Ağustos 2013 - Sahil Güvenlik Komutanlığı

Transkript

Ağustos 2013 - Sahil Güvenlik Komutanlığı
İÇİNDEKİLER
Komuta Devir-Teslim Töreni
Veda Mesajı
|11|
|9|
|6| 15’inci Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’nun
16’ncı Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Adnan ÖZBAL’ın Katılış Mesajı
“Avrupa Briliği Üyesi Ülkelerde Balıkçılığın İzlenmesi ve Denetimi TAIEX Çalıştayı”
|12|
Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU, İspanya’da, Akdeniz Ülkeleri Sahil Güvenlik
Liderleri ve Avrupa Birliği Temsilcilerine Seslendi
Sahil Güvenlik Komutanlığı
|24|
|16|
Kutsal Göçe Adanmış Bir Rekor |18| İtalya
Su Ürünleri Mevzuatı ve Tarihsel Süreç |30| “İstanköy, Leryoz,
18
KUTSAL GÖÇE ADANMIŞ BİR REKOR
Usta şair Ahmed Arif ’in dizelerinden de anlaşılacağı gibi bu
sefer Van’dayız. Karla kaplı Artos’un eteklerinde.
Elbette yeni heyecanlar yeni kazanımlar için ....DEVAMI 18’DE...
12
“AVRUPA BİRLİĞİ ÜYESİ ÜLKELERDE BALIKÇILIĞIN
İZLENMESİ VE DENETİMİ TAIEX ÇALIŞTAYI”
Komutanlığımızca düzenlenen “AB Üyesi Ülkelerde Balıkçılığın İzlenmesi
ve Denetimi TAIEX Çalıştayı” 29-30 Nisan 2013 tarihlerinde Ankara
Plaza Otel’de gerçekleştirildi.... DEVAMI 12’DE...
SAHİL GÜVENLİK DERGİSİ YAYIN SAHİBİ VE GENEL
Ağustos 2013 • Sayı: 21 • Dört ayda bir yayımlanır. YAYIN YÖNETMENİ
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın Sahil Güvenlik Komutanlığı adına
Personel Başkanı
ISSN: 1307-4253
GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ
VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
SG Kd. Alb. Ahmet KENDİR
Dz. Kur. Kd. Alb. Ü.Engin UYANIK
GENEL YAYIN KOORDİNATÖR
YARDIMCISI
SG Yb. Engin KUNTAY
YAYIN İNCELEME KURULU
Dz. Kd. Alb. İlhan KAYIŞ
SG Kur. Bnb. Barış YILDIRIM
SG Eln. Kd. Bçvş. Murat ÖZKAYA
İst. Me. Dr. Ejbel ÇIRA DURUER
İst. Me. Suna ERTEKİN TİFTİKÇİGİL
Svl. Me. Evrim PURMA
Batnoz...Haydi bize adios”
|37|
Antarktika’da Türk Üssü Kurulabilir mi?
Kursları - Okuma Yazma ve Bilgisayar Kullanıcı Eğitimleri
|46|
|52| Bir Çocuk Bekliyoruz |56|
|84|
|48|
Kaybolmayan Işığımız Deniz
Sahil Güvenlik Komutanlığı 31’inci Yıl Etkinlikleri |59|
Modemlerimizde Alabileceğimiz Kolay Güvenlik Önlemleri
Ziyaretler ve Etkinlikler
Yetenek Kazandırma
Boğaziçi Kıtalar Arası Yüzme Yarışları
Türkiye’nin Zengin Denizel Biyolojik Çeşitliliği ve Korunması
Fenerleri
|80|
|45|
|42|
|74| Yaşlılık ve Ölüm |76|
Beraber Eğlenelim, Beraber Öğrenelim
Atatürk Köşesi
|86|
48
TÜRKİYE’NİN ZENGİN DENİZEL
BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ VE KORUNMASI
Denizlerimizde ve kıyılarımızda birçok canlı türü yaşıyor. Bunlardan
bazıları nesli dünya çapında tehlike altında olan türler ve ne şanslıyız ki
bu canlıların bazıları ülkemizi üreme alanı olarak.... DEVAMI 48’DE...
37
“İSTANKÖY, LERYOZ, BATNOZ...
HAYDİ BİZE ADİOS”
2008 yılında Rıdvan ile hem ilişkimize hem de Ege Denizi’ne yelken
açtık… Deniz özgürlüktür, keşiftir, keyiftir dedik… Özgürce dolaşalım,
Ege’nin Adaları’nı keşfe çıkalım ve keyifli bir tatil.... DEVAMI 37’DE...
ÖNEMLİ NOT
GRAFİK TASARIM
YÖNETİM MERKEZİ
BASIM YERİ
Svl. Me. Zarife Tolunay KAYHAN
Sahil Güvenlik Komutanlığı
Dikmen Cd. Merasim Sk. No: 10
Bakanlıklar/ANKARA
Genelkurmay Basımevi Müdürlüğü
Bakanlıklar/ANKARA
DÜZELTMEN
Svl. Me. Pınar YILMAZ AKSU
REKLAM KOORDİNATÖRÜ
SG İk. Ütğm. E.Kutluhan DOĞAN
(0312) 416 45 05
Telefon
Belgegeçer
Internet
E-posta
: (0312) 417 50 50
: (0312) 417 28 45
: www.sgk.tsk.tr
: [email protected]
Telefon
: (0312) 402 29 52
BASIM TARİHİ: 25.12.2013
Dergide yayımlanan yazı,
fotoğraf, harita, illüstrasyon ve
konuların her hakkı saklıdır.
Kaynak gösterilerek alıntı
yapılabilir. Dergideki yazılar
yazarlarının özel fikirlerini
kapsar.
Sahil Güvenlik Komutanlığının
görüşünü yansıtmaz.
KÜNYE
12
AĞUSTOS
2013
KOMUTA DEVİR-TESLİM TÖRENİ
Sahil Güvenlik Komutanlığı
Dervir-Teslim töreni 12 Ağustos
2013 tarihinde icra edilmiştir.
Sahil Güvenlik Komutanlığı
karargahında icra edilen törene
İçişleri Bakanı Muammer
GÜLER, İçişleri Eski Bakanı ve
Ordu Milletvekili İdris Naim
ŞAHİN, İçişleri Bakan Yard.
Vali Osman GÜNEŞ, İçişleri
Bakanllığı Müsteşarı Vali
Seyfullah HACIMÜFTÜOĞLU,
İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yard.
Vali Mustafa B. DEMİRER,
Deniz Kuvvetleri Komutanı
Oramiral E.Murat BİLGEL, Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay
Bşk. Koramiral Veysel KÖSELE,
Jandarma Genel Komutanlığı
Kurmay Başkanı Korgeneral
Osman EKER katılmıştır.
6
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
15’inci Sahil Güvenlik
Komutanı Tümamiral Hasan
UŞAKLIOĞLU’nun ‘‘B’’ tipi askeri
törenle uğurlanması.
12
AĞUSTOS
2013
KOMUTA DEVİR-TESLİM TÖRENİ
15’inci Sahil Güvenlik
Komutanı Tümamiral Hasan
UŞAKLIOĞLU ve 16’ncı Sahil
Güvenlik Komutanı Tümamiral
Adnan ÖZBAL tarafından şeref
defterinin imzalanması.
7
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Tümamiral Hasan
UŞAKLIOĞLU’nun Komutanlık
Forsunun aryası ve Tümamiral
Adnan ÖZBAL’ın Komutanlık
Forsunun tokası.
12
AĞUSTOS
2013
KOMUTA DEVİR-TESLİM TÖRENİ
Sahil Güvenlik Komutanlığı
Forsunun 16’ncı Sahil Güvenlik
Komutanı Tümamiral Adnan
ÖZBAL tarafından 15’inci Sahil
Güvenlik Komutanı Tümamiral
Hasan UŞAKLIOĞLU’na takdim
edilmesi.
8
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Deniz Kuvvetleri Komutanı
Oramiral E.Murat BİLGEL
tarafından Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı şildinin 15’inci Sahil
Güvenlik Komutanı Tümamiral
Hasan UŞAKLIOĞLU’na takdim
edilmesi.
» 15’İNCİ SAHİL GÜVENLİK
KOMUTANI TÜMAMİRAL
HASAN UŞAKLIOĞLU’NUN VEDA MESAJI
Sahil Güvenlik Komutanlığının değerli personeli;
Bir yıl önce 10 Ağustos 2012 tarihinde devraldığım
ve yüklendiğim önemli sorumluluğun bilinci ile
büyük bir gurur, şeref ve heyecanla deruhte ettiğim
Sahil Güvenlik Komutanı görevimi bugün değerli
komutan ve silah arkadaşım Tümamiral Adnan
ÖZBAL’a teslim ediyorum.
Kurulduğu 1982 yılından itibaren sürekli bir gelişim
gösteren Sahil Güvenlik Komutanlığımız, bugün;
sahip olduğu kuvvet yapısı, denizci perspektife
haiz yüksek nitelikli personeli ve çağdaş, güçlü ve
modern platformları ile yedi gün, yirmi dört saat
esasına göre halkımızın gözleri önünde başarıyla
görev yapmaktadır.
Bu özellikleriyle, günümüzde örnek seviyede bir
Komutanlığımızın görev etkinliğine ilişkin
değerlendirmeyi yüce Türk Milleti ve onun ayrılmaz
parçası olan Sahil Güvenlik Komutanlığımızın siz
genç, dinamik ve özverili personelinin takdirine
bırakıyorum.
Görev sürem boyunca emir ve komutaları
altındaki birlikleri ve personeli eğitim, disiplin
ve moral konularında daima göreve hazır tutan
ve verilen her türlü görevi en iyi şekilde ifa eden
ana ast komutanlarıma, üstün bir görev anlayışı
ile karargâhımı tüm personeli ile birlikte uyum
içerisinde verilen görevlere yönelten kurmay
başkanıma ve başkanlarıma, Sahil Güvenlik
Komutanlığımızın tüm subay, astsubay, devlet
memuru, işçi, uzman erbaş, erbaş ve erleri ile
kıymetli ailelerine, en içten duygularımla takdir ve
teşekkürlerimi sunuyorum.
9
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Kuruluşundan itibaren gelişimi ile başarılarını
yakından takip ettiğim Sahil Güvenlik Komutanlığı
ile onun güzide personelinden ayrılmanın buruk
hüznünü yaşarken, aynı zamanda sahip olduğu
üstün vasıfları ile gücünü her geçen gün artıran mavi
denizlerimizin koruyucu kalkanı Sahil Güvenlik
Komutanlığımızın gelişimine bir ekip ruhu ile tüm
personelimle birlikte katkıda bulunmanın huzur ve
mutluluğunu yaşıyorum.
teşkilat ve platform standardına ulaşmış bulunan
Komutanlığımız; dünyadaki birçok ülke Sahil
Güvenlik teşkilatlarının platform modernizasyonu
çalışmalarında da iyi ve güvenilir bir örnek olarak
algılanmakta ve özellikle milli üretim gemilerinin
yurt dışına satışı ile yabancı ülkelere sahil güvenlik
alanına yönelik personel eğitimi verilmesi
konularında ülkemize yeni olanaklar sunmaktadır.
10
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Sahil Güvenlik Komutanlığımızın günümüz
Türkiye’sinde ve uluslararası alanda ulaştığı bu
konumunu daha da güçlendirmek ve sevilen, sayılan,
mavi vatan denizlerimizde her zaman yardıma
hazır olan ve güven veren, dünyada konusunda
örnek alınan bir komutanlık olma vizyonunu
gerçekleştirmek üzere siz değerli personelimin; yüce
önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri
doğrultusunda belirlediği ve Türkiye Cumhuriyeti’ni
çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracak
rotada, her gün bir öncekinden daha fazla azimle
çalışacağınıza, daha iyiye ve daha güzele kararlılıkla
ilerleyeceğinize ve bu kutsal görevi ifa ederken bana
gösterdiğiniz sonsuz desteği yeni komutanınıza da
vereceğinize olan inancım tamdır.
Bu duygu ve düşüncelerle; görev yelpazesi çok geniş
ve sorumluluk alanı çok büyük olan bu şerefli görevi
silah arkadaşım Tümamiral Adnan ÖZBAL’a onur ve
güvenle 12 Ağustos 2013 tarihinde teslim ediyorum.
Kendisinin komutası altında Sahil Güvenlik
Komutanlığımızın daha da güçleneceğine gönülden
inanıyor ve yeni görevinin Türk Milletine, şahsına ve
değerli ailesine hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Arz-ı veda ederken, güzide personelim ile kıymetli
ailelerine en derin saygı ve şükranlarımla sağlıklı,
mutlu ve başarılı günler diler; Sahil Güvenlik
Komutanlığımızın sonsuza dek pruvasının neta,
denizlerinin sakin ve bahtının açık olmasını temenni
ederim.
Allahaısmarladık...
Tümamiral
Hasan UŞAKLIOĞLU
Sahil Güvenlik Komutanı
» 16’NCI SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI
TÜMAMİRAL ADNAN ÖZBAL’IN KATILIŞ MESAJI
“Sahil Güvenlik Komutanlığının değerli personeli,
götürmek temel hedefimiz olacaktır.
Geçmişi başarılarla dolu Sahil Güvenlik
Komutanlığının emir ve komutasını 12 Ağustos 2013 tarihinden itibaren teslim almış
bulunmaktayım.
Bu duygu ve düşüncelerle; Sahil Güvenlik
Komutanlığımızın tüm subay, astsubay, devlet
memuru, işçi, uzman erbaş ve erlerine yeni çalışma
döneminde kıymetli aileleri ile birlikte sağlık,
mutluluk ve başarılar dilerim.”
Önümüzdeki dönemde de Yüce Önder Mustafa
Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri doğrultusunda
belirlenen ve değişmez yaşam felsefemiz olan
Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin rehberliğinde,
yürürlükteki, yasal mevzuat ve önceden
yayımlanmış tüm emir ve uygulamalar çerçevesinde
siz değerli personelimle birlikte Sahil Güvenlik
Komutanlığımızın mevcut gelişimini daha da ileriye
Tümamiral
Adnan ÖZBAL
Sahil Güvenlik Komutanı
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Komuta Devir -Teslim Töreni
kapsamında 16’ncı Sahil Güvenlik
Komutanı Tümamiral Adnan
ÖZBAL’ın ‘‘B’’ tipi askeri törenle
karşılanması.
11
12
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
“AVRUPA BİRLİĞİ ÜYESİ ÜLKELERDE
BALIKÇILIĞIN İZLENMESİ VE DENETİMİ
TAIEX ÇALIŞTAYI”
[ Hazırlayan ] Plan Prensipler Başkanlığı
Komutanlığımızca düzenlenen “AB Üyesi Ülkelerde
Balıkçılığın İzlenmesi ve Denetimi TAIEX Çalıştayı”
29-30 Nisan 2013 tarihlerinde Ankara Plaza Otel’de
gerçekleştirildi.
Avrupa Komisyonu Teknik Destek ve Bilgi Değişim
Ofisi (TAIEX/Technical Assistance Information
Exchange) tarafından desteklenen çalıştaya İtalya,
İspanya, Malta ve Romanya’dan 5 uzman, konuşmacı
olarak katılmışlardır.
Çalıştaya, Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargâhı ve
Ana Ast Komutanlıkları personeli ile
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (GTHB),
İçişleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,
Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik
ve Haberleşme Bakanlığı, AB Bakanlığı, Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı, Jandarma Genel
Komutanlığı, AB Türkiye Delegasyonu, Su Ürünleri
Kooperatifleri Merkez Birliği ve üniversitelerden
geniş katılım sağlanmıştır.
Çalıştay, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral
Hasan UŞAKLIOĞLU’nun açılış konuşması ile
başlamış, GTHB Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel
Müdürü Dr. Durali KOÇAK ve Avrupa Birliği Türkiye
Delegasyonu Tarım ve Balıkçılık Sektör Yöneticisi
Leyla ALMA kurumları adına açıklamalarda
bulunmuşlardır.
2 gün, 4 oturum şeklinde icra edilen çalıştayın,
SG Kd. Albay Yavuz GEÇİM moderatörlüğünde
gerçekleştirilen açılış oturumunda;
a. Sahil Güvenlik Komutanlığı adına İst.Me. Dr.Ejbel
ÇIRA DURUER tarafından, “Türkiye’de Balıkçılığın
İzlenmesi ve Denetimi”,
b. Binbaşı Mauro COLAROSSI (İtalya) tarafından
“Canlı Deniz Kaynaklarının Korunmasına İlişkin AB
Düzenlemeleri”,
13
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
c. Dr. Leyla KNITTWEISS (Malta) tarafından “Canlı
Deniz Kaynaklarının Korunmasına İlişkin AB
Düzenlemeleri,
başlıklı sunumlar yapılmıştır.
GTHB Avcılık ve Kontrol Daire Başkanı Turgay
TÜRKYILMAZ moderatörlüğünde gerçekleştirilen
2’nci oturumda;
a. Dr. Hasan Alper ELEKON tarafından; “AB’ye
Üyelik Sürecinde Balıkçılık Faslında Gerçekleştirilen
Yasal ve İdari Gelişmeler”,
Dr. Ejbel ÇIRA DURUER moderatörlüğünde
gerçekleştirilen 3’üncü oturumda;
b. Yarbay Sandro NUCCIO (Italya) tarafından
“Balıkçılığın İzlenmesi, Kontrol ve Gözetimi”,
a. Yarbay Sandro NUCCIO tarafından “Balıkçılık
Kontrol Otoriteleri”,
c. Teodor DOSA (Romanya) tarafından “Koruma
Önlemlerinin Denizde Denetimi (Belge Kontrolü,
Minimum Avlanma Boyu, Minimum Ağ Göz Açıklığı
vb.) Kontrolü” ve “Balıkçı Gemilerinin Uydu Tabanlı
Sistemlerle İzlenmesi” başlıklı sunumlar yapılmıştır.
b. Dr. Leyla KNITTWEISS tarafından “Yasadışı,
Kayıtdışı ve Düzenlenmemiş (IUU) Balıkçılıkla
Mücadele Tedbirleri”,
c. Leyre LOZANO MENDIA (İspanya) tarafından
“IUU ile Mücadelede İspanya Tarafından Alınan
14
Önlemler”, başlıklı sunumlar yapılmıştır.
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
SG Bnb. Erdinç BALKAN moderatörlüğünde
gerçekleştirilen son oturumda;
a. Binbaşı Mauro COLAROSSI tarafından, “AB
Üyesi Ülkelerde Balıkçılığın İzlenmesi, Kontrol ve
Denetiminde İş Birliği”,
b. Leyre LOZANO MENDIA tarafından “AB
Ortak Balıkçılık Politikasının Uygulanmasında
Alınan Dersler ve Deneyimler” başlıklı sunumlar
yapılmıştır.
Çalıştay, Prof. Dr. Osman SAMSUN başkanlığında
ve TAIEX uzmanlarına ek olarak, GTHB temsilcisi
Hamdi ARPA ve SÜR-KOP Başkanı Ramazan
ÖZKAYA’nın da iştirak ettiği ve katılımcıların soru
ve yorumlarını iletme fırsatının yaratıldığı bir panel
ile sonuçlandırılmıştır.
AB, balıkçılık kaynaklarını Ortak Balıkçılık Politikası
(OBP) kuralları kapsamında düzenlemekte ve
denetlemektedir. Ülkemizin Avrupa Birliği’ne üyelik
hazırlıkları çerçevesinde su ürünleri mevzuatının AB
müktesebatına uyum çalışmaları devam etmekte,
Sahil Güvenlik Komutanlığı da bu kapsamda icra
edilen faaliyetlere aktif katılım ve etkin destek
sağlamaktadır. Denizlerde su ürünleri avcılığının
denetiminden sorumlu kuruluş olarak, tam üyelik
durumunda Sahil Güvenlik Komutanlığı OBP’nin
canlı deniz kaynaklarının korunmasına yönelik
tedbirlerinin denizlerdeki uygulayıcısı olacaktır.
İlgili kamu kurumları, balıkçı örgütü temsilcileri
ve akademisyenlerin katılımıyla ve AB’nin desteği
ile gerçekleştirilen çalıştay, AB’de canlı deniz
kaynaklarının korunmasına yönelik tedbirler,
AB’de balıkçılığın izlenmesi ve denetimi, balıkçılık
denetiminde kurumlararası ve uluslararası iş
birliği konusunda mevcut bilgilerin güncellenmesi
açısından yararlı olmuş, ayrıca AB ve ülkemizdeki
balıkçılık düzenlemelerinin tartışılmasına
olanak sağlayan bir platform oluşturularak
Komutanlığımızın balıkçılık denetimine ilişkin bakış
açısının vurgulanmasına olanak sağlanmıştır.
Çalıştay sunumlarına http://ec.europa.eu/
enlargement/taiex/dyn/taiex-events/library/detail_
en.jsp?eventID=52099 adresinden ulaşılabilir.
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI TÜMAMİRAL HASAN
16 UŞAKLIOĞLU, İSPANYA’DA, AKDENİZ ÜLKELERİ
SAHİL GÜVENLİK LİDERLERİ VE AVRUPA BİRLİĞİ
TEMSİLCİLERİNE SESLENDİ.
[ Hazırlayan ] Plan Prensipler Başkanlığı
26-28 Haziran 2013 tarihlerinde İspanya’da gerçekleştirilen “Akdeniz Sahil Güvenlik Faaliyetleri Forumu
(MedCGFF)”na panelist olarak davet edilen Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU,
toplantıda Akdeniz Ülkeleri Sahil Güvenlik Teşkilatları Liderlerine hitaben bir konuşma yaptı.
Bu yıl 3’üncüsü düzenlenen ve İspanya Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ev sahipliğinde gerçekleştirilen
toplantıya Cezayir, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İtalya, Malta, Monako, Fas, Norveç, Portekiz, İngiltere,
Ukrayna, ABD ve Avrupa Komisyonu tarafından katılım sağlanmıştır. Ayrıca, REMPEC (Akdeniz için
Bölgesel Deniz Kirliliği Acil Müdahale Mekezi) PEW Environment Group, EMSA (European Maritime
Safety Agency) toplantıya gözlemci olarak katılmışlardır. İspanya Dışişleri ve İşbirliği Bakanlığından
Enrique Mora Benavente’nin başkanlık yaptığı “Akdeniz’de Emniyet ve Güvenlik Senaryoları” başlıklı
oturumda ilk konuşmacı olarak söz alan Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU
konuşmalarında;
Doğu Akdeniz’in dünyanın en stratejik bölgelerinden biri olduğunu,
Türkiye’nin konumu itibarıyla enerji kaynaklarının bağlantı noktasında yer aldığını ve bölgedeki anahtar
oyunculardan biri olduğunu, yaklaşık 370 milyon ton petrolün Akdeniz yoluyla taşındığı günümüzde,
icra edilen faaliyetler ile gemi izleme sistemleri
konusunda bilgiler verilmiştir.
Ulusal güvenliği ve toplumsal düzeni tehdit
eden yasa dışı göçün günümüzün başlıca sorunları
arasında yer aldığını, ekonomik gelişimi nedeniyle
Türkiye’nin son yıllarda yasa dışı göçten sadece
transit ülke olarak değil, aynı zamanda hedef ülke
olarak da etkilendiğini, geçen yıl 2531 yasa dışı
göçmen ve 66 organizatörün Türk Sahil Güvenlik
birimleri tarafından yakalandığını,
. MedCGFF 3’üncü toplantısı kapsamında, genel
olarak denizcilik faaliyetlerinin yoğunluğu ve
karmaşıklığı nedeniyle Akdeniz’in özel bir deniz
olduğu, önemli deniz ticaret yollarından biri olarak
insan ve mal taşımacılığında Akdeniz’in öneminin
çok açık olduğu, bu nedenle imkan ve kabiliyetlerin,
operasyonel unsurların ve eğitim olanaklarının
bir araya getirilmesinin faydalı olacağına dikkat
çekilmiştir.
Karadeniz’e Sahildar Ülkeler Sınır/Sahil Güvenlik
İşbirliği Forumu (BSCF)’na ilişkin genel bilgiyi
müteakip, icra edilen ortak tatbikatlar ile birlikte
çalışabilirlik ve koordinasyonun geliştirildiğini,
özellikle 2007 yılından itibaren kullanılmaya
başlanan Otomatik Bilgi Değişim Sistemi (AIES)’nin
önemi ve bu sayede Karadeniz’in dünyadaki en
güvenli ve emniyetli denizlerden biri olduğunu,
Türk Sahil Güvenlik Komutanlığının sahip
olduğu tecrübeler ile Akdeniz’in barış, güvenlik
ve istikrarına katkı sağlayacak benzer girişimlere
destek vermeye hazır olduğunu ve Akdeniz Sahil
Güvenlik Faaliyetleri Forumu’nun Akdeniz’e sahildar
ülkeler arasındaki mevcut iş birliğini daha üst
seviyelere taşıyacağını, vurgulamışlardır.
