyetlerle ilgili olan bilgi ve belgeler birinci f›kra kapsam›ndad›r.
Gizli kalmas› gereken bilgi ve belgeler
Madde 4 – 3 üncü madde kapsam›nda olmayan ancak niteli¤i
itibariyle gizli kalmas› gereken, askerî makamlar taraf›ndan tesis olunan
savunma ve askerî konulara iliflkin ifllemler, Devlet çap›nda veya kendi
görev alanlar›nda istihbarat çal›flmalar› yapan kamu kurum ve kurulufllar› taraf›ndan yürütülen istihbarata dair görev ve faaliyetler, aç›klanmas›
ya da zaman›ndan önce aç›klanmas› hâlinde Devletin ulusal ekonomik politikas›n›n yürütülmesine zarar verecek veya haks›z rekabet ve kazanca sebep olacak bilgi ve belgeler ile di¤er yetkili makamlar›n faaliyetlerine iliflkin olarak özel kanunlar›nda gizli oldu¤u belirtilen bilgi ve belgelerdir.
Gizlilik derecelendirilmesi
Madde 5 - Bu Kanunun;
a) 3 üncü maddesinde yer alanlara “çok gizli”,
b) 4 üncü maddesinde yer alanlara “gizli” gizlilik derecesi verilir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin müttefiki olan yabanc› ülkelerin ve dahil oldu¤u ittifaklar ile taraf oldu¤u uluslararas› antlaflmalar›n
gizlilik derecesi verdikleri bilgi ve belgeler, kamu kurum ve kurulufllar› ile
kamu görevlilerine intikâl ettirildi¤inde ayn› gizlilik derecesine sahip olurlar.
Devlet s›rr›n› belirleme yetkisi
Madde 6 - Afla¤›da belirtilen makam ve kurullar kendi görev
alanlar›nda Devlet s›rr›n› belirleme yetkisine sahiptirler.
a) Cumhurbaflkanl›¤›,
b) Bakanlar Kurulu ve Bakanl›klar,
c) Genelkurmay Baflkanl›¤›,
d) Millî Güvenlik Kurulu ve Genel Sekreterli¤i,
Devlet S›rlar› Kanun Tasar›s›
373
e) Misyon fiefleri,
f) Millî ‹stihbarat Teflkilât› Müsteflarl›¤›.
Yukar›da say›lan makam ve kurullar›n yetkili k›ld›¤› amirler,
gecikmesinde sak›nca bulunan hâllerde kendi görev alanlar›na iliflkin konulardaki bilgi ve belgelere Devlet s›rr› niteli¤i verebilirler. Ancak, belirleme
tarihinden itibaren yedi gün içerisinde onay al›nmamas› hâlinde Devlet s›rr› niteli¤i kendili¤inden ortadan kalkar ve niteli¤i itibar›yla tafl›mas› gerekti¤i gizlilik derecesi yetkili makam ve kurul taraf›ndan belirleninceye kadar
“gizli” gizlilik derecesine göre ifllem görür.
Gizli kalmas› gereken bilgi ve belgeleri belirleme yetkisi
Madde 7 – 6 nc› maddede say›lan makam ve kurullar ile 4 üncü maddede ifade edilen kamu kurum ve kurulufllar›, ayn› maddede gösterilen ifllem ve faaliyetleri ile ilgili bilgi ve belgelere “gizli” gizlilik derecesi vermeye yetkilidirler.
Süre
Madde 8 – 5 inci maddede belirtilen gizlilik dereceleri süreli veya süresiz olarak verilebilir. Süreli verilen gizlilik derecelerinin süreleri üzerinde belirtilir.
Gizlilik dereceleri veya süreleri bunlar› vermeye yetkili mercilerce veya üst mercilerince her zaman de¤ifltirilebilir veya kald›r›labilir. “çok
gizli” ve “gizli” gizlilik derecesi verilen bilgi ve belgeler bu niteliklerini muhafaza edip etmediklerini tespit amac›yla en geç iki y›ll›k sürelerle gözden
geçirilir. Bu niteliklerini kaybetti¤i tespit edilen bilgi ve belgelerin gizlilik
dereceleri de¤ifltirilir veya kald›r›l›r. Aksine karar al›nmad›¤› takdirde, gizlilik dereceleri, verildi¤i tarihten itibaren, “çok gizli” gizlilik dereceli bilgi
ve belgeler otuz y›l, “gizli” gizlilik dereceli bilgi ve belgeler on y›l sonunda bu
niteliklerini kaybederler.
5 inci maddenin ikinci f›kras›nda belirtilen hâllerde süreler yönünden de karfl›l›kl›l›k esas› gözetilir.
Yükümlülük
Madde 9 - “Çok gizli” ve “gizli” gizlilik dereceli bilgi ve belgeleri herhangi bir flekilde elde eden kifliler, bunlar› derhâl en yak›n mülkî amire veya kolluk kuvvetleri makam ve mercileri ile yurtd›fl›nda misyon fleflerine teslim etmek veya bildirmekle yükümlüdürler.
Görüfl
374
“Çok gizli” ve “gizli” gizlilik dereceli belgelerin,ilgili kamu kurum,kurulufl ve kurullar› mensuplar› ile di¤er gerçek ve tüzel kiflilerin organlar› taraf›ndan,korunduklar› yerlerden al›nmas› ve özel amaçlarla saklanmas› caiz de¤ildir.
Bu bilgi ve belgeleri alan makam ve merciler bunlar› geciktirmeksizin ilgili makama iletmekle yükümlüdürler.
Bilgi ve belgelerin yarg› organlar›nca istenmesi
Madde 10 - Yarg› organlar›nca talep edilen “çok gizli” gizlilik
dereceli bilgi ve belgeler, bu Kanunun 6 nc› maddesinde belirtilen mercilerce gerekçesi belirtilmek suretiyle verilmeyebilir. Yarg› organ› taraf›ndan bu
gerekçe yeterli görülmedi¤i takdirde, ilgili mercilerin en üst amirine müracaat olunabilir. ‹lgili mercilerin en üst makam ve kurulunun söz konusu bilgi ve belgeleri vermeme hususundaki karar› kesindir.Bu durumda,yaln›zca
verilmeyen bilgi ve belgelerle ba¤lant›l› olan ilgili hakk›ndaki isnat, yetkili
yarg› organ› taraf›ndan dikkate al›nmaz.
“Gizli” gizlilik dereceli bilgi ve belgelerin yarg› organlar›nca talep edilmeleri hâlinde gönderilmeleri esast›r. Bu bilgi ve belgeler, 7 nci maddede belirtilen mercilerce gerekçesi aç›klanmak suretiyle yarg› organlar›na
gönderilmeyebilir. Ancak gönderilmeme gerekçesi yarg› organ›nca yeterli bulunmad›¤› takdirde bu bilgi ve belgelerin gönderilmesi zorunludur. Gönderilen bilgi ve belgelerin taraflara incelettirilip incelettirilmemesi hususu, ilgili kanun hükümlerine tâbidir.
Türkiye Cumhuriyetinin güvenli¤i ve yüksek menfaatleri ile
birlikte yabanc› devletler ile uluslararas› kurulufllara iliflkin bilgi ve belgeler birinci f›kra hükmüne tabidir.
Koruma yükümlülü¤ü
Madde 11 – 10 uncu maddeye göre yarg› organlar›na verilmesine karar verilen “çok gizli” veya “gizli” gizlilik dereceli bilgi ve
belgelerin yarg› organlar›na intikali aflamas›nda yetkili makam
veya mercii, teslim an›ndan sonra da yarg› organ› bunlar›n yetkisiz kiflilerce elde edilmesini ve aç›klanmas›n› önlemek için her
türlü tedbiri al›r.
3 ve 4 üncü maddeler kapsam›na giren gizlilik dereceli belge ve
bilgileri ilgili kamu kurum, kurulufl ve kurul mensuplar› görevin gerektirdi¤i haller d›fl›nda alamaz ve saklayamaz.
Devlet S›rlar› Kanun Tasar›s›
375
“Çok gizli” veya “gizli” gizlilik dereceli bilgi ve belgelerin ait olduklar› veya gönderildikleri kurum, kurulufl ve yarg› organlar›nda fiziki korunmalar›n›n usul ve esaslar› yönetmelikle tespit edilir.
Ceza hükümleri
Madde 12 – Fiilleri ayr›ca bir suç teflkil etmedi¤i hâllerde, bu
Kanun kapsam›na giren “çok gizli” veya “gizli” gizlilik dereceli bilgi ve belgelerin, her ne surette olursa olsun teslimine, bildirimine, yetkisiz kiflilerce elde edilmesine, aç›klanmas›na, korunmas›na veya saklanmas›na müteallik
tedbir veya yükümlülükleri ihlâl edenler hakk›nda bir y›ldan üç y›la kadar
hapis cezas› verilir. Bu fiiller, tüzel kiflilerin yetkili temsilcileri taraf›ndan ifllendi¤i takdirde, bunlar da ayn› flekilde cezaland›r›lmakla beraber, tüzel kifli
hakk›nda da on milyar liradan yüz milyar liraya kadar a¤›r para cezas›na
hükmolunur.
Birinci f›krada yaz›l› fiillerin, 765 say›l› Türk Ceza Kanunu
tatbikinde memur say›lanlar taraf›ndan ifllenmesi hâlinde, fail hakk›nda ayr›ca muvakkaten veya müebbetten memuriyetten men cezas› verilir. Fiilin özel hukuk tüzel kiflilerince ifllenmesi hâlinde ise, tüzel
kiflilerin faaliyetlerinin bir y›ldan befl y›la kadar durdurulmas›na karar verilir.
Fiil, failin taksiri sonucunda meydana gelmifl ise, birinci f›krada yaz›l› cezalar yar› oran›nda indirilir. Bu hâlde ikinci f›krada yaz›l› cezalara hükmedilmez.
Yönetmelik
Madde 13 - Bu Kanunun uygulanmas›na iliflkin usul ve esaslar,
Kanunun yay›m› tarihinden itibaren alt› ay içerisinde Baflbakanl›kça ç›kar›lacak bir yönetmelikle gösterilir.
Yürürlük
Madde 14 - Bu Kanun yay›m› tarihinden alt› ay sonra yürürlü¤e girer.
Yürütme
Madde 15 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
Görüfl
376
II- ANAB‹L‹M DALININ ÖNERD‹⁄‹ TASARI MADDELER‹ VE BU MADDELERE ‹L‹fiK‹N AÇIKLAMA N‹TEL‹⁄‹NDEK‹ GEREKÇELER
Amaç
Madde 1: Devlet organlar› ve idarenin faaliyetlerinde aç›kl›k ilkesi esast›r. Demokratik toplumun güvenli¤ini sa¤lamak amac›yla,
Devlet s›rlar› ve niteli¤i itibariyle gizli kalmas› gereken bilgi ve belgeler bu ilkenin d›fl›ndad›r.
Bu kanunun amac›, Devlet s›rr›n›n ve gizli bilgi ve belgelerin tan›m›, hangi makam ve kurullarca nitelenece¤i, belirlenece¤i ve korunaca¤›, bu bilgi ve belgelerin yarg› organlar›na hangi durumlarda gönderilece¤i ve yükümlülüklere iliflkin esas ve usulleri düzenlenmektir.
Gerekçe: 1. Kanunun bafll›¤›na “gizli kalmas› gereken bilgi ve belgeler”
cümleci¤i eklenmifltir. Devlet s›rr› kavram›n›n konunun tüm içeri¤ini tam
olarak ifade etmemesi nedeni ile bu ekleme yap›lm›flt›r.
2. Birinci bir f›kra eklenmifl ve bu f›kra Tasar›daki düzenlemenin önüne getirilmifltir.
Amaç kavram› içerisinde Devlet ve idarede as›l olan›n aç›kl›k
prensibi oldu¤u öncelikle belirtilmifltir. Ayn› f›krada Devletin en önemli niteliklerinden birinin demokratik olmas› gözönünde bulundurularak, bu kavram ilk f›kraya konulmufltur.
‹kinci f›krada madde içerisinde belirsiz bir kavram olan mahiyet sözcü¤ü ç›kar›lm›fl, oluflturma sözcü¤ünün bilgi ve belgelerin tesis edilmesinden sonra gereksiz kalabilece¤i düflünülerek bunun yerine ilgili makam ve kurullar›n nitelemesi ve belirlemesi fiillerine yer verilmifltir. Ancak
belirtmek gerekir ki, niteleme ve belirleme Tasar›n›n 5. maddesindeki derecelendirme ve Frans›z, ‹spanyol mevzuatlar›nda çok s›k rastlanan “tasnif etme” (classifier) anlam›nda kullan›lm›flt›r.
Kapsam
Madde 2: Bu kanun Devlet s›rr› ve niteli¤i itibariyle gizli kalmas› gereken
bilgi ve belgelerle ilgisi bulunan bütün kamu kurum, kurulufl ve kurullar› ile
gerçek ve tüzel kiflileri kapsar.
Devlet S›rr›
Madde 3: Devlet s›rr›, yetkili bulunmayan kiflilerce bilgi sahibi olunmas›
halinde, milli savunma veya Devletin d›fl iliflkilerinde tehlike yaratacak her türlü bilgi, belge, nesne, eylem ve ifllemlerdir.
Devlet S›rlar› Kanun Tasar›s›
377
Gerekçe: 3. maddede yer alan “Devletin güvenli¤i”, “milli varl›k”, “anayasal
düzeni” ibareleri madde metninden ç›kar›lm›flt›r, çünkü bu ibareler soyut,
genifl kapsaml› ve genel nitelik tafl›makta ve her türlü bilgi ve belgenin içine girebilece¤i kavramlar özelli¤inde bulunmaktad›r. Kald›r›lan bu kavramlar yerine s›n›rlar› daha belirgin, milli savunma ve Devletin d›fl iliflkileri ibareleri konulmufltur.
F›kra içerisindeki “tehlikeye düflürmek” fleklindeki belirleme
daha yak›n bir varsay›m› ortaya koymak bak›m›ndan “tehlike yaratacak”
fleklinde de¤ifltirilmifltir.
