5. Sayı / Eylül – 2015

Transkript

5. Sayı / Eylül – 2015
sol bek
Seni düşlerimizden biliyorduk
Koray Çapoğlu… Daha önce hiç karşılaşmadık, fotoğrafını ilk kez 20 Temmuz günü
gazetelerde görmüştük; ama kim olduğunu
biliyorduk. Çünkü bizlerden biriydi, başka
renklere gönül vermiş, hayata bordo-mavi
bakmayı tercih etmiş yüzbinlerce yoldaşımızdan biriydi. Her alanda kindarlığı örgütleyen zihinsel bozukluğa bizler gibi karşı
duran bir kardeşimizdi. Onu tanımak için
yan yana gelmemize, tokalaşmamıza, maç
kritiği yapmamıza gerek yoktu, onu hep tanıyorduk.
Sadece tribünlerimiz farklıydı. 1 Mayıs
kortejinde, Gezi’de, Çarşı davasında, Validebağ’da, Hrant anmasında, Suruç’ta bizi
ayıran hiçbir şey yoktu. Bizi birleştirense
düşlerimizdeki özgür dünya fikriydi. Onu
düşlerimizden biliyorduk.
Gezi’de başlayan, sonra formadaki bir yıldıza heba edilen taraftar kardeşliğinin kararlı
bir savunucusunu yitirdik. Devrimci Trabzonsporlular’ın kurucusu Vahap Güven bir
devrimi savunmaya gitmiş ve direniş sırasında Kobane’de can vermişti. Koray, grup
5
~cinaynası
kurucusunun peşinden, bu kez yıkılan bir
kenti inşa etmek için; çocuklara bordo-mavi sevgisini anlatmak için gidiyordu. Onun
ardından yazıklanmaya, romantik dizeler
düzmeye gerek yok. 32 yoldaşıyla beraber
düşlerinin peşinden gitti ve açıkça davet
edilmediği bir savaşta, leş bir pusuda düştü. Vicdanıyla aklıyla düşleriyle gitti Koray,
Karadeniz derbisine gider gibi, İnönü deplasmanına gider gibi. Düşman değil, dost
topraklara gitti. Bir devrimin yaralarını sarmaya, karanlığa direnen bir halkın çocuklarına umut olmaya, flaması ve oyuncaklarıyla
gitti.
O son fotoğraf karesinde, sonsuza uzanan
sıkılı yumruğunu süsleyen bordo-mavi flamadan bildik onu.
Beyaz bereleriyle nefreti körükleyenlere
inat, gururla taşıdığı Bordo-mavi bayrağıyla
hepimizi dayanışmaya çağırdı. Ezgi’nin siyah-beyaz atkısının aziz hatırası ne anlama
geliyorsa, düşen bayrak da o anlama geliyor
bizim için. O bayrağı düştüğü yerden kaldırmak boynumuzun borcu olsun.
Devrime gidenler
~eşkıya
“Devrime gidiyoruz” notunu düşmüştü yola
çıkmadan önce Instagram hesabında. Bilincinde kadim bir kavganın mirası, gencecik
yüreğinde yitenlerin öfkesi ve hüzünlerin
tekmilini isyana dönüştüren sonsuz ümidi...
Biliyordu, teslim olmayana rahat yoktu bu
topraklarda. Aradığı huzur değildi. “Canı
cehenneme” diyordu, ‘camlarında paramparça cesetler uçarken / dünyayı tüketenin
canı cehenneme’. Bütün bu karanlık, bu nefret, toprak kana doysa bile sömürüye ve güce
doymayan bu düzenin mümtaz bey ve hanımefendileri yekvücut olup Rojava’yı boğmaya ant içmişken bakamazdı başka yöne,
dönemezdi sırtını devrime. Yara vücudun en
sıcak, en canlı noktasıdır. Ezgi de yüzlerce
yoldaşı gibi bir an önce akma gayretindeydi yaraya doğru, alyuvar olup hayat vermek
istiyordu filizlenecek tohuma. “Devrime gidiyoruz” notunu düşmüştü yola çıkmadan
önce...
ruyan da Van’daki depremin ardından kol
gezen “müstahak onlara” iğrençliğine karşı
tribünde üstünü başını çıkarma ve atkıları
Van’a yollama tepkisiymiş. Ne tuhaf; komşusu açıktayken soyunmakmış insanı üşümekten koruyan. Hepimizden iyi bellemiş bunu
Ezgi.
Beşiktaş’ı benim için kör fanatizmden ayıran nedir diye epeydir soruyorum kendime.
Cevabı böyle bir yazıda vermek istemezdi
gönül. Ancak düzenin dayattığı acılardan,
zulümden kaçmak ne mümkün! Her görmezden gelişimizde egemenlerin cesareti
palazlanıyor. Attığımız her geri adım, boşalttığımız her mevzi onların iştahını kabartıyor, daha sert indiriyorlar sırtımıza kırbacı.
İşte siyah/beyaz bir teslim olmama halidir
benim için. Bazı maçların kazanmak için oynanmadığını haykırır. Düşmemiş bir cephedir barış ve eşitlik kavgasında. Üçüncü renk
olarak yanına kırmızı değil, kızıl gelendir.
Ve o kızıldır ki diğer renklerle siyah/beyaz’ı
eşitleyen, Koray ile Ezgi’yi kırmızı/yeşil/sarı
için yollara düşüren.
Ve ansızın bir alev bulutu kapladı ortalığı.
Göğü zaptetti çığlıklar. Bir hançer saplandı ezilenin, dövüşenin göğsüne, dünyanın
dört bir köşesinde. Devrimin birer çocuğu
olmuştu şimdi hepsi. Sönmedi yüreğimizin
ışığı. Aksine, çoğaldı, büyüdü isyanımız, bilendi öfkemiz. Ve daha güçlü yankılandı sözümüz toprakta, havada ve suda: Zafere dek
daima!
“Gencecikken / yiğitken, güzelken, incecikken / ölüm, adın kalleş olsun!”
