ariyorum29_web2 - Arıyorum İTÜ Gazetesi

Transkript

ariyorum29_web2 - Arıyorum İTÜ Gazetesi
arıYORUM
istanbul teknik üniversitesi basın yayın kulübü
yirmi dokuzuncu sayı, ocak iki bin on beş süreli yayın ISSN: 1305 - 4785
KEREM CANKOÇAK
YAZIYOR...
Bu yazıda
Türkiye’de az
bilinen bir
akımdan bahsetmek istiyorum: Üçüncü
Kültür. İki
Kültür kavramı bir süredir
bilinmekte.
C.P. Snow’un
1959’da verdiği
Rede Konferansından ortaya çıkan
“İki Kültür” kitabı, 1960’lı yıllarda
birçok dile çevrilmiş, 1973 yılında
Varlık Yayınevi tarafından ve 2001
yılında da TÜBİTAK Yayınları tarafından Türkçeye...
Devamı sayfa 4’te...
Telefonlarımızı öğretim
hayatımızla entegre
etmeye yarayan,
hayatımızı kolaylaştıran
uygulamalar...
// Sayfa 10’de...
‘‘KALBİM İTÜ’DE KALDI’’
SAYFA 7
YAZI
DİZİSİ
1
BİR
ÜNİVERSİTEYİ
ÖĞRENCİ
PROJELERİ
ÜNİVERSİTE
YAPAR
İTÜ BULUT TAKIMI YARIŞMAYA HAZIRLANIYOR
//Sayfa 2’de
İTÜ FACILIS TAKIMI 1 LİTRE BENZİNLE DÜNYA TURU
//Sayfa 2’de
App Teknik
Hayat kurtaran alışverişler için
YÜZDE 100 EKOLOJİK PAZARLAR
itü gazetesi
Öğrenci evinde,
yurtta yapılabilecek
PRATİK YILBAŞI
YEMEKLERİ
SAYFA 6
Hindistan’da öğretim görevlisi Dr. Uğur Güven ile uzay teknolojileri ve
mühendislik üzerine ‘ilham verici’ bir röportaj dizisi... Sayfa 8-9...
‘‘Çoğu insan uzay teknolojisi deyince işte Ay’a
gitmek ya da uydu fırlatmak diye düşünür. Uzay
teknolojisi bunun çok
öncesinde, bizim modern teknoloji dediğimiz
şeyin kapısını açar.’’
‘‘Hindistan harikalar
başarmış bir ülke. Uzay
teknolojisi konusunda dünyadaki en ileri 5
ajanstan birine sahip.
Bir seferde 10 uyduyu
fırlatabilen tek ülke.’’
‘‘İTÜ, sadece Türkiye
değil, dünya açısından
da bir mühendisin doğru yetiştirilebilmesi için
doğru şeylerin doğru
yerde olduğunu gösteren bir üniversite.’’
“İKI SORUNLU SISTEM VAR:
ADALET SISTEMI VE
EĞITIM SISTEMI”
Ünlü haberci Fatih
Portakal ile özel söyleşi
// Sayfa 11’de...
SAYFA SERGİSİ ///
‘MUNTAZIR TEŞRİFİNE HAZIR KAYIK’TA
JAN VAN EYCK VE FRANK ABAGNALE VAR ‘‘İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER’’
Kayığımıza bu sayıda sanatta öncü
isimlerden biri olan ve bizim de
nihayet “buradaydı” diyebileceğimiz
Jan Van Eyck ve sadece filmlerde
rastlayacağımızı sandığımız hayat
hikayesiyle kendisine hayran bırakan
Frank Abagnale teşrif ediyor.
// Sayfa 14’da...
YERALTI EDEBİYATI VE BEYAZPERDE // SAYFA 15
ARIYORUM
OCAK 2015
2
Güz dönemini
noktalıyoruz...
BİR
ÜNİVERSİTEYİ
ÖĞRENCİ
PROJELERİ
ÜNİVERSİTE
YAPAR
BÜŞRA BAYAT
[email protected]
İTÜ BULUTLARA ÇIKIYOR
İTÜ BULUT Takımı, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı Hava Harp Okulu Komutanlığı tarafından düzenlenen
Future Flight Design yarışmasına, özgün İnsansız Hava
Aracı (UAV) ile katılıyor
Final dönemi sayımızdan herkese merhaba.
Öncelikle bir önceki sayımız ile ilgili aldığımız
tebrik ve teşekkürler için son derece gurur duyduğumuzu belirtmek isteriz. Takdir görmek çok
güzel bir duygu… Zaman ayırıp bizimle fikir ve
görüşlerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. Bu yaptığımız işte bize şevk katıyor ve okuyucunun bizi nasıl gördüğünü anlamamıza yardımcı oluyor.
FUTURE
FLIGHT
DESIGN
(FFD)
NEDIR?
Şimdi yeni sayımızda sizlerle buluşturduğumuz
haberlerimizden bahsedelim.
İstanbul Teknik Üniversite’nin gurur kaynağı olan öğrenci projelerine olan yaklaşımımız,
10 yıldır aynı: “Bir üniversiteyi, öğrenci projeleri üniversite yapar.” Bu sayımızda da projelerinin
en önemli safhalarında olan iki takımı, İTÜ Bulut Uçak Takımı ve İTÜ Facilis Takımı’nı sizlere
ulaştırdık. Tasarımından üretimine kadar her şeyiyle öğrenci işi olan bu oluşumlara, okulumuzu
temsil edecekleri yarışmalarında başarılar dileriz.
Hindistan’dan haber var… Kurucu başkanımız Fatih Avcı’nın bitirme projesi için gittiği
Hindistan’da, İTÜ Mezunu Dr. Uğur Güven’le
yaptığı geniş röportaj, hem öğrencilerin hem öğretim üyelerinin heyecanla okuyacakları çok şeyi
barındırıyor. Uğur Hoca’nın üniversite eğitimiyle ilgili İTÜ özelinde anlattıkları ufuk açacaktır
muhakkak. Üstelik bu röportajın tamamını web
sayfamızdan video olarak da seyredebileceksiniz.
Fatih Portakal, neredeyse her akşam televizyon
ekranımızdan evimize, yurdumuza misafir olan,
farklı habercilik anlayışı ile kısa sürede tanınmış
bir isim. Kendisiyle hayatının dönüm noktalarını, üniversitelerin bugünü ve yarınını, gazetecilik ve habercilik anlayışını konuştuğumuz değerli
röportajımızı, bu sayımızda okuyabilirsiniz.
Ayrıca ilham kokan köşemiz Muntazır Teşrifine Hazır Kayık, Edebiyat Uyarlamaları Yazı
Dizisi’nin devamı olan Yeraltı Edebiyatı ve günümüzün en popüler konularından biri olan Ekolojik Pazarlar yazılarımız da okunmaya hazır olarak sizleri bekliyor.
Güz dönemini yepyeni bir sayıyla noktalarken,
tüm İTÜ öğrencilerine final sınavlarında başarılar diliyor ve herkesin daha dinamik başlayacağına inandığımız bahar döneminde yeniden görüşmek üzere diyoruz.
Bizi takip etmeye devam edin!
İyi okumalar.
ERSAN GÖKTAŞ
İ
[email protected]
TÜ Uçak ve Uzay Bilimleri
Fakültesi’nde (UUBF) 2014
Ekim ayı itibari ile çalışmalarına başlayan BULUT Takımı geçmiş yıllardaki deneyimlerinden yola çıkarak 2015
Mayıs ayında Hava Harp Okulu
(HHO) tarafından düzenlenen
Future Flight Design (FFD) adlı
yarışmaya hazırlanıyor
BAŞARIYA ALIŞIK
BIR EKIP
Takım üyelerinin büyük bir kısmı her yıl “The American Institute of Aeronautics and Astronautics” tarafından “Cessna Aircraft
Company” ve “Raytheon Missile Systems” sponsorluğunda düzenlenen Design/Build/Fly (DBF)
yarışmasına 2010-2013 yılları
arasında ATA Takımı olarak katıldı. 2012 yılında 80’e yakın takım arasında 4. olarak, diğer yıllarda da %20 lik dilim içerisinde
bulunarak başarıyla döndü. Bu
yarışmadan kazandıkları deneyimleri kullanarak verimli bir tasarımla konseptleri benzer olan
ve Türkiye’de gerçekleşecek olan
uluslararası FFD’ye katılmak için
tekrar bir araya geldiler. Yeni takım üyelerini de bünyesine katan
takım; aerodinamik, yapısal, üretim tekniği, çizim, itki ve alt sistemler gibi bölümlere ayrılarak
göreve yönelik en uygun tasarımı
yaparken; skor analizleri de yaparak yarışma sonucunda başarı kazanmak istiyor. Bu yıl “UAV
Mothership & Swarm” temasıyla gerçekleşecek olan yarışmada 3
görev olacak. 4 adet su şişesinden
oluşan yükü taşıyarak, belirlenen
parkurda 3 turu en kısa sürede tamamlama, en fazla sayıda Mikro
İnsansız Hava Aracı (MAV)
taşıma ve parkurun belirlenen segmentlerine bırakma,
en fazla sayıda MAV taşıyarak belirli bir alan içerisine
art arda serbest bırakma.
TASARIM TAMAM,
SIRA ÜRETIMDE
Görevler itibari ile askeri bir
kargo uçağı gibi olan
uçağın ön tasarımı tamamlandı. Bugünlerde üretime başlayan
takım, üretimi etkili ve kolay bir metot
ile gerçekleştirip uçuş
testlerine
başlıyor.
İnsansız hava aracı,
elektrik motorlu ve
radyo kontrollü olarak uçuruluyor ve her
görev sonrası başarılı
olarak yere inmesi isteniyor.
Future Flight Design yarışması,
2011 yılından itibaren TSK Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Hava Harp
Okulu (HHO) tarafından organize edilen, İstanbul Hezarfen Havaalanı’nda iki
yılda bir defa düzenlenen, belirli görevler doğrultusunda tamamen üniversite
öğrencileri tarafından tasarlanan, üretilen ve uçurulan insansız hava araçlarının
belirli görevleri yerine getirerek yarıştığı uluslararası bir yarışmadır. Dünyanın
her yerinden havacılık ve uzay alanında eğitim gören lisans ya da yüksek lisans öğrencileri takımlarını kurarak tasarım aşamasından uçuşuna kadar bütün
süreçlerin içerisinde bulunarak ve uygulayarak tecrübe etmektedir. Ayrıca yarışmada belirlenen görevler gerçekçi olarak gelecekte yapılabilecek uygulamalara
uyumluluk göstermektedir.
ARIYORUM İTÜ GAZETESİ YAYIN KURULU
Genel Koordinatör
Ferit Çağlar Gündüz
[email protected]
Genel Yayın Yönetmeni
Büşra Bayat
[email protected]
Yayın Danışmanları
Fatih Avcı
Serdar Erbay
Haber Kurulu:
Ecmel Serra Püsküllü
Emir Üstünışık
Ersan Göktaş
Esra Tanısalı
Faruk Yılmaz
Gözde Bozyiğit
Habip Kaplan
Hasret Gül Öztop
Işılsu Yıldırım
Kıvılcım Yarkın Genç
Meltem Yurttaş
Mustafa Aykut Alp
Onur Can Sungur
Orhan Tüfek
Umur Can Kaya
Zeynep Deliballı
İTÜ BASIN YAYIN KULÜBÜ
ARIYORUM İTÜ GAZETESİ
[email protected]
www.gazete.itu.edu.tr
(541) 646 6062
Baskı: Anadolum Gazetecilik
Basım Yayın
TEŞEKKÜR
Katkılarından dolayı
Turkuvaz Dağıtım Pazarlama ve Sayın Ayşe
Kaplan’a teşekkür ederiz.
ARIYORUM
OCAK 2015
‘‘1 lİTRE BENZİNLE PARİS’E’’
1 litre benzinle bir araç ne kadar mesafe gider? İTÜ Facilis Takımı
1 litre benzinle en uzun mesafeyi kat etmek için uluslararası arenada yarışıyor.
ERSAN GÖKTAŞ
F
[email protected]
acilis
Otomobil
Takımı, İTÜ Makina Fakültesi
bünyesinde
2011
yılında Shell Eco Marathon yarışmasına katılmak amacıyla kuruldu. Latince’de “kolaylaştırmak”
anlamına gelen “Facilis”, aynı zamanda ekibin ürettiği ilk araca
da verdikleri isim… Vizyon olarak gelecekteki “mobilite” anlayışına farklı bir bakış açısı kazandırmak isteyen İTÜ Facilis, şehir
yaşantısıyla bütünleşmiş mobilite çözümlerini İTÜ farkıyla ortaya koymayı amaçlıyor.
Makina, Uçak-Uzay, ElektrikElektronik, İşletme Mühendisliği Bölümlerinden öğrenciler barındıran ekip, şimdiye kadar üç
farklı aracı başarıyla tasarlayıp
üretti ve İTÜ’ye Avrupa Tasarım
İkincilik Ödülü’nü kazandırdı.
DOĞADAN İLHAM
ALAN BIR TASARIM
Takım, “Macaw” adlı papağanın
süzülüşünden yola çıkarak aerodinamik özellikleri verimli olan
Facilis Macaw adlı aracın çalışmalarına hız kesmeden devam
ediyor. Üretim tamamlandığında aracın dış tasarımı da Macaw
papağanının renklerinden oluşacak. Takım, 2015 yılı Mayıs ayında Hollanda-Rotterdam’da düzenlenecek olan yarışmaya bu
tasarımla katılarak, 1 litre yakıtla en çok mesafe süzülerek 250’ye
yakın mühendislik üniversitesinin katıldığı prestijli maratonda
yarışacak.
Facilis Takımı, geçtiğimiz haftalarda düzenlenen MÜSİAD
High Tech Port ve Türkiye İnovasyon Haftası’na geçen yıl ürettikleri araçla katıldı ve ziyaretçilerin yoğun ilgisiyle karşılaştı. Bu
fuarlarda takımın standını Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ahmet Nazif Zorlu, Steve Young gibi
önemli isimler de ziyaret etti. Ziyaretçileri önceki araçlarının ve
bu seneki tasarımları Facilis Macaw aracı hakkında bilgilendirdiler. Bu fuarlar sırasında birçok
medya kuruluşuyla görüşen takım ulusal medyada da “1 Litre
Benzin İle Paris’e” sloganıyla geniş yer buldu. Ayrıca İTÜ bünyesinde her sene farklı sektörlerden
birçok firmayı bir araya getiren
İKZ 15’etkinliğinde de yerlerini
alacaklar.
Öğrencileri geleceğin yakıt alternatifleriyle çalışan araçları geliştirmeye teşvik etmek ve enerjinin
verimli kullanılmasına ilişkin
toplum bilincini artırmak amacıyla her yıl gerçekleştirilen uluslararası bir yarışmadır. Etkinlik
kapsamında her yıl, dünyanın çeşitli ülkelerinden lise, teknik lise
ve üniversite öğrencileri, kendi
tasarladıkları ve ürettikleri araçlarla en az yakıtla en uzun mesafeyi kat etmek için yarışıyorlar.
İDDIADAN
MARATONA
Shell’in düzenlediği SEM’in temeli; Shell bilim insanlarının,
en az yakıtla en uzun mesafeyi kimin gidebileceğini görmek
amacıyla kendi aralarında girdiği bir iddiayla 1939 yılında atıl-
dı. O zamanki adıyla, Mileage
Marathon’da birinci olan araç, 1
litre yakıtla yaklaşık 20 kilometre yol kat ederken, yıllar içinde
sergilenen olağanüstü gelişmeyle aşılan mesafe 4.896 km’ye ulaştı. 1985’den itibaren her yıl çok
sayıda ülkeden binlerce öğrencinin katıldığı bir maratona dönüştü. Bugün ise SEM Asya, SEM
Avrupa ve SEM Amerika olmak
üzere çeşitli kıtalarda düzenlenen etkinliklerden oluşuyor. Takımlar maratona “Prototip” ve
“Şehir Konsepti” (Urban Concept) adlı iki kategoride katılabiliyorlar. Geleceğin otomobillerini
yansıtan prototipler, hayal gücünü ve mühendisliği zorlayacak
tasarıma sahip araçlardan oluşuyor. Şehir Konsepti (Urban Concept) otomobilleri ise şimdilerde
kullanılan araçlar gibi tasarlanıyor ve dış görünüş olarak günlük yaşantımızda kullandığımız
otomobil modellerine benziyor.
Yarışlarda; araçlara güç vermek
için dizel, benzin, likit petrol gaz
(LPG), Gas-To-Liquid (gazdan sıvıya/GTL), etanol gibi konvansiyonel yakıtların yanı sıra hidrojen, güneş enerjisi, veya elektrik
(güneş enerjisi destekli) gibi alternatif enerji kaynakları kullanılabiliyor. 2013’de farklı olarak,
güneş ve akü beslemeli elektrik
kategorilerinin birleşimi olan
yeni bir kategori daha yer aldı.
Yarışmada toplam 7 farklı enerji/yakıt kaynağı kullanılabiliyor.
Organizasyon; tüm hazırlıkları
kendileri yapan öğrencilere, araç
üretiminin yanı sıra strateji geliştirme, organizasyon, pazarlama
ve uygulama konularında da yeteneklerini gösterme ve deneyim
kazanma fırsatı sunuyor.