Bunun yan› s›ra, s›rr› sadece bilgi ve belgede gören yaklafl›m yerine ‹spanyol ve Alman hukuk sistemlerinde öngörülen nesne, eylem ve ifllem terimlerine yer verilmifltir.
‹kinci f›kra madde metninden ç›kar›lm›flt›r. Tasar› halindeki
bu düzenleme genel kanun olaca¤›ndan s›rla ilgili di¤er kanun ya da düzenlemelerin buna uygun olmas› düflüncesi ile bu f›kra maddeden ç›kar›lm›flt›r.
Gizli kalmas› gereken bilgi ve belgeler
Madde 4: 3. madde kapsam›nda olmayan ancak yetkili makamlar›n faaliyetlerine ba¤l› olarak özel kanunlar›nda gizli oldu¤u belirtilen bilgi, belge,
nesne, eylem ve ifllemlerdir.
Gerekçe: 4. maddede, gizlilik ile ba¤lant›l› yetkili mercilerin tek tek say›lmas› usulü ortadan kald›r›lm›flt›r. Bu çerçevede askeri, istihbarat ve iktisadi kurulufllara iliflkin belirlemeler ç›kar›lm›flt›r; Çünkü maddenin sonunda yer alan yetkili makamlar kavram› içerisine tüm makamlar girmektedir.
Görüflümüzce biçimlendirilen yeni madde, genel ve soyut niteli¤i itibariyle tüm yürütme ve idari makamlar› içine alabilecektir. Ancak bunun da çok genel ve genifl oldu¤u düflünülmemelidir; Çünkü yetkili makamlar›n gizlilikle ilgili kararlar› özel kanunlardan almalar› öngörülmektedir ki,
bu yaklafl›m ile madde daralt›lmaktad›r.
Gizlilik derecelendirilmesi
Madde 5: Bu Kanunun;
a) 3 üncü maddesinde yer alanlara “çok gizli”,
b) 4 üncü maddesinde yer alanlara “gizli” derecesi verilir.
378
Görüfl
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin taraf oldu¤u ikili veya çok tarafl› antlaflmalar›n gizlilik derecesi verdikleri bilgi ve belgeler, ayn› gizlilik veya
gizlilik derecesinin karfl›l›¤› olmad›¤› hallerde gizli derecesine sahip olurlar.
Gerekçe: 5. maddenin ilk f›kras›n›n b bendinde yeralan gizlilik kelimesi
tekrara mahal vermemek için kald›r›lm›flt›r.
Ayn› maddenin ikinci f›kras›nda bulunan “müttefiki olan yabanc› ülkelerin ve dahil oldu¤u ittifaklar ile” fleklindeki cümlecik çeflitli yanl›fl
anlamalara, Türkiye’nin egemenli¤ine bir çeflit müdahale fleklinde düflünülebilecek varsay›mlara sebep olabilmesi yönünden kald›r›lm›flt›r.
Ayn› flekilde, “kamu kurum ve kurulufllar› ile kamu görevlilerine intikal ettirildi¤inde” fleklindeki cümlecik de gereksiz bir düzenleme biçimi olarak de¤erlendirilmifl ve kald›r›lm›flt›r.
Buna karfl›l›k, gizlilik derecesinin ayn›l›¤›n›n yan› s›ra gizlilik
derecesinin karfl›l›¤› bulunmamas› halinde bu belgelerin “gizli” olarak nitelenmesi hususu eklenmifltir.
Devlet S›rr›n› belirleme yetkisi
Madde 6: Bakanlar Kurulu, do¤rudan do¤ruya veya kendi görev alanlar›na giren hususlarda Bakanl›klar, Genelkurmay Baflkanl›¤›, Millî Güvenlik
Kurulu veya Millî ‹stihbarat Teflkilât› Müsteflarl›¤›n›n teklifi üzerine Devlet
s›rr›n› belirleme yetkisine sahiptir.
Gecikmesinde sak›nca bulunan hâllerde, yukar›da say›lan makam ve kurulufllar›n kendi görev alanlar›na iliflkin konulardaki bilgi ve belge, nesne, ifllem ve eylemlere Devlet s›rr› niteli¤i verebilirler. Ancak, belirleme tarihinden itibaren yedi gün içerisinde Bakanlar Kurulunun ayn› yönde
karar almamas› halinde Devlet s›rr› niteli¤i kendili¤inden ortadan kalkar ve
niteli¤i itibariyle tafl›mas› gerekti¤i gizlilik derecesi yetkili makam ve kurulufllar taraf›ndan belirleninceye kadar “gizli” derecesine göre ifllem görür.
Gerekçe: Devlet s›rr› niteli¤inin belirlenmesinde çok yönlülü¤ü ortadan
kald›rmak üzere, madde metninde bu hususta Cumhurbaflkanl›¤›, Bakanl›klar, Misyon fiefleri ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterli¤i’ne tan›nan
yetki, münhas›ran do¤rudan do¤ruya veya maddede say›lan makam ve kurulufllar›n teklifi üzerine Bakanlar Kuruluna tan›nm›flt›r.
Nitekim, ‹spanyol hukukunda da 9/1968 say›l›, 05 Nisan 1968
tarihli Resmi S›rlar Hakk›ndaki Kanunun 4. maddesinde Devlet s›rr›n› be-
Devlet S›rlar› Kanun Tasar›s›
379
lirleme yetkisi münhas›ran Bakanlar Kurulu ve toplant› halindeki Kuvvet
Komutanlar›na aittir.
Gizli kalmas› gereken bilgi ve belgeleri belirleme yetkisi
Madde 7: 4 ve 6. maddelerde yaz›l› makam ve kurullar kendi görev alanlar›yla ilgili bilgi, belge, nesne, eylem ve ifllemleri “gizli” derecesi ile belirleme yetkisine sahiptirler.
Gerekçe:
tir.
Maddedeki bu düzenleme 4. madde ile uyumlu hale getirilmifl-
Süre
Madde 8: 5 inci maddede belirtilen gizlilik dereceleri süreli veya uzun süreli olarak verilebilir. Süreli verilen gizlilik derecelerinin süreleri üzerinde
belirtilir. Uzun süreli gizlilik derecesi elli y›l› geçemez.
Gizlilik dereceleri veya süreleri bunlar› vermeye yetkili mercilerce veya üst mercilerince her zaman de¤ifltirilebilir veya kald›r›labilir. “Çok gizli” ve “gizli” derecesi verilen bilgi ve belgeler bu niteliklerini muhafaza edip etmediklerini tespit amac›yla en geç iki y›ll›k sürelerle gözden geçirilir. Bu niteliklerini kaybetti¤i tespit edilen bilgi ve belgelerin gizlilik dereceleri de¤ifltirilir veya kald›r›l›r. Aksine karar al›nmad›¤› takdirde, gizlilik dereceleri, verildi¤i tarihten itibaren, “çok gizli” gizlilik dereceli bilgi ve belgeler otuz y›l, “gizli” dereceli bilgi ve belgeler on y›l sonunda bu niteliklerini kaybederler.
5 inci maddenin ikinci f›kras›nda belirtilen hâllerde süreler yönünden de karfl›l›kl›l›k esas› gözetilir.
Gerekçe: Tasar›n›n 1. maddesinde de belirtildi¤i üzere kamu makamlar›n›n yapt›klar› ifllem ve eylemlerde aç›kl›k ilkesi esast›r. Bu ilkenin s›n›rlanmas› ise demokratik toplumda güvenli¤in sa¤lanmas› nedenine münhas›r k›l›nm›flt›r. Bilgi edinme hakk› karfl›s›nda uzun y›llar bilgi veya belgelerin Devlet s›rr› veya gizli olarak kalmas›n›n fleffafl›k ve aç›kl›k ilkesi ile ba¤daflmad›¤› düflünülerek 50 y›l içinde bu belgelere ulafl›labilir olmas› amaçlanm›flt›r.
Yükümlülük
Madde 9: “Çok gizli” ve “gizli” dereceli bilgi ve belgeleri herhangi bir flekilde elde eden kifliler, bunlar› derhâl en yak›n mülkî amire veya yurtd›fl›nda
misyon fleflerine teslim etmek veya bildirmekle yükümlüdürler. Bu bilgi ve
belgeleri alan makam ve merciler bunlar› geciktirmeksizin ilgili makama
iletmekle yükümlüdürler.
Görüfl
380
“Çok gizli’’ ve “gizli’’ dereceli belgeler, ilgili kamu kurum, kurulufl ve kurullar› mensuplar› ile di¤er gerçek ve tüzel kiflilerin organlar› taraf›ndan korunduklar› yerlerden al›namaz ve özel amaçlarla saklanamaz.
Gerekçe: Madde metninden “kolluk kuvvetleri makam ve mercileri” ibaresi
ç›kar›lm›flt›r.
“Devlet s›rr›” ya da “gizli” derecesine sahip belgelerin bu nitelikleri göz
önünde tutularak, yetkisiz kiflilerin eline geçmesi halinde yaln›zca en yak›n
mülki amire ve yurt d›fl›nda misyon fleflerine teslim edilmeleri ve bildirilmeleri öngörülmüfltür.
Bilgi ve belgelerin yarg› organlar›nca istenmesi
Madde 10: Yarg› organlar›nca istenilen “çok gizli” gizlilik dereceli bilgi ve
belgeler, bu Kanunun 6 nc› maddesinde belirtilen Bakanlar Kurulu veya makam ve kurulufllar taraf›ndan gerekçesi belirtilmek suretiyle verilmeyebilir.
Yarg› organ› taraf›ndan bu gerekçe yeterli görülmedi¤i takdirde, Bakanlar
Kuruluna baflvurulur. Bu karar kesindir. Bu durumda, yaln›zca verilmeyen
bilgi ve belgelerle ba¤lant›l› olan ilgili hakk›ndaki iddia ve isnat yetkili yarg› organ› taraf›ndan dikkate al›nmaz.
“Gizli” dereceli bilgi ve belgelerin yarg› organlar›nca talep edilmeleri hâlinde gönderilmeleri esast›r. Bu bilgi ve belgeler, 7 nci maddede belirtilen mercilerce gerekçesi aç›klanmak suretiyle yarg› organlar›na gönderilmeyebilir. Ancak yarg› organ›n›n bilgi ve belgeyi yeniden istemesi halinde
yetkili makam ve kurumlar›n bilgi ve belgeyi göndermeme yönündeki ›srar›
karfl›s›nda verilmeyen bilgi ve belgelerle ba¤lant›l› olan ilgili hakk›ndaki iddia veya isnat yarg› organ› taraf›ndan dikkate al›nmaz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvenli¤i ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabanc› devletler ile uluslararas› kurulufllara iliflkin bilgi ve
belgeler birinci f›kra hükmüne tabidir.
Gerekçe: Bilgi ve belgenin yarg› organlar› taraf›ndan istenmesi durumunda iki ayr› varsay›m dikkate al›nmal›d›r.
a. Yarg› organ› önünde dava s›rr›n ifflas› üzerine aç›lm›fl olabilir.
b. S›r niteli¤indeki bilgi ya da belge baflka bir suç isnad›na veya hukuki talep ya da iddiaya ba¤l› olabilir.
Devlet S›rlar› Kanun Tasar›s›
381
Tasar›n›n 10. maddesindeki düzenleme bunlardan daha çok birinci varsay›ma iliflkindir. Bu durumda, yarg›c›n bilgi ve belgeyle ba¤lant›l›
isnad› dikkate almamas› ve ceza davas›n› failin lehine sonuçland›rmas› yönündeki düzenleme gerçekten flüpheden san›k faydalan›r temel yarg›lama
kural›na da uygun olacakt›r.
Buna karfl›l›k, ikinci varsay›m 10. madde taraf›ndan tam olarak
göz önünde tutulmamaktad›r. Bu durumda yarg›c›n elindeki di¤er delillerle
karara gitmesi mümkün olacakt›r.
Koruma yükümlülü¤ü
Madde 11: 10 uncu maddeye göre yarg› organlar›na verilmesine karar verilen “çok gizli” veya “gizli” dereceli bilgi ve belgelerin yarg› organlar›na intikali aflamas›nda yetkili makam veya mercii, teslim an›ndan sonra da yarg›
organ› bunlar›n yetkisiz kiflilerce elde edilmesini ve aç›klanmas›n› önlemek
için her türlü tedbiri al›r.
Gerekçe: Maddenin 2. f›kras›nda yer alan “3 ve 4 üncü maddeler kapsam›na giren gizlilik dereceli belge ve bilgileri ilgili kamu kurum, kurulufl ve
kurul mensuplar› görevin gerektirdi¤i haller d›fl›nda alamaz ve saklayamaz”
fleklindeki düzenleme, 9. maddenin ikinci f›kras›ndaki düzenlenme karfl›s›nda tekrara mahal vermemek için metninden ç›kar›lm›flt›r.
Maddenin 3. f›kras›, Tasar›n›n 13. maddesinde uygulamaya iliflkin usul ve esaslar›n yönetmelikle düzenlenece¤i hususu karfl›s›nda metinden ç›kar›lm›flt›r.
Ceza hükümleri
Madde 12: Fiilleri ayr›ca bir suç teflkil etmedi¤i hâllerde, bu Kanun kapsam›na giren “çok gizli” veya “gizli” gizlilik dereceli bilgi ve belgelerin, her ne
surette olursa olsun teslimine, bildirimine, yetkisiz kiflilerce elde edilmesine,
aç›klanmas›na, korunmas›na veya saklanmas›na müteallik tedbir veya yükümlülükleri ihlâl edenler hakk›nda bir y›ldan üç y›la kadar hapis cezas› verilir.
Birinci f›krada yaz›l› fiillerin, 765 say›l› Türk Ceza Kanunu tatbikinde memur say›lanlar taraf›ndan ifllenmesi hâlinde, fail hakk›nda ayr›ca muvakkaten veya müebbetten memuriyetten men cezas› verilir.
