Ağustos 2013 - Sahil Güvenlik Komutanlığı
Transkript
Ağustos 2013 - Sahil Güvenlik Komutanlığı
İÇİNDEKİLER Komuta Devir-Teslim Töreni Veda Mesajı |11| |9| |6| 15’inci Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’nun 16’ncı Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Adnan ÖZBAL’ın Katılış Mesajı “Avrupa Briliği Üyesi Ülkelerde Balıkçılığın İzlenmesi ve Denetimi TAIEX Çalıştayı” |12| Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU, İspanya’da, Akdeniz Ülkeleri Sahil Güvenlik Liderleri ve Avrupa Birliği Temsilcilerine Seslendi Sahil Güvenlik Komutanlığı |24| |16| Kutsal Göçe Adanmış Bir Rekor |18| İtalya Su Ürünleri Mevzuatı ve Tarihsel Süreç |30| “İstanköy, Leryoz, 18 KUTSAL GÖÇE ADANMIŞ BİR REKOR Usta şair Ahmed Arif ’in dizelerinden de anlaşılacağı gibi bu sefer Van’dayız. Karla kaplı Artos’un eteklerinde. Elbette yeni heyecanlar yeni kazanımlar için ....DEVAMI 18’DE... 12 “AVRUPA BİRLİĞİ ÜYESİ ÜLKELERDE BALIKÇILIĞIN İZLENMESİ VE DENETİMİ TAIEX ÇALIŞTAYI” Komutanlığımızca düzenlenen “AB Üyesi Ülkelerde Balıkçılığın İzlenmesi ve Denetimi TAIEX Çalıştayı” 29-30 Nisan 2013 tarihlerinde Ankara Plaza Otel’de gerçekleştirildi.... DEVAMI 12’DE... SAHİL GÜVENLİK DERGİSİ YAYIN SAHİBİ VE GENEL Ağustos 2013 • Sayı: 21 • Dört ayda bir yayımlanır. YAYIN YÖNETMENİ Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın Sahil Güvenlik Komutanlığı adına Personel Başkanı ISSN: 1307-4253 GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ SG Kd. Alb. Ahmet KENDİR Dz. Kur. Kd. Alb. Ü.Engin UYANIK GENEL YAYIN KOORDİNATÖR YARDIMCISI SG Yb. Engin KUNTAY YAYIN İNCELEME KURULU Dz. Kd. Alb. İlhan KAYIŞ SG Kur. Bnb. Barış YILDIRIM SG Eln. Kd. Bçvş. Murat ÖZKAYA İst. Me. Dr. Ejbel ÇIRA DURUER İst. Me. Suna ERTEKİN TİFTİKÇİGİL Svl. Me. Evrim PURMA Batnoz...Haydi bize adios” |37| Antarktika’da Türk Üssü Kurulabilir mi? Kursları - Okuma Yazma ve Bilgisayar Kullanıcı Eğitimleri |46| |52| Bir Çocuk Bekliyoruz |56| |84| |48| Kaybolmayan Işığımız Deniz Sahil Güvenlik Komutanlığı 31’inci Yıl Etkinlikleri |59| Modemlerimizde Alabileceğimiz Kolay Güvenlik Önlemleri Ziyaretler ve Etkinlikler Yetenek Kazandırma Boğaziçi Kıtalar Arası Yüzme Yarışları Türkiye’nin Zengin Denizel Biyolojik Çeşitliliği ve Korunması Fenerleri |80| |45| |42| |74| Yaşlılık ve Ölüm |76| Beraber Eğlenelim, Beraber Öğrenelim Atatürk Köşesi |86| 48 TÜRKİYE’NİN ZENGİN DENİZEL BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ VE KORUNMASI Denizlerimizde ve kıyılarımızda birçok canlı türü yaşıyor. Bunlardan bazıları nesli dünya çapında tehlike altında olan türler ve ne şanslıyız ki bu canlıların bazıları ülkemizi üreme alanı olarak.... DEVAMI 48’DE... 37 “İSTANKÖY, LERYOZ, BATNOZ... HAYDİ BİZE ADİOS” 2008 yılında Rıdvan ile hem ilişkimize hem de Ege Denizi’ne yelken açtık… Deniz özgürlüktür, keşiftir, keyiftir dedik… Özgürce dolaşalım, Ege’nin Adaları’nı keşfe çıkalım ve keyifli bir tatil.... DEVAMI 37’DE... ÖNEMLİ NOT GRAFİK TASARIM YÖNETİM MERKEZİ BASIM YERİ Svl. Me. Zarife Tolunay KAYHAN Sahil Güvenlik Komutanlığı Dikmen Cd. Merasim Sk. No: 10 Bakanlıklar/ANKARA Genelkurmay Basımevi Müdürlüğü Bakanlıklar/ANKARA DÜZELTMEN Svl. Me. Pınar YILMAZ AKSU REKLAM KOORDİNATÖRÜ SG İk. Ütğm. E.Kutluhan DOĞAN (0312) 416 45 05 Telefon Belgegeçer Internet E-posta : (0312) 417 50 50 : (0312) 417 28 45 : www.sgk.tsk.tr : [email protected] Telefon : (0312) 402 29 52 BASIM TARİHİ: 25.12.2013 Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Dergideki yazılar yazarlarının özel fikirlerini kapsar. Sahil Güvenlik Komutanlığının görüşünü yansıtmaz. KÜNYE 12 AĞUSTOS 2013 KOMUTA DEVİR-TESLİM TÖRENİ Sahil Güvenlik Komutanlığı Dervir-Teslim töreni 12 Ağustos 2013 tarihinde icra edilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı karargahında icra edilen törene İçişleri Bakanı Muammer GÜLER, İçişleri Eski Bakanı ve Ordu Milletvekili İdris Naim ŞAHİN, İçişleri Bakan Yard. Vali Osman GÜNEŞ, İçişleri Bakanllığı Müsteşarı Vali Seyfullah HACIMÜFTÜOĞLU, İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yard. Vali Mustafa B. DEMİRER, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral E.Murat BİLGEL, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Bşk. Koramiral Veysel KÖSELE, Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı Korgeneral Osman EKER katılmıştır. 6 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 15’inci Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’nun ‘‘B’’ tipi askeri törenle uğurlanması. 12 AĞUSTOS 2013 KOMUTA DEVİR-TESLİM TÖRENİ 15’inci Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU ve 16’ncı Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Adnan ÖZBAL tarafından şeref defterinin imzalanması. 7 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’nun Komutanlık Forsunun aryası ve Tümamiral Adnan ÖZBAL’ın Komutanlık Forsunun tokası. 12 AĞUSTOS 2013 KOMUTA DEVİR-TESLİM TÖRENİ Sahil Güvenlik Komutanlığı Forsunun 16’ncı Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Adnan ÖZBAL tarafından 15’inci Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’na takdim edilmesi. 8 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral E.Murat BİLGEL tarafından Deniz Kuvvetleri Komutanlığı şildinin 15’inci Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’na takdim edilmesi. » 15’İNCİ SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI TÜMAMİRAL HASAN UŞAKLIOĞLU’NUN VEDA MESAJI Sahil Güvenlik Komutanlığının değerli personeli; Bir yıl önce 10 Ağustos 2012 tarihinde devraldığım ve yüklendiğim önemli sorumluluğun bilinci ile büyük bir gurur, şeref ve heyecanla deruhte ettiğim Sahil Güvenlik Komutanı görevimi bugün değerli komutan ve silah arkadaşım Tümamiral Adnan ÖZBAL’a teslim ediyorum. Kurulduğu 1982 yılından itibaren sürekli bir gelişim gösteren Sahil Güvenlik Komutanlığımız, bugün; sahip olduğu kuvvet yapısı, denizci perspektife haiz yüksek nitelikli personeli ve çağdaş, güçlü ve modern platformları ile yedi gün, yirmi dört saat esasına göre halkımızın gözleri önünde başarıyla görev yapmaktadır. Bu özellikleriyle, günümüzde örnek seviyede bir Komutanlığımızın görev etkinliğine ilişkin değerlendirmeyi yüce Türk Milleti ve onun ayrılmaz parçası olan Sahil Güvenlik Komutanlığımızın siz genç, dinamik ve özverili personelinin takdirine bırakıyorum. Görev sürem boyunca emir ve komutaları altındaki birlikleri ve personeli eğitim, disiplin ve moral konularında daima göreve hazır tutan ve verilen her türlü görevi en iyi şekilde ifa eden ana ast komutanlarıma, üstün bir görev anlayışı ile karargâhımı tüm personeli ile birlikte uyum içerisinde verilen görevlere yönelten kurmay başkanıma ve başkanlarıma, Sahil Güvenlik Komutanlığımızın tüm subay, astsubay, devlet memuru, işçi, uzman erbaş, erbaş ve erleri ile kıymetli ailelerine, en içten duygularımla takdir ve teşekkürlerimi sunuyorum. 9 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Kuruluşundan itibaren gelişimi ile başarılarını yakından takip ettiğim Sahil Güvenlik Komutanlığı ile onun güzide personelinden ayrılmanın buruk hüznünü yaşarken, aynı zamanda sahip olduğu üstün vasıfları ile gücünü her geçen gün artıran mavi denizlerimizin koruyucu kalkanı Sahil Güvenlik Komutanlığımızın gelişimine bir ekip ruhu ile tüm personelimle birlikte katkıda bulunmanın huzur ve mutluluğunu yaşıyorum. teşkilat ve platform standardına ulaşmış bulunan Komutanlığımız; dünyadaki birçok ülke Sahil Güvenlik teşkilatlarının platform modernizasyonu çalışmalarında da iyi ve güvenilir bir örnek olarak algılanmakta ve özellikle milli üretim gemilerinin yurt dışına satışı ile yabancı ülkelere sahil güvenlik alanına yönelik personel eğitimi verilmesi konularında ülkemize yeni olanaklar sunmaktadır. 10 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Sahil Güvenlik Komutanlığımızın günümüz Türkiye’sinde ve uluslararası alanda ulaştığı bu konumunu daha da güçlendirmek ve sevilen, sayılan, mavi vatan denizlerimizde her zaman yardıma hazır olan ve güven veren, dünyada konusunda örnek alınan bir komutanlık olma vizyonunu gerçekleştirmek üzere siz değerli personelimin; yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri doğrultusunda belirlediği ve Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracak rotada, her gün bir öncekinden daha fazla azimle çalışacağınıza, daha iyiye ve daha güzele kararlılıkla ilerleyeceğinize ve bu kutsal görevi ifa ederken bana gösterdiğiniz sonsuz desteği yeni komutanınıza da vereceğinize olan inancım tamdır. Bu duygu ve düşüncelerle; görev yelpazesi çok geniş ve sorumluluk alanı çok büyük olan bu şerefli görevi silah arkadaşım Tümamiral Adnan ÖZBAL’a onur ve güvenle 12 Ağustos 2013 tarihinde teslim ediyorum. Kendisinin komutası altında Sahil Güvenlik Komutanlığımızın daha da güçleneceğine gönülden inanıyor ve yeni görevinin Türk Milletine, şahsına ve değerli ailesine hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Arz-ı veda ederken, güzide personelim ile kıymetli ailelerine en derin saygı ve şükranlarımla sağlıklı, mutlu ve başarılı günler diler; Sahil Güvenlik Komutanlığımızın sonsuza dek pruvasının neta, denizlerinin sakin ve bahtının açık olmasını temenni ederim. Allahaısmarladık... Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU Sahil Güvenlik Komutanı » 16’NCI SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI TÜMAMİRAL ADNAN ÖZBAL’IN KATILIŞ MESAJI “Sahil Güvenlik Komutanlığının değerli personeli, götürmek temel hedefimiz olacaktır. Geçmişi başarılarla dolu Sahil Güvenlik Komutanlığının emir ve komutasını 12 Ağustos 2013 tarihinden itibaren teslim almış bulunmaktayım. Bu duygu ve düşüncelerle; Sahil Güvenlik Komutanlığımızın tüm subay, astsubay, devlet memuru, işçi, uzman erbaş ve erlerine yeni çalışma döneminde kıymetli aileleri ile birlikte sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim.” Önümüzdeki dönemde de Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri doğrultusunda belirlenen ve değişmez yaşam felsefemiz olan Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin rehberliğinde, yürürlükteki, yasal mevzuat ve önceden yayımlanmış tüm emir ve uygulamalar çerçevesinde siz değerli personelimle birlikte Sahil Güvenlik Komutanlığımızın mevcut gelişimini daha da ileriye Tümamiral Adnan ÖZBAL Sahil Güvenlik Komutanı Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Komuta Devir -Teslim Töreni kapsamında 16’ncı Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Adnan ÖZBAL’ın ‘‘B’’ tipi askeri törenle karşılanması. 11 12 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 “AVRUPA BİRLİĞİ ÜYESİ ÜLKELERDE BALIKÇILIĞIN İZLENMESİ VE DENETİMİ TAIEX ÇALIŞTAYI” [ Hazırlayan ] Plan Prensipler Başkanlığı Komutanlığımızca düzenlenen “AB Üyesi Ülkelerde Balıkçılığın İzlenmesi ve Denetimi TAIEX Çalıştayı” 29-30 Nisan 2013 tarihlerinde Ankara Plaza Otel’de gerçekleştirildi. Avrupa Komisyonu Teknik Destek ve Bilgi Değişim Ofisi (TAIEX/Technical Assistance Information Exchange) tarafından desteklenen çalıştaya İtalya, İspanya, Malta ve Romanya’dan 5 uzman, konuşmacı olarak katılmışlardır. Çalıştaya, Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargâhı ve Ana Ast Komutanlıkları personeli ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (GTHB), İçişleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, AB Bakanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, AB Türkiye Delegasyonu, Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği ve üniversitelerden geniş katılım sağlanmıştır. Çalıştay, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’nun açılış konuşması ile başlamış, GTHB Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürü Dr. Durali KOÇAK ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Tarım ve Balıkçılık Sektör Yöneticisi Leyla ALMA kurumları adına açıklamalarda bulunmuşlardır. 2 gün, 4 oturum şeklinde icra edilen çalıştayın, SG Kd. Albay Yavuz GEÇİM moderatörlüğünde gerçekleştirilen açılış oturumunda; a. Sahil Güvenlik Komutanlığı adına İst.Me. Dr.Ejbel ÇIRA DURUER tarafından, “Türkiye’de Balıkçılığın İzlenmesi ve Denetimi”, b. Binbaşı Mauro COLAROSSI (İtalya) tarafından “Canlı Deniz Kaynaklarının Korunmasına İlişkin AB Düzenlemeleri”, 13 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 c. Dr. Leyla KNITTWEISS (Malta) tarafından “Canlı Deniz Kaynaklarının Korunmasına İlişkin AB Düzenlemeleri, başlıklı sunumlar yapılmıştır. GTHB Avcılık ve Kontrol Daire Başkanı Turgay TÜRKYILMAZ moderatörlüğünde gerçekleştirilen 2’nci oturumda; a. Dr. Hasan Alper ELEKON tarafından; “AB’ye Üyelik Sürecinde Balıkçılık Faslında Gerçekleştirilen Yasal ve İdari Gelişmeler”, Dr. Ejbel ÇIRA DURUER moderatörlüğünde gerçekleştirilen 3’üncü oturumda; b. Yarbay Sandro NUCCIO (Italya) tarafından “Balıkçılığın İzlenmesi, Kontrol ve Gözetimi”, a. Yarbay Sandro NUCCIO tarafından “Balıkçılık Kontrol Otoriteleri”, c. Teodor DOSA (Romanya) tarafından “Koruma Önlemlerinin Denizde Denetimi (Belge Kontrolü, Minimum Avlanma Boyu, Minimum Ağ Göz Açıklığı vb.) Kontrolü” ve “Balıkçı Gemilerinin Uydu Tabanlı Sistemlerle İzlenmesi” başlıklı sunumlar yapılmıştır. b. Dr. Leyla KNITTWEISS tarafından “Yasadışı, Kayıtdışı ve Düzenlenmemiş (IUU) Balıkçılıkla Mücadele Tedbirleri”, c. Leyre LOZANO MENDIA (İspanya) tarafından “IUU ile Mücadelede İspanya Tarafından Alınan 14 Önlemler”, başlıklı sunumlar yapılmıştır. Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 SG Bnb. Erdinç BALKAN moderatörlüğünde gerçekleştirilen son oturumda; a. Binbaşı Mauro COLAROSSI tarafından, “AB Üyesi Ülkelerde Balıkçılığın İzlenmesi, Kontrol ve Denetiminde İş Birliği”, b. Leyre LOZANO MENDIA tarafından “AB Ortak Balıkçılık Politikasının Uygulanmasında Alınan Dersler ve Deneyimler” başlıklı sunumlar yapılmıştır. Çalıştay, Prof. Dr. Osman SAMSUN başkanlığında ve TAIEX uzmanlarına ek olarak, GTHB temsilcisi Hamdi ARPA ve SÜR-KOP Başkanı Ramazan ÖZKAYA’nın da iştirak ettiği ve katılımcıların soru ve yorumlarını iletme fırsatının yaratıldığı bir panel ile sonuçlandırılmıştır. AB, balıkçılık kaynaklarını Ortak Balıkçılık Politikası (OBP) kuralları kapsamında düzenlemekte ve denetlemektedir. Ülkemizin Avrupa Birliği’ne üyelik hazırlıkları çerçevesinde su ürünleri mevzuatının AB müktesebatına uyum çalışmaları devam etmekte, Sahil Güvenlik Komutanlığı da bu kapsamda icra edilen faaliyetlere aktif katılım ve etkin destek sağlamaktadır. Denizlerde su ürünleri avcılığının denetiminden sorumlu kuruluş olarak, tam üyelik durumunda Sahil Güvenlik Komutanlığı OBP’nin canlı deniz kaynaklarının korunmasına yönelik tedbirlerinin denizlerdeki uygulayıcısı olacaktır. İlgili kamu kurumları, balıkçı örgütü temsilcileri ve akademisyenlerin katılımıyla ve AB’nin desteği ile gerçekleştirilen çalıştay, AB’de canlı deniz kaynaklarının korunmasına yönelik tedbirler, AB’de balıkçılığın izlenmesi ve denetimi, balıkçılık denetiminde kurumlararası ve uluslararası iş birliği konusunda mevcut bilgilerin güncellenmesi açısından yararlı olmuş, ayrıca AB ve ülkemizdeki balıkçılık düzenlemelerinin tartışılmasına olanak sağlayan bir platform oluşturularak Komutanlığımızın balıkçılık denetimine ilişkin bakış açısının vurgulanmasına olanak sağlanmıştır. Çalıştay sunumlarına http://ec.europa.eu/ enlargement/taiex/dyn/taiex-events/library/detail_ en.jsp?eventID=52099 adresinden ulaşılabilir. Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI TÜMAMİRAL HASAN 16 UŞAKLIOĞLU, İSPANYA’DA, AKDENİZ ÜLKELERİ SAHİL GÜVENLİK LİDERLERİ VE AVRUPA BİRLİĞİ TEMSİLCİLERİNE SESLENDİ. [ Hazırlayan ] Plan Prensipler Başkanlığı 26-28 Haziran 2013 tarihlerinde İspanya’da gerçekleştirilen “Akdeniz Sahil Güvenlik Faaliyetleri Forumu (MedCGFF)”na panelist olarak davet edilen Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU, toplantıda Akdeniz Ülkeleri Sahil Güvenlik Teşkilatları Liderlerine hitaben bir konuşma yaptı. Bu yıl 3’üncüsü düzenlenen ve İspanya Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ev sahipliğinde gerçekleştirilen toplantıya Cezayir, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İtalya, Malta, Monako, Fas, Norveç, Portekiz, İngiltere, Ukrayna, ABD ve Avrupa Komisyonu tarafından katılım sağlanmıştır. Ayrıca, REMPEC (Akdeniz için Bölgesel Deniz Kirliliği Acil Müdahale Mekezi) PEW Environment Group, EMSA (European Maritime Safety Agency) toplantıya gözlemci olarak katılmışlardır. İspanya Dışişleri ve İşbirliği Bakanlığından Enrique Mora Benavente’nin başkanlık yaptığı “Akdeniz’de Emniyet ve Güvenlik Senaryoları” başlıklı oturumda ilk konuşmacı olarak söz alan Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU konuşmalarında; Doğu Akdeniz’in dünyanın en stratejik bölgelerinden biri olduğunu, Türkiye’nin konumu itibarıyla enerji kaynaklarının bağlantı noktasında yer aldığını ve bölgedeki anahtar oyunculardan biri olduğunu, yaklaşık 370 milyon ton petrolün Akdeniz yoluyla taşındığı günümüzde, icra edilen faaliyetler ile gemi izleme sistemleri konusunda bilgiler verilmiştir. Ulusal güvenliği ve toplumsal düzeni tehdit eden yasa dışı göçün günümüzün başlıca sorunları arasında yer aldığını, ekonomik gelişimi nedeniyle Türkiye’nin son yıllarda yasa dışı göçten sadece transit ülke olarak değil, aynı zamanda hedef ülke olarak da etkilendiğini, geçen yıl 2531 yasa dışı göçmen ve 66 organizatörün Türk Sahil Güvenlik birimleri tarafından yakalandığını, . MedCGFF 3’üncü toplantısı kapsamında, genel olarak denizcilik faaliyetlerinin yoğunluğu ve karmaşıklığı nedeniyle Akdeniz’in özel bir deniz olduğu, önemli deniz ticaret yollarından biri olarak insan ve mal taşımacılığında Akdeniz’in öneminin çok açık olduğu, bu nedenle imkan ve kabiliyetlerin, operasyonel unsurların ve eğitim olanaklarının bir araya getirilmesinin faydalı olacağına dikkat çekilmiştir. Karadeniz’e Sahildar Ülkeler Sınır/Sahil Güvenlik İşbirliği Forumu (BSCF)’na ilişkin genel bilgiyi müteakip, icra edilen ortak tatbikatlar ile birlikte çalışabilirlik ve koordinasyonun geliştirildiğini, özellikle 2007 yılından itibaren kullanılmaya başlanan Otomatik Bilgi Değişim Sistemi (AIES)’nin önemi ve bu sayede Karadeniz’in dünyadaki en güvenli ve emniyetli denizlerden biri olduğunu, Türk Sahil Güvenlik Komutanlığının sahip olduğu tecrübeler ile Akdeniz’in barış, güvenlik ve istikrarına katkı sağlayacak benzer girişimlere destek vermeye hazır olduğunu ve Akdeniz Sahil Güvenlik Faaliyetleri Forumu’nun Akdeniz’e sahildar ülkeler arasındaki mevcut iş birliğini daha üst seviyelere taşıyacağını, vurgulamışlardır. Bunlara ilave olarak Türk Sahil Güvenlik Komutanlığı bağlısı birimlerce balıkçılık denetimi, kaçakçılıkla mücadele, arama kurtarma, yasa dışı göç ve deniz kirliliğinin önlenmesi hususlarında MedCGFF’nin kuruluş amacına uygun olarak gerek panelde, gerekse toplantı kapsamında gerçekleştirilen ikili görüşmelerde; Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU tarafından BSCF’ye atıfta bulunularak, Türkiye’nin Karadeniz’deki deneyiminden yararlanılabileceği, özellikle Otomatik Bilgi Değişim Sistemi (AIES) gibi karşılıklı bilgi değişimine olanak sağlayan ve bu yolla iş birliğinin güçlendirilmesine hizmet eden bir veri değişim sisteminin Akdeniz’de de uygulanabileceği, Karadeniz’de BSCF sayesinde sadece sınırlı ancak riskler olduğu, bu kapsamda Karadeniz’in dünyadaki en güvenli ve emniyetli denizlerden biri olduğu vurgulanmıştır. MedCGFF’in 2014 yılında yapılacak olan 4’üncü toplantısı Portekiz ev sahipliğinde icra edilecektir. MedCGFF’in 2013 Toplantısı ile ilgili bilgilere www. armada.mde.es adresinden ulaşılabilir. 17 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 deniz yoluyla yapılan toplam ticaretin 1/3’ünün Akdeniz’de gerçekleştiğini, KUTSAL GÖÇE ADANMIŞ BİR REKOR [ Yazı ve Fotoğraflar ] 18 Tahsin CEYLAN | Sualtı Görüntüleme Yönetmeni Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Göl olmuş bu dağda... 19 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Bu dağ Mengene dağıdır Tanyeri atanda Van’da Bu dağ Nemrut yavrusudur Tanyeri atanda Nemruda karşı Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur Bir yanın seccade Acem mülküdür Doruklarda buzulların salkımı Firari güvercinler su başlarında Ve karaca sürüsü, Keklik takımı... Yiğitlik inkar gelinmez Tek’e - tek döğüşte yenilmediler Bin yıllardan bu yan, bura uşağı Gel haberi nerden verek Turna sürüsü değil bu Gökte yıldız burcu değil Otuzüç kurşunlu yürek Otuzuç kan pınarı Akmaz, Usta şair Ahmed Arif’in dizelerinden de anlaşılacağı gibi bu sefer Van’dayız. Karla kaplı Artos’un eteklerinde. Elbette yeni heyecanlar yeni kazanımlar için. Başarı pek çok insanın hayatının amacı olsa da evrenin mükemmel düzenine hayran olan ve o düzene katkı sağlayan her canlıyı kadrajlama tutkusuyla yaşayan biz su altı fotoğrafçıları için bir araç çoğu zaman. Bunun içindir ki bizler zamandan çaldığımız anlar, yeni yaşamlara dokunduğumuz kadar mutluyuz… İşte bu sebeple Van’ın endemik türü İnci Kefalini bu sefer ki zorlu göç yolculuğunda yalnız bırakmadık, ona yarenlik etmeye geldik. Çünkü o bu desteği fazlasıyla hak ediyor. Üremek için ilkbahar aylarında akarsulara yaptığı sürüler halindeki göç, yaşama azminin en önemli kanıtı. Göç esnasında önüne çıkan engelleri atlayarak, uçarak aşması ise tam bir görsel ziyafet. Zorlu ancak bir o kadar da heyecan verici bu Van yolculuğuna Dünya Serbest Dalış Rekortmeni Şahika Ercümen ile birlikte çıkarken aklımızda tek bir şey 20 vardı. O da dünyanın en zor dalışlarından biri olarak dile getirilen yüksek irtifada (1.680 metre) yeni bir başarıya imza atmak ve uluslararası arenada yankı uyandıracak bu başarıyı İnci Kefali’nin varlığına adamak. Her biri alanında uzman dalgıç ve sağlık ekibimizle birlikte rekor öncesi 15 günlük bir kamp dönemi geçirdik bu büyülü coğrafyada . Her sabah 06.00’da başlayan yorucu ama zevkli maraton günün son saatlerine kadar aynı yoğunlukta sürdüyse de ne Van Gölü’nün yer yer 3 dereceye düşen soğuk yeşil suları, ne de öğleden sonra sertleşen havası moralimizi bozmadı. Doğanın ritmine uyduk, hedefimize odaklandık. (Sinoplı Diyojen’in dediği gibi “Mutlu insan doğayla uyumlu olan insandı” ne de olsa.) Urartu Medeniyeti’nin yıllara meydan okuyan dayanıklılığından ilham aldık, Akdamar’ın hüzünlü naif sessizliğinde güç topladık. Van’ın coğrafi güzellikleri ve Van halkının sıcak misafirperverliği her daim en büyük destekçimiz oldu. Rekor günü Türkiye’nin dört bir yanından gelen dostlarımızın desteğiyle yeni bir başarıya imza atmanın haklı gururunu yaşadık ve yaşattık. Dünya Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 22 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 O gün mutluluğumuzu bizimle paylaşmak için orada bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’e bayrağımızı hediye etmek, bu sıra dışı mutluluğu Akdamar Adası’nın büyülü atmosferinde düzenlenen samimi bir törenle kutlamak haftalar süren yorgunluğumuzu bir anda geçiriverdi. Şunu söylemeden geçemeyeceğim; Van bu yıl ki İnci Kefali Festivali’ni kendisine adanan rekor ile sanki daha bir coşkulu kutladı. Sayın Fatma Şahin’in konuşmasında vurgu yaptığı gibi hiç şüphesiz yarınlar Doğu’nun bu gizemli topraklarının. İleri bakış açısıyla her zaman yanımızda olan ve desteklerini esirgemeyen Van Valiliğine, inci kefallerinin tanıtımı ve yaşaması için yaptığı özverili çalışmalar için Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Su Ürünleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı’ya, rekor süresince yanımızda olan İ.Ü. Çapa Sualtı Hekimliği Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şamil Aktaş, Van AFAD İl Müdürlüğü, İl Jandarma Komutanlığı, Deniz Polisi ve UMKE’ye teşekkür ederim. Bu topraklara hayat verecek nice kutsal başarılara … www.tahsinceylan.com 23 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Su Altı Dalma Federasyon (CMAS)’ndan Hırvat ve İspanyol iki hakemin yanı sıra Türkiye Su Altı Sporları Federasyonu’ndan hakemlerin kontrolünde yapılan ilk denemede kulağını eşitleyemediği için problem yaşayan Şahika Ercümen, moralini yüksek tutarak ikinci dalışında hepimizi sevindirdi. Değişken ağırlıklı paletsiz dalda 61 metreye dalan milli sporcumuz, dünya göl ve deniz rekorunu aynı anda kırmış oldu. 24 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 İTALYA SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI [ Hazırlayan ] Plan Prensipler Başkanlığı a. Tarihçesi: İtalya’da sahil güvenlik faaliyetlerinin tarihçesi 1865 yılında Liman Yönetim Teşkilatlarının oluşturulmasına dayanmaktadır. Sahil güvenlik birimi bu tarihten itibaren sırasıyla Liman Yönetim Teşkilatları, İtalyan Deniz Kuvvetleri ve Deniz Ticaret Bakanlığına bağlı olarak görevlerini yerine getirmiş, 1994 yılında müstakil bir yapıya kavuşmuştur. b. Bağlılık Durumu: İtalyan Sahil Güvenliği, İtalya Deniz Kuvvetlerinin teşkilat yapısı içerisinde yer alan özel nitelikli bir Komutanlıktır. Ulusal Denizcilik Yönetim birimleri arasında yer alan kurum aynı zamanda askerî kolluk kuvveti statüsündedir. İtalya’nın Denizcilik yönetimi 2 bakanlık altında toplanmıştır. Bunlar Altyapı ve Ulaştırma Bakanlığı ile Çevre ve Deniz Koruma Bakanlıklarıdır. İtalya Sahil Güvenlik Komutanlığı, temelde Altyapı ve Ulaştırma Bakanlığının faaliyet ve görevlerini icra ettiğinden, işlevsel açıdan bu bakanlığa bağlıdır. Ayrıca birçok bakanlık, adli ve idari birimle iş birliği içerisinde görev yapmaktadır. c. Sorumluluk Sahası: İtalyan Sahil Güvenliği 155 bin km2’yi bulan iç sular ve kara sular ile 350 bin km2‘lik İtalyan MEB’inde görev yapmaktadır. Sorumlu olduğu sahada kıyı şeridi uzunluğu 8.000 km’dir. ç. Görevleri: Başta Altyapı ve Ulaştırma Bakanlığı olmak üzere birçok kurumun faaliyet alanında denize yönelik (emniyet, güvenlik, yönetim vb.) görevleri yerine getirmektedir. Görev ve sorumluluk alanı itibari ile ülkenin denizcilik faaliyetlerinde oldukça etkili ve öncü kurum konumundadır. Bu görevler; (5) İçişleri Bakanlığı adına: (1) Altyapı ve Ulaştırma Bakanlığı adına: (6) Kültür Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ve Sivil Savunma adına; (a) Liman trafiğini düzenlemek, (b) Denizde ve büyük göllerde A/K Harekâtı icra etmek, (c) Liman devleti kontrollerinin ve hukukunun uygulanması, (ç) ISPS Kod uygulamaları, (d) Deniz kazalarının incelenmesi ve soruşturulması, (a) Yasa dışı göçle mücadele etmek, (b) FRONTEX faaliyetlerine katkı sağlamak, (c) Uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele etmektir. (a) Arkeolojik ve tarihi deniz mirasını korumak, (b) Gemi adamlarının çalışma şartlarının uygunluğunu denetlemek, (c) Ulusal deniz acil durum kriz yönetimini koordine etmek, (ç) Bari’de bulunan COSPAS-SARSAT istasyonunu işletmektir. (e) Deniz kolluk görevleri, d. Teşkilat Yapısı: (f) Deniz vasıtalarının denetlenmesi, (1) Teşkilat Yapısı: (g) Gemi trafik ve gemi bilgi sistemlerinin yönetilmesi, (ğ) Gemi adamlarının sertifikalandırılmasıdır. (2) Çevre ve Deniz Koruma Bakanlığı adına: (a) Karargâh Yapısı: İtalyan Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargâhı Şekil-1’de belirtilen Departman/ Başkanlıklardan oluşmaktadır. (a) Deniz çevresinin korunması, (b) Deniz kirliliğine müdahale, 25 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 (c) Korunmakta olan 23 adet özel deniz alanının gözetimidir. (3) Tarım, Orman ve Gıda Bakanlığı adına: (a) Ulusal balıkçılık izleme sistemini işletmek, (b) Su ürünleri yasalarını uygulatmak ve kontrol etmektir. (4) Savunma Bakanlığı adına: (a) NATO gemilerinin, İtalyan kara suları ve limanlarında koruması, (b) Şüpheli gemileri sorgulamak gerektiğinde boarding yapmak, Şekil-1 (b) Taşra Teşkilatı Yapısı: (I) Taşra Teşkilatı Şekil-2’de belirtildiği şekliyle şu birimlerden oluşmaktadır; (c) Deniz gözetleme faaliyetlerinde koordinasyonu sağlamak, (aa) 15 Deniz Bölge Komutanlığı, (ç) Gerektiğinde, Donanma ve NATO unsurlarına lojistik destek vermek, (ac) 47 Grup Komutanlığı, (d) Ticari gemilerin gerektiğinde emir altına alınmasını koordine etmek, (e) Savaşta verilecek görevleri yerine getirmektir. (ab) 54 Saha Komutanlığı, (ad) 164 Yerel Denizcilik Ofisi. (II) Bu operasyonel ve idari birimlere ilave olarak : (aa) 1 COSPAS-SARSAT uydu istasyonu, Yemen, Kongo) kaçakçılıkla, yasa dışı göç ve deniz haydutluğuyla mücadele kapasitelerini kuvvetlendirme düşüncesiyle, Arama Kurtarma ve Deniz Trafik Denetimi kapsamında eğitim programları yürütülmektedir. ğ. Ülkedeki Diğer Kolluk Kuvvetleri: (1) Karabinieri (2) Yerel Polis (3) Mali Polis (4) Gümrük Polisi Şekil-2 (ab) 5 Dalgıç Grup Komutanlığı, (ac) 3 Hava Üssü, 2 Helikopter Birlik Komutanlığı, (aç) 1 LRIT istasyonu, (ad) Çevre Bakanlığında uzman irtibat personel grubu, (ae) Balıkçılık Politikası Birimi’nde uzman irtibat personel grubu mevcuttur. (2) Kuvvet Yapısı: e. Statüsü: 26 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Askerî statüde görev yapan İtalyan Sahil Güvenlik Komutanlığına, Koramiral rütbesinde bir subay komuta etmektedir. f. Personel Hususları: İtalyan Sahil Güvenlik Komutanlığında görev yapan subaylar Deniz Harp Okulunda askeri ve denizcilik konularında 5 yıllık, astsubaylar ise Deniz Kuvvetleri Astsubay Okulunda 3 yıllık eğitim görmektedir. Personel sayıları aşağıda belirtilmiştir: (1) Subay : 1.250 (2) Astsubay : 4.300 (3) İdari Personel : 5.200 (4) Sivil personel : 750 (5) Toplam : 10.500 g. Üyesi Olduğu/Katıldığı Uluslararası Teşkilat ve Faaliyetler: (1) MEDFORUM, FRONTEX, IMO, IHO, IALA, ICCAT. (2) Afrika ve Asya ülkelerinin (Cibuti, Irak, h. Sorumluluk Sahasındaki Önemli Faaliyetler: 2012 yılında icra edilen faaliyetler kapsamındaki görevlere ilişkin istatistikler şu şekildedir: (1) Ekolojik denetim/ gözetim/ takip görevleri 10.574 adet, (2) Kirliliği önleme faaliyetleri - 11.331 adet, (3) Deniz koruma alanlarını gözetleme görevleri 6.309 adet, (4) Adli makamlara kirlilikle ilgili suç ihbarları - 296 adet, (5) Kirlilik vakaları - 375 adet, (6) Arkeolojik koruma faaliyetleri - 4.352 adet, (7) İtalya S.G.K.lığı dalış grubunun faaliyetleri - 5.528 adet, (8) Suç