10 - Dergi Bursa

Transkript

10 - Dergi Bursa
Ağustos - Eylül 2012
Fiyat›: ¨ 10
10
www.dergibursa.com.tr
K E N T
R E H B E R İ
V E
Y A Ş A M
D E R G İ S İ
Ruhu özgür bir Bursa terası...
“Bakacak”
YELKEN - HAMAK - SUALTI - BOZCAADA - YÜRÜYEN KÖŞK - ASPENDOS - ÖZGÜRLÜK
1
arka plan
Yıl: 2 Sayı: 10 / Ağustos - Eylül 2012
ISSN: 2146 - 1457
Yerel Süreli Yayın (2 Aylık)
www.dergibursa.com.tr
İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni
Engin Çakır (Sorumlu)
[email protected]
Yazarlar
Ayşegül Alkış,
A.Kadir Kılınç,
Emine Civanoğlu,
Gökay Öngör,
Görkem Sever,
Özlem Şenkoyuncu,
Özgür Akkaya Erdemol,
Özgür Çakır,
Özgür Taşkıran,
Serkan Duru,
Sezai Evans
www.dergibursa.com.tr
Yayıncı / Yapımcı / Yönetim
Yayın ve Reklam Koordinatörü
Emine Korku
[email protected]
Grafik Tasarım
Photo Graphica Creative
[email protected]
Enise Güleryüz
Fotoğraf
Demet Argun, Engin Çakır, Özgür Çakır
Çorbada Tuzu Olanlar
Coşkun Teziç, Ezgi Künktakan,
Nail Erginer, Türkan Bulut Yiğitdinç
Reklam İletişim / Abonelik
[email protected]
[email protected]
T. (0224) 233 87 11
2
Baskı
Çekirge Mah. Selvili Cad.
No:12 Çelebi 2 Apt.
D.1 Osmangazi / BURSA
T. (0224) 233 87 11
www.photographica.com.tr
[email protected]
www.ozgun-ofset.com
Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır.
Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve
konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak
gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.
Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.
3
editör notu
Özgürlük notları
İznik Gölü, Mart 2012
Bu sayının teması Özgürlük. Özgürlük şudur ya da budur demek için
yazmıyorum bu yazıyı. Kelimelerle de olsa sınırlarla çevrilmiş bir kavram
tanımlaması özgürlüğün ruhuna aykırı olacaktır. Sizinle paylaşmak istediğim
sadece özgürlüğün özünden gelen birkaç satır arası not olabilir.
İnsanlık var olduğundan bu yana
yaşamın en kıymetli hazinesi “özgürlük”
oldu. Her bir birey bu değerli ödülü
kazanabilmek için kendi mücadelesini
sergiledi. Büyük bir çoğunluk
özgürlüğün peşine düştü. “Ne istersem
yapabilmek için özgür olmak istiyorum”
diyen milyonlarca insan yaşadı. Fakat
kuralsız bir düzene (anarşi) benzeyen
bir istekle şekillenen bu durum, gerçek
bir amaçtan yoksun kaldı. Varyemez
bir bakış açısı ile zengin bir cimriden
öteye geçemedi. İçten içe yaşanan
tek şey “sahip olma” tutkusuydu.
Bu isteğin bencil olmayan tek yanı
ise herkes için özgürlük dileniyor
olmasıydı. Fakat sanki biraz sahteydi.
Kimse özgürlüğünü kullanmaya cesaret
edemedi, diğerlerinin kullanmasına da
izin vermedi. Sahibi olduğu şeyleri riske
atamadı da denebilir.
Saygıdeğer yaşam şekillerimizden,
yüksek tutkulu duygularımızdan,
asil ideallerimizden, dini-kaderci
inançlarımızdan arınıp onları
kaybetme riskini alamadığımızdan
oldu ne olduysa... Peki ya bu değerler
olmadan yaşanabilir miydi? Bir kişi
herhangi bir duygu ya da fikre bağlı
kalmadan özgürlüğü tadabilir miydi?
Cevabı vermek zor. Kendimizi bir
şeylere adamadan, tedbirleri elden
bırakmadan yaşayabilmek pek mümkün
4
gözükmüyor ama gerekliliklere karşı
kayıtsız bir uyum da sınırlanmanın ta
kendisi oluyor.
Özgürlük en çok değişim kelimesi
ile birlikte anılıyor. Değişimin özgür
kıldığına inanılıyor. Peki ya kaybetmek
istemediklerimiz? Sevdiğiniz kimse yok
mu? Eviniz? Aklınıza hemen şu cümle
gelebilir; “Her seçiş bir vazgeçiştir...”
Seçimlerimiz bizi özgür kılar mı? Hiç
seçmeden öylece dursak özgür müyüz?
Benim naçizane düşüncem bu da
eksik bir bakış açısı... Özgürlüğün ne
olduğunu, nerede başlayıp nerede
bittiğini konuşabiliriz. Peki ya o çok
bağlı olduğumuz düşüncelerimiz bizim
sınırlarımızı belirlemez mi? Bu sorularla
kurduğumuz denklemler özgürlüğü
hapsetmedi mi?
Zıtlıklarla birçok kavramı açıklayabiliriz.
O halde “kölelik” kavramı bize neyi
anlatıyorsa özgürlük onun tam tersini
ifade etmeli. Aklımızdan geçenleri bu
bakış açısı da tatmin etmedi değil
mi? Bana kalırsa mistik bir kral gibi
yaşıyoruz hepimiz. Depolar dolusu
hazinelerimiz var. Hazinenin içini
siz doldurun. Özgürce yaşamak
istediğini söyleyip umutsuzca özgürlük
orucunda bir çağ yaşıyoruz hep
birlikte. Maddeye dayalı her türlü
ölçüt bizi, “sınırlı” kılıyor. Özgürlük
nedir sorusunu yanıtlamak ya da
aramak istemiyorum ama ne olmadığı
hakkında düşünüyorum. Özgürlük
bence elimizden alınabilecek bir şey
değil. Madden bu mümkün olsa da
zihni hapsetmek mümkün olamaz.
Özgürlük insanlar istedikçe, “insani bir
yaşam parçası” olmaya devam edecek.
Özgürlük, yaşadıkça “değişen” bir
kavramımız olacak. Paylaşabildiğimiz,
kesişen kümeler kurabildiğimiz,
sosyalleşip başkalarının sınırları
içerisinde cirit atıp onları da yücelten
bir erdemimiz olacak. Kendimizi
tanıdıkça, hakim olduğumuz her
şeyimiz bizi özgür kılabilir.
Editör notu: Bursa’daki özgürlüğü
aradık. Bulamadık ama özgür
hissedebileceğiniz dosyalar hazırladık.
Bu sayıda özgürlüğü çağrıştıran ve
yaşatan fotoğraflar paylaşıyoruz.
Bakacak’tan kuşbakışı Bursa’yı
izleyebilirsiniz, yelkenlilerin rüzgarında,
masmavi denizlerin en derin yerlerinde,
hamağın yaşattığı huzurda, tarihle dolu
bir zaman tünelinde ve satır aralarında
özgürlüğü arayabilirsiniz.
https://twitter.com/#!/editornotu
[email protected]
akır
Ç
n
i
g
n
E
5
6
7
plan
plan
tek karede Bursa Özgürlük fotoğrafları
10
bursa dokusu
Ruhu özgür bir Bursa terası - Bakacak
32
detaylı bakış
Rüzgarın denizdeki “seyir teknesi”
46
odak noktası
Maviden öte, maviye dair - Çoşkun Teziç
54
gezi-yorum
Tenes’in adası Tenedos - Bozcaada - Özgür Çakır
60
detay
Sırtüstü yatan özgürlük
74
yakın plan
Aspendos zaman tüneli
78
yakın yerler
Doğa sevgisinin köşk hali
84
g.zaman kipinde
Kağıda tutsak özgür damlalar
88
çizgi üstü
“Güneşi batırıp özgür hissedecekti” - Gökay Öngör
90
tasarı
Özgür bir “kişisel alan” - Görkem Sever
92
serbest yazı
“Vazgeçmek özgürlüktür” - Özlem Şenkoyuncu
94
ruhun gıdası
Anın getirdiği özgürlük - Özgür Akkaya Erdemol
96
semboller
Karakterimiz - Abdulkadir Kılınç
98
eğitimin psikolojisi
Çocuklar için özgürlük... - Ayşegül Alkış
100
d. armağansın
Özgürlük kendinizi tanımaktır - Serkan Duru
101
kitabi
Çocukluk, özgürlüğün süresiz vizesidir - Emine Civanoğlu
102
güncel kitap
Gönülden yazılmış şems parçaları - Elif Şafak
104
vizyon filmi
Kara Şövalye yükseliyor
106
film şeridi
Anne Hathaway “yükseliyor”
108
efsane kareler
Elvis Presley
110
evrensel sanat
Bir Napolyon Bonapart portresi
112
hobi kulübü
Radyo kontrollü otomobil modelciliği - Özgür Taşkıran
114
öneriler
kitap - albüm - film - blog önerileri
116
dilbilgisi
Türkçe Sözlüğü - Atasözlüğü - Sözdeyimi
120
rehber bursa
Bursa’nın yaşam rehberi
124
www.dergibursa.com.tr
8
9
tek karede bursa
Vicdanı
özgür çile
yolcusu
Bursa’nın gizem dolu bir
köşesinden bu kare. Felsefi
olarak düştüğü “yola” baş
koymuş, “gönül dostu” bu genç,
“ham” gelmiş ama “pişiyor...”
Çile çekip en nihayetinde
“yüreğini” ortaya koyuyor.
“Yanıp tutuşsa da” baş koyduğu
yoldan hiç vazgeçmiyor.
Temelde “hak” sevdasının
felsefi derinliği ile hümanizme
öncülük edip İslam tasavvufunu
kendisine yol edinmiş olan
Mevlana’nın bu yüzyıldaki
öğrencilerinden bir tanesi
oluyor.
Fotoğraf: Engin Çakır - Haziran 2011,
Karabaş-i Veli Kültür Merkezi, Bursa
10
11
tek karede bursa
12
Özgürlüğü
takip edenler
Göçmen kuşlar farklı mevsimleri
farklı çoğrafyalarda geçiren
kuş türlerinden oluşuyor. Her
sene dünyada 50 milyar kuşun
göç ettiği tahmin ediliyor.
Bunlardan 5 milyarı Avrupa
ile Afrika arasında göç ediyor.
Hayatta kalma savaşında doğa
ile çetin bir mücadelede olan bu
kuşlar, özgür olabilmek adına
kilometrelerce uçuyorlar.
Fotoğraf: Engin Çakır
Mart 2012, İznik Gölü, Bursa
13
tek karede bursa
Bir kanat
boyu
özgürlük
Özgürlüğün simgesi olarak
bilinen kuşların neden böylesine
bir özelliği taşıdığını bu martı
kanıtlıyor gibiydi. Kanatlarını
ardına kadar açtı ve çığlıklar
içerisinde “ben buradayım” diye
bağırdı.
Fotoğraf: Engin Çakır
Kasım 2009, Gemlik, Bursa
14
15
tek karede bursa
Dansın içinde
özgür
hissetmek
Baleye sadece belli figürlere,
adım atışlara dayalı dans ve
müzikli gösteri olarak bakmak
eksik kalacaktır. Bale dansı,
mimik, müzik, duygu ve dekor
sanatlarının ileri düzeyde
birleştirildiği bir tiyatro gibidir.
Asıl unsur olarak kullanılan dans
aslında İtalyanca’da “dans”
anlamına gelen “ballo” ya da
“balletto” sözcüğünden türer.
Fotoğraf: Engin Çakır
Temmuz 2010, Fındıkıran Bale Gösterisi –
Ezgi Künktakan, Atatürk Kongre Kültür Merkezi
16
17
tek karede bursa
Fotoğraf: Engin Çakır - Haziran 2005, Bursa
Hip Hop’ın Bursa’daki izleri
Hip Hop kültürü, 1970’lerde Amerika’nın gettolarında siyahlar arasında doğan, bir müzik, dans
ve yaşam tarzı. Bu kültürün ülkemizdeki yansıması da tıpkı Amerika gettolarındaki gibi kentlerin
varoşlarında oluyor. Gençler kendilerini özgür hissetmek için “Hip Hop”ı kullanıyor...
Hip Hop’ı kısaca “Muhalif Kent Kültürü”
olarak tanımlamak mümkün. Her ne
kadar Amerika’da politik ve katı bir
muhalif yapıda olsa da, Türkiye’de
farklı bir şekilde konumlanıyor.
Türkiye’deki şekli daha çok bir isyanı
yansıtır nitelikte. Türkiye’de bu gruplar
varoş gençliğin gerilimini ve öfkesini
sindiren bir yapıya bürünüyor.
18
Türkiye’deki Hip Hop grupları genellikle
popüler kültür endüstrisinden
etkileniyor. Giyinişleri, görünüşleri
genellikle popüler çizgiler taşıyor.
Hatta giydikleri, üzerlerine işledikleri
dövmeleri her şeylerini oluşturuyor.
Rap müziğinin yapılış tarzına baktığımız
zaman da bu müziğin estetik
kaygılardan uzak, kaba, sert ifadelerle
bezeli hatta klasik müziğe tepkili bir
anlayışta olduğunu görüyoruz. Bu da
bir anlamda bireyin modern yaşama
olan bir tepkisini yansıtıyor. Türkiye’de
ise bu tepki, tepkisizliğin tepkisi gibi
görünüyor.
19
tek karede bursa
İki kişilik
özgürlük
Tangoyu bu kadar çekici kılan
nedir? Çıkış noktasındaki
gizemli hikaye mi yoksa
yakınlığından kaynaklanan
sıcaklık mı? Tam anlamıyla bir
yaşam tarzı olan bu dans, bu
kadar insanı nasıl peşinden
sürüklüyor? Tangonun
geçmişinden bugününe
geçirdiği her evrede hüzün,
aşk, çekişme ve yaşanan
ihtiraslar yatıyor. Tango ile
insan kendi vurgusunu, kendi
sesini, kendi ritmini yansıtırken,
karşısındakine ait olanı da
dinleme şansını bulup dansta
gizli özgürlüğü paylaşıyor.
Fotoğraf: Engin Çakır
Şubat 2011, 3.Nilüfer Tango Festivali,
Türkan Bulut Yiğitdinç – Tanju Yıldırım
20
21
tek karede bursa
Bursa’nın
rüzgarında
özgürlük
yükselişi
Gürsu sahip olduğu doğal
güzellikleri ve potansiyeliyle
işlenmemiş bir cevher gibi
Bursa şehir merkezinin yanı
başında duruyor. Yürütülen
sportif etkinlikler sonucunda
Gürsu, ismi bilinen yamaç
paraşütü merkezleri arasına
girmeyi çoktan başardı...
Fotoğraf: Demet Argun Güngör
Şubat 2011, Dışkaya Köyü, Gürsu
22
23
tek karede bursa
Fotoğraf: Demet Argun Güngör, Haziran 2010
Bursa Posta Güvercinleri Derneği Yeni Karaman Mah., Bursa
Kafesin
içinden
özgürlüğe
24
Bu güvercinlere “Posta Güvercini” ya da “Postalı” deniyor.
Posta güvercinlerinin dünya üzerindeki geçmişi çok eskilere
dayanıyor. Bu konudaki ilk kayıtlar M.Ö 1200 yıllarına kadar
gidiyor. Bu yıllarda Mısır’da güvercinlerden haberleşme amacı ile
yararlanıldığı biliniyor. Yani günümüzden yaklaşık 3200 yıl kadar
önce bu güvercinlerin ilk ataları yetiştirilmekteydi. 25
tek karede bursa
Özgürlük
yürüyüşü
Uludağ, 2.543 m yüksekliği
ile Türkiye’nin en gözde kış ve
doğa sporları merkezi. Marmara
Bölgesi’nin ise en yüksek
dağı... Kuzeybatı-güneydoğu
doğrultusunda uzanan
Uludağ’ın uzunluğu 40 km’yi
buluyor. Genişliği ise 15-20 km.
En yüksek noktası ise göller
bölgesinde yer alan Uludağtepe
(2.543 m).
Fotoğraf: Demet Argun Güngör
Ağustos 2006 - Uludağ, Bursa
26
27
tek karede bursa
Dizginlenmiş
özgürlük
Bu bir Rahvan atı.
Dizginlenmeye çalışan bu at
şaha kalkıp direniyor. Rahvan;
atın “tek ayak” koşma stiline
deniyor. Atın aynı taraftaki
ayaklarının birlikte hareket ettiği
ve binicisini sarsmayan bir
koşu şekli. Rahvan at yarışları,
bütün Türkiye’de yaygın
olmasına rağmen, tanıtımı
fazla yapılmadığından fazla
tanınmıyor. Yarışlara sadece
yerli ırk atlar katılabiliyor.
Fotoğraf: Demet Argun Güngör
Temmuz 2008, Paşa Çiftliği, Bursa
28
29
tek karede bursa
Göklerin
özgür
yıldızları
Türk Yıldızları dünyada sekiz
süpersonik uçakla gösteri
yapan tek akrotim. Aynı
zamanda Türk Hava Kuvvetleri
ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına
Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen
kurulan tek akrotim. Türk
Yıldızları, bir yandan Türk Silahlı
Kuvvetleri’ni tanıtırken diğer
taraftan Türk Hava Kuvvetleri’nin
disiplin ve etkinliğinin
anlatılmasına katkıda bulunuyor.
Türk halkının silahlı kuvvetlere
olan güven duygusunu
pekiştiren bu tim gençlerin
havacılığa olan sevgisini
artırıyor. Ayrıca 24 Ağustos 2001
tarihinde Bakü/Azerbaycan’da
gerçekleştirdikleri; bir milyondan
fazla seyircinin izlediği
gösterileri ile bu alanda bir
rekora sahipler.
Fotoğraf: Engin Çakır - Nisan 2009
Yunuseli Havaalanı, Bursa
30
31
bursa dokusu
32
Siz sormadan biz söyleyelim, burası Bursa
“Bakacak...”
33
bursa dokusu
Ruhu özgür bir Bursa terası
Bakacak, Uludağ’ın Bursa Ovası’na en hâkim tepesi… Uçsuz bucaksız bir rüya gibi uzanan ovalar,
denizler, dağlar, yamaçlar, İnegöl ve Gemlik... Hatta iyi havalarda İstanbul’a dek uzanan nefes
kesici bir manzara… Kısaca bu ayki temamız olan “özgürlüğü” Bursa’nın damında aradık, o da bize
Kuşbakışı bir Bursa sefası sundu.
34
Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır
Bakacak’a gelip Bursa ovasına ilk
baktığınız anda Nesimi’nin o ünlü sözü
geliyor insanın aklına hemen, “Kâh
çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi.
Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem
beni...” Yüzünüze vurup kulağınıza
fısıldayan rüzgar, doğanın tam
ortasında olduğunuzu geç kalmadan
müjdeliyor size. 1800 metre yukarıda
olduğunuzu bilmek bile tüylerinizi
ürpertirken, manzaranın büyüsünün
vermiş olduğu huzur bambaşka bir
diyara götürebiliyor insanı. Bakacak’ın
ilk etkisini atlatıp kendinizi doğanın
içerisine bıraktığınız anda ise işin keyfi
başlıyor.
Bakacak’a varırken ilk gözünüze
çarpan Bursa’nın çoğu noktasından da
görülebilen radyolink istasyonları ve
vericiler olacak. Moralinizi bozmayın,
devam edin. Gerçek doğa harikasını
henüz görmediniz. Keşfedilmeyi
bekleyen bir doğa harikası birazdan
başınızı döndürecek... Sadece biraz
cesaret çünkü yükseklik biraz ürkütücü
ve bir o kadar da harika... İlk bakış, ilk
korku ve endişeyi bir anda tatmanın
heyecanı bir yana, sizi büyüleyen uçsuz
bucaksız manzara bir yana... Ufak
35
bursa dokusu
bir baş dönmesi, şaşkınlık ve hemen
ardından korkunuzu içten içe bastıran
merak duygusu… Gözleriniz mi
yoksa zihniniz mi size oyun oynuyor?
Gördüğünüz taşıyla toprağıyla,
camisi ve ağaçlarıyla, öylece uzanan
Bursa mı? Sakinleştikçe yavaş yavaş
uzağa daha da uzağa bakmaya
başlıyorsunuz. Yüksekte olmanın
verdiği endişe ve korku ise hala
yanınızda... Şimdi biraz da ufuklara
doğru odaklanın, işte o gördüğünüz
Gemlik… Deniziyle, denizinden daha
da mavi olan gökyüzüyle orada öylece
uzanıyor.
36
İşte şehir ayaklarınızın altında... Keyfini
çıkarın. Bir müddet sonra daha tanıdık
yerler görmek için gözlerinizi kısıp daha
dikkatli bakacaksınız: “Şu Ovaakça
değil mi?”, “Çevre Yolu hangisi
ki acaba?” “Şu sizin evin oradaki
hastane galiba”, “Cumalıkızık ne tarafa
düşüyor?”
Bakacak’a Bursa Büyükşehir Belediyesi
tarafından yakın zaman demir bir
platform yapıldı. Bu teras sayesinde,
yerli ve yabancı turistler artık daha
rahat ve güvenli bir mekandan Bursa
ovasını görebiliyor. Fakat üzücü bir
tablo da hemen dikkat çekiyor. Bazı
şehir magandaları oradaki koruma
amaçlı camları tuz buz etmiş... Bursa
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu’ndan geçen ve Milli Parklar
Genel Müdürlüğü’nün de onay verdiği
ilk etap projede Bakacak meydanı da
düzenlenecek. Araçların park edeceği
bölgedeki asfalt sökülüp zemine granit
parke taşı döşenecek. Ziyaretçilerin
taleplerine göre, çay servisi yapılacak
küçük bir kafeterya kurulması da
düşünülüyor. Seyir terası projesi
ile bölgede her yıl yaşanan ölümlü
kazaların da önlenmesi hedefleniyor.
37
bursa dokusu
38
Evliya Çelebi Seyahatname’de
Bakacak’ı şöyle anlatmış;
“Bakacak, mahalli fil hortumu
gibi şehre eğimli bir yalçın
kayadır. İnsan buradan aşağı
bakamaz, aklı başından
gider. Buradan, Bursa’nın
Filadar Ovası’nda olan köyler,
kasabalar, bağlar, bostanlar,
Nilüfer Nehri ile sulanmış ova,
bukalemun süsü gibi yapraklar
halinde görülür. O kadar büyük
bir dağdır ki, Bursa şehri altta
gizlendiği için Ulucami, İç Kale
ve Bedesten semtleri kesinlikle
görünmez. Ancak uzak yerler de
bir bir görülür. Öyle yüksek bir
yerdir.”
39
bursa dokusu
Terastan vatandaşlar ve araçlar şehri
rahatça seyredecek.
Bakacak kelimenin her anlamıyla
eşsiz bir doğa parçası. Hem de yanı
başımızda... Uludağ oteller bölgesine 5
km., Bursa şehir merkezine 45 dakikalık
bir uzaklıkta. Şehrin hengamesinden
kaçıp ufka dalıp gitmek isteyenler için
bulunmaz bir nokta. Görüp de hayran
kalmamak elde değil. Bursa Ovası’nı
İnegöl yamaçlarını, Gemlik körfezini
hatta iyi havalarda İstanbul kıyılarını
dahi görebilmek mümkün…
Evliya Çelebi yüzyıllar evvel
geçtiği bu eşsiz manzara hakkında
40
Seyahatnâme’ye birçok satır
karalamış... Seyahatnâme’ye göre,
eskiden buradan aya bakarlarmış.
Ramazan ayının başlangıcında “Hilal”
görünür mü görünmez mi, buradan
baktıkları için bu mevkiye “Bakacak”
denmiş… Eğer Ramazan hilalini
görürlerse, ateş yakarak şehir halkına
haber verirlermiş. Böylece kaleden
toplar atılarak ertesi günü oruç
tutulurmuş.
Evliya Çelebi Seyahatname’de
Bakacak’ı şöyle anlatmış; “Bakacak,
mahalli fil hortumu gibi şehre eğimli
bir yalçın kayadır. İnsan buradan
aşağı bakamaz, aklı başından gider.
Buradan, Bursa’nın Filadar Ovası’nda
olan köyler, kasabalar, bağlar,
bostanlar, Nilüfer Nehri ile sulanmış
ova, bukalemun süsü gibi yapraklar
halinde görülür. O kadar büyük bir
dağdır ki, Bursa şehri altta gizlendiği
için Ulu Cami, İç Kale ve Bedesten
semtleri kesinlikle görünmez. Ancak
uzak yerler de bir bir görülür. Öyle
yüksek bir yerdir. Burada göğe
yükselmiş yalçın kayalar vardır ki, kimi
ejderha gibi, kimi file benzer. Bazısı
gemi ve kartala benzer, korkunç şekilde
garip ve tuhaf yapılıdır. Buradan
hareketle kıble tarafını yokuş yukarı
sümbül ve reyhan bahçeleri içinden
geçtik, ancak buralarda büyük ağaçlar
Bakacak’ın güzelliğini
tamamlayan bir diğer yönü
de Bakacak’a varana kadar
takip ettiğiniz istikamet. Oteller
Bölgesi’ne dek Uludağ’ın eşsiz
doğasıyla birlikte gelinen yol,
Oteller Bölgesi’ni geçtikten
sonra daha da güzelleşerek
devam ediyor. Sağlı sollu
çiçeklerle bezenmiş, ağaçlarla
sarılmış bu yola girdiğiniz
anda; arabayı bırakıp bütün
yolu yürümek isteyecek, bütün
güzellikleri en ince ayrıntısına
kadar görmek hiçbir şeyi
kaçırmamak ve hiç unutmamak
isteyeceksiniz. Tertemiz
hava, tatlı bir esinti, kuşların
birbirlerine yaptıkları iltifatlar ve
çiçekler...
41
bursa dokusu
Bakacak kelimenin her anlamıyla eşsiz bir doğa parçası. Hem de yanı başımızda... Uludağ oteller
bölgesine 5 km, Bursa şehir merkezine 45 dakikalık bir uzaklıkta. Şehrin hengamesinden kaçıp ufka
dalıp gitmek isteyenler için bulunmaz bir nokta.
42
yoktu. Sadece yeşillikler ve kır çiçekleri
olan yerlerdir. Beş saat sonra başka bir
menzile vardık. ”
unutmamak isteyeceksiniz. Tertemiz
hava, tatlı bir esinti, kuşların birbirlerine
yaptıkları iltifatlar ve çiçekler...
Bakacak’ın güzelliğini tamamlayan
bir diğer yönü de Bakacak’a varana
kadar takip ettiğiniz istikamet. Oteller
Bölgesi’ne dek Uludağ’ın eşsiz
doğasıyla birlikte gelinen yol, Oteller
Bölgesi’ni geçtikten sonra daha da
güzelleşerek devam ediyor. Sağlı sollu
çiçeklerle bezenmiş, ağaçlarla sarılmış
bu yola girdiğiniz anda; arabayı bırakıp
bütün yolu yürümek isteyecek, bütün
güzellikleri en ince ayrıntısına kadar
görmek hiçbir şeyi kaçırmamak ve hiç
Peki ya Uludağ’ın canlılığı ve büyüsü...
Hemen yanı başınızdaki derin vadiden
gelen su çağlamasının insanın kulağını
uğuldatan sesi… Göğe yükselmiş
yalçın kayalar, onlara eşlik eden
gizemli ve garip görünümlü yamaçlar…
Fantastik bir film setindeymiş gibi
hissedebilirsiniz kendinizi. En uç
noktada, en tehlikeli çatlaklarda
yaşamaya kök salan papatyaları
görebilirsiniz. Soğumaya başlayan
havayla birlikte ürperirsiniz, çünkü
yavaş yavaş Bakacak’ta gün bitiyor. Hiç
böyle bir yükseklikten güneşin batışını
izlediniz mi? Giderken güneşin bıraktığı
izleri, bir şehrin dinlenmeye çekilişini
ve geceye kafa tutan ışık oyunlarını…
Bakacak alacakaranlıkta bir başka
güzeldir, gece bir başka… Bursa’nın ne
kadar büyük olduğunu gece daha rahat
anlaşılabilir. Her yanı saran ışıklar,
ovayla bütünleşmiş bir şehrin sınırlarını
çizer adeta. Bu sınırlarla sınırsız bir
özgürlük yaşanır Bakacak’ta. Yer ile
gök, deniz ile göl aynı manzarada birer
figüran oluverir bir bakışta...
