BEN BİR ÖĞRETMENİM…

Transkript

BEN BİR ÖĞRETMENİM…
BEN BĠR ÖĞRETMENĠM…
…Tüm Şehit Öğretmenler İçin…
Kadim zamanlarda, yorgun yolcuların konakladığı kervansaraylar gibi olmalıyım.
Sıcak, emin, cömert. Kışla yaz kucaklaşmalı ellerimde. Çorak toprakların bağrından
nehirler akıtmalıyım, gür ve gümrah. Ve toprağımın çorak yanlarını kanımla
sulamalıyım, vahaya dönüştürmeliyim tüm coğrafyamı. Gürbüz çocukların, anne
rahminde boğulmalarından korkmadan, her gün biraz daha büyümeliyim, gelişmeliyim,
çoğalmalıyım.
Ben bir öğretmenim. Yıllar yavaş yavaş gözlerimin aydınlığını karartır, isterim ki
ışıklarım öğrencilerimin gözlerinde yıldız gibi parlasın. Kelimelerim öpücükler kadar
yumuşak bir biçimde sarsın öğrencilerimi. Kelimelerim yıldız olsun göklerine, kandil kandil
aydınlatsın karanlıkları. Ve iz bırakmak bugünden yarına, vücudun dar ve sevimsiz
geometrisinden kurtulup yok olmak bir ideal uğruna. Hayatın ne kadar kısa, ne kadar oyun ve
oyalanmadan ibaret olduğunu düşünerek, yeni ufuklar belirlemek ve ebedileşmek ebedi
değerler uğruna. Sonra boyut kazanmak, çoğalmak, müthiş bir seziş gayretiyle düzinelerce
insan olmak bir bedende. Bir anıta, bir kitaba, bir kitabeye dönüşmek ve ruhlarıyla güven ve
sevgi kaynağı olmak, toprak kadar mümbit, toprak gibi ebedileşmek ardından. Kutsal bir
emanet olarak görmek öğrencileri ve kutsal bir metin aktarır gibi ihtimam göstermek her
kelimeye. Bir de infaz saatlerini bilen ölüme mahkum suçlular gibi dolu dolu yaşamak
zamanın her anını. Küçük vazifelerden kurtulmak için, büyük hayallerin mahzeninde
ilerlemenin yanlışlığına düşmeden yerine getirmek kendine düşeni.
Yaşamak sevmektir, Sevmek yaşamak…
Ben bir öğretmenim, kuzey nehirleri kadar serin olmam gerektiğini bilirim çölün
bağrında. Güney iklimlerinde soylu, sükunetli bir vaha olmalıyım her mevsim. Acziyetlerime,
kollarından ve zaaflarından bağlı olmadığımın bilinciyle yaşamalıyım. Bir meltem gibi
esmeliyim yanık yüreklerde. Her sabah bir arz-ı mev’ud’la çıkmalıyım öğrencilerimin
karşısına. Umutlar oluşturmalıyım düşsüz akşamlarda düş kırıklıklarından, Minerva’nın
baykuşunun ötmemesi için ülkemin gökyüzünde. Ben öğretmenim. Yanlış attığım her adımın,
öğrencilerimin dünyalarında, bir sütunun yıkılmasına sebep olduğunun farkında olmalıyım.
Cam parçalarını, elmas kırıklarına tercih edenlerden de olmamalıyım. Cehaleti düşman olarak
görüp, göstermediğim, onu yenemeyince ona alışmaya kalkmak, hiçbir zaman geçmemeli
aklımdan. Heyecanım daima taze olmalı yüreğimde. Hatıralar oluşturmalıyım bahçemde,
çiçek çiçek, renk renk. Baharda dallarında yaprakların gülümsemediği, ağaçlar gibi olmalıyım
her mevsim. Gökten ışık yağarken yeryüzüne, ben de bir ışık olarak kanatlanmalıyım
yeryüzünden. İbrahim gibi, ateş denizini gül bahçesine dönüştürmeyi de başarmalıyım.
