yeşilUFUKLAR - REC Türkiye

Transkript

yeşilUFUKLAR - REC Türkiye
BÖLGESEL ÇEVRE MERKEZİ DERGİSİ – ÜÇ AYDA BİR YAYIMLANIR
yeşil UFUKLAR
Yıl 1 Sayı 1 | OCAK 2005 | 5.00 YTL
İ
K
E
D
E
K
İ
L
H
TE
aki
d
a
y
n
Dü
krar
i
t
s
i
l
se
bölge l güvenliğe
e
çevres
bağlı
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof.
Dr. Hasan Sarıkaya ile STK'lar ile ilişkileri ve
REC’den beklentileri üzerine görüştük.
Sayfa 17
Yasa tasarısı, çevreyi kirleten, motoru iki
zamanlı Sosyalist dönem araçlarını hedefliyor.


Menderesli akış hem insanlara
hem de doğaya daha uygun.
Sayfa 20
Arnavutluk eski araçlara karşı
sıkı önlemler alıyor.
Ütopik çevreci olamayız
Sayfa 29

Narew Nehri'nin
yeniden doğuşu
Türkiye’nin “çevresi” şimdi REC’lendi
Bölgesel Çevre Merkezi (REC) 15 yıllık deneyimi ile şimdi
Türkiye’deki çevre paydaşlarının da çözüm ortağı...
REC’in 16. ülke ofisi Mayıs 2004 tarihinde Ankara’da resmen çalışmaya başladı...
Kapasite Geliştirmede Uzman
Bilgiye Ulaşmada Öncü
Hibe Yönetiminde Güvenilir
Özel Sektöre Kılavuz
REC Türkiye’nin Kapasite Geliştirme Programı çerçevesinde
eğitimleri Kasım 2004’de başladı. REC Türkiye, çevre
alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarını, devlet kurumlarını
ve yerel idareleri hem kurumsal kapasitelerini geliştirecek,
hem de AB Uyum süreci çerçevesindeki çalışmalarında
destekleyecek eğitim programlarına davet ediyor.
REC Türkiye Hibe Programı, çevre koruma ve sürdürülebilir
kalkınma alanlarında, özellikle yerel düzeyde aktif olarak
faaliyet gösteren, tabanda örgütlü sivil toplum kuruluşlarına
(STK), kurumsallaşma çabalarında ve/veya küçük ölçekli
proje geliştirme faaliyetlerinde ve yerel yönetimler ve ulusal
STK’ ların uzun vadeli projelerine mali destek sağlıyor.
REC Türkiye Çevresel Bilgi Programı bünyesinde çevresel
bilgiye ulaşımı sağlamak ve Türkiye’deki çevresel paydaşların
bilgi yönetimi kapasitelerini geliştirmelerine yardımcı
olmak için çalışmalar yapılıyor. Program, bilgiye erişimi
kolaylaştırarak, çevresel paydaşların karar verme sürecine
katılımlarını desteklemeyi hedefliyor.
Özellikle yeni proje fırsatlarının geliştirilmesini amaçlayan
bu program alanı, REC Türkiye’nin iş geliştirme birimi olarak
faaliyet gösteriyor. Programın genel amacı, REC Türkiye’nin
hizmetlerinin iş dünyası başta olmak üzere tüm çevresel
paydaşlara ulaşımını sağlayarak, yeni finansman kaynaklarına
erişimi kolaylaştırmak.
Ceyhun Atuf Kansu Cad. No:102, 06520 Balgat, Ankara-Türkiye
Tel: (90 312) 284 95 55  Faks: (90 312) 287 01 10  E-posta: [email protected]  Web sitesi: www.rec.org.tr
İ ÇİNDEKİLER
yeşil UFUKLAR
Yıl 1 Sayı 1 I Ocak 2005 I ISSN: 1305-5232
Yeşil Ufuklar Orta ve Doğu Avrupa için Bölgesel Çevre Merkezi
(REC)’nin üç ayda bir yayımlanan ve özgün adı Green Horizon
olan dergisinin Türkiye uyarlamasıdır. Yeşil Ufuklar, Green
Horizon dergisinde yer alan haber ve makalelerin yanı sıra
Türkiye’den haber ve makalelere de yer vermektedir.
Yeşil Ufuklar REC’in karar alma süreçlerine katılımı destekleme,
bölgesel paydaşlar arasında işbirliğini teşvik etme gibi
amaçlarına hizmet eder.
Yeşil Ufuklar Orta ve Doğu Avrupa’da çevre ve sürdürülebilir
kalkınma alanında önemli konulara ve gerçek öykülere yer
vermektedir. Dergi, iş dünyası, uluslaralarası organizasyonlar,
hükümetler, yerel yönetimler, sivi toplum kuruluşları, akademik
kurumlar ve basın için yararlı bir kaynaktır.
Yeşil Ufuklar’da yer alan fikir ve görüşler Bölgesel Çevre
Merkezi’nin görüşlerini yansıtmaz.
Yeşil Ufuklar elektronik olarak www.rec.org.tr adresinden
incelenebilir.
Yeşil Ufuklar
Yayın Sahibi: REC Türkiye adına Dr. Sibel Sezer Eralp
DERGİ EKİBİ
Doç. Dr. Nesrin Algan
Güzin Arar
Deniz Gümüşel
Bilge Kahramanyol
Kerem Okumuş
Dr. Nilüfer Oral
Ayrıca...
Gabor Heves ■ Wojtek Kosc ■ Mira Mileva
Robert Nemeskeri ■ Jerome Simpson
Daniela Tuchel ■ Kristina Vilimaite
Ruslan Zhechkov
K A PA K K O N U S U
10
Tehlikedeki güvenlik
14
Kirlilikten ulusal güvenliğe
16
Yokoluşun kıyısındaki deniz
GÖRSELLER:
BirdLife International ■ Atilla Boltresz
Laszlo Falvay ■ Marianne Gjorv
Greenpeace ■ Greenaccord
Heidelbergcement ■ Marta Kaczynska
Hadley Kincade ■ Michal Kosc ■ Klinkmar
MTI ■ PressPhoto BTA ■ Reuters
Green Horizon
MAGAZINE TEAM
Editor: Pavel Antonov
Assistant Editor: Greg Spencer
Design: Sylvia Magyar
Production: Patricia Barna
Proofreader: Steven Graning
Administrative officer: Emese Gal
Webmaster: Vadim Ostapenko
Advertising coordinator: Alex Gregorio
EDITORIAL BOARD
Sustainable development: Janos Zlinszky
Information and research: Jerome Simpson
Funds and investments: Jennifer McGuinn
Public participation: Magdolna Toth Nagy
Environmental policy: Oreola Ivanova
Business and corporate responsibility: Robert Nemeskeri
Environmental law: Stephen Stec
Çevre politikalarında yeni bir olgu olan güvenlik sorunsalı, zengin doğal
kaynaklara sahip Türkiye’nin geleceği açısından giderek önem kazanıyor.
KAPAK KONUSU
Karadeniz’in bir enerji koridoru haline gelmesi ve petrol kirlilği, hepimizin ortak
sorunu.
Çevresel güvensizlik
Bir milletin güvenliği, temiz su
ve hava, ekilebilir toprak ve
diğer temel ihtiyaçların yeterli bir
şekilde temin edilmesine bağlıdır.
Farklı insanların ortak kaynakları,
işbirliğini ve karşılıklı saygıyı
paylaşmaları sınır-ötesi istikrar
için gerekli bir bileşimdir.
MERCEK
17
Ütopik çevreci olamayız
18
Hem temiz hem ekonomik
20
Bir nehrin yeniden doğuşu
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Sarıkaya ile editörümüz Nafiz
Güder ve REC Çevresel Bilgi Programı Yöneticisi Yeşim Çağlayan görüştü.
KAPAK FOTOĞRAFI Laszlo Falvay
DİĞER BÖLÜMLER
Forum 4
Türkiye’den haberler 6
Dış haberler 7
EEA Haberleri 9
REC Haberleri 24
Biyoçeşitlilik 27
Bilişim Teknolojileri 28
Yasal Boyut 29
Kitaplık 30
Hollanda'nın başkanlık döneminde, Avrupa Komisyonu, eko-verimli girişimler
için iş dünyasından yararlandı.
Narew'in eski haline döndürülmesi, geçmişteki çevre katliamlarını telafi etmek
için örnek oluşturabilir.
REC BÜLTENİ
22
Çevre yönetimi ve AB sürecinde yeni bir soluk
23
Kiev’den uzanan taşlı yol
REC Executive Director:
Marta Szigeti Bonifert
Çevre tahribatı ile doğal kaynak kıtlığı, ekonomik sorunlar, yetersiz yönetimler
ve toplumlar arasındaki gerginliklerin de etkisiyle ulusal güvenlik sorununa
dönüşebiliyor.
1990’dan beri 15 ülkede çalışan, çevre yönetimi ve AB sürecinde uzman olan
REC’in Türkiye Ofisi Mayıs 2004’de Ankara’da açıldı. REC Türkiye Direktörü
Sibel Sezer ile editörümüz Nafiz Güder görüştü.
İLETİŞİM
Avrupa’nın Çevresi sürecine doğuyu da katmayı hedefleyen 2003 planları.
Editör
[email protected]

KATKIDA BULUNANLAR:
14
Abone işlemleri
[email protected]

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Yeşim A. Çağlayan
Editör: Nafiz Güder
Çeviri: Özge Gezerler
Düzelti: Mine Eroğlu
Tasarım Uygulama: Fatma Cankara - İris İletişim Çözümleri
Renk Ayrımı: Merkez Repro
Baskı: Elma Teknik Basım Matbaacılık
Bu proje Avrupa Komisyonu
tarafından desteklenmektedir.
MICHAL KOSC
20
Bölgesel Çevre Merkezi
REC Türkiye
Ceyhun Atuf Kansu Cad. No:102
Balgat 06520 Ankara Türkiye
Tel: (90-312) 284 95 55
Faks: (90-312) 287 01 10
Web: www.rec.org.tr
3 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR
FORUM
editörlerden
Yeşil Ufuklar’a
doğru
Yeşil Ufuklar, çevre yönetimi, doğanın ve doğal
kaynakların korunması, sürdürülebilir kalkınma
konularında çalışmak üzere 2004 yılında
Türkiye’de de kurulan REC’in, bu sahalarda
çalışan, çevre politikalarında söz sahibi olan
ve çevre sorunlarıyla ilgilenen herkese yönelik
olarak hazırladığı yeni bir süreli yayın.
Yeşil Ufuklar’ı, REC merkez ofisinin tüm
Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki paydaşlar
için hazırlanan Green Horizon dergisi ile aynı
kurumsal kimlik ve yayın ilkeleri çerçevesinde,
ve benzer bir içerikle sizlere ulaştıracağız. REC
merkezi ve REC Türkiye tarafından birlikte
hazırlanan Yeşil Ufuklar’ın, AB ile bütünleşme
yolundaki ülkemiz için geniş bir perspektif
sunacağını düşünüyoruz.
İlk sayımızda kapak konusu olarak,
çevre sorunları ve doğal kaynaklar üzerindeki
rekabet ile, bunların ulusal güvenlik sorunu
haline gelmesi arasındaki ilişkiye odaklanan
‘çevresel güvenlik’ konusunu ele alıyoruz. REC
merkezi’nin hazırladığı bir makale ve L. Brown
söyleşisinin yanı sıra, Ankara Üniversitesi
SBF, Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim
Dalı’ndan Doç. Dr. Nesrin Algan, ülkemizin
çevresel güvenlik sorunlarını irdeliyor. Bilgi
Üniversitesi Deniz Hukuku Araştırma
Merkezi Müdür Yardımcısı Dr. Nilüfer Oral
ise, Karadeniz’deki petrol taşımacılığı özelinde
çevresel güvenlik konusuna odaklanıyor.
REC Türkiye’nin önemli paydaşlarından
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr.
Hasan Sarıkaya ile söyleşimizde, bakanlığın
politikalarını öğrenirken, REC Türkiye
Direktörü Dr. Sibel Sezer Eralp ile söyleşimizde
de, REC’in Türkiye’deki misyonu, programları ve
çalışma sistemi hakkında bilgi edinebilirsiniz.
REC Türkiye’nin önemli misyonlarından
biri, AB sürecinde, çevre politikaları ve çevre
yönetimi uyumuna katkıda bulunmak olduğu
için, Yeşil Ufuklar’ın Haberler sayfalarında,
Türkiye’den çevre haberlerinin yanı sıra, AB’den
haberleri de bulacaksınız. Yine REC Bülteni
bölümümüzde, REC Türkiye’nin yanı sıra, diğer
REC ofislerinin çalışmalarına yer vereceğiz.
Mercek bölümümüzde, hem AB hem de
Türkiye’deki çevre politikaları ve doğa koruma
çalışmalarına ilişkin ayrıntılı bilgilere yer
vereceğiz.
Son sayfalarımızda yer alan Yeşil Bakış
bölümümüzde, uzman gözünden hazırlanan
yazılar, çevre yönetimi konusunda bilgi altyapısı
sağlamayı amaçlıyor. Forum bölümünü ise, çevre
konusundaki düşünsel tartışmalara ayırdık,
hem Türkiye’de çevre yönetimi hem de REC
Türkiye’nin çalışmalarına ilişkin görüşlerinizi
bizimle paylaşmanızı bekliyoruz.
Yeşil Ufuklar, www.rec.org.tr sitesinde
elektronik formatta da bulunabilecek. Ayrıca
REC Türkiye’nin haftalık elektronik haber
bültenleri ve diğer yayınları için [email protected]
adresinden bizimle bağlantı kurabilirsiniz. Yeşil
Ufuklar’ı beğeneceğinizi umuyoruz.
Nafiz Güder
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 4
LASZLO FALVAY
KRİTİK HAFTA: Her günü önemli
Dünyayı serinleten yedi gün
Eğer 2004 yılında çevreyi en çok etkileyen
haftayı seçmem gerekseydi, 1-7 Kasım haftası
diğer seçeneklerin arasından kolayca sıyrılırdı.
O Pazartesi günü bilim adamları, insan
faaliyetleri nedeniyle oluşan sera gazlarının
artması sonucunda kuzey buzulunun
hızla ısındığını ortaya koyan Kuzey Kutbu
İklimsel Etki Değerlendirmesi’ni açıkladı.
Değerlendirme, acil önlem alınmadığı
taktirde Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzulunun
en azından yarısının, Grönland Buzul
Katmanı’nın da önemli bir bölümünün bu
yüzyılın sonuna kadar eriyeceğine, bunun
da deniz suyu seviyesinin bütün dünyada
yükselmesine ve küresel ısınmanın artmasına
neden olacağına dair çok güçlü kanıtlar
sunuyordu.
Ertesi gün, yani Salı günü, George
W. Bush’un Beyaz Saray’daki yeni dönemi
başlıyordu. Bush yönetimi iklim değişikliği
felaketinin sinyallerini veren bilimsel
öngörülerin farkındaydı elbet, çünkü 2004
yılında manşetlere çıkan bir Pentagon
raporunda, küresel ısınmanın, “bilimsel bir
tartışma konusu olmaktan öte, ABD için bir
ulusal güvenlik sorunu olarak ele alınması”
tavsiye ediliyordu.
Bundan bir gün sonra, en gerçekçi
çevrecilerden biri olan, Yeryüzü Politikası
Enstitüsü’nün Başkanı Lester Brown, İtalya’da
düzenlenen "Yeşil uyum" (Greenaaccord)
Konferansı’nda, doğal kaynakların bütün
dünyada tükeniyor olmasının, Amerika’yı ve doğaldır ki diğer ülkeleri de- terörizmin
yapabileceğinden çok daha ciddi derecede
tehdit ettiği konusunda bizleri uyarıyordu.
Cuma günü, Küresel Ayakizi Ağı’nın
(Global Footprint Network - GFN)
Başkanı Mathis Wackernagel, Yaşayan
Gezegen Raporu 2004’ü sundu. Çalışma,
nüfusu bir milyonun üzerinde olan bütün
ülkelerin hektar ölçeğinde ekolojik ayak
izlerini ölçüyordu. Görünüşe göre, 2001 yılı
itibariyle insanlığın ekolojik ayak izi, küresel
biyolojik kapasiteyi yüzde 21 oranında
aşmıştı bile. Küresel kapasitenin aşılması
1988’de başlamıştı ve o günden beri de
artarak sürüyor. Bu da, şu anda dünyanın
doğal zenginliklerini, kendilerini yeniden
üretmelerine fırsat vermeyecek kadar hızla
tükettiğimiz anlamına geliyor.
Paylaşılan doğal kaynaklar konusundaki
çevresel güvenlik kaygıları, Orta ve Doğu
Avrupa’ya yabancı değil. Su rezervlerinin
azalması, biyolojik çeşitlilik kaybı, hava
kirliliği, balıkçılık, Tuna ve Tisza gibi
uluslararası nehirlerdeki olumsuz etkiler
nedeniyle son 20 yıl içinde çatışma ve
gerilimlere tanık olduk. Çevre konusundaki
anlaşmazlıkların giderilmesi için, REC
gibi kuruluşlar tarafından yeni politika
ve düzenlemeler geliştirildi, bir çok
proje hayata geçirildi. 1998’de Bosna
konusunda yapılan Szentendre anlaşması
gibi örneklerde ise, barışçı bir diyalog,
işbirliği ve güven oluşturma konusunda
çevrenin ortak payda olduğu görüldü. Savaş
sonrasının önemli girişimlerinden biri olan
Bölgesel Çevre Rekonstrüksiyon Programı,
yeniden yapılanma kapsamında çevreye
odaklanıyordu. Çevre ve Güvenlik Girişimi
de, çevre ve güvenlik sorunlarını ele alan bir
başka uluslararası çaba oldu.
Son Yaşayan Gezegen Raporu’na göre
Orta ve Doğu Avrupa henüz biyolojik
kapasitesini aşmamış durumda. Ancak
sayılara tek tek bakıldığında, bölgedeki
ülkelerin çoğunun eşiği geçtiği ve
kaynaklarını en müsrif kullanan ülkelerin
Çek Cumhuriyeti ile Polonya olduğu
görülüyor. Bölge ortalamasını olumlu yönde
etkileyen ülke ise Rusya ve sahip olduğu
muazzam bâkir kaynaklar.
Aslında, kasım’ın ilk haftasını mutlu
sonla bitiren de Rusya oldu. 6 Kasım
Cumartesi günü Başkan Putin, Kyoto
Protokolü’nü imzaladı ve böylece küresel
iklim sözleşmesinin önümüzdeki yılın
başlarında yürürlüğe girmesinin kapısını
açtı. Bu mutlu sonun, sürdürülebilir ve
daha güvenli bir küresel çevre konusunda
işbirliğine giden yolun parlak başlangıcı
olmasını diliyoruz.
Pavel P Antonov
FORUM
yuvarlak masa
Gerçeklere karşı masallar
GERÇEK ARAYICISI: Apfel’e göre, Halkla İlişkiler şirketi
gibi çalışan STK'lar güvenilirliklerini yitirecek.
FRANKLIN APFEL
Bilim adamı ve Dünya Sağlık
Örgütü (WHO) medya danışmanı
Gerçekler. İnsanların peşinde koştuğu şey
bu işte. Ancak gerçekleri öğrenmek pek de
kolay değil. Hiçbirimiz sütten çıkmış ak kaşık
olmadığımız için sonunda öyle bir noktaya
gelirsiniz ki, bazı şeylerin doğru olduğuna
inanmak zorunda kalırsınız, tıpkı Tanrı’ya
olan inanç gibi.
Örneğin
Genetiği
Değiştirilmiş
Organizmalar (GDO) konusu, ilginç bir
konudur. Bu konuyu İngiltere’de ilk kez Sivil
Toplum Kuruluşlarının (STK) gündeme
getirdiği sanılır ama aslında öyle değil! Bu
konu sanayiye uzanır ve öylesine çirkindir ki
ona bulaşmak istemezsiniz bile. Monsanto
hayatımızı patentliyor: “Bu tohumları
bizden tekrar satın almadıkça bir daha
kullanamazsınız; tohumlarınızın asıl sahibi
biziz. Rüzgâr tohumlarınızı komşu tarlaya
sürüklese de biz paramızı alırız.” Sorunun
özünü oluşturan bu açgözlülük ve bu her
şeye sahip olma tutkusu öyle çirkin ki. GDO
konusunda inandırıcı olmak istiyorlarsa bunu
farklı biçimde ifade etmeleri gerekir.
Medyanın, sanayicilerin malzemelerini
kullanmak istemediği gerçeğini sanayiciler
bir türlü hazmedemiyor. Belki kimileri daha
inandırıcı, ama hikâyeler neredeyse aynı:
Haydi iktidarsızlıkla ilgili bir hikâye uyduralım
da biraz Viagra satalım. Biraz depresyondan
söz edelim de, Prozac işine girelim. Açgözlülük
ile satış, ve de gerçekler arasındaki sınır nerede
peki? Sanayiciler, insanların artık kuşkucu
olduğu, böyle davranmakta da haklı olduğu
gerçeğini kabullenmek zorunda.
Bazı raporlar, en güvenilir kuruluşların
sivil örgütler olduğunu söylüyor. Oysa ben
Greenpeace’in tasarlayıp sahnelediği olayları
izlemek istemiyorum. “Sanayi sektörüne
bakın ve onları örnek alın,” görüşüne de
katılmıyorum. Sivil örgütler böyle devam
ederse, sonunda inandırıcılıklarını yitirir.
Bilim adamları da sütten çıkmış ak kaşık
değil. Beyinlerimizde bir tahribat var. Toplumla nasıl konuşacağımızı bilmiyoruz, hatta farklı
disiplinlerdeki bilim adamlarıyla bile yeterince
konuşamıyoruz. Kendi kabuğumuza kapanma
eğilimindeyiz. Çoğumuz için bu bir açmaz!
Ben, Yeşil Ufuklar’ın gerçekleri sunma
potansiyeli taşıdığı görüşüne bütünüyle
katılıyorum. Amacı da bu olmalı zaten. Hem
etik, hem de kanıtlara dayanıyor. Gelin kuşkucu
olalım. Bilime gereksinmemiz var, sanayiye
gereksinmemiz var, savunuculuğa gereksinmemiz var, siyasî güce gereksinmemiz var, ama
hiçbirimiz sütten çıkmış ak kaşık değiliz.
Bu çamura bir biçimde bulaşmak
zorundasınız. Derginize başarılar diliyorum.
Reklam alarak kendinizi tehlikeye atmış
oluyorsunuz; ancak şeffaf da olun. Reklamverenlerinizi, sorumluluklarını yerine getirmeye çağırın. Çevre açısından gerçekten güvenilirler mi, değiller mi? Yeri geldiğinde de
reklamverenleri eleştirin. Toplumun gözünde,
gerçekleri ortaya çıkarma özelliğinizle tanınmak
zorundasınız. Bizim aradığımız da işte bu.
____________
Orta ve Doğu Avrupa medyasında çevre ve sağlık
konusuna verilen önemi irdeleyen bu tartışmalar,
haziran ayında Budapeşte’de düzenlenen Bakanlık
Düzeyinde 4. Çevre ve Sağlık Konferansı’nda,
Green Horizon dergisinin tanıtımı sırasında yapıldı.
Konferans, REC, Bellagio Sürdürülebilir Kalkınma
Forumu ve Reuters Vakfı tarafından düzenlenmişti.
Parasal destek, Dünya Sağlık İletişimi Birliği, İtalyan
Tröst Vakfı ve Dünya Sağlık Örgütü - Avrupa Şubesi
tarafından sağlandı.
MIKLOS SUKOSD
Geleceğimizi Koruyalım Projesi
medya danışmanı, Macaristan
Sivil örgütler için altı temel iletişim yöntemi
bulunur. Yalnız beyin gücü anlamında değil, gerçek
profesyonellik anlamında da çok az sayıda STK,
bu iletişim yöntemlerinin tamamını uygulama ve
sonuçlandırma yeterliliğine sahiptir.
Bunlardan ilki gündemi belirlemektir.
Buna en iyi örnek, renkli ve çarpıcı eylemler
yapan Greenpeace’dir. Aslında bu eylemleri
kendi stüdyolarında bire bir prova eder, bazen
kendi kameraları ile kaydeder, daha sonra da
bu kayıtları medyaya sunarlar.
İkinci yöntem basın duyuruları ve konunun
bütün ayrıntılarını içeren malzemelerdir. Uzun
ve sıkıcı makalelerin, uzman görüşlerinin ve
bilimsel raporların hedef kitleye iletilmesi
çok zordur. İçleri bir sürü dipnotla, bilimsel
veriyle, karşıt bilimsel modellerle ve farklı
araştırmacıların bulgularıyla doludur. STK'lar-
HADLEY KINCADE
HADLEY KINCADE
Yeşil eylemciler, ‘medyanın çamuruna bulaşırken’, ‘dürüst’ imajlarını
korumak zorunda. Yeşil Ufuklar’ın ilk sayısında, bir süre önce
Budapeşte’de, sağlık ve medya konulu bir toplantıda yapılan
sunumlardan ikisine yer veriyoruz.
dan farklı olarak, büyük ilaç ve eczacılık
şirketleri, halkla ilişkiler şirketlerine para
ödeyip medyaya yönelik etkinlikler, bilimsel
konferanslar düzenleyebilir ve hatta göstermelik STK'lar bile kurabilir.
Üçüncü yöntem görüşlerdir. Topluma
mal olmuş kişiler, aydınlar, STK'ları
destekleyen veya onlara yakınlık duyanlar,
sorunların kökenlerini ve seçenekleri akılcı
bir uslûpla analiz edebilir.
İnsanların ilgisini çeken öyküler dördüncü
sırada gelir. Korunmaya muhtaç bir çocuk
görüntüsü, çocuk sorunları konusunda, 1015 ciltlik bilimsel analizin anlatabileceğinden
daha fazlasını anlatabilir. En azından
medyanın beklediği budur.
Beşinci yöntem, on-line araçlar ve
İnternet siteleridir. Değişik mecraları bir arada
kullanmak, günümüzün STK'ları açısından
oldukça önemlidir. Ben elektronik ortamda
iletişimin, sivil örgüt iletişiminin ulaştığı en
ileri nokta olduğuna inanıyorum.
Son olarak da, STK'lar medyanın
aracılığı olmadan üyeleriyle doğrudan
iletişim kurabilir.
Sivil örgütlerin, iş çevrelerinin birbiriyle
nasıl iletişim kurduğuna bakmaları da son
derece akıllıca olur. İş dünyasının kullandığı
halkla ilişkiler yöntemleri, politika benimsetme
modeli olarak kullanılabilir. STK'lar, piyasa
yöntemlerini yaratıcı ve yenilikçi bir biçimde
uyarlayarak iletişim stratejilerini daha etkili
hale getirebilir.
KURALINA GÖRE OYNAYIN: Sukosd, STK'ların
Greenpeace’i örnek alıp basınla profesyonel ilişkiler
kurmaları gerektiğine inanıyor.
5 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR
HABERL E R
türkiye
TA R I M
Canavar Balon’un
başarılı gezisi
YUNUS ARIKAN
 Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ın
İKLİM
Ankara’da iklim değişikliği
 Ankara İklim Değişikliği Konferansı 1-3 Eylül 2004 tarihlerinde Çevre ve Orman Bakanlığı
ile BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) ev sahipliğinde düzenlendi. Türkiye’nin 24 Mayıs
2004’te BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 189. taraf olarak katılması nedeniyle
düzenlenen bu ilk ve geniş katılımlı konferansta, ulusal ve uluslararası kuruluşların temsilcileri
tarafından, karar vericilere, kamu kuruluşları, özel sektör, araştırma kurumları ve STK’lar gibi
kilit paydaşlara, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi tanıtıldı ve Türkiye’nin taraf olduktan
sonraki yükümlülükleri ve fırsatları tartışıldı. Konferans, aralarında REC’in de bulunduğu pek
çok uluslararası kuruluş, Türk ve yabancı kuruluşlar, bilim kurumları, Sivil Toplum Kuruluşları,
özel şirketler, sendikalar ve özel sektör birliklerinin yanı sıra iki yayın kuruluşunun desteği ile
gerçekleşti.
Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe açılış konuşmasında, “açlıktan ölen insan sayısının
yüzyılın sonunda ağır bir tablo ile insanlığın karşısına geleceğini,” belirterek, “tablo bu kadar
ağır, karanlık, endişe verici ise dünyanın temiz enerjiye yönelmesi gerekir,” dedi. UNDP Daimi
Temsilcisi Jakob Simonsen de konuşmasında, iklim değişikliğinin en vahim sonuçlarından
birinin yoksulluk olduğunu vurguladı.
Konferans destekçilerinden olan REC, programda üç sunuşla yer aldı. REC Genel Sekreteri
Marta Szigetti Bonifert, Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Ortaklığı (REEEP) ve Akdeniz
Yenilenebilir Enerji Girişimi (MEDREP) hakkında bilgi verirken, Zsussza Ivanyi, Orta ve
Doğu Avrupa ülkelerinin ulusal bildirim ve sera gazı envanterlerini hazırlama sürecinde kapasite
geliştirme ihtiyaçlarının analizini sundu. REC Türkiye Direktörü Dr. Sibel Sezer Eralp de
sunuşunda, sürdürülebilir kalkınma yolunda ortaklık girişimlerinin rolü ve önemine değindi.
Üç gün süren ve üst düzey karar vericilerin süreci sahiplenmesi açısından önemli bir adım
olan konferansta, 12 bildirili oturum, 2 atölye çalışması, sponsor ve destekçilerin yer aldığı bir
sergi düzenlendi. Oturumlara, çeşitli disiplinlerden 16 yabancı ve 32 Türk konuşmacı ile 750’den
fazla izleyici katıldı. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Türkçe metni, Sözleşme
Sekreteryası tarafından yayımlanan ‘Yeni Başlayanlar için İklim Değişikliği’ ve ‘İklime Özen
Göstermek’ başlıklı 3 adet Türkçe yayın da ilk kez burada dağıtıldı.
(GDO) oluşturduğu tehdit ve riskler
konusunda toplumu bilgilendirmek ve
GDO’ya Hayır İmza Kampanyası’na
destek sağlamak amacıyla, hormonlu
bir domatesi simgeleyen Canavar Balon
Friends of the Earth – Dünya Dostları
desteğiyle 100’ü aşkın sivil toplum
kuruluşunun üyesi olduğu GDO’ya
Hayır Platformu tarafından Türkiye’ye
getirildi. İstanbul’dan 1 Ekim’de yola
çıkan ve Bursa, İzmir, Muğla, Adana,
Diyarbakır ve Samsun dahil olmak üzere
16 şehri dolaşan balon, GDO’ya karşı
100 bin imza toplanmasını sağladı. 3
Kasım tarihinde turu sona eren Canavar
Balon sadece GDO tehlikesine dikkat
çekmekle kalmadı, acil önlemler alınması
konusunda Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nı
da harekete geçirdi. 2 Kasım tarihindeki
Meclis görüşmelerinde Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami Güçlü, bakanlığının resmi
görüşü olarak, ithal ürünlerde kontrol
ve denetimler yapılacağını, ithal edilen
ya da üretilen bebek maması ve çocuk
besinlerinde GDO’lu hammadde ya da
bileşenlerin kullanılmayacağını, ithal
edilen ürün ve gıdalarda ithalat öncesinde
ithalatçı ülkenin yetkili otoritesinden beyan
ve taahhütname isteneceğini, mısırdan
elde edilen glikoz ve früktoz, mısırözü ve
soya yağı ile benzeri ürünlerin ithalatında
ihracatçı ülke garantisi ve ithalatçı firma
taahhüdü isteneceğini, gıda ve yem amaçlı
ithalat sırasında Avrupa Birliği limitlerinin
baz alınacağını, sertifikalı tohumluk
ithalatında GDO limitinin ‘sıfır’ olacağını
ve tohumlukların transgenik çeşitlere ait
olmadıkları konusunda ihracatçı ülke
garantisi ve ithalatçı firma taahhüdü
isteneceğini belirtti.
YA S A M A
İki yeni yönetmelik yürürlüğe girdi
Kanunu’na dayanarak hazırlanan iki yönetmelik, 30 Temmuz 2004 tarih ve 25538 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlandı. ‘Ambalaj ve Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’,
1 Ocak 2005 tarihinden itibaren yürürlükte. Yönetmelik, cam, metal, plastik, kâğıt ve
karton satış ambalajları ile dış ve nakliye ambalajlarının tamamını kapsıyor, bu ambalajları
piyasaya süren kurumlara ve ambalaj üreticilerine çeşitli sorumluluklar getiriyor. Bir diğer
yönetmelik ise, her türlü pil ve akümülatör ürünün etiketlenmesi, işaretlenmesi, atıklardan
ayrı olarak toplanması ve alınacak önlemler gibi konulardaki sorumlulukları düzenlemek
üzere hazırlanmış ve 31 Ağustos 2004 tarih ve 25569 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış
olan, ‘Atık Pil ve Akümülatörlerin Kontrolü Yönetmeliği. Yönetmeliğin ana amacı, pil ve
akümülatörlerin, üretimden başlayarak tüm aşamalarda, çevre ve insan sağlığına uygun
süreçlerden geçmesini sağlamaktır.
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 6
FRIENDS OF THE EARTH
 Avrupa Birliği uyum süreci çerçevesinde Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından Çevre
HABERLER
AB'den Güncel Haberler

