ONSOZ 9 TURK EDE KA.indd - PDF Kitap indirme Portalı

Transkript

ONSOZ 9 TURK EDE KA.indd - PDF Kitap indirme Portalı
9. SINIF
TÜRK EDEBİYATI
KONU ANLATIMLI
Bu kitap, Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının 15.08.2011 tarih ve 114 sayılı kararı ile
değiştirilen 9. Sınıf Türk Edebiyatı Dersi Öğretim Programı’na göre hazırlanmıştır.
Yusuf ARAS
www.yusufaras.com.tr
Genel Müdür
Temel Ateş
Genel Koordinatör
Akın Ateş
Eğitim Koordinatörü
Nevzat Asma
Dizgi, Grafik, Tasarım
Esen Dizgi Servisi
Görsel Tasarım
Hakan Esen
Bu kitabın tüm hakları yazarına ve Esen Basın Yayın Dağıtım Limitet Şirketi’ne aittir. Kitabın tamamının ya da
bir kısmının elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemiyle çoğaltılması, yayımlanması ve
depolanması yasaktır.
İsteme Adresi
ESEN BASIN YAYIN DAĞITIM LTD.ŞTİ.
Bayındır 2. Sokak No.: 34/11-12 Kızılay/ANKARA
Telefon: (0312) 417 34 43 – 417 65 87
Faks: (0312) 417 15 78
ISBN: 978-605-5559-34-2
Baskı
Bahçekapı Mah. 2460. Sok. Nu.:7
06369 Şaşmaz / ANKARA
Tel : (0312) 278 34 84 (pbx)
www.tunamatbaacilik.com.tr
Sertifika No: 16102
Baskı Tarihi
2013 – VIII
www.esenyayinlari.com.tr
Bu kitap 9. Sınıf Türk Edebiyatı Öğretim Programı esas alınarak hazırlanmıştır.
Kitapta konular şu yöntemle ele alınmıştır: Önce ele alınan konuyla ilgili bilgiler verilmiş, ardından bu bilgiler örneklerden ve örnek metinlerden yararlanılarak somutlaştırılmış, daha sonra ölçme-değerlendirme bölümlerine geçilmiştir.
Ölçme-değerlendirme bölümlerinde, ünitede ele alınan konunun içeriğine göre yedi çeşit ölçme-değerlendirme yöntemi kullanılmıştır:
1. Bilgi-yorum soruları: Bu tür sorularda öğrencilerin bilgi ve yorum güçlerinin ölçülmesi hedeflenmiş,
soruları öğrencilerin kendi cümleleriyle cevaplandırmaları istenmiştir. Sorular, bilgi-tanım-örnekleme ve yorum
üzerine kurulduğu için bu soruların cevaplarına cevap anahtarlarında yer verilmemiştir.
2. Uygulamalar: Bu bölüm, bir tek sorunun farklı örnekler üzerinde uygulanması üzerine kurulmuştur.
Söz gelimi kafiye türlerinin anlatıldığı bölümün sonuna konan uygulama bölümünde, öğrencilerden, verilen şiir
parçalarındaki kafiye ve redifleri göstermeleri istenmiştir. Bu uygulamaların ayrıntılı çözümleri, sorulardan hemen sonra verilmiştir.
3. Doğru-yanlış soruları: Bu bölümde öğrencilerden sorularda verilen bilgileri doğru-yanlış kelimeleriyle nitelendirmeleri istenmiştir.
4. Boşluk doldurma soruları: Bu sorular, konuyla ilgili bir cümlede boş bırakılan bir bölümün uygun kelimelerle doldurulması amacıyla hazırlanmıştır.
5. Eşleştirmeler: Eşleştirme sorularında öğrencilerden çeşitli unsurları (terim-tanım, örnek-tanım) birbirleriyle eşleştirmeleri istenmiştir.
6. Testler: Bu bölümde öğrencilerin özellikle YGS ve LYS’de başarılı olmaları için çoktan seçmeli sorulara yer verilmiştir.
7. Bulmacalar: Ölçme-değerlendirme bölümlerinin sonuna konan bulmacalarda ünitelerde ele alınan konuların eğlendirici bir yöntemle tekrarlanmasına ve bilgilerin kalıcılığının sağlanmasına çalışılmıştır.
Bu kitabın hazırlanması sürecinde bilgi ve tecrübelerini benden esirgemeyen kıymetli meslektaşım ve büyüğüm Sayın Erdal Elgin’e teşekkür etmeyi bir borç bilir, kitabın eğitim camiamıza faydalı olmasını dilerim.
Yusuf ARAS
www.yusufaras.com.tr
ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân
ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kas-tedecek
düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren
ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve
dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini,
müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap
düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve
cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!
İSTİKLÂL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeliEbedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif ERSOY
1. ÜNİTE: GÜZEL SANATLAR VE EDEBİYAT ...................................................................................9
1. Güzel Sanatlarda Edebiyatın Yeri .............................................................................................................................10
Bilim .............................................................................................................................................................................10
Sanat ............................................................................................................................................................................11
Sanat ve Zanaat...........................................................................................................................................................13
Güzel Sanatların Sınıflandırılması ...............................................................................................................................15
Edebiyat .......................................................................................................................................................................17
2. Edebiyatın Bilimlerle İlişkisi......................................................................................................................................18
3. Dilin İnsan ve Toplum Hayatındaki Yeri ve Önemi .................................................................................................18
4. Metin ............................................................................................................................................................................21
5. Edebî Metin .................................................................................................................................................................22
Ölçme-Değerlendirme 1: Güzel Sanatlar ve Edebiyat ....................................................................................28
2. ÜNİTE: COŞKU VE HEYECANI DİLE GETİREN METİNLER (ŞİİR) ............................................57
1. Şiir İnceleme Yöntemi................................................................................................................................................58
A. Şiir ve Zihniyet .....................................................................................................................................................59
Ölçme-Değerlendirme 2: Şiir ve Zihniyet ........................................................................................................69
B. Şiirde Yapı ............................................................................................................................................................75
Şiir Birimleri............................................................................................................................................................75
1. Dize ...........................................................................................................................................................75
2. Beyit ..........................................................................................................................................................75
3. Dörtlük .......................................................................................................................................................77
4. Bent ...........................................................................................................................................................77
Nazım Şekilleri .......................................................................................................................................................78
C. Şiirde Tema ..........................................................................................................................................................84
Ölçme-Değerlendirme 3: Şiirde Yapı ve Tema ...............................................................................................91
Ç. Şiir Dili ................................................................................................................................................................104
Edebî Sanatlar .....................................................................................................................................................109
1. Teşbih (Benzetme)..................................................................................................................................109
a. Ayrıntılı Benzetme ............................................................................................................................109
b. Kısaltılmış Benzetme ........................................................................................................................110
c. Pekiştirilmiş Benzetme .....................................................................................................................110
ç. Güzel Benzetme ...............................................................................................................................111
2. İstiare (Eğretileme)..................................................................................................................................111
a. Açık İstiare ........................................................................................................................................112
b. Kapalı İstiare.....................................................................................................................................112
c. Temsilî İstiare ...................................................................................................................................113
3. Ad Aktarması ..........................................................................................................................................114
4. Tariz ........................................................................................................................................................116
5. Kinaye .....................................................................................................................................................116
6. Teşhis......................................................................................................................................................117
7. İntak ........................................................................................................................................................118
8. Tevriye ....................................................................................................................................................118
9. Tenasüp ..................................................................................................................................................120
10. Tezat .......................................................................................................................................................121
11. Hüsnütalil ................................................................................................................................................122
12. Mübalağa ................................................................................................................................................123
13. Tecahülüarif ............................................................................................................................................124
14. Telmih .....................................................................................................................................................124
15. İstifham....................................................................................................................................................125
Ölçme-Değerlendirme 4: Şiir Dili ...................................................................................................................126
D. Şiirde Ahenk (Ses ve Ritim) ..............................................................................................................................148
1. Vurgu ve Tonlama .........................................................................................................................................148
2. Ritim ..............................................................................................................................................................151
A. Ölçü (Vezin) ............................................................................................................................................151
a. Hece Ölçüsü .....................................................................................................................................151
b. Aruz Ölçüsü ......................................................................................................................................155
c. Serbest Ölçü .....................................................................................................................................157
B. Kafiye (Uyak) ve Redif ............................................................................................................................160
a. Yarım Kafiye .....................................................................................................................................160
b. Tam Kafiye .......................................................................................................................................161
c. Zengin Kafiye....................................................................................................................................161
ç. Cinaslı Kafiye....................................................................................................................................163
C. Aliterasyon ve Asonans ..........................................................................................................................164
B. Tekrir (Yineleme) ....................................................................................................................................164
E. Şiirde Gerçeklik ve Anlam ................................................................................................................................165
Ölçme-Değerlendirme 5: Şiirde Ahenk, Gerçeklik ve Anlam ........................................................................168
F. Şiir ve Gelenek ...................................................................................................................................................190
1. Halk Şiiri ........................................................................................................................................................190
a. Anonim Halk Şiiri.....................................................................................................................................191
b. Âşık Tarzı Halk Şiiri ................................................................................................................................192
c. Dinî-Tasavvufi Halk Şiiri ..........................................................................................................................194
2. Divan Şiiri ......................................................................................................................................................195
G. Yorum .................................................................................................................................................................199
Ölçme-Değerlendirme 6: Şiir ve Gelenek – Yorum .......................................................................................201
Ğ. Metin ve Şair ......................................................................................................................................................213
2. Manzume ve Şiir .......................................................................................................................................................219
a. Lirik Anlatım .........................................................................................................................................................221
b. Pastoral Anlatım ..................................................................................................................................................222
c. Didaktik Anlatım ...................................................................................................................................................223
ç. Epik Anlatım.........................................................................................................................................................223
d. Satirik Anlatım......................................................................................................................................................224
f. Dramatik Anlatım .................................................................................................................................................225
Ölçme-Değerlendirme 7: Manzume ve Şiir ...................................................................................................226
Ölçme-Değerlendirme 8: Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Ünite Tarama Testleri) ......................237
3. ÜNİTE: OLAY ÇEVRESİNDE GELİŞEN EDEBÎ METİNLER ......................................................273
1. Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinleri Tanıma ve Gruplandırma...................................................................274
2. Anlatmaya Bağlı Edebî Metinleri Tanıma ve İnceleme .........................................................................................275
A. Metin ve Zihniyet ...............................................................................................................................................275
B. Yapı .....................................................................................................................................................................282
1. Olay Örgüsü ..................................................................................................................................................282
2. Kişiler .............................................................................................................................................................283
3. Zaman ...........................................................................................................................................................284
4. Mekân ............................................................................................................................................................284
C. Tema ...................................................................................................................................................................285
Ç. Dil ve Anlatım .....................................................................................................................................................286
1. Tanrısal Anlatıcının Bakış Açısı ....................................................................................................................286
2. Kahraman Anlatıcının Bakış Açısı.................................................................................................................288
3. Gözlemci Anlatıcının Bakış Açısı ..................................................................................................................289
D. Metin ve Gelenek ...............................................................................................................................................290
1. Destancılık .....................................................................................................................................................290
Türk Destanları ..............................................................................................................................................295
2. Masalcılık ......................................................................................................................................................297
3. Halk Hikâyeciliği ............................................................................................................................................300
4. Mesnevicilik ...................................................................................................................................................303
5. Manzum Hikâyecilik.......................................................................................................................................306
6. Öykücülük ......................................................................................................................................................307
7. Romancılık ....................................................................................................................................................309
E. Anlama ve Yorumlama ......................................................................................................................................311
F. Metin ve Yazar ....................................................................................................................................................311
Ölçme-Değerlendirme 9: Anlatmaya Bağlı Edebî Metinler ...........................................................................312
3. Göstermeye Bağlı Edebî Metinleri Tanıma ve İnceleme ......................................................................................340
A. Geleneksel Türk Tiyatrosu ...................................................................................................................................342
1. Karagöz .........................................................................................................................................................342
2. Orta Oyunu ....................................................................................................................................................344
3. Meddahlık ......................................................................................................................................................345
4. Köy Seyirlik Oyunları .....................................................................................................................................345
B. Batı Tiyatrosu.......................................................................................................................................................346
1. Trajedi ...........................................................................................................................................................346
2. Komedi ..........................................................................................................................................................348
3. Dram ..............................................................................................................................................................350
C. Modern Batı Tiyatrosu .........................................................................................................................................350
Ç. Modern Türk Tiyatrosu ........................................................................................................................................351
Ölçme-Değerlendirme 10: Göstermeye Bağlı Edebî Metinler .......................................................................352
4. ÜNİTE: ÖĞRETİCİ METİNLER ....................................................................................................369
1. Öğretici Metinleri Tanıma ve İnceleme ..................................................................................................................370
A. Metin ve Zihniyet ...............................................................................................................................................370
B. Yapı .....................................................................................................................................................................371
C. Ana Düşünce ......................................................................................................................................................371
Ç. Dil ve Anlatım .....................................................................................................................................................371
D. Metin ve Gelenek ...............................................................................................................................................372
1. Tarihî Metinler ...............................................................................................................................................373
2. Felsefi Metinler ..............................................................................................................................................373
3. Bilimsel Metinler ............................................................................................................................................373
4. Gazete Çevresinde Gelişen Metin Türleri .....................................................................................................374
1. Haber Yazısı ...........................................................................................................................................375
2. Röportaj...................................................................................................................................................375
3. Mülâkat....................................................................................................................................................375
4. Köşe Yazısı .............................................................................................................................................376
5. Makale.....................................................................................................................................................376
6. Deneme...................................................................................................................................................377
7. Sohbet .....................................................................................................................................................377
8. Eleştiri .....................................................................................................................................................378
5. Kişisel Hayatı Konu Alan Metin Türleri..........................................................................................................378
1. Günlük .....................................................................................................................................................378
2. Anı ...........................................................................................................................................................379
3. Gezi Yazısı..............................................................................................................................................379
4. Biyografi ..................................................................................................................................................380
5. Otobiyografi .............................................................................................................................................380
E. Anlam - Yorum ...................................................................................................................................................381
F. Metin ve Yazar ....................................................................................................................................................382
Ölçme-Değerlendirme 11: Öğretici Metinler ..................................................................................................383
Kaynakça .........................................................................................................................................................................397
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
1.
GÜZEL SANATLARDA EDEBİYATIN YERİ
Sanat, bilim ve felsefe, insanoğlunun maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayan, mazisi insanlık tarihi kadar
eski etkinlik alanlarıdır. Tarih boyunca birbirlerini çeşitli açılardan etkileyen ama kendi sınırlarını da belirgin biçimde çizen bu etkinlik alanları, insanoğlunun, evreni ve kendini tanımasına, bunlarla ilgili duygu, düşünce ve hayallerini ifade etmesine ve geliştirmesine olanak sağlamıştır. Şimdi bu etkinlik alanlarından olan bilim ve sanatın belirgin özellikleri üzerinde duralım.
BİLİM
Bilimi, evrenin ya da olayların bir bölümünü konu edinen, bu alanda deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak araştırmalar yapan, elde ettiği sonuçları sistemli bilgilere dönüştüren ve bunlardan genel
yasalar çıkarmaya yönelen çalışmalar bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Bilim, yüzyıllar süren bilimsel
bilgi üretme süreçlerinde kendi niteliğini, geleneklerini ve standartlarını oluşturmuştur. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Bilim olgusaldır. Bilimsel önermeler, doğrudan ya da dolaylı olarak gözlemlenebilir olguları ve gerçekleri dile getirir. Bilimsel bir önermenin doğru olması, o önermenin dile getirdiği olgunun var olmasına bağlıdır. Bunu
kanıtlamanın yolu da gözlem ve deney gibi bilimsel yöntemlerdir. Söz gelimi madde hâl değiştirdiğinde kütlenin sabit kalması bilimsel bir olgudur. Bu durum maddenin hâl değiştirdiği her tepkimede gözlemlenebilir.
2. Bilim mantıksaldır. Bilimsel çalışmalarla ulaşılan sonuçlar her türlü çelişkiden uzak, kendi içinde tutarlı olmak durumundadır. Aynı olguyla ilgili birbiriyle çelişen iki önerme aynı anda
doğru kabul edilemez.
3. Bilim objektiftir. Bilim adamı, bilimsel çalışmaları sırasında kişisel eğilim, istek ve ön yargılarının etkisinde kalmamaya
çalışır; mümkün olduğunca nesnel davranır, olguları olduğu gibi
saptamaya çalışır. Bu süreçte ulaştığı sonuçları, kamunun soruşturmasına açık ve elverişli olacak biçimde ifade eder.
4. Bilim eleştiricidir. Bilim, akla ne denli yatkın görünürse
görünsün, ileri sürülen her iddia karşısında kuşkucu, sorgulayıcı
ve eleştirel bir tutum takınır. Bilimsel kuram ve görüşler, olgular
tarafından desteklendiği sürece “doğru” kabul edilir. Yeni olguları
açıklama gücü gösteremeyen ya da yeni bilimsel çalışmalar karşısında tutarsızlıkları olduğu ortaya çıkan her kuram, önceki statüsüne bakılmaksızın sorgulanır, eleştirilir.
5. Bilim genelleyici ve sınıflandırıcıdır. Bilimsel araştırmalar sonucunda elde edilen veriler, mümkün olduğunca genelleştirilir ve sınıflandırılır. Söz gelimi biyoloji, canlıların benzeşen (beslenme, büyüme, üreme vb.) ve farklılaşan niteliklerini dikkate alarak bütün canlıları belli ölçütlere göre sınıflandırır.
6. Bilim seçicidir. Bilim evrendeki bütün olguları değil, önemli gördüklerini konu edinir.
7. Bilim birikimli bir süreçtir. Yeni bilgiler daha önceki bilgiler üzerine inşa edilir. Bu durum bilimde devamlılığı ve gelişmeyi sağlar.
8. Bilim evrenseldir. Bilim adamı deney ve gözlemlerini, ulaştığı bulguları; eleştirilebilmesi, denetlenebilmesi, aynen veya kısmen tekrarlanabilmesi için açık seçik raporlaştırır.
10
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
SANAT
Bugüne kadar sanatın pek çok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlardaki ortak noktalardan hareketle biz de sanatı
şöyle tanımlayabiliriz: Sanat; duygu, düşünce, coşku, hayal vb.nin çizgi, renk, biçim, ses, söz, ritim gibi unsurlarla güzel, özgün ve etkileyici biçimde ifade edilmesidir.
Günümüz Türkçesinde sanat kelimesinin çağrışım gücünden yararlanılarak insanları etkileme sanatı, güzel
konuşma sanatı, yaşama sanatı gibi kelime grupları oluşturulmuştur. Bu kelime gruplarında sanat kelimesinin yer
alması aslında sanatın özelliklerine ilişkin bazı ipuçları da vermektedir: Bir iş, meslek ya da harekette, güzel ve etkileyici niteliklerin bulunması, onu sanata yaklaştıran unsurlar arasındadır. Bu, şu demektir: İnsan bir işi ne kadar
yüceltebiliyor, ona ne kadar güzel, etkileyici ve özgün bir hava katabiliyorsa, sanat gerçeğine de o kadar yaklaşıyordur. Yani sanatın ayırıcı özeliği; günlük, basit, sıradan şeylerin üstünde olmasıdır.
Bilimde nesnellik, objektiflik, mantıksallık gibi ilkeler; sanatta kişisellik, öznellik, güzellik, yaratıcılık, biriciklik, sanatsal gerçeklik, kurmaca, hayal gibi ögeler ön plandadır.
Sanatçının ve bilim adamının amaçları, kullandıkları yöntemler; olay, olgu, kişi, nesne vb.lerine bakış açıları birbirinden farklıdır: Bilim adamı
deney ve gözlem yaparak açıklamak, sınıflandırmak, nedenleri ortaya çıkarmak; sanatçı ise özgün ve etkileyici eserler üreterek hissettirmek, betimlemek, çağrıştırmak, duygu dünyasına seslenmek vb. amaçlarla hareket eder. Bu farklılık, onların üretim süreçlerine, çalışma yöntemlerine, duyarlıklarına ve yapıtlarına yansır.
Söz gelimi bir gök olayı olan “yıldırım” karşısında bilim adamının tavrı, bu doğa olayının nedenlerini araştırmak, bundan korunmanın yollarını bulmaya çalışmaktır. Bilim adamı bu duyarlıkla
çalışarak paratoneri (yıldırımsavar) bulmuş ve bunun etki alanını formüllerle ifade etmiştir.
Rp3
Rp2
Rp1
h1
h2
h3
Paratoner
Paratonerin etki alanıyla ilgili hesaplamalar
Sanatçılar, bu gök olayı karşısında bilim adamlarından farklı tavırlar takınarak ya teması doğrudan yıldırım
olan sanat eserleri (şiir, resim vb.) üretmiş ya da bundan dolaylı yararlanarak “yıldırım”ı kendi duygu, düşünce ve
hayal dünyalarını yansıtan birer imgeye dönüştürmüştür.
Şimdi içinde “yıldırım” kelimesinin geçtiği birkaç şiir görelim.
11
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
GELMEDİN
gelmedin son hayal de yanıp yanıp kül oldu
bu deruni kavgada kırılan gönül oldu
şimdi menziller elem, yürek duman, sine çâk
devleri mahkûm eden hayatım şimdi helâk
gelmedin yıldırımlar düştü hülyâlarıma
nasıl kıydın be zalim masum rüyâlarıma
sana doğru her adım neden hep ölüm sunar
seni her andığımda renk solar, desen yanar
hangi rüzgâr sabırla böyle koşar ardından
hangi el nakış nakış gergef dokur ardından
susarsam anlatır mı seni göklere tarih
bensiz olur mu sabah güler mi kara talih
gelmedin koptu zincir parçalandı anılar
sardı bütün ruhumu tükenmeyen ağrılar
kalbimin pembe köşkü harab oldu gelmedin
bahçesinde açan gül turab oldu gelmedin
bil ki kıyamet kopsa bu ateş sönmeyecek
heyhat! şair mehtaba bir daha dönmeyecek
AYRILIK SEVDAYA DAHİL
-1.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
-2.
rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
her yerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
...
Attila İlhan
ŞİKÂYET
Nurullah Genç
Yıldırımlar sağdım umut bahçeme
Hasretimi yangınlarla süsledim
Depremleri dost eyledim geceme
Yüreğimde fırtınalar besledim
Bekledim ki sen gelesin yanıma
Gelmiyorsun yetti gayri canıma
...
KALDIRIMLAR
...
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar
...
Necip Fazıl Kısakürek
12
Abdurrahim Karakoç
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
Sanat, insanın varlık şartlarından biridir. İnsanoğlu bu
gerçeğin farkına vardığı andan itibaren duygu, düşünce, hayal, coşku ve heyecanlarını ses, çizgi, renk gibi ögelerle güzel ve etkileyici biçimlerde ifade ederek sanat eserleri üretmiştir.
Her sanat eseri, insanla
ya da insanın içli dışlı olduğu bir şeyle ilgilidir. Söz gelimi bir resim, kişinin kendisinin, yaşadığı çevrenin veya
onunla ilgili soyut bir gerçeğin tuvale ya da kâğıda aktarılmasıdır. Bir tiyatro oyunu, gerçek hayatta da karşılaşılabilecek bazı olayların sahnede canlandırılmasıdır; bir şiir, bir şarkı ya doğadan edinilen izlenimlerin
ya da doğrudan insan ruhunun estetik bir biçimde anlatılmasıdır.
SANAT VE ZANAAT
“Sanat” kelimesi her ne kadar zanaatları ve güzel sanatları kapsayacak bir anlam genişliğine sahipse de günümüzde daha çok “güzel sanatlar”ı karşılayacak biçimde kullanılmaktadır. Yani günümüzde sanat denildiğinde
aklımıza öncelikle edebiyat, müzik, resim gibi güzel sanatlar gelmektedir.
Maddeye dayalı gereksinimlerin karşılanması için yapılan; öğrenim, deneyim, beceri ve ustalık gerektiren işlere zanaat denir. Dokumacılık, kunduracılık, bakırcılık, sepetçilik, bastonculuk, birer zanaattır. İnsanda coşku ve
hayranlık uyandıran edebiyat, müzik, resim, heykel, mimarlık, tiyatro vb. ise güzel sanatlardır.
13
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
Bazı sanatçılarla zanaatkârlar aynı malzemeleri kullanır. Söz gelimi bir heykeltıraş, eserini oluştururken bazen bir taş ustasının, bazen bir
marangozun, bazen bir çömlekçinin, bazen de bir demircinin kullandığı
malzemeyi kullanır. Aynı malzemeyi kullanmalarına, aynı malzemeye şekil vermelerine karşın bu kişilerin amaçları ve yöntemleri farklı olduğu için
ortaya çıkardıkları ürünler de nitelikleri bakımından birbirinden farklı olur.
Bir zanaatkâr olan demirci, marangoz ya da
taş ustası; maddeyi, öncelikle faydalı olsun, insanın somut bir ihtiyacını karşılasın diye; bir sanatçı olan heykeltıraş ise öncelikle güzel, özgün ve
etkileyici olsun diye işler. Bu amaç farklılığı aslında güzel sanatlarla zanaatlar arasındaki ayrımın da
en belirgin göstergesidir. Bir üründe yaratıcılık, güzellik, özgünlük, etkileyicilik ne kadar belirginse o ürünün sanatsal değeri de o kadar belirgindir.
Her madde, sanatsal bir çaba sonucunda bir sanat eserine
dönüştürülebilir. Cam, bu maddelerden biridir.
14
Bir ürünün ustalık gerektiren bir süreç sonucunda oluşturulması ve güzel olarak nitelenmesi o ürünün sanat eseri sayılması için yeterli değildir. Sanat
eseri güzel ve etkileyici olmakla birlikte biricik de olmalıdır. Tüm özellikleriyle başka bir esere benzeyen,
özgün bir tarafı bulunmayan bir ürüne sanat eseri denemez. Bu bağlamda eski resimlerin benzerlerini neredeyse asıllarından ayırt edilemeyecek biçimde taklit ederek çoğaltma (reprodüksiyon) işini yapanlara gerçek anlamda ressam, gerçek anlamda sanatçı
denemez. Çünkü böyle bir beceriyi sergileyenler, ustalıklarını yalnızca yineleme bağlamında ortaya koymakta; yaratıcılık bağlamında ortaya “biriciklik” niteliğini taşıyan, daha önce var olmayan, özgün denebilecek eserler koyamamaktadır.
Hattat Doğan Çilingir
Ebru Sanatçısı Mustafa Düzgünman
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
Hat; beyitlerin, özlü sözlerin, hadis ve ayetlerin Arap
alfabesiyle ve güzel bir yazı stiliyle
kâğıda aktarılması sanatıdır.
Yukarıda hat sanatı kullanılarak “Şefaat Ya Rasulallah”
yazılmıştır.
Ebru; kitre (çalıdan çıkarılan bir tür yapıştırıcı), kola vb.
yapıştırıcılarla yoğunlaştırılmış su üzerine,
neft yağı ile sulandırılmış yağlı boya damlatılarak
kağıtların süslenmesi sanatıdır.
GÜZEL SANATLARIN SINIFLANDIRILMASI
Güzel sanatlar çeşitli açılardan sınıflandırılabilir. Sanat eseri üretmede kullanılan malzemenin dikkate alındığı geleneksel sınıflandırmada güzel sanatlar üç ana başlık altında incelenir: Görsel (plastik) sanatlar, işitsel
(fonetik) sanatlar ve dramatik (ritmik) sanatlar.
GÜZEL SANATLARIN SINIFLANDIRILMASI
(GELENEKSEL YÖNTEM)
GÖRSEL (PLAST‹K) SANATLAR
(Maddeye Biçim Veren Sanatlar)
Resim
Heykel
Mimari
Kabartma
Hat
Tezhip
Minyatür
DRAMAT‹K (R‹TM‹K) SANATLAR
(Harekete Biçim Veren Sanatlar)
‹fi‹TSEL (FONET‹K) SANATLAR
(Sese, Söze Biçim Veren Sanatlar)
Edebiyat
Müzik
Tiyatro
Bale
Dans
Opera
Sinema
Görsel (plastik) sanatlar, maddeye biçim veren sanatlardır. Bu madde taş, mermer, boya, çamur vb. olabilir. Görsel sanatlar, adından da anlaşılacağı üzere göze hitap eden sanatlardır.
İşitsel (fonetik) sanatlar sese biçim veren, malzemesi ses ve söz olan sanatlardır. Edebiyat, fonetik bir
sanattır. Çünkü edebiyatın malzemesi, dildir. Dil ise seslere dayanan bir iletişim sistemidir.
Dramatik (ritmik) sanatlar, harekete biçim veren sanatlardır. Dramatik sanatların çoğunda hareket ögesinin yanında işitsel ve görsel ögeler de bulunur. Söz gelimi dramatik sanatlar içinde sınıflandırılan tiyatro, edebiyattan, dolayısıyla da fonetik sanatlardan ayrı düşünülemez. Çünkü birkaç modern tiyatro türü hariç bütün ti15
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
yatro türlerinde diyaloglara, dolayısıyla da sese, söze, kelimelere, cümlelere yer verilir. Bu nedenle de tiyatro oyuncularının konuşmalarının ve hareketlerinin yer aldığı tiyatro metinleri, birer edebî metin kabul edilir. Benzer durumlar bale, dans, opera, sinema gibi sanat dalları için de söz
konusudur. Söz gelimi sözlerinin tümü ya da büyük bölümü şarkı olarak söylenen, müziğe uyarlanmış sahne yapıtı olan “opera”da müzik, edebiyat ve dans iç içedir. Bu
nedenle bu tür sanatları karma sanatlar başlığı altında
sınıflandırmak da mümkündür.
Güzel sanatları, görsel, işitsel ve dramatik sanatlar biçiminde üçe ayıran geleneksel sınıflandırmanın bazı sanat dallarının sınıflandırılmasını zorlaştırması üzerine günümüzde yeni bir sınıflandırma yöntemi geliştirilmiştir. Bu
modern yönteme göre güzel sanatlar yedi başlık altında incelenmektedir:
1. Yüzey sanatları: İki boyutlu (en ve boy) yüzeyler (kâğıt, tuval, duvar, cam, deri, kumaş vb.) üzerine uygulanan sanatlar.
2. Hacim sanatları: Üç boyutlu sanatsal çalışmalar.
3. Mekân sanatları: İç ya da dış mekânı düzenleyen sanat dalları.
4. Dil sanatları: Edebiyat başlığı altında incelenebilecek sanatlar.
5. Ses sanatları: Müzik başlığı altında incelenebilecek sanatlar.
6. Hareket sanatları: İnsan bedeninin belli bir düzene (koreografi) göre belli hareketleri yapması esasına
dayalı sanatlar.
7. Dramatik sanatlar: Eyleme dönüşmüş ifadelerle belli olay ve olguların canlandırılması esasına dayalı sanatlar.
GÜZEL SANATLARIN SINIFLANDIRILMASI
(MODERN YÖNTEM)
Yüzey
Sanatlar›
Hacim
Sanatlar›
Mekân
Sanatlar›
Dil
Sanatlar›
Ses
Sanatlar›
Resim
Heykel
Mimari
Roman
Halk
müzi¤i
Bale
Tiyatro
Afifl
Seramik
‹ç mimari
Hikâye
Caz
Pandomim
Sinema
Grafik
Kabartma
Bahçe
mimarisi
fiiir
Halk
danslar›
Opera
Peyzaj
mimarisi
vb.
Tiyatro
metni
Klasik
müzik
vb.
Modern
danslar
vb.
Müzikal
oyun
Karikatür
Foto¤raf
Batik
Hat
Minyatür
16
Film
senaryosu
vb.
Hareket
Sanatlar›
Dramatik
Sanatlar
Gölge
oyunu
Kukla
vb.
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
★
İnsanlarda birtakım ince, yüksek ve temiz duygular vardır ki insan onlarla yaşar. İşte o ince, yüksek, derin
ve temiz duyguları en fazla duyabilen ve diğer insanlara duyurabilen, şairdir.
★
Sanat, güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, ezgi ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.
★
Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz fakat sanatçı olamazsınız.
★
Bursa’da temsil veren tiyatro sanatçılarına söyledikleri: Sizleri çok takdir ederim. Devrimimizde sizin de
önemli hizmetleriniz vardır. Sanatınızı meslek edinerek engelleri yenmeye kararlı olmanızı, arkadaşlarınızla samimi olarak geçinmenizi bilhassa öğütlerim. Sizin vatana en büyük hizmetiniz, Anadolu’muzu baştan
başa dolaşıp halkımıza sanatın ne olduğunu anlatmanız olacaktır.
★
Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.
★
Bir millet sanattan ve sanatçıdan yoksunsa tam bir hayata sahip olamaz.
★
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.
EDEBİYAT
Edebiyat (yazın); duygu, düşünce, olay ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü ya da yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatıdır. Bu sanat kullanılarak ortaya konan metinlere edebî (yazınsal) metin denir.
Bir tarih, fizik ya da felsefe metni ile bir şiir, roman ya da hikâye metnini karşılaştırdığımızda edebiyatın ne olduğunu daha iyi anlarız. Öğretici metinlerden olan tarih, fizik, felsefe vb. metinlerde temel amaç bir konuya açıklık getirmek, herhangi bir konuda bilgi vermek ya da bir düşüncenin doğruluğunu kanıtlamaktır. Edebî metinlerde
ise temel amaç, edebiyat sanatının olanaklarından yararlanarak duygu, düşünce, olay ve hayalleri özgün, etkileyici ve güzel bir dille ifade etmektir. Edebiyat, kişinin düşünce dünyasından çok duygu ve hayal dünyasına seslenen bir sanattır.
17
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
2.
EDEBİYATIN BİLİMLERLE İLİŞKİSİ
Her edebiyat eseri doğrudan ya da dolaylı olarak insanı konu alır, insanla ilişkili bir gerçeği ya da hayali yansıtır. Bu bağlamda insana özgü gerçekleri dile getirmek isteyen bir edebiyatçı, bazı konularda gözlem ve
araştırma yapabilir; insanı konu alan bazı bilim dallarından çeşitli biçimlerde yararlanabilir.
Söz gelimi oluşturduğu eserdeki kişilerin ruhsal durumlarını betimlemek isteyen bir romancı, insan davranışlarıyla ilgili gözlemler yapabilir ya da psikoloji biliminden yararlanabilir. Eserlerinde felsefi gerçeklere göndermeler yapmak isteyen bir edebiyatçı felsefe metinlerine başvurabilir. Tarihsel kişilikleri birer roman kahramanına dönüştürmek isteyen bir romancı, tarih biliminden; toplumsal konu ve sorunlara değinen romanlar yazmak isteyen bir
edebiyatçı da sosyoloji biliminden yararlanabilir. Bu noktada şunu akıldan çıkarmamak gerekir: Edebiyatçı, bütün
bunları, insana özgü gerçeklikleri kavramak ve bunları edebiyat sanatının olanakları içinde yeniden yaratmak için
yapar. Yani o, bu bilim dallarıyla ilgili pek çok araştırma yapsa da sonuçta bir edebiyatçıdır, bir sanatçıdır. Onun
eserleri de bilimsel metin değil, kurmacaya dayalı birer edebî metindir.
3.
DİLİN İNSAN VE TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
Dil, insanların seslerden yararlanarak birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayan bir sistemdir. İnsan hayatının
merkezinde yer alan dil, kişinin, kendisini, sosyal çevresini ve evreni tanımasını ve içinde yaşadığı toplumun geçmiş birikimlerini özümsemesini sağlar. İnsanoğlu, göstergelerden oluşan bir sistem olan dili, içinde bulunduğu
toplumun ana dili olarak hazır bulur. Zamanla bu dili öğrenir; duygu, düşünce ve isteklerini bu dille yani ana diliyle çevresindekilere iletir.
İnsanın en ayırt edici özelliklerinden biri, düşünen bir varlık olmasıdır. Düşünme, olaylar ve varlıklar arasında bağ kurmadır. Varlık ve hareketleri, düşünce dünyasına taşıyan, dildir. Düşünce, soyut bir kavramdır, onu yalnızca dil ile belli bir şekle sokmak ve somutlaştırmak mümkündür. Bu nedenle Alman filozofu Heidegger, “Dil, düşüncenin evidir.” demiştir.
İnsan, hayatı boyunca duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşma ihtiyacı hisseder. İnsanın bu ihtiyacını
karşılamasının en doğal ve kolay yöntemi, konuştuğu dilden yararlanmaktır.
İnsanların birbirlerini anlamasını ve toplumsal yaşamın belli bir düzene göre sürdürülmesini sağlayan dil, hayatın her alanında varlığını hissettirir. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde, kısaca her yerde aynı dili kullanarak anlaşan bireyler arasında toplumsal ilişkiler güçlenir. Dilin bu toplumsal işlevi, çoğu yerde bireysel işlevinin
önüne geçer. Dil, insan topluluklarının millet olmasını sağlar; bireylere aidiyet duygusu, toplumlara millet olma bilinci kazandırır.
Dilin günlük kullanımıyla bilim, felsefe ve edebiyat eserlerindeki kullanımları birbirinden farklıdır. Günlük dil, anlamı herkesçe bilinen kelimeler; bilim, terimler; felsefe, kavramlar; sanat ise imgeler üzerine kurulur.
UYARI
18
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
✓
Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç; kendine özgü kanunları olan ve ancak bu kanunlar
çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, bilinmeyen zamanlarda temeli atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş toplumsal bir kurumdur.
Muharrem ERGİN
✓
Dil, bir anda düşünemeyeceğimiz kadar çok yönlü, değişik açılardan bakınca başka başka nitelikleri beliren, kimi sırlarını bugün de çözemediğimiz büyülü bir varlıktır.
Doğan AKSAN
✓
Dil, bir toplumu oluşturan kişilerin düşünce ve duygularının o toplumda ses ve anlam bakımından ortak ögeler
ve kurallardan yararlanarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü ve gelişmiş bir sistemdir.
Zeynep KORKMAZ
Kültürü var eden unsurlardan biri olan dil aynı zamanda kültürü var eden edebiyat, din, gelenek, görenek gibi diğer unsurların da taşıyıcısıdır.
“TDK Türkçe Sözlük”te “tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler
ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin
ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin” sözleriyle tanımlanan “kültür”ü bugüne kadar pek çok düşünür de
kendine göre tanımlamıştır. Bu tanımlardan birkaçına göz atalım:
Kültür (hars), bir milletin dinî, ahlâki, hukuki, muakalevî (entelektüel), bedii (estetik), lisani (dilsel), iktisadi (ekonomik), fennî (bilimsel) hayatlarının ahenkli mecmuasıdır (toplamıdır).
Kültür, bir topluluğu, bir milleti millet yapan, onu
başka milletlerden ayıran hayat tezahürlerinin bütünüdür. Bu hayat tezahürleri her milletin kendine has
olan millî değerleridir.
Ziya GÖKALP
Muharrem ERGİN
Kültür denilince karşımıza bir yığın hadise çıkar.
Bir toplumda, tabiatın dışında, insan elinden ve dilinden çıkma her şey kültür kavramı içerisine girer.
Kültür, bir milletin bütün fertlerinin yer aldığı manevi hayattır.
F. A. WOLF
Mehmet KAPLAN
Kültür, bir topluluktaki gelenek, görenek, davranış tarzları, kurum ve kuruluşlardan oluşan uyumlu bütündür.
R. THURNWALD
Kültür; bilgiyi, inancı, sanatı, ahlâkı, hukuku, örfâdeti ve insanın toplumun bir üyesi olması dolayısıyla kazandığı diğer bütün maharet ve alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütündür.
E. B. TAYLOR
Kültür bir toplumun yaşama tarzıdır.
C. WIESLER
Kültür, atalardan gelen maddi ve manevi değerlerin toplamıdır.
E. SAPIR
Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen; zamanın ve ihtiyaçların doğurduğu, şuurlu tercihlerle manalı ve zengin bir sentez oluşturan; sistemli ve sistemsiz şekilde nesilden nesle aktarılan; bu suretle her insanda mensubiyet duygusu, kimlik şuuru kazanılmasını sağlayan; insana çevreyi ve şartları değiştirme gücü veren; nesillerin yaşadıkları zamana ve geleceğe bakışları sırasında “geçmişe atıf” düşüncesini geliştiren inanışların, kabullenişlerin, yaşama şekillerinin bütününe kültür denir.
Sadık Kemal TURAL
19
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
Tarihsel süreç içinde birçok millet, yaşamı
ve yaşam ötesini diğer milletlerden farklı biçimlerde algılamış ve yorumlamış; buna bağlı olarak
da farklı yaşam biçimleri oluşturmuştur. Bu farklılıklar, o milletlerin dillerine ve dilleri ile oluşturdukları edebî, dinsel, felsefi, bilimsel vb. metinlere de
yansımıştır. Bu bağlamda dil, tinsel (manevi-kültürel) alanın oluşmasını sağlayarak bireylerin
hem kültürel kimliklerini oluşturmuş hem de
bunu ifade etmelerine olanak sağlamıştır.
Kültür, sürekliliğini kuşaktan kuşağa aktarılmasına borçludur. Bu aktarmada en önemli araç,
kültür taşıyıcı eserlerdir. Bir şarkı, bir türkü, bir şiir, bir halk hikâyesi bu anlamda büyük önem taşır. Bu eserlerin oluşmasında ve kuşaktan kuşağa aktarılmasında dil çok önemli bir işlev üstlenir.
Bu bağlamda dil için, kültüre ait bütün değerleri bünyesinde barındıran bir hazinedir, demek
yanlış olmaz.
Bir şair duygu, düşünce, coşku ve hayallerini ancak ana diliyle kendi milletinin fertlerine ulaştırabilir. Bir yazar, bir bilim adamı, bir devlet adamı, bir filozof, görüşlerini topluma ancak dil aracılığıyla yayabilir. Milletimizin hoşgörüye dayalı din ve
insan algısı Yunus Emre’nin ilahilerinde, özgürlük
aşkı ve vatan sevgisi Mehmet Âkif’in İstiklal Marşı’nda, İstanbul sevgisi Yahya Kemal’in şiirlerinde
somutlaşmıştır. Bu duyguların gelecek kuşaklara
aktarılarak yaşatılması, böylelikle de millî kültürün
devamlılığı dil ile mümkün olmaktadır.
EK BİLGİ
Yapısalcı dil bilimin kurucusu olan Saussure’e göre dil, seslerden oluşan kuralsız bir yığınlar kümesi
değil; derininde yatan ilişkiler ağıyla birbirine bağlanmış ögelerden oluşan, düzenli ve tutarlı bir bütündür, genel bir yapıdır. Söz
Ferdinand de Saussure
ise kişiseldir; bir dili konuşan her bir kişi tarafından dilin ayrı ayrı somut kullanımlarıdır. Dil ile söz arasındaki ilişki, futbolun kendisiyle futbol maçı arasındaki ilişkiye benzetilebilir.
Bu benzerliğe göre, futbolun kendisi soyut bir sisteme yani “dil”e, her bir futbol maçı ise somut bir uygulanışa yani “söz”e tekabül eder.
Saussure’e göre dilin bireysel ve somut kullanımları olan sözler -ki her bir dilde sınırsız sayıda
söz vardır- soyut ve toplumsal bir sistem olan “dil”e
uymak durumundadır. Dil bilimin amacı da bu kullanımlardan (sözlerden) yola çıkarak, sözlerin dayandığı genel yapıyı, göstergelerden oluşan sistemi
(dili) incelemek, başka bir deyişle dilin mantığını ve
matematiksel düzenini ortaya çıkarmaktır.
Söz ola kese savaşı
Bir kez gönül yıktın ise
Söz ola kestire başı
Bu kıldığın namaz değil
Söz ola ağulu aşı
Yetmiş iki millet dahi
Yağ ile bal ede bir söz
Elin yüzün yumaz değil
Yunus Emre
Bazı eserler, Türk kültürünün oluşması ve günümüze kadar ulaşması noktasında çok önemli işlevler üstlenmişlerdir. Türk dilinin ilk yazılı metinleri olan Köktürk Yazıtları, bunlar arasında sayılabilir.
20
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
Köktürklerin varlığı, sorunları, yöneticileri, yönetim anlayışları, dilleri, inançları vb. hakkında bilgi sahibi olmamızı
sağlayan bu metinler, VIII. yüzyılda oluşturulmuştur.
Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Divânü Lûgâti’t-Türk de
dilimiz ve kültürümüz açısından son derece önemli bir eserdir. Türk dilinin ilk sözlüğü olan Divânü Lûgâti’t-Türk, bir
sözlük olmanın yanı sıra yaklaşık 1000 yıl öncesinin Türk
dünyasıyla ilgili çok önemli bilgiler de içermektedir. Bu eser
oluşturulmasa, o zamanki Türklerin yaşama şekilleri, dünya görüşleri, gelenek ve görenekleri, kullandıkları kelimeler,
söyledikleri şiirler belki de hiçbir zaman bilinmeyecek, bu da
kültürün aktarılmasındaki önemli bir köprünün yıkılması anlamına gelecekti.
Dil, sadece yazılı metinler aracılığıyla değil, sözlü
ürünler aracılığıyla da kültürün oluşmasını ve gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlar. Nitekim milletimizin geleneklerinin, değer yargılarının, binlerce yıllık hayat tecrübelerinin
en özlü ifadeleri, kuşaktan kuşağa çoğunlukla mani, türkü,
atasözü, deyim gibi sözlü ürünlerle aktarılmıştır.
Dilin kültür taşıyıcılık işlevi sadece bizim milletimize özgü değildir. Bugün millet dediğimiz ne kadar topluluk
varsa o kadar da millî kültür vardır. Onların da kültürlerinin
oluşmasında ve yeni nesillere aktarılmasında en önemli işlevi, kendi ana dilleri görmüştür.
4.
Kül Tigin Yazıtı
METİN
Bir yazıyı biçim, anlatım ve noktalama özellikleriyle oluşturan kelimelerin bütününe metin denir. Metin, birbirini izleyen, sıralı ve anlamlı bütünler oluşturan cümleler ya da mısralar dizisidir. Bir cümleler/mısralar dizisine “metin” denilebilmesi için bunların rastlantısal olarak değil, belli bir düzen içinde art arda getirilmesi gerekir.
Her metin, dilsel bir bütünlüktür. Bir metni oluşturan kelime, cümle ve paragrafların her birinin başlı başına anlam taşıması gibi metnin kendisi de başlı başına bir anlam taşır. Bir metnin anlamı, kendisini oluşturan kelime, cümle ve paragrafların anlamlarının toplamından farklı, daha bütünsel bir anlamdır. Metin (bütün), cümlelerden/mısralardan (parçalardan) oluşan ama cümlelerin/mısraların (parçaların) toplamından farklı bir değer taşıyan
bir dilsel düzenlemedir.
Her metin, bir iletişim aracıdır. Her metnin doğrudan ya da dolaylı olarak taşıdığı bir ileti vardır. Bu ileti, bir
tema ya da ana düşünce etrafında birleşmiş; birbirine anlam ve şekilce bağlı anlamlı dil birliklerinden (kelimeler, kelime grupları, cümleler vb.) yararlanılarak ifade edilir.
21
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
‹FADE fiEK‹LLER‹NE GÖRE MET‹NLER
MENSUR MET‹NLER
MANZUM MET‹NLER
Metinler gerçeklikle ilişkileri, işlevleri ve yazılış amaçları bakımından temelde ikiye ayrılır: Öğretici metinler
ve edebî (sanatsal) metinler.
Haber ve bilgi vermek, ikna etmek, kanıları değiştirmek, uyarmak, düşündürmek, yönlendirmek, tanıtmak vb.
amaçlarla kaleme alınan metinlere öğretici metinler denir. Adından da anlaşılacağı üzere bu tür metinlerde temel
amaç, okuyucuya bir şeyleri öğretmektir. Öğretici metinlerde çoğunlukla nesnel yargılara yer verilir, yalın ve anlaşılır bir dil kullanılır. Kelimeler, yan ve mecaz anlamlarından çok, gerçek anlamlarıyla kullanılır; sanatlı ifadelere
başvurulmaktan kaçınılır. Bu tür metinlerde dil, çoğunlukla göndergesel işlevde kullanılır.
Ö⁄RET‹C‹ MET‹NLER
Felsefi metinler
Bilimsel metinler
Tarihsel metinler
Gazete çevresinde
geliflen metin türleri
Makale
Mülâkat
5.
Kiflisel hayat› konu
alan metin türleri
Deneme
Elefltiri
Röportaj
Sohbet
F›kra
Haber yaz›s›
Mektup
Gezi yaz›s›
Hat›ra
Biyografi
Günlük
Otobiyografi
EDEBÎ METİN
Edebiyat (yazın) sanatından yararlanılarak oluşturulan metinlere edebî (yazınsal) metin denir. Edebî metinlerde kelime, cümle ve mısraların önemli bir bölümü, günlük dildeki anlamlarından sıyrılarak yan anlam değeri kazanır. Bu tür metinlerde; sezdirme, hissettirme, çağrıştırma ön planda tutulur; dilin şiirsel işlevinden yararlanılır, imgeler oluşturulur, kurmaca dünyalar yaratılır.
22
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
3765 km2 alanı ile Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü, oluşum açısından tektonik ve volkanik bir set gölüdür. Deniz seviyesinden yüksekliği 1700 metredir, derinliği 100 metreyi aşmaktadır. Van Gölü üzerinde TatvanVan arasında feribot seferleri yapılmaktadır. Göçmen kuşların önemli yaşam alanlarından olan sodalı Van Gölü’nde inci kefali olarak bilinen bir balık türü de yaşamaktadır.
Turna katarları geçiyordu gölün üstünden, gölgeleri maviye dönüşerek. Van Gölü, günün her anında bir renk
cümbüşünde yunup arınıyordu. Bir bakmışsın, göl bir anda som turuncuya kesmiş. Bir bakmışsın, gölün ucundan bir mor şimşeği girmiş, bütün gölü som mora boyayarak öteki ucundan çıkmış, ak köpüklü dalgalarla bütün gölü süsleyerek.
Yukarıdaki iki metin parçasının da teması Van Gölü’dür. İki parça da anlam ve biçimce birbirine sıkı sıkıya bağlı cümlelerden oluşmuştur. Fakat bunların oluşturulma amaçları ve iletileri birbirinden farklıdır. Bilgi verme
amacının ön planda olduğu ilk parçada kelimeler gerçek anlamlarında kullanılmış, kanıtlanabilir (nesnel) yargılara yer verilmiştir. İkinci parça ise gerçek dünyadan esinlenerek oluşturulmuş sanatsal bir dünyadan izler taşımaktadır. Bu parçada bazı kelimeler ilk anlamlarının dışında (yan ve mecaz anlamlarda) kullanılmış, kelimelerin çağrışım güçlerinden yararlanılarak düşsel bir ortam oluşturulmuştur. Bu parça, kişisel bakış açısını yansıtan öznel
ifadelerle oluşturulmuştur. İkinci parçayla ilgili olarak belirttiğimiz bu özellikler aynı zamanda edebî metinlerin genel özellikleridir.
Edebî metinler, farklı anlam, çağrışım ve yorumlara açık olan metinlerdir. Söz gelimi bir şiiri okuyan herkes ondan farklı bir anlam çıkarabilir, o şiir herkese farklı duygu, düşünce, durum ve olayları çağrıştırabilir. Hatta
aynı şiiri farklı zamanlarda okuyan biri ondan ayrı ayrı tatlar alabilir. Bunu sağlayan en önemli unsur, bağlamdır.
Bağlam, iletişimde görev alan unsurların birlikte meydana getirdikleri ortamdır. Bir okuyucunun bir şiiri okuması,
belli bir bağlamda gerçekleştirilen bir iletişim etkinliğidir. Bu etkinlikte görev alan unsurlarla ilgili her değişiklik, bağlamın da değişmesi anlamına gelecek, bu da okuyucunun metinden farklı anlamlar çıkarmasını sağlayacaktır. Örneğin Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuz Beş Yaş” şiirini farklı zamanlarda söz gelimi yirmi, otuz beş ve yetmiş yaşlarında okuyan birinin o şiirden alacağı tatlar, o şiiri okuduğunda hissedecekleri farklı olacaktır. Çünkü okuyucu, metinle farklı bağlamlarda karşılaşacaktır.
23
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
OTUZ BEŞ YAŞ
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze, ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı Tarancı
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
İnsanoğlu çağlar boyunca kendisini ve doğayı ya anlatarak ya göstererek ya da coşku ile dile getirerek
ifade etmiş; bunu yaparken de edebî metinleri kullanmıştır. Edebî metinlerde bu anlatım tarzlarının kullanılmasına
bağlı olarak çeşitli edebî türler ortaya çıkmıştır.
Anlatma ile destandan modern romana kadar oluşan metinler, gösterme ile ilk tiyatro denemelerinden günümüze kadar gerçekleşen tiyatro metinleri, coşku ile dile getirme ile de her türlü şiir ortaya konmuştur.
SANAT MET‹NLER‹ (EDEBÎ MET‹NLER)
Coflku ve heyecan›
dile getiren metinler
24
Olay çevresinde
geliflen edebî metinler
Her tür fliir
Anlatmaya ba¤l›
edebî metinler
Göstermeye ba¤l›
edebî metinler
Serbest fliir
Koflma
Kaside
Sone
Sagu
Gazel
Semai
Murabba
Manzum hikâye
Destan
Masal
Fabl
Öykü
Roman
Mesnevi
Halk hikâyesi
Köy seyirlik oyunlar›
Orta oyunu
Meddah
Dram
Trajedi
Komedi
Karagöz
Modern tiyatro
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
Edebî metinler, insana ve dış dünyaya özgü her türlü gerçekliğin duygu ve düşünce ögeleriyle birleştirilip kurmaca bir dünyada yeniden yaratılmasıyla oluşturulur. Kurmaca dünya, gerçek olandan hareketle ve gerçek olanla ilişkilendirilerek kurulan hayalî dünya demektir. Edebî metin, kurmaca olması yönüyle hayal gücünden az ya da
çok ama mutlaka yararlanmak durumundadır.
Edebî metin, yazıldığı dönemin bilimsel, felsefi, teknik ve sosyal alandaki verilerinden yararlanabilir; somut
gerçeklerini, siyasî tartışmalarını, sosyal sorunlarını konu edinebilir. Bu bağlamda edebî metinler, insana ve dış
dünyaya özgü her türlü gerçekliği dile getirmeleri bakımından somut dünyanın gerçekleriyle iç içedir. Ama bu iç içelikten, edebî metinde yaratılan dünyanın gerçek dünyayla her anlamda örtüşmesi gerektiği anlamı çıkmaz. Edebî
metin, içinde bulunulan zaman ve mekânla ilişkili olmakla birlikte bu dünyanın sınırlarını aşan, imgelerle zenginleşen, insanın daha çok düş gücüne seslenen, okuyucuda estetik hazlar uyandıran bir yapıya ve anlatıma sahiptir.
Edebî metinlerin teması olan bazı olay ve durumlar, öğretici metinlerde de ele alınabilir. Söz gelimi bir romanda anlatılan kişiler, mekânlar, olaylar, bir tarih kitabında da anlatılabilir. Ama tarihçi bunları anlatırken bilimsel bakış açısının dışına çıkmamaya özen gösterir, yaşanmışlığı kesin olan olayları ve gerçek kişileri anlatır. Edebiyatçı
ise bu gerçeklerden yararlanır ama bunları olduğu gibi anlatmaz. Bir romanda anlatılan olay, kişi, mekân ve nesnelerin gerçekliği, o romanın ilk sayfasıyla son sayfası arasında yer alan kurmaca dünyanın sanatsal gerçekliği bağlamında bir anlam ve değer ifade eder.
RUBAİLER
Amin Maaoluf
Yel eser, umutlar savrulur gider
Sensiz bensiz kalır bağlar bahçeler
Altın gümüş nen varsa harcamaya bak
Ölür gidersin, düşmanın gelir yer
✻✻✻
Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz
İki başımız var, bir tek bedenimiz
Ne kadar dönersem döneyim çevrende
Er geç baş başa verecek değil miyiz
✻✻✻
Ne bilginler geldi, neler buldular
Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar
Hangisi yarıp geçti bu karanlığı
Birer masal söyleyip uyuyakaldılar
Ömer Hayyam
Ömer Hayyam
Amin Maaoluf, “Semerkant” isimli romanında Ömer Hayyam’ın yaşamından 11. yüzyıl İslam coğrafyasındaki siyasi ve dinî çekişmelere, Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’nde gerçekleşen olaylardan 20. yüzyıl başlarında İran’da yaşanan siyasi gelişmelere kadar pek çok tarihsel gerçekliği, edebiyat sanatının olanaklarından
ve kendi düş gücünden yararlanarak yeniden yaratmıştır.
Öğretici metinlerde dile getirilenler, gerçek dünyadaki karşılıklarına bakılarak doğruluk-yanlışlık ölçütüne göre değerlendirilebilir. Edebî metinlerde böyle bir değerlendirme ölçütü yoktur. Yani edebî metinlerde dile getirilenler, doğruluk-yanlışlık ölçütüne göre değerlendirilemez. Bu metinlerde dile getirilenler ancak sanatsal niteliklerinin düzeyine, ölçüsüne ve özgünlüğüne bakılarak değerlendirilebilir.
25
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
Millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” isimli şiiri, oluşturulduğu dönemin gerçeklerini konu edinen edebî bir metindir.
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “Bu bir Avrupalı!”
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi mahşer mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefîl,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı, yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
26
Rumeli Mecidiye Tabyası’nda ayakta kalabilen tek top
vardı. Onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Seyit
Onbaşı büyük bir güçle 215 okkalık mermiyi üç kez
kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve onun bu kahramanlığı sayesinde Ocean gemisi büyük bir yara almıştı.
kesîf: Yoğun, kalabalık, sert.
tehaşşüd: Birikme, yığılma, toplanma.
mahbes: Hapishane, hapsedilen yer.
akvâm-ı beşer: İnsan kavimleri.
tâun: Veba.
züll (zillet): Alçalma, hakirlik.
sefîl: Sefalet çeken, muhtaçlık içinde olan.
âfet: Çok güzel.
mel’un: Lânetlenmiş, lânete lâyık, kovulmuş.
müvekkel: Vekil olan.
esbâb: Sebepler.
sâika: Yıldırım.
âfâk: Ufuklar.
a’mâk: Derinlikler.
lâğam: Yeraltına döşenen bir tür fitilli bomba, mayın.
nefer: Asker.
enkâz-ı beşer: Enkaz hâline gelmiş insan bedenleri.
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metîn istihkâm.
tabya: Bir bölgeyi savunmak için yapılan ve silahlarla güçlendirilen askerî yapı.
hasm: Düşman.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-u beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-u bedî’im, onu çiğnetme!” dedi.
Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“Bu, taşındır.” diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, â’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Âkif Ersoy
kal’â: Kale.
râm: İtaat eden, boyun eğen.
te’sis-i İlâhî: Cenâb-ı Hakk’ın yapması, yaratması.
metin: Sağlam, dayanıklı.
istihkâm: Düşman saldırısını durdurmak, düşmana
karşı savunma yapmak amacıyla düzenlenmiş yer.
mevki-i müstahkem: İçinde çeşitli askeri tesislerin
bulunduğu korunaklı bölge.
tevkîf: Tutuklamak, alıkoymak.
serhad: Sınır, hudut.
sun’-u beşer: İnsan işi, insanın yaptığı.
sun’-u bedî: Güzel eser.
şühedâ: Şehitler.
ecdâd: Geçmişteki büyükler, atalar.
Tevhîd: Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine inanmak.
makber: Mezar, kabir.
herc ü merc: Altüst, darmadağınık, karmakarışık.
edvâr: Devirler, zamanlar.
istiâb: İçine almak.
ridâ: Örtü, hırka, elbise.
lâhd: Mezar, kabir.
ecrâm: Cisimler.
fecir: Güneş doğmadan önceki alaca karanlık, tan.
lebrîz etmek: Taşacak derecede doldurmak.
mağrib: Batı.
ehl-i salîb: Haçlı Seferlerine katılanlar.
savlet: Şiddetli hücum, saldırma.
iclâl: Kuvvet ve kudret.
â’sâr: Asırlar.
cihât: Cihetler, taraflar, yönler.
âğûş: Kucak.
27
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
1
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
BİLGİ - YORUM
Bilimsel gerçeklikle sanatsal gerçeklik
arasında ne fark vardır?
6.
“Karma sanatlar” sözüyle anlatılmak istenen nedir?
2.
Sanat eserlerinde bulunması gereken
temel nitelikler nelerdir?
7.
İfade şekillerine göre metinler kaça ayrılır?
3.
Sanat, hangi ihtiyaçtan doğmuştur?
8.
Dilin tanımını yaparak sosyal ve ulusal
işlevini açıklayınız.
4.
Güzel sanatlar ile zanaatlar arasında ne
fark vardır?
9.
Edebî metinlerin millî kültür açısından
önemini belirtiniz.
5.
Güzel sanatların sınıflandırılmasında rol
alan etkenler hangileridir, örnek vererek
cevaplayınız.
10. Atatürk’ün güzel sanatlarla ilgili düşünceleri hakkında bilgi veriniz.
28
ESEN YAYINLARI
1.
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
DOĞRU – YANLIŞ
Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve
gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya
çalışan, bunu düzenli bilgi hâline dönüştüren çalışmalara plastik sanatlar denir.
DOĞRU
2.
DOĞRU
5.
30
YANLIŞ
Edebiyat, geleneksel sınıflandırma yöntemine göre fonetik bir sanattır.
DOĞRU
7.
8.
YANLIŞ
YANLIŞ
Zanaat, duygu, düşünce, coşku ve hayallerin çizgi, renk, biçim, ses, söz, ritim gibi unsurlarla güzel ve etkili bir biçimde ve
kişisel bir üslupla ifade edilmesidir.
DOĞRU
9.
YANLIŞ
Bilim, evrendeki bütün olguları değil,
önemli gördüklerini konu edinir.
DOĞRU
YANLIŞ
Sanatçı, eserini oluştururken kişisel eğilim ve isteklerini dikkate almaz, nesnel
davranır, objektif bir tutum takınır.
Bilimsel çalışmalarla ulaşılan sonuçlar
her türlü çelişkiden uzak, kendi içinde tutarlı olmak durumundadır.
DOĞRU
YANLIŞ
Bilimsel önermelerin tümü, doğrudan ya
da dolaylı olarak gözlemlenebilir olguları
dile getirir.
DOĞRU
4.
YANLIŞ
Ritmik sanatların çoğunda hareket ögesinin yanında fonetik ve görsel ögelerden
de yararlanılır.
DOĞRU
3.
6.
ESEN YAYINLARI
1.
YANLIŞ
Bir iş, meslek ya da harekette güzel ve
etkileyici niteliklerin bulunması, onu sanata yaklaştırır.
DOĞRU
YANLIŞ
10. Edebiyat, modern sınıflandırma yöntemine göre bir ses sanatıdır.
DOĞRU
YANLIŞ
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
BOŞLUK DOLDURMA
Evrenin ya da olayların bir bölümünü
konu olarak seçen, bu alanda deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak
araştırmalar yapan, elde ettiği sonuçları
sistemli bilgilere dönüştüren ve buradan
genel yasalar çıkarmaya yönelen çalışmalar bütününe ....................... denir.
6.
................................. sanatlar, göze hitap
eder.
2.
.........................., duygu, düşünce, coşku ve hayallerin çizgi, renk, biçim, ses,
söz, ritim gibi unsurlarla güzel ve etkili bir
biçimde ve kişisel bir üslupla ifade edilmesidir.
7.
............................ sanatlar sese biçim
veren, malzemesi ses ve söz olan sanatlardır.
3.
............................. çalışmalarda kişisellik,
öznellik, güzellik, yaratıcılık, biriciklik, kurmaca gibi ögeler ön plandadır.
8.
Edebiyat, geleneksel sınıflandırma yöntemine göre .............................. bir sanattır.
4.
İnsanların maddeye dayanan gereksinimlerini karşılamak için yapılan, öğrenim,
deneyim, beceri ve ustalık gerektiren işlere ............................... denir.
9.
Resim, geleneksel sınıflandırma yöntemine göre .............................. bir sanattır.
5.
Plastik sanatlar, .............................. biçim
veren sanatlardır.
10. Tiyatro, geleneksel sınıflandırmada ........
............................ sanatlar başlığı altında
ele alınır.
36
ESEN YAYINLARI
1.
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
EŞLEŞTİRME – 1
1
Resim
A
Fonetik sanatlar
2
Edebiyat
B
Dramatik sanatlar
3
Tiyatro
C
Plastik sanatlar
39
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
TEST – 1
1.
Bilim adamı yaptığı deney ve gözlemleri, elde ettiği bulguları, diğer meslektaşları tarafından doğruluğunun kontrol edilebilmesi ya da aynen veya
kısmen tekrarlanabilmesi düşüncesiyle açık seçik raporlaştırır. Böylelikle, bilimsel çalışmalarını
olabildiğince geniş bir kesimin kontrolüne ve hizmetine sunar.
4.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Aynı malzemeleri kullanabilmeleri
Bu özellik bilimin aşağıda verilen niteliklerinden hangisiyle daha çok ilişkilidir?
A) Eleştiriciliğiyle
B) Evrenselliğiyle
C) Seçiciliğiyle
D) Genelleyiciliğiyle
Bir zanaatkârla güzel sanatlar alanında eser veren bir sanatçı arasında farklar olduğu gibi benzerlikler de vardır. ---- söz konusu benzerliklerden biridir.
B) Uzun sayılamayacak zaman dilimlerinde
eser vermeleri
C) Ortak amaçlarla yapıt üretmeleri
D) Ürünleriyle topluma faydalı olma ilkesini benimsemeleri
E) Olgusallığıyla
E) Günlük hayatı kolaylaştıracak çözümler üretmeleri
---- sanatlar sese biçim veren, malzemesi ses ve
söz olan sanatlardır. Edebiyat, bu tür bir sanattır.
Çünkü edebiyatın malzemesi, dildir. Dil ise seslere dayanan bir iletişim sistemidir.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Plastik
B) Ritmik
D) Dramatik
5.
ESEN YAYINLARI
2.
Geleneksel sınıflandırma yöntemine göre, ---sanatlara, genel olarak plastik sanatlar denir.
Bu cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) birden çok duyu organına hitap eden
B) “fayda”yı amaç olarak öne çıkaran
C) Fonetik
C) öğrenim, deneyim, beceri ve ustalık gerektiren
E) Geleneksel
D) maddeye biçim veren
E) malzemesi ses olan
3.
---- nesnellik, objektiflik, mantıksallık; ---- ise kişisellik, öznellik, güzellik ve yaratıcılık ön plandadır.
6.
Tarih, psikoloji, sosyoloji gibi bilim dallarıyla güzel sanatların bir dalı olan edebiyatın ortak özelliği aşağıdakilerin hangisinde verilmiştir?
Bu cümlede boş bırakılan yerlere aşağıdakilerin hangisinde verilenler sırasıyla getirilmelidir?
A) Toplumsal sorunların ortadan kaldırılmasında temel etken olmaları
A) Bilimde - sanatta
B) Yaşamı daha güzel hâle getirmeye çalışmaları
B) Zanaatta - güzel sanatlarda
C) Sanatta - bilimde
C) Dilin gelişmesi ve zenginleşmesini sağlamaları
D) Güzel sanatlarda - zanaatta
D) İnsanın ruhsal yönünü ön plana çıkarmaları
E) Felsefede - bilimde
E) Türlü yönleriyle insanı konu almaları
40
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
7.
----, hem kültürü var eden unsurlardan biridir
hem de kültürü var eden diğer unsurların (din,
gelenek, görenek gibi) taşıyıcısıdır.
10. Bir cümleler/mısralar dizisine “----” denilebilmesi için bunların, rastlantısal olarak değil; sıralı ve
anlamlı bütünler oluşturmalarını sağlayan bir düzen içinde art arda getirilmesi gerekir.
Bu cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Tarih
B) Edebiyat
D) Bilim
Bu cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
C) Felsefe
A) şiir
E) Dil
B) bilimsel eser
D) dil
8.
lü gerçekliğin duygu ve düşünce ögeleriyle birleştirilip kurmaca bir dünyada yeniden yaratılma-
B) Gazete çevresinde gelişen
C) Edebî
D) Kişisel hayatı konu alan
E) Felsefi
ESEN YAYINLARI
sıyla oluşturulur.
A) Öğretici
E) edebiyat
11. Türk dili, edebiyatı ve kültürünün en önemli eserlerinden biridir. Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılan bu eser, Türk dilinin ilk sözlüğüdür. Eser,
yaklaşık 1000 yıl öncesinin Türk dünyasıyla ilgili
çok önemli bilgiler de içermektedir.
---- metinler, insana ve dış dünyaya özgü her tür-
Bu cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
C) metin
Bu parçada sözü edilen kültür taşıyıcı eser
aşağıdakilerden hangisidir?
A) Divânü Lûgâti’t-Türk
B) Kutadgu Bilig
C) Köktürk Yazıtları
D) Divan-ı Hikmet
E) Atabetü’l-Hakayık
9.
Aşağıdakilerden hangisi dilin toplumsal işlevinin bir göstergesidir?
A) Yeni nesne ve kavramlara karşılık bulabilecek bir yapısının olması
B) Ünlü ve ünsüzlerden oluşması
12. İnsanoğlu çağlar boyunca kendisini ve doğayı ya
anlatarak ya göstererek ya da coşku ile dile getirerek ifade etmiş; bu ifade edişte de edebî metinleri kullanmıştır.
C) Kişinin duygu dünyasını ifade etmesine yardımcı olması
Aşağıdakilerden hangisi insanoğlunun kendisini ve doğayı “anlatarak” ifade etmesine
bağlı olarak ortaya çıkmış bir edebî türdür?
D) Millî bilincin ve benliğin oluşmasını sağlaması
A) Tiyatro
E) Müzikle sıkı bir bağının bulunması
D) Şiir
B) Roman
C) Deneme
E) Makale
41
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
BULMACA
Birden çok kelimeden oluşan cevaplarda kelimeler arasında boşluk bırakmayınız. Kelimelerin doğru
yazılışlarında kullanılan noktalama işaretini (^ ’ -) bulmacayı doldururken kullanmayınız.
2
3
1
4
5
6
7
8
9
11
12
10
13
15
14
22
17
16
18
19
20
21
U
1.
Türk dilinin ilk sözlüğü
2.
Türk dilinin ilk yazılı metinleri
3.
Haber ve bilgi vermek, ikna etmek, kanıları değiştirmek, uyarmak, düşündürmek, yönlendirmek, tanıtmak vb. amaçlarla kaleme alınan metinler
4.
Türk dilinin ilk sözlüğünün yazarı
5.
Bir hacim sanatı
6.
Fonetik sanatların bir dalı
7.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerden biri
8.
Plastik sanatların hitap ettiği duyu organı
9.
Bir yüzey sanatı
10.
Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan
bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın
doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü; hars, ekin
11.
Geleneksel süsleme sanatlarımızdan biri
12.
İnsanların seslerden yararlanarak birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayan sistem
13.
Toplumun oluşum, işleyiş ve gelişim yasalarını inceleyen bilim dalı
14.
Birbirini izleyen, sıralı ve anlamlı bütünler oluşturan
cümleler ya da mısralar dizisi
15.
Malzemesi dil olan güzel sanat dalı
16.
Dramatik (ritmik) sanatların bir dalı
17.
Duygu, düşünce, coşku, hayal vb.nin çizgi, renk, biçim, ses, söz, ritim gibi unsurlarla güzel, özgün ve
etkileyici biçimde ifade edilmesi
18.
Plastik sanatların bir dalı
19.
İletişimde görev alan unsurların birlikte meydana
getirdikleri ortam
20.
Maddeye dayalı gereksinimlerin karşılanması için
yapılan; öğrenim, deneyim, beceri ve ustalık gerektiren işler
21.
Gerçek olandan hareketle ve gerçek olanla ilişkilendirilerek kurulan hayalî dünya
22.
Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak
seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan, bunu düzenli bilgi
hâline dönüştüren çalışmalar bütünü
53
‹stanbul’u dinliyorum, gözlerim kapal›
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavafl yavafl sallan›yor
Yapraklar, a¤açlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucular›n hiç durmayan ç›ng›raklar›
‹stanbul’u dinliyorum, gözlerim kapal›.
,
fllar
rmu lar.
u
d
fl
don
rmu
l›pta kondu
a
k
a¤a
p de
eriti iye topr
u
m
u
ld
Ruh stanbu
‹
u
On
Sana dü
n bir tep
eden ba
Görmed
kt›m aziz
im gezm
‹stanbul!
e
di¤im, se
Ömrüm
vmedi¤im
oldukça,
hiçbir ye
g
önül taht›
Sâde bir
r.
ma keyfi
semtini s
n
c
e kurul!
evmek b
ile bir öm
re de¤er.
›r
bahâd
misl ü
î
dâd›r
b
e
i
f
k
ü
ülk
nbul
m
a
t
m
S
i
e
r
c
A
Bu fleh
kpare
ine ye
g
n
e
s
Bir
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
1.
ŞİİR İNCELEME YÖNTEMİ
Coşku ve heyecanı dile getiren metinler olan şiirlerle diğer metin türleri arasında, özellikle dil ve yapı özellikleri bakımından çok önemli farklar vardır. Bir şiirle, başka tür herhangi bir metin -bu metin bir öykü, bir haber yazısı, bir kitap eleştirisi, yani şiir dışında her şey olabilir- karşılaştırıldığında şiiri şiir yapan özellikler daha belirgin
biçimde ortaya çıkar.
Şiirin dili, günlük konuşma dilinden farklıdır. Şairler; coşku, heyecan ve hayallerini ifade edebilmek için çoğunlukla dilin alışılagelmiş kullanımlarının dışına çıkar; kelimelere farklı anlamlar yükler, edebî sanatlardan yararlanarak özgün imgeler oluştururlar.
Şiir, insanın daha çok hayal dünyasına seslenen, hissettirdikleri ve çağrıştırdıklarıyla okuyucunun duygu dünyasını zenginleştiren bir metin türüdür.
Bu metinlerden tat alabilmek, şairin hissettirmek ve çağrıştırmak istediklerini doğru algılayabilmek için bazı şiir inceleme yöntemleri geliştirilmiştir. Biz de şiirleri bu yöntemlerden birine göre inceleyeceğiz. Bu yöntem, şu
aşamalardan oluşmaktadır:
A. Şiir ve zihniyet: Öncelikle şiirin oluşturulduğu dönemin hâkim zihniyeti belirlenir ve bu zihniyetin şiiri nasıl etkilediği ortaya konur.
B. Şiirde yapı: İkinci aşamada şiirin yapısal özellikleri, oluşturulduğu nazım şekli vb. hususlar üzerinde durulur.
C. Şiirde tema: Şiirin yapısal özellikleri ortaya konduktan sonra teması ve konusu belirlenir.
Ç. Şiir dili: Bu aşamada dilin söz konusu şiirde günlük dilden ve öğretici metinlerde kullanılan dilden hangi bakımlardan ayrıldığı ele alınır; metinde, şiir dilinin belirgin nitelikleri olan bağdaştırma, sapma, mazmun, imge vb. unsurlar belirlenir.
D. Şiirde ahenk: Bu aşamada şiirin ses bakımından uyumlu olmasını sağlayan tonlama, vurgu, ritim, ölçü,
kafiye gibi ahenk unsurları belirlenir, bunların ses ve ritim bakımından şiiri nasıl etkilediği ortaya konur.
E. Şiirde gerçeklik ve anlam: Bu aşamada şiire özgü gerçekliğin nasıl oluştuğu ve anlamı nasıl etkilediği
üzerinde durulur.
F. Şiir ve gelenek: Bu aşamada şiirin gelenekten ne şekilde yararlandığı, sonraki metinleri ne ölçüde etkilediği belirlenir.
G. Yorum: Buraya kadar yapılan belirleme ve çözümlemeler ışığında şiirin yarattığı etki ve çağrışımlardan
yola çıkılarak şiir yorumlanır.
Ğ. Metin ve şair: Metnin yaratıcısı olan şairin yaşamı ve sanat anlayışı üzerinde durulur, şairin yaşadıklarının; benimsediği fikir, ideoloji, sanat anlayışı vb.nin, oluşturduğu şiiri etkileyip etkilemediği belirlenir.
58
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
A.
ŞİİR VE ZİHNİYET
Her edebî metin, tarihin belli bir döneminde oluşturulur ve oluşturulduğu dönemin hâkim zihniyetini yansıtan
çeşitli izler taşır. Zihniyet, tarihin belli bir döneminin toplumsal, siyasi, idari, askerî, sivil, ekonomik vb. gerçekleri sonucunda söz konusu dönemde oluşan duygu, anlayış ve zevkler bütünüdür. Başka bir deyişle belli bir zaman diliminde toplumun önemli bir kesimi tarafından benimsenen duygu, anlayış ve zevklerin oluşturduğu
ortamdır. Bir bakıma tarihin belli bir döneminde aynı coğrafyada yaşayan, aynı toplumsal, siyasi, idari, askerî, sivil ve ekonomik gerçeklerle kuşatılan insanların zihin dünyaları, beğenileri, duyguları, anlayışları ve zevklerindeki
ortaklıktır. Zihniyet, bir çeşit moda olarak da düşünülebilir. Duygu, anlayış ve zevklerdeki moda... Tarihin belli bir
döneminin gerçekleri sonucunda oluşan ve çok uzun yıllar etkili olan, insanların düşünme biçimlerinde, beğenilerinde, duygu ve hayal dünyalarında ortaya çıkan bir moda...
Zihniyet, aynı varlık, durum, eser, olay vb. ile ilgili olarak toplumun tümünün ya da önemli bir kesiminin aynı
ya da benzer değerlendirmelerde bulunmasını sağlayan duygu, anlayış ve zevkler bütünüdür. İnsanlar, çoğunlukla içinde bulundukları zaman diliminin hâkim zihniyetine göre düşünür, algılar ve değerlendirmelerde bulunurlar.
Söz gelimi tarihin bir döneminde hemen herkes bir insan tipi için iyi, bir varlık için güzel, bir iş için faydalı derken
tarihin başka bir döneminde aynı insan tipi için kötü, aynı varlık için çirkin, aynı iş için de faydasız diyebilmektedir. Bunun en önemli nedeni, söz konusu dönemlerin zihniyetlerinin birbirinden farklı olmasıdır. Bir dönemin toplumsal, siyasi, idari, askerî, sivil, ekonomik vb. gerçekleri sonucunda oluşan duygu, anlayış ve zevkler bütünü, yani zihniyeti değişince, o toplumdaki insanların değer verdiklerinin, beğendiklerinin, doğru bulduklarının değişmesi de doğaldır.
Türk edebiyat tarihi üç ana döneme ayrılarak incelenir.
TÜRK EDEB‹YATININ DÖNEMLER‹
‹slamiyet Öncesi
‹slamiyet Etkisinde Geliflen
Bat› Uygarl›¤› Etkisinde Geliflen
Türk Edebiyat›
Türk Edebiyat›
Türk Edebiyat›
(Destan Dönemi)
(Dinî Dönem)
(Modern Dönem)
Türk edebiyat tarihinin üç ana döneme ayrılarak incelenmesinin en önemli nedeni Türk milletinin toplumsal,
siyasi, idari, askerî, sivil, ekonomik vb. gerçeklerinde değişiklikler yaratan çok önemli olayların yaşanması
ve bu olayların etkilerinin uzun yıllar devam etmesidir. Söz konusu alanlarda önemli değişikliklerin yaşanması sonucunda toplumdaki duygu, anlayış ve zevklerde de çok önemli değişiklikler olmuş, bir bakıma yeni zihniyetler etrafında toplum yeniden şekillenmiş ve var olmuştur.
Yüzlerce yıllık süreçleri kapsayan bu dönemlerin her biri kendi içinde bir bütünlük gösterir. Bu dönemlerin her
biri, şairlerin ve yazarların aynı zihniyet dünyalarının etkisinde kalarak bazı yönlerden birbirine benzeyen eserler
ürettikleri zaman dilimleridir.
Zihniyetin edebî metinler üzerindeki etkisini göstermek için Türk edebiyatının değişik dönemlerinden seçtiğimiz birkaç metni inceleyelim.
59
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Aşağıdaki şiirin, İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Dönemi’nde
oluşturulduğu ve metnin ilk dörtlüğünde adı geçen Alp Er Tunga’nın bir
Saka hükümdarı olduğu tahmin edilmektedir. Türkler, İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Dönemi’nde, daha çok kavmî (etnik) unsurlar etrafında şekillenen, başka uygarlıkların etkilerine kapalı bir zihniyet ortamında bulunmuşlardır.
Bu şiir; tema, dil ve anlatım özellikleri, şiire hâkim olan duygu ve
düşünceler bakımından, oluşturulduğu dönemin zihniyet dünyasını yansıtan çeşitli izler taşımaktadır. Bu şiir, teması bakımından bir
ağıttır. İslamiyet öncesinde bu tür şiirlere sagu denmiştir. Sözlü edebiyat geleneği içinde oluşturulan ve yaratıcısı belli olmayan bu şiir, oluşturulmasından çok zaman sonra, Kaşgarlı Mahmut tarafından yazıya geçirilmiştir.
