İstanbul`un En Ünlü 100 Yalısı

Transkript

İstanbul`un En Ünlü 100 Yalısı
Osmanlı İmparatorluğu’nun
Minyatürleri
İstanbul’un
En Ünlü
100 Yalısı
Yalı mı, köşk mü?
Vezirler Bebek’te, diplomatlar
Yeniköy’de
Halıyı kaldır, denize gir…
Dolap görünümlü kapılar…
Yılanlı Yalıda Sakal-ı Şerif Odası
Osmanlı’nın tek kadın paşası
Servet-i Fünun bu yalıda
doğdu
Perili Köşk
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., her biri birer mücevher gibi Boğaz’ın iki
yakasına dizilen en ünlü 100 yalıyı bir kitapta topladı. Şehrin kültür envanterini gün
yüzüne çıkarmak amacıyla hazırlanan İstanbul’un Yüzleri Serisi kapsamında
araştırmacı yazar Mahmut Sami Şimşek tarafından kaleme alınan İstanbul’un 100
Yalısın’da, yalıların tarihi serüvenleri, mimari özellikleri ve yalı sakinlerine ait
birbirinden ilginç hikâyeler okuyucunun dikkatine sunuluyor. Avrupa yakasında
Eminönü’nden başlayıp Sarıyer’e uzanan, Anadolu yakasında ise Beykoz-Üsküdar
arasında bir rota takip eden kitap, yapı ve tarih meraklılarının yanı sıra, Boğaz gezisi
yapan yerli ve yabancı turistler için de rehber niteliği taşıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun minyatürü gibiydiler
Kitabın ilk bölümünde, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki etnik çeşitliliğin yalılara
yansıması dönemin ünlü edebiyatçısı Abdülhak Şinasi’nin kaleminden anlatılmış.
Şinasi bu benzerliği “Eski Büyük yalılar Osmanlı İmparatorluğu’nun küçük birer
minyatürü gibiydiler: Dadı Çerkez, bacı zenci, hizmetçi Rum, evlatlık Türk, sütnine
melez, kahya kadın Trakyalı, ayvaz Ermeni, aşçı Bolulu, kayıkçı Türk veya Rum,
haremağası Habeş, bahçıvan Arnavut olurdu. Müslüman-Hristiyan bu unsurlar, bir çatı
altında toplanarak imparatorluk içindeki durumu, burada devam ettirirlerdi.” diyerek
anlatıyor.
Yalı mı, köşk mü?
Halk arasında sıklıkla köşk ile karıştırılan malikânelerin, yalı denilebilmesi için
mutlaka suyla bağlantısı olması gerekliliğin üstü çizilen kitapta, Osmanlı döneminde
bu özellikteki yalıların sayılarının 445 iken, günümüze ulaşabilenlerin sayısının ise
sadece 366 olduğu belirtiliyor. Bunlardan bazılarının yıkılıp yok olduğu, bazılarının
ise Boğaz ile arasından yol geçtiği için özelliğini ve ismini kaybettiği vurgulanmış.
Kitapta, günümüzde hala suyla irtibatı olanların en küçüğü sahilhanelerden, en büyüğü
sahilsaraylara kadar farklı boyutta 100 farklı yalıya yer verilmiş.
Vezirler Bebek’te, diplomatlar Yeniköy’de, din adamları Beylerbeyi’nde
otururdu.
İstanbul’un en ünlü 100 yalısının belli bir rota takip edilerek anlatıldığı kitapta, yalı
sakinlerinin statülerine göre semt tercihi yaptıklarından da bahsedilmiş. Buna göre
semtler şu şekilde paylaşılmış: Şehzade, sultan ve hanedan mensupları istedikleri
yerde yalı veya köşk yaptırabildikleri halde daha çok Beşiktaş, Ortaköy ve Kuruçeşme
sahillerini tercih etmişler. Sadrazamlar, vezirler ve divan üyeleri Bebek’te, ilmiye
sınıfı Rumeli Hisarı’nda, Hristiyanlar ve Yahudiler Arnavutköy ve Kuzguncuk’ta,
zengin Rumlar, Avrupalı diplomatlar ve Ermeniler Yeniköy, Tarabya ve
Büyükdere’de, din adamları ve ilim adamları Beylerbeyi’nde ikamet etmişler.