ihbarları - 14 adet, (9) Arkeolojik keşif - 17 adet ı. Kuvvet Yapısı: S. NU. 1. SINIFI ADEDİ ÇOK MAKSATLI AŞAMASINDA GEMİ İNŞA (2) İNŞA 2 DESTEK GEMİSİ 3 SAETTIA SINIFI 9 4 400 SINIFI 9 AŞAMASINDA ÖZELLİKLER 1765 TON 90 Metre 63 Metre 434 TON 52,8 Metre 100-200 TON SÜRAT PERSONEL SAYISI 20 90 - - 29 Kts. 32 20-24 Kts. FOTOĞRAF 16 27 DENİZ AMBULANSI 3 6 CP 600 2 7 CP 2080 66 8 SAR 500 65 20 TON 16 Metre 5 TON 11 Metre 10-25 TON 7,5 TON 10 Metre 26 6 50 4 20-30 4-7 34 3 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 5 S. SINIFI ADEDİ 9 200 SINIFI 39 10 SAR (300) 5+8 11 SAR (800) 96 12 GCA01 28 NU. ÖZELLİKLER SÜRAT 15-25 Metre 30-34 25-33 TON Kts. 30,5 TON 18 Metre PERSONEL SAYISI 4-8 32 Kts. 4 30 Kts. 3 38 Kts. 3 28 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 9-12 TON 10-12 Metre 4 TON 9 Metre FOTOĞRAF 4 S. NU. 13 14 SINIFI KÜÇÜK TİP PLASTİK BOT AGUSTA AW139 GC PERSONEL ADEDİ ÖZELLİKLER SÜRAT 184 5-7 Metre - 2 160 Kts. - 4 6,4 TON 11,66 Metre SAYISI 15 AGUSTA AB 412 9 - - - 16 ATR 42 “MANTA” 3 - - - 5 - - - 17 PIAGGIO P166 DL3-P180 S.A.R. FOTOĞRAF - 29 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Fotoğraf : Tahsin CEYLAN 30 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 SU ÜRÜNLERİ MEVZUATI VE TARİHSEL SÜREÇ1 [ Hazırlayan ] Hamdi ARPA | Ziraat Mühendisi - Kamu Yönetimi Uzmanı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü Su ürünleri ile ilgili mevzuat denildiğinde akla ilk gelen 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu ve bu Kanun’un 1971 yılında çıkmış olduğu bilgisidir. Kanun’un 1971 yılında çıktığına ilişkin tarih bilgisinin, “Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin bu tarihten önce bir mevzuatı yok muydu?” sorusunu, meraklıların aklına beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Bu açıdan bakıldığında, en azından cumhuriyet tarihi boyunca, bu konuda bir düzenleme olması gerektiği düşünülecektir. Böyle bir sorunun cevabı çok uzaklarda değil, bizzat Su Ürünleri Kanunu’nun içinde yer almaktadır. Su Ürünleri Kanunu’nun 39’uncu maddesi, yürürlükten kaldırılan hükümler başlığını taşımaktadır. Bu maddeyi incelediğimizde üç düzenleme, adı ve tarihleri itibari ile dikkat çekicidir. • Dersaadet ve Biladi Selasede Midye ve İstiridye İhracı Hakkındaki Nizamname (27 Ağustos 1287) • Dersaadet ve Tevabii Balıkhane İdaresine Dair Nizamname (19 Nisan 1298) • Zabıtai Saydiye Nizamnamesi (18 Sefer 1299) Nizamnamenin bugünkü hukuk dilinde karşılığı kanun olarak kabul edilmektedir. Sayılan mevzuatlarda yer alan Osmanlıca isimler ise sırasıyla 1. 6-8 Kasım 2012 tarihlerinde Sinop’ta gerçekleştirilen “Karadeniz’de Sürdürülebilir Balıkçılık Çalıştayı”nda sunulmuştur. şu şekilde açıklanabilir: Dersaadet İstanbul’un sur içinde kalan, merkez bölümüne verilen addır. Üç belde anlamına gelen Biladi Selase ise kentin sur içi dışında kalan Galata, Üsküdar ve Eyüp kısımları için kullanılan bir isimlendirmedir. Tevabii bağlı, sayd ise av anlamındadır. Söz konusu düzenlemelerin yanında yer alan tarihleri miladi takvime çevirdiğimizde, sırasıyla 27 Ağustos 1870, 19 Nisan 1881 ve 9 Ocak 1882 tarihlerini elde ederiz. Osmanlı Dönemine işaret eden bu tarihlerin, 1971 yılına kadar yürürlükte kalmış olan mevzuatlara ait olması hayli ilginçtir. Çünkü genel olarak her şeyi cumhuriyetin kuruluşu ile tarihlemeye alışkın olan bizler; her şeyin bu tarihten itibaren yeni baştan, sıfırdan başladığı gibi yanıltıcı bir öngörü taşımaktayız. Cumhuriyetin Osmanlı Devleti’nin devamı olduğu, cumhuriyeti kuranların Osmanlının asker ve bürokrasisi olduğu bilgisini ihmal ederiz. Cumhuriyet bir rejim değişikliği olsa da, sonuç itibari ile Osmanlı Devleti’nin devamıdır. Bu devamlılık nedeniyledir ki, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Osmanlı Devleti’ne ait olan borçları üstlenmiş, bu borçları 1954 yılında bitinceye kadar ödemiştir. Su Ürünleri Kanunu ile yürürlükten kaldırılan Osmanlı Devleti’ne ait nizamnamelerden en genel ve kapsayıcı olanı Zabıtai Saydiye Nizamnamesi’dir. Bu düzenlemenin, Avcılık ve Kontrol Kanunu diye isimlendirilmesi mümkündür. Kara avcılığı ve su ürünleri avcılığının birlikte ele alındığı 1881 tarihini taşıyan bu düzenleme incelendiğinde, bugün için bile hayli ilginç gelecek, oldukça ileri hükümler taşıdığı görülür. Bu düzenlemelerden bazıları aşağıda yer almaktadır. • Balık, su kuşları ve diğer ürünleri avlayacaklar ruhsatname almak zorunda; Ruhsatnamesi olmayan balıkçıların avladıkları ürünlere ve av araçlarına el konulur (Md-2) Su Ürünleri Kanunu da benzer hükümleri içermekte olup, ticari amaçla su ürünleri faaliyetinde bulunacak kişiler ve bu faaliyet için kullanılacak tekneler için ruhsat tezkeresi düzenlenmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Su ürünlerinden alınan vergiler 1950 yılında çıkan 5639 sayılı Kanunla kaldırılmış olup, zirai faaliyet kapsamında hallerde alınıp-satılan ürünlerde % 1, bu yerler dışındaki ürünler için ise % 2 oranında vergi tevkifatı yapılmaktadır. Ürünlerin satışında ise % 8 KDV oranı uygulanmaktadır. • Kendi beslenmesi için oltayla balık tutan ve bunun ticaretini yapmayan kişiler av vergisi ödemezler. Ancak avlanma ruhsatnamesini almak zorunda. (Md-6) Amatör avcılık yapanlara ruhsat tezkeresi almasına o dönemde zorunluluk getirilmiş olmasına karşın, bugün bu zorunluluk bulunmamaktadır. • Göl ve nehirlerde bilimsel yöntemlerle balık üretmek isteyen herkese 10 yılı geçmeyecek bir süre için müsaade edilir. Bu kategorideki balıklar için %10 vergi alınır. (Md-13) O dönemde yetiştiricilik için bir düzenleme yapılmış olması hayli ilginçtir. Ancak burada kastedilen yetiştiricilik, bugünkü anlamada yumurtadan yavru elde ederek balık üretmekten ziyade, kontrollü doğal ortamda üretim yapılması uygulamasıdır. • Gerek yumurtlama mevsimi olması, gerek bir salgın hastalığın söz konusu olması, gerekse savaş nedeniyle balık avının ve balıketi tüketiminin yetkililer tarafından yasaklandığı dönemlerde ava devam edenlerin balık avlama araçlarına el konulur, para cezası verilir. (Md-25) Balıkların yumurtlama mevsiminde avlanmasının yasaklanmasına yönelik bu düzenleme de hayli ilginçtir. Su Ürünleri Kanunu’nun 23’üncü maddesini çağrıştırmaktadır. Bugün su ürünleri avcılık tebliği ile yapılan düzenlemelerin kapsamını karşılayan bir düzenlemedir. • Av yasağı süresince balık satanlara, nakledenlere para cezası (Md-36) Balıkların sadece avlanmasını değil, satış ve naklinin de yasaklama kapsamına alınmış olması ile düzenlemenin etkinliği artırılmıştır. Su Ürünleri 31 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Osmanlıdan Cumhuriyete Avcılık Düzenlemeleri • Denizlerde avlanan ürünlerden % 20, iç sularda avlanan ürünlerden % 10 vergi (Md-4) Kanunu’nun 25’inci maddesi benzer hükümleri içermektedir. • Nehir veya derelerin içinde setler kurmak, suların akış yönlerini değiştirmek, balık yumurtalarını yok edecek ilaç veya kimyasal bileşikler kullanmak yasak (Md-37) Benzer düzenlemeler Su Ürünleri Kanunu’nda da (madde 8 ve madde 19) yer almaktadır. • Buharlı veya yelkenli bütün teknelere Marmara Denizi’nde, Osmanlı kıyılarına en fazla üç mil mesafeye kadar olan mesafede denizin dibini tarayarak balık avlamak yasaktır. İhlal durumunda teknenin araçlarına ve ağlarına, suçun tekrarı halinde teknelere el konulur. (Md-29) Bu düzenleme Marmara ve Boğazlardaki trol av yasağı ve 3 millik mesafe yasağının nereden geldiğini göstermektedir. • Ağ göz açıklığı düzenlemesi (Hamsi 7 mm, Uskumru 19 mm) Küçük balıkların avlanmaması amacıyla o tarihlerde ağ göz açılığı ile ilgili bir düzenleme yapılmış olması oldukça şaşırtıcıdır. 32 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 • Daha önceden bir av suçu işleyenler, bu suçun işlenmesinin üzerinden bir yıl geçmeden yeni bir mahkûmiyete çarptırılırlarsa, suçta ısrar eden kişiler olarak kabul edilirler ve cezaları iki kat artırılır. (Md50) Bugün de benzer şekilde suçun tekrarı halinde idari para cezaları iki kat olarak uygulanmaktadır. • Kara ve deniz avıyla ilgili bütün davalar, suçun işlendiği tarihten üç ay sonra dava açılmazsa zaman aşımına girer (Md-51) Bu düzenleme, Kabahatler Kanunu’ndaki soruşturma zaman aşımı ile ilgili düzenlemeye benzemektedir. Zabıtai Saydiye Nizamnamesi incelendiğinde verilen örneklere benzer, o dönemde nasıl akıl etmişler denebilecek başka örneklere de rastlamak mümkündür. Tüm bu örnekler incelendiğinde “denizcilik kültürünün gelişmediği, denizcilik ile ilgili isimlendirmelerin kalkan balığı ve kılıç balığı ile sınırlı olduğu, nerede ise isimlendirmelerin tamamının başka dillerde olduğu bir toplumda, nasıl olmuş da bu kadar ileri bir düzenleme yapılabildiği” sorusu akla gelmektedir. Bu sorunun cevabını verebilmek için küçük bir tarih hatırlamasına ihtiyaç bulunmaktadır. Duyunu Umumiye ve Balıkçılık Osmanlı Devleti ilk kez 1854 yılında Kırım Savaşı’nı finanse edebilmek için borçlanmıştır. Borçlanmalar başlangıçta Galata bankerleri ile sınırlı iken sonrasında yabancı bankalardan da borçlar alınmıştır. Osmanlı Devleti 1875 yılına gelindiğinde borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmiştir. 1879 yılında iç borçların ödenmesi amacı ile Rüsum-u Sitte İdaresi kuruluyor. Sitte altı, rüsum vergiler anlamındadır. Altı üründen (tuz, tütün, ispirto, pul, ipek ve balık) alınan vergilerin toplanması ve takibi yetkisi, iç borçların ödenmesi amacıyla Rüsum-u Sitte İdaresine verilmiştir. Ancak bu uygulama dış borçların sahibi yabancı bankaların tepkisini çekince, bu idare 1881 yılında kapatılarak Düyun-u Umumiye İdaresi (Osmanlı Genel Borçlarına Tahsis Edilmiş Gelirler İdaresi ya da kısa adı ile Genel Borçlar İdaresi) kurulmuştur. Bu idarenin yönetimi İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Avusturyalı üyelerle iki Türk üyeden oluşuyordu. Düyun-u Umumiye İdaresiyle, Osmanlı İmparatorluğunun bağımsız bir devlet olarak maliyesini yönetme, vergi koyma ya da kaldırma, vergi oranlarını değiştirme gibi hükümranlık haklarının bir bölümü elinden alınmıştır. Bu yetkinin sonucu olarak Düyun-u Umumiye İdaresi gelirlerini sağlama alma çabasının etkisiyle birçok hukuki düzenlemenin yapılmasını sağlamıştır. Bu kapsamda çıkarılan kara ve deniz avcılığı ile ilgili düzenlemeleri içeren Zabıta-i Saydiye Nizamnamesi ile Osmanlı avcılık teşkilatı ve av faaliyetini düzenleyen hukuki esaslar, dönemin Avrupa devletleri ile mukayese edilebilecek bir düzeye erişmiştir. Düyun-u Umumiyenin gelirlerini koruma konusundaki yaklaşımına, Sinop’ta olmuş bir olay örnek olarak gösterilebilir. 1912 yılında Sinop Tahaffuzhanesi’nde karantinada bekleyen muhacir ve yolcular arasında kolera hastalığı baş gösterdiğinde, midye ve istiridye avcılığına ve satışına yasaklama getiriliyor. Bu yasaklama üzerine Düyun-ı Umumiye Komiserliği, Maliye Bakanlığı’na başvurarak, geçmiş yıllarda aynı hastalık olduğunda bir yasaklama yapılmadan hastalığın geçtiğini belirterek, söz konusu yasağın kaldırılmasını talep ediyor. Talep Maliye Bakanlığı tarafından yasağın kalkması için İçişleri Bakanlığına intikal ettirilirken, yasak nedeni ile Sinop’ta av vergisinin eksik olarak tahsil edileceği hususu belirtiliyor. Bu olay Düyun-u Umumiye’nin gelirlerini koruma konusundaki hassasiyetinin (!) sağlıktan bile önemli olduğunu gösteren çarpıcı bir örnektir. Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara hükümeti Düyun-u Umumiye İdaresinin topladığı bütün gelirlere el koymuş, Lozan Antlaşması’yla bu kurumun işleyişine son verilmiştir. Osmanlı borçları Lozan’da imparatorluğu oluşturan ülkelere paylaştırılmıştır. Osmanlı borçlarından en büyük pay Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmüştür. Türkiye, Osmanlı borçlarının geri ödenmesini ilk borcu aldığı 1854 yılından tam 100 yıl sonra 1954 yılında tamamlamıştır. Zabıtai Saydiye Nizamnamesi ve Cumhuriyet Dönemi Uygulamaları Kara ve deniz avcılığını düzenleyen Zabıtai Saydiye Nizamnamesi’nin kara avcılığına ait hükümleri, 5 Mayıs 1937 tarihinde kabul edilerek 13 Mayıs 1937 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 3167 sayılı Kara Avcılığı Kanunu ile kaldırılmıştır. Bu düzenleme sonrası Zabıtai Saydiye Nizamnamesi sadece su ürünleri avcılığı ile ilgili bir düzenleme haline gelmiştir. Zabıtai Saydiye Nizamnamesi kapsamında Cumhuriyet Döneminde yapılan ilk düzenleme olan 22 Eylül 1943 tarihli Resmi Gazete ’de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı, içeriği itibari ile oldukça ilginçtir. Karar ile 15 Nisan tarihinden Ağustos sonuna kadar olan dönemde balık avcılığına yasaklama getirilmiştir. Yasaklama döneminin bugün uygulanmakta olan genel av yasağı dönemi ile uyumlu olması kadar, 2. Dünya Savaşı’nın olduğu ve yiyecek sıkıntısının olduğu bir dönemde alınmış olması dikkat çekicidir. 33 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Düyun-u Umumiye İdaresi kendine tahsis edilen vergileri toplamakla kalmamış, bir süre sonra sanayi ve ticaret alanında yatırımlara da girişmeye başlamıştır. 1912 yılı itibarıyla Maliye Bakanlığında 5500 memur görev yaparken, Düyun-u Umumiye İdaresi’nde 9000 memur çalışıyor, Osmanlı İmparatorluğu’nun gelirlerinin yaklaşık üçte biri bu idarece tahsil ediliyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin üstlendiği borç, o dönemin milli gelirinin yaklaşık yüzde 65’i kadardır. Bugünkü gayri safi milli hâsılamıza göre bu oran üzerinden bir hesaplama yapılırsa, borç yükünün kabaca 500 milyar dolara denk geldiğini söylemek mümkündür. Düyun-u Umumiye ile ilgili yaşanan olumsuzluklar nedeni ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti uzun süre borç almaktan çekinmiştir. Dikkat çekici olan bu Kararın ne amaçla çıkarıldığına ilişkin bilgi, Resmi Gazete’nin 10 Ekim 1943 tarihli sayısında Maliye Bakanlığınca yayımlanan Tamim’de yer almaktadır. Tamim’de yer alan açıklamada Zabıtai Saydiye Nizamnamesi’nin 25’inci maddesinde yer alan balık avlama yasağına ilişkin (Gerek yumurtlama mevsimi olması, gerek bir salgın hastalığın söz konusu olması, gerekse savaş nedeniyle balık avının ve balıketi tüketiminin yetkililer tarafından yasaklandığı dönemlerde ava devam edenlerin balık alan (Buharlı veya yelkenli bütün teknelere Marmara Denizi’nde, Osmanlı kıyılarına en fazla üç mil mesafeye kadar olan mesafede denizin dibini tarayarak balık avlamak yasaktır. İhlal durumunda teknenin araçlarına ve ağlarına, suçun tekrarı halinde teknelere el konulur) düzenlemede belirtilen avlanma yöntemine trolün dahil olduğu belirtilmektedir. Bu açıklama trol yöntemi ile avcılığın o yıllarda yaygınlaşmaya başladığı konusunda bizlere ipucu vermesi açısından da önemlidir. Su Ürünleri Avcılığı ve Vergilendirme 34 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 avlama araçlarına el konulur, para cezası verilir) olarak bir karar üretilmemiş olması nedeniyle, Kanun hükmüne karşı hareket edenler aleyhine açılacak davaların mahkemelerce kabul edilmemesi, Kararın gerekçesi olarak belirtilmiştir. Gerek Zabıtai Saydiye Nizamnamesi’nin içeriği, gerekse bu düzenlemeyi esas alarak yapılan düzenlemeler konuya verilen önemin görülmesi açısından oldukça anlamlıdır. Resmi Gazete’nin 10 Ekim 1943 tarihli sayısında Maliye Bakanlığınca yayımlanan açıklama da bu önemi gösteren düzenlemelerden biridir. Yapılan açıklamada Zabıtai Saydiye Nizamnamesi’nin 29’uncu maddesinde yer Avcılık ürünlerinden alınan vergilerin Düyunu Umumiye gelirlerinden biri olması nedeni ile Zabıta-i Saydiye Nizamnamesi ile denizlerde avlanan ürünlerden % 20, iç sularda avlanan ürünlerden % 10 vergi alınması zorunluluğu getirilmiştir. Vergi oranları 1924 yılında 445 sayılı Kanun ile % 1 oranında artırılmıştır. 