Eski Türklerde önemli bir kişi öldüğünde ceset, bir çadıra konur,
Kaşgarlı Mahmut
ölen kişinin akrabaları kurbanlar keser, bu kurbanları çadırın önüne koyar, sonra hep birlikte atlara biner, çadırın çevresinde yedi defa dönerlerdi. Ölüyü gömmek için uğurlu bir gün beklenir, ölü gömüldükten sonra da benzer törenler yapılarak kurbanlar kesilir, mezarın etrafında yedi kez dönülürdü. Şairler de yuğ adı verilen bu defin (ölü gömme) törenlerinde
çeşitli şiirler söylerdi. Aşağıdaki şiirin de böyle bir yuğ töreninde söylendiği tahmin edilmektedir.
Yuğ töreni
60
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Alp Er Tunga öldi mü
Issız ajun kaldı mu
Ödlek öçin aldı mu
Emdi yürek yırtılur
Alp Er Tunga öldü mü?
Kötü dünya kaldı mı?
Felek (böylece) öcünü aldı mı?
Şimdi yürek(ler onun ölümünün acısı ile) yırtılır.
Ödlek küni tavratur
Yalnguk küçin kevretür
Erdin ajun sevretür
Kaçsa takı ertilür
Feleğin günleri (pek) çabuk geçer,
(Ve felek) insanın gücünü (gitgide) zayıflatır,
Dünyadaki insanları (birer ikişer) azaltır,
(İnsanlar) kaçsalar bile (bu yarışta) yine geçilirler.
Ögreyüki mundag ok
Munda adın tıldag ok
Atsa ajun ugrak ok
Taglar başı kertilür
(Feleğin) âdeti böyledir işte!
Bundan başkası da bahanedir (zaten).
(Felek bir kez) niyetlenip ok atarsa
Dağların başı (bile) kertilir!
Begler atın argurup
Kadgu anı torgurup
Mengzi yüzi sargarup
Kürküm angar türtülür
Beyler atlarını yordular,
Kaygı ve keder onları zayıflattı,
Bet ve benizleri (öyle) sarardı (ki)
(Yüzlerine) safran sürülmüş (sanırsınız).
Ulşıp eren börleyü
Yırtıp yaka orlayu
Sıkrıp üni yurlayu
Sığtap közi örtülür
Erler hep birlikte kurtlar gibi uluyorlar,
Yakalarını yırtıyor ve çığlık atıyorlar,
Islık çalar gibi tiz sesler çıkarıyor ve feryat ediyorlar,
Ağlamaktan gözleri (yaşlarla) örtülüyor.
Könglüm için örtedi
Bütmiş başıg kartadı
Keçmiş ödüg irtedi
Tün kün keçip irtelür
Gönlüm (acı ve kederden) için için yandı,
(Bu acı) kapanmış yarayı (yeniden) deşti,
(Gönlüm) geçmiş zamanları aradı,
Geceler ve günler geçtikçe (de o zamanlar) aranıyor.
Ödlek arıg kevredi
Yunçıg yavuz tovradı
Erdem yeme sevredi
Ajun begi çertilür
Devir iyice zayıfladı.
(Buna karşılık) sefil ve kötüler güçlenip kuvvetlendi.
Edep ve erdem de (iyice) azaldı.
(Çünkü) dünyanın beyi yok oldu.
Bilge bögü yunçıdı
Ajun anı yançıdı
Erdem eti tınçıdı
Yerke tegip sürtülür
Bilgili ve akıllı (olanlar) kötüleşti,
Dünya onları ezip çiğnedi ve hırpaladı,
(Sanki) edep ve erdemin etleri çürüdü ve bozuldu,
(Bu etler vücuttan sarkıyor ve) yerlere değip sürükleniyor.
61
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Aşağıdaki şiir, İslamiyet Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’nde, 13. yüzyılda Anadolu’da
oluşturulmuştur. Bu dönemde Anadolu’da, siyasi, ekonomik, kültürel, askerî ve sosyal birçok sorun vardı. Bu
sorunlar karşısında halkı bir arada tutan, Anadolu’yu vatan, Anadolu’da yaşayanları da birbirine kardeş yapan
tek gerçeklik, İslamiyet ve tasavvuftu. Tasavvuf merkezli yaşam tarzı, geniş halk kitlelerinin en önemli ortak
noktasıydı. Bu bağlamda tasavvufun, dönemin zihniyetini belirleyen ve besleyen en önemli gerçeklik olduğu
söylenebilir. Bu durum, söz konusu dönemde oluşturulan edebî metinlere de yansımıştır. 13. yüzyılda oluşturulan edebî metinlerde, dönemin zihniyetinin etkisiyle tasavvufi temalar ele alınmış; bu temalar tasavvufun
amacına uygun şekilde herkesin anlayabileceği bir dille ortaya konmuştur. Yani zihniyet, sadece belli bir temayı ön plana çıkarmakla kalmamış, bu temanın nasıl bir duygu atmosferinde, nasıl bir dille işleneceğini de belirlemiştir. Bu, zorlama bir durum olarak değerlendirilmemelidir. Halk, bu gerçekliği yaşadığı ve benimsediği için
edebî metinler de bu gerçeklerle uyumlu olacak şekilde oluşturulmuştur. Tasavvuf, bir bakıma o günün modasıdır, o dönemin yaşam tarzıdır. Edebiyatçının bunu görmemesi, tasavvuf değerlerinin uzağında kalması, olağan bir durum değildir. Edebiyatçının, halkın içinde bulunduğu bu gerçeklere, bu gerçeklerin belirlediği duygu,
anlayış ve zevklere, yani dönemin zihniyetine yabancı kalması durumunda halk da onun yazdıklarını ve söylediklerini güzel ve değerli bulmayacak, beğenmeyecektir.
İslamiyet’e ve tasavvufa gönülden bağlı bir şair olan Yunus Emre, şiirlerini dönemin zihniyetine uygun biçimde oluşturmuştur. Kitle iletişim araçlarının olmadığı, çok az kişinin okuma yazma bildiği bir dönemde sözlü gelenek içinde ortaya konan bu şiirde Yunus Emre, Allah aşkını tadan biri olarak ona kavuşma isteğini dile getirmekte, bu yolda cennet nimetlerinden bile vazgeçtiğini ifade etmektedir. Yunus’un bu şiirini tüm yönleriyle anlayabilmek için, şiirin oluşturulduğu dönemin zihniyet dünyasını belirleyen en önemi unsur olan tasavvuf hakkında bilgi sahibi olmakta fayda vardır.
Tasavvuf, kişinin içsel dönüşüm geçirerek Allah’a ulaşmasını
amaçlayan bir hissediş, düşünüş ve yaşayış sistemidir. Tasavvufu benimseyen kişilere genel olarak mutasavvıf (sûfî) denir. Tasavvuf, kitaptan
okumayla ya da birisinden duymayla değil de ancak yaşamayla anlaşılabilecek manevi bir hâldir. Bu anlamda mutasavvıflar tasavvuf için “Tatmayan
bilmez.” demişlerdir.
Yukarıda hat sanatı kullanılarak
“Hoş gör” yazılmıştır.
(Hattat Doğan Çilingir)
Tasavvuf, kâinatı vahdet-i vücût (tek varlık, varlığın birliği) görüşüyle açıklar. Vahdet-i vücut görüşüne göre, kâinatta bilinen ve bilinmeyen her ne varsa ayrı ayrı varlıklar değildir. Bunlar aslında “tek”tir, “tek”ten
yaratılmış olup yine o “tek”e döneceklerdir. Bir ve tek olan varlık ise Allah’tır. Bütün varlıklar, Allah’ın görüntüsünden ibarettir. Sûfîler bu görüşlerini su, gölge, dalga ve ayna benzetmeleriyle açıklarlar. Bunlardan ayna
benzetmesine göre, her tarafı aynalarla kaplı bir odaya bir varlık girdiğinde nasıl ki o aynalarda binlerce varlık görünürse; tek varlık olan Allah da yokluk âlemi olan yaşadığımız dünyada bütün sıfatlarıyla tecelli etmiş,
başka bir deyişle görünür olmuştur. Bunun sonucunda aynadaki görüntüler gibi bu dünyadaki varlıklar oluşmuştur. Bir gün tecelli sahibi görünmemek dilerse, bu varlıklar da yok olacaktır. Buna göre asıl varlık, bâki;
gölge varlıklar ise, fânidir.
Sûfîler, fâni âlemde yaşarlarken bâki âlemdeki asıl varlığa ulaşmaya çalışırlar. Tasavvufta bu asıl varlığa yani Allah’a ulaşıp onda yok olmaya fenafillah; asıl varlığa ulaşmak için yapılan manevi yolculuğa süluk,
yolcuya da sâlik denmiştir. Tasavvufa göre bu yolculuğa ancak bir rehber (mürşit, şeyh) yardımıyla çıkılabilir. Sâlik, rehberin yardımıyla, beş duyu organının keşfedemediği ilâhî sırları, sezgi gücüyle keşfe başlar. Buna irfan denir. Mutasavvıflara göre, Allah, ilimle değil, irfanla bilinir. İrfanın kaynağı ise kalptir. Bunun için tasavvufta kalbin oldukça önemli bir yeri vardır.
Sûfî şairler, tasavvuf düşüncesini anlatabilmek için günlük dildeki kelimelere farklı anlamlar yükleyerek oldukça zengin bir kavram dünyası oluşturmuşlardır.
62
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
İLAHİ
Işkun aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanaram dün ü güni
Bana seni gerek seni
Yûsuf eğer hayâlini
Düşde göreydi bir gice
Terk ideyidi mülklerin
Bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinürem
Ne yokluğa yerinürem
Işkunıla avunuram
Bana seni gerek seni
Yûnus çağırurlar adum
Gün geçdükçe artar odum
İki cihânda maksûdum
Bana seni gerek seni
Yunus Emre
Işkun âşıklar öldürür
Işk denizine daldırır
Tecellîyle doldurur
Bana seni gerek seni
Işkun zencîrini üzem
Delü olam dağa düşem
Sensin dün ü gün endîşem
Bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler
Külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni
ışk: Aşk.
dün ü gün: Gece ve gündüz.
Sûfîlere sohbet gerek
Ahîlere ahret gerek
Mecnûn’lara Leylâ gerek
Bana seni gerek seni
yerinmek: Kederlenmek, üzülmek, mahzun olmak.
tecellî: Allah’ın sırlarının ve kudretinin doğa,
şahıs ve nesnelerde görünmesi.
üzmek: Koparmak, ayırmak, kesmek.
Ne Tamu’da yer eyledüm
Ne Uçmak’da köşk bağladum
Senin içün çok ağladum
Bana seni gerek seni
ahî: Ahîlik teşkilatında bulunan, fütüvvet ehli, kardeş.
tamu: Cehennem.
uçmak: Cennet.
virgil: Vermek fiilinin ikinci tekil kişi çekimi: Ver.
an: Üçüncü tekil kişi zamiri: O.
Cennet cennet dedikleri
Bir ev ile birkaç hûrî
İsteyene virgil anı
Bana seni gerek seni
od: Ateş.
maksûd: İstenen, amaçlanan.
63
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
İslamiyet Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’nde toplumsal hayatta İslamiyet dışında etkili olan
birtakım olgular ve bunların ortaya çıkardığı birtakım farklı anlayış ve zevkler de vardı. Söz gelimi bu dönemde toplumsal, siyasi, idari, askerî, sivil, ekonomik vb. nedenlerden ötürü toplumun farklı kesimlerinde farklı yaşam tarzları sürdürülmüştür. Bunlardan biri, hayatın merkezinde dinî ve tasavvufi değerlerin olduğu, Yunus
Emre gibilerce sürdürülen yaşam biçimi; diğeri, Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da, sarayda ve saray çevresinde şekillenen yaşam biçimi, ötekisi ise taşrada, Anadolu’da, Anadolu köylerinde şekillenen yaşam biçimidir.
Bu dönemde her yaşam biçimi, kendi zihniyet dünyasına uygun sanat, edebiyat anlayışları ve zevkleri oluşturmuştur. Aslında bu durum, tarihin her döneminde benzer şekillerde gerçekleşmiştir. Çağlar boyunca
her toplumsal kesimin kendi gerçeklerine uygun bir anlayış, zevk, beğeni ve duygu dünyası (zihniyeti) oluşmuş; sanatçılar da doğal olarak içlerinden geldikleri bu dünyanın beklentilerine uygun eserler vermişlerdir. Yaşanan toplumsal, siyasi, ekonomik, bilimsel vb. gelişmelere bağlı olarak toplumun tümünün ya da önemli bir
bölümünün gerçekleri değişince zihniyet de değişmiş, insanların güzel, doğru, anlamlı, olumlu buldukları durum, eser ve olgular zamanla farklı algılanır olmuştur. Söz gelimi İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Dönemi’nde
oluşturulan ve beğenilen şiirler, günümüz dünyasında edebî bakımdan beğenilmemekte, bu nedenle de o şiirlere benzeyen şiirler yazılmamaktadır.
Aşağıdaki şiirler de Yunus Emre’nin şiiri gibi İslamiyet Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’nde,
fakat Yunus Emre’den yaklaşık 400 yıl sonra, Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da oluşturulmuştur. Bu şiirlerle ilgili yorum ve değerlendirmelerde bulunabilmek için bu şiirlerin oluşturulduğu zaman diliminin gerçekleri
ve zihniyet dünyasıyla ilgili birtakım hususları bilmekte fayda vardır.
Türkler, İslamiyet’i kabul ederek yeni bir kültür ve medeniyet ortamına girmiş, bu süreçte diğer Müslüman
milletlerle (Araplar ve İranlılar) benzer yaşam biçimlerini sürdürmüş, benzer zihniyet dünyalarına, siyasi yapılara ve yönetim anlayışlarına sahip olmuşlardır. Bu bağlamda Osmanlı toplumunda, dönemindeki diğer toplumlarda olduğu gibi, saltanat merkezli bir devlet anlayışı varlığını sürdürmüş; bu süreçte saltanat merkezli devletlere özgü bir saray yaşamı oluşmuş, bu da kendi gerçeklerine uygun bir sanat ve edebiyat ortamı meydana
getirmiştir. Bu dönemde padişahlar, saraylarında bilim adamlarını, âlim, şair ve bilgeleri korumuş, onlara yardımlarda bulunmuş, bu kişilerin yanlarında bulunmalarından gurur duymuşlardır.
Osmanlı padişahlarının ve devlet büyüklerinin yanlarında bulunarak yaşadıkları çağın en önemli nimetlerine ulaşabilme fırsatı yakalayan şairler de dünyadaki bütün saraylara ve başkentlere özgü bir kuralcılık, incelik ve hayal zenginliği içinde her bakımdan saraylı bir edebiyat geleneği oluşturmuşlardır. Bu gelenek, divan edebiyatıdır.
Arap ve İran klasik edebiyatlarının etkisiyle Osmanlı sarayı çevresinde gelişen bir şiir geleneği olan divan
edebiyatında Arapça ve Farsça kelimeler çokça kullanılmış, şiirler hecelerin uzunluğuna-kısalığına (kapalılığına-açıklığına) dayalı bir ölçü olan aruzla yazılmıştır. Biçimci ve kuralcı bir şiir geleneği olan divan edebiyatında gazel, kaside, rubai gibi nazım şekilleri kullanılmış; daha çok eğlence meclisleri, aşk ve şarap temaları işlenmiş; edebî sanatlardan da olabildiğince yararlanılmıştır.
Yaşadığı dönemin İstanbul’unu, yaşam tarzını, zevk anlayışını, eğlence ve aşk meclislerini şiirlerine konu edinen Nedîm’in aşağıdaki şiirleri, türlü açılardan şairin yaşadığı zaman diliminin ve coğrafyanın yani Lale Devri İstanbul’unun zihniyet dünyasını yansıtmaktadır. Şair, şiirlerini saray çevresinde ortaya çıkmış ve
gelişmiş bir yaşam tarzına ve bu yaşam tarzının oluşturduğu duygu, anlayış ve zevkler bütününe, başka bir
deyişle dönemin zihniyet dünyasına uygun, bu zihniyetin beklentilerini karşılayacak biçimde oluşturmuştur.
Lale Devri, Osmanlı Devleti’nde, 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp
1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir. Bu dönemin padişahı III. Ahmet, sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’dır. Zevk ve sefâ devri olarak bilinen bu dönemde Avrupa ile savaş yaşanmamış,
barış içinde yaşamak fikri yaygınlık kazanmış, Avrupa’yı daha iyi tanıyabilmek için Paris, Londra gibi şehirlere elçiler gönderilmiştir.
64
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Bu dönemde İstanbul’da Avrupa’daki örneklerine benzer birçok bina
yapılmış, Boğaziçi ve Haliç kıyıları yalılar, köşkler, kasırlarla donatılmış,
birçok yüksek devlet görevlisi ve halkın varlıklı kesimi buralarda eğlence
dolu bir yaşam sürmeye başlamıştır. Her vesileyle düzenlenen kitlesel eğlencelerle bu yaşam biçimi giderek yaygınlaşmış, döneme adını veren çiçeğin (lale) en güzelini yetiştirmek için insanlar birbirleriyle yarışır olmuş, bu
amaçla başta Hollanda olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinden ve İran’dan
lale soğanları getirtilmiştir.
Fransızların ünlü Versay Sarayı’nın bahçe ve köşk planları ile Seine
Nehri’nin iki yakasındaki görkemli malikânelerin mimari çizimlerini örnek
alan Damat İbrahim Paşa, benzer görüntüleri İstanbul’da gerçekleştirmek
için Kâğıthane Deresi’nin iki yakasını yüz elli kişi arasında paylaştırmış, buralara sahip olanlar da o yerlerde Çelebi Mehmet Efendi’nin Paris’ten getirdiği planlara uygun yalılar ve köşkler inşa etmişlerdir. 10 Ağustos 1722’de
tamamlanan “Kasr-ı Hümayun” ve civarına “Sadabad” adı verilmiş, buralarda havuzlar ve fıskiyeler yapılmış, köşk ve
bahçelerde türlü eğlenOsman Hamdi Bey’in
celer düzenlenmiş, ya“Kaplumbağa
Terbiyecisi”
bancı elçilerin kabul töisimli tablosu
renleri ve düğünler buralarda yapılmış, başta Nedîm olmak üzere devrin şairlerinin şiirleri ve ünlü bestekârlarının besteleri buralarda düzenlenen eğlence meclislerinde okunmuştur.
GAZEL
Bir söz dedi cânan ki kerâmet var içinde
Dün geceye dâir bir işaret var içinde
Sevgili, içinde keramet olan bir söz dedi.
O sözde dün geceye dair bir işaret vardı.
Meyhâne mukassî görünür taşradan amma
Bir başka ferah başka letâfet var içinde
Meyhane dışarıdan kasvetli, sıkıntı verici görünür.
Ama içinde bir başka ferahlık, başka güzellik vardır.
Eyvâh o üç çifte kayık aldı karârım
Şarkı okuyup geçti bir âfet var içinde
Eyvah! O üç çifte kürekli kayık, rahatımı kaçırdı, huzurumu
bozdu. İçinde şarkı okuyup geçen bir güzel vardı.
Olmakta derûnunda hevâ âteş-i sûzan
Nâyın diyebilmem ki ne hâlet var içinde
Neyin içinde ne hallerin olup bittiğini anlatamam.
Hava (nefes) neyin içinde yakıcı ateş olmaktadır.
Ey şûh Nedîmâ ile bir seyrin işittik
Tenhâca varıp Göksu’ya işret var içinde
Ey neşeli güzel! Nedîm ile bir gezintini işittik.
Tenhaca Göksu’ya varıp eğlenmişsiniz.
65
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ŞARKI
Sevdiğim cânım yolunda hâke yeksân olduğum
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Ey benim aşkında bülbül gibi nâlân olduğum
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Sevdiğim, canım, yolunda topraklara karıştığım!
Kurban olduğum! Bayramdır, nazlı nazlı salınarak
gezintiye çık.
Ey, aşkıyla bülbül gibi ağlayıp inlediğim!
Kurban olduğum! Bayramdır, nazlı nazlı salınarak
gezintiye çık.
Cümle yârân sana uşşâk olduğun bilmez misin
Cümlenin tâkatları tâk olduğun bilmez misin
Şimdi âlem sana müştâk olduğun bilmez misin
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Bütün dostların sana âşık olduğunu bilmiyor musun?
Hiçbirinin dayanma gücünün kalmadığını bilmiyor
musun?
Şimdi herkesin seni özlediğini, görmek istediğini
bilmiyor musun?
Kurban olduğum! Bayramdır, nazlı nazlı salınarak
gezintiye çık.
Gâhi Feyzâbâd’a doğru azmedip eyle safâ
Âsafâbâd’a gelip gâhî salın ey mehlikâ
Gel hele gör sahn-ı Sa’dâbâd’a hîç olmaz behâ
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Ey ay yüzlü (güzel)! Bazen Feyzâbâd’a doğru gidip
gül, eğlen.
Bazan da Âsafâbâd’a gelip salınarak dolaş.
Sa’dâbâd Meydanı’na gel bir bak hele, (buraya) hiç
değer biçilemez.
Kurban olduğum! Bayramdır, nazlı nazlı salınarak
gezintiye çık.
Kaplatıp gül-penbe şâli ferve-i semmûruna
Ol siyeh zülfü döküp ol sîne-i billûruna
Itr-ı şâhîler sürüp ol gerden-i kâfûruna
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Samur kürkünün üstüne gülpembe bir şal kaplatıp
O siyah zülfünü billûr göğsünün üstüne döküp
O kâfur (gibi beyaz) gerdanına ıtr-ı şâhîler sürüp
Kurban olduğum! Bayramdır, nazlı nazlı salınarak
gezintiye çık.
Sen açıl gül gibi zâr ile hezâr olsun Nedîm
Bend bend olsun ham-ı zülfün şikâr olsun Nedîm
Sen salın cânâ yolunda hâksâr olsun Nedîm
Îyddir çık nâz ile seyrâna kurbân olduğum
Sen gül gibi açıl da Nedîm ağlaya ağlaya bülbülün olsun.
Saçlarının büklümleri yumak yumak olsun da Nedîm onlara avlansın.
Sevgilim, sen salınarak yürü de Nedîm geçtiğin yolda
toprak olsun
Kurban olduğum! Bayramdır, nazlı nazlı salınarak gezintiye çık.
66
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Aşağıdaki şiirler, halk edebiyatı şiir geleneği içinde oluşturulmuştur. 19. yüzyılda Çukurova’da konargöçer Türkmen aşiretleri içinde yaşayan bir şair olan Dadaloğlu, içinde bulunduğu toplumun sıkıntı, sevinç,
beklenti ve özlemlerini halkın anlayabileceği bir dille şiirlerine yansıtmıştır. Dadaloğlu bir İstanbul şairi, bir saray şairi değildir. Dolayısıyla onun şiirlerinde Osmanlı sarayına hâkim olan zihniyet dünyasının değil, 19. yüzyılda yerleşik yaşama geçirilmeye zorlanan Türkmen aşiretlerinin içinde bulunduğu somut gerçeklerin
ve gerçekler sonucunda oluşmuş duygu, anlayış ve zevklerin izleri bulunmaktadır.
Şu yalan dünyaya geldim geleli
Severim kır atı bir de güzeli.
Değip on beşime kendim bileli
Severim kır atı bir de güzeli.
Atın beli kısa boynu uzunu,
Kuru suratlısı elma gözünü,
Kızın iplik iplik süt beyazını,
Severim kır atı bir de güzeli.
Atın höyük sağrı kalkan döşlüsü,
Kalem kulaklısı çekiç başlısı,
Güzelin dal boylu samur saçlısı,
Severim kır atı bir de güzeli.
At koşu tutmasın çıktığı zaman,
Yalı kaval gibi yıktığı zaman,
At dört kız on beşe yettiği zaman,
Severim kır atı bir de güzeli.
Dadaloğlu’m hile yoktur işimde,
Yiğit olan yiğit görür düşünde,
At dördünde güzel on beş yaşında,
Severim kır atı bir de güzeli.
Kalktı göç eyledi Avşar elleri,
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı,
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
Belimizde kılıcımız Kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni.
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın, dağlar bizimdir.
Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur,
Öter tüfek davlumbazlar vurulur.
Nice koçyiğitler yere serilir,
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
67
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Nazım Hikmet’in aşağıdaki şiirlerindeki ses, kelime, kavram, istek, imge ve biçimler, modern zamanlara
özgü bir dünya görüşü ve yaşam tarzı etrafında şekillenen bir zihniyetin izlerini taşımaktadır. Bu tür şiirler, niçin Nedîm, Yunus Emre, Dadaloğlu vb. şairler tarafından yazılmamıştır da 20. yüzyılda Nazım Hikmet tarafından yazılmıştır? Çünkü o şairlerin yaşadıkları dönemlerin, toplumsal, siyasi, idari, askerî, sivil, ekonomik gerçekleri ve bu gerçeklerin yarattığı duygu, anlayış ve zevkler, yani o dönemlerin zihniyetleri ancak o tür şiirlerin oluşturulmasını olanaklı kılıyordu.
MAKİNALAŞMAK İSTİYORUM
Trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
Makinalaşmak
istiyorum!
Beynimden ,etimden, iskeletimdem
geliyor bu!
Her dinamoyu
altıma almak için
çıldırıyorum!
Tükürüklü dilim bakır telleri yalıyor
damarlarımda kovalıyor
oto drezinler lokomotifleri
Trrrrum
trrrrum
trrrrum!
trak tiki tak!
Makinalaşmak
istiyorum!
Mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
Trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
Makinalaşmak
istiyorum!
68
Kendisi de bir mutasavvıf olan Yunus Emre, kendi gerçeklerini ve yaşadığı dönemin, toplumsal, siyasi, idari, askerî,
sivil, ekonomik gerçeklerini yok sayarak Nedîm’in şiirleri gibi aşk, kadın, şarap, eğlence temalı şiirler yazamazdı. Aynı şekilde bilime, eşitliğe, ilerlemeciliğe, sosyal adalete sonsuz bir inançla bağlanmış Nazım Hikmet’ten de kendi çağına ve bu çağın siyasi ve ekonomik görüşlerine yabancı kalması, söz gelimi şiirlerinde saray yaşamının nimetlerini ve
güzelliklerini anlatması ya da Tanrı’yı övmesi beklenemezdi.
Göçebe Türkmen geleneği içinde yetişmiş bir halk şairi olan
Dadaloğlu’ndan, içinde bulunduğu koşulları yok sayarak divan
edebiyatı şiir geleneğine uygun şiirler yazmasını beklemek nasıl gerçekçi değilse Lale Devri’nin ihtişamlı ve masalsı döneminin keyfini süren Nedîm’den de Tanrı aşkını anlatan tasavvuf temalı şiirler yazmasını beklemek gerçekçi değildir. Çünkü
her şair, az ya da çok ama mutlaka yaşadığı dönemin hâkim
zihniyetinden etkilenmek, şiirlerini bu zihniyet dünyasının genelgeçer ilke ve beklentilerine uygun biçimde oluşturmak durumundadır.
SEVGİLİM
Sevgilim,
başlar önde, gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
çiğnenen ekinler
ve bitmez tükenmez ayak sesleri:
gidiliyor.
Ve insanlar katlediliyor:
ağaçlardan ve danalardan
daha rahat
daha kolay
daha çok.
Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliâmda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
DOĞRU – YANLIŞ
1.
Şiirler, özellikle dil ve yapı özellikleri bakımından diğer metin türleriyle, özellikle de
öğretici metinlerle büyük ölçüde benzerlik
gösterir.
DOĞRU
6.
YANLIŞ
2.
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
7.
YANLIŞ
ESEN YAYINLARI
DOĞRU
3.
DOĞRU
8.
YANLIŞ
9.
4.
DOĞRU
YANLIŞ
5.
10.
DOĞRU
70
Nedîm’in sevgilisine seslenirken “servkad” (selvi boylu) ifadesini kullanması,
şairin, Yunus Emre ile aynı zihniyet dünyasının etkisinde kaldığını göstermektedir.
YANLIŞ
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
BOŞLUK DOLDURMA
1.
Zihniyet, tarihin belli bir döneminin toplumsal, siyasi, idari, askerî, sivil ve ekonomik gerçekleri sonucunda söz konusu
dönemde oluşan ......................................
................... bütünüdür.
6.
3.
7.
ESEN YAYINLARI
2.
Tasavvuf, kâinatı ....................................
.................................................................
görüşüyle açıklar. Bu görüşe göre, “varlıklar âlemi” olan evren, ayrı ayrı varlıklardan oluşmaz. Bunlar aslında “tek”tir,
“tek”ten yaratılmış olup yine o “tek”e döneceklerdir.
8.
4.
9.
5.
10.
71
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
TEST
1.
Tarihin belli bir döneminin toplumsal, siyasi, idari, askerî, sivil ve ekonomik gerçekleri sonucunda söz konusu dönemde oluşan duygu, anlayış
ve zevk bütününe zihniyet denir. Her edebî metin, oluşturulduğu dönemin zihniyetinden çeşitli izler taşır. İslamiyet öncesi Türk toplumunda
önemli bir kişi öldüğünde onun için yuğ törenleri
düzenlenip bu törenlerde o kişinin kahramanlıklarını anlatan, onun ölümünden duyulan üzüntüyü dile getiren ---- söylenmesi, bu şiirlerde dönemin ortak duygu ve anlayışlarının dile getirilmesi zihniyetin edebî metinleri ne ölçüde etkilediğini göstermektedir.
3.
Sevgili, içinde keramet olan bir söz dedi.
O sözde dün geceye dair bir işaret vardı.
Meyhâne mukassî görünür taşradan amma
Bir başka ferah başka letâfet var içinde
Meyhane dışarıdan kasvetli, sıkıntı verici
görünür. Ama içinde bir başka ferahlık, başka güzellik vardır.
Yukarıdaki metin parçasıyla ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Oluşturulduğu zaman diliminin hâkim zihniyetini yansıtan ifadeler kullanılmıştır.
A) gazellerin
B) destanların
C) koşukların
D) saguların
B) İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Dönemi’nde
oluşturulmuştur.
C) Mısra sonlarında yarım kafiye kullanılmıştır.
E) savların
Sûfîlere sohbet gerek
Ahîlere ahret gerek
Mecnûn’lara Leylâ gerek
Bana seni gerek seni
Ne Tamu’da yer eyledüm
Ne Uçmak’da köşk bağladum
Senin içün çok ağladum
Bana seni gerek seni
Yukarıdaki metin parçasıyla ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Oluşturulduğu dönemin gerçekleriyle uyumlu
bir temaya sahiptir.
B) Allah sevgisi ve Allah’a kavuşma isteği dile
getirilmiştir.
C) İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Dönemi’nde
oluşturulmuştur.
D) Mısra sonlarında ses benzerlikleri oluşturulmuştur.
E) Oluşturulduğu dönemin duygu, anlayış ve
zevklerini yansıtan kelimeler kullanılmıştır.
72
D) Halk şiirinde kullanılan ölçü sistemiyle oluşturulmuştur.
ESEN YAYINLARI
2.
Bir söz dedi cânan ki kerâmet var içinde
Dün geceye dâir bir işaret var içinde
E) Toplumsal sorunları konu edinen bir içeriğe
sahiptir.
4.
Her şair, yaşadığı dönemin toplumsal, siyasi,
idari, askerî, sivil ve ekonomik gerçekleri çerçevesinde oluşan duygu, anlayış ve zevk bütününden belli ölçülerde etkilenir. 19. yüzyılda
Çukurova’da konargöçer Türkmen aşiretleri içinde yaşayan bir şair olan ---- da bundan etkilenmiş ve şiirlerini içinde bulunduğu toplumun gerçeklerine ve bu gerçekler çerçevesinde oluşan
zihniyet dünyasına uygun biçimde oluşturmuştur. Onun şiirlerinde Osmanlı sarayına hâkim
olan zihniyetten çok, 19. yüzyılda yerleşik yaşama geçirilmeye zorlanan Türkmen aşiretlerinin
içinde bulunduğu somut koşulların yarattığı zihniyetin izleri vardır.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Karacaoğlan
B) Nedîm
C) Dadaloğlu
D) Köroğlu
E) Yunus Emre
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
B.
ŞİİRDE YAPI
Mimari eserler (bütün), çeşitli yapı malzemelerinin (parça) belli bir plana ve estetik bir değere göre birbirine
eklenmesiyle oluşturulur. Bu bağlamda şiirlerle mimari eserler benzerlik gösterir. Nasıl ki mimari eserler tuğla, duvar, kat gibi küçüklü büyüklü yapı birimlerinin birbirine eklenmesiyle oluşturuluyorsa şiirler de benzer yapı birimlerinin belli bir düzene göre birbirine eklenmesiyle oluşturulur. Şiirleri oluşturan bu birimler mısra, beyit, bent gibi
isimler alır. Anlam ve sesin kaynaşmasından oluşan bu birimleri şiirde bir arada tutan en önemli unsur, temadır.
Birimler, bir temaya ve belli bir düzene göre birleşerek nazım şekli denilen yapıları oluşturur.
ŞİİR BİRİMLERİ (NAZIM BİRİMLERİ)
Günümüzde bir şiirin her bir satırına dize denmektedir. Divan edebiyatında dize yerine mısra kelimesi kullanılmıştır.
1. Dize
ÖRNEKLER
✶
Ne ararsan bulunur derde devâdan gayrı
Abdülhak Molla
✶
Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz
Tâlibî
✶
Eğer maksûd eserse mısra-ı berceste kâfidir
Koca Ragıp Paşa
✶
Ol mâhiler ki derya içredir deryâyı bilmezler
Hayâlî
✶
Hâlini bilmez perîşânın perîşân olmayan
Ahmet Paşa
✶
Gönüldendir şikâyet kimseden feryâdımız yoktur
Nev’î
✶
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar
Yahya Kemal Beyatlı
Aynı ölçüyle söylenmiş iki mısradan oluşan nazım birimine divan edebiyatı şiir geleneğinde
beyit denmiştir. Beyit, Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’nde de bazı
şairler tarafından kullanılmış bir nazım birimidir.
2. Beyit
ÖRNEKLER
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz
Dünya bahçesinin hem sonbaharını hem ilkbaharını görmüşüz. Biz sevincin de gamın da zamanını görmüşüz.
Nâbî
Erbâb-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar
Rencîde olur dîde-i huffâş ziyâdan
Kendinde eksiklik bulunanlar, olgun kişileri çekemezler.
Yarasanın gözü ışıktan rahatsız olur.
Ziya Paşa
75
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
3. Dörtlük
Halk edebiyatında ve modern edebiyatta aynı ölçüyle oluşturulmuş dört mısralık nazım birimine dörtlük (kıta) denmiştir.
ÖRNEKLER
Ela gözlerine kurban olduğum!
Yüzüne bakmaya doyamadım ben.
İbret için gelmiş derler cihana,
Noktadır benlerin sayamadım ben.
Nice sultanları tahttan indirdi,
Nicesinin gül benzini soldurdu,
Nicelerin gelmez yola gönderdi,
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm.
Âşık Ömer
4. Bent
Karacaoğlan
Divan edebiyatı şiir geleneğinde mısra ve beyit dışındaki bütün nazım birimlerine bent denmiş, bir şiiri oluşturan aynı ölçüye sahip üçer, dörder, beşer, altışar vb. mısralık birimlerin her
biri bir bent olarak değerlendirilmiştir.
Divan edebiyatında farklı sayılarda mısralardan oluşan nazım birimlerini aynı şiirde bir arada kullanılmamıştır.
Yani bir şiirdeki bütün bentler, aynı sayıda mısradan oluşmuştur. Söz gelimi bir şiirdeki bütün bentler ya üçer mısralık ya da beşer mısralık bentlerden oluşmuştur. Bu bentlerden birinin üç diğerinin beş mısradan oluşması mümkün değildir. Hem bu zorunluluk, hem de bir şiirdeki bütün mısraların aynı ölçüyle oluşturulması zorunluluğu modern Türk şiirinde ortadan kalkmış; buna rağmen bent terimi bazı şiir incelemelerinde kullanılmaya devam etmiştir.
ÖRNEKLER
Kandilli’de eski bahçelerde
Akşam kapanınca perde perde
Bir hatıra zevki var kederde
Yahya Kemal Beyatlı
77
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Monna Rosa, siyah güller, ak güller
Gülce’nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Monna Rosa, siyah güller, ak güller
Sezai Karakoç
Sezai Karakoç
Hoyrattır bu akşamüstüler daima
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri
Hoyrattır bu akşamüstüler daima
Ahmet Muhip Dıranas
Ahmet Muhip Dıranas
NAZIM ŞEKİLLERİ
Nazım birimlerinin belli bir temaya ve düzene göre birleşerek nazım şekli denilen yapıları oluşturduklarını daha önce belirtmiştik. Bir şiiri belli bir nazım şekline bağlı kalarak yazmak, o şiirde birim değeri, birim sayısı, ölçü
türü ve kafiye düzeni bağlamında önceden belirlenmiş kural ve sınırlara bağlı kalmayı gerektirir. Hem divan hem
de halk edebiyatı şairleri yüzyıllar boyunca kural ve sınırları kendilerinden önce belirlenmiş birtakım nazım şekillerine bağlı kalarak şiir yazmışlardır. Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’nde ise nazım şekilleri bakımından Türk şiirinde birtakım arayışlar olmuştur. Bu bağlamda bazı şairler, Avrupa edebiyatlarında kullanılan sone, düz kafiye, sarma kafiye gibi nazım şekillerini kullanmış, bazıları da halk ve divan edebiyatı nazım şekillerine benzeyen yeni nazım şekilleri denemişlerdir. Günümüzde ise şiiri belli bir nazım şekline göre yazmak gerektiği anlayışı neredeyse yok olmuştur.
Halk edebiyatı nazım şekilleri: Mâni, türkü, koşma, destan, semai, varsağı.
Divan edebiyatı nazım şekilleri: Gazel, kaside, kıt’a, müstezat, rubai, tuyuğ, murabba, şarkı, terbi, muhammes, tardiye, tahmis, taştir, müseddes, tesdis, müsemma, müsemmen, terkib-i bent, terci-i bent.
Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’nde kullanılan nazım şekilleri: Sone, triyole,
çapraz kafiye, sarma kafiye, örüşük kafiye, düz kafiye, üçlü, dörtlü, beşli, altılı vb.
Şimdi bu nazım şekillerinden birkaçının özelliklerini görelim:
MUHAMMES
Birim değeri:
Birim sayısı:
Ölçü türü:
Kafiye düzeni:
5 mısralık bent
4-8
Aruz
★ aaaaA bbbbA ccccA ddddA ...
★ aaaaa bbbba cccca dddda ...
78
KASİDE
Birim değeri:
Birim sayısı:
Ölçü türü:
Kafiye düzeni:
Beyit
31-99
Aruz
aa ba ca da ea…
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
GAZEL
RUBAİ
Birim değeri:
Birim sayısı: 5-15
Ölçü türü:
Kafiye düzeni:
Birim değeri:
Birim sayısı: 1
Ölçü türü:
Kafiye düzeni:
ÖRNEK METİN
– GAZEL –
Dostum âlem senün-çün ger olur düşmen mana
Gam degül zîrâ yetersin dost ancak sen mana
Dostum! Eğer senin yüzünden herkes bana düşman olursa buna üzülmem. Çünkü dost olarak sen bana yetersin.
Aşka saldum men meni pend almayup bir dosttan
Hîç düşmen eylemez anı kim etdüm men mana
Bir dosttan öğüt almadan ben kendimi aşkın içine attım.
Hiçbir düşmanın yapamayacağını ben kendime yaptım.
Cân ü ten oldukça menden derd ü gam eksük degül
Çıksa cân hâk olsa ten ne cân gerek ne ten mana
Bu can ve bu vücut bende oldukça derdim ve gamın eksilmiyor. Can çıksın, vücudum da toprak olsun; bana ne can
ne de vücut gerek.
Vasl kadrin bilmedin firkat belâsın çekmedin
Zulmet-i hecr etdi çoh târik işi rûşen mana
Buluşmanın değerini bilmedim, ayrılığın üzüntüsünü çekmedim. Çünkü ayrılığın karanlığı, bana karanlık birçok işi
aydınlattı.
Dûd ahkerdür mana serv ile gül ay bâğbân
Neylerem men gülşeni gülşen sana külhen mana
Ey bahçıvan! Senin servin ve gülün, duman ve ateş gibi
gelir. Ben gül bahçesini ne yapayım? Gül bahçesi senin olsun, bana külhan yeter.
Gamze tîgin çekdi ol meh olma gâfil ey gönül
Kim mukarrerdür bugün ölmek sana şîven mana
Ey gönül! O ay yüzlü güzel yan bakış kılıcı çekti. Sakın dalgın bulunma. Bugün senin ölmen, benim de yasını tutup
ağlamam kararlaştırılmış.
Ey Fuzûlî çıhsa cân çıkman tarîk-i aşkdan
Rehgüzâr-ı ehl-i aşk üzre kılın medfen mana
Ey Fuzûlî! Canım çıksa, ölsem de bu aşk yolundan ayrılmam. Bana öldüğümde âşıkların gelip geçtiği yol üzerinde bir mezar yapın.
Fuzûlî
ÖRNEK METİN
– RUBAİ –
Mestâne gözün dâne-i bâdâm ola mı
Hâl ile saçun dâne-i bâ-dâm ola mı
Şîrîn tuta gun bahdum idi bahtumdur
İşbu azacuh dünyada bir kâm ola mı
Sarhoş gözün badem tanesi olur mu?
Saçın bir tuzak, benin de o tuzağın içindeki yem olur mu?
Tatlı dudağına baktığımda gördüm ki o benim bahtımdır.
Bu dünyada azıcık, bu kadar küçük bir istek olur mu?
Kadı Burhaneddin
79
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ŞARKI
Birim değeri:
Birim sayısı: 2-5
Ölçü türü:
Kafiye düzeni: ★ aaaA* bbbA cccA dddA …
★
★
★
ÖRNEK METİN
– ŞARKI –
Âşıkım bir dil-rübâya
Bir civân-ı bî-vefâya
Tâkatım yoktur cefâya
Rahm edin ben mübtelâya
Gönül alan bir sevgiliye,
Vefâsız bir gence âşıkım.
Zulme dayanacak gücüm yok.
Acıyın size âşık, müptela olan bana.
Şûhdur gâyet güzeldir
Her edâsı bî-bedeldir
Âşıka tûl-ı emeldir
Bak şu reftâr-ı edâya
Neşelidir, çok güzeldir.
Onun her davranışı, her tarzı eşsizdir.
Âşık için tükenmez bir arzudur.
Bak şu edâlı yürüyüşe!
Kâmeti serv-i bülendim
Şivekârım şehlevendim
Gel benim kendi efendim
Merhamet kıl ben gedâya
Servi gibi uzun boylum,
Cilveli, şen, uzun sevgilim,
Gel benim kendi efendim,
Acı ben dilenciye!
Fâzıl’ın hâli yamandır
Kârı hep âh u figândır
Yanımda hayli zamândır
Uğramış derd ü belâya
Fâzıl’ın hâli yamandır
İşi hep ağlama ve inlemedir.
Benim yanımda hayli zamandır
Derde, belaya düşmüş, perişandır.
Fâzıl
ÖRNEK METİN
– MÂNİ –
MÂNi
Birim değeri:
Birim sayısı: 1
Ölçü türü:
Kafiye düzeni: aaba**
*
Büyük harfler nakarat olarak tekrarlanan dizeleri göstermektedir.
**
Bu özellikler mâninin bir türü olan düz mâni (tam mâni)ye aittir.
80
Bağa girdim üzüm yok
El yârinde gözüm yok
Ben yârimi küstürdüm
Barışmaya yüzüm yok
Anonim
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
KOŞMA
SEMAİ
Birim değeri:
Birim sayısı: 3-5
Ölçü türü:
Kafiye düzeni: ★ abab cccb dddb ...
★ abcb dddb eeeb ...
★ aaab cccb dddb ...
Birim değeri:
Birim sayısı: 3-5
Ölçü türü:
Kafiye düzeni: ★ abab cccb dddb ...
★ abcb dddb eeeb ...
★ aaab cccb dddb ...
ÖRNEK METİN
– KOŞMA –
ÖRNEK METİN
– SEMAİ –
Evvel sen de yücelerden uçardın
Şimdi enginlere indin mi gönül
Derya, deniz, dağ, taş demez geçerdin
Karadan menzilin aldın mı gönül
Şol salınıp giden dilber
Boyuna kurban olduğum
Eğlen burda tanışalım
Diline kurban olduğum
Yiğitliğim elden gitti yel gibi
Damağımda tadı kaldı bal gibi
Hoyrat eli değmiş gonca gül gibi
Bozulmuş bağlara döndün mü gönül
Sabahtan uğradım yâre
İşimden oldum âvâre
Ayağın bastığı yere
Tozuna kurban olduğum
Hasta oldun yatağını istersin
Kadir Mevla’m sağlığını göstersin
Cennet-i a’lâ’dan bir köşk dilersin
Boynunun farzını kıldın mı gönül
Soğuk sular akar dağda
Mor menevşe biter bağda
Sarılıp yatacak çağda
Nazına kurban olduğum
Karac’oğlan der ki söyle sözünü
Hakk’a teslim eyle kendi özünü
Nas işine karalama yüzünü
Yolun doğrusunu buldun mu gönül
Karac’oğlan söyler daim
Yâr ile nic’olur hâlim
Anası bir katı zalim
Kızına kurban olduğum
Karacaoğlan
Karacaoğlan
81
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
DÜZ KAFİYE
Birim değeri:
Birim sayısı: Bentlerin ve bentleri oluşturan mısraların sayısıyla ilgili bir sınır yok
Ölçü türü:
Aruz-hece
Kafiye düzeni:
ÖRNEK METİN
– DÜZ KAFİYE –
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbâlini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamânı,
Görmezler ufuklarda şafak söktüğü ânı.
Gördükleri rüyâ, ezeli bahçedir aşka;
Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgârı başka,
Bülbülden o eğlencede feryâd işitilmez,
Gül solmayı, mehtâb azalıp bitmeyi bilmez;
Gök kubbesi her lâhza bütün gözlere mâvi,
Zenginler o cennette fakirlerle müsâvî;
Sevdaları hulyâlı havuzlarda serinler,
Sonsuz gibi bir fıskiye âhengini dinler.
VUSLAT
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar,
Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar,
Dünyayı unutmuş bulunurken o sularda,
-Zalim saat ihmal edilen vakti çalar daBir an uyanırlarsa leziz uykularından,
Baştan başa, her yer kesilir kapkara zindan.
Bir faciadır böyle bir âlemde uyanmak,
Günden güne hicranla bunalmış gibi yanmak.
Ey talih! Ölümden de beterdir bu karanlık;
Ey aşk! O gönüller sana mâl oldular artık;
Ey vuslat! O âşıkları efsûnuna râm et!
Ey tatlı ve ulvî gece! Yıllarca devam et!
Bir ruh o derin bahçede bir def’a yaşarsa,
Boynunda onun kolları, koynunda o varsa,
Dalmışsa, onun saçlarının râyihasiyle.
Sevmekteki efsûnu duyar her nefesiyle;
Yıldızları boydan boya doğmuş gibi, varlık,
Bir mucize hâlinde, o gözlerdedir artık;
Kanmaz en uzun bûseye, öptükçe susuzdur.
Zira susatan zevk o dudaklardaki tuzdur;
İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan,
Bir sır gibidir az çok ilâh olduğumuzdan.
Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler.
Bir gün, nereden, hangi tesadüfle gelirler?
Aşk onları sevk ettiği günlerde, kaderden,
Rüzgâr gibi bir şevk alır oldukları yerden;
Geldikleri yol... Ömrün ışıktan yoludur o:
Âlemde bir akşam ne semâvî koşudur o!
Dört atlı o gerdûne gelirken doludizgin,
Sevmiş iki ruh, ufku görürler daha engin.
Simaları gittikçe parıldar bu zaferle,
Gök her tarafından donanır meş’alelerle.
82
Yahya Kemal Beyatlı
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÇAPRAZ KAFİYE
SARMA KAFİYE
Birim değeri:
Birim sayısı: Sınır yok
Ölçü türü:
Aruz-hece
Kafiye düzeni:
Birim değeri:
Birim sayısı: Sınır yok
Ölçü türü:
Aruz-hece
Kafiye düzeni:
ÖRNEK METİN
– ÇAPRAZ KAFİYE –
ÖRNEK METİN
– SARMA KAFİYE –
BİR GEMİ YELKEN AÇTI
Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine,
Civarından çığlıkla yorgun martılar kaçtı;
Rüzgâr sürüklenirken derinlerden derine
Hayal iklimlerine bir gemi yelken açtı.
HER ŞEY YERLİ YERİNDE
Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi.
Beyaz yelkenlerinde ölgün bir kızıllığın
Titrek son akisleri dalgalandı belirsiz,
Toplanırken göklerde bulutlar yığın yığın
Hırçın bir fırtınayı düşünüyordu deniz.
Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylân gibi bakıyor zaman
Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.
Ufuklarda solarken altın şafak gülleri
Yabancı âlemlerden saadetler, emeller,
İhtiraslar bekleyen kimsesiz gönülleri
Gizlice sıkıyordu kızgın demirden eller.
Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların âleminde yumulmuş kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.
En katı yüreklinin bile bu sabah iki,
Üç damla yaş kurudu solgun yanaklarında;
Açılan yolcuların hepsi hissetmişti ki
Bu gün de erişilmez o diyara, yarın da...
Belki rüyâlarındır bu tâze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyâsı ömrümüzün çünkü eşyaya siner.
Mademki o iklime erişmeye imkân yok,
Neden böyle vakitsiz enginlere çıkışlar?
Bulutlar toplanıyor, ufukta dalgalar çok,
Kış geliyor, yelkenler emin bir yerde kışlar!
Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgârda.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Yolcular diyorlar ki: -Erişmek ümidi az;
Biliriz dalgaların her biri bir mezarlık.
Belki de içimizden hiçbiri ayak basmaz,
Lakin yolunda ölmek, bu da bir bahtiyarlık!
Ali Mümtaz Arolat
83
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
C.
ŞİİRDE TEMA
Coşku ve heyecanı dile getiren metinleri incelemenin üçüncü aşamasında metnin tema ve konusunun belirlenmesi vardır. Şiirler, ses ve anlam kaynaşmasından oluşan dize, beyit, bent gibi birimlerin, belli bir tema etrafında birleşmesi sonucunda oluşur. Bir söz dizisinin şiir sayılması için metnin bütününe yayılan bir kavram, duygu ya da hayalin olması gerekir. İşte şiirdeki bu kavram, duygu ya da hayale tema denir. Aşk, ölüm, yalnızlık, savaş, özgürlük, hoşgörü, çalışkanlık vb. birer temadır. Bu temalar şiirlerde belli zaman, yer, durum ve kişilerle sınırlandırılarak ele alınır. Temaların metinlerde bu şekilde sınırlandırılmaları onları birer konuya dönüştürür.
Tema soyut ve genel, konu somut ve özeldir. Tema, metin dışında da vardır, onu özelleştirerek şiirinde konulaştıran, şairdir. Bu cümlelerle şunu kast ediyoruz: Tema, şiirde ele alınan kavram, duygu, hayal, varlık, nesne,
kişi vb.nin en genel ve kapsayıcı karşılığıdır. Konu ise o temanın metinde somutlaşmış ve sınırlandırılmış hâlidir.
Aynı temaya sahip olmalarına, hatta aynı şair tarafından yazılmalarına rağmen, konusu birbirinden farklı olduğu
için birbirine benzemeyen binlerce şiir vardır. Söz gelimi aşk, en eski çağlardan beri bütün dünyada en çok ele alınan temalardan biri olmuş, Türk edebiyatında da pek çok aşk şiiri yazılmıştır. Bu şiirlerin pek azı birbirine benzemektedir. Çünkü her şair, aşkı belli bir bağlamda ele almış, değerlendirmiş ve şiirinde aşkın o yönünü ön plana çıkarmıştır. İşte şiirde ön plana çıkan bu yön, o şiirin konusu olmuştur.
BU VATAN KİMİN
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir
Tutuşup kül olan ocaklarından
Şahlanıp köpüren ırmaklarından
Hudutlarda gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır
Tarihin dilinden düşmez bu destan
Nehirler gazidir, dağlar kahraman
Her taşı bir yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir
Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan
Huduttan hududa yol bulup koşan
Cepheden cepheyi soranlarındır
Gökyay’ım ne desen ziyade değil
Bu sevgi bir kuru ifade değil
Sencileyin hasmı rüyada değil
Topun namlusunda görenlerindir
Orhan Şaik Gökyay
Bu şiirin teması “vatan”dır. Türk edebiyat tarihinde bu temayı ele alan binlerce şiir yazılmıştır. Orhan
Şaik Gökyay, bu temayı şiirin başlığında da geçen “Bu vatan kimin?” sorusuna cevap oluşturacak biçimde
bir konuya dönüştürmüştür. Şair vatan temasını “vatanın coğrafi güzellikleri, bu vatanı var eden tarihsel ve
kültürel değerler, Anadolu coğrafyasının vatanlaştırılması sürecinde etkili olan önemli kişiler, vatandan ayrı kalmanın verdiği acı, vatana kavuşmanın yaşattığı sevinç” gibi pek çok bağlamla sınırlayarak birer konuya dönüştürebilirdi. Ama şair bu temayı başka bir bağlamla sınırlamış, vatan kavramını başka bir açıdan ele
almış, bir bakıma vatan denince şairin aklına vatanın hangi yönü geliyorsa, bu kavram şairde neleri çağrıştırıyorsa şair de şiirinde vatanın o yönünü ele almıştır. Şair, vatan temasını “Bu vatanın gerçek sahipleri
vatan uğrunda canlarını seve seve feda edenlerdir” bağlamında sınırlayarak konulaştırmıştır.
84
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Aşağıdaki bütün şiirlerin teması “İstanbul”dur. Her şair, bu temayı kendine göre ele alarak belli bir bağlamla
sınırlamış, böylece bu temayı şiirinde somutlaştırarak bir konuya dönüştürmüştür.
KASİDE DER VASF-I İSTANBUL VE
SİTAYİŞ-İ SADRAZAM İBRAHİM PAŞA
İSTANBUL’UN NİTELİKLERİNİN VE
SADRAZAM İBRAHİM PAŞA’NIN ÖVÜLMESİ
HAKKINDA KASİDE
Bu şehri Stanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedâdır
Bu İstanbul şehrinin eşi benzeri yoktur, ona paha biçilemez.
Onun bir taşına bütün İran ülkesi feda olsun.
Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
İki deniz arasında tek parça bir elmastır. Cihanı aydınlatan
güneşle tartılsa (aynı kefeye konsa) buna lâyıktır.
Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ
Elhâk bu ne hâlet bu ne hoş âb u hevâdır
Cennet-i a’lâ altında mı, üstünde mi (bilmiyorum). Gerçekten de bu ne güzel nitelik, ne güzel su, ne hoş havadır!
Her bâğçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her gûşesi bir meclîs-i pür-feyz ü âlâdır
Her bahçesi bir güzellik çimenliğidir, her köşesi bir coşku
ve eğlence toplantısıdır.
İnsâf değildir anı dünyâya değişmek
Gülzârların cennete teşbih hatâdır
Onu dünyaya değişmek insaflı bir şey olmaz. Gül bahçelerini cennete benzetmek de yanlış olur.
Herkes irüşür anda murâdına anınçün
Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır
Orada herkes muradına erer. Onun için bütün dergâhları,
dilek sahiplerinin sığınağıdır.
Kâlây-ı maarif satılur sûklarında
Bâzâr-ı hüner mâden-i ilm ü ulemâdır
Çarşılarında bilgi ve kültür kumaşları satılır. O bir hüner
pazarı, ilim ve alimler ocağıdır.
Câmilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yı melek anlara mihrâb-ı duâdır
Camilerinin her biri bir kûh-ı tecellidir. (Allahın kendini gösterdiği Tûr dağı gibidir.) Onlardaki dua mihrapları, meleklerin kaşı gibidir.
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyadır
Mescitlerinin her biri bir nur deryasıdır. Kandilleri dolunay
gibi ağzına kadar ışıkla doludur.
Hep halkının etvârı pesendîde vü makbûl
Derler ki biraz dilber-i bî-mihr ü vefâdır
Halkının tavırları hoş ve zariftir, ama derler ki dilberleri (güzelleri) biraz vefasızdır.
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm-i safânın
Evsâfı hele başka kitâb olsa sezâdır
Şimdilerde yapılan eğlence âlemlerini anlatmak için başlı
başına bir kitap yazılsa yeridir.
Nâmı gibi olmuşdur o hem sâd hem âbâd
İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır
O, adı gibi (Sadâbad) hem kutlu, hem mamur olmuştur. İstanbul için bir övünç sermayesi olsa yeridir.
Kühsârları, bağları kasrları hep
Gûyâ ki bütün şevk u tarab zevk u safâdır
Dağları, bağları, kasırları hep, yalnız coşku, neşe, zevk ve
eğlence doludur.
Nedîm
85
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
SİS
Sarmış yine âfakını bir dûd-i muannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki pey-â-pey mütezâyid.
Tazyîkinin altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibaret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-i mezâlim,
Ey sahn-i mezâlim... Evet, ey sahne-i garrâ,
Ey sahne-i zî-şa’şaa-î hâile-pîrâ!
Ey şa’şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı;
Şarkın ezelî hâkime-î câzibedârı;
Ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret
Perverde eden sîne-i meshûf-i sefâhet;
Ey Marmara’nın mâi der-âgûşu içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-i musahhir,
Ey bin kocadan arta kalan bîve-yi bâkir;
Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
Hâlâ titrer üstüne enzâr-i temâşâ.
Hâricden, uzaktan açılan gözlere süzgün
Çeşmân-ı kebâdunla ne mûnis görünürsün.
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.
Te’sîs olunurken daha, bir dest-i hiyânet
Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!
Hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde,
Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde;
Hep levs-i riya, levs-i hased, levs-i teneffu
Yalnız bu... Ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu
Milyonla barındırdığın ecsâd arasından
Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk ü dırahşân?
...
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kâtil kuleler, kal’alı, zindânlı saraylar;
Ey dahme-i marsûs-i havâtır, ulu mâ’bed;
Ey gırre sütûnlar ki birer dîv-i mukayyed,
Mâzileri âtîlere nakletmeye me’mûr;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kâfile-î sûr;
Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârât;
Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin zıll-i siyahında birer yer
Te’mîn edebilmiş nice bin sâil-i sâbir:
“Geçmişlere rahmet!” diyen elvâh-ı mekaabir;
Ey türbeler, ey her biri pür-velvele bir yâd
İkâz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
Ey ma’reke-î tîn ü gubâr eski sokaklar;
Ey her açılan rahnesi bir vak’a sayıklar
Vîrâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
Temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
Gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş,
86
Ufuklarını yine inatçı bir duman sarmış,
Bir beyaz karanlık ki gittikçe çoğalan
Tazyikinin altında her şey silinmiş gibidir,
Bütün tablolar tozlu bir yoğunluktan ibarettir;
Bir tozlu ve heybetli yoğunluk ki bakışlar
Dikkatle dibine işleyemez, korkar!
Ama bu derin, karanlık örtü sana lâyık,
Bu örtünme sana lâyık! Ey zulümler sahnesi!
Ey zulümler sahnesi... Evet, ey gösterişin sahnesi,
Ey facialarla süslenen, parıltılarla dolu sahne!
Ey parlaklığın, gösterişin beşiği, mezarı;
Doğunun ezelden beri hep göz alan kraliçesi;
Ey kanlı sevgileri tiksinmeden, ürpermeden
Besleyip büyüten zevk düşkünü göğüs,
Ey Marmara’nın mavi kucağında
Ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın;
Ey köhne Bizans, ey koca gözbağcı bunak,
Ey bin kocadan artakalan kız gibi dul
Hâlâ titrer üstüne bütün gözler senin.
Dışarıdan, uzaktan açılan bakışlara süzgün
Mavi gözlerinle ne uysal görünürsün.
Uysal; fakat en kirli kadınlar gibi uysal;
Üstünde coşan gözyaşının hepsine hissiz.
Daha temelin atılırken bir hain el
Yapına zehirli bir lânet suyu katmış sanki!
Bir sahtecilik kiri dalgalanır zerrelerinde,
Bir zerre temizlik bulamazsın içerinde;
Hep sahteliğin, hep hasedin, hep çıkarın kirliliği;
Yalnız bu... Ve yalnız bunun yükselme ümidi.
Milyonla barındırdığın cesetler arasından
Kaç tane alın vardır çıkacak pak ve ışıklı?
...
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Katil kuleler, kaleli, zindanlı saraylar;
Ey anıların kurşun kaplı türbesi, ulu tapınak;
Ey mağrur sütunlar ki bağlı birer dev,
Geçmişleri geleceklere anlatmaya memur;
Ey dişleri çürümüş sırıtan sur kafilesi;
Ey kubbeler, ey şanlı yapıtlar, dualar için;
Ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler.
Ey damları çökmüş medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin siyah gölgesinde birer yer
Tutabilmiş nice bin sabırlı dilenci:
“Geçmişlere rahmet!” diyen mezar taşları:
Ey türbeler, ey her biri velveleli bir yâd
Uyandırarak sessiz ve soluksuz uyuyan atalar;
Ey çamurla tozun savaştığı eski sokaklar;
Ey her açılan gediğinden bir olay sayıklar
Viraneler, ey it kopuğun uyuyup pustuğu yerler;
Ey kapkara damlarla ayakta birer yası
Temsil eden tasasız, çürük çarık evler;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa yurt
Gamlı ocaklar ki somurtmuş acılarla,
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Yıllarca zamandan beri tütmek ne... Unutmuş;
Ey mi’delerin zehr-i takâzâsı önünde
Her zilleti bel’eyleyen efvâh-ı kadîde;
Ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve mün’im
Bir fıtrata makrûn iken, aç, âtıl û âkım;
Her ni’meti, her fazlı, hep esbâb-ı rehâyı
Gökten dilenen zûll-i tevekkûl ki... Mürâyi!
Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtaz
İnsanda şu nankörlüğe tel’în eden âvâz;
Ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrin,
Ey nâtıka-î acz ü elem, nazra-ı nefrîn;
Ey cevî-i esâtîre düşen hâtıra : nâmûs;
Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs;
Ey havf-ı müsellâh, ki haşaratına râci,
Öksüz, dul ağızlardaki her şekve-i tâli’;
Ey şahsa masûniyyet ü hürriyyete makrûn
Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kanûn;
Ey va’d-i muhâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,
Ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak;
Ey savlet-i evham ile bî-tâb-ı tahassüs
Vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs;
Ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;
Ey gayret-i milliye ki mebğûz ü muhakkar
Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-i siyâsî;
Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî;
Ey bâr-ı hazerde iki kat gezmeğe me’lûf
Eşraf ü tevabi’ koca bir unsur-i ma’rûf;
Ey re’s-i fürû-bürde, ki akpak, fakat iğrenç;
Ey taze kadın, ey onu ta’kîbe koşan genç;
Ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i muğber;
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar... Hele sizler,
Hele sizler...
...
Yıllarca zamandan beri tütmek ne… Unutmuş;
Ey midelerin sıkboğaz zehri önünde
Her tür âdiliği yutmakta olan kupkuru ağızlar;
Ey doğa’nın bağışıyla en hazır, en nimet verici
Yaratılmışken aç, tembel ve kısır;
Her nimeti, her lütfu, kurtuluşun bütün nedenlerini
Gökten dilenen adi boyun eğme… İki yüzlü gidi!
Ey köpek sesleri, ey konuşma onuruyla seçilmiş
İnsanda şu nankörlüğü lânetleyen haykırmalar;
Ey faydası yok gözyaşları, ey acı gülmeler;
Ey dertten ve acizden yakınan sözler, kinli bakışlar;
Ey efsane boşluğuna yuvarlanmış anı: namus;
Ey ikbâl kıblesine çıkan yol: ayak öpme;
Ey eli silahlı korku ki ettiğin kötülükler yüzündendir,
Öksüz, dul ağızlardaki her yakınış talihten;
Ey kişiye dokunulmazlık ve özgürlüğe benzer
Bir soluk alma hakkı veren kanun masalı;
Ey gerçekleşemez vaat, ey ebedi ve mutlak yalan,
Ey mahkemelerden bitevi sürülen hak;
Ey kuruntular saldırısıyla duygusallık gücü gitmiş
Vicdanlara dek uzatılmış hafiye kulakları;
Ey işitilmek korkusuyla kilitlenmiş ağızlar;
Ey hor görülen, kin duyulan ulusallık ünü;
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasal mahkûm;
Ey erdem ve edepten pay alanlar, unutulmuş yüzler;
Ey korku yükünden iki büklüm gezer olmuş
Eşraf ve bütün halk, o ün almış koca toplum;
Ey önüne eğilmiş baş, ki ak pak fakat iğrenç;
Ey tâze kadın, ey onu takibe koşan genç;
Ey hicranla vurulmuş ana, ey küskün duran eş;
Ey kimsesiz, avare çocuklar… hele sizler,
Hele sizler…
...
Tevfik Fikret
87
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Seni görüyorum yine İstanbul
Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan.
Minare minare, ev ev...
Yol, meydan...
İSTANBUL
Önümde, açık kollarıyla boğaz,
Çengelköy’den aktarma Rumelihisarı,
İstanbul, İstanbul’um benim,
Kadıköy’ü, Üsküdar’ı...
Geliyor Boğaziçi’nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi.
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi...
Gün olur, Köprü ortasında durur
Anarım, Adalar’da çamların uykusunu.
Gün olur, Beyoğlu’nu özler içim,
Koklamak isterimTünel’in kokusunu.
Bir yanda, serin sabahlarla beraber
Doğduğum kıyılar: Beşiktaş’ım...
Baktıkça hep, semt semt, yer yer...
Beş yaşım, on beş yaşım, ah yirmi yaşım...
Bulut geçer üstünden,
Gemi gelir yanaşır,
Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar,
“İçi dolu çamaşır.”
Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
Askerlik ettiğim kışladır ötesi,
Bir gün bir kızını benim eden
Evlendirme dairesi...
Göğünde tanıdım ayın on dördünü,
Kırlarında bilirim baharı,
Her şey içimde, her şey,
İstanbul yadigârı...
Benim de sayılmaz mı oralar?
Elimi tutar gibi iki yanımdan,
Babamın yattığı Küçüksu,
Anamın toprağı Eyüpsultan...
Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir,
Ey doğup yaşadığım yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir!
Ziya Osman Saba
BİR BAŞKA TEPEDEN
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyâda,
Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü’yâda
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Yahya Kemal Beyatlı
88
Ziya Osman Saba
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
İSTANBUL’U DİNLİYORUM
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski âlemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.
Orhan Veli Kanık
Orhan Veli Kanık
89
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
CANIM İSTANBUL
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar,
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, edâ, iklim...
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale;
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım,
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih’ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mâna: Öleceğiz ne çare?
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O mânâyı bul da bul!
İlle İstanbul’da bul!
İstanbul,
İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca’da yerdedir göklerin derinliği;
Oynak sular yalının alt katına misafir,
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir “Kâtibim”i
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak,
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı Sarayı’ndan.
Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sümbül kokan
Türkçesi bülbül kokan
İstanbul,
İstanbul...
Necip Fazıl Kısakürek
90
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
DOĞRU – YANLIŞ
1.
Günümüzde bir şiirin her bir satırına beyit
denmektedir.
DOĞRU
6.
YANLIŞ
DOĞRU
2.
7.
YANLIŞ
ESEN YAYINLARI
DOĞRU
3.
DOĞRU
Semai, sekizli hece ölçüsüyle oluşturulan,
birim değeri (nazım birimi) dörtlük olan bir
halk edebiyatı nazım şeklidir.
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
8.
YANLIŞ
4.
YANLIŞ
9.
DOĞRU
YANLIŞ
5.
10.
DOĞRU
YANLIŞ
93
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
BOŞLUK DOLDURMA
1.
Divan edebiyatında dize yerine ................
kelimesi kullanılmıştır.
6.
3.
7.
ESEN YAYINLARI
2.
.......................... kafiyede her dörtlüğün
birinci ile üçüncü, ikinci ile de dördüncü
dizeleri kendi arasında kafiyelenir.
8.
4.
9.
5.
10.
95
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
TEST – 1
1.
Mendilim yudum arıttım
Gülün dalında kuruttum
Adım ne idi unuttum
Sorulmayı sorulmayı
Karacaoğlan
4.
Her yalana kanmışım
Her söze inanmışım
Ben artık sevgiden de
Bıkmışım usanmışım
Orhan Seyfi Orhon
Bu dörtlükte aşağıdakilerin hangisinde verilen kavramlar daha belirgindir?
Yukarıdaki dörtlükte aşağıdakilerin hangisinde kullanılan uyak düzeni ve ölçü vardır?
A) Özlem – endişe
A) gazel
B) Arayış – sitem
B) mâni
D) semai
C) kaside
E) koşma
C) Yalnızlık – yakınma
D) Aşk – tedirginlik
2.
Aşağıdakilerden hangisi divan edebiyatı nazım şekillerinden değildir?
A) Şarkı
B) Türkü
D) Rubai
C) Tuyuğ
E) Murabba
ESEN YAYINLARI
E) Umursamazlık – korku
5.
Gönülde bin gâmum vardur ki pinhân eylemek olmaz
Bu hem bir gâm ki il ta’nından efgân eylemek olmaz
(Gönülde bin gamım var, bunu gizlemem
mümkün değil. Bu öyle bir gamdır ki başkasının ayıplamasından figan etmek olmaz.)
Ne müşkil derd olursa bulınur âlemde dermânı
Ne müşkil derd imiş ışkun ki dermân eylemek olmaz
3.
Susmak istiyorum, susmak bugün
Susmak, hiçbir üzüntü duymadan
Büyük bir kuş iniyor semadan
Sükût, bu indiğini gördüğün
Orhan Veli Kanık
Bu parçanın alındığı şiirin bütün dörtlükleri bu
dörtlüktekiyle aynı kafiye düzenine sahiptir.
Bu açıklamaya göre yukarıdaki parçanın alındığı şiir aşağıdaki nazım şekillerinin hangisiyle oluşturulmuştur?
(Âlemde ne kadar zor dert olursa derman
bulunur. Senin aşkın ne zor dert imiş ki derman bulmak mümkün değil.)
Fuzûlî
Yukarıdaki parça yedi birimden oluşan bir ---- ilk
iki birimidir. Aruz ölçüsüyle oluşturulan bu şiirin
diğer birimlerinde birinci dizeler serbest ikinci dizeler birinci birimle kafiyelidir.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Düz kafiye
B) Örüşük kafiye
A) murabbanın
B) şarkının
C) Çapraz kafiye
D) Koşma
C) kasidenin
D) rubainin
E) Sarma kafiye
E) gazelin
97
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Ç.
ŞİİR DİLİ
Coşku ve heyecanı dile getiren metinleri incelemenin dördüncü aşamasında metnin dil ve anlatım bakımından çözümlenmesi yer alır.
Şiirlerde kullanılan kelimelerin önemli bir bölümünün günlük dilde de kullanılmasına karşın şiirin; köşe yazısı,
deneme, makale, eleştiri gibi metinlerde ve günlük konuşmalarda kullanılan dilden farklı, kendine özgü bir anlatma
biçimi, bir bakıma kendine özgü bir dili vardır. Şiir dilindeki bu kendine özgülüğü yaratan en önemli unsur, imgedir.
İmge, edebî metinlerde yansıtılmak isteneni daha canlı, daha etkili ve görünür kılmak amacıyla zihinde canlandırılmaya çalışılan görüntüdür. Şair, düş gücüyle kendi zihninde özgün bir görüntü oluşturur; oluşturduğu bu
görüntüyü kelimelerle dile getirerek somutlaştırır. İmge, şairin hayal ettiği, tasarladığı, zihninde oluşturduğu
bu görüntünün dil göstergeleriyle (kelimelerle) somutlaştırılmış şeklidir. Bilim adamının o güne kadar bilinmeyen bir şeyi icat etmesi neyse, bir şairin de özgün bir imge yaratması odur. Her özgün imge, bir buluştur; her
buluş da biriciktir.
İmge, şairin şiir oluşturma, hayal edebilme gücünün somut bir göstergesidir; şiirin, edebî metinlerin ve güzel
sanatların özüdür. Bilim, terimlerle; felsefe, kavramlarla; güzel sanatlar da imgelerle varlık bulur. İmgeden yoksun
bir şiir; coşku, heyecan ve hayalleri ancak basit ve sıradan bir şekilde ifade etmiş olur. Özgün imgeler, o güne dek
yaratılmamış, ifade edilmemiş hayal ve görüntüler, okuyuculara zengin çağrışımların kapılarını açar.
Karlı dağların başında
Salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için
Yaşın yaşın ağlar mısın
Yunus Emre
Kâdirsin Allah’ım sen de kâdirsin
Üstümüze dört direkli çadırsın
Çağırdığımız yerde hâzır nâzırsın
Cümlemiz üstüne yürüyüp gider
Yunus Emre bu dörtlükte, düş gücüyle oluşturduğu bir görüntüyü,
kelimelerle özgün bir imgeye dönüştürmüştür: Bu, gökte şair için ağlayan bir bulut görüntüsüdür. Şair, bu dizelerde kişileştirme sanatından
yararlanarak buluta insansı nitelikler vermiştir. Bulut, şairin acısına ortak olmakta ve bir insan gibi saçını çözüp şair için yaşın yaşın (gizli gizli) ağlamaktadır. Bu özgün bir bulut imgesidir.
Şairin, bu dörtlükte Allah’ın koruyuculuğunu, gözetimini insanların üzerine gerilmiş dört direkli bir çadır olarak görüntüleyerek ilginç bir imge oluşturmuştur.
Pir Sultan Abdal
Karac’oğlan gene coştu bunaldı
İnip aşkın deryasına dolandı
Güzel gitti diye pınar ağladı
Acıdı yüreğim yandı pınara
Karacaoğlan
104
Şair, bu dörtlükte özgün bir pınar imgesi oluşturmuştur: Sevgilinin gidişi üzerine ağlayan bir pınar...
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
İnsan zihninin hayal yaratma yetisi (düş gücü, imgelem, muhayyile) sınırsızdır. İnsan her şeyi hayal
edebilir, zihninde her şeyi canlandırabilir, her görüntüyü oluşturabilir. Fakat insanın zihninde yarattığı her görüntüyü konuşma dilinin sınırları içinde anlatması neredeyse olanaksızdır. Çünkü hayaller sınırsız ama kelimeler sınırlıdır. Hiçbir dilde sonsuz zenginlikte bir kelime dağarcığından söz edilemez. Her dil; kelime sayısı, dil bilgisi kuralları; kelime, kelime grubu ve cümle oluşturma yöntemleri vb. bakımlardan sınırlıdır. Üstelik günlük konuşma dili; bir anlamda otomatikleşmiş, günlük yaşamın ihtiyaçlarını karşılamaya yeten, anlam çerçeveleri herkesçe bilinen
birkaç yüz kelimeyle sınırlanmış, bu kelimelerin de alışılmış cümle kalıplarıyla kullanıldığı bir dildir Yani günlük konuşma dilinin sınırları içinde kalarak imge yaratmak çok zordur.
Bu durum, şairleri, günlük dilin olanaklarından yararlanarak yeni bir dil, bir şiir dili, yaratmaya zorlar. Şair, zihninde oluşturduğu hayalleri, düş gücüyle var ettiği görüntüleri, yani soyut dünyada olanları; içinde yaşadığımız somut dünyaya taşımaya, onları bu dünyaya ait unsurlarla yani kelimelerle yeniden var etmeye çalışır. Onlar zaten
şairin imgeleminde vardır. Yani bir kez yaratılmıştır. Şair bunları kelimelerle ifade ederek başkalarına iletmek ister.
Aslında bu, sadece şairlerin değil, bütün sanatçıların isteğidir: Hayal dünyalarında yarattıklarını gerçek dünyada
yeniden yaratmak. Şair bunu kelimelerle yapar, ressam renklerle, müzisyen notalarla...
Şair, imgeleminde var ettiklerini gerçek dünyada da var etmeye yani şiir yazmaya çalışırken dilin ses, anlam,
söz dizimi vb. ile ilgili olanaklarından olabildiğince yararlanır. Bu olanakların, imgeleminde yarattığı hayal ve imgeleri ifade etmeye yetmeyeceğini düşündüğü anda da dilin alışılmış kurallarının dışına çıkar. Söz gelimi kelimelere
o güne dek yüklenmemiş anlamlar yükler, yeni kelimeler yaratır, kelimeleri o güne kadar bir arada kullanılmamış
kelimelerle bir arada kullanır, dilin kabul edilmiş yazım kurallarının dışına çıkar, mısralara küçük harfle başlar... Bütün bunlar, dil biliminde sapma terimiyle karşılanır. Sapma, şiirde bilinçli olarak günlük dilin ses, anlam ve söz dizimiyle ilgili alışılmış kural ve kullanımlarının dışına çıkmayı, bunlarda çeşitli değişiklikler yaparak dilde bulunmayan
kelime ve anlatım olanaklarını keşfetmeyi, böylelikle de özgün bir şiir dili yaratmayı olanaklı kılar. Şiir dilindeki sapmalar altı başlık altında incelenebilir: Sözcüksel, eksel, sessel, söz dizimsel, yazımsal ve anlamsal sapmalar.
Gözleri göz değil gözistan
Bir odadan bir odaya geçiyor
Kapının birini açıp birini kapıyor
Adı Meryem değil sade Dorothy, Lucy
Renklerinden dolayı okulsuz bırakılan
Zenciler zenciler iki okka zencefil
İntihar süsü verilerek
Güneşin linç edildiği bir akşam
Cemal Süreya
Bu dizelerde şair “göz”
sözcüğüyle ülke anlamı taşıyan
“istan” ekini birleştirerek günlük
dilde olmayan gözistan sözcüğünü türetmiş; böylece bir kadının gözlerinin büyüklüğü ve etkileyiciliği, özgün bir imgeyle dile getirilmiştir. Bu, durum, sözcüksel sapmaya örnek gösterilebilir.
Cemal Süreya
Al gider benden benliğim, doldur içime senliğin
Bunda iken öldür beni, varup onda ölmeliyim
Yunus Emre
106
Bu dizelerde de benzer bir durum söz konusudur. Türkçede “ben” zamirinden türetilmiş “benlik” sözcüğü vardır. Yunus Emre, türetme yolu bakımından bu
sözcüğe benzeyen yeni bir sözcük türetmiştir: Senlik.
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
son umut kırılmıştır
kaf dağı’nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallahkanunî süleyman ölür
Attilâ İlhan
Şairin “An Gelir” isimli şiirinden alınan bu
parçada mısraların ve özel isimlerin ilk harfleri küçük yazılmış, mısralar aynı hizadan başlamamış, kesme işareti ve kısa çizgi dışında
herhangi bir noktalama işareti kullanılmamıştır. Bu durum, şiir dilindeki yazımsal sapmalara örnek gösterilebilir.
Şiir dilindeki en önemli sapma çeşidi, anlamsal sapmadır. Anlamsal sapma, kelimelere alışılmış ve bilinen
anlamlarının dışında yeni anlamlar yüklemedir. Şiirdeki anlamsal sapmalar edebî sanatlardan ve alışılmamış
bağdaştırmalardan yararlanılarak yapılır.
Kelimeleri bir araya getirerek deyim, tamlama vb. kelime grupları üretmeye; bu kelimeleri ve kelime gruplarını
da bir araya getirerek cümleler ve mısralar üretmeye bağdaştırma denir. Bağdaştırma ikiye ayrılır: Alışılmış bağdaştırma ve alışılmamış bağdaştırma.
Mantığın ve günlük dilin rahatlıkla kabul ettiği, yadırgatıcı olmayan bağdaştırmalara alışılmış bağdaştırma;
günlük dilin ve mantığın ilk bakışta kabul etmediği, somut hayatın gerçekleri, dilin alışılmış söz dizimi kuralları ve
anlamsal nitelikleriyle çelişir görünen bağdaştırmalara ise alışılmamış bağdaştırma denir. Şairler, özellikle de günümüz şairleri, imgelerinin bir bölümünü alışılmamış bağdaştırmalardan yararlanarak oluştururlar.
İçinde “yalnızlık” ve “başkent” kelimelerinin yer aldığı “yalnızlığın zorluğu, yalnızlığı sevmemek, yalnızlıktan bıkmak, başkentin sokakları, Türkiye’nin başkenti, başkentteki insanlar vb.” kelime grupları, dilin ve mantığın rahatlıkla kabul ettiği, yadırgatıcı olmayan, herkesin kullandığı ve anladığı bağdaştırmalara (alışılmış bağdaştırmalara) örnek gösterilebilir.
Cemal Süreya’nın “Göçebe” isimli şiirinde geçen yalnızlığın başkenti imgesi, alışılmamış bağdaştırmaya örnek gösterilebilir. Şair
“yalnızlık” kelimesini kullanarak “çok yalnızım, yalnızlık zor” gibi
alışılmış bağdaştırmalar yapabilirdi. Ama bunlar, şairin hissettiği
yalnızlığı tam anlamıyla dile getirmeye yetmeyeceğinden şair “Biliyorsun ben hangi şehirdeysem/Yalnızlığın
başkenti orası” dizelerini kurarak yalnızlıktan kurtulmasının mümkün olmadığını anlatmak istemiştir. Öyle ki
yalnızlıktan kaçmak için yaşadığı şehri bile değiştirse yalnızlığı onunla birlikte oraya da yerleşecektir: O şehir
artık sıradan bir şehir olmaktan çıkacak ve yalnızlığın başkenti olacaktır. Yalnızlığın başkenti... Yani yalnızlığın merkezi, yalnızlığın dünyada en çok olduğu yer, yalnızlığın kalbi, beyni, her şeyi... Görüldüğü gibi şairin
bu alışılmamış bağdaştırmaya başvurması, şiiri çağrışım bakımından da oldukça zenginleştirmiştir.