Bunlara ilave olarak Türk Sahil Güvenlik
Komutanlığı bağlısı birimlerce balıkçılık denetimi,
kaçakçılıkla mücadele, arama kurtarma, yasa dışı
göç ve deniz kirliliğinin önlenmesi hususlarında
MedCGFF’nin kuruluş amacına uygun olarak
gerek panelde, gerekse toplantı kapsamında
gerçekleştirilen ikili görüşmelerde; Sahil Güvenlik
Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU
tarafından BSCF’ye atıfta bulunularak, Türkiye’nin
Karadeniz’deki deneyiminden yararlanılabileceği,
özellikle Otomatik Bilgi Değişim Sistemi (AIES) gibi
karşılıklı bilgi değişimine olanak sağlayan ve bu yolla
iş birliğinin güçlendirilmesine hizmet eden bir veri
değişim sisteminin Akdeniz’de de uygulanabileceği,
Karadeniz’de BSCF sayesinde sadece sınırlı ancak
riskler olduğu, bu kapsamda Karadeniz’in dünyadaki
en güvenli ve emniyetli denizlerden biri olduğu
vurgulanmıştır.
MedCGFF’in 2014 yılında yapılacak olan 4’üncü
toplantısı Portekiz ev sahipliğinde icra edilecektir.
MedCGFF’in 2013 Toplantısı ile ilgili bilgilere www.
armada.mde.es adresinden ulaşılabilir.
17
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
deniz yoluyla yapılan toplam ticaretin 1/3’ünün
Akdeniz’de gerçekleştiğini,
KUTSAL GÖÇE
ADANMIŞ BİR REKOR
[ Yazı ve Fotoğraflar ]
18
Tahsin CEYLAN | Sualtı Görüntüleme Yönetmeni
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Göl olmuş bu dağda... 19
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van’da Bu dağ Nemrut yavrusudur Tanyeri atanda Nemruda karşı Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur Bir yanın seccade Acem mülküdür Doruklarda buzulların salkımı
Firari güvercinler su başlarında Ve karaca sürüsü, Keklik takımı...
Yiğitlik inkar gelinmez Tek’e - tek döğüşte yenilmediler Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek Turna sürüsü değil bu Gökte yıldız burcu değil Otuzüç kurşunlu yürek Otuzuç kan pınarı Akmaz, Usta şair Ahmed Arif’in dizelerinden de anlaşılacağı
gibi bu sefer Van’dayız.
Karla kaplı Artos’un eteklerinde.
Elbette yeni heyecanlar yeni kazanımlar için.
Başarı pek çok insanın hayatının amacı olsa da
evrenin mükemmel düzenine hayran olan ve o
düzene katkı sağlayan her canlıyı kadrajlama
tutkusuyla yaşayan biz su altı fotoğrafçıları için bir
araç çoğu zaman. Bunun içindir ki bizler zamandan
çaldığımız anlar, yeni yaşamlara dokunduğumuz
kadar mutluyuz…
İşte bu sebeple Van’ın endemik türü İnci Kefalini bu
sefer ki zorlu göç yolculuğunda yalnız bırakmadık,
ona yarenlik etmeye geldik. Çünkü o bu desteği
fazlasıyla hak ediyor. Üremek için ilkbahar aylarında
akarsulara yaptığı sürüler halindeki göç, yaşama
azminin en önemli kanıtı. Göç esnasında önüne
çıkan engelleri atlayarak, uçarak aşması ise tam bir
görsel ziyafet.
Zorlu ancak bir o kadar da heyecan verici bu Van
yolculuğuna Dünya Serbest Dalış Rekortmeni Şahika
Ercümen ile birlikte çıkarken aklımızda tek bir şey
20
vardı. O da dünyanın en zor dalışlarından biri olarak
dile getirilen yüksek irtifada (1.680 metre) yeni bir
başarıya imza atmak ve uluslararası arenada yankı
uyandıracak bu başarıyı İnci Kefali’nin varlığına
adamak.
Her biri alanında uzman dalgıç ve sağlık ekibimizle
birlikte rekor öncesi 15 günlük bir kamp dönemi
geçirdik bu büyülü coğrafyada . Her sabah 06.00’da
başlayan yorucu ama zevkli maraton günün son
saatlerine kadar aynı yoğunlukta sürdüyse de
ne Van Gölü’nün yer yer 3 dereceye düşen soğuk
yeşil suları, ne de öğleden sonra sertleşen havası
moralimizi bozmadı. Doğanın ritmine uyduk,
hedefimize odaklandık. (Sinoplı Diyojen’in dediği
gibi “Mutlu insan doğayla uyumlu olan insandı” ne
de olsa.) Urartu Medeniyeti’nin yıllara meydan
okuyan dayanıklılığından ilham aldık, Akdamar’ın
hüzünlü naif sessizliğinde güç topladık.
Van’ın coğrafi güzellikleri ve Van halkının sıcak
misafirperverliği her daim en büyük destekçimiz
oldu. Rekor günü Türkiye’nin dört bir yanından
gelen dostlarımızın desteğiyle yeni bir başarıya imza
atmanın haklı gururunu yaşadık ve yaşattık. Dünya
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
22
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
O gün mutluluğumuzu bizimle paylaşmak için
orada bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Fatma Şahin’e bayrağımızı hediye etmek, bu sıra dışı
mutluluğu Akdamar Adası’nın büyülü atmosferinde
düzenlenen samimi bir törenle kutlamak haftalar
süren yorgunluğumuzu bir anda geçiriverdi. Şunu
söylemeden geçemeyeceğim; Van bu yıl ki İnci
Kefali Festivali’ni kendisine adanan rekor ile sanki
daha bir coşkulu kutladı. Sayın Fatma Şahin’in
konuşmasında vurgu yaptığı gibi hiç şüphesiz
yarınlar Doğu’nun bu gizemli topraklarının.
İleri bakış açısıyla her zaman yanımızda olan
ve desteklerini esirgemeyen Van Valiliğine, inci
kefallerinin tanıtımı ve yaşaması için yaptığı
özverili çalışmalar için Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Rektörlüğü Su Ürünleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr.
Mustafa Sarı’ya, rekor süresince yanımızda olan
İ.Ü. Çapa Sualtı Hekimliği Anabilim Dalı Başkanı
Prof. Dr. Şamil Aktaş, Van AFAD İl Müdürlüğü, İl
Jandarma Komutanlığı, Deniz Polisi ve UMKE’ye
teşekkür ederim.
Bu topraklara hayat verecek nice kutsal başarılara …
www.tahsinceylan.com
23
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Su Altı Dalma Federasyon (CMAS)’ndan Hırvat
ve İspanyol iki hakemin yanı sıra Türkiye Su Altı
Sporları Federasyonu’ndan hakemlerin kontrolünde
yapılan ilk denemede kulağını eşitleyemediği için
problem yaşayan Şahika Ercümen, moralini yüksek
tutarak ikinci dalışında hepimizi sevindirdi.
Değişken ağırlıklı paletsiz dalda 61 metreye dalan
milli sporcumuz, dünya göl ve deniz rekorunu aynı
anda kırmış oldu.
24
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
İTALYA SAHİL GÜVENLİK
KOMUTANLIĞI
[ Hazırlayan ] Plan Prensipler Başkanlığı
a. Tarihçesi:
İtalya’da sahil güvenlik faaliyetlerinin tarihçesi 1865 yılında Liman Yönetim Teşkilatlarının oluşturulmasına
dayanmaktadır. Sahil güvenlik birimi bu tarihten itibaren sırasıyla Liman Yönetim Teşkilatları, İtalyan Deniz
Kuvvetleri ve Deniz Ticaret Bakanlığına bağlı olarak görevlerini yerine getirmiş, 1994 yılında müstakil bir yapıya
kavuşmuştur.
b. Bağlılık Durumu:
İtalyan Sahil Güvenliği, İtalya Deniz Kuvvetlerinin
teşkilat yapısı içerisinde yer alan özel nitelikli bir
Komutanlıktır. Ulusal Denizcilik Yönetim birimleri
arasında yer alan kurum aynı zamanda askerî kolluk
kuvveti statüsündedir.
İtalya’nın Denizcilik yönetimi 2 bakanlık altında
toplanmıştır. Bunlar Altyapı ve Ulaştırma Bakanlığı
ile Çevre ve Deniz Koruma Bakanlıklarıdır. İtalya
Sahil Güvenlik Komutanlığı, temelde Altyapı ve
Ulaştırma Bakanlığının faaliyet ve görevlerini icra
ettiğinden, işlevsel açıdan bu bakanlığa bağlıdır.
Ayrıca birçok bakanlık, adli ve idari birimle iş birliği
içerisinde görev yapmaktadır.
c. Sorumluluk Sahası:
İtalyan Sahil Güvenliği 155 bin km2’yi bulan iç sular
ve kara sular ile 350 bin km2‘lik İtalyan MEB’inde
görev yapmaktadır. Sorumlu olduğu sahada kıyı şeridi
uzunluğu 8.000 km’dir.
ç. Görevleri:
Başta Altyapı ve Ulaştırma Bakanlığı olmak üzere
birçok kurumun faaliyet alanında denize yönelik
(emniyet, güvenlik, yönetim vb.) görevleri yerine
getirmektedir. Görev ve sorumluluk alanı itibari ile
ülkenin denizcilik faaliyetlerinde oldukça etkili ve
öncü kurum konumundadır. Bu görevler;
(5) İçişleri Bakanlığı adına:
(1) Altyapı ve Ulaştırma Bakanlığı adına:
(6) Kültür Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ve Sivil
Savunma adına;
(a) Liman trafiğini düzenlemek,
(b) Denizde ve büyük göllerde A/K Harekâtı icra
etmek,
(c) Liman devleti kontrollerinin ve hukukunun
uygulanması,
(ç) ISPS Kod uygulamaları,
(d) Deniz kazalarının incelenmesi ve
soruşturulması,
(a) Yasa dışı göçle mücadele etmek,
(b) FRONTEX faaliyetlerine katkı sağlamak,
(c) Uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele etmektir.
(a) Arkeolojik ve tarihi deniz mirasını korumak,
(b) Gemi adamlarının çalışma şartlarının
uygunluğunu denetlemek,
(c) Ulusal deniz acil durum kriz yönetimini
koordine etmek,
(ç) Bari’de bulunan COSPAS-SARSAT istasyonunu
işletmektir.
(e) Deniz kolluk görevleri,
d. Teşkilat Yapısı:
(f) Deniz vasıtalarının denetlenmesi,
(1) Teşkilat Yapısı:
(g) Gemi trafik ve gemi bilgi sistemlerinin
yönetilmesi,
(ğ) Gemi adamlarının sertifikalandırılmasıdır.
(2) Çevre ve Deniz Koruma Bakanlığı adına:
(a) Karargâh Yapısı:
İtalyan Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargâhı
Şekil-1’de belirtilen Departman/ Başkanlıklardan
oluşmaktadır.
(a) Deniz çevresinin korunması,
(b) Deniz kirliliğine müdahale,
25
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
(c) Korunmakta olan 23 adet özel deniz alanının
gözetimidir.
(3) Tarım, Orman ve Gıda Bakanlığı adına:
(a) Ulusal balıkçılık izleme sistemini işletmek,
(b) Su ürünleri yasalarını uygulatmak ve kontrol
etmektir.
(4) Savunma Bakanlığı adına:
(a) NATO gemilerinin, İtalyan kara suları ve
limanlarında koruması,
(b) Şüpheli gemileri sorgulamak gerektiğinde
boarding yapmak,
Şekil-1
(b) Taşra Teşkilatı Yapısı:
(I) Taşra Teşkilatı Şekil-2’de belirtildiği şekliyle şu
birimlerden oluşmaktadır;
(c) Deniz gözetleme faaliyetlerinde koordinasyonu
sağlamak,
(aa) 15 Deniz Bölge Komutanlığı,
(ç) Gerektiğinde, Donanma ve NATO unsurlarına
lojistik destek vermek,
(ac) 47 Grup Komutanlığı,
(d) Ticari gemilerin gerektiğinde emir altına
alınmasını koordine etmek,
(e) Savaşta verilecek görevleri yerine getirmektir.
(ab) 54 Saha Komutanlığı,
(ad) 164 Yerel Denizcilik Ofisi.
(II) Bu operasyonel ve idari birimlere ilave olarak :
(aa) 1 COSPAS-SARSAT uydu istasyonu,
Yemen, Kongo) kaçakçılıkla, yasa dışı göç ve
deniz haydutluğuyla mücadele kapasitelerini
kuvvetlendirme düşüncesiyle, Arama Kurtarma
ve Deniz Trafik Denetimi kapsamında eğitim
programları yürütülmektedir.
ğ. Ülkedeki Diğer Kolluk Kuvvetleri:
(1) Karabinieri
(2) Yerel Polis
(3) Mali Polis
(4) Gümrük Polisi
Şekil-2
(ab) 5 Dalgıç Grup Komutanlığı,
(ac) 3 Hava Üssü, 2 Helikopter Birlik Komutanlığı,
(aç) 1 LRIT istasyonu,
(ad) Çevre Bakanlığında uzman irtibat personel
grubu,
(ae) Balıkçılık Politikası Birimi’nde uzman irtibat
personel grubu mevcuttur.
(2) Kuvvet Yapısı:
e. Statüsü:
26
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Askerî statüde görev yapan İtalyan Sahil Güvenlik
Komutanlığına, Koramiral rütbesinde bir subay
komuta etmektedir.
f. Personel Hususları:
İtalyan Sahil Güvenlik Komutanlığında görev yapan
subaylar Deniz Harp Okulunda askeri ve denizcilik
konularında 5 yıllık, astsubaylar ise Deniz Kuvvetleri
Astsubay Okulunda 3 yıllık eğitim görmektedir.
Personel sayıları aşağıda belirtilmiştir:
(1) Subay : 1.250
(2) Astsubay : 4.300
(3) İdari Personel : 5.200
(4) Sivil personel : 750
(5) Toplam : 10.500
g. Üyesi Olduğu/Katıldığı Uluslararası Teşkilat ve
Faaliyetler:
(1) MEDFORUM, FRONTEX, IMO, IHO, IALA,
ICCAT.
(2) Afrika ve Asya ülkelerinin (Cibuti, Irak,
h. Sorumluluk Sahasındaki Önemli Faaliyetler:
2012 yılında icra edilen faaliyetler kapsamındaki
görevlere ilişkin istatistikler şu şekildedir:
(1) Ekolojik denetim/ gözetim/ takip görevleri 10.574 adet,
(2) Kirliliği önleme faaliyetleri - 11.331 adet,
(3) Deniz koruma alanlarını gözetleme görevleri 6.309 adet,
(4) Adli makamlara kirlilikle ilgili suç ihbarları - 296
adet,
(5) Kirlilik vakaları - 375 adet,
(6) Arkeolojik koruma faaliyetleri - 4.352 adet,
(7) İtalya S.G.K.lığı dalış grubunun faaliyetleri - 5.528
adet,
(8) Suç ihbarları - 14 adet,
(9) Arkeolojik keşif - 17 adet
ı. Kuvvet Yapısı:
S.
NU.
1.
SINIFI
ADEDİ
ÇOK MAKSATLI
AŞAMASINDA
GEMİ
İNŞA
(2)
İNŞA
2
DESTEK GEMİSİ
3
SAETTIA SINIFI
9
4
400 SINIFI
9
AŞAMASINDA
ÖZELLİKLER
1765 TON
90 Metre
63 Metre
434 TON
52,8 Metre
100-200 TON
SÜRAT
PERSONEL
SAYISI
20
90
-
-
29 Kts.
32
20-24
Kts.
FOTOĞRAF
16
27
DENİZ
AMBULANSI
3
6
CP 600
2
7
CP 2080
66
8
SAR 500
65
20 TON
16 Metre
5 TON
11 Metre
10-25 TON
7,5 TON
10 Metre
26
6
50
4
20-30
4-7
34
3
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
5
S.
SINIFI
ADEDİ
9
200 SINIFI
39
10
SAR (300)
5+8
11
SAR (800)
96
12
GCA01
28
NU.
ÖZELLİKLER
SÜRAT
15-25 Metre
30-34
25-33 TON
Kts.
30,5 TON
18 Metre
PERSONEL
SAYISI
4-8
32 Kts.
4
30 Kts.
3
38 Kts.
3
28
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
9-12 TON
10-12 Metre
4 TON
9 Metre
FOTOĞRAF
4
S.
NU.
13
14
SINIFI
KÜÇÜK TİP
PLASTİK BOT
AGUSTA AW139
GC
PERSONEL
ADEDİ
ÖZELLİKLER
SÜRAT
184
5-7 Metre
-
2
160 Kts.
-
4
6,4 TON
11,66 Metre
SAYISI
15
AGUSTA AB 412
9
-
-
-
16
ATR 42 “MANTA”
3
-
-
-
5
-
-
-
17
PIAGGIO P166
DL3-P180 S.A.R.
FOTOĞRAF
-
29
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Fotoğraf : Tahsin CEYLAN
30
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
SU ÜRÜNLERİ MEVZUATI
VE TARİHSEL SÜREÇ1
[ Hazırlayan ] Hamdi ARPA | Ziraat Mühendisi - Kamu Yönetimi Uzmanı
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü
Su ürünleri ile ilgili mevzuat denildiğinde akla
ilk gelen 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu ve bu
Kanun’un 1971 yılında çıkmış olduğu bilgisidir.
Kanun’un 1971 yılında çıktığına ilişkin tarih
bilgisinin, “Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin
bu tarihten önce bir mevzuatı yok muydu?”
sorusunu, meraklıların aklına beraberinde
getirmesi kaçınılmazdır. Bu açıdan bakıldığında, en
azından cumhuriyet tarihi boyunca, bu konuda bir
düzenleme olması gerektiği düşünülecektir. Böyle
bir sorunun cevabı çok uzaklarda değil, bizzat Su
Ürünleri Kanunu’nun içinde yer almaktadır.
Su Ürünleri Kanunu’nun 39’uncu maddesi,
yürürlükten kaldırılan hükümler başlığını
taşımaktadır. Bu maddeyi incelediğimizde üç
düzenleme, adı ve tarihleri itibari ile dikkat çekicidir.
• Dersaadet ve Biladi Selasede Midye ve İstiridye
İhracı Hakkındaki Nizamname (27 Ağustos 1287)
• Dersaadet ve Tevabii Balıkhane İdaresine Dair
Nizamname (19 Nisan 1298)
• Zabıtai Saydiye Nizamnamesi (18 Sefer 1299)
Nizamnamenin bugünkü hukuk dilinde karşılığı
kanun olarak kabul edilmektedir. Sayılan
mevzuatlarda yer alan Osmanlıca isimler ise sırasıyla
1. 6-8 Kasım 2012 tarihlerinde Sinop’ta gerçekleştirilen “Karadeniz’de Sürdürülebilir Balıkçılık Çalıştayı”nda sunulmuştur.
şu şekilde açıklanabilir: Dersaadet İstanbul’un sur
içinde kalan, merkez bölümüne verilen addır. Üç
belde anlamına gelen Biladi Selase ise kentin sur içi
dışında kalan Galata, Üsküdar ve Eyüp kısımları için
kullanılan bir isimlendirmedir. Tevabii bağlı, sayd ise
av anlamındadır.
Söz konusu düzenlemelerin yanında yer alan
tarihleri miladi takvime çevirdiğimizde, sırasıyla
27 Ağustos 1870, 19 Nisan 1881 ve 9 Ocak 1882
tarihlerini elde ederiz. Osmanlı Dönemine işaret
eden bu tarihlerin, 1971 yılına kadar yürürlükte
kalmış olan mevzuatlara ait olması hayli ilginçtir.
Çünkü genel olarak her şeyi cumhuriyetin kuruluşu
ile tarihlemeye alışkın olan bizler; her şeyin bu
tarihten itibaren yeni baştan, sıfırdan başladığı gibi
yanıltıcı bir öngörü taşımaktayız. Cumhuriyetin
Osmanlı Devleti’nin devamı olduğu, cumhuriyeti
kuranların Osmanlının asker ve bürokrasisi
olduğu bilgisini ihmal ederiz. Cumhuriyet bir
rejim değişikliği olsa da, sonuç itibari ile Osmanlı
Devleti’nin devamıdır. Bu devamlılık nedeniyledir
ki, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Osmanlı Devleti’ne
ait olan borçları üstlenmiş, bu borçları 1954 yılında
bitinceye kadar ödemiştir.
Su Ürünleri Kanunu ile yürürlükten kaldırılan
Osmanlı Devleti’ne ait nizamnamelerden en genel
ve kapsayıcı olanı Zabıtai Saydiye Nizamnamesi’dir.
Bu düzenlemenin, Avcılık ve Kontrol Kanunu diye
isimlendirilmesi mümkündür. Kara avcılığı ve su
ürünleri avcılığının birlikte ele alındığı 1881 tarihini
taşıyan bu düzenleme incelendiğinde, bugün için
bile hayli ilginç gelecek, oldukça ileri hükümler
taşıdığı görülür. Bu düzenlemelerden bazıları
aşağıda yer almaktadır.
• Balık, su kuşları ve diğer ürünleri avlayacaklar
ruhsatname almak zorunda;
Ruhsatnamesi olmayan balıkçıların avladıkları ürünlere
ve av araçlarına el konulur (Md-2)
Su Ürünleri Kanunu da benzer hükümleri içermekte
olup, ticari amaçla su ürünleri faaliyetinde
bulunacak kişiler ve bu faaliyet için kullanılacak
tekneler için ruhsat tezkeresi düzenlenmesi
zorunluluğu bulunmaktadır.
Su ürünlerinden alınan vergiler 1950 yılında çıkan
5639 sayılı Kanunla kaldırılmış olup, zirai faaliyet
kapsamında hallerde alınıp-satılan ürünlerde % 1,
bu yerler dışındaki ürünler için ise % 2 oranında
vergi tevkifatı yapılmaktadır. Ürünlerin satışında ise
% 8 KDV oranı uygulanmaktadır.
• Kendi beslenmesi için oltayla balık tutan ve bunun
ticaretini yapmayan kişiler av vergisi ödemezler. Ancak
avlanma ruhsatnamesini almak zorunda. (Md-6)
Amatör avcılık yapanlara ruhsat tezkeresi almasına
o dönemde zorunluluk getirilmiş olmasına karşın,
bugün bu zorunluluk bulunmamaktadır.
• Göl ve nehirlerde bilimsel yöntemlerle balık üretmek
isteyen herkese 10 yılı geçmeyecek bir süre için müsaade
edilir. Bu kategorideki balıklar için %10 vergi alınır.
(Md-13)
O dönemde yetiştiricilik için bir düzenleme yapılmış
olması hayli ilginçtir. Ancak burada kastedilen
yetiştiricilik, bugünkü anlamada yumurtadan yavru
elde ederek balık üretmekten ziyade, kontrollü doğal
ortamda üretim yapılması uygulamasıdır.
• Gerek yumurtlama mevsimi olması, gerek bir
salgın hastalığın söz konusu olması, gerekse savaş
nedeniyle balık avının ve balıketi tüketiminin yetkililer
tarafından yasaklandığı dönemlerde ava devam
edenlerin balık avlama araçlarına el konulur, para cezası
verilir. (Md-25)
Balıkların yumurtlama mevsiminde avlanmasının
yasaklanmasına yönelik bu düzenleme de hayli
ilginçtir. Su Ürünleri Kanunu’nun 23’üncü
maddesini çağrıştırmaktadır. Bugün su ürünleri
avcılık tebliği ile yapılan düzenlemelerin kapsamını
karşılayan bir düzenlemedir.
• Av yasağı süresince balık satanlara, nakledenlere para
cezası (Md-36)
Balıkların sadece avlanmasını değil, satış ve
naklinin de yasaklama kapsamına alınmış olması
ile düzenlemenin etkinliği artırılmıştır. Su Ürünleri
31
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Osmanlıdan Cumhuriyete Avcılık
Düzenlemeleri
• Denizlerde avlanan ürünlerden % 20, iç sularda
avlanan ürünlerden % 10 vergi (Md-4)
Kanunu’nun 25’inci maddesi benzer hükümleri
içermektedir.