43
44
45
detaylı bakış
Rüzgarın denizdeki
“seyir teknesi”
46
Fotograflar: Demet Argun Güngör - Engin Çakır
Bir yandan rüzgarın bu dünyaya yön verdiğini bilirken, diğer yandan ona direnç gösterebilmek...
Yüzümüze vurup saçımızı savursa da, ona güvenmek. Bizi onun götürdüğünü bilmek ve onunla
birlikte seyretmek... Denizde, çok şeyden uzakta, özgür ve sessiz olmak...
Yelken sporunun yaş yelpazesi oldukça
geniş, tek şart uçsuz bucaksız mavileri
sevebilmek. Sadece deniz aklınıza
gelmesin; göl, okyanus ve su akıntısı
olabilen her türlü su birikintisi için
üretilmiş binlerce tasarımda yelken
bulabilmek mümkün. Yarışlar için
daha hafif ve toplam yelkenleri çok
büyük hızlı yelkenliler varken, aile
saadeti yaşamak isteyenler için ise
nispeten daha küçük ve devrilme
olasılığı taşımayan fakat biraz daha
az performanslı tekneler bulunuyor.
Bu anlamda yelkenler de ikiye ayrılıyor
diyebiliriz; gezi ve yarış tipi yelkenler...
Genel olarak yelken yapmak isteyen
birisinin ıslanmayı sevmesi gerekiyor.
Kendisini doğada rahat hissetmeyen
ve en önemlisi sabırsız insanların
yapabileceği bir spor değil. Yelkene
gönül verenlerin denizi, dalgaları,
akıntıları ve rüzgarı kendisine arkadaş
etmesi ve her türlü kaprisini çekmesi
şart. Onlarla mücadele ederken mutlu
olabilmeli hatta bu etmenlerle birlikte
sürekli değişim içerisindeki bu sporu
hayatının önemli bir parçası yapması
zorunluluğu bulunuyor. Tabi hemen
gözünüz korkmasın, zorlukları kadar
keyfi de bol bir spordan bahsediyoruz.
Yelken için öncelikle şunu söylemek
lazım; dışarıdan görüldüğü kadar
kolay bir spor değil. Akıntı, rüzgar gibi
kuvvetler gözle görülemez, hissedilirler
ve bunların etkilerini kestirebilmek
için deniz üzerinde zaman geçirmek
gerekiyor. Bu etkenlerin yaşanmadan
öğrenilmesi hemen hemen imkansız.
Zaten yelken dalını zevkli yapan da
tüm bu değişkenlerin birleşerek yelkeni
daha karmaşık yapması...
Yelken devamlı düşünmenizi sağlar.
Akıntı nereden geliyor? Rüzgar hangi
yönde esmeye devam edecek? Yelkeni
yelken yapan en zevkli durumun da
bu olduğu şüphesiz... Yelken adeta
deniz üzerinde kumar ya da satranç
oynamaya benzer. Özellikle yelken
yarışlarında rüzgarın hesapta olmayan
fakat beklenen yön değiştirmelerine
göre seyir yapmak buna en basit
örnek. Kısacası yelken sporu hem
pratik olarak uygulamayı hem de sürekli
düşünmeyi gerektiren bir spor... Yelkeni
tahta karşısında veya kitaplardan
teorik olarak öğrenmek en büyük hata
denebilir. Pratik bir spor olan yelkeni
47
detaylı bakış
48
öğrenmek için ne kadar çok kalırsanız
o kadar iyi havayı koklayabilir ve
bir o kadar iyi yelkenci olabilirsiniz.
Yelkencilik kısaca, rüzgara yön verme
ve iple oynama sanatı olarak tarif
edilebilir. Tabiatı sevmeyen, doğayla
kavgalı, onunla arkadaş olamamış
bir kişi denizci olamaz. Denizde çok
yönlü düşünüp, çabuk karar alabilip,
soğukkanlı olmalısınız. Zamanla
yarışmayan, sabırlı, doğayı karşısına
değil yanına alan çevreye duyarlı bir
kişi olmalısınız.
Bursa uzun sahil şeridi ile bu spor için
uygun şartları fazlasıyla barındırıyor.
Zaten özellikle Mudanya’daki ve
Tirilye’deki yat limanlarında oldukça
fazla yelken teknesi bulunuyor. Bursa
Yelken Kulübü’nden Nail Erginer’e
göre, ülkemizde yeni yeni gelişen
yelkencilik yavaş yavaş zengin sporu
olarak algılanan kabuğunu kırmaya
başlayarak herkesin yapabileceği bir
spor ve yaşam biçimi olma yönünde
ilerliyor. Erginer yelkenciliği ve
Bursa’daki durumu şöyle anlatıyor:
“Tekne sahibi olmak değil ama bir
şekilde bu yaşamın içinde olmak
sanıldığı gibi zor ve ulaşılmaz değil.
Bu hayata giriş kapıları da ülkemizin
pek çok yerinde olduğu gibi amatör
kulüpler yolu ile oluyor. Bu doğrultuda
da Bursa’da bu görevi en güzel
biçimde Bursa Yelken Kulübü üstlendi.
2001 yılında kurulan Bursa Yelken
Kulübü 11 yılda hızla büyüyerek pek
çok kişiyi üyesi yaptı ve binlerce
kişiyi denizle tanıştırdı. Bursa Yelken
Kulübü artarak devam eden ilgiyi daha
yukarılara çıkarmak için her ay “Amatör
Denizci Belgesi”ne hazırlık seminerleri
veriyor, yaz ve kış trofesi adı altında
senede onun üzerinde yarış düzenliyor,
üyelerinin geniş katılımı ile her yıl
coğrafik rotalar belirleyip bu rotalara
ralliler düzenliyor. Bununla beraber
ulusal bayramları denizde de kutlama
alışkanlığını yöreye kazandırmış olan
Bursa Yelken Kulübü manevi anlamda
da görevini yerine getirmenin haklı
gururunu yaşıyor. Bursa’da pek çok
kişi için uzak gözüken bu etkinlikler
49
detaylı bakış
aslında yanı başlarında ve sadece arzu
etmelerinin yeter olduğu bir uzaklıkta.
Özgürlüğün, romantizmin doğayla dost
olmanın, sessizliğin tutkunu olmak, yeni
coğrafyaları keşfetmek ve en önemlisi
yepyeni dostlar kazanmak isteyen
herkese yelken sporunu öneriyoruz ve
sizleri aramızda görmek istiyoruz.”
İskele Kontra: Yelkenli teknelerin ve
deniz taşıtlarının sol kısımlarına verilen
isimdir. Kırmızı renktedir ve sancak
kontra taşıta yol vermek zorundadır.
Seyir: Yelkenli teknelerin rüzgarla olan
açılarına göre 3 ana gidiş yönü vardır.
Bunlar orsa, apaz ve pupadır. İşte bu
yönlere verilen terime seyir deniyor.
Yelkencilik Sözlüğü
Kontra: Yelkenli teknelerin ve deniz
taşıtlarının sancak veya iskele olup
olmadıklarına verilen isimdir. Yelkenin
dolduğu yön anlamına da gelir.
Sancak Kontra: Yelkenli teknelerin ve
deniz taşıtlarının sağ kısımlarına verilen
isimdir. Rengi yeşildir, geceleri deniz
taşıtlarının yeşil görülen yanları sancak
yanlarıdır. Yol hakkına sahiptir ve iskele
kontra tekneden yol alır.
50
Orsa Seyri: Orsa rüzgara en yakın
seyredilen seyirdir. Yelkenli tekneler
rüzgara karşı gidemezler. Yaklaşık
teknenin omurga hattıyla rüzgar
arasında 45 derecelik bir açı oluşur.
İşte bir yelkenli teknenin rüzgara en
yakın seyredebildiği seyre orsa seyri
deniyor.
Apaz Seyri: Bir yelkenli teknenin rüzgarı
yandan alarak seyir etmesine verilen
isimdir. Teknenin omurga hattıyla
rüzgar arasında 90 derecelik bir açı
vardır. Apaz seyrini dar apaz ve geniş
apaz diye iki kısma ayırabiliriz. Eğer
rüzgar açısı 50 derce olursa dar 135
derece olursa geniş apaz deriz. Apaz
seyri çoğu yelkenli tekne için en hızlı
seyirdir.
Pupa Seyri: Yelkenci olan olmayan
herkesin en çok bildiği seyirdir. Pupa
seyrinde yelkenli tekne rüzgarı arkadan
(180 dereceden) alır. Yelken pupa
seyrinde paraşüt gibi çalıştığı için etkisi
orsa ve apaz seyrine kıyasla oldukça
düşüktür. Yani bu seyir biraz daha
yavaş sayılabilir.
Tramola: Rüzgara yakın orsa seyrinde
giden yelkenli tekne, gideceği hedefe
ulaşabilmek için dönüşler yapmak
zorundadır. Rüzgar üstüne doğru
yapılan bu dönüşlere tramola denir.
51
detaylı bakış
52
Kavança: Rüzgarı arkadan alan yelkenli
tekne yine gideceği hedefe göre dönüş
yapıp, kontra değiştirmek zorundadır.
Rüzgar altına doğru yapılan dönüşlere
kavança ya da boci tramola adı verilir.
Rüzgar üstü: Yelkenli teknenin rüzgarı
aldığı yöne verilen isimdir.
Rüzgar altı: Yelkenli teknenin rüzgarı
aldığı yönün tersi tarafına verilen
isimdir.
Orsalamak: Yelkenli teknenin rüzgarla
arasındaki açıyı küçülterek mümkün
olabildiği sınıra kadar tekneyi rüzgara
yaklaştırmaya denir.
Kafayı açmak: Yelkenli teknenin
rüzgarla arasındaki açıyı arttırmasına
denir. Orsalamanın tam tersi olarak da
düşünülebilir.
Trim: Yelkenimizin şeklini değiştirerek,
ondan en yüksek ölçüde verim
alabilmemiz için ona uyguladığımız
küçük şekil değişiklerine trim denir.
Yapraklama: Eğer yelkenimizi rüzgarla
dolduramıyorsak, yelkenimiz bir sağa,
bir sola oynar(dalgalanır). İşte bu
harekete yapraklama veya pırpırlama
denir.
Kerteriz: Rüzgarın hafif dönüşlerini
anlamak ve bu dönüşlerin rotamızı
bozmasını engellemek için pruvadaki
sabit bir noktayı akılda tutmaktır. Ona
göre rüzgar değişimleri anlaşılır ve rota
değiştirilir.
Bayılma: Özellikle rüzgarlı havalarda
orsa ve apaz seyirlerinde yelkenli
teknemiz rüzgar altına doğru yatar ve
yan yan şekilde seyir eder. Bu durum
bayılma olarak ifade edilir.
Kaynak: www.yelkenokulu.com
53
odak noktası
Maviden öte,
maviye dair
Odak Noktası bu ay profesyonel
fotoğrafçılığın apayrı bir kolunu
sizlere sunuyor. Yazın sıcağını,
deniz yaşamının gizemini,
rengarenk balıkları ve çok
özel kareleri sizinle paylaşıyor.
Ş.Coşkun Teziç’in portfolyosu
o denli ferah ve renkli ki insanın
baktıkça bakası geliyor...
Fotoğraflar: Çoşkun Teziç
54
Derin masmavi sular çoğu kişi için
gizemi çağrıştırır. Gizemin peşinden
giden onca fotoğrafçı için de sualtı
oldukça dikkat çekici bir konu.
Rengarenk balıkların eşliğinde macera
dolu bir serüven sunan mavi derinlikler
aynı zamanda bilinmeyen yanları ile
de nefes kesici bir kimliğe bürünüyor.
Sualtı fotoğrafçılığı için aynı zamanda
iyi bir dalgıç olmak da gerekiyor. Her
türlü beklenmedik canlıya ve olaya
hazırlıklı olmak, çekim sürecini güvenli
bir şekilde gerçekleştirebilmek için
hayati önem taşıyor.
Her ne kadar soluduğumuz dünya
kadar açık seçik olmasa da sualtı
gerekli şartlar yerine geldiğinde zengin
bir çekim objesi olarak karşımıza
çıkıyor. Sanıldığı kadar zor olmadığını
rahatça söylemek mümkün. Dalış
yapma konusunda bir engeliniz yoksa,
başlangıç seviyesinde bir makina ile
bu büyülü dünyaya adım atmak artık
çok daha mümkün. Ancak bu noktada
çekeceğiniz fotoğrafa odaklanabilmek
için yeterince dalış tecrübesine sahip
55
odak noktası
olmanız olmazsa olmazlardan bir
tanesi... Sualtı yaşamının varlığını kabul
ederek, bu yaşam ile uyum sağlayarak
çalışmanız gerekir.
Sertifikalı dalışların ardından
edineceğiniz tecrübe ile bu büyülü
dünyaya adım atmanız çok daha
kolay olacaktır. Sualtındaki dinamik
değişkenlere hakim oldukça
fotoğrafçılık konusundaki tecrübelerinizi
de kullanmanız imkan dahilinde
olur. Bursa Oasis Dalış ve Doğa
Sporları Merkezi’nden ve bu konuda
oluşturduğu etkileyici portfolyosu ile
sualtı fotoğrafçılığında profesyonel
çekimler alan Coşkun Teziç’ten sualtı
ve sualtında fotoğraf çekimleri ile
ilgili detaylı bilgiler öğrendik. Sualtı
fotoğrafçılığına yeni başlayan bir kişi,
56
konvansiyonel bir sistemle ya da dijital
kamerasını içine koyabildiği bir housing
ile çekime başlayabilir. Bu sayede
suyun altında istediği kareleri hemen
çekebilir. Fakat sayfalarımıza renk
veren Coşkun Teziç gibi profesyonel
çekimler yapabilmek için dikkat etmeniz
gereken pek çok detay ve uymanız
gereken kurallar var.
Sualtında fotoğraf çekerken öncelikle
neyi fotoğraflamak istediğinizi
bilmeniz çok önemli. Hangi balıkların
nerelerde görüldüğü, hangi derinlikte
rastlandığı gibi detaylar sizin için git
gide çok daha önemli hale gelecek.
Balık fotoğrafı çekmek zordur, suyun
içinde uyumlu bir şekilde yaşarlarken
dışarıdan herhangi bir müdahale ve
yabancı cisim onları huzursuz eder.
Geniş açılı objektif kullanmanız işinizi
kolaylaştırır.
Sualtı fotoğraf çekimi geniş açı ve
makro şeklinde ikiye ayrılıyor. Dış
mekan doğa çekimlerinde olduğu
kadar sualtında da kullanılan bir
objektif çeşidi olan makro objektif,
yakın çekimler ve balık portreleri için
uygundur. Fakat 10-15 cm’den çok
yaklaşamadığınız cisimler için dar
açılı makro lensler ile yakın kadraj
yapabilirsiniz.
Sualtı fotoğrafçılığında en güzel
fotoğrafları çekebileceğiniz
objektiflerden biri de 16 mm ve
20 mm balık gözü objektiflerdir.
Sualtında yaşayabileceğiniz perspektif
sorunlarının büyük önem taşımadığı
düşünülürse bu objektifler başarılı
sonuçlar veriyor. 20 mm’lik gibi geniş
açı lensler ise, daha çok balık sürüleri,
köpek balıkları gibi büyük balıkların
fotoğraflanması için daha uygun. Geniş
açı zoom objektifler ise yakınlaşması
zor olan cisimler için çok daha ideal.
Sualtı fotoğrafçılığı için verilecek diğer
bir püf nokta ise daha net fotoğraflar
elde etmek için düşünülmüş. Fotoğraf
çekerken makinenizi küçük bir açıyla
yüzeye doğru tutarsanız çok daha net
ve arka fon olarak daha az karmaşık bir
fotoğraf elde edebiliyorsunuz.
Sualtı fotoğrafçılığı yapmak isteyen
kişi fotoğraf için normal şartlarda
harcadığı paranın birkaç katını
harcamak durumunda. Dalış için gerekli
olan ekipmanların yanında fotoğraf
makinesinin sualtında kullanılmasına
imkan veren housing sistemler ya
da housing özelliği bütünleşik olan
fotoğraf makinelerine ihtiyaç duyar.
Dijital makinelerin yaygınlaşmasıyla
birlikte sualtında kalma süreniz sahip
olduğunuz poz miktarı ile değil, dalış
ekipmanlarınızın sualtında kalmanıza
izin verdiği süreyle sınırlı hale geldi.
Böylelikle bir diğer “özgürlük” simgesi
olan dalış, sınırlarından da kısmen
kurtulmuş oldu...
Su altı dalış hayatına 1990’lı yıllarda
başlamış ve uluslararası birçok
sertifikanın sahibi olmuş bir isim
Coşkun Teziç. Bunun yanında 20012003 yılları arasında da Türkiye Sualtı
Sporları Federasyonu Yönetim Kurulu
Üyeliği görevinde de bulunmuş. 2001
yılından itibaren ise engelliler için dalış
ve iyileştirme çalışmalarına katılıyor.
2007 yılında SAD(Sualtı Araştırmaları
Derneği) Kaş Arkeopark projelerine
destek vermiş ve hala TINA(Türkiye
Sualtı Arkeolojisi Vakfı) yönetim kurulu
üyesi…
Sualtı Fotoğrafçılığı kariyeri ise amatör
olarak 2001 yılında başlamış Teziç’in.
Ege, Akdeniz, Kızıldeniz, Hint ve
Pasifik okyanusları dalış noktalarında
1000’i aşkın dalış gerçekleştirmiş. İlk
sualtı fotoğraf sergisini ise Uludağ
Üniversitesi USAT Sualtı Topluluğu
adına açmış. Sualtı Dünyası Marine
Photo ve 4x4 Free Life dergilerinde ise
yazı ve fotoğrafları yayınlanıyor. 2003
yılından itibaren ise sualtı ve su üstü
fotoğraf çalışmalarına dijital olarak
devam ediyor…
57
odak noktası
Ş. COŞKUN TEZİÇ KİMDİR?
Moran ve Marmara Koleji, Haydarpaşa
Lisesi, İstanbul Üniversitesi Fen
Fakültesi Jeofizik Ön Lisans ve
Anadoluhisarı Spor Akademisi
Basketbol bölümlerinde öğrencilik
hayatını tamamlayan Teziç, 1958
İstanbul doğumlu ama özellikle 96
senesinden bu yana Bursa ile bağları
çok güçlü bir isim. Bursa’da spor
denince akla gelen ilk isimlerden.
İki kız çocuğu babası olan Teziç,
basketbola 1974 yılında Fenerbahçe
Spor Kulübü’nde başlamış ve etkin
sporculuğunu 1984 senesinde aynı
kulüpte sonlandırmış. 88 yılı ise yeni bir
başlangıç olmuş onun için. Fenerbahçe
Spor Kulübü’nde basketbol yöneticiliği
hayatına başlamış. Kulüp alt yapı ve
spor okulları sorumlusu olarak çalışmış.
Bayan takımları ve Erkek A Takım
yöneticiliği görevlerini 1991 yılına kadar
sürdürmüş. Zaten hala Fenerbahçe
Spor Kulübü Genel Kurul Üyesi...
58
1991- 1993 yılları arasında Türkiye
Basketbol Federasyonu İdari
Koordinatör Yardımcılığı, 1991–2001
yılları arasında A Milli Takım Yöneticiliği
görevlerini üstlenmiş olan Coşkun
Teziç, 1993–1996 yılları arasında Ülker
Spor Kulübü Genel Sekreteri olarak da
görev yapmış. 1996 yılından itibaren
ise Tofaş Spor Kulübü’nde İdari
Koordinatör… Aynı zamanda Türkiye
Eğitim Gönüllüleri Vakfı Mütevellisi
ve TEGV Basketbol Gönüllüleri Proje
Koordinatörü olan Coşkun Teziç,
sporculuk ve yöneticilik kariyerinde;
1 Dünya 3.’lüğü (Liseler), 7 Türkiye
Şampiyonluğu, 2 Cumhurbaşkanlığı
Kupası, 3 Türkiye Kupası, Avrupa
Koraç Kupası Finali, Avrupa 8.liği, Milli
Takımlarda Avrupa Finali, Avrupa 8–10
ve 12.’liği gibi başarılara imza atmış…
59
gezi-yorum
60
*Bozcaada
Tenes’in adası Tenedos*
Dergi Bursa’nın “özgürlük” temalı bu sayısında küçük çaplı bir
ironiye imza atarak sizleri Osmanlı devrinde bir dönem sürgün
yeri olarak da kullanılan bir adaya davet edeceğim. Eskilerde
adada olmak belki hapsedilmişlik hissine neden oluyor olabilir.
Ancak günümüz büyük şehir insanı için gündelik yaşamla
bağların koptuğu böylesine özel bir adada olmak özgürlüğün
tanımlarından biri; Homeros’un İlyada Destanı’ndaki efsanevi Truva
donanmasının saklandığı gizli liman olan bu ada, kent yaşamının
telaşından gizlenilecek bir liman olabilir pekâlâ bizler için de.
Özgür Çakır
Son yıllarda artan popülerliği nedeniyle
belki birçoğunuzun çoktan ziyaret ettiği
bir yer Bozcaada. Belki bazılarınızın
gitmeyi hep isteyip de ertelediği
bir durak. Her şekilde hafızaları
tazelemenin ya da henüz tanışmayanlar
için “rüzgârın adası” Bozcaada
ile tanışmanın vaktidir. Kaç defa
geldiğinizin sayısını unutmuş olsanız da
ilk defa gelecek olsanız da değişmeyen
bir şey var; ada sizi her seferinde ilk
kez geliyormuşsunuz gibi karşılayacak.
Türkiye’nin üçüncü büyük adası diye
söze başlayacağım ama bakmayın
siz bu dereceye. Etrafındaki irili ufaklı
17 adacık da dâhil olmak üzere
yaklaşık 40 km2’lik bir yüzölçümüne
sahip küçük bir adadan bahsediyoruz
aslında. Bağlı köy ya da nahiyenin
bulunmadığı tek ilçe olan Bozcaada,
Kuzey Ege’nin doğusunda,
Çanakkale Boğazı girişinde yer
alıyor. Çanakkale’nin bir ilçesinden
bahsedince Bursalılarda günübirlik bir
ziyaret fikri oluşabilir. Bunu pek tavsiye
etmem. Bursa ile Bozcaada arasında
hatırı sayılır bir sürüş mesafesi var.
Bandırma ya da Balıkesir üzerinden
feribot seferlerinin gerçekleştirildiği
Geyikli İskelesi’ne yaklaşık 4,5-5 saatlik
bir yolculukla ulaşmak mümkün. Bu
mesafe Bandırma üzerinden yaklaşık
320 km, Balıkesir-Edremit üzerinden
gitmeyi tercih edenler için ise yaklaşık
340 km’lik bir mesafe söz konusu.
61
gezi-yorum
“Rüzgar varmış; olsun, birlikte esilir. İcap ederse her akşam
güneşle birlikte batılıp sabah birlikte doğulur. Dilinde her milletten
şarkılar, türküler, elinde hayatı doya doya yedirecek türlü çeşit
maharet, ağzı üzüm kokan, deli denizler gibi koyu mavi bakan,
parke taşlarında küçük adımlarıyla yalınayak, gözlerinde her akşam
kızıl güneşleri lacivertlere batıran bir kadın sanki Tenedos. Onu
yakından görmenin de uzaktan sevmenin de her hali güzel.”
Geyikli İskelesi’ndeki bekleme süresi
ve yaklaşık 45 dk’lık deniz yolculuğunu
da hesaba katarsak Bursa’dan
adaya ulaşmanın 6-7 saati bulacağını
söylemek mümkün. Benim tavsiyem
en azından 3-4 günü geçirecek bir
tatil planlaması. İstanbullular ise
biraz daha şanslılar. Çünkü Haliç’ten
seferlerine başlayan özel bir şirketin
deniz uçakları ile adaya havayoluyla
da ulaşmak mümkün. Diğer bir
alternatif de iki saatlik feribot seyahati
ile Bandırma ve buradan da yaklaşık
3,5 saatlik bir sürüş ile Geyikli’ye
ulaşmak. Bu mesafe yaklaşık 400 km.
Bozcaada-İzmir arasındaki mesafenin
280 km, Bozcaada-Ankara arasındaki
mesafenin ise 710 km olduğunu da
belirtelim. Geyikli iskelesinden özellikle
yaz aylarında sabah erken saatlerde
başlayan ve gece yarısına kadar süren,
çoğunlukla bir saat arayla gerçekleşen
62
tarifeli seferler düzenlenmekte. Özel
araçla gitmek yerine toplu taşımayı
tercih edenler için ise Çanakkale
merkezden adaya deniz otobüsü de
gitmek mümkün.
Çanakkale merkeze yaklaşık 40 km
uzaklıktaki yük yeri iskelesinden
bineceğiniz feribot adaya yaklaşırken
Bozcaada’nın ismini hak ettiğini
düşüneceksiniz. Uzaktan gerçekten
boz ve terk edilmiş görünse de, ilk
görüşte güzelliğini gizleyen ama
ayak bastıktan sonra belki de hiç
bitmeyecek bir tutkuyla bağlanacağınız
bir yer olmaya aday Bozcaada. Bu
boz görüntüsünün ardında uçsuz
bucaksız üzüm bağlarını, onları
bekleyen güzelim bağ evlerini, rüya gibi
kumsallarını, pırıl pırıl temiz denizini,
sadece size özel kullanabileceğiniz
kadar küçük koylarını, kekik kokulu
tepelerini, lezzetli şaraplarını ve
yemeklerini keşfinizden sonra ahir
ömrünüzde ziyaret edebileceğiniz en
güzel adalardan birinde olduğunuzu
da anlayacaksınız. Bunu sadece ben
söylemiyorum. Küçük bir araştırma ile
birçok uluslararası gezi dergisinde de
Bozcaada’nın isminin Bali, Mykonos,
Ibiza, Bermuda ve Şeyseller ile birlikte
dünyanın en güzel adaları listelerinde
üst sıralarda anıldığını görmeniz
mümkün.
Antik çağdaki ismi Leukophrys
unutulmuş olsa da Yunan
mitolojisinden köken alan eski ada
Tenodos hala kullanılmakta. Deniz
Tanrısı Poseidon’un çocuklarından
biri olan Kyknos Lapseki bölgesindeki
Kolonai kentine hükmedermiş. Kralın ilk
eşinden Tenes adında bir oğlu olmuş.
Tenes’in annesi ölünce kral baba
yeniden evlenmiş. Fakat serde üveylik
olan anne Philomene bir gün Tenes’e
iftira atmış, kendisine yalancı tanık
olarak bir de kavalcı bulmuş. Kral baba
Kyknos bu iftiraya inanmış ve oğlunu
bir sandığa kapatarak denize attırmış.
Denizlerin Tanrısı dede Poseidon
ise sandığı fırtınalardan koruyarak
boğazdan geçirmiş ve Leukophrys
adasının sahiline bırakıvermiş. Tenes
burada sandıktan çıkmış, adaya
yerleşmiş ve adanın ismini Tenes’in
adası anlamına gelen Tenedos olarak
değiştirmiş. Bugünkü Poyraz limanı
mevkiinde bulduğu yabani asmaları
ıslah ederek adanın üzümcülük ve
şarap geleneğini de başlatmış. Kral
baba bir süre sonra oğluna atılan
iftirayı anlamış ve özür dilemek için
adaya hareket etmiş. Tenes limana
bağlanan geminin ipini çift başlı baltası
ile keserek babası ile görüşmeyi
reddetmiş. Bugün Yunancada halen
kullanılagelen ve bir daha geri
dönmemek üzere biriyle ilişkilerini
koparmayı tarifleyen “Tenes’in
baltası ile kesmek” deyimi buradan
gelmekteymiş.
Bozcaada stratejik konumu nedeniyle
çağlar boyunca birçok kez istilaya
uğramış ve el değiştirmiş bir ada.
Nekropol alanında yapılan kazılar
sonucunda ada tarihinin MÖ 3000
yıllarına dayandığı tahmin edilmekte.
Adanın ilk sakinleri Akaların bir kolu
olan Pelasglar. Akalardan sonra
adaya sırasıyla Fenikeliler, Atinalılar
ve Yunanlılar hakim olmuş. Ada MÖ
493’te Pers istilasına uğramış. MÖ 334
yılında ise Pers hükümranlığına son
veren Büyük İskender’in devri başlamış.