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası
107
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Aşağıdaki şiir parçalarında geçen altı çizili sözler alışılmamış bağdaştırmalara örnek gösterilebilir. Bunları,
çağrışım bakımından güçlü ve özgün imgeler olarak değerlendirmek doğru olur.
ey uçurum gözlü sevgilim!
ne zaman baksam
aşkların büyük yarlarıyla
kuşatılmış görüyorum kendimi
yanılmış bir kapıyım simsiyah
kendi üstüme kapanıyorum
seni paris’te kaybettim
yanlış bir yerde arıyorum
bozduğum her saat
içimi büsbütün daraltıyor
hiçbir mutluluğum kalmadı
ne bıraktıysan harcadım
Hilmi Yavuz
Bir kez örselenmeye görsün sevgi
Benzi soluverir umudun
Tüm çiçekler tedirgin
İbrahim Demirci
Gökyüzünün o huysuz maviliği içindi
Elma kokan bir Türkçeyle konuştuğun içindi
Attila İlhan
İlhan Berk
ağzımda mavi bir ıslık
omuz başımda yıldızlar
sırtımda kurşun yanıkları
gültepe sokaklarını adımlıyorum
derelerden caddeye uzanan
yoksul işçi sokaklarını
Nevzat Çelik
kuşatılmışlığa kar yağıyordu
toprağın mayınlı şakağı ürkek
Silâhlar gördüm
Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı
öyle bir çalımla gecenin çitlerinden atlardım
bir güneş sayardım kendimi denizin karşısında
çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların
inanmazdım dosyalara sığacağına
gittikçe ışıldardım dükkânlar kararırken
hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı.
İsmet Özel
Yılmaz Odabaşı
Nevzat Çelik
Yılmaz Odabaşı
İsmet Özel
İbrahim Demirci
Çağrışım, sözlük anlamıyla bir düşünce, görüntü, varlık ya da göstergenin başka bir düşünce, görüntü, varlık ya da göstergeyi hatırlatmasıdır. Şiir dili açısından çağrışım, kelimelerin, şiirdeki kullanımlarına bağlı olarak söyleyişin ve sesin de yardımıyla kazandıkları anlam değerleridir. Bir şiiri okuyan kişiye o şiirdeki kelimelerin, kelime gruplarının, seslerin, imgelerin, mısraların ve bir bütün olarak şiirin kendisinin hatırlattığı, düşündürdüğü, hayal ettirdiği her şey, çağrışım bağlamında ele alınır.
Bir şair, ne kadar özgün imgeler bulursa bulsun, bu imgeleri çağrışım bakımından ne kadar güçlü kelimelerle
ifade ederse etsin; okuyucu bu imgeleri anlayamıyor, şairin hissettirmek istediklerini hissedemiyorsa o şiirler okuyucuya çağrışım bakımından oldukça yavan gelecektir. Çünkü çağrışım sonuçta okuyucuyla ilgili bir durumdur.
Bir okuyucunun düş gücü ne kadar zengin, bilgi birikimi ne kadar fazla, edebî duyarlıkları ne kadar gelişmişse okuyacağı şiirlerdeki özgün ve etkileyici imgelerin o okuyucuya çağrıştıracakları da o ölçüde zengin olacaktır.
Şairler çağrışım gücü yüksek imgeler oluşturmak için genellikle edebî sanatlardan yararlanırlar.
108
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
EDEBÎ SANATLAR
1. Teşbih (Benzetme)
Bir varlığın niteliğini daha güçlü ve etkili biçimde anlatmak için o varlığı, nitelik bakımından daha güçlü ve belirgin olan başka bir varlığa benzetmeye teşbih denir.
Eksiksiz bir teşbihte dört öge bulunur: Benzeyen, kendisine benzetilen, benzetme yönü ve benzetme edatı.
Aşağıdaki teşbihte* bu dört öge de kullanılmıştır:
➥ altın
gibi
sarı
saç
–––––– –––––– ––––––– ––––––
Bir yerde teşbih sanatından söz edebilmek için orada benzeyenin ve kendisine benzetilenin bulunması yeterlidir. Yani teşbih için dört ögenin bir arada bulunması şart değildir:
➥ altın gibi saç
➥ altın sarısı saç
➥ altın saç
Dört çeşit benzetme vardır: Ayrıntılı, kısaltılmış, pekiştirilmiş ve güzel benzetme.
a. Ayrıntılı benzetme
Dört ögesi de bulunan benzetmedir.
ÖRNEK 1
ÖRNEK 2
taş gibi sert çörek
Benzeyen:
Kendisine benzetilen:
Benzetme yönü:
Benzetme edatı:
Benzeyen:
Kendisine benzetilen:
Benzetme yönü:
Benzetme edatı:
ÖRNEK 3
Gördüm ölüm diyarını rü’yâda bir gece,
Sessizlik ortasında gezindim kederlice,
Durmuş saat gibiydi durup geçmeyen zaman,
Donmuş sükût içinde güneş görmeyen cihan.
Yahya Kemal Beyatlı
Benzeyen:
Kendisine benzetilen:
Benzetme yönü:
Benzetme edatı:
*
Edebî sanatları açıklamak için verdiğimiz örneklerde birden çok edebî sanat bulunabilir. Biz sadece konu başlığıyla ilgili olan edebî sanat üzerinde duracağız.
109
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
b. Kısaltılmış benzetme
Benzetme yönünün belirtilmediği benzetmedir.
ÖRNEK 1
ÖRNEK 2
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik.
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.
Türkiye cennet gibidir.
Yahya Kemal Beyatlı
Benzeyen:
Kendisine benzetilen:
Benzetme yönü:
Benzetme edatı:
c. Pekiştirilmiş benzetme
Benzeyen:
Kendisine benzetilen:
Benzetme yönü:
Benzetme edatı:
Benzetme edatının bulunmadığı benzetme türüdür.
ÖRNEK 1
Arkadaşım, çalışkanlıkta karıncadır.
ÖRNEK 2
Yalnız bu katta mümkün olur daimi uçuş.
Her hamlesiyle, ruh, o çelikten kanatlı kuş
Ufkunda bir dakika görünmeksizin kara
Hür gökte, hür denizde uçar, hür ufuklara.
Yahya Kemal Beyatlı
Benzeyen:
Kendisine benzetilen:
Benzetme yönü:
Benzetme edatı:
110
Benzeyen:
Kendisine benzetilen:
Benzetme yönü:
Benzetme edatı:
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ç. Güzel benzetme (Teşbihibeliğ)
Sadece benzeyen ve kendisine benzetilen kullanılarak yapılan
benzetmedir.
ÖRNEK 1
ÖRNEK 2
Ala göz üstüne hilâl kaşları,
Sırma gibi yanar yârin saçları.
Karacaoğlan
Menekşe gözler hülyalı,
Bakışları çok manalı,
Gönül yakıcı o gözler,
Meğer ezelden sevdalı.
Yesari Asım Arsoy
Benzeyen:
Kendisine benzetilen:
Benzetme yönü:
Benzetme edatı:
Benzeyen:
Kendisine benzetilen:
Benzetme yönü:
Benzetme edatı:
Yesari Asım Arsoy
İstiare, bir varlığın ya da kavramın, isminin doğrudan verilmeyip başka bir varlık ya da özellik söylenerek anlatılmasıdır. İstiare, benzetmenin iki temel ögesinden sadece birinin (sadece benzeyen ya da sadece kendisine benzetilen) kullanılmasıyla yapılan edebî sanattır. Şiir dilindeki imgelerin oluşturulmasında sıkça yararlanılan bu sanatı bir örnekle açıklayalım:
2. İstiare (Eğretileme)
Sabahtan uğradım ben bir fidana
Dedim mahmur musun dedi ki yok yok
Ak elleri boğum boğum kınalı
Dedim bayram mıdır dedi ki yok yok
Erzurumlu Emrah
Şair, yukarıdaki dörtlükte halk edebiyatı şairlerinin sıkça kullandıkları kalıplaşmış bir istiareye başvurarak sevgilisini fidana benzetmiştir. Bu durumda benzeyen, sevgili; kendisine benzetilen ise fidandır. Şair benzetmenin bu
iki temel unsurundan sadece birini (kendisine benzetilen) kullanarak istiare yapmıştır.
Üç tür istiare vardır: Açık, kapalı ve temsilî istiare.
111
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Benzetme ögelerinden sadece kendisine benzetilenin söylenmesiyle yapılan
istiaredir. Açık istiarede kendisine benzetilen söylenir, benzeyen söylenmez ama
benzeyenin bir ya da birkaç özelliği belirtilir.
a. Açık istiare
ÖRNEK 1
Şair, bu dizelerde bir varlığa “gonca” kelimesini kullanarak hitap etmektedir. Bu hitapZiya Paşa
ta açık istiare vardır. Çünkü şair bu kelimeyi gerçekten bir çiçek için, bir gonca için kullanmamaktadır. Bunu “Bu cemiyeti, etrafında senin için toplananları her dem mi sanırsın, bunlar her zaman senin için burada olacaklar mı, bir gün gelecek sen de
yaşlanacak ve perişan olacaksın.” anlamına gelen sözlerden anlıyoruz. Şair “gonca” kelimesiyle başka bir varlığı, genç ve sağlıklı bir insanı kastetmektedir. Şair,
kendisine benzetileni (gonca) söylemekle yetinmiş; benzeyeni açıkça söylememiş
ama onun bir insan olduğunu çağrıştıran ifadeler kullanmıştır.
Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın.
Ey gonca bu cemiyeti her dem mi sanırsın?
Ziya Paşa
Bu söz şöyle söylenseydi teşbih yapılmış olurdu:
➥ gonca
gibi
kendisine
benzetilen
genç, güzel ve sağlıklı
benzetme
edatı
benzetme
yönü
sevgili
benzeyen
ÖRNEK 2
Kul Mustafa gözden saçar jâleler,
Arar bulamaz derdine çâreler,
Açılmıştır gonca güller lâleler,
Yeryüzünün al olduğu zamandır.
Kayıkçı Kul Mustafa
Benzetme ögelerinden sadece benzeyenin kullanılmasıyla yapılan istiaredir. Kapalı
istiarede kendisine benzetilen söylenmez, ama onu çağrıştıran bir ya da birkaç özellik (benzetme yönü) mutlaka verilir.
b. Kapalı istiare
ÖRNEK 1
Sahillerin yasta, ufkun bütün sis
Deniz bu akşam bir matemin mi var?
Sularında soldu son açan nergis
Yaza mersiye mi ufkunda rüzgâr?
Ahmet Hamdi Tanpınar
112
“Yaslı, matemli olmak” insana özgü bir niteliktir. Bu nitelik
yukarıdaki dizelerde denize aktarılmış, yani deniz insana benzetilmiştir. Yalnızca benzeyen (deniz) söylenmiş, kendisine benzetilen (insan) söylenmemiş, ama kendisine benzetilenin bir özelliği
(yaslı, matemli olmak) belirtilmiştir.
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖRNEK 2
Ne mektup geliyor ne haber senden.
Söyle de bileyim bıktın mı benden?
Her akşam güneşin battığı yerden
Gözlerin doğuyor gecelerime.
Halit Çelikoğlu
Bir şiir, baştan sona bir istiare üzerine kurulmuşsa bu tür istiarelere temsilî istiare denir. Temsilî istiarede çoğunlukla kendisine benzetilen söylenir, benzeyen söylenmez ama benzeyeni çağrıştıran birçok özellik verilir. Böylelikle bu özelliklerden yola çıkılarak benzeyenin ne olduğu anlaşılır.
c. Temsilî (Yaygın) istiare
ÖRNEK 1
Aşağıdaki şiirde “at”a birtakım özellikler yüklenerek aslında Türk milleti anlatılmak istenmiştir.
Benzeyen (Türk milleti) söylenmemiş, kendisine
benzetilen (at) söylenmiştir.
AT
Bin gemle bağlanan yağız at şâha kalkıyor.
Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor.
Son mâcerâyı dinlememiş varsa anlatın,
Râm etmek isteyenler o mağrûr asil atın.
Beyhûdedir, her uzvuna bir halka bulsa da
Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da
Coştukça böyle sel gibi bağrında hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri.
Son şanlı mâcerâsını tarihe anlatın
Zincir içinde bağlı duran kahraman atın.
Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor.
Asrın baş eğdi sandığı at şâha kalkıyor.
Faruk Nafiz Çamlıbel
râm etmek: İtaat ettirmek, boyun eğdirmek.
mağrur: Gururlu.
beyhûde: Yararsız, anlamsız, boşuna.
113
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Bir sözün benzetme amacı güdülmeksizin kendi anlamı dışında kullanılmasına ad aktarması denir. Ad aktarması bir yönüyle açık istiareye benzer. Açık istiarede asıl anlatılmak istenenle onun yerine kullanılan kelime arasında benzerlik ilgisinin bulunması gerekirken ad aktarmasında benzerlik dışında bir anlam ilgisinin bulunması gerekir. Şimdi bu anlam ilgilerinin en önemlilerini görelim:
3. Ad aktarması (Mecazımürsel)
a. Parça - bütün ilgisi: Bu tür ad aktarmalarında bir varlığın bütünü söylenerek ondaki bir parça kastedilir
ya da bunun tam tersi olur.
ÖRNEK
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif Ersoy
b. İç - dış ilgisi
ÖRNEK 1
Su, çok soğuktu; ben, ancak bir bardak içebildim.
Bu cümlede geçen “bir bardak içebildim” sözüyle anlatılmak istenen “bir bardak su içebildim”dir. Dış
(bardak) söylenmiş, iç (su) kastedilmiştir.
ÖRNEK 2
Bu arabaya benzin yetiştiremezsin, bunlar iki günde bir depoyu bitirir.
ÖRNEK 3
Sana kaç defa söyledim, içeri girerken ayaklarını çıkar, diye.
114
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
c. Sanatçı - eser ilgisi
ÖRNEK 1
Ben, Dostoyevski, Tolstoy ve Hugo’yu lise yıllarımda okumuştum.
Bu cümlede geçen Dostoyevski, Tolstoy ve Hugo’yu sözüyle anlatılmak istenen Dostoyevski, Tolstoy
ve Hugo’nun eserleridir.
ÖRNEK 2
Senfoni Orkestrası, bu akşam Mozart çalacakmış.
ç. Yer/yön - kişi/topluluk ilgisi
ÖRNEK 1
Maraş, Sütçü İmam’a destek vermiş; düşmana isyan bayrağını açmıştı.
ÖRNEK 2
EK BİLGİ
Ad aktarması birçok şekilde oluşturulabilir. Aşağıdaki cümlelerde de ad aktarması
yapılmıştır.
➥ Malazgirt tarihimizde bir dönüm noktasıdır.
➥ Kimin cebi çalıyor?
➥ Çok şükür bereket yağdı da ekinler yeşerdi.
➥ Bu yılki turnuvaya birçok ünlü raket katılacakmış.
➥ Evi taşıdık da büyük bir sıkıntıdan kurtulduk.
➥ Ülkemizde keşfedilmeyi bekleyen nice beyinler var.
115
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Anlatılmak istenilenlerin, üstü kapalı, iğneleyici, bazen de sitemli biçimde ifade edilmesine
tariz denir. Tariz, anlatılmak istenenlerin doğrudan değil, dolaylı ve mizahi bir dille ifade
edilmesidir. Tarizde çoğunlukla anlatılmak istenenin tam tersi söylenir.
4. Tariz
ÖRNEK 1
Çok terbiyeli ve başarılı bir öğrenci olduğu için öğretmenlerinden her gün azar işitiyor.
Bu cümlede geçen “öğretmenlerinden her gün azar işitiyor” sözünden, terbiyeli ve başarılı sıfatlarıyla
nitelendirilen öğrencinin aslında terbiyeli ve başarılı olmadığı anlamı çıkmaktadır. Fakat öğrenci, terbiyeli
ve başarılı sıfatlarıyla nitelendirilerek anlatıma mizahi ve iğneleyici bir hava katılmış, anlatılmak istenenler
üstü kapalı ve dokunaklı biçimde dile getirilmiştir.
ÖRNEK 2
Bir yetim görünce döktür dişini
Bozmaya çabala halkın işini
Günde yüz adamın vur kır başını*
Bir yaralı sarmak için yeltenme
Yusufelili Huzurî
5. Kinaye
Metinde mecaz anlamıyla kullanılan bir sözün gerçek anlamıyla da doğru olmasına ve bir
gerçeği yansıtmasına kinaye denir.
ÖRNEK 1
Kimse kimsenin kamburunu taşımaz.
Bu cümlede asıl olarak “hiç kimsenin başka bir kişinin derdini sıkıntısını çekemeyeceği” anlatılmaktadır.
Bu, mecaz anlamdır ama söz, gerçek anlamıyla da doğrudur. Yani hiç kimse başka bir kişinin kambur (Bel
veya göğüs kemiğinin eğrilmesi, raşitizm sonucu sırtta ve göğüste oluşan tümsek)unu taşıyamaz.
ÖRNEK 2
Lekenin bulaşması kolay, çıkması güçtür.
*
Şiirin bu dizesi farklı kaynaklarda farklı şekillerde geçmektedir: Günde yüz adamın vur kır leşini / Günde yüz adamın vur ser leşini / Günde yüz
adamın vur kır dişini
116
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖRNEK 3
Ben toprak oldum yoluna
Sen aşırı gözetirsin
Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın
Yunus Emre
6. Teşhis (Kişileştirme)
İnsan dışındaki varlıkları (hayvan, nesne, kavram vb.) insana özgü niteliklerle anlatmaya teşhis denir. Teşhis sanatının olduğu her yerde kapalı istiare de vardır.
ÖRNEK 1
ÖRNEK 2
Lûgat bir isim ver bana hâlimden.
Herkesin bildiği dilden bir isim
Eski esvaplarım, tutun elimden.
Aynalar söyleyin bana, ben kimim.
Necip Fazıl Kısakürek
İşkence yaptıkça bana gülerdi.
Bunda yalan yoktur herkes de gördü.
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi.
Benim sadık yârim kara topraktır.
Âşık Veysel
Bu dizelerde lûgat, esvaplar (giysiler)
ve aynalar, insana özgü niteliklerle (birisine
isim verme, elinden tutma, söz söyleme) anlatılarak kişileştirilmiştir.
ÖRNEK 3
ÖRNEK 4
Mahmur uyanır gölgede binlerce ziyâlar.
Çöller düşünür, gün düşünür, gölgeler ağlar.
Emin Bülent Serdaroğlu
Emin Bülent
Serdaroğlu
117
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
7. İntak
İnsan dışındaki varlıkların insan gibi konuşturulmasına, şiirde bunların söyledikleri sözlere
yer verilmesine intak denir. İntak sanatının olduğu her yerde teşhis (kişileştirme) de vardır.
ÖRNEK
AĞUSTOS BÖCEĞİ İLE KARINCA
Karınca bir yüreksize
Lâyık huşûnetle sorar:
- Aç mısınız? Ya o kadar
Uzun, güzel günler oldu
O günlerde ne yaptınız?
Böcek inler: Açız, açız!
Bakın benzim nasıl soldu!
O günlerde gülen, öten
Sazla, sözle eğlenen ben
Bugün bakın ne hâldeyim!
Vallah açız, billah açız!
Halimize acıyınız
Karınca eğlenir: - Beyim
Şimdi de raks edin, ne var
Yazın çalan kışın oynar!
Karıncayı tanırsınız:
Minimini bir hayvandır,
Fakat gâyet çalışkandır,
Gâyet tutumludur, yalnız
Pek hod-kâmdır, bu bir kusur:
Hod-kâm olan zalim olur.
Bir gün ağustos böceği
Tembel tembel ötüp durmak
Neticesi aç kalarak
Karıncadan göreceği
Bürûdete bakmaz, gider
Bir lokma şey rica eder
Der ki: - Acıyınız bize
Çoluk çocuk evde açız
İânenize muhtacız!
(hod-kâm: Bencil.
Tevfik Fikret
Tevfik Fikret
bürûdet: Soğukluk.
iâne: Yardım.
huşûnet: Sertlik, kabalık.
raks etmek: Dans etmek.)
Tevriye, hem yapılması hem de anlaşılması zor bir edebî sanattır. Kişinin, bu sanatın nerede kullanıldığını bulabilmesi için, çoğunlukla edebiyat ve kültür tarihimiz hakkında yeterli derecede bilgiye ve çok zengin bir kelime dağarcığına sahip olması gerekir.
8. Tevriye
Tevriye, bir yakın (ilk anda akla gelen), bir de uzak anlamı bulunan bir sözün, uzak anlamının kastedilerek
kullanılmasıdır. Tevriyeyi kinayeden ayıran özellik tevriyede mecazın olmaması, kelimenin hem yakın hem de uzak
anlamının gerçek anlam olmasıdır.
ÖRNEK 1
Verdim gönül o gül-ruhun alına aldanıp
Etmezdi kimse eylediğim rengi ben bana
Hâzık
Beytin ilk dizesi günümüz Türkçesine şu şekillerde çevrilebilir:
1. O gül yanaklının yanağındaki kırmızılığa (alına) aldanıp
ona gönül verdim.
2. O gül yanaklının hilesine, tuzağına (alına) aldanıp ona gönül verdim.
Dizeden bu anlamların çıkmasının nedeni “al” kelimesinin tevriyeli kullanılmasıdır. Bu kelimenin ilk anlamı “kırmızı”, ikincisi “hile, tuzaktır” ve bu anlamlardan hiçbiri mecaz değildir. Şair, bu kelimeyi, akla ilk gelen anlamıyla değil de belli bir düşünme ve anlama sürecinden sonra akla gelecek anlamıyla (hile) kullanarak tevriye yapmıştır.
118
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖRNEK 2
Minnet Hudâ’ya devlet-i dünyâ fenâ bulur
Bâkî kalır sahife-i âlemde adumuz
Bâkî
ÖRNEK 3
Havada yaprağa döndürdü rüzgâr beni
Hazana muntazırım ömrümün baharında
Muallim Naci
Muallim Naci
ÖRNEK 4
Bir bûse mi bir gül mü verirsin dedi gönlüm
Bir nîm tebessümle o âfet gülü verdi
Gönlüm o güzele bir öpücük mü, bir gül mü verirsin diye
sordu. O güzel sevgili ise yarım bir tebessümle gülü verdi.
Zâtî
119
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖRNEK 5
Nef’î, zamanın büyüklerinden Tahir Efendi’nin kendisine “kelb” (köpek) demesi üzerine şu kıtayı
yazmıştır:
Bana Tâhir Efendi kelb demiş
İltifâtı bu sözde zâhirdür
Malikî mezhebim benim zirâ
İtikâdımca kelb tâhirdür
“Tahir” kelimesinin ilk anlamı “temiz”dir. Bu kelime şiir bağlamında uzak anlamıyla “Tahir Efendi’yi de
çağrıştırmaktadır. Buradan yola çıkılarak şiir günümüz Türkçesine şöyle çevrilebilir:
9. Tenasüp
Anlam bakımından birbiriyle ilgili en az iki kelimenin tezat (zıtlık) oluşturmayacak biçimde
bir arada kullanılmasına tenasüp denir.
ÖRNEK 1
Gonca gülsün, gül açılsın, cûy feryâd eylesin
Sen sus ey bülbül biraz gülşende yârim söylesin
Gonca, gülsün; gül, açılsın; ırmak, ağlasın, inlesin. Ey bülbül
sen biraz sus da gül bahçesinde benim yârim konuşsun!
Nâbî
Bu dizelerde gonca, gül, bülbül, gülşen kelimeleri bir arada kullanılarak tenasüp yapılmıştır.
ÖRNEK 2
Kapunda hâsıl itdi bu devâsuz derdi hep gönlüm
Ne derde mübtelâ oldı dil-i bîmârı görsünler
Bâkî
120
Gönlüm, bu devasız derdi hep senin kapında kazandı; hasta
gönlümün nasıl onulmaz bir derde tutulduğunu görsünler.
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖRNEK 3
Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâre su
Cehennem korkusu, yanan gönlüme gam ateşi salmış ama
o ateşe senin ihsan bulutunun su serpeceğinden umutluyum.
Fuzûlî
Birbirine zıt iki kavram, durum ya da olayın herhangi bir ilgiden ötürü bir arada
kullanılmasına tezat denir. Bu kelimelerin sanatlı bir söyleyiş oluşturmayacak biçimde bir arada kullanılmaları durumunda tezat oluşmaz. Tezatta, kullanılan kelimelerin ortak bir ilgi, konu ya da
özellik noktasında birleşmesi, ayrıca bu kelimelerden birinin gerçek, diğerinin mecaz anlamda kullanılması gerekir.
10. Tezat (Karşıtlık)
ÖRNEK 1
Ne efsûnkâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyet!
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten!
Ey hürriyetin güzel yüzü! Sen ne büyüleyici imişsin. Gerçi
esaretten kurtulduk ama bu kez de senin aşkının esiri olduk.
Nâmık Kemal
Padişah Abdülaziz, parlamenter ve anayasal düzeni savundukları iddia edilen Yeni Osmanlılar tarafından 30 Mayıs 1876’da düzenlenen bir darbe sonucunda tahttan indirilmiş, ardından ülkedeki kişi ve kurumların yetki ve sorumluluklarını belirleyecek bir Kanun-i Esasi (Anayasa) hazırlanmaya başlanmıştır. Yukarıdaki beyit, Nâmık Kemal’in 2 Haziran 1876’da kaleme aldığı “Hürriyet Kasidesi”nden
alınmıştır.
Şair, bu beyitte hürriyet (esirlik, özgür olmamak) kavramı üzerinde dururken
birbirine zıt iki ifadeden yararlanmıştır: Esîr-i aşkın olduk (aşkının esiri olduk) ve
kurtulduk esâretten (esaretten kurtulduk, özgür olduk). Şairin kullandığı bu ifadelerden biri (kurtulduk esâretten) gerçek bir durumu karşılamakta, diğeri (esîr-i aşkın olduk) ise mecaz anlam taşımaktadır.
Nâmık Kemal
121
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖRNEK 2
Öyle hüzünlüyüm ki kötüleşen durumumu böyle gördükçe düşmanlarım yüksek sesle gülerken
dostlarım ağlar.
O mahzûnum ki hâl-i bed-mâ’ilim böyle gördükde
Adûlar kahkaha eyler, gürûh-ı dûstân ağlar
Yaptığın yardım ve iyilikler, dünyanın yüzünü güldürmüş iken benim gibi size dua eden, ince anlamlı, düşündürücü ve şakalı sözler söyleyen birinin ağlaması reva mıdır, yakışır bir durum mudur?
Cihânın yüzünü güldürmüş iken lutf u ihsânın
Revâ mı ben duâkârın gibi bir nüktedân ağlar
Fâzıl
Herhangi bir olayın meydana gelişini, gerçek sebebiyle açıklamayıp gerçek sebebe göre çok daha etkileyici, güzel ve hayalî bir
sebebe bağlayarak açıklamaya hüsnütalil denir. Hüsnütalil, gerçekleşme sebepleri çoğunlukla fen bilimlerinin temel yasalarıyla açıklanabilecek doğa olaylarının hayalî sebeplerle açıklanmasıdır.
11. Hüsnütalil (Güzel nedene bağlama)
ÖRNEK 1
Hûrşîde baksa gözleri halkun tolagelür
Zîrâ görince hâtıra ol mehlika gelür
Halk güneşe baksa gözleri dolar, ağlamaya başlar. Çünkü
güneşi görünce insanın hatırına o ay yüzlü gelir.
Bâkî
Yukarıdaki beyit Bâkî’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine yazdığı Kanuni Mersiyesi’nden
alınmıştır. Güneşe sürekli bakan birinin gözleri, güneş ışınlarının etkisiyle ağlamaklı bir hâl alır. O kişinin gözleri sulanır, bilmeyenler onun ağladığını sanır. Şair bu beyitte bu gerçeği görmezden gelmekte ve bunu bambaşka bir nedene, gerçekle ilişkisi olmayan bir nedene bağlamaktadır. Şaire göre insanlar güneşe baktıklarında güneşe denk bir ışık kaynağını, güneş gibi ışık saçan bir ay yüzlü kişiyi (Kanuni Sultan Süleyman’ı) hatırlarlar. Onu hatırladıkça da ağlarlar. Çünkü o kişi ölmüştür.
➥ Güneşe bakmak
Gerçek neden
gözlerin dolması, ağlamak
sonuç
➥ Güneşin Kanuni’yi hatırlatması
Güzel neden
122
gözlerin dolması, ağlamak
sonuç
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖRNEK 2
Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını daştan daşa urup gezer âvâre su
Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan
taşa vurarak ömürler boyu durmaksızın başıboş gezer.
Fuzûlî
Bir kişi, durum, olay ya da varlıkla ilgili niteliklerin, şiirde yansıtılmak istenen heyecanın etkisiyle, olduğundan çok ya da az gösterilmesine mübalağa denir. Bir
kişinin karşılaştığı ilginç bir durum, gördüğü sıra dışı bir olay ya da kişi karşısında hayrete düşmesi ve heyecanlanması onun bunları abartarak anlatmasına neden olur. Abartmaya günlük konuşma dilinde de sıkça rastlanır. Soğuk havada dışarıda uzun süre kalan birinin “dondum” demesi, bir kişinin iri cüsseli biri için “dev gibi” sözünü kullanması, mübalağaya örnek gösterilebilir. Mübalağa çoğu zaman teşbih ve istiare ile iç içe kullanılır.
12. Mübalağa (Abartma)
ÖRNEK 1
Zâlim olsa ne rütbe bî-pervâ, yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız!
Merkez-i hâke atsalar da bizi kürre-i arzı patlatır çıkarız!
Namık Kemal
Şair, mücadele azminin büyüklüğünü anlatmak için ikinci dizede mübalağa sanatına başvurmuştur: Bizi
dünyanın merkezine, yerin dibine atsalar bile yeryuvarlağını patlatır oradan çıkarız.
ÖRNEK 2
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu.
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
Yahya Kemal Beyatlı
123
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Şairin aslında iyi bildiği bir durum, olay, kişi vb. ile ilgili olarak bilgi sahibi olmadığını gösteren ifadeler kullanmasına tecahülüarif
denir. Tecahülüarifte asıl amaç, bazı olayların farkına varamamış, şaşırmış, hayrete düşmüş ya da bir şeye hayran kalmış bir insan imgesi oluşturarak şiiri çağrışım bakımından zenginleştirmektir.
13. Tecahülüarif (Bilmezlikten gelme)
ÖRNEK 1
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Cahit Sıtkı Tarancı
Şairin amacı zamanın çabuk geçtiğine, kendisinin de
geçen zamanın farkında olmadan yaşlandığına dikkat çekmektir. Şair, bu anlamı çarpıcı biçimde yansıtmak istediği
için bunları bilmiyormuş gibi davranmaktadır. Yoksa şair
şakaklarındakilerin kar değil, beyazlaşan saçları; aynadaki
yüzün de kendi yüzü olduğunu elbette bilmektedir.
ÖRNEK 2
Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller,
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller.
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta!
Ahmet Haşim
Şiirde, herkesçe bilinen tarihî, dinî ya da mitolojik olay, varlık ve kişilerin isimlerinin anılmasına ya da bunları çağrıştıran ifadelerin kullanılmasına telmih denir. Telmih, şiirin çağrışım bakımından zenginleşmesini sağlayan bir sanattır.
14. Telmih (Hatırlatma)
ÖRNEK 1
ÖRNEK 2
Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu,
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
Faruk Nafiz Çamlıbel
Bu dörtlükte geçen “Aslı” ve “Kerem”
kelimeleri, Doğu mitolojilerinde önemli bir
yere sahip olan Kerem ile Aslı hikâyesine
yapılan bir telmihtir.
124
Uçmakta, konmadan, kıyısız bir denizde rûh
Benzer mi böyle bir kuşa Tûfan içinde Nûh?
Üstünde gök, sürekli bulutlarla, yüklüdür.
Altında gür deniz ki ezelden köpüklüdür.
Yahya Kemal Beyatlı
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖRNEK 3
Şairin, Çanakkale’de savaşan kahraman askerlerimizi ifade
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi!
Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi!
Mehmet Âkif Ersoy
etmek için kullandığı Bedr’in aslanları sözünde telmih vardır. Bilindiği üzere Bedir Savaşı, Hazreti Muhammed’in katıldığı üç büyük savaştan biridir. İslam tarihi açısından büyük bir
öneme sahip olan bu savaştan Müslümanlar, zaferle çıkmış,
bu esnada birçok sahabe büyük kahramanlıklar göstermiş, bunların bir kısmı da şehit olmuştur.
Cevap beklemeyen soru cümleleri (sözde soru cümlesi) kurarak duygu ve düşünceleri daha
etkili biçimde anlatmaya istifham denir. İstifhama şöyle bir örnek verebiliriz: “Ben sizi sevmez olur muyum hiç?” diyen biri soru cümlesini muhatabından cevap beklemeyecek biçimde kurmakta ve aslında “Ben sizi elbette severim.” demek istemektedir. Aradaki fark sorulu söyleyişin (istifham) biraz daha etkili ve vurgulu olmasıdır.
15. İstifham
ÖRNEK 1
Saltanat elinden yurt kayboldu.
Ağlasak ne olur, gülsek ne olur?
Dinleyen yok, dava, dert kayboldu.
Yaşasak ne olur, ölsek ne olur?
Efkârî
ÖRNEK 2
ÖRNEK 3
Kim demiş ki ben bilmem aşkı sevdayı?
Sevdiğimle kol kola gezip tozmayı,
Kahrını cefasını çok çektim ama
Kim demiş ki ben sevmem yalan dünyayı?
Melih Kibar
Melih Kibar
125
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
4
Şiir Dili
UYGULAMA – 1
1.
4.
Öyle bir devim ki ben, hakikatte pireyim
Bir delik gösterin de utancımdan gireyim
Necip Fazıl Kısakürek
Bu dizelerde “dev” ve “pire” kelimelerinin bir
arada kullanılmasından yola çıkarak hangi
edebî sanatın kullanıldığını belirleyiniz.
Cevap:
Bu dizelerde hangi edebî sanat kullanılmıştır?
Cevap:
3.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Ufuklarda bu akşam ne sis var, ne bulut var
Selvilerin içinde bir alev Emir Sultan
İçten dualar gibi geçiyor sanki rüzgâr
Bir ilahi adaya benzeyen Yıldırım’dan
Ömer Bedrettin Uşaklı
(Emir Sultan, Osmanlıların kuruluş devrinde
Bursa’da yaşamış ve vefat etmiş bir din ve tasavvuf büyüğüdür. Türbesi Bursa’nın Yıldırım
ilçesindeki Emir Sultan Camisi’nin yanındadır.)
Bu dörtlüğün ikinci dizesinde geçen “Selvilerin içinde bir alev Emir Sultan” ifadesinde
hangi edebî sanat vardır?
Cevap:
126
Bu dörtlüğün birinci ve ikinci dizesinde
hangi edebî sanat kullanılmıştır?
Cevap:
5.
ESEN YAYINLARI
2.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Bedri Rahmi Eyuboğlu
Bir ah çeksem dağı taşı eritir
Gözüm yaşı değirmeni yürütür
Bu hasretlik beni dahi çürütür
Bana sıla da bir gurbet il de bir
Karacaoğlan
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Durmadan çalkalanan bir kızıl deniz
Bir damla yaş gibi duruyor sessiz
Vatan ufkundaki en güzel çeyiz
En şanlı süs, baktım yarı çekildi
Orhan Şaik Gökyay
Bu dizelerde kullanılan edebî sanatları gösteriniz.
Cevap:
6.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Böyle yalçın dağlarda sessiz dolaşanlar kim
Köyler, ufka dizilen tozlanmış birer resim
Yollar, köyleri saran eskimiş çerçeveler
Sabri Esat Siyavuşgil
a. Bu parçanın ilk dizesinde “kim” kelimesi
kullanılarak hangi edebî sanat yapılmıştır?
b. İkinci ve üçüncü dizelerde hangi edebî
sanat kullanılmıştır?
Cevap:
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
UYGULAMA – 1’İN CEVAPLARI
1.
Şair, “Öyle bir devim ki ben, hakikatte pireyim”
dizesinde kendisiyle ilgili olarak dev ve pire kelimelerini kullanmıştır. Karşıtlığı çağrıştıran bu
ifadelerin bir arada kullanılması tezat sanatının
özelliğidir.
5.
Bu dörtlüğün ilk iki dizesinde teşbih (benzetme) ve tezat, üçüncü ve dördüncü dizelerinde
ise açık istiare vardır.
Teşbih: Durmadan çalkalanan bir kızıl deniz,
benzeyen
Bir damla yaş gibi duruyor sessiz,
k. benzetilen
ana sütü
gibi
k.benzetilen b. edatı
ana sütü
k.benzetilen
gibi
candan
türküler
b. yönü
benzeyen
temiz
türküler
b. edatı b. yönü
benzeyen
b. yönü
Tezat: Deniz için hem “durmadan çalkalanan”
hem de “sessiz duruyor” ifadelerinin kullanılması tezat sanatını doğurmuştur.
Açık istiare: Şairin “yarı çekildi” dediği ve “Vatan ufkundaki en güzel çeyiz, en şanlı süs” olarak özelliğini verdiği varlık “bayrak”tır. Benzeyen (bayrak) söylenmemiş, kendisine benzetilen (Vatan ufkundaki en güzel çeyiz, en şanlı süs) söylenmiştir. Şiirde “bayrak” da söylenseydi teşbih yapılmış olacaktı:
Bu dizelerde teşbih (benzetme) vardır.
ESEN YAYINLARI
2.
b. edatı
Vatan ufkundaki en güzel çeyiz (olan bayrak)
3.
İkinci dizedeki “Selvilerin içinde bir alev Emir
Sultan” ifadesinde benzetme (teşbih) vardır.
k.benzetilen
benzeyen
En şanlı süs (olan bayrak) baktım yarı çekildi
k.benzetilen
Selvilerin içinde bir alev (gibidir) Emirsultan
k. benzetilen
4.
benzeyen
benzeyen
Karacaoğlan “Bir ah çeksem dağı taşı eritir”
ifadesini kullanmakla içinde bulunduğu durumu abartarak anlatmıştır. Böyle bir olayın gerçek hayatta meydana gelmesi (bir ah çekmeyle
dağın taşın erimesi) mümkün değildir. Şair, bu
6.
a. İlk dizede kim kelimesinden yararlanılarak
cevap beklenmeyen bir soru cümlesi oluşturulmuş, böylece istifham yapılmıştır.
b. Şiirin ikinci ve üçüncü dizelerinde benzetme (teşbih) vardır.
ifadeyi derdinin büyüklüğünü anlatmak için kullanmıştır. Benzer bir söyleyiş ikinci dizede de
Köyler, ufka dizilen tozlanmış birer resim (gibidir)
vardır. “Gözüm yaşı değirmeni yürütür” diyen
benzeyen
k. benzetilen
şair o kadar doludur ki bir ağlasa gözünden su
değirmenlerini çalıştıracak kadar yaş gelecektir. Şair iki dizede de mübalağa yapmıştır.
Yollar, köyleri saran eskimiş çerçeveler (gibidir)
benzeyen
k. benzetilen
127
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
UYGULAMA – 2
1.
4.
Ne siyâh eylemiş bu nâsiyeyi
Saçımı bembeyaz eden bahtım
Abdülhak Hâmid Tarhan
nâsiye: Alın.
semender: Ateşte yanmadığına hatta ateşi söndürdüğüne inanılan efsanevi hayvan.
sarsar: Şiddetli, gürültülü rüzgâr.
a. Bu dizeleri günümüz Türkçesine çeviriniz.
Bu dizeleri günümüz Türkçesine çevirerek
dizelerdeki edebî sanatları bulunuz.
Cevap:
b. Renk bildiren kelimelerden yola çıkarak
parçada kullanılan edebî sanatı belirleyiniz.
Cevap:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Bâkî, çemende hayli perişan imiş varak
Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan
Bâkî
varak: Yaprak.
rüzgâr: 1. Yel. 2. Zaman.
Bu dizelerdeki edebî sanatları bulunuz.
Cevap:
3.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Seni seyretmek için rehgüzer-i gülşende
İki cânibde durur serv-i hırâmân saf saf
Bâkî
rehgüzer: Gelip geçilen yol, cadde.
gülşen: Gül bahçesi.
canib: Yan, yön, taraf.
hırâmân: Salına salına, salınarak.
Yukarıdaki dizeleri günümüz Türkçesine
çevirerek dizelerde kullanılan edebî sanatları bulunuz.
Cevap:
5.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden
Yahya Kemal Beyatlı
Şairin ölüm temasını ele aldığı “Sessiz Gemi”
isimli şiirinden alınan bu parçada “Birçok
gidenin her biri memnun ki” denilerek bir
durumun gerekçesi açıklanmak istenmiştir.
Şiirde bu bağlamda hangi sanattan söz edilebilir?
Cevap:
ESEN YAYINLARI
2.
Donar soğuktan efendi semender âteşte
Bir iki gün dahi böyle eserse bu sarsar
Nedîm
6.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Vermedi ablukada şân-ı donanmaya halel
İngiliz devletine olsa sezâdır amirâl
Ziya Paşa
halel vermek: Bozmak, sarsmak.
sezâ: Uygun, yaraşır.
abluka: Kuşatma.
(Bu beyit, Sadrazam Âli Paşa’yı eleştirmek için
yazılmıştır. Âli Paşa, Girit isyanını bastırmak
için adaya gitmesine rağmen, askerî tedbirlerle
değil, adaya özerklik vererek isyanı bastırmıştır.
Bu, aslında bir başarı değil, hezimettir.)
Beyti günümüz Türkçesine çevirerek beyitte kullanılan edebî sanatı bulunuz.
Cevap:
128
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
UYGULAMA – 3
1.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ
Mehmet Âkif Ersoy
4.
Bu dizelerdeki edebî sanatları bulunuz.
Cevap:
Bu dörtlükteki edebî sanatları bulunuz.
Cevap:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
Nevzat Çelik
Şiirin üçüncü dizesinde geçen “yıldız” kelimesiyle anlatılmak istenen nedir? Bu kelime kullanılarak hangi edebî sanat yapılmıştır?
Cevap:
3.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Gökyüzünde İsâ ile
Tûr dağında Mûsâ ile
Elindeki asâ ile
Çağırayım Mevlâ’m seni
Yunus Emre
Bu dörtlükteki edebî sanatları belirleyiniz.
Cevap:
130
5.
ESEN YAYINLARI
2.
sisler bulvarı’nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
Attila İlhan
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Ey benim sarı tamburam
Sen ne için inilersin
İçim oyuk derdim büyük
Ben anınçün inilerim
Pir Sultan Abdal
tambura: Türk halk müziğinde kullanılan cura, bulgari, çöğür, bağlama gibi telli çalgıların genel adı.
anınçün: Onun için.
Bu dörtlükteki edebî sanatları belirleyiniz.
Cevap:
6.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Gönlümü çekse de yârin hayâli
Aşmaya kudretim yetmez cibâli
Yolcuyum bir kuru yaprak misâli
Rüzgârın önüne katılmışım ben
Faruk Nafiz Çamlıbel
cibal: Dağlar.
Bu dörtlükteki edebî sanatı gösteriniz.
Cevap:
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
BİLGİ - YORUM
1.
İmge nedir? İmgenin şiire kattığı değer
hakkında bilgi veriniz.
6.
3.
7.
ESEN YAYINLARI
2.
8.
4.
9.
5.
10.
134
Teşbih ile istiare arasında nasıl bir ilişki
vardır? Örnek vererek açıklayınız.
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
DOĞRU – YANLIŞ
1.
Şair, düş gücüyle oluşturduğu özgün görüntüleri kelimelerle dile getirerek birer
imgeye dönüştürür.
DOĞRU
6.
YANLIŞ
2.
Kelimeleri bir araya getirerek deyim, tamlama vb. kelime grupları üretmeye; bu kelimeleri ve kelime gruplarını da bir araya
getirerek cümleler ve mısralar üretmeye
bağdaştırma denir.
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
7.
YANLIŞ
ESEN YAYINLARI
DOĞRU
3.
DOĞRU
8.
YANLIŞ
4.
9.
DOĞRU
YANLIŞ
5.
10.
DOĞRU
YANLIŞ
135
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
TEST – 1
1.
Şiir dilinin en önemli özelliği, anlamsal sapmalar bakımından zengin oluşudur. Anlamsal sapma, kelimelere alışılmış ve bilinen anlamlarının
dışında yeni anlamlar yüklemedir. Bu da çoğunlukla alışılmamış bağdaştırmalardan yararlanılarak yapılır.
3.
C) Gözü yaşlı anaların ellerini öperim
Sabah çaylarını demlerim işçilerin
Yukarıdaki parçada şair, oluşturduğu özgün imgeyi ifade etmek için edebî sanatlardan yararlanmıştır. “Sen” dediği kişiyi, dağda kaçan ürkek
bir ceylana; kendisini de onun peşine düşmüş
bir canavara benzeten şair, o kişiye hiç kimsenin
yardım edemeyeceğini iddia etmektedir. Çünkü şairin düşlediği dünyada sadece o ve kendisi vardır. Yani yardıma çağrılabilecek hiç kimse
yoktur. Şair, bu imgeyi oluştururken üçüncü dizede ---- başvurmuş “dünya” kelimesiyle “dünyada yaşayanları” kast etmiştir.
D) Hayatta tek isteğim buydu
Mutluyum seni sevdiğime
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
Aşağıdakilerin hangisinde alışılmamış bağdaştırmadan yararlanılarak anlamsal bir sapma oluşturulmuştur?
A) Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüşüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
E) Yeşil bir masada yan yana
Otururduk erikler altında
Tezat, herhangi bir ilgiden ötürü, birbirine zıt iki
kavram, durum ya da olayın bir arada kullanılması sanatıdır.
Bu açıklamaya göre aşağıdakilerin hangisinde tezat sanatına örnek vardır?
A) Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir
İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir
B) Umdular tez elden bahar gelir
Bahar gelmedi ya da gelen bahar değildi
C) Gündüzden, gürültüden ve kâinattan ırak
Akşamı seyredeyim bakışlarında bırak
D) Var olan yoklukların ömrünü sürüyorum
Aşklar bomboş kuruntu, hürriyetler esaret
E) Bahçende akasyalar açardı baharla
Ne şirin komşumuzdun sen Fahriye Abla
138
ESEN YAYINLARI
B) Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
2.
Sen, kaçan bir ürkek ceylânsın dağda
Ben, peşine düşmüş bir canavarım
İstersen dünyayı çağır imdada
Sen varsın dünyada, bir de ben varım
Necip Fazıl Kısakürek
A) mecazımürsele
B) hüsnütalile
C) tecahülüarife
D) telmihe
E) kinayeye
4.
Bu sabah hava berrak
Bu sabah her şey billurdan gibi
Gök masmavi bu sabah
Güzel şeyler düşünelim diye
Cahit Sıtkı Tarancı
Bu parçanın ilk üç mısrasında dile getirilenlerin
gerçekleşmesiyle ilgili olarak dördüncü mısrada
gerçek sebeple ilgisi olmayan daha güzel ve şiirsel bir sebepten söz edilmiş, böylece ---- yapılmıştır.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) istifham
B) hüsnütalil
C) tecahülüarif
D) mecazımürsel
E) teşbih
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
BULMACA
Birden çok kelimeden oluşan cevaplarda kelimeler arasında boşluk bırakmayınız. Kelimelerin doğru
yazılışlarında kullanılan noktalama işaretini (^ ’ -) bulmacayı doldururken kullanmayınız.
1
3
2
4
5
6
8
7
9
10
12
11
13
14
15
1.
Şairin aslında bildiği bir durum, olay, kişi vb. ile ilgili
olarak bilgi sahibi olmadığını gösteren ifadeler kullanması
2.
Bir sözün benzetme amacı güdülmeksizin kendi
anlamı dışında kullanılması (ad aktarması)
3.
Herhangi bir olayın meydana gelişini, gerçek sebebiyle açıklamayıp, gerçek sebebe göre çok da etkileyici, güzel ve hayalî bir sebebe bağlayarak açıklama
4.
Mecaz anlam taşıyan bir sözün gerçek anlamıyla
da doğru olması
5.
Anlam bakımından birbiriyle ilgili olan en az iki kelimeyi tezat (zıtlık) oluşturmayacak biçimde bir arada kullanma
6.
İnsan dışındaki varlıkları (hayvan, nesne, kavram
vb.) insana özgü niteliklerle anlatma (kişileştirme)
7.
Anlatılmak istenilenlerin, üstü kapalı bir biçimde, sitemli, dokunaklı, dolaylı olarak dile getirilmesi
8.
Benzetmenin iki temel ögesinden sadece birinin (ya
sadece benzeyen ya da sadece kendisine benzetilen) kullanılmasıyla yapılan edebî sanat
146
9.
Birbirine zıt iki kavram, durum ya da olayın herhangi bir ilgiden ötürü bir arada kullanılması
10.
Bir yakın (ilk anda akla gelen), bir de uzak anlamı
bulunan bir kelimenin, uzak anlamının kastedilerek
kullanılması
11.
Cevap beklemeyen soru cümleleri (sözde soru
cümlesi) kurularak duygu ve düşüncelerin daha etkili biçimde anlatılması
12.
Şiirde, herkesçe bilinen tarihî, dinî ya da mitolojik
bir olayı ya da kişiyi karşılayan, onları çağrıştıran
bir ya da birkaç kelimenin kullanılması
13.
İnsan dışındaki varlıkların insan gibi konuşturulması
14.
Sadece benzeyen ve kendisine benzetilen kullanılarak yapılan benzetme (güzel benzetme)
15.
Bir kişi, durum, olay ya da varlıkla ilgili nitelikleri,
heyecanın etkisiyle olduğundan çok ya da az gösterme
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
D.
ŞİİRDE AHENK (SES VE RİTİM)
Coşku ve heyecanı dile getiren metinleri incelemenin beşinci aşamasında, metnin ahenk özelliklerinin ortaya çıkarılması vardır.
Ahenk, kelimelerin ses özelliklerine dikkat edilerek sıralanması sonucunda şiirde ortaya çıkan uyumdur.
Ahenkli olmayan bir metne şiir denemez. Ahenk unsurlarına dikkat edilerek oluşturulan bir şiir, okuyucuya bir müzik parçasını dinliyormuş hissi verir.
Şiir; tonlama, vurgu, ritim, ölçü ve her türlü ses benzerliğiyle ahenkli bir bütünlük kazanır. Aslında şiirdeki ahenk unsurlarının bir kısmı günlük konuşma dilinde de vardır. Vurgu ve tonlama, bu unsurlardandır.
Vurgu ve tonlamanın ahengin oluşmasına yaptığı katkı, bir robotun konuşmasıyla bir insanın konuşması arasındaki farka dikkat edildiğinde belirgin biçimde hissedilir. Ses akışındaki düzen ve insan sesindeki duygusal değer, bir robotun konuşmasında olmaz. Konuşmanın insana özgü bir eylem olmasını sağlayan ve sese insana özgü duygusal bir değer katan bu durum, şiirlerin de ahenkli ve etkili olmasını sağlar.
1.
VURGU VE TONLAMA
Vurgu, bir kelimedeki hecelerden birinin ya da bir cümledeki kelimelerden birinin diğerlerine göre daha baskılı, daha kuvvetli söylenmesidir. Her dilin kendine özgü bir vurgu sistemi vardır.
İnsan ya da çalgı sesinin yükseklik-alçaklık derecesine ton; bir konuşmada sesin duyguları belirtecek şekilde
alçaltılıp yükseltilmesine tonlama denir. Şiir açısından tonlama, sesin, şiirde dile getirilen coşku, heyecan, hayal ve
imgelere bağlı olarak yükseltilip alçaltılması, yani sesin temaya bağlı olarak düzenlenmesi ve değer kazanmasıdır.
Bir kişinin mutlu olduğu andaki ses tonuyla kızgın olduğu andaki ses tonunun birbirinden farklı olması gibi
farklı temalara sahip şiirlerin okunma tonları da birbirinden farklı olur. Söz gelimi kahramanlık temalı bir şiirle bir
aşk şiiri aynı ses tonuyla okunmaz. Bununla birlikte bir şiirdeki her dize de aynı ses tonuyla okunmayabilir.
Aşağıdaki şiirlerin okunuşundaki tonlama farklılıklarına dikkat ediniz.
NE BÖYLE SEVDALAR GÖRDÜM
NE BÖYLE AYRILIKLAR
Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm
Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni
Seni düşündükçe
Gül dikiyorum ellerimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları.
İlhan Berk
148
MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…
Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Ahmet Haşim
muttasıl: Sürekli.
lisân-ı hafî: Gizli dil.
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
HAPİSHANE ŞARKISI-3
Burda çiçekler açmıyor,
Kuşlar süzülüp uçmuyor,
Yıldızlar ışık saçmıyor,
Geçmiyor günler, geçmiyor.
Avluda volta vururum;
Kâh düşünür, otururum,
Türlü hayaller görürüm;
Geçmiyor günler, geçmiyor.
Gönülde eski sevdalar,
Gözümde dereler, bağlar,
Aynada hayalim ağlar,
Geçmiyor günler, geçmiyor.
Sabahattin Ali, bu şiirini
Karadeniz kıyısında bulunan Sinop Cezaevi’nde yazmıştır.
Dışarda mevsim baharmış,
Gezip dolaşanlar varmış,
Günler su gibi akarmış...
Geçmiyor günler, geçmiyor.
Yanımda yatan yabancı,
Her sözü zehir gibi acı,
Bütün dertlerin en gücü;
Geçmiyor günler, geçmiyor.
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
BİR YOLCUYA
ÇOK GÜZEL ŞEY
Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.
Melih Cevdet Anday
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda
İstiklâl uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir!
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!
Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!
Necmettin Halil Onan
149
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
HÜRRİYETE DOĞRU
Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin;
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden,
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar, donanmalar mı?
Heeeey!
Ne duruyorsun be, at kendini denize;
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.
Orhan Veli Kanık
MOHAÇ TÜRKÜSÜ
Bizdik o hücûmun bütün aşkıyle kanatlı;
Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.
Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle!
Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;
Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.
Gül yüzlü bir âfetti ki her bûsesi lâle;
Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle!
Dünyaya veda ettik, atıldık dolu dizgin;
En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!
Bir bir açılırken göğe, son def’a yarıştık;
Allah’a giden yolda meleklerle karıştık.
Geçtik hepimiz dört nala cennet kapısından;
Gördük ebedî cedleri bir anda yakından!
Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber;
Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle beraber.
Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden
Şimşek gibi bir hatıra nal seslerimizden!
Yahya Kemal Beyatlı
GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne hâlden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur...
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Cahit Sıtkı Tarancı
150
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
2.
RİTİM
Şiirlerin ve müzik parçalarının ahenkli olmasını sağlayan unsurlardan biri de ritimdir. Ritim (dizem), şiirdeki
ses tekrarlarından doğan uyumdur. Bir şiirdeki dizelerin ses bakımından uyumlu olmasını sağlayan bütün özelliklerin (ölçü, durak, kafiye, redif, asonans, aliterasyon vb.nin) tekrarı, o şiirin ritimli, dolayısıyla da ahenkli olmasını sağlar.
A.
ÖLÇÜ (VEZİN)
Ölçü, şiirdeki dizelerin belli bir ölçüte göre birbirleriyle eşit olmasını sağlayan ses özelliğidir. Bir şiirin bütün
dizelerinin, belli bir ölçüte göre birbirlerine eşit olması, yani aynı ölçünün bir şiirin bütün dizelerinde tekrarlanması,
o şiirin ses bakımından düzenli ve uyumlu olmasını sağlar.
Başlangıcından 20. yüzyıla kadar Türk edebiyatında şiirler ya hece ya da aruz ölçüsüyle oluşturulmuştur.
Hece ölçüsüyle oluşturulan şiirlerde, bütün dizelerinin hece sayıları birbirine eşittir. Temeli İslamiyet öncesi Türk şiirine dayanan bu ölçü, İslamiyet Etkisinde Gelişen
Türk Edebiyatı Dönemi’nde daha çok halk şairleri tarafından kullanılmıştır.
a. Hece ölçüsü
Hece ölçüsüyle oluşturulan şiirler okunurken dize sonlarında durulduğu gibi dize içlerindeki bazı yerlerde de
durulur. Mısra içlerindeki bu yerlere durak denir. Bir şiirin hem dizelerindeki hece sayılarının birbirine eşit olması
hem de bu dizelerin içinde aynı yerlerde durulması şiirin ritim bakımından zenginleşmesini sağlar. Şiir incelemelerinde duraklar + işareti ile gösterilir.
Halk edebiyatı ürünlerinden olan aşağıdaki
mâni 7’li (4 + 3) hece ölçüsüyle oluşturmuştur.
Aşağıdaki dörtlük 8’li (4 + 4) hece ölçüsüyle
oluşturmuştur.
İlkbahara / yaz derler
Güzel söze / naz derler
Kime derdim / söylesem
Bu dert sana / az derler
Bir bakışta / yürekleri
Yakar gider / şu güzeller
Bir yüreğe / bin acılar
Eker gider / şu güzeller
Aşağıdaki dörtlük 11’li (6 + 5) hece ölçüsüyle
oluşturmuştur.
Yeni mektup aldım / gül yüzlü yârdan
Gözletme yolları / gel deyi yazmış
Sivr’alan Köyü’nden / bizim diyârdan
Dağlar mor menevşe/ gül deyi yazmış
Âşık Veysel
Aşağıdaki dörtlük de 11’li (4 + 4 + 3) hece
ölçüsüyle oluşturmuştur.
Geçip gider / koca ömrüm / yel gibi
Ardım dönüp / baka baka / giderim
Önümdeki / gelen zaman / yol gibi
Derdim alıp / büke büke / giderim
151
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Aşağıdaki şiir 12’li hece ölçüsüyle oluşturulmuştur.
OLVİDO
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Gün saltanatıyla gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Ebedî âşığın dönüşünü bekler
Yalan yeminlerin tanığı çiçekler
Artık olmayacak baharlar içinde.
Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!
Aldan, geçmiş olsa bile ümitsiz kış;
Her garipsi ayak izi kar içinde
Dönmeyen âşığın serptiği çiçekler.
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
İşte, doğduğun eski evdesin birden
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar...
Ya sen! Ey sen! Esen dallar arasından
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;
Hatıraların bu uyanma vaktinde
Sensin hep, sen, esen dallar arasından.
Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir;
İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını,
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı...
Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.
Ey unutuş! Kapat artık pencereni,
Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;
Çıkmaz artık sular altından o dünya.
Bir duman yükselir gibidir kederden
Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.
Amansız gecenle yayıl dört yanıma
Ey unutuş! Kurtar bu gamlardan beni.
Ahmet Muhip Dıranas
Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla
Halay çeken kızlar misali kol kola.
Ya sizler! Ey geçmiş zaman etekleri,
İhtiyar ağaçlı, kuytu bahçelerden
Ay ışığı gibi sürüklenip giden;
Geceye bırakıp yorgun erkekleri
Salınan etekler fısıltıyla, nazla.
Aşağıdaki şiir 14’lü hece ölçüsüyle oluşturulmuştur.
DENİZ HASRETİ
Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor,
Çöllerde kalmış gibi yanıyor, yanıyorum.
Bütün gemicilerin ruhu bende yaşıyor;
Başımdaki gökleri bir deniz sanıyorum.
Sevmiyorum suyunda yıkanmamış rüzgârı;
Dalgaların gözümde tütüyor mavi, yeşil...
İçimi güldürmüyor sensiz ay ışıkları;
Ufkundan yükselmeyen güneşler güneş değil!
Nasıl yaşayacağım ey deniz, senden uzak?
Yanıp sönüyor gibi gözlerimde fenerin!
Uyuyor mu limanda her gece sallanarak,
Altından çivilerle çakılmış gemilerin?
Bir gün nehirler gibi çağlayarak derinden
Dağlardan, ormanlardan sana akacak mıyım?
Ey deniz, şöyle bir gün sana bakacak mıyım,
Elma bahçelerinden, fındık bahçelerinden?
Ömer Bedrettin Uşaklı
154
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Aruz, hecelerin açıklık-kapalılığına (kısalık-uzunluğuna) dayanan şiir ölçüsüdür.
Bu ölçü, İslamiyet’in kabulüyle birlikte Arap ve İran edebiyatlarından Türk edebiyatına geçmiş ve daha çok divan edebiyatı şiir geleneğinde kullanılmıştır.
b. Aruz ölçüsü
Hece ölçüsü, dizelerdeki hece sayılarının eşitliğine dayanıyordu. Aruz ölçüsü ise hecelerin sayılarının değil,
biçim ve değerlerinin eşitliğine dayanır. Bu ölçüye göre heceler açık (kısa) ve kapalı (uzun) hece olmak üzere ikiye ayrılır. Birkaç özel durum dışında aruzda ünlü ile biten heceler açık, ünsüzle biten heceler ise kapalıdır.
Açık ve kapalı heceyi birkaç örnek üzerinde gösterelim:
✦ “Seni ve onu burada aradı.” cümlesindeki bütün heceler açıktır. Çünkü bu heceler
➥ ya bir tek ünlüden (Se-ni ve o-nu bu-ra-da a-ra-dı.)
➥ ya da bir ünsüz ile bir ünlüden (Se-ni ve o-nu bu-ra-da a-ra-dı.) oluşmuştur. Yani bu hecelerin tümü ünlü ile bitmiştir.
✦ “Bundan on beş gün evvel İstanbul’dan ayrıldım.” cümlesindeki bütün heceler kapalıdır. Çünkü bu hecelerin tümü ünsüzle bitmiştir.
Nasıl ki hece ölçüsünde yedili, sekizli, on birli vb. kalıplar varsa aruzda da belli kalıplar vardır. Aruz kalıplarında geçen ve tef’ile olarak adlandırılan fâilâtün, mefâilün
gibi kelimeler, hecelerin ses değerlerinin kodlanmasını
sağlar. Bunu bir örnekle açıklayalım:
✦ Bakmasaydın kelimesi dört heceden oluşmaktadır: Bu hecelerden üçü (bak, say, dın) ünsüzle bittiği için
kapalı, biri (ma) ünlüyle bittiği için açıktır. Aruz kalıpları bulunurken açık heceler (.) kapalı heceler ( _ ) ile gösterilir.
Buna göre “bakmasaydın” kelimesindeki hecelerin
ses değerleri şu şekilde gösterilebilir: _ . _ _
Bir tek uzun ünlüden oluşan hecelerle başında,
ortasında ya da sonunda uzun ünlü bulunan
heceler de kapalı hece kabul edilir. Aslında Türkçe kökenli kelimelerde uzun ünlü bulunmaz. İçinde uzun ünlünün bulunduğu bütün kelimeler, Türkçeye İslam kültür ve medeniyetinin etkisiyle Arapça ya da Farsçadan geçmiştir:
Aynı durum fâilâtün kelimesi için de söz konudur.
Çünkü bu kelimedeki
EK BİLGİ
❐ â-dil
❐ lâ-le
❐ pîr
❐ şî-rîn
❐ i-râ-de
❐ tû-fân
fâ: Uzun ünlü ile bittiği için kapalı hece (_)
i:
Bir tek ünlüden oluştuğu (ünlüyle bittiği) için açık hece (.)
lâ: Uzun ünlü ile bittiği için kapalı hece (_)
tün: Ünsüzle bittiği için kapalı hece ( _ )dir.
Görüldüğü gibi “bakmasaydın” ile “fâilâtün” kelimeleri ses değerleri bakımından birbirine denktir. O hâlde
“bakmasaydın” kelimesini kodlamak için “fâilâtün” kelimesinden yararlanılabilir.
Aruz kalıplarının “fâilâtün, mefâilün” gibi kelimelerin (tef’ilelerin) yan yana getirilmesiyle oluşturulduğunu söylemiştik. Bu kalıpların birkaçını şöyle gösterebiliriz:
❐
me _fâ i lün
/ me _fâ i lün
/ me _fâ i lün
/ me _fâ i lün
.
. _
.
. _
.
. _
.
. _
❐
müs tef i lün / müs tef i lün / müs tef i lün / müs tef i lün
_ _ . _
_ _ . _
_ _ . _
_ _ . _
❐
fe û lün / fe û lün / fe û lün / fe û lün
. _ _
. _ _
. _ _
. _ _
155
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
❐
fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lün
_ . _ _
_ . _ _
_ . _ _
_ . _
❐
fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lün
_ . _ _
_ . _ _
_ . _
❐
mef û lü / fâ i lâ tü / me fâ î lü / fâ i lün
_ _ . _ . _ .
. _ _. _ . _
❐
fe û lün / fe û lün / fe û lün / fe ûl
. _ _
. _ _
. _ _
. _
❐
mef û lü / me fâ î lü / me fâ î lü / fe û lün
_ _ .
. _ _.
. _ _ . . _ _
❐
fe i lâ tün (fâ i lâ tün) / fe i lâ tün / fe i lâ tün / fe i lün (fa’ lün)
. . _ _ (_ . _ _ ) . . _ _
. . _ _
. . _ (_ _ )
❐
me fâ i lün / fe û lün / me fâ i lün / fe û lün
. _ . _
. _ _
. _ . _
. _ _
EK BİLGİ
❐
Aruz ölçüsüyle oluşturulan şiirlerde her mısranın son hecesi -açık bile olsa- kapalı hece kabul edilir.
❐
Uzun bir heceyi, ölçü gereği kısa okumaya zihaf; kısa bir heceyi uzun okumaya imâle denir. İmâle ve
zihaf, aruzda kusur kabul edilir.
❐
İki kapalı hece arasında ölçü gereği bir açık hece bulunması gerekiyorsa sonu bir uzun ünlü ve bir ünsüzle biten heceyi imâleye göre biraz daha uzun (bir buçuk hece değerinde: _ .) okumaya med denir.
Med, iki ünsüzle biten hecelerde de yapılabilir.
❐
Kelime sonunda bulunup ölçü gereği açık olması gereken ama ünsüzle bittiği için kapalı olan bir hecenin, kendinden sonraki kelimenin ilk harfinin ünlü olması durumunda bu kelimeyle birleştirilerek okunmasına ulama denir. Ulama, günlük konuşma dilinde de var olan ve hece ölçüsüyle oluşturulan şiirlerde de uygulanabilen bir ses olayıdır.
156
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖRNEK 1
ÖRNEK 2
Ni ce yüz bin / se ne dir şar / kı nı şık mî / mâ rı
. . _ _ / . . _ _ / . . _ _ / _ _
Ol pe rî nin / san ki ak set / miş ha yâ lî / dağ la ra
_ . _ _ / _ . _ _ / _ . _ _/ _ . _
Böyle mâmur eder ettikçe hayâl Üsküdar’ı
Ağladım âh eyledim baktım şu hâlî dağlara
feilâtün / feilâtün / feilâtün /feilün
(fâilâtün)
(fa’lün)
fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün
Mehmet Celâl
Yahya Kemal Beyatlı
ÖRNEK 3
ÖRNEK 4
Top la dık yol / lar da al tın / fil di şi
_
. _ _ / _
. _ _ / _ . _
Yi yin e fen / di ler yi yin / bu hân-ı iş / ti hâ si zin
. _ . _ / . _ . _ / . _ . _ / . _ . _
Hind’i geçtik üç yüz altmış beş gece
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin
Elde paslanmış kılıçlar gizlice
mefâilün / mefâilün / mefâilün / mefâilün
Mâverâ-yı Çîn’e girdik kırk kişi
Tevfik Fikret
fâilâtün / fâilâtün / fâilün
Yahya Kemal Beyatlı
Serbest ölçü dediğimiz edebiyat terimi, aslında şiirin herhangi bir ölçüye bağlı kalınmadan oluşturulduğunu ifade eder. Yani, serbest ölçüyle yazılmış şiir, aslında ölçüsüz yazılmış şiirdir. Türk şiirinde yirminci yüzyılın başlarından itibaren kullanılmaya başlanan bu ölçü günümüzde de varlığını ve önemini korumaktadır. Aşağıdaki şiirler serbest ölçüyle yazılmıştır.
c. Serbest ölçü
DALGACI MAHMUT
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.
Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda,
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne halt edeceğimi bilemem
Orhan Veli Kanık
AKŞAM ERKEN İNER MAHPUSHANEYE
Akşam erken iner mahpushaneye.
Ejderha olsan kâr etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kâr etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.
Akşam erken iner mahpushaneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç kök hercai menekşe...
...
Ahmed Arif
157
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
B.
KAFİYE (UYAK) VE REDİF
Ses, hece, ek ve kelimelerin, dizelerin belli yerlerinde özellikle de sonlarında, belli bir düzene göre tekrarlanması, şiirin ritmini sağlar. Dizelerin başında, ortasında, çoğunlukla da sonunda tekrarlanan bu unsurların (ses, hece, ek, kelime) görev ve anlamları birbirinden farklıysa ortaya çıkan ses uyumuna kafiye (uyak) denir. Bu unsurların anlam ve görevleri aynıysa ortaya çıkan ses uyumu redif olarak adlandırılır.
Kafiye ile redif arasındaki farkı belirginleştirmek için bir örnek verelim:
Susuz değirmenlerin ne ile döner çarkı
Kerem etmeyen beyin fakirden nedir farkı
Bu dizelerin sonunda yer alan “ı” sesi, rediftir. Çünkü iki kelimede de aynı görevde (üçüncü tekil kişi iyelik
eki) kullanılmıştır. Bunlardan önceki “ark” sesleri ise kelimelerin köklerinde bulunmaktadır. Dolayısıyla bunlar aynı anlam ve görevde kullanılmış olamaz. O hâlde bunlar redif değil, kafiyedir.
Bir tek sesin benzeşmesiyle
oluşan kafiyedir.
a. Yarım kafiye
ÖRNEK 1
Ecel büke belimizi*
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken hâlimizi
Soranlara selâm olsun
Yunus Emre
ÖRNEK 2
Bir mecliste sıra gelse az söyle
Kırk boğumluk boğazından süz söyle
Âşık Şeref Taşlıova
Kafiyeyi oluşturan seslerden
biri kelimenin kökünde, diğer
ekte bulunabilir.
UYARI
Bursa’da bir eski cami avlusu
Küçük şadırvanda şakırdıyan su
Ahmet Hamdi Tanpınar
Yukarıdaki dizelerde benzeşen sesler
“su”dur. Birinci dizedeki “su”, “avlu” kelimesine getirilen iyelik eki (-u) ile kaynaştırma ünsüzünden (s) oluşmaktadır yani bir ektir. İkinci dizedeki ise başlı başına bir kelimedir yani
kelimenin kökünde bulunmaktadır. Bu durum,
bu seslerin kafiye oluşturmasına engel değildir. Bir sesin kafiye oluşturmasında önemli
olan tek nokta, benzeşen seslerin görevlerinin aynı olup olmadığıdır. Biri kelime kökünde bulunan diğeri ek olan iki unsurun görevleri aynı olamaz.
Âşık Şeref Taşlıova
* Kafiyeler mavi, redifler kırmızıyla gösterilmiştir.
160
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
b. Tam kafiye
İki sesin benzeşmesiyle oluşan kafiyedir.
ÖRNEK 1
Nasihatim sana herzeyle iştigali bırak
Adamlığın yolu nerdense bul da girmeye bak
Mehmet Âkif Ersoy
herze: Saçma söz.
iştigal: Uğraşma, ilgilenme, meşgul olma.
ÖRNEK 4
ÖRNEK 3
yeşili bozup suya çevirdin, akşamı sonsuz uzattın
ne buldunsa o akşama uygun, ne buldunsa ona kattın
Turgut Uyar
sen ey bakışların yolgeçen hanı
çılgınlığa yazla gelen ilk konuk
adlarına deniz vuran soyluluk
dize gelir önünde güllerin en yabanı
Hilmi Yavuz
Çıkakları (boğumlanma noktaları, mahreçleri) birbirine yakın seslerle (c-ç, d-t,
s-ş, g-k, z-s, g-y...) de kafiye ve redif oluşturulabilir.
UYARI
Erkenden çağırır ya deniz ya bahçe
Her yerde tükenmez kahkaha eğlence
Ahmet Kutsi Tecer
Yukarıdaki dizelerde “çe” ve “ce” sesleriyle kafiye
oluşturulmuştur.
Ahmet Kutsi Tecer
c. Zengin kafiye
Hilmi Yavuz
En az üç sesin benzeşmesiyle oluşan kafiyedir.
ÖRNEK 1
ÖRNEK 2
Kalbim yine üzgün seni andım da derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Yahya Kemal Beyatlı
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar
Ahmet Muhip Dıranas
161
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Bir uzun ünlünün ses değeri, normal bir ünlüyle bir ünsüzün ses değerlerinin toplamına
denktir. Bu bağlamda bir uzun ünlünün benzeşmesiyle oluşan kafiye, tam; bir uzun ünlüyle bir ya da daha çok ünsüzün benzeşmesiyle oluşan kafiye zengin kafiye olarak değerlendirilir.
UYARI
ÖRNEK 1
Aşk bir demir kafes, biz (içinde) papağanıyız. Dert bir gül bahçesidir, biz (o bahçenin)
aşktan çıldıran bülbülüyüz.
Işk bir âhen kafes biz tûtî-i gûyâsıyuz
Derd bir gül-zârdur biz bülbül-i şeydâsıyuz
Zâtî
Yukarıdaki beyitte “-sı” ve “-yuz” ekleri aynı görevde kullanıldıkları için rediftir. Bunlardan önceki “â”
sesleri ise kelimelerin köklerinde yer aldıkları için aynı görevde kullanılmış olamaz. Dolayısıyla “â” sesi,
kafiye oluşturmuştur. Kafiyeyi oluşturan “â”, uzun bir ünlüdür. Yani normal bir ünlüyle bir ünsüzün ses değerlerinin toplamına (tam kafiyeye) denk bir değere sahiptir. O hâlde “â” sesiyle oluşturulan bu ses uyumu
tam kafiye olarak değerlendirilmelidir.
ÖRNEK 2
Boyu şimşire benzeyen sevgili ağlayıp inlememe yetişip gelmiyor. Herhâlde feryadım
onun kulağına kadar erişmiyor.
Feryâduma ol kâmeti şimşâd yetişmez
Benzer ki anun gûşına feryâd yetişmez
Bâkî
Yukarıdaki beyitte “yetişmez” kelimesi redif görevindedir. Bu kelimeden önce gelen şimşâd ve feryâd
kelimelerindeki “-âd” sesleri kafiyedir. “â”, uzun bir ünlüdür, yani bir ünsüzlü normal bir ünlünün ses değerinin toplamına (2) denk bir değere sahiptir. Bu sese “d” sesi de eklenince “âd”ın ses değeri 3’e çıkar. O
hâlde burada ikiden çok sesin benzerliğine dayanan zengin kafiye vardır.
EK BİLGİ
Zengin kafiyeyi oluşturan unsurlardan biri, kelime olarak başka bir kelimenin içinde yer
alıyorsa bu tür kafiyeye tunç kafiye de denir.
ÖRNEK 2
ÖRNEK 1
Her şey akar; su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir
Necip Fazıl Kısakürek
Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek
Bizim diyarımız da bin bir baharı saklar
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar
Faruk Nafiz Çamlıbel
ÖRNEK 3
Yalandır şu dünyanın ötesi yalan
Kimdir nazlı yâri elimden alan
Anonim
162
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Sesteş kelimelerle yapılan kafiyedir. Cinaslı kafiyede kafiyeyi oluşturan kelimelerin
sesleri aynı, anlamları farklıdır.
ç. Cinaslı kafiye
ÖRNEK 1
Niçin kondun a bülbül
Dalımdaki asmaya (Dalları çardak üzerine yayılan üzüm vb. bitkiler)
Ben yârimden vazgeçmem
Götürseler asmaya (Bir kimseyi boğazından ip vb. geçirip sallandırarak öldürme, idam etme)
Anonim
ÖRNEK 2
Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç
Yahya Kemal Beyatlı
ÖRNEK 3
Gül yârim
Şad ol yârim gül yârim
Ben olurum bülbülün
Sen olursan gül yârim
Ben ateşe yanayım
Sen karşımda gül yârim
Anonim
Mısra başlarında ve ortalarında da kafiye kullanılabilir. Mısra başlarındaki kafiyeye
ön kafiye, mısra ortalarındaki kafiyeye ise iç kafiye denir. Bu tür kafiyeler, daha çok
divan edebiyatı şiir geleneğinde kullanılmıştır. Aşağıdaki rubaide ön kafiye olarak b sesi kullanılmıştır.
EK BİLGİ
Bu fettâna gönül gözüyle bakma
Benim diye buna gönül bırakma
Bunun sihri tuzağına tutulup
Bunu yapıp varacak yeri yıkma
Eşrefoğlu Rûmî
Fuzûlî’nin yazdığı bir gazelden alınan aşağıdaki beyitte iç kafiye kullanılmıştır.
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsân
Niçün kılmaz bana dermân beni bîmar sanmaz mı
Sevgili bütün âşıklarının derdine bir çare bağışlar. Benim derdime neden çare bulmaz. Yoksa
benim, onun aşığı olduğumu bilmez mi?
Kamu bîmârına cânân
Deva-yı derd eder ihsân
Niçün kılmaz bana dermân
Beni bîmar sanmaz mı
163
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
C.
ALİTERASYON VE ASONANS
Şiirin ritimli olması için mısra içlerinde yapılan ünsüz tekrarlarına aliterasyon, ünlü tekrarlarına asonans
denir. Aliterasyonun olduğu hemen her yerde asonans da vardır.
ÖRNEK 1
Mânânın meclisinde maddeyi, meyi
Dervişin dergâhında döv divâneyi
Serseri serpuşundan sor serhâneyi
Neyzen sen, nefes sen, neylersin neyi
Neyzensen nefessen neylersin neyi
Zehra Birsen Yamak
Yandaki şiirin son iki dizesinde
➥ n sesi 16
➥ y sesi 6
➥ s sesi 8
➥ e sesi 18 kez kullanılmıştır.
Zehra Birsen Yamak
ÖRNEK 2
Gül dedim gülmedi, gül derde düştü,
Giderken görmedim, gül nerde düştü,
Güzelden güzele gezerken gönül,
Girdiğim gülşende güller de düştü.
Serdar Öncül
Ç.
Yandaki dörtlükte
➥ g sesi 13
➥ d sesi 15
➥ l sesi 10
➥ r sesi 7
➥ ü sesi 15
➥ e sesi 20
kez tekrarlanmıştır.
TEKRİR (YİNELEME)
Bir ya da birden çok kelimenin dizelerin baş ya da ortalarında tekrarlanmasıyla sağlanan ses uyumuna tekrir
denir. Tekrarlanan kelimeler düzenli olarak mısra sonlarında yer alıyorsa bunlar redif adını alır.
ÖRNEK
Dedim dilber yanakların kızarmış
Dedi çiçek taktım gül yarasıdır
Dedim tane tane olmuş benlerin
Dedi zülfüm değdi tel yarasıdır
Dedim dilber sana yazıldı kanım
Dedi niçin dersin benim sultanım
Dedim kimler sarmış ince miyânın
Dedi kendin sardın kol yarasıdır
Dedim bu Ömer’in aklını aldın
Dedi sevdiğine pişman mı oldun
Dedim dilber niçin sararıp soldun
Dedi hep çektiğim dil yarasıdır
Âşık Ömer
164
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
E.
ŞİİRDE GERÇEKLİK VE ANLAM
Elbette şairler; sanatçı ama öncelikle de insan oldukları için, bu dünyanın gerçekleriyle içli dışlı olmak; ileteceklerinin, hissettireceklerinin önemli bir bölümünü de bu dünyanın somut ve soyut gerçeklerinden seçmek ya da
bu gerçeklerle ilişkilendirmek durumundadırlar. Bu seçme ve ilişkilendirme, şiirde farklı bir bağlamda gerçekleşir.
Şiirde, insana ve dış dünyaya özgü somut ve soyut gerçekler; çoğunlukla duygu, düşünce ve hayallerle birleştirilerek imgelere dayalı bir dille yeniden yaratılır. Yani yaşananlar ve hayal edilenler, şiirde, genellikle somut dünyadaki gerçeklikleriyle ifade edilmez. Bunlar, yoğunlaştırılır, yorumlanır ve değiştirilir. Bu nedenle de şiirde kendine özgü bir gerçeklik ortaya çıkar. Bu gerçekliğin oluşmasında sezgi, duyuş, tasarım ve izlenimler de rol oynar.
Nasıl ki şiirin dili, günlük hayatta kullanılan dilin içinde oluşturulan ikinci bir dil gibiyse şiirdeki gerçeklik de somut dünyanın gerçekleri içinde yaratılan ama ondan çoğu yerde bağımsız olan bir gerçekliktir.
Şiirde ele alınan temaların önemli bir bölümü gerçek hayatta da vardır. Şair, ele aldığı temayı; çağrıştırmak,
hissettirmek istediği hususlara ve kendi bakış açısına göre şiirinde konulaştırır. İmgeleminde oluşturduğu gerçekliği kelimelerle ifade etmek için dilin bütün anlatım olanaklarını kullanır, kelimelerin ses ve anlam değerlerinden
olabildiğince yararlanır, şiire özgü bir gerçeklik yaratır.
Şiirdeki gerçekliği anlatmak için şöyle bir örnek verebiliriz: Geçen zamanın farkında olmamak, zamandan
yakınmak insana özgü bir gerçekliktir. Ayrıca “Yıl, saat, gökyüzü, uçurtma, durmak, uçurmak” da herkesin bildiği nesne, kavram ve fiilleri karşılayan, günlük hayatta kullanılan kelimelerdir. Yani bütün bunların günlük dilde de
gerçek hayatta da karşılıkları vardır.