Halıyı kaldır, denize gir
Osmanlı döneminde sırtlarını yemyeşil korulara yaslamış yalıların, önlerinde akıp
giden masmavi Boğaz’la bir renk armonisi oluşturduğunun ve tabiatın doğal bir
parçası haline geldiğinin belirtildiği kitapta o dönemki yalı sakinlerinin ayrıcalıklarına
da değinilmiş. Denize uzanan cumbalardan balık tuttukları, deniz tarafındaki odanın
halısının altındaki ahşap kapağı kaldırınca denize girdikleri, sandallarla geçen
satıcılardan zembiller sarkıtarak alışveriş yapabildikleri, kayıkla yalının kapısına kadar
gelebildikleri bu sebeple yalıların suyla temasının kesilmemesine çok önem verdikleri
anlatılmış.
O “aşı boyalı ev”de kim oturuyor?
Osmanlı döneminde yalıların rengi önceden belirlenmiş. “Aşı rengi” denilen kırmızı
renkli yalılar devlet mensuplarının, açık renkli yalılar Müslümanların, gri ve
tonlarındaki yalılar gayrimüslimlerin yalılarıydı. Bu kurallara uymayanların yalılarına
el konulur, kendileri de sürgüne gönderilirdi.
Dolap görünümlü kapılar, bağlantı koridorları…
Yalıların içinin dış görünümlerinden daha güzel ve gizemli olduğunun belirtildiği
kitapta, yalıların oda kapılarının dikkat çekici olduğu, açıldığında asla tüm odanın
birden görülmediği, bazı yalılarda arka arkaya iki kapılı odalara rastlandığı,
bazılarında ise kapılara dolap görüntüsü verildiği ve odalar arasında gizli geçitler ile
bağlantı koridorları bulunduğu anlatılıyor.
İşte, Eminönü’nden Sarıyer’e, Beykoz’dan Üsküdar’a İstanbul’un 100 gizemli ve güzel
yalısından bazıları!
Osmanlı’nın tek kadın paşası
EMİNE VALİDE PAŞA YALISI
Yalı, Sultan II. Abdülhamid Han tarafından son Mısır Hıdivi (Hıdiv, Mısır valilerine
verilen unvandır) Abbas Hilmi Paşa’nın annesi Hıdiva Emine Valide Paşa’ya hediye
edilmiştir. Prenses Emine Hanım, İstanbul’da Valide Paşa olarak bilinirdi ve “paşa”
unvanını alan tek kadındı.
Boğaz’ın gözbebeği olan Bebek’te bir yazlık sefaret binasıdır. 48 odaya ve 76 metre
uzunluğunda rıhtıma sahip olan bu yalı, Osmanlı’nın görkemini günümüze kadar
sırtında taşımış, ihtişamlı bir sahilsaraydır.
Valide Paşa’dan Bebekli Hanım’a
Yalı Emine Paşa’ya hediye edilmeden önce üç kez el değiştirdi ve iki kez yenilendi.
Emine Valide Paşa ise yalıyı Mimar Raimondo D’Aronco’ya yeniden
yaptırdı. Osmanlı Devleti fiilen ve resmen sona erip de Türkiye Cumhuriyeti
kurulunca, Emine Valide Paşa, Bebek’teki bu muhteşem yalısını Türkiye
Cumhuriyeti’ne bağışlamak istedi. Fakat yalının devir teslimi sırasındaki resmi
yazışmalarda, o dönemlerde “ağa”, “paşa” gibi unvanlar yasaklanmış olduğundan,
Emine Valide Paşa’ya “Bebekli Emine Hanım” diye hitap edildi. Sultan II.
Abdülhamid’in kendisine vermiş olduğu “paşa” unvanının kullanılmamasına
sinirlenen Valide Paşa’nın, yalısını Mısır hükümetine bağışladığı rivayet edilmektedir.
