AKOB 5. SAYI Görüntülemek İçin Tıklayınız
Transkript
AKOB 5. SAYI Görüntülemek İçin Tıklayınız
5 GOTTLIEB WALLISCH Mersin'den bir yıldız geçti. Borusan Kültür İmparatorluğu Borusan's Cultural Empire ŞADİ ERDOĞAN ile söyleşi BIPO Debut CD BİFO, Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'ndan ilk CD 2010-2011 sezonu sahnelerimizden haberler 4-6 sf. Gottlieb Wallisch sf. Fazıl Tütüner 8-13 Borusan Kültür İmparatorluğu Borusan's Cultural Empire Akdeniz Opera ve Bale Kulübü adına imtiyaz sahibi Fazıl Tütüner Alexandra Ivanoff Sorumlu Yazı İşleri Müdürü A. Vahap Kokulu Yayın Kurulu İhsan Toksöz F. Hakan Gürkan sf. 14-17 Şadi Erdoğan'la Söyleşi F. Hakan Gürkan A. Vahap Kokulu Semihi Vural Kapak Görseli Gottlieb Wallisch Fotoğraf Wolfgang Werzowa sf. 18-21 BİFO: Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nın ilk CD'si BIPO: Borusan Istanbul Philharmonic's Debut CD Alexandra Ivanoff sf. sf. 22-23 "Sevgili Hocam" 24-25 Nihat Taner Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Semihi Vural Baskı Lamineks Matbaacılık - İzmir sf. IV. Gülden Turalı Ulusal Keman Yarışması Dijital Baskı İşleri San. ve Tic. Ltd. Şti. 5627 Sk. No:37 Çamdibi / İZMİR Tel: 0 232 433 33 55 İhsan Toksöz Basım Tarihi 30 Kasım 2010 sf. 28 İstanbul Devlet Opera ve Balesi sf. İŞ BANKASI Uray Şubesi 26-27 31 İzmir Devlet Opera ve Balesi sf. 30 Ankara Devlet Opera ve Balesi sf. 33 Antalya Devlet Opera ve Balesi sf. 36 Samsun Devlet Opera ve Balesi ve tek örneği. Kâr amacı güdülmüyor. Satılmıyor. Derneğin bu dergi için ayırabileceği bir bütçesi yok. Sadece reklâm gelirleri ile basılıyor ve ücretsiz dağıtılıyor. Amatör bir ekip olarak bu işe soyununcaya kadar bir dergi yayınlamanın, hele bir müzik ve sanat dergisi çıkartmanın nasıl zorluklar getireceğini pek düşünememiştik doğrusu. Bu yüzden çevremizden yardımcı olmalarını istemeye başladık. Bu çağrılarımız ilk sayıdan itibaren dergi sunuş yazılarımıza da yansıdı. YUMURTA REKLAMININ MÜZİK DERGİSİNDE NE İŞİ VAR? İhsan Toksöz [email protected] Geçen sayımızda yayınlanan bir yumurta reklamı bazı kişilerin çok tuhafına gitmiş. “Yumurta reklamının müzik dergisinde ne işi var?” diye soruyorlar. ‘Yumurta Reklamı’nın derginin profesyonel içeriğine ve tasarımına zarar verdiğini düşünenler var. Oysa diğer reklamlar da taşımacılık, sağlık, inşaat, mobilya, gıda, tıp vs. sektörlerine ait. Buna kimse dikkat etmiyor! Mersin’de yayınlanan dergimizin Türkiye müzik camiasına ve sektörüne kendisini duyurması ve reklam alması biraz zaman alacak gibi görünüyor. Ama bu konuda umutla bekliyoruz doğrusu Mersin dışından gelecek katkıları da. Burada diyeceğimiz şu: “Hayır efendim, yumurta reklamı AKOB’un profesyonel görünümüne zarar vermiyor. Aksine AKOB’un yaşamasına katkıda bulunuyor. Bu vesile ile bu reklamı veren firmayı ve ilk sayıdan beri reklam destekleriyle bizleri ve Erilya yönetimini yalnız bırakmayan tüm firmalarımızı, önemli ve değerli bir kültür hizmetinin sessiz tanıkları ve destekleyicileri oldukları için kutluyor ve buradan kendilerine teşekkürlerimizi sunuyoruz. Her sayıda kişilere yardım çağrıları yapmak hiç de hoş bir şey değil tabii. Hedef ve umudumuz, yılda 6 kez çıkacak dergimiz için yıllık reklam verecek firmalarımızı arttırmak. Bizler de Erilya ajansının yanı sıra bu konuda yakında yeni kapılar çalmaya devam edeceğiz. Yapılan işin Mersin kent kültürüne ve imajına, Türkiye Opera ve Bale sanatına, karınca kararınca yapacağını düşündüğümüz katkı göz önüne alınırsa bundan hiç gocunmadığımızı da belirtmek isterim. AKOB’ un 2010/2011sezonu açılış konseri olarak 7 Kasım’da gerçekleştirdiği “Gottlieb Wallisch” piyano resitali ve araya giren uzun bayram tatili nedeni ile gecikmeli olarak çıkıyor bu ay dergimiz. Bu sayımızda; Fazıl Tütüner “Gottlieb Wallisch” resitali hakkında bilgi veriyor bizlere. Alexandar Ivanoff ‘un ise iki yazısı var. İlkinde, “Borusan Sanat İmparatorluğu”nu tanıtıyor. İkinci yazısında ise “BIFO - Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası”nın ilk CD kaydını ele alıyor. Her iki yazı da İngilizce ve Türkçe olarak yayınlandı yine. F. Hakan Gürkan’ın bu kez DOB Genel Müdür Yardımcısı Şadi Erdoğan ile bir söyleşisi var sayfalarımızda. Semihi Vural, Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı tanıtıyor bizlere yazısında. Ardından benim MEU, Oda Müziği Araştırma ve Uygulama Merkezi bünyesinde yapılan, IV. Gülden Turalı Keman Yarışması ile ilgili haber yazım geliyor. Bu yazımız kentimizde olan biteni bilmeyenlere bir rehber olacaktır. Nihat Taner, yine belgeleri konuşturarak, kent tarihine mal edilecek bir mektubu tozlu raflardan indiriyor. Tarsus Amerikan Koleji’ndeki öğretmeni Haydar Göfer’e 1964 yılında bir öğrencisi tarafından İtalya’dan yazılmış bir mektubu konu ediyor yazısında. 1964 yılında öğretmenlerimizin birikimlerini nasıl öğrencilerine aşıladıklarını ve öğrencilerin kültür düzeyini göstermesi açısından ilginç ipuçları veriyor bu mektup. Bu mektubu okuduktan sonra günümüz eğitim sisteminde okullarımızda sanat, müzik, felsefe vb. derslerine verilmesi gereken önemin neden göz ardı edildiğini tekrar tekrar sorgulamalıyız diye düşünüyorum. Sanat ve Müzik, Edebiyat ve Felsefe bireyin büyüme çağında verilecek mayalar çünkü. Maya verilmezse ortaya çıkan ürün de yavan, yamyassı bir kişilik olur. Buradan Haydar Göfer Hoca’ya koskocaman bir selam gönderiyorum ve ellerinden öpüyorum. Eskiden annelerimiz “yumurta içmek sesi güzelleştirir” derlerdi. Bu nedenle bence “yumurta reklamı Opera sanatıyla en yakın ilişkisi olan reklam!” Bu reklamı veren firmayı ödüllendirmek için dergi ajansımız Erilya bu sayımızda kendileri için “AKOB uyumlu!” özel bir tasarım yaptı. Sayfalarımızda göreceksiniz. Artık bu konuda kimse bir şey diyemez umarım! Bu sayıda, Devlet Opera ve Bale Müdürlüklerinin 2010/2011 sezon etkinliklerini tanıtan yazıları da dergimize renk kattı. Tekrar belirtmek isterim ki tüm Opera / Bale müdürlüklerinden dergimize sadece haber yazıları değil, sahnelenen eserler ile ilgili tüm konularda, besteciler, sahneye koyma/reji, dekor ve kostüm tasarımı, müzik, koreografi vs. konularında profesyonel yazılar bekliyoruz. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu dergi ‘Akdeniz Opera ve Bale Kulübü Derneği’ yönetimi tarafından özverilerle yayınlanan bir imece yayını. Mersin’de yayınlanan AKOB Dergisi, Türkiye’de türünün ilk Dergimizin içinde “abonelik çağrı formumuzu” bulacaksınız. Aramıza katılınız diyoruz. Hayatınız sanat ve müzik dolu olsun! 2 AKOB KASIM 2010 MERSİN’DEN BİR YILDIZ GEÇTİ GOTTLIEB WALLISCH Fazıl Tütüner [email protected] Fotoğraf: Oliver Wia AKOB 2010/2011 konser sezonunu bomba gibi bir resitalle açtı. Genç neslin yükselen yıldızlarından Avusturyalı piyanist Gottlieb Wallisch 7 Kasım Pazar akşamı Mersin Kültür Merkezi’nde hayranlık uyandıran bir performans sergileyerek dinleyicilere unutamayacakları bir gece yaşattı. 1978 yılında müzisyen bir ailede dünyaya geldi Wallisch. İlk piyano derslerini dört yaşında annesinden almaya başladı. Altı yaşında Viyana Üniversitesi Müzik ve Drama Okulu yetenekliler sınıfına kabul edildi. On altı yaşında Amerika Birleşik Devletleri’nde prestijli uluslararası piyano yarışması “Stravinsky Ödülleri” nden birincilik ödülünü aldı.1996 yılında ünlü şef Yehudi Menuhin’in yönettiği konserde solist olarak çalması uluslararası kariyerinin başlangıcı oldu. O günden bu yana hem tek başına, hem ünlü orkestra ve şeflerle konserler vererek 4 AKOB KASIM 2010 dünyayı dolaşıyor. Çok sayıda CD si yayınlanmış, birçok radyoevinde kayıtları yapılmış bulunuyor. Eleştirmenler piyano çalışının analitik bir derinliği, duygusallık ve özerk teknik arası bir dengesi olduğunu söylüyorlar. Detaylı özgeçmişini buraya koyuyoruz. 6 Kasım sabahı Adana Havaalanı’na kendisini karşılamaya gittik yayın yönetmenimiz İhsan Toksöz ile. İstanbul’dan sis nedeniyle uçaklar kalkamadığı için sekiz saat biz Adana Havaalanı’nda, Wallisch ise iki buçuk saati uçağın içinde olmak üzere İstanbul Havaalanı’nda beklemek zorunda kaldık. Gece geç saatte otele yerleştirebildik kendisini. Ertesi sabah Wallisch İhsan Toksöz’ün evindeki piyanoda çalıştı. Güneşli bir yaz öğleninde Wallisch’e Mersin Tenis Kulübü bahçesinde şişe geçirilmiş ve ateşte pişirilmiş hamsi ikram ettik bol Akdeniz salataları ile birlikte. Akşam konserden önce GOTTLIEB WALLISCH PİYANO RESİTALİ 7 Kasım 2010 Mersin Kültür Merkezi sahnede sponsorumuz Teknosa’ya Oser Reklam’da yaptırdığımız bir cam teşekkür plaketi sunduk Gottlieb Wallisch’in üçüncü gelişiydi Mersin’e. Birincisinde bir solo konser verdi, ikincisinde ise Mersin Devlet Opera ve Balesi Orkestrası ile şef Vladimir Lungu yönetiminde solist olarak çalmıştı. Bu üçüncü gelişinde ise AKOB’un organize ettiği konserde Mozart, Beethoven, Schumann’dan eserler ve kendisi için genç Avusturyalı besteci Themessl tarafından bestelenmiş iki eser çaldı. Themessl’in eserlerinde yeni bir uygulamaya yer vererek piyano içindeki tellere monte edilen ve seslerin yankılanmasını sağlayan (pedal efekti veren) küçük bir e-bow (elektronik yay) aleti kullandı. Eserler arasında Almanca açıklamalarda bulundu, biz de Türkçeye çevirdik. Wallisch Mersin’deki müzik hareketliliğinden etkilendiğini, önceki gelişlerinden farklı olarak bu kez bir müzik kuruluşu olarak AKOB’un da Mersin’in sanat hayatına atılmış olduğunu, bunun Mersin’e katkıları olacağını umduğunu, kendisinin de gelişmekte olan Viyana-Mersin sanat köprüsüne katkı sağlamak için çalışacağını söyledi. Çok alkış alması üzerine bis olarak Viyanalı besteci Schubert’ten bir parça daha çaldı. Konser sonrasında Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden iki genç kızımız kendisi ile bir söyleşi yaptılar. Klasik sorulardan birisi “konser öncesi stresi” ile ilgiliydi ve kendisinin verdiği cevap ilginçti. “Konserlerimden önce her zaman ‘pozitif stres’ yaşarım.” Bence, işte bu pozitif stres konser boyunca dinleyiciyi sarıp sarmaladı, içine çekti. Wallisch sahneye çıkınca pozitif stres, pozitif enerjiye dönüşüyordu. Konser sonrası yönetim kurulu üyemiz Yeşim Antmen ve eşi Alpay Antmen’in daveti üzerine bir Mersin markası olan Göçtü Kebap’a gittik. Konuğumuza Mersin tatlarından ikram edildi. Wallisch dergimize bir yazı göndereceğini söyledi. Güzel bir konserin ardından güzel bir Mersin akşamı da yaşamış olduk ve ertesi sabah konuğumuzu erken saatlerde uğurladık. Gottlieb Wallisch tekrar Mersin’e gelecektir. Bizlere söz verdi. Resitalini kaçıranlara Wallisch Mersin’e tekrar geldiğinde kaçırmayınız diyoruz. Yurtdışından gelen birçok sanatçıya ev sahipliği yapıyor Mersin. Müzik dünyasının bir parçası olabilmek için ciddi çalışmalar, ciddi emekler var Mersin’de. Yurtdışındaki ve yurtiçindeki sanatçı dostlarımızın sayısı artıyor günden güne. Opera, bale, orkestralar, korolar, konservatuar, güzel sanatlar lisesi, festivaller, keman ve piyano yarışmaları, sanat dernekleri, kentimizin sanatçıları ve müzik öğrencileri, konuk sanatçılar, izleyiciler, gönüllü çalışanlar, sponsorlar, AKOB un müzik dergisi ile yıllardır müzik dokusu dantel gibi işleniyor Mersin’de. Adeniz Opera ve Bale Kulübü 2010 yılında Goethe Enstitüsü ile birlikte Friedrich Kleinhapl(çello) / Andreas Woyke(piyano) konseri, AKOB organizatörlüğünde Viyana String Inspirations Quintet konseri, Hakan Ali Toker (piyano) resitali, Avusturya Büyükelçiliği ile Viyana Johann Strauss Topluluğu konseri ve yine Avusturya Kültür Ofisi ile Gottlieb Wallisch (piyano) resitali olmak üzere 5 etkinlik gerçekleştirdi. 2011 yılında yine güzel konserlerde buluşmak üzere müzik dolu bir yıl diliyoruz sizlere. AKOB KASIM 2010 5 Gottlieb Wallisch kimdir? Gottlieb Wallisch ilk piyano derslerini 4 yaşında annesinden aldı. 6,5 yaşında Viyana Üniversitesi Müzik ve Drama bölümüne girdi ve buradan en yüksek derece ile mezun oldu. Çalışmalarına Viyana, Berlin ve Paris’te devam eden sanatçı Oleg Maisenberg ve Dmitrij Bashkirov ile de çalıştı, Stephen Kovacevich’in ustalık kurslarına katıldı. 