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum
Necip Fazıl Kısakürek
Şair, bu kelime ve gerçeklerden yola çıkarak özgün, etkileyici ve çağrışım gücü son derece kuvvetli bir imge
oluşturmuştur: Otuz yıl boyunca saati çalışıp kendisi duran, bir anlamda saatiyle kendisi yer değiştiren, bununla
da kalmayıp gökyüzünden habersiz uçurtma uçuran bir insan.
Bir kişinin, otuz yıl boyunca saatinin işlemesine karşın kendisinin olduğu yerde hareketsiz durması ve gökyüzünün farkına varmadan uçurtma uçurması, gerçek hayatta mümkün müdür? Gerçek hayatta olmasa bile şiirin
kendine özgü gerçekliğinde evet! Bunlar şiir gerçekliğinde mümkün göründüğü için okuyucuya yadırgatıcı gelmemekte, aksine şiire büyük bir güç katmaktadır.
Şair, gerçekte saati otuz yıl boyunca düzenli çalışmasına karşın kendisi hareketsiz duran ve gökyüzünden
habersiz uçurtma uçuran bir insan olmamakla birlikte o insan gibidir: Bozuk bir saat gibi zamanın farkında değildir. Gökyüzünün farkında olmadan uçurtma uçuran, uçurmaya çalışan bir insan gibi cahil, şaşkın ve habersizdir.
Gökyüzünü görememek, onun apaçık ortada olan gerçekliğinin farkına varamamak... Otuz yıl sonra, çok geç fark
edilen bir gerçeklik... Boşu boşuna geçen, bir daha asla geri dönemeyecek otuz koca yıl... Telafisi mümkün olmayan çok kıymetli otuz yıl...
Şair, içinde bulunduğu durumu, yaşadığı olayları, hissettiği duyguları, pişmanlıkları, hataları, şaşkınlıkları ve
hayıflanmaları; şiirin kendine özgü gerçekliğinde böyle ifade etmiştir.
165
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Aşağıdaki metin parçası, Bâkî’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine yazdığı “Kanuni Mersiyesi’nden
alınmıştır. Şair, bu şiirde tarihî ve somut bir gerçeği ele almıştır: Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünün, onu sevenler üzerinde yarattığı hüzün. Şair, bu temayı ele alırken sadece insanların değil, gezegenlerden nesnelere, hayvanlardan bitkilere hemen her varlığın Kanuni için ağladığını, üzüldüğünü dile getirmiş; böylece somut
bir gerçeği şiirsel gerçeklik bağlamında yeniden yaratmıştır. Bir şiirde dile getirilen her hususu, somut dünyanın gerçeklerine göre değerlendirmeye kalkışmak yanlıştır. Çünkü şiir, zaten gerçekleri günlük dilde anlatıldığından farklı, daha etkili, daha coşkulu bir dille, hayallerle, imgelerle harmanlayarak anlatmak için vardır. Bu
durum bilindiğinden gerçek dünyada olmayacak şeylerin şiirde olması okuyucuya yadırgatıcı gelmez. Zaten
okuyucu da gerçekleri, şiirin penceresinden görmek; gerçeklere, şiire özgü gerçeklik dünyasından bakmak ister. Şair, şiir yazarak bu dünyanın gerçeklerini yoğunlaştırır, yorumlar, değiştirir. Yazdığı metinle, coşku, heyecan, duygu, düşünce ve hayallerini etkileyici bir dille okuyucuya yansıtabildiğinde de amacına ulaşmış olur.
Olsun gamında bencileyin zâr ü bî-karâr
Afâkı gezsün ağlıyarak ebr-i nev-bahâr
İlkbahar bulutu senin üzüntünle benim gibi ağlayıp inlesin, ne yapacağını bilemez olsun. Yaşlar dökerek ufuklarda dolaşsın.
Tutsun cihânı nâle-i mürgan subh-dem
Güller yolunsun âh u figân eylesün hezâr
Sabah vakti, kuşların iniltileri dünyayı kaplasın; güller yolunsun,
bülbüller âh etsin, feryat etsin.
Sünbüllerini mâtem edüb çözsün ağlasun
Dâmâne döksün eşk-i firâvânı kûhsâr
Dağlar yas tutup (güzellerin saçına benzeyen) sümbüllerini çözsün, ağlasın; coşkun gözyaşlarını eteklerine döksün.
Gül hasretinle yollara dutsun kulağını
Nergis gibi kıyâmete dek çeksün intizâr
Gül, hasretinle (belki gelirsin diye) kulağını yollara tutsun; nergis
gibi kıyamete kadar beklemenin ıstırabını çeksin.
Yüz yere koydı lutf ile gülberg-i ter gibi
Sanduka saldı hazîn-i devrân güher gibi
Taze gül yaprağı gibi yüzünü yavaşça yere koydu. Devran hazinecisi de onu mücevher gibi sandığa yerleştirdi.
Gün toğdı şâh-ı âlem uyanmaz mı hâbdan
Kılmaz mı cilve hayme-i gerdûn-cenâbdan
Gün doğdu, bütün dünyanın sultanı uykudan uyanmaz mı? Avlusu gökyüzü kadar geniş otağından çıkıp görünmez mi?
Yollarda kaldı gözlerümüz gelmedi haber
Hâk-ı cenâb-ı südde-i devlet-me’âbdan
Gözlerimiz yollarda kaldı. Devletin sığınağı olan padişahın eşiğinin avlusunun toprağından haber gelmedi.
Reng-i izârı gitdi yatur kendü huşk-leb
Şol gül gibi ki aynı düşüpdür gülâbdan
Kendi, gülsuyundan ayrı düşmüş, solmuş şu gül gibi, yanağının
rengi gitmiş, dudakları kurumuş bir halde yatmakta.
Gâhî hicâb-ı ebre girer husrev-i felek
Yâd eyledükçe lutfunı derler hicâbdan
Gökyüzünün sultanı güneş, bazen bulut perdesinin arkasına girip
saklanır ve senin iyiliklerini aklına getirdikçe utancından terler.
Yansun yakılsun âteş-ı hecrünle âfitâb
Derdünle kare çullara girsün sehâbdan
Güneş, senin ayrılığının ateşiyle yansın yakılsın. Derdinle buluttan kara çullara bürünsün.
Derd ü gamunla çâk-ı girîbân edüp kalem
Pîrâhenini pârelesin gussadan alem
Kalem senin derdin ve gamınla yakasını yırtsın, bayrak da kederden gömleğini parçalasın.
166
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Divan şiirinin gerçeklik dünyasında edebî sanatlardan sıkça yararlanılmıştır. Halk edebiyatı şiir geleneğinde oluşturulan aşağıdaki şiir, Bâkî’nin şiiriyle benzer bir temaya sahip olmasına rağmen, edebî sanatlar bakımından ondan daha sadedir. Bu şiirde şair, ömrünün sonuna yaklaşmış bir insan olarak bu dünyayla ilgili duygu, düşünce ve izlenimlerini dile getirmiş, insanlardan tek beklentisinin hatırlanmak olduğunu belirtmiştir. Şair,
bunları yaparken yer yer benzetme ve istiare sanatına başvurmuş, böylece izlenimlerini çağrışım gücü yüksek
kelimelerle ifade etmiş ve şiirsel bir gerçeklik yaratmıştır.
Ben giderim, adım kalır,
Dostlar beni hatırlasın.
Düğün olur, bayram gelir,
Dostlar beni hatırlasın.
Can kafeste durmaz uçar,
Dünya bir han, konan göçer,
Ay dolanır, yıllar geçer,
Âşık Veysel
Dostlar beni hatırlasın.
Can bedenden ayrılacak,
Tütmez baca, yanmaz ocak,
Selam olsun kucak kucak,
Dostlar beni hatırlasın.
Ne gelsemdi ne giderdim,
Günden güne arttı derdim,
Garip kalır yerim yurdum,
Dostlar beni hatırlasın.
Açar solar türlü çiçek,
Kimler gülmüş, kim gülecek?
Murat yalan, ölüm gerçek,
Dostlar beni hatırlasın.
Gün ikindi, akşam olur,
Gör ki başa neler gelir!
Veysel gider, adı kalır,
Dostlar beni hatırlasın.
Âşık Veysel
167
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
5
Şiirde Ahenk, Gerçeklik ve Anlam
UYGULAMA – 1
Aşağıdaki dizelerdeki kafiye ve redifleri gösteriniz. (Bazı dizelerde redif yoktur.)
1.
Kimi esti başucumdan yel gibi
Kimi sızdı bir toprağa sel gibi
Yalnız ben, alçıdan bir heykel gibi
Sonsuzluğu dinlemekten tat aldım
Faruk Nafiz Çamlıbel
Kafiye:
5.
Anonim
Kafiye:
Redif:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Kömür gözlüm hasta olmuş
Bir muskacık yaz ver bana
Siyah zülfü ak gerdana
Tel tel et de diz ver bana
Karacaoğlan
Kafiye:
Redif:
3.
4.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Arap at üstünde olsa postumuz
İkrarından döndü m’ola dostumuz
Dadaloğlu
Redif:
6.
ESEN YAYINLARI
2.
Ah o beni o beni
Kâkül örtmüş o beni
Ben yârimi unutmam
Unutsa da o beni
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Necip Fazıl Kısakürek
Kafiye:
Redif:
Kafiye:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Niçin öyle gafil gafil durursun
Bir gün olur ol huzura varırsın
Neyin var neyin yok orda görürsün
Ne edersen burada et dedim gönül
Âşık Ferahî
Kafiye:
Redif:
Redif:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Cevizli kadayıf canıma değer
Arkasına bamya hazırmış meğer
Pilav ve yaprak gelmeseydi eğer
Arkasından hoşaf mahzun mu olsun
Âşık Mehmet Yakıcı
Kafiye:
Redif:
168
7.
8.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Dertli âşıklar için
Yolda sâdıklar için
Bağrı yanıklar için
Kerem eyle ya Mevlâ
Aziz Mahmut Hüdayî
Kafiye:
Redif:
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
UYGULAMA – 1’İN CEVAPLARI
1.
5.
Kafiye: “yel”, “sel” ve “heykel” arasında “el”
tam kafiye
Redif: “gibi”
Kafiye: “bana” ile “gerdana” arasında “an”
tam kafiye
“Bir muskacık yaz ver bana” ile “Tel tel et de diz
ver bana” arasında “z” yarım kafiye
Redif: “bana” ile “gerdana” arasında “-a”
“Bir muskacık yaz ver bana” ile “Tel tel et de
diz ver bana” arasında “ver bana”
3.
Kafiye: “postumuz” ile “dostumuz” arasında
“ost” zengin kafiye
Redif: “i”
6.
7.
Redif: “postumuz” ile “dostumuz” arasında
“umuz”
4.
Kafiye: “değer”, “meğer” ve “eğer” arasında
“eğer” zengin kafiye
“değer” ile “eğer” arasında “eğer” tunç kafiye
“meğer” ile “eğer” arasında “eğer” tunç kafiye
Kafiye: “düze” ile “gündüze” arasında “düz”
zengin ve tunç kafiye
Redif: “düze” ile “gündüze” arasında “-e”
ESEN YAYINLARI
2.
Kafiye: “Kâkül örtmüş o beni” ile “Unutsa da o
beni” arasında “ben” cinaslı kafiye
Kafiye: “durursun”, “varırsın” ve “görürsün”
arasında “r” yarım kafiye
Redif: “durursun”, “varırsın” ve “görürsün”
arasında “ursun/ırsın/ürsün”
8.
Kafiye: “âşıklar için”, “sâdıklar için” ve “yanıklar için” arasında “ık” tam kafiye
Redif: “için”
Redif: –
169
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
UYGULAMA – 2
1.
5.
Gezdirir rüzgâr gibi üstünde yamaçların
Boynuma çifte zincir çift örgülü saçların
Ateşimden yanarken dalları ağaçların
Gözlerimin sel gibi yaşı çağlar ardında
Faruk Nafiz Çamlıbel
Kafiye:
Bilmem ki adını onun kim saklar
Besbelli üşütür soğuk topraklar
Ahmet Kutsi Tecer
Kafiye:
Redif:
Redif:
2.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Gül budanmış dal dal olmuş
6.
Menekşesi yol yol olmuş
Biz şu yerlerden gideli
Öksüz Âşık
Kafiye:
ESEN YAYINLARI
Siyah zülfün tel tel olmuş
Redif:
Redif:
Kafiye:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Gözlerin kararan yollarda üzgün
Ve bir zambak kadar beyazdır yüzün
Süzülüp akasya dallarında gün
Erir damla damla ayaklarında
Ahmet Muhip Dıranas
Kafiye:
Redif:
Redif:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim
Ahmet Hamdi Tanpınar
Kafiye:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Dünya serbest serin imiş
Hakikat yâr şirin imiş
Aşk ummanı derin imiş
Yüzem dedim yüzemedim
Âşık Ferahî
Kafiye:
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
3.
Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak
7.
Neler yapmış bu millet en yakın tarihe bir sor, bak
Süleyman Nazif
4.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Gün olur zaman olur
Harmanda saman olur
Üsküp’ün güzelleri
Billahi yaman olur
Anonim
Kafiye:
Redif:
170
8.
Redif:
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
DOĞRU – YANLIŞ
1.
“Aşk bir şem’-i ilâhîdir benüm pervânesi/
Şevk bir zencîrdür gönlüm anın divânesi”
dizelerinde cinaslı kafiye kullanılmıştır.
DOĞRU
6.
YANLIŞ
2.
Şiirin ritimli olması için mısra içlerinde
yapılan ünsüz tekrarlarına asonans denir.
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
7.
YANLIŞ
ESEN YAYINLARI
DOĞRU
3.
DOĞRU
8.
YANLIŞ
4.
9.
DOĞRU
YANLIŞ
5.
10.
DOĞRU
YANLIŞ
177
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
TEST – 1
1.
Aşağıdaki dizelerin hangisinde zengin uyak
kullanılmıştır?
4.
A) Ateşin karşısında yüzün kızıllaşıyor
Saadet içimizden bir sel gibi taşıyor
A) Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler
Sakarya, kandillere katran döktü geceler
B) Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan
B) O zaman gönülde ne varsa diner
Yüzlere tülümsü bir buğu iner
C) Ürperme verir hayâle sık sık
Hep bir kapıdan giren karanlık
C) Odada sessizlik tutulur gibi
İşte o da geldi, evin sahibi
D) Neden hiç çıkmıyor içimden bu ses
Tipi, çığ, fırtına... Donar her nefes
D) Üsküdar’a gider iken bir mendil buldum
Mendilimin içine lokum doldurdum
E) Öğleyin bu uyku bir aralıktır
Saf hava bir kanat gibi ılıktır
E) Felek vermezsin dengi dengine
Yolum düşürdün yine engine
5.
Aşağıdaki dizelerin hangisinde redif kullanılmamıştır?
A) Uçun kuşlar uçun, burda vefa yok
Öyle akarsular, öyle hava yok
B) Gül mevsimidir şimdi, bıraksın seni kışlar
Aksetti yeşil göllere sazlar ve kamışlar
Aşağıdaki dizelerin hangisinde yarım kafiye
kullanılmıştır?
A) Benim içimde yaktı sanki gurubu akşam
Senin kirpiklerinde bir damla oldu akşam
ESEN YAYINLARI
2.
Aşağıdaki dizelerin hangisinde tam uyak kullanılmıştır?
B) Yüzü benziyordu bahar ayına
Kaşları can yakan aşkın yayına
C) Kalenin ardında bir taş olaydım
Gelene geçene yoldaş olaydım
C) Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı
Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı
D) Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara
Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara
D) Yeşil kurbağalar öter göllerde
Kanadım kırıldı kaldım çöllerde
E) Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var
Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhude sonbahar
E) Yine yeşillendi suların başı
Aktı da dinmiyor gözümün yaşı
6.
Aşağıdakilerin hangisinde tunç uyak kullanılmıştır?
A) Kalenin ardında üç ağaç incir
Elimde kelepçe boynumda zincir
3.
Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur
Kâtibimin setresi uzun eteği çamur
Kâtip uykudan uyanmış gözleri mahmur
Bu dizelerde aşağıdakilerden hangisi kullanılmıştır?
A) Yarım kafiye
B) Tam kafiye
C) Zengin kafiye
D) Cinaslı kafiye
E) Tunç kafiye
180
B) Baş yorgun, yaslanır yeşil otlara
Göz dalgın, uzanır ta bulutlara
C) Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir
İspanya varlığıyla bu akşam bu güldedir
D) Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider
E) Üstünde gökyüzü, ufuklara karşı
Senin her yer: Caddeler, meydan, çarşı
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
BULMACA
15
1
3
2
4
16
6
5
9
8
7
10
11
13
12
14
1.
Bir kelimedeki hecelerden birinin ya da bir
cümledeki kelimelerden birinin diğerlerine göre daha baskılı, daha kuvvetli söylenmesi
2.
Bir ya da birden çok kelimenin dizelerin baş
ya da ortalarında tekrarlanmasıyla sağlanan
ses uyumu
10. Şiirin ritimli olması için mısra içlerinde yapılan
ünlü tekrarları
11. İkiden fazla sesin benzeşmesiyle oluşan kafiye
12. Hecelerin açıklık-kapalılığına (kısalık-uzunluğuna) dayanan şiir ölçüsü
3.
Ses, görev ve anlamları aynı olan ek ve kelimelerin mısra sonlarında tekrarlanması
4.
Aruz ölçüsüyle oluşturulan bir şiirde uzun bir
heceyi, ölçü gereği kısa okuma
13. Bir kelimenin son sesinin ünsüz, ondan sonraki kelimenin ilk sesinin ise ünlü olması durumunda bu kelimelerin birleştirilerek, bir tek
kelime gibi okunması
5.
Şiirin ritimli olması için mısra içlerinde yapılan
ünsüz tekrarları
14. Şiirdeki dizelerin belli bir ölçüte göre birbirlerine eşit olmasını sağlayan ses özelliği, ölçü
6.
İki sesin benzeşmesiyle oluşan kafiye
7.
Aruz ölçüsüyle oluşturulan bir şiirde kısa bir
heceyi, ölçü gereği uzun okuma
15. Sesin, şiirde dile getirilen coşku, heyecan, hayal ve imgelere bağlı olarak yükseltilip alçaltılması
8.
Hece ölçüsüyle oluşturulan şiirlerde dize içlerindeki durma yerleri
9.
Şiirdeki ses tekrarlarından doğan uyum
188
16. Kelimelerin ses özelliklerine dikkat edilerek
sıralanması sonucunda şiirde ortaya çıkan
uyum
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
F.
ŞİİR VE GELENEK
Coşku ve heyecanı dile getiren metinleri incelemenin yedinci aşamasında metnin gelenekle ilişkisinin belirlenmesi vardır.
Gelenek kelimesi TDK Türkçe Sözlük’te şöyle tanımlanmaktadır: Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane.
Gelenekleri, bütün özellikleriyle yaşatmaya ve gelecek kuşaklara aktarmaya çalışmak, mümkün ve mantıklı değildir. Çünkü günümüzün modern dünyası ve yaşam tarzı, ancak eski zamanların koşulları içinde anlamlı ve
yaşanır olan birtakım gelenekleri günümüz koşullarında bazen gereksiz bazen anlamsız bazen de uygulanamaz
kılmaktadır. Bu gerçekten yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Mantık, genel ahlâk ve evrensel değerlerle çelişmeyen; günlük hayatın gerçeklerine uygun, millî kültürün yaşatılmasına katkı sağlayan gelenekler, korunmalı ve yaşatılmaya çalışılmalıdır.
Türkiye, toplumdaki kültürel unsurlar bakımından oldukça zengin bir ülkedir. Bu zenginliğin oluşmasında, hem
millî kültürümüzün hem de bir zamanlar Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde yaşayan onlarca etnik ve dinî topluluğun kültürlerinin önemli katkıları olmuştur.
Yukarıda anlatılanlarda da anlaşılacağı üzere gelenek kavramı aslında toplum biliminin (sosyolojinin) ve folklorun (halk biliminin) çalışma alanı içine girmektedir. Ama bir de sanatta, edebiyatta, şiirde gelenek vardır. İster
edebiyat bağlamında isterse toplum bilimi bağlamında ele alınsın, gelenek kavramı, sonuçta “gelmek” fiiliyle yakından ilişkilidir. Çünkü kelime “gel-” kökünden türetilmiştir. Kelimenin bu kökten türetilmesi, aslında geleneği var
eden birincil ögenin de ne olduğunu ortaya koymaktadır: Gelenek, geçmişten bugüne gelendir, geçmişi olandır;
kökü, öncesi, sürekliliği olandır.
Edebiyat tarihinde belli bir şiir geleneğinin var olduğunu söyleyebilmek için, on yıllar, bazen de yüzyıllar boyunca şairlerin aynı ya da benzer gerçeklerle karşılaşıp aynı zihniyet dünyasının etkisinde kalmaları; bunun sonucunda da ortak şiirsel değer, tema ve zevkler etrafında birleşip benzer imgeler ve kelime dağarcıklarıyla şiir yazmaları gerekir. Bu bağlamda Türk şiirinde iki büyük şiir geleneğinin olduğunu söyleyebiliriz. Modern Dönem öncesinde varlıklarını yüzyıllar boyunca devam ettiren bu gelenekler, divan şiiri ile halk şiiridir.
1.
HALK ŞİİRİ
Yapı, ahenk ve bazı temalar bakımından İslamiyet’in kabulünden önceki Türk şiiriyle benzerlikler gösteren
halk şiiri geleneğinin belli başlı özellikleri şunlardır:
1. Halk şairlerinin birçoğu, düzenli eğitimden geçmeyen, halkın içinden gelip onların ortak duyarlıklarını yansıtan kişilerdir.
2. Halk şiiri soyut, yüce ve ideal olandan çok hayatın gerçeklerine yönelik bir şiir geleneğidir.
3. Halk şiiri, sözlü gelenek içinde oluşturulmuş; sonraki kuşaklara da çoğunlukla bu yolla aktarılmıştır.
4. Halk şairlerinin şiirleri mecmua ve cönk denilen defterlerde toplanmıştır.
5. Halk şiirinde kimi zaman Arapça ve Farsça kelimeler yoğun şekilde kullanılmışsa da çoğu kez halkın günlük konuşma dilindeki kelimeler kullanılmıştır.
190
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
6. Şiirlerde ortak dilde kullanılan kelimelerin yanında bazı yöresel söyleyiş, kelime ve deyimlere de yer
verilmiştir.
7. Divan edebiyatındaki kadar olmasa da bazı şiirlerde edebî sanatlara ve kalıplaşmış söyleyişlere yer verilmiştir.
8. Halk edebiyatında anlatım içten, canlı ve yalındır.
9. Halk edebiyatında mâni, koşma, türkü, semai gibi nazım şekilleri kullanılmış; şiirler, temaları bakımından
güzelleme, koçaklama, taşlama, nefes gibi adlar almıştır.
10. Halk şiirinde aşk, ayrılık, sevgiliye özlem, doğa güzelliği, toplumsal olaylar, ölüm, yiğitlik, din ve tasavvuf
gibi temalar işlenmiştir.
11. Şiirlerde birim değeri genellikle dörtlüktür.
12. Şiirler, hece ölçüsüyle söylenmiş, en çok 7, 8, 11’li kalıplar kullanılmıştır. Divan şiirinden etkilenmeler sonucu bazı halk şairleri aruz ölçüsünü de kullanmıştır.
13. Genellikle yarım, bazen de cinaslı kafiye kullanılmış, çoğu zaman da rediflerle ses benzerliği yakalanmaya çalışılmıştır.
14. Şiirler, kendilerine özgü ezgilerle söylenmiştir.
15. Halk şiiri zaman içinde kendi alt geleneklerini oluşturmuştur. Bu gelenekler şunlardır:
a. Anonim halk şiiri
b. Âşık tarzı halk şiiri
c. Dinî-tasavvufi halk şiiri
a. Anonim halk şiiri
Söyleyeni belli olmayan, halkın ortak malı olmuş şiirler, anonim halk şiiri geleneği
içinde ele alınır. Bu şiir geleneğinin en önemli nazım şekilleri mâni ve türküdür.
ÖRNEK METİN
– DÜZ (TAM) MÂNİ –
Kaşların ok dedikçe
Kirpiğin çok dedikçe
Pek mi gönlün büyüdü
Sen gibi yok dedikçe
ÖRNEK METİN
– CİNASLI (KESİK) MÂNİ –
ÖRNEK METİN
– ARTIK (YEDEKLİ) MÂNİ –
Ağlarım çağlar gibi
Derdim var dağlar gibi
Ciğerden yaralıyım
Gülerim sağlar gibi
Her gelen bir gül ister
Sahipsiz bağlar gibi
O kurdu
Çok avcı nişan etti
Vuramadı o kurdu
Her kime canım desem
Bana tuzak o kurdu
191
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖRNEK METİN
– TÜRKÜ –
Mızıka çalındı düğün mü sandın
Al (beyaz) yeşil bayrağı gelin mi sandın
Yemen’e gideni gelir mi sandın
Tez gel ağam tez gel dayanamirem
(Dön gel ağam dön gel dayanamiram)
Uyku gaflet basmış uyanamirem
Ağam öldüğüne (ey ey ey) inanamirem
Koyun gelir kuzusunun adı yok
Sıralanmış küleklerin sütü yok
Ağamsız da bu yerlerin tadı yok
Tez gel ağam tez gel dayanamirem
(Dön gel ağam dön gel dayanamiram)
Uyku gaflet basmış uyanamirem
Ağam öldüğüne (ey ey ey) inanamirem
Ağamı yollarlar (yolladım) Yemen eline
Çifte tabancayı (tabancalar) takmış beline
Ayrılmak olur mu yeni (taze) geline
Tez gel ağam tez gel dayanamirem
(Dön gel ağam dön gel dayanamiram)
Uyku gaflet basmış uyanamirem
Ağam öldüğüne (ey ey ey) inanamirem
Yöresi: Erzurum
Kaynak kişi: Faruk Kaleli
Derleyen: Muzaffer Sarısözen
“Saz şairi, halk şairi, çöğür şairi, meydan şairi” gibi isimlerle de anılan âşıkların oluşturdukları şiirler, bu gelenek içinde değerlendirilmektedir. Bu şiir geleneğinin
belli başlı özellikleri şunlardır:
b. Âşık tarzı halk şiiri
1. Âşık tarzı halk şiiri, özellikle yapı ve ahenk unsurları bakımından İslamiyet öncesi Türk şiirinin devamı niteliğindedir.
2. Âşıklar, usta-çırak geleneği içinde yetişen kişilerdir.
3. Âşık tarzı halk şiiri ürünleri, kendilerine özgü ezgilerle söylenmiş,
bu ezgilerin oluşturulmasında Türk halk müziğinin en önemli enstrümanı olan ve “bağlama, çöğür, cura, bozuk, divan” gibi çeşitleri bulunan sazdan yararlanılmıştır.
192
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
4. Âşıklar, şiirlerini sözlü gelenek içinde oluşturmuş, bu şiirlerin sonraki zamanlara aktarılması da çoğunlukla bu şekilde olmuştur.
5. Âşıkların bir kısmı köylerde, bir kısmı konargöçer aşiretler içinde, bir
kısmı asker ocaklarında, bir kısmı da kasaba ve şehirlerde yaşamış
ve ürün vermiştir.
6. Âşık tarzı halk şiirinde birim değeri dörtlüktür. Şiirlerin çoğu hece
ölçüsüyle söylenmiştir.
7. Âşık tarzı halk şiirinde daha çok yarım kafiye kullanılmış, bazen sadece rediflerle ses benzerliği sağlanmıştır.
8. Edebî sanatlardan en çok benzetme ve açık istiare kullanılmıştır.
9. Âşık tarzı halk şiirinin en önemli teması aşktır. Diğer önemli temalar şöyle sıralanabilir: Hasret, doğa, yiğitlik, ölüm, toplum sorunları, din, zamandan şikâyet.
10. Bu şiir geleneğindeki nazım şekilleri koşma, semai, varsağı ve destandır.
11. Âşık tarzı halk şiiri ürünleri, temalarına göre şu nazım türleriyle adlandırılmıştır:
a. Güzelleme: Aşk, doğa gibi temaların ele alındığı şiirler.
b. Koçaklama: Yiğitlik, kahramanlık, savaş gibi temaların işlendiği şiirler.
c. Taşlama: Bir kişi ya da topluluğun bozuk, beğenilmeyen yönlerinin dile getirildiği şiirler.
d. Ağıt: Sevilen bir kişinin ölümünden ya da büyük âfetlerde yaşanan toplu kayıp ve yıkımlardan duyulan
üzüntünün dile getirildiği şiirler.
ÖRNEK METİN
– SEMAİ (TAŞLAMA) –
Telli sazdır bunun adı
Ne âyet dinler ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde
İçinde mi dışında mı
Burgusunun başında mı
Göğsünün nakışında mı
Şeytan bunun neresinde
Abdest alsan aldın demez
Namaz kılsan kıldın demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde
Dut ağacından teknesi
Kirişten bağlı perdesi
Behey insanın teresi
Şeytan bunun neresinde
Venedik’ten gelir teli
Ardıç ağacından kolu
Be Allah’ın sersem kulu
Şeytan bunun neresinde
Dertli gibi sarıksızdır
Ayağı da çarıksızdır
Boynuzu yok kuyruksuzdur
Şeytan bunun neresinde
Dertli
193
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Tasavvuf düşüncesine bağlı kişilerin dinî ve tasavvufi temalarda söyledikleri
ve yazdıkları şiirler, bu şiir geleneğini oluşturmuştur. Bu şiir geleneğinin en
önemli özellikleri şunlardır:
c. Dinî-tasavvufi halk şiiri
1. Bu gelenekte şiir, sanatsal bir uğraştan çok tasavvufi düşünceyi
yaymada, benimsetmede ve geliştirmede bir araç olarak düşünülmüştür.
2. Bu şiir geleneği, divan edebiyatı ve âşık edebiyatına göre daha çok
kişiye hitap etmiştir.
3. Bu şiir geleneği tarihsel süreçte toplumsal bir işlev görmüş, özellikle Moğol İstilasının ve Orta Asya’dan
Anadolu’ya göçlerin devam ettiği yüzyıllarda toplumda dirlik ve düzenin oluşmasını sağlayarak Anadolu
coğrafyasının vatanlaştırılmasına katkıda bulunmuştur.
4. Dinî-tasavvufi halk şiirinde halkın genelinin anlayabileceği bir Türkçenin kullanılmasına özen gösterilmiştir.
5. Bu şiir geleneği Türkler Anadolu’ya gelmeden önce başlamıştır. Dinî-tasavvufi halk şiirinin kurucusu Hoca Ahmet Yesevî, bu şiir geleneğinin ilk ürünleri de Hoca Ahmet Yesevî’nin hikmetleridir.
6. Dinî-tasavvufi halk şiirinde yaygın olarak hece, zaman zaman da aruz ölçüsü kullanılmıştır.
7. Bu şiir geleneğinde divan edebiyatı nazım şekillerinden en çok gazel ve mesnevi; âşık edebiyatı nazım
şekillerinden de en çok koşma ve semai kullanılmıştır.
8. Şiirler çoğunlukla tekkelerde zikir esnasında belli bir ezgiyle okunmuştur.
9. Dinî-tasavvufi halk şiiri geleneğinin en önemli nazım türü ilahidir. Nefes, devriye, nutuk, şathiye gibi nazım türleri de bu şiir geleneği içinde değerlendirilir.
ÖRNEK METİN
– İLAHİ –
Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu
Çıkmış İslâm bülbülleri
Öter Allah deyu deyu
Aydan arıdır yüzleri
Misk ü amberdir sözleri
Cennette hûri kızları
Gezer Allah deyu deyu
Açıldı gökler kapısı
Rahmetle doldu hepisi
Sekiz cennetin kapısı
Açar Allah deyu deyu
Salınır tûbâ dalları
Kur’an okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri
Kokar Allah deyu deyu
Ol Allah’ın melekleri
Dâim tesbihte dilleri
Cennet bağı çiçekleri
Kokar Allah deyu deyu
Altun gümüştür yapısı
Misk ü amberdir kokusu
Cennet ehlinin hepisi
Okur Allah deyu deyu
Kimi yiyip kimi içer
Hep melekler rahmet saçar
İdrîs nebî hulle biçer
Biçer Allah deyu deyu
Hakk’a âşık olan kişi
Akar gözlerinin yaşı
Pür-nûr olur içi dışı
Söyler Allah deyu deyu
Rıdvan-durur kapı açan
Hulle donlarını biçen
Kevser şarabını içen
Kanar Allah deyu deyu
Hep nûrdandır direkleri
Gümüştendir yaprakları
Uzandıkça dudakları
Biter Allah deyu deyu
Ne dilersen Hak’tan dile
Kılavuzla gir bu yola
Bülbül âşık olmuş güle
Öter Allah deyu deyu
Miskin Yûnus var yarına
Koma bugünü yarına
Yarın Hakk’ın dîvânına
Varır Allah deyu deyu
Âşık Yûnus
194
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
2.
DİVAN ŞİİRİ
Türkler, İslamiyet’i kabul ederek sadece dinî hayatlarını değil, kültür, medeniyet ve zihniyet dünyalarını da değiştirmişlerdir. Bu değişimden süreç içinde sanat ve edebiyat da etkilenmiş, toplumsal, kültürel, siyasi ve ekonomik
gerçeklere bağlı olarak Türk edebiyat tarihinde divan şiiri denilen bir edebiyat geleneği oluşmuştur. Bu şiir geleneğinin en önemli özellikleri şunlardır:
1. Divan şiiri kendine özgü zevk ve
anlayışların hâkim olduğu bir ortamda oluşmuştur. Bu ortam, İslami ögelerle saltanat anlayışının bir
arada düşünüldüğü Osmanlı Devleti’ndeki saray çevresidir.
2. Bu şiir geleneğindeki şairlerin hemen hepsi, Türkçenin yanı sıra
Arapça ve Farsçayı da bu dillerde güzel şiirler yazacak kadar iyi
bilen, eğitimli kişilerdir.
3. Divan şiiri soyut, yüce ve ideal olana yönelik bir şiirdir. Bu şiirlerde somut ögelerden çok, soyut ögeler; gerçek güzellerden çok,
hayalî güzeller; günlük hayatın gerçeklerinden çok, efsanelerin, tarihin ve dinî ögelerin kendine özgü gerçeklikleri ağır basmıştır.
4. Divan şiiri kuralcı ve biçimci bir şiir geleneğidir.
5. Birkaç şair tarafından hece ölçüsüyle yazılan bir iki şiir dışında bütün şiirler aruz ölçüsüyle yazılmıştır.
6. Divan şiirinde ahenge büyük önem verilmiş, bunun sağlanması için şiirlerin zengin kafiyeyle yazılmasına çalışılmıştır.
7. Divan şiirinde nazım birimi (birim değeri) olarak beyit ve bent kullanılmıştır.
8. Bu şiir geleneğinde Arap ve Fars (İran) edebiyatlarında da kullanılan gazel, kaside, rubai, murabba gibi
nazım şekilleri kullanılmıştır. Bu nazım şekilleriyle oluşturulan şiirler temalarına göre şu adları almıştır:
1. Tevhit: Allah’ın birliğinin ve yüceliğinin anlatıldığı şiirler.
2. Münacât: Allah’a yapılan yalvarış ve yakarışlara yer verilen şiirler.
3. Naat: Hz. Muhammed’i övmek amacıyla kaleme alınan şiirler.
4. Mersiye: Sevilen bir kişinin ölümünden duyulan üzüntünün anlatıldığı şiirler.
5. Methiye: Bir kişinin, çoğunlukla da bir devlet büyüğünün övüldüğü, büyüklüğünün anlatıldığı şiirler.
6. Hicviye: Bir kişinin eleştirildiği, olumsuz taraflarının ön plana çıkarıldığı şiirler.
7. Fahriye: Bir şairin kendisini ve şiir söyleme yeteneğini övdüğü şiirler.
9. Divan şiirinde düşünce ve hayaller birtakım mazmunlarla anlatılmıştır. Mazmun, belli bir kavramı düşündürüp çağrıştıran, genellikle açık istiare ve telmih sanatlarından yararlanılarak oluşturulan klişeleşmiş
kelimedir. Mazmuna, imgenin divan şiirindeki karşılığı olarak da bakılabilir. Aralarındaki fark, mazmunun
imgeye göre çağrışım alanının daha dar ve belirli olmasıdır. İmge mazmuna göre daha özgün, çağrışım
bakımından da daha zengindir. Divan şiirinde kullanılan bir mazmun, o şiir geleneğini bilen herkese aynı
şeyleri çağrıştırır. Divan şiirindeki mazmunların çok önemli bölümü sevgililerin özelliklerini anlatmak için
kullanılmıştır.
195
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
‹mge
Karfl›lad›¤›, ça¤r›flt›rd›¤› anlam
Yay
Sevgilinin kafllar›
K›l›ç
Sevgilinin gamzesi, yan bak›fl›
Ok
Sevgilinin kirpikleri
Gonca
Sevgilinin a¤z›
Lâl ya da fleker
Sevgilinin duda¤›
‹nci
Sevgilinin diflleri
Tuba ya da servi
Sevgilinin boyu
Gül
Sevgilinin yüzü
Sünbül, y›lan ya da halka
Sevgilinin saç›
Mum
Mâfluk (Sevilen, âfl›k olunan, sevgili)
Pervane (Geceleri ›fl›k çevresinde dönen küçük kelebek)
Âfl›k
10. Divan şiirinde süslü anlatıma, söz sanatlarına sıkça başvurulmuş, söyleyiş güzelliğinin yakalanmasına çalışılmıştır.
11. Divan şiirinde çoğunlukla içki meclisleri, aşk, aşkın getirdiği çaresizlik, ulaşılmaz sevgiliye hasret gibi temalar işlenmiştir.
12. Divan şiirinin en önemli kaynakları Arap ve İran mitolojileri, bu milletlerin halk hikâyeleri ve edebiyat birikimleridir. Bunların yanında peygamber ve evliya hikâyeleri, Kur’an, hadis ve tasavvuf da bazı şairlere
kaynaklık etmiştir.
13. Divan şiirinde Arapça, Farsça, Türkçe kelime ve tamlamalardan oluşan Osmanlı Türkçesi kullanılmıştır.
14. Bu şiir geleneğinde şairler, şiirlerini divan adı verilen kitaplarda toplamışlardır.
15. Yüksek zümre edebiyatı, saray edebiyatı, klasik Türk edebiyatı gibi adlarla da anılan bu şiir geleneğinin
ilk temsilcisi, XIII. yüzyılda yaşayan Hoca Dehhânî’dir.
ÖRNEK METİN
– GAZEL –
Şöyle olmış câm-ı aşk-ı yârdan mest ü harâb
Kendüsin dîvârdan dîvâra urmış âfitâb
Güneş sevgilinin aşkının kadehinden öylesine kendinden geçmiş ki kendini duvardan duvara vurmakta.
Nâfe kıldı zülf-i müşgînün görüp ser-ber zemîn
Ayagun toprağına miskînlik etdi müşg-i nâb
Misk senin mis gibi kokan saçlarını görünce başını eğdi. Saf
misk, ayağının toprağında miskinlik edip kaldı.
Tokınupdur bâde-i gülgûna çeşm-i rüzgâr
Sâgar üzre sanmamız peydâ olur yer yer habâb
Kadehin üzerinde yer yer kabarcıklar ortaya çıkmış sanmayın!
Gül renkli şaraba rüzgârın gözü değmiş.
Şahne-i devrân nola çekse çevürse dembedem
İki kanludur anılmış bâde-i nâb u kebâb
Kırmızı şarapla kebap, tanınmış iki kanlı katildir. Devran zabıtası zaman zaman onları çekip çevirip yola getirse şaşılır mı?
Derd-i aşkun âşık-ı miskini âhır öldürür
Mestlik pâyâna yetse irişür elbette hâb
Sarhoşluk son sınırına varınca uykusunun geldiği gibi, senin
aşkının hastalığı da sonunda zavallı âşığı öldürür.
Bakîye senden ferâgât verdi ey gerdûn-ı dûn
Südde-i devlet-me’âb-ı pâdişâh-ı kâmyâb
Ey alçak felek! Mutlu padişahın devletinin eşiği, Bâkî’yi senden
vazgeçirip uzaklaştırdı.
Bâkî
196
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Divan edebiyatı ve halk edebiyatı şiir geleneklerinde kullanılan her bir nazım şekli
ve türü, süreç içinde kendi geleneğini oluşturmuştur: Gazel yazma geleneği, türkü
söyleme geleneği, mâni söyleme geleneği...
EK BİLGİ
Eski edebiyatımızda nasıl ki halk şiiri ve divan şiiri gelenekleri oluşmuşsa Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’nde de modern şiir, saf şiir, serbest şiir gibi şiir
gelenekleri oluşmuştur.
EK BİLGİ
Aşağıdaki şiirler saf (öz) şiir geleneğine bağlı bir şair olan Ahmet Haşim tarafından yazılmıştır. Ahmet
Haşim’e göre şiir söz ile musiki arasında, sözden çok musikiye yakın bir sanattır. Haşim, anlam aramak için
şiiri şeklî unsurlarına ayırmayı “Bülbülü eti için öldürmek” şeklinde yorumlar.
BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU
Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi... Sonsuz iri güller,
Güller ki kamıştan daha nâlân,
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder i’lân,
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Bir sırma kemerdir suya baksam,
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller,
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Ahmet Haşim
Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
197
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Aşağıdaki şiirler, 1940 ve 50’li yıllarda etkili olmuş Garip akımının (Birinci Yeni) şiir anlayışına bağlı kalınarak oluşturulmuştur. Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat Horozcu tarafından geliştirilen
bu şiir anlayışında ölçü, kafiye, nazım birimi, nazım şekli gibi yapı ve ahenk kuralları şiir için gereksiz görülmüş; sanatlı, mecazlı söyleyişlerin yerine herkesin anlayabileceği bir şiir dilinin oluşturulmasına çalışılmıştır.
ALATURKA
Çık benim şair tabiatım, çık orta yere
Fakir güzelinden söyle
Hasret ateşinden çal
Çal, söyle benim derdimi sevdalı sesinle.
Hep bilinen şarkılar gibi olsun
Hani, dil-i biçâreden
Sun da içsin yâr elinden
Hani bilinen şarkılardan olsun.
Yeni sözler arama nafile
Derdim yeni olsa anlarım
Gel, hazırından söyle bu akşam
Üzme yetişir, üzme firakınla harabım.
Sonunda ah çekeriz derinden
Kim anlayacak sahiden olduğunu
Sen söyle yalnız
Zülfündedir baht-ı siyâhım bestesini
Dede’den.
SON SÖZ
Boğazından lıkır lıkır geçen
Şu suyun kıymetini bil
Nedir ki bu mavilik deme
Pencereden görebildiğin kadar
Göğün kıymetini bil
Kıymetini bil çiçek açmış bademin
Güneşli odanın çamurlu sokağın
Beyazın siyahın yeşilin
Pembenin kıymetini bil
Dirilik öyle bir şey yürekte
Sevinçle çırpınır
Kavak yelleri eser insanın başında
İnsanoğlu kızar öfkelenir savaşır
Halk için girişilen savaşta
O korkulu sevincin
Öfkenin kıymetini bil
Bil ki bu
Budur işte
Güneş yalnız dirileri ısıtır
Güneşin kıymetini bil.
Oktay Rifat Horozcu
Melih Cevdet Anday
BEDAVA
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekânlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.
Orhan Veli Kanık
198
Melih Cevdet Anday
Oktay Rifat Horozcu
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
G.
YORUM
Yorumlamak, bir yazıyı veya sözü yorum yaparak açıklamak, o yazı veya söz üzerinde kendince bir yargıya
varmak demektir. Tanımdan da anlaşıldığı gibi, yorumda en önemli unsur anlamdır. Anlam ise bir kelimeden, bir
sözden, bir davranış veya olgudan anlaşılan şeydir. O hâlde bir şiiri yorumlayabilmek için öncelikle o şiiri anlamak,
o şiirde anlatılmak ve hissettirilmek istenenleri kavramak gerekir.
Şair; coşku, heyecan, hayal ve duyarlıklarını dile getirip düş gücüyle oluşturduğu imgeleri ifade etmek için kelimeleri alışılmış ve alışılmamış bağdaştırmalar yoluyla bir araya getirir. Oluşturduğu mısra, beyit, bent gibi birimleri önceden belirlenmiş bir nazım şekline ya da kendi isteğine göre düzenleyerek metnin yapısını oluşturur. Şiiri
yazmayı bitirdiğinde şiirin genel anlam çerçevesini de çizmiş olur. Okuyucuya düşen, şiirde açıkça dile getirilmiş
anlamdan hareketle açıkça dile getirilmeyip okuyucunun bilgi, birikim ve sezgisine bırakılmış anlam ve çağrışımları yakalamak, o şiiri belli bir bağlamda anlayıp yorumlamaktır.
Şairlerin, şiirlerinde kullandıkları kelimelerin çok önemli bir bölümü günlük dilde de vardır. Bu kelimelerin birçoğunun anlam çerçevesi, şairler bunları kullanmadan önce belirlenmiştir. Şairler, yazdıkları metinlerde çoğunlukla bu tür kelimelere yer verirler. Bu tür kelimelerin kullanılması, yazdıkları şiirlerden herkesin belli bir anlam çıkarmasını, bu şiirleri herkesin belli bir düzeyde anlamasını sağlar. Bu, şiirin ilk bakışta kendini ele veren, herkese
açık olan anlamıdır. Çoğu şiirde bunun yanında bir de ilk bakışta kendini ele vermeyen, açıkça ifade edilmeyen bir
anlam vardır. Şiiri yorumlayabilmek için şiirde açıkça ifade edilmeyenleri de kavramak ve hissetmek gerekir. Okuyucu, şairin şiire yüklediği anlam ile metnin sezdirdiği farklı anlamları belirler, her iki anlam değeri arasında ilişki kurarsa metni daha rahat yorumlar. Şiirdeki imgeleri fark edemeyen, ahenk unsurlarının şiire kattığı havayı yakalayamayan, kelimelerin çağrışım boyutlarını algılayamayan bir yorum, dar kapsamlı olmaktan öteye geçemez.
Bir şiir aynı okuyucu tarafından onlarca, yüzlerce kez okunabilir. Herkesin bu şekilde okuduğu, ezberlediği bir ya da birkaç şiir mutlaka vardır. Bu durum belli bir ölçüde bütün edebî metinler için söz konusudur. Yani bir
roman, bir öykü de birden çok kez okunabilir. Ama bunların, şiirler kadar çok okunması pek de mümkün değildir.
Bunda, şiirin roman ve öyküye göre daha kısa ve belleğe kolayca yerleşebilen bir metin türü olmasının elbette bir
etkisi vardır. Ama bu, sınırlı ölçüde bir etkidir. Herhâlde bunun en önemli nedeni, şiirin, okuyucunun kültürüne, anlayışına, zevkine, içinde bulunduğu somut koşullara ve psikolojik durumuna göre yeni anlam değerleri kazanmaya çok uygun bir metin türü olmasıdır.
MEMLEKET İSTERİM
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Cahit Sıtkı Tarancı
Bu şiirde şair, içinde yaşayan herkesin mutlu olacağı bir memleket imgesi oluşturmuştur. Öyle ki bu mutluluk sadece insanları değil, doğayı da kapsayacaktır. Şair, bu anlamı pekiştirmek için doğayla ilgili unsurları en olumlu yanlarıyla yansıtan, çağrışım gücü yüksek kelimeler kullanmıştır: Gök, ne bulutludur, ne akşam kızıllığındadır ne de yağmur yüklüdür. Kendi rengindedir. Umut doludur. Mavidir. Dal, yeşildir, canlıdır, en güzel hâliyledir, kurumamıştır. Tarlalar sarıdır. Çünkü toprak bereketlidir, ekinler olgunlaşmıştır, mahsul iyidir.
Şairin düşlediği memlekette insanların hiçbir maddî sorunu
yoktur: Orada zengin-fakir farkı ortadan kalkmıştır, herkesin kendi evi vardır. Hiç kimse kışta kıyamette nerede kalacağım endişesi taşımamaktadır. İnsanların hiçbir derdinin, hasret çekmenin bile olmadığı, yaşamanın sevmekle bir tutulduğu bu memlekette, insanlar bir tek şeyden şikâyet edebileceklerdir: Ölüm. Şairin düşlediği bu memlekette ölüm dışında insanların şikâyet edebileceği hiçbir şey yoktur.
199
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ANNECİĞİM
Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!
Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!
Necip Fazıl Kısakürek
Şair, bu şiirinde yaşlı, üzüntülü ve kadere teslim olmuş bir anne imgesi oluşturmuştur: Ak saçlı başını ellerinin arasına alıp düşünmekten, üzülmekten, kara hülyalara dalmaktan başka yapacak bir şeyi olmayan çaresiz bir anne... Titrek, hassas kalbini bahtın rüzgârına bir ince tüy gibi bırakması, böylece kadere teslim olması istenen bir anne...
Şiir boyunca, umutsuzluğu ve karamsarlığı çağrıştıran kelimeler kullanan şair, ikinci dörtlükte öyle bir tablo çizmiştir ki bu ortam annesini âdeta ağlamaya, üzülmeye zorlamaktadır: Bu karanlıklar hiç bitmeyecek, geceden sonra hep gece gelecek, hiç gündüz olmayacak, çocuklar sürekli hıçkıracak, anneler ağlayacaktır.
Şair, son dörtlükte bir yolculuktan söz etmektedir. Burada açık istiare vardır. Şair, yolculukla ölümü kastetmektedir. Şair, annesine o kadar düşkündür ki bu yolculukta annesini yalnız bırakmak istememekte, onunla
birlikte ölmek istemektedir. Çünkü o da giderse bu karanlık dünyada, herkesin ağladığı bu üzüntü veren dünyada yalnız başına kalacaktır.
Cahit Sıtkı Tarancı
200
Necip Fazıl Kısakürek
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
6
Şiir ve Gelenek – Yorum
BİLGİ - YORUM
Halk şiiriyle divan şiirini, dil ve anlatım
özellikleri bakımından karşılaştırınız.
6.
Divan edebiyatı şiir geleneğinde hangi
nazım şekilleri kullanılmıştır?
2.
Bir edebiyat geleneğinin oluşması için neler gereklidir?
7.
Âşık tarzı halk şiirinde hangi nazım şekilleri kullanılmıştır?
3.
Divan edebiyatı şiir geleneği ne zaman
oluşmaya başlamış ve ne zaman sona
ermiştir?
8.
Divan şiirinde hangi temalar daha çok
işlenmiştir?
4.
Halk şiiriyle divan şiirini, hitap ettikleri kitlelerin nitelikleri bakımından karşılaştırınız.
9.
Bir şiiri yorumlarken nelere dikkat etmek
gerekir?
5.
Halk edebiyatı şiir geleneğindeki üç alt
geleneğin ortak yanları nelerdir?
10. Türk edebiyat tarihinde ortaya çıkan şiir
geleneklerinin etkileri günümüz şiirinde
de sürmekte midir?
ESEN YAYINLARI
1.
201
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
DOĞRU – YANLIŞ
1.
6.
DOĞRU
Halk şiirinin en önemli kaynakları Arap ve
İran mitolojileri, bu milletlerin halk hikâyeleri ve edebiyat birikimleridir.
DOĞRU
3.
YANLIŞ
Âşık tarzı halk şiirinde çoğunlukla zengin
kafiye kullanılmıştır.
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
8.
YANLIŞ
4.
DOĞRU
7.
ESEN YAYINLARI
2.
YANLIŞ
9.
DOĞRU
YANLIŞ
5.
10.
DOĞRU
YANLIŞ
203
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
BOŞLUK DOLDURMA
1.
Düzenli eğitimden geçmiş, Arap ve İran
şiirlerini öğrenmiş, halk edebiyatı şiir geleneğinden az çok uzaklaşmış halk şairlerinin şiirlerinin toplandığı antolojilere ........
...................... denmiştir.
6.
3.
7.
ESEN YAYINLARI
2.
Sevilen bir kişinin ölümünden duyulan
üzüntünün dile getirildiği şiirlere halk edebiyatı şiir geleneğinde ...................... denmiştir.
8.
4.
9.
5.
10.
205
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
TEST – 1
1.
Açıl bâğun gül ü nesrîni ol ruhsârı görsünler
Salın serv ü sanavber şîve-i reftârı görsünler
Bâkî
3.
Senin emrin ile döner felekler
Hem ayın hem güneşin devranı sensin
Yunus Emre
(Yüzünü aç da bağın gülü ve nesrini, o yanağı
görsünler. Salınarak yürü de servi ve fıstık çamı, o yürüyüşteki edayı görsünler.)
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
Yukarıdaki şiir parçasıyla ilgili aşağıdaki değerlendirme ve yorumlardan hangisi yanlıştır?
A) Birim değeri beyittir.
B) Dinî-tasavvufi bir tema ele alınmıştır.
C) Anlaşılır bir dil kullanılmıştır.
D) Nazım türü bakımından bir koçaklamadır.
E) Allah’a övgü içeren ifadeler kullanılmıştır.
ESEN YAYINLARI
(I) Bu beyit divan edebiyatı şiir geleneğine özgü
nitelikler taşımaktadır. (II) Beyit, aruz ölçüsüyle
oluşturulmuş, mısra sonlarında zengin kafiye ve
redif kullanılmıştır. (III) Şair, birçok divan edebiyatı şairinin yaptığı gibi sevgilisinin yanağının,
boyunun ve yürüyüşünün güzelliğini anlatmak
için bunları çiçekler ve ağaçlarla karşılaştırmıştır. (IV) Böylece sevgilisinin yanağının gülden
daha kırmızı, yüzünün nesrinden daha beyaz,
boyunun servi ve fıstık çamından daha uzun olduğunu söylemek istemiştir. (V) Şair gül, nesrin,
servi ve fıstık çamına “görme” niteliğini vererek
telmih yapmıştır.
Bu parçadaki yorum ve değerlendirme niteliği taşıyan cümlelerin hangisinde bir bilgi
yanlışı vardır?
İlâhi derdimin dermanı sensin
Günahkâr kulların gufranı sensin
4.
Divan edebiyatı şiir geleneğinde Hz. Muhammed’i övmek amacıyla kaleme alınan şiirlere genel olarak ---- denmiştir.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerin
hangisi getirilmelidir?
A) mersiye
2.
(I) İslamiyet’i kabul etmelerinden önce etnik
(kavmî) nitelikleri ağır basan bir millet olan Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra İslam medeniyetinin belirleyici öge olduğu yeni bir zihniyet
ortamına girmişlerdir. (II) Bu ortam, Türklerin, İslamiyet’i daha önce seçmiş milletlerle her alanda etkileşim içine girmesi sonucunu doğurmuştur. (III) Mimariden şiire, hattan musikiye, minyatürden ebruya kadar bütün güzel sanatlarda ortak medeniyetin yansımalarının bulunduğu bu
dönemde Türkler, iki büyük edebiyat geleneği
oluşturmuşlardır. (IV) Bunlar, divan edebiyatı şiir geleneği ve halk edebiyatı şiir geleneğidir. (V)
Bu geleneklerden biri olan halk edebiyatı şiir geleneği, XIII. yüzyılda Hoca Dehhânî ile başlayıp
Modern Dönem’e kadar devam etmiştir.
Yukarıdaki parçada numaralanmış cümlelerin hangisinde bir bilgi yanlışı vardır?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
B) methiye
D) ağıt
5.
C) naat
E) kaside
(I) Divan şiirinde süslü anlatıma, söz sanatlarına
sıkça başvurulmuş, söyleyiş güzelliğinin yakalanmasına çalışılmıştır. (II) Bu şiir geleneğinde
çoğunlukla halkın içinde bulunduğu somut koşullar ve toplumsal sorunlar ele alınmıştır. (III) Divan şiirinin en önemli kaynakları Arap ve İran mitolojileri, bu milletlerin halk hikâyeleri ve edebiyat birikimleridir. (IV) Bunların yanında peygamber ve evliya hikâyeleri, Kur’an, hadis ve tasavvuf da bazı şairlere kaynaklık etmiştir. (V) Divan
şiirinin dili; Arapça, Farsça ve Türkçe kelime ve
tamlamalardan oluşan Osmanlı Türkçesidir.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde bir bilgi yanlışı vardır?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
207
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
BULMACA
Birden çok kelimeden oluşan cevaplarda kelimeler arasında boşluk bırakmayınız. Kelimelerin doğru
yazılışlarında kullanılan noktalama işaretini (^ ’ -) bulmacayı doldururken kullanmayınız.
1
2
4
3
6
5
7
8
11
9
10
13
12
14
17
26
16
15
20
19
18
22
21
23
24
25
1. Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları
dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen,
yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane
13. Bir kişinin eleştirildiği, olumsuz taraflarının ön plana
çıkarıldığı divan şiiri
2. Divan şiirinde belli kavramları anlatan, onu düşündürüp çağrıştıran klişeleşmiş kelime
15. Divan şiirinde en çok kullanılan nazım şekli
14. Yiğitlik, kahramanlık, savaş gibi temaların ele alındığı âşık tarzı halk şiiri
3. Halk şairlerinin şiirlerinin toplandığı defterler
16. Dinî-tasavvufi halk şiiri geleneğin en önemli nazım
türü
4. On birli hece ölçüsüyle oluşturulan âşık tarzı halk şiiri nazım şekillerinden biri
17. Divan şiirinde kullanılan ölçü türü
5. Bir kişi ya da topluluğun bozuk, beğenilmeyen yönlerinin eleştirildiği halk şiiri
6. Bir kişinin, çoğunlukla da bir devlet büyüğünün övüldüğü divan şiiri
18. Halk şiirinde çoğunlukla kullanılan kafiye türü
19. Sekizli hece ölçüsüyle oluşturulan âşık tarzı halk şiiri
nazım şekillerinden biri
20. Allah’ın birliğinin ve yüceliğinin anlatıldığı şiirlerin türü
7. Sevilen bir kişinin ölümünden duyulan üzüntünün anlatıldığı divan şiiri
21. Divan edebiyatının kurucusu
8. Söyleyeni belli olmayan, halkın ortak malı olmuş
22. Sevilen bir kişinin ölümünden duyulan üzüntünün dile getirildiği halk şiiri türü
9. Halk şiirinde kullanılan ölçü türü
10. Hz. Muhammed’i övmek amacıyla kaleme alınan şiirlerin genel adı
11. Dinî-tasavvufi halk şiirinin kurucusu
12. Anonim halk şiiri geleneğinde kullanılan bir nazım
şekli
23. Divan şiirinde kullanılan nazım birilerinden biri
24. Ahmet Haşim’in benimsediği şiir anlayışı
25. Halk şiirinde kullanılan nazım birimi
26. Teması aşk ya da doğa olan âşık tarzı halk şiiri
211
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Ğ.
METİN VE ŞAİR
İnsan ürünü her eserle o eserin yaratıcısı arasında hem doğrudan hem de dolaylı bir ilişki kurmak mümkündür. Şiir de insan ürünü bir eser olduğuna göre şiirle şiirin yaratıcısı yani şairi arasında hem doğrudan hem de dolaylı bir ilişki kurulabilir.
Doğrudan ilişki apaçık ortadadır: Her şiirin bir şairi vardır. Şiiri, bir kişi yazmış, bir kişi var etmiştir. O şair olmadan o şiirin olması, yaratılması mümkün değildir.
Doğrudan ilişkiye gelince... Her şair, bir sanatçıdır ama öncelikle bir insandır. Şair de her insan gibi belli mekânlarda, belli bir zaman diliminde yaşamış; şiirlerini, belli bir zihniyetin hâkim olduğu bir coğrafyada, belli somut
koşullar içinde yazmıştır. O da herkes gibi bazı olaylar yaşamış, bazı olaylara tanık olmuş; yaşadığı olaylardan,
karşılaştığı durumlardan, tanıştığı kişilerden belli ölçülerde etkilenmiş, bunlardan ötürü bazen üzülmüş, hüzne,
umutsuzluğa kapılmış; bazen sevinmiş, heyecanlanmış, umutlanmıştır. Şair, yaşadığı ya da etkilendiği bu olay, durum ve kişilere şiirlerinde belli bir bağlamda yer verebilir ya da bunları çağrıştıran bazı ifadeler kullanabilir.
Şairin yaşam serüveninin, etkilenmelerinin ve sanat anlayışının bilinmesi, onun bazı şiirlerinin anlaşılmasını ve yorumlanmasını kolaylaştırabilir. Bir şiirde ilk bakışta anlaşılamayan bir imge, niçin kullanıldığı belli olmayan
bir özel isim, şairin yaşamı bilindiğinde anlamlı ve anlaşılır hâle gelebilir. Fakat bu durum genelleştirilemez. Yani bütün şiirlere bu anlayışla yaklaşılamaz. Çünkü her şiir, yazıldığı andan itibaren, şairinden ayrılmış, başlı başına varlık kazanmış bir güzel sanat eseri olur. Bir şairin yaşam serüveniyle şiirleri arasında sürekli olarak bir bağ
kurmaya çalışmak, bu bağ kurulmadan şiirlerin anlaşılamayacağını düşünmek, o şiirlerden sanat zevki alınmasını engelleyebilir.
AHMET HAMDİ TANPINAR
SEN VE BEN
İçme, ilk yudumda zehirler seni,
Bahtın kadehine döktüğü şarap.
Her akşam koynunda uyutur beni,
Her sabah alnımdan öper ıstırap.
Sen, yirmi yaşınla bir baharsın ki
Gölgende neş’enin rüzgârı eser.
Düşünen alnımda benim her çizgi
Baharı olmayan bir kışa benzer.
Sana ufuklar “Gel! “ diye bağırır,
Ellerinde çiçek ve haykırarak.
Seni gür sesiyle hayat çağırır,
Beni de çiğneyip geçtiğin toprak.
1901’de İstanbul’da doğmuştur. Burada başladığı öğrenim hayatını, kadılık yapan babasıyla birlikte dolaşırken Anadolu’nun çeşitli şehir ve kasabalarında sürdürmüş, on üç yaşındayken Musul’da annesini kaybetmiştir. Bu ölüm ve iki yıl sonra babasının tayin edildiği Antalya, Tanpınar’ın iç dünyasında,
eserlerine de yansıyacak derin izler bırakmıştır. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tamamlayan
Tanpınar, Erzurum, Konya, Ankara Liselerinde Gazi Eğitim Enstitüsü’nde ve Güzel Sanatlar Akademisinde edebiyat öğretmenliği yapmış, estetik ve sanat tarihi dersleri vermiş, daha sonra
İstanbul Edebiyat Fakültesinde Yeni Türk Edebiyatı Profesörü
olmuştur. Maraş’tan milletvekili seçilmiş (1942 - 1946), bir süre
Milli Eğitim müfettişliği yaptıktan ve Akademideki eski görevinde
çalıştıktan sonra Edebiyat Fakültesindeki kürsüsüne atanmıştır.
Bu görevdeyken İstanbul’da ölmüştür (24 Ocak 1962).
Ahmet Hamdi Tanpınar, önce Yahya Kemal, Mustafa Şekip (Tunç) gibi şair ve düşün adamlarının çevresinde toplandığı
felsefi alanda Bergsonculuğu, edebî alanda ise saf sanat anlayışını benimsemiş, Dergâh dergisinde şiirler yayımlamıştır. Daha sonra Millî Mecmua, Hayat, Oluş, Görüş dergilerinde de yazan Tanpınar, ilk şiirlerinde, dönemin genel havasına uymuş,
213
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ANNEM İÇİN
Bir günümüz bile sensiz geçmezken
Şimdi mezarına hasretiz anne...
Issız bir mezarlık, kimsesiz bir yer,
Gölgesinde ulu, loş bir mâbedin,
Bir yığın toprakla bir parça mermer,
Sırrıyla haşrolmuş orda ebedin.
Bir yığın toprakla bir parça mermer,
Üstünde yazılı yaşınla adın,
Baş ucunda matem renkli serviler,
Hüznüyle titreşir sanki hayatın.
Seni gömdük anne yıllarca evvel,
Gözyaşlarımızla bu ıssız yere.
Kimsesiz bir akşam ziyaya bedel
Matem dağıtırken hasta kalplere.
Kimsesiz bir akşam, ezelden yorgun,
Hüznüyle erirken Dicle de sessiz,
Öksüzlük denilen acıyla vurgun,
Bir başka ölüydük bu toprakta biz.
NE İÇİNDEYİM ZAMANIN
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Mehmet Kaplan’ın “santimantalizm ve sembolizm
devri” diye nitelediği o dönemin estetik anlayışına bağlı kalmıştır. Ancak, daha o zamandan “kapalı âlemler olmasını” istediği olgunluk dönemi şiirlerinin hemen tüm izleklerini ilk şiirlerinde de görmek olasıdır.
Tanpınar, şiirindeki estetik kaygıları yaşamının sonuna kadar korumuş, şiirlerini Cumhuriyet
Dönemi’nin toplumsal çalkantılarından, akımlarından uzak tutmuştur.
Ahmet Hamdi Tanpınar, şiirlerinin yanı sıra
öyküleri ve romanları ile de dikkati çekmiş, özellikle Doğu-Batı sorunsalının aşılması çabasını yansıtan denemeleri ve düşün yazılarıyla etkili olmuş bir
yazardır. “19. Yüzyıl Türk Edebiyatı Tarihi” onun
edebiyat tarihçisi olarak da önemini ortaya koyan
bir çalışmadır.
SELÂM OLSUN
Selâm olsun bizden güzel dünyaya
Bahçelerde hâlâ güller açar mı?
Selâm olsun sonsuz güneşe, aya
Işıklar, gölgeler suda oynar mı?
Hepsi güzeldi kar, tipi, fırtına
Günlerin geçişi ardı ardına.
Hasretiz bir kanat şakırtısına
Mavi gökte kuşlar yine uçar mı?
Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan,
Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan,
Dönmeyen gemiler olduk açıktan,
Adımızı soran, arayan var mı?...
Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
214
Ahmet Hamdi Tanpınar
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
1898’de İstanbul’da doğan Faruk Nafiz Çamlıbel,
ilk ve orta öğreniminden sonra dört yıl boyunca Tıp
Fakültesine devam etmiş, ardından şiire olan merakı
yüzünden tıp eğitimini yarım bırakmıştır.
Şiir yazmaya lise yıllarında başlayan, yazdığı bu
şiirleri çeşitli dergilerde yayımlayarak sanat ve edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmeyi başaran Faruk Nafiz, 1917’de Hakkı Tahsin, Fahri Celal ve Yusuf Ziya
ile birlikte Servet-i Fünûn dergisinin yönetimini üstlenmiş, 1918’de İleri gazetesinde çalışmaya başlamış,
1922’de Kayseri Lisesine edebiyat öğretmeni olarak
atanmıştır. Uzun yıllar çeşitli okullarda edebiyat öğretmeni olarak çalışan Faruk Nafiz, 1933’te Anayurt dergisini yayımlamaya başlamıştır.
Akbaba, Mizah, Karikatür gibi dergilerde mizah
şiirleri de yayımlayan Faruk Nafiz, 1946’da siyasete atılarak milletvekili seçilmiş, 27 Mayıs 1960 askeri darbesine kadar da bu görevini sürdürmüştür. Darbeden sonra tutuklanarak Yassıada’ya götürülen şair, Haziran 1960 ile Eylül 1961 arasında burada tutuklu kalmıştır. Yassıada yargılaması sonucunda beraat
eden Faruk Nafiz, tutukluyken yaşadıklarından ve eşi
Azize Hanım’ın vefat etmesinden ötürü çevresiyle ve
politikayla bağlarını kopararak yalnız yaşamaya başlamış, 8 Kasım 1973’te geçirdiği kalp krizi sonucunda vefat etmiştir.
Şair, ilk şiirlerini Servet-i Fünun ve Fecr-i Âti şairleriyle Cenap Şahabettin ve Yahya Kemal Beyatlı’nın
etkisinde kalarak aruzla yazmış, bu şiirleri 1918’de
“Şarkın Sultanları” isimli kitabında bir araya getirmiştir.
Daha sonra Millî Edebiyat hareketine katılarak
hece ölçüsüyle ve anlaşılır bir Türkçeyle şiirler kaleme almaya başlayan şair, bu süreçte “Gönülden Gönüle” (1919), “Dinle Neyden” (1919) ve “Çoban Çeşmesi” (1920) isimli kitaplarını yayımlamıştır.
“Çoban Çeşmesi” isimli kitabını yayımlayana dek
aşk şiirleri yazan bir şair olarak bilinen Faruk Nafiz, bu
kitabıyla birlikte memleket sevgisini ele alan, Anadolu
gerçeğini lirik bir anlatımla dile getiren bir şair olarak
da bilinmeye başlanmıştır. Şair, 1936’da yayımladığı
“Akarsu” isimli kitabında Çoban Çeşmesi’nde ulaştığı
şiirsel başarıyı yakalamış, bu kitabında da millî hassasiyetleri ve yaşadığı ülkenin tarihsel ve kültürel macerasını şiirleştirmeye devam etmiştir.
SANAT
Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyarımız da bin bir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek,
İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar.
Sen kubbesinde ince bir mozaik arar da
Gezersin kırk asırlık mabedin içini,
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize heyecan verir bir parça yeşil çini...
Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin,
Bizim de kalbimizi kımıldatır derinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin.
Fırtınayı andıran orkestra sesleri
Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,
Istırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en yanık bir musiki yerine!
Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun
Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...
Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz!
Faruk Nafiz Çamlıbel
215
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
“Hecenin Beş Şairi”nden biri kabul edilen Faruk Nafiz, mizahi şiirlerinde İsmail Vecih, İğne İle Kuyu Kazan, Kalender, Tatlı Sert gibi takma adlar kullanmıştır.
Şiir kitapları: Şarkın Sultanları (1918), Dinle Neyden (1919), Gönülden Gönüle (1919), Çoban
Çeşmesi (1926), Suda Halkalar (1928), Bir Ömür Böyle Geçti (1933), Elimle Seçtiklerim (1934), Boğaziçi Şarkısı (1936 - Sadettin Kaynak’la birlikte), Akarsu
(1936), Tatlı Sert (1938), Akıncı Türküleri (1938), Heyecan ve Sükûn (1959), Zindan Duvarları (1967), Han
Duvarları (1969).
Tiyatroları: Canavar (1926), Akın (1932), Özyurt
(1932), Kahraman (1938), Ateş (1939), Dev Aynası
(1945), Yayla Kartalı (1945).
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?
“Gönlünü Şirin’in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmaya çoban çeşmesi...”
O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.
YASSIADA
Bilmiyor gülmeyi sakinlerin binde biri,
Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada.
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;
Mavi bir gölde elem katrasıdır Yassıada.
Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül arar da
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi.
Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...
216
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
HAN DUVARLARI
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümde duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu,
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince.
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi,
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine,
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan,
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmışım, kalmışım yaylının şiltesine.
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan,
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı,
Her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı:
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı,
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa:
On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan
Baba ocağından yâr kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben”
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka bir ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümdeki arazi örtülü şimdi karla.
217
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu.
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü,
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı “İşte Araplıbeli!”
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana,
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor:
Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı’mı el almış harem diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!
Arabamız tutarken Erciyes’in yolunu:
“Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu’nu?”
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
- Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı’nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!
Faruk Nafiz’in bu şiirinde anlattığı han, Niğde’nin Ulukışla ilçesinde 16. yüzyılda Sadrazam Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış “Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı”dır. Kervansaray, günümüzde restore edilerek turizme kazandırılmıştır.
218
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
2.
MANZUME VE ŞİİR
En eski zamanlardan beri gerek edebî gerekse de öğretici metinler, şu ifade ediş yöntemlerinden biriyle oluşturulmuştur: Nazım ve nesir.
Nazım; duygu, düşünce ve olayların ölçülü, çoğu zaman da kafiyeli mısralarla anlatılması yöntemidir. Nazımla yazılmış kısa metinlere manzume, uzun metinlere manzum eser denir. Eskiden manzum olarak yazılmış metinlerin çok büyük bir bölümü şiir olarak da kabul ediliyor, bu bağlamda manzume ile şiir arasında önemli bir fark
görülmüyordu. Günümüzde ise manzume ile şiir arasında nitelik bakımından önemli farklar olduğu kabul edilmektedir. Bugün manzume denildiğinde daha çok şu anlaşılmaktadır: Düz yazıyla (nesirle) da anlatılabilecek olay
ve durumların, belli bir ölçü, kafiye düzeni ve nazım şekline bağlı kalınarak dile getirilmesiyle oluşturulan,
didaktik (öğretici) yönü ağır basan metin.
Belli bir ölçüye, kafiye düzenine ve nazım şekline bağlı kalınarak oluşturulan her kısa metin bir manzumedir ama şiir değildir. Bu nitelikler, bir metnin şiir sayılması için yeterli hatta gerekli değildir.
Manzumeler, çoğunlukla oluşturuldukları zaman diliminin günlük konuşma dilindeki anlaşılır kelime ve söyleyişlerle yazılır. Çünkü bu metinlerdeki öncelikli hedef; coşku, heyecan, imge ve hayallerin ifade edilmesi değil, bir
olayın anlatılması ya da herhangi bir konuda okuyucuların bilgilendirilmesidir.
Bir mısralar dizisinin şiir sayılması için o mısralarda; coşku, heyecan ve hayalleri etkileyici biçimde yansıtan
özgün imgelerin ve ahenkli söyleyişlerin bulunması gerekir. Şiir, düşünceden çok düş gücüne dayanır, insanı duygu bakımından etkiler, bir bakıma onun kalbine ve hislerine seslenir. Şiir açısından bu nitelikler, mısraların kafiyeli ve ölçülü olmasından çok daha önemlidir.
Gerçek ya da hayalî bir olay, ilgi çekici ve ahenkli olması için; herhangi bir bilgi de akılda daha kolay kalması
ve çabucak unutulmaması için nazımla (manzum olarak) kaleme alınabilir. Bu durum, bu şekilde oluşturulan metinleri şiir yapmaz. Ama sadece bir tek dize bile özgün bir imgeye, ahenkli bir söyleyişe, etkileyici bir anlatıma sahip olduğunda şiirsel bir nitelik kazanmış olur.
Aşağıdaki metin parçası, manzum bir hikâyeden alınmıştır. Bu manzumede, düz yazıyla da anlatılabilecek
bir olay örgüsü vardır.
KÜFE
Beş on gün oldu ki mu’tâda inkıyâd ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim, evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul’un kenârı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek!
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır,
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır!
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
— Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden-
O sâlhûrde, harab evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delîlimin koca bir şey takıldı... Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş... Aceb kimin? Derken;
On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Teker meker küfe bitâb düştü tâ öteye.
— Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın
Göründü:
219
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
— Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
Ne istedin küfeden, yavrum? Ağzı yok dili yok,
Baban sekiz sene kullandı... Hem de derdi ki: “Çok
Uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz...”
Baban gidince demek kaldı, adetâ öksüz!
Onunla besleyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?
Dedim ki ben de:
— Ayol dinle annenin sözünü!
Fakat çocuk bana haykırdı, ekşitip yüzünü:
— Sakallı, yok mu işin. Git cehennem ol şuradan?
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan?
Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti...
— Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?
Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken...
— Bırak hanım, o çocuktur, kusura bakmam ben...
Adın nedir senin oğlum?
— Hasan
— Hasan, dinle.
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi...
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kardeşini,
Yetim bırakmayarak besleyip büyütmelisin.
— Küfeyle öyle mi?
— Hay hay! Neden bu söz lâkin?
Kuzum ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
— Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini...
— Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:
“Hasan, dayım yatı mekteplerinde zabittir;
Senin de zihnin açık... Söylemiş olaydık bir...
Koyardı mektebe... Dur söyleyim” demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!
Söz anladım ki uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün pek çok işlerim görecek;
Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan.
Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan?
...
Mehmet Âkif Ersoy
küfe: Söğüt veya başka ağaç dallarından örülen, yük taşımaya yarayan, kaba ve dayanıklı sepet.
mu’tâda inkıyâd: Alışkanlığa, âdete uyarak.
buhayre: Göl.
kandil: İçinde sıvı bir yağ ve fitil bulunan kaptan oluşmuş aydınlatma aracı.
iskandil: Denizin derinliğini ölçmeye yarayan araç.
selâmet: Her türlü korku, tasa ve tehlikeden uzak, güvende olma durumu, esenlik.
lîsan-ı hâl: Hâl dili.
rükû: Namazda elleri dizlere dayayıp öne doğru eğilme.
sâlhûrde: Eski, asırlık.
delîl: Kılavuz. (Metinde baston anlamında.)
zabit: Subay.
Mehmet Âkif Ersoy
220
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Manzumelerde ve şiirlerde lirik, epik, didaktik, dramatik, satirik ve pastoral anlatımların etkileri vardır.
Şimdi de bu tür kavramları açıklayalım.
Lir, bir çalgının adıdır. Eski Yunan’da bu çalgı eşliğinde
söylenen şiirlere lirik şiir denmiştir. “Lirik” kelimesinin sıfat
olarak anlamı şudur: Coşkun ve ilhamla dolu. Aslında bu, bir bakıma şiirin de anlamıdır. Yani bir mısralar dizisi, aslında coşkun ve ilhamla dolu olduğu, başka bir
deyişle lirik bir anlatıma sahip olduğu için şiirdir.
a. Lirik anlatım
Lirik şiirlerde coşkulu ve bireysel bir anlatım vardır. Bu tür şiirler, düşünceden
çok düş gücüne seslenir, okuyucuyu duygu bakımından derinden etkiler. Lirik şiirlerde çoğunlukla aşk, yalnızlık, özlem gibi temalar işlenir.
Lir
ÖRNEK METİN
– LİRİK ANLATIM –
SEVİYORUM SENİ
Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz
telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
denizi uçakla ilk defa geçer gibi
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan bir şeyler gibi
ÖRNEK METİN
– LİRİK ANLATIM –
KARADUT
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
Bedri Rahmi Eyuboğlu
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi.
Nazım Hikmet Ran
Bedri Rahmi
Eyuboğlu
221
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Kır yaşantısının ele alındığı, çobanların aşk ve yaşayışlarının anlatıldığı metinlere
pastoral metin denir. Pastoral şiir ve manzumelerin, bir kişinin ağzından dile getirilenlerine idil, diyalog biçiminde olanlarına eglog denir. İdil ve eglog biçimindeki pastoral manzumelerin kökenleri, eski Yunan ve Latin şiirine dayanır.
b. Pastoral anlatım
ÖRNEK METİN
– PASTORAL ANLATIM –
BİNGÖL ÇOBANLARI
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
Bu dağların en eski âşinasıdır soyum,
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların.
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,
Her gün aynı pınardan doldurur destimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla...
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni;
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı;
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı:
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
Suna’mın başka köye gelin gittiği akşam.
aşina: Bildik, tanıdık.
222
Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
— Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin, başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an!
Mademki kara bahtın adını koydu: Çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla...
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına!
Kemalettin Kamu
ebenced: Babadan, dededen, kuşaktan kuşağa.
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
c. Didaktik anlatım
Bilim, sanat, felsefe, ahlak, din vb. alanlarla ilgili bazı kural ve ilkeleri öğretmeyi, bu
konularda bilgi vermeyi amaçlayan manzumelere, didaktik manzume denir.
ÖRNEK METİN
– DİDAKTİK ANLATIM –
LİSAN
Güzel dil Türkçe bize,
Başka dil gece bize,
İstanbul konuşması,
En sâf, en ince bize.
Açık sözle kalmalı,
Fikre ışık salmalı,
Müterâdif sözlerden,
Türkçesini almalı.
Lisanda sayılır öz,
Herkesin bildiği söz,
Manâsı anlaşılan,
Lûgate atmadan göz.
Yeni sözler gerekse,
Bunda da uy herkese,
Halkın söz yaratmada,
Yollarını benimse.
...
Ziya Gökalp
Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş, Türkçedir,
Eski köke tapmayız.
Ziya Gökalp
Milletlerin başından geçen göç, savaş, doğal afet gibi önemli tarihsel olayların ve bu olaylarda gösterilen kahramanlıkların olağanüstülük temelinde anlatıldığı uzun manzum eserlere destan denir. Destanlar, doğal ve yapma destanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Doğal ve yapma destanlar ile
kahramanlığın ve savaşçılığın ön plana çıkarıldığı şiir ve manzumelerde epik anlatım ağır basar.
ç. Epik anlatım
ÖRNEK METİN
– EPİK ANLATIM –
Mert dayanır namert kaçar,
Meydan gümbür gümbürdenir.
Şahlar şahı divan açar,
Divan gümbür gümbürdenir.
Yiğit kendini öğende,
Oklar menzilin döğende,
Kılıç kalkana değende,
Kalkan gümbür gümbürdenir.
Ok atılır kal’asından,
Hak saklasın belasından,
Köroğlu’nun narasından,
Her yan gümbür gümbürdenir.
Köroğlu
223
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
Bir kimseyi, bir düşünceyi, bir durumu doğrudan ya da dolaylı olarak eleştiren şiir ve
manzumeler, satirik nitelik taşır. Satirik manzumelerin birçoğunda mizahi ve didaktik
ögeler de kullanılır. Satirik anlatımla oluşturulan metinlere halk edebiyatında taşlama, divan edebiyatında hicviye, modern edebiyatta yergi denmiştir.
d.
