Yatak Odasında Müsabaka
Transkript
Yatak Odasında Müsabaka
62 a SANAT DÜNYAMIZ 136 yedi renkte yedi hattan oluşan bir neon yerleştirme. Sadece bir hat kuşağın olağan akışında kalabilmiş. Diğer altı hat yörüngeden çıkıyor. Kırılma ve sapmalar gökkuşağının bilindik düzlemindeki isyanı simgeliyor adeta. Bu kez bu yeni yerleştirmeye, alt katta Sarkis’in 1971 tarihli, tekerlekli sac strüktürleri, sarılı lastikler ve kasetçalardan oluşan 7 Roulettes [7 Tekerlekli], yerleştirmesinin çarpışma sesleri eşlik ediyor. Güneş ışınlarının yağmur damlalarında veya sis bulutlarında yansıması ve kırılmasıyla meydana gelen gökkuşağı pek çok kültürde iyiliğin, bolluğun, ve şansın simgesidir. Antik Yunan tanrıçası Thaumas ile Elektra’nın kızı İris, gökkuşağını simgeler. Denizden çıkan gökkuşağı, gökle yeri birbirine bağladığından, Olympos tanrıları, Hermes gibi İris’i de ulak ve haber salmak için kullanırlar.7 Göklerden yere gökkuşağının renklerinde tülden kanatlarıyla iner İris. Tül kanatlı, “ayağı tez” 8 İris, haber salmaya gelmiştir. Gelirken de Sarkis’in ışığını kapıp getirir birdenbire. Müjdeler olsun yeryüzünün tüm renkleri çıldırmıştır artık. Birbiri ardına sonsuz bir süreklilikte değişmeyi istemektedirler. Balinalara ağıtın seslerini duyup gelen İris’in çığlığını birlikte atabilmek dileğiyle. • NAZLI PEKTAŞ b a NİLBAR GÜREŞ b SANAT DÜNYAMIZ 136 63 Yatak Odasında Müsabaka DİNÇER ŞİRİN’İN NİLBAR GÜREŞ İLE YAPTIĞI SÖYLEŞİ SANATÇININ ESERLERİNE, İLGİLİ MESELELERE IŞIK TUTUYOR. NOTLAR 1 Homeros, Odysseia, Can Yayınları, Çeviri: Azra Erhat - A. Kadir, İstanbul, 1994, s. 165. 2 http://www.radikal. com.tr/yazarlar/ahu_ antmen/sinanin_eseri_ icin_sarkisten_altin_ iskele-964888 3 “’Altın İskele’ Üzerinden Sarkis’in Yapıtı ve Mimarlık” Aykut Köksal .http://galerimana.com/ files/file/2011.09%20 Aykut%20Koksal%20 Altin%20Iskele%20.pdf(26 Temmuz 2013): “İskele” ilk kez Sarkis’in 1997’de Nantes Güzel Sanatlar Müzesi’nde gerçekleştirdiği yerleşmede kendini gösterir. Çalışmanın ana öğesi, müzenin patio mekânına yerleştirilmiş ahşap bir iskeledir. Bu çalışmanın gönderme bağlamı İstanbul’un “geçici” ahşap evlerinden Ayasofya’ya dek uzanır. Ayasofya Sarkis’in yapıtında doğurucu (générateur) bir işlev taşıyan mimari yapıların başında gelir. Bizans-Osmanlı İstanbulu’nun bu kült yapısı, Sarkis’in pek çok işine yan anlam üzerinden katılırken, 1998’de Berlin’de açılan İskorpit başlıklı sergideki ses yerleştirmesinde işe doğrudan dahil olur: Sanatçı, Ayasofya’nın iç mekânında kaydettiği sesi (yapının taşınabilir tek öğesini) Berlin’e götürür. Bu serginin kataloğunda Sarkis’e ayrılan sayfalarda, Ayasofya’nın içinde yıllarca duran onarım iskelesinin ana kubbe altındaki fotoğrafları yer alır. Yine Ayasofya’ya gönderme yaptığı bir başka çalışması bizi bir kez daha altın varakla kaplanmış “Altın İskele”ye yaklaştıracaktır: Sarkis 2006’da, Nice’de bir pasajın tonozunu altın varakla kaplar, duvarları ise mermerle. Ayasofya’da mermer kaplamalarla, ama özellikle de altın mozaiklerle kendini gösteren yüzeyin gayri maddileşmesi (dématérialisation), “Altın İskele”deki