Sonradan öğrendik, hep üşürmüş, çok üşürmüş Ezgi. Sinüziti tutar, başı ağrırmış üşüdüğünde. Yine de kalkar hiç üşenmeden
Ümraniye’den Olimpiyat Stadı’na gidermiş
kışın bile. Ne İkitelli ayazı, ne açık tribünün
rüzgârı yıldırırmış onu. Siyah/beyaz’ı yanyana görmek ısıtırmış içini. Dahası, ırkçılığa
karşı doğan “hepimiz zenciyiz” duruşu, belki de Çarşı’nın Gezi’de halk adına üstlendiği
öz savunma işlevi düşürürmüş onu yollara.
Meğer Ezgi’yi soğuktan ve rüzgârdan ko-
2
İlk Süper Kupa
~siyah beyaz arşiv
2005-2006 Sezonu’nda Türkiye Kupası’nı
Beşiktaş’ın, şampiyonluğu da Galatasaray’ın
almasıyla ‘Süper’ adıyla yapılacak ilk kupanın finalistleri belli olur. Maç alışılanın aksine Almanya’nın Frankfurt kentinde oynanacaktır. Tribünlerde neredeyse boş koltuk
kalmamıştır.
Kadroya bakalım:
Runje
İbrahim Toraman
Gökhan Zan
Baki Mercimek
Deli İbrahim
Fahri Tatan
Kleberson
Koray Avcı
Delgado
Gökhan Güleç
Nobre
Ayrıca bu maç Runje, Baki ve Delgado’nun
Beşiktaş’taki ilk resmi maçı olacaktır. Baki’nin performansı pek kayda değer olmasa
da Runje ve Delgado gayet iyi bir maç oynuyorlar. Özellikle kalecimiz Runje’nin çıkardığı bir kaç kritik pozisyon vardı hafızalarda
kalan.
Maçın genelinde üstünlük sağlayamadı iki
takım da. Oyun üstünlüğü olmasa da Beşiktaş’ın oyuncu üstünlüğü vardı, Galatasaray’ın sevdalısı Nobre her zamanki gibi sahadaydı, Galatasaray’ı yine boş geçmedi.
Galatasaray’a karşı son galibiyetimiz 2004’te
Olimpiyat Stadı’nda alınmışken hem galibiyete hem de Süper Kupa’ya çok yakındır Karakartal. Geriye sadece 30 dakikalık bir bölüm kalmıştır. Dakikalar bir bir ilerlerken,
meşin yuvarlak bir o kaleye, bir bu kaleye
gider durur.
Kalan sürede Galatasaraylı Cihan’ın bir topu
direkten döner, herkesin yürekleri ağza gelir.
Ama maç tamalandığında ilk defa düzenlenen Süper Kupa’nın sahibi Beşiktaş olur.
3
Liglere verilen aranın ardından
~chatlak
üç ay ancak yetiyor. Bizler, yani bu hastalıklara bugüne değin sabırla ve irade göstererek
direnen bünyeler, tüm bu bilince rağmen
“yeniden yeni sezon gelse de kanser olmaya devam etsek” diye bekleşiyoruz. Dedim
ya beni galibiyetler, kupalar, şampiyonluklardan ziyade farklı şeyler heyecanlandıyor.
Maç olmasa da neredeyse her gün Youtube’a
girip arama çubuğuna “Karabük deplasman
– Sevemez kimse seni”yi yazıp gaza gelişim
yetiyor da artıyor bile (bazen yetmediği oluyor, kabul ediyorum). Yoksa Gomez eskiden
hangi takımdaydı bilmiyorum. 4-2-3-1’i
sabaha kadar tartışacak engin bir futbol bilgim de yok benim. Entelektüel takılıp küfürsüz izleyebildiğim maç sayısının pek az olduğunu hatırlatmama zaten gerek yok. Top
yuvarlak ama; bildiğim bu…
Maçtan daha ziyade, maç öncesi Şairler Parkı’nda toplaşıp da maç öncesi demlenişimiz,
bazı maçları hatırlamayışımıza ertesi gün
gülüşümüz beni heyecanlandıran.
Maç biletin olmasa da bir derbi öncesi Kazan’a gidip havayı koklamak, denk gelirse bir
derbi sonrası kafa kıyak halde halaya durmak beni mutlu kılan.
***
Yeni bir sezon daha başladı. ‘Liglere verilen
ara’nın son günlerinde kaleme alınan bu yazının sahibi, işte o lig arasında kanserli hücrelerini temizledi (en azından öyle sanıyor).
Zira sezon içerisinde fıtık, kanser, ses kısıklığı, asabiyet gibi birçok hastalığa sebebiyet
veren takımımız sayesinde arınmak için iki
***
Planı - programı, işi – gücü, manitayı – arkadaşı bir kenara bırakıyor muyuz gençler?
Lig başladı ve Karakartal sahaya çıkıyor, siyahhhh, beyazzzz, siyahhh, beyazzz!
Beşiktaş’ın müthiş
yabancıları!
Beşiktaş erkek basketbol takımının yeni sezon kadrosu şekillendi. Beşiktaş’ın yabancı
transferleri oldukça dikkat çekici. İlk olarak
koç Henrik Dettmann’ın yakından tanıdığı
Finlandiyalı uzun Erik Murphy’i kadrosuna
katan siyah-beyazlılar ardından pota altına
Lamont Hamilton’ı dahil etmişti. Ardından
oyun kurucu Nate Wolters’ı açıklayan Beşiktaş, skorer forveti Broekhoff ’u kadroda tutmayı başarmıştı. Beşiktaş’ın son transferi ise
25 yaşındaki şutör guard D.J. Seeley oldu. Menajeri Misko Raznatovic’in resmen açıkladığı
~kemba
Seeley de tıpkı Murphy gibi Chicago Bulls
tarafından NBA’e seçilmiş bir oyuncu. Şimdi
oyuncular hakkında biraz bilgi verelim...
Erik Murphy: Fransa doğumlu, fundamentalini Amerika’da almış, Finlandiyalı bir uzun
forvet. 1990 doğumlu ve 2.08 boyunda.