ENERJİ
Enerji savurganlığı
 Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), AB’nin, yeni üye
ülkelerin enerji tasarruf hedeflerini yeterince ciddiye almadığı
görüşünde. Eski isminin baş harfleri WWF ile tanınan koruma
örgütü özellikle, Avrupa Komisyonu’nun, üye devletlerin, toplam
ulusal enerji verimliliklerini yıllık yüzde 1 artırmalarını yeterli
görmesini eleştiriyor.
Orta ve Doğu Avrupa’dan yeni katılan sekiz devletin bu oranı
rahatlıkla aşabileceğini iddia eden WWF, 25 üyenin hepsi için en
az yüzde 2’lik bir hedef konulması çağrısında bulundu. WWF’nin
eylül ayında açıklanan raporunda, Polonya, Çek Cumhuriyeti,
Macaristan, Slovenya ve Slovakya’daki enerji tüketimleri ele
alındı. Raporda, bu ülkelerin gayri safi hasılanın (GSH) her bir
birimini üretmek için, genişleme öncesi üye olan 15 ülkeye kıyasla,
ortalama iki kat daha fazla enerji tükettiği belirtildi. GSH başına
enerji tüketimi AB-15’e kıyasla beş kat fazla olan Slovakya, bu
konuda en düşük performansa sahip ülke. Turizm sayesinde enerji
tüketimi düşük bir ekonomi geliştiren Slovenya ise, eski AB üyeleri
kadar olmasa da, bu konuda en başarılı ülke.
WWF’e göre, genişleme öncesi müzakerelerde, piyasanın
liberalleştirilmesi ve enerji üretiminin artırılması konuları o kadar
vurgulandı ki, yeni üyelerden biri, enerji verimliliğini teşvik
eden bir ulusal yasa tasarısını, üyeliğe engel olabilir kaygısıyla
gündemden çıkarttı.
İKLİM
Kuzey Kutbu erirken, Rusya
Kyoto’yu hayata geçiriyor
 Meclis onayının ardından
Başkan Vladimir Putin 6 kasımda,
Rusya’nın Kyoto Pro-tokolü’nü
onayladığını beyan eden yasa
tasarısını imzaladı. Küresel iklim
sözleşmesi 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girdi.
1990 yılında dünyadaki sera gazlarının yüzde 55'inden
fazlasının sanayileşmiş ülkeler
tarafından salındığı saptanmıştı.
Halen toplam yayınımın yüzde
17'sine neden olan Rusya'nın
imzası ile birlikte, sözleşmenin
yürürlüğe girmesi için en az 55
sanayileşmiş ülke koşulu da yerine getirilmiş oluyor. 1990’da
karbon dioksit emisyonlarının
yüzde 36’sının kaynağı tek başına
ABD idi. AB liderleri ve Japonya, Rusya’nın kararını takdirle
karşıladı. Japon Çevre Bakanı
Yuriko Koike, ABD, Avustralya
ve diğer ülkelerin protokolü
onaylamaları için girişimlerini
sürdürme sözü verdi.
Sözleşmeye göre Rusya,
kullanmadığı emisyon kredilerini, sınırlarını aşmış ülkelere
satabilecek. Sözleşme yürürlüğe
girdiğinde, Sanayileşmiş ülkeler,
2012’ye kadar altı temel sera
gazının toplam emisyonlarını
1990’daki seviyenin yüzde 5.2 altına düşürmek zorunda kalacak.
Moskova’nın bu kararı, bilim adamlarının, Kuzey Kutup Buzulu’nun hızla erimekte
olduğunu açıklamasından iki gün
önce verildi. İzlanda’nın başkenti
Reykjavik’te açıklanan
Kuzey Kutbu İklim Etki
Değerlendirmesi’ne göre, kuzey kutup noktası daha önce
sanılandan çok daha hızlı,
dünyanın diğer yerlerine göre iki
kat hızla ısınıyor.
300
bilim
adamının
oluşturduğu uluslararası bir
ekip tarafından bölgede gerçekleştirilen, daha önce benzeri
yürütülmemiş dört yıllık bilimsel çalışmaya göre, insan etkinlikleri sonucunda artan sera
gazlarının, kutbu daha da ısıttığı
sanılıyor.
Değerlendirme, sekiz Kuzey
Kutbu ülkesi ve altı yerli halkın
kuruluşlarından oluşan, bakanlık
düzeyinde hükümetlerarası bir organ olan Kuzey Kutbu Komitesi
ve 18 ulusal bilim akademisince
atanan bir grup olan Uluslararası
Kuzey Kutbu Bilim Komitesi
tarafından yürütüldü.
Kuzey Kutbu’ndaki deniz
buzulunun Grönland’daki Buzul
Tabakası’nın önemli bir bölümüyle
birlikte bu yüzyılın sonuna kadar
eriyeceği tahmin ediliyor.
Yeni üyelerin balayı bitti
Avrupa Komisyonu’nun üst düzey bir yetkilisi Environmental
Daily haber servisine, AB’nin 10 yeni üyesinin, eksikliklerinden
dolayı, çevre düzenlemelerinin uyumu konusunda epey güçlük
çekeceğini bildirdi.
Avrupa Komisyonu Çevre Genel Müdürlüğü, Yasal
Uygulama ve Yaptırım Birimi Başkanı George Kremlis, Mayıs
2004’te yeni üye olan devletlere ek süre verildiğini belirtti.
Kremlis, yeni üyelerin uyum sürecinde ‘yetersiz’ olduğunu,
Avrupa Komisyonu’nun 2005’ten itibaren ihlâl takibatına
başlayacağını da sözlerine ekledi.
Yeni üyelerin, 200’den fazlası ana yönerge olmak üzere,
AB’nin 561 kısımlık çevre müktesebatının tamamını uyarlaması
gerekiyordu. Bu sürecin zorluğunun farkında olan Kremlis,
temel altyapıyı iyileştirme maliyetinin tahminen 50-80 milyar
Avro olduğunu, buna karşılık AB’nin ancak 3.5 milyar Avro’luk
kaynak sağladığını, en zor sektörlerin ise, atıklar, su, doğa
koruması, hava ve ÇED olduğunu belirtti.

Ayrılık tohumları
Eylül ayında, böcek ilacına dayanıklı bir mısır türüne ait 17
çeşit tohumun, Avrupa ortak tohum kataloğuna eklenmesine
karşı Avrupa genelindeki protestolara, Polonya’daki Yeşiller
de katıldı. 60 çiftlikten oluşan ve genetiği değiştirilmiş ürün
tarımından vazgeçtiğini resmen açıklayan Uluslararası Polonya
Kırsal Koruma Birliği, dönüm noktası niteliğindeki bu
karara karşı mücadeleye başladı. Birlik, yayımladığı bildiride,
“genetiği değiştirilmiş tohumların şimdiye dek ortak kataloğa
alınmadığını” anımsatarak, kararın, genetiği değiştirilmiş
ürünlerin Avrupa’da yaygın biçimde üretilmesinin yolunu
açacağını belirtti.
Söz konusu tohumlar, Monsanto kimya şirketinin genetik
mühendislikle ürettiği bir mısır türünün bütün çeşitlerini
içeriyor. Karşıt gruplar ise, bunların diğer mısır türleriyle
çapraz döllenerek Avrupa’daki bütün ürünleri bozmasından
endişe duyuyor.
Yıllardır bütün Avrupa ülkelerine, GDO’ları dışlamaları
yönünde baskı yapan Uluslararası Dünya Dostları Derneği
(FoE) de Polonyalılar’a destek oldu. Dernek, Avrupa Bölgeler
Meclisi ile eylül ayında, geleneksel tarım ürünlerini genetik
değişikliklere karşı korumak amacıyla ortak bir kampanya
başlattı. Kampanya, Avrupa’da GDO’dan arınmış alan ve
bölgelerin yasal boyutta tanınması için olduğu kadar, geleneksel
ve geni farklılaşmış tarım ürünlerinin bir arada bulunmasına
olanak tanıyacak yasal bir çerçeve oluşturulması için de baskı
oluşturacak.

Karbon-takas planları onaylandı
Environmental Daily haber servisine göre Avrupa Komisyonu,
AB karbondioksit yayınımı takas programı kapsamında sekiz
ulusal tahsisat planını (NAP) daha onayladı. Bu da, 16 ülkedeki
sanayi sektörünün, programın öngörülen başlama tarihi olan
ocak ayında takasa başlayabileceği anlamına geliyor. Kalan
dokuz plandan kaç tanesinin zamanında hazır olacağı ise henüz
bilinmiyor. Komisyon ekim ayında, Belçika, Estonya, Letonya, Lüksemburg, Portekiz ve Slovakya’nın planını koşulsuz
onayladı. Bu ülkeler, 2005-07 döneminde programa katılan
şirketlere tahsis edilecek yayınımın sınır değerlerini düşürme
konusunda anlaştı.
Fransa ve Finlandiya’ya da koşullu onay verildi. Fransa’nın
yayınım artış öngörüsünün abartılı olduğunu düşünen
Komisyon, Fransa’nın tahsisatı 4.5 milyar ton daha azaltmasını
istiyor. Komisyon’un Finlandiya’dan talebi ise daha kolay:
Helsinki’den, programı Baltık Denizi adalarında bulunan dört
tesisi kapsayacak biçimde genişletmesi isteniyor.
NAP konusunda hâlâ onay bekleyen dokuz ülke, Çek
Cumhuriyeti, Macaristan, Yunanistan, Malta, Litvanya, İtalya,
Polonya, İspanya ve Kıbrıs Rum Kesimi. Yunanistan henüz bir
plan sunmuş değil. Komisyon’a göre, –koşullu ya da koşulsuzşimdiye dek onaylanan planlar, yayınım sınırındaki 12 bin
tesisten 7,200 tanesini kapsıyor. İzin verilen sınırlar ise 3.8
milyar ton karbon dioksite ulaşıyor
7 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR
HABERL E R
orta ve doğu avrupa
|
dünya
MADENCİLİK
BIRDLIFE/SIMON STIRRUP
Altın yine karardı
BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK
BirdLife'dan acı ötüş
 Bir koruma grubu olan
BirdLife, AB Life çevre fonu
programını değiştirme yönündeki
Avrupa Komisyonu planına karşı
çıkıyor. Avrupa Komisyonu, yıllık
240 milyon Avro olan fonu 320
milyon Avro’ya çıkarmayı, ancak
fon kapsamındaki Yaşam Doğa
unsurunu iptal etmeyi planlıyor.
Environmental Daily haber
servisinin bildirdiğine göre,
BirdLife, Avrupa Komisyonu’nun
“Life Plus” olarak isimlendirdiği
planların, “Avrupa’da tehlike
altında bulunan pek çok kuş
türünün, diğer fauna, flora ve
habitatların maruz kaldığı riskleri
artıracağını” savundu.
AB politikasından sorumlu
Clairie Papazoglou, “AB’nin,
bir yandan doğa korumasını en
önemli öncelik olarak görmeyi
sürdürürken, bu başarılı programı
bitirmeyi planlamasını aklımız
almıyor,” dedi.
Komisyon’a göre, Avrupa’daki
önemli türlerin yaşam ortamlarının
korunmasını hedefleyen bir
girişim olan Natura 2000 ağı,
Life’ın sağlayabileceğinden daha
fazla fona gereksinme duyuyor.
Avrupa Komisyonu, ağın yıllık
6.1 milyar Avro olan bütçesinin, yine bu amaca yönelik olan, AB yapısal ve kırsal
kalkınma fonları tarafından
karşılanmasının daha doğru
olacağı görüşünde. Life’ın
sağladığı fonlar ise, koruma
altındaki bölgelerin izlenmesi
benzeri koruma çalışmaları için
bundan sonra da kullanılabilir.
BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK
Akbabalar artık dolanmıyor
 Avrasya’da tehdit altındaki Kızıl Akbaba, yerli olmayan
yaban domuzları yüzünden Hırvatistan kıyısındaki önemli
bir sığınağını terk ediyor. Kanatları 3 metreye ulaşan bu dev
leş yiyiciden yaklaşık 70 çift, Cres Adası’nın korunan bir
bölgesinde kuluçkaya yatıyor. Ancak 1986 yılında av turizmini
geliştirmek üzere dışarıdan bölgeye getirilen yaban domuzları,
akbabaların temel besin kaynağı olan koyunları yiyor. Cresli
çobanlarla ortak yaşam ilişkisi kurmuş olan Kızıl Akbaba’nın
ölü koyunların leşleriyle beslenmesi, çobanları leşleri gömme
derdinden kurtarıyordu.
Akbabaları acilen koruma amacıyla kurulmuş olan Hırvat
STK’sı Eco Center’a göre, avcılar yaban domuzlarının nüfusunu
kontrol altına almayı başaramadı. Domuzların yayılımını
önlemek için çekilen çitler de yıkılınca yaklaşık bin yaban
domuzu adada serbestçe dolaşmaya başladı.
Eco Center’ın başkanı olan kuşbilimci Goran Susic,
köylülerin koyunlarını, insandan hiç korkmayan bu yaban
domuzlarına karşı korumakta büyük zorluk çektiğini söylüyor.
Susic’e göre, bölge belediyesi bu sorunu çözmek için hiç bir
şey yapmamış. Bölgedeki geleneksel hayvancılığın ve eşsiz
biyolojik çeşitliliğin zarar görmemesi, özellikle de adadaki Kızıl
Akbabalar’ın yok olmaması için harekete geçilmesi gerekiyor.
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 8
 Geçen sonbaharda, Romanya’nın kuzeyindeki Cisla
Nehri’ne hasarlı bir borudan ağır metaller sızınca, altın
madenciliği Romanya’da çevre konusunda yeni bir
tartışmanın odağı oldu.
Reuters’in haberine göre, Baia Borsa madenindeki
kaza sonrasında, 60 km uzaktaki beş Ukrayna kasabasına
su verilmesi durduruldu.
Bölge çevre kurumundan bir yetkilinin Reuters’e
verdiği bilgiye göre, “Baia Borsa altın madenindeki
hasarlı bir borunun kırılması sonucunda Cisla Nehri’ne,
içinde çinko, kurşun ve bakır içeren bir tortu sızdırmaya
başlamıştı.” Cisla, Viseu Nehri’nin bir kolu, Viseu ise,
önce Ukrayna’ya ardından Macaristan’a uzanan Tisza
nehriyle birleşiyor.
Sızıntı eylül ayının ilk haftası meydana geldi. Çevre
koruma yetkilileri Reuters’a, hızlı müdahale ettiklerini ve
80 m3 kirli suyu nehirden çektiklerini bildirdi. Yetkililer
hiç ölü balığa rastlamadıklarını da belirtti.
Ukrayna’da ise yetkililer, balık tutmamaları ve üç
günlük içme sularını depolamaları konusunda halkı
uyardı.
Altın madenciliği ezelden beri Romanya doğasını
tehdit ediyor. 2000’deki Baia Mare sızıntısında, bir
dinlendirme havuzunun siyanür içeren atıkları Tisza ve
Tuna nehirlerine karışmış, binlerce balığın ölümüne neden
olmuştu. Siyanür arıtma teknolojilerinin güvenilirliği
konusundaki kaygılar, gerçekleştiği taktirde Avrupa’nın en
büyük açık madeni olacak Rosia Montano altın madeni
projesine karşı yapılan protestoları da alevlendirdi.
SÜRDÜRÜLEBİLİR ULAŞIM
Bisikletçiler yollara düşüyor
 Geçen sonbaharda, Romanya’daki gönüllü
kuruluşların ortak çalışması sonucunda, ülkenin
güneydoğusunda doğal güzelliklerle dolu Banat bölgesinde, içinde 1000'den fazla bisiklet yolu bulunan bir
ağ oluşturuldu. Bir yıl süren projede, ormanların içinden,
dağ ve tepelerden geçen 22 farklı yol belirlendi. Hem
karayolu, hem de arazide sürüşe olanak tanıyan bu karma
yol ağı, doğal haliyle korunan bir kaç alanın yanı sıra,
bölgedeki bütün turistik güzelliklere de uzanıyor. Proje
kapsamında, katılımcı gruplardan gelen tamamı gönüllü
ekipler, özel olarak tasarlanan 252 adet yönlendirme
levhası yerleştirdi.
Projeye, Timisoara Genç Doğa Dostları Derneği ile
Resita Düşünce Derneği’nin katkılarıyla Resita Bisiklet
Atılım Derneği öncülük etti, Miercurea Ciuc Çevre
Dayanışma Vakfı ise 2,300 Dolarlık bir kaynak sağladı.
Projeyle ilgili Romence broşürler asbikeattack@yahoo.
com e-posta adresinden istenebilir veya www.freewebs.
com/tpn-rynf/prezentare.htm adresinden indirilebilir.
Resita Bisiklet Atılım Derneği’nden Catalin Gavrila,
broşürlerin İngilizcesi’ni de yayımlamak için kaynak
aradıklarını söyledi.
Bisiklet yolu girişimi, kıta ölçeğindeki 6 numaralı
Eurovelo güzergâhına bağlanacak ulusal bisiklet ağını
kurmayı amaçlayan program kapsamında gelişti. Projenin ana amacı, sürdürülebilir ve çevre dostu alternatif
ulaşım yöntemlerine ilişkin Avrupa’daki düzenlemeleri
hayata geçirmekti.
AVRUPA ÇEVRE AJANSI HABERLERİ
Biyo-yakıtlara talep çevreye
zarar verebilir
Emisyon teknolojisi kağıt
üstünde daha etkili
 Tarım ürünleri ve benzeri biyo kütlelerden elde edilen sıvı yakıtlar,
ulaşım sektörü için yararlı olsa da, çevre ve enerji açısından sanıldığı
kadar yararlı değil. Avrupa Çevre Ajansı (EEA), biyo kütlelerin elektrik
üretiminde daha verimli olacağına, AB’nin biyo kütlelerden elde
edilen biyo yakıtları teşvik etmesinin, toprak, canlı çeşitliliği ve tarımı
olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekiyor.
EEA açıklamasında, ‘kullanılan yönteme göre, enerji üretimi ve
tarım kaynaklı CO2 emisyonlarının artmasının yanı sıra, biyo yakıt elde
etmede kullanılan türlerin üretimine ağırlık verilmesi, tarımsal biyoçeşitliliği de etkileyebilir. Bu yan etkiler, sağlanacak çevresel yararlarla
birlikte değerlendirmeye katılmalıdır,’ deniliyor.
Benzin yerine kullanılan en yaygın biyo yakıtlar, buğday ve şeker
pancarı gibi nişastalı bitkilerden elde edilen biyo etanol ile, kolza
tohumu, ayçiçeği ve soya gibi yağlı bitkilerden üretilen biyo dizeldir.
2002’de biyo yakıtların kara taşımacılığındaki payı yüzde 0.4
kadardı.
AB ülkeleri 2010 yılına kadar, benzin ve dizelin yüzde 5.75’i yerine
biyo yakıtları kullanmayı hedefliyor.
Oysa tarım bitkilerinin ve biyo kütlelerin, elektrik üretmek için
yakılması yerine ulaşım amaçlı yakıta dönüştürülmesi, işlemlerde
harcanan enerji nedeniyle fazla tasarruf sağlamıyor, üstelik CO2
emisyonlarındaki azalma da çok az.
EEA’ya göre, ‘çevreci açıdan bakılırsa, başka enerji türlerinin elde
edilebileceği bitkiler yerine, yakıt üretilecek bitkilerin yetiştirilmesi
teşvik edilmemeli.’
Tarım alanlarının bu amaçla kullanılması, AB’nin 2010 yılında,
yenilenebilir enerji türlerinin toplam enerji tüketimindeki payını
yüzde 12’ye, elektrik üretimindeki payını da yüzde 21’e çıkarma
doğrultusunda koyduğu hedefleri yakalamasını zorlaştıracaktır.
Daha verimli taşıtlar teknik açıdan olanaklı
3.0 L otomobiller (VW Lupo/ Audi A2)
Melez oto (Honda Insight)
Melez oto (Toyota Prius)
Orta boy Diesel oto
Orta boy benzinli oto
Büyük Diesel oto
Büyük benzinli oto
Dört çeker taşıtlar
CO2 emisyonu g/km
Biyo yakıt üretimi AB 25'de hâlâ sınırlı
 Avrupa Çevre Ajansı’nın
(EEA) yeni raporuna ve ekindeki bilgilere göre, artan motorlu
araç trafiğinin çevre üzerindeki
etkisini azaltmanın en iyi yolu
taşıt artışını azaltmak.
Bildiride, trafik hacmindeki artışa rağmen teknolojik gelişmelerin, karayolu
ulaşımının neden olduğu hava
kirliliğinde azalma sağladığı
belirtiliyor, ancak kentlerdeki hava kirliliği sorununun
çözülmesi için daha fazlasına
gerek duyulduğu da ekleniyor.
Ulaşımdan kaynaklanan hava
kirliliği bütün Avrupa’da hâlâ
her yıl on binlerce erken ölüme
neden oluyor.
Günümüzde yeni araçlara
uygulanan testler, otomobillerin gerçek seyir ortamını
yansıtmadığı için, emisyon
değerleri de gerçek değerlerin
altında
tahmin
ediliyor.
Politikacılar için "On Temel
Ulaşım ve Çevre Konusu"
başlıklı rapora göre bu saptama,
kentlerdeki hava kalitesinin,
neden araç üreticilerinin test
verileri kadar hızlı iyileşmediğini
de açıklayabilir.
Test yöntemlerindeki bu
açıklar nedeniyle, Avrupa motorlu araç sanayii, 1995-2008
döneminde üretilen otomobillerin CO2 emisyonlarını ¼
oranında azaltma taahhüdünü
yerine getirecek gibi görünürken, iklimlendirme cihazları ve
araç-içi diğer donanımların yol
açtığı sera gazı emisyonlarının
test kapsamı dışında tutulması,
alınan mesafenin yarısına
yakınının
işlevsiz
kaldığı
anlamına da geliyor.
Otomobil sanayii bu hedefi
tutturacak olsa bile, ulaşımdan
kaynaklanan toplam CO2
emisyonunun 1990 ilâ 2010
arasında yüzde 25 oranında
artacağı tahmin ediliyor; hedef
tutturulamazsa artış yüzde 35
olacak.
CO2 konusunda şimdiye
dek kaydedilen gelişmenin
yüzde 15’i, benzinli araçlara
göre daha az yakıt tüketen dizel
motorlu araçların pazar payının
artmasıyla oldu.
Ancak raporda, daha fazla
güç elde etmek için dizel motorlarda uygulanan ‘çip-ayarlama’ işlemi, yakıt tüketimini
ve kirletici gaz emisyonunu
artırdığı için endişe verici
olarak nitelendi. Güncel tahminlere göre, yeni kuşak dizel
araçların yaklaşık yarısında
oynama yapılmakta ve bu
tür değişiklikler otomobillerin emisyonlarında, özellikle de zararlı partiküllerde,
üç kata kadar varan bir artışa
neden
olmaktadır.
EEA
Genel Müdürü Jacqueline
McGlade, Hollanda’nın AB
dönem başkanlığı tarafından
sürdürülebilir
taşımacılık
konusunda
ekim
ayında
Amsterdam’da
düzenlenen
bir konferansta, “Öncelikle,
araçların gerçek hayatta da
emisyon standardlarını tutturması sağlanmalıdır,” dedi.
Almanya
Fransa
Sürdürülebilirliğe ulaşmak
İtalya
Çek Cumhuriyeti
 Hollanda Çevre Değerlendirme Ajansı’nın (Netherlands
Danimarka
Avusturya
İspanya
İsveç
Polonya
Biyo dizel
Biyo etanol
Environmental Assessment Agency) hazırladığı "Çözümlenmemiş Çevre Sorunları" başlıklı raporda varılan
temel sonuca göre, AB çevre politikası, insanlar ve
ekosistemlerin sağlığı açısından yararlı olduğu açıkça
görülen ekonomik yatırımları hızlandırmakla birlikte,
iklim değişimi, biyo çeşitlilik kaybı ve kentlerdeki
hava kirliliği başta olmak üzere, hâlen çözüm bekleyen
önemli sorunlar bulunuyor. Yeni Avrupa Komisyonu’nu
ve Avrupa Parlamentosu’nu bilgilendirmek amacıyla
Hollanda’nın AB başkanlığı sırasında hazırlattırılan
rapora, www.rivm.nl adresinden ulaşılabilir.
9 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR
KAPAK KONUSU | çevre ve güvenlik
ak
n
y
a
k
l
a
ğ
do
e
l
i
ı
t
a
b
i
r
Çevre tah
lar,
n
u
r
o
s
k
i
om
n
o
k
e
,
ı
ğ
lar
ı
m
u
kıtl
l
p
o
t
e
ler v
m
i
t
e
n
ö
y
yetersiz
de
n
i
r
e
l
k
i
l
gin
r
e
g
i
k
a
d
arasın
ik
l
n
e
v
ü
g
l
lusa
u
e
l
y
i
s
i
k
et
or.
y
i
l
i
b
e
ş
ü
dön
a
n
u
n
u
r
so
TE
İ
K
E
D
E
K
HLİ
eri
sk
rt Neme
e
b
o
R
tonov |
Pavel An
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 10
çevre ve güvenlik | KAPAK KONUSU
Tuchel
ATILLA BOLTRESZ
iela
| Dan
hem de salt taşıdığı öz değerler için, çevreye
verilen tahribatın giderilmesi; b) Çevrenin,
kasıtlı saldırılardan ve kötü kullanımlardan
korunarak tahribatının engellenmesi. Birleşmiş
Milletler Üniversitesi’nin Milenyum Projesi
tarafından basılan kitaba göre, yalnızca bir kaç
ülke, düşünce ve eylemi birleştiren resmi bir
‘çevresel güvenlik’ tanımına sahip.
M
acaristan’ın uluslararası müzakerecisi
Tibor Farago’nun çevre ve güvenlik
konusundaki yorumu, uluslararası
barış sürecinin temel hedefleriyle
paralellik gösteriyor: Nükleer, biyolojik ve
kimyasal silahların azaltılması ve bütünüyle
ortadan kaldırılması. Farago’ya göre
günümüzün çevre ve güvenlik süreci aynı
alfabeyi izliyor: ‘A’ nükleer güç santralleri ve
atık güvenliği, ‘B’ biyo-güvenlik ve genetik
kirlenmeden doğan tehlikelerin giderilmesi, ve
‘C’ kimyasal kirlenmenin önlenmesi.
REC’in baş hukuk danışmanı olan
Stephen Stec, REC’in bakış açısını: “Biz,
çevresel güvenlik yerine çevre ve güvenlik
demeyi tercih ediyoruz, çünkü bu ilişkinin iki
boyutu var. Birincisi, toprak, su ve petrol gibi
doğal kaynaklar ile diğer çevresel değerlerin
ülkeler arasında gerginlik ve çatışmalara neden
olması. İkincisi ise, mevcut bir anlaşmazlık
süreci içinde çevrenin, iki düşman tarafın
işbirliği yapmak istediği bir konu haline
gelmesi, giderek diğer alanlarda da anlaşma ve
işbirliği için bir başlangıç noktası olmasıdır”
biçiminde özetliyor.
Merkezi New York’ta bulunan BM Çevre
Programı’nın (UNEP) direktörü Adnan Amin,
günümüzün bazı temel kaygılarını ayrıntılarıyla
açıklıyor: “Kaynak tahribatı ile insan arasında
bir bağlantı var. Kaynaklar üzerindeki rekabet
anlaşmazlıklara yol açabilir” diyor Amin.
“Örneğin, örgün tarım yapılması sonucu
toprak tahribatı oluşabilir. İnsanlar tarım
yapabilmek için daha iyi koşullar arayışıyla
farklı yerlere taşınmaya başlarlar, bu da çatışma
için büyük bir potansiyel barındırabilir;
dünyanın bazı yerlerinde bu etnik çatışmaları
da besleyebilir.”
Amin’e göre çatışmayı tetikleyebilecek
bir diğer çevre sorunu da su kirliliği.