soyutlamanın başka bir yan anlam katmanını oluşturur. Sarkis bu soyutlamayı, 2010’da, “Bir İkona” başlıklı işinde, Çaylak Sokak’taki “ev”inin altın varakla kaplanmış maketinde yeniden üretecektir. Çaylak Sokak’taki apartman dairesi, yalnızca sanatçının yaşamına ilişkin olmasıyla değil, İstanbul’un anonim mimarlığını işaret etmesiyle de yeni bir anlam alanı açar. Kalfalar aracılığıyla üretilmiş bu anonim mimarlık, Sarkis’in üretiminde anıtsal yapıyla aynı anlam bağlamını paylaşır.” 4 Dr. Ercan Topçu, “Şifa taslarının Türk tıp folklorundaki yeri”, Sağlıklı Düşünce ve Tıp Kültürü Platformu, Dergi, http:// www.sdplatform.com/ Dergi/441/Sifa-taslarininTurk-tip-folklorundaki-yeri. aspx (24 Temmuz 2013). 5 Oradaki yerleştirmede yaptığı 18 metrelik yapının görseli galerinin her iki katını da kaplayacak şekilde duvara yerleştirilmişti — alt kısmı alt katta, üst kısmı üst katta görülüyordu. 6 Sarkis, Rotterdam’da 18 metre yüksekliğinde bir yapı kurmuştu. Bu yapının tepesine yerleştirilmiş 40 adet çan, altındaki org tarafından çalınacak şekildeydi. Balina için Ağıt adaptasyonu ilk kez Rotterdam’da icra edildi. 7 Mitoloji Sözlüğü, İris, Azra Erhat, 20. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2012, s. 162. 8 Agy, s. 162. DİNÇER ŞİRİN Görseller: Sanatçı, Rampa (Istanbul) ve Galerie Martin Janda (Viyana) izniyle İstanbul yeni sezonun gelişiyle hızlı bir maratona giriyor. Hem İstanbul Bienali’nin şehre getirdiği tartışmalar hem şehrin kendi güncel ajandasındaki ağırlık İstanbul’da ağırsıklet günlerin geldiğinin habercisi. Nilbar Güreş’in işlerinin spor üzerinden başlattığı tartışmalar bu deneyimleri konuşmak için muazzam bir fırsat. Çünkü Güreş’in işlerindeki detaylar, içinde büyüdüğü çatlakları zenginleştirdiği gibi bu çatlakların içindeki, hayatta kalma stratejilerinin de önünü açar. Spor kas gücüne ve hormonlara ait bir dünya gibi açıklansa da Güreş’in işleri hormonların tutkuyla bir araya geldiği bir yere dönüşür. Aynı zamanda Güreş’in işleri, sadece feminizm ile kurduğu ilişki üzerinden okuyan bakışa da eğlencelik ve bir o kadar da karmaşık kurgular olarak geri dönen bir deneyim sunması açısından önemlidir. Değişkenliklerin meydana gelebileceği bir yer olarak spor, emek ve sınıf meselelerinin üretildiği evlerde toplumsal cinsiyetin nasıl inşa edildiğini de açığa çıkarır. Bu açıdan Güreş’in işlerinde toplumsal cinsiyetin nasıl kurgulandığını anlamak için de spor önemli bir metot olarak öne çıkar. Sanatçının 2006-2013 yılları arasındaki üretiminde spor, siyaset, cinsiyet ve cinselliğin nasıl iç içe geldiğini, işler üzerindeki katmanları sıyırarak konuşmayı denedik. Sanatçının ajandasını merak edenler içinse birkaç hatırlatma yapalım. Eylül ayının maratonuna Güreş, 2011 yılında Frieze Frame’de gösterilen Açık Telefon Kulübesi projesiyle Rampa Galeri dışında Kim Sunjung’un küratörlüğündeki Tophane-i Amire’deki “Unknown Sources – Gestures Beyond Surfaces” adlı sergide de izlenebilecek. Sanatçının Ocak ayında New York’ta Apex Art’taki katılacağı “Private Matters” adlı karma sergi ile 2014 yılında Michigan State Broad Art Museum’da