Satirik anlatım
ÖRNEK METİN
– SATİRİK ANLATIM –
Aşağıdaki metin, toplumsal ve ahlakî yozlaşmalara dikkat çekmek amacıyla yazılmıştır. Halk edebiyatı şiir geleneği içinde oluşturulan bu metnin nazım şekli destan, nazım
türü taşlamadır. Metin, tariz sanatının özgün örnekleriyle donatılmıştır.
TERS ÖĞÜT DESTANI
Bir nasihatim var zamana uygun:
Tut sözümü yattıkça yat uyanma!
Meşhur bir kelâmdır “Sen kazan, sen ye!”
El için yok yere ateşe yanma!
Bir yetim görünce döktür dişini,
Bozmaya çabala halkın işini,
Günde yüz adamın vur kır leşini,
Bir yaralı sarmak için yeltenme!
Her nere gidersen eyle talanı,
Öyle yap ki ağlatasın güleni,
Bir saatte söyle yüz bin yalanı,
El bir doğru söz söylerse inanma!
...
Kaynağın tut varsan suyun bendine,
Zira herkes pesend ede fendine,
Öz aklın yetişir kendi kendine,
Eflatun’da görsen aklın beğenme!
Kime eyi desen darılır, söğer,
Merhamet zamanı değildir meğer.
Yanında birini kesseler eğer
Bir hançer de sen vur sonra utanma!
Cabadan bir kahve verme ahbaba,
Evvel ahir seni verir kasaba,
Paran çok var ise yatır şaraba,
Olur olmaz sadakaya güvenme!
...
Üç parmak noksan ölç, ölçersen kile,
Tatlı söz konuşma bir kimse ile,
Dört kuruşa sekiz kuruş et hile,
Hilekârlık hoş sanattır usanma!
Eğer ister isen efkâr görmemek
Asla gönül yapma çekme boş emek!
Babanın hayrına verme bir ekmek,
Aç olup da kapı kapı dilenme!
Hediye namiyle bir şey gönderme,
Âdet edip hiç misafir kondurma,
Komşun evi yanar iken söndürme,
El kârı (i)çün bir adım da uzanma!
pesend etmek: Beğenmek.
fent: Hile.
bilcümle: Bütün.
mekruh: İğrenç, tiksindirici.
224
Keyfin bozma altı için beş için,
Korku çekme olur olmaz iş için,
Canın feda eyle bir sarhoş için,
Kuru sofuların sözüne kanma!
Yanında saklama namus, gayret, ar,
Bilcümle mekruhu eyle ihtiyar,
Meyhane dibinde seccadeyi ser,
Safâsı olmayan yerde dolanma!
Hakikattir sözüm eylerim tefhim,
Ne kimseden öğren ne eyle talim,
Emaneti geri eyleme teslim,
Öte beri geçin, sakın evlenme!
Gönül verme gözüm vefasız kâra,
Güzel kumar öğren alasın para,
Gündüz gulanpara, gece zampara,
Ol da felek sitemine dayanma!
Huzurî neylersin dünya rif’atin,
Kesme doğruluktan meyl ü rağbetin,
Cenâb-ı Mevla’dan iste izzetin,
Her şaşkın sözünü duyup bulanma!
Yusufelili Huzurî
ihtiyar eylemek: Üstün tutmak.
tefhim eylemek: Anlatmak, bildirmek.
talim eylemek: Öğretmek, bilgi kazandırmak.
rif’at: Yüce rütbe.
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
e. Dramatik anlatım
Monolog ve diyalogları manzum sözlerden oluşan tiyatro eserlerine dramatik
manzume denir.
ÖRNEK METİN
– DRAMATİK ANLATIM –
Aşağıdaki parça, Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Akın” isimli manzum tiyatrosundan alınmıştır. Metinde, İslamiyet Öncesi Dönem’de Türklerin anayurtlarından göç etmelerine neden
olan kuraklık olayından ve bu olay sonucunda iç denizin kurumasından söz edilmektedir.
İstemi Han
Şimdi biz barınırken çadırların yasında
Yıkılıyor beldeler Asya’nın ortasında!
Yıkılan beldeler mi? Taştan, tunçtan, demirden
Eser diye ne varsa çöküyor hepsi birden,
Çöküyor dört tarafa uğursuz bir karanlık...
Elde kalan, çökmeyen bir şey var: Kahramanlık.
Son sözü söyleyecek kahramanlık olaydı
Bir altın ok ucunda bahtı yenmek kolaydı...
Toprak suyu, susuzluk bizleri kemirmede,
Gitgide engin deniz bir çanağa girmede.
Dün bize öğretirken aslanca köpürmeyi
Bugün o da huy etmiş yerlere yüz sürmeyi!
Hani yüksek dağlarla boy ölçüşen dalgalar?
Kartalı gökten alıp yola düşen dalgalar?
Görülmemiş denizin böyle köpekleştiği,
Başını sokmak için bir çukuru eştiği!
Bu kadar alçalmadı deniz, deniz olalı...
Bilmiyor mu, bu yurdun varlığı ona bağlı?
Denizi yendiği gün toprak denen canavar
Ne bir ekin kalacak ortada, ne bir davar,
Son ağaç devrilecek, savrulacak son çiçek,
Yaklaşan iki ufuk sonunda birleşecek...
Ufuklar birleşince ezilecek bizleriz.
Biz de çöl ortasında kuruyan denizleriz!
Suna
Çok acı söylüyorsun bugün nedense, Baba!
İstemi Han
Kızım, bundan daha az söylenir mi acaba?
Elde midir, bu yası başka türlü söylemek?
Düşün bir kere, Suna, denizsizlik ne demek?
Boşalması ne demek ırmakların oluğu?
Anlamıyor musun sen bundaki korkunçluğu?
Atamızın gözleri enginde dinlenirdi,
Ondan esen rüzgârla alnı serinlenirdi,
Kayıklar kanatlanır bir batı rüzgârında,
Erirdi köpük gibi deniz açıklarında,
Taşırdı bir kıyıdan bir kıyıya yükünü...
Şimdi kim bir geminin görüyor yüzdüğünü?
Bugün ufka bakanın eski deniz yerine,
Kireçli bir bataklık çarpıyor gözlerine.
Serin rüzgârlarını deniz kesti keseli
Tıkıyor göğüsleri kum karışık samyeli.
Gün doğusu yerini kasırgaya bıraktı,
Kasırga ne bulduysa kırdı, kopardı, yaktı.
Eskiden güneş, derdim, bereketin eşidir,
Bugün başucumuzda Tanrı’nın ateşidir,
O da susuz kalınca benzedi kudurmuşa,
Şimşek gibi çarpıyor aslana, kurda, kuşa...
Bu kızgın cehenneme bakma güneş diye sen,
Rüzgâr değil ufuktan ufka ölümdür esen.
Irmak bugünün yolu... Deniz yarının çölü...
Tarlalar yangın yeri... Sürüler canlı ölü.
Biz kızıl bir potanın ortasındayız, düşün,
Senin bile yüzünde kor kesilmiş, gülüşün!...
Suna
En boğucu gününde bu alevden ülkenin
Bir pınar çağlayışı vardı sözünde senin.
Ben farkında değildim yüzüm ateş mi, kor mu?
Güneş tutuşturuyor, rüzgârlar yakıyor mu?
Rüzgâr, güneş, kızını senin kadar yakmadı,
Bu kızgın sözler kadar bende iz bırakmadı...
İstemi Han
Sözlerim acı diye, kızım, gücenme bana.
Bak cılız sürüsünü dolaştıran çobana.
Bir bakıma yaylada davarı otlatıyor,
Bir tutam ot buldu mu kendisi can atıyor,
Elindeki kavala benzetmiş onu açlık,
Su diye gölgesini içer bulsa ağaçlık.
Sayamıyor sürünün nasıl eksildiğini,
Kaç koyunla çıkarak kaç dönebildiğini...
Bak çorak tarlasında sabanına dayanmış,
Geniş alnı güneşle, bağrı ateşle yanmış,
Gözü gökten daha çok yaşlı olan çiftçiye,
Düşünüyor bir dolu başağım var mı diye,
Döveni boş dönüyor bu yıl harman yerinde...
Bunlar mı yalnız, Suna, yoksulluk kederinde?
Ekini saman veren, atları cansız düşen
Yerde adam arama öyle gürbüz, güçlü, şen.
İnsanlar ekinlerin boylarıyla boy alır,
Başaklarla uzanır, başaklarla kısalır...
Çağırmaz oldu gençlik türküsünü ağızlar,
Halı tezgâhlarında işlemez oldu kızlar,
Fırçayı tutamıyor parmakları nakkaşın,
Mermeri oymaz oldu eli heykeltıraşın!
Sanatın yeryüzünde beşiğiyken bu toprak,
Korkuyorum, sanata bir gün mezar olacak.
225
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
7
Manzume ve Şiir
UYGULAMA – 1
Aşağıdaki manzume ve şiir parçalarının türlerini (epik, lirik, dramatik, didaktik, pastoral, satirik) belirleyiniz.
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını kâr sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi
Can Yücel
_ _ _ _ şiir
2.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Cemre düşmüş, çayır çimen yürümüş
Koyakları, bir boz duman bürümüş
Gün vurmuş, yamacın karı erimiş
Salmış sürüleri, çayıra çoban
Âşık Feymanî
_ _ _ _ şiir
4.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
5.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
ESEN YAYINLARI
1.
6.
7.
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
3.
8.
226
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak
Tevfik Fikret
_ _ _ _ şiir
–––––––––––––––––––––––––––––––––––––
Dereden yükselir barut kokusu
Kalmamış içimde ölüm korkusu
Kaparken gözümü hayat uykusu
Vatanı düşünen bir askerim ben
Zeki Karaağaçlı
_ _ _ _ şiir
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
BİLGİ - YORUM
1.
Bir şairin yaşam serüveniyle şiirleri arasında sürekli olarak bağ kurmaya çalışmak, doğru mudur? Gerekçenizi de belirterek cevaplayınız.
6.
3.
7.
ESEN YAYINLARI
2.
8.
4.
9.
5.
10.
228
Lirik şiir nedir?
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
DOĞRU – YANLIŞ
1.
Belli bir ölçüye, kafiye düzenine ve nazım
şekline bağlı kalınarak oluşturulan her kısa metin bir şiirdir ama manzume değildir.
DOĞRU
2.
6.
YANLIŞ
Satirik anlatımla oluşturulan metinlere
halk edebiyatında koçaklama denmiştir.
YANLIŞ
3.
DOĞRU
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
8.
YANLIŞ
4.
YANLIŞ
7.
ESEN YAYINLARI
DOĞRU
DOĞRU
9.
DOĞRU
YANLIŞ
5.
10.
DOĞRU
YANLIŞ
229
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
TEST – 1
1.
3.
Ne bulursan tut al, bilim, sanat
Güven, istek, cesaret, özen, umut
Hepsi lazım bu yurda, hepsi yarar
Bize bol bol ışık kucakla getir
I.
Güneşli bir sabah karşılaşıyoruz
Denizler mavilere boyanıyor
II. Bir gün batımı gördüm gözlerini
O alev gömleği giyip de yandım
Bu dörtlükte hangi şiir türüne ait özellikler
ağır basmaktadır?
III. Biri uçurtma yapmış
Kuyruğu bulutlara karışır
A) Pastoral
B) Didaktik
C) Lirik
D) Satirik
IV. Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda
Can korkusu gezmez ovamızda dağımızda
E) Epik
V. Kırık çanağı yok ayran içecek
Kahveye gelir de fincan beğenmez
Yukarıdaki dizelerden hangisi satirik bir şiirden alınmış olabilir?
2.
Aşağıdakilerin hangisinde epik şiirlere özgü
nitelikler ağır basmaktadır?
A) Köroğlu der durman edek cengimiz
Bunda belli olsun yiğit hangimiz
Üç saat sürmeli burda hengimiz
Tarih yazın şu dağlara nişane
ESEN YAYINLARI
A) I.
4.
B) II.
C) III.
D) IV.
Aşağıdaki dizelerden hangisinde lirik şiirlere
özgü nitelikler ağır basmaktadır?
A) Gürzün kösteğini kola takmalı
Arap atı sağa sola yıkmalı
Kargılar mızraklar birden kalkmalı
Fırsat vermen Arap atlar kaçana
B) Benim ruhum kış günü aç
Kalan bülbül gibi muhtaç
Ruhum hasta sensin ilaç
Beni dertten kurtar Tanrı’m
B) Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak
Ben aşkımla bahar getirdim sana
Tozlu yollarından geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim sana
C) Evi rüzgâr gibi bir sır gezdi
Herkes endişeli bir şey sezdi
Bir sabah söyledi son sözlerini
Yumdu dünyaya ela gözlerini
C) Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır
D) Koptu evden acı bir vâveylâ
Odalar inledi: “Leylâ! Leylâ!”
Geldi köy kızları, el bağladılar
Diz çöküp ağladılar, ağladılar
D) Adalet kalmadı hep zulüm doldu
Geçti şu baharın gülleri soldu
Dünyanın gidişi acayip oldu
Koyun belli değil kurt belli değil
E) Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
E) İle kısmet balsa bize pay taştı
Yokluktan derdimiz deryalar aştı
Açlıkla uğraşmak hayli savaştı
Çektiğin mihnetten ah ü zâr götür
232
E) V.
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
8
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler
(Ünite Tarama Testleri)
TEST – 1
Halk edebiyatı şiir geleneğinde, sevilen bir kişinin ölümünden duyulan üzüntünün dile getirildiği
şiirlere ---- denmiştir. Bu şiirler İslamiyet Öncesi
Türk Edebiyatı Dönemi’ndeki sagularla tema bakımından benzerlik gösterir.
Ne bağımda gülüm var
Ne dalda bülbülüm var
Artık ne aşkım ne de
Aşka tahammülüm var
Orhan Seyfi Orhon
Bu cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerin
hangisi getirilmelidir?
Yukarıdaki dörtlükte aşağıdakilerin hangisinde kullanılan uyak düzeni ve ölçü vardır?
A) mersiye
A) Semai
D) taşlama
2.
3.
B) ağıt
C) naat
Aşağıdakilerin hangisinde didaktik şiirlere
özgü nitelikler ağır basmaktadır?
A) Akşam olur, başlar yürek sızısı
Bu yalnızlık ona alın yazısı
Aştı sürü, görünmüyor kuzusu
Koyun ağlar, tepe ağlar, düz ağlar
B) Eridi kalmadı dağların karı
Başımızda eser sevda rüzgârı
Toplar iken müjdeliyor baharı
Her kaşı kemana kar çiçekleri
C) Dünya değirmendir insanlar tahıl
Ekilir biçilir un olur gider
Cesedi gezdirir baştaki akıl
Bire saygı duyan bin olur gider
D) Yağmur ol göklerden yağ ellerime
Ay ışığı gibi vur yollarıma
Nazlı kuşlar gibi kon dallarıma
Sevda sepetime dol usul usul
E) Hiçbir zaman vermedi yüz
Derdim bir iken oldu yüz
Dost insafa gelsin diye
Ol şahıma tutmuşum yüz
B) Koşma
D) Düz kafiye
E) kaside
ESEN YAYINLARI
1.
4.
C) Mâni
E) Gazel
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda
Ateşten kızaran bir gül arar da
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi
Faruk Nafiz Çamlıbel
(I) Şiirde, herkesçe bilinen tarihî, dinî ya da mitolojik olay, varlık ve kişilerin isimlerinin anılmasına ya da bunları çağrıştıran ifadelerin kullanılmasına telmih denir. (II) Bu dörtlüğün birinci dizesinde Leyla ile Mecnun hikâyesine göndermede bulunularak telmih yapılmıştır. (III) Herhangi bir olayın meydana gelişini, gerçek sebebiyle
açıklamayıp, gerçek sebebe göre çok da etkileyici, güzel ve hayalî bir sebebe bağlayarak açıklamaya hüsnütalil denir. (IV) Bu dörtlüğün üçüncü ve dördüncü dizelerinde bu sanattan yararlanılmıştır. (V) Ayrıca bu şiirde kinaye sanatından
da yararlanılmıştır.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde bir bilgi yanlışı vardır?
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
237
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
5.
Mağribi yakmış firkat ateşi
Yuvaya dönmüştü her kuşun eşi
Dağlara yaslanıp yatan güneşi
Yaralı hastadır, yorgundur sandım
Rıza Tevfik Bölükbaşı
7.
Aşağıdaki dizelerin hangisinde yarım uyak
kullanılmıştır?
A) Suratımda her suç bir ayrı imza
Benmişim kendime en büyük ceza
B) Üç aydır ağlarım hâlim kalmadı
Yüz baytar getirdim çare bulmadı
mağrip: Akşam.
firkat: Ayrılık.
C) Ben senin aşkından sarardım soldum
Döktüm gözyaşımı saçımı yoldum
Bu dizelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
D) Hak var iken başkasına tapılmaz
Ecel meydanında güreş yapılmaz
A) Mısra sonlarında zengin kafiye kullanılmıştır.
B) Birim değeri dörtlüktür.
E) Bir gönül kapısı, bulup çaldın mı
Bir sevgi seline, boyca daldın mı
C) Teşhis (kişileştirme) yapılmıştır.
D) Kafiye örgüsü “aaab”dir.
E) Mübalağa sanatından yararlanılmıştır.
ESEN YAYINLARI
8.
Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi
Ahmet Muhip Dıranas
Bu dizelerde aşağıdaki edebî sanatlardan
hangisi vardır?
A) İstiare
6.
D) İstifham
Âşiyân-ı murg-ı dil zülf-i perîşânundadur
Kande olsam ey perî gönlüm senin yanundadur
B) Telmih
C) Teşbih
E) İntak
(Gönül kuşunun yuvası senin dağınık saçlarındadır.
Ey sevgili! Nerede olsam gönlüm senin yanındadır.)
Işk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur
(Aşk derdiyle mutluyum. Ey tabip! Bana ilaç verme,
derdime derman olma. Çünkü beni helak edecek zehir senin vereceğin dermandadır.)
Fuzûlî
Yukarıdaki parçada aşağıdaki edebiyat geleneklerinden hangisine özgü nitelikler ağır
basmaktadır?
9.
Yeryüzü çekilir altından ayaklarımın
Geçer başıma çöken bir tavan gibi gökyüzü
Durmadan çalınır kulaklarımda
Şarkıların en hüzünlüsü
Ümit Yaşar Oğuzcan
Bu dizelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Divan şiiri
A) Pastoral şiirlere özgü nitelikler taşımaktadır.
B) Âşık tarzı halk şiiri
B) Serbest ölçüyle oluşturulmuştur.
C) Toplumcu şiir
C) Birinci dizede kapalı istiare yapılmıştır.
D) Saf (öz) şiir
D) İkinci dizede benzetme yapılmıştır.
E) Serbest şiir
E) Anlaşılır bir Türkçeyle oluşturulmuştur.
238
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
TEST – 12
1.
Ela gözlerine kurban olduğum
Yüzüne bakmaya doyamadım ben
İbret için gelmiş derler cihana
Noktadır benlerin sayamadım ben
4.
Bu dörtlükle ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?
A) 11’li hece ölçüsüyle yazılmıştır.
B) Redif vardır.
C) Tam uyak kullanılmıştır.
D) Koşma türünün özelliklerini taşımaktadır.
E) Benzetme sanatından yararlanılmıştır.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangilerinde kişileştirme sanatı vardır?
(ÖSS 2006 Ed-Sos)
A) I. ve II.
B) I. ve IV.
C) III. ve IV.
D) III. ve V.
E) IV. ve V.
Kaman civarına bahar gelince
Yıkılır ovadan yörük çadırları
Yücesinde pare pare duman tutmuş
Düldül Dağ’ın yaylasında mekân kurulur
Hoş gelmişsin ilkbahar
Nisan ayı içinde donanır dağlar
Donanır yeşilinden, alından
(ÖSS 2006 Ed-Sos)
Bu dizelerde aşağıdaki şiir türlerinden hangisine özgü nitelikler ağır basmaktadır?
A) Lirik
B) Pastoral
D) Didaktik
ESEN YAYINLARI
2.
(I) Güneş yavaş yavaş yükselirken antik kent aydınlanmaya başlıyor. (II) Güneşle birlikte, kentin
geçmişindeki bilinmeyen yönlerin de ortaya çıkacağını sanıyor insan; ama bir süre sonra yanıldığını anlıyor. (III) Yüzyıllardır yalnızlığa alışmış, unutulmuş bu kentin geçmişini düşünüyor.
(IV) Acaba bu tiyatro sahnesinde kaç oyun sergilendi, odeonda ne gibi sorunlar tartışıldı, ölümüne savaşlar nasıl yaşandı buralarda? (V) Bugün, bütün bunlardan habersiz, tarih sahnesindeki rolünü tamamlamış ve mağrur bir sessizliğe gömülmüş bir kentle karşı karşıyayız.
C) Epik
E) Dramatik
(ÖSS 2006 Ed-Sos)
3.
Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan üzüntü ve
acıyı anlatmak, onun erdemlerini, iyi yönlerini dile getirmek amacıyla yazılan şiirlere verilen addır. Ölen bir kişi için yazılan bu tür şiirlere divan
edebiyatında ----, halk edebiyatındaysa ---- denmiştir.
Bu parçada boş bırakılan yerlere, verilen bilgilere göre aşağıdakilerden hangisi getirilebilir?
5.
Derken bir düdük
öttü
ansızın
II
Bembeyaz
gitgide
ufaldı
III
IV
V
Korkunç
yalnızlığıyla
baş başa
VI
VII
Rıhtımda bir
adam kaldı
VIII
I
gemi
A) mersiye – ilahi
B) mesnevi – koşma
Bu dizelerdeki numaralanmış yerlerin hangilerinde ulama vardır?
C) mevlit – koşma
D) mevlit – ağıt
A) I. ve VIII.
E) mersiye – ağıt
(ÖSS 2006 Ed-Sos)
260
B) II. ve V.
D) IV. ve VII.
C) III. ve VI.
E) V. ve VII.
(ÖSS 2006 Ed-Sos)
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
6.
Aşağıdakilerin hangisinde verilen dizelerde
uyak (kafiye) kullanılmamıştır?
8.
I.
Rüyan, pınarlarda buğulanan nur
II. Sevgin, sırma sırma dökülen şafak
A) Selam olsun karanfilin alına
Selam, tomurcuklu defne dalına
III. Senin için ekin öpüyor yağmur
B) Bu bohça, duygunun coşkun selidir
İçimi coşturan bahar yelidir
Bu dörtlükle ilgili olarak aşağıda verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
C) O gün gelsin şöyle bir yarış olsun da gör
Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör
A) I. ve III. dizeler birbirleriyle tam uyaklıdır.
IV. Senin’çin tarlada büyüyor başak
B) I. ve III. dizeler ile II. ve IV. dizeler arasında
çapraz uyak vardır.
D) Öpe öpe uyandırdım, şiir yaptım sözcükleri
Savaşta kalemime kurşun yaptım sözcükleri
C) Dize sonlarında redif yoktur.
E) Değirmen değirmen, beni de öğüt
Ben meyvesiz ağaç, yürüyen söğüt
(ÖSS 2007 Ed-Sos)
D) Ölçüyü tutturmak için ünlü düşmesine başvurulmuştur.
ESEN YAYINLARI
E) Dizelerin tümü 4+4+3 duraklıdır.
(ÖSS 2008 Ed-Sos)
9.
7.
I.
Biz de hafif olsaydık bir rüzgârdan
II. Yer alsaydık şu bulut kervanında
III. Güzele ve yeniye doğru koşan
IV. Bu sonrasız gidişin bir yanında
Bu dizelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) 11’li hece ölçüsüyle yazılmıştır.
B) Hepsinde redif kullanılmıştır.
C) Duraklarda belirli bir kurala uyulmamıştır.
D) I. ve II. dizelerde ulama vardır.
E) I. ve III. ile II. ve IV. dizelerde çapraz uyak
(kafiye) görülmektedir.
(ÖSS 2007 Ed-Sos)
I.
Kimi şairler şiiri yalnızca uyakta aramaya kalkışmışlardır.
II. Bu akımın etkisindeki şairler şiirin, içerdiği
mazmunlar bakımından kusursuz olması gerektiğini savunmuşlardır.
III. Bu şairler, şiirde veznin sağladığı ritmi önemserler.
IV. Betimleyici şiir anlayışını benimseyen şairler,
canlı, renkli şiirler yazmışlardır.
V. Bu şiirde şair, dış dünyadaki varlıkları kendi duygu dünyasına göre yorumlayarak farklı izlenimlere ulaşmıştır.
Yukarıdaki cümlelerin hangileri şiirin ahenk
özellikleriyle ilgilidir?
A) I. ve III.
B) I. ve IV.
D) II. ve IV.
C) II. ve III.
E) III. ve V.
(ÖSS 2008 Ed-Sos)
261
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
10. Dil özellikleri dikkate alınırsa aşağıdaki dizelerden hangisinin Cumhuriyet Dönemi’ne ait
olduğu söylenebilir?
12. Aşağıdaki tanımlardan hangisi ayraç içinde
verilen kavramla uyuşmamaktadır?
A) Şiirde dizeyi, düz yazıda cümleyi oluşturan
sözcüklerin ses özelliklerine göre sıralanışından doğan uyum. (ahenk)
A) Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkid ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâ’at
B) Yazınsal yaratılarda yer alan ögelerin birbirine bağlanıp bütünleşerek oluşturdukları düzen. (biçim)
B) Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden
Lâlin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana
C) Tahammül mülkünü yıktın Hülâgû Han mısın
kâfir
Aman dünyayı yaktın âteş-i sûzan mısın kâfir
C) Bir yapıtta anlatılmak isteneni örneklerle
yansıtma. (ayrıntı)
D) Sanatçının bir olayı ya da konuyu belli bir
yönden ele alıp değerlendirmesi. (bakış açısı)
D) Sülfür inceldi ve en yorgun yerinden kırıldı
ayna
Ayna pusluydu bunca yıl nice sır taşımaktan
E) Yazınsal yaratılarda yansıtılmak isteneni daha canlı, etkili, görünür kılmak amacıyla zihinde canlandırılmaya çalışılan görüntü. (imge)
(ÖSS 2009)
ESEN YAYINLARI
E) Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım
Demâdem artar eksilmez tükenmez bînihayettir
(ÖSS 2008 Ed-Sos)
11. (I) İkinci Yeni şiiri, Garip şiirine bir tepkidir. (II)
Başka bir deyişle anlamdan, gerçekten, yaşamdan kopmanın şiiridir. (III) Anlamdan kurtulmak,
soyutluğu sağlamak için duyulmadık yeni söz-
13. Böyle bağlar
Yâr başın böyle bağlar
Gül açmaz bülbül ötmez
Yıkılsın böyle bağlar
değiştirilmiş, yeni tamlamalar kurulmuştur. (V)
Bu maniyle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
Bu yeniliklere Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih
A) Cinaslı uyak kullanılmıştır.
Cevdet öncülük etmiştir.
B) Benzetmelere yer verilmiştir.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde, İkinci Yeni şiiriyle ilgili bilgi yanlışı
vardır?
C) İlk dize uyak oluşturma amacıyla kullanılmıştır.
cükler üretme yoluna gidilmiştir. (IV) Söz dizimi
A) I.
262
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
(ÖSS 2008 Ed-Sos)
D) Uyak düzeni aaba biçimindedir.
E) Kesik mani olarak adlandırılır.
(ÖSS 2009 Ed-Sos)
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
14. Gerin, bedenim, gerin;
Doğan güne karşı.
Duyur duyurabilirsen,
Elinin, kolunun gücünü,
Ele güne karşı.
17. Şiirin, dil ve imge aracılığıyla gerçekliği yoğunlaştıran, en özlü ve en az söze indirgeyen bir anlatımı vardır.
Aşağıdakilerden hangisi bu cümlede söylenene örnek gösterilemez?
Bu dizelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Dünyanın en güzel kadını bu oydu
Saçlarını tarasa baştan başa Rumeli
A) Serbest ölçüyle yazıldığı
B) Dağ dağ o güzel ses, bütün etrafı gezindi
Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi
B) Sıradan, günlük olaylara yer verildiği
C) Yalın bir anlatımının olduğu
C) İnsanlar yüzyıllardır evler yaptılar
İrili ufaklı birbirinden farklı
D) İmgelere dayalı bir anlatım içerdiği
E) Konuşma dilinin söz değerleriyle oluşturulduğu
(ÖSS 2009 Ed-Sos)
Bu dizelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Hece ölçüsüyle yazılmıştır.
E) Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan
Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan
(ÖSS 2009 Ed-Sos)
ESEN YAYINLARI
15. Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram…
D) Demirciler bir nehri dövmektedir
Ucuz bir tarlaya sunulmak üzere
B) Redife yer verilmiştir.
C) Farklı uyak türleri kullanılmıştır.
D) Seslenmelerden yararlanılmıştır.
E) Yinelemelerden yararlanılmıştır.
(ÖSS 2009 Ed-Sos)
16. Divan şiirinin İran edebiyatından aktarılmış, şaire ---- bir estetiği vardır. Sevgilinin boyundan posundan başlayarak saçları, kaşları, gözleri, kirpikleri, ağzı, dişleri, dudakları, yanakları ---- adı
verilen, hazır benzetmelerle anlatılır, övülür.
Bu parçada boş bırakılan yerlere aşağıdakilerin
hangisinde verilenler sırasıyla getirilmelidir?
A) örnekler sunan – istiare
B) özgürlük tanımayan – mazmun
C) yön gösteren – mecazımürsel
D) konu seçme olanağı vermeyen – tenasüp
E) kolaylık sağlayan – teşhis ve intak
(ÖSS 2009 Ed-Sos)
18. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde “Papatyalar,
badem ve eriklerden akıllı davrandı ve ‘üçüncü
cemreye’ aldanmayıp sabırla bekledi.” cümlesindekine benzer sanatlı bir söyleyiş vardır?
A) Eskiden Beyoğlu, iyi kötü her şeyiyle Batı uygarlığının simgesiydi.
B) Beyoğlu bir zamanlar yalnız Türkiye’de değil,
Yakın Doğu’da da çok ünlüydü.
C) Beyoğlu, Türkiye’nin kültür başşehrinin
önemli yerlerinden biri olma özelliğini bugün
de korumaktadır.
D) İstenirse Beyoğlu yine eski saygınlığına, eski güler yüzlülüğüne ve çekiciliğine kavuşturulabilir.
E) Eskiden İstanbullular, Beyoğlu’na çıkarken
derlenir toplanırlar, giyimlerine özen gösterirlerdi.
(ÖSS 2009 Ed-Sos)
263
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
19. Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim,
İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.
21. Aşağıdaki dizelerin hangisinde ayraç içinde
verilen sanat yoktur?
A) Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
(Mürsel mecaz)
B) Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü
(Tezat)
C) Sardı katil gece dünyayı siyah bir kefene
Bir emel yıldızı göz kırpıyor ancak aradan
(Teşhis)
D) Öyle bir boşandın ki çöle benzer ömrüme
Bir Nuh tufanı oldu, sel değil, sağanak değil
(Telmih)
E) Çiziyorum havaya dünyamı bir çiçekle
Ve hayran bakıyorum bu rüya gibi şekle
(İstifham)
(LYS 2010)
Bu dizelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Düz yazıya yaklaşan bir havası vardır.
B) Dilin alışılmış kalıpları yıkılmaya çalışılmıştır.
C) Somutlamaya başvurulmuştur.
D) Uyak ve yineleme, ahengi sağlayan ögelerdendir.
ESEN YAYINLARI
E) Gerçekçi sanat anlayışına bağlılığı yansıtır.
(ÖSS 2009 Ed-Sos)
20. Nereden gelmiş bu denizsiz kente
Bu yaşlı martı
Konmuş saat kulesinin üstüne
Öyle bir zamansızlıktan izliyor beni
Çağırsam hemen çıkıp gelecek, biliyorum
Çok eski bir oyundan kılıksız bir haberci gibi.
Bu dizeler, İkinci Yeni Şiirine ilişkin aşağıda
verilen özelliklerden hangisine örnek oluşturmaz?
A) Kapalı bir anlatıma başvurma
B) Sesi ve ritmi önemseme
22. Siyah ebrûların duruben çatma
Gamzen oklarını âşıka atma
Sana gönül verdim beni ağlatma
Benim gözüm nuru gönlüm sürûru
I.
11’li hece ölçüsüyle oluşturulmuştur.
II. Divan mazmunlarından yararlanılmıştır.
III. Konusu aşktır.
IV. Nazım türü ağıttır.
V. Zengin uyak kullanılmıştır.
C) Kendine özgü bir biçemi olma
Yukarıdaki dizelerle ilgili olarak verilen numaralanmış bilgilerden hangileri yanlıştır?
D) Sözcüklerin çağrışım gücünden yararlanma
A) I. ve II.
E) Duyulmadık yeni sözcükler oluşturma
(ÖSS 2009 Ed-Sos)
264
B) I. ve III.
D) III. ve IV.
C) II. ve V.
E) IV. ve V.
(LYS 2010)
Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiir)
23. Paylaşırsa dost paylaşırmış
İnsanın derdini, sevincini
Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsam kimseler yok
Hangi omza dokunsam yabancı çıkar
25. Bende Mecnûn’dan füzun âşıklık isti’dadı var
Âşık-ı sâdık benim Mecnûn’un ancak adı var
Kıl tefâhur kim senin hem var benim tek âşıkın
Leyli’nin Mecnûn’u Şîrîn’in eger Ferhâd’ı var
Bu dizeler aşağıdaki nazım şekillerinden hangisiyle yazılmış olabilir?
Aşağıdakilerden hangisi içerdiği duygu yönünden yukarıdaki şiire anlamca en yakındır?
A) Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı
A) Muhammes
B) Şarkı
C) Rubai
D) Gazel
E) Mesnevî
(LYS 2010)
B) Hep seninçündür benim dünyâ cefâsın çektiğim
Yoksa ömrüm varı sensiz neyleyim dünyâyı
ben
26. Güneş çekildi demin
Doğdu bir cenk akşamı
Bu bütün günlerimin
İçime denk akşamı
C) Gülmek ol gonceye münâsibdir
Ağlamak bu dil-i hazîne gerek
Gidene bak gidene
Güller sarmış dikene
Mevlâ sabırlar versin
Gizli sevdâ çekene
D) Bülbüller öter güller açar şâd gönül yok
Hiç böyleliğin görmemişiz fasl-ı bahârın
I.
E) Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz
(LYS 2010)
III. Nazım birimleri aynıdır.
7’li hece ölçüsüyle oluşturulmuştur.
ESEN YAYINLARI
II. Uyak (kafiye) şemaları aynıdır.
IV. Doğaya özgü ögelerden yararlanılmıştır.
V. Bir dilek belirtilmiştir.
Yukarıdaki numaralanmış bilgilerden hangileri verilen şiirlerin ortak özelliği değildir?
A) I. ve II.
B) I. ve III.
D) III. ve IV.
24. Olmuyor neyleyim
Olmuyor velinimetim efendim
Olmuyor yirminci asırda
Tarz-ı kadîm üzre gazeller söylemek
Bu dizelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Eski edebî anlayışa karşı çıkan bir anlayış dile getirilmiştir.
B) Yabancı kökenli sözcükler kullanılmıştır.
C) Yinelemeye başvurulmuştur.
C) II. ve V.
E) IV. ve V. C
(LYS 2010)
27. (I) Onun şiirlerinde, masal, şiir, deyiş gibi halk
edebiyatı ürünlerinin etkisi görülür. (II) Halk diline yaklaşmaya da özen gösteren bu sanatçının dizeleri toprak kokan yağmur damlaları gibidir. (III) Satırların arasından dökülür okuyucunun
duygu dünyasına. (IV) Davetkârdır, sizi kendi
dünyasına yavaşça çekip alır. (V) O sesi ne zaman duydunuz, eşiği ne zaman geçtiniz, anlayamazsınız bile. (VI) Bu anlamda, resimleri de şiirleriyle büyük benzerlik gösterir sanatçının.
D) Farklı duygular uyandırma amacı güdülmüştür.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerden
hangilerinde sanatlıca bir söyleyiş yoktur?
E) Devrik cümlelerin etkileyiciliğinden yararlanılmıştır.
(LYS 2010)
A) I. ve IV.
B) I. ve VI.
D) III. ve IV.
C) II. ve V.
E) V. ve VI. B
(LYS 2010)
265
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
OLAY ÇEVRESİNDE GELİŞEN EDEBÎ METİNLERİ
TANIMA VE GRUPLANDIRMA
1.
Birinci ünitemizde de belirttiğimiz gibi insanoğlu edebiyat sanatının olanaklarından yararlanarak çağlar boyunca kendini ve doğayı ya anlatarak ya göstererek ya da coşku ile dile getirerek ifade etmiş; bunun sonucunda
da çeşitli edebî türler ortaya çıkmıştır.
Anlatma yoluyla destandan modern romana kadar oluşan metinler, gösterme yoluyla ilk tiyatro denemelerinden günümüze kadar gerçekleşen tiyatro metinleri, coşku ile dile getirme yoluyla da her türlü şiir ortaya konmuştur.
Olay çevresinde gelişen edebî metinler, adından da anlaşılacağı üzere merkezinde olayın, hareketin, eylemin olduğu edebî metinlerdir. Bu tür metinler, iki ana gruba ayrılarak incelenir: Anlatmaya bağlı edebî metinler
ve göstermeye bağlı edebî metinler.
Olay çevresinde geliflen edebî metinler
Fabl
Masal
Öykü
Dram
Mesnevi
Meddah
Anlatmaya ba¤l›
edebî metinler
Destan
Halk hikâyesi
274
Komedi
Trajedi
Göstermeye ba¤l›
edebî metinler
Roman
Manzum hikâye
Orta oyunu
Köy seyirlik oyunlar›
Karagöz
Modern tiyatro
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
2.
ANLATMAYA BAĞLI EDEBÎ METİNLERİ
TANIMA VE İNCELEME
Kitabımızın bu bölümünde destan, masal, halk hikâyesi, mesnevi, manzum hikâye, öykü ve romanın özelliklerini görecek, bu metinlerin nasıl inceleneceğiyle ilgili bilgi vereceğiz.
Edebî metinlerin incelenmesiyle ilgili pek çok yöntem olduğunu önceki konularımızda belirtmiş, bu yöntemlerden birini kitabımızın ikinci ünitesinde ayrıntılarıyla görmüştük. Buna benzer bir yöntemi anlatmaya ve göstermeye
bağlı edebî metinleri incelerken de kullanacağız. Bu yöntem, şu basamaklardan oluşacaktır:
A. Metin ve zihniyet
B. Yapı
C. Tema
Ç. Dil ve anlatım
D. Metin ve gelenek
E. Anlama ve yorumlama
F. Metin ve yazar
A.
METİN VE ZİHNİYET
Tarihin belli bir döneminin toplumsal, siyasi, idari, askerî, sivil, ekonomik vb. gerçekleri sonucunda söz konusu dönemde oluşan duygu, anlayış ve zevk bütününe zihniyet denir. Zihniyet, insanların yaşam tarzlarını, düşünce yapılarını, duygu dünyalarını ve sanat zevklerini etkileyen ve belirleyen bir çeşit moda olarak değerlendirilebilir.
Anlatmaya bağlı edebî metinler incelenirken öncelikle metin ile metnin oluşturulduğu dönemin zihniyeti arasında nasıl bir ilişki olduğuna, zihniyetin metni ne ölçüde etkilediğine bakılır. Bu süreç iki yönlü işler. Metnin oluşturulduğu dönemin zihniyeti hakkında bilgi sahibi olmak ve metne bu bilgiyle bakmak, metnin anlaşılmasını ve incelenmesini kolaylaştırır. Bu, sürecin bir yönüdür. Diğer yönüne gelince... Metinden yola çıkılarak dönemin gerçekleri, duygu dünyası, algılama biçimi, edebî ve sanatsal zevkleri kısacası zihniyeti hakkında birtakım bilgilere
sahip olunabilir. Dönemin zihniyeti edebî metinleri etkilediğine göre bu metinlerde zihniyetle ilgili birtakım inceliklere ve bilinmezlere ulaşmak da mümkündür.
Aşağıdaki parça, Oğuz Kağan Destanı’nın alınmıştır. MÖ II. yüzyılda (İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Dönemi’nde) oluşmaya başladığı düşünülen bu destan ancak XIII. yüzyılda yani İslam Uygarlığı Etkisinde
Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’nde yazıya geçirilebilmiştir. Bu da metinde birden çok zihniyet dünyasının etkisinin görülmesine neden olmuştur.
Destanlar, hayatta kalmanın, fiziksel bakımdan güçlü olmaya ve belli bir millet ya da kabilenin parçası
olmaya bağlı olduğu dönemlerde oluşturulan metinlerdir. Bu dönemlerde insanlar zihniyet bakımından olağanüstü olay, durum ve kahramanlara inanmaya uygun bir ortamda bulunuyorlardı. Uygur Türkçesinden
günümüz Türkçesine aktarılan aşağıdaki parça böyle bir ortamın izlerini taşımaktadır.
275
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Günlerden bir gün, Ay Kağan’ın gözü parladı, doğum sancıları başladı ve bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök gibi parlaktı. Ağzı ateş kızılı, gözleri ela, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi.
Bu çocuk anasının göğsünden bir defa süt içti, bir daha içmedi. Çiğ et, aş ve şarap istedi. Dile gelmeye başladı. Kırk gün sonra büyüdü, yürüdü, oynadı. Ayağı öküz ayağı gibi (kuvvetli), beli kurt beli gibi (ince),
omuzları samur omzu gibi, göğsü ayı vücudu gibi (kuvvetli) ve bütün vücudu tüylü idi. At sürüleri güder, ata
biner, av avlardı. Günlerden, gecelerden sonra yiğit (delikanlı) oldu.
O çağda, o yerde büyük bir orman vardı. Bu ormanda dereler, ırmaklar çoktu. Buraya gelen avlar, burada uçan kuşlar da çoktu. Ormanın içinde bir de büyük bir canavar (gergedan) vardı: At sürülerini ve insanları
yiyen, çok büyük ve yaman bir canavardı. Bu canavar, halkı ağır bir eziyetle ezmiş, sindirmişti.
Oğuz Kağan çok cesur bir yiğitti. Bu canavarı avlamak istedi ve günlerden bir gün ava çıktı. Yanına kargı, yay, ok, kılıç, kalkan alarak ormana gitti.
Önce bir geyik yakaladı. Onu söğüt çubukları ile bir ağaca bağlayarak bırakıp gitti. Sabahleyin tan ağarırken yine geldi. Gördü ki canavar geyiği kapmış.
Oğuz Kağan bu defa bir ayı yakaladı. Onu, altın kemeri ile ağaca bağladı ve gitti. Ertesi sabah, tan ağarırken yine geldi. Gördü ki canavar ayıyı da almış götürmüş.
Bu defa o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar gelip başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile
canavarın başına vurarak onu öldürdü. Kılıçla başını keserek alıp gitti.
Tekrar aynı yere geldiği zaman bir sungurun (doğana benzeyen yırtıcı bir kuş) canavarın iç organlarını
yediğini gördü. Yay ve okla sunguru öldürdü, sungurun başını kesti. Ondan sonra dedi ki: “Canavar geyiği yedi, ayıyı yedi, kargım onu öldürdü. Çünkü kargım demirdendi. Canavarı sungur yedi, yay ve okum onu öldürdü. Çünkü okum bakırdandı.”
Gene günlerden bir gün, Oğuz Kağan bir yerde Tanrı’ya yalvarmakta idi. Karanlık bastı ve gökten bir gök
(mavi) ışık düştü. Güneşten, aydan daha parlak bir ışıktı. Oğuz Kağan bu ışığa doğru yürüdü. Gördü ki ışığın
ortasında bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Başında ateşli ve parlak bir beni vardı. Kutup yıldızı gibiydi. Öyle güzel bir kızdı ki gülse mavi gök gülüyor, ağlasa mavi gök de ağlıyordu.
Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti. Onu sevdi ve aldı. Onunla yattı ve dileği oldu. Kız gebe kaldı. Günlerden gecelerden sonra kızın gözleri parladı. Üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne de Yıldız adını koydular.
Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Önünde, bir göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda bir kız
vardı. Yalnız oturuyordu. Çok güzel bir kızdı. Gözü gökten daha gök (mavi) idi. Saçları dere gibi dalgalı, dişleri inci gibiydi. O kadar güzeldi ki yeryüzü insanları onu görse “Ay ay, ah ah, ölüyoruz!” der ve (tatlı) süt (acı)
kımız olurdu.
Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti, yüreğine
ateş düştü. Onu sevdi, aldı. Onunla yattı, dileği oldu. Kız gebe kaldı. Günler
ve gecelerden sonra kızın
gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ,
üçüncüsüne Deniz adını
koydular.
Oğuz Kağan oğulları ve kardeşleriyle bir arada (Câmiü’t-Tevârih)
276
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Aşağıdaki parça, “Kutadgu Bilig”den alınmıştır. Yusuf Has Hâcip tarafından kaleme alınan Kutadgu
Bilig (mutluluk veren bilgi), İslam Uygarlığı Çevresinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’nde oluşturulan ilk eserdir.
Bu eserin dili, teması ve yapısı, dönemin zihniyetine uygundur: Eser, 11. yüzyıl Türkçesi olan Karahanlı (Hakaniye) Türkçesiyle kaleme alınmıştır. Karahanlı
Türkçesinde İslam dininin ve kültürünün etkisiyle Arapça ve Farsça kelimeler kullanılmaya başlanmıştır. Metinde dünyada ve ahiret hayatında mutluluğa ulaşılması için yapılması gerekenler anlatılmış, devlet adamlarında bulunması gereken nitelikler ve devlet yönetimde uyulması gereken kurallar hakkında çeşitli bilgiler verilmiş, olay örgüsü bu doğrultuda gelişmiştir. Metin, Türk edebiyatında o güne dek kullanılmayan bir şiir ölçüsü (aruz), nazım birimi (beyit) ve nazım şekliyle (mesnevi) yazılmıştır. Bütün bunlar, İslam uygarlığının ve bu uygarlık etkisinde şekillenen İran ve Arap edebiyatlarının, Türklerin zihniyet dünyasını ve edebiyat zevklerini değiştirmeye başladığını göstermektedir.
AY TOLDI KÜN TOGDI LİG
TAPUGINGA KELMİŞİN AYUR
Yusuf Has Hâcip
AY TOLDI’NIN KÜN TOGDI HAN
KATINA GELDİĞİNİ SÖYLER
Bir Ay Toldı atlıg er erdi tetig
Eşitti bu çavıg itindi itig
Ay Toldı adlı zeki bir er vardı,
Duydu bu ünü, gitmeye hazırlandı.
Yiğit erdi oğlan kılınçı amul
Ukuşfug biliglig hem öglüg köngül
Yiğit bir genç idi, sakin tabiatlı,
Akıllı, bilgili, zeki, iyi gönüllü.
Yüzi körklüg erdi körüp köz kamar
Sözi yumşak erdi tili tüz tamar
Yüzü güzeldi, kamaşır gören göz;
Dili doğruydu, fakat yumuşaktı söz.
Kamug türlüg erdem tökel öğrenip
Yorır erdi erdem eligke alıp
Her türlü erdemi tamam öğrenip
Yürürdü erdemi eline alıp.
Özinge bakıp aydı men me bu kün
Tümen erdemim birle ilde burun
Kendine bakıp dedi: Bugün ben de
Bunca erdemimle öndeyim ilde.
Negüke yorır men bu yirde kurug
İligke barayın kılayın tapug
Niçin yürürüm bu yerde boşuna,
Hakana gidip gireyim hizmetine.
İligke tusulsun bu erdemlerim
Açınsun mening kitsü emgeklerim
Hakana yarasın bu erdemlerim,
İhsan etsin, yok olsun kederlerim.
277
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Ukuşlug biliglig beg ermiş amul
Tiler ermiş erdem idilerin ol
Akıllı, bilgili, yumuşak beymiş;
Erdem sahiplerini arzularmış.
Ukuş kadrini hem ukuşlug bilir
Bilig satsa bilge biliglig alır
Akıl kadrini de akıllı bilir,
Bilgi satsa âlim, bilgili alır.
Sözin aydı şair mungar mengzetü
Tili lafzı birle angar yangzatu
Sözünü dedi şair buna benzer,
Diliyle, lafzıyla şunu kasteder:
Bilig kıymetini biliglig bilir
Ukuşka ağırlık biligdin kelir
Bilgi kıymetini bilgili bilir,
Akıla itibar bilgiden gelir.
Negü bilge tilve bilig kadrini
Bilig kayda bulsa biliglig alır
Ne bilir deli, bilginin kadrini,
Bilgi nerde bulsa bilgili alır.
Bu Ay Toldı itti kör at ton tolum
Ayur köndüreyin tapugka yolum
Ay Toldı hazırladı at, silâh, giyim,
Dedi onun yoluna koyulayım.
Özinge kerekin itindi itig
İligke yüz urdı bu bilge tetig
Hazırladı kendine gerekeni,
Hakana yüz vurdu bu bilge, zeki.
Yana aydı mimdin barur men turup
İlig tapgınga bu özüm yüz urup
Yine dedi: Burdan kalkıp gidiyorum,
Hakan katına yüz vurmak diliyorum;
Gariblık yirinde kerek bolga neng
Bu elgim tarusa sarıg kılga eng
Gariplik yerinde mal lâzım olur,
Bu elim daralsa yüzüm sararır.
İdi ked katıg bu gariblık işi
Gariblıkta yanglur talu er başı
Çok katı olur bu gariplik işi,
Gariplikte yanılır seçkin er başı.
Siziksiz kerek bolga altun kümüş
Özüm işleteyin tise men öküş
Şüphesiz gerekecek gümüş, altın,
Kendimi ben kabul ettirmek için.
Negü tir eşit emdi bilgi tengiz
Sözin yangzatur korse kızgu mengiz
Ne der işit şimdi bilgisi derin;
Sözünü böyle söyler memnun insan:
Kim erse tapugka kireyin tise
İki neng kerek bil söz aydım kese
Bir kimse hizmete gireyim dese,
İki şey gerek, sözü kestim kısa.
278
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Tiriglik kerek bir tuçı igsizin
Tapınsa kıyıksız yarutsa yüzin
Birincisi sağlıktır, hastalıksız,
Ki hizmet edebilsin, ağartsın yüz.
Takı bir sav altun kerek ay tetig
Anı işletip itse özke itig
Öbürü som altındır ey zeki insan,
Sarf edebilmek için gerektiği an.
Anıngda basala yarar bu tapug
Mum bilse bolmaz bu beklig kapug
Ondan sonra işe yarar bu hizmet,
Bunu bilene olmaz kapıda kilit.
Kötürdi sav altun kümüş neng tavar
Ayur öz mungadsa manga bu yarar
Aldı som altın, gümüş, eşya ve mal;
Der ki bunalırsam bana bu yarar.
Evindin turup çıktı keldi berü
Bir anca yorıyu bir anca turu
Evinden kalkıp çıktı, düştü yola,
Bazen yürüdü, bazen verdi mola.
Kelip tegdi ilig turur orduka
Ögi köngli kolmış tilek arzuka
Gelip ulaştı hanın durduğu şehre,
Canı gönülden dilediği yere.
Kirip kend içinde tiledi tüşün
Tüşün bulmadı kör tarud ajun
Girip kentte aradı inecek yer,
Yer bulamayınca dünya geldi dar.
Mungadtı muyanlıkta tüşti-barıp
Kiçe yattı anda tünedi serip
Bunaldı, imarete indi gidip,
Yatıp orda geceledi sabredip.
Negü tir eşitgil ukuşlug bilip
Sanga sözledi söz biligdin alıp
Ne der işit akıllı kişi, bilip
Sana söyledi söz, bilgiden alıp:
İdi ters bolur kör bilişmez kişi
Kalın yat ara kirşe yalnguz başı
Çok kötü olur insan tanıdıksız,
Yabancılar içinde kalsa yalnız.
İdi sarp bolur bu yangı kelgüçi
Bilişi yok erse mungadsa tuçı
Çok sarp olur yeni gelenin işi,
Hep bunalır eğer yoksa bilişi.
Bilişmez kişiler karagu sanı
Karagu yorık yazsa sökme anı
Tanışsız kişiler körler gibidir,
Kör sasırsa kınamamak gerekir.
Kişi kirmedük ilke kirşe kalı
Kelin teg bolur er agın teg tili
İnsan hiç girmediği bir ilde,
Gelin gibi olur, tutulur dil de.
279
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Aşağıdaki parça, günümüz romancılarından Ahmet Ümit’in “İstanbul Hatırası” isimli romanından alınmıştır. Bu metnin bir roman, üstelik de polisiye bir
roman olması, romanda günümüz okuyucusuna hitap eden bir Türkçenin ve anlatma yönteminin kullanılması, metindeki olay örgüsü, karakter ve diyalogların
günümüz gerçekleriyle örtüşmesi; bu metnin içinde bulunduğumuz zaman diliminin zevk, anlayış ve duygu dünyasına yani dönemin zihniyetine uygun olduğunu göstermektedir.
Tema, karakterlerin nitelikleri, olay örgüsünün farklılığı, metinde verilen bilAhmet Ümit
gilerin gerçekliği, metnin türü, dil ve anlatım özellikleri vb. dikkate alındığında
bu metnin bu hâliyle bundan bin ya da yüz yıl önce oluşturulmasının olanaksız olduğu görülecektir. Çünkü bu metin kendine özgü gerçekleri, edebî zevkleri, duygu ve anlayış dünyaları, tutum, eğilim ve beklentileriyle bin ya da yüz yıl öncesinin okuyucusu için değil; günümüz okuyucusu
için yazılmıştır.
Katillerin bu gece harekete geçeceklerini hiç sanmıyordum. Teoman Akkan’ı Ayasofya’nın yanındaki sokağa bırakmalarının üzerinden on iki saat geçmeden Fazıl Gümüş’ün gövdesini Fatih Camii’ne, başını Topkapı Sarayı’na göndermişlerdi. Üstelik eşkalleri ve kullandıkları aracın tarafımızca tespit edildiğini biliyorlardı.
Yine de kötü bir sürprizle karşılaşmamak için bütün o konuştuğumuz önlemleri aldık. Basında çıkan haberlerden iyice bunalan Müdürümüz Mümtaz, ne istedimse hepsini verdi. Yeter ki artık şu cinayetler bir son bulsundu. Beyazıt ve Süleymaniye camilerinin etrafına, her birine dokuzar sivil polis düşecek şekilde, tam on sekiz
kişilik iki ekip yerleştirdik. Namık’ı ise bizzat kendimiz izleyecektik.
Ayasofya’dan birkaç yaş daha büyük Küçük Ayasofya Camii’nin sol tarafındaki boş arsaya, tren yolunun hemen önünde yan yana sıralanan araçların arasına park etmiştik Ali’nin arabasını. Bulunduğumuz yerden Namık ile Leyla’nın evi görünüyordu; sokaktan penceresi görülen odaların bütün ışıkları açıktı. Namık ile
Leyla’nın eve girdiğinden bu yana geçen üç saat içinde en küçük bir hareketlilik göze çarpmamıştı. Ne giren,
ne çıkan, ne de kuşkulu bir olay... Sokaktaki tek hareket, yirmi dakika aralıklarla geçen banliyö trenlerinin yeri göğü titreten sarsıntılarıydı. İki selatin caminin etrafında zulaya yatmış ekiplerin anonslarına bakılırsa oralarda da asayiş berkemaldi. Bu geçici sakinliğin tadını çıkarmak için koltuğumu yatırmış, sırt ağrımı geçiren
o hapı verdiği için Zeynep’e teşekkürler ederek, gözlerimi açık tutmaya çalışıyordum ki “Bir kesik baş olayı
da burada varmış Başkomiserim!” diyen Ali’nin sözleriyle irkildim. Caminin bahçesindeki türbeyi gösteriyordu:
— Şu türbede yatan adamcağızın da kellesi kesilmiş...
Neden bahsediyordu bu deli bozuk böyle? Koltuğumu doğrultarak gösterdiği türbeye baktım.
— Hangi adamın?
— Hüseyin diye bir talihsizin... Topkapı Sarayı’ndaki şu üç kapıdan birinde ağaymış bu Hüseyin... Kafayı
kaybedince Kesik Baş Hüseyin Ağa adıyla anılır olmuş... Bu kiliseyi de camiye çevirten oymuş zaten.
Şaşkınlıkla süzdüm yardımcımı. Bu soruşturmanın tek iyi tarafı, bizimkilerin İstanbul’un tarihi hakkında
hiçbir zaman öğrenemeyecekleri bilgiler edinmeleriydi.
— Sen nereden biliyorsun bunları?
Merak ettim, araştırdım dese inanmayacaktım ama zaten her zamanki dürüstlüğüyle gerçeği açıkladı Ali:
— Zeynep anlattı, bu akşamüzeri, siz Mümtaz Müdürümüzün odasındayken.
Bakışları yine türbeye çevrilmişti.
— Bu Kapıağası Hüseyin bir suç işlemiş. Rüşvet mi almış, vergileri mi çalmış ne? İşte öyle ağır bir suçmuş galiba... Sarayda şey başı varmış... Hani bu idam işlerine bakan...
— Bostancıbaşı mı?
280
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
— Hah, tamam o işte. Bostancıbaşı, adamlarını toplayıp düşmüş Hüseyin Ağa’nın peşine... Adamcağızı
tam caminin girişinde yakalamışlar. Hüseyin Ağa, karşısında bostancıbaşını görünce, yediği b... da biliyor ya,
hemen yağlamış tabanları ama nereye kaçıyorsun? Cellatlar üç adımda yetişmişler ağaya ve bir kılıç darbesiyle zavallı adamın kellesini gövdesinden ayırmışlar. Fakat darbenin hızıyla baş öne doğru savrularak, hâlâ
koşmakta olan adamcağızın kucağına düşüvermiş. Kucağında başıyla birkaç adım daha attıktan sonra olduğu yere yığılmış Hüseyin Ağa. İşte o günden sonra adı Kesik Baş Hüseyin Ağa olmuş...
Hâlâ gözlerini kırmızı ışıkla aydınlanan türbeden alamamıştı.
— Benim anlamadığım, suç işlediği için başı kesilen bir adamın neden türbesini yaparlar?
— Anlamayacak bir şey yok Ali’cim. Adam suçunun bedeli canıyla ödemiş. Öte yandan bu kiliseyi camiye çevirerek Müslüman cemaati için hayırlı bir iş yapmış, bunun ödülü olarak da hizmete açtığı ibadethanenin
bahçesine gömülmüş. Yani ortada ne alacak kalmış, ne de verecek.
— Doğru valla... Ne alacak kalmış, ne de verecek...
Sessizce gülerek bana döndü:
— Bizim Osmanlılar da acayip adamlarmış.
Birden toparlanarak bakışlarını yola dikti:
— Bakın, bakın Başkomiserim!
Gösterdiği yöne döndüm. Çatladıkapı yönünden sokağa giren beyaz bir minibüs ağır ağır evin önüne
yaklaşıyordu. Yoksa yanılmış mıydım, yoksa katiller bütün olan bitene rağmen bu gece de birilerini öldürmeyi
mi hedeflemişlerdi. Aklımdan bunlar geçerken evin pencerelerinden birinin açıldığını fark ettim. Biri dışarı bakıyordu, ışık arkadan vurduğu için yüzünü göremiyorduk. Pencereden sarkan şahıs minibüsü görünce bir el
işareti yaptıktan sonra geri çekilerek odaya döndü.
— Neler oluyor?
Benim gibi pürdikkat kesilmişti yardımcım:
— Yeni kurban mı yoksa?
— Dur dur, acele etmeyelim Ali... Bakalım minibüs ne yapacak?
Minibüs evin bulunduğu binanın önüne gelince durdu, aynı anda salondaki ışık söndü. Gözlerimizi evin
kapısına dikerek beklemeye koyulduk. Ama evden önce minibüsün kapısı açıldı. İSD’ye gittiğimizde karşılaştığımız kızıl saçlı, gençten adam çıktı dışarı. Gizli saklı bir iş çeviriyormuş gibi kuşkulu hareketlerle sokağın girişine ve çıkışına göz attı. Etrafın sakin olduğuna kanaat getirdikten sonra, o da bizim gibi bütün ilgisini evin kapısına yoğunlaştırdı. Çok beklemedik, evin kapısı açıldı. Küçük bir topluluk gözümüze çarptı önce.
Sanki birbirlerine yapışmışlar gibi yürüyen birkaç kişi. Öndekiler merdivenlerden inmeye başlayınca manzara
belirginleşti... Üç kişiydiler, ellerinin üzerinde bir şey taşıyorlardı. Merdiven gölgede kaldığı için hâlâ tam olarak seçemiyorduk.
— Bu da ne?
Daha iyi göreceğim diye burnunu neredeyse arabasının ön canıma yapıştıracaktı Ali.
— Halıya benziyor...
Ya da rulo hâline getirilmiş uzunca bir kumaş parçasına ama gecenin bir yarısı bu kadar insan bir halıyı
nereye götürüyordu? Minibüsün sürücüsü, şu kızıl saçlı gencin tedirgin hâline ne diyecektik?
— Halıya sarmışlar galiba adamı?
Eli kendiliğinden silahına uzanmıştı Ali’nin:
— Ne derseniz Başkomiserim, alalım mı artık şunları?
— Daha değil... Emin olmamız lazım. Eğer suçüstü yapacaksak sonuna kadar beklemeliyiz.
281
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
B.
YAPI
Anlatmaya bağlı edebî metinleri incelemenin ikinci aşamasında metnin yapısının çözümlenmesi vardır. Anlatmaya bağlı edebî metinlerin yapısının oluşmasında dört unsur görev alır: Olay örgüsü, kişiler, zaman ve mekân.
Bir arada bulunmak zorunda kalan en az iki kişinin veya iki kişi yerine geçen iki kavram ya
da varlığın kendilerine özgü farklılıklarından ötürü karşı karşıya gelmeleri ya da çatışmaları
sonucunda ortaya çıkan eyleme olay denir. Olaylar, başka olayların oluşmasını sağlayıp bir zincire dönüştüğünde olay örgüsü ismini alır.
1. Olay örgüsü
Olay örgüsü anlatmaya bağlı edebî metinlerin omurgasını oluşturur. Bu metinlerdeki diğer yapı unsurlarına
(kişi, zaman, mekân) bu metinlerde gerçekleştirilecek olay örgüleri bulunduğu için ihtiyaç duyulur.
Edebî metinler, günlük hayatın gerçeklerini hiç değiştirmeden metne aktarmak için değil, okuyucuda estetik
etkiler uyandırmak için oluşturulur. Bu bağlamda anlatmaya bağlı edebî metinlerde bulunan olay örgülerinin, günlük hayatta yaşanmış ya da yaşanabilir olaylara dayanması gerekmez. Zaten okuyucunun beklentisi de edebî metnin, günlük hayatın gerçeklerini olduğu gibi yansıtması değil, belli bir kurguya dayanmasıdır.
Anlatmaya bağlı bir edebî metin hangi olay örgüsü üzerine kurulursa kurulsun, önemli olan o olay örgüsünün
insana özgü bir gerçeklikle ilişkisinin bulunmasıdır. “İnsana özgü gerçeklik” sözüyle sadece somut, yaşanan gerçeklik anlaşılmamalıdır. İnsanın hayalleri, tasarıları, içsel çatışmaları da insana özgü gerçeklik bağlamında değerlendirilir. Olay örgüsü, metinde anlatılan olayların özeti olarak da düşünülebilir.
ÖRNEK
OĞUZ KAĞAN DESTANI’NIN OLAY ÖRGÜSÜ
★
Ay Kağan’ın bir oğlunun (Oğuz) olması
★
Oğuz’un büyüyüp yiğit olması
★
Oğuz’un gergedanı öldürmesi
★
Oğuz’un sunguru öldürmesi
★
Oğuz’un gökten inen ışığın arasında gördüğü kızla evlenmesi; Gün, Ay, Yıldız isimli çocuklarının olması
★
Oğuz’un ağaç kovuğunda gördüğü kızla evlenip Gök, Dağ, Deniz isimli çocuklarının olması
★
Oğuz’un hanlığını ilan edip dört bir tarafa elçiler göndermesi
★
Altun Kağan’ın Oğuz Han’a itaat etmesi
★
Urum Kağan’ın Oğuz Han’a itaat etmesi
★
Oğuz Han’ın sefere çıkması ve kurdun ortaya çıkması
★
Kurdun orduya yol göstermesi
★
Oğuz Han’ın savaşı kazanması ve Uruz Bey’in oğlunun saklandığı şehre gitmesi
★
Uruz Bey’in oğlunun Oğuz Han’a itaat etmesi ve Saklap adını alması
★
Oğuz Han’ın İdil Nehri kıyısına gelmesi ve sal yapan ere Kıpçak adını vermesi
★
Oğuz Han’ın kurdu tekrar görmesi, kurdun orduya yine yol göstermesi
★
Oğuz Han’ın atının dağa kaçması
★
Oğuz Han’ın bir ev görmesi
★
Kurdun kaybolması ile Oğuz Han’ın Cürçed Kağan ile savaşıp onu yenmesi
★
Çosun Billig’in ganimetler için kağnı yapması ve Kanglı adını alması
★
Oğuz Han’ın Suriye’yi alması
★
Oğuz Han’ın Masar adlı kağanla savaşması
★
Uluğ Türük’ün rüya görüp bunu Oğuz Kağan’a anlatması
Oğuz Han’ın kurultayı toplayıp devletini çocukları arasında paylaştırması
282
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Anlatmaya bağlı edebî metinlerdeki olay örgülerini gerçekleştiren varlıklara kişi denir.
Kişiler, çoğunlukla insanlardan oluşur. Fakat bilim-kurgu romanları, fantastik romanlar, masallar, fabllar vb. metinlerde insan dışındaki varlıklar da metindeki kişi kadrosu içinde yer alabilir.
2. Kişiler
Anlatmaya bağlı edebî metinlerdeki kişilerin bir kısmı, anlatılan olayları metnin başından sonuna kadar yönlendirir ya da olaylara sonradan katılsa bile olayların merkezinde bulunur. Bu tür kişilere asli kişi (asıl kahraman,
başkahraman) denir. Bir de olaylara çeşitli zamanlarda giren ikinci dereceden kişiler vardır ki bunlara da yardımcı kişi denir.
İhsan Oktay Anar’ın “Amat” isimli romanından alınan aşağıdaki metin parçasında romandaki kişilerden biri
tanıtılmaktadır.
İbrahim Bey namazında niyazında biriydi ama bir Yahudi ailenin çocuğu olarak doğmuş ve fakir bir
hekim olan babasından tıp ilmi hakkında az buçuk bir şey öğrendikten sonra, daha az vergi ödemek için
kelime-i şahadet getirerek hidayete ermişti. Zamanla kendini yeni dinine fazlasıyla kaptırmış, gayet sofu ve
saygıdeğer bir zât olmuştu. İbni Sina’nın tıp ilmi hakkındaki hemen her şeyi anlattığı o muhteşem eseri, yani Kanun’u, bir gençlik hevesiyle okuyup yutmakla kalmamış, günlerini ve gecelerini verip bir de ezberlemişti. Fakat adam Arapça bilmiyordu. Her ne kadar âlim olmasa da iyi bir hafızdı. Bu Arapça eserden seçtiği bazı bölümleri umutsuz hastalarına ezberletip dua gibi sabah akşam ikişer üçer kez okumalarını tembihliyor ve bu yolla bazılarına şifâ verdiği bile vâki oluyordu. Anlaşılan o ki tıp kanunlarını bellekte tutmak bazı hastalıklara deva idi.
Hidayete ermeden önce Abraham adını taşıyan bu hekim, yaşı ilerlediği zaman ruhunu yeni dinine o
kadar kaptırmıştı ki hastalığın ve bedensel acının, Cenâb-ı Hakk’ın bir takdiri olduğunu düşündü. Buna göre acı, işlenen günahlar için verilen bir cezaydı. Öyleyse acılara ve hastalıklara tıbbî müdahalede bulunmak
büyük bir günah olmalıydı. Ancak, fakirliğin gözü kör olsun, bu ihtiyar adam nafakasını doğrultup çorbasını kaynatmak zorundaydı. Adı gibi biliyordu ki bir hekim ve günahkâr olarak cehennemde, dindirdiği her acıyı çekecek ve iyileştirdiği her hastalığa yakalanacaktı. İbadet için gittiği camide, cemaat arasında tabip olarak tanınmak ona bu yüzden utanç verdiği için soranlara, kendisinin müezzin olduğunu söylüyordu. Gel gör
ki bu dolmayı herkes yutmamaktaydı. Bunun için, Ordu-yu Hümâyûn bir sefere çıktığı zaman, nalbantlardan
tellâklara, saraçlardan hayalîlere, terzilerden imamlara kadar, askerlerin enva-i çeşit ihtiyacını karşılamakla
mükellef orducu esnafına cerrah ve diş hekimi olarak da katılmıştı. Kostantiniye’de takma dişler çok pahalı
olduğu için bu iş kârlıydı: İbrahim Bey savaş bittiğinde muharebe meydanını dolaşıyor ve kerpeteniyle ölülerin sağlam dişlerini çekip bunlardan takma dişler yapıyordu. Bu dişler ise Kostantiniye’de, neredeyse ağırlığınca altın değerindeydi!
Belki de bu işten duyduğu pişmanlık yüzünden, insanoğlunun günahkâr olduğuna, bu nedenle acı çekmesi gerektiğine iyice kani oldu. Bunu hastalarına belli
etmekten de çekinmedi: Galata’daki dükkânına, diş ağrısından dolayı can havliyle koşup gelen bir zavallıyı sandalyesine oturtuyor, kerpeteniyle dişi azıcık oynatıp
acıyı iki misline çıkarttıktan sonra izin isteyip seccadesini yere yayıyor ve namaza
duruyordu. Bu ibadeti sünnetleriyle birlikte edâ ettikten sonradır ki gelip bîçarenin
çürük dişini çekiyordu. Hatta her biri birer ıstırap timsali olan bu dişlerden seçtiği
bazılarını perdahlatıp kendisine bir tespih bile yaptırdı ki bu 99’luk tespihin imamesi meşhur cellât Kara Ali’nin köpek dişiydi. Fakat bu huyu nedeniyle zamanla müşterisi azaldı. O da kalyonlarda hekimlik yapmaya başladı. Çünkü açık denizde seyreden bir gemide, kendisiyle rekabet edecek başka bir hekim olamazdı.
İhsan Oktay Anar
283
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Anlatmaya bağlı edebî metinlerdeki kişiler, niteliklerine göre de ikiye ayrılır: Karakter ve
tip. Belli bir düşüncenin, topluluğun ya da zihniyetin belirgin niteliklerini üzerinde
taşıyan metin kişisine tip denir. Tip; ya bütün yönleriyle iyi, yüce, olumlu ya da bütün yönleriyle kötü, bayağı, olumsuz ve gülünçtür. Bunlar, metinde, insan gerçeğiyle uyuşmayan abartılı davranış, eylem ve ruh
hâlleriyle anlatılır. Gerçek yaşamda insanlar; yaşadıkları, tanık oldukları ya da duydukları bazı olaylardan etkilenebilir, bunlara bağlı olarak da bakış açılarını, dünya görüşlerini, zevk ve anlayışlarını değiştirebilirler.
Tip bağlamında böyle bir olayın gerçekleşmesi mümkün değildir. Yani metindeki hiçbir olay, hiçbir kişi, hiçbir durum, bir tipin duygu ve düşüncesini değiştiremez. Karakterde böyle bir durum söz konusu değildir. Karakter, tipe nazaran insan gerçeğine daha yakındır. Karakter; zamanın, çevrenin ve içinden çıktığı
toplumun izlerini taşır ya da onların karışımıyla hayat bulur. Başkalarına benzemekten çok, başkalarından farklılıklarıyla, kendine özgü değer ve nitelikleriyle belirginlik kazanır. Olay örgüsündeki gelişmelere
bağlı olarak karakterin duygu, davranış, bilgi, anlayış ve tepkilerinde değişiklikler olur.
EK BİLGİ
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde anlatılan olayların başlamasıyla bitmesi arasında geçen süreye vaka zamanı (yaşanma zamanı) denir. Vaka zamanı, olay örgüsünün niteliğine bağlı olarak bir saat de bir asır da olabilir. Olaylar, düz bir çizgide kronolojik şekilde (“önce”den “sonra”ya –
“bugün”den “yarın”a) anlatabileceği gibi geri dönüş ya da geleceğe sıçrama teknikleri kullanılarak da anlatılabilir.
Yazar bu teknikleri kullanırken olayların geçtiği zaman dilimini kesin çizgileriyle belirtebileceği gibi belirtmeye de
bilir. Söz gelimi bir yazar “10 Nisan 2012. Günlerden cumartesi.” gibi bir ifadeyle zamanı kesin olarak belirtirken
başka bir yazar aynı zamanı “Bir bahar günü.” ifadesiyle karşılayabilir. Yazar, vaka zamanı noktasında hangi yöntemi kullanırsa kullansın sonuçta metinde zaman kavramını hissettirmek durumundadır. Çünkü her olay belli bir
zaman dilimi içinde geçmek zorundadır.
3. Zaman
Anlatmaya bağlı edebî metinler incelenirken zamanla ilgili ikinci bir kavram daha söz konusu olur: Anlatma
zamanı. Anlatma zamanı, anlatıcının olay örgüsünü görme ve anlatma zamanıdır. Aşağıdaki metin parçalarında aynı olay örgüsü farklı anlatma zamanlarıyla metne aktarılmıştır.
I. Kaybettiği yüzüğü bulmak için evin altını üstüne getiriyor. Fakat yok. Hiçbir yerde yok. Nerede bu yüzük, nereye koydum bu yüzüğü diye kendi kendine konuşuyor. Yatak odasındaki şifonyerin çekmecelerine bakmak
geliyor aklına. O tarafa yöneliyor.
II. Kaybettiği yüzüğü bulmak için evin altını üstüne getirdi. Fakat yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Nerede bu yüzük,
nereye koydum bu yüzüğü diye kendi kendine konuştu. Yatak odasındaki şifonyerin çekmecelerine bakmak
geldi aklına. O tarafa yöneldi.
İlk parçada vaka zamanıyla anlatma zamanı örtüşmektedir. Yani bu parçada olayların yaşanmasıyla anlatılması eş zamanlıdır; olaylar, yaşandıktan sonra değil, yaşandığı anda anlatılmaktadır. İkinci parçada ise anlatma
zamanı, vaka zamanından sonra gelmekte, olaylar yaşandıktan sonra anlatılmaktadır.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde olay örgüsünün gerçekleştiği yere mekân denir. Kişiler,
belli mekânlarda yaşar ve olay örgülerini belli mekânlarda gerçekleştirirler. Mekânların olay
örgüsüne uygun olması ve başarılı biçimde betimlenmesi metnin etkileyiciliğini artırır.
4. Mekân
284
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
C.
TEMA
Anlatmaya bağlı edebî metinleri incelemenin birinci aşamasında metinle zihniyet arasındaki ilişkinin belirlendiğini, ikinci aşamasında ise metnin yapı bakımından çözümlendiğini belirtmiştik. Bu metinleri incelemenin üçüncü aşamasında metnin temasının belirlenmesi vardır.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerin temaları belirlenirken “Metni meydana getiren birimlerin ortak paydası nedir?” sorusuna cevap aranır. Alınan cevabın en kısa ve kesin ifadesi (aşk, kıskançlık, yalnızlık, yaşama sevinci,
ölüm korkusu, intikam, kahramanlık vb.) metnin temasıdır.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde tema, metindeki olay örgüsüne hâkim olan çatışmanın en
kısa ifadesidir. Çatışma ise, olay örgüsünü gerçekleştiren kişilerin durumları, amaçları, hareketleri, kişilikleri bakımından birbirlerine ya da kendi kendilerine karşı olmaları durumunda ortaya çıkan hayat
karşıtlığıdır.
EK BİLGİ
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde olay örgüleri, çoğunlukla insanların hayal, tutku ve istekleri üzerine kurulur. Kişiler bu hayal, tutku ve istekleri gerçekleştirmeye başladıkları andan itibaren metindeki çatışma da belirginleşmeye başlar.
Söz gelimi bir romanın erkek başkahramanı ile kadın başkahramanı birbirlerine âşık olur; ardından belli bir süre buluşur,
görüşür, mutlu olurlar. Bu olaylar metinde belli bir yere kadar anlatılır, belli bir yerden sonra metindeki çatışma belirginleşmeye başlar. Bu çatışma genellikle başkahramanlarla rakip, düşman ya da arabozucular arasında yaşanır. Metindeki çatışma başka şekillerde de oluşabilir. Söz gelimi âşık, aşkına karşılık bulamaz ya da âşık olduğunu karşı tarafa söyleyemez veya iki taraf da birbirini sever, bu kez de kişilerden biri yaşadığı şehri bir nedenden ötürü terk etmek zorunda
kalır; araya ayrılık, hasret girer ya da toplumsal, ekonomik, kültürel farklardan ötürü âşıklar birbirlerine kavuşamaz. Bütün bunlar metin incelemesinde çatışma kavramı bağlamında ele alınır.
Aşağıdaki parça, aşk temalı bir halk hikâyesi olan “Tahir ile Zühre”den alınmıştır. Metindeki temel çatışma, âşıkların (Tahir ile Zühre’nin) birbirlerine kavuşmalarının ve mutlu olmalarının arabozucu, rakip ve kıskanç
kişiler tarafından sürekli engellenmesidir.
Düşman düşmanlığını yapmış. Gene Karadiken varıp fitlemiş bunu. Padişah dönüp kapıkullarına el etmiş, onlar da gidip bağlamışlar Tahir’i kollarından ve sürüye sürüye götürmüşler saray katına. Karısının şerrine uğradığı günden beri Tahir’e diş bileyen padişah, köpürüp küplere binmiş: “A tuz, ekmek haini! Şimdi
senin boynunu cellada verirdim ama o yeşil başlı derviş gözümün önüne geldi, ona bağışlıyorum seni. Girmesine kanına girmeyeceğim ama ömrünü gününü zindanlarda çürüteceğim. Bundan geri, Zühre’m yıldız
olsa başına doğmayacak senin!” deyip demir kuşaklı pehlivanların önüne katarak Mardin Kalesi’ne yollamış
onu. Ama bu yol Zühre’nin köşkünün önünden geçiyormuş. Bakalım Tahir ne demiş:
Ne darağacı ne zindan
Gönül geçer mi yârdan
Gözü çıkası baban
Sürdü beni bu diyardan
Zühre korktuğuna uğrayınca ne diyeceğini bilememiş:
İnan Tahir sözüme
Ateş düştü özüme
Sensiz bu yalan dünya
Zindan olur gözüme
285
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Ç.
DİL VE ANLATIM
Anlatmaya bağlı edebî metinleri incelemenin dördüncü aşamasında metnin dil ve anlatım özelliklerinin belirlenmesi vardır.
Öykü, roman gibi yazılı gelenek içinde oluşturulan anlatmaya bağlı edebî metinlerde olay örgüsünü, kişileri,
mekânları vb.ni yazarın belirlediği bakış açısının elverdiği genişliğe göre görüp okuyucuya anlatan hayalî kişiye
anlatıcı denir. Yani bu tür metinlerde yazar başka, anlatıcı başkadır. Anlatıcıyı var eden de yazardır. Yazar, olay
örgüsünü, kişileri, mekânları vb.ni bazen metindeki başkahramanlardan birinin, bazen olay örgüsünü gözlemlemekle yetinen yardımcı kişilerden birinin bakış açısına göre anlatır, bazen de tanrı gibi her şeyi bilen bir anlatıcı
yaratır ve olayları, durumları, kişileri vb.ni onun penceresinden anlatır.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde, anlatıcıların farklılığına göre üç bakış açısı oluşmuştur: Tanrısal (ilahi,
hâkim) anlatıcının bakış açısı, kahraman anlatıcının bakış açısı, gözlemci anlatıcının bakış açısı.
Bu bakış açısına sahip anlatıcı, kahramanların psikolojik durumlarını, niyetlerini, birbirleriyle mücadelelerini, yaptıkları ve yapacakları her şeyi bilir. Gerçek yaşamda bir kişi başka biriyle ilgili olarak aklından bir şeyler geçirse ama bunu hiç kimseye söylemese hiç kimse bu olaydan, yani o kişinin başka biriyle ilgili olarak aklından bir şeyler geçirdiğinden haberdar olamaz. Ama tanrısal (ilahi, hâkim) anlatıcının bakış açısının kullanıldığı metinlerde, okuyucular, kahramanların akıllarından geçenleri bilirler. Çünkü metnin anlatıcısı, tanrı gibi her şeyi görür
ve bilir, okuyucuya da bunları kendi bakış açısının genişliği içinde anlatır.
1.
Tanrısal (ilahi, hâkim) anlatıcının bakış açısı
Elif Şafak’ın “Aşk” isimli romanından alınan aşağıdaki metin parçasında olay örgüsü ve kişiler, tanrısal (ilahi, hâkim) anlatıcının bakış açısıyla görülüp anlatılmıştır.
David kızına döndü: “Annenden özür dile çabuk!” dedi. Kaşları çatık, suratı asıktı ama ne inandırıcı, ne
de doğaldı somurtkanlığı. “Dert değil. Özür beklediğim yok.” dedi Ella donuk gözlerle.