B
undan tam 20 yıl önce, 1984 yılının 3
Aralık gece yarısını biraz geçe, dünyadaki en trajik sınaî kazalardan birinde,
binlerce insan hayatını yitirmişti.
Union Carbide böcek ilacı fabrikasının bir
vanasından sızan zehirli metil izosiyanat gazı,
Orta Hindistan’daki Bhopal şehrinin binlerce
sakinini öldürdü. İnsan hayatına ve sağlığına
inen bu büyük darbe, çevre kazalarının
insan güvenliğine ne denli büyük bir tehdit
oluşturduğunu gözler önüne seriyordu.
Günümüzde ise, çevre ile güvenlik
arasındaki ilişki çok daha geniş bir perspektiften
yorumlanıyor. Kaynak yetersizliği ve doğa
tahribatı sonucunda ortaya çıkabilecek
çatışmalar, bir hayalet gibi üzerimizde
dolanıyor. Buna karşılık, yakın geçmişte
Balkanlar’da görüldüğü gibi, paylaşılan bir
çevreye verilen zararın doğurduğu ortak
kaygılar, anlaşmazlıkların çözümünü ve
barışı hızlandıran bir etken de olabiliyor.
Hükümetler ve uluslararası kuruluşlar,
uluslararası anlaşmalar yardımıyla çevresel
riskleri azaltmanın yollarını arıyor. Bu tür
anlaşmalar, paylaşılan çevresel kaynaklar
konusunda ortak sorumluluk ve hakları
tanımladığı gibi, çevresel tehditler konusunda
bilgi erişimini ve bilgi paylaşımını sağlayarak
sınır ötesi ortak çalışmalara olanak tanıyor.
Çevre konusundaki kaygıların, ekonomi,
maliye, savunma, içişleri ve dışişleri gibi yönetsel konularla eşit ağırlıklı olarak iç içe geçmesi,
ulusal güvenliğin, yaşamımızın can damarı
olan çevresel sistemleri doğru bir biçimde
yönetmemize bağlı olduğu gerçeğinin daha iyi
kavranmasını sağlamıştır. Ancak yöneticilerin
güvenlik tanımı hâlâ yeterince net değil.
Güvenliğin tanımlarından biri, ‘tehlike ya
da korkudan uzak olma’, veya ‘güvende olma
hissi’dir. Çevre, makro-ekonomik bir unsurdur,
ortak bir varlıktır, yaşamın sürdürülebilmesi
açısından en önemli hazinedir. Çevrenin
durumu, herhangi bir türün, toplumun ya da
ulusun varlığı açısından belirleyici olduğu için,
güvenlik açısından da yaşamsal bir önem taşır.
2001 tarihli "Geleceğin Durumu" (State of the
Future) kitabının yazarları Jerome C. Glenn ve
Theodore J. Gordon’a göre, ‘çevre güvenliği’
iki temel kavramı içine alabilir: a) Hem insan
yaşamının destekleyicisi olması açısından
REUTERS/OLEG POPOV
YABANCI GÖZLEMCİ: Bir NATO
askeri, bölgedeki etnik Arnavutlar ile
gerilimin tırmandığı 2001 sonbaharında,
Makedonya’daki Tetovo kasabasını
gözlüyor. Güneydoğu Avrupa’daki toprak
ve doğal kaynak varlığı, son on yıldaki kanlı
sürtüşmelerin nedeniydi.
11 | OCAK 2005 |
yeşil UFUKLAR
| çevre ve güvenlik

“Sağlıksız içme suyu kaynakları nedeniyle
insanlar hastalanıyor, bu da hükümetin
harekete geçmediğine dair şikâyetlere
neden oluyor; bu durum, doruk noktasına
ulaştığında, şiddeti tetikleyip bir bölgenin
istikrarını bozabilir.” Bir çok ülkede ulusal
güvenliğin temeli ve potansiyel çatışmanın
ana kaynağı, yiyecek üretimi ve dolayısıyla
yaşam için bir önkoşul olan suya erişimdir.
Bu olgu binlerce yıl öncesine dayanan sulama
GAZ MASKESİ
REUTERS/RAJ PATIDAR
“Şehir sakinleri uykudaydı. Gözlerini,
burunlarını ve ağızlarını yakan gazın
etkisiyle karanlıkta çığlık çığlığa uyandılar.
Öğürmeye ve öksürmeye başladıklarında
ağızlarından kan dolu köpükler geldi.
Herkes panik içinde kaçıyordu, kimisi
ezildi, kimisi çırpına çırpına öldü.
Koşarak kaçışırken sidik torbalarını ve
bağırsaklarını kontrol edemiyorlardı.
Hiçbir alarm işitilmedi, tesisin güvenlik
sistemlerinden hiçbiri çalışmıyordu.
Bir kaç saat içinde sokaklar binlerce
cesetle dolmuştu,” 1984’te Hindistan’ın
Bhopal şehrindeki Union Carbide
tesisinde yaşanan zehirli gaz patlamasını
betimleyen satırlardan yalnızca birkaçı.
Fotoğrafta, Bhopal’deki gaz faciasının
kurbanları, yine Bhopal’de 27 Eylül 2004
tarihinde, facia davasının görüldüğü
sırada düzenledikleri bir gösteride,
Union Carbide’ı sonradan satın alan
Dow Kimya Şirketi aleyhine sloganlar
atarken görülüyor. Kurbanlar, şirketin
kovuşturulmasını ve şirket aleyhine
açılan ceza davasının Merkezî Soruşturma
Bürosu’nun tavsiyesi ile sicile işlenmesini
talep ediyor. Pankart yazısı: ‘Dow
cezalandırılmalı’
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 12
toplumlarının mücadele vermeye ya da gelişip
serpilmeye devam eden Nil’den Japonya’ya
kadar çok iyi anlaşılmıştır.
SAVAŞ YARALARI: 1999 baharında, yanan bir
petrol rafineri tankındaki patlama, Belgrat’ın
16 kilometre kuzeyindeki Pancevo’da
gökyüzünü aydınlatıyor. NATO’nun hava
saldırıları bu küçük sanayi kasabasındaki
rafineriyi ve kimya kompleksini tahrip etmişti..
1
990’ların başında Balkanlar’ın çokkültürlü bölgesinde yaşanan askeri
çatışmanın miraslarından biri de, geri
dönen çok sayıdaki mülteci nedeniyle
ekosistem üzerinde artan baskıdır. Birleşmiş
Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden
elde edilen 2000 yılı verilerine göre, mülteci
olarak kabul edilen 4 milyona yakın insan,
eski Yugoslavya’daki savaş sonrasında asıl
yurtlarına döndü. Bu durum, bölgedeki doğal
sistemler üzerindeki baskıyı artırdı. Bunun
yanı sıra, BM Çevre Programı istatistiklerine
göre, Bosna-Hersek’teki ormanlık alanın
yaklaşık yüzde 20’sine, kara mayınları
yüzünden girilememektedir. Arnavutluk
ve Makedonya’daki kamplarda bulunan
mültecilerin yakacak odun gereksinmesi
orman tahribatına neden olmaktadır.
Anlaşmazlıkların önlenmesi ve çözümünde çevrenin üstlendiği rolün en net
göstergesi herhalde, 1990’lardaki savaşın
ardından iki rakip toplum arasındaki ilk ve
en üst düzeydeki hükümetlerarası organ olan,
Bosna-Hersek Çevresel Yönetim Komitesi’dir.
Haziran 1998’de REC’in Szentendre’deki
merkezinde imzalanan Mutabakat Metni,
Dayton’dan sonra Bosna’daki bu iki rakip
arasında imzalanan en geniş kapsamlı anlaşma
olmuştur. 1998’de Sırp Cumhuriyeti’nin
kentleşme, altyapı planlaması, bayındırlık ve
çevre bakanlığını yürütmüş olan merhum Jovo
Basic şöyle diyordu: “Ezelden beri komşuyduk.
Aynı havayı soluyor, çoğunlukla aynı sudan
içiyor, aynı toprağa basıyor ve aynı hedefleri
paylaşıyoruz, öyleyse birbirimize güvenmemiz
gerekiyor. Hükümetim adına, Federasyon,
Avrupa ve dünya ile işbirliği yapmaya kararlı
olduğumuzu övünerek söyleyebilirim.”
REC İcra Direktörü Marta Szigeti
Bonifert’e göre, etkili bir sınıraşan yönetim modelinin gelişmesi desteklenerek ve
anlaşmazlık durumlarında iletişim sağlanarak,
Orta ve Doğu Avrupa bölgesinde çevre ile
güvenlik ilişkisi güçlendirilebilir. Devletler ve
toplumlar tarafından paylaşılan belli doğal
kaynakların akılcı kullanımı ve potansiyel
risklerin azaltılması konusunda sınıraşan
işbirliği, bölgede huzurun sağlanması ve
güvenlik açısından önemli bir araçtır.
Neretva Nehir deltası, Shkoder Gölü ve
Batı Stara Planina (Batı Balkan Dağ Silsilesi),
paydaşların ülke sınırları ötesinde birlikte
çalıştığı bölgeler arasındadır. REC, paylaşılan
doğal kaynakların, merkezî ve yerel yönetimler,
sivil toplum, bilim adamları ve uzmanlar
tarafından birlikte yönetilmesi amacıyla,
kapasite ve kararlılığı geliştirmek ve bu konuda
bilinci artırmak için çalışmaktadır.
REC, Sava ve Tisza nehirleri, ya da Karpat
Dağları gibi, paylaşılan doğal kaynakların
birlikte yönetilmesine yönelik uluslararası
anlaşmaların yapılması ve uygulanması
konusunda aktif rol oynamıştır. Bonifert,
REC’in ayrıca, diyalog ve eşgüdümlü çalışma
doğrultusunda yasal ve kurumsal yapıları
desteklediğini de ekliyor. REC, yeni araçlar
yardımıyla sürdürülebilir kalkınmadaki
PRESS PHOTO BTA
KAPAK KO N U S U
boşlukları dolduracak uluslararası politika
süreçlerine kılavuzluk ederken araştırma ve
değerlendirmeleri temel almaktadır. Tehlikeli
Faaliyetlerde Doğrudan Yabancı Yatırımlar
için Yönetişim İlkeleri ile, yerel yöneticiler için
Karpat Sözleşmesi Uygulama Kılavuzu buna
örnek olarak verilebilir.
Balkanlar’daki askeri çatışma sona
erdikten sonra, Güneydoğu Avrupa’daki
Bölgesel Çevre Yeniden Yapılandırma
Programı’nda (REReP) REC itici bir güç
işlevi görmüştür. 1999’da katılımcı, esnek ve
şeffaf bir süreç olarak tasarlanan bu program,
savaş sonrasında Balkan Yarımadası’ndaki
çevrenin korunması açısından uluslararası
ölçekte dikkat çekti. Son tahminlere göre
bölgeye, çeşitli kanallardan 500 milyon
Avro’dan fazla yardım aktı. Szigeti Bonifert,
REReP deneyiminin ve başarılarının çok
değerli olduğunu söylüyor. Bonifert’e göre,
“Güneydoğu Avrupa’daki soruna gösterilen
ilgi, aktarılabilecek nitelikteki know-how’u
kullanacak olan diğer bölgeler için de
yararlı olabilir.”
Ç
evre ve Güvenlik Girişimi, BM Çevre
Programı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı (AGİT) ile BM Kalkınma
Programı (UNDP) tarafından,
NATO’nun desteği ile 2002 yılında başlatıldı.
EnvSec adı verilen girişim, sınıraşan çevre
sorunlarında işbirliğini kolaylaştırmayı,
çevresel işbirliği ve sürdürülebilir kalkınma
aracılığıyla barış ve istikrarı desteklemeyi
amaçlıyor. EnvSec, Orta Asya, Kafkaslar ve
Güneydoğu Avrupa’yı kapsıyor.
EnvSec raporlarından birinde, Balkanlar’da
çevresel anlamda sorunlu bir çok bölge olduğu
belirtilmiştir. AGİT’in ekonomi ve çevre işleri
koordinatör yardımcısı olan Marc Baltes
sorunlu bölgeleri, “yüksek nüfus yoğunluğu
ya da kentleşme, sosyo-ekonomik baskılar,
zayıf yönetsel yapılar ve toplumlar arasındaki
gerilimle birleştiğinde ortaya çıkan ulusal
güvenlik kaygıları,” olarak tanımlıyor.
Güneydoğu Avrupa’daki uluslararası
kuruluş ve hükümetlerin uzmanları, eylül
ayında Üsküp’te yapılan iki günlük bir
toplantıda, EnvSec’in bölgedeki öncelikleri
üzerinde uzlaşmaya vardı. EnvSec’in bölge
çevre ve güvenlik | KAPAK KONUSU
"Yeryüzü Politikaları Enstitüsü" (Earth Policy Institute) kurucusu
ve 2001’den bu yana başkanı olan Lester R. Brown, çevre,
güvenlik ve sürdürülebilir kalkınma konularındaki küresel bakış
açısını, kasım ayında Toskana’da düzenlenen "Yeşil Uyum" basın
konferansında Green Horizon’a açıkladı.
Su savaşlarI
için hazırladığı çalışma programına göre,
girişim 2005-2006’da tehlikeli faaliyetlerin
sınıraşan risklerini kontrol altına alma ve
azaltma konularına odaklanacak. Program,
Arnavutluk, Bosna-Hersek, Makedonya,
Sırbistan ve Karadağ ile geçici olarak BM
yönetimi altında bulunan Kosova’da, madencilik sektöründeki projeleri de kapsayacak.
Yakın gelecekte küçültülmesi, uzun vadede
ise doğal durumuna döndürülmesi hedeflenen, Makedonya’daki Lojane madeninde bir
fizibilite çalışması planlanıyor. Bunun yanı
sıra sınır ötesi çevre denetimi ve erken uyarı
sistemleri de geliştirilecek.
T

aslak programa göre, sınıraşan doğal
kaynakların yönetimi EnvSec’in
Balkanlar’daki ikinci önceliği. Tisza
nehir havzası için planlanan çevresel
değerlendirme, aslında ‘çevrenin durumu’
üzerine ayrıntılı bir rapor olacak. Devlet,
halk ve iş dünyası arasındaki ilişkiler, Sava
nehir havzasının yönetimini iyileştirecek ve
sivil katılımın artmasını sağlayacak. Koruma
altındaki alanlar arasında oluşturulacak bir
ağ da, Karpat ve Alp bölgelerindeki örnekleri
izleyerek, Balkanlar’da sınıraşan biyolojik
çeşitlilik yönetimini geliştirecek.
EnvSec ortakları, Güneydoğu Avrupa
için çevre, güvenlik ve diplomasi konularında
bir lisansüstü program da planlıyor. Kurs,
Budapeşte’deki Orta Avrupa Üniversitesi ile
işbirliği yapılarak düzenlenecek.
“Çevre idarî sınır tanımaz,” diyor
Makedonya çevre ve altyapı planlama bakanı
Ljubomir Janev.
“Çevre ve güvenlik konusunda yapılan
çalışmalar en azından, kısmen de olsa,
çevreyi etkileyen etkinliklerin beraberinde
getirdiği riskleri azaltmaya odaklanmalıdır,”
diyor Stec. Tesislerde ve sorunlu bölgelerdeki yatırımların aslında yapılan yatırımın
riski artırdığı ve Tisza Nehri’nde kirliliğe
yol açtığı, 2000 yılındaki talihsiz Baia Mare
kazasının aksine- riski azaltacak biçimde
yapılması gerekiyor. Stec, bütün yatırımların,
özellikle de sınıraşan etkiye sahip olanların,
REC’in geliştirmiş olduğu sağlam yönetim
ilkelerine sadık kalarak, dikkatle yapılması
gerektiğini söylüyor.
Tuhaf bir rastlantıyla, "Sizin Ekonominiz"
(Your Economy) başlıklı kitabın tanıtımı için
New York Times’a demeç vermek üzere 11
Eylül 2001 günü New York’ta idim. Daha
öğle olmadan, demeç tarihe gömülmüştü
bile. Aslında Usame Bin Ladin ve adamları,
toplumun dikkatini, geleceğimizin altını oyan
çevre tahribatından farklı bir yöne çekmeyi
başarabildikleri taktirde, pek çok açıdan hayal
bile edemedikleri sonuçlara ulaşabilir.
Hemen akla gelen alanlardan biri su. Su
kaynakları yüzünden ülkeler arasında ciddi
çatışma potansiyeli var. Bugün dünyanın
bir çok yerinde, Güneydoğu Asya’da Çin
ile Vietnam, Laos ve Tayland gibi Mekong
ülkeleri arasında gerginlik tırmanıyor. Benzer
bir durum da Türkiye ile Suriye ve Irak
arasında, Dicle ve Fırat nehir havzaları
konusunda yaşanıyor.
Toprak konusunda da çatışmalara
tanık oluyoruz. Bunu özellikle, Afrika’da
hayvancılıkla geçinen göçebe toplulukların
tarım sahalarına doğru yönelmesi ve nüfus
artışı sonucunda çatışmaların yaşandığı Sahra
ülkelerinde görüyoruz. Aynı durum, göçebelerle
çiftçiler arasında ciddi çarpışmaların yaşandığı
Nijerya’da da söz konusu.
Küresel ölçekte bakarsak, iklim sorunu
da çatışma yaratan konulardan biri; çünkü
bu soruna, Amerika ve diğer gelişmiş ükeler
neden olurken, bunun sonuçlarından,
örneğin deniz düzeyinin yükselmesinden en
çok etkilenenler ise Bengaldeş gibi ülkeler.
Gerilimlerin tırmandığı daha bir çok
bölge var. İran’da yüzlerce, hatta binlerce
mültecinin kaderlerine terk edildiğini,
çünkü su kaynaklarının kuruduğunu ve
hiç su kalmadığını görüyoruz. Çin’de bilim
adamlarının verdiği sayılara göre, çölleşme
yüzünden kısmen ya da tamamen terk
edilen 24 bin köy bulunuyor. Avrupa’daki
Afrikalılar’ın çoğu, ekolojik baskı altında
olan, toprak erozyonu ve benzeri sorunların
pençesindeki ülkelerden geliyor.
Okyanuslardaki balıkçılık sahalarının
paylaşılması da bir gerilim konusu.
Peki, bu sorunlar, Orta ve Doğu
Avrupa’yı ne derece ilgilendiriyor?
Bazen, Amerika’da ya da Avrupa’da
bulunduğum sırada, her şeyin yolunda gibi
göründüğü duygusuna kapılıyorum. Ancak,
dünyada ekolojik baskıların yoğunlaştığı
bölgeler olduğunu da unutmamalıyız.
Bunların çoğu da kıtlığa yol açan sorunlar.
Su kıtlığı ve iklim değişikliği yüzünden
gıda fiyatlarının artma tahlikesi var. Bu,
baş edemeyecek birçok düşük gelirli
ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyebilir. Siyasi
istikrarsızlık ise, zamanla hepimizi etkileyecek
biçimde uluslararası düzeyde ekonomik
gelişmeyi sekteye uğratabilir.
Sizce dünya liderleri, küresel bir çevre
krizini önlemeyi başarabilir mi?
Ciddi çevre sorunlarının ilk temel
ekonomik kanıtı olan gıda fiyatlarındaki artışa
bakarak işe başlayabiliriz. Bu artış, “uyanın”
çağrısı yapan bir ekonomik göstergedir. Siyasi
anlamda, gıda fiyatlarından daha hassas bir
ekonomik gösterge olduğunu sanmıyorum.
İşte bu nokta, eğer irade gösterilirse, devrimin
başlangıcı olabilir. Bu ise Berlin Duvarı’nın
yıkılmasına eşdeğer bir dönüşümdür.