1926 yılında ise deniz ve iç sulardan avlanan ürünler için farklı vergi uygulanmasından vazgeçilerek, avlanan tüm ürünler için % 12 vergi uygulamasına geçilmiştir. 24 Nisan1936 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “2956 sayılı YunusBalıklarından ve Bunlardan Çıkarılan Balık Yağlarının Av Vergisinden İstisnasına Dair Kanun” ile yunuslar ve bunlardan elde edilen yağlardan vergi alınmasından vazgeçilmiştir. 23 Mart 1950 tarihinde kabul edilerek 1 Nisan 1950 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “5639 sayılı Av Vergisinin Kaldırılmasına Dair Kanun” ile de; * Su mahsullerinden ve av derilerinden alınmakta olan av vergisi kaldırılmış, * Maliye Bakanlığına verilmiş olan görevler ve yetkiler Ekonomi ve Ticaret Bakanlığına devredilmiş, * Ekonomi ve Ticaret Bakanlığı toptan balık alım ve satım yerlerini teftiş ve murakabeye yetkili kılınmış, iriliklerine göre avlanması yasak olan balıkların tespit ve ilan ile yetkili kılınmıştır. Su Ürünleri Sirkülerleri 5639 sayılı Kanun ile Ekonomi ve Ticaret Bakanlığına iriliklerine göre avlanması yasak olan balıkların tespit ve ilanı yetkisi verilmesi sonrası ilk düzenleme 13 Nisan 1956 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Ticaret Bakanlığı tarafından ilk yapılan tu düzenleme, 1957 yılından itibaren sirküler adı ile yayınlanmaya devam edilmiştir. Bu kapsamda Ticaret Bakanlığı tarafından çıkarılan son sirküler 02.04.1973 tarihli Resmi Gazete’de yayımlan Su Ürünleri Avcılığının Düzenlenmesine Dair 31 Numaralı Sirkülerdir. 35 Su Ürünleri Kanunu Cumhuriyet Dönemi boyunca su ürünleri görevlerinin farklı Bakanlıklara geçmiş olması, devletin bu konuya bakışını göstermektedir. Başlangıçta konuya vergi açısından bakıldığından su ürünleri ile ilgili görevler Maliye Bakanlığına verilmiştir. Sonraki dönemde av vergisinin kaldırılması ve su ürünlerine ticaret açısından bakılmaya başlanması ile görev Ticaret Bakanlığına verilmiştir. Son olarak görevin Tarım Bakanlığına verilmiş olması ise, konuya üretim açısından yaklaşıldığını göstermektedir. Zabıtai Saydiye Nizamnamesi içindeki kara avcılığı ile ilgili hükümlerin 1937 yılında 3167 sayılı Kara Avcılığı Kanunu ile ayrılması sonrası, su ürünleri ile ilgili hususların da ayrı bir kanun ile düzenlenmesine yönelik birçok girişim olmuştur. Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 4 Nisan 1971 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu ile su ürünleriyle ilgili görevler Tarım Bakanlığına verilmiştir. Su Ürünleri Kanunu’nda su ürünleri avcılığı ile ilgili hususların tüzük ile belirleneceğine yönelik hükmün yer alması nedeni ile su ürünleri ile ilgili görevler Tarım Bakanlığına verilmiş olmasına karşın, uygulamada mevzuat boşluğu yaratılmaması amacıyla Su Ürünleri Tüzüğü çıkana kadar Ticaret Bakanlığı tarafından sirkülerler hazırlanmaya devam edilmiştir. Su Ürünleri Tüzüğü’nün 27 Temmuz 1973 tarihinde yayımlanması sonrası Tarım Bakanlığı tarafından hazırlanan “Su Ürünleri Avcılığının Düzenlenmesine Dair 1 Numaralı Sirküler” 23 Ağustos 1973 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Su ürünleri sirküleri 1995 yılında ticari ve amatör avcılık için ayrı ayrı yayımlanmaya başlanmıştır. Bu kapsamda hazırlanan “Denizlerde ve İç Sularda Amatör (Sportif) Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen 29/2 Numaralı Sirküler” Resmi Gazete’nin 9 Mayıs 1995 tarihli sayısında yer almıştır. Resmi Gazete’nin 17.2.2006 tarihli sayısında yayımlanan Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ile “(………) Resmî Gazete’de yayımlanacak tüzük ve yönetmelik dışındaki düzenleyici işlemler sadece karar, tebliğ ve genelge olarak isimlendirilir.” hükmünün getirilmesi sonrası sirkülerler, tebliğ olarak yayımlanmaya başlanılmıştır. Bu kapsamda Ticari Amaçlı Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen 1/1 Numaralı Tebliğ ile Amatör (Sportif) Su Ürünleri Avcılığını Düzenleyen 1/2 Numaralı Tebliğ 19 Ekim 2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu girişimlere örnek olarak aşağıdaki çalışmalar gösterilebilir. • Su Mahsulleri Kanun Layihası (1938) • Su Mahsulleri Kanun Tasarısı (1941) • Su Ürünleri Kanun Tasarısı (1942) • Su Ürünleri Kanun Tasarısı (1954) • Su Ürünleri Kanun Tasarısı (1957) • Su Ürünleri Kanun Tasarısı (1965) Söz konusu taslaklardaki isimlendirmeler, bugün isimlendirme konusunda yapılan tartışmalara cevap verir niteliktedir. Su ürünleri şeklindeki isimlendirmenin doğru olmadığı, doğru isimlendirmenin “balıkçılık” olması gerektiği şeklinde bir görüş bulunmaktadır. Ancak ilkine 1938 yılında rastladığımız tasarıda isimlendirme “su mahsulleri” şeklinde olup, sonraki yıllarda “su ürünleri” olarak yer almıştır. 36 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 13 Temmuz 1937 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 3491 sayılı Kanun’un adı Toprak Mahsulleri Ofisi Kanunu’dur. Sudan elde edilecek ürünler için su mahsulleri, topraktan elde edilecek ürünler için toprak mahsulleri sözcükleri tercih edilmiştir. Bu isimlendirmeler, o dönemin anlayışına uygun olarak yapılan isimlendirmelerdir. Sözcüklerin kendi başlarına bir anlamları yoktur ve kullanılarak anlam kazanırlar. Bugün, su ürünleri denildiğinde su ve ürün şeklinde her sözcüğün ayrı anlamından yola çıkan bir anlam değil “su ürünleri”nin kavramlaşmış, balıkçılık karşılığı olan anlamı anlaşılmaktadır. Su Ürünlerinde Kamu Örgütlenmesindeki Mevcut Durum Resmi Gazete’nin 13 Haziran 2010 tarihli sayısında yayımlanan 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu ile Bakanlıkta yürütülen görevler aynı mevzuat içinde birleştirilmeye çalışılmıştır. Bu düzenleme ile su ürünlerinin gıda ve hijyen alanı ile ilgili konuları 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu kapsamı dışında bırakılmıştır. 8 Haziran 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 639 sayılı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bakanlık, fonksiyon bazlı örgütlenmeden konu bazlı örgütlenmeye geçmiş, bu kapsamda Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Bu gelişme sektörde yıllardır dile getirilen bir talebin yerine gelmesi ve AB ile yapılan görüşmelerde eksiklik olarak belirtilen bir olumsuzluğun giderilmesi açısından olumlu bir gelişme olmuştur. Ancak Genel Müdürlük, daha önce belirttiğimiz tartışmalardan kaynaklanan isimlendirme tartışmasından etkilenmiş şekilde adlandırılmıştır. Genel Müdürlüğün çalışma konularının avcılık ve yetiştiricilik konuları ile sınırlı olması hijyen, alan izleme, işleme ve değerlendirme ile ilgili konuların Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğünde, Balıkçı örgütlenmesi ile ilgili konuların Tarım Reformu Genel Müdürlüğünde, su ürünleri araştırmaları ile ilgili konuların Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğünde kalmış olması parçalı ve sorunlu bir yapının ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Avcılık Mevzuatı: Su Ürünleri Tebliğleri bilimsel, çevresel, ekonomik ve sosyal hususlar göz önüne alınarak, su ürünleri kaynaklarının korunması, sürdürülebilir işletilmesinin sağlanması için su ürünleri avcılığına ilişkin yükümlülük, sınırlama ve yasaklar su ürünleri tebliğleri ile düzenlenmektir. Tebliğler ticari ve amatör avcılık için ayrı ayrı hazırlanarak yayımlanmaktadır. Düzenlemelerin sirküler şeklinde yapıldığı dönem başlangıçta 31 Mart-1 Nisan arasındaki bir yıllık dönemi kapsıyordu. Sirküler dönemi 1999 yılında 33’üncü dönem sirküler ile avcılık sezonu ile uyumlu olunması amacıyla Eylül-Mayıs dönemi esas alınarak değiştirilmiştir. Bir yıl olan yürürlük süresi 2000 yılında 34’üncü dönem sirküler ile iki yıla, 2008 yılında da 2’nci dönem tebliğler ile dört yıla çıkarılmıştır. Tebliğler konuyla ilgili kamu kuruluşları, bilimsel kuruluşlar ve balıkçı örgütlerinden oluşan Su Ürünleri İstişare Kurulu vasıtasıyla hazırlanmaktadır. KAYNAKLAR : (1)Arpa, Hamdi, Yakakent’ten Balıkçı ve Balıkçılık Öyküleri, Yakakent Belediyesi Kültür Yayınları No:1, Ankara 2012 (2) Deveciyan, K., Türkiye’de Balık ve Balıkçılık, Aras Yayıncılık, İstanbul 2006 (3) Eğilmez, M.; Kendime yazılar, http://www.mahfiegilmez.com/ (4) Yarcı, G., Osmanlıda Avcılık Yasaları, ACTA TURCICA, Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi Yıl 1, Sayı 1, Ocak 2009, Batnoz : Aşağıda Skala [ Hazırlayan ] Sedef KABAŞ | Haber sunucusu, Televizyon Programcısı 2008 yılında Rıdvan ile hem ilişkimize hem de Ege Denizi’ne yelken açtık… Deniz özgürlüktür, keşiftir, keyiftir dedik… Özgürce dolaşalım, Ege’nin adalarını keşfe çıkalım ve keyifli bir tatil yapalım istedik. Fındık kabuğunun hallicesi teknemiz Mayıs ile (32 feet Jenaue) 3 ay sürecek mavi yolculuğumuza Temmuz başında İstanbul Fenerbahçe Marina’dan çıkış yaparak başladık. Endişeli gözlerle bizi uğurlayan annem arkamızdan “Bu tatil sonrası ya birbirinizin yüzüne bir daha bakmazsınız, ya da evlenirsiniz.” demişti. İkincisi oldu Malum, teknede iyi bir ekip olmak, hayat arkadaşı olmaktan daha zor… Çanakkale Boğazı çıkışında bize kucak açan Midilli, Çeşme’nin kültürel ikizi Sakız ve Kuşadası’na bir karış uzaklıktaki Sisam ilk duraklarımız oldu. Bozcaada ise o kadar güzel ve özel bir ada ki, ayrı bir yazı konusu olmayı hak ediyor. Ardından ver elini Batnoz, Lipso, Nergisçik, Leryoz, İstanköy, İncirli, İleki , Herke, Sambeki ve Rodos… O gün bugündür her yaz Ege ve Batı Akdeniz kıyıları yaz tatillerimizin değişmez rotası oldu... Mürettebata 2010 yılında oğlumuz Yavuz da eklendi. Aile büyüyünce, tekneyi de büyüttük, 45 feet (14m) bir Bavaria’ya terfi ettik… 4 kat daha ağır gövdesi, çift dümen palası ve üstün yelken performansı ile yeni teknemiz seyirlerimizi daha hızlı ve konforlu hale getirse de, denizciler iyi bilir, teknenin cefası bitmez. Karadan ayrılırken, tekneyi neta et, halatları çöz, tonozu bırak veya demiri al, usturmaçaları topla, seyir boyunca dümen tut, yelken aç, rüzgarı kolla, yelkeni trim et, tramola at, vinçi çalıştır, 37 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 “İSTANKÖY, LERYOZ, BATNOZ... Haydi, bize adios” İlk teknemiz Mayıs (32 feet Jeanneau) 38 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 yelkeni topla, demiri boşla, tutmadıysa bir daha at veya marinaya giriş yap (ve tabii her seferinde stres yap), usturmaçaları at, tonuzu bağla, halatları bağla, bağlandıktan sonra teknenin dışını yıka, içini temizle, alışveriş yap, yemek yap, bulaşıkları ve çamaşırları yıka, tekneyi topla derken yoruldunuz değil mi? Tatilde miyiz, yoksa milli maç öncesi kondisyon tutmaya çalıştığımız bir antrenmanda mıyız diye sorabilirsiniz. “Tatil, yan gelip yatmak içindir.” diyorsanız, yelken sevdasından hemen vazgeçebilirsiniz. Ama unutmayın ki, yelkenle yapılan mavi yolculukların sefası da bir o kadar büyüktür… Sabah duş almak yerine tekneden turkuvaz mavisi denize atlamak, yelkenleri şişirmiş rüzgarın ve dalgaların sesi ile seyir yapmak, istediğiniz koyda, istediğiniz kadar demir atmak, Yunan Adaları’nda neredeyse gittiğiniz her restoranda birbirinden leziz mezeler, salatalar ve deniz mahsulleri ile kendinizi şımartmak ve Türkiye’deki fiyatların yarısı kadarını ödemek, tavernalarda eğlenmek, gece güvertede yıldızların pırıltısında içkinizi yudumlamak, denizin, güneşin, yeşilin doyasıya tadını çıkartmak istiyorsanız, yelkene devam… Gelin şimdi size Türkiye kıyıları ile Yunan adaları arasında mekik dokuduğumuz, seyirlerimiz boyunca en sık gittiğimiz İstanköy, Leryoz ve Batnoz’dan bahsedeyim. Cefası bize kalsın, inşallah bir gün siz de bu adaların sefasını yaşarsınız… İSTANKÖY: Bodrum-İstanköy arasında yaz boyunca süren feribot seferleri var. Günübirlik turlar sayesinde (vize yok) Bodrum’dan gelen Türkler İstanköy Adası’nı gün boyunca tavaf ediyor. İstanköy’den gelen turistler ise popülerliği Ege’ye nam salmış Bodrum’u görmek için akın ediyorlar. Bizim gibi tekne ile giriş yapanlar ise genelde Eski Liman yerine İstanköy Marina’yı tercih ediyor. Akdeniz’in en eski marinası diye reklam yapan İstanköy Marina gerçekten Ponton’daki elektrik ve su dolapları, duş ve banyoları açısından oldukça eski. Ama yine de hepsi tıkır tıkır çalışıyor. Marina’daki bar günün her saati WIFI kullanmak ve frappe (soğuk kahve) ile serinlemek isteyenler için vazgeçilmez bir mola alanı. Yeri gelmişken ekleyelim. Türkiye’de çay ne ise Yunanistan’da frappe o. Sokaktaki polisinden, tavernadaki garsonuna kadar her Yunan sabahtan akşama soğuk kahvesini yudumluyor. İstanköy Marina’nın bakkalı Kostas’tan alışveriş yapmak bizim için artık bir gelenek. O da “yahu, bunlar bu sene de mi geldi diyerek”, neredeyse yaptığımız her alışveriş sonrası mutlaka bir jest yapıyor; ya küçük bir kavanoz bal, ya büyük bir mango ya da Yavuz için bir adet çikolata ikram ediyor. Marina’daki Lemon&Oregan Restoran özellikle fırında tavuk sevenlerin mutlaka uğraması gereken bir mekan. Sergiledikleri samimi servis anlayışı ise yemeklere çeşni oluyor. İstanköy Marina’dan merkeze yarım saatlik bir yürüyüş yapabilir veya bir taksi ile 5 dakika sonra meydana ulaşabilirsiniz. Yürüyüşü tercih ederseniz, mutlaka yolun üzerinde bulunan H2O Otel’in yanındaki dondurmacıda bir serinlik molası verin. 30 çeşit birbirinden lezzetli dondurmalar sizi mest ediyor. Benim favorilerim kavunlu, sakızlı ve vişneli kaymak. 3 top dondurma hoş bir öğlen yemeği yerine geçebilir. Tarihi kale duvarlarının uzantısı zarif bir kemerin altından geçerek İstanköy’ün merkezine giriş yapıyorsunuz. Yolun iki yanı palmiyeler ile yeşillendirilmiş. Kemerin sol tarafında İstanköy’ün sembolü Hipokrat’ın Ağacı var. Bu ağacın önünde fotoğraf çektirmek, İstanköy Adası’na gelmiş olmanın adeta ispatı. Oysa 2400 yıllık olduğu epey şüpheli. Turistler sembolik ağaç fotoğrafı için sıraya girerken asıl tarih arkalarında duruyor. 