Jeannette inanmaz bir bakış fırlattı annesine. Ve bir hızla, hışımla, önündeki peçeteyi atıp sandalyeyi ittiği gibi masadan kalktı, mutfaktan fırladı. Bir dakika geçti geçmedi, Orly ve Avi de peş peşe ayaklanıp
parmaklarının ucuna basarak çıktılar. Ya beklenmedik bir biçimde ablalarına destek vermek istemiş ya da
büyüklerin muhabbetsiz muhabbetlerinden sıkılmışlardı. Onların arkasından Esther Hala da ayaklandı. Son
mide asidi tabletini kıtır kıtır çiğneyerek sudan bir bahaneyle sıvıştı.
Böylece masada sadece David ve Ella kaldı. Havada bir acayip gerilim... Karı koca arasındaki boşluk
neredeyse elle tutulacak kadar yoğundu. Ve ikisi de gayet iyi biliyordu ki aslında mesele ne Jeannette idi
ne de diğer çocukları. Mesele ikisiydi. Ateşi çoktan tavsayan evlilikleri!
David az evvel masaya bıraktığı çatalı eline aldı, ilginç bir şey bulmuş gibi evirip çevirmeye başladı.
— Yani şimdi senin bu dediklerinden sevdiğin adamla evlenmediğin sonucunu mu çıkarmalıyım?
— Hayır hayatım, tabii ki kastettiğim bu değildi.
“Ne kastettin o zaman?” diye sordu David, hâlâ çatala doğru konuşarak: “Oysa ben evlendiğimizde bana âşık olduğunu zannediyordum.” “Âşıktım.” dedi Ella ama eklemeden duramadı: “O zamanlar öyleydim.”
— Peki ne zaman bıraktın beni sevmeyi?
Ella hayret dolu gözlerle kocasına baktı. Ömrü hayatında hiç aynadaki aksini görmemiş birine ayna
tuttuğunuzda nasıl şaşırıp kalırsa, o da beklemediği bir hakikatle yüzleşmişçesine donakaldı. Sahi ne zamandır sevmiyordu kocasını?
286
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Hangi eşik, hangi dönüm noktası, hangi milat? Bir şeyler söyleyecek gibi oldu. Kelime bulamadı. Durakladı.
Aslında karı koca her ikisi de her zaman en iyi becerdikleri şeyi yapmaktaydı: Anlamazdan gelmek. Bir
boşvermişlik içinde geçip gidiyordu günler. O bildik, kaçınılmaz güzergâhında, mutada amade, alışkanlıklar
üzre, donuk ve tekdüze, adeta tembel tembel, biteviye akıyordu zaman.
Birdenbire ağlamaya başladı Ella. Tutamadı kendini. David sıkıntıyla yüzünü çevirdi. Kadınların fazlasıyla sulugöz olduklarını düşünür, bilhassa kendi karısını ağlarken görmekten nefret ederdi. Bu yüzden Ella kocasının yanındayken kolay kolay ağlamazdı. Ama işte bugün olan biten her şeyde bir anormallik vardı.
Neyse ki tam o anda telefon çaldı ve ikisini de bu gerilimli anın pençesinden kurtardı.
Telefonu David açtı:
— Alo... Evet, kendisi burada. Bir dakika lütfen...
Ella, uzatılan ahizeyi alırken kendini toparladı, elinden geldiğince neşeli konuşmaya çalıştı:
— Alo, buyurun!
— Merhaba Ella! Michelle ben. Yayınevinden arıyorum. Nasıl gidiyor? Verdiğimiz romanın üzerinde
çalışmaya başladın mı diye merak ettim. Editörümüz bir soruver demişti de, onun için aradım. Bizim Steve
çok titizdir bu konularda, haberin olsun.
“A, iyi ettin aramakla!” dedi Ella ama içinden sessiz bir of çekti.
Şu ünlü yayınevinde edebiyat editörünün asistanının asistanı olarak ona verilen ilk görev, adı sanı bilinmeyen bir yazarın romanını okumaktı. Evvela kitabı okuyacak, okuduktan sonra da hakkında ayrıntılı bir
rapor yazacaktı.
“Söyle Steve’e hiç dert etmesin. Çalışmaya başladım bile!” diye ayaküstü yalan söyleyiverdi Ella. Daha ilk işinde Michelle gibi hırslı ve kariyer odaklı bir kızla takışmaya niyeti yoktu. Michelle “Hadi ya, aman
çok iyi! Peki nasıl buldun romanı?” dedi.
Ella duraladı, ne diyeceğini bilemedi bir an. Elindeki metin hakkında hiçbir şey bilmiyordu ki. Tek bildiği bunun tarihi, mistik bir roman olduğuydu; bir de meşhur şair Rumi ile onun sufî dostu Şems’i konu edindiği. Bu kadarcıktı bilgisi.
“Şey... eee... valla gayet mistik bir kitap...” dedi işi şakaya vurup, vaziyeti idare etmeye çalışarak.
Ama Michelle hafiflikten ya da espriden anlayacak biri değildi. “Hımm” dedi gayet ciddi. “Bak bence bu
işi iyi planlanmalısın. Böyle kapsamlı bir romanın raporunu çıkartmak tahmin ettiğinden uzun sürebilir.” dedi ve telefonda kayboldu.
Michelle’in sesi bir an gitti geldi, geldi gitti. Bu arada Ella telefonun öbür ucundaki genç kadının o anda
neler yaptığını kafasında canlandırmaya çalıştı. Bir yandan birilerine talimat yağdırırken bir yandan da yayınevinin yazarlarından biri hakkında New Yorker’da çıkan bir eleştiri yazısına göz gezdiriyor; satış raporlarını denetlerken yeni e-posta geldi mi diye ekranı kolluyor; ton balıklı sandviçini hızlı hızlı yerken lokmasını buzlu kahveyle yumuşatıyor olabilirdi pekâlâ. Beş altı işi birden maharetle yapıyor olmalıydı şu esnada.
“Ella! Oradasın değil mi?” diye sordu Michelle bir dakika sonra geri geldiğinde.
— Evet, burdayım hâlâ.
— Hah, kusura bakma. Burası o kadar yoğun ki kafayı sıyıracak hâle geldim. Kapatmam lâzım. Aman
aklında olsun, işin teslimine üç hafta var. Bir bakalım... Bugün mayısın on yedisi. Yani, en geç haziranın
onuna kadar rapor elimde olmalı. Anlaştık, değil mi?
287
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
“Merak etme.” dedi Ella, sesine mümkün olduğunca azimli bir hava vermeye çalışarak: “Zamanında
teslim ederim.”
Ama işte, telaffuz ettiği kelimelerden ziyade, aralara serpiştirdiği suskunluklar, duraklamalardı Ella’nın
esas duygularını ele veren. İşin aslı kendisine verilen romanı okumak istediğinden bile emin değildi. Hâlbuki
ilk başta gayet hevesli bir şekilde almıştı bu görevi üstüne. Hiç tanınmamış bir yazarın, henüz basılmamış
romanının ilk okuru olmak heyecan verici bir oyun gibi gelmişti ona. Romanın ve yazarın kaderinde ufak da
olsa bir rol oynayacaktı. Ama şimdi farklı hissediyordu. Pek emin değildi böyle bir metne vakit ayırmak istediğinden. Kendi hayatıyla ilgisi alâkası olmayan bir konusu vardı romanın: Sufizmmiş! Mistisizmmiş! Hele bir de 13. yüzyıl gibi, uzak bir zaman dilimi... Mekân desen daha da uzak: Küçük Asya... Hikâyenin geçtiği yerleri haritada bile bulamazken nasıl kafasını toparlayıp okuyacaktı onca sayfayı? Hiç bilmediği bir konuya zihnini nasıl verecekti?
Bu arada Michelle, Ella’nın tereddütlerini sezmiş olmalıydı. “Ne o? Bir sorun mu var yoksa?” diye sıkıştırdı. Karşıdan hemen bir yanıt gelmeyince de ekledi:
— Ella, bana güvenebilirsin. İçine sinmeyen bir şey varsa bu aşamada bilmemde fayda var.
— İtiraf etmeliyim ki şu sıralar kafam pek yerinde değil. Tarihi bir romana aklımı veremezmişim gibi geliyor. Yanlış anlama, Rumi’nin hayatı ilgimi çekiyor elbette ama bu konulara öyle yabancıyım ki. Hani acaba diyorum, okumam için başka bir roman mı versen bana? Yani daha kolay yakınlık kurabileceğim
bir şey olsa...
Elif Şafak
Bu bakış açısında, olay örgüsü, kişiler, mekânlar vb.
metindeki başkahramanlardan birinin ağzından anlatılır.
Yani anlatıcı tanrısal bir niteliğe sahip değildir. O da metindeki diğer kişiler gibi bir insandır. İnsan olduğu için de
bakış açısı tanrısal anlatıcıya göre daha dardır. Anlatacakları kendisinin bildiği, gördüğü, duyduğu, yaşadığı, hissettiği, düşündüğüyle sınırlıdır. Bunların dışında bir şeyleri anlatmasına olanak yoktur.
Bu tür metinlerde anlatıcı, kendisinin gerçekleştirdiği eylemleri anlatırken birinci tekil ya da çoğul kişiyi (yürüyordum, baktım, sevindik...) diğer kişilerin gerçekleştirdiği eylemleri anlatırken de üçüncü tekil ya da çoğul kişiyi (gördü, ağladı, utandılar...) kullanır.
2.
Kahraman anlatıcının bakış açısı
Ahmet Ümit’in “İstanbul Hatırası” isimli romanından “Metin ve Zihniyet” konusu için aldığımız metin parçasında kahraman anlatıcının bakış açısı kullanılmıştı. Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” isimli romanından alınan aşağıdaki metin parçasında da bu bakış açısı kullanılmıştır.
288
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Yalnız Çocuğun Azabı
Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm.
Ben de onların arasındaydım ve onların arasında büyüğüm de yoktu. Yalnız bende meçhul bir hastalık vardı, sekiz yaşımdan beri çekiyordum.
Ben de o muayene odasının ve nice muayene odalarının önünde senelerce bekledim. Benim yanımda büyüğüm yoktu. Yalnız başıma demir parmaklıklı kapıdan içeriye girerdim, dokuzuncu hariciye koğuşuna doğru ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm, camlı kapıların garip bir beyazlıkla gözlerime vuran
ve içimde korku ile karışarak yuvarlanan parıltıları arasında o dehlize girerdim ve yalnız başıma bir köşeye ilişirdim, kımıldamazdım, susardım, beklerdim, korkudan büzülürdüm, rengimin uçtuğunu hissederdim.
Kapıya Bir Anahtar Sokuldu
Bir deniz, bir vapur, beyaz köşkler.
Az sonra kapıya bir anahtar sokuldu. Hemen doğruldum, mendilimi sakladım. Kendisine zaafımdan ziyade metanetimi gösterdiğim kadın içeriye girdi. Beni görünce, elindeki erzak torbasını merakının derecesini hissettiren bir şiddetle yere bırakarak yüzüme baktı. Yorulmuş olduğu için arkasını hafifçe kapıya dayayarak sık sık nefes alıyor, öğrenmek istediği şeyi öğrenmek için sual sormaya ya muvaffak olamıyor, ya lüzum görmüyor ve gözlerini benden ayırmıyor.
— Bir daha muayene edecekler, dedim.
— Ameliyat lâzım mı imiş?
— Belli değil. Bugün kalabalıktı. İyice bakamadılar. Belki lâzım olacak.
Bu müphem sözlerim onu hiç tatmin etmemiş olacak ki, torbayı yere bırakırken
kolunun hareketine tesir eden merak ve endişe ile torbayı kaldırdı ve mutfağa doğru
şaşkın adımlarla yürüdü. Yolunu bir kör alışkanlığıyla bulduğunu, etrafını görmediğini, torbayı evvelâ masaya, sonra rafın altındaki dolaba çarpmasından anlamıştım.
Peyami Safa
Bu bakış açısında anlatıcı, kahraman anlatıcının bakış
açısında olduğu gibi eserdeki kişilerden biridir. Aralarındaki fark, gözlemci anlatıcının, olay örgüsünde belirleyici bir rolünün bulunmaması, çoğunlukla olayları gözlemlemekle yetinmesidir. Bu bakış açısında anlatıcı, olay örgüsünü genellikle bir kamera tarafsızlığıyla yansıtır. Gözlemci anlatıcı ne tanrısal bakış açısında olduğu gibi her şeyi bilir ne de kahraman anlatıcının bakış açısında olduğu gibi olay ve kişileri kendi bakış açısının sınırlılığı içinde anlatır.
3.
Gözlemci anlatıcının bakış açısı
EK BİLGİ
1. Bir metinde birden çok bakış açısı ve anlatıcı bulunabilir.
2. Bir metnin hangi bakış açısıyla oluşturulduğunun belirlenmesi için o metnin tamamının okunması gerekebilir.
289
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
D.
METİN VE GELENEK
Anlatmaya bağlı edebî metinleri incelemenin beşinci aşamasında metnin ait olduğu gelenek içindeki yerinin,
bu gelenekten ne ölçüde etkilendiğinin ve bu geleneğin gelişmesine ne ölçüde katkıda bulunduğunun belirlenmesi vardır.
Tarihin belli bir döneminde ortaya çıkan, gelişen, birçok kişi tarafından uzunca bir süre devam ettirilen bir anlatma biçimi, bir edebiyat anlayışı, bir metin oluşturma yöntemi, zamanla bir geleneğe dönüşür. Bu bağlamda anlatmaya bağlı edebî metin oluşturma geleneğinin, kökü destanlara dayanan binlerce yıllık bir geçmişinin olduğu
söylenebilir.
Gelenek; geçmişi, bugünü ve geleceği kapsayan uzun bir süreci ve köklü bir birikimi ifade eder. Edebiyatçılar, bir taraftan gelenekten yararlanır bir taraftan da oluşturdukları eserlerle geleneği zenginleştirerek gelecek kuşaklara aktarırlar.
Anlatmaya bağlı edebî metin türlerinin her biri, zaman içinde kendi geleneğini oluşturmuştur. Bu gelenekleri,
metin türleri bağlamında şu sırayla ele alacağız: Destancılık, masalcılık, halk hikâyeciliği, mesnevicilik, manzum
hikâyecilik, öykücülük, romancılık.
1.
DESTANCILIK (DESTAN ANLATMA GELENEĞİ)
Bilinmeyen zamanlarda yaşanan önemli olaylar (göçler, savaşlar, felaketler, kahramanlıklar vb.) milletlerin
hafızalarından uzun süre silinmemiş, sözlü gelenek yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Bu süreçte, anlatılanlara olağanüstülükler eklenmiş; yaşanan gerçekler ya tümden unutulmuş ya da önemli ölçüde değişikliğe uğramıştır. Yüzyıllar boyunca devam eden bu anlatma sürecinden sonra bir edebiyatçı bu olayları derleyerek manzum biçimde yazıya aktarmıştır. Bu şekilde oluşan uzun manzum eserlere destan denmektedir. Destan, bilinen en eski
edebî metin türü; destan anlatma geleneği de bilinen en eski edebiyat geleneğidir.
Destanları geleneksel biçimde sözlü olarak anlatan kişilere destancı denir. Bu kişiler için Türk lehçelerinde
“bahşı, jırav, akın, ozan, şair” kelimeleri de kullanılmıştır. Günümüz Türkiye’sinde eski zamanlardaki gibi sürdürülen bir destan anlatma geleneği yoktur.
Her destan, ait olduğu milletin mitolojisi, tarihi, efsaneleri, kahramanları, inanç sistemleri vb. hakkında önemli
ipuçlarını barındırır. Destanlardaki olay örgülerinde tarihsel olaylarla efsaneler iç içe geçmiş biçimde anlatılır. Destanların kişi kadroları; insanlar, tanrılar, yarı insan yarı tanrı varlıklar, canavarlar, ejderhalar vb.den oluşur. Bu metinlerde zaman ve mekânlar belirsiz biçimde verilir.
Destanlar ikiye ayrılır: Doğal destanlar ve yapma destanlar. Doğal destanlar, oluş, yayılma ve derlenme aşamalarından geçerek oluşan destanlardır.
1. Oluş dönemi: Destanda anlatılan olayların gerçekleşmesi.
2. Yayılma dönemi: Bu olayların olağanüstülükler eklenerek kuşaktan kuşağa aktarılması.
3. Derlenme dönemi: Bir edebiyatçının bunları derleyerek manzum biçimde ifade etmesi.
Bazı edebiyatçılar, toplumu derinden etkileyen, gerçekleşme zamanları belli tarihsel olayları ya da kendi düş
güçleriyle oluşturdukları olay örgülerini destan (epope) türünün kurallarına uygun şekilde yazıya aktarmışlardır.
Yapma destan denilen bu metinleri doğal destanlardan ayıran en önemli fark oluş, yayılma, derlenme aşamalarından geçmeyip bir tek kişi tarafından yaratılmalarıdır.
290
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
ÖNEML‹ DO⁄AL DESTANLAR
Sümer destan›
G›lgam›fl
ÖNEML‹ YAPMA DESTANLAR
John Milton
‹ngiliz
Kaybolmufl
(Kay›p) Cennet
‹talyan
‹lahi
Komedya
‹lyada ve Odise
Mahabharata ve Ramayana
‹ran destan›
Ludovico Ariosto
‹talyan
Fin destan›
‹talyan
Nibelungen
Beowulf
Voltaire
Kurtar›lm›fl
Kudüs
Frans›z
Rus destan›
‹spanyol destan›
Chansen de Röland
O¤uz Ka¤an
Yazıya aktarılması bakımından dünyanın bilinen en eski destanı,
ismini başkahramanından alan Gılgamış’tır. Metinde anlatıldığına göre
Gılgamış’ın, üçte ikisi tanrı, üçte biri insandır. Destanda, tanrıların güçlü bir kral olan Gılgamış’a savaş açıp onu yok etmesi için Endiku’yu yaratmaları; ardından da Endiku ile Gılgamış’ın anlaşarak tanrılara karşı
birlikte savaşmaları ve Gılgamış’ın ölümsüzlüğü araması anlatılmıştır.
Yaklaşık üç bin yıl önce yazıya geçirilen bu destanda Nuh Tufanı’ndan
Sümerlerin günlük yaşamlarına kadar pek çok bilgiye rastlamak da
mümkündür.
Gılgamış ve Endiku’nun mitolojik bir
varlık olan Humbaba’yı öldürmesi
Gılgamış Destanı’nın yazılı
olduğu tabletlerden biri
Gılgamış
291
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
MÖ 7 ya da 8. yüzyılda oluşturulduğu tahmin edilen İlyada ve Odise
(Odysseia) Destanları, destan söyleme ve yazma geleneğinin en önemli metinleri arasında kabul edilmektedir. Homeros’un, Yunan mitolojisine konu olan efsane ve hikâyeleri derleyerek oluşturduğu bu destanlardan İlyada’da on yıl süren Troya (Truva) Savaşı; Odise’de ise İthake kralı
Odysseus’un Troya Savaşı’nın bitmesinin ardından ülkesi İthake’ye yaptığı maceralarla dolu on yıllık uzun yolculuk anlatılmaktadır.
Homeros
İranlı şair Firdevsî (934-1020) tarafından kaleme alınan Şehnâme, destan yazma geleneğinin en
önemli ve özgün metinlerinden biridir. Altmış bin beyitten oluşan bu destanda İranlıların Müslüman olmadan önceki 1000 yıllık tarihleri anlatılmıştır. Aşağıdaki parça bu destandan alınmıştır.
Rüstem’in beyaz fili öldürmesi
Bir gün, dostlarla beraber, bir bahçede yine şarap içiyorlardı.
Uykuda iken odasının kapısından doğru, kulağına bir gürültü geldi.
Her makamdan musiki parçaları hararetle çalınıyor, meclisteki bütün ünlü kişiler neşe içinde
bulunuyordu.
Beyaz filin, bağlarını kopardığını ve saraydaki
insanlara zarar verdiğini,
Meclistekilerin, billur kadehlerden yakut renkli
şarabı içe içe nihayet kafaları dumanlandı.
Zâl, oğluna: “Ey, güneş gibi parlak ve ad sahibi oğul!” dedi.
Herkes bağıra bağıra anlatıyordu. Rüstem’in bu
sözler kulağına gelince, kahramanlık ve babayiğitlik damarları kabardı.
Hemen yerinden fırlayıp koşa koşa gitti ve büyük babasının verdiği gürzü kaptı. Odadan dışarıya uğramak istedi ise de
“Maiyetinde bulunan pehlivanlara, akranları arasında seçkin olan kimselere süslü elbiseler ve
atlar bağışla!”
Saray adamları yolunu keserek onu bırakmadılar:
Bunun üzerine Rüstem onlara, altınlar, mallar
birçok at bağışladı.
“Biz, padişahın korkusundan, nasıl olur da kapıyı açarız?
Herkes birçok armağan aldıktan ve meclis dağıldıktan sonra
Gece vakti, karanlık her yanı kaplamış, fil de
bağlarını koparmışken, sen de tutmuş dışarıya çıkmak istiyorsun. Böyle şey mi olurmuş?”
deyince,
Zâl, âdeti üzere, hareme çekildi. İri yapılı Rüstem de, başı şaraptan ağırlaşmış bir hâlde, sallana sallana yatağına yatıp uyudu.
292
Fil yapılı Rüstem, bu sözleri söyleyene kızdı ve
boynuna öyle bir yumruk indirdi ki
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Kafası top gibi yerinden fırlayıp arkadaşlarının
yanına doğru gitti.
Zâl’e haber verdiler: Rüstem’in neler yaptığını o
azgın filin tozunu havaya nasıl uçurduğunu,
Bunun üzerine hepsi, bu ad sahibi pehlivandan
korkarak kaçtılar. Rüstem, kapıya geldi ve
Bir gürz vuruşu ile vücudunu nasıl yerlerde yuvarladığını anlattılar.
Kendine yaraşan bir şiddetle gürzünü indirdiği
gibi, kapının zincirini kırıverdi.
Zâl, bu mecerayı başından sonuna kadar dinledikten sonra:
Bundan sonra, kafası kızgın ve gürzü de boynunda asılı olarak, dışarıya çıktı.
“Eyvah!”dedi, “Nil Nehri gibi coşan o fil de elden
çıktı demek!
Nil Nehri gibi coşmuş taşmıştı; o azgın beyaz file doğru koşmaya başladı.
O, daha kaç savaşta, bir saldırışla nice koca orduları bozguna uğratacaktı!
Bir göz atınca filin coşkun bir yanardağa benzediğini, kendi ünlü adamlarının da bundan ürktüklerini gördü.
Fakat savaşlarda gösterdiği bütün yararlıklara
rağmen, elbette ki Zâl oğlu Rüstem’den de daha değerli değildi!”
Bu ünlü adamlar, kurt görmüş bir koyun sürüsü
gibi kaçışıyorlardı.
Böyle diyerek Rüstem’i yanına çağırttı ve elini,
pazısını ve başını öptü ve
Fil yapılı Rüstem, aslan gibi kükreyerek ve hiç
korkmadan onun yanına yaklaştı.
Ona: “Ey, atılganlıkla büyüyen, pençeleri kuvvetli erkek aslan yavrusu!
Azgın fil onu görünce, bir dağ gibi, üzerine doğru yürüdü.
Şu yaşında boy posça, kuvvetçe ve büyüklükçe
sana eş olabilecek hiç kimse yoktur!
Rüstem’in canını yakmak için hortumunu uzattı.
Onun yeryüzüne daha iyice yayılmadan ve bu
bakımdan plânlarının bozulması tehlikesi belirmeden,
Bunun üzerine Rüstem de gürzünü kaldırıp kafasına indirince filin o dağ gibi vücudu iki büklüm oldu.
Bîsütun Dağı’nı andıran fil titreye titreye ve bir
tek vuruşta, düşkün bir hâlde, yerlere yuvarlandı.
Fil yere yuvarlanınca Rüstem, hemen yine odasına çekildi ve
Uyudu. Sabahleyin güneş, doğudan, gönül alan
güzellerin yanağı gibi görününce,
Sen Neriman’ın kanının öcünü almaya hazırlan!
Hemen koş, Sipend Dağı’na git!
Orada, tepesi bulutlara değen bir kale göreceksin. O, o kadar yüksektir ki üzerinden kartallar
bile geçemez.
Boyu ve eni de dörder fersahtır. İçinde, o kadar
çok yeşillikler, sular, altınlar,
İnsanlar, hayvanlar, ağaçlar, tarlalar ve asma-
293
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
lar vardır ki sorma! Kimse, böyle bir ülke görmüş değildir.
İçeridekilerin, aylar ve yıllarca da kalede kalsalar, bir saman çöpüne bile ihtiyaçları olmuyordu.
Tanrı orada her türlü yemiş ağaçları ve sanat
sahiplerini de yaratmıştır.
Nihayet Sam da babasının kanının intikamını almak dileğine erişemeden, ümitsizlikle geriye döndü.
Onun bir tek yolu ve gökler kadar yüksek bir kapısı var.
Ey, oğul! Şimdi tam zamanı. Hileli, büyülü bir
çare bul.
Bütün pehlivanları yenen Neriman, Feridun’un
buyruğu ile bu kalenin üzerine yürümüştü. Fakat
bu yolda, dünyadaki yeri boş kaldı.
Bir kervan alarak git. Fakat dikkat et, gözcü senden şüphelenmesin.
Savaşa gece gündüz devam etmiş, bazen çareler düşünmüş, büyüler de yapmış.
O Sipend Dağı’na hücum ederek, oradan, bu
kötü insanların kökünü kazı!
Bu savaş sırasında, bir yıldan fazla, düşman ordusu kalenin içinde, komutan Neriman da kalenin dışında kalmıştı.
Henüz, kimse senin adını ve ününü duymamış
olduğu için, yapacağın bu seferden bir başarı
beklenebilir.” dedi.
Nihayet, kalenin içindekiler, yukarıdan bir kaya
atarak pehlivanı yeryüzünden ayırdılar.
Bunun üzerine Rüstem: “A, babacığım! Sen bana yalnız emret; ben, bu derdin dermanını hemen bulurum!” dedi.
Komutansız kalan ordu, başı yüce olan padişahın yanına döndü.
Cesur Sam, o fedakâr aslanın savaşta öldüğü
haberini alınca,
Son derecede üzüldü; hiç durmadan ağlayıp
sızladı.
Bir hafta kadar yas tuttuktan sonra, orduyu yeniden toplayarak kaleye yürüdü.
Zâl, sözüne devam etti: “Ey, akıllı oğul! Söyleyeceğim sözlere dikkat et, iyi kulak ver!
Ovadan, bir deve kervanı olacak kadar deve getirt ve kendini bir kervancı kıyafetine sok.
Develerin üzerine yalnız tuz yükleyerek, hiç kimseye kendini tanıtmadan oraya var.
Orada, tuzun değeri büyüktür; onlara göre, tuzdan değerli şey yoktur.
Erlerini, o çöllere, o yolsuz, izsiz yerlere yaydı.
Orada otuz yıl kadar kaldı, fakat kaleye girmek
için bir türlü bir yol bulamadı.
Bu kaleye ne dışarıdan giren vardı, ne ondan dışarıya çıkan.
Bir kale ne kadar yüksek olursa, içindekiler, o
kadar çok tuz sıkıntısı çekerler.
Tuz yüklerini birdenbire böyle önlerinde görecek olurlarsa, küçük büyük hepsi seni karşılamaya çıkarlar!”
(Türkçeye çeviren: Necati Lugal)
294
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
TÜRK DESTANLARI
İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Dönemi’nde oluşturulan destanlar, oluş ve yayılma aşamalarından geçmiş,
derlenme aşamasından geçmemiştir. Bu metinlerin tamamına yakını, Çin, İran ya da Moğol kaynaklarında yer almış, yani başka dillerde kaleme alınmıştır. Uygurca yazılan Oğuz Kağan Destanı’nı, hem Uygur Türkçesiyle
yazılması hem de destan türünün dünyadaki diğer örnekleriyle birçok açıdan benzerlik göstermesi bakımından diğer destanlarımızdan ayrı tutmak gerekir.
İslam Uygarlığı Çevresinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’nde oluşturulan destanların önemli bir bölümü
manzum değil, mensurdur. Bu durum, bu metinleri destandan çok halk hikâyesine yaklaştırmaktadır.
Destan Dönemi’nde olufltu¤u düflünülen
Türk destanlar› kronolojik s›raya göre flöyle
gösterilebilir:
1.
Oluflma zaman› belirlenemeyen en eski Türk
destan›
Altay-Yakut Türklerine ait Yarat›l›fl Destan›
‹slam Uygarl›¤› Çevresinde Geliflen
Türk Edebiyat› Dönemi’nde oluflan
Türk destanlar›
Karahanl› Dönemi
Kazak - K›rg›z Kültür Dâiresi
Sakalar Dönemi
2.
Alp Er Tunga Destan›
Satuk Bu¤ra Han Destan›
1.
2.
Manas
fiu Destan›
Hun Dönemi
3.
O¤uz Ka¤an Destan›
Türk - Mo¤ol Kültür Dâiresi
3.
Tatar - K›r›m
Köktürk Dönemi
4.
Bozkurt Destan›
Cengiz-name
4.
Timur Destan›
Ergenekon Destan›
Edige Destan›
Uygur Dönemi
5.
Türeyifl Destan›
Selçuklu - Beylikler ve Osmanl› Dönemleri
5.
Göç Destan›
Seyid Battal Gazi Destan›
Daniflmend Gazi Destan›
Bu destanların temaları ve olay örgüleriyle ilgili olarak şunlar söylenebilir:
Yaratılış Destanı: Bu destanda evrenin ve insanın yaratılması, iyilik ve kötülüğün kaynakları ve evrendeki düzen anlatılmaktadır.
Alp Er Tunga Destanı: Bu destanda Saka (İskit) Türklerinin
MÖ 7. yüzyılda yaşadığı düşünülen hükümdarı Alp Er Tunga’nın hayatı, kahramanlıkları ve mücadeleleri anlatılmaktadır.
Şu Destanı: Şu, MÖ 4. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen bir Saka hükümdarıdır. Destanda Şu ile Büyük İskender arasındaki mücadeleler anlatılmaktadır.
295
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Oğuz Kağan Destanı: Destana adını veren Oğuz Kağan’ın,
Hun hükümdarı Mete (MÖ 209-174) olduğu tahmin edilmektedir.
Destanda Oğuz Kağan’ın yaşamı ve kahramanlıkları anlatılmaktadır.
Bozkurt Destanı: Destanda, Türklerin, bir katliamdan sağ kurtulan bir bebekle, onu büyüten dişi bir kurttan türemeleri anlatılmaktadır.
Ergenekon Destanı: Destanda bir savaş sonrasında sağ kalan
birkaç Türk’ün sarp dağlarla çevrili bir ovaya sığınmaları, burada çoğaldıktan sonra da dağın demir kısmını eriterek tekrar büyük bir millet olmaları anlatılmaktadır.
Türeyiş Destanı: Destanda iki ağacın gökten gelen bir ışığın
etkisiyle hamile kalmaları, ardından beş çocuk doğurmaları, sonra da bu çocuklardan birinin Uygurların hükümdarı olması anlatılmaktadır.
Göç Destanı: Destanda Uygur ülkesine refah, sağlık, başarı ve bereket getiren Kutlu Dağ adındaki kayanın
Çin’e götürülmesinden sonra ülkenin türlü felaketlerle karşılaşması, bunun sonucunda da Uygurların yurtlarını bırakarak başka bölgelere göç etmek zorunda kalmaları anlatılmaktadır.
Satuk Buğra Han Destanı: Destanda Karahanlıların Müslümanlığı kabul eden ilk hükümdarı Satuk Buğra
Han’ın yaşamı ve kahramanlıkları anlatılmaktadır.
Manas Destanı: Dört yüz bin mısradan oluşan bu destanda eserin başkahramanı olan Manas’ın başından
geçenler çerçevesinde Müslüman Kırgızlarla putperest Kalmuklar arasındaki mücadeleler anlatılmaktadır.
Cengiz-nâme: Destanda Cengiz Han’ın kahramanlıkları ve yaptığı savaşlar anlatılmaktadır.
Timur Destanı: Destanda Timur Devleti’nin kurucusu olan Timur’un hayatı, savaşları ve seferleri anlatılmaktadır.
Edige Destanı: Destanda 15. yüzyılda yaşamış Nogay beylerinden Edige’nin yaşamı ve kahramanlıkları anlatılmaktadır.
Seyyid Battal Gazi Destanı (Battalnâme): Destanda, Emevilerin 8. yüzyılda Bizans’a karşı yürüttüğü savaşlarda ünlenen, Türkler arasında “Battal Gâzi”, “Seyyid Battal”, “Seyyid Battal Gâzi” adlarıyla bilinen bir Arap kahramanının mücadeleleri Türk bir kahramana uyarlanarak anlatılmıştır.
Dânişmend Gazi Destanı (Dânişmendnâme): Destanda, Battal Gâzi’nin soyundan geldiğine inanılan Melik
Dânişmend Ahmet Gâzi’nin Anadolu’da Müslüman olmayan topluluklarla yaptığı savaşlar anlatılmaktadır.
296
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
2.
MASALCILIK (MASAL ANLATMA GELENEĞİ)
Kişi kadrosu insanlar, hayvanlar, cadı, cin, dev, peri vb. varlıklardan oluşan, olay örgüsü bu varlıkların gerçekleştirdikleri olağanüstülükler üzerine kurulan, zaman ve mekânlar bakımından tamamen hayal ögesine dayanan halk öykülerine masal; yüzyıllar boyunca masalların bu şekilde oluşturulması ve anlatılması sonucunda oluşan edebiyat geleneğine de masalcılık (masal anlatma geleneği) denir.
Masal anlatma geleneğinin, nerede başladığına dair kesin bir bilgi bulunmasa da ilk masalların Hindistan’da
anlatıldığı ve bütün dünyaya buradan yayıldığı tahmin edilmektedir.
Masallar, çoğunlukla anonim nitelik taşır. Bunların önemli bir bölümü, sözlü gelenekle kuşaktan kuşağa aktarılmış, daha sonra yazıya geçirilmiştir.
Masal, bütün dünyada -özellikle de kitle iletişim olanaklarının gelişmediği ve yazılı metinlere ulaşmanın çok
zor olduğu dönemlerde- çocukları eğlendirmenin ve eğitmenin en önemli aracı olarak düşünülmüş; bu bağlamda
masalın kendisi kadar masalı anlatan kişi (masalcı) de önem kazanmıştır.
Masallar, destanlardan farklı olarak düz yazı (mensur-nesir) biçiminde ve tamamen hayal ögesinden yararlanılarak oluşturulur. Masallarda akıcı, duru, açık ve yalın bir anlatım kullanılır; uzun betimlemelere, psikolojik çözümlemelere yer verilmez. Olay örgüsünün anlatımında geniş zaman ya da öğrenilen (-miş’li) geçmiş zaman kipi kullanılır.
Masallarda kişi kadrosu çoğunlukla iyilik-kötülük, adalet-zulüm, alçakgönüllülük-kibir gibi karşıt durumları temsil eden varlıklardan (insanlar, hayvanlar, bitkiler, cansız varlıklar; dev, cin, peri vb.) oluşur. Metindeki olay örgüsü, bu varlıkların temsil ettikleri kavramların karşıtlığından doğan çatışma ya da insanların ulaşılması güç hayalleri
üzerine kurulur. Masallardaki mekânlar (Kaf Dağı, devler âlemi, gerçek dünyada rastlanması imkânsız bahçe, saray, ırmak, şehir vb.) tamamen düş gücüyle yaratılır. Masallardaki olay örgüleri gerçek dünyadakine benzemeyen;
gün, ay, yıl, yüzyıl gibi sürelerin anlamını yitirdiği hayalî bir zaman diliminde gerçekleşir.
Masallarda millî ve dinî ögelere genellikle yer verilmez. Bu bağlamda masalların evrensel bir nitelik taşıdığı söylenebilir. Bununla birlikte her masal, oluşturulduğu topluma ait bazı izler taşır.
Türk masallarında anlatıcı, masalı anlatmaya
başlamadan önce dinleyicileri masalın havasına sokmak ve masal anlatmadaki ustalığını göstermek için
birtakım kafiyeli sözlere, çoğunlukla da tekerlemelere
başvurur. Bu bölüm bittikten sonra olay örgüsünü anlatmaya başlar. Olay örgüsünü anlatmayı bitirip masalı güzel bir sonuca bağladıktan sonra bu güzel sonucu
dinleyiciler için de ister, bir bakıma onlar için dua eder.
Masal Türleri
1. Asıl masallar: Masalların buraya kadar anlattığımız genel niteliklerini üzerlerinde taşıyan, masal denince
akla ilk gelen masallar.
2. Hayvan masalları: Kişi kadrosu hayvanlardan seçilen ve daha çok öğretici nitelik taşıyan masallar.
3. Güldürücü masallar: Dinleyicileri güldürme amacıyla oluşturulan masallar.
4. Zincirlemeli masallar: Küçük ve önemsiz bir dizi olayın birbirine bağlanmasıyla oluşturulan masallar.
5. Yapma masallar: Halk masallarına benzetilerek oluşturulan, yazarları belli olan masallar.
297
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
ÖRNEK METİN
– MASAL –
HAMUR BEBEK
Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde; biz ne sağa baktık,
ne sola; demir çarık, demir asa düştük yola. Var varanın, sür sürenin, baykuşu çoktur viranenin derken efendimin ağası, bir ayağımı baldıranlara basmayım mı kıyıdır diye... Kuru idim, ıslandım; sel beni neyler! Islandım,
kumdum yel beni neyler! Mangırım yok, pulum yok; el beni neyler! Dostu, düşmanı araladım, bedavadan bir
kayık kiraladım. Fış fış kayıkçı; kış kış kayıkçı, kayıkçının küreği, akşama fincan böreği, sabaha bayram çöreği, yesem yesem doymasam, Kâbe’ye gitsem gelmesem, zemzem ile yusalar, kına ile gömseler. Yok yok kayıkçı, aman çabuk kayıkçı; evde benim etim var; bir yaramaz kedim var; kedim eti yerse, anam beni döverse,
vay başıma, hay başıma, neler geldi, neler geçti şu talihsiz başıma...
Bir varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş; develer tellâl iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini
tıngır mıngır sallar iken bir memleketin birinde Hılı ile Dılı derler bir karı, koca varmış. İkisinin de ağzı var, dili yokmuş, kimseye gözünün üstünde kaşın var demez; yerdeki karıncayı bile incitmekten sakınırlarmış. Bundandır, yedi mahalle onların üstüne titrer, bir dediklerini iki etmezlermiş ya, başkalarına yük olmaktan korktukları için midir, nedir “kaygısız aşım, ağrısız başım” der, tavada pişirip kulpunda yer, kendi yağlarıyla kavrulup
giderlermiş. Malda maşatta gözleri yokmuş ama âhir ömürlerinde olsun, ellerine su dökecek bir evlat verseymiş Allah, dünyalar onların olacakmış. Hani, ne demişlerse yapmış, adaklar adamış, oruçlar tutmuşlar ya, veren Allah vermemiş işte!
Günlerden bir gün, Hılı çalı çırpı toplar, Dılı da tandır yakıp ekmek yapar. Önü ramazan ya, ekmeğin ardını aldıktan sonra tekne tekne çörek yapar, çörekliğe dizer; tepsi tepsi börek yapar, börekliğe dizer. Kala kala
çuvalın dibinde bir avuç un kalır; yoğurt yok ki, tarhana yoğursun; “Neylesem, ne etsem; ne pişirip yesem bu
unla?” diye düşünüp dururken aklına bir şey esmez mi! Hemen kocasına seslenir: “Hılı!” der.
Kocası da başını çevirir:
— Yine ne var, dertli Dılı?
— Ne olacak bre efendi, gayrı yaşımız yetmiş, işimiz bitmiş, belimizden aşağısı toprak! Kurban olduğum
Allah, bize bugüne kadar bir evlat vermedi, vermedi ama yine de ululuğundan umut kesilmez; kuru ağaca yeşil
kan süren, neye kadir değil ki... Şimdi, Bismillah deyip şu bir avuç unu da yoğursam, yoğurduğum hamurdan
bir bebek yapsam ne dersin? Yapması bizden, yaşatması Allah’tan... Ne yapalım, bugüne dek her çareye başvurduk; bir de bu çareye el atalım da güvendiğimiz dallar kırılır gelirse, gayrı bahtımıza küseriz.
Bu söz, kocasının ekmeğine yağ sürer:
— İlâhi, aklınla yaşayasın! Ben seni akıllı bilirdim ya, doğrusu bu kadar bilmezdim. Eloğlu göle yoğurt çalıyor, yoğurt tutuyor da, ne diye bizim teknemizin hamuru tutmasın; öyle vermeyen Allah, böyle verir inşallah.
Şu var ki, bir emek çekeceksin bari yağı, yüzü yerinde olsa da eli ayağı düz olsa!
Bu ceviz kabuğunu doldurmayan lafa karısının kaşları çatılır:
— Bre Hılı sen de! İnsan evladından emeğini esirger mi, ben hamurunu istediğinden âlâ yoğururum ama
öyle kaşı, gözü yerinde olsun dersen, harcından, borcundan kaçmayacaksın. Haydi şimdi, ben bir bir diyeyim,
sen aklını defter et; iki, bir demeden pazara git; elma yanak, elma ister, kiraz dudak kiraz ister! Daha deyim
mi, kalem al gel; kaşları kalem olsun, çekilsin! Üzüm al gel; gözleri süzüm süzüm süzülsün! Şu bizim huyumuz
suyumuz ona yeter ama oğlan olsun dersen, iki tutam olmazsa, bir tutam akıl ister, yok kız olsun dersen, o da
çok ister, az ister, herhalde naz ister velâkin bunlar çarşıda satılmaz, mendile konulmaz! Akıl dediğin bulunsa
bulunsa Keloğlan’da bulunur. Naz dediğin de bulunsa bulunsa padişahın kızında bulunur. Bunlardan da alacağını al getir, çalacağını çal getir, dahasına karışma, der.
Karıcığının bir dediğini iki eder mi? Hılı gider pazara: “Ver komşuna yaz duvara!” der; vereceğini verir,
alacağını alır.
298
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Dılı da geçer teknenin başına, yoğuracağını yoğurur, yapacağını yapar, götürüp dayar ocağın taşına! Bebek de bebek olur doğrusu. Acep bakmayla doyulur mu ki! Varıp yüzünü, gözünü öpesi, elini, kolunu kıtır kıtır
yiyesi gelir insanın; bizimkilerin ağızları kulaklarına varmış çok mu! Evvelallah, bir kana, cana gelse, sevinçten
yürekleri yarılmazsa iyidir. Gayrı işi, gücü bir yana bırakır, bebeğin başını beklerler. Bir ara karısı: “Hılı!” der,
“Sana bir şey diyeyim mi? Bebeğimizin gözleri gözüme bakıyor gibi.”
Kocası da: “Ben de sana diyeyim mi? Dudakları da benim yüzüme gülüyor gibi.” der.
Bu kemküm üstüne, “Vakit saat yakın!” deyip sözüm ona, yavrularına bir ad düşünürler ya, bir türlü bir
şey bulup yakıştıramazlar.
Masal bu ya! Onlar bu hay huyda iken bebek dile gelip “Benim adım Çıtçıtıl Bey olsun!” demez mi! İkisi de neye uğradığını bilemez. Hılı bir koluna yapışır, Dılı bir koluna... Biri der ben kucağıma alacağım, öbürü der ben kucağıma alacağım; o çeker, bu çeker; derken ne olur, nasıl, ne bileyim... Çıtçıtıl’ın bir kolu Hılı’nın
elinde kalır, bir kolu Dılı’nın. Kendisi de kolsuz kanatsız düşer, ocaktaki süt tenceresine! Süt köpürür, yere taşar; anası, babası saçını başını yolar.
Olur ya, bunu da bir garip bülbül duyar, vara vara varıp bir gül dalına konar: “A Hılı Hılı, a dertli Hılı! Dünya yıkıldı da kırk öksüzler bir mağarada mı kaldılar? Ne diye saçınızı başınızı yoluyorsunuz?” diye sorar. Onlar
da bir yumup iki dökerek “Sorma bülbül, sorma! Çıtçıtıl Bey süte düştü; süt köpürüp yere taştı, biz saçımızı başımızı yolmayalım da kimler yolsun?” deyince bülbül de öyle bir ah ü vah eder, öyle bir ah ü vah eder ki dağı
taşı yandırır. Bunu da Gülfidan duyar, her yanı diken diken olur. Bülbüle: “A bülbül, a garip bülbül! Gül senin,
gülşen senin; ya ne diye inim inim inliyorsun böyle?” diye sorar. Bülbül de: “Sorma gülüm, sorma! Çıtçıtıl Bey
süte düşmüş; süt köpürüp yere taşmış; anası, babası saçını yoluyor, ben de ah ü vah etmeyeyim de ne yapayım?” der. Bunu duymaz mı, gülün de beti benzi solar; rengi, kokusu dağılır. Bunu da bir servi kavak görür;
dal dal Gülfidan’ın üstüne eğilir: “Ah Gülfidan Gülfidan! Dünyada al senin, yeşil senin! Ya ne diye betin benzin
kül kesildi böyle?” diye sorup soruşturur. Gülfidan da: “Sorma servi kavak sorma! Çıtçıtıl Bey süte düşmüş, süt
köpürüp yere taşmış; anası, babası saçını başını yolmuş; bülbülün feryadı dağı taşı yandırıyor; gül, bülbülden
ayrılır mı; ben de elvan elvan rengimi, burcu burcu kokularımı dağıtıyorum işte!” deyince, servi kavak da dal
dal kırılıp gelir; yaprak yaprak dökülmeye başlar. Bunu da bir çoban çeşmesi işitir: “A servi, a gümüş servi! Dal
senin, yaprak senin, şu mübarek toprak senin! Ya ne diye yaz geçip güz demeden kırılıp geliyor, dökülüp gidiyorsun?” diye sorar. Servi kavak da boynunu büker: “Sorma pınar, sorma! Çıtçıtıl Bey süte düşmüş, süt köpürüp yere taşmış; anası, babası saçını başını yolmuş; bülbülün feryadı dağı taşı yandırmış. Gülfidan dersen
rengini, kokusunu kaybetmiş, ne yapayım, ben de yeşil yeşil yapraklarımı yoluyorum.” demez mi! Çoban çeşmesi de kan ağlamaya başlar. Derken Keloğlan, testisi elinde suya gelir görür ki, ne görsün, pınardan ılgıt ılgıt kan akıyor! Onun da kanı, iliği kurur: “Pınar, pınar, dertli pınar! Yine hangi Kerem’in ateşi yaktı seni, neden
böyle kan akıyorsun?” diye sorar. Çoban çeşmesi de: “Sorma Keloğlan, sorma! Çıtçıtıl Bey süte düşmüş, süt
köpürüp yere taşmış; anası, babası saçını, başını yolmuş; bülbülün feryadı dağı taşı yandırmış. Gülfidan rengini, kokusunu dağıtmış; servi kavak bile dalını, yaprağını dökmüş; ben de için için kan ağlıyorum böyle!” deyince, Keloğlan da vurur taşa, kırar testisini ve iki gözü iki pınar ağlamaya başlar. Bunu da çoban baba görür.
“A Keloğlan, keleş oğlan! Eloğlu baltayı bile taşa vurmuyor; sen vuracak şey bulamadın da testiyi mi taşa vurdun, ne diye böyle gözyaşı döküyorsun?” deyince Keloğlan yumar gözünü, açar ağzını:
— Sorma çoban baba, sorma! Çıtçıtıl Bey süte düşmüş, beysiz efendisiz kalırsam diye ağlarım. Süt köpürüp yere taşmış; yağsız, kaymaksız kalırsam diye ağlarım. Hılı ve Dılı, saçını başını yolmuş; başları benim başıma dönerse diye ağlarım. Bülbülün feryadı dağı taşı yandırmış, bizim tarlalar da tutuşursa diye ağlarım. Gülfidan rengini, kokularını dağıtmış; bayrama gülyağı sürünemezsem diye ağlarım. Servi kavak dalını, yaprağını
dökmüş; gölgesinde güvem bitmezse diye ağlarım. Çoban çeşmesi de kan akmaya başlamış; karlı, buzlu sular
içemezsem diye ağlarım. Gördün ya şu başıma gelenleri; gayrı ben ağlamayım da kimler ağlasın?
299
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Keloğlan’ın böyle iki dizip bir koşması üstüne, çoban: “Bre Keloğlan!” der, “Seninki de ağlamak mı? Düşün bir, sen, ne gidenlere ağlıyorsun ne kalanlara... Sen kendine ağlıyorsun kendine! Yok, yağsız, kaymaksız
kalırsam; yok, elsiz, ayaksız kalırsam diye...”
Keloğlan bu söz üzerine kel başını kaşır:
— İlâhi çoban baba! Ya ne diye ağlayacakmışım? Eloğlu gibi, benim de ardımdan ağlasınlar diye ağlayacak hâlim yok ya! Ben gözyaşımı ödünç veremem doğrusu... İnsanın tırnağı varsa, oturup kendi başını kaşımalı; iki gözü varsa, biri ile kendi derdine ağlamalı; bitip tükenmiyor ki dünyanın derdi, mihneti...
Çoban başını sallar: “Keloğlan!” der, “Sen başından büyük laf ediyorsun ama kazın ayağı öyle değil... Öyle olsaydı cümle âlem Çıtçıtıl Bey için ah ü zar eder miydi? Şimdi, sen de adam olayım dersen, ne nefsini kayır ne de el âlemden kendini ayır; ağlayanla ağla; gülenle gül! Daha da yiğitsen, herkesin yorulduğu yere bir
han yap. Dünya dönerse, ancak böylelerinin yüzü suyu hürmetine döner.” der.
Bir de Keloğlan döner, bakar ki, ne görsün! Görünürde ne çoban var, ne sürü... O zaman elini başına vurur ve pınarın taşına oturur. Bir çobanın sözünü düşünür, bir de kendi gözünü... Derken efendim, gaflet uykusundan uyanır; sonra varır Hılı ile Dılı’nın kapısına dayanır. “Cındılpıt!” der, açılır kapı. Hemen ikisinin de eline
eteğine varır. “Ver elini öpeyim baba!” der; öper Hılı’nın elini... “Ver elini öpeyim ana!” der, öper Dılı’nın eteğini ve oturur dizlerinin dibine:
— Tanımadınız mı beni; Keloğlan derler bana, her evin oğluyum ben! İlle velâkin bundan geri bir sizin oğlunuz olacağım, öl dediğiniz yerde ölüp kal dediğiniz yerde kalacağım!
Hılı gözlerine inanamaz, Dılı kulaklarına: “Aman oğul! Seni bize Allah gönderdi!” derler, biri boynuna sarılır; biri bağrına basar ve sonra Hılı, Dılı’ya döner: “Gördün mü karıcığım, ben sana Allah’tan umut kesilmez
dememiş miydim? Öyle vermeyen Allah böyle verdi, hem öyle bir evlat verdi ki her eve nasip olmaz bunun gibisi... Yaşarsak, elimize bir tas su verir; ölürsek, arkamızdan mevlit okur; bizim de istediğimiz bu değil miydi?
Muradımız hâsıl oldu işte!” der. O günden sonra yer, içer; muratlarına geçerler; gökten üç elma düştü, biri bu
masalı dizip koşana, biri okuyup dinleyene; birini de okudum, üfledim, insan çocuğumun ruhuna bağışladım.
(Eflatun Cem Güney)
3.
HALK HİKÂYECİLİĞİ (HALK HİKÂYESİ ANLATMA GELENEĞİ)
Âşık olarak da bilinen hikâye anlatıcılarının halka açık yerlerde anlattıkları kahramanlık ve aşk temalı anonim
hikâyelere halk hikâyesi, bu hikâyeleri anlatma geleneğine de halk hikâyeciliği denir.
Türk halk hikâyeciliği, destanlarla başlayıp Battalnâme, Saltuknâme, Dânişmendnâme, Dede Korkut
Hikâyeleri ile devam eden hikâye anlatma geleneğinin 16-20. yüzyıllar arasındaki aşamalarından biridir.
Halk hikâyeleri genellikle şu aşamalardan geçerek oluşmuştur: Önce hikâyeye konu olan olaylar gerçekleşmiş, bu olaylar sözlü gelenekle kuşaktan kuşağa aktarılırken hikâyelerin asıllarında birtakım değişiklikler olmuş,
yüzyıllar içinde bu hikâyelerin kimi bölümlerine mâni, türkü gibi ezgili manzum parçalar da ilave edilmiştir. Daha
sonra saz eşliğinde halk şiirleri oluşturan, okuyan ve hikâye anlatan kişiler (âşıklar) bu hikâyeleri kendi üsluplarına göre bir araya getirerek bunlara son şekillerini vermişlerdir. Günümüz Türkiye’sinde halk hikâyesi anlatma geleneği sona ermek üzeredir.
Halk hikâyelerinin kaynakları
1. Türkülere de konu olan yaşanmış gerçek olaylar
2. Yaşayıp yaşamadıkları tam olarak bilinemeyen âşıkların başlarından geçen olaylar
3. Kahramanlık hikâyeleri
4. Diğer milletlerin halk hikâyeleri, masallar vb.
300
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Kıraathane, köy odası, kahvehane gibi halka açık yerlerde çoğunlukla gün battıktan sonra belli saatlerde anlatılan bu hikâyelerin tamamına yakını birkaç bölümden oluşmuştur. Bunun en önemli nedeni, olay örgüsünün gerçekten birkaç bölüm tutacak kadar uzun olması değil, dinleyicilerin sonraki bölümlerde neler olacağını merak etmelerinin sağlanmasıdır. Bu bağlamda halk hikâyeleriyle günümüzdeki televizyon dizilerinin benzerlik gösterdiği
söylenebilir.
Halk hikâyelerinde olay örgüleri çoğunlukla aşk ve kahramanlık temaları çevresinde gelişen ve şekillenen bir çatışma ekseni üzerine kurulmuştur. Bu çatışmada kişiler genellikle dost-düşman, sevgililer-arabozucular vb. olarak yer almıştır. Bu bağlamda halk hikâyesindeki kişilerin, karakter değil, tip niteliği taşıdığı söylenebilir. İyiler hep iyi, kötüler hep kötüdür. Aşk temalı hikâyelerin en önemlileri Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Arzu ile Kanber, Ercişli Emrah ile Selvihan; kahramanlık temalı hikâyelerin en önemlileri ise Köroğlu, Eşref Bey, Salman Bey ve Lâtif Şah’tır.
Halk hikâyelerindeki mekânlar destan ve masallardakine göre daha belirgin ve gerçekçi, modern öykü ve romandakilere göre daha yüzeysel ve hayalîdir. Benzer bir durum zaman kavramı için de söz konusudur.
Halk hikâyelerinde nesir ve nazım daha doğrusu olay örgüsünün anlatılması ile türkü ve mâni söylenmesi iç
içedir. Hikâye anlatıcısı, yeri geldiğince olay örgüsünü anlatmaya ara verir ve kahramanların ağzından mâni
ya da türkü söylemeye başlar.
Halk hikâyelerinde günlük yaşamda kullanılan kelime ve deyimlerle zenginleştirilmiş, yöresel kullanımların yer
aldığı yalın bir dil kullanılmıştır.
Aşağıdaki metin parçası “Kerem ile Aslı” isimli halk hikâyesinden alınmıştır. Hikâyede anlatıldığına göre
İsfahan Şahı’nın oğlu Kerem, Şahın hazinedarı olan Ermeni keşişin kızı Aslı’yı sever. Şah, keşişin kızını oğluna ister. Bir Müslüman’a kız vermek istemeyen keşiş; karısını ve kızını alıp memleketten kaçar. Kerem de
arkadaşı Sofu ile Aslı’nın peşinden yollara düşer. İran’ın, Kafkasya’nın, Anadolu’nun birçok şehir, dağ ve yaylasını dolaşır. Gittiği her yerde rastladığı kişilere, dağlara, taşlara, ırmaklara, hayvanlara saz çalar, onlardan
Aslı’nın izini sorar. Yıllarca süren bu gurbet ateşinde pişe pişe olgunlaşır, keramet sahibi bir “Hak âşığı” olur.
Tanrı onun her dileğini yerine getirir, onun önüne çıkan engeller kalkar; dağların karı, dumanı gider, ırmaklar geçit verir, beddua ettiği kişi ve nesneler harap olur. Kerem, yıllarca kovaladıktan sonra, Aslı’yı Kayseri’de
bulur. Keşişin karısı Kayseri’de dişçilik yapmaktadır. Kerem, diş çektirmek bahanesiyle evlerine gider, başını Aslı’nın dizine koyup otuz iki dişini çektirir; bu arada Kerem’in kimliği çevredekilerce anlaşılır. Kayseri Beyi, Kerem’in Hak âşığı olduğunu anlayınca keşişe, kızını Kerem’e vermesini emreder. Keşiş, Kayseri’den de
kaçar. Kerem yine peşlerine düşer; sonunda Halep’te onlara erişir. Halep Paşası, Keşiş’i zorlar, kızı Kerem’e
vermeye razı eder, nikâh kıyılır. Kızını Kerem’e yâr etmemeye yemin etmiş olan keşiş, Aslı’ya sihirli bir gömlek giydirir: Gömleğin düğmeleri sonuna kadar çözüldükten sonra tekrar kendiliğinden iliklenmektedir. Kerem,
Aslı’nın düğmelerini bir türlü çözemez, ateşli bir ah çeker, yanıp kül olur. Aslı, dağılan külleri saçlarıyla toplarken bir kıvılcım da onu tutuşturur; böylece iki sevgilinin ancak külleri birbirine kavuşur.
Aldı Kerem:
deyip kesince, Haramilerin başı: “Tuu!” dedi, tükürdü yere: “Baltayı taşa vurduk yine. Bu adamlar Hak
âşığına benziyor. Böylelerinin göklere açılan ellerinden korkulur doğrusu! İyisi mi bir yongalarına dokunup
da beddualarına uğramayalım.” deyip kırkı kırk yandan âşıkların gönlünü almaya başladılar. Onlar da ne
Gece gündüz zari zari ağlarım
Yâre giden yollar duman Yarabbi.
Kırk Harami çıktı yolun düzüne
Bu dünyaya geldim gitmek için ya
Kıymaktır muradı benim özüme
Gitmeden kavuştur aman Yarabbi.
Kerem edip bir bak benim yüzüme
Bir canım var sana kurban Yarabbi.
Bilmem hayal gibi, bilmem düş gibi
Geldi geçti ömrüm karlı kış gibi
Sefil Kerem vurulsun mu kuş gibi
İman ver şunlara iman Yarabbi.
301
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
desin; “Allah herkese kendi kalbine göre versin!” deyip yollarına revan oldular. Korku belası doludizgin gidip kendilerini Van’a attılar. Neye derler ki; “Dünyada Van, ahirette iman!”
...
Akşamın bir vaktinde Pasinler’e girdiler. Atlarını bir hana çekip kendileri de bir kahveye girdiler. Meğer bu kahve “âşıklar kahvesi” imiş. Destanlar burada diziliyor, türküler burada yakılıyormuş. Bundandır,
duvarın yüzü görülmüyormuş sazdan. Kerem’in gözü takılıp kaldı birine, yerinden kalktı, başköşeye bağdaş kuran âşıklar başının önünde başını eğdi: “Âşık baba!” dedi, “Size bir niyazım var ama dilim varmıyor demeye.” Hâlden anlayan adam, dilden, telden bir şey isteyecek sanıp da: “A yiğit, çekinecek ne var
bunda; dile dilediğini; bir gurbet havası mı, yoksa bir firkat havası mı?” diye sorunca, Kerem yine gözünü
o saza dikti: “Hayır baba!” dedi, “Elinize, ağzınıza sağlık ama ben şu sazı istiyorum sizden. Ödemesine
ödeyemem, param yok, pulum yok ama varım yoğum bir atım var; alıp verirseniz...” Âşıklar başı gülümsedi: “Oğul” dedi, “Bir sazın sözü mü olur, sizin gibi bir yiğidin yoluna feda ama keramet ne sazın telindedir
ne de ağacında, dalında; keramet insanoğlunun elindedir. Ama hani o insanoğlu; hani onun eline el, diline dil verecek gönül? Öğünmek gibi olmasın ya bu deryadil kulunuzda derya gibi çalkalanır bir gönül vardır. Öyle iken bu sarı telli kepçeyi dolduramıyorum. Doldursa doldursa bunu, pervaneler gibi yandıkça yanası gelen bir gönül doldurur ancak. Senin gönül evinde bu od, bu ocak varsa eğer, ne at isterim ne eyer;
al senin olsun! Gönülden yana ses verirsen çal senin olsun!” deyip uzattı sazı Kerem’e. Kerem dahi aldı,
bakalım ne çaldı, ne söyledi:
Aldı Kerem:
Âşık ne sorarsın benim hâlimi?
Yârdan ayrılırsa nic’olur gönül?
Leylâ’sın aldıran Mecnun’a döner.
Giyince hırkayı tac olur gönül.
Bir
Bir
Bir
Bir
dem
dem
dem
dem
seyyah olur kılıç kuşanır,
türap olur yere döşenir,
Hak’tan korku çeker utanır,
padişahtan yüc’olur gönül.
Bir
Bir
Bir
Bir
dem
dem
dem
dem
gölde biter kargı kamıştır,
bahçelerde türlü yemiştir,
altın olur bir dem gümüştür,
paslanır da tunç olur gönül.
Kerem eder gayrı bunda durulmaz,
Arap at yorulur gönül yorulmaz,
Bir sırça saraydır bir dem kırılmaz,
Ya niye sevmesi suç olur gönül?
deyip kesmeye kalmadı, bütün gönüller dalgalandı, cûşa geldi; âşıklarbaşı hemen varıp eline sarılarak:
“Yeter âşık yeter!” dedi, “Bu saza dayanacak yürek yok bizde. Belli ki pir elinden içmişsin, yanan bir şey
var, yakan bir şey var sende. Nereye götüreceksen götür bu nârı, bir de bizi yakıp kül etme!”
...
(Eflatun Cem Güney)
302
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
4.
MESNEVİCİLİK (MESNEVİ YAZMA GELENEĞİ)
Birim değeri beyit olan, beyitleri “aa bb cc dd...” biçiminde kafiyelenen, beyit sayısında herhangi bir sınırlama olmayan nazım şekline divan edebiyatında mesnevi denmiştir.
Mesnevi, eski edebiyatımızda bir çeşit manzum roman işlevi görmüş, olay örgüsü uzun, kişi kadrosu geniş pek çok metin, bu nazım şekliyle oluşturulmuştur.
İran edebiyatında doğmuş, Arap ve Türk edebiyatlarına bu edebiyattan geçmiş bir nazım şekli olan mesnevide aruz ölçüsünün çoğunlukla kısa kalıpları kullanılmış; bu nazım şekli kullanılarak olay örgüsü, kişi kadrosu, zaman ve mekân unsurlarının kullanımı bakımından masala ve halk hikâyesine göre daha sağlam ve başarılı
edebî metinler oluşturulmuştur. Anonim olmaması ve yazılı gelenek içinde oluşturulması, mesneviyi masal ve halk
hikâyesinden ayıran diğer niteliklerdir.
Türk edebiyatında mesnevicilik geleneği Karahanlılar Dönemi’nde İslam dininin kabul edilmesiyle başlamış
ve Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Dönemi’ne kadar devam etmiştir. Edebiyatımızda mesnevicilik
geleneğinin Yusuf Has Hacip’in “Kutadgu Bilig” isimli eseriyle başladığı kabul edilmektedir.
TÜRK EDEB‹YATINDA ÖNEML‹ MESNEV‹LER
Kutadgu Bilig
Yusuf Has Hacip
Risâletü’n-Nushiyye
‹skendernâme
Ahmedî
Cemflîd u Hurflîd
Yûsuf u Zelîhâ
fieyyad Hamza
Garip-nâme
Mant›ku’t-Tayr
Gülflehrî
Husrev u fiîrîn
Vesiletü’n-Necât (Mevlid)
Leylâ ile Mecnûn
Hayriye
Sûrnâme
Nâbî
Nâbî
Fuzûlî
Süleyman Çelebi
Hârnâme
Beng ü Bâde
Hayrâbâd
Hüsn ü Aflk
Yunus Emre
Ahmedî
Âfl›k Pafla
fieyhî
fieyhî
Fuzûlî
Nâbî
fieyh Gâlip
LEYLÂ İLE MECNÛN
Aslında “Leylâ ile Mecnûn”, geçmişi Asurlulara kadar uzanan çok eski bir aşk hikâyesidir. Birçok edebiyatçının şiir ve mesnevilerinde parça parça ele aldığı bu hikâye, ilk kez Nizâmî-i Gencevî (Genceli Nizâmî) tarafından tam bir mesnevi hâline getirilmiştir. Farsça yazılan bu eserden sonra aynı hikâyeyi konu alan pek çok mesnevi kaleme alınmıştır. Bu hikâyeyi konu alan Türkçe mesnevilerin en tanınmışını Fuzûlî yazmıştır.
Mesnevide anlatıldığına göre zengin bir Arap kabile reisi, birçok kez evlendiği hâlde çocuk sahibi olamamıştır. Tanrı, bir çocuğunun olması için kendisine sürekli yalvaran bu kişinin dualarını sonunda kabul etmiş ve
ona bir erkek çocuk vermiştir. Çocuğa Kays ismini veren babası on yaşına geldiğinde onu okula gönderir. Kays,
okulda Leylâ ile karşılaşır. Kays ile Leylâ birbirlerine âşık olurlar. Leylâ’nın ailesi bu durumu öğrenince kızlarını
okuldan alır. Kays, Leylâ’yı okulda göremeyince ağlayıp inler. Sonunda dayanamayarak çöllere düşer. O günden sonra da “deli” anlamına gelen “Mecnûn” lakabıyla anılır.
Mecnûn’un babası bu duruma çok üzülür. Kabilenin büyüklerini toplayıp kızı oğluna istemeye gider. Ancak Leylâ’nın babası, bir deliye kız vermeyeceğini, akıllandığı takdirde kızını Mecnûn’a verebileceğini söyler.
Mecnûn’un babası, oğlunu iyileştirebilmek için gayret sarf eder. Ancak Mecnûn, derdinin artması için Tanrı’ya
yalvarır. Bunun üzerine babası Mecnûn’dan umudunu keser. Mecnûn çölde kuşlar ve vahşi hayvanlarla dost
olur. Kızının adının bu olayla anılmasına üzülen babası, Leylâ’yı İbni Selâm’la evlendirmeye karar verir.
Bu sırada Mecnûn, Nevfel’le tanışır. Kahramanlığıyla tanınmış bir Arap emiri olan Nevfel, Mecnûn’un
hâline acır ve onu bu dertten kurtarmaya karar verir, bunun için de Leylâ’yı Mecnûn’a getirmek için Leylâ’nın
babasının kabilesiyle bir savaşa girişir. Mecnûn, Nevfel’in bu savaşı kaybetmesi için dua eder. Bunu öğrenen
Nevfel aradan çekilir.
303
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
İbni Selâm’la evlendirilen Leylâ, bir perinin büyü yaptığını ve kendisine el sürülmesi durumunda her ikisinin de öleceğini söyleyerek onu kandırmayı başarır.
Leylâ’nın İbni Selâm’la evlendirildiğini öğrenen Mecnûn, bu duruma çok üzülür. Leylâ’yla mektuplaşmaları sonucunda bu evliliğin kendi isteğiyle gerçekleşmediğini, kocasının ona dokunmadığını öğrenen Mecnûn’un
bedduaları sonucunda İbni Selâm ölür. Leylâ, babasının evine döner. Leylâ’nın ailesi bu olaylardan sonra orada daha fazla kalamayacaklarını düşünür ve oradan göç etmeye karar verir. Bu göç esnasında Leylâ çölde kaybolur, burada bir adamla karşılaşır. Adam, adının Mecnûn olduğunu söyleyince buna inanmayan Leylâ ona çıkışır. Mecnûn, hikâyesini anlatınca Leylâ sonunda onu tanır, kendisini de ona tanıtır. Fakat Mecnûn artık onu
bedenen değil ruhen sevmektedir.
Mecnûn’u bu şekilde gören Leylâ, ölmek için Tanrı’ya yalvarır, bir süre sonra da hastalanarak ölür. Bunu
duyan Mecnûn, Leylâ’nın mezarını kucaklar, ağlayıp inler, orada ölür.
“Leylâ ile Mecnûn” mesnevisinden alınan aşağıdaki metin parçasında çölde vahşi hayvanlarla arkadaş olan Mecnûn’un
tuzağa yakalanmış bir ceylanı avcının elinden kurtarması ve onunla konuşup arkadaş olması anlatılmaktadır.
Bu, Mecnûn’un Gazâl ile Mülâkâtıdur ve
Aşk Bâbında Anunla Olan Hâlâtıdur
Bu Mecnûn’un Ceylanla Konuşması ve
Aşk Konusunda Onunla Dertleşmesidir
Gördü ki bir avcı dâm kurmış
Dâmına gazâllar yüz urmış
(Mecnûn) Bir avcının tuzak kurduğunu ve ceylanların
o tuzağa yaklaştıklarını gördü.
Ol dâma cefâ-yı çerh-i gaddâr
Bir âhunı eylemiş giriftâr
Zalim feleğin kötülüğü bir ceylanı o tuzağa düşürmüş.
Bir âhu esir-i dâmı olmış
Kan yaşı kara gözine dolmış
Bir ceylan, tuzağın tutsağı olmuş; kara gözlerine kanlı
yaşlar dolmuş.
Boynı burulu ayağı bağlu
Şehlâ gözi nemli cânı dağlu
Boynu bükük, ayağı bağlı; şehlâ gözleri nemli, canı
yaralı.
Ahvâline rahm kıldı Mecnûn
Bakdı ana tökdi eşk-i gül-gûn
Mecnûn, (ceylanın) bu hâline acıdı, ona bakarak gül
renkli gözyaşları döktü.
Gönline katı gelip bu bî-dâd
Yumşak yumşak dedi ki sayyâd
Gönlüne bu kötülük ağır geldi, yumuşacık bir sesle
dedi ki: “Avcı!
Rahm eyle bu müşg-bû gazâle
Rahm etmez mi kişi bu hâle
Bu mis kokulu ceylana acı! İnsan hiç bu hâle acımaz
mı?
Sayyâd bu nâ-tüvâna kıyma
Kıl cânına rahm câna kıyma
Avcı! Bu çaresiz zavallıya kıyma, kendi canına acı,
cana kıyma!
Sayyâd sakın cefâ yamandur
Bilmezsen mi ki kana kandur
Avcı! Eziyet etmek kötüdür, sakın bundan! Bilmez
misin, kana kan derler?
Sayyâd mana bağışla kanun
Yandırma cefâ odına cânun
Avcı! (onun) kanını bana bağışla! Canını cefâ ateşine
yakma!”
304
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Sayyâd dedi budur ma’âşum
Açman ayağın gederse başum
Avcı dedi (ki): “Benim geçimim budur, başım gitse bile onun ayağını açmam!
Katlinde bu saydun etsem ihmâl
Etfâl ü ıyâlüme n’olur hâl
Bu avı öldürmekten vazgeçersem, çoluk çocuğumun
hâli ne olur?”
Mecnûn ana verdi cümle rahtın
Pâk eyledi bergden dırahtın
Mecnûn bütün elbiselerini avcıya verdi, (vücut) ağacını yapraklardan temizledi.
Ol turfe gazalün açdı bendin
Şâd eyledi cân-ı derd-mendin
O yavru ceylanın bağını çözdü, dertli ruhunu şenlendirdi.
Yüz urdı yüzine kıldı efgân
Göz sürdi gözine oldı giryân
Yüzünü yüzüne sürerek inledi, gözünü onun gözüne
sürerek ağladı.
K’ey bâdiye-gerd ü bâd-nâverd
Nâzük bedeniyle nâz-perverd
“Ey çölleri dolaşan, rüzgârla savaşan! Nazik bedeninde nazı besleyip büyüten!
Sen zînet-i her gil-i zemînsen
Gül kibi lâtif ü nâzenînsen
Sen yeryüzünün her parça toprağının süsüsün, gül
gibi ince ve nazlısın.
Tenhâ koyma men-i zebûnı
Olgıl mana deşt reh-nümûnı
Ben(im gibi bir) zavallıyı yalnız bırakma, çöllerde bana kılavuzluk et!
Gez bir niçe gün menümle hem-râh
İnsan deyüp etme menden ikrâh
Benimle bir zaman birlikte dolaş, insanım diye benden
tiksinme!
Yaşum kimi getme çeşm-i terden
Kesme ayağun bu reh-güzerden
Gözyaşım gibi (şu) ıslak gözlerimden ayrılıp gitme!
Ayağını bu yoldan kesme!
Ser-çeşme-i çeşmüm eyle menzil
Ser-menzilümüzden olma gâfil
Göz pınarımın başını yurt edin! Son konağımızdan
habersiz olma.
Olsun bebegüm karârgâhun
Eşk ü müje âb ile giyâhun
Gözbebeğim, karargâhın; gözyaşlarım, suyun; kirpiklerim, otun olsun.
Ey çeşm-i nigâr yâdigârı
Sehl eyle mana gam-ı nigârı
Ey sevgilinin gözlerinin yâdigârı! Sevgilinin üzüntüsünü çekmemi kolaylaştır!
Kıldukda hayâl-i çeşm-i Leylî
Sen ver men-i hesteye tesellî
Leylâ’nın gözlerini düşündüğüm zaman ben hastayı
sen teselli et!”
Çün ol beşeriyyetin unutdı
Âhû hem anunla üns dutdı
Ceylan onunla dost oldu çünkü o, insan olduğunu
unuttu.
Anun sebebiyle hem çoh âhû
Sahrada anunla dutdılar hû
Bu nedenle daha birçok ceylan onunla hû tuttu (dost
oldu).
305
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
5.
MANZUM HİKÂYECİLİK (MANZUM HİKÂYE YAZMA GELENEĞİ)
Bir ya da birkaç sayfalık bir hikâyenin manzum olarak kaleme alınmasıyla oluşturulan metinlere manzum
hikâye denir. Adından da anlaşılacağı üzere manzum hikâye belli bir ölçüye ve kafiye düzenine bağlı kalınarak
yazılan kısa hikâyedir. Manzum hikâyelerde çoğunlukla didaktik nitelikleri ağır basan olay örgülerine yer verilmiştir. Manzum hikâye yazma geleneğinin Türk edebiyatında halk hikâyeciliği ve mesnevicilik kadar köklü bir geçmişinin olduğu söylenemez. Bu gelenek, mesneviden modern öykü ve romana geçişte bir aşama olarak değerlendirilebilir. Türk edebiyatında bu türde metin oluşturan edebiyatçıların en önemlileri Mehmet Âkif Ersoy ile Tevfik
Fikret’tir. Yahya Kemal Beyatlı ile Faruk Nafiz Çamlıbel’in de manzum hikâyeleri vardır.
Aşağıdaki metin parçası Mehmet Âkif Ersoy’un “Meyhâne” isimli manzum hikâyesinden alınmıştır. Kitabımızın 216 ve 218. sayfalarındaki parçalar da (Küfe, Han Duvarları) manzum hikâyeye örnek gösterilebilir.
Canım sıkıldı dün akşam, sokak sokak gezdim;
Sonunda bir yere saptım ki önce bilmezdim.
Bitince bir sıra ev, sonra bir de virâne,
Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhâne:
Basık tavanlı, karanlık, sefil bir dükkân;
İçinde bir masa, yahut civar tabutluktan
Atılma çok ölü görmüş acıklı bir teneşir!
Yanında hurdası çıkmış bir eski püskü sedir.
Sakat, bacaksız on, on beş hasırlı iskemle,
Kırık dökük şişeler, bir de çinko tepsiyle
Beş on kadeh, iki üç testi... Sonra tezgâhlık
Eden yan üstüne devrilme kirli bir sandık.
Sönük sönük yanıyor rafta isli bir lamba.
Önünde bir küme: fes, takke, hırka, salta, aba
Kımıldanıp duruyorken, sefil bir sohbet
Bu isli zulmete vermekte büsbütün vahşet:
— Kuzum Dimitri, bu aksam biraz ziyâdece ver
— Ziyâde, anladık amma ya içtiğin şişeler
— Çizersin...
— Öyle mi? Lâkin, silinmiyor çetele!
Bakın tavan tebeşirden görünmez oldu...
— Hele!
— Bizim peşin paramız... Almadın mı dün kuruşu?
— Ayol tükendi mezem... Bari koy biraz turşu.
Arattı kendini ustan... Dinince dinlensin!
— Hasan be, sen de nasıl nazlı nazlı söylersin!
Nedir o türkü... Aman başka yok mu? Hah, şöyle!
— Ömer, ne nazlanıyorsun? Biraz da sen söyle!
— Nevâzil olmuşum, Ahmed, bırak sesim yok hiç.
— Sesin mi yok? Açılır şimdi, bir imam suyu iç
— Yarın ne iştesin Osman?
— Ne işteyim... Burada!
— Dimitri çorbacı, doldur! Ne durmuşun orada?
— O kim gelen?
— Baba Ârif
— Sakallı, gel bakalım!
Yanaş
— Selamünaleyküm.
— Otur biraz çakalım.
— Dimitri, hey parasız geldi sanma, işte para!
— Ey anladık a kuzum...
— Sar be yoldaşım cıgara...
— Aman bizim Baba Ârif susuz musuz içiyor!
— Onun bi dalgası olmak gerek: Tünel geçiyor.
— Moruk, kaçıncı kadeh? Şimdicik sızarsın ha!
— Sızarsa mis gibi yer, yatmamış adam değil a.
Yavaş yavaş kafalar, kelleler kızışmıştı,
Ağız, burun, hele sesler bütün karışmıştı;
Dikildi ağzına baktım, açık duran kapının,
Fener elinde bir erkek, yanında bir de kadın.
Beş on dakika süren bir düşünceden sonra,
Kadın girdi o zulmet-serâ-yi menfûra
...
— Demek taşınmalı artık çoluk çocuk buraya!
Ayol, nedir bu senin yaptığın? Utan azıcık!
Anan da ben de yumurcakların da aç kaldık!
Ne iş ne güç, gece gündüz içip zıbar sâde,
Sakın düşünme çocuklar acep ne yer evde.
Evet, sen el kapısında sürün işin yoksa
Getir bu sarhoşa yutsun, getir paran çoksa
Zavallı ben... Çamaşır, tahta, her gün uğraş da
Sonunda bir paralar yok, el elde baş başta!
O tahtalar, çamaşırlar da geçti, yok hâlim!
Ayakta sallanışım zorladır Hudâ âlim!
Çalışmadın, beni hep bunca yıl çalıştırdın,
O yavrucakları çıplak, sefil alıştırdın.
Bilir mahalleli kim, aldığın zamanda beni,
Çeyiz çimenle donatmıştı beybabam evini.
Ne oldu şimdi o eşya? Satıp kumarda yedin.
Evet, kumarda yedin, hem de karşılarda yedin!
...
zulmet-serâ-yi menfûr: Nefret edilen karanlık yer.
306
Hudâ âlim: Allah biliyor.
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
6.
ÖYKÜCÜLÜK (ÖYKÜ YAZMA GELENEĞİ)
Belli bir zaman ve mekânda belli kişilerce yaşanan kurmaca olayların düz yazıyla anlatılması sonucunda oluşan kısa edebî metinlere günümüz edebiyatında öykü (hikâye) denmektedir. Öykü ile roman arasındaki en önemli fark öykünün romana göre daha kısa olmasıdır. Öyküdeki olay örgüsü genel olarak romandakinden basit, olay
örgüsünü gerçekleştiren kişiler, romandakinden az, olay örgüsünün yaşanma (vaka) zamanı romandakinden kısa
ve sınırlı, olay örgüsünün gerçekleştiği mekânlar romandakinden azdır.
Öyküde uzun ve karmaşık olay örgülerine yer verilmez. Genellikle tek bir olay ya da durum üzerinde durulur.
Kişi kadrosu oldukça sınırlı tutulur ve bu kişiler, bütün yönleriyle değil; çoğunlukla tek yönleriyle ele alınır. Her türlü ayrıntıdan ve savrukluktan kaçınılır.
Öykücülük geleneğinin kurucusunun on dördüncü yüzyılda yaşayan İtalyan yazar ve
şair Giovanni Boccaccio, öykü türünde yayımlanmış ilk eserin de bu yazar tarafından
1352’te kaleme alınan Decameron olduğu kabul edilir. Öykü, bu eserin yayımlanmasından yaklaşık beş yüz yıl sonra bugünkü klasik şeklini almıştır. Edgar Allen Poe, Guy de
Maupassant, Walter Scott, O. Henry, Gogol, Mark Twain, John Stainbeck yazdıkları eserlerle bu türün gelişmesine ve bugünkü şeklini almasına katkıda bulunan Batılı yazarlardır.