1995 yılında Amerika’da Uluslararası İllionis “Stravinsky Ödülleri” Yarışması’nda birincilik ödülü ile “İvo Pogorelich Büyük Ödülü”nü aldığında 16 yaşında idi. 1996 yılında Lord Yehudi Menuhin yönetimindeki konseri uluslararası kariyerinin başlangıcı oldu. Sonraki başarıları ise Brüksel Kraliçe Elisabeth Uluslararası Piyano Yarışması (1999) ile İsviçre Vevey XXI. Clara Haskil Yarışması’nda (2005), finalist olması… Gottlieb Wallisch’in çaldığı orkestralar arasında; Viyana Filarmoni, Viyana Senfoni, Varşova Senfoni, Viyana Radyo Senfoni Orkestrası, Güstav Mahler Gençlik Orkestrası, Camerata Salzburg, Stuttgart Oda Orkestrası, Royal Liverpool Filarmoni Orkestrası, Londra Filarmoni Gençlik Orkestrası, Zagreb Filarmoni Orkestrası, Het Brabants Orkestrası, Linz Brückner Orkestrası, Trondheim Senfoni Orkestrası var. Birlikte çaldığı orkestra şefleri ise şunlardır: Giuseppe Sinopoli, Dennis Russell Davies, Lord Yehudi Menuhin, Louis Langrée, Sir Neville Marriner, Christopher Hogwood, Philippe Entremont, Lawrence Foster, Helmut Müller-Brühl, Martin Haselböck, Walter Weller ve Mathias Bamert, Çeşitli konser turları ile birçok ülkede çaldığı ünlü konser salonları arasında Amerika’da Washington Carnegie Hall, İngiltere’de Wigmore Hall ve Queen Elizabeth Hall, Brüksel Palais des Beaux Arts, Musikhalle Hamburg, Japonya, Hong Kong, Orta Doğu ülkeleri, Doğu Afrika ile İspanya, Almanya ve İsviçre dahil birçok Avrupa ülkesindeki salonlar sayılabilir. ‘Uluslararası Yükselen Yıldızlar” konser turları ile Avrupa başkentlerinde, Viyana Musikverein, Stokholm Konserthaus, Brüksel Société Philharmonique, Londra Wigmore Hall, Atina Konser Salonu’nda ve New York Carnegie Hall’de de resitaller vermiştir. Sanatçı 2008 yılı Mart ayında Şef Antonio Pirolli yönetiminde İstanbul Devlet Orkestrası ile ve kentimizde Şef Vladimir Lungu yönetiminde Mersin Devlet Opera ve Bale Orkestrası ile birer konser vermiştir. Lucerne Festivali, Ruhr Piyano Festivali, Salzburg Festivali, Schubertiade Schwarzenberg, Zürih Tonhalle, Newbury Bahar Festivali ve daha birçok festivale katılan Wallisch’in en son performansları arasında Hamburg Musikhalle, Köln Filarmoni, Rotterdam “De Doelen”, Viyana Festwochen, 6 AKOB KASIM 2010 Fotoğraf: Wolfgang Werzowa Budapeşte Bahar Festivali, Bonn Bach Festivali, Wallonie Festivali, Singapur Sanat Festivali sayılabilir. Sanatçının performansları Avusturya ORF Radio, Uluslararası Radio France, Belçika RTBF, Londra BBC ve Minnesota Public Radio’ da yayınlanmıştır. Çok geniş bir repertuvara sahip olan sanatçının Scarlatti, Haydn, Schumann, Brahms, Schubert, Stravinsky, Mozart, Strauss ve Pfitzer’in eserlerinden CD kayıtları vardır. Viyana piyano geleneğinin saygın bir sanatçısı olan Wallisch en son olarak İngiliz kayıt şirketi LINN Records ile bir anlaşma imzalamış ve LINN ile ilk CD kaydı “Mozart in Vienna” bu yıl satış standlarında yerini almıştır. www.gottliebwallisch.com Avusturya Büyükelçiliği Basın Açıklaması Eine Brücke der Kunst von Wien nach Mersin Mersin - Die Stadt Mersin an der östlichen Mittelmeerküste der Türkei ist in den letzten Jahren zu einem kulturellen Zentrum mit zahlreichen Verbindungen nach Österreich geworden. Unterstützt durch die langjährige Tätigkeit des dortigen österreichischen Honorarkonsuls Fazil Tütüner und in Zusammenarbeit mit der Österreichischen Botschaft Ankara sowie dem Kulturforum Istanbul können in Mersin regelmäßig österreichische und österreichischtürkische KünstlerInnen ihr Können beweisen. So gab am 7. November der Ausnahmepianist Gottlieb Wallisch ein umjubeltes Konzert, bei dem er Werke von Mozart, Beethoven, Schumann und dem zeitgenössischen österreichischen Komponisten Sebastian Themessl zu Gehör brachte. Bereits im Frühjahr gab es Wiener Klänge in Mersin mit dem Johann-Strauß-Ensemble von Alfred Pfleger. Das außergewöhnlichste musikalische Projekt ist aber sicherlich das vor sechs Monaten ins Leben gerufene Orchester “Eine Brücke der Kunst von Wien nach Mersin”. Serkan Gürkan, in Österreich lebender Komponist, Violinist und Gründer des String Inspirations Quintett und sein Bruder Hakan Gürkan, Künstler an der Staatsoper in Mersin, geben mit diesem Jugendorchester Kindern, die in Heimen der Jugendfürsorge untergebracht sind, die Möglichkeit, ein Instrument zu lernen, gemeinsam zu musizieren und die einstudierten Stücke sowohl in der Türkei als auch in Österreich auf der Bühne zu präsentieren. Regionale Institutionen und auch die österreichische Botschafterin Heidemaria Gürer unterstützen das Projekt, das auf das Engagement von Freiwilligen angewiesen ist. „Mehr als alles möchte ich aus vollem Herzen Musik machen“, so beschreibt es einer der jüngsten Geiger dieses bemerkenswerten Orchesters, das zugleich eine vitale musikalische Verbindung zweier Länder ist. Mersin: Avusturya ve Türkiye arasında müzikal bir köprü Mersin – Türkiye’nin Doğu Akdeniz kısmında kalan Mersin son yıllarda birçok Avusturya bağlantısı bulunan bir kültür merkezi haline geldi. Uzun yıllardır Avusturya Fahri Konsolosluğu’nu yürüten Fazıl Tütüner’in desteği ve Ankara Avusturya Büyükelçiliği ile Avusturya İstanbul Kültür Ofisi’nin işbirlikleri sayesinde Mersin’de düzenli olarak Avusturyalı ve Avusturyalı-Türk sanatçılar becerilerini sergileyebiliyorlar. Bu çerçevede piyanist Gottlieb Wallisch 7 Kasım’da, Mozart, Beethoven, Schumann ve çağdaş Avusturyalı bestecilerden Sebastian Themessl’den eserler sunduğu hayranlık uyandırıcı bir konser verdi. Mersin’de Viyana ezgileri ilkbaharda da Alfred Pfleger’in Johann-Strauss Topluluğu ile duyulmuştu. Ancak şüphesiz en olağanüstü müzikal proje altı ay önce hayata geçirilen orkestra: “Viyana’dan Mersine Sanat Köprüsü”. Avusturya’da ikamet eden bir besteci, viyolonist ve String İnspirations Quintett’in kurucusu Serkan Gürkan ile Mersin Devlet Operası sanatçısı kardeşi Hakan Gürkan bu gençlik orkestrası vesilesiyle Çocuk Esirgeme Kurumlarında yetişen gençlere bir müzik aleti öğrenme, birlikte müzik yapma ve öğrenilen eserleri hem Türkiye hem de Avusturya’da olmak üzere sahnede sunma şansı veriyorlar. Yerel kurumlar ve Avusturya Büyükelçisi Heidemaria Gürer, gönüllü yardımcıların desteğine ihtiyacı olan bu projeyi destekliyorlar. İki ülke arasındaki canlı bir müzikal bağlantı olan bu olağanüstü orkestranın en genç kemancı üyelerinden biri kendini işte bu sözlerle ifade ediyor: “Her şeyden çok bütün kalbimle müzik yapmak istiyorum.” AKOB KASIM 2010 7 Borusan Holding parasını sizin zevkiniz için harcayan bir kuruluş. İstanbul’da 1997 yılında kurulan Borusan Kültür Sanat Şubesi, İstiklal Caddesi’nde iki binaya sahip. Ayhan Işık sokağında bulunan, görsel sanatçılara ev sahipliği yapan bir diğer binada ise 200 sanat eserinden oluşan bir koleksiyon ve bir butik basımevi bulunmakta. [email protected] BORUSAN KÜLTÜR İMPARATORLUĞU BORUSAN’S CULTURAL EMPIRE 8 AKOB KASIM 2010 Müziksel varlıkları arasında ise bir filarmoni orkestrası, ödüllü bir yaylı sazlar dörtlüsü, bir çocuk korosu ve bir de müziğe olan tutkusu nedeni ile orkestra müziğini dünya çapında destekleme zorunluluğunu hisseden icra kurulu başkanı var: Ahmet Kocabıyık. “Kültür ve sanat dünyasında en değerli öğreti olduğunu düşündüğüm klasik müziğe tutkum lise günlerime kadar gitmekte” diyor kendisi. Bir kişisel gelişim aracı olmasının ötesinde bir toplumun gelişim düzeyini göstermekte olan klasik müzik, değişik kültürleri bir araya getirme işlevi de olan yüksek bir sanat formu. Borusan’ın yararlı imparatorluğu bu yıl her zamankinden daha fazla genişlemekte. Bir göz atalım: Kültür Merkezi olarak kullanılan İstiklal Caddesi’ndeki binalardan biri ayni zamanda zengin bir müzik kütüphanesine ev sahipliği yapmaktadır. Karşısındaki beş katlı bir 19. Yüzyıl binası olan Borusan Müzik Evi’nin içi yakınlarda ultra modern bir tasarımla yenilenmiştir. Geçen Ocak ayı içerisinde açılan bina bir sanat galerisi ve konser salonu olarak kullanılmaktadır. Sanat galerisinde Çeviri/Translation İhsan Toksöz Borusan is a Turkish industrial holding company that spends its money for your enjoyment. In Istanbul, its Borusan Kültür Sanat division, founded in 1997, owns two buildings on Istiklal Caddesi, another on Ayhan Işık Sokak in Beyoğlu for housing visual artists, and a contemporary art collection numbering 200 pieces as well as a boutique publishing house. Their musical real estate includes their own philharmonic orchestra, a prize-winning string quartet, a children’s chorus, and an executive board chairman, Ahmet Kocabıyık, whose commitment to music compels him to support orchestral music on a global scale. “My love for classical dates back to my high school days and I consider it a most valuable discipline in the world of culture and arts,” he states. “Beyond its function as a tool for personal development, classical music is a high form of art representing a society’s level of development which also operates to bring different cultures together.” Borusan’s beneficent empire is looming larger than ever this year. Let’s take a tour. One building on Istiklal houses the cultural headquarters’ offices as well as a well-stocked music library. Across from it is the Borusan Müzik Evi, a 5-story 19th century building that has a newly renovated, ultra-modern interior. Just having made its debut last January, it functions as an art gallery and a concert hall. BORUSAN’S CULTURAL EMPIRE AKOB KASIM 2010 9 halen 20 Kasım’2010 tarihine kadar sürecek olan New York, “Lehmann Maupin” galerisinden eserler sergilenmektedir. Konser salonunda ise klasik, caz, dünya müziği, çağdaş müzik, oda müziği ve genç klasik müzisyenlerini içeren karışık müzik alanlarında sunumlar yer almaktadır. Bu yılki sezon açılış konseri 5 Kasım’2010 tarihinde “Mercan Dede ve Secret Tribe” konseri ile yapıldı. Ertesi akşam Grammy ödüllü İsveç çağdaş müzik topluluğu “Sonanza” vardı. Kasım ve Aralık aylarında ilgi çekecek konserler arasında; vurmalı çalgılar topluluğu, arp ve elektronik düo konseri, caz besteci ve piyanistleri, bir solo soprano resitali, Los Angeles müzik grubu “Divan Consort” ve iki harika çocuk konseri bulunmakta. 10 AKOB KASIM 2010 Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü (Esen Kıvrak/birinci keman, Olgu Kızılay/ikinci keman, Efdal Altun/Viyola ve Çağ Erçağ/Çello,) Avusturya , Kore, Macaristan, Türkiye, Rusya ve Amerika’dan 87 den fazla müzisyen ve toplulukların katıldığı New England Oda Müziği Vakfı tarafından Boston’da düzenlenen 2010 Oda Müziği Yarışması’nda birincilik ödülü için yarıştı. İki ayrı bölümde ödüllendirildiler. New York Carnegie Hall, Weill Resital Salonunda 8 diğer topluluk arasında Fazıl Its current art exhibit, featuring works from New York gallery Lehmann Maupin, is in place until November 20. The concert hall presents a mix of musical spheres: classical, jazz, world, contemporary, chamber music, and young classical musicians. It opens its season on November 5 with Mercan Dede and the Secret Tribe. The next night, the Grammy Award-winning Swedish contemporary music ensemble, Sonanza, performs. Highlights in November and December include a percussion ensemble, harp and electronics duo, jazz composer/pianists, a solo soprano recital, the Los Angeles-based music group Divan Consort, and two child prodigies. Borusan String Quartet The Borusan String Quartet (Esen Kıvrak, first violin, Olgu Kızılay, second violin, Efdal Altun, viola and Çağ Erçağ, cello) competed with over 87 musicians and ensembles from Austria, Korea, Hungary, Turkey, Russia and USA to win the first prize at the 2010 International Chamber Music Competition, organized by the New England Chamber Music Foundation in Boston. They won in two different divisions, the second being in Carnegie Hall’s Weill Recital Hall in New York against eight other ensembles, to win the gold medal with their performance of Fazıl Say’s String Quartet, Op. 29. At Andante magazine’s 2010 Music Awards in Istanbul in May, they were awarded “Chamber Ensemble of the Year.” The quartet has its own schedule of concerts in the Süreyya Opera House in Kadiköy. On November 1, they performed music by Boccherini, Borodin and Fazıl Say; on February 7, pianist Toros Can joins them in an evening of Shostakovich; and on May 16, pianist Gülsin Onay joins the program of Erkin and Ravel. Borusan Philharmonic’s phenomenal growth Say’ın String Quartet, Op. 29 eserini seslendirerek altın madalyayı kazandılar. İstanbul’da yayınlanan Türkiye’nin Klasik Müzik dergisi Andante tarafından Mayıs ayında düzenlenen müzik ödüllerinde ise “Yılın Oda Müziği Topluluğu” ödülünün sahibi oldular. Borusan Istanbul Philharmonic Orchestra has become the crown jewel of symphonic life in Istanbul and is preparing to be a new kind of Turkish cultural representative, since its auspicious debut at the Salzburger Festspiele last summer. The orchestra was founded in 1999 with Gürer Aykal as its conductor, who lovingly guided it in its formative years like a proud father until it was ready to become part of the adult symphonic world. In 2008, the dynamic young Viennese conductor Sascha Goetzel was recruited to the podium to put the ensemble through some Kadıköy Süreyya Opera Evi'nde konserler veren Toluluk 1 Kasım'da Boccherini, Borodin ve Fazıl Say'ın eserlerini seslendirmiştir. 