ADOM e-bülten - Anadolu Üniversitesi

Transkript

ADOM e-bülten - Anadolu Üniversitesi
ADOM e-bülten
Editörden
Bu sayımızda da her zaman olduğu gibi, ADOM ebülten aylık dergisinin her zaman daha iyisini
meydana getirme idealinden yola çıkarak siz
okuyuculara daha iyi ve kaliteli bir sayı sunmanın
vermiş olduğu heyecanla Kasım sayısı hazırlamış
bulunmaktayız…
bana tekrardan hatırlattığı için İsmail arkadaşıma
teşekkür ediyorum. Kapanış yazısını her zaman
olduğu gibi ‘‘Kronoloji: Kasım’’ yazısı ile Büşra
Karataş ve İlknur Pişkin arkadaşlarım sizler için
kaleme aldı. Bu bölümü okuduğunuzda yine birçok
önemli gelişmenin meydana gelmiş olduğunu
göreceksiniz. Aynı zamanda kapak tasarımcımız ve
teknik aşamada birçok desteğini aldığım sevgili
dostum Doğuş Küçük’e sonsuz teşekkürlerimi
sunuyorum.
Bu sayıda birçok önemli konuya değindik.
Öncelikle ‘‘Avrupa Birliği Ekspresi’nde Ermeni
Sorunu’’ yazısı ile Nuray Altındağ, Türkiye’nin her
zaman gündeminde yer tutan Türkiye’nin Ermeni
sorununu sizler için kaleme aldı. ‘‘AB’nin Mali
Kuralı’’ yazısı ile ekibimize yeni katılan arkadaşım
Cansu Tahan, AB’nin ekonomisini sizlere güzel bir
yazı ile anlatmaya çalıştı. Bu sayımızın üçüncü
yazısı ise ‘‘ Erasmus Günlükleri – Polonya’yı
Tanımak’’ yazısı ile M. Mücahid Dalkılıç arkadaşım
okurken keyif alacağınız Erasmus tecrübelerini
sizler için kaleme aldı. Erasmus programının
oldukça önemli olduğunu ifade eden Dalkılıç,
yazısının son kısmında kendisinin çekmiş olduğu
fotoğrafları bizler ile paylaştı. Bu sayımızın bir
sonraki yazısı ise ‘‘William Wallace’den Sonra
İskoçya Bağımsızlık Hareketi’’ yazısı ile Murat Çiçek
AB’nin son zamanlarda ki hareketli bölgesine
değindi ve İskoçya Bağımsızlık Hareketi yazısını
sizler için kaleme aldı. Yine ekibimize yeni katılan
bir diğer arkadaşım Turgut Can Demiral ‘‘3 Ekim
2005’ten Bugüne AB – Türkiye İlişkilerinin Genel
Analizi’’ yazısı ile sizlere son yıllarda Türkiye’nin AB
ile olan ilişkilerine değindi. Bu sayımızın Coğrafya
köşesinde İlknur Pişkin arkadaşım ‘’Avrupa’da ki
Türkler ve Karşılaştıkları Sorunlar’’ yazısında
Avrupa’daki Türklerin karşılaşmış oldukları
sorunlara değindi ve sizlere madde madde
açıklamaya çalıştı. Portre köşemizdeyse bir
çoğumuzun çocukken okumuş olduğu Tom
Sawyer’in yazarı, Mark Twain’in hayatını bu
sayımızda İsmail Aydoğdu kaleme aldı. Öncelikle
ilk okuduğum kitaplar arasında olan Tom Sawyer’ı
Öncelikle Sayın Hocam aynı zamanda Müdürüm
Özgür TONUS’a destekleri için tekrar tekrar
teşekkürlerimi sunuyorum. Ekip arkadaşlarımın
hepsine yazmış oldukları birbirinden güzel yazılar
için tek tek ve tekrar tekrar teşekkür ediyorum.
Bu sayımızda ekibimize yeni katılan arkadaşlarım
olduğunu görmektesiniz onlara da ADOM e-bülten
ekibine hoş geldiniz diyorum ve buradan ekibimize
katılmak isteyen öğrenci arkadaşları da ekibimize
davet ediyorum.
Fatih GÖKYILDIZ
AVRUPA BİRLİĞİ EKSPRESİ’NDE ERMENİ SORUNU ................................ 3
AB’NİN MALİ KURALI ............................................................................................ 7
ERASMUS GÜNLÜKLERİ – POLONYA’YI TANIMAK .................................. 11
W. WALLACE’DEN SONRA İSKOÇYA BAĞIMSIZLIK HAREKETİ ......... 13
3 EKİM 2005’TEN BUGÜNE AB-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİN GENEL
ANALİZİ ................................................................................................................... 15
AVRUPA’DAKİ TÜRKLER VE KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR ...............17
PORTRE: MARK TWAİN (SAMUEL LANGHORNE CLEMENS) ................ 19
KRONOLOJİ: KASIM .......................................................................................... 22
1
ADOM e-bülten
Dergi Editörü
&
ADOM Müdürlüğü Asistanı
Dergi Genel Yayın Yönetmeni
&
ADOM Müdürü
Fatih GÖKYILDIZ
Anadolu Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler
2. Sınıf Öğrencisi
Doç. Dr. Özgür TONUS
Nuray ALTINDAĞ
İlknur PİŞKİN
Osmangazi Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler
4. Sınıf Öğrencisi
İng. İktisat Bölümü
2. Sınıf Öğrencisi
İsmail AYDOĞDU
Büşra KARATAŞ
Sakarya Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
Türkçe Öğretmenliği Bölümü
3.Sınıf Öğrencisi
İng. İktisat Bölümü
2. Sınıf Öğrencisi
Turagut Can DEMİRAL
Cansu TAHAN
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler ve AB
Bölümü
İktisat Bölümü
4. Sınıf Öğrencisi
M. Mücahid DALKILIÇ
Murat ÇİÇEK
Selçuk Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
Uluslararası ilişkiler
Uluslararası İlişkiler
4.Sınıf Öğrencisi
3.Sınıf Öğrencisi
Doğuş KÜÇÜK
Dergi Kapak Tasarımı
"Bültenimizde yer alan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir, ADOM açısından bağlayıcılığı yoktur."
2
ADOM e-bülten
AVRUPA BİRLİĞİ EKSPRESİ’NDE ERMENİ SORUNU
Genel olarak Yukarı Karabağ sorunu, Ermenistan’ın
Türkiye- Ermenistan sınırını tanımaması ve Ermeni
soykırımı iddialarının uluslararası alanda tanınması
için sarf edilen çabalar olarak sıralanabilecek
sebeplerle, Türkiye- Ermenistan ilişkileri tarih
boyunca gergin bir tablo sergilemiştir. Bu tabloyu
doğru şekilde okuyabilmek için sorunu hazırlayan
faktörlere, Ermeni Sorunu’nun ortaya çıkışına,
tarih içerisinde soruna doğrudan ya da dolaylı
olarak taraf olan devletlerin izledikleri politikalar
ve birbirleriyle olan ilişkilerine ana hatlarıyla da
olsa değinmek gerekmektedir.
kazanmış ve
taşınmıştır.
konu
uluslararası
platforma
1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması’nın
"Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde
mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve
Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve
güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu
konuda
alınacak
tedbirleri
devletlere
bildireceğinden, bu devletler söz konusu
tedbirlerin
uygulanmasını
gözeteceklerdir.’’
maddesi de sorunun tarafları dışındaki güçlere de
doğrudan müdahale hakkı vermiştir.
Ermeniler her ne kadar 18. yüzyıla kadar tabi
oldukları siyasi otoritelerle çatışan bir pozisyon
sergilemeseler de 19. yüzyılda durum faklılaşmaya
başlamıştır. Değişimin ilk tetikleyicisini Fransız
İhtilali sonucunda yayılan milliyetçilik akımıyla
şekillenen ‘’Ermeni milli bilincini oluşturmak ve
bağımsız bir Ermenistan kurmak’’ fikri ve fikrin
ortaya çıktığı dönemde Osmanlı yönetiminin bazı
zayıflıkları olarak kabul edebiliriz. Fakat yabancı
devletlerin tahrik ve teşviklerinin sorunun
kapsamının genişlemesine ve gitgide büyük bir
kördüğüm halini almasına sebep olduğunu da asla
unutmamak gerekir.
Söz konusu maddelerden kuvvet alan dış güçlerin
de tahrikleri ve milliyetçilik akımından hareketle
nihai hedefin ‘’Büyük Ermenistan’’ hayali olarak
belirlendiği politikalar sonucunda 1880 sonrasında
farklı Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır.
Bunlardan en önemlileri 1887’de kurulan Hınçak
ve 1890’da kurulan Taşnak Komiteleridir. Ayrıca
Yunan, Sırp ve Bulgar ayaklanmaları sırasında
Osmanlı Devleti’nin başarısız oluşu ve bu
milletlerin
bağımsızlıklarını
kazanması
da
Ermenileri cesaretlendirmiştir. Özellikle Rusya,
İngiltere ve sonrasında Fransa güdümlü hareketler
bu tarihlerden itibaren sürekli artarak ilişkilerin
hat safhada gerginleşmesine sebep olmuştur.
Rusya’nın Ermeni politikasındaki en büyük
şekillendiriciler, hem kendi milli hedefi tayin ettiği
sıcak denizlere inme ve o dönemde bölgedeki
rakip gücü İngiltere ile mücadele gibi politik; hem
de petrol kaynaklarının varlığı ve ticaret yollarına
yakınlık gibi ekonomik özelikler göstermektedir.
İngiltere ise kendi çıkarlarına göre Rusya’nın
güneye inmesini önlemek için bir tampon bölge
olarak bağımsız Ermenistan’ın kurulmasını
desteklemiş bu hedefe ulaşmak için de bölgedeki
Ermeni nüfusunu arttırmak, Türk nüfusunu
uzaklaştırmak ve var olan mezhep ayrılıklarına son
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra
imzalanan Ayastefenos (Yeşilköy) Antlaşması’nın
"Ermenistan'dan Rusya askerinin istilası altında
bulunup Osmanlı Devleti'ne verilmesi gereken
yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane
ilişkilerinde
zararlı
karışıklıklara
yol
açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin
barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin
gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit
kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere
ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti
eder.’’ şeklindeki 16. Maddesi ile Ermeni Sorunu
tarihte ilk kez bir belgede yer alarak resmiyet
3
ADOM e-bülten
verilmesiyle bölgenin kendi içinde bütünlüğünü
sağlamak gibi amaçlar edinmiştir. Fransa’nın
Ermeni politikasına dahil olma sürecinin her iki
ülkeye göre daha geç başlamasının sebebi ise o
dönemde Rusya ile olan ittifakı ile açıklanabilir. .
Fakat müttefikinin güç kaybetmeye başlaması
beraberinde Fransa’nın Ermeni Sorunu üzeride
aktif rol oynamasını getirmiştir. Soruna doğrudan
taraf olmayan bu devletler Ermenistan
politikalarını kimi zaman insan hakları kimi
zamansa her milletin kendi geleceğini tayin etme
hakkı maskesiyle yürütmeye çalışsalar da aslında
kendi çıkarları doğrultusunda hareket etme ortak
paydasında buluşmaktadırlar. Buna verilebilecek
en iyi örneği ise bölgede büyük bir çıkar çatışması
içerisinde bulunmalarına rağmen Rusya ve
İngiltere’nin I. Dünya Savaşı sırasında tahrik
politikalarını
ortaklaşa
yürütmeleri
oluşturmaktadır. Ermeni Diasporasının uluslararası
platformlarda uygulamaya koyduğu politika ve
izlediği stratejiler özellikle Ermeni azınlığa sahip
ülkelerin karar verme süreçlerinde etkili olmuştur.
