PDF - Çalışma Dünyası Dergisi
Transkript
PDF - Çalışma Dünyası Dergisi
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yayını olan Çalışma Dünyası Dergisi yılda üç kez yayımlanan “HAKEMLİ DERGİ”dir. Dergide yayımlanan makaleler en az iki hakem tarafından onaylanmaktadır. Çalışma hayatına ilişkin makale, inceleme ve araştırmaların yer aldığı derginin amacı; çalışma hayatına ilişkin akademik ve mesleki gelişime katkı yapmaktır. T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Dört Aylık Hakemli Dergisidir ve Markaların Korunması Hakkında 556 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre, Çalışma Dünyası Dergisi Logosu, 23/07/2014 tarihinde Türk Patent Enstitüsü’nün 2013/65622 marka numarası ile tescillidir. ÇALIŞMA DÜNYASI DERGİSİ Hakemli Dergi Mayıs-Ağustos Cilt: 3 Sayı: 2 Yıl: 2015 / May-August Volume: 3 Number:2 Year: 2015 Sahibi / Owner of the Journal Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Adına Ahmet ERDEM (Müsteşar / Undersecretary) Genel Yayın Yönetmeni / Publication Manager Dr. Ali Kemal SAYIN (Müsteşar Yardımcısı / Deputy Undersecretary) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü / Desk Editor Mustafa DİNÇ (Strateji Geliştirme Başkanı V. / Head of the Strategy Development Department) Editör / Editor in Chief İlknur POLAT Editör Yardımcısı / Co-Editor Nurettin ALBAYRAK Yayın Kurulu / Editorial Board Başkan: Dr. Ali Kemal SAYIN Mustafa DİNÇ, Kayhan ÜNAL, Sadettin AKYIL, İsmail AKBIYIK, Deniz ERSÖZ, Sami SÜMER, Murat AKSOY, Nadire Çoruhlu KAMALIOĞLU, Ramazan DOĞAN, Asuman AKTAŞ, Hamza ALTINSOY Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın / Type of Publication: Local Periodical Yayın Aralığı: Dört aylık / Frequency of Publication: Three times per year Dili: Türkçe ve İngilizce / Language: Turkish and English Basım Yeri / Printed by: Yıldızlar Ofset - Ali Suavi Sokak No: 60/A Maltepe - ANKARA Basım Tarihi / Printing Date: 11 Ocak 2016 ISSN: 2148-1245 İletişim Bilgileri / Contact Information İnönü Bulvarı No: 42 Emek / Ankara / Türkiye Tel: +90 312 296 64 65 Fax: +90 312 213 89 44 Web: www.calismadunyasi.gov.tr Mail: [email protected] Çalışma Dünyası Dergisi, Asos Index ve Ebsco tarafından indekslenmektedir. Çalışma Dünyası Dergisi Tüm hakları saklıdır. Bu Dergi’nin tamamı ya da Dergi’de yer alan bilimsel çalışmaların bir kısmı ya da tamamı 5846 sayılı Yasa’nın hükümlerine göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yazılı izni olmaksızın elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemiyle çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Dergide yayımlanan makalelerdeki görüşler ve fikirler yazarlara ait olup, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı bağlamaz. 2 HAKEM VE DANIŞMA KURULU / ADVISORY BOARD* Prof. Dr. Adem ÇAYLAK (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Prof. Dr. Adem ÖNAL (Gaziosmanpaşa Üniversitesi) Prof. Dr. Adnan GÜLERMAN (Emekli Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Ahmet KARADAĞ (Gaziosmanpaşa Üniversitesi Prof. Dr. Akif Argun AKDOĞAN (TODAİE) Prof. Dr. Ali Naci YILDIZ (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Ali SEYYAR (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Ali ŞAHİN (Selçuk Üniversitesi) Prof. Dr. Aşkın KESER (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Aydın BAŞBUĞ (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Ayşe MURATHAN (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Bumin Nuri DÜNDAR (Katip Çelebi Üniversitesi) Prof. Dr. Burak BİRGÖREN (Kırıkkale Üniversitesi) Prof. Dr. Bülent ERDEM (Cumhuriyet Üniversitesi) Prof. Dr. Celal KARPUZ (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Cem KILIÇ (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Cemil ALKAN (Gaziosmanpaşa Üniversitesi) Prof. Dr. Cengiz ÖZZAİM (Dumlupınar Üniversitesi) Prof. Dr. Doğan ŞENYÜZ (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Erdoğan KÜÇÜKÖNER (Süleyman Demirel Üniversitesi) Prof. Dr. Ercan AKYİĞİT (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Esra AKKOL (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Eyüp BEDİR (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Fatma AKAR (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Güngör TURAN (Epoka Üniversitesi) Prof. Dr. Güngör YILMAZ (Gaziosmanpaşa Üniversitesi) Prof. Dr. Halil İbrahimSARIOĞLU(İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Haluk Hadi SÜMER (Selçuk Üniversitesi) Prof. Dr. Hamza ATEŞ (Medeniyet Üniversitesi) Prof. Dr. Hasan Nedim ÇETİN (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Hatice Yasemin BALABAN (Medipol Üniversitesi) Prof. Dr. İbrahim AKKURT (Emekli, Cumhuriyet Üniversitesi) Prof. Dr. İbrahim AYDINLI (Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi) Prof. Dr. İbrahim DEMİRTAŞ (Çankırı Karatekin Üniversitesi) Prof. Dr. Kaan ERASLAN (Dumlupınar Üniversitesi) Prof. Dr. Kamil TÜĞEN (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Kürşad DÜNDAR (Atılım Üniversitesi) Prof. Dr. M. Fatih UŞAN (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Prof. Dr. Mahfuz ELMASTAŞ (Gaziosmanpaşa Üniversitesi) Prof. Dr. Mahmut Kemal KIYMIK (Sütçü İmam Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet ATÇEKEN (Gaziosmanpaşa Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet BARCA (Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet EVKURAN (Hitit Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet SARIBIYIK (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet YÜCE (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Metin OrhanKUTAL (Gedik Üniversitesi) Prof. Dr. Metin TAŞ (Emekli Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Murat GÜNDÜZ (Katar Üniversitesi) Prof. Dr. Murat PALA (Adıyaman Üniversitesi) Prof. Dr. Murat ŞEN (Melikşah Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa AYDIN (Kadir Has Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa İLHAN (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa KURT (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa Yaşar TINAR (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Nazım ŞEKEROĞLU (Kilis 7 Aralık Üniversitesi) Prof. Dr. Nazım USTA (Pamukkale Üniversitesi) Prof. Dr. Necmiddin BAĞDADİOĞLU (Hacettepe Üniversitesi) Prof. Dr. Nurgül KESER (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Nurşen CANİKLİOĞLU (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Nükhet HOTAR (Akademisyen) Prof. Dr. Oğuz KARADENİZ (Pamukkale Üniversitesi) Prof. Dr. Osman İMAMOĞLU (19 Mayıs Üniversitesi) Prof. Dr. Ömer KELEŞ (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Ömer Faruk TEKBAŞ (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) Prof. Dr. Önder KUTLU (Selçuk Üniversitesi) Prof. Dr. Pir Ali KAYA (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Rafet ARIKAN (Atılım Üniversitesi) Prof. Dr. Rahmi ÜNAL(Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Recep AKDUR (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Sabri TEKİR (İzmir Üniversitesi) Prof. Dr. Sacit ADALI (Turgut Özal Üniversitesi) Prof. Dr. Sedat MURAT (İstanbul Üniversitesi) Prof. Dr. Selda AYDIN (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Serpil AYTAÇ(Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Şaban TEKİN (TÜBİTAK) Prof. Dr. Şerife Türcan ÖZŞUCA (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Talat CANBOLAT (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Tarkan ZENGİN (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Ufuk KOCA ÇALIŞKAN (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Uğur KÖLEMEN (Gaziosmanpaşa Üniversitesi) Prof. Dr. Üstün DİKEÇ(Emekli Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Vedat BİLGİN (Akademisyen) Prof. Dr. Yusuf ALPER (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Zeki PARLAK(Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Ziya Sacit ÖNEN (Atılım Üniversitesi) Doç. Dr. Ali Cengiz KÖSEOĞLU (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Doç. Dr. Ayhan GÜRBÜZ (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Burak TANGÖR (TODAİE) Doç. Dr. Ercüment DİZDAR (Karabük Üniversitesi) Doç. Dr. Erdinç YAZICI(Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Faruk YAMANER (Hitit Üniversitesi) Doç. Dr. Fatih YARDIMCIOĞLU (Sakarya Üniversitesi) Doç. Dr. Fuat BAYRAM (Marmara Üniversitesi) Doç. Dr. Gökhan ÇALIŞKAN (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Hamdi AKÇAKOCA (Dumlupınar Üniversitesi) Doç. Dr. Handan KUMAŞ (Pamukkale Üniversitesi) Doç. Dr. Hasan ŞENOCAK (İstanbul Üniversitesi) Doç. Dr. İbrahim SUBAŞI (Marmara Üniversitesi) Doç. Dr. Kamil ORHAN (Pamukkale Üniversitesi) Doç. Dr. Malik BEYLEROĞLU (Sakarya Üniversitesi) Doç. Dr. Mehmet Merve ÖZAYDIN (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Metin DAĞDEVİREN (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Metin KAYA (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Naci ÇAĞLAR(Sakarya Üniversitesi) Doç. Dr. Nuray DEMİREL (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) Doç. Dr. Orhan DOĞAN (Kırıkkale Üniversitesi) Doç. Dr. Rıdvan BAYIRLI (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Sadettin ORHAN (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Doç. Dr. Saim OCAK (Marmara Üniversitesi) Doç. Dr. Sayım YORĞUN (İstanbul Üniversitesi) Doç. Dr. Sedat YAŞAR (İnönü Üniversitesi) Doç. Dr. Senayi DEMİRCİ (Çankırı Karatekin Üniversitesi) Doç. Dr. Yasemin DÜNDAR (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Yusuf ÇAY (Sakarya Üniversitesi) Doç. Dr. Zekeriya ARI (Uludağ Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Ali YILMAZ (Kırıkkale Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Cihan SELEK ÖZ (Sakarya Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Murat ETÖZ (Akdeniz Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Zekiye BAŞARAN (Kocaeli Üniversitesi) *Ünvanlara göre alfabetik isim sıralı 3 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 7-17 TS EN ISO 7730 VE TS EN ISO 27243 STANDARTLARINA GÖRE TERMAL KONFOR PROGRAMI THERMAL COMFORT PROGRAMME WITH RESPECT TO TS EN ISO 7730 AND TS EN ISO 27243 STANDARDS Yrd. Doç. Dr. Hacı Ahmet YILDIRIM* Hamza ALTINSOY** ÖZ Gözlemlenen çevrenin termal konfor durumunu anlayabilmek için matematiksel ve istatiksel bir bilgisayar programı yazıldı. Kullanıcı dostu bu programı kullanarak, analizleri daha rahat ve hızlı yapılabilir. R-cran istatistiksel analiz yapacak ve denklem çözecek kapasiteye sahiptir. TS EN ISO 27243 ve TS EN ISO 7730 standartları termal konfor şartlarına karar vermek için ana standartlardır. Bu standartlardan elde edilen denklemleri kullanarak, Islak Küre Hazne Sıcaklığı (WBGT), Tahmin Edilen Ortalama Oy (PMV) ve Kişisel Memnuniyetsizlik Yüzdesi (PPD) program tarafından yapılır. İklimsel girdiler; kuru (hava) sıcaklığı, bağıl nem, küre sıcaklığı, ıslak hazne sıcaklığı ve hava akım hızıdır. Bu değişkenler zaman serileri olarak alınır. Bu zaman serisindeki her bir zaman diliminde alınan ölçüm bir deney sonucu gibi düşünülerek ölçüm belirsizliği de hesaplanır. Kıyafet katsayısı da PMV’yi hesaplamak için önemli bir parametredir. İşçilerin üzerindeki kıyafetleri seçtiğimizde, program bu katsayıyı kendisi hesaplar. Son parametre, seçilen iş tipine göre değişen metabolik oran, tam olarak belirlenemediği için, belirsizlik seçilen değerden çıkarılır ve eklenir. Bahsedilen iklimsel değişkenlerin ve termal konfor indekslerinin olasılık yoğunluk grafikleri (PDF), histogramları, zaman serileri oluşturulur. Belirsizlikler hesaplandıktan sonra, ölçümlerin alt ve üst değerleri de bulunmuş olur. Anahtar Kelimeler: WBGT, PMV, PPD, program ABSTRACT A statistical and mathematical program was written to understand the thermal comfort condition of the observed environment. By using this user-friendly program, analyses can be performed more easily and fast. R-cranis capable of making statistical analysis and solving equations. TS EN ISO 27243 and TS EN ISO 7730 are the basic standards to decide thermal comfort conditions. By using the equations obtained from these standards; Wet Bulb Globe Temperature (WBGT), Predicted Mean Vote (PMV) and Percentage of Personal Dissatisfaction (PPD) index are calculated by the program. The climatic inputs are dry (air) temperature, relative humidity, globe temperature, wet bulb temperature and wind velocity. These variables are taken as time series. The measurement in each timeframe in this time series is considered as an experiment outcome and measurement uncertainty is calculated. Clothing coefficient is another significant parameter to calculate PMV. When we choose the clothes on workers, program calculates this coefficient itself. The last parameter, since metabolic rate which differs according to the type of job isn’t accurately determineduncertainty is subtracted from the chosen value and added. The PDFs, histograms and time series of climatic variables and thermal comfort index are formed. After the uncertainties are calculated, the sub/upper limits of variables can be obtained. Keywords: WBGT, PMV, PPD, program JEL Classification: J28, J81 * Sakarya Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, [email protected] ** Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İSG Uzman Yrd., [email protected] Gönderildiği Tarih: 12.02.2014, Kabul Tarihi: 11.01.2016 7 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 7-17 Giriş Yüksek sıcaklıkta çalışmak insan sağlığına zararlıdır. Isı çarpması başta olmak üzere, kalp krizine dahi yol açabilmektedir. İnsan vücudunun sıcaklığı 40,6 °C’ye (Kjellstrom, Holmer ve Lemke, 2009:2; Leithead ve Lind, 1964) ulaştığında, kalp krizi riski ciddi miktarda artmaktadır. Hava sıcaklığının yanı sıra hissedilen sıcaklığı artıran nemin, azaltan hava akımının miktarı, çalışan işçinin fiziki durumu, yaşı, yaptığı iş için harcadığı kalori, seçtiği kıyafet sıcak koşullarda çalışanların maruz kaldığı riski belirleyen etmenlerden bazılarıdır. Karbondioksit gibi sera gazları aslında dünyamızı yaşanacak sıcaklıkta tutan etmendir. Eğer atmosferde bulunmasalardı, dünya sıcaklığı -18 °C olurdu. Atmosferde karbondioksit gibi sera gazları ne kadar fazla olursa, dünyamızda o kadar sıcak olur. Bu gazların atmosferdeki konsantrasyonları çok olursa, dünyanın sıcaklığı olması gerekenden çok daha fazla olur. Dünyanın çok sıcak olması da, soğuk olması da canlılar için tehlikelidir. Sanayi devriminin yol açtığı sıkıntılardan birisi olağandan fazla karbondioksit salındığı için iklimin çok hızlı bir şekilde değişmesi ve hava sıcaklıklarının ve nemin normalden çok artış göstermesidir. Çalışanların hissettikleri sıcaklıkların yüksek olması iş verimini, konsantrasyonlarını etkilemekte ve üretkenliklerini azaltmaktadır (Altınsoy ve Yıldırım, 2013a:479-485; Altınsoy ve Yıldırım, 2014). Türkiye’de, iklim modelleri sonuçlarına göre, özellikle sıcak yörelerde hissedilen sıcaklıklar daha fazla artacak ve çalışma ortamını elverişli hale getirebilmek için ısıtma ve/veya soğutma sistemlerini daha çok kullanılması gerekecektir (Altınsoy ve Yıldırım, 2015; Altınsoy, Kurt, Yıldırım ve Oztopal, 2013b:1). İşverenler ya da çalışanlar çalıştıkları ortamların hissedilen sıcaklık açısından uygun olup olmadığını bir bilgisayar programı yardımı ile kolayca hesaplayabileceklerdir. Ölçülen iklimsel verilerin modele girdi olarak verildiği bu program kullanıcılara görsel ve sayısal sonuçlar verebilmektedir. Bu çalışmada bu program detaylı bir biçimde anlatılacaktır. 1. Yöntem TS EN ISO 27243 (TS EN 27243, 2002) ve TS EN ISO 7730 standartları, termal konfor şartlarının hesaplanabilmesi için kullanılabilecek başlıca standartlardır. 7730 standardı ılıman ortamlarda kullanılabilecek bir standarttır. İki ana kısımdan oluşan bu standardın ilk kısmı kişisel, ikinci kısmı bölgesel memnuniyetsizlik başlıkları atında toplanabilir. Günümüzde PMV (Tahmin Edilen Ortalama Oy) ve buna bağlı olarak elde edilen PPD (Kişisel Memnuniyetsizlik Yüzdesi) indeksleri kişisel memnuniyetsizlik kısmını oluşturmaktadır ve İş Sağlığı ve Güvenliği ölçümlerinde daha sık kullanılmaktadır. Standartta, PMV değerinin “-2” ile “2” değerleri arasında olduğu ortamlar ılıman olarak tanımlanmıştır. “2”nin üstündeki değerler çok sıcak olarak tanımlanmıştır. Bundan dolayı PMV değerinin yüksek çıktığı ortamlarda “sıcak ortamlar” için kullanılan TS EN ISO 27243 standardı kullanılabilir. Bu standartta ölçülmesi gereken sıcaklık indeksi ıslak hazne küre sıcaklığı (WBGT)’dır. Bu indeksin hesaplanması için kullanılan değişkenler küre sıcaklığı (Tg), doğal yaş-hazne sıcaklığı (Tnw) ve kuru hava sıcaklığı (Ta)’dır. 8 TS EN ISO 7730 ve TS EN ISO 27243 Standartlarına Göre Termal Konfor Programı Bulutsuz kış aylarında, hava çok soğuk olmasına rağmen, Güneş’le yüzümüz temas ettiğinde yüzümüzde hissettiğimiz sıcaklık hissi ya da yaz aylarında buzluğu açtığımızda yüzümüzde hissettiğimiz serinlemeye neden olan sıcaklık, radyal sıcaklığa bağlı olan küre sıcaklığıdır. Nemli havalarda sıcaklığın etkisi daha çok hissedilir. Bunun hesaba katıldığı indeks ise Doğal yaş hazne sıcaklığıdır. Kuru hava sıcaklığı ise termometrenin ölçtüğü sıcaklıktır. Güneş yükü olmayan iç ortamda ile dış ortamda çalışanlar ve güneş yükü olan dış ortamlarda çalışanlar için iki ayrı WBGT indeksi kullanılmaktadır. Beklenileceği üzere güneş yükünün olduğu ortamlarda, küre sıcaklığının etkisi daha fazladır. Bunlardan dış ortamda çalışanlar için kullanılan denklem 1’dir. WBGTdış = 0.7 * Tnw + 0.2 * Tg + 0.1 * Ta denklem 1 WBGTiç = 0.7 * Tnw + 0.3 * Tg denklem 2 İç ortamlarda kullanılan indeksin tek farkı katsayılar değil aynı zamanda kuru hazne sıcaklığının etkisinin hesaba katılmamasıdır (denklem 2). Bu indeksleri, günümüzde kullanılan ölçüm cihazları hesaplayıp, çıktı olarak verebilmektedir. Ölçüm alınan işyerinin sıcaklık indeksinin heterojenliği ya da homojenliğine göre kullanılan hesaplama yöntemi değişiklik göstermektedir. Meteorolojik etkenlerden başka etkenlerde çalışanların termal konforları için önemlidir. Bunlardan biriside metabolik orandır. İşin yürütümü sırasında çalışanların harcadıkları enerji metabolik oranlarla ifade edilmektedir. Yapılan iş ne kadar ağır, harcanan enerji ne kadar fazla ise bu oran da o kadar büyüktür. TS EN 27243 standardında, ısı baskı indeksinin referans değer çizelgesine göre her biri için farklı metabolik oran aralıkları vardır. Bu aralıklar için önerilen, hava akımına, kişinin çalıştığı ortamın sıcaklığına alışık olup olmamasına ve metabolik oran aralıklarına göre 18 ile 33 derece arasında değişen farklı WBGT değerleri mevcuttur. Çalışanların yaptıkları işlere göre harcayacakları enerji değişkenlik gösterecektir. Daha ağır işlerde çalışanlar daha fazla enerji tüketeceklerdir. İşin yürütümü sırasında harcanan enerji arttıkça, maruz kalınacak sıcaklığın üst sınır değeri azalacaktır. Harcanan enerji standartlarda metabolik oran olarak ifade edilmektedir. Metabolik oran ve WBGT’ye göre farklı dinlenme-çalışma süreleri belirlenmiştir. Bu sürelerin (%25 çalışma - %75 dinlenme; %50 çalışma - %50 dinlenme; %75 çalışma - %25 dinlenme ve sürekli çalışma) grafiksel olarak gösterimi Şekil 1’dedir. Yatay eksen harcanan enerjiyi gösterirken, dikey eksense WBGT sıcaklık indeksini yansıtmaktadır. Grafikte gözüken eğrilerse, harcanan enerji ve maruz kalınan WBGT’ye karşılık gelen dinlenme-çalışma sürelerini göstermektedir. 9 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 7-17 Şekil 1: TS EN ISO 27243 Standardında Belirtilen Metabolik Orana ve WBGT Sıcaklığına Karşılık Gelen Dinlenme Süreleri PMV ve PPD, TS EN ISO 7730 (TS EN ISO 7730, 2005) tarafından kullanılan ana indekslerdir. Bu indekslerin yanı sıra daha öncede bahsettiğimiz bölgesel memnuniyetsizlik başlığı altında toplayabileceğimiz duvarların ve pencerelerin sıcaklık farklılıklarından kaynaklanan asimetri, cereyan, ayak ve baş bölgesi sıcaklık farkı ve yüzey sıcaklığı gibi çok daha kapsamlı ölçümler alınabilmektedir. PMV’nin hesaplanması çok kapsamlıdır ve birçok değişkenin hesaplanmasına bağlıdır (denklem 3). Kullanılan değişkenleri iki ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlardan ilki, nem, rüzgar hızı, ortalama radyal sıcaklık ve kuru hava sıcaklığının bulunduğu meteorolojik değişkenlerdir. İkinci ana grupta ise giydikleri kıyafetlere bağlı olan kıyafet katsayısı ve yaptıkları işin ağırlığına bağlı olan metabolik oran vardır. PPD ise sadece PMV’nin kullanılması ile elde edilen memnuniyetsizlik indeksidir (denklem 4). fcl = 1 + 1.29 * Icl eğer 1.05 + 0.645 * Icl eğer Icl <= 0.078 m2. K/W Icl > 0.078 m2. K/W hc = 2.38 * (tcl - ta)0.25 eğer 2.38 * (tcl - ta)0.25 > 12.1 * √Var 12.1 * √Var eğer 2.38 * (tcl - ta)0.25 < 12.1 * √Var tcl = 35.7 – 0.028 * (M-W) - Icl * { 3.96 * 10-8 * fcl * [( tcl + 273)4 - (tr + 273)4] + fcl * hc* (tcl – ta)} PMV = [0.303 * e(-0.036* M) + 0.028] * { (M – W) -3.05 * 10-3 * [5.733 – 6.99 * (M–W) -pa ] -0.42 * [(M – W) – 58.15] – 1.7 * 10-5 * M * (5867 - pa ) - 0.0014 * M * (34- ta ) - 3.96 * 10-8 * fcl * [( tcl + 273)4 - ( tr + 273)4] + fcl * hc* (tcl – ta)} denklem 3 10 TS EN ISO 7730 ve TS EN ISO 27243 Standartlarına Göre Termal Konfor Programı M: Metabolik Oran (W/m2) W: Efektif Mekanik Güç (W/m2) Icl: Kıyafet Yalıtımı (m2*K/W) fcl: Kıyafet yalıtım alan faktörü ta: Kuru hazne (hava) sıcaklığı (°C) tr: Ortalama radyal sıcaklık (°C) var: hava akım hızı (m/sn) pa: kısmi buhar basıncı (Pa) hc: Konvektif ısı transfer katsayısı (W/(m2 * K)) tcl: Kıyafet yüzey sıcaklığı (°C) 4 2 PPD = 100 – 95 * e(−0.3353∗PMV −0.219*PMV ) denklem 4 Şekil 2: İşçinin Üzerindeki Kıyafetlerin Programa Girildiği ve Kıyafet Katsayısının Hesaplandığı Ara Yüz 11 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 7-17 Bu indekslerin hesaplanması için R-cran (Chamsers, 2008) kullanılarak bir program yazıldı. Bu programda, elde edilen meteorolojik ölçümlerin zaman serileri program tarafından girdi olarak alınır. Bu çalışmada kullanılan zaman serisi 25 saatlik bir sürede 1’er dakika aralıklarla ölçülmüş verilerden oluşmaktadır. Bu ölçümler, İSGÜM ana bina 201 numaralı odada yaz ayında güneşle direk teması olmayan çalışanların çalıştığı bölümden alınmıştır. Ayrıca Şekil 2 ve 3’te gözüktüğü gibi, kullanıcıya üzerindeki kıyafetlerin seçilebilmesi için ara yüz mevcuttur. Çalışanları işin yürütümü sırasında giydikleri kıyafetler seçildikten sonra, program kıyafet katsayısını hesaplar. Bu kıyafet katsayısının hesaplanması basit bir toplama işleminden teşekküldür. Her kıyafetin bir katsayısı vardır ve seçilen kıyafetlerin katsayıları toplanır. İnce ve daha küçük yüzey alana sahip kıyafetler daha küçük bir değere sahipken, geniş yüzey alana sahip kalın kıyafetlerin katsayıları daha büyüktür. Elde edilen bu değer sonrasında PMV hesaplanmasında kullanılacaktır. Ayrıca çalışanın yaptığı işe bağlı olarak metabolik oran seçilir (Şekil 3). Kullanıcı aynı zamanda metabolik orandaki belirsizliği de seçebilir. Kullanıcıya bu şekilde bir seçenek bırakmamızın nedeni bu oranın gözlem yoluyla elde edilebilmesinden kaynaklanmaktadır. Çalışanların koşmalarına, yürümelerine durmalarına, kollarını ve ayaklarını kullanmaları gibi bir çok aktivitenin karşılık geldiği metabolik oran değeri vardır. Kullanıcının bu oranı gözlem yoluyla net bir şekilde elde etmesi zordur. Bundan dolayı bu belirsizliği temsil etmesi için bir aralık bırakılmıştır. Şekil 3: Diğer Kıyafetler, Metabolik Oran ve Metabolik Orandaki Belirsizliğin Seçildiği Ara Yüz Bu hesaplamalardan sonra zaman serisi olarak hava sıcaklığı, küre sıcaklığı, ıslak hazne sıcaklığı, WBGT, bağıl nem, rüzgâr hızı, kıyafet katsayısı, PMV ve PPD elde edilecektir. Program, sayısal işlem yapmasının yanı sıra grafiksel gösterimler sunabilme ve istatiksel analizler yapabilme kapasitesine sahiptir. İncelenilen değişkenlerin normal dağılımları, histogramlar ve zaman serileri çizdirilmektedir. Normal dağılım grafiklerde aynı zamanda ortalama, %68 ve %95 seviyelerindeki değerler sırasıyla kesikli siyah, kırmızı ve yeşil çizgilerle gösterilmektedir (Şekil 4). Nor12 TS EN ISO 7730 ve TS EN ISO 27243 Standartlarına Göre Termal Konfor Programı mal dağılımların yanı sıra aynı zamanda ölçümlerin en yüksek, en düşük değerleri, ortalamaları, standart sapmaları ve modları hesaplanmaktadır. Ayrıca her bir zaman diliminde alınan ölçümü bir deney verisi kabul ederek belirsizliklerin %95 seviyesindeki alt ve üst sınır değerlerinde hesaplanmaktadır (denklem 5). Buna göre ölçüm alınan süre boyunca ölçülen sıcaklık değerlerinin %68’i 19,8°C ile 20,7°C; %95’i ise 19,4°C ile 21,2°C arasında değişmektedir. L95/L5 = µ ± 2*s / n denklem 5 L95/L5: Hesaplanan değişkenlerin normal dağılımlarında %5 ve %95’e karşılık gelen değerler µ: Bütün zaman dilimlerindeki değerlerin ortalaması s: Bütün zaman dilimlerindeki değerlerin standart sapması n: Toplam alınan ölçüm sayısı Şekil 4: İç WBGT’nin Normal Dağılım Grafiği Program, PMV ve dolaylı olarak PPD’nin ölçümü için farklı veri setleri mevcuttur. Meteorolojik zaman serilerinin en yüksek, en düşük ve ortalama değerleri ile PMV ve PPD hesaplanabilmektedir. Bunun yanı sıra metabolik oranların alt ve üst sınırları arasındaki her bir metabolik oran için PMV ve PPD hesaplanabilmektedir. Program aynı zamanda PMV ile PPD’nin ISO 7730 standardında da gösterildiği grafiği çizmektedir. Standarttakine ek olarak elde edilen PMV ve PPD değerlerini grafik üzerinde göstermektedir. Ayrıca, Şekil 4’de ölçülen iç WBGT indeksinin normal dağılım grafiği görülmektedir. 13 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 7-17 Kırmızı noktalar ise birer birer artan her bir metabolik orana karşılık gelen PMV ve PPD değerleri gözükmektedir. Yeşil dikey çizgiler arası ise standartta belirlenen en iyimser memnuniyet aralığıdır. Buna göre PMV değeri aralığında olmalı veya buna karşılık gelen şekli ile ifade edilecek olursa, PPD %10’dan yüksek olmamalıdır. Bunların yanı sıra, ölçülen veriler küçükten büyüğe doğru sıralanıp, metabolik oran sabit tutulduğunda (belirsizlikler hesaba katılmadığında) PMV ve PPD değerleri hesaplanabilmektedir. Haziran 2013’te İSGÜM (İş Sağlığı ve Güvenliği Enstitüsü) ana bina ikinci kat 201 numaralı odada yerden 110 santimetre yüksekte, pencereye yakın güneş yükü olan iç ortamda 24 saat boyunca her bir dakikada veri kaydedecek şekilde ölçüm alınmıştır. Ölçüm alınan zaman süresince ölçülen değerler zamansal olarak değişimlerinin ve histogram olarak gösterimlerinin iç WBGT için olanlarını Şekil 5 ve 6’da inceleyebiliriz. Ölçülen sıcaklıkların yaklaşık 750 adedi (neredeyse yarısı) 20 °C ile 20,4 °C arasında ve 1100 adedi (neredeyse her 4 ölçümden 3’ü) 19,8 ile 20,6 arasında değişmektedir. Bir tam gün incelendiğinde bile sonuçlar çok değişmemektedir. Bir günden uzun bir sürede sıcaklık davranışlarının %75’ini temsil eden örneklemler alındığında bile sıcaklık farkı 1 °C olmamaktadır. Bunun yanı sıra, ölçülen sıcaklıkları 1. dakikadan 1500. dakikaya kadar zamansal olarak gösteren Şekil 6’yı incelediğimizde 1060. ve 1160. ile 1280. ve 1360. dakikalar arası sıcaklık farkının bir saat içinde değiştiği her hangi bir saatlik dilim yaşanmamıştır. Bu aralıkların ilkinde cihaz güneşle temas etmiş, ikincisinde ise bu teması kaybetmiştir. Başka bir ifadeyle, güneş yüküyle direk temaslar olduğu durumlarda belirgin değişiklikler olabilmektedir. Bunun haricinde sonuçları etkileyecek kadar sıcaklık değişimi gözlemlenmemiştir. Bu sonuçlar ileride İSGÜM tarafından yürütülecek çalışmalara da öncül olabilir. Her iki standartta da ölçüm sürelerinin en az 1 saat olması gerektiği belirtilmektedir. Cihazların probları dengeye geldikten sonra 10 dakikada da, 1 saatlik sürede de 25 saatlik bir periyotta bile belirgin bir değişikliğin olmadığı görülmektedir. Daha öncede ifade edildiği gibi güneş yükünün ya da ısı kaynağının etkisinin olmadığı durumlarda ölçüm süresi 1 saatten az seçilebilir, fakat güneş yükünün ya da ısı kaynağının olduğu durumlarda standartlarda belirtilen ölçüm sürelerine uyulmalıdır. Aynı şekiller diğer parametreler içinde program tarafından üretilmektedir. Şekillerde de görüldüğü üzere, ölçüm alındıktan sonra uzun bir süre (güneş doğuncaya kadar) azalma eğiliminde olmuştur. Cihazın güneşi gördüğü süre boyunca artmış, güneş odayı direk olarak görmediği zaman içerisinde de tekrar azalmaya başlamıştır. Histogramı incelediğimizde görüldüğü üzere, alınan ölçümlerin çoğu 20 °C civarında olmuştur. 14 TS EN ISO 7730 ve TS EN ISO 27243 Standartlarına Göre Termal Konfor Programı Şekil 5: İç WBGT’nin Histogramı Şekil 6: İç WBGT’nin Zaman Serisi 15 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 7-17 Sonuç Yazılan termal konfor programı R-cran istatiksel programı altında yazılmıştır. Eklenti yapmaya, güncelleme yapmaya ve geliştirilmeye açıktır. R-cran Linux, Mac OS X ve Windows işletim sistemlerinde çalışabilmektedir ve ücretsizdir. Örnek olarak incelenilen İSGÜM’de yapılan işler genel idari, sağlık ve teknik hizmetlerde çalışan personel için hafif iş kısmına girmektedir. Ana bina 201 numaralı odanın WBGT değeri bu odada çalışan genel idari ve teknik hizmet çalışanları için uygundur (TS EN ISO 27243). Ölçüm alınan ortamın, ya da çalışanın maruz kaldığı ıslak hazne küre sıcaklığı başta olmak üzere çeşitli iklimsel değişkenler incelenebilmektedir. Isı indeksi, görünen sıcaklık ve Humidex indeksi programa eklenecek ve hesaplanacaktır. Ayrıca metabolik oran direk sayısal değer girilerek değil, yapılan iş tipi seçilerek elde edilebilecek şekilde ayarlanacaktır. Çalışanların güneş yüküne ya da ısı kaynağına direk temaslarının olmadığı durumlarda ölçüm süreleri kısaltılabilir, aksi durumda ise standartlarda sürelere uymak gerekmektedir. Bunun yanı sıra çalışanların işim yürütümü sırasında güneşe ya da ısıtma/soğutma kaynağına maruz kalıp kalmadığı doğru tayin edilmelidir. Bu çalışmanın en önemli sonuçlarından birisiyse ölçüm sürelerinin azaltılmasıdır. Termal konfor ölçümleri için kullanılan iki ana standartta da ölçüm süreleri en az 1 saat sürmektedir. Bu çalışmada da görüldüğü üzere, çevresel şartların ve meteorolojik şartların çok değişmediği durumlarda termal konfor ölçümleri bir saatten daha az sürede alınabilir. 16 TS EN ISO 7730 ve TS EN ISO 27243 Standartlarına Göre Termal Konfor Programı Kaynakça ALTINSOY, Hamza, YILDIRIM, Haci Ahmet (2013a), “Doğu Akdeniz Bölgesindeki HIRHAM Modeli Sonuçlarının İşçi Verimliliği Projeksiyonu”, III. Türkiye İklim Değişikliği Kongresi Tikdek 2013, 3-5 Haziran, 2013, İTÜ, İstanbul, http://www.tikdek.itu.edu.tr/ ALTİNSOY, Hamza, YİLDİRİM, Haci Ahmet (2014), “Labor productivity losses over western Turkey in the twenty-first century as a result of alteration in WBGT.”International journal of biometeorology 59.4: 463-471. ALTİNSOY, Hamza, YİLDİRİM, Haci Ahmet (2015), Wet Bulb Globe Temperature (WBGT) across Western Turkey according to the ENSEMBLES Project , International Journal of Global Warming, accepted. ALTİNSOY, Hamza, YİLDİRİM, Haci Ahmet, OZTOPAL, Ahmet (2013b), “Projections of labor productivity over Eastern Mediterranean region by using ReGCM4.1.1” ,International Conference on Regional Climate - CORDEX 2013, 4-7 Kasım, Belçika, http://cordex2013.wcrp-climate.org/posters/P4_03_Altinsoy.pdf CHAMBERS, John (2008). Software for data analysis: programming with R. Springer Science & Business Media. LEITHEAD, Charles Stuart, RAMSEY LİND, Alexander (1964). “Heat Stress and Heat Disorders.”. TS EN ISO 7730 (2005), Ergonomics of the thermal environment — Analytical determination and interpretation of thermal comfort using calculation of the PMV and PPD indices and local thermal comfort criteria. TS EN 27243 (2002), Sıcak ortamlar-WBGT (Yaş-hazne küre sıcaklığı) indeksine göre ısının çalışan üzerindeki baskısının tahmini. TORD Kjellstrom, INGVAR Holmer, BRUNO Lemke (2009), Workplace heat stress, health and productivity – an increasing challenge for low and middle-income countries during climate change, Global Health Action. 2, doi: 10.3402/gha.v2i0.2047 17 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 18-33 SİNOP İLİNDE İŞGÜCÜ PİYASASININ TEMEL SORUNU: BECERİ UYUMSUZLUĞU THE BASIC PROBLEM OF THE LABOR MARKET IN SINOP: SKILLS MISMATCH Arş. Gör. Süheyla ERİKLİ* ÖZ İşsizlik gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan birçok ülke için öncelikli bir sorun olmakla birlikte son yıllarda açık iş olmasına rağmen işlerin doldurulamaması işgücü piyasasında yeni bir sorun alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. İşgücü piyasasında bir yanda işsizlik sorunu mevcut iken diğer yanda açık işlerin artması işgücü piyasasının iyi işlemediğini; aktif işgücü piyasası politikalarının revize edilerek piyasasının ihtiyaçlarına karşılık verecek şekilde düzenlenmesini gerekli kılmaktadır. İŞKUR tarafından gerçekleştirilen İşgücü Piyasası Araştırması Raporuna göre 2014 yılında Türkiye’de en yüksek açık iş oranı Sinop ilinde görülmektedir. Bu çalışmada Sinop ilinde açık iş oranının yüksek olmasının nedeni ve işsizlik ile açık iş oranı arasındaki ilişki araştırılmıştır. Yapılan çalışma sonucunda açık iş oranının yüksek olmasının beceri uyumsuzluğundan kaynaklandığı tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: İşsizlik, Açık İş, Sinop İşgücü Piyasası, Beceri Uyumsuzluğu, Beveridge Eğrisi ABSTRACT Unemployment has been a priority problem for many developed and developing countries. However, the co-existence of unemployment and failure to fill in the vacant positions has becomea problematic issue in the recent years.This phenomenon demonstrates a failure, indicating the need for revision of labourpolicies to better respond to the market needs. According to the Labour Market Research Report 2014, realized by Turkish Employment Agency, Sinop has the highest job vacancy rate in Turkey . This article analyzes the reason of this issue in Sinop, together withthe relation between unemployment and failure in the rates of filled job vacancies. In conclusion, it has been found that skill mismatch is the reason of the lowrates in filled job vacancies. Keywords: Unemployment, Job Vacancy, Sinop Labour Market, Skills Mismatch, Beveridge Curve JEL Classification: J63, J64 18 * Gazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, [email protected] Gönderildiği Tarih: 25.06.2015, Kabul Tarihi: 11.01.2016 Sinop İlinde İşgücü Piyasasının Temel Sorunu: Beceri Uyumsuzluğu Giriş Avrupa Birliği tarafından yayınlanan “Beceri Uyumsuzluğu ve Emeğin Mobilitesi” adlı rapora göre Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde 2010 yılının ilk çeyreğine kadar açık işler ile işsizlik oranı arasında negatif bir koreleasyon görülmekte iken, söz konusu tarihten sonra bu ilişkinin bozulduğu görülmektedir.Bir diğer ifadeyle 2011 yılı öncesine kadar açık işler arttığında işsizlik oranı azalırken; 2011 yılından itibaren açık iş oranı artmasına rağmen işsizlik oranın da arttığı görülmektedir. Bu durumun açık işler ile işsizlerin sahip oldukları beceri yada niteliklerin uyumsuzluğundan veya bölgesel/sektörel uyumsuzluktan kaynaklanabileceği ifade edilmektedir. Türkiye işgücü piyasasında işsizliğin nedenlerineyönelik incelemelerin çoğunlukla iş yaratılamaması ile açıklandığı görülmektedir. Bir diğer ifadeyle iş yaratma kapasitesinin işgücü arzındaki büyüme düzeyinde gerçekleşememesi işsizliğin temel nedeni olarak kabul edilmektedir. Ancak İŞKUR tarafından gerçekleştirilen İşgücü Piyasası Araştırma Raporları incelendiğinde işsizlik oranlarının yüksek olmasında iş yaratma kapasitesinin yetersiz olmasının yanı sıra mesleksizlik ve beceri uyumsuzluğunun da önemli bir etken olduğu görülmektedir. Buna göre işgücü piyasasında iş olmasına rağmen bireylerin bir mesleğe sahip olmamaları ya da sahip oldukları mesleğin açık işlerle uyumsuz olması işsizlik sorununun büyümesine neden olmaktadır. İŞKUR tarafından 2014 yılında gerçekleştirilen İşgücü Piyasası Araştırma Raporu incelendiğinde Türkiye’de açık iş oranının %2.7 oranında gerçekleştiği görülmektedir. Veriler iller açısından incelendiğinde ise Türkiye genelinde açık iş oranının en yüksek %5.9 oranı ile Sinop ilinde gerçekleştiği görülmektedir. Bir diğer ifadeyle her 100 işten yaklaşık 6’sının boş olduğu ve mevcut işsizler ile eşleştirilemediği görülmektedir. Bu çalışmada işgücü piyasasının arz tarafına yönelik veri üreten Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile işgücü piyasasının talep tarafına yönelik veri üreten Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) raporlarından yararlanılarak Sinop ilinde açık iş oranının yüksek olmasının nedenleri araştırılacaktır.Daha sonra Beveridge eğrisinden yararlanılarak açık iş oranı ile işsizlik arasındaki ilişki tespit edilmeye çalışılacaktır. 1. İşgücü Piyasasının Sorun Alanları: Açık İş ve Beceri Uyumsuzluğu Çalışmanın bu bölümünde çalışma kapsamında yer alan, açık iş ve beceri uyumsuzluğu konusuna değinilecektir. 1.1. Açık İş Kavramı ve Beveridge Eğrisi Açık iş kavramı işgücü piyasasının talep tarafını ifade eden bir kavramdır ve işgücü piyasasında “boş” ya da “doldurulamamış” işleri ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu kavram AB’nin 453/2008 sayılı Tüzüğünde tanımlanmıştır. Tüzüğe göre bir işgücü talebinin açık 19 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 18-33 iş olarak kabul edilebilmesi için bir işletmede; mevcut yeni yaratılmış ya da kısa bir dönemde yaratılacak ücretli bir pozisyonun doldurulması amacıyla işveren tarafından “aktif adımların atıldığı bir talebin” olması gerekmektedir (Öz, 2013:9). Bu aktif adımların neleri içerdiği 19/2009 Sayılı Komisyon Tüzüğünde düzenlenmiştir. Bu noktada kamu istihdam kurumuna açık işi bildirmek, özel istihdam bürosu ile iletişime geçmek, açık işe ilişkin internette, gazetelerde, dergilerde vb. ilan vermek, muhtemel adaylara ulaşmak, onlarla mülakat yapmak ya da aralarından eleme yapmak, akraba-eş-dost-kanalıyla uygun bir aday aramak, stajyerlikten yararlanmak şeklinde sıralanmıştır. Açık iş oranı ise şu şekilde formülize edilmektedir (2014 Yılı Türkiye İşgücü Piyasası Araştırma Sonuçları, 2014:59): Açık iş oranı= Açık iş sayısı / (açık iş sayısı+mevcut çalışanlar)*100 Türkiye’de açık iş oranlarına ilişkin veri İŞKUR tarafından oluşturulmaktadır. 2007 yılından itibaren her yıl düzenli olarak uygulanan ve 2009 yılından itibaren yılda iki kere gerçekleştirilen İşgücü Piyasası Raporlarında Türkiye genelinde ve iller özelinde açık iş verileri oluşturulmaktadır. Bu çalışmalar incelendiğinde henüz “açık iş” kavramının kullanımı konusunda bir standart oluşturulmadığı ve kavramın AB tanımına uygun olarak kullanılmadığı görülmektedir. Örneğin 2007 yılında açık işe yönelik olarak “Şu anda herhangi bir meslek dalında işgücü talebiniz var mı?” şeklinde soru sorularak anlık ihtiyaç öğrenilmiş ve açık işe dönüşebilecek işler veri dışı bırakılmıştır. 2011 yılı ve 2012 yılının ilk döneminde açık iş sorusunun AB mevzuatına yaklaştığı görülmektedir. Bu dönemde “işletmenizde referans döneminde (1 Haziran 2012-30 Haziran 2012) eleman ihtiyacı duyduğunuz/duyacağınız meslekleri ve her meslekte ihtiyaç duyulan eleman sayısını belirtiniz?”şeklinde sorulmuştur. Ancak 2012 yılının ikinci döneminden itibaren açık iş sorusunun yine referans dönemi olmaksızın mevcut durumdaki ihtiyacı öğrenmek için sorulduğu görülmektedir (Öz, 2013:33-34). Literatürde işgücü piyasasında açık iş olmasına rağmen iş arayanların neden istihdam edilemedikleri “Beveridge eğrisi” yardımıyla açıklanmaktadır. Beveridge eğrisi işgücü piyasasında açık iş-işsiz eşleştirmesinin etkinliği ve ekonominin konjonktürü hakkında bilgi vermektedir (Aydın, 2012:124). Bir diğer ifadeyle söz konusu eğri işgücü piyasasında ilişkin genel durum tespiti yapılmasını sağlamaktadır. Eğrinin Beveridge eğrisi olarak adlandırılması 1944 yılında İngiliz iktisatçı W.Henry Beveridge’in İngiltere ekonomisi için oluşturduğu “Beveridge Raporu”nda açık iş oranı ile işsizlik oranı arasındaki ilişkiyi detaylı olarak incelemesi ve iki değişken arasında negatif bir ilişkinin olduğunu tespit etmesi ile gündeme gelmiştir. Zaman içerisinde bu açıklamalar doğrultusunda “Beveridge eğrisi” olarak adlandırılan eğri oluşturulmuştur.Söz konusu eğri açık işler ile işsizlik oranı arasındaki ilişkiyi göstermenin yanı sıra piyasada görülen işsizlik türlerini tespit etmek için de kullanılmaktadır (Işığıçok, 2014:101). 20 Sinop İlinde İşgücü Piyasasının Temel Sorunu: Beceri Uyumsuzluğu Grafik 1: Beveridge Eğrisi Kaynak: Kemal Biçerli, Çalışma Ekonomisi, Beta Yayınları, s.464. Grafikte dikey eksende açık iş sayısı/oranı yatay eksende ise işsiz sayısı/oranı yer almaktadır. Piyasanın etkin bir şekilde işlemesi durumunda açık iş oranı ile işsizlik oranı arasında negatif bir ilişki olması beklenmektedir. Şekilde B1 ile gösterilen Beveridge eğrisinin sol üst kısmında (L noktası) düşük işsizlik-yüksek açık iş sayısının olduğu görülmektedir. Bu durumda ekonominin genişleme döneminde olduğunu, çalışmak isteyenlerinin çoğunun istihdam imkanı bulabileceğini ifade etmek mümkündür. B1 eğrisinin alt kısımlarında kalan M ve N noktaları ise yüksek işsizliğin ve az sayıda açık işin olduğunu göstermektedir. Bu durum ise ekonominin daralma döneminde olduğu anlamına gelmektedir (Biçerli, 2004:465). Ekonominin tam istihdamda olduğu J ve K noktalarında dahi işsizliğin mevcut olduğu görülmektedir. Söz konusu işsizlik doğal işsizlik olarak adlandırılmaktadır.Doğal işsizlik, bir işgücü piyasasında geçici, yapısal ve konjonktürel faktörlere bağlı olarak işgücünün küçük bir bölümünün işsiz olması durumu ifade etmektedir (Mehmet ve Kılıç, 2009:17). Eğrinin B1’ den B2’ye kayması durumunda hem açık işlerin hem de işsiz sayısının arttığı görülmektedir. Bu durum açık iş ile işsizlerin nitelikleri arasında yapısal bir uyumsuzluktan kaynaklanabileceği gibi işgücünün işçi devrinin artmasından ya da işsizlerin iş arama süresinin artmasından kaynaklanabilmektedir (Biçerli, 2004:465). Beveridge eğrisinin orijine yaklaşması (B2’den B1’e) durumu açık işler ile işsizlik arasında uyumun olduğu anlamına gelmektedir. Bir diğer ifadeyle piyasada açık işler ile işsizlerin niteliklerinin birbiriyle uyumlu olduğunu dolayısıyla etkin bir şekilde işleyen işgücü piyasanın varlığını göstermektedir. Eğrinin orijinden uzaklaşması ise açık işler ile işsizler arasında beceri ya da vasıf uyumsuzluğunun olduğunu, işgücünün farklı iş alanları ve bölgeler arasındaki mobilitesinin düşük olduğunu dolayısıyla piyasanın etkin bir şekilde işlemediğini göstermektedir. Bir işgücü piyasasında açık işler ile işsizler arasında bilgilendirme ve koordinasyonu sağlayan bilgilendirme ağları ne kadar iyi işlerse uyumsuzluğun o derece 21 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 18-33 azalması beklenmektedir. İnternet kullanımının yaygınlaştırılması, özel istihdam bürolarının açılması, meslek içi eğitim ve meslek edindirme kursları gibi mesleki eğitim faaliyetlerinin yaygınlaştırılması bu sürece olumlu katkı sağlayacaktır (Keskin ve Şen, 2010:202). İşgücü piyasasında konjonktürel işsizliğin olması durumunda işsizlik artarken açık işlerin azalması durumu söz konusu olacaktır. Böyle bir durumda B1 eğrisi üzerinde J noktasında M noktasına kayma yaşanacaktır. Geçici ya da yapısal bir işsizlik durumunda ise hem işsizlik hem de açık işler artacaktır. Böyle bir durumda ise J noktasında K noktasına kayma yaşanacaktır (Biçerli, 2004:466). İşsizlikteki artış konjonktürel ve yapısal işsizliğin her ikisinden de kaynaklanabilir. Bu durumda J noktasından N noktasına yatay hareketlilik yaşanacaktır. Bu durumun nedeni işkolunda geniş çaplı işyeri kapanmalarından ve ekonominin diğer sektörlerinde söz konusu işsizliği giderecek ölçüde yeni iş alanları yaratılamamasından kaynaklanabilir (Işığıçok, 2014:103). 1.2. Beceri Uyumsuzluğu İşgücü piyasasında yaşanan bu gelişmeler vasıf/nitelik ve beceri kavramlarını ön plana çıkartmıştır. Söz konusu kavramların içerikleri hakkında literatürde farklı tanımlar yapılmakla birlikte bu kavramların zaman zaman birbiri yerine kullanıldığı görülmektedir. Halbuki beceri kavramı özellikle deneyim yoluyla elde edinilen, işe özgü genel ve teknik yetkinlikleri ifade etmekte iken; vasıf/nitelik sadece formel ya da sertifikalı eğitimler yoluyla elde edinilen kazanımları ifade etmektedir (Kurnaz, 2014). İşgücü piyasasında beceri uyumsuzluğu iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki kişinin becerisinin işin gerektirdiği nitelikler için yeterli olmamasıdır. Bu durum “beceri açığı” ya da “yetersiz beceri” olarak ifade edilmektedir. Bir diğer uyumsuzluk durumu ise bireyin sahip olduğu becerinin işe göre oldukça üstünde olması durumunda ortaya çıkmaktadır ve bu durum “aşırı beceri” olarak ifade edilmektedir.Beceri kıtlığı ya da noksanlığı ise talep edilen belirli bir beceri çeşidinin insan kaynağını aşması durumunu anlatmak için kullanılmaktadır (Skills Mismatches and Labour Mobilitiy, www.ec.europa.eu). Beceri uyuşmazlığı bazı çalışmalarda yatay uyuşmazlık ve dikey uyuşmazlık olarak iki şekilde ele alınmaktadır. Dikey uyuşmazlık, sahip olunan eğitim ve beceri seviyesinin gerekli olan eğitim ve beceri seviyesinden düşük ya da yüksek olduğu durumlar için kullanılmaktadır. Yatay uyuşmazlıkta ise, bireyin sahip olduğu eğitim ve beceri seviyesi işi yerine getirmek için gerekli olan eğitim ve beceri seviyesiyle uyuşmaktadır ve fakat söz konusu eğitim ve becerilerin çeşidi işin gereklilikleri ile uyuşmamaktadır (Aytaş, 2014:7). Beceri uyumsuzluğu işgücü piyasasında eksik ve asimetrik bilgiden de kaynaklanabilmektedir. Bu durum işgücü piyasasında sosyal diyalog mekanizmasının iyi işlemediğini göstermektedir. İşgücü piyasasında yeni işlerin ortaya çıkması ya da bir işin yapılış şeklinin kısa sürede değişmesi durumunda işgücü piyasası söz konusu değişikliğe kısa sürede cevap veremeyebilir. Bu durumda mesleki eğitim aracılığı ile yeni becerilere uyum sağlanmaya çalışılsa bile kısa süreli de olsa beceri uyumsuzluğundan kaynaklanan işsizlik durumu ile 22 Sinop İlinde İşgücü Piyasasının Temel Sorunu: Beceri Uyumsuzluğu karşılaşılabilir ve bu dönemde açık iş oranı artabilir. Sorunun çözülememesi halinde bu durumun yapısal işsizliğe neden olabileceği belirtilmektedir. Bir diğer değişle bu sorun işsizliğin sürekli artmasına neden olabilir (ILO, 2014:17). Türkiye’de özellikle genç işsizliğinin yüksek olmasının ana nedenlerinden biri olarak beceri uyumsuzluğu gösterilmektedir. Mezunların sahip olduğu beceriler ile işgücü piyasasının talep ettiği beceriler arasında büyük bir uyumsuzluk bulunduğu ifade edilmektedir. Bu noktada mesleki eğitim sistemi çok katı bulunmakta; ders içeriklerinin piyasa ihtiyaçlar doğrultusunda revize edilmediği, eğitim sisteminin çok katı olduğu ve sosyal tarafların katılımını içeren sosyal diyalog mekanizmalarının henüz kurumsallaşamadığı ifade edilmektedir (Erdayı, 2009:145). İşgücü piyasasında talep ve arz arasında dengesizliğe yol açan ve hem işsizliğe hem de boş iş pozisyonlarının doldurulamamasına neden olan en önemli iki etmen eğitim ile işgücü piyasası arasındaki bağın yeterince kurulamaması ve mesleki eğitimin işgücü ihtiyaçları doğrultusunda verilememesidir. İşverenlerin nitelikli eleman aramasına rağmen eğitimli genç işsizlik oranın yüksek olması bu uyumsuzluğu kanıtlamaktadır (Tansel, 2012:108). Bu noktada emek arzı ve talebindeki muhtemel değişimleri ortaya koyan projeksiyonlar yapılması, talebi olmayan meslekler için eleman yetiştirme anlayışına son verilmesi, üniversite eğitim sisteminin nitelikli eleman yetiştirme becerisine kavuşturulması ve ömür boyu eğitim anlayışının eğitim sistemi içerisine entegre edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır (Bedir, 2003:63). Uluslararası alanda veri üreten Manpower şirketi işgücü piyasasında açık işlerin neler olduğunu tespit etmek amacıyla 2006 yılından itibaren düzenli olarak beceri formasyonuna ilişkin araştırmalar gerçekleştirmektedir. 