7 Şubat 2011 tarihinde ise piyanist Toros Can'ın kendilerine katılımıyla bir Shostakovich gecesi sunacaktır. 16 Mayıs 2011 tarihinde ise piyanist Gülsin Onay'ın katılımıyla Erkin ve Ravel'in eserlerinden oluşan bir program sunacaktır. AKOB KASIM 2010 11 Borusan Filarmoni’nin İnanılmaz Yükselişi İstanbul’un Filarmonik Müzik yaşamının yıldızı olan Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO), geçen yaz çıktığı Salzburg Festivali’ndeki ilk konserinden sonra yeni bir Türkiye Kültür Temsilcisi olmaya hazırlanıyor. Şefleri Gürer Aykal’ın kuruluş yıllarından itibaren, erişkin senfoni dünyasının bir parçası oluşuna kadar gururlu bir baba şefkatiyle rehberlik ettiği, orkestra 1999 yılında kurulmuştur. 2008 yılında topluluğa ciddi bir akademik cila vermek üzere genç ve dinamik Viyanalı şef Sascha Goetzel podyuma atanır. Onun en akıllıca yaptığı stratejik uygulaması, Viyana Filarmoni’den 40 yaşındaki Peter Goetzel’in de kemancılar arasına alınması ve bu deneyimli kemancının bilgi ve birikimini tüm elemanlarla paylaşması, olmuştur. Festivalin 90. yılının kutlanacağı açılış gününde ilan edilmemiş etkinlikler içinde yer alan orkestranın konserine 25 Temmuz günü Salzburg’ta katıldım. Dikkatlerden uzak konumlandırmaya rağmen o gün Avusturya’da bir Türk orkestrası beklentisi meraklı bir kalabalığın toplanmasına neden olmuştu. Borusanlıların da aralarında olduğu ve adeta amigoluk yaptıkları dinleyicilerle büyük salon dolmuş ve hatta Türklerin dışındaki dinleyicilerden de taraftarlar kazanılmıştı. Konser heyecanlı enerji, renk ve ustalık dolu idi. Ustalık derken; her sakininin Wolfgang’ın yazdığı her notayı bildiği, kutsal Mozart ülkesinde, Mozart çalmaya cesaret etmelerini kastediyorum. BİFO bu yakıcı denemeyi, sadece Fazıl Say’ın “Mozart, A majör, K.414” performansıyla değil, ayni zamanda Respighi’nin “Queen of Sheba ”, Hindemith’in muazzam eseri Symphonic Metamorphosis “ ve Say’ın Dünya prömiyerini yaptığı eseri “Nirvana Yanıyor” ile geçti. Erkin’in “Köçekçe”si nin tekrarı olan bis parçaları neşeli bir şekilde salonu bulaşıcı Türk ritimleri ve çekici zil sesleri ile doldurup, solo klarnetin son final melodi dizeleri havada yükselerek sükunetle minor ikiliye yerleştikten ve herkes gittikten sonra, salonda titrekçe parıldayan bir hilal asılı kaldı. Avrupa basını belki bunu benim dediğim gibi yazmadı ama eleştirilerde tereddütsüz Borusan’ın olağanüstü yetkinliğini kayda geçirerek performansın tarihi önemini takdir ettiler. Orkestra İstanbul’da 2010-2011 sezonunu Ekim ayında temel Alman içeriği ile (Mozart, Beethoven ve Brahms) açarken, genç enerjinin erişkin zarafetle dengelendiği sofistike bir ustalığın yeni seviyelerini gösterdi.. Yılın kalan kısmında, 25 Kasım’da Chopin, Ravel ve Tschaikowsky ile devam edilecek, Aralık ayında Fazıl Say müziği ile 3 günlük bir festival planlanmakta. Ocak 2011’den itibaren şef Goetzel, Verdi ‘nin “Requiem”’ini, Saygun’un “Eski Üslupta Kantat”’ını ve 2 ayrı gecede uluslararası solistler tarafından sunulacak, değişik opera seçkilerini içeren geniş vokal/koral eserler seçmiş bulunuyor Ve BIFO ilk defa, anlatıcısının Mehmet Ali Alabora olacağı bir çocuk konserini, Prokofiev’in “ Peter ve Kurt” isimli eserini sunacak. Fakat benim asıl ilgilendiğim, tanınmış program kitapçığının içine sessizce yuvalanmış olan 23 Şubat konseri. Markus Schirmer tarafından yorumlanacak, Avusturyalı besteci Joseph Marx’ ın 2. No.lu Piyano 12 AKOB KASIM 2010 serious post-graduate polishing. One clever tool in his strategy was to put his violinist father, Peter Goetzel, a 40-year veteran of the Vienna Philharmonic, to play in the violin section and donate his wisdom and experience to all the players. I attended the concert in Salzburg on July 25, when the orchestra was among the opening day’s unannounced ceremonial events that inaugurated the festival’s 90th year. Despite its somewhat obscure positioning, the anticipation of a Turkish orchestra in Austria produced a curious crowd that day. The large auditorium was full, and even with the Borusan contingent sitting among them and functioning almost like cheerleaders, the non-Turkish audience sector was clearly won over. The performance was full of thrilling energy, color, and craft. And by craft, I mean they dared to play Mozart in sacred Mozart territory, where every inhabitant knows every note Wolfgang ever wrote. BIPO passed the acid test with not only Fazıl Say’s performance of Mozart’s Piano Concerto in A major, K. 414, but also Respighi’s “Queen of Sheba,” Hindemith’s mighty “Symphonic Metamorphosis,” and the world premiere of Say’s “Nirvana Yanıyor.” Their encore, a repeat of Erkin’s “Köçekçe - Dance Rhapsody” so joyfully filled the room with infectious Turkish rhythms and sexy zil sounds that when the solo clarinet’s final looming melody line arched through the air, landing lazily on the minor second of the scale, it left a shimmering crescent moon suspended in the hall long after everyone left. The European press didn’t express it like I just did, but their reviews noted without hesitation Borusan’s extraordinary competence and they appreciated the historical significance of the performance. In October, the orchestra opened the 2010 season in Istanbul with a program of German staples (Mozart, Beethoven and Brahms), wherein they showed new levels of sophisticated mastery by balancing youthful energy with mature refinement. The rest of the year continues with Chopin, Ravel, and Tchaikowsky on November 25, then a three-day festival is planned for December with Fazıl Say and his music. Starting in January 2011, Goetzel has chosen large vocal/choral works: Verdi’s “Requiem, ” Saygun’s “Eski Üslupta Kantat,” and two different nights of opera selections with international soloists. And for the first time, BIPO will offer a children’s concert, featuring Prokofiev’s “Peter and the Wolf” with Mehmet Ali Alabora as the narrator. But the real item of interest to me, nestled quietly among the more recognizable program fare, is the concert on February 23: Austrian composer Joseph Marx’ Piano Concerto No. 2 “Castelli Romani,” to be performed by Markus Schirmer. Being a singer, I knew Marx as a prolific composer of fine songs in the late German Romantic style, but I had never heard Konçertosu ”Castelli Romani.” Bir şancı olarak ben Marx’ı, geç Alman Romantik stilindeki güzel şarkılarıyla, üretken bir besteci olarak tanıyorum. Ancak kendisinin piyano konçertolarını hiç duymadım. 1964 yılında ölen Marx tarafından 1930 yılında bestelenmiş ve konserlerde nadiren seslendirilmiş olan bu parça, sadece bir kez, 2005 yılında kaydedilmiş. 35 dakika süren, dayanıklılık ve kas gücü gerektiren büyük bir konçerto. Richard Strauss’un “Alpine” senfonisi ile eşleştiriliyor. Ultraromantik yolculukta seçimi yapılan diğer cüretkâr seçim olan bu eser yerine ben şahsen gecenin İtalyan tadını arttırmak için Respighi’nin “Roma’nın Çamları”nı tercih ederdim. Yine de son zamanlardaki aşırı yüklü Chopin (sanırım Chopin tarafından yazılan her nota İstanbul’da kutlanan 200.doğum yılı nedeni ile defalarca çalındı.) ve birçok konser programına hakim olan Mozart, Brahms ve Beethoven yerine yapılan bu seçimi övgü ile karşılıyorum. Fakat Goetzel’in, Marx konçertosunu seçmesindeki ilginç risk alışını sembolize eden tek unsur, Avusturya bağlantısının yanı sıra orkestranın ve dinleyicilerin hazır olduğunu hissetmesi olmuştur. İmparatorluğun Genişlemesi Ve şimdi, her iki Goetzel’den alınan iki yıllık yoğun Avrupa Müzik yaklaşımlarıyla temel bilgilerini geliştiren BIFO yeni iddialı repertuvarlara (Örneğin: 27 Mart’ 2011’deki Bruckner 7. Senfonisi gibi) ve Avrupa Müzik sahnesindeki saygın yerini almaya hazırdır. Respighi ve Hindemith gibi gösterişli iki vitrin eseri ve Florent Schmitt’in “ Salome’nin Trajedisi” eserini içeren iİlk CD kayıtları bu yıl ONYX bandrolü ile satışa sunulmuştur. Küçük ve sıradan bir satış acentası tarafından biletleri satılan BIFO’nun Salzburg’daki konseri aslında, uluslararası orkestraları destekleyeceğini duyuran Borusan Holding ve Kocabıyık’ın kamu yararına projesi olan çok daha büyük bir aysbergin görünen ucudur. Kurum önümüzdeki üç yıl boyunca, her yıl bir orkestra olmak üzere, Salzburg Festivali’ne katılacak orkestraları destekleyecektir. Borusan Holding’in Avusturya ile olan bir diğer bağlantısı ise halen Avusturya tarafından devam edilen Efes kazılarına olan katkılarıdır. Alicenaplığı ve sanatsal perspektifi nedeniyle kendisine Temmuz ayındaki festival konseri arasındaki bir törenle “Avusturya Şeref Haçı” nişanı verilmiştir. Nişanı alırken Kocabıyık, “Müzik sınır tanımayan tek dildir” demiştir. “Ve kültürlerimizi ve ruhlarımızı birleştiren tek araçtır.” Katıldığınız BIFO veya Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nün Müzik Evi’ndeki veya Beyoğlu Sanat Merkezi’ndeki konserlerinde, gelecek yılın Salzburg Festivali’ne müziksel katkıda ve hatta Efes kazılarında İmparatorluk sizin zevkiniz için hazır ve nazırdır. www.borusansanat.com www.borusanmuzikevi.com of his piano concertos. This one is very rarely played in concerts, and evidently has been only recorded once, in 2005. And Marx, who died in 1964, wrote it in 1930. It is a blockbuster of a concerto, requiring brawn and endurance, and is around 35 minutes long. It’s being paired up with Richard Strauss’ “Alpine” Symphony, another audacious choice to complete the journey into ultra-romantic fare, although personally I would have chosen Respighi’s “Pines of Rome” to boost the Italian flavor of the evening. Nevertheless, I laud this departure from the recent overload of Chopin (I think every piece Frédéric ever wrote has been played several times in Istanbul’s celebration of his bicentennial year) and the surfeit of Mozart, Brahms and Beethoven that dominate so many concert programs. But Goetzel’s selection of the Marx concerto, aside from the Austrian connection, symbolizes taking a very interesting risk -- one that he feels the orchestra, and the ticket-buying public, is ready for. The Empire’s expansion So now, after two years of rigorous uptake of European musical approaches from the two Goetzels, BIPO has polished the basics, is ready to tackle new challenging repertoire (like Bruckner’s Symphony No. 7, slated for March 27), and can find its place as a respected entity in the European musical scene. Their debut CD, with the same two brilliant showpieces by Respighi and Hindemith, and Florent Schmitt’s “The Tragedy of Salome,” was released this year on the Onyx label. BIPO’s concert in Salzburg wasn’t, in fact, an ordinary booking through a music agent; it was the tip of the iceberg of a much larger philanthropic project by Borusan Holding and Kocabıyık, who has declared his intentions to sponsor international orchestras. The organization will provide support for the next three years, for one orchestra per year, to perform at the Salzburger Festspiele. Another connection to Austria is Borusan Holding’s contributions to an ongoing Austrian archeological excavation in Ephesus. To recognize the scope of Kocabıyık’s generosity and artistic perspective, he was awarded the Austrian Cross of Honor in a ceremony after the intermission of July’s festival concert. “Music is the only language without borders,” said Kocabıyık upon accepting the award, “and it’s the best tool to bridge cultures and bring our spirits together.” Whether you attend concerts by BIPO, the string quartet, at the Müzik Evi, the Art Center in Beyoglu, next year’s musical contribution to the Salzburger Festspiele, or even the dig in Ephesus, the Empire is open and available for your pleasure. AKOB KASIM 2010 13 şadi erdoğan Söyleşi: F. Hakan Gürkan [email protected] Genel müdürlüğümüz dışında önceki görev yerlerinizde de birçok idarecilik görevi üstlendiniz, müzik öğretmenliği yaptığınız ve o dönemlerde okul orkestraları kurdunuz. Müziğe yönelmeniz, öğretmenliği bırakarak sanatçı olma fikriniz nasıl oluştu? Köy Enstitüsü mezunu idealist, yetenekli, çalışkan bir ilkokul öğretmeniydi babam. Diğer becerilerinin yanında müzik ve el sanatlarında daha etkiliydi. Okulda