gerçekleştireceği solo sergisi de heyecanla ter atmayı beklediği müsabakalardan sadece birkaçı. Gördüğünüz gibi Güreş terden hiç çekinmiyor. Dinçer Şirin: Röportajı 2006 yılındaki Self-Defloratıon isimli kolaj işinle başlatmak istiyorum. Kullandığın malzemenin tarihi domestik bir mekânsallığı çağrıştırdığı için de social fabric’in dahil olduğu diskurla oynuyorsun. İşlerinde kullandığın kumaşları sadece ev içi kadınlığa dair değil, biraz da onların dahil olduğu tarih ile beraber düşünmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kumaş dediğimiz şey bir sosyal sermayeyi 64 SANAT DÜNYAMIZ 136 a DİNÇER ŞİRİN b a NİLBAR GÜREŞ b SANAT DÜNYAMIZ 136 65 Nilbar Güreş BERF (Açık Telefon Kulübesi serisinden) 2011 C-print 108 ∞ 150 cm 66 a SANAT DÜNYAMIZ 136 DİNÇER ŞİRİN b a Nilbar Güreş Güreş (Bilinmeyen Sporlar serisinden) 2009 Kâğıt üzerine karışık teknik 50 ∞ 70 cm de imliyor. Self-Defloratıon’ın, senin bugünkü işlerindeki bedeni aşma hamlelerinden ilki olduğunu da düşünüyorum. Nilbar Güreş: SelfDefloratıon’ın malzemesi aslında domestic değil. Özellikle o kumaş çok bölgesel değil ya da “benim bölgemden” değil ama belli bir dönemin kumaşı, 1970’ler gibi sanırım. Viyana’da eski kumaşlar satan bir dükkândan aldığım bir kumaş. Kumaşın ev içi kadınlıkla bana göre de mutlak bir alakası yok. Aksine benim gördüğüm tanıdığım kadınlar genelde tekstil üzerinden bağımsızlaşan kadınlar oldular. Daha doğrusu, iş ve ev hayatını beraber yürüten, durmaksızın üreten cabbar kadınlar... Eminönü’nde, Tahtakale’de iş yapan, ticareti iyi bilen, hem çilekeş hem de çok çalışkan kadınlar... SelfDefloratıon’ın oluşması iki sene kadar sürdü. Kumaşlar evin bir yerinde, bir raftan, dolap üzerinden, kendi balkonlarından bakıyorlardı. O arada yap-boz gibi oluştu iş, yavaşça kafamın bir odasında… D.Ş.: Çocukken seninle ilgilenen Maria’nın sana gösterdiği fotoğraflardaki özgür kadın imajından çok etkilendiğini hatırlıyorum. Böyle bir anın özgürleştirici çağrışımlarına seni davet etsem neler söylemek istersin? N.G.: Maria beni büyüten kadın gibi benim için. Ruhsal olarak büyümeme yardımcı olan biri. İstanbul Rum’u, çok yakın bir komşumuzdu. Ondan çok etkilendim çünkü ömrü boyunca özgürlükten bahsetti ve kendinden 16 yaş büyük, bana göre zihnen hastalıklı bir adamla vefatına dek evli kaldı. yedi dil biliyordu, ama onun yeteneklerini ve güzelliğini hazmedemeyen eşi yüzünden iş hayatına hiç atılamadı. Ailesine karşı çıkıp bir Türkiyeli ile evlenmişti. Bu sebepten geri de dönemiyordu. Kısacası sadece Maria ile değil, özgür olmayan ama hep özgürlükten konuşan kadınlar arasında büyüdüm. Anne tarafından Karadenizli kadınlar, baba tarafından Kürt kadınlar ve bir yanda da Maria... Bu özgürlük meselesi biraz da sürekli gelecek jenerasyona bırakılan bir kavga mirası gibi. İyi eğitim alamayan ailelerin bazıları bazı meslek gruplarını adeta bir misyonmuşçasına çocuklara yüklerler, tıpkı özgürleşemeyenlerin de hayat boyu o sıkıntıyı çekip bu özgürlük kavgasını gelecek nesile ertelemeleri gibi. D.