2014 yılında yaklaşık olarak 42 ülkede 37 bin işverenin katılımı ile gerçekleştirilen çalışmada işçi bulmada en çok zorlanılan 10 iş tespit edilmiştir. Rapora göre 1. sırada kalifiye işçilik gelmektedir. Bu kavram elektrikçi, makineci, kaynakçı, marangoz gibi geleneksel yöntemlerle öğrenilen becerileri kapsamaktadır. 2. sırada restaurant ve otel personeli, 3. sırada satış temsilcisi 4. sırada öğretmen, 5. sırada şoför, 6. sırada muhasebe ve finans işleri 7. sırada işçilik, 8. sırada bilgi teknolojileri, 9. sırada mühendislik ve 10. sırada hemşire açığı tespit edilmiştir. 9 yıllık verilerde incelendiğinde 2009 yılından sonra 1. sırada yer alan açık işin değişmediği görülmektedir.Bir diğer ifadeyle 2010-2015 yılları arası en çok iş açığı kalifiye işçilikte görülmektedir. Rapora göre 2014 yılı itibariyle beceri eksikliğinin yada yetersizliğinin en yoğun yaşandığı ülke %81 oranı ile Japonya’dır. Bir diğer ifadeyle 100 açık işten 81’i beceri yetersizliğinde dolayı açık kalmıştır. 2. sırada %67 oranı ile Peru yer alırken 3. sırayı %63 oranı ile Hindistan, Brezilya ve Türkiye yer almaktadır. Beceri eksikliğinin en az yaşandığı ülke ise %2 oranı ile İrlanda’dadır. Beceri uyumsuzluğunun nedenleri araştırıldığında ilk sırada “hard skills” olarak ifade edilen teknik beceri eksikliğinin yer aldığı görülmekte iken ikinci sırada “soft skill” olarak tanımlanan ekibe uyum, koordinasyon, iletişim gibi beceri eksikliği yer almaktadır. Bu nedenlerden sonra ücretin yetersiz olması, başvurunun yapılmaması ve deneyim eksikliği gibi faktörlerin de işgücü piyasasında eşleşememe sorununa neden olduğu belirtilmektedir (Manpower Talent Shortage Survey 2014, www.manpowergroup.com). 23 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 18-33 1.3. İşgücü Piyasasında Beceri Uyumsuzluğunu Gidermeye Yönelik Yürütülen Çalışmalar Türkiye’de işsizlik sorunu toplumun büyük bir kesiminin temel sorun alanıdır. 2015 yılı şubat ayı verilerine göre Türkiye genelinde işsizlik oranı %10,2, genç işsizliği ise %17.0 düzeyinde gerçekleşmiştir. İşsizliğin temeli ise literatürde iş yaratma kapasitesinin işgücü arzındaki büyümeye yetişememesi olarak açıklanmaktadır. Bir diğer ifadeyle işgücü piyasasında iş olmamasından kaynaklı olarak işsizliğin yaşandığı belirtilmektedir. Ancak işsizliğin bir diğer nedeninin işgücü piyasasındaki arz-talep uyuşmazlığından kaynaklandığı görülmektedir. Bir diğer ifadeyle işsizliğin bir boyutunu “mesleksizlik” sorunu oluşturmaktadır. İşsizlerin herhangi bir mesleğe sahip olmaması ya da sanayi ve hizmetler sektöründe ihtiyaç duyulan türde becerilere sahip olmaması, sorunun önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Ekonomide iş yaratma hızının işgücü arzındaki büyümeye yetişememesine rağmen bazı alanlarda sürekli eleman sıkıntısı çekildiği görülmektedir (Sayan, 2012:18). Bu noktada İş ve Meslek Danışmanlığı, Hayat boyu Öğrenme Stratejisinin oluşturulması, Mesleki Yeterlilik Kurumu tarafından yürütülen çalışmalar ve Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) Beceri’10 Projesi beceri uyumsuzluğu sorununu çözmede önemli bir işleve sahiptir. Meslek edinmede veya iş bulmakta zorlanan, mesleğini ya da işini değiştirmek isteyen ve mesleki uyumsuzluk problemleri bulunan bireylere İŞKUR tarafından İş ve Meslek Danışmanlığı hizmeti sunulmaktadır. Böylece bireyin sahip olduğu beceriler ile mesleklerin ve işin gerektirdiği nitelikler ve iş piyasasında ihtiyaç duyulan iş ve meslekler karşılaştırılabilmektedir. İş ve meslek danışmanları işgücü piyasasının önemli bir sorunu olan asimetrik bilgi sorununu çözerek bireyleri kendileri için uygun olan işlere yönlendirmektedir (Selin, 2014:46-47). 2009 yılında yayımlanan Hayat Boyu Öğrenme Stratejisinde beceri uyumsuzluğunu gidermek amacıyla bireylerin ilgi, istek, yetenek ve yeterliliklerine göre ders seçebilmeleri böylece bireyin kendi isteği doğrultusunda becerilerini geliştirmesi öngörülmektedir. Söz konusu stratejide üzerinde durulan bir diğer nokta eğitimcilerin niteliklerini çağın ve teknolojinin gereklerine uygun olarak sürekli geliştirmelerini sağlamaktır. Böylece bir yandan eğitici personelde bulunan beceri uyumsuzluğunun giderilirken, bir diğer yandan bireyler güncel bilgilere göre eğitim almış olacaklardır. Stratejide öğretim programları arasında ve okuldan işe-işten okula geçişlerin kolaylaştırılması da öncelikli hedefler arasında yer almaktadır. Söz konusu hedefin gerçekleştirilmesi durumunda bireylerin teorik bilgilerini uygulama fırsatı bulacakları, tecrübe kazanacakları ve iş hayatında ihtiyaç duyulan sorumluluk alabilme, yaratıcılık, analitik düşünme gibi becerilerini geliştirecekleri vurgulanmaktadır (MEB, Türkiye Hayat Boyu Öğrenme Stratejisi Belgesi ve Eylem Planı 2014-2018). Mesleki Yeterlilik Kurumu Ulusal Yeterlilik Çerçevesi kapsamında hangi meslek için hangi becerinin gerekli olduğunu belirlemektedir. Böylece bir kişinin herhangi bir meslekte çalışması için hangi becerilere sahip olması gerektiğine dair standartlar oluşturulacak, birey yapmak istediği işe ya da mesleğe göre becerilerini geliştirebilecektir (Selin, 2014:52). 24 Sinop İlinde İşgücü Piyasasının Temel Sorunu: Beceri Uyumsuzluğu 2010 yılında İŞKUR tarafından Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) Beceri projesi oluşturulmuş; bu proje ile doğrudan arz-talep arasındaki uyuşmazlıklara odaklanılarak işgücü piyasasının etkin şekilde işlemesine yardımcı olunması amaçlanmıştır. Proje İŞKUR, TOBB, Milli Eğitim Bakanlığı TOBB-ETÜ arasında 2010 yılının haziran ayında imzalanmıştır ve belirlenen pilot okulların donanım ihtiyacı karşılanmış, 2011 yılının ocak ayından itibaren mesleki eğitim programları yaygın şekilde başlamıştır. Başlangıçta sadece sanayi sektörüne yönelik olan proje 2012 yılının mart ayında imzalanan “Ek Protokol” ile tarım ve hizmetler sektörünü de kapsayacak şekilde genişletilmiştir (Yazıcı, 2013:53). Bu projeyi diğer aktif işgücü politikalarından ayıran en önemli noktalardan biri düzenlenen eğitimlerin işverenin taleplerine dayalı olmasıdır. Katılımcılara gerekli teorik eğitim verildikten sonra staj yapmaları sağlanmaktadır. Böylece işsizlerin mesleki yeterliliklerini geliştirmeleri ve tecrübe edinmelerini sağlanmaktadır (Ünsaçar, 2011). Bu projeyi diğer aktif istihdam politikalarından ayıran bir diğer nokta kursların sosyal diyalog mekanizmaları kullanılarak açılmasıdır. Bir diğer ifadeyle projede merkezi düzeyde devlet, özel sektör ve üniversiteler arası işbirliği ile tasarlanırken; il düzeyinde İŞKUR temsilcisi, projenin uygulandığı İl milli eğitim müdürleri, Ticaret ve Sanayi Odası temsilcisi gibi farklı sosyal çevrelerin katılımı ile kamu ve özel sektör işbirliği ile proje yürütülmektedir (Ersöz, 2012:18). 2. Sinop İli Profili Bu bölümde öncelikle Sinop ilinin nüfus yapısı, öne çıkan özellikleri ve işgücü piyasası hakkında bilgi verilecek daha sonra Sinop ilinde açık iş oranının yüksek olmasının nedenleri tespit edilmeye çalışılacaktır. 2.1. Sinop İline Ait Genel Bilgiler Karadeniz Bölgesinde tek doğal limana sahip olan Sinop, Karadeniz Bölgesinin en çok girintili çıkıntılı kıyıya sahip ilidir. Bölgede iki iklim karakteri hakimdir. Sahil kuşağında yer alan ilçelerde ılıman iklim görülürken; iç kesimlerde Karadeniz iklimi ile İç Anadolu’nun karasal iklimi arasında bir geçit bölgesi iklimi görülmektedir (www.investintr82.gov.tr). Sinop nüfus büyüklüğü olarak Türkiye’de 72. sırada yer almakta olup 2013 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre ilin nüfusu 204568 kişidir. Nüfus yapısı incelendiğinde yaşlı nüfusun Türkiye genelinde en yüksek Sinop ilinde olduğu ve Sosyal Güvenlik Kurumu istatistiklerine göre emekli aylığı alanların nüfusa oranının en yüksek bu ilde olduğu görülmektedir. Türkiye yaşlı nüfus ortalaması (65 ve üzeri) %7,7 iken, bu oran Sinop’da %16,7 düzeyindedir (www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri). İl nüfusunun %22,8’i 60 ve üzeri yaş grubunda, %58,7’si 15-59 yaş grubunda ve %18,5’i 15 yaşın altındadır. Nüfusun kır-kent dağılımına bakıldığında il genelinde dengeli bir dağılımın olduğu söylenebilir. Nüfusun %53,7’si il ve ilçe merkezlerinde bulunmakta iken;%46,3’ü belde ve köylerde yaşamaktadır. Ortalama hanehalkı büyüklüğü 3,04’dür. Nüfus eğitim düzeyi açısından incelendiğinde 6 yaşın üzerinde okuma-yazma bilmeyen 25 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 18-33 nüfus Türkiye ortalamasının üzerindedir. Sinop’ta 6 yaşın üzerinde okuma yazma bilmeyen kadınların oranı %8,3 (bilinmeyen hariç); erkeklerin oranı ise %2,4 (bilinmeyen hariç)’dir (TÜİK, Seçilmiş Göstergelerle Sinop 2013). Nüfusun çoğunluğunun ilkokul düzeyinde eğitime sahip olduğu görülmektedir. İlde 2007 yılında kurulan Sinop Üniversitesi haricinde bir üniversite bulunmamaktadır (www.tuik.gov.tr). Sinop ilinde mevcut limanın yetersizliğine bağlı olarak deniz ulaşımından yeterince yararlanılamamakta; bu durum sanayileşme açısından Sinop ilini olumsuz etkilemektedir (www. tuik.gov.tr). Sinop ilinde 2017 yılında nükleer enerji santrali yapımına başlanması ve 20202023 yılları arasında faaliyete girmesi öngörülmektedir (www.investintr82.gov.tr). İlde çevre illere göre deniz ve kıyı turizmi gelişmiş olması ve yağmur miktarının diğer illere göre az oluşu özellikle Karadeniz Bölgesinde yaşayanların tatil için Sinop’u tercih etmesini sağlamaktadır. Bahçeler Mevkii, Hamsilos Koyu, Akliman, Sarıkum, Karakum, Mobil Korucuk Köyü Mevkilerindeki doğal kumsallar, plajlar ve yat turizmine uygun mekanlar yıl içinde büyük kısmı çevre illerden olmak üzere birçok turist çekmektedir. Rüzgar sörfü su sörfü ve su altı dalış gibi alternatif su sporları Sinop ilini cazip hale getirmektedir. Diğer yandan Karadeniz Bölgesinde avlanan deniz salyangozunun %100’ü Sinop ilinde elde edilmekte olup ihraç edilmektedir (Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı, 2011-2013 TR82 Düzey 2 Bölgesi Bölge Planı, 97). Doğa turizminin yanı sıra Sinop Kalesi de turistik bir mekan olarak ilgi çekmektedir. Hem Sinop Kalesi, hem de bir bütün olarak Sinop kalesinin içerisinde kalan Sinop Hapishanesi Osmanlı döneminde tersane olarak kullanılan alan 1887 yılından itibaren hapishane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Sabahattin Ali “Aldırma Gönül” ve “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” adlı şiirlerini ve “Duvar” adlı öyküsünü bu hapishanede yazmıştır (Yılmaz, 2009:8). 2.2. Sinop İli İşgücü Piyasasının Genel Görünümü Türkiye İstatistik Kurumuna göre Sinop illinde 2010 yılında işsizlik oranı 2008 yılında yaşanan krizin etkisi ile %8,7 düzeyinde gerçekleşmiş, 2011 yılında ise yaklaşık 3 puan azalarak %5,5 olmuştur. İşsizlik oranları 2013 yılından itibaren yükselme eğilimi göstermesine rağmen söz konusu oranın Türkiye ortalamasının oldukça altında olduğu belirtilebilir. 2013 yılında Türkiye’de işsizlik oranı %9,7’ iken, Sinop’ da bu oran %6,2 olarak gerçekleşmiştir (www.tuik.gov.tr). 2013 yılına ait işgücüne katılım oranı ve istihdam oranı incelendiğinde bu oranlarda bir önceki yıla göre düşüş yaşandığı görülmektedir. Buna göre işgücüne katılım oranı 2012 yılında %55 iken, 2013 yılında yaklaşık olarak 9 puan düşerek %46,5 oranında gerçekleşmiştir. İstihdam oranı ise 2012 yılında %52,1 iken, 2013 yılında %43,5 olmuştur. Türkiye genelinde ise 2013 yılında istihdam oranı, %45,9 işgücüne katılım oranı ise %50,8 düzeyinde gerçekleşmiştir (www.tuik.gov.tr). Bu verilere bağlı olarak Sinop ilinin işgücüne katılım ve istihdam oranı açısından Türkiye ortalamasının altında kaldığı görülmektedir. 2014 yılına ait işgücü verileri incelendiğinde ise TR82 (Kastamonu, Çankırı, Sinop) bölgesinin çalışma çağındaki nüfusun %1’ine sahip olduğu tespit edilmiş ve bölgenin toplam 26 Sinop İlinde İşgücü Piyasasının Temel Sorunu: Beceri Uyumsuzluğu istihdam içindeki payının %1,1 oranında gerçekleştiği görülmüştür. 2014 yılında Sinop ilinde açık iş oranı %5,9 düzeyinde gerçekleşmiş olup açık iş oranının Türkiye genelinde en çok Sinop ilinde olduğu tespit edilmiştir. Açık iş oranının Türkiye ortalaması ise %2.7 düzeyindedir (www.tuik.gov.tr). Tablo 1: Sinop İli İşgücü Piyasası Göstergeleri (%) Yılar İşgücüne Katılım İstihdam İşsizlik Açık iş Oranı* 2010 56,5 51,6 8,7 - 2011 59,4 56,1 5.5 - 2012 55,0 52.1 5.3 4,8 2013 46,5 43.5 6.2 6.9 2014** 53,2 49,8 6.5 5.9 Kaynak: İŞKUR,2011, 2012, 2013 ve 2014 ve Sinop İşgücü Piyasası Analizi Raporları ve TÜİK verilerinden derlenmiştir. Sinop ilinde işyerlerinin sektörlere göre dağılımı incelendiğinde imalat sektörünün yoğunlukta olduğu görülmektedir. İşyerlerinin %30’u imalat sektöründe hizmet vermektedir. Buna bağlı olarak çalışanların %51,05 gibi büyük oranda imalat sektöründe istihdam edilmektedir. Daha sonrasında %25,7 ile toptan perakende ve ticaret ve %16,9 ile inşaat sektörü gelmektedir. En az işyeri sayısı ise gayrimenkul ve inşaat sektöründe görülmektedir. İlde İŞKUR hizmetinden faydalanan işyeri sayısı ise %50’den fazladır (İŞKUR, 2014 Sinop İşgücü Piyasası Araştırma Raporu). Sinop ilinde esnek çalışma biçimlerinden biri olan kısmi süreli çalışmanın Türkiye ortalamasının üzerinde olduğu görülmektedir. Türkiye genelinde bu oran 2013 yılında %11,9 oranında gerçekleşirken; Sinop ilinde bu oran %12,79’dur (ÇSGB, İşgücü Piyasasında Güvence ve Esnekliğin Sağlanması Temel Politika Ekseni Raporu, 2014:2). İşgücü piyasası cinsiyet açısından incelendiğinde ise oransal olarak önemli ölçüde bir farklılığın olduğu görülmektedir. Erkek istihdam oranı %66,65 iken, kadın istihdam oranı %33,35 düzeyinde kalmıştır. Kadınlar en çok sırasıyla makineci (dikiş), temizlik görevlisi ve tuğla imal işçisi olarak çalışmakta iken, erkekler temizlik görevlisi, diğer iplik işçileri ve sarıcıları ve diğer tahmil-tahliye ve ilgili yük taşıma işçileri olarak görev yapmaktadırlar (İŞKUR, 2014 Sinop İşgücü Piyasası Araştırma Raporu). Türkiye genelinde işverenlerin iş arama kanalı olarak ise en fazla İŞKUR’u kullandıkları görülürken; Sinop ilinde çoğunlukla geleneksel yöntemleri kullandıkları tespit edilmiştir. * 2014 yılında Sinop ilinde açık iş oranı ** Çalışmanın yapıldığı sürede 2014 yılına ait il düzeyinde işgücü verileri yayınlanmadığından bölgesel düzeyde verilere yer verilmiştir. 27 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 18-33 Bir diğer ifadeyle işverenlerin %65’i “akraba-eş dost” arama kanalını ile işçi bulduklarını belirtmişlerdir. Sinop ilinde gazete-ilan gibi sosyal ağ üzerinden işçi bulduğunu belirtenlerin oranı %54,9, İŞKUR aracılığı ile işçi bulduğunu belirtenlerin oranı ise %49’dur (İŞKUR, 2014 Sinop İşgücü Piyasası Araştırma Raporu). İşverenlere açık işlerde ihtiyaç duydukları elemanların eğitim düzeyinin ne olması gerektiği sorulduğunda %73,9’luk kısmı “farketmez” cevabını vermiştir. Bu durum işverenler tarafından işe alımda eğitim düzeyinin belirleyici bir kriter olmadığını göstermektedir. Eğitim düzeyinden ziyade iş ahlakına sahip olma, takım çalışması, fiziksel ve bedensel yeterlilik, yeterli mesleki, teknik bilgi ve tecrübeye sahip olma, fazla mesaiye kalma, gibi unsurların ön plana çıktığı görülmektedir. Örneğin en fazla açık iş oranına sahip olan makineci (dikişçi) mesleğinde takım çalışması, yeterli mesleki, teknik bilgi ve tecrübeye ve iş ahlakına sahip olma gibi soft beceriler istenmektedir (İŞKUR, 2014 Sinop İşgücü Piyasası Araştırma Raporu). İl genelinde işgücü piyasasına ilişkin öncelikli sorun alanları incelendiğinde sorunları iki grupta kategorize etmek mümkündür (Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı, 2011-2013 TR82 Düzey 2 Bölgesi Bölge Planı, s.133). İlk grupta çalışanların işe yönelik birtakım sorunları yer almaktadır. Bu sorunlardan öncelik sırasına göre incelendiğinde ilk sırada çalışma koşullarının ağır olması gelmektedir. Daha sonra iş sağlığı ve güvenliğinin ve iş güvencesinin yeterli düzeyde sağlanamaması öncelikli bir diğer sorun alanı olarak görülmektedir. İkinci grubu ise işgücü piyasasının etkin işlememesi nedeniyle ortaya çıkan sorun alanları oluşturmaktadır. Buna göre öncelikle iş gücü arzı ile talebinin nicelik açısından uyumsuz olması ve kayıtdışı istihdamın yüksek olması sorun oluşturmaktadır. Bir diğer sorun olanı ise işgücü arzı ile işgücü talebinin nitelik açısından uyumsuzluğundan kaynaklanmaktadır. Tablo 2: Sinop Aktif İşgücü Programları Yıllar Toplam Katılım Program Sayısı Erkek Kadın Toplam Mesleki Eğitim Kurs Sayısı 2011 102 957 560 1517 2012* 220 2429 1605 4034 - 2013 277 512 642 1154 2014 258 451 446 897 Girişimcilik Kursiyer Kurs Sayısı Sayısı Kursiyer Sayısı İş Başı Eğitim Kurs Sayısı Kursiyer Sayısı 5 122 19 317 - 2 138 99 324 17 275 4 311 256 568 14 229 9 253 235 415 Kaynak: İŞKUR Yıllık İstatistik Bültenlerinden derlenmiştir. * 28 Tabloda yer almayan bir takım programlar yürütülmekle birlikte verilerin çok dağınık olması nedeniyle tabloya yansıtılmamıştır. Buna bağlı olarak tabloda yer alan programların sayısı toplam program sayısına eşit değildir. Sinop İlinde İşgücü Piyasasının Temel Sorunu: Beceri Uyumsuzluğu Sinop ilinde İŞKUR tarafından düzenlenen aktif işgücü programları incelendiğinde iş başı eğitim programlarının yoğunlukta olduğu görülmektedir. 2014 yılında 258 program açılmış; 235’i iş başı eğitim programlarında gerçekleştirilmiştir. Sinop ilinde 2012 yılında Uzmanlaşmış Meslek Edindirme (UMEM) projesi kapsamında 20 kurs açılmış bu kurslara 351 kişi katılmıştır. UMEM Projesi kapsamında 3 işbaşı eğitim kursu açılmış ve bu kursa 26 kişi katılmıştır. 2013 ve 2014 yılında UMEM kapsamında bir program açılmamıştır. 2014 yılında kursa katılanların 20-45 yaş arasında yoğunlaştığı görülmektedir. Eğitim düzeyleri açısından incelendiğinde ise katılımcılarının çoğunun ilköğretim düzeyinde eğitime sahip oldukları görülmektedir. 2.3. Sinop İlinde Öne Çıkan Sektörler ve Yatırım Teşviklerinin Görünümü İlki 2009 yılında ikincisi 2012 yılında olmak üzere 3305 sayılı Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkında Karar’a bağlı olarak Yeni Teşvik Sistemi uygulamasına geçilmiştir. Bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarını azaltmayı amaçlayan sistemde yatırım teşvik ve destekleri 6 bölgeye ayrılmıştır. 1. bölgede en gelişmiş, 6. bölgede en az gelişmiş iller bulunmakta, iller gelişmişlik seviyesiyle ters orantılı olarak teşvik sisteminden faydalanmaktadır 6. bölge en az gelişmiş ve dolayısıyla en fazla teşvik ve destek yapılacak bölge olarak belirlenmiştir. Yeni Teşvik Sistemi’nde Sinop ili ise 5. bölgede yer almaktadır. Buna bağlı olarak Sinop’a yatırım yapılması halinde; yatırıma katkı oranı %40, vergi indirim oranı %80, yatırım döneminde yararlanılabilecek vergi desteği %80, SGK işveren desteği 7 yıl gibi birtakım düzenlemeler yapılarak yatırım yapılması için teşvik ve düzenlemeler yapılmıştır (www.ekonomi.gov.tr). Tablo 3: Sinop İlinde 01.01. 2001- 30.04.2015 Yılları Arasında Düzenlenen Yatırım Teşvik Belgeleri Enerji Hizmetler İmalat Madencilik Tarım Belge adedi 6 24 79 7 1 Toplam istihdam 160 280 4.215 110 30 Toplam sabit yatırım (Milyon TL) 1.347 35 165 21 5 Kaynak: Kalkınma Bakanlığı verilerinden yararlanılarak derlenmiştir. Veriler daha detaylı incelendiğinde teşvik düzenlemelerinin yapılmasının hemen ardından yatırımlarda bir artış söz konusuyken bu artışın ileriki yıllarda devam etmediği görülmektedir. Örneğin imalat sektöründe 2012 yılında sadece 9 teşvik belgesi alınmış, 2013 yılında bu sayı 17’ye çıkmıştır. 2014 yılında ise teşvik belgesi sayısı 6 ile sınırlı kalmıştır. Yatırım teşviklerinin en çok imalat sektöründe yatırımı arttırdığı görülmektedir. 2013 yılında hizmet sektöründe teşvik belgesi sayısı 1, imalat sektöründe 17 iken enerji, madencilik ve 29 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 18-33 tarım sektöründe 0’dır (www.ekonomi.gov.tr). Verilerin dağılımının bu şekilde olmasının nedeni ise yatırım teşvik konularının çoğunlukla imalat sektörünü kapsamasından kaynaklanmaktadır. 2.4. Sinop İlinde Açık İş Oranının Yüksek Olmasının Nedenleri İŞKUR tarafından gerçekleştirilen 2014 yılı İşgücü Piyasası Raporuna göre Türkiye genelinde en yüksek açık iş oranının Sinop ilinde gerçekleşmiştir. Söz konusu Rapora göre Sinop ilinde açık iş %5,85 oranında gerçekleşmiştir. Bir diğer ifadeyle bu oran her 100 işten yaklaşık 6’sının boş ya da doldurulamadığı anlamına gelmektedir. İşsizliğin ülke genelinde temel bir sorun olduğu düşünüldüğünde Sinop ilinde açık iş oranının bu denli yüksek olması dikkat çekicidir. Grafik 2: Sinop İli Beveridge Eğrisi Kaynak: Beveridge eğrisinden yararlanılarak oluşturulmuştur* Grafikte Sinop iline ait 2012 ve 2013 yılı işsizlik ve açık iş oranları yer almaktadır. Beveridge eğrisinden yararlanılarak 2012-2013 yılları arasında işsizlik ile açık iş arasındaki bağlantı incelendiğinde açık iş oranı ile işsizlik oranın birlikte arttığı görülmektedir. Buna göre 2012 yılında işsizlik oranı %5,3 iken, açık iş oranı %4.8 düzeyinde gerçekleşmiştir. 2013 yılında ise işsizlik yaklaşık olarak 1 puan artarken açık iş oranları yaklaşık 2 puan artmış; işsizlik oranı 6,2 iken açık iş oranı 6,9’a yükselmiştir. * 30 2014 yılına ait Sinop ilinde işsizlik verisi yayınlanmadığı için grafikte 2014 yılını gösterilememiştir. Sinop İlinde İşgücü Piyasasının Temel Sorunu: Beceri Uyumsuzluğu İyi işleyen bir işgücü piyasasında açık işler artarken işsizlik oranının azalması beklenmektedir. Beveridge eğrisine göre açık iş oranlarının artmasına rağmen işsizliğin artması ilde yapısal işsizliğin olduğunu bir diğer ifadeyle işgücü piyasasında uyumsuzluğun olduğunu göstermektedir. Buna göre eğimin orijinden uzaklaşması işgücü arzı ile talebi arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Tablo 4: Sinop ilinde Temininde Güçlük Çekilen Mesleklerin Sektörel Dağılımı ve Güçlük Çekilme Nedenleri (%) İmalat İnşaat Konaklama ve yiyecek hizmeti faaliyetleri Toptan ve perakende ticaret Güçlük Çekilen Oran( %) 39,4 12,1 7,8 17,3 İşe başvuru yapılmaması 48,0 36,9 43,7 41,4 72,4 78,9 70,4 74,2 60,9 65,1 57,5 63,1 21,0 17,2 18,4 19,2 Önerilen ücretin az bulunması 21,4 15,9 20,7 18,9 Vardiyalı çalışma olması 10,7 4,7 10,6 5,8 İşyerine ulaşım zorluğu 7,2 6,5 9,4 6,3 Çalışma sürelerinin uzunluğu 5,4 3,6 1,7 7,7 Gerekli meseleki beceriye/ niteliğe sahip eleman bulunamaması Yeterli iş tecrübesine sahip eleman bulunamaması Çalışma ortamı ve koşullarının beğenilmemesi Kaynak:2014 yılı Sinop İşgücü Piyasası Araştırma Raporundan üretilmiştir. Sinop ilinde açık iş Türkiye genelinde olduğu gibi en fazla imalat sektöründe görülmektedir. İmalat sektörü içerisinde açık iş en fazla makineci (dikiş) mesleğindedir. Makineci mesleğindeki açık iş sayısı toplam açık işlerin %23,09’unu oluşturmakta olup, makineci (dikiş) mesleğini sırasıyla ortacı/ayakçı ve (tekstil), ütücü mesleği takip etmektedir (İŞKUR, 2014 Sinop İşgücü Piyasası Araştırma Raporu). 2014 yılında Sinop ilinde işverenlere,açık işlerin doldurulamamasının nedenleri sorulduğunda çoğu işveren (%73,9) gerekli mesleki beceriye/niteliğe sahip eleman bulamadığını ifade etmiştir. Bu ilde temininde güçlük çekilen işlerde ilk sırada %25,51 ile makineci (dikiş) mesleği yer almaktadır. İşverenlerin büyük bir kısmı (%92,7) bu durumun gerekli mesleki beceriye/niteliğe sahip eleman bulunmamasından kaynaklandığını belirtmişlerdir. Bir diğer ifadeyle her 10 işverenden yaklaşık 9’u işgücü piyasasında açık işlerin gerekli mesleki beceriye/niteliğe sahip eleman bulunmamasından dolayı doldurulamadığını ifade etmişlerdir. İkinci sırada %4,26 ile tuğla ve kiremit kalıpçısı (elle) gelmektedir. Yine işverenler bu durumun nedeni olarak gerekli mesleki beceriye/niteliğe sahip eleman bulunmamasını ve yeterli iş tecrübesine sahip eleman bulunmamasınıgöstermiştir. Üçüncü sırada 31 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 18-33 %4,22 ile diğer iplik işçileri ve sarıcıları gelmektedir ve tüm işverenler, güçlük çekilme nedeni olarak bu meslekte işe başvuru yapılmamasını, yeterli iş tecrübesine sahip eleman bulunmamasını, çalışma ortam ve koşullarının beğenilmemesini, önerilen ücretin az bulunmasını ve vardiyalı çalışma bulunmasını göstermişlerdir (İŞKUR, 2014 Sinop İşgücü Piyasası Araştırma Raporu). Sinop ilindeki işsizlerin profili TÜİK verilerine göre incelendiğinde mevcut işsizlerin çoğunluğunun önceki işlerinde nitelik gerektirmeyen (beden işçisi) işlerde çalıştığını görülmektedir. İşsizlik süre açısından incelendiğinde ise işsizlerin %61’inin 12 ay ve daha uzun süreli işsiz olduğunu belirtmiştir (www.tuik.gov.tr). Bu veri işsizliğin Sinop ilinde yapısal bir hal aldığını göstermesi bakımından önemlidir. Sonuç Etkin işleyen bir işgücü piyasasında açık iş oranları artarken işsizlik oranlarının azalması beklenmektedir. Açık iş oranı ile birlikte işsizlik oranın da artması ise işgücü piyasasında birtakım sorunların olduğunu ve piyasanın etkin işlemediğini göstermektedir. Bu sorunun temelinde asimetrik bilgi sorunu yer alabileceği gibi çoğunlukla işgücü piyasasındaki açık işler ile işsizlerin sahip oldukları beceri ve niteliklerin uyumsuz olması yatmaktadır. İŞKUR’a kayıtlı olan işsizler açık işler konusunda kurum tarafından bilgilendirildikleri için kuruma kayıtlı işsizlerin bu konuda bilgi eksikliği yaşamaları düşük bir ihtimal olarak karşımıza çıkmaktadır. Beceri uyumsuzluğu sorunu ise bir eğitim süreci gerektirmesine bağlı olarak bir süreç gerektirmesi nedeniyle çözümü daha zor bir sorun olarak görülmektedir. Sinop ili özelinde gerçekleştirilen bu çalışmada Sinop ilinde açık işlerin yüksek olmasının nedeninin işsizlerin nitelikleri ile açık işlerin gerektirdiği niteliklerin uyumsuz olmasından kaynaklandığı tespit edilmiştir. 2012-2013 yıllarının değerlendirildiği bu çalışmada açık iş oranları artarken işsizlik oranları da artmıştır. 2013 yılında imalat sektöründe yapılan yatırımlarda artış yaşanması işgücü piyasasında açık işlerin artmasını sağlamıştır. Ancak artan açık işlere uygun becerilere sahip bireylerin olmaması nedeniyle yapılan yatırımlar istihdam noktasında bir fayda sağlamamış; işsizlik oranları artmaya devam etmiştir. Bu durum işgücü piyasasında işsizlik sorunun yanında beceri uyumsuzluğunun da önemli bir sorun olduğunu göstermektedir ve beceri uyumsuzluğunu gidermeye yönelik daha fazla sayıda program açılması ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Sinop ilinde 2013 ve 2014 yıllarında beceri uyumsuzluğunu gidermeye yönelik UMEM kapsamında bir programın açılmadığı görülmektedir. Söz konusu programın işverenlerin talebi üzerine açıldığı düşünülürse işverenlerin bu program konusunda bilgilendirilmeleri ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. 32 Sinop İlinde İşgücü Piyasasının Temel Sorunu: Beceri Uyumsuzluğu Kaynakça AYDIN, Noyan (2012), “İşsizlik, Beveridge Eğrisi ve Türkiye İşgücü Piyasasına İlişkin Bir Değerlendirme”, Journal Of Social Sciences DPUJSS, 32(1), s. 119-134. AYTAŞ, Selin (2014), Avrupa Birliği ve Türkiye’de Beceri Uyuşmazlığı, Avrupa Birliği Uzmanlık Tezi. BEDİR, Eyüp (2003), “Yirmibirinci Yüzyılda İstihdamın Artan Önemi ve Eğitim İstihdam İlişkisi”, Gazi Üniversitesi, İ.İ.B.F Özel Sayısı, s.53-64. BİÇERLİ, Kemal (2014), Çalışma Ekonomisi, İstanbul, Beta Yayınları, 8. Baskı. ERDAYI, Utku (2009), “Dünyada Genç İşsizliği Sorunun Çözümüne Yönelik Ulusal Politikalar ve Türkiye”, Çalışma ve Toplum, Cilt:3, sayı 22, s.133-161. ERSÖZ, Halis Yunus (2012), “ UMEM Beceri’10 Projesi”, İŞ’te Çalışanlar, sayı 6 s. 16-19. IŞIĞIÇOK, Özlem (2014), İstihdam ve İşsizlik, Bursa, Dora Yayıncılık, 2. Baskı. ILO (2014), Global Employment Trend. İŞKUR (2014), İŞKUR Faaliyet Raporu. İŞKUR, 2011, 2012, 2013 ve 2014 Sinop İşgücü Piyasası Analizi Raporu. KESKİN, Apdullah (2010), “Şen, Hüseyin; Beveridge Eğrisi: Teori ve Türkiye Uygulaması”, TİSK Akademi, 2010/2, 5(10), s.199-219. KURNAZ, Işıl (2014), İşgücü Piyasasında Uyumsuzluk Eşleşme ve Aşırı Eğitimlilik Olgusu: Geçici Bir Durum mu-Kalıcı Bir Sorun mu?” Seminer Çalışması, TOBB ETÜ Sosyal Politikalar Uygulama ve Araştırma Merkezi, 18 Temmuz 2014. Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı., 2011-2013 TR82 Düzey 2 Bölgesi Bölge Planı. Matching Skill and Labour Market Needs Building Social Partnership for Better Skills and Better Jobs (2014), World Economic Forum. MEHMET Özay, KILIÇ, Cem (2009), Çalışma Ekonomisi Teorisi, Ankara, Gazi Kitabevi. ÖZ, Volkan (2013), Açık İş Oranın Seçilmiş Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Hesaplanma Yöntemi Ve Türkiye için Alternatif Bir Metodoloji Önerisi, İŞKUR Uzmanlık Tezi. SAYAN, Serdar (2012), Un, Yağ ve Şeker Var; Bir de Helva Makinesi Operatörü Bulabilsek, İktisat ve Toplum dergisi, sayı 18, s.18-22. TANSEL, Aydın (2012), 2050’ye Doğru Nüfus Bilim ve Yönetim: İşgücü Piyasasına Bakış, TÜSİAD. Türkiye Turizm Stratejisi 2023, Eylem Planı 2007-2013. TÜİK (2014), Seçilmiş Göstergelerle Sinop 2013, Ankara. ÜNSAÇAR, Faruk (2011), Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) Beceri’10 Projesi ve Konya’daki Uygulamaları, 1. Konya Kent Sempozyumu. YAZICI, Nusret (2013), UMEM Beceri’10 Projesi Röportajlar, İstihdamda 3i, sayı 8, s.52-55. YILMAZ, Cevdet (2009), “Tarihi Sinop Kalesi Cezaevi”, Doğu Coğrafya Dergisi, sayı 22, s.1-15. 33 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 TÜRKİYE – AB MÜZAKERE SÜRECİNDE SOSYAL POLİTİKADA YAŞANAN GELİŞMELER DEVELOPMENTS IN SOCIAL POLICY DURING TURKEY-EU NEGOTIATION PROCESS Arş. Gör. Muhammet Enes KAYAGİL* ÖZ Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri Türkiye’nin uzun zamandır gündeminde olan bir konudur. Bu süreçte Türkiye’nin birçok alanda uyum çalışmaları yürüttüğü görülmektedir. Bu alanlardan bir tanesi de sosyal politika ve istihdama ilişkin düzenlemelerdir. Müzakere fasılları içerisinde 19. başlıkta yer alan Sosyal Politika ve İstihdam faslı iş hukuku, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal diyalog, istihdam politikası, sosyal içerme ve sosyal koruma, ayrımcılıkla mücadele ve eşit fırsatlar ile Avrupa Sosyal Fonu gibi konularda yapılan ve yapılması gereken düzenlemeleri kapsamaktadır. Bu çalışmanın amacı da müzakerelerin başladığı 2005 yılından günümüze sosyal politika ve istihdam alanında ne gibi gelişmelerin yaşandığını incelemektir. Anahtar Kelimeler: Müzakere Süreci, Sosyal Politika, İstihdam ABSTRACT European Union accession negotiations is an issue that remains on the agenda of Turkey for a long time. In this process, it is seen that Turkey conducted harmonization studies in several areas. One of these areas is the regulations on social policy and employment. Social Policy and Employment Chapter No. 19 within the negotiation chapters includes the necessary arrangements on issues such as labour law, occupational health and safety, social dialogue, employment policy, social inclusion and social protection, anti-discrimination and equal opportunities as well as European Social Fund. The purpose of this study is to analyse the developments in the area of social policy and employment since 2005 when the negotiations started. Keywords: Negotiation Process, Social Policy, Employment JEL Classification: A13, J01, K31 34 * İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, [email protected], Gönderildiği Tarih: 11.11.2015, Kabul Tarihi: 11.01.2016 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler Giriş Türkiye - AB ilişkileri yarım asırdan fazla bir geçmişe sahiptir. İlişkilerde şu anda gelinen aşamada müzakere fasıllarına ilişkin çalışmalar devam etmektedir. Bu fasıllardan 19. sırada yer alan ve “Sosyal Politika ve İstihdam” başlığını taşıyan fasıl, Türk çalışma hayatı başta olmak üzere sosyal hayatı ilgilendiren birçok konuyu kapsamaktadır. Sosyal politika faslı henüz müzakereye açılmış fasıllar arasında yer almamaktadır. Ancak açılış kriterleri belli olduğu ve kriterlerin de büyük oranda sağlanmış olması nedeniyle yakın zamanda açılması muhtemel gözükmektedir. Ayrıca, fasıl kapsamında müzakerelerin başladığı 2005 yılından bu yana önemli hukuki ve kurumsal gelişmeler de kaydedilmiştir. 19. fasılının kapsamına bakıldığında iş hukuku, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal diyalog, istihdam politikası, sosyal içerme ve sosyal koruma, ayrımcılıkla mücadele ve eşit fırsatlar ve Avrupa Sosyal fonu gibi konuların yer aldığı görülmektedir. Bu konularda müzakere sürecinde AB’ye uyum sağlamak amacıyla yapılacak düzenlemelerin, Türkiye’de sosyal politikanın yapısını şekillendireceği açıktır. Bu nedenle özellikle müzakerelerin başladığı 2005 yılından günümüze kadar yapılmış mevzuattaki ve kurumsal anlamdaki düzenlemeler ile yapılması öngörülen değişikliklerin incelenmesi önem arz etmektedir. Bu amaçla oluşturulan çalışma başlıca üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde kısaca Türkiye – AB ilişkilerinin tarihsel gelişiminden bahsedilmiş ve sosyal yönleri bakımından temel AB belgelerine değinilmiştir. İkinci bölümde ise Türkiye – AB müzakere süreci ve kapsamı incelenmiştir. Burada Kopenhag Kriterlerinin neler olduğu, müzakere çerçeve belgesinin neler içerdiği, müzakerede hangi fasılların bulunduğu, fasılların tarama süreci ve müzakereye açılma sürecinin nasıl olduğu incelendikten sonra, Türkiye’nin müzakere sürecinde mevcut durumuna değinilmiştir. Üçüncü ve son bölümde ise 19. faslın neleri kapsadığı ve ne durumda olduğuna değinildikten sonra, 2005-2014 yılları arasında fasıl kapsamında yaşanan gelişmeler ve AB’ye Katılım için Ulusal Eylem Planı’nda 2019 yılına kadar yapılması planlanan düzenlemeler incelenmiştir. 1. Türkiye – AB İlişkileri 1.1. Tarihsel Süreçte Türkiye – AB İlişkileri Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkileri 1959’a kadar uzanmaktadır. Türkiye, AET’nin kuruluşundan bir yıl sonra, Temmuz 1959’da Yunanistan’ın ardından “ortak üye” olmak için başvurmuştur. Ancak, Yunanistan’ın ortaklık anlaşması 1961 yılında imzalanmasına rağmen Türkiye’nin topluluk ile ilişkileri 1960 askeri darbesi ile sekteye uğramıştır (Dartan, 2002:103). Türkiye’nin ortaklık anlaşması 12 Eylül 1963 yılında imzalanan ve 1 Aralık 1964 yılında yürürlüğe giren Ankara Anlaşması olmuştur. Ankara Anlaşması, Türkiye-AET ilişkilerini 3 dönemde ele almaktadır. İlk dönem olan hazırlık döneminde ekonomik hedefler güdülmüş ve Gümrük Birliği’ne geçişe hazır olma taahhüt edilmiştir. İkinci dönem olan geçiş 35 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 döneminde Gümrük Birliği’nin kurulması, son dönemde ise ekonomik koordinasyonun güçlendirilmesi hedeflenmiştir (Ercan, 2009:98-99). 13 Kasım 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol ile birlikte, Ankara Anlaşması’nda öngörülen hazırlık dönemi sona ermiş ve “Geçiş Dönemi”ne ilişkin koşullar belirlenmiştir. Bu dönemde taraflar arasında sanayi ürünleri, tarım ürünleri ve kişilerin serbest dolaşımının sağlanması ve Gümrük Birliği’nin tamamlanması öngörülmüştür. Türkiye-AB ilişkileri, 1970’li yılların başından 1980’lerin ikinci yarısına kadar, siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı istikrarsız bir seyir izlemiştir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından ilişkiler resmen askıya alınmıştır (Avrupa Birliği Bakanlığı, 06.05.2015c). Türkiye, 1987 tarihinde, Ankara Anlaşması’nda öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden, üyelik başvurusunda bulunmuştur. Ancak bu başvuru 1989’da Topluluğun iç bütünleşmesini tamamlamadan yeni bir üyeyi kabul edemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir. Böylece süreç 1996’ta tam üye olunmadan Gümrük Birliği’ne girilmesiyle devam etmiştir (Özcüre, 2014:475). Gümrük Birliği’ne girilmesiyle Türkiye-AB Ortaklık İlişkisinin son dönemine geçilmiş ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri ayrı bir boyut kazanmıştır 1999 Helsinki Zirvesi’nde ise Türkiye’ye “aday ülke” statüsü verilmiştir. Adaylığın söz konusu olması üzerine, Avrupa Birliği Konseyi tarafından 8 Mart 2001 tarihinde, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin daha da hızlanması için, bu süreçte uyulması gereken temel ekonomik ve politik kriterler ile diğer yükümlülüklerin resmi olarak açıklandığı bir Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmıştır. Hem Ortaklık Belgesi, hem de İlerleme Raporları, diğer konuların yanında sosyal politika ve çalışma yaşamı ile ilgili olarak da kriterlere ve gözlemlere yer vermektedir (Özdemir, 2007:155). 2003 İlerleme Raporu’nu takiben ve Türkiye’nin 2004 yılında yapmış olduğu reformlar da dikkate alınarak, AB Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi Brüksel Zirvesi’nde (1617 Aralık 2004) Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlaması kararını almıştır. Böylece yaklaşık 50 yıldır süren mücadele sonucunda Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg’da yapılan Hükümetler Arası Konferans’tan sonra resmen başlamıştır (Ercan, 2009:106). 1.2. Türkiye – AB Temel Belgeleri ve Sosyal Politika Türkiye-AB ilişkilerinin başlıca temel belgeleri Ankara Anlaşması, Katma Protokol, Gümrük Birliği Antlaşması, katılım ortaklığı belgeleri, ilerleme raporları, ulusal programlar ve müzakere çerçeve belgesidir. Temel ortaklık belgeleri olan Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’ün sosyal politika açısından en önemli yönü, sadece malların serbest dolaşımını değil, işgücü, sermaye ve hizmetlerin de serbest dolaşımını öngörmesidir. Ancak işçilerin serbest dolaşımı konusu Gümrük Birliği Anlaşması ile ortada kalmıştır. Katılım ortaklığı belgeleri ise AB tarafından Kopenhag Kriterleri doğrultusunda yerine getirilmesi gerekli önceliklerle ilgili belgelerdir ve 2001, 2003, 2006 ve 2008 tarihli olmak üzere dört tane bulunmaktadır. İçeriğinde 36 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler sosyal politika ile alakalı çocuk işçiliği ile mücadele, sendikal hakların güvence altına alınması, ayrımcılıkla mücadele ve eşit muamele, sosyal diyaloğun sağlanması, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal güvenlik gibi konularda maddeler yer almaktadır (Çelik, 2014:251-258). Ulusal Programlar da aday ülkenin katılım ortaklığı belgelerini dikkate alarak AB mevzuatını ülke iç hukukuna hangi sürede ve hangi yasal araçlarla aktarılacağını gösteren belgelerdir. 2001, 2003 ve 2008 tarihli olmak üzere üç ulusal program bulunmaktadır. Bu programlarda sosyal politika ile ilgili konular 2008 yılındaki programa kadar 13., 2008’deki programla birlikte 19. başlıkta ele alınmıştır. İçerdiği konular katılım ortaklığı belgelerindeki konularla benzerdir (Çelik, 2014:253-266). İlerleme Raporları ise Avrupa Komisyonu’nun aday ülkelerin AB ilke ve müktesebatı konusunda sağladığı gelişmeleri her yıl Konseye sundukları raporları ifade etmektedir. Türkiye için 1998 yılından bu yana düzenli olarak her yıl ilerleme raporu yayınlanmaktadır. Raporun sosyal politika alanındaki ifadeleri iş hukuku, iş sağlığı ve güvenliği, kadın ve erkek arasında eşit muamele, ayrımcılıkla mücadele, sosyal diyalog, istihdam, sosyal içerme ve sosyal koruma başlıkları altında ele alınmaktadır. Müzakere Çerçeve Belgesi de ikinci bölümde incelendiği üzere, müzakere fasıllarının neler olduğunu, müzakerelerin hangi şartlar altında ve ne şekilde yürütüleceğini ifade eden belgedir. Türkiye’nin Müzakere Çerçeve Belgesi 3 Ekim 2005 tarihinde açıklanmıştır (Çelik, 2014:253-254). 2. Türkiye – AB Müzakere Süreci ve Kapsamı 2.1. Genel Esaslar Avrupa Birliği ile müzakere süreci, birliğe katılmak isteyen ülkelerin çeşitli şartları kabul etme ve uygulamasının izlendiği bir süreci ifade etmektedir. Bu süreç Kopenhag Kriterleri’nin sağlanması ile ilişkindir. Müzakere süreciyle ilgili temel bilgiler aşağıda ele alınacaktır. 2.1.1. Kopenhag Kriterleri Kopenhag kriterleri AB’ye katılım öncesi uyum sürecinde aday ülkenin sağlaması istenen belli kriterleri içermektedir. Bu kriterler siyasi, ekonomik ve AB müktesebatının benimsenmesi olmak üzere üç grupta toplanmıştır (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2012b:1-2): Siyasi Kriter: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına ve azınlık haklarına saygıyı teminat altına alan istikrarlı kurumların varlığı, Ekonomik Kriter: İşleyen bir pazar ekonomisinin varlığının yanı sıra, Birlik içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısına karşı koyma kapasitesi, AB Müktesebatı: Siyasi Birlik ile Ekonomik ve Parasal Birlik de dâhil olmak üzere, AB müktesebatına uyum kapasitesi. 37 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 Ayrıca, 16 Aralık 1995 tarihinde yapılan Madrid Zirvesi’nde, aday ülkelerin AB müktesebatını sadece benimsemekle yükümlü olmadığı, müktesebatı etkili biçimde uygulayacak idari ve kurumsal kapasiteye sahip olmaları gerektiği de belirtilmiştir. Siyasi ve ekonomik kriterler makro konuları kapsarken, 35 başlıktan oluşan müktesebat hukuksal düzenlemeleri içermektedir. Siyasi kriterler önkoşul niteliğinde olup tek tek müzakere başlıklarının ötesinde bağlayıcı ve tayin edici niteliktedir (Çelik, 2014:232). 2.1.2. Müzakere Çerçeve Belgesi Müzakere çerçeve belgesi (MÇB), müzakere sürecinin en temel belgesidir ve katılım müzakerelerine ilişkin ilkeleri, esasları, usulleri ve müzakere fasıllarını belirlemektedir. Türkiye’nin Müzakere Çerçeve Belgesi’nde müzakereler aşağıdaki 3 temel unsur üzerine kurulmuştur (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2012b:6): 1. Kopenhag siyasi kriterlerinin istisnasız olarak uygulanması, siyasi reformların derinleştirilmesi ve içselleştirilmesi, 2. AB müktesebatının üstlenilmesi ve uygulanması, 3. Sivil toplumla diyaloğun güçlendirilmesi ve bu çerçevede hem AB ülkelerinin kamuoylarına, hem de Türkiye kamuoyuna yönelik olarak bir iletişim stratejisinin yürütülmesi. 2.1.3. Müzakere Fasılları Müzakere fasılları Kopenhag Kriterleri’nin AB Müktesebatı ile ilgili yükümlülükleri yerine getirme ve bunun izlenmesi sürecini ifade etmektedir. AB müktesebatı, Avrupa Birliği Bünyesinde tüm üye ülkeleri bağlayan ortak hak ve yükümlülükler bütünüdür ve on binlerce sayfadan oluşmaktadır. Sürekli güncellenen müktesebat başlıca şunları içermektedir: AB Anlaşmalarının içeriği, ilkeleri ve siyasi hedefleri, Anlaşmaların uygulanmasında benimsenen mevzuat ve Adalet Divanı’nın içtihatları, Birlik tarafından kabul edilen bildirgeler ve kararlar, Ortak dış ilişkiler ve Güvenlik Politikası ile ilgili konular, Adalet ve içişleriyle ilgili tedbirler, Birlik tarafından yapılan uluslararası anlaşmalar ve birliğin faaliyetleri alanında üye ülkelerin kendi aralarında yaptığı anlaşmalar (Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, 2011:14). Müzakere çerçeve belgesinde belirtilen ve AB müktesebatına uyumu içeren 35 fasıl ise şu şekildedir: 1. Malların Serbest Dolaşımı, 2. İşçilerin Serbest Dolaşımı, 3. İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi, 4. Sermayenin Serbest Dolaşımı, 5. Kamu Alımları, 6. Şirketler Hukuku, 7. Fikri Mülkiyet Hukuku, 8. Rekabet Politikası, 9. Mali Hizmetler, 10. Bilgi Toplumu ve Medya, 11. Tarım ve Kırsal Kalkınma, 12. Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı, 13. Balıkçılık, 14. Taşımacılık Politikası, 15. Enerji, 16. Vergilendirme, 17. Ekonomik ve Parasal Politika, 18. İstatistik, 19. Sosyal Politika ve İstihdam, 20. İşletmeler ve Sanayi Politikası, 21. Trans-Avrupa Şebekeleri, 22. Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu, 23. Yargı ve Temel Haklar, 24. Adalet, Özgürlük ve Güvenlik, 25. Bilim ve Araştırma, 26. Eğitim ve Kültür, 27. Çevre, 28. Tüketicinin ve Sağlığın Korunması, 29. Gümrük Birliği, 30. Dış İlişkiler, 31. Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası, 32. Mali Kontrol, 33. Mali ve Bütçesel Hükümler, 34. Kurumlar, 35. Diğer (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2012a:1-42). 38 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler 2.1.4. Tarama Süreci Müzakerelerin ilk aşamasını “tarama süreci” oluşturmaktadır. Tarama sürecinin amacı, her bir fasıl kapsamında aday ülke mevzuatının incelenip Avrupa müktesebatının aday ülkeye tanıtılırken müktesebat uyumunda sorun olabilecek alanların tespit edilmesidir (Yiğit, 2011:8). Tarama süreci, Avrupa Komisyonu ve aday ülke bürokratları tarafından yürütülür ve yaklaşık bir yıl sürer (Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, 2011:14). Tarama süreci esasen, iki aşamadan oluşmaktadır. İlk aşama tanıtıcı tarama toplantısıdır. Bu toplantıda, Avrupa Komisyonu bürokratları, AB müktesebatı hakkında aday ülke temsilcilerini bilgilendirir. İkinci aşama ise ayrıntılı tarama toplantısıdır. Bu toplantılarda aday ülke temsilcileri tarafından kendi ülkelerinin mevzuatı çerçevesinde sunumlar yapılır ve müktesebatla karşılaştırma yapılarak eksiklikler tespit edilir (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2012b:9). Her bir müzakere faslının taraması bittikten sonra, Komisyon, üye devletlere “Tarama Sonu Raporu” adında bir rapor sunmaktadır. Bu raporlarda, tarama toplantıları çerçevesinde aday ülkenin müzakerelere hazır olup olmadığını değerlendirilmekte ve sonuç kısmında ya faslın müzakereye açılmasını önerilmekte ya da faslın müzakerelere açılabilmesi için tamamlanması gereken açılış kriterleri belirtilmektedir. Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan Tarama Sonu Raporu Konsey’e sunulur ve Konsey’de oybirliğiyle kabul edilir (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2012b:9). 