Ermeni nüfusunun ülke nüfuslarındaki oranlarının
diğer devletlere göre yüksek olduğu ülkelerde ise
diasporanın gücü daha da artmakta hatta bu
ülkelerde soykırım iddiası ve bununla ilgili
gelişmeler hem iç hem de dış politikaların
şekillenmesinde belirleyici roller üstlenmektedir.
Bazı hükümetler Ermeni soykırımını kabul etmeyip
Türkiye’nin yanında yer alırken bazıları bu
olayların tarihçiler arasında halen tartışılmakta
olduğunu vurgulayarak tarafsız kalmaktadır. Kimi
hükümetlerin soykırımı tanıyan kararlarıysa
uluslararası
ilişkilerin
barışçıl
yollardan
uzaklaşmasına sebep olmaktadır. Ayrıca konunun
bu
boyutu
olayları, tarihi durumundan
uzaklaştırarak diğer devletlerin Türkiye’ye karşı
kullandıkları bir uluslararası politika aracı haline
getirmiştir.
soykırım iddialarını güçlendirmek için daha çok
müttefik kazanma arayışına girmiş ve bu sebeple
soykırım iddialarının diğer devletlerce tanınması
için sürekli propagandalar yapar hale gelmiştir.
Oysa sözde soykırım iddiaları temelsiz ve bir o
kadar da maksatlıdır. Soykırım insan gruplarının
yok edilmesidir. Adına soykırım diyebileceğimiz
hadiseler ise ancak Naziler tarafından 1939-1945
yılları arasında Yahudiler ve diğer etnik gruplara
karşı yapılan kıyımlar gibi gerçekleşir. Halbuki
Ermenilerin soykırım iddialarını dayandırmaya
çalıştıkları Osmanlı hükümetinin tehcir kanunu ise
amacı da dahil olmak üzere bundan bütünüyle
uzaktır. Üstelik hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile
yetim çocuklar ve dul kadınların, tehcire tabi
tutulmaması, asker ve aileleri, memurlar, tüccarlar
ve Osmanlı Bankası şubelerinde, reji idarelerinde
ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermenilerin
hükümete bağlı kaldıkları ve iyi halleri görüldükleri
sürece sevk edilmemesi de iyi niyetin en açık
göstergesidir. Üstelik halen Ermeni soykırımının yıl
dönümü olarak anılan 24 Nisan’ın da bu sözde
soykırımla ilgisi bulunmamaktadır. 24 Nisan 1915,
Osmanlı hükümetinin Ermeni isyanları ve
katliamlarına karşılık olarak verdiği uyarılara
uymayan 2345 kişinin tutuklanarak cezaevine
gönderildiği
tarihtir.
İlk
olarak
1905’te
Abdülhamit’e yapılan bombalı saldırı ile başlayan
silahlı terör ise Ermeni Sorununa bambaşka bir
boyut getirmiştir. Ortak amaçları Türkiye’yi
istikrarsızlığa sürükleyerek sözde işgal altındaki
Ermeni topraklarında Bağımsız Büyük Ermenistan’ı
kurmak olan terör örgütleri arasında isminden en
çok söz ettiren ise Ermenistan’ın Kurtuluşu için
Ermeni Gizli Ordusu (ASALA)’dur. Türkiye’de iç
huzursuzluğun arttığı 1979 yılından sonra Ermeni
teröründe de büyük bir artış gözlemlenmiştir. Başlı
başına ayrı bir çalışma olması gereken bu konuda
üzerinde dikkatle durulması gereken en önemli
noktalar ASALA icraatları ve ardından 1980’li
yıllardan itibaren PKK ile yürütülen işbirliğidir.
Ayrıca Abdullah Öcalan’ın, Ermeni Yazarlar Birliği
Sovyet
Sosyalist
Cumhuriyetler
Birliği’nin
dağılmasının ardından bağımsızlığını ilan eden
Ermenistan, devlet politikası haline getirdiği sözde
4
ADOM e-bülten
Yozgat ve civarında faaliyet gösteren bir Taşnak çetesi
tarafından ‘’Büyük Ermenistan hayali fikrine
katkılarından dolayı’’ onur üyesi olarak seçilmesi
de bu işbirliğini destekler niteliktedir.
yönelik olduğu ise ulusal belgeleri ile
kanıtlanmıştır. Öyle ki 1990 tarihli Bağımsızlık
bildirisinde ‘’Ermenistan Cumhuriyeti, 1915
Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da
gerçekleştirilen soykırımın uluslararası alanda
kabulünün sağlanması yönündeki çabaları
destekleyecektir’’ maddesine Bağımsızlık Kararıyla
sadık kalınacağı beyan edilmiş ve Ermeni
Anayasası’nda Bağımsızlık Bildirisindeki ulusal
hedeflere bağlı kalınacağı belirtilmiştir. Böylelikle
sözde soykırımın kabul edilmesinin yanında Batı
Ermenistan olarak nitelendirilen ve Türkiye’nin
doğusuna işaret eden haksız toprak talebi eşi
benzeri görülmemiş bir şekilde resmen Ermeni
Anayasasında yer alarak dünyaya duyurulmuştur.
Özellikle 1991’de Ermenistan’ın bağımsızlığını
kazanmasının ardından Türkiye-AB ilişkilerinde
Ermeni sorununun dikkat çekici hale geldiğini
gözlemlemek mümkündür. Üyelik sürecinde Birlik
tarafından yayımlanan belgelerde Türk-Ermeni
ilişkilerine sürekli değinilmesiyle bu konu ABTürkiye arasında aşılması gereken bir sorun halini
almıştır. Kriterlerde de belirtildiği üzere AB, dış
politikada barışçıl ve dostane ilişkiler yürüten
partnerler aramaktadır. Nitekim 2004 tarihli
ilerleme raporunda Türkiye’nin üyeliği ile AB’nin
Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan ile sınırdaş
olacağı ve Türkiye aracılığıyla AB’nin Güney
Kafkasya’da istikrarı sağlayıcı bir etki yapabileceği
belirtilmekte,
bundan
dolayı
Türkiye’nin
katılımından
önce
komşularıyla
olan
anlaşmazlıklarını çözmesi istenmektedir. Bunun
için, Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik
ilişkilerini kurması ve kapalı olan kara sınırını
açması talep edilmektedir.
İki ülke arasında normal diplomatik ilişkilerin
kurulması ancak tarafların karşılıklı olarak toprak
bütünlüklerine saygı duyması halinde mümkün
hale
gelmektedir.
Toprak
bütünlüklerinin
tanınmadığı bir ortamda ilişkilerin normal seyir
izlemesini beklemek ne gerçekçi ne de adil bir
yaklaşımdır. Bu perspektifle değerlendirildiğinde
Türkiye- Ermenistan ilişkilerinin AB’nin istediği
yönde ve dostane şekilde ilerlemesi, öncelikli
olarak
Ermenistan’ın
Türkiye’nin
sınır
dokunulmazlığını ve toprak bütünlüğünü kabul
etmesine
bağlıdır.
Söz
konusu
koşul
Ermenistan’ın ulaşmak istediği son hedefin
Türkiye’nin toprak bütünlüğün parçalamaya
5
ADOM e-bülten
gerçekleşmediği takdirde Türkiye’nin Ermenistan
ile ilişkilerinde taviz vermeyen bir tutum izlemesi
yadırganacak bir durum değildir.
yapılacak iş birliği de sürece büyük katkısı olacak
hızlandırıcılar arasındadır. Oysa Türkiye ve Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve NATO da
dahil olmak üzere üye devletlerin toprak
bütünlüklerini teminat altına alan uluslararası
kuruluşların, Türkiye’den toprak talep eden başka
bir değişle Türkiye toprağını Batı Ermenistan
olarak tanımlayan Ermenistan’a karşı izlediği
tutumlar değişken ve bir o kadar da tartışmaya
açıktır.
Uluslararası işbirlikçi güvenlik politikalarının
sağlıklı bir şekilde yürütülmesi devletlerin
birbirine olan şeffaflığıyla doğrudan ilişkilidir.
Fakat güven sorunları, tarihsel geçmiş ve özellikle
son zamanlarda artan güvenlik paranoyaları
sebebiyle bu şeffaflığın tam olarak sağlanması pek
de mümkün görünmemektedir. Bu da güvenlik
politikalarında işbirlikçi hareket etmeye büyük
engel teşkil etmektedir. Yani devletler bir taraftan
güvenliklerini sağlamak için işbirlikçi politikalar
izlemek zorunda kalırken diğer taraftan bu
politikaları izleyebilmek için bir takım güvenlik
tehditlerini göz önünde bulundurmak, kimi zaman
bu konuda riskler almak zorunda kalmaktadırlar.
Böylesi ikilemler içerisinde tıpkı devletler gibi
uluslararası
örgütler
de
stratejilerinin
sağlayacakları faydaları ve karşılaşacakları
sorunları çok hassas dengeler nezdinde
değerlendirirler. Karar verme aşamasındaysa bu
terazide tehditlerin nelere mal olabileceği, etki
düzeyi, etkileme alanı vs. gibi birçok faktör haliyle
büyük önem arz etmektedir.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesiyle
Güney Kafkasya’ya gelecek istikrarı savunan
AB’nin ilişkilere toprak bütünlüğüne olan saygı
çerçevesinde de yaklaşıp Ermenistan’ın ılımlı ve
kabul edilebilir politikalar izlemesi konusunda
devreye girerek teşvik edici görevler üstlenmesini
beklemek hayalperestçe değildir.
Ayrıca durumu bir de ekonomik açıdan ele alacak
olursak; Türkiye ile iyi ilişkilerin Ermenistan’a
daha çok fayda getireceği tartışılmaz bir gerçektir.
Türkiye ticaret hacmi ve ekonomik kapasitesi
bakımından Ermenistan’dan üstün özelliklere
sahiptir. Bu durumda normalleştirilmiş ilişkiler
beraberinde gelen ekonomik ve ticari gelişmeler
Ermenistan
lehine,
Türkiye’ninkiyle
kıyaslandığında, daha büyük ivme kazanacaktır.
Batı ile dış ticaretini geliştirmek isteyen bir
Ermenistan’ın Batı’daki tek sınırının Türkiye ile
çizildiğini de unutmaması gerekir.