Bergama Krallığı’ndan sonra Tenedos
MÖ 168 yılında Roma hakimiyetine
girmiş. Roma İmparatorluğu’nun
395 yılında ikiye bölünmesi ile Doğu
Roma yani Bizans İmparatorluğu’na
dâhil olmuş. Sonraki yüzyıllarda
Tenedos üzerinde Bizans, Cenevizliler
ve Venedikliler arasında egemenlik
mücadelesi süregelmiş. İlk hali antik
dönemden kalan Apollon Tapınağı
üzerine 1100’lü yıllarda Cenevizliler
tarafından yaptırıldığı tahmin edilen
güçlü kalesi ile Bizans ve Karadeniz’e
yönelik ticaret yolu üzerindeki ada
Venedik ve Cenevizliler arasında
birçok savaşa neden olmuş, birkaç
kez el değiştirmiş. Venediklilerin
Bizans İmparatoruna verdikleri
borç karşılığında adayı almalarıyla
Cenevizliler ile aralarında olan gerginlik
tekrar tırmanınca 1381’de iki taraf
aralarında anlaşarak adayı boşaltmaya
karar vermişler. Kaleyi yıkıp halkını
Girit adasına sürgüne göndermişler.
63
gezi-yorum
O dönemde Bozcaada’ya uğrayan
seyyahların yazdıklarından adanın
ıssız bir şekilde korsan yatağı haline
geldiğini ve kalenin kalıntı halinde
olduğunu öğreniyoruz. Her ne kadar
korsanların öldükten sonra deniz
sularına bırakıldığını bilsek de bugün
Bozcaada Kalesi’nde bir korsana ait
olduğunu tahmin ettiğim kurukafa
ve kemik figürlerinin işlenmiş olduğu
mermer bir mezar taşını da görmek
mümkün.
Bozcaada İstanbul’un fethi sonrası
1456 yılında Osmanlı idaresi altına
girmiş, kale tekrar onarılmış ve sosyal
hayat yeniden başlamış. Zaman zaman
Venediklilerle Osmanlılar arasında
el değiştiren Bozcaada, bu süreçte
birkaç kez ağır hasar almış. 1657’de
Bozcaada’yı ele geçiren Venedikliler
adayı terk ederken kaleyi yıktıkları
gibi kasabayı da ateşe vermişler.
Son olarak Bozcaada önlerinde 16
Haziran 1717’de başlayan ve dört
gün süren deniz savaşı sonunda
Venedik donanması imha edilerek Ege
Denizi’nden çekilmiş ve adada Balkan
Savaşlarına dek süren Osmanlı devri
süregelmiş. Bu süreçte özellikle 18.
yüzyıldan sonra ticaret hacmi gelişen
64
adada İtalya, Avusturya-Macaristan ve
İngiltere’nin fahri konsolosluklarının
olduğunu biliyoruz. Bozcaada Balkan
Savaşları sırasında 7 Kasım 1912’de
Yunanistan tarafından işgal edilmiş.
1915 Çanakkale Savaşı esnasında
İngiliz ve Fransızlar tarafından askeri üs
olarak kullanılmış ve son olarak da 20
Eylül 1923’te Lozan Anlaşması gereği
Türkiye Cumhuriyeti tarafından teslim
alınmış.
Osmanlı Egemenliği altında adada
Rum ve Türk nüfus yüzyıllar boyunca
varlıklarını korumuş ve iki ayrı
mahallede barış içerisinde yaşamışlar.
1912 yılına ait Şark Ticaret Yıllıkları’nda
Bozcaada nüfusunun yaklaşık 1500
Türk ve 3500 Rum’dan oluştuğu
görülmekte. Yunan işgali ile Türk
nüfusunun büyük kısmı Anadolu’ya göç
etmiş. Kalanlar Türk mahallesi içinde
yaşamaya devam etmiş. 1923’te adanın
Türk himayesine geçmesi ile Rum
vatandaşlar 8-10 aile dışında adayı
terk etmiş. Bir süre sonra adayı terk
edenlerin büyük kısmı Türk hükümetinin
çıkardığı kanunlarda oturulmayan ev,
bakılmayan bağ-bahçenin hazineye
aktarılacağını ve adada kalan
akrabalarıyla olan mektuplaşmalarından
kalan Rumların evlerinde olduğunu
ve ticari hayatlarını devam ettirdiğini
öğrenince Bozcaada’ya geri dönmüş.
Kurtuluş savaşı sonrası 24 Temmuz
1923’te Türkiye ve Yunanistan arasında
imzalanan nüfus mübadelesine ilişkin
protokolde Gökçeada ve Bozcaada
Rumları tıpkı İstanbul gibi mübadele
haricinde tutulmuş. 1930’lara kadar
sakin bir dönem geçirilmiş. 1934’teki
Trakya olayları, 1941’te 20 ila 40 yaş
arasındaki azınlık erkeklerin -daha önce
askerliğini yapmış olsa da- askere
alınmaları, 1942’te uygulanan varlık
vergisi, 1955 İstanbul merkezli 6-7
Eylül olayları, 1963 Kıbrıs krizi, 1964
Bozcaada Karma Rum Okulu’nun
kapatılması ve Yunan uyruklu olanların
sınır dışı edilmeleri, son olarak da
1974 Kıbrıs Harekatı gibi çeşitli kırılım
tarihleri adalı Rumların aralıklı olarak
geri dönüşsüz bir şekilde Bozcaada’yı
terk etmelerine neden olmuş. Rum
iş yerleri, bağlar, mağazalar ve evler
hızla el değiştirmiş. Aynı yıllarda Kıbrıs
adasındaki Türk-Rum çatışmaları
binlerce kilometre ötedeki Bozcaada’da
yüzlerce yıldır Türklerle birlikte barış
içinde yaşayan Rum cemaatinin
hayatını da altüst etmiş. Doğdukları
toprakları geride bırakmak zorunda
kalarak büyük çoğunluğu başta
Yunanistan, Avustralya, Kanada ve
Fransa’ya olmak üzere değişik ülkelere
göç etmişler. Giden Rumlar çoğunlukla
zanaatkar isimler de olunca adadaki
bilgi, görgü ve ustalık işleri de sekteye
uğramış. Ada tarihinde ilk defa nüfus
Türklerin lehine dönmüş. Bozcaadalı
Rumların adayı terk etmeleri ile oluşan
bu boşluğu bağ bozumu dönemlerinde
mevsimlik işçi olarak Çanakkale’den
gelen köylüler doldurmuş. Günümüzde
çoğunluğu 60 yaş ve üzerinde olmak
üzere adada yaşayan yaklaşık 20 kadar
Rum cemaati mensubu vatandaşımız
mevcut. Yakın bir tarihte adadaki azınlık
olan Rumların tamamen yok olacağını
tahmin etmek çok da zor değil. Yine
de bugünkü ada kültüründeki sahip
çıkılan izlerinin uzun yıllar boyunca
oluşan karma kültür içerisinde gelecek
nesillere aktarılacağını öngörmek de
mümkün pek tabii.
Konu adanın yerel kültür ve tarihinin
korunması ve gelecek nesillere
aktarımı olunca burada bir paragrafı
da Bozcaada Yerel Tarih Araştırma
Merkezi (BOYTAM)’a ve Hakan
Gürüney’e ayırmak lazım. Aslen
adalı olmayan, İstanbul doğumlu bir
fizikçi ve bilgisayar şirketi sahibi olan
Hakan Bey’in yolu, deniz kabuğu
koleksiyonculuğuna başlaması
sonrasında nadir görülen bir deniz
kabuğunun peşinde Bozcaada ile
kesişmiş. Ada ile tanışıklığı sonrasında
önceleri alınan yazlık ev ile İstanbul’dan
kaçış yerine dönüşen Bozcaada
anlaşılan o ki bir süre hayatının
merkezine oturmuş. 1998’de İstiklal
Caddesi’ndeki bir sahaf dükkanından
aldığı Tenedos gravürü ve 1915 yılına
ait dört adet siyah beyaz kartpostal ile
başlayan Bozcaada koleksiyonculuğu
yıllar içerisinde büyük bir tutku
ile bugün çok zengin bir müzeye
dönüşmüş. Sadece objelerle sınırlı
kalmayıp Bozcaada’nın unutulmaya
yüz tutmuş hikayesinin peşine düşmüş
Hakan Bey. Birçok Bozcaadalı ile
saatler süren yüz yüze röportajlar
yapmış, canlı tanıklardan hem yaşam
öykülerin hem de Bozcaada’ya yönelik
anılarını dinlemiş, sesli ve görüntülü
olarak kaydetmiş. Çığ gibi büyüdüğü
anlaşılan koleksiyona Bozcaada
Kaymakamlığı mevcut binasını tahsis
etmiş. Bozcaadalılar tarafından da
gönülden desteklenen bu oluşuma
1000’den fazla ata yadigarı fotoğraf ve
obje sergilenmek amacıyla bağışlanmış
ve bugün Cumhuriyet mahallesinde yer
alan Bozcaada Yerel Tarih Araştırma
Merkezi bünyesindeki müzede adeta
demans tablosundaki bir hastanın
bölük pörçük hatıraları cımbızla teker
teker ayıklanıp bir araya getirilerek
adanın hafızası da tazelenmiş. 1874
Bozcaada yangınından sonra yapılan
binaların en yüksek ve görkemlisinin
-sahibinin 1950’de binayı terk etmesi ve
bu sebeple üst katlarının bakımsızlıktan
yıkılmasıyla- geriye kalan kısmı olan
tek katlı taş binada vakit geçirmek
adeta bu küçük ve güzel adanın
geçmişine hüzünlü bir yolculuk yapmak
gibi. Sergi alanını ve kısa geçmişine
65
gezi-yorum
kıyasla oldukça zengin bir içerik
barındıran müzede Tenedos sikkeleri
–ki bu sikkelerin arka yüzündeki çift
başlı baltası müzenin logosunda
da mevcut-, Osmanlı İmparatorluğu
döneminden kalan mezar taşları,
cami alemleri, değişik tarihlerdeki
yazışmalara ait belgeler, adalılara ait
giysiler, Çanakkale Savaşı döneminde
adayı üs olarak kullanan Fransız ve
İngiliz askerlerinden kalan eşyalar ve
kartpostal arkası hikayeler, Bozcaada
ile ilgili çok sayıda harita ve gravür, ada
denizciliği, kaptanlar ve süngercilere ait
objeler, Tenedos isminin geçtiği envai
66
çeşit materyal, Bozcaada hakkında
yazılmış kitaplar, Bozcaada günlük
yaşamına ait türlü detayı barındıran
eşyalar ile Türk ve Rum vatandaşlar
tarafından BOYTAM’a bağışlanmış olan
ata yadigarı objeler, aile fotoğrafları ve
aile soy ağaçları sergilenmekte.
Tenedos antik kentinin bugünkü
yerleşim alanının hemen altında kaldığı
düşünülüyor. Henüz bir arkeolojik kazı
gerçekleştirilmemiş ve adanın tamamı
doğal ve tarihi sit alanı ilan edilmiş
durumda. Bu sayede ada mimarisinin
özgün özellikleri de korunabilmiş.
Mevcut binaların tamamına yakını eski
binaların restorasyonu ya da aslına
uygun yeniden yapılması ile kazanılmış.
Ve tabi haliyle yıldızı bol otel beklentiniz
varsa rafa kaldırmanın tam zamanı.
Bozcaada’da konaklama seçenekleri
genellikle ada halkının işlettiği
samimi ve doğal mekanlar. Her zevk
ve bütçeye uygun seçenek bulmak
mümkün. Çoğunluğu eski bağ evleri ve
merkezdeki eski evlerin restorasyonu
ile oluşturulan 60’ın üzerinde pansiyon
ve otel ile hatırı sayılır bir konaklama
potansiyeli mevcut. Yine de yoğun
mevsimlerde sıkıntı yaşamamak için
önceden rezervasyon yaptırmanızı
öneririm. Kalacağınız yer hangisi
olursa olsun belli bir standardın
altına düşmeyeceğini söylemek
mümkün, keyifli bir tatilin garantisi
var. Ada kültürüne hakim olan beyaz
badanalı tek ya da iki katlı evlerdeki
pansiyonlarda temiz ve konforlu bir
konaklama imkanı yakalayacaksınız.
Konakladığınız yerlerde ev yapımı
yöresel zeytin ve peynirler, doğal reçel
çeşitleri, bahçeden toplanan taze
sebzelerden oluşan kahvaltılar bekliyor
olacak sizi.
Yollara düşmenin vaktidir. Nerden
başlamalı sorusunun cevabı da
adadaki en büyük yapı olan kale olabilir
pek tabi. 1381 yılında Cenevizliler ve
Venediklilerin aralarında yaptıkları
anlaşma ile yıktıkları surları ile bir
dönemi yıkıntı olarak geçiren kale,
ada Fatih Sultan Mehmet tarafından
1456’da fethedildikten sonra 1479
tekrar inşa edilmiş. Son olarak 1815
yılında II. Mahmut tarafından yaptırılan
kapsamlı tamirat ve tadilatlarla adeta
yeniden inşa edilen kale bugünkü son
şeklini almış. Kale şehirden yaklaşık 10
m genişliğinde ve 250 m uzunluğunda
bir hendekle ayrılıyor. Dış kapının
önünde hendeği geçmeyi sağlayan eski
portatif asma köprünün yerini kalıcı
bir köprü almış durumda. Dıştan son
derece sağlam ve görkemli görünse
de kale içinin günümüzde tekrar bir
revizyon ve kapsamlı bir restorasyona
ihtiyaç duyduğu söylenebilir. Gece
ışıklandırmasının da tekrar hayata
geçirilmesinin ada görseline katkı
sağlayacağı da. Ada görseli demişken,
aslında adanın şu anki halinde eskisiyle
karşılaştırınca dikkati çeken çok önemli
bir eksik söz konusu: Eski fotoğraf
ve resimlerde bir köşede mutlaka
izleyene göz kırpan kale arkasındaki
tepede üç adet ve karşısında değirmen
bayırı tepesindeki sekiz adet olmak
üzere toplam on bir adet olan yel
değirmenleri. Eski kartpostallardan
başını kaldırıp bakınca tepelerde
insanın gözü ister istemez fark ediyor
yokluklarını. Bunlardan her iki tarafta
birer adet yel değirmeninin kalıntıları
tepelerde seçilebilmekte. Her ne kadar
batı burnunda yer alan rüzgar gülleri ile
modernize olmuş yel değirmenlerinin
varlığından söz etmek mümkün olsa
da bu nostaljik yel değirmenlerinin
restore edilerek adaya tekrar
kazandırılmasının sadece görseline
değil turizme de katkısının olacağı
aşikar. Yerinde yeller esen sadece yel
değirmenleri de değil aslında. Kalenin
önündeki tören alanı olan meydanda
67
gezi-yorum
ise eski fotoğraflardan bir kurtuluş anıtı
olduğunu öğreniyoruz. Bozcaada’nın
Lozan Anlaşmaları sonucunda
Türkiye’ye kazandırılmasının anısına
Nisan 1925’te dikilen obelisk formunda
yaklaşık 4 m yüksekliğinde dört kenarlı,
tepeye doğru incelen sivri kubbeli
olan bu anıtın 1974 senesinde yapılan
meydan düzenlemesi esnasında
sökülerek kaldırıldığı anlaşılıyor.
Temelinden ise bir şişe içerisinde
Osmanlıca “…bu mutlu günün değerli
bir hatırası olmak üzere buraya kıyamet
gününe kadar kalıcı olmak duasıyla
bu anıt yapıldı ve milletin görüşlerine
sunuldu” yazan bir belge bulunmuş.
Hazır yel değirmenlerine el atmışken
aynı restorasyon çalışması içerisinde
oldukça sağlam ve anlaşılır fotoğrafları
bulunan bu anıtın da bir benzeri tekrar
68
dikilerek bu metnin sahibinin temennisi
–kısmen de olsa- gerçekleştirilebilir.
Tabi yine de haksızlık etmek istemem
doğrusu. Koruma, restorasyon ve
eski değerlerin kazanılması için bir
çabanın olduğunu söylemeli. Örneğin
Rum Mahallesi’ndeki Meryem Ana
Kilisesi’nin avlusunda yer alan 4
katlı çan ve saat kulesi 2007 yılında
onarılarak restorasyon görmüş. Bu
sayede şehrin siluetindeki önemli bir
unsur olan bu kule geri kazanılmış.
Merkezde zaten herhangi bir araca
ihtiyaç duymayacaksınız. Kabaca Türk
ve Eski Rum Mahallesi olmak üzere
(Alaybey ve Cumhuriyet mahalleleri)
iki ayrı mahalle üzerinde kurulu olan
merkez bir uçtan diğerine 15-20
dakikadan fazla bir süre almayacak bir
genişlikte. Limanı karşınıza aldığınızda
solda kalan Türk mahallesi daha
karmaşık bir sokak yapısında olsa
da sağ taraftaki Rum mahallesi 1874
yılındaki büyük yangın sonrasında kare
planda yeniden imarlandırıldığı için
birbirini kesen dik yolları ve sokakları
ile daha düzenli bir görünümde. Doğal
olarak Cumhuriyet Mahallesi’nde
Rum, Alaybey Mahallesi’nde ise Türk
mimarisinin izlerini taşıyan yapılar
mevcut. Mimari farklılıklar elbette
var ancak binalar genelde kâgir ve
ahşap karkas yapılardan oluşuyor.
Evlerin en dikkat çekici özelliği
birbirinden renkli ve farklı kapılar ve
kapı tokmakları. Genelde yüksek ve
çift kanatlı olan kapıların üzerinde
çoğunlukla kurutulmuş kır çiçekleri
veya lavantalardan oluşan taç biçimli
çiçekler göreceksiniz. Adanın genelinde
küçük detaylar ve süslemelerde
yüksek ve ince bir zevkin hakim olduğu
söylemek mümkün. Keşfedeceğiniz
küçük detaylar ile her adımda adaya
biraz daha ısınacağınızın garantisini
verebilirim. Sokak aralarında her
köşede bir kediye rastlayacaksınız.
Bir de ilginç bir şekilde sayıları dikkati
çekecek kadar çok olan kısa bacaklı
bodur sokak köpeklerine. Martılar da
var elbette ama adanın havadaki hakim
türü kargalar. Bugün hediyelik eşyalara
dek ada kültüründe yer edinmiş
olan bu güzel sesli kuşlar, şehirde
gördüklerinizden biraz farklı. Bütün
kargalar içinde en küçük ve en tiz sesli
olan, beyaz gözleri ve gri ensesi ile
dikkat çeken bir cins bu. Gerçekten de
ada halkı bu zeki hayvanlarla içli dışlı
yaşıyor. Çay bahçesinde otururken
masanıza konacak kadar cesurlar ya
da adalı bir şarap markasına ismini
verecek kadar ilham verici.
Limanda balıkçı tekneleri ile komşu,
denize sıfır yerleşimli çok sayıda
balık restoranı, bembeyaz örtüleri,
mavi-beyaz boyalı ahşap sandalyeleri
ve gece olduğunda suya yansıyan
ışıklandırmalarıyla arzı endam
etmekteler. Cumhuriyet mahallesinde
ise özellikle mezeleri ile ön plana çıkan
69
gezi-yorum
çok sayıda benzer dekorasyonlu,
beyazın ve mavinin hâkim olduğu
ahşap masalı restoranları bulacaksınız.
Bu bölgede kendinizi Ege’deki bir
Yunan adasında hissetmeniz an
meselesi. Liman ve Cumhuriyet
Mahallesi’nde yoğunlaşan restoranlar
dışında meydan ve çevresi ile ara
sokaklarda da çok sayıda küçük, farklı
ve özgün kafe- restoran bulmanız
mümkün.
Ada mutfağına doğal olarak deniz
ürünleri hâkim. Yabani otlar ve
zeytinyağlılardan oluşan meze
çeşitliliğinin de altını çizmek gerek.
Yabani otlardan ısırgan, cibes, radika,
turpotu, kazayığı, şevketibostan
ön plana çıkan ve adaya özgü
olan lezzetler. Adanın bir başka
meşhur lezzeti ise “kirpi” de denilen
denizkestanesi. Kıyıdan ve taşlık
alanlardan dalarak çıkarılan kirpiler
beyaz şarabın yanında sunuluyor.
Doğası gereği balık çeşitliliğinden,
kalamar ve ahtapotun en lezzetlilerini
bulacağınızdan bahsetmiyorum ama
özellikle asma yapraklarına sarılarak
ızgarada yapılan sardalye mutlaka
denenmeli. Çınaraltı Kahvesi’nin likör
ve çikolata ile birlikte ikram edilen
damla sakızlı kahvesi, Ada Kafe’nin
gelincik şerbeti ve Çiçek Pastanesi’nin
bademli un kurabiyesi ise adaya özgü
diğer lezzetlerin başında geliyor.
Bozcaada’nın lezzetlerinden
bahsetmişken adaya özgü üzüm
ve şarapları da atlayacak değilim.
Bağcılık ve şarapçılık Bozcaada için
sadece bir ekonomik faaliyet olmanın
ötesinde bir yaşam biçimi haline
gelmiş ve Tenes’in öyküsüne bakarsak
bu durum adanın tarihi kadar eski.
Ada bağcılığının ve şarapçılığının
bu denli gelişmiş olmasının iki temel
nedeni var. Adanın üzüm bağlarının
yetişmesine son derece uygun olan
toprak yapısı ve özellikle kuzeyden
gelen hakim rüzgarlarla adanın
gündüz ve gece sıcaklık farklarının
şarap üretimi ve bağcılık için son
derece uygun olması. Kuşkusuz ada
bağcılığı denildiğinde artık adanın
70
sembolü haline gelmiş olan dünyaca
ünlü Bozcaada çavuş üzümü akla
gelmekte. Türkiye’nin en güzel Çavuş
üzümünü bulacağınız yerdesiniz. Evliya
Çelebi’nin Seyahatname’sinde de
övdüğü sofralık Çavuş üzümü dışında
Karasakız, Karalahna ve Vasilaki gibi
şaraplık üzüm çeşitleri de Bozcaada’ya
özgü üzümlerden. Adada günümüzde
dört tane şarap fabrikası mevcut.
Bunlardan üçü şehir merkezinde, biri
de merkezin güneyindeki Tuz Burnu
mevkiinde. Adadaki şarap fabrikalarının
tadım yerlerinde değişik şaraplar
tatmak ve fabrika satış mağazalarından
alışveriş etmek mümkün. Endüstriyel
üretime geçenler dışında ayrıca
bazı lokantalarda, küçük atölyelerde
ve evlerde üretilen butik şarapları
deneyebilirsiniz. Şarap çeşitleri yanında
hediyelik eşya olarak –eğer denk
gelecek kadar şanslı iseniz- kekik
balını, Simyon Salto’nun meşhur,
Rum mutfağına özgü ve içine badem
konularak küçük domateslerden yapılan
domates reçelini öneririm.
12 adet burun ve koy bulunan adanın
denizi tertemiz ve popüler olanlar
dışında keşfedebileceğiniz daha
küçük bakir koyları da var. Adanın
denizi genel olarak çok soğuk. İlk
şoku atlattıktan sonra ise suyun
verdiği zindelik hissi paha biçilemez
türden. Kaplıca suyuna dönmüş sıcak
denizlerde yüzmekten hoşlanmayanlar
için sırf bu bile adaya gitmek için
başlı başına bir sebep olabilir.
Adada rüzgârın hiç dinmediğinden
bahsetmiştim. Ama bu gözünüzü
korkutmasın. En rüzgârlı havada
bile adada olmanın verdiği avantajla
denize girebileceğiniz bir koy bulmak
mümkün. Yapmanız gereken o gün
esen rüzgârın yönünü tayin etmek
ve ters istikametteki rüzgar almayan
kıyılara yönelmek. Çoğunlukla kuzey
yönünden rüzgâr alıyor olması
nedeniyle adanın popüler plajları güney
kıyısında yer alıyor. Bunlardan en
meşhuru Ayazma Plajı. Biraz batısında
ise Habbele Koyu var. Habbele Koyu
bugünlerde genel kullanıma kapalı. Bu
durumda eğer yemek yiyebileceğiniz
restoran ve şezlong - şemsiye ikilisi
beklentiniz var ise adresiniz Ayazma
Plajı. Buraya ada merkezinden düzenli
minibüs seferleri de var. Ayrıca plajda
zaman zaman profesyonel bir şirket
tarafından jet-ski, su kayağı ve sürat
teknesi ile çekilen banana benzeri
sportif aktiviteler de sunulmakta. Kendi
aracınızla gitmişseniz veya motosiklet
ya da binek oto kiralamış iseniz tercih
edebileceğiniz bir başka koy ise deniz
altındaki çeşitlilik ve anfora kalıntıları
ile öne çıkan Akvaryum Koyu. Bu
küçük koy turkuaz rengi inanılmaz
berraklıktaki denizi ile görülmeye
değer. Akvaryum Koyu da dâhil olmak
üzere diğer bütün koylarda herhangi
bir tesis yok, bu nedenle de en azından
şemsiyenizi yanınızda bulundurmanızda
fayda var.
Ayazma kelimesi “kutsal su” anlamına
geliyor. Plajın hemen üstündeki alanda
adanın Aya Paraşkiri ayazması yani
çift oluklu bir çeşme bulunuyor. Sekiz
tane dev çınar ağacının gölgesinde
küçük bir şapel ve iki adet tek katlı
küçük yapı var. Dev çınar ağaçları ve
sürekli akan bir çeşmeye güzel bir
deniz manzarası da eklenince piknik
yapmayı düşünenler için uygun bir alan
olduğundan bahsedilebilir. Buradaki
çeşmeden bir kez su içenin artık adalı
olacağına inanılıyormuş. Bu bölgede
ayrıca her yıl 25-26 temmuzda Ayazma
Panayırı gerçekleştiriliyor. Buradaki
Rum-Ortodoks cemaatine ait şapel
Azize Aya Paraşkiri adına yapılmış
ve onun adını taşıyor. Adada Rum
nüfus yok olmaya yüz tutsa da göç
etmiş olan Rumların her yıl aynı tarihte
ziyaret etmeleri ve adalıların da katılımı
ile Ayazma Panayırı geleneği halen
sürdürülmekte. Şapelin alt kısmında
mum yakılıp adaklar adanan ve dilek
dilenen bir mağara mevcut. Yolunuz
düşmüşken ayazmadan içip bir de dilek
dilemek isteyenlere duyurulur.
Ayazma Panayırı dışında her sene
Ağustos ayında şair Haluk Şahin
öncülüğünde başlayan İlyada okumaları
ve elbette ki Bağbozumu Festivali yıllık
etkinliklerinden. Ağustosun son haftası
ya da eylül başında gerçekleştirilen bağ
bozumu özellikle kaçırılmayacak türden
eğlenceli bir etkinlik. İki gün süren
festival ada şarapçı üreticilerinin kendi
bağlarında düzenledikleri sembolik
bağ bozumu ile başlıyor. Bağ işçileri
ile birlikte traktörlere binilip bağlara
gidiliyor. Orada üzüm toplamanın
incelikleri öğrenilerek hep birlikte hasat
yapılıyor, toplanan üzümler eski günleri
hatırlatırcasına küfelerle eşek sırtında,
at arabasıyla, traktör veya pırpırlarla
yerel müzisyenlerin eşliğinde tören
alanına taşınıyor. Açılış töreninden
sonra üzümler halka dağıtılıyor. Ayrıca
festival boyunca ada şarap üreticilerinin
standlarında şarap tadım yapmak
da mümkün. Kale içerisinde çeşitli
konserler, ayrıca festival kapsamında
yarışmalar düzenleniyor. Birinde adanın
en iyi çavuş üzümü, diğerinde ise
adanın üzüm güzeli seçiliyor.
Bozcaada’nın gün batımları meşhur.
İki mekan önerim olacak. Bunlardan
ilki adanın kaptan köşkü, en yüksek
noktası olan Göztepe. 192 m
yüksekliğindeki Göztepe’den adanın
neredeyse tamamını izleyebileceğiniz
etkileyici bir manzara sizi bekliyor
olacak. Özellikle dolunay zamanında
ise günbatımında Göztepe’yi tercih
etmekte fayda var. Bir taraftan
güneşin batışını izlerken, arkanızı
döndüğünüzde tüm ihtişamı ile
koskocaman bir dolunay göreceksiniz.
Adanın neredeyse kendinden
meşhur günbatımı seremonisi için en
bilinen ve gerçekten de en etkileyici
noktası ise Batı Burnu. Bu bölgede
yer alan Polente Feneri ve rüzgâr
enerji santraline ait devasa rüzgar
türbinleri, namı diğer rüzgar gülleri
Ege Denizi’nde ufuk çizgisinde tüm
aşamalarını keyifle izleyebileceğiniz
günbatımı ile bir araya gelince apayrı
bir tablo oluşturuyor. Burada neredeyse
tüm turizm sezonu boyunca her gün
ada şarabını kapıp gelen, genci ve
yaşlısıyla büyük bir kalabalık adeta bir
ayin havasında adanın ve günbatımının
tadını çıkarıyor. İşin ilginç tarafı bu
kalabalığa rağmen adayı size özel ve
kendinizi adaya ait hissedebileceğiniz
bir anı yaşayacaksınız. Keyfini çıkarın.