• Nehir veya derelerin içinde setler kurmak, suların akış
yönlerini değiştirmek, ba­lık yumurtalarını yok edecek
ilaç veya kimyasal bileşikler kullanmak yasak (Md-37)
Benzer düzenlemeler Su Ürünleri Kanunu’nda da
(madde 8 ve madde 19) yer almaktadır.
• Buharlı veya yelkenli bütün teknelere Marmara
Denizi’nde, Osmanlı kıyılarına en fazla üç mil mesafeye
kadar olan mesafede denizin dibini tarayarak balık
avlamak yasaktır. İhlal durumunda teknenin araçlarına
ve ağlarına, su­çun tekrarı halinde teknelere el konulur.
(Md-29)
Bu düzenleme Marmara ve Boğazlardaki trol av
yasağı ve 3 millik mesafe yasağının nereden geldiğini
göstermektedir.
• Ağ göz açıklığı düzenlemesi (Hamsi 7 mm, Uskumru
19 mm)
Küçük balıkların avlanmaması amacıyla o tarihlerde
ağ göz açılığı ile ilgili bir düzenleme yapılmış olması
oldukça şaşırtıcıdır.
32
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
• Daha önceden bir av suçu işleyenler, bu suçun
işlenmesinin üzerinden bir yıl geçmeden yeni bir
mahkûmiyete çarptırılırlarsa, suçta ısrar eden kişiler
olarak kabul edilirler ve cezaları iki kat artırılır. (Md50)
Bugün de benzer şekilde suçun tekrarı halinde idari
para cezaları iki kat olarak uygulanmaktadır.
• Kara ve deniz avıyla ilgili bütün davalar, suçun
işlendiği tarihten üç ay sonra dava açılmazsa zaman
aşımına girer (Md-51)
Bu düzenleme, Kabahatler Kanunu’ndaki
soruşturma zaman aşımı ile ilgili düzenlemeye
benzemektedir.
Zabıtai Saydiye Nizamnamesi incelendiğinde
verilen örneklere benzer, o dönemde nasıl akıl
etmişler denebilecek başka örneklere de rastlamak
mümkündür. Tüm bu örnekler incelendiğinde
“denizcilik kültürünün gelişmediği, denizcilik ile
ilgili isimlendirmelerin kalkan balığı ve kılıç balığı
ile sınırlı olduğu, nerede ise isimlendirmelerin
tamamının başka dillerde olduğu bir toplumda, nasıl
olmuş da bu kadar ileri bir düzenleme yapılabildiği”
sorusu akla gelmektedir. Bu sorunun cevabını
verebilmek için küçük bir tarih hatırlamasına ihtiyaç
bulunmaktadır.
Duyunu Umumiye ve Balıkçılık
Osmanlı Devleti ilk kez 1854 yılında Kırım
Savaşı’nı finanse edebilmek için borçlanmıştır.
Borçlanmalar başlangıçta Galata bankerleri ile sınırlı
iken sonrasında yabancı bankalardan da borçlar
alınmıştır. Osmanlı Devleti 1875 yılına gelindiğinde
borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmiştir.
1879 yılında iç borçların ödenmesi amacı ile
Rüsum-u Sitte İdaresi kuruluyor. Sitte altı,
rüsum vergiler anlamındadır. Altı üründen (tuz,
tütün, ispirto, pul, ipek ve balık) alınan vergilerin
toplanması ve takibi yetkisi, iç borçların ödenmesi
amacıyla Rüsum-u Sitte İdaresine verilmiştir.
Ancak bu uygulama dış borçların sahibi yabancı
bankaların tepkisini çekince, bu idare 1881 yılında
kapatılarak Düyun-u Umumiye İdaresi (Osmanlı
Genel Borçlarına Tahsis Edilmiş Gelirler İdaresi ya
da kısa adı ile Genel Borçlar İdaresi) kurulmuştur. Bu
idarenin yönetimi İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan,
Avusturyalı üyelerle iki Türk üyeden oluşuyordu.
Düyun-u Umumiye İdaresiyle, Osmanlı
İmparatorluğunun bağımsız bir devlet olarak
maliyesini yönetme, vergi koyma ya da kaldırma,
vergi oranlarını değiştirme gibi hükümranlık
haklarının bir bölümü elinden alınmıştır. Bu
yetkinin sonucu olarak Düyun-u Umumiye İdaresi
gelirlerini sağlama alma çabasının etkisiyle birçok
hukuki düzenlemenin yapılmasını sağlamıştır. Bu
kapsamda çıkarılan kara ve deniz avcılığı ile ilgili
düzenlemeleri içeren Zabıta-i Saydiye Nizamnamesi
ile Osmanlı avcılık teşkilatı ve av faaliyetini
düzenleyen hukuki esaslar, dönemin Avrupa
devletleri ile mukayese edilebilecek bir düzeye
erişmiştir.
Düyun-u Umumiyenin gelirlerini koruma
konusundaki yaklaşımına, Sinop’ta olmuş bir
olay örnek olarak gösterilebilir. 1912 yılında
Sinop Tahaffuzhanesi’nde karantinada bekleyen
muhacir ve yolcular arasında kolera hastalığı baş
gösterdiğinde, midye ve istiridye avcılığına ve
satışına yasaklama getiriliyor. Bu yasaklama üzerine
Düyun-ı Umumiye Komiserliği, Maliye Bakanlığı’na
başvurarak, geçmiş yıllarda aynı hastalık olduğunda
bir yasaklama yapılmadan hastalığın geçtiğini
belirterek, söz konusu yasağın kaldırılmasını talep
ediyor. Talep Maliye Bakanlığı tarafından yasağın
kalkması için İçişleri Bakanlığına intikal ettirilirken,
yasak nedeni ile Sinop’ta av vergisinin eksik olarak
tahsil edileceği hususu belirtiliyor. Bu olay Düyun-u
Umumiye’nin gelirlerini koruma konusundaki
hassasiyetinin (!)
sağlıktan bile önemli
olduğunu gösteren
çarpıcı bir örnektir.
Kurtuluş Savaşı
sırasında Ankara
hükümeti Düyun-u
Umumiye İdaresinin
topladığı bütün
gelirlere el koymuş, Lozan Antlaşması’yla bu
kurumun işleyişine son verilmiştir. Osmanlı
borçları Lozan’da imparatorluğu oluşturan ülkelere
paylaştırılmıştır. Osmanlı borçlarından en büyük
pay Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmüştür. Türkiye,
Osmanlı borçlarının geri ödenmesini ilk borcu
aldığı 1854 yılından tam 100 yıl sonra 1954 yılında
tamamlamıştır.
Zabıtai Saydiye Nizamnamesi ve
Cumhuriyet Dönemi Uygulamaları
Kara ve deniz avcılığını düzenleyen Zabıtai Saydiye
Nizamnamesi’nin
kara avcılığına ait
hükümleri, 5 Mayıs
1937 tarihinde kabul
edilerek 13 Mayıs
1937 tarihli Resmi
Gazete’de yayımlanan
3167 sayılı Kara
Avcılığı Kanunu ile
kaldırılmıştır. Bu
düzenleme sonrası
Zabıtai Saydiye
Nizamnamesi sadece
su ürünleri avcılığı ile
ilgili bir düzenleme
haline gelmiştir.
Zabıtai Saydiye
Nizamnamesi
kapsamında
Cumhuriyet
Döneminde yapılan
ilk düzenleme olan
22 Eylül 1943 tarihli
Resmi Gazete ’de
yayımlanan Bakanlar
Kurulu Kararı, içeriği
itibari ile oldukça
ilginçtir.
Karar ile 15 Nisan tarihinden Ağustos sonuna
kadar olan dönemde balık avcılığına yasaklama
getirilmiştir. Yasaklama döneminin bugün
uygulanmakta olan genel av yasağı dönemi ile
uyumlu olması kadar, 2. Dünya Savaşı’nın olduğu
ve yiyecek sıkıntısının olduğu bir dönemde alınmış
olması dikkat çekicidir.
33
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Düyun-u Umumiye
İdaresi kendine
tahsis edilen vergileri
toplamakla kalmamış,
bir süre sonra sanayi
ve ticaret alanında
yatırımlara da
girişmeye başlamıştır.
1912 yılı itibarıyla
Maliye Bakanlığında
5500 memur görev
yaparken, Düyun-u
Umumiye İdaresi’nde
9000 memur
çalışıyor, Osmanlı
İmparatorluğu’nun
gelirlerinin yaklaşık
üçte biri bu idarece
tahsil ediliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin üstlendiği borç, o dönemin
milli gelirinin yaklaşık yüzde 65’i kadardır. Bugünkü
gayri safi milli hâsılamıza göre bu oran üzerinden
bir hesaplama yapılırsa, borç yükünün kabaca 500
milyar dolara denk geldiğini söylemek mümkündür.
Düyun-u Umumiye ile ilgili yaşanan olumsuzluklar
nedeni ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti uzun süre
borç almaktan çekinmiştir.
Dikkat çekici olan bu Kararın ne amaçla çıkarıldığına
ilişkin bilgi, Resmi Gazete’nin 10 Ekim 1943
tarihli sayısında Maliye Bakanlığınca yayımlanan
Tamim’de yer almaktadır. Tamim’de yer alan
açıklamada Zabıtai Saydiye Nizamnamesi’nin 25’inci
maddesinde yer alan balık avlama yasağına ilişkin
(Gerek yumurtlama mevsimi olması, gerek bir salgın
hastalığın söz konusu olması, gerekse savaş nedeniyle
balık avının ve balıketi tüketiminin yetkililer tarafından
yasaklandığı dönemlerde ava devam edenlerin balık
alan (Buharlı veya yelkenli bütün teknelere Marmara
Denizi’nde, Osmanlı kıyılarına en fazla üç mil mesafeye
kadar olan mesafede denizin dibini tarayarak balık
avlamak yasaktır. İhlal durumunda teknenin araçlarına
ve ağlarına, su­çun tekrarı halinde teknelere el konulur)
düzenlemede belirtilen avlanma yöntemine trolün
dahil olduğu belirtilmektedir. Bu açıklama trol
yöntemi ile avcılığın o yıllarda yaygınlaşmaya
başladığı konusunda bizlere ipucu vermesi açısından
da önemlidir.
Su Ürünleri Avcılığı ve
Vergilendirme
34
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
avlama araçlarına el konulur, para cezası verilir) olarak
bir karar üretilmemiş olması nedeniyle, Kanun
hükmüne karşı hareket edenler aleyhine açılacak
davaların mahkemelerce kabul edilmemesi, Kararın
gerekçesi olarak belirtilmiştir.
Gerek Zabıtai Saydiye Nizamnamesi’nin içeriği,
gerekse bu düzenlemeyi esas alarak yapılan
düzenlemeler konuya verilen önemin görülmesi
açısından oldukça anlamlıdır. Resmi Gazete’nin 10
Ekim 1943 tarihli sayısında Maliye Bakanlığınca
yayımlanan açıklama da bu önemi gösteren
düzenlemelerden biridir. Yapılan açıklamada Zabıtai
Saydiye Nizamnamesi’nin 29’uncu maddesinde yer
Avcılık ürünlerinden alınan vergilerin
Düyunu Umumiye gelirlerinden biri
olması nedeni ile Zabıta-i Saydiye
Nizamnamesi ile denizlerde avlanan
ürünlerden % 20, iç sularda avlanan
ürünlerden % 10 vergi alınması
zorunluluğu getirilmiştir. Vergi oranları
1924 yılında 445 sayılı Kanun ile % 1
oranında artırılmıştır. 1926 yılında ise
deniz ve iç sulardan avlanan ürünler
için farklı vergi uygulanmasından
vazgeçilerek, avlanan tüm ürünler için % 12
vergi uygulamasına geçilmiştir. 24 Nisan1936
tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “2956 sayılı
YunusBalıklarından ve Bunlardan Çıkarılan Balık
Yağlarının Av Vergisinden İstisnasına Dair Kanun”
ile yunuslar ve bunlardan elde edilen yağlardan vergi
alınmasından vazgeçilmiştir.
23 Mart 1950 tarihinde kabul edilerek 1 Nisan 1950
tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “5639 sayılı Av
Vergisinin Kaldırılmasına Dair Kanun” ile de;
* Su mahsullerinden ve av derilerinden alınmakta
olan av vergisi kaldırılmış,
* Maliye Bakanlığına verilmiş olan görevler ve
yetkiler Ekonomi ve Ticaret Bakanlığına devredilmiş,
* Ekonomi ve Ticaret Bakanlığı toptan balık alım ve
satım yerlerini teftiş ve murakabeye yetkili kılınmış,
iriliklerine göre avlanması yasak olan balıkların
tespit ve ilan ile yetkili kılınmıştır.
Su Ürünleri Sirkülerleri
5639 sayılı Kanun ile Ekonomi ve Ticaret
Bakanlığına iriliklerine göre avlanması yasak olan
balıkların tespit ve ilanı yetkisi verilmesi sonrası ilk
düzenleme 13 Nisan 1956 tarihli Resmi Gazete’de
yayımlanmıştır.
Ticaret Bakanlığı tarafından
ilk yapılan tu düzenleme, 1957
yılından itibaren sirküler adı ile
yayınlanmaya devam edilmiştir.
Bu kapsamda Ticaret Bakanlığı
tarafından çıkarılan son sirküler
02.04.1973 tarihli Resmi Gazete’de
yayımlan Su Ürünleri Avcılığının
Düzenlenmesine Dair 31 Numaralı
Sirkülerdir.
35
Su Ürünleri Kanunu
Cumhuriyet Dönemi boyunca su ürünleri
görevlerinin farklı Bakanlıklara geçmiş olması,
devletin bu konuya bakışını göstermektedir.
Başlangıçta konuya vergi açısından bakıldığından
su ürünleri ile ilgili görevler Maliye Bakanlığına
verilmiştir. Sonraki dönemde av vergisinin
kaldırılması ve su ürünlerine ticaret açısından
bakılmaya başlanması ile görev Ticaret Bakanlığına
verilmiştir. Son olarak görevin Tarım Bakanlığına
verilmiş olması ise, konuya üretim açısından
yaklaşıldığını göstermektedir.
Zabıtai Saydiye Nizamnamesi içindeki kara avcılığı
ile ilgili hükümlerin 1937 yılında 3167 sayılı
Kara Avcılığı Kanunu ile ayrılması sonrası, su
ürünleri ile ilgili hususların da ayrı bir kanun ile
düzenlenmesine yönelik birçok girişim olmuştur.
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
4 Nisan 1971 tarihinde Resmi
Gazete’de yayımlanan 1380
sayılı Su Ürünleri Kanunu ile su
ürünleriyle ilgili görevler Tarım
Bakanlığına verilmiştir. Su
Ürünleri Kanunu’nda su ürünleri
avcılığı ile ilgili hususların tüzük
ile belirleneceğine yönelik hükmün
yer alması nedeni ile su ürünleri
ile ilgili görevler Tarım Bakanlığına
verilmiş olmasına karşın, uygulamada mevzuat
boşluğu yaratılmaması amacıyla Su Ürünleri
Tüzüğü çıkana kadar Ticaret Bakanlığı tarafından
sirkülerler hazırlanmaya devam edilmiştir. Su
Ürünleri Tüzüğü’nün 27 Temmuz 1973 tarihinde
yayımlanması sonrası Tarım Bakanlığı tarafından
hazırlanan “Su Ürünleri Avcılığının Düzenlenmesine
Dair 1 Numaralı Sirküler” 23 Ağustos 1973 tarihli
Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Su ürünleri
sirküleri 1995 yılında ticari ve amatör avcılık için
ayrı ayrı yayımlanmaya başlanmıştır. Bu kapsamda
hazırlanan “Denizlerde ve İç Sularda Amatör
(Sportif) Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen 29/2
Numaralı Sirküler” Resmi Gazete’nin 9 Mayıs 1995
tarihli sayısında yer almıştır.
Resmi Gazete’nin 17.2.2006 tarihli sayısında
yayımlanan Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları
Hakkında Yönetmelik ile “(………) Resmî Gazete’de
yayımlanacak tüzük ve yönetmelik dışındaki
düzenleyici işlemler sadece karar, tebliğ ve genelge
olarak isimlendirilir.” hükmünün getirilmesi
sonrası sirkülerler, tebliğ olarak yayımlanmaya
başlanılmıştır. Bu kapsamda Ticari Amaçlı Su
Ürünleri Avcılığını Düzenleyen 1/1 Numaralı
Tebliğ ile Amatör (Sportif) Su Ürünleri Avcılığını
Düzenleyen 1/2 Numaralı Tebliğ 19 Ekim 2007
tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
Bu girişimlere örnek olarak aşağıdaki çalışmalar
gösterilebilir.
• Su Mahsulleri Kanun Layihası (1938)
• Su Mahsulleri Kanun Tasarısı (1941)
• Su Ürünleri Kanun Tasarısı (1942)
• Su Ürünleri Kanun Tasarısı (1954)
• Su Ürünleri Kanun Tasarısı (1957)
• Su Ürünleri Kanun Tasarısı (1965)
Söz konusu taslaklardaki isimlendirmeler, bugün
isimlendirme konusunda yapılan tartışmalara
cevap verir niteliktedir. Su ürünleri şeklindeki
isimlendirmenin doğru olmadığı, doğru
isimlendirmenin “balıkçılık” olması gerektiği
şeklinde bir görüş bulunmaktadır. Ancak ilkine
1938 yılında rastladığımız tasarıda isimlendirme
“su mahsulleri” şeklinde olup, sonraki yıllarda “su
ürünleri” olarak yer almıştır.
36
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
13 Temmuz 1937 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
3491 sayılı Kanun’un adı Toprak Mahsulleri Ofisi
Kanunu’dur. Sudan elde edilecek ürünler için su
mahsulleri, topraktan elde edilecek ürünler için
toprak mahsulleri sözcükleri tercih edilmiştir. Bu
isimlendirmeler, o dönemin anlayışına uygun olarak
yapılan isimlendirmelerdir. Sözcüklerin kendi
başlarına bir anlamları yoktur ve kullanılarak anlam
kazanırlar. Bugün, su ürünleri denildiğinde su ve
ürün şeklinde her sözcüğün ayrı anlamından yola
çıkan bir anlam değil “su ürünleri”nin kavramlaşmış,
balıkçılık karşılığı olan anlamı anlaşılmaktadır.
Su Ürünlerinde Kamu Örgütlenmesindeki
Mevcut Durum
Resmi Gazete’nin 13 Haziran 2010 tarihli
sayısında yayımlanan 5996 sayılı Veteriner
Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu ile
Bakanlıkta yürütülen görevler aynı mevzuat içinde
birleştirilmeye çalışılmıştır. Bu düzenleme ile su
ürünlerinin gıda ve hijyen alanı ile ilgili konuları
1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu kapsamı dışında
bırakılmıştır.
8 Haziran 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan
639 sayılı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Bakanlık, fonksiyon bazlı
örgütlenmeden konu bazlı örgütlenmeye geçmiş,
bu kapsamda Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel
Müdürlüğü kurulmuştur. Bu gelişme sektörde
yıllardır dile getirilen bir talebin yerine gelmesi ve
AB ile yapılan görüşmelerde eksiklik olarak belirtilen
bir olumsuzluğun giderilmesi açısından olumlu bir
gelişme olmuştur. Ancak Genel Müdürlük, daha
önce belirttiğimiz tartışmalardan kaynaklanan
isimlendirme tartışmasından etkilenmiş şekilde
adlandırılmıştır. Genel Müdürlüğün çalışma
konularının avcılık ve yetiştiricilik konuları
ile sınırlı olması hijyen, alan izleme, işleme ve
değerlendirme ile ilgili konuların Gıda ve Kontrol
Genel Müdürlüğünde, Balıkçı örgütlenmesi ile ilgili
konuların Tarım Reformu Genel Müdürlüğünde, su
ürünleri araştırmaları ile ilgili konuların Tarımsal
Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğünde
kalmış olması parçalı ve sorunlu bir yapının ortaya
çıkması sonucunu doğurmuştur.
Avcılık Mevzuatı: Su Ürünleri Tebliğleri
bilimsel, çevresel, ekonomik ve sosyal hususlar
göz önüne alınarak, su ürünleri kaynaklarının
korunması, sürdürülebilir işletilmesinin sağlanması
için su ürünleri avcılığına ilişkin yükümlülük,
sınırlama ve yasaklar su ürünleri tebliğleri ile
düzenlenmektir. Tebliğler ticari ve amatör avcılık
için ayrı ayrı hazırlanarak yayımlanmaktadır.
Düzenlemelerin sirküler şeklinde yapıldığı dönem
başlangıçta 31 Mart-1 Nisan arasındaki bir yıllık
dönemi kapsıyordu. Sirküler dönemi 1999 yılında
33’üncü dönem sirküler ile avcılık sezonu ile
uyumlu olunması amacıyla Eylül-Mayıs dönemi esas
alınarak değiştirilmiştir. Bir yıl olan yürürlük süresi
2000 yılında 34’üncü dönem sirküler ile iki yıla,
2008 yılında da 2’nci dönem tebliğler ile dört yıla
çıkarılmıştır.
Tebliğler konuyla ilgili kamu kuruluşları,
bilimsel kuruluşlar ve balıkçı örgütlerinden
oluşan Su Ürünleri İstişare Kurulu vasıtasıyla
hazırlanmaktadır.
KAYNAKLAR :
(1)Arpa, Hamdi, Yakakent’ten Balıkçı ve Balıkçılık Öyküleri, Yakakent Belediyesi Kültür
Yayınları No:1, Ankara 2012
(2) Deveciyan, K., Türkiye’de Balık ve Balıkçılık, Aras Yayıncılık, İstanbul 2006
(3) Eğilmez, M.; Kendime yazılar, http://www.mahfiegilmez.com/
(4) Yarcı, G., Osmanlıda Avcılık Yasaları, ACTA TURCICA, Çevrimiçi Tematik Türkoloji
Dergisi Yıl 1, Sayı 1, Ocak 2009,
Batnoz : Aşağıda Skala
[ Hazırlayan ] Sedef KABAŞ | Haber sunucusu, Televizyon Programcısı
2008 yılında Rıdvan ile hem ilişkimize hem de Ege
Denizi’ne yelken açtık… Deniz özgürlüktür, keşiftir,
keyiftir dedik… Özgürce dolaşalım, Ege’nin adalarını
keşfe çıkalım ve keyifli bir tatil yapalım istedik.
Fındık kabuğunun hallicesi teknemiz Mayıs ile
(32 feet Jenaue) 3 ay sürecek mavi yolculuğumuza
Temmuz başında İstanbul Fenerbahçe Marina’dan
çıkış yaparak başladık. Endişeli gözlerle bizi
uğurlayan annem arkamızdan “Bu tatil sonrası ya
birbirinizin yüzüne bir daha bakmazsınız, ya da
evlenirsiniz.” demişti. İkincisi oldu Malum, teknede
iyi bir ekip olmak, hayat arkadaşı olmaktan daha
zor…
Çanakkale Boğazı çıkışında bize kucak açan Midilli,
Çeşme’nin kültürel ikizi Sakız ve Kuşadası’na bir
karış uzaklıktaki Sisam ilk duraklarımız oldu.
Bozcaada ise o kadar güzel ve özel bir ada ki, ayrı
bir yazı konusu olmayı hak ediyor. Ardından ver
elini Batnoz, Lipso, Nergisçik, Leryoz, İstanköy,
İncirli, İleki , Herke, Sambeki ve Rodos… O gün
bugündür her yaz Ege ve Batı Akdeniz kıyıları yaz
tatillerimizin değişmez rotası oldu... Mürettebata
2010 yılında oğlumuz Yavuz da eklendi. Aile
büyüyünce, tekneyi de büyüttük, 45 feet (14m)
bir Bavaria’ya terfi ettik… 4 kat daha ağır gövdesi,
çift dümen palası ve üstün yelken performansı ile
yeni teknemiz seyirlerimizi daha hızlı ve konforlu
hale getirse de, denizciler iyi bilir, teknenin cefası
bitmez. Karadan ayrılırken, tekneyi neta et, halatları
çöz, tonozu bırak veya demiri al, usturmaçaları
topla, seyir boyunca dümen tut, yelken aç, rüzgarı
kolla, yelkeni trim et, tramola at, vinçi çalıştır,
37
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
“İSTANKÖY, LERYOZ, BATNOZ...
