HF157 - Hayatım Futbol

Transkript

HF157 - Hayatım Futbol
1
9ARALI
K2
01
4-SAYI
1
57
Ti
ms
a har
e
ke
tge
ç
t
Ol
duğukadar
5
00t
Af
e
l
l
ay
Kal
kı
yor
Hay
alkı
rı
kl
ı
ğı
F
orve
tİ
kİ
l
İ
l
e
rİ
Yayın Koordinatörü
Bursaspor ve Şenol Güneş
İlker Yılmaz
2010/11 sezonundan bu yana deyimi yerindeyse ‘acı çeken’ Bursaspor ve
Şenol Güneş, bu sezon başında bir araya gelerek birbirlerinin yaralarını
sarmaya başladı. Yeşil-beyazlılar sezon başında Chikhura’ya elenmiş,
evinde Beşiktaş ve Galatasaray’a da kaybederek büyük hayal kırıklığı
yaratmıştı. Sonradan toparlanmakla kalmadılar oynadıkları futbolla da
parmak ısırtmaya başladılar. Hayatım Futbol 157. sayısında geleceğe
umutla bakan Şenol Güneş ve Bursaspor’un yeniden hayata dönüşünü
ele aldı.
Yazarlar
Emre Çelik
Fırat Topal
Kutay Ersöz
Sercan Ergün
Serkan Akkoyun
Bu sayıda ayrıca; Türk futbolunun hayranı Japon bir Bursaspor taraftarını,
Türkiye Kupası’nda aldığı flaş sonuçlarla adını duyuran Tuzlaspor’u, uzun
yıllar süren sakatlığını artık atlatan ve yükselişe geçen Afellay’ı, tarihin
hayal kırıklığı yaratan 10 forvet hattını, Acelotti ile şaha kalkan Real
Madrid’i bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#157 BU SAYIDA
Bursaspor Özel
Uzaklardan Bir Ses Geliyor!
Bursa’da kaos sona erdi. Uludağ’ın üzerinden ‘Güneş’ doğuyor
Genç Timsahlar Avlanıyor
Sessiz, gösterişsiz, abartısız: Bursaspor Altyapısı
Türkiye O Kadar da Uzak Değil
Twitter uzağı yakın edince Türk futboluna hayran Bir Japon’a rastladık
Yol Uzun, 500T’yi Kaçırmayın
Türkiye Kupası’nın flaş takımı Tuzlaspor 500T ile geliyor
Hayal Kırıklığı 10 Forvet Hattı
Büyük umutlarla transfer edildiler, lakin onlar hayal kırklığından
öteye gidemedi
Aile Takımı
Real Madrid Carlo Ancelotti’nin gelişiyle tüm dertlerinden sıyrıldı,
artık huzurlular
Kısa Pas HF157
Her futbolseverin kafasında taraftarı olduğu
takım için 11 budur diyeceği bir kadro vardır.
Her maç öncesi o maç için zihinlerde kadro
kurulur ve maç saati beklenmeye başlar. Takım
kadrosu açıklandığında ise bazı futbolseverler
kafalarındaki kadroyu sahada görür diğerleri ise
maç öncesinden yakınmaya başlar.
11Budur taraftarların bu ortak sevgisinden yola
çıkarak Süper Lig’de yer alan tüm takımların
her maçı için taraftarlara diledikleri kadroyu
kurabilme ve bu kadroları diledikleri sosyal
mecrada paylaşabilme fırsatı veriyor. Taraftarlar
kendi kadrolarını kurmanın yanı sıra diğer
taraftarların oluşturdukları kadroları görebiliyor,
onlara oy verebiliyor ve yorum yapabiliyorlar. Her
hafta binlerce taraftarın kurduğu kadro belirli bir
algoritma ile işlenerek her takım ve Süper Lig
bazında en çok seçilen oyunculardan “Taraftarın
11”i oluşturuluyor.
İlerleyen günlerde maç günü heyecanını
yükseltecek bazı sürprizler peşinde olan
11Budur’a www.11budur.com adresinden
ulaşılarak üye olmaya dahi gerek olmaksızın
dilediğiniz takım için kadronuzu kurabilir ve
taraftarların bu hafta için bekledikleri kadrolara
göz atabilirsiniz.
Türkiye HF157
Kutay Ersöz
UZAKLARDAN
BiR SES GELiYOR!
Bursaspor, tarihe geçen şampiyonluğundan sonra
uyku moduna geçmişti. Kaos sona erdi. Uludağ’ın
üzerinden ‘Güneş’ doğmaya başladı. O meşhur
bestedeki gibi, uzaklardan bir ses geliyor
Lig Tv’de üç sezon önce yayınlanan Deplase
Keyifler’in “Mucize” adlı bölümünde bir Bursaspor
taraftarı şampiyonluk sonrası babası ile arasında
geçen sohbeti şöyle anlatıyordu: Bir gün sonra
babam bana ‘Ne oldu’ dedi. Ben de ‘Şampiyon
olduk’ dedim. ‘Eee sonra şimdi ne yapacağız’
diye sordu. ‘Bilmiyorum’ dedim. ‘Ben ilk defa
şampiyonluk görüyorum. Ne yapılacağını
bilmiyorum’.
Artık şampiyon olurlarsa ne yapacaklarını biliyorlar!
Zaten artık şampiyon olmanın formülünü de
biliyorlar.
Türk futbol
tarihinin en büyük
işlerinden birine
imza atan Ertuğrul
Sağlam 27 yıl sonra
şampiyonluğu
İstanbul’dan
Anadolu’ya
Bursaspor’la
getirmeyi
başarmıştı.
Fakat 2010’da yaşanan şampiyonluğun hemen
ardından bütün bildiklerini unutmuş gibiydiler.
Şehir ve kulüp aynı anda ve aynı hızla bir bocalama
devrine girmişti. Mucize bir şaşkınlık hali
yaratmıştı ve bundan kurtulmaları zor oldu.
Kafaları kurcalayan ilk çelişki, henüz daha o
sezonun içinde yaşanmıştı. Daha önce Kocaelispor,
Gaziantepspor, Sivasspor gibi takımların ilerlediği
ama sonunu getiremediği yoldan ileleyen
Bursaspor, Türk futbolunda da bir tartışmayı
yeniden alevlendirmişti. Bursaspor şampiyon
olursa bu bir tesadüf mü olurdu yoksa gerçekten
beklenen bir Anadolu Devrimi miydi? Bursaspor,
2000 öncesi ligin başaltı takımı olmasını, Bursa
şehri de güçlü ekonomisini düşününce bunun
bir devrim olduğunu tüm Türkiye’ye inandırmak
istedi. Başarının sürekliliği muhakkak önemliydi
ama sabırla beklenen şampiyonluğun hemen
ardından telaş başladı.
2010 yılının Mayıs ayında Bursaspor, Türkiye’nin
5.şampiyonu olarak adını tarihe yazdırdı. Ertesi
sezona da 6 maçta 18 puan toplayarak başladı.
Fakat Şampiyonlar Ligi’nde alınan başarısız
sonuçlar önce enerjiyi düşürdü. Devamında da
sezon beklenen seviyede geçmedi. Beklenmeyen
başarıların hemen ardından böyle bir duraklama
dönemi doğal sayılabilirdi. Zaten Bursaspor da
her şeye rağmen o sezonu 3. sırada noktalamıştı.
Bursaspor için şampiyonluktan önce 3. olmak
bile önemli bir başarıydı. Ertuğrul Sağlam bunun
altını çizmek için uğraşıyordu. Zirveden çok
uzaklaşmamışlardı. Fakat camiada yıpranmanın
ilk işaretleri ortaya çıkıyordu. İlk sezona damga
vuran ise başarısız yabancı transferleri oldu. Insua,
Svensson, Kenny Miller, Damian Steinert, Leonel
Nunez isimleri kimseyi tatmin etmedi. Taraftarlar
teknik heyeti, teknik heyet yerel basını, yerel basın
yönetimi suçları. Aslında herkes birbirini suçladı.
Bu da şampiyonluk senesi yaratılan birlik havasının
bozulmasına neden oldu.
Yine de Bursaspor’un heyecanı yerindeydi ve güçlü
bir takımı vardı. Fakat ertesi sezon daha da kötü
geçti. İmdada yetişen ise Süper Final uygulaması
oldu. Normal sezonu 8. sırada tamamlayan
takım, UEFA Avrupa Ligi için oluşturulan playoff grubunda zirveyi elde etti ve bir kez daha
Avrupa’nın yolunu tuttu. Kötü sezonda çıkan bu
ikramiye, Ertuğrul Sağlam’a da kredi kazandırdı.
Ama sadece 6 ay...
Düşüş
Bursaspor’a şampiyonluk kazandıran teknik adamı
bir kere eleştirilmeye başlanmıştı. Yurt içinden
yapılan transferler yetersizdi, büyük hedefleri
kapsamıyordu. Yabancılar yüksek maliyetlerle
gelmiş ama bekleneni verememişti. Şampiyonluk
sezonun yıldızları Sercan, Volkan, Ozan İpek
yok olmuştu. Kulübün atardamarı halinde olan
altyapı, çıkarttığı ürünlere rağmen A takıma uzak
kalmıştı. Ve belki de kulübün en önemli gücü
olan taraftarlar, artık stadyumdan çekilmeye
başlamıştı.
Sağlam, hem eleştiriliyor hem çok seviliyordu.
Ertesi sezon aynı durgunluk devam etti. Twente
maçları bu karışık ruh halinin en iyi özetiydi. İlk
maçı 3-1 kazanan yeşil-beyazlılar, ikinci maçı
uzatmaların son dakikalarında gelen golle 4-1
kaybederek elendi. Takım bir hafta iyi, ertesi
hafta kötüydü. 2010 öncesi için bu durum kabul
edilebilirdi ama 5. büyük sıfatını kazanmak isteyen
bir takıma yakışmıyordu. Sezonun ikinci yarısının
ilk haftasında Bursa’da oynanan maç Sağlam’ın
sonu oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyespo’’a 4-1
mağlup olan Bursaspor’da bir dönem kapandı.