öğrendiği nota ve kemanı öğretmenlik yaşamı boyunca başarıyla kullandı. Kemanın yanı sıra bağlama çalar, yöresinin türkülerini söyler, sahiplenir ve derlemeler yapardı. Yanında olmak, bir şeyler öğrenmek, onun gibi enstrüman çalmak, türkü söylemek, en keyif aldığım zamanlardı. Çok iyi öğretmendi. Onu her yönüyle taklit etmek, onun gibi olmak isterdim. Ve onun temel öğretileri ile müziği hiç bırakmadım, hep öğrendim ve sonunda 1974 de müzik öğretmeni olarak Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun 14 AKOB KASIM 2010 olup babamın mezun olduğu eski köy enstitüsü, Kastamonu Gölköy Öğretmen Lisesi’ne müzik öğretmeni olarak atandım. İlk atandığım günün sevincini hiç unutmam. Ben de babam da, ailece çok sevinmiştik. Askerliğimin ardından ikinci görev yerim Eskişehir Yunus Emre Öğretmen Lisesi oldu. İstiklal Marşı’nı ezbere çalamayan öğrencileri mezun etmezdik. Bir öğretmen adayı için en önemli dersler; müzik, resim, beden eğitimi olarak değerlendirilirdi. Acapella korolar, çoksesli okul orkestraları kurdum. Öğrencilerimin hepsi nota bilir, bir enstrüman çalardı. Daha da önemlisi iki üç sesli armoni diktesi yaptırıp kulak eğitimi değerlendirmesi yapardık. Kısa da olsa idareciliğim de oldu. 1980 yılında Ankara Radyosu Çok Sesli Korosu sınavını kazanarak Walter Strauss ile acapella çalıştım ve önemli şan pedagoglarından şan eğitimi almaya devam ettim. Konserler, kayıtlar derken 1981 de Ankara’da Opera sınavlarını korist olarak kazandım. Zaman zaman solo rollerde söyleyerek birçok prova, temsil, konser, turne, bir toplum olmamıştır yeryüzünde. Çok çeşitli müzik türleri var ama “herkes istediğini dinlesin, istediğini sevsin” diyemiyorum. Çoksesli müziğin görkemi, o muhteşem çatısı tartışılmaz. Bazen büyük emeklerle, özel yeteneklerle yaratılan büyük eserlerin bestecilerinin insan olmadığını düşünüyorum. Çoksesli müziğin, İnsanın açıklayamadığı, beyninin ta derinliklerinde bıraktığı o etki, o haz anlatılamaz. Neden tüm insanlar bu tınıyı, o armoniyi duymasınlar, o anı algılayıp yaşamasınlar? İşte, çoksesli müzik eğitimini “bir harf öğretenin kulu kölesi olurum” deyişiyle özdeşleştiriyorum ben. Mesleğimiz Opera sanatçılığı, dolayısı ile çokseslilik eğitimlerinde okullar kadar bizimde görevlerimiz olduğu bir gerçek, DOB müdürlüklerimizde çocuk korosu, çocuk balesi kurslarını önemsiyor ve özellikle ilgileniyorum. Genel müdürlük olarak daha programlı, detaylarını önemseyerek hazırladığımız müfredatımıza dayandırılan bir eğitim yapmayı hedefliyoruz. Çocuklarımız opera ve baleyle iç içe yaşıyorlar, bazı oyunlarımızda sanatçı olarak görev alıyorlar ve mutlu oluyorlar. Keşke daha çok çocuk ve gencimize ulaşabilsek! Geleceğimizin mimarlarının çoksesli düşünmek kadar çoksesli müziğin hazzını öğrenmek ve yaşamak hakları değil mi? Güzel olan, etkileyici olan, daha çok renk kullanılarak her devlet opera ve balesi genel müdür yardımcısı festival sonrasında, 6 yıl Koro Teknik Kurul Temsilciliği, 2 yıl Disiplin Kurulu Temsilciliği yaptım. 2005 yılı Mayıs ayında DOBGM Genel Müdür yardımcılığı görevine atandım. Halen çalışmalarıma idareci, sanatçı olarak devam ediyorum. Eğitimci ve sanatçı kimliğinizle geleceğimizin teminatı olan çocuklara ve gençlere verdiğiniz önemi takip etmekteyiz. Sizce, özlemini duyduğumuz gelecekteki eğitimli opera ve bale izleyicisini bugünlerden başlayarak oluşturabilmek için ne yapılmalıdır? Şimdi okullarımızda müzik dersleri seçmeli oldu. Müzik eğitiminin benim öğrencilik ve öğretmenlik dönemlerimdeki gibi önemsendiğini düşünmüyorum. İyi öğretmenlerimiz var ama bu dalda müfredat içeriğinden dolayı eğitim grafiğinin düştüğü bir gerçek. Müzik, güzel sanatlarda toplumun en çok benimsediği, iç içe yaşadığı bir olgu. Herhalde müziksiz birimi ayrı bir anlam ifade eden muhteşem bir tablo gibi de algılayabiliriz çok sesli müziği. Bir şeyler anlattığı ve ifade ettiği gerçeğiyle, bizim görme ve algılama estetiğimiz çerçevesinde, verilecek eğitimle gençlerimizin daha çabuk algılama, sevme ve etkilenme, haz alma yetenekleri artacaktır. Kocaman bir senfoni ya da opera orkestrasını, solo, koro, tüm enstrüman ve şan’ın ayrılmaz bir bütün olduğu o görkemli mimariyi özümsemek ve algılamak elbette ki kültür olarak alışık olmadığımız bir şey, ama neden olmasın? Neden alışılmasın, sevilmesin? Öğrenmeye yakın çevreden, anneden, aileden, sonra okuldan başlıyorsak, çokseslilik olgusu da öyle olmalı diye düşünüyorum. Sonuca ulaşmak için izlenecek yol bellidir. Başlangıçta, tınısının algılanması zor olmayan, bizim kültürümüzden, bizim hikâyelerimizle hazırlanmış çocuk ve gençlik oyunlarını çoğaltmalıyız. Orkestra tınısını, koroyu, soloyu, çocuk ve gençlerin sevebilecekleri formlarla hazırlamalıyız ve bu süreklilik arz etmelidir. Üretilecek eserler Genel Müdür Yardımcılığı görevini sürdürdüğüm son 5 yılda yaptığım değerlendirmeler, başkalarının yaptığı başarısız çalışmalar ve “gördükleri ilgi!” özgüvenimi artırdı. eğitici, öğretici olmalı ve dikkatle uygulanmalıdır. Böylece geleceğin opera, bale ve çoksesli müziği anlayan ve seven izleyicileri kendiliğinden oluşmuş olacaktır ve tüm emek ve yatırımın geleceğimizin çağdaş mimarları için boşa gitmediği görülecektir. Araştırmasını yapıp metnini yazdığınız “Seslerle Anadolu” eseriyle sanat dünyamıza önemli bir eser kazandırdınız. Yukarıdaki kriterlere göre hazırladığınız bu eseriniz daha önce opera ve bale sahnesine hiç gelmemiş olan ve kendisini uzak hisseden kesimlere de ulaştı, sevildi ve benimsendi. Geleneklerimizi, türkülerimizi ve halk danslarımızı opera sahnemize taşımanızdaki düşüncelerinizi bizlere aktarabilir misiniz? Öğrencilik yıllarımda, afiş ve broşür tasarımı, makale, hikâye, oyun yazarlığı gibi çalışmalarım oldu. Fakat yaptıklarımı hiç beğenmedim. Hep mükemmeliyetçi, zor beğenen, işin o kadar kolay olmadığını düşünen bir kişiliğim var. Bunun beni ne kadar engellediğini çok geç fark ettim. Genel müdür yardımcılığı görevini sürdürdüğüm son 5 yılda yaptığım değerlendirmeler, başkalarının yaptığı başarısız çalışmalar ve “gördükleri ilgi!” özgüvenimi artırdı. Her şeyden önce çoksesli müziği kendi topraklarımızda, kendi insanlarımıza, ama birçok kesime ulaşarak sevdirmek ve kaynaştırmak düşüncesindeyim. Yurtdışında yapılan bazı klasik etkinliklerin ilgi çekmediğini görünce, çokseslilikten ödün vermeden yeni renklerin, farklı tını, ritim ve seslerin ulusal ve uluslararası arenada daha çok ilgi çekeceği düşüncesi ile Seslerle Anadolu projesini 22 Kasım 2009’da Ankara’da Dünya prömiyeri yaparak hayata geçirdim. Böylelikle, çoksesli müzikte de ortak noktalarımız fazlalaşacak birbirimizi daha iyi anlayacaktık... Dünya prömiyerini gerçekleştirdiğiniz eserin ilk izlenimleri nasıl oldu? Sonraki temsillerde izlenimler ne şekilde devam etmektedir? Eser yerleşik temsillerde ve turnelerde çok ilgi çekti. Başından beri savunduğum düşüncelerimin, gerçek hayata dönüştüğünde, seyirciyle buluşma noktasında 16 AKOB KASIM 2010 doğruluğunun teyit edilmesi matematiksel olarak da kanıtlamış oldu. Prömiyeri yapıldığından bu yana toplam 22 temsilin ortalama doluluk oranı %98 olarak gerçekleşmiştir. Dünya prömiyerinden kısa bir süre sonra bir yurt dışı turnesi gerçekleştirildi. Buradaki tepkiler nasıldı? Salonda Türk izleyiciler var mıydı? Seslerle Anadolu’nun ilk yurtdışı turnesini Akdeniz Müzikleri Enstitüsü’nün davetiyle Barselona’ya giderek gerçekleştirdik. %100 dolu olan salonun %98’ ini İspanyollar oluşturuyordu. Müziklerimizin benzerliğinden mi yoksa biz mi çok başarılıydık bilemiyorum, temsil sonunda 15 dakika ayakta alkışlanmamızı unutamam. Belki de işin en güzel tarafı aylarca emek verdiğimiz eserimizin uluslararası boyutta da takdirle karşılanmış olmasıdır. İzleyicilerin tekrarını yaşamak istemeleri, bizim hedeflerimizi, ulaşmak istediğimiz noktaları iyice genişletmiştir. Kendi müziğiniz ve kültürünüzle ortaya koyduğunuz eserin çoksesli olarak gerçekleşmesi eserin kendi ülkeniz dışında da beğenilmesini sağlıyor. Bundan sonra gücümüz ve zamanımız yettiğince yurt dışında da performansımızı sergilemeye sonuna kadar devam edeceğiz. Eser içinde önemli bir rolünüz var. Sanatçı olarak sanatınızı icra ederken aynı zamanda eseri oluşturan kişi olmanız sizde farklı bir duygu uyandırıyor mu? Neler hissediyorsunuz? Eserde başrol oynuyorum. Diğer rol arkadaşlarımla uyumlu ve başarılı bir gurup oluşturduk. Her temsilde ayakta alkışlanmak, kutlanmak hoşuma gidiyor. Demek ki başarmışız diyorum, bir sonraki temsili heyecanla bekliyorum. Türk insanını başarılı bir şekilde tanıtan bu eseriniz için yeni yurtdışı temsil planlarınız var mı? Bundan sonra da repertuvarımıza kazandıracağınız yeni eserleriniz olacak mı? Anadolu Jet tüm yurtiçi ve yurtdışı turnelerimiz için ulaşım sponsorumuz oldu. Epeyce turne teklifleri alıyoruz, hepsini gerçekleştiremesek te gayret ediyoruz. Bu arada yeni bir çocuk oyunu librettosu yazdım. Sevgili Selman Ada hocamız çocuk müzikali olarak besteledi. Adı Keloğlan’ın Sırrı. İzmir Devlet Opera ve Balesi müdürlüğümüz 6 Ocak 2011 tarihinde Dünya prömiyeri yapacak. Sözlerimi sonlarken eserlerde emeği geçen herkese ve Anadolu Jet yetkililerine teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca, teşekkürler AKOB… seslerle anadolu Devlet Opera ve Balesi Genel Müdür Yardımcısı Şadi Erdoğan`ın araştırmasını yapıp metnini yazdığı eser ülkemizin tüm renklerini içinde barındırıyor. 22 Kasım 2009 tarihinde Ankara’da Dünya prömiyeri yapılan eserin o günkü kadrosu söyle: Metin : Şadi Erdoğan Türkü düzenlemeleri ve müzikler : Ali Aykaç Sahne düzeni : Murat Akar Dramatizasyon : Serdar Ongurlar Koreografi : Özden Aktürk Sahne ve kostüm tasarımı : Nursun Ünlü Işık düzeni : Fuat Gök Anlatıcı “Meddah” : Şadi Erdoğan ve Murat Akar Tenor : Metin Turan ve Ayhan Uştuk Soprano : Sema Özer ile Gül Seçkin Mezzosoprano : Şebnem Algın ve Oylun Erdayı Bas : Sabri Karabudak ve Mithat Karakelle Eser Meddah’ın sunumuyla başlıyor. Eserde, “Benden Selam Söyle Bolu Beyine”, Beyaz Giyme Toz Olur”, “Ben Seni Sevdiğimu Dünyalara Bildirdim”, gibi şarkı ve türküler, Eski İstanbul Roman havası, Zeybek havası, Mevlevilik ve sema, horon, halay, Karagöz-Hacivat gölge oyunu geleneği de sahneye getiriliyor. Eserin final bölümünde, sinevizyon desteğiyle Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet`in kuruluşu anlatılıyor. Sinevizyonda Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün görüntülerinin de sahneye geldiği yapıt, “Onuncu Yıl Marşı” nın seslendirilmesiyle sona eriyor. AKOB KASIM 2010 17 [email protected] bifo BORUSAN İSTANBUL FİLARMONİ ORKESTRASI’NIN İLK CD KAYDINDAKİ İTALYAN, ALMAN VE FRANSIZ BESTECİLERİNDEN ORYANTALİST İZLENİMLER Çeviri / Translation: İhsan Toksöz [email protected] Bu yıl ONYX bandrolu ile çıkan Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın ilk CD kaydındaki, öznellikle dinlemesi büyüleyici olan, Respighi, Hindemith ve Schmitt’in harika üç vitrin eseri objektif olarak ele alındığında orkestrayı uluslararası müzik dünyasının radar ekranına fırlatıyor. 