Haydi, bize adios”
İlk teknemiz Mayıs (32 feet Jeanneau)
38
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
yelkeni topla, demiri boşla, tutmadıysa bir daha
at veya marinaya giriş yap (ve tabii her seferinde
stres yap), usturmaçaları at, tonuzu bağla, halatları
bağla, bağlandıktan sonra teknenin dışını yıka, içini
temizle, alışveriş yap, yemek yap, bulaşıkları ve
çamaşırları yıka, tekneyi topla derken yoruldunuz
değil mi? Tatilde miyiz, yoksa milli maç öncesi
kondisyon tutmaya çalıştığımız bir antrenmanda
mıyız diye sorabilirsiniz. “Tatil, yan gelip yatmak
içindir.” diyorsanız, yelken sevdasından hemen
vazgeçebilirsiniz. Ama unutmayın ki, yelkenle
yapılan mavi yolculukların sefası da bir o kadar
büyüktür… Sabah duş almak yerine tekneden
turkuvaz mavisi denize atlamak, yelkenleri şişirmiş
rüzgarın ve dalgaların sesi ile seyir yapmak,
istediğiniz koyda, istediğiniz kadar demir atmak,
Yunan Adaları’nda neredeyse gittiğiniz her
restoranda birbirinden leziz mezeler, salatalar
ve deniz mahsulleri ile kendinizi şımartmak ve
Türkiye’deki fiyatların yarısı kadarını ödemek,
tavernalarda eğlenmek, gece güvertede yıldızların
pırıltısında içkinizi yudumlamak, denizin, güneşin,
yeşilin doyasıya tadını çıkartmak istiyorsanız,
yelkene devam…
Gelin şimdi size Türkiye kıyıları ile Yunan adaları
arasında mekik dokuduğumuz, seyirlerimiz boyunca
en sık gittiğimiz İstanköy, Leryoz ve Batnoz’dan
bahsedeyim. Cefası bize kalsın, inşallah bir gün siz
de bu adaların sefasını yaşarsınız…
İSTANKÖY: Bodrum-İstanköy arasında yaz
boyunca süren feribot seferleri var. Günübirlik
turlar sayesinde (vize yok) Bodrum’dan gelen
Türkler İstanköy Adası’nı gün boyunca tavaf
ediyor. İstanköy’den gelen turistler ise popülerliği
Ege’ye nam salmış Bodrum’u görmek için akın
ediyorlar. Bizim gibi tekne ile giriş yapanlar ise
genelde Eski Liman yerine İstanköy Marina’yı tercih
ediyor. Akdeniz’in en eski marinası diye reklam
yapan İstanköy Marina gerçekten Ponton’daki
elektrik ve su dolapları, duş ve banyoları açısından
oldukça eski. Ama yine de hepsi tıkır tıkır çalışıyor.
Marina’daki bar günün her saati WIFI kullanmak
ve frappe (soğuk kahve) ile serinlemek isteyenler
için vazgeçilmez bir mola alanı. Yeri gelmişken
ekleyelim. Türkiye’de çay ne ise Yunanistan’da
frappe o. Sokaktaki polisinden, tavernadaki
garsonuna kadar her Yunan sabahtan akşama
soğuk kahvesini yudumluyor. İstanköy Marina’nın
bakkalı Kostas’tan alışveriş yapmak bizim için artık
bir gelenek. O da “yahu, bunlar bu sene de mi geldi
diyerek”, neredeyse yaptığımız her alışveriş sonrası
mutlaka bir jest yapıyor; ya küçük bir kavanoz bal,
ya büyük bir mango ya da Yavuz için bir adet çikolata
ikram ediyor. Marina’daki Lemon&Oregan Restoran
özellikle fırında tavuk sevenlerin mutlaka uğraması
gereken bir mekan. Sergiledikleri samimi servis
anlayışı ise yemeklere çeşni oluyor.
İstanköy Marina’dan merkeze yarım saatlik bir
yürüyüş yapabilir veya bir taksi ile 5 dakika sonra
meydana ulaşabilirsiniz. Yürüyüşü tercih ederseniz,
mutlaka yolun üzerinde bulunan H2O Otel’in
yanındaki dondurmacıda bir serinlik molası verin.
30 çeşit birbirinden lezzetli dondurmalar sizi mest
ediyor. Benim favorilerim kavunlu, sakızlı ve vişneli
kaymak. 3 top dondurma hoş bir öğlen yemeği
yerine geçebilir.
Tarihi kale duvarlarının uzantısı zarif bir kemerin
altından geçerek İstanköy’ün merkezine giriş
yapıyorsunuz. Yolun iki yanı palmiyeler ile
yeşillendirilmiş. Kemerin sol tarafında İstanköy’ün
sembolü Hipokrat’ın Ağacı var. Bu ağacın önünde
fotoğraf çektirmek, İstanköy Adası’na gelmiş
olmanın adeta ispatı. Oysa 2400 yıllık olduğu epey
şüpheli. Turistler sembolik ağaç fotoğrafı için sıraya
girerken asıl tarih arkalarında duruyor. 1792 yılında
inşa edilmiş Hacı Hasan Camii (Loziya Camii)
özellikle giriş kapısının üzerindeki süslemeleri
ve Osmanlı arması ile dikkat çekiyor. Camiinin
şadırvanı gayet iyi durumda ve suyu halen akıyor.
Bu caminin alt bölümleri turistik eşya dükkanlarına
mekan olmuş. Biraz ileride beyaz kubbeleri ile
dikkat çeken Osmanlı hamamı ise adanın en popüler
gece kulübüne dönüştürülmüş ve Hammam ismini
taşıyor (ama asla Turkish Hammam denmiyor).
Sahil boyunca feribotlar, deniz otobüsleri, balıkçı
tekneleri, yolun diğer tarafında ise tavernalar,
kafeler dükkanlar sıra sıra dizilmiş, canlı bir
atmosfer oluşturuyor.
İstanköy merkezden kalkan ve özellikle çocukların
keyifle bindikleri tren cüzi bir paraya sizi
Hipokrat’ın sağlık merkezi Asklepion’a götürüyor.
Antik dünyanın ikinci tıp merkezi kabul edilen
Bergama’daki Asklepion ise aslında çok daha geniş
ve iyi korunmuş durumda.
Bodrum’un meşhur Barlar Sokağı’nın benzeri
İstanköy’de de var. Her iki tarafı şık kuyumcular,
hediyelik eşya satan dükkanlar, kafeler ve
dondurmacılar ile bezeli bu sokakta turistler
aşağı yukarı tur atıyor. Sokağın üzerinde bulunan
Elia (Zeytin) Restoran, bizim mutlaka adaya her
gittiğimizde yemek yediğimiz bir mekan. Burada
ne yerseniz yiyin, hepsi çok lezzetli ama favorimiz
el basan tava. Adada tavsiye edebileceğim diğer
mekanlar ise salaş bir balıkçı restoranı olan Nick the
Fisherman ve eski bir taş evin bahçesine masalar
atılmış Petrino. Şık ve nezih bir mekanda akşam
yemeği yemek istiyorsanız, Stadium’u da tercih
edebilirsiniz.
İstanköy Adası’nın neredeyse her kıyısında sayısız
plaj var. Marina’ya yürüme mesafesindeki plaja pek
çok kez gidip, denize girdik. Araba kiraladığımız
39
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Leryoz Adası : Tepede yel değirmenleri, sahilde Pandeli...
zaman ise kuzey kıyısından ziyade Paradise Beach’ın
de (Cennet Plajı) bulunduğu Kefalos Koyu’nu yani
güneybatı kıyılarını tercih ediyoruz. Son keşfimiz ise
Marcos Beach. Masmavi deniz, bembeyaz upuzun bir
sahil, üstelik Cennet Plajı’na göre daha az kalabalık.
İki şezlong bir şemsiye 6 Euro, iki kahve de ikram.
Bu plajın üst tarafında bulunan ve yürüyerek 3
dakikada ulaşabileceğiniz bir aile işletmesi olan
Marcos Taverna’da ise son derece keyifli bir öğlen
yemeği yiyebilirsiniz. Yavuz ev yapımı hamburgeri
bir çırpıda bitirdi. Bizler de patlıcan, kabak kızartma,
cheese saganaki ve salatadan çok memnun kaldık.
Hesap ise çok ama çok makuldü... Zaten bu Yunan
Adaları’nda huzurla yemeklerin tadını çıkarıyor, asla
kazıklandığınız hissini yaşamıyorsunuz.
40
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
LERYOZ: Yunan ve İtalyan kültürünün
harmanlandığı özgün bir ada. Adayı 1505’te Kemal
Reis almaya çalışmış, olmamış. Osmanlı donanması
1508’de bir deneme daha yapmış, yine olmamış.
1522’de ise Kanuni Leryoz dahil Oniki Adalar’ın
tamamını egemenliği altına almış. 400 yıllık
Osmanlı yönetimi (Yunanlılara göre işgali) sonrası
Trablusgarp Savaşı’nda Leryoz dahil Oniki Adalar’ın
egemenliği 1912’de İtalyanlara bırakılmış. Ama bu
adanın koatik kaderi esas bundan sonra başlamış…
Uşi Antlaşmasına göre Balkan Savaşları sonrası
bu adaların Osmanlılara geri verilmesi gerekirken,
İtalyanlar ellerinde tutmayı tercih etmişler! 1916-18
arasında İngilizler adayı bir donanma üssü olarak
kullanmışlar. Amaç, sonrasında adayı Yunanlılara
bırakmakmış ama Kurtuluş Savaşı’nda Yunan ordusu
büyük bir yenilgiye uğrayınca, İngilizler bu devir
işleminden vazgeçmişler. Lozan Antlaşması ile Oniki
Adalar’ın İtalyan egemenliği tanınmış. İtalyanlar
bundan sonraki süreçte adaya hem askeri hem
kültürel damgalarını vurmuşlar. Özellikle 1930’lu
yıllarda Mussolini Akdeniz’in en derin ve geniş
limanı olarak bilinen Lakki’ye (Portolago) özel ilgi
göstermiş. Bu bölgeye geniş caddeler, binalar, tiyatro
salonları ve kendisininki de dahil bahçeli villalar
inşa ettirmiş. İkinci Dünya Savaşı sırasında ada önce
İngilizlerin bombardımanı, 1943’te İtalyanlar teslim
olup da, adaya İngilizler çıkınca, bu kez da Alman
Savaş uçaklarının bombardımanı altında ezilmiş.
Leryoz için İngiliz, İtalyan ve Almanlar savaşmış
ama sonuç itibarıyla ada 1948 yılında Yunanlılara
bırakılmış. İşte böylesine zengin bir tarihe sahip
adanın kanaatimce mutlaka ziyaret edilmesi gereken
adresi Savaş Müzesi. İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma
İstanköy Adası’nda sahilde yürürken
büyük bir tünelin içine inşa edilmiş müzede döneme
ait silahları, giysileri, özel eşyaları, savaş uçaklarının
bombardıman ve Hitler’in hiddetli sesi eşliğinde
geziyorsunuz. Müze çıkışı öncesinde izlediğiniz
belgeselde de Yunanlıların bu adaya ne derece
“armut piş, ağzıma düş” şeklinde sahip olduklarını
daha iyi anlıyorsunuz…
Lakki Marina, tekne sahiplerinin vazgeçilmez
korunaklı limanı. Karşısında hoş bir kafe, yürüme
mesafesinde ise bir plaj var. Genelde tercihimiz araba
veya küçük bir motosiklet (scooter) kiralayıp, adayı
turlamak ve Alinda Koyu’nda denize girmek. Adanın
en popüler aktivitesi tepedeki yeldeğirmenleri ile
ünlü Pandeli Koyu’na gidip, sahil boyunca sıralanmış
tavernalardan birinde akşam yemeği yemek. İsminin
hatırlanması kolay olduğundan mı, yoksa “aman
şekerim arkaşlar gitmiş, biz de görelim” sevdasından
mı bilinmez Zorba Taverna Türklerin adeta kâbesi,
üstelik fiyatlar da epey şişirilmiş. Biz genelde hemen
yanındaki Psaropoula’yı tercih ediyoruz. Karidesli
spagettisi ve midyeli pilavı damak çatlatan cinsten…
Daha özel bir akşam yemeği için ise Milos Taverna
gayet iyi bir adres. Öncesinde terasta içkinizi
yudumlayıp, sonrasında eski bir yel değirmenini
kendine mekan etmiş bu tipik balıkçı restoranında
kendinize bir ziyafet çekebilirsiniz. Tek sorun son
dönemde Türklerin burayı da keşfetmesi sonucu
hem yer bulmakta zorlanmanız hem daha da
yüksek bir hesap ödemek durumunda kalmanız.
Size rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir diğer lezzet
durağı ise Lakki Bölgesi’ndeki Petrino Restoran
(İstanköy Adası’nda da beğendiğimiz bir restoranın
adı aynıydı). Sıcakkanlı ve oldukça konuşkan sahibi
müthiş bir konukseverlik sergiliyor, yemekler
de gayet lezzetli. Giderken bize adeta büyük bir
parfüme benzeyen bir şişe uzo hediye etti. Efharisto!
Batnoz’un adeta iki kolunu kapayarak oluşturduğu
doğal bir göl manzarası, daha ne olsun… Ayrıca
kumsaldaki masamızda oturup, buzlu kahvelerimizi
yudumlarken, Yavuz’un hemen 3 adım ötemizde
denizin keyfini çıkarması da müthiş rahatlık.
BATNOZ: Hıristiyan dünyası için kutsal kabul
edilen bu ada, 1999 yılında UNESCO tarafından
dünya mirası listesine dahil edilmiş. M.S. 95 yılında
St.John bu adadaki bir mağarada kendisine Allah
tarafından vahiy edilenleri yazarak, İncil’in son
kitabını (The Book of Revelations) ortaya çıkarmış.
Yaklaşık bin yıl sonra 1088’de adanın en tepesine
İncil yazarının adını taşıyan bir manastır inşa
edilmiş. Hora Bölgesi’ndeki St.John Manastır’ı ve
efsanevi mağara Hıristiyanlar açısından hac yerleri.
İhtişamlı manastır ve tepeden aşağı kademe kademe
inen beyaz evler büyüleyici bir manzara oluşturuyor.
Boşuna bu tarihi bölge meşhur Gül’ün Adı filmine
dekor olmamış. Sadece 3000 nüfusa sahip adayı, her
yıl yüzbinlerce turist ziyaret ediyor.
Adanın merkezindeki şık butikler, göz alıcı
kuyumcular (ki benim favorim Thanos), neşeli
dondurmacılar ve kafeler harika şekilde zaman
geçirmenizi sağlıyor. Sokağın iki yanına masaları
atmış, aile işletmesi Pantelis Restoran’da defalarca
yemek yedik ve her seferinde çok memnun kaldık.
Biraz daha içeride bulunan Tırhandil (Tpexanthpi)
Taverna ise küçük masalarında, hiç ummadığınız
kadar büyük ziyafet çekebileceğiniz harika bir başka
mekan. Özellikle ahtapot ve karideslerini mutlaka
deneyin derim. St.John Manastırı’na karşı bir akşam
yemeği için ise sahile parallel, altında bir İtalyan
restoranı bulunan, ikinci kattaki Tzibaepi Taverna’yı
tercih edebilirsiniz. Henüz gitmediğimiz ama namını
epey duyduğumuz bir başka restoran ise Benetos.
Romantik, nezih atmosferi ve Akdeniz mutfağı ile
beğeni toplayan ancak yüksek fiyatları nedeniyle
biraz da şikayet edilen bir adres. Yine de sanırım
denemeye değer…
Genelde bize tekneyi adanın limanı Skala’ya
bağladıktan sonra yürüme mesafesinde bulunan,
kumların içine gömülü masaları ile denize sıfır
Meltemi Kafe’de soluğu alıyoruz. Tertemiz
deniz, leziz meyveli yoğurtlar, genç kızların
servis yaptığı güleryüzlü hizmet ve karşınızda
Gezdiğimiz diğer Yunan adalarına gelince, eh, onlar da
artık bir başka sefere...
41
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
İkinci teknemiz My Pearl (45 feet Bavaria). Sedef Kabaş & Rıdvan Yirmibeşoğlu
& Yavuz Yirmibeşoğlu havuzluktaki platformda
42
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
ANTARKTİKA’DA TÜRK ÜSSÜ
KURULABİLİR Mİ?
[ Hazırlayan ] Dr. İrfan UYSAL | Su Ürünleri Yük. Müh. - Orman ve Su İşleri Bakanlığı
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Deniz Koruma Alanları Şube Müdürlüğü
14 milyon km2 lik alanıyla Antarktika, dünyanın
en soğuk, en kuru ve en rüzgârlı kıtasıdır. Dünya
buzul kütlesinin %90’ı Antarktika’da bulunmaktadır.
Ortalama sıcaklık yaz aylarında -20 ºC olurken kışın
ise -70 ºC’ye kadar düşebilir. Dünyanın içilebilir su
kaynaklarının %90’ından fazlası da Beyaz Kıta veya
Buz Kıtası olarak adlandırdığımız Antarktika’daki
buzulların içinde saklıdır ve 30 milyon km3
su rezervi bulunmaktadır. Bir başka deyişle
Antarktika’ya zengin maden ve petrol yataklarının
yanı sıra küresel içilebilir su kaynağı olarak da
bakabiliriz.
ANTARKTİKA ANLAŞMALAR SİSTEMİ
Amudsen, Scott ve Shackelton’un Antarktika’yı
keşfetmeleriyle Antarktika üzerinde yoğun bir
toprak kazanım savaşı 1910’lu yıllardan sonra
başlamıştır. Dünyanın %10’unun bir avuç devlet
tarafından paylaşılmasını doğru bulmayan devletler
Birleşmiş Milletler’in (BM) kurulmasının ardından
buzullar ülkesinin hukuki durumunu tartışmaya
açmışlardır. Antarktika Anlaşmalar Sistemi’nin
önemli bir özelliği uluslararası kuruluşların himayesi
altında olmadan doğrudan devletler tarafından
kurulmuş olmasıdır. Antarktika Anlaşmalar Sistemi
kapsamında;
• Antarktika Anlaşması (1959)
• Antarktika Flora ve Faunası Koruma Tedbirleri
Sözleşmesi (1964)
• Antarktik Ayı Balıklarını Koruma Sözleşmesi
(CCAS) (1972)
Antarktika’da Türk Bilimsel Araştırma Üssü
kurulabilir mi?
• Deniz Canlı Kaynaklarının Korunması Hususunda
Sözleşme (CCAMLR) (1980)
Antarktika’da bilimsel amaçlı bir üs kurma hakkımız
vardır ve önünde yasal bir engel bulunmamaktadır.
Bunun için 2015 yılı olması gerçekçidir. 1961 yılında
kabul edilen Anlaşma yedi devletin Antarktika’daki
egemenlik iddialarını dondurmuştur. Bu nedenle
izin almaya gerek yoktur. Nitekim, Çin ve Hindistan,
Antarktika’nın % 42’si üzerinde egemenlik
iddiasında bulunan Avustralya’ya ait bölge
üzerinde üslerini izin almaksızın kurmuşlardır.
Buradaki diğer önemli bir unsurda üssün nereye
kurulacağıdır. 1991 yılında hazırlanan ve 1998
yılında yürürlüğe giren Çevre Koruma Protokolü
ile Antarktika madenlerinin işletilmesi 50 yıl
boyunca yasaklanmıştır. 50 yılık süre 2048 yılında
• Antarktik Maden Rezervleri Faaliyetlerinin
Düzenlenmesi Sözleşmesi (CRAMRA) (1998)
• 1991 Madrid Çevre Koruma Protokolü (PEPAT)
(1991) imzalanmıştır.
43
dolacaktır. Özellikle 2048 yılı sonrası maden ve
petrol kaynaklarının işletilmesi konusu tekrar
gündeme geldiğinde; üslerin nerede kurulduğu
önem kazanacaktır.
Antarktika’da Türk Bilimsel Araştırma Üssü’nün
kurulması düşüncesinin ardında bazı nedenler
vardır. Bunlar:
• Antarktika’nın yönetimine dahil olup oy kullanma
hakkı elde etmek.
• Seçilecek üssün stratejik yerde olması ve bilimsel
araştırma yapma zorunluluğu
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Antarktika’yı dünya devletleri aralarında henüz
paylaşamadıkları için kıta hala “kimseye ait
olmayan yer” statüsündedir. 1959 yılında 17
ülkenin resmen katıldığı Antarktika Anlaşması
1961 yılında onaylanmıştır. Buradaki amaç;
kıtanın silahsızlaştırılmış
kalmasını ve bilimsel
araştırmalar başta olmak
üzere sadece barışçıl
amaçlı kullanılmasını
temin etmektir.
Türkiye’nin uluslararası
çevre politikalarındaki
başarımının, küresel
politikalara da yansıtılması
ve küresel ekosistemin
korunması çabalarında da
sorumluluk alabileceğinin
bir örneği olarak küresel
müştereklerden birisi
olan Antarktika rejimine
dahil olması yararlı olacağı
düşüncesinden hareketle
Türkiye 1995 yılında Antarktika Anlaşmasını
3 Ağustos 1995 tarih ve 244 sayılı Bakanlar Kurulu
kararı ile uygun bulmuş ve 18 Eylül 1995 tarih ve
22408 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak taraf
olma yolundaki ulusal süreç tamamlanmıştır.
Türkiye uluslararası düzeyde 24 Ocak 1996’da
Antlaşma’nın akit taraflarından birisi olmuştur.
Bugün Antarktika Antlaşması’na taraf olan 50 devlet
bulunmaktadır. Bu devletlerden 22’si Türkiye gibi
oy hakkına sahip değildir. Bu 28 danışman devletler
statüsüne ise 22 oy hakkı olmayan ülkelerden
yaptıkları bilimsel araştırmalar ve kurdukları üslerle
bilinen Kanada, Malezya, Çek Cumhuriyeti ve
Pakistan girmeye adaydırlar.
• Dünyanın 17. büyük ekonomisi olmanın gerekleri
• Küresel bir güç olarak Türkiye ve prestij arayışları
• Antarktika’daki maden ve petrol rezervlerinin
işletilmeye açılma olasılığı
• Çevre korumaya katkıda bulunmak olarak
sıralanabilir.
1991 yılına kadar bilimsel ve araştırmacı olarak
Antarktika’da çalışmış ve Anlaşmayı imzalamış olan
devletler bu kıtada söz sahibi olmuşlar ve kaynakları
üzerinde hak iddia edebileceklerinin geçerli olması
hukuk çerçevesi içine alınmıştır. Antarktika üzerinde
bugün 31 devletin toplam 64 üssü bulunmaktadır.
Antarktika’ya gelen ilk devletler kendileri açısından
en stratejik gördükleri yerlere üslerini kurmuşlardır.
Amerika, Avustralya ve Rusya’nın yanı sıra
Bulgaristan’dan İran’a, Kore’den Suudi Arabistan
ve Malezya’ya kadar gelişmiş veya gelişmekte olan
ülkeler ya Antaktika’da araştırma üslerini kurdular
ya da kurma aşamasındadırlar. Pakistan “Cinnah”
araştırma üssünü çoktan kurmuştur bile.
türü ile onlarca farklı kuş türü yaşamaktadır.
Antarktika’daki kiril miktarının da 100 ile 500
milyon ton arasında olduğu tahmin edilmektedir.
Antarktika’daki Türkiye’nin varlığı, kıtanın zengin
kaynaklarından pay almak adına değil, olası bir
yağmaya engel olmak açısından da çok önemlidir.
Antarktika’nın bir Dünya Parkı olması düşüncesiyle
çevreyi ve ekosistemi şimdiki ve gelecek nesilleri
korumayı ön plana çıkarmak Türkiye’nin bir kozu
olarak değerlendirilebilir.
Sonuç: 2003-2013 yılları arasında dünyada ve
Türkiye’de yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin önünü
açmış, ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda
dünyada itibarı artan bir Türkiye daha aktif bir dış
politika izlemeye başlamıştır. Bunun bir yansıması
olarak, yakın bir gelecekte Türkiye’nin Antarktika’da
Türk Araştırma Bilim Üssü kurması kaçınılmazdır.
Türkiye’nin Antarktika’da bir üs kurması dünyada
küresel bir güç ve bir aktör olarak var olmanın bir
gereğidir.