Sağlam ertesi gün istifasını verdi. Yerel basına
çok kızgındı. Taraftarlar ise Sağlam’ı kararından
vazgeçirmek için tesislere akın etti. Fakat sonuç
alamadılar.
Olan olmuştu ve hızlıca ayağa kalkmak
gerekiyordu. Bursaspor, yeni bir teknik adam
arayışına girdi. Gelen isim ise Hikmet Karaman
oldu. Bu da taraftarların son iki sezonda yaşadığı
heyecan kaybını körükleyen bir hamle oldu.
Karaman’ın teknik adamlık meziyetlerini ayrı
tutarak; şehri heyecanlandıran bir isim değildi.
Bursaspor artık sınırlarını aşmalıydı, aşmıştı. Bir
şampiyon takımdı. Bir kesim şampiyon yapan
teknik direktörü bile artık kabullenemiyordu.
Hedefler büyüyordu. Tam bu anda Hikmet
Karaman gibi Anadolu’da çok takım gezen,
istikrarı yakalamakta zorlanan bir ismin gelmesi
beklentileri düşürdü, küskünlük doğurdu. Bursa
şehri her ne kadar 2010’da şampiyon olsa
da, ondan kısa bir süre önce de küme düşme
travmasını yaşamıştı. Karaman tercihi, yeniden o
Ertuğrul Sağlam’ın ardından koltuğa oturan
Hikmet Karaman, daha imza atmadan kentte
homurtularla karşılanmıştı.
günlere dönüleceği korkusunu yaşattı. Bursasporlu
taraftarlar, yeniden sezon içinde hoca değiştiren,
ülkenin gezgin hocalarından yardım alarak martnisan aylarında kümeden kalan bir takıma sahip
olmak istemiyordu.
Birkaç ay sonra daha da kötüsü oldu. OrdusporBursaspor maçını izleyen İbrahim Yazıcı kalp krizi
geçirerek hayata veda etti. Bursaspor, efsane
başkanını beklenmedik bir anda kaybetti. Kulübü
büyüten başkan şehre önemli bir miras bırakmıştı.
Miras göz alıcıydı ve pay almak isteyeni çoktu.
Saha içindeki sorunlara bir yenisi daha eklenmişti.
Artık kulübün herhangi bir noktasında birlik
kalmamıştı. Yeni başkan ise Ercan Körüstan oldu.
Sağlam’ın başlattığı ve Karaman’ın noktaladığı
sezon yine de 4. sıra için yeterli oldu. Bursaspor bir
kez daha Avrupa’daydı. Ama kötü gidişat da gözle
görülür bir noktaydı. Erime hızla devam ediyordu.
2013/14 sezonu ise tam anlamıyla 2000’li yıllarda
küme düşme ile sonlanan kaotik yıllara selam
gönderiyordu.
Karaman’ın takımı, Vojvodina gibi bir takıma
elenerek sezona başladı. Üstelik iç sahada 3-0’lık
bir yenilgi alarak. Bu Karaman için son oldu.
Karaman’ın ardında gelen isim Daum oldu. İsim
Daum’du ama gelen sadece Gazi eşorfmanıydı!
Alman hoca Türkiye’de daha önceki tecrübelerini
arattıran bir performans sergiledi. Daha da kötüsü
taraftarların sevgilisi haline gelen, efsane sıfatını
kazanan Batalla ile arasını bozdu, Arjantinli’yi
Bursa’dan gönderdi. Bursa’da heyecan kalmamıştı.
Daum da sezonu bitiremedi. Yerine gelen İrfan
Buz, gemiyi limana yanaştırdı. Sezon kupa yarı
Adını Bursaspor
efsanelerinin arasına
yazdıran Pablo
Batalla, Christoph
Daum ile yaşadığı
problemlerin ardından
yeşil-beyazlılardan
ayrılma kararı aldı.
Türkiye’de 3 şampiyonluk gören, 2 kere
de şampiyonluğu son maçta kaybeden
Christoph Daum Bursaspor’un arzuladığı
şampiyonluk heyecanını getirebilirdi,
fakat beklenen olmadı.
finalinde yaşanan hayal kırıklığı ve 8. sıra ile
noktalandı. Son yılların en kötü derecesi Avrupa
için yine yeterli oldu. Bu sefer de Fenerbahçe,
Kasımpaşa ve Sivasspor’un aldığı cezalar
Bursaspor’a hayat verdi.
Ercan Körüstan’ın kısa başkanlık dönemi de sezon
bitiminde sona erdi. Yeni başkan Recep Bölükbaşı
oldu. Şampiyonluk kazandıran yönetimde de yer
alan Bölükbaşı’nın ismi heyecan uyandırmaya
yetti. Bir önceki seçimde de adaydı ama Hayri
Yazıcı lehine yarıştan çekilmişti. Bu hamle
sonunda o seçimi Erkan Körüstan kazanmıştı.
Bölükbaşı bir sonraki seçimde de son ana kadar
aday olmadı. Çıkan adaylardan (Mesut Mestan
ve Cüneyt Özkan) sonra “Başkanımızın kemikleri
sızlamasın diyerek aday oldum” diyerek adaylığını
koydu. Seçimi büyük farkla kazandı, kolları hemen
sıvadı.
Şampiyonluğu unutturacak kara dönemden sonra
beyaz bir sayfa açmanın vakti gelmişti.
Recep Bölükbaşı’nın ilk önemli hamlesi teknik
direktör konusunda oldu. Sağlam döneminden
sonra 1,5 sezonda 4 teknik adam gelmişti. İstikrar
kayboluyor, düzen bozuluyordu. Sorun için doğru
ilaç alındı. İstikrarı sağlamak ve düzen kurmak
konusunda en maharetli Türk teknik adamlarından
biri olan Şenol Güneş imzayı attı. Zaten Bölükbaşı,
Yazıcı döneminde de Güneş ile anlaşmak
istediklerini ama şartların oluşmadığını itiraf ederek
2010 öncesi çizilen plana benzer şekilde hareket
ettiğini de göstermiş oldu.
Bu Güneş için de oldukça önemli bir imzaydı.
Aslında iki tarafın da birbirlerine ihtiyacı vardı.
Şenol Güneş de tıpkı Bursaspor gibi, son dönemde
çok yıpranmıştı. Trabzonspor’da önce averajla
şampiyonluğu kaybetti, daha sonra 3 Temmuz’un
sıkıntılarını yaşadı, son olarak da şehrin tutkusunu
kaybetmesine engel olamadı. Benzer süreçlerden
geçen iki taraf atılan imza sonunda bir araya geldi.
Şenol Güneş için de önemli bir sınavdı. Daha önce
Trabzon dışında çalıştırdığı Anadolu takımlarında
başarılı olamayan tecrübeli teknik direktör, kalitesini
Önceki dönemlerde
yıpranan iki taraf,
Şenol Güneş ve
Bursaspor, birbirlerinin
yaralarını sarıyor,
geleceğe umutla
bakıyor.
Gelişimini Güneş’le
de sürdüren Ozan
Tufan, milli takımın
değişilmezleri arasına
girmeye aday.
ispat etmek için aradığı ortamı yakaladı. Trabzon’da
kendisini zorlayan şartlar Bursa’da geçerli değildi.
Şampiyonluk anıları daha taze olan, bu nedenle
baskı derecesi düşük olan, büyük bir şehirde,
güçlü bir ekonomide, geniş bir altyapı havuzunda,
potansiyeli olan bir takımda ve yerel basını
tarafından yıpranmadığı bir şehirde görev yapacaktı.
Yine de Güneş için ilk günler sıkıntılı başladı.
Gürcistan takımı Chikhura’ya 210 dakika boyunca
gol atamadılar ve penaltılarda elendiler. İlk hafta
Galatasaray’a, üçüncü haftada Beşiktaş’a iç sahada
gol atamadan mağlup oldular. Skor üretemiyorlar,
pozisyona zor giriyorlardı. Fakat sezon ilerledikçe
Timsah yürüyüşü başladı...
Şenol Güneş, teknik adam olarak Süper Lig’de
şampiyonluk kazanmamış olsa da bir Anadolu
takımının nasıl şampiyon olacağını bilen en iyi
isimlerden biri. Aradan uzun yıllar geçmiş olsa da
Trabzonspor’un 70’lerdeki doğruları ile Bursaspor’un
2010’daki doğruları birbirine oldukça benziyor.
İyi bir kadro uyumu bunun başında geliyor. Şenol
Güneş gelir gelmez bunun için uğraş verdi. Geçen
sezonun bekleneni veremeyen isimleri Taiwo
ve Frey’i kadro dışı bıraktı. Yabancı sınırı da iki
oyuncunun kadroda olmasını zorluyordu. Güneş,
bu isimler yerine genç Türk oyunculara formayı
verdi. Eldivenler Harun Tekin’in oldu. Güneş benzer
bir hamleyi Trabzonspor’daki son döneminde de
yapmıştı. Hugo Bross’un gözdesi Tony Sylva’yı gelir
gelmez takımdan kesmiş, formayı da Onur Kıvrak’a
vermekte tereddüt etmemişti.
Marsilya ve Milan gibi köklü ve güçlü takımlarda top
koşturan Taiwo’nun yerini ise kariyerinde daha önce
Avustralya dışında top oynamayan 23 yaşındaki
Aziz Behich doldurdu.
Güneş’ın kısa vadede sonuç alabildiği bir diğer
çözümü ise eldeki oyuncularından maksimumu
almaktı. Bunun işaretlerini de zaten ilk basın
toplantısında vermişti;
“Takıma katkı yapmamış ya da sıkıntı olmuş
futbolculara bakacağız. Almak ve vermek zor
iştir. Zaman zaman izlediğimiz, iyi maçlar çıkaran
Bursaspor vardı. Bunun üzerine ne koyabiliriz? Bu
futbolcular, kendi performanslarını ortaya koymalı.