3
BİR
ÜNİVERSİTEYİ
ÖĞRENCİ
PROJELERİ
ÜNİVERSİTE
YAPAR
SHELL ECO
MAR ATHON
(SEM) NEDIR?
Öğrencileri geleceğin
yak ıt alternatifleriyle çalışan araçları geliştirmeye teşvik etmek ve
enerjinin verimli kullanılmasına ilişkin toplum bilincini artırmak
amacıyla her yıl gerçekleştirilen uluslararası
bir yarışmadır. Etk inlik kapsamında her yıl,
dünyanın çeşitli ülkelerinden lise, teknik lise
ve üniversite öğrencileri,
kendi tasarladıkları ve
ürettik leri araçlarla en
az yak ıtla en uzun mesafeyi kat etmek için yarışıyorlar.
İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER
SAYFA SERGİSİ
Fotoğraflar: ONUR CAN SUNGUR, [email protected]
Yazı: UMUR CAN KAYA
Malumunuz, üniversitemiz
kocaman yerleşkeleriyle adeta ayrı bir şehri andırıyor.
Bu şehrin sık kullanılanları
elbette fakülteler, kütüphane, yemekhane, kafeler, spor
salonları vs. Peki gözden kaçan yerler yok mu hiç? Araştırmaya başlayınca, sıradan
1) İTÜ LOJMAN YOLU
bir İTÜ öğrencisinin gözden
kaçırdığı çok fazla yerin olduğunu gördük. Üstelik kimi
yerler hemen yanı başımızda. Bu sayımızda sizler için
İTÜ’de pek bilinmeyen yerleri araştırdık ve aralarından seçtiğimiz yedi fotoğrafla size anlatmak istedik.
Nükleer Kapı girişinden sol tarafa gittiğinizde yurtlara, sağ tarafa gittiğinizde ise fakültelere ulaşırsınız. Peki hiç orta yoldan geçtiniz mi?
Olur da bir gün merak edip doğruca yoldan ilerlerseniz, yolunuzun sonunda İTÜ Lojmanları’nı göreceksiniz. Bu tenha yolda dilediğinizce
şarkı söyleyebilir, kendinizi bir hayli özgür hissedebilirsiniz...
ARIYORUM
OCAK 2015
4
İKİ KÜLTÜR ARASINDAKİ BOŞLUĞU DOLDURACAK YENİ AKIM:
ÜÇÜNCÜ KÜLTÜR
Doç. Dr.
KEREM CANKOÇAK
[email protected]
Bu yazıda Türkiye’de az bilinen bir
akımdan bahsetmek istiyorum:
Üçüncü Kültür. İki Kültür kavramı bir süredir bilinmekte. C.P.
Snow’un 1959’da verdiği Rede
Konferansından ortaya çıkan “İki
Kültür” kitabı, 1960’lı yıllarda
birçok dile çevrilmiş, 1973 yılında Varlık Yayınevi tarafından ve
2001 yılında da TÜBİTAK Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılmıştı. Daha sonra 2007 yılında
Metis yayınları Snow’un ortaya
koyduğu tabloyu değerlendiren
Immanuel Wallerstein ve Richard
E. Lee’nin derlediği İki Kültürü
Aşmak isimli bir kitabı da Türkçeye kazandırdı
C.P. Snow’un doğa bilimleri ile
insan bilimleri alanında çalışanların birbirlerini anlamalarına
engel olan iletişim kopukluğu
üzerine yazdığı kitabı, edebi entelektüeller ile bilim adamları
arasındaki kültür ve anlayış farkı konusunda günümüzde de
süren bir tartışma başlatmıştı.
Türkiye’de bu tartışmalar çok
fazla yankı bulmadı. Aydınlanma
sürecini 200-300 yıl önce değil de
60-70 yıl önce yaşamaya başlayan
ülkemizde hâlâ entelektüel denilince edebiyatçılar ya da kimi felsefeciler anlaşılıyor. Benim gençliğimde örneğin entelektüellerin
baş temsilcisi Jean Paul Sartre’dı.
Oysa insanlık tarihinde bu tuhaf
bir durumdur. Öyle ya, Pisagor’a
ya da Arşimet’e entelektüel dememek olur mu? Ya da Galilei’ye?
Ya Einstein’a ne demeli? Kültür
çok geniş bir yelpazedir. Homo
sapiens atalarımızın 7 milyon yıl
önce ayakları üzerine dikilmelerinden bu yana yaptıkları hemen
tüm etkinlikler kültürün tanımı
içine girer. İki taşla ceviz kırmaktan, taş balta imal etmeye, mağara duvarlarına resim çizmekten
tarımın keşfine kadar bizi insan
yapan tüm davranışlarımız aslında bizim kültürümüzü de tanımlar. Şüphesiz bilim ilerledikçe
kültürümüz de çok değişti. Artık
Homeros zamanındaki gibi etrafımızdaki olayları açıklarken
tanrıları işin içine katmıyoruz.
Modern bir romanda Zeus’lar ya
da Gök Tanrı’lar yok. Ama yine
de modern romanların pek azında modern bilimlerin yansımasını görebiliriz. Hem neden entelektüellik sadece edebiyatçıların
(ya da genel olarak sanatçıların)
tekelindedir? Bunu pek sorgulamayız. Aslında ortada iki kültür
olduğu fikri, bütün bir insanlık
tarihi düşünüldüğünde çok yeni
sayılır. Belki de bunun bir nedeni günümüzde “öteki kültür”den
(bilim kültüründen) olanların
toplum sorunlarına ya da insana
dair daha az söz söylemelerinden
kaynaklanmakta. Ama diğer bir
neden de edebi entelektüellerin
bilime uzak duruşu.
20. yüzyılda bilim baş döndüren
bir hızda ilerledi, ama bilim dünyasındaki insanlar çalışmalarının
çıkarımları konusunda etkin bir
girişimde bulunmadılar. Öte yandan pek çok seçkin bilim insanı
(Arthur Eddington, Albert Einstein vs) genel okur için kitaplar
yazdılarsa da eserleri kendinden
menkul entelektüeller tarafından
görmezden gelindi; sunulan fikirlerin değeri ve önemi entelektüel etkinlik babında görünmez
kaldı.
‘‘
Bu yazıda Türkiye’de
az bilinen bir
akımdan bahsetmek
istiyorum: Üçüncü
Kültür. İki Kültür
kavramı bir süredir
bilinmekte.’’
Snow 1963 yılında kitabının ikinci baskısına “Üçüncü Kültür”ün
ortaya çıkacağını umut ettiği yeni
bir yazı eklemişti. Üçüncü kültür,
iki kültürün arasındaki boşluğu
dolduracaktı; edebi ve bilimsel
entelektüeller birbirleri ile konuşabilecekti. Ancak edebi entelektüeller hâlâ bilim adamlarıyla
konuşmuyorlar.
Yine de 1990’ların başından itibaren, genelde Kuzey Amerikalı
bilim insanları ve felsefecilerini
başını çektiği yeni bir hareket
başladı: Edge topluluğu. Edge,
günümüzün entelektüel, teknoloji ve bilim çevrelerinin merkezinde yer alan bilim insanları,
sanatçılar, felsefeciler, teknoloji
uzmanları ve girişimcilerden
oluşmakta. www.edge.org etrafında toplanan entelektüeller
arasında yer alan seçkin felsefeci,
fizikçi, psikolog, bilişsel bilimci,
nörobilimci, dilbilimci, davranışsal genetikçi ve ahlak psikologlarının yazılarından derlenen
kitapların bir kısmı Türkçeye de
kazandırıldı. NTV Yayınlarından
İyimser Gelecek, Kanıtı Olmayan
Gerçekler, Gelecek 50 Yıl basıldı,
Alfa Bilim Dizisinden Gelecekte
Bilim, Zihin ve Kültür kitaplarından sonra Üçüncü Kültür yayıma
hazırlanıyor. Bu kitaplardaki yazarlar arasında Türk okurunun
tanıdığı pek çok isim var: Jared
Diamond, Stephen Jay Gould,
Richard Dawkins, Alan Guth,
Steven Pinker, Daniel Dennett,
Roger Penrose, Martin Rees, Paul
Davies, Murray Gell-Mann, V. S.
Ramachandran ve Stanislas De-
haene bunlardan bazıları.
Son 30-40 yılda iki kültür cephesinde denge biraz değişmeye başladı. Pek çok harika popüler bilim
kitabı genel okur tarafından beğeni kazandı, okundu. Bu durum
pek çok kişinin yeni ve önemli
fikirlere büyük entelektüel açlık
duyduğunun ve kendilerini eğitmek için çaba sarf etmeye istekliliklerinin kanıtıdır. Öte yandan
okurlar bilim kitaplarına (ve youtube videolarına) ilgi duysalar da,
edebi aydınlar bilim insanlarıyla
pek iletişim kurmuyorlar. Ama
bilim insanları doğrudan doğruya genel halkla iletişim kuruyor.
Edge etrafında toplanan üçüncü
kültür düşünürleri aracıyı kaldırma eğilimindeler ve en derin
düşüncelerini akıllı okur kesimine ulaşabilir tarzda ifade etme
çabasını göstermekteler. Üçüncü
kültür düşünürlerinin geniş bir
kitleyi cezbetmeleri yalnızca yazma yetenekleriyle ilgili değil; geleneksel anlamda kullanılan “bilim” bugün artık “popüler kültür”
haline gelmeye başladı. Bir gazete
ya da dergiyi gözden geçirirseniz ya insanlarla ilgili bilindik
haberlere rastlarsınız ya da politika ve ekonomi alanında aynı
trajedilere. İnsan doğası pek değişmez oysa bilim hızla değişir ve
değişim dünyayı geri dönülmez
biçimde değiştirerek gerçekleşir.
Günümüzde değişim hızının tepe
yaptığı bir çağda yaşıyoruz. Artık
bilim medyada (ve sosyal medyada) büyük haber olmuştur.
Entelektüelin (aydının) toplumdaki rolü iletişimi de içerir. Aydınlar sadece bir şeyler bilen kişiler değil, farklı görüşleri sentezleyen ve nesillerinin düşüncelerini
şekillendiren insanlardır. İşte
Üçüncü kültür düşünürlerinin
hedefinde bu sentezlerini halka
aktarmak da vardır; onlar yeni
kamu aydınlarıdır. Günümüzde
artık entelektüeller kaos kuramından, fizikten, moleküler biyolojiden, yapay zekadan, yapay
yaşamdan, nöral ağlardan, büyük
patlamadan, evrenin kaderinden,
süper sicimlerden, biyoçeşitlilikten, nanoteknolojiden, insan genomundan, sıçramalı evrimden,
bulanık mantıktan, Gaia hipotezinden, sanal gerçeklikten vb habersiz kalma lüksüne sahip değildir. Bunlar, gezegendeki herkesin
hayatını etkileyecek konular. Bu
konulardan habersiz kalan aydınlar topluma bir şey aktaramaz,
fikir üretemez. Artık 19. yüzyıl
bilgileriyle torba dolmuyor.
Mühendislik ve temel bilim bölümlerinin çoğunlukta olduğu üniversitemizde bizim bir
avantajımız var: İki kültüre de
yakınız. Yukarıda saydığım bu
konuları anlayacak, kavrayacak
ve sentezleyecek bilgi birikimine
sahip olma şansımız var. Bunun
da tek yolu bol bol popüler bilim
okumak.
ELEKTRIKLI TEK TEKER
‘AIRWHEEL’ TÜRKIYE’DE
Şehir trafiğinden bunalanların imdadına yetişmesi beklenen ve tüm dünyada çıktığı günden bu yana
büyük bir akım oluşturan
kendinden dengeli elektrikli Tek Teker “Airwheel” 1920 Aralık tarihlerinde İTÜ
Maslak kampüsünde düzenlenen fuarda meraklılarıyla buluştu.
İ
ngiltere merkezli Firstwheel firmasının Türkiye’de kurduğu Project42
Limited Şirketi aracılığıyla dağıtımı gerçekleştirilecek olan “Tek Teker”
Airwheel ilk kez Türk tüketicisiyle buluştu.
HER YOLA UYGUN
Project42 Türkiye Sorumlusu Hasan
Basri Özaydın, yer kaplamadığı için kullanılmadığı zamanlarda bagajda, otobüste, metroda, yaya alt geçidinde elde
taşınabilen rahatlıkla Airwheel Tek
Teker’in asfalt, kilit taşı, parke, kaldırım ve toprak yol dahil hemen her türlü
yol şartlarına göre tasarlandığını söyledi. Özaydın, Airwheel’in farklı modelleriyle Türk tüketicisine çok yakında
sunulacağını belirterek, “Biz Tek Tekerlerimizi Avrupa ülkeleri ile aynı zamanda Türkiye’de satışa sunuyoruz.
Fiyat aralığı 1.000 TL ile 2.000 TL arasında değişiklik gösterecek. Beğeniye
göre farklı tasarım ve modellerimizle
Türk tükecisiyle buluşacağız” diye konuştu. Avrupa’da İngiltere, İrlanda ve
Estonya’da satışta olduklarını kaydeden
Özaydın, Türkiye’de de ilk yıl ortalama
bin 200 adet Airwheel satışı hedeflediklerini, her yıl yüzde 20 büyüme beklediklerini söyledi.
BIRKAÇ GÜNDE USTASI
OLUNABILIYOR
Airwheel Tek Teker’in hem eğlenceli hem de pratik bir taşıma aracı olduğunu vurgulayan Hasan Basri Özaydın, Tek Teker Airwheel’in tüm dünyada
hızla yayılan bir akım haline geldiğini, Türkiye’nin de genç ve dinamik nüfusuyla bu akıma ayak uyduracağına
inandıklarını söyledi. Birkaç gün pratik yaparak Tek Teker Airwheel’in ustası olunabileceğini dile getiren Özaydın,
“Tek Teker’lerimizi daha çok gençlerin tercih ettiğini ancak bisiklet binebilen her yaştan insanın kullanabileceğini söyledi.
Çok yakında farklı modelleri ile teknoloji marketler ve www.project42.com.
tr adresinden tüketicilere de sunulucak
olan Airwheel, 19-20 Aralık tarihlerinde İTÜ Maslak yerleşkesinde düzenlenen fuarda yerini aldı. Çeşitli aktivitelerin ve gösterilerin sergilendiği fuarda
gençlerin ilgi odağı haline gelen Tek teker Airwheel’I meraklılar denemek için
adeta birbiriyle yarıştılar.
HIZLI ŞARJ EDILIYOR
Hareketli cihazların yönünün dengelenmesinde kullanılan jiroskop sayesinde
Airwheel, hareket halindeyken kesinlikle öne ve arkaya devrilmiyor ve binicisinin vücut hareketlerinden komut alarak
kolayca hızlanabiliyor ya da yavaşlayabiliyor. Jiroskop teknolojisi, uçak ve helicopterlerin havada sarsılmasını engellemek için kullanılmasının yanısıra şimdi
akıllı cep telefonlarında da yatay ve düşey dengeyi sağlamada kullanılıyor. Şehir trafiğinden bunalan ve yürüme mesafelerinde özgürlük ve konfor sağlayan
Tek Teker Airwheel, hızlı şarj edilmesi,
uzun mesafeleri katedebilmesi ve bisiklet hızına çıkabilmesi gibi özellikleri ile
de dikkat çekerken, sıfır emisyon ve çevre dostu olma özelliği ile de tercih ediliyor.
PROJE42 AKADEMI EĞITIM
VERECEK
Airwheel Tek Teker ile ilgili ürünlerin tanıtım ve eğitimi amacıyla Proje42
Akademi’yi de kurduklarını belirten
Hasan Basri Özaydın, genç ve dinamik
çalışma ekibinin Türkiye’de üniversitelerde, fuarlarda, alışveriş merkezlerinde
ve kamuya açık bazı alanlarda Türk insanına Tek Teker’i tanıtmak ve öğretmek
için bazı aktiviteler de düzenlemeye başladıklarını sözlerine ekledi.
TEKNIK ÖZELLIKLER:
Airwheel Tek Teker’lerin, modeline göre
ortalama 300-400 Watt motoru bulunuyor. İçindeki Jiroskop teknoloji ile
çalıştığı ve hızlandığı sürece kendisini dengede tutuyor. Kenarlarında açılır katlanır iki pedalı bulunan Tek Teker
Airwheel, binicisinin vücut hareketlerini komut olarak algılıyor ve öne eğildiğinde hızlanıyor, topuklara ağırlık verince yavaşlayıp duruyor.
Modeline göre ortaama olarak bir saatte şarj oluyor, tek şarj ile lityum pilleri
sayesinde modeline göre 10-20 km arasında mesafeyi katedebiliyor ve 18 km
hıza ulaşabiliyor. Airwheel Tek Teker’in,
Q1,Q3, X3, X5, X6 ve X8 olmak üzere
hem tek tekerlekli hem de çift tekerlekli modelleri bulunuyor.
Daha fazla bilgi için:
Hasan Basri Özaydın
Proje42 Türkiye Sorumlusu
0 533 621 11 35
ARIYORUM
OCAK 2015
5
‘‘İlk kez 2005’te
Vermont’da Harry
Potter’dan esinlenen bir
grup öğrencinin kendi arasında eğlenmek için başlattığı quidditch, bügün
dünya çapında 700’den
fazla takımla oynanan ve
gittikçe popülerleşen bir
spor haline geldi.’’