Eski görüntüsü ile Polente Feneri
boyası dökülmüş olsa da modern çağın
değirmenleri yanında dimdik ayakta
denizi izlemekte. Rüzgârın kucağında
eski ile yeninin birlikteliği Bozcaada’nın
bugünkü durumunun da özeti gibi
adeta.
“Tanrı insanlar uzun ömürlü olsun diye
Bozcaada’yı yaratmış” diyor Herodot.
Burada geçireceğiniz birkaç günün
sonunda yenilenmiş hissetmenizin
sebebi de bu olacak. Dönüş yolunda
ana karaya ayak bastığınız anda
Bozcaada’nın verdiği zindelik hissini
özlemeye başlayacak ve bir daha
mutlaka geri geleceğinizi bilerek adanın
hiç terk etmeyeni rüzgâra adaya olan
selamınızı fısıldayacaksınız.
71
gezi-yorum
Akıllı telefonlardaki “Bozcaada”
Instagram fotoğrafları: Emir Kurtaran, Özgür Çakır ve Serpil Tekin
72
73
detay
Sırtüstü yatan
özgürlük
Hazırlayan: Sezai Evans
Doğa kelimesi sizin için ne ifade ediyor? Tatil,
kumsal, deniz ya da mavi? Gölge, serinlik
ya da sessizlik? Çağrışımlarıyla bizi etkileyen
bu kelimeleri duymanız dahi gevşemenize
yeter de artar... O anda, o günlerde her ne
yapıyorsanız bırakıp gitmek gelir içinizden. Bu
yazının konusu, sayarak çoğaltabileceğiniz bu
kelimelerden birçoğunu içerisinde barındıran
“Hamaklar...” Durun nereye gidiyorsunuz?
Yazıyı daha okumadınız...
Hamak: “İki ağaç veya direk arasına asılarak kurulan, içine yatılarak
sallanılabilen, ağ, bez vb.nden yapılmış yatak, ağ yatak” Türk Dil Kurumu
Yaz ile birlikte vaktimizin çoğu dış
mekanlarda geçiyor. Kışın stresi ve
bunaltıcılığından sonra terasınıza
veya bahçenize bir hamak koymak,
tüm yorgunluğumuzu unutturabilir.
Hamaklar bahçe hayatını sevenler
ve keyif almasını bilenler için
vazgeçilmezdir. Zaten yazın sıcağını
gölgede yatacağınız bir hamakta
geçirmek sıcaktan yakınanlar için
iyi bir fikir. Malum ki tatil, piknik,
mangal partileri, deniz ve yolculuk
zamanları da çoktan geldi, geçiyor...
Özellikle dinlenmeye büyük katkısı
ile sağlığımıza faydalı olan hamaklar,
giderek popülerleşiyor. Konutlar ve
bahçelerde daha fazla kullanılmaya
başlanan hamaklar artık hayatımızın bir
parçası...
74
Hamakları sevmeyen yok gibidir ama
herkesin aklında hamak için başka
adresler canlanır. Kimisi ağaçların
arasında, bol oksijenli bir şekerleme
için isteyecektir hamağı, kimisi illa
ki deniz ya da göl kıyısı der. Bazıları
içinse hamak demek bahçe demektir.
En az iki ağacın gölgesinde, yeşillik
bir avluda, serin bir uykudan güzel ne
olabilir?
Hamağın nereden gelip nereye gittiği
konusunda birinci rivayete göre,
800 sene önce eski Kolombiyalı
Latin Amerikalılar tarafından ortaya
çıkartıldığına inanılıyor. Her ne kadar
hamağın kesin kaynağı bilinmese de,
yaygın olarak ihtiyaçtan doğduğu
düşünülüyor. İspanyol fethinden 200
yıl önce Yucatan’a varan hamak, hem
çocuklar hem de yetişkinler için ilkel
bir uyuma aracıydı. Her dönemde
farklı kültürel ve ekonomik statüdeki
insanların hamakta uyuduğu biliniyor.
İspanyol fatihler sayesinde Avrupa
kültüründe de yer bulan hamak
günümüzde tüm dünyada modern bir
rahatlama aracı olarak kullanılıyor.
Mayalar hamağın yeni doğanlar için
ideal bir uyuma sistemi olduğunu
biliyorlardı. Güvenli dizaynının bebeği
sarıp ona rahimdeymiş hissini verirken
ritmik salınımının yeni doğanları
rahatlatıp sakinleştirdiği biliniyor. Yıllar
içinde, malzemeler koton ve sentetik
madde benzerleriyle geliştirildikçe,
bebek hamağının kolik, reflüsü olan,
rahat uyuyamayanlar için bir ferahlama
sağladığı kanıtlandı. Bebek hamakları
Fotoğraf: Demet Argun Güngör - Yedigöller / Haziran, 2009
ayrıca, prematüre bebeklerin sağlığına
faydalı olduğu kadar boğulma ve Ani
Ölüm Sendromunun (SID) risklerini,
tıpkı doktorların önerdikleri gibi, kritik
birinci yıl boyunca bebeklerin sırtüstü
uyumalarını sağlayarak azaltmaktadır.
İkinci rivayete göre ise pek çok keyif
unsuru gibi hamağın da aslında bir
zorunluluktan, açık havada güvenli
bir biçimde uyuyabilme ihtiyacından
ortaya çıkmış olması. Bu inanışa
göre hamak Christoph Colombus
tarafından Amerika kıtasından Batı’ya
taşınan nesnelerden biri. Zaten
sözcük, Haiti’nin eski halklarından olan
Arawakanların dilinden, “balık ağı”
anlamındaki “hamaco”dan geliyor.
Amazon yerlileri, börtü böcekten,
yılandan çıyandan, tozdan çamurdan
korunabilmek için kullanırmış
Fotoğraf: Engin Çakır - Suuçtu Şelalesi / Ağustos, 2010
hamakları. Mayalar balık ağı benzeri
malzeme yerine bugünkü tekstilden
hamaklara daha çok benzeyen, bir
tür dokuma kullanırlarmış. Amerikalı
denizcilerin yan yana dizilmiş
hamaklardan oluşan koğuşlarda
uyuduklarını biliyoruz. Aya giden Apollo
mekiğinde de astronotlar boş vakitlerini
hamaklarında geçirmişlerdi.
Bugünse yüzlerce çeşit hamak ve
hamağın onlarca kullanım alanı var.
Özellikle son yıllarda giderek artan
portatif hamaklar, bu ekvatoral keyfi
nispeten küçük bir çantanın içinde
gittiğiniz her yere taşıma olanağı
tanıyor. Serin havalar için kendi
örtüleri üzerinde olan hamaklar her
ne kadar hamağın ana fikrine aykırı
gibi görünse de son derece işlevsel.
Üretici ve pazarlamacılar evlerine
hamak alanların sayısının giderek
arttığından söz ediyor. Yani hamak
artık iç dekorasyonun da lezzetli bir
unsuru. Sayfiye kasabaları ise hamaklar
için halen anavatan sayılabilir. Tatil
tembelliklerinin devasa hamaklarında
dinlenmek, ve belki de uzaktan gelen
müzik sesine biraz kulak kabartıp
yıldızları seyretmek... Burnunuza
hanımeli kokuları... Evet, hamak biraz
da güzel bir gece demek. Sefa sürmek
deyiminin en anlamlı ifadesi demek.
Sahi unutmadan, Mazhar Alanson'un
seslendirdiği "bir hamak alıp sallansam"
şarkısı mutlu olmanızı sağlayan bir
şarkı değil midir?
Hamak nasıl kurulmalıdır?
Tercih edilen asma yöntemi bazı
donanımları gerektirir. Bu donamımlar:
75
detay
hamak halkaları, S şeklinde kancalar,
sağlam bir ip veya perlondur (dağcılık
ipi, perlonları ve karabinalar idealdir ve
renk seçenekleri geniştir). Hamak halka
kılıfları, ilmek ipliklerinin kopmasını (ki
bu durum metal kanca ilmek iplikleri ile
direk temas ettiğinde gerçekleşebilir)
engellemek için kullanılabilir. Hamağı,
her iki ucundan simetrik ve aynı
yükseklikte olacak şekilde, iki eşit
uzunlukta ip kullanarak asın. Hamak
orta kısmından bir miktar çökük
durmalıdır ancak bu çöküklük içine
yatıldığı zaman rahatsızlık verecek veya
yere değmenize neden olacak kadar
fazla olmamalıdır.
Hamakla ilgili sektörel notlar
Hamaklar daha çok villalarda, bahçesi
ve terası olan konutlarda tercih ediliyor.
Hamak sektörünün artan dekorasyon
taleplerinin ardından yüzde 1520 oranında büyümesi bekleniyor.
Uzakdoğulu ürünlerin sektörde rekabeti
zorlaştırdığı da sektörden gelen
haberler arasında. Uzakdoğu kökenli
ürünler ucuz ama kalitesiz yapılarıyla
dikkat çekiyor. Hamakta yeni trend “aşk
salıncağı” denen yuvarlak ayak üzerine
kurulan, sepet şeklinde ve minderlerle
destekli modeller... Hamakların yeni
tasarımlarında ise iplerin kalitesi
değişiyor. Kumaş hamaklarda kumaş
kalitesi ve desenleri yanında örgüler
de değişiyor. Hamakların bebeklere
yönelik olanlarına talepte de artış
yaşanıyor.
Hamak alırken nelere dikkat etmeli?
Hamağınızın boyutu konfor seviyenizi
belirleyecek en önemli etken. Küçük
boyutlarda bile yüksek miktarlarda
ağırlık taşıyabilen hamaklar olmasına
rağmen bu hamaklar bunu yapabilmek
için çok fazla esneyip gergin hale
geleceği için, rahatlığı büyük hamaklara
göre daha az olacaktır. Diğer taraftan,
en geniş hamağa bile sadece tek kişi
tamamen rahat ve kendisini hamakta
kaybolmuş gibi hissetmeden oturabilir.
Bulabileceğiniz en geniş hamağı alın
çünkü ne kadar geniş olursa kullanırken
o kadar rahat edersiniz. Daha
geniş hamaklar bedeniniz boyunca
76
birim hacme daha fazla ip desteği
sağlayacak anlamına gelir. Rahatça
genişleyip daralabilen bir stilde
örülmüş olmasına dikkat etmelisiniz.
Belli açıda olmasına dikkat edin, çok
sarkanlar sağlık sorunlarına neden
olabilir, naylon ve polyester yerine
pamuk olanlar tercih edilmeli, metal
aksamların paslanmaz olup olmadığına
dikkat etmek de uzun vadede önem
taşıyor. Hamağın örgüleri de ne kadar
sağlam olursa o kadar uzun dayanıyor.
Ketenli ve pamuklu kumaşlar tercih
edilmeli...
Bahçe mobilyaları için ipuçları
Bahçede oturma köşesi her şeyden
önce rahat olmalıdır. Sallanır divanlar,
koltuklar, büyük şemsiyeler, hamaklar
gibi bazı kullanışlı, sade ve dayanıklı,
doğal tonlarda ya da değişik renklerde
mobilyalarla döşenmelidir. Ayrıca
çevredeki insanların gözünün önünde
olmamalı, çok güneş almamalı, hava
akımlarında etkilenmemelidir. Bütün bu
dış etkilerden korunmak için bahçenin
gene kendi öğelerinden, yani sık
yapraklardan, yeşil ya da renkli çiçek
topluluklarından, tırmanıcı bitkilerden
yararlanılabilir. Bu öğeler doğayla
kurulan ilişkide aracı olmalarının
yanı sıra kullanışlı bir ayırıcı birim
Fotoğraf: Engin Çakır / Temmuz, 2012
işlevi de görürler. Bütün bunların
gerçekleştirilebilmesi için bahçede
oturma bölümünün döşeme tabanından
başlamak gerekir.
Çocuklar, sağlık ve hamak
Hamaklar, stresi atıyor, keyfi artırıyor,
sinir sistemini gevşetiyor. Kısacası
sağlığa önemli katkıları bulunuyor.
Fakat hamakların özellikle eğimlerine
dikkat edilmesi gerekiyor. Özellikle
gelişim çağındaki çocukların
kalitesiz hamaklarda uyutulmaları
sağlıklarını olumsuz etkileyebiliyor.
Ciddi sakatlanmalara dahi neden
olabiliyor. Hamakların salıncak olarak
kullanılmaması gerekiyor. Hamağın
Türkiye’de de yatak olarak kullanılması
yeni yeni yaygınlaşıyor.
Hamakta uyurken düşer miyim?
Klasik bir hamakta uyurken düşmek
aslında korkulduğu gibi pek olası
değil; hamakta çapraz yani diyagonal
pozisyonda yatıldığında uyurken ne
kadar hareketli olursanız olun hamak
malzemesi vücudunuzu yanlarından
bir koza gibi destekleyecektir. Özellikle
baş bölümlerinde tahta çubuklar
bulunmayan hamaklar devrilmezler,
alışılagelmiş düz hamaklar gibi ters
çevrilerek sizi yere düşürmezler.
77
yakın plan
78
Aspendos
zaman
tüneli
Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır
Tarih kokusu etrafınızı
sardığında hissettikleriniz;
başınızı döndürebilecek
bir görkem ve etrafınızı
çepeçevre saran, ruhani bir
tarih dokusu… Aspendos’un
tarihi insanı derinden
etkiliyor. Onu duyumsayarak
o topraklarda adım atmak
bile, heyecanlanmaya değer
bir zaman yolculuğu.
79
yakın plan
Bir anda Roma dönemine gittiğinizi
düşünün. Persleri, İskender’in
ordusunu… Düşünsel medeniyetleri…
Mezopotamya’nın tadına baktığınızı
hissedin. Büyük bir seyyahla dünya
turuna katılın ve keşiflerde bulunun.
Doğu medeniyetlerine şahit olun.
Uzak Doğu’da bilinmezlere koşun.
Daha sonra adım adım günümüze
gelin. Bizans topraklarında nefes alın.
Selçuklu egemenliğinde Anadolu’yu
yaşayın. Osmanlı ile birlikte altın
çağları yaşayın. Ardından Cumhuriyet
ile birlikte aydınlanma çağına tekrar
kavuşun. Kısacası tarih ve zamanın
sizde yarattığı tüm hikâyeleri
hatırlamaya çalışın. Aspendos ve
halkının geçmişi, tüm bu süreçleri
yaşamış ve bunca seneye yenik
80
düşmemiş bir tarihi destan aslında.
Aspendos, Antalya’nın Serik ilçesinde
bulunan Belkıs köyünde yer alan tabir
yerindeyse “heybetli mi heybetli” bir
amfi tiyatro… Aynı zamanda tarihe
tanıklık eden bir antik kent… M.Ö. 10.
yüzyılda Akalar tarafından kurulmuş.
Antik dönemin en zengin kentlerinden
bir tanesi… Pek meşhur tiyatrosu ise
M.S. 2. yüzyılda Romalılar tarafından
inşa edilmiş… Günümüzde dahi
adını sıkça duyuyoruz çünkü onca
medeniyete, zamana, doğaya yenik
düşmemiş sütunları… Önemli bir ticaret
yolu üzerinde olduğu ve Köprüçay
Irmağı ile limana bağlandığı için
Aspendos, her çağda önemliymiş… Ele
geçirilmek istenen kentler listesinde
hep ilk sırada yer almış.
Antik tiyatrolar arasında en iyi şekilde
korunarak günümüze kavuşan açık
hava tiyatrosu olmuş Aspendos.
Anadolu'daki Roma tiyatrolarından
günümüze sahnesi ile ulaşabilen
en eski ve sağlam örneği... Mimarı
Aspendoslu Theodorus'un oğlu
Zeno olarak biliniyor. Antonius Piu
zamanında yapımına başlanmış ama
Marcus Aurelius zamanında(138–164)
tamamlanmış… Yazıtlarından
anlaşıldığına göre, kentin yerli tanrıları
ile imparator ailesine sunulmuş. Her
sene binlerce insanın ziyaretiyle mutlu
oluyor artık. Yüzyıllardır kucak açtığı
insanların ziyaretine gelmesi hoşuna
gidiyor belki de. Zaman zaman olan
özel konserler ve tiyatro gösterileri ile
zevkten dört köşe oluyor kim bilir…
Tarihi her efsanenin olduğu gibi
Aspendos’un da bir hikâyesi var
bilinen… Rivayetlere göre, Aspendos
kralının bir zamanlar çok güzel bir kızı
varmış ve herkes onunla evlenmek için
can atarmış... Fakat kral kimde karar
kılacağını bilemediği için bir yarışma
yapmaya karar vermiş ve demiş ki,
“Kim halkımız ve şehrimiz adına en
yararlı ve güzel şeyi yaparsa, kızımı
ona vereceğim.” Bunun üzerine birçok
proje ortaya çıkmış ama bu projelerden
iki tanesi diğerlerinden çok daha güzel
ve anlamlıymış. Bu iki eseri de iki ikiz
kardeş ortaya koymuş…
Bir tanesi şehre kilometrelerce uzaktan,
müthiş bir geometrik hesaplamanın
sonucu olarak ortaya çıkarılıp inşa
edilmiş kasabaya su getiren su
kemerleri; diğeri ise akustiği ve eşsiz
mimarisi ile dikkat çeken tiyatroymuş.
Dünyanın o zamanki ve günümüzün
akustik olarak en iyi tiyatrosu olan bu
tiyatroyu ve yine mimari açıdan bir
deha ürünü olan su kemerlerini gören
kral yine kararsız kalmış. İlk olarak
şehre kazandırdığı fayda nedeniyle su
kemerlerini yapan mimara kızını vermek
istemiş fakat daha sonra tiyatroya
gezme kararı vermiş. Tiyatronun üst
kısmında gezerken kulağına bir ses
ilişmiş. Ses “kralın kızını ben almalıyım,
onu bana vermeli” diyormuş…
Bunu duyan ve tiyatrodaki akustiğe
hayran kalan kral, kızını tiyatronun
mimarı Zeno’ya vermekte karar kılmış.
Fakat her iki yapıyı da çok beğendiği
için adaleti sağlamak adına kızını
ortadan ikiye bölmeye karar vermiş.
Ancak su kemerini yapan mimar,
kıza olan sevgisinden dolayı aradan
çekilmiş ve güzel kral kızıyla Zeno
evlenmiş, düğünleri de tiyatroda
gerçekleşmiş…
Aspendos eski çağlarda politik bir
güç olarak da önemli roller almış tarih
sahnesinde. Kolonileşme döneminden
sonra bir süre Likya egemenliği altında
kaldıktan sonra, M.Ö. 546’da Pers
hâkimiyeti altına girmiş. Ama tıpkı
Truva’nın hikâyesi gibi bir aldatmaca
ile şehir Perslerin elinden çıkmış ve
Attika-Delos Deniz Birliği’ne katılmış…
M.Ö. 467’de devlet adamı ve askeri
komutan Cimon, Pers kara kuvvetlerini
yenebilmek için, en iyi savaşçılarına
daha önce ele geçirdiği tutsakların
giysilerini giydirip kıyıya göndererek
Persleri kandırmış. Askerleri düşman
tarafından salınmış yurttaşlar
zanneden Persler, kutlama şenlikleri
düzenlemişler. Bundan yararlanan
Cimon, 200 gemiden oluşan filosu ile
karaya çıkartma yapmış ve Persleri
yok etmiş… Fakat M.Ö. 411’de Persler
şehri tekrar ele geçirmişler ve üs olarak
kullanmışlar.
Aspendos’un hikâyeleri bir film şeridi
gibi adeta... Tarih sürecinde çeşitli
medeniyetlerle birçok hikâyesi var
şehrin. Peleponnes Savaşlarında
şehrin kaybettiği saygınlığın bir kısmını
yeniden kazanma çabası içindeki
Atina komutanı da başka bir hikâyenin
başlangıcı olmuş. M.Ö. 389’da şehrin
teslim olmasını garanti altına alabilmek
için Aspendos kıyısına demir atmış
ordusuyla. Yeni bir savaş istemeyen
Aspendos halkı ise aralarında para
toplamış ve topladıkları parayı Atina
komutanına vererek herhangi bir zarara
meydan vermeden geri çekilmesi için
yalvarmışlar. Komutan parayı aldığı
halde, adamları ile bütün tarlalardaki
ekinleri çiğneyerek Aspendosluları
zarara uğratmış... Öfkelenen
Aspendoslular ise büyük riskler alarak
komutanı çadırında bıçaklayarak
öldürmüşler...
Diğer bir tarih sayfası ise cihan
imparatoru Büyük İskender ile yazılmış.
Büyük İskender Perge’yi ele geçirdikten
sonra M.Ö. 333’te Aspendos’a
girdiğinde, daha önce Pers kralına
haraç olarak çok sayıda at veren ve
vergi ödeyen halk, İskender’in de
bunları istememesini rica etmek için
kendisine elçi göndermiş. Anlaşmaya
varıldıktan sonra İskender teslim olan
şehirde bir garnizon bırakarak Side’ye
hareket etmiş... Sillyon üzerinden
geri dönerken Aspendosluların kendi
elçilerinin teklif ettiği anlaşmayı
onaylamadıklarını ve kendilerini
müdafaaya hazırlandıklarını öğrenen
İskender, hemen şehre doğru
ilerlemiş. İskender’in bölükleriyle
geri döndüğünü görünce Acropolis’e
çekilen Aspendoslular yeniden
barış sağlayabilmek için tekrar elçi
göndermişler. Ancak bu kez oldukça
ağır koşulları kabul etmek zorunda
kalmışlar. Bu anlaşmaya göre, bir
81
yakın plan
82
Makedon garnizonu şehirde kalacak
ve yıllık vergi olarak 4000 atın yanı
sıra 100 talent altın vereceklermiş.
13. yüzyılda ise, Selçuklu Hükümdarı
I. Alaeddin Keykubat’ın hükümdarlığı
sırasında tamamen restore edilmiş
olan şehir ve tiyatro, Selçuklu tarzında
zarif çinilerle süslenmiş ve saray olarak
kullanılmış...
Aspendos en parlak dönemine ise M.S.
ikinci ve üçüncü yüzyıllarda ulaşmış...
Bugün hala bu bölgede görülebilen
anıtsal mimarinin büyük bölümü bu altın
çağda yapılmış. Şehir kıyıda olmasa
da, Eurymedon (Köprüçay) Nehri’nin
kenarında bulunması gemilerin şehre
ulaşımını mümkün kılmış ve bu ulaşım
imkânı, Aspendos’un arkasında yer
alan verimli ova ve sık ormanla örtülü
dağlarla birlikte şehrin gelişiminde
belirleyici etkenler olmuş. Şehirde
dokunan altın ve gümüş işlemeli duvar
halıları; mısır, gül ve limon ağacından
yapılmış mobilyalar, heykelcikler;
yakındaki Kapria Gölü’nden elde edilen
tuz, şarap ve özellikle Aspendos’un
meşhur atları Aspendosluların medar-ı
iftiharı olmuş… Üzüm yetiştirmekle
ve şarap tüccarlığı ile tanınmış
olsalar da dini törenlerinde tanrılarına
şarap sunmayan Aspendoslular,
bunun sebebini “Eğer şarap yalnızca
tanrılara ait olsaydı, kuşlar üzümleri
yemeye cesaret edemezlerdi” diyerek
açıklamışlar...
Yukarı bölümünde 21, aşağı bölümünde
20 oturma sırası var Aspendos’ta.
Tiyatronun oturma kapasitesini kesin
olarak belirlemek imkânsız olsa
da 10.000 – 12.000 kişilik oturma
kapasitesine sahip olduğu söyleniyor.
Son yıllarda düzenlenen Antalya
Film ve Sanat Festivali kapsamında
tiyatroda verilen konserlerde tiyatroya
20.000 seyircinin alınabildiği görüldü.
Geçtiğimiz yıllarda yüksek bilet fiyatları
ile gösteriler ağırlayan Aspendos,
tarihte de ücretliymiş… Tiyatroda bir
gösteri sergilemek için hiçbir ücret
talep edilmezmiş. Gerekli yapım
maliyetlerinin bir kısmı kamu kuruluşları
tarafından karşılanırmış ancak gösteri
bittikten sonra elde edilen karın bir
kısmı bu kuruluşlara geri dönermiş.
Oyunları izlemek ya da yarışmalara
girmek isteyen biri, ücret ödemek ya
da bilet almak zorundaymış. Biletler
metalden, fildişinden, kemikten ya
da çoğu zaman pişmiş kilden yapılır;
bir yüzünde resim, diğer yüzünde ise
oturma sırası ve numarası yazılırmış…
Elbette Aspendos’un değerini hiçbir
bilet kesemez ancak destansı geçmişi,
onu Türkiye’nin çok önemli bir mirası
kılmaya yeter de artar bile...
83
yakın yerler
Doğa sevgisinin köşk hali
Onun devrinin sorunları arasında; ne ozon tabakasının delinmesi, ne küresel kirlilik, ne asit yağmurları,
ne de orman katliamları vardı. Hiçbir ülkenin devlet başkanının gündeminde “çevre” bulunmuyordu.
O, askerleri ile birlikte Kurtuluş Savaşı’nda adım adım kazandığı toprakların, o topraklardaki bir tutam
yeşilin değerini bilmek zorundaydı. Tüm dünya ona “bu sebepten ötürü” de hayrandı. O sadece bir
asker değildi...
Fotoğraflar: Engin Çakır
Gazi Mustafa Kemal Atatürk "Çevreyi
korumak aklın gereğidir" özdeyişi
ile yalnızca Türk insanına değil, tüm
dünya ülkelerine çok önemli mesajlar
veriyordu. İnsan ve doğa sevgisi ile
dopdolu bir liderin çevre duyarlılığı,
tüm dünya insanları için bir örnekti.
Yalova’daki Yürüyen Köşk’ün hikayesi
şöyle yaşanıyordu:
“Atatürk yurt gezilerine büyük önem
verirdi. Bu çağdaş medeniyete ulaşma
yarışında olağanüstü bir çaba harcayan
84
ve zamanla yarışan ülkemiz için çok
önemliydi. 21 Ağustos 1929 tarihinde
İstanbul’dan Bursa’ya gidecekti. Sabah
09.00’ta Ertuğrul Yatı'yla Dolmabahçe
önlerinden hareket edildi. Marmara’da
atılan kısa bir turdan sonra yat Yalova
İskelesi'ne doğru süzülürken Atatürk’te
sahili seyrediyordu. Birden sahildeki ulu
çınar ağacı dikkatini çekti. (24 Temmuz
1930) Çınarın görüntüsünden etkilenen
Atatürk’ün emriyle yat durduruldu. Yatın
teknesiyle karaya çıkıldı. Ulu çınarın
gölgesinde bir süre dinlenen Atatürk,
ulu çınarın civarına bir köşk yapılması
talimatını verdi. Tekrar yata dönüldü
ve günlük programa devam edildi.
Afet İnan’ın anılarında olay yukarıdaki
şekilde anlatılmaktadır.
Atatürk daha sonra çınar ağacının
içinde bulunduğu çiftlik arazisinin
tamamını satın alacak ve ülke tarımı
için örnek bir çiftlik kuracaktır. Atatürk
1937 yılında bütün mal varlığını
hazineye devrederken çiftliği de
millete bağışlamıştır. Çiftlik arazisinin
bir bölümü köylülere dağıtıldı. Kalan
bölümde ise bugün Atatürk Bahçe
Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü
adıyla ülkemizin en önemli tarımsal
araştırma ve geliştirme enstitülerinin
birisi bulunmaktadır.
21 Ağustos 1929 tarihinde Atatürk’ün
talimatıyla yapımına hemen başlanan
köşk, 12 Eylül 1929’da tamamlandı.
Konuya Araştırmacı Yazar Ahmet
Akyol’un yayınladığı Atatürk ve
Yalova isimli kitaptaki anlatımıyla
açıklık getirelim. 13 Eylül 1929
tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde:
“Gazi Hazretleri’nin Yalova Millet
Çiftliği’nde inşa edilen köşkü ikmal
edilmiştir.” şeklinde konuyla ilgili
haber yer almaktadır. Bu habere
göre köşk, Atatürk’ün yapılsın
dediği 21 Ağustos’tan 22 gün sonra
tamamlanmıştır. Ancak, bu köşkün
tanınmasına sebep olan asıl olay,
bulunduğu yerden biraz doğuya doğru
kaydırılması oldu.