Ülkemizde Batı’dakine benzer ilk öykü metinleri Tanzimat Dönemi’nde (18601896) yayımlanmaya başlamıştır. Emin Nihat Efendi’nin Müsameratnâme, Ahmet Mithat
Efendi’nin Letâif-i Rivâyât ve Kıssadan Hisse, Samipaşazade Sezai’nin Küçük Şeyler
Giovanni Boccaccio
isimli eserleri, bu metinler arasındadır. Aslında bu metinlere öyküden çok birer öykü denemesi olarak da bakılabilir. Çünkü bu metinlerde modern öyküde bulunmaması gereken pek
çok kusur bulunmaktadır. Servet-i Fünun Dönemi’nde (1896-1901) Tanzimat Dönemindekilere göre çok daha başarılı öyküler yazılmıştır. Bu dönem öykücülerinin en önemlileri Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın ve Ahmet Hikmet Müftüoğlu’dur. Türk
edebiyatının 1911-1923 arasındaki dönemine Millî Edebiyat Dönemi denir. Bu dönemde
Ömer Seyfettin halkın anlayabileceği bir dille millî temaları işleyen öyküler yazmış, bu
bağlamda Türk öykücülük geleneğinde yeni bir sayfa açmıştır. Millî Edebiyat Dönemi’nde
yazdıkları metinlerle öykücülük geleneğimizin gelişmesine katkıda bulunan diğer yazarlar
şunlardır: Yakup Kadri KaÖykü Türleri
raosmanoğlu, Reşat Nuri
Ömer Seyfettin
Olay öyküsü: Okuyucunun merak
Güntekin, Halide Edip Adıduygusunun uyanık tutulmasını sağlavar, Refik Halit Karay, Hüyan bir tema, çatışma ve olay örgüsüseyin Rahmi Gürpınar.
nün bulunduğu öykülere olay öyküsü
Millî Edebiyat Dönemi öykücülerinden bir kısdenir. Bu öykü geleneğinin kurucusumı Cumhuriyet Dönemi’nde de eser vermeye denun Maupassant; Türk edebiyatındaki
vam etmiştir. Bunların yanı sıra Cumhuriyet’in ilaen önemli temsilcisinin ise Ömer Seynından günümüze dek pek çok öykücü yetişmiştir.
Maupassant
fettin olduğu kabul edilmektedir.
Bir kısmı toplumcu-gerçekçi anlayışa bağlı kalan,
Durum (Kesit) öyküsü: Bu tür öykübir kısmı bireyin iç dünyasını, bir kısmı da moderlerde olaydan çok, bir durum, hayatın
nizmi esas alan, bir kısmı ise bunların da dışında
bir kesiti üzerinde durulur. Okuyucuda
kalarak kendine özgü bir öykü dünyası oluşturan bu
merak uyandıracak unsurlara pek yer
yazarlardan bazılarının isimlerini şöyle sıralayabiliverilmez. Bu öykü geleneğinin kurucuriz: Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaç),
sunun Anton Çehov; Türk edebiyatınSamim Kocagöz, Sadri Ertem, Fakir Baykurt, Talip
daki en önemli temsilcilerinin ise MemApaydın, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Kemal Taduh Şevket Esendal ve Sait Faik Abahir, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Kemal Bilbaşar, NeÇehov
sıyanık olduğu kabul edilmektedir.
cati Cumalı, Sabahattin Kudret Aksal, Ahmet Ham307
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
di Tanpınar, Peyami Safa, Tarık Buğra, Semiha Ayverdi, Mustafa Kutlu, Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık, Haldun Taner, Attilâ İlhan, Yusuf Atılgan, Vüs’at O. Bener, Bilge Karasu, Nezihe Meriç, Adalet Ağaoğlu,
Ferit Edgü, Füruzan, Oğuz Atay, Rasim Özdenören, Yekta Kopan, Zeyyat Selimoğlu, Mustafa Buyrukçu, Erhan
Bener, Nazlı Eray, Ayşe Kulin, Ayşe Kilimci, Murathan Mungan, Buket Uzuner, Sevinç Çokum.
ÖRNEK METİN
– ÖYKÜ –
KERAMET
Yangın yarım saatten beri devam ediyordu. Fakat mahallenin ahalisi iki saat sonra söneceğine kaildiler.
Çünkü bir zât-ı şerifin türbesi vardı. Mümkün değil, o, tutuşmazdı. Şiddetli bir kıble rüzgârı esiyor, alevleri, kıvılcımlar saçan tahta parçalarını, türbenin üzerine, türbenin altından evlerin çatılarına fırlatıyordu. İtfaiye bölüğü,
tulumbalar son gayretlerini sarf ediyorlardı. Polisler etrafı ablukaya almışlar, kaçırılan eşyanın yağmasına meydan vermiyorlardı. Çiroz Ahmet, etrafına bir göz gezdirdi. Bu, kaşarlanmış bir külhanbeyi idi. Onca yangın demek, vurgun demekti. Ama mahalle çok fakirdi. Biliyordu ki şu yanan zavallı kulübeciklerin içinde yatak yorgandan başka bir şey yoktu. Halbuki vurgunda âdet yükte hafif, pahada ağır şeyler bulmaktı. “Allah belâsını versin!
Faydasız yangın!” diye başını salladı. Ahali türbenin etrafında toplanmıştı. “Buraya gelince söner.” diyorlardı.
Çiroz Ahmet yeşil boyalı türbenin penceresine sokuldu. Kör bir kandilin hafifçe aydınlattığı sandukaya
baktı. Başı ucunda iki büyük şamdan duruyordu. Sandukanın iki tarafında iki büyük seccade yayılı idi. Açık rahlelerde büyük Kur’an-ı Kerimler yan gelmiş yatıyorlardı. Çiroz Ahmet kelepir karşısında parlayan gözüyle bunlara baktı. Asgari bir hesap yaptı. İçinden “Şamdanlar onar liradan yirmi! Seccadeler beşerden on! Kitaplar mutlaka yazmadır. Yirmi de onlar etti elli!” dedi.
Yeşil boyalı kapıya gitti. Çiroz, kemikli omuzlarıyla bu kapının kuvvetini yokladı. Sonra kilide baktı. Yavaş
yavaş dayanmaya başladı. Halk yangınla meşguldü. Çiroz Ahmet son derece kuvvetliydi; hani o yalnız külhanbeylerine mahsus, idmansız, sporsuz, gizli harikulade kuvvet... Dayandıkça kapı çatırdamaya başladı. Nihayet
küt etti, açıldı. Çiroz’un içeri girince ilk işi kandili üflemek oldu. Fakat, alacağı şeyler her ne kadar pahada ağır
ise de yükte de pek öyle hafif değildi. Zihni hemen bir vurgun plânı tertibine başladı. Plân zihninde teşekkül ettikçe Çiroz neticeyi beklemiyor, teferruatını tatbik ediyordu. Şamdanların mumlarını çıkarıp yere attı. Rahlelerdeki kitapları alıp hepsini belinden çıkardığı Trablus kuşağına sardı. Sonra, biraz durdu, burnunu kaşıdı. Yavaşçacık seccadeleri topladı; bunları beygirin üzerine çul vurur gibi sandukanın sırtına örttü. Şimdi kapıdan çıkmak lâzım geliyordu. Ama dışarısı dolu idi. Kavuk da bırakılacak şey değildi. Üzerinde sırmalı bir çevre vardı.
Sanduka birdenbire kaydı. Çiroz Ahmet, birdenbire toplandı. Acaba evliya diriliyor muydu? Durdu, baktı, gülümsedi. “Vay canına, yere mıhlı değilmiş be!” dedi.
Eğildi, altına bakmak için sandukayı kaldırdı. Bu gayet hafifti. İnce tahtadan yapılmış, üstüne bir çuha kaplanmıştı. Zihnindeki çıkış planı tamamlandı. Kitaplarla şamdanları kucakladı. Kendisi sandukanın altına girdi.
Yavaş yavaş yürüdü. Durdu. Sandukanın altından elini çıkarıp kapıyı açtı. Sol taraf caddeye çıkıyordu. Yakalanmak ihtimali vardı. Sağ taraftaki sokak tenha idi. Viranelikler çoktu. Ama yangın o tarafta idi. Herkes o tarafa birikmişti. Çiroz Ahmet sandukanın altında uzun müddet düşünmedi. Paldır küldür kapıdan çıktı. Gürültüye
başını çeviren halk şaşırdı. Herkes olduğu yerde kaldı. İşte, evliya kalkmış yürüyordu. Tulumbalar durdu. Şiddetle esen rüzgâr birdenbire durdu. İtfaiye askerleri korkudan ellerindeki baltaları, kancaları, hortumları düşürdüler. Sanduka yangına doğru yürüdü. İki tarafa açılıp yol veren ahali, korkudan titriyordu. Sanduka, korkunç
manevî bir heybetle sallana sallana aralarından geçti, karanlıklarda kayboldu.
Türbeden evvelki iki ev de ateşten kurtulmuştu. Yanmayıp evliyasız kalan türbe, yine mahalledeki kutsiyetini muhafaza etti. Yalnız, okuyanlar yüzlerini eskisi gibi boş binaya çevirmiyorlar, kıbleye bakıyorlar: “İki gözüm, yangın gecesi bu tarafa gitti!” diyorlardı.
(Ömer Seyfettin)
308
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
7.
ROMANCILIK (ROMAN YAZMA GELENEĞİ)
Çoğunlukla kalabalık bir kişi kadrosuyla geniş bir “vaka zamanı”nda ve birçok mekânda
gerçekleştirilen uzun bir olay örgüsünün düz yazıyla anlatılmasıyla oluşturulan kurmaca metinlere roman denir.
Öyküde genellikle bir tek olay etrafında gelişen basit bir olay örgüsü; romanda ise bir ana
olay etrafında şekillenen birden çok olay örgüsü bulunur. Romandaki kişi ve mekân sayısı genellikle öyküdekinden fazladır. Bu kişiler ve mekânlar, özellikle de başkahramanlar ve önemli
mekânlar, romanda ayrıntılı olarak betimlenir; kişiler bir yönleriyle değil tüm yönleriyle tanıtılır.
Roman yazma geleneğinin İspanyol yazar Cervantes’in 1605’te kaleme aldığı “Don
Kişot”la başladığı kabul edilir. Bu geleneğin gelişerek günümüze kadar ulaşmasına katkıda
bulunan Batılı yazarlar arasında şu isimler ön plana çıkmaktadır: Madame de La Fayette, Fenelon, Daniel Defoe, Voltaire, Goethe, Stendhal, Chateaubriand, Lamartine, Walter Scott, Honore de Balzac, Alexandre Dumas, Emile Zola, Jules Verne, Gustave Flaubert, Victor Hugo,
John Steinbeck, Dostoyevski, Tolstoy, James Joyce, M. Proust, F. Kafka.
Türk edebiyatına roman Tanzimat Dönemi’nde (1860-1896) Fransızcadan yapılan çevirilerle girmiştir. Türkçeye çevrilen ilk roman, Fenelon’un yazdığı “Telemak”tır. Bu roman
1859’da “Terceme-i Telemak” ismiyle yayımlanmıştır. Yusuf Kâmil Paşa’nın yaptığı bu çeviriyi Sefiller, Robinson Crusoe ve Monte Kristo Kontu çevirileri izlemiştir.
Cervantes
Yusuf Kâmil
Paşa
Türkçe yazılan ilk yerli roman “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat”tır. Şemseddin Sami’nin
yazdığı bu eser, 1872’de bir gazetede parça parça yayımlanmış, 1875’te kitap olarak basılmıştır. Acıklı bir aşk hikâyesini konu alan bu eserin roman tekniği bakımından pek çok kusuru bulunmaktadır.
Namık Kemal’in 1876’da yazdığı İntibah, “Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat”a göre daha başarılı ve edebî bir romandır. Samipaşazade Sezai’nin 1888’de kaleme aldığı Sergüzeşt, edebî
yönüyle bu romanların bir adım ilerisindedir. Recaizade Mahmut Ekrem’in, edebiyatımızdaki ilk realist (gerçekçi) roman kabul edilen Araba Sevdası (1898) isimli romanı, öncekilere göre Batılı roman tekniğine daha uygundur. Edebiyatımızdaki ilk tarihî roman, Namık Kemal’in
1880’de yazdığı Cezmi, ilk köy romanı Nabizade Nazım’ın 1890’da yazdığı Karabibik’tir. Tanzimat Dönemi’nde yazdığı birçok romanla Türk romancılık geleneğinin gelişmesine katkıda bulunan bir başka yazar da Ahmet Mithat Efendi’dir. Bu yazarın en önemli eserleri Felâtun Beyle Râkım Efendi, Hasan Mellah ve Hüseyin Fellah’tır.
Edebiyatımızda Batılı anlamda ilk romanlar, Servet-i Fünûn Dönemi’nde Halit Ziya
Uşaklıgil tarafından yazılmıştır. Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu ve Kırık Hayatlar Halit Ziya
Uşaklıgil’in en önemli romanlarıdır. Bu dönem yazarlarından Mehmet Rauf’un yazdığı Eylül,
edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman kabul edilmektedir.
Türk romancılık geleneği Millî Edebiyat Dönemi’nde (1911-1923) savaş yıllarının da etkisiyle millî bir karaktere bürünmeye başlamıştır. Bu dönemde roman türünde eser veren en
önemli yazarlar şunlardır: Aka Gündüz, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar.
Millî Edebiyat Dönemi romancılarının bir kısmı Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarında da
benzer eserler vermeye devam etmişlerdir. Bunların dışında Cumhuriyet’in ilanından günümüze dek birçok romancı yetişmiştir. Bu romancıların bir kısmı toplumcu-gerçekçi anlayışa bağlı kalarak, bir kısmı bireyin iç dünyasını, bir kısmı yerli, geleneksel yaşam tarzını, bir kısmı da
modernizmi esas alarak eser üretmiş, bir kısmı ise çok farklı tema ve anlatım yöntemleri kullanarak kendilerine özgü roman dünyaları yaratmışlardır. Yazdıkları eserlerle roman türünün
Şemsettin Sami
Samipaşazade
Sezai
Recaizade
Mahmut Ekrem
309
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Cumhuriyet’in ilanından günümüze dek ulaşmasını sağlayan bu yazarlardan bazılarının isimleri şöyle sıralanabilir: Mithat Cemal Kuntay, Sadri Ertem, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaç), Samim Kocagöz, Fakir
Baykurt, Talip Apaydın, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Kemal Bilbaşar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Tarık Buğra, Semiha Ayverdi, Memduh Şevket Esendal, Sait Faik Abasıyanık,
Abdülhak Şinasi Hisar, Yusuf Atılgan, Attilâ İlhan, Vüs’at O. Bener, Bilge Karasu, Nezihe Meriç, Adalet Ağaoğlu,
Ferit Edgü, Füruzan, Oğuz Atay, Rasim Özdenören, Orhan Pamuk, Selim İleri, Erendiz Atasü, Necati Cumalı, Rıfat Ilgaz, Hidayet Karakuş, Hasan Ali Toptaş, Adnan Binyazar, İnci Aral, Erhan Bener, Sevinç Çokum, İhsan Oktay Anar, Buket Uzuner, Ayşe Kulin, Murathan Mungan, Ahmet Ümit, Elif Şafak, Leyla İpekçi.
Romanlar, çeşitli açılardan (temaları, bağlı oldukları edebî akım ya da dönem, anlatım özellikleri vb.) sınıflandırılmıştır. Bu sınıflandırmalarda ön plana çıkan roman türleriyle ilgili olarak şunlar söylenebilir.
Psikolojik roman: Olay örgüsünün kendisinden çok, kişilerin iç dünyasındaki yansımaları üzerinde duran romanlara psikolojik roman denir. Bu tür romanlarda kahramanların ruhsal durumları genellikle ayrıntılı biçimde ele
alınır.
Sosyal roman: Toplumun tümünü ya da önemli bir bölümünü ilgilendiren konu ve sorunlar hakkında yazılan
romanlara sosyal roman denir. Bu tür romanlarda genellikle devrim, göç, sanayileşme vb. temalar ele alınmıştır.
Tezli roman: Bir görüşün doğru olduğunu kanıtlamak için yazılan romanlara tezli roman denir. Adından da
anlaşılacağı üzere tezli roman, bir tez üzerine kurulur. Olay örgüsü ve kişiler bu tezin doğruluğunu kanıtlayacak
biçimde kurgulanır.
Töre romanı: İnanç, gelenek ve töreleri konu alan, çoğunlukla da bunlara eleştirel biçimde yaklaşan romanlara töre romanı denir.
Tarihî roman: Tarihî olay ve kişiliklerden esinlenerek kurgulanan romanlara tarihî roman denir. Bu tür romanlarda tarihî olay ve kişilikler, edebiyat sanatının ve romancılık geleneğinin kendine özgü kuralları içinde ele alınır
ya da gerçekte yaşamamış kişiler tarihin bir döneminde yaşamış gibi gösterilir.
Macera romanı: Günlük hayatta karşılaşılma olasılığı zayıf, ilginç ve gizemli olayların anlatıldığı romanlara
macera romanı denir. Bu romanlarda olaylar beklenmedik şekilde ve çabucak gelişir, zaman hızla akar; kişiler hareketli, mekânlar çeşitlidir.
Polisiye roman: Temasını polisin görev alanına giren konulardan alan romanlara polisiye roman denir. Polisiye romanlarda genellikle yetenekli ve zeki dedektif, polis, komiser vb. karakterlerin, kriminal unsurlardan, adli
tıptan vb. birimlerden yararlanarak suçluları yakalamaları anlatılır.
Otobiyografik roman: Yazarın kendi yaşamını roman türünün kurallarına bağlı kalarak anlatmasıyla oluşan
romanlara otobiyografik roman denir.
Biyografik roman: Bir kişinin yaşamının başka bir yazar tarafından roman türünün kurallarına bağlı kalınarak anlatılmasıyla oluşturulan romanlara biyografik roman denir.
Romantik roman: Romantizm akımına bağlı kalınarak yazılan romanlara romantik roman denir. Romantizm,
1790’dan 1850’ye kadar Avrupa sanat ve edebiyatında etkili olmuş bir akımdır. Bu akım, insanın yaratma özgürlüğünün önündeki bütün engellere karşı çıkmış, duygu ve düş gücünü hayata geçirmenin gerekliliği üzerinde durmuş, toplum için sanat düşüncesinden hareket etmiştir.
Realist roman: Realizm (Gerçekçilik) akımına bağlı kalınarak yazılan romanlara realist roman denir. Realizm, 19. yüzyılın ikinci yarısında romantizme tepki olarak doğmuş bir sanat ve edebiyat akımıdır. Realist yazarlar,
gözlem ve nesnelliği ön plana çıkarmış, sanat için sanat anlayışını benimsemişlerdir.
Fantastik roman: Destan ve masallardakine benzer kişi, varlık ve olay örgülerine yer veren romanlara fantastik roman denir.
Bilim kurgu romanı: Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri, bu gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan olay, sorun
ve durumları, robotları, dünya dışı varlıkları, bu varlıklarla girişilen mücadeleleri vb.ni konu edinen romanlara bilim kurgu romanı denir.
310
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
E.
ANLAMA VE YORUMLAMA
Anlatmaya bağlı edebî metinleri incelemenin altıncı aşamasını, bu incelemenin ilk beş aşamasındaki belirlemeler sonucunda metnin anlaşılması ve yorumlanması oluşturur.
Bir metni yorumlayabilmek için öncelikle o metni anlamak gerekir. Anlamak için de metnin temasını belirlemek, olay örgüsünü çözümlemek, metinle zihniyet ve gelenek arasındaki ilişkiyi görmek, kelime ve cümlelerin metinde kazandıkları yan anlam değerlerini belirlemek gerekir.
Anlatmaya bağlı edebî metinler; okuyucunun metinle karşılaşma bağlamına göre yeni anlam değerleri kazanabilir. Metin, okuyucunun bilgi, birikim, görgü, psikolojik durum ve metin çözümleme yeteneğine göre farklı şekillerde yorumlanabilir. Aslında bu sadece anlatmaya bağlı edebî metinlerin değil, bütün edebî metinlerin özelliğidir.
Bir metinde yer alan kelime, kelime grubu, cümle, paragraf, bölüm gibi birimler, metin denilen bütünü oluşturan parçalardır. Metni oluşturan bu parçaların her birinin başlı başına bir anlamı vardır. Bunun gibi metnin kendisinin de başlı başına bir anlamı vardır. Metnin anlamı, kendisini oluşturan kelime, cümle ve paragrafların anlamlarının toplamından farklı, daha bütünsel ve kapsamlıdır. Metin (bütün), kelime, kelime grubu, cümle vb.den (parçalardan) oluşan ama parçaların toplamından farklı bir değer taşıyan bir dilsel düzenlemedir. Metin okunup bittikten sonra okuyucunun zihninde o metindeki cümle ve kelimelerle ilgili değil, metnin kendisiyle, bütünüyle ilgili bir
anlam oluşur.
F.
METİN VE YAZAR
Anlatmaya bağlı edebî metinler incelenirken en son metinle yazarı arasında nasıl bir ilişki olduğuna bakılır.
Edebî metni oluşturan, bir insan; edebî metin de bir insan ürünü olduğuna göre metinle yazarı arasında belli bir ilişkinin olması kaçınılmazdır. Bu ilişki metin incelemesinde sınırlı bir çerçevede ele alınır. Metin incelemesinde önce metin, sonra yazar gelir. Yani yazarın yaşamı, dünya görüşü, sanat anlayışı hiçbir zaman yazdığı
metnin önüne geçmez.
Yazar, her insan gibi yaşadıklarından, gördüklerinden, içinde bulunduğu somut koşullardan belli ölçülerde etkilenir. Bu nedenle de eserlerinde bunlara yer verebilir. Ama yazar; yaşadığı, tanık olduğu, başkalarından duyduğu olayları, olduğu gibi anlatmaz, anlatamaz.
Yazdığı metin aracılığıyla somut bir gerçeğe dikkat çekmek ya da okuyucuda belli bir konuda farkındalık yaratmak isteyen bir yazar, bunu edebî metnin kendi gerçekliği, olanakları ve sınırları içinde kalarak yapmak durumundadırlar. Aksi hâlde ortaya çıkacak metin, oluşturulma amacına hizmet etmez. Gerçekleri olduğu gibi anlatan,
bu yönüyle de bir anı ya da tarih metnine benzeyen bir öykü ya da roman, hangi önemli konuya değinirse değinsin, okuyucuda estetik bir etki oluşturmaz, onu edebî bir metin kadar etkilemez.
311
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
9
Anlatmaya Bağlı Edebî Metinler
BİLGİ - YORUM
Anlatmaya bağlı edebî metinler başlığı
altında ele alınan metin türleri hangileridir?
6.
Masalların genel özellikleri hakkında bilgi
veriniz.
2.
Gözlemci anlatıcının bakış açısı ile kahraman anlatıcının bakış açısı arasındaki
benzer ve farklı yönleri söyleyiniz.
7.
Mesnevinin belli başlı özelliklerini söyleyiniz.
3.
İslam Uygarlığı Çevresinde Gelişen Türk
Edebiyatı Dönemi’nde oluşan doğal destanların isimlerini yazınız.
8.
Olay öyküsü nedir, bu türün Türk ve dünya edebiyatındaki önemli temsilcileri kimlerdir?
4.
Günümüz toplumunda destan anlatma
geleneğinin yok olmasını hangi gerekçelerle açıklamak mümkündür?
9.
Dünyada romancılık geleneğinin hangi
eserle başladığı kabul edilmektedir? Bu
eseri kim yazmıştır?
5.
Halk hikâyelerinin temaları arasındaki ortak noktaları belirtiniz.
10. Edebiyatımızda Batılı anlamda ilk romanlar kim tarafından yazılmıştır?
312
ESEN YAYINLARI
1.
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
DOĞRU – YANLIŞ
Anlatmaya bağlı edebî metinler incelenirken öncelikle metinle dönemin zihniyeti
arasında nasıl bir ilişki olduğuna, zihniyetin metni ne ölçüde etkilediğine bakılır.
DOĞRU
2.
DOĞRU
5.
316
YANLIŞ
Masallar, çoğunlukla anonim nitelik
taşır. Bunların önemli bir bölümü, sözlü
gelenekle kuşaktan kuşağa aktarılmış,
daha sonra yazıya geçirilmiştir.
DOĞRU
7.
8.
YANLIŞ
YANLIŞ
Durum öyküsü yazma geleneğinin kurucusu, Maupassant; Türk edebiyatındaki en önemli temsilcisi ise Ömer
Seyfettin’dir.
DOĞRU
9.
YANLIŞ
Halk hikâyelerinde olay örgüleri çoğunlukla aşk ve kahramanlık temaları etrafında şekillenen bir çatışma üzerine kurulmuştur.
DOĞRU
YANLIŞ
Alp Er Tunga Destanı, Uygur Dönemi’nde
oluşmuş ve yazıya aktarılmıştır.
Destanlar, hayatta kalmanın, fiziksel bakımdan güçlü olmaya ve belli bir topluluk
ya da kabilenin parçası olmaya bağlı olduğu dönemlerde oluşturulan metinlerdir.
DOĞRU
YANLIŞ
Anlatmaya bağlı edebî metinlerdeki olay
örgülerini gerçekleştiren varlıklara kişi denir.
DOĞRU
4.
YANLIŞ
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde bulunan olay örgülerinin, günlük hayatta yaşanmış ya da yaşanabilir olaylara dayanması gerekir.
DOĞRU
3.
6.
ESEN YAYINLARI
1.
YANLIŞ
Masallarda genellikle uzun betimlemelere,
psikolojik çözümlemelere yer verilir.
DOĞRU
YANLIŞ
10. Romanda genellikle uzun ve karmaşık
olay örgülerine yer verilmez; çoğunlukla
tek bir olay ya da durum üzerinde durulur.
DOĞRU
YANLIŞ
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
BOŞLUK DOLDURMA
Anlatmaya bağlı edebî metinler incelenirken öncelikle dönemin ..............................
ile metin arasında nasıl bir ilişki olduğuna
bakılır.
6.
Edebiyatımızdaki ilk yerli roman, ...............
.................. tarafından yazılan “Taaşşuk-ı
Talat ve Fitnat”tır.
2.
.......................................... anlatıcının bakış açısıyla oluşturulan metinlerde anlatıcı, kahramanların psikolojik durumlarını, niyetlerini, birbirleriyle mücadelelerini,
yaptıkları ve yapacakları her şeyi bilir.
7.
Kişi kadrosu insan ve hayvanların yanı sıra cadı, cin, dev, peri vb. varlıklardan oluşan, olay örgüsü bu varlıkların gerçekleştirdikleri olağanüstülükler üzerine kurulan
anonim halk öykülerine .................. denir.
3.
........................ tarafından MÖ 7 ya da 8.
yüzyılda oluşturulduğu tahmin edilen İlyada ve Odise, destan söyleme ve yazma
geleneğinin en önemli metinleri arasında
kabul edilmektedir.
8.
......................................... öyküsü yazma
geleneğinin kurucusunun Çehov; Türk
edebiyatındaki en önemli temsilcilerinin
ise Memduh Şevket Esendal ve Sait Faik
Abasıyanık olduğu kabul edilmektedir.
4.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerin yapısının oluşmasında görev alan dört unsur
vardır. Bunlar şunlardır: ...........................
.........................................
9.
Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Arzu ile
Kanber, Ercişli Emrah ile Selvihan; aşk
temalı ............................................... en
önemlileridir.
5.
Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri, bu gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan olay,
sorun ve durumları, robotları, dünya dışı
varlıkları, bu varlıklarla girişilen mücadeleleri konu edinen romanlara ...................
..................... romanı denir.
10. Metin kişisi bağlamında ..........................;
zamanın, çevrenin ve içinden çıktığı toplumun izlerini taşır ya da onların birleşimi olarak hayat bulur. Başkalarına benzemekten çok, başkalarından farklılıklarıyla, kendine özgü değer ve nitelikleriyle
belirginlik kazanır.
320
ESEN YAYINLARI
1.
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
EŞLEŞTİRME – 1
1
Şehnâme
A
Fin
2
Ramayana
B
İran
3
Kalevala
C
Yunan
4
Nibelungen
Ç
Türk
5
Oğuz Kağan
D
Alman
6
İlyada
E
Hint
323
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
TEST – 1
1.
İnsanoğlu çağlar boyunca kendisini ve doğayı ya
anlatarak ya göstererek ya da coşku ile dile getirerek ifade etmiş, bu ifade edişte de edebî metinleri kullanmıştır.
3.
Aşağıdakilerden hangisi insanoğlunun kendisini ve doğayı “anlatarak” ifade etmesine
bağlı olarak ortaya çıkmış bir edebî türdür?
A) Şiir
B) Tiyatro
D) Öykü
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde bir bilgi yanlışı vardır?
Bir Ay Toldı atlıg er erdi tetig
Eşitti bu çavıg itindi itig
(Ay Toldı adlı zeki bir er vardı,
Duydu bu ünü, gitmeye hazırlandı.)
Yiğit erdi oğlan kılınçı amul
Ukuşfug biliglig hem öglüg köngül
A) I.
B) II.
C) III.
D) IV.
E) V.
ESEN YAYINLARI
2.
C) Deneme
E) Makale
(I) Âşık olarak da bilinen hikâye anlatıcılarının halka açık yerlerde anlattıkları kahramanlık ve aşk temalı anonim hikâyelere halk
hikâyesi, bu hikâyeleri anlatma geleneğine de
halk hikâyeciliği denir. (II) Kıraathane, köy odası, kahvehane gibi halka açık yerlerde çoğunlukla gün battıktan sonra belli saatlerde anlatılan bu hikâyelerin tamamına yakını birkaç bölümden oluşmuştur. (III) Halk hikâyelerinde olay
örgüleri çoğunlukla aşk ve kahramanlık temaları etrafında şekillenen bir çatışma üzerine kurulmuştur. (IV) Bu çatışmada kişiler genellikle dostdüşman, sevgililer-arabozucular vb. olarak yer
almıştır. (V) Bu bağlamda halk hikâyesindeki kişilerin karakter niteliği taşıdığı söylenebilir.
(Yiğit bir genç idi, sakin tabiatlı,
Akıllı, bilgili, zeki, iyi gönüllü.)
Yüzi körklüg erdi körüp köz kamar
Sözi yumşak erdi tili tüz tamar
(Yüzü güzeldi, kamaşır gören göz;
Dili doğruydu, fakat yumuşaktı söz.)
Kamug türlüg erdem tökel öğrenip
Yorır erdi erdem eligke alıp
(Her türlü erdemi tamam öğrenip
Yürürdü erdemi eline alıp.)
“Kutadgu Bilig”den alınan yukarıdaki metin
parçasıyla ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Mısra sonlarında kafiye kullanılmıştır.
B) Beyitlerle oluşturulmuştur.
4.
İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Dönemi’nde oluşan destanlarımız, oluş ve yayılma aşamalarından geçmiş, derlenme aşamasından geçmemiştir. Bu metinlerin tamamına yakını, Çin, İran ya da
Moğol kaynaklarında yer almış, yani başka dillerde
kaleme alınmıştır. Uygurca yazılan ---- Destanı’nı,
hem Uygur Türkçesiyle yazılması hem de destan
türünün dünyadaki diğer örnekleriyle birçok açıdan
benzerlik göstermesi bakımından diğer destanlarımızdan ayrı tutmak gerekir.
C) Mesnevi nazım şekliyle kaleme alınmıştır.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
D) Belli bir şiir ölçüsüyle oluşturulmuştur.
A) Al Er Tunga
B) Oğuz Kağan
E) Olay örgüsünde olağanüstülüklere yer verilmiştir.
C) Türeyiş
D) Şu
324
E) Göç
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
5.
Edebiyatımızdaki ilk tarihî roman, Namık
Kemal’in 1880’de yazdığı ----, ilk köy romanı Nabizade Nazım’ın 1890’da yazdığı ----.
8.
Bu cümlede boş bırakılan yerlere aşağıdakilerin hangisinde verilenler sırasıyla getirilmelidir?
Olay örgüsü olağanüstülükler üzerine kurulan,
çoğunlukla anonim nitelik taşıyan, kahramanlarından bazılarının hayvanlar ya da cin, peri, dev,
ejderha gibi olağanüstü varlıklar olduğu edebî
metinlerdir. Bu tür metinlerin başlangıç bölümlerinde çoğunlukla tekerlemelere yer verilir.
Bu parçada özellikleri verilen metin türü aşağıdakilerden hangisidir?
A) Araba Sevdası – Sergüzeşt’tir
B) İntibah – Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’tır
C) Cezmi – Karabibik’tir
D) Felâtun Beyle Râkım Efendi – Eylül’dür
A) Masal
B) Manzum hikâye
C) Destan
D) Halk hikâyesi
E) Roman
E) Eylül – Mai ve Siyah’tır
Zamanın, çevrenin ve içinden çıktığı toplumun
izlerini taşır ya da onların karışımıyla hayat bulur. Başkalarına benzemekten çok, başkalarından farklılıklarıyla, kendine özgü değer ve nitelikleriyle belirginlik kazanır. Olay örgüsündeki
gelişmelere bağlı olarak duygu, davranış, bilgi,
anlayış ve tepkilerinde değişiklikler olur.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde yukarıdaki
nitelikleriyle var olan kişilere metin incelemesinde ne ad verilir?
A) Karakter
B) Kahraman
C) Tip
D) Asli kişi
9.
ESEN YAYINLARI
6.
Belli bir zaman ve mekânda belli kişilerce yaşanan kurmaca olayların düz yazıyla anlatılması sonucunda oluşan kısa edebî metinlere günümüz edebiyatında öykü (hikâye) denmektedir. Öykücülük geleneğinin kurucusu,
“Decameron”un yazarı ----.
Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?
A) Maupassant’dır
B) Boccaccio’dur
C) Çehov’dur
D) Cervantes’dir
E) Gogol’dür
E) Yardımcı kişi
7.
Aşağıdakilerin hangisinde yapma destanlar
bir arada verilmiştir?
A) Nibelungen – Odise – Şehnâme
B) Kalevala – Oğuz Kağan – Ramayana
C) Kurtarılmış Kudüs – İlahi Komedya – Çılgın
Orlando
10. Aşağıdaki destanlardan hangisi Saka Türklerine aittir?
A) Göç
B) Türeyiş
C) Yaratılış
D) Çılgın Orlando – Odise – Kurtarılmış Kudüs
D) Alp Er Tunga
E) Ramayana – Oğuz Kağan – Nibelungen
E) Ergenekon
325
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
BULMACA – 1
Birden çok kelimeden oluşan cevaplarda kelimeler arasında boşluk bırakmayınız. Kelimelerin doğru
yazılışlarında kullanılan noktalama işaretini (^ ’ -) bulmacayı doldururken kullanmayınız.
1
4
5
2
20
3
6
8
9
10
7
11
12
13
14
16
15
17
18
19
21
leştirdikleri olağanüstülükler üzerine kurulan, anlatımına tekerlemelerle başlanan bir metin türü
1.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde olay örgüsünün
gerçekleştiği yer
2.
Müslüman Kırgızlarla putperest Kalmuklar arasındaki mücadelelerin anlatıldığı Kırgız destanı
12.
İslam Uygarlığı Çevresinde Gelişen Türk Edebiyatı
Dönemi’nde oluşturulan ilk eser
3.
Yazıya aktarılması bakımından dünyanın bilinen en
eski destanı
13.
Romancılık geleneğinin kurucusu olarak bilinen İspanyol yazar
4.
Fuzûlî’nin yazdığı aşk temalı bir mesnevi
14.
Bir masal kahramanı
5.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde birbirine bağlı
olarak gelişen olaylar
15.
Türkçeye çevrilen ilk roman
16.
Durum öyküsü yazma geleneğinin kurucusu kabul
edilen Rus yazar
6.
Almanların millî destanı
7.
Sergüzeşt isimli romanın yazarı
17.
Bir Hint destanı
8.
Öykü, roman gibi yazılı gelenek içinde oluşturulan
anlatmaya bağlı edebî metinlerde olay örgüsünü,
kişileri, mekânları vb.ni yazarın belirlediği bakış açısının elverdiği genişliğe göre görüp okuyucuya anlatan hayalî kişi
18.
Türklerin, bir katliamdan sağ kurtulan bir bebekle
onu büyüten dişi bir kurttan türediklerinin anlatıldığı
Köktürk Dönemi destanı
19.
Belli bir şiir ölçüsüne ve kafiye düzenine bağlı kalınarak yazılan kısa hikâye
9.
Namık Kemal’in 1876’da yazdığı roman
20.
10.
Dünyada öykü türünde yayımlanmış ilk eser
Emin Nihat Efendi’nin, ülkemizde yayımlanmış ilk
öykü kitabı kabul edilen eseri
11.
Kişileri insanlar, hayvanlar, cadı, cin, dev, peri vb.
varlıklardan oluşan, olay örgüsü bunların gerçek-
21.
Recaizade Mahmut Ekrem’in bir eseri
336
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
3.
GÖSTERMEYE BAĞLI EDEBÎ METİNLERİ
(TİYATRO METİNLERİNİ) TANIMA VE İNCELEME
Anlatma ve gösterme; yaşanan, tanık olunan, öğrenilen ya da hayal edilen olay ve durumların başkalarına
bildirilmesi için kullanılan yöntemlerdendir. Anlatma, en basit hâliyle kişinin “Önce şöyle oldu, o şunu söyledi, ardından diğeri de şunları söyledi, sonra da şunlar şunlar oldu...” vb. cümleler kurması; gösterme ise kendisini olayları gerçekleştirenlerin yerine koyarak olayları canlandırmasıdır. Bu yöntemlerin edebiyatta kullanılması sonucunda anlatmaya bağlı edebî metinlerle göstermeye bağlı edebî metinler oluşmuştur.
Tiyatro metinleri, göstermeye bağlı edebî metinler başlığı altında ele alınır. Aslında tiyatro, kendine özgü kuralları olan bir sahne sanatıdır. “İnsan yaşayışının sahnede canlandırılması sanatı” olarak tanımlanabilecek tiyatroyla edebiyat arasında ilişki kurulmasının nedeni, tiyatro metinlerinin edebî metin niteliği taşımasıdır.
Tiyatro metinleri -oyuncuların yapacakları hareketlerin (mizansenlerin); dekor, kostüm, efekt vb.nin açıklandığı bölümler dışta tutulduğunda- tümüyle diyaloglardan, yer yer de
monologlardan oluşur. Diyalog, en az iki kişinin karşılıklı konuşması; monolog ise bir kişinin kendi kendine veya karşısında biri varmış gibi konuşmasıdır. Tiyatro metinlerdeki diyalog ve monologların, kahramanların siyasi, ekonomik, kültürel, psikolojik özellikleri, yaşları ve konumlarıyla uyumlu olması gerekir. Yazarın bu uyuma
dikkat etmemesi, metnin etkileyiciliğinin azalmasına neden olabilir.
Tiyatro metinlerindeki olay örgüsüne dramatik örgü denir. Dramatik örgü ve diyaloglar, anlatmaya bağlı edebî metinlerden (roman,
öykü vb.) farklı olarak tiyatroda belli bir anlatıcı tarafından anlatılmaz.
Yazar, metninde oluşturduğu kurmaca dünyayı ve bu dünyada gerçekleştiği düşünülen bütün olayları, bir anlatıcının aracılığına başvurmadan doğrudan kahramanlarını konuşturarak ve onların beden dillerini kullanarak ifade eder.
Tiyatroda okuyucunun yerini izleyici alır. İzleyici, oyunun içeriğine göre güler, üzülür, korkar, acır, ağlar... Tepkisini anında göstererek oyunun bir parçası olur.
Tiyatro metinleri okunmak için değil; oynanmak ve izlenmek için
yazılmış metinlerdir. Bir tiyatro metni, ancak dramatik örgünün oyuncular tarafından canlandırılması, metinde dile getirilenlerin sahnede
gösterilmesi, kısaca o oyunun oynanmasıyla var olur. Oynanmayan
bir tiyatro eserinin gerçek anlamda var olduğundan söz etmek güçtür. Bu bağlamda tiyatronun bir ekip sanatı olduğu söylenebilir. Bu
ekipte yazar, yönetmen, oyuncular, dekor tasarımcı, giysi tasarımcı,
ışık tasarımcı, sahne amiri, suflöz, suflör gibi pek çok kişi görev alır.
Tiyatro metinleri yazılı olarak da sözlü olarak da oluşturulmuş
olabilir. Söz gelimi geleneksel Türk tiyatrosunda (Karagöz, orta oyunu, meddahlık, köy seyirlik oyunları) dramatik örgüler ve diyaloglar
sözlü gelenek içinde oluşturulmuştur. Yani bu oyunlar yazılı metinlere bağlı kalınarak oynanmış değildir. Benzer bir durum, günümüz doğaçlama tiyatroları için de söz konusudur.
Göstermeye bağlı edebî metinlerin incelenmesinde anlatmaya
bağlı edebî metinlerin incelenmesinde kullanılan yönteme benzer bir yöntem kullanılır.
340
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
TİYATRO TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ
adapte: Yabancı dilde yazılmış bir eseri yer adları, şahıs adları, deyimleri, gelenek ve görenekleriyle yerli hayata uygulayarak çevirme; uyarlama.
aksesuar: Tiyatro sahnesinde kullanılan eşya.
aksiyon: 1. Bir oyuncunun sahnedeki hareketi. 2. Oyunun
temasını geliştiren başlıca olay, hikâye, gelişim.
aktör: Erkek tiyatro sanatçısı.
aktrist: Kadın tiyatro sanatçısı.
akustik: Tiyatro, konser salonu ve benzeri kapalı yerlerin,
sesleri bozmadan yansıtabilme özelliği.
antik tiyatro: Eski Yunan - Lâtin tiyatrosu.
dekor: Tiyatroda, sahneyi eserin konusuna göre döşeyip hazırlamada kullanılan perde, aksesuar vb. ögelerin bütünü.
diksiyon: Tiyatroda vurgu ve konuşmaların duru, açık ve çıkaklara uygun yapılması.
dramatize etmek: 1. Bir edebî eseri radyo, televizyon ya da
sahne oyunu biçimine getirmek. 2. Bir olay, duygu ya da düşünceyi, canlandırarak anlatmak.
entrik unsur, entrika: Roman, hikâye ve tiyatro türlerinde,
olayların okuyucuda ya da seyircide merak uyandıracak şekilde birbirine karışması.
epizot: 1. Yunan trajedisindeki diyaloglu bölümlerden her biri. 2. Modern tiyatroda “perde”.
fars (farce): Komedinin, sanat yönü az, kaba bir türü. Çok
eskiden tiyatrolarda perde arası gösterisiydi, sonra bağımsız oldu.
fasıl: Bölüm. Tiyatroda perde karşılığı kullanılmıştır. Karagöz oyununda dramatik örgünün gerçekleştiği bölüm.
feeri: Masalların tiyatro sahnesinde dramatize edilmesinden doğma, cin ve peri gibi karakterlerin de yer bulduğu tiyatro türü.
gölge oyunu: Geriden ışıkla aydınlatılmış bir perde arkasında hareket ettirilen resimlerin gölgelerinden yararlanılarak oynatılan oyun.
jest: Tiyatro sahnesinde, sanatçıların rolleri gereği yaptıkları el, kol, ayak ve benzeri beden hareketleri.
kabare tiyatrosu: Daha çok güncel konuları iğneleyici, taşlayıcı biçimde ele alan, skeçlerin oynandığı, monologların,
şarkıların ve şiirlerin söylendiği küçük tiyatro.
kostüm: Tiyatroda sanatçıların oyuna uygun olarak giydikleri kıyafet.
kulis: Tiyatroda, sahnenin arkasında bulunan kısım; sahne arkası.
mimik: Bir duygu veya düşüncenin kaş, göz, ağız, yüz hareketleriyle anlatılması.
mizansen: Bir tiyatro eserinin sahneye konması, sahneye
göre düzenlenip uygulanması.
pandomim: Sessiz hareketler, jestler, yüz ifadeleri ve kostümler yoluyla duyguları, düşünceleri, tutkuları anlatmaya
yarayan tiyatro çeşidi.
perde: Tiyatro eserinde bir perdenin açılmasından kapanmasına kadar geçen bölüm.
piyes: Tiyatro eseri.
repertuar: Bir tiyatronun oyun planınca saptanmış ve her
zaman oynayabileceği oyunlar demeti; oyun dağarcığı.
replik: Sahne oyunlarında konuşanların birbirlerine söyledikleri sözlerden her biri.
rol: Opera, operet, tiyatro ve benzeri sahne sanatlarında,
oyuncuların, eser kişilerini sahnede canlandırmaları.
sahne: 1. Oyunun oynandığı, genellikle yerden belirli bir ölçüde yüksek olan bölüm. 2. Bir perdenin dekor bakımından
değişik olan küçük kısımları.
skeç: İşlediği konuyu genişletmeden en canlı çizgiler içinde
veren, genellikle güncel olaylara ve aile sorunlarına değinen
ve bir nükte ile biten kısa güldürü.
suflör: Oyunculara, rollerinde unuttukları sözleri izleyicilere
duyurmadan söyleyip hatırlatan erkek.
tablo: Tiyatro eserlerinde, perdeden daha küçük bölümlerin
her biri. Bir perde çeşitli tablolara bölünmüş olabilir.
temaşa: Tiyatro, oyun, temsil, piyes.
temsil: Bir tiyatro eserinin oynanması.
tirat: Sahnede kişilerin birbirlerine karşı söyledikleri uzun
sözler.
trajik: Korku, sıkıntı, şiddetli heyecan veren veya korkunç,
kötü, sonu ölümle sonuçlanan.
trajikomik: Hem acı, hem gülünç olayların anlatıldığı tiyatro. Olaylar gülünç, ama kahramanlar acınacak halde verilir.
tuluat: Ortaoyununda olduğu gibi, önceden yazılmış bir metne dayanmadan, sahnede akla gelen sözlerle oynanan halk
tiyatrosu türü.
üç birlik kuralı: Eski Yunan tiyatrolarında uyulması gerekli
üç temel kural. Bu kurallar şunlardır: 1. Zaman birliği (Olayın en çok 24 saat içinde geçmesi), 2. Yer birliği (Olayın aynı yerde geçmesi), 3. Olay birliği (Eserin bir tek ana olay
çevresinde gelişmesi).
vodvil: Birbirine gevşek biçimde bağlı bölümlerden kurulu,
taşlamalara dayanan, ezgili oyun.
341
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
A.
GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU
Geleneksel Türk tiyatrosu dört başlıkta incelenir: Karagöz, orta oyunu, meddahlık, köy seyirlik oyunları.
1.
KARAGÖZ
Geriden ışıkla aydınlatılmış bir perde arkasında hareket ettirilen resimlerin gölgelerinden yararlanılarak oynatılan
oyuna gölge oyunu denir. Birçok milletin kendine özgü gölge
oyunları vardır. Türk milletinin gölge oyunu olan Karagöz, aslında birçok yeteneğe sahip bir sanatçının çoğunlukla tek başına gerçekleştirdiği sanatsal bir gösterimdir. Bu gösterimi yapan
kişiye hayalî ya da hayalbâz denir. Hayâlbazın en önemli yardımcısı perde gazeli, şarkı, türkü okuyan, tef çalan yardaktır.
Karagöz, kesintisiz biçimde oynanan dört bölümden oluşur: Mukaddime (giriş), muhavere (söyleşme), fasıl, bitiş.
Doğrudan yazılı bir metne bağlı kalmanın söz konusu olmadığı Karagöz oyununda kişiler, birer karakter değil, tiptir.
Bu tiplerin en önemlileri Karagöz ile Hacivat’tır. Bu oyundaki diğer tipler şunlardır: Çelebi, Zenne, Beberuhi, Tuzsuz Deli Bekir, Himmet.
Karagöz: Okumamış halk adamı tipidir. Hacivat’ın kullandığı yabancı kelimeleri ya hiç anlamaz ya da yanlış anlar. Bu
yanlış anlamalar, oyunda gülünç durumların oluşmasını sağHacivat
Karagöz
lar. Karagöz, dobra, zaman zaman da patavatsız olmasından
ötürü sürekli zor durumlarla karşılaşır. Buna rağmen bir yolunu bulup işin içinden sıyrılır. Çoğu zaman işsizdir, Hacivat’ın bulduğu işlere girip çalışır.
Hacivat: Hacivat biraz öğrenim görmüş, gösteriş meraklısı,
kendini beğenmiş yarı aydın tipidir. Arapça ve Farsça kelimeleri
sıkça kullanır. Perdeye gelen hemen herkesi tanır, onların işlerine
aracılık eder. Alın teriyle çalışıp kazanmaktan çok Karagöz’ü çalıştırarak onun sırtından geçinmeye bakar.
Çelebi: Türkçeyi İstanbul ağzıyla kusursuz bir şekilde konuşur. Bazı oyunlarda zengin bir bey, bazı oyunlarda bir mirasyedi,
bazı oyunlarda ise zevk düşkünü bir çapkındır.
Zenne: Karagöz oyunundaki bütün kadınlara genel olarak
zenne denmiştir.
Beberuhi: “Yaşı büyük aklı küçük” deyimiyle nitelendirilebilecek bir tiptir.
Tuzsuz Deli Bekir: Bir elinde içki şişesi, bir elinde tabanca
ya da kama vardır. Olayların karmaşıklaştığı anda gelip kaba kuvvetle olayı çözer.
Çelebi
342
Himmet: Sırtında baltası olan kaba saba bir tiptir.
Beberuhi
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
ÖRNEK METİN
– KARAGÖZ –
Hacivat — Hay köftehor hay! Hani “Mektep gördüm, mektebe başladım.” dedin. Mektep gören böyle
mi olur?
Karagöz — Ayol, ben mektebe başladım; ama mektep yapılırken rençperlikle başladım çok çalıştım, ırgat başı olmak kısmet olmadı.
Hacivat
— Ya! “Mürekkep yaladım.” dedin?
Hacivat — “Mantık bilirim.” diyorsun; mantık neden
bahseder, nasıl şeydir bakalım?
Karagöz — Efendim, mantı, mide fesadından bahseder. Yufkayı bol yağda kızartırsın, üzerine kıyma,
üstüne de yoğurdu dökersin, geçersin başına; senin
elini bağlamalı, benim dahi ayağımı; sahana kaşığı
çal ha çal!
Karagöz — Yaladım ama, bizim oğlanın hokkası
odaya döküldü, hatunun korkusundan tahta temizlensin diye yerden mürekkebi yaladım.
Hacivat
Fârisi?
Hacivat
Hacivat
— “Elif yuttum.” dedin?
— Sahanı başına geçsin! Fârisîden Tâlim-i
Karagöz — Bizim komşudur nalıncının karısı.
— Tuhfe-i Vehbi?
Karagöz — Pis boğazlık; çakal eriği imiş, acele ile
yuttum, çekirdeği gırtlağımda kaldı, az daha boğuluyordum.
Hacivat
Attâr?
Hacivat
Karagöz — Orada onunla konuştuk.
— Hani canım “Kâğıt karaladım.” dedin?
Karagöz — Geçen kış odanın penceresinin camı kırıldı, biz de kâğıt yapıştırdık; bizim oğlan ona musallat olmuş, onunla oynuyor; ben de kızdım, paraladım.
Karagöz — O ahbabımdır, Turşucu Vehbi.
Hacivat
Hacivat — Sen adetâ terbiyesizlik ediyorsun.
“Fârisî gördüm.” dedin?
— Kiminle birader?
Karagöz — Pendik’teki aktarla.
Hacivat
...
— Karagöz, sen aklını mı bozdun? Pend-i
— Gülistan?
Karagöz — Bir kadının sırtında gördüm.
Hacivat
— Neyi Karagöz?
Karagöz — Onu komşunun bahçesinde gördüm,
sen de görsen ağzının suyu akar.
Karagöz — Güllü fistan.
Hacivat
Karagöz — Onu kovdum.
— Ne söylüyorsun, canım?
Hacivat
— Hafız Divanı?
Karagöz — Kayısı be, kayısı!
Hacivat
...
Karagöz — Hırsız Yuvan’ı.
Hacivat
— Hani “Binâ’ya çıktım” dedin?
Karagöz — Binaya rençperlik ettiğim tarihte omzumda çamur teknesiyle çıktım.
Hacivat
— Kimi?
Hacivat — Seni maymun seni! Seni cahil musibet!
“Hiçbir şey bilmem.” desen ne olur?
...
— Maksûd gördün mü?
Karagöz — Maksud’u görmedim, Hamparsum’la
görüştük.
...
bînâya çıkmak: Dil bilgisinde fiil konusuna geçmek, fiilleri çatı bakımından incelemeye başlamak.
Gülistan: İranlı şair Sadi’nin eseri.
Hafız: İranlı bir şair.
Maksûd: Arapça dil bilgisi kitabı.
Pend-i Attar: İranlı Feridüttin Attar’ın eseri.
talim-i Farisî: Farsça dersleri.
Tuhfe-i Vehbî: Sümbülzade Vehbi’nin hazırladığı Farsça - Türkçe sözlük.
343
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
2.
ORTA OYUNU
Orta oyunu “Karagöz’ün gerçek oyuncular aracılığıyla canlandırılmış şekli” olarak tanımlanabilir.
Orta oyunu, etrafı çepeçevre seyircilerce kuşatılmış yuvarlak bir açık alanda oynanır. Orta oyununun icra edildiği yere yani modern tiyatrodaki karşılığıyla “sahne”ye, orta oyununda meydan denir.
Doğrudan yazılı bir metne bağlı kalmanın söz konusu olmadığı orta oyununda kişiler, birer karakter değil,
tiptir. Bu tiplerin en önemlileri Kavuklu ile Pişekâr’dır. Pişekâr, Karagöz oyunundaki Hacivat’ın, Kavuklu ise
Karagöz’ün benzeridir.
Orta oyunundaki dramatik örgü, güldürü amacı üzerine kurulmuştur. Bu amacın gerçekleştirilmesi için taklit,
benzetme, yanlış anlama ya da anlamazlıktan gelme gibi unsurlardan yararlanılmıştır.
Orta oyunu dört bölümden oluşur: Öndeyiş (giriş), muhavere (söyleşme), fasıl, bitiş. Her ne kadar orta
oyunundaki dramatik örgü fasıl bölümünde yer alsa da gerek orta oyununun gerekse Karagöz’ün asıl ustalık gerektiren ve izleyicilerin de en çok dikkatini çeken bölümü muhaveredir.
Aşağıdaki parçada dramatik örgü, Pîşekâr’ın, kiralık ev ve iş bulma bahanesiyle Kavuklu’yu kandırmak
istemesi üzerine kurulmuştur.
Pîşekâr
— Şimdi ne işle meşgulsün?
Kavuklu — Yani, ne iş görüyorum?
Pîşekâr
— Öyle ya.
Kavuklu — Hiç tabiî. Okumam yok, yazmam yok;
başka bir marifetim de yok.
Pîşekâr — Eyvah! Desene, evde de rahatın yok.
Aman, Hamdi’ciğim, felâket üstüne felâket!
Kavuklu — O da doğru. Hatta bizim hatunla kavga
ettim de, çıktım sana geldim; “Belki bir iş bulur da geçimimi düzeltirim.” dedim.
Pîşekâr — Aman birader, bu aralık, ortalıkta o kadar kesatlık var ki, sorma. Ben bile geçinemiyorum.
Hele şimdilik biraz sabırlı ol da, bakalım belki bir iş çıkar.
Kavuklu — Dargın, dargın ama, İsmail, malûm ya,
kadınlar acayiptir; şimdi gırtlak gırtlağa gelirler, on
dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi konuşurlar.
Pîşekâr
— Ay! Sizin ev konuşur mu?
Kavuklu — Elbette. Dilsiz değil ya!
Pîşekâr — Amma da tuhaf! Evin konuştuğunu bu
yaşıma geldim, duymadımdı. Türkçe mi, Arapça mı,
Farisîce mi konuşur?
Kavuklu — Ne söylüyorsun, İsmail anlayamadım.
Pîşekâr — Canım, anlaşılmayacak ne var ki? Sizin
ev konuşuyor ya...
Kavuklu — Evet.
Pîşekâr — İşte ben de onu soruyorum: Ne lisanla
konuşur?
Kavuklu — İsmail, bu işsizlik yüzünden evle de bozuştuk.
Kavuklu — Biz evlendik evleneli, bildiğimiz Türkçeden başka bir lisanla konuşmadık.
Pîşekâr
Pîşekâr
— Ev kira değil miydi?
Kavuklu — Elbette kira.
Pîşekâr — Öyleyse ne üzülüyorsun? Bırak çık. O,
keder etsin.
Kavuklu — Ev mi keder etsin?
Pîşekâr — Peki öyle ya! Aranız bozulmadı mı? Bırak, yürüyüver.
Kavuklu — Evet bozuldu. Ben de bıraktım, yürüyüverdim.
Pîşekâr — Bir daha gitmezsin. O pişman olsun.
Hem canım, ev sana dargın değil mi?
344
— Demek, sade Türkçe konuşur, öyle mi?
Kavuklu — Evleneli on seneyi geçiyor, başka dil
kullandığını duymadım.
Pîşekâr
— Demek içinden konuşuyor.
Kavuklu — İçinden konuşur, ben yüzünden anlarım... İsmail, eğleniyor musun? Ulan, bir saattir, “Ne
olacak, sonu nereye varacak?” diye bekledim. Hâlâ
saçma sapan, içinden çıkılmaz boş lâkırdılardan başka bir şey yok. Haydi, sen şimdi bana ufak, şöyle benim barınacağım gibi, iki üç odalı bir evceğiz bul da
ötesini düşünürüz?
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
...
Pîşekâr
Pîşekâr — Efendim, işin en güzel tarafı akarı kokarı da yok. O güzel manzarası hiçbir sayfiyeye, hiçbir kışlığa benzemez. Aman efendim aman! Ne söylesem tamamen anlatmış olamam!
Kavuklu — Sana ne oluyor? Bir saattir methederek
bitiremediğin ev bu mu?
Pîşekâr — Elbette bu, efendim. Nasıl? Methettiğim
kadar yok mu?
Kavuklu — Bu gidişle biz ne evi ne de mahalleyi
bulacağız.
Kavuklu — Yoooo! Neme lâzım, bu kadar olur!
Ulan, bunun neresi ev?
Pîşekâr
Pîşekâr — Halt etmişsin sen. Saydıklarımın hangisi eksik?
— Neden efendim?
Kavuklu — İsmail, bunun nedeni medeni yok. Biz
yola çıkalı belki yarım saat oldu. Hâlâ eve gelemedik.
Pîşekâr — Efendim, neden acele ediyorsun? İşte,
geze geze geldik. Şuraya bak birader. Eğer şu binanın bir eşi daha varsa ne dersen de! İnsanın yiyeceği geliyor. Şöyle bir bakınca insanın ömrü artıyor vesselam!
Kavuklu — Müsaade edersen iki kelime de söylemek bana nasip olsun. İsmail, evde sen mi oturacaksın, ben mi?
3.
— Efendim, tabiî siz oturacaksınız.
Kavuklu — Saydıklarının bir tanesi yok ki, eksik olsun.
Pîşekâr
— Efendim, nesi var? Fena mı?
Kavuklu — Ben de onu söylüyorum. Hiçbir şey yok.
Pîşekâr — Gördün mü doğru sözü! Bak, efendim,
bir de içeriye girelim. Buyurun!
...
MEDDAHLIK
Taklit yaparak ve hikâye anlatarak halkı eğlendiren sanatçılara geleneksel Türk tiyatrosunda meddah denmiştir. Meddahların taklit yapmaları onları tiyatroculara, hikâye anlatmaları ise halk hikâyecilerine (âşıklara) yaklaştırmıştır.
Meddahlar taklit yeteneklerini çoğunlukla güldürme, hikâye anlatma yeteneklerini ise halkı bilgilendirme amacıyla kullanmış; geniş bilgi dağarcıkları sayesinde gösterilerinde Köroğlu, Battal Gazi, Hz. Hamza, Hz. Ali vb. kişilerin kahramanlık hikâyelerinden Hz. Hüseyin’in katledildiği Kerbela faciasına; İran mitolojisinden İstanbul’daki
günlük yaşam sahnelerine kadar pek çok ögeye yer vermişlerdir.
Meddahların sanatlarını sergiledikleri yerler olan kahvehanelerde ve benzeri mekânlarda basit de olsa herhangi bir sahne düzeni kullanılmamıştır.
Meddahlar, sanatlarını icra ederken iki nesneden yararlanmışlardır: Mendil ve sopa. Meddah, omzuna attığı ya da doladığı mendili, kadın taklidi yaptığında başörtüsü, yemek yiyen birini taklit ettiğinde sofra örtüsü olarak
kullanmıştır. Sopayı ise kapı çalma sesini veren bir efektte kullanabildiği gibi anlattığı olaylara bağlı olarak saz, süpürge, tüfek vb. olarak da kullanabilmiştir.
4.
KÖY SEYİRLİK OYUNLARI
Köylerde düğünleri şenlendirmek, baharın gelişini kutlamak, uzun kış gecelerinde hoşça vakit geçirmek vb.
amaçlarla köy odalarında veya köy meydanlarında oynanan, sahne ve dekor gerektirmeyen, köy yaşamının özelliklerine göre düzenlenen oyunlara köy seyirlik oyunları denir. Bu tür oyunlar, köylüler yani amatör oyuncular tarafından oynanır.
İnsanların güneşin doğması, yağmurun yağması, ekinlerin bereketli olması, hayvanların üremesi, baharın bir
an önce gelmesi için hep birlikte büyü törenleri yaptıkları zamanların izlerini taşıyan bu oyunlarda ak-kara çatışması önemli yer tutar. Tarıma dayalı eski toplumlarda ekim yapılmayan kış ayları yokluk; yaz ayları ise bereket ve
bolluk demekti. Kara, bu toplumlarda yokluk; beyaz ise bereket ve bolluğun simgesi olarak algılanmıştır.
345
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
B.
BATI TİYATROSU
Batı tiyatrosunun kökeni Antik Yunan tiyatrosuna, Antik Yunan tiyatrosunun kökeni ise şarap ve bağ bozumu tanrısı olduğuna inanılan Dionysos adına MÖ 6. yüzyılda düzenlenen şenliklere dayanır. Bu şenliklerde ilk
örnekleri verilmeye başlanan trajedi ve komedilerle 18. yüzyılda ortaya çıkan dram, modern tiyatronun temellerini oluşturan tiyatro türleridir.
1.
TRAJEDİ (TRAGEDYA)
Günlük hayattaki kullanımıyla kişinin gerçekçi bir çevrede
yaşadığı çelişkileri ve bu çelişkilerin neden olduğu kaçınılmaz acı sonları anlatan trajedi kelimesi, bir tiyatro terimi olarak
konusunu tarih ya da mitolojiden alan, acıklı bir sonu olan tiyatro türünü karşılar.
Klasik trajedinin özellikleri şöyle sıralanabilir:
1. İlk örnekleri MÖ 6. yüzyılda Antik Yunan’da verilmeye
başlanmıştır. Bu dönemdeki en önemli tragedya yazarları Aiskhylos, Sophokles, Euripides’tir. Eski Yunan ve
Roma sanatını örnek alarak eser üreten klasisizm akımı
sanatçıları 17. yüzyılda da tragedya yazmışlardır. Bu sanatçıların en önemlileri Corneille ve Racine’dir.
Aiskhylos
Sophokles
2. Dramatik örgü, genellikle yüceltilmiş sözlerle konuşan bir kahramanın iyi bir durumdan kötü bir duruma düşmesi üzerine kurulmuştur.
3. Temel amaç, tutkuların insanı felakete sürükleyebileceğinin izleyiciye gösterilmesidir: İzleyici iyi insanların tutkularına yenik düştüklerinde kötü bir sonla karşılaştıklarını sahnede görünce bundan etkilenip korku ve acı duyacak, kendi ruhunu tutkularından arındıracaktır.
4. Tragedyalar baştan sona ciddi bir hava içinde oynanmış; izleyicide ürperti, korku, acı uyandıracak olaylara sahnede yer verilmemiş; sahne dışında gerçekleştirilen bu olayların haberleri sahnede duyurulmuştur.
Euripides
5. Tragedyalar, diyalog ve koro bölümlerinden oluşmuştur. Kentin ihtiyarlarından ya da kadınlarından oluşan koro, diyalog bölümlerindeki kişilere (tanrı, tanrıça ve soylulara) uyarılarıyla yol göstermiş, iyilikleri övüp kötülükleri
yermiş, bu bağlamda halkın sağduyusunu temsil etmiştir.
6. Tragedyada konular tarih ve mitolojiden alınmış, erdem ve ahlâk gibi değerler yüceltilmiş, üç birlik kuralına
uyulmuştur.
7. Tragedyalar manzum olarak yazılmıştır.
346
Corneille
Racine
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Aşağıdaki parça Sophokles’in “Elektra” tragedyasından alınmıştır. Elektra, Agamemnon ile Klytaimestra‘nın
üç çocuğundan biridir. Klytaimestra, sevgilisi Aigithos’un yardımıyla kocası Agamemnon’u öldürüp sevgilisiyle evlenir. Aigithos, Agamemnon‘un yerine kral olur. Klytaimestra ve Aigithos, babasının intikamını almak isteyen Elektra’ya eziyet ederler. Elektra’nın tek umudu, erkek kardeşi Orestes’in bir gün gelip babasının öcünü almasıdır. Orastes büyüyünce Elektra ile buluşur ve babasının katillerini öldürür.
Koro
Ey talihsiz bir babanın evladı, Elektra!
Kurnaz ananın kurduğu tuzağa düşen Agamemnon’a
ne bitmez tükenmez gözyaşlarıyla ağlıyorsun.
Suçu işleyen de öyle ölsün
eğer böyle bir dua günah sayılmazsa.
Elektra
Ey soylu ailelerin kızları!
Acımı avutmak için buraya geldiniz;
biliyorum, anlıyorum, gözümden
bir şey kaçmıyor, ama vazgeçemiyorum,
zavallı babama ağlamaktan kendimi alamıyorum.
...
Koro
Fakat hiçbir zaman,
hepimizi bekleyen Hades bataklığından,
ne gözyaşları, ne de yalvarmalarla
babanı yukarıya alamayacaksın.
Oysa sen kendini bırakıyor,
çaresiz dertlere doğru gidiyorsun,
sonsuz iniltilerle perişan oluyorsun.
Dertlerinden böyle kurtulamazsın.
Acıdan haz mı duyuyorsun?
Elektra
Gâfil! Babamın acıklı ölümünü unutuyor musun?
...
Koro
Kızım! Ölümlüler arasında acı çeken bir sen değilsin.
...
Gençliğini acılardan uzak,
mutluluk içinde geçiren ve bir gün
Zeus’un yardımcı kılavuzluğuyla
bu toprağa ayak basacak olan soylu Orestes’i düşün.
Elektra
Onu sabırla bekliyorum;
zavallı ben, evlenmedim, ana olmadım,
her zaman gözlerim yaşlı dolaşıyorum,
bitmez tükenmez bir çile dolduruyorum.
Oysa o, iyiliklerimi ve benden aldığı haberleri unuttu;
bana gönderdiği haberlerin hangisi yalancı çıkmadı ki?
Hep özlem çeker, ama bir türlü gelmez.
Koro
Tut kendini, kızım, tut kendini! Büyük Zeus
hâlâ göktedir; her şeyi görür, her şeye egemendir.
Sana acı veren halini ona aç;
düşmanlarına aşırı öfkelenme, ama onları unutma.
Zaman iyileştirici bir tanrıdır.
Elektra
Hayatımın en büyük bölümü yas içinde geçti,
gücüm kuvvetim kalmadı.
Babadan, kardeşten yoksun, eriyip gidiyorum;
başımda sevdiğim hiçbir erkek yok.
Ben babamın evinde, aşağı görülen
bir göçmen kızı gibi hizmetçilik ediyorum;
onuruma yakışmayan bu kılıkla
boşalmış yemek sofralarının çevresinde dolaşıyorum.
...
Cinayet ortağı iki el,
babamı alçakça öldürdü;
o eller benim de hayatıma hainlik ettiler,
beni de mahvettiler,
Koro
Sözlerinde pek ileri gitme, dikkat et.
Felaketinin nereden geldiğini bilmiyor musun?
Kendini böylesine acıklı duruma düşüren sensin.
Yüreğin daraldıkça kendini tutmadın,
her zaman kavga çıkararak
acılarına acı kattın.
Güçlü olanlarla boy ölçüşmemeli.
Elektra
Kötülük beni kötülüğe zorladı;
biliyorum, öfkemin ne olduğunu biliyorum;
fakat felaketler içinde dahi
ömrüm oldukça,
çılgın gözyaşlarımı sona erdirmeyeceğim.
...
Koro
Ama ben senin iyiliğin için söylüyorum;
sadık bir ana gibi
felaketine başka felaketler doğurma.
Elektra
Talihsizliğimin ölçüsü var mı? Söyle
ölülelere aldırış etmemek doğru mu?
hangi insanlar arasında böyle bir âdet var?
...
Ölü, bütün varlığını kaybederek
toprak olur da unutulur, onu öldürenler de
işledikleri cinayetin cezasını çekmezlerse
utanç ve dindarlık, insanları bırakmış demektir.
(Türkçeye çeviren: Azra Erhat)
347
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
2.
KOMEDİ (KOMEDYA)
İnsanların ve olayların gülünç yanlarını sergileyen her tür tiyatro eserine komedi denir. İlk komediler de trajediler gibi MÖ 6. yüzyılda Antik Yunan’da yazılmış ve oynanmıştır.
Bu dönem komedyalarının ve bunların örnek alınmasıyla sonraki dönemlerde oluşturulan
klasik komedyaların özellikleri şöyle sıralanabilir:
1. Komedyada kişisel ve toplumsal bozuklukların yol açtığı gülünç durumlar sahnelenmiş, seyircinin güldürülürken düşündürülmesi ve doğru yola yönlendirilmesi amaçlanmıştır.
2. Komedyada konular, günlük yaşamdan; kişiler halktan seçilmiştir.
3. İzleyicinin korkmasına ve acı duymasına neden olabilecek her tür olay (vurma,
yaralama) sahnede gösterilebilmiştir.
Aristohanes
4. Antik Yunan ve Roma komedyaları diyalog ve koro bölümlerinden oluşmuş;
manzum olarak yazılan bu metinlerde üç birlik kuralına uyulmuştur.
5. Üslupta soyluluk aranmamış, metinde her türlü kaba söze yer verilebilmiştir.
6. Antik komedyanın en tanınmış yazarları, Aristophanes, Menandros ve
Plautus’tur. Klasisizm akımı sanatçılarından Moliere de 17. yüzyılda birçok komedya yazmıştır.
7. Klasik komedyalar konuları bakımından karakter komedyası, töre komedyası ve
entrika komedyası olmak üzere üç başlık altında incelenebilir.
a. Karakter komedyası: Kişilerin olumsuz, çarpık, gülünç taraflarının ön plana
çıkarıldığı komedyalara karakter komedyası denir. Moliere’in Cimri ve Tartuffe, Shakespeare’in Venedik Taciri, bu tür komedyalara örnek gösterilebilir.
Menandros
b. Töre komedyası: Toplumun, geleneklerin ve çeşitli toplumsal değerlerin gülünç, çarpık ve aksayan yönlerinin ele alındığı komedyalara töre komedyası denir. Aristophanes’in Eşek Arıları, Moliere’in Gülünç Kibarlar, Gogol’ün
Müfettiş, Şinasi’nin Şair Evlenmesi, bu tür komedyalara örnek gösterilebilir.
c. Entrika komedyası: Olayların, insanı şaşırtacak, kişide merak duygusu uyandıracak biçimde geliştiği komedya türüne entrika komedyası denir.
Moliere’in Scapin’in Dolapları, Shakespeare’in Yanlışlıklar Komedyası bu
türden yapıtlardır.
Moliere
ŞAİR EVLENMESİ
Müştak Bey, görüp âşık olduğu Kumru Hanım isimli genç kızla evlenmek ister. Eserin kaleme alındığı
1850’li yılların toplumsal ahlâk kuralları, gelinle damadın evlilik öncesinde birbirlerini sıkça görmelerine izin
vermediği için Müştak Bey ile Kumru Hanım düğün gecesine kadar birbirlerini göremeyeceklerdir. Nikâh işlerini yürütmekle görevlendirilen kadınla yenge hanım, bu durumu fırsat bilerek mahalle imamını da yanlarına
alıp Müştak Bey’in karşısına Kumru Hanım yerine, onun çirkin ve yaşlı ablasını gelin olarak çıkarırlar. Düğün
gecesi Müştak Bey, Kumru Hanım yerine bu çirkin ve yaşlı ablayla karşılaşınca çok şaşırır, durumu kabullenemez. İmamın ve mahallelinin çaba göstermesine karşın Müştak Bey onlara kanmaz. Bu arada damadın
uyanık ve tedbirli arkadaşı Hikmet Bey duruma el koyar: İmamın cebine gizlice para koyarak onu kendi taraflarına çeker ve sorunu çözer. Sonunda genç ve güzel Kumru Hanım’ı Müştak Bey’e vermek zorunda kalırlar.
348
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Şinasi’in yazdığı “Şair Evlenmesi”nden alınan aşağıda parçada imamın ve mahallelinin, Kumru Hanım’ın
yerine yaşlı ve çirkin ablasını gelin olarak vermek için çevirdikleri entrikalar ve imamın aldığı rüşvet karşısında tavrını değiştirmesi anlatılmaktadır.
Atak Köse
— (Arkasında küfe, bir elinde kürk,
bir elinde süpürge ile) İstemeyiz.
Atak Köse
nuz?
Hikmet Efendi
— (Atak Köse’nin arkasından yetişerek) Ne istemiyorsunuz?
Ebullâklâka
— Hayır, yan canibimde durma git diyorum; ta ki benden şüphelenmeyesiniz.
Atak Köse
— Ben ne bileyin, mahalleli istemeyiz
diyor, ben de öyle diyorum. Elbette onların böyle demelerinde hakkı vardır...
Atak Köse
nuz.
Hikmet Efendi
— Ay mahallelinin neden hakkı var?
Atak Köse
— Hakkı olduğunu pek yavuz bilürün,
amma, bak, doğrusu neden hakkı olduğunu bilmem...
Hikmet Efendi
yorsun?
— Öyle ise bilmediğin şeye ne karışı-
Atak Köse
— Vay, neye karışman? Ben de bu
mahallenin galbur üstüne gelenlerinden değil miyin?
Hikmet Efendi
— Sen kim oluyorsun?
Atak Köse
— Daha hâlâ sen benim kim olduğumu bilmiyo musun?
Hikmet Efendi
— Hayır.
Atak Köse
— Öyleyse, sen de bilmediğini neye
soruyorsun? Hay cahil hay... Şimdi tutup anlatacak mıyın ki ben dahi öteki mahallede kiracıyın ve bu mahallede süprüntücü başıyın diye?
Hikmet Efendi
— Hay şaşkın hay...
Atak Köse
— Senin de aklın olaydı, benim gibi
şaşkın olurdun. Haydi oradan süpürüver bakayın.
Ebullâklâka
— (Müştak Bey’i göstererek) Vay,
sen şunun gibi bir kabahatliye sahabet ediyorsun ha?
Rızâyı kabahat ayn-ı kabahattir. Sen de onun gibi cezaya müstehaksın.
Hikmet Efendi
— Aman efendim, ben kendi kabahatimi anladım ama onun kabahati n’oluyor anlayamadım.
Ebullâklâka
— Daha ne olsun? Kendisine nikâh
ettiğim kızı istemiyor da onun küçüğünü istiyor, bu ne
demektir?
Hikmet Efendi
— Efendim, gazaplanmayınız; (gizlice bir para kesesi göstererek) küçük kızı senden isteriz.
— Gizlice yan cebime ko mu diyorsu-
— Galiba parayı almışa benziyorsu-
Ebullâklâka
— Hâşâ sümme hâşâ. Eğer ben paraya elimi sürdümse ellerim kırılsın!
Hikmet Efendi
— Aman efendim, hakikat her ne ise
lâyıkıyla meydana çıkarın da, ona göre şanınıza düşeni
işleyin!
Ebullâklâka
— Böyle kibârâne yoluyla meramınızı ifade buyuruşunuzdan, gönlümdeki hiddet gitti de yerine merhamet geldi. (Mahalleliye) Yahu, mahalleli, ben
bu işte bir başka türlü hakkaniyet görmeye başladım, zira sonradan hatırıma bir şey geldi.
Mahalleli
— Nedir o?
Ebullâklâka
— Hani, nikâhını kıydığım büyük kızdır diye deminden ikrar etmiştim ya?
Mahalleli
— Öyle ya?
Ebullâklâka
— Fakat büyük kız demekten muradım, yaşta büyük değildir, boyda büyük demek manasınadır; zira büyük kız kırk yaşını geçmiş olduğu hâlde damat beyin dengi olamaz. İşte benim bildiğim bu kadardır.
Her bir zamanda ve her mekânda böyle doğrucasına şehadet ederim.
Batak Ese
— Siz buncılayın dil ile ikrar ettikten
geri, biz de kabl (kalb) ile tasdik ederiz.
Mahalleli
— Hay hay.
Ebullâklâka
— Yenge kadın! Boyda büyük, yani
yaşta küçük olan asıl gelin hanımı var getir; kendi elimle damat beye teslim edeyim. Bir daha yanlışlık olmasın!
(Hikmet Efendi’ye dönerek) Daha başka bir yanlış olmuş
şeyler varsa, söyleyin, onları dahi hasbice düzelteyim zira bu makule hayırlı hizmette bulunmayı kendime bir büyük iftihar bilirim.
— Efendi nedir o, rüşvet mi alıyorsu-
Batak Ese
— (Müştak Bey’e) Beyefendi, deminden size dediğim ilâfların hepiciği şaga içündü. Sizi gazavetiniz vaktinde güldürüp eğlendirmek isteyodum.
Ebullâklâka
— (Batak Ese’ye) Ben öyle şey mi
kabul ederim? İstemem, (gizlice Hikmet Efendi’ye) yan
cebime ko (Hikmet Efendi keseyi cebine koyar)
Atak Köse
— (Hikmet Efendi’ye) Efendim, tevbe
olsun ki bir daha mahallenin sürpüntüsünden başka bir
işine karışursam adam değilin.
Batak Ese
nuz?
349
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
3.
DRAM
Yüzyıllar boyunca trajedi ve komediden ibaret olan Batı tiyatrosuna 18. yüzyıldan itibaren dram türü eklenmiştir: Dram, klasisizm akımının kuralcılığına karşı gelişen romantizm akımıyla birlikte ortaya çıkmış bir tiyatro türüdür. Dram kelimesi, sonraki zamanlarda tragedya ve komedya dışındaki bütün tiyatro eserlerini, hatta
bütün bir tiyatro edebiyatını karşılar hâle gelmiştir.
Romantizm akımıyla şekillenen dram (romantik dram) türünün belli başlı özellikleri şunlardır:
1. Yaşamı, olayları, kişileri gerçek dünyada olduğu gibi,
gülünç ve üzücü, olumlu ve olumsuz yanlarıyla birlikte
verme amacı vardır.
Shakespeare
Goethe
Victor Hugo
Schiller
2. Konular günlük hayattan alınabileceği gibi tarihten de
alınabilir.
3. Kişiler yaşamın her alanından, halkın her kesiminden
seçilebilir.
4. Her millet kendi kimliğini yansıtan ögeleri kullanabilir.
5. Üzüntü ve korku verici olaylar sahnede gösterilebilir.
6. Nazım ya da nesir yoluyla yazılabilir.
7. Üç birlik kuralında yer alan zaman ve yer birliği kuralına uyma zorunluluğu yoktur.
8. Bu tiyatro türünün gelişmesine Shakespeare, Goethe, Schiller ve Victor Hugo’nun önemli katkıları olmuştur.
C.
MODERN BATI TİYATROSU
19. yüzyılın sonunda Norveç’te Ibsen, İsveç’te Strindberg, Rusya’da Çehov, önce realizm akımının etkisiyle
oyun yazmış; daha sonra simgecilik, izlenimcilik ve dışavurumculuk gibi modern akımların tiyatro alanındaki ilk örneklerini vermişlerdir. Aynı dönemde Almanya’da Gerhart Hauptmann ile Rusya’da Maksim Gorki, tiyatroda natüralizm (doğalcılık) akımının etkisiyle oyun yazmışlardır.
Stanislavski, tiyatroda son derece ayrıntılı ve planlı bir hazırlığa ve uzun prova süresine dayalı bir yönetim
anlayışı geliştirmiştir. Batı tiyatrosu bugün de genel olarak Stanislavski’nin sahne düzeni ve oyunculuk anlayışına
dayalı bir gerçekçiliği sürdürmekle birlikte, 20. yüzyılın ilk yarısında Batı tiyatrosunda dışavurumculuk, gelecekçilik
ve Bertolt Brecht’in epik tiyatrosu gibi gerçekçilik karşıtı akım ve anlayışlar da etkili olmuştur.
20. yüzyıl tiyatrosunda etkili olan bir başka eğilim de insanla dünya arasındaki uyumsuzluğu hem insanın hem
de dünyanın anlamının silindiği noktaya kadar götüren uyumsuzluk tiyatrosudur. Samuel Beckett’in sıkıntılı ve
hüzünlü kuklalara dönüşmüş insanların dünyasını anlatan tiyatrosu, Arthur Adamov ve Eugene Ionesco’nun daha fantastik
denemeleri, İngiltere’de Harold
Pinter’ın oyunları, bu akım içinde değerlendirilmektedir.
Stanislavski
350
Bertolt Brecht
Samuel Beckett
Eugene Ionesco
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
Ç.
MODERN TÜRK TİYATROSU
(BATI UYGARLIĞI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK TİYATROSU)
Modern Türk tiyatrosu, dünyadaki diğer Modern Dönem tiyatroları gibi büyük ölçüde Batı tiyatrosunun etkisinde şekillenmiş ve gelişmiştir. Bugün hem Türkiye’de hem de dünyada tiyatro ve drama denince akla gelen sahne sanatı; metin, sahne, dekor, bina, dramatik örgünün nitelikleri, eserin sahnelenmesi vb. bakımlardan Batı tiyatrosundan esinlenerek oluşturulmuş ya da Batı tiyatrosundan aynen alınmıştır.