Çevre ile güvenlik nerede kesişiyor?
KÜRESEL DÜŞÜNÜR
GREENACCORD
Lester R. Brown’un çevre alanındaki
bazı etkinlikleri:
• 1974 Worldwatch
Enstitüsü’nün kurucusu
• 1984’ten bu yana “Dünyanın
Durumu” raporlarının yayımcısı
• 22 onursal ünvanın, ve aralarında
1987 Birleşmiş Milletler Çevre
Ödülü ve 1989 WWF Doğa Altın
Madalyasının da yer aldığı bir çok
ödülün sahibi
13 | OCAK 2005 |
yeşil UFUKLAR
KAPAK KO N U S U
| çevre ve güvenlik
Çevre politikalarında yeni bir olgu olan çevresel güvenlik sorunsalı, zengin doğal
kaynaklara sahip Türkiye’nin geleceği açısından giderek önem kazanıyor.
Kİrlİlİkten ulusal güvenlİğe
Doç. Dr. Nesrin Algan
Değişim kıpırtıları
Nitekim, çevre sorunları etkisinin küresel
düzeyde hissedilmesiyle, 1970’lerden itibaren
‘ulusal güvenlik’ kavramı, çevresel ögeleri
de içerecek şekilde yeniden tanımlanmaya
başlamıştır. Bu yıllarda yaşanan petrol krizi,
doğal kaynakların sınırlı olduğu ve kaynak
kıtlığının ekonomi kadar enerji güvenliğini
de tehdit edecek boyuta ulaşabileceğini
göstermiştir. R. Falk’un, çevre-güvenlik
bağlantısını çarpıcı biçimde gösteren 1971
tarihli ‘Tehlike Altındaki Gezegen’ (This Endangered Planet) yapıtından bu yana, geleneksel
güvenlik kavramının, gezegenimizin temel
yaşam destek sistemlerindeki bozulmaların
yarattığı güvenlik sorunuyla baş edebilmek
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 14
İklim değişikliği, ozondaki incelme, çölleşme, biyolojik çeşitliliğin azalması,
gibi sınıraşan çevre sorunları tüm gezegeni ve canlıları eşit derecede
etkilemektedir.
için genişletilmesi gerektiğine dikkat çeken
çok sayıda çalışma yapılmıştır. En önemlileri
L. R. Brown, R. H. Ullman, N. Myers olan
araştırmacıların geliştirdiği çevresel güvenlik
kavramı, esas olarak, ekolojik sistemin ve bunun bir parçası olan bireyin varlığının güvence
altına alınması düşüncesine dayanmaktadır.
Buradaki güvenlik kavramı, geleneksel anlamda devletin ve ulusal çıkarların korunması
anlayışını yansıtan bir içerik taşımaktadır.
Bağımsız Silahsızlanma ve Güvenlik
Komisyonu (ICDSI), 1982 tarihli ‘Ortak
Güvenlik: Bir Silahsızlanma Programı’ isimli
raporunda, ‘ortak güvenlik’ kavramını ilk
kez kullanarak, küresel güvenliğin değişen
niteliğine dikkat çekmişti. Bu raporla dünya
kamuoyununun gündemine giren ‘kapsamlı
güvenlik’ kavramı, yoksulluk, küresel çevre
sorunları ve nükleer savaş gibi çok sayıda
tehdidi kapsar. R. H. Ullman 1983 tarihli
‘Güvenliğin Yeni Tanımı’ (Redefining Security)
çalışmasında, bir ülkenin vatandaşlarının
yaşam kalitesini kısa bir zaman diliminde ciddi boyutta tehdit eden eylem ve doğal olayları
da ulusal güvenliğe yönelik tehditler olarak
değerlendirerek çevresel güvenlik kavramını
genişletmiştir.
Çevre-güvenlik
ilişkisine
dikkati çeken ilk uluslararası belge ise, BM
Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun,
hükümetlerin ve uluslararası toplumun gündemine sürdürülebilir kalkınma kavramını getiren, çevre politikalarında küresel düzeyde bir
dönüşüm sağlayan ‘Ortak Geleceğimiz’ raporudur. Yoksulluk ve çevre ilişkisini vurgulayarak,
kuşaklar ve bölgeler arası adalet anlayışını vurgulayan bu yeni yaklaşım, uluslararası çevre
politikaları üzerinde etkili olmuştur. Raporun,
diğer bir önemli özelliği de, çevre, barış ve
güvenlik etkileşimine dikkat çekmesidir.
Soğuk savaş sonrasında dünya güvende
mi?
Soğuk savaşın bittiği 1980’lerin sonunda
çevresel güvenlik, akademik camianın yanı
sıra, uluslararası örgütlerce de tartışılmaya
başlanmıştır. 1990’larda ise, gıda güvenliği,
çevresel güvenlik, ekolojik güvenlik, beşeri
güvenlik kavramları uluslararası ilişkilerde
daha sık görülmeye başlar. UNDP 1993 Beşeri
Gelişme Raporu’nda, güvenlik kavramının,
beşeri gelişme, gıda güvenliği, istihdam ve
çevresel güvenlik olgularını da kapsayacak
şekilde ele alınması gerektiği vurgulanmıştır.
1995 tarihli ‘Küresel Komşuluk’ raporunda,
bu yeni anlayışa gezegenin güvenliği kavramı
da eklenmiştir. Soğuk savaşın bitmesiyle
NATO, güvenlik kavramını, çevre ögesini
içerecek şekilde yeniden tanımlamıştır.
Türkiye Genelkurmay Başkanı’nın 1998
yılında AGİT tarafından düzenlenen Askeri
Doktrinler Semineri’nde, dünyanın karşı
karşıya kaldığı yeni tehditlerden birinin
çevresel tehditler olduğunu vurgulaması, bu
yeni güvenlik anlayışının Türkiye tarafından
da önemsendiğinin göstergesidir.
Üyesi olduğumuz NATO, OECD, AGİT
gibi kuruluşların geliştirdiği uluslararası
görüş doğrultusunda, geleneksel güvenlik
kavramını yeniden tanımlamamız, çevresel
güvenlik olgusunu da içerecek bir anlayışı
benimsememiz gerekiyor. Ancak, Türkiye’nin
geleneksel güvenlik anlayışını ve çevresel
politikalarını ciddi biçimde dönüştürecek
bu yeni yaklaşımın benimsenmesini, sadece
üyesi olduğumuz kuruluşlara uyum sağlamak
biçiminde algılamak doğru olmaz. Coğrafi
konumu ve ekolojik özellikleri nedeniyle,
özellikle sınıraşan çevre sorunlarının, ülkenin
güvenliğini tehdit edebilecek boyutlara ulaşma
PHOTODISC
Ç
evre sorunları ve doğa tahribatı yalnızca
ekosistemlerin ortadan kalkması, bitki ve
hayvan türlerinin nesillerinin tükenmesi,
nefes alabileceğimiz ortamların giderek
azalması mı? Bu sorunların, artık gezegendeki
tüm canlıların varlığını tehdit eder boyuta
ulaşması, sayılan tekil tahribatlardan farklı bir
bakışla değerlendirmeyi gerektirmiyor mu? Ve
önceleri bilmediğimiz güvenlik endişeleri de
doğurmuyor mu? Çoğu kez, can, sağlık ve mal
güvenliğini tehlikeye sokma potansiyeli taşıyan
bu sorunlarla mücadele edebilmek için, çeşitli
teknik önlemler bir zorunluluk haline geliyor.
Günümüzde, özellikle bazı sanayi ürünleri ve
gıda gibi temel maddelerin üretimi, taşınması
ve tüketiminde belirli güvenlik önlemleri bir
çok ülkede yasalarla zorunlu kılınmıştır. Çevregüvenlik ilişkisini insan sağlığı açısından ele
alan ve çevre güvenliğini sağlamak amacıyla
tüzel, idarî ve teknik önlemler alınmasını
gerektiren bu düzenlemeler, sanayi ve
teknolojideki gelişmelere bağlı olarak önemini
koruyor. Buradaki ‘güvenlik’ kavramı, daha
çok işletme ve/veya faaliyet düzeyinde alınacak
önlemlerle bertaraf edilebilecek ‘emniyet
tedbirleri’ni ifade etmektedir.
Ancak son 30 yıldır, doğal kaynaklar
üstündeki derin tahribatın tüm canlıları,
canlı-cansız tüm doğal kaynakları, yani tüm
ekosistemi yok edebilecek boyuta ulaşması,
çevre sorunlarının küresel felaketler yaratma riski, güvenlik ve çevre ilişkisinin daha
farklı bir yaklaşımla ele alınmasını gerektiriyor. İklim değişikliği, ozondaki incelme,
çölleşme, biyolojik çeşitliliğin azalması, tehlikeli atıkların yasa dışı ticareti, doğal kaynak kıtlığı gibi sınıraşan çevre sorunları tüm
gezegeni ve canlıları eşit derecede etkilemektedir. Bu sorunların, ulusal ve uluslararası
istikrarsızlığa, uzlaşmazlığa hatta çatışmalara
yol açma potansiyeli, bu sorunları önleyebilmek ve giderebilmek için hükümetleri
ortak politikalar geliştirmeye ve tüzel düzenlemeler yapmaya zorlamıştır.
çevre ve güvenlik | KAPAK KONUSU
Doğal zenginlik: Hem fırsat, hem tehdit
Türkiye’nin çevresel riskleri artıran
konumu, paradoksal bir şekilde, sahip olduğu
doğal zenginliklerin de temelidir. Türkiye’de
çevresel güvenlik sorunu yaratabilecek
unsurların başında, Orta Asya, Kafkasya ve
Ortadoğu petrolleri ve doğal gazının taşındığı,
dünyanın en yoğun deniz güzergâhlarından
biri üzerinde olması gelir. Boğazlar’dan yılda
yaklaşık 50 bin gemi geçmektedir. İstanbul’un
yoğun kentsel deniz trafiği ile birlikte bu dar
alanda seyreden deniz aracı sayısı günde 1,640
civarındadır. Boğazlar’dan taşınan petrol
1998’de 60, 2003’de 135 milyon ton iken, 2004
sonunda ise 160 milyon tona ulaşmıştır. Ham
petrol ve türevleri, LPG, patlayıcı, parlayıcı
ve kimyasal maddeler, sıvılaştırılmış amonyak
gazı, nükleer yükler, atıklar vb. tehlikeli yük
taşımacılığının, olası bir kazada Boğazlar’da
yaratacağı felaketin boyutu, yalnızca seyir
ve can güvenliğini değil, doğrudan ulusal
güvenliğimizi tehdit edebilir.
Boğazlar’daki koşullar diğer denizlerinkinden çok daha zordur, ancak diğer deniz
alanları da çevresel güvenlik açısından yüksek
riskli bölgelerdir. Örneğin, Karadeniz’e yılda
111 bin ton petrol yayılmaktadır. Biyolojik
yönden iyice fakirleşmiş olan Karadeniz, bir
de tehlikeli yük taşımacılığı tehdidi altındadır.
Çernobil felaketi, zehirli varillerin boşaltılması
gibi sorunlar da anımsanırsa, Karadeniz’in
çevresel güvenlik açısından sadece Türkiye için
değil, diğer kıyı ülkeleri için de riskli olduğu
görülür. Bu riskler, Karadeniz, Boğazlar ve
Marmara ile hidrografik ilişkisi bulunan Ege
Denizi için de güvenlik sorunsalı oluşturur.
Son yıllarda, Baltık-Ren-Tuna-Karadeniz gemi
trafiğinin de eklenmesi, Ege’de hem gemi
kaynaklı kirlenmeleri hem de kaza riskini
artırmıştır. Çok yüksek bir deniz trafiği olan
bu yarı kapalı havzadaki kazalar, ekolojik
felaketlerin yanı sıra turizmi de etkileyerek,
kıyı ülkelerinin ekonomilerine zarar verebilir.
Akdeniz havzası, dünyadaki su kütlesinin
yüzde 1’ini oluşturmasına rağmen, dünya tanker trafiğinin yüzde 28’ine ev sahipliği yapar.
Bunun önemli bir kısmı Yumurtalık-Ceyhan
hatlarından taşınan Irak petrolüdür. Bakü-Tiflis-Ceyhan hattının eklenmesiyle, Türkiye’nin
çevresel güvenlik sorunsalının boyutu daha da
artacaktır. Bu sorunsal, özellikle İskenderun
Körfezi’nde Boğazlar’dakine benzer bir risk
doğurabilir. Karadeniz ve Akdeniz’deki en ciddi
risklerden birini oluşturan, yasadışı tehlikeli
atık taşımacılığı da Türkiye açısından sorun
olmayı sürdürecektir. Karadeniz’deki zehirli
varil sorunu 1987’den beri çözülememişken,
Ulla gemisinin İskenderun Körfezi’nde
batması, 1970’lerden beri süren yasa dışı gemi
sökümleri, geri kazanılmak için Irak’tan gelen
ve aralarında radyasyon içeren parçalar bulunan binlerce ton savaş hurdasının halen ülkede
bulunması, tehlikeli atıkların Türkiye’nin
çevresel güvenliği açısından önemini gösteriyor. Çevresel güvenlik riski yaratan bir diğer
sınırötesi sorun komşularımızın nükleer tesisleridir. Bulgaristan’da sınırımızın 130 km,
Ermenistan’da ise 30 km ötesinde eski Sovyet
teknolojisiyle işleyen nükleer santraller, bölgesel ölçekteki çevresel güvenlik tehditleri olarak
karşımıza çıkar.
Kaynaklarımızın geleceği
Türkiye’nin çevresel güvenlik sorunları
doğal kaynaklar bakımından artmaktadır.
Özellikle su, gıda ve biyolojik güvenlik, yakın
gelecekte yaşamsal derecede sorun oluşturacak
tehditlerdir. Su açısından zengin sayılmak için,
kişi başına düşen tatlı su miktarı yıllık en az 10
bin m3 olmalıdır. Halen dünyada kişi başına
düşen yıllık tatlı su miktarı 7,342 m3’tür. Bu
miktar Türkiye’de 3,600 m3 olup, yalnızca
nüfus artışı sonucu, 2030 yılında kişi başına
düşecek tatlı su miktarı 1,375 m3’e düşecektir.
Su kaynaklarının sürdürülemez biçimde
kullanılması, küresel iklim değişikliği gibi
etmenlerle, halen su sıkıntısı çeken Türkiye’nin,
yakın bir gelecekte su yoksulu ülkeler arasına
girme riski vardır. Sınıraşan sular konusunda
komşularımızla yaşanmış sorunları da eklersek,
su güvenliğinin, Türkiye’nin uluslararası
gündeminde önem kazanacağı söylenebilir.
Çevresel güvenlik sorunlarımızdan biri
de gıdadır. Gıda güvenliği, kıtlaşan toprak ve
su kaynaklarının yanı sıra, tarımsal biyolojik
çeşitlilik konusundaki çevresel tehdit ve
bozulmalardan da etkilenmektedir. Gıda
güvenliği ile, toprak, su ve biyolojik güvenlik
etkileşim halindedir. 78 milyon ha. olan
Türkiye’nin 62 milyon ha.’ı erozyona maruz
kalmakta ve her yıl 1.2 milyar ton verimli
toprak yitirilmektedir. Tarım topraklarının
amaç dışı kullanımı, gıda güvenliği üstündeki
en büyük tehdittir. 1980’lerden beri yerleşim
amacıyla tarım dışı bırakılan alan 450 bin ha’dır
ve Türkiye toprak rezervi kalmayan 19 ülkeden
biridir. Yanlış tarım politikaları sonucu 2.5
milyon ha’dan fazla arazinin ekiminden vazgeçildiği için gıda üretimi düşmüştür.
Hayvansal gıda üretimi de gerilemektedir.
Fransa ile birlikte kendini besleyebilecek iki
Akdeniz ülkesinden biri olacağı öngörülen
Türkiye, küresel ekonomik politikaların da
etkisiyle, gıda kaynakları bakımından hızla
bağımlı duruma gelmektedir. Bu durum
kırsal kesimin yoksulluğunu da artırmaktadır.
Gıda güvenliğindeki bir diğer sorun alanı
da, tarımsal ilaç, yapay gübre ve hormon
kullanımıdır. Bunlara, Genetiği Değiştirilmiş
Organizmalar ve denetimdeki yetersizlikler de
eklenince, Türkiye’de gıda güvenliği, çevresel
güvenlik bakımından öncelikli sorunlardan
biri olmuştur. GDO'lar yalnızca gıda güvenliği
bakımından değil, biyolojik güvenlik açısından
da ciddi tehlikeler taşımaktadır. Türkiye’de
tür ve habitat kaybı sorunlarına, özellikle
endemik ve/veya nesli tehdit altındaki türlerin
korunmasına öncelik verilmekle birlikte,
biyolojik çeşitliliğin en önemli unsurlarından
olan genetik çeşitlilik ve özel olarak da tarımsal
biyolojik çeşitlilik kaybına ulusal politikalarda
gereken önem verilmemektedir.
Sonuç
olarak Türkiye’nin,
ulusal
ekonomik kalkınma politikalarını, çevresel
açıdan sürdürülebilir doğal kaynak kullanımı
politikalarıyla
bütünleştirememesi,
kısa
ve orta dönemde birer çevresel güvenlik
tehdidi oluşturacaktır. Bunlara, sınıraşan
çevresel güvenlik sorunları da eklendiğinde,
Türkiye’nin, şimdiye dek salt ‘kirlenme’ sorunu
olarak algılanan sorunların, bugün ‘ulusal
güvenlik” sorunlarına dönüştüğü gerçeğine
göre hareket etmesi gerekmektedir.

riski taşıması, Türkiye’nin çevresel güvenlik
politikalarını oluşturmasının temel gerekçeleri
olarak değerlendirilmelidir.
Nesrin Algan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi, Kentleşme ve Çevre Sorunları Ana Bilim Dalı
PHOTODISC
Gıda güvenliği, kıtlaşan toprak ve su
kaynaklarının yanı sıra, tarımsal biyolojik
çeşitlilik konusundaki çevresel tehdit ve
bozulmalardan da etkilenmektedir.
15 | OCAK 2005 |
yeşil UFUKLAR
KAPAK KO N U S U
| çevre ve güvenlik
Karadeniz’in bir enerji koridoru haline gelmesi ve petrol kirliliği, hepimizin ortak sorunu.
Yokoluşun kıyısındakİ denİz
Dr. Nilüfer Oral
var. Junior M, 20 kişilik bütün mürettebatı
Nuria Tapias tarafından kurtarıldıktan hemen
sonra batmıştı. Tabii Hera trajedisini ve aynı
gün, aynı fırtına sırasında başka bir geminin,
Lujin I’in Boğaz’ın Karadeniz ağzında karaya
oturduğunu unutmamalıyız.
Uluslararası yasal zemin
Karadeniz ve petrol taşımacılığı
Karadeniz, Rusya ve güney Kafkasya’nın
zengin petrol yatakları ile Batı’daki pazarlar
arasında bağlantı sağlayan önemli bir enerji
koridoru haline geldi. Aslında Rus petrolü
tek başına, AB’nin ithal ettiği petrolün yüzde
20’sini oluşturuyor. Son bulgulara göre,
AB’nin bugün yüzde 50 olan ithalatı yüzde
70’e çıkabilir. Karadeniz’den taşınan Rus
petrolü ise, 1 milyon varil/günden, 3 milyon
varil/güne ulaştı. 2003’de toplam yaklaşık
150 milyon ton petrol Karadeniz üzerinden
taşınırken, bunun yaklaşık 140 milyon tonu,
dar ve trafiği yoğun olan Boğazlar’dan geçti.
Petrolün büyük kısmı Karadeniz’den taşındığı
için, giderek artan miktardaki petrolün
müşterilere güvenli biçimde nasıl ulaştırılacağı
en önemli sorun haline geldi. Karadeniz’de,
petrolün denize karıştığı ‘Erika’ ya da ‘Prestige’
türü bir kaza, güç belâ yaşamaya çalışan bu
deniz için bir felaket olacaktır.
Karadeniz’deki gemi kazaları
CEM ORKUN KIRAÇ
Karadeniz, bu kadar riske karşın, tarihe
geçecek bir deniz kazası yaşamadı. Ancak
bütün uzmanlar, böyle bir risk olduğunun, hem
kazaların önlenmesi, hem de kazalara müdahaleye
hazır olunması gerektiğinin farkında. Güncel
kazalar arasında, 2 Mayıs 2003’te 160 bin
dwt’lik Nuria Tapia ile 83 gwt’lik Junior M’nin,
Sinop’un sadece 75 mil açığında çarpışması da
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 16
1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi gereğince
(1982 LOSC), devletler deniz çevresini
korumak ve kollamakla yükümlüdür. Türkiye
ve ABD gibi bazı ülkeler, 1982 LOSC’a taraf
olmasalar da, bu sorumluluğun uluslararası
teamül hukukunun gereği olduğu herkesçe
kabul edilmiştir. Böylece soru, ‘deniz
çevresini, özellikle petrol ve benzeri tehlikeli
madde nakliyatının tehlikelerinden nasıl
koruyacağız?’ sorusuna dönüşür. Uluslararası
toplum, yükün kendi güvenliğini sağlamak
için, ürünlerin taşındığı tanker, tanker
mürettebatının eğitimi, atık boşaltma
yöntemi, tehlikeli sularda seyir, denize petrol
dökülmesi halinde sivillerin yükümlülükleri
gibi konularda gelişkin ve ayrıntılı bir yasal
çerçeve ve ilgili düzenlemeleri oluşturmuştur.
Düzenlemelerin büyük bölümü, uluslararası
deniz taşımacılığının en yetkili kurumu, ve
uluslararası düzeyde tek hükümetlerarası
kuruluş olan Uluslararası Denizcilik Örgütü
(IMO) tarafından geliştirilmiştir. Deniz ve
okyanusları nakliye kökenli kirlenmelerden
korumada kilit kuruluş IMO’dur.
IMO’nun bu türde kirliliğe karşı
geliştirdiği en önemli düzenlemelerden
biri, Uluslararası Gemilerden Kaynaklanan
Kirliliğin Önlenmesi Anlaşması (MARPOL
73/78) ve bunun altı ekidir. MARPOL 73/
78’in özelliklerinden biri, hassas denizlerin
‘özel bölgeler’ olarak seçilmesi, buralara
petrol ve benzeri maddelerin boşaltılması ve
bırakılmasının yasaklanmasıdır. MARPOL’e
göre Karadeniz bu ‘özel bölgeler’den biridir.
Ne yazık ki, Karadeniz’de, bunu ihlâl edenleri
denetlemek ve yargılamak için gerekli
altyapı olmadığından, yasa dışı boşaltıma
karşı yaptırım zayıf olmakta, MARPOL’un
koruyucu niteliği yetersiz kalmaktadır.
Uluslararası hukukun zayıflıklarından
biri de, standartların altındaki, ya da üzerinde
uzlaşılmış uluslararası standartlara uymayan
gemilerdir. Geminin uluslararası düzenlemelere
uygunluğunu sağlama sorumluluğu geminin
kayıtlı olduğu ülkeye yüklense de, uygulamada
bunu sağlamak çok zordur. Bunun nedeni,
uluslararası hukukun, uluslararası kural ve
standartları uygulatmada birincil yetkiyi
kıyı devletine değil, bayrak devletine vermiş
olmasıdır. 1982 LOSC’a göre kıyı devleti,
gemilerin yol açabileceği kirliliğe karşı, kirliliğin
önlenmesi, azaltılması ya da kontrol altına
alınmasını sağlayacak yasa ve düzenlemeler
çıkarma hakkına sahiptir. Fakat kıyı devleti,
yasa ve kuralları ihlâl eden geminin geçişine
ancak, gemi kasıtlı ya da ciddi bir kirlilik
yaratıyorsa müdahale edebilir. Diğer bütün
durumlarda kıyı devleti, ihlâli (geminin kayıtlı
olduğu ülke olan) bayrak devletine şikâyet eder
ve onun harekete geçmesini bekler.
Hukuktaki bu boşluk, özellikle de petrol ve
kimyasal madde gibi tehlikeli yüklerin, standart
altı gemilerle taşınması durumunda ciddi
sonuçlar doğurabilir. Karadeniz istatistiklerine
göre, 2003’de denetlemeden geçen 379 petrol
tankerinden 172’sinin, -çoğu seyir güvenliği
ile ilgili- toplam 304 konuda eksiği olduğu
belirlenmiştir. Daha da ürkütücü olan, aynı yıl
Karadeniz limanlarında demirleyen gemilerin
yaklaşık yüzde 15’inde, 16 binin üzerinde
eksiklik bulunmuş olmasıdır.
Bölgedeki yasal zemin
Uluslararası hukuk, ülkeler arasında bölgesel
işbirliği gerektirir. BM Bölgesel Denizler
Programı’nın başlamasıyla bölgesel işbirliği
önemli ölçüde geliştirildi. Tarihi Stockholm
Konferansı’nın ardından, 1972’de başlayan
programla Akdeniz, bugün sayıları on dörde
ulaşan bölgesel denizlerin ilki oldu. 1992’de
başlayan Karadeniz Bölgesel Deniz Programı,
Karadeniz’e kıyısı olan altı ülkenin tümünün
imzaladığı Karadeniz’in Korunması Sözleşmesi ile
‘Bükreş Sözleşmesi’ hayata geçirildi. Sözleşmede,
Karadeniz Deniz Çevresinin Acil Durumlarda
Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerce Kirlenmesine
Karşı Mücadelede İşbirliği Protokolü de dahil
dört tane protokol bulunuyor. Protokol,
Karadeniz’e kıyısı olan altı ülkenin, bölgesel
işbirliği planlarının yanı sıra, denize petrol
sızması durumunda müdahaleye hazır olmalarını
da gerektiriyor. Denize petrol sızması olasılığına
karşı bölgesel Karadeniz Çevre Acil Eylem
Planı 2003’te kabul edilmişti. Bununla birlikte,
Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin, denize petrol
sızması olasılığına karşı, ulusal bir acil müdahale
planı benimsemesi de bekleniyor. Bu planlar,
denize petrol sızması halinde, ülkelerin kirliliği
en aza indirmek için, uygun donanımla, hızlı ve
etkin bir biçimde müdahale etmelerini sağlayacak.
Ancak Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerden yalnızca
üçünün tamamlanmış bir ulusal planı var. Dahası,
bölgesel petrol sızıntısı konusundaki deneyim
henüz emekleme aşamasında.
Karadeniz tükenmeden
Karadeniz’de, özellikle tehlikeli, riskli
ve zehirli madde taşımacılığını güvenli
hale getirmek için, kıyı ülkelerinin derhal
harekete geçmesi gerekiyor. Hera trajedisinde
de görüldüğü gibi deniz, yalnızca bir kaç
dakika içinde koskoca gemileri yutup canlar
alabiliyor. Bu tehlikelere karşı önlem almak
da biz insanlara düşüyor. Karadeniz ülkeleri,
uluslararası standartlara uymayan gemilerin
seyrine izin vermemeli. Karadeniz’in bir
enerji güzergâhı haline gelmesi ve petrol
kirliliği, bütün bireyleri ve bütün hükümetleri
ilgilendirmeli. Bu eşsiz denizi koruyabilecek
güce sahibiz, koruyabiliriz ve korumalıyız.