Ş.: “Bilinmeyen Sporlar” serisinin bir parçasını oluşturan, 2008 yılında İstanbul’da gerçekleştirdiğin dört adet performans var. Burada seni üzerine giydiklerinden soyunurken NİLBAR GÜREŞ b SANAT DÜNYAMIZ 136 görüyoruz. Bu soyunma eyleminin altından mesela bir boksör çıkabiliyor. İşten bahsederken mini etek giymenin tecavüzü meşrulaştıran bir sebep olarak sunulmasının mini eteğin karşı duruş için kazandığı siyasal potansiyelden bahsediyorsun. Soyunmadan önce, giyinmenin ve hatta giyinme biçiminin kendini senin için nasıl siyasallaştığını merak ediyorum. İşlerinde giyinmek kadar soyunmanın da önemli olduğunu düşünürsek senin için bu eylemlerin sanıldığı kadar gündelik bir anlamı olmadığını sanıyorum. N.G.: Giyinmek ya da soyunmak kod demek, gündelik dediğimiz şey de hayatın kendisi ve hepimiz bir şekilde siyasalı giyiniyoruz. Performanslara gelince, dışarıdan bazı yerler tutucu, bazıları tutucu olmayan yerler gibi durabiliyor. Halbuki İstanbul gibi şehirlerde herkes her yerde yaşıyor. Kadıköy performansı Fatih ya da Üsküdar performansından çok daha sorunlu oldu mesela. Kadıköy’de halk da esnaf da agresifti. Sonuçta yakından bakarsan, şehirlerde hareket eden birçok farklı kültürden gelen iki ayaklı milyonlarca kale görürsün. D.Ş.: Avrupa’daki İslamofobi’nin yükseldiği bir zamanda yine soyunma üzerine bir video ürettin. Undressıng/Soyunma (2006) ismindeki bu işte başındaki kumaşları tek tek açıyorsun ve açarken de hayatına dahil olmuş kadınların isimlerini zikrediyorsun. İş senin hayatına sızdığı gibi Avrupa’da örtünün altındakinden korkanlara da orada tek bir kişi olmadığını gösteriyor. En son Gezi Parkı olayları sebebiyle bir Femen üyesi buraya gelip havalimanında üzerinde “Erdoğan: İstanbul’dan Kâbil’e” yazan bir pankart açtı. Erdoğan’ı “sürmek” istediği yer olarak Afganistan’a davet ediyor gibiydi, üstelik de yaptığının İslamofobinin dik âlâsı olduğunun farkında olmadan. 67 N.G.: Bu son olaydan haberim yoktu, az evvel baktım ve söylem bana esnek geldi; sürmek mi istiyorlar emin olamadım. İstikamet okları var; orada söylenmek istenen sürülmek istenen mi yoksa güncel olan mı, ayıramadım açıkçası. 2013’te Nisan ayında bazı Femenciler Berlin’de Ahmediyya Camii önünde protesto yapmışlar, bedenlerine İslamofobik sloganlar yazmışlardı, bunu hatırlıyorum mesela. Ben Müslüman bir feminist değilim ve özellikle kitaplı dinler ile kadın hakları arasında bağlantı kuramıyorum. Diğer yandan hakaret bir iletişim dili değil, Müslüman feministler de varlar ve hep olacaklar. Yönetimin kadın düşmanı olduğu zaten getirilen yeni uygulamalardan çok belli. Kürtaj yasağının tartışılması, üç çocuk meselesi, kadınların şiddete maruz bırakılması, şiddet durumunda bilinçli şekilde korunmaması, annelik vasfının oluşturduğu dışında bir kadınlık imajının desteklenmemesi – bu ayrımcılık çok global zaten, malum dünya sürekli hetero aile imajına çalışıyor. Kısacası “Kadınfobia” var bizim memlekette. İsteyen gerisini trans kadınlardan dinlesin; biyolojik olarak kadın doğmasa da kadın veya kadınsı olan, kadınlaşan her birey şiddete, haksızlığa, cinayete maruz kalabiliyor. D.