Atatürk, 1930 yılında(olasılıkla Haziran
ayı içinde), bir gün köşke gittiğinde,
orada çalışanlar, yandaki çınar ağacının
dalının köşkün çatısına vurduğunu, çatı
ve duvara zarar verdiğini söyleyerek,
çınarın köşke doğru uzanan dalını
kesmek için izin istediler. Atatürk
ise, çınar ağacının dalının kesilmesi
yerine, binanın tramvay rayları üzerinde
biraz ileriye alınmasını emretti. Bu
görev, İstanbul Belediyesi’ne verildi.
O sıralarda, Belediye Fen işleri
Müdürü Yusuf Ziya (Erdem) Bey’di.
Onun direktifleriyle, Fen İşleri Yollar
Köprüler Şubesi sorumluluğu üstlendi.
Başmühendis Ali Galip (Alnar) Bey,
yanına aldığı teknik elemanlarıyla
Yalova’ya gelerek çalışmaya başladı.
Önce, bina çevresindeki toprak büyük
bir dikkatle kazılarak, temel seviyesine
inildi. İstanbul’dan getirilen tramvay
rayları, binanın temeline yerleştirildi.
Santim santim yapılan çalışmalar
sonunda bina, temelin altına sokulan
raylar üzerine oturtuldu.
Atatürk, zaman zaman bu çalışmaları
izliyordu. O günlerde, Paris Büyükelçisi
olan Fethi (Okyar) Bey, kendisini
ziyarete geldi. Fethi Bey, hatıralarında
bu ziyaret sırasında köşkte yapılan
çalışmalarla ilgili olarak şunları
anlatmıştır: “... 24 Temmuz 1930 günü
öğleden sonra Gazi, beni otomobille
Yalova’daki çiftliklerini gezdirdi. Araziyi,
yapılan binaları ve altına kızaklar
konarak bir küçük köşkün mevkiini
beş on metre değiştirmek için nasıl
çalışıldığını gördük. Sonra köşkün
yanında kurulmuş olan eski sultanlara
ait iki güzel çadırın içinde istirahat ettik.
Çadırların her biri nefis sanat eseri idi.
Biraz istirahatten sonra, otomobil ile
85
yakın yerler
Yalova kaplıcalarına döndük.”
Şehremaneti Fen Heyeti (Belediye Fen
İşleri), 7 Ağustos 1929 Perşembe günü
Yalova’ya bir gezi düzenledi. Bu geziye
İstanbul’da bulunan bütün mimar ve
mühendisler davet edildi. Köşkün
yürütme çalışması, olasılıkla Atatürk’ün
isteğiyle, mühendislerin önünde
yapılacaktı. 8 Ağustos 1930 Cuma
günü saat 15:00 civarında, yürütme
çalışması başladı. Bu çalışmayı bizzat
Atatürk, kız kardeşi Makbule (Atadan)
Hanım, Vali Vekili Muhittin (Üstündağ)
Bey, Emanet Fen Müdürü Yusuf Ziya
(Erdem) Bey, İstanbul’dan gelen
mühendisler ve gazeteciler izlediler.
Köşkün yürütülme işlemi iki safhada
yapıldı. 8 Ağustos 1930 Cuma günü,
öncelikle yapının teras bölümü (toplantı
salonu olarak kullanılan, üç yanı
camlarla kaplı bölüm) kaydırıldı. Geri
kalan iki gün içinde de, ana binanın
86
raylar üzerinde yürütülmesi işlemi
tamamlandı ve bina, 5 metre kadar
doğuya kaydırıldı. Böylelikle köşk
yıkılmaktan, çınar ağacı kesilmekten
kurtuldu. Gerçekte, burada önemli olan
köşkün yürütülmesi değil, verilmek
istenen mesajdı. Atatürk, Yalova’daki
bir çınar dalını bahane ederek tüm
kamuoyuna bir mesaj vermek istemişti.
Yoksa, küçük bir binayı yıkıp, yerine
yenisini yapmak çok daha kolaydı.
Yalova sahilinde, Atatürk Bahçe
Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü
içinde bulunan bina, dörtgen planlı,
iki katlı, ahşap karkas küçük bir
yapıdır. Yalova şehir merkezinden
İDO iskelesinden itibaren başlayan
enstitü boyunca uzanan sahildeki yolu
takiben yürüyerek köşke gidilebilir.
İsteyen aracıyla da gidebilir. Yaklaşık
1 kilometre kadar yürüdükten sonra
ünlü çınar ağacını ve Yürüyen Köşk’ü
görebilirsiniz. Ağacın altına oturup
biraz soluklandıktan sonra görevli
nezaretinde köşkü gezebilirsiniz.
Binanın üstü Marsilya kiremitle örtülü,
oturtma çatılıdır. Cepheler ahşap
kaplamalı olup, kat arasında profilli
kat silmesi ve değişik süslemeli
tahtalarla kaplanmıştır. Pencereler
ve pencere kepenkleri klasik yapılı
katlanır kapaklıdır. Kat döşemeleri
girişi kara mozaik ve mermerdir. Üst
kat ise normal ahşap döşemelidir.
Duvarlar, Bağdadi üzeri, çimento
harçlı sıvalı ve sıvanın üstü boyalıdır.
Binaya batıdaki kapıdan girilir. Girişte
solda küçük bir bölüm vardır. Burası
Atatürk zamanında çay ve kahve ocağı
olarak kullanılıyordu, günümüzde ise
vestiyerdir. Girişte, tam karşıda küçük
bir tuvalet bulunmaktadır. Tuvaletin
hemen yanında küçük bir oda vardır.
Denize bakan yönde toplantı salonu
dikkati çeker. Atatürk’ün çok sevdiği
gramofonu da buradadır. Bu salonun
denize bakan üç yanı da boydan boya
kristal camlı kapılarla kaplıdır.
Giriş kapısının hemen sağındaki
ahşap merdivenlerden üst kata çıkılır.
Merdiven altında yarı bodrum şeklinde,
dışarıdan girilen su ısıtma merkezi
bulunmaktadır. Demir dökümlü,
dereceli ve termostatlı kazanda ısınan
su, borularla üst kata çıkmaktadır.
Çıkışta, yine tam karşıda küçük bir
tuvalet ve banyo vardır. Alt katta ve üst
kattaki bu tuvalet ve banyolarda, üst
katta Atatürk’ün yatak odasına, alt katta
oturma odasına açılan birer kapı vardır.
Soldaki Atatürk’e ait istirahat odası aynı
zamanda terasa açılır. Bu odanın tam
karşısında (L) şeklinde küçük bir yatak
odası bulunur. Odanın duvarlarında
çiftliğe ait çeşitli resimler asılıdır.
Merdivenin hemen sol tarafında bir
dolap ve bu dolapta 32 kişilik Belçika
porseleni yemek takımı, yine 32 kişilik
çatal-bıçak ve kaşıklar, 2 kristal sürahi,
Atatürk’e ait yorgan, yastık, çarşaf ve
masa örtüleri bulunmaktadır.
Köşkün deniz tarafında, 11 mermer
sütunla çevrili mermer kaplı bir alan
vardır. Çiftlikte çalışanların anlattıklarına
göre, Atatürk, arkadaşlarıyla burada
oturur, çay-kahve içermiş. Buradan
8 basamaklı bir merdivenle ikinci bir
alana inilir. Buradan da tahta iskeleye
geçilir. İskele yaklaşık 30 metre
uzunluğunda, 2 metre genişliktedir.
Köşkün yer değiştirmesine sebep
olan, görenleri büyüleyen yaşlı çınar
ağacı, köşkün hemen batısındadır.
Su deposu o günlerden kalmadır.
Deponun altında bir su kuyusu vardır.
Yürüyen Köşk’ün yaklaşık 50-60 metre
batısında jeneratör odası, köşk ile aynı
tarihte yapılmıştır. Burada bulunan 110
voltluk Siemens marka elektrik motoru
ile Köşk’ün aydınlatılması sağlanırdı.”
(www.yuruyenkosk.com)
87
geçmiş zaman kipinde
Kağıda tutsak özgür damlalar
Onca yazı nasıl ulaştı ellerimize? Tarih kendisini nasıl kanıtladı
bizlere? “Mürekkep” kokan eller tuttu kalemleri; tüm söylenceler,
olaylar, yaşananlar ve duygular böyle yazı oldu sayfalara…
Hazırlayan: Sezai Evans
Elleri mürekkep kokanlar vardı ya da
yola düşüp mürekkep yalayanlar…
Kalem yazdıktan sonra kururdu.
Mürekkep edilen ve sonrasında
mürekkep ile yazılan onca şey,
bugün bunca bilgiye sahip olmamızın
nedeni… Eskilerin tabiriyle mürekkep
yalamak insana meziyet katardı.
Okumuş olmanın ifadesiydi. Çünkü
bilginin yazıya dökülmesi ancak
mürekkep ile olurdu. Paul Claudel
mürekkebi şöyle tanımlıyordu: “Özsuyu
ruhun, düşüncenin kanı…”
Eskiden kullanılan kurşunkalem benzeri
bir tür kalemin, yazımı kolaylaştırmak
ya da rengini koyulaştırmak için uç
(mine) kısmını nemlendirmek gerekirdi.
Kalemi kullananlar (öğrenciler,
sanatçılar, memurlar vs...) bu işlemi
alt dudaklarının iç kısmı ya da dilleriyle
yaparlardı. Dolayısıyla dillerinde ya da
dudaklarında mürekkep izi kalırdı. İşte
bu yüzden mürekkep yalamış denirdi
ve bu değerliydi. Eğitimi, mektebi
88
çağrıştırırdı. Şimdilerde ise bu deyimi
kullananların sayısı giderek düşüyor.
Mürekkep uçuyor, tüm bu deyimler
geldikleri tarih sayfalarına geri dönüyor.
Mürekkebin ismi ancak mürekkep
püskürtmeli yazıcılarda geçiyor.
Kalemlerle ismi yan yana bile gelmiyor.
Herkes özensiz, sanattan yoksun,
tek tip üretim kalemler kullanıyor.
İnsanlar en iyi ihtimalle Pilot ya da
Senatör diye isimlendirilen kalemleri
kullanıyor. İnce ince işlenmiş, özenle
tasarlanmış dolmakalemlerin yerini
basiretsiz görünümlerde tükenmez(!)
kalemler alıyor. Eller belki mürekkeple
lekelenmiyor ama mürekkep kokmayan
ellerden çıkanlar da belli ölçülerde
değerini yitiriyor. En güzel hediyelerden
bir tanesi olan dolmakalemler giderek
hafızalardan siliniyor.
Mimar Sinan ve nargile
Mürekkebin geçmişle öyle bağları var
ki… Bu bağlardan bir tanesi Mimar
Sinan’ın özenli bir buluşu ile ilgili.
Rivayete göre, Sultan Selim Selimiye
Cami’nin yapımı esnasında ziyarete
gelmiş, içeri girdiğinde şaşkınlığını
gizleyemeyeceği bir manzara ile
karşılaşmış. Mimar Sinan caminin
içerisinde nargile içiyormuş. Buna
şaşırıp hiddetlenen Sultan, "Allah'ın
evinde nargile mi tüttürülür" diyerek
Mimar Sinan'a bağırmaya başlamış.
Mimar Sinan ise sakinlikle Sultan
Selim’e işine karışmamasını ve
kendisini rahat bırakmasını söylemiş
ve sonradan anlaşılmış ki, Mimar Sinan
nargile ile dumanının camide nereye
gittiğini anlamaktaymış... Mimar Sinan
caminin duman toplanan kısmına
bir bölme yapmış ve mürekkebi bir
şişede toplamayı başarmış. Böylece
sarayın tüm mürekkep ihtiyacı Selimiye
Camii'nden karşılanır olmuş. Aksi
takdirde o dönemde aydınlatma için
kullanılan devasa mumlar camilerin
tavanlarını is içinde bırakacakmış…
Mürekkebin geçmişi
Mürekkebin geçmişle olan bağı M.Ö.
2500 yıllarına dek gidiyor. Çinlilerin
bu yıllarda mürekkebi kullandıkları
biliniyor. Aynı dönemde Mısırlılar da
mürekkebi kullanıyordu. O dönemden
kalan toprak levhalar, taşa yazılmış
pek çok yapıt bunun kanıtları. İlk
dönemlerde siyah ve kırmızı olan
mürekkep, yıllar geçtikçe gelişmiş ve
diğer renklerde de yapılmıştı. Kâğıt
üzerine geçirilmiş mürekkep, zaman
geçtikçe koyulaşırdı. Zaten mürekkep
ile yazılmış belgelerin yaşını saptamak
da araştırmacıların sıkça başvurduğu
bir yöntemdi.
Türkler ise 20. yüzyıla kadar bezit
yağının yakılmasıyla elde edilen
mürekkebi kullanmışlardı. Sirke,
göztaşı ve temiz suyun kaynatılıp
süzülmesinden sonra da siyah
mürekkep elde edilirdi. Görünmez
mürekkebin keşfi ise haber iletişimi
anlamında, 1.Dünya Savaşı’nda sıkça
kullanılır oldu ve oldukça faydalı bilgiler
taşıdı. Yeniçağ'da çok çeşitli ve renk
renk mürekkepler ortaya çıktı. Daha
sonra dolmakalem mürekkebi, kopya
mürekkebi, marka mürekkebi; tipografi,
litografi baskılarda kullanılan yağlı,
altın, gümüş, bronz yıldızlı matbaa
mürekkepleri; karbonlu mürekkepler,
demirli mürekkep, dolmakalem
mürekkebi, yuvarlak uç mürekkepleri,
daktilo mürekkepleri, karbon kâğıdı
mürekkebi ve çoğaltma mürekkepleri…
Mürekkep hakkında faydalı bilgiler
Mürekkepten bahsederken “mürekkep
lekesine” dikkat çekmekte de yarar
var. Birçok kişinin en büyük derdi
mürekkep lekelerini çamaşır suyu
kullanmadan çıkartmaktır. Leke deri
eşya üzerinde ise, biraz limon suyuyla
lekeyi fırçalamak size yetecektir. Kâğıt
üzerinde ise, lekeli kâğıdın altına
kurutma kâğıdı koyun. Lekenin üzerine
birkaç damla oksijenli su sıkın. Sonra
kuru bir pamuk parçasıyla kurutun.
Eğer ki baş edemediğiniz leke dayanıklı
bir kumaşta ise, biraz limon suyu
ve ılık sütle silin. Durulanınca leke
yok olacaktır. Fakat leke nazik bir
kumaşta ise, leke kuruyunca, üzerine
talk pudrası dökün. Kaybolana kadar
fırçalayın. Beyaz çamaşırda ise, hemen
lekenin üzerine sulandırılmış hardalı
yayın. Yarım saat kadar bekleyip,
süngerle lekeli yeri yıkayın. Mobilya
üzerinde ise ve leke tazeyse, içine çiğ
süt veya limon suyu ilave ettiğiniz sıcak
su yeterli olacaktır. Ama eğer leke
eskiyse zımpara kâğıdı ile kazımaktan
başka çareniz yok. Muntazam daireler
çizerek mantar tıpayla parlatın.
Parmaktaki Lekeleri yok etmede en
etkili yol ise, domates suyuyla ovmaktır.
Kırmızı mürekkep lekesinin üzerine
hardal sürüp birkaç saat öylece
bırakırsanız belki bir çare bulabilirsiniz.
89
çizgi üstü
“Şehrin üzerine güneşi batırıp,
özgür olduğunu hissedecekti...”
Yazı ve Çizimler: Gökay Öngör
Kimi zaman bir kitapçı dükkanına
girer ve önceden belirlediğimiz bir
kitabı ararız. Fakat kitaplar, aranıp
bulunduklarında, onları sahiplenme
biçimimizden rahatsız olmuşlar gibi
nazlanırlar. Onları anlayamadan,
kendimizi veremeden okuruz.
Çoğu zaman yarım bırakırız. Çünkü
beklediğimiz gibi çıkmamışlardır.
En iyisi kitabın sizi bulmasıdır. Sizi
bulan kitap iyi kitaptır. Önce o size
sokulmuştur. Bu yüzden yüzünde
bir tatlılık vardır. Beklediğiniz gibi
çıkmayabilir; rafa kaldırırsınız. Fakat
içten içe sevmeye devam edersiniz.
İnsanlar gibidir, denebilir. Genç adam,
gittiği bir resim atölyesindeki kitaplıkta,
işte böyle bir kitaba rastlamıştı. Kitabın
adı, Özgürlük Korkusu idi. Yazarı, daha
önceden kitaplarını gördüğü Erich
Fromm’du.
Bazen kitapları, bize yepyeni
şeyler söyledikleri için değil,
bizim düşündüğümüz fakat
dillendiremediğimiz şeyleri
söyledikleri için okuruz. Okudukça
heyecana kapılırız. İşte! Nasıl da
kendi durumumuzu özetlemektedir
bu yazılmış olanlar! Hemen gidip
okuduklarımızı birilerine aktarmalıdır!
Bu büyük uyanıştan sonra, diğer
uyuyanları da tatlılıkla uyandırmalıdır!
Genç adam, kitabı okudukça bu
duygulara kapıldığını hissediyordu.
Yazar, özgürlüğün korktuğumuz bir
şey olduğunu söylüyordu. Bu yüzden
ipleri hep başkalarına veriyorduk.
Çünkü güven duygusundan yoksunduk.
Kendimizi tehlike altında hissediyorduk.
90
Bu, Protestanlığın doğuşuyla başlamıştı
yazara göre. Martin Luther, kilisenin
baskısından insanları kurtarırken,
onları özgür bırakmıştı. Şimdi insan tek
başınaydı. İnanç yoluyla bu defa “kendi
kendine” yolunu bulmak zorundaydı.
Acaba, genç adamın zaman zaman
düştüğü çaresizlikleri, kendi hayatında
böyle kaderci bir tutum gösterdiği için
mi ortaya çıkıyordu? Her şeyin ayağına
mı gelmesini beklemişti bunca yıl? O
da, yazarın bahsettiği gibi hür iradesini
yok saymış, olayları hep akışına mı
bırakmıştı?
Düşünüyordu da, belki bazı şeyleri
zamana bırakabilmemiz, hayatla,
kaderle işbirliği yapmamız daha
doğruydu. Genç adam, bunu
düşünürken Setbaşı köprüsünde
yürüyor ve sanki yalnızca aşağıda
akan küçük dereyi değil, iki düşünce
arasındaki derin boşluğu da geçiyordu.
Bu düşüncelerle Heykel’e doğru
yürümeye devam etti.
Batmakta olan güneş son kez Atatürk
Caddesi’ni aydınlatıyordu. Ulu Cami,
minareleri, çevresinde yürüyenler ve
oturanlar, herkes ve her şey daha canlı
bir şekilde görülebiliyordu şimdi. Bir
süre durup seyretti genç adam. Bu
şehri seviyordu. Buradayken kendini
rahat ve özgür hissediyordu… Hangi
sokakların günün her saati dost, hangi
caddelerin insan sıcaklığı taşıdığını
bilirdi çünkü. Çok iyi bir arkadaşınızın
yanında nasıl teklifsiz davranırsanız,
genç adam da bu şehirde öyle yürürdü.
Altıparmak Caddesi’nin sonuna kadar
gelmişti artık. Sonunda ani bir kararla
stadyum alanına saptı. Ağaçları
ve insanları seyretmek arzusuyla
Kültürpark’a attı kendini. En iyisi
bu güzel Temmuz gününü, güneşi
burada batırarak sonlandırmaktı…
Özgürlük denilen şeyin sınırları çok
geniş ve belirsizdi belki; herkese göre
değişiyordu. Fakat genç adam, şu
anda hissettiği şeyi ifade etmek için de
başka bir kelime bulamıyordu!
91
tasarı
Görkem Sever
Özgür bir
“kişisel alan”
Tasarımlar insanı kısıtlar mı özgürleştirir mi? Tasarımın
amacı nedir? İnsanları diğerlerinden soyutlamak
mı yakınlaştırmak mı? Ötekileşmek mi yoksa
bütünselleştirmek mi?
Bu sorular tasarımcıların insan
etkeninden sonra tasarlarken düştüğü
soru işaretleridir. Tasarım ilk önce
insanla başlar ve insana hizmet
etmesi için yaratılmışlardır. Fakat bazı
tasarımlar bu hizmete ihanet eder ve
insanı husursuz, rahatsız ve mutsuz
eden geri dönüşler yapabilir. İnsan
kendi kişisel alanına saldırı olarak
algılayabilir. Bu yüzden tasarımcılar
insanın kişisel alanını belirleyen,
kendini tetikte hissetmesini engelleyen
tasarımlar yapmaya özen gösterirler.
Araştırmalar sonucu bu alanın 45
cm çapında olduğu bulundu. Bazı
tasarımcılar bu alanlara özen gösterip
daha humanist tasarımlar yapıyorlar,
mesela Arne Jacobsen’in “Egg
Chair” sandalyesi... Arne Jacobsen
bu sandalyeyi kendi dizayn ettiği otel
lobisi için tasarladı. Temel amaç otel
müşterilerinin hem kendilerini özgür
hissetmesi hem de kamusal alanlardan
kendilerini ayırıp daha kişiselleştirdikleri
alanlara sahip olmalarıydı. Mimar
David Garcia ise bu konuda insanlara
kişisel alanlar yaratan ve daha özgür
kılan bir kitaplık ünitesi tasarladı.
Gezici kütüphanelerden esinlendiği
92
bu tasarımına “This Circular Walking
Bookshelf” adını verdi.
Günlük yaşamda da insanı kişileştiren
ve özgür kılan birçok tasarım var.
Veasyble adlı firmanın ürettiği
taşınabilir kişisel alan bunlardan
en göze çarpanı... Çanta gibi
taşıyabildiğiniz tasarım sayesinde
kendinizi toplumsal alandan izole
edebilir ya da bulunmak istemediğiniz,
sizi rahatsız eden bir ortamda yok gibi
davranabilirsiniz. Tasarım ekibi yola
çıkışlarını izolasyon, samimiyet ve
süs olarak tanımlıyor. Tasarımın farklı
çeşitleri de mevcut. Sadece gözleri
kapayan ya da sadece yüzü kapayan
versiyonları da bulunuyor.
“Ear Chair” ise kendini yaşamdan
koparmak istemeyenlerin tercihi...
Yaşamla iç içe olmanın yanı sıra
kullanıcılara kabuk oluşturan ear chair
korunaklı bir kişisel alan sunuyor.
Tasarımcısı Studio Makkink & Bey
başlangıç fikri olarak bir soru ile yola
çıkmış. Oda formunda ve mekanın
verdiği hissi veren bir mobilya olabilir
mi? Cevabı Ear Chair’de bulmuşlar.
Mekanın herhangi bir yerinde bile
kullanıcaya özel alan yaratan bu
sandalye karşı karşıya konulduğunda
ise sanki bir toplantı salonu gibi mekan
içinde mekan yaratıyor. At gözlüğü gibi
uzayan yan kenarları akustik özellikler
ile donatılmış ve grup halindeki
konuşmaları absorbe eden yapısı ile
toplantı salonu gibi davranabiliyor.
Akustik özelliğinin yanı sıra görsel
olarak da karşıdaki ile olan iletişimi
destekleyici özelliği de var. Sehpa gibi
uzayan kolçağı sayesinde konforlu
zamanlar geçirilmesi de olası...
İki kişinin kişisel alanlarını birleştiren
“Niche Sofa” da özgürlüğü paylaşmayı
sağlıyor. Yan tarafları ile üst tarafı
kapalı olan tasarım koltukluktan
çıkıp bir sığınağa dönüşmüş. Frank
Lloyd Wright in "form follows function
sözünü bu tasarımda hayata geçirmeyi
amaçlayan Axia Design ekibi formun
tasarımdaki etkisini gösteriyor. Form
ile kavram yaratma arayışına bir cevap
niteliği taşıyan bu tasarım ile özgürlüğü
paylaştığımız keyif dolu alanlar ortaya
çıkıyor.
93
serbest yazı
Özlem Şenkoyuncu
Fotoğraf: Engin Çakır, Temmuz 2006
“Vazgeçmek özgürlüktür”
Deneyimli iletişim uzmanı Ali Saydam’ın derin tavsiyelerde bulunduğu, güncel konulara farklı bir bakış
açısıyla yaklaştığı, bize bizi sorgulamamızı ve yeniden değerlendirmemizi sağlayacak bakış açıları
getiren, iletişimciler ve yöneticiler için güzel bir başucu kitabı. Ama esas çarpıcı olan kitabın ismi...
Çok etkileyici bir başlık, üzerinde
kesinlikle düşünmenizi ve toplum
baskısıyla, aile baskısıyla, iş baskısıyla,
arkadaş baskısıyla vazgeçemediğiniz
şeyleri bir düşünelim.
Vazgeçmek özgürlüktür... O ana kadar
genelde istediklerimizi elde edebilme
özgürlüğüne yoğunlaştığımızı ve
önümüzde engellerin olmamasının ise
özgürlüğümüze giden yolları açtığını
düşünüyordum. Evet insan haklarına
saygılı bir şekilde istediklerimizi
engellenmeden elde edebiliyor,
bunun için mücadele etmiyor, kayıplar
vermiyorsak özgürüz. İstediklerimizi,
düşündüklerimizi ifade edebiliyor,
bunun karşılığında ceza almıyorsak
özgürüz. Kişilik haklarımızı savunmak
zorunda kalmıyor karşı taraf buna
saygı gösteriyorsa özgürüz. Kendi
kararlarımızı kendimiz alıyor ve
uygulayabiliyorsak bunun için
başkasının onayına ihtiyacımız yoksa
özgürüz. Ve de gerçekten kendi hür
94
iradenle baskı görmeden sadece öyle
istediğin için vazgeçebiliyorsan da
özgürsün...
İlk sıraladıklarımız aslında toplumun,
etrafımızdaki kişilerin bize sağladığı
özgürlük alanı...Vazgeçebildiklerimiz
ise daha çok bizim kendi kararlarımızla,
yaşam tarzımızla, alışkanlıklarımızla,
sorumluluklarımızla kendi iç
dünyamızdan yansıyanlarla kendimize
sağladığımız özgürlük alanını yaratıyor
diye düşünüyorum. Bu açıdan bakınca
birçok kişinin hayatında yapmak
isteyip de yapamadığı, içsel olarak
kurduğu baskı ile kendi hür iradesiyle
bile vazgeçemediği ve özgürlüğünü
kısıtladığı birçok şey olduğunu
düşünüyorum. Hem özel yaşamda hem
de iş yaşamında...
Özellikle iş hayatında sorumluluklar,
ihtiyaçlar, alışkanlıklar ve çevre
baskısıyla vazgeçemediğimiz ve
özgürlüğümüzün kısıtlandığını
düşündüğümüz çok örnek var. Özgürce
karar almada da kişinin sahip olduğu
donanım, özgüven, beklentileri ve kişilik
yapısı ön plana çıkıyor. İşte bu noktada
kişinin gerçekten ihtiyaç duyduğu
şeyleri ve en önemlisi onu mutlu
edecek şeyleri belirlemesi çok önemli.
Çünkü eğer vazgeçemiyorsak bir
şekilde bizi bağlayan ve dolaylı yoldan
da olsa mutluluğumuza etki eden
şeyler var demektir. Mutluluğumuz için
özgürlüğümüzden vazgeçiyorsak da
buna değer diye düşünüyorum.
Özgürlük eğer mutluluk getiriyorsa
çok değerli ve özeldir, uğrunda
savaşılmalıdır. Ama bizim
özgürlüğümüz hem kendimizi hem
de çevremizi üzüyorsa ondan
vazgeçebilmek de bizi özgür kılacaktır.
Hayattaki tüm özgürlüklerinizin size
mutluluk getirmesi dileğiyle...
95
ruhun gıdası
Anın getirdiği özgürlük
Üzerine şiirler yazılıp şarkılar bestelenen, uğruna savaşlar verilen
özgürlük. Olmazsa olmazımız. Herkes için ama en çok kendimiz
için istediğimiz özgürlük. Nedir özgürlük? Seçim yapabilmek
mi? Bu hayatta istediklerimizi seçmek mi? Seçtiklerimizi yapıp
seçmediklerimizden uzak durmak mı? Bunların ötesinde daha
derin bir kavram mı? Bir adım öteye gitmeye ne dersiniz?
96
Ne kadar özgürüz? Kimimiz
sevmediğimiz işlere mahkum, kimimiz
ilişkilerimizde çıkmaz sokakta, kimimiz
korkularımızla ördüğümüz duvarların
arkasında hapis. Sanki iş değiştirsek,
ilişkimizden ayrılsak her şey değişecek.