Bu yıl buradaki oyuncular için çıkış yılı olacak. Milli
Takıma futbolcu vermemiz ve yıldızlaşması gerekiyor
ama yabancılar için bir şey söylemek istemiyorum.”
diyen Güneş, 5 ay sonra milli takım ilk 11’ine 3
futbolcu verdi. Transfer piyasasında her zaman yeri
olan ama son iki sezonda düşüşe geçen Serdar Aziz,
yeni sezona müthiş bir giriş yaptı. Fatih Terim’in
geçen sezon gözüne kestirdiği Ozan Tufan ise ne
Daum ne de Karaman’dan formayı alabilmişti. Şenol
Güneş ona ilk 11’in yolunu açan isim oldu. Güneş ile
daha önce Trabzonspor’da çalışan ama Karadeniz’de
adeta karaya vuran Volkan Şen ise, yeniden
döndüğü takımında ilk başta bekleneni veremese
de Şenol Güneş’in gelişinin ardından takımın en
efektif isimlerden biri oldu.
Güneş’in Ozan İpek inadı da gözlerden kaçmıyor.
Çoğu maçta sonradan oyuna sokarak solak
yıldızdan verim almaya çalışan tecrübeli teknik
adam, henüz istediğini yakalayamadı. Fakat
Ozan’dan ümidi kesmek yerine ilk 18’de şans
vermesi, tecrübeli oyuncunun son 3 sezonda en çok
oynadığı maç sayısına ulaşmasına neden oldu.
Her şey bu kadar pozitif değildi ama her hamlenin
altında bir felsefenin dışavurumu yatıyor. Güneş,
öğretici tavrının yanında sert yüzünü de hemen
gösterdi. Takımın önemli isimlerden Ferhat Kiraz
ile kaptan İbrahim Öztürk performansları nedeniyle
kadro dışı kaldı. Güneş bu konuyla ilgili açıklama
yaparken aslında hem kendi felsefesinden işaretler
verdi hem de takımın geri kalanına mesaj yolladı.
“Verimi olmayan bir oyuncuyu beklersiniz ama ne
kadar? Gelecek planında yoksa ona da söylemeniz
lazım. Geride kalan oyunculara da söylüyorum.
Takımda 11’de oynayanların dışında 18’e girenin de
katkı yapacak bir anlayışta olmasını istiyoruz. Bu
olmayacaksa, 18’de olmayacaklarını söyleriz.”
Güneş’in acil çözüm planlarından biri ise Josue
oldu. Josue takıma katkı sağlamasının yanında
Batalla’yı da unutturarak camiaya psikolojik açından
önemli bir hizmette bulundu. Zaten Güneş’in
Şenol Güneş’in başında bulunduğu Trabzonspor’da
dibe vuran Volkan Şen, Yine Güneş’le beraber bu
sefer Bursaspor’da ikinci baharını yaşıyor.
imza töreni esnasında bile sorulan sorulardan biri
Batalla’ydı. Basın ve taraftarlar Batalla’dan hala
ümidini kesmemişti. Başkan Bölükbaşı da bu
transferin zor olduğunu söylemişti. Kısa bir süre
sonra Josue kadroya dahil edildi. 24 yaşındaki bir
Portekizliyi kiralamak, Batalla hayranları için ilk
başta memnun edici değildi. Daha önceki yabancı
transferleri, bu hoşnutsuzluğa sebep oluyordu.
Fakat Josue zaman ilerledikçe farkını gösterdi.
Şu ana kadar 2 golü var ama yaptığı asistler ve
attığı paslar takımın oyun tarzını oldukça etkiliyor.
Josue’nin en büyük destekçisi ise kendisi gibi bir
başka Porto geçmişli oyuncu olan Belluschi... Bu
ikili takımın hücum planlarına şekil veren ikili
olarak göze çarpıyor.
Josue ve Belluschi ile sınırlamak mümkün
değil. Şenol Güneş, Trabzonspor’da yanında
olmayan yabancı şansını Bursaspor’da buldu.
Bu iki oyuncunun yanı sıra, geçen sezonun
devre arasında takıma dahil olan Fernandao,
gol yollarında ona yardım eden Cedric Bakambu
(ikisinin de resmi maçlarda toplam 7’şer golü var)
takımın asi ruhu haline gelen Civelli ve kenardan
gelerek katkısını veren Holmen, Şenol Güneş’in
işini kolaylaştıran isimler oldu.
Bursaspor’un ikinci haftada oynadığı Gençlerbirliği
maçı bütün bu birleşenler açısından çok
önemliydi. Kötü sezonlar geçiren, yeni sezona da
Avrupa’dan elenerek başlayan ve ilk hafta maçında
Galatasaray’a yenilen Bursaspor, Ankara’da
zor bir maça çıktı. Bu mücadeleye de istedikleri
gibi başlayamadılar. Devreye 1-0 geride girdiler.
İkinci yarıda ise şu an oynadıkları futbolun ilk
kıvılcımını çaktılar. Maçı Volkan ve Fernandao’nun
golleriyle 2-1 kazandılar. Ama daha da önemlisi
sayısız gol pozisyonuna girdiler. Josue ve Belluschi
oyun kurma meziyetlerini ilk kez sergiledi. Josue
ilk kez 11’de sahaya çıktı. Volkan çok gol kaçırdı
ama istekli görüntüsünü sahaya yansıttı. Harun
Tekin birkaç ufak hata yaptı ama bunlar pahalıya
mal olmadı. Bu nedenle kalede doğabilecek
bir özgüveni problemi rafa kalktı. Maçın son
anlarından çizgi üzerinden çıkan top ise kazanma
geleneğini yakalamak açısından büyük önem teşkil
etti. Güneş, uygulamak istediği 4-2-3-1’den ilk kez
Cedric Bakambu
verim aldı. Üstelik bu sistemi saha içinde skora
göre esnetebileceği bir 11 oluşturdu. Josue’nin
bir kez daha altını çizmek lazım. Portekizli’nin
yanı sıra, ilk 3 resmi maçta kenarlarda Ferhat
ve Aydın Karabulut gibi ne yapacağı hiç belli
olmayan isimler yerine disiplinli kalabilen Ozan
Tufan, Bakambu ve kaptan Volkan Şen’i oynattı.
Bakambu, sistemin 4-4-2’ye dönüşebilmesinde
de önemli bir parça olabileceğini gösterdi. Verimi
düşük olan Traore’nin yerini ise önce Holmen
doldurdu. Ozan Tufan’ın joker kimliği o bölge için
Güneş’in elindeki kozlardan biri... Bekir Yılmaz
da ilerleyen haftalarda iyi bir alternatif olduğunu
gösterdi. Arka dörtlü ise sezonun başından beri en
az problem yaşayan yer oldu. Aziz Behich ve Şener
hücuma sık katkı veren bekler olarak Bursaspor’un
hücum gücünü genişletiyor. Civelli ve Serdar Aziz
tandemdeki uyumlarının yanı sıra, uzun boylarını
hücumda da kullanıyor. Gençlerbirliği maçında
galibiyeti getiren golden önce Serdar Aziz’in
vurduğu kafa rakip savunmanın ezberini bozdu.
İlerleyen haftalarda bu organizasyonlar devam etti.
Gençlerbirliği galibiyetine rağmen Bursaspor
bir müddet daha sallantıda devam etti. Ligin 7.
haftasına geldiklerinde sadece iki galibiyetleri
(ikisi de deplasman) vardı. Özellikle 6. haftada
ezeli rakipleri ve eski teknik direktörleri Ertuğrul
Sağlam’ın çalıştırdığı Eskişehirspor karşısında 2-0
önde olmalarına rağmen 1 puana razı olmaları
taraftarları rahatsız etmişti. Maçın sonlarında
Bursa Atatürk Stadı’nda Eskişehirsporlu
taraftarların “oley oley” sesleri yükseliyordu.
Bursa kenti için rahatsız edici bir durumdu ve
oluşabilecek bir kaosun işaretiydi.
İmdada ertesi hafta oynanan Balıkesirspor maçı
yetişti. Zayıf rakibini 5-0 mağlup eden Timsah, bu
sayede rahatladı. Bir sonraki maçta da Sivasspor’u
3-0 mağlup ettiler ve bu sayede hem ilk iç saha
galibiyetlerini elde ettiler hem de ilk kez (şu ana
kadar tek) üst üste iki maç kazandılar.
Sezonun geri kalanında da istikrarsız sonuçlar
almaya devam ettiler. Bunun en büyük nedeni
gol yollarındaki şanssızlıklarıydı. Göze hoş gelen
bir futbol oynamak isteyen ekip birçok maçta
oyun olarak rakiplerine üstünlük kurdu, sayısız
fırsatlar yakaladı. Farkı arttırabildiği maçlarda 3
puana uzanan yeşil-beyazlılar, bazı maçlarda ise
son dakikalarda yediği gollere puan kaybı yaşadı.
Beşiktaş’a (1-0) ve Karabükspor’a (3-2) son dakika
golleriyle mağlup olan Bursaspor, Eskişehirspor
ve Erciyesspor maçlarında benzer dakikalarda
yedikleri gollerle 1 puana razı oldu. Oynanan
oyunu yansıtamayan puan kayıpları Bursaspor’un
zirveden uzak kalmasına neden oldu. Daha da
önemlisi kazanma alışkanlığını elde etmek için
biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu gösterdi.
Bu durum ilerleyen haftalarda bir özgüven kaybı
doğurabilir fakat kariyerinde bu problemle birçok
defa baş etmek zorunda kalan bir teknik direktöre
sahipler.
Ertuğrul Sağlam’ın Bursaspor’a kazandırdığı
ilk özellik de bir galibiyet serisi oluşturmaktı.
2010 şampiyonluğunun bir sezon öncesinde,
devre arasında takıma katılan Sağlam; sezon
sonuna kadar oynadığı 17 maçta sadece 2
yenilgi yaşamıştı. Bunu, 1 sene sonra gelecek
şampiyonluğun derinden gelen ilk sesi olarak
adlandırmak mümkün.
Güneş’in de kısa süre içinde buna benzer bir
seri oluşturması gerekiyor. Bunun yolu da
Anadolu’da oynanan maçlardan geçiyor. İstanbul
takımları karşısında yaşanacak mağlubiyetler
bu sayede unutulabilir. Şehirde bir heyecan
dalgası yaratmak açısından; ligin geri kalanına
korku salıp üst sıralara yakın durmak, İstanbul
takımlarına karşı alınacak ve coşkusu bir
hafta sürecek galibiyetlerden daha çok fayda
sağlayacaktır.