Ş.: 2009 yılında biraz duralım. Unknown Sports/Bilinmeyen Sporlar performanslarını kolaj olarak başka biçimlerde soyutladıktan sonra bu kolajların bazılarını yeniden fotoperformans (Unknown Sports; Pommel Horse ve Unknown Sports; Balance Board) olarak ürettin. Bedenin kendisi bir olanaklar dünyası olması bakımından senin için bitimsiz bir macera, bunu biliyoruz ama seni bu re-make’leri yapmaya iten neydi? N.G.: Unknown Sports’ta spor mesleği üzerinden yansıttığım şiddet ve kendini savunma var. Toplum içi şiddet, devlet şiddeti, cinsiyetler arası, 68 SANAT DÜNYAMIZ 136 a DİNÇER ŞİRİN b a NİLBAR GÜREŞ b SANAT DÜNYAMIZ 136 Nilbar Güreş Kulplu Beygir (Bilinmeyen Sporlar serisinden) 2009 C-print 120 ∞ 120 ∞ 120 ∞ 180 ∞ 120 ∞ 120 cm Nilbar Güreş Denge Tahtası (Bilinmeyen Sporlar serisinden) 2009 C-print 120 ∞ 120 ∞ 120 ∞ 180 ∞ 120 ∞ 120 cm 69 70 a SANAT DÜNYAMIZ 136 kadın kadına, aile içi, idealize edilmiş güzelliğin şiddeti... İlk önce kolajları oluştu bu serinin ama sokak performansına dönüşmeselerdi, yani bu şiddet sokağa dökülmeseydi gerisi gelişmezdi. Beni performansları planlarken mekân anlamında Fatih’e götüren ilk neden oradan geçen bir kadın arkadaşımızın bacağında yoldan geçen birinin (arkadaşımızın mini etek giymesini cezalandırma nedenli) sigara söndürmüş olmasıydı. Birçok evlilik hazırlığı yapan kadın Fatih’te aynı yerlerde gelinlik alışverişi yapmaya gidiyor. O yüzden o performansın mekânı Fatih’te bir gelinlik dükkânının önüdür. Bu sigara söndürme olayını da bir ben, bir de birkaç arkadaşımız ve konuştuğumuz insanlar biliyordu. İşi üretirken de fikirler malzemeyle dönüşüyor ve başka yerlere varıyor. Performansın anlamı ve getirisi kolajdan başka. Fotoğrafın ve videonunki de diğer ikisinden. Her medyumun görünürlüğü farklı ve her biri bir araştırma sürecinin durakları gibi. D.Ş.: Yağlı güreşin bu kadar ataerke dair bedensel bir birikim olduğunu düşünürken aslında onun perform edilişinden, seyircisinin bakışına bulaşmış bir erotikayı da yok sayamayız. Güreş soy ismine referans vermesi dışında işlerinde seni çok ilgilendirmiş bir birleşme fırsatı. Güreşi metafor olarak neden bu kadar çok seviyorsun? N.G.: Güreş sporunu işlerimde ne sıklıkta gündeme getirdim bilemiyorum ama soyismi olarak emir kipi gibi tınlıyor benim için. “Güreş! Mücadele et!” gibi. Bana göre en çok savaşanlar, didişenler kadınlardır. O yüzden bu benim için bir anasporu da. Konu buraya gelmişken, New York’tan iyi bir arkadaşım, Paul Melton aklıma geliyor. Paul, her sene Edirne’ye güreş müsabakalarını izlemeye geliyor. Bana güreş sahnesinin queer taraflarını anlattı. En büyük pehlivan queer pehlivan! D.Ş.: Unknown Sports/ Bilinmeyen Sporlar’a seni getiren süreci, Viyana’da spor ve kadın olmayı, kadın emeğini bir araya getirerek kavramsallaştırdığın bu zamanlarda neler olup bittiğini merak ediyorum. Buraya seni getiren, bu uğurda ilk aydınlanmanı yaşadığın an ne zamandı? N.G.: Unknown Sports için 2008 yılında yazdığım bir metin vardır hiç karşılaştın mı, bilmiyorum. Ev işlerinin, mutfaktaki zamanın ve emeğin queer’e dönüştüğü anları, bu işlerin sporla nasıl ilişki kurduğunu, oturma odalarının hipodrom, yatak