AB’nin hem kendi içinde hem de komşu
bölgelerinde barış ve istikrarı sağlama amacı
ancak uluslararası işbirliği ile ulaşılabilinecek bir
noktadadır. Elbette bu amaca uluslararası
örgütlerle beraber yürütülecek politikalar büyük
hizmet sağlayacaktır. AB ile NATO arasında
KAYNAK;
www.ermenisorunu.gen.tr
Nuray ALTINDAĞ
6
ADOM e-bülten
AB’NİN MALİ KURALI
Küçük ülkeler battığında, büyük ülkeler yardıma
koşar, peki ya büyük ülkeler battığında? İşte bu
soru tüm bilinenlerin aksine; olmayacak denileni,
batmayacak kadar büyük bilineni dahi ters düz
edecek bir mantıkla 21.yüzyıla kapı araladı tarih
sahnesinde… Aralanan kapıdan manzaraya göz
gezdirdiğinizde ise; kapitalist sistemin vatansız
sermayedarlarının hala kendilerine yeni bir kaftan
biçemeyip, 2008’den bu yana yaşanan ekonomik
krize karşı çıkış yolları bulamadıklarına şahit
olursunuz. Bu durumun sebebi ise; hiç kuşkusuz
piyasaya olan güvenin yerli bir olmasıdır, nitekim
derecelendirme
kuruluşlarına
pür
dikkat
kesilmemiz de bundan kaynaklanıyor, kapitalist
dünya yağmasa da gürlüyor, çıkan fırtına ise en
çok Avrupa Birliğinin üzerinde.
olan, Avrupa Ekonomik ve Parasal Birliği’ne üye
olmak için ülkelerin uyması gereken kriterlere,
kimin ne denli uyum gösterdiğini sorgulamaya
davetiye çıkarmıyor mu sizce de?
9-10 Aralık 1991 tarihinde imzalanarak 1 Ocak
1993’te yürürlüğe giren ve tarihe ‘’Maastricht
Kriterleri’’
olarak
geçen
Maastricht
Antlaşması’nda; parasal birliğe üye olacak
ülkelerin uyması gereken şartlar sıralanmış,
bunlara uyulmaması durumunda ise yaptırımlar
belirlenmiştir. Avrupa Ekonomik ve parasal
Birliği’ne üye olan ve para birimlerini Euro’ya
sabitleyip, Euro’yu kullanmaya başlayan böylelikle
Eurozone olarak da bilinen 17 ülkeyi
kapsamaktadır. Avusturya, Belçika, Hollanda,
Malta, G.Kıbrıs, Almanya, Finlandiya, Slovakya,
Lüksemburg, Fransa, Slovenya, Estonya, ve son
dönemde ‘’PIGS ülkeleri’’ söylemleri ile de öne
çıkan; Portekiz, İrlanda, Yunanistan ve İspanya bu
parasal birliğin üyeleridir. Özellikle finansal
sistemin borç ayağını oluşturan PIGS ülkeleri
geldikleri son durum neticesinde, parasal birlikten
çıkma ve hatta ortak para birimi kullanılmasının
irdelenmesine sebep olmuştur. Böyle bir tabloda
ise asıl tartışılması gereken, bu kriterlere kimin ne
denli uyum sağladığı ve de bu kriterlerin ne kadar
ciddiye alındığı olmalıdır. Avrupa kendi yarattığı
‘’tek pazarında’’ sallanan çoklu dengeleri enine
boyuna düşüne dursun, bizler biraz daha işin
somut
kısmına,
Maastricht
Kriterleri’nin
dediklerine kulak verelim.
İktisatçılar son dönemlerde kriz söylemlerini dile
getirmekten her ne kadar yorulmuş olsalar da son
yılların ekonomik gündemi hiç kuşkusuz ders
kitaplarından daha fazla yarar sağlıyor. Kısa
dönemde manşetleri kurcaladığınızda; fırtınalı
Avrupa gündemi 25. zirvesini de geride bırakıyor,
elle tutulur tek şey ise ortak denetim
mekanizması… Bu mekanizmanın çarklarına
baktığımızda ise; karşımıza krizle birlikte hedef
tahtasında yer alan bankacılık sektörü çıkmakta.
Liderler bankaların denetimini üye ülkelerin
sorumluluğundan alıp Avrupa Merkez Bankası’na
(AMB) devretme konusunda mutabakata vardı.
Elbette yaşanan bu krizin tüm dikkatleri denetim
unsuru üzerinde toplaması şaşırtıcı bir sonuç değil,
aksine olması gereken hatta geç kalınmış bir
adımdır. Avrupa Konseyi Başkanı Herman Van
Rompuy, bu sistemi küçük bir devrim olarak
nitelendirmiş, eğer 2008’de böyle bir denetim
faktörüne sahip olunsa idi, krizin bu boyutlara
ulaşmayacağından bahsetmiştir. Peki böyle bir
durum, daha önce ekonomik açıdan bağlayıcılığı
Avrupa Ekonomik ve Parasal Birliği (EPB), üç farklı
tamamlayıcı unsurun bir araya gelmesiyle oluşan
bir süreçtir. İlki 1 Temmuz 1990’da EPB ülkeleri
arasındaki sermaye dolaşımını engelleyen
yasakların kaldırılmasıyla başlamış, 1 Ocak 1994’te
ise; Avrupa Para Enstitüsü kurulmuş böylelikle
7
ADOM e-bülten
birlik ülkelerinin para politikası entegrasyonu
sağlanmış, ülkelerin para politikası farklılıklarını en
aza indirgemek temel hedef olarak alınmıştır. 3.
aşama ise 1 Ocak 1999’da başlayarak, ülkelerin
ortak para birimi olan Euro’ya geçiş için 7 Şubat
1991 tarihinde Hollanda’nın Maastricht şehrinde
ortaya atılan ünlü kriterlerin yerine getirilmesi
şartına bağlanmıştır. Euro’nun mazisine kuş bakışı
göz attıktan sonra ‘’AB’nin Mali Kuralı’’ olarak da
adlandırılan Maastricht Kriterleri, mali disiplin için
gerekli olanlar ve parasal disiplin için gerekli
şartlar şeklinde iki ana başlık altında ele alınmıştır.
birbirine yakınlaştırma çabası içersindedirler.
Birlikteki ülkeler eğer bu kriterlere uyum
sağlamazlarsa, bir takım yaptırımlara maruz
kalabilirler. Bu yaptırımla ise; Avrupa Yatırım
Bankası’nın o ülkeye borç vermemesi, üye ülkenin
bonolarının sağlıksız olduğu yönünde bildiri
yayınlanması, Avrupa Birliği’ne faizsiz depozito
yatırması zorunluluğu ve para cezası şeklindedir.
Birliğe üye herhangi bir ülkenin kriterleri aşması
durumunda yine o birlikte bulunan ülkelerin
çoğunluğunun
kararıyla
bu
yaptırımlar
uygulanmaktadır. Yazının başında da belirttiğim
Avrupa Konseyi Başkanı’nın sözlerini hatırlayarak
biraz da bu kriterleri rakamsal boyutları ile ele
aldığımızda kimlerin ne kadar uyumlu olduğu
ortaya çıkıyor.
Parasal disiplin için ortaya atılan şartlara göre,
1-) Toplulukta en düşük enflasyona sahip (en iyi
performans gösteren) üç ülkenin yıllık enflasyon
oranları ile ilgili üye ülkenin enflasyon oranı
arasındaki fark 1.5 puanı geçmemelidir.
Enflasyon Kriteri
Aşağıdaki çizelgeye baktığımızda Maastricht
Kriteri’ni geçen pek çok ülke görülmektedir.
2-) Herhangi bir üye ülkede uygulanan uzun vadeli
faiz oranları 12 aylık dönem itibariyle, fiyat istikrarı
alanında en iyi performans gösteren 3 ülkenin faiz
oranını 2 puandan fazla aşamayacaktır.
Yakınsama kriterini karşılamak için belirtilen üye
ülkelerin tüketici fiyatlarındaki enflasyon oranının,
Euro bölgesinde fiyat istikrarı bakımından en iyi
performansa sahip 3 ülkenin yıllık enflasyon
oranları ortalamasının puan olarak %1,5 üzerini
geçmemesi şartı aranmaktadır. 2010 ‘da, irlanda
(%1.2), Slovenya (%2.1) ve Fransa (%2.3) ile en
düşük oranları yakalayarak, Euro bölgesi üye
ülkeleri için %3.4 ‘ü referans oran olarak tayin
etmiştir. Özellikle 2008 krizinin en çok etkilediği
ülkelerin sürekli olarak kriterin üzerinde bir
enflasyon ile uyum konusunda nerede olduklarını
uzunca bir süredir göstermektedir. AMB ‘nin
enflasyon hedeflemesi kapsamında belirlediği
düzey ise %2 civarında gerçekleşmektedir.
3-) Son 2 yıl itibariyle üye ülke parasının diğer bir
üye ülke parası karşısında devalüe edilmiş
olmamalıdır.
Mali disiplin için ise,
4-) Üye ülkelerin kamu borçlarının Gayrisafi Yurtiçi
Hasılaya (GSYH) oranı %60’ı geçmemelidir.
5-) Üye ülkelerin kamu açıkları GSYH’sının %3’ünü
geçmemelidir.
Parasal birliğe üye olan ülkeler bu şartlar
doğrultusunda ekonomilerinin gelişmişlik düzeyini
8
ADOM e-bülten
Kamu Açıkları Kriteri
Kamu Borçları Kriteri
Antlaşmaya göre, üye ülkelerin GSYH’sinin en fazla
%3’ü kadar açık vermesi gerekmektedir. Fakat yine
tabloya bakıldığında, GSYH’nın bir oranı olarak faiz
dışı fazla verme ya da açık verme durumlarında da
çok az Eurozone ülkesi, ülke faizleri hariç tutularak
bakıldığı denge olan, faiz dışı dengesinde fazla
verebilecek. Artan borç yükleri üzerindeki faiz
ödemeleri
bütçe
açıklarındaki
makasın
daralmasında en büyük etkendir.
Anlaşma gereği üye ülkelerin kamu borcunun
GSYH’ya oranı %60’ı geçemeyecektir. Fakat yine
grafikte görüleceği üzere 2011 yılında ancak 5
Eurozone ülkesi bu hedefi tutturmuştur. Özellikle
Almanya, Belçika, İtalya, Portekiz, Fransa ve
Yunanistan’ın kamu borçlanmasında ciddi sorunlar
yaşanmaktadır. Nitekim bu saydığım ülkelerde
borç krizi giderek artmaya ve kemer sıkma
politikalarını daha sık duymamıza neden oluyor.
Kamunun batan gemilerin borçlarını da üstlenmesi
ile bu oranın daha da artacağı ne yazık ki
ortadadır. Almanya ‘nın brüt kamu borcu 2011 yılı
4.çeyreğinin sonunda 2 trilyon Euro ‘nun
üzerindeydi. Bu Alman ekonomisinin GSYH ‘nın
yüzde 81 ‘inin biraz daha fazlasına eşdeğer idi.
Yunanistan ‘ın 355,6 milyar Euro kamu borcu bu
duruma göre nispeten daha azdı. Fakat
ekonominin gittikçe küçülmeye başlamasından bu
yana, bu yük daha belirgin hissedilir hale gelmeye
başladı.
9
ADOM e-bülten
Son söz;
Gelen dalga bütün tekneleri kaldırır,
bazılarını daha yukarı kaldırır.
lakin
Cansu TAHAN
Faiz Oranları Kriteri
Mali kuralın yine burada söylediğine bakacak
olursak eğer, enflasyonda en başarılı yani
enflasyon oranları en düşük 3 ülkenin 10 yıllık
devlet tahvili getiri ortalamalarının 2 puandan
fazla olmayacaktır. Faiz oranı kriterinde 2010 yılına
kadar herhangi bir uyumsuzluk söz konusu değildir
ancak; yine burada da karşımıza Yunanistan çıkıyor
ve Maastricht kriterinde belirlenen faiz oranını
geçtiği görülmüştür.