HOGWARTS, OXFORD, UCLA,
HARVARD, ODTÜ VE
SON OLARAK İTÜ!
K. YARKIN GENÇ
Q
[email protected]
uidditch, J.K Rowling tarafından ortaya çıkarılan ve yedi
Harry Potter serisi boyunca detaylandırılan bir spor. İlk kez 2005’te
Vermont’da Harry Potter’dan esinlenen bir grup öğrencinin kendi arasında eğlenmek için başlattığı quidditch,
bügün dünya çapında 700’den fazla takımla oynanan ve gittikçe popülerleşen
bir spor haline geldi. Hatta uluslararası
Quidditch Birliği bile var. Elbette ki gerçek dünyada uçan süpürgeler ve kendi
kendini yöneten büyülü toplar bulunamadığından ötürü derme çatma malzemelerle oynanmakta ve dışarıdan bakıldığında oldukça absürt görünen kurallar
içermektedir. Kimsenin beklemediği bir
şekilde ilgi gören bu oyun öylesi bir fenomen haline gelmiştir ki 2007’de ilk
Dünya Kupası düzenlenmiş (sadece iki
üniversite takımları arasında olsa dahi),
2010’da ise resmi olarak tanınan Uluslararası Quidditch Topluluğu (IQA) kurulmuştur. 2011’de New York’ta düzenlenen 5. Dünya Kupası’na ise dünyanın
dört bir yanından 96 takım katılmıştır.
Spor olarak yapılan quidditch, “Muggle Quidditch” olarak da biliniyor. Oyun
Türkiye’de ise ilk olarak ODTÜ’de oynanmaya başladı ve artık İTÜ’nün de bir
quidditch takımı var!
Oyunun ilk başladığı yer Harry Potter
romanları olsa da “Muggle Quidditch”
artık daha çok kendine has bir hal almaya başladı. Bugün Uluslararası Quidditch Birliği’nin web sitesindeki tarih
kısmında Harry Potter’ın ismi bile geçmiyor. Quidditch’in ise nasıl İTÜ’ye geldiğini, nasıl ilgi gördüğünü ve takımın
ileride neler yapmak istediğini kurucu
üyelerden olan Tayfun Şahin’den dinleyelim
Her şey en başta nasıl başladı?
Her şey bir tesadüf eseri başladı. Çocukluğumda Harry Potter kitapları okuyarak büyüyen biri olduğumdan quidditchi acayip seviyor ve gerçekte böyle bir
spor olmadığından ötürü üzülüyordum;
çünkü izlemesi aşırı zevkli bir spor. Bu
durumla ilgili bir tweet atmıştım ve aylar sonra acayip bir yanıt aldım! ODTÜ
Quidditch Topluluğu diye bir hesap tweetimi yanıtlamıştı. Önce nasıl olur böyle bir şey diyerek araştırmaya başladım,
sonra ise bu tarz bir şey neden İTÜ’de
olmasın diyerek ODTÜ Quidditch
Topluluğu’yla iletişime geçtim.
Ne gibi geri dönüşler aldın? Nasıl destek gördün? Mutlaka pürüzlerle karşılaşmışsınızdır, ne gibi zorluklar atlattın?
Öncelikle ODTÜ Quidditch Topluluğu
(ODTÜQT)’na teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten fazlasıyla bize yardımcı
oldular, bize cesaret verdiler. Nasıl başlamamız, devam etmemiz gerektiği hakkında oldukça bilgi verdiler. Tabii biz,
ODTÜQT ile bunları konuşurken İTÜ
Topluluğu’nu kurmak isteyen küçük bir
azınlıktık ve yaz okulu dönemindeydik.
Bu yüzden biraz yavaş ilerliyorduk ve bu
süreçte pek olumlu şeyler elde edemiyorduk. Nasıl antrenman yapacağımızı,
gerekli ekipmanları nasıl karşılayacağımızı, nelerin gerekli olduğunu konusunda tam olarak bilgi sahibi değildik ve
İstanbul’da quidditch ile ilgilenenler ilk
biz olacaktık. Bu konuda da ODTÜ Quidditch Topluluğu’ndan fikir ve destek
aldık. Güz döneminin başlamasıyla beraber çalışmalarımız da hızlandı. Önce
Facebook’ta bir sayfa oluşturduk ve tanışma toplantısı ayarladık. Facebook
sayfamızla beraber çok fazla kişiye ulaştık. İlgili/ilgisiz birçok insandan destek
mesajı aldık. Kulüpler Şenliği’ne yetişemesek de birkaç hevesli quidditch-sever
olarak birbirimizi bulmuştuk. Bundan
sonrası artık bir ekip çalışmasıydı.
Okul destekledi mi? Desteklediyse nasıldı? Sizce yeterli miydi?
Okula, Quidditch Topluluğu oluşturmak istediğimizden ve sporun nasıl yapıldığından bahsettik. Böylesine yenilikçi sporların İTÜ’de olmasına önem
veriyorlar. Bu bizi motive etti. Sonrasında kulübün kurulmasıyla ilgili gerekli
bürokrasi işlerinin yapılması gerekiyordu ve bunda da pek sorun yaşamadık.
Kulüp kurulduktan sonra ise antrenman
yapacağımız yer olsun, gerekli ekipmanlar olsun hepsini kendi çabalarımızla
halletmeye çalıştık. En azından şimdilik
okuldan pek bir şey istemediğimizi söyleyebilirim.
7 kişiden oluşan her takımın, en az iki
oyuncusunun diğer bir iki oyuncudan
farklı cinsiyette bulunmasını zorunlu
kılmaktadır. Bu hem sadece kadın veya
sadece erkeklerden oluşan takım anlayışlarına karşı durduğu gibi bir yandan
da kadın-erkek ikili tanımlarının dışına çıkıp LGBTQI bireylerini aktif olarak
oyunun kurallarına dahil eden bir yapı
oluşturuyor.
Oyunun kuralları nasıl?
Quidditch’te her takım 7 kişiden oluşur
ve oyunda 3 çeşit top vardır. Quidditch’te
her oyuncunun süpürgesi ve rolünü belirleyen renkte kafalık ya da bandanası
olmak zorundadır ve her oyuncunun bir
da İTÜ’den birden fazla takım çıkartıp,
eli süpürgesinde olmalıdır. Oyuncular
derneğin tekrar organize edeceği Türkisüpürgeyi bacak aralarında tutarak koşye Quidditch Ligi’ne hazırlanmak istimak zorundadırlar. Takımlarda 3 kişi
yoruz. Ligde de bir başarı elde ettikten
İTÜ Quidditch Takımı gelecek için nekovalayıcı (chaser), 2 kişi vurucu (beler düşünüyor, neler yapıyor?
sonra IQA tarafından yurtdışında düater), 1 kişi tutucu (keeper) ve 1 kişi de
zenlenen turnuvalarda ülkemizi temsil
Şu anda ülkemizde International Quarayıcı (seeker) olur. Kovalayıcılar, beyaz
etmek istiyoruz. Quidditch ülkemizde
idditch Association (Uluslararası Qubaşlıklı oyuncular, quaffle ismi verilen
idditch Birliği, IQA) tarafından onayilk olarak ODTÜ’de oynanmaya başladı,
havası hafif havası indirilmiş voleybol
lanmış Quidditch Derneği adında
sonrasında ise biz bir topluluk oluşturtopunu rakip takımın çemberlerinden
Türkiye’de quidditch sporunu yöneten,
mak için uğraştık ve başardık da ama sageçirmeye çalışır ve bu eylemin değeri 10
quidditchin gelişmesi ve yayılması için
dece ODTÜ ve İTÜ yok; bildiğim kadapuandır. Vurucular, siyah başlıklı oyunrıyla Boğaziçi, Bilkent, Hacettepe ve Koç
çalışmalar yapan bir dernek var. Bu dercular, bludger adlı hafif havası indirilnek, Ocak ayında Türkiye Quidditch
gibi üniversitelerde de kurulmaya çalımiş dodgeball topunu kullanarak rakip
şılıyor. Önümüzdeki yıllarda quidditch
Kupası düzenleyecek ve biz şu anda bu
takımın oyuncularını vurmaya çalışıradını daha sık duyacağımıza eminim.
turnuvaya hazırlanıyoruz. Bunun dışınlar. Bludger ile vurulmuş oyuncular kendi takımlarının çemberİTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER
lerine dokunana kadar oyun dışı
kabul edilir. Tutucular, yeşil başSAYFA SERGİSİ
lıklı oyuncular, rakip takımın kovalayıcılarının Quaffe’ı çemberden
geçirmesini engeller. Tutucular,
sahadaki tutucu alanındaki devirGölet yurtlarında kalanlar bilir elbette, İTÜ’de arkadaşlarınızla oturup
melerden etkilenmez, bunun dıbir şeyler yiyebileceğiniz, hatta izin alırsanız mangal bile yakabileceğişında kovalayıcı ile aynıdır. Araniz güzel bir çardak var. Kimya Metalurji Fakültesi’nden Gölet’e doğru
yıcılar ise, sarı başlıklı oyuncular,
hakemin sahaya saldığı Snitch togiderken sol tarafta...
punu yakalayıp, takımına 30 puan
kazandırır ve oyunu bitirir. Arayıcılar, snitch oyuna dahil olana kadar kovalayıcı olarak oynayabilirler. Oyun sonunda en çok puan
alan takım maçı kazanır. Snitch
dediğimiz top ise tamamen sarı kıyafetler giymiş hakemin kıyafetinin arkasından sarkan bir tenis topudur. Bunun dışında oyunda çok
fazla faul yoktur, bu yüzden oldukça sert bir oyundur. Sporun dikkat
çeken özelliklerinden biri de sahada farklı yaş ve cinsiyet grubundan
oyuncuların aynı anda bulunabilmesine olanak sağlaması. Amerika Birleşik Devletleri’nde 9. başlık olarak geçen “Sporda cinsiyet
ayrımcılığına karşı hazırlanmış
yasalar”dan esinlenen International Quidditch Association’a göre
2) ÇARDAK
ARIYORUM
OCAK 2015
6
Öğrenci evinde, yurtta yapılabilecek
ANNE ELİ DEĞMİŞ GİBİ
KOLAY PAÇANGA BÖREĞİ
yılbaşı yemekleri
MELTEM YURTTAŞ
ANNEMİN PASTASI
[email protected]
Y
ılbaşına sayılı günler
kala hepimiz neler yapacağımızı kararlaştırmaya çalışıyoruz. Mekan
araştırmaları aylar öncesinden yapılmış, program defterlerimiz dolu. Ama bazılarımız
var ki evde geçirdiğimiz fındıklı fıstıklı, nar gibi kızarmış tavuklu yılbaşı gecelerini
arıyor. Nar gibi kızarmış tavuk
için fırına ihtiyacınız var ama
üzülmeyin, yurttaki arkadaşlarımızı unutmadık. Basit ama
anne eli değmişçesine lezzetli yemekler eşliğinde güzel bir
yılbaşı geçirmeniz için size kolay tariflerden oluşan bir menü
sunuyoruz. Lezzetli seneler.
YOĞURT ÇORBASI
Malzemeler:
1 su bardağı yoğurt
1 yumurta
2 çorba kaşığı un
5 su bardağı su
1 çorba kaşığı yağ (tereyağı veya
margarin)
tuz
nane
Öncelikle 5 su bardağı su tencereye
koyulur ve kaynamaya bırakılır. Bir
kenarda yumurta, un ve yoğurt topak kalmayacak şekilde çırpılır. Bu
karışım kaynamaya başlayan suyun
içine yavaşça dökülür. Bu esnada
tenceredeki su karıştırılarak karışımın harmanlanması sağlanır. Kıvamına göre eğer koyu olduysa kaynar
su, sıvı olduysa biraz un takviyesi yapılır. Ardından, yoğurdun kesilmemesi için tuz eklenir. Damak
zevkinize göre istediğiniz kadar ekleyebilirsiniz. Hazırlanan beyaz karışım, 5 dakika kaynatıldıktan sonra ocaktan alınır. Ayrı bir tavada 1
çorba kaşığı yağ eritilir. Üstüne 1
tatlı kaşığı nane ilave edilip bir kez
karıştırıldıktan sonra altı kapatılır.
Naneli karışım sıcakken tencerenin
içine dökülür. Çorbanızı sıcak ya da
soğuk olarak tüketebilirsiniz. Afiyet olsun.
ANNEMİN PASTASI
1 paket kakaolu pasta kreması
1 paket pasta keki
1 paket damla çikolata veya muz
1 kutu süt
1 paket vanilyalı puding
1 tatlı kaşığı kahve
Öncelikle 1 kahve fincanında kuru
kahve sütle birlikte karıştırılır. Pasta kekinin alt parçası düz bir zemine
(Geniş bir tabak olabilir) yayıldıktan sonra kahve-süt karışımının ya-
rısıyla ıslatılır. Önceden hazırlanmış ve soğumaya bırakmış
ılık puding bir kaşık yardımıyla ıslatılan kekin üstüne yayılır. Pudingin üstü, dileğe göre
damla çikolata veya muzla kaplanır. İkisiyle de kaplayabilirsiniz. Ardından ikinci kek bu
yapının üstüne konulur ve geri
kalan süt-kahve karışımıyla ıslatılır. Bir kenarda süt ile pasta kreması hazırlanır. Hazırlanan krema ile pastanın her yeri
kaplanır. İstediginiz şekilde
süsleyebilirsiniz. Afiyet olsun.
BAHARATLI TAVUK
1 paket bütün tavuk
Tuz
1 tatlı kaşığı Zerdaçal
Pulbiber
Kekik
Yağ
Su
Tavuk yemeklik olarak doğranır (Bilmiyorsanız kasabınızdan rica edebilirsiniz, yardımcı olurlar). Tavuk tencereye
(Teflon varsa onu tercih edin)
konur. Üstüne 1 su bardağı su
dökülür ardından 1 tatlı kaşığı tuz eklendikten sonra kısık
ateşte suyu çekilene kadar pişirilir. Su çekildikten sonra tavuk parçalarının üstüne yağ
(Tereyağı veya margarin) eklenir ve tavuk kızarana kadar karıştırılarak pişirilir. Tavuk parçaları ateşten alınmaya yakın
baharatlar ilave edilir. 1 tatlı kaşığı Zerdaçal da bu evrede
katılır. Diğer baharatları aşırıya kaçmamak suretiyle istediğiniz kadar ekleyebilirsiniz.
Sunumunda süzme yoğurt kullanılabilir. Eklemeler size kalmış. Afiyet olsun.
KOLAY PAÇANGA BÖREĞİ
Yufka
Yumurta
Domates
Biber
Kaşar
Salam
Galeta unu
Tuz
Pulbiber vb.
NOT: İki yufkadan 4 kişilik
börek çıkar.
Bu böreğin malzemelerinin
miktarını değiştirerek istediğiniz miktarda yapabilirsiniz.
4 kişilik nasıl yapılır onu anlatalım: Öncelikle domatesler küp küp doğranır. Biberler küçük küçük doğrandıktan
sonra salamlar ince julyen kesimle doğranır. Kaşar peyniri rendelenir. İki yufka üst
üste konur ve 4 parçaya bölünür (Bu işlem sonucu üçgen
şekilli yufkalar elde edilir). İki yufka üst üste konulduktan sonra yufkanın geniş kısmına, fazla olmamak
kaydıyla, malzeme koyulur (tuz ve
istenilen baharatlar bu evrede ilave edilir) ve üç parmak genişliğinde, sarma sarılır gibi katlanır. İçin-
deki malzemenin pişmesi için fazla
kalın olmamalıdır. Bir tarafta yumurta çırpılır. Katlanan yufka önce
yumurtaya ardından galeta ununa
bulandıktan sonra kızgın yağ içine
atılır. Kızarana kadar pişirildikten
sonra tabağa alınır. Afiyet olsun.
ARIYORUM
OCAK 2015
7
Hayat kurtaran alışverişler için
YÜZDE 100 EKOLOJİK PAZARLAR
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme
Derneği tarafından
İstanbul’un beş köşesinde muhteşem bir
emekle kurulan %100
Ekolojik Pazarlar şehir insanını gerçek
besinle ve doğaya saygılı bir ortamla buluşturuyor
IŞILSU YILDIRIM
[email protected]
Yeni kent kültürü ve nüfus patlaması, buna bağlı olarak artan tüketim ve para kaygılı yaşam insanları doğadan her geçen gün daha
fazla koparıyor. Günlük hayatın
karmaşasında insanlar ne kadar
mutsuz ve stresli olduklarını hatta
sağlıklarını kaybettiklerini çoğu
zaman fark etmiyor bile. Doğanın
bir parçası olarak evrimleşen insan, sadece ondan uzaklaşmakla
kalmıyor, aynı zamanda onu yok
ediyor, dolayısıyla kendini de yok
ediyor.
Doğanın özünden uzaklaştıkça
hem psikolojimiz, hem beden sağlığımız bozuluyor. Dünyanın doğal dengesi bu uzaklaşmayı kaldıramıyor. Rekabetle birlikte düşen
fiyatlara rağmen alım gücümüz de
düşüyor. Besin dağılımındaki eşitsizlik her geçen gün artıyor.