2008 yılında göreve gelen yeni maestro Sascha Goetzel’in yönetimindeki orkestra, iki az bilinen eser ve standart repertuvardan bir eserin sadece egzotik Doğu’yla olan bağlantılarıyla değil (exotic Orient:19 yüzyıl Anadolusu ve daha doğuya ait Batı romantisizmi), üç öykü kahramanı efsanevi kadınla; İncil’deki Saba Melikesi Belkıs, Buz Kraliçesi Turandot ve Salomé ile nefes kesen bir maceraya atılıyor. Baştan çıkarıcı dans melodileri, coşkulandırıcı ritimler ve kusursuz sinematik sürükleyicilikleri ile parçaların seçimleri sırf bu güçlü performans ile İstanbul’u (efsanevi ve modern anlamda) uluslararası müzik haritasına yerleştirebilir. Saba Melikesi Belkıs - Ottorino Respighi Yalnızca Ottorino Respighi’nin Saba Melikesi Bekıs’ını dinlemekle tüylerim ürperdi. O kadar olağanüstü ve tanımlayıcı ki, bu eserin konser ve bale dünyasındaki sadece karın doyurmak 18 AKOB KASIM 2010 için yapılan diğer parçalar kadar popüler olmayışına inanamıyorum. Respighi’nin beş bale eserinden sonuncusu olan dört ölçülü bu suit, orijinal olarak 1931 yılında koro, solistler, orkestra, birçok vurmalı çalgılar, Hint sitarı, arka planda mızıka bandı ve bir anlatıcının olduğu büyük çaplı performanslar için yazılmıştı.1931 yılında Milano La Scala Operası’ndaki prömiyer sonrasında Arturo Toscanini ve New York Filarmoni Orkestrası tarafından Amerika prömiyeri için seçildi ve basında bir başarı dönüm noktası olarak tanımlandı. Respighi eseri sonradan standart bir orkestra için uyarladı, Performans şansını arttıracağı için belki de bu akıllıca bir hareketti. Süleyman’ın Rüyası ile başlayıp iki hükümdarın erotik birleşmesinin anlatıldığı Orgiastic -heyecanlı dans ile sona eren eserde, muhtemelen binlerce kişilik azgın ve taşkınlıkla dans eden bir oyuncu kadrosu tarafından çevrelenmiş Saba Kraliçesi’nin kral Süleyman’ın muhteşem sarayını ziyaretinin şehvetli ve dramatik tarifi anlatılmaktadır. Avrupalıların bir asır önceki oryantalist izlenimlerinin harika bir örneği olarak suit o kadar nefes kesici tutku ve işlenmemiş güç ile dolu ki naif tadı ve olağanüstü çekiciliği karşısında şaşkınlıktan çenenizin düşmemesi imkânsızdır. Çağ Erçağ’ın birinci kısımdaki çağrışımlarla dolu viyolonsel solosu ve flütçü Bülent Evcil ve kemancı Pelin Halkacı Akın’ın sonraki soloları orkestranın verimli performansına katkıda bulunan tutku dolu ve ustalıklı damlamalardı. Finalin sizi hiç değilse şaşırtacağını garanti ederiz.. Carl Maria Weber’in Temalarında Senfonik Metamorfozlar – Paul Hindemith Yukarıdaki akademik ve neredeyse bilimsel başlık sizi yanıltmasın; Bu eser bazı yerlerde - özellikle sonunda, kusursuz bir Holywood eserinde bulunabilecek tuhaf dokunuşlarla, neşeli marşlarla.dolu, heyecanlandırıcı ve sinematik bir müzik destanı… Alman besteci Paul Hindemith’in’in 1943 yılında yazdığı ve popüler orkestra eserlerinden biri olan “Senfonik Metamorfozlar” bizi görkemli orkestral renklerin ve yapısal maceracılığın arasında büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor. Konusunu ülkesinin müzik atalarının birinden, Carl Maria von Weber’den alıyor ve (Weber’in rastlantısal ‘Turandot’ müziğini yansıtan) özellikle Çin etkisindeki flüt ve pikolo sololarını, caza benzer tekrarlanan kısa trombon pasajlarını ve vurmalı çalgılarla çalınan canlı marşları yaratıcı bir şekilde kullanıyor. Dört ölçüde birçok kısımda bipo BORUSAN ISTANBUL PHILHARMONIC'S DEBUT CD Orientalist Impressions by Italian German, and French Composers Released this year on the Onyx label, Borusan Istanbul Philharmonic Orchestra's debut CD's three brilliant showpieces by Respighi, Hindemith, and Schmitt is, subjectively, alluring listening; but objectively, it springs the orchestra onto the music world's radar screen. Conducted by their new maestro, Sascha Goetzel, who took the helm in 2008, the orchestra takes on a breathless adventure through two lesser-known works and one from the standard repertoire that have links to not only the "exotic Orient" (the West's 19th century romanticizing about Asia Minor and points further East), but three legendary fictional women: the Biblical Queen of Sheba, the ice princess Turandot, and Salomé. The sultry dance melodies, exhilarating rhythms, and pure cinematic sweep of the selections could very well put Istanbul (in both a mythical and a modern-day sense) on the international musical map via the sheer power of this robust performance. AKOB KASIM 2010 19 üflemelilerin tantanası, davul salvolarını takip eden okyanus dalgalarından çıkmışçasına gelip giden etkili yaylılar ile adeta askeri bir his veriyor. Bu Hindemith’in muhteşem senfonik müfrezesiyle tüm dünyada dörtnala yapılan heyecanlı bir gezinti. Goetzel cesaretle uğraşarak bu dört ölçülük esere tüm palet renklerinin görüneceği şekilde ince ayar yapmış. Not: Hindemith Türkiye’nin 20 yüzyıldaki modernizasyonunun başlangıcında kritik bir role sahiptir. 1930’larda yeni cumhuriyetin müzik konservatuvar sisteminin ve Devlet Opera ve Balesi’nin kurulması için Atatürk tarafından seçilmiştir. Salome Trajedisi – Florent Schmitt Tiril tiril bir Fransız empresyonist tülüyle bir felaketin geleceğini önceden hissettiren karanlık başlangıç, altı bölümün içindeki en uzun bölüm olan, nadir uzunluktaki (9 dakikadan fazla) dramatik Prelüd içinde bulunan sürpriz birçok soloya zemin oluşturmaktadır. Her şey harika görünmekte (sadece korno ve arpler arasındaki kısa şüphe uyandıran bir akort hariç), bizleri tam bir zenginlikle sarmalamaktadır. İkinci İncilerin Dansı’nda, Stravinski’nin, eserin daha geniş guruplar için olan 1910 transkripsiyonunu neden övdüğünü anlıyoruz. Orkestrasyon kendisininki kadar (gerçekten sık sık ve özellikle ‘The Enchantments of the Sea – Denizin Büyüsü’nde’ onun ve Debussy’nin stilini taklit etmektedir) görkemli ve sarsıcıdır. Bu eseri dinlemek kendinizi, tek kişilik, melodik motiflerden yoksun bir konser parçasından daha tanımlayıcı, yoğun ve şaşırtıcı bir duygusal çıkmazın, gerçekdışı muazzam bir operatik balenin iliklerinize kadar içine sokmak gibi… Aniden, tercihen Isadora Duncan gibi biriyle ve onun tarzıyla yapılan dansı görmeyi arzu edersiniz. Abartılı ve şiddetli finaldeki Korkunun Dansı ile muhtemelen insanlık tarihindeki en baştan çıkarıcı olaya tanıklık ettiğinizi hissedersiniz. Ve Borusan ile Goetzel’in sıkı çalışma ve müzik tutkuları dehşeti daha da canlı gösteriyor. Bu CD ayni zamanda Borusan’ın varlığının onuncu yılında olağanüstü profesyonel büyümesinin, orkestra dünyasında ( Klasik Batı Müziği’ni sadece bir asır önce benimseyen bir ülkeden gelmelerine rağmen) tutarlı bir profil sahibi olmasının ve kendilerini Türkiye’nin sanat temsilcileri olarak lanse etmelerinin, başarılarının da bir dönüm noktası... Arka plandaki dışarıdan gelen ve yinelenen gürültülere rağmen tamamen heyecan verici ve unutulmayacak bir kayıt… Örnek dinlemeler için Web linki: http://www.onyxclassics.com/cddetail.php? CatalogueNumber=ONYX4048# 20 AKOB KASIM 2010 "Belkis, Queen of Sheba" by Ottorino Respighi Just listening to Ottorino Respighi's "Belkis, Queen of Sheba," I got chills. It's so unearthly beautiful and descriptive, I can't believe this piece isn't as popular as some of the other potboilers of the concert and ballet worlds. The last of Respighi's five works for ballet, this four-movement suite in 1931 was originally for massive forces: chorus, soloists, orchestra, a huge number of percussion instruments, Indian sitar, backstage brass bands, and narrator. After its premiere at Teatro La Scala in Milan in 1931, it was selected by Arturo Toscanini and the New York Philharmonic for its American premiere, and was pronounced "a milestone achievement" by the press. Later Respighi reduced it for a standard orchestra, probably a smart move, since it would increase its chances of being performed. It's a sensual and dramatic description of the Queen of Sheba's visit to King Solomon's splendid palace, starting with "The Dream of Solomon" and ending with "Orgiastic Dance" depicting the erotic union of the two monarchs, probably surrounded by a cast of thousands dancing with wild abandon. The suite is so full of breathless lust and raw energy that it's impossible to not to have your jaw drop at its naïve deliciousness and, as a wonderful example of the dreamy enchantment of the "orientalist" impressions by Europeans so prevalent a century ago. Çağ Erçağ's evocative cello solo in the first section, and later solos by flutist Bülent Evcil and violinist Pelin Halkacı Akın added more dripping sensuality and finesse to the orchestra's exuberant performance. The ending is guaranteed to knock your socks off, if not more. "Symphonic Metamorphosis on Themes by Carl Maria von Weber" by Paul Hindemith Don't let its professorial, almost scientific title put you off -- it's a thrilling, cinematic music epic, full of joyous marches and whimsical touches that are pure Hollywood in places, especially the end. One of German composer Paul Hindemith's most popular orchestral works, the "Symphonic Metamorphosis" from 1943 takes us on a captivating journey through the glories of orchestral colors and textural adventurousness. He takes a theme by one of his country's music forebears, Carl Maria von Weber, and uses it in many creative ways, most notably Chinese-influenced flute and piccolo solos (reflecting Weber's incidental music to "Turandot"), jazzy trombone riffs, and vigorous marches with full-throttle percussion. Many sections within four movements have an almost military feel to them, with brass fanfares, drum artillery, followed by a massive string sweep that comes in like oceanic waves. It's an exciting ride, galloping all over the globe with Hindemith's symphonic battalions in full glory. Goetzel has fine-tuned this four-movement masterpiece to show its full-color palette with plenty of bite and bravura. (Nota bene: Hindemith was a critical figure for Turkey's 20th century initial modernization. He was chosen by Mustafa Kemal Atatürk to help set up the new Republic's music conservatory system and the State Opera and Ballet in the 1930s.) bipo "The Tragedy of Salome" by Florent Schmitt A very dark and foreboding beginning with a French impressionist gauzy veil provides a backdrop for numerous sprightly solos in the unusually long (over 9 minutes) dramatic "Prelude," the longest section of the six. Everything sounds blissfully wonderful (except a brief moment of suspect tuning between the horns and harps) as it envelops us in sheer opulence. In the second "Dance of the Pearls" one can see why Stravinsky lauded the work's 1910 transcription for a larger ensemble: the orchestration is as splendidly shocking as his (in fact, it very often apes his style as well as Debussy's, especially in "The Enchantments of the Sea"). Listening to this work is like completely drenching yourself in a surreal, gigantic operatic ballet that is more descriptive of a thick and twisted emotional dilemma than as a stand-alone concert piece because of its lack of melodic motives. It urgently makes you want to see the dance, with preferably someone like Isadora Duncan and her ilk doing it. By the bombastic and violent Finale, "The Dance of Fear," we truly feel like we've witnessed possibly the most depraved event in human history. And Borusan's and Goetzel's completely sweaty musical passion makes the horror all that much more vivid. This CD is also Borusan's "milestone achievement:" of their remarkable professional growth within a decade of their existence, of establishing a viable profile in the orchestral world (and coming from a country which formally adopted Western classical music only a century ago), and launching themselves as artistic representatives of Turkey abroad. Despite some recurring ambient noises in the background, it's a totally thrilling recording -- one that you won't forget. Web link for free samples: http://www.onyxclassics.com/cddetail.php? CatalogueNumber=ONYX4048# OTTORINO RESPIGHI (1879–1936) Belkis, Queen of Sheba 1. I The Dream of Solomon 8.45 2. II War Dance 2.57 3. III The Dance of Belkis at Dawn 7.41 4. IV Orgiastic Dance 5.35 PAUL HINDEMITH (1895–1963) Symphonic Metamorphosis on Themes by Carl Maria von Weber 5. I Allegro 4.29 6. II Turandot: Scherzo 7.59 7. III Andantino 4.28 8. IV Marsch 4.55 FLORENT SCHMITT (1870–1958) The Tragedy of Salome 9. I Prelude 9.25 10. II Dance of the Pearls 4.27 11. III The Enchantments of the Sea 7.07 12. IV Dance of Lightning 3.39 13. V Dance of Fear (I) 3.30 14. Vi Dance of Fear (II) 2.29 Total timing: 77.32 Borusan Istanbul Philharmonic Orchestra Sascha Goetzel conductor Catalogue No: ONYX4048 A stunning debut recording from the remarkable Borusan Istanbul Philharmonic Orchestra under their young Austrian Chief Conductor, Sascha Goetzel. Sevgili Hocam Nihat Taner [email protected] 1888 yılında Tarsus’ta Saint Paul’s Institute adında bir misyoner mektebi açıldı. Amaç yöredeki gayrimüslim gençlere eğitim vermek, onlara meslek sahibi olacakları becerileri öğretmek ve dini açıdan kendi mezheplerine uygun şekilde yetiştirmekti. 1923 yılında tevhid-i tedrisat (eğitim birliği) yasasının yürürlüğe girmesi ve din eğitiminin yasaklanması üzerine okul kapatıldı. Ancak bir sene sonra laik Cumhuriyetin bir eğitim kurumu olarak hizmet vermeye başladı. Adı da değişti ve Tarsus Amerikan Koleji oldu. Kuruluşundan 60 sene sonra 1948 senesinde okula genç bir edebiyat öğretmeni geldi. Haydar Göfer, Pertevniyal Lisesi’ni, Edebiyat Fakültesi’ni bitirmiş, 5 sene İstanbul’da çeşitli okullarda yardımcı öğretmenlik yaptıktan sonra Cumhuriyet gazetesindeki bir ilan üzerine müracaat ettiği Tarsus Koleji tarafından kabul edilmişti. Haydar Göfer Tarsus Amerikan Koleji’nde 1975 senesine kadar öğretmenlik yaptı. Sadece edebiyat dersi vermekle kalmadı, edebiyatı öğrencilerine sevdirdi. Fotoğrafçılık ve tiyatro konularında öğrencileri eğitti. Mavi Devriye, Zafer Madalyası, Buzlar Çözülmeden, Paydos, Harput’ta bir Amerikalı, öğrencilerin oynadığı oyunlardan birkaçıydı. 