Şu an Mısır Başkonsolosluğu olarak kullanılan yalı “Hıdiv İsmail Paşa Yalısı” ve
“Mısır Konsolosluğu Sahilsarayı” gibi farklı isimlerle de anılır.
Servet-i Fünun bu yalıda doğdu
RECAİZADE MAHMUD EKREM YALISI
Devrin en meşhur ve kıymetli ediplerinin toplandığı, edebiyat meclislerinin kurulduğu
bu yalı, Servet-i Fünun Edebiyatı’nın doğuşuna ev sahipliği yapmıştır.
Recaizade Mahmud Ekrem Yalısı Yeniköy yalı sırasının en başında, kahverengi ahşap
üç ayrı binadan oluşan çok hoş bir yalıdır. Recaizade Mahmud Ekrem, bu yalıyı
Servet-i Fünun ekolünün karargâhı haline getirdiğinden, yalı yirminci asrın başlarında
“Yazarlar Yalısı” olarak bilinirdi. Recaizade Mahmud Ekrem Yalısı, İstinye Koyu’nun
kuzey ucunda, İstinye’nin bittiği Yeniköy’ün başladığı noktadadır.
Devrin en meşhur ve en kıymetli edipleri onun yalısında toplanır, edebiyat meclisleri
kurar, edebi sohbetler yaparlardı. Servet-i Fünun edebiyatı bu yalıda doğdu. Üstat
Mahmud Ekrem Servet-i Fünun dergisinde yazan Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin,
Halit Ziya Uşaklıgil gibi devrin genç ediplerini destekleyerek Edebiyat-ı Cedide’nin
gelişmesine katkıda bulunmuştur. Araba Sevdası, Nijat Ekrem, Yadigar-ı Şebab,
Pejmurde, Name-i Seher, Afife Anjelik gibi eserlerinin yanında, çocukları Piraye,
Nejat, Emced ve Ercüment de bu yalıda dünyaya gelmiştir.
Sağlam kalan tek hanım sultan yalısı
HATİCE SULTAN YALISI
Günümüze kadar sağlam olarak gelebilen tek hanım sultan yalısı olan Hatice Sultan
Yalısı, ilk sahibi Ali Saib Paşa’nın vefatı üzerine, Sultan II. Abdülhamid tarafından
satın alındı ve V. Murad’ın en büyük kızı Hatice Sultan’a düğün hediyesi olarak
verildi. Kenize Murad büyükannesi Hatice Sultan’ın hayatını Saraydan Sürgüne isimli
kitabında anlatmıştı. Hanedanın sürgüne gönderilmesinden sonra sırasıyla yetimhane,
ilkokul ve spor kulübü olarak kullanıldı. Boğaz Köprüsü’nün ayakları çakılırken
Hatice Sultan
Yalısı’nın temelleri büyük zarar gördü ve yalı, denize doğru kaymaya başladı. Hatta
yalının ikiye bölünmek üzere olduğu ve kuzey yarısının denize yöneldiği fark edilince,
dört köşesine beton istinatlar yapılarak yalı yıkılmaktan ve yok olmaktan
kurtarıldı. 2009 yılından beri yalıda restorasyon çalışmaları yapılmakta olup, 2014
yılından itibaren 25 yıllığına butik otel olarak hizmete girecek.
Yılanlı Yalı’da Sakal-ı Şerif Odası
YILANLI YALI
İlginç bir hikayesi olan Yılanlı Yalı'nın en üst katında bulunan sakal-ı şerif odası
Ramazan aylarında, kandillerde ve bayramlarda ziyaret edilirdi.
Yılanlı Yalı’nın bu ismi alması ise şu hadiseye dayanıyor: Bir Boğaz gezisi esnasında
bu yalıyı çok beğenip satın almak isteyen Sultan II. Mahmud, Musahip Said Efendi’ye
yalının kime ait olduğunu sormuş. Yalıda gözü olan Musahip Said Efendi, “Sultanım o
yalı yılan kayalıklarının üzerine yapılmış. Bu yüzden sürekli yılan çıkmakta yalıda”
diye bir yalan uydurup padişahı vazgeçirmiş. Bu yalandan sonra Musahip Said
Efendi’nin de alamadığı yalının ismi “Yılanlı Yalı” olarak kalmış.