Domates almak istiyoruz. Seçeneklerimiz çok: Organik domates,
köy domatesi, tarla domatesi, hormonsuz domates, %100 domates,
harika domates, süper ötesi domates… Peki, ama hangisi gerçek domates?
Birim alandan daha çok ürün almak, ürünlerin daha ‘’güzel’’ görünmesini sağlamak, hasadı erken
yapmak gibi birçok sebeple kullanılan kimyasal gübre, ilaç, hormon ya da böcek öldürücüler insan ve çevre sağlığını son derece
olumsuz etkiliyor.
Durum böyleyken insanla doğayı bir araya getirecek fikirler ve
projeler her geçen gün daha fazla
önem kazanıyor.
BUĞDAY HAREKETI
1990 yılında Buğday Hareketi olarak temelleri atılan Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği,
2002 yılında ortak bir hayali gerçekleştirmek amacıyla kuruldu:
İnsanın doğadaki diğer canlılarla
uyum içinde yaşaması ve ekolojik
bütünlüğe saygılı bir toplum. Bu
amaçla sürdürülebilir tarım yöntemlerinin ve geleneksel üretimin
korunması ve yaygınlaştırılması,
insanların doğa ile uyumlu yaşayabilmesi için bilgilendirilmesi ve
farkındalığın arttırılması yönünde adımlar atıldı.
Kurulduğu günden bu yana oldukça etkili ve faydalı birçok projeye imza atan Buğday Derneği, Haziran 2006’da ilki kurulan
%100 Ekolojik Pazarlar projesiyle insanları gerçek besinlerle buluşturmayı başardı. Bu pazarlar
hem kent insanını doğal ve sağlıklı ürünlerle buluşturuyor hem de
üreticileri organik tarıma teşvik
etmiş oluyor.
EKOLOJIK ÜRÜN NEDIR, NEDEN ÖNEMLIDIR?
Eğer sağlıklı bir domates tohumu,
domatese dönüşüp tüketiciye ulaşana kadar insana veya ekolojiye
zararlı hiçbir kimyasala ya da yönteme maruz kalmıyorsa o domates
ekolojik demektir.
Günümüzde klasik tarım, genetiği
değiştirilerek verimi arttırılmış ve
tek tipleştirilmiş tohumların, kimyasallarla yetişme süreleri kısaltılarak, renkleri parlaklaştırılıp boyutları büyütülerek yetiştirilmesi
anlamına geliyor. Bu yöntemlerle
yetiştirilen ürünler kanserden gen
mutasyonlarına, üreme bozukluklarına kadar birçok sağlık sorununa yol açıyor. Üstelik bu ürünleri
doğrudan tüketmesek bile kullanılan ilaçlar suya ve toprağa karışarak bize ve diğer canlılara
ulaşmanın bir yolunu mutlaka buluyor. İnsan sağlığını oldukça kötü
etkileyen klasik tarım yöntemleri
ayrıca bitki ve hayvanların yaşamlarını, dünyanın binlerce yılda
oluşturduğu dengesini de bozuyor.
Hem kimyasallardan uzak yetiştirilmiş, hem dünyaya zarar vermeden üretilmiş ekolojik ürünler
aynı zamanda klasik tarım ürünlerinden daha besleyici. Yapılan
araştırmalar ve testler vitamin,
mineral, lif ve antioksidanların
ekolojik ürünlerde daha fazla olduğunu gösteriyor.
%100 EKOLOJIK PAZARLAR
YÜZDE 100 Ekolojik Pazarlar,
temiz yetiştirilmiş ve sertifikalı
ekolojik ürünlerin üreticiden tüketiciye kolay, güvenli ve en ucuz
yoldan ulaştırılması için Buğday
Derneği tarafından 2006 yılından
beri kuruluyor. Bu pazarlarla birlikte ekolojik ürün kültür ve bilgisinin yayılması, bu ürünlerin
kolay ulaşılabilir hale gelmesi
ve buna bağlı olarak halk sağlığının iyileştirilmesi amaçlanıyor.
Organik tarımın yaygınlaşmasıyla kırsal alanda ekonomik refahın artacağı düşüncesiyle ekolojik tarıma geçen
üreticiler destekleniyor ve onlara pazar olanağı sunuluyor.
Organik tarım yatırımcıları
teşvik edilmiş oluyor.
%100 Ekolojik Pazarlar, dünyanın bir bütün ve doğayla
uyumun elzem olduğunun farkında olan insanlar için sosyal bir ortam yaratıyor. Daha
pazara adım atar atmaz insan
kendini daha güzel, daha temiz, daha mutlu bir dünyada
hissediyor. İnsanlar iyi bir şeyin parçası olduğunun farkında ve keyifle gülümsüyorlar.
Bazı tezgahlarda, malzemele-
rinin tamamı ekolojik pazarlardan alınarak pişirilen kekler, börekler, zeytinyağlılar da satılıyor.
Vegan ya da vejetaryen seçenekler,
mis gibi çay ve güzel insanlarla güzel sohbetler de cabası.
EKOLOJIK ÜRÜNLER ÇOK
MU PAHALI?
Organik ya da ekolojik ürünler
genelde sıradan ürünlerden daha
pahalı olarak bilinir, bu bir bakıma doğru. Organik tarımda emeğin yoğun olması, kontroller ve
sertifikasyon, ilaç kullanılmamasına bağlı olarak kısa dönem verim kaybı gibi sebeplerden dolayı
%100 Ekolojik Pazarlardan yapılan alışveriş yaygın market zincirlerinden yapılan alışverişten ortalama %10-20 daha pahalı olabilir.
Ancak sağlıksız beslenmeden kaynaklanan sağlık masrafları düşünüldüğünde bu fark hiç de fazla gelmeyecektir. Çünkü kanserin
en önemli sebeplerinden biri olarak yanlış beslenme gösteriliyor ve
kemoterapi de hiç ucuz sayılmaz.
NEREDE BU EKOLOJIK
PAZARLAR?
*Bakırköy %100 Ekolojik Pazar:
Her Cuma, 10.00 – 18.00 saatleri
arasında,
*Şişli %100 Ekolojik Pazar: Her
Cumartesi günü, Feriköy Lala Şahin Sokak’ta 07.00 – 17.00 saatleri
arasında,
*Beylikdüzü %100 Ekolojik Pazar:
Her Cumartesi günü, 10.00 – 18:00
saatleri arasında
*Kartal %100 Ekolojik Pazar: Her
Pazar günü, 08:00 – 18:00 saatleri
arasında
*Küçükçekmece % 100 Ekolojik
Pazar: Her Pazar günü, 10.00 –
19.00 saatleri arasında
*Balıkesir Burhaniye ve Kayseri’deki iki ekolojik pazar ise sezonluk hizmet veriyor ve Kasım ayında
kapanıyor.
%100 Ekolojik Pazarlar ve Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme
Derneği hakkında daha ayrıntılı bilgi için:
ekolojikpazar.org
www.bugday.org
İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER
SAYFA SERGİSİ
3) GÖLET
Eskiden daha meşhurmuş, çok gelen giden olurmuş Gölet’e. Şimdi ise ne
zamandır ördekler ziyaretçileri gözler olmuş...
ARIYORUM
OCAK 2015
8
Hindistan’da bir bilim yolculuğu: Dr. Uğur Güven
YAZI
DİZİSİ
1
KALBİM İTÜ’DE KALDI
FATİH AVCI
[email protected]
Uzun soluklu bir üniversite macerasının sonuna gelmiştim geçen yıl. 16 yaşındayken öğrencisi olduğum İTÜ, benim için vazgeçilmesi zor bir yer olmuştu. Derslere devam etmek
dışında içinde bulunduğum envai çeşit uğraşlar neticesinde, iki basamaklı yıllara ulaşan
öğrencilik hayatım nihayet son bulmaktaydı.
Bunca yıl boyunca en uzak kaldığım konunun mühendislik olduğunu düşünüp üzülürken, şimdi mühendisliğin hayatın her alanında var olduğunu keşfeden şanslı kişilerden
sayıyorum kendimi. 10 yıllık aktif bir öğrencilik hayatına sıkıştırdığım “mühendislik”
her daim varmış. Ne yazık ki ben bunu son
yılımda fark ettim.
Saygıyla andığımız Dr. Hacı İbrahim
Keser’den sonra danışmanlığımı üstlenen
Dr. Bayram Çelik, sıradan bir bitirme görüşmesini, benim için dönüm noktası olabilecek bir şekle getirdi. Kolayca yapılacak bir bitirme projesi isterken, kendimi Hindistan’da
yüksek irtifa uçuşu yaparken bulmamın mihenk taşı Bayram Hoca’dır. Onun vesilesiyle fakültemiz mezunu ve halen Hindistan’da
akademik çalışmalarını sürdüren Dr. Uğur
Güven’le tanışmam, benim için uzay mühendisliğinin, hayatımdan asla çıkarmak istemeyeceğim bir hale gelmesini sağladı. Özgüvenimin bir türlü yerinde olamadığı “derslerim”
konusunda acayip bir son dakika vuruşu yaptı Uğur Hoca.
Hindistan topraklarına adım atar atmaz misafirperverlikleriyle beni utandıran, projedeki çalışma azimlerine hayret ettiğim UPES
(University of Petroleum & Energy Studies)
doktora öğrencisi Gurunadh Velidi ile projede birlikte çalıştığımız yüksek lisans öğrencileri Uvesh Pawar, Smriti Ahuja, Debashish
Banerjee ve Nikhil Gupta’nın takım arkadaşlarım olmasından gurur duydum.
Tabi bana mühendisliğin aslında ne olduğunu
fark ettiren, dünyanın farklı yerlerindeki sayısız genç bilim insanına rehberlik ederek uzay
teknolojileri konusunda onları yönlendiren
Dr. Uğur Güven’in bana kattıklarını paylaşmamak imkansızdı. Pek çok İTÜ’lüye ilham
kaynağı olması için hem Uğur Hoca’yı anlatmak hem de Uğur Hoca’nın anlattıklarından pay çıkararak ‘neden buradayım, aslında
ne istiyorum’ gibi türlü sorularla kafası meşgul olan arkadaşlara, hayat muhasebelerinde
bir kapı açmak için geniş bir röportaj yaptım.
Haliyle tek sayıya sıkışmayacak. Sonraki sayımızda da bu röportajın devamına, hatta röportajın video kaydına da ulaşabileceksiniz.
‘‘7 yaşındayken benim akranlarım dışarıda çanak çömlek veya saklambaç oynarken
ben elime kağıt, kalem alıp
uzay haritaları çizmeye, yıldız haritaları çıkarmaya çalışırdım.’’
Neden İTÜ’yü seçtiniz, neden bilime bu
kadar hevesli oldunuz?
Daha ilk doğuştan itibaren uzay teknolojilerine ve uzaya meraklı bir insandım.
7 yaşındayken benim akranlarım dışarıda çanak çömlek veya saklambaç oynarken ben elime kağıt, kalem alıp uzay
haritaları çizmeye, yıldız haritaları çıkarmaya çalışırdım. 8 yaşındayken ansiklopedi Britannica’nın tüm ciltlerini okumaya
başladım. 10 yaşıma vardığımda, 44 ciltti
benim zamanımda sanırım, hepsini okumayı bitirmeyi başardım. Çocukluğum
Amerika Birleşik Devletleri’nde geçti, dolayısıyla o açıdan kendimi şanslı görüyorum çünkü uzaya olan merakımı tatmin
etme fırsatı buldum. Liseye giderken astronomi kulübü kurdum. Daha sonra ailevi sebeplerden dolayı Türkiye’ye döndüm.
Tabi Türkiye’de üniversiteye sınavla giriliyor. Sınavdan sonra üniversite tercihlerimi yaparken şunu düşündüm; sadece İstanbul Teknik Üniversitesine gitmeliyim,
sadece Uzay Mühendisliği Bölümü okumalıyım. Bizim zamanımızda yanlış hatırlamıyorsam 18 asil 18 yedek tercih yapılıyordu ancak benim için fark etmedi çünkü tek
tercih yaptım. İstanbul Teknik Üniversitesi Uzay Mühendisliği Bölümü yazıp tek tercihle istediğim bölümü kazandım. İTÜ sizin de bildiğiniz gibi çok köklü bir kurum,
Türkiye’deki en köklü, en uzun geçmişi
olan üniversitelerden bir tanesi. Mühendislik ve teknoloji bir toplumun ileriye gitmesindeki en önemli kriterlerden biri, dolayısıyla İstanbul Teknik Üniversitesi yıllardan
beri bu amaca hizmet etmiş, her zaman bilim, teknoloji ve kalkınmayı ön plana atmış
bir üniversite. Bu yüzden büyük bir gururla İTÜ’de öğrenci olarak eğitime başladım.
Benim sınıfdaşlarıma sorarsanız, çoğu
İTÜ’de hoca şimdi, beni ‘deli uzaycı’ olarak
tanıyacaklardır. O dönemde de aynı senin
gibi çok yoğundum Fatih. Öğrencilik yıllarımda İTÜ’de daha kulüpler yaygın değilken ve hoş görüyle bakılmazken Hava Uzay
Bilimleri ve Teknolojileri Araştırma Kulü-
‘‘Şu anda yaşadığımız bu
uzay teknolojileri aslında
1950’li 60’lı yıllarda Sergie
Korolev ve Wernher von Braun arasındaki kişisel yarışın
bir sonucudur.’’
‘‘İstanbul Teknik Üniversiteli öğrenciler, özellikle
yeni öğrenciler için konuşuyorum, çok ciddi olanaklara sahipler. Biz 1980’li
yıllarda öğrenciyken hiçbir
olanağımız yoktu.’’
Gurunadh Velidi, Fatih Avcı, Uğur Güven, UPES Dehradun yerleşkesinde...
bü HUBTAK’ı kurdum. Oldukça da büyük
bir yapıyla çalışmaya başladık. O zamanki hocalarımız sağ olsun kimi destek oldu,
kimi hafiften gülümseyerek olaylara uzaktan baktı. Çok enteresan şeyler yaptık, çok
değerli insanları seminer vermek için davet ettik. Dönemin başbakanı Sayın Turgut
Özal ile temasa geçip, Türkiye’de bir uzay
ajansı kurulması konusunda ciddi konuşmalarımız oldu. Düşünüyorum ve görüyorum ki o dönemde yaptığımız çalışmalar,
sanırım Türkiye’deki ilk uzay teknolojisi bilincinin oluşmasına katkıda bulundu.
Çok sayıda ülke gezmişliğim var, farklı ülkelerde çalışmışlığım var. Ama kalbimizde
özümüzde her zaman bir İTÜ’lü olarak kaldık ve kalmaya çalışacağız.
UZAY ÇALIŞMALARI İKİ
İNSANIN EGO YARIŞIYLA
GELİŞTİ
Peki Hindistan’daki bir üniversiteye
neden geldiniz? Bir geziniz sırasında
mı karar verdiniz, çok ilginç bir hikayeniz olmalı...
Şöyle... Benim dünyada hemen hemen
yirmi kadar ülkede vermiş olduğum bir
seminerim var, çoğu üniveristeler farklı
ülkelerden beni seminer vermeye davet
ediyor. Bir tanesi: Uzay Teknolojilerinin
Geçmişi – The Past History of Spaceflight. Burada, çoğu insanın bilmediği
bir durum var. İlk uzay yarışı başlarken
Amerika’nın Almanlardan aldıkları bilim adamı Wernher von Braun ve işte
Yuri Gagarin’i uzaya gönderen, ilk köpek Layka’yı uzaya gönderen, ilk kadın
Valentina Tereşkova’yı uzaya gönderen
Rus Uzay Ajansı’nın başkanı Sergei Ko-
Hindistan’da gerçekleştirilen yüksek irtifa balon uçuşu ardından Uğur Güven’in ekibi...
sizce?
Aslında burada önemli bir noktaya
değinmek istiyorum. İstanbul Teknik Üniversiteli öğrenciler, özellikle yeni öğrenciler için konuşuyorum, çok ciddi olanaklara sahipler.
DR. UĞUR GÜVEN
KIMDIR?
rolev arasındaki yarış söz konusu.
Şu anda yaşadığımız bu uzay teknolojileri aslında 1950’li 60’lı yıllarda Sergie Korolev ve Wernher
von Braun arasındaki kişisel yarışın bir sonucudur. Bir çok insan
bunu Amerika ile Rusya arasındaki uzay yarışı gibi bilir ama gerçek
tarihçiler bunu çok farklı olduğunu, iki insanın egosunun yarışması sonucunda meydana gelen bir
teknolojik yarışma olduğunu bilirler. Seminerlerimin bir tanesini bunu anlatır. İkinci bir seminerim de peki bu noktadan sonra
nereye gideriz, bu uzay teknolojisi
nereye gidecek, nedir bundan sonraki aşamalar şeklinde: The Future Technologies of Spaceflight...