1967’de oynanan Hababam Sınıfı’nda Kel Mahmut rolünü üstlendi, öğrencileriyle birlikte sahneye çıktı. Öğrencileriyle yakınlığını ders dışında ve mezuniyetlerinden sonra da sürdüren Haydar Hoca öğrencilerinden gelen mektupları büyük bir özenle sakladı. Yıllar sonra bu mektupları gören öğrencisi, gazeteci (1) Mete Akyol bunları derledi ve Sevgili Hocam – Bir Öğretmene Mektuplar başlığıyla yayınladı. Aşağıdaki 1964 tarihli mektup, Haydar Göfer’in öğrencisi Tarsus Amerikan Koleji 1960 mezunu Kadri Kaynak Küçükpınar’a ait (2). İtalya’da yaşayan genç bir Türk öğrencisinin Leyla Gencer’in Napoli’deki konserinde ne denli gururlandığını, duygularını sevgili öğretmenine nasıl heyecanla anlattığını gösteren bu mektubu sayfalarımıza alarak tarihe mal ediyoruz. O akşam Gencer’i alkışlayanların aslında Atatürk’ü alkışladıklarını, batı medeniyetinin kapılarını bizlere açan ulu önder Atatürk’e ne kadar borçlu olduğumuzu düşünen Küçükpınar halen Bursa’da yaşıyor. Ona sanat, yurt ve Atatürk sevgisini aşılayan 1919 doğumlu sevgili öğretmenimiz Haydar Göfer ise Tarsus’ta yaşamını sürdürüyor ve hala etrafına ışıklar saçarak biz eski öğrencilerini aydınlığıyla gönendiriyor. Teşekkürler sevgili hocam… 22 AKOB KASIM 2010 1 Mete Akyol, Sevgili Hocam - Bir Öğretmene Mektuplar, 3. Baskı, Ocak 2006 SEV Matbaacılık ve Yayıncılık Eğitim Ticaret A.Ş., İstanbul ( SEV : Tarsus Amerikan Koleji dahil Türkiye'deki Bord Okullarının bağlı olduğu Sağlık ve Eğitim Vakfı ) 2 Kadri Kaynak Küçükpınar, 1960 yılında MEB sınavlarını kazanarak burslu olarak gittiği İtalya’da, Napoli Üniversitesi’nin Gemi İnşaatı, Makine Mühendisliği bölümünden 1968 yılında mezun oldu. 1970 yılında Tofaş Türk Otomobil Fabrikası’nda işe başladı. Buradaki görevinden 1994 yılında ayrılarak yine otomotiv sanayinde olan Mako Elektrik Sanayii A.Ş. de Genel Müdür olarak iş hayatına devam etti. 2002’de emekli olan Küçükpınar, 2005-2009 yılları arasında B-Plas Plastik Sanayii A.Ş. de yönetim danışmanı olarak çalıştı. Halen kitaplarını okuyarak, biri Almanya’da diğeri Amerika’da yaşayan iki kızından olan torunlarını ziyaret ederek Bursa’da emekliliğin tadını çıkarıyor. Sevgili Hocam, Hotel Splendid, Napoli 8 Mayıs 1964 En az benim kadar sizi de sevinç ve gurura boğacak bir haberi müjdelemek istiyorum. Çarşamba akşamı buradaki opera evinde Donizetti’nin “Roberto Devreux”u oynadı. “Kraliçe Elizabeth” başrolünde Leyla Gencer oynuyordu. Napoli, gerek lirik, gerek oda müziği bakımından hayli parlak bir geçmişe sahiptir. Opera sanatının gerçekten sevilip, değerlendirildiği bir şehir olarak İtalya’da başta gelir. Çarşamba akşamı Leyla Gencer’i siz de dinleyecektiniz. Asırlık koca opera salonunu tıklım tıklım dolduran Napoli halkı o akşam sanki çıldırmıştı hayranlıktan. Leyla Gencer’i kaç kere sahne dışına çıkardılar, kaç demet gül, karanfil attılar hatırlayamıyorum. Geçen sene bir daha alkışlanmıştı Leyla. O artık dünyaya mal olmuş bir sanatkâr. Çarşamba akşamı aklımdan geçenleri anlatamam. Bir an her şeyi unutmuş ben de o çıldırasıya alkışa katılmıştım, ama artık Leyla’yı alkışlamıyordum. Sanki sahneden halkı selâmlayan o derin tebessüm bir uzak ülkeden geliyordu. Bir an Mustafa Kemal belirmişti önümüzde Leyla değil, Atatürk alkışlanıyordu. O akşam duyduğum kör bir milliyet hissi değil, asırlardır bizi körelten yobaz peçeyi silip, Türkiye’yi bütün insanlığa mal eden Mustafa Kemal’in sevgisiydi. Türk denince “Barbar” diye yüz çeviren keferenin, bir Türk sanatkârını böyle çıldırasıya alkışlayışı, bizlerin Mustafa Kemal’e ne kadar borçlu olduğumuzun ifadesi değil mi? Kadri Kaynak Küçükpınar AKOB KASIM 2010 23 Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Semihi Vural [email protected] Devlet Konservatuvarı 1940 yılında Türkiye’de ilk defa Ankara’da yönetmeliği kabul edilerek etkinliklere başladı. 1959 yılında İzmir Devlet Konservatuvarı’nın kurulmasıyla birlikte “Sahne Sanatları Bölümü Opera Ana Sanat Dalı” adı altında eğitime başlandı. 2 Ekim 1970’de açılan İstanbul Devlet Konservatuvarı ise ancak 1 Kasım 1971’de eğitim-öğretime başlayabildi.1982 yılına kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı olarak eğitim veren Ankara Devlet Konservatuvarı aynı yıl Yüksek Öğrenim Kurumu kapsamına alınarak Hacettepe Üniversitesi'ne bağlandı. Anadolu Üniversitesi’nde ise Sahne Sanatları Bölümü 1989 tarihinde kuruldu. Ankara, İstanbul ve İzmir dışında kurulan ilk Sahne Sanatları Bölümü oldu. Mersin Üniversitesi 3 Temmuz 1992 tarihinde TBMM’nin kabul ettiği kanunla kuruldu, 10 Kasım 1992 tarihinde yaşama geçti. Kurucu rektör Prof. Dr. Vural Ülkü, Güzel Sanatlar Fakültesi ve Devlet Konservatuvarını eş zamanlı olarak ve öncelikle kurmak düşüncesindeydi. Nedeni sorulduğunda şöyle yanıt vermişti: “Küçük bir Anadolu kentinde batı müziğinden habersizdim. Ankara Dil-Tarihe girdiğimde bana önce yabancı gelen batı müziğiyle tanıştım. 1955 yılından itibaren Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserlerini keyifle izlerdim. Bana fırsat verildiğinde ise, fen bilimlerinin yanında sosyal bilimleri, özellikle Güzel Sanatları kurmak (elbette gerçek konservatuvar olan Devlet Batı Müziği Konservatuvarı) ilk düşündüğüm bölümlerdi.” Mersin Üniversitesi 1993/1994 eğitim-öğretim yılında Fen-Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İktisadi ve 24 AKOB KASIM 2010 İdari Bilimler Fakültesi, Mühendislik Fakültesi ve birkaç yüksekokuldan oluşuyordu. Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ise 15 Ekim 1994 tarihinde kuruldu. 1994/1995 eğitim-öğretim döneminde 12’si ortaokul ve 10’u lise devresi olmak üzere toplam 22 öğrenci ile eğitime başladı. Düşünce güzel ama olanaklar kısıtlıydı. Üstelik konservatuvar en pahalı eğitim kurumlarından biriydi. 1995 yılında klasik batı müziği alanında ilk kez ortaöğretim düzeyinde eğitim vermeye başladı ve sadece iki sınıftı. Kampustaki eski “B” binasının bodrum katında bir koridor üzerindeki birkaç odadan oluşuyordu. Dönemin konservatuvar müdürü Meltem Kula, çocukların notaları düzgün yazmalarını sağlamak için, özel bir “güzel yazı” dersi koymuştu. (*). 1996 yılında konservatuvar öğrencilerinden oluşan bir senfoni orkestrası kuruldu. 2002/2003 eğitim-öğretim döneminde ise Mersin Üniversitesi Oda Orkestrası kuruldu. Yükseköğretim Yürütme Kurulu’nun 13 Aralık 1996 tarihli toplantısında ise 1997/1998 öğretim yılında lisans düzeyinde öğretime başlanması uygun bulundu. Bugün Mersin Konservatuvarı pek çok önemli ustalık kurslarına, konserlere ve yarışmalara ev sahipliği yapmaktadır. Okulda 1 müzik laboratuvarı, 1 kütüphane, 14 kültür sınıfı, 5 teori sınıfı, 56 çalgı sınıfı olmak üzere toplam 75 adet sınıf bulunmaktadır. Ayrıca 6 adet büyük derslik mevcuttur. Bir saygı ve vefa düşüncesiyle iki salona Ahmet Adnan Saygun Salonu ve Nuri İyicil Salonu adları verilmiştir. Altı ana sanat dalından birisi Opera diğeri Bale Halen, “Müzik ve Sahne Sanatları Bölümleri” altında yer alan; Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Ana Sanat Dalı, Yaylı Çalgılar Ana Sanat Dalı, Üfleme ve Vurma Çalgılar Ana Sanat Dalı, Piyano Ana Sanat Dalı, Opera Ana Sanat Dalı ve Bale Ana Sanat Dalı olmak üzere altı ana sanat dalında eğitim sürdürülmektedir. Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda halen 1 doçent, 2 yardımcı doçent, 25 öğretim görevlisi olmak üzere toplam 28 akademik personel görev yapmaktadır. Opera bölümünde ise 11 öğretim elemanı çeşitli dersler vermektedir. Dersler oldukça yüklüdür. Hepsini sayamasak bile, ağırlıklı olarak, zorunlu Şan, Sahne, Mimik, Dans, Müzikal Formasyon, Opera Tarihi, Opera Analizi, Opera Yorumu, Eskrim derslerinin yanında ayrıca Almanca, İngilizce, Fransızca, İtalyanca yabancı dil öğrenimi vardır. Toros dağlarının eteklerinde kurulu olan Mersin Üniversitesi Konservatuvarı ciddi bir öneme sahiptir. Değerini her üniversite etkinliğinde görev alarak kanıtlamaktadır. Sanatçıları ve öğrencileri Mersin'i ve Üniversitesini Türkiye’de ve yurtdışında verdikleri konserler ve katıldıkları festivallerde başarılı bir şekilde temsil etmektedirler. Birçok önemli müzisyeni bünyesinde barındırmakta, iyi müzisyenler yetiştirip Türkiye'nin bir avuç olan klasik müzik dünyasına kazandırmaktadır. Mersin Konservatuvarı’nın Vizyonu ve Misyonu Dünya standartlarında verecekleri eğitim-öğretim ve üretilecek bilgi birikimi ile üstün nitelikli sanatçılar yetiştirmek vizyonu ile donanmış öğretim üyelerinin misyonu da bellidir: Lisans öğrencilerine çağdaş düzeyde eğitimöğretim vermek, yetkin eğitmenlerinin deneyimlerinden yararlanarak uluslararası platformlarda yer alabilecek kaliteli iyi besteciler, orkestra şefleri, muhtelif enstrüman icracıları, opera ve bale sanatçıları yetiştirmek… Yetişecek sanatçılar arasından solistler çıkacak, orkestralarda ve Devlet Opera ve Balelerinde görev alacaklardır. Burada hedef kitlenin en başında öğrenciler (Orta, Lise, Lisans) gelmekte olup, öğrenci velileri ve yapılacak etkinliklerle toplumun her kesimine ulaşan bir müzik ve sanat sevgisinin ve eğitiminin verilmesi amaçlanmaktadır. . Akademik Oda Orkestrası Türkiye’de Ankara, İstanbul, İzmir dışında birkaç ilde varlığını korumaya çalışan konservatuvarlar var. Bunların arasında öne çıkabilen, üniversite ve kent desteğini alan, bir yıl öncesinde hazırladığı programla ve 10 yılı aşkın süredir kesintisiz konserler veren Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Akademik Oda Orkestrası, Mersin’in haklı gururu olmuştur. Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı şimdi “Oda Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi” ile daha da güçlenmiş durumda. Bu yıl konser sezonunu açan kurum müdürü sanatçı-öğretim elemanı Selahattin Yünkuş’un mesajı şöyle::“Mersin Üniversitesi Oda Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi 2010-2011 Sezonu etkinliklerini bu yıl da sunabilmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Oda Müziği Araştırma Merkezi olarak bu yıl sizlere ülkemizin birbirinden değerli şef ve solistlerini izleyeceğiniz; 6 Akademik Oda Orkestrası Konseri,1 Seminer, 5 Resital, 1 Oda Müziği Dinletisi, 1 Kanun / Gitar Dinletisi hazırladık. Bunun yanı sıra asli görevimiz olan konservatuvar öğrencilerimizin eğitimi için de 6 master class, 5 atölye çalışması yapabilme olanağı bulduk. İyi bir konser sezonu geçirmeniz dileğiyle ve gelecek sezonlarda da karşınıza çıkabilme umuduyla eleştirilerinizi ve katkılarınızı bekliyoruz.” Mersin Konservatuvarı katkılarınızın karşılığını fazlasıyla veriyor. Tüm Mersin halkının desteğini hak ediyor. (*) “Güzel Yazı” dersini bir yarıyıl Semihi Vural vermiştir. AKOB KASIM 2010 25 Mersin’i seviyorum ve önemsiyorum. Kentin Akdeniz’de bir kültür ve sanat merkezi olma potansiyelini gören, bu konuda bıkmaksızın kafa yoran ve de yılmaksızın proje üretip uygulamalarını tüm güçlüklere karşın sürdüren insanları var. Sessizce çok büyük işler başarılıyor... Mersin Üniversitesi (MEÜ), Oda Müziği Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından bu yıl dördüncüsü düzenlenen Gülden Turalı Ulusal Keman Yarışması, 29 Ekim - 1 Kasım tarihleri arasında yapıldı. Yarışma her iki yılda bir yapılıyor. Böyle bir etkinliği sürdürebilmek, bilgi birikiminin yanı sıra her şeyden önce adanmışlık, inanmışlık, azim ve özveri ister. Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı eğitim ordusunun içinde bunların hepsini üzerlerinde toplamış sanatçılar var. Başta şu anki Konservatuvar Müdürü Selahattin Yünkuş ve Ebru Yünküş olmak üzere tüm konservatuvar hocaları yıllardır gönül vermiş bir kadro ile inanılmaz bir iş başarıyorlar. Gencecik dimağlara müzik sevgisini aşılayarak, onlara bilgi ve birikimlerini aktararak birer sanatçı olarak yetişmeleri için uğraş veriyorlar. Bunu yaparken diğer konservatuvar ve müzik okullarında okuyan öğrencilerle de tanışma ve kaynaşma imkânı verecek bir yarışma ile bunu ulusal bazda pekiştirmeye çalışıyorlar. Konuk müzik eleştirmeni Şefik Kahramankaptan’ın ödül gecesindeki konuşmasında altını çizdiği gibi, gençler için bu bir yarışmadan çok dayanışma, katılımcılık ve deneyim platformu. Geleceğin keman sanatçılarını motive etmek, çalışma azimlerini arttırmak ve hedef göstermek için düzenlenen bir yol haritası. MEÜ Rektörü, yarışmanın onursal başkanı Prof. Dr. K. Suha Aydın, konuşmasında bu yarışmaya destek vermenin bir görev olduğunu ve kendisinin bu görevi zevkle yerine getirdiğini söyledi. Yarışmanın ileriki yıllarda uluslararası düzeye geleceğine olan inancını belirtti. Bir kentin gelişmesinde Üniversite’nin katkısı son derece önemlidir. Mersin şanslı bir şehir, MEÜ, yeni bir üniversite olmasına karşın diğer okulların önüne geçerek böyle bir etkinliği gerçekleştirerek örnek oluyor. Ödül töreninden önceki 31 Ekim günü yapılan Gala gecesinde, MEÜ Devlet Konservatuvarı Gençlik Oda Orkestrası bir konser verdi. Şef Münif Akalın yönetimindeki konserde keman sanatçıları Çiğdem İyicil ve Zeynur Erengönül solist olarak yer aldılar. Bu orkestra konserlerinin zaman zaman kampüsten kente taşınması gerektiği konusunda herkes fikir birliğine vardı o gece. Kentin mimari yapısı değişirken kullanılan harcı ise Sanat ve Müzik olmalı. Konser öncesinde yapılan kokteyldeki kısacık görüşmemizde Selahattin Yünkuş, heyecanla ileride daha güzel proje ve haberlerle kentin karşısına çıkacaklarını belirtti. Bu yarışmayı uluslararası bir yarışma yapmak istediklerini ve bu konuda çalışmalarını sürdürdüklerini söyledi. 