Fiil, failin taksiri sonucunda meydana gelmifl ise, birinci f›krada yaz›l› cezalar yar› oran›nda indirilir. Bu hâlde ikinci f›krada yaz›l› ceza-
Görüfl
382
lara hükmedilmez. Fiilin bilinçli taksir ile ifllenmesi halinde verilecek ceza 9
aydan afla¤› olamaz.
Gerekçe: Tasar›da maddenin birinci ve ikinci f›kralar›n›n son cümleleri kald›r›lm›flt›r. Fiilin tüzel kifliler taraf›ndan veya bunlar içeririsinde ifllenmesi
halinde tüzel kiflilere de ayr›ca ceza verilmesi bizce uygun bir yaklafl›m de¤ildir.
Maddenin son f›kras›na bilinçli taksir hali ayr›ca eklenmifltir.
Gerek Türk Ceza Kanunu’nda ve gerekse özel kanunlarda (Milli ‹stihbarat Kanunu gibi) yeralan s›rr› koruyucu ceza hükümlerinin bu
madde içerisinde düzenlenip düzenlenmemesi ayr› bir sorun teflkil etti¤inden ve tasar›y› çok daha genifl boyutlu bir hale getirece¤inden, bu konu üzerinde flimdilik, durulmam›flt›r.
Yönetmelik
Madde 13: Bu Kanunun uygulanmas›na iliflkin usul ve esaslar, Kanunun
yay›m› tarihinden itibaren alt› ay içerisinde Baflbakanl›kça ç›kar›lacak bir
yönetmelikle gösterilir.
Yürürlük
Madde 14: Bu Kanun yay›m› tarihinden alt› ay sonra yürürlü¤e girer.
Yürütme
Madde 15: Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
“YAPI KANUNU TASLA⁄I” ‹LE ‹LG‹L‹
GÖRÜfi*
I. G‹R‹fi
17 A¤ustos 1999 tarihinde meydana gelen deprem felaketinden sonra, Marmara Bölgesi’nde oluflan kay›plar›n ana sebebinin plans›z, kontrolsüz ve kalitesiz yap›laflma oldu¤u anlafl›lm›fl; toplanan Deprem fiuras›’n›n ard›ndan,
ülkemizde yap›laflman›n geliflmifl devletlerin düzeyinde gerçekleflmesi amac›yla bir Yap› Kanunu haz›rlanmas›na karar verilmiflti.
Bay›nd›rl›k ve ‹skan Bakanl›¤›’n›n 11 Temmuz 2006 tarih ve 1092 say›l› yaz›lar›n›n Galatasaray Üniversitesi’ne göndermesi üzerine Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dal›’n›n “Yap› Kanunu
Tasla¤›” üzerinde yapm›fl oldu¤u çal›flma bir rapor halinde ilgili Bakanl›¤a
sunulmufltu. Bu yaz›da söz konusu tasla¤a iliflkin görüfl belirtilmektedir.
Afla¤›da, Yap› Kanunu Tasar›s› Tasla¤›, Medenî Hukuk kapsam›nda incelenmekte ve ayn› zamanda kanun yapma tekni¤i aç›s›ndan de¤erlendirilmektedir.
Görüfl içinde taslak metni aynen yer almakta ve Medeni Hukuk Anabilim Dal›’n›n taslakla ilgili önce görüflleri kanun metninden sonra aç›klanmaktad›r.
II. YAPI KANUNU TASARISI TASLA⁄I
B‹R‹NC‹ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Tan›mlar, Genel Esaslar
Amaç
Madde 1- Bu Kanunun amac›; yap›lar›n yap› bilimine, teknik, sanat, sa¤l›k,
güvenlik ve estetik kurallar›na, mevcut tarihî ve kültürel dokuya uygun yap›lmas›na ve bu esaslar dahilinde her türlü yerleflimlerde yap›laflman›n sa¤-
*
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Anabilim Dal›’n›n Görüflü.
384
Görüfl
lanmas›na, yap› sürecine kat›lan taraflar›n yükümlülüklerinin ve sorumluluklar›n›n belirlenmesine, afet zararlar›na mukavemet edebilen dayan›kl›
yap› sto¤una sahip, güvenilir, sa¤l›kl› yaflam çevrelerinin oluflmas›na, yap›
güvenli¤i ve yap› standartlar›na temel unsur teflkil edecek ve plans›z, kontrolsüz, kalitesiz yap›laflmay› engelleyecek usûl ve esaslar› düzenlemektir.
Kapsam
Madde 2- Bu Kanun, her türlü yerleflimlerde her çeflit yap›n›n bu kanuna
uygun infla edilmesine iliflkin ifl ve yöntemlerin belirlenmesi, planlanmas›,
projelendirilmesi ve gerçekleflmesine yönelik süreç, örgütlenme, yap›m, denetim, yükümlülüklerin ve sorumluluklar›n belirlenmesi ile kullan›m›na
iliflkin usul ve esaslar› kapsar.
Özel ihtisas gerektiren ve bina niteli¤inde olmayan askerî yap›lar, karayolu,
demiryolu, otoyol, havaliman›, r›ht›m, liman, tersane, köprü, tünel, metro,
viyadük, altyap›, boru iletim hatt›, haberleflme ve nakil hatt›, baraj, enerji
santral›, rafineri tesisi, sulama tesisi, toprak ›slah›, taflk›n koruma, dekupaj
gibi her türlü inflaat iflleri ile benzeri yap›m iflleri özel hükümlerine tabîî
olup, bu kanun kapsam› d›fl›ndad›r.
Tan›mlar
Madde 3- Bu Kanun’da geçen;
a) Bakanl›k: Bay›nd›rl›k ve ‹skan Bakanl›¤›’n›,
b) ‹lgili ‹dare: Belediye ve mücavir alan s›n›rlar› içindeki yap› ve uygulamalar için Büyükflehir belediyeleri ile di¤er belediyeleri, bu alanlar d›fl›nda kalan alanlarda Valilikleri ve yap› ruhsat› ve yap› kullanma izni vermeye yetkili di¤er idareleri,
c) ‹lgili Mevzuat: ‹mar Kanunu ve bu Kanun ve bu Kanun uyar›nca ç›kar›lan
yönetmelikler ile yap› malzemeleri ve yap› denetimine iliflkin olanlar da dahil
olmak üzere, yerleflme ve yap›laflma ile ilgili uygulamalar› belirleyen kanun,
tüzük, yönetmelik, tebli¤, standart, her ölçekte imar plan›, plan notu, sözleflme, teknik flartname, genelge ve Bakanl›kça yap›lacak di¤er düzenlemeleri,
d) Yap›: Karada ve suda, sürekli ve geçici, resmî ve özel, yer alt› ve yerüstü
inflaat› ile bunlar›n ilâve, de¤ifliklik ve tamirlerini içine alan sâbit ve hareketli tesisleri,
e) Bina: ‹çinde yaflamak veya çeflitli eylem ve ifllevleri gerçeklefltirmek üzere infla edilen yap›lar›,
Yap› Kanunu Tasla¤›
385
f) Yap› Sahibi: Yap› üzerinde mülkiyet hakk›na veya s›n›rl› aynî hakka sahip
olan gerçek veya tüzel kifliyi,
g) Yap›m Süresi: Yap› ruhsat› ile yap› kullanma izninin al›nd›¤› tarihler aras›ndaki süreyi,
h) Yap› Sorumlular›: Bu Kanun uyar›nca yap›lmas› mecburî olan sigortalar›n› yapt›ran, yap›m ifllerinde görev alan proje müellifleri, yap› müteahhidi,
varsa teknik dan›flman, flantiye flefi yap› denetim kuruluflu ve denetim sorumlusu mimar ve mühendisler ile kontrol ve yard›mc› kontrol elemanlar›
ve laboratuar görevlilerini,
›) Yap› ‹nflaat Alan›: Ifl›kl›k ve haval›klar hariç bodrum kat, asma kat ve çat› aras›nda yer alan mekânlar ve ortak alanlar dahil yap›n›n infla edilen tüm
katlar›n›n alan›n›,
i) Mimarl›k ve Mühendislik Hizmetlerine Esas ‹nflaat Alan›: Teklif edilen yap›n›n d›fl ölçüleri esas al›nmak sûretiyle 4.5 metreye kadar olan yükseklikteki hacimler 1.0 emsal ile, 4.5 metreden fazla yükseklikteki hacimler 1.5
emsal ile, 9.00 metreden fazla yükseklikteki hacimler 2.25 emsal ile çarp›larak, balkon ve üstü örtülü teras alanlar›n›n yar›s›, bina d›fl›nda (girifl saçaklar› hariç) aç›k teraslar ile üstü kapal› yanlar› aç›k geçitler 0.25 olarak alan
hesab›na dahil edilmek suretiyle bulunan toplam alan› özel yap›larda kendi
özelli¤ine göre belirlenecek alan ve ölçü sistemi,
j) Yap› Yaklafl›k Maliyeti: Binalarda, Bakanl›kça her y›l yay›mlanan mimarl›k
ve mühendislik hizmet bedellerinin hesab›na esas yap› yaklafl›k birim maliyetlerine iliflkin olarak ilgili mevzuatta belirtilen birim maliyet ile yap› inflaat alan›n›n çarp›m›ndan elde edilen bedeli ve varsa yap› ile ilgili betonarme iksa, fore ve çakma kaz›k, istinat duvar› ve yap› malzemeleri gibi özellikli imâlat›n
toplam keflif bedelini, binalarda gerçeklefltirecek de¤ifltirme, güçlendirme ve
esasl› onar›m ifllerinin keflif bedelini ve özel yap›larda ise maliyet bedelini,
k) Tafl›y›c› Sistem: Yap›lar›n betonarme, ahflap, çelik karkas gibi sistemlerle
inflaa edilen temel, duvar, döfleme ve çat› gibi yük tafl›yan ve aktaran bölümlerini ve istinat yap›lar›n›,
l) Yap› Kusuru: Yap›n›n imar mevzuat›na, projesine, fen ve san’at kurallar›na ayk›r›, eksik, hatal›, kusurlu veya standartlara uygun olmayan malzeme
kullan›larak yap›lmas›ndan kaynaklanan, ve yap›n›n kullan›m süresi içinde
ortaya ç›kan kusuru,
m) Yap› Hasar›: Yap›n›n kullan›mdan kaynaklanan hasarlar hariç olmak
386
Görüfl
üzere, yap›n›n fen ve san’at kurallar›na ayk›r›, hatal› ve kusurlu yap›lmas›
sebebiyle yap›da meydana gelen ve yap›n›n kullan›m›n› engelleyen veya yap›da de¤er kayb› meydana getiren her türlü hasar›,
n) Yap› Projesi: Bir yap›n›n infla edilece¤i araziye ait zemin etütleri, mimarî,
statik ve tesisatlar› ile bunlar› tamamlayan her türlü proje, detay ve raporlar›,
o) Yap› Ruhsat›: Belediye s›n›rlar› içinde veya d›fl›nda kalan yerlerde infla edilecek yap›lar için belediye veya valiliklerce ‹mar Kanunu, ‹mar Plan› ve bu Kanun ve Yönetmelik hükümleri ve ilgili standartlara uygun olarak, yap› sahibi,
yap› müteahhidi, flantiye flefi, tüm proje müellifleri ve yap› denetim kuruluflu
yetkililerinin, denetim sorumlusu ve ruhsat veren ilgili idarenin mimar ve mühendislerinin imzas› al›narak usûlüne uygun olarak düzenlenen belgeyi,
ö) Proje müellifi: Mimarl›k, mühendislik tasar›m hizmetlerini ifltigal konusu
olarak seçmifl, yap›n›n etüt ve projelerini haz›rlayan gerçek kifliyi,
p) Yap› Denetim Kuruluflu: Bakanl›ktan ald›¤› izin belgesi ile münhas›ran
yap› denetimi görevini yapan, ortaklar›n›n tamam› mimar ve mühendislerden oluflan tüzel kifliyi,
r) Yap› Müteahhidi: Ticarî amaçl›; flahsî, teknik ve mâlî kaynaklar› ile imkânlar›n› kullanarak veya tafleron eliyle yap›m iflini üstlenen, yap›n›n planlara ve mevzuata, fen ve san’at kurallar›na, ruhsat eki projelere uygun olarak ve bünyesindeki ilgili uzmanlar›n ve sorumlular›n gözetimi alt›nda infla
edilece¤ini yap› sahibine ve ilgili idareye taahhüt eden, ilgili ticaret odas›na
kay›tl›, Bakanl›kça belgelenmifl gerçek veya tüzel kifliyi,
s) fiantiye fiefi: Konusuna ve niteli¤ine göre yap›m ifllerini yap› müteahhidi
ad›na yöneterek uygulayan, üyesi oldu¤u meslek odas›nca sicil kay›tlar› tutulan mimar veya inflaat mühendislerini,
fl) Teknik Eleman: Yap›, elektrik tesisat›, s›hhî tesisat ve ›s›tma, makine ve
benzeri alanlarda hizmet verecek en az dört y›ll›k yüksek ö¤renim veren
okullardan mezun, mimar ve inflaat, makine ve elektrik mühendislerini,
t) Denetçi Mimar ve Mühendis: ‹lgili mühendis ve mimar meslek odalar›na
üyeli¤i devam eden ve Bakanl›kça denetçi belgesi verilmifl mimar ve mühendisleri,
u) Kontrol Eleman›: Bu Kanun hükümleri çerçevesinde yap›m iflinin denetlenmesi hizmetlerini bizzat yap›da ve flantiye sahas›nda, iflin büyüklük ve
Yap› Kanunu Tasla¤›
387
önemine göre yeterli say›da flantiye flefine veya denetçi mimar ve mühendislere ba¤l› olarak ve gerekti¤inde onlara dan›flarak görevlerini yürütmekle
yükümlü ve sicilleri ilgili meslek odas›nca tutulan mimar ve inflaat, makine
ve elektrik mühendislerini,
ü) Yard›mc› Kontrol Eleman›: Kontrol sorumlusu mimar ve mühendislerin
yönetiminde kontrol elemanlar› ile birlikte yap› denetimine kat›lan tekniker
ve teknisyeni,
v) Yap› Kullanma ‹zin Belgesi: Bu Kanun kapsam›ndaki yap›lar›n imar mevzuat› ve bu Kanun hükümlerine uygun flekilde tamamlanmas› üzerine, yap›
sahibinin, proje müellifinin, yap› müteahhidinin, flantiye flefinin, yap› denetimi kuruluflu yetkilisinin imzalar› al›nmak suretiyle, standard›na uygun
olarak ilgili idarece düzenlenen ve yap›n›n kullan›lmas›na izin verildi¤ini
gösteren belgeyi,
y) Yap› Malzemeleri: Yap›m ifllerinde kullan›lmak amac› ile üretilen millî ve
milletler aras› standartlara uygun nitelikli bütün malzemeleri,
z) Yap›m: Yap›, kurulufl veya kiflilerce kendilerine ait tapusu bulunan veya
kendisine ait tapusu bulunmamakla beraber kamu kurum ve kurulufllar›n›n
vermifl olduklar› tahsis veya irtifak haklar› tesis belgeleri bulunan arazi, arsa veya parsellerde bu Kanun’a, imar plan›na, parselasyon plan›na, yönetmeliklere, standartlara, onayl› etüt ve projelere, ruhsat ve eklerine ve di¤er
ilgili mevzuata uygun olarak yap›lmas›n›.