Kıssadan Hisseye ise;
ABD’den gelen dalganın Eurozone ülkelerini
vurduğu aşikar lakin burada uzun uzadıya
kriterlerin ne demek istediğine baktığımızda belki
de 2008 global krizi öncesinde, AB’de Maastrich
Kriterleri’ni uyum konusu daha yakından takip
edebilmeliydi. Böylelikle bazı üye ülkelerin kamu
borçları ve bütçe açıklarında makas bu kadar
açılmayabilirdi. Fakat ne hikmetse kriz hiç
beklenmiyor ve her şey aniden oluvermişti…
Uyumsuzluk konusunda ise neredeyse her bir ülke
sınıfta kalmış aksine yaptırım konusunda bir
‘’yaptırım’’ hiç olmamıştır.
10
ADOM e-bülten
ERASMUS GÜNLÜKLERİ – POLONYA’YI TANIMAK
Hayatımızın
her
alanında,
kendimize
gerçekleştireceğimizi düşündüğümüz hedefler
koyarız. Benim Erasmus maceramda böyle başladı
işte. Üniversiteye başlamamla birlikte Erasmus
programının varlığından haberdar olmuştum. Daha
sonra kendime hedef belirlemiş ve bu hedef için
çalışmalarıma ağırlık vermiştim. Ve nitekim şimdi
bu programdan faydalanan binlerce öğrenciden
birisiyim. Erasmus programının içeriğine fazla
girmeyeceğim, bu yazımda daha çok buradaki
tecrübelerimi sizlere aktaracağım. Erasmus ile
Polonya'yı kazandığımda gerçekten çok mutlu
olmuştum.
Belirlemiş
olduğum
hedefi
gerçekleştirmiştim. Kendimi geliştirmem için
müthiş bir fırsat doğmuştu artık. Eylül ayı ortası
itibariyle artık Polonya’da olacaktım ve bu
düşünce gerçekten bana keyif veriyordu. Gezi
planları, yeni arkadaşlıklar, farklı bir kültür, farklı
bir dil, farklı bir ortam… Tüm bu düşünceler beni
oldukça fazla heyecanlandırıyordu.
henüz oldukça yeniyim buralarda. Polonya’yı
gezme fırsatım olmadı henüz. Gezilerim, keşiflerim
ve size aktaracaklarım genelde Opole şehri ile
sınırlı olacak bu yazıda. Öncelikle belirtmek
istediğim şey şu ki; Opole olsun Polonya olsun
Avrupa’daki başka bir şehir veya ülke olsun buraya
ayak bastığınızda hissettiğiniz ilk duygu hayranlık
oluyor.
Evet, gerçekten öyle… Hatta şaşkınlıkla karışık
hayranlık desem daha doğru bir ifade kullanmış
olurum. Çünkü burada bazı şeyleri görünce
gerçekten kolay kolay anlam veremiyorsunuz
ancak sonra ağzınızdan ‘vay be adamlar yapmış’
kelimesi dökülüveriyor. Buraya geldiğim günden
beri yaşamış olduğum en güzel anımı sizlerle
paylaşacağım. Opole’ye geldikten bir gün sonra
şehri biraz tanımak amacıyla şehirde gezinti
yapmak için sokağa çıkmıştım. Çünkü bir şehri
insanıyla
tren
istasyonuyla
binalarıyla
tanıyamazsınız. Bir şehri ancak tam olarak
sokağıyla tanırsınız. Sokakta gözlem yaparsınız,
sokağın nabzını tutarsınız ve ona göre o kente
veya ülkeye puanını verirsiniz. Bu düşüncelere
sahip olduğum için attım kendimi sokağa. İnsanları
gözlemliyordum, trafiğin akışına bakıyordum. Dar
bir kaldırımda yürürken karşımdan bisikletli bir
bayanın geldiğini gördüm. Kaldırım epey dardı ve
ikimiz kaldırımdan aynı anda geçemezdik. Ben tam
yola doğru hareketlenmiştim bisikletli bayan
rahatça geçsin diye ancak tam o sırada bayan
bisikletten indi bana gülümsedi ve benim
yanımdan geçtikten sonra bisikletine binerek
yoluna devam etti. O an gerçekten hiç
abartmıyorum gözlerim doldu. Hayran hayran bu
nasıl olur diye sormuştum kendime. Günler
geçtikçe
medeniyeti,
insanların
saygılı
davranışlarını daha net gözlemliyordum. Günler
geçtikçe daha iyi anlıyordum buradaki insanların
davranışlarını. Trafikte, eğer siz yaya geçidinde
iseniz arabalar size yol veriyor ve rahat rahat
Artık Polonya’ya gitme vakti gelmişti. Artık ben
Erasmus öğrencisiydim ve Polonya’ya ayak
bastıktan sonra ‘’ I’m sorry, I am Erasmus
student…’’ diyerek cümle kurmaya başlayacaktım.
Ve hayalini kurduğum gün geldi. Polonya’nın
güneyinde yer alan küçük ve şirin bir şehir olan
Opole’deydim artık. Gerçekten gelmeden önce
düşlediğimden daha fazlasını buldum bu şehirde.
Opole’ye ayak bastığım ilk dakikadan itibaren bu
kente uyum sağlayacağımı hissetmiştim. Burası
Polonya’nın güneyinde yer alan 2 üniversitesi olan
doğanın güzellikleriyle donatılmış harika bir şehir.
Genel açıdan Polonya’ya bakacak olursak birçok
ülkeden öğrenci Erasmus Programı için Polonya’yı
tercih ediyor. Erasmus Öğrenci Değişim programı,
lisans öğreniminiz boyunca sadece bir defalık
faydalanabileceğiniz bir program. Bundan dolayı
gerçekten
Erasmus
senesinin
çok
iyi
değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir iki
gün sonra buraya geleli tam bir ay olacak. Yani
11
ADOM e-bülten
karşıya geçiyorsunuz. Yayalar için olan trafik ışığı
kırmızı yandığında yol boş olsa bile insanlar
bekliyor. Evet, gecenin bir vakti bom boş yolda
buradaki Polonyalı arkadaşlarımla 33 saniye
boyunca kırmızı ışıkta bekledim. Bunu bizzat
yaşadım.
çıkıyor. Ve bu anlattığım durum birkaç örnekle
sınırlı değil. Sabah erken vakitte dışarıya
çıktığınızda sizi şaşırtacak derecede fazla sayıda
insan köpeğiyle beraber sabah yürüyüşüne çıkmış
ve yüzünde hafif bir tebessüm. Bu durum
gerçekten size pozitif enerji veriyor. Opole’ye dair
anlatacağım daha bir sürü konu var ancak
maalesef hepsi bu yazıya sığmaz. Erasmus öğrenim
hareketliliği programı konusuna dönecek olursak,
Erasmus programı tüm üniversite öğrencilerinin
faydalanmasının gerektiğini düşündüğüm bir
program. Kendinizi geliştirmeniz için size sunulmuş
en güzel fırsat. Umarım bu yazıyı yazarak Erasmus
Öğrenci Değişim Programı için birkaç kişiyi olumlu
etkileyebilmişimdir. Evet, aslında son söz olarak,
Erasmus Programını ne kadar dinlerseniz dinleyin
ne kadar okursanız okuyun, bu atmosferi bu
ortamı siz kendiniz yaşamazsanız bu programa dair
hep bir eksiklik hissedeceksiniz. Erasmus
programının gerçek anlamını ancak yaşayarak
özümseyebilirsiniz.
Buradaki insanların medeniyeti sadece trafikle
sınırlı değil tabi. Ancak Türkiye’nin aksine burada
trafiğin akışının bu kadar düzenli olması beni
hayrete düşürmüştü, hala da düşürmeye devam
ediyor. Daha önce dediğim gibi Opole kenti dışına
pek çıkma fırsatım olmadı henüz. Ancak buraya
geleli bir ay olmasına rağmen Opole kentini aşırı
benimsedim ve buraya olan hayranlığım her geçen
gün artıyor. Burada gerçekten bazı şeylerin
küçüklükten itibaren yerleştiğine olan inancım
daha da arttı. Çünkü trafikteki bu uyum, burada
yaşayan insanların yabancılara(biz Erasmus
öğrencileri veya turistlere) yardım etme isteği,
buradaki insanların yüzünden eksik olmayan
gülümseme…
Böyle yetiştirilmişler ve böyle
yetiştirmeye devam ediyorlar. İnsanlar sabahın
erken bir vaktinde köpeğini alıp dışarda yürüyüşe
Odra River
Moszna Castle
M.Mücahid DALKILIÇ
12
ADOM e-bülten
WILLIAM WALLACE’DEN SONRA İSKOÇYA
BAĞIMSIZLIK HAREKETİ
William Wallace ismini “Cesur Yürek” filminde
duymuştuk. Peki William Wallece kimdir? Sir
William Walece İngiltere kralı Ι. Edward
döneminde İngilizlere karşı vermiş olduğu
bağımsızlık savaşına önderlik eden İskoç
şövalyedir.
ve kültürel olarak Birleşik Krallık ile beraber daha
güçlü olduğunu savunuyor ve olası bir bağımsızlık
için “Çocuklarımızı bilinmeyen bir yere göndermek
gibi” değerlendirmesini yapmaktadır.
Birleşik Krallık Başkanı David Cameron Sunday
Telegraph gazetesine verdiği mülakatta ‘’Ben
İngiltere başkanı olmak istemiyorum, Birleşik
Krallığın başkanı olarak kalmak istiyorum’’ diyerek
İskoçya’nın ve Birleşik Krallığı oluşturan diğer
ulusların ayrılmasına karşı olduğunu belirtmişti.
David Cameron ayrıca, İskoçya ve İngiltere
arasında 305 yıldır süren birlikteliğin bir örnek
teşkil ettiğini savunmuştur.
Sir
William
Wallace
İngiltere’ye karşı savaşlar
kazanmıştır. Lakin krala bağlı
olan bir İskoç şövalye
tarafından İngilizlere teslim
edilmişti.
Krala
ihanet
suçundan yargılanmıştır lakin
kendisi “ona bağlı kalacağıma
dair hiçbir zaman yemin
etmedim” demesine rağmen suçlu ilan edilmişti.
İdam edilmeden önce çeşitli işkencelere maruz
kalmıştır. Buna rağmen kraldan af dilememişti.
İdam edilmeden önce son sözü “Özgür İskoçya”
olmuştu. Aradan 9 yüzyıl geçmiştir ve bugünlerde
İskoçya tekrar bağımsızlık talebinde bulunmuştur.
İskoçya’nın Birleşik Krallıktan ayrılmasının Britanya
Krallığı ekonomisine de önemli etkileri olacağı
düşünülmektedir. Örneğin,
İngiltere'nin
Avrupa'da
petrol üretiminde ikinci
sırada
yer
alması
İskoçya'daki petrol ve
doğalgaz
alanlarıyla
mümkündür.
İskoçya'nın
bağımsızlığı bu alanların
İngiltere karasuları dışında
kalacak olması sonucunu
doğuracaktır. İskoçya'nın bağımsızlığının ekonomik
ve sosyal sonuçları ile ilgili değerlendirmeler
yanında İngiltere ve Avrupa'nın güvenliğine etkileri
üzerinde de durulmakta. Bağımsızlık gerçekleştiği
takdirde Birleşik Krallığın güvenliğinin İngiltere ve
Galler'deki askeri gücün artırılmasıyla sağlanması
beklenebilir. İngiltere Savunma Bakanlığı askeri
eğitim ve yerlerinin değiştirilmesi güç olan üsler
açısından İskoçya'nın önemine vurgu yapmaktadır.