KAYNAKLAR :
1. Başlar, K., 2003. Antarktika Anlaşmalar Sistemi (1961-2001): 40 Yılın Ardından
Antarktika’nın Hukuki Rejimi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 2003 Cilt
Antarktika Ekosistemi
44
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Antarktika’ya Ekosistem olarak baktığımızda da en
büyük doğal kaynak rezervleri olarak balık ve kiril
rezervleri gelmektedir. Antarktika suları dünyanın
en verimli canlı rezervine sahiptir. Antarktika’da
35 çeşit penguen, 200 çeşit balık, 12 çeşit balina
52 Sayı 2.
2. Öztürk B., Atasoy, O., (Ed.) 2013. Antarktika’da Türk Araştırma Üssü Kurulması
Çalıştayı. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı. İstanbul/Türkiye, TÜDAV Yayın no:37.
FOTOĞRAFLAR :
1. http://b68389.medialib.glogster.com/media/
cbb0978f2912bf9df499e0b5912738d1a63dece8c4e68a033899e6702eba0131
meteorsearch-harvey-big.jpg
Yetenek Kazandırma Kursları
OKUMA YAZMA
VE BİLGİSAYAR
KULLANICI
EĞİTİMLERİ
[ Hazırlayan ] SG Eğitim ve Öğretim Komutanlığı
45
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
SG Eğitim ve Öğretim Komutanlığında vatani görevlerini yapmakta olan erbaş/erlere, sivil yaşamlarında
kullanabilecekleri bir yetenek kazandırmak ve ülke kalkınmasına da fayda sağlamak maksadıyla Konyaaltı Halk
Eğitim Merkezi Müdürlüğü personeli tarafından Komutanlığımız KIEM dershanesinde; 01 Nisan 2013-14
Mayıs 2013 tarihleri arasında “Okuma Yazma” eğitimi ve 26 Şubat-30 Mayıs 2013 tarihleri arasında “Bilgisayar
Kullanıcı” eğitimleri verilmiştir.
“Okuma Yazma ve Bilgisayar Kullanıcı” eğitimlerini başarıyla bitiren erbaş/erlere sertifikalarını vermek üzere
27 Haziran 2013 tarihinde Komutanlığımızda tören icra edilmiş olup, törene Konyaaltı Halk Eğitim Merkezi
Müdürü Adnan ÖZDEMİR, Müdür Yardımcısı Ahmet KARTÖZ ve Halk Eğitim Merkezi Öğretmeni Ayfer
KARTAL davetli olarak iştirak etmişlerdir.
Bahse konu Konyaaltı Halk Eğitim Merkezi personeline eğitimlerdeki katkı ve desteklerinden dolayı İdari
Başkan SG Kd.Alb. Hakan AKSU tarafından Teşekkür Belgesi verilmiş olup eğitimleri başarıyla bitiren erbaş/
erlere sertifikaları Kh. Des. Kt. K. Vek. SG Kd. Yzb Gürcan KAHRAMAN tarafından verilmiştir.
46
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
BOĞAZİÇİ KITALAR ARASI
YÜZME YARIŞLARI
[ Hazırlayan ] TCSG-312 Komutanlığı
“Boğaziçi Yarışlarını”; Cumhuriyet, Olimpizm ve
Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) ilkelerini,
insanlık medeniyetinin ortak evrensel değerlerini
ve özünü teklikten değil de çoğulculuktan
alan 21.yy küresel vizyonunu benimsemiş,
çevreye saygılı ve “rakipsiz bir deneyim” olarak
konumlamak, Türkiye’yi ve dünyayı, “bu ortak
payda da ve kültürlerin başkenti İstanbul’da
buluşmaya davet etmek” misyonuyla hareket eden
TMOK’un düzenlediği Boğaziçi Kıtalar arası Yüzme
Yarışları’nın 25’incisi 07 Temmuz 2013 tarihinde
gerçekleştirilmiştir.
Tarihçe
Dünyada kıtalar arası olarak düzenlenebilen
ilk ve tek yarışma olan Boğaziçi Kıtalar arası
Yüzme Yarışları’nın ilki 1989 yılında 4 bayan, 64
erkek sporcunun katılımıyla gerçekleştirilmiştir.
Boğaziçi Yüzme Yarışları her yıl artan bir ilgi
ile karşılanmaktadır. Uluslararası Olimpiyat
Komitesi’nin himayesinde ve “Herkes İçin Spor”
sloganına uygun olarak düzenlenen bu yarışlar
TMOK’un spor faaliyetlerinin başında gelen
etkinliğidir. İstanbul, Avrupa ve Asya Kıtaları
üzerine kurulmuş olması, içinden boğaz geçmesi
özelliği ile bu yüzme yarışını toplum sporu olarak
yaptırmaya doğal bir ortam oluşturmaktadır.
İstanbul Boğazı’nda dünyanın ilk ve tek kıtalar arası
yüzme yarışı yapılmaktadır. Artık gelenekselleşmiş
olarak yapılan yüzme yarışlarıyla, üç tarafı denizlerle
çevrili ülkemizde denizciliğin güzelliği ve önemi her
yıl bir kez daha gözler önüne serilmektedir.
25’inci Boğaziçi Kıtalararası Yüzme Yarışları07 Temmuz 2013
25’inci Boğaziçi Kıtalararası Yüzme Yarışları’nda
Kanlıca Vapur İskelesi’nden Kuruçeşme Cemil
Topuzlu Parkı’na kadar yaklaşık 6,5 km’lik zor bir
parkurda dünyanın dört bir yanından toplam 55
ülkeden gelen sporcuların katılımıyla 1426 sporcu
kürek, kano ve yüzme kategorilerinde mücadele
etmiştir. Yarışlar boyunca İstanbul Boğazı transit ve
yerel trafiğe kapatılmıştır.
Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın Boğaziçi
Kıtalar arası Yüzme Yarışları’na Katkısı
Boğaziçi Kıtalar arası Yüzme Yarışları’nda Sahil
Güvenlik Komutanlığı oldukça çok sayıda platform
ve personel ile yarışlara destek vermiştir. Yarış
parkurunun ve çevresinin güvenliğinin sağlanması
ve sporculara yakın güvenlik ve koruma sağlanması
görevleri etkinlikle yerine getirilmiştir.
Koordineli bir şekilde görev icra eden SG unsurları
vasıtası ile denizde meydana gelen acil durumlara
anında müdahale edilerek katılımcıların herhangi bir
zarar görmeden yarışları bitirmeleri sağlanmıştır.
Özellikle yüzme yarışlarının bittiğinin düşünüldüğü
anlarda SG helikopteri havadan tespit ettiği bir
yarışmacıyı Sahil Güvenlik botlarına bildirmiş,
en yakın SG botunun müdahalesi ile yarışmacı
denizden çıkarılmıştır.
Yarışmalar sona erdikten sonra TCSG-312
Komutanlığının koordinatörlüğünde Boğaz’da
bulunan tüm SG botları ile nizam halinde denizde
yüksek süratle boğaz geçişi yapılmıştır. SG
Helikopteri tarafından görüntülenen nizam geçişi
sahilde bulunan izleyicilerin dikkatli bakışları ve
alkışlarıyla tamamlanmıştır. Dünyada kıtalar arası
düzenlenen tek yüzme yarışı olması nedeniyle
yüzme yarışlarına yerel ve dünya basınının da ilgisi
büyüktü. Sahil Güvenlik Komutanlığı hava ve yüzer
unsurlarının İstanbul Boğazı’nda başarıyla görev
yapması, izleyicilerin ve basının yarışmalara ilgisi
Sahil Güvenlik Komutanlığının Türkiye ve diğer
ülkelerde tanıtılmasında çok büyük katkılarda
bulunmuştur.
47
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge
Komutanlığı bağlısı 14 SG unsuru (TCSG-312,
TCSG-303, TCSG-19, TCSG-5, TCSG-12, Saget-2,
Saget-3, Saget-5, Saget-9, Saget-16, Saget-18, Degak-04 ve lastik botlar ), SG Hava Komutanlığı
bağlısı 1 helikopter ve yarış komitesine danışmanlık
yapan bölge Harekat Şube Müdürü SG Yarbay Murat
ÖZER ve SG Sey.Kd.Bçvş. H. Avni CINDIK’tan
oluşan kalabalık ve etkin bir görev grubuyla tüm
yarışmalar sürecinde denizden güvenliği sağlamıştır.
Fotoğraf: Ada martısı Cem Orkun Kıraç
48
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
TÜRKİYE’NİN ZENGİN DENİZEL
BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ VE KORUNMASI
[ Hazırlayan ] Cem Orkun KIRAÇ | Su Altı Araştırmaları Derneği Kurucu Üyesi
Denizlerimizde ve kıyılarımızda birçok canlı türü
yaşıyor. Bunlardan bazıları nesli dünya çapında
tehlike altında olan türler ve ne şanslıyız ki bu
canlıların bazıları ülkemizi üreme alanı olarak
kullanıyor.
Deniz ve kıyı alanlarımız sahip oldukları biyolojik
çeşitlilik bakımından da dünyada ve Akdeniz’de
hatırı sayılır bir konumdadır. Deniz ve kıyı
canlılarının ülkemizde bulunanlarından bazıları
dünyada sadece birkaç ülkede yaşamakta ya da
dünya ölçeğinde nesli azalan canlılar grubuna
girmektedir. Türkiye yaklaşık 8 bin 500 kilometre
kıyı şeridi, yüzlerce ada ve adacığıyla büyük
bir yarımada ülkesi. Etrafında bulunan 4 ayrı
karakterdeki denizleri, gerek kıyı gerekse içerdiği
canlılar bakımında oldukça büyük farklılıklar
gösteriyor. Göçmen balıkların dışında, dipte yuva
yaparak bölge tutan teritoryal canlılar ve diğer
bentik balık türleri mevcut. Örneğin kuvvetli
bölgesel davranış gösteren orfoz (Epinephelus
marginatus) deniz tabanında taşların arasında,
altında yuva tutan bir tür. Dünyada, Akdeniz
Havzası dışında yayılım göstermeyen deniz çayırları
(Posidonia oceanica), ülkemizde Ege ve Akdeniz’de
0–40 metre derinlikte su altı kuşağında yaşar,
ancak Marmara kıyı sularında çok az rastlanırken
Karadeniz’de hiç görülmezler. Bu çiçekli deniz bitkisi
denizlere oksijen sağlamasının yanı sıra birçok deniz
canlısına ya habitat sağlar ya da besin.
Sularımızda deniz memelisi olarak toplam 10
tür setase (yunus ve balinalar) ler de görülür.
Bunların arasında şişeburun (afalina), yunus
(tırtak), çizgili yunus ve mutur devamlı karşılaşılan
türlerdir. Sularımızdaki tek yüzgeçayaklı ise aynı
zamanda Akdeniz’in ve dünyanın en nadir canlısı
durumundaki Akdeniz fokudur.
Denizlerimizde yaşayan dip (demersal) balıkları,
özellikle hani balıkları (orfoz, lagos) ve kaya levreği
gibi belli bir bölgeye kuvvetli olarak tutunan
balıklar; trol, şebeke, trata ve ığrıp gibi metotlarla
avlanan balıkçı tekneleri yüzünden büyük oranda
zarar gördü. Çünkü, özellikle kıyılarda yapılan
dip sürütme av metotları, yavruların yetişip
büyüdüğü sığ sularda dibi bozar ve canlıların
barındığı kayalık veya çayırlık alanları tahrip ettiği
gibi büyüdükten sonra açığa giden yavru balıkları
cinsel olgunluğa ulaşmasına olanak vermeden
daha baştan yok eder. Ne yazık ki ülkemizde belli
bölgelerde, özellikle Ege’de trata ve ığrıp yasa dışı ve
yoğun olarak yapılmakta iken Sualtı Araştırmaları
Derneği (SAD)’nin de yoğun çabaları ve başvurusu
sonucunda 2001 yılından itibaren uygulanmak
üzere Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından trata
ve ığrıp kıyısal dip sürütme avlanma tekniklerine
yasak getirildi. Trata ve ığrıp artık 12 senedir
yasak ve ülkemizde uygulanmıyor, ancak gittikçe
artan yasa dışı ve aşırı trol ve gırgır avcılığının tüm
denizlerimizde çok daha sıkı takip edilmesinin
çarelerine bakılmalı. 14 metreden büyük balıkçılık
teknelerinin zorunlu olarak takmaları gereken
Otomatik Tanımlama Sistemi (OTS) cihazlarının
balıkçı teknelerinde etkin çalışmadığı bir vakıa.
SAD, OTS etkinliğinin artırılması ile yasadışı trol ve
gırgırların masraflı deniz denetleme maliyetlerini
azaltacağı gibi yasa dışı balıkçılığın ciddi şekilde
azaltılmasında önemli bir faktör olduğunu
düşünmektedir. Bu arada, karada; limanlarda balık
pazarları ve restoranlarda satışa çıkarılan yasa dışı
balıkların Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
yetkilileri tarafından çok daha yakından izlenmesi
ve tavizsiz yaptırımların uygulanması da önemli. Bu
şüphesiz ciddi bir caydırıcılık yaratacak ve yasa dışı
balığın alınıp satılmasında yaptırımlardan dolayı
azalma görülecektir. Yasa dışı balığı satamayacağını
bilen balıkçı, yasa dışı balık avlamayı bırakır.
Deniz habitatlarına uyum göstermiş bir deniz
kuşu olan ada martısı (Larus audouinii) adından
da anlaşılacağı üzere dünyada sadece Akdeniz’deki
adalarda görülen el değmemiş ve bozulmamış
yaşam ortamlarını üreme alanı olarak kullanan
nadir bir canlı ve nesli azalma tehlikesi altında. Bu
türün yok olma nedenlerinin başında, yaşam alanı
adaların, insan faaliyetleri sonucu özelliklerini
kaybetmesi geliyor. Türkiye kıyılarında kesin
olarak 3, muhtemelen sadece 5 noktada ürüyor.
Türkiye’den başka Yunanistan’da bazı Ege adaları ile
49
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Fotoğraf: Posidonia deniz çayırı Barış Akçalı
Batı Akdeniz’de İspanya’da bazı adalarda nispeten
daha fazla sayıda üremektedir. Ayrıca sadece
Akdeniz’de görülen tepeli karabatak (Akdeniz
alttürü) (Phalacrocorax aristotelis desmarestii) yine
sadece temiz deniz ve kıyı ekosistemlerinde yaşar.
Bu saf deniz kuşu bataklıklarda veya yerleşim
yerlerine yakın bölgelerde, iç bölgelerde ve iç sularda
yaşamaz. Sadece el değmemiş ve insan baskısından
uzak kayalık kıyılarda ürer.
50
Akdeniz foku (Monachus monachus) Avrupa’nın
en nadir canlısı olup, yine Dünya Doğa ve Doğal
Kaynakları KOruma Birliği (IUCN)’ne göre tüm
dünyada nesli kritik derecede tehlike altındadır.
Tüm dünyada sadece 650–700 civarında kalmıştır.
Akdeniz fokunun 1970’li yılların sonuna kadar
en önemli yok olma nedeni, yağı ve derisi için
avlanması, canlı yakalanarak sirk ve hayvanat
bahçelerine satılması ve balık ağlarına zarar vermesi
nedeniyle kasıtlı öldürülmesiydi. 1980 ve sonrasında
hızla gelişen turizm, aşırı ve plansız kıyı yapılaşması
sonucunda yok olma nedeni olarak “avlamaöldürme” faktörünün yerini, büyük oranda yaşam
alanlarının, yani kıyıların betonlaşması ve bakir
kıyılara yol açılması (yani habitat bozulması) aldı.
Ülkemizde kalan son bakir ve ıssız kıyılarda yaklaşık
100 kadar Akdeniz foku yaşıyor bu nadir türle
karşılaşmak neredeyse büyük şans.
Sürüngenlerden deniz kaplumbağası (Caretta
caretta) ve Yeşil deniz kaplumbağası (Chelonia mydas)
Akdeniz’de hatırı sayılır oranda sadece Türkiye ve
Yunanistan’ın nispeten korunmuş kumsallarında
yumurtlamaktadır. Her iki deniz kaplumbağası türü
de IUCN çalışmalarına göre nesli tehlike altında
olan türler. Ülkemizde tümü Akdeniz kıyılarımızda
olmak üzere 20 önemli deniz kaplumbağası
üreme alanı mevcut. C.caretta ülkemizde ağırlıklı
olarak Batı Akdeniz kıyılarındaki kumsallarda
yumurtlarken C.mydas ise daha çok doğuda
kalan kumsalları kullanır ve ürer. Bu 2 tür deniz
kaplumbağası, ülkemizin sadece Akdeniz kıyılarında
bakir kumsallarda yumurta bırakmaktadır. En
batıda Ekincik Koyu ile en doğuda Hatay Samandağ
kumsalında toplam 20 kumsalda üreme olmaktadır.
Yine Akdeniz fokunda olduğu gibi yok olmalarının
birinci nedeni yaşam alanı olan üreme kumsallarının
yapılaşmaya açılması sonucu habitat bozulmasıdır.
Fırat kaplumbağası (Rafetus euphraticus) tüm
Avrupa’da sadece Türkiye’de ve ülkemizde ise
sadece Dicle ve Fırat boylarında görülebilen oldukça
nadir bir sucul canlıdır. Ana yok olma nedeni ise
ekoloji hesaba katılmadan inşa edilen barajlar ve
HES’lerden kaynaklanan doğal yaşam alanı kaybıdır.
Denizlerin oksijenini sağlayan deniz çayırları
(Posidonia oceanica) sadece Akdeniz’e has bir
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Fotoğraf: Akdeniz foku Cem Orkun Kıraç
Fotoğraf: Posidonia deniz çayırı Barış Akçalı
deniz bitkisi. Deniz canlılarına barınak sağlaması,
beslenme alanları oluşturması ve ayrıca oksijen
sağlaması bakımından hayati öneme sahip bir deniz
bitkisi ve sadece 0,2–40 m. arasında derinliklerde
yaşayan, yani kıyılarda bulunan bir canlıdır. Ülkemiz
kara sularında Marmara’da çok küçük bir bölgede,
ancak esasen Ege ve Akdeniz sahillerimizde görülür.
El değmemiş ve nispeten daha az insan baskısı
görmüş kıyılarımızda ve adalarımızda bazı deniz
kuşları ve yırtıcı kuşlar da barınmaktadır ki, yine
yukarıda bahsedilen canlılar gibi dünyada sadece
birkaç ülkede bulunmaktadır. Küçük kerkenez (Falco
naumanni), Kara doğan (Falco eleonorae), Tepeli
karabatak (Phalacrocorax aristotelis), Ada martısı
(Larus audouinii) ve Tepeli Pelikan (Pelecanus crispus)
ülkemiz kıyılarında bulunan dünya çapında önemli
yabani kuş türleridir.
Koruma Bölgelerinin oldukları gibi korunması
hayati derecede önemli. Bu anlamda mevcut Tabiatı
ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı içinde
barındırdığı “korunan alanların yapılaşmaya veya
madencilik, turizm, betonlaşmaya izin verilmesi”
yolunu açtığından tüm ilgili çevreler, akademisyenler
ve STK’lar tarafından büyük tepki görüyor. Bu
haliyle doğa korumacı kesimler tarafından bir nevi
“Tabiatı Korumama Kanunu” yasa tasarısı olarak
görülüyor. Bu yasa tasarısı, mutlaka en başında,
yaklaşık 4 sene önce yapıldığı gibi, konusunda
uzmanlaşmış, STK’lar, akademisyenler ve
araştırmacıların katılımı ile baştan aşağıya tekrar
gözden geçirilmeli ve uzmanların görüşleri her
aşamada dikkate alınmalıdır.
Tüm bu canlılar, ülkemizin taraf olduğu Bern
Sözleşmesi, Barselona Sözleşmesi, Biyolojik
Çeşitlilik Sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi gibi önemli
uluslararası sözleşmelerle yaşam alanları ile birlikte
korunması taahhüt edilen türler olmasına rağmen
ülkemiz gereken esaslı ve kapsamlı koruma ve
yönetim planlaması önlemlerini almada çok büyük
eksikliklere sahip. Artık doğanın korunmasında
bazı alanlarda dibe vurma veya birçok alanda
düşüş eğiliminde olan doğal habitatlar ve biyolojik
çeşitliliğin korunması için “pozitif ayrımcılık”
yapmak zorunda olduğumuzu idrak etmemiz lazım.
Kıyıların imara açılması, betonlaşma ve özellikle
kıyısal SIT alanların, Milli Parkların ve Özel Çevre
Umarız yakın bir gelecekte, çok geç olmadan, başta
doğal yaşam alanları (yabanıl habitatlar) gerçek
anlamda korunarak sadece hukuksal zorunluluklar
değil birlikte yaşama ilkesine ve doğa anaya saygının
gereği de yerine getirilir. Bu makaledeki deniz
ve kıyı canlı türlerini korumak ciddi bir görev ve
sorumluluk. Bu da bilgiye dayalı, bilime saygılı ve
koordineli çalışmalarla mümkün. Sanırım doğayı
ve barındırdığı deniz canlılarını korumak için bu
aşamadan sonra doğal hayata pozitif ayrımcılık
yapmaktan başka çare yok. Bunu zor da olsa
kabullenmek durumundayız. Zira “koruma/
kullanma” yanlış algılamasında terazi ne yazık ki
doğal yaşam ortamları ve yabanıl canlılar aleyhinde,
artık bariz olarak bir tarafa basmış durumda.
51
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Fotoğraf: Orfoz Murat Draman
52
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
KAYBOLMAYAN IŞIĞIMIZ
DENİZ FENERLERİ
[ Hazırlayan ] Selim YETİM | SG Sey. Kd. Üçvş.
Belki de, aydınlığın yalnızlığıdır, deniz fenerleri.
Deniz ve rüzgar arkadaşı gibi gözükse de, kaptanlara
yol gösteren deniz fenerine kızdıkları zaman rüzgar
fırtına olur, denizde kabaran dalgalarla yıkmaya
çalışırlar yalnız ışığı.
çıldırır deniz feneri zevkten, adeta dans eder
denizlerin en uzak noktalarına uzanarak. Daha
gerçektir deniz feneri, gece sadece o ve deniz vardır
sınırlı görüş gizliliğinde. Ve her gece hikayelerini
anlatmak için gemileri beklerler sonsuz gecelerde…
Gündüz yalnızdır, hüzünlüdür, belki de karamsar,
kimse gelmez, uğramaz yanına. Belki de
umurlarında değil deniz fenerleri, uzaktan geçen
gemilerin.
Deniz Fenerleri;
Ağlayamaz deniz feneri, ağlamayı deliler gibi istese
de, gözyaşları yoktur, ulaşmak istese de ulaşamaz,
gemilerine, çaresizdir gündüzleri.
Geceleri mutluluk peşindedir deniz feneri, gecenin
esrarengiz yalnız sessizliğinde. Her ışık turunda
Yıldızlar ile yön bulunmaya çalışıldığı dönemlerden
günümüze denizcilerin kılavuzudur. Eski
dönemlerde deniz fenerlerinde aydınlatma, fener
tepesindeki bir maltız veya ızgara içinde yakılan
kömür veya odun ateşi ile sağlanmış,18. yüzyılda
balina yağı, kakao yağı ve diğer çeşit yağlar da fener
aydınlatmasında kullanılmıştır. Çağlar ilerledikçe,
odunla başlayan bu serüven, havagazı, petrol,
elektrik ve güneş enerjisi ile sürdürülmüştür.
Deniz fenerleri, gündüzleri yapının belirgin
renginden, geceleri ise ışığının renginden,
parlamasından ya da yanıp sönmesinden tanınırlar;
ve şimşek biçimiyle usta denizciler tarafından
tanınan deniz fenerlerinin ve ışıklarının görülmediği
kötü hava koşullarında denizciler; eskiden top ve
çan seslerinden, günümüzde ise sesli ikaz ve siren
seslerinden yararlanarak yollarını bulmaktadırlar.
Fener bekçiliği babadan oğula geçen
mesleklerdendir. 1970’li yıllara kadar Türkiye’nin
farklı bölgelerinde 200’e yakın deniz feneri bekçisi
görev yapıyordu. Fenerler, elektrikli sisteme
geçtikten sonra emekli olan bekçilerin yerine
yenileri alınmamaya başlandı. Şu an geriye sadece 5
aile kaldığı bilinmekte ve kısa bir süre sonra babadan
oğula geçen bu meslek belki de tarihe karışacak.