Tabi bu heyecanın en somut görüleceği yer de
tribünler olacak.
Bursaspor’u tercih etme nedenlerinden biri
olarak taraftarı gösteren Güneş, henüz bu
gücü bulabilmiş değil. Bunun sebebi de saha
sonuçlarından ziyade Passolig uygulaması. Boş
tribünlere oynamak, Bursasporlu futbolcuların en
büyük avantajlarından yoksun kalmasına neden
oluyor. İç sahada henüz 2 galibiyet yaşamış
olmaları bunun en iyi göstergesi. Texas Grubu
geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamayla Passsolig
boykotuna son vereceğini ve tribünlere geri
döneceğini söylemişti. Bu da Güneş’in listesinde
yer alan problemlerden birinin daha çözülmesi
demek oluyor.
Güneş şu anda altyapıdan fazla faydalanmadı.
Önce eldeki oyuncularından faydalanmak
istemesi anlaşılabilir. Fakat hem 70’lerdeki
Trabzonspor’da hem de 2010’da Bursaspor’da
(Volkan, Sercan, Bekir Ozan) kaynaklarından
yararlanmıştı. Şu anda da Volkan Şen, Serdar
Aziz ve Ozan Tufan bu bayrağı taşıyor. Fakat yine
de taraftarlar özellikle Enes Ünal ve Batuhan
Altuntaş gibi gençleri sahada görmek istiyor. Bu
durum şehirdeki kenetlenmeyi arttıracaktır.
Bütün bunlara rağmen Bursaspor’un ve
Şenol Güneş’in doğru işler yapması başarı için
yeterli olmayabilir. Aynı zamanda rakiplerinin
tökezlemesi gerekiyor. Bursaspor’un şampiyon
olduğu sezon, Beşiktaş Şampiyonlar Ligi’nde,
Galatasaray ile Fenerbahçe de Mart ayına kadar
Avrupa Ligi’nde ter dökmüştü. Timsah bu fırsatı
kullanmasını bilerek aradan sıyrıldı. Bu sezon
ise Fenerbahçe Avrupa’ya gitmedi, Galatasaray
ise erken havlu attı. Beşiktaş iki tarafı da idare
etmekle meşgul ama bu da Bursaspor’un önünü
açmak için yeterli olmayabilir. Zaten şampiyonluk
söylemleri için henüz erken. Şenol Güneş
hedefi önümüzdeki sezon(lar) için belirledi.
Fakat bu sezon, şampiyonluğun sinyallerini
Bursa şehrine göndermesi gerekiyor. Ardından
yapılacak nokta transferler, geçilecek yeni
stadyum ve yaratılacak sinerji ile ikinci Timsah
Yürüyüşü başlayabilir.
Türkiye HF157
Serkan Akkoyun
GENÇ TiMSAHLAR AVLANIYOR!
Sessiz, gösterişsiz, abartısız hizmete
yönelik bir Akademi…
Altyapının önemi ve buradan çıkacak kalifiye
futbolcuların A Takıma kazandırılması uzun
yıllardır gündemimizden düşmüyor. Altyapıdan
oyuncu çıkarmanın tamamen altyapıdan direkt
A Takımda oynayabilecek seviyede futbolcu
çıkarmak anlamına geldiği günümüzde bu işi iyi
bir şekilde yapmaya çalışan kulüplerden birisi
de Bursaspor. Çok fazla gösterişe kaçmadan,
reklamını yapmadan hemen hemen her dönem
1 ya da 2 adet as oyuncusunu altyapıdan çıkaran
Bursaspor’un elinden kaçırdığı futbolcular da bir o
kadar dikkat çekiyor.
Muhammet Demir
Serdar Aziz
Kadroya büyük destek
Bu sezon ligde güçlü kadrosuna rağmen liderlik
yolunda ilerleyemeyen Bursaspor buna rağmen 6
adet futbolcusunu kendi altyapısından çıkardı. Bir
dönem Trabzonspor macerası da yaşayan Volkan
Şen’le beraber kaleci Okan Kocuk, milli takıma
kadar yükselen Serdar Aziz, transferin gözdesi
Ozan Tufan, henüz 17’lik gol makinesi Enes Ünal ve
Batuhan Altıntaş Bursapor Akademisinden yetişip
A Takım kadrosunda bu sezon kendisine yer bulan
isimler. Özellikle eski futbolculardan Mesut Ünal’ın
oğlu Enes ve Galatasaraylıların unutulmazlarından
Yusuf Altıntaş’ın oğlu Batuhan, modern forvet
tipine uygun fizik ve yetenekleri ile dikkat edilip,
üzerine düşülmesi gereken yıldız adayları arasında
yer alıyor.
Şampiyonluğun lokomotifleri
Bursaspor altyapıdan çıkan oyuncuların
‘kaymağını’ en çok 2009/10 sezonunda yedi.
Sezonu şampiyonluk ile kapatan Bursaspor’da
o sezon takımın lokomotifi olan 3’lü; Ozan İpekVolkan Şen ve Sercan Yıldırım’dan 2’si altyapıdan
yetişmeydi. Golcü Sercan Yıldırım ve Volkan Şen,
Bursaspor Akademisinden gelerek A Takımın
vazgeçilmezleri olmuşlardı. İyi bir scouting
Batuhan Altıntaş
sistemi oluşturan Akademi Ozan İpek’i de
altyapısından yetiştirmemesine rağmen Batman,
Kahramanmaraş ve Buca’daki kötü deneyimlerine
rağmen keşfedip 2009 yılında transfer etmiş ve
koordineli çalışmanın başarılı bir örneğini ortaya
koymuştu. Ama zaman zaman da başarısız
hamleleri de olmadı değil…
Volkan Şen - Sercan Yıldırım
Olamayanlar…
Ozan-Sercan-Volkan üçlüsü ile şampiyonluğa
yürüdüğü sezon Bursaspor altyapısından bir başka
3’lü de geleceğe hazırlanıyordu. Eren Albayrak,
Muhammet Demir ve İsmail Haktan Odabaşı,
Bursaspor’un genç isimleri olarak altyapıda başarılı
performanslar gösteriyordu.
Takımın yeni Ozan İpek’i olması beklenen Eren
Albayrak yönetimle yaşadığı anlaşmazlık sonucu
2011 yılında Trabzonspor’a bonservissiz olarak gitti.
Ardından Orduspor ve 1461 Trabzon deneyimleri
yaşayan Eren geçen sezonun devre arasında
Çaykur Rizespor’a transfer oldu. Bu sezon ligde
10 kupada 2 maç sahaya çıkan Eren 912 dakika
sahada kaldı ve 2 asist yaptı.
Türk futbolunun büyük yetenekleri arasında
gösterilen ancak yaşadığı ciddi sakatlıklar
nedeniyle beklenen patlamayı yapamayan
Muhammet Demir de 2011’de Eren gibi
benzer sorunlar yüzünden takımdan ayrıldı ve
Gaziantepspor’a gitti. Bu sezon 10 kez sahaya
çıkan Muhammet takımının kötü durumu ve
yaşadığı sakatlıklara rağmen 5 gol attı.
İsmail Haktan Odabaşı ise Muhammet ve Eren’e
göre daha uzun süre takımda kalmak için çabaladı
ancak başarılı olamadı. Tüm yeteneklerine karşın
Denizlispor’a kiralanan ve daha sonra Bursaspor’a
dönen İsmail, 2013 yılında Şanlıurfaspor’a oradan
da geçen sezon devre arasında Boluspor’a transfer
oldu. Bu sezon Bolu’da 10 maça çıkan ve kaptanlık
yapan İsmail 2 gol attı, 3 asist yaptı.
Bursaspor altyapısından çıkıp önemli takımlarda
forma giyen bazı futbolcular:
Emin Aladağ, Metin Akan, Şenol Can, Serdar
Kulbilge, Mustafa Er, Mehmet Al, Orhan Alemdar,
Fatih Şen, Ediz Bahtiyaroğlu, Taner Demirbaş,
Tamer Coşkun, Serdar Kurtuluş, Bekir Ozan Has,
Serkan Kurtuluş, İsmail Özgür Göktaş
Başarıları:
1996-97 A Genç (16-18 Yaş) Türkiye Şampiyonu.
1997-98 B Genç (14-16 Yaş) Türkiye Şampiyonu.
2003-2004 B Genç (14-16 Yaş) Türkiye Şampiyonu.
2004-2005 C Genç (12-14 Yaş) Nike Premier Cup
Türkiye Şampiyonu.
2006-2007 D Genç (10-12 Yaş) Türkiye Şampiyonu
2010-2011 U 16 Akademi Ligi Türkiye Şampiyonu
2011-2012 U17 Akademi Ligi Türkiye Şampiyonu
2011-2012 U15 Nike Premier Cup Türkiye Şampiyonu
2010 Avusturya – Linz ALLTOGETHER U13
Şampiyonu
2011 Uluslararası Kuşadası Turnuvası U14
Şampiyonu
2012 Uluslararası Kuşadası Turnuvası U14
Şampiyonu
2012 Nike Premier Cup U15 Türkiye Şampiyonu
2012 Nike Premier Cup U15 Avrupa Şampiyonu
(Polonya-Lodz)
2012 Nike Premier Cup U15 Dünya 9.su (ÇinŞhangay)
Kısa Pas HF157
TÜRKiYE O KADAR
DA UZAK DEĞiL
Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği Vizontele
filminde şehre televizyon gelmiştir ve belediye
başkanı halka televizyonun ne olduğunu
anlatmaktadır: Buraya gazeteler iki gün sonra
geliyor. Biz duyduğumuz bir havadise şaşırdığımız
zaman büyük şehirdeki insanlar çoktan unutmuş
oluyor. İşte vizontele buna son verecek.
İstanbul’daki bir hadiseyi aynı anda gözlerimizle
göreceğiz. Yani vizontele uzağı yakın edecek. Ve
burası artık o kadar uzak olmayacak.Birkaç yıl
önce hayatımıza giren twitter, televizyon kadar
hayatımıza etki etmedi ama uzakları daha da
yakın etmeyi başardı.