Askeri ekipmanın artırılması, yeni askeri üslerin
kurulması ve geliştirilmesi, mevcutların taşınması,
askeri eğitimler için yeni alanların kurulması,
nükleer silah başlıklarının yeniden dizayn edilmesi
İktidara gelen İskoçya Ulusal Parti (SNP)bağımsızlık
talebini dillendirmiştir. Buna bağlı olarak
referandum yapacağını belirtmiş ve referandum
tarihini
ise
İskoçların
İngilizleri
yendiği
Bannockburn Savaşının 700’üncü yıldönümünün
kutlanacağı
2014
yılında
yapılması
planlanmaktadır. Bu çerçevede Edinburgh-Londra
arası görüşmeler devam etmektedir.
İktidar partisi lideri Alex Salmond Mayıs 202’den
beri İskoçya’nın bağımsızlığı için “Evet İskoçya”
kampanyasını yürütmekte. Bu kampanyayı diğer
siyasi partiler, ünlüler ve iş adamları da
desteklemektedir. Öte yandan Haziran 2012
İngiltere’nin İşçi Partisi İskoç milletvekili Alistair
Darling “Birlikte Daha İyiyiz” kampanyası
başlatmıştır. Alistair Darling, İskoçya’nın ekonomik
13
ADOM e-bülten
gibi maliyetlerin olacağından söz edilmektedir.
İskoçya'nın bağımsızlığının İngiltere'nin nükleer
caydırıcılığını da etkilemesi beklenmekte. Birleşik
Krallığın nükleer unsurları Batı İskoçya'daki Faslane
ve Coulport bölgelerinde yer almaktadır.
Dolayısıyla
İskoç
hükümetinin
kararları
İngiltere'nin nükleer politikasının şekillenmesinde
büyük rol oynayacaktır. Hatta uzmanlar
İskoçya'nın silahsızlandırılmasını Birleşik Krallığın
silahsızlandırılmasıyla aynı anlamda kabul
edebilmekte. Diğer taraftan, İskoçya Ulusal Partisi
İskoçya'da konuşlandırılmış nükleer silahlara karşı
olduğunu açıkça vurgulamaktadır. Olası bir
bağımsızlıktan sonra nükleer silahların taşınmasını
da talep etmesi beklenebilir. Bundan da önemlisi,
Birleşik Krallığın, kendi nükleer güvenliğinin
kontrolünü elinden
yapılanmalar ortaya çıkabilir. Avrupa Birliği ise
yeni bir krizle baş başa kalabilir.
İskoçya’nın ayrılması gerçekleşirse eğer AB
İngiltere ile yeniden müzakerelere başlama
ihtimalide olabilir. İskoçya da AB üyeliği için
başvuruda bulunabilir.
İktidardaki İskoçya Ulusal Partisi, 1940'lı yıllardan
itibaren yaklaşık 20 yıllık bir süreçte Avrupa
bütünleşmesini destekleyen bir tutuma sahip olsa
da, 1960'lı yıllardan itibaren karşıt bir duruş
sergilemeye başlamıştır. Bu tutum değişikliğinin
önemli bir nedeni, İngiltere'nin Avrupa
Topluluğu'na üye olmak için başvurduğunda
Avrupalı liderlerin sadece merkezi hükümet
temsilcileriyle müzakere edip İskoçları adeta
dışlamalarıdır. Bu durum Ulusal Partiyi ciddi bir
Avrupa karşıtlığına itmiştir. Partiye göre İngiltere
ve Avrupa Topluluğu, birbirlerine benzer şekilde,
merkeziyetçi, seçkinci, demokrasiye ve bölgesel
temsile ilgi duymayan bir niteliğe sahiptir. Avrupa
Komisyonu,
İskoçları,
bütünleşmenin
değerlendirme süreçlerine katılmaları yönünde
teşvik etmemiştir. Diğer taraftan, İskoçya Ulusal
Partisi ortak pazar oluşumunu kendi ekonomisi
üzerinde olumsuz etkiler yaratacak bir gelişme
olarak da görmüştür. AB ile İskoçya arasında bu
arka plana sahip ilişkilerin seyri, İskoçların Avrupa
kurumlarında temsil edilmesinin desteklenmesiyle
değişim yoluna girmiştir. 1980'li yıllarda İskoçya
Ulusal Partisi bağımsızlık meselesini yeniden
Avrupa
bütünleşmesiyle
ilişkilendirmeye
başlamıştır. Bu sefer de Avrupa bütünleşmesine
olumlu yaklaşan bir ulusalcı duruş sergilenme
yolunu seçmiştir.
kaybetme olasılığı nedeniyle zor durumda kalacak
olmasıdır.
Birleşik Krallıkta
oluşacak
bir
bağımsızlık
krallığı oluşturan
diğer ülkelerde
de(Galler, Kuzey
İrlanda)
bu
durumdan
faydalanmak
isteyecek unsurlar gelişebilir. Sadece Birleşik
Krallık için bu durum geçerli değildir. Avrupa’nın
çeşitli yerlerinde bağımsızlık talebinde bulunan
bölgeler içinde örnek teşkil edecektir. İspanya’da
Bask ve Katalan bölgesi, İtalya’da Korsika ve Tirol
bölgesi, Danimarka’da Grönland adası ve
Belçika’nın Flaman ile Valon bölgelerinde ki
unsurlar bu durumdan cesaret alacaktır. Bu
durumda Avrupa’nın entegrasyon hareketi sekteye
uğrayabilir. Britanya’da yaşanan durum sadece
Britanya’nın sorunu değil tüm AB üyesi ülkeler için
bir sorundur. Birleşik Krallık böyle bir bölünme
yaşarsa krallığın ekonomisinde değişmeler
gerçekleşebilir buna bağlı olarak yeni siyasi
Sonuç olarak Britanya’da yaşanan bu sorun hem
krallık için hem de AB için büyük bir sorun teşkil
etmektedir. Bu açıdan bakıldığında Britanya’nın
dağılması ve buna bağlı olarak yeni yapılanma
olabilir. Ekonomisi küçülebilir çünkü Birleşik
Krallığın en önemli ekonomik kaynağı İngiltere’den
sonra İskoçya’dır. Askeri veya savunma planları
değişecektir buna bağlı olarak yeni bir ekonomik
14
ADOM e-bülten
külfet altına girilecektir. Bütçe planları değişecek
buna bağlı olarak halk için hayat daha da
zorlaşabilir. Birleşik Krallık hükümeti prestij
kaybına uğrayabilir.
İngiltere İskoçya’nın krallıktan ayrılmaması için
elinden geleni yapacağının düşüncesindeyim
sadece İngiltere değil AB’nin de bu sorunla yakın
bir şekilde alakadar olması gerekmektedir.
AB üyesi ülkelerde de buna benzer olan sorunlar, o
ülke içindeki unsurları harekete geçirebilir ve
AB’nin başlatmış olduğu oluşum sekteye
uğrayabilir. Bu gibi durumların ortaya çıkış
nedenine göz atmak gerekir. İskoçya veya
İskoçya’nın durumda olan diğer bölgeler neden
bağımsızlık
talebinde
bulunmaktadırlar?
İskoçya’nın yönetimi 50 yıldır İşçi Partisinin
elindeydi. 2007 yılında Ulusal Parti İşçi Partisi
yerine hükümeti kurmuş, 2011 yılında da 129
sandalyeli parlamentoda 69’una sahip olmuştur.
Ekonomik krizin vermiş olduğu çeşitli nedenlerden
dolayı ülkelerde veya bölgelerde ayrılıkçı,
muhafazakar ya da ulusalcı söylemler yükselmeye
başlamıştır. Avrupa kıtasında var olan ekonomik
sorun diğer sorunların temelini oluşturmaktadır.
Bazı ülkelerde bağımsızlık hareketleri bu sorundan
çok önce başlamış olabilir.
KAYNAKLAR;
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Sezgin Mercan, Erişim
Adresi: http://www.21yyte.org/tr/yazi6511Birlesik_Krallikta_Iskocyanin_Bagimsizligi_Sorunu.html
Habertürk, Erişim Adresi:
http://www.haberturk.com/dunya/haber/753791nolur-ayrilmayin-kampanyasi
Hürriyet, Erişim Adresi:
http://www.hurriyet.com.tr/planet/19641503.asp
euronews, Abdullah Ortaç, Erişim Adresi:
http://tr.euronews.com/2012/05/26/iskocya-dabagimsizliga-evet-kampanyasi-basladi/
Murat ÇİÇEK
3 EKİM 2005’TEN BUGÜNE AB-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİN
GENEL ANALİZİ
Bilindiği üzere, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik
müzakere süreci, 3 Ekim 2005 tarihinde 35
müzakere
faslının
takdimi
çerçevesinde
başlamıştır. Ancak, o tarihten günümüze TürkiyeAB ilişkileri bir türlü olumlu seyre girememiştir,
çünkü Almanya’da 2004 yılındaki genel seçimlerde
Angela Merkel liderliğinde geleneksel Türkiye
muhalifi muhafazakâr Hıristiyan Demokratlar,
2007’de Fransa’daki genel seçimlerde ise Nicholas
Sarkozy önderliğindeki sağ görüşlü Union Pour Un
Mouvement Populaire (UMP) iktidara gelmiştir.
AB’nin ağır topları Almanya ve Fransa’daki bu
iktidar değişimi, Türkiye için müzakere sürecinin
arifesinde tam üyelik yerine, hukuken mümkün
olmayacak ‘İmtiyazlı Ortaklık’ alternatifinin de
gündeme gelmesine neden olmuştur. Çünkü hem
Merkel hem de bir önceki Fransa Cumhurbaşkanı
Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı tavırlarını
açıkça göstermişlerdir. Müzakere sürecinin
başlamasından bu yana, Türkiye-AB İlişkileri’nin
düşüşte olmasının bir diğer nedeni ise, 2006
yılında Avrupa Konseyi’nin Türkiye aleyhine
yayınladığı Kıbrıs kararıdır. Bu karara göre, Türkiye,
Ek Protokol çerçevesinde limanlarını ve hava
sahasını AB’nin bir üyesi olan Kıbrıs Rum Kesimi’ne
açmak zorundadır. Ancak, Türkiye bu karara sert
tepki göstermiş ve yayınladığı karşı deklarasyonda
bunun mümkün olmayacağını, çünkü Türkiye’nin
Güney Kıbrıs’ı tanımadığını belirtmiştir. Bunun
üzerine, Avrupa Konseyi tekrar karşı bir
15
ADOM e-bülten
deklarasyon yayınlayarak, Türkiye’nin 2004
Genişlemesinde AB’ye üye olan diğer ülkeler gibi,
Kıbrıs’a karşı da sorumlu olduğunu ve limanları ile
hava sahasını bu ülkeye derhal açması gerektiğini
yinelemiştir. Ankara, bu nedenle, yeni bir söylem
geliştirmiş ve şu savı ileri sürmüştür: ‘AB, Annan
Planı sürecinde KKTC’ye bir takım sözler verdi ve
Kuzey Kıbrıs Türk halkına barış ortamının
sağlanması için plana evet demesi karşılığında,
bütün izolasyonların kaldırılması ve Yeşil Hat
tüzüğünün devreye sokulması vaadinde bulundu.