Gardiyanlı fenerlerimizden biri, Antalya’nın Güney
ucunda Yardımcı Burnu (Gelidonya Yarımadası)’nda
bulunan Gelidonya feneridir. Gelidonya “kaledonya”
kelimesinden geliyor. Kaledonya Likya dilinde
“kırlangıç” demek ve kırlangıç ağırlıklı göçmen
kuşlar, Mısır yolculuğu esnasında burada
dinlendiklerinden yöreye Kaledonya veya Gelidonya
adı verilmiş. Fenerin yapımına 1934’te başlanmış,
1936’da tamamlanmış. 1944’ten bu tarafa “Demir
Ailesi” babadan oğula geçecek şekilde fenerciliği
sürdürüyor. 227 metrelik rakımıyla Türkiye’ nin en
yükseğe konumlanmış feneri olan Gelidonya Feneri
sivri kayalıklar üzerine ulaşımı oldukça zor olan ve
günümüzde bile elektrik ulaştırılamadığı için elle
kurularak çalıştırılan bir deniz feneridir.
Deniz Fenerlerinin Tarihimizdeki Yeri:
Deniz fenerlerinin bir ihtiyaç haline gelmesi 1855
Kırım Savaşı sırasında Osmanlı müttefikleri
İngiltere ve Fransa’ya ait gemilerin İstanbul Boğazı
geçişi sırasında zorlanması ve bazı gemilerin karaya
oturmasıyla ortaya çıkar. Savaş sonrasında, dönemin
Fransa Büyükelçisi Antoine Thouvenel, Osmanlı
denizlerinde ve Boğazlarda seyir güvenliğinin,
deniz fenerleri kurmakla sağlanacağına Sultan
Abdülmecit’i inandırır. Padişahı modern deniz
fenerleri yapılması ve işletilmesi konusunda
Fransızlarla anlaşma yapması için ikna eder. Sultan
Abdülmecit ve 1855 yılında “Fenerler İdare-i
Umumiyesi Müdürlüğü”nü kurar. Fransız Elçiliği’yle
yapılan bir anlaşma uyarınca, Fransız vatandaşı
Marius Michel ve Camille Collas bu işi üstlenir.
En eski deniz feneri, MÖ 7. yüzyılda Sigeon’da,
bugünkü adıyla, Kumkale’de (Çanakkale) yapılmıştır.
Dünyanın antik çağdaki yedi harikasından biri
olan İskenderiye Feneri MÖ 280 yılında Knidos’lu
53
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Fenerler çalışma şekline göre ikiye ayrılırlar:
Gardiyanlı fenerler (bekçili fenerler) ve gardiyansız
fenerler (otomatik fenerler) . Gardiyanlı fenerlerde
fener bekçisi, fenerin çalışmasını sağlamak ve
fenerde doğacak herhangi bir arızayı gidermekle
görevlidir. Bu tip fenerler; fener kulesi ve dış galeri,
optik alet, nöbetçi odası, yakıt ambarı, sarnıç,
depolar ve fenercinin yaşayacağı mekânlardan
oluşmaktadır. Eski dönemlerde fenerciler ateşin
sürekli yanmasını sağlarken, camların temiz
olmasına da özen gösterirlerdi. Hava koşulları
yüzünden uzun zaman karaya çıkamamaları
durumunda, yiyecek tükendiğinde, aydınlatmada
kullanılan mumları yemeleri gerekebiliyordu.
O zamanki mumlar hayvansal ve bitkisel yağ
kökenli olduklarından sindirilebilen türden
hazırlanıyordu. Şiddetli fırtınalarda dalgalar 45
metre yüksekliğindeki bir fener kulesini tamamen
örtebilmekte ve fener fanusunun kalın camlarını
bile kırabilmekteydi. Fanus içine o kadar çok
deniz suyu girermiş ki, fenerciler sularla beraber
merdivenlerden sürüklenmemek için kendilerini
merdiven korkuluklarına bağlamak zorunda
kalırlarmış.
Sostrates tarafından Pharos Adası üzerine inşa
edilmiştir. Yüksekliği 135 metre olan bu fenerin
şöhreti ve yüksekliği bu güne kadar aşılamamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise, inşa edilen
ilk fener Fenerbahçe feneridir. Kanuni Sultan
Süleyman tarafından 1562 yılında inşa ettirilmiştir.
Mösyö Marius Michel Osmanlı İmparatorluğu’na bir
layiha (tasarı) sunarak kıyıların önemli yerlerine,
yeni yöntemle çalışan deniz fenerleri kurulmasını
ve yararlanan gemilerden de fener rüsumu (vergisi)
alınmasını teklif eder. Bu layiha Saraydan kabul
görür, imparatorluğun Akdeniz, Türk Boğazları ve
Karadeniz kıyılarında “fener sisteminin kurulması,
yönetimi, geliştirilmesi ve fenerler ağının bakımı” işi
fermanla bu güverte zabitlerine verilir. Fenerler İdaresinin amacı Osmanlı sahillerindeki
deniz fenerleri ve deniz sinyalleri şebekesini
geliştirmektir. Öncelikle Çanakkale Boğazı ve
Karadeniz’de 36 deniz feneri inşası kararlaştırılır.
Fenerler İdaresi böylece kurulur. Bu anlaşmanın 2
önemli maddesi şunlardır;
54
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
“Madde 8: Fenerlerin yer seçimini layıkıyla
yapmak ve daha sonra da belirli bir zaman
için kontrolü sağlamak üzere Osmanlı Devleti,
İngiltere ve Fransa devletlerinden birer bahriye
subayı görevlendirilecektir. Fenerlerin inşası sona
erdikten sonra ise fenerlerin teftişi sadece Osmanlı
Bahriyesince sağlanacaktır.”
“Madde 14: Osmanlı Hükümeti ile Mösyö Michel
arasında bir anlaşmazlık çıktığında iki taraf iş bu
hususu çözmek üzere taraflardan seçilecek iki
hakimin hüküm ve kararlarına uyacaklarını kabul
ederler. İş bu hakimlerin arasında bir anlaşma
sağlanamadığı takdirde üçüncü bir hakimi seçmeleri
lazım gelecek ve onun kararı kesin karar olacaktır.
Bu maddelerden birincisi, idarenin Bahriye
Dairesine karşı durumunu, ikincisi de karşılıklı
dengeyi gösterir. Bu dönemde, ayrıca bir de rüsum
(hizmet karşılığı alınan vergi) tarifesi yapılmıştır.
Buna göre:
Bir boğazdan girip diğerinden çıkacak olan
gemilerden her 100 tonilato için yirmi beşlik (yirmi
çeyrek), Akdeniz’den ve Karadeniz’den İstanbul’a
gelen ve İstanbul’dan bu denizlere giden gemilerden
yine her 100 tonilato için 10 beşlik (10 çeyrek) …
Fransızlar tarafından yönetilen Fenerler
İdare-i Umumiyesi Osmanlı devletini
borçlandırarak 5 sözleşme yapmış ve Osmanlı
denizciliğinin kanını kurutmuştur ;
İkinci sözleşme, ilk sözleşmenin süresinin dolması
beklenmeden 1860 yılında yapılmıştır. Daha sonra
20 Ağustos 1860 tarihli sözleşmenin süresi 15 yıl
daha uzatılmıştır. Fenerler Dairesi, gemilerden aldığı
vergilerle hatırı sayılır bir bütçeye sahip olur. Hatta
Osmanlı Hükümeti Fenerler İdaresinden değişik
sürelerde borç alma sözleşmeleri imzalamıştır.
En son sözleşme 1913 yılında imzalanmış olup,
50.000 altın liralık avansa karşılık imtiyaz 1924
yılından itibaren 25 yıl süre ile uzatılmıştır.
Fenerler İdaresi ile hükümet arasında 1. Dünya
Savaşı’nda ortaya çıkan anlaşmazlık nedeniyle 24
Temmuz 1923 tarihinde bir protokol yapılmış ve bu
protokol 16 Mart 1925 tarih ve 576 sayılı Kanun ile
onaylanmıştır.
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da deniz ulaştırmasının
büyük bir bölümü ile önemli limanların işletilmesi
yabancıların elindeydi. Türk denizciliğinin
gelişememesinin önündeki temel engeller yüksek
liman parası ve fener resmi olmuştur. Her ikisi de
Fransızların elindeydi. Bu nedenle Türkler, kendi
denizlerinde ticaret yapamaz durumda kalmıştır
ve nihayet Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonlar
çerçevesinde yabancı ülke gemilerine tanıdığı
kabotaj ayrıcalığı Lozan Barış Antlaşması’yla 1923
yılında kaldırılmıştır. Kabotaj (Nakliyatı Bahriye)
Kanunu 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe girmiş, ancak
Fenerler İdare-i Umumiyesi faaliyetleri devam
etmiştir.
Fenerlerin idaresi 1997 yılında Kıyı Emniyeti
ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel
Müdürlüğüne bağlanmıştır.
Fenerlerin idaresi daha sonra 1 Temmuz 1939
tarihinde Devlet Limanları İşletmesi Umum
Müdürlüğüne bağlanmıştır. 1 Şubat 1944 tarihinde
ise Devlet Denizyolları ve Limanları Umum
Müdürlüğüne bağlanmış Fenerlerin yönetimi
son olarak 12 Mayıs 1997 tarihinde Bakanlar
Kurulu’nun aldığı karar ile tüm seyir yardımcılarının,
kurtarma, yardım ve tahliyesi hizmetlerinin tek çatı
Ülkemiz sahillerinde 551 seyir cihazı bulunurken,
İtalya’da 1146, Ukrayna’da 42, Suriye’de 7,
Slovenya’da 24 seyir feneri bulunmaktadır. Türk
limanlarında 30 Net Tona üzeri yabancı bayraklı
gemiler ve 100 Net Tona üzeri Türk bayraklı
gemilerden fener ücreti alınmaktadır. Harp gemileri,
flandra taşıyan gemiler ile bilimsel araştırma ve
okul gemilerine bu ücret uygulanmaz. İngiltere’de
Genel Deniz Feneri İdaresi Corporation of Trinity
House’tur. Fransa’da 1792 yılında kurulan Köprüler
ve Yollar İdaresinin kontrolu altında bulunan
Fenerler İdaresi “Service des Phares et Balises” adı
ile tanınır. Amerika’da, 1 Temmuz 1939 dan itibaren
fener hizmetleri, “ U.S. Coast Guard” teşkilatı
tarafından yürütülmektedir.
Günümüzde denizcilik sektöründeki yaşanan
yenilikler, seyir sitemleri, elektronik haritalar,
seyir radarları, otomatik plot sistemleri gibi
teknolojik gelişmeler ile deniz fenerleri önemini
kaybetmeye başlamıştır. Ancak yalnız ışık her zaman
gizemini koruyarak denizcileri selamlamaya devam
edecektir...
Yüreğin mi daralıyor, yıldız ışığında,
Bırak anılar gitsin biraz daha geri.
Ruhu götürmeden vakit yürüyebilir,
Düşün nasıl durmuş sabırla yüzlerce yıl,
Hep bu benekte bu deniz feneri.
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA
KAYNAKLAR :
(1) Denizdeki Yıldız “DENİZ FENERİ” Recep TOKMAK
(2) ‘Denizciye Göz Kırpan Sevdalar’ Deniz Fenerleri M. Vefa TOROSLU
(3) Deniz Fenerleri: Gemilerin Ve Yalnızların Yoldaşı Bünyamin KÖSELİ
(4) Denizbank kanunu (Resmî Gazte ile neşir ve ilâm : 30/XII/1937 - Sayı : 3796)
No. Kabul tarihi 3295 27 - XII – 1937
(5) Kanun No: 815 Kabul Tarihi: 20 Nisan 1926 Resmi Gazete ile Neşir ve İlânı: 28 Nisan
1926 - Sayı:358
(6) Uluslararası Deniz Fenerleri Sempozyumu Necmettin Akten 8 Temmuz 2010
*Ali Çetinkaya (1878, Afyonkarahisar - 1949, İstanbul), Türk asker siyaset ve devlet adamı. I. Dünya Savaşı’nda çeşitli cephelerde savaşmıştır. İzmir’in işgalinden az önce, Ayvalık’taki 172.
Alay Komutanlığına getirilmiş, 29 Mayıs 1919 Ayvalık’ı işgal eden Yunan ordusuna ilk direnişi başlatan ve halkın katılımını da sağlayan komutandır. Kurtuluş Savaşı’nın askeri anlamda “ilk
kurşununu atan” kişi olarak kabul edilmiştir. Bayındırlık Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığı görevlerinde bulunmuş bir siyasetçi; Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Ulaştırma Bakanı’dır.
55
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Fenerler İdare-i Umumiyesi, 1937 yılı sonuna kadar
görevine devam etmiş, 1 Ocak 1937 tarihinden
itibaren, Fransızların imtiyaz ve yönetiminde
olan Fenerler İdaresi, Nafıa (Bayındırlık) Vekili Ali
Çetinkaya* tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devleti
adına gözetim altına alınmıştır. Fenerler İdare-i
Umumiyesi, 1938 yılı sonuna kadar faaliyetlerini
sürdürmüştür. 15 Ocak 1939 yılında, deniz fenerleri
satın alınarak ulusallaştırılmış, bu dönemde
kurulan Denizbanka devredilmiştir. Kabotaj
(Nakliyatı Bahriye) Kanunu ile başlayan süreç Deniz
Fenerlerinin de ulusallaşmasıyla son bulmuştur.
altında toplandığı, Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma
İşletmeleri Genel Müdürlüğüne bağlanmıştır.
56
BİR ÇOCUK BEKLİYORUZ
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
[ Hazırlayan ] Özlem Ayşe GÜRSOY | SG İk. Kd. Ütğm.
Bir çocuk iki kişiyi bekletir! Bu ne demektir? Bunun
anlamı, babanın, çocuk bekleyen karısının geçirdiği
psikolojik devreleri bilmesi, karısının da onu
anlamasıdır.
Bazı kadınlar, hamile kalınca tamamen değişirler,
bazıları da hiç değişmezler. Psikoloji kesin bir ilim
değildir. Her kadının yaşına, eğitimine, çevresine
ve karakterine göre değişik bir annelik hali vardır.
Fakat aşırı uçların dışında, genel olarak anne olacak
bir kadının aylar boyunca gelişen özel bir psikolojisi
vardır.
Özellikle birinci çocukta kadınlar doğumdan
değil, hamileliğin henüz bilinmeyen yönlerinden
çekinir, hislerde kararsızlıklar görülür. Kadın
çocuğu olacağını bilse bile ancak çocuk karnında
oynamaya başlayınca tam olarak bu duyguya
inanır. İşte bu mutluluk, üzüntü ve sıkıntılar ilk
evrenin özellikleridir. Fakat her şey annenin çocuğu
hissetmesiyle değişir(ikinci evre). Anne olma
isteği öyle derin bir içgüdüye bağlıdır ki, çocuk
istemediğine yemin etmiş bir kadın bile bilmeden
onu ister. Hamile kaldığını öğrenince üzüntüsünden
ağlamış olan bir kadın bile birkaç ayda derhal
annelik saflarında yerini alır. İşte her türün
yaşamını sürdürmeye çalışan doğa, her şeyi ayarlar.
Bu normal bir yakınlaşmadır ve yararlı da olur. Koca
bu ilişkiyi kıskanmamalı, normal karşılamalıdır.
Anne olmadan önce bir kadın, birçok şeyi öğrenmesi
gereken bir çocuk halini aldığını hisseder ve
bilmeden bu rolünden hoşlanır. Fakat çocuğu olacağı
için kendini annesiyle eşit görmeye başlar. Bu
çocuklaşma ve olgunlaşma evrelerini bir babanın çok
iyi anlaması ve kabul etmesi gerekir.
Hamileliği 3 dönemde düşünürsek, birinci dönemde
çocuk bir ümitle başlar, sonra inanmayla devam
eder, fakat gerçek bir yön yoktur. İkinci dönemde
varlık ortaya çıkar, üçüncü dönem ise düşüncenin,
uğraşının kısacası her şeyin merkezini teşkil eder.
En eski sembolik eşyalardan, ilk sanat eserlerinden
arkeologların araştırıp bulduğu karınları şişkin
‘tanrı-anne’ heykelciklerinde de görüldüğü gibi,
annelik içgüdüsü, her kadının kalbinde kökleşmiş
çok eski bir duygudur. Çocukken oynanan evcilik
oyunlarında küçük kız bu duyguyu kullanır. Ancak
babalık içgüdüsü, doğumdan önce hiç yoktur.
Küçük erkek çocuğu çocukları ile evcilik oynamayı
düşünmez. Bir erkek baba olacağını öğrendiğinde,
bu haber onda hiçbir duygusal tepki, bir gerçekçilik
yaratmaz. Kadın vücudu ve ruhuyla zaten bir
annedir, erkek ise aklıyla baba olur. Onu hayal
ederken anne gibi yeni doğmuş bir bebeği değil,
ödevlerine yardım edeceği, beraber gezerken
gurur duyacağı, maça gideceği, onun hırslarını
gerçekleştirecek bir büyük olarak görür.
Bir çocuk sahibi olmanın verdiği gurur geleceğin
babasının, karısına karşı daha çok hayranlık, minnet
ve sevgi duymasına neden olur. Bu çeşitli duygular
erkeği kadına daha çok yaklaştırır. Ayrılmak üzere
olan çiftlerin, hamilelik haberi ile yeniden birleşip
mutlu oldukları ender değildir.
Hamilelik bir gelişimdir, ihtilal değil. Karakteri
aktif ise anne mağazaları dolaşır, bebeğin odası
için alışveriş yapar, odayı boyar, pasif olanlar ise
bol bol hayal kurar veya sadece annelik ya da çocuk
yetiştirme kitapları okur. Ama her şey yine çocuk
etrafında toplanır. Sonra haftalar geçtikçe bebek
kiloca ağırlaştıkça bir tür yorgunluk gelir annenin
üstüne, son hafta geçen dokuz aydan daha uzun
gelir. Artık doğum için acele etmektedir. Doğumun
yaklaştığı günlerde hayret verici bir canlılık gelir
üstüne, etrafı düzene sokmak, temizlemek,
mobilyaların yerini değiştirmek gibi hareketler
önceki yorgunlukla ters düşer gibi görünür. Bu
Babalar, eşlerinizden karakter değişikliği, bir tür
sinirlilik bekleyebilirsiniz, ama anlaşılması daha
zor tutumlar da vardır. Özellikle üçüncü dönemde
içine kapanma, doğumdan sonraki melankolik hava
gibi. Hamile kadın, ağırlaşan vücudu nedeniyle
kocasını kaybetmekten biraz korkar. Bu yüzden de
onun beğenilme çabasını destekleyin. Zamanımızda
hamilelik nedeniyle fazla kilo almaktan sakınan
kadınlar zaten eskisi gibi olmuyorlar. Geleceğin
annesi vücuduna ve yüzüne biraz dikkat
ediyorsa normal sayılır. Hamileliğin çizgilerini
atamamaktan ve ideal ölçülerine kavuşamamaktan
korkar. Bu tutum olumludur, kadının ufak tefek
sıkıntılarda(hamilelik maskesi, varis, tüylenme vs.)
pasif kalmaktansa bir tepki göstermesi daha iyidir.
Ve bütün bunlara yanı sıra karınız bir kazadan veya
doğumdan korkuyorsa;
İlk önce onu dinleyin, size her şeyi anlatabilmesi onu
kuşkularından biraz olsun kurtarır.
Ağlamasında, duygusal anlarında onu anlayın.
Sonra ona güven verin, o da bunu aramaktadır.
Kelimelerin sihirli yönleri vardır.
Başkaları onu kuşkulandırabilir (bir dostun zor
bir doğum hikâyesi anlatması) fakat kelimeler onu
rahatlatır. Ona istatistiklerden bahsedin, doktorun
sözlerini hatırlatın.
57
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Anne olacak kadın birden bire kocasına yabancı
oluverir, erkek onun başka kimse olduğunu fark
eder, haklıdır da ve onu yeniden keşfetmesi gerekir.
Ve gururlu erkek şimdi de çekingen bir kimse
oluverir. Öyle ki karısının bir takım tepkilerini
anlayamaz. Bütün bu hisler bir babadan diğerine az
çok değişir. Ancak genel tepki kuşkudur. Korkuları
belirsiz bir suçluluk, hamilelik olayını bilmemekten
ve ailede anlatılan eski hikâyelerden doğar. Tüm
kocalar eşlerinin sıhhatinden onlardan daha çok
endişe eder.
doğumun çok yakın olduğunu gösteren iyi bir
işarettir.
Şu anda karınızda olağaüstü bir kuvvet
bulunmaktadır. Bu, doğadaki en üstün kuvvettir: Bir
çocuğu doğurabilme kuvveti. Başka hiçbir kuvvet
onunla ölçülemez. Düşünün ki karınızın vücudu
da, milimetrenin binde şu kadarı ufaklığında bir
yumurta, bir insan meydana getirmektedir. Hangi
bilgin böyle bir güce sahiptir? İnsanın sahip olduğu
güçler örneğin atom bunun yanında gülünç kalır.
Peki, bu gücün kadın üzerindeki tepkisi normal
sayılmaz mı? Tepki her kadında değişen bir zayıflık
olamaz mı? Bazı kadınlar bu durumda moral
yönünden çok duyarlı olurlar. Bir kelime bir şaka
silinmez bir iz bırakabilir.
Belirsizlik ve korkularla hamilelik süreci, annenin
çocuğu kucağına almasıyla biter. Anne bebekle
tek vücut olur ve en uzun aşk hikâyesi başlar. Bu
hikâye bir günde yazılmaz, anne sevgisi yıldırım aşkı
değildir. Bu sevgi günler boyunca, çocuk büyüdükçe
yavaş yavaş verdiği sevinç ve üzüntülerle meydana
gelir.
58
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Bir baba ilk kez çocuğunu gördüğünde anneden daha
az hayret eder. Anne daha önce çocuğu hayal eder
ancak babanın kafasında çocuk hakkında bir fikir
yoktur. Bir erkek için en büyük ve önemli an, çocuğu
kucağına aldığı andır. Kadın anne olmak için daha
önce 9 aylık bir hamilelik ve doğum geçirmiştir. Baba
için durum aynı değildir. Belki de şimdiye kadar hiç
kucağına bir bebek almamıştır.
Baba, bebekte annenin verdiği hislerden çok değişik
hisler yaratır. Babanın sesi hareketleri çok farklıdır.
Her zaman evde değildir. Ellerinin teması aynı
değildir. Bebeğin annesi kadar babasına da ihtiyacı
vardır. Bebeği düzenli olarak izlemek baba için de
yararlıdır, baba olma fikri gelişir. Ama bu izleme
akşam eve geldiğinde bebeğin yatağının başında
bir dakikalık seyretmekle olmaz, onu kollarına
alması, onunla konuşması, ağlarken sakinleştirmesi
gerekir. Anne ve baba çift olarak bebekle beraber
ilgilendikleri süre içerisinde yakınlaşmalar daha çok
artar. Böylece anne baba ve bebek üçgeni kurulur.
Anne ile çocuğun bir tarafta babanın diğer tarafta
olduğu aileler kadar kötü durum yoktur. Baba
gereksiz ve daha sonrada ilgisiz kalır.
Okuduğum kitaplardan alıntı yaparak hazırladığım
bu bölüm, aslında bizlere doğumun mucizesini
eşlerinizin psikolojisini ve bebeklerde baba rolünün
getirdikleri ile anne, baba ve bebek üçgeninin
önemini vurgulamaktadır. Sizler de eşlerinizin
özellikle ilk hamilelik süreçlerinde bu kitapları
hediye ederek, ona kuşkularını biraz olsun
yenmesinde yardımcı olabilirsiniz.
KAYNAKLAR :
(1) Laurence Pernaud’ ın Bir Çocuk Bekliyorum adlı kitabı
(2) Laurence Pernaud’ ın Çocuğumu Büyütüyorum adlı kitabı
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ
SAHİL GÜVENLİK
KOMUTANLIĞI KARARGAHI
60
TÖREN VE KOMUTANIN
AÇIŞ KONUŞMASI
2007
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü
münasebetiyle yapılan törende Sahil
Güvenlik Komutanı Tümamiral
Hasan UŞAKLIOĞLU, Sahil Güvenlik
Komutanlığının dünü, bugünü ve
geleceğini anlatan bir açış konuşması
yapmıştır.
İÇİŞLERİ BAKANININ
KONUŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci
Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle
yapılan törende İçişleri Bakanı Sayın
Muammer GÜLER tarafından Sahil
Güvenlik Komutanlığının ülke için
önemini belirten bir konuşma yapılmıştır.