Naoto Moro 32 yaşında bir Japon. Niigata’da
yaşıyor. 2006 Dünya Kupası’nda Japonya Milli
Takımı’nın başında bulunan Zico’yu çok seviyor
ve onun Fenerbahçe’ye gelişiyle birlikte o da
Türkiye futboluyla yoğun bir şekilde ilgilenmeye
başlıyor. 2010’da Türkiye’ye geliyor, Bursa’yı ziyaret
ediyor. Denizi ve balığı çok seviyor. Bursaspor’a
da hayran kalıyor. O günden beri Bursasporlu.
Türkçe’yi öğrenmeye başlıyor. Twitter’da
Japonlardan çok Türkleri takip ediyor. Çat pat da
olsa yazıyor, Türklerle diyaloga giriyor. Türkleri
onu çok sevmesinin nedeni ise çizdikleri. Türk
futbolunu televizyonun verdiği maçlar kadar
biliyor. Hem Süper Lig’e hem de PTT 1.Lig’e
hakim. Spor basının da bile onun kadar iki ligi
de takip eden kişi sayısı az bulunur. İnanılmaz
sempatik halleri ve çizdiği resimlerle kendini
Türklere sevdirmemesi imkansız. Resimlerde
futbolcuları çiziyor, baloncukların içinde yaptığı
basit esprilerle insanların yüzünde gülümseme
bırakıyor. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş,
Bursaspor ekseninden dönüp durmuyor. Mersin
İdman Yurdu, Çaykur Rizespor, Kayserispor,
Trabzonspor, Eskişehirspor, vs… Daha birçok takım.
Hepsini yeterince tanıyor, her şehrin kültürünü
az çok biliyor. Anne hamsi ile çocuk hamsiyi
konuşturuyor, Hikmet Karaman’ı çay paketleri
karşılıyor, sonbaharda Fenerbahçeli oyunculara
kestane yediriyor, Eti Cin’lere bando çaldırıyor…
Naoto’nun http://naotomoro.blog.fc2.com/ ‘da
blogunu inceleyebilirsiniz. Twitter’da @naotodesen
adıyla bulabilirsiniz. Takımoyunu.org’da da bir
röportajı var: http://takimoyunu.org/2014/01/29/
japonyadan-turkiyeye-uzanan-futbol-koprusu/
İlker Yılmaz
Türkiye HF157
YOL UZUN,
’Yi KAÇIRMAYIN
İstanbul’un en uzun ve meşakkatli güzergahına sahip otobüs hattı
500T’nin son durağında bir futbol takımı yükseliyor: Tuzlaspor
İstanbul’un iki yakasını sadece Fatih Sultan
Mehmet ve Boğaziçi Köprüleri bağlıyor
sanıyorsanız fena şekilde yanılıyorsunuz.
Metrobüs’ün yapımı ve metro hattının
genişletilmesiyle değerini biraz olsun kaybetmiş
olsa da İstanbul’un iki yakasında mekik
dokuyan 500T otobüs hattı, dünyanın en büyük
uygarlıklarının kurulduğu güzide şehrimizin çarpık
kentleşmesinin, kaosunun, trafiğinin, sıcağının,
soğuğunun, zengininin, fakirliğinin adeta bir
yansıması. Cevizlibağ’dan başladığı yolculuğuna
Edirnekapı, Okmeydanı, Kağıthane, 4.Levent,
Kavacık, Kozyatağı, Bostancı, Kartal ve Pendik’den
geçerek Tuzla’da sonlandırmaktadır.
İstanbul’a ilk kez gelen biri saatlerce
süren 500T yolculuğunda
İstanbul’un Taksim,
Kadıköy, Beşiktaş, Bebek
gibi semtlerden ibaret
olmadığını anlayabilir,
yüzlerce farklı sosyal
sınıfa mensup insanı
gözlemleyebilir. Şair
Kaan Koç yanılmıyor,
bazen 500T’nin
özerkliğini ilan ettiğini bile
düşünebilirsiniz (https://
twitter.com/_kaankoc_/
status/384293583102427136).
Bağımsız sinemacıların ise
hâlâ hakkında neden yol hikâyesi
yapmadığı kafamda soru işareti oluşturuyor. Tuzla
diyince belki de akla ilk gelen 500T’nin pabucu
ise şu sıralar bir futbol kulübü tarafından dama
atılmak isteniyor.
Her geçen sezon karizmasını yitiren Türkiye
Kupası bu sezon yine farklı bir formatta karşımıza
çıktı. 8 grupta 4’er takımın bulunduğu kupada,
Cizrespor’dan Keçiören’e, Karagümrük’ten Bayburt
Grup Özel İdare’ye, Sarıyer’den Balçova’ya kadar
ikinci, üçüncü hatta amatör kümeden takımları
izlemek mümkün. Bu takımlar arasındaki
Tuzlaspor ise elemelerden bu yana ikinci maçları
geride kalan Türkiye Kupası’nda herkesi
şaşırtıyor.
3. Lig’de mücadele eden
lacivert-beyazlı takım
Türkiye Kupası’nda
önce aynı lig ve grupta
bulunduğu komşusu
Darıca Gençlerbirliğini
eledi. İkinci turda 2.Lig’deki
Kartalspor’u da geçen
Tuzlaspor için birçokları
yolun sonunu görse de onlar
Süper Lig’deki Kasımpaşa’yı
da kupadan eleyerek gruplara
kalmayı başardı. Burada PTT
1.Lig ekibi Gaziantep Büyükşehir
Belediyespor’u deplasmanda 3-2
Yakup Alkan
Samet Özen
yenmeleri güzel bir sürprizdi fakat kimse onların
evinde Sivasspor’u 3-1 devirebileceğini tahmin
etmemişti. Şu anda 6 puanla zirvede bulunuyorlar.
Geride kalan 4 haftada alacakları bir galibiyetle
ya da iki beraberlikle büyük olasılıkla gruptan da
çıkacaklar. Bunu başarırlar mı bilinmez ama bu
zamana kadar başardıklarını takdir etmekten geri
kalamayız.
2012/13 sezonunda Bölgesel Amatör’de şampiyon
olarak tarihinde bir ilki gerçekleştirip 3.Lig’e
yükselen Tuzlaspor, daha ilk sezonunda play-off’a
kalmayı başarmıştı. Kulübün gençlik gelişim teknik
sorumlusu Zafer Yiğit’le bu sezonu açan lacivertbeyazlı ekibin hedefi pek tabi ki şampiyonluk. 16
haftası geride kalan 3.Lig 1.Grup’ta topladığı 31
puanla şu anda ikinci sırada.
Teknik direktör Zafer Yiğit henüz 37 yaşında.
Bir dönem Gaziantepspor’da sağ kanadı fırtına
gibi estiren ağabeyi Hasan Yiğit gibi parlak
bir futbol kariyeri bulunmayan Zafer Yiğit,
2005’te antrenörlük kariyerine Pendikspor
altyapısında başladı. Burada geçirdiği 8 sezonun
ardından Tuzlaspor’da da 1 sezon gençlik gelişim
antrenörlüğü yapan genç teknik adam, ilk kez
profesyonel bir işe soyunmuş durumda.
Tuzlaspor’un kadrosunda en dikkat çeken isim
ise Kemal Samet Özen. Geçen sezon takıma
katılan yetenekli orta saha, uzaktan attığı gollerle
biliniyor. Bu sezon ligde 5, kupada da 4 kez fileleri
sarsan kaptan Samet, Sivasspor kalecisini de
Ozan Papaker
uzaktan attığı iki şık golle yıkmayı başardı. Bir
diğer dikkat çeken isim de Yakup Alkan. Saçlarıyla
Fellaini’yi andıran Yakup, geçtiğimiz sezon ligi
toplamda 17 golle kapattı. Çaykur Rizespor’dan
kiralanan 18 yaşındaki Ozan Papaker özel bir ilgiyi
hak ediyor.
Profesyonel liglerde henüz ikinci sezonunu geçiren
Tuzlaspor hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak
biraz zor. 3.Lig’de statü gereği kadroda 25 yaş ve
üzeri 6 oyuncu bulunabiliyor. Bunların da sadece
4 tanesi 18 kişilik kadroda yer alabiliyor. Takımda
2.Lig’den ötesini gören oyuncu sayısı bir elin
parmaklarını geçmiyor. Fenerbahçe altyapısından
hatırlanabilecek Berk Elitez’in de lacivert-beyazlı
kadroda çıkış aradığını ekleyelim.
Tuzla, artık hakkında bahsedildiğinde 500T’den,
tershaneden veya İstanbul’un en uç noktası
olmasından bir başka futbolu da hatırlatma
yolunda. Henüz çok yeniler ve 3.Lig’deler. Yolları
500T’nin güzergahından bile uzun gözüküyor. Tabi
futbol bu, top yuvarlak. Bu sezon onları Türkiye
Kupası’nda çeyrek finalde veya iki sene sonra PTT
1.Lig’de görmeyeceğimizi kim iddia edebilir?
Fırat Topal
Top 10
HF157
HAYAL KIRIKLIĞI 10 FORVET HATTI
İngilizler Liverpool’un hücum hattıyla ilgili her hafta yeni bir komedi malzemesi
üretirken biz de modern futbolun hayal kırıklığı hücum hatlarından 10 örneği sıraladık
Liverpool sezon başında Mario Balotelli için 16 milyon pound ödedi Milan kulübüne. İtalyan futbolcu
henüz Premier League’de golle buluşamadı. Kulüplerin hücum hattına diktikleri isimlerden ya da
birbirine alternatif olan oyunculardan birisinin bekleneni vermemesi daha önce de görülen bir durum,
ancak o isimlerin ikisinin de birbirini aratması anında tabelaya yansıyor. Bu iş bir uyum işi. Dwight Yorke
ve Andy Cole birbirlerinin gözünden nereye koşu yapacaklarını veya bir diğerinin topu nereye vuracağını
anlarlardı. Real Sociedad’da Nihat Kahveci Darko Kovacevic ikilisinde de vardı bu mesela. Aşağıdaki listede
kendisinden çok şey beklenmesine rağmen tamamen çöküşe yol açan forvet hatlarını inceledik. Kıstasımız
az sayıda gol atmak değil, genel anlamdaki performansın yarattığı kötü dereceler:
1- Claudio Pizarro - Andriy
Shevchenko (Chelsea 2007/08):
Bu ortaklığın bir hikayesi var. 2006-07 sezonunun
sonunda Bayern Munich ile kontratı bitecek
olan Claudio Pizarro bir türlü kulüple anlaşmaya
yanaşmamaktadır, zira ücret artışı istemektedir.