Dettmann yönetimindeki Finlandiya Milli
Takımı’nın 2014 Dünya Şampiyonası’ndaki
dikkat çeken isimlerindendi. NBA’de Chicago,
Utah, Cleveland, Boston gezdi ancak istediği süreleri alamadı. Geçen sezonu Spurs’un
4
D-League’deki takımı Austin formasıyla geçiren Murphy, Avrupa’da pek çok takımın
transfer listesindeydi ama Dettmann’ın onu
Beşiktaş için ikna etmesi zor olmadı.
ribaund, blok ve savunma lideri olacak. Onu
sık sık hücum ribaundunu alıp smaçlarken
izleyebiliriz.
D.J. Seeley: Amerikalı şutör guard 1989 doğumlu ve yeterli Avrupa tecrübesine sahip.
En önemli özelliği 3 sayı çizgisinin gerisinden
Bobby Dixon’ı aratmayacak bir skorer olması. Geçen sezonu ACB’de Manresa formasıyla tamamlayan Seeley tam bir sayı makinesi.
Dettmann’ın sevdiği tempolu ve bol bol üç
sayı denenen sistemde Broekhoff ile birlikte
lige damga vurabilir. Ne bir Lofton ne de bir
Jerrells. İkisinin ortası. Çok iyi transfer.
Nate Wolters: Minnesota doğumlu, Amerikalı
oyun kurucu. İskandinav dedeleri ile Dettmann uzak akraba olmalı. 1991 doğumlu ve
1.93 boyunda. Murphy’nin 49. sırada seçildiği 2013 draftında o da 38. sırada seçilmişti.
NBA’i yakından takip edenler onu 2013-14
sezonunda Milwaukee Bucks formasıyla net
hatırlayacaklardır. Bucks formasıyla çıktığı
ilk NBA maçında 30 dakikadan fazla süre almayı başarmış, Brandon Knight ve Luke Ridnour’un sakatlığında ilk 5’te 9 maça çıkmıştı.
Çaylak sezonunda sezonunda All-Star arasına
kadar 17 maçta ortalama 26 dakika süre alan
Wolters 8.3 sayı ve 2.7 asistle oynamıştı. Saha
görüşü üst düzey olan Wolters yapacağı müthiş asistlerle kesinlikle ligin en dikkat çeken 1
numaralarından olmaya aday.
Ryan Broekhoff: Beşiktaş formasıyla 3. sezonuna girecek Broekhoff, takımın lideri konumunda. Profesyonel kariyerine siyah-beyazlı
formayla adım attı ve basamak basamak yükselişine tanık olduk. Avustralya Milli Takımı’nın da ilk 5 oyuncusu olmayı başardı. Bugün Euroleague seviyesinde bir kısa forvet ve
ligin en korkulan ceza üçlükçüsü. Lokomotiv
Kuban’ın yüksek teklifine rağmen Beşiktaş’ta
kalmayı tercih etmesi onu taraftarın gözünde
de apayrı bir yere oturttu. Hastasıyız.
Lamont Hamilton: Avrupa basketbolunun
tecrübeli ve tanınmış uzunlarından. 1984
doğumlu ve 2.08 boyunda. 2013’te Bilbao ile
Euro Cup finali oynayıp turnuvanın en iyi 2.
beşine seçilmişti. Ertesi sezon Laboral’in en
önemli transferi olarak Euroleague’e adımını
attı ancak şanssız ve uzun sakatlığı onu epey
geriletti. Bask ekibinin Euroleague için yaptığı
önemli hamlelerden biri olarak dikkat çeken
atletik uzun, şanssız bir sakatlık yaşayarak 47
maçın 39’unu kaçırmıştı. Siyah-beyazlılar’ın
Ekstra Not: Fanzin tam baskıya girecekken
Lampe’nin de bir yıllık anlaşma imzaladığı
haberi geldi. Son 3 sezondur formasını giydiği
Katalan devi Barcelona’dan ayrılan Polonyalı
uzun Maciej Lamp (2.12; 1985) artık resmen
Beşiktaş’ta.
5
Futbol kitlelerin papyonudur
~berko
içine bakıyor.
İş adamlarına “Taraf olmayan, bertaraf
olur” denen, güreşçisine propaganda, futbolcusuna Rabia’yı öğütleyen, hükümet karşıtı olduğu için milli takımdan basketbolcu
kovan, hepimizin malumu mücahit taraftar
gruplarını örgütleyen bir zihniyetle batıdaki
toplu iş sözleşmelerinden ve tüketici haklarından bile uzakta, faşizan bir ortamdayız.
Hani küresel sistem zaten kötü, biz daha da
kötü.
Peki, futbol sadece bizim ülkemizde mi kirli?
2009/10 transfer sezonunda Real Madrid,
ülkesi İspanya ekonomik krize gireli henüz 6 ay olmuşken sadece bonservis bedellerine - akıllara zarar - 257,5 milyon Euro
ödeyebilmişti. Ronaldo, Kaka, Benzema,
Xabi Alonso gibi isimlerin sadece bir senelik alacaklarıyla bu rakamın 300 milyona
çıkacağını düşünmek, takdir edersiniz ki,
iyimser bile sayılabilir. Buna neden değiniyorum? Bugün IMF ile olan husumeti yüzünden emperyalist güruh ve medyalarca
aşağılanan Yunanistan’ın 2015 borcu 1,5
milyar Euro. Yani krizdeki İspanya’da, Real
Madrid’in tek senelik transfer bütçesi eşittir
bir diğer AB ülkesini iflasın eşiğine getiren
borcun 5’te 1’i.