Ben bunları öğrencilerin seveceği
bir şekilde, popüler bir tarzda anlatıyorum. Dolayısıyla muhtelif ülkelerden hep davet gelmiştir. Aynı
şekilde Hindistan’dan da bu iki seminerimi vermek üzere bana davet
geldi. Ben de hiç tereddüt etmeden
buraya geldim. O zaman Hindistan
hiç geldiğim bir ülke değildi. Tabi
ki çok farklı düşüncelerimin olduğu, çok farklı tanıdığım bir ülkeydi. Biraz da tabi mistisizmle anılan
bir ülke... O seminerlerimi verdim,
çok da başarılı geçti. Hatta, bugüne kadar en uzun alkış aldığım yerlerden biri burası oldu, öğrenciler
ayakta alkışladı, seminer salonundan çıkmama izin vermediler. Hal
böyle olunca üniversitenin rektörü ve ilgili kişiler de çok şaşırdılar.
Ben Türkiye’ye döndükten sonra
benimle temasa geçtiler. Öğrenciler rektörlüğe gidip dilekçe vermişler, benim konuk hoca olarak
gidip bu konuları detaylı bir şekilde anlatmamı istedikleri için. Dolayısıyla üniversitenin rektörü beni
arayıp gelmemi rica etti. Onlarla görüştük, konuştuk, şartları da
bana uygun olunca burada hocalığa başladım. Şu anda da çok memnunum. Birçok öğrencim dünya
çapında çok güzel, çok enteresan
başarılar elde ettiler, çok güzel yayınlar çıkardık, çok güzel araştırmalar yapmaktayım.
ARIYORUM
OCAK 2015
rayaan projesiyle ayda su olduğunu saptama imkanları oldu. Bildiğim kadarıyla 4 sene içinde uzaya
insan göndermeyi planlıyorlar ve
2025 gibi de aya insan göndermeyi planlıyorlar. Uzay çalışmasında
yer almaktadır.
Dr. Güven şu anda
Hindistan’da öğretim görevlisi
olarak çalışmaktadır ve NASA
Güneş Sistemi Araştırma Enstitüsü Proje Paneline ana aday
gösterilmiştir. Ayrıca yakın bir
şekilde NASA Inspires projeleriyle ilgilenmektedir. Şu anki
çalışma konusu olarak Aya nano-sonda gönderilmesi ve belli başlı deneylerin yapılması
yer almaktadır. Özellikle Uzay
Mühendisliği konusunda farkDr Uğur Güven, uzay teknololı ülkelerde ders ve seminerler
jileri ve nükleer teknoloji üzevermiş olan Dr Güven, Güney
rine 100’den fazla makale ve
yarımkürede Uzaya Fırlatma
bildiri yazmıştır. Ayrıca ana
üssü konusunda fizibilite çalışyazarı ve ikinci yazarı oldumalarına da katılmıştır. Şu an
ğu 6 adette kitabı da mevcutABD’de bir belgesel yapımcıtur. Yazmış olduğu makale ve
sıyla beraber, Yıldızlararası Sebildiriler arasında Yıldızlararayahat konulu bir mini belgesel
sı Seyahat, Lalande 21185 Uçuş
seri hazırlamaktadır. KendiMisyonu, Wolf 359 Uçuş Missi şu ana kadar 27 farklı ülkeye
yonu, Uzayda İleri Düzey İtki
seyahat etmiş olup, bu ülkeleSistemleri, Ayda Nükleer Enerji
rin çoğunda “Uzay TeknolojiKullanımı, Füzyon için Aydan
leri ve Soğuk Savaş Tarihçesi”
Helyum 3 Çıkarılması, Oort
ve “Uzay Teknolojilerinin GeleBulutuna Seyahat ve Nüklecekte Durumu” isimli seminerer İtki Sistemleri kullanarak
leri vermiş bulunmaktadır.
Mars’a Seyahat gibi başlıklar
Dr. Güven hem uzay teknolojileri mühendisi hem de nükleer mühendistir. İlgi alanları
arasında başlıca Nükleer Uzay
İtki Sistemleri ve Yıldızlararası Seyahat sistemleri yer almaktadır. Ayrıca Nükleer Mühendislikte, yeni jenerasyon
gaz soğutmalı Nükleer reaktörler konusunda da çalışma yapmaktadır.
Hindistan özelinde sormak gerekirse buradaki öğrencilerin diğerlerinden, olanakları daha yüksek öğrencilerden farkı nedir
Biz 1980’li yıllarda öğrenciyken
hiçbir olanağımız yoktu. Bütün
olanakları kendi dişimizden, tırnağımızdan arttırarak oluşturmaya çalışıyorduk. Şu an İTÜ hem
maddi hem manevi çok ciddi olanaklar veren, öğrencilerin önünü
çok ciddi bir şekilde açan bir üniversite. O yüzden her İTÜ öğrencisi üniversitesiyle gurur duymalı.
Hindistan’la kıyaslamak gerekirse,
senin de burada görmüş olduğun
gibi Hindistan’da hem maddi hem
de manevi olanaklar oldukça kısıtlı. Burası öyle bir ülke ki paran varsa bile bir şeyi bulmak, satın almak
oldukça zor. Yoğun araştırmalar
yapman ya da çok uzaklardan getirtmen gerekiyor. Sadece araştırma bütçesi yeterli olmuyor. Aynı
zamanda büyük bir azmin de olması gerekiyor. Buna rağmen Hindistan kısıtlı olanaklara rağmen
harikalar başarmış bir ülke. Bugün
uzay teknolojisi konusunda dünyadaki en ileri 5 ajanstan birine sahip
bir ülke. Bir seferde 10 tane uyduyu
fırlatabilen tek ülke. En son Chand-
‘‘Hindistan harikalar
başarmış bir ülke. Uzay
teknolojisi konusunda dünyadaki en ileri 5
ajanstan birine sahip.
Bir seferde 10 uyduyu
fırlatabilen tek ülke.’’
‘‘İTÜ, sadece Türkiye
değil, dünya açısından
da bir mühendisin doğru yetiştirilebilmesi için
doğru şeylerin doğru
yerde olduğunu gösteren bir üniversite.’’
bu kısıtlı olanaklarla bile dünyada
birkaç ülke haricinde bütün ülkelerin önüne geçmiş bir ülke. Şunu
diyebilirim; evet olanaklar az ama
azme gelince, Türk deyimiyle kimseye pabucu bırakmıyorlar.
Bu alanda İTÜ öğrencilerine ne
söylemek istersiniz olanakları değerlendirmek anlamında bilhassa?
İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinin özellikle şu anda şu
dönemde son derece şanslı. Bilimsel araştırma yapmak istediklerinde teknolojik olanakları çok fazla.
Muhtelif araştırma bütçeleri var.
Gerek fakültelerin gerek rektörlüğün sunmuş olduğu olanaklar var
gördüğüm kadarıyla. Bunlar bir de
sosyal olanaklarla, kültürel faaliyetlerle de birleşince bir öğrencinin en iyi şekilde olgunlaşması ve
gelişmesini sağlayan çok güzel bir
ortamın İTÜ’de olduğunu düşü-
‘‘Çoğu insan uzay teknolojisi deyince işte
Ay’a gitmek ya da uydu
fırlatmak diye düşünür.
Uzay teknolojisi bunun çok öncesinde, bizim modern teknoloji
dediğimiz şeyin kapısını açar.’’
nüyorum. Ben hemen hemen dünyada yüzün üzerinde üniversite
görmüş bir insan olarak şunu söyleyebilirim; İstanbul Teknik Üniversitesi sadece Türkiye açısından
değil, dünya açısından da bir mühendisin doğru yetiştirilebilmesi için doğru şeylerin doğru yerde
olduğunu gösteren bir üniversite. İTÜ’nün gelişecek şeyleri yok
mudur? Tabi ki vardır. Öğrencilerin kendini geliştirecek imkanı yok
mudur? Tabi ki vardır ama benim
inancım şu ki, iyi bir öğrenci, meraklı ve istekli bir öğrenci İTÜ’nün
imkanlarını kullanarak da çok çok
güzel şeyler yapabilir.
Hem uzun süren hem de çok pahalı olan uzay çalışmaları bir ülkenin bilimsel gelişimi için neden
önemlidir? Olmasa olmaz mı mesela?
Çoğu insan uzay teknolojisi deyince sadece işte Ay’a gitmek ya da
bir roket fırlatmak, uydu fırlatmak
diye düşünür. Esasında uzay teknolojisi bunun çok öncesinde, bizim modern teknoloji dediğimiz
şeyin kapısını açar. Mesela çoğu
insan bilmez ama şu anda mesela
dışarı da sıcaklık 30 derecenin üzerindeyken şu anda benim odamda
18 derecede oturabiliyoruz ki bunu
bir klimaya borçluyuz. Klima teknolojisinin, özellikle split klima
teknolojisinin gelişmesi tamamen
uzay teknolojisinde yapılan çalışmaların sonucudur. Bugün mutfağımızda kullandığımız mikrodalga fırınlar, ilk Apollo uzay
programında astronotlar üç günlük bir yolculuk gerektiren Ay’a sırf
macun yemesinler, daha başka yiyecekler de yesinler diye icat edilmiş bir teknoloji. Bugün kullandığımız LCD televizyonlar uzay
mekiği teknolojisinden türevlenerek bulunmuş teknolojiler. Bugün
günlük olarak kullandığımız teknolojilerin çoğunu biz uzay teknolojisinin araştırılmasında yapılan
çalışmalara borçluyuz. Özellikle
ilaç teknolojisinde kanser ilaçları,
antibiyotikler çok ciddi çalışmalarla yer çekimsiz ortamlarda yapılan deneylerden elde edildi. Dolayısıyla bir ülke gelişmek istiyorsa
uzay teknolojisine çok önem ver-
9
mesi gerekiyor. Türkiye’de ben
uzay teknolojisi alanında yeterli çalışma yapıldığını düşünmüyorum. Evet, şu son zamanlarda bir
hareketlilik oldu ancak hatırlatmak isterim ki Kenya gibi bir ülke
1973’te ilk iletişim uydusunu fırlatmıştır. Türkiye’nin 2013 yılına kadar bulunduğumuz noktadan çok
çok daha ileri noktalarda şeyler
yapmasını beklerdim. İnanıyorum
ki bu konuda daha ciddi çalışmalar
yapılacaktır.
Türkiye ile ilgili gelecek planınız
var mı? Türkiye’ye dönmeniz istenirse hemen gideyim mi dersiniz
yoksa bazı şartların olgunlaşmasını mı beklersiniz?
O konuda biraz daha küresel düşünmeye çalışıyorum. Dünyadaki
her insan dokuz ay on günde meydana geldi. Herhangi bir ırk, dil,
din ayrımı yapmadan, elimden geldiği kadar dünyadaki uzay mühendisliği öğrenimi yapan öğrencilere
yardım etmeye çalışıyorum. Benim açımdan Hintlisi de, Afrikalısı da, Amerikalısı da, Japonu da,
Kanadalısı da bir. Tabi olanakların daha az olduğu bir ülkede hizmet etmek ayrı bir haz çünkü burada yaptığınız bir birim eğitim, size
iki birim, üç birim sonuç olarak
geri dönüyor. O açıdan dünyanın
neresinde olursa olsun uzay teknolojilerinin gelişmesi konusunda
hizmet emekten memnuniyet duyarım. Elbette bir Türk olarak gönül ister ki Türkiye’deki imkanlar
da daha ileriye götürülebilsin. Bu
konuda Türkiye’de olayım olmayayım her zaman bir katkıda bulunmaya çalışıyorum. Örneğin nükleer itki sistemleri, yani roketlerin
nükleer reaktör kullanarak çalıştırılması konusunda dünyada çalışan sekiz bilim adamından biriyim. Dolayısıyla bir Türk olarak
ben bu konuda bilim alanında bir
katkıda bulunduğumu düşünüyorum. Bununla birlikte olanaklar olursa, Türkiye’de de bu konuda ciddi çalışmalar yapma arzusu
olursa ben de elimden geldiği kadar, özellikle roket teknolojisinde
uzman bir bilim adamı olarak yardım etmek isterim.
Röportajın devamı 30. sayıda...
İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER
SAYFA SERGİSİ
4) GÖLET-LOJMAN YÜRÜYÜŞ YOLU
Lojmanda yaşayanların bildiği, sağlam kafalarını sağlam vücutlarına
borçlu olan insanlar için birerbir bir yürüyüş-koşu yolu. Çekoslavakyalı bir öğrenci çoğumuzdan önce bu yolu çoktan keşfetmiş...
ARIYORUM
OCAK 2015
10
Hep teknik
G
App Teknik
FARUK YILMAZ
[email protected]
eçen sayımızda yazmaya başladığımız
telefonumuzu öğretim hayatımızla entegre etmeye
yarayan, hayatımızı kolaylaştıran uygulamalarımızı
tanıtmaya bu sayımızda da devam ediyoruz.
Açık kaynaklı eğitim portalı
Cep telefonu otomatikleştirici
Coursera
Tasker
Coursera, açık kaynak bir eğitim platformu. Sadece üniversite öğrencilerine değil, hayat boyu kendini öğrenmeye adamış herkese hitap eden uygulamada birçok konu hakkında eğitim bulabilirsiniz. Uygulamaya göz atınca: sanat, biyoloji, iş yönetimi, kimya, yapay zeka, bilgisayar, mühendislik,
resim, hukuk, matematik, fizik, eczacılık, sosyal bilimler ve bilgi analizi
gibi bir çok konuda materyale ulaşabildiğimizi görünce oldukça seviniyoruz. Oldukça kolay kullanılabilen bir tasarıma sahip uygulama üzerinden
istediğimiz makaleyi indirebilir, derslere katılabilir, her zaman kendinizi
geliştirmeye ve yeni şeyler öğrenmeye devam edebilirsiniz.
Tasker hayatınızı otomatikleştiren bir uygulama. Bu
uygulama ile çeşitli tetikleyiciler belirlenerek istediğiniz görevin otomatik olarak başlamasını sağlayabilirsiniz. Mesela kulaklığınızı taktığınızda müzik
çaların otomatik olarak başlamasını; ps3 oynarken
telefonun otomatik olarak kapanmasını veya okul saatlerinde telefonun otomatik olarak sessiz moda geçmesini sağlayabilirsiniz. Dahası şarjınız %4’ün altına
düştüğü zaman sevgilinize ulaşamazsan merak etme
hayatım mesajı atıyor; tabi eğer bir sevgiliniz varsa.
(Android)
(Android/IOS/WinPhone)
Matematik problemi çözücü
Yemekhane menüsü uygulaması
PhotoMath
İTÜ Yemekhane
PhotoMath matematik problemlerini
çözen bir uygulama. Uygulamamız, çözülmesi istenen sorunun sonucunu öss
mantığıyla direkt gösterebildiği gibi istersek klasik çözüm mantığıyla adım
adım da gösteriyor. PhotoMath’i nasıl
kullanacağımıza gelirsek sorunun fotoğrafını çekip gerisini uygulamaya bırakıyoruz. Maalesef uygulama şimdilik
el yazısını tanımıyor ve final sınavının
sorularını çözemiyor. Eğer Calculus sorularını çözmesini isterseniz geliştiricilere mail atabilirsiniz. En azından
memleketinize gittiğinizde ilkokula giden yeğeninizin sorduğu soruyu hızlıca çözmüş gibi yapıp gözünde yücelebilirsiniz.
İTÜ Yemekhane, adından da anlaşılacağı gibi o gün
yemekhanemizde hangi yemeklerin olduğunu gösteren bir uygulama. Elektronik Haberleşme 3. Sınıf öğrencisi olan Erkan Şen arkadaşımızın yazdığı bu uygulama ile artık whatsapptan, facebooktan kanka
yemekte ne varmış diye sormamıza gerek kalmıyor.
Uygulamayı indirince görüyoruz ki öğle yemeği ve
akşam yemeği seçme şansımız yok! Nerede bu ayarlar diye uğraşırken görüyoruz ki uygulama saat 21:00
ile 14:00 arası öğle yemeği menüsünü 14:00 ile 21:00
arasında da akşam yemeği menüsünü gösteriyor. Röportajımızda sorduğumuzda ise Erkan’dan bunu tıklama zahmetinden kurtarmak için yaptığını öğreniyoruz. AppStore’a konulduğu ilk gün 300 indirme
sayısına ulaşan uygulamamızı ve Erkan arkadaşımızı
tebrik ediyoruz. Yazılımcı arkadaşımıza ulaşmak isteyenler twitter.com/ErkannYazilim adresinden ulaşabilirler.
(IOS/WinPhone)
Kamera sözlük
Word
Lens Translator
(Android/IOS)
Microsoft’un çeviri uygulamasını ele alıp Google’ın çeviri uygulamasını ele almamak olmaz diyerek bu sayımızda World Lens
Translator’u ele alıyoruz. Klasik sözlüklerden öte geçerek yazılı, sesli dahası kamarelı interaktif bir sözlük. Bing Translator gibi bu uygulamamız da kamerayı çevirdiğimiz yerdeki yazıları ‘’şimdilik’’
3-5 dile çevirme özelliği ile öne çıkıyor. Gerçi İTÜlülerin İngilizceyi ne kadar iyi bildiğini göz önüne alırsak 3-5 dil yeterli oluyor zaten. Benden duymuş olmayın; ama bir sonraki güncellemesiyle birlikte konuşma modunda otomatik algılama özelliğinin sayesinde iki
farklı dilden konuşulduğu sırada uygulama konuşulan dili algılayıp
hemen tercüme etmesi bekleniyor.