1
3 Şubat 2004 günkü tarihi fırtınada MV
Hera, 19 kişilik mürettebatı ve taşıdığı
kömürle birlikte Karadeniz’in sularına
gömüldü. Bu facia, şiddetli fırtınanın
kaçınılmaz sonu muydu, yoksa önlenebilir
bir kaza mıydı? Hera hakkında bildiklerimiz,
Kamboçya bandıralı 30 yıllık yaşlı bir gemi
olduğundan, fırtınada seyrederken birkaç
dakikada suya gömüldüğünden ibaret. Peki, bu
yaşlı gemi standartlara uyuyor muydu? Fırtına
uyarısına karşın, denize açılmasına neden izin
verilmişti? Eldeki tek kayıt, en son 2001’de
Rus yetkililerce denetlendiğini gösteriyor.
Denetlemede saptanan beş kusurdan biri, can
yeleklerinin olmayışıydı. Hera trajedisi, denizin
tehlikelerini ve denize açılan gemilerin hem seyir
güvenliği hem de çevre açısından uluslararası
standartlara uygunluğun önemini bir kez daha
gösteriyor. Bu, özellikle de petrol, kimyasal
madde, amonyak gibi tehlikeli, riskli ve zehirli
yükler taşıyan gemiler için çok önemli.
Nilüfer Oral Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
söyleşi
|
REC TÜRKİYE BÜLTENİ
“Ne çevre uğruna ekonomiyi, ne de ekonomi uğruna çevreyi feda etme lüksümüz yok”
diyen Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Hasan Sarıkaya’ya göre, kalkınma
ile koruma arasında denge arayışındaki Türkiye “çok dikkatli bir güzergâh izlemek
zorunda”. Bu süreçte Çevre ve Orman Bakanlığı’nın işlevi, AB uyum çalışmaları, sivil
örgütlerle ilişkileri ve REC’den beklentileri üzerine Prof. Dr. Sarıkaya ile editörümüz
Nafiz Güder ve REC Çevresel Bilgi Programı Yöneticisi Yeşim Çağlayan görüştü.
Ütopik çevreci olamayız
Türkiye hızlı büyüme sağlayacak
projelere ağırlık verirken doğal kaynaklar
üzerindeki baskı da artıyor. Kalkınma ile
korumanın ara kesitinde önemli bir görevi
olan ÇOB’nın yaklaşımı nedir?
Kalkınma-koruma ikilemi başka ülkelerin
de sorunu. Ekolojik, ekonomik ve sosyal unsurlar sürdürülebilir kalkınmanın üç ayağıdır.
Yüksek kalitede çevrenin maliyeti ekonomiyi
olumsuz etkiler, rekabet gücümüzü yitirirsek,
işsiz ve aç insanları çevre konusunda ikna edemez, sosyal istikrarı sağlayamayız. Çok dikkatli
bir güzergâh izlemek zorundayız, ütopik çevreci olma lüksümüz yok. Çevre için 25 milyar
Avro'luk bir yatırım gerekiyor, açıktır ki bunu
bugün, tek başımıza yapamayız. Dolayısıyla
geri dönüşü olan konularda toleranslı, ama
geri dönüşü olmayan tahribat konusunda
itinalı davranmalıyız. Çevre teknolojileri son
derece ileri, önemli olan maliyetleridir. Kabul
edilebilir, ekonomik, koşullarımıza uygun
teknolojileri kullanmak zorundayız. Bütün
gelişmiş ülkelerin de yaptığı bu zaten.
Bu süreçte REC’in işlevi nedir, ÇOB’nın
REC’den beklentileri neler?
REC, Türkiye ile benzer süreçten geçen
ülkelerde çalışıyor. Çevre mevzuatının
geliştirilmesi, özellikle AB ile uyumlaştırma
sürecinde kazandığı deneyimi aktarmasını,
ÇOB-AB ilişkisinde bir arayüz oluşturmasını
bekliyoruz. En büyük eksikliğimiz olan bilgi
altyapımızı, yani bilgi toplama, paylaşma ve
kullanımını geliştirmek için Bilgiye Erişim
Projesi başlattık. Altyapıyı kuruyoruz ama
önemli olan bilginin buraya akması. Bu
bilgi ağının kurulmasında da, uluslararası
deneyi-mini aktarmasını bekliyoruz REC’ten.
STK'larla yakın ilişkisi dolayısıyla, onların
doğru bilgiye ulaşmasında da önemli
bir rol üstlenebilir REC. Küçük Hibeler
Programınızın,
STK'ların
çalışmalarını
güçlendirmesini
bekliyoruz.
KOSGEB
kapsamındaki kuruluşların bilgiye erişme
ve AB’ye uyum sürecinde sıkıntıları var.
Mevzuattaki ve uygulamadaki gelişmelerin
bu kuruluşlara aktarılmasında, paydaşların
eğiti-mi ve sürece daha hızlı katılmasında
REC önemli bir köprü. Yetişmiş eleman
açığını kapatmak için bünyemizde eğitim
veriyoruz ama REC’in Kapasite Geliştirme
Programı’nın da katkısını bekliyoruz. REC’in
Ankara’da bulunması, sürekli irtibat halinde
olmamızı sağlıyor.
STK'lar ve üniversitelerle ilişkileriniz
nasıl?
STK'lar kuşkusuz çok etkin, toplumun
nabzını tutuyor, iradesini yansıtıyor, esnek
yapılarıyla bizim yapamadığımız işleri
başarabiliyor, hatta uluslararası politikaları
şekillendirebiliyor. Bakanlık politikaları ve
yönetmelikler konusunda STK'lardan görüş
alıyor, toplantılara, kurullara davet ediyoruz.
STK'ları yanımıza alma, destekleme ve işbirliği
gereğinin bilinciyle bir STK Şube Müdürlüğü
kurduk. Doğru bilgiye ulaşamayan STK'ların
yanlış bilgilerle uygulama yapması bazen
fayda yerine zarar veriyor. Ortak bilgi ağı
sayesinde daha verimli çalışabiliriz, böylece
güzel çalışmalar yapan STK'lar seslerini
duyurabilir. Araştırma, mevzuat ve standart
geliştirme konularında üniversitelerle işbirliği
içindeyiz. Hem onların kapasitesini daha iyi
kullanmak, hem de onların çalışmalarını bize
ve topluma ulaştırması için gerekli bu.
17 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR

Daha
önce,
kurumlar
arasında
koordinasyon sağlayan, mevzuat geliştiren
ve yürürlüğe koyan bir bakanlıktık. Taşra
teşkilatı yetersiz olduğu için yürütmede zayıftık. Birleşmeyle Orman Bakanlığı’nın güçlü
taşra teşkilatını, araç-gereç, personel altyapısını kullanma imkânı doğdu. Buna rağmen,
AB sürecinde bize düşen çok ciddi faaliyetler,
bilhassa denetim, izleme, raporlamayı etkin
yürütme açısından kadromuzun nitelik ve
niceliği yetersiz, profesyonel yapıdan uzak.
Bu sorun daha da büyüyecek. Çevre uzmanları
iş bulamazken, personel alımındaki kısıtlama
nedeniyle bu insan gücünü kullanamıyoruz.
Borç içindeki belediyeler, yüksek yatırım
maliyetli tesisleri kuramadığı, önlem alamadığı için yaptırımda zorlanıyoruz. Bazen siyasî
nedenlerle yaptırımlarımız etkisiz kalabiliyor.
Çözüm, Çevre ve Orman Bakanlığı ile birlikte
çalışan, siyasetten etkilenmeyen özerk bir
denetleme birimi. Böylece, yaklaşık 5 bin
kişilik nitelikli personel açığı da kapatılabilir.
Yüksek Maliyetli Çevresel Yatırımlar Projesi,
Yerel Yönetimler Yasası gibi düzenlemeler
gündemimizde.
Hayatın
gerçeklerinden
uzak yönetmelikler değişmeden, bir taahhüt
anlayışıyla bir kaç senelik yapım süreleri
öngören takvimler konmadan, çevre tesisleri
hiç bir zaman kurulamaz.
Türkiye’deki çevresel bilgi altyapısı, izlemeölçüm ağı, bilgi paylaşımı çok zayıf. Bilgi çok
az, olan dağınık, ulaşılabilir ve güvenilir değil.
Eylemlerin doğru bilgiye dayanması gerekiyor.
Eksik ve yanlış bilgi, yanlış yönlendirmeye,
paniğe yol açıyor. Farklı kurumlardaki bilginin
bir tabanda toplanması, kurumsal yapılanma
ve tesis kurmak için bu bilgiye ihtiyaç duyan
uygulayıcılara, yani belediyelere, kamu ve
sanayi kuruluşlarına sunulması konusunda
bize görev düşüyor. Çevre yaptırımlarında 56 kurumun yetkili olması da sorun. Mevcut
yapıyla bu iş yürümüyor. Çözüm için daha
önce bu süreçten geçen İngiltere ile işbirliği
yapıyor, doğru yapılanma şeklini araştırıyoruz.
Ancak bu eksiklere bakıp, ÇOB’nın AB’ye
hazırlıksız olduğunu düşünmeyin. 1983’de
yürürlüğe giren Çevre Kanunu ağırlıklı olarak
Alman mevzuatının tercümesidir. Bu sağlam temel AB direktiflerine uymayı da kolaylaştırıyor.
Tek hassasiyetimiz Aarhus Sözleşmesi’dir. BDT
ülkelerine kıyasla modern olan Alman, İtalyan,
İngiliz arıtma teknolojilerini kullanıyoruz.
Çevre korumanın Türkiye’de erken başlaması,
kamuoyunun bilinci en büyük gücümüz.
NAFİZ GÜDER
1991’den beri çeşitli yapısal değişiklikler
geçiren Bakanlık, sonunda Orman
Bakanlığı ile birleşti. Bugünkü yapınız
gereksinmeleri karşılıyor mu? AB
sürecinde zayıf ve güçlü yönleriniz
neler?
MERCEK | sürdürülebilir girişimler
Hollanda'nın başkanlık döneminde Avrupa Komisyonu,
eko-verimli girişimler için iş dünyasından yararlandı
Hem temiz hem ekonomik
Ruslan Zhechkov
A
vrupa Birliği’nin yeni üye ülkelerinden birinde, başarılı bir
işletmenin yöneticisi olduğunuzu
düşünün. Ürünlerinizin büyük
bir bölümünü Avrupa piyasasına
satıyorsunuz ve şirketin bir kısmı da
Batı Avrupalı bir şirket ya da kuruluşa ait.
Ülkeniz AB’ye girmeden önceki yıllarda,
parlamentonuzun Avrupa koşullarını yerine
getirmek için hızla yasa üstüne yasa çıkardığını
gazetelerde okuyorsunuz. Bu yasaların çoğunun
çevreyle ilgili olduğunun ve bazılarının ucunun
size de dokunacağının farkındasınız. Gitgide
AB’nin çevreye ilişkin koşullarının, küçük ve
orta boy işletmelerin oluşmasını önleyerek,
ülkenizin ekonomik gelişmesini engellediğini
düşünmeye başlıyorsunuz.
Bu düşünce tarzı, içinde bir parça doğruluk
payı barındırıyor ve çevre korumasında çalışan
uzmanlar için de büyük bir sorun oluşturuyor.
Ancak çevre korumasının ekonomik cephesi
bu kadar basit değil ve Hollanda'nın başkanlığı
sırasında Avrupa Komisyonu, meselenin
netleştirilmesi ve eko-verimliliği destekleyen
siyasi sürecin başlatılması gibi zor görevleri
üstlendi. Hollanda İmar, İskân ve Çevre
Bakanlığı (VROM), eko-verimli girişimlere
yatırım yapmanın kazançlı olacağı fikrini,
çeşitli üst düzey konferanslar, atölye çalışmaları
ve araştırmalarla teşvik etti. Hollandalı
yetkililer bu tür yatırımların çoğu durumda
şirketin performansını artırdığını ve böylece
makro düzeyde ekonomik gelişmeye katkıda
bulunduğunu ileri sürüyor.
Net kazançlar
Ortalama bir şirketin yöneticisi olan size
iyi haberlerimiz var. Eğer yeterince zeki iseniz
ve yeniliklere girişecek kadar cesursanız, sadece
işinizi ve çalışanlarınızı elinizde tutmakla
kalmayıp, ham madde ve elektrikten tasarruf
ederek, talebin fazla olduğu Batı Avrupa,
İskandinavya ya da Amerikan pazarlarına daha
fazla ürün satabilirsiniz. Dahası, muhtemelen
civardaki akarsuyu daha az kirletecek, daha
az ceza ödeyecek ve şehirdeki arkadaşlarınızın
taktirini toplayacaksınız. Bu konuda bir çok
başarı öyküsü var; REC, Güney Kıbrıs ve Malta
dışında yeni üye ülkelerden, 50’nin üzerinde
örnek derledi (örnekler yan sayfadaki “Çöplükten hazineye” başlıklı yazıda görülebilir).
Hollanda başkanlığı sırasında yeniden
canlandırılan süreç, Lizbon Stratejisi olarak
bilinen ve Mart 2000’deki Lizbon Avrupa
Konseyi sırasında benimsenen belgenin
içerisine yerleştirilmelidir. Bu belge, AB’nin
2010 itibariyle, “daha fazla ve daha iyi iş,
ve daha fazla toplumsal bütünleşmeyle,
sürdür ülebilir ekonomik kalkınmayı
gerçekleştirebilecek, dünyanın en rekabetçi
ve en dinamik bilgi-tabanlı ekonomisi haline
gelmesi” hedefini koymuştur.
Haziran 2002’deki Götenburg Avrupa
Konseyi sırasında, Lizbon Stratejisi gözden
geçirilip belgeye üç temel dayanak eklendi:
iktisadî, toplumsal ve çevresel. 2004 Resmiolmayan Çevre Konseyi’nin proje başkanı
Gerben Roest’e göre, Lizbon Stratejisi’nin çevre
ayağı, Lizbon uygulamasının odak noktasını
oluşturmamıştır. Hollanda başkanlığı, AB’nin
rekabet gücünün daha çok ve daha iyi ekoverimli girişimlerle artırılacağı, ve çevrenin
korunmasıyla ekonomik kalkınmanın çelişkili
olmadığı düşüncesini teşvik ederek, çevre
ayağını geliştirmeyi amaçladı.
Avrupa Komisyonu, yeniliği, mevcut
bilginin, ticari açıdan başarılı bir biçimde yeni
bir bağlama uygulanması olarak tanımlıyor.
Ancak, Hollanda başkanlığı sırasında daha geniş
olarak yapılan tanıma göre; “Artı değer yaratan,
ve doğal kaynaklara olan talebi, ya da (su ve
hava dahil) kirliliği azaltan her türlü potansiyel
ya da gerçek yenilik, eko-verimli yenilik olarak
tanımlanır.” Tanıma göre yenilik kavramı
böylece “teknoloji, tasarım, organizasyon,
pazarlama ve dağıtımı da kapsar.”
KEMAK
YOLLARIN HAKİMİ: Macar KEMAK şirketi,
büyük çukurların kapatılması ve benzeri yol
onarımlarında, bir zamanlar tehlikeli atık
kapsamına giren ve cezalandırılan ezilmiş
asfalt kullanıyor.
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 18
sürdürülebilir girişimler | MERCEK
REC, VROM’un da desteğiyle, yeni üye
ülkelerin rekabetten kopmaması için, ekoverimli yenilikleri benimseyen şirketlerden
örnekleri bir araya getirdi. Araştırma,
yenilikleri teşvik eden ya da güçleştiren
politik araçların yanı sıra, bu şirketleri ekoverimli yenilikler benimsemeye yönelten
etkenleri saptamayı da amaçlıyordu. REC
ekibi, çevreyi bir kazanç fırsatı olarak gören
şirket yöneticilerini buldu. Ekip, masa başı
araştırmayla yetinmeyip, şirket yöneticileri,
önde gelen araştırmacı, akademisyen ve
politikacılarla da görüştü. Araştırmadan elde
edilen görüşler, geleceğe yönelik sonuçlar
çıkarmak amacıyla, mevcut ulusal politikalar
ve AB politikaları ile birlikte değerlendirildi.
REC’in ülke araştırmaları, Temmuz 2004’te
Maastrich’teki Resmi-olmayan Çevre
Konseyi’nde referans olarak kullanıldı.
Araştırmanın sonucuna göre, eko-verimli
yenilikler, şirketlerin rekabet gücünü çeşitli
şekillerde artırıyor. Mikro düzeyde, daha
verimli kaynak kullanımı, aynı ürünün daha
az enerji ve hammaddeyle üretilebileceği
anlamına geliyor. Ayrıca, bu şirketler dalgalı
ithalat piyasalarından daha az etkileniyor.
Üretim sonucunda daha düşük düzeyde hava
ve su kirliliği, şirketin kirletme ödentilerinde
de tasarruf edeceği anlamına geliyor. Atık
geri kazanımının daha yüksek olması, çevre
tahribatını azaltıyor, ya da en azından, bir
üretim sürecinden çıkan atıkların, bir başka
süreç için hammadde olabilmesi anlamına
geliyor. Yenilikler, bir şirketin pazarlarını
büyütüp imajını iyileştirebilir.
KLINKMAR
Kanıtlanmış örnekler
RESİM: RAFİNE ATIK: Klinkmar şirketi, petrol rafinerilerinden çıkan atıklarla taneli yakıt üretiyor.
Çöplükten hazineye
Atığın geri kazanılması ve sınaî ekolojinin unsurları
Teşvik gereksinmesi

REC’in görüştüğü kişiler, eko-verimli
yenilikleri teşvik etmek amacıyla, AB’nin ve
hükümetlerin, toplumun bilinçlendirilmesi, mali teşvikler ve yeşil teşvik kriterleri
gibi uygulamaların bir karışımını hayata
geçirmesi gerektiğini belirtti. Harici maliyetlerin içselleştirilmesi ve çevreye zarar
veren sübvansiyonların düzenlenmesi de,
doğru fiyat göstergelerinin oluşturulması
açısından önem taşımakta. Eko-verimli yeniliklerin desteklenmesi için, daha fazla mali
kaynağın, özel sektör ve kamu kurumları
kanalıyla aktarılması gerekir. Bunlar, Resmiolmayan Çevre Konseyi’nin vardığı diğer
temel sonuçlardı.
Orta ve Doğu Avrupalı bir çok uzman da
aynı kanıda. Çek Cumhuriyeti’ndeki Charles
Üniversitesi Çevre Merkezi başkanı Profesör
Bedrich Moldan, REC araştırmasında altı
çizilen bir çok zorluğu şöyle özetliyor: gerçekten eko-verimli yenilikleri, yeşili kullanarak aklanma çabalarından ayırmak
gerekir; KOBİ’lerin eğer eko-verimli yenilikler benimsemeleri isteniyorsa, doğru
bilgi sunulmalı; ve süreci hızlandırmak için
mali kurumlardan daha fazla yatırım ve
kredi sağlanmalı. Son olarak, piyasa tabanlı
araçların kullanılması, piyasayı dalgalanmalardan da uzak tutacaktır.
Ruslan Zhechkov, REC Çevre Politikası
Programı’nın proje yöneticilerinden biridir.
Klinkmar şirketi, çoğunlukla petrol rafinerilerinden açığa çıkan tehlikeli atıklardan taneli
yakıt elde etmek amacıyla eşi benzeri görülmemiş ve oldukça etkin bir teknoloji kullanıyor.
Bu yakıt, sıvı yataklı buhar kazanları ve ızgaralı fırınların yanı sıra, çimentonun fırında
pişirilmesinde de kullanılıyor. Taneli yakıt elde etmek için şimdiye dek 3 bin ton tehlikeli
atık kullanıldı. Teknoloji, tehlikeli atıkların bulundukları topraktan yılda 30 bin ton gibi
bir miktarda, verimli bir biçimde alınmasını sağlıyor. Bu örnek, sınaî ekoloji ile farklı sanayi
kolları arasındaki işbirliğini sergiliyor - bir tesisin atığı, bir başkası için yakıt oluyor. Şirketin
bu girişiminde en temel etken, tehlikeli atıkların, tehlikesiz bir biçimde kullanılması gereği
olmuş. Bu projenin ekonomik açıdan bir çok yararı var. Birincisi atığı üreten, tehlikeli
atıkların depolanması için para ödemek zorunda kalmıyor. Klinkmar yakıtı satarak kâr
ediyor; yakıtı satın alanlar ise, normalde ödeyeceklerinin yarısını ödeyerek yakıt giderinden
kâr elde ediyor.
Bira mayası geri kazanım fabrikası
Ekoproduktas, Litvanya’daki bira üreticilerinin bütün bira mayalarını geri kazanma
kapasitesine sahip. Şirket, bira üreticilerinin eskiden tarla ve arazilere boşalttığı 5,5-6 bin ton
civarındaki sıvı bira mayasını işliyor. Şirket bu projeyi gerçekleştirmek için, Litvanya Çevre
Yatırım Fonu’ndan (LEIF) ve Ukio Bankas isimli özel bir bankadan kredi almış. Şirketin
ürettiği kurutulmuş maya, pek çok ülkenin yanı sıra AB ülkeleri ve Kanada’ya da ihraç
ediliyor. Proje, bira üreticilerinin atık boşaltma sorununu çözmüş ve yöre halkını etkileyen
çevre sorununu da ortadan kaldırmış.
Yol yapımı ve bakımı
Macaristan’daki KEMAK şirketi, 1 Ocak 2002’ye kadar tehlikeli atık kategorisinde
olan, bu yüzden de atılması yüksek maliyette olan, ezilmiş asfalt malzemesini bir zamanlar
çok büyük miktarda üretiyordu. Şirket sorunu, bu maddeyi yeniden kullanarak çözdü.
Mükemmel bir yapıştırma özelliği olan maddeyi, büyük çukurları kapatmada ve yolları
onarmada kullanmaya başladı. Toplam tasarruf yıllık 577 bin Avro’ya ulaştı. 1997 ile 2000
arasında, 21,620 ton ezilmiş asfalt maddesi, tehlikeli atık olmak yerine, yeniden kullanıldı ve
şirketi ham madde olarak 23,600 ton kaya taşı çıkarma zahmetinden de kurtardı. Bu işlemle,
yeni asfalt maddesinin ısıtılıp karıştırılması gerekmediği için, normal enerji maliyetlerinden
yüzde 20-30 tasarruf sağlandı.
19 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR
MERCEK | doğa onarımı
Narew Nehri'nin çok kollu yatak
sistemi pek çok kuşa ev sahipliği
yapıyor ve nehir kenarında yaşayanlar
için doğal bir taşkın kontrol havzası
oluşturuyor.
Narew’in eski haline döndürülmesi, geçmişteki çevre
katliamlarını telafi etmek için örnek oluşturabilir.
Bir nehrin yeniden doğuşu
Wojtek Kosc
MICHAL KOSC
D
ariusz Ochrymiuk, Polonya’nın
kuzeydoğusunda, Narew Nehri’nin
Zoltki ve Rzedziany köyleri arasında
bulunan dokuz kilometrelik
bölümünde tam 11 yılını geçirmiş.
Dariusz Ochrymiuk Narew’e nehir değil, kanal
diyor. Kanal diyor çünkü, yetkililer 1970’lerde
nehri ıslah etmeye karar verdikten sonra adeta
bir kanala dönüştürülmüş. Arka arkaya yapılan
büyük ölçekli hafriyat çalışmaları sonunda,
yaklaşık 4,500 yıl önce oluşmuş, hayranlık
uyandıran çok kollu yatak sisteminin yerini
alacak yeni bir nehir yatağı açılmış. Narew’in
bu çok kollu sistemi oldukça ender rastlanan
bir özellik, yalnızca Sibirya’daki Ob ve Kuzey
Afrika’daki Okawango nehirleri'nde benzer bir
akış sistemi görülüyor.
Ochrymiuk, Narew’i yeniden doğal akışına
kavuşturma çalışmalarını başarıyla yürüten
Kuzey Podlasie Kuşları Koruma Derneği’ni
(PTOP) yönetiyor. Proje, on yıllar önce
yapılan ıslah çalışmaları kadar kapsamlı, ama
bu kez etkileri çok olumlu. Nehrin özellikle bu
bölümü kuşlar için birinci derecede bir habitat
olmakla birlikte, PTOP isminin yarattığı
çağrışımın aksine, proje yalnızca kuşlara yönelik
değil. Nehir, Polonya’nın Beyaz Rusya sınırı
yakınlarında bulunan Narew Nehri Ulusal
Parkı’nın tampon bölgesinden geçiyor, suları
da hem Polonya hem de Avrupa ölçeğinde
tehlike altında bulunan bir çok türün yaşadığı
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 20
önemli kuş rezervlerini besliyor.
Narew Ulusal Parkı tampon bölgesinin
restorasyonu, flora ve fauna açısından olduğu
kadar, insanlar için de yararlı olacak bir çevre
çalışmasına iyi bir örnek oluşturabilir. Bu
projeden, yöre halkı, Narew Ulusal Parkı ve
bölgeyi ziyarete gelen turistler yararlanacak.
1970’lerde Narew’in ıslah çalışmaları biter
bitmez, nehirle ilgili sorunlar da baş gösterdi.
Projenin amacı, tarıma elverişli yeni alanlar
kazanmaktı. Ancak yeni yatak o kadar çok su
çekti ki, eski kolların seviyesi tahmin edilenin
çok altına düştü. PTOP’nin gerçekleştirdiği
araştırmaya göre, su seviyesindeki düşüş kimi
yerlerde 1.6 metreye ulaşırken bazı kollar tamamen kurudu. Sonuç olarak çoğu kolun kanalla
bağlantısı kesildi ve o zamana kadar bölgeye
yabancı olan bitki türleri buraları kapladı.
Başarısız taşkın kontrolü
Islah çalışması, nehrin bütün vadisini
önemli derecede etkiledi. 13 km2'lik bir alanı
kaplayan doğal bir taşkın ovasında 45 milyon
m3 su tutulabiliyor, bu da civar köyleri koruyacak kadar yıllık taşkınları önlemeye yetiyordu.
Kanalın çevresindeki sahaların taban
suyundaki seviye düşüşünü telafi etmek isteyen
yetkililer, başarısızlıkla sonuçlanan yeni bir
işe kalkıştılar. Su toplaması düşüncesiyle inşa
edilen iki su bendi bölgedeki su düzeyinin
daha da düşmesine yol açtı.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, 19811993 yılları arasında, tam da ıslah çalışmaları
tamamlandıktan hemen sonra, ard arda
bastırarak Polonya’nın kuzeydoğusunu sarsan
kuraklıklar, turbalık yangınlarını da had
safhaya çıkardı ve vadideki biyolojik çeşitliliği
iyice azalttı.
Bölgedeki bütün ekosistemin bozulması,
nehrin vadisine serpiştirilmiş köy ve
mezraları ciddi boyutta etkiledi. Kuzeydoğu
Polonya, kırsal kesimdeki yaşamın tarıma
bağlı olduğu, çoğunlukla tüketime ancak
yetecek kadar üretim yapılan, ülkenin en
yoksul bölgelerinden biriydi (hâlâ da öyle).
Islah çalışmaları, tarıma elverişli yeni alanlar
kazanmak şöyle dursun, köylülerin balık
avladıkları su kütlelerini yok etti, taşkın
döneminde köyler arasında tahta sandallarla
yapılan geleneksel ulaşıma da darbe indirdi.
PTOP, Almanya’da gerçekleşen doğal
duruma döndürme projelerinden aldığı
cesaretle, ve bir Alman vakfı olan Euronatur’un
da desteğiyle 1993’te çalışmalarına başladı.
“Eğer su, doğal akışına yeniden
kavuşturulamazsa, eski nehir yataklarının yüzde
40’a varan bölümü tamamen kaybedilecek,”
diyor Ochrymiuk. “Avrupa’da ve dünyada,
yalnızca Narew’in sahip olduğu çok kollu
sistem, bir kaç yıl içinde yok olabilir. Şimdi
harekete geçip, radikal işler yapmak gerek.
Zararlı süreçler öyle bir düzeye ulaştı ki, nehrin
doğa onarımı | MERCEK
Narew Ulusal Parkı müdür yardımcısı
Jerzy Kostrzewski’nin anlatımıyla, “proje,
parkın tampon bölgesinde gerçekleştirildiği
için fazla bir katkımız olamıyor, yasalar
böyle. İşbirliğimiz, görüş bildirmekten
ve çalışmalarımızı proje ile koordineli
yürütmekten ibaret. Ama sonuçta bu bölgeye
komşu bir sahada çalışıyoruz ve tampon
bölgede yapılanlar bizim için de büyük
önem taşıyor. Parkın ve tampon bölgenin
ekosistemleri birbirinden koparılmamalı.
İşte bu nedenle doğal duruma döndürme
projesini destekliyoruz, özellikle de şimdiye
dek elde edilen olumlu sonuçları gördükten
sonra. Ancak çalışma sahanız doğa ise, dereyi
görmeden paçaları sıvamak çok doğru olmaz.”
Narew Ulusal Parkı’nın tampon
bölgesinde restore edilen nehir yatakları,
Park’ın içinde kalan ve göreceli olarak
el değmemiş yatak sistemine bağlanıyor.
Burada, yöre halkının gereksinmeleriyle
çevre arasında bir uzlaştırma gerekiyordu.
Buna en iyi örnek, ıslah çalışmaları sırasında
yapılmış olan ve vadi boyunca zikzak çizen
toprak bir yoldu. Eski nehir yataklarının
pek çoğunu birbirinden koparmış ve doğal
akışı bozmuş olan yol bütünüyle ortadan
kaldırılsaydı, restorasyon daha etkili olurdu.
Fakat yol aynı zamanda köyler arasındaki
ulaşımı kolaylaştırdığından, PTOP, suyun üç
adet köprünün altından geçmesini ve yolun
bazı bölümlerini de alçaltarak, suların yolun
üzerinden kolaylıkla akmasını sağlayarak,
vadinin birbirinden yalıtılmış bölümleri
arasındaki bağlantıyı korumaya karar verdi.
Projeyi planlayanlarla vadide yaşayanlar
arasındaki işbirliğinden her iki taraf da
kazançlı çıktı.
“Nehirdeki
çalışmamız
sırasında,
çoğunlukla yöre halkının bilgeliğine
güvenerek hareket ettiğimizi söylemeliyim,”
diyor Ochrymiuk. “Çoğu zaman onların
fikirlerinden ilham aldık. Nehir yataklarının
her biri hakkında bir sürü şey anlatabiliyorlardı
bana, özellikle evlerinin hemen yanından
geçenler hakkında.”
Bu kapsamdaki bir projenin, yerel
yöneticilerin karşılayamayacağı miktarda
parasal kaynağa gereksinme duyduğu
aşikârdır. PTOP çok büyük ölçüde, bağışlara
dayanmak zorunda. Projenin mevcut
aşamasının 297 bin Avro olarak öngörülen
toplam maliyetinin büyük bölümü, Polonya
vakfı EkoFundusz tarafından karşılanıyor. Diğer büyük destekçilerin başında
Estetik düzelmeler
Ochrymiuk, projenin en önemli kazançlarından birinin, bölgenin güzelleştirilmesi
olduğunu söylüyor. Böylece bölge ziyaretçiler
için daha çekici duruma gelecek ve sonuçta
köylüler için bir gelir kaynağı yaratılacak. Bu
bölgedeki turizm patlaması, tarım turizminde
Polonya’da yaşanan genel patlamayla aynı
zamana rastladı, ancak sonuçta turizmin
sürekliliğini belirleyen etken, o bölgenin
değeridir. Şimdi bu değerler Narew vadisinde
yeniden kazanılıyor.
“Bu proje bir şekilde bölgemizi dış dünyaya
tanıtacak ama ben kendi adıma tarım turizmi
işine girmeyi düşünmüyorum, en azından
şimdilik,” diyor Rogowek köyünün muhtarı
Jozef Perkowski. “Yine de doğal duruma
döndürme çalışmalarından ben de kazançlı
çıktım. Ailem ve komşularım şimdi, otlağımın
içinden geçen eski nehir yataklarından birinde
yüzüp balık tutabiliyor.”
Proje bir bütün olarak, Polonya’daki benzer
projelerin esinleneceği örnek bir uygulama
ve izlenecek bir model oldu. Yakın gelecekte,
Avrupa’nın en geniş sulak alanlarının bulunduğu
Biebrza Nehri’nde bir restorasyon projesi
başlayacak. Bundan başka, Polonya’nın ikinci
büyük nehri Oder’in bazı bölümlerinin doğal
durumuna döndürülmesi yolunda çalışmalar
yapılıyor. Narew Nehri’ndeki proje, bundan
önceki rejimin doğadan kazanç sağlamak için
uyguladığı yanlış uygulamalar sonucu oluşan
hasarı gidermeyi amaçlayan başka projeler için
iyi bir örnek olma yolunda.
LASZLO FALVAY
Ekosistemler örgüsü
Almanya’nın Kuzey Rhine Westfalya bölgesi
yönetimi, Bölgesel Çevre Koruma Vakfı ve
projeyi 1990’larda başarıyla hayata geçiren
Euronatur Vakfı geliyor.
“Önce baştan aşağıya temizlemek, sonra
da sürekli izlemek gerekiyor. Henüz projenin
başındayız,” diyor Ochrymiuk. “Toplumdan
projeye bir itiraz gelmezse, dört yıl içinde
tamamlamayı umuyoruz. Narew gibi bir
nehrin 1 kilometrelik bölümünün doğal
haline dönüştürülmesinin maliyeti yaklaşık
250 bin Avro. Korkarım bu bize ıslah
çalışmasından daha pahalıya mal olacak.”