İbrahim Altınsay 2011 yılında Star gazetesine şike soruşturması üzerine verdiği
bir röportajda, Türkiye futbolunda gittikçe
büyüyen finansal pastanın i) giren paranın
paylaşımı, ii) futbolun yarattığı nüfuzun
paylaşımı üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini söylemişti. Herhangi bir alt ve üst
yapıdan yoksun ülke futbolunda dönen paranın aslen futbol üretiminden değil, telekomünikasyon şirketlerinin pazar kavgası
ve bahis şirketlerinden geldiğine değinmişti. Puslu iş adamlarının ve onların yanına yamanan mafyöz menajerlerin ellerine
düşmüş futbol işçilerinin hakkının, hukukunun, sendikasının olmadığı bir lige milyonlar oluk oluk akıyor. Böylesine bir “nüfuz alanı”nda tek kelime tepki bile vermeye
cüret edemeyen futbolcular, üzerlerine ateş
açıldığında bile, mitinglerinde gittiği ilin atkısını takan bir cumhurbaşkanının ağzının
Demek ki neymiş; taş yerinde ağırmış. Bir
miktar para, yerine göre koca bir halk banka borçlarına batmışken ahlâksızca akabilir,
yine aynı şekilde bir başka devlet, hükümeti
küresel para akışının gereksinimlerine sol
taraftan karşı çıkmaya yeltendiğinde, sanki
altından kalkılamaz, “oluru yok” bir meblağ, adeta bir vebalmişçesine lanetlenebilirmiş. Dünya kupaları için tek seferlik devasa
6
inşaatlar yapılabilir, Vladimir Putin yolsuz
FIFA’nın boğazına kadar batmış Sepp Blatter’ını Nobel Ödülü’ne aday ilan edebilirmiş. Barrack Obama’nın Birleşik Devletler
başkanı sıfatıyla toplamda 11 ülkeyle savaş
halindeyken aldığı “Barış Ödülü”nün saygı
değer kurumu Nobel’den bahsediyorum…
insanlar var ya. Ha bir de onlar işte, alakasız
belki ama onlar işte, canlarım benim…
*
Eto’o, Nani, Sneijder, Podolski, Van Persie ve
daha nicelerine bir de Mario Gomez’i ekledik. Afyonumuz futbol oldu; üzerindeki tarım ilacından yetiştiği toprağa kadar hepsi
birilerinin işleri tıkırında devam etsin diye
varlar. Dumanlıyız ağalar. Ne Passolig’in
literatürdeki her bir tüketici hakkına aykırı olması, ne de Altınsay’ın “Paralı ağalar
oligarşisi” kollektif bilinçte kendini pratiğe
dökecek önemi bir türlü kazanamıyor. Bu
sene fazlasıyla azalan seyirci sayısı da neydi diyeceksiniz, evet güzeldi. Fakat ya Nani
ve Van Persie’yi art arda açıklayan Kadıköy
Stadının önünden bu yaz hiç geçmemişsiniz
ya da hafızanız federasyonun önceki yabancı kuralı kadar.
*
1982 senesinde Diego Maradona, Boca
Juniors’tan Barcelona’ya toplam 3 milyon
Euro’luk bir rekorla transfer oldu. 32 sene
sonra Barcelona Luis Suarez için 94 milyon
Euro bonservis bedeli ödedi. Endüstri endüstri oldu, üzerimize çullanıyor farkında
mısınız?
Ağza alınmayacak, akla hayale sığmayacak
rakamlar normalleşti, şaşırtmıyor bizleri.
40 milyon, 60 milyon falan ne ki artık? Biz
100’ü gördük. Cavani’ler, de Bruyne’ler sanki o paralar dönsün diye takım değiştiriyor.
Futbolun devleri parke yeniliyor!
“Mario Gomez iyi futbolcu, Allah sahibine
bağışlasın”. Ortalaması 1,5 olan bir takıma,
3,5+ imza parasıyla senelik 5’leri bulabileceği söylenen bir bağış. FİFA’nın nefesini ensemizde hissederken ters yöne atılan çılgınca
bir çift salto. En pahalısından. Bağış: İslam’da
bir zenginlik alameti, alâmetifarikası.
Bu ülkede şike patladı, oynatıldı. Gezi başladı, gerekirse içine ederiz dendi; çıktı biletlilere değil, sanal hesaplılara oynatıldı. Saha
basıldı, futbolcular tekmelendi, oynatıldı.
Otobüsler taşlandı, kurşunlandı, oynatıldı.
Yabancı azaldı, yabancı arttı oynatıldı. Hiç
düzeltilemeyecek mi? Bence hiç düzeltil(e)
meyecek.
Bağış deyince aklıma hep Deniz Feneri geliyor.
Ha bir de rantsal dönüşüme, taşeron inşaatçılara ve etraftaki kamyonlara sövüp, sonra
ilk müteahhitten apartmanlarına teklif alan
Sol Bek Fanzin
Eylül 2015 • Sayı: 5 • Düzensiz • Beleş
Çoğaltılabilir. Yazmak isteyen arkadaşlar e-posta atabilirler.
facebook/solbekfanzin • twitter.com/solbekfanzin • [email protected]
solbek.org
7
Sezon başında yeni bir şey yok…
~flanör
len performanstan sonra sonuçta Şampiyonlar Ligi’ne katılamasa da Arsenal
karşısında oynanan futbol büyük beğeni
kazanmıştı. Ligin ilk maçında Mersin
İdman Yurdu’nu tarlayı andıran bir zeminde 1-0 yendi. Ardından Çaykur Rizespor ile berabere kalındı ve Bursa deplasmanından çıkarılan tek gollü galibiyet
ile 3 maçta 7 puan yapıldı. Beşiktaş yine
Son 3 sezondur, Beşiktaş’ın yaptığı iyi başlamıştı. En iyi futbolu oynuyordu,
lig başlangıçları futbol otoritelerimi- ümit vaat ediyordu ve olaylar gelişti.
zi şaşırtıyor. Slaven Biliç’in geldiği ilk
yıl, 2013/2014 sezonunun ilk maçın- Bu sezon da benzer bir performans ile
da 2-0’lık Trabzonspor galibiyeti son- başladı Beşiktaş. Mersin İdman Yurdu
rasında Beşiktaşlı futbolcular göklere karşısında oynanan futbol ve 5 gollü gaçıkarılmıştı. Gökhan Töre ve Olcay Şa- libiyetin ardından göklere çıkarılan tahan maçın yıldızlarıydı ve oynanan di- kım, Trabzonpor’a 2-1 yenildi. 3. hafta
kine hızlı pas futbolu da şampiyonluk da Gaziantepspor deplasmanında 3 puşansı görülmeyen Beşiktaş’ın geleceği anı 4 golle alarak 3 maçta 10 gol, 6 puan
için büyük umut vaat ediyordu. Dep- yaptı. Geçen iki sezona göre daha fazla
lasmandaki 4-2’lik Kayseri Erciyesspor hücum düşünen, bununla birlikte daha
ve İstanbul’daki 2-0’lık Gaziantepspor fazla pozisyon veren bir takım gördük.