Birim çevirici
Convertpad Unit Converter
(Android /IOS)
Belki Kelvin’i Santimetre’ye çeviremeyiz; ama bu uygulama ile birimleri birbirine dönüştürebiliriz. ConvertPad – Unit Converter, yüzlerce birimi birbirine dönüştürebileceğiniz harika bir uygulama, 2013 yılında ‘’En
İyi 50’’ arasına girmeye hak kazanacak kadar. vMilyonlarca kişi tarafından kullanılan bu yararlı uygulama, cihazınızda bulunması gereken bir
araçlardan. Ağırlık, ısı, uzunluk, hacim, yakıt, döviz vb. daha birçok birimi içerisinde sunan uygulama bu kadarla da yetinmeyip Türkçe dil desteği de sunuyor.
(IOS)
ARIYORUM
OCAK 2015
Ekranların en farklı habercisi:
11
FATİH PORTAKAL
FERİT ÇAĞLAR GÜNDÜZ
[email protected]
Sizi daha çok 2010 yılından beri tanıyoruz.
Çok da sevildiniz. Kendi kaleme aldığınız biyografinizde hayatınızla ilgili bazı dönüm
noktalarından bahsetmiştiniz. Bunlardan biraz bahsedebilir misiniz?
Fatih Portakal: Mesleğe bir kartvizitle başladım. Hiç bilmediğim bir meslekti ama kabul
etmiştim; çalışmak zorundaydım. Daha sonra 2006 yılında Mehmet Ali Birand’ın telefonu ile İstanbul’a gelmek bir dönüm noktasıydı. 2009 yılında yine rahmetli Birand’ın desteği
ile radyoculuk yapmak… Dönüm noktası diyorum ama riskti aslında bunlar. Daha sonra Kanal D’de öğle kuşağında haberciliğin dışında bir
program yapmak bir dönüm noktasıydı. Kitap
yazmak aynı şekilde… Sabah haberlerini kendim istedim. Ne kadar hazırlıklıydım ya da değildim bilmiyorum ama o da bir dönüm noktasıydı ve şu anda da ana haber…
Tamamen risk almışsınız.
Risk almak ve sabretmek çok önemli... Bu tüm
gençlere öğütlediğim konuların başında geliyor.
Risk almak ve ardından sabretmek…
“Çizgiyi kaçırdığınız zaman, iş maymunluğa gider”
Sizin ekranda, kameralar karşısında çok sevecen ve içten bir mizacınız var. Gerçek hayatınızda da böyle misiniz yoksa biraz senaryo da
devreye giriyor mu?
Senaryo devreye girmiyor. Ben gerçek hayatımda çok rahat bir insanım. Yani arkadaş çevremde de aynıyım, işimde de. İşimde biraz daha
enerjik oluyorum çünkü o anlarda milyonlara
hitap ediyorsunuz. Orada çizgi çok önemli; çizgiyi biraz kaçırdığınız zaman iş maymunluğa
gidebilir. Ben tüm duygularımı vermeye çalışıyorum: sevinç, hüzün, mutluluk; yani her şeyi.
Ama laubalilik derecesinde değil. Akan yazı
kullanmıyorum. Akan yazıda okuduğunuz yazıyı karşınızdaki birileri yazar ve siz onun duygularını kendinize çevirmeye çalışırsınız. Akan
yazı kullanmadığım için de tüm duygularımı
ifade edebiliyorum; gösterdiğim tepkiler, yüz
ifadelerim, her şey doğal gelişiyor. O yüzden insanlar beni seviyor diye tahmin ediyorum. Samimiyet ve o samimiyeti karşı tarafa geçirmek
çok önemli.
“Bizim yaptığımız habercilik bence
Türkiye’nin ötesinde”
Türkiye’de habercilik ne durumda sizce? Malum bir sansür uygulaması var. Bu haberciliği nasıl etkiliyor?
Türkiye’de habercilik hiç kolay değil. Bu zaten biliniyor. Özgürlük bakımından da bizde
bir “Alo Fatih.” durumu yok. Ama kimi yerlerde adı konmamış sansürler var. Bunun sebebi
maalesef patronlar... Yerel patronlar gazetecilik
ve haberciliğin dışında başka işlerler de uğraştıkları için, ister istemez yolları ihaleler vb. sebeplerle devletle kesişiyor. Türkiye’de demokra-
tik bir ortam olmadığı için kişi devletten apayrı
başka bir sektörde çalışsa bile önüne set koyabiliyorlar. Bugün gelinen nokta: sansür uygulanıyor. “Oto-sansür” denilen olay uygulatılmaya
çalışıyor. Bu tip patronlarda haber yöneticilerine baskı uyguluyorlar. Paranın habercilikten
gelmediği öne sürüyorlar. “Ben batarsam sen de
batarsın.” gibi bir korku sektörü yaratılmaya çalışılıyor. Ama çok şükür ben bunu FOX’ta yaşamıyorum. Çünkü bizim patronumuz sadece
gazetecilikle uğraşıyor; başka bir sektörle değil.
Biz bu sayede özgür habercilik yapıyoruz. Eğriye eğri, doğruya doğru… İnsanlarla kendi doğrularımızı değil, bildiklerimizi paylaşıyoruz.
Bizim yaptığımız habercilik bence Türkiye’nin
ötesinde.
Peki FOX’a geçmeden önce bu tip sansür olayları ile karşılaşmış mıydınız?
4-4,5 yıl kadar Kanal D’de rahmetli Mehmet
Ali Birand’la çalıştım. Mehmet Ali Abi çok özgürlükçü bir insandı. Ajansa gelen bir baskı olsa
bile bize yansıtmazdı. Daha öncesinde muhabirlik yaptığım kurumlar da dahil, sınırlandığımı hatırlamıyorum. Örneğin muhabirlikte
yaptığımız haber de belliydi, o habere bizim yapacağımız katkı da belliydi. Ama şu an durum
bambaşka. “Anchor” olarak orada oturuyorum
ve şu anda hissetsem zaten karşı tarafa da hissettiririm. Ama şu ana kadar herhangi bir sıkıntı yaşamadık. Bundan sonrası için de garantisi yok tabi ki…
“Güçlünün dönemi bittiğinde, özeleştirilerini
yapacaklardır”
Özellikle seçim dönemlerinde, mitinglerde,
“yandaş” diye tabir edilen gazetelerden çok
çirkin haberler gelebiliyor. Bu haberler toplumca da kabul görebiliyor. Bu konu hakkında
ne düşünüyorsunuz?
Ben tercih olarak görüyorum. O yayın kuruluşunun bir yayın tercihi... Yani vicdanları kabul ediyor ki, yayınlıyorlar. Artık Türkiye’de
“bazı” medya gruplarında bunu farklı görüşteki çoğu haberci de yapıyor. Hedef haline getirmek, yargısız infaz yapmak, geçmişten ders almayarak insanları suçlamak, karalamak, yalan
haber yapmak, şahsiyeti zedeleyen haber yapmak… Bunu medya kuruluşları çok yapıyor.
Terbiyesizce bir şey ama tercih meselesi. O noktada şu soruyu soruyorum: “Vicdanınıza karşı
hesap verirken acaba ne diyorsunuz?” Şu anda
ben tasvip etmediğimi cümlelerle anlatıyorum
ama inanın yıllar sonra yaptıklarının yanlış olduğunu kendileri de görecekler. Güçlünün döneminden kurtulduktan sonra, kendi başlarına
kaldıklarında, “Evet ben ne yapmışım? Ben birilerinin deresine su taşımışım; beni kullanmışlar; aslında tetikçi gazetecilik yapmışım.” diye
özeleştirilerini yapacaklar. Geçmişte gördük.
Ben gelecekte de bugünün bazı gazetecilerinin
bu şekilde özeleştiri yapacağına inanıyorum.
“Üniversitelerde özgürlükçü ortamın sağlanması gerekiyor”
Üniversitelerdeki siyasi kutuplaşma hakkında
ne düşünüyorsunuz? Mesela geçtiğimiz aylarda okulumuzda da iki karşıt görüşlü grubun
kavgası oldu. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sevilen haber programcısı Fatih
Portakal ile Türkiye’deki gazetecilik kavramını, habercilik etiğini,
üniversitelerin bugününü ve gündeme dair pek çok şeyi konuştuk
Tehlikeli bir gidişat görüyorum. Bu, baskı kültüründen kaynaklanıyor. Hocamı tenzih ederek
konuşuyorum ama YÖK Başkanı’nın bir sözü
vardı bundan 15-20 gün önce: “Akademisyenler üniversitelerde özgür değil.” demişti. Ben
de ona şöyle bir eleştiri getirmiştim: “Ama sorumluluk sahibi sizsiniz. O insanların önünü
sizler açmalısınız.” Bastırılmış bir akademik
çevre var. Bastırılmaya çalışılan bir üniversite gençliği var. Maalesef hırçınlık da var ruhumuzda. Herkes baskıyı kabul etmiyor. Üniversiteler bence siyasete açılmalı; akademisyenler
özgürce konuşabilmeli. Bakın, hukuktan konuşuyoruz ama hiçbir üniversitede hukuk fakültelerinde dekanlar, profesörler çıkıp bir açıklama
yapamıyor, konuşamıyorlar. Yeni yasa tasarıları ile ilgili kimse bir şey diyemiyor. Herkes
bastırılmış, susmuş durumda. Üniversitelerde özgürlükçü yapının uygulanması gerekiyor.
Gençler söz hakkı mı istiyor, o söz hakkını tanımak gerekiyor. Ama şöyle de bir yapımız var:
birbirimizi dinlemeye ve anlamaya çalışmıyoruz. Hep kendi düşüncemizin doğru olduğunu düşünüp sözün bittiği yerde de kaba
kuvvete başvuruyoruz. Üniversite gençliğinin böyle bir sorunu var. Geçmişte de böyle
sorunlar vardı. Ülkenin bazı sorunlarından
dolayı bunlar yaşanıyor. Üniversite gençliği
birbirine düşecek olursa, o gençliği ayırmak
da çok zor olacaktır. Burada özgürlükçü,
şeffaf ortamın, çoğulcu ortamın sağlanması çok önemli ama aynı zamanda gençliğin
de bunu büyük bir sağduyu içerisinde gerçekleştirmesi, kavganın hiçbir şekilde bu
sağduyunun içerisinde yer alamayacağını
bilmesi gerekiyor. Gerek kendi içlerinde, gerek arkadaş çevrelerinde onları kavgasızlığa
ikna edecek telkinler olması gerektiğini düşünüyorum.
“İki sorunlu sistem
var: adalet sistemi ve
eğitim sistemi”
“Gençlik geleceğimizdir” denir. Şu anki
gençliğin, bizi daha ileriye götürebileceğini öngörüyor musunuz?
Eğitim sistemi bozuk olduğu için görmüyorum açıkçası. Yani sadece üniversiteleri kastetmiyorum. İlköğretimden itibaren
bir laçkalığın olduğunu söylemek gerekiyor. 12 yıldır bir iktidar başımızda ve bu iktidarda en fazla görev değişikliğinin olduğu
yer, Milli Eğitim Bakanlığı. 6. Bakan oturuyor şu anda. “Ağaç yaş iken eğilir.” İlkokul 1’den, üniversite çıkışa... Serüvenin so-
nudur. Ama o 4+4+4’deki 12 yıllık eğitimi nasıl
verdiğimiz çok önemli. “İyi, oturaklı, en azından ‘üniversiteye hazırlanabilecek genç nesiller’
yetiştiriliyor mu?” sorusunu sorduğumuzda,
ben “Hayır.” cevabını kendi kafamda veriyorum. Hala daha sistemler uygulanmaya çalışıyor. İki sorunlu sistem var: adalet sistemi ve
eğitim sistemi. Her gelen yeni bir şey yapmaya
çalışıyor. Sınavlarda çıkan suistimaller, uygunsuzluklar, bireyin sınava ve sisteme olan güvenini yitirmesine neden oluyor. Yani böyle bir
sistem içerisinde nasıl “Öğrenciyi geleceğe hazırlıyoruz.” diyebiliriz ki? Bunu yetkililer de
biliyor ama bir sistem tutturmaya çalışıyorlar.
Sistem de maalesef tutmuyor. Ve gördüğüm kadarıyla üniversitelerde teorik olarak da eksiklikler var, öğrencilerin kendilerini ifade edebilmeleri konusunda da. Mesela sormak gerekir:
“Bir maden fakültesi öğrencisi kaç kere madene
gidiyor?” veya “Üniversite ödenekleri ne kadardır?” Tartışılması gerekir.
İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER
SAYFA SERGİSİ
5) BİSİKLET VE KOŞU PARKURU
İTÜ, Yeşil Kampüs projesinde bir hayli yol
aldı. Etiler Çıkışı yolunda tamamlanan bisiklet yolu ve koşu parkuru, sporseverler için
güzel bir olanak...
ARIYORUM
OCAK 2015
12
SADECE
BİR ‘‘TOMRİS’’ VAR
‘’Yaşam öykümün yazılmasını istemem.Kendi üzerime düşünmeyi bu kadar önemli saymıyorum.’’ diyen bir kadın…
Oysa onu düşünerek yazılmış
onlarca şiir var. ‘’Bir kadın’’ diyerek tanımlamaya yetmeyecek
nevi şahsına münhasır, paylaşılamayan bir isim: Tomris Uyar.
Hiçbir kadın onun kadar sevilmemiştir. Kimler mi var hikayede? İkinci Yeni’den gözünüz
ısırıyor hepsini: Ülkü Tamer,
Cemal Süreya, Turgut Uyar
ve Edip Cansever. Aşka aşık
adamlar ve Türk edebiyat tarihinin en verimli aşıkları…
Tomris Hanım öykü yazarı ve
çevirmen. Ama şüphesiz ki, şiir
yazmayıp yazdırtarak, İkinci
Yeni’nin bel kemiklerinden biri
oluveren bir öykü yazarı ve çevirmen...
GÖZDE BOZYİĞİT
[email protected]
Tamer’di soyadı önceleri. Ülkü Tamer ile
evliydi. Bildiniz mi Ülkü Tamer’i? Bir şairi hayat hikayesinden değil şiirlerinden tanımak gerek… Bakalım kimmiş bu Ülkü Tamer?
‘‘Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün,
Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün;
Serinlik vurdu korulara, canlandı serçelerim;
Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata,
Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta.
Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.’’
Derken Cemal Süreya giriverdi hayatına.
İkisi de evliydi ama sonlandı. Tomris Tamer
değildi artık. Ülkü Bey’in bir şiirinde Cemal
Bey’e rast geldik:
‘‘Tanrı,
Bin birinci gece şairi yarattı,
Bin ikinci gece Cemal’i,
Bin üçüncü gece şiir okudu Tanrı,
Başa döndü sonra,
Kadını yeniden yarattı.’’
Şimdi Tomris Hanım’ın gözünden Cemal
Bey ile bir anısını aktaralım.
Her akşam işten çıkıp şıp diye eve damlıyordu Cemal Süreya. Bir gün Tomris Hanım,
“Biraz gez dolaş arkadaşlarınla buluş.” dedi.
Ertesi gün geç geldi Cemal Süreya, daha ertesi gün de…Hep geç geldi. Bu akşamlardan
birinde, örtü silkelemek için pencereyi açan
Tomris Hanım, apartmanın girişinde oturan
Cemal’i gördü ve gerçek ortaya çıktı. Her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup
‘gecikiyordu’ Cemal Süreya…
Ne de güzel anlatıyordu umutsuzca sevişini bu adam:
‘‘Daha nen olayım isterdin,
Onursuzunum senin.’’
Aşk, kadın bedeni ve erotizm öğelerini öne
çıkaran şuh anlatımıyla tanıdığımız Cemal
Süreya’nın aşk ve cinsellik dolu şiirlerine
konu oldu Tomris Hanım...
‘‘Ay ışığında oturduk
Bileğinden öptüm seni
Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni
Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni
Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni
Evime götürdüm yatağımda
Kasığından öptüm seni
Başka evlerde karşılaştık
İliğinden öptüm seni
En sonunda caddelere çıkardım
Kaynağından öptüm seni.’’
O ise üç yıl süren aşklarını hiç yazmamıştı.
‘‘Senden ayrıldığım anda, senin hakkında,
hikayen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan
kimse duymayacak.’’
...ve sonra ileride biricik, ebedi eşi olacak
olan Turgut Uyar’la tanıştı Tomris ‘Uyar.’
Evet Tomris, Tomris Uyar olmuştu artık.
Turgut Bey ile şiir ve edebiyat mevzuularında mektuplaşıyorlardı aslında. Turgut Bey
yedi yıldır şiire elini sürmemişti, oysa şu
meşhur dizeleri dünyaya kazandıracaktı bu
güzel kadın:
“Derim ki,
Saati sorduklarında;
Onu ‘‘O’’ geçiyordur
Kimse anlam veremez.
Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
Ettirmek istiyor musun demezler.
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.’’
Birazını da Tomris Hanımın ağzından dinleyelim:
“Tanıştığımızda ben yeni evlenmiştim, Turgut nicedir evliydi. Bir gün birlikte olacağımız ikimizin de aklının ucundan geçmemişti. Ayrıca aramızda önemli bir yapı farkı
vardı. Ben sırılsıklam aşık olduğum zaman
bile çevremdeki güzellikleri kaçırmamaya
yatkınımdır. ‘Bir önceki sevgiliden devralınan inceliklerin’ sonraki sevgililikleri kalkındırdığına inanırım. Oysa Turgut Uyar’ın
monogam gözü, yanındaki sevgiliden başka
kimseyi görmez; hiçbir üçüncü öğenin yer
almadığı iki kişilik bir dünya özler. Geçmişin bütünüyle silindiği, geleceğin güvenli olduğu sürekli bir şimdiki zaman peşindedir.