odasının dövüş pistine benzediğini anlatıyor.1 Ben şahsen burada tarif ettiğim kimlikleri ve tecrübeleri hem kendimden hem de çevremden barındırıyorum. Bu benim kendi biyografim üzerinden yazılmış bir metin ama birçok başka hayat ile de kardeş. Sonra yurtdışı tecrübem başlıyor, Avrupa’nın tamamından bahsetmem belki doğru olmaz ama Almanca konuşulan ülkelerin bir bitmez tükenmez dil ve entegrasyon sızıları var. Ben zaten cımbızla seçilmiş bir hayattan çıkıp gelmedim, Viyana’ya gidince kendi gerçeğime faşist Avusturya politikası ile sertleştirilmiş bir şekilde devam ettim. D.Ş.: 2009 yılında bir olaya daha işaret etmek istiyorum. Trabzonlu hakem Halil İbrahim’in çıkışını hatırlıyor musun? Bu beyefendi spor gibi daha çok soyunma odasına saklı enerjilerin dolaşıma girdiği bir alanda sahanın iktidarı dediğimiz hakem gibi bir pozisyona karşı duruyordu. İşlerin tutkudan, arzudan oluşan kurgular olduğu için sorma gereği duyuyorum, üretici bir güç olarak arzu senin için ne kadar önemli? N.G.: Arzu dönüştürüyor, o yüzden de yasaklı çünkü bugün yaşananda gelecek var ve orada da toplumu ürküten bilinmezin korkusu. Yaşananlar her zaman gün ışığında DİNÇER ŞİRİN b a NİLBAR GÜREŞ b değiller, fotoğraf ya da video projelerimde bazen arzunun açıkça yaşandığını varsayarak ilerlemek istiyorum ya da yaşanıp görüntülenmemiş anları geri gidip görüntülemek ve bugüne taşımak. Bunun geleceğe ve değişime dair bir enerji yarattığını düşünüyorum. Kısacası projelerdeki kurgular gerçek hayattan dönüştürdüğüm ve kendi öngörülerimi ekleyip genişlettiğim projeler. Resimlerim veya kolajlarım ise o sahnelerin shot’ları gibi. D.Ş.: Siyah Seri ismini verdiğin yeni bir kolaj serin var. Bu serideki bazı işlerin isimlerinde cinsellik etrafında oluşmuş altkültürlerin şifrelerini okuyoruz. Bu işler New York’a taşındıktan sonra çıkmaya başladığı için bu dönemi konuşalım. New York’ta her yerde gördüğümüz özgürleşme hikâyesine karşı, işlerine dahil olan fetiş gibi altkültürlerin senin üretimine ne gibi bir katkısı oldu? SANAT DÜNYAMIZ 136 Biraz New York’un senden aldıklarını, sana verdiklerini konuşalım mı? N.G.: New York’ta olan herkes oraya bir şey veriyor, orayı şehir yapan şey bu, çünkü dünya oraya akıyor. Ben New York’u henüz pek tanımıyorum, zamanım olursa dil kursuna gidiyorum, onun dışında atölyedeyim. Etkinlikleri takip etmeye çalışıyorum ama tam olarak hayatın içinde değilim. Alabildiğim kadarıyla bana verdikleri dersen, bence en önemlisi hissiyat. Asık suratlı, ırkçı insanların da olduğu Avusturya’dan müthiş bıkmıştım. New York’ta yüzeysel de olsa gülümseyen insanlar görmek çok iyi geliyor bana. Şehrin bu yanının beni iyimser yaptığını düşünüyorum, bu da eminim işlerime yansıyordur. Gittiğim queer kulüpler, o dünyanın cinsiyet kodları, normatif hayat kurguları... Oradaki bu dünya zamanını çok iyi yaşayan bir şehrin parçası ve bu da sanırım benim bu seriye yoğunlaşmamda etkili oluyor. New Nilbar Güreş Görüntüyü Aramak (Açık Telefon Kulübesi serisinden) 2011 C-print 50 ∞ 70cm 71 72 SANAT DÜNYAMIZ 136 a DİNÇER ŞİRİN b a NİLBAR GÜREŞ b SANAT DÜNYAMIZ 136 73 Nilbar Güreş Kimlik (Açık Telefon Kulübesi serisinden) 2011 C-print 108 ∞ 150 cm 74 SANAT DÜNYAMIZ 136 a DİNÇER ŞİRİN b a NİLBAR GÜREŞ b SANAT DÜNYAMIZ 136 75 York’ta bilindik değerlerin sınırlarını çizmek, tarif etmek güç. Bu muğlaklık bir yandan ufku açarken bir yandan sınırları alışılagelenin çok ötesinde esnetiyor. O arafta yolunu kaybedebilir de insan, New York’ta kendini iyi bilmek gerek gibime geliyor. D.