maçlarından sonra ilk 3 maçta 9 puan Her ne kadar kalede, stoperde ve ön libeyapan Beşiktaş ligin en iyi futbol oyna- roda alternatif oyuncuya ihtiyaç görülse
yan takımı ilan edilmişti. Şampiyonluk de Samet Aybaba zamanında temeli atıönündeki tek engel stadının olmamasıy- lan, Slaven Biliç’in takım haline getirdiği
dı. Hatırlayacaksınız, Gezi Direnişi’nin kadronun omurgası muhafaza ediliyor.
hemen sonrasındaki sezondan bahse- Son iki sezonda özellikle ligin ikinci
diyorum. 4. haftada Olimpiyatlar için yarısı kendini gösteren kalite sorunu ve
yapıldığı iddia edilen çimenlik alanda 70 kadro derinliğinin yarattığı eksiklikler
bin seyirci önünde sergilenen tiyatrodan ülkenin en iyi antrenörlerinden Şenol
sonra, tamamlanamayan maçta Beşiktaş Güneş’in dokunuşuyla oyuncuların gösGalatasaray karşısında hükmen mağlup terdiği gelişim ve yeni transferlerle aşılmaya çalışılacak.
ilan edildi ve olaylar gelişti.
Geçen sezon Beşiktaş’tan beklentiler İlk 3 haftanın gösterdiği, Beşiktaş hızlı
daha büyüktü. Şampiyonlar Ligi Play-off pas oyunu ile sonuca gitmeye çalışacak.
maçlarında Feyenoord’a karşı gösteri- Sezona harika bir başlangıç yapan Oğuz8
han ve Olcay, bu sezon patlama yapması beklenen Gökhan Töre, form tuttuğu
zaman takımın liderliğine soyunan Sosa
ve Quaresma’nın yetenekleriyle iyi alan
kapatan savunmaları çözmeye çalışacak.
Gaziantepspor maçının son 15 dakikasında olduğu gibi geniş alan bırakan
takımları dağıtacak. Bununla birlikte
Beşiktaş, sağ ve sol kanadı şampiyonluk
yolundaki rakipleri kadar iyi kullanamayacak gibi görünüyor. Yeni transferler
sol bek Tosic ve sağ bek Beck hücuma
yeterli desteği verebilecek gibi görünmüyor. Bunda Beşiktaş’ın sağ ve sol açıklarının içeri doğru driplingle girmeyi seven
oyuncular olmasının da payı var. Ancak
ne Beck ne de Tosic sıfıra inip rakip defans düzenini dağıtacak, Gomez’i ceza
sahasında topla buluşturacak oyuncular
değil. Gomez’in Töre, Quaresma, Olcay
önünde ne kadar verimli olacağı meçhul. Ancak Alman futbolcuların hiçbir
zaman Beşiktaş’ı mutsuz etmediğini de
unutmayalım.
önemsemediğini gösteriyor. Olgunluğun
yaşta değil başta olduğunu hatırlayarak,
“aynı şeyi yaparak farklı sonuç beklemek
ahmaklıktır” diyen Einstein’ın mı yoksa
sonradan Bursa’ya transfer olan Macar
Dzsudzsak (Cucak diye okunuyormuş)
yerine olgun (!) Q7’yi tercih eden Beşiktaş yönetimi mi haklı çıkacak göreceğiz.
Son olarak Atiba! İlk üç maçın kuşkusuz
en iyi oyuncusuydu. Takımı bir arada
tutan bir kilit taşı gibi. Takımın boyunu kısaltıyor, pas trafiğini yönlendiriyor,
rakibi ilk o karşılıyor ve hücuma da çıkıyor. Takımın derli toplu oynamasında en
önemli rolü oynuyor. Onu seyrederken
keşke 3-4 yaş daha genç olsaydı diyorum
ve keşke hiç sakatlanmasa diye düşünüQuaresma ise Trabzon maçında sadece yor insan. Çünkü şu anda alternatifi olamatörce gördüğü kırmızı kart değil, mayan tek oyuncu O.
golden hemen önce kullanılan serbest
vuruşta da topu durdurmadan oyu- Bakalım olaylar nasıl gelişecek?
na başlaması futbolun basit kurallarını
9
Bulantı
~takoz recep
Biliç Hocam gittiğinden beri Beşiktaş’ımız
hakkında ne teknik-taktik konuşasım ne de
bununla ilgili herhangi bir muhabbete dâhil
olasım hatta duyasım bile gelmiyor. Geçen
sayıdan beridir de Beşiktaş’ı içimde çok
güzel yaşıyorum. Transfermiş, o’ymuş şu’ymuş… Dinlemeden.
Bu içe kapanma hissiyatı ve ihtiyacı Beşiktaş’a karşı bir küskünlük değil. Hem Beşiktaş’a küsülür mü hiç? Daha çok -muhtemelen- bir buhran dönemi. Esasen şunu da
belirtmek isterim ki, bu yaşadığım komplike
duyguların nedeni Bilic’in gidişi de değil.
Başlangıcı Biliç’in gidişi olsa bile, kesinlikle temel nedeni bu değil. Adını ve nedenini
koyamadığım bir şey olsa da, hakkında konuşmam gerekirse diyebileceğim şey nedensizlik ve bilinmezlik üzerine kurulu bir tür
-belki de- dönemsel travma olduğu.
Tribüne girip, takımını destekleme ön koşulunun passolig olduğu, Beşiktaş yönetimince Beşiktaşlılığın orijinal ürün satın alıp,
yönetim kurulu üyesi olma kıstasıyla ölçüldüğü, Beşiktaş Başkanı’nın sürekli ve sürekli
Halkın Takımı Beşiktaş’ı ve Beşiktaşlı’nın
boynunu eğdirecek hareketlerde bulunması.
Belki de yaşadığım bir tür içsel Beşiktaş’ı sahiplenme hareketinin temel sebepleri bundandır.