1792 yılında inşa edilmiş Hacı Hasan Camii (Loziya Camii) özellikle giriş kapısının üzerindeki süslemeleri ve Osmanlı arması ile dikkat çekiyor. Camiinin şadırvanı gayet iyi durumda ve suyu halen akıyor. Bu caminin alt bölümleri turistik eşya dükkanlarına mekan olmuş. Biraz ileride beyaz kubbeleri ile dikkat çeken Osmanlı hamamı ise adanın en popüler gece kulübüne dönüştürülmüş ve Hammam ismini taşıyor (ama asla Turkish Hammam denmiyor). Sahil boyunca feribotlar, deniz otobüsleri, balıkçı tekneleri, yolun diğer tarafında ise tavernalar, kafeler dükkanlar sıra sıra dizilmiş, canlı bir atmosfer oluşturuyor. İstanköy merkezden kalkan ve özellikle çocukların keyifle bindikleri tren cüzi bir paraya sizi Hipokrat’ın sağlık merkezi Asklepion’a götürüyor. Antik dünyanın ikinci tıp merkezi kabul edilen Bergama’daki Asklepion ise aslında çok daha geniş ve iyi korunmuş durumda. Bodrum’un meşhur Barlar Sokağı’nın benzeri İstanköy’de de var. Her iki tarafı şık kuyumcular, hediyelik eşya satan dükkanlar, kafeler ve dondurmacılar ile bezeli bu sokakta turistler aşağı yukarı tur atıyor. Sokağın üzerinde bulunan Elia (Zeytin) Restoran, bizim mutlaka adaya her gittiğimizde yemek yediğimiz bir mekan. Burada ne yerseniz yiyin, hepsi çok lezzetli ama favorimiz el basan tava. Adada tavsiye edebileceğim diğer mekanlar ise salaş bir balıkçı restoranı olan Nick the Fisherman ve eski bir taş evin bahçesine masalar atılmış Petrino. Şık ve nezih bir mekanda akşam yemeği yemek istiyorsanız, Stadium’u da tercih edebilirsiniz. İstanköy Adası’nın neredeyse her kıyısında sayısız plaj var. Marina’ya yürüme mesafesindeki plaja pek çok kez gidip, denize girdik. Araba kiraladığımız 39 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Leryoz Adası : Tepede yel değirmenleri, sahilde Pandeli... zaman ise kuzey kıyısından ziyade Paradise Beach’ın de (Cennet Plajı) bulunduğu Kefalos Koyu’nu yani güneybatı kıyılarını tercih ediyoruz. Son keşfimiz ise Marcos Beach. Masmavi deniz, bembeyaz upuzun bir sahil, üstelik Cennet Plajı’na göre daha az kalabalık. İki şezlong bir şemsiye 6 Euro, iki kahve de ikram. Bu plajın üst tarafında bulunan ve yürüyerek 3 dakikada ulaşabileceğiniz bir aile işletmesi olan Marcos Taverna’da ise son derece keyifli bir öğlen yemeği yiyebilirsiniz. Yavuz ev yapımı hamburgeri bir çırpıda bitirdi. Bizler de patlıcan, kabak kızartma, cheese saganaki ve salatadan çok memnun kaldık. Hesap ise çok ama çok makuldü... Zaten bu Yunan Adaları’nda huzurla yemeklerin tadını çıkarıyor, asla kazıklandığınız hissini yaşamıyorsunuz. 40 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 LERYOZ: Yunan ve İtalyan kültürünün harmanlandığı özgün bir ada. Adayı 1505’te Kemal Reis almaya çalışmış, olmamış. Osmanlı donanması 1508’de bir deneme daha yapmış, yine olmamış. 1522’de ise Kanuni Leryoz dahil Oniki Adalar’ın tamamını egemenliği altına almış. 400 yıllık Osmanlı yönetimi (Yunanlılara göre işgali) sonrası Trablusgarp Savaşı’nda Leryoz dahil Oniki Adalar’ın egemenliği 1912’de İtalyanlara bırakılmış. Ama bu adanın koatik kaderi esas bundan sonra başlamış… Uşi Antlaşmasına göre Balkan Savaşları sonrası bu adaların Osmanlılara geri verilmesi gerekirken, İtalyanlar ellerinde tutmayı tercih etmişler! 1916-18 arasında İngilizler adayı bir donanma üssü olarak kullanmışlar. Amaç, sonrasında adayı Yunanlılara bırakmakmış ama Kurtuluş Savaşı’nda Yunan ordusu büyük bir yenilgiye uğrayınca, İngilizler bu devir işleminden vazgeçmişler. Lozan Antlaşması ile Oniki Adalar’ın İtalyan egemenliği tanınmış. İtalyanlar bundan sonraki süreçte adaya hem askeri hem kültürel damgalarını vurmuşlar. Özellikle 1930’lu yıllarda Mussolini Akdeniz’in en derin ve geniş limanı olarak bilinen Lakki’ye (Portolago) özel ilgi göstermiş. Bu bölgeye geniş caddeler, binalar, tiyatro salonları ve kendisininki de dahil bahçeli villalar inşa ettirmiş. İkinci Dünya Savaşı sırasında ada önce İngilizlerin bombardımanı, 1943’te İtalyanlar teslim olup da, adaya İngilizler çıkınca, bu kez da Alman Savaş uçaklarının bombardımanı altında ezilmiş. Leryoz için İngiliz, İtalyan ve Almanlar savaşmış ama sonuç itibarıyla ada 1948 yılında Yunanlılara bırakılmış. İşte böylesine zengin bir tarihe sahip adanın kanaatimce mutlaka ziyaret edilmesi gereken adresi Savaş Müzesi. İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma İstanköy Adası’nda sahilde yürürken büyük bir tünelin içine inşa edilmiş müzede döneme ait silahları, giysileri, özel eşyaları, savaş uçaklarının bombardıman ve Hitler’in hiddetli sesi eşliğinde geziyorsunuz. Müze çıkışı öncesinde izlediğiniz belgeselde de Yunanlıların bu adaya ne derece “armut piş, ağzıma düş” şeklinde sahip olduklarını daha iyi anlıyorsunuz… Lakki Marina, tekne sahiplerinin vazgeçilmez korunaklı limanı. Karşısında hoş bir kafe, yürüme mesafesinde ise bir plaj var. Genelde tercihimiz araba veya küçük bir motosiklet (scooter) kiralayıp, adayı turlamak ve Alinda Koyu’nda denize girmek. Adanın en popüler aktivitesi tepedeki yeldeğirmenleri ile ünlü Pandeli Koyu’na gidip, sahil boyunca sıralanmış tavernalardan birinde akşam yemeği yemek. İsminin hatırlanması kolay olduğundan mı, yoksa “aman şekerim arkaşlar gitmiş, biz de görelim” sevdasından mı bilinmez Zorba Taverna Türklerin adeta kâbesi, üstelik fiyatlar da epey şişirilmiş. Biz genelde hemen yanındaki Psaropoula’yı tercih ediyoruz. Karidesli spagettisi ve midyeli pilavı damak çatlatan cinsten… Daha özel bir akşam yemeği için ise Milos Taverna gayet iyi bir adres. Öncesinde terasta içkinizi yudumlayıp, sonrasında eski bir yel değirmenini kendine mekan etmiş bu tipik balıkçı restoranında kendinize bir ziyafet çekebilirsiniz. Tek sorun son dönemde Türklerin burayı da keşfetmesi sonucu hem yer bulmakta zorlanmanız hem daha da yüksek bir hesap ödemek durumunda kalmanız. Size rahatlıkla tavsiye edebileceğim bir diğer lezzet durağı ise Lakki Bölgesi’ndeki Petrino Restoran (İstanköy Adası’nda da beğendiğimiz bir restoranın adı aynıydı). Sıcakkanlı ve oldukça konuşkan sahibi müthiş bir konukseverlik sergiliyor, yemekler de gayet lezzetli. Giderken bize adeta büyük bir parfüme benzeyen bir şişe uzo hediye etti. Efharisto! Batnoz’un adeta iki kolunu kapayarak oluşturduğu doğal bir göl manzarası, daha ne olsun… Ayrıca kumsaldaki masamızda oturup, buzlu kahvelerimizi yudumlarken, Yavuz’un hemen 3 adım ötemizde denizin keyfini çıkarması da müthiş rahatlık. BATNOZ: Hıristiyan dünyası için kutsal kabul edilen bu ada, 1999 yılında UNESCO tarafından dünya mirası listesine dahil edilmiş. M.S. 95 yılında St.John bu adadaki bir mağarada kendisine Allah tarafından vahiy edilenleri yazarak, İncil’in son kitabını (The Book of Revelations) ortaya çıkarmış. Yaklaşık bin yıl sonra 1088’de adanın en tepesine İncil yazarının adını taşıyan bir manastır inşa edilmiş. Hora Bölgesi’ndeki St.John Manastır’ı ve efsanevi mağara Hıristiyanlar açısından hac yerleri. İhtişamlı manastır ve tepeden aşağı kademe kademe inen beyaz evler büyüleyici bir manzara oluşturuyor. Boşuna bu tarihi bölge meşhur Gül’ün Adı filmine dekor olmamış. Sadece 3000 nüfusa sahip adayı, her yıl yüzbinlerce turist ziyaret ediyor. Adanın merkezindeki şık butikler, göz alıcı kuyumcular (ki benim favorim Thanos), neşeli dondurmacılar ve kafeler harika şekilde zaman geçirmenizi sağlıyor. Sokağın iki yanına masaları atmış, aile işletmesi Pantelis Restoran’da defalarca yemek yedik ve her seferinde çok memnun kaldık. Biraz daha içeride bulunan Tırhandil (Tpexanthpi) Taverna ise küçük masalarında, hiç ummadığınız kadar büyük ziyafet çekebileceğiniz harika bir başka mekan. Özellikle ahtapot ve karideslerini mutlaka deneyin derim. St.John Manastırı’na karşı bir akşam yemeği için ise sahile parallel, altında bir İtalyan restoranı bulunan, ikinci kattaki Tzibaepi Taverna’yı tercih edebilirsiniz. Henüz gitmediğimiz ama namını epey duyduğumuz bir başka restoran ise Benetos. Romantik, nezih atmosferi ve Akdeniz mutfağı ile beğeni toplayan ancak yüksek fiyatları nedeniyle biraz da şikayet edilen bir adres. Yine de sanırım denemeye değer… Genelde bize tekneyi adanın limanı Skala’ya bağladıktan sonra yürüme mesafesinde bulunan, kumların içine gömülü masaları ile denize sıfır Meltemi Kafe’de soluğu alıyoruz. Tertemiz deniz, leziz meyveli yoğurtlar, genç kızların servis yaptığı güleryüzlü hizmet ve karşınızda Gezdiğimiz diğer Yunan adalarına gelince, eh, onlar da artık bir başka sefere... 41 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 İkinci teknemiz My Pearl (45 feet Bavaria). Sedef Kabaş & Rıdvan Yirmibeşoğlu & Yavuz Yirmibeşoğlu havuzluktaki platformda 42 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 ANTARKTİKA’DA TÜRK ÜSSÜ KURULABİLİR Mİ? [ Hazırlayan ] Dr. İrfan UYSAL | Su Ürünleri Yük. Müh. - Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Deniz Koruma Alanları Şube Müdürlüğü 14 milyon km2 lik alanıyla Antarktika, dünyanın en soğuk, en kuru ve en rüzgârlı kıtasıdır. Dünya buzul kütlesinin %90’ı Antarktika’da bulunmaktadır. Ortalama sıcaklık yaz aylarında -20 ºC olurken kışın ise -70 ºC’ye kadar düşebilir. Dünyanın içilebilir su kaynaklarının %90’ından fazlası da Beyaz Kıta veya Buz Kıtası olarak adlandırdığımız Antarktika’daki buzulların içinde saklıdır ve 30 milyon km3 su rezervi bulunmaktadır. Bir başka deyişle Antarktika’ya zengin maden ve petrol yataklarının yanı sıra küresel içilebilir su kaynağı olarak da bakabiliriz. ANTARKTİKA ANLAŞMALAR SİSTEMİ Amudsen, Scott ve Shackelton’un Antarktika’yı keşfetmeleriyle Antarktika üzerinde yoğun bir toprak kazanım savaşı 1910’lu yıllardan sonra başlamıştır. Dünyanın %10’unun bir avuç devlet tarafından paylaşılmasını doğru bulmayan devletler Birleşmiş Milletler’in (BM) kurulmasının ardından buzullar ülkesinin hukuki durumunu tartışmaya açmışlardır. Antarktika Anlaşmalar Sistemi’nin önemli bir özelliği uluslararası kuruluşların himayesi altında olmadan doğrudan devletler tarafından kurulmuş olmasıdır. Antarktika Anlaşmalar Sistemi kapsamında; • Antarktika Anlaşması (1959) • Antarktika Flora ve Faunası Koruma Tedbirleri Sözleşmesi (1964) • Antarktik Ayı Balıklarını Koruma Sözleşmesi (CCAS) (1972) Antarktika’da Türk Bilimsel Araştırma Üssü kurulabilir mi? • Deniz Canlı Kaynaklarının Korunması Hususunda Sözleşme (CCAMLR) (1980) Antarktika’da bilimsel amaçlı bir üs kurma hakkımız vardır ve önünde yasal bir engel bulunmamaktadır. Bunun için 2015 yılı olması gerçekçidir. 1961 yılında kabul edilen Anlaşma yedi devletin Antarktika’daki egemenlik iddialarını dondurmuştur. Bu nedenle izin almaya gerek yoktur. Nitekim, Çin ve Hindistan, Antarktika’nın % 42’si üzerinde egemenlik iddiasında bulunan Avustralya’ya ait bölge üzerinde üslerini izin almaksızın kurmuşlardır. Buradaki diğer önemli bir unsurda üssün nereye kurulacağıdır. 1991 yılında hazırlanan ve 1998 yılında yürürlüğe giren Çevre Koruma Protokolü ile Antarktika madenlerinin işletilmesi 50 yıl boyunca yasaklanmıştır. 50 yılık süre 2048 yılında • Antarktik Maden Rezervleri Faaliyetlerinin Düzenlenmesi Sözleşmesi (CRAMRA) (1998) • 1991 Madrid Çevre Koruma Protokolü (PEPAT) (1991) imzalanmıştır. 43 dolacaktır. Özellikle 2048 yılı sonrası maden ve petrol kaynaklarının işletilmesi konusu tekrar gündeme geldiğinde; üslerin nerede kurulduğu önem kazanacaktır. Antarktika’da Türk Bilimsel Araştırma Üssü’nün kurulması düşüncesinin ardında bazı nedenler vardır. Bunlar: • Antarktika’nın yönetimine dahil olup oy kullanma hakkı elde etmek. • Seçilecek üssün stratejik yerde olması ve bilimsel araştırma yapma zorunluluğu Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Antarktika’yı dünya devletleri aralarında henüz paylaşamadıkları için kıta hala “kimseye ait olmayan yer” statüsündedir. 1959 yılında 17 ülkenin resmen katıldığı Antarktika Anlaşması 1961 yılında onaylanmıştır. Buradaki amaç; kıtanın silahsızlaştırılmış kalmasını ve bilimsel araştırmalar başta olmak üzere sadece barışçıl amaçlı kullanılmasını temin etmektir. Türkiye’nin uluslararası çevre politikalarındaki başarımının, küresel politikalara da yansıtılması ve küresel ekosistemin korunması çabalarında da sorumluluk alabileceğinin bir örneği olarak küresel müştereklerden birisi olan Antarktika rejimine dahil olması yararlı olacağı düşüncesinden hareketle Türkiye 1995 yılında Antarktika Anlaşmasını 3 Ağustos 1995 tarih ve 244 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile uygun bulmuş ve 18 Eylül 1995 tarih ve 22408 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak taraf olma yolundaki ulusal süreç tamamlanmıştır. Türkiye uluslararası düzeyde 24 Ocak 1996’da Antlaşma’nın akit taraflarından birisi olmuştur. Bugün Antarktika Antlaşması’na taraf olan 50 devlet bulunmaktadır. Bu devletlerden 22’si Türkiye gibi oy hakkına sahip değildir. Bu 28 danışman devletler statüsüne ise 22 oy hakkı olmayan ülkelerden yaptıkları bilimsel araştırmalar ve kurdukları üslerle bilinen Kanada, Malezya, Çek Cumhuriyeti ve Pakistan girmeye adaydırlar. • Dünyanın 17. büyük ekonomisi olmanın gerekleri • Küresel bir güç olarak Türkiye ve prestij arayışları • Antarktika’daki maden ve petrol rezervlerinin işletilmeye açılma olasılığı • Çevre korumaya katkıda bulunmak olarak sıralanabilir. 1991 yılına kadar bilimsel ve araştırmacı olarak Antarktika’da çalışmış ve Anlaşmayı imzalamış olan devletler bu kıtada söz sahibi olmuşlar ve kaynakları üzerinde hak iddia edebileceklerinin geçerli olması hukuk çerçevesi içine alınmıştır. Antarktika üzerinde bugün 31 devletin toplam 64 üssü bulunmaktadır. Antarktika’ya gelen ilk devletler kendileri açısından en stratejik gördükleri yerlere üslerini kurmuşlardır. Amerika, Avustralya ve Rusya’nın yanı sıra Bulgaristan’dan İran’a, Kore’den Suudi Arabistan ve Malezya’ya kadar gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler ya Antaktika’da araştırma üslerini kurdular ya da kurma aşamasındadırlar. Pakistan “Cinnah” araştırma üssünü çoktan kurmuştur bile. türü ile onlarca farklı kuş türü yaşamaktadır. Antarktika’daki kiril miktarının da 100 ile 500 milyon ton arasında olduğu tahmin edilmektedir. Antarktika’daki Türkiye’nin varlığı, kıtanın zengin kaynaklarından pay almak adına değil, olası bir yağmaya engel olmak açısından da çok önemlidir. Antarktika’nın bir Dünya Parkı olması düşüncesiyle çevreyi ve ekosistemi şimdiki ve gelecek nesilleri korumayı ön plana çıkarmak Türkiye’nin bir kozu olarak değerlendirilebilir. Sonuç: 2003-2013 yılları arasında dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin önünü açmış, ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda dünyada itibarı artan bir Türkiye daha aktif bir dış politika izlemeye başlamıştır. Bunun bir yansıması olarak, yakın bir gelecekte Türkiye’nin Antarktika’da Türk Araştırma Bilim Üssü kurması kaçınılmazdır. Türkiye’nin Antarktika’da bir üs kurması dünyada küresel bir güç ve bir aktör olarak var olmanın bir gereğidir. KAYNAKLAR : 1. Başlar, K., 2003. Antarktika Anlaşmalar Sistemi (1961-2001): 40 Yılın Ardından Antarktika’nın Hukuki Rejimi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 2003 Cilt Antarktika Ekosistemi 44 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Antarktika’ya Ekosistem olarak baktığımızda da en büyük doğal kaynak rezervleri olarak balık ve kiril rezervleri gelmektedir. Antarktika suları dünyanın en verimli canlı rezervine sahiptir. Antarktika’da 35 çeşit penguen, 200 çeşit balık, 12 çeşit balina 52 Sayı 2. 2. Öztürk B., Atasoy, O., (Ed.) 2013. Antarktika’da Türk Araştırma Üssü Kurulması Çalıştayı. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı. İstanbul/Türkiye, TÜDAV Yayın no:37. FOTOĞRAFLAR : 1. http://b68389.medialib.glogster.com/media/ cbb0978f2912bf9df499e0b5912738d1a63dece8c4e68a033899e6702eba0131 meteorsearch-harvey-big.jpg Yetenek Kazandırma Kursları OKUMA YAZMA VE BİLGİSAYAR KULLANICI EĞİTİMLERİ [ Hazırlayan ] SG Eğitim ve Öğretim Komutanlığı 45 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 SG Eğitim ve Öğretim Komutanlığında vatani görevlerini yapmakta olan erbaş/erlere, sivil yaşamlarında kullanabilecekleri bir yetenek kazandırmak ve ülke kalkınmasına da fayda sağlamak maksadıyla Konyaaltı Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü personeli tarafından Komutanlığımız KIEM dershanesinde; 01 Nisan 2013-14 Mayıs 2013 tarihleri arasında “Okuma Yazma” eğitimi ve 26 Şubat-30 Mayıs 2013 tarihleri arasında “Bilgisayar Kullanıcı” eğitimleri verilmiştir. “Okuma Yazma ve Bilgisayar Kullanıcı” eğitimlerini başarıyla bitiren erbaş/erlere sertifikalarını vermek üzere 27 Haziran 2013 tarihinde Komutanlığımızda tören icra edilmiş olup, törene Konyaaltı Halk Eğitim Merkezi Müdürü Adnan ÖZDEMİR, Müdür Yardımcısı Ahmet KARTÖZ ve Halk Eğitim Merkezi Öğretmeni Ayfer KARTAL davetli olarak iştirak etmişlerdir. Bahse konu Konyaaltı Halk Eğitim Merkezi personeline eğitimlerdeki katkı ve desteklerinden dolayı İdari Başkan SG Kd.Alb. Hakan AKSU tarafından Teşekkür Belgesi verilmiş olup eğitimleri başarıyla bitiren erbaş/ erlere sertifikaları Kh. Des. Kt. K. Vek. SG Kd. Yzb Gürcan KAHRAMAN tarafından verilmiştir. 46 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 BOĞAZİÇİ KITALAR ARASI YÜZME YARIŞLARI [ Hazırlayan ] TCSG-312 Komutanlığı “Boğaziçi Yarışlarını”; Cumhuriyet, Olimpizm ve Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) ilkelerini, insanlık medeniyetinin ortak evrensel değerlerini ve özünü teklikten değil de çoğulculuktan alan 21.yy küresel vizyonunu benimsemiş, çevreye saygılı ve “rakipsiz bir deneyim” olarak konumlamak, Türkiye’yi ve dünyayı, “bu ortak payda da ve kültürlerin başkenti İstanbul’da buluşmaya davet etmek” misyonuyla hareket eden TMOK’un düzenlediği Boğaziçi Kıtalar arası Yüzme Yarışları’nın 25’incisi 07 Temmuz 2013 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Tarihçe Dünyada kıtalar arası olarak düzenlenebilen ilk ve tek yarışma olan Boğaziçi Kıtalar arası Yüzme Yarışları’nın ilki 1989 yılında 4 bayan, 64 erkek sporcunun katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Boğaziçi Yüzme Yarışları her yıl artan bir ilgi ile karşılanmaktadır. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin himayesinde ve “Herkes İçin Spor” sloganına uygun olarak düzenlenen bu yarışlar TMOK’un spor faaliyetlerinin başında gelen etkinliğidir. İstanbul, Avrupa ve Asya Kıtaları üzerine kurulmuş olması, içinden boğaz geçmesi özelliği ile bu yüzme yarışını toplum sporu olarak yaptırmaya doğal bir ortam oluşturmaktadır. İstanbul Boğazı’nda dünyanın ilk ve tek kıtalar arası yüzme yarışı yapılmaktadır. Artık gelenekselleşmiş olarak yapılan yüzme yarışlarıyla, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde denizciliğin güzelliği ve önemi her yıl bir kez daha gözler önüne serilmektedir. 25’inci Boğaziçi Kıtalararası Yüzme Yarışları07 Temmuz 2013 25’inci Boğaziçi Kıtalararası Yüzme Yarışları’nda Kanlıca Vapur İskelesi’nden Kuruçeşme Cemil Topuzlu Parkı’na kadar yaklaşık 6,5 km’lik zor bir parkurda dünyanın dört bir yanından toplam 55 ülkeden gelen sporcuların katılımıyla 1426 sporcu kürek, kano ve yüzme kategorilerinde mücadele etmiştir. Yarışlar boyunca İstanbul Boğazı transit ve yerel trafiğe kapatılmıştır. Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın Boğaziçi Kıtalar arası Yüzme Yarışları’na Katkısı Boğaziçi Kıtalar arası Yüzme Yarışları’nda Sahil Güvenlik Komutanlığı oldukça çok sayıda platform ve personel ile yarışlara destek vermiştir. Yarış parkurunun ve çevresinin güvenliğinin sağlanması ve sporculara yakın güvenlik ve koruma sağlanması görevleri etkinlikle yerine getirilmiştir. Koordineli bir şekilde görev icra eden SG unsurları vasıtası ile denizde meydana gelen acil durumlara anında müdahale edilerek katılımcıların herhangi bir zarar görmeden yarışları bitirmeleri sağlanmıştır. Özellikle yüzme yarışlarının bittiğinin düşünüldüğü anlarda SG helikopteri havadan tespit ettiği bir yarışmacıyı Sahil Güvenlik botlarına bildirmiş, en yakın SG botunun müdahalesi ile yarışmacı denizden çıkarılmıştır. Yarışmalar sona erdikten sonra TCSG-312 Komutanlığının koordinatörlüğünde Boğaz’da bulunan tüm SG botları ile nizam halinde denizde yüksek süratle boğaz geçişi yapılmıştır. SG Helikopteri tarafından görüntülenen nizam geçişi sahilde bulunan izleyicilerin dikkatli bakışları ve alkışlarıyla tamamlanmıştır. Dünyada kıtalar arası düzenlenen tek yüzme yarışı olması nedeniyle yüzme yarışlarına yerel ve dünya basınının da ilgisi büyüktü. Sahil Güvenlik Komutanlığı hava ve yüzer unsurlarının İstanbul Boğazı’nda başarıyla görev yapması, izleyicilerin ve basının yarışmalara ilgisi Sahil Güvenlik Komutanlığının Türkiye ve diğer ülkelerde tanıtılmasında çok büyük katkılarda bulunmuştur. 47 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanlığı bağlısı 14 SG unsuru (TCSG-312, TCSG-303, TCSG-19, TCSG-5, TCSG-12, Saget-2, Saget-3, Saget-5, Saget-9, Saget-16, Saget-18, Degak-04 ve lastik botlar ), SG Hava Komutanlığı bağlısı 1 helikopter ve yarış komitesine danışmanlık yapan bölge Harekat Şube Müdürü SG Yarbay Murat ÖZER ve SG Sey.Kd.Bçvş. H. Avni CINDIK’tan oluşan kalabalık ve etkin bir görev grubuyla tüm yarışmalar sürecinde denizden güvenliği sağlamıştır. Fotoğraf: Ada martısı Cem Orkun Kıraç 48 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 TÜRKİYE’NİN ZENGİN DENİZEL BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ VE KORUNMASI [ Hazırlayan ] Cem Orkun KIRAÇ | Su Altı Araştırmaları Derneği Kurucu Üyesi Denizlerimizde ve kıyılarımızda birçok canlı türü yaşıyor. Bunlardan bazıları nesli dünya çapında tehlike altında olan türler ve ne şanslıyız ki bu canlıların bazıları ülkemizi üreme alanı olarak kullanıyor. Deniz ve kıyı alanlarımız sahip oldukları biyolojik çeşitlilik bakımından da dünyada ve Akdeniz’de hatırı sayılır bir konumdadır. Deniz ve kıyı canlılarının ülkemizde bulunanlarından bazıları dünyada sadece birkaç ülkede yaşamakta ya da dünya ölçeğinde nesli azalan canlılar grubuna girmektedir. Türkiye yaklaşık 8 bin 500 kilometre kıyı şeridi, yüzlerce ada ve adacığıyla büyük bir yarımada ülkesi. Etrafında bulunan 4 ayrı karakterdeki denizleri, gerek kıyı gerekse içerdiği canlılar bakımında oldukça büyük farklılıklar gösteriyor. Göçmen balıkların dışında, dipte yuva yaparak bölge tutan teritoryal canlılar ve diğer bentik balık türleri mevcut. Örneğin kuvvetli bölgesel davranış gösteren orfoz (Epinephelus marginatus) deniz tabanında taşların arasında, altında yuva tutan bir tür. Dünyada, Akdeniz Havzası dışında yayılım göstermeyen deniz çayırları (Posidonia oceanica), ülkemizde Ege ve Akdeniz’de 0–40 metre derinlikte su altı kuşağında yaşar, ancak Marmara kıyı sularında çok az rastlanırken Karadeniz’de hiç görülmezler. Bu çiçekli deniz bitkisi denizlere oksijen sağlamasının yanı sıra birçok deniz canlısına ya habitat sağlar ya da besin. Sularımızda deniz memelisi olarak toplam 10 tür setase (yunus ve balinalar) ler de görülür. Bunların arasında şişeburun (afalina), yunus (tırtak), çizgili yunus ve mutur devamlı karşılaşılan türlerdir. Sularımızdaki tek yüzgeçayaklı ise aynı zamanda Akdeniz’in ve dünyanın en nadir canlısı durumundaki Akdeniz fokudur. Denizlerimizde yaşayan dip (demersal) balıkları, özellikle hani balıkları (orfoz, lagos) ve kaya levreği gibi belli bir bölgeye kuvvetli olarak tutunan balıklar; trol, şebeke, trata ve ığrıp gibi metotlarla avlanan balıkçı tekneleri yüzünden büyük oranda zarar gördü. Çünkü, özellikle kıyılarda yapılan dip sürütme av metotları, yavruların yetişip büyüdüğü sığ sularda dibi bozar ve canlıların barındığı kayalık veya çayırlık alanları tahrip ettiği gibi büyüdükten sonra açığa giden yavru balıkları cinsel olgunluğa ulaşmasına olanak vermeden daha baştan yok eder. Ne yazık ki ülkemizde belli bölgelerde, özellikle Ege’de trata ve ığrıp yasa dışı ve yoğun olarak yapılmakta iken Sualtı Araştırmaları Derneği (SAD)’nin de yoğun çabaları ve başvurusu sonucunda 2001 yılından itibaren uygulanmak üzere Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından trata ve ığrıp kıyısal dip sürütme avlanma tekniklerine yasak getirildi. Trata ve ığrıp artık 12 senedir yasak ve ülkemizde uygulanmıyor, ancak gittikçe artan yasa dışı ve aşırı trol ve gırgır avcılığının tüm denizlerimizde çok daha sıkı takip edilmesinin çarelerine bakılmalı. 14 metreden büyük balıkçılık teknelerinin zorunlu olarak takmaları gereken Otomatik Tanımlama Sistemi (OTS) cihazlarının balıkçı teknelerinde etkin çalışmadığı bir vakıa. SAD, OTS etkinliğinin artırılması ile yasadışı trol ve gırgırların masraflı deniz denetleme maliyetlerini azaltacağı gibi yasa dışı balıkçılığın ciddi şekilde azaltılmasında önemli bir faktör olduğunu düşünmektedir. Bu arada, karada; limanlarda balık pazarları ve restoranlarda satışa çıkarılan yasa dışı balıkların Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yetkilileri tarafından çok daha yakından izlenmesi ve tavizsiz yaptırımların uygulanması da önemli. Bu şüphesiz ciddi bir caydırıcılık yaratacak ve yasa dışı balığın alınıp satılmasında yaptırımlardan dolayı azalma görülecektir. Yasa dışı balığı satamayacağını bilen balıkçı, yasa dışı balık avlamayı bırakır. Deniz habitatlarına uyum göstermiş bir deniz kuşu olan ada martısı (Larus audouinii) adından da anlaşılacağı üzere dünyada sadece Akdeniz’deki adalarda görülen el değmemiş ve bozulmamış yaşam ortamlarını üreme alanı olarak kullanan nadir bir canlı ve nesli azalma tehlikesi altında. Bu türün yok olma nedenlerinin başında, yaşam alanı adaların, insan faaliyetleri sonucu özelliklerini kaybetmesi geliyor. Türkiye kıyılarında kesin olarak 3, muhtemelen sadece 5 noktada ürüyor. Türkiye’den başka Yunanistan’da bazı Ege adaları ile 49 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Fotoğraf: Posidonia deniz çayırı Barış Akçalı Batı Akdeniz’de İspanya’da bazı adalarda nispeten daha fazla sayıda üremektedir. Ayrıca sadece Akdeniz’de görülen tepeli karabatak (Akdeniz alttürü) (Phalacrocorax aristotelis desmarestii) yine sadece temiz deniz ve kıyı ekosistemlerinde yaşar. Bu saf deniz kuşu bataklıklarda veya yerleşim yerlerine yakın bölgelerde, iç bölgelerde ve iç sularda yaşamaz. Sadece el değmemiş ve insan baskısından uzak kayalık kıyılarda ürer. 50 Akdeniz foku (Monachus monachus) Avrupa’nın en nadir canlısı olup, yine Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları KOruma Birliği (IUCN)’ne göre tüm dünyada nesli kritik derecede tehlike altındadır. Tüm dünyada sadece 650–700 civarında kalmıştır. Akdeniz fokunun 1970’li yılların sonuna kadar en önemli yok olma nedeni, yağı ve derisi için avlanması, canlı yakalanarak sirk ve hayvanat bahçelerine satılması ve balık ağlarına zarar vermesi nedeniyle kasıtlı öldürülmesiydi. 1980 ve sonrasında hızla gelişen turizm, aşırı ve plansız kıyı yapılaşması sonucunda yok olma nedeni olarak “avlamaöldürme” faktörünün yerini, büyük oranda yaşam alanlarının, yani kıyıların betonlaşması ve bakir kıyılara yol açılması (yani habitat bozulması) aldı. Ülkemizde kalan son bakir ve ıssız kıyılarda yaklaşık 100 kadar Akdeniz foku yaşıyor bu nadir türle karşılaşmak neredeyse büyük şans. Sürüngenlerden deniz kaplumbağası (Caretta caretta) ve Yeşil deniz kaplumbağası (Chelonia mydas) Akdeniz’de hatırı sayılır oranda sadece Türkiye ve Yunanistan’ın nispeten korunmuş kumsallarında yumurtlamaktadır. Her iki deniz kaplumbağası türü de IUCN çalışmalarına göre nesli tehlike altında olan türler. Ülkemizde tümü Akdeniz kıyılarımızda olmak üzere 20 önemli deniz kaplumbağası üreme alanı mevcut. C.caretta ülkemizde ağırlıklı olarak Batı Akdeniz kıyılarındaki kumsallarda yumurtlarken C.mydas ise daha çok doğuda kalan kumsalları kullanır ve ürer. Bu 2 tür deniz kaplumbağası, ülkemizin sadece Akdeniz kıyılarında bakir kumsallarda yumurta bırakmaktadır. En batıda Ekincik Koyu ile en doğuda Hatay Samandağ kumsalında toplam 20 kumsalda üreme olmaktadır. Yine Akdeniz fokunda olduğu gibi yok olmalarının birinci nedeni yaşam alanı olan üreme kumsallarının yapılaşmaya açılması sonucu habitat bozulmasıdır. Fırat kaplumbağası (Rafetus euphraticus) tüm Avrupa’da sadece Türkiye’de ve ülkemizde ise sadece Dicle ve Fırat boylarında görülebilen oldukça nadir bir sucul canlıdır. Ana yok olma nedeni ise ekoloji hesaba katılmadan inşa edilen barajlar ve HES’lerden kaynaklanan doğal yaşam alanı kaybıdır. Denizlerin oksijenini sağlayan deniz çayırları (Posidonia oceanica) sadece Akdeniz’e has bir Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Fotoğraf: Akdeniz foku Cem Orkun Kıraç Fotoğraf: Posidonia deniz çayırı Barış Akçalı deniz bitkisi. Deniz canlılarına barınak sağlaması, beslenme alanları oluşturması ve ayrıca oksijen sağlaması bakımından hayati öneme sahip bir deniz bitkisi ve sadece 0,2–40 m. arasında derinliklerde yaşayan, yani kıyılarda bulunan bir canlıdır. Ülkemiz kara sularında Marmara’da çok küçük bir bölgede, ancak esasen Ege ve Akdeniz sahillerimizde görülür. El değmemiş ve nispeten daha az insan baskısı görmüş kıyılarımızda ve adalarımızda bazı deniz kuşları ve yırtıcı kuşlar da barınmaktadır ki, yine yukarıda bahsedilen canlılar gibi dünyada sadece birkaç ülkede bulunmaktadır. Küçük kerkenez (Falco naumanni), Kara doğan (Falco eleonorae), Tepeli karabatak (Phalacrocorax aristotelis), Ada martısı (Larus audouinii) ve Tepeli Pelikan (Pelecanus crispus) ülkemiz kıyılarında bulunan dünya çapında önemli yabani kuş türleridir. Koruma Bölgelerinin oldukları gibi korunması hayati derecede önemli. Bu anlamda mevcut Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı içinde barındırdığı “korunan alanların yapılaşmaya veya madencilik, turizm, betonlaşmaya izin verilmesi” yolunu açtığından tüm ilgili çevreler, akademisyenler ve STK’lar tarafından büyük tepki görüyor. Bu haliyle doğa korumacı kesimler tarafından bir nevi “Tabiatı Korumama Kanunu” yasa tasarısı olarak görülüyor. Bu yasa tasarısı, mutlaka en başında, yaklaşık 4 sene önce yapıldığı gibi, konusunda uzmanlaşmış, STK’lar, akademisyenler ve araştırmacıların katılımı ile baştan aşağıya tekrar gözden geçirilmeli ve uzmanların görüşleri her aşamada dikkate alınmalıdır. Tüm bu canlılar, ülkemizin taraf olduğu Bern Sözleşmesi, Barselona Sözleşmesi, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Ramsar Sözleşmesi gibi önemli uluslararası sözleşmelerle yaşam alanları ile birlikte korunması taahhüt edilen türler olmasına rağmen ülkemiz gereken esaslı ve kapsamlı koruma ve yönetim planlaması önlemlerini almada çok büyük eksikliklere sahip. Artık doğanın korunmasında bazı alanlarda dibe vurma veya birçok alanda düşüş eğiliminde olan doğal habitatlar ve biyolojik çeşitliliğin korunması için “pozitif ayrımcılık” yapmak zorunda olduğumuzu idrak etmemiz lazım. Kıyıların imara açılması, betonlaşma ve özellikle kıyısal SIT alanların, Milli Parkların ve Özel Çevre Umarız yakın bir gelecekte, çok geç olmadan, başta doğal yaşam alanları (yabanıl habitatlar) gerçek anlamda korunarak sadece hukuksal zorunluluklar değil birlikte yaşama ilkesine ve doğa anaya saygının gereği de yerine getirilir. Bu makaledeki deniz ve kıyı canlı türlerini korumak ciddi bir görev ve sorumluluk. Bu da bilgiye dayalı, bilime saygılı ve koordineli çalışmalarla mümkün. Sanırım doğayı ve barındırdığı deniz canlılarını korumak için bu aşamadan sonra doğal hayata pozitif ayrımcılık yapmaktan başka çare yok. Bunu zor da olsa kabullenmek durumundayız. Zira “koruma/ kullanma” yanlış algılamasında terazi ne yazık ki doğal yaşam ortamları ve yabanıl canlılar aleyhinde, artık bariz olarak bir tarafa basmış durumda. 