2.1.5. Fasılların Müzakereye Açılması Tarama sürecinin tamamlanmasıyla beraber fiili müzakere sürecine geçilir. Fiili müzakere süreci, her faslın ayrı ayrı müzakerelere açılmasını ve geçici olarak kapanmasını ifade eder. Tarama sonu raporuna göre ilgili fasılda aday ülke müzakerelere hazırsa, açılış kriteri bulunmayacağından, aday ülkeden “Müzakere Pozisyon Belgesi” hazırlaması istenir. AB, aday ülkenin hazırlamış olduğu müzakere pozisyon belgesine bakarak, kendi Ortak Tutum Belgesi’ni hazırlar. Ortak Tutum Belgesi’nin Konsey’de oybirliği ile kabul edilmesinin ardından fasıl müzakerelere açılır. Faslın müzakerelere açıldığı Hükümetlerarası Konferans ‘ta düzenlenerek ilan edilir (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2012b:10). Tarama Sonu Raporu’nda faslın müzakerelere açılması için “açılış kriteri” belirlenmiş ise aday ülkenin önce açılış kriterini yerine getirmesi beklenir. Açılış kriteri yerine getirildikten ve bu durum Komisyon ve Konsey tarafından onaylandıktan sonra, aday ülkeden “Müzakere Pozisyon Belgesi” hazırlaması istenir. Aday ülkenin hazırlamış olduğu müzakere pozisyon belgesine bakarak, AB kendi Ortak Tutum Belgesi’ni hazırlar. Ortak Tutum Belgesi’nin Konsey’de oybirliği ile kabul edilmesinin ardından fasıl müzakerelere açılır. Aynı süreç bir faslın kapanması için de geçerlidir (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2012b:10-11). 39 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 2.2. Türkiye’nin Müzakere Sürecinde Mevcut Durumu Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanlarının 17 Aralık 2004 tarihli Zirvesinde aldığı karar doğrultusunda 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg’ta yapılan Hükümetlerarası Konferans ile Türkiye resmen AB’ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Böylece, Türkiye ile AB arasındaki inişli çıkışlı ilişki, çok önemli bir dönüm noktasını aşarak yepyeni bir sürece girmiştir. Aynı tarihte, müzakerelerin usul ve esaslarını belirleyen “Müzakere Çerçeve Belgesi” de kabul edilmiştir. Müzakerelerin ilk aşamasını tarama toplantıları oluşturmaktadır (Avrupa Birliği Bakanlığı, 06.05.2015a). İlk tarama toplantısı 20 Ekim 2005’de “Bilim ve Araştırma” faslı için, son tarama toplantısı da 13 Ekim 2006’da “Yargı ve Temel Haklar” faslı için yapılmıştır. Tarama süreci devam ederken, 12 Haziran 2006’da Hükümetlerarası Konferans’ta, “Bilim ve Araştırma” faslı için müzakereler açılmış ve fasıl geçici olarak kapanmıştır. Müzakerelere açılan ilk fasıl Bilim Araştırma faslı olmakla birlikte bu güne kadar toplam 14 Fasıl müzakerelere açılmıştır. “Eğitim ve Kültür” ve “Ekonomik ve Parasal Politika” fasılları, herhangi bir teknik açılış kriteri bulunmamasına, müzakere pozisyon belgemizi sunmamıza ve teknik olarak açılmaya hazır olmalarına rağmen, bazı üye ülkeler tarafından AB Mevzuatı ile ilgili olmayan nedenlerle bloke edilmektedir. Diğer taraftan, 8 fasıl, Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nin 11 Aralık 2006 da almış olduğu karar çerçevesinde “Ek Protokolün tam olarak uygulanması şartına bağlı olarak” müzakerelere açılmamaktadır. Aynı sebeple hiçbir fasıl geçici olarak kapatılmayacaktır. Özetle, AB müzakere fasıllarındaki son durum şu şekildedir (Avrupa Birliği Bakanlığı, 06.05.2015b): Askıya alınan 8 fasıl: 1) Malların Serbest Dolaşımı, 2) İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi, 3) Mali Hizmetler, 4) Tarım ve Kırsal kalkınma, 5) Balıkçılık, 6) Taşımacılık Politikası, 7) Gümrük Birliği, 8) Dış İlişkiler Önümüzdeki dönemde teknik açılış kriterleri yerine getirilebildiği takdirde açılması mümkün olan 3 fasıl bulunmaktadır. Bunlar “Rekabet Politikası”, “Kamu Alımları”, “Sosyal Politika ve İstihdam” fasıllarıdır. Müzakereye Açılan 14 Fasıl: 25) Bilim ve Araştırma (müzakerelere geçici olarak kapanmıştır), 4) Sermayenin Serbest Dolaşımı, 6) Şirketler Hukuku, 7) Fikri Mülkiyet Hukuku, 10) Bilgi Toplumu ve Medya, 12) Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı, 16) Vergilendirme, 18) İstatistik, 20) İşletme ve Sanayi Politikası, 21) Trans-Avrupa Ağları, 22) Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu, 27) Çevre, 28) Tüketicinin ve Sağlığın Korunması, 32) Mali Kontrol Müzakere Pozisyonunu Vermeye Davet Edildiğimiz ve Müzakere Pozisyonlarını Sunduğumuz Fasıllar: 17) Ekonomik ve Parasal Politika, 26) Eğitim ve Kültür AB Konseyi’nde Onaylanıp Açılış Kriteri Belirlenen Fasıllar: 1) Malların Serbest Dolaşımı, 3) İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi, 5) Kamu Alımları, 8) Rekabet Politikası, 9) Mali Hizmetler, 11) Tarım ve Kırsal Kalkınma, 19) Sosyal Politika ve İstihdam, 29) Gümrük Birliği 40 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler AB Konseyi’nde Görüşülmesi Süren Fasıllar: 2) İşçilerin Serbest Dolaşımı, 13) Balıkçılık, 14) Taşımacılık Politikası, 15) Enerji, 23) Yargı ve Temel Haklar, 24) Adalet, Özgürlük ve Güvenlik, 30) Dış İlişkiler, 31) Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları, 33) Mali ve Bütçesel Hükümler 3. Müzakere Sürecinde 19. Fasıl (Sosyal Politika ve İstihdam) ve Yaşanan Gelişmeler 3.1. 19. Fasıl (Sosyal Politika ve İstihdam) Sosyal politika ve istihdam konusu, Avrupa Birliği’ne üye devletlerde istihdamın sağlanması, yaşama ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, uygun seviyelerde sosyal koruma sistemlerinin oluşturulması, sosyal ortaklarla diyalog tesis edilmesi, sürdürülebilir bir istihdam yapısı için insan kaynaklarının geliştirilmesi, sosyal dışlanma ve yoksullukla mücadele edilmesi ve kadın ve erkekler için eşit fırsatlar sağlanması hedeflerini içerir. Bu çerçevede, faslın alt konuları arasında, iş hukuku, iş sağlığı ve güvenliği, kadın ve erkek arasında eşit muamele, ayrımcılıkla mücadele, sosyal diyalog, istihdam, sosyal içerme ve sosyal koruma yer almaktadır (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2012a:25). Faslın tanıtıcı tarama toplantısı 8-10 Şubat 2006 tarihinde, ayrıntılı tarama toplantısı ise 2022 Mart 2006 tarihinde gerçekleştirilmiştir. 19 Ocak 2007 tarihli Almanya Dönem Başkanlığı mektubu ile Türkiye’ye 2 adet teknik açılış kriteri bildirilmiştir. Önünde herhangi bir siyasi engel olmayan ve sadece teknik açılış kriterleri bulunan fasıllardan biridir (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2012b:27). Açılış kriterlerinden ilki, sendikal hakların AB standartları ve ilgili ILO Konvansiyonları ile uyumlu olmasının (özellikle örgütlenme, grev ve toplu sözleşme hakkı açısından) sağlanmasıdır. Bu amaca hizmet etmek üzere, Türkiye’nin mevcut kısıtlamaları ortadan kaldırması ve kamu ve özel sektörü de kapsamak üzere bu alanda tamamen gözden geçirilmiş bir mevzuatı kabul etmesi beklenmektedir. İkinci açılış kriteri ise, tüm işgücünün yararı için, bu faslın kapsamındaki alanlarda yer alan AB müktesebatının aşamalı olarak iç hukuka aktarılması, uygulanması ve yürütülmesini içeren bir eylem planının Avrupa Komisyonuna sunulmasıdır (Avrupa Birliği Bakanlığı, 06.05.2015d). Faslın açılış kriterlerinin yerine getirilmesi için gerekli çalışmalar devam etmektedir. 3.2. 2005-2014 Yılları Arasında 19. Fasıl Kapsamında Yaşanan Gelişmeler AB ile müzakere sürecinin başlamasıyla birlikte sosyal politikaya ilişkin konular 19. fasıl kapsamında ele alınmaya başlanmıştır. Bu fasıl altında konular başlıca iş hukuku, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal diyalog, istihdam politikası, Avrupa Sosyal Fonu, sosyal içerme ve sosyal koruma, ayrımcılıkla mücadele ve eşit fırsatlar şeklinde ele alınmaktadır. Bu konu41 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 larla ilgili gelişmeler Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan yıllık ilerleme raporlarında net bir biçimde yer almaktadır. Çalışmanın bu bölümünde de 2005 yılından günümüze kadar yayınlanmış olan ilerleme raporlarında 19.fasıl ile ilgili gelişmeler incelenecektir. 3.2.1. İş Hukuku 2004 yılında iş hukuku alanındaki ilerleme sınırlı olmuştur. 2004 yılı Ekim ayında, işverenin iflası halinde çalışanların korunmasına ilişkin müktesebatın iç hukuka aktarılması amacıyla ücret garantisi fonu ihdası konusunda bir yönetmelik yayınlanmıştır. Bunun dışında 2005 yılı Temmuz ayında Çocukların Korunması konusunda yeni bir Yasa kabul edilmiştir. Bu kanunla, korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usûl ve esasları düzenlemek hedeflenmiştir (Avrupa Komisyonu, 2005:110-111). 2006 yılında ise iş hukuku alanından yasal ve kurumsal bir düzenleme yapılmış değildir (Avrupa Komisyonu, 2006:51). 2007 yılında da önemli bir ilerleme kaydedilmemiş, yalnızca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve bu Bakanlığa bağlı kuruluşlarda ilave nitelikli personel istihdamı devam etmiştir (Avrupa Komisyonu, 2007:53). 2008 ve 2009 yıllarında iş hukuku alanında ilerleme kaydedilmemiştir. 2010 yılında AB müktesebatının iç hukuka aktarımına ilişkin ilerleme kaydedilmemiştir. Ancak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde dezavantajlı gruplar için yeni bir dairenin kurulması kararı alınmıştır (Avrupa Komisyonu, 2010:68). 2011, 2012 ve 2013 yıllarında AB müktesebatının iç hukuka aktarılmasına ilişkin ilerleme kaydedilmemiştir. 2014 döneminde Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütünün 187 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliğini Geliştirme Çerçeve Sözleşmesini onaylamıştır (Avrupa Komisyonu, 2014:39). 3.2.2. İş Sağlığı ve Güvenliği İş sağlığı ve güvenliği alanında balıkçı teknelerinde çalışmaya ilişkin AT yönergesinin aktarılması amacıyla 2004 yılı Kasım ayında uygulamaya yönelik bir yönetmelik kabul edilmiştir. 2004 Ekim ayında ise ağır ve tehlikeli işler hakkındaki yönetmelikte, kadınların ancak belirli koşullarda bu tür işlerde çalışmalarına izin veren bir değişiklik yapılmıştır (Avrupa Komisyonu, 2005:111). 2006 yılında iş sağlığı ve iş güvenliği alanında yeni bir gelişme yaşanmamış, bu alandaki mevzuatın yürürlüğe konması ve uygulanmasına yönelik faaliyetler sürmüştür (Avrupa Komisyonu, 2006:51). 2007 yılında yeni bir gelişme sağlanmamıştır (Avrupa Komisyonu, 2007:54). 2008 yılında işçilerin gerekli mesleki eğitimi almadan, ağır ve tehlikeli işlerde çalışmalarını yasaklamak üzere İş Kanunu gözden geçirilmiştir. Kimyasal maddelerden kaynaklanan tehlikelere dair sağlık ve güvenlik önlemleri uygulama mevzuatı değiştirilmiş ve Mart 2008’de yürürlüğe girmiştir. İş Teftiş Kurulu Başkanlığı, teftiş uygulamalarını uyumlaştırmaya başlamış ve kapasitesini daha da geliştirmiştir (Avrupa Komisyonu, 2008:61-62). 2009 yılında iş sağlığı ve güvenliği konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Eğitim ve bilinçlendirici faaliyetler sonucunda, AB müktesebatıyla ilgili uzmanlık artmıştır. Bununla birlikte, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin çerçeve Direktifin hâlâ iç hukuka aktarılmamıştır. İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı, devlet memurları henüz kapsamamaktadır. İdari kapasite 42 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler bakımından ise İş Teftiş Kurulunun kapasitesi, eğitimler ve yeni personel alımı vasıtasıyla güçlendirilmiştir (Avrupa Komisyonu, 2009:63). 2010 ve 2011 döneminde, 2010 yılı Kasım ayında işyeri sağlık ve güvenlik birimlerinin kurulması ve işyeri hekimlerinin sorumlulukları ve mesleki nitelikleri dâhil, iş sağlığı ve güvenliği hizmetleri alanında düzenlemeler kabul edilmiştir. Yeni Borçlar Kanunu işyerinde psikolojik taciz sorununu ele almaktadır. Kanun, psikolojik taciz ile mücadele amacıyla kurumlar arası bir kurulun oluşturulmasını öngören bir Başbakanlık Genelgesi ile desteklenmektedir. Bunun yanında Ölümcül silikosis hastası olan işçilerin durumlarının ele alınması için yasama ve yargı ile ilgili adımlar atılmıştır. Ancak, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin çerçeve direktif henüz ulusal mevzuata aktarılmamıştır (Avrupa Komisyonu, 2011:77). 2012 yılı Haziran ayında İş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili AB Çerçeve Direktifine uyum sağlamayı amaçlayan İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, TBMM’de kabul edilmiştir. Ancak, Kanun’un uygulamaya geçirilmesi tam anlamıyla sağlanamamıştır (Avrupa Komisyonu, 2012:65). 2013 yılı iş sağlığı ve güvenliği alanında istişare ve sosyal diyalog platformu olan Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyini resmi olarak kuran yönetmelik de dâhil olmak üzere, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu için yönetmelikler yayımlanmıştır. Ayrıca, iş sağlığı ve güvenliği konularıyla ilgilenen müfettişlerin sayıları ve kapasiteleri artırılmıştır (Avrupa Komisyonu, 2013:40). 2014 yılında önemi bir gelişme kaydedilmemiştir. 3.2.3. Sosyal Diyalog Sosyal diyalog ile ilgili olarak Başbakanlık tarafından 2005 Haziran ayında, basın ile ilişkiler dâhil, kamu sektörü sendikaları üyeleri, temsilcileri ve yöneticilerinin faaliyetlerine yönelik bazı kısıtlamaların azaltılması amacıyla bir genelge yayımlanmıştır. Hükümet ile sosyal ortakları bir araya getiren bir organ olan “Üçlü Danışma Kurulu” Mayıs 2005’de ikinci defa toplanmıştır. Bir diğer üçlü organ olan “Emek Platformu” da 12 yıl aradan sonra Eylül 2004’de yeniden toplanmıştır (Avrupa Komisyonu, 2005:111). 2006 yılında sosyal diyalog alanında bir gelişme kaydedilememiştir (Avrupa Komisyonu, 2006:51). 2007 yılında sınırlı bir ilerleme kaydedilmiş ve sendikaların yönetici organlarına seçilebilmek için en az 10 yıl çalışmış olma zorunluluğu kaldırılmıştır (Avrupa Komisyonu, 2007:54). 2008 yılında üçlü sosyal diyalog toplantıları daha sık düzenlenmiştir, ancak Ekonomik ve Sosyal Konsey, Kanun’un gerektirdiği gibi düzenli toplanmamıştır. Belirli sektörlerde, ikili sosyal diyaloğa ilişkin bir miktar ilerleme olmuştur; ancak özerk ve ikili sosyal diyalog yapılarının her düzeyde kurulması hâlâ sağlanmamıştır (Avrupa Komisyonu, 2008:62). 2009 yılında çok sınırlı bir gelişme kaydedilmiştir. Mevcut yasa hâlâ AB ve ILO standartlarına uyumlu hale getirilmiş değildir. Bunun için ILO Uzmanlar Komitesi Türkiye’yi bu konuda reformları yapmaya davet etmiş ve iki taraflı üst düzey özel bir heyet oluşturarak Hükümete destek vermeyi önermiştir. Sosyal diyalog anlamında ayrıca 1 Mayıs, 28 yıl aradan sonra “Emek ve Dayanışma günü” adıyla yeniden kabul edilmiştir (Avrupa Komisyonu, 2009:63). 43 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 2010 yılında Anayasa’da, memurlar ve diğer kamu çalışanlarına toplu pazarlık ve toplu sözleşme yapma hakkını veren ve memurlara uygulanan disiplin cezalarını yargı denetimine tabi kılan değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler arasında, bazı grevlere (Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler.) uygulanan yasağın kaldırılması, aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üyelik yasağının kaldırılması ve aynı işyerinde aynı dönem için tek bir toplu sözleşme yapılması kısıtlamasının kaldırılması da yer almaktadır. Ayrıca, söz konusu Anayasa değişiklikleriyle, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Hükümetin ekonomik ve sosyal konularda politika oluştururken danışacağı anayasal bir organ haline gelmiştir Avrupa Komisyonu, 2010:69). 2011 yılında Kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışan sözleşmeli personelin, sendika kurma veya sendikal faaliyetlere katılmasına ilişkin yasak kaldırılmıştır. Ancak, bu personelin grev yapmalarına ilişkin yasak devam etmektedir. Bir Başbakanlık genelgesi ile, memur sendikalarının, kamu çalışanlarının sosyal hakları ve disiplin konularını ele alan kurullara katılımına izin verilmektedir. İşçilerin haklarına ilişkin Anayasa değişiklikleri, ilgili sendika mevzuatında gerekli değişiklikler yapılmadığı için uygulamaya geçirilememiştir (Avrupa Komisyonu, 2011:78). 2012 yılı Nisan ayında kamu sektöründe ilk defa toplu sözleşme imkânı veren kamu görevlileri sendikalarına ilişkin yeni Kanun kabul edilmiştir. Kamu görevlileri sendikaları konfederasyonunun sert eleştirilerine rağmen, nihai karar zorunlu hakem tarafından alınmıştır. Özel sektörü düzenlemeye yönelik Toplu İş İlişkileri Kanun Tasarısı ise hâlâ TBMM onayını beklemektedir (Avrupa Komisyonu, 2012:65). 2013 döneminde özel sektöre yönelik yeni bir Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Kasım 2012’de yürürlüğe girmiştir. Sendikaların iç işleyişinin kolaylaştırılması, üyelik usul ve gerekliliklerinin basitleştirilmesi, grevlerin yasaklanmasının sınırlandırılması ve cezai hükümlerin azaltılması gibi bazı iyileştirmeler yapılmıştır (Avrupa Komisyonu, 2013:41). 2014 yılında Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununa bağlı yönetmelikler kabul edilmiştir. Sendika üyeliğine kayıt ve üyelikten çıkma işlemleri için e-devlet portalının kullanılması, Temmuz 2013’den bu yana sendika üyelerinin sayısında %15,2 oranında bir artışa neden olmuştur. Eylül ayında Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda yapılan değişiklikle, sendikaların toplu iş sözleşmesi yapabilmesine dair iş kolu barajı (sendikanın üye sayısının, işyerinin dahil olduğu iş kolundaki işgücüne oranı) kalıcı şekilde %1 olarak belirlenmiştir (Avrupa Komisyonu, 2014:40). 3.2.4. İstihdam Politikası 2005 ve 2006 yıllarında İŞKUR kurumsal kapasitesini geliştirme çabalarına devam etmiştir. Bunun yanında Avrupa Komisyonu ile Türk yetkililer arasında, İstihdam Politikası Önceliklerine İlişkin Ortak Değerlendirme Belgesi taslağının hazırlanması çalışmaları sürdürülmüştür (Avrupa Komisyonu, 2005:111-112; Avrupa Komisyonu, 2006:51). 2007 yılında “İstihdam Politikası Önceliklerinin Ortak Değerlendirilmesi Belgesi”nin (JAP) so- 44 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler nuçlandırılması konusunda bir ilerleme sağlanamamıştır. Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) kurumsal kapasitesini geliştirme çabalarını devam ettirmiştir (Avrupa Komisyonu, 2007:54). 2008 yılında kadınlar, gençler ve özürlü kişiler için istihdam imkânlarını teşvik etmeye özel olarak odaklanan ve işsizlik sorunlarını ele almayı amaçlayan bir İstihdam Paketi, Mayıs ayında kabul edilmiştir. Böylece, örneğin işverenin yeni işe alınan kadın çalışanlar için ödemesi gereken sosyal güvenlik primlerinin, ilk yılda %100’le başlayarak beşinci yılda %20’yle son bulması suretiyle İşsizlik Sigorta Fonu’ndan karşılanmasının sağlanması hedeflenmiştir. Türkiye İş Kurumu’na (İŞKUR) kayıtlı işsizler, İşsizlik Sigorta Fonu’nca karşılanacak iş eşleştirme, rehberlik ve mesleki eğitimden faydalanabileceklerdir. Ayrıca, Türkiye, 2008’i kayıtdışı istihdamla mücadele yılı olarak ilan etmiştir (Avrupa Komisyonu, 2008:62). 2009 yılında özellikle ekonomik ve mali krizin negatif etkilerini azaltmaya yönelik bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Ağustos 2009’da istihdamı teşvike yönelik olarak, kısa çalışma ödeneğinin 6 aya çıkarılması gibi, 2008 yılında çıkarılan istihdam yaratıcı tedbirler içeren istihdam paketini tamamlar nitelikte bir dizi münferit tedbir alınmıştır. Ayrıca Türkiye’nin istihdam, sosyal koruma ve içerme, ayrımcılıkla mücadele gibi konuları ele alan PROGRESS Topluluk Programına katılımına ilişkin Kanun yürürlüğe girmiştir. İstihdam Politikası Öncelikleri Ortak Değerlendirme Belgesinin (JAP) tamamlanması konusunda ise bir ilerleme kaydedilmemiştir (Avrupa Komisyonu, 2009:64). 2010 yılında Ulusal İstihdam Stratejisi hazırlama çalışmaları yürütülmüştür. Aktif istihdam tedbirlerinde kayda değer ölçüde genişleme kaydedilmiştir. 2008 yılında 30.000 olan yararlanıcı sayısı 2009’da 200.000’e yükselmiştir (Avrupa Komisyonu, 2010:70). 2011 yılında İşsiz kişilerin işe alınması durumunda, bu işçilerin sosyal güvenlik primlerinin işverenlere düşen payı 2015 yılı sonuna kadar devlet tarafından sübvanse edilmesi kararlaştırılmıştır. Kısa çalışma ödeneğinin uygulaması genişletilmiştir. Aktif işgücü piyasası tedbirleri için İşsizlik Sigortası Fonundan ilave kaynak tahsis edilmiştir. Kısmi süreli çalışan işçilere, belirli meslek gruplarına ve ayda on günden daha az süre çalışanlara işsizlik sigortasından yararlanma hakkı verilmiştir. İlave personel alımına devam edilmektedir (Avrupa Komisyonu, 2011:78). 2012 yılında Türkiye İş Kurumu (İŞKUR), kişiselleştirilmiş kamu istihdam hizmetleri sağlamak için özellikle iş ve meslek danışmanları almak suretiyle kadrosunu geliştirmeye devam etmiştir. Bununla birlikte Kayıt Dışı Ekonomi ile Mücadele Stratejisi Eylem Planı’nın ikincisini (2011-2013) kabul edilmiştir (Avrupa Komisyonu, 2012:65-66). 2013 yılında Türkiye İş Kurumunda personel sayısının artması kurumsal kapasiteyi ve hizmet sunumunu artırmaya devam etmiştir. Ayrıca, aktif iş piyasası tedbirleri ile ilgili mevzuat yayımlanmıştır (eğitim kursları, kamu yararına çalışma ve işe yerleştirme hizmetleri) (Avrupa Komisyonu, 2013:41). 2014 yılında uzun vadeli politika planlamasını içeren ve iddialı istihdam hedefleri belirleyen ilk ulusal istihdam stratejisi kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra Türkiye, ilk İstihdam 45 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 ve Sosyal Reform Programını hazırlamaktadır. Ayrıca, İŞKUR kapasitesini arttırmış ve hizmetlerinin kapsamını genişletmiştir (Avrupa Komisyonu, 2014:40). 3.2.5. Sosyal İçerme ve Sosyal Koruma 2005 yılında Sosyal içerme ile ilgili olarak, Avrupa Komisyonu ile Türk Hükümeti arasında Ortak İçerme Mutabakatı taslağının yazım çalışması başlamıştır. Sosyal koruma ile ilgili olarak da sosyal güvenlik sistemini reform çabasıyla ve sosyal güvenlik kurumlarını tek çerçeve içerisinde bir araya getirmek maksadıyla, Ocak 2005’te, sosyal güvenlik kurumlarına ait tüm hastaneleri Sağlık Bakanlığı’na devreden bir kanun kabul edilmiştir. Bunun yanı sıra, Şubat 2005’te, sosyal güvenlik sisteminden yararlananların tamamına tüm eczanelerden ilaç alabilme hakkı tanınmıştır (Avrupa Komisyonu, 2005:112). 2006 yılında sosyal içerme ile ilgili olarak, Ortak İçerme Mutabakatı altındaki çalışma süreci sürmüş ancak, ulusal bütünleşmiş stratejide bir ilerleme kaydedilememiştir. Sosyal koruma alanında ise Türk sosyal güvenlik sisteminin bütünüyle elden geçirilmesi amacıyla Mayıs ve Haziran 2006 aylarında sosyal güvenlik reformuna ilişkin yasama faaliyetinde bulunmuştur. Böylece basitleştirilmiş, bürokrasisi azaltılmış, herkes için hakların ve sorumlulukların eşit olduğu, 18 yaşın altındaki tüm çocuklara ücretsiz sağlık hizmeti sağlanan bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulmuştur (Avrupa Komisyonu, 2006:52). 2007 yılında sosyal içerme alanında Ortak İçerme Belgesi (JIM) altındaki çalışma süreci tamamlanmamıştır. Sosyal koruma alanında ise Sosyal Güvenlik Reformunun uygulanması 2008 yılına ertelenmiştir. Sosyal yardım almak için gereken prosedürün basitleştirilmesi amacıyla “tek noktadan hizmet”i öngören bir Başbakanlık Genelgesi yayımlanmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu, ilave personel almıştır ve teknik altyapısını güçlendirmiştir (Avrupa Komisyonu, 2007:54-55). 2008 yılı Ekim ayında sosyal güvenlik reformunun en önemli ayağı olan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu çerçevede, 18 yaşın altındaki herkes genel sağlık sigortası kapsamına alınmaktadır. Bu, bir yıldan uzun süredir Türkiye’de ikamet eden ve kendi ülkelerinde sosyal sigortası olmayan yabancı uyrukluları da kapsamaktadır. Sağlık primlerini ödeyemeyecek kişiler de devlet tarafından sigorta edilmektedir. Bu kanun ayrıca, emeklilik parametrelerini ve genel sağlık sigortası sistemini, yeterli ve sürdürülebilir emeklilik aylığı sağlanabilecek şekilde düzenlemeyi de amaçlamaktadır (Avrupa Komisyonu, 2008:63). 2009 yılında sosyal içerme ve sosyal koruma anlamında yasal ve kurumsal bir gelişme kaydedilmemiştir. Ortak Sosyal Koruma ve İçerme Belgesinin (JIM) hâlâ tamamlanmamış ve sosyal hizmetleri ve yardımları düzenleyen Sosyal Yardım ve Primsiz Ödemeler Kanunu Taslağı yasalaşmamıştır (Avrupa Komisyonu, 2009:64). 2010 yılında sosyal içerme anlamında Anayasa’da yapılan bir değişiklik, çocuklar, yaşlılar ve engelliler için pozitif ayrımcılığı mümkün kılmaktadır. Ekonomik Koordinasyon Komitesi tarafından, sosyal hizmetler ile kamu istihdamı hizmetleri arasında bağ kurmayı amaçlayan bir eylem planı kabul edilmiştir. Bu eylem planına göre, çalışma yaşında ve çalışabilecek durumda olan sosyal yardım yararlanıcıları İŞKUR veri tabanına kaydedilecekler ve 46 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler ilgili istihdam hizmetlerini almaları yönünde destekleneceklerdir. Ayrıca hükümet, engelli kişilerin kamu kurumlarında istihdamına yönelik olarak bütçedeki kadro kısıtlamalarını kaldırmıştır. Sosyal koruma anlamında ise mevsimlik geçici tarım işçilerinin, özellikle konut, eğitime erişim, sağlık ve sosyal güvenlik koşullarını ele alan bir Başbakanlık genelgesi yayımlanmıştır. Bunun yanında sosyal yardım hizmetlerine yönelik olarak ücretsiz bir yardım hattı (144) hizmet vermeye başlamıştır (Avrupa Komisyonu, 2010:70-71). 2011 yılında sosyal koruma, sosyal yardım, kadınlar, çocuklar, engelliler ve aile konularından sorumlu olan bazı kurumları, bu alandaki kurumsal dağınıklığın giderilmesi amacıyla birleştiren bir Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştur. Ücretsiz sosyal yardım hattı, sağlanan hizmetlerin erişilebilirliğini ve hızını artırmıştır. Çocuklar ve engelli kişiler için evde bakım hizmetlerinin iyileştirmesini öngören 2011-2013 dönemini kapsayan Bakım Hizmetleri Stratejisi ve Eylem Planı kabul edilmiştir (Avrupa Komisyonu, 2011:79). 2012 yılında sosyal içerme anlamında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, tek bir çatı altında daha etkin sosyal hizmetler sağlanması çalışmalarına devam etmiştir. Sosyal koruma anlamında ise sağlık sigortasının kapsamını, bireyler ya da devlet tarafından ödenen katkılarla, gelir testi sonuçlarına dayanmak suretiyle nüfusun tamamına yaymayı amaçlayan Zorunlu Genel Sağlık Sigortası Sistemi, Ocak 2012 itibarıyla tamamen uygulanmaya başlamıştır. Yoksul vatandaşları kapsamak amacıyla getirilen “yeşil kart” sisteminin adil dağılımı konusunda tartışmalar başlamış ve bunun sonucunda da yeşil kart sistemi kaldırılmıştır (Avrupa Komisyonu, 2012:66). 2013 yılında mevzuat ve kurumsal anlamda bir gelişme olmamıştır. 2014 yılında sosyal içerme anlamında Ulusal Roman Entegrasyonu Stratejisi hazırlanmaya devam etmiştir. Sosyal koruma anlamında bir gelişme sağlanmamıştır (Avrupa Komisyonu, 2014:40). 3.2.6. Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşit Fırsatlar Ayrımcılıkla mücadele ve eşit fırsatlar ile ilgili olarak kadının sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi yaşamda konumunu güçlendirmeyi amaçlayan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün kuruluşuna dair yasa Ekim 2004’te kabul edilmiştir. Yine, Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni Ceza Kanunu ile kadının temel hakları büyük ölçüde iyileştirilmiştir. Yeni Ceza Kanunu ile ayrıca, bir kimsenin ekonomik faaliyetlerini dil, ırk, cinsiyet, siyasi fikir, din v.b. temelinde engelleyerek ayrımcılık yapanlar için cezalar getirilmiştir. Son olarak, Temmuz 2005’te engelli kişilere ilişkin yeni bir yasa kabul edilmiştir. Yasa, farklı türlerdeki engelliliğin sınıflandırılması için rehber ilkeler sağlamakta ve bakım hizmetleri, rehabilitasyon, erken teşhis, istihdam ve engellilerin eğitimine ilişkin hükümler içermektedir. Yasa, engellilere karşı ayrımcılıkla mücadele ihtiyacını vurgulamakta ve engellilik temelinde ayrımı suç olarak tanımlamaktadır (Avrupa Komisyonu, 2005:112-113). 2007 yılında Türkiye İş Kurumu tarafından işe alımlarda cinsiyet ayrımını yasaklayan bir genelge yayımlanmıştır. Böylece erkek hemşirelere de artık izin verilmektedir. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün idari kapasitesi güçlendirilmiştir. Irk veya etnik köken, din veya inanç, engellilik, yaş ve cinsel yönelim temelinde ayrımcılığa ilişkin AB Direktiflerinin aktarımı ise henüz tamamlanmamıştır (Avrupa Komisyonu, 2007:55). 2008 yılında bir gelişme kaydedilememiştir. 47 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 2009 yılında ayrımcılıkla mücadele konusunda ilerleme kaydedilmemiştir. Eşit fırsatları konusunda ise TBMM bünyesinde Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kurulmuştur. Bu Komisyon, toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki gelişmeleri izleyecek, kanun tasarılarına görüş verecek ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalara uyum için yapılması gereken yasama çalışmalarını belirleyecek, TBMM Başkanlığının kendisine yönlendirdiği, kadın-erkek eşitliği ihlalleri ve toplumsal cinsiyete bağlı ayrımcılık konularındaki şikâyetleri inceleyecektir. Ayrıca, Türkiye 2008–2013 yıllarını kapsayan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eylem Planını kabul etmiştir (Avrupa Komisyonu, 2009:65). 2010 yılında ayrımcılıkla mücadele konusunda ilerleme kaydedilmemiştir. Eşit fırsatları konusunda ise Anayasa’da yapılan değişiklik, kadın ve erkek arasında somut bir eşitlik sağlamak için alınan tedbirlerin eşitlik prensibine aykırı olamayacağını öngörmüştür. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin, özellikle istihdamla ilgili mevzuat ve politikalara, işyeri denetimlerine, stratejik planlara ve hizmet içi eğitime dâhil edilmesi için bir Başbakanlık genelgesi yayımlanmıştır. TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu raporlar hazırlamak ve ilgili taraflarla istişarelerde bulunmak suretiyle çalışmalarına devam etmiştir (Avrupa Komisyonu, 2010:71). 2011 yılında kabul edilen “torba yasa” ile özellikle memurlar için ebeveyn haklarına ilişkin bazı iyileştirmeleri içeren değişiklikler kabul edilmiştir (Avrupa Komisyonu, 2011:79). 2012 ve 2013 yılında mevzuat ve kurumsal anlamda bir gelişme olmamıştır. 2014 yılında engellilik temelinde ayrımcılık yapmama ilkesi, Milli Eğitim Temel Kanunu ile İş Kanununa konmuştur. Bunun yanı sıra, Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesinde yapılan bir düzenleme ile ekonomik faaliyetlerde ve işe alımda ayrımcı ve nefret kaynaklı uygulamalara ceza getirilmiştir. Kadın-erkek fırsat eşitliği konusunda, AB müktesebatının öngördüğü şekilde bir eşitlik birimi henüz oluşturulmamıştır (Avrupa Komisyonu, 2014:41). 3.2.7. Avrupa Sosyal Fonu 2006 yılında Avrupa Sosyal Fonu alanında hukuki uyum sınırlı kalmıştır (Avrupa Komisyonu, 2006:52). 2007 yılında Avrupa Sosyal Fonu (ESF) programlarının uygulanmasına yönelik olarak Katılım Öncesi Yardım Aracı’nın (IPA) İnsan Kaynaklarını Geliştirme Bileşenini uygulamaya koymak için gerekli yapılar kurulmaya başlanmıştır (Avrupa Komisyonu, 2007:54). 2007 Aralık ayında, Komisyon, istihdam, öğretim, eğitim ve sosyal içerme alanlarındaki faaliyetleri desteklemeyi amaçlayan İnsan Kaynakları Geliştirme Operasyonel Programı’nı onaylamıştır. 2008 yılında da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bu programın idaresine yönelik gerekli iç yapılanmayı tesis etmiş ve bu bağlamda personel atamaları ve eğitimini yapmıştır (Avrupa Komisyonu, 2008:62). 2009 yılında IPA insan kaynaklarının geliştirilmesi operasyonel programından sorumlu olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında oluşturulan operasyonel yapı için yeni personel alınmış ve eğitimler düzenlenmiştir. IPA yönetim ve kontrol sisteminin merkezi olmayan yönetimini sağlamak üzere, Türk makamlarına yetki devri süreci tamamlanmış ve ilgili finansman anlaşması imzalanmıştır. Böylece kadınların, gençlerin ve kayıtlı istihdamın teşvik edilmesi ile yaşam boyu öğrenme faaliyetleri ve kız çocukların okullaşma 48 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler oranlarının artırılması faaliyetleri program kapsamında desteklenecektir (Avrupa Komisyonu, 2009:64). 2010 yılında, İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi Operasyonel Programı’ndan (İKG OP) sorumlu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde kurulan program otoritesi, kapasitesini artırmaya devam etmiştir. Bütün resmi gerekliliklerin karşılanmasından sonra, İKG OP’nin uygulanması, hibe programlarının duyurulması ve Mayıs ayında ilk hibe sözleşmesinin imzalanması ile başlatılmıştır (Avrupa Komisyonu, 2010:70). 2011 yılında kayda değer bir ilerleme sağlanmamıştır. 2012 yılında IPA İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi Operasyonel Programının yönetiminden sorumlu Program Otoritesi olan ÇSGB, AB tarafından finanse edilen ilgili operasyonların ihale, sözleşme ve mali yönetim konularına ilişkin olarak akredite edilmiştir (Avrupa Komisyonu, 2012:66). 2013 ve 2014 yılında kayda değer bir ilerleme sağlanmamıştır. 3.3. Avrupa Birliği’ne Katılım İçin Ulusal Eylem Planı (2014-2019) ve 19. Fasıl Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından hazırlanan Avrupa Birliği’ne Katılım İçin Ulusal Eylem Planı’nda 2014-2019 yılları arasında müzakere fasılları kapsamında yapılması planlanan değişiklikler yer almaktadır. Aşağıda 19. fasıl kapsamında yapılması planlanan değişiklikler incelenecektir. 3.3.1. 2014-2015 Dönemi Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından hazırlanan “Avrupa Birliği’ne Katılım İçin Ulusal Eylem Planı”nın I. aşamasını oluşturan ve Kasım 2014 – Haziran 2015 tarihleri arasını kapsayan bölümünde 19. fasıl kapsamında atılacak adımlar birincil mevzuatta yapılacak değişiklikler, ikincil mevzuatta yapılacak değişiklikler ve kurumsal yapılanma ve diğer çalışmalar şeklinde üç başlıkta ele alınmıştır. 49 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 Tablo 1: 2014-2015 Döneminde Birinci Mevzuatta Yapılacak Düzenlemeler Sıra Değiştirilecek/ Yeni Çıkarılacak Mevzuat Uyum Sağlanması Öngörülen AB Mevzuatı Düzenlemenin Amacı Mevcut Durum Sorumlu Kurum Yayım Tarihi 1 Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kanunu Irk Eşitliğine İlişkin 2000/43/AT sayılı Direktif İstihdamda Kadın ve Erkekler Arasında Muamele Eşitliğine İlişkin 2006/54/AT sayılı Direktif Mal ve Hizmetlere Erişimde Kadın ve Erkekler Arasında Muamele Eşitliğine İlişkin 2004/113/AT sayılı Direktif İstihdamda Eşitliğe İlişkin 2000/78/AT sayılı Direktif Kişilerin eşit Hazırlık muamele görme aşamasında hakkının güvence altına alınarak ayrımcılığa karşı etkili bir şekilde korunmalarının sağlanması ve bu doğrultuda faaliyet gösterecek bir eşitlik biriminin oluşturulması amaçlanmaktadır. İçişleri Bakanlığı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Devlet Personel Başkanlığı 2015 I. Dönem 2 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda (RG: 07.11.2012/ 28460) değişiklik yapılması 87, 98 ve 151 sayılı ILO Sözleşmeleri Avrupa Sosyal Şartı AB Temel Haklar Şartı 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun AB Temel Haklar Şartı’na, ilgili ILO Sözleşmelerine ve Avrupa Sosyal Şartı’na uyumlu hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2015 I. Dönem 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun Geçici 6. maddesi ve Anayasa Mahkemesinin vereceği hükme göre, 25. maddesinde değişiklik yapılabilecektir. Kaynak: Avrupa Birliği Bakanlığı, 2014a:86. Birincil mevzuata ilişkin yapılması planlanan değişikliklerden ilki olan Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kanunu halen çıkarılmış değildir ve taslak olarak durmaktadır. İkinci düzenleme olan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda değişiklik yapılması ise gerçekleşmiştir. Buna göre 6356 sayılı Kanun’un 25.maddesinin 4.fıkrasında yer alan “fesih dışında” ibaresinin iptal edilmesi sonucunda, işverenin, işçinin iş akdini fesih etmesi halinde de işçinin 1 yıllık ücretinden az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilebilecektir (MESS, 2015). 50 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler Tablo 2: 2014-2015 Döneminde İkincil Mevzuatta Yapılacak Düzenlemeler Sıra Değiştirilecek/ Yeni Çıkarılacak Mevzuat Uyum Sağlanması Öngörülen AB Mevzuatı Düzenlemenin Amacı Mevcut Durum Sorumlu Kurum Yayım Tarihi 1 İstihdam ve Sosyal Yenilik Programına (EaSI) Katılım İstihdam ve Sosyal Yenilik Programına İlişkin (AB) 1296/2013 sayılı Tüzük Ülkemizin İstihdam ve Sosyal Yenilik Programına etkin katılımının sağlanması amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında A.B Bakanlığı ve Ç.S.G.B 2014 II. Dönem 2 Koruyucu Aile Yönetmeliğinde (RG: 1 4.12.2012/ 28497) değişiklik yapılması Avrupa 2020 Stratejisine İlişkin COM(2010)2020 sayılı Bildirim Yoksulluk ve Sosyal Dışlanmaya Karşı Avrupa Platformuna İlişkin COM(2010) 758 sayılı Bildirim Koruyucu aile hizmetinin günümüz ekonomik ve sosyal şartlarına uygun hale getirilerek toplumun her kesimine yaygınlaştırılması amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2015 I. Dönem 3 Çocuğa Yönelik Kuruluş Bakım Hizmetleri Yönetmeliği Avrupa 2020 Stratejisine İlişkin COM(2010)2020 sayılı Bildirim Yoksulluk ve Sosyal Dışlanmaya Karşı Avrupa Platformuna İlişkin COM(2010) 758 sayılı Bildirim Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Çocuk Yuvaları Yönetmeliği (RG:07.01.1999/23576) ve Yetiştirme Yurtlarının Kuruluş ve İşleyişine İlişkin Yönetmelikte (RG:13.11.1995/22462)çocuğa yönelik kurumsal bakım hizmetlerinin modernizasyonu için değişiklik yapılması amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2015 I. Dönem 4 Çocuk Destek Merkezi Yönetmeliği Avrupa 2020 Stratejisine ilişkin COM(2010)2020 sayılı Bildirim Yoksulluk ve Sosyal Dışlanmaya Karşı Avrupa Platformuna ilişkin COM(2010) 758 sayılı Bildirim Çocuğa yönelik hizmetlerin daha geniş bir perspektiften ele alınması ve iyileştirilmesi amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2015 I. Dönem 5 Sosyal ve Ekonomik Destek Yönetmeliği Avrupa 2020 Stratejisine İlişkin COM(2010)2020 sayılı Bildirim Yoksulluk ve Sosyal Dışlanmaya Karşı Avrupa Platformuna İlişkin COM(2010) 758 sayılı Bildirim Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Sosyal ve Ekonomik Destek Yönetmeliğinin (RG: 28.09.1986/19235) çocuk yoksulluğunun azaltılmasına ilişkin tedbirler içerecek şekilde yenilenmesi amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2015 I. Dönem 6 Evlat Edinme Yönetmeliği Avrupa 2020 Stratejisine ilişkin COM(2010)2020 sayılı Bildirim Yoksulluk ve Sosyal Dışlanmaya Karşı Avrupa Platformuna ilişkin COM(2010) 758 sayılı Bildirim Çocukların sosyal dışlanmaya maruz kalma risklerinin azaltılması amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2015 I. Dönem Kaynak: Avrupa Birliği Bakanlığı, 2014a:87-88. 51 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 İkincil mevzuata ilişkin düzenlemelerden ilki olan İstihdam ve Sosyal Yenilik Programına (EaSI) Katılım Anlaşması imzalanmıştır. 2014-2020 yıllarını kapsayan dönemde nitelikli ve sürdürülebilir istihdam, yeterli sosyal korumanın temini, sosyal dışlanma ve yoksullukla mücadele ile çalışma şartlarının iyileştirilmesi hususlarına destek verilmesi amacıyla oluşturulan Program, yaklaşık 920 Milyon Avro toplam bütçeye sahip bulunmaktadır (Avrupa Birliği Bakanlığı, 2015). İkinci düzenleme olan Koruyucu Aile Yönetmeliğinde değişiklik yapılması ise 24 Ocak 2015 tarihinde gerçekleşmiş ve birçok maddede düzenlemeler yapılmıştır. Diğer düzenlemeler arasında yer alan Sosyal ve Ekonomik Destek Yönetmeliği 03.03.2015; Çocuk Destek Merkezi Yönetmeliği ise 29.03.2015 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Çocuğa Yönelik Kuruluş Bakım Hizmetleri Yönetmeliği ve Evlat Edinme Yönetmeliği henüz tamamlanmamış çalışmalar arasında yer almaktadır. Tablo 3: 2014-2015 Döneminde Kurumsal Yapılanma ve Diğer Çalışmalar ile İlgili Düzenlemeler Sıra Değiştirilecek/ Yeni Çıkarılacak Düzenlemenin Amacı Mevcut Durum Sorumlu Kurum Yayım Tarihi 1 Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Eylem Planı AB çerçeve iş sağlığı ve güvenliği direktifinin iç hukuka aktarılmasını sağlayan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun etkin bir şekilde uygulanması ve iş kazaları ve meslek hastalıklarının önüne geçilebilmesi için gerekli idari düzenlemelerin ortaya konması amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2014 II. Dönem 2 Roman Vatandaşlarımıza Yönelik Sosyal Politika Strateji Belgesi ve Eylem Planı 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun AB Temel Haklar Şartı’na, ilgili ILO Sözleşmelerine ve Avrupa Sosyal Şartı’na uyumlu hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2015 I. Dönem Kaynak: Avrupa Birliği Bakanlığı, 2014a:89. Bu dönemde yapılması planlanan düzenlemeler arasında yer alan Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Eylem Planı, 2014 yılında ÇSGB tarafından hazırlanmıştır. Planda Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliğinin mevcut durum analizi yapıldıktan sonra 2014-2018 dönemine ilişkin hedefler ve bu hedeflere ulaşmak için yapılması gerekenler ele alınmıştır (ÇSGB, 2014:7-8). Romanlara Yönelik Sosyal Politika Strateji Belgesi ve Eylem Planı ise henüz tamamlanmamış ve yürürlüğe girmemiştir. 52 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler 3.3.2. 2015-2019 Dönemi “Avrupa Birliği’ne Katılım İçin Ulusal Eylem Planı”nın II. aşamasını oluşturan ve Haziran 2015 – Haziran 2019 tarihleri arasını kapsayan bölümünde de 19.fasıl kapsamında atılacak adımlar önceki dönemle benzer şekilde birincil mevzuatta yapılacak değişiklikler, ikincil mevzuatta yapılacak değişiklikler ve kurumsal yapılanma ve diğer çalışmalar şeklinde üç başlıkta ele alınmıştır. Tablo 4: 2015-2019 Döneminde Birincil Mevzuatta Yapılacak Düzenlemeler Sıra Değiştirilecek/ Yeni Çıkarılacak Mevzuat Uyum Sağlanması Öngörülen AB Mevzuatı Düzenlemenin Amacı Mevcut Durum Sorumlu Kurum Yayım Tarihi 1 İş Kanununda (RG: 10.06.2003/ 25134) değişiklik yapılması Ebeveyn iznine ilişkin 2010/18/AB sayılı Direktif Doğum nedeniyle verilen iznin anne ve baba arasında paylaşılmasıyla ebeveyn izni oluşturulması amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Ç.S.G.B Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2019 I. Dönem 2 İş Kanununda (RG: 10.06.2003/ 25134) değişiklik yapılması Geçici iş ilişkisine ilişkin 2008/104/AT sayılı Direktif 181 sayılı ILO Sözleşmesi Ev hizmetlerinde ve mevsimlik tarım işlerinde çalışan işçiler için özel istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisi kurulmasının sağlanmasına yönelik 4857 sayılı İş Kanununun 7. maddesinde değişiklik yapılması amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Ç.S.G.B Türkiye İş Kurumu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2019 I. Dönem 3 İş Kanununda (RG: 10.06.2003/ 25134) değişiklik yapılması Genç işçilerin korunmasına ilişkin 94/33/AT sayılı Direktif 4857 sayılı İş Kanununun 71. maddesinde çocuk ve genç işçilerin sanatsal faaliyetler de dahil olmak üzere çalışabileceği işlerin belirlenmesine yönelik değişiklik yapılması amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Ç.S.G.B 2019 I. Dönem 4 Deniz İş Kanununda (RG: 29.04.1967/ 12586) değişiklik yapılması Gemi adamlarının çalışma sürelerine ilişkin 99/63/ AT sayılı Direktif 2006 tarihli ILO Denizcilik Çalışma Sözleşmesi’nin uygulanmasına ilişkin 2009/13/AT sayılı Direktif ILO Denizcilik Çalışma Sözleşmesi’nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun kabulünün ardından, Sözleşme’nin uygulanmasına yönelik Deniz İş Kanununda değişiklik yapılması amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Ç.S.G.B Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Sağlık Bakanlığı 2019 I. Dönem Kaynak: Avrupa Birliği Bakanlığı, 2014b:121-122. Birincil mevzuat kapsamında atılması hedeflenen adımlar dört tane olup, 2019 yılının I. Döneminde tamamlanması planlanmaktadır. Buna göre İş Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle ebeveynlere ilişkin doğum iznine, ev hizmetleri ve mevsimlik tarım işçilerine ilişkin özel istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisine ve genç ve çocuk işçilerin korunmasına yönelik düzenlemeler yapılacaktır. Bunun yanında Deniz İş Kanunu’nda yapılacak değişiklikle de kanunun ILO Denizcilik Çalışma Sözleşmesi’ne uygun hale getirilmesi hedeflenmektedir. 53 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 Tablo 5: 2015-2019 Döneminde İkincil Mevzuatta Yapılacak Düzenlemeler Sıra Değiştirilecek/ Yeni Çıkarılacak Mevzuat Uyum Sağlanması Öngörülen AB Mevzuatı Düzenlemenin Amacı Mevcut Durum Sorumlu Kurum Yayım Tarihi 1 Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde (RG: 12.05.2010/ 27579) değişiklik yapılması Kısmi zamanlı çalışmaya ilişkin 97/81/AT sayılı Direktif Ev hizmetlerinde 10 günden az çalışanların kısa vadeli sigortalılıklarına (İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sigortası) ilişkin uygulamanın hayata geçirilmesi amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Ç.S.G.B S.G.K Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2015 II. Dönem 2 Çalışanların Sağlık ve Güvenliklerinin Elektromanyetik Alan Maruziyetinden Kaynaklanan Risklere Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik Elektromanyetik alanlara maruziyete ilişkin 2004/40/AT sayılı Direktif Çalışanların elektromanyetik alan maruziyetinden kaynaklanan risklerden korunması için asgari sağlık ve güvenlik şartlarının belirlenmesi amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Ç.S.G.B 2017 II. Dönem 3 Optik Radyasyon Yönetmeliği Optik radyasyona ilişkin 2006/25/AT sayılı Direktif İşyerlerinde çalışanların maruz kaldığı yapay radyasyondan korunmak için asgari sağlık ve güvenlik şartlarının belirlenmesi amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Ç.S.G.B 2017 II. Dönem 4 İşkolları Yönetmeliğinde (RG: 19.12.2012/28502) değişiklik yapılması 87, 98 ve 151 sayılı ILO Sözleşmeleri Kanunun uygulanmasından kaynaklanan sorunların yaşanmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır Hazırlık aşamasında Ç.S.G.B 2019 I. dönem Kanunun uygulanmasından kaynaklanan sorunların yaşanmasının önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Ç.S.G.B 2019 I. dönem İlgili Yönetmelikte çocuk ve genç işçilerin sanatsal faaliyetler de dahil olmak üzere çalışabileceği işlerin belirlenmesine yönelik değişiklik yapılması amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Ç.S.G.B 2019 I. dönem Avrupa Sosyal Şartı AB Temel Haklar Şartı 5 Toplu İş Sözleşmesi Yetki Tespiti ile Grev Oylaması Hakkında Yönetmelikte (RG: 11.10.2013/ 28792)değişiklik yapılması 6 Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikte(RG: 06.04.2004/25425) değişiklik yapılması 87, 98 ve 151 sayılı ILO Sözleşmeleri Avrupa Sosyal Şartı AB Temel Haklar Şartı Genç işçilerin korunmasına ilişkin 94/33/ AT sayılı Direktif Kaynak: Avrupa Birliği Bakanlığı, 2014b:123-124. 54 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler İkincil mevzuat kapsamında atılması hedeflenen adımlardan ilki ise Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde 2015 yılı II. Döneminde yapılacak değişiklikle ev hizmetlerinde çalışanların kısa vadeli sigorta kolları kapsamına alınmasına ilişkindir. 