Eski bir cezaevi kolonisi olan Anchieta`da

Transkript

Eski bir cezaevi kolonisi olan Anchieta`da
UZAKLAR II
UZAKLARII
Dünyanın ucuna yolculuk...
Osman Atasoy www.osmanatasoy.org
Uzaklar
II, seyrini
Brezilya’da
sürdürüyor.
Eski bir cezaevi kolonisi olan
Anchieta’da teknemizi uzaktan
seyrediyoruz.
Her güne
bir ada
Ormanın içinden geçen patika adanın
güneyine iniyor. Küf ve çürümüş yaprak
kokusundan oluşan nemli havayı
soluyarak ilerliyoruz.
İ
ki yandaki yuvarlak kayaların üzeri yeşil
yosunlarla kaplı. Güneş ışığı dev bambu
ağaçlarının arasından zor sızıyor. Ormanın
derinliklerinden eşek anırmasına benzer
sesler geliyor. Sibel bu seslerin erkek
gorillere ait olduğunu söylüyor. Dün sahilde
tanıştığı bir yerliden öğrenmiş. Goriller dişilerini
böyle çağırırlarmış.
Ormanın alacakaranlığından çıkınca bir an
gözlerimiz kamaşıyor. Güneş tepemizde parlıyor.
Karşımızda uçsuz bucaksız okyanus... Hilal biçimli
bir koy iki yana göz alabildiğine uzanıyor. Bu
koyun adı Lopes Mendes. Ayağa yapışmayan,
pudra şekeri kıvamındaki kum sahili takip ederek
130 ARALIK 2010
doğuya doğru yürüyoruz. Tuhaf bir yürüyüş
oluyor. Sanki karda gidiyoruz. Ayaklarımızın
altından kart, kurt sesler çıkıyor. 34 derece sıcakta
ve tropik bir adada karda yürümek! Garip bir
duygu…
Adadan adaya
Koyun sonundaki girintiye varınca duruyoruz.
Burada dağdan gelen çay minicik bir göl
oluşturmuş. Üzerini parlak yapraklı ağaçlar
gölgeliyor. Sırt çantalarımızı suyun kenarına
bırakıyoruz. Kahvaltıdan önce denize girip
ferahlamak iyi olacak. Kumsalı geçip kendimizi
suya bırakıyoruz. Kayaların arasında besili
karagözler, kefaller, adlarını bilmediğimiz tropik
balıklar yüzüyor. Hiçbirinde insan korkusu yok.
Kaygısızca burnumuzun dibinden geçiyorlar.
Deniz suyu ılık... İnsan tam anlamıyla
ferahlayamıyor. Adeta suyun içinde terleyeceğiz.
Denizden çıkıp tatlı suya giriyoruz. Gölün suyu
buz gibi... Taşların arasından akan su vücudumuza
çarpıp ferahlatıyor. Yanımızda sabun, kese
getirmiştik. Akşam tekneye dönmeden hamam
sefası yapacağız.
Kahvaltıya oturuyoruz. Sibel sabah erken kalkıp
ekmek pişirmişti. Bu sefer hamurun içine Oda
Boro’nun ekmek tarifindeki gibi iki kaşık zeytinyağı
koymuş. Pek lezzetli olmuş. Kahvaltıdan sonra
Ilha Grande çevresindeki irili ufaklı
340 adadan bir başkası.
üzerime bir ağırlık çöküyor. Yastık niyetine
kullandığımız boş şarap tulumunu şişirip başımın
altına koyuyorum.
İlha Grande Adası’nın merkezinde yer aldığı
körfezde irili ufaklı 340 ada bulunuyor. Üzerleri
kesif tropikal ormanlarla kaplı... Bu körfeze giren
bir tekne, hemen her gün bir başka adada
demirleyerek bir yıl geçirebilir. Bizimse o kadar
zamanımız yok. Adalar, koylar arasından çabucak
geçerek yola devam ediyoruz.
Vampİr sİnekler
Tek şikâyetimiz sivrisinekler. Buradaki sivrisinekler
bildiklerimizden farklı. Toplu iğne başı
büyüklüğündeki bu yaratıkların sesi çıkmıyor. Bu
yüzden geldikleri anlaşılmıyor. Ayak bileği çevresi
ve diz kapaklarının içi en sevdikleri kan emme
noktaları. Isırdıkları yer önce kızarıp şişiyor. Bir
süre sonra kaşınmaya başlıyor. Ama öyle böyle
değil, felaket bir kaşınma.
Kaşıdıkça kaşınıyor, insan kendine engel
olamıyor. Kaşıması da acayip zevkli! Özellikle bir
bez parçası veya saç fırçasıyla çok güzel kaşınıyor.
Bir müddet sonra orası yara oluyor. Enfeksiyon
kapma riski doğuyor. Bacaklarımız bu acımasız