Cehalet zindanlarının kalın duvarlarından sızan ışık olmalıyım, bu ışıkla gözleri kamaşmalı
karanlık ruhların.
Ben bir kozmik kavga vermeliyim…
Kadim zamanlarda, yorgun yolcuların konakladığı kervansaraylar gibi olmalıyım.
Sıcak emin, cömert. Kışla yaz kucaklaşmalı ellerimde. Çorak toprakların bağrından nehirler
akıtmalıyım, gür ve gümrah. Ve toprağımın çorak yanlarını kanımla sulamalıyım, vahaya
dönüştürmeliyim tüm coğrafyamı. Gürbüz çocukların, anne rahminde boğulmalarından
korkmadan, her gün biraz daha büyümeliyim, gelişmeliyim, çoğalmalıyım. Benden
öncekilerin kanlı mızraklarıyla çizdiği fütuhat haritamın, paramparça olmaması için hep
uyanık olmalıyım, hep tetikte kalmalıyım. Çünkü ben bir öğretmenim. Teskin olmaz bir
arzuyla uğraşılmaya değer üç meşgalem olmalı benim: İlim, irfan, terbiye. Sonsuz
fedakarlıklar ile karanlıklardan kurtarmalıyım etrafımı, dolunay gibi. Ben bir kıvılcım olarak
kalmalıyım her zaman. Hatıralarda ebedileşmeliyim. Menfaatler, kıyılarıma uğramadan geçip
giden gemiler gibi olmalı. Benim de fırtınalı anlarımda, sığınacağım limanlarım da olmalı,
kitaplardan limanlar yapmalıyım kendime. Muhkem, emin, ebedi. İki şey sadır olmalı benden
ışık ve söz, herkesin gökyüzünü aydınlatan ışık, herkesin gönlünü genişleten söz. Zaman,
kelimelerin külleri arasına gömse de beni, ben bir kıvılcım olarak kalmalıyım orada.
Hatıralarda ebedileşmeliyim. Bir nefeste tutuşmalıyım zihinlerde. İnsanlık sürdüğü kadar
sürmeli, benim bu kozmik kavgam. Uğruna öldüğüm ülkemin topraklarının bağrından
başaklar yükselecek biliyorum, salkım saçak. Ben yediveren olurum, soylu bir kavgada
topraklarıma düşünce. Ben ölünce dilsiz çöller, kuş nağmeleriyle şenlenir. Ve ben
yaşayabilmek ve yaşatabilmek için;
Çekilmez gibi görünen acılar çekmeliyim
Gece gibi, ölüm gibi ansızın gelen
İhanetleri karşılamalıyım göğsümün sıcaklığında
Ve direnmeliyim hain akşamlara
İlk yaz şafaklarına
Hayat vermek için sevmeliyim ölürcesine
Umutlar yeşertmeliyim düşsüz akşamlarda düş kırıklıklarından
Örtünce yüzünü mertliğin
Bir eşkıya kurşunuyla ansızın
Uzanmalıyım dünden yarına boylu boyunca
Yeryüzünün onuru olmak için
Çağların karanlığını, bir ateşböceği gümrahlığıyla da olsa aydınlatmasaydım,
gayretimin tutuşturucu nefesiyle kıvılcımları volkanik bir aleve dönüştürmeseydim, bütün bir
milletin ruhu ısınmayacak, karanlıklar fecre dönüşmeyecekti.
Ben bir öğretmenim. Öğrencilerime, gençliğin sadece insan ömrünün ilk ve erken
dönemi olmadığını, onun bir akıl ve idrak durumu, bir irade derecesi, bir hayal gücü,
heyecanların kuvvet ve dinçliği, cesaretin umutsuzluğa ve korkaklığa, macera iştiharının rahat
ve asude yaşam sevdasına daha üstün geldiğinden de söz etmeliyim. Gençliğin, zamanı
kavrama ve kuşatma süreci olduğunu da belletmeliyim onlara. Her gün yeniden umut
taşımalıyım öğrencilerime, kucak kucak. Güneşin sadece umudu olanların karanlığını
aydınlattığını, kutup yıldızlarının, sadece uzağı görenlerin, uzaklarda farklı bir yaşam
biçiminin var olduğunu, var olması gerektiğini düşünenlere yol göstereceğini, iyice
belletmeliyim onlara. Heyecan ve yaşama sevincinin yok olmasıyla, kendileri yaşasalar da,
ruhlarının öleceğini de anlatmalıyım.