51 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Fotoğraf: Orfoz Murat Draman 52 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 KAYBOLMAYAN IŞIĞIMIZ DENİZ FENERLERİ [ Hazırlayan ] Selim YETİM | SG Sey. Kd. Üçvş. Belki de, aydınlığın yalnızlığıdır, deniz fenerleri. Deniz ve rüzgar arkadaşı gibi gözükse de, kaptanlara yol gösteren deniz fenerine kızdıkları zaman rüzgar fırtına olur, denizde kabaran dalgalarla yıkmaya çalışırlar yalnız ışığı. çıldırır deniz feneri zevkten, adeta dans eder denizlerin en uzak noktalarına uzanarak. Daha gerçektir deniz feneri, gece sadece o ve deniz vardır sınırlı görüş gizliliğinde. Ve her gece hikayelerini anlatmak için gemileri beklerler sonsuz gecelerde… Gündüz yalnızdır, hüzünlüdür, belki de karamsar, kimse gelmez, uğramaz yanına. Belki de umurlarında değil deniz fenerleri, uzaktan geçen gemilerin. Deniz Fenerleri; Ağlayamaz deniz feneri, ağlamayı deliler gibi istese de, gözyaşları yoktur, ulaşmak istese de ulaşamaz, gemilerine, çaresizdir gündüzleri. Geceleri mutluluk peşindedir deniz feneri, gecenin esrarengiz yalnız sessizliğinde. Her ışık turunda Yıldızlar ile yön bulunmaya çalışıldığı dönemlerden günümüze denizcilerin kılavuzudur. Eski dönemlerde deniz fenerlerinde aydınlatma, fener tepesindeki bir maltız veya ızgara içinde yakılan kömür veya odun ateşi ile sağlanmış,18. yüzyılda balina yağı, kakao yağı ve diğer çeşit yağlar da fener aydınlatmasında kullanılmıştır. Çağlar ilerledikçe, odunla başlayan bu serüven, havagazı, petrol, elektrik ve güneş enerjisi ile sürdürülmüştür. Deniz fenerleri, gündüzleri yapının belirgin renginden, geceleri ise ışığının renginden, parlamasından ya da yanıp sönmesinden tanınırlar; ve şimşek biçimiyle usta denizciler tarafından tanınan deniz fenerlerinin ve ışıklarının görülmediği kötü hava koşullarında denizciler; eskiden top ve çan seslerinden, günümüzde ise sesli ikaz ve siren seslerinden yararlanarak yollarını bulmaktadırlar. Fener bekçiliği babadan oğula geçen mesleklerdendir. 1970’li yıllara kadar Türkiye’nin farklı bölgelerinde 200’e yakın deniz feneri bekçisi görev yapıyordu. Fenerler, elektrikli sisteme geçtikten sonra emekli olan bekçilerin yerine yenileri alınmamaya başlandı. Şu an geriye sadece 5 aile kaldığı bilinmekte ve kısa bir süre sonra babadan oğula geçen bu meslek belki de tarihe karışacak. Gardiyanlı fenerlerimizden biri, Antalya’nın Güney ucunda Yardımcı Burnu (Gelidonya Yarımadası)’nda bulunan Gelidonya feneridir. Gelidonya “kaledonya” kelimesinden geliyor. Kaledonya Likya dilinde “kırlangıç” demek ve kırlangıç ağırlıklı göçmen kuşlar, Mısır yolculuğu esnasında burada dinlendiklerinden yöreye Kaledonya veya Gelidonya adı verilmiş. Fenerin yapımına 1934’te başlanmış, 1936’da tamamlanmış. 1944’ten bu tarafa “Demir Ailesi” babadan oğula geçecek şekilde fenerciliği sürdürüyor. 227 metrelik rakımıyla Türkiye’ nin en yükseğe konumlanmış feneri olan Gelidonya Feneri sivri kayalıklar üzerine ulaşımı oldukça zor olan ve günümüzde bile elektrik ulaştırılamadığı için elle kurularak çalıştırılan bir deniz feneridir. Deniz Fenerlerinin Tarihimizdeki Yeri: Deniz fenerlerinin bir ihtiyaç haline gelmesi 1855 Kırım Savaşı sırasında Osmanlı müttefikleri İngiltere ve Fransa’ya ait gemilerin İstanbul Boğazı geçişi sırasında zorlanması ve bazı gemilerin karaya oturmasıyla ortaya çıkar. Savaş sonrasında, dönemin Fransa Büyükelçisi Antoine Thouvenel, Osmanlı denizlerinde ve Boğazlarda seyir güvenliğinin, deniz fenerleri kurmakla sağlanacağına Sultan Abdülmecit’i inandırır. Padişahı modern deniz fenerleri yapılması ve işletilmesi konusunda Fransızlarla anlaşma yapması için ikna eder. Sultan Abdülmecit ve 1855 yılında “Fenerler İdare-i Umumiyesi Müdürlüğü”nü kurar. Fransız Elçiliği’yle yapılan bir anlaşma uyarınca, Fransız vatandaşı Marius Michel ve Camille Collas bu işi üstlenir. En eski deniz feneri, MÖ 7. yüzyılda Sigeon’da, bugünkü adıyla, Kumkale’de (Çanakkale) yapılmıştır. Dünyanın antik çağdaki yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri MÖ 280 yılında Knidos’lu 53 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Fenerler çalışma şekline göre ikiye ayrılırlar: Gardiyanlı fenerler (bekçili fenerler) ve gardiyansız fenerler (otomatik fenerler) . Gardiyanlı fenerlerde fener bekçisi, fenerin çalışmasını sağlamak ve fenerde doğacak herhangi bir arızayı gidermekle görevlidir. Bu tip fenerler; fener kulesi ve dış galeri, optik alet, nöbetçi odası, yakıt ambarı, sarnıç, depolar ve fenercinin yaşayacağı mekânlardan oluşmaktadır. Eski dönemlerde fenerciler ateşin sürekli yanmasını sağlarken, camların temiz olmasına da özen gösterirlerdi. Hava koşulları yüzünden uzun zaman karaya çıkamamaları durumunda, yiyecek tükendiğinde, aydınlatmada kullanılan mumları yemeleri gerekebiliyordu. O zamanki mumlar hayvansal ve bitkisel yağ kökenli olduklarından sindirilebilen türden hazırlanıyordu. Şiddetli fırtınalarda dalgalar 45 metre yüksekliğindeki bir fener kulesini tamamen örtebilmekte ve fener fanusunun kalın camlarını bile kırabilmekteydi. Fanus içine o kadar çok deniz suyu girermiş ki, fenerciler sularla beraber merdivenlerden sürüklenmemek için kendilerini merdiven korkuluklarına bağlamak zorunda kalırlarmış. Sostrates tarafından Pharos Adası üzerine inşa edilmiştir. Yüksekliği 135 metre olan bu fenerin şöhreti ve yüksekliği bu güne kadar aşılamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise, inşa edilen ilk fener Fenerbahçe feneridir. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1562 yılında inşa ettirilmiştir. Mösyö Marius Michel Osmanlı İmparatorluğu’na bir layiha (tasarı) sunarak kıyıların önemli yerlerine, yeni yöntemle çalışan deniz fenerleri kurulmasını ve yararlanan gemilerden de fener rüsumu (vergisi) alınmasını teklif eder. Bu layiha Saraydan kabul görür, imparatorluğun Akdeniz, Türk Boğazları ve Karadeniz kıyılarında “fener sisteminin kurulması, yönetimi, geliştirilmesi ve fenerler ağının bakımı” işi fermanla bu güverte zabitlerine verilir. Fenerler İdaresinin amacı Osmanlı sahillerindeki deniz fenerleri ve deniz sinyalleri şebekesini geliştirmektir. Öncelikle Çanakkale Boğazı ve Karadeniz’de 36 deniz feneri inşası kararlaştırılır. Fenerler İdaresi böylece kurulur. Bu anlaşmanın 2 önemli maddesi şunlardır; 54 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 “Madde 8: Fenerlerin yer seçimini layıkıyla yapmak ve daha sonra da belirli bir zaman için kontrolü sağlamak üzere Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa devletlerinden birer bahriye subayı görevlendirilecektir. Fenerlerin inşası sona erdikten sonra ise fenerlerin teftişi sadece Osmanlı Bahriyesince sağlanacaktır.” “Madde 14: Osmanlı Hükümeti ile Mösyö Michel arasında bir anlaşmazlık çıktığında iki taraf iş bu hususu çözmek üzere taraflardan seçilecek iki hakimin hüküm ve kararlarına uyacaklarını kabul ederler. İş bu hakimlerin arasında bir anlaşma sağlanamadığı takdirde üçüncü bir hakimi seçmeleri lazım gelecek ve onun kararı kesin karar olacaktır. Bu maddelerden birincisi, idarenin Bahriye Dairesine karşı durumunu, ikincisi de karşılıklı dengeyi gösterir. Bu dönemde, ayrıca bir de rüsum (hizmet karşılığı alınan vergi) tarifesi yapılmıştır. Buna göre: Bir boğazdan girip diğerinden çıkacak olan gemilerden her 100 tonilato için yirmi beşlik (yirmi çeyrek), Akdeniz’den ve Karadeniz’den İstanbul’a gelen ve İstanbul’dan bu denizlere giden gemilerden yine her 100 tonilato için 10 beşlik (10 çeyrek) … Fransızlar tarafından yönetilen Fenerler İdare-i Umumiyesi Osmanlı devletini borçlandırarak 5 sözleşme yapmış ve Osmanlı denizciliğinin kanını kurutmuştur ; İkinci sözleşme, ilk sözleşmenin süresinin dolması beklenmeden 1860 yılında yapılmıştır. Daha sonra 20 Ağustos 1860 tarihli sözleşmenin süresi 15 yıl daha uzatılmıştır. Fenerler Dairesi, gemilerden aldığı vergilerle hatırı sayılır bir bütçeye sahip olur. Hatta Osmanlı Hükümeti Fenerler İdaresinden değişik sürelerde borç alma sözleşmeleri imzalamıştır. En son sözleşme 1913 yılında imzalanmış olup, 50.000 altın liralık avansa karşılık imtiyaz 1924 yılından itibaren 25 yıl süre ile uzatılmıştır. Fenerler İdaresi ile hükümet arasında 1. Dünya Savaşı’nda ortaya çıkan anlaşmazlık nedeniyle 24 Temmuz 1923 tarihinde bir protokol yapılmış ve bu protokol 16 Mart 1925 tarih ve 576 sayılı Kanun ile onaylanmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da deniz ulaştırmasının büyük bir bölümü ile önemli limanların işletilmesi yabancıların elindeydi. Türk denizciliğinin gelişememesinin önündeki temel engeller yüksek liman parası ve fener resmi olmuştur. Her ikisi de Fransızların elindeydi. Bu nedenle Türkler, kendi denizlerinde ticaret yapamaz durumda kalmıştır ve nihayet Osmanlı Devleti’nin kapitülasyonlar çerçevesinde yabancı ülke gemilerine tanıdığı kabotaj ayrıcalığı Lozan Barış Antlaşması’yla 1923 yılında kaldırılmıştır. Kabotaj (Nakliyatı Bahriye) Kanunu 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe girmiş, ancak Fenerler İdare-i Umumiyesi faaliyetleri devam etmiştir. Fenerlerin idaresi 1997 yılında Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğüne bağlanmıştır. Fenerlerin idaresi daha sonra 1 Temmuz 1939 tarihinde Devlet Limanları İşletmesi Umum Müdürlüğüne bağlanmıştır. 1 Şubat 1944 tarihinde ise Devlet Denizyolları ve Limanları Umum Müdürlüğüne bağlanmış Fenerlerin yönetimi son olarak 12 Mayıs 1997 tarihinde Bakanlar Kurulu’nun aldığı karar ile tüm seyir yardımcılarının, kurtarma, yardım ve tahliyesi hizmetlerinin tek çatı Ülkemiz sahillerinde 551 seyir cihazı bulunurken, İtalya’da 1146, Ukrayna’da 42, Suriye’de 7, Slovenya’da 24 seyir feneri bulunmaktadır. Türk limanlarında 30 Net Tona üzeri yabancı bayraklı gemiler ve 100 Net Tona üzeri Türk bayraklı gemilerden fener ücreti alınmaktadır. Harp gemileri, flandra taşıyan gemiler ile bilimsel araştırma ve okul gemilerine bu ücret uygulanmaz. İngiltere’de Genel Deniz Feneri İdaresi Corporation of Trinity House’tur. Fransa’da 1792 yılında kurulan Köprüler ve Yollar İdaresinin kontrolu altında bulunan Fenerler İdaresi “Service des Phares et Balises” adı ile tanınır. Amerika’da, 1 Temmuz 1939 dan itibaren fener hizmetleri, “ U.S. Coast Guard” teşkilatı tarafından yürütülmektedir. Günümüzde denizcilik sektöründeki yaşanan yenilikler, seyir sitemleri, elektronik haritalar, seyir radarları, otomatik plot sistemleri gibi teknolojik gelişmeler ile deniz fenerleri önemini kaybetmeye başlamıştır. Ancak yalnız ışık her zaman gizemini koruyarak denizcileri selamlamaya devam edecektir... Yüreğin mi daralıyor, yıldız ışığında, Bırak anılar gitsin biraz daha geri. Ruhu götürmeden vakit yürüyebilir, Düşün nasıl durmuş sabırla yüzlerce yıl, Hep bu benekte bu deniz feneri. Fazıl Hüsnü DAĞLARCA KAYNAKLAR : (1) Denizdeki Yıldız “DENİZ FENERİ” Recep TOKMAK (2) ‘Denizciye Göz Kırpan Sevdalar’ Deniz Fenerleri M. Vefa TOROSLU (3) Deniz Fenerleri: Gemilerin Ve Yalnızların Yoldaşı Bünyamin KÖSELİ (4) Denizbank kanunu (Resmî Gazte ile neşir ve ilâm : 30/XII/1937 - Sayı : 3796) No. Kabul tarihi 3295 27 - XII – 1937 (5) Kanun No: 815 Kabul Tarihi: 20 Nisan 1926 Resmi Gazete ile Neşir ve İlânı: 28 Nisan 1926 - Sayı:358 (6) Uluslararası Deniz Fenerleri Sempozyumu Necmettin Akten 8 Temmuz 2010 *Ali Çetinkaya (1878, Afyonkarahisar - 1949, İstanbul), Türk asker siyaset ve devlet adamı. I. Dünya Savaşı’nda çeşitli cephelerde savaşmıştır. İzmir’in işgalinden az önce, Ayvalık’taki 172. Alay Komutanlığına getirilmiş, 29 Mayıs 1919 Ayvalık’ı işgal eden Yunan ordusuna ilk direnişi başlatan ve halkın katılımını da sağlayan komutandır. Kurtuluş Savaşı’nın askeri anlamda “ilk kurşununu atan” kişi olarak kabul edilmiştir. Bayındırlık Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığı görevlerinde bulunmuş bir siyasetçi; Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Ulaştırma Bakanı’dır. 55 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Fenerler İdare-i Umumiyesi, 1937 yılı sonuna kadar görevine devam etmiş, 1 Ocak 1937 tarihinden itibaren, Fransızların imtiyaz ve yönetiminde olan Fenerler İdaresi, Nafıa (Bayındırlık) Vekili Ali Çetinkaya* tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına gözetim altına alınmıştır. Fenerler İdare-i Umumiyesi, 1938 yılı sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. 15 Ocak 1939 yılında, deniz fenerleri satın alınarak ulusallaştırılmış, bu dönemde kurulan Denizbanka devredilmiştir. Kabotaj (Nakliyatı Bahriye) Kanunu ile başlayan süreç Deniz Fenerlerinin de ulusallaşmasıyla son bulmuştur. altında toplandığı, Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğüne bağlanmıştır. 