yaratıkların ısırıklarıyla dolu.
Isırık yerleri gün içinde pek kaşınmıyor. Ancak
sabah ve akşam saatlerinde, sanki birisi
vücudumuzdaki görünmez bir düğmeye basmış
gibi, aniden inanılmaz bir kaşıntı isteği doğuyor.
Bu isteğe karşı koymak imkânsız... Ormanlar bu
vampir sineklerle dolu. Demir yerlerinde uçup
tekneye kanımızı emmeye geliyorlar.
Grande Körfezi Brezilya’nın, hatta dünyanın
sayılı seyir merkezlerinden. Buna rağmen hafta
sonları haricinde etrafta fazla bir tekne trafiği yok.
Koylardan birinde Erwin Rosenthal adlı 70
yaşlarında Arjantinli bir denizciyle tanışıyoruz.
Sibel tüple dalarak teknesinin altını temizlemesine
yardım ediyor.
Arkasından Uzaklar II’nin manevra
pervanelerinizi söküyoruz. Tropik sularda teknenin
ARALIK 2010
131
UZAKLAR II
altı çok çabuk yosun, midye bağlıyor.
Pervanelerin üzeri silme kekamoz
kaplamış, görmeden inanması güç.
Temizleyip iki kat zehirli boya sürüyoruz.
Vücut dİlİ
Anchieta Adası, cezaevi olarak hizmet
verirken mahkumların kaldığı koğuşlar.
Sıcak deniz suyunun ardından nehrin
buz gibi suyuyla serinliyoruz.
Erwin, Nomade adlı 13 metrelik
alüminyum teknesiyle yola çıkalı 20 yıl
olmuş. O zamandan beri denizlerde. Bu
arada Türkiye’ye de gitmiş. Ege’den
Karadeniz’e kadar sahillerimizi dolaşmış. O
da herkes gibi Türkiye’yi methediyor.
İnsanlardan gördüğü yakınlığı anlata anlata
bitiremiyor. Biz de kendisine Brezilyalılar’ı
methediyoruz.
Brezilyalılar bugüne kadar gördüğümüz,
vücut dilini en yaygın kullanan millet.
Dillerini bilmesek de el kol işaretleriyle
anlaşabiliyoruz. En çok kullanılan işaret
başparmak yukarıyı gösterecek şekilde sağ
elin yumruğunu sıkmak. Selamlaşmadan
vedalaşmaya kadar çeşitli anlamlar ifade
eden bu hareketi diğerleri takip ediyor.
Ancak bilmeden rastgele işaret
yapmamak gerekiyor. Su altında ‘tamam’
demek olan, başparmakla işaret parmağını
birleştirerek halka yapmak burada ayıp bir
anlam içeriyor. Başparmağı iki parmak
Eski bir cezaevi kolonisi olan Anchieta’da yerleşim yok. Ada bir
milli park. 1952 yılında çıkan isyanda mahkumlar gardiyanları
öldürerek ele geçirmişler. İsyanın bastırılması bir ay sürmüş.
Lopes Mendes Koyu’ndaki plajın
kumları pudra şekeri kıvamında.
132 ARALIK 2010
arasına sıkıştırıp kol sallamak ise, bizdeki
anlamının aksine, iyi şans dilemek için
kullanılan bir işaret!
Ilha Grande Körfezi’nde geçirdiğimiz iki
haftanın ardından yeni bir Brezilya adasına
demirliyoruz. Eski bir cezaevi kolonisi olan
Anchieta’da yerleşim yok. Ada bir milli
park. 1952 yılında çıkan isyanda
mahkûmlar gardiyanları öldürerek adayı
ele geçirmişler. Askerlerin isyanı bastırması
bir ay sürmüş.
Köpekbalıkları
O yıllarda adanın etrafındaki sular
köpekbalıklarıyla doluymuş. Ana karaya
kaçmaya çalışan mahkûmların bindiği
tekne batınca köpekbalıkları 50 mahkûmu
yemiş.
Gardiyanların oturduğu lojmanlar,
çocuklarının gittiği okul, kilise, idare binası
hâlâ yerinde duruyor. Futbol sahası
büyüklüğündeki yeşil alanın etrafında ise
eskiden mahkûmların kaldığı koğuşlar
sıralanmış. Taş binaların çatıları göçmüş.
Pencereleri örten demir parmaklıklar
zamanın ve tropikal iklimin aşındırıcılığına
direnmeye çalışıyor.
Koğuşların zeminini yabani otlar sarmış.
Zindanların arasında dolaşırken tüylerimiz
ürperiyor. Aklıma dünyanın en ünlü
mahkûmu Kelebek’in Şeytan Adası’nda
yaşadıkları geliyor. Kim bilir burada da