Takiben, 2004 yılındaki referandumda Türk tarafı
Annan Planı’na ‘Evet’, Rum tarafı ise ‘Hayır’ dedi.
Buna rağmen, AB sözlerinde durmadı ve KKTC
üzerindeki izolasyonları kaldırmadı. Üstelik Güney
Kıbrıs Rum Kesimi’ni Kıbrıs adı altında AB’ye tam
üye yaparak ödüllendirdi’. Dolayısıyla, Türkiye,
Kuzey
Kıbrıs
üzerindeki
izolasyonlar
kaldırılmadıkça, Ek Protokol’ün şartlarını yerine
getirmek zorunda değildir. AB’nin ise bu konudaki
karşıt tezi şudur: ‘Türkiye, 3 Ekim 2005’te
Müzakere Anlaşması’na imza atarak, hukuki
anlamda Ek Protokolü de kabul etmiş
sayılmaktadır. Rum bandıralı gemilere ve uçaklara
Türk limanlarının ve hava sahasının açılması şartı
da bu protokolün bir parçasıdır. AB’nin KKTC’ye
Annan Planı öncesi vermiş olduğu sözler hukuki
değil, siyasidir; bu sebeple bağlayıcı da değildir.
AB’deki bazı ülkelerde seçimler sonrası iktidarlar
değiştiği için, bu sözleri veren liderler de artık
iktidar da değildir’. Akabinde, Avrupa Konseyi
2006 yılında yeni bir karar almış ve Türkiye ile
müzakere başlıklarından sekizini dondurduğunu
açıklamıştır. Konsey’e göre bu karar, Ek
Protokol’ün
Türkiye
tarafından
uygulanmamasından ötürü alınmıştır ve açılan
diğer başlıkların da kapatılmayacağı beyan
edilmiştir. Belirtildiği üzere, 2007’de Sarkozy’nin
iktidara gelmesi ile Fransa, Türkiye’nin tam
üyeliğine aleyhtar politikasının bir gereği olarak
beş müzakere başlığını veto etmiştir. Bu süreçte,
gerek Almanya’nın Güney Kıbrıs yanlısı ve Türkiye
karşıtı tutumu, gerek Fransa’nın beş müzakere
başlığını veto etmesi Kıbrıslı Rumların elini
güçlendirmiş ve diğer altı müzakere başlığı da
Rumlar tarafından veto edilmiştir. Yani, 8
müzakere başlığı Ek Protokol anlaşmazlığı, bir
anlamda Kıbrıs yüzünden, 5 başlık Fransa’nın
vetosuyla, 6 başlık da Kıbrıs Rumlarının vetosu ile
olmak üzere toplam 19 başlık fiilen kapalı
durumdadır. Ayrıca, Kıbrıs Rum Kesimi’nin Avrupa
Konseyi dönem başkanlığını 1 Temmuz 2012’de
devralması ile birlikte gerek müzakere edilen
fasıllar gerekse karşılıklı resmi ilişkiler Türkiye
tarafından fiilen askıya alınmıştır. Ayrıca, son
olarak Avrupa Komisyonu’nun 2012 Türkiye
raporunda,
Türkiye’deki ifade
ve basın
özgürlüğünün ciddi şekilde gerilediği, seçilmiş
milletvekillerinin ve birçok üniversite öğrencisinin
tutukluluk hallerinin devamı, Kürt ve Alevi
vatandaşların temel sorunlarının büyüdüğü, son
Balyoz kararlarının toplumdaki siyasi kutuplaşmayı
arttırdığı ve Türk hükümetinin demokratik yönetim
anlayışından gittikçe uzaklaşarak ülkede otoriter
bir yapıyı tesis ettiği yönündeki kaygı verici tespit
ve açıklamalar güncel ilişkileri iyice germiştir.
Hatta Avrupa Birliği Bakanı Sayın Egemen Bağış AB
Komisyonu’nun son Türkiye raporuna sert tepki
göstermiş ve buna benzer bir raporun AB
Parlamentosu tarafından da yayınlanacağını ve bu
da Uluslararası Nobel Barış ödülü alan Avrupa
Birliği’nin Türkiye’ye karşı hasmane bir tutum
içinde olması durumu ile çeliştiğini ifade etmiştir.
Mesele böyle olduğundan, AB-Türkiye ilişkilerinin
seyri 1999 yılından bu yana hiç olmadığı kadar zor
ve sıkıntılı bir dönem geçirmektedir.
Turgut Can DEMİRAL
16
ADOM e-bülten
AVRUPA’DAKİ TÜRKLER VE KARŞILAŞTIKLARI SORUNLAR
Şu an birçok Türk vatandaşı yurtdışında yaşamakta
ve bunların yaklaşık %60’ı sadece Avrupa’da
bulunmaktadır. Türklerin Avrupa’ya yerleşmeleri
1800lerde Jön Türklerle başlayıp, 1960’lı yıllarda
Almanya’ya ve diğer ülkelere işçi göçüyle devam
etmiştir. İlk başta amaçları biraz para biriktirip
dönmek olsa da yıllar geçtikçe gittikleri ülkelerde
kurdukları düzeni bozmak ve ülkelerine geri
dönmek imkansız hale gelmiş ve bu da birçok
sorunu
beraberinde
getirmiştir.
Yanlarına
getirttikleri aileleriyle birlikte, çocuklarının
bambaşka bir ülkede büyümesi Türk işçiler için
hem büyük bir sorun hem de büyük bir mesuliyet
demekti. Kimlik sorunu bir yana Türkler toplumsal
ve ekonomik sorunlar da yaşıyorlardı. Bu sorunları
belirlemek için DPT(Devlet Planlama Teşkilatı)
“Yurt Dışında Yaşayan Türkler Alt Komisyon
Raporu”nu hazırladı. Bu raporda genel olarak yurt
dışında yaşayan vatandaşlarımızın güncel durumu,
yaşadıkları genel sorunlar ve bunlara ilişkin
çözümler yer alıyor. Raporda belirtilen temel
sorunlar:
4.
5.
1. AB üyesi ülkelerdeki vatandaşlarımıza ‘AB
Hukuku’nun
uygulanmaması.
Türk
işçilerine ücret ve çalışma koşulları
bakımından
ayrımcı
muamelelerin
yapılması.
2. İşsizlik ve meslek eğitimi sorunu. Özellikle
birinci kuşak işçilerimizin yaşadıkları
ülkenin dilini yeterince öğrenememiş
olması ve mesleki kalifikasyon eksikliği
sebebiyle Türk işçilerinin işsizlik oranı,
genel işsizlik oranına göre daha yüksektir.
Çünkü gelişen teknolojiyle birlikte niteliksiz
eleman ihtiyacı oldukça azalmıştır.
3. Aile birleşmesi sorunu. Eşleri ve çocukları
Türkiye’de olan işçilerin ailelerini çalıştıkları
ülkeye getirirken ülkelere göre değişik
engellerle
karşılaşmaları.
Mesela;
Avusturya İçişleri Bakanlığı her yıl için
yabancılara
verilecek
yeni
oturma
izinlerinin sayısını açıklamakta ve yeni
6.
7.
8.
17
ikamet izinleri bu kontenjanlar dahilinde
verilmektedir. Aile birleşim başvuruları üç
veya dört yıl gibi uzun bir süre içinde
sonuçlandırılmaktadır.
Çifte vatandaşlık sorunu. Bu alanda en
büyük sorun Almanya’da yaşanmaktadır.
Yabancı uyruklu ebeveynlerin Almanya’da
doğan
çocuklarına,
bunların
anne
babalarının en az sekiz yıldır Almanya’da
yasal olarak ikamet etmeleri , ”oturma
hakkı” veya üç yıldır “süresiz oturma
izni”ne sahip olmaları koşuluyla Alman
vatandaşlığı hakkı tanınmaktadır.Ancak bu
çocukların reşitlik yaşını doldurmalarından
en geç 23 yaşının sonuna kadar Alman
vatandaşlığı ile Türk vatandaşlığı arasında
seçim yapmaları gerekmektedir.Alman
vatandaşlığını seçtiğine dair başvuru
yapılmazsa direk olarak Alman vatandaşlığı
hakkı ortadan kalkmaktadır.
Vize sorunu. Seksenli yılların başından
itibaren başlayan, Batı Avrupa ülkelerinin
Türklere vize uygulaması, yurt içi ve yurt
dışındaki
vatandaşlarımızın
transit
geçişlerini zorlaştırmış. Bu ülkelerde
yaşayan vatandaşlarımızın da ülkeye geliş
gidişlerini, eş ve çocuklarını aile birleşmesi
yoluyla getirebilmelerini önemli ölçüde
zorlaştırmıştır.
Yabancı düşmanlığı sorunu. Aşırı uçlardaki
bazı eğilimlerin, yabancılara karşı farklı dil,
din ve kültüre bağlı olmaları gerekçesiyle
oluşan olumsuz davranışlar sergilemeleri.
Ve ülkelerinde yaşanan sosyal ve ekonomik
sorunlara
vatandaşlarımızın
hedef
gösterilmesi, zaten bulunan entegrasyon
sorunuyla birlikte gittikçe artan bir yabancı
düşmanlığına dönüşmektedir.
Eğitim sorunu. Özellikle Almanya’da Türk
öğrencilerin yüksek öğretim sorunları.
Vergi yükümlülüğündeki eşitsizlik sorunu.
Bazı ülkelerde ki hukuk sisteminden
ADOM e-bülten
kaynaklanan sorunlar nedeniyle Türkler, o
ülkelerin vatandaşlarına göre daha fazla
vergi ödemektedirler. Ama son yıllarda
yapılan düzenlemelerle birlikte bu sorun
azalmıştır.
9. Uyum sorunu. Özellikle yetişkinlerde
görülen kültür çatışmaları. Avrupalıların
Türkler hakkındaki önyargıları ve Türk
işçilerdeki bazı yetersizliklerden( dil bilme
ve düşük eğitim seviyesi) dolayı özellikle
yetişkinler uyum sağlamakta zorluklar
yaşamışlardır.
10. Aileden kaynaklanan sorunlar. Bu sorunlar
daha çok ebeveynlerin, çocuklarını farklı bir
ülkede
büyütecek
olmanın
verdiği
mesuliyet duygusundan ve Türkiye’de de
görülebilecek
ailevi
sorunlardan
kaynaklanmaktadır.
olarak bilmemesi ve Avrupalıların ülkelerinde
yaşayan ve iktisadi açıdan “yoksulluk
kültürünün” temsili olarak gördükleri Türkleri
tanımamasından kaynaklanır.
Sorunların bir diğer nedeni de Türklerden
kaynaklanan sorunlardı. Bunların başında da dil
sorunu geliyordu. Gittikleri ülkelerin dilini
öğrenmekte sorunlar yaşayınca bu onlar için
oldukça kötü bir durum haline geldi. Çünkü
gittikçe sayılarının artmasından endişelenen ve
onları ülkelerine geri göndermeye çalışan
Avrupalılar Türklere dil bilme şartı koymaya
başladılar. Aynı zamanda toplumsal haklarını
ararken de o dile hakim olmamaları onlar için ayrı
bir sorun oluşturuyordu. İkinci bir önemli sebep de
bilinç düzeyinin düşük olmasıydı. Toplumsal
hakları hakkında çok bir bilgi sahibi olmayan
vasıfsız işçiler ekonomik ve demokratik haklarını
korumada oldukça yetersiz kalıyorlardı. Ayrıca
Türkiye’nin o dönemde sanayisinin gelişmemiş
olmasından kaynaklanan sendikalaşma alanındaki
deneyimsizlik de bunun çabasıydı.