Beşiktaş yener, Beşiktaş yenilir, Beşiktaş
berabere kalır. Bunların hepsi, bir Beşiktaşlı için olağan şeylerdir. Aslında yazının
genel temasında da söylediğim gibi, Beşiktaş’a karşı Beşiktaş’la beraber yaşadığım şey
kesinlikle materyalist bir arzu listesi değil.
Fakat bana “Peki ne?” dediğinizde, dediğim
gibi pek bir şey diyemiyorum.
Yazıyı toparlamaya çalışırsam, Zeki Demirkubuz’un bu ülke için sarf ettiği “Bu ülkeye
ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman
benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor,
artık bundan acı duymuyorum.” sözünü biraz daha kişiselleştirmem gerekirse: “Beşiktaş’a ve bu hayata dair -bundan sonra- hiçbir
şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi
olmayacağını biliyor, Zeki Hoca’nın aksine
bundan deli gibi acı duyuyorum.”
Beşiktaş’ın yaşadığı iddia edilen “başarısızlık” da nedenlerin arasında kesinlikle yok.
Aksine, babamın bana anlattığı büyük insan
sellerinin stattan ve stadın etrafından takımı desteklediği maçların anısıyla büyüdüm
ben, Beşiktaş’ın ligde hiçbir iddiası olmadığı
dönemlerde dahi yaşanan.
10
O poster
~chatlak
Bundan tam üç yıl önceydi. Haydarpaşa’dan
kalkan Fatih Ekspresi Ankara’ya doğru yol
alıyordu. Gar Lokantası’ndan alelacele çıkan
bizler de yemekli vagondaki son masaya kuruluyorduk.
Vagon arasındaki “sigara içilmez” tabelasının altı genelde dumanlı oluyordu. Rakı
muhabbeti, muhabbet de anıları besliyordu.
En güzel meze, trenin geniş camları ardından hızla akan hayattı.
Bunların hepsi yaşandı ve bitti. Bitti, çünkü
artık Haydarpaşa Garı’ndan Ankara’ya tren
kalkmıyor. Ankara’yı boş ver, hiçbir yere
tren kalkmıyor İstanbul’dan. Hızlısı, Yüksek
Hızlısı hariç!
***
Tren Ankara’ya vardı. Her Ankara’ya gidişimde uğrak yerlerim vardır benim. Ne
bileyim Tunalı Hilmi Caddesi üzerindeki
sahaflar, Sakarya Caddesi’ndeki birahaneler, Ankara Kalesi’nden puslu Ankara’ya
bakış seremonisi benim Ankara’da olmazsa
olmazlarımdandır. Bazen de Ulucanlar’a gi-
derim. Binlerce ailenin ahını almış, birçok
önemli ismin yattığı Ulucanlar’a…
Hatırlıyorum da ilk gidişimde heyecanlıydım. Dönem gazeteleri, hapishanede kalan
insanların özel eşyaları, bazı bölümlerine
dokunulmayan koğuşlar…
Birbiri ardına koğuşları gezerken sıra bir
tanesine geldi. 90’ların sonundaki Hayata
Dönüş (!) Operasyonu’na gerekçe olan isyanın başladığı ve “tabut” olarak adlandırılan
(tavanı tabut şeklinde olduğu için) koğuşa
girdim. İçerde onlarca ranza, dolap ve yatak
vardı. Kapıdan girer girmez solda yer alan
dolapların üzerinde gördüğüm poster heyecanımı ikiye katlamıştı. Evet, 1991-92 yılının efsane Beşiktaş’ının posteriydi.
Ulvi, Bako, Kadir, Ali, Gökhan, Zeki, Zeyer,
Recep, Şenol, Rıza ve Feyyaz…
Öylece, ellenmeden dolabın üzerinde duruyordu.
***
Bu posterin aynısı yıllarca evimdeki elbise
dolabımın üzerinde asılı durdu. Gel zaman,
git zaman, günlerden bir günse inanmazsınız ama iyice kırışıp, yıpranıp, buruştuğu
için benim güzel annem o posteri çöpe attı!
11
Beşiktaş’ın yolunda; Arnavutluk 933 km,
Rusya 1759 km, Portekiz 3241 km
Eskiden, okulda harcamamız için verilen
harçlıkları ya da patronun verdiği maaşı
bilet/kombine fiyatlarına göre ayarlar, heyecanla sezonun açılmasını beklerdik. Beşiktaş’sız geçen günlerin son bulduğu o gün,
adeta iki sevgilinin buluşması gibi olurdu.
~buena vista
Başkaları tarafından kullanıldığında tüm
mucizeleri ortaya çıkartan “şans” kelimesi, Beşiktaşlılar’ın yüzüne -nedendir bilinmez- genellikle pek gülmez. Zamanında 5.
torbadan Tottenham, 4. torbadan Wolfsburg
çekmenin verdiği tecrübeyle, yine en zor
kurayı biz çekeriz düşüncesi herkese hakimdi. Sonuç olarak bu sefer Infantino (kel) bizi
daha az tehlikeli bir gruba soktu: Beşiktaş,
Sporting Lizbon, Lokomotiv Moskova, İskenderbey.
Geçmiş zamanda giriş yapmamızın sebebi,
artık bu güzelliklerin elimizden alınmasıdır.
Endüstriyelleşen futbol aracılığıyla maddi/
manevi sömürmeleri yetmezmiş gibi, bir
de passolig denen illetle hayatımızı çalmaya
başladılar. Bu sistemin Avrupa Kupaları’nda
işlememesi teselli ödülümüz gibi bir şey. İşte
bu sebeple bu sezon öncesi tüm hazırlıklarımızı Avrupa için yapıyoruz.
“Beşiktaş’a içerideki Avrupa maçlarında kavuşacağız, peki deplasman özlemimizi ne
yapacağız?” diye soranlar için de yurtdışı
deplasman önerilerimiz var.
İskenderbey - Beşiktaş
Adını Büyük İskender’den alan Arnavutluk
Takımı, Korçe şehrinde bulunuyor. 17 Eylül’de ilk deplasmanımızı yapacağımız şeh-
Beşiktaş’ın kura şansı söylemi, son yıllarda
en çok kullanılan söylemlerden biri oldu.