artık etkin olarak korunması gerekiyor. Sadece
eski yatakları suyla doldurmak yetmez.”
Proje, Avrupa’daki en kapsamlı projelerden
biri olmasına karşın, oldukça yalın teknikler
üzerine kurulu. Proje özü genel olarak iki
temel işleme dayanıyor. Birincisi, suyu eski
nehir yataklarına yönlendirecek barajlar
yaparak kanalın su seviyesini yükseltmekti.
Eski nehir yataklarının çalı ve ağaçlarla
kaplandığı kollara su verilmeden önce ekip
üyeleri buraları temizliyordu.
Proje, Narew havzasında büyük ölçekli
yeni bir müdahale anlamına gelmekle birlikte
bu kez iyi karşılanıyor.
MICHAL KOSC
DOĞAYA DÖNÜŞ: Dariusz Ochrymiuk (sağda),
geçmişi 1970'lere uzanan bir ıslah projesi sonucunda
bozulan nehir ekosistemini doğal durumuna geri
döndürmeyi amaçlayan projenin yöneticisi.
21 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR
REC TÜR K İ Y E B Ü LT E N İ
|
ulusal bakış
1990’dan beri 16 ülkede çalışan, çevre yönetimi ve AB sürecinde uzman olan REC’in
Türkiye Ofisi Mayıs 2004’de Ankara’da açıldı. REC Türkiye Direktörü Sibel Sezer ile
editörümüz Nafiz Güder görüştü.
Çevre yönetimi ve AB sürecinde yeni bir soluk
Hem resmi hem de sivil toplum örgütü
kimliğiniz olduğu söylenebilir mi?
Çevre STK'larının güçlenmesi önceliklerimizden biri, ancak, misyonumuz bununla
sınırlı değil. En temel özelliğimiz, bütün
sektörler ve kurumlar arasında köprü kurarak
işbirliğini geliştirmeyi, kutuplaşmayı ortadan
kaldırmayı hedeflememizdir. Bütün çevre
paydaşlarını kucaklayan, sektörlerüstü bir
kimliğimiz var.
Türkiye’deki acil çevre sorunları neler?
Çevre sorunları deyince, doğa korumadan
biyolojik çeşitliliğe, hava kirliliğinden yenilenebilir enerji ve enerji tasarrufuna,
kimyasallardan risk yönetimine, çevre etki
değerlendirmesinden stratejik çevresel değerlendirmelere, katı atık yönetiminden su
yönetimine ve denizlerin korunmasından
sulak alanların yönetimine kadar pek
çok konu acil eylem gerektiriyor. Ayrıca,
yasaların ve uluslararası çevre sözleşmelerinin
uygulanması; devlet, yerel yönetim, özel
sektör ve STK gibi paydaşların kapasitelerinin
geliştirilmesi; toplum bilincinin artırılması;
veri toplanması, envanter çıkarılması,
bilgiye erişme ve kullanma; yoksullukla
mücadele-çevre ilişkisi; halk sağlığı konuları,
yukarıdakilerin hepsini ilgilendiren temel
unsurlar. Burada ‘sürdürülebilir kalkınma’nın
önemi de ortaya çıkıyor.
Bu kavram pek çok kişi tarafından
eleştirilse de bunun tam anlaşılmamaktan
kaynaklandığını
düşünüyorum.
Sosyal
ve çevresel etkileri, hatta maliyetleri göz
ardı eden kısa vadeli kalkınma özellikle
Batı’da demode olmuştur. Elbette kalkınma
desteklenmeli, ancak bunu yaparken orta ve
uzun vadeli etkileri de göz önüne alınmalı.
‘Ekonomi politikalarının yoksulluk, halk
sağlığı, biyolojik çeşitlilik, hava kalitesi,
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 22
kültürel ve doğal kaynaklar üzerindeki etkileri
nedir?’ diye sormalıyız. Doğal kaynaklar
çoğu zaman özel sektör için ‘bedava’ kaynak
olmuştur. Oysa üretimde hiç bir malın ara
ürünü bedava değil.
Türkiye’nin bel bağladığı sektörlerden biri
olan turizm, tamamen kültürel ve doğal kaynak zenginliğine bağlıdır. Turizmi örnek alarak
sürdürülebilir kalkınmayı anlatayım. Bir anlamda kültür ve doğamızı kısa vadeli ‘kiralayıp’
kâr sağlıyoruz. Çoğu durumda yöre halkı bu
kârdan zaten yeterince pay alamıyor. Ancak,
bunlar sürdürülebilir anlayışla kullanılmazsa
‘kiralayacağımız’ kaynak kalmayacak. Büyük
yatırım yapılan kitle turizmi böyle sürerse orta
vadede kârlılığını yitirme riski taşıyor.
Kaynaklar ve ekosistem uzun vadede
korunup değerlendirilirse, hem turizmin ve
ona bağlı sektörlerin kârlılığı korunur hem
de yöre halkının gelirden aldığı pay, refah
düzeyi artırılır. Bu noktada hükümetin,
belediyelerin, SKT'ların ve özel sektörün
çevre alanında giderek hem daha fazla
sorumluluk üstlenmesi hem de çaba
harcaması sevindirici. AB adaylık süreci de
önemli rol oynayacak. Yine de, Türkiye’de
çevre yönetimi büyük boyutlu maddî ve
teknik desteğe gereksinme duyuyor.
Alan olarak Türkiye’nin diğer REC
ülkelerinin toplamına neredeyse eşit
olduğunu görüyoruz. REC ailesindeki
konumunuz nedir?
Geniş yüzölçümü, yerşekilleri çeşitliliği,
yüksek nüfus, kentlere doğru hızlı göç,
yüksek kalkınma oranı gibi ciddi farklar
nedeniyle Türkiye’nin çevre sorunları diğer
REC ülkelerinden farklı. Bu zorlukların yanı
sıra avantajlarımız da var. Zengin biyolojik
çeşitliliğe ve doğal kaynaklara sahibiz. Bu,
hem esneklik kazandırıyor, hem de çeşitli
projeler geliştirme ve uygulama fırsatı sunuyor.
Bu açıdan bakınca REC Türkiye’nin, REC
içindeki önemi artıyor.
REC Türkiye’nin öncelikleri ve sahip
olduğu potansiyel nedir? Yakın gelecekte
hangi uygulamalarınızı göreceğiz?
Birincil görevimiz AB ile bütünleşme
sürecinde kurumsal ve teknik kapasitelerini
artırmaları için çevresel paydaşları desteklemek,
böylece AB standartlarının ülkemizde etkin
olarak yerleşmesini sağlamaktır. Yani REC
Türkiye, bölgesel ve uluslararası ölçekte
Türkiye’nin üzerine düşenleri yapabilmesi
için kolaylaştırıcı işlevi üstlenecektir. Kapasite
geliştirme ve çevre eğitimi; çevresel bilgi;
hibeler; ve iş dünyası programları olmak üzere
dört temel programımız var. Ayrıntılı ve güncel
bilgi, www.rec.org.tr adresinde görülebilir.
REC Türkiye’nin en büyük potansiyeli,
AB ile bütünleşme başta olmak üzere
REC’in 14 yıllık deneyim ve uzmanlığı.
Kapasite geliştirme temalı yayın ve eğitim
programlarımızı Türkiye’de başlattık.
Bölgedeki REC örgütlenmesi sayesinde
sağlam işbirlikleri kurabileceğiz. Uluslararası
kuruluşlar gözündeki saygınlığımız, resmi
kurumlarla işbirliğimiz de hiç kuşkusuz
sürekliliğimiz açısından önemli avantajlarımız.

REC, 28 ülke ve AB tarafından imzalanan
bir şarta dayanan, Orta ve Doğu Avrupa’daki
bütün ülkelerde çalışan bir kuruluştur. REC
Türkiye, ikili anlaşmayla kurulmuş, TBMM
tarafından onaylanmıştır. REC, 1990'larda
büyük değişim geçiren Orta ve Doğu
Avrupa’daki çevre sorunlarının çözümünde,
ülkelerin AB’ye uyumunda önemli rol oynadı.
Ülkemizde de benzer bir misyonu olan,
özerk, tarafsız ve kâr amacı gütmeyen REC,
diğer uluslararası kuruluşlar arasında, çevre
alanındaki pek çok hizmeti sunmak üzere
hedefleri net olarak tanımlanmış tek kuruluş.
REC’in Türkiye’ye açılması Mart 2006’ya
kadar sürecek bir AB projesidir. Avrupa
Komisyonu 2004-06 dönemi için 2.3 milyon
Avro'luk bütçe sağladı. Bu projenin direk
faydalanıcısı Çevre ve Orman Bakanlığı.
Ancak, bütün etkinliklerimiz bu komisyon
projesiyle sınırlı değil.
IRIS
REC’in çalıştığı ülkelerde örgütlenmesi
ve işlevi nasıl? Türkiye’deki benzeri
kuruluşlardan farkı nedir?

Eğitim:
• Lisans: New York Columbia Üniversitesi Ekonomi Bölümü
• Yüksek Lisans: Bilkent Üniversitesi
İşletme Bölümü
• Doktora: Boğaziçi Üniversitesi Çevre
Bilimleri Enstitüsü

İş Deneyimi:
• Son on yıldır Birleşmiş Milletler bünyesinde görev almıştır.
• Habitat Konferansı - İstanbul, Küresel
• Çevre Fonu - Karadeniz Çevre Programı
• Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı
(UNDP)'nın projelerinde önemli görevler
üstlenmiştir.
doğu avrupa, kafkaslar, orta asya
| REC
TÜRKİYE BÜLTENİ
“Avrupa’nın Çevresi" sürecine doğuyu da katmayı
hedefleyen 2003 planları, destek bekliyor.
Kiev’den uzanan taşlı yol
Jerome Simpson
A
vrupa’nın dört bir yanından gelen
çevre bakanları ve üst düzey yetkililer,
Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta
Asya (EECCA) bölgesine özgü çevre
sorunlarının çözümüne yönelik, 2003’te
verilmiş sözlerin ne derecede uygulandığını
görmek için, 21-22 ekimde Gürcistan’ın Tiflis
şehrinde bir araya geldi. Kiev’deki "Avrupa’nın
Çevresi" (Europe's Environment) bakanlar
konferansının 1,5 yıl sonrasında, yetkililer
Kiev toplantısında benimsenen stratejiye dair
taahhütlerini yinelediler. Ancak, 12 EECCA
ülkesinden yalnızca 4 bakanın katılması,
şimdiye dek alınan yolun yetersizliğinin
ve EECCA ülkelerinin fikri sahiplenme
derecesinin göstergesiydi.
Gürcistan Çevre Bakanı Tamar Lebenidze, sunduğu bildiride, ekonomilerin
yeniden yapılandırılması, hukukun üstünlüğünün sağlanması, kurumsal reformun
gerçekleştirilmesi gibi çabalara ek olarak, ‘ulusal
karar sürecinde, çevrenin dikkate alınması'nın
hâlâ büyük bir zorluk oluşturduğunu
vurguladı. Yani, EECCA’nın önünde uzun bir
liste bulunuyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Teşkilatı’nın (OECD) ev sahipliği yaptığı,
Orta ve Doğu Avrupa Çevresel Eylem
Programı’nın Yürütme Kurulu Sekreteryası,
EECCA çevre stratejisi hedeflerine ulaşılması
için sağladıkları desteğin yanı sıra, şehir suyu
reformu, kamusal çevre finansmanı, etkili ve
etkin çevre politikalarının teşvik edilmesini
de destekleyen, 18 projenin uygulanmakta
olduğunu bildirdi. Toplantıda, 4 milyon
Avro tutarındaki bu projelerin 2005’de de
sürmesi onaylandı.
Beyaz Rusya, Azerbaycan ve Kırgızistan’ın
da aralarında bulunduğu birçok ülke,
sekreteryanın bu desteğini memnuniyetle
karşılarken, Moldovya, Rusya ve Ukrayna
gibi ülkeler, kaynak eksikliğini ve proje
yönetim kapasitelerinin zayıflığını gerekçe
göstererek bağışçı kuruluşları, ülkelerinin
çevre sorunlarına daha fazla önem vermeye
çağırdılar. Bu ülkelerin bakanları, mali
yardımın ötesinde, bilgi aktarımı ve kurumsal
güçlendirmeyi de takdirle karşıladıklarını
vurguladılar. Ermenistan, bölgesel önceliklerin
belirlenmesi için bir araştırma yapılmasını
istedi, Azerbaycan, bölgenin çevre sorunlarına
yönelik teknik yardımın kendileri için yararlı
olacağını belirtti, Gürcistan ise, stratejinin
beşinci hedefi olan, "mali kaynakları artırmak
için kapasite oluşturulması" talebinde
bulundu. Ekonomisi dış borçlar altında ezilen
Kırgızistan, Polonya ve Bulgaristan’ın, çevre
karşılığı borçlanma takasından ders alıyor.
Bununla birlikte donörler de, desteklenen
ülkelerden, daha güçlü sahiplenme ve daha
Bağışçılar,
desteklenen
ülkelerden, daha
güçlü sahiplenme
ve daha hızlı
ilerleme istedi.
hızlı ilerleme istedi. Çek Çevre Bakanlığı’ndan
Helena Cizkova, EECCA ülkelerine,
uygulama için bütün sektörlerden destek
almaları tavsiyesinde bulundu. Cizkova,
stratejiyi daha etkin bir biçimde hayata
geçirebilmeleri için, EECCA ülkelerinden,
ne tür desteklere gereksinme duyduklarını
bağışçılara ve Yürütme Kurulu’na net olarak
sunmalarını istedi.
Donör ülkeler, kolaylaştırıcı kuruluşlar,
ve EECCA’daki sivil toplum kuruluşları,
öncelikli konuları ele alabilmek için daha net
ve gerçekçi bir çalışma takvimine gereksinme
olduğu konusunda görüş birliğine vardı.
Avrupa Komisyonu ve Norveç, donörlerin
yönlendirdiği bir sürecin sürdürülebilir
olmaması gerekçesiyle, bağışta bulunanların
önceliklerinden bağımsız yerel uygulamalara
gidilmesi önerisinde bulundu. EECCA
ülkelerinden ayrıca, 2002’de Johannesburg’da
düzenlenen Dünya Sürdürülebilir Kalkınma
Zirvesi’nde çıkan sonuçlar doğrultusunda
ortak çalışma zemini oluşturmaları istendi.
STK’lar ilgi bekliyor
STK temsilcileri, bölgede sınır ötesi
işbirliğine ve çevre koşullarını iyileştirmeye
yönelik etkinliklerin yeterli olmadığını
belirtti. Ayrıca resmi sürece istedikleri
derecede katılamadıklarından da yakındılar.
Avrupa
Komisyonu,
bölgedeki
hükümetlerden yeni bir siyasi desteğe
gereksinme duyulduğunu vurguladı ve
merkezlerin sürdürülebilirliğini sağlamak
amacıyla donörlerden destek istedi.
Yerel ölçekteki destekler, bakanlıklar
açısından bir ivmelenme, uygulamayı
kolaylaştırma ve sürekliliği sağlama unsuru
olabilir. Konuşmacılar sürekli olarak,
bu süreçte bölgesel çevre merkezlerinin
önemini vurguladı.
Kafkaslar, Orta Asya, Moldovya ve
Rusya’dan dört bağımsız çevre merkezi ile
REC, EECCA bölgesinde güçlü bir ortaklık
oluşturdu: REC Ağı. Düzenli bir iletişim,
bölgesel ve yerel ölçekli toplantılar,
halka açık yuvarlak masa toplantıları,
işbirliği için ortak ilkelerin saptanması
gibi çalışmalarla, Mart 2003’ten bu yana
işbirliği zaten şekilleniyordu.
REC direktör yardımcısı Oreola
Ivanova, REC’in paylaşacağı çok deneyim
olduğunu söylüyor ve Sekreterya’nın
desteğine ek olarak, REC Ağı’nın desteğini
en etkin duruma getirmeye kararlı
olduklarını da sözlerine ekliyor. REC Ağı,
Kiev Deklarasyonu ışığındaki görüşlerini
Tiflis’de açıkladı. Bu, EECCA ülkelerindeki üst düzey yetkililerin de desteklediği,
stratejinin
2007
yılında
Belgrat’ta
yapılacak bir sonraki "Avrupa’nın Çevresi"
toplantısından önce uygulamaya konmasını
amaçlayan, 11 girişimden oluşan bir paket.
Bu olay, yararlı bir tartışmanın ateşlenmesi
ve yeni REC Ağı’nın duyulması açısından
iyi olmakla birlikte, ne ağa üye kuruluşlar
ne de genel olarak EECCA ülkeleri için
mali yardımın yakında geleceğine dair bir
işaret görülmedi.