Evliliğimizdeki en büyük sürtüşme de bu
zıtlıktan doğacaktı sonraları… Turgut beni
her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir
kaygıyla yıpranacak, ben de hiçbir rekabetin
söz konusu olmadığı bir alanda boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım’’ (Gündökümü/Bir Uyumsuzun Notları).
dim ki hiç.’’
...ve Edip Cansever… Her doğum gününde yeni bir şiir yazıyordu Tomris Hanım’a.
Duygularını yıllar boyunca gizler, kimselere
söylemez, sadece o doğum günlerinde çıkardı karşısına Tomris Hanım’ın. Bir şiirle sesini duyurabilmekti isteği… Uzaktan severdi hep Edip Cansever... Her gittiğinde de bir
büyük rakı olurdu elinde. Boğaz kenarındaki meyhanelerden birinde baş başa oturdukları rakı masasında şu dizeyi yazmıştı bir peçeteye:
Gelelim Tomris’e… Tarihte bilinen ilk kadın hükümdarın ismidir ‘’Tomris’’ ve Tomris Hanım da ismine yaraşır şekilde kendi kurallarını koyan, başına buyruk, güçlü
‘bir kadın’dı. Sağlıklı yaşamak gibi bir derdi
yoktu ve dilediği gibi yaşadı.
‘’Tomris rakıyı çok severdi, bense onu...’’
Sitem ederdi hep şiirlerinde Tomris Hanım’a.
“Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir
Şiir” de de olduğu gibi:
“Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç.
Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki
Hani Etiler’den Hisar’a insek bile
Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın
Çok yaşında her zamanki çocuksun gene
Ben seni uzun bir yolda yürürken görme-
Tomris Hanım ise onun için şunları söylüyordu:
‘‘Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara
alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana.’’
...ve son olarak Cemal Süreya:
“Her şeyin fazlası zararlıdır ya
Fazla şiirden öldü Edip Cansever’’
der Edip Cansever için.
‘‘Yahu, iç sigaranı!
Benim kadar çok içmek de iyi değil tabii.
Ama başka keyif maddesi kalmadı hayatımda. İçki de içemiyorum artık. Belki bir yere
kadar az içebilirim; ama öyle yapacağıma,
hiç içmem daha iyi. Her şeyim öyledir. İçkiyi
içtim mi çok içerdim.
Sevgim de öyledir.’’
Toplumun haklı çıkmasını ve başkalarının
tahmin ettiği şekilde ölmeyi istemiyordu.
Ama olmadı…Kemoterapi seanslarında tükenerek veda etti hayata.
Son olarak Tomris Uyar için neydi ölüm?
‘‘Bir şeyin birdenbire yerinde olmaması, ama
aynı tiktakın sürüp gitmesiydi ölüm’’ (Yaz
Düşleri/Düş Kışları).
ARIYORUM
OCAK 2015
13
BILGELIK, EGO YÖNETIMI, ENERJIYI YÜKSEK TUTMAK, AŞK, DEĞIŞIM, BAŞARI, STRESI YÖNETME
KILAVUZSUZ YAŞAMAYIN
Fotoğraflar: UMUR CAN KAYA
YAKUP GÖRÜR
K
[email protected]
itabı ilk duyduğumuzda haliyle ‘Yaşamın da kılavuzu mu
olurmuş?’ diye içimizden geçirmedik değil. Hayatın kılavuzu varsa eğer, yaşamak da o kılavuzu çözenler için kolay ve tam da istedikleri gibi
seyreder. Böyle mi olur? Kafamıza takılan bu ve benzeri sorulara, geçtiğimiz
aylarda okuyucuyla buluşan ‘‘Yaşamı
Kullanma Kılavuzu’’ kitabının yazarı Figen Karaaslan’la yanıt bulmaya çalıştık...
Yakup Görür: Kitabınızın çok iddialı bir adı var. Gerçekten yaşamın kılavuzu mu sizin kitabınız?
Figen Karaaslan: Tabi ki herkese tek bir şey sunamazsınız ama önemli olan bu kitabın insana ve yaşama dair, doğru ve olması gereken bir bakış açısı kazandırması. Ben aslında öncelikle insanların
doğru bir bakış açısı yakalaması gerektiğine inanıyorum. Herkesin kendi yolu vardır ve bu yolu kendisi çizecektir. Ben kimseye sadece tek doğru budur ve bunu yapmalısınız demek istemiyorum asla.
Ben daha çok bakış açımızı doğru bir şekilde oluşturduğumuzda zaten yaşam içerisinde problem yaşamayacağımızı söylüyorum. En doğru kararları verebileceğimizi düşünüyorum. Bu açıdan bu kitapta
insan ve yaşamla ilgili önemli saydığım maddeleri
ele aldım.
Kitabınız okura ne vaat ediyor? Neden “Yaşamı Kullanma Kılavuzu”?
Hayat bize verilmiş en büyük hediye. Bu hayata deneyimsiz olarak geliyoruz ve bunu deneye yanıla ve
biraz çevrenin yönlendirmesi biraz da kendi deneyimlerimizle öğrenmeye çalışıyoruz. Ben de insanların bazı konularda özellikle takıldığını, zaman
zaman zorlandığını ve dışarıdan bazı tüyolar almaya ihtiyaç duyduklarını gözlemledim. Kendi deneyimlerimden de yola çıkarak bu konuda bir eksiklik olduğunu ve bazı dönemeçlerde “Keşke bir örnek
olsaydı önümüzde de hazır bilgiyi oradan alarak
kendimize uygulayabilseydik.” diye düşündüm. Madem ben zaman zaman bunun eksikliğini hissediyo-
rum, birçok insan da hissediyordur diyerek böyle bir kitap
yazmaya karar verdim.
“OLUMLAMA İLE HAYATINIZ DEĞİŞİR”
Hayatı çok karmaşık biliyoruz,
çok değişken bir süreç sonuçta.
Bu açıdan nasıl değerlendirirsiniz kitabınızı?
İşte bu karmaşayı biraz uzaklaştırabilmek için doğru bakış
açısıyla bakabilmek gerekiyor. Mesela stresle başa çıkabilmek... Özellikle büyük şehirlerde ve metropollerde bizi
çok zorlayan ve yaşam kalitemizi düşüren bir olgu
stres... Buna nasıl bakmalıyız, stres nedir, bunun
üzerinde ne şekilde hakimiyet kurabiliriz? İlişkileri
nasıl ele almalıyız, ne şekilde bakmalıyız? Tüm bunları 15 farklı konu içerisinde, Yaşamı Kullanma Kılavuzu da dahil olmak üzere bölüm bölüm ele almaya çalıştım.
Sizin bu kitabı yazarken kılavuzunuz ne oldu? Nelerden yararlandınız?
Kişisel gelişim kitaplarından, yaşam koçluğu yaparken bana danışanların deneyimlerinden, felsefe ve
psikoloji alanlarından yararlandım. Bunların hepsinin bir araya getirilmesiyle oluşmuş oldu diyebilirim.
Peki hayat kesin kılavuzlara sahip mi? Teknik üniversiteliler olarak hayata formüllerle kılavuzluk etmek
bizim çok hoşumuza gider. Sizin kılavuzunuz bu formülleri öğretiyor mu?
Evet, teorik olduğu kadar bazı pratik bilgiler de var.
Zihni en iyi formatlama yöntemlerinden biri olan
“olumlama” var. Sonuçta düşüncelerinizi değiştirdiğiniz zaman ve bir süreç boyunca o düşüncede
kaldığınız zaman bakış açınız değişiyor; bakış açınız değiştiği zaman davranışlarınız değişiyor; davranışlarınız değiştiği zaman da hayatınız değişiyor aslında. Tabi bunlar bir iki günlük olaylar değil,
bir aylık bir süreçte düzenli olarak yapıldığı takdirde geri bildirim alabileceğiniz şeyler. Bununla ilgili
bazı pratik bilgiler de yer alıyor kitabın içinde. Burada tabi yazar kadar okuyucuya da iş düştüğünü düşünüyorum. Eğer okuyucu bir şey almaya hazır değilse, istek duymuyorsa, hiçbir şey onu olumlu ya da
olumsuz şekilde etkileyemeyecektir.
FİGEN KARAASLAN KİMDİR?
İ
stanbul’da doğup İzmir’de büyüyen Figen Karaaslan, küçüklüğünden
beri okumaya ve edebiyata düşkün bir insan.
Halkla ilişkiler ve reklamcılık mezunu. Uzun
süre reklam ve metin
yazarlığı yapıp reklam
kampanyaları hazırlayan Karaaslan, psikoloji ve yaşam koçluğu eğitimleriyle birlikte yazma
dürtüsüne kulak verdi-
Sosyal sorumluluk ve kişisel gelişim konularında
İndigo dergisinde yazarlık yapmaya başladı. Goa
Yayınları’ndan çıkan ilk
kitabı Yaşamı Kullanma
Kılavuzu, Karaaslan’ın
yazarlık kariyerinin
önemli bir adımıdır. Aynı
zamanda yaşam koçu da
olan Karaaslan, dergi yazarlığına devam etmekte, bir iletişim ve bilişim
firmasında da editörlük
yapmaktadır.
İTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER
SAYFA SERGİSİ
6) YAPI DEPREM UYG-AR MERKEZİ
İnşaat Fakültesinden batı yönüne doğru ilerleyince karşınıza genişçe
bir bahçe çıkacak. Sakin bir ders çalışma ve sohbet ortamı olarak kullanabileceğiniz özel bir yer...
14
ARIYORUM
OCAK 2015
FRANK
ABAGNALE
EMİR ÜSTÜNIŞIK
[email protected]
JAN VAN EYCK
detaylar ince ince çalışılmıştır; kıyafetlerdeki kıvrımlar, köpeğin tüyleri,
portakal yüzeyinin ayrıntıları,
aynanın etrafındaki dışbükey
parçalar, avize… Birçok ayrıntı daha bu listeye eklenebilir; ancak, en önemli ayrıntı ressamın
kendisinin bu tabloda
yer alması olsa gerek.
Kont öldükten sonra da 1425’te Burgundy
Dükü İyi Philip’in saray ressamı olarak çalışmaya başlamış. 1431’de evlendikten sonra
Brugge’a yerleşen ressamın, ağabeyi Hubert
Van Eyck’in St. Bavo Katedrali için yapmaya
başladığı, oldukça büyük bir tablo olan Gent
Mihrap Resmi’ni burada 1432’de tamamladığı biliniyor. Bu önemli eser, aslında dini konular ile çeşitli halk gruplarının işlendiği 12
ayrı tablodan oluşuyor. Bazı parçaların boyutlarındaki ve figürlerdeki oransızlık, figürlerin boyutlarını önem hiyerarşisine göre
yapmayı amaçlayan gotik gelenekle de örtüşüyor.
Tüm bunların dışında bu tablonun
özel olmasını sağlayan en önemli şey, aynanın üzerinde yer alan ressamın imzası:
“Johannes Van Eyck fuit hic 1434” ( Johannes van Eyck buradaydı, 1434). Bu imza tarihin ilk ressam imzalarından biri niteliğinde aslında; çünkü o zamana kadar ressamlar
Tanrı’yı yüceltmek adına resimlerini isimsiz
yapıp detayları önemsemezlermiş ancak bu
tablo tüm tabuları yıkmış. Ressamın bu tarihten sonra yaptığı ve günümüze ulaşan diğer eserlerinde de imzası görülmektedir.
B
Frank Abagnale’in hikayesi, ailesinin 16 yaşındayken boşanma kararı almasıyla başlar.
Mahkemede hakim beraber yaşaması için
aile fertlerinden birini tercih etmesi gerektiğini söylediğinde Frank cevaplayamaz ve
duruşmaya ara verildiği sırada mahkeme salonundan kaçar. Annesini 7
sene hiç göremez ve babasını
da bir daha ne görebilir ne
de konuşabilir. İş aramaya
başlayan Frank, başvurduğu yerlerden 16 yaşında olduğu için yeterli parayı alamaz.
Büyük gösterdiği
için yaşı konusunda yalan söyler ve
ehliyetinde yaşını
bir sene büyüterek
aynı iş için daha
fazla para almaya
başlar.
u tefrika
kayığımıza
ECMEL SERRA PÜSKÜLLÜ
sanatta öncü
[email protected]
isimlerden biri olan ve
“Jan Van Eyck buradaydı.”
bizim de nihayet “buradaydı”
Bir diğer ilginç nokÖnemli eserlere imza atan Flaman ressam ta, ressamın gerdiyebileceğimiz Jan Van
Johannes Van Eyck, yağlı boya kullanımıy- çekçi tabloları için
Eyck ve sadece filmlerde
la resimde devrim yaratan sanatçılardan- ortaya atılan kudır. Genelde portreler ve dini konular üze- ramlardan birinin
rastlayacağımızı sandığımız
rine çalışan ressamın, ustalık eseri Gent bu tabloda yer almahayat hikayesiyle kendisine Evi terk ettiğinde
Mihrap Resmi olarak geçmesine rağmen, sıdır: dışbükey ayna.
en çok bilinen eseri Arnolfini Portresi ya da Ressamın görüntüleyanına aldığı az eşhayran bırakan Frank
ri yansıtıp çizmek için
diğer adıyla Arnolfini Evlenmesi’dir.
yadan bir tanesi ise
ayna ve mercekler kulAbagnale teşrif ediyor.
çek defteridir.
landığı düşünülmektedir
Van Eyck’in 1300lerin sonunda Flandres’da
çünkü. Yoksa bu kadar gerKeyifli okumalar
(Belçika’nın bir kısmı) doğduğu biliniyor
New York’ta uzun süre karçekçi nasıl çizebilirsiniz ki?
ama 1422 yılında Hollanda Kontu’nun saray
şılıksız çekler yazarak birçok
dileriz.
ressamı oluncaya dek adı pek duyulmamış.
bankayı dolandırır. Çekler geri
Ayrıca sanatçı, “tempera” yani yumurta bazlı boya yerine yağlı boya kullanmak, ki yağlı boya daha yavaş kuruyarak rötuşa izin verir, reçine üzerine boya katarak farklı renkler
elde etmek gibi alışagelmişin dışında malzemeler kullanarak eserlerine daha fazla derinlik ve parlaklık da sağlamıştır.
Yıl 1434’e geldiğinde ressam bu kez ileride en çok bilinen tablosu olacak Arnolfini
Portresi’ni yapmıştır. Bu tabloyu ayrıcalıklı kılan ise sadece yağlı boya kullanılması değildi tabi ki. Öncelikle, Van Eyck, bu tabloda,
döneme zıt giderek dini ya da kraliyet içerikli bir konu işlememiştir. Kimi kaynaklarda,
Giovanni di Nicolao Arnolfini ve eşi Giovanna Cenami’nin evliliğinin işlendiği resimde,
kadının hamile olduğu yazılır. Kadının evlilikten önce hamile kalması değişen ahlak olgusunu ve tablodaki köpek de evlilikteki sadakati vurgulamaktadır. Bazı kaynaklarda
da Arnolfini ve eşinin resmin yapılış tarihinden 13 yıl kadar sonra evlendiği, bunun sadece kendilerinin portresi olduğu ve kadının o
dönemin modasına uygun bol kumaşlı bir elbise giydiği yazılmaktadır.
İkinci olarak, gerçekçilik oldukça ön plandadır. Her bir objeye ayrı önem verilmiş ve
Johannes Van Eyck, 9 Temmuz 1441’de öldükten sonra, Avrupa’da “ressamların kralı”
olarak anıldı. Johannes Vermeer gibi birçok
sanatçıyı etkisi altında bırakan ressam, eserlerini imzalayarak kendinden sonraki ressamlara kendilerini önemsemeyi de miras bırakmıştır.
dönmeye başladığında ve polis peşine düştüğünde Frank Abagnale için artık
New York’u terk etme vakti gelmiştir. Chicago veya Miami’de New York kökenli bir
çek bozdurduğu takdirde çekin New York’a
gidip geri dönmesi uzun zaman alacağından
mümkün olduğunca sık yer değiştirmesi gerekir. 16 yaşında tüm bu sıkıntıların pençesinde çaresizce 42. Cadde’de dolaşan Frank,
Concord Oteli’nden (şimdiki ismi Hyattt)
bir uçuş ekibinin çıktığını görür ve işte bu!
Bir pilot gibi davranırsa hem bedava dünyayı gezebilecek, hem de gittiği yerlerde farklı
farklı insanlara çeklerini bozdurabilecektir.