Bunun üzerine Karl-Heinz Rummenigge “bir
oyuncu Shevchenko kadar para istiyorsa,
Shevchenko gibi oynaması lazım” der. İşte bu
laf ikilinin laneti olur. Önce Ukraynalı rekor bir
ücretle, ardından da Perulu Bosman kanunlarıyla
Abramovich’in askeri olur. İkili daha çok Chelsea
kulübesinde ortaklık yaparlar. Beraber forvet
hattında, ilk 11’de sahaya çıktıkları maç sayısı
sadece 1’dir. Arada da oyuncu değişiklikleri
sonucu buluşurlar. 2007-08 sezonunda ikili
toplamda 7 gol atar. Avram Grant ikisini de siler
ve Drogba-Anelka ikilisiyle sezonu bitirir. Pizarro
sezon sonu Bremen’e yelken açar.
2- Vincenzo Iaquinta - Alberto
Gilardino (İtalya 2010):
İtalya’yı şampiyonluktan grup sonunculuğuna
götüren ikili. Gilardino belki 16 golün altına imza
koymuştu 2009-10 sezonunda, ama Iaquinta
sadece 6 gol atabilmişti, zira 6 aylık ağır bir
sakatlık geçirmişti. Buna rağmen Lippi onları
sahaya sürdü. Grupta, önce Paraguay sonra da
Yeni Zelanda maçında İtalya hücumu sefilleri
oynadı, Iaquinta Yeni Zelanda’ya 1 gol attı ama
gol penaltıdandı. Lippi grubun son maçında
Iaquinta yerine Gilardino’yu kızağa çekti. Di
Natale ilk 11’de yer alırken Quagriella oyuna
sonradan girdi. Gök mavililer Slovakya’ya 3-2
kaybederken takımın 2 golünü bu 2 oyuncu
atmıştı. Hoş grup sonuncusu olmaktan
kurtulamadılar. Di Natale kupa sonrası gelen
sezonda 28 golle Serie A gol kralı oldu.
3-Lee Dong-Gook-Mido
(Middlesbrough 2007/08):
Bir kere milliyetlerde bir sorun var. Güney Kore’li
ile Mısırlı’yı yanyana koyarsan olacağı budur. Lee
Dong-Gook Gareth Southgate’in hamlelerinden
birisiydi. Mido ise Ajax günlerini çoktan geride
bırakmıştı. Southgate sezona Tuncay’la başladı,
ama ne hikmetse Mido’nun üstüste 2 gol attığı
maçtan sonra onu sürekli ilk onbirde oynattığı
yetmiyormuş gibi bir de bazı maçlarda Gook ve
Mido’yu yanyana forvet hattında oynattı. Bu
maçların hiçbirinden M’Boro galibiyet alamadı
tabii. Gook o sezonu golsüz, Mido ise 2 golle
kapadı. Sezon sonunda Koreli ülkesine döndü,
Mısırlı ise izleyen sezondan itibaren başlayan
kiralama devreleri sonunda futbola veda etti.
4-Darius Vassell-Giorgios SamarasBernardo Corradi (Manchester City
2006/07):
Stuart Pearce ekim ayında Manchester City’nin
üstüste 5 maç gol atamadığı dönemden aslında
ders çıkarmalıydı ama yapmadı. Yıl sonuna
girildiğinde Vassell-Samaras-Corradi üçlüsü aynı
anda sahaya çıkıyordu. Bu üçlü o sezon ligde 10
gol attılar. Adam başı değil, toplam. Barton 6 golle
ligde takımın en golcü oyuncusu oldu. Bu rezil
tablo onları 14. sıraya indirdi ve 29 golle ligin en az
gol atan takımı yaptı. Gerçi haklarını yemeyelim
bir takım daha aynı sayıda gol atmıştı. Sonuncu
olarak küme düşen Watford. Corradi sezon sonu
Parma’nın yolunu tuttu. Vassell-Samaras ikilisi
taraftarları kansere sürüklemeye devam etti.
İlginç olan Corradi’nin Chievo döneminde Massimo
Marazzina ile müthiş bir hesaplı forvet ikilisi örneği
sergilemesi.
5-Trevor Benjamin-Ade Akinbiyi
(Leicester City 2000-2002):
Bu ikiliyi unutmam imkansız. Leicester City
geçtiğimiz milenyumun sonundaki en flaş
takımlardan birisiydi. Martin O’Neill’in yarattığı
takım 1997 ve 2000’de Lig Kupası’nı kazanıp
1999’da da final oynadı. Neil Lennon ve Mustafa
Izzet’in orta sahada liderliğini yaptığı takım bin
yılı kapatırken o şaşaalı dönemi de sona erdi.
Hoca Celtic’e, en önemli golcü Emile Heskey
de Liverpool’a gitti. Onun yerine Wolves’dan
Ade Akinbiyi (5.5 milyon pound) ve Cambridge
United’dan Trevor Benjamin (1.3 milyon pound)
alındı. Peter Taylor’ın ömrü bu golcülerle sadece
1 yıl sürdü. Takım 39 golle ligin en az gol atan
takımlarından birisiydi. Yetmedi, 2001-02
sezonunda da sonuncu olarak küme düştüler.
Sezon sonunda sadece 29 gol atabilmişlerdi.
Akinbiyi Crystal Palace’a satıldı. Benjamin
kariyerinde 31 farklı kulüpte forma giymesinin
ardından, son olarak 9. Lig’de Glossop North End
A.F.C. için ter döktü.
6-Hakan Şükür-Saffet Sancaklı
(Galatasaray 1994/95, Türkiye 1996):
Şükür ve Sancaklı Türk milli takımından önce
Reinhardt Saftig zamanında Galatasaray’da da
beraber forma giymiştir ve o beraberlik çok iyi
sonuçlar doğurmamıştır. Fatih Terim, artık ikilinin
eleme gruplarında İzlanda’yı 5-0 mağlup ettiğimiz
maçtaki performansından mı gaz alır bilinmez bu
ikiliyi Euro 96 kadrosuna alır. Ama daha da ileri
giderek Hırvatistan’a 1-0 kaybedilen maçtan sonra,
tamam mı devam mı maçında sahaya sürer. Çabuk
Portekizli defans oyuncuların arasında kaybolan
ikili maç boyunca sefilleri oynar. Terim grubun son
maçında Danimarka maçında bir hamle daha yapar
ve maçı mağlup götürdüğümüz anda Saffet’i
oyuna alıp Hakan’la beraber oynatır. Bu ikilinin
en müspet hizmeti, Saffet’in attığı ancak ofsayt
gerekçesiyle sayılmayan goldür.
7-Ryan Babel-David N’Gog
(Liverpool 2008-2011):
İkisi de takımın düzenli oyuncuları değildi aslında.
Rafa Benitez N’Gog’un transferi sonrası “işte
scout sistemi bunun için var, ucuz ve yetenekli
gençleri bulmak için” demişti. Babel’in gelişi ise bir
sezon önce Anfield’a gelen Kuijt’ın rüzgarındandı.
15 milyon pounda yakın bir para ödediler Ajax’a.
İkisi de Liverpool kariyerleri boyunca bir sezonda
5 golü geçemediler. Üstelik ender de olsa bazı
maçlarda ilk onbirde sahaya çıktılar veya oyuna
sonradan girip forvet hattında yer aldılar. Babel
Twitter kahramanı olarak Hoffenheim’ın yolunu
tuttu. N’Gog bugün Ligue 1 takımlarından Stade
de Reims’de forma giyiyor.
8-Wayne Rooney-Emile Heskey
(İngiltere 2010): Krallık bekliyordu insanlar
Rooney’dan, 2010 Dünya Kupası’nda. Cristiano
Ronaldo’nun gidişi sonrası Manchester United’da
takımın sorumluluğunu üstlenmiş, 29 golle sezonu
gol kralı olarak bitiren Didier Drogba’nın ardından
26 golle ikinci olmuş ayrıca Profesyonel Futbolcular
Birliği tarafından yılın oyuncusu ödülüne layık
görülmüştü. Bu ortamda İngiltere’nin oynadığı
4 maçta da ilk onbir başladı. İkisinde Heskey
ona eşlik etti birinde de sonradan yanına katıldı.
Sonuç değişmedi. Bu ikili oynadıkları toplam
560 dakikada rakip kaleyi sarsamadılar. Hele bir
Cezayir maçı vardır ki, İngilizlerin underground
futbol dergisi When Saturday Comes bu maçın
yorumuna sadece şöyle yazmıştır: “Christ.....”
9-Erhan Şentürk-”Kral” Şadi ÇolakDebola Ogunseye (Kartalspor
2010/11): Bu hat, sadece Kral Şadi olduğu
için bile listeye girer ya buna gerek kalmadı.
Kartalspor 6 Mart 2011’de 2-1 kazandığı Denizlispor
maçına kadar sadece 2 kez kazanabilmiş (ikisi de
deplasmandaki 3-2’lik galibiyetler), öncesinde
tam 10 hafta gol dahi atamamış ve ligin ilk 16
haftasında sadece 4 gol atmıştı. Bu rakamlarla
ligde nasıl kaldılar, hala anlaşılır gibi değil. Erhan
Şentürk Galatasaray altyapısından, Şadi Çolak
yıllarca üzerinde taşıdığı 2. lig golcüsü apoletinden,
Ogunseye ise Nijerya ekolünden forvet
hattına oturdular. Erhan Şentürk bu kadronun
demirbaşıydı ve diğer 2 isim değişiyordu. Devre
arasında Ogunseye Tavşanlı’ya giderken, Önder
Çengel de Diyarbakırspor’dan Kartal’a geldi. O geliş
Kartal’ı kurtardı.