Ş.: Bir de seriye siyah diyorsun ve bildiğim kadarıyla bu seri bilinçaltı ile ilgilendiğin de bir seri, öyle değil mi? Siyah, bir fon olmaktan öte bu seride neyi işaret ediyor? N.G.: Siyah seri yaklaşık iki sene evvel başladı. Önce Cennetin Irmakları sonra Açık Telefon Kulübesi projesine ait bir küçük iş ile devam ettim. İlk siyah iş, cinsiyet üzerine, ikinci siyah iş ise bambaşka bir projenin parçasıydı. New York’ta ise tekrar cinsiyet üzerinden işlemeye devam ettim. Ocak ayında Arter’de Emre Baykal’ın küratörlüğünde “Haset Husumet Rezalet” sergisine Bir Karşılaşmanın Eskizi: İkiz Tanrıça adlı işi ürettim. Bu işi çalışırken cinsiyete dair sorgulamalara tarihin gerisinden devam etmek istedim. Daha doğrusu webcam sex’den, grindr’dan geriye, ucu MÖ 6000 senesine dek uzayan bir harita çıktı. Şu aralar ise Övül Durmuşoğlu ve Mari Spirito eş-küratörlüğünde, Akram Zaatari ve Rosella Biscotti ile paralel bir araştırma projesi sürecindeyiz. Malzemesi ve karanlığı anlamında ise siyah bende beyaz zeminden farklı bir etki uyandırıyor. Katmanlı bir dokusu var, kazdıkça çıkıyor gibi, bu da bana tarihi buluyormuşum hissi veriyor. Bu sebeple, proje sürecinde yeni işler çıkacak gibi görünüyor. Nilbar Güreş İş Başında 2013 Kumaş üzerine karışık teknik 150 ∞ 250 cm D.Ş.: Evin kendisi “görünür” olmayanın peşindeki yolculuğun için bir imkânlar alanı. Evi de bilinmez ve zengin kılan bu mekânsallığın mitolojilere dönüşen hikâyeleriyle de çok ilgisin. N.G.: Bizim evlere yılan girer, bunun etrafında oluşmuş hikâyeler 76 SANAT DÜNYAMIZ 136 a DİNÇER ŞİRİN b a NİLBAR GÜREŞ b Nilbar Güreş Göğüsler (Çırçır serisinden) 2010 C-print 120 ∞ 180 cm vardır. Her köyün, her mahallenin kendine has deseninde LGBT’si vardır, queer’i vardır. İhsan Hala’yı hatırladın mı?2 Geleneksel kodlar, ezoterik bir güzellik idealizmi, çay partisi, temizlik hassasiyeti yani bir “komple çeyiz seti”. Bu ev konusu çok boyutlu bir yap-boz. Başka türlü de konuşulabilir, ama tıpkı İhsan Hala örneğinde olduğu gibi ev halen bir kadın alanı. Öyle ki hâlâ boşanmalarda, ayrılıklarda kadınlar erkekleri dışarı atarlar, bu otomatiktir. Evin içinde de bölgeler vardır, mutfak, banyo, yatak odası gibi buralarda bazı önemli konuşmalar yapılır. Bu mekânların mahremiyeti kapısızdır. Performatif kısma gelince Unknown Sports’ta bir ağda merasimi var. Komiktir, şenliklidir ve şenlikli yakınlaşmada şeylerin doğallığı, olasılığı öne çıkar. Ağda bir müsabakadır, çay şampanyadır; her şey kendi işlevinde ve iş başındadır. Sadece kılıkları farklıdır. Nilbar Güreş Ayna (Çırçır serisinden) 2010 C-print 120 ∞ 180 cm D.