2008 yılında I. ve geçen yıl II. Ulusal Viyolonsel Yarışması’nı gerçekleştirdiklerini, yine geçen yıl Kamuran Gündemir 1. Ulusal Piyano Yarışması’nı düzenlediklerini hatırlattı. Bu yarışmaları da geliştirerek sürdüreceklerini söyledi. Dağarcıklarında başka yeni projeleri de var. Sadece enstrüman yarışmaları ile kalmayacak bu iş. Bir de kompozisyon yarışması var sırada! Kentine sahip çıkan üniversiteye kentlilerin de destek vermesi gerekiyor. Ancak kampüste olanların Mersin kent içinde pek fazla yansıması olmuyor. Bu nedenle, AKOB olarak her zaman yanlarında olacağımızı, dışarıdan her türlü lojistik desteği vereceğimizi belirttik. 26 AKOB KASIM 2010 MEÜ Devlet Konservatuvarı Oda Müziği Araştırma ve Uygulama Merkezi İhsan Toksöz [email protected] Türkiye’nin ilk kadın başkemancısı olan 2002 yılında yitirdiğimiz Gülden Turalı anısına, MEÜ, Çiftlikköy Kampüsü, Prof. Dr. Uğur Oral Kültür Merkezi’nde bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilen yarışmaya 27 öğrenci katıldı. Yarışma üç kategoride yapıldı: 1. Kategori - 2000 ve sonrası doğumlular 2. Kategori - 1996-1999 doğumlular 3. Kategori - 1992-1995 doğumlular Jüri Başkanı : Prof. Koral Çalgan Jüri Üyeleri: Prof. Hazar Alapınar, Prof. Dr. Cihat Aşkın Prof. Çiğdem Yonat İyicil, Doç. Yusuf Güler Aksöz Lukas David, Veniamin Varsavski 1. Kategori 2000 ve sonrası doğumlular 1. Ödül : Sofiko Tchumburidze (MEÜ) 2. Ödül : Doğa Altınok (ÇÜ) 3. Ödül : Deniz Şensoy (ÇÜ) Mansiyon : İdil Yünkuş (MEÜ) Mansiyon : Alpay Can İnkilap (Bilkent) Mansiyon : Elif Ece Cansever (Bilkent) En iyi Türk Bestecisi Yorumcusu : Doğa Altınok (ÇÜ) 2. Kategori 1996-1999 doğumlular 1. Ödül : Ezgi Su Apaydın (ÇÜ) 2. Ödül : Sesim Bezdüz (MEÜ) 3. Ödül : Yunus Asilkan Çelik (MEÜ) Mansiyon : Azra Berfin İren (Bilkent) Mansiyon : Kerem Tuncer (Bilkent) En iyi Türk Bestecisi Yorumcusu : Ezgi Su Apaydın (ÇÜ) 3. Kategori 1992-1995 doğumlular 1. Ödül : Yiğit Karataş (İst. Üni.) 2. Ödül : Merve Nur Uslu (İst. Üni.) 3. Ödül : Onur Gürler (MEÜ) Mansiyon : Sena Umul (Mimar Sinan) Mansiyon : Muhd. Can Sharipov (Bilkent) En iyi Türk Bestecisi Yorumcusu : Merve Nur Uslu ( İst. Üni.) 3. Kategori birincisi Yiğit Karataş’a özel yapım bir keman hediye edildi. Kategori birincileri 1500 TL. para ödülü kazandılar. Ayrıca tüm kategorilerdeki birinciler Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda solist olma hakkı kazandılar. İkincilere 1000’er lira para ödülü verildi. Ayrıca İzmir Senfoni Orkestrası ‘nda solist olma hakkı kazandılar. Üçüncülere 750’şer lira para ödülü verildi. Ayrıca Antalya Senfoni Orkestrası’nda solist olma hakkı kazandılar. En iyi Türk Bestecisi yorumcularına 500’er lira para ödülü verildi. Mansiyon alanların ödülü ise Varol Müzik tarafından verilen tel ve reçine oldu. Tüm yarışmacıları tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz. GÜLDEN TURALI: Türkiye’nin ilk kadın başkemancısı Ankara'da doğan Gülden Turalı keman çalmaya altı yaşında Nazım Ülgen ile başladı. Ankara Devlet Konservatuvarı yüksek bölümünde Lico Amar'ın sınıfından mezun oldu. Aynı yıl Münih Yüksek Müzik Akademisi'ne kabul edilerek önce Karl Freund sonra da Wilhelm Stross ile çalışıp akademiyi bitirdi. Daha sonra Rudolf Hindemith ile üç yıl yorum ve oda müziği çalışıp 1961 senesinde yurda döndü. Bir süre İstanbul Şehir Orkestrası'nda çalıştıktan sonra İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'na başkemancı olarak atanan Turalı bu görevini ölümüne dek sürdürdü. Solist olarak ve kurduğu yaylı çalgılar dörtlüsü ile yurt içi ve dışında resital ve konserler veren sanatçı. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası başkemancılığının yanında, İstanbul Oda Orkestrası, Mimar Sinan Solistleri, Akbank Oda Orkestrası gibi oda orkestralarının başkemancılığını yaptı. 1974'den 1992'ye kadar Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde keman öğretmeni olarak birçok değerli kemancı yetiştiren Gülden Turalı, Türkiye'nin ilk bayan başkemancılarındandır. 20 Ocak 2002’de vefat eden sanatçının anısına 2004 yılından itibaren her iki yılda bir olmak üzere Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Oda Müziği Araştırma ve Uygulama Merkezi bünyesinde Gülden Turalı Ulusal Keman Yarışması yapılmaktadır. AKOB KASIM 2010 27 İSTANBUL Müdür ve Sanat Yönetmeni Suat Arıkan İngilizce seslendirilecek "The Turn of the Screw" korku operası ses getirecek. 28 AKOB devlet opera ve balesi İstanbul Devlet Opera ve Balesi yeni sezonda 2 Ekim 2010 akşamı Aya İrini’de Müdür ve Sanat Yönetmeni Suat Arıkan’ın sunumuyla gerçekleşen görkemli bir açılış konseriyle perdelerini açtı. Yıllardır bir gelenek haline gelen bu konserde, Mozart’tan Rossini’ye, Verdi’den Donizetti’ye, Offenbach’dan Britten’a kadar yeni sezonda sahnelenecek olan opera eserleri Sevil Berberi, Don Pasquale, Mançalı Adam, Şen Dul, Figaro’nun Düğünü, Hoffmann’ın Masalları ve La Traviata’dan, müzik ve opera tarihinin en değerli bestecilerini bir araya getiren bölümler İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçıları tarafından seslendirildi. YENİ SEZONDA YENİ ESERLER Geçtiğimiz sezonda da ilgiyle izlenen operalar “La Traviata”, “Don Pasquale”, “Figaro’nun Düğünü”, “Hoffmann’ın Masalları” ile “Don Quixote”, “Concerto Barocco – Creatures – Mi Favorita”, “Dört Duvar” baleleri ve “Şen Dul” müzikali bu sezonda da repertuvar programının vazgeçilmezleri arasında yer alırken yeni eserlere de yer veriliyor. İlk yeni eser G. Rossini’nin müziğiyle “Sevil Berberi” operası. Eseri şef Antonio Pirolli yönetiyor, rejisörü ise İtalyan Flavio Trevisan. Bu eserde genç ve deneyimli sanatçıları sahnede bir arada göreceğiz. Konusunu Cervantes’in “Don Quixote”u yazma öyküsünden alan “Mançalı Adam” adlı opera Murat Göksu rejisiyle sahnelenecek. “Wolfgang ve Lorenzo” adlı eser ise besteci Amadeus Mozart ve libretto yazarı Lorenzo Da Ponte’nin parlak işbirliğinden doğan üç büyük opera; “Le Nozze di Figaro”, “Don Giovanni” ve “Cosi Fan Tutte”den parçalar içeriyor. Eseri Aydın Büke yönetiyor. Bu üç yeni eser yeni yılın ilk sürprizleri olarak seyirci karşısına çıkıyor. “The Turn of the Screw” ise bir korku operası ve bu sezonun en çok ses getirecek eserlerinden biri olacak. İlk kez İngilizce olarak sahnelenecek bu eser, opera sanatının geleneksel tema anlayışının dışına çıkarak günümüzün önemli bir sorununu, çocuklara yönelik uygulanan şiddet ve tacizi konu alıyor. İlk kez İzmir Devlet Opera ve Balesi tarafından Uğur Seyrek koregorafisiyle sahnelenen “Otello” balesi ise, dönüşümlü repertuvar programı kapsamında İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından yorumlanacak. Dünyaca ünlü koreograf Uwe Scholz’un “İkinci Senfoni”si ile “Creatures”in koreografı Patrick de Bana’nın İstanbul Balesi için özel olarak yaratacağı “Batık” adlı eser de ilk kez bale severlerle buluşacak. Ayrıca ülkemizi baleyle tanıştıran “Dame Ninette de Valois”, ölümünün 10. yılında özel bir programla anılacak. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın programında yer alan “Mukavemet Oratoryosu” (Kuva-i Milliye), Mevlit/Mozart Requiem”, “Sevmek Nedir?”, “Genç Yetenekler” ve “Fuaye” konserleri ilk kez sanatseverlerin karşısına çıkarken, her yıl ilgiyle takip edilen “Yeni Yıl”, “Bahar”, “Cumhuriyet ve Atatürk’ü Anma” konserleri de Oda Korosu Şan Konserleri dizisi ile birlikte devam edecek. Çocuklara yönelik sahnelenen müzikli oyunlar, “Bremen Mızıkacıları”, “Mutlu Prens”, “Heidi”nin yanı sıra “Çocuk Dünyası” ve ilk kez interaktif bir çocuk oyunu olan “Müziğe Dokunmak” genç seyircilerle tanışacak. İstanbul Devlet Opera ve Balesi, geçen sezon olduğu gibi bu sezon da tüm eserlerini Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası Sahnesi’nde sergilemeye devam edecek. İDOB KASIM 2010 AKOB KASIM 2010 29 Bize Ankara seyircisini değerlendirebilir misiniz? Geçtiğimiz sezon en dikkatimi çeken şey genç jenerasyonun taleplerinin artması ve gençlerin 4 saate yakın süren eserleri bile sonuna kadar izlemeleri oldu. Özellikle üniversitelilerin temsillerimize geniş katılımının olması bizim için büyük bir keyif. Ankara’da yaklaşık 190 temsil yaptık, bunun dışında yurt içinde ve yurt dışında birçok turnelerimiz oldu. Ve de sadece Ankara’da geçen sezon 20.000’in üzerinde izleyiciye ulaştık. Bu oldukça başarılı bir durum… Yeni sezonda daha büyük başarılara imza atmayı istiyoruz elbette. Ankara içinde 40 ayrı noktada tanıtım afişleri ile şehirle bütünleşmeye çalışıyoruz. Geçen yıl başlatmış olduğunuz birçok proje oldu. Ne aşamada olduklarından bahseder misiniz? Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ”SHÇEK” projesi, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda kalan çocuklarımızın OperaBale’de eğitim görmesine yönelik, 1974’lerde yapılıp daha sonra unutulan bir proje. Bu proje Türkiye’nin sanat yaşamına bir katkı sağlayacak. Oradaki çocuklarımızın bir değer olduğunu, sanatla bütünleşebilecek kadar önemli olduklarını anlatmayı amaçladık. Çocuklarımız, Leyla Gencer Sahnesi’ndeki temsillerimizi ücretsiz izliyor. Bunun yanı sıra eğitime gelen öğrencilerimizin tüm masraflarını ADOB olarak biz üstleniyoruz. Projenin en önemli noktası da şu; onlar için eğitim vermiyoruz. Biz kendi eğitimimizin içine onları adapte ediyoruz. Bu şekilde topluma kazandırılmalarını arzu ediyoruz. Yurtiçi ve yurtdışı turnelerinde bu sene ciddi bir artış oldu değil mi? Fazlasıyla artış oldu. Harem balesi ile çok başarılı iki büyük yurtdışı turnesi geçirdik. Çin ve Almanya’ya yapılan temsillerde çok büyük beğeni topladık. Yurtiçinde geçen sezon Seslerle Anadolu ile birçok turne yapma fırsatı bulduk. 2010 / 2011 sanat sezonunda da Anadolu Jet sponsorluğunda Seslerle Anadolu’nun yeni versiyonu ile yurtiçi ve yurtdışı turnelerine devam edeceğiz. Hatta 25 Kasım’da Kıbrıslı sanatseverlerle buluşacağız. 2010 / 2011 sezonunda Ankaralıları nasıl bir repertuvar bekliyor? 15 sene önce oynanan Tosca operasının prömiyeri ile sezonumuzu açtık. Ekim ayının 2. Prömiyeri ise Bir Tenor Aranıyor adlı 2 perdelik müzikal komedi oldu. Oldukça eğlenceli olan bu oyun Mayıs ayına kadar seyirciyle buluşmaya devam edecek. Kasım ayında ise yine yıllar önce oynanmış olan Emmerich Kalman’ın Çardaş Prensesi ile prömiyer yaptık. Çok beğeniyle izleneceğinden emin olduğum bu operet Nisan ayına kadar seyirciyle buluşmaya devam edecek. Aralık ayında Ankara seyircisini 3 prömiyer bekliyor. İlk prömiyerimiz koreografi ve librettonun Leonid Lorca Massine’ye ait olduğu Zorba balesi. İkinci prömiyerimiz herkesin bildiği, 8 yıl kapalı gişe oynayan, Yekta Kara’nın sahneye koyacağı Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma operası. Bu eseri Ankara’da oynamamızın en büyük sebeplerinden biri de turne eseri olması. Hem Aspendos’a hem de Estonya’ya gidiyor. Daha sonra başka ülkelerde de bu eseri sergilemeyi düşünüyoruz. Aralık ayının son prömiyeri ise Modern Dans Topluluğu’nun İçimizden Biri adlı eseri. İki bölümden oluşan bu eserin birinci bölümünün koreografisi Berk Sarıbey’e, ikinci bölümünün ise Özgür Adam İnanç’a ait. Ocak ayının başında Operet Sahnemizde bir Türkiye prömiyeri yapıyoruz. Handel’in Timurlenk eseri; Timurlenk’in yaşantısından bir kesitin sunulduğu, Mehmet Ergüven’in sahneye koyduğu bir barok opera. Bu ay içerisindeki bir diğer prömiyerimiz ise küçük izleyicilerimiz için Leyla Gencer Sahnemizde; Zeynep Çelen Tamer’in uyarlayacağı, Müdür ve Sanat Yönetmeni Erdoğan Davran ANKARA devlet opera ve balesi Erdoğan Davran ile yeni sezona kısa bir bakış Söyleşi: F. Hakan Gürkan [email protected] Nazlı İktu’nun sahneye koyduğu Sihirbaz Oz. Ve ayın sonunda iki bale çıkarıyoruz. Denge adındaki bu balemiz Backstage, Chery Dans, diğeri Beethoven 7. Senfoni. Beethoven 7. Senfoni koreografisine yurtdışından iki koreograf geliyor. Şubat ayının başında İstanbul, İzmir ve Mersin’den sonra Ankara seyircisiyle buluşturacağımız bir Türk operası olan Okan Demiriş’in Yusuf ile Züleyha eserinin Ankara prömiyeri gerçekleşecek. Ayın sonundaki bir diğer prömiyerimiz ise uzun yıllardır Ankara seyircinin özlediği Puccini’nin 4 perdelik La Boheme operası. Flavio Trevisan’ın sahneye koyduğu bu eser Nisan ayına kadar seyirciyle buluşmaya devam edecek. Mart ayında ADOB başkoreografı Armağan Davran ve ADOB başöğretmeni Volkan Ersoy’un koreografisini yaptıkları, müzik düzenlemelerini ise orkestra şefi Bujor Hoinic’in hazırladığı Notre Dame’ın Kamburu balesi ilk defa Ankara seyircisiyle buluşacak. Nisan ayında Modern Dans Topluluğu yurtdışından gelecek koreograflarla bir eser hazırlıyor. Mayıs ayında Türkiye’de ilk defa Wagner’in Tannhauser operasını sergileyeceğiz. Bu sezon 2 temsil olarak hedeflediğimiz eser için Alman rejisör geliyor ve müzik direktörümüz ile çıkartacağız. Mayıs ayındaki bir diğer prömiyerimiz çocuklar için; Bir Orman Masalı eseri ile olup, sezonu ayın ortasındaki Genç Türk Koreograflarla kapatıyoruz. Kısaca akılda kalması kolay olması için ADOB’ta bu sezon toplam 27 etkinlik bulunuyor. 