10-Nicklas Bendtner-Herhangi bir
forvet (Arsenal 2005-2014):
Hakan Şükür’ün Kadıköy’deki bir Fenerbahçe
maçında Adrian Ilie’nin ağlara giden şutunu
çıkarmışlığı vardır. Onu bilenler Bendtner’in
de bir Liverpool maçında Arsenal’in golünü
önlediğini bilir. Danimarkalı böyle bir adam işte.
Arsene Wenger ondan o kadar yıl ne bekledi,
neye oynatıyordu bilmiyorum. Bendtner sahaya
çıktığında genelde tek forvet olarak çıkıyor ama
arada yanına bir ikinci hücumcu ekleniyordu.
Özellikle Arsenal’in rakip kaleye yüklendiği anlarda.
İşte asıl Bendtner’in gücü o anlarda ortaya çıkıyor,
kendisini yaktığı yetmiyor, çarpmadaki yutan
eleman gibi partnerini de yerin dibine batırıyordu.
Arsenal’deki son 3 sezonunda oynadığı maç ve
attığı gol sayısı istikrarlı olarak düşmüştü. Bugün
Wolfsburg’da. Bir internet fenomeni.
Ahmet Sercan Ergün
Profil
HF157
OLDUĞU
KADAR
GÜZELDiK
Futbol dünyası, yıldız olması beklenen ama o eşiği bir türlü atlayamamış birçok oyuncuya
tanık oldu. Aimar, Saviola, yakın dönemden ise Bojan Krkic gibi isimler bir çırpıda akla
gelenler. Afellay da bu gruba ismini ekleyebileceğimiz isimlerden biri. Parlak PSV kariyeri
sonrası Barcelona’da sönen yıldız, adını bu günlerde komşuda tekrar duyuruyor
Bosman kuralı ve Avrupa’nın büyük liglerinde
yabancı oyuncu sayısının serbest bırakılmasının
ardından işler değişti. Göçmenlerin topluma ve
spora entegrasyonu konusunda Almanya ile
birlikte Avrupa’nın en başarılı ülkesi ise şüphesiz
Hollanda. Bu küçük ülke, özellikle Kuzey Afrikalı
nüfusun futbola katkısı sınavından alnının akıyla
çıktı. Afellay da Faslı genleriyle Hollanda altyapı
eğitimini başarıyla birleştiren isimlerden biri olarak
adını duyuranlardan biriydi
1986 yılında Utrecht’te dünyaya gelen Ibrahim
Afellay, futbola yerel bir kulüp olan VSK’da
başladı. Bir sezon sonra USV Elinkwijk’e transfer
olan genç Afellay, 1996 yılında 15 yıl boyunca
formasını giyeceği Eindhoven ekibi PSV’nin
yolunu tuttu. 2004 yılında A takıma yükselen
oyuncu, özellikle 2005/06 sezonundan itibaren A
takımın değişmez bir parçası oldu. Üst üste dört
şampiyonluk yaşadığı PSV formasını -sakatlıklar
izin verdiği sürece- 159 kez giydi. 2007’de daha
önceki yıllarda Bergkamp, Seedorf, Overmars ve
Kluivert gibi yıldızların da kazandığı ve Yılın En İyi
Genç Hollandalı Oyuncusu ödülü olan Johan Cruijff
ödülünü kazandı. 2010 yılının Ekim ayında kulübü
PSV ile sezon sonunda bitecek olan sözleşmesini
yenilemeyeceğini açıkladı, devre arasında Katalan
devi Barcelona’nın yolunu tuttu. Ne var ki bu
transfer, büyük umutlar bağlanan oyuncu için kötü
sürecek günlerin başlangıcı anlamına geliyordu.
Boşa geçen yıllar
Barcelona kariyeri Fas asıllı oyuncudan çok
şey götürdü. Sürekli sakatlıklarla boğuşan
Afellay, 3 sezonda yalnızca 8 maçta ilk 11’de
forma giydi; toplamda da 21 maçta sadece 1
gol atabildi. Yetenekli, yeteneğinden öte hızı ve
dinamizmiyle fark yaratan o oyuncudan artık
eser yoktu. Oynadığı pozisyonda Pedro, Cuenca
gibi oyuncularla rekabet etmek zorundaydı ve
bir türlü istenen form düzeyine ulaşamıyordu.
Schalke’ye kiralandı, ancak sakatlıklar orada da
peşini bırakmadı. PSV kariyeri boyunca Avrupa’nın
dev kulüplerinin iştahını kabartan Afellay, artık
sıradan ve yaşı geçkin bir oyuncu haline gelmişti.
Ona yardım elini ise Yunanistan’ın tek hakimi,
Şampiyonlar Ligi gediklisi Olimpiakos uzattı.
Sakatlıklarla sekteye uğrayan
bir kariyer
Eylül 2011, Afellay için şüphesiz ki hatırlamak
istemeyeceği bir tarih. Sezon henüz yeni
başlamışken yaşadığı ve sahalardan 7 ay uzak
kalmasına sebep olan sakatlık, Afellay’ın
kariyerinde boşa geçecek yılların habercisiydi
adeta. Barcelona menajeri Tito tarafından
bir sonraki sezonun Barça kadrosu için de
düşünülmeyen oyuncu, Bundesliga’nın güçlü
ekiplerinden Schalke 04’ün yolunu tuttu. Burada
eski hocası Huub Stevens ve PSV’den takım
arkadaşı Farfan ile tekrar buluşan Afellay, Al Sadd
ile oynanan dostluk maçında yine sakatlanarak
sezonu kapattı. Oysa ki o güne kadar işler onun
için Barcelona günlerine nazaran çok daha iyi
gidiyordu. Mayıs ayında İspanya’ya dönen oyuncu,
sağlık ekibinin tavsiyelerine uymadı ve iki hafta
erkenden antrenmanlara başladı. 2013 yılının
Ağustos’unda yaşadığı sakatlık, bir sezonuna daha
mal oldu. Kabus devam ediyordu.
Küllerinden doğmak: Ben geri geldim
Hollanda Milli Takım’ı menajeri Guus Hiddink,
bu yılın Ekim ayında İtalya ve Çek Cumhuriyeti
ile oynanacak maçlar öncesi açıkladığı kadro
ile herkesi şaşırtmıştı. Van Gaal’ın görmezden
geldiği Celtic’in başarılı savunmacısı Van Dijk
ve Stoke City’li Erik Pieters kadroya dahil edilen
sürpriz isimler olmuştu ama en önemli sürpriz
Afellay’dı. Ağustos ayında satın alma opsiyonlu
olarak Barcelona’dan Olimpiakos’a kiralanan
oyuncu, komşudaki kariyerine etkileyici bir
başlangıç yapmıştı. “Afellay çok iyi bir oyuncu
olduğunu zaten daha önce kanıtlamıştı. Kötü
günler onun için geride kaldı ve artık döndü.” Fas
kökenli oyuncu için bu sözleri sarfeden Hiddink,
ilerleyen günlerde haksız çıkmadı. Olimpiakos
formasıyla Atletico Madrid ve Malmö maçlarında
ağları havalandıran 28 yaşındaki oyuncu, adını
tekrar Avrupa’nın en büyük sahnesine hatırlatmış
oldu. Kronik diz sakatlığını atlatmış görünüyor
ve Şampiyonlar Ligi grup aşamasında o eski
dinamizminden esintiler bile sundu. “Asla bir
star değildim ve bundan sonra da olmayacağım.
Herkes benim Şampiyonlar Ligi’ndeki
performansımı gördü, ama aslında sakatlığımı
atlatmama antrenman yaptığım oyuncular çok
yardımcı oldu; onların sayesinde eski günlerime
döndüm.’’ Afellay için işler şimdilik iyi gidiyor
ve o Yunanistan’da çok mutlu. Yunan devinin
ligdeki hakimiyetini sürdürmesi için ona, onun
da formunu bulması için kendisine kucak açan
Olimpiakos’a ihtiyacı var.
İspanya HF157
Emre Çelik
AiLE TAKIMI
2009’dan bu yana Real Madrid’i tatmin edecek başarıyı elde etmek için neredeyse
yapmadığı hamle kalmayan Florentino Perez görünene göre aradığını Ancelotti ile buldu
İspanyollar vs Portekizliler kavgası, belli bir oyuncu
grubunun özel yemeklerde buluşup ne yapılacağını
belirlemesi, Whatsapp’tan takım için entrikaları
basına sızdırmalar, teknik direktörün alenen her
hafta belli isimleri eleştiri yağmuruna tutması,
başkan ve teknik patron arasında atışmalar, saha
içi küfürleşmeler ve daha nicesi… Çok değil, sadece
1,5 sene önce, o dönem de dünyanın en pahalı
kadrosuna sahip olan kulübü Real Madrid’de
yaşanan olayların sadece basına sızan bir kısmıydı.
Takım, La Liga’yı Barcelona’nın 15 puan gerisinde
bitirmiş; Copa del Rey Finali’nde Atletico Madrid’e
-hem de 26 maç sonra ve iç sahada- kaybetmiş;
Perez’in en büyük hayali olan Şampiyonlar Ligi’nde
ise yarı finalde Borussia Dortmund engeline
takılmıştı. Bir başka ifadeyle sezon başı oynanan
İspanya Süper Kupa için “bir önceki sezona ait”
değerlendirmesi yapıldığında sezonu kupasız
kapatmıştı. Belki de daha acısı Copa del Rey
Finali’nde Santiago Bernabeu’da Atletico Madrid
taraftarlarının “Mourinho gitme!” tezahüratlarıydı.
Yönetimde Perez’e karşı sesler de yükselince
Perez kritik bir karar almak zorundaydı: Mourinho
gönderildi ve yerine 2010 sonunda Chelsea’deki
kötü gidişat için “Benim buradaki işim sadece
teknik konular. Ferguson gibi menajerlik yap(a)
mıyorum” sözleriyle Abramovice’e taş atan Carlo
Ancelotti oldu… Ve hikâye başladı!