Sultan III. Selim zamanında inşa edilmiş olan yalının ilk sahibi “Tavukçu Reis” lakaplı
Reisülküttab Mustafa Efendi’dir. Yılanlı Yalı, Reisülküttab Mustafa Efendi’nin
ardından Kepçe Nazırı Mustafa Efendi’nin, Raşid Efendi’nin ve nihayet Yahya Efendi
Dergâhı Postnişini Mehmed Nuri Şemseddin Efendi’nin mülkiyetine geçti. Ondan da
bölümler halinde vârislerine kaldı.
Aşiyan Köşkü de bu bahçede
Yılanlı Yalı’nın kuzey kısmını Şemseddin Efendi ilave etmişti. Şemseddin Efendi,
yalının Rumelihisarı’ndaki Zağanos Paşa Kulesi’ne kadar uzanan bahçesinden bir
kısmını Tevfik Fikret’e vermişti. Şimdiki Aşiyan Köşkü bu arazidedir.
Perili Köşk
MISIRLI YUSUF ZİYA PAŞA YALISI
Dönemin ünlü tüccarlarından Yusuf Ziya Paşa yalısını, Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa
ile aralarında rekabete yorulabilecek bir nedenle, Hıdiv Kasrı’ndan büyük olmasını
istediği için yedi katlı kulesiyle birlikte on katlı yaptırmıştı.
Issız kaldı, perili köşk oldu
Gemileriyle İtalya’dan Osmanlı’ya ticaret yapan Ziya Paşa, Rumelihisarı’ndaki
Yalının yapımına 1910’lu yıllarda başladı. 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın
başlamasıyla, inşaatı yapan ustalar askere alındı, çalışmalar yarım kaldı. O esnada
paşanın ticaret gemilerinden ikisi batınca, paşa iflasın eşiğine geldi. Bu sebeple
tamamlanamayan ve boş kalan ikinci ve üçüncü katlar yüzünden bina çevrede “Perili
Köşk” diye anılmaya başlandı. Yusuf Ziya Paşa, maddi sıkıntıya düşünce ailesiyle
birlikte Mısır’a göç ettiği için ıssız kalan köşke “Perili Köşk” dendiği de rivayetler
arasındadır. Daha sonra köşkün imarı, mimar ve ustalar değil, kalfalar tarafından
tamamlandı. Hatta köşkün bulunduğu kayalığın taşları kırılıp tuğla yerine kullanıldı.
Bu sebeple köşkün içyapısında düzgün bir işçilik de yoktu.
Paşa zevcesinin hayaleti
Perili Köşk, dış görüntüsüyle bile hakkında romanlar yazılabilecek kadar ilham
kaynağıdır. Hakkında öyle hikâyeler uyduruldu ki, tadilat ve tamirat esnasında dahi,
işçiler çalışırken çok defa paşanın karısının hayaletini gördüklerini iddia ettiler.
Yalının en üst katı Mısır’da mezar oldu
Yusuf Ziya Paşa bir süre sonra Mısır’da vefat etti. Vasiyeti gereği yalının kulesinin en
üst katının taşları sökülerek Mısır’a götürüldü ve bu taşlardan Yusuf Ziya Paşa’nın
mezarı yapıldı. Böylece paşa, köşkün cihannüma kulesini kendisine mezar odası
yapmış oldu.
Türkiye’de ilk ve tek olan ışık tüpü uygulaması Perili Köşk’te
Yusuf Ziya Paşa 1926 senesinde vefat edene kadar, ikinci eşi Nebiye Hanım ve Nebiye
Hanım’ın ilk eşinden olan kızları Sabiha ve Melek ile birlikte bu köşkte yaşadı.
Paşanın vefatından sonra da aile 1993 yılına kadar köşkte oturdu. Bu tarihte köşkü
Basri Erdoğan satın alarak restorasyon çalışmalarına başladı. Lakin köşkün
kullanılamaz durumda olduğu görülünce, Anıtlar Kurulu’nun kararıyla ilk hali göz
önüne alınarak yeniden yapıldı. Otuz senedir yalnızlığa terk edilen köşkü, Borusan
Holding 1 Mayıs 2002’de 25 yıllığına kiraladı ve Salıpazarı’ndaki merkezini buraya
taşıdı. Köşkün dış görünüşü aynen içi tamamen değiştirildi. Türkiye’de ilk ve tek olan
ışık tüpü uygulaması Perili Köşk’tedir.