8 opera, 5 klasik bale, 1 operet, 3 modern dans, 1 birim dans, 5 çocuk oyunu, 4 farklı yapıda eser ve 20’ye yakın konser ve resitaller Ankara izleyicisiyle buluşuyor. Son olarak eklemek istediğiniz… Geçen sene yaptığımız yeni yıl konseri çok beğeni kazandı. Bu sene de yeni yıl konseri yapacağız. Bu yeni yıl konserlerinde yine farklı konseptler düşündük. Biraz sürpriz olsun diye yine zaman geçmesini istiyorum. Yeni yıl konserlerini yine çok keyifli bir yeni yıl balosuna dönüştürmek için şimdiden çalışmalara başladık. İnşallah ocak ayının başında olacak olan 2 etkinliğimizle birlikte keyifle yeni yıla girilmiş olacak. İZMİR devlet opera ve balesi 22 ayrı eserle İzmirli sanatseverlerin karşısına çıkıyor… Son yıllarda sezonu uzatmak adına eylül ayından başlayarak haziran ayı sonlarına değin etkinlikler sunan İZDOB, bu sezonu 28 Eylül’de Selman Ada - Bestecilikte 50. Yıl Konseri ile açtı. Sezon boyunca; 7 opera, 1 müzikal, 9 bale, 2 oratoryo, 3 çocuk oyunu ve onlarca konseri İzmirli sanatseverlerin beğenisine sunmayı planlayan İzmir Operası, ezber bozmaya da devam ediyor. Bu sezonda yine ülkemizde hiç sahnelenmemiş olan Gluck’un Iphigenia Tauris’te adlı operası ülkemizde ilk kez İzmir’de sahnelenecek. Çetin Işıközlü’nün Dudaktan Kalbe, Verdi’nin Otello, Mozart’ın Cosi fan Tutte ve Gluck’un Iphigenia Tauris’te adlı operaları bu sezon ilk kez sahnelenecek. Ayrıca geçen sezonlardan R.Strauss’un Ariadne Naksos’ta, Puccini’nin La Boheme, Selman Ada’nın Aşk-ı Memnu operaları bu sezonda da sunulmaya devam ediyor. İzmir Devlet Opera ve Balesi, geçen sezonlarda Uğur Seyrek’in büyük başarı ile gerçekleştirdiği Otello adlı baleden sonra, bu sezonda yine bir dünya prömiyerine ev sahipliği yapma cesareti gösteriyor. Tevfik Akbaşlı’nın müziği ve Uğur Seyrek’in koreografisiyle sahneye aktarılması planlanan Kösem Sultan bu sezonun en yeni balesi olacak. Her şeyden önce ülkemiz bale dağarcığı yepyeni bir bale eserine daha sahip olacak. İlteriş Sun’un müziği, İhsan Bengier’in koreografisiyle ile sahneye aktarılan Guguk Kuşu adlı dans tiyatrosu, Stravinski’nin Ateş Kuşu, Bach ve Philip Glass’ın müzikleri ile Fırtınalı Duygular adlı baleler konuk Koreli koreograf Young Soon Hue-Su Simon’un koreografisiyle sahnelenecek. Bunlar bu sezonun yeni eserleri. Çaykovski’nin Kuğu Gölü, C. Orff’un Carmina Burana adlı sahne kantatının bale versiyonu, Minkus’un Don Kişot, Strauss’un Cinderella, Mendelssohn’un Bir Yaz Gecesi Rüyası baleleri repertuvarda yer almaya devam ediyor. İZDOB, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası işbirliğiyle, Sabri Tuluğ Tırpan’ın Kahraman Türk Kadınları adlı oratoryosunu 10 Kasım Atatürk’ü Anma günü dolayısıyla sunacak. Hasan Niyazi Tura’nın Şehitler Oratoryosu, Bizet’nin Carmen operası müzikleri eşliğinde, Özlem Belkıs’ın metni, Ahmet Kahyaoğlu’nun müzik düzenlemeleri, Haldun Özörten’in rejisi ile Carmen Carmen’dir adıyla bir müzikli oyun, bu sezon İZDOB’un programını süsleyecek diğer eserler. İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin geçen yıllarda büyük başarı ile uygulamakta olduğu çocuk oyunları bu sezonun zenginliğini arttırmaya devam ediyor. Selman Ada’nın müzikleri, Şadi Erdoğan’ın metni ile Keloğlan’ın Sırrı adıyla yeni bir çocuk oyunu sahnelenecek. Hülya Nüfusçu’nun Pamuk Prenses ve Haldun Özörten’in Sihirli Dünya adlı çocuk oyunları, operanın çocuk sanatseverleri için sunuluyor. Müdür ve Sanat Yönetmeni Aytül Büyüksaraç 32 AKOB KASIM 2010 İzmir Devlet Opera ve Balesi, geçen yıllarda olduğu gibi Elhamra Sahnesi’nin yanı sıra, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi, Konak Belediyesi’ne ait Selahattin Akçiçek Salonu, Dokuz Eylül Üniversitesi’ne ait Sabancı Kültür Sarayı, Ege Üniversitesi’ne ait Atatürk Kültür Merkezi ve Kampus Kültür Merkezi, Özel Ege Lisesi’ne ait Yüksel Eraslan Kültür Merkezi’nde de etkinlikler sunmak suretiyle İzmir’in her noktasına ulaşmayı hedefliyor. IZDOB Müdür ve Sanat Yönetmeni Nilay Genç ANTALYA devlet opera ve balesi bu yıl çok renkli Perdelerini Ekim ayında Mozart’ın Osmanlıları konu alan eseri Zaide ile açan ANTDOB; yeni sezonda şimdiden merak uyandıran eserlerle izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Broadway’in vazgeçilmez müzikali West Side Story, Selman Ada’nın operaya uyarladığı Halid Ziya Uşaklıgil’in unutulmaz eseri Aşk-ı Memnu, Giuseppe Verdi’nin Il Trovatore operası, Anna Karenina ve Hırçın Kız balesi sezonda yer alacak yeni eserlerden sadece birkaçı. West Side Story’den Aşk-ı Memnu’ya… Kasım ayında Giuseppe Verdi’nin eseri Il Travatore”nin prömiyeri yapılırken, Aralık ayında ise ünlü Rus besteci P.İ.Çaykovski’nin Anna Karenina balesi izleyici ile buluşacak. Ocak ayında ise sürpriz bir müzikal var. Leonard Bernstein'in bestelediği West Side Story Oldukça genç bir kadroya sahip olan ANTDOB, West Side Story’de oldukça iddialı. Hırçın Kız balesi, fantastik bir müzikal olan Backstage ve bestesini Selman Ada’nın yaptığı Aşk- ı Memnu‘da sezonun dikkat çeken yeni eserlerinden. Bremen Mızıkacıları, çocukları bekleyen yeni sürprizlerden. Ayrıca her ayın ilk haftası farklı ülkelerin bestecilerinin eserlerinin yer aldığı piyanolu konserler; 25 ve 30 Aralık tarihlerinde iki tane çok özel yılbaşı konseri de yine ANTDOB sahnesinde izleyici ile buluşacak. 34 AKOB KASIM 2010 Öğrenciler opera ve bale ile tanışıyor. Antalya ‘da 31 okul’da…‘1 Piyano ve 4 Solist Projesi’ Antalya Devlet Opera ve Balesi şehrin kültür ve sanat hayatına yaptığı katkının yanı sıra, kurumun kültürel ve sosyal yaşam başta olmak üzere birçok alandaki sorumluluğunu da artırıyor. Bu sorumluluk duygusundan ve özellikle eğitim konusundaki hassasiyetten hareketle, Antalya Devlet Opera ve Balesi’nin bu sezon gerçekleştireceği projelerden biri de ‘1 piyano ve 4 solist’ projesi… Antalya Devlet Opera ve Balesi bugün tüm opera ve bale temsillerini, konserlerini kendi sahnesi olan Haşim İşcan Kültür Merkezi’nde gerçekleştirmektedir. Her ne kadar Antalyalı sanatseverlerin bu temsillere ilgisi özellikle son yıllarda giderek artmakta ise de, opera ve bale temsillerine gelme imkânı olmayan birçok kişi de bulunmaktadır. Herkesi opera ve bale temsillerine getirmek mümkün değildir. Ancak özellikle öğrencilerimizi erken yaşta opera ve bale sanatı ile tanıştırmak, her şeyden önce onlara opera ve bale sanatının ne olduğunu anlatmak, onların hoşuna gidebilecek eserleri onlara dinletmek mümkündür. Bu projenin en büyük amacı, Antalya’nın uzak bölgelerinde, köylerde ve şehrin ücra yerlerinde kalmış bölgelerde yaşayan, ekonomik ve sosyal imkânları kısıtlı ve yetersiz, opera ve bale sanatını belki de hayatları boyunca kendilerinin çok uzağında gören ailelerden gelen çocukların ağırlıkta olduğu okulların öğrencilerine ulaşabilmek. İlk aşamada hedef, çocukları temsillere getirmeden önce onlara okullarında ulaşıp, gerçekten opera ve bale sahnesini merak etmelerini sağlamak ve bir eseri dinlemenin, izlemenin nasıl bir şey olabileceği duygusunu onlara yaşatmak… Sonrasında da onları ANTDOB salonunda ağırlanmaları… ‘1 piyano ve 4 solist‘ projesi; soprano, mezzo soprano, tenor, bas-bariton gibi farklı ses renklerine sahip solistleri ve bir piyanisti kapsamaktadır. Bu sayede öğrencilere doğadaki en kusursuz ses olan insan sesinin farklı renklerini dinletme olanağı bulunmuş olacaktır. Ülkemizde her yerde piyano bulmak oldukça zor olduğundan projenin hedef kitlesi düşünüldüğünde bunu en kolay ve pratik hale getirmek için projede dijital piyano kullanılacaktır. Proje kapsamında okullara gidilip bir ders saati boyunca öğrencilere, yaşları itibariyle onların ilgisini çekebilecek eserleri dinletmek ve sonrasında da eserler hakkında onları bilgilendirmek hedeflenmektedir. Bu projeyle öğrencilerin ilerleyen dönemlerde opera ve bale sanatı hakkında en azından bir fikir sahibi olmaları ve sonrasında yapacakları seçimler ile ilgili olarak onları yönlendirme imkânı sağlanacaktır. Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile görüşülerek kentin farklı bölgelerindeki 9’u yatılı olmak üzere toplam 31 okul tespit edilmiş, okullar bilgilendirilmiş ve projenin her hafta farklı bir okulda bir ders saati boyunca gerçekleştirilecek şekilde hayata geçirilmesi için tüm hazırlıklar yapılmıştır. ANTDOB 2009 / 2010 temsil sezonuna 1 Ekim 2009 tarihinde Kamelyalı Kadın adlı opera ile başlayan Samsun Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü, halen ülkemizin en genç opera ve bale kurumu olma özelliğini taşımaktadır. Atatürk Kültür Merkezi’nde çalışmalarını sürdüren kurum kuruluşundan bugüne kadar sezon boyunca 12- 16 etkinlik sayısı ile izleyicilerine temsillerini sunmaktadır. Düzenli temsillerin yanı sıra İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile yapılan protokolle, ortaöğretimde eğitim gören öğrencilere eğitim etkinliği düzenlenmiş, her ay yaklaşık 2000 öğrencinin Samsun’da Murat Göksu’nun Opera Zamanı adlı oyununu izlenmesi sağlanmıştır. Geçen sezon sonunda 12 bin’e yakın ortaöğretim öğrencisi opera, bale ve çok sesli müzik ile tanıştırılmışlardır. Sanatsal eğitim misyonunun diğer bir gereği olan çocuk balesi, çocuk korosu ve gençlik korosu kursları kurularak ilk sezonda yaklaşık 150 öğrenci kursiyer olarak kayıt edilmiş, halen kurslarda eğitim gören öğrenci sayısı 200’e yaklaşmıştır. Temsillerin Samsun’un yanı sıra bölgede de sürdürülebilmesi için turneler düzenlenmiş, repertuardaki eserlerden; Fantastik, Arşın Mal Alan, Güldestan, Opera Zamanı, Mevlâna-Çağrı ve çeşitli konserler ile bölgedeki geniş halk kitlelerine ulaştırılmaya çalışılmıştır. Kuruluşunun üzerinden henüz iki sene geçmesine rağmen Samsun Opera ve Balesi, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin, Kars, Iğdır, Van, Sinop, Kastamonu, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Merzifon, Çarşamba, Vezirköprü, Lâdik, Bafra, KKTC, Fransa ve Gürcistan da olmak üzere çeşitli il, ilçe ve ülkelerde toplam 34 turne temsili gerçekleştirilmiştir. 2010 / 2011 temsil sezonunda da yukarıdaki il ve ilçelere Yozgat, Gümüşhane, Erzincan, Erzurum, Bayburt, Eskişehir, Kavak, Terme eklenerek turneler devam edecek, çevre il ve ilçelerin sahne koşullarına göre eserler seçilerek etkinlikler geniş halk kitlelerine ulaştırılacaktır. 2010 - 2011 temsil sezonuna G. Bizet’in Carmen operası ile başlayan Samsun Opera ve Balesi sezon sonuna kadar Bir Tenor Aranıyor, Ali Baba 40 Haramiler, Venedik’te Bir Gece, Saraydan Kız Kaçırma, Arşın Mal Alan, Kontes Mariza opera ve operetleri ile Kuklacı, Sihirbaz Oz, Hansel ve Gretel çocuk oyunları ve 1001 Gece Masalları, Güldestan, Mevlâna-Çağrı, Korsan ve Amazonlar bale eserlerini seyircileri ile buluşturacaktır. Amazonlar’ın Samsun Terme’de yaşamış olmaları gerçeğinden hareketle bu bale eserinin Samsun Devlet Opera ve Balesi tarafından Dünya prömiyeri’nin yapılacak olması Samsun’u da ön plana çıkaracaktır. 36 AKOB KASIM 2010 Müdür ve Sanat Yönetmeni Erdoğan Şanal Devlet Opera ve Balelerinin en genci; SAMSUN devlet opera ve balesi Geçen yıl en çok turne yapan DOB oldu.