PanAm havayollarını arar ve uçuş üniformasının kuru temizlemecide kaybolduğunu ve yenisine ihtiyacı olduğunu söyler. Yeni
üniformasını alabileceği yeri öğrenir ve artık üniforması da hazırdır. PanAm için kimlik kartı hazırlayan firmaya gider ve kendi
şirketine, PanAm formatında bir kimlik hazırlamak istediğini söyler. Tanıtım amacıyla kendine PanAm kimliği çıkarttır. Daha
sonra PanAm uçak modellerinden çıkarttığı PanAm simgesini kimlik kartına ve çeklerinin üzerine yapıştırır. Üniforması, kimlik
kartı ve PanAm çek defteriyle artık bir PanAm pilotundan farkı yoktur. Tanınmamak
için farklı havayolu şirketlerinin uçaklarıyla, kokpitteki boş koltuklarda seyahat eder
ve her uçuşta aynı muhabbet döndüğü için
cevaplarda uzmanlaşır. Teknik konulardaki
açığını belli etmemek için bindiği uçaktaki
pilot hangi uçağı uçuruyorsa, o farklı bir tanesini uçurduğunu söyler. Bu şekilde Frank
Abagnale, 18 yaşından 20 yaşına kadar toplam 260 uçağa bedava binerek 26 ülke gezmiştir. İyi kazanmasına rağmen bu işi bırakmasının sebebi ise artık FBI’ın peşine
düşmüş olmadır. Böylece üniformasını askıya asarak Atlanta’da bekar insanların kaldığı bir otele yerleşir ve burada kendini doktor
olarak tanıtır. Pahalı bir araba kullanmasını, pahalı kıyafetler giymesini ve neden çok
fazla çalışmadığını açıklayan bir meslektir
doktorluk... Atlanta’da ikamet ettiği sırada civardaki hastanenin yönetimi tarafından aranarak, gece nöbetine kalan pratisyen
hekimin ailesinden birinin öldüğünü ve yerine bakması için birini aradıkları söylenir.
Frank bunu yapamayacağını, çünkü lisansının Georgia eyaleti için geçerli olmadığını
söyler. Hastane yönetimi ise bunun bir problem olmadığını ve kendisine geçici bir hekimlik lisansı tahsis edebileceklerini söyler.
Böylece Frank pilotluğun yanı sıra lisanslı
bir doktor olarak 10 gün boyunca hastanede görev yapar. Hastanedeki görevi süresince
kimse ondan şüphelenmemiş ve herhangi bir
problem çıkmadan yerine baktığı doktora
görevi teslim edebilmiştir. Doktorluğa noktayı koyduktan sonra Louisiana eyaletine giderek 2 ay boyunca hazırlanır ve baro sınavlarını geçer. Bundan sonraki 1 yıl boyunca
da bir hukuk bürosunda avukatlık yapar.
Her suçlu gibi eninde sonunda Frank de adaletin pençesine düşer ve 21 yaşında Fransız polisi tarafından yakalanarak Perpignan
Hapishanesi’ne, buradaki cezası tamamlanınca da İsviçre’de bir cezaevine transfer
edilir. Resmi kayıtlara göre hapishaneye girdiğinde 89 kilo olan Frank, çıktığında 49 kilodur. İsviçre’deki ceza süresi bittiğinde ise
Amerikan hükümetine teslim edilir ve federal hapishanede 12 seneye mahkum edilir. 4 sene tutukluluk süresinden sonra, 26
yaşında FBI’ın çek sahteciliği ile ilgilenen
biriminde çalışmak üzere tutukluluk süresi bitinceye kadar onlar için çalışması teklif edilir.
Frank bu sene FBI’daki 38. senesini kutluyor.
“Hayatında başına gelen en güzel şey” olduğunu iddia ettiği karısıyla yaşıyor, küçük
oğlu Beijin, bir üniversitede yüksek lisans yapıyor. Ortanca oğlu Nevada Üniversitesi’nde
ekonomi üzerine doktora yapıyor. Büyük
oğlu ise bir FBI ajanı.
Hayatını kitaba, filme ve müzikale çeviren
herkese minnettar olmasına rağmen; anlatılan hikayelerin yaşadıklarını tam olarak
yansıtmadığını ifade ediyor. Onu bir efsane
olarak gören insanlara söylediği birkaç söz
var: “Ben sadece 16 yaşında bir çocuktum.
Bütün 16 yaşındakiler çocuktur ve bütün çocukların anne ve babalarına ihtiyacı vardır.
Fransa’daki tutukluluk sürem boyunca tek
hayalim, Amerika’ya döndüğüm zaman babamın boynuna sarılıp, öpüp ondan özür dilemekti. Babam ise o sırada her gün yaptığı
gibi metronun merdivenlerinden çıkıyordu.
O gün ayağı kaydı ve başını vurarak hayatını kaybetti. Steven Spielberg hayatımı konu
alan çok güzel bir film yaptı. Fakat ben, iyi
bir eş, iyi bir baba olmaktan daha fazlasıyla
övünmüyorum.”
ARIYORUM
OCAK 2015
15
“AŞAĞI” TIRMANANLARIN SESİ, SOLUĞU:
YERALTI EDEBİYATI VE BEYAZPERDE
Requiem for a Dream
ZEYNEP DELİBALLI
[email protected]
“A
ğlayacaksan odanda ağla!” çocukluğumuzdan beri bize öğretilen bir şeydir; odanda ağla ki
mutsuzluğun bulaşmasın, insanlar
rahatsız olmasın, bu kadar güçsüz olduğunu gösterme.
İnsanlar yanında mutsuz ya da sorunlu insan görmek istemezler ama eğer
mutluluk yaşıyorsan neredeyse hiç
kimse sana “Git başka odada sevin.”
demez; mutluluklar görülmeli ama
acılar saklanmalıdır. Edebiyat dünyasında da mutlu insanlardan uzak
durup, ağlaman gereken oda “Yeraltı
Edebiyatıdır”.
Yeraltı deyince de insanın aklına gelen, orada bir şeyler olduğu bilinen
ama görünmediği için yok sayılan ya
da üzerinde düşünülmek istenmeyen
şeylerdir; çünkü yerin altı karanlıktır. Acılar, hüzünler yerin altındadır.
Hani bir film izlerken bir sahne gelir
ya, bir karakter ayağa kalkar ve insanlara bağırır: “Yeter artık! Bu mutluluk
oyununuzdan sıkıldım. Ben mutlu
değilim, kimse mutlu değil!” Yeraltı
edebiyatı da insanlara bu kelimelerle bağırır.
Yeraltı edebiyatı, dili zincirlerinden
kurtarmak için 19. yüzyılın ortaları ile 20. yüzyılın başlarında oluşmaya başlayan, “Ben özgürüm!” diye
bağıran edebiyat türüdür. Popüler
edebiyatın içinde bulunduğu mutluluk denizinde yüzmek yerine, kıyıya yüzerek gerçek olanı arar. Amaç,
mutlu sonu aramak değil; hayatın acı
ve kötü gerçeklerini insanların önüne
sermektir. Yeraltı edebiyatının ortaya
çıkışının, kapitalizmin ortaya çıkmasıyla paralel olduğunu söylemek yanlış olmaz. 20. Yüzyılın başlarında kapitalizmin yaygınlaşmasıyla insanlar
daha çok para kazanmak, mevki elde
etmek için önlerine çıkacak tüm engelleri doğru ya da yanlış yollarla acımasızca aşmaya başladılar ve yeni bir
dünyanın kapısını araladılar. Bu yeni
dünya ile birlikte edebi eserlerde artık sadece güzel şeyleri yazamazdı;
insanların ne hale geldiğini, nasıl kötülüklere bulaştığını artık tüm dünya
Fight Club
ÇIKIŞ NOKTASI INSANLARIN ZAMANLA BOZULAN IÇ VE DIŞ DÜNYASI VE
ONLARIN KENDILERIYLE IÇ HESAPLAŞMASI OLAN YERALTI EDEBIYATININ
DEĞERI GIDEREK ARTMAKTADIR. BUNA NEDEN OLARAK DÜNYA ILE BERABER INSANLARIN DA GÜNDEN GÜNE KÖTÜLEŞMESI GÖSTERILEBILIR. EDEBIYAT DÜNYASININ BÖYLESI ÇEKICI BIR KONUDAN UZAK DURMASI ELBETTE KI DÜŞÜNÜLEMEZ VE KABUL ETMEK GEREKIR KI EDEBIYAT ASLINDA
BIR DOKTORDUR; ÖNCE ARAŞTIRIR SONRA TANI KOYAR VE TEDAVI UYGULAR “EDEBIYAT DÜNYASI’NIN” EN HASTALIKLI KONUSU VE AYNI ZAMANDA EN SERT TEDAVISI DE YERALTI EDEBIYATI’DIR.
bilmeliydi…
Kökleri Marquis de Sade’e kadar dayanan yeraltı edebiyatı küfrün, şiddetin ve aykırılığın dışavurumudur. Yer
altı edebiyatının bilinen en eski yazarlarından biri Charles Bukowski’dir.
‘Factotum’, ‘Kasabanın En Güzel Kadını’ (The Most Beautiful Woman in
Town), ‘Pulp’, ‘Postane’(Post Office)
eserlerinden sadece birkaçıdır. Özellikle Factotum’da Bukowski kendi
gençliğini anlatırken kendinin de bir
yeraltı karakteri olabileceğinin sinyallerini vermiştir.
TRAINSPOTTING
Bir diğer popüler isim olan, İskoç Edebiyatının ünlü yeraltı yazarı Irvine
Welsh’in ilk romanı Trainspotting, 16
yaşında uyuşturucu kullanmaya başlayan yazarın kendinden yola çıkarak yazdığı bir kitaptır. Eserde Mark
Renton ve arkadaşlarının uyuşturucu bağımlılıkları işlenir, konu odağı
daha çok Mark Renton olarak kalır.
Renton ve arkadaşlarının hayatlarında uyuşturucu dışında bir konu yoktur. Renton defalarca uyuşturucu bırakma deneyiminin ardından bir gün
altın vuruşla ölümle burun buruna
gelir. Bu deneyimin ardından bambaşka biri olmaya karar verir. Roman
kült yapıt olarak anılmaya başladıktan sonra, yönetmen Danny Boyle tarafından sinemaya aktarılmış ancak
bir dönem uyuşturucuya özendirdiği
gerekçesiyle fazlaca eleştiri almıştır.
O zamanlar İskoçya eski Sağlık Bakanı Sir Kennety Calman, kitabın uyuşturucu ile savaşta tedavi amaçlı olarak ilaç gibi kullanılabileceğine dair
bir açıklama da yapmış ve madde bağımlılığıyla mücadele edenlere “Trainspotting” romanını okumalarını,
filmini izlemelerini önermiştir.
FIGHT CLUB
Yeraltı Edebiyatı’nın popülaritesi Chuck Palahniuk’un “Dövüş Kulübü” adlı eserinin 1999 yılında sinemaya taşınmasının ardından zirve
yapmıştır. Filmde kendini arayan karakter, “kötü adam” Tyler ile tanışır
ve Tyler onu karanlık dünyasına çeker; akla gelmedik kötülükleri dövüş
kulübünden başlayarak gösterir. Filmin sonunda anlaşılır ki kötü adam
olan Tyler kendisidir ve tüm bunları
tek başına yapmıştır. Hayatta denileni
yapıp iyi bir insan olmaya çalışırken
sadece ezilen kişi olmuşken kötü tarafını ortaya çıkarınca kazanan olmaya
başlamıştır. Korkularımız üzerine giden kitap, bizi sınırlarımızı öğrenmenin ve gerçeği anlamlandırmanın kötülüğü anlamakla mümkün olduğunu
söyler.
Trainspotting
çekerken, uzayıp giden paragraflarda karakterlerin dipsiz duygularının
okuyucuya işlemesi amaçlanmış.
2000 yılında Darren Aronofsky tarafından beyazperdeye uyarlanan ve Ellen Burstyn, Jennifer Connelly ve Jared Leto gibi isimleri zirveye taşıyan
trajedi eseri, Ellen Burstyn’e ayrıca en
iyi aktris dalında akademi ödülü kazandırmıştır. 4 mevsimin keskin geçişleri ile paralel olarak işlenen ve
uyuşturucu yaşantısının yokuş aşağı
giden hikayesinin işlendiği film, ana
müziği olan Clint Mansell’in Lux Aeterna adlı eseri ile de bütünleşmiş ve
sonrasında pek çok filmde ve fragmanlarında bu etkileyici müzik kullanılmıştır.
Ağır Roman
TÜRKIYE’DE “YERALTI”
Ülkemizde ise yeraltı edebiyatının gelişmiş olduğunu söylemek zor. Bunda
doksanlara kadar yoksullukla boğuşan ülkemize kapitalizmin geç uğramasının da payı büyüktür. Türkiye’de
yeraltı edebiyatı deyince akla ilk olarak Hakan Günday’ın “Kinyas ve
Kayra” ve Metin Kaçan’ın “Ağır Roman” adlı eserleri gelir. 1996 yılında
sinemaya uyarlanan Ağır Roman döneminin en çok ses getiren filmlerinden biri olmuştur. Eser adını ağır bir
Roman oyun havasından alır. Eser
daha sonra İstanbul Devlet Opera ve
Balesi tarafından dans tiyatrosuna
çevrilmiş ve 2006 yılında East Side
Story (Doğu Yakasının Öyküsü) adıyla Hollywood’da sahnelenmiştir.
Günden güne popülaritesi artmaya devam eden yeraltı edebiyatı tüm
dünyanın sıkıntıda olduğu konulardan beslendiği için insanların ilgisini de üzerine çekmeyi başarmaktadır. İnsanlar
kendilerindeki sıkıntıyı görmezler ve başkalarının sıkıntılarını gördükçe kendi
sıkıntılarının olmadığını zannederler
ya da öyle hissetmek
isterler. Yeraltı edebiyatının da sinemasının da bu denli
başarılı olmasındaki en büyük etken
budur. Artık zamanla güzelleşen bir
dünya da hayal olduğu için, yer altı
edebiyatının hayatımızdaki yeri kaybolmayacağı gibi, yeni konularla da
önümüze gelmesi kaçınılmazdır.
Dövüş Kulübü’nün başarısından sonra yeraltı edebiyatının eserlerini sinemaya aktarma işi ivme kazanmıştır.
Dünyada birçok eser sinemaya başarılı bir şekilde aktarılmıştır.
Çoğu insanın sinemaya giderİTÜ’DE PEK BİLİNMEYEN YERLER
ken filmden beklentisi sadece iyi
vakit geçirip eğlenmek olduğu
SAYFA SERGİSİ
için birçok yeraltı filminin gişe
başarısı filmin kalitesinin aşağısında kalmıştır.
7) İTÜ KREŞ VE ANAOKULU
REQUIEM FOR A DREAM
Yeraltı edebiyatının en çarpıcı
eserlerinden bir diğeri de şüphesiz Hubert Selby’nin 1978 yılında kaleme aldığı Bir Düş İçin
Ağıt (Requiem For A Dream) kitabıdır. Dört farklı insanın uğradığı yıkımı, yeraltının sert
diliyle yansıtan ve bu kadar yükseğe çıkmanın ancak düşmekle
sonuçlanacağını anlatan Selby,
Brooklyn’in yoksul mahallerinde uyuşturucunun pençesindeki hayatların, işler yolunda gitmediğinde nasıl savrulduğunu
okuyucusuna adeta yaşatıyor.
Kitabı son derece etkileyici kılan özelliklerinden biri de, hiçbir bölümünde konuşma çizgisi
kullanılmamış olması. Karakterlerin söylediklerinin art arda
akıcı bir şekilde yazılması okuyucu maceranın en içine kadar
İşte en küçük İTÜ’lüler... Kolej kapısından girip ağaçlı yoldan geçerkensağa doğru giderseniz Alice’in Harikalar Diyarı’na ulaşırsınız... Çok tatlılar, değil mi?
arıYORUM
istanbul teknik üniversitesi basın yayın kulübü
yirmi dokuzuncu sayı, ocak iki bin on beş süreli yayın ISSN: 1305 - 4785
itü gazetesi
BİZE KATILIN
Bu gazetenin yapımında, dağıtımında, yazımında, etkinliklerinde,
kısaca bir kulübün işlerliğinin her aşamasında bulunmak ve bir şeyler
üretmek isterseniz bekleriz. [email protected]
SNOWBOARD YILDIZLARI
ta19-20 Aralık
Ü
rihlerinde İT
ü
d
a zenStadyumu’nd
aca ünlü
lenen ve düny
ıldızlasnowboard y
en Big
rını konuk ed
rd World
Air Snowboa
erleri bir
Cup, sporsev
araya getirdi.
NEFES KESTİ
T
ürkiye Kayak Federasyonu’nun girişimi ile
Türkiye’de ilk kez İstanbul’da düzenlenen organizasyona, 22 ülkeden 43 sporcu
katıldı. 16 sporcunun yarıştığı finallerde ise, erkek kategorisinde birinci Seppe Smits
olurken onu ikinci sırayla Jonas Boesiger ve üçüncü sırayla
Brandon Davis takip etti.
Ty Walker’ın birinciliği göğüslediği kadınlar kategorisinde
ise ikincilik Sina Candian’ın
olurken,
son
basamakta
Cheryl Maas yer aldı.
Final yarışlarından sonra,
Gençlik ve Spor Bakanı Akif
Çağatay Kılıç ile İTÜ Rektörü
Prof. Dr. Mehmet Karaca’nın
da katıldığı ödül töreni gerçekleştirildi. Büyük bir izleyici kitlesine hitap eden organizasyon, daha önce de İTÜ
sahnesinde konser vermiş olan
Athena grubunun performansı ile noktalandı.

Benzer belgeler