Üzüntü, şüphe, özgüvensizlik, korku ve yeis, bütün bunlar, başları eğen, yükselme
yeteneğinde olan inancın önündeki engellerdir. Hayatta, zafer ve yenilgi iç içedir ve bunlar
sudaki dalgalar gibi birbirlerini takip ederler. Bu yüzden, her sıkıntının bir ödülün hazırlayıcısı
olduğuna inandırmalıyım onları. Samimiyetle atılan hiçbir adımın sonuçsuz kaldığına
kimsenin tanık olmadığını da söylemeliyim. Mutluluğun yollarından birinin, üzerimize düşeni
yaptıktan sonra beklentilerden uzak, zafere ve yenilgiye aynı derecede duvarsız kalmakla, elde
edilebileceğine inanmasını sağlamalıyım öğrencilerimin.
Ben bir öğretmenim. Öğrencilerime, başarmak uğruna, ellerinde neleri varsa verdikten
sonra, bir an için, bunların boşa gittiğini görüp de yıkılmadan, tekrar yorgun vücutları ve titrek
dizleriyle, yeniden doğrulmayı başarabileceklerine inandırmalıyım onları. Kasları ve sinirleri
yıpranmış, iradeleri güçlü, arzuları diri ise, tüm büyük adamlar gibi, düşmanlarının yaptıkları
kötülükleri hatırlayacak bir hafızaya da sahip değil iseler, bundan da öte, düşmanlık
duygularından soyutlanıp, mümkünse içlerindeki düşmanlık hislerine düşmanlık etmelerini ve
insanların onlara güven duymalarının erdemini kavratabilirsem, adıma layık olduğumu
düşüneceğim. Onlara, şafakların sökmesinin, binlerce yıldızın yok olmasına bağlı olduğuna ve
tüm ihtiyaçlarının, içlerindeki cevherin işletilmesiyle karşılanacağına, kendilerini
inandırabilirsem, o zaman, başkalarının üzeride sadece masmavi bir gök, ayaklarının altında
ise yeryüzünün tüm hazinelerinin olduğunu da öğretmiş olurum.
Gündelik telaşlarım yüreğimi örselememeli…
Bazen kör bir kuyuya benzese de hayat, ölüme bile koşacak mecalim kalmasa da,
sevdiklerim umutlarım yine de kaybolmamalı gözümde. Aczime tahammül göstermesini de
bilmeliyim. Böyle zamanlarımda çevremi kırmamak için, bütün terbiyemi, bütün insanlığımı,
tüm makuliyetimi seferber etmeliyim. Her davranışım, hürmet ve takdire layık olmalı. Günler
soğuk, düşman ve acımasız. Asya akıncıları gibi geçip gitse de yanımdan, ben
yaşlanmamalıyım, kimse beni yaşlı görmemeli, çünkü ben bir öğretmenim. Başka bir
gezegenin insanıymış gibi, hayatı sadece seyretsem de, sefaletler, intibaksızlar, kuşatsa da beni
aç bir kurt gibi, yeise, korkuya umutsuzluğa dair en ufak bir emare görmemeli kimse
üzerimde. Çünkü ben bir öğretmenim. Kelimeleri kirli libaslarından kurtararak, bir kelebek
hafifliğiyle ve yaz akşamlarında birer yıldız parlaklığında kullanmalıyım. Mehtap gibi
olmalıyım. Bütün kusurları muhteşem bir manzaraya dönüştüren bir mehtap gibi. Ondan daha
çok ebedi, ondan daha çok gönüle seslenen. Tabiata benzemeliyim, onun kadar cömert, onun
kadar sonsuz, onun kadar sabırlı. Her hecesinde bir dünyanın gizlendiği kelimeler dökülmeli
dilimden, çağlayanlar gibi. Arzın bütün renkleri olmalı gözlerimde, bütün ışıkları yayılmalı
gözlerimden arza. Göğsümde bir kandil daha sönmeli, bir öğrencim umutsuzluğa düşünce ve
kuşlar cıvıldamaz olmalı bahçemde, onları heyecansız görünce. Hislerimden arınmış olarak,
bir şölene dönüştürmeliyim derslerimi.