Bu sorunlara baktığımızda çoğunun sosyal ve
kültürel olduklarını görüyoruz. Ve bence bu
sorunların kaynağında Türklerin imajının
önemli bir rolü var. Mesela; Almanya ile
tarihte haçlı seferlerinden sonra savaş
meydanlarında karşı karşıya gelmemelerine
rağmen, Alman kültüründe Türkler olumsuz bir
anlamı ifade ediyor. Türk’ün almanca karşılığı
olan “Türken” kelimesi aynı zamanda
aldatmak,
dolandırmak
fiilleri
içinde
kullanılıyor ya da kızdıklarında karşıdaki kişiye
“Gross Türken” yani koca Türk şeklinde
sesleniyorlar. Günümüzde de ülkede yaşanan
sosyal ve ekonomik sorunların sorumlusu
olarak başta Türkler olmak üzere yabancılar
gösterilmekte. Ülke ekonomisinin ve iç
huzurun kötüye gidişatının nedeni olarak
“yabancı işçilerin” hedef gösterilmesi “yerli ve
yabancı işçilerin” kaynaşmasını, dayanışma
içinde olmasını ve entegrasyonunu zorlaştırır.
Çelişkilerin keskinleştiği dönemlerde ise, bu
olgu, “yabancı düşmanlığına” dönüşüyor.
Türklerin Avrupa toplumu içinde “uyumsuz”
veya öteki imgesi ile tanımlanmasının nedeni
Türklerin, Avrupa kültür ve mentalitesini tam
Son yıllarda, uzun süre o ülkelerde yaşamanın
verdiği deneyimle ve sonraki kuşaklarda eğitim
seviyesinin artmasıyla birlikte, aynı zamanda başka
bir ülkede yaşamanın getirdiği birlik olma
düşüncesi, hem Türk işçilerini sendikalaşmaya
yönlendirmiş, hem de Türkiye’den yardım
isteyerek
sorunlarına
çözüm
bulmayı
denemişlerdir. Bu sayede seslerini duyurmayı
başararak hak talep eder ve sorunlarının bir
kısmını çözer hale gelmiştir. Günümüzde de devlet
planlamalarında bu konuya önem verilmekte ve
Türk işçilerin durumlarının daha da iyi hale gelmesi
için çalışmalar yapılmaktadır.
KAYNAKLAR;
http://www.kamu-is.org.tr/pdf/817.pdf
http://www.mfa.gov.tr/yurtdisinda-yasayan-turkler_.tr.mfa
DPT Yurt Dışında Yaşayan Türkler Alt Komisyonu Raporu
İlknur PİŞKİN
18
ADOM e-bülten
PORTRE: MARK TWAİN (SAMUEL LANGHORNE CLEMENS)
Dört yaşındayken ailesi Missisipi Irmağının batı
kıyısındaki Hannibal’a yerleşti. Babası orada bir
yandan esnaflık ve avukatlık yaparken bir yandan
da politikaya atıldı. Buharlı gemileri, mavnaları,
kereste taşıyan dev salları, gezgin kumarbaz ve
dolandırıcıları, hızlı silah çeken yoksul gemicileriyle
Mississipi Irmağı Samuel hem serüven dolu ve
büyüleyici ve hem de ürkütücü ve acımasız bir
ortamdı.
yazıyordu ki başka gazeteler bunları gerçek olaylar
sanııp haber yaptılar.
Clemens ‘’Mark Twain’’ adını ilk kez 1863’te, 27
yaşındayken Virginia kentinde yayımladığı mizahi
bir gezi yazısında kullandı. ’’Mark Twain’’ (ikinci
işaret)
On bir yaşındayken babası ölünce Samuel ailenin
geçimine katkıda bulunmak için çalışmak zorunda
kaldı. Okuldan arta kalan zamanda getir götür
işleriyle uğraştı, bakkal ve demirci çıraklığı yaptı.
On üç yaşında bir matbaada çalışmaya, ardından
da ağabeyinin çıkardığı Hannibal Journal adlı yerel
gazetede dizgiciliğe başladı.
1840’ların sonu ve 1850’lerde New England’da
bölgesel bir mizah edebiyatı gelişmişti. Bu
edebiyat sonradan Samuel’in sonradan kendi
yapıtında kullanacağı tekniklerle tanışmasını
sağladı. Hannibal Journal’a ve Boston’da çıkan
mizah dergisi The Carpetbag’e mizah yazıları yazan
Clemens 1853’te, o sırada Ohio’da çalışan
ağabeyinin yanına gitti.1856 sonbaharına değin
onunla birlikte Keokuk ‘taki Daily Post’a mizah
dolu gezi yazmaya başladı. ’’Thomas Jefferson
Snodgras’’ takma adıyla yayımlanan bu yazılar,
günün mizah modasına uygun olarak dilbilgisi
kurallarına aykırı biçimde, yazım yanlışlarıyla dolu
garip cümlelerle yazılmıştı.
geminin dibe oturmaması için gerekli su derinliğini
belirten bir gemici terimiydi. Twain, 1864
ilkbaharında Nevada’dan ayrılıp California’ya gitti.
Orada yazar Bret Harte ve Amerika’nın en büyük
mizah yazarlarından Artemus Ward’la tanıştı.
Nevada’dan sonra altın aramak için Tuolumne
Hills’e gitti. Dostlarından dinlediği bir öyküyü
kaleme alarak’’ Calaveras Couty’ninÜnşü Sıçrayan
Kurbağası’’ adıyla 1865’te New York’taki The
Saturday Press’te yayımladı. Öykü ülkenin öteki
gazetelerinde de yayımladı ve kısa sürede büyük
ilgi topladı. Güneybatıya özgü mizah anlayışıyla
yazılmış bu güzel öyküyle Twain adını ülke çapında
duyurdu ve eleştirmenlerin övgüsünü kazandı.
Clemens 1861’de birkaç hafta konfedarasyon
kuvvetlerinde görev yaptıktan sonra ağabeyinin
yanına Nevada’ya gitti. Orada önce maden ve
kereste spekülesyonuna, ardından altın ve gümüş
arama işine girişti. Her ikisinin de başarısızlıkla
sonuçlanmasının ardından Virginia kentinde
yayımlanan Territorial Enterprise gazetesinde
yazarlığa başladı. ‘’josh’’ imzasıyla yayımladığı akıl
almaz öykülerini öylesine inandırıcı bir dille
Yurtdışı gezileri ve olgunluk dönemi.1866’da
Pasifik Buharlı Gemi Kumpayası San Francisco’yla
19
ADOM e-bülten
Honolulu arasında yolcu taşımaya başladı. Twain
de The Sacramento Union gazetesinin muhabiri
olarak yolculuğa katıldı. Sonradan bu gezi üzerine
yazdıkları ve konuşmalarıyla büyük ün toplayınca
bu kez California’nın en büyük gazetesi olan Alta
California için ‘gezgin muhabir’ olarak çalışmaya
başladı. Önce Panama Kıstağı yoluyla New York
kentine, ardından Avrupa’ya ve Kutsal Topraklar’a
gitti. Bu gezilerle ilgili Alta California ve Horace
Greeley’in çıkardığı New York Tribune gazetelerine
yazdığı mektuplar çok beğenildi ve Twain 1869’da
gözden geçirip ‘ Masum Gezginler ya da Yeni Haç
Yolculuğu’nda topladığı bu mektuplarıyla ülkenin
sevilen yazarlarından biri oldu. Twain bu
kitaplarda her şeyi rehber kitaplarda öğrenen
turistlerle alay ediyor, keskin gözlemleri olan
kurnaz bir Batılı kimliğiyle yabancı ülkelerde
gördüklerini ve tepkilerini büyük bir dürüstlük ve
canlılıkla anlatıyordu. Kitabın çekiciliği, o dönem
okurunun çok beğendiği mizah anlayışından
kaynaklanıyordu.
Tom Sawyer’ın çocuk ve gençlere yönelik en iyi
Mark Twain romanı olduğu söylenebilir.
1830’larda Mississipi Irmağı kıyısındaki küçük bir
kasabada geçen romanın kişileri, bu kasabanın
yetişkinleri ve çocuklarıdır. Kitabın geçmişe ve İç
Savaş öncesi yaşama özlemle bakışı, Tom
Sawyer’dan
kaynaklanan
bir
sebeple
zenginleştirilir.
Alışılmış
‘örnek
çocuk’
öykülerindeki terbiyeli çocukların tersine Tom iyi
yürekli, ama hınzır ve sorumsuz bir çocuktur.
Tom’un her türlü güç durumdan kurtulmayı
başarması kitabın çocuklar tarafından çok
sevilmesine neden olmuş, ayrıca Tom ve
arkadaşlarının gerçekçi biçimde betimlenişi romanı
yetişkinler için de ilginç kılmıştır.
1870’te Twain gülünç olayları kısa ve özlü bir
biçimde anlattığı konuşmalarıyla yeniden adını
duyurdu. Aynı yıl evlenerek Connecticut’taki
Hartford’a yerleşti. Yirmi yıl boyunca ailesiyle
orada yaşadı ve üç kızı oldu.
Twain 1872’de 10 yıl önce atlı arabayla yaptığı bir
yolculuğu ve Pasifik adalarındaki serüvenlerini
anlattığı ‘Güçlüklere Katlanarak’ı yayımladı. Bu
arada komşusu Charles Dudley Warner’le birlikte
dönemin politik ve mali yolsuzluklarını hedef alan
‘Çalınan Taç’ adlı bir yergi kitabı hazırladı.
Mississipi Irmağında gemicilik yaptığı günlerini
anlattığı ‘Mississipi’deki Eski Günler’i Atlantic
Monthly dergisinde yayımladı. Sekiz yıl sonra bu
anılar ‘Mississipi’de Yaşam’ adlı kitaba dönüştü.
Twain bu kitapta, o sırada bile geçmişte kalmış bi
yaşam biçimini özgün ve etkileyici bir biçimde dile
getiriyordu. Ardından çocukluk arkadaşlarına
mektuplar yazarak, Hannibal’daki eski günlerden
anımsadıklarını kendisine bildirmelerini istedi. Bu
ön çalışmanın ardından 1876’da yayımlanan Tom
Sawyer çok beğenildi.
Tom Sawyer’ı, Twain’in Kara Ormanlar’da yaptığı
bir yürüyüşü anlattığı ‘Yurt Dışında Bir Serseri’
izledi. Ertesi yıl Twain, Eski İngiltere’de birbirinin
yerine geçen bir prensle yoksul bir çocuğun
öyküsünü, krallığın hak ve yetkilerini alaya alan
toplumsal bir eleştiri havasıyla anlattığı ‘Küçük
Prensle Fakir Çocuk’ ile yeniden ilgi topladı. Bunu
1884’te Huckleberry Finn izledi.
Huckleberry Finn Twain’in en iyi yapıtı ve
Amerikan romanın başlıca örneklerinden biridir.