aa) Laboratuar: ‹nflaat ve yap› malzemeleri ile ilgili ham madde ve mamul
madde üzerinde, ilgili standartlar›na veya teknik flartnamelerine göre ölçüm, muayene, kalibrasyon yapabilen ve di¤er özelliklerini tayin eden, Bakanl›ktan izin alm›fl tesisi,
Genel Esaslar
Madde 4- Bu Kanun’una göre yap›lacak yap› ve yap›laflmada;
a) Can ve mal emniyetini temin ve korumak,
b) Yap›n›n kullanma maksad›na uygun mekan düzenlemelerini ve uygun flekilde ölçülendirmelerini te’min etmek, yap›larda olmas› gereken mahal standartlar›n› tan›mlamak, tabîî afet zararlar›n› azaltmak, yang›n ve iflletme güvenli¤ini te’min etmek, afete mukavemet edebilen yap› stokunu gelifltirmek,
kentin ve tabîî çevrenin sürdürülebilir siluetini bozmadan tabîî, tarihî ve
kültürel de¤erleri korumak ve gelifltirmek,
Görüfl
388
c) Yap›n›n, Bu Kanun hükümlerine, imar mevzuat›na, sa¤l›k kurallar›na, yap› ile ilgili her türlü yönetmelik, standart, genel ve özel flartnameler ve esaslara uygun olarak gerçekleflmesini te’min etmek,
d) Dayan›kl›l›k, sürdürülebilirlik, yenilenebilir enerji kullan›lmas› ve güvenli at›k tahliyesi ve at›klar›n de¤erlendirilmesi,
esaslar›n› gözetir.
Kurulufl,Teflkilat
Madde 5- Bakanl›kça bu kanunun uygulanmas› ile ilgili görevleri ve politikalar› belirlemek yerine getirilebilmesi için mevcut yap›ya ilâveten, kendi
bünyesinde kurullar meydana getirilir.
Bu kurullar›n kurulufl esaslar›, çal›flma usûlleri ve çal›flanlar›n özlük haklar› ve kurumsal yap›lanmas› ile ilgili yönetmelikler Bakanl›k taraf›ndan düzenlenir.
‹K‹NC‹ BÖLÜM
Yap› S›n›flar› ve Yap›m
Yap› S›n›f›
Madde 6- Bir yap›n›n meydana gelebilmesi için mimarl›k, inflaat, makine ve
elektrik mühendisli¤i dallar›nda yap›lmas› gereken hizmetlerin niteli¤i ve
karfl›l›¤›nda ödenecek ücretler, söz konusu yap›lar›n tafl›y›c› sistem, fonksiyonellik, çok katl›l›k gibi hususlar› dikkate al›narak yap› s›n›fland›r›lmas›
yap›l›r ve her y›l Bakanl›kça yay›mlanan bir tebli¤ ile duyurulur.
‹nflaat-Yap›m
Madde7- Bu Kanun’un yürürlü¤e girmesi ile birlikte Yap› Ruhsat›n›n al›nmas›ndan bafllayarak yap› kullan›m izin belgesinin al›nmas›na kadar geçen
süre içerisindeki tüm hizmetler bu Kanun’un eki olarak düzenlenecek olan
Yönetmelik, fiartname, Standart ve esaslara göre belirlenir.
Proje
Madde 8- ‹nsanlar›n ruhsal ve bedensel sa¤l›¤›n› koruyup destekleyecek
mekanlar› meydana getirmek, toplumsal sa¤l›¤›, güvenli¤i ve refah› sa¤layacak kalitede yap› üretimini gerçeklefltirmek ve çevresel etkilerden insanlar›
korumak amac›yla yap›lacak bina üzerinde yap›m ifllerine bafllamadan önce
kesin bilgi veren, yap›n›n hangi kalitede ve nas›l bir yap› olaca¤›n› belirleyen, yap›m ruhsat›ndan önce projeyi yapt›ran ve yapan taraf aras›nda özel
Yap› Kanunu Tasla¤›
389
hukuk iliflkisini tan›mlayan,Yap› ruhsat› al›m›ndan sonra resmî belge niteli¤ini kazanan belgedir.
Projelendirme ve Yap›ma Esas Bilgi ve Belgeler
Madde 9 Yap›lar›n projelendirilmesinde ve yap›m›nda;
a) Arsa hukukî bilgi ve belgeleri: Tapu senedi, tahsis belgesi, irtifak, ortakl›k, fluyu, hisse, tapu flerhi, ipotek, çap, imar plan› ve plan notu bilgilerini de
içeren imar durum belgeleri gibi
b) Arsa fizikî bilgi ve belgeleri: Projelerin haz›rlanmas›na esas, parselasyon
plan› örne¤inin imar plan› eki jeolojik/jeofizik/jeoteknik raporunun parselin
bulundu¤u alan› kapsayan bölüme ait mikro bölgeleme haritas› ve eki raporun ilgili bölümü, röperli kroki, yol istikamet krokisi, yol kotu tutanaklar›,
plankote, zemin ve temel etüt raporu, altyap›, pissu, temiz su, elektrik, do¤algaz, ya¤mur suyu, drenaj, telefon gibi altyap› ba¤lant› kroki ve bilgileri,
varsa a¤aç ve yap› rölevesi, iklim ve co¤rafî veriler,
projenin eki say›l›r.
Yap›n›n kompozisyonunda yer alacak bütün elemanlar›n ve bunlar›n önem
dereceleri ile özelliklerinin, yap›n›n ifllevleri ve kullanma amaçlar›n›n, ihtiyaçlar›n›n belirlenmesi, tasar›m aflamas›nda de¤erlendirilecek özel isteklerin, özel normlara göre yap›lacak ise bunlar›n da belirtildi¤i ihtiyaç program›n›n ve çevresel dokunun proje sürecinde göz önüne al›nmas› mecburîdir.
Projelendirme
Madde 10- Yap› Projeleri, bu Kanun’un eki ilgili teknik flartname, yönetmelik ve esaslar do¤rultusunda düzenlenir. Proje hizmeti veren ve raporlar› haz›rlayan proje müelliflerinin en az 4 y›ll›k yüksek ö¤renim kuruluflunda teknik e¤itim görmüfl olmalar› ve ilgili olduklar› bölüme imza atma yetkisine
sahip olmalar› flartt›r.
Bu Kanunun kapsam bafll›kl› ikinci maddesinde ifade edilen ve kapsam d›fl›
b›rak›lan yap› türleri d›fl›ndaki bütün yap›lar ruhsata tâbidir.
Yap› türlerinin hangileri için ne tür proje hizmeti istenece¤i Bakanl›k taraf›ndan düzenlenecek yönetmelik esas al›narak yap› iflvereni ve proje müellifleri aras›nda serbestçe belirlenir.
390
Görüfl
Proje Bedeli
Madde 11- Bedel tespitinde Bakanl›kça hizmetin niteli¤ine göre “Mimarl›k
ve Mühendislik Hizmetleri fiartnamesi” esaslar› do¤rultusunda belirlenmifl
hizmet bedelleri, ihaleyi yapan idarelerce gerçeklefltirilmifl ayn› veya benzer
hizmetlerdeki bedeller ve ilgili meslek odalar›nca belirlenmifl hizmet bedelleri esas al›narak ve piyasa araflt›rmas› yap›larak bir veya birkaç›ndan faydalan›larak belirlenir.
Sözleflmeye ba¤lanm›fl fiyat anlaflmazl›klar›n›n çözümünde Bakanl›¤›n verdi¤i karar kesindir.
Yap› Ruhsat›
Madde 12- Kanun kapsam›na giren yeni inflââ edilecek bütün yap›lar ve y›k›m, onar›m, tadilat ve güçlendirme, tafl›y›c› sistemde de¤ifliklik gerektiren
ve esasl› onar›mlar için belediye ve valiliklerden yap› ruhsat› al›nmas› mecburîdir. ‹stisnas› bulunmaz.
Büyükflehir Belediye s›n›rlar› ve di¤er belediye s›n›rlar› içerisindeki yap›lar,
mücavir alanlar›ndaki yap›lar, mücavir alan s›n›rlar› d›fl›ndaki alanlardaki
yap›lar ve köy yerleflik alanlar› dikkate al›narak ruhsat verme flartlar› ile
ruhsat format› ve ruhsat iptali flartlar› Bakanl›kça ç›kar›lacak yönetmelikle
belirlenir.
Yap› Ruhsat› Müracaat› ‹çin Gerekli Belgeler:
Madde 13- Yap›n›n projeleri ve ekleri, proje s›n›flar› ve proje müellifleri belli olmadan ruhsat düzenlenemez.
Yap› Ruhsat›na Esas Rapor ve Projelerin Onaylanmas›:
Madde 14- Kanun ekinde verilen proje düzenleme esaslar›na uygun olarak
proje müelliflerince haz›rlanan rapor ve projelerin proje müelliflerince imzalanmas›n›, “Yap› Denetim Hakk›ndaki Kanun” kapsam›ndaki illerde ise yap› denetimi kuruluflunun onay›n›n al›nmas›n› takiben ilgili idareye teslim
edilir.
‹lgili idarede proje ve raporlar› inceleyip onaylayacak imza yetkisi olan kiflilerin en az dört y›ll›k yüksek ö¤renim kurumunda teknik e¤itim görmüfl mimar ve inflaat, makine, elektrik mühendisi olmalar› flartt›r.
Yap›ya ait rapor ve projelerden, proje müellifleri ile projeyi onaylayan kifliler müteselsilen sorumludur.
Yap› Kanunu Tasla¤›
391
Denetim Hizmetleri
Madde 15- Yap›lar›n projelendirilmesinde ve yap›m›nda gerekli denetim
hizmetleri afla¤›da belirtilmifltir.
a) Proje Denetim Hizmeti: Proje müelliflerince haz›rlanan rapor ve projeler
4708 say›l› kanun kapsam›na giren illerde, yap› denetim kuruluflu teknik
elemanlar›nca ve ilgili idare teknik elemanlar›nca, bu kanun kapsam›na girmeyen illerde ise ilgili idare teknik elemanlar›nca “Mimarl›k ve Mühendislik Proje Düzenleme Esaslar›” ve projelerin haz›rlanmas› s›ras›nda kullan›lan ilgili mevzuat esas al›narak kontrol edilir. ‹lgili idare, iste¤e ba¤l› olarak
ihtisas gerektirecek konularda proje kontrollük hizmetini hizmet sat›n almak suretiyle yapt›rabilir.
b) Meslekî Denetim Hizmeti: Bu Kanun’ un eki olan “Mimarl›k ve Mühendislik Hizmetleri fiartnamesi” esaslar›na göre düzenlenecek bir sözleflme ile
yap›l›r.
c) ‹nflaat Denetimi Hizmeti: ‹nflaat denetim hizmetinin usûl ve esaslar› ile
sorumluluklar›, Yap› Denetim Kanunun kapsam›na giren illerde bu kanun
hükümlerine göre, bu kanun kapsam›na girmeyen illerde ise Bakanl›k taraf›ndan ç›kar›lan yönetmelik hükümlerine göre yürütülür.
Uygun Vas›fta Malzeme Kullan›m›
Madde 16- ‹nflaat yap›m›nda kullan›lan malzemeler Yap› Malzeme Yönetmeli¤inde düzenlenen flartlara uygun olmal›d›r.
Sözleflmeler
Madde 17- Mal, yap›m, hizmet ile ilgili sözleflmeler Resmi Kurum ve Kurulufllarda 4734 say›l› Kamu ‹hale Kanunu ve 4735 say›l› Kamu ‹hale Sözleflmeleri Kanunun ilgili maddeleri ve buna ba¤l› olarak ç›kar›lan ilgili yönetmelikler esas al›narak düzenlenir.
Özel yap›lar için gerekli sözleflmeler ise yukar›da belirtilen mevzuattan da
yararlan›lmak suretiyle ilgili mevzuat ile genel hükümler çerçevesinde düzenlenir.
Yap›lara Yap› Kullanma ‹zin Belgesi Düzenlenmesi ve Yap›lar›n Kullan›lmas›
Madde 18- ‹mar plan›na, ruhsat eki projelerine, Türk Standartlar›na, ilmî
ve teknik kurallara uygun olarak tamamlanan yap›n›n, kullan›labilmesi
için, ilgili belediye veya valilikten yap› kullanma izni al›n›r. Kullanma izni
Görüfl
392
verilmeden evvel yap› sahibi taraf›ndan yap›da kat irtifak›, kat mülkiyeti ve
irtifa hakk› tesis edilir ve cins tashihi yap›l›r.
Yap› sahibinin veya vekilinin müracaat› üzerine yap›n›n, ruhsat ve eklerine,
plan ve bütün mevzuat hükümlerine uygun oldu¤u ve kullan›lmas›nda teknik ve sa¤l›k bak›m›ndan sak›nca olmad›¤›n›n tespiti gerekir.