Binanın dört katından geçen ışık tüpü, güneş ışınlarını helistatlar vasıtası ile büyük
aynaya yansıtarak içeriye doğal ışık veriyor. Ayrıca geceleri, 1.400’ü aşkın renk çeşidi
ile renkli aydınlatma da yapılıyor.
Köşk diye anılan bir başka yalı
HUBER YALISI
Soğan kubbeli kulesiyle dikkat çeken Huber Yalısı’nı yaptıran da, mimarı da
bilinmemektedir. Ancak, külliye gibi birkaç binadan oluşan yalının ilave binaların
mimarı İtalyan Mimar Raimondo D’Aronco’dur.
Boğaz’ın en geniş yeşil alanlarından biri olan yalının bahçesi, sanatkârı bilinmeyen
heykellerle süslüdür. Yalının sahibi Huber, Serasker Rıza Paşa ve Şeyhülislam
Cemaleddin Efendi gibi Boğaz’ı yoğun bir şekilde yeşillendirmeye çalışan üç kişiden
biriydi.
İstanbul sosyetesinin en renkli gecelerinden Katolik Kız Lisesi’ne
Osmanlı’ya silah satan Alman Huber kardeşlere ait olan yalı, 1890 yılında Ermeni
Düzoğlu ve Tıngıroğlu ailelerinden satın alınmıştı. August Huber ile kardeşi, Mauser
ve Krupp Silah Fabrikaları’nın Osmanlı Devleti’ndeki temsilcileriydiler. Yalının
kuzeyindeki ahırlar, hizmetkârlar dairesi vs. hepsi Huber tarafından yaptırıldı. August
Huber’in ata binmeyi çok seven hanımı da bahçeye bir ahır yaptırmıştı. Huber ailesi,
İstanbul sosyetesini kıskandıracak çok hareketli ve renkli bir hayat yaşadılar bu yalıda.
Partiler, balolar, sazlı sözlü eğlenceler, kokteyller, birbirini takip etti durdu.
Osmanlı saltanatı sona erince Huber kardeşler de yalılarını terk ederek Almanya’ya
döndü. Emlak meraklısı Maliye Nazırı Necmeddin Molla Almanya’ya gidip Huber
ailesini buldu ve Tarabya’daki yalıyı satın aldı. Daha sonra bu yalıyı Mısır Hıdivi
İsmail Paşa’nın torunu Prenses Kadriye’ye sattı. II. Dünya Savaşı sırasında
İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalan Prenses Kadriye, giderken Huber Yalısı’nı Notre
Dame de Sion Okulu’na devretti. Huber Yalısı bundan sonra Fransız Katolik Kız
Lisesi oldu.
Çin, İngiliz, Fransız, İtalyan, Acem, Arap ve Osmanlı mimarisi
1973 yılında Tahir Çelebi ve ortakları satın aldılar ve yalının yerine otel yapmak
istediler. Lakin Anıtlar Kurulu yalıya müdahale etmelerine izin vermediğinden hiçbir
değişiklik yapamadılar. 1985 yılında da Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından
kamulaştırılarak Cumhurbaşkanlığı Yazlık Köşkü haline getirildi. Halen aynı amaçla
hizmet vermektedir.
Arabalıkları, ahırları, seyis daireleri, depoları, ilave binalarıyla bir külliyeyi andıran
Huber Yalısı, Osmanlı, Arap, Acem, İtalyan, Fransız, İngiliz ve Çin mimari
üsluplarının hepsinin uygulandığı karma bir eserdir.
Künye
İstanbul’un 100 Yalısı
Yazar: Mahmut Sami Şimşek
Yayın Danışmanı: Mustafa Kula
Sayfa: 218
Satış Fiyatı: 20 TL
İBB Kültür A.Ş. Yayınları

Benzer belgeler