Seçimler yapıyoruz yaptığımız
seçimlerin bizi mutlu edeceğini umarak.
Sihirli değneği dışarda arıyoruz.
Birileri bizi özgür bıraksın da kendimizi
bulalım. Acaba özgürlük dışarıdan bize
verilen bir şey değil de hücrelerimizde
hissetmemiz gereken bir hal olabilir mi?
sevilmeme korkularımız bizi kendi
özümüzden uzaklaştırıp ellerimizi
kollarımızı bağlayan. O korkulara şifa
verelim teker teker, kendi merkezimizde
kalalım etkilenmeden. İçimizden geçen
her niyet, ağzımızdan çıkan her laf,
her duygumuz bir eyleme dönüyor.
Eylemlerimiz yaşadığımız gerçekliği
oluşturuyor. Günün sonunda aslında
kendi yarattığımız gerçekliklerde
yaşıyoruz. O yüzden aklımızdan geçen
her düşünceye, ağzımızdan çıkan her
lafa dikkat edelim.
Seçim hakkımız olsun elbet. Kendi
doğrumuzu konuşalım ve kendi
doğrumuz çizgisinde hareket edelim.
Bize uymayan, içimizi titretmeyen hiçbir
şeye zorlanmayalım. Eşimizi, işimizi,
yaşayacağımız yeri, yiyeceğimizi,
içeceğimizi, kitabımızı, arkadaşımızı biz
seçelim. Bize uymayanı seçmeyelim,
bize bir şey dayatılmasın, kimse
bizi bir şeye zorlamasın. Konuşmak
istediğimizde sadece konuşmak
istediğimiz için konuşalım ve söylemek
istediklerimizi söyleyelim. İnsana
yakışır bir şekilde yaşayalım. Bazen de
kendi korkularımızdır elimizi kolumuzu
bağlayan, atmak istediğimiz adımları
atmaktan vazgeçiren. Başaramama,
yetersiz olma, beğenilmeme,
Bazen de hayat beklediğimiz,
planladığımız gibi ilerlemiyor.
Tercih etmediğimiz, seçmediğimiz
hayatların, olayların içinde buluyoruz
kendimizi. O zaman hayal kırıklığına
uğruyoruz, öfkeleniyoruz, üzülüyoruz,
en kötüsü kendimizi kapana kısılmış
hissediyoruz. Dışarıdan özgür görünen
ama görünmeyen duvarların içine
hapsolmuş hayatlar. Bu duvarları
yıkmanın bir yolu olmalı.
Ünlü Yogik metin Bhagavad Gita
Karma Yoga’dan bahseder. Karma
Yoga bencil olmayan eylem (selfless
act) demektir. Attığımız her adımın,
ağzımızdan çıkan her sözün ardından
bir karşılık bekliyoruz. Çoğu zaman
Özgür Akkaya Erdemol
Yoga Eğitmeni
birine yardım ettiğimizde bile takdir
edilmek için yardım ediyoruz, sevilmek
için birilerine iyi davranıyoruz, daha
iyi bir hayat için çalışıyoruz. Her
hareketimize eklenmiş beklentilerimiz
var. Beklentilerimiz karşılanmadığında
hayal kırıklığına uğruyoruz. Bu hayal
kırıklığı, beklentiler davranışlarımızı
yönlendiriyor. Özgür olduğumuzu
sanıyoruz ama beklentilerimiz
karşılansın diye atılan adımlar ne
kadar özgürce verilen kararlar olabilir
ki. Kendi doğrunuzu konuştuğunuzda
onaylanmayacağınızı bilirseniz ve
onaylanma, sevilme ihtiyacınız çok
yüksekse kendi söylemek istediğinizi
değil karşınızdakinin duymak istediğini
söylersiniz. İşte Karma Yoga diyor ki
beklentilerinden sıyrıl, kendin için bir
şeyler bekleyerek eylemde bulunma.
O kısır döngüden çık ki özgür
olabilesin, kendi özüne ulaşıp özgür
kalabilesin. O zaman etrafındaki olaylar
sana hiç dokunmayacak. Olaylar ne
kadar farklı şekillerde gelişirse gelişsin
sen kendi merkezinde kalıp kendi
özüne ineceksin. O zaman kendini
kapana kısılmış, görünmez duvarlarla
hapsedilmiş hissetmeyeceksin. Dışarda
ne olursa olsun seni etkilemeyecek.
Seçimlerimizle varoluyoruz. Seçim
yapmak bir özgürlük ama asıl
özgürlük önümüze ne gelirse gelsin
yine kendimiz olarak kalabilmek.
Sonuçlardan bağımsız kendi
gücümüzde kalabilmek.
Gösterilen çaba gelecek odaklı
olmasın. Her ne yapıyorsak sadece o
an için yapalım. Spor yapıyorsak bir ay
sonra güzel ve sağlıklı bir bedene sahip
olmak için değil tam o an yaptığımız
işten keyif almak için yapalım. Anda
kalıp o an yaptığımız işin içinde
eriyelim. Nehir denize doğru akarken,
“doğru akmalıyım, diğer nehirleri
geçmeliyim” diye düşünmüyor. Sadece
akıyor, o an nasıl akması gerekiyorsa
kendi hızında... Aslan dünün, yarının
avını düşünmüyor. O an ne yapılması
gerekiyorsa yapıyor. Akışın içinde
eriyip gidiyor. Çocuklar oyun oynarken
o akşamın ödevini, dün annelerinin
söylediklerini düşünmüyor, sadece
oyun oynuyorlar. Buna yogada eyleme
geçmeden eylemde bulunma, eylemsiz
eylem deniyor. Yarın terfi almak için
bu projeyi bitirmek değil, bu projede
çalışırken sadece bu projede çalışmak
için çalışmak ve bu proje için elimizden
gelenin en iyisini yapmak.
Bütün bu kalıplardan kurtulmak için
zihinden özgürleşmek gerekiyor
önce. Hintli mistik Osho’nun dediği
gibi sadece zihinsiz insan özgürdür
çünkü zihinsiz insan hesaplara
girmez, bu anı yarın için feda etmez.
Emeklilik günlerinin hayalini kurarak
çalıştığımızda hayatı kaçırıyoruz. Zihin
hep yarındayken o yarın hiç gelmiyor.
Yarına geldiğimizde önümüzde
odaklanacak başka bir yarın oluyor. Hiç
bir zaman mutlu olmuyoruz. Oysa ki
anahtar tam şu anda kalabilmek.
Özgürlük seçim yapmak değil, tam tersi
seçim yapmadan da mutlu olabilmek.
Hayatın bize sunduğuyla mutlu
olabilmek. Şartlardan bağımsız kendi
içimizde dengede kalabilmek. Çocuklar
gibi dünü, yarını unutup sadece içinde
bulunduğumuz anda kalabilmek...
97
semboller
Karakterimiz
Abdulkadir Kılınç
Mutlak özgürlük yok, bunu biliyoruz.
Çünkü insanız yani sınırlıyız. Yaşamda
doğumla ve ölümle sınırlıyız, sosyal
hayatta başkalarının özgürlüğü bizim
sınırımız. Sınır demişken çok sevdiğim
bir sözü paylaşmak isterim; ’’Hakkını
hukukunu, haddini hududunu bil.’’
Sonra bedenimizle sınırlıyız. Hayır,
engelli insanlardan söz etmiyorum,
sağlıklı bedenlerimiz de sınırlı. Zaman
zaman ruhumuzun bedenimize dar
geldiğini, daha hızlı olmak, daha iyi
görmek, daha iyi işitmek, daha hassas
duyumsamak istemiyor muyuz?
Tamam sınırlıyız, ama bu bizim izafi
de olsa özgür olmadığımız anlamına
gelmiyor. En azından imkanlarımız
içinde. Hatta belki de özgürlüğümüzü
sınırlarımız sayesinde geliştiriyoruz.
Sınırlarımızı zorlamak bizi geliştiriyor,
ilerletiyor, özgürleştiriyor. İnsan
bilgisiyle de sınırlı. Bilgimizi arttırmak,
okumak, öğrenmek, bizi sınırlarımızdan
kurtarıp özgürleştiriyor. Özgürleşmek,
düşünce bazında da çok önemli.
Düşüncelerimizde özgür müyüz?
Yoksa dogmalara, kalıplara, batıla,
98
Fotoğraf: Engin Çakır, Haziran 2009
düşünmeden ettiğimiz kabullere
bağımlı mıyız? Bazen düşünce
özgürlüğümüzü unutup, bize dikte
ettirilen şeylere aldanıyor muyuz?
Aldanıyoruz ve avlanıyoruz. Çünkü
tutsak bir beyin kolayca yakalanıp
yönlendirilebilir. O yüzden düşüncede
özgürlük, bedenin özgürlüğünden daha
önemli. Belki de bu sebeple birçok
aydın tutsakken ya da sürgünde, bizi
özgürleştiren eserler yazdılar.
Tarihin en önemli özgürlük
hareketlerinden biridir Fransız devrimi.
Krallığa karşı, kralın tebalığına karşı
yapılmış bir devrim. İnsanları kralın
kölesi olmaktan kurtarıp, özgür birer
birey yapan devrim. Ancak bu bedensel
özgürlüğü sağlayan, önce düşüncede
özgürlük olmuş ve adına Aydınlanma
denmiştir. Bu aydınlanma kültürü,
sosyal hayatta, bilimde, teknolojide,
sosyal kurallardan devlet gibi büyük
toplumsal organizasyonlara kadar
tümünün gelişmesinde temel izlek
olmuştur.
Bizim özgürlük mücadelemiz ise
Kurtuluş Savaşı’dır. Hem aydınlanmayı
kabul etmeyen bir yönetimin (matbaa,
icat olduktan sonra şeyhülislamın
fetvaları ile 400 sene Osmanlı
topraklarına sokulmamış) zayıflamasını
fırsat bilen devletlere, hem de onlarla
işbirliği yapan padişahlığa karşı
yapılmış özgürlük savaşı. Türk halkı
bu savaşı ve özgürlüğünü, önderimiz
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
sayesinde kazanmıştır. Çünkü O
halkının haline tercüman olurcasına
“Özgürlük ve bağımsızlık benim
karakterimdir.’’ demiştir. Şimdi biz
özgürce ülkemizde yaşayabiliyorsak
O’nun ve o dönemin fedakar insanları
(ki canlarını feda etmişler) sayesinde
yaşıyoruz. Cumhuriyet dönemi Türk
halkının aydınlanma dönemi olmuştur.
Dil, harf ve eğitim alanlarında yapılan
çalışmalar, eğitimi geliştirmiş, bizi
dünya uygarlık düzeyine taşımış hatta
ilerisine götürmüştür. Kadınların seçme
ve seçilme hakkı buna iyi bir örnektir.
Şimdi bize düşen, özgürlüğümüzün
yegane şartı olan Cumhuriyetimizi ve
kurumlarını geliştirmek, aydınlanma
kültürümüzü artırmak olmalı...
99
eğitimin psikolojisi
Çocuklar için
özgürlük…
Psk. Ayşegül Alkış
Özgürlüğü en güzel yaşayanlardır çocuklar; istedikleri gibi oynarlar,
özgürce koşarlar, özgürce çizerler... Ta ki bir yetişkinle karşılaşana
kadar. O zaman başlar kurallar; “öyle ağaç mı olur, evin çatısını
kırmızı boya, yavaş koş düşersin, hiç uçan at olur mu” derken
çocuğumuzun içindeki özgür düşünme, özgür hareket etme
davranışları yerini koşullu ve korkulu adımlara bırakır.
Terapi seanslarında en çok
zorlandığımız alan şudur: çocuğun
kendisini tekrar çocuk gibi hissetmesi.
Birçok ebeveyn için çocuğunun büyük
gibi konuşması, büyük gibi davranması
zeka belirtisiyken, uzmanlar için olduğu
yaşı yaşaması, ona göre davranması,
kendini böyle kabul etmesi daha
önemlidir. Bunun için neler yapılabilir:
• Özgür çizim günleri: Fırça, kalem
kullanmadan parmak boyalarla ya da
farklı nesnelerle boyama denenebilir.
Burada amaç güzel bir resim çıkarmak
değil, ellerimizin özgürce hareket
etmesine izin vermektir.
• Özgür yazım zamanı: Aile etkinliği
olarak yapacağınız bu çalışmada
çocuğun başlatacağı cümleyi diğer aile
fertleri birer cümle ekleyerek devam
ettirir. Birkaç tur bu şekilde devam eder
ve en sonunda aile bir öykü yazmayı
başarır. Edebi bir değeri olmasından
çok, aile fertlerinin düşüncelerini
özgürce ifade etmesi gereklidir.
• Özgür hareket zamanı: Evde ister
müzik eşliğinde ister sessiz bir
ortamda, aile üyeleri gününü nasıl
100
geçirdiklerini beden hareketleriyle
anlatabilirler.
• Özgür duygu zamanı: Duygu ifadesi,
hem yetişkinler hem çocuklar için
zordur. Bu nedenle özgür ifade için
basit çalışmalar denenebilir. Bugün
bir yüz olsaydı yüzünü nasıl çizerdin?
Bugününe 1-5 arasında nasıl bir puan
verirdin? 1 çok kötü-5 çok iyi gibi. Bana
bugününü tek kelimeyle anlat bakalım.
• Özgür oyun zamanı: Anne babalar
oyun içinde yetişkin olduklarını
kanıtlamak, göstermek isterler. Bu
çocuğun oyun kurmasını, devam
ettirmesini, neden-sonuç ilişkisi
kurmasını engeller. Örneğin, 3
yaşındaki bir çocuk kule oyunu
oynadığında anne-baba “bak şimdi
onu koyarsan düşecek, bak demiştim,
düştü” diyebilir. Bunun yerine “nasıl
yapsan iyi olurdu, hadi sen bana ne
yapacağımı söyle” diyebilir. Böylece
çocuk kendisini yönlendirilmiş
hissetmeyecektir. Özgür oyun,
bilinçdışının ortaya çıkmasına da çok
yardımcı olacaktır. İyi bir gözlemle
özgür oyundan birçok ipucu elde
edebilirsiniz.
• Özgür drama: Çocuklar taklit etmeyi,
“miş gibi” yapmayı çok severler.
Burada özgürlük içinde kimi, nasıl
canlandırmak istediğini sorabilir ve
size küçük bir gösteri hazırlamasını
isteyebilirsiniz. Aile ilişkilerini
geliştirmek açısından en iyi yöntem
anne-babayı canlandırmasıdır. Böylece
çocuğunuzun gözünden kendinizi
seyredebilirsiniz. Önemli olan burada
herhangi bir engellenmede, ketlemede
bulunmamaktır. Aynı şekilde siz de onu
canlandırırsanız onun için iyi bir gözlem
çalışması olacaktır.
• Özgür yemek: Çocuğunuzla birlikte
yemek hazırlamak, burada saçma da
olsa birçok malzemeyi karıştırmak, en
sonunda tadına bakıp birlikte yememek
zaman zaman sınırların dışına çıkmanın
keyfini de size gösterecektir.
Tüm çalışmalarda özgürlüğün
sınırsızlık olmadığını anlatır, kendisini
rahat hissettiği anları anlatmasını
isterseniz en verimli etkinlikleri evde
yapmış olabilirsiniz. Özgürce yaşayan,
özgürlükten keyif alan ailelerin
oluşması dileğiyle…
dünyaya armağansın
Özgürlük kendinizi tanımaktır
Size anlatmak istediğimi açıklayabilmek için “Onurlu Bir Adam(1)” filminden
bir alıntı yapacağım. Film, Carl Brashear'ın gerçek yaşam öyküsünden
esinlenilerek çekilmiş. Filmin özünde yer alan tematik anlatım gerçekten
de etkileyici ve sürükleyici. Sonuç olarak verdiği iletişim dersi ise ulaşmak
istediğimiz gerçek...
Serkan Duru
Kentuckyli bir ailenin oğlu olan Carl
Brashear, hayallerindeki hayatı bulmak
amacıyla evinden ayrılır. Evden
ayrılırken babasının verdiği “Asla
pes etme ve en iyi ol...” öğüdünü
hayat felsefesi olarak kabul etmiştir.
Hedefi yeniden yapılandırılan deniz
kuvvetlerine katılmaktır. Ancak Carl’ın
teninin siyah olması onun donanmadan
dışlanmasına neden olur. Carl, bunların
hiçbirini umursamaz ve donanmaya
kabul edilir. Donanmaya katıldığında
bunun “En iyi” olabilmek için önüne
çıkan bir fırsat olduğunu düşünüyordur.
“En iyi” olabilmek için önüne çıkan bu
fırsatı değerlendirmek için donanmanın
dalgıç okulu programına katılmak
ister. Programa katılabilmek için
tam iki yıl boyunca yüzlerce mektup
yazar. Sonunda amacına ulaşır.
Ancak dalgıç okulu programındaki
eğitimcisi Billy Sunday onu ekipte
istememektedir. Carl'ın her hareketini
takip eden Sunday, onun bir açığını
yakalamak için uğraşmaktadır. Ama
babasının sözleri kalbinde yer etmiş
olan Carl'ı dalgıç olmaktan kimse
vazgeçiremeyecektir. Ve sonunda
Carl, gerçekten donanmanın en iyi
dalgıcı olur. Her dalışta rütbesi ve
itibarı yükselir. Yıllar sonra bir kazada
sağ bacağını diz altından kaybeder.
Artık dalgıçlık yapamaz duruma gelir.
Doktorlar, Carl’ın kazada kaybettiği
bacağının yerine takma bacak yaparlar.
Bu arada donanmadaki dalgıç
rütbesini kaybettiğini öğrenir. Carl
takma bacakla dalgıç unvanını almak
için çalışmalara başlar. Bu sırada
karşısına eğitmeni Sunday çıkar ve ona
yardım etmeye başlar. Uzun süren bir
hazırlık devresinden sonra Carl askeri
mahkemenin ve jürinin karşısına çıkar.
Mahkemede söyleyeceği sözler ve
yapacağı davranışlar dalgıç unvanını
geri almasını sağlayacaktır.
Mahkeme başkanı Carl’dan ve
zencilerden hoşlanmayan biridir.
Mahkeme salonuna ağırlığı 128 kiloyu
bulan dalgıç elbisesi getirilir. Carl’ın
eğitmeni Sunday bunu görür ve
mahkeme salonuna girer.
Mahkeme üyeleri dalgıç unvanının
geri verilebilmesi için Carl’ın dalgıç
elbisesini giyip salonda on adım
yürümesini istemektedir. Üzerinizde
128 kilogramlık bir dalgıç elbisesiyle ve
takma bacakla on adım yürüdüğünüzü
düşünün. Okurken size kolay
gelebilir. Carl, dalgıç elbisesini giyer
ve mahkemede büyük bir sessizlik
olur. Arka sıralardan fısıldanmalar
olur “ilk adımda yere düşecek”,
“başaramayacak” şeklinde. Carl
Brashear ilk adımını rahatlıkla atar,
ikinci adımda biraz zorlanır. Ama
eğitmeni Sunday, onu güçlendirecek
sözler söylemeye ve komutlar vermeye
başlar. On adım tamamlandığında,
salonda büyük bir mutluluk ve sevinç
yaşanmaktadır. Carl ve Sunday
birbirlerine sarılarak ağlamaktadırlar.
Carl Brashear inanmıştır, istemiştir ve
başarmıştır. Mahkeme dalgıç unvanını
iade eder.
Gerçek hayattan bir öykü anlattım size.
Eksiklikler hepimizin hayatında var
ancak önemli olan bu eksiklikleri bilip,
bunları nasıl olumluya çeviririm diye
düşünebilmek. Hedefinizi belirledikten
sonra size engel olacak hiçbir şeyin
olmadığını görüyorsunuz. Öncelikle siz
kendinizi iyi tanıyın. Yeteneklerinizle ve
yapabileceklerinizle kendi kafanızda
koyduğunuz engelleri kaldırın. Aslında
yapmak istediğimiz birçok şeyi sadece
kafamızda oluşturduğumuz engeller ve
korkular nedeniyle yapmıyoruz ya da
yapmaya cesaret edemiyoruz. Düşünün
sadece beyninizde oluşturduğunuz
olumsuz düşünceler nedeniyle kaç
işinizi ertelediniz. Özgürlük kendinizi
tanımaktır. Kendinize kendinizi ne
kadar çok alanda ve yaşanmışlıkta
tanıma şansı verirseniz o kadar çok
özgürleşirsiniz.
(1) Yönetmen : George Tillman, Jr.,
Oyuncular: Robert De Niro, Cuba Gooding
Jr, Charlize Theron, Hal Holbrook, Michael
Rapaport : 2000, ABD.
101
kitabi
Çocukluk,
özgürlüğün
süresiz vizesidir
Emine Civanoğlu
“Beş yaş, insanın en olgun çağıdır;
sonra çürüme başlar. Ben Alper
Kamu, birkaç ay önce beş yaşına
bastım. Doğum günüm yaklaşırken
vaktimin büyük kısmını pencere
önünde, dışarıdaki insanları
izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak,
yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak
ve bir yerlere bakarak yaşayıp
gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline
geleceğimi düşünmek beni hasta
ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış
yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla
yaşlanıyordum. Hayatımdaki tek iyi
şey artık anaokuluna gitmek zorunda
olmayışımdı; zarardan kâr. Uzun süre
annemle babama anaokulunun bana
göre bir yer olmadığını anlatmaya
çalıştım aslında. Bütün rasyonel
dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı
maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde
tepinmek, servis minibüsü kapıya
geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi
geçirmek gibi yöntemlere başvurmam
gerekecekti derdimi anlamaları
için. Kepazelik. İnsanı kendinden
utandırıyorlardı.”
Mahallede büyüyen, hayatın en önemli
sırlarını iki apartman arasındaki
karanlık, rutubetli, daracık kuytularda
mahallenin büyük, aklı da kanı gibi deli
akan abilerinden öğrenen çocuklar,
özgürlüğün kitabını yazarlar hem de
öyle bir yazarlar ki okuyanlar şaşıp
kalır. Gülsen mi ağlasan mı, senin de
102
bir mahallede nice anıların kaldı diye
hüzünlerin dalgalı denizine dalsan
mı, dizde nefes nefese bir çocukluk
macerasından kalma o belli belirsiz
yara izine bakıp hatıralara pansuman
mı yapsan bilemeden, hepsinin
arasında gide gele okuyacağın bu
kitap bence tam da Alper Canıgüz’ün
kendisini bize tanıştırdı üzere beş
yaşındaki Alper Kamu tarafından
yazılmış. Kitabın ilk sayfasını açtığın,
hikayenin içine girdiğin andan itibaren
aslında okur olarak gerçek hayatından
bir süreliğine ayrılmış, Alper Kamu
adlı veledin ve daha pek çok matrak,
tuhaf, sıradan, ürkütücü, deli, sakin,
dedikoducu, işinde gücünde insanın
yaşadığı o mahalleye yerleşmiş
olacaksın. Kitabı, Alper Canıgüz’ün
yazdığı satırlar olarak okumana imkan
yok, sen de kuvvetle muhtemel beş
yaşındaymışsın gibi, Alper Kamu’nun
yaşıtıymışsın ve Dağ Çileği Sokak’la
yeni bir savaşa hazırlanıyormuşsun
gibi yaşayacak, mahalle savaşları
için gazoz kapağı ezecek, Kız
Tevfik’in arkasından atıp tutacak,
Alev Abla’ya ufaktan aşık olacaksın.
Cinsiyetin nedeniyle bu mahallede
sana bankacının kızı ya da Alev Abla
rolü de düşebilir; hiç şüphen olmasın
ki kitap boyunca rolüne kendini fena
kaptıracaksın.
“Alev Abla, bir haller yaparak masalı
bitirdikten sonra, oturup iyi niyetle
düşündüm bunun bizimle ilgisi
nedir diye. Pek mantıklı bir sonuca
varamadığımı söylemek zorundayım.
Haydi diyelim komşu evlerde oturan
Kay ile Gerda biz ikimizi temsil
ediyordu. Dünyayı o lanetli aynadan
gördüğüm de iddia edilebilirdi doğrusu.
Peki, Karlar Kraliçesi kimdi? Erdoğan
Bey herhalde. Yani ben Erzurum’a ya
da cehennemin dibine gitsem Alev
Abla gelip beni bulacak mıydı? Bu
muydu yani? Ağzından çıkanı kulağının
duyduğundan emin değildim. Çok
güzel bir masalmış dedim.
Alper Canıgüz’ün yaratığı Alper
Kamu karakteri; oğlunuz, kardeşiniz,
yeğeniniz, kankanız, apartmandaki
ya da sınıftaki en yakın arkadaşınız
olsun isteyeceğiniz türden bir
çocukadam. Mahallede özgürlüğün
dibine vuran, aklına eseni yapan,
çocukluğun özgürlük vizesinden
gönlünce faydalanarak her deliğe
girip çıkan Alper Kamu’nun daha o
yaşta Dostoyevski, Nietzche, Oğuz
Atay okumuş olması, annesinin
hijyen takıntısının bastırılmış cinsel
dürtülerinden kaynaklandığı fikrine
varabilmesi biraz sinir bozucu, biraz
akıl dışı, biraz garip gelse de kitapta
usul usul ilerledikçe bütün bunlar
normal görünmeye başlıyor.
Bu çocuk sahiden üst katta oturuyor
olsaydı acaba bizim apartman nelere
gebe olurdu diye düşünmeden
Fotoğraf: Engin Çakır, Mayıs 2005
edemiyor insan. Kitap bittikten sonra
ilk günler etraftaki çocukların yüzlerine
bakıp Alper Kamu’yu görmeye
çalışıyor. Hatta ekşisözlük’te Alper
Kamu’nun Murathan Mungan'ın
Yüksek Topuklar'ındaki Tuğde bir
araya gelmesi halinde ortaya nasıl
bir cümbüş çıkacağını merak edecek
kadar ileri gidenler bile var. Koca
koca laflar eden, kocaman adamlar
gibi felsefe yapan, yaşıtlarına politik
konularda bile posta koyan, mahallede
meydana gelen bir cinayeti çözmeyi
aklına koyup komisere bile haddini
bildiren bu çocukadam, daha hikayenin
en başında, ağzını açar açmaz,
kurduğu ilk cümlelerle her okurun
kalbini fethedecek türden bir velet
ve ondan kesinlikle şeytan tüyü var.
Kendisi sağ sol meselelerinden de
ziyadesiyle haberdar ve bu konularda
engin fikri var.
“…‘Boş ver bu işleri Kerim Abi,’
dedim. ‘Sen söyle hele, hangi partiyi
tutuyorsun?’
Şaşkın şaşkın suratıma baktı.
İdarenin casusu muyum acaba diye
düşünüyordu sanırım. Kafasını dikip,
‘Ekmek partisi’ dedi.
‘Öyle bir parti yok ki’ dedim.
‘Hiçbir partiyi tutmuyorum,’ diye ifade
değiştirdi bunun üzerine. Bu devrim
yapacak, ben de göreceğim.
"...'peki sağcı mısın, solcu mu?'
'yok bizim felsefemizde sağ, sol.'
Felsefe? 'senin felsefende ne var Kerim
Abi?'
Nihayet hazır yanıtı bulunan bir soruyla
karşılaştığı için keyifle ünledi: 'bana
derler kerim, bugün buldum bugün
yerim, yarına Allah kerim!'
Hey gidi koca Marx, diye geçti
aklımdan, kalk mezarından da gör
diyalektik nasıl oluyormuş!..."
Şimdi havalar sıcak, haberler beter,
durumlar sıkıcı, Facebook’ta Twitter’da
muhabbetler hep aynı rehavetle baymış
vaziyette ve hiç esmiyor ve sabahlar
olmuyor bir türlü. Şöyle güle eğlene
hatta acayip bir polisiye durumun
içinde heyecandan gerile gerile
okunacak bir kitap lazımsa size, bu
kitap o kitap.
“Gazanfer’in arakamdan savurduğu
küfür ve tehditleri hala işitebiliyordum.
Sırtımı tahta duvara verip soluklandım.
Tabancamı sıkı sıkı tutarak yere çöktüm
ve kendi kendime gülmeye başladım.
Hayatımın en hızlı günlerini yaşıyordum.
Dövüşecek düşmanlar ve sevilecek
kadınlarla çevrelenmiştim. Gerçi silahım
plastiktendi. Kadınlarım da öyle.”
103
güncel kitap
Gönülden
yazılmış
şems parçaları
Deneme / 252 sayfa
Güncel kitap köşesinin bu ayki konuğu Elif Şafak. Bu kitap
onun kaleminden, duygularından, korkularından, sevgilerinden,
ilişkilerinden, yani hayattan seçmelerden oluşuyor.