Yap› kullanma izin belgesi düzenlenebilmesi için, yap› denetim sorumlular›
ve proje müellifi taraf›ndan, parselin son durumunu gösterir plankotesi ile
yap›n›n yap› uygulama projesine uygun olup olmad›¤›, standartlara uygun
malzeme kullan›p kullan›lmad›¤›, yap›n›n belirtilen standartlara uygun inflaa edilip edilmedi¤ini tespite yarayan malzemelerin standartlara uygun
olup olmad›¤› hakk›nda laboratuar test sonuçlar›n›n ilgili standart ve mevzuata ilgisi de kurularak, laboratuar test sonuçlar›n› belirtir form eflli¤inde
rapor haz›rlan›r. Bu rapor haz›rlanmadan yap› kullanma izni verilemez.
Denetim raporu haz›rlanmaks›z›n yap› kullanma izni verilen yap›lar tespiti
halinde mühürlenir. Eksiklikler giderilmeden mühür kald›r›lmaz.
‹nflaat yap› kullanma izninin verildi¤i tarihte tamamlanm›fl say›l›r. Yap›
kullanma izin belgesi düzenlenmeyen yap›lar kullan›lamaz. Yap› kullanma
izin belgesi düzenlenmeden kullan›lan yap›lardan, yap› sahibi, yap› müteahhidi ve kirac› veya kullanan sorumludur.
Yap›lara yap› kullanma izin belgesi düzenlenmesi ve yap›lar›n kullan›lmas›
ile yap› kullanma izin format› Bakanl›kça ç›kar›lacak yönetmelikle düzenlenir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Yetki, Yükümlülük ve Sorumluluklar ‹le Siciller
Bakanl›¤›n Görev ve Sorumluluklar›
Madde 19- Bakanl›k, ilgili idarelerin bu Kanun kapsam›nda yapt›klar› ve
kontrol ettikleri her türlü etüt ve proje, yap›m ile yap› denetimine iliflkin ifl
ve ifllemleri gerekli gördü¤ü hallerde denetler ve inceler. Yap›lan incelemede
mevzuata ayk›r› oldu¤u tespit edilen hususlarla ilgili her türlü belgeyi isteyebilir.
Bakanl›kca tesbit edilen mevzuata ayk›r› ifl ve ifllemler ilgili idareye bildirilir. ‹lgili idarece mevzuata ayk›r›l›klar en k›sa sürede giderilir. Mevzuata ayk›r›l›klar giderilmedikçe bu ifl ve ifllemlerle ilgili hiçbir uygulama yap›lamaz.
Yap› Kanunu Tasla¤›
393
Bakanl›k mevzuata ayk›r› ifllem yapan ilgili idare yetkilileri hakk›nda idarî,
malî, cezaî bak›mlardan kanunî ifllem yap›lmas›n› istemeye yetkili ve sorumludur.
Bakanl›¤›n bu denetim ve inceleme mükellefiyet ve sorumlulu¤unun usûl ve
esaslar› Yönetmelik ile düzenlenir.
Bakanl›k özel hukuk gerçek ve tüzel kiflilerince haz›rlanan flartnamelere uygunluk onay› verir.
‹lgili ‹darelerin Görev, Yetki ve Sorumluluklar›
Madde 20- ‹lgili idareler, bu Kanun ve ilgili yönetmelikler ile verilen görevlerini kanunî süreler içinde tam ve eksiksiz olarak yerine getirmekten sorumludur. Kanun’a ayk›r› olmamak kayd› ile mahalli flartlar dikkate al›narak ilâve düzenleme yapabilir.
Yap› projelerinde, yap› ruhsat› ve yap› kullanma izin belgesinde imzas› bulunan teknik görevliler görevlerini gere¤i gibi yerine getirmemelerinden do¤an her türlü yap› kusurundan ve zarar›ndan dolay› bu Kanun ve di¤er Kanun hükümleri ve ilgili mevzuat çerçevesinde sorumludur.
Proje Müellifinin Görev, Yetki ve Sorumluluklar›
Madde 21- Proje müellifleri, yap› ruhsat›na esas uygulama projelerinin, zemin ve temel etüt raporlar› dahil olmak üzere her türlü etüde dayal› çal›flmalar›, bu kanuna, esaslara ve bu kanunun eki olan ilgili yönetmeliklere,
flartname ve standartlara uygun olarak yapmakla sorumludur. Mal sahibinin ve idarenin uygun görmesi halinde inflaat›n projeye uygunlu¤unu denetler.
Proje hizmetinin tüzel kifli taraf›ndan yerine getirilmesi durumunda, tüzel
kiflili¤in yönetim kurulunun karar› ile devri sonucu söz konusu proje ile ilgili flahsi sorumlulu¤u tafl›yan proje müellifi mimar, inflaat, makine ve elektrik mühendislerinin isimleri projeleri ve yap› ruhsat›nda belirtilir.
Ruhsat eki projelerin birbiri ile uyumlu olmas› flartt›r. Birbiri ile uyumlu olmayan projelerden kaynaklanan sorumluluk, öncelikle proje müellifi mimar
veya mimarlara ait olmak üzere, s›ras›yla yap› denetimi kuruluflu ile proje
denetçisi mimar ve mühendislere ve ilgili idareye aittir.
Proje müellifleri, uzmanl›k alanlar›na göre ürettikleri projeler sebebiyle ortaya ç›kan yap› hasarlar› ve di¤er zararlar sebebiyle kusurlar› oran›nda bu kanun ve di¤er kanun hükümleri ve ilgili mevzuat hükümlerine göre sorumludur.
394
Görüfl
‹lgili meslek odas›na üye olmayan ve bürosunun tescilini ilgili odaya yapt›r›p her y›l yenilemeyen proje müellifi veya müelliflerinin projesi incelenmez
ve ilgili idarece tasdik edilmez.
Proje müellifleri, meslekî sorumluluk sigortas› yapt›rmak, poliçelerinin tasdikli birer örne¤ini ilgili idareye ve yap› sahibine vermekle mükelleftir.
Yap› Denetim Kuruluflu Elemanlar›n›n Görev ve Sorumluluklar› Madde 22
Yap› denetim elemanlar› bu kanun ile yap› denetimi hakk›ndaki kanunda
belirtilen görev ve sorumluluklarla yükümlüdürler.
Yap› Müteahhidinin Görev ve Sorumluluklar›
Madde 23 Ticarî amaç gözetmeksizin kamuya aç›k olmayan bir parselde
konut olarak kullan›lacak yap›lar hariç olmak üzere özel hukuk gerçek kiflileri ve kooperatifler de dahil tüzel kifliler taraf›ndan yapt›r›lan her türlü yap› inflââs› iflinin bir yap› müteahhidi taraf›ndan üstlenilmesi mecburîdir.
Yap› müteahhidi yap›n›n; projesine, bu kanunun eki olan yönetmeliklere,
flartname ve standartlara uygun olarak yap›lmas›ndan yükümlü olup yap›
hasar› ve ayk›r›l›klardan dolay› kusurlar›na göre hukukî ve cezaî bak›mdan
sorumludur.
Müteahhit belgesine sahip olma flartlar›, kimlere verilece¤i, belge komisyonlar›n›n kurulufl ve görevleri, gerçek ve tüzel kifliler olmas› halinde haz›rlanacak belge düzenleme esaslar› ve ifl gruplar›n› gösterir sertifika ve e¤itimleri, Bakanl›kça ç›kar›lan yönetmelikle düzenlenir.
fiantiye fiefinin Görev ve Sorumluluklar›
Madde 24 Yap›m iflleri yürütülen flantiyede, yap›m iflinin konusuna uygun
ve sözleflmeye ba¤l› olarak çal›flan bir mimar veya inflaat mühendisi flantiye
flefi bulundurulur.
Müteahhidin Türk Ticaret Siciline kay›tl› tüzel kifli olmas› durumunda, müteahhit kuruluflun yap›m taahhüdü ile ilgili bütün yetkileri, tüzel kiflili¤in
yetkili organlar›n›n tasdikli karar›yla, flantiye flefine devredilir.
Gerçek kifli yap› müteahhidinin mimar veya inflaat mühendisi olmas› durumunda iste¤i halinde flantiye flefli¤i görevini üstlenebilir. Ancak bu durumda bu Kanun ve eki flartnamede flantiye flefi için tan›mlanan bütün görev,
yükümlülük ve sorumluluklar› müteahhit aynen üstlenmifl say›l›r.
Yap› Kanunu Tasla¤›
395
Mimar ve inflaat mühendislerinin, flantiye flefi olabilmesi için, ilgili mimar
ve mühendis odas›na üye olmaya mecburdur.
fiantiyede, yap›n›n niteli¤ine ve büyüklü¤üne göre, flantiye flefinin emrinde
gerekli di¤er teknik elemanlar bulundurulur.
Yap› Sahibinin Yükümlülükleri ve Sorumluluklar›
Madde 25 Yap› sahibi, imar mevzuat›na uyar ve yap› denetimi hizmet bedeli dahil olmak üzere, yap› ile ilgili her türlü hizmet bedellerini zaman›nda
öder.
Yap› sahibi, tamamlanan yap›y›, yap› kullanma izin belgesi düzenlemeksizin
kullan›ma açamaz. Bu durumda hukuken sorumlu say›l›r. Bu Kanun’a ayk›r› olarak kullan›ma aç›lan yap›, ilgili idarece derhal mühürlenir ve kullan›lmas› engellenir.
Yap› sahibi, proje, metraj ve kefliflerde bulunmayan herhangi bir imalât›
müteahhitten ve di¤er ilgililerden isteyemez ve bu gibi istekler yerine getirilmez.
Yap› sahibi, yap› kullanma izin belgesi al›nm›fl yap›da bu Kanun’un 13. maddesi gere¤ince ruhsat düzenlenmesi gereken de¤ifliklikleri ilgili ruhsat düzenlemeksizin yapamaz. Ruhsata tabîî olmayan de¤ifliklikler Bakanl›k taraf›ndan ç›kar›lan yönetmelikle düzenlenir.
Yap›m ‹flinde Çal›flan Usta ve Kalfalar›n Görev ve Sorumluluklar›
Madde 26 Hafriyat, demir, beton kal›p, s›va, duvar, boya, badana, fayans,
do¤rama, çat› iflleri, s›hhî ve elektrik tesisat› ve benzeri ustalar›n e¤itimden
geçerek sertifika alm›fl olmalar› ve sertifika ald›klar› dalda hizmet vermeleri flartt›r.
Usta ve kalfalar›n ba¤l› olduklar› odaya kay›tl› olmalar› ve odalar›nca düzenlenecek e¤itim program›na kat›larak bu konuda e¤itim ald›klar›na dair
sertifika almalar› gerekir.
Bakanl›k bu programlar›n düzenlenmesini ve geliflimini denetler.
Meslek Odalar›n›n Görev ve Sorumluluklar›
Madde 27 Meslek odalar› yap›m iflinde görev alan meslek gruplar›ndan teknik eleman, müteahhit, usta ve kalfalar›n üye olduklar› odalard›r.
396
Görüfl
Türk Mimar Ve Mühendis Odalar›n›n Görev ve Sorumluluklar›
Madde 28 Türk Mimar ve Mühendis Odalar› birli¤ine ba¤l› meslek odalar›n›n bu Kanun kapsam›na giren konulardaki görev ve sorumluluklar› flunlard›r:
a)Etüt-proje, yap›m ve kontrol iflinde çal›flan mimar ve mühendisleri ilgili
meslek odalar›na üye yapmak.
b) Etüt-proje, yap›m ve kontrol ifllerinde çal›flan mimar ve mühendislerin
üye olduklar›n›, çal›flmaya engel bir durumlar›n›n bulunmad›¤›n› gösterir
belge vermek,
c) Yap› üretiminde çal›flacak teknik personele haz›rlayacaklar› ve Bakanl›kça onaylanmas›n› müteakip yürürlü¤e girecek yönetmelik esaslar› do¤rultusunda e¤itim programlar› oluflturmak ve bu programlar› tamamlayanlara
sertifika vermek ve sicillerini tutmak.
Ticaret Odalar›n›n Görev, Yetki ve Sorumluluklar›
Madde 29 Ticaret Odalar›n›n bu kanun kapsam›na giren konulardaki görev
ve sorumluluklar› flunlard›r:
a) Müteahhitlik hizmeti yapacak kiflileri üye yapmak,
b) Müteahhitlik hizmeti yapacak kiflilerin çal›flmaya engel bir durumunun
bulunmad›¤›n› gösterir belge vermek,
c) Yap› güvenli¤i ve sa¤l›kl› yap›laflman›n temin edilmesi bak›m›ndan haz›rlanan ve Bakanl›kça onaylanarak yürürlü¤e giren yönetmelik esaslar›na göre müteahhitlere e¤itim vermek ve sicillerini tutmak.
d) Alt yükleniciler de a,b,c f›kralar›na tabidir.
Laboratuarlar›n Kurulufl, Görev ve Sorumluluklar›
Madde 30 Laboratuarlar, Bakanl›k’ tan izin belgesi alarak faaliyet gösterirler.
Laboratuarlar zemin ile ilgili deneyleri, inflaat ve yap› malzemeleri ile ilgili
ham veya mamul maddelerin teknik flartnamelere ve ilgili standartlara göre ölçüm, muayene, deney, test ve di¤er özelliklerinin tayini ile mükelleftirler.
Laboratuar yetkilileri; yap› malzemeleri ile ilgili ham madde ve mamul madde üzerinde ölçüm, muayene ve testlerin, ilgili standartlara, teknik flartnamelere veya yeterlik flartlar›na göre yap›lmamas› sebebiyle meydana gelen
Yap› Kanunu Tasla¤›
397
yap› hasarlar›ndan dolay›, kusurlar›na göre hukukî ve cezaî bak›mdan sorumludur.
Laboratuar hizmetleri, ilgili teknik flartnameler ve yönetmelikler do¤rultusunda yürütülür.