Ş.: Seninle bununla ilgili çoğu kez konuşuyoruz. ÇırÇır (2010) serisinde ortaya çıkan bir mizah olduğunu görüyoruz. İşlerdeki ışıkla bu mizah biraz daha fantastik bir atmosfere kavuşuyor. İşlerinin bazılarında dahil olduğumuz ev içleri sosyomekânsal olarak belli sınıfsal farklılıkları da işaret ediyor. Yalan Dünya’daki Zerrin’in ya da Şahika Koçarslanlı, Abiye Kuzu gibi TV karakterlerinin kimi zaman camp tatlara dönüşen performanslarının işlerinin zemine yayılmış bu sınıf meselesini tartışmak için bir olanak olduğunu düşünüyorum, ne dersin? Siyah Seri’de daha şehirli bir zaman mefhumundan bahsedebilirken burada daha mitik, hatta senin kendi tarihine döndüğün bir araştırmanın sosyo-ekonomisine de uğramaya çalıştığını söyleyebilir miyiz? N.G.: Ben devlet memuru bir ailenin ilk çocuğuyum, şanslı olarak sokakta büyüdüm, ailem çalıştığı SANAT DÜNYAMIZ 136 için, geri kalan vakti de bir paket gibi oradan oraya bırakılarak, birbirinden farklı kültür ve altyapılardan gelen kadınların yanında geçirdim. Doğru, ÇırÇır’da birbirinden farklı yönelim ve hayatlardan kadınlarla çalışılmış bir proje. Haliyle çekimler esnasında bazı küçük ayrılıklar ve faydalı konuşmalar yaşandı. Kültür ve yaşam tarzı farklılıkları ve yarattığı sınıf derdi ve ayrılıkları Türkiye’de bir mesele, diğer yandan o sınıf ya da sınıfsızlık derdinin ardından koşma lüksünün kalmadığını artık net olarak görüyoruz. Ötekileşerek ve ötekileştirerek geldiğimiz bir son noktadayız ve hepimizin birbirimizi anlayıp oradan hızla uzaklaşmamız gerekiyor. Bahsettiğin mizah karakterlerle ve aslında direkt olarak realitemiz ile alakalı. Yoktan var etmek, idare etmek, sürekli olumlu düşünmeye çalışmak, bazen tüm bunlar zaten biraz fantastik kaçmıyor mu? Hepsi de hayatta kalmak için geliştirilmiş stratejiler. Yorulduğun noktada devam edebilmek için başka sahneler kurmak gerekiyor, böyle de yapıyoruz. Senin fantastik bulduğun o mizah biraz da o sahnelerin mizahı. Abiye’ye, Zerrin’e hayranım. Çok başarılılar. Piyasa icabı çok komik olmaları gerektiği için belki biraz abartılılar ama özünde güçleri ile, dediğim gibi, hem fantastik hem gerçekler. Hayatımızdaki Abiyeler, Zerrinler tek tek birer hayatta kalma uzmanı; dönüştürmekte, üretmekte ustalar, hayal gücümüzü ayakta tutuyorlar; isimleri olmayan kadınlar. Bu kadınlar olmasa hayat çekilmez. Çok konuştum, izninle bu noktada susuyorum ve herkese Erol Evgin’den “Sevdan Olmasa” adlı şarkıyı yolluyorum. • NOTLAR 1 “When we feed each other fancy cakes on the slippery satin sofas or want to taste the aunt’s breast milk who has freshly delivered, there is something queer to it. Also, in cleaning, in being a slave there is big potential for a sports career. We could have been high jumpers instead of mop window cleaners, sprinters instead of shop runners, shot-putting instead of holding our siblings in our arms. There are sports and sports arenas you don’t know of. The living room holds the possibility of suddenly turning into a hippodrome, the bedroom may unexpectedly become a fighting ring...” 2 Karşınızda köyün İhsan halası, http://www.milliyet. com.tr/karsinizda-koyunihsan-halasi/pazar/haberdetay/01.05.2011/1384550/ default.htm 77