2017 yılı II. Döneminde çıkarılması hedeflenen Çalışanların Sağlık ve Güvenliklerinin Elektromanyetik Alan Maruziyetinden Kaynaklanan Risklere Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik ve Optik Radyasyon Yönetmeliği diğer düzenlemeler arasındadır. İşkolları Yönetmeliği, Toplu İş Sözleşmesi Yetki Tespiti ile Grev Oylaması Hakkında Yönetmelik ile Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’lerde yapılması planlanan değişikliklerin ise 2019 yılı II. Döneminde yürürlüğe gireceği belirtilmektedir. Tablo 6: 2015-2019 Döneminde Kurumsal Yapılanma ve Diğer Çalışmalar ile İlgili Düzenlemeler Sıra Değiştirilecek/ Yeni Çıkarılacak Mevzuat Uyum Sağlanması Öngörülen AB Mevzuatı Düzenlemenin Amacı Mevcut Durum Sorumlu Kurum Yayım Tarihi 1 Ulusal Engelli Hakları Stratejisi ve Eylem Planı BM Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin uygulanması çerçevesinde, Avrupa Engellilik Stratejisiyle uyumlu olarak; engellilerin tüm insan hak ve temel özgürlüklerinden tam ve eşit şekilde yararlanmasını teşvik ve temin etmek ve insanlık onurlarına saygıyı güçlendirmek amaçlanmaktadır. Ev hizmetlerinde 10 günden az çalışanların kısa vadeli sigortalılıklarına (İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sigortası) ilişkin uygulamanın hayata geçirilmesi amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2017 I. Dönem 2 Ulusal Sosyal İçerme Stratejisi AB’nin Sosyal İçerme Stratejisi çerçevesinde dezavantajlı kişilerin ekonomik ve sosyal hayata katılımlarının güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Çalışanların elektromanyetik alan maruziyetinden kaynaklanan risklerden korunması için asgari sağlık ve güvenlik şartlarının belirlenmesi amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2017 I. Dönem 3 İnsani Gelişmeye Geçiş Stratejisi BM İnsani Gelişme Yaklaşımı çerçevesinde, AB’nin Sosyal İçerme Stratejisiyle uyumlu olarak, yoksullukla mücadele anlayışından insani gelişmenin sağlanması anlayışına geçilmesi amaçlanmaktadır. İşyerlerinde çalışanların maruz kaldığı yapay radyasyondan korunmak için asgari sağlık ve güvenlik şartlarının belirlenmesi amaçlanmaktadır. Hazırlık aşamasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2017 II. Dönem Kaynak: Avrupa Birliği Bakanlığı, 2014b:125. Kurumsal yapılanma ve diğer çalışmalarla ilgili atılacak adımlar ise 2017 yılı I. Döneminde Ulusal Engelli Hakları Stratejisi ve Eylem Planı’nın çıkarılması; yine 2017 yılı I. Döneminde Ulusal Sosyal İçerme Stratejisi’nin çıkarılması ve 2017 yılı II. Döneminde İnsani Gelişmeye Geçiş Stratejisi’nin çıkarılması şeklindedir. 55 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 Sonuç Müzakere sürecinde 19. fasıl incelendiğinde açılış kriterine sahip fasıllar arasında yer aldığı görülmektedir. Bu kriterlerden ilki olan sendikal haklarla ilgili düzenlemelerin 2010 Anayasa değişikliği ve 2012 yılında çıkarılan 6536 sayılı kanunla yapıldığı söylenebilir. İkinci kriter olan sosyal politika ve istihdam alanındaki AB müktesebatının iç hukuka aşamalı olarak aktarılması ise 2005 yılından bu yana devam eden çalışmalarla büyük çoğunlukla sağlanmış bulunmaktadır. Yapılan düzenlemelerden başlıcaları incelendiğinde dezavantajlı gruplara yönelik hukuki düzenlemeler, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması, yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, İŞKUR’un yeniden yapılandırılması gibi birçok önemli gelişme kaydedildiği görülmektedir. Bunlara ek olarak bu alanda yaklaşık yirmi projenin de yürütüldüğü ve bir kısmının devam etmekte olduğu görülmektedir. Avrupa Birliği Bakanlığı’nca hazırlanan Ulusal Plan’da da 19. fasıl ile ilgili yapılması öngörülen değişiklikler yer almaktadır. Bunlar birincil mevzuatta, ikincil mevzuatta ve diğer kurumsal düzenlemeler şeklinde üç başlıkta ele alınmaktadır. Yapılacak düzenlemeler İş Kanunu, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmeleri gibi temel kanunlarda müktesebata uygun değişiklikler ve Ayrımcılıkla Mücadele Kanunu gibi yeni çıkarılması planlanan kanunlar, birçok alanda çıkarılacak ya da değiştirilecek yönetmelikler ile oluşturulması planlanan ulusal eylem planları şeklindedir. Kısacası, bugüne kadar yapılmış düzenlemelerin çoğunlukla Kopenhag Kriterleri’nin AB müktesebatına uyum sağlama şartına uygun olduğu söylenebilir. Ancak ilerleme raporları incelendiğinde bazı alanlarda müktesebata uyum anlamında sıkıntılar olduğu ya da uygulamada sıkıntılar olduğu belirtilmektedir. Bunların da giderilmesi halinde açılış şartlarının tam anlamıyla sağlanmış olacaktır. Bu şekilde de 19. faslın açılacağı ve müzakerelerin uzun zaman almadan, kolaylıkla tamamlanabilecektir. 56 Türkiye – AB Müzakere Sürecinde Sosyal Politikada Yaşanan Gelişmeler Kaynakça AĞIR VE TEHLİKELİ İŞLER YÖNETMELİĞİ (2004). T. C. Resmi Gazete, 25494, 16.6.2004. AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI (2014a). Avrupa Birliği’ne Katılım İçin Ulusal Eylem Planı I. Aşama Kasım 2014 – Haziran 2015, Avrupa Birliği Bakanlığı: Ankara. AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI (2014b). Avrupa Birliği’ne Katılım İçin Ulusal Eylem Planı II. Aşama Haziran 2015 – Haziran 2019, Avrupa Birliği Bakanlığı: Ankara. AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI, (Fasıl 19) Sosyal Politika ve İstihdam, http://www.abgs.gov.tr/index. php?p=84&l=1, (Erişim tarihi: 06.05.2015d). AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI, İstihdam ve Sosyal Yenilik (EaSI) AB Programına Katılım Anlaşması imzalandı, http://www.ab.gov.tr/index.php?p=49877&l=1, (Erişim tarihi: 08.04.2015). AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI, Katılım Müzakereleri, http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=37&l=1, (Erişim tarihi: 06.05.2015a). AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI, Katılım Müzakerelerinde Mevcut Durum, http://www.abgs.gov.tr/ index.php?p=65&l=1, (Erişim tarihi: 06.05.2015b). AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI, Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihçesi, http://www.abgs.gov.tr/index. php?p=111&l=1, (Erişim Tarihi: 06.05.2015c). AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI (2012a). Katılım Sürecinde Müzakere Fasılları, Avrupa Birliği Bakanlığı: Ankara. AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI (2012b). Türkiye-AB Katılım Müzakereleri, Avrupa Birliği Bakanlığı: Ankara. AVRUPA BİRLİĞİ TÜRKİYE DELEGASYONU (2011). Türkiye İçin AB Üyelik Müzakere Süreci, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu: Ankara,. AVRUPA KOMİSYONU (2005). Türkiye 2005 İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu: Brüksel. AVRUPA KOMİSYONU (2006). Türkiye 2006 İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu: Brüksel. AVRUPA KOMİSYONU (2007). Türkiye 2007 İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu: Brüksel. AVRUPA KOMİSYONU (2008). Türkiye 2008 İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu: Brüksel. AVRUPA KOMİSYONU (2009). Türkiye 2009 Yılı İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu: Brüksel. AVRUPA KOMİSYONU (2010). Türkiye 2010 Yılı İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu: Brüksel. AVRUPA KOMİSYONU (2011). Türkiye 2011 Yılı İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu: Brüksel. AVRUPA KOMİSYONU (2012). Türkiye 2012 Yılı İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu: Brüksel. AVRUPA KOMİSYONU (2013). Türkiye 2013 Yılı İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu: Brüksel. AVRUPA KOMİSYONU (2014). Türkiye 2014 Yılı İlerleme Raporu, Avrupa Komisyonu: Brüksel. ÇELİK, Aziz (2014). Avrupa Birliği Sosyal Politikası ve Türkiye, Kitap Yayınevi: İstanbul. ÇOCUK DESTEK MERKEZİ YÖNETMELİĞİ (2015). T. C. Resmi Gazete, 29310, 29.3.2015. ÇOCUK KORUMA KANUNU (2005). T. C. Resmi Gazete, 25876, 3.7.2005. ÇSGB (2014). Ulusal İş Sağlığı Ve Güvenliği Politika Belgesi – III & Eylem Planı 2014-2018, ÇSGB: Ankara. 57 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 34-58 DARTAN, Muzaffer (2002). “Türkiye ile AB İlişkileri ve Gümrük Birliği”, Tüm Yönleriyle Türkiye-AB İlişkileri, Ed. Mustafa Aykaç, Zeki Parlak, Elif Kitabevi, İstanbul, s.93-158. ERCAN, Murat (2009). “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinde Müzakere Süreci”, Akademik Araştırmalar Dergisi, Sayı 42, s.97-112. İŞ KANUNU (2003). T. C. Resmi Gazete, 25134, 10.06.2003. İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU (2012). T. C. Resmi Gazete, 28339, 30.06.2012. MESS, Anayasa Mahkemesi İptal Kararı, https://www.mess.org.tr/ti.asp?eid=5199&icid=0, (Erişim tarihi: 08.04.2015). ÖZCÜRE, Gürol (2014). Avrupa Birliği’nin İstihdam ve Sosyal Politikası, Derin Yayınları: İstanbul. ÖZDEMİR, Süleyman (2007). “AB Müzakere Sürecinin Türk Çalışma Yaşamına Etkileri”, Yerel İş Barışı Kongresi Tebliğleri, Ed: YERELSEN – Yerel Yönetimler Kamu İşverenleri Sendikası, 08–09 Eylül 2007, Kocaeli, s. 149–211. SENDİKALAR VE TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ KANUNU (2012). T. C. Resmi Gazete, 28460, 7.11.2012. SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU (2006). T. C. Resmi Gazete, 26200, 16.6.2006. SOSYAL VE EKONOMİK DESTEK YÖNETMELİĞİ (2015). T. C. Resmi Gazete, 29284, 3.3.2015. TÜRK BORÇLAR KANUNU (2011). T. C. Resmi Gazete, 27836, 04.02.2011. YİĞİT, Dilek (2011). AB’ye Katılım Öncesi ve Sonrası Uyum Süreçleri, Stratejik Düşünce Enstitüsü: Ankara. 58 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015, 3(2) : 59-74 KİMYA SEKTÖRÜNDE TEHLİKE VE İŞLETİLEBİLİRLİK (HAZOP) ANALİZİ HAZARD AND OPERABILITY ANALYSIS (HAZOP) IN THE CHEMICAL INDUSTRIES Dr. Abdurrahman AKMAN* ÖZ İş sağlığı ve güvenliğine verilen önemin artması ile birlikte risk değerlendirmesi, dünyada ve ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği çalışmalarının temelini oluşturmaya başlamıştır. Risk değerlendirmesi tehlikelerin tanımlanması, bu tehlikelerden kaynaklanacak risklerin analiz edilmesi, alınması gereken tedbirlerin kararlaştırılması ve uygulanması aşamalarını içerisine alan bir süreçtir. Bu makalede kimya endüstrisinde potansiyel tehlikeleri tanımlamak için kullanılan en sistematik teknik olan HAZOP analizinin metodolojisi açıklanmış ve bir uygulama örneği verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Tehlike ve İşletilebilirlik Analizi, HAZOP, Tehlike Tanımlaması, Risk Analizi, Proses Güvenliği ABSTRACT With the increased importance of occupational health and safety, risk assessment has startedto underpin the studies of occupational health and safety in the world and in our country. Risk assessment is a process including the stages of the identification of hazards, analyzing the risks arising from these hazards, determining the measures to be taken and their implementation. In this article, methodology of HAZOP analysis which is the most systematic methodology used to identify the potential hazards in the chemical industry is explained and an application example is given. Keywords: Hazard and Operability Analysis, HAZOP, Hazard Identification, Risk Analysis, Process Safety JEL Classification: J28 * Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İş Müfettişi, [email protected] Gönderildiği Tarih: 03.03.2014, Kabul Tarihi: 11.01.2016 59 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 59-74 Giriş Günümüzde bilim ve teknolojinin hızla ilerlemesi, gelişen sanayinin de etkisiyle yeni kimyasal maddelerin ve proseslerin kullanılması, getirdiği olanakların yanı sıra üretim süreçlerinin daha karmaşık bir hal almasına ve çalışma hayatında yeni risklerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Ortaya çıkan bu yeni riskler iş kazalarını ve meslek hastalıklarını arttırıcı rol oynamakta ve işverenler tarafından işyerlerinde sürekli olarak iş sağlığı ve güvenliği konusunda yeni tedbirler almayı zorunlu kılmaktadır. İşyerinde olası tehlikeler ve bu tehlikeler gerçekleştiğinde ortaya çıkması muhtemel sonuçlar gerçekçi biçimde tespit edildiğinde, iş kazası ve meslek hastalıklarının önlenmesi için alınması gerekli tedbirlerin ne olduğunun belirlenmesinin ve uygulanmasının o denli kolay olacağına şüphe yoktur. İşyerleri insan, makineler, kimyasallar, prosesler, prosedürler v.b gibi birçok girdinin bir araya gelmesiyle oluşur ki bu yapı sistem olarak ele alınabilir. İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması, sistem güvenliğinin en üst seviyeye çıkarılmasıyla mümkündür. Sistem, ortak bir amaca ulaşmak için kolektif bir birlik veya bir bütün oluşturmak üzere organize olan, birbiriyle ilişkili ya da birbirine bağımlı elemanlar olarak tanımlanır (Kossiakoff, 2003:3). Sistem güvenliği, sistemi oluşturan unsurların tehlikelerinin tanımlanması, bu tehlikelerden kaynaklanacak risklerin analizi ve bu risklerin ortadan kaldırılması veya azaltılmasına yönelik önlemlerin alınması temeline dayanır. Sistemler ve sistemlerin beraberinde gelen risklerden oluşan bir dünyada yaşıyoruz. Evler, otomobiller, enerji şebekeleri, asansörler, bilgisayarlar sistemlere verilecek örneklerdir. Sistemler hayatımıza çok önemli katkılar sağlamakta olup, modern yaşamın vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir. Kimya endüstrilerinde kullanılan üretim prosesleri de bir sistem olup, diğer sistemlerde olduğu gibi bu proseslerde de bir takım aksilikler, istenmeyen durumlar meydana gelmektedir. Zira bu prosesler zaman zaman hata yapmakta, doğru çalışmamaktadırlar ki bu nedenle zarar, kaza veya ölümlere sebebiyet verebilirler. Her bir prosesin kendine özgü bir tasarımı ve bileşeni vardır. Prosesin tasarımı ile beraber doğan tehlikeler yine kendine özgü riskleri doğurur. Bir proses tasarlandığında bu prosesin neden olacağı riskin önlenmesi veya azaltılması göz önünde bulundurulur. Proseslerin neden olacağı bazı riskler o kadar küçüktür ki bunlar kolaylıkla kabul edilebilirken, bazı riskler ise çok büyük olduğundan bunlar derhal ortadan kaldırılmalı ya da azaltılmalıdır. Prosesin neden olacağı risk, prosesin geliştirilmesi aşamasında alınan tedbirlerle genellikle küçük ve kabul edilebilirdir. Proses güvenliği riskleri kontrol etme ve tanımlama sürecidir. Sistem ne kadar karmaşık olursa tehlikeleri tanımlamak, riskleri analiz etmek ve yönetmek o kadar zor olacaktır. Tehlikeleri başarılı bir şekilde kontrol etmek için tehlikeleri anlamak ve onları nasıl tanımlamak gerektiğini bilmek gerekir. Sistemde arıza yapacak şeyler tahmin edilebilirdir. Bir şey tahmin edilebiliyorsa bu onun engellenebileceği anlamına gelmektedir (Clifton, 2005:1). 60 Ki̇mya Sektöründe Tehli̇ke ve İşleti̇lebi̇li̇rli̇k (Hazop) Analizi 1. Tehlike Tanımlama ve Risk Analizi Çalışma ortamı ve koşulları gözle görünen veya görünmeyen tehlikelerle doludur. Bu tehlikeler ile tehlikelerden kaynaklanan riskleri tahmin etmek ve kabul edilemez olanları ortadan kaldırmak için izlenecek en iyi ve bilimsel esaslı çalışma risk değerlendirmesidir. Risk değerlendirmesi ise tehlikelerin tanımlanması, risklerin analizi, risklerin değerlemesi ve alınacak önlemlerin belirlenmesi aşamalarını içerisine alan bir süreçtir (TS EN 31010). Burada tehlike tanımlama, bir işyerinde veya proseste ne yanlış gidebilir, neden yanlış gidebilir sorularının cevabı, risk analizi ise tehlikelerden kaynaklanan istenmeyen olayın kimi, neyi, nasıl, hangi olasılıkta ve şiddette etkiler sorularının cevabı olarak ele alınmalıdır. Tehlike tanımlama ve risk analizi metotları genellikle birbirine karıştırılan kavramlar olup Şekil 1’de bu metotlara yönelik bazı bilgiler verilmiştir (Kletz, 1999:1). Şekil 1: Tehlike Tanımlama ve Risk Analizi Metotları Kaynak: Kletz, 1999 Şekil 1’in sol tarafında tehlike tanımlama yöntemleri görülmektedir. Bir sistemde veya proseste bazı tehlikeler yeterince açık ve net olarak tespit edilebilir. Örneğin etilen ve oksijenin reaksiyona sokulması şeklinde gerçekleşen bir etilen oksit üretim prosesinde, etilen ve oksijen oranlarının yanlış seviyede (alt patlama sınırı, APL, lower explosible limit LEL) yakınlarında reaktöre beslenmesinin şiddetli bir patlamayla sonuçlanacağını belirlemek için özel bir tekniğe ihtiyaç duyulmaz. Teknolojinin başlangıcından bugüne değin kullanılmakta olan diğer bir tehlike tanımlama yöntemi ise, bir prosesi inşa edip bakalım ne olacak deyip olacakları seyretmektir. “Tüm köpeklerin yalnızca bir kere ısırma şansı vardır” yaklaşımından uyarlanan bu metot olası tehlikelerin sınırlı sonuçlarının olduğu bilinip uygulandığında kötü bir metot değildir. Ancak tehlikeden kaynaklanacak istenmeyen durum kabul edilemez bir risk doğurduğunda bu metot tatmin edici değildir. Kontrol listeleri ise tehlikeleri tanımlamak için sıklıkla başvurulan bir metottur. Ancak listede olmayan unsurlar göz önünde bulundurulmadığından tehlike analizcisi bu unsurlara tamamen kapalıdır. Kontrol listeleri proseste hiç ya da önemli bir değişiklik yapılmadıysa tatmin edici sonuçlar 61 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 59-74 vermekte olup, proses işletmeye yeni alındıysa kullanılamaz bir metottur. Bu nedenlerle kimya endüstrisi Tehlike ve İşletilebilirlik Analizi (HAZOP) tekniğini kullanmakta, böylece prosesteki tüm tehlikeleri sistemli bir şekilde tanımlayabilmektedir. Tehlikeler tanımlandıktan sonra bu tehlikelerden insanların ve işyeri kaynaklarının korunması için neler yapılması gerektiğinin belirlenmesi gerekir. Bazen tehlikeyi ortadan kaldırmanın ucuz ve kesin bir yolu vardır ve bu yol oldukça nettir. Bazen de tehlikeyi ortadan kaldırmak veya azaltmak için saha tecrübelerine veya sektördeki iyi uygulama örneklerine başvurulur. Bazı durumlarda ise karar vermek oldukça güçtür. Zira tehlikeden kaynaklanacak riskin ortaya çıkma olasılığı ile olası sonuçlarını kestirmek gereklidir (Kletz, 1999:2). Ortaya çıkan bu durum risk olarak ifade edilir. Bu risklerin, işyerinin önleme politikasına ve yasal gerekliliklere uygun olarak belirlenen bir kriterle karşılaştırılması suretiyle kabul edilebilir bir risk olup olmadığına karar verilir. İşte bu metot risk analizi olarak adlandırılır. Şekil 2’de ise risk anlama ve risk analizinin esasları verilmiştir. Şekil 2 incelendiğinde riskin anlaşılması, riske neden olan tehlikenin ne kadar muhtemel, riskin hangi istenmeyen olayın sonucunda ortaya çıkabileceği ve riskin etkilerinin ne olacağı sorularına verilecek cevabın anlaşılmasına bağlıdır. Risk analizinin esası ise geçmiş tecrübeler, sezgi, bilgi ve analitik teknikler ile ortaya konur. Şekil 2: Risk Anlama ve Risk Analizinin Esası Kaynak: Lorenzo, 2005 2. Tehlike Tanımlama Teknikleri Kimyasal proses endüstrisinde risk belirleme teknikleri geniş bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu teknikler sistem tasarımının değerlendirilmesi, tehlikeli kimyasalların emisyonuna neden olabilecek proses bölümlerinin belirlenmesi ve emniyetinin arttırılmasında yardımcı olmaktadır (Gressel ve Gdeon, 2001:158). Tehlike tanımlama için kullanılan pek çok yöntem vardır. Bunlar Şekil 3’te gösterilmiştir. 62 Ki̇mya Sektöründe Tehli̇ke ve İşleti̇lebi̇li̇rli̇k (Hazop) Analizi Şekil 3: Tehlike Tanımlama Yöntemleri Kaynak: Gressel ve Gideon, 2001 3. Tehlike ve İşletilebilirlik Analizi (HAZOP) HAZOP İngilizce “HAZard ve OPerability Analysis” teriminden kısaltılarak oluşturulmuştur. Tehlike ve işletilebilirlik (HAZOP) analizi bir sistemin operasyonel yönlerini ve tehlikelerini tanımlamak için kullanılan bir teknik olup, oldukça organize ve metodik bir süreçtir. Her ne kadar HAZOP teoride çok basit bir süreç olsa da, izlenen adımlar çok dikkatli bir şekilde gözden geçirilmelidir. HAZOP analizinde proses tehlikelerini belirlemek için kılavuz kelimeleri ve proses parametreleri kullanılır. HAZOP analizi HAZOP takım liderinin öncülüğünde bir beyin fırtınası dâhilinde farklı disiplinlerden oluşan uzmanlarından oluşan bir takım tarafından gerçekleştirilir. HAZOP analizinin bazı ana bileşenleri şunlardır (Clifton, 2005:365): • Yapısal, sistematik ve HAZOP tekniğine uygun bir proses • Birçok alanda faaliyet gösteren uzmanlardan oluşan çok disiplinli takım • Deneyimli bir takım lideri • Tehlikelerin belirlenmesine yönelik dikkatlice seçilmiş alt bölümler (node) ve kılavuz kelimeler. 63 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 59-74 3.1. HAZOP Analizinin Oluşturulması Tehlike tanımlama yöntemlerinden biri olan HAZOP metodu proje aşamasında olan veya mevcut bir prosese uygulanabilmektedir. HAZOP metodunu uygulamaya başlamadan önce yapılacak ön çalışmalar şunlardır: • HAZOP çalışmasının uygulanacağı fabrika ünitesinin seçimi (düğüm seçimi), • Boru ve enstrümantasyon (P&ID) diyagramlarının incelenmesi, • İş akış diyagramlarının incelenmesi, • Kullanılan proses ve ekipmalar hakkında ayrıntılı bilgi edinilmesidir. Bundan sonraki HAZOP analizi aşamaları ise aşağıdaki gibidir: • Tehlikeli maddelerin tanımlanması ve değerlendirilmesi (proseste kullanılan kim yasalım toksitesi, alt ve üst patlama sınırları (LEL, UEL), kaynama ve donma noktası, kimyasal kararlılığı v.b) • Malzeme güvenlik ve bilgi formlarının (MSDS) elde edilmesi • Proses kontrol parametrelerinin incelenmesi (sıcaklık, basınç, akış hızı) • Kimyasal maddelere maruz kalma süresi, yangın patlama ve parça fırlama gibi tehlikelerin belirlenmesi, • HAZOP’un amacının açıklanması • Tehlikelerin tespit edilmesi için çalışma alanının belirlenmesi ve hat-hat, kısım- kısım kılavuz kelimelerin kullanılarak incelenmesi HAZOP analizi prosesin hat-hat, kısım-kısım bölümleri ayrılması düğüm (node) seçimi olarak isimlendirilir ki analizden istenilen verimin elde edilmesi açısından önemlidir. Düğüm seçimine yönelik ilk yöntem prosesin her bir hattının bir düğüm olarak ele alınmasıdır. Örneğin bir çok giriş ve çıkış hattı bulunan bir tankta tüm giriş ve çıkışlar ayrı bir düğüm olarak ele alınarak her bir hat için kılavuz kelimeler ve proses parametreleri birleştirilerek proses sapmaları tespit edilir. Bu metot oldukça kapsamlı olmasına rağmen yorucu ve zaman alıcıdır. İkinci metotta ise tanka giren ve çıkan hatlar tankla birlikte ele alınarak tek bir düğüm olarak kabul edilir. Aynı amacın gerçekleşmesine hizmet eden hatlar aynı düğüm içerisinde kabul edilir. Düğüm fonksiyonda bir değişim olmadığı sürece tek ve geniş olarak ele alınır. Bu metotta dikkat edilmesi gereken önemli husus ise düğüm genişletilirken prosesin her hangi bir hattını atlamamaktır. Birçok HAZOP analizcisinin yukarıda sayılan iki metodu ayrı ayrı uygulaması suretiyle yaptıkları analizler karşılaştırıldığında arada ciddi bir farkın bulunmadığı tespit edilmiştir (Hyatt, 2003:6-7). HAZOP analizinde proseste belli bir düğüm seçilerek(tank, pompa, karıştırıcı, ısı değiştirici, filtre v.b veya aynı fonksiyonu gerçekleştirdiği düşünülüyorsa bunların hepsi birden) hangi amaçla çalışması gerektiği ve işletmenin amacı belirlenir. Kılavuz kelimenin uygulanması ile tasarım amacından sapmaların nasıl ve niçin meydana geldiği ortaya çıkarılır. Bu sapmaların sonucunda ne gibi önlemler alınabileceği belirlenir. Şekil 4’de de HAZOP akım şeması görülmektedir (Kennet ve Carlton, 1991:61-65). 64 Ki̇mya Sektöründe Tehli̇ke ve İşleti̇lebi̇li̇rli̇k (Hazop) Analizi Şekil 4: HAZOP Akım Şeması Kaynak: (Kennet ve Carlton, 1991) 65 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 59-74 3.2. HAZOP Analizinin Tarihçesi HAZOP ilk olarak kimyasal proses tesislerinin güvenliğini değerlendirmek için 1970’li yılların başında İngiltere de Kimyasal Endüstri Enstitüsü (Institute of Chemical Industry, ICI) tarafından geliştirilerek bir risk analizi tekniği haline gelmiştir. İngiltere’de ise 1977 yılında Kimyasal Endüstrileri Birliği (Chemical Industries Association, CIA) tarafından HAZOP rehberi yayımlanarak HAZOP analizi yıllar içerisinde geliştirilmiş ve iyileştirilmiştir (CIA, 1977). Lawley, olefin dimerizasyonu ünitesi için Tehlike ve İşletilebilirlik Analizi HAZOP yapmıştır. Aynı çalışmada kristalizasyon ünitesi için niceliksel risk analizi de gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma HAZOP konusunda ilk yayımlanan bilimsel makaledir (Lawley, 1974). Knowlton, HAZOP çalışmalarını bir kitapta yayımlayan ilk yazar olup, proseslerdeki sapmaların tespit edilmesine yönelik faydalı değerlendirmelerde bulunmuştur (Knowlton, 1981). Nolan, pratiğe yönelik kimyasal proses deneyimlerini, hem HAZOP hem de What-If analizlerine aktarmış ve bu iki metodolojiyi karşılaştırmıştır. Bu çalışma günümüzde petrol, petrokimya ve kimya fabrikaları için tipik bir rehber haline gelmiştir (Nolan, 1994). Lees, ise HAZOP konseptinin gelişiminde, tehlikelerin belirlenmesi ile bunlara yönelik önlem alınmasında geniş ölçüde katkı sağlamışlardır (Lees, 1996). Kletz, çıkardığı kapsamlı kitaplarda proses güvenliği ve HAZOP analizinin teknik terimleri hakkında tanımlayıcı bilgiler vermiştir. Yazar aynı zamanda kendi tecrübelerini de okuyucularla paylaşarak HAZOP analizinin gelişmesine katkı sunmuştur (Kletz, 1983). 2000 yılında ise Avrupa Proses Güvenliği Merkezi (European Process Safety Centre, EPSC) oldukça etkili bir teknik kullanarak merkezin yeni teknolojilerini ve tecrübelerini aktarmak suretiyle yeni bir HAZOP analizi esaslarını ortaya koymuştur (EPCS, 2000). Nihayet BS IEC 61882:2001 standardı ile Uluslararası Elektroteknik Komisyonu (International Electrotechnical Commission, IEC) HAZOP çalışmalarında kullanılmak üzere yeni gereklilikleri tanımlamış ve resmiyete geçirmiştir (IEC 61882). 3.3. HAZOP Analizinin Teorisi HAZOP analizi mühendislik, kimya, iş güvenliği ve bakım gibi farklı alanlarda deneyimi olan kişilerden oluşan bir takım tarafından proses veya sistem için tasarımdan sapmaların incelemesini içermektedir. Kılavuz kelimeler proses tasarımının mantıklı bir çerçevede yapıldığını garanti etmektedir. HAZOP analizi farklı deneyimleri olan birçok uzmanın birlikte çalışırken beyin fırtınası yapıp problemleri çözebileceklerine ve ayrı ayrı çalışırken elde ettikleri sonuçları birleştirebilecekleri ilkesine dayanmaktadır. HAZOP analiz prosedürü prosesin/sistemin tam tanımını içermektedir ve sistematik olarak dizayndan sapmaların nasıl oluşacağını sorgular. Bir kez tanımlandıktan sonra, bu gibi 66 Ki̇mya Sektöründe Tehli̇ke ve İşleti̇lebi̇li̇rli̇k (Hazop) Analizi sapmaların ve bunların neden olduğu sonuçlarının sistemin ve/veya tesisin etkili ve güvenli işletimi üzerinde ne gibi olumsuz sonuçlar yaratabileceği hakkında değerlendirmelere imkân tanır. HAZOP analizi takım lideri tarafından yürütülen bir dizi takım toplantıları ile yürütülmektedir. Başarılı bir HAZOP, doğru takım liderinin ve takım üyelerinin seçilmesine bağlıdır. HAZOP analizi takım tarafından yapısal ve planlı bir şekilde uygulanmalı, dizayn parametrelerinin kullanılan kılavuz kelimelere bağlı olarak ortaya çıkabilecek sapmalara yönelik hayal gücü kullanılmalıdır. Pratikte prosese yönelik tasarım parametrelerinin sapmalarının sonucu çoğu zaman açık ve nettir. Örneğin bir soğutma suyu tesisindeki pompa arızasının sirkülasyon kaybına neden olacağı açıktır. Ancak bu tekniğin avantajı başkaca diğer sapmaların da olabileceği konusunda analiz ekibine yol gösterici olmasıdır. Bu yolla elde edilen analizler mekanik bir kontrol listesinden daha fazlasıdır. Sonuç olarak, potansiyel hatalar ve bunların neden olacağı sonuçlar tanımlanır. 3.4. HAZOP Metodolojisi HAZOP analizi oldukça zaman isteyen bir süreçtir. Özellikle beyin fırtınası sürecine çok sayıda kişi katıldığında bu durum daha da artmaktadır. HAZOP çalışmasının temel amacı potansiyel risk senaryolarını belirlemek olduğundan, takım ele alınmayan bir sorunun çözümü için arayışa girmemelidir. Eğer bir sorunun çözümü gayet açıksa, takım önerilen çözümü hem HAZOP hem de aksiyon planları kayıtları içerisinde önermelidir. Kılavuz kelimelerinin proses değişkenleri ile birleştirilmesi suretiyle dizayn sapmaların belirlenmesi HAZOP çalışmalarının esasını oluşturmaktadır (Kletz, 1999:1). Amaçlanan tasarımdan sapmaların tespiti tesis veya proses özelliklerine ait (reaktif kimyasallar, reaksiyon dizisi, sıcaklık, basınç, akış, faz, ve benzerleri gibi) proses değişkenlerinin, kılavuz kelimeleri ile birleştirilmesi suretiyle oluşturulur. Başka bir deyişle; Kılavuz Kelime + Proses Parametresi = Sapma şeklindedir. Örneğin, reaksiyona girecek kimyasalların kademeli olarak beslendiği ve ekzotermik reaksiyonun olduğu bir reaktör göz önüne alındığında kılavuz kelime “fazla” ve proses parametresi reaktantlardan biri olarak seçildiğinde sapma aşırı sıcaklık artışı (thermal runaway) olarak tespit edilebilir. Bu şekilde sistematik inceleme yapılarak tüm proses parametreleri ile kılavuz kelimeleri birleştirilerek olası sapmalar belirlenmelidir. Bununla birlikte bazı durumlar için kılavuz kelime ile proses parametresinin bir araya getirilmesinin anlamsız kombinasyonlar oluşturabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin, proses parametresi olarak “sıcaklık” ile kılavuz kelimesi olarak “hiç” kombinasyonu anlamsız bir sonuç oluşturmaktadır. Birçok HAZOP çalışması 5-10 toplantıda tamamlanabilirken, küçük değişiklikler için 1-2 toplantı bile yeterli olabilmektedir. Ancak, büyük projeler için bu süre 2-3 ayı bulabilir. Eğer HAZOP analizleri bir organizasyona ilk kez sunulacaksa, tekniğin 1-2 soruna uy67 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 59-74 gulanması ve yararlı olup olmadığına bakılması gerekmektedir. Eğer teknik başarılı bir şekilde uygulanabiliyorsa, doğal olarak büyüyebilir ve daha büyük projelere uygulanabilir. 3.4.1. Proses Parametreleri Üretim sistemleri birçok proses parametresinin bileşenlerinden oluşmaktadır. Bu parametreler, bir bileşenden diğerine geçen bir akım veya transferden oluşabilir. Akım somut (sıvı gibi) veya soyut (veri gibi) olabilir. Her iki durumda da, akım çeşitli özelliklerle tasarlanmıştır. Proses parametreleri HAZOP analizindeki amaçlanan tasarımdan sapmaları belirleyen temel öğelerdir. Sistemin düzgün çalışması proses parametreleri ve amaçlanan tasarım değerlerini sürdüren bileşenler tarafından belirlenmektedir. Riskler proses parametrelerinin amaçlanan tasarımdan saptığı sırada neler olabileceğinin üzerinde durulması ile belirlenebilir. İşte bu çalışma metodolojisi HAZOP analizinin arkasındaki ilkedir. Tablo 1’de bazı proses parametrelerinin örnekleri verilmiştir. Tablo 1: Bazı Proses Parametreleri • Akış (gaz, sıvı, elektrik akımı) • Sıcaklık • Basınç • Seviye • Ayrıştırma • Yoğunluk • Reaksiyon • Karışım • Ventilasyon • Absorpsiyon • Viskozite • Kapatma • Korozyon • Başlatma • Titreşim • Erozyon • Yazılım data akışı • Drenaj • Deşarj Kaynak: (Clifton, 2005) 3.4.2. Kılavuz Kelimeleri Kılavuz kelimeleri potansiyel tasarım sapmalarını belirleme sürecini yönetmek ve kurgulamak için kullanılır. Kılavuz kelimeleri farklı endüstrilerde farklı şekillerde yorumlanabilir. Kılavuz kelimenin yorumlanması bu faktörler dâhilinde olmalıdır. Yorumun amacı amaçlanan tasarımdan olası sapmaların araştırılmasına izin vermektir. HAZOP analizindeki kılavuz kelimeleri kısadır. Örneğin, bir bilgisayar sistemindeki “veri akışı” parametresi için , “daha fazla” kılavuz kelimesi, beklenenden daha fazla veri geçti şeklinde yorumlanabilir. Tablo 2’de HAZOP kılavuz kelimelerinden örnekler verilmiştir. 68 Ki̇mya Sektöründe Tehli̇ke ve İşleti̇lebi̇li̇rli̇k (Hazop) Analizi Tablo 2: Bazı Kılavuz Kelimeleri Kılavuz Kelime Hiç (None/Not) Anlamı Dizayn amacının başarıya ulaşmaması(ileri ya da geri yönde akışın olmaması, ısı aktarımının gerçekleşmemesi, reaksiyonun olmaması v.b. Az (Less) İşletme parametresindeki azalma(sıcaklık, basınç, akış hızı, seviye, viskozite) Fazla (More) İşletme parametresindeki artma(sıcaklık, basınç, akış hızı, seviye, viskozite) Ters (Reverse) Dizayn amacının tersi gerçekleşmesi(ters yönde akış, ısı aktarımının ters yönde gerçekleşmesi) (Yanı sıra) (As well as) Diğer(…den başka) (Other than) Amaca ilave bir takım olayların ve aynı zamanda diğer ilgili faaliyetlerin mevcut olması(istenmeyen maddeler, kirleticiler, hava, buhar, korozif ürünler, ekstra faz v.b.) İstenilen durumun aksine bir işlemin gerçekleşmesi (Akışın istenmeyen bir hatta yönlenmesi, ya da istenilmeyen bir ürünün elde edilmesi) Kısmen (Part of) İstenen durumun tam gerçekleşmemesi.(Bileşimin istenen durumdan farklı olması, istenen bileşimin bulunmaması) Erken (Early) İstenilen zamanlamanın dizayndan farklı farklı bir şekilde meydana gelmesi(Sıralı proseslerde bir işlemin diğerinden önce veya sonra başlaması) Erken kelimesinin aynısı. Geç (Late) Kaynak: (Clifton, 2005) 3.4.3. Tasarım Amacından Sapmalar HAZOP analizi tasarım amacındaki sapmaların araştırılmasına dayandığından, bu konsepti anlamak çok önemlidir. Tüm sistemler genel bir amaçla tasarlanmıştır. Endüstriyel bir tesiste, belli bir kimyasal için yıllık belli bir tonaj üretilmesi, belli sayıda otomobil üretilmesi veya yıllık belli düzeyde atık madde atılması gerekmektedir. Silah sistemi içinse amaç belirlenen hedeflere ulaşmaktır. Bunlar sistemler için birincil tasarım amaçlarıdır, ancak ikinci bir amaçta mevcuttur. Bu ikincil amaç ise sistemin en güvenli şekilde yürütülmesi olacaktır. Bu amaçlara ulaşmak için sistemin ve her bir alt sisteminin belli bir görevi olmalıdır. Belli öğe için tasarım amacı olarak sınıflandırılabilecek olan performans bu bağlamdadır. Örneğin belirli bir amaçla var olan bir üretim sisteminde bu üretim sistemini soğutmak için var olan bir soğutma suyu sistemi olsun. Bu soğutma işlemi gereksinimini sağlamak üzere bir pompa, suyu borularda sirküle etsin. Böyle bir alt sistemde temel tasarım amacının soğutma suyu başlangıç sıcaklığının xoC derece, suyun saatlik debisi için ise n litre olduğu kabul edilsin. Böyle bir durumda HAZOP çalışması yapılırsa, tasarım sapması, başlangıç sıcaklığındaki artış veya azalma ile sirkülâsyondaki arızi durumlar olacaktır. Burada karıştırılmaması gereken ise tasarım sapması ile bu sapmanın neden olacağı etki yani arıza 69 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 59-74 durumudur. Proses parametresi olarak “sirkülasyon” kılavuz kelimesi olarak “hiç” alındığında sapma, sirkülasyonun kesilmesi, bunun sonucu ise pompanın arızalanması olacaktır. HAZOP analizi sonucunda ekipmanın belirli bir parçasının kritik olabileceği ve bunun derinlemesine araştırılması gerekebileceği tespit edilebilir. Bu durumlarda FMEA, FTA ile HAZOP kombine kullanılması daha yerinde olacaktır (IEC 61882). 4. Örnek HAZOP Uygulaması Şekil 5: Yakıt Buharlaştırıcısı Prosesi Kaynak: IEC 61882 Şekil 5’de doğalgazla ısıtılan brülör ve ısıtma serpantininden oluşan bir yakıt buharlaştırma fırını görülmektedir. Yakıt ısıtma serpantinine sıvı olarak girmekte, buharlaşıp kızgın yakıt halini alarak ısıtma serpantinini terk etmektedir. Doğal gaz brülöre harici hava ile karıştırılarak girmekte ve sıcak alev üretilerek fırına beslenmekte yanma gazları ise fırını bacadan terk etmektedir. Sıvı yakıt akışı bir akış kontrol vanası FCV, akış miktarını tespit ederek akış kontrol ünitesine FCV’ye, gönderen bir akış elementi FE, ve bir düşük akış alarmı FAL’den oluşan akış kontrol seti ile kontrol edilmektedir. Doğal gaz bir basınç düşürme vanası PRV, ana brülör kontrol vanası TCV ve pilot vanası PV’den geçmek suretiyle beslenmektedir. Ana brülör kontrol vanası kızgın yakıt buharının 70 Ki̇mya Sektöründe Tehli̇ke ve İşleti̇lebi̇li̇rli̇k (Hazop) Analizi çıkış sıcaklığını ölçen sıcaklık elementinden TE’den, sinyal alan sıcaklık kontrolörü, TC tarafından kontrol edilmektedir. Doğal gaz hattında aşırı yüksek basınç sivici PSHH, hat üzerinde basınç aşırı yüksek olduğunda I-4 interlock yoluyla ana brülör kontrol vanası TCV’yi kapatmaktadır. Aynı zamanda kızgın yakıt buharı için belirlenmiş maksimum bir sıcaklık değerine ulaşıldığında yüksek sıcaklık sivici TSH, ana brülör kontrol vanasını kapatmaktadır. Son olarak fırın içerisinde alev söndüğünde alev dedektörü, hem pilot vanasını hem de ana brülör kontrol vanasını kapatmaktadır. Tablo 3’ de yakıt buharlaştırıcısı prosesi için örnek bir HAZOP çalışması tablo halinde verilmiştir . Tablo 3: Yakıt Buharlaştırıcısı Prosesi İçin Örnek HAZOP Çalışması No Kılavuz Proses Sapma Kelime Parametresi 1 Yok Yağ Akışı Yağ akışı yok Sebepler Sonuç Önlemler Öneriler Önerilen Tedbirler - Yağ beslemesinde hata - Akış kontrol vanası FCV kapalı Serpantin aşırı ısınarak zarar görür - Düşük akış alarmı FAL - Yüksek sıcaklık yolu TSH FE’nin TCV’yi kapatması düşünülebilir. - Serpantinin tıkanması - Buharlaştırıcıya doğru olan hattın tıkanması Serpantindeki yağın buharlaşıp aşırı ısınanarak kömürleşmesi Düşük akış alarmı FAL Yüksek basınç yolu TSH Mevcut önlemlerin yeterliliğini ve serpantinin tıkanmaması için temizlenebilmesi durumunu gözden geçirin Yok - Prosese buharlaşmayan yağ beslenmesinin olası etkilerini araştır. - Fırındaki alev dedektörü ile FCV’nin interlock’lanması düşünülebir. - Buharlaştırıcı çıkışına TAL konulabilir. 2 Yok Isı Fırında ısı yok Fırında alevin sönmesi Prosese buharlaşmayan yağ beslenmesi 3 Fazla Yağ Akışı Fazla yağ akışı - Yağın prosese iletildiği yerde yüksek basınç - FC hatası - Yanlış set değeri girilmesi Buharlaştırıcının kapasitesinden fazla yüklenmesinden dolayı yağın yetersiz ısınması Önlem hızlı operatör tepkisine bağlıdır - FCV’nin olası yüksek basınçlara dayanımı kontrol edilmelidir. - Yağ buharı çıkışına düşük sıcaklık alarmı eklenmesi düşünülebilir. 71 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 59-74 Tablo 3: Yakıt Buharlaştırıcısı Prosesi İçin Örnek HAZOP Çalışması 72 No Kılavuz Proses Sapma Kelime Parametresi 4 Fazla Isı Fırında aşırı ısı yok Sebepler Fırın sıcaklığının aşırı yükselmesi Sonuç Önlemler Öneriler Önerilen Tedbirler Serpantinin aşırı ısınarak kömürleşmeye ve tıkanıklıklara sebebiyet vermesi TSH brülorün TCV sini kapatır Sisteme gaz akış kontol vanası konulabilir. Prosese yüksek sıcaklıkta yağ buharı gönderilir. TSH brülorün TCV’sini kapatır Yüksek yağ buharının bir sonraki prosese etkisi değerlendirilmelidir. Madde 1 ile aynı 5 Az Yağ akışı Yetersiz yağ akışı Yağın düşük basınçta gelmesi Madde 4 ile aynı Önlemler yeterli 6 Az Isı Fırında yetersiz ısı Fırının yeterince ısıtma yapmaması Yağın buharlaşamaması yada kızgın yağ haline gelememesi - Prosese buharlaşmayan yağ beslenmesinin olası etkilerini araştır. - Yağ buharı çıkışına düşük sıcaklık alarmı konulması 7 Yanı sıra Yağ Yağın kirlenmesi (safsızlık) Yağa su, bazı katılar ve kirleticiler karışması Hızlı buharlaşan su yağı prosese doğru iter. Yağa suyun girebilmesi potansiyelini kontrol et - Serpantinin kısmi yada bütünüyle tıkanması - Serpantinde korozyon sebebiyle sızıntı Diğer potansiyel safsızlıkları kontrol et Geri akışın engellenmesine yönelik tedbir alınması 8 Ters Yağ akışı Yağ akışı ters Yağın prosese yetersiz beslenmesi sebebiyle prosesten yağ buharının geri gelmesi Yağ beslemesinin aşırı ısınması ve zarar görmesi 9 den başka Yağ Yağdan farklı bir metaryelin bulunması Buharlaştırıcıya bütünüyle farklı bir metaryelin beslenmesi Metaryesin özelliğine bağlı Beslemenin doğru metaryelle yapıldığının kontrol edilmesi Kontrolün yeterliliğinin araştırılması 10 den başka Yağ akışı Yağ buharının proses girişinden başka bir yere akışı Yağ akışında sızıntı Yağ kaynağından beslenen fırında büyük yangın ve prosesten yağ buharının geri tepmesi - Fırından zararlı duman emisyonu - Fırın sisteminin zarar görmesi -Yağ besleme kaynağına yangın kapatma vanası konulması -Fırına emergency snuffing steam konulması - Bacaya yüksek sıcaklık alarmı ya da gaz besleme vanasını kesen logic konulmalıdır. Ki̇mya Sektöründe Tehli̇ke ve İşleti̇lebi̇li̇rli̇k (Hazop) Analizi Sonuç Kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının sınırsız olduğu çağımızda gün geçtikçe yeni teknolojiler hayatımıza girmektedir. Bu teknolojiler yeni riskleri de beraberinde getirmektedir. Risklerin en iyi bir biçimde anlaşılması öncelikle bu risklerin ortaya çıkmasına neden olan tehlikelerin anlaşılmasına ve belirlenmesine bağlıdır. Kimya endüstrisinde proses güvenliğinin amacı neyin yanlış gidebileceğini tespit ederek bunu önlemek veya ortaya çıkma olasılığını azaltmak ve kontrol mekanizması kurmaktır. Bu da ancak tehlike tanımlama ve azaltma yoluyla mümkündür. Tehlike belirleme için kullanılan pek çok yöntem vardır. Bunlar arasından HAZOP, sistemin tasarım amacından sapmasının muhtemel nedenlerini ve bunların neden olacağı sonuçları değerlendirmek için en sistematik yöntemdir. HAZOP analizi takım üyeleri tarafından icra edilen prosesin tehlike ve işletilebilirlik problemlerini tanımlama metodudur. Diğer tehlike tanımlama yöntemlerinde de olduğu gibi, tek başına HAZOP analiziyle, tüm tehlikelerin ve tüm işletilebilirlik problemlerinin tanımlanabileceği garanti değildir. Tasarım ve/veya işletme aşamasında kullanılabilir, kolayca öğrenilip uygulanabilinir ve tekniğin uygulanması açısından büyük uzmanlık gerektirmemesi HAZOP’un en önemli avantajlarından olup, HAZOP’un kimya sektöründe tehlike tanımlama metodu olarak kullanılması olası tehlikelerin gözden kaçırılmaması açısından tavsiye edilmektedir. 73 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 59-74 Kaynakça CIA (1977). A guide to Hazard and Operability Studies, Imperial Chemical Industries and Chemical Industries Associations, London. CLIFTON, Ericson (2005). Hazard Analysis Techniques for System Safety, John Wiley & Sons, London. EPSC (2000). HAZOP: Guide to Best Practice, European Process Safety Centre, Institution of Chemical Engineers, Rugby, UK. GRESSEL, Michael, GDEON, James (2001). “An overview of Proses Hazard Evalutation Techniques”, American Industrial Hygiene Association Journal, 52. Sayı, s. 158-163. HYATT, Nigel (2003). Guidelines for Process Hazards Analysis, Hazards Identification & Risk Analysis, Dyadem Pres, USA. IEC 61882 (2001). Hazard and Operability Studies (HAZOP Studies) Application Guide, International Electrotechnical Commission. KENNET, Arnold, CARLTON, Sikes (1991). Generic HAZOP Would Improve Gulf of Mexico Process Safety, World Oil, Houston, KLETZ, Trevor (1999). Hazop and Hazan, Institution of Chemical Engineers, Rugby, U.K. KNOWLTON, R.E. (1981). Hazards and Operability Studies, the Guideword Approach, Chemetics International Company, Vancouver, KOSSIAKOFF, Alexander, SWEET, William (2003). System Engineering Principles and Practice, John Wiley & Sons. LAWLEY, George (1974). “Operability Studies and Hazard Analysis” Chemical Engineering Progress, 70. Sayı, s.45-56. LEES, Frank (1996). Loss Prevention in Process Industries: Hazard Identification, Assessment and Control, Butterworths-Heinemann, Oxford, UK. LORENZO, Donald, ARENDT, Steven (2005). Evaluating Process Safety in the Chemical Industry, Center for Chemical Process Safety, New York. NOLAN, Dennis (1994). Application of HAZOP and What-if Safety Reviews to the Petroleum, Petrochemical and Chemical Industries, Noyes Publications, New Jersey. TS EN 31010 (2009). Risk yönetimi - Risk değerlendirme teknikleri. Türk Standartları Enstitüsü, Ankara 74 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 FAZLA ÇALIŞMA VE FAZLA SÜRELERLE ÇALIŞMA ÜCRETLERİNİN SÖZLEŞMEDE BELİRLENEN ÜCRETE DAHİL EDİLMESİ SORUNU THE PROBLEM OF INCLUDING WAGES OF OVERTIME AND EXTRA WORKING HOURS IN THE SALARY DETERMINED BY THE CONTRACT Oğuzhan TEKİN* ÖZ Fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretlerinin sözleşmede belirlenen ücrete dâhil olacağına ilişkin sözleşme hükümlerinin geçerli olup olmayacağı hususu tartışmalıdır. Söz konusu hükümlere sınırlı bir şekilde geçerlilik tanımak gerekmektedir. Sözleşmeye konulacak bu tür hükümlerin, fazla çalışma yaptırılabilmesi bakımından işçinin yazılı onayının alınması zorunluluğunu ve işçinin fazla çalışma ücreti yerine serbest zaman kullanmayı tercih etme hakkını ortadan kaldırdığı şeklinde yorumlanmamalı ve yönetmelikte belirlenen şekilde işçinin yazılı onayı alınmaksızın fazla çalışma yaptırılmamalıdır. Söz konusu hükmün yer aldığı bir sözleşmenin feshedilmesi halinde, işçinin kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının, sözleşmede belirlenen ücret üzerinden hesaplanması gerektiği düşünülmektedir. Üst düzey yönetici pozisyonunda çalışan işçilere fazla çalışma ücreti ödenebilmesi için, işçinin, işverenin veya bir başka yöneticinin emir ve talimatlarına bağlı kalmaksızın çalışma sürelerini kendisinin belirlemesi kriterine göre hareket edilmelidir. Uygulamada yaşanan tartışmaların sona erdirilmesi bakımından 4857 sayılı İş Kanununun 41 inci maddesine, fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretlerinin sözleşmede belirlenen ücrete dâhil edilemeyeceği yolunda bir fıkra eklenmesinin uygun olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma, fazla çalışma ücreti, temel ücret, temel ücrete dâhil edilme, azami fazla çalışma, üst düzey yönetici. ABSTRACT It is a controversial issue that if the contract terms which claim the wages of overtime and extra working hours are included in the salary determined in the contract shall be valid or not. It is required to apply a limited validity to the abovementioned terms. This type of terms in the contract should not be considered as abolishing neither the obligation of getting written approval of the employee for overtime nor the employee’s right for taking free time instead of overtime wages, so the employee should not be asked for overtime without getting employee’s written approval as specified in the regulation.In case of termination of a contract where abovementioned provision exists, it is thought that severance and notice paysof the worker should be calculated based on the wages specified in the contract. Parties should take action depending on the criteria of the own decision of executive workers’ about working times rather than the instructions of a worker, an employer or another executive in order to pay overtime wages to senior executives. In terms of settling the controversies in implementation, it is considered that it would be appropriate to add to the Article numbered 41 of Labor Law numbered 4857a paragraph which mentions that the wages of working times with overtime and extra hours cannot be included in the wages specified in the contract. Keywords: Overtime and extra hours, overtime wage, base salary, inclusion by the base salary, maximum overtime, senior executive. JEL Classification: J33, J41, J65, J81, K12. * Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Hukuk Müşaviri, [email protected] Gönderildiği Tarih: 28.03.2014, Kabul Tarihi: 11.01.2016 75 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 Giriş Rekabet gücü, Dünya Ekonomik Forumu tarafından,bir ülkenin ürettiği mal ve hizmetlerin dünya pazarlarındaki payı olarak değil, o ülkede sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak olan kurumların, politikaları ve üretim faktörlerinin tümünü kapsayan verimlilik düzeyi olarak tanımlanmaktadır (Üstündağ Demir, 2014:1). Bir ülkenin küresel ekonomi içindeki rekabet gücü, üretim faktörleri bakımından mevcut kapasitesi ile doğru orantılıdır. Üretim faktörleri arasında en önemli olanı işgücü faktörüdür. Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafagücü, emek veya işgücü olarak tanımlanmaktadır. Diğer üretim faktörlerini bir araya getiren, bunları üretim sürecine sokan ve yönlendiren insandır. Son dönemde yaşanan ekonomik gelişmelere paralel olarak, işgücü faktöründen daha fazla yararlanılmak istenmekte, mevcut kapasitenin artırılması bakımından vardiyalı çalışma sistemleri ve fazla çalışma imkânları zorlanmaktadır. Mevcut insan gücünden daha fazla yararlanmanın yolları aranmaktadır. Bu çerçevede üretim sektörlerinde iş mevzuatının elverdiği ölçüde kişilere fazla çalışma yaptırılmakta, bazen mevzuatın dahi izin vermediği şekilde işgücü zorlanmakta ve rekabete dâhil olmaya çalışılmaktadır. Elbette, fazla çalışmanın bir karşılığı olmalıdır. İşverenler, elde ettikleri bu ilave üretim faktörünün maliyetine de katlanmalıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 24 üncü maddesi, “Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izne çıkmaya hakkı vardır” hükmünü içermektedir. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 7 nci maddesinde, sözleşmeye taraf devletlerin, herkesin adil ve elverişli çalışma koşullarından yararlanmak hakkını kabul ettikleri belirlendikten sonra, bu hakkın “dinlenme, boş zaman, çalışma saatlerinin makul ölçülerde sınırlanması, ücretli dönemsel tatiller ve resmi tatillerde ücret verilmesi” hususlarını da kapsadığı vurgulanmıştır. Yine Avrupa Sosyal Şartının 2 nci maddesinde, “adil çalışma koşulları hakkı” düzenlenmiş olup, anılan maddede âkit taraflar, adil çalışma koşullarına sahip olma hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak üzere; verimlilik artışı ve ilgili diğer etkenler izin verdiği ölçüde haftalık çalışma süresinin aşamalı olarak azaltılmasını öngören makul günlük ve haftalık çalışma saatleri sağlamayı; ücretli resmi tatil imkânı sağlamayı; en az dört haftalık ücretli yıllık izin sağlamayı; içinde bulunulan tehlikeli ve sağlığa zararlı işlerdeki riski ortadan kaldırmayı ve bu risklerin henüz yeterince azaltılamadığı ya da kaldırılamadığı durumlarda bu işlerde çalışanlara ücretli ek izin verilmesini veya bunların çalışma saatlerinin azaltılmasını sağlamayı; ilgili ülke veya yörenin geleneklerine göre dinlenme günü olarak kabul edilen günle olabildiğince bağdaşmak üzere, haftalık bir dinlenme günü sağlamayı; çalışanların, derhal ve en geç çalışmaya başladıkları tarihten itibaren iki ay içinde, sözleşmenin ya da iş ilişkisinin asli unsurları hakkında yazılı olarak bilgilendirilmelerini sağlamayı; gece çalışması yapan çalışanların, yaptıkları işin özellikleri göz önünde tutularak alınacak önlemlerden yararlanmalarını sağlamayı taahhüt etmişlerdir. Anayasada çalışma hakkına, temel hak ve hürriyetler arasında yer vermiş olup, Anayasamızın 18 inci maddesi, “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır. Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı 76 Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücretlerinin Sözleşmede Belirlenen Ücrete Dahil Edilmesi Sorunu alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz.” hükmünü amirdir. Anılan hüküm, zorla çalıştırmayı yasaklarken, angarya sayılabilecek fazla çalışmaların da kural olarak yasak olduğunu vurgulamaktadır. Yine Anayasamızın “Çalışma şartları ve dinlenme hakkı” başlıklı 50 nci maddesi, “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar. Dinlenmek, çalışanların hakkıdır. Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir.” hükmünü amirdir. Temel insan haklarına ilişkin uluslararası metinler ve bunlara paralel olarak Anayasada ifadesini bulan hükümlere bakıldığında, hiç kimse zorla çalıştırılmamalı ve çalışma süreleri kişinin ruhsal ve bedensel olarak dinlenmesine elverir ölçüde makul bir sınırlamaya tabi olmalıdır. Anayasamız bu temel ölçütleri koyduktan sonra, devlete, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alma görevi yüklemiştir. Bu kamusal görevin ifası bakımından devlet, İş Kanununda çalışma sürelerini belirlemiş, fazla çalışmaya ilişkin usul ve esasları tespit etmiş ve çalışanların haklarını korumaya yönelik bir takım kriterler benimsemiştir. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi bakımından, mevzuatımızda çalışma sürelerine ilişkin hükümler ile fazla çalışmaya ilişkin düzenlemeler hakkında kısa bilgi verilecek ve daha sonra asıl soruna temas edilecektir. 1. Çalışma Süresi Çalışma süresi, 22/5/2003 tarihli, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 63 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 4857 sayılı Kanunun 63 üncü maddesi, “Genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır. Tarafların anlaşması ile haftalık normal çalışma süresi, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine, günde onbir saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabilir. Bu halde, iki aylık süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma süresini aşamaz. Denkleştirme süresi toplu iş sözleşmeleri ile dört aya kadar artırılabilir. Çalışma sürelerinin yukarıdaki esaslar çerçevesinde uygulama şekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanacak bir yönetmelikle düzenlenir.” hükmünü amirdir. İş Kanunu, işçilerin çalışma süresini haftalık esasa göre ve azami kırkbeş saat olarak belirlemiştir. Haftalık normal çalışma süresi olan kırkbeş saatlik bu süre, sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa haftanın çalışılan günlerine eşit olarak bölünerek uygulanabilecektir. Yani haftanın beş günü çalışılan hallerde günde dokuz saat, haftanın altı günü çalışılan hallerde günde yedibuçuk saat azami çalışma süresi belirlenebilecektir. Haftalık çalışma süresinin sözleşme ile haftanın çalışılan günlerine farklı bir şekilde dağıtılması da mümkündür. 77 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 2. Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma 4857 sayılı İş Kanununun“Fazla çalışma ücreti” başlıklı 41 inci maddesinde fazla çalışma, “Kanunda yazılı koşullar çerçevesinde, haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalardır” şeklinde tanımlanmıştır. Fazla sürelerle çalışma ise, “haftalık çalışma süresinin sözleşmelerle kırkbeş saatin altında belirlendiği durumlarda kanunda belirtilen esaslar dâhilinde uygulanan ortalama haftalık çalışma süresini aşan ve kırkbeş saate kadar yapılan çalışmalar fazla sürelerle çalışmalardır” şeklinde tanımlanmıştır. İş Kanunu, ülkenin genel yararları yahut işin niteliği veya üretimin artırılması gibi nedenlerle fazla çalışma yapılmasını kabul etmektedir. Kanunumuz, genel ve soyut ifadelerle fazla çalışma yapılmasını kabul ederek ekonomik gelişmenin önünü açmak isterken, fazla çalışmayı belirli kurallara bağlamak suretiyle de işçinin haklarını korumaya çalışmaktadır. 4857 sayılı Kanun, yukarıda da ifade edildiği üzere, çalışma süreleri bakımından denkleştirme esasını kabul etmiş olup, 63 üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hallerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile bazı haftalarda toplam kırkbeş saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz (Mollamahmutoğlu/Astarlı, 2012:1097; Ekonomi, 2004:160; Akyiğit,2005:2). Fazla çalışma yapan işçilere, her bir saat fazla çalışma için normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle bulunacak miktarda ve fazla sürelerle çalışma yapan işçilere, her bir saat fazla çalışma için normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde yirmibeş yükseltilmesi suretiyle bulunacak miktarda ücret ödenir. Fazla çalışma ücreti ile ilgili olarak öngörülen hüküm nispi emredici kural niteliğindedir (Çil, 2007:69; Yuvalı, 2009:67). Bu itibarla tarafların yüzde elli oranından daha yüksek bir oran belirlemeleri mümkün, fakat bu oranın altında bir yüzde kararlaştırmaları mümkün değildir (Mollamahmutoğlu/Astarlı, 2012:1107; Soyer, 2004:801; Çil, 2007:69; Yuvalı, 2009:67). Hizmet akdinde, kanunda öngörülen en çok haftalık çalışma süresinin altında bir süre çalışması kararlaştırılan bir işçi, sözleşmede belirlenen sürenin üstünde yaptığı çalışmalar nedeniyle fazla sürelerle çalışma ücreti alırken, aynı zamanda kanunda öngörülen en çok haftalık çalışma süresinin üstünde yaptığı çalışmalar nedeniyle de fazla çalışma ücreti almaya hak kazanacaktır. Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma yapan işçi isterse, bu çalışmalar karşılığı zamlı ücret yerine, fazla çalıştığı her saat karşılığında bir saat otuz dakikayı, fazla sürelerle çalıştığı her saat karşılığında bir saat onbeş dakikayı serbest zaman olarak kullanabilir. İş Kanunu, işçilere seçimlik bir hak tanımakta, fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma ücreti yerine serbest zaman hakkı talep etmek şeklinde bir uygulamayı kabul etmektedir. İşçi bu şekilde hak ettiği serbest zamanı altı ay zarfında, çalışma süreleri içinde ve ücretinde bir kesinti olmadan kullanır. Söz konusu düzenlemeye dikkat edildiğinde işçinin talebi olmaksızın işverenin işçiye zamlı ücret yerine serbest zaman tanımasının mümkün olmadığı görülmektedir (Çelik, 2013:379; Mollamahmutoğlu/Astarlı, 2012:1113; Soyer, 2004:803; Süzek, 2008:757; Çil, 2007:73; Yuvalı, 2009:72). Doktrinde, fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışmaların serbest zaman kullanma yoluyla karşılanmasına dair hükümlerin iş sözleşmeleri ya da iş yeri yönetmeliği ile belirlenmesinin mümkün olmadığı 78 Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücretlerinin Sözleşmede Belirlenen Ücrete Dahil Edilmesi Sorunu ileri sürülmüştür (Süzek, 2008:757; Soyer, 2004:803). İşçinin zamlı ücret ödenmesi ya da serbest zaman kullanma şeklinde seçimlik hakkı kural olarak bu tür çalışmaları yapılmasının ardından ortaya çıkar. Bu nedenle, serbest zaman kullanımı ile ilgili önceden verilmiş rıza geçerli sayılmamalıdır (Çil, 2007:74). 4857 sayılı İş Kanununun 41 inci maddesinin altıncı fıkrasına göre, Kanunun 63 üncü maddesinin son fıkrasında yazılı sağlık nedenlerine dayanan kısa veya sınırlı süreli işlerde ve 69 uncu maddesinde belirtilen gece çalışmasında fazla çalışma yapılması yasaklanmıştır. Yine, İş Kanununa İlişkin Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Yönetmeliğinin* 7 nci maddesinde bunlara ilave olarak, maden ocakları, kablo döşemesi, kanalizasyon, tünel inşaatı gibi işlerin yer ve su altında yapılanlarında fazla çalışma yapılması yasaklanmıştır. 10.09.2014 tarihli 6552 sayılı “İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun”un 4 üncü maddesi ile 4857 sayılı İş Kanununun 41 inci maddesine dokuzuncu fıkra eklenmek suretiyle, 42 nci ve 43 üncü maddelerde sayılan haller dışında yer altında maden işlerinde çalışan işçilere fazla çalışma yaptırılamayacağı hüküm altına alınarak, söz konusu yasak, yönetmelikten 4857 sayılı İş Kanununa taşınmıştır. Ayrıca anılan yönetmeliğin 8 inci maddesinde, 18 yaşını doldurmamış işçiler, iş sözleşmesi veya toplu iş sözleşmesi ile önceden veya sonradan fazla çalışmayı kabul etmiş olsalar bile sağlıklarının elvermediği işyeri hekiminin veya Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı hekiminin, bunların bulunmadığı yerlerde herhangi bir hekimin raporu ile belgelenen işçiler, İş Kanununun 88 inci maddesinde öngörülen Yönetmelikte belirtilen gebe, yeni doğum yapmış ve çocuk emziren işçiler ile kısmi süreli iş sözleşmesiyle çalıştırılan işçilere fazla çalışma yaptırılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Kanun ve yönetmelikte belirlenen bazı işlerde çalışan işçiler ile kişisel durumları nedeniyle fazla çalışma yapamayacakları için özel olarak korunmak istenen işçilerin fazla çalışma yapmaları yasaklanmıştır. 4857 sayılı İş Kanunu, zorunlu nedenlerle fazla çalışma yapılmasını da kabul etmiştir. Kanunun 42 nci maddesi, “Gerek bir arıza sırasında, gerek bir arızanın mümkün görülmesi halinde yahut makineler veya araç ve gereç için hemen yapılması gerekli acele işlerde yahut zorlayıcı sebeplerin ortaya çıkmasında, işyerinin normal çalışmasını sağlayacak dereceyi aşmamak koşulu ile işçilerin hepsi veya bir kısmına fazla çalışma yaptırılabilir. Bu durumda fazla çalışma yapan işçilere uygun bir dinlenme süresi verilmesi zorunludur. Şu kadar ki, zorunlu sebeplerle yapılan fazla çalışmalar için 41 inci maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları hükümleri uygulanır.” hükmünü amirdir. Anılan hükme göre işveren, arızi ve zorlayıcı sebeplerin varlığı halinde, fazla çalışmaya ilişkin kanunda öngörülen işçinin serbest zaman talep hakkı, yıllık 270 saatlik sınırlama, işçinin onayının alınması zorunluluğu ile fazla çalışmanın yasak olduğu hallerle bağlı olmaksızın fazla çalışma yaptırabilir. Bu durumda, 4857 sayılı Kanunun 41 inci maddesinin ilk üç fıkrası hükümleri uygulanacaktır. Yine İş Kanununun 43 üncü maddesinde “Seferberlik sırasında ve bu süreyi aşmamak şartıyla yurt savunmasının gereklerini karşılayan işyerlerinde fazla çalışmaya lüzum görülürse işlerin çeşidine ve ihtiyacın derecesine göre Bakanlar Kurulu günlük çalışma süresini, işçinin en çok çalışma gücüne çıkarabilir. Bu suretle fazla çalıştırılan işçiler için * RG., 06.04.2004, S. 25425 79 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 verilecek ücret hakkında 41 inci maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları hükümleri uygulanır.” hükmü ile zorunlu hallerde fazla çalışmaya benzer şekilde, olağanüstü hallerde fazla çalışma düzenlenmiştir. İşyerinde asıl işe başlamadan önce yapılması gereken, makinelerin açılması, hammaddelerin taşınması gibi hazırlık işleri, iş bittikten sonra yapılması gereken ortalığı toplama ve temizlik gibi işler vardır. Bu tür işler, sadece bu işleri yapmak üzere istihdam edilmiş işçilere yaptırılabileceği gibi, uygulamada daha çok görüldüğü üzere, asıl işte çalışan işçilere nöbetleşe (dönüşümlü) olarak da yaptırılabilir. Asıl işi yapan işçiler “hazırlama, tamamlama ve temizleme işleri” olarak anılan bu işleri de yapıyorlarsa, günlük çalışma süresinin aşılması, yani fazla çalışma ortaya çıkacaktır (Şakar, 2006:16). 4857 sayılı İş Kanununun 70 inci maddesi, “Genel olarak bir işyerinde belirli çalışma saatlerinden önce veya sonra gerekli olan hazırlama veya tamamlama yahut temizleme işlerinde çalışan işçiler için işin düzenlenmesi ile ilgili hükümlerden hangilerinin uygulanmayacağı yahut ne gibi değişik şartlar ve usullerle uygulanacağı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanacak bir yönetmelikte gösterilir” hükmünü amirdir. Anılan hüküm gereği çıkarılan Hazırlama, Tamamlama ve Temizleme İşleri Yönetmeliği’nin* 12 nci maddesinde, hazırlama, tamamlama ve temizleme işleri de dâhil olmak üzere, günlük çalışma süresinin onbir saati aşamayacağı ve günlük normal çalışma süresi dışında yapılan hazırlama, tamamlama ve temizleme işleri ile yapılan fazla çalışma sürelerinin toplamının yılda ikiyüzyetmiş saati geçemeyeceği kabul edilmiştir. Aynı yönetmeliğin 15 inci maddesinde, bir işyerinde, hazırlama, tamamlama ve temizleme işlerini de yapan asıl işçilere, bu işlerde geçirdikleri sürenin her bir saati için ödenecek ücretin, o işyerindeki asıl işlerine ait normal çalışma ücretinin saat başına düşen tutarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödeneceği düzenlenmiştir. Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma yaptığını iddia eden işçi norm kuramı** uyarınca bu iddiasını ispatla yükümlüdür (Çelik, 2013:377; Çil, 2007:64; Yuvalı, 2009:68). Esasen ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro, sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka ifadeyle bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır. Bordroda, fazla çalışma bölümünün boş olması ya da bordronun imza taşımaması halinde işçi fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir (Kılıçoğlu, 1999:821). 4857 sayılı İş Kanununun 37 nci maddesi, “İşveren işyerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya işyerinin özel işaretini taşıyan bir pusula vermek zorundadır. Bu pusulada ödemenin günü ve ilişkin olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi, avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı gösterilmesi gerekir.” hükmünü amirdir. Anılan hükme göre, işçiye ödenecek fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretleri, ücret hesap pusulasında * RG.,28.04.2004, S. 25446. ** Bir hak iddiasında bulunan taraf, hakkına temel olan noktalar bakımından ispat yükünü taşır “Norm kuramı” olarak bilinen bu kurama göre, iki taraftan her biri kendi iddiasına ve savunmasına konu olan normun öğe olayları için ispat yükünü taşır. 80 Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücretlerinin Sözleşmede Belirlenen Ücrete Dahil Edilmesi Sorunu gösterilmek zorundadır. Fazla çalışma ücretinin yazılı olduğu bir ücret hesap pusulası veya ücret bordrosu, işçi tarafından hiçbir ihtirazi kayıt ileri sürülmeksizin imzalanmışsa, artık bu pusulanın veya bordronun ilişkin olduğu dönem bakımından fazla çalışma ücretinin daha yüksek olduğu iddiaları dinlenmeyecektir. İş Kanununa İlişkin Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Yönetmeliğinin “Fazla Çalışmanın Belgelenmesi” başlıklı 10 uncu maddesi, “İşveren, fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma yaptırdığı işçilerin bu çalışma saatlerini gösteren bir belge düzenlemek, imzalı bir nüshasını işçinin özlük dosyasında saklamak zorundadır. İşçilerin işlemiş olan fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretleri normal çalışmalarına ait ücretlerle birlikte, 4857 sayılı İş Kanununun 32 ve 34 üncü maddeleri uyarınca ödenir. Bu ödemeler, ücret bordrolarında ve İş Kanununun 37 nci maddesi uyarınca işçiye verilmesi gereken ücret hesap pusulalarında açıkça gösterilir.” hükmünü amirdir. Yönetmelik hükmü, işverene fazla çalışma sürelerini belgeleme yükümlülüğü getirmektedir. İşveren tarafından bu yükümlülük yerine getirilmezse, işçi tanık dâhil her türlü delille fazla çalışmayı ispatlayabilecektir. İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücretinin ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yapıldığının ileri sürülmesi de mümkün değildir. Ancak, bordroda fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönünde ihtirazi kayıt bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın her türlü delille ispatı mümkündür (Kılıçoğlu, 1999:821). Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olmasına rağmen daha fazla çalışma yaptığını iddia eden işçinin, yazılı delillerle bordroda gösterilenden daha fazla çalışma yaptığını kanıtlaması gerekir (Çil, 2007:64). İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda da ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır (Çil, 2007:65). Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, giriş çıkış için konulan elektronik cihazlara ilişkin sistem çıktıları, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. İşyerinde günlük mesainin puantaj kaydı ya da elektronik ortamda kart basma şeklinde işverence tespit edildiği hallerde, ispat yönünden anılan kayıtlara değer verilmelidir. Anılan kayıtların varlığı halinde tanık beyanlarına göre sonuca gidilmesi doğru olmaz (Çil, 2007:64). 3. Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Yaptırılmasında İşçinin Yazılı Onayının Alınması 4857 sayılı İş Kanununun 41 inci maddesinin yedinci fıkrası, “Fazla saatlerle çalışmak için işçinin onayının alınması gerekir.” hükmünü amirdir. Kanunda fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma yapılması konusunda işçinin onayının alınması zorunluluğu getirilmiş olmakla birlikte, bu onayın ne zaman ve ne şekilde alınacağı belirlenmemiştir. 41 inci maddenin son fıkrası, “Fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışmaların ne şekilde uygulanacağı çıkarılacak yönetmelikte gösterilir.” hükmünü amirdir. Anılan hükme dayanarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca çıkarılan İş Kanununa İlişkin Fazla Çalışma ve Fazla 81 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 Sürelerle Çalışma Yönetmeliğinin “Fazla Çalışma Yaptırılacak İşçinin Onayı” başlıklı 9 uncu maddesi, “Fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma yaptırmak için işçinin yazılı onayının alınması gerekir. Zorunlu nedenlerle veya olağanüstü durumlarda yapılan fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma için bu onay aranmaz. Fazla çalışma ihtiyacı olan işverence bu onay her yıl başında işçilerden yazılı olarak alınır ve işçi özlük dosyasında saklanır.” hükmünü amirdir. Yönetmeliğin anılan hükmü ile bir işçiye fazla çalışma yaptırılabilmesi için, kural olarak yazılı onayının alınması gerekmektedir. Fazla çalışma yaptırmak isteyen işveren, her yıl başında işçiden yazılı onay almalı ve bu onayı işçinin özlük dosyasında saklamalıdır. Maddede yer alan «her yılbaşında» deyiminin, bütün işçiler açısından her takvim yılı başı yani 01 Ocak gününü mü yoksa her bir işçinin sözleşmesinin devam ettiği her bir senenin (365 günün) başı yani kıdem yılını mı anlattığı da açık değildir. Uygulamada kıdem yılı değil, takvim yılı başında bu onayların alındığı görülmektedir. Yıl başında fazla çalışma ihtiyacı bulunan işverenin işçilerden yazılı olarak onay alması şeklindeki yazım tarzı, bu görüşü haklı göstermektedir. Kanaatimizce de, fıkrada, bireysel olarak “işçi” değil, “işçiler” ifadesinin kullanılmış olması nedeniyle, kıdem yılı değil takvim yılı kastedilmiştir. Yazılı onayı alınmaksızın işçiye fazla çalışma yaptırılması, idari para cezası ile cezalandırılmaktadır. 4857 sayılı İş Kanununun 102 nci maddesine göre, Kanunun 41 inci maddesinde belirtilen fazla çalışmalara ilişkin ücreti ödemeyen, işçiye hak ettiği serbest zamanı altı ay zarfında kullandırmayan, fazla saatlerde yapılacak çalışmalar için işçinin onayını almayan işveren veya işveren vekiline, bu durumda olan her işçi için ikiyüzyirmi Türk Lirası idari para cezası verilir. Mevzuatımız, fazla çalışma ücretini ödememe, işçiye hak ettiği serbest zamanı talebine rağmen kullandırmama ve fazla çalışma yaptırmak için işçinin onayını almama fiillerini ayrı ayrı ve her bir işçi için idari yaptırıma bağlamış durumdadır. İş Kanununa İlişkin Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Yönetmeliğinin 9 uncu maddesi itibariyle, işverenin fazla çalışma yaptırabilmesi için, işçinin onayının yazılı olması ve her yılın başında işçilerden onay alınması gerekmektedir. Bununla birlikte, işçilerin onayının iş sözleşmeleri ve toplu iş sözleşmeleriyle önceden alınabileceği doktrinde savunulmaktadır (Mollamahmutoğlu/Astarlı, 2012:1102; Süzek, 2008:749; Narmanlıoğlu, 2010:31). Özellikle, toplu iş sözleşmelerinde, işçilerin fazla çalışma yapacakları hüküm altına alındığı durumlarda, toplu iş sözleşmesinin normatif etkisi de göz önüne alındığında, işçi bakımından toplu iş sözleşmesinin yürürlükte bulunduğu süre boyunca fazla çalışma yapma borcu ortaya çıkacak ve işçinin normatif etkisi karşısında toplu iş sözleşmesinin söz konusu hükmüne rağmen fazla çalışma yapmama konusunda bir irade sergilemesinin mümkün olamayacağı ve yıl başında fazla çalışma onayı vermese de, toplu iş sözleşmesinin hükümlerine uygun davranmak zorunda olacağı da gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim söz konusu yönetmeliğin 8 inci maddesinde “İş sözleşmesi veya toplu iş sözleşmesi ile önceden veya sonradan fazla çalışmayı kabul etmiş olsalar bile” ifadesi mevcuttur (Yuvalı, 2009:59). Ancak işçi, fazla çalışmaya onay vermiş olsa da, sağlık durumunun fazla çalışmaya imkân tanımaması ya da fazla çalışmaya katılmamayı haklı kılan diğer nedenlerin varlığı halinde fazla çalışmaya zorlanamaz (Ekonomi, 1987:305; Mollamahmutoğlu/Astarlı, 2012:1102). Doktrindeki görüşlere rağmen, Yargıtay verdiği bir kararında aynen şunları söylemiştir; “…Taraflar arasında yapılmış olan iş sözleşmesinin “Özel Şartlar” başlığını taşıyan 8.2. 82 Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücretlerinin Sözleşmede Belirlenen Ücrete Dahil Edilmesi Sorunu maddesinde «işveren, gerekli gördüğü taktirde, işçi, iş saatleri dışında veya tatil günlerinde (bayram, genel tatil ve hafta tatili) çalışmayı kabul eder.” kuralına yer verilmiş ise de, fesih tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 4857 sayılı İş Kanunu’nun 41. maddesi ve bu maddeye dayanılarak çıkarılan yönetmelik uyarınca fazla mesai için her yıl yeniden işçinin muvafakatinin alınması gerekir. Bu nedenle, sözleşmede fazla mesai yapmaya davacının rıza gösterdiğine ilişkin hükmün ancak ilk yıl için geçerli olduğu kabul edilebilir. Davacının yapmadığı iddia edilen fazla mesainin zorunlu olmadığı ve ayrıca davacının diğer işçileri bu yönde teşvik veya tehdit ettiğine dair dosyada inandırıcı delil de bulunmadığı anlaşıldığından akdin geçerli neden olmadan feshedildiği kabul edilmelidir.”(Yargıtay 9. HD., 08.05.2006 t.,E.2006/10028,K. 2006/13006, (Bayram, 2011:508)). Anılan kararda Yargıtay, sözleşme ile verilen muvafakati, sadece sözleşmenin ilk yılı için geçerli sayarken, sözleşmenin haklı feshine ilişkin değerlendirmeler yapmak suretiyle sonuca ulaşmaktadır (Benzer karar için bkz.:Yargıtay 9. HD., 26.03.2009 t.,E. 2007/38322,K. 2009/8131 (Ocak, 2013:1119)). Sözleşmenin ikinci ve daha sonraki yıllarında, işçinin fazla çalışma yapmak istemediğini işverene beyan etmesi halinde, işverenin sözleşme hükmünü öne sürerek iş sözleşmesini haklı fesih yoluyla sonlandırma hakkının olmadığı (Aynı görüş için bkz.: Yargıtay 9. HD., 31.01.2011 t., E. 2009/1543, K. 2011/1486 (Ocak, 2013:1121)), hatta böyle bir talebin işveren tarafından reddedilmesi halinde, İş Kanunu 24/II f hükmü (çalışma şartlarının uygulanmaması) uyarınca işçinin haklı fesih hakkının bulunduğu kabul edilmelidir (Aynı görüş için bkz.: Çil, 2007, 59). Yargıtay da aynı doğrultuda, onayı olmayan işçinin fazla çalışmaya zorlanamayacağı, bu nedenle işçinin haklı fesih hakkının bulunduğunu kabul etmektedir (Yargıtay 9. HD.,02.11.2011 t., E. 2009/25860, K. 2011/42439 (Ocak, 2013:1123)). 4857 sayılı İş Kanununun 41 inci maddesindeki “fazla saatlerle çalışmak için işçinin onayının alınması gerekir” hükmündeki “fazla saatlerle çalışmak” kavramının hem fazla çalışma hem de fazla sürelerle çalışmayı kapsadığı açıktır (Karacan, 2007:79). İş Kanununa İlişkin Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Yönetmeliğinin 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasında,“Fazla çalışma ihtiyacı olan işverence bu onay her yıl başında işçilerden yazılı olarak alınır ve işçi özlük dosyasında saklanır.” denilmek suretiyle, fazla çalışma bakımından işçinin yazılı onayının her yıl başında tekrar alınması zorunlu tutulurken, fazla sürelerle çalışmada onayın her yıl başında tekrar alınmasının zorunlu tutulmadığı görülmektedir. Bu nedenle de, fazla sürelerle çalışma için işverenin bir kere onay almasının yeterli olacağı düşünülmektedir. Bu husustaki yönetmelik hükmü yeterince açık olmadığından, fazla sürelerle çalışmalarda her yılbaşında bu onayın yenilenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Eyrenci/Taşkent/Ulucan, 2014:259-260; Akyiğit, 2005:10; Yuvalı, 2009:60). Kanaatimizce de, yönetmelikte fazla sürelerle çalışma bakımından bir kez onay alınması yeterli görülmüş olup, işçinin yazılı onayının her yıl başında yeniden alınmasının gerekmediği, sadece fazla çalışma bakımından her yıl başında yeniden onay alınması gerektiği düşünülmektedir. w 83 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 4. Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücretlerinin, Sözleşmede Belirlenen Ücrete Dâhil Edilmesi Sorunu 4857 sayılı İş Kanununun 41 inci maddesinin sekizinci fıkrası, “Fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamaz.” hükmünü amirdir. Yine Kanunun 41 inci maddesinin uygulama esaslarını gösteren İş Kanununa İlişkin Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Yönetmeliğinin “Fazla Çalışmada Sınır” başlıklı 5 inci maddesi, “Fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamaz. Bu süre sınırı, işyerlerine veya yürütülen işlere değil, işçilerin şahıslarına ilişkindir. Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma sürelerinin hesabında yarım saatten az olan süreler yarım saat, yarım saati aşan süreler ise bir saat sayılır.” hükmünü amirdir. 1475 sayılı İş Kanunu, günlük fazla çalışmanın üst sınırını üç saat ve fazla çalışma yapılacak günlerin toplamını bir yılda doksan iş günü olarak belirlemişken, 4857 sayılı Kanunda böyle günlük bir sınır belirlenmemiştir (Çil, 2007:60). Bunun yerine ikiyüzyetmiş saatlik yıllık sınır belirlenmek suretiyle, bunun yıl içindeki dağıtımı işverene bırakılmıştır. 4857 sayılı İş Kanununa göre bir işçiye, yılda en fazla ikiyüzyetmiş saat fazla çalışma yaptırılabilir. Bunun üzerinde fazla çalışma yaptırılması yasaktır. Kanunda düzenlenen bu yasağa rağmen, ikiyüzyetmiş saatten fazla çalışmak zorunda kalan işçiye, bu çalışmalarının karşılığı fazla çalışma hükümleri çerçevesinde ödenmek zorundadır (Mollamahmutoğlu, 2004:22; Ekonomi, 2004:162; Narmanlıoğlu, 2012:659; Centel, 1994:232; Çil, 2007:61). Yargıtay tarafından da benimsenmiş görüş, yıllık ikiyüzyetmiş saati aşan çalışmaların fazla çalışmalarda olduğu gibi %50 oranında zamlı ücret ödenmesi yönündedir (bkz.:Yargıtay HGK., 24.12.2008 t., E. 2008/9-774,K. 2008/785; Yargıtay 9.HD., 18.11.2008 t., E. 2007/32717, K. 2008/31210; Yargıtay 9. HD., 19.01.2009 t., E. 2007/34124,K. 2009/109 (UYAP Mevzuat-İçtihat Programı 2013)). 4857 sayılı İş Kanununun 41 inci maddesinin sekizinci fıkrasında düzenlenen emredici hükmün ihlali halinde ise öngörülmüş olan hiçbir hukuki veya cezai yaptırım bulunmadığı savunulmaktadır (Çil, 2007:61). Uygulamada son zamanlarda, hizmet akitlerinde, kanunda ve yönetmelikte öngörülen ikiyüzyetmiş saatlik fazla çalışma süresinin karşılığı olan fazla çalışma ücretinin ya da herhangi bir süre belirlemeksizin işçinin yapacağı bütün fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretlerinin, sözleşmede belirlenen ücrete dâhil olduğu yönünde hükümlere sıklıkla rastlanmaktadır. Yine, kurumsal işverenler, sözleşmenin eki niteliğindeki personel yönetmeliklerinde bu hükümlere yer verebilmektedir (bkz.:Yargıtay 9. HD., 27.04.2012 t., E. 2011/5642, K. 2012/14697 (Ocak, 2013:994)). Bazen de kurumsal işverenler, sözleşmede bulunmamakla birlikte personel yönetmeliklerine bu tür hükümler koyarak, sözleşmenin imzalanmasından sonra bu yönetmelikleri işçilerine tebliğ etmektedirler (bkz.:Yargıtay 9. HD., 15.09.2011 t., E. 2011/32152, K. 2011/32005 (Ocak, 2013:991)). Bu durum, sözleşmeye veya sözleşmenin eki durumundaki yönetmeliklere konulan hükümler ile sözleşmenin imzalanmasından sonra işçiye tebliğ edilen personel yönetmeliği hükümlerinin geçerli olup olmayacağı ve bununla birlikte fazla çalışma ücretlerinin sözleşme ücretine dâhil olup olamayacağı tartışmalarını da beraberinde getirmektedir. 84 Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücretlerinin Sözleşmede Belirlenen Ücrete Dahil Edilmesi Sorunu Çalışma süresi, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 63 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, 4857 sayılı Kanuna göre çalışma süresi, haftada en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır. Dolayısıyla haftalık kırkbeş saatin üzerinde yapılan çalışmalar fazla çalışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Fazla çalışma yapılması kararlaştırılmamış bir iş yerinde, işçinin aldığı ücret, haftalık kırkbeş saatlik çalışmasının karşılığıdır. İşçinin kanunda belirlenen bu kırkbeş saatlik çalışma süresini aştığı durumlarda, denkleştirme ve serbest zaman uygulaması bulunmaması halinde, kural olarak işçiye fazla çalışma ücreti ödenmesi gerekmektedir. Her bir saat fazla çalışma için verilecek ücret, normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödenir. İşverenler uygulamada bu şekilde fazla çalışma ücreti ödememek için, sözleşme ile kararlaştırılan ücretin, fazla çalışma ücretini de kapsayacağına ilişkin sözleşme hükümlerinden yararlanmak istemektedirler. İhtilaf, fazla çalışma ücretinin sözleşmede belirlenen ücrete dahil olduğuna ilişkin sözleşme hükümlerinin geçerli olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır. Doktrinde bir görüş, sözleşmede, işçinin ücretinin fazla çalışma ücretlerini de kapsayacak şekilde belirlenebileceğini, bu şekildeki sözleşme hükümlerinin geçerli olduğunu kabul etmektedir (Mollamahmutoğlu, 2004:22; Süzek, 2008:756; Çelik, 2013:378; Yuvalı, 2009:68; Çiçek, 2009:198; aksi yönde görüş için bkz.:Şen, 2003:680; Çil, 2007:67). Yargıtay da, istikrarlı kararlarında, işçinin ücretine fazla çalışma ücretinin de dâhil edilmesine ilişkin sözleşme hükümlerine belirli şartların varlığı halinde geçerlilik tanımıştır (“… İş sözleşmelerinde fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dâhil olduğu yönünde kurallara sınırlı olarak değer verilmelidir. Dairemiz, yılda 90 gün ve 270 saatle sınırlı olarak söz konusu hükümlerin geçerli olduğunu kabul etmektedir. O halde işçinin anılan sınırlamaların ötesinde fazla çalışmayı kanıtlaması durumunda fark fazla çalışma ücretinin ödenmesi gerekir.”(Yargıtay HGK.,06.04.2011 t., E. 2010/9-748, K. 2011/60; Aynı görüş için bkz.: Yargıtay HGK., 06.04.2011 t., E. 2010/9-747, K. 2011/59; Yargıtay HGK., 06.04.2011 t., E. 2010/9-746, K. 2011/58 (UYAP Mevzuat-İçtihat Programı 2013))). 4857 sayılı İş Kanununun fazla çalışmayı düzenleyen hükümleri ile bu hükümlere dayanılarak çıkarılan uygulama yönetmeliğinde, fazla çalışma ücretlerinin, temel ücrete dâhil edilip edilemeyeceği hususunda herhangi bir hüküm bulunmadığı açıktır. Ancak uygulama yönetmeliği bu konuda daha açık hükümler içermektedir. İş Kanununa İlişkin Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Yönetmeliğinin 10 uncu maddesi, “İşçilerin işlemiş olan fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretleri normal çalışmalarına ait ücretlerle birlikte, 4857 sayılı İş Kanununun 32 ve 34 üncü maddeleri uyarınca ödenir. Bu ödemeler, ücret bordrolarında ve İş Kanununun 37 nci maddesi uyarınca işçiye verilmesi gereken ücret hesap pusulalarında açıkça gösterilir.” hükmünü amirdir. Buna göre, fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretleri, ücretle birlikte ve ücretin tabi olduğu usul çerçevesinde ödenecek olup; bu ücretlerin bordroda ve ücret hesap pusulalarında açıkça gösterilmesi esası benimsenmiştir. Anılan yönetmelik hükmünde, “açıkça gösterilmesi” şeklinde bir ifade kullanılmak suretiyle, fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretlerinin ödendiğinin açıkça gösterilmesi gerektiği vurgulanırken, bunların ücretin dışında ayrık bir şekilde gösterilmesi zorunlu kılınmamıştır. Fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretinin, sözleşmede belirlenen ücretin içinde ödenmiş olduğunun kabul edildiği hallerde,bordro ve hesap pusulalarında açıkça gösterim yapılmaması, anılan yönetmelik hükümlerine aykırı 85 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 bir durum ortaya çıkaracak; ancak ücretle birlikte, fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretlerinin toplam bir rakam olarak açıkça gösterildiği durumlarda yönetmeliğe aykırı bir durum oluşmayacaktır. Zira yönetmelikte “ayrıca ve açıkça gösterilir” şeklinde bir ifade kullanılmamaktadır. Kanunda öngörülen sınırlar aşılmak suretiyle, yıllık ikiyüzyetmiş saatin üzerinde yapılacak fazla çalışma veya gece yedibuçuk saatin üzerinde yapılacak fazla çalışma yahut günlük onbir saatin üzerinde yapılacak fazla çalışma ücretinin de temel ücretin içinde yer alacağına ilişkin bir sözleşme hükmünün geçersiz olacağı doktrinde baskın görüş olarak savunulmaktadır (Mollamahmutoğlu/Astarlı, 2012:1108; Çelik, 2013:378; Süzek, 2008:756; Çil, 2007:66; Yuvalı, 2009:68). Yargıtay’ca da bu durum aynen kabul edilmektedir (“… Fazla çalışma yönünden diğer bir yasal sınırlama da, İş Kanununun 41. maddesinde yazılı olan fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamayacağı şeklindeki hükümdür. Ancak bu sınırlamaya rağmen işçinin daha fazla çalıştırılması halinde, bu çalışmalarının karşılığı olan fazla mesai ücretinin de ödenmesi gerektiği açıktır. Yasadaki sınırlama esasen işçiyi korumaya yöneliktir. Dairemizin kökleşmiş uygulaması bu yöndedir.” (Yargıtay 9. HD., 18.11.2008 t., E. 2007/32717, K. 2008/31210 (UYAP Mevzuat-İçtihat Programı 2013))). Zira, kanunda açıkça yasak olan bir hususta, kanunun hilafına ve emredici hükümlerine aykırı bir şekilde ve yasaklanan bir hususu meşru hale getirmek gayesiyle yapılacak bir sözleşme hükmünün geçerli olması düşünülemez. Burada tartışmalı olan husus, kanuni sınırlar içinde yapılabilecek fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretlerinin, sözleşme ücretine dâhil edilip edilemeyeceğidir. Bilindiği üzere, 11/1/2011 tarihli, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun “Sözleşme özgürlüğü” başlıklı 26 ncı maddesi, “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.” hükmünü amirdir. Tartışmayı sözleşme özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmek gerekirse, kanunun emredici hükümlerine aykırı olmayacak şekilde sözleşme yapılması mümkün olacak ve bu konuda mevzuatta açık bir yasaklayıcı hüküm bulunmaması durumunda, yapılan sözleşme hükmü geçerlilik kazanacaktır. 4857 sayılı İş Kanunu ve bu kanuna dayanılarak çıkarılan yönetmelikler incelendiğinde, fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretinin, sözleşmede belirlenen ücrete dâhil edilmesini yasaklayan herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Dolayısıyla sözleşme serbestisi perspektifinde, fazla çalışma ücretlerinin sözleşmede belirlenen ücretin içine dâhil edilmesine yönelik bir sözleşme hükmünün geçerli olduğu sonucuna ulaşılabilir. Yargıtay da, iş sözleşmelerinde sözleşme serbestisi ilkesinin uygulanmasını kabul etmektedir (“… Borçlar Hukuku’nda olduğu gibi İş Hukuku’nda da kural, (BK 19/1) sözleşme serbestisidir. Taraflar iş ilişkisinde dikkate alınması gereken kuralları yasalarla belirlenen emredici hukuk kurallarına aykırı olmamak kaydıyla serbestçe belirleyebilirler. 1475 sayılı İş Kanunu’nda yazılı sözleşmede bulunması gereken unsurlar gösterildiği halde, 4857 sayılı İş Kanunu’nda bu yönde bir kurala yer verilmemiştir. Bu noktada iş sözleşmesinde bulunması gereken ögeler yönünden de bir serbestinin olduğu söylenebilir. Çalışma koşullarında değişikliğe dair sözleşmenin de kural olarak yazılı biçimde yapılması gerekmez.” (Yargıtay 9. HD., 11.07.2011 t., E. 2009/19275, K. 2011/23293 (UYAP Mevzuat-İçtihat Programı 2013))). Ancak, böyle bir hükmün sözleşmede yer alması halinde dahi, İş Kanunu ve İş Kanununa İlişkin Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Yönetmeliğinin fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışmaya ilişkin diğer usuli mevzuat hükümlerine aykırı olma ihtimali 86 Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücretlerinin Sözleşmede Belirlenen Ücrete Dahil Edilmesi Sorunu bulunmaktadır. Dolayısıyla mevzuatın geneline bakılarak sonuca ulaşmak gerekecektir. Öncelikle, 4857 sayılı İş Kanununun “Asgari ücret” başlıklı 39 uncu maddesi, “İş sözleşmesi ile çalışan ve bu Kanunun kapsamında olan veya olmayan her türlü işçinin ekonomik ve sosyal durumlarının düzenlenmesi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca Asgari Ücret Tespit Komisyonu aracılığı ile ücretlerin asgari sınırları en geç iki yılda bir belirlenir.” hükmünü amirdir. Anılan hüküm gereğince, temel ücretin asgari sınırlarının tespiti hususu kanunda düzenlenmiş, bu miktarın altında bir temel ücret belirlenemeyeceği açıkça ifade edilmiştir. Bu durumda asgari ücretin altında veya asgari ücret kadar belirlenen temel ücretin içinde fazla çalışma ücretlerinin de bulunduğunu kabul etmek mümkün olmayacaktır. Doktrinde baskın görüş de bu doğrultudadır (Mollamahmutoğlu/Astarlı, 2012:1108; Çelik, 2013:378; Süzek, 2008:756; Eyrenci, Taşkent, Ulucan, 2014:266267; Yuvalı, 2009:68). Böyle bir durumda, sözleşmeye konulan hüküm geçersiz olacak, sözleşme hükmüne rağmen işçi, yaptığı fazla çalışma karşılığını kanun çerçevesinde temel ücrete ilave olarak alacaktır. Zira, bu geçersizlik mutlak bir geçersizlik olmayıp, işçi lehine bir geçersizlik olduğundan, işçilik alacaklarının ödenmemesi sonucunu doğurmayacaktır. İşçi, herhalde fazla yaptığı çalışmanın karşılığını almalıdır. Sözleşmede belirlenen temel ücretin, yıllık ikiyüzyetmiş saatlik azami fazla çalışma süresinin aylık karşılığı olan (270/12 = 22,5) yirmiikibuçuk saatlik çalışmanın %50 artırılmış tutarı kadar veya bu miktardan fazla belirlenmiş olması halinde, fazla çalışma ücretinin, ücretin içinde olduğu kabul edilebilir. Bu hesaplamaya göre, aylık azami çalışma süresi esas alınarak hesaplama yapılırsa, yirmiikibuçuk saatlik aylık azami fazla çalışmanın ücreti, sözleşmede kararlaştırılan temel ücretin yaklaşık %20’sine tekabül etmektedir. Yani sözleşmeye konulacak hükmün geçerli olabilmesi için, sözleşmede belirlenen ücretin asgari ücretten en az %20 oranında fazla kararlaştırılması gerekmektedir. Yargıtay da, bu görüşü kabul etmektedir (“… Somut olayda, davacının iş sözleşmesinde fazla çalışmaların ücrete dâhil olduğu kararlaştırılmış olup, fesih tarihinde ücreti asgari ücretin %20’ sinden fazladır. Bu durumda yukarıdaki ilkeler doğrultusunda yıllık 270 saatlik çalışmanın hesaplanan fazla çalışma ücretinden düşülmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.” (Yargıtay 9. HD.,03.05.2012 t., E. 2010/7792, K. 2012/15535; Benzer görüş için bkz:Yargıtay 9. HD., 24.05.2012 t., E. 2010/11355, K. 2012/18403 (Ocak, 2013:991)). Yargıtay’a göre, hesaplama yapılırken, ikiyüzyetmiş saatlik yıllık limit değil, yirmiikibuçuk saatlik aylık limit uygulanmalıdır (Yargıtay 9. HD., 15.11.2012 t., E. 2010/27473, K. 2012/37872; Yargıtay 9. HD., 03.07.2012 t., E. 2012/1111, K. 2012/25944; Yargıtay 9. HD., 03.04.2012 t., E. 2009/32074, K. 2012/11113 (Ocak, 2013:991-992)). Bu hesaplama tarzı, toplamda ikiyüzyetmiş saatlik yıllık sınır aşılmamakla birlikte, bazı aylarda yirmiikibuçuk saatin altında çalışma olsa da işçilik alacaklarından indirim yapılamaması ve yirmiikibuçuk saatin üstünde çalışma olan aylarda ise fazla çalışılan kısım için sözleşme hükmüne rağmen ayrıca fazla çalışma ücreti ödenmesi sonucunu doğurmaktadır. Yargıtay burada işçi lehine bir yorumu tercih etmektedir. Yargıtay uygulamasında zayıf bir görüş ise (bkz.: KARŞI OY: Yargıtay 9. HD., 20.06.2012 t., E. 2010/16970, K. 2012/23829 (Ocak, 2013:992-994)), yılı bir bütün olarak değerlendirmek gerektiğini, aylık hesaplama tarzının kabul edilemeyeceğini, zira mevzuatımızda fazla çalışmanın ve çalışma sürelerinin 87 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 belirlenmesinde haftalık ve yıllık hesaplama esaslarının benimsendiğini, aylık çalışma esasının uygulanmasının işveren yönünden haksızlık doğuracağını ifade etmektedir. Ancak Yargıtay uygulamasında çoğunluk, bu görüşe katılmamaktadır. Sözleşmeye konulacak böyle bir hükmün geçerli olabilmesi için, sözleşmede, ücretin açıkça yazılmasının gerekip gerekmediği üzerinde durulmalıdır. Yargıtay bir kararında (Yargıtay 22. HD.,22.01.2013 t., E. 2012/10489, K. 2013/236 (Çalışma ve Toplum Dergisi 2013/2, S.37:462-463)), iş sözleşmesinde ücretin açıkça gösterilmiş olması ve ücretin asgari ücretten yüksek belirlenmesi şartlarını aramakla birlikte, “somut olayda, dosya içerisine ibraz edilen ücret bordrolarının incelenmesinde, işçinin asgari ücretten düşük ücret ile çalıştırıldığı” gerekçesiyle, anılan sözleşme hükmünün geçersiz olduğu sonucuna varmıştır. Kanaatimizce de, belirlenen ücret sözleşmede açıkça yazılı olmasa da, fiilen yapılan ödemelerden ve işyeri kayıtlarından hareketle ücretin tespiti yoluna gidilmeli ve sözleşmede kararlaştırılan ücretin asgari ücretin %20’sinden fazla olduğunun anlaşılması halinde söz konusu hükmün geçerli olacağı kabul edilmelidir. Kırkbeş saatlik azami haftalık çalışma süresinin altında bir çalışma süresi belirlenen sözleşmelere, fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretlerinin sözleşme ücretinin içinde olacağına ilişkin bir hüküm konulması durumunda, sözleşmede belirlenecek ücretin asgari ücretten en az %20 fazla olması veayrıca fazla sürelerle çalışma ücretini de kapsaması gerekecektir. Yani bu durumda kısmi süreye orantılanarak bulunacak asgari ücretin %20 fazlasının kararlaştırılması yeterli olmayacak, sözleşmede belirlenen ücretin yapılabilecek azami fazla sürelerle çalışmanın ücretini de (yapılan çalışmanın 1,25 katı) kapsaması gerekecektir. Fazla çalışma ücretinin sözleşmede belirlenen ücrete dâhil olması şeklinde konulan hükümler, işçi tarafından yıllık ikiyüzyetmiş saatten daha az fazla çalışma yapılması durumunda işçiye fazladan ödeme yapmak anlamı taşıyacağından geçerli kabul edilmelidir. Hatta işçi, sözleşme boyunca hiç fazla çalışma yapmak zorunda kalmasa da asgari ücretten daha fazla belirlenen sözleşme ücretine hak kazanacağından, uygulamanın işçi lehine olması bütün tartışmalarda göz önünde bulundurulmalıdır. Sorunun fazla çalışma ve fazla süreli çalışmalar bakımından işçinin onayının alınması gerekliliği çerçevesinde değerlendirilmesi de gerekmektedir. Uygulamada, fazla çalışma ücretlerinin sözleşme ücretine dâhil edilmesine ilişkin sözleşme hükümleri, işçinin fazla çalışma yapmama konusundaki iradesini ortadan kaldıracağı şeklinde yorumlanmaktadır. Bu düşünceye göre işçi, sözleşme ile beklenenden daha fazla ücrete anlaşarak fazla çalışmayı peşinen kabul etmiş olup, bunun da yönetmelikte fazla çalışma için yazılı onay alma zorunluluğu getiren emredici hükümlere aykırılık teşkil edeceği ve sözleşme hükmünün geçersiz olması sonucunu doğuracağı ifade edilmektedir. Yukarıda* detaylı bir şekilde izah edildiği üzere, her ne kadar İş Kanununda işçinin onayının alınma usulüne ilişkin herhangi bir hüküm bulunmasa da, yönetmelikte her yıl yazılı olarak onay alınma zorunluluğu getirilmiş olup, bu şekilde yazılı onay alınmaksızın sadece sözleşme hükmü ile yetinilmesinin de mümkün olmayacağı açıktır. Yargıtay da, sözleşmede fazla çalışma yapmaya ilişkin onay verilmesine ilişkin hükümlerin sadece ilk yıl için geçerli olacağını * 88 Bkz. 3. Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Yaptırılmasında İşçinin Onay Vermesi. Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücretlerinin Sözleşmede Belirlenen Ücrete Dahil Edilmesi Sorunu kabul etmektedir (Yargıtay 9. HD.,08.05.2006 t.,E.2006/10028,K. 2006/13006 (Bayram, 2011:508)). Kanaatimizce, iş sözleşmelerine fazla çalışma ücretinin sözleşmede belirlenen ücretin içinde olduğuna ilişkin konulacak hükmün, işçinin yazılı onayının alınması zorunluluğunu ortadan kaldırdığı şeklinde yorumlanması mümkün değildir. İşçi, sözleşme hükmüne rağmen dilerse ikinci ve daha sonraki yıllarda bu onayı vermeyerek fazla çalışma yapmama hakkını kullanabilecektir. İşçinin ikinci ve daha sonraki yıllarda fazla çalışma için yazılı onay vermemesi durumunda, işveren, ya fazla çalışma yapmamasına rağmen kararlaştırılan fazla ücretle işçiyi çalıştırmaya devam etmek zorunda kalacak ya da sözleşmeyi feshedecektir. Zira sözleşmeye bu şekilde hüküm koyan işveren, işçinin ileride fazla çalışma yapmamayı tercih edebileceğini veya kanunen ya da kişisel sebeplerle fazla çalışma yapamayacak durumda kalabileceğini öngörmek zorundadır. Böyle bir öngörüde bulunmayan işverenin, doğacak sonuçlara katlanması gerektiği düşünülmektedir. İşçinin onay vermemesi üzerine işverenin sözleşmeyi feshetmesi durumunda, işveren yönünden haklı bir feshin varlığından söz edilemeyecek, işçilik alacaklarının talep edileceği bir davada işverenin kıdem tazminatı ödemesi gerekecek, ancak, işçinin ayrıca kanuni ikiyüzyetmiş saatlik sınıra kadar fazla çalışma ücreti talep etmesi mümkün olmayacaktır. Zira, aksi kabul edilecek olursa, sözleşmeye konulacak bu hüküm karşılığında, normalde alması gerekenden daha fazla bir ücreti almaya hak kazanmış olan işçi sebepsiz zenginleşmiş olacak, sözleşme hükmü nedeniyle işçiye fazla çalışma yapacağı saikiyle normalde vermek istediğinden daha fazla bir ücret vermek zorunda kalan işveren aleyhine bir haksızlık oluşacaktır. Yine, sorunun, fazla çalışma ücreti yerine serbest zaman kullanma hakkını tercih bakımından ele alınması gerekir. 4857 sayılı İş Kanunu, işçiye isterse fazla çalışma ücreti yerine serbest zaman kullanma hakkı tanımıştır. Bu süre, fazla çalışma için her saat karşılığı 1 saat 30 dakika, fazla süreli çalışmada ise 1 saat 15 dakika olarak belirlenmiştir. Bu sürelerin sözleşmelerle artırılması da mümkündür. Uygulamada, fazla çalışma ücretlerinin sözleşme ücretine dâhil edilmesine ilişkin sözleşme hükümleri, işçinin fazla çalışma ücreti yerine serbest zaman kullanma hakkını ortadan kaldıracağı şeklinde yorumlanmaktadır. Bu düşünceye göre işçi, sözleşme ile beklenenden daha fazla ücrete anlaşarak serbest zaman yerine fazla çalışma ücreti almayı peşinen kabul etmiş olup, bunun da işçinin serbest zaman kullanma hakkına ilişkin emredici hükümlere aykırılık teşkil edeceği ve sözleşme hükmünün geçersiz olması sonucunu doğuracağı ifade edilmektedir. Doktrinde, fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışmaların serbest zaman kullanma yoluyla karşılanmasına dair hükümlerin iş sözleşmeleri ya da işyeri yönetmeliği ile belirlenmesinin mümkün olmadığı ileri sürülmüştür (Süzek, 2008:634; Soyer, 2004:803; Akyiğit, 2005:23). Serbest zaman kullanımı ile ilgili önceden verilmiş rıza geçerli sayılmamalıdır. İşçinin zamlı ücret ödenmesi ya da serbest zaman kullanma şeklinde seçimlik hakkı, kural olarak bu tür çalışmaların yapılmasının ardından ortaya çıkar (Çil, 2007:74). Kanaatimizce, iş sözleşmelerine fazla çalışma ücretinin sözleşmede belirlenen ücretin içinde olduğuna ilişkin konulacak hükmün, işçinin serbest zaman kullanma hakkını ortadan kaldırdığı şeklinde yorumlanması mümkün değildir. Bu durumda işçinin, sözleşme hükmüne rağmen dilerse fazla çalışma karşılığı serbest zaman tercih hakkını kullanması mümkündür. 89 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 Sözleşme hükmüne rağmen, işçinin fazla çalışmaları karşılığında serbest zaman kullanmak istemesi durumunda, işveren, ya sözleşmeyi feshedecek ya da kararlaştırılan fazla ücretle işçiyi çalıştırmaya devam ederek ayrıca işçiye serbest zaman vermek zorunda kalacaktır. Zira sözleşmeye bu şekilde hüküm koyarak fazla çalışma yapsa da yapmasa da fazla ücret ödemeyi kabul eden işveren, işçinin ileride fazla çalışma halinde serbest zaman kullanmayı tercih edebileceğini de öngörmek zorundadır. Böyle bir öngörüde bulunmayan işverenin, 4857 sayılı İş Kanununun 62 nci maddesi uyarınca ücretten bir eksiltme yapması da mümkün olmayıp, doğacak sonuçlara katlanması gerektiği düşünülmektedir. İşçinin serbest zaman talep etmesi üzerine işverenin sözleşmeyi feshetmesi durumunda, işveren yönünden haklı bir feshin varlığından söz edilemeyecek, işçilik alacaklarının talep edileceği bir davada işverenin kıdem tazminatı ödemesi gerekecektir. Ancak, işçi, fazla çalışma karşılığı serbest zaman kullanmayı tercih etmezse, sözleşme hükmü çerçevesinde yaptığı fazla çalışmaların karşılığını ücretin içinde almış olduğundan, ayrıca bir fazla çalışma ücreti isteyemeyecektir. Zira, sözleşme hükmü uyarınca kanuni sınırlar içinde yapılan fazla çalışmaların karşılığı ücretin içinde işçiye ödenmiş durumdadır. Fazla çalışmanın karşılığını serbest zaman olarak kullanmayı seçen işçi de söz konusu serbest zaman kendisine tanınmaz ve bu şekilde çalışmaya zorlanırsa, çalışma koşulları uygulanmadığı gerekçesiyle (İK.md.24/II-f) iş sözleşmesini haklı olarak feshedebilecektir (Akyiğit, 2005:25). Doktrinde, fazla çalışma ücretlerinin sözleşmede belirlenen ücrete dâhil edilmesinin, kıdem ve ihbar tazminatlarının hesaplanmasında sorun teşkil edeceği de savunulmaktadır (Çil, 2007:66). Anılan görüşe göre, fazla çalışma ücretleri ihbar ve kıdem tazminatı hesabında dikkate alınmayacağına göre, işçinin tazminata esas ücretinin ayıklanması ve bunun için de, yılda ikiyüzyetmiş saate karşılık gelen zamlı fazla çalışma ücretinin hesaplanarak işçi ücretinden düşülmesi ve tazminata esas ücretin buna göre belirlenmesi zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Kanaatimizce, bu görüş kabul edilemez. İş sözleşmesinde, fazla çalışma ücretinin asgari ücretten en az %20 fazla kararlaştırılan ücrete dahil olarak belirlendiği ve işçinin hiç fazla çalışma yapmaması halinde dahi bu ücretin eksiltme yapılmaksızın ödeneceği kabul edildiğine göre, temel ücretin maksimum olduğu düzey, kıdem ve ihbar tazminatlarının hesaplanmasında esas alınması gereken ücret düzeyini oluşturacaktır. Sözleşme boyunca hiç fazla çalışma yapılmaması halinde, sözleşmede belirlenen ücretin tamamının temel ücret olacağı da açıktır. Dolayısıyla, iş hukukunun işçiyi koruma ve işçi lehine yorumlama prensipleri çerçevesinde, tazminatların temel ücretin maksimum düzeyi esas alınarak ve işçi lehine olacak şekilde sözleşmede belirlenen ücret üzerinden hesaplanması gerektiğini düşünmekteyiz. Sözleşmeye konulacak böyle bir hükümden istifade etmek isteyen işverenin, gelecekte sözleşmenin feshi halinde fazladan tazminat ödemeyi öngörmesi ve buna katlanması gerekir. Yargıtay da, bu hallerde sözleşmede belirlenen ücret üzerinden yapılan kıdem ve ihbar tazminatı hesaplamalarını kabul etmekte, anılan görüşte belirtildiği gibi hesaplamalarda fazla çalışma ücretini indirmek gibi bir uygulamaya gitmemektedir. Aksi yönde bir karara da rastlanmamıştır. 90 Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücretlerinin Sözleşmede Belirlenen Ücrete Dahil Edilmesi Sorunu 5. Üst Düzey Yönetici Pozisyonunda Çalışan İşçiler Bakımından Fazla Çalışma Ücretinin Değerlendirilmesi Üst düzey yönetici pozisyonlarında çalışan işçilerin durumunu fazla çalışma hükümleri çerçevesinde ayrıca ele almak gerekmektedir. Yargıtay’a göre, sözleşmede fazla çalışma ücretlerinin, belirlenen ücretin içinde olacağına dair bir hüküm bulunmasa da üst düzey yöneticilerin fazla çalışma ücreti alamayacağı kabul edilmektedir (Yargıtay HGK., 15.11.2006 t., E. 2006/9-676, K. 2006/727 (Ocak, 2013:991-992)). Genel müdür, bölge müdürü, şube müdürü gibi üst düzey yönetici konumundaki işçiler için, genellikle asgari ücretin katbekat üstünde bir ücret belirlenmektedir. Ücretin yüksek belirlenmesi ve bu nedenle ayrıca fazla çalışma ücretinin verilmemesi sadece üst kademede çalışanlar için kabul edilmelidir (Özer, 2007:147). Yüksek ücret alan işçiler bakımından fazla çalışma yapmanın işin doğası gereği olduğu düşünüldüğünden, fazla çalışma ücretinin, belirlenen bu yüksek ücretin içinde olduğu kabul edilmektedir. Yargıtay, istikrar bulmuş kararlarında, çalışma sürelerinin belirlenmesi bakımından işverenin emir ve talimatları altında olmayan, çalışma sürelerini kendisi tespit edebilecek durumda bulunan üst düzey yöneticilerin fazla çalışma nedeniyle sözleşmede belirlenen ücretten ayrı bir ücret talep etmesinin mümkün olmadığını kabul etmektedir (Yargıtay 9. HD.,01.10.2010 t., E. 2008/35184, K. 2010/26671; Yargıtay 9. HD., 28.03.2006 t., E. 2006/2502, K. 2006/7889; Yargıtay 9. HD., 11.07.2006 t., E. 2006/15189, K. 2006/20637 (Ocak, 2013:1091-1094)). Üst düzey yöneticilerin, serbest zamanlarını kendilerinin belirlemesi, işe başlama ve işten ayrılma saatlerinin herhangi bir kontrole tabi olmaması, bu görüşü haklı kılabilir. Ancak, çalıştığı yerde kendisinden daha üst düzey bir yönetici veya işveren şirket ortağı bulunan ve onun emir ve talimatlarına tabi olan işçilerin, fazla çalışma talep edebilecekleri de kabul edilmektedir (Narmanlıoğlu, 2010:30). Yargıtay da bu görüşü benimsemektedir (Yargıtay 9. HD., 14.12.2006 t., E. 2006/13729, K. 2006/33018; Yargıtay 9. HD., 11.04.2012 t., E. 2010/4805, K. 2012/12361 (Ocak, 2013:1091-1097). Ayrıca banka şube müdürleri gibi çalıştığı yerde kendisine emir ve talimat verecek daha üst düzey bir yönetici veya işveren şirket ortağı gibi bir kimse bulunmamasına rağmen, işveren şirketin merkez yönetiminin, örneğin genel müdürlüğünün veya bölge müdürlüğünün emir ve talimatlarının dışına çıkamayacak, çalışma süresi bakımından merkezden konulan belirli kurallara tabi olan üst düzey yönetici konumundaki işçilerin de fazla çalışma ücreti alabilecekleri kabul edilmektedir (Yargıtay 9. HD., 21.03.2012 t., E. 2010/538, K. 2012/9353 (Ocak, 2013:1067)). Bu düşüncenin aksine Yargıtay kararları da mevcuttur (Yargıtay 9. HD., 10.10.2011 t., E. 2009/20768, K. 2011/36208 (Ocak, 2013:1092)). Bu nedenle, bankalarda üst düzey yönetici konumundaki işçilerin tamamının fazla çalışma ücreti alamayacağı gibi peşin bir kabulün yanlış olacağı söylenebilir. Bu gibi işçilerin fazla çalışma ücreti talep edebilmeleri için, çalışma sürelerini işverenin emir ve talimatlarına bağlı olmaksızın serbestçe belirleme durumları değerlendirilerek, somut olaya göre yapılacak tespit çerçevesinde her bir üst düzey yönetici işçinin durumu hakkında ayrı ayrı karar vermek gerekecektir. 91 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 Sonuç Fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretlerinin sözleşmede belirlenen ücrete dâhil olacağına ilişkin sözleşme hükümleri veya işçiye tebliğ edilmiş olan bu şekildeki personel yönetmeliği hükümlerinin belirli şartlar dairesinde ve sınırlı olarak geçerli olacağının kabulü gerektiği düşünülmektedir. Söz konusu hükümlerin geçerli olabilmesi için, kanuni sınır olan yıllık ikiyüzyetmiş saati veya gece çalışmalarında günlük yedibuçuk saati yahut günlük onbir saati aşmayan fazla çalışmalarla sınırlı olması, sözleşmede belirlenen ücretin asgari ücretten en az %20 fazla kararlaştırılmış olması şartları aranmalıdır. Bununla birlikte kanundaki bu azami çalışma sürelerini aşacak şekilde yapılan fazla çalışmalar bulunması halinde, bu çalışmaların karşılığının sözleşmede belirlenen ücretin içinde kabul edilmeyerek işçiye ayrıca ödenmesi gerektiğini söylemek mümkündür. Fazla çalışmanın hesabı aylık yirmiikibuçuk saat esasına göre yapılmalı ve yıllık ikiyüzyetmiş saatlik sınır aşılmasa da aylık olarak bir süre aşımı varsa, karşılığı işçiye ödenmelidir. Sözleşmeye konulacak bu tür hükümlerin, fazla çalışma yaptırılabilmesi bakımından işçinin yazılı onayının alınması zorunluluğunu ve işçinin fazla çalışma ücreti yerine serbest zaman kullanmayı tercih etme hakkını ortadan kaldırdığı şeklinde yorumlanmamalı ve yönetmelikte belirlenen şekilde işçinin yazılı onayı alınmaksızın fazla çalışma yaptırılmamalıdır. Aksi halde, işçinin yazılı onayı alınmadan fazla çalışma yaptırılan her işçi bakımından işverene idari para cezası uygulanmalıdır. İşçinin sözleşmenin ikinci ve daha sonraki yıllarında, fazla çalışma yapmak istemediğini işverene beyan etmesi halinde, işverenin sözleşme hükmünü öne sürerek iş sözleşmesini haklı fesih yoluyla sonlandırma hakkının olmadığı, hatta böyle bir talebin işveren tarafından reddedilmesi halinde 4857 sayılı İş Kanunu 24/II f hükmü (çalışma şartlarının uygulanmaması) uyarınca işçinin haklı fesih hakkının bulunduğu kabul edilmelidir. Yine, fazla çalışmanın karşılığını serbest zaman olarak kullanmayı seçen işçinin de söz konusu serbest zaman kendisine tanınmazsa, çalışma şartlarının uygulanmaması gerekçesiyle iş sözleşmesini haklı olarak feshedebileceğinin kabulü gerekir. Söz konusu hükmün yer aldığı bir sözleşmenin, işçinin kıdem ve ihbar tazminatı almaya hak kazanacağı bir şekilde işveren tarafından feshedilmesi halinde, işçinin kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının, sözleşmede belirlenen ücret üzerinden hesaplanması gerektiği düşünülmektedir. Üst düzey yönetici pozisyonunda çalışan işçilere fazla çalışma ücreti ödenebilmesi için, işçinin, işverenin veya bir başka yöneticinin emir ve talimatlarına bağlı kalmaksızın çalışma sürelerini kendisinin belirlemesi kriterine göre hareket edilmelidir. Peşinen bütün üst düzey yöneticilerin fazla çalışma ücreti alamayacaklarının kabulü doğru olmayıp, çalışma süreleri bakımından işveren şirket ortağı veya bir başka üst düzey yöneticinin talimatları ile bağlı olan veya merkezi yönetimin genel talimatları ile hareket etmek zorunda olan işçilerin fazla çalışma yapmak suretiyle fazla çalışma ücreti alabileceklerini kabul etmek gerekir. 92 Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma Ücretlerinin Sözleşmede Belirlenen Ücrete Dahil Edilmesi Sorunu Uygulamada yaşanan tartışmaların sona erdirilmesi ve işçinin, fazla çalışma yapmama ya da serbest zaman tercih etme hakkını fesih tehdidi olmaksızın kullanabilmesi, kıdem ve ihbar tazminatlarının hesaplanmasına esas teşkil edecek ücretin tespitinde yaşanacak güçlüklerin ortadan kaldırılması bakımından 4857 sayılı İş Kanununun 41 inci maddesine, fazla çalışma ve fazla sürelerle çalışma ücretlerinin sözleşmede belirlenen ücrete dâhil edilemeyeceği yolunda bir fıkra eklenmesinin uygun olacağı düşünülmektedir. Bu sayede, sözleşmeye bu şekilde bir hüküm konulamayacak, işçinin yapacağı fazla çalışma ayrıca hesap edilerek ücretine ilave edilerek kendisine ödenecek, taraflar daha sözleşmeyi yaparken bu bilinçle hareket ederek ücreti de bu şartlar çerçevesinde belirleyebileceklerdir. Böylece işçinin yaptığı fazla çalışmanın karşılığı tam olarak ödenmiş olurken, hiç ya da beklenenden daha az fazla çalışma yapılması hallerinde de işveren aleyhine bir haksızlık doğmamış olacaktır. Kaynakça AKYİĞİT, Ercan (2005), “Yeni İş Yasasında Normali Aşan Çalışmalar”, TÜHİS, C.19, S.4,s.1-26. BAYRAM, Selahattin (2011), Uyuşmazlık Konularıyla İş Kanunu, Adalet Yayınevi, Ankara. CENTEL, Tankut (1994), İş Hukuku Cilt:I Bireysel İş Hukuku, 2. Bası, Beta Yayınları, İstanbul. ÇELİK, Nuri (2013), İş Hukuku Dersleri, 26. Bası, Beta Yayınları, İstanbul. ÇİÇEK, Hilal (2009), “Fazla Çalışma Ücreti”, Legal İHSGHD, S.21, s.195-198. ÇİL, Sahin (2007), “İş Kanununa Göre Fazla Çalışma ve Fazla Sürelerle Çalışma”, Çalışma ve Toplum Dergisi 2007/3, S.14, s.57-79. EKONOMİ, Münir (1987), İş Hukuku: Cilt 1, Ferdi İş Hukuku, İstanbul Teknik Üniversitesi Yayınları No:18, İstanbul. EKONOMİ, Münir (2004), 4857 Sayılı İş Kanununa Göre Fazla Çalışma Kavramı”, Kamu-İş (R. Aslanköylü’ye Armağan), C.7,S.3, s.159 vd. EYRENCİ, Öner, TAŞKENT, Savaş, ULUCAN, Devrim (2014), Bireysel İş Hukuku, 5. Bası, Beta Yayınları, İstanbul. KARACAN, Hatice (2007), 4857 Sayılı İş Kanununa Göre Fazla Çalışma, Seçkin Yayıncılık, İstanbul. KILIÇOĞLU, Mustafa (1999), İş Kanunu Şerhi, 2. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara. MOLLAMAHMUTOĞLU, Hamdi, ASTARLI, Muhittin (2012), İş Hukuku, 5. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara. MOLLAMAHMUTOĞLU, Hamdi (2004), “4857 Sayılı Yeni İş Kanununun Getirdiği Önemli Bazı Yenilikler”, Kamu- İş, C.7, S.4. NARMANLIOĞLU, Ünal (2012), İş Hukuku, Ferdi İş İlişkileri I, 4. Bası, Beta Yayınları, İstanbul. NARMANLIOĞLU, Ünal (2010), “İş Kanununa Göre Fazla Çalışma ve Karşılığı”, Sicil İş Hukuku Dergisi, S.17, s.27-45. OCAK, Uğur (2013), 4857 Sayılı İş Kanununa Göre 9. Hukuk Dairesinin Emsal İçtihatlarıyla İşçilik Alacakları, 2. Baskı, Kalkan Matbaacılık, Ankara. 93 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 75-94 ÖZER, Hatice Duygu (2007), “Çalışma Saatlerini Kendi Belirleyen İşçi Fazla Çalışma Ücretine Hak Kazanır mı? Y. 9.H.D.’nin 4.12.2006 Tarih ve E.2006/13579, K.2006/31852 Sayılı Kararı’nın Değerlendirilmesi”, Çalışma ve Toplum Dergisi 2007/3, S.14, s.143-156. SOYER, Polat (2004), “Yeni Düzenlemeler Karşısında Fazla Çalışmaya İlişkin Bazı Düşünceler”, Legal İHSGHD, S.3.,s.795 vd. SÜZEK, Sarper (2008), İş Hukuku, 4. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul. ŞAKAR, Müjdat (2006), “Fazla Çalışma ve Fazla Çalışma Sorunları”, Yaklaşım Dergisi,S.168. ŞEN, Murat (2003), “Hizmet Sözleşmesinde Haftalık 45 Saatin Üzerinde Bir Çalışma Süresinin Kararlaştırılması Halinde Fazla Çalışma”,Fahiman Tekil’in Anısına Armağan, İstanbul, s.680-681. ÜSTÜNDAĞ DEMİR, Sinem (2014), “Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Rekabet Raporu (20132014) Yayınlandı: Türkiye 44. Sırada”, http://www.rekabet.gov.tr/ (Erişim Tarihi:27.02.2014) YUVALI, Ertuğrul (2009), “Türk Hukukunda Olağan Nedenlerle Fazla Çalışma ve AB Ülkelerindeki Fazla Çalışma Hükümlerine Genel Bir Bakış”, Kamu-İş, C.10, S.4, s.55-83. 94 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 ÇALIŞMA YAŞAMINA YÖN VEREN HUKUKİ DÜZENLEMELER VE YÖNETİŞİM İLİŞKİSİ LEGAL REGULATIONS GUIDING THE LABOUR LIFE AND GOVERNANCE RELATIONS Ömer Bağrım BAYRAM* ÖZ İşletmecilik ve yönetişim 1980’lerden sonra yönetim ya da hükümet etmenin yerine kullanılmıştır. Geleneksel Kamu Yönetimi paradigması Yeni Kamu Yönetimi’ne dönüşmüş ve 1989’da Dünya Bankasının yayımladığı raporda iyi yönetişim, hükümet, özel sektör, sivil toplum örgütleri ya da hükümet dışı örgütlerin birlikte yönetimi olarak tanımlanmıştır. Ülkemizde de iyi yönetişim literatürde ve kamu yönetimi birimlerinde kullanılmaktadır. Özellikle, çalışma hukukunda yönetişimle alakalı olarak çok fazla uygulama bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, ILO, 3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Kanunu, 4857 sayılı İş Yasası, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikalar Kanunu, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu, 4904 sayılı Türkiye İş Kurumu Kanunu ve 5544 sayılı Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu iyi yönetişim uygulamaları içermekte ve bilgi edinme hakkı, şeffaflık, hesap verilebilirlik, katılım, etkinlik, hukukun üstünlüğü ve e-devlet uygulamaları da iyi yönetişimi başarılı kılmak için kamu yönetimi birimlerinde ve özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda oldukça kullanılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Yönetişim, İyi Yönetişim, Yönetim, Yeni Kamu Yönetimi, Çalışma Hukuku, Hükümet Dışı Örgütler ABSTRACT Management and governance had been used in place of administration or government after 1980’s. Traditional Public Administration paradigma transformed into New Public Administration and it was defined as good governance, administration in cooperation with government, private sector and civil society organization or non-governmental organizations in the report of World Bank in 1989. Good governance is also used in literature and public administration units in our country. Especially, there are a lot of practices related with governance in labour law. The Constitution of the Republic of Turkey, ILO, The Code of The Ministry of Labour and Social Security Organization and Its DutiesNo. 3146, The Labour Law No. 4857, The Law on Public Officials Labor Unions No. 4688, The Law on Occupational Health and Safety No. 6331, The Law of Social Security Institution No. 5502, The Law of 4904 Turkish Labour Agency No. 4904, The Law on Vocational Qualifications Institution No. 5544 include good governance practices and the right to information, transparency, accountability, participation, efficiency, the rule of law and e-government practices are also widely used in public administration units, in particular in The Ministry of Labour and Social Security in order to accomplish good governance. Keywords: Governance, Good Governance, Administration, New Public Administration, Labour Law, Non-Governmental Organizations JEL Classification: H11. * Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İş Müfettişi Yardımcısı, [email protected] Gönderildiği Tarih: 01.04.2015, Kabul Tarihi: 11.01.2016 95 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 Giriş 19.yy’da sanayide Taylor ve Henry Fayol’un, kamu yönetiminde Weber’in araştırma ve çalışmalarıyla bilimsel açıdan incelenen yönetim olgusu, zaman içerisinde farklı tanım ve paradigmaları ortaya çıkarmıştır. Özellikle kamu yönetiminde Weber’in çizdiği bürokratik yönetim anlayışı, teknoloji, bilgi birikimi, hizmet anlayışındaki değişmeler ile siyasi ve ekonomik konjonktürün de etkisiyle 1980’li yıllardan sonra tüm dünyada paradigma değişimine uğramıştır. Weber’in çizdiği bürokratik yönetim anlayışı, yönetimde hantal yapıya, kırtasiyeciliğe ve aşırı merkeziyetçiliğe yol açtığı için özel sektör yönetim usullerinin kamu yönetiminde de uygulanabileceğini savunan ve yönetişimi esas alan Yeni Kamu Yönetimi paradigması yönetim-idare (administration) ve hükümet etmek (government) yerine işletmecilik (management) ve yönetişim (governance) kullanımları artma eğiliminde olmuş, hukuki ve idari düzenlemeler bu anlayışa yaklaşmıştır. Özünde devlet, özel sektör ve sivil toplumun birlikte karar alması,yönetmesi, işbirliği içinde olmasını ifade eden yönetişim kavramı da ilk olarak 1989 yılında Dünya Bankası raporunda kullanılmıştır. Yönetişim kavramı böylece tüm dünyada yönetim bilimleri literatüründe ve kamu yönetimi birimlerinde etkili olmaya başlamıştır. Ülkemizde de son yıllarda yapılan hukuki düzenlemelerde yönetişim olgusu belirmeye başlamış ve somut uygulamalarına geçilmiştir. Anayasa ve ILO sözleşmeleriyle çalışma hayatını düzenleme, denetleme, izleme ve çalışma barışını sağlama görevi verilen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile bağlı ve ilgili kurum ve kuruluşları hazırlamış olduğu mevzuatta da iyi yönetişim uygulamalarına yer vermektedir. Çalışma hayatının taraflarının devlet, işveren ve çalışan olmasından ötürü çalışma yaşamına yön veren hukuki düzenlemelerde tarafların birlikte karar alması, Yeni Kamu Yönetimi bağlamında yönetişim zeminini oluşturmaktadır. Genel olarak yönetişimin çalışma hukukuna yansıması bağlamında, makalede çalışma hayatını düzenleyen anayasa, kanun, yönetmelik, milletlerarası sözleşme gibi hukuki düzenlemelerde yer alan kurul, komisyon, konsey gibi değişik isimlerle adlandırılan birimlerin yapısı incelenerek yönetişim kavramı katılım, karar alma süreçleri, işbirliği ve koordinasyon özelinde incelenecektir. Türk idare teşkilatı içerisinde işçi, işveren kuruluşları gibi hükümet dışı organizasyonlarla ve özel sektör temsilcileri ile tabi olarak istişare içerisinde olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve çalışma hayatına yön veren hukuki düzenlemelerde yönetişim uygulamaları incelenerek, yönetişim kültürünün çalışma hayatının gereği olduğunun farkında olunması amaçlanmıştır. 1. Yönetişim Kavramı, Tarihçesi ve Özellikleri Yönetişim kavramının kökeni 16. yüzyıla kadar gitmektedir. Kavram ilk olarak Kuzey Avrupa’da özellikle 17. yy’da Fransa’da hükümeti sivil toplumla uzlaştırmaya ya da uyumlulaştırmaya çalıştıran bir yaklaşımdan esinlenilerek kullanılmış ve tüm dünyaya yayılmıştır (Yüksel, 2000:147). Terimin olgunlaşması ise İngiltere’de olmuştur. Ülkede ilk olarak yönetişim, İngiliz modelinde klasik Westminister modeline meydan okuma şeklinde doğmuştur. Bu modelde parlamento üstünlüğü, güçlü kabine hükümeti sistemi ve seçimler ara96 Çalışma Yaşamına Yön Veren Hukuki Düzenlemeler ve Yönetişim İlişkisi cılığıyla sağlanan sorumluluk sistemi söz konusu olmuş, hâkim unsur ise bakanlık sorumluğu çerçevesinde üniter devletin yönetilmesi olmuştur (Stoker, 1998:21-22). Yönetmek ve yönetim kavramlarından türetilen yönetişim (governance) günümüzde ilk olarak Dünya Bankası’nın 1989 yılı raporunda kullanılmıştır. Dünya Bankası’nın Afrika için hazırladığı bu raporda yönetişim kavramı “siyasal iktidarın ülkelerin işlerinin çözümünde yeni kullanımı” tanımıyla literatüre girmiştir. Aynı raporda daha sonraki en yaygın kullanım biçimi olan “iyi yönetişimin” ana unsurları hesap verme, saydamlık, etkin işleyen bir hükümet, sivil toplumun kararlara etkin katılımını sağlama, uyumlu ve bütünleşik politikalar üretmeye dikkat etme, hukuk kurallarına uygunluk ve bağımsız yargı sisteminin varlığı olarak sıralanmıştır (Nohutçu, 2012:377). Terimin, 1980’li yıllarda Latin Amerika’da belirginleşen demokratikleşme dalgasıyla ve bu dalganın 1990’lı yıllardan itibaren Afrika’da yayılmasıyla, dünya genelinde gelişiminin arttığı görülmektedir. Bu dönemde neo-liberal kuramcılar, daha inşacı ve politik bir yaklaşım benimseyerek yönetişim modeli ve kavramı üzerinde odaklaşmaya başlamıştır (Yüksel,2000:153). Yönetişim kavramı IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütünün yanı sıra Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Avrupa Birliğinin resmi söylemleri arasında da yerini almıştır (Commission of the European Communities, 2001:428). Uluslararası kurum ve kuruluşlarda yer alan tanımlar şu şekilde özetlenebilir: Dünya Bankası yönetişim kavramını iyi yönetişim olarak ele almakta ve şöyle tanımlamaktadır: “İyi Yönetişim (good governance), açık ve öngörülebilir bir karar alma sürecinin, profesyonel bir bürokratik yönetimin eylem ve işlemlerinden sorumlu bir hükümetin ve kamusal sürece aktif bir şekilde katılımda bulunan sivil toplumun ve hukukun üstünlüğünü kabul eden bir düzeni ifade eder.” (Kavruk,2013:187). Birleşmiş Milletler Kalkınma Programında (UNDP) ise “İyi Yönetişim, bir ülkedeki ekonomik, siyasal ve idari otoritenin her düzeydeki işlemleri yönetmesi anlamına gelmektedir. İyi yönetişim vatandaşların ve toplumsal grupların kendi çıkarlarını korumak ve yasal haklarını kullanmak için gerekli mekanizmalara ve kurumlara sahip olmalarını gerektirir.” (Kavruk,2013:187). Geleneksel Kamu Yönetimi paradigmasından farklı olarak Yeni Kamu Yönetimi paradigmasında tek merkezli yönetim yerine işbirliği ve katılımı esas alan yönetim anlayışı geliştirilmiştir. Böylece yönetime demokratik bir zemin hazırlanmıştır. Yönetmek daha çok hükümet etmek, bürokratik yönetimi ve geleneksel Weberyen kamu yönetimini ifade ederken “Yönetişim” ise yönetim sürecinde rol oynayan aktörler arasında resmi ya da gayrı resmi ilişkiler, grupların ve kuruluşların katılımı, demokratik yönetimi ifade etmektedir (Yüksel, 2000:145). Artık önceden belirlenen ortak bir amacı gerçekleştirmek için tek özneli, merkezi, hiyerarşik bir iş bölümü içinde, araçsal rasyonelliği ön plana alarak, yapan, üreten, bunun için kaynakları ve yetkileri kendinde toplayan yönetimden, önceden belirlenen bir yöne doğru değil, insan haklarına dayalı performans ölçütlerini gerçekleştirecek, çok aktörlü, yerel, ağsal ilişkiler içinde iletişimsel bir rasyonellik anlayışı içinde, kendisi yapmaktan çok toplumdaki aktörleri yapabilir kılan, yönlendiren, kaynakların yönlendirilmesini kolaylaştıran yönetişim anlayışına geçilmektedir. Bu özellikleriyle yönetişim siyasal ve ekonomik gücün daha yaygın dağılımını da içermektedir (Tekeli, 1996:51). 97 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 Kısaca yönetişim hükümet, özel sektör, sivil toplum kuruluşlarını içine alan hükümet dışı aktörlerin karar alma sürecine dâhil olduğu, her birinin kendine özgü rolleri olduğu, sürekli etkileşim ve işbirliğine dayalı bir sistemi ifade etmektedir (HABITAT II,2000:1). Görüldüğü gibi yönetişim, Yeni Kamu Yönetimi anlayışının önemli bir unsurudur. Esas itibariyle kamu yönetimini, özel sektör ve sivil toplum örgütlerini de kapsayacak şekilde genişleten bir süreç ve anlayıştır. 1980’den sonra bürokrasi odaklı geleneksel bir yönetim anlayışından vazgeçilerek devletle toplum arasındaki karşılıklı roller ve sorumluluklar yeniden tanımlanmaya başlanmış, bu yeni tanımlamaya göre vatandaş ve sivil toplum yönetimin ortağı gibi bir muamele gören bir konuma yükselmiştir. Böylece kamu yönetiminin tüm toplumun etkileşimi ve katılımı ile oluşan bir alan olduğu ve bu alanın iyi yönetişim anlayışı çerçevesinde işlemesi gerektiği fikri önem kazanmıştır (Eryılmaz, 2009:242). Yönetişimin etkin olabilmesi için aktörleri arasında bir üstünlük olamamalıdır. Bu üç sektör arasındaki ilişkiler eşitlik esasına göre olmalıdır. Devlet ve özel sektör eskiden beri olan sektörlerdir. Burada üçüncü sektör olan sivil toplum kuruluşları, kar amacı gütmeyen kuruluşlar ya da hükümet dışı kuruluşlar yönetişim kavramının belirleyicisi ve eşitlik sağlayıcısı olmuştur. Yönetişimin temel aktörlerinden biri olan devlet, siyaset ve kamu yönetimi yapılanmasını oluşturur. Bu yapılanmada temel amaç; devletin vatandaşına daha iyi hizmet verebilmesidir. Yeni devlet, temel hak ve hürriyetlere saygılı, demokratik sosyal bir hukuk devleti anlayışıyla hareket etmektedir. Yönetişimin ikinci aktörü özel sektör ise tüm alanlardaki özel işletme ve teşebbüsleri kapsamaktadır. Özel sektörün amacı ise istihdam, gelir, üretim, ticaret, kar gibi kavramlarının kullanarak ekonomik büyüme ve kalkınmayı sağlamaktır (Maliye Bakanlığı, 2003:II). Üçüncü sektör olan kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşları ise işçi-işveren sendika ve konfederasyonları, meslek odaları, dernekler ve vakıflardan ibarettir. Bu kuruluşlar birey ile devlet arasında bir köprü vazifesi görürler. Örgütlü toplumun temel yapıları olan bu kuruluşlar toplum içindeki irili ufaklı toplulukları örgütleyerek dayanışmayı artırır, ekonomik ve sosyal hayata katılımı teşvik eder, siyasal ve sosyal etkileşimi kolaylaştırır, eğitim ve kültürleri geliştirir, bireylerin sosyal ve siyasal gelişmelerine yardımcı olur ve eşitlik, özgürlük, hak ve sorumlulukları esas alarak faaliyette bulunurlar. Yönetişimin unsurları da yönetişim olgusunun pekişmesine yardımcı olmakta bu kavramın alt yapısını dolgun hale getirmektedir. Bu unsurlar kısaca şeffaflık, hesap verilebilirlik, katılımcılık, cevap verilebilirlik, hukukun üstünlüğü, açıklık, etkinlik ve eşitliktir (HABITAT II,2000:1). Yönetişim uygulamalarının başarılı olabilmesi bu unsurların birlikte ve mümkün olduğunca tümümün yüksek başarıyla uygulanabilmesine bağlıdır. Diğer yandan yönetişimin başarısı ülkelerin kendi öz dinamiklerine, kültürüne, siyasal ve toplumsal yapısına, etnik yapısına, bilgi birikimine, teknolojik gelişimine ve ekonomik durumuna da bağlı olarak farklılaşabilmektedir. Yönetişim uygulamaları özellikle 1980’li yıllardan sonra tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kamu yönetimi anlayışına hâkim olmuş, siyasal ve toplumsal hayatımızda yönetişim uygulamalarını benimseyen hukuki düzenlemeler yapılmıştır. 2003 yılında 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu, 2003 yılında 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması Hakkında Kanun, 2005 yılında 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol 98 Çalışma Yaşamına Yön Veren Hukuki Düzenlemeler ve Yönetişim İlişkisi Kanunu ve 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu bunlar arasında sayılabilir. Ayrıca Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda, kamu yönetimi sisteminin iyi yönetişim yaklaşımı çerçevesinde yeniden yapılandırılacağı vurgulanmıştır (Dokuzuncu Kalkınma Planı 20072013:94). Yine Onuncu Kalkınma Planı, Kalkınma Bakanlığı’nın koordinasyonunda, katılımcı bir yaklaşımla kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra toplumumuzun tüm kesimlerinden çok sayıda temsilcinin katkılarıyla hazırlanmıştır. Ön hazırlıkları 1.9.2010 tarihinde başlatılan plan hazırlık süreci, 5.6.2012 tarihli ve 2012/14 sayılı Başbakanlık Genelgesiyle resmiyet kazanmıştır. İlgili genelgeyle makroekonomik, sektörel ve bölgesel konularda 66 adet özel ihtisas komisyonu (ÖİK) ve çalışma grubu oluşturulmuştur. Söz konusu komisyonlarda üç bini aşkın akademisyen, kamu çalışanı, özel kesim ve sivil toplum kuruluşu temsilcisi bir araya gelerek çalışmalara katkı vermiştir. Planın hazırlık çalışmaları yerel düzeyde de yürütülmüştür. Bu kapsamda, kalkınma ajansları aracılığıyla, mahalli idarelerin ve yerel aktörlerin Türkiye’nin kalkınma öncelikleri konusundaki görüşleri alınmıştır. Bu çalışmalara, ülke genelinde yedi bini aşkın kişi katkı sağlamıştır. Plan metninin oluşturulmasında, Kalkınma Bakanlığının 50 yılı aşkın planlama deneyiminden; ÖİK raporlarından; iş dünyası, sivil toplum kuruluşları (STK), düşünce kuruluşları, akademik çevreler, kamu ve özel sektör temsilcileri ile yapılan istişare toplantılarının sonuçlarından yararlanılmıştır (Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018:3). Onuncu Kalkınma Planının hedefleri ve politikalarından biri olan “Nitelikli İnsan, Güçlü Toplum” başlıklı hedefinde “Nitelikli birey ve güçlü toplum için daha etkin bir kamu yönetimine ve güçlü bir adalet sistemine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çerçevede, tüm vatandaşların haklarını koruyan, ekonomi için belirsizlikleri azaltan ve öngörülebilirliği artıran bir adalet sisteminin tesis edilmesi; bilgi ve iletişim teknolojilerinin getirdiği fırsatları azami ölçüde kullanan; karar alma ve uygulama süreçlerinde esnek, katılımcı, şeffaf ve yeterli kurumsal kapasiteye sahip bir kamu yönetimi ve güçlü bir sivil toplumun varlığı önceliklidir.” gibi hususlara yer verilerek yönetişimin öneminin vurgusu yapılmıştır (Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018:30). 2. Çalışma Hukukunda Yönetişim Çalışma hayatının hem kurumlar hemde çalışanlar açısından etkinliğini ve verimliliğini etkileyen temel kural ve normlar vardır. Bu kural ve normlar yönetişim perspektifinde düzenlendiğinde yönetişim anlayışının çalışma hayatında benimsenmesi ve uygulanması daha rahat olabilecektir. Mevzuatımızda bu anlayışı benimseyen ve çalışma hayatını düzenleyen faktörlerin başında anayasa, kanun, milletlerarası sözleşmeler ve yönetmelikler gelmektedir. 2.1. T.C. Anayasası Çalışma mevzuatımızın en başında anayasa gelmektedir. Anayasada çalışma hayatı ile ilgili hükümler “Sosyal ve Ekonomik Hak ve Ödevler” kısmında düzenlenmiştir. Anayasa, yönetişimin birinci sacayağı olan devlete 49. maddede “Çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı des99 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 teklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alma”görevini vermiştir. Üçüncü sektör olan hükümet dışı örgütlerden sendika kurma hakkını düzenlemiş, 51. maddede “Çalışanlar ve işverenler üyelerinin çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten çekilme haklarına sahip olduğu, hiç kimsenin bir sendikaya üye olmaya ve üyelikten ayrılmaya zorlanmayacağını belirtmiştir.” 53. maddede “İşçi ve işverenler karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptirler” diyerek üçüncü sektörden biri olan işçi ve işveren sendikaları arasındaki münasebetleri düzenlemiş ve toplu iş sözleşmesi sırasında uyuşmazlık çıkması durumunda Yüksek Hakem Kurulu’na başvurulabileceği ve Kurulun vereceği kararların kesin ve toplu iş sözleşmesi hükmünde olduğundan söz etmiştir. Anayasa hükümleri çerçevesinde devletin çalışma hayatı ile ilgili görevleri yerine getirebilmesi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kurulmuştur. Bakanlık anayasadan aldığı bu görevi işçi ve işveren temsilcilerinin katkılarıyla ifa etmektedir. Bakanlığın hazırladığı mevzuatta işçi ve işveren temsilcilerinin yönetime katılması hususunda örnekleri makalede belirtilen düzenlemeler yapılarak alınan kararlarda ve uygulanan politikalarda işçi ve işveren temsilcilerinin görüşlerine önem verilmektedir. 53/3-4 fıkralarında “Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/6 md.). Toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurabilir. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir.” hususu düzenlenmiştir. Diğer taraftan 128/2 fıkrası “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.” hususu düzenlenmiştir. 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği ile hükme “malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır” cümlesi eklenerek memurlar ve diğer kamu görevlilerinin statülerinin yasa ile düzenlenmesi ilkesine bir istisna getirilmiştir. Buna göre, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin malî ve sosyal haklarına ilişkin olarak, Anayasa’nın ilgili maddelerinde düzenlenen idare ile memur sendikaları arasında imzalanacak toplu sözleşme hükümleri ilkenin uygulama alanı dışındadır. Böylece, toplu sözleşme süreci ile kabul edilen metin yasa yerine geçecektir, anlamını çıkarmamız mümkündür (Aslan,2013:14). Böylece kamunun bir çalışanı olan memur ve diğer kamu görevlileri de kendilerini temsil eden sendikalar aracılığıyla üçüncü sektör olarak devletle birlikte mali ve sosyal haklarının tespitinde karar alma sürecine katılmıştır. Böylece memurlar her ne kadar hükümetin emrinde çalışsalar da aynı zamanda hükümetin alacağı kararları etkileyebilmekte, memurları temsil eden memur sendikaları hükümetin karşısında taraf olabilmekte ve kurul toplantılarıyla yönetime katılabilmektedir. 2010 yılından önce devletin bir erki olan yasamada tek taraflı olarak belirlenen mali ve sosyal haklar artık memur sendikaları ile devletin diğer bir erki olan yürütme organı temsilcileriyle karşılıklı görüşülerek, tartışılarak yönetişim anlayışıyla belirlenmektedir. 100 Çalışma Yaşamına Yön Veren Hukuki Düzenlemeler ve Yönetişim İlişkisi 60. maddede ise Devlet sosyal güvenlik hakkını sağlayacak tedbirler alma ve teşkilat kurmakla görevlendirilmiştir. Ülkemizde Bakanlığın ilgili kurumları olan Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ve Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun ek 4 sayılı cetvelinde sosyal güvenlik kurumları olarak gösterilmiştir. Her iki kurumun organlarında yönetişim aktörleri yer almakta ve böylece kurumların yönetimlerine katılabilmektedir. 2.2. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Çalışma mevzuatımızın uluslararası boyutunu oluşturan ILO, Birleşmiş Milletler (BM) içerisinde üçlü yapıya sahip tek kuruluştur. İşveren ve işçi temsilcileri, ekonominin “sosyal tarafları” politika ve programların şekillendirilmesinde, üçüncü tarafı oluşturan hükümet temsilcileri ile eşit söz hakkına sahiptirler. ILO, sosyal ve ekonomik konularda ve başka alanlarda geçerli ulusal politikaların geliştirilmesinde ve duruma göre uygulanmasında sendikalar ve işverenler arasındaki “sosyal diyalogu” geliştirerek aynı üçlü yapılanmayı üye ülkelerde de teşvik etmektedir. Uluslararası asgari çalışma standartları ve ILO’nun genişletilmiş politikaları, her yıl toplanan Uluslararası Çalışma Konferansı’nda belirlenmektedir. ILO üyesi ülkeler tarafından finanse edilen çalışma programı ve bütçesi ise her iki yılda bir aynı Konferans tarafından benimsenmektedir. Konferansta ayrıca, dünyada çalışanların durumu ve sosyal konulardaki sorunlar ile ilgili tartışmaların yapıldığı uluslararası forumlar gerçekleştirilmektedir. Her üye ülkenin, iki hükümet temsilcisi, bir işveren ve bir işçi ile konferansa katılma hakkı vardır. Bu delegeler, bağımsız olarak söz alabilirler ve oy verebilirler. Konferansın yıllık oturumları arasındaki ILO çalışmaları ise, 28 hükümet temsilcisi ile 14 işçi ve 14 işveren temsilcisinden oluşan Yönetim Kurulu tarafından sürdürülür. Küresel yönetişime en iyi örnek verilebilecek ILO uluslararası alanda ve ülkelerin iç yönetimlerinde yönetişimi teşvik etmekte ve yapılan sözleşmelerle de ülkeleri uluslararası alanda taahhüt altına sokmaktadır ki ülkemiz de bugüne kadar ILO’ nun 59 sözleşmesine taraf olarak çalışma mevzuatı açısından yönetişim uygulamalarına ve sosyal diyaloga açık hale gelmiştir. Ülkemizin her geçen gün katıldığı ILO sözleşmeleriyle çalışma yaşamında yönetişim uygulamaları yaygınlaşmakta, yönetişim kültürü hükümetin sosyal politikasını da etkilemektedir, ayrıca ülkemizin Avrupa Birliği uyum sürecine de katkıda bulunmakta, hukuki düzenlemelerimizin uluslararası normlara uyumunu da gün geçtikçe artırmaktadır. ILO düzenlemelerinin ışığında üye ülkelerdeki iş mevzuatı çalışmaları, küreselleşen ekonomide ülkeler arasında dolaşan işçilerin ve işverenlerin de hukuka riayetini daha da artırmaktadır. ILO nezdinde yapılan uluslararası iş hukuku düzenlemeleri ve ülke mevzuatının harmonizasyonu, küresel anlamda daha çok tarafın katılımının sağlanacağı bir yönetişim sürecini de doğuracak, yapılan düzenlemelerin hukuki meşruiyeti daha sağlam hale gelecektir (http://www.ilo.org/ankara/lang--tr/index.htm). 101 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 2.3. 3146 Sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Kanunun Dış İlişkiler ve Yurt Dışı İşçi Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün görevlerini düzenleyen 11. maddesinde “Yurt dışında çalışan Türk vatandaşlarının; yurt dışındaki çalışma hayatı ve sosyal güvenlik mevzuatından doğan hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek, çalıştıkları ülkelerde ve yurda dönüşlerinde karşılaştıkları meselelerin çözülmesinde yurt içinde ve dışındaki kuruluşlarla gerekli koordinasyonu sağlamak.” ifadesi yer almaktadır. Burada yurtiçinde ve dışındaki kuruluşlarla gerekli koordinasyon sağlamak yönetişime zemin hazırlayacak bir ortam oluşturmaktadır. İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü’nün görevlerini düzenleyen 12. maddesinde “Ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlarla işbirliği ve koordinasyonu sağlamak.” hükmü iş sağlığı ve güvenliği alanında özel sektör ve sendika, meslek odaları gibi sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği ve koordinasyonla yönetişim uygulamasına bir örnek teşkil etmektedir. Söz konusu koordinasyon işçi ve işveren tarafının Genel Müdürlüğün hazırlayacağı hukuki metinlere uyumunu artıracak, bu metinlerin meşruiyetini de sağlamlaştıracak ve yürütülecek politikaların başarısını artıracaktır. Genel Müdürlüğün organize ettiği uluslararası iş sağlığı ve güvenliği konferansları değişik sektörlerden katılımcıların görüşlerinin paylaşılması ile iyi yönetişime zemin hazırlayarak iş sağlığı ve güvenliği konusunda ulusal ve uluslararası bilinç ve kültüre de katkıda bulunmaktadır. En son yedincisi düzenlenen konferansta da ulusal ve uluslararası çeşitli sektörleri temsilen katılımcıların sunumları ve görüşleri iş sağlığı ve güvenliği disiplinine ve Bakanlığın yönetişim kültürüne katkıda bulunmuştur. Sürekli kurulları düzenleyen 25. maddede Çalışma Meclisi’nden bahsedilmektedir. “Çalışma Meclisi, Bakanın veya Bakanlık Müsteşarının başkanlığında, İş Teftiş Kurulu Başkanı, Çalışma Genel Müdürü, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı, Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanı, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürü, Türkiye İş Kurumu Genel Müdürü, bakanlıklardan ve Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığından iştirak edecek birer temsilciden, üniversitelerin iş hukuku, sosyal ekonomi, çalışma ekonomisi, sosyal siyaset, iş fizyolojisi, iş sağlığı ve güvenliği ve gündemindeki konularla ilgili dallardan Yükseköğretim Kurulunca seçilecek beş öğretim üyesinden, işveren sendikaları konfederasyonlarından üç, en fazla üyeye sahip işçi sendikaları konfederasyonundan iki, diğer işçi ve kamu görevlileri sendikaları konfederasyonlarından birer, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonundan üç, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinden üç temsilci ile gündemindeki konularla ilgili olarak çağırılan kamu ve özel kurum ve kuruluşları ile meslek odaları ve sivil toplum örgütleri temsilcilerinden meydana gelir. Çalışma Meclisi, Bakanlıkça tespit edilen gün ve gündeme göre toplanıp, gündemdeki konular hakkında inceleme ve görüşmelerde bulunarak düşüncelerini bildirmekle görevlidir. Çalışma Meclisinin Ankara dışından gelen işçi temsilcileri meclis toplantılarına katıldıkları sürece izinli sayılırlar. Çalışma Meclisinin sekretarya işleri Çalışma Genel Müdürlüğü’nce yerine getirilir. Çalışma Meclisi yılda en az bir defa toplanır.” 102 Çalışma Yaşamına Yön Veren Hukuki Düzenlemeler ve Yönetişim İlişkisi Söz konusu madde değerlendirildiğinde tam anlamıyla yönetişim uygulamasından bahsedilebilir. Çünkü mecliste devleti temsilen bakanlık bürokratları, üniversite temsilcisi öğretim üyeleri, özel sektör temsilcileri ve işçi-işveren, kamu görevlileri sendikaları, meslek odaları gibi sivil toplum kuruluşlarından oldukça geniş bir katılımcı üye mecliste yer almaktadır ve hükümete çalışma hayatıyla ilgili görüşlerini aktarabilme imkânı bulabilmektedir. En son onuncusu gerçekleşen çalışma meclisinde de katılımcıların görüşleri çalışma hayatına katkıda bulunmuş, Bakanlığın politikalarına ve hazırlanacak hukuki düzenlemelere ışık tutmuştur. Bilgi edinme hakkı yoluyla yönetime katılma çerçevesinde ise ek madde 1-b’de, “Bakanlıkça bu kanuna göre yapılacak işlemler, internet de dâhil her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamı ve benzeri araçlar üzerinden yapılabilir ve arşivlenebilir. Elektronik ortamda bilgi ve belge istenebilir veya bilgi ve belge verilebilir. Elektronik ortamda bilgi ve belge alınıp verilmesi ve arşivleme konularına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.” ifade edilmekle sivil toplum, özel sektör ve vatandaşların bilgi edinme yoluyla yönetime katılması ve yönetimin hesap verilebilirliği olanağı sağlanmıştır. Bakanlık bu kanun hükmü gereğince çalışma meclisi raporları, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili gerekli bilgi ve belgeler, kamu spotları, Napo eğitim videoları, bilgilendirme platformları, istihdam danışma kurulu raporları, asgari ücret hesaplamaları, faaliyet sonuçları, sendika bilgileri, sendika üye sayıları, yapılacak projeler, çalışma yaşamına dair istatistikler, Bakanlığın eylem planları, stratejik planlar, e-kitaplar, muktezalar, mevzuat hükümleri, formlar ve dergi yayınları gibi birçok bilgi ve belgeyi internet sitesi üzerinden ilgililerin erişimine açmıştır. Ayrıca BİMER, Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi (Alo 170) gibi uygulamalarla bireysel olarak bilgi ve belge de istenebilmektedir. Günümüz bilgi ve internet çağında internet sitesinden ve mobil cihazlar üzerinden kolayca erişilebilecek bilgi ve belgelerin artması, e-devlet uygulamalarının artması, otomasyon sistemleriyle bürokratik işlemlerin ve kırtasiyeciliğin azaltılması Bakanlığın yönetişim kültürünü daha da zenginleştirecektir. 