28 Ağustos Cuma günü yapılan kura çekimi
öncesinde de bu söylem dillerden düşmedi.
12
olacaktır. Vizesiz İstanbul’dan uçuşlar ise,
Ukrayna aktarmalı 500 Lira’dan başlıyor.
Ara not: Bu maçta İddia’ya gir, handikaplı 2
oynayalım #ManuelFernandes
Sporting Lizbon - Beşiktaş
Portekiz’in Porto ve Benfica ile birlikte en
köklü kulüplerinden biri olan Sporting
Lizbon’un 50.000 kişi kapasiteli stadı bulunuyor. Bir başka deyişle, hiç kimse dışarıda kalmayacak! Deplasman için en rahat
koşullara sahip görünen bu şehre gidiş için
öncelikle Schengen vizesi almak gerekiyor.
Aktarmasız uçuşlar konfor açısından daha
iyi olacaktır, ama “amannn boşver konforu
deplasman dediğin en az 16 saat olmalı” diyorsanız, Paris aktarmalı Lizbon’a geçmenizi
tavsiye ediyorum.
re birkaç tane gidiş alternatifi var. İlk akla
gelen Tiran’a uçakla gidip, oradan otobüsle
Korçe’ye geçmek. Yalnız bunu fırsat bilen
havayolu şirketlerinin uçmuş uçak fiyatlarını da unutmamak lazım. Korçe, Üsküp ve
Selanik’e de yakın bir konumda. Bu sebeple
bir diğer yol olarak, Üsküp’e uçakla gidip,
buradan araba kiralanarak Korçe’ye geçilebilir. Bu yolculuktan en avantajlı çıkacaklar
muhtemelen Schengen vizesi olanlar olacaktır. Eğer Schengeniniz var ise İstanbul
otogardan gidiş-dönüş 70€ tutan otobüsleri
kullanabilirsiniz.
Sporting kulübünün renkli bir taraftar grubuna sahip olması, deplasmanın eğlenceli
geçeceğini gösteriyor. Tabi Sporting altyapısından yetişen Quaresma’nın sergileyeceği
performans da merak konusu.
Arnavutluk’un küçük bir Takımı olan İskenderbey’in taraftarları, Apoel ile oynadıkları
maçta “Cypro is Turkey” pankartı açmışlar,
Kartal’dan dolayı Beşiktaş’ı sevenleri de çokmuş. Deplasmanda dostluk rüzgarları esecek gibi duruyor.
Tarih boyunca önemli şairleri ve yazarları
bağrına basmış Lizbon şehri; bu anlamlı kelimelerin sahibini de yakın zamanda bünyesinde barındırmış: “Çok tuhaf bir yaratıktır
insanoğlu, nice önemsiz nedenle korkunç
uykusuzluklar çeker de, savaş arifesinde mışıl mışıl uyur.” - Jose Saramago
Lokomotiv Moskova - Beşiktaş
Rusya Premier Ligi’nde 2004’den beri şampiyonluk yaşayamayan Moskova Takımı, 22
Ekim’de Beşiktaşımız’ı misafir edecek. Bir
insanın Rusya’ya gitmek için birçok nedeni
olabilir, ancak orada Beşiktaş’ı tribünden
izlemek en güzel nedenlerdendir. Moskova
tarihi yapısını korumuş, birçok taraftar grubunu içerisinde barındıran bir şehir. Diğer
Moskova takımları kadar olmasa da, Lokomotiv Moskova tehlikeli bir ekip.
İlk bakışta Beşiktaşımız bu gruptan rahat
çıkar gibi görünse de, hemen rehavete kapılmamak gerek. Bilinmeyen rakip, bilinen rakipten daha tehlikelidir diyerek, takımımız’a
başarılar, taraftarımıza da kazasız, belasız
deplasmanlar diliyoruz.
Moskova’da nefes alabilmenin maliyeti ne?
Öncelikle Moskova dünyanın en pahalı şehirlerinden biri, bu yüzden gitmeden önce
en uygun konaklamanın ayarlanması iyi
Not: Lizbon’a gitmeyi planlıyorsanız, Eylül
ayında havayolu şirketlerinin kampanyalarını takip etmenizi tavsiye ederim.
13
Sol Bek’in kendisiyle röportajı!
Halkın Takımı Beşiktaş’a gönül vermiş bir
avuç “muhalif-solcu” tarafından hazırlanan
ve ücretsiz dağıtılan Sol Bek çıktığından beri
onca soruyla karşılaşıyoruz ki kendimizi anlatmanın en doğal yolu olarak kendimizle röportaj yaptık! Evet yaptık bunu…
> Önce adınızdan ve türünüzden başlayalım,
niçin “sol bek” ve niçin fanzin?
Mart’ta çıkan ilk sayımızda da söylüyoruz,
fanzinde büyülü bir hal vardır. Piyasaya bulaşmadan, ISBN ile kirletilmeden söz söyleyebilmenin özgürlüğünden kaynaklanan bir
büyü. Kolektif ürün yaratmanın, masrafları
aramızda bölüşerek dağıtım için koşturuyor
olmanın hazzı siber âleme post’lamaktan
daha kalıcı ve koleksiyon değeri taşıyan bir
ürünümüz oluyor sonuçta.
Sol Bek adına gelince. İlk olarak, ilk sayıda
söylediğimiz gibi, inanıyoruz ki maçlar forvetlerle şampiyonluklar beklerle kazanılır.
“Allahını sevenin defansa” koştuğu Haziran günlerinde bunu bir kez daha anladık.
Halkların şampiyonluğu için en önemli mesele defans. Savunmayı biraz daha dikkatli
kurabilseydik, forvetlerimizle kazandığımız
barikatlarımız daha kalıcı olabilirdi. İkincisi
elbette Slaven Biliç. Bir röportajında şöyle
diyordu, “Evet biliyorum, sol bek. Geldiğimde herkesin dilindeydi. İlk öğrendiğim
Türkçe söz buydu”. Yatağın bile solunda
yatmak isteyecek kadar takıntılı olan bizler
kendimize buradan bir damar bulmakta gecikmedik elbet.