MARIANNE GJORV
DOĞU CEPHESİ: Özel EECCA toplantısı Gürcistan’ın
Tiflis şehrinde gerçekleşti.
____________
Jerome Simpson,
REC Bilgi Programı Yöneticisi
23 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR
REC BÜLT E N İ
| kurumsal
REC Türkiye, Orta ve Doğu Avrupa Bölgesi'ndeki çevre sorunlarının çözümüne yardımcı olmak
amacıyla çalışan, siyasî görüşlerden ve çıkar guruplarından bağımsız, kâr amacı gütmeyen,
uluslararası bir kuruluş olan Orta ve Doğu Avrupa Bölgesel Çevre Merkezi’nin (REC)
Türkiye’deki temsilcisidir. REC, bu hedefe ulaşabilmek için sivil örgütler, resmî kurumlar, özel
sektör ve diğer çevre paydaşları arasındaki işbirliğini teşvik etmekte, serbest bilgi paylaşımını
ve çevre yönetimine toplumsal katılımı desteklemektedir.
REC, 1990 yılında ABD, Avrupa Komisyonu ve Macaristan tarafından kurulmuştur. Bugünkü
yasal zemini, 28 ülke hükümeti ve Avrupa Komisyonu tarafından imzalanan bir şarta ve
Macaristan Hükümeti ile yapılan uluslararası bir anlaşmaya dayanmaktadır. REC’in merkezi
Macaristan’da Szentendre’dedir. Hizmet verdiği 16 ülkede, Arnavutluk, Bosna Hersek,
Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Hırvatistan, Letonya, Litvanya, Macaristan, FYR
Makedonya, Polonya, Romanya, Sırbistan Karadağ, Slovakya, Slovenya ve Türkiye’de ülke
ofisleri bulunmaktadır.
REC’in mevcut donörleri, hükümetlerarası ve özel pek çok kurumun yanı sıra Avrupa Komisyonu
ile ABD, Almanya, Avusturya, Belçika, Birleşik Krallık, Bosna Hersek, Çek Cumhuriyeti,
Danimarka, Estonya, Finlandiya, Hollanda, İtalya, İsveç, İsviçre, Japonya, Kanada, Letonya,
Macaristan, Norveç, Polonya, Sırbistan Karadağ ve Slovenya hükümetleridir.
ANMA
REC merkez ofisi güvenlik ekibinin en eski ve hayat
dolu mensuplarından Attila Harasztosi, yakalandığı
hastalıktan kurtulamayarak 11 kasım tarihinde yaşama
veda etti. 1968 yılında doğan Attila, REC merkezinin
Szentendre’ye taşındığı 1996 yılından bu yana REC’te
çalışıyordu. Çalışma arkadaşlarının yardımsever,
güvenilir ve her zaman halinden hoşnut karakteriyle
tanıdıkları Attila bir motosiklet meraklısı ve azimli bir
amatör balıkçıydı, hepsinden önemlisi de köpekleri çok
severdi.
REC KADRO DEĞİŞİKLİKLERİ

Aramıza katılanlar
Adam Mezei - İntranet Kurulumu, İdarî Bölüm
Beata Wiszniewska - AB üye ülkeler Bölgesel Direktörü

Aramızdan ayrılanlar
Akos Balazs ve Gergo Dobra - REC müstahdemleri

Diğer değişiklikler
Nathan Johnson - Geçici ve part time yardımcı editör/
tasarımcı, Yayın Bölümü
Greg Spencer - Green HORIZON yardımcı editörlük görevi
geçici olarak yarı zamana düşürüldü
Ausra Jurkeviciute - Şimdi REC için, ana vatanı Litvanya’dan
çalışıyor
Orss Szilard-Marczin - Çevresel Politika ve Yerel Girişimler
Programı’nda, proje sorumlusu olarak yeni bir göreve getirildi
ARNAVUTLUK
Posta adresi: P.O. Box 127
Ofis adresi: Rr. Durresit P. 11
Shk. 2, Ap. 12, Tirana, Albania
Tel/Faks: (355-42) 39-444
E-posta: [email protected]
HIRVATİSTAN
Djordjiceva 8a Br.
10000 Zagreb, Croatia
Tel: (385-1) 481-0774
Tel/Faks: (385-1) 481-0844
E-posta: [email protected]
BOSNA HERSEK
Koste Hermana 11/2
71000 Sarajevo, Bosnia and
Herzegovina
Tel: (387-33) 221-998
Faks: (387-33) 209-130
E-posta: [email protected]
LETONYA
Peldu 26/28, 3
P.O. Box 1039
LV-1050 Riga, Latvia
Tel/Faks: (371-7) 228-055
E-posta: [email protected]
Banya Luka Saha Ofisi
Slavka Rodica 1,
78000 Banja Luka, RS
Bosnia and Herzegovina
Tel/Faks: (387-51) 317-022
E-posta: [email protected]
Mostar Proje Ofisi
Ante Starcevico b.b
88000 Mostar, Bosnia and
Herzegovina
Tel/Faks: (387-3) 632-7331
E-posta: [email protected]
REC TÜRKİYE
REC Türkiye ofisi çalışmaları dört program etrafında
yapılandırılmıştır:
- Kapasite Geliştirme Programı
- Çevresel Bilgi Programı
- Hibe Programları
- Özel Programlar.
BULGARİSTAN
Posta adresi: P.O. Box 1142
Ofis adresi: Pozitano str.3, floor 1
1000 Sofia, Bulgaria
Tel/Faks: (359-2) 988-1670
Tel: (359-2) 980-3730
E-posta: [email protected]
Ofiste toplam 11 kişi görev yapmaktadır.
Dr. Sibel Sezer Eralp, Direktör
Deniz Gümüşel, Kapasite Geliştirme Programı Yöneticisi
Yeşim A. Çağlayan, Çevresel Bilgi Programı Yöneticisi
Güzin Arar, Hibe Programları Yöneticisi
Gül Moran, Hibe Programları Uzmanıı
Kerem Okumuş, Özel Programlar Yöneticisi
Yunus Arıkan, İklim Değişikliği Programı Yöneticisi
Bilge Kahramanyol, Ofis Yöneticisi
Rıfat Ünal Sayman, Mali ve İdari İşler Yöneticisi
Deniz Şahika Kırcalı, Mali ve İdari İşler Asistanı
Gülnaz Akşahin, Mali ve İdari İşler Asistanı
ÇEK CUMHURİYETİ
Senovazna 2
11000 Prague, Czech Republic
Tel/Faks: (420-2) 2422-2843
E-posta: [email protected]
ESTONYA
Ravala str 8
10143 Tallinn, Estonia
Tel: (372-6) 605-018
Tel/Faks: (372-6) 461-423
E-posta: [email protected]
LİTVANYA
Svitrigailos g. 7/16
03110 Vilnius, Lithuania
Tel: (370-5) 231-0067
Tel/Faks: (370-5) 233-5451
E-posta: [email protected]
MACARİSTAN
Ady Endre ut 9-11
2000 Szentendre, Hungary
Tel: (36-26) 504-075, (36-26)
504-076
Faks: (36-26) 311-294
E-posta: [email protected]
E-posta: [email protected]
SIRBİSTAN VE KARADAĞ
Primorska 31,
11000 Belgrade, Serbia and
Montenegro
Tel: (381-11) 329-2899
Faks: (381-11) 329-3020
E-posta: [email protected]
Kosova Saha Ofisi
Kodra e Diellit Rruga 3, Lamela
26
P.O. Box 160
Pristina, Kosovo
Tel/Faks: (381-38) 552-123
E-posta: [email protected]
Karadağ Saha Ofisi
Ivana Crnojevica 16/2
81000 Podgorica, Montenegro
Serbia and Montenegro
Tel/Faks: (381-81) 210-235,
210-236
SLOVAKYA
Vysoka 18
811 06 Bratislava, Slovakia
Tel: (421-2) 5263-2942
MAKEDONYA
Faks: (421-2) 5296-4208
Mit. Teodosij Gologanov 39-2-2 E-posta: [email protected]
1000 Skopje, Macedonia
Tel/Faks: (389-2) 313-1904
SLOVENYA
E-posta: [email protected] Slovenska cesta 5
1000 Ljubljana, Slovenia
POLONYA
Tel/Faks: (386-1) 425-7065
ul. Zurawia 32/34 lok. 18
Tel: (386-1) 425-6860
00 515 Warsaw, Poland
E-posta: rec-slovenia@guest.
Tel: (48-22) 629-3665,
arnes.si
(48-22) 628-7715
Faks: (48 22) 629-9352
TÜRKİYE
E-posta: [email protected]
Ceyhun Atuf Kansu Cad. No:102
Balgat, Ankara TÜRKİYE
ROMANYA
Tel: (90 312) 284 95 55
Str Episcop Timus nr.4, Sector 1, Faks: (90 312) 287 01 10
Bucharest, Romania
E-posta: [email protected]
Tel: (40-21) 231-9764,
Web sitesi: www.rec.org.tr
(40-21) 231-9765
Faks: (40-21) 231-2017
REC TÜRKİYE'DEN STAJYERLİK İMKÂNI
İRİS
REC Türkiye program alanları çerçevesinde görev
alacak, çevre alanında kendini yetiştirmek isteyen
gençler arıyor. Hangi program alanında çalışmak
istediğinizi nedenleriyle birlikte açıklayan bir kapak
yazısı ve özgeçmişinizi [email protected] adresine
gönderiniz.
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 24
ülke etkinlikleri
ULUSLARARASI HABERLER

Japonya Başbakanı Junichiro Koizumi ve Macaristan Başbakanı Ferenc Gyurcsany, Kyoto
Protokolü’nün tavsiyeleri doğrultusunda iklimin iyileştirilmesi için alınması gereken önlemleri
bölgesel ölçekte desteklemesi başta olmak üzere, REC’e Macaristan’daki çalışmalarından
dolayı teşekkür etti.
25 Ekim’de Tokyo’da gerçekleştirdikleri görüşmeden sonra yayımladıkları ortak bildiride,
her iki başbakan da, Japon Uluslararası İşbirliği Bankası (JBIC) ve REC’in, Japon şirketlerinin
teknoloji ve becerilerini Orta ve Doğu Avrupa’da etkin biçimde kullanarak işbirliği yapma
niyetlerini memnuniyetle karşıladı.
Böylece, bilim, teknoloji ve çevre alanlarında işbirliğine özel önem verilmesi gereği iki ülke
tarafından bir kez daha vurgulandı.
Ortak bildiride, “Her iki taraf da, Kyoto Protokolü’nün iklim değişikliğine karşı uluslararası
işbirliğini güçlendiren önemli bir adım olduğunu kabul ederek, Protokol’ü henüz onaylamamış
olan ülkelere, bir an önce onaylamaları çağrısında bulunmakta, Kyoto Protokolü çerçevesinde
ikili işbirliği ve emisyon alışverişi gerçekleştirme beklentilerini ifade etmektedir,” denildi.

MTI
Bölgesel Çevrenin Yeniden Yapılandırılması Programı’nın (REReP) yürütme grubu, 30 Eylül - 1 Ekim tarihlerinde Belgrat’ta
düzenlenen bir toplantıda, Güneydoğu
Avrupa’nın AB ile bütünleşme sürecinin
önemini göz önüne alarak gelecekte yapılacak
çalışmaları görüştü.
Güneydoğu Avrupa’daki çevre bakanları, Avrupa Komisyonu, donör kuruluşlar, uluslararası kuruluşlar, kurumlar ve
STK’lardan oluşan yürütme grubu, REReP
programı üzerine dışarıdan, tarafsız gözle
yapılan bir değerlendirmeyi ve programla
ilgili tavsiyeleri ele aldı.
Yürütme grubu, programın bölgedeki çevre politikalarının çerçevesini geliştirmedeki katkısını takdir etti.
Söz konusu ülkeler, çevre konusundaki
yasamalarını AB standartlarına yaklaştırmada
kaydettikleri ilerlemenin yanı sıra, Avrupa
Çevre Ajansı (EEA) ve bazı çok-taraflı çevresel
anlaşmalarla da işbirliği sağlamış durumda.
Avrupa Komisyonu da, bu çabaları sürdürme doğrultusunda, değerlendirmedeki
tavsiyeler ve toplantıda yapılan yorumlar
üzerine kısa bir rapor hazırlayacak.
Güneydoğu Avrupa Sınır-ötesi İşbirliği
konusunda Mayıs 2004’te gerçekleştirilen Üst
Düzey Yetkililer Toplantısı’nda alınan kararlar ve bunu izleyen sınır-ötesi proje hazırlama
ve özgül proje fikirleri toplantısından çıkan
sonuçlar, yararlanılmak üzere seçildi.
Yürütme grubunun bundan sonraki
toplantısı, haziran ya da eylül’de, Brüksel’de
olacak. Toplantıda varılan sonuçlara www.rec.
org adresinden ulaşılabilir.
Daha temiz bir Tuna için STK
güçbirliği
Yetmişten fazla sivil toplum kuruluşu tarafından
yürütülecek altmış beş proje, Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı - Küresel Çevre
Fonu’nun (UNDP-GEF) da parasal desteği
ile REC’ten yaklaşık 700 bin Dolar alacak.
Hibe programı, Tuna Havzası’ndaki organik
ve toksik kirlenmeye karşı savaşan STK’ları
desteklemeyi hedefliyor.
Projenin 1.88 milyon Dolar'lık diğer bölümü
ise, Tuna Havzası’ndaki kirlilik konusunda
halkın bilgilenme hakkına ve katılımcı
yönetime odaklanıyor. Böylece Bulgaristan,
Bosna Hersek, Hırvatistan, Romanya ve
Sırbistan Karadağ, Su Çerçeve Yöneregesi’ni
uygulamaya hazır hale gelecek.

Balkan çevre antlaşması geleceği planlıyor
Eğitim paketi şimdi de Çek ve
Slovakya’da
REC’in
ögretmenler
için
hazırladığı
Green Pack malzemelerinin ekim ayında
dağıtılmasıyla birlikte Polonya, Bulgaristan,
Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’da
çevre eğitiminde büyük bir atılım gerçekleşti.
Toyota Çevre Projeleri Hibe Programı’nın
2002’deki 225 bin Dolar desteğiyle geliştirilen
paketler, ögretmenlerin müfredatı izlerken
kullanabilecekleri belge ve malzemeleri
kapsıyor. Paket, Çek Cumhuriyeti’nde 1,000
ilköğretim okuluna, Slovakya’da ise 800 okula
ücretsiz olarak verilecek.
Bundan önce Polonya, Bulgaristan ve
Macaristan’da dağıtılan Green Pack’in içinde
ders planları, etkinlik çizelgeleri, bir video
kaset ve çevreyle ilgili çeşitli konuları içeren
etkileşimli bir CD-ROM bulunuyor.
Green Pack’in bu yeni versiyonları Slovak
ögretmenler ve çevre uzmanları, Slovak
STK’sı Spirala ve Slovakya Cumhuriyeti Çevre
Bakanlığı’nın katkılarıyla geliştirildi. Benzer bir
eğitim paketi de hâlen Rusya için geliştiriliyor.

GÜNEYDOĞU AVRUPA
REC BÜLTENİ
KISA HABERLER
Macaristan ve Japonya’dan REC’e övgü
UZLAŞMA: 25 ekim 2004’te Tokyo’da, Macaristan Başbakanı Ferenc Gyurcsany ve Japonya Başbakanı
Junichiro Koizumi kalkınma ile ilgili bir ikili anlaşma imzaladılar.
|
Ülke ofisimiz, Su Altyapısı
Yönergesi’ne destek oluyor
REC Letonya Ülke Ofisi’nin, AB Su Altyapısı
Yönergesi’ni Baltık ülkeleri için uyarlama ve
uygulama sürecindeki öncü kuruluşlardan biri
olduğu bir kez daha anlaşıldı. Letonya Çevre
Bakanlığı ile REC işbirliği, ilk olarak, nehir
havzası yönetiminin STK'lar ve belediyelerle
ilişkilerini geliştirmek amacıyla başlamıştı.
Şimdi ise REC Letonya, Baltık Bölgesi’nde
Su Ortaklığı Programı çerçevesinde halkın
havza yönetimine katılımı konusunda bir rapor
hazırlamak üzere seçilen kuruluş oldu.

Kentsel Ulaşım Girişimi İkinci
Yılında
Kentsel Ulaşım Girişimi, 28 eylül’de
Brüksel’de düzenlenen ve 20’den fazla
ülkenin temsilcilerinin katıldığı bir atölye
çalışması ile resmen ikinci yılına girmiş oldu.
Atölye katılımcıları, girişimin, ikinci yılındaki
etkinliklerine ilişkin düşünce ve önerilerini dile
getirme fırsatı buldu.
25 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR
REC BÜLT E N İ
| Kurumsal
REC İHTİYAÇ ANALİZİ ÇALIŞTAYLARI
REC TÜRKİYE EĞİTİM SEMİNERLERİ
Paydaşlar REC’ten neler bekliyor?
STK’ları geliştirmeyi hedefleyen programların
artması, destekçi kuruluşları, STK’ların eksiklerini
ve ihtiyaçlarını saptamaya yöneltiyor. REC Türkiye
de, kendi programlarını şekillendirmek için EylülKasım 2004 döneminde dört İhtiyaç Analizi
Çalıştayı gerçekleştirdi.
Danışmanlığı ve yönetimi, ODTÜ’den Yrd.
Doç. Dr. Helga Rittersberger-Tılıç tarafından
üstlenilen, temsilcilerin aktif katılımını sağlayan
çalıştaylarda, grup çalışmaları ile ‘ortak akıl’
oluşturuldu. Tartışmalarda SWOT Analizi
(bir sorun ya da araştırmanın: Güçlü yanları/
Strengths; Zayıf yanları/ Weaknesses; Fırsatları/
Opportunities; ve Karşılaştığı tehditler/ Threats)
yöntemi yardımıyla stratejiler ve çözüm önerileri
oluşturuldu. Grup raporları, çalıştayların sonunda
ÇALIŞTAY: Ankara, İstanbul ve Adana’da düzenlenen
tüm katılımcılara sunuldu.
üç STK çalıştayına, 89 STK’nın temsilcisi katıldı.
Ankara, İstanbul ve Adana’da düzenlenen
ve birer gün süren üç STK çalıştayına, Edirne’den Van’a kadar, 89 STK’nın temsilcisi katıldı.
Çalıştayların ilk bulgularından, STK’ların öncelikle finansal-lojistik destek, ‘know-how’, kaynak
oluşturma, proje geliştirme ve proje yönetimi, iletişim ağları ve işbirliği konularında eğitime
gereksinme duyduğu anlaşıldı.
STK’larda AB’ne giriş süreci konusunda büyük bilgi eksikliği olduğu görülürken, toplumsal katılımı
sağlama konusunda da yetersiz oldukları ortaya çıkarıldı. Ankara, Orta Anadolu ve Karadeniz’den gelen
STK temsilcileri kırsal kalkınmaya öncelik verirken, Marmara ve İstanbul’dan gelen STK temsilcileri
tüketici davranışlarını ve toplumu bilinçlendirme gereğini ön plana çıkarıyordu.
STK çalıştaylarının yanı sıra, Ankara’da, başta Çevre ve Orman Bakanlığı olmak üzere, TBMM
Çevre Komisyonu, Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, DPT, DSİ, çeşitli belediye
birlikleri gibi çevre yönetimiyle ilişkili 30 kamu kuruluşunun temsilcisine yönelik bir toplantı daha
yapıldı. İhtiyaç Analizi çalışması ile ilgili güncel bilgileri www.rec.org.tr sitesinden izleyebilirsiniz.
NAFİZ GÜDER

REC HİBE PROGRAMLARI
REC Türkiye'nin ilk projeleri yolda
Yerel STK’ları kuruluş, teşkilatlanma ve proje geliştirme faaliyetlerinde desteklemek için planlanmış
olan Küçük Hibeler Programımız, yoğun bir ilgiyle karşılandı. Çağrımıza 130’un üzerinde
proje teklifi ile başvuruldu. Başvurular, REC Hibe Değerlendirme Komitesi tarafından titizlikle
değerlendirildi. Bu seçim süreci sonucunda, çalışmalarına yeni başlayan ve Türkiye’nin değişik
bölgelerinden gelen tabanda örgütlü 15 STK’nın organik tarım, katı atık yönetimi, çevre eğitimi
gibi konularda yoğunlaşan projeleri hibeye hak kazandı. Tüm teklif sahipleriyle Ocak ayında
düzenlediğimiz ‘Kazananlar Toplantısı’nda bir araya geldik. Proje sahipleri projelerini tanıttı ve
projelerde yaşanacak tecrübeleri, başarıları ve zorlukları paylaşabileceğimiz bir iletişim ağı kuruldu.
Hibe sonuçları bekleniyor...
REC Türkiye, Proje Yönetimi
Eğitimleri sürüyor...

REC Türkiye Kapasite Geliştirme Programı, ‘Proje Yönetimi Eğitimleri’ ile Kasım
2004’te başladı. İlk etkinlikler Kasım 2004’te
Ankara’da ve Aralık 2004’te İstanbul’da
gerçekleşti. STK'lar ve yerel yönetimlere yönelik
üçüncü eğitim ise Şubat 2005’de yapıldı. Üç
günlük eğitimin ilk günü ihtiyaç analizi ile hazırlık
aşamalarına ayrılıyor. İkinci gün, mantıksal
çerçeve analizi ve matrisi, teklif hazırlama ve
bütçelendirme; üçüncü gün uygulama, izleme
ve değerlendirme konuları işleniyor.
Fon sağlayan kuruluşların başvuru
formatları
kullanılarak,
öğrenilenlerin
farklı formatlara nasıl uygulanabileceği de
aktarılıyor. İlk iki Proje Yönetimi Eğitimi’ne,
toplam 22 kentten, 34 STK ve 8 yerel yönetimin
temsilcileri katıldı. Eğitim programları ile ilgili
ayrıntılı bilgiyi http://www.rec.org.tr/kapasite1.
htm sayfasından edinebilirsiniz.
REC Türkiye, Eğitimcilerin
Eğitimi Programı başladı.

REC Türkiye’nin, çevre STK'larına, yerel
yönetimlere ve devlet kurumlarına yönelik
eğitim programlarında çalışacak, aktif bir
eğitmenler havuzu oluşturmak için düzenlediği
‘Eğitimcilerin Eğitimi Programı’ başladı.
Uluslararası uzmanların eğitim verdiği
programa, farklı disiplinlerden 20 kişi seçildi.
Aralık 2004’te başlayan ve ayda bir haftadan
toplam üç ay süren programın her modülünde
farklı konular işleniyor. Üç aylık programı
başarıyla tamamlayan katılımcılar, katılım
sertifikasının yanı sıra, REC Türkiye Kapasite
Geliştirme Programları çerçevesinde eğitimci
olarak çalışma olanağını yakalayacak. REC
Türkiye, bu programla kendi eğitmenler
havuzunu oluşturmanın yanı sıra, Türkiye’de
çevre alanında ihtiyaç duyulan kurumsal
kapasite geliştirme ve eğitim ihtiyacının
karşılanması yönünde birikim sağlanmasına
da katkıda bulunmayı amaçlıyor.
Geleceği birlikte şekillendirelim
Ulusal STK’ların ve yerel idarelerin çevre açısından ülke genelinde önem
taşıyan alanlarda hazırlayacakları projelerini destelemek için planlanladığımız
“Ulusal Hibeler Programı”mızın Aralık ayında ilk çağrısı yapıldı. Çağrımızın
sınırlarını belirlerken ülke genelinde yapmış olduğumuz “İhtiyaç Analizi”
sonuçlarından yararlandık.
Genç Çevreciler Eğitim Programı
REC Türkiye, çevre alanında çalışan
Sivil Toplum Kuruluşları'nın aktif
üyesi olan, bu kuruluşlarda gönüllü
ya da profesyonel olarak çalışan
20-30 yaş arası gençleri, Genç
Çevreciler
Eğitim
Programı’na
katılmaya
çağırıyor.
Program,
STK’ların kurumsal gelişimine katkıda
bulunmak isteyen gençlere yönetim,
planlama, iletişim gibi yönetsel
konularda pratik ve interaktif
eğitimlerin yanı sıra; güncel çevre
sorunları ve çözümleri hakkında
bilgilenme fırsatı da sunuyor.
Projelerde işlenmesi gereken öncelikli ilk altı tema;
-
sürdürülebilir tarım,
sürdürülebilir turizm,
katı atık yönetimi,
ekosistem yönetimi,
yenilenebilir enerji,
sürdürülebilir üretim/tüketim alışkanlıkları.
STK’lardan ve yerel yönetimlerden, ele aldıkları çevre sorununu, en çağdaş
yaklaşımlarla, ortaklıklar kurarak ve sorumluluğu paylaşarak, belirlenen
zaman aralığında, somut bir eylem planı çerçevesinde çözüme götürmeleri
bekleniyor. 200’ün üzerinde projenin başvurduğu Ulusal Hibeler Programının
seçim süreci devam ediyor.
Daha fazla bilgi için: Güzin Arar, Hibe Programı Yöneticisi
Tel: (90 312) 284 95 55 e-posta: [email protected]
REC Türkiye Hibe Programları
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 26
Daha fazla bilgi için:
Deniz Gümüşel,
Kapasite Geliştirme Programı Yöneticisi
Tel: +90 (312) 284 95 55
e-posta: [email protected]
Eğitim tarihleri REC Türkiye web
sitesinden duyurulacaktır
www.rec.org.tr
REC Türkiye Kapasite Geliştirme Programı
Y EŞ İL B AK IŞ
Biyolojik Çeşitlilik
Mira Mileva
Çok önemli bitkiler
Balkanlar’daki bitki türleri ve habitatlar için yeni korumalar
Seçilen ÖBA’ların genişliği yalnızca bir
kaç ha olanlardan, 100 bin ha’ın üzerinde
olanlara kadar değişiyor. ÖBA’lar başlangıçta
genellikle küçük olup az sayıdaki türe ya da
özgül bir bitki örtüsüne ev sahipliği yapıyor,
Bulgaristan’daki Tissata ÖBA ve Karadağ’daki
Crna poda bölgesi bu durumun örnekleri.
Daha büyük ÖBA’lar ise, bir çok türü ve farklı
habitatı, ya da bitki zenginliği ve çeşitliliğine
sahip alanları barındırabilir. Sırbistan’da
142 bin ha bir alanı kaplayan Stara Planina
Dağı ve Hırvatistan’daki 40 bin ha Gorski
kotar ve Kapela da en genişlerden ikisi. Dik
eğimli araziler insana karşı korunabildiği
ve daha fazla çeşitlilik barındırabildiği için
seçilen ÖBA’ların büyük bir bölümü dağlık
bölgelerde bulunuyor.
Kendine özgü habitatları, çeşitlilikleri
ve hassas yapılarından dolayı, her ülkenin
sulakalarından da çok sayıda ÖBA seçildi.
Hırvatistan’daki Neretva Deltası, Karadağ’daki
Bijeli Nerini ve Makedonya’daki Ohrid Gölü,
çoğu aynı zamanda birer Önemli Kuş Alanı
olan sulakalan ÖBA’larından bir kaçı.
ÖBA’ların otuz yedisi üzerinden ülke
sınırları geçtiği göz önüne alındığında (bkz.
tablo), bu alanların korunması için iki veya
daha fazla hükümet arasında siyasi işbirliği
gereği de ortaya çıkıyor.
Projenin parasal kaynağı, Kararlılık
Antlaşması Bölgesel Çevre Rekonstrüksiyon
Programı kapsamında Norveç tarafından
sağlanmakta ve REC Orta ve Doğu Avrupa
tarafından koordine edilmektedir.