Yap› Sat›fl veya Kiralama Arac›lar›n›n Sorumluluklar›
Madde 31 Yap›lar›n sat›fl›nda veya kiralanmas›nda arac›l›k eden emlakç›lar, sat›fl›nda ve kiralanmas›nda arac›l›k ettikleri ve bu hizmetleri karfl›l›¤›nda bir bedel ald›klar› yap›larla ilgili olarak Tüketicinin Korunmas› Hakk›nda Kanun’un “sat›c› tan›m› alt›nda tüketiciler lehine hüküm alt›na al›nm›fl; ay›pl› mal, sat›fltan kaç›nma, sözleflmedeki haks›z flartlar, mesafeli sözleflmeler, garanti süresi, sat›fl sonras› hizmetler ve ticarî reklamlar ve ilânlarla” ilgili bütün hükümlerini yerine getirmekle mükelleftirler.Yap› üretimi
ile ilgili tüketici haklar› konusu Bakanl›k taraf›ndan yönetmelikle düzenlenir.
Sat›lan veya kiralan yap›larda arac› emlakç› kullan›lmamas› veya arac›l›k
belgelerinin herhangi bir nedenle düzenlenmemifl olmas› durumunda, bu
maddedeki mükellefleri yap› sahipleri yerine getirirler.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Sigortalar
Mesleki Sorumluluk Sigortas›
Madde 32 Yap›n›n projelendirilmesinde, yap›m süresinde ve denetlenmesinde görev alan proje müellifi, kontrol flefi, kontrol elemanlar›, laboratuar
çal›flanlar› ve yap› denetim kurulufllar› çal›flanlar› veya ba¤›ms›z çal›flanlar taraf›ndan mesleklerinin uygulanmas› s›ras›nda verilen hizmetlerde
kusur veya meslekî bilgi ve beceri eksikli¤i sebebiyle tazminat ödenmesini
gerektiren zararlar› teminat alt›na alan ve bu kiflilerin üyesi bulundu¤u
meslek odalar›nca takibinin yap›lmas› gereken mecburî sorumluluk sigortas›d›r.
‹lgili idarece projelendirme, yap›m ve denetim ifllerinde görevli ve sorumluluk alan idarî elemanlara meslekî sorumluluk sigortas› yapt›r›l›r.
Mali Sorumluluk Sigortas›
Madde 33 Bu Kanun’ dan kaynaklanan görevleri sebebiyle yap› denetim
kurulufllar›, yap› müteahhitleri ve tüzel kiflilikleri, laboratuar tüzel kiflili¤i
veya laboratuar sahibi taraf›ndan mecburen yapt›r›lmas› gereken sigortad›r.
Görüfl
398
Bütün Riskler Sigortas›
Madde 34 Bütün Riskler Sigortas›; Yap›m süresi içinde, önceden bilinmeyen, ani ve harici bir sebepten dolay› yap›da ve flantiye sahas›nda u¤ran›lan
her türlü hasar ve kay›plar ile kaza sonucu meydana gelebilecek ölüm ve her
türlü bedeni ve maddi kay›plar›n karfl›lanmas› maksad›yla yap› müteahhidi
taraf›ndan yapt›r›lmas› mecburî olan sigortay›,
Yap› Kusuru Sigortas›
Madde 35 Yap›n›n kullan›m süresince yap› hasarlar› sebebiyle u¤ran›lan
maddi zararlar›n›n karfl›lanmas› maksad›yla yap› sahibi taraf›ndan yapt›r›lmas› mecburî olan sigortay›,
Tabii Afet Sigortas›
Madde 36 Yap›n›n kullan›m süresi içinde yap›da tabîî afetler sebebiyle u¤ran›lan maddi zararlar›n karfl›lanmas› maksad›yla yap› sahibince yapt›r›lmas› mecburî sigortay›,
Tabîî afet sigortas›n›n Yap› Kullanma ‹zin Belgesinin al›nmas› süreci içinde
yapt›r›lmas› zorunludur.
BEfi‹NC‹ BÖLÜM
Cezai Hükümler
Cezalar
Madde 37 Bu Kanun’ a ve yönetmelik, flartname ve ilgili esaslara, ruhsat ve
eklerine onayl› tadilat projelerine ayk›r› olarak yürütülen yap›lar›n yap› sahibine, meslekî kontrollere, ilgili idare teknik elemanlar›na, yap› müteahhidine, denetim elemanlar› ve yap› denetim kanununa tâbi teknik elemanlara
yap›daki kusurun niteli¤i, ruhsat ve eklerine ve yönetmeliklere ayk›r›l›k
oran› dikkate al›narak Türk Ceza Kanun’un ilgili maddelerine ilâveten bu
kanun hükümleri uygulan›r.
Meslekten Men veya K›s›tlama
Madde 38 fiantiyede ruhsat eki tasdikli mimarî, betonarme, makine ve
elektrik tesisat› projelerinin müteahhit taraf›ndan uygulanmad›¤›n›n, farkl› haz›rlanm›fl projelerin uyguland›¤›n›n ilgili idarece tespiti halinde, ilgili
müteahhit ve kontrol elemanlar›na projelerdeki ayk›r›l›k oran›na göre en az
iki y›ldan bafllayarak on y›la kadar meslekten men cezas› verilir ve bu durum Resmî Gazete’de ilan edilir. Ayk›r›l›k oranlar› Bakanl›kça ç›kar›lacak
yönetmelikle düzenlenir.
Yap› Kanunu Tasla¤›
399
‹mar plan›, ‹mar Kanunu ve ilgili yönetmelikler ve bu Kanun hükümleri ve
ilgili flartname, esaslar ve yönetmeliklerine ayk›r› ruhsat tanzim edenlere de
ayn› ceza hükümleri uygulan›r.
‹dari Para Cezalar›
Madde 39Yap› sorumlular›na bu Kanun’ a ayk›r›l›k teflkil eden ve afla¤›da
gösterilen fiil ve halleri sebebiyle idarî para cezas› verilir. ‹darî para cezalar›n›n tespitinde inflaat ruhsat›n›n verildi¤i y›l yay›mlanan Bakanl›k mimarl›k ve mühendislik hizmet bedellerinin hesab›nda kullan›lan Bakanl›k Yap›
Yaklafl›k Birim Maliyetleri hakk›ndaki tebli¤ esas al›narak hesaplanan toplam inflaat maliyeti esas al›n›r.
1) Yap› yaklafl›k maliyeti bedelinin %1’i kadar ceza verilmesini gerektiren fiil ve haller:
a) Kontrol elemanlar›n›n bu kanunda ve imar mevzuat›nda belirlenen süre
ve zamanda ifllerinde bulunmamak veya görev yerini terk etmek,
b) Faaliyet yasaklama ve durdurma kararlar›na ayk›r› hareket etmek,
c) ‹nflaat alan›nda fert, toplum ve çevre sa¤l›¤› ile ilgili tedbirleri almamak,
d) Sertifikas›z usta ve kalfa çal›flt›rmak.
2) Yap› yaklafl›k maliyet bedelinin %2’ si kadar ceza verilmesini gerektiren
fiil ve haller:
a) Standartlara ayk›r› malzeme kullanmak veya kullan›lmas›na göz yummak,
b) Bu Kanun uyar›nca yap›lmas› gereken sigortalar› yapt›rmamak veya yap›l›p yap›lmad›¤› konusunda gereken denetimi yapmamak,
3) Yap› yaklafl›k maliyet bedelinin %3’ ü kadar ceza verilmesini gerektiren fiil ve haller:
a) Zemin, malzeme ve imalâta iliflkin ölçüm, muayene, test, özellik tayini ve
deneyleri, flartname ve standartlara uygun olarak yapmamak veya yapt›rmamak,
b) Mesle¤ini yerine getirmesi k›s›tlanm›fl, yasaklanm›fl veya mesle¤i ifa yet-
400
Görüfl
ki ve yeterlili¤ine sahip olmayanlar› çal›flt›rmak veya çal›flt›r›lmas›na göz
yummak,
c) Bu Kanun ve imar mevzuat› uyar›nca gerekli tutanak, defter ve belgeleri
düzenlememek veya eksik veya kas›tl› olarak yanl›fl düzenlemek veya bulundurulmas› gereken yerlerde bulundurmamak veya bunlar› inceleme yetkisine sahip olanlara vermemek,
d) ‹fl güvenli¤i ve iflçi sa¤l›¤›yla ilgili mevzuat›n öngördü¤ü tedbirleri almamak, bu konuda uyar› ve bildirim mecburiyetlerini yerine getirmemek,
4)Yap› yaklafl›k maliyeti bedelinin %4’ ü kadar ceza verilmesini gerektiren fiil ve haller:
a) Bu Kanun’ a ve imar mevzuat›na ayk›r› olarak, proje, proje detay›, hesab›, metraj› ve keflfi ile rapor ve di¤er belgeler düzenlemek veya bunlar›n bu
kanuna, imar mevzuat›na ve ilgili di¤er mevzuata ayk›r› olmas›na ra¤men
bunlar hakk›nda uygun görüfl vermek.
b) ‹darî para cezalar›n›n, gere¤i tespit edildi¤i halde, süresi içinde yetkililer
taraf›ndan sorumlular›na uygulanmamas›.
Yukar›daki f›kralarda belirtilen para cezalar›n›n verilmifl olmas›, fiilin baflka bir cezay› gerektirmesi halinde, ayr›ca cezaî takibat yap›lmas›na engel
teflkil etmez.
‹lgili cezalar›n tebli¤i, Tebligat Kanunun esaslar› do¤rultusunda yürütülür.
Cezay› gerektiren fiil ve halin, yetkili eleman ve organlarca yap›lan inceleme ve denetimlerle tespit edilip ö¤renilmesinden itibaren bir ay içinde ilgililerin savunmalar› al›n›r. Savunmas› yeterli görülmedi¤i takdirde 15 gün
içinde ceza verilir.
Cezalar, ilgili idarenin en üst amirince verilebilece¤i gibi, do¤rudan Bakanl›kça da verilebilir. Bakanl›¤›n veya ilgili idarenin cezaî ifllemlerine karfl› 15
gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. ‹tirazlar, zaruret olmayan hallerde evrak üzerinde incelenerek en k›sa süre içinde karara ba¤lan›r.
Para cezalar›, yap›lan tebli¤ üzerine 7 gün içinde ödenir. Cezalara karfl› itiraz yoluna gidilebilir.
Yap› Kanunu Tasla¤›
401
Süresi içinde ödenmeyen cezalar, “Amme Alacaklar›n›n Tahsil Usûlü Hakk›nda Kanun” hükümlerine göre tahsil edilir.
Yap›larda meydana gelen a¤›r dereceli hasar veya y›k›lma sebebiyle yaralanma ve can veya mal kayb› olmas› halinde, genel hükümlere göre tazminat talebi hakk› sakl›d›r.
Bu Kanun kapsam›ndaki fiiller sebebiyle verilen kesinleflmifl mahkeme kararlar›, sicil kay›tlar›n›n tutulmas›na esas olmak üzere, Bakanl›¤a, serbest
mimar, mühendislerin meslek odalar›na ve müteahhitler için ticaret odalar›na bildirilir.
ALTINCI BÖLÜM
Veri Taban›
Proje ve Ruhsatlar›n Kodland›r›lmas›
Madde 40 ‹lgili idarelerce yap› ruhsatlar› flehir ve ilçe kodlar› ile bafllamak
üzere kodland›r›l›r ve idarelerce yap›lan kodland›rmalar en son ve güvenilir
usûl ve flartlarda kaydedilerek muhafaza edilir.
Ayn› “kod” ikinci bir ruhsata verilmez.Y›k›lana kadar yap›n›n kodu de¤ifltirilmez. Yap› kullanma izin belgesi ve ruhsata esas projeler ile flantiyede kullan›lan projelere de yap› ruhsat› kodunun verilmesi flartt›r.
Kodlama esaslar› Bakanl›k taraf›ndan yönetmelikle düzenlenir.
Kanunlar, fiartnameler, Yönetmelikler, Esaslar ve Standartlar
Madde 41 Bu Kanun’un uygulanmas› için gerekli yönetmelikler, flartnameler ve esaslar bu Kanun’un yay›m› tarihinden itibaren en geç 1 y›l içinde Bakanl›kça ç›kar›l›r.
Yürürlükte bulunan ve bu kanuna ayk›r› olmayan yönetmelik flartname ve
esaslar kanunun eki say›l›r.
YED‹NC‹ BÖLÜM
Çeflitli ve Son Hükümler
Anlaflmazl›klar›n Halli
Madde 42 Bu Kanun’ un uygulanmas›ndan do¤an anlaflmazl›klar›n, yarg›ya intikalinden evvel Bakanl›kta yap› kurulu veya oluflturulacak yap› iflleri halk denetçili¤i sistemi “Ombudsmanl›k” metoduyla çözülmesi öngörül-
402
Görüfl
mektedir. “Ombudsmanl›k” niteli¤i itibariyle idare ile ihtilafa düflmüfl kifli
aras›nda, konunun yarg› mercilerine intikal ettirilmesinden önceki aflamalarda hakemlik yoluyla ihtilaf›n çözümlenmesini amaçlayan bir müessesedir.
Bu sebeple yap› iflleri hakemine müracaat yarg›ya baflvuru süresini durdurmakta, ancak kiflilerin anlaflmazl›¤›n devam› halinde yarg›ya müracaat›n›
engellememektedir.
Ombudsmanl›kla ilgili halk denetçisinin seçimi, görev ve yetkileri, ücretlerin tespiti, baflvuru yollar›, raporlar› ve raporlar›n sonuçlar› ve benzeri ile
gerekli hususlar Bakanl›kça ç›kar›lan yönetmelikle düzenlenir.
Bu Kanun’ un uygulanmas›ndan do¤an davalardan bu yolla çözümlenemeyen ihtilaflar›n yap›lara iliflkin olanlara bakmaya, yap›n›n bulundu¤u yer
mahkemeleri; idarî para cezalar›na itiraz konusunda ise cezay› gerektiren fiil ve halin ifllendi¤i yer mahkemeleri yetkilidir. Di¤er hususlar, genel hükümlere tâbidir.