31’İNCİ YIL KONSERİ Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci
Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Bandosu
tarafından konser verilmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ
SAHİL GÜVENLİK
KARADENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI
TÖREN VE KOMUTANIN
AÇIŞ KONUŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci
Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle
düzenlenen törende, Sahil Güvenlik
Karadeniz Bölge Komutanı SG Kur. Kd. Alb. Zeki BODUR tarafından
açış konuşması yapılmıştır.
62
2007
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
SAHİL GÜVENLİK
31’İNCİ YIL PASTASI
Samsun Valisi Hüseyin AKSOY, Sahil
Güvenlik Karadeniz Bölge Komutanı
SG Kur. Kd. Alb. Zeki BODUR ve
eşlerinin katılımları ile Sahil Güvenlik
Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl
Dönümü münasebetiyle hazırlatılan pasta
kesilmiştir.
KOKTEYL
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle
düzenlenen kokteyle; personel ve aileleri
ile çok sayıda konuk katılmıştır.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ
SAHİL GÜVENLİK MARMARA ve
BOĞAZLAR BÖLGE KOMUTANLIĞI
TÖREN VE KOMUTANIN
AÇIŞ KONUŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle
Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge
Komutanlığında icra edilen törene, Sahil
Güvenlik İkmal Merkezi Komutanlığı
personeli de iştirak etmiştir. Törende, Sahil
Güvenlik Marmara ve Boğazlar Komutanı
Dz.Kd.Alb. Mehmet KARABACAK
tarafından açış konuşması yapılmıştır.
64
2007
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
YOĞURT YEME YARIŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında düzenlenen Yoğurt Yeme
Yarışmasında birinci olan personele
ödülü, Sahil Güvenlik Marmara ve
Boğazlar Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb.
Mehmet KARABACAK tarafından
verilmiştir.
EL İNCESİ ATMA YARIŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında düzenlenen El İncesi Atma
Yarışmasında birinci olan personele
ödülü, Sahil Güvenlik Marmara ve
Boğazlar Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb.
Mehmet KARABACAK tarafından
verilmiştir.
GEMİCİ BAĞI YARIŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında düzenlenen Gemici Bağı
Yarışmasında birinci olan personele ödülü,
Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar
Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb. Mehmet
KARABACAK tarafından verilmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ
SAHİL GÜVENLİK
EGE DENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI
TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ
KONUŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci
Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle
düzenlenen törende, Sahil Güvenlik Ege
Deniz Bölge Komutanı Vek. Dz.Kd.Alb.
Levent BİLGİN tarafından açış konuşması
yapılmıştır.
66
2007
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
EL İNCESİ ATMA YARIŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında düzenlenen El İncesi Atma
Yarışmasında birinci olan personele
ödülü, Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge
Komutanı Vek. Dz.Kd.Alb. Levent BİLGİN
tarafından verilmiştir.
SİLİSTRE ÇALMA YARIŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında düzenlenen Silistre Çalma
Yarışmasında birinci olan personele ödülü,
Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı
Vek.Dz.Kd.Alb. Levent BİLGİN tarafından
verilmiştir.
HALAT ÇEKME MÜSABAKASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında düzenlenen Halat Çekme
Müsabakasında birinci olan takıma ödülü,
Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı
Vek. Dz.Kd.Alb. Levent BİLGİN tarafından
verilmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ
SAHİL GÜVENLİK
AKDENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI
TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ
KONUŞMASI
68
2007
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü
münasebetiyle düzenlenen törene, Mersin
Valisi Hasan Basri GÜZELOĞLU, Akdeniz
Bölge Komutanı Tuğa. Hayrettin İMREN,
Mersin İl Jandarma Alay Komutanı Bedri
DURSUN, Mersin İl Emniyet Müdürü
Arif ÖKSÜZ, Mersin Büyükşehir Belediye
Başkan Vekili Erol ERTAN, Mersin
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süha
AYDIN’ın yanı sıra çok sayıda konuk iştirak
etmiştir. Törende Sahil Güvenlik Akdeniz
Bölge Komutanı Dz. Kur. Kd. Alb. Rahim
ÇONGULOĞLU tarafından açış konuşması
yapılmıştır.
SİLİSTRE ÇALMA YARIŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında düzenlenen Silistre Çalma
Yarışmasında birinci olan personele ödülü,
Sahil Güvenlik Akdeniz Bölge Komutanı
Dz. Kur. Kd. Alb. Rahim ÇONGULOĞLU
tarafından verilmiştir.
HALK OYUNLARI EKİBİ
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümünde, Mersin
Büyükşehir Belediyesi Halk Oyunları Ekibi
gösterileriyle kokteylimizi renklendirmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ
SAHİL GÜVENLİK
HAVA KOMUTANLIĞI
TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ
KONUŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle düzenlenen törende, Sahil Güvenlik Hava Komutanı Dz. Alb.Bülent ÖZBAŞARAN tarafından
açış konuşması yapılmıştır.
70
2007
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
ÖDÜL TÖRENİ
Sahil Güvenlik Hava Komutanlığında
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında icra edilen yarışmalarda
dereceye giren personel ve er/erbaşlardan
birinci olanlara ödülleri Dz. Alb.Bülent
ÖZBAŞARAN tarafından verilmiştir.
HATIRA ORMANI ZİYARETİ
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında, Sahil Güvenlik Hava
Komutanlığı personeli tarafından, Sahil
Güvenlik Hatıra Ormanındaki ağaçların
bakımı yapılmıştır.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ
SAHİL GÜVENLİK
EĞİTİM ve ÖĞRETİM KOMUTANLIĞI
TÖREN VE KOMUTANIN
AÇIŞ KONUŞMASI
72
2007
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü
münasebetiyle Sahil Güvenlik Eğitim ve
Öğretim Komutanlığı karargahında icra
edilen törene, Sahil Güvenlik Antalya
Grup Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Antalya Hava Grup Komutanlığı
personeli, Antalya Büyükşehir Belediyesi
Genel Sekreter Yrd. Cemal ÖCAL,
Antalya Vali Yardımcısı Fuat ERGÜN,
Akdeniz Üniversitesi Rektör Yrd. Prof. Dr.
Muharrem KILIÇ, Antalya İl Jandarma
Komutanı Jandarma Kur Alb. Aykut
TANRIVERDİ, Antalya İl Emniyet Müdürü
Mustafa SAĞLAM, yanı sıra çok sayıda
konuk iştirak etmiştir. Törende, Sahil
Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanı
Dz.Kd.Alb. M.Şemdinan YILDIRIM
tarafından açış konuşması yapılmıştır.
KÜREK ÇEKME MÜSABAKASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında düzenlenen Kürek Çekme
Müsabakasında birinci olan takıma
ödülü, Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim
Komutanı Dz.Kd.Alb. M.Şemdinan
YILDIRIM tarafından verilmiştir.
YÜZME YARIŞMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında düzenlenen Yüzme
Yarışmasında birinci olan personele
ödülü, Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim
Komutanı Dz.Kd.Alb. M.Şemdinan
YILDIRIM tarafından verilmiştir.
TANITICI STANT AÇILMASI
Sahil Güvenlik Komutanlığının
31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri
kapsamında, Sahil Güvenlik Komutanlığı
ekipmanlarını tanıtıcı stant açılmıştır.
BİLİŞİM
74
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
MODEMLERİMİZDE ALABİLECEĞİMİZ
KOLAY GÜVENLİK ÖNLEMLERİ
[ Hazırlayan ] Murat GÜLCAN | SG Tek. Kd. Bçvş.
Günümüzde internet birçoğumuzun evine girmiş
ve günlük yaşantımızın vazgeçemediğimiz bir
unsuru olmuştur. İnterneti kullandığımız zaman
doğal olarak güvenlik önlemlerine de dikkat
etmek zorundayız. Bu güvenlik aşamaları çok
farklı katmanlardan oluşmaktadır. Bu sayımızda
evlerimizdeki ve iş yerlerimizdeki modemlerde
alabileceğimiz güvenlik önlemlerine değineceğiz.
1. İlk iş olarak ADSL modemin yönetim amaçlı
web arayüzü şifresini mutlaka değiştirin. Bu şifre
modem üreticileri tarafından varsayılan olarak
belirlenmektedir ve saldırgan tarafından birkaç
denemeyle bulunabilir.
Genelde kullanılan şifreler: admin, epicrouter,
password, zoomadsl, boşluk, conexant, DSL, root,
1234, vs. şifre güvenliğini sağlamak için bir şifre en
az aşağıdaki özellikleri sağlamalıdır:
• Güvenli bir şifre en az 8 karakterli olmalıdır,
• Şifre, karmaşıklık gereksinimlerini sağlamalıdır;
bunun için şifrede en az birer adet büyük harf,
küçük harf, rakam ve özel karakter (. , * ! gibi)
bulunmalıdır.
Örnek : 2h4KdG!f
• Güvenli bir şifre, sözlüklerde bulunan bir kelime,
isim, şehir veya tarih içermemelidir, yani şifre
tamamen anlamsız bir karakter topluluğu olmalı ve
asla tahmin edilememelidir.
4. Modeme internet üzerinden hiçbir şekilde
erişilememeli. Bunun için varsa modemin
firewallunu açın, yoksa yönetim amaçlı http, telnet
veya SNMP gibi protokolleri internete kapatın.
Mümkünse içerden sadece kendi IP adresinize
yönetim için izin verin.
5. Modemde MAC adres filtrelemeyi kullanın.
Bu şekilde sadece ağınızda kendi tanımladığınız
PC’lerin bağlanmasına izin vermiş olursunuz.
6. Wi-Fi bağlantılarının güvenliğ için güçlü
bir kriptolama yöntemi kullanın, sakın WEP
kullanmayın, kırılması çok kolay ve birçok sitede
yöntemleri bulabilirsiniz. WPA veya WPA2
kullanabilirsiniz. Bunda da en az 40-50 karakterli
karmakarışık rastgele bir şifre belirleyin. Bu şifreyi
ezbere bilmeniz gerekmiyor, şifreyi modeme
yazdıktan sonra kopyalayıp bilgisayarınızda
tanımlayacağınız profilde Ağ Anahtarı (PSK:
Pre-Shared Key, ön paylaşımlı anahtar) kısmına
yapıştırın. Bağlantı yaptıktan sonra ayarlarınızı
silmediğiniz sürece bilgisayarınız bu şifreyi bir daha
sormaz.
KAYNAKLAR :
(1) http://www.uekae.tubitak.gov.tr
(2) http://pcdersleri.blogsayfasi.com/
75
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
NOT: Bütün bu önlemlerin birinci amacı Brute
Force (Kaba Kuvvet) Ataklarından korunmaktır.
Bu tip saldırıların temel mantığı, mümkün olan
bütün ihtimallerin sırayla denenmesidir. Sıradan
bir brute force programının saniyede milyonlarca
şifre deneyebildiğini düşünürseniz basit şifrelerin
ne kadar kolay çözülebildiğini de anlamanız zor
olmaz. Programın saniyede 1 milyon şifre denediğini
varsayarsak, sadece rakamlardan oluşan 1 ile 5 karakter
arası bir şifrenin kırılması 1 saniye bile sürmeyecektir
çünkü bu şekilde oluşturulabilecek toplam şifre sayısı
99999 adettir. Bu 5 karakterli şifreye sadece bir tane
harf eklerseniz bu sayı yüzlerce kat artacağı için kırılma
ihtimali de o kadar azalacaktır.
2. ADSL modemde kesinlikle DHCP özelliğini devre
dışı bırakın. Yani asla otomatik IP dağıtmayın.
Ağınıza bağlanan bir kişi IP ayarlarını otomatik
olarak alamasın.
3. Varsayılan yerel ağ IP yapılandırmasını değiştirin.
Genelde varsayılan olarak modemde 192.168.1.1,
192.168.2.1, 10.0.0.1 gibi private IP’ler kullanılır.
Bu IP’leri 192.168.x.x veya 10.x.x.x şeklinde rastgele
değiştirebilirsiniz. Örneğin: 192.168.34.76 veya
10.222.35.98 gibi.
76
YAŞLILIK VE ÖLÜM
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
[ Hazırlayan ]
Evrim ELİAÇIK | Psikolog
[ Fotoğraflar ] Seyit ÖZDEMİR | Svl. Me.
İnsan hayatı evrelere bölündüğünde en basit
tanımlamayla çocukluk, yetişkinlik ve yaşlılık olarak
üçe ayrılabilir. Yaşlılık da çocukluk ve yetişkinlik
gibi bir gelişim evresidir ve genellikle insanların
çoğunun emekliye ayrıldığı 65 yaş ve sonrasıyla
tanımlanır, yani 65 yaşını aşmış kişiler için yaşlı
tabiri kullanılabilir. Tabi bu genel tanımlama 80
yaşına gelmesine rağmen halen etkin çalışan gençyaşlıları veya 50 yaşında emekli olup köşesine
çekilmiş erkenden yaşlılık psikolojisine giren kişileri
kapsamayabilir. Yaşlılık psikolojisine erken veya geç
girmek konusunda elbette bedensel sağlık durumu
çok önemli bir belirleyicidir. Bedensel ve zihinsel
çöküş, toplumsal yalıtılmışlık, kronik hastalıkların
başlaması gibi faktörler kişiyi erken yaşlanmaya
götürebilir. Bu konuları araştıran ve yaşlılığı tüm
yönleriyle inceleyen bilim dalına Gerontoloji;
yaşlıların sağlık sorunlarını açıklamaya ve tedavi
etmeye yönelik etkinlikleri içeren tıbbi branşa ise
Geriyatri denir. Biz de bu makalemizde fiziksel
ve toplumsal değişikliklere bağlı olarak insanın
yaşlanma sürecini, yaşlılıkta ruh sağlığını, ölümü
ve ölenin ardından kalanların yas sürecini masaya
yatıracağız.
Yaşlılıkta Bedensel - Zihinsel Değişimler
İleri yaşlarla beraber genel fiziksel sağlıkta önemli
değişimler görülür. Kalp-damar hastalıkları,
solunum hastalıkları ve yüksek tansiyonla
ilgili sıkıntılarda artış; tüm duyularda ise yaşa
bağlı performans düşüşü görülür. Koku ve tat
duyularındaki zayıflama beslenmeyi bozar.
Mekân algısındaki azalma bireyin dengesini ve eş
güdümünü etkileyebilir. Uzağı görme ve karanlığa
uyum sağlama yetenekleri azalır. İşitme kaybı
olabilir. Hareket ve motor beceriler; kas gücü
kaybı ve kemik yapısındaki düşüşle beraber azalır.
Refleksler ve tepkiler yavaşlar.
Zihinsel işlevler azalır, bellek kaybı, Alzheimer,
demans (bunama) gibi hastalıklar ortaya çıkabilir.
Yaşlılığa bağlı bu fiziksel değişimler diğer
insanlarla iletişimi ve etkileşimi olumsuz yönde
etkiler. Öğrenme ve bellek alanında ortaya çıkan
bozukluklar, düşünme yeteneğini ve yaratıcılığı
etkileyebilir. Buna karşın sağlık problemleri
engellemediği sürece bazı yaratıcılık türlerinin
uzun bir yaşamın sonlarına dek sürebildiğini de söyleyebiliriz. Örneğin, Michelangelo St. Peter’in
kubbesini 70 yaşında bitirmiştir. Sophokles, Kral
Oedipus’u 80 yaşında yazmış, Goethe Faust’u
80 yaşında tamamlamıştır. Handel, Haydn ve
Verdi ölümsüz melodilerini 70 yaşından sonra
yaratmışlar, Churchill 77 yaşında başbakan olmuş,
oyun yazarı George Abbot 92 yaşında kitap yazmış
ve 100 yaşında müzikal oyun yönetmiştir. Clint
Eastwood, 80 yaşını aşmasına rağmen film çekmeyi
sürdürmektedir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Yaşlıların
hepsinin bunayacağı ve toplumsal hayattan kopuk
olacağı gibi bir ön yargı son derece yanlıştır.
Yaşlıların cinsellikten uzak kişiler olduğu ön
yargısı da yanlıştır. Araştırmalar, yaşlı yetişkinlerin
çoğunun, orgazm süresi kısalsa da cinsel tepkiler
vermeye yetenekli olduklarını ve cinsel ilgilerini
koruduklarını göstermektedir.
Yaşlılıkta Toplumsal Değişimler
İnsanlar yaşlandıkça yaşamın anlamı, özellikleri
ve biçimleri de değişmektedir. Aile ve çevre ile
ilişkilerde önemli toplumsal rol değişiklikleri
görülür. Söz gelimi 65 yaşına dek iş yerinde altındaki
bir sürü çalışanı yöneten yönetici, emekliliğiyle
birlikte “patron” rolünden “emekli ev erkeği / kadını”
rolüne geçiş yapar. İş yerindeki eski günlerinde
olduğu gibi, evde eşine ve çocuklarına hükmetmeye,
emirler yağdırmaya kalktığında sorunlar yaşanabilir
ve ilk geçiş dönemleri biraz sancılı olabilir. Ama
genelde yaşam biçimindeki bu değişiklik yavaş yavaş
kabullenilir ve zamanla duruma uyum sağlanır.
Emeklilik gelir düzeyinde belirgin bir düşüşü de
Yaşlıların toplumsal etkileşimlerini incelediğimizde,
arkadaş ilişkilerinin de oldukça önemli bir yer
tuttuğunu görüyoruz. Birçok araştırma, uzun süreli
arkadaşlıkların yaşlılık döneminde korunduğunu
gösterse de arkadaşlıkların aile ilişkilerinin yerini
dolduramadığı da bilinmektedir. Yine araştırmalar,
kadınların nicelik bakımından daha az olsa da
erkeklerden daha anlamlı ve derin arkadaşlık
ilişkileri kurabildiğini göstermektedir. Erkeklerin
daha geniş bir arkadaş çevreleri olsa da arkadaşlık
ilişkileri içindeki paylaşımları kadınlara göre daha
yüzeyseldir.
Yaşlılıkta Ruh Sağlığı
Yaşlı kişilerin ruh sağlığını etkileyen birçok önemli
faktör vardır. Kronolojik, fizyolojik, psikolojik ve
toplumsal yaşlanma kavramları birbirinden farklıdır
ve bireyden bireye büyük değişiklikler gösterir.
Kişinin kronolojik yaşı çok ilerlemiş olabilir, ancak
fizyolojik olarak sağlıklı olup, psikolojik olarak
kendini yaşına göre çok daha genç hissedebilir. İleri
yaşına rağmen hala üretmeyi ve çalışmayı sürdürerek
toplumsal anlamda etkin roller üstlenmeyi
sürdürebilir. Veya bunun aksine kronolojik yaşı genç
olmasına rağmen erkenden emekli olup toplumsal
anlamda kendini inzivaya çeken, fizyolojik-psikolojik
olarak kendini olduğundan çok daha yaşlı hisseden
kişiler de vardır. İşte bu gibi kişilerde bir şeyler
üretmeme ve hayattan bir beklentisi kalmama
durumunun, ruhsal sağlık üzerinde olumsuz etkileri
olabilir. Hayatta bir amacı kalmayan, hiçbir şey
üretmeyen, pasif bir yaşantı süren bir yaşlının
depresyona, bunalıma, kedere, kaygılara, paranoid
77
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Yaşlanma sürecinin insanın kişiliğine de olumlu /
olumsuz etkileri vardır. Yaşlılığı ve ölüm kavramını
olgunlukla karşılayan bilge yaşlılar olduğu gibi;
kendisiyle barışık olmayan, yaşlandığına kızan,
ölümden korkan huysuz yaşlılar da vardır.
beraberinde getirir. Gelir azalması, ailenin yaşam
düzeyinde de değişimlere neden olabilir. Bu
ekonomik güçlük yaşlı çiftin sağlıkları bozuldukça
daha da belirginleşir. Bu durumla beraber, önceden
büyüklerin desteklediği evlatlar, şimdi büyüklerine
yardım etmeye başlarlar. İnsanlar yaşlandıkça
akraba oldukları insan sayısı da artmakta, aileye
yeni üyeler, yeni kuşaklar eklenmektedir. Bu durum
yaşlıların yeni toplumsal roller kazanmalarına sebep
olur. Örneğin babalık ve annelik rollerine ek olarak
dedelik ve ninelik rollerine de sahip olurlar. Bu
roller yaşlıların, özellikle de ninelerin torunlarına
karşı yapmaları gereken birçok sorumluluğu da
beraberinde getirir. Evlatlarına torunun bakımında
yardım etmek, torunu parka götürmek, onunla
oynamak gibi…
düşüncelere kapılma ve psikosomatik hastalıklardan
etkilenme olasılıkları çok daha yüksektir. Tüm bu
ruh sağlığı bozuklukları ve amaçsızlık, bunama
sürecini de hızlandırabilir. Bu açıdan yaşlı bakım
evlerinin (huzurevlerinin) yaşlılara verdiği edilgen
destek yeterli değildir. Yaşlıları pasifize etmeyecek
önlemlere gerek vardır. Hareketsizlik, bütün gün
televizyon izlemek, hiç spor yapmamak, sürekli
ilaç tüketmek gibi durumlar yaşlıları edilgenliğe
itmekte, ruh sağlıkları
üzerinde olumsuz etkilerde
bulunmaktadır. Oysa yaşlılara
uygun spor
aktiviteleri, sanatsal
etkinlikler, ve grup
psikoterapisi gibi
uygulamalar
onları daha etkin
kılabilmekte, yaşam
sevinçlerini
artırabilmektedir.
78
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Yaşlılık dönemindeki
ruh sağlığı üzerinde
belirleyici etkisi olan
önemli bir olgu da
yaşam doyumu, yani
kişinin yaşamdan ne
istediği ile ne elde ettiğinin karşılaştırmasından
elde edilen sonuçtur. Tüm yaşamını boşa geçmiş
bir hayat olarak değerlendiren ve amaçlarını
gerçekleştirememiş olduğunu düşünen yaşlılarda
yaşam doyumundan bahsedilemez; amaç ve
hedeflerini büyük ölçüde gerçekleştirdiğini düşünen
yaşlıların ise yaşam doyumu duygusu yüksektir
ve bu duygu kişinin boşa yaşamadığı hissiyle onu
yaşlılık döneminde mutlu ve huzurlu kılar, ruhsal
rahatsızlıklardan korur.
Yaşlılar, stresle başa çıkmada da büyük sorunlarla
karşılaşabilirler. Yaşlıların karşılaştığı sağlığın
bozulması, eşin ölümü, gelir azalması gibi stres
yaratan durumlar arttıkça ve yaşlının denetim
duygusu azaldıkça stres daha yıkıcı bir hale
gelmektedir. Yaşlanan bağışıklık sistemi de
yaşlı kişileri stresin etkilerine daha açık hale
getirmektedir. Stresin etkisini azaltan en önemli
etkenlerden biri toplumsal destektir. Aile ve
arkadaş çevresi yaşlı kişilere hem toplumsal
kimliğin sürdürülmesi olanağını hem de maddimanevi destek sağlamaktadır. Özellikle geleneksel
toplumlarda bu desteğin çok güçlü olduğu, gelişmiş
toplumlarda ise daha fazla kurumsallaştığı
bilinmektedir. Toplumdan yalıtılmışlık, yaşlı kişiler
için son derece yıkıcı bir duygudur. Bu sebepten
elden ayaktan düştüğünde bir huzurevine yatırılıp,
evlatları tarafından hiç ilgilenilmeyen, ziyaret
edilmeyen yaşlıların stres düzeyleri yüksektir ve
ruhsal sağlıkları bu
durumdan oldukça
olumsuz etkilenir.
Şüphesiz huzurevleri
toplum için çok
gerekli kurumlardır
ve modern toplumun
oldukça önemli
bir ihtiyacını
karşılamaktadır.
Çalışan evlatların
evde yalnız bırakacağı
yaşlıların ev
kazalarıyla kendilerine
ve eve zarar verme
riski huzurevlerindeki
bakımla önlenmiş
olur, fakat bu durum
yaşlı ebeveyni
huzurevinde unutup,
hafta sonlarında bayramlarda, özel günlerde bile
ziyaretine gidilmeyen bir hale dönüşürse yaşlının
ruhsal sağlığı açısından faydadan çok zarara yol açar.
ÖLÜM
Ölüm kavramı da artık insanın gelişim sürecinde
tıpkı doğum, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve
yaşlılık kadar doğal bir süreç olarak görülmektedir
ve bir tabu değildir. Ölüm, insanoğlu için doğumdan
itibaren tek mutlak gerçektir ve ölümden
kaçamayacağının bilincinde olan tek yaratık olan
insana varoluşsal bir kaygı yaşatmaktadır.