2.4. 4857 Sayılı İş Kanunu Engelli ve eski hükümlü çalıştırma zorunluluğunu düzenleyen 30. maddede “Bu maddeye aykırılık hallerinde 101’inci madde uyarınca tahsil edilecek cezalar, özürlülerin ve eski hükümlülerin kendi işini kurmaları, özürlünün iş bulmasını sağlayacak destek teknolojileri, özürlünün işe yerleştirilmesi, işe ve işyerine uyumunun sağlanması ve bu gibi projelerde kullanılır. Tahsil edilen cezaların kullanımına ilişkin hususlar, Türkiye İş Kurumu’nun koordinatörlüğünde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürlüğü ile İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü, en çok işçi ve işvereni temsil eden üst kuruluşların ve en çok özürlüyü temsil eden üst kuruluşun birer temsilcisinden oluşan komisyon tarafından karara bağlanır. Komisyonun çalışma usul ve esasları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle düzenlenir.” hususu düzenlenmiştir. Kanun maddesine dayanılarak 09.01.2014 tarihli Engelli ve Eski Hükümlü Çalıştırmayan İşverenlerden Tahsil Edilen İdari Para Cezalarını 103 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 Kullanmaya Yetkili Komisyona Dair Yönetmeliğinin 5. maddesi “Komisyon; Türkiye İş Kurumu Genel Müdürü’nün başkanlığında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürlüğü ile İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü, en çok işçi ve işvereni temsil eden üst kuruluşların ve en çok engelliyi temsil eden üst kuruluşun birer temsilcisi olmak üzere bir başkan ve yedi üyeden oluşur.” hususunu düzenlemiştir. Komisyonun oluşumuna baktığımızda, devleti temsilen üye sayısının ağırlığı daha fazla olup sivil toplum kuruluşundan 2 üye temsil edilmektedir. Her ne kadar sivil toplum kuruluşu temsilcisi karar alma sürecine katılsa da temsilci sayısının azlığı yönetişimi zayıf kılmaktadır. Sivil toplum ve meslek odası temsilcilerinin artırılması yönetime katılma olgusunu daha da güçlendirecek, komisyonun toplanma periyodunun artması da zayıf olan yönetişimi etkin ve güçlü hale getirecektir. Yine ücret kesme cezasını düzenleyen 38. maddede “İşçi ücretlerinden ceza olarak kesilen paraların nasıl ve nerede kullanılacağı detayları yönetmelikte belirtilen Kurul tarafından belirlenecektir.” hususu düzenlenerek bukanun maddesine istinaden 2004 yılında çıkarılan İşçi Ücretlerinden Ceza Olarak Kesilen Paraları Kullanmaya Yetkili Kurulun Teşekkülü ve Çalışma Esasları Hakkında Yönetmeliğin 5. maddesinde “Kurul, Bakanın Başkanlığında; a) Müsteşar veya görevlendirilecek Müsteşar Yardımcısı, b) Çalışma Genel Müdürü, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eğitim ve Araştırma Merkezi Başkanından veya yerlerine vekalet edenlerden, c) En fazla üyeye sahip işçi konfederasyonu yönetim kurulunca seçilecek iki işçi temsilcisinden, d) En fazla üyeye sahip işveren konfederasyonu yönetim kurulunca seçilecek iki işveren temsilcisinden teşekkül eder.” hususu düzenlenmiştir. Kurul üyelerinin dağılımı dengeli bir şekilde olup 9 üyeli kurulda işçi ve işveren kuruluşlarından 4 temsilcinin olması yönetişimi güçlü kılmaktadır. Kararların toplantıya katılanların çoğunluğunun oyuyla alınması kurulun çalışmalarına demokratik bir zemin oluşturmaktadır. Ancak yılda sadece bir kez toplanması yönetime katılma unsurunu zayıf kılmaktadır. Ayrıca Çalışma Genel Müdürlüğü’nün işçi ücretlerinden ceza olarak kesilen bu paraların nerede ve nasıl kullanıldığını, ilgili bilgi ve belgeleri internet sitesinden duyurması ve sürekli erişime açması yönetişimin gereği olan şeffaflık ve hesap verilebilirlik açısından önem teşkil etmektedir. Asgari Ücreti düzenleyen 39. maddede Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndan bahsedilmektedir. Adı geçen maddede “Asgari Ücret Tespit Komisyonu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının tespit edeceği üyelerden birinin başkanlığında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışma Genel Müdürü veya yardımcısı, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü veya yardımcısı, Devlet İstatistik Enstitüsü Ekonomik İstatistikler Dairesi Başkanı veya yardımcısı, Hazine Müsteşarlığı temsilcisi, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığından konu ile ilgili dairenin başkanı veya yetki vereceği bir görevli ile bünyesinde en çok işçiyi bulunduran en üst işçi kuruluşundan değişik işkolları için seçecekleri beş, bünyesinde en çok işvereni bulunduran işveren kuruluşundan değişik işkolları için seçeceği beş temsil104 Çalışma Yaşamına Yön Veren Hukuki Düzenlemeler ve Yönetişim İlişkisi ciden kurulur. Asgari Ücret Tespit Komisyonu en az on üyesinin katılmasıyla toplanır. Kurul, üye oylarının çoğunluğu ile karar verir. Oyların eşitliği halinde, Başkanın bulunduğu taraf çoğunluğu sağlamış sayılır” denilmektedir. 15 kişilik komisyon üyelerinin 10’unun sendikalara ait olması tarafların eşit temsili, kararların oy çoğunluğuyla alınması gibi hususlar değerlendirildiğinde iyi yönetişimin varlığından söz edilebilmektedir. Üçlü Danışma Kurulu’nu düzenleyen 114. maddede “Çalışma barışının ve endüstri ilişkilerinin geliştirilmesinde, çalışma hayatıyla ilgili mevzuat çalışmalarının ve uygulamalarının izlenmesi amacıyla; Hükümet ile işveren, kamu görevlileri ve işçi sendikaları konfederasyonları arasında etkin danışmayı sağlamak üzere, üçlü temsile dayalı istişari mahiyette bir danışma kurulu oluşturulur. Kurulun çalışma usul ve esasları çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir.” denilmekte ve bu kanuna istinaden 2004 yılında çıkarılan yönetmeliğin 4. maddesi “Üçlü Danışma Kurulu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı veya Müsteşarı başkanlığında, gündem konularına göre Bakanlık, bağlı ve ilgili kurumların birim amirlerinden, işçi sendikaları konfederasyonlarından birer ve en fazla üyeye sahip işveren konfederasyonundan üç temsilciden, kamu görevlileri sendikaları konfederasyonlarından birer temsilciden oluşur. İşveren, kamu görevlileri ve işçi sendikaları konfederasyonlarından katılacak temsilcilerin üst düzey yönetici olması esastır.” hususunu düzenlemiştir. Kurulun danışma niteliğinde olsa dahi yılda üç kez toplanması, kararlarını oy çoğunluğu esasına göre alması yönetime katılımın sağlanabilmesi açısından önem teşkil etmektedir. Çalışma hayatının taraflarını oluşturan temsilciler arasında diyaloğun ve işbirliğinin açık tutulması, konsensusa önem verilmesi Kurulun ve Bakanlığın yönetişim kültürünü zenginleştirmektedir. 4857 sayılı İş Kanununun 53. maddesi uyarınca çıkarılan Yıllık Ücretli İzin Yönetmeliği’nin 15. maddesi “İşçi sayısı yüzden fazla olan işyerlerinde işveren veya işveren vekilini temsilen bir, işçileri temsilen iki kişi olmak üzere toplam üç kişiden oluşan izin kurulu kurulur. Kurula işveren temsilcisi başkanlık eder. Kurulun başkanı dışında kalan işçi üyeleri ve yedekleri işyerinde varsa, işyeri sendika temsilcileri tarafından seçilir.” hususunu düzenlenmiştir. Yıllık ücretli izin kullandırmada yüzden fazla olan işyerlerinde işçilerin yönetime katılması kendileriyle ilgili bir hakkın kullanılmasında söz sahibi olarak karar alma sürecine katılması işyerinde kurumsal yönetişimi sağlamaktadır. 2.5. 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikalar Kanunu Yönetime Katılma başlığı altında Kamu Personeli Danışma Kurulu’nu düzenleyen 21. maddede “Kamu Personeli Danışma Kurulu, kamu görevlileri sendikaları ve konfederasyonları ile kamu idareleri arasında sosyal diyalogun geliştirilmesi, kamu personel mevzuatının ve kamu yönetimi uygulamalarının değerlendirilmesi, yönetimin daha iyi işleyen bir yapıya kavuşturulması için ortak çalışmalar yürütülmesi, kamu görevlilerinin yönetime katılımının sağlanması ve kamu yönetiminin karşılaştığı sorunlara çözümler geliştirilme- 105 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 si amacıyla; Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakanın başkanlığında, en çok üyeye sahip üç konfederasyonun genel başkanı ile her bir hizmet kolunda en çok üyeye sahip kamu görevlileri sendikasının başkanı ve Devlet Personel Başkanından oluşur. Kurula gündemde yer alan konulara göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarının yetkilileri de davet edilebilir.”hususu düzenlenmiştir. Kanun maddesinin yönetime katılma başlığı altında düzenlenmesi yönetişimin benimsendiğini göstermektedir. Uygulamada memur sendikalarının görüşlerini hükümete aktarabilmesi açısından önemli olan kurul toplantıları yönetişim kültürüne katkıda bulunmaktadır. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nu düzenleyen 34. maddesinde “Kamu Görevlileri Hakem Kurulu her toplu sözleşme dönemi için; a) Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkan, Başkanvekili, Başkan Yardımcısı veya Daire Başkanları arasından Bakanlar Kurulunca Başkan olarak seçilecek bir üye, b) Kamu İşveren Heyeti Başkanınca Kalkınma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı ve Devlet Personel Başkanlığından görevlendirilecek birer üye, c) Bağlı sendikaların üye sayısı itibarıyla en fazla üyeye sahip konfederasyon tarafından belirlenecek iki, bağlı sendikaların üye sayısı açısından ikinci ve üçüncü sırada bulunan konfederasyonlardan birer üye, d) Üniversitelerin kamu yönetimi, iş hukuku, kamu maliyesi, çalışma ekonomisi, iktisat ve işletme bilim dallarından en az Doçent unvanını taşıyanlar arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek bir üye, e) Bağlı sendikaların üye sayısı itibarıyla en fazla üyeye sahip konfederasyon tarafından üç, bağlı sendikaların üye sayısı açısından ikinci ve üçüncü sırada bulunan konfederasyonlar tarafından ikişer olmak üzere (d) bendinde belirtilen bilim dallarından en az Doçent unvanını taşımak kaydıyla, önerilecek toplam yedi öğretim üyesi arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek bir üye, olmak üzere onbir üyeden oluşur.” hususu düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere memur ve diğer kamu görevlilerinin mali ve sosyal haklarının uyuşmazlığında devlet artık tek başına yetkili değildir, bir tarafta devleti temsilen bakanlık yetkilileri, bir taraftan üniversite mensupları, millet adına yüksek yargı üyeleri ve kamu görevlileri sendikaları birlikte karar almaktadır. Toplantıya katılanların çoğunluğuyla karar alınması ve de kararların kesin ve toplu sözleşme hükmünde olması Kurulun yönetişim kültürünü güçlendirmektedir. 2.6. 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Kanunun işyeri hekimleri ile iş güvenliği uzmanlarını düzenleyen 8/2 fıkrasında “İşverene iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili konularda rehberlik ve danışmanlık yapmak üzere görevlendirilen işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı, görev aldığı işyerinde göreviyle ilgili mevzuat ve teknik gelişmeleri göz önünde bulundurarak iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili eksiklik ve aksaklıkları, tedbir ve tavsiyeleri belirler ve işverene yazılı olarak bildirir.” hususu düzen106 Çalışma Yaşamına Yön Veren Hukuki Düzenlemeler ve Yönetişim İlişkisi lemiştir. İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının görüşünün alınması, çalışanın yönetime katılma imkânını sağlamaktadır. Çalışanların görüşlerinin alınması ve katılımının sağlanmasının düzenlendiği 18. maddede “İşveren, görüş alma ve katılımın sağlanması konusunda, çalışanlara veya iki ve daha fazla çalışan temsilcisinin bulunduğu işyerlerinde varsa işyeri yetkili sendika temsilcilerine yoksa çalışan temsilcilerine aşağıdaki imkânları sağlar...” hususu düzenlenmiştir. Bu madde hükmü gereğince çalışanın yönetime katılabilmesinin yolu açılmaktadır. Yine kanunun 20/3 fıkrasında “Çalışan temsilcileri, tehlike kaynağının yok edilmesi veya tehlikeden kaynaklanan riskin azaltılması için, işverene öneride bulunma ve işverenden gerekli tedbirlerin alınmasını isteme hakkına sahiptir.” hususu düzenlenmiştir. Çalışanların işverene öneride bulunması ve gerekli tedbirlerin alınmasını istemesi iş sağlığı ve güvenliği kültürü oluşan işyerlerinde kurumsal anlamda iyi yönetişimi sağlayabilmektedir. Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’ni düzenleyen 21. maddede “Konsey, Bakanlık Müsteşarının başkanlığında aşağıda belirtilen üyelerden oluşur: a) Bakanlık İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü, Çalışma Genel Müdürü, İş Teftiş Kurulu Başkanı ve Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığından bir genel müdür. b) Bilim, Sanayi ve Teknoloji, Çevre ve Şehircilik, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Gıda, Tarım ve Hayvancılık, Kalkınma, Millî Eğitim ile Sağlık Bakanlıklarından ilgili birer genel müdür. c) Yükseköğretim Kurulu Başkanlığından bir yürütme kurulu üyesi, Devlet Personel Başkanlığından bir başkan yardımcısı. ç) İşveren, işçi ve kamu görevlileri sendikaları üst kuruluşlarının en fazla üyeye sahip ilk üçünden, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinden, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonundan, Türk Tabipleri Birliğinden, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinden ve Türkiye Ziraat Odaları Birliğinden konuyla ilgili veya görevli birer yönetim kurulu üyesi. d) İhtiyaç duyulması hâlinde İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürünün teklifi ve Konseyin kararı ile belirlenen, iş sağlığı ve güvenliği konusunda faaliyet gösteren kurum veya kuruluşlardan en fazla iki temsilci…” hususu düzenlenmiştir. Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi’nin yapısına bakıldığında, üyelerin ağırlığının devlet yetkilileri olması nedeniyle etkili bir yönetişimden bahsedilememektedir. İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulunu düzenleyen 22. maddede “Elli ve daha fazla çalışanın bulunduğu ve altı aydan fazla süren sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde işveren, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili çalışmalarda bulunmak üzere kurul oluşturur. İşveren, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatına uygun kurul kararlarını uygular.” hususu düzenlenmiştir. Kurulun yönetime katılması işverenin iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili kararlarını etkileyerek kurumsal yönetişimi güçlendirmektedir. 107 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 2.7. 5502 Sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu Kurum’un organlarını tanımlayan 5. maddesinde “Genel Kurul, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın veya görevlendireceği bir yetkilinin başkanlığında; a) Sayıştay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ile öğretim üyeleri arasından Yükseköğretim Kurulu tarafından görevlendirilecek birer temsilciden, b) İş ve/veya Sosyal Güvenlik Hukuku alanında Bakan tarafından belirlenecek iki öğretim üyesinden, c) Başkan, Genel Müdürler, Strateji Geliştirme Başkanı, Rehberlik ve Teftiş Başkanı ile Aktüerya ve Fon Yönetimi Daire Başkanından, ç) En fazla üyeye sahip ilk üç işveren sendikası konfederasyonları tarafından üye işveren sendikalarına bağlı işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısıyla orantılı olarak belirlenen 9 temsilciden, d) En fazla üyeye sahip ilk üç işçi sendikası konfederasyonları tarafından üye sayılarına orantılı olarak belirlenen 9 temsilciden, e) En fazla üyeye sahip ilk üç kamu görevlileri sendikası konfederasyonları tarafından üye sayılarına orantılı olarak belirlenen 9 temsilciden, f) Tarımda kendi nam ve hesabına çalışanların üye olduğu kanunla kurulu kamu kurumu niteliğindeki en üst meslek kuruluşlarından en fazla üyeye sahip ilk üç kuruluş tarafından üye sayılarına orantılı olarak belirlenen 9 temsilciden, tarım dışında kendi nam ve hesabına çalışanların üye olduğu kanunla kurulu kamu kurumu niteliğindeki en üst meslek kuruluşlarından en fazla üyeye sahip ilk üç kuruluş tarafından üye sayılarına orantılı olarak belirlenen 9 temsilciden, g) Kurumdan aylık veya gelir almakta olanların üye olduğu en fazla üyeye sahip ilk üç kuruluş tarafından üye sayılarına orantılı olarak belirlenen 9 temsilciden, h) (ç), (d), (e) ve (f) bentleri dışında kalan ve kamu kurumu niteliğindeki en üst meslek kuruluşları tarafından görevlendirilecek birer temsilciden, oluşur.” hususu düzenlenmiştir. Yönetim Kurulu yapısına baktığımızda “Yönetim Kurulu bir karar organı olup, Kurumun en yüksek karar, yetki ve sorumluluğunu taşır. Yönetim Kurulu; a) Başkan, b) Başkanın teklifi üzerine müşterek kararname ile atanan iki başkan yardımcısı, c) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını temsilen, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının teklifi üzerine müşterek kararname ile atanan bir üye, 108 Çalışma Yaşamına Yön Veren Hukuki Düzenlemeler ve Yönetişim İlişkisi ç) Maliye Bakanlığını temsilen, Maliye Bakanının teklifi üzerine müşterek kararname ile atanan bir üye, d) Hazine Müsteşarlığını temsilen, Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanın teklifi üzerine müşterek kararname ile atanan bir üye, e) İşverenleri temsilen seçilecek bir üye, f) İşçileri temsilen seçilecek bir üye, g) Kamu görevlilerini temsilen seçilecek bir üye, h) Tarımda kendi nam ve hesabına çalışanları temsilen seçilecek bir üye, ı) Kurumdan gelir veya aylık alanları temsilen seçilecek bir üye, i) (h) bendi dışındaki kendi nam ve hesabına çalışanları temsilen seçilecek bir üye, olmak üzere 12 üyeden oluşur.” Sosyal Güvenlik Yüksek Danışma Kurulu’nu düzenleyen 26. maddede “Sosyal Güvenlik Yüksek Danışma Kurulu; Bakanın başkanlığında, Başkan ile Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Hazine Müsteşarlığı tarafından, en az genel müdür düzeyinde, görevlendirilecek birer temsilciden, Türkiye İş Kurumu Genel Müdürü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürü, Özürlüler İdaresi Başkanı, Üniversitelerarası Kurul tarafından fakültelerin çalışma ekonomisi, sosyal güvenlik ve/veya iş hukuku bilim dallarından seçilecek bir öğretim üyesi, Genel Kurula üye gönderen kuruluşların başkanları ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş hekimleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Türkiye Serbest Muhasebeci, Malî Müşavirler ve Yeminli Malî Müşavirler Odaları Birliği başkanlarından, Bakan tarafından uygun görülecek kişiler veya kurum temsilcilerinden oluşur” hususu düzenlenmiştir. SGK genel kurulu ve yönetim kurulu yapısına bakıldığında, yönetişim üç aktörünün temsilcilerinin dengeli bir şekilde katılımı nedeniyle iyi yönetişimin varlığı görülmektedir. Ancak Sosyal Güvenlik Yüksek Danışma Kurulu’nun üyelerinin dengeli bir şekilde oluşmadığı, özel sektör ve sivil toplum aleyhine bir yapılanma olmasından ve meslek odası temsilcilerinin bakan tarafından uygun görülecek kişilerden seçilmesi nedeniyle zayıf bir yönetişimin olduğu düşünülmektedir. 2.8. 4904 Sayılı Türkiye İş Kurumu Kanunu Kanun’un 5. maddesinde “Genel Kurul, Bakanın veya görevlendireceği kişinin başkanlığında; a) Adalet, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri, Maliye, Milli Eğitim, Bayındırlık ve İskân, Sağlık, Ulaştırma, Tarım ve Köy İşleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Sanayi ve Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Kültür ve Turizm, Çevre ve Orman Bakanlıkları ile Avrupa 109 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 Birliği Genel Sekreterliği, Hazine, Dış Ticaret, Devlet Plânlama Teşkilatı müsteşarlıkları, Devlet Personel, Özelleştirme İdaresi, Devlet İstatistik Enstitüsü, GAP Bölge Kalkınma İdaresi, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi, Özürlüler İdaresi başkanlıkları, Milli Prodüktivite Merkezi, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, Sosyal Sigortalar Kurumu, BAĞ-KUR ve Kurumdan iştirak edecek Genel Müdür düzeyinde birer, b) Üye sayıları itibariyle en fazla üyeye sahip ilk üç sıradaki işçi konfederasyonlarınca üye sayıları oranları dikkate alınarak belirlenecek on yedi, üye sayısı itibariyle en fazla üyeye sahip işveren konfederasyonunca belirlenecek on, Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliğinden beş, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonundan üç, Türkiye Sakatlar Konfederasyonundan her engel grubunu temsilen birer olmak üzere toplam dört, Türkiye Ziraat Odaları Birliğinden iki, Yükseköğretim Kurulunca belirlenecek dört öğretim üyesi, Kurumda temsil yetkisine sahip kamu görevlileri sendikasınca belirlenecek bir temsilciden oluşur.” hususu düzenlenmiştir. Yönetim Kurulu’nu düzenleyen 6. maddede “Yönetim Kurulu; a) Genel Müdür, b) Bakanlığı temsilen Bakanın teklifi üzerine müşterek kararname ile atanan bir üye, c) Hazine Müsteşarlığını temsilen, Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanın teklifi üzerine müşterek kararnameile atanan bir üye, d) En çok üyeye sahip işçi konfederasyonunca belirlenen bir üye, e) En çok üyeye sahip işveren konfederasyonunca belirlenen bir üye, f) Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonunca belirlenen bir üye, olmak üzere altı üyeden oluşur. Genel Müdür, Yönetim Kurulunun da başkanıdır. Yönetim Kuruluna, GenelMüdürün bulunmadığı hallerde Genel Müdürlüğe vekâlet eden başkanlık eder.” hususu düzenlenmiştir. İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurullarını düzenleyen 13. Maddede “Kurul valinin başkanlığında aşağıda sayılan üyelerden oluşur: a) Belediye Başkanı, büyükşehir belediyesi bulunan illerde Büyükşehir Belediye Başkanı veya genel sekreteri veya yardımcısı. b) İl Özel İdaresi Genel Sekreteri. c) İl Milli Eğitim Müdürü ç) (Değişik: 11.10.2011-KHK-665/22 md.) İl Bilim, Sanayi ve Teknoloji Müdürü. d) (Değişik: 11.10.2011-KHK-665/22 md.) Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü. e) İl Ticaret ve/veya Sanayi Odası Başkanı. f) İşçi, işveren konfederasyonları ile Türkiye Sakatlar Konfederasyonundan birer temsilci. 110 Çalışma Yaşamına Yön Veren Hukuki Düzenlemeler ve Yönetişim İlişkisi g) İl Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği Başkanı. ğ) İlde bulunan fakülte veya yüksekokulların Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü veya Mesleki Teknik Eğitim Bölümlerinden valinin belirleyeceği bir öğretim üyesi. h) (Ek: 11.10.2011-KHK-665/22 md.) İl Gümrük ve Ticaret Müdürü. i) (Ek: 11.10.2011-KHK-665/22 md.) Kalkınma Ajansı temsilcisinden oluşur”hususu düzenlenmiştir. Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü’nün yapısına bakıldığında, yönetim kurulu ve genel kurulda çalışma yaşamının aktörlerinin dengeli bir şekilde katılımı sağlanarak yönetişim etkin hale getirilmiştir. Ancak İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurulu’nun katılımcılarında yönetişimin aktörlerinden devletin temsilcilerinin ağırlığı daha fazladır. Bu yönüyle yönetişimin üç aktörü arasında dengeli bir dağılım olmadığı için iyi bir yönetişimden bahsedilememektedir. 2.9. 5544 Sayılı Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu Kurumun organlarını düzenleyen 6. maddede“ Genel Kurul a) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından iki üye, b) Millî Eğitim Bakanlığından üç üye, c) Avrupa Birliği Bakanlığından bir üye, ç) Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından bir üye, d) Çevre ve Şehircilik Bakanlığından bir üye, e) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından bir üye, f) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından bir üye, g) Gümrük ve Ticaret Bakanlığından bir üye, ğ) Kalkınma Bakanlığından bir üye, h) Kültür ve Turizm Bakanlığından bir üye, ı) Maliye Bakanlığından bir üye, i) Sağlık Bakanlığından bir üye, j) Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığından bir üye, k) Üniversitelerin çalışma ekonomisi, işletme ve meslekî eğitim ile ilgili alanlarından Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenecek üç öğretim üyesi, l) Türkiye İş Kurumundan bir üye, m) Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığından bir üye, 111 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 n) Türk Standartları Enstitüsünden bir üye, o) Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinden dört üye, ö) Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonundan dört üye, p) Türkiye Ziraat Odaları Birliğinden iki üye, r) Türkiye Seyahat Acenteleri Birliğinden bir üye, s) Türkiye İhracatçılar Meclisinden bir üye, ş) En çok üyeye sahip üç işçi sendikaları konfederasyonunun her birinden en az bir üye olmak üzere sahip oldukları üye sayılarına oranla toplam yedi üye, t) En çok üyeye sahip işveren sendikaları konfederasyonundan üç üyeden oluşur.” hususu düzenlenmiştir. Yönetim Kurulu’nu düzenleyen 8. maddede “Yönetim Kurulu, Kurumun yürütme organıdır. Yönetim Kurulu, bir asıl ve bir yedek üyesi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bir asıl ve bir yedek üyesi Millî Eğitim Bakanlığı,bir asıl ve bir yedek üyesi Yükseköğretim Kurulu, bir asıl ve bir yedek üyesi kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, bir asıl ve bir yedek üyesi işçi sendikaları konfederasyonları ve bir asıl ve bir yedek üyesi de işveren sendikaları konfederasyonları temsilcileri arasından toplam altı asıl ve altı yedek üye olmak üzere Genel Kurul tarafından seçilir.” hususu düzenlenmiştir. Kurumun yönetim ve genel kurulu, çalışma hayatının değişik aktörlerinden dengeli bir şekilde oluştuğu için iyi yönetişimin varlığından söz edilebilmektedir. 2.10. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Kanunun işyeri sendika temsilciliğinin güvencesini düzenleyen 24. maddede “İşveren, işyeri sendika temsilcilerinin iş sözleşmelerini haklı bir neden olmadıkça ve nedenini yazılı olarak açık ve kesin şekilde belirtmedikçe feshedemez. Fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde, temsilci veya üyesi bulunduğu sendika dava açabilir… İşveren, yazılı rızası olmadıkça işyeri sendika temsilcisinin işyerini değiştiremez veya işinde esaslı tarzda değişiklik yapamaz. Aksi hâlde değişiklik geçersiz sayılır. (5) Bu madde hükümleri işyerinde çalışmaya devam eden yöneticiler hakkında da uygulanır.” hususu düzenlenerek çalışanların hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek üzere faaliyet gösteren işyeri sendika temsilcisine yönetime katılma hakkı, görüşünün alınması gibi yönetişimin unsurlarını barındıran birtakım haklar verilerek kurumsal yönetişime zemin hazırlanmaktadır. Yine kanunun 27/3 fıkrasında “İşyeri sendika temsilcileri ve baş temsilcisi; işyeri ile sınırlı olmak kaydı ile işçilerin dileklerini dinlemek ve şikâyetlerini çözümlemek, işçi ve işveren arasındaki iş birliğini, çalışma barışını ve uyumunu sağlamak, işçilerin hak ve çıkarlarını gözetmek ve iş kanunları ile toplu iş sözleşmelerinde öngörülen çalışma şartlarının uygulanmasına yardımcı olmakla görevlidir.” hususu düzenlenmiştir. İşyeri sendika temsilcisi bu maddeyle işçi ve işveren arasında bir köprü vazifesi almaktadır. İşçilerin çalışma ko112 Çalışma Yaşamına Yön Veren Hukuki Düzenlemeler ve Yönetişim İlişkisi şulları, hak ve menfaatleriyle ilgili talepleri işyeri sendika temsilcisi aracılığıyla işverene iletilerek çalışanın yönetime katılması sağlanabilmektedir. Bu durum işverenin hesap ve cevap verme yükümlüğünü de doğurmakta ve kurumsal yönetişimi kuvvetlendirmektedir. Yüksek Hakem Kurulunu düzenleyen 54. Maddede “Yüksek Hakem Kurulu, Yargıtay’ın bu Kanundan doğan uyuşmazlıklara bakmakla görevli dairelerinin başkanlarından en kıdemli olanının başkanlığında; a) Bakanlar Kurulunca, bakanlıklar bünyesi dışında, işçi veya işveren kuruluşları ile hiçbir şekilde bağlantısı bulunmayan ve siyasi parti organlarında görevli olmayan, ekonomi, işletme, sosyal politika veya iş hukuku konularında bilgi ve tecrübe sahibi olanlar arasından seçilecek bir üye, b) Üniversitelerin iş ve sosyal güvenlik hukuku anabilim dalı öğretim üyeleri arasından Yükseköğretim Kurulunca seçilecek bir üye, c) Bakanlık Çalışma Genel Müdürü, ç) İşçi sendikaları konfederasyonlarından kendisine mensup işçi sayısı en yüksek olan konfederasyonca seçilecek iki üye, d) İşverenler adına en çok işveren mensubu olan işveren sendikaları konfederasyonunca biri kamu işverenlerinden olmak üzere seçilecek iki üyeden oluşur.” hususu düzenlenmiştir. Yüksek Hakem Kurulu’nun, yargı, üniversite, hükümet, işçi ve işveren temsilcilerini bir araya getirerek çoğunluk esasına göre karar alması, yönetişim kültürüne katkıda bulunmaktadır. 2.11. Gemi Adamlarının İkamet Yerleri, Sağlık ve İaşelerine Dair Yönetmelik 854 sayılı Deniz İş Kanununa dayanılarak çıkarılan yönetmeliğin İaşe Bedeli Tespit Kurulunu oluşturan 9. maddesinde “ Kurul, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının görevlendireceği bir yetkilinin başkanlığında aşağıdaki temsilcilerden teşekkül eder. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından konuyla ilgili bir iş müfettişi, Ulaştırma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Deniz Ticaret Odasından birer temsilci, en fazla gemi adamını bulunduran en üst işçi kuruluşundan (temsilcilerinden biri gemi iaşe kurulu üyelerinden birisi olacaktır.) 2 temsilci, en fazla gemi işverenini bulunduran en üst işveren kuruluşundan 2 temsilci” hususu düzenlenmiştir. Kurulun yapısına bakıldığında eşit temsilin olmadığı, işçi ve işveren kuruluşlarının aleyhine devlet temsilcilerinin ağırlığının bulunduğu görülmektedir. Bu yönüyle yönetişimin aktörleri arasında dengeli bir dağılım olmadığı için iyi yönetişimden bahsedilemeyecektir. İaşe Kurulunu düzenleyen 13. maddesi ise “Her gemide bir İaşe Kurulu kurulur. Kurul, işveren veya vekili olan kaptan adına 1’inci gemi zabiti başkanlığında aşağıdaki kişilerden meydana gelir: a) Gemi doktoru veya sağlık memuru, b) Gemi aşçısı, c) Kumanyacı, d) İkitayfa temsilcisi” hususunu düzenlemiştir. İaşe Kurulu çalışma hayatında kurumsal yönetişime verilebilecek güzel bir uygulamadır. 113 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 2.12. Bilgi Edinme, Şeffaflık, Hesap Verilebilirlik, Katılım, Etkinlik, Hukukun Üstünlüğü, E-Devlet Kavramları Açısından Çalışma Hayatımızda Yönetişim İyi yönetişimin alt yapısını oluşturan bilgi edinme, şeffaflık, hesap verilebilirlik, katılım, etkinlik, hukukun üstünlüğü, e-devlet gibi kavramlar açısından Bakanlığın çalışmaları arasında yer alan yabancıların çalışma izinleri otomasyon sistemi, sendika üyelik başvuru ve üyelikten çekilmeleri, Devlet Personel Başkanlığının KPSS Tercih Rehberi uygulaması, İŞKUR’ un Türk Meslek Sözlüğü, İş Başvuru Sonucu Sorgulama, İşsizlik Ödeneği Sorgulaması, İş Sorgulama ve İş Başvurusu, Meslek Kursu Sorgulama, İşsizlik Ödeneği Ödemesi, İŞKUR Borcu Sorgulama, İşgücü, İnsan Gücü Planlama Sistemi, Sosyal Güvenlik Kurumunun GSS Tescil Kaydı, Tedavi Bilgileri Sorgulama, Hekim Bilgilendirme, Sağlık Yardımı Talep ve Taahhüt, Şahıs Ödeme Durumları Görüntüleme ,4A, 4B ve 4C Hizmet Sorgulamaları, İş Sağlığı ve Güvenliği kapsamındaki İSG-KÂTİP uygulamalarının e- devlet kapısı üzerinden yapılabilmesi, ALO 170 Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi, Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlükleri İşçi Şikâyetleri Büroları ve Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER), Cumhurbaşkanına yazın uygulamaları gibi vatandaş, dış paydaş, sivil toplum, meslek odaları, işçi-işveren kuruluşlarına bilgi edinme, görüş, şikâyet, dilek, bilgi paylaşımı, işlemlerin hızlı ve etkin bir şekilde yapılması, kamunun hesap verilebilirliğinin sağlanması, yönetişim uygulamalarının altyapısını güçlendirmektedir. Özellikle ALO 170 uygulaması ihbar, şikâyet ve görüş paylaşımında dış paydaşlar tarafından oldukça etkin olarak kullanılmakta, Bakanlığa intikal eden dilekçelerin birçoğu bu kanaldan gelmektedir (http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/faaliyetler/ alo170:2013). Günümüz bilgi ve internet çağında internet sitesinden ve mobil cihazlar üzerinden kolayca erişilebilecek bilgi ve belgelerin ve e-devlet uygulamalarının artması, otomasyon sistemleriyle bürokratik işlemlerin ve kırtasiyeciliğin azaltılması Bakanlığın yönetişim kültürünü daha da zenginleştirecektir. Devletin vatandaşına bir telefon kadar yakında olmasının hissettirilmesi, devletle iletişim kanallarının arttırılması vatandaşın siyasal ve toplumsal gelişmesine katkıda bulunacak, iyi yönetişimin uygulamasını geliştirecek, yaygınlaştıracak ve vatandaşı daha da bilinçli hale getirecek, yöneticilerin de yönetim yeteneği ve başarısını artıracaktır. Sonuç 1980’li yıllardan sonra yeni bir paradigma olarak doğan, siyasette neo-liberal; yönetimde Yeni Kamu Yönetimi anlayışı çerçevesinde yönetişim ve bunun altyapısını oluşturan kamu yönetiminde şeffaflık, hesap verilebilirlik, katılım, cevap verilebilirlik, etkinlik kavramları Türk Kamu yönetimini de etkilemekte ve hukuki düzenlemelerle bu kavramlar uygulamada da hayata geçirilmektedir. Genel anlamda bilgi edinme hakkı, işbirliği, koordinasyon, etik kurulları, e-devlet, yönetişim gibi bu yeni paradigmanın unsurları birçok kamu kurum ve kuruluşunda olduğu gibi özellikle çalışan-işveren ilişkilerini düzenleyen, başta anayasa ve Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerinin verdiği yetki ve görevle çalışma hayatını izleme, düzenleme, denetleme ve çalışma barışını sağlama görevi olan Çalışma ve Sosyal 114 Çalışma Yaşamına Yön Veren Hukuki Düzenlemeler ve Yönetişim İlişkisi Güvenlik Bakanlığını ve hazırladığı ya da yürütülmesinden sorumlu olduğu hukuki düzenlemeleri de etkilemektedir. Bakanlığın çalışan, işveren ve ekonominin aktörleriyle işbirliği içinde olması şüphesiz kaçınılmazdır, bu yüzden yönetişimin üç aktörü olan devlet, özel sektör ve sivil toplumun birlikte yönetimi en başta Bakanlığın faaliyet alanı içindedir ve yönetişim, çalışma mevzuatımız açısından da devlet, özel sektör ve sendikalar, meslek odaları gibi kar amacı gütmeyen kuruluşlar için de gerekli bir yönetim kültürüdür ve mevzuatın uygulanması açısından, mevzuatın taraflarca kabul edilebilirliği ve sahadaki uygulamayıda başarıya ulaştırması açısından da iyi yönetişim uygulamaları kamu yönetiminde ve özellikle Bakanlıkta diyalogu, işbirliğini ve iyi yönetişimi gittikçe önemli kılmaktadır. Çalışma hayatının hem kurumlar hem de çalışanlar açısından etkinliğini ve verimliliğini etkileyen temel kural ve normlar yönetişim perspektifinde düzenlendiğinde yönetişim anlayışının çalışma hayatında benimsenmesi ve uygulanması daha kolay olacaktır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın teşkilat yapısı içerisindeki kurul, komisyon, konsey gibi yapılanmaların katılımcılarının genelde çalışan, işveren, diğer kamu kurum ve kuruluş temsilcileri ve de özel sektör temsilcileri olması ve kararların çoğunluk esasına göre alınması gibi özellikleri nedeniyle iyi yönetişimin varlığı hissedilmektedir. Ayrıca çalışma hayatına yön veren hukuki düzenlemelerde de yönetişimin ve yönetişim unsurları olan katılım, işbirliği, koordinasyon, hesap verilebilirlik, saydamlık, bilgi edinme gibi özellikleri ihtiva eden hükümlerin varlığı ve bu hükümlerin ve kültürün yaygınlaşması çalışma hayatıyla ilgili politika ve programları başarılı, meşru ve etkin kılacaktır. Kaynakça ASLAN, Onur Ender (2013), “Kamu Personel Hukuku”, Eskişehir, AÖF Yayınları. Commission of the European Communities (2001), “European Governance: A White Paper”, Brussels, 25.7.2001 s.428 final. Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim Merkezi 2013 Değerlendirme Raporu, gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/faaliyetler/alo170_2013 15.11.2015). http://www.csgb. (Erişim Tarihi: Dokuzuncu Kalkınma Planı(2007-2013), http://www.kalkinma.gov.tr/Lists/Kalknma%20Planlar/Attachments/1/plan9.pdf (Erişim Tarihi:15.11.2015). ERYILMAZ, Bilal (2009), Kamu Yönetimi, Ankara, Okutman Yayıncılık. Gemi Adamlarının İkamet Yerleri, Sağlık ve İaşelerine Dair Yönetmelik. HABITAT II İstanbul 5 Ülke Raporu (2000), Yönetişim Alt Bölümü, İstanbul. KAVRUK, Hikmet (2013), Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar “Yönetişim”, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yayınları. Maliye Bakanlığı (2003), İyi Yönetişimin Temel Unsurları, Ankara, II, Ayrıntı Basımevi. NOHUTÇU, Ahmet (2012), “Kamu Yönetimi”, Ankara, Savaş Yayınevi. Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018), http://www.kalkinma.gov.tr/Lists/Kalknma%20Planlar/Attachments/12/Onuncu%20Kalk%C4%B1nma%20Plan%C4%B1.pdf (Erişim Tarihi:15.11.2015). 115 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 95-116 STOKER, Garry (1998), “Governance As Theory: Five Positions”, International Social Science Journal, Volume 50, Issue 155, s.17-29. T.C. Anayasası. TEKELİ, İlhan (1996), “Yönetim Kavramı Yanısıra Yönetişim Kavramının Gelişmesinin Nedenleri Üzerine”, Sosyal Demokrat Değişim, 3. Sayı, s.45-54. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye Ofisi, http://www.ilo.org/ankara/lang--tr/index.htm (Erişim Tarihi:05.06.2015). YÜKSEL, Mehmet (2000), “Yönetişim Kavramı Üzerine”, Ankara Barosu Dergisi, 3. Sayı, s.145-159. 4857 Sayılı İş Kanunu. 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu. 6356 Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu. 3146 Sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun. 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikalar Kanunu. 5502 Sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu. 4904 Sayılı Türkiye İş Kurumu Kanunu. 5544 Sayılı Mesleki Yeterlilik Kurumu Kanunu. 116 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 117-134 ÖZEL POLİTİKA GEREKTİREN GRUPLARIN İŞ YAŞAMINDAKİ SAĞLIK VE GÜVENLİK RİSKLERİ İLE KONTROL TEDBİRLERİ OCCUPATIONAL HEALTH AND SAFETY RISKS AND MEASURES IMPLEMENTED FOR THE MOST VULNERABLE WORKERS Zeliha GÜLER* ÖZ Tüm dünyada ve Türkiye’de çalışma hayatını tanzim eden yasal düzenlemeler yapılmakta, bu düzenlemelere dayalı olarak oluşturulan mevzuatta çalışma hayatında yer alan özel politika gerektiren gruplar iş sağlığı ve güvenliği açısından ayrıca değerlendirilmektedir. Genç, yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlargibi özel politika gerektiren gruplar ile kadın çalışanların durumu, ülkemiz mevzuatında özel olarak değerlendirilmektedir. İşyerlerinde karşı karşıya kaldıkları özel riskler itibariyle Avrupa ve dünya mevzuatında gittikçe önemli hale gelen bu grup çalışanları, Türkiye’de işgücü istatistikleri incelendiğinde çalışma hayatında nicelik olarak büyük bir yer teşkil etmektedir. Bu doğrultuda özel politika gerektiren grupların sağlık ve güvenlik koşulları açısından karşılaşabilecekleri tehlike ve risklerin ayrıntılı bir şekilde ele alınması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Özel politika gerektiren gruplar, çocuk ve genç çalışan, yaşlı çalışan, engelli çalışan, gebe ve emziren çalışan, kontrol tedbirleri. ABSTRACT All over the World and in Turkey, legal arrangements are prepared issuing working life and the most vulnerable workers in working life are also evaluated in terms of occupational health and safety by the legislation based on these arrangements. In our country legislation, status of the most vulnerable workers such as young workers, elderly workers, workers with disabilities, pregnant workers, breastfeeding workers and female workers are evaluated in particular. This group of workers, which is increasingly being important in European and international legislation due to special risks they experience in workplaces, occupy great place quantitatively in Turkey according to Turkish labour statistics. In this respect, health and safety risks and hazards which may be encountered by the most vulnerable workers should be addressed thoroughly. Keywords: The most vulnerable workers, young workers, elderly workers, workers with disabilities, pregnant workers and breastfeeding workers, control measures. JEL Classification: J28, K32 * Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İş Müfettiş Yardımcısı, [email protected] Gönderildiği Tarih: 01.12.2014, Kabul Tarihi: 11.01.2016 117 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 117-134 Giriş Dünyada ve Türkiye’de çalışma hayatındaki sanayi ve teknoloji üzerine yaşanan hızlı gelişmeler ile işyerlerinde, çalışanların sağlığı ve güvenliği ile ilgili önemli riskler ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de çalışma hayatında iş sağlığı ve güvenliği konusu, uluslararası sözleşmeler, Avrupa Birliği Direktifleri ve de yabancı ortaklı ticari eğilimlerin sayesinde her geçen gün daha önemli hale gelmektedir. Bu çalışmada, genç, yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlar ile kadın ve göçmen çalışanlar gibi özel politika gerektiren grupların işgücündeki katkısı da göz önünde bulundurularak işyeri ortamında karşılaşacağı tehlike ve riskler ile kontrol tedbirleri belirlenerek, bu grup çalışanların daha sağlıklı ve güvenli bir çalışma yürütmeleri sağlanması amaçlanmıştır. Özel risklere sahip olan çalışanlar için düzenlenecek olan ayrı bir risk değerlendirmesi, çalışma alanında, çalışma yöntem ve şekillerinde ya da iş ekipmanlarında gündeme gelebilecek ilave tehlikeleri uzaklaştırmada önemli bir çalışma olacaktır. Bu çalışmada, özel politika gerektiren gruplarının mesleki riskleri, özel sağlık ve güvenlik parametreleri iç ve dış mevzuat çerçevesinde ve de güvenli çalışma için örnek teşkil edebilecek önlemler analiz edilecektir. Çalışma sayesinde ülkemizdeki mevcut ve yeni girişimleri tanımlamak da mümkün olacaktır. 1. Çalışma Yaşamında Özel Politika Gerektiren Gruplar “Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliği”nin amaçlarından biri özel politika gerektiren grupların işgücü piyasasına kazandırılmasına yardımcı olmak üzere Türkiye İş Kurumu tarafından düzenlenen aktif işgücü hizmetlerinin yürütülmesine ilişkin usul ve esasları belirlemektir (Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliği, 2013). Bu yönetmeliğe göre özel politika veya uygulama gerektiren gruplar, diğer gruplara göre istihdamında daha fazla güçlük çekilen kadınlar, gençler, uzun süreli işsizler, engelliler gibi dezavantajlı grupları ifade etmektedir. Avrupa ülkeleri mevzuatında bu gruba ek olarak bir de göçmen çalışanlar bulunmaktadır. Türkiye, nüfusunun büyük bir bölümünü gençlerin oluşturduğu bir ülkedir. Sektörde çalışan genç isçilerin sorunlarının başında, iş sağlığı ve güvenliği koşullarına uygun olmayan ortamlarda çalışma, sağlık sorunları gibi konular gelmektedir. Yaşlılık ise bir yandan yaşam ve iş deneyiminin getirdiği olumlu yanları diğer yandan yaşlanma ile ortaya çıkan fizyolojik değişikliklerin olumsuz yansımaları ile çalışma hayatı bakımından önem taşımaktadır. Ülkemizde, engelli vatandaşlarımız toplam nüfusun %12,29’unu (yaklaşık 8.5 milyon) oluşturmaktadır. Türkiye’de trafik ve iş kazaları sıklığı ve bazı sosyal faktörlerde (akraba evliliği, ana çocuk sağlığı hizmetleri yetersizliği, vs.) dikkate alınırsa, Türkiye’de engelli bireylerin sayısı nüfusa oranla çok fazladır. Bu rakamlar çalışma hayatında yer alan engellilerin özel olarak korunması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Hamile, yeni doğum yapanlar ya da emziren kadın çalışanlar, diğer kadın çalışanlara göre daha özellikli risklere sahip olup bu çalışanlar sadece savunmasız değil aynı zamanda belirli sürelerde diğer çalışanlara göre daha elverişsiz ve fiziksel olarak daha zayıf hale gelmektedirler. Ülkemizin 118 Özel Politika Gerektiren Grupların İş Yaşamındaki Sağlık ve Güvenlik Riskleri İle Kontrol Tedbirleri coğrafi konumu itibariyle stratejik bir noktada yer alması, gerçekleşen iç ve dış göçler, göçmen çalışanların sayısında hızlı bir artışa yol açmıştır. Bu çerçevede ülke mevzuatımızda, özel politika gerektiren gruplar, ayrı bir yere ve öneme sahiptir. Tablo 1: Özel Politika Gerektiren Grupların Arasında Kesişim (AB İstihdam-2010) Yaşlı Çalışan Kadın çalışanların %37.8’i 55-64 yaş aralığında Genç Çalışan Kadın çalışanların %40.6’sı 15-24 yaş aralığında Engelli Çalışan Tespit Edilen Bilgi Yok Sakatlık oranı yaşla birlikte artar 25 yaş altında engelli sayısı azdır Göçmen Çalışan Kadın göçmen çalışanlar vasıfsız işlerde çalışmaktadır. 60 yaş üzeri göçmenler yetersiz olarak nitelendirilir. Göçmen çalışanların büyük bölümü gençtir Kadın Çalışan Yaşlı Çalışan Genç Çalışan Kaynak: Graveling, 2011, s.29 2. Özel Politika Gerektiren Grupların İş Yaşamındaki Sağlık ve Güvenlik Riskleri ile Kontrol Tedbirleri Bu çalışmada, iş dünyasında yer alan ve özel risk grubu diyebileceğimiz, diğer çalışanlara göre daha savunmasız kategoriye ilişkin iş sağlığı ve güvenliği (İSG) konuları değerlendirilecektir. Bunlar: kadın çalışanlar, çocuk ve genç çalışanlar, engelli çalışanlar, yaşlı çalışanlar ve göçmen çalışanlardır. 2.1. Kadın Çalışanlar Gebe, emziren ve yeni doğum yapan kadın çalışanlar işyerlerinde, diğer çalışanlara göre daha farklı fiziksel, kimyasal ve biyolojik risklerle karşı karşıyadırlar. Özel risklere sahip olan bu çalışanlar için düzenlenecek olan ayrı bir risk değerlendirmesi, gündeme gelebilecek ilave tehlikeleri uzaklaştırmada önemli bir çalışma olacaktır. Ülkemizde 2012 yılında işgücüne katılım oranı kadınlarda %29 iken erkeklerde %71’dir. İstihdam edilen kadın nüfus oranı %26,3, erkek nüfus oranı ise %65‘tir (TUİK, 2012). Bu rakamlara bakıldığında kadın istihdamının önemli bir seviyede olduğu ortaya çıkmaktadır. ILO tahminlerine göre dünyada 1,2 milyarı kadın olmak üzere 3 milyar civarında iş gücü bulunmaktadır (İş Sağlığı ve Güvenliği Dergisi, 2011:7). 119 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 117-134 Çalışan kadınların sağlığını ve güvenliğini ele alacak olursak: • İçsel Risk Faktörleri: Gebelik, emzirme (doğurganlık), menstrüel bozukluklar, adet bozuklukları ve menopoz, fiziksel zayıflık,… • Dışsal Risk Faktörleri: Çalışma ortamı, part-time işler, çalışılan makine ve çalışma yönteminin kadın çalışanın fiziki yapısına uygun olmaması, mesleki eğitimsizlik,… Genel olarak, kadınların erkeklerden daha az iş kazası geçirdiği gerçeğiyle karşılaşmakla birlikte, kas-iskelet sistemi bozuklukları ve stres gibi işle ilgili diğer sağlık sorunlarının, raporlarda yüksek seviyelerde olduğu ortaya çıkmaktadır (Graveling, 2011:34). Genel olarak, kadınların işle ilgili sağlık sorunları, erkeklerden daha yüksek düzeydedir (Graveling, 2011:40). Grafik 1’de, boyun, omuz, kol veya ellerini etkileyen kas-iskelet bozukluklarının,stres ve depresyonun erkek çalışanlara göre kadınlarda daha yüksek seviyelerde olduğu gözlemlenmiştir. Grafik 1: Cinsiyete Göre İstihdam İle İlgili Sağlık Sorunları (%) Kaynak: Graveling, 2011, s.41. Kadınların ağırlıklı olarak çalıştığı meslekler: sekreterlik, öğretmenlik, mağaza satış sorumlusu, aşçılık, garsonluk, hemşirelik, çocuk-hasta bakım yardımcılığı gıda sektörü ve tekstil makine operatörlüğü, hazır giyim çalışanları, ince montaj çalışanları, kuaför ve güzellik salonu çalışanları, temizlik işi çalışanlarıdır. Kadınların ev işlerini yapıyor olmaları onları ayrıca part-time çalışmaya zorlamaktadır. Part-time çalışanların kendi işi üzerinde daha az kontrole sahip olmaları ve onlara daha az sorumluluk ile emanet edilmesi stres, hayal kırıklığı ve hatta depresyon yaratabilir (Graveling, 2011:39). 