Real Madrid, resmi maçlarda 21 maçtır üst üste
galip gelerek İspanya rekorunu kırdı. Çok büyük
bir sürpriz olmazsa Pazar gecesi San Lorenzo’yu
da mağlup ederek hem seriyi 22 maça çıkarıp
1970’lerin başında 26 maç üst üste kazanan Ajax’a
bir adım daha yaklaşacaklar (Ajax’ın tüm maçları
resmi olsa da Guiness rekorlar kitabında 24 maçla
Coritiba var). Daha da önemlisi Real Madrid hem
izleyene keyif veriyor hem de rakipleriyle adeta
kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Kısacası
2014/15 sezonu Real Madrid adına inanılmaz bir
biçimde geçiyor. Hatta öyle bir hava ki, bunda
Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunun payı da elbet
yadsınamaz, 2013/14 sezonunda elde edilen
lig üçüncülüğü ve takımın özellikle ligde ortaya
koyduğu son derece istikrarsız futbol bile çoktan
unutulmuş durumda. İşte o havayı yaratan adam
da Carlo Ancelotti’den başkası değil.
“Önemli olan rahatlatmak”
Florentino Perez’in geride bıraktığımız hafta
içi “Mourinho bu takıma seviye atlattı”
açıklamalarında haklılık payı yok değil, hatta geçen
sezon Şampiyonlar Ligi Yarı Finali’nde turnuvanın
en büyük favorisi Bayern Münih’i hezimete
uğrattığı sistem ve taktiksel anlayışın belki de
%70’ten fazlasını Jose Mourinho’nun oturttuğunu
inkâr etmek yanlış olacaktır. Fakat fark yaratan
taktiksel ve dizilimsel esnekliği sayesinde Real
Madrid’in mevcut başarısında Carlo Ancelotti’nin
taktiksel başarısı elbette yadsınamaz. Lâkin bu
apayrı bir konu ve başarıda pastanın büyük dilimini
oluşturmuyor. Mevcut Real Madrid’i başarılı
kılan açık ara en önemli faktör Ancelotti’nin
camiada yaratığı hava. Öyle ki; vakti zamanında
Hierro’yu “Tüm oyuncular benimle aynı fikirde
olmak zorunda ve Hierro kaptan olarak bunu
yapamıyor” diyerek gözünün yaşına bakmadan
kapıya koyan, Del Bosque’yi otoritesini sarstığı
için Şampiyonlar Ligi ve La Liga şampiyonluklarına
rağmen istemeyen Florentino Perez gibi tek adam
profilindeki bir başkanın bile sınırları gevşetmesine
sebep oldu. 2005’te İstanbul’daki Şampiyonlar
Ligi Finali’nde Liverpool’a 3-0’dan şampiyonluğu
verdikten sonra 2007’de Milan’ı tekrar finale
çıkarmasının ardından oynanan Liverpool’un
Chelsea ile oynadığı yarı final maçında “Chelsea
aleyhinde tezahüratlar yapıyorduk. Liverpool
şapkaları ve oyuncak trompetler bile vardı”
sözleriyle anlatan Ancelotti için çok da zor bir şey
olmasa gerek.
“Bazen sırf oyuncularıma o duyguyu verebilmek
için antrenmanlarda İtalyanca bağırırım” diyen
Ancelotti, Roma’daki oyunculuk günlerine dair
stadyumlarda maç öncesi hocası Nils Liedholm’um
kulüp doktorlarına şakalar yaparak gerginliği aldığı
ve havayı yumuşattığını belirtiyor. Simon Kuper’e
verdiği röportajda “Çoğu oyuncunun motivasyona
ihtiyacı yoktur. Aksine rahatlama ihtiyacı duyarlar.
‘Bunu yapmak zorundasınız çünkü ben böyle
istiyorum’ diyen çok sayıda hocam oldu. Hiç
anlam veremedim. Ben otoriter olamam” dediği
gibi Real Madrid’de de yaptığı iş oyunculara bir
şey yaptırmaktan ziyade oyuncuları bir şeye ikna
etmek oldu. Sadece oyuncuları da değil. Kuper’in
Ancelotti’nin düşünce tarzı hakkında yaptığı
“Hiçbir sistem başkandan önemli değildir” yorumu
gibi İtalyan hoca görevinin daha ilk gününde
Florentino Perez’i yanına alarak çok büyük bir
adım atacağını ve istediği çalışma ortamını
yakalayacağını da biliyordu. Nitekim kulüpte görev
alan oyuncusundan başkanına kadar herkesi ikna
etmeyi başararak aslında La Liga üçüncülüğünü de
kabul edilebilir kıldı.
Rolleri kabullendirmek
Kuper’e Ronaldo hakkında “Yıldızı yönetmek daha
kolaydır. Çünkü daha profesyonel oluyorlar. Benim
için Ronaldo’yu yönetmek ile Carvajal’ı yönetmek
arasında bir fark yok” diyen Ancelotti’nin egolarla
dolu kadroyu nasıl bu denli başarılı bir şekilde
yönettiğinin ve her sezon bir ismi öne çıkarmayı
başardığının şifresi aslında oldukça basit. Yıldız
oyuncuya yıldızlığını hissettir; yıldız adayını da
yıldız olabileceği konusunda ikna et. Son 2 senede
giden oyuncuların ardından taraf ve medya
tepkilerine rağmen satılan oyuncuların ardından
tam da yaptığı bu oldu. 2013 yazında Mesut Özil’in
gidişine rağmen (hem de Ronaldo bile Özil’in
yanındayken) ısrarla her açıklamasında “Di Maria
çok daha iyi ve yetenekli bir oyuncu” diyerek
kariyerinin başından itibaren “yetenekli ama
dağınık” damgası yemiş Di Maria’yı süper yıldız
seviyesine çıkarmak için uyguladığı strateji belliydi.
Di Maria’yı inandırmak ve Mesut’un seviye olarak
üstüne çıkarmak. Bunu tam anlamıyla başardı da.
Aynı stratejiyi Di Maria’nın gidişinin ardından da
kullanıyor. Belki bu sefer parlattığı isim olan Isco
tarz olarak Di Maria ile paralel değil. Hatta aynı
dönemleri -as takımdaki rol itibarıyla- düşününce
Isco’nun Di Maria kadar dağınık olmadığını
da söylemek mümkün. Fakat her seferinde
Isco’nun kalitesini ve özellikle de “geliştirdiği”
gol yeteneğine vurgu yaparak bir sene kenarda
oturmaya ikna ettiği Isco’yu farklı bir seviyeye
getirmeye devam ediyor.
Ballon d’Or meselesi ve Ronaldo
Messi’nin yaklaşık 1 ay önce verdiği “Geleceğin
ne getireceği belli olmaz” açıklamasının ardından
çıkan Messi ve Barcelona’nın yolları ayrılıyor
mu haberlerinden sonra Katalan basını ağırlıkla
“Messi, Barcelona’dan Real Madrid’in Ronaldo’ya
Ballon d’Or konusunda verdiği desteği göremediği
için rahatsız” yorumunda bulunmuştu. Haksız da
sayılmazlar. Evet, Real Madrid’in kadrosundaki
her isim yıldız ama saha dışı roller konusunda
bazı isimlerin yerleri farklı. Ancelotti, tıpkı
Mourinho dönemimde Florentino Perez ile arası
açılan Sergio Ramos’u başkanıyla barıştırdığı
ve özgüvenini kaybeden Iker Casillas’ı kendine
getirdiği gibi Ronaldo için de özel işler yapıyor.
Başkandan malzemecisine, efsanesinden eski
oyuncularına, takımın ağabeylerinden diğer
isimlerine kadar camiadaki herkesi Ronaldo’nun
seviyesi konusunda ikna etmiş durumda. Marca’yı
açıp istisnasız her gün Real Madrid cephesinden
en az 1-2 kişinin “Ronaldo’nun Ballon d’Or’u
alması gerektiğini” söylediğini görmek mümkün.
Bale ve James Rodriguez gibi bonservis olarak
Portekizliden daha pahalı isimler, her seferinde
Ronaldo’nun liderliğini kabul ettiği yönünde
açıklamalarda bulunuyorlar. Casillas ve Ramos
gibi takımın ağabeyleri de. Unutmamak gerekir
ki Ronaldo da 1,5 sene önce “Mutsuzum” demiş,
takımdaki bazı isimlerle de medya üzerinden
bir süre atışmıştı. Hatta Ronaldo’nun Ballon
d’Or’u hak edip etmediği konusunda yorum
yapmak istemeyenler bile olmuştu. Fakat şu an
Ronaldo’nun Messi’den mutlu olduğu aşikâr.
Küçük ayrıntılar
Real Madrid’deki bu iyi gidişat görünene göre uzun
bir süre daha devam edecek. Şimdiki durumu
ise Ancelotti’yi göreve getirerek en iyi şekilde
özetleyen isim Florentino Perez: “Onu takımın
başına getirdiğime soru işaretleri vardı ama hep
Ancelotti’yi istemiştim. Bir gün dostum Adriano
Galliani ile Şampiyonlar Ligi maçındaydım. Bana
Ancelotti’yi tanıttı. Fakat Ancelotti sadece
kendisiyle değil tüm takımla tanışmamı istedi.
Hocalık tecrübesinin yanı sıra takımlarında harika
bir atmosfer de yaratıyor. Tam bir aile ortamı.
Bence son derece önemli bir nokta.”
Uzun lafın kısası Ancelotti, kariyerinde belki
de en başarısız olduğu kulüp olan Chelsea’de
yapamadıklarını Florentino Perez’in sınırları
genişletmesiyle Real Madrid’de uygulayabiliyor.
Tıpkı Milan’daki gibi… Göreve geldiğinden
bu yana küçük ayrıntılara önem verip bunları
ortadan kaldırarak aslında 1,5 sene önce kaosa
sebep olan asıl problemi yok etmiş durumda.
Kim bilir; belki de Milan’ın çöküşüne dair yapılan
“Bu oyuncu grubu artık kariyerinin sonuna
yaklaşmıştı. Yerlerini doldurmak da imkânsızdı.
Futbolu ya da kulübü bıraktıklarında da
haliyle yerleri doldurulamadı” değerlendirmesi
yanlıştır. Beckham’ın “Ancelotti’nin ayrılacağının
kesinleşmesinin ardından oyuncular gitmemesi
için yalvarmıştı” sözleriyle dediği gibi…

Benzer belgeler