Ölme Süreci
Ani gelişmeyen ölümlerde söz gelimi uzun vadede
ölüme sebep olan hastalıklar sonucu ölüme doğru
ilerleyen ve ne olup bittiğinin farkında olan kişilerde
ölme süreci çeşitli evrelerden geçer. Araştırmacı
E. Kübler Ross, ölmekte olan 200’den fazla
hastayla yaptığı görüşmelere dayanarak bu evreleri
saptamıştır:
1. Yadsıma ve Yalıtma: İlk evrede kişi, ölümün
yakın olduğunu inkar eder, yadsır. İlk tepki
“Hayır, ben değil, doğru olamaz” şeklinde ortaya
çıkmaktadır. Kimi hastalar hastanede bir yanlışlık
yapıldığına, örneğin tıbbi testlerin başka hastaların
testleriyle karıştığına inanmak isterler. Kimileri
daha olumlu bir tanı duyabilme umuduyla başka
doktorlara gitmeyi denerler. Bu inkar tepkisi
beklenmeyen haberin şokuyla başa çıkmada sağlıklı
bir yol olarak görülebilir.
2. Öfke: İkinci tepki “Neden Ben?”biçiminde ortaya
çıkmaktadır. Buradaki temel duygu öfke, haset ve
küskünlüktür. Aile için bu öfkeyle başa çıkmak,
hastanın bakış açısını anlamak çok zordur.
3. Pazarlık: Bu evrede tanrıyla, doktorla ya da
başkalarıyla pazarlık ederek ölüm ertelenmeye
çalışılır. Bu evre, hasta için kısa vadede yardımcı bir
evredir.
4. Depresyon: Bu evrede hasta, artık ölmekte
olduğunu inkar edemez ve öfkenin yerini depresyon
alır. Hasta sevdiği her şeyi ve herkesi bırakma
sürecine girmiştir. Bu süreç sessiz ve sakin
geçebileceği gibi bazı sakinleştirici müdahalelerin
gerekebileceği daha tepkisel davranışlarla da devam
edebilir ve ciddi destekler gerektirebilir.
Kübler Ross, bu evrelerde umudu önemli bir etken
olarak görmektedir. Yeni bir ilaç, hastalıkla ilgili bir
araştırmada bir son dakika başarısı, yeni bir tedavi
yöntemi gibi düşünceler hastaların son aylarına
ve haftalarına kadar koruduğu düşüncelerdir. Bu
umut sadece iyileşme umudu değildir, aynı zamanda
ölümü kabul ederek ölme umududur. Bu umut,
hem ölümü hem de ölüm kederini daha insancıl ve
anlamlı kılmaktadır.
Ölümü Karşılama
Herkes ölümü gerçekçi biçimde kabul etmek
zorundadır. Bu kabul, kişinin duygusal
olgunlaşmasının da belirtisidir. İnsanların ölüm
karşısındaki bilinç düzeyleri bireyden bireye
farklılıklar göstermektedir. Duk Üniversitesi
araştırmacılarının 60-94 yaşları arasındaki 140
yaşlıyı inceledikleri araştırmada yaşlıların % 5’inin
ölümü hiçbir zaman düşünmediği, % 25’inin
haftada bir kereden az düşündüğü, % 20’sinin
Yas
Ölüm nedeniyle sevdiği bir insandan yoksun kalan
kişinin içinde bulunduğu duruma yas denir ve
şiddetli ruhsal acı ve kederi kapsar. Acılı duyguların
hafifletilebilmesi için duygusal destek süreci çok
önemlidir. Aile ve arkadaş desteği gören kişiler,
yasla beraber gelişen fiziksel ve ruhsal bozuklukları
daha az göstermektedirler. Zorlu yas süreçlerinde
psikolojik yardım almanın da faydası büyüktür.
Yas Süreci Çeşitli Evrelerden Oluşur
1. Şok ve Uyuşukluk: Kişinin sevdiği insanın
vefatını ilk öğrendiği anda yaşamaya başladığı bu
evre birkaç hafta sürebilmektedir.
2. Yadsıma ve İnanmama: Kişinin sevdiği insanın
öldüğünü inkar ettiği ve bu gerçeğe inanmadığı
evre kişinin ruhsal sağlığına bağlı olarak aylarca
sürebilmektedir.
3. Özleme, Hasret Çekme ve Depresyon:
Genellikle 5- 14 gün arasında doruk noktasına çıkan
bu evredeki yaygın duygular ağlama, insanlardan
uzak durma, hayata karşı genel bir ilgisizliktir. Bu
duygulara ölenin anısına bağlanma, korku, öfke,
uykusuzluk, iştahsızlık da eşlik edebilir.
4. Yeni Koşullara Uyum Sağlama: Bu dönemde
birey insanlarla ve etkinliklerle yeniden ilgilenir,
yeni bir denge kurmaya çalışır. Kimileri için bu
evre 6-8 hafta, kimileri için aylar hatta yıllar
sürebilmektedir.
5. Kimliğin Yeniden Yeniden Kurulması: Kişi
yeni ilişkiler kurar ve sevdiği biriyle yeni roller
üstlenir.
KAYNAK:
1. Bekir Onur, Gelişim Psikolojisi - Yetişkinlik, Yaşlılık, Ölüm; İmge Kitabevi,
5.Basım, Eylül 2000
FOTOĞRAFLAR:
1. Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığı Huzurevi Ziyareti Fotoğrafları.
79
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
5. Kabul Etme: Bu evrede hasta, artık yaklaşan
sonunu kabul eder ve derin derin düşünmeye başlar.
Genelde bir duygu boşluğu bu sürece eşlik eder.
aklına ölümün haftada bir kez geldiği, % 50’sinin
ise ölümü günde en az bir kere anımsadığı ortaya
çıkmıştır. Aynı araştırmada yaşlıların ölüme farklı
anlamlar yükledikleri de bulunmuştur. Kimi yaşlılar
ölümü bedensel yaşamın sona erip yeni bir yaşamın
başladığı başka bir dünyaya geçiş olarak görürken,
kimileri daha önce ölmüş sevilen bir kişiyle yeniden
birleşme inancını dile getirmektedir. Her iki grup
için de ölüm daha iyi bir varoluş durumuna geçiştir.
Ölümün bir ceza olduğunu dile getirenler ise çok
azdır. Ölümü bir son olarak görenler de vardır.
ATATÜRK’ÜN DONANMAYA VE
DENİZCİLİĞE VERDİĞİ ÖNEM
[ Hazırlayan ] Ahmet ÖZKURT | Svl. Me.
Türklerin denizle olan bağlantısı Çaka Bey’in
1081 yılında Ege kıyılarında beyliğini kurarak
İzmir’de ilk tersaneyi kurması ile başlar. Daha
sonrasında ise bu süreç, Bizans donanması ile
mücadele edebilecek bir güce erişene kadar
sürmüş; ancak bir süre sonra Haçlı Seferleri
bu gelişmeleri durma noktasına getirmiştir.
80
Osmanlı Devleti’nin kurulması ile yeniden
canlanmaya başlayan denizcilik faaliyetleri,
1327 yılında Karamürsel’de kurulan tersane
ile yükselişe geçmiş ve “Kaptan-ı Derya”
terimi Osmanlı Devlet hiyerarşisinde yerini
almıştır. Osmanlı devrinde ilk ciddi çalışmalar
Yıldırım Beyazıt devrinde başlamış, II.Beyazıt
devrinde imparatorluk donanmasının alt
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
yapısı kurulmuş ve Kanuni devrinde ise
en üst seviyeye yükselmiştir. Osmanlı
donanmasının merkez üssü “Tersane-i Amire”
olmuştur. Ülkemizde tersanecilik faaliyetleri
Osmanlı Devleti’nin Ege ve Akdeniz’deki
hükümranlığı dönemi ile başlamaktadır.
Osmanlı Devleti’nin Yükselme Döneminde
dünyanın en güçlü donanmasına sahip olan
Türk deniz kuvvetleri, 18.yüzyıldan itibaren
teknolojik olarak yenilenme gayretine
girmiş, ancak dünyanın hızlı değişimine ayak
uyduramayarak Cumhuriyet Dönemine güçlü
bir miras bırakamamıştır. Milli Mücadele
yıllarında Umur-ı Bahriye Müdürlüğü, 1 Mart
1921 tarihinde Bahriye Dairesi Reisliğine
dönüştürülmüş ve bütün şubeleri Milli
Müdafaa Vekaletine bağlanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı
İmparatorluğu’na katılan Yavuz ve Hamidiye
zırhlılarının onarım ve havuzlama çalışmaları
için İzmit Körfezi’nde yer tespiti yapılarak
Gölcük’te 1926 yılından itibaren tersane
kurma çalışmalarına başlanmıştır.
Atatürk, 1 Kasım 1937 yılında TBMM’nin
beşinci dönem, üçüncü toplanma yılını
açarken yaptığı konuşmada, Türkiye’de
denizciliğe önem verilmesi gerekliliğini şu
sözlerle dile getirmiştir: “En güzel coğrafi
vaziyette ve üç tarafı denizle çevrili olan
Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu
ile, en ileri denizci millet yetiştirmek
Yüce Önderimiz 1924 yılında yaptığı bir
konuşmasında; “Tarihte büyük deniz
komutanlarımız vardır. Fakat modern
donanma teşekkülüne teşebbüs ettikten sonra
bu gibi kahramanlıklara, parlak hareketlere
pek rastlanmaz. Milli Mücadele esnasında
donanmamızın toplu olarak kullanılmasına
imkan yoktu. Bununla beraber, ayrı ayrı
ve vatanseverce hizmetler pek çoktur.”
diyerek, Ulusal Kurtuluş Mücadelemizde
denizcilerimizin kahramanlıklarını
anlatmıştır.
Atatürk, her alanda olduğu gibi deniz
kuvvetlerinde de güçlü olabilmenin en önemli
şartını çağdaşlaşma temeline oturtmuştur.
Üç tarafı denizlerle çevrili topraklarımızda
Bağımsızlık Mücadelemizin başarıya
ulaşabilmesi için deniz kuvvetlerimizin daima
modern bir yapıya kavuşturulması gereğini
vurgulamıştır. O, bu konuda 1924 yılında
yaptığı konuşmada; “Hudutlarının mühim ve
büyük kısımları deniz olan Türk Devleti’nin
donanmasının da mühim ve büyük olması
gerekir. O zaman Türk Cumhuriyeti, daha
gönlü rahat ve emin olacaktır. Mükemmel
ve güçlü bir Türk donanmasına sahip olmak
gayedir. Buna ilk gidiş noktası, harp gemileri
tedarikinden evvel onları başarı ile sevk
ve idareye sahip komutanlara, subaylara,
uzmanlara sahip olmaktır.” demiştir.
Eldeki imkanlar ölçüsünde kısa sürede yeni
bir donanma oluşturmak için elinden geleni
81
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
Cumhuriyet Döneminde Türk donanmasının
yeniden yapılandırma faaliyetleri Lozan Barış
Antlaşması’ndan sonra, donanmanın TBMM
emrine girmesi ve Cumhuriyet Donanması
adını alması ile hızlanmıştır. Bu yoldaki
çalışmalar daha sonra hız kaybetmeden
devam etmiş ve 16 Ocak 1928 tarihinde
çıkarılan bir yasa ile Bahriye Vekaleti,
Milli Savunma Bakanlığına bağlı Deniz
Müsteşarlığına dönüştürülmüştür.
kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi
bilmeliyiz, denizciliği, Türk’ün büyük
milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az
zamanda başarmalıyız.” Bu sözden hareketle,
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren her
alanda gerçekleştirilen büyük atılım ve
gelişmeler çerçevesinde deniz kuvvetlerimize
yönelik yoğun çalışmaların yapıldığını
görmekteyiz.
yapacağını belirten, Türk donanmasına
ve komuta heyetine her fırsatta güvenini
belirten Atatürk, 20 Eylül 1924 tarihinde
Hamidiye Kruvazörü’nün hatıra defterine
şunları yazmıştır;
“Hamidiye Kruvazörü, geçmişten hatıra
kalan, donanma unsurları içinde, Türk
Cumhuriyeti’nin denizlerde faaliyete geçen
ilk gemisi oldu. Beş seneden beri özlemini
çektiğim deniz hayatını bana yaşatan, bu gemi
oldu. Türk donanması kumanda ve subay
heyetini bu gemide ve buna refakat eden
Peyk-i Şevket torpido kruvazöründe tanıdım.
82
Temas ettiğim, ruhu genç, düşüncesi genç bu
gelecek komutan ve subayları bize bahriyemiz
için kuvvetli ümitler doğurdu. Bu kıymetli,
kararlı, arzulu heyeti, yadigar-ı mazi olan bu
gemi içinde bırakmakla yetinilemez. Onları,
hak etmiş oldukları gelişime ulaştırabilmek
için, bugünün gereklerine kavuşturmak
lazımdır. Sınırlarının önemli ve büyük olması
gerekir. O zaman Türk Cumhuriyeti daha
güvenli ve emin olacaktır. Mükemmel ve
yeterli bir Türk donanmasına sahip olmak
hedeftir. Bunun ilk çıkış noktası savaş gemisi
tedarikinden önce onları başarıyla sevk
ve idareye yeterli komutanlara, subaylara,
uzmanlara sahip olmaktır. Hamidiye’de
ve Peyk-i Şevket’te tanıdığım arkadaşlar,
hedefe yürüyebileceğimizin canlı ve kıymetli
delilleridir.
Bugün için bu güzide heyet büyük ilgi
ile korunacaktır. Mevcut büyük, küçük
gemilerimizden yalnız kullanılabilir olanlar
tefrik ve ihya edilebilir. Donanmamızın
genelinde, etkin ve etkin olmayan
unsurlardan mütevazı bir bahriye vücuda
getirmek imkanına inandım. Bunun için
Cumhuriyet Hükümeti’nin, tedbir ve
girişimleriyle şahsen ilgili olacağım. Esaslı ve
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
kıymetli bir çıkış noktası bulduktan sonra
muazzam hedefe yürümek ve ona sahip
olmak elbette kolay olacaktır.”
Atatürk, 1 Mart 1923 tarihinde yaptığı
bir konuşmada; “Zamanında bütün deniz
kuruluşlarının ve mühimmat depoları
ile hareket üslerimizin ve gemi inşa
tezgahlarımızın İstanbul’a sıkıştırılmasındaki
sakınca, bu savaş sırasında tamamen açığa
çıkmıştır. Düşmanın kuşatmasına ve sahip
olduğu deniz kuvvetlerine karşın, deniz
kuvvetleri mensuplarımız birkaç gemi ile
harikalar yaratarak hiçbir şey kaybetmeden
deniz ulaştırmasını sağlamış, değerli
görevler yapmışlardır.”demiştir. Atatürk’ün
İstanbul dışında yeni bakım ve inşa üsleri
kurma çabası onun yaşamının son yıllarında
meyvesini vermeye başlamış ve bu yolda
Atatürk, oluşturulacak olan donanmanın
kendi iç bünyesinde bağımsız olarak
yapılanması gereğini işaret ederek, o
günün ekonomik şartlarını göz önünde
bulundurarak, gemilerin bakım onarım
ihtiyaçlarının karşılanmasını ve donanmanın
mutlaka çağı yakalaması gerektiğini
belirtmiştir. Bu dönemde denizcilik
faaliyetlerinin gelişimi de hızlandırılmıştır.
Atatürk, milletine hizmet etmeye
başladığı ilk gençlik günlerinden itibaren
donanmamızdaki eksiklikleri gören
ve bunun sıkıntılarını yaşayan biri
olarak, deniz sorunlarına ilgisizliğin acı
sonuçlarını iyi değerlendirmiştir. Bu yüzden
ekonomik kalkınma çabaları yanında,
deniz kuvvetlerinin güçlenmesi için büyük
çaba harcamış ve bugünkü modern deniz
kuvvetlerinin temelini atmıştır. Üç tarafı
denizlerle çevrili olan topraklarımızın
korunması ve komşu ülkeler ile kuvvet
dengesinin oluşturulması, her alanda olduğu
gibi deniz kuvvetleri açısından da zorunlu bir
durumdur.
KAYNAKLAR :
* Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Raşit Metel, Atatürk ve Donanma
Atatürk Haftası Armağanı 10 Kasım 2007
83
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
1936 yılında, “Deniz silahlarına ehemmiyet
veriyoruz. Denizcilerimizin iyi silahlı ve
iyi eğitimli olarak hazırlanmaları büyük
emelimizdir.”diyen Atatürk, her fırsatta
deniz gücünün önemine işaret etmektedir.
Dış pazarlardan satın alınan gemiler ile
donanmanın yapılamayacağını, donanmanın,
sadece kıyıları koruyacak bir kuvvet değil,
bundan daha önemli olarak deniz yollarının
güvenliğini sağlayacak bir kuvvet olduğunu,
Anadolu’da yaşadıkça buna ihtiyacımız
olduğunu ve önce çekirdek bir donanma
yaparak, deniz sanayi ve ticaretimizi
geliştirmemiz gerektiğini her fırsatta dile
getiren Atatürk, 1 Kasım 1924 tarihindeki
bir konuşmasında; “Efendiler! deniz
kuvvetlerimizi, köklü ciddi suretle düzeltmek
düşünülmelidir. Bu hususta özellikle seçkin
elemanları çok iyi yetiştirip, onlardan ülkenin
acil ihtiyaçlarında yararlanmak ve bu arada
ülkenin gücü üstündeki hayallerden kaçınmak
gerekir.”
Gölcük Tersanesinin kuruluşu önemli bir adım
olmuştur. Özellikle Almanya ile ortaklaşa
yapılan denizaltılarımız ile birlikte “Kendi
gemini kendin yap” sözü anlam kazanmış ve
Cumhuriyet yıllarının ilk önemli atılımları
gerçekleştirilmiştir. 1937 yılında isimleri
bizzat Atatürk tarafından “Saldıray, Batıray,
Atılay, Yıldıray” olarak konan dört adet
denizaltının iki tanesi Taşkızak tersanemizde
yapılmıştır.
ZİYARETLER
VE
ETKİNLİKLER
13-16
MAYIS
2013
AZERBAYCAN DSH
SAHİL MUHAFAZASI
REİSİ TUĞGENERAL
EFQAN NAĞIYEV VE
BERABERİNDEKİ HEYETİN
ZİYARETİ
Azerbaycan Devlet Serhad
Hizmetleri Sahil Muhafaza
Reisi Tuğg. Efqan NAĞIYEV
ve beraberindeki heyet
Sahil Güvenlik Komutanlığı
Karargahını ziyaret etmiştir.
84
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
16
MAYIS
2013
MEHMET KOCABAŞ’IN
“YETENEKLERİ NASIL
SEÇERİZ,NASIL
YÖNETİRİZ?” KONULU
KONFERANSI
Sahil Güvenlik Komutanlığı
karargahında, Yenilikçi ve
Yaratıcı Yönetim Projesi
kapsamında Sn. Mehmet
KOCABAŞ tarafından
“Yetenekleri Nasıl Seçeriz,
Nasıl Yönetiriz?” konulu
konferans verilmiştir.
11-14
HAZİRAN
2013
UKRAYNA SINIR BİRLİKLERİ SAHİL
GÜVENLİK KOMUTANI
TÜMA.MYKOLA ZHYBAREV
VE BERABERİNDEKİ HEYET’İN ZİYARETİ
Ukrayna Sınır Birlikleri
Sahil Güvenlik Komutanı
Tümamiral Mykola ZHYBAREV
ve beraberindeki heyet Sahil
Güvenlik Eğitim ve Öğretim
Komutanlığını ziyaret
etmişlerdir.
85
HAZİRAN2013
SAHİL GÜVENLİK
KOMUTANLIĞI
KARARGAHINDA
KÜTÜPHANE’NiN YERİNİN
DEĞİŞMESİ
Sahil Güvenlik Komutanlığı
karargahında hizmet veren
kütüphane, okuyucularına daha
iyi hizmet verebilmesi için yeni
yerine taşınmıştır.
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
24
BERABER EĞLENELİM,
BERABER ÖĞRENELİM
KARİKATÜR
86
[ Hazırlayan ] İlyas KOÇAK | (E) Dz. Kur. Kd. Alb.
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
TEŞEKKÜR MEKTUPL ARI
87
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
BERABER EĞLENELİM,
BERABER ÖĞRENELİM
ŞİİR
88
[ Hazırlayan ] Mahmut BAL | Svl. Me.
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
BERABER EĞLENELİM,
BERABER ÖĞRENELİM
BULMACA
1
[ Hazırlayan ] Servet ALTAN | SG İda. Kd. Bçvş.
2
3
4
5
6
7
8
9
10
SOLDAN SAĞA
1. Pişmemiş et...Kumluk yer, Kumul.... 2. Keten...Hastalık anlamında
eski sözcük.... 3. Ürkme,Ürkü...Bahçe çiti veya duvarı.... 4. Taharri...
Adın durum eklerinden biri.... 5. Çok eski bir tarihi anlatırken
kullanılan sözcük...Geri dönme.... 6. Esin...Şem.... 7. Asfalta benzeyen
inorganik bir madde.... 8. Ağaç dalalrının tomurcuk yeri...Yemek
listesinden seçilerek ısmarlanan yemek.... 9. Dünya işlerinden
elini çekmiş kişi...Meta.... 10. Hitit devrinde arazi ölçüsü birimi...
Seylab...Eski Mısır’da insanoğlunun hayati dayanağı olan üretici güç/
Mezopotamya’da kullanılmış eski bir hacim ölçüsü birimi....
1
2
3
4
5
YUKARIDAN AŞAĞI
1. Arıtımevi.... 2. Mermerdeki sert damarlı kısım...Sıcak suda
haşlama.... 3. Yüzde veya elde leke...Ahırda hayvan yiyeceği konulan
yer, Yemlik./Derviş selamı...Koku.... 4. Bir şeyin zahmetini çekme.... 5.
Hoyrat, Nadan, Nobran, Anif, Kubal, Zahit...Balçık.... 6. Sınır nişanı...
Bir tuğla türü.... 7. Yasmık.... 8. Görgüsüz, Kaba.... 9. Peygamberleri
Hud’u dinlemedikleri için Tanrı tarafından yok edilen kavim...Çatı, Ruf,
Sakaf./ Dansta kavalyenin eşi...Tabaklanmış ceylan derisi.... 10. Aparay,
Cihaz, Aparat, Aygıt...Bulaştırma....
6
7
8
9
10
SUDOKU
[ Hazırlayan ] Tolga DEMİRCAN | SG İda. Üçvş.
7
8
4
6
3
3
7
2
1
7
7
6
9
4
3
5
1
8
2
9
2
8
4
6
1
9
7
3
5
5
1
3
2
8
7
6
9
4
9
2
6
3
4
1
5
7
8
8
4
5
7
6
2
3
1
9
3
7
1
9
5
8
4
2
6
6
3
2
8
7
4
9
5
1
4
5
8
1
9
3
2
6
7
1
9
7
5
2
6
8
4
3
2
1
9
8
5
9
ZORLUK
ÇOK ZOR
1
9
7
8
6
5
8
DİLBİLGİSİ
GEÇEN SAYININ
ÇÖZÜMÜ
GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ
1
TÜRKÇEMİZİ DOĞRU KULLANALIM
aidat
brüt
dekoder
enteresan
fiyat
gaflet
hafıza
: ödenti
: kesintisiz
: çözücü
: ilginç
: eder
: aymazlık, algı
: bellek
[ Hazırlayan ] Dent. ve Değ. Bşk. lığı
input
komplike
link
manşet
rölyef
teori
zümre
: girdi
: karışık, dolaşık
: bağlantı
: üstbaşlık
: kabartma
: kuram
: takım, bölük
1
M
2
3
4
5
6
7
8
T
E
K
L
İ
L
2
U
M
U
3
T
U
T
4
A
A
U
U
L
İ
Ç
A
N
A
K
N
T
S
A
B
A
Ş
K
E
A
L
M
A
Ç
A
R
K
A
N
9
T
Ü
Z
Y
S
İ
5
8
O
S
6
7
İ
9
I
R
İ
L
A
K
İ
M
V
A
N
A
M
E
T
89
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013
5
Sudoku (Rakam Yerleştirme diye de bilinir) standart
olarak 9x9 boyutlarında bir diyagramda çözülür ve
her satır, her sütun ve her 3x3’lük karede 1’den 9’a
rakamların birer kez yer alması gereklidir.
90
Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013

Benzer belgeler