120 Özel Politika Gerektiren Grupların İş Yaşamındaki Sağlık ve Güvenlik Riskleri İle Kontrol Tedbirleri Mevzuatımızda kadın çalışanların çalışma hayatını düzenleyen ve sağlıklı ve güvenli çalışmalarını sağlayan önemli yükümlülükler mevcuttur. • Kadın çalışanlar, gebe olduklarının sağlık raporuyla tespitinden itibaren doğuma kadar geçen sürede gece çalışmaya zorlanamazlar. • Yeni doğum yapmış çalışanın doğumu izleyen bir yıl boyunca gece çalıştırılması yasaktır. • Gebe veya emziren çalışan günde yedi buçuk saatten fazla çalıştırılamaz. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmeleri arasında çalışan kadınların hakları ile ilgili iç hukukumuza yansıtılmış sözleşmeler mevcuttur. Bunlardan bazıları; “Erkek ve Kadın İşçiler Arasında Ücret Eşitliği Hakkında 100 sayılı ILO Sözleşmesi”, “İş ve Meslek Bakımından Ayrımcılık Hakkında 111 sayılı ILO Sözleşmesi”, “İstihdam Politikasıyla ilgili 122 sayılı ILO Sözleşmesi”dir. CEDAW (Committee on the Eliminatian of Discrimination Against Women) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin 11. maddesi kadının çalışma yaşamındaki haklarını düzenlemektedir. İş güvenliği, ileri mesleki eğitim hakkı, güvenli koşullar içinde çalışma ve sağlığın, doğurganlığın korunması hakkı bu sözleşme çerçevesinde düzenlenmiştir (İşte Sağlık Dergisi, 2009). Kadında üreme fonksiyonunu etkileyen mesleksel etmenler aşağıdaki gibidir (Bilir, 2002:88): a. Fiziksel etmenler: Sıcaklık, radyasyon, ağır bedensel çalışma, titreşim, gürültü, vb. b. Kimyasal etmenler: Ağır metaller (kurşun, civa, kadmiyum,...), solventler (benzen, hekzan, ksilen,…), pestisitler, oral kontraseptifler, sitotoksik ilaçlar, anestezik gazlar, vb. Kadınlar bazı kimyasallara erkeklere oranla daha duyarlıdırlar. Kadınlar erkeklere oranla daha fazla yağ dokusu içermektedir. Yağda çözünen bazı karsinojenlerin, değişik oranlarda, meme kanserine yol açtığı bilinmektedir. Özellikle gebelik ya da emzirme döneminde kadın çalışanlar, yağda çözünen maddelere (solventler, pestisidler) daha fazla maruz kalmakta olup kimyasal maddelerle çalışmaktan uzak tutulmalıdır. İngiltere’de kadınların kurşunun kullanıldığı işlerde çalışmasına izin verilmemektedir (Bilir, 2002:89). Kandaki kurşun düzeyi erkek çalışanlarda 300 μg/l ve kadın çalışanlarda ise 100 μg/l değerini geçmemelidir (Meslek Hastalıkları Rehberi, 2011). c. Biyolojik etmenler: Rubella, sitomegalovirus, toksoplazma, hepatit B, HIV, parvovirus B 19 enfeksiyonu (insanda beşinci hastalık etkeni), vb. d. Ergonomik etmenler: Ayakta çalışma, ağır bedensel iş, vardiya çalışması, ağır yük kaldırma, dar alanda çalışma, vb. (Bilir, 2002:89) Bu çalışmada, özellikle kadın çalışanların kazalanmasına sebep olabilecek tehlike ve risklerin nedenleri tespit edilerek kadın çalışanlara yönelik etkin önleme tedbirlerini geliştirmek amaçlanmıştır. 121 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 117-134 Tablo 2: Gebe ve Emziren Kadın Çalışanlar İçin Tehlike, Risk ve Kontrol Tedbirleri Tehlike ve Riskler Kontrol Tedbirleri Şoklar, titreşim veya ani hareket, motorlu araçların kullanımı Düzenli maruziyet düşük yapma riskini artırabilir. Prematüre veya düşük doğum ağırlığı riski artabilir. Tüm vücut titreşimlerinden, karın bölgesi sarsıntılarından ve şoklarından kaçınılmalı. Gebe çalışanın, ani darbelere, sarsıntıya, titreşime maruz kalacağı işlerde ve iş makinelerinde çalıştırılmaları yasaktır. Kaldırma, yük taşıma, kapalı alanlar, duruş, hareket Gebe çalışanlar özellikle risk altında: Gebelik ilerledikçe hormonal değişiklikler bağları etkileyebilir, duruş problemleri artabilir, Emziren çalışanlar için risk teşkil etmez. Çalışanların riskini azaltmak için görev değişimi yapmak ya da çalışana yardım sağlamak gerekli, Çalışma mahalli ve çalışma düzeni, gebe veya emziren çalışanların duruş problemlerini ve kaza riskini azaltacak şekilde yeniden düzenlenmeli, Mümkünse oturarak çalışmalar sağlanmalı, Gebe veya emziren çalışanlar elle taşıma, yükleme ve araçsız taşıma işlerinde çalıştırılmaları yasaktır. Gürültü Uzun süre maruz kalmak kan basıncını arttırır ve yorgunluğa yol açabilir. Gebe çalışanın çalıştığı yerdeki gürültü seviyesinin, en düşük maruziyet etkin değeri olan 80 dB(A) yı geçmemesi sağlanmalı, Limitleri aşan ortamda gebe çalışanların kişisel koruyucu donanım (KKD) kullanarak dahi çalıştırılmaları yasaktır. İyonize radyasyon Önemli maruziyet fetüse zarar verebilir. Emziren bir anne radyoaktif sıvılar veya tozlar ile çalışırsa anneye deri yoluyla bulaşma ile çocuk maruz kalabilir. Muhtemel risk: anne tarafından solunması veya yutulması fetüs için önemli risk. Gebe çalışanlar için yasal doz limitinin altında çalımalar sağlanmalı, Radyoaktif kirlenme riskinin yüksek olduğu yerlerde emziren çalışan istihdam edilmemeli, Uyarı levhaları ile bu alanlar belirlenmeli ve bu alanların izolasyonunu sağlanmalı. Elektrik Şoku Gebe bir çalışanın düşük voltajda (110 veya 220 volt), elektrik çarpmasına maruziyeti, fetal ölüm dahilfetusa zarar potansiyeline sahiptir. Gebe çalışanların eski veya güvenilmez iş ekipmanları ile teması kısıtlanmalıdır. Topraklama hatları kontrol edilmeli, 30 mA’lik kaçak akım röleleri prizleri kapsayan panolara asılmalı. Aşırı Soğuk ya da Sıcak Aşırı sıcak strese sebep olur. Emziren çalışanda su kaybı olur. Aşırı soğuk, çalışan gebe kadınlar ve doğmamış çocukları için bir tehlike olabilir. Aşırı sıcak durumunda yeterli dinlenme ve içme suyuna erişim kolaylığı sağlanmalı, İklimlendirme ve havalandırma çalışmaları yapılmalı. Tesisler Dinlenme olanakları: Fiziksel ve zihinsel yorgunluk artar. Sosyal olanakları: Tuvaletlere erişim kolay değilse enfeksiyon ve böbrek hastalığı riski vardır. İşyerinde emzirme hem bebeğin hem de annenin sağlığını etkiler. 122 Uygun aralıklarla, rahatsızlık duymayacak şekilde oturmak ya da yatmak için sakin, rahat bir yere erişim sağlanmalı, Temiz içme suyuna erişim sağlanmalı, Hamile ve emziren çalışanlar için, sık ve kısa aralıklarla iş istasyonunu veya etkinliği terk etmesi için önlemler alınmalı, Kadınların süt emzirebilmeleri veya sağmaları için özel bir oda sağlanmalı, (sterilize olmuş kapların temin edilmeli) Kapları güvenli, temiz bir şekilde saklanabilmesi için bu tesislerde buzdolabı temin edilmeli. Özel Politika Gerektiren Grupların İş Yaşamındaki Sağlık ve Güvenlik Riskleri İle Kontrol Tedbirleri Tablo 2: Gebe ve Emziren Kadın Çalışanlar İçin Tehlike, Risk ve Kontrol Tedbirleri Tehlike ve Riskler Kontrol Tedbirleri Tehlike Grupları 2, 3 Ya Da 4’te Yer Alan Herhangi Bir Biyolojik Etken Çalışan hamilelik sırasında enfekte olmuş ise doğmamış çocuğu etkileyebilir. Örnekler Hepatit B, HIV, herpes, , tüberküloz, frengi, tifo. Laboratuvar ve sağlık çalışanları ile hayvanların bakıldığı veya ürünlerin işlendiği alanlarda maruziyet fazladır. Fiziksel koruma, hijyen önlemleri veya aşıların kullanımı ile kontrol önlemleri alınmalı, Gebe çalışanların bu işlerde çalışması engellenmeli. Kimyasal etkenler Ölü doğum ve infertilite (kısırlık), kendiliğinden düşük, Kalıtımsal genetik hasarlara neden olabilir. Kanserojen, mutajen, çok toksik, toksik, zararlı, alerjik, üreme için toksik ve emzirilen çocuğa zararlı olabilen kimyasalların üretildiği, işlendiği, kullanıldığı işlerde gebe, yeni doğum yapmış ve emziren çalışanın çalıştırılması yasaktır. İşyerinde iyi havalandırma sistemi sağlanmalı, Tehlikeli kimyasallar yerine tehlikesiz ya da az tehlikeli kimyasalların ikamesini sağlamalı (Gebe Veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları Ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik, 2013). R40, R45, R46, R49, R61, R63, R64, R68 Etiketli Maddeler Ve Çözücüler R40 - Kanserojenik etki R45 - Kansere neden olabilir. R46 - Kalıtımsal genetik hasarlar R49 - Solunması halinde kansere neden olabilir. R61 - Doğmamış çocuğa zarar verebilir. R63 - Doğmamış çocuğa zarar verme R64 - Emzirilen bebeklere zarar verme (MSDS, Aralık 2011) Gerçek risk yeni doğum yapmış ve de gebe çalışanlar için mevcuttur. Bu maddelerle ilgili kaynağında önlem tedbirleri, ikame yöntemi kullanılmalı, Bu maddelerin yoğun kullanıldığı alanlarda gebe ya da emziren çalışan bulunmamalı. Benzen Vajinal kanama, gebelikte hemorajikkomplikasyonlar, kendiliğinden düşük, kromozom aberasyonuna yol açmaktadır. Gebe çalışanların KKD kullanımı durumunda dahi, benzen veya benzen buharı ile doğrudan teması kısıtlanmalı, İkame yöntemi kullanılmalı, (Benzen yerine tolüen) Lokal havalandırmalar yapılmalı. Anestezik gazlar Spontanabortus, olası fetal büyüme geriliği, konjenitalmalformasyon, düşük doğum ağırlığı, ölü doğum, gebeliklerinin düşükle sonlanma olasılığının fazladır. Gebe çalışanların anestezik gazlara maruz kalmasını engellenmeli. (Cerrahlar, anestezistler, ameliyathane hemşireleri, ameliyathane teknisyenleri için geçerlidir.) Cıva ve cıva türevleri Gebelik sırasında organik cıva bileşiklerine maruz kalmak, anne karnındaki bebeğin büyümesini yavaşlatabilir, annenin sinir sistemini bozabilir ve anne zehirlenebilir. Cıva ve cıva türevleri ile ilgili çalışmalarda gerekli tüm kontrol adımlarına dikkat edilmeli ve gebe çalışanların maruz kalması engellenmeli, Kapalı sistemlerde çalışma yöntemleri kullanılmalı. Karbon monoksit (CO) Fetüsün oksijene ihtiyacını arttırır, Bebek üzerindeki olumsuz etkiler konusunda net gösterge mevcut değil. (Graveling, 2011:45) CO algılayıcı sensörler yerleştirilmeli, Kadınlar çalışanlar, karbon monoksidin prenatal toksik etkilerinden haberdar edilmeli. Lokal havalandırmalar yapılmalı. 123 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 117-134 Tablo 2: Gebe ve Emziren Kadın Çalışanlar İçin Tehlike, Risk ve Kontrol Tedbirleri Tehlike ve Riskler Kontrol Tedbirleri Kurşun ve türevleri (İnsan organizması tarafından absorbe olma yeteneğine sahip) Spontanabortus, ölü doğum ve infertilite (kısırlık), Doğum öncesi düşük kurşun maruziyeti, zihinsel engelliliğe neden olur. Kurşuna maksimum maruz kalma limitlerine uyulmalı, Gebeliği kesinleşen çalışanlar, kurşun maruziyeti yaşayabileceği işlerde çalıştırılamaz. Ergonomi İşyeri tasarımı, iş istasyonu ve iş ekipmanlarının tasarımı gebe çalışanların güvenliğini etkiler. Vücut ölçülerinin büyümesi, eğilme ve doğrulma zorluğu sebebiyle iş alanı düzenlenmeli, KKD’ler gebe veya emziren çalışanın vücuduna uygun olmalı, bu kişilerin hareketlerine engel olmamalı. Yalnız Çalışma Acil tıbbi müdahaleye ihtiyaç durumunda erişim zorluğu. Gebe çalışanları başkalarının gözetiminde tutmalı, belirli aralıklarla iletişim ve erişim sağlanmalı. NIOSH, çalışanların belirli iş saatleri içerisinde herhangi bir bel ağrısı riskinin gelişmesine izin vermeden sağlıklı bir şekilde çalışabilecekleri (Recommended Weight Limit - RWL) tavsiye edilen ağırlık limitlerini tanımlamaktadır. İdeal koşullar altında, iki elle kaldırılacak maksimum ağırlık 51 pounddur. Bu ağırlık 23.13 kg’a denk gelmektedir. Bu değer kadın ve erkek çalışanlar için aynı belirlenmiştir (Feletto, 2007:18). Kadınların fizyolojik fonksiyonlarının iş hayatına yansıması, işyerlerinde bazı özel tehlikelere maruz kalmalarına neden olmakta ve konuyla ilgili oluşan bilincin azlığı mesleki maruziyeti arttırarak fiziksel ve psikolojik açıdan sıkıntılı bir çalışma ortamı meydana getirmektedir. Ülke mevzuatının uluslararası mevzuat çerçevesinde geliştirilmesi, kadınların daha sağlıklı ve güvenli çalışma hayatına sahip olması bakımından gerekli ve önemli bir adımdır. Ayrıca kadın çalışanlar için İSG açısından psikososyal tehlikeler sistematik bir şekilde ele alınmalıdır. 2.2. Çocuk ve Genç Çalışanlar ILO tahminlerine göre, dünyada 120 milyon tam süreli olmak üzere 5-14 yaş grubu 250 milyon çocuk çalışmaktadır. %72’i tarım sektöründe olmak üzere, turizmden maden ocaklarına, ev işlerinden halı dokumacılığına çok farklı sektörlerde yer almaktadırlar. Çocuk ve gençler aşağıda sayılan tehlikeler bakımından çalışma hayatı içerisinde özel bir risk grubu oluşturmaktadırlar. 124 Özel Politika Gerektiren Grupların İş Yaşamındaki Sağlık ve Güvenlik Riskleri İle Kontrol Tedbirleri Tablo 3: Çocuk ve Genç Çalışanlar İçin Tehlike, Risk ve Kontrol Tedbirleri Tehlike ve Riskler Kontrol Tedbirleri Deneyimsizlik Tehlike ve risk kavramlarını algılama yetisinin az gelişmesi sebebiyle tehlikeli makinelerin uygunsuz kullanımı ile kazalanma, Yazılı talimatları anlayamama, uymak istememe, Çalıştığı makine başında ya da yaptığı işle ilgili uygulamalı İSG ve mesleki eğitim verilmeli, Tehlikeli ekipmanlar, sadece kendi operatörü tarafından kullanılabilecek şekilde güvenlik önlemleri alınmalı. Meraklılık/Dikkat Eksikliği Ekipmanların kumandalarının merak edilerek rastgele basılması sonucu operasyon noktasında gerçekleşebilecek uzuv kayıpları, Şahsi eşyalar dışındaki eşyaların kullanımı sebebiyle bulaşan hastalıklar, Cihazların üzerinde bulunan kumanda tertibatlarında tanımlama yapılmalı, Sözlü/yazılı talimatlar ile bu çalışanların tehlikeli alanlardan uzak tutulması sağlanmalı. Virüsler, bakteriler, ve diğer enfeksiyon etkenlerinin genel özellikleri, eğitimde anlatılmalı. Fiziksel Güç Açısından ve Ruhsal Açıdan Yetersizlik Yük taşıma ve istifleme işlerinde kas-iskelet sist. rahatsızlıkları, Çocuk ve genç çalışanlara kendi kapasitesinin üzerinde işin verilmesi sebebiyle oluşan ruhsal açıdan yetersizlik sendromu ve bunun kazaları tetikleme riski. Araçsız olarak 10 kg’dan fazla yük kaldırılmasını gerektirmeyen torbalama, fıçılama, istifleme ve benzeri işlerde çalıştırılmalı, İşyeri hekimi raporu ile fiziki ve psikolojik yeterliliğin üzerindeki işlerde çalıştırılamazlar Fiziksel Etkenler KKD’lerin, araç ve gereçlerin çocuk ve gençler için boyutuna uygunolmaması sonucu uzuv kayıplı kazalar, Titreşimli işlerde çalışma sonucu el ve parmaklarda nörolojik bozukluklar, Büyük fiziksel zorlukların sebep olduğu kas-iskelet sist. rahatsızlıkları, (örn: pamuk balyalarını taşıma) Gazete, dergi ya da yazılı matbuatın dağıtımı gibi hafif ağırlıkta işlerde çalıştırılmalı, Gürültü ve/veya vibrasyonun yüksek olduğu ortamlarda çalıştırılamazlar, Yasal dinlenme sürelerine uyulmalı, dinlenme için uygun bir tesis hazırlanmalı(Çocuk Ve Genç İşçilerin Çalıştırılma Usul Ve Esasları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 2013) Çalışma Düzenine Adaptasyon Güçlüğü Uzun çalışma saatleri sonucu uyku eksikliği ve yorgunluk kaynaklı iş kazaları, Isıl faktörler sebebiyle, hatalı çalışma, düşünsel ve beceri isteyen işlerde randıman düşüklüğü, yorgunluk ve beraberinde artan iş kazaları. Çocuk çalışanlar günde yedi ve haftada otuz beş saatten fazla çalıştırılamaz, 15 yaşını tamamlamış gençler, günde sekiz ve haftada kırk saate kadar çalışabilir, Aşırı sıcak ve soğuk ortamda çalışma gerektiren işlerde çalıştırılamazlar. Kimyasal Etkenler Kimyasal maddelere erişkine oranla daha duyarlı olma sonucu meslek hastalıkları, (Örneğin kurşun zehirlenmesi, aynı ortamda bulunan bir yetişkine göre çocukta daha erken ve daha ağır şekilde ortaya çıkar. ) Sağlığa zararlı ve meslek hastalığına yol açan maddeler ile yapılan işlerde, radyoaktif maddelere ve zararlı ışınlara maruz kalınması ihtimali olan işlerde çalıştırılamazlar. İşyerindeki riskler ve işe uyumla ilgili eğitim verilerek yasal dinlenme sürelerine uyulmalı. Ergonomi İşyeri tasarımı, iş istasyonu ve iş ekipmanlarının boyut olarak tasarımı çocuk ve genç çalışanların güvenliğini etkiler. Vücut ölçülerinin küçük olması, çalışma alanına erişim güçlüğü, uzanma zorluğu yaşanan iş alanı uygun hale getirilmeli. 125 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 117-134 ILO’nun 138 No’lu “İstihdama Kabulde Asgari Yaşa İlişkin Sözleşme” de en küçük çalışma yaşını 15 olarak belirlemiştir (138 No’lu Asgari Yaş Sözleşmesi, 2015). ILO’nun 182 sayılı sözleşmesinde ise önüne geçilmesi öngörülen çalışma alanları sıralanmaktadır (182 No’lu En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi, 2015). Çocuk ve genç çalışanların işe yerleştirilmelerinde ve çalıştırılabilecekleri işlerde güvenlik, sağlık, bedensel, zihinsel ve psikolojik gelişmeleri, kişisel yatkınlık ve yetenekleri dikkate alınır. Çocuk ve genç çalışanların ölümlü iş kazalarının büyük oranda tarım işlerinde çalışırken ve çalışma yerlerine ulaşmaya çalışırken yolda geçirdikleri trafik kazalarında gerçekleştiği bilinmektedir. Tekstil, metal, gıda gibi sektörlerde çocuk ve genç çalışanların yangın, ezilme, makineye sıkışma, elektrik çarpılması gibi nedenlerle ölümle sonuçlanan iş kazası geçirdikleri açıklanmıştır.Yaz aylarında çocuk işçiliği ve iş kazası sonucu ölümler artmaktadır. Genç çalışanlar arasında cilt problemleri, akut baş ağrısı ve göz yorgunluğu, bulaşıcı hastalıklar ve akciğer gibi hastalıklarda, ortalamanın üstünde bir yaygınlık görülmektedir (Graveling, 2011:74). Çocukların ve genç çalışanların korunması ve mesleki eğitimlerine önem verilmesi, gelecekte sağlıklı ve donanımlı, üretken, vasıflı bireylerin çalışma hayatında yer almalarına büyük katkıda bulunacaktır. Alınan İSG önlemleri ile işletmelerde iş kazalarının ve meslek hastalıklarının azalması, iş gücü ve işgünü kaybını engelleyerek kazancın ve verimliliğin artmasını sağlayacaktır. 2.3. Engelli Çalışanlar Ülkemizde engellilerle ilgili yapılan yasal ve yönetsel düzenlemelerle engellilerin günlük yaşama ve üretime daha çok katılımlarının sağlanması amaçlanmaktadır. Avrupa direktifleri çerçevesinde mevzuat ve araştırmalar, işyerinde engellilerin çalışma hayatında nasıl yerleştirilebilecekleri ve onlar için daha güvenli bir çalışma ortamının nasıl oluşturulabileceği üzerine odaklanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’nın 61. maddesinde “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır.” denilerek, engelliler Anayasal güvence altına alınmıştır (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982). Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) saptadığı ölçülere göre gelişmiş ülkelerde nüfusun %l0’u, gelişmekte olan ülkelerde ise %12’si herhangi bir engelliliğe sahiptir. Ülkemizde, engelli vatandaşlarımız toplam nüfusun %12,29’unu oluşturmaktadır. Çalışma ortam koşullarının engellilere uygun hale getirilmesi ve engellilerin istihdamlarını artırıcı önlemlerin alınması toplumsal gelişmişlik süreci açısından özel önem taşımaktadır. Çeşitli engeli (ortopedik, zihinsel, görme, işitme, dil ve konuşma, ruhsal veya duygusal, kronik hastalık) olanların çalıştırılabileceği işler, yasal düzenlemelerde belirtilmektedir. Çalışanın engelinin olması iş kazaları gerçekleşme olasılığını artırıcı bir öğe olduğu için engelliler, çalışma yaşamı açısından özel politika gerektiren grupların içinde yer almaktadır (http://www.dayanak. com.tr/calisma-hayatinda-engellilere-yonelik-yasal-duzenlemeler). 126 Özel Politika Gerektiren Grupların İş Yaşamındaki Sağlık ve Güvenlik Riskleri İle Kontrol Tedbirleri Tablo 4: Engelli Çalışanlar İçin Tehlike, Risk ve Kontrol Tedbirleri Tehlike ve Riskler Kontrol Tedbirleri Duyma Engelliler Sesli İkaz Sistemleri Yangın alarm sistemi gibi acil durum bildiri sinyallerinin duyulmaması sonucu çalışanın içeride kalması, (karbon monoksit zehirlenmesi, ağır yanıklar, ölümle sonuçlanabilir.) Duyma engellilerin çalıştıkları ortamda ve de oturdukları yerden rahatlıkla görebilecekleri flaş ışıklı sinyaller ile titreşimli uyarı sistemleri ve titreşimli çağrı cihazları kullanılmalı, Ünitelere yerleştirilecek ekranlar, ledli levha ve şekillerle acil durumlarda görsel olarak online iletişim sağlanmalı, İşyerindeki hareketli araçlara, forkliftlere ışıklı ikaz lambaları konulmalı. Çeşitli ikaz bildirileri için ışıklı sinyallerde farklı renkler kullanılmalı ve eğitimlerde tanımlanmalı OrtopedikEngelliler Fiziksel Güç Açısından Yetersizlik KKD’lerin engel durumuna uygun olmaması sonucu kazalanma, Uzuv kayıplı bir engelli çalışanın fiziksel yapısının makine veya iş ekipmanına uyarlanmaması sebebiyle kazalanma, Yük kaldırmada fiziksel güç açısından yetersizlik, cisim düşmesi sonucu yaralanma. İşverenler, işyerlerini engellilerin çalışmalarını kolaylaştırabilecek fiziki düzenlemeler yapmalı, Özel sağlık ve güvenlik işaretleri/levhaları asılmalı, Güvenli çalışmaları için gerekli araç ve gereçler sağlamalı, Engelliler, yapabilecekleri ve eğitimini aldıkları işler dışında sağlığını ve güvenliğini tehdit edecek diğer işlerde çalıştırılamaz (HSE, 2014). Zihinsel Engelliler ve Ruhsal/Nörolojik Hastalık Haklarını Bilmeme/Savunamama Engelli çalışanların sağlık raporuyla belirlenen işler dışında başka işlere yerleştirilmesi ile gerçekleşen iş kazası veya meslek hastalıkları, Verilen iş karşısında amirine/işverenine karşı çıkamama sonucu zihinsel ve ruhsal açıdan engeline uygun olmayan ve tehlikeli işlerde çalıştırılmaları sonucu ağır yaralanma, Engelliler sadece sağlık raporunda belirtilen ve engel durumuna uygun işlerde çalıştırılmalı, İşyeri hekimi, zihinsel engellilerle ilgili olarak psikolojik danışmanlardan ve rehabilitasyon merkezlerinden tavsiyeler alarak sağlık ve güvenlik tedbirlerini belirlemeli, Güvenlikli çalışma talimatları, rahatlıkla okunaklı ve anlaşılır şekilde hazırlanmalı, Kronik Hastalıklar Epilepsi Epilepsi hastalarının krizlerini tetikleyici unsurlar; aydınlatmanın yetersizliği, gürültü, solunum problemleri, yorgun olma, halsiz ya da endişeli olma veya öğün atlama, Acil tıbbi müdahale gerektiren kriz anlarında çalışana geç ya da yanlış müdahale edilmesi sonucu sağlık durumunun ağırlaşması, (HSA, 2009) İşveren, çalışanın kriz sıklığı, krizleri hangi etkenlerin tetiklediği, yeme ve uyuma düzeni ileilgili bilgilendirilmeli, Bu çalışanlara mümkün olduğunca ofis işleri verilmeli, Bu çalışanlara gürültü seviyesini azaltacak kulaklık verilmeli ve iyi havalandırılan ve aydınlatılan bir çalışma alanında bulunmalı, İşyerinde ilkyardım eğitimi alan çalışanlara ayrıca kriz dönemlerinde yapması gereken sağlık adımları anlatılmalı ve öğretilmeli. 127 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 117-134 Tablo 4: Engelli Çalışanlar İçin Tehlike, Risk ve Kontrol Tedbirleri Tehlike ve Riskler Kontrol Tedbirleri Görme Engelliler Çalışma Düzenine Adaptasyon Güçlüğü Çalışma talimatlarını okuyamama, Kimyasal etkenlere maruziyet riskinin görme engelliler için fazla olması, İşyerini tam tanıyamamaktan kaynaklı tehlikeli alanlarda bulunma riski, Görme engelli çalışanlar için riskli alanlara girmeyi ya da teması engelleyecek bariyerler oluşturulmalı, Asansörlerin bulunabilmesi ve kullanılabilmesi için dokunsal ve konuşan kat numaraları oluşturulmalı, Sahadaki tehlike arz edenbölümlere, yaklaşılmaması gereken tezgah ve bantlara belirli mesafede iken sensörün tetiklediği titreşerek ikaz veren bileklikler temin edilmeli, Yangın, doğal afet gibi acil durumlar bir bluetooth kulaklık ile online iletilebilir. Tüm Engelli Çalışanlar Ergonomi Engelli çalışanın vücuduna uygun olmayan ekipmanı kullanırken ya da engeline uygun olarak tasarlanmamış bir alanda çalışırken ağır yaralanmalar. Herhangi bir uzvu olmayan operatörün kullanacağı ekipman veya iş istasyonu üzerinde gerekli iyileştirmeleri yaparak, engelli çalışanın güvenli bir şekilde kullanabileceği şekilde tasarlanmalı, Tuvaletler ve lavabolar engelliler için uygun hale getirilmeli. Yalnız Çalışma Acil tıbbi müdahaleye ihtiyaç durumunda erişim zorluğu, Yangınla mücadele ya da acil duruma müdahale gerektiren haller, Engelli çalışanlar için ‘safetybuddy’ de denilen ‘güvenli çalışmasına yardımcı bir arkadaş’ tayin edilmeli, Bu çalışan engellinin, yangın, doğal afet gibi acil durumlarda işyeri binasından güvenli bir şekilde çıkmasını sağlayarak toplanma alanına gelmesine yardımcı olmalı. Fiziksel Etkenler Ortopedik engeli ya da görme engeli olanların işyeri içerisinde yürüyebilmesi için gerekli yolların yapılmaması sonucu düşme, takılma, ekipmanlara çarpması ve kazalanması, Acil çıkış yollarının engelliler tarafından kullanımı için düzenlemelerin yapılmaması, Zihinsel ya da ruhsal engelli bir çalışanın riskleri, makine koruyucusu ya da kişisel koruyucu kullanımının önemini sınırlı kavraması. (Bilişsel veya zihinsel engel tepki hızını ve kapasitesini etkiler.) İşyeri içerisine engelli çalışanlar için tehlikeli ekipman ve alanlardan uzakta kılavuz yollar yapılmalı, Hissedilebilir zemin uygulaması sadece çalışanın çalıştığı alanla sınırlı kalmamalı, Düşme tehlikesi olmayan işlerde çalıştırılmalı, Çalışanların güvenli tahliye işlemlerine, tüm acil çıkış yollarına aşina olması ve engel durumuna göre yönlendirme sağlanmalı, Zihinsel engelliler mümkün olduğunca tehlikeli ekipmanların olduğu üretim sahasına girmemeli. Bina Girişi ve Acil Çıkışlar Acil çıkışların engelli çalışanların engel durumu gözetilerek fark edilebilir ve kolay ulaşılabilir hale getirilmemesi ve tahliye olamaması sonucu ölümlü ya da yaralanmalı iş kazaları. İşverenler tekerlekli sandalye kullanan engelli çalışanları için bina giriş ve çıkışları platformlu hale getirmeli, Yürüme engeli olanlar acil çıkış kapılarına yakın konuşlandırılmalı. Yaşlılığın getirdiği hastalıklar (hipertansiyon, diyabetesmellitus, koroner kalp hastalığı, görme, işitme,…) 128 Özel Politika Gerektiren Grupların İş Yaşamındaki Sağlık ve Güvenlik Riskleri İle Kontrol Tedbirleri Engellilik türüne ve derecesine göre farklılıklar göstermekle beraber gerekli düzenlemeler yapıldığında kasiyerlik, muhasebe işleri, santral memurluğu, monoton montaj işleri, müşteri hizmetleri birimi, resepsiyon görevliliği gibi birçok işte engelliler güvenli bir çalışma sürdürebilir. İşverenler, kısıtlı hareketlilik, görme ve duyma bozukluğu, sınırlı anlama, kalp, epilepsi veya astım gibi rahatsızlıkları olan çalışanların iş alanlarında risk değerlendirmesi yaparken, engelli çalışanlar, iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi ile yapacağı görüşmelerde bu özel durumları göz önünde bulundurmalıdır. Bina içerisinde engelli çalışanların engel durumlarına göre gerekli değişiklikler yapılmalıdır. 2.3.1. Kollarını Kısıtlı Kullanabilen ve Tekerli Sandalye Kullanan Bir Çalışan Çalışanın acil durumlarda ya da çalışma süresi içerinde kullanması için raylı tahliye sandalyeleri, eğimli bir platforma sahip tekerlekli sandalye asansörü projelendirilmesi ve tahsis edilmesi gereklidir. Kapı kolları, ışık anahtarları, ikaz butonları, tekerlekli sandalye kullanan çalışanların erebileceği yükseklikte ayarlanmalıdır. Yangın tüplerinin, bu çalışanların da rahatlıkla ulaşabileceği yerlere yerleştirilmesi güvenli bir çalışma ortamı için uygun olacaktır (HSA, 2009:13). Özel politika gerektiren grup içerisinde yer alan engelli çalışanların diğer çalışanlardan farklı olarak engel durumlarına özel bir iş sağlığı ve güvenliği eğitimine tabi tutulması gerekmektedir (HSE, 2009:8-13). İşverenler engelli çalışanların engellilik durumuna odaklanmak yerine çalışanların yeteneğine ve mesleki açıdan aldıkları eğitime göre yapabilecekleri işlere odaklanarak ve bu iş bölümleri için ayrı risk değerlendirmesi hazırlayarak sağlıklı ve güvenli bir çalışma hayatına katkıda bulunabilirler. 2.4. Yaşlı Çalışanlar Yaşlılık, yaşam ve iş deneyiminin getirdiği olumlu yanları taşımakla birlikte yaşlanmanın sebep olduğu fizyolojik değişikliklerin olumsuz yansımaları ile çalışma hayatı bakımından özel bir durum arz etmektedir. Yaşlı nüfusun giderek artması çalışma hayatında konunun önemini artırmaktadır. Yaşlı çalışanların çalışma ortamında sağlık ve güvenliklerinin korunması ve gerektiğinde tedavi ve rehabilitasyonlarına ilişkin önlemler alınmalıdır. Çalışma hayatında 50 veya 55 yaşın üzerindeki kişiler yaşlı kabul edilir. Yaşam süresinin artması ve yaşlı nüfusun gittikçe artacak olması çalışma hayatına da yansıyacaktır. Yaşlı çalışanların hipertansiyon, diyabetesmellitus, koroner kalp hastalığı, görme, işitme gibi bir takım fizyolojik fonksiyonlarda ve hareket yeteneğinde zayıflama gibi çeşitli sağlık sorunları var olabilir. Bu durum hem çalışanın kendisi, hem de birlikte çalıştığı iş arkadaşları için güvenlik riski oluşturabilir. 129 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 117-134 Tablo 5: Yaşlı Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Tehlike, Risk ve Kontrol Tedbirleri Analizi Tehlike ve Riskler Çalışma esnasında denge kaybı, baygınlıklar, göz kararması, nöbet geçirme sonucu düşme, makine üzerine yığılma şeklinde kazalanma, Görme ya da işitme problemi nedeniyle yaklaşan tehlikeli ekipmanları fark edememe, yüksek frekanslı seslerden etkilenme, gürültülü ortamlarda sesli sinyalleri ayırt edememe sonucu çarpma ya da ezilme riski, Refleks zayıflaması sonucu tehlikeli alandan vaktinde uzaklaşamama, Kontrol Tedbirleri İşyeri hekiminin raporu sonucu hareket yeteneğinde aşırı zayıflama olan çalışanlar tehlikeli makinelerin bulunduğu iş alanlarında çalıştırılmamalı, Hipertansiyonu olan ya da şeker hastalığı olan çalışanlar, hekim tarafından sık kontrollerden geçirilmeli, Bu çalışanlar çalışma sahasında yalnız olmamalı, çalışanın sağlık tetkikleri sonucuna göre çalışma alanı değiştirilmeli. Ortam Konfor Şartları(Sıcak, soğuk, aşırı ya da az aydınlatma) Isıl konfor şartlarına bağlı olarak yaşlı çalışanların duyu fonksiyonlarının erken etkilenmesi, Görme fonksiyonunun zayıf ışık olan ortamlarda ya da parlak ışık kaynakları yanında çabuk etkilenmesi, İşyerinde ortam sıcaklığı 20 ºC ve bağıl nem %50 civarında olmalı, İşyeri sağlık hizmetleri, periyodik muayene ve tetkikler açısından yaşlı çalışanlara öncelik ve özel önem verilmeli, 40 yaş ve üzeri çalışanların olduğu çalışma alanları fazla aydınlatılmalı. Zihinsel Fonksiyonlarda Azalma Yaşlı kişilerin hızlı ve net düşünememe durumunda yeni ekipmanların yanlış kullanımı sonucu uzuv kaybı, Çalışma yöntemlerin benimsenememesi ile kullanılan yanlış maddelerin sağlığı etkileme riski, Yeni becerilerin ve alışkanlıkların öğrenilmesinde zorluk yaşanması ile KKD kullanılmaması ve bu sebeple güvensiz ortam oluşturma riski. Çalışana yaptığı işin riskini içeren İSG eğitimleri verilmeli, Periyodik sağlık raporlarına önem verilmeli, Yaşlı çalışanların yanlarına ya da başlarına genç çalışma arkadaşları verilmeli, Yaşlı çalışan çok tehlikeli makinelerde mümkün olduğunca çalıştırılmamalı, Verilen KKD’lerin takılıp takılmadığı denetlenmeli. Fiziksel Etkenler (Kas-İskelet Sist. ) Kas gücünde ve eklem hareket aralıklarında azalma sonucu yük kaldıramama ya da yükü düşürme sonucu kazalanma riski, Çalışanın aynı pozisyonlarında çalışmasına izin verilmemeli, İSG eğitimlerine tabi tutulmalılar, (55 yaş ve üzerindeki çalışanlar, genç çalışanlara göre % 70 oranında daha fazla sırt ve kas ağrısı ile ilgili sağlık sorunları yaşamaktadır(Graveling, 2011, s. 110.) 55 yaş ve üzerindeki çalışanlar, genç çalışanlara göre %70 oranında daha fazla sırt ve kas ağrısı ile ilgili sağlık sorunları yaşamaktadır (Graveling, 2011:110). 40-45 yaşlarından itibaren uyku düzeninde değişiklikler meydana geldiğinden yaşlılar, çalışma programlarına (gece çalışmaları veya vardiya usulü çalışmalar) daha duyarlıdır (Camkurt, 2007:100). Türkiye, yüzde 5,8’lik yaşlı nüfus oranıyla “Avrupa’nın en genç nüfuslu” ülkesi konumunda bulunuyor. Ülkemizdeki İSG mevzuatı yaşlı çalışanların karşılaşabileceği özel riskler üzerine çok fazla odaklanmamışken Avrupa mevzuatı bu alanda büyük ilerleme kaydetmiştir. Yapılan çalışmalarda, yaşlı çalışanların yavaş çalıştıkları ve çabuk karar veremedikleri için genellikle daha az kazaya uğradığı tespit edilmiş ancak geçirdikleri iş kazaları sonucunda yaralanmaların daha ciddi boyutlarda olduğu ve iyileşmelerinin daha uzun sürdüğü görülmüştür. Bu çalışanların özel bir risk değerlendirmesi ile çalışma hayatında karşılaşabilece130 Özel Politika Gerektiren Grupların İş Yaşamındaki Sağlık ve Güvenlik Riskleri İle Kontrol Tedbirleri ği özel riskler belirtilmeli ve çalışma ortam ve koşulları iyileştirilmelidir. 2.5. Göçmen Çalışanlar Türkiye’de yasal ya da yasal olmayan göç her geçen gün biraz daha artmaktadır. Bu göçlerin çoğu genç yaşlarda olduğu için göçmen çalışanların çalışma yaşamındaki riskleri daha da ciddi hale gelmektedir. Tehlikeli işlerde ve sektörlerde çalışan göçmen çalışanlar, iş kazaları ve meslek hastalıkları açısından yüksek risk altındadır. Ülkemiz mevzuatında ise özel politika gerektiren gruplar arasında göçmen çalışanlar yer almamakla birlikte Avrupa Parlamentosu İç Politikalar Genel Müdürlüğü İstihdam ve Sosyal İşler Departmanı’nın yayınladığı çalışmalarda göçmen çalışanlar özel politika gerektiren gruplar arasında bulunmaktadır. Göçmen çalışanların istihdam edildiği işler genellikle bedensel çalışmayı gerektirmektedir. Göçmen çalışanların maruz kaldığı sağlık riskleri üç grupta toplanmaktadır. Bunlar kendi ülkelerinde maruz kaldıkları (örneğin parazit hastalığı vb.) sağlık sorunları, göç edilen ülkeye özgü olan ancak göçmen çalışanların bağışıklığı olmadığı hastalıklar ve yeni bir ortama alışma sürecine özgü fiziksel ve psikolojik koşullardan kaynaklanan hastalıklar ve rahatsızlıklardır. Göçmen çalışanlar, amirlerini memnun etmek için ve istekli olduğunu göstermek için çalıştıkları işte aşırı risk alma eğilimi göstermektedir. Buna paralel olarak amirlerine geçirdikleri iş kazalarını bildirmemektedirler. EU-OSHA’ya (Avrupa Birliği-İş Sağlığı ve Güvenliği Kurumu) göre, kalifiye olmayan göçmen çalışanlar daha çok tarım, inşaat, sağlık sektörü, ulaşım, imalat, madencilik ve enerji sektörü ile gıda sektörlerinde bulunmaktadır (Graveling, 2011:83). Göçmen çalışanlar ayrıca çocuk ve yaşlı bakımı, yemek pişirme ve ev temizlik işlerinde yer alırlar. Göçmenler daha çok, geceleri, hafta sonları ya da fazla mesailerle ve vardiya usulü çalışmakta olup uzun çalışma saatlerine sahip olduğundan kazalara daha sık maruz kalmaktadırlar. 131 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 117-134 Tablo 6: Göçmen Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Tehlike, Risk ve Kontrol Tedbirleri Tehlike ve Riskler Kontrol Tedbirleri Tecrübe Eksikliği İşyeri bina ve eklentilerine, iş ekipmanlarına adaptasyon sorunu, makine ve teçhizatın yanlış kullanımı sonucu kazalanma. Mesleki eğitimi olan ya da tecrübesi olan göçmen çalışanlar tercih edilmeli, Kayıt dışı göçmen istihdamına izin verilmemeli, Dil engeli Gerekli yazılı talimatları anlayamama, Makinenin çalışma yöntem ve şeklini kavrayamama, Kimyasalların kullanım yerlerinin karıştırılması sonucu kazalanma, İşverenler, işyerinde sağlık ve güvenlik risklerine ilişkin uyarı levhalarını, sembolleri ve diğer işaretleri göçmen çalışanların anlayacağı şekilde temin etmeli, Bu çalışanlara kendi dillerinde özel eğitim verilerek bilgi, talimat ve kurallar basit bir dilde yazılmalı (piktogramlar kullanılabilir.) Uzun Çalışma Süreleri-Tehlikeli İşler Titreşimli işlerde çalışma sonucu el ve parmaklarda rahatsızlıkları, bel ağrıları, Uzun süreli çalışma ve gece çalışmaları sonucu oluşan yorgunluk ve stres kaynaklı kazalanmalar Göçmen çalışanların çalışma süreleri ülke mevzuatına göre ayarlanmalı, Göçmen çalışanlar tecrübelerinin olmadığı ve mesleki eğitim almadıkları işlerde çalıştırılmamalı. Psikolojik Etmenler Yabancı bir ülkede yalnız olmanın vermiş olduğu depresyon ve beklentilerin boşa çıkması gibi durumlarda hayal kırıklığı hallerinin çalışma esnasında odaklanmayı etkilemesi ile kaza gerçekleşmesi. Sağlık kontrollerinde zihinsel sağlık üzerine durulmalı, çalışanların uzun çalışma saatlerinden uzak tutulmalı, yeterli dinlenme süreleri verilmeli, Çalışanın dilini bilen birinden yardım alması sağlanmalı, Çalışan ücretle tehdit edilmemeli (Graveling, 2011:85) Fiziksel Şartlar İşitme kaybının iletişimi ve duymayı zor hale getirmesi, Tarımsal işlerde, çok ağır veya çok büyük yüklerin elle taşınması işlerinde çalışanın kas-iskelet sisteminin olumsuz etkilenmesi. KKD kullanımı için eğitim verilmeli, Fiziksel risklere karşı asılan sağlık ve güvenlik işaretlemeleri göçmen çalışanın anlayabileceği özellikte olmalı, Çalışana güvenli çalışabilmesi için basit bir dilde/kendi dilinde eğitim verilmeli. Sağlık sorunları (virüsler, bakteriler, parazitler, mantarlar ve diğer enfeksiyonlar) Parazit hastalığı, bağışıklığın olmadığı ve bulaşıcı hastalıklar vb. Dövme ve pirsing yapılan yerler, güzellik salonları gibi yerlerde çalışan göçmenlere hijyen eğitimi verilmeli, Çalışanların sağlık kontrolleri ve gerekli aşıları işveren tarafından yaptırılmalı. Göçmen çalışanlarda dil ve kültürel engeller, risklerin artmasına yol açan önemli faktörlerdir. Çalışma izni alarak çalışan göçmen çalışanlar, hukukumuzda 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kapsamında çalışan olarak yer aldığından, çalışma mevzuatımızda öngörülen tüm iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinden Türk vatandaşlarıyla aynı derecede yararlanmalıdır. Ayrıca göçmen çalışanlar, özel risk grubu olarak kabul edilerek bu çalışanların çalışma şartları iş sağlığı ve güvenliği mevzuatında özel olarak değerlendirilebilir. 132 Özel Politika Gerektiren Grupların İş Yaşamındaki Sağlık ve Güvenlik Riskleri İle Kontrol Tedbirleri Sonuç Özel risk grubu çalışanlarının, işyeri çalışma ortamında iş kazasına maruz kalma sebepleri arasında psikolojik baskı görmeleri ve fiziksel açıdan bazı elverişsiz durumlarının psikolojilerine kötü yansımaları da sayılabilir. İş kazalarının meydana gelmesi halinde kazaya maruz kalan çalışan, fiziksel ve psikolojik arızaya uğramakla kalmamakta, aynı zamanda işyerinin de personelinden yoksun kalmasına, tam zamanında ve hatasız üretim yapılmamasına, üretimin verimliliğinin düşmesine, yeniden personel arayışına ve bu personelin yeniden eğitilmesi ve kazadan dolayı tazminat ödemek gibi maliyetlere neden olmaktadır (İşte Sağlık Dergisi, 2011). İş sağlığı ve güvenliği konusunda uluslararası işbirliği yapılarak özel politika gerektiren grupta yer alan çalışanların çalışma hayatına katılımları sağlanarak böylece çalışma barışına yapılan katkı ile ülke ekonomisinin gelişmesi ve refah bir topluma kavuşulması mümkün olacaktır. Kişilerin fiziksel özelliklerinin getirdiği yetersizlikler ve elverişsizlikler bertaraf edilerek her bireyin çalışma yaşamına eşit bir şekilde hizmet edebilmesinin önü açılacaktır. Bu çalışmada, özel grupta yer alanlar için çalışma alanına ve özel durumuna göre iş sağlığı ve güvenliği konusunda yapılan ve yapılması gereken iyileştirmelere değinilmiştir. Özel politika gerektiren gruplar için iş sağlığı ve güvenliği mevzuatında yer alan düzenlemelere ek olarak mevcut AB mevzuatı yaklaşımları ve direktifler çerçevesinde yapılabilecek çalışmalarla, bu grupta çalışanların iş kazası ve meslek hastalığı ile karşı karşıya kalmalarının önüne geçilmiş olacaktır. 133 Çalışma Dünyası Dergisi • Labour World • 2015/2 • 117-134 Kaynakça Aktif İşgücü Hizmetleri Yönetmeliği (2013), http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/03/20130312-7. htm BİLİR, Nazmi (2002), “Çalışma Hayatı ve Üreme Sağlığı”, Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, Cilt 11, Sayı 3, s. 86-90. CAMKURT, Mehmet Zülfi (2007), “İşyeri Çalışma Sistemi ve İşyeri Fiziksel Faktörlerinin İş Kazaları Üzerindeki Etkisi”, İş Hukuku ve İktisat Dergisi, Cilt 21, Sayı 1, s. 100. Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (2013), http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/02/20130221-2.htm FELETTO, Mario (2007), “Ergonomic Guidelines For Manuel Material Handling”, NIOSH, Sacramento, CA. Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik (2013), (http://mevzuat.basbakanlik.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=7.5.18728&MevzuatI liski=0&sourceXmlSearch=gebe%20veya%20emziren) GRAVELİNG, Richard (2011), “Occupational Health And Safety Risks For The Most Vulnerable Workers”, European Parliament’s Committee on Employment and Social Affairs, Brussels, European Parliament. HSA (2009), “Employees With Disabilities”, Dublin. HSE (2014), “Health And Safety For Disabled Workers And People Who Work With Them”, UK. http://www.dayanak.com.tr/calisma-hayatinda-engellilere-yonelik-yasal-duzenlemeler http://www.istesaglikdergisi.com.tr/index.php/ekim-2011 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13458 İş Sağlığı ve Güvenliği Dergisi, 2011:7 İşte Sağlık Dergisi (2009), “Türkiye’de Kadınlar İçin Saygın İş İmkânları Sağlanması Yoluyla Kadın İstihdamını Artırmaya Yönelik ILO Projesi”, Temmuz. Meslek Hastalıkları Rehberi (2011), Ankara, Matsa Basımevi, ÇSGB. MSDS (2011), http://msds.chem.ox.ac.uk/risk_phrases.html TUİK (2012), İstatistiklerle Kadın, s. 70-110. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982), https://www.tbmm.gov.tr/anayasa.htm 138 No’lu Asgari Yaş Sözleşmesi (2015), http://www.ilo.org/ankara/conventions-ratified-by-turkey/ WCMS_377287/lang--tr/index.htm. 182 No’lu En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi (2015), http://www.ilo.org/ankara/conventions-ratified-by-turkey/WCMS_377311/ lang--tr/index.htm 134 ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI ÇALIŞMA DÜNYASI DERGİSİ YAZIM KURALLARI Çalışma Dünyası Dergisi’ne gönderilen makalelerin değerlendirmeye alınabilmesi için aşağıdaki şartların yerine getirilmiş olması gerekmektedir. 1. Çalışma Dünyası Dergisi’nde yayımlanacak makalelerin Türkçe imla ve dilbilgisi kurallarına göre bilimsel yazım kurallarına uygun olarak hazırlanmış olması gereklidir. 2. Makaleler Microsoft düzenlenmelidir. Word formatında 3. Makaleler “Times New Roman” karakterinde 12 punto ile tek aralıklı olarak A4 boyutlu kağıda tek yüzlü olarak yazılmalıdır. Paragraflar arasında bir satır boşluk bırakılmalıdır. 4. Makaleler kaynakça geçmemelidir. dahil 25 sayfayı 5. Tablo, grafik, şekil, dipnot ve kaynaklar “Times New Roman” karakterinde 10 punto ile düzenlenmelidir. 6. Makaledeki; metin, grafik, şekil ve tablolarda yalnızca siyah renk kullanılmalıdır. 7. Sayfa numaraları her sayfa altına ortalayarak “Times New Roman” karakterinde 10 punto ile parantez, çizgi v.b. işaretler kullanılmadan verilmelidir. 8. Makale başlığı ile bölüm, tablo, grafik ve şekil başlıklarında kalın yazı karakteri kullanılır. Bunun dışında makalede kalın yazı karakteri kullanılmaz. 9. Tablo, şekil ve grafiklerin üstüne başlık konularak ayrı ayrı numara verilir. (Tablo 1: Grafik 1: Şekil:1…) Tablo, şekil ve grafiklerin altında 10 punto ile “kaynak” belirtilmelidir. Tablo ve grafikler Word veya Excel dosyası biçiminde hazırlanmış olmalıdır. 10. Makalenin ana başlığı sayfa ortasında, 12 punto büyük harf ve kalın karakterde yazılmalıdır. 11. Makale başlığının alt ve sol tarafında yazar(lar)ın adı, soyadı, bağlı bulunduğu kuruluş ve unvanı 10 punto küçük harf ve kalın karakterde yer almalıdır. 12. Makale ana başlığı dışındaki diğer tüm başlıklarda tüm sözcüklerin sadece ilk harfleri büyük ve kalınlaştırılmış yazılır. Başlıklarda altçizgi kullanılmamalıdır. 13. “Giriş” ve “Sonuç” başlıklarına numara verilmez. Makalede “Giriş” ve “Sonuç” dışındaki bölümler sırasıyla 1., 2., 3., … şeklinde numaralandırılır. Alt bölümler ve altındaki diğer alt bölümler; 1.1., 1.1.1., 1.2., 1.2.1., 1.2.2. şeklinde birden çok haneli olarak numaralandırılır. 14. Makalelerde; • Başlık • İngilizce Başlık • Türkçe Özet • Anahtar Kelimeler • Abstract (İngilizce Özet) • Keywords • JEL Classification • Giriş • Bölümler • Sonuç • Kaynakça bölümleri yer almalıdır. 15. Makalede, en çok 180 kelime uzunluğunda Türkçe ve İngilizce özet bölümü bulunmalıdır. 16. Makalede Türkçe ve İngilizce olarak en az 3 en çok 6 anahtar kelimeye yer verilmelidir. 17. Makalede Türkçe ve İngilizce özetlerden sonra JEL (Journal of Economic Literature) sınıflandırmasına yer verilir. (http://www. aeaweb.org/journal/jel_class_system.php internet adresinden yararlanılabilir) 18. Atıflar metinde ve parantez içine alınarak, (yazarın soyadı, yayın tarihi: sayfa numarası) şeklinde yapılmalıdır. Atıflar için dipnot kullanılmaz. Metin içinde alıntı yapılan kaynaktan bire bir (aynen) alınan kısım üç satırdan uzun ise, yapılan alıntı 10 punto ile içeriden başlanarak yazılır. Açıklamada bulunmak ve bir kavramı aydınlatmak amacı ile yapılan dipnotlar numara yerine (*),(**) şeklinde işaretler ile gösterilir. yer aldığı kitabın adı, kitabı derleyenin (hazırlayan ya da editör) adı, yayınevi, yer, makalenin yer aldığı sayfa aralığı. Örnek: YILDIRIM, Ayşe (2008). “Kamu Kurumlarında Kurumsal Kimlik”, Yönetimsel Yaklaşımlar, Haz. Güneş Durmaz, Süvari Yayınları, İstanbul, s.34-45. d- Eser dergi içinde yer alan bir makale ise: 19. Makalenin sonuna eklenecek Kaynakça’da yazarlar soyadlarına göre alfabetik sıralanmalıdır. Makalenin içeriğinde gösterilmemiş bir kaynak esere kaynakçada yer verilmemelidir. 20. Kaynakçada atıf yapılan kaynaklarla ilgili olarak tam bibliyografik kimlikler, kaynakçaya aynen yansıtılır. Unvan belirten “Prof. Dr. Ve “Müh” gibi kısaltmalar yazar adı ile birlikte verilmez. Kaynakçada yer alan kitaplar için, sayfa numaraları verilmez. Ancak, makalelerde, makalenin yayımlandığı derginin hangi sayfaları arasında yer aldığı belirtilir. a- Eser kitap ve tek yazarlı ise: Soyad, ad, yıl, kitap adı, (çeviri ise çevirmen adı), yayınevi, yer. Örnek: BAUDRILLARD, Jean (2004). Tüketim Toplumu (çev. Hazal Deliceçaylı), Ayrıntı Yayınları: İstanbul. b- Eser çift ya da daha çok yazarlı ise: Birinci yazarın soyadı, adı, ikinci yazarın soyadı, adı…… şeklinde diğer yazarlar da eklenir. Sonrasında kitap adı, (çeviri ise çevirmen adı), yayınevi, yer. Örnek: MAHZAR, C., AYDIN, M. (2012). Çalışma Yaşamı, Gün Yayınları: İzmir. 122 c- Eser Derleme kitap ise: Kitap içinde makalesinden yararlanılan yazarın soyadı, adı, tarih, makalenin adı (tırnak içine alınacak), makalenin içinde 138 Dergi içinde makalesinden yararlanılan yazarın soyadı, adı, tarih, makalenin adı (tırnak içine alınacak), makalenin içinde yer aldığı derginin adı, sayı no, yayınevi, yer, makalenin yer aldığı sayfa aralığı. Örnek: KARLIDERE, Mehmet (2009). “Dış Pazarda Ürünü Yeniden Konumlandırma”, Pazarlama Dünyası, 55.Sayı, Koru Yayınevi, Bursa, s.2641. e- İnternet kaynaklarının gösterimi: Yazar soyadı, adı, yazı başlığı, internet adresi, erişim tarihi. Örnek: CARDEN, John, Labour World Problems, http://www.un.org/, (Erişim tarihi: 17.10.2009). MAKALE GÖNDERİMİ İrtibat : İlknur POLAT – Editör Nurettin ALBAYRAK - Editör Yardımcısı Adres : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İnönü Bulvarı No: 42 Emek/Ankara Tel : 0.312 - 296 64 65 0.312 - 296 63 54 Faks : 0.312 - 213 89 44 Mail : [email protected]