20
ADOM e-bülten
Ernest Hemingway da, "tüm modern Amerikan
Edebiyatı’nın
geldiği
bir
kitap."
diye
nitelendirmiştir. Yüzyılı aşkın bir süredir, dünyanın
dört bir yanında eksilmeyen bir ilgiyle
okunmuştur. İlk kitapta başlayan Tom Sawyer ile
Huckleberry'nin serüvenleri bu kitapta devam
ediyor. Dul Hatun Douglas'ın evlatlığı olan Haylaz
Huckleberry, bütün gün serserilik edip tütün
çiğner; alışması güç gelse de artık düzenli bir
hayatı vardır. Uzun süredir ortalıkta görünmeyen
ayyaş babası çıkagelince bu düzenli günler sona
erer. Adamın derdi, oğlunun, arkadaşı Tom
Sawyer'la birlikte bulundukları hazineden ellerine
geçen paraya el koymaktır. Babasından kaçan
Huckleberry, bir adaya sığınır; orada, köle olarak
çalıştırıldığı evden kaçan Zenci Jim'le karşılaşır. İki
kaçak, birlikte uzaklara gitmeye karar verirler, ama
yolda
haydutlarla
başları
belaya
girer.
Huckleberry'ye yardım edecek tek kişi, eski can
dostu Tom Sawyer'dir.
Sözleri;
*Her zaman doğruyu söyle; ne dediğini hatırlamak
zorunda kalmazsın.
* Hiçbir zaman okulumun eğitimimi engellemesine
izin vermedim
* Eğitimin yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Hiçbir
şey onun etki alanının dışında kalamaz. Kötü
ahlakları iyiye çevirebilir; kötü ilkeleri yıkar ve
yerine yenilerini koyar; insanları melekler
seviyesine çıkarabilir.
* Kitap okumayan bir kimsenin, okuma bilmeyene
karşı bir üstünlüğü yoktur.
* Her güne hayatının en güzel günü olması için
şans ver.
* Hayatımda pek çok sorun vardı ve çoğu asla var
olmadı.
* Yağmur duasına çıkmadan önce meteorolojinin
kayıtlarını karıştırmak her zaman faydalıdır.
* Şaşılacak kadar çok aklım olmalı! Bazen, haftada
bir kez aklımı başıma toplamam gerekiyor.
* Bundan yirmi yıl sonra yapmadığınız şeylerden
dolayı, yaptıklarınızdan daha fazla pişman
olacaksınız. Demir alın ve güvenli limanlardan çıkın
artık... Rüzgarları arkanıza alın, araştırın, hayal
edin ve keşfedin.
* Arkadaşlık kuvvetli bir bağdır. Paraya ihtiyaç
olunca başvurulmazsa, ömür boyu sürer.
* Bankacılar, size hava pırıl pırılken zorla
şemsiyesini veren ama iki damla yağmur
düştüğünde de şemsiyeyi zorla elinizden alan
insanlardır.
* Cesaret korkunun yokluğu değil, korkuya
direnmek, korkuya hükmetmektir.
Twain Huckleberry Finn’den sonra tarihsel roman
türüne yöneldi. ‘Kral Arthur’un Saray’ında Bir
Amerikalı’ adlı romanında kahramanı ortaçağ
İngiltere’sinde yaşayan sağduyulu bir Amerikalıdır.
Son yıllarında parasal sıkıntılar ve güçlükler çeken
Twain 1880’lerin sonunda James W. Paige adlı bir
mucidin geliştirmeye çalıştığı dizgi makinesine
parasal destek sağladı, ama araç işe yaramayınca
harcamalarını kısıtlamak için Hartford’daki evini
kapatıp ailesiyle birlikte Avrupa’ya gitti. 1884’te
kurduğu yayınevi 1892’de ‘Amerikalı Davacı’yı,
1894’te ‘Tom Sawyer Yurtdışında’yı yayımladı,
ama bu kitaplar fazla satmadı. Şirketin durumu
daha da kötüleyince Twain iflas etti. Ama
‘Mankafa Wilson’ın Trajedisi’ ve ‘Jan Dark’ın Kişisel
Anıları’ adlı kitaplarının satışından elde ettiği gelir,
birçok ülkede yaptığı konuşmalar ve bunları
anlatan ‘Ekvator Boyunca’ adlı kitabı sayesinde
borçlarını ödemeyi başardı. 1900’de ‘Hadleyburg’u
Yoldan Çıkaran Adam ve Başka Öyküler’i
yayımlandı. 1906’da başladığı otobiyografisini
tamamlamadan öldü.
KAYNAKLAR:
Ana Britannicca, Genel Kültür Ansiklopedisi
Büyük Larousse, Sözlük ve Ansiklopedisi
http://www.tilqi.com
http://www.forumdas.net
İsmail AYDOĞDU
21
ADOM e-bülten
KRONOLOJİ: KASIM
1 Kasım
1930 – İlk televizyon reklamı Londra'da gösterildi.
1993 - Maastricht Antlaşması yürürlüğe girdi;
Avrupa Birliği resmen kurulmuş oldu. 10 Aralık
1991 tarihinde Maastricht’te düzenlenen Zirve’de
Topluluk,
daha
önce
toplanmış
olan
Hükûmetlerarası iki konferans çerçevesinde
varılan sonuçları temel alarak yeni bir Avrupa
Toplulukları Antlaşması yapılmasına karar
vermiştir. 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanan ve
Kasım 1993’te yürürlüğe giren Maastricht
Antlaşması ile Avrupa Topluluğu, Avrupa Birliği
adını
almıştır.
AB’ni
kuran
Maastricht
Antlaşması’yla Avrupa Topluluklarına yeni
boyutlar kazandırılmış ve AB’nin “üç temel direği”
oluşturularak,
yeni
bir
hukuksal
yapı
düzenlenmiştir.
7 Kasım
1665 - Yaşayan en uzun ömürlü gazete The
London Gazette ilk kez yayımlandı.
9 Kasım
1989 - Doğu Alman hükümetinin iki Almanya
arasında seyahati serbest bırakması üzerine,
binlerce kişi Berlin Duvarı'nı aşarak Batıya
geçmeye başladı. 13 Ağustos 1961'de inşa edilen
duvar'ın yıkılmasıyla Soğuk Savaş dönemi sona
erdi.
10 Kasım
1938 - Ulusumuzun büyük önderi unutulmayacak
yüreklerimizde hep var olacak olan büyük lider
Gazi Mustafa Kemal Atatük vefat etmiştir.
1998 - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kuruldu.
2 Kasım
11 Kasım
1920 – İlk radyo naklen yayını ABD’nin Pittsburg
şehrinde gerçekleşti.
1821 – Dostoyevski, Rus Yazar doğmuştur.
3 Kasım
1947 - Türkiye Uluslararası Para Fonu’na (IMF)
üye oldu.
1912 – Tamamı metalden yapılmış ilk uçak,
Fransa’da, pilotlar Ponche ve Prinard tarafından
uçuruldu.
1923 – Adolf
tutuklandı.
Hitler
1934 - Türkiye'de ilk kez
bir
kadın,
belediye
başkan yardımcısı oldu:
Bursa Belediye Meclisi,
Zehra Hanım’ı Başkan
Yardımcılığı’na seçti.
1918 - Polonya, Rusya'dan bağımsızlığını ilan etti.
4 Kasım
1946 - Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü (UNESCO) kuruldu.
1950 – Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve
Bölgesel Azınlıklar ve Diller Avrupa Şartı kabul
edildi.
14 Kasım
1914 - Fuat Uzkınay, ilk Türk filmi sayılan
‘’Ayastefanos’daki Rus Abidesi’nin Yıkılışı’’nı çekti.
1950 - Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Bildirisi'ni
imzaladı.
15 Kasım
5 Kasım
22
ADOM e-bülten
1889 – Brezilya’da monarşi devrildi ve cumhuriyet
kuruldu.
20 Kasım
1959 - Birleşik Krallık, Avusturya, Danimarka,
Norveç, Portekiz, İsveç ve İsviçre kısa adı EFTA
olan Avrupa Serbest Ticaret Birliği anlaşmasını
imzaladı.
16 Kasım
1849 – Rusya’da bir mahkeme Fyodor
Dostoyevski'yi hükümet karşıtı eylemlerinden
dolayı ölüm cezasına çarptırdı, bu ceza daha
sonra kürek cezasına çevrildi.
1989 - Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi kabul edildi.
1945 - Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü (UNESCO) kuruldu.
Çocuk
Hakları
21 Kasım
1905 - Albert Einstein'ın, enerji ile kütle
arasındaki ilişkiyi meşhur E=mc2 denklemi ile
ifade ettiği "Cismin ataleti içerdiği enerji
miktarına bağlı mıdır?" adlı makalesi "Annalen der
Physik" dergisinde yayımlandı.
1967 - Merkezi ABD'de bulunan Uluslararası Şiir
Forumu Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı yaşayan en büyük
Türk şairi seçti. Dağlarca, değişik konularda şiirler
yazdı. Metafizik konuları, toplumsal sorunları,
Anadolu’nun gerçeklerini, günlük olayları, geri
kalmış ülkelerin bağımsızlık savaşlarını ele aldı.
1952 - ABD, ilk hidrojen bombasını pasifik'te
patlattı.
18 Kasım
23 Kasım
1983 - BM Güvenlik Konseyi, KKTC'yi tanımadı.
1971 – Çin Halk Cumhuriyeti temsilcileri, BM ve
BM Güvenlik Konseyi toplantılarına ilk defa
katıldılar.
1990 - Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
(AGİK) toplandı; Paris Sözleşmesi imzalandı.
1999 - İstanbul'daki Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı (AGİT) Zirvesi'nde, Bakü-Tiflis-Ceyhan
Petrol Boru Hattı ve Hazar geçişli doğal gaz
projelerine ilişkin anlaşmalar, ilgili ülkelerin devlet
başkanlarınca imzalandı.
24 Kasım
1978 - Jim Jones'un lideri olduğu Peoples Temple
adlı bir tarikatın üyeleri topluca intihar ettiler.
276'sı çocuk 914 kişinin cesedi, Guyana'nın
Jonestown kentinde bulundu.
1909 - Thomas Edison ilk sesli film gösterisini
yaptı.
1941 - II. Dünya Savaşı ortamında; pasta ve unlu
yiyeceklerin yapımı yasaklandı.
27 Kasım
2001 - Hubble Uzay Teleskobu, Güneş Sistemi
dışındaki Osiris adlı bir gezegenin hidrojenden
oluşmuş bir atmosfere sahip olduğunu keşfetti.
Bu Güneş Sistemi dışında keşfedilmiş ilk
atmosferdir.
28 Kasım
1958 - Türkiye-Fransa ve Türkiye-Belçika arasında
mali yardım anlaşmaları imzalandı.
Büşra KARATAŞ & İlknur PİŞKİN
23

Benzer belgeler

150 Yıllık ermeni gailesi

150 Yıllık ermeni gailesi doğru şekilde okuyabilmek için sorunu hazırlayan faktörlere, Ermeni Sorunu’nun ortaya çıkışına, tarih içerisinde soruna doğrudan ya da dolaylı olarak taraf olan devletlerin izledikleri politikalar ...

Detaylı

Tam Metin - Karatekin Üniversitesi Avrasya Stratejik

Tam Metin  - Karatekin Üniversitesi Avrasya Stratejik için sarf edilen çabalar olarak sıralanabilecek sebeplerle, Türkiye- Ermenistan ilişkileri tarih boyunca gergin bir tablo sergilemiştir. Bu tabloyu doğru şekilde okuyabilmek için sorunu hazırlayan ...

Detaylı