“Kararır gökyüzü bazen, kasvetli
bulutlar kaplar semayı. Hayatın ritmi
durağanlaşır, sohbetler bildikleşir,
içimizde birikir yalnızlık hissi. Nasıl
özleriz güneşi o zaman, griler içinde
aradığımız bir tutam renk demeti. Peri
tozu gibi, inceden. Gönülden yazılmış
her roman, her hikâye, her kelime bir
şemsparedir… Güneş parçası… Düşer
omuzlarımıza, kar tanesi gibi usulca,
yağmur gibi yıkar ruhumuzu, arındırır
tozdan kirden tekdüzeliklerden…
Şemspare...”
Elif Şafak, bir kez daha hayatın
içinden süzülüp gelen denemeleriyle
karşımızda. Şafak’ın, Kasım 2010’dan
bu yana Habertürk gazetesinde
yayımlanan yazılarından oluşan seçkisi
Şemspare adıyla yayımlanıyor. Altmışın
üzerinde denemenin yer aldığı kitap,
yazarın bir önceki deneme seçkisi
Firarperest’in devamı niteliğinde.
Şafak’ın kadın, yolculuk, edebiyat ve
güncel konular üzerine yazılarının yer
aldığı Şemspare’nin metinlerine eşlik
104
eden illüstrasyonlar da yine M. K.
Perker imzasını taşıyor.
Kitaptan
“Vazgeçebilmek bir erdemdir. Bir deli
güzel meziyettir ki insan kolay kolay
kavrayamaz önemini. Gençken daha
zordur buna vasıl olmak. Ama öyle
gençler vardır ki ihtiyarlardan bilgedir,
o başka. Geri kalan bizler seneler
geçtikçe anlarız vazgeçebilmenin
kıymetini. Hayat öğretir bize. Hayat
ve bir de kronikleşmiş hatalarımız.
Kimilerimiz ise hiçbir zaman
öğrenemeyiz. Dersimizi almayız.
Dün nasıl isek yarın da aynen öyle.
Vazgeçmek bir zayıflık belirtisidir
zannediyoruz. Hatta bir nevi korkaklık,
adeta âcizlik. Halbuki tam tersidir.
Ancak kendine güvenen, karakteri
sağlam ve komplekslerden arınmış
insanlar vazgeçmenin erdemine vâkıf
olabilirler. Şu hayatta yaşadığımız
sorunların çoğunu vaz-ge-çe-me-di-ğimiz için yaşıyoruz aslında. Israr ve inat
ettiğimiz için. Takıntılarımızdan dolayı.
Takıntı ile tutkuyu birbirine karıştırıyoruz
sürekli, oysa ne kadar farklılar. Nasıl
da zıt.
Seviyoruz diyelim, birini seviyoruz,
hem de ne çok, ne derin, ölesiye. O
kişi de aynı şekilde aşkımıza karşılık
veriyor diyelim. Ama sonra, zamanla,
tavsıyor muhabbet, örseleniyor. Kazara
delinmiş bir balon gibi sürekli hava
kaçırıyor, küçülüyor. Giderek canlılığını
yitiren bir ateş gibi sönmeye yüz
tutuyor. Gün geliyor, sevdiğimiz insan
bizden ayrılmak istiyor. İnanamıyoruz.
Yıkılıyoruz. Kalbimizin etrafında bir
yumruk, demirden zırh gibi sıkıyor,
nefes alınca bile canımız yanıyor.
Dayanamıyor, heyheyleniyoruz.
Kabullenemiyoruz. Israrla onu elimizde
tutmaya çalışıyoruz. Sinirleniyor,
öfkeleniyor, hatta sözlü ya da fiziksel
şiddete başvuruyoruz. Gururumuza
dokunuyor, nefsimize ağır geliyor
böyle terk edilmek. İnsanız ne de olsa.
Etten ve kemikten ve billur bir kalpten
müteşekkil.”
105
vizyon filmi
Kara Şövalye
yükseliyor
(The Dark Knight Rises)
Yönetmen: Christopher Nolan
Oyuncular: Christian Bale, Michael
Caine, Anne Hathaway ve Gary Oldman
2012 / 2 sa 45 dk.
ABD / Aksiyon, Drama
Başrolde Akademi ödüllü Christian Bale ("Dövüşçü/The Fighter") yine iki karakteri birdenBruce Wayne / Batman'i canlandırıyor. Filmde aynı zamanda Anne Hathaway, Selina Kyle
rolünde; Tom Hardy, Bane rolünde; Akademi ödüllü Marion Cotillard ("La Vie en Rose"),
Miranda Tate rolünde; ve Joseph Gordon-Levitt, John Blake rolünde yer alıyorlar.
106
Başrollerine geri dönen diğer isimlerse
şöyle; Akademi ödüllü Michael Caine
("The Cider House Rules") Alfred'i;
Gary Oldman, Müdür Gordon'ı; ve
yine Akademi ödüllü Morgan Freeman
("Milyonluk Bebek/Million Dollar Baby")
Lucius Fox'u canlandırıyor.
Senaryo Christopher Nolan ve
Jonathan Nolan tarafından yazıldı,
hikaye ise Christopher Nolan & David
S. Goyer'a ait. Filmin yapımcıları, daha
önce de "Batman Başlıyor/Batman
Begins" ve gişe rekoru kıran "Kara
Şovalye/The Dark Knight" için bir araya
gelen Emma Thomas, Christopher
Nolan ve Charles Roven. Yönetici
yapımcılar ise Benjamin Melniker,
Michael E. Uslan, Kevin De La Noy
ve Thomas Tull, ortak yapımcı Jordan
Goldberg . DC Comics'in yayınladığı
çizgi roman karakterlerine dayanıyor.
Batman, karakteri ise Bob Kane
tarafından yaratıldı. "Kara Şövalye Yükseliyor" un kamera
arkası ekibinde, uzun zamandır
beraber çalışan ve "Kara Şövalye"
filminde de beraber çalışmış olan ekip
tekrar bir araya geldi. Ekipte Nolan'ın
"Başlangıç/Inception" filmi ile yakın
zamanda Akademi ödülü kazanan
görüntü yönetmeni Wally Pfister,
yapım tasarımcısı Nathan Crowley;
editör Lee Smith; ve Akademi ödüllü
kostüm tasarımcısı Lindy Hemming
("Topsy-Turvy") yer alıyor. Ayrıca,
"Başlangıç/Inception" filmindeki
efektleriyle Akademi ödülü kazanan
Paul Franklin ve Chris Corbould görsel
ve özel efektler süpervizörü görevini
üstleniyorlar. Müzikler Akademi ödüllü
Hans Zimmer'a ait ("The Lion King").
Çekimler üç ayrı kıtada gerçekleşti;
Amerika'da Pittsburgh, New York ve
Los Angeles şehirlerinde, Hindistan,
İngiltere ve İskoçya'da...
107
film şeridi
Anne Hathaway
“yükseliyor”
İlk kez 1999 yılında Get Real dizisinde göz kamaştırıyordu Anne Hathaway. Şöhreti 2001 yılındaki
Acemi Prenses filmi ile yakaladı. Devamı Akademi Ödülü adaylığına kadar çorap söküğü gibi geldi.
Anne Hathaway şu sıralar “Batman - Kara Şövalye Yükseliyor” filmi ile karşımızda...
Tam ismiyle Anne Jacqueline
Hathaway. Takma adı ise Annie. 1.73
m. boyunda, Brooklyn / 12.11.1982
doğumlu bir Hollywood yıldızı. Babası
avukat Gerald Hathaway, annesi
ise oyuncu Kate McCauley’di. Koyu
bir Katolik olarak yetiştirildi. Abisinin
eşcinsel olduğunu öğrendikten sonra,
kişilerin cinsel tercihlerine karışan
bir mezhebin üyesi olmayacağını
öne sürerek kendisini mezhepsiz
bir Hristiyan olarak tanımladı.
Çocukluğundan itibaren hemşire
olmak isteyen Hathaway, bu
rüyasından vazgeçmesinin ardından
sinema dünyasına yöneldi. Millburn
Lisesi’nde okuduğu sıralarda pek
108
çok tiyatro oyununda yer alan genç
oyuncu, lisedeyken sergilediği Once
Upon a Mattress adlı oyunla Paper
Mill Playhouse ödüllerinde Yükselen
Genç Yıldız alanında en iyi liseli
oyuncu olarak aday gösterildi. Vassar
College’da kadın çalışmaları alanında
bir süre eğitim aldıktan sonra New
York Üniversitesi’ne katılan Hathaway,
burada okuduğu süre zarfında Barrow
Group Theater Company adlı tiyatro
okulunda eğitim aldı. İlk TV deneyimini
kısa ömürlü Get Real dizisi ile yaşayan
oyuncu, 2001 yılında The Princess
Diaries adlı filmde başrol oynadı, ayrıca
2001 yılında, The Other Side of Heaven
ve 2002 yılında Nicholas Nickleby adlı
filmlerde yan rollerde oynadı.
1999-2005 yılları arasında ağırlıklı
olarak aile filmleri ve çocuklara
yönelik yapımlarda yer alan
Hathaway, bu tarihten sonra daha
ciddi filmlerde oynama kararı aldığını
açıkladı. 2005 yılında Hoodwinked! adlı
animasyonda “Kırmızı Başlıklı Kız”ı
seslendiren genç oyuncu, aynı
yıl Barbara Kopple’ın yönettiği
ve zengin genç Kaliforniyalı
çocukların karşılaştıkları sorunları
anlatan Havoc ve 1963-1981 yılları
arasında Amerika’nın batısındaki iki
erkek arasındaki romantik ilişkiyi konu
alan Brokeback Mountain’da rol aldı.
2006 yılını The Devil Wears Prada
(Şeytan Marka Giyer) ve 2007 yılını
Filmografi
Dark Night Rises (2012)
One Day (2011)
Love & Other Drugs (2011)
Valentine's Day (2010)
The Fiance (2010)
Alice in Wonderland (2010)
Bride Wars (2009)
Passengers (2008)
Rachel Getting Married (2008)
Get Smart (2008)
Becoming Jane (2007)
The Devil Wears Prada (2006)
Brokeback Mountain (2005)
Havoc (2005)
Hoodwinked! (2005)
The Princess Diaries 2: Royal
Engagement (2004)
Ella Enchanted (2004)
Nicholas Nickleby (2002)
The Other Side of Heaven (2001)
The Princess Diaries (2001)
Get Real - Meghan Green (Dizi) (1999)
Becoming Jane adlı filmlerle kapatan
Hathaway, 2008 yılında Becoming
Jane, Get Smart, Passengers ve
Rachel Getting Married adlı yapımlarda
rol aldı. Jonathan Demme tarafından
yönetilen ve bir drama filmi olan
Rachel Getting Married, genç
oyuncuya Oscar ve pek çok tanınmış
ödül töreninde en iyi oyuncu adaylığı
getirdi; Hathaway bu film ile Prism
Award ve Southeastern Film Critics
Association Award’ın içinde bulunduğu
toplam sekiz ödül kazandı.
2009 yılında olumsuz eleştirilere
rağmen yüksek bir gişe hasılatı
kazanan Bride Wars adlı
romantik komedi filminde rol alan
Hathaway, 2010 yılında Valentine's Day
ve Alice in Wonderland adlı sinema
filmlerinde rol aldı ve de ünlü T.V.
animasyon serisi Family Guy’ın bazı
bölümlerinde seslendirme sanatçısı
olarak yer aldı. Tim Burton’ın yönettiği
ve başrollerini Johnny Depp, Helena
Bonham Carter ve Mia Wasikowska ile
paylaştığı Alice in Wonderland filminde
Beyaz Kraliçe (White Queen)
karakterini canlandıran başarılı oyuncu,
performansı ile eleştirmenlerden tam
not aldı.
11 Aralık 2010 tarihinde Norveç
Oslo'da yapılan “Nobel Barış Ödülü
Konseri”nde Denzel Washington
ile birlikte sunuculuk yaptı. Anne
Hathaway yeni çekimine başlanan
“Sefiller” filmi için tek çocuklu anne
“Fantine” karakterini canlandıracak ve
bu rol için rolünü daha inandırıcı kılmak
adına günde sadece 500 kalorilik diyet
uyguladı. Bu film 2013’te vizyonda
olacak. Anne Hathaway Kasım 2011’de
aktör Adam Shulman ile nişanlandı.
Hayatındaki son önemli gelişme ise son
vizyon filmi. “Batman - Kara Şövalye
Yükseliyor” filmi ile tekrar yükselişte...
109
efsane kareler
Rock’n roll
efsanesi
Rock’n roll müziğin öncüsü, kralı ve babası Elvis Presley’in en bilinen silueti.
110
111
evrensel sanat
Bir
Napolyon
Bonapart
portresi
Napolyon Bonapart, Fransa'ya karşı
bağımsızlık mücadelesine başlayan
Korsikalı milliyetçilere karşı Jakoben
örgütlenmesinde çalışan bir sürecin
ardından dünyaya ismini öğreten bir
lider oldu. Fransız Devrimi'nin generali,
11 Kasım 1799'dan 18 Mayıs 1804'e
kadar Fransa Konsülü olarak Fransa
Cumhuriyeti'nin ilk başkanı, sonrasında
da 18 Mayıs 1804 ile 6 Nisan 1814
arasında “Napolyon I” adını alarak
Fransa İmparatoru ve İtalya Kralı oldu.
112
Napolyon’un resmî ressamı olan
Jacques-Louis David (30 Ağustos
1748 - 29 Aralık 1825) ise, Neoklasik
tarzı tasarımlarıyla tanınan sanat
tarihinin en önemli ressamlarından
biriydi. 1780'lerde, tarihsel resimleriyle
Rokoko tarzında klasik bir üslup
kullandı. Arkadaşı Maximilien de
Robespierre ile Fransız Devrimi'nin
etkin bir destekçisi olan David,
Fransız Cumhuriyeti'nin etkin bir
sanat diktatörüydü. Robespierre'in
devrilmesi üzerine hapse giren David,
Napolyon döneminde imparatorluk
tarzını kullanmış ve Venedik renklerine
önem vermişti. Oldukça fazla hayranı
vardı ve Fransız sanatının 19. yüzyıldaki
temsilcisi olmuştu. Bu “Napolyon
Bonapart” tablosu haricinde, Le Sacre
de Napoléon ve Sokrates'in Ölümü en
önemli eserleri oldu.
113
hobi kulübü
Özgür Taşkıran
Radyo kontrollü otomobil modelciliği
Gerçek anlamda özgür müsünüz? Biliyorum aklınızdan bir sürü cevap geçiyor. İnsanın hem özgür,
hem de tutsak olması ironik bir durum. Hemen hemen herkesin aynı kaderi paylaşıyor olduğunu
düşünüp kendinize bir çıkış yolu aramak ya da böyle bir savunma mekanizması geliştirmek sadece
var olan sorunu görmezden gelmek olur kanaatimce. Peki ne yapmalı? Bu sorunun tek bir cevabı,
yeryüzünde yaşayan insan sayısınca da yolu var. Cevap basit: “Kendine zaman ayırmalısınız...”
Kendinize ne şekilde zaman
ayırdığınızın çok fazla bir önemi
yok. Sizi gündelik yaşamın sıkıntı ve
stresinden kurtaracak her eylem bu
amaca hizmet edecektir. Yapmanız
gereken bu satırları okurken aklınızdan
geçen binlerce fikirden birini seçip
eyleme dönüştürmek. Fikir vermemi
ister misiniz?
Bir önceki sayıda modelciliğin ne
olduğu ile ilgili bir yazı kaleme almış
ve bana ayrılan sayfaların elverdiği
ölçüde kısa kısa modelcilik türlerinden
bahsetmiştim. Bu ve sonraki sayılarda
her bir modelcilik dalı ile ilgili daha
geniş kapsamlı yazılar ile sizlere
birlikte olacağım. Bu sayıda “Radyo
Kontrollü Otomobil Modelciliği” ile
ilgili detaya girmek istedim. Neden
mi? Yaz mevsimindeyiz, dışarıda pırıl
pırıl güneş, sıcak havaların da etkisi
ile psikolojimizde pozitif bir durum
söz konusu. Uzun ve sert geçen kış
mevsiminin ardından eve kapanıp
uçak ya da gemi maketi yapmanın ne
manası var? Şimdi dışarı çıkıp çılgınlar
114
gibi otomobil kullanmalıyız ama model
otomobil tabi ki...
Bir türlü öğrenilmeyen ya da
öğrenilmek istenmeyen trafik kültürünü
ve kurallarını hiçe sayan sürücülerin
cirit attığı bir trafik içerisinde, kim
otomobil kullanmak ister ki? En güzeli
modelini kullanmak. Ama hangisini
seçmeli? Yakıtla çalışan bir model mi?
Yoksa elektrikli bir model mi? Her ikisini
de anlatalım, siz kararınızı ona göre
verin.
Önce yakıtlı olandan başlayalım, yani
üzerinde 2 zamanlı bir patlar motor
taşıyan ve kısaca nitro diye tabir edilen
ama içeriğinde nitro metan, metil alkol
ve yağ barındıran, yakıtla çalışan ve
radyo kontrolü ile uzaktan kumanda
edilen otomobiller... Kendi aralarında 2
ana kategoriye ayrılırlar; On Road (Pist)
ve Off Road. Eğer bu yazıyı okuduktan
sonra model araç sahibi olmaya karar
verirseniz, On Road otomobilleri
tavsiye etmem. Çünkü sizi bir piste
ya da zemini bu otomobili kullanmaya
elverişli yerlere mahkum ederler. Off
Road araçların böyle bir sorunu yoktur,
birçok yerde bu araçlar ile oynayabilir
ve hoşça vakit geçirebilirsiniz. Yazıma
konu mankeni olarak seçtiğim model
ise HPİ markasına ait dünya üretimi
1000 adetle sınırlandırılmış özel
bir model olan Savage 4.6 Special
Edition. Ülkemize sadece 25 adet
geldi. Muhtemelen siz bu satırları
okurken meraklıları tarafından çoktan
satın alınmış, bir çoğunun kullanmaya
kıyamayacağı için evlerinin ya da
ofislerinin en güzel yerde sergileniyor
olacaklar. Olsun, normal üretimi de
çok güzel bir araç. Modifiye parça
opsiyonunun çok fazla olması sebebi
ile siz de kendinize özel modifiye edip
dünyada başka bir benzeri olmayan
model araç sahibi olabilirsiniz.
Yakıtlı bir model sahibi olduğunuzda
dikkat edilmesi gereken motorun rodaj
aşamasıdır. Çünkü üzerinde bulunan
motor belli toleranslar dahilinde
üretilmiş, hassas bir üretim tekniği
içeriyor olmasına rağmen hareketli
parçaların birbirine uyum sağlaması
için ilk 3 depoda belli devir ve hızların
üzerine çıkılmaması gerekir. Sahip
olduğunuz aracın üzerindeki motorun
rahatlıkla 40.000 devir/dakika çevirdiği
düşünüldüğünde bu işlem göz ardı
edilmemesi gereken bir prosedürdür.
4. ve 5. depo yakıtlarda hız ve devir
arttırıllarak kullanıma devam edilmeli,
5 ile 10 depo arası kullanımda da
aracınızı maksimum hız ve devir
aralıklarına çıkartarak aracınızın rodajını
tamamlamalısınız. 10 depo kullanımda
aracınızın rodajı tamamlanmış ve
maksimum performansına ulaşmıştır.
Günümüzde birçok model araç kutu
içeriğinde, kullanımı ile ilgili görsel
açıklamalar ve kısa videolar içeren DVD
ile birlikte tüketiciye sunulmaktadır.
Daha önce bu konuda hiçbir tecrübeniz
bulunmuyorsa DVD de bulunan içerik
ve videoları incelemeniz oldukça faydalı
olacaktır.
İkinci aşama aracınızı güvenle
kullanmak için antrenman yapmaktır.
Çünkü bir aracın içinde var olarak
kullanmak ile dışarıdan kumanda etmek
oldukça farklı bir deneyimdir. Özellikle
aracın size doğru hareket ederken
yön kumandalarını ters vermeniz
gerektiğinden, alışık olmadığınız bu
durum sizi yanıltıp yanlış kumanda
vermenize sebep olabilir. Ayrıca konu
ettiğimiz aracın 4,5 kilogram olduğu,
90 Km. hız yapabildiği ve bu hıza
inanılmaz bir ivmelenme ile çıkabildiği
düşünüldüğünde, aslında kumanda
ettiğiniz nesnenin oyuncağın çok
ötesinde olduğunu ve bu hızlarda
bir yerlere çarptığında ciddi hasar
alabildiği gibi ciddi hasarlara yol
açabileceğini unutmamak gerekir. Bu
nedenlerden ötürü kullandığınız aracın
sürüş dinamiklerine ve karakteristiğine
alışmadan aracınız ile tabiri caizse
macera aramanın hiç gereği yoktur.
Alışma sürecinin ardından aracınızı
tanımanın getirdiği rahatlık ve güvenle
adrenalin düzeyi yüksek sürüşler
gerçekleştirebilirsiniz. Fakat yine de
tecrübeme dayanarak ilave etmeliyim
ki, özellikle meraklı kalabalıkların
bulunduğu ortamlarda aracın elektronik
ekipmanlar ile kumanda edildiğini ve
yaşanacak bir arıza durumunda aracın
kumandadan çıkabileceği göz ardı
edilmemeli, güvenlik marjı daha yüksek
tutulmalıdır.
Üçüncü aşama sahibi olduğunuz
otomobilin gerçek bir otomobil gibi
bakıma ihtiyaç duymasıdır. Kullanımdan
sonra temizlemek, kritik noktalardaki
vidaları kontrol etmek, egzozdan
atılan yağın bulaştığı noktalardan
temizlenmesi, yürüyen aksamın
kontrolü, lastiklerin kamber ve kaster
açılarının ve toe in ile toe out kontrolü
ve bu saydığım hususlarda düzeltilmesi
gereken bir durum söz konusu ise, bir
sonraki kullanım öncesi olması gereken
değerlere getirilmesi, hem güvenli
bir kullanım hem de aracınızın ömrü
açısından oldukça önemlidir.
Günümüzde elektrikli modellerde,
gelişen pil ve motor teknolojilerinden
nasibini almış ve bazı modellerin
performansı yakıtlı modelleri geride
bırakmıştır.
En büyük avantajı (bence) yakıtlı
motorlara uygulanan rodaj
prosedürünün olmaması ve hiç
bilmeyen birinin bile on-off düğmesini
on konumuna getirerek kullanmaya
başlayabilmesidir. Bunun haricinde tüm
hususlar yakıtlı modeller ile aynıdır.
Pil ile çalışıyor olması oyuncak olduğu
anlamına gelmez. Yukarıda fotoğrafını
gördüğünüz modelin (HPI Vorza)
kutudan çıktığı hali ile 103 Km. sürat
yapabildiğini, bu sürate 3 saniye gibi
bir sürede çıkabildiğini, yapılacak
birkaç küçük değişiklikle 130 Km.
hız yapabileceğini ve dünyadaki en
hızlı Buggy olarak Guinnes Rekorlar
Kitabı’nda yer aldığını belirtmek sanırım
ne kadar ciddi bir makina olduğunun
kanıtıdır.
Yukarıda belirtmiş olduğum hususlara
dikkat edildiğinde çok keyif alacağınızı
ve zihnen günlük yaşamın rutininden
tamamen sıyrılacağınızı garanti
edebilirim. Bu hobiyi icra ederken
girdiğiniz sosyal çevrede kurulan sıcak
dostluklar ise hayatınıza bambaşka
tatlar katacaktır. Ama bence en
önemlisi zihnen sizi özgür kılmasıdır.
Yazımın en başında da belirttiğim
gibi günümüzde özgür olmanın yolu
sadece size ait bir zaman diliminde,
kaliteli zaman geçirmekten geçiyor. Ne
yaptığınızın ya da nasıl yaptığınızın bir
önemi yok.
115
kitap önerileri
116
İncir Kuşları
Sinan Akyüz
Duyguların Rengi
Kathryn Stockett
Aşkın Cep Defteri
Murathan Mungan
Aşka Veda
Can Dündar
Ölesiye Yaşamak
Erich Maria Remarque
Serenad
Zülfü Livaneli
İsim Şehir Bitki
Yılmaz Özdil
Uçurtma Avcısı
Khaled Hosseini
İçimdeki İstanbul
Fotoğrafları - Mario Levi
Var Olan Ada
Susanna Tamaro
Ölü Ozanlar Derneği
N. H. Kleinbaum
albüm önerileri
Redd
Hayat Kaçık Bir Uykudur
Bob Marley
B is for Bob
Yeni Türkü
Şimdi ve Sonra
Funda Arar
Sessiz Sinema
Ahmad Jamal
Blue Moon
Ozan Çolakoğlu
01
Jazz For Lover
Mehmet Erdem
Herkes Aynı Hayatta
Sufi Turkey 2
Erkin Koray
Meçhul
Kenny Burrell
Guitar Forms
117
film önerileri
118
Uçurtmayı Vurmasınlar
Tunç Başaran
1989 / 1sa 40dk / Türkiye
Dram
Yeşil Yol - Frank Darabont
2000 / 3sa 9dk / ABD
Fantastik - Polisiye
Özgürlük Rüzgarı
Ken Loach / 2006 / 2sa 7dk
İspanya, İtalya, İrlanda, Almanya, İngiltere.
Dram, Tarihi
Özgürlüğün Rengi
Bille August
2007 / 2sa 20dk / Dram
İng., G. Afrika, Belçika,
Lüksemburg, Almanya
Özgürlük Şarkısı
Phil Alden Robinson
2000 / 2sa 30dk / ABD
Dram
Cesur Yürek
Mel Gibson
1995 / 2sa 57dk / ABD
Tarihi, Macera, Savaş,
Biyografik
Esaretin Bedeli
Frank Darabont
1994 / 2sa 22dk / ABD
Dram
Özgürlük Yazarları
Richard LaGravenese
2006 / 2sa 3dk / ABD
Dramatik komedi
Özgürlük Yolu / Peter Weir
2011 / 2sa 14dk
ABD, Polonya, B.A.E.
Macera, Dram
Üç Renk: Mavi
Krzysztof Kieslowski
1993 / 1 sa 40dk /
İsviçre, Polonya, Fransa
Dram, Müzik, Romantik
Özgürlük Hayaleti
Luis Buñuel
1974 / 1sa 45dk / Fransa, İtalya
Dramatik komedi
blog önerileri
kültür sanat blogları
www.rsskitap.com
www.avazavazdergisi.blogspot.com
www.thebalkabaa.com
www.mimarcasanat.com
www.manyetikbant.me
www.fosforlukalem.net
www.neyinkafasi.com
119
dilbilgisi
Türkçe sözlüğü
Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları
uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere.
saçma, usdışı
Fr. absurde
absürt
uyarlama
Fr. adaptation
adaptasyon
eylem
Fr. action
aksiyon
durum
Fr. statut
statü
verim
Fr.rendement
randıman
yerleşke
Fr.campus
kampüs
tıpkıbasım
Fr.photocopie
fotokopi
vurgu, söyleyiş
Fr. accent
aksan
güncel
Fr. actuel
aktüel
kazıbilim
Fr. archéologie
arkeoloji
yardımcı
Fr. assistant
asistan
engel
Fr. barrière
bariyer
güncelleme
ing. update
update
yıkanma, yıkama
İta.bagno
banyo
Katkılarından dolayı Türk Dil Kurumu’na teşekkürler.
120
dilbilgisi
Atasözlüğü
Günden güne kaybolan atasözlerimizi gündemde tutalım istiyoruz. Bizden gelen, bize ait her
şeye, hep birlikte sahip çıkalım. Hatırlayalım, hatırlatalım ve unutmayalım diye sizin için
10 tane atasözü seçtik.
Bu sıcağa kar mı dayanır?
Aşırı harcamalarla eldeki imkânlar çok çabuk tükenir.
Göğe direk, denize kapak olmaz
Hem gereksiz hem de gerçekleştirilmesi hayale bile sığmayan şeylerle uğraşılmamalıdır.
Güneş balçıkla sıvanmaz
Herkesin bildiği gerçek inkâr edilemez.
El vergisi, gönül sevgisi
Bize bir şey verene, armağan edene karşı gönlümüzde sevgi uyanır.
Ağaç ucuna yel değer, güzel kişiye söz değer
Güzel insanlar her yerde ilgi çekerler, her zaman onların sözü kabul edilir.