Telif Haklar›
Madde 43 Mimar, “Fikir ve Sanat Eserleri Yasas›na” göre mimarl›k mesle¤inin genel tan›m› ve uygulamas› çerçevesinde gerçeklefltirdi¤i plan, proje,
resim, her türlü tasar›m›n ve bunlara dayanarak gerçeklefltirilen yap›lar›n
telif haklar›na sahiptir.
Uygulanmayacak Hükümler
Madde 44 Bu Kanun hükümlerine ayk›r› imar kanunu hükümleri uygulanmaz. Yürürlükteki mevzuat hükümlerinin bu kanun hükümlerine ayk›r› olmas› halinde bu kanun hükümleri uygulan›r.
Geçici Madde
Madde 45 Bu Kanunun yürürlü¤e girdi¤i tarihten itibaren, yenisi düzenlenene kadar yap› ile ilgili ve bu kanun hükümlerinin uygulanmas› için gerekli mevcut yönetmelik, flartname, esaslar ve tebli¤ aynen uygulanacakt›r.
Yürürlük
Madde 46 Bu Kanun yay›m› tarihinde yürürlü¤e girer.
Yürütme
Madde 47 Bu Kanun hükümleri Bakanlar Kurulunca yürütülür.
Yap› Kanunu Tasla¤›
403
III. GÖRÜfi VE ELEfiT‹R‹LER:
1) Tasla¤›n 2. maddesinin 2. f›kras›nda “özel ihtisas gerektiren ve bina niteli¤inde olmayan (...) her türlü inflaat iflleri ve benzeri yap›m ifllerinin” özel hükümlerine tabi oldu¤u ve Tasla¤›n kapsam› d›fl›nda tutuldu¤u aç›klanm›flt›r.
Bu düzenleme, kanunun amac›na uygun de¤ildir. Doktrinde, bina, “insanlar›n, hayvanlar›n, eflyan›n bar›nmas›na, girip ç›kmas›na veya di¤er gereksinimlerine hizmet eden ve yapay (insan taraf›ndan yap›lm›fl), etraf› ve üstü az
veya çok kapal›, araziye ba¤l› infla eseri” olarak tan›mlanmaktad›r. Bina tarifine girmeyen, fakat arza ba¤l› olan infla eserleri de yap› veya “di¤er yap›lar”, “imal olunan” fley olarak adland›r›lmaktad›r.
Taslakta bina niteli¤inde olmayan inflaat iflleri ve benzeri yap›m ifllerinin tümüyle kapsam d›fl›nda b›rak›lmas› do¤ru de¤ildir. 2. f›krada örnek olarak verilen yap›lar kamu mallar› olmakla, idare hukukuna tabidir ve baz›lar›n›n
yap›m› ve kullan›m›ndan do¤an sorumluluk özel kanunlarla düzenlenmifltir.
Bununla birlikte, kamu mal› olmayan, özel hukuk kiflileri taraf›ndan yapt›r›lm›fl, özel ihtisas gerektiren yap›lar da mevcuttur. Özellikle, spor kulüplerine ait spor kompleksleri kamu mal› de¤ildir. Havuz ve futbol sahalar› olmak üzere, üstleri aç›k olmalar› sebebiyle bina olarak kabul edilmeyen ama
di¤er yap›lar olarak de¤erlendirilebilecek yap›lardan do¤acak sorumlulu¤un
Taslak kapsam›ndan ç›kar›lmas› bir eksikliktir. Kan›m›zca, 2. f›krada örnekleri aç›klanan yap›lar›n kamu mal› niteli¤i üzerinde durulmal› ve bunlar›n kamu mal› olmalar› sebebiyle kanun kapsam› d›fl›nda b›rak›ld›¤› öngörülmelidir. Bununla birlikte, Tasla¤›n kapsam› d›fl›nda b›rak›lacak kamu
mallar› ile ilgili kapsaml› bir araflt›rma yap›lmal›; hakk›nda özel mevzuat
bulunmayan kamu mallar› Kanun kapsam›nda tutulmal›d›r.
2) Tasla¤›n 3. maddesinde çeflitli tan›mlar verilmektedir. Bununla birlikte,
Tasla¤›n baz› maddelerinde tan›mlar› da kapsayan düzenlemeler getirilmifl
(md. 9, 32, 36), hatta baz› maddeler sadece tan›mlar› düzenlemifltir (md. 8,
27, 33, 34, 35).
Kan›m›zca, Taslakta yer alan bütün tan›mlar›n 3. maddede yer almas› gerekmektedir. Ayr›ca, madde bafll›klar›n›n metne dâhil olmad›¤› dikkate al›narak, maddelerde özne ve fiillerin yer almas›na dikkat edilmelidir.
Tan›mlar maddesinde alfabetik s›raya uyulmad›¤› görülmektedir. Maddenin
kolay okunabilmesi ve aran›lan tan›m›n rahatça bulunabilmesi amac›yla tan›mlar›n alfabetik s›ra gözetilerek yaz›lmas› uygun olacakt›r.
404
Görüfl
Ayr›ca tan›mlar› kapsayan bendler harfler ile gösterilmektedir. Madde incelendi¤inde, Türk alfabesinin yeterli kalmad›¤› ve son bendin “aa” fleklinde
düzenlendi¤i görülmektedir. Bilimsel yaz›larda “a, b, c, vs.” gibi harflerin ard›ndan gelen “aa” ifadesi bir alt bölümü ifade etmektedir. Düzenleme içinde
uyumun sa¤lanmas› aç›s›ndan, alfabe yerine rakamlar›n tercih edilmesi gerekmektedir.
3) Tasla¤›n 3. maddesinin “c” bendinde, “ilgili mevzuat” tan›mlanm›fl ve “sözleflme(ler)” de mevzuat kapsam›nda de¤erlendirilmifltir. Tasla¤›n 17. maddesinde de sözleflmelerin nas›l düzenlenece¤i aç›klanm›flt›r. “Sözleflme” ifadesi
“ilgili mevzuat” tan›m›ndan ç›kar›lmal›d›r. Zira, mevzuat, bir ülkede yürürlükte olan yasa, tüzük, yönetmelik vb.nin bütünü olarak tan›mlanmaktad›r.
Bu düzenlemeler ise soyut ve genel olarak kaleme al›n›rlar. Taraflar aras›ndaki özel ve somut iliflki için haz›rlanan ve nisbîlik prensibi gere¤i, üçüncü
flah›slar› etkilemeyen, onlara karfl› ileri sürülemeyen sözleflmelerin “mevzuat” kapsam› içinde de¤erlendirilmesi hatal›d›r.
Tasla¤›n 3. maddesinin “f” bendinde “yap› sahibi”, yap› üzerinde mülkiyet
hakk›na veya s›n›rl› aynî hakka sahip olan gerçek veya tüzel kifli olarak tan›mlanm›flt›r.
Öncelikle, kavramda birlik sa¤lanmas› aç›s›ndan, “sahip” yerine “malik”
kavram›n›n kullan›lmas› gerekir. Zira, hukukta mülkiyet hakk›na sahip kiflilere “malik” denmektedir. Ayr›ca Borçlar Kanunumuzun yap› malikinin sorumlulu¤unu düzenleyen 58. maddesinde yer alan “(Bir) bina veya imal olunan herhangi bir fleyin maliki” ifadesi ile Türk Borçlar Kanunu Tasar›s›n›n
68. maddesinin “Yap› malikinin sorumlulu¤u” fleklindeki bafll›¤› ve madde
metnindeki “(Bir) binan›n veya di¤er yap› eserlerinin maliki” ifadesi de kanun koyucunun “malik” kavram›n› kulland›¤›n› göstermektedir. Bu sebeple,
“sahip” yerine “malik” kavram› kullan›lmal›d›r.
Taslakta “yap› sahibi” sadece mülkiyet hakk›na sahip kimse ile s›n›rl› tutulmam›fl; s›n›rl› aynî hak sahipleri de yap› sahibi olarak de¤erlendirilmifltir.
Kanun koyucunun s›n›rl› aynî haklar aras›ndan bir ay›r›m yapmamas› yerinde olmam›flt›r. Doktrinde baz› yazarlar›n iddia etti¤i ve Borçlar Kanunu
Tasar›s›’nda da kabul edildi¤i üzere, “yap› malikinin sorumlulu¤u” ilgili yap›dan en üst derecede faydalanan kiflilerin sorumlulu¤unu düzenlemektedir.
Borçlar Kanunu Tasar›s›n›n 68. maddesinin 2. f›kras›nda da intifa ve oturma hakk› sahiplerinin de, binan›n bak›m›ndaki eksikliklerden do¤an zararlardan, malikle birlikte müteselsilen sorumlu olacaklar› öngörülmüfltür. Yap› Kanunu Tasar›s› Tasla¤›’nda da s›n›rl› aynî haklar aras›nda ay›r›m yap›lmal› ve sorumluluk bak›m›ndan, yap›dan en üst derecede yararlanma yetkisi sa¤layan haklar dikkate al›nmal›d›r. Bu ba¤lamda meselâ ipotekli ala-
Yap› Kanunu Tasla¤›
405
cakl›n›n sorumlulu¤una gidilmesi yerinde de¤ilken, oturma ve intifa hakk› sahiplerinin sorumlu k›l›nmas› isabetli olacakt›r.
Yap› Kanunu Tasar›s› Tasla¤›’nda mülkiyet ve s›n›rl› aynî hak sahipleri d›fl›nda, yap›dan yararlanan di¤er kiflilerin de sorumlulu¤u düzenlenmifltir.
Tasla¤›n 18. maddesinde, yap› kullanma izin belgesi düzenlenmeden kullan›lan yap›lardan, yap› sahibi, yap› müteahhidi ve kirac› veya kullanan›n sorumlu olaca¤› öngörülmüfltür. Bu düzenlemede yer alan “kullanan” ifadesinin ne anlama geldi¤i aç›k de¤ildir. Ancak, inceleme konumuz aç›s›ndan, Yap› Kanunu Tasla¤›’n› haz›rlayanlar›n, doktrinde baz› yazarlarca kabul edilen ve yap› malikinin tayininde, eserin bir bütün olarak amac›na bak›lmas›
ve bu eseri kimin vücuda getirdi¤inin, fiilî hâkimiyeti alt›nda bulundurdu¤unun ve ondan faydaland›¤›n›n; kimin o fleyin bak›m› ile ilgilenebilece¤inin
ve ilgilenmesi gerekti¤inin incelenmesi gerekti¤i yönündeki görüflü benimsedikleri anlafl›lmaktad›r. Ancak her halde kavram netlefltirilmelidir. Tasla¤›n
3. maddesinde “yap› maliki” tan›m› ile Tasla¤›n 18. maddesi ile sorumlu tutulan flah›slar›n kapsam› aç›s›ndan önemli fark bulunmaktad›r. Kan›m›zca,
“yap› maliki” kavram› dar yorumlanmal›d›r. Bu görüfle uygun olarak, 3.
madde tekrar kaleme al›nmal›d›r.
4) 4. maddede afla¤›daki hususlar›n düzeltilmesi gerekmektedir:
a) “Bu Kanun’una göre” yerine “Bu Kanun’a göre” ifadesi kullan›lmal›d›r.
b) Madde çok kötü biçimde kaleme al›nm›flt›r. Bu maddede, baz› esaslar›n gözetilece¤i aç›klanm›fl ancak bu esaslar›n kimin taraf›ndan gözetilece¤i aç›klanmam›flt›r. Ya bu esaslar› kimin gözetece¤i aç›klanarak f›kran›n sonunda yer alan “esaslar›n› gözetir” ifadesi korunmal›
ya da bu ifade “esaslar› gözetilir” fleklinde de¤ifltirilmelidir.
c) Maddenin “b” bendi parçalara ayr›labilir. Her bir fiil ayr› esas olarak
devam eden bendlerin konusunu oluflturabilir. Böylece (b) bendi daha kolay okunur hale gelecektir. (b) bendinin içinde bir anlam bütünlü¤ü bulunmamas› sebebiyle, bendin birden çok bende yay›lmas›nda
bir sak›nca bulunmamaktad›r.
d) Maddede yer alan “te’min etmek” fiili “temin etmek” olarak de¤ifltirilmelidir. Türkçe’de “te’min etmek” fleklinde bir fiil bulunmamaktad›r.
e) Bendlerin sonunda yer alan fiillerin mastar hali yerine edilgen hali
kullan›lmal›d›r. Di¤er bir deyiflle “korumak” yerine “korunmas›”, “te-
Görüfl
406
min etmek” yerine “temini” veya “temin edilmesi”, “tan›mlamak” yerine “tan›mlanmas›”, “azaltmak” yerine “azalt›lmas›”, “gelifltirmek”
yerine “gelifltirilmesi” ifadeleri kullan›lmal›d›r. Dikkat edilece¤i üzere, d) bendinde de “de¤erlendirilmesi” ifadesi kullan›lm›flt›r. Böylece
madde içindeki uyumsuzluk da giderilecektir. Fiiller edilgen hale getirilirken, fiillerle ba¤lant›l› kelimelerin de fiillerle uyumlu hale getirilmesi gerekti¤ini hat›rlatmak lüzumsuzdur. Burada “emniyetinin
temini ve korunmas›”, “standartlar›n›n tan›mlanmas›” gibi de¤iflikliklerin yap›lmas› unutulmamal›d›r.
5) 5. madde tekrar kaleme al›nmal› ve cümle düflüklü¤ü önlenmelidir. Madde için flu düzenleme önerilebilir:
“Bu kanunun uygulanmas› ile ilgili görevlerin ve politikalar›n belirlenmesi ve yerine getirilebilmesi için Bakanl›k bünyesinde kurullar meydana getirilir.
6) 8. maddede “Proje”nin tan›m› yap›lmaktad›r. “Proje” kavram›n›n tan›m›
3. maddede yer alabilir. Ayr›ca cümleye bir özne eklenmesi de gerekir.
7) 9. madde çeflitli aç›lardan incelenmelidir:
a) Maddede “Arsa hukukî bilgi ve belgeleri” ile “Arsa fizikî bilgi ve belgeleri” tan›mlanm›fl ve bu belgelerin projenin eki oldu¤u belirtilmifltir. Söz konusu tan›mlar›n 3. maddede yer almas› uygun olacakt›r.