‘Balkan’ sözcüğü yüzyıllardır, vahşi,
bilinmez ve diken üstünde olmakla eş anlamlı
kullanılagelmiştir. Ancak bölgede silahların
susması ve ekonominin gelişmeye başlamasıyla
birlikte Balkan sözcüğü, asıl anlamını, yani
‘güzel sıradağlar’ı yeniden çağrıştırmaya
başlayacak gibi görünüyor. Sayıları 30’un
üzerinde önde gelen bitki uzmanının, son
dönemde Balkanlar’daki önemli türler üzerine
yürüttüğü kapsamlı bir araştırmayla bu yönde
bir adım daha atıldı. Araştırma, Arnavutluk,
Bulgaristan, Hırvatistan, Makedonya ile,
Sırbistan ve Karadağ’ı kapsıyor.
Önemli Bitki Alanları (ÖBA), olağandışı
bir botanik zenginliğe sahip olan, ender,
tehdit altında ya da endemik bitki türlerinin
çarpıcı bir karışımla bir arada görüldüğü,
veya botanik değeri yüksek bir bitki örtüsüne
sahip olan doğal ya da yarı doğal alanlardır.
Araştırmada 474 ÖBA adayı belirlendi,
bu alanların durumları hakkında ulusal
ve bölgesel düzeyde bilgi alış verişi
gerçekleştirildi. Güneydoğu Avrupa, Avrupa
florasının yaklaşık yüzde 40’ına ev sahipliği
yapmakta. Bunların dörtte biri Balkanlar’ın
endemik türüdür, yani dünyanın başka hiç
bir yerinde bulunmaz. Batı Stara Planina
Dağı ile Akdeniz ve Karadeniz yakınındaki
diğer dağlık bölgelerin, bitki çeşitliliğinin en
yüksek olduğu merkezler olduğu görüldü.
Bulgaristan, Hırvatistan ve Makedonya’da
bulunan yaklaşık 100 ÖBA, hem küresel hem
de Avrupa ölçeğinde korunması gereken
önemde. Bulgaristan’da 200’ün üzerinde
ÖBA tehdit altındaki habitatlar listesinde
yer alırken, 90’dan fazla ÖBA da Sırbistan ve
Karadağ’da bulunuyor. Bu ÖBA’ların çoğu da,
‘rezerv’, ‘ulusal park’ ya da ‘doğal park’ gibi
statülerle koruma altına alınmış durumda.
________________
Mira Mileva, REC biyolojik çeşitlilik projeleri
yöneticisidir.
Güneydoğu Avrupa ve diğer
yerlerdeki damarlı bitki
türlerinin sayıları*:
Hırvatistan
Arnavutluk
Bulgaristan
Makedonya
Sırbistan - Karadağ
Çek Cumhuriyeti
Hollanda
Polonya
Birleşik Krallık
4,266
3,965
3,900
3,700
3,400
2,500
1,221
2,300
1,623
* Avrupa kıtası (Türkiye’nin zengin bitki örtüsünü
dışarıda tutarsak) 12 binin üzerinde damarlı bitkiye
- çiçekli bitkilere, kozalaklara ve eğrelti otlarına,
1,700 karayosunu türüne, 2,500 likene ve en az 8
bin büyük mantara yaşam ortamı sunar.
Güneydoğu Avrupa’da sınır
aşan önemli bitki arazileri
Bulgaristan, Makedonya ve Yunanistan:
Belasitsa Dağı
Bulgaristan, Türkiye: Istıranca Dağı
Makedonya-Yunanistan: Doiran Gölü ve Alshar
Tribor Dağı
Hırvatistan, Bosna-Hersek: Dinara Dağı, Neretva
Deltası
Hırvatistan, Slovenya: Zumberak and Samobor
Dağları ve Uchka ve Chcaria Dağı
Birim, Sivil Toplum Kuruluşları ve yurttaş girişimlerinin yönetim ve
politikaların oluşumu ve uygulanması süreçlerine katılım kapasitelerinin
gelişimine yardımcı olacak bir üniversite-sivil toplum buluşma noktası olarak
kurulmuştur.
Birim tarafından gerçekleştirilen STK Kapasite Geliştirme Eğitimleri Proje Teklifi Oluşturma, Proje Yönetimi, Gönüllü ve İnsan Kaynakları Yönetimi, Savunuculuk ve Politikaları Etkileme gibi beceri geliştirme amaçlı pratik eğitimlerin
yanı sıra Sivil Toplum ve Strateji Geliştirme, Sivil Toplum ve Demokrasi Seminerleri gibi perspektif kazandırma amaçlı tematik eğitimlerden oluşmaktadır.
Şubat –Mayıs 2005 tarihleri arasındaki eğitim döneminin katılım koşulları,
burslar ve kayıtlar için 20 Aralık 2005 - 21 Ocak 2005 tarihleri arası
http://stk.bilgi.edu.tr sitesine başvurunuz.
STK’lar için hukuki yardım sistemi ve diğer etkinliklerden haberdar olmak için
http://stk.bilgi.edu.tr adresine girerek üye olunuz.
İletişim için:
Tel: 444 0 428 (444 0 IBU) E-posta: [email protected]
27 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR
YEŞİL BA K I Ş
Açık kodlar kapıları açıyor
Ücretsiz yazılımlar, kâr amacı gütmeyen küçük kuruluşlar için ideal bir BT çözümü sunuyor.
Orta ve Doğu Avrupa’daki STK’ların kullandığı
yazılımlara şöyle bir göz atalım. Telif hakkı
yaptırımlarında sağlanan ilerlemelere karşın,
çoğu bilgisayarda hâlâ yasadışı çoğaltılmış
yazılımlar olduğuna eminim. Yüksek
fiyatlar, sürekli geliştirilen sürümler ve dijital
güvenlik nedeniyle bir çok küçük kullanıcı,
teknolojinin gerisinde kalmaktansa yasaları
çiğnemeyi tercih ediyor. Açık kodlu yazılım,
işte buna çözüm getiriyor.
Telif hakkı bulunan lisanslı yazılımın
aksine, açık kodlu yazılım İnternet’ten
ücretsiz indiriliyor. Ancak temel farkı
felsefesi. Programların kaynak kodlarına, ‘kod
yazabilen’ herkes ulaşabiliyor, böylece kodlar
değiştirilip program geliştirilebiliyor. İnternet
hiç uyumayan bir mecra olduğu için, bu
tür küçük ölçekli programlamaların, büyük
şirketlerin yazılımlarından çok daha hızlı
geliştiğini söyleyebiliriz.
Açık kodlu ürünler, son on yıldaki
niteliksel ve niceliksel evrimin ardından,
bugün ticarî yazılımlara karşı ciddi ve gelişkin
bir seçenek sunuyor. İşlevsellik, güvenilirlilik,
kalite ve kullanıcı dostu olma gibi özellikleri
sayesinde, hemen bütün bilgisayar işlemleri,
yalnızca açık kodlu yazılımlarla yapılabiliyor.
Üstelik açık kodlu programlar, ticarî
eşdeğerleriyle oldukça uyumlu.
Peki ama açık kodlu yazılım, ticarî
yazılımlardan bu denli üstünse neden daha fazla kullanıcı açık koda geçmiyor? Yanıt basit:
toplumun sorgulayan bir toplum olmaması.
Açık kodlar teknik açıdan bakıldığında daha
üstün olsa bile, herkesin Microsoft Word
kullandığı bir ortamda sürünün peşinden
gitmek çok daha kolay geliyor.
Lisanslı yazılımlara karşı açık kodlu
yazılımlar konusu özellikle Orta ve Doğu
Avrupa’da daha sık gündeme geldikçe, bölgenin
açık kodlu uygulamalara geçiş konusunda
dünyaya örnek olabilecek bir konumda olduğu
da ortaya çıkıyor. Eğer devlet kurumları ya da
eğitim kuruluşları gibi büyük kullanıcılar açık
kodlu sistemi benimserse, sürecin zincirleme
olarak ilerleyeceğine kuşku yok.
Orta ve Doğu Avrupa Bölgesi'ndeki geniş
toplumsal, kültürel ve ekonomik çeşitliliği
göz önüne alırsak, bölgedeki hükümetlerin
çok çeşitli yollardan bu ilerlemeye katkıda
bulunacağını görebiliriz. Örneğin, Romanya,
İrlanda ile birlikte, bütün Avrupa’da BT
şirketlerine en yüksek vergi indirimi sağlayan
ülkelerden biri. Bir dizi başka teşviği de
düşünürsek, şu anda bile 2,000’in üzerinde
Microsoft Windows –
(NT, 2000 or XP)
Linux (RedHat,
SuSE or Debian)
Microsoft Office –
OpenOffice.org
Microsoft Internet Explorer –
Mozilla Firefox
Microsoft Outlook –
KMail, Evolution,
Mozilla Thunderbird
Microsoft SQL–
database server
MySQL, PostgreSQL
Microsoft Visual Studio–
KDevelop
Adobe Photoshop –
GIMP
Adobe Illustrator –
Scribus
olan BT şirketi sayısının daha da artmasına
şaşmamak gerek.
Doğu Avrupa bugün, küresel BT
piyasasının yalnızca yüzde 8’ini oluşturduğu
için büyük bir gelişme potansiyeline sahip. Bu
iştah açıcı pazardan ticarî beklentilere ters olsa
da, bölgedeki STK’lar bu pazar büyümesinin
açık kodlu yazılımı da kapsamasını umuyor.
Söz gelimi, Makedonya Ücretsiz Yazılım
isimli grubun ‘Ücretsiz Yazılım Akımı’
başlıklı kampanyasında, “yazılımda değişiklik
yapma özgürlüğü, yazılımı serbestçe dağıtma
özgürlüğü, yazılımı her türlü amaçla kullanma
özgürlüğü ve programları toplum yararına
geliştirme özgürlüğü,” çağrısı yapılıyor.
Açık kodların küresel ve bölgesel ölçekte
yaygınlaşmasında, Orta ve Doğu Avrupa’daki
çevre STK’larının da payı var. Bu konuda başı
çekenler, Slovakya’daki ChangeNet ve BosnaHersek’teki EkoMrezaBiH gibi iletişim ağları
oldu. Haber yazılımları, gönderi listeleri ve
temalı web siteleri gibi on-line hizmetler veren
bu ağlar, çoğunlukla açık kodlu uygulamalar
kullanıyor ve kodları sürekli olarak kendileri
geliştiriyor. Çevre dışındaki alanlarda çalışan
STK’larla da güçbirliği yaparak, açık kodlu
uygulamaları kullanıcılar arasında etkin
olarak teşvik ediyorlar.
REC de, çevre koruma alanında açık kodlu
yazılımı destekliyor. Örneğin REC, yürüttüğü
‘Ağları Birleştirme” projesinin bir parçası
olarak, çevresel bilgi sistemleri yönetimi konusunda çalışan uzmanlar için bir paylaşım/açık
kodlu yazılım envanteri hazırlığı içinde.
3D Studio –
Blender
_______________
Lisanslı yazılımlar ile açık kodlu
yazılımların karşılaştırılması
T ü rk i ye i ç i n Pa ke tler Hazır
REC’in çevre eğitimi aracı Green Pack çok yakında
Türkçe olarak hazırlanacak. Programın Macaristan
ve Bulgaristan’ın yanısıra Polonya’daki başarısının
ardından malzemenin multimedya araçları Çekçe
ve Slovakça’ya çevrildi ve içerikleri herbir ülkenin
öncelikli çevre koşullarına göre uyarlandı. Şimdi aynı
çalışmalar Avrupa Komisyonu Çevre Genel Müdürlüğü
LIFE III Programı’nın mali desteği ile Türkiye’de de başlıyor.
REC, Green Pack projesinin Türkiye uygulamasını Doğa Derneği ve Kuş
Araştırmaları Derneği’nin işbirliğiyle gerçekleştirecek.
Öğretmenlerin yönetiminde ilköğretim öğrencileri için geliştirilmiş bir çevresel
eğitim kiti olan Green Pack, yerel, bölgesel ve küresel çevre sorunlarıyla ilgili
interaktif ve multimedya sunumlar içeriyor.
Green Pack’in İngilizce versiyonuna http://greenpack.rec.org adresinden
ulaşılabilir.
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 28

Gabor Heves
Bilişim Teknolojileri
Gabor Heves, REC Bilişim Programı’nda proje
yöneticisi olarak görev yapıyor.
YEŞİL BAKIŞ
Yasal Boyut
Eski otomobiller tarihe karışıyor
Arnavutluk Hükümeti, eski ve kirlilik kaynağı araçların ithalini sınırlamaya hazırlanıyor.
Takas planına karşı atılan adımlar çimentoya saplandı
COURTESY OF HEIDELBERGCEMENT
Environmental Daily haber servisine göre, Alman çimento üreticisi
HeidelbergCement’in, işletme açısından ciddi tehdit oluşturduğu gerekçesiyle AB karbon
emisyonları takas planının 1 ocakta yürürlüğe girmesini durdurma çabaları, ciddi bir
başarısızlığa uğradı.
Environmental Daily’nin haberine göre, Karlsruhe’deki idarî mahkeme, şirketin,
planın Almanya’da bir yıl ertelenmesi yönündeki talebini, reddetti. Şirketin temel
gerekçesi, planı uygulamaya zorlanması durumunda, üretim kapasitesinin yüzde 40-50
oranında düşecek olması.
Ancak mahkeme, hükümetin, emisyon takası konusunda yasal çerçeveyi oluşturmuş
olmasına dayanarak, HeidelbergCement ve plan kapsamına giren bütün şirketlerin,
yılbaşından başlayarak, plan kapsamında hareket etmek zorunda olduğu hükmüne
vardı.
HeidelbergCement’in basın sözcüsü, çimento üreticisinin kararı temyize gideceğini
ve Bavaria’daki iki idarî mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıkarmaya çalışacağını
söyledi. Sözcü, bu girişimlerin de sonuçsuz kalması halinde, HiedelbergCement’in Alman
anayasa mahkemesine başvuracağını sözlerine ekledi.

Eski ve hava kirliliğine neden olan araçların Arnavutluk pazarına kontrol dışı akışı,
çevre açısından ciddi bir tehdit haline geldi.
Eski, dizel motorlu araçların egzozları, büyük
şehirlerdeki yüksek kirlilik oranının başlıca
nedenleri arasında.
Hazırlanan yasa taslağı, altı yaşından
büyük
olan
otomobillerin
ithalatını
yasaklayacak. Meclis Ekonomi Komisyonu,
teklifi yakın bir zamanda gündeme alacak.
Taslakta, aracın yaşına göre bir gümrük
vergisi belirleniyor. Yeni otomobiller vergiye
tabi tutulmazken, iki ilâ dört yaş arasındaki
araçlar, en yüksek gümrük vergisinin yalnızca
yüzde 6’sını ödeyecek.
Bugüne kadar, Arnavutluk’a ikinci el
otomobillerin girişini düzenleyen hiç bir yasa
olmadığı gibi, çevre dostu yeni otomobilleri
teşvik edecek bir yasa da çıkarılmamıştı.
Çevreciler, Arnavutluk’taki hava kirliliğinin
baş nedeninin taşıtlar olduğunu ileri sürüyor.
Arnavutluk’taki
motorlu
taşıtların
yaklaşık yüzde 80’i mazotla çalışıyor ve
bunların yüzde 85’i de 10 yaşın üzerinde.
Ulaştırma Çalışmaları Enstitüsü’nün kısa
süre önce yaptığı araştırmaya göre, Tiran’daki
hidrokarbonların düzeyi, yasal sınırların
yüzde 6.5 üzerinde.
Hazırlanan yasa, periyodik emisyon
testlerinden geçen araçlara yapıştırılacak
bir yeşil etiket öngörüyor. Bu önlemin, eski
ve aşırı kirlilik yaratan araçları Arnavutluk
yollarından uzaklaştırması bekleniyor.
Arnavutluk’taki Komünist diktatörlük
1980’lerde yıkıldığında, ülkede yalnızca 2
bin otomobil vardı, ancak İngiliz gazetesi
The Guardian’a göre bu sayı 300 bini aşmış
durumda.
UNDP
GEF Küçük Destek Programı (SGP)
SGP,
sivil
toplum
kuruluşları
ve
toplulukların GEF odak alanlarındaki
projelerine 50,000 USD’a kadar mali
destek sağlamaktadır. Bu odak alanlar:
•
•
•
•
Biyolojik çeşitliliğin korunması ve
sürdürülebilirliği
Uluslararası suların korunması
Sürdürülebilir Arazi Yönetimi
İklim Değişikliği ile mücadele
Daha fazla bilgi ve başvuru formları
için:
www.gefsgp.net • [email protected]
29 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR
YE ŞİL BA K I Ş
Kitaplık
Enerji: Ne pahasına?
Enerjiye artan talep, enerji maliyetlerine yeni bir gözle bakmayı gerektiriyor.
Enerjide Toplumsal Maliyet ve
Temiz ve Yenilenebilir Enerji
Kaynakları
Dr. Umur Gürsoy
Türk Tabipleri Birliği Yayınları, 2004. 192 sayfa
Halk sağlığı uzmanı olan
ve çevre sorunları ile sağlık
ilişkisi üzerine çalışmalar yapan Dr. Gürsoy, bu kitabında, pek üzerinde durulmayan bir konuya eğiliyor ve
enerji üretiminin ekonomi
ve işletme kıstasları dışında kalan ve genellikle
göz ardı edilen maliyetlerini ele alıyor. Enerji
üretim yöntemlerinin irdelendiği bölümde,
yenilenemeyen ve küresel ısınmaya yol açan
fosil yakıtların yanı sıra, çoğunlukla zararsız
gibi algılanan su gücünden enerji üretimi de
dahil olmak üzere bütün enerji üretim türlerinin görünmeyen toplumsal maliyetlerine ve
zararlarına değiniliyor.
Temiz ve yenilenebilir enerji kaynakları
bölümünde ise, bütün enerji çeşitlerinin
yanı sıra, enerji konusundaki en temel unsur
olan, enerjinin verimli kullanılması konusuna değiniliyor. Kitabın son bölümlerinde
çevre sağlığında gereksinim duyulan herkes
için dokuz sağlık ilkesi ve geniş bir kaynakça
da var.
Kitap Türk Tabipleri Birliği’nden
edinilebilir: O312 231 31 79
Buying Green! "Yeşil Tüketim!"
Çevre dostu kamu harcamaları için
bir el kitabı
Avrupa Topluluğu, 2004. 40 sayfa.
Kitapta, AB’nin Gayri Safi
Hasıla (GSH)’nın yaklaşık
yüzde 16’sını (Almanya’nın
GSH’nın nere-deyse yarısı)
harcayan kamu kurumlarının
Avrupa’daki en büyük tüketiciler olduğu belirtiliyor. Bu
nedenle kamu kurumları, çevre dostu ürün
ve hizmetleri tercih ederek sürdürülebilir
kalkınmaya önemli bir katkı sağlayabilir. Bu
tür ürün ve hizmetlere; az enerji harcayan
bilgisayarlar, çevreye duyarlı tasarlanmış araçlar,
geri dönüştürülmüş ya da dönüştürülebilir
büro malzemeleri ve çevreye zarar vermeyen
üretim ve işletim sistemleri girmektedir.
El kitabında yeşil harcama yapmanın
yolları adım adım sunuluyor; bunlar arasında
stratejik planlama, yeşil kamu satınalımları
mevzuatı, sözleşmelere konulması gereken
şartlar, tedarikçilerin, hizmet verenlerin ve
müteahhitlerin seçimi, sözleşme hükümlerinin
ve hakediş şartlarının belirlenmesi de var. Kitap
<europa.eu.int/comm/environment/gpp/pdf/
int.pdf> adresinden indirilebilir.
Çevrecinin Rehberi: Haklarımız - Fonlarımız.
Küresel Denge-Ankara, 2004. 192 sayfa
Sivil toplum örgütlerinin gereksinme duydukları temel bilgileri içeren, daha
kolay ve verimli çalışma yöntemleri konusunda ışık tutan yayınların giderek
artması, sivil örgütlerin etkinleşmesi ve kurumlaşması doğrultusundaki ilerlemenin önemli bir belirtisi. Küresel Denge Derneği’nin bu kitabı, çevre sahasında
çalışan örgütler için benzersiz bir yayın. Haklar ve fonlar gibi önemli ve çetin iki
konuyu ele alan ilk yayın olmasının yanı sıra, bu konuların ayrıntılarına inerek
ve neredeyse eksiksiz biçimde kapsama özelliğini de taşıyor.
Kitabın ilk bölümü olan ‘Haklarımız’da, çevre sahasındaki yasal düzenlemeler, bu sahada çalışan örgütlerin taleplerine ve çalışmalarına hukukî zemin oluşturuacak
bütün mevzuat, ülkemizdeki yasama karmaşası ve çevre hukukunun henüz tam anlamıyla
oturmamış olmasına karşın, büyük bir yeterlilikle işleniyor. İkinci bölüm olan ‘Fonlarımız’da
ise, sivil örgütlerin proje ve etkinlikleri için gereksinme duydukları para kaynaklarını nasıl,
hangi kuruluştan, edinebilecekleri sorularına ışık tutuluyor ve ülkemizdeki fon kaynakları
tanıtılıyor. Nükhet Turgut ve Güneşin Aydemir’in hazırladığı bu kitap, gördüğü ilgi sonucunda kısa sürede tükenince, Nuran Talu ve Nesrin Algan’ın da katkılarıyla güncellenerek,
Ekim 2004’de, yine GEF SGP desteği ile ikinci kez basıldı. Çevre sahasında çalışan bütün
kuruluşlara yararlı olacağından kuşkumuz yok.
Kitap Küresel Denge Derneği'nden edinilebilir. Tel: 0 312 467 84 90
STK Kapasite Geliştirme Rehberleri
7 kitaplık bir serinin ilk 3 kitabı hazır!
REC Türkiye, zengin REC yayın yelpazesinden ilk olarak Sivil Toplum Kuruluşları’na,
çalışmalarında yol gösterecek bir dizi yayını seçti ve çevirisini yaptı. 7 kitaptan
oluşan serinin ilk ve belki de en önemli üç tanesinin baskıları tamamlandı.
 Proje Önerisi Hazırlanması
 Proje Yönetimi ve
 İzleme ve Değerlendirme
eğitim aracı olarak kullanılabilecek şekilde hazırlandı. Konular kısa ve öz bir
biçimde anlatılıyor. Bu kitaplar, serinin diğer dört kitabıyla birlikte, tüm STK’ların
projelerinde yararlanabilecekleri önemli birer kaynak olacak.
Ücretsiz olarak dağıtılacak olan rehberler REC eğitimleri sırasında kullanılacak.
Rehberler, REC Türkiye ofisi ile bağlantıya geçilerek edinilebilir yada www.rec.
org.tr/bilgi/yayınlar.htm sayfasından .pdf dosyası olarak indirilebilir.
Daha fazla bilgi için:
Yeşim A. Çağlayan, Çevresel Bilgi Programı Yöneticisi
Tel: (90 312) 284 95 55 · e-posta: [email protected]
yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 30
YARININ ENERJİSİNİ
BUGÜNDEN KORUYALIM
Akdeniz Yenilenebilir Enerji Programı (MEDREP), özel
MEDREP şirketlerin, kamu kuruluşlarının, belediyelerin
ve hükümetlerin, yenilenebilir enerji kullanımını arttırıcı yöndeki
yatırım olanaklarını bulup geliştirmeyi hedeflemektedir
Johannesburg’da düzenlenen Sürdürülebilir Kalkınma Dünya
Zirvesi’nde İtalyan Hükümeti tarafından oluşturulan MEDREP
hem modern, kaliteli ve sürdürülebilir enerji türlerini desteklemek,
hem de iklim değişikliğini yavaşlatmak amacıyla, yenilenebilir enerji
modern, teknolojilerinin, mevcut enerji kaynakları içindeki oranını
arttırmayı hedefleyen, Type II ortaklık kapsamına girer.,
Uluslararası Enerji Kurumu (IEA), BM Çevre Programı
(UNEP), Bölgesel Çevre Merkezi (REC), Dünya Bankası WB
ADEME, ISES, MEDENER ve OME gibi uzman uluslararası
kuruluşlardan da destek alan .MEDREP geniş bir alanı
kaplayan Akdeniz ve Karadeniz havzalarında, sürdürülebilir enerji
yönetimi doğrultusunda büyük miktarlardaki sermayeyi harekete
geçirmektedirç
MEDREP’’in Kuzey Afrika eğitim merkezi MEDREC Eylül
2004’de Tunus’ta açıldı. REC de aynı doğrultuda, Macaristan
ve Türkiye’de kuracağı tesislerle, Kuzey Doğu Akdeniz ve
Karadeniz bölgeleri ni kapsayan REC sürdürülebilir enerji eğitim
merkezlerini önümüzdeki yıl açacaktır.
[email protected]’dan
MEDREP girişimiyle ilgili ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz.
reeep
renewable
energy
& energy
efficiency
partnership
Yenilenebilir Enerji & Enerji Verimliliği Ortaklığı
(REEEP) yenilenebilir ve verimli enerji sistemlerinin
daha hızlı geliştirilmesi için çabalayan ileri görüşlü
hükümetler, özel sektör ve büyük kuruluşların
oluşturdukları bir birlikteliktir. Mevcut ekonomik
sistemlerimiz ve mevcut enerji potansiyelimiz
çerçevesinde yenilenebilir enerji ve enerji
verimliliği sistemlerinin geliştirilmesini hızlandırma
ve yaygınlaştırma yönünde aynı ortak hedefi
benimseyen hükümetler, özel sektör ve Sivil Toplum
Kuruluşları arasında yeni ve esnek bir işbirliği tarzı
öngören, Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi’nde
ortaya çıkan, II. Tür Girişimler kapsamındadır.
Sürdürülebilir enerjinin kazançları açıktır: Enerjiyi
garanti altına almak, ekonomik kalkınma, sosyal
eşitlik ve çevrenin korunması.
REEEP, sürdürülebilir enerji konusundaki vaadlerin
somut çalışmalara dönüştürülmesi için tüm
paydaşlarla işbirliği yapmaktadır. REEEP’in
odaklandığı üç ana faaliyet alanı şunlardır:
•
Politikalar ve düzenlemeler: Enerji
kaynakları arasına yenilenebilir olanları
katmaları için gerek duydukları yasal
düzenlemeleri hazırlama ve “yatırımcı
dostu” ortamlar oluşturma konusunda
hükümetlere yardımcı olmak;
•
Girişimci para kaynakları: Yenilenebilir enerji
fonlarının, finans modellerinin, ESCO iş
modellerinin, yenilebilir enerji alım-satımına
yönelik sertifika sistemlerinin ve küçük ölçekli
projelerin oluşturulmasına destek olmak; ve
•
İletişim: Yenilenebilir enerji ve enerji
verimliliği projeleri alanında bilginin
paylaşımı, projelerin para kaynağı bulmasına
aracılık, yerel kapasitenin geliştirilmesi ve
ülke çapında medya desteği sağlanması.
REC, Orta ve Doğu Avrupa ile
Türkiye için REEEP’in Sekreteryası
olarak görev yapmaktadır.
Orta ve Doğu Avrupa ile Türkiye’yi kapsayan ilk
REEEP bölgesel toplantısı olan ‘Sürdürülebilir Enerji
için Ortaklıklar, 30 Eylül 2004’te, Budapeşte’de
gerçekleştirildi.
Yenilenebilir enerji ve enerji
verimliliği alanındaki proje
önerileri için ilk çağrı Ekim 2004’te
yapılmıştır.
Daha fazla bilgi için <www.rec.org/reep>
REEEP
gelecek için
sürdürülebilir enerji

Benzer belgeler

Yeşil yapı teknolojisindeki atılımlar sürdürülebilir bir

Yeşil yapı teknolojisindeki atılımlar sürdürülebilir bir Türkiye’den haber ve makalelere de yer vermektedir. Yeşil Ufuklar REC’in karar alma süreçlerine katılımı destekleme, bölgesel paydaşlar arasında işbirliğini teşvik etme gibi amaçlarına hizmet eder....

Detaylı

- Eniva :: Enerji ve İklim Değişikliği Vakfi

- Eniva :: Enerji ve İklim Değişikliği Vakfi Türkiye’den haber ve makalelere de yer vermektedir. Yeşil Ufuklar REC’in karar alma süreçlerine katılımı destekleme, bölgesel paydaşlar arasında işbirliğini teşvik etme gibi amaçlarına hizmet eder....

Detaylı