Söz dediğin yaş deridir, nereye çekersen oraya gider
Bir sözü dinleyenler kimi zaman söyleyenin aklından geçirmediği bir anlamda anlayabilirler.
Dilin cirmi küçük, cürmü büyük
Dil küçük bir nesnedir ama söylediği kötü sözlerle kişinin başını belaya sokarak büyük suç işler.
Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar
Yenilmesi imkânsız gibi görünen zorlukların da üstesinden gelinir.
Bıçağı kestiren kendi suyu, insanı sevdiren kendi huyu
Bir şeyin, bir kimsenin değeri, kendisinde aranılan özel niteliklerle artar.
Zenginin sermayesi kasasında, âlimin sermayesi kafasında
Zengin kişinin zenginliği parasıdır, her işini parayla kolayca yaptırır; bilgin kişinin zenginliği ise kafasındaki bilgisidir,
düşüncesidir.
Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi
Büyüklerden gelen şeyleri küçükler geri çeviremezler.
Ağaç ucuna yel değer, güzel kişiye söz değer
Güzel insanlar her yerde ilgi çekerler, her zaman onların sözü kabul edilir.
Danışan dağı aşmış, danışmayanın yolu şaşmış
Bilmediği şeyi bir bilene soran, en zor işlerin bile üstesinden gelir; sormayan ise güçlükler içinde yuvarlanır gider.
Kaynak: Türk Dil Kurumu
121
dilbilgisi
Sözdeyimi
Deyim yerindeyse, deyimlerimiz “kan kaybediyor”. Her geçen gün azalan kelime hazinemiz
güç kaybettikçe güzel Türkçemiz de can cekişiyor. Sözünüze renk katmanız için en ahenkli
deyimleri derledik.
Bir çift sözü olmak
Söyleyecek bir şeyleri bulunmak: “Gel gör ki dilimin ucunda kağnı var. Kağnılar için de bir çift sözüm var.” B. R. Eyuboğlu.
Yüz geri etmek
Geri döndürmek.
Karagöz oynatmak
Komik bir durum yaratmak.
Beyaza çekmek
Yazıyı temize çekmek: “Dört satırlık bir beyaza çekmek için de kan terlere batar.” H. R. Gürpınar.
Kelle koşturmak
Gereğinden çok acele etmek.
Gerize taş atmak
Edepsiz bir kimseye edepsizliğini göstermeye fırsat vermek.
Ağrısız başına kaşbastı bağlamak
“Kendine gereksiz yere iş çıkarmak” anlamında kullanılan bir söz.
Yağmur olsa kimsenin tarlasına düşmez (yağmaz)
Elinden geldiği hâlde kimseye iyilik etmeyenler için kullanılan bir söz.
Çok baharın otunu yemek
Hayatı dolu dolu yaşamış olmak.
Ağzından (söz, lakırtı) dirhemle çıkmak
Çok az veya zorla konuşmak.
Gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz
Birinin uygunsuz özellikleri sayılırken bunların öteden beri bilindiğini anlatmak için söylenen bir söz.
Aldı sazı eline
Hiç kimseyi konuşturmadan konuşan kimseler için kullanılan bir söz.
Kaynak: Türk Dil Kurumu
122
123
guidebursa
RESTORAN / RESTAURANT
IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS
Al-Sahara Cha Cha Restoran
Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50
Anadolu Lezzet Dünyası
E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03
Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60
Bademli Et Mangal
Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu
No: 307 T. 244 84 60
CP Steak House
Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79
T. 233 38 00
Dababa
Esentepe Mah. Gürler Cad.
No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00
Gurme / Bademiçi
Bademli Mah.No.79 Mudanya T. 549 01 09
İona Cafe Restoran
FSM Bulvarı No.48 T.249 90 02
Kadife A la Carte
Almira Hotel U.Hasan Bul. No:5 T. 250 20 20
Kahve Beyaz
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi
T. 566 34 47
Kaju Eat & Drink
FSM Bulvarı No.46 / A T.249 80 09
Kapı Restoran
Odunluk Mah. Lefkoşa Cad. Orhaneli Yolu
No.23 T. 452 20 07
Kaşıkara
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi
T. 566 35 66
Kavis
Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47
T. 444 40 00
Keyf-i Ala Restoran
FSM Bulvarı Tuna Cad.No.112 T.249 04 02
Placia Restaurant
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40
Olimpik Konak Restaurant
Konak Mah. Balcı Sok. No:6 T. 453 30 40
Otantik Gemi
Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00
Panaroma
Çelik Palas Hotel T. 233 38 00
Sishet Restaurant
Çamlıca Mah. Lefkoşe Cad. No: 86
T. 452 52 62
Sunset The Roof Restaurant & Bar
Crowne Plaza T. 800 0 800
Yazı
E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı
T. 548 00 28
124
“Life guide of Bursa”
Çağrışan Et Mangal
Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00
Çiçek Izgara
Belediye Cad. No:15 T. 221 65 26
Korupark AVM T. 241 29 88
İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00
Hayat Lokantası
Merinos Parkı T. 272 27 77
Marrakech Ocakbaşı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No.53
T. 452 97 07
Park Izgara
Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01
DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE
/ SEA FOOD & BAR
Arap Şükrü Çetin
Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53
Cafeman Balıkçısı
Agora İş Merk. Kulealtı Bademli T. 549 10 14
Deniz Tabağı
Arap Şükrü Sk. T. 222 19 19
Saki Rum Meyhanesi
E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89
Uludağ Kebapçısı
Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51
Kent Meydanı AVM T. 255 55 56
Zeugma Restoran
Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27
HAZIR YEMEK / FAST FOOD
Big Mammas
FSM Bulvarı T. 247 44 55
Kükürtlü T. 236 89 91
Ertuğrulkent T. 413 38 93
Burger King T. 444 54 64
Dominos Pizza
Altıparmak T. 222 90 40
Bademli T. 241 58 00
Beşevler T. 453 46 04
FSM Bulvarı T. 453 00 76
Özlüce T. 413 15 00
Çekirge T. 234 99 22
Yıldırım T. 362 60 60
Hobi Paket Büfe
Altıparmak T. 221 11 63
Beşevler T. 451 11 00
İhsaniye T. 246 00 55
Özlüce T. 413 73 13
Kentucky Fried Chicken 444 35 55
La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni
FSM Bulvarı No.90 / A Nilüfer- BURSA
T. 444 21 58
Mariza
Altıparmak T. 225 12 25
FSM Bulvarı T. 451 44 44
Mc Donald’s T. 444 62 62
KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA
Dürümcü Bekir Usta
Setbaşı T. 220 11 01
Çekirge T. 233 88 18
FSM Bulvarı T. 243 75 75
Bademli T. 549 28 28
İskender Kebap
Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76
Carrefour AVM T. 452 10 62
Korupark AVM T. 241 21 10
Kebapçı Yavuz İskender
Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20
As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30
Köy Tesisleri Mudanya Yolu T. 244 99 01
İ.Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90
Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15
Zafer Plaza AVM T. 221 15 33
Tavacı Recep Usta
Odunluk Mah.Erdoğan Biyücel Cad.No.5 / 1
T.452 40 04
Rosso Bianco Pizza & Steakhouse
Korupark AVM T. 241 27 50
PASTANE / PATISSERIE
Aslı Börek
Carrefour T. 452 66 86
Kent Meydanı AVM T. 251 40 02
Metro Market T. 441 37 20
Geçit Evke Plaza T. 241 80 88
Osmangazi Metro T. 272 03 03
Zafer Plaza T. 223 79 79
Uludağ Ünv.T. 442 88 26
Bread House
Anatolium AVM T. 261 30 27
Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07
FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27
Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05
Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87
Waffle Evi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 236 36 90
“Bursa’nın yaşam rehberi”
Çınar Pastanesi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49
FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98
Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76
Kahve Mania FSM Bul. No:116 T. 245 02 22
Kafkas
Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99
Carrefour AVM T. 452 49 99
Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10
FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00
İzmir Yolu T. 413 22 20
Kent Meydanı AVM T. 255 67 00
Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51
As Merkez Karşısı T. 261 52 61
Davutdede- Conk Sok. Yıldırım T. 360 03 30
Korupark AVM T. 241 49 29
Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25
Terminal T. 261 58 02
Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70
Kafe Pi Bursa Angels
Çekirge Cad. No.114 T.234 62 00
Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30
Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04
Durak Muhallebicisi
Çekirge Meydanı T. 235 08 08
İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09
Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19
Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80
rehberbursa
Saklıbahçe
1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59
Kat 3
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Kent Meydanı AVM T. 255 55 22
Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86
Siesta
Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05
Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01
Kırmızı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53
T. 452 97 07
Starbucks
Carrefour AVM T. 453 20 76
Kent Meydanı T. 255 37 39
Korupark AVM T. 241 27 60
Kükürtlü T. 233 39 55
Zafer Plaza AVM T. 220 00 46
Kios Bar Holiday Inn Görükle T. 442 85 40
Şale Karagöz Cad. Kükürtlü T. 233 18 27
Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58
Time FSM Bulvarı No:151 T. 242 41 40
Klan Bademli T. 548 00 48
Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07
Krema Jazz Club
Bademli Kavşağı Tike Restoran T. 549 20 75
Kulüp
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78
La Luz Korupark AVM T. 243 93 98
Rıhtım
FSM Bulvarı Kamuran Sitesi T. 451 24 77
Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77
Konak Mah. Beşevler Cad. T. 452 66 28
Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00
Çekirge Meydanı T. 236 83 58
BAR – BİSTRO / BAR BISTRO
Angaje Lounge & Brasserie
Nilpark AVM T. 246 77 44
Mox Lounge FSM Bulvarı T. 240 22 42
Un-Pa
Çekirge Meydanı T. 236 73 65
Bilginler Cad. Mehtap Sitesi T. 452 26 72
Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17
Bigo FSM Bulvarı No.48/C T. 240 04 04
Mualla FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78
Malt Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Bongo Bar
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34
People Agora İş Merk. Bademli T. 549 04 43
Uzay Pastanesi
Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55
Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04
Saygınkent AVM T. 413 43 06
FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44
Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97
KAFETERYA / CAFE
Cafe Crown
Carrefour AVM T. 451 21 45
Kent Meydanı T. 255 30 00
Korupark AVM T. 242 06 24
Address Nilpark AVM T. 247 01 50
Mirano Korupark AVM T.24313 80
Picante Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34
Benzin FSM Bulvarı No:147 / A T. 243 47 43
Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74
Pronto Sport Cafe & Bistro
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T.413 70 80
Cadde Üstü Üni. Görükle T.483 67 77
Resimli Holiday Inn Görükle T. 442 88 15
Cha Cha
Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50
Şey Pub Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25
Caka Teras
Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09
Shakespeare Bistro
Korupark AVM T. 241 29 59
Suare Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01
Coffe and Beyond
FSM Bulvarı T. 247 22 37
Demo
FSM Bulvarı No:59 T. 452 26 96
Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99
Duetto FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Gönül Kahvesi
Nostaljik Tren İst.Beşevler T. 452 82 16
FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06
Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70
Gren
Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64
Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90
Kahve Dünyası
Anatolium AVM T. 261 14 50
Korupark AVM T. 241 23 45
Zafer Plaza AVM T. 225 29 29
Leman Kültür FSM Bulvarı T. 240 20 00
Highout Oulu Cad.Oylum Carşısı T. 233 00 60
Veni Vidi
Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99
Wamtes
Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22
The Winston Brasserie
Dr.Rüştü Burlu Cad.No.11 T.233 13 48
Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54
K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22
125
guidebursa
OTEL / HOTEL
Adapalas ***
1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90
Artıç ***
Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05
Almira *****
Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20
“Life guide of Bursa”
Otantik Club (Butik)
Botanik Parkı T. 211 32 80
Otantik Gemi (Butik)
Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34
Tiara Termal
Çekirge Meydanı 1.Murat Cad. No.5
T.444 28 05
ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER
Anatolia ****
Çekirge Meydanı T. 233 94 00
Baia ****
Y.Yalova Yolu As Merkez Outlet Yanı
T. 275 45 00
Beceren (Butik)
Botanik Parkı T. 211 52 60
Anatolium Y. Yalova Yolu No.487 T. 261 12 22
As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu T. 261 51 51
Carrefour İzmir Yolu T. 219 73 00
Kent Meydanı S.Garaj Mah. T. 255 43 63
Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35
Özdilek Y. Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00
Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. T.225 39 00
SAĞLIK / HEALTH
Boyugüzel (Butik)
Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99
Büyükyıldız ****
Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90
Acıbadem
FSM Bulvarı Sümer Sok. No.1 T. 444 55 44
Rentıp
Dr. Mehmet Oktay Sok. No:8 Fethiye
T. 249 77 00
Retina Göz Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01
Rommer FTR Dal Merkezi
Kükürtlü Cad. No.54 T. 239 49 26
Turkuaz Diş
Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22
SPOR SALONLARI / SPORTS HALLS
Asya Spor Merkezi
İhsaniye Mah. İkizevler Sok. No.7 T.249 64 55
Beyge Club
Beşevler Kültür Mah. Gümüşdere Cad. No.4
Nilüfer T.453 55 00
B-Fit Spor Kulübü
Ahmet Yesevi Mah. No.28 Balat / Nilüfer
T.244 64 68
Hat Cad. No.10 Osmangazi T.235 35 15
Beşevler Mah. Bilginler Cad. No.18 Nilüfer
T.452 60 52
Siteler Kanuni Cad. No.25 / A Yıldırım
T.369 08 31
Central **** U.Hasan Bul. No:55 T. 273 55 00
Biyofiz Tıp Merkezi
Karaman Mah.Kültür Cad.Biçen Sok.No.10
Nilüfer T.246 66 66
Çelik Palas *****
Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Bursa Anadolu
İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09
Crown Plaza *****
Odunluk Mh. Akpınar Cad. No:17 T. 444 33 16
Bursa Göz Merkezi
Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69
Divan ****
Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07
Bursa Vatan
Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40
Gönlüferah ****
1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10
Çekirge Kalp ve Aritmi
Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00
Hilton *****
Yeni Yalova Yolu Cad. No.347 T.500 05 05
Dentatürk Diş
FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00
Maya Spor Salonu
Konak Mah. Lefkoşe Cad. Gizemler Plaza
No.12 Nilüfer T.453 02 50
Holiday Inn ****
Uludağ Üni. Görükle Kampüsü T. 442 85 40
Doruk Özel Bursa Hastanesi
Zübeyde Hanım Cad. No.5 Çekirge
T. 444 04 53
Score Fitness Spa
Korupark AVM İçi T.242 68 00
Simpaş Bursa Modern T.277 00 66
Doruk Yıldırım Hastanesi
Ankara Cad. No.221 Yıldırım T. 444 04 55
Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi
Konak Mah.Yaz Sok. T.451 44 15
Esentepe Tıp Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46
KUAFÖR / COIFFEUR
Çok Yaşa Clup Nilpark 5.Kat T.245 68 00
İbis Hotel ***
Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00
Kervansaray ***
Fomara Meydanı T. 220 00 00
Kervansaray Termal *****
Çekirge Meydanı T. 233 93 00
Jimer
Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67
Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00
Kitapevi (Butik)
Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60
126
Konur
Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40
Kent **** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20
Medical Park Bursa
Fomara Meydanı T. 444 44 84
Marigold *****
1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00
Medicabil
Mudanya Yolu Küre Sok. Fethiye T. 444 81 12
Montania ****
İstasyon Cad. Mudanya T. 211 32 80
Osmangazi Tıp Merkezi
Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05
Fit In Time
Esentepe Mah. İvazpaşa Sok. Esenkent Sit.
No: B2/3 Nilüfer T.247 09 96
Gym Sport
Agora İş Merk. Bademli T.549 25 00
Ahmet Albayrak Korupark AVM T.241 31 12
Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35
Bademli T. 548 00 80
Emma Nilüfer Hatun Cad. T. 452 67 50
Enis Aslan Kükürtlü Cad. T. 233 00 51
Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90
Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60
Sacha
Kükürtlü Mah. Manolya Sk. No.67 T.233 59 79
Kent Meydanı AVM T. 255 63 64
FSM Bulvarı T. 453 38 55
Bademli T.549 11 42 - 43
Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98
“Bursa’nın yaşam rehberi”
ÇİÇEKÇİ / FLORIST
Aşşk Çiçek Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00
Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı T. 452 47 32
Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96
Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74
Pelit Çiçekçilik & Peyzaj
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62
MÜZE / MUSEUM
Bursa müzeleri pazartesi hariç her gün
mesai saatleri arasında hizmet veriyor.
Arkeoloji Müzesi
Reşat Oyal Kültürparkı T. 234 49 18
Bitinya ve Misya bölgelerinde bulunmuş
M.Ö. 3000’den Bizans Devri sonlarına
kadar olan devirlere ait eserler sergileniyor.
Müzede 25 bin eser yer alıyor. 2 bin kadarı
sergide.
Atatürk Evi Müzesi
Çelik Palas Hotel Yanı T. 234 77 16
19. yüzyıl sonlarında yapılmış olan köşk,
Bursa Belediyesi tarafından sahibinden satın
alınarak Atatürk’e hediye edildi. 1968’de
Kültür Bakanlığı’na devredilen bu köşk,
29 Ekim 1973’te, müzeye dönüştürülerek
ziyarete açıldı.
Bursa Kent Müzesi
Atarük Cad. No:8 Heykel T. 220 26 26
Müzede Bursa’da yaşamış 6 Osmanlı
padişahının balmumu heykelleri, geleneksel
ticaret hayatını canlandıran dekorlar, kentin
topografik maketi gibi objelerle bilgiler
sunuluyor.
Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi
Umurbey / Gemlik T. 525 00 98
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çalışma
yıllarına ait fotoğraflar, anı eşyalar ve
hediyeler, tablolar, çeşitli belgeler, nişanlar,
madalyalar, şilt ve plaketler yer alıyor.
Hünkâr Köşkü
Temenyeri Mah.Vakıf Sok. T. 327 91 90
Sultan Abdülmecid tarafından 1859 yılında
av köşkü olarak yaptırılmış olan köşk, Sultan
Abdülmecid dışında, Sultan Abdülaziz,
Sultan 5. Mehmet Reşad ve Atatürk
tarafından da kullanılmış.
Hüsnü Züber Evi
Uzun Yol Sok.3 Muradiye T. 221 35 42
1836 yılında devlet misafirhanesi olarak
yapılmış, sonra Rus konsolosluğu olarak
kullanılmış olan ev, tipik bir Osmanlı evi.
Karagöz Evi Müzesi ve Anıtı
Çekirge Cad. T. 232 25 90
Bursa ile özdeşleşmiş Karagöz oyunu
hakkında bilinen tüm kültürel motifleri
barındıran müzede Ramazan aylarında
günümüz hayalileri tarafından Karagöz
gösterimleri yapılıyor.
rehberbursa
Ormancılık Müzesi
Çekirge Cad. / Osmangazi T. 234 77 18
Türkiye’nin ilk ve tek ormancılık müzesidir.
Bursa’da, Çekirge caddesi üzerinde Saatçi
Köşkü olarak bilinen yapıda yer alır.
Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kültür Salonu
Atatürk Cad. No:93 / Görükle T. 483 21 83
Türk İslam Eserleri Müzesi
Yeşil Mah. Yeşil Külliyesi T. 327 76 79
Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1414
– 1424 yılları arasında Mimar Hacı İvaz
Paşa’ya yaptırılmış ilk Osmanlı medreseleri
arasındadır. “Sultaniye Medresesi” adıyla da
bilinir.
Konak Kültür Merkezi
Konak Mah. Yakut Sok. No:2 T. 452 45 00
Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi
Umurbey Mah. Kapıcı Sok. T. 329 39 41
Tekerleğin at arabasından otomobile
gelişimini sergileyen müzede Tofaş’ın 0001
seri nolu araçlarını izlemek de mümkün.
Uğur Mumcu Kültür Merkezi
Basın Kültür Sarayı K.2 Ataevler T. 441 01 42
Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve
Takıları Müzesi
II. Murat Cad.Şair Ahmetpaşa Med.Muradiye
T. 222 75 75
Müzede, Anadolu Folklor Vakfı kurucu
üyelerinden Esat Uluumay’ın 45 yılda
topladığı 18 değişik koleksiyon sergileniyor.
Nazım Hikmet Kültür Evi
100. Yıl Mah. Uğur Mumcu Bulvarı no:7/A
T. 413 27 37
Mudanya Mütareke Evi Müzesi
Sahil Yolu / Mudanya T. 544 10 68
Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı tarihi
evdir. Mütareke eşyalarının korunduğu evde,
fotoğraflar ve belgeler de sergileniyor.
Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi
Atatürk Kongre Kültür Merkezi T. 272 16 00
Cumhuriyet döneminin ilk sanayi
yapılarından Merinos Fabrikası’nın tarihinin
gelecek nesillere aktarılması amacıyla
kurulan Türkiye’nin ilk tekstil sanayi müzesi.
KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER
Açık Hava Tiyatrosu
Reşat Oyal Kültür Parkı T. 234 49 12
Adile Naşit Kültür Merkezi
Ertuğrulgazi Mah. Kaplıkaya T. 368 51 20
Akpınar Kültür Merkezi
Akpınar Mh. 1050 Konutlar Havuz Sk.
T. 243 73 43
Atatürk Kongre Kültür Merkezi
Merinos Parkı T. 272 16 00
A.V.P.Devlet Tiyatrosu
Atatürk Cad. Heykel T. 222 89 10
Barış Manço Kültür Merkezi
Mimar Sinan Cad. No.79 T. 366 02 02
Bursa Senfoni Orkestrası
A. V.P. Devlet Tiyatrosu Binası T. 225 59 70
Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği
Gurabahane-i Laklakan Kültür Merkezi
Selçuk Hatun Sok. No:9 Setbaşı /
Osmangazi T. 225 51 50
Fethiye Kültür Merkezi
Huzur Cad. Fileci Sok. Fethiye T. 243 36 63
Şehir Kütüphanesi
Setbaşı Köprüsü Yanı T. 326 56 49
Tayyare Kültür Merkezi
Atatürk Cad. / Heykel T. 220 88 47–48
Uludağ Üniversitesi Kırmızı Salon
Görükle Kampüsü T. 294 00 00
16 mm Sinema Atölyesi
F. Çakmak Katlı Otoparkı T. 222 11 12
TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM &
TRANSPORTATION
Kamil Koç T. 444 05 62
Nilüfer Turizm T. 444 00 99
U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00
Burkon Turizm Çekirge Cad. T. 233 40 00
Plaza Turizm Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58
Şentürkler Turizm
Çekirge Cad. No.51 T. 235 66 66
İDO Bursa Satış Noktaları
Kent Meydanı AVM T. 255 44 60
Korupark AVM T. 242 19 49
Mamis Restaurant T. 211 23 81
Park Plaza T. 244 94 01
Plaza Tur T. 234 58 58
Görükle Kampüsü T. 442 91 25
Zafer Plaza AVM T. 225 39 08
SİNEMA / CINEMA
Korupark Cinetech T. 242 93 83
Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88
Setbaşı Prestige T. 221 48 06
Kent Meydanı T. 255 30 84
As Merkez Avşar T. 261 57 67
Akpınar K. M. T. 243 73 43
Altıparmak Burç T. 221 23 50
AFM Carrefour T. 452 83 00
B. Manço K.M. T. 366 08 36
TAKSİ / TAXI
Altıparmak T. 222 16 44
Ataevler T. 441 88 00
Bademli T. 549 24 90
Beşevler T. 451 28 28
Çekirge T. 236 71 04
Çelik Palas T. 233 27 79
Dallas T. 233 81 22
Doğumevi T. 236 67 06
İhsaniye T. 247 47 33
Kükürtlü T. 235 12 96
Nilüfer T. 245 05 98
Uludağ T. 222 35 14
127
reklam haber
Pilatese Bursa’da
“yeni bir soluk”
İlk olarak Şubat 2010’da Korupark’ta hizmet vermeye başlayan Score Fitness & Spa’nın pilates
salonları, Bursa’nın ilk özel ve tam donanımlı stüdyoları olmuştu. Yaklaşık üç senede artan müşteri
kitlesi sayesinde Bursalılara daha iyi hizmet vermek ve onlara daha yakın olmak amacıyla Score,
Sinpaş Bursa Modern’in içinde ikinci şubesini açtı. Kullanışlı pilates stüdyoları ile dikkat çeken tesiste
dersler pilates konusunda eğitimli, donanımlı ve uluslararası geçerlilikte sertifikalara sahip deneyimli
eğitmenler tarafından yapılıyor.
Pilates, kasları güçlendirmek, esnekliği
ve genel sıhhati arttırmak maksadıyla
Joseph Pilates tarafından geliştirilen
bir egzersiz sistemi. Pilates sisteminde
vücudun her bölgesi için egzersiz
mevcut. Pilates beden ve zihni
bütünleştiren tüm vücudu çalıştıran
egzersizler üzerine yoğunlaşıyor.
Pilates yaparken, her egzersizde
nefes, düzgün duruş ve etkili hareket
kalıplarına dikkat ediliyor. Pilates
temeli güçlendirirken dengeyi düzeltip
eşgüdümü arttırıp stresi azaltıyor.
Pilates, postür bozukluklarının
düzelmesine yardımcı oluyor. Özellikle
karın bölgesi olmak üzere tüm kasları
kuvvetlendirip uzun, sıkı bir kas
yapısı sağlıyor. Daha düz ve sıkı bir
karın bölgesine kavuşmayı sağlıyor.
Denge ve koordinasyonu arttırıyor.
Sakatlanmalardan sonra günlük
etkinlikler için gerekli olan mobilitenin
geri kazanılmasına yardımcı oluyor.
Zindelik, canlılık, esneklik ve kuvvet
kazandırıyor. Kişiye özel uygulanıp,
ihtiyaca yönelik değişik yapılabiliyor.
128
Sırt ağrılarını azaltırken, olası bel
ağrılarına karşı kasları kuvvetlendiriyor.
Pilatesin Bursa’daki yolculuğuna yeni
bir soluk getiren Score Bursa Modern
stüdyolarında 7’den 70’e herkese ders
veriliyor. Mat grup derslerinin yapıldığı
170 m2 lik bir stüdyo, ayrıca kişiye
özel olarak tasarlanmış birebir ders
alabileceğiniz 2 adet 16 m2’lik aletli
pilates stüdyosu ve yine birebir ders
alabileceğiniz 50m2 lik geniş bir aletli
pilates stüdyosu bulunuyor. Özel aletli
pilates dersleri Reformer, Cadillac,
Ladder Barrel, Chair, Spine Corrector
gibi özel aletlerle yapılıyor. Tüm
hareketler de bu aletler üzerinde kişiye
özel değişim imkanı bulunuyor. Böylece
her pilates dersi kişiye özel benzersiz
bir ders halini alıyor. Ayrıca pilates
özel aletlerle yapıldığı gibi grup pilates
mat dersleri miniball, gymball, foam
roller, circle (pilates çemberi), pilates
bandı gibi bir çok yardımcı ekipman
kullanılarak etkin ve verimli şekilde
yapılabiliyor.
Son dönemde hanımların ilgisinin
giderek arttığı hamile pilatesi(1) de
verilen hizmetler arasında. Anneler
hamilelik öncesi ve sonrası pilates
yaparak formlarını korumaya özen
gösteriyorlar. Anne adayları sezeryanla
doğum yaptıysa 2 ay, normal doğum
yaptıysa 15 gün sonar pilates yapmaya
başlayabiliyor.
(1) Hamilelik, kadının fiziksel, hormonal ve
psikolojik açıdan birçok değişiklik yaşadığı
uzun bir süreçtir. Hamilelikte salgılanan
bazı hormonlar ve büyüyen bebeğin ağırlığı,
annenin kas ve iskelet sisteminde birtakım
değişiklikler yaratıyor. Annede bel ve sırt
ağrıları görülebilir, bağ dokusu gevşer,
eklemler kolay yaralanabilir. Hamilelik
boyunca bebeğin ağırlığının rahime yaptığı
baskı ve yerçekiminin etkisiyle pelvis tabanı
aşağıya çöker. Pelvik taban kaslarındaki
bu sarkma anne adayına idrar kaçırma gibi
yaşam kalitesini düşüren daha birçok sıkıntı
yaşatabilir. Bu nedenle anne adaylarının bu
kasları kuvvetlendirmek için yapılacağı en
doğru ve güvenli egzersizlerden biri hamile
pilatesidir.

Benzer belgeler

09 - Dergi Bursa

09 - Dergi Bursa gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir. Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.

Detaylı

03 - Dergi Bursa

03 - Dergi Bursa gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir. Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.

Detaylı

05 - Dergi Bursa

05 - Dergi Bursa Nail Erginer, Türkan Bulut Yiğitdinç Reklam İletişim / Abonelik [email protected] [email protected] T. (0224) 233 87 11

Detaylı