Zor zamanlarda sükut uçurum gibi büyür. Gölge kadar sessizleşir sözcükler. Nihayet
gönüllere baharı getiren siz olmazsanız, mevsimler değişmez olur gönlümde. Umutlarım
olmasa, kurtulamazdım hayat denen bu rezil, bu pespaye, bu anlamsız sürüklenişten.
Ömrümün en kederli anlarını sizi kaybedince yaşarım. Güneş o an ufuklarımda kaybolur ve
isli bir gece kuşatır her yanımı, gün ortasında.
Bu satırlar üzerinde bir suçlu gibi dolaşırken, yarınlarının bugünlerinden daha iyi
olmasını beklediğim öğrencilerimi düşünüyorum. Öğretmek ve öğrenmek beklemektir,
biliyorum. Bu sevdayı yaratan da, bu beklenti değil mi zaten. Denizi İsrail’in peygamberinin
hayalleri yarmış. Ben, ilimle cehalet arasına, erdemle soysuzluk arasına, olanla olması gereken
arasına, başkası olmakla kendisi olmak, taklit etmekle otantik olmak arasına, bir uçurum
açmak istiyorum.
Acılarımın kaynağı öğrencilerim… Evet, onlar benim acılarımın kaynağı. Ama benim
hayatımın kaynağı da onlar. Onlar için verilen bir kavganın zaferle taçlandığına kimse tanık
olmadı, kimse tanık olmayacak. Ben bir öğretmenim. Realite çirkinleştiği zaman, önümde iki
yol olur, biri öğrencilerime giden, yani bilime, hakikate, ebediyete. Diğeri menfaate, yokluğa
ve hiçliğe giden iki yol. Ben birinciyi seçerim. Başkaları için yaşamakla, kendisi için yaşamak
arasındaki fark burada olmalı. Kendi ikballeri ve istikballeri için yaşayıp ve yaşarken
başkalarını yok ederek yaşayanlar ve sonra da, bir böcek gibi kaybolup gidenlerle, yaşadığı
sürece kendini yok edip, başkaları için yaşayıp ve böylece ebedileşenler arasındaki fark burada
olmalı. Ben kendimi yok etmeyi seçtim. Çünkü ben bir öğretmenim. Hatıralarda
kaybolmayacağımı biliyorum. Siz de bir yoldaş eskisi gibi hatıralarımda yok olmayacaksınız.
O yüzden, hacet yok hatıraların sizi hatırlatmasına. Çünkü siz bana bir uzvum kadar
yakınsınız. Gözyaşı kadar temiz, beşikteki İsa kadar masum öğrencilerim.
Kelimeleri kirli libaslarından kurtararak, bir kelebek hafifliğiyle ve yaz akşamlarında
birer yıldız parlaklığında kullanmalıyım. Mehtap gibi olmalıyım. Bütün kusurları
muhteşem bir manzaraya dönüştüren bir mehtap gibi. Ondan daha çok ebedi, ondan
daha çok gönüle seslenen. Tabiata benzemeliyim, onun kadar cömert, onun kadar
sonsuz, onun kadar sabırlı. Her hecesinde bir dünyanın gizlendiği kelimeler dökülmeli
dilimden, çağlayanlar gibi. Arzın bütün renkleri olmalı gözlerimde, bütün ışıkları
yayılmalı gözlerimden arza.
Hasan TUTAR, Bayburt MYO Öğretim Elemanı