Modern Türk tiyatrosunun ilk eserleri Tanzimat Dönemi’nde yazılmış, yayımlanmış ve oynanmıştır. İbrahim
Şinasi’nin “Tercüman-ı Ahval” gazetesinde 1859’da parça parça yayımlanan Şair Evlenmesi isimli eseri ilk yerli tiyatro denemesidir. Teodor Kasap, Direktör Ali Bey, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami, Recaizade Mahmut Ekrem, Ebuzziya Tevfik, Muallim Naci Tanzimat Dönemi’ndeki diğer oyun yazarlarıdır.
Bu dönemde Ahmet Vefik Paşa, gerek Moliere’den yaptığı çeviri ve uyarlamalar gerekse Bursa’da vali iken
yaptırdığı tiyatro binasıyla ülkemizde tiyatro sanatının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
Tanzimat Dönemi’nin en önemli tiyatro toplulukları Osmanlı Tiyatrosu, Asya Kumpanyası, Gedik Paşa Tiyatrosu ve Şark Tiyatrosu’dur. Güllü Agop’un yönetimindeki Osmanlı Tiyatrosu’nda 1870-1880 arasında Türkçe oyunlar oynanmıştır.
Anayasanın yürürlükten kaldırıldığı 1878 ile II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 arasında Türk tiyatrosunda önemli bir gelişme olmamış; 1908-1923 arasında ise halkın siyasal
coşkusuna denk düşen oyunlarla tiyatrolar adeta miting alanlarına dönmüştür. Oyunların
marşlarla başlayıp söylevlerle son bulduğu bu dönemde tiyatroya ilişkin bütün yapısal sorunlar devam etmiştir.
Günümüz İstanbul Şehir Tiyatrolarının temelini oluşturan Darülbedayi, 1914’te okul
olarak kurulmuş; 1920’de Darülbedayi tarafından sahnelenen bir oyunda rol alan Afife Jale, sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını olarak tarihe geçmiştir. Bu dönemde iki yazar, oyun yazarlığını başlı başına bir uğraş olarak benimsemiştir: Ahmet Nuri Sekizinci ve
Musahipzade Celal.
Ahmet Vefik Paşa
Batılı anlamda Türk tiyatrosunun kurucusunun Muhsin Ertuğrul (1892-1979) olduğu kabul edilmektedir. Muhsin Ertuğrul, yaşamı boyunca birçok tiyatro topluluğu kurmuş,
hayatının her döneminde tiyatroyla ilgili dersler vererek birçok oyuncu, yazar ve yönetmen yetiştirmiş, 1947’de kurulmakta olan Devlet Tiyatrosu’nu yönetmek için Ankara Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi’nin başına getirilmiş, çeşitli aralıklarla Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve İstanbul Şehir Tiyatroları Başrejisörlüğü görevini sürdürmüş, kısaca yaşamı boyunca Türk tiyatrosunun kurumsallaşmasına önemli katkılarda bulunmuştur.
Cumhuriyet’in ilanından günümüze dek Türk tiyatrosunda önemli gelişmeler yaşanmış, birçok kentte yeni ve modern tiyatro binaları yapılmış, Devlet ve Şehir Tiyatrolarının yanı sıra pek çok özel tiyatro kurulmuş, tiyatro sanatının en doğru biçimde öğretilmesi
için konservatuvarlarda tiyatro ve sahne sanatları bölümleri açılmıştır. Bu süreçte pek çok
oyuncu, yazar ve yönetmen yetişmiştir.
Cumhuriyet Dönemi oyun yazarlarının birkaçının isimleri şöyle sıralanabilir: Aka Gündüz, Faruk Nafiz Çamlıbel, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Kutsi Tecer, Cevat Fehmi Başkut, Aziz Nesin, Haldun Taner, Necip Fazıl Kısakürek, Tarık Buğra, Sabahattin Kudret Aksal, Recep Bilginer, Güngör Dilmen, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Sermet Çağan, Necati Cumalı, Oktay Arayıcı, Vasıf Öngören, Melih Cevdet Anday, Başar Sabuncu, Dinçer
Sümer, Turgut Özakman, Refik Erduran, Bilgesu Erenus, Tuncer Cücenoğlu, Murathan
Mungan, Ülkü Ayvaz, Ferhan Şensoy, Mehmet Baydur.
Afife Jale
Muhsin Ertugrul
351
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
10
Göstermeye Bağlı Edebî Metinler
BİLGİ - YORUM
Bir sahne sanatı olan tiyatro hangi niteliğiyle edebiyat incelemelerine konu olmaktadır?
6.
Köy seyirlik oyunları hakkında bilgi veriniz.
2.
Tiyatro sanatındaki başarı ya da başarısızlık sadece eseri yazan kişiyle mi ilgilidir, gerekçenizi de belirterek cevaplayınız.
7.
Şinasi, Ahmet Vefik Paşa ve Muhsin
Ertuğrul’un modern Türk tiyatroculuğundaki yerleri hakkında bilgi veriniz.
3.
Karagöz ve orta oyunundaki önemli tipleri
sıralayarak bu tiplerin belirgin özelliklerini
yazınız.
8.
Klasik tragedyalar ile komedyalar
arasındaki benzerlikleri maddeler halinde
yazınız.
4.
Orta oyunu ile Karagöz arasında hangi
açılardan benzerlik kurulabilir?
9.
Tragedya ile dramı karşılaştırarak bu
türler arasındaki benzer ve farklı yönleri
belirtiniz.
5.
Meddahlık geleneği hakkında bilgi veriniz.
10. Karagöz oyununun bölümleri nelerdir?
352
ESEN YAYINLARI
1.
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
DOĞRU – YANLIŞ
Tiyatro, kendine özgü kuralları olan bir
sahne sanatıdır.
DOĞRU
2.
DOĞRU
5.
YANLIŞ
Meddahlar, sanatlarını icra ederken iki
nesneden yararlanmışlardır: Mendil ve
sopa.
DOĞRU
7.
8.
YANLIŞ
YANLIŞ
Komedyada kişiler, belli bir kesimden
değil halkın her kesiminden seçilmiştir.
DOĞRU
9.
YANLIŞ
Tragedyada üç birlik kuralına uyulmuştur.
DOĞRU
YANLIŞ
Dramda yaşamı, olayları, kişileri gerçek
dünyada olduğu gibi, gülünç ve üzücü,
olumlu ve olumsuz yanlarıyla birlikte
verme amacı vardır.
Corneille ve Racine 17. yüzyıldaki önemli
komedya yazarlarıdır.
DOĞRU
YANLIŞ
Karagöz oyununda, doğrudan yazılı bir
metne bağlı kalınır.
DOĞRU
4.
YANLIŞ
Tiyatro metinleri okunmak için değil; oynanmak ve izlenmek için yazılmış metinlerdir.
DOĞRU
3.
6.
ESEN YAYINLARI
1.
YANLIŞ
Modern Türk tiyatrosu, dünyadaki diğer
Modern Dönem tiyatroları gibi büyük ölçüde Batı tiyatrosunun etkisinde şekillenmiş ve gelişmiştir.
DOĞRU
YANLIŞ
10. Shakespeare’in “Venedik Taciri” isimli
eseri, entrika komedyasına örnek gösterilebilir.
DOĞRU
YANLIŞ
353
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
BOŞLUK DOLDURMA
Tiyatro metinlerindeki olay örgüsüne .......
.......................... denir.
6.
Orta oyunu şu bölümlerden oluşur: .........
.................................................................
.................................................
2.
....................,
klasisizm
akımının
kuralcılığına karşı gelişen romantizm
akımıyla birlikte ortaya çıkmış bir tiyatro
türüdür.
7.
Konusunu tarih ya da mitolojiden alan,
acıklı bir sonu olan tiyatro türüne .............
.............................. denir.
3.
Karagöz oyunundaki bütün unsurları hazırlayan ve oyunu oynatan kişiye .............
denir.
8.
Klasisizm akımı sanatçılarından ..............
17. yüzyılda birçok komedya yazmıştır.
4.
Moliere’in “Cimri” ve “Tartuffe” isimli
eserleri, .......................... komedyasına
örnek gösterilebilir.
9.
Olayların, insanı şaşırtacak, kişide merak
duygusu uyandıracak biçimde geliştiği
komedya türüne ................... komedyası
denir.
5.
Karagöz oyunundaki kişilerden biri olan
..........................., biraz öğrenim görmüş,
gösteriş meraklısı, kendini beğenmiş yarı
aydın tipidir.
10. .................................., gerek Moliere’den
yaptığı çeviri ve uyarlamalar gerekse de
Bursa’da vali iken yaptırdığı tiyatro binasıyla ülkemizde tiyatro sanatının gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur.
356
ESEN YAYINLARI
1.
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
TEST – 1
1.
(I) Geleneksel Türk tiyatrosunun bir kolu olan
meddahlığın temelinde anlatma ve taklit etme
vardır. (II) Meddahlar, taklit yetenekleri, bilgi dağarcıkları ve hikâye anlatma yetenekleriyle seyircileri çevrelerinde tutmayı başarmış kişilerdir. (III) Meddahlıkta basit de olsa herhangi bir
sahne düzeni yoktur. (IV) Buna karşın geleneksel Türk tiyatrosundaki diğer türlerden farklı olarak meddahlıkta doğrudan yazılı metinlere bağlı kalma söz konusudur. (V) Meddahlar, sanatlarını icra ederken iki nesneden yararlanmışlardır:
Mendil ve sopa.
4.
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde bir bilgi yanlışı vardır?
Bu parçadaki numaralanmış cümlelerin hangisinde bir bilgi yanlışı vardır?
2.
I.
B) II.
C) III.
D) IV.
A) I.
Sıradan kişilere yer verilmemesi
II. Üç birlik kuralına uyulması
5.
III. Kişilerin her türlü davranışlarının sahnede
gösterilmesi
V. Konunun günlük hayattan alınması
C) III.
D) IV.
B) Pişekâr
D) Hayalî
Aşağıdakilerden hangisi Karagöz oyunundaki bölümlerden biri değildir?
B) Karagöz
A) Bitiş
D) Meddah
D) Fasıl
358
C) Muhavere
E) Mukaddime
C) Kavuklu
E) Çelebi
Kavuklu ile Pişekâr hangi tiyatro türünün
başlıca tipleridir?
A) Köy seyirlik oyunları
B) Hayalî
E) V.
E) V.
6.
3.
D) IV.
Biraz öğrenim görmüş, gösteriş meraklısı, kendini beğenmiş yarı aydın tipidir. Arapça ve Farsça kelimeleri sıkça kullanır. Perdeye gelen hemen herkesi tanır, onların işlerine aracılık eder.
Alın teriyle çalışıp kazanmaktan çok Karagöz’ü
çalıştırarak onun sırtından geçinmenin hesaplarını yapar.
A) Hacivat
Yukarıdakilerden hangisi tragedyanın ve komedyanın ortak özelliğidir?
B) II.
C) III.
Bu parçada tanıtılan tip, aşağıdakilerden
hangisidir?
IV. Kaba sözlere yer verilmemesi
A) I.
B) II.
E) V.
ESEN YAYINLARI
A) I.
(I) Yüzyıllar boyunca trajedi ve komediden ibaret
olan Batı tiyatrosuna 18. yüzyıldan itibaren dram
türü de eklenmiştir. (II) Dram, klasisizm akımının
kuralcılığına karşı gelişen romantizm akımıyla
birlikte ortaya çıkmıştır. (III) Dram kelimesi, sonraki zamanlarda tragedya ve komedya dışındaki bütün tiyatro eserlerini, hatta bütün bir tiyatro
edebiyatını karşılar hâle gelmiştir. (IV) Dramda,
tragedya ve komedyada olduğu gibi üç birlik kuralına uyulmuştur. (V) Fakat onlardan farklı olarak dram nesirle de yazılabilmiştir.
C) Kukla tiyatrosu
E) Orta oyunu
Olay Çevresinde Gelişen Edebî Metinler
BULMACA
Birden çok kelimeden oluşan cevaplarda kelimeler arasında boşluk bırakmayınız. Kelimelerin doğru
yazılışlarında kullanılan noktalama işaretini (^ ’ -) bulmacayı doldururken kullanmayınız.
1
3
2
5
4
7
6
8
9
11
10
12
14
13
17
15
16
18
19
20
1.
Bir oyunda rol alıp sahneye çıkan ilk Türk kadını
2.
Karagöz oyunundaki Hacivat’ın orta oyunundaki karşılığı
3.
Orta oyununun oynandığı yer
4.
Şinasi’nin yazdığı tiyatro eseri
5.
Orta oyununun son temsilcisi
6.
Tiyatro sahnesinin arkasında ve yanlarında
bulunan bölüm
7.
Modern Türk tiyatrosunun kurucu kabul edilen
tiyatro adamı
8.
9.
Osmanlı Dönemi’nde “oyun, temsil, piyes,
tiyatro”yu karşılamak için kullanılan kelime
Karagöz oyunundaki tiplerden biri
10. Gerek Moliere’den yaptığı çeviri ve uyarlamalar gerekse de Bursa’da vali iken yaptırdığı tiyatro binasıyla ülkemizde tiyatro sanatının
gelişmesine önemli katkılarda bulunan devlet
adamı ve yazar
11. Sophokles’in yazdığı bir tragedya
12. Konusunu tarih ya da mitolojiden alan, dramatik örgünün acıklı sonla bittiği tiyatro türü
13. Yaşamı, olayları, kişileri gerçek dünyada olduğu gibi, gülünç ve üzücü, olumlu ve olumsuz yanlarıyla birlikte verme amacı taşıyan tiyatro türü
14. Taklit yaparak ve hikâye anlatarak halkı eğlendiren geleneksel Türk tiyatrosu sanatçısı
15. Karagöz oyunundaki kadın tiplemesi
16. Karagöz oyunundaki bölümlerden biri
17. Moliere’in yazdığı bir karakter komedyası
18. Karagöz oyunundaki Karagöz tipinin orta oyunundaki karşılığı
19. İstanbul Şehir Tiyatrolarının temelini oluşturan kuruluş
20. Tiyatroda sahneyi eserin konusuna göre döşeyip hazırlamada kullanılan eşyanın toplu
adı
365
Öğretici Metinler
1.
ÖĞRETİCİ METİNLERİ TANIMA VE İNCELEME
Öğretici metinler; bilgi ve haber vermek, ikna etmek, kanıları değiştirmek, uyarmak, düşündürmek, yönlendirmek, tanıtmak vb. amaçlarla kaleme alınan metinlerdir.
Öğretici metinler, önceki ünitelerde ayrıntılarını verdiğimiz metin inceleme yöntemlerine benzer bir yöntemle
incelenir. Bu yöntem, şu basamaklardan oluşur:
A. Metin ve zihniyet
D. Metin ve gelenek
B. Yapı (Plan)
E. Anlam - yorum
C. Ana düşünce
F. Metin ve yazar
Ç. Dil ve anlatım
A.
METİN VE ZİHNİYET
Öğretici metinler incelenirken öncelikle metnin oluşturulduğu dönemin zihniyetinin metne nasıl yansıdığına,
dönemin zihniyetiyle metin arasında nasıl bir ilişki olduğuna bakılır. Tarihin belli bir döneminin toplumsal, siyasi,
idari, askerî, sivil, ekonomik vb. gerçekleri sonucunda söz konusu dönemde oluşan duygu, anlayış, zevk bütününe zihniyet denir. Bir dönemin zihniyeti, o dönemde oluşturulan öğretici metinleri çeşitli açılardan etkiler. Bu etki,
farklı dönemlerde oluşturulmuş öğretici metinlerin karşılaştırılması durumunda daha belirgin biçimde ortaya çıkar.
Bu bağlamda şöyle bir karşılaştırma yapılabilir:
Günümüzde öğretici metinler, düz yazıyla (nesirle) oluşturulmaktadır. Osmanlı toplumunda öğretici metinlerin oluşturulmasında hem nesirden hem de nazımdan yararlanılmıştır. Osmanlı Dönemi öğretici metinlerinde çoğunlukla dinî ve tasavvufî konular işlenmiştir. Günümüz öğretici metinlerine bu bağlamda bir sınır çizmek olanaksızdır. Günümüz öğretici metinlerinde, özellikle de gazete çevresinde gelişen metinlerle kişisel hayatı konu alan
metinlerde genel olarak halkın anlayabileceği bir dil kullanılmaktadır. Osmanlı Dönemi öğretici metinlerinden söz
ederken böyle genelleyici bir ifade kullanıp “Bu metinlerde genel olarak halkın anlayabileceği bir dil kullanılmıştır.”
demek çok da mümkün değildir. Osmanlı Dönemi öğretici metinleri bu metinlerde sanatlı ifadelerin kullanılma oranına bağlı olarak üç başlık altında incelenmektedir: Süslü nesir, sade nesir ve orta nesir.
Aşağıdaki metin parçası Veysî (1561-1627)nin, daha çok “Siyer-i Veysî” olarak bilinen “Dürretü’t-Tâc fîSâhibi’l-Mirâc” isimli eserinden alınmıştır. Süslü nesirle oluşturulan bu metnin teması, Hz. Muhammed’in hayatıdır. Oluşturulduğu zaman diliminin zihniyeti, sosyal ve kültürel hayatı bu niteliklere sahip bir metnin oluşturulmasını doğal ve gerekli görüyorken günümüzün hâkim zihniyeti, öğretici bir metnin bu kadar sanatlı ve ağır bir dille
oluşturulmasını doğal karşılamamaktadır.
Bu dâstân-ı dil-sitân beyânında makâm-ı râstda bu resme zemzeme-sâz olmuşlardır ki ol hurşîd-i cihângîr-i risâlet-i kübrâ sallallâhü aleyhi ve sellem, mevâsim-i sügûr-ı ezmân olan mevâsim-i hacda, cemâl-i nâzırfirîb-i hâtır-rübâsın eşrâf-ı kabâyil-i Arab’a arz iderdi ve anları çüngülistân-ı beriyye-i küfrden sünbül-zâr-ı
hadîka-i İslâm’a davet eyler idi.
370
Öğretici Metinler
B.
YAPI (PLAN)
Öğretici metinleri incelemenin ikinci aşamasında metnin yapısal özelliklerinin belirlenmesi vardır.
Öğretici metinlerin çoğu giriş, gelişme, sonuç bölümlerinden oluşan bir yapı üzerine kurulur. Bu bölümlerin özellikleri, metnin türüne ve yazarın üslubuna bağlı olarak değişiklik gösterse de çoğunlukla şöyledir: Giriş bölümünde metinde ele alınan konu hakkında genel bilgi verilir, gelişme bölümünde bu konu ayrıntılarıyla ele alınır;
örneklerden ve karşılaştırmalardan yararlanılır, nedenler, niçinler üzerinde durulur; sonuç bölümünde ise metinde
anlatılanlar özetlenir, metnin bütününde iletilmek istenen düşünce daha somut olarak ifade edilir.
Öğretici metinlerin yapısında bir yapı birimi olarak paragraf önemli bir rol oynar. Paragraf, kendi aralarında dil
bilgisi ve anlam bakımından bütünlük gösteren cümleler topluluğudur. Öğretici metinlerde her bir paragraf, belli bir
düşünce, konu, örnek, tanım vb. ile ilgili olarak kendi içinde bir bütünlük gösterir; metinde ele alınan konunun belli
bir yönüne ışık tutar, metin denilen bütüncül yapının oluşmasına belli ölçüde katkıda bulunur.
Öğretici metinlerin yapısının oluşmasında metnin oluşturulma amacı ve hedeflenen okuyucu kitlesinin nitelikleri önemli rol oynar. Söz gelimi bazı öğretici metinler yüzlerce bazıları ise birkaç paragraftan oluşur. Bazı metinlerde bir konuyu açıklamak için bir örnek yeterken bazı konularda onlarca örnek gerekebilir. Buna bağlı olarak da
metnin giriş, gelişme ve sonuç bölümleri uzun ya da kısa olabilir.
C.
ANA DÜŞÜNCE
Öğretici metinleri incelemenin üçüncü aşamasında metnin ana düşüncesinin belirlenmesi vardır.
Bir metnin tamamının iletmek istediği düşüncenin en kısa ve yoğun ifadesine ana düşünce denir. Ana düşünce “Bu metinde asıl anlatılmak istenen nedir?” sorusunun cevabıdır. Öğretici metinlerde ana düşünce çoğunlukla metnin tamamına yayılmış olarak verilir. Okuyucunun, metnin ana düşüncesini bulabilmesi için metinde verilen bilgi ve örnekleri; yapılan karşılaştırma ve tanımlamaları dikkatlice okuması ve anlaması gerekir. Bazı yazarlar
ise özellikle de makale yazarları ana düşünceyi metnin tamamına yaymaz ve metnin içindeki bir cümlede, çoğunlukla da sonuç bölümünde açıkça ifade ederler.
Ana düşünce metnin türüne, yazarın ilgi alanlarına ve metnin kaleme alındığı dönemin özelliklerine göre soyut
bir düşünceyi, teknik bir gelişmeyi, siyasi bir düşünceyi ya da sosyal bir durumu ifade edebilir.
Ç.
DİL VE ANLATIM
Öğretici metinleri incelemenin dördüncü aşamasında metnin dil ve anlatım özelliklerinin belirlenmesi vardır.
Bir metnin dil ve anlatım özelliklerini belirleyen en önemli etken, o metnin oluşturulma amacıdır. Öğretici metinler; bilgi ve haber vermek, ikna etmek, kanıları değiştirmek, uyarmak, düşündürmek, yönlendirmek, tanıtmak vb. amaçlarla oluşturulur. Öğretici metinlerin bu amaçlarla oluşturulması, bu metinlerde, özellikle de tarihsel ve bilimsel metinlerde, söz sanatlarına başvurmamayı, anlatılmak istenenleri açık ve kolay anlaşılır şekilde ifade etmeyi, yeri geldikçe terimlerden yararlanmayı zorunlu kılar.
371
Öğretici Metinler
Öğretici metinlerin oluşturulma amaçları kadar hedef kitleleri de son derece önemlidir. Aynı ana düşünce
etrafında şekillenen iki metnin hedef kitleleri birbirinden farklıysa bu metinlerin dil ve anlatım özellikleri de birbirinden farklı olacaktır. Söz gelimi teknolojinin insan yaşamına etkisini konu alan, biri ilköğretim çağındaki çocuklara diğeri de üniversite öğrencilerine seslenen iki metnin, dil ve anlatım yönünden birbirine benzememesi son derece doğaldır.
Yazarların bilgi, inanç, düşünce, deneyim, kültürel çevre ve psikolojik özellikleri birbirinden farklı olduğu için
hayata, kişilere, olaylara bakış açıları, dolayısıyla yazılarındaki dil ve anlatım nitelikleri de birbirinden farklı olur.
Bu nedenle de aynı gazetede aynı güncel siyasi, ekonomik, sosyal konuları ele alan, aynı ana düşünce etrafında
şekillenen köşe yazıları bile dil ve anlatım özellikleri bakımından birbirine benzemez.
D.
METİN VE GELENEK
Öğretici metinleri incelemenin beşinci aşamasında metnin hangi gelenek içinde oluşturulduğunun ortaya konması, bu gelenekteki yerinin ve öneminin belirlenmesi vardır.
Öğretici metinlerin yazarları, tarih boyunca bir taraftan gelenekten yararlanarak metin oluşturmuş bir taraftan
da oluşturdukları metinlerle geleneği zenginleştirerek gelecek kuşaklara aktarmışlardır.
Ö⁄RET‹C‹ MET‹NLER
Tarihsel metinler
Felsefi metinler
Gazete çevresinde
geliflen metin türleri
Makale
F›kra
372
Deneme
Elefltiri
Röportaj
Sohbet
Bilimsel metinler
Kiflisel hayat› konu
alan metin türleri
Mülâkat
Haber yaz›s›
Mektup
Gezi yaz›s›
Hat›ra
Biyografi
Günlük
Otobiyografi
Öğretici Metinler
1.
TARİHÎ METİNLER
Toplumları, milletleri ve kuruluşları etkileyen olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olayların daha
önceki ve sonraki olaylarla ilişkilerini ortaya koyan, milletlerin kurdukları medeniyetleri ve kendi iç sorunlarını inceleyen bilim dalına tarih, tarih incelemeleri sonucunda yazılan ya da tarihî konuları ele alan metinlere de tarihî
metin denir. Tarihî metinlerle konusunu tarihten alan edebî metinler birbirinden farklıdır. Tarihî metinler, çoğunlukla nesnel bilgiler ışığında oluşturulur, bu metinlerde bilgilendirme amacı ön planda tutulur. Konusunu tarihten alan
edebî metinler, söz gelimi tarihî romanlar ise bilgilendirme değil okuyucuya edebî zevk verme amacıyla oluşturulur.
Tarihî metin oluşturma geleneğinin temelleri Hitit uygarlığı zamanında oluşturulan yıllıklara (“anal”lara)
dayanır. Bu gelenek Hititlerden günümüze ulaşana dek rivayetçi tarihçilik, pragmatik tarihçilik, sosyal tarihçilik,
bilimsel tarihçilik gibi pek çok aşamadan geçmiştir.
2.
FELSEFİ METİNLER
Felsefe konularını ele alan ve felsefi problemler üzerinde duran metinlere felsefi metin denir.
Felsefe kelimesinin Yunanca karşılığı olan philosophia, “seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum” anlamına
gelen “phileo” ile “bilgi, bilgelik” anlamına gelen “sophia” kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Bu bağlamda felsefenin “bilgeliği aramak, bilginin peşinden koşmak” anlamlarına geldiği söylenebilir. Düşünsel bir faaliyet olarak felsefe,
insan yaşamının anlamı, varlık, bilgi ve değerlerle ilgili
sorular sorar, bunlara cevaplar bulmaya çalışır.
Felsefi düşüncenin temeli, soru sormaya, eleştirmeye
ve kuşkucu yaklaşıma dayanır. Bu yaklaşım, zaman içinde felsefi ve bilimsel çalışmaların temel özelliği ve ön şartı sayılmıştır. Felsefi düşünce, kendisine veri olarak aldığı
her tür malzemeyi aklın süzgecinden geçirir. Her şeyi olduğu gibi kabul eden, hiçbir şeyi merak etmeyen, sorgulamayan, hep kendisine sunulanla yetinen bir insan için felsefe
herhangi bir anlam ifade etmez.
İlk felsefe metinlerinin MÖ 7. yüzyılda Eski
Yunan’da oluşturulduğu düşünülmektedir. Sokrates, Platon, Aristotales gibi felsefecilerle başlayan bu gelenek günümüzde de yaşarlığını sürdürmektedir.
3.
Sanzio Raffaello’nun “Atina Okulu” isimli freskinden Platon
ile Aristotales’i bir arada gösteren bir ayrıntı. Platon (soldaki), eliyle yukarıyı göstererek felsefesinin temelindeki mutlak gerçekliği temsil eden idealar dünyasını işaret ediyor.
BİLİMSEL METİNLER
Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan, bunu düzenli bilgi hâline dönüştüren çalışmalar bütününe bilim, bilimsel araştırma, inceleme, rapor, tez vb. metinlere bilimsel metin denir. İlk bilimsel çalışmaların MÖ 2000’li yıllarda Çin’de ve
Hindistan’da başladığı, buradan Mısır ve Mezopotamya’ya geçtiği düşünülmektedir.
373
Öğretici Metinler
4.
GAZETE ÇEVRESİNDE GELİŞEN METİN TÜRLERİ
Gazete çevresinde gelişen metin türleriyle ilgili bilgi vermeden önce bu metin türlerinin ortaya çıkmasına ola-
nak sağlayan tarihsel süreç üzerinde kısaca duralım.
Tarihteki ilk gazetenin, Roma Senatosunca MÖ 59 yılında 2000 kopya çıkarılıp imparatorluğun değişik bölgelerine dağıtılan Acta Diurna olduğu kabul edilmektedir.
15. yüzyılda matbaanın icat edilmesi, gazeteciliğin hızla gelişmesinin önünü açmış;
16. yüzyılda Avrupa’da savaşlara tanıklık etmiş kimselerin birinci elden aktardıkları bilgilere yer veren birkaç sayfalık gazeteler yayımlanmıştır. Düzenli aralıklarla çıkan ilk gazeteler 17. yüzyılın başlarında Almanya ve Belçika’da basılmıştır. Johann Carolus’un 1605’te
yayımladığı “Aller Fürnemmen und gedenckwürdigen Historien”, kâğıt üzerine basılan ilk
günlük gazetedir.
Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe yayımlanan ilk gazete Takvim-i Vakayi’dir.
1831’de haftalık bir gazete olarak yayımlanmaya başlanan “Takvim-i Vakayi” devlet tara-
Şinasi
fından çıkarılan, dolayısıyla da devletin sözcülüğünü üstlenen resmî bir gazeteydi.
Ceride-i Havadis, Türkçe yayımlanan ilk yarı resmî gazetedir. 1840’ta yayımlanmaya başlanan “Ceride-i Havadis”in yarı resmî bir gazete olarak değerlendirilmesinin nedeni, bu gazeteyi çıkaran kişinin (William Churchill’in) devletten bir miktar ekonomik yardım
almasıdır.
Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe yayımlanan ilk özel gazete Tercüman-ı
Ahvâl’dir. 1860’ta Şinasi ve Âgâh Efendi yönetiminde haftalık bir gazete olarak yayımlanmaya başlanan “Tercüman-ı Ahvâl”, 25. sayısıyla birlikte haftanın üç günü, daha sonraki zamanlarda ise haftanın beş günü yayımlanır olmuştur.
Tercüman-ı Ahvâl’in 24. sayısıyla birlikte bu gazeteden ayrılan Şinasi, 1862’de,
“Tasvir-i Efkâr” gazetesini çıkarmaya başlamıştır. 1867’de Ali Suavi, yönetimi sert biçimde eleştiren “Muhbir” gazetesini yayımlamaya başlamıştır. Ali Suavi’nin Avrupa’ya gitme-
Âgâh Efendi
sinden sonra yayımlanmasına Londra’da devam edilen Muhbir, Avrupa’da Türkçe yayımlanan ilk gazetedir.
1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte gazetecilik alanında büyük bir canlılık yaşanmış; 1908-1909 yıllarında yayımlanan günlük gazetelerin sayısı 200’ü aşmıştır. İttihat ve
Terakki Partisi’nin 1913’te yönetime el koymasıyla başlayan süreçte gazetelere uygulanan
baskılar artmış, bu da birçok gazetenin kapanmasına neden olmuştur.
Kurtuluş Savaşı öncesi ve savaş döneminde İstanbul’da çıkan gazeteler siyasi tavır
bakımından ikiye ayrılmıştır: “Peyam-ı Sabah, Alemdar, İstanbul” gazeteleri padişahı desteklerken “Akşam, Vakit, Yenigün, İleri” gazeteleri Ankara Hükûmeti’nin yanında yer almıştır. Atatürk, bu dönemde Sivas’ta “İrade-i Milliye” gazetesinin çıkarılmasını sağlamıştır. Bu
gazete daha sonra Ankara’da “Hâkimiyet-i Milliye” adıyla yayımlanmaya devam etmiştir.
Ali Suavi
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte ülkemizde birçok yeni gazete yayımlanmaya başlamıştır. Bugün Türkiye’de yüzlerce yerel gazete ile birçok ulusal gazete günlük olarak yayımlanmaktadır.
Gazetelerdeki metinler çoğunlukla haber yazısı, köşe yazısı, deneme, makale, sohbet, eleştiri, röportaj ve
mülâkat türlerinde oluşturulur. Bu metin türlerinin her biri tarihsel süreç içinde kendi geleneğini oluşturmuştur.
374
Öğretici Metinler
Basın yayın organlarına haber toplayan, bildiren veya yazan kişilere muhabir; muhabirlerin yazdıkları haber metinlerine haber yazısı denir. Haber yazısı, haber değeri taşıyan önemli ve güncel bir olay, durum, kişi ya da gelişmeyle ilgili objektif bilgi veren; genellikle resim, çizim, fotoğraf gibi görsel malzemelerle desteklenen kısa gazete yazısıdır.
1. Haber yazısı
Haber yazısı yazma geleneğinin temeli gazeteciliğin de temeli kabul edilen 5N 1K ilkesine dayanır. Bu kurala göre bir haber yazısında haberle ilgili olarak şu altı sorunun cevabı bulunmalıdır: Ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçin, kim.
Haber yazısına konu olan olay, durum, nesne, kişi vb.nin doğru, güncel, ilginç ve önemli olması gerekir.
“Bir köpek, bir adamı ısırırsa bu bir haber değildir fakat bir adam bir köpeği ısırırsa bu bir haberdir.” cümlesi, haber yazılarında bulunması gereken nitelikleri özetlemektedir. Haber yazılarında nesnel bir tavır takınılır; tarafsız
bir bakış açısıyla gerçekler dile getirilir.
Roma Senatosu’nca MÖ 59 yılında ilk gazetenin çıkarılmasıyla birlikte başlayan haber yazısı yazma geleneği, matbaanın icadıyla birlikte yeni bir aşamaya geçmiş; 17, 18, 19 ve 20. yüzyıllarda yaşanan gelişmelerden sonra bugünkü niteliğine kavuşmuştur. Günümüzde binlerce muhabir, gerçek ve sanal ortamda faaliyetlerini sürdüren
sayısız medya organına haber yazısı yazarak bu geleneği sürdürmektedir.
Haber değeri taşıyan önemli ve güncel bir olay, durum, kişi ya da gelişmeyle ilgili ayrıntılı bilgi veren, bu bilgiye yazarın kişisel görüşlerinin, gözlemci ve soruşturmacı kişiliğinin eklenmesiyle zenginleşen gazete ve dergi yazılarına röportaj denir. Haber yazısıyla röportaj arasında çok yakın bir ilişki vardır. Çünkü her iki metin türünün de temelinde “haber” olgusu yatmaktadır. Aralarındaki fark şudur:
Haber yazısı, haberin kısa ve objektif biçimde verildiği metin türüdür. Röportaj ise haberin, detaylandırılarak ve kişisel görüşlerle zenginleştirilerek verildiği metin türüdür.
2. Röportaj
Röportaj yazarı, haber değeri taşıyan bir gerçeği ortaya çıkarmak için bazen yaşadığı kentin dışına çıkar, yazılarında gittiği bu yerle ilgili bilgiler verir. Bu bağlamda röportajla gezi yazısı benzerlik gösterir. Gezi yazarı açısından gezmek, böylelikle bir yerleri görmek; başlı başına bir amaçtır. Röportaj yazarı açısından ise gezmek başlı başına bir amaç değil, haber bulmak için bir araçtır, bir yöntemdir.
Röportaj metinlerinin bazı bölümlerinde soru-cevaplara sıkça yer verilir. Bu yönüyle röportajla mülâkat arasında benzerlik kurulabilir. Mülâkat metinleri baştan sona soru-cevaplarla oluşturulur. Ama hiçbir röportaj metni baştan sona soru-cevaplarla oluşturulamaz. Röportajda soru-cevaplara yer veriliyorsa bunun nedeni bir gerçeği, haber değeri taşıyan bir bilgiyi tüm yönleriyle ortaya çıkarmaktır.
Ülkemizde röportajcılık geleneği, gerçek anlamda1950’li ve 60’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. Bu dönem röportaj
yazarlarının en önemlileri Fikret Otyam ve Yaşar Kemal’dir.
Röportaj yazarlığı, haber yazısı yazarlığının bir üst aşaması gibidir. Habere derinlik ve yorum katmadır. Bu
anlamda röportajcılığın günümüzdeki karşılıklarından biri olarak soruşturmacı gazetecilik terimi kullanılabilir. Günümüzde televizyonun ve bilgisayarın özellikle de İnternet’in yaygınlaşmasıyla birlikte haberciliğin merkezi, yazılı basından görsel basına kaymıştır. Bu bağlamda röportajcılık da neredeyse bir metin hazırlama işi olmaktan çıkmış; araştırma, soruşturma, analiz etme ve yorumlamaya dayalı çeşit televizyon programcılığına dönüşmüştür.
Kamuoyunu bilgilendirme amacıyla bir haber konusu hakkında bir ya da birden
çok kişiyle yapılan soru-cevaplı konuşmalara ve bu konuşmaların yazıya aktarılmasıyla oluşturulan metinlere mülâkat denir.
3. Mülâkat (Görüşme)
Mülâkat, kişisel merakı gidermek, ünlülerle tanışmak, belli çıkar gruplarının ricasını yerine getirmek ya da herhangi bir kurumun, markanın, görüşün reklamını ve propagandasını yapmak gibi gazetecilik etiğiyle bağdaşmayan
amaçlarla değil; kamuoyunun bilgi edinme hakkını hayata geçirmek için yapılır.
Günümüzde haberciliğin merkezinin yazılı basından görsel basına kayması sonucunda mülâkatlar da genellikle televizyon kanalları için yapılır olmuştur.
375
Öğretici Metinler
Bazı yazarlar, ülke ve dünya gündemindeki çeşitli konularla ilgili görüş, yorum ve
değerlendirmelerini gazete ve dergilerdeki köşelerinde haftanın belli günlerinde
dile getirerek okurlarla paylaşırlar. Bu tür yazılara köşe yazısı denir.
4. Köşe yazısı (Fıkra)
Köşe yazılarında, çoğunlukla ülke ya da dünya gündemini etkileyen önemli siyasi gelişmeler ele alınır. Bu gelişmelerle ilgili kişisel görüşler genellikle sohbet havasında ve herhangi bir kanıta dayanma ihtiyacı hissedilmeden okuyucularla paylaşılır.
Köşe yazısı, çoğunlukla yazının yazıldığı gün için bir anlam ve değer taşır; o gün içinde okunur, ertesi gün
yerini yeni bir yazıya ve gündeme terk ederek unutulup gider.
Haber yazısıyla köşe yazısı arasında çok yakın bir ilişki vardır: Haber yazısının da köşe yazısının da merkezinde güncel bir haber yer alır. Haber yazısı, tarafsız bakış açısıyla sadece haberi bildirir; ülkede ve dünyada olup
bitenler hakkında kısa bilgiler verir. Köşe yazısı ise bir bakıma bu haberlerle ilgili bir yorum yazısıdır. Köşe
yazarları; birikimleri, ideolojileri, benimsedikleri değerler sistemi vb.den yola çıkarak dünyada ve ülkede yaşanan
gelişmeleri kendi bakış açılarına göre yorumlar; bunlarla ilgili görüş, öneri ve uyarılarını dile getirirler. Köşe yazılarında halkın genelinin anlayabileceği bir dil kullanılır.
İlk Türkçe gazetenin yayımlanmaya başlamasıyla birlikte ülkemizdeki köşe yazarlığı geleneği de başlamıştır. Günümüz Türkiye’sinde onlarca ulusal gazete ve dergi, yüzlerce yerel gazete, yayın hayatını İnternet’te sürdüren sayısız haber portalı vardır. Buralarda her gün yüzlerce köşe yazarı köşe yazısı yazarak bu geleneği sürdürmektedir.
Sanatsal, bilimsel, siyasal, toplumsal ve ekonomik konuları açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan gazete ve dergi yazılarına makale denir. Makaleleri yazılış
amaçlarına, dil ve anlatım özelliklerine göre ikiye ayırmak mümkündür: Bilimsel makaleler ve gazete makaleleri.
5. Makale
Köşe yazısında ele alınabilen hemen her konu gazete makalesinde de ele alınabilir. Köşe yazısıyla makale
arasındaki fark, konuların ele alınış biçimlerinde ortaya çıkar: Köşe yazısı, gündemdeki olay, konu ve sorunlarla ilgili yüzeysel bir yorum yazısıdır. Köşe yazısının temelinde “yorum”, makalenin temelinde ise “düşünce” vardır. Makale yorumdan çok bilgi, düşünce ve çözümlemeye yer veren bir metin türüdür.
Makale, “genel okuyucu kitlesi”nin özellikleri dikkate alınarak yazılır. Bir yazar -bir bilim adamı bile olsa - bir
gazete makalesini, bilimsel bir makale gibi yazamaz. Bilimsel araştırma, inceleme ve derleme sonuçlarının yayımlanması amacıyla çıkarılan bir dergide -söz gelimi bir tıp dergisinde- yer alan bir makaleyle bir gazetenin sağlık
sayfasında yer alan bir makale aynı dil ve anlatım özelliklerine sahip olamaz. Bilimsel buluş ve araştırmalara yer
veren dergilerde yayımlanan bilimsel makalelerde; terimlere, dipnotlara, akademik bilgi, belge ve bulgulara sıkça
yer verilir. Bu tür bir metin, sadece o metnin ilgili olduğu alanın uzmanlarına hitap eder. Ama gazete makalesi, bir
gazete ya da dergiyi alan, okuyan ve anlayan herkese, yani genel okuyucu kitlesine hitap eder. Gazete ve dergi
okuyucusunun genel nitelikleri dikkate alındığında bu tür metinlerin açık, yalın, duru ve resmî bir anlatımla kaleme alınması bir zorunluluğa dönüşür. Gazete makalesinin bilimsel makaleden farklı nitelikler taşıması, gazete makalelerinde terimlere hiç yer verilmeyeceği anlamına gelmez. Burada önemli olan, yazarın, yazısını bilim adamları için değil, gazete okurları için yazdığı gerçeğini unutmaması, metnini genel okuyucu kitlesinin niteliklerini dikkate alarak oluşturmasıdır.
Makalede, düşünceler, ciddi ve kitabi bir anlatımla dile getirilir. Bu, makaleyle deneme arasındaki önemli farklardan biridir. Denemeci, düşüncelerini kanıtlamak ve kesin bir sonuca bağlamak zorunda değildir. Makale yazarı
ise düşüncelerini kanıtlamak, ele aldığı konuyla ilgili kesin bir sonuca ulaşmak durumundadır.
Türk edebiyatında makalecilik geleneğinin Tercüman-ı Ahvâl gazetesinde 1860’ta yayımlanan Mukaddime
(Ön söz) isimli yazıyla başladığı kabul edilmektedir. Bu yazı, Şinasi tarafından yazılmıştır.
376
Öğretici Metinler
6. Deneme
Olay, olgu, durum, varlık ve kavramlarla ilgili özgün düşüncelerin; inandırıcı,
öğretici, düşündürücü bir bakış açısıyla dile getirildiği metinlere deneme denir.
Deneme; ufuk açıcı nitelikleri ağır basan, gücünü yazarının içtenliğinden alan bir metin türüdür. Denemede, doğrudan
ya da dolaylı olarak insanla ilişkili olmak koşuluyla her tür
konu (insan gerçeği, toplum, siyaset, din, dil, edebiyat, kültür,
sanat, felsefe, ekonomi, eğitim, günlük yaşam vb.) ele alınabilir.
Denemecinin; düşünce ufkunun açık, kültür alanına özgü bilgi birikiminin yeterli olması gerekir. Denemeci, kendi
doğrularının dışında da doğrular olabileceğini kabul edebilecek
bir düşünce genişliğine ve engin bir hoşgörüye sahip olmalıdır.
Dilin doğru, özellikle de güzel kullanılması; denemeyi,
öğretici metinler içinde farklı kılan, bir bakıma denemeyi edebî
metinlere yaklaştıran en önemli özelliktir. Deneme metinleri,
okuyuculara edebî metinleri okurken hissettikleri estetik heyecanlara benzer bir zevk verir. Denemede bilimsel yazılardaki
kanıtlama yöntemleri, kesinlik, nesnellik ve şematiklik bulunmaz. Deneme; felsefi, sosyolojik, ilmî, tarihî tema ve olayların; duygu yönü olan rahat bir söyleyişle ele alındığı metin türüdür.
Deneme yazma geleneğinin Fransız yazar Montaigne’in
Türkçeye Denemeler ismiyle çevrilen “Essais” (1580) isimli
eseriyle başladığı kabul edilmektedir. Denemecilik geleneğinin
oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlayan ikinci yazar, Francis
Bacon’dır. Yazar, denemelerden oluşan “Essays” isimli eserini
1597’de yayımlamıştır.
Montaigne
Bacon
Nurullah Ataç
Salah Birsel
Ülkemizde Batılı anlamda denemecilik geleneği 20. yüzyılda başlamıştır. Yazdıkları eserlerle ülkemizde bu
geleneğinin başlamasına ve gelişmesine katkıda bulunan yazarlar arasında Nurullah Ataç ve Salah Birsel’in
isimleri ön plana çıkmıştır.
Herhangi bir konuyla ilgili duygu ve düşüncelerin, gerçek sohbetlerdekine benzer şekilde içten bir anlatımla kaleme alındığı metinlere sohbet denir. Sohbet,
yazarın duygu ve düşüncelerini, bir arkadaşıyla konuşur, onunla sohbet eder gibi anlattığı metin türüdür. Sohbette, gündelik olaylardan politikaya, değer yargılarından sanat ve edebiyat gelişmelerine kadar hemen her konu ele
alınabilir.
7. Sohbet (Söyleşi)
Sohbette düşünceler derinleştirilmeden ifade edilir. Yazar, düşüncelerinin mutlak doğru olduğunu iddia etmez,
bunları bilimsel gerekçelere dayandırma ve kanıtlama yoluna gitmez. Konular, dostça bir yaklaşımla “Ben böyle
düşünüyorum, böyle düşünmekte haksız mıyım, bu konuda sen ne dersin?” havası içinde ele alınır.
Sohbet metinlerinde hitap sözlerine, devrik cümlelere, konuşma dilindeki kelime ve deyimlere sıkça yer verilir. Ünlem cümleleri ve sözde soru cümleleri sıkça kullanılır. Herkesin bildiği fıkralardan, atasözlerinden, nükteli söyleyişlerden yararlanılır.
Ahmet Rasim, Suut Kemal Yetkin, Nurullah Ataç ve Şevket Rado sohbet metinleri oluşturan yazarlardır.
377
Öğretici Metinler
Edebî metin iddiası taşıyan bir metnin edebî olup olmadığını belirlemeyi; edebî
metin olduğuna kanaat getirilen bir metnin edebî ve estetik niteliklerini -varsa- eksiklik, yanlışlık ve kusurlarını ortaya çıkarmayı; metnin, edebî gelenek içindeki yerini ve önemini tespit etmeyi hedefleyen her tür çalışmaya eleştiri denir.
8. Eleştiri
Eleştirmen, eleştireceği metnin öncelikle estetik niteliklerini bulmaya ve anlamaya çalışır. Anlaşılması ve
değerlendirilmesi için eserin kendisinin yeterli gelmediği durumlarda eserin yazarının yaşam öyküsünü, düşüncelerini, sanat anlayışını inceleme yoluna gider; eserin dış dünya gerçekleriyle ilişkisini ve düşünsel arka planını anlamaya çalışır.
Eleştirmen, tespit ve değerlendirmelerinde olabildiğince nesnel davranır, eserle ilgili başarılı-başarısız türünden değer belirtici ifadeler kullandığında bu ifadeleri kullanma gerekçelerini de açıkça ortaya koyar.
Eleştiri, eleştirilen metnin hem okuyucusuna hem de yazarına yardımcı olan bir metin türüdür: Okuyucu, eleştirmenin metinle ilgili açıklamaları ve çözümlemeleri sayesinde, metni daha kolay ve doğru anlar; metnin estetik niteliklerini sezer, metinden edebî zevk alır. Yazar, başarılı ve başarısız taraflarını görme fırsatı bulur, böylelikle daha başarılı olması için ne yapması gerekiyorsa onları yapmaya başlar.
Edebiyat eleştirisinin geçmişi Antik Yunan’a dayanır. Bu gelenek tarih boyunca hep edebiyat ve eleştiri kuramları üzerinden yürümüştür. Yani metinleri eleştirenler, öncelikle edebiyatın ne olduğu, edebî eserde hangi niteliklerin bulunması gerektiği üzerinde durmuş, ardından, ele aldıkları eserlerin bu niteliklere sahip olup olmadığını belirlemeye çalışmışlardır. Bu bağlamda tarihsel süreç içinde ortaya çıkan eleştiri kuramları dört başlık altında incelenebilir:
1. Eserle dış dünya arasındaki ilişkiyi merkeze alan eleştiri kuramları
2. Sanatçıyı merkeze alan eleştiri kuramları
3. Edebî eseri merkeze alan eleştiri kuramları
4. Okuru merkeze alan eleştiri kuramları
“Türk edebiyatı” derslerinde metinler, bugüne dek ortaya atılan bu kuramların sentezi sayılabilecek bir yönteme göre işlenmektedir.
1866’da “Tasvir-i Efkâr” gazetesinde yayımlanan Lisan-i Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazâtı
Şâmildir başlıklı yazının, edebiyatımızdaki ilk eleştiri metni olduğu kabul edilmektedir. Namık Kemal, bu yazısında divan edebiyatı hakkında küçültücü ifadeler kullanarak yeni bir dil ve edebiyat anlayışının gerekli olduğu düşüncesini dile getirmiştir. Ziya Paşa’nın 1868’de “Hürriyet” gazetesinde yayımladığı Şiir ve İnşa başlıklı yazısı da
Türk edebiyatındaki ilk eleştiri metinleri arasındadır.
5.
KİŞİSEL HAYATI KONU ALAN METİN TÜRLERİ
Bazı kişiler, yaşadıkları ve tanık oldukları olayları; karşılaştıkları kişiler, olaylar,
durumlar, mekânlar vb. ile ilgili duygu ve düşüncelerini bir deftere günü gününe
not ederler. Bu tür defterlere ve bu defterlerdeki metinlere “günlük” denir. Günlükler, yazıldıkları günün tarihini taşıyan, konuşma diline yakın bir anlatımla kaleme alınan, yazarının yaşam serüveninden, kişiliğinden,
duygu ve düşünce dünyasından kesitler sunan metinlerdir.
1. Günlük (Günce)
Günlük tutma geleneğinin ne zaman ve nerede başladığına ilişkin kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte günümüze tek parça halinde gelebilmiş en eski günlüklerin Japonlar tarafından oluşturulduğu bilinmektedir. Çoğunlukla kadınlar tarafından oluşturulan bu günlüklerin en ünlüsü, Sarashina’ya (1009-1059) aittir.
Batı toplumlarında günlük tutma geleneğinin oluşma ve gelişmesinde yazar, sanatçı ve düşünürlerin çok
önemli katkıları olmuştur. Goethe, Hugo, Stendhal, Baudelaire, Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin, Kafka; Batı’da
günlük türünün kökleşmesini sağlayan önemli isimler arasında sayılabilir.
378
Öğretici Metinler
Türkiye’de günlük türünde yayımlanmış ilk kitap, Direktör Âli Bey’in Seyahat Jurnali isimli seyahat günlüğüdür. Bu kitap 1898’de yayımlanmıştır.
Şair Nigâr Hanım’ın yaklaşık 20 defter tutan günlükleri, edebiyat tarihimiz açısından ayrı bir öneme sahiptir.
Bu metinler, ülkemizde Batılı anlamda yazılmış ilk özel günlük metinleridir.
Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında günlük türündeki metinlerden oluşan ilk kitaplar, Salah Birsel ve Nurullah Ataç tarafından yazılmıştır.
İnternet’in yaygınlaşmasıyla birlikte kişiler; bloglar, kişisel siteler, sosyal medya denilen paylaşım siteleri vb.
aracılığıyla gün içinde neler yaptıklarını bir günlüğe yazar gibi bu sitelerdeki ilgili bölümlere yazmakta, böylelikle
de milyonlarca kişinin bu metinleri istedikleri zaman okumalarına olanak sağlamaktadırlar.
2. Anı (Hatıra)
Kişilerin yaşadıkları ya da tanık oldukları bazı olayları, bu olayların üzerinden uzun
bir zaman geçtikten sonra yazıya aktarmalarıyla oluşan metinlere anı denir.
Bir kişinin anıları okunarak o kişinin yaşadığı zaman diliminin türlü özellikleri, o zaman diliminde yaşamış kişilerin yaşam serüvenleri ve çeşitli özellikleri hakkında bilgi sahibi olunabilir.
Günlükle anı arasındaki fark şudur: Günlükte, yaşamakla yazmak arasında çok kısa bir zaman aralığı
vardır. Bu zaman aralığı, birkaç günü geçmez. Anıda ise bu zaman aralığı, on yıllarla ifade edilebilecek kadar uzun olabilir.
Anıların sürükleyici ve samimi bir anlatımla, olabildiğince nesnel bir tavırla; gözlemlere ve sağlam bilgilere
dayanılarak yazılması, metne ayrı bir değer katar. Anıların, bilgi verme niteliğine sahip olmalarının yanında canlı,
okuyucuya zevk verici bir anlatıma sahip olmaları da son derece önemlidir.
Anı türünde yazılmış ilk eserin, Anabasis olduğu kabul edilir. Ksenophon (MÖ 430-MÖ 355) tarafından yazılan bu eser Türkçeye “Onbinlerin Dönüşü” ismiyle çevrilmiştir.
Orhun Abideleri’nin bazı bölümleri anı türündeki metinlerle çeşitli açılardan benzerlik gösterse de Türk edebiyatında anı türünde yazılan ilk eserin, Hindistan’da Babür İmparatorluğu’nu kuran Babür Şah’ın Vakâyî’si olduğu kabul edilir. Babür Şah, Babürnâme olarak da bilinen bu eserinde 1494 yılında tahta çıkışından 1524’e kadar
yaşadığı çeşitli olayları anlatmıştır. Bu eserin bazı bölümleri gezi yazısı ve otobiyografi metinleriyle de benzerlikler göstermektedir.
Gezilip görülen yerlerle ilgili bilgi, gözlem ve izlenimlerin aktarılmasıyla oluşturulan
metinlere gezi yazısı denir. Okuyucu, bu tür metinleri okuyarak görmediği bir yerin
tarihsel kimliği, coğrafi konumu, iklim özellikleri, doğal güzellikleri, ekonomisi, kültürel özellikleri vb. hakkında bilgi sahibi olur.
3. Gezi yazısı
Bir gezi yazısının ilgi çekici olması, yazarın gezdiği yeri, oraya özgü nitelikleri öne çıkararak anlatmasına bağlıdır. Bu durum, yazarın iyi bir gözlemci olmasını gerekli kılar.
Gezi yazısı türündeki metinlerden oluşan eserlere eskiden seyahatnâme denirdi. Gezi yazısı oluşturma geleneğinde üç seyahatnâme ön plana çıkmaktadır: Bunlar Marko Polo (1254-1324), İbni Battuta (1304-1369) ve
Evliya Çelebi’nin (1611-1682) seyahatnâmeleridir.
Dünya edebiyat tarihindeki ilk gezi yazısı metinlerine Bizanslı gezgin Priskos ile Kilikyalı gezgin
Zemarchos’un eserleri örnek gösterebilir.
Gezi yazısı türündeki metinlerden oluşan ilk Türkçe eser, Seydi Ali Reis (1498-1562) tarafından yazılmıştır. Kanuni döneminde Mısır Kaptanlığı görevine getirilmiş bir denizci olan Seydi Ali Reis, Mir’âtü’l-Memâlik isimli eserinde Mısır Kaptanlığı görevine getirilmesinden başlayarak Hindistan yolculuğunu, oradan da İstanbul’a dönünceye kadar başından geçen ilginç olayları anlatmıştır.
Türkçe gezi kitaplarının yazılmasında 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren belirgin bir artış yaşanmıştır.
379
Öğretici Metinler
Kendi alanlarında ünlü olmuş siyasetçi, bürokrat, asker, edebiyatçı, sporcu, bilim
adamı, sanatçı, edebiyatçı, gazeteci, iş adamı vb.nin yaşam serüvenlerinin anlatıldığı, eserlerinin tanıtıldığı metinlere biyografi (hayat hikâyesi, yaşam öyküsü) denir. Eskiden bu tür metinlere
tercüme-i hâl denirdi.
4. Biyografi
Biyografi yazarı, bir bilim adamı titizliğiyle tarafsız ve gerçekçi bir tutum takınır. Yaşam öyküsünü anlatacağı kişiyle ilgili birtakım araştırmalar yapar, metni oluşturmaya daha sonra geçer. Bu araştırmalar, bazı belgelerin incelenmesini, bazı mektup, günlük ve anılarının okunmasını, biyografisi yazılacak kişinin yaşadığı döneme ait
tarihî, siyasi, sosyal, edebî vb. olayların öğrenilmesini kapsar. Biyografisi yazılacak kişi hayattaysa yazar kendisiyle görüşür, bu görüşmeleri kayda geçirir. Biyografisi yazılacak kişiyi tanıyanlar hayattaysa yazar onlardan da söz
konusu kişiyle ilgili birtakım bilgiler almaya çalışır.
Bir biyografi metni antolojilerde, ansiklopedilerde, yıllıklarda, kitapların ilk sayfalarında ya da arka kapaklarında birkaç paragraf ya da sayfayla sınırlandırılmış olabileceği gibi birkaç yüz sayfalık uzun bir metin de olabilir.
Bilinen en eski biyografi metnini Yunan tarihçi ve felsefeci Mestrius Plutarchus (MS 46-120) yazmıştır.
Türk edebiyatında biyografi yazma geleneğinin şuarâ tezkireleriyle başladığı söylenebilir. Şuarâ tezkireleri, şairlerin hayatlarının, eserlerinin ve edebî niteliklerinin belli bir düzenle anlatıldığı, şiirlerinden örneklerin verildiği eserlerdir. Çağatay Türkçesinin en önemli temsilcisi olan Ali Şir Nevâî tarafından 1491’de yazılan Mecâlisü’nNefâis, Türk edebiyatındaki ilk şuarâ tezkiresidir. Anadolu’da ilk şuarâ tezkiresi Sehî Bey tarafından 1538’de kaleme alınan “Heşt Behişt”tir.
Biyografi kitaplarının sayısında, Cumhuriyet Dönemi’nde belirgin bir artış yaşanmış, Cumhuriyet’in ilanından
günümüze dek yüzlerce biyografi kitabı yazılmış; ansiklopedilerin, edebiyat tarihlerinin vb. kitapların içinde binlerce biyografi metnine yer verilmiş, İnternet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte sadece biyografik metinlerin yer
aldığı birçok site kurulmuştur.
5. Otobiyografi
Bazı kişiler kendi hayat hikâyelerini kaleme almış, bir anlamda kendi biyografilerini kendileri yazmışlardır. Bu şekilde oluşturulan metinlere otobiyografi denmektedir.
Otobiyografi, içeriği ve işlevi bakımından anıyla benzerlik gösterir. Otobiyografinin merkezinde yazarın kendisi, anının merkezinde ise “yazarın kendisi ve çevresi” vardır. Otobiyografi yazarı sadece kendi yaşadıklarını, kendi özel dünyasını, kendi duygu, düşünce ve eğilimlerini anlatır. Anı yazarı ise bazen kendini geriye çeker ve sadece çevresini, çevresindeki olay ve kişileri, onlarla ilgili gözlem ve izlenimlerini dile getirir, yaşadıklarından çok tanık olduklarını ve duyduklarını anlatır.
Bilinen en eski otobiyografi metnini Aziz Augustinius olarak da bilinen Aurelius Augustinius (354 - 430) yazmıştır. Ülkemizde otobiyografi yazma geleneğinin köklü bir geçmişi yoktur.
Mektup, bir şey haber vermek, sormak, istemek, duyguları bildirmek vb. amaçlarla
oluşturulan, alıcısı belli olan, sadece o alıcıya hitap eden, belli bir adrese posta, kargo, faks ya da İnternet’le gönderilen metindir.
6. Mektup
Mektuplar, oluşturulma amaçlarına ve işlevlerine göre üç grupta incelenir: Özel mektuplar, resmî mektuplar ve iş mektupları.
Akraba, arkadaş, dost, tanıdık, meslektaş vb. olmaları yönüyle aralarında yakın ilişki bulunan kişilerin birbirlerine yazdıkları mektuplara özel mektup denir. Özel mektuplarda kurumsal ilişkiler, resmî konular değil, sadece
alıcıyı ve göndericiyi ilgilendiren özel konular ele alınır. Özel mektup, değerini ve etkileyiciliğini, içtenlikli bir anlatımla oluşturulmasından alır.
Kamu kurum ve kuruluşlarıyla kamu hizmeti veren tüzel kişi niteliği kazanmış oda, sendika, baro, meslek birliği gibi çeşitli kuruluşların vatandaşlara ve tüzel kişilere gönderdikleri mektuplara resmî mektup denir. Resmî mek380
Öğretici Metinler
tupların ne şekilde yazılacağı, biçim, içerik ve gönderilme biçimlerinin nasıl olacağı yönetmelik ve genelgelerle belirlenmiştir. Resmî mektuplarda mektubun yazılış amacının dışına çıkılmaz, gereksiz ayrıntılara ve mektubun ciddiyetini azaltacak süslü ifadelere yer verilmez.
Ticari işletmelerin birbirlerine ve vatandaşlara, vatandaşların da bu işletmelere gönderdikleri iş, hizmet ve ticaret konulu mektuplara iş mektubu denir. Bu tür mektupların temelinde kişilerin ve işletmelerin ekonomiye ilişkin faaliyetleri vardır. İş mektuplarında sipariş, satış, borç alıp verme isteği, bilgi isteme, bir ürün ya da hizmetle
ilgili şikâyeti dile getirme gibi konular ele alınır.
Bazı yazarlar oluşturdukları metinlerde mektup türünün çeşitli özelliklerinden yararlanmışlardır. Söz gelimi Nurullah Ataç “Okuruma Mektuplar” isimli kitabındaki
deneme ve sohbetleri, mektup biçiminde oluşturmuştur. Ahmet Rasim, mektup biçiminde yazdığı fıkra ve
sohbetlerini, “Şehir Mektupları” isimli eserinde bir araya getirmiştir. Cenap Şahabettin’in “Hac Yolunda”,
Ahmet Rasim’in “Romanya Mektupları”, Falih Rıfkı Atay’ın “Londra Konferansı Mektupları” isimli eserleri, mektup biçiminde yazılmış gezi yazılarıdır. Namık Kemal, Ziya Paşa’nın “Harâbât” isimli şiir antolojisini
eleştirmek için yazdığı “Tahrîb-i Hârâbât” ve “Takîb”i mektup biçiminde düzenlemiştir.
EK BİLGİ – 1
Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları”, Montesquieu’nün “İran Mektupları”, Laclos’un “Tehlikeli İlişkiler”,
Halide Edip Adıvar’ın “Handan”, Nazım Hikmet’in “Taranta-Babu’ya Mektuplar”, Reşat Nuri Güntekin’in “Bir
Kadın Düşmanı”, Leyla Erbil’in “Mektup Aşkları” isimli eserleri, tamamı ya da çok önemli bölümü kurmaca
karakterlerin birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşan edebî metinlerdir.
EK BİLGİ – 2
Kişiden kişiye seslenmekle birlikte kişiye gönderilmeyip gazete, dergi gibi süreli
yayınlarda ya da İnternet ortamında yayımlanmak amacıyla oluşturulan mektup-
lara açık mektup denir.
E.
ANLAM - YORUM
Öğretici metinleri incelemenin altıncı aşamasında metnin anlam özelliklerinin belirlenmesi ve metnin yorumlanarak güncelleştirilmesi vardır.
Öğretici metinlerde kelimeler ve kelime grupları çoğunlukla ilk anlamlarıyla kullanılır. Bu tür metinlerde anlam;
zamana, mekâna, kişilere, başka bir deyişle “bağlam”a göre değişmez. Yazarın metinde ortaya koyduğu anlam ve
vermek istediği mesaj, farklı yorumlamalara izin vermeyecek biçimde açık ve anlaşılır olur.
Öğretici metinlerde, özellikle de gazete çevresinde gelişen öğretici metinlerde ileri sürülen düşüncelere okuyucular katılmayabilir. Bunun birden çok nedeni olabilir. Söz gelimi yazarın anlattıkları, okuyucunun dünya görüşüne aykırı gelebilir ya da yazar, düşüncelerini dile getirirken birbiriyle çelişen ifadeler kullanmış olabilir.
381
Öğretici Metinler
Öğretici metinlerin yorumlanabilmesi için metnin yapı, anlatım ve temasının birbiriyle ilişkilendirilmesi, metinde verilmek istenen ana düşüncenin belirlenmesi gerekir. Okuyucu metinde açıkça dile getirilenlerle, açıkça dile
getirilmeyip de okuyucuya sezdirilmek istenenleri belirler, metnin yazılış amacıyla sezdirdiği anlam değerleri arasındaki ilişkileri ortaya çıkarır. Yazarın metne yüklediği anlamın ortaya çıkması için, metnin, yazıldığı dönemle ilişkisini dikkate alır. Bu bağlamda metinde metnin oluşturulduğu dönemin izlerini taşıyan kelimeleri ve kelime gruplarını bulur, metnin yapı ve anlatım özelliklerini belirler. Yorumlama, ancak bunların gerçekleştirilmesiyle mümkün
olur.
F.
METİN VE YAZAR
Öğretici metinleri incelemenin yedinci aşamasını metnin yazarıyla metin arasındaki ilişkinin belirlenmesi oluşturur.
Yazarların bilgi, inanç, düşünce, deneyim, kültür, çevre vb. özellikleri birbirinden farklıdır. Bu farklılık, onların
tutum ve davranışlarına yansıdığı gibi oluşturdukları metinlere de yansır. Bu nedenle de aynı güncel siyasi, ekonomik, sosyal konuları ele alan yazarların yazıları bile ana düşünce, dil ve anlatım özellikleri vb. açılardan birbirine benzemeyebilir.
382
Öğretici Metinler
ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
11
Öğretici Metinler
BİLGİ - YORUM
Öğretici metinlerin yapısının oluşmasında
hangi etkenler önemli rol oynar?
6.
Fıkra (köşe yazısı) ile makale arasında
ne fark vardır?
2.
Mülâkat nedir, mülâkat ile röportaj arasında ne tür bir ilişki vardır?
7.
Türk edebiyatında eleştiri türünün ilk
ürünleri hakkında bilgi veriniz.
3.
Aynı ana düşünce etrafında şekillenen
metinlerin dil ve anlatım özelliklerinin birbirinden farklı olmasının nedenleri neler
olabilir?
8.
Öğretici metinlerle coşku ve heyecanı dile
getiren metinleri, bu metinlerde kullanılan
kelimelerin çağrışım güçleri bakımından
karşılaştırınız.
4.
Kişisel hayatı konu alan metin türleri hangileridir?
9.
Anı ile günlüğü karşılaştırınız.
5.
Haber yazısıyla röportaj arasındaki benzer ve farklı yönleri söyleyiniz.
10. Biyografiyle otobiyografi arasında ne fark
vardır?
ESEN YAYINLARI
1.
383
Öğretici Metinler
DOĞRU – YANLIŞ
Öğretici metinlerin çoğu giriş, gelişme,
sonuç bölümlerinden oluşan bir yapı
üzerine kurulur.
DOĞRU
2.
DOĞRU
5.
386
YANLIŞ
Köşe yazılarında, çoğunlukla ülke ya da
dünya gündemini etkileyen önemli siyasi
gelişmeler ele alınır.
DOĞRU
7.
8.
YANLIŞ
YANLIŞ
Eleştirmen, eleştireceği metnin öncelikle
estetik niteliklerini bulmaya ve anlamaya
çalışır.
DOĞRU
9.
YANLIŞ
Bugünkü Türkiye sınırları içinde Türkçe
yayımlanan ilk özel gazete “Tercüman-ı
Ahvâl”dir.
DOĞRU
YANLIŞ
Gezi yazısı türündeki metinlerden oluşan
ilk Türkçe eser, Seydi Ali Reis tarafından
yazılmıştır.
Konusunu tarihten alan edebî metinler,
söz gelimi tarihî romanlar nesnel bilgiler
ışığında oluşturulur, bu metinlerde bilgilendirme amacı ön planda tutulur.
DOĞRU
YANLIŞ
Bir öğretici metnin tamamının iletmek istediği düşüncenin en kısa ve yoğun ifadesine tema denir.
DOĞRU
4.
YANLIŞ
Takvim-i Vakayi, Türkçe yayımlanan ilk
yarı resmî gazetedir.
DOĞRU
3.
6.
ESEN YAYINLARI
1.
YANLIŞ
Denemede bilimsel yazılardaki kanıtlama
yöntemleri, kesinlik, nesnellik ve şematiklik bulunmaz.
DOĞRU
YANLIŞ
10. Sohbette, düşünceler, ciddi ve resmî bir
anlatımla dile getirilir.
DOĞRU
YANLIŞ
Öğretici Metinler
BOŞLUK DOLDURMA
....................................., bugünkü Türkiye
sınırları içinde Türkçe yayımlanan ilk
gazetedir.
6.
Felsefi düşünce, kendisine veri olarak
aldığı her tür malzemeyi ............................
süzgecinden geçirir.
2.
Bir öğretici metnin tamamının iletmek istediği düşüncenin en kısa ve yoğun ifadesine ....................................... denir.
7.
Türk edebiyatında ........................ yazma
geleneğinin ilk örnekleri şuarâ tezkireleridir.
3.
Akraba, arkadaş, dost, tanıdık, meslektaş
vb. olmaları yönüyle aralarında ilişki
bulunan kişilerin birbirlerine yazdıkları
mektuplara ................. mektup denir.
8.
“5N 1K” ilkesine göre bir haber yazısında
haberle ilgili olan şu altı sorunun cevabı
bulunmalıdır: ...........................................
..................................................
4.
Türkiye’de ............................ türünde
yayımlanmış ilk kitap, Direktör Âli Bey’in
“Seyahat Jurnali” isimli eseridir.
9.
........................ haberin, detaylandırılarak
ve kişisel görüşlerle zenginleştirilerek
verildiği metin türüdür.
5.
Tarih incelemeleri sonucunda yazılan ya
da tarihî konuları ele alan öğretici metinlere ................................... denir.
10. ....................................., bugünkü Türkiye
sınırları içinde Türkçe yayımlanan ilk özel
gazetedir.
388
ESEN YAYINLARI
1.
Öğretici Metinler
BULMACA
Birden çok kelimeden oluşan cevaplarda kelimeler arasında boşluk bırakmayınız. Kelimelerin doğru
yazılışlarında kullanılan noktalama işaretini (^ ’ -) bulmacayı doldururken kullanmayınız.
1
2
4
5
3
6
7
8
9
13
12
10
11
14
15
16
17
18
19
1.
Kamuoyunu bilgilendirme amacıyla bir haber konusu hakkında bir ya da birden çok kişiyle yapılan
soru-cevaplı konuşmaların yazıya aktarılmasıyla
oluşturulan metin
11.
Basın ve yayın organlarına haber toplayan, bildiren
veya yazan kişi
12.
Haberin, detaylandırılarak ve kişisel görüşlerle zenginleştirilerek verildiği metin türü
2.
“Mir’âtü’l-Memâlik” isimli eserin türü
13.
Seyahatnamesi de olan ünlü İtalyan gezgin
3.
Bir metnin tamamının iletmek istediği düşüncenin
en kısa ve yoğun ifadesi
14.
4.
Türk edebiyatındaki ilk eleştiri metni kabul edilen “Lisan-i Osmanî’nin Edebiyatı Hakkında Bazı
Mülâhazâtı Şâmildir” isimli yazının yazarı
Kişiden kişiye seslenmekle birlikte kişiye gönderilmeyip gazete, dergi gibi süreli yayınlarda ya da
İnternet ortamında yayımlanmak amacıyla oluşturulmuş mektup
15.
5.
Ülkemizde denemecilik geleneğinin başlamasına
ve gelişmesine katkıda bulunan yazarlardan biri
Olay, olgu, durum, varlık ve kavramlarla ilgili özgün
düşüncelerin; inandırıcı, öğretici, düşündürücü bir
bakış açısıyla dile getirildiği metin türü
6.
Bir şey haber vermek, sormak, istemek, duyguları
bildirmek vb. amaçlarla oluşturulan, alıcısı belli olan,
sadece o alıcıya hitap eden, belli bir adrese posta,
kargo, faks ya da İnternet’le gönderilen metin
16.
Cenap Şahabettin’in mektup biçimindeki gezi yazılarından oluşan eseri
17.
Edebî metin iddiası taşıyan bir metnin edebî olup
olmadığını; edebî metin olduğuna kanaat getirilen bir metnin edebî ve estetik niteliklerini -varsaeksiklik, yanlışlık ve kusurlarını belirlemeyi hedefleyen metin türü
18.
Bir yazarın kendi hayat hikâyesini anlatması sonucunda oluşan metnin türü
19.
Eskiden “tercüme-i hâl” denilen metin türü
7.
Türkçe yayımlanan ilk gazete
8.
Sanatsal, bilimsel, siyasal, toplumsal ve ekonomik
konuları açıklayıcı veya yorumlayıcı niteliği olan
gazete ve dergi yazıları
9.
Türkçe yayımlanan ilk özel gazete
10.
Türk edebiyatındaki ilk makale metni kabul edilen
“Mukaddime” (Ön söz) isimli yazının yazarı
395
Öğretici Metinler
KAYNAKÇA
★ Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2006.
★ Prof. Dr. Abdurrahman Güzel (hzl.), Yunus Emre-Güldeste, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005.
★ Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1984.
★ Agop Dilaçar, Kutadgu Bilig İncelemesi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2003.
★ Ahmet Doğan, Açıklamalı ve Örnekli Aruz Bilgisi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005.
★ Ahmet Kabaklı, Âşık Edebiyatı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 2006.
★ Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990.
★ Prof. Dr. Ahmet Mermer – Neslihan Koç Keskin, Eski Türk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, Akçağ Yayınları,
Ankara, 2005.
★ Ahmet Muhip Dıranas, Şiirler, 13. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.
★ Ahmet Ümit, İstanbul Hatırası, Everest Yayınları, İstanbul, 2010.
★ Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan, Nâbî-Hayatı-Sanatı-Eserleri, Akçağ Yayınları, Ankara, 2007.
★ Amin Maalouf, Semerkant, çev. Ali Berktay, 59. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.
★ Ataol Behramoğlu, Büyük Türk Şiiri Antolojisi, 6. baskı, Sosyal Yayınları, İstanbul, 2001.
★ Atlas dergisi, Doğan Burada Rizzoli Dergi Yayıncılık, İstanbul, 2004.
★ Attilâ İlhan, Elde Var Hüzün, 13. baskı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2007.
★ Azra Erhat-A. Kadir (Çevirenler), Homeros, İlyada , Can Yayınları, İstanbul, 2006.
★ Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi Cilt I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2003.
★ Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, 18. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.
★ Beşir Ayvazoğlu, Halk Şiirinden Tarihe, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1991.
★ Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2005.
★ Cemâl Sâfi, Sende Kalmış, 4. baskı, Kum Yayınları, Ankara, 2000.
★ Cemal Süreya, Sevda Sözleri (Bütün Şiirleri), 34. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.
★ Cevdet Kudret, Ortaoyunu II, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1994.
★ Cevdet Kudret, Örneklerle Edebiyat Bilgileri Cilt I-II, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2003.
★ Prof. Dr. Doğan Aksan, Anlambilim, Engin Yayınları, Ankara, 1998.
★ Prof. Dr. Doğan Aksan, Halk Şiirimizin Gücü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999.
★ Prof. Dr. Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, 4. Baskı, Engin Yayınları, Ankara, 1998.
★ Doğan Kaya, Anonim Halk Şiiri, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004.
★ Edip Cansever, Gelmiş Bulundum (Seçme Şiirler), hzl. Bedirhan Toprak, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.
★ Eflatun Cem Güney (Hazırlayan), Masallar, MEB Yayınları, Ankara, 2009.
★ Eflatun Cem Güney (Hazırlayan), Tahir ile Zühre, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1960.
★ Elif Şafak, Aşk, çev. K. Yiğit Us-Elif Şafak, 230. baskı, Doğan Kitap, İstanbul, 2010.
★ Emin Özdemir, Yazınsal Türler, 5. baskı, Bilgi Yayınları, Ankara, 2002.
★ Erman Artun, Anonim Türk Halk Edebiyatı Nesri, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2004.
★ Erman Altun, Âşıklık Geleneği ve Âşık Edebiyatı, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2005.
★ Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları (Toplu Şiirler), 8. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.
397
Öğretici Metinler
★ Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara, 1990.
★ Fuzulî, Leylâ ile Mecnun, hzl. Muhammet Nur Doğan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2006.
★ Prof. Dr. Halûk İpekten, Bâkî-Hayatı-Sanatı-Eserleri, Akçağ Yayınları, Ankara, 2007.
★ Prof. Dr. Halûk İpekten, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2005.
★ Prof. Dr. Halûk İpekten, Fuzûlî-Hayatı-Sanatı-Eserleri, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005.
★ Prof. Dr. Halûk İpekten, Nef’î-Hayatı-Sanatı-Eserleri, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004.
★ Hilmi Yavuz, Büyü’sün, Yaz! (Toplu Şiirler), 2. baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.
★ İhsan Oktay Anar, Amat, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005.
★ İnci Enginün, Ahmet Hamdi Tanpınar Bütün Şiirleri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1989.
★ İsa Kocakaplan, Açıklamalı Edebî Sanatlar, MEB Yayınları, İstanbul, 1992.
★ İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, İstanbul, 2004.
★ İskender Pala, Leylâ ile Mecnun, Kapı Yayınları, İstanbul, 2007.
★ Prof. Dr. İsmail Parlatır - Doç. Dr. Nurullah Çetin, Tevfik Fikret Bütün Şiirleri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
2004.
★ Prof. Dr. İsmet Çetişli, Metin Tahlillerine Giriş-1, 4. baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2006.
★ Prof. Dr. İsmet Çetişli, Metin Tahlillerine Giriş-2, 1. baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004.
★ İsmet Özel, Erbain, 4. baskı, Çıdam Yayınları, İstanbul, 1992.
★ Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgati-t-Türk, hzl. Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2006.
★ Komisyon, Büyük Türk Klasikleri, Ötüken Neşriyat-Söğüt Yayıncılık, İstanbul, 1988.
★ M. Orhan Soysal, Edebî Sanatlar ve Tanınması, MEB Yayınları, İstanbul, 1998.
★ Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, Huzur Yayınevi, İstanbul, 1987.
★ Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu - Dr. Cem Dilçin - Prof. Dr. Ali Alparslan - Doç. Dr. Haluk İpekten - Halil Erdoğan
Cengiz- Doç. Dr. İsmail Ünver - Prof. Dr. Kemal Eraslan, Türk Dili dergisi Türk Şiiri Özel Sayısı-II, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara, 1986.
★ Prof. Dr. Metin Akar, Su Kasidesi Şerhi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2005.
★ Metin And, Geleneksel Türk Halk Tiyatrosu, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1985.
★ Doç. Dr. Muhsin Macit, Nedim-Hayatı-Sanatı-Eserleri, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004.
★ Mustafa Tatcı, Yunus Emre Külliyatı Yunus Emre Divanı Tenkitli Metin, C. II, MEB. Yayınları, İstanbul 2005.
★ Prof. Dr. Necati Lugal (Çeviren), Şehname, MEB Yayınları, İstanbul, 1947.
★ Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2000.
★ Necmettin Halil Onan, İzahlı Divan Şiiri Antolojisi, MEB Yayınları, İstanbul, 1989.
★ Doç. Dr. Nevzat Gözüaydın-Prof. Dr. Saim Sakaoğlu-Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Türk Dili dergisi Türk Şiiri
Özel Sayısı-III, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1989.
★ Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Devlet Kitapları, İstanbul, 1971.
★ Yard. Doç. Dr. Numan Külekçi, Açıklamalar ve Örneklerle Edebî Sanatlar, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005.
★ Nurullah Çetin, Şiir Çözümleme Yöntemi, 4. baskı, Edebiyat Otağı Yayınları, Ankara, 2006.
★ Nurettin Albayrak, Ansiklopedik Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, L M Yayınları, İstanbul, 2004.
★ Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1988.
★ Ömer Lekesiz, Yeni Türk Edebiyatında Öykü, 1. cilt, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1997.
★ Ömer Hayyam, Dörtlükler, çev. Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2006.
398
Öğretici Metinler
★ Pertev Naili Boratav, Halk Hikâyeleri ve Halk Hikâyeciliği, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2002.
★ Peyami Safa, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Alkım Yayınları, İstanbul, 2004.
★ Reşid Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1965.
★ Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Türk Gölge Oyunu Karagöz, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003.
★ Dr. Sakin Öner, Örneklerle Kompozisyon Sanatı, Yuva Yayınları, İstanbul, 2005.
★ Dr. Sedef Kabaş, Soru Sorma Sanatı, Doğan Egmont Yayıncılık, İstanbul, 2009.
★ Prof. Dr. Şerif Aktaş - Doç. Dr. Osman Gündüz, Yazılı ve Sözlü Anlatım-Kompozisyon Sanatı, 7. baskı, Akçağ
Yayınları, Ankara, 2005.
★ Prof. Dr. Şerif Aktaş, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, 7. baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005.
★ Prof. Dr. Şükrü Elçin, Halk Edebiyatına Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 1993.
★ Tâhir-ül Mevlevî (Tâhir Olgun), Edebiyat Lügati, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1973.
★ Tahir Üzgör, Edebiyat Bilgileri, Veli Yayınları, İstanbul, 1983.
★ Talât Tekin, XI. Yüzyıl Türk Şiiri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1989.
★ Prof. Dr. Talât Tekin, Yrd. Doç. Dr. Osman Fikri Sertkaya, Türk Dili dergisi Türk Şiiri Özel Sayısı-I, Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara, 1986.
★ Turgut Uyar, Göğe Bakma Durağı (Seçme Şiirler), hzl. Bedirhan Toprak, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.
★ Ünver Oral, Karagöz Oyunları, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2002.
★ Ünver Oral, Meddah Kitabı, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2006.
★ Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, hzl. Reşid Rahmeti Arat, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1979.
399