Böylece maddenin ilk f›kras› flu flekilde kaleme al›nabilir:
“Yap›lar›n projelendirilmesinde ve yap›m›nda arsa hukukî bilgi ve
belgeleri ve arsa fizikî bilgi ve belgeleri projenin eki say›l›r.”
b) “Arsa hukukî bilgi ve belgeleri” tan›m›nda, Eflya Hukuku ile ilgili çok
say›da kavram yersiz kullan›lm›flt›r:
• “Tapu Senedi” kavram› kullan›ld›ktan sonra bu senette yer
alan ve senetten aç›kça anlafl›lan “irtifak”, “ipotek” “flerh” ve
“ortakl›k” gibi unsurlar maddede sanki ayr›ca belirtilmesi gereken unsurlarm›fl gibi kaleme al›nm›flt›r. Tapu senedinin belirtilmesi yeterli olacakt›.
• Ayn› cümlede “ortakl›k”, “fluyu”, “hisse” kavramlar› arka arkaya kullan›lm›flt›r. Oysa bu kavramlar ayn› hukukî kavram›, “payl› mülkiyeti” iflaret etmektedir. “Tapu senedi” kavra-
Yap› Kanunu Tasla¤›
407
m› kullan›ld›ktan sonra, bu kavramlar›n ayr›ca belirtilmesine
gerek olmad›¤› gibi, ayn› anlama gelen kelimelerin ard arda
kullan›lmas› da isabetsizdir.
• “Tapu flerhi” ifadesi gereksizdir. “fierh” mekanizmas› tafl›nmazlar üzerinde yer alan kiflisel haklar›n etkinin güçlendirilmesi, ileri sürülebilece¤i çevrenin geniflletilmesi amac›yla
kullan›lmaktad›r. Tafl›nmazlara iliflkin bir kanun tasar›s›nda
sadece “flerh” ifadesinin kullan›lmas› yeterlidir.
• Maddenin ikinci f›kras› afla¤›daki flekilde kaleme al›nmal›d›r.
Zira bu maddede “mecburîdir” ifadesi gereksizdir. Hükmün
emredici niteli¤i farkl› flekilde ortaya konabilir. Bu sebeple,
cümle iki cümle haline getirilmeli ve fiil - özne uyumuna dikkat edilmelidir. Hüküm flöyle olmal›d›r:
“Yap›n›n kompozisyonunda yer alacak bütün elemanlar ve bunlar›n önem dereceleri ile özellikleri, yap›n›n ifllevleri ve kullan›m amaçlar›, ihtiyaçlar› belirlenir. Tasar›m aflamas›nda de¤erlendirilecek özel istekler, özel normlara göre yap›lacak ise
bunlar›n da belirtildi¤i ihtiyaç program› ve çevresel doku proje
sürecinde göz önüne al›n›r.”
8) 10. maddenin ikinci f›kras› gereksizdir. Zira bu kanun elbette sadece kapsam› dâhilindeki yap›lara uygulanacakt›r. Ruhsat alma zorunlulu¤u da bu
yap›lar için söz konusu olacakt›r.
9) 11. maddede yer alan “Mimarl›k ve Mühendislik Hizmetleri fiartnamesi”
kavram› 3. maddede tan›mlanmal›d›r. Bu kavram 15. maddede de kullan›lm›flt›r. Bu sebeple, bu kavram›n aç›klanmas›nda fayda vard›r.
11. maddenin 2. f›kras› dikkat çekicidir. 2. f›krada “sözleflmeye ba¤lanm›fl fiyat anlaflmazl›klar›n›n çözümünde Bakanl›¤›n verdi¤i karar›n kesin olaca¤›”
öngörülmüfltür.
Bu f›krada yer alan “sözleflmeye ba¤lanm›fl fiyat anlaflmazl›klar›” ibaresi neyi ifade etmektedir? Kanun koyucunun hukukî kavramlar› dikkatle kullanmas› gerekir. Yukar›daki kavram da hukukî de¤ildir. Ayr›ca bu madde sadece idareler taraf›ndan yapt›r›lan projelerin bedelini düzenlemektedir. Özel
hukuk kiflileri taraf›ndan özel hukuk kiflilerine haz›rlat›lan projelerde Bakanl›¤›n sözleflmeye müdahale etmesi düflünülemez. Bununla birlikte, madde çok genel kaleme al›nm›fl ve özel hukuk sözleflmelerinden kaynaklanan
Görüfl
408
bedel anlaflmazl›klar›n›n Bakanl›¤›n müdahalesiyle çözümlenece¤i düzenlenmifltir. Bu sebeple, maddenin kamu hukuku ve özel hukuk kiflileri aç›s›ndan ay›r›m yap›larak, aç›k flekilde kaleme al›nmas› gerekir.
10) Maddenin 12. maddesinde yer alan ve 23. maddede de yer alan “inflââ”
kelimesi “infla” olarak de¤ifltirilmelidir. Dilimizde “inflââ” fleklinde bir kelime yoktur.
12. maddenin birinci f›kras›ndaki “mecburîdir” ifadesi ç›kar›lmal› ve hükmün emredici niteli¤i farkl› bir flekilde kaleme al›nmal›d›r. F›kran›n son
cümlesi de gereksizdir. Bir hükmün emredici niteli¤ini belirtmek için “‹stisnas› bulunmaz” fleklinde ifade kullan›lmaz.
‹lgili f›kra afla¤›daki flekilde düzenlenebilir:
“‹nfla edilecek bütün yap›lar ile y›k›m, onar›m, tadilat ve güçlendirme, tafl›y›c› sistemde de¤ifliklik gerektiren ve esasl› onar›mlar için belediye ve valiliklerden yap› ruhsat› al›n›r.”
11) 14. maddede yap›ya ait rapor ve projelerden, proje müellifleri ile projeyi
onaylayan kiflilerin müteselsilen sorumlu olaca¤› öngörülmüfltür. Böylece,
proje onaylayan kiflilerin görevlerini gere¤i gibi yapmalar›, azamî özen göstermeleri sa¤lanacakt›r. Yerinde bir düzenlemedir.
12) Tasar›n›n 17. maddesinde, özel yap›lar için resmî kurum ve kurulufllar
için ba¤lay›c› olan Kamu ‹hale Kanunu ve Kamu ‹hale Sözleflmeleri Kanunun ilgili maddeleri ve buna ba¤l› olarak ç›kar›lan ilgili yönetmeliklerden de
yararlan›lmak suretiyle sözleflmelerin düzenlenece¤i öngörülmüfltür.
Buradaki “yararlan›lma”n›n kapsam›n›n ve ölçüsünün ne oldu¤u da belirsizdir; bunun aç›kl›¤a kavuflturulmas› gerekir.
13) Tasar›n›n 18. maddesinin 3. ve 4. f›kralar›n›n son cümleleri gereksizdir.
Zira yap› kullanma izni düzenlenebilmesi için bir form haz›rlanmas› gerekiyorsa, bu form olmadan izin verilmeyecektir. Ayn› flekilde, rapor haz›rlanmadan yap› kullanma izni verilen yap›lar mühürleniyorsa, rapor sunulmadan
mühür kald›r›lmayacakt›r. Bu sebeple, “Bu rapor haz›rlanmadan yap› kullanma izni verilemez” ve “Eksiklikler giderilmeden mühür kald›r›lmaz” fleklindeki cümleler gereksizdir.
Tasar›n›n 18. maddesinin 5. f›kras›nda ilginç bir düzenleme bulunmaktad›r.
‹lgili f›kraya göre, yap› kullanma izin belgesi düzenlenmeden kullan›lan ya-
Yap› Kanunu Tasla¤›
409
p›lardan, yap› sahibi, yap› müteahhidi ve kirac› veya kullanan sorumludur.
Bu düzenleme ile yap› sahibi (maliki) ve yap› müteahhidi yan›nda tafl›nmaz› fiilen kullanan kiflilerin de sorumlu tutulmas› dikkat çekicidir.
Maddede “kirac› veya kullanan” ifadesi yer almaktad›r. Kanun koyucunun
tafl›nmaz›n “kullanan” kiflinin s›fat› üzerinde yeterli aç›kl›¤› getiremedi¤i görülmektedir. Zira yap› sahibi olmay›p yap›y› kullanan flah›s bu yap›y› bir
hakka dayanarak kullanabilece¤i gibi, hiçbir hakka dayanmadan da kullanabilir. Tafl›nmaz›n kullan›m hakk›n› sa¤layan tek sözleflme kira sözleflmesi de de¤ildir. Kanun koyucu “kullanan” ifadesi ile sadece hakka dayanan
zilyedli¤i mi temel almaktad›r? Yoksa hakka dayans›n veya dayanmas›n, tafl›nmaz üzerinde fiilî hâkimiyet kuran herkes bu düzenleme kapsam›nda m›
olacakt›r? Bunlar›n belirlenmesi gerekir.
14) Tasar›n›n 25. maddesinin 3. f›kras›nda yer alan “ve bu gibi istekler yerine getirilmez” cümlesi gereksizdir. Zira yap› sahibi, proje, metraj ve kefliflerde bulunmayan herhangi bir imalât› müteahhitten ve di¤er ilgililerden isteyemez ise bu gibi istekler elbette yerine getirilmeyecektir.
15) Tasar›n›n 31. maddesinde yap›lar›n sat›fl›nda veya kiralanmas›nda arac›l›k eden emlakç›lar›n Tüketicinin Korunmas› Hakk›nda Kanun ile sat›c›
aç›s›ndan öngörülen yükümlülükleri yerine getirmesi öngörülmüfltür.
Borçlar Kanununda gayrimenkul tellâll›¤› olarak düzenlenen (BK md.
404/III) emlakç›l›k, Borçlar Kanunu Tasar›s›’nda simsarl›k olarak nitelendirilmifltir (md. 520/III).
Kanun koyucu tellâll›¤›n amac›n›, kapsam›n› gözden kaç›rmaktad›r. Tasla¤›n ifadesiyle, emlakç› tafl›nmaz kiras› veya sat›m› sözleflmesinin taraflar›n›
bir araya getiren ve sözleflmesinin gerçekleflmesi halinde ücrete hak kazanan kimsedir.
Kurumun niteli¤i dikkate al›nd›¤›nda, emlakç›n›n sat›c›n›n tabi oldu¤u hükümlere tabi tutulmas› do¤ru de¤ildir. Özellikle emlakç›n›n ay›ptan sorumlu olmas›, sat›fl sonras› hizmet vermesi söz konusu olamaz.
Bu maddede Tüketicinin Korunmas› Hakk›nda Kanun’un mesafeli sözleflmelerle ilgili hükümlerinin de emlakç› taraf›ndan yerine getirilmesi öngörülmektedir. Tafl›nmaz sat›m›nda mesafeli sözleflme yap›lmas› söz konusu olamaz. Tüketicinin Korunmas› Hakk›nda Kanun’daki baz› madde bafll›klar›
Taslak metnine konmufl; tafl›nmaz sat›m›n›n Tüketicinin Korunmas› Hakk›nda Kanun aç›s›ndan arz etti¤i özellikler gözden kaç›r›lm›flt›r.
410
Görüfl
31. maddenin son f›kras› ç›kar›lmal›d›r. Zira bu maddenin hiçbir anlam› yoktur.
Yukar›da da belirtildi¤i üzere, emlakç›lar›n yap› maliki gibi de¤erlendirilmesi
simsarl›k kurumunun niteli¤ine uygun de¤ildir. Maddenin kald›r›lmas› gerekir.
Bununla birlikte, maddenin kald›r›lmas›n›n uygun görülmemesi durumunda,
ikinci f›kra yine anlams›z olacakt›r. Emlakç›n›n sorumlulu¤u sat›c›n›n sorumlulu¤unun yan›nda, ona ek olarak düzenlenmifltir. Her durumda, sat›c›n›n sorumlulu¤u bulunmaktad›r. Sat›c› gayrimenkul tellâl›ndan faydalans›n veya
faydalanmas›n, tüketiciye karfl› sorumludur. Oysa 31. maddenin ikinci f›kras›,
sat›c›y› ancak tafl›nmaz sat›m› veya kiras›nda emlakç› kullan›lmamas› veya
arac›l›k belgelerinin bulunamamas› durumunda sorumlu k›lmaktad›r.
16) Tasar›n›n 42. maddesi “Anlaflmazl›klar›n Halli” bafll›¤›n› tafl›makta ve
Taslak konusu kanunun uygulanmas›ndan do¤an anlaflmazl›klar›n yarg›ya
intikalinden evvel Bakanl›k bünyesinde yer alan “Yap› Kurulu” veya “Ombudsmanl›k” metoduyla çözümlenmesi öngörülmektedir.
Madde çok kötü flekilde kaleme al›nm›flt›r. Maddenin ilk iki f›kras› ombudsmanl›kla ilgili esasl› bir hüküm getirmemekte; kurumu tan›tan bir bilgi yaz›s› niteli¤i tafl›maktad›r. Ayr›ca anlaflmazl›klar›n çözümlenmesi için iki ayr› kurum öngörülmüfltür: Bakanl›k bünyesindeki Yap› Kurulu veya Ombudsmanl›k. Bu iki kurum özellikle kamu kurum ve kurulufllar›n›n taraf oldu¤u
uyuflmazl›klar aç›s›ndan önem arz eder. Özel hukuk kiflileri aras›ndaki
uyuflmazl›klar›n ombudsman önüne gitmesi söz konusu olamaz. Ayn› flekilde, özel hukuk kiflileri aras›ndaki uyuflmazl›klar›n ‹dare’ye ba¤l› kurullar
taraf›ndan çözümlenmesi “do¤al hâkim” prensibine ayk›r›d›r. Bu sebeple,
uyuflmazl›klar›n niteli¤ine göre ay›r›m yap›larak yarg›lama mercii tayin
edilmelidir. Ayr›ca, “Ombudsman” deyimi yerine bunun Türkçe karfl›l›¤› bulunarak (meselâ: “kamu denetçisi”) bu deyim kullan›lmal›d›r.

Benzer belgeler