> Biraz da Sol Bek’çileri tanıyalım mı?
Sokakta ve tribünlerde yaşayan insanlarız
bizler de. Şeref Bey Stadı’nın (İnönü Stadı)
Eski Açık Numaralı tarafı ortak noktamız.
Vizeleri olduğu için yazamayacak öğrencilerden, torununu uyuttuğu için telefona ba-
kamayan tekaütlüğü gelmiş dedelere kadar
geniş bir yelpazemiz var. 10-15 kişi çekirdeği oluşturuyor diyebiliriz. Çoğunluk İstanbul’dayız; ama şehir dışında, yurtdışında
yaşayan arkadaşlarımız da var.
> Sol Bek Fanzin niye var?
Taraftarlık duygusunu rencide eden al-sat’çı
endüstriyalizme karşı çıkmak için varız
öncelikle. Semtten gelen değerlerimiz için
varız. Hakemi değil, çizgiye bastığı için kırmızı kart gören Atiba’yı sorgulamayı tercih
ediyoruz. Hakkımız yensin istemiyoruz ama
buradaki vurgu “biz”de değil “hak”ta. Her
insanın, topluluğun doğuştan gelen ve/veya
oyunun kurallarından kaynaklanan hakları
olduğunu düşünüyoruz, saygı gösterilmesi
gereken hakları. Sol Bek Fanzin, böyle bir
bakış açısıyla, meftunu olduğumuz Beşiktaşımız’ın varoluşuna küçük bir katkı yapsın
istiyoruz. Şu ortamda, Baba Hakkı’ların Şeref Beyler’in izdüşümünü arıyoruz. Sonra
görüyoruz ki, o izdüşümü bizleriz. Kirlenmeye ne kadar direnirsek o kadar çok yaklaşıyoruz kulübü kuranların değerlerine.
> Hangi yazıların yazılacağına, kimin yazacağına nasıl karar veriliyor?
Yazı yazmaya oturunca durmak bilmeyen
insanlarız. Ne yazılacağı, kimin yazacağı
değil de ne kadar yazılacağı tartışma konusu
oluyor aramızda. Örneğin ikinci sayıda görece uzun yazılar vardı. Bu yüzden yazı adedi
azdı. Tasarım ve dizgi ekibinin ültimatomlarıyla vuruş sayımıza dikkat etmeye başladık
ve 3. sayı bizim için gerçekten çok şık oldu.
4 ise bir ağıt. Tek forma, 16 sayfa için zaten
yeterli yazılar genellikle mail ile paylaşılıyor.
Yine 4. sayımıza kadar yazı seçmek zorunda
kalmadık pek. Geleni koyduk. Ama 4. sayı
çok özeldi bizim için. Çünkü Slaven Biliç’e
veda etmek istiyorduk. Birkaç yazışma son-
14
rası herkes fikir birliğine vardı. O kadar çok
yazmak isteyen çıktı ki önce yazıları elemeyi
düşündük; ama hiçbirisine kıyamadık. Biz
de tuttuk sayfa sayımızı 20’ye çıkarttık.
> Dağıtımı nasıl yapıyorsunuz, kolay bulunabiliyor mu Sol Bek?
İstanbul içine elden yapıyoruz dağıtımları.
Vakti olan arkadaşlar gittikleri semtlerdeki
dağıtım noktalarına bırakıyorlar. İstanbul
dışına kargo ile gönderiyoruz. Karşı ödemeli
kargo ile dağıtım masraflarını da paylaşmış
oluyoruz. http://solbek.org/dagitim-noktalari adresinden dağıtım noktalarımız öğrenilebilir. Bu arada, 1. sayı tamamen tükenmiş
durumda, neredeyse kendi nüshalarımızı
bile verdik. Ama bu bir fanzin ya, dileyen
dilediği gibi çoğaltabilir, tüm endüstriyel
durumlara inat!
> Masrafları bölüşüyoruz dediniz…
Evet, çünkü Sol Bek, tüm fanzinler gibi ücretsiz dağıtılıyor. Sadece şehir dışına göndermek için karşı tarafın katkısını bekliyoruz.
Ha bir de baskı maliyetlerine katkı sunmak
isteyen olursa, yani bir nevi çorbaya tuz atmak niyetinde olanlara da kapımız açık.
> Gelelim son sayıya ve Biliç’e…
10 gün içinde dağılan bir futbol macerasının sonlarına doğru artık hocamızla yolların ayrılacağı belli olmuştu. Ortak bir karar
almamış olsak da son sayıya herkesin Biliç
ile ilgili yazacağı belliydi. Sonra bunu karara dönüştürdük. Biliç belki de şu ana kadar
taraftar hissiyatıyla en çok örtüşen hocaydı.
İçten, tutkulu, duygusal ve mücadeleci. Burada uzun uzun anlatmaya gerek yok; çünkü zaten yazılar ne düşündüğümüzü ortaya
koyuyor.
Özetlemek gerekirse biz Türkiye’de sporun
gelişmesinin önündeki en önemli engelin
yöneticiler olduğunu düşünüyoruz. Hem
kulüp hem federasyon hem de kamu yöneticileri.
İkinci sırada gazetecilikle ilgisi olmayan holigan, tetikçi köşe yazarları ve muhabirleri
sayabiliriz. Spor kültürü taşımayan, menfaatleri için her türlü kötülüğü yapabilecek bu
insanlardan sıdkımız sıyrıldı. Bununla birlikte Biliç gibi yüksek değerleri temsil eden
insanların itibarsızlaştırılması elbette ki kanımıza dokunuyor.
> Son sayınız kendisine ulaşmış…
Evet, buna çok sevindik. Sol
Bek-4 baskıdan çıktığı gün
Biliç’e ulaştı. Biz kendisine
sarılıp veda edemedik, Küçüksu’da iki kadehin belini
kıramadık belki ama Sol
Bek’i onun ellerinde görmek hüznümüzü bir nebze
azalttı.
Ayrıca Sol Bek’in Biliç’e
ulaşmasındaki katkılarından ötürü Önder Hoca’ya ve
Fatih Hoca’ya çokca teşekkür ederiz.
15