neler yaşandı, ne hayatlar karardı.
Hükümlülerin volta attığı meydanı
UZAKLAR II
dolaşırken yanımıza beyaz saçlı bir adam
yaklaşıyor. Kendini tanıtıyor; Samuel
Messias de Oliveira. Cezaevinin eski polis
şeflerindenmiş. İsyan günlerini, askerlerin
insan avına dönüşen mahkûm takibini
anlatıyor. O günleri anlatan bir de kitap
yazmış; Ilha Anchieta, Rebelião, Fatos e
Lendas.
Eski hapishane adası zümrüt yeşili
ormanlarla kaplı. Buz gibi dereler ağaçların
arasından kıvrılarak denize akıyor.
Rengârenk tropikal çiçekler akşamüstü iç
bayıcı kokular salıyor. Issız koyların önü
minik sarı kumsallarla çevrili… İnsan
sıkılmadan haftalarca bu adada kalabilir.
Ancak yola devam etmemiz lâzım. Bir
başka adada Melih Altuntürk’le
randevumuz var.
Yelkenİn başkentİ
Saatlerdir 1 knot’la sürüklenir gibi
ilerlemeye çalışan Uzaklar II’nin yelkenleri
Ilhabela Adası’yla kara arasındaki kanala
girince aniden doluyor. Kılavuz kitap
Ilhabela’nın ‘Capital de vela’ yani ‘rüzgârın
başkenti’ olduğunu yazıyor. 8 mil hızla
güneye doğru inerken bu tanımın ne kadar
doğru olduğunu görüyoruz. Yukarı aşağı
volta atan irili ufaklı yelkenlilerin, sörflerin
arasından geçerek mavi çatılı bir kilisenin
karşısına demirliyoruz.
Ertesi gün Melih, Sao Paulo’dan geliyor.
Botla gidip karşılıyorum. Melih’i ortaokul
yıllarından beri görmemiştim. Sokakta
görsem tanımazdım. Kısmet yıllar sonra
tekrar Brezilya’da görüşmekmiş.
Yanında getirdiği kocaman koliyi bota
134 ARALIK 2010
Saatlerdir zorla ilerlemeye çalışan Uzaklar II’nin yelkenleri
Ilhabela Adası ile kara arasındaki kanala girince aniden doluyor.
Kılavuz kitap buranın ‘rüzgarın başkenti’ olduğunu yazıyor.
atıp tekneye dönüyoruz. Kolinin içinde
ablamın ve Selcen Tanınmış’ın Türkiye’den
yolladığı yiyecek, içecek, Motor
Boat&Yachting dergileri ve kitaplar var.
Hemen açıyoruz. Sibel baklavaların
bozulmadan gelmiş olmasına çok seviniyor.
Anchieta Adası’ndaki zindanlar.
Okul arkadaşı
Melih akşam bizde kalacak. Zaman
geçirmeden havuzlukta masayı kuruyoruz.
Önce onun hikâyesini dinliyoruz. Melih,
Pepsi Cola’da üst düzey yöneticilik yaptığı
Güney Amerika yıllarını anlatıyor. “Hafta
sonları da dâhil olmak üzere uyanık
kaldığım tüm zaman işime aitti,” derken
yüzü gölgeleniyor. Sonra gülümsüyor:
“Ama şimdi farklı. İstifa ettiğimden beri
artık tüm zamanım kendime ait.”
Sao Paulo’da her gün gitmek zorunda
olmadığı işini kurduktan sonra hayatının
nasıl da değiştiğini anlatıyor. Vaktinin
çoğunu dağlarda, ormanlarda cipiyle
dolaşarak geçirdiğini öğreniyoruz.
Şehirdeyken gündüzleri ‘sığınağım’ dediği
evinde oturuyor, akşam olunca da Brezilyalı
sinyoritalarla samba, salsa yapmak üzere
dışarı çıkıyormuş. Ertesi gün Melih’i yolcu
edip kendi yol hazırlıklarımıza başlıyoruz.
Yarın erkenden demir alacağız. Bir sonraki
demir yerine kadar önümüzde 300 mile
yakın yol var. MBY
Tropik sular Uzaklar II’nin
pervanelerinin hemen kekamozla
kaplanmasına neden oluyor.

Benzer belgeler

Her köşe başında karşımıza bir başka buzul

Her köşe başında karşımıza bir başka buzul oturduğumuzu görüyoruz. Demirlerken fark etmemişiz, koyun içi sahile doğru aniden sığlaşıyormuş. Teknenin başı derin suda olmasına rağmen kıçı kuma saplanmış. Gel-git tablosuna göre sular iki saat ...

Detaylı

Dünyanın ucuna yolculuk

Dünyanın ucuna yolculuk UZAKLARII Dünyanın ucuna yolculuk...

Detaylı