56 BİR ÇOCUK BEKLİYORUZ Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 [ Hazırlayan ] Özlem Ayşe GÜRSOY | SG İk. Kd. Ütğm. Bir çocuk iki kişiyi bekletir! Bu ne demektir? Bunun anlamı, babanın, çocuk bekleyen karısının geçirdiği psikolojik devreleri bilmesi, karısının da onu anlamasıdır. Bazı kadınlar, hamile kalınca tamamen değişirler, bazıları da hiç değişmezler. Psikoloji kesin bir ilim değildir. Her kadının yaşına, eğitimine, çevresine ve karakterine göre değişik bir annelik hali vardır. Fakat aşırı uçların dışında, genel olarak anne olacak bir kadının aylar boyunca gelişen özel bir psikolojisi vardır. Özellikle birinci çocukta kadınlar doğumdan değil, hamileliğin henüz bilinmeyen yönlerinden çekinir, hislerde kararsızlıklar görülür. Kadın çocuğu olacağını bilse bile ancak çocuk karnında oynamaya başlayınca tam olarak bu duyguya inanır. İşte bu mutluluk, üzüntü ve sıkıntılar ilk evrenin özellikleridir. Fakat her şey annenin çocuğu hissetmesiyle değişir(ikinci evre). Anne olma isteği öyle derin bir içgüdüye bağlıdır ki, çocuk istemediğine yemin etmiş bir kadın bile bilmeden onu ister. Hamile kaldığını öğrenince üzüntüsünden ağlamış olan bir kadın bile birkaç ayda derhal annelik saflarında yerini alır. İşte her türün yaşamını sürdürmeye çalışan doğa, her şeyi ayarlar. Bu normal bir yakınlaşmadır ve yararlı da olur. Koca bu ilişkiyi kıskanmamalı, normal karşılamalıdır. Anne olmadan önce bir kadın, birçok şeyi öğrenmesi gereken bir çocuk halini aldığını hisseder ve bilmeden bu rolünden hoşlanır. Fakat çocuğu olacağı için kendini annesiyle eşit görmeye başlar. Bu çocuklaşma ve olgunlaşma evrelerini bir babanın çok iyi anlaması ve kabul etmesi gerekir. Hamileliği 3 dönemde düşünürsek, birinci dönemde çocuk bir ümitle başlar, sonra inanmayla devam eder, fakat gerçek bir yön yoktur. İkinci dönemde varlık ortaya çıkar, üçüncü dönem ise düşüncenin, uğraşının kısacası her şeyin merkezini teşkil eder. En eski sembolik eşyalardan, ilk sanat eserlerinden arkeologların araştırıp bulduğu karınları şişkin ‘tanrı-anne’ heykelciklerinde de görüldüğü gibi, annelik içgüdüsü, her kadının kalbinde kökleşmiş çok eski bir duygudur. Çocukken oynanan evcilik oyunlarında küçük kız bu duyguyu kullanır. Ancak babalık içgüdüsü, doğumdan önce hiç yoktur. Küçük erkek çocuğu çocukları ile evcilik oynamayı düşünmez. Bir erkek baba olacağını öğrendiğinde, bu haber onda hiçbir duygusal tepki, bir gerçekçilik yaratmaz. Kadın vücudu ve ruhuyla zaten bir annedir, erkek ise aklıyla baba olur. Onu hayal ederken anne gibi yeni doğmuş bir bebeği değil, ödevlerine yardım edeceği, beraber gezerken gurur duyacağı, maça gideceği, onun hırslarını gerçekleştirecek bir büyük olarak görür. Bir çocuk sahibi olmanın verdiği gurur geleceğin babasının, karısına karşı daha çok hayranlık, minnet ve sevgi duymasına neden olur. Bu çeşitli duygular erkeği kadına daha çok yaklaştırır. Ayrılmak üzere olan çiftlerin, hamilelik haberi ile yeniden birleşip mutlu oldukları ender değildir. Hamilelik bir gelişimdir, ihtilal değil. Karakteri aktif ise anne mağazaları dolaşır, bebeğin odası için alışveriş yapar, odayı boyar, pasif olanlar ise bol bol hayal kurar veya sadece annelik ya da çocuk yetiştirme kitapları okur. Ama her şey yine çocuk etrafında toplanır. Sonra haftalar geçtikçe bebek kiloca ağırlaştıkça bir tür yorgunluk gelir annenin üstüne, son hafta geçen dokuz aydan daha uzun gelir. Artık doğum için acele etmektedir. Doğumun yaklaştığı günlerde hayret verici bir canlılık gelir üstüne, etrafı düzene sokmak, temizlemek, mobilyaların yerini değiştirmek gibi hareketler önceki yorgunlukla ters düşer gibi görünür. Bu Babalar, eşlerinizden karakter değişikliği, bir tür sinirlilik bekleyebilirsiniz, ama anlaşılması daha zor tutumlar da vardır. Özellikle üçüncü dönemde içine kapanma, doğumdan sonraki melankolik hava gibi. Hamile kadın, ağırlaşan vücudu nedeniyle kocasını kaybetmekten biraz korkar. Bu yüzden de onun beğenilme çabasını destekleyin. Zamanımızda hamilelik nedeniyle fazla kilo almaktan sakınan kadınlar zaten eskisi gibi olmuyorlar. Geleceğin annesi vücuduna ve yüzüne biraz dikkat ediyorsa normal sayılır. Hamileliğin çizgilerini atamamaktan ve ideal ölçülerine kavuşamamaktan korkar. Bu tutum olumludur, kadının ufak tefek sıkıntılarda(hamilelik maskesi, varis, tüylenme vs.) pasif kalmaktansa bir tepki göstermesi daha iyidir. Ve bütün bunlara yanı sıra karınız bir kazadan veya doğumdan korkuyorsa; İlk önce onu dinleyin, size her şeyi anlatabilmesi onu kuşkularından biraz olsun kurtarır. Ağlamasında, duygusal anlarında onu anlayın. Sonra ona güven verin, o da bunu aramaktadır. Kelimelerin sihirli yönleri vardır. Başkaları onu kuşkulandırabilir (bir dostun zor bir doğum hikâyesi anlatması) fakat kelimeler onu rahatlatır. Ona istatistiklerden bahsedin, doktorun sözlerini hatırlatın. 57 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Anne olacak kadın birden bire kocasına yabancı oluverir, erkek onun başka kimse olduğunu fark eder, haklıdır da ve onu yeniden keşfetmesi gerekir. Ve gururlu erkek şimdi de çekingen bir kimse oluverir. Öyle ki karısının bir takım tepkilerini anlayamaz. Bütün bu hisler bir babadan diğerine az çok değişir. Ancak genel tepki kuşkudur. Korkuları belirsiz bir suçluluk, hamilelik olayını bilmemekten ve ailede anlatılan eski hikâyelerden doğar. Tüm kocalar eşlerinin sıhhatinden onlardan daha çok endişe eder. doğumun çok yakın olduğunu gösteren iyi bir işarettir. Şu anda karınızda olağaüstü bir kuvvet bulunmaktadır. Bu, doğadaki en üstün kuvvettir: Bir çocuğu doğurabilme kuvveti. Başka hiçbir kuvvet onunla ölçülemez. Düşünün ki karınızın vücudu da, milimetrenin binde şu kadarı ufaklığında bir yumurta, bir insan meydana getirmektedir. Hangi bilgin böyle bir güce sahiptir? İnsanın sahip olduğu güçler örneğin atom bunun yanında gülünç kalır. Peki, bu gücün kadın üzerindeki tepkisi normal sayılmaz mı? Tepki her kadında değişen bir zayıflık olamaz mı? Bazı kadınlar bu durumda moral yönünden çok duyarlı olurlar. Bir kelime bir şaka silinmez bir iz bırakabilir. Belirsizlik ve korkularla hamilelik süreci, annenin çocuğu kucağına almasıyla biter. Anne bebekle tek vücut olur ve en uzun aşk hikâyesi başlar. Bu hikâye bir günde yazılmaz, anne sevgisi yıldırım aşkı değildir. Bu sevgi günler boyunca, çocuk büyüdükçe yavaş yavaş verdiği sevinç ve üzüntülerle meydana gelir. 58 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Bir baba ilk kez çocuğunu gördüğünde anneden daha az hayret eder. Anne daha önce çocuğu hayal eder ancak babanın kafasında çocuk hakkında bir fikir yoktur. Bir erkek için en büyük ve önemli an, çocuğu kucağına aldığı andır. Kadın anne olmak için daha önce 9 aylık bir hamilelik ve doğum geçirmiştir. Baba için durum aynı değildir. Belki de şimdiye kadar hiç kucağına bir bebek almamıştır. Baba, bebekte annenin verdiği hislerden çok değişik hisler yaratır. Babanın sesi hareketleri çok farklıdır. Her zaman evde değildir. Ellerinin teması aynı değildir. Bebeğin annesi kadar babasına da ihtiyacı vardır. Bebeği düzenli olarak izlemek baba için de yararlıdır, baba olma fikri gelişir. Ama bu izleme akşam eve geldiğinde bebeğin yatağının başında bir dakikalık seyretmekle olmaz, onu kollarına alması, onunla konuşması, ağlarken sakinleştirmesi gerekir. Anne ve baba çift olarak bebekle beraber ilgilendikleri süre içerisinde yakınlaşmalar daha çok artar. Böylece anne baba ve bebek üçgeni kurulur. Anne ile çocuğun bir tarafta babanın diğer tarafta olduğu aileler kadar kötü durum yoktur. Baba gereksiz ve daha sonrada ilgisiz kalır. Okuduğum kitaplardan alıntı yaparak hazırladığım bu bölüm, aslında bizlere doğumun mucizesini eşlerinizin psikolojisini ve bebeklerde baba rolünün getirdikleri ile anne, baba ve bebek üçgeninin önemini vurgulamaktadır. Sizler de eşlerinizin özellikle ilk hamilelik süreçlerinde bu kitapları hediye ederek, ona kuşkularını biraz olsun yenmesinde yardımcı olabilirsiniz. KAYNAKLAR : (1) Laurence Pernaud’ ın Bir Çocuk Bekliyorum adlı kitabı (2) Laurence Pernaud’ ın Çocuğumu Büyütüyorum adlı kitabı SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI KARARGAHI 60 TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ KONUŞMASI 2007 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle yapılan törende Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU, Sahil Güvenlik Komutanlığının dünü, bugünü ve geleceğini anlatan bir açış konuşması yapmıştır. İÇİŞLERİ BAKANININ KONUŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle yapılan törende İçişleri Bakanı Sayın Muammer GÜLER tarafından Sahil Güvenlik Komutanlığının ülke için önemini belirten bir konuşma yapılmıştır. 31’İNCİ YIL KONSERİ Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Bandosu tarafından konser verilmiştir. SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ SAHİL GÜVENLİK KARADENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ KONUŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle düzenlenen törende, Sahil Güvenlik Karadeniz Bölge Komutanı SG Kur. Kd. Alb. Zeki BODUR tarafından açış konuşması yapılmıştır. 62 2007 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 SAHİL GÜVENLİK 31’İNCİ YIL PASTASI Samsun Valisi Hüseyin AKSOY, Sahil Güvenlik Karadeniz Bölge Komutanı SG Kur. Kd. Alb. Zeki BODUR ve eşlerinin katılımları ile Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle hazırlatılan pasta kesilmiştir. KOKTEYL Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle düzenlenen kokteyle; personel ve aileleri ile çok sayıda konuk katılmıştır. SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ SAHİL GÜVENLİK MARMARA ve BOĞAZLAR BÖLGE KOMUTANLIĞI TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ KONUŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanlığında icra edilen törene, Sahil Güvenlik İkmal Merkezi Komutanlığı personeli de iştirak etmiştir. Törende, Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Komutanı Dz.Kd.Alb. Mehmet KARABACAK tarafından açış konuşması yapılmıştır. 64 2007 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 YOĞURT YEME YARIŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen Yoğurt Yeme Yarışmasında birinci olan personele ödülü, Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb. Mehmet KARABACAK tarafından verilmiştir. EL İNCESİ ATMA YARIŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen El İncesi Atma Yarışmasında birinci olan personele ödülü, Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb. Mehmet KARABACAK tarafından verilmiştir. GEMİCİ BAĞI YARIŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen Gemici Bağı Yarışmasında birinci olan personele ödülü, Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb. Mehmet KARABACAK tarafından verilmiştir. SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ SAHİL GÜVENLİK EGE DENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ KONUŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle düzenlenen törende, Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı Vek. Dz.Kd.Alb. Levent BİLGİN tarafından açış konuşması yapılmıştır. 66 2007 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 EL İNCESİ ATMA YARIŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen El İncesi Atma Yarışmasında birinci olan personele ödülü, Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı Vek. Dz.Kd.Alb. Levent BİLGİN tarafından verilmiştir. SİLİSTRE ÇALMA YARIŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen Silistre Çalma Yarışmasında birinci olan personele ödülü, Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı Vek.Dz.Kd.Alb. Levent BİLGİN tarafından verilmiştir. HALAT ÇEKME MÜSABAKASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen Halat Çekme Müsabakasında birinci olan takıma ödülü, Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı Vek. Dz.Kd.Alb. Levent BİLGİN tarafından verilmiştir. SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ SAHİL GÜVENLİK AKDENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ KONUŞMASI 68 2007 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle düzenlenen törene, Mersin Valisi Hasan Basri GÜZELOĞLU, Akdeniz Bölge Komutanı Tuğa. Hayrettin İMREN, Mersin İl Jandarma Alay Komutanı Bedri DURSUN, Mersin İl Emniyet Müdürü Arif ÖKSÜZ, Mersin Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Erol ERTAN, Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süha AYDIN’ın yanı sıra çok sayıda konuk iştirak etmiştir. Törende Sahil Güvenlik Akdeniz Bölge Komutanı Dz. Kur. Kd. Alb. Rahim ÇONGULOĞLU tarafından açış konuşması yapılmıştır. SİLİSTRE ÇALMA YARIŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen Silistre Çalma Yarışmasında birinci olan personele ödülü, Sahil Güvenlik Akdeniz Bölge Komutanı Dz. Kur. Kd. Alb. Rahim ÇONGULOĞLU tarafından verilmiştir. HALK OYUNLARI EKİBİ Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümünde, Mersin Büyükşehir Belediyesi Halk Oyunları Ekibi gösterileriyle kokteylimizi renklendirmiştir. SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ SAHİL GÜVENLİK HAVA KOMUTANLIĞI TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ KONUŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle düzenlenen törende, Sahil Güvenlik Hava Komutanı Dz. Alb.Bülent ÖZBAŞARAN tarafından açış konuşması yapılmıştır. 70 2007 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 ÖDÜL TÖRENİ Sahil Güvenlik Hava Komutanlığında 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında icra edilen yarışmalarda dereceye giren personel ve er/erbaşlardan birinci olanlara ödülleri Dz. Alb.Bülent ÖZBAŞARAN tarafından verilmiştir. HATIRA ORMANI ZİYARETİ Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında, Sahil Güvenlik Hava Komutanlığı personeli tarafından, Sahil Güvenlik Hatıra Ormanındaki ağaçların bakımı yapılmıştır. SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 31’İNCİ YIL ETKİNLİKLERİ SAHİL GÜVENLİK EĞİTİM ve ÖĞRETİM KOMUTANLIĞI TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ KONUŞMASI 72 2007 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığı karargahında icra edilen törene, Sahil Güvenlik Antalya Grup Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Antalya Hava Grup Komutanlığı personeli, Antalya Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yrd. Cemal ÖCAL, Antalya Vali Yardımcısı Fuat ERGÜN, Akdeniz Üniversitesi Rektör Yrd. Prof. Dr. Muharrem KILIÇ, Antalya İl Jandarma Komutanı Jandarma Kur Alb. Aykut TANRIVERDİ, Antalya İl Emniyet Müdürü Mustafa SAĞLAM, yanı sıra çok sayıda konuk iştirak etmiştir. Törende, Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanı Dz.Kd.Alb. M.Şemdinan YILDIRIM tarafından açış konuşması yapılmıştır. KÜREK ÇEKME MÜSABAKASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen Kürek Çekme Müsabakasında birinci olan takıma ödülü, Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanı Dz.Kd.Alb. M.Şemdinan YILDIRIM tarafından verilmiştir. YÜZME YARIŞMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen Yüzme Yarışmasında birinci olan personele ödülü, Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanı Dz.Kd.Alb. M.Şemdinan YILDIRIM tarafından verilmiştir. TANITICI STANT AÇILMASI Sahil Güvenlik Komutanlığının 31’inci Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri kapsamında, Sahil Güvenlik Komutanlığı ekipmanlarını tanıtıcı stant açılmıştır. BİLİŞİM 74 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 MODEMLERİMİZDE ALABİLECEĞİMİZ KOLAY GÜVENLİK ÖNLEMLERİ [ Hazırlayan ] Murat GÜLCAN | SG Tek. Kd. Bçvş. Günümüzde internet birçoğumuzun evine girmiş ve günlük yaşantımızın vazgeçemediğimiz bir unsuru olmuştur. İnterneti kullandığımız zaman doğal olarak güvenlik önlemlerine de dikkat etmek zorundayız. Bu güvenlik aşamaları çok farklı katmanlardan oluşmaktadır. Bu sayımızda evlerimizdeki ve iş yerlerimizdeki modemlerde alabileceğimiz güvenlik önlemlerine değineceğiz. 1. İlk iş olarak ADSL modemin yönetim amaçlı web arayüzü şifresini mutlaka değiştirin. Bu şifre modem üreticileri tarafından varsayılan olarak belirlenmektedir ve saldırgan tarafından birkaç denemeyle bulunabilir. Genelde kullanılan şifreler: admin, epicrouter, password, zoomadsl, boşluk, conexant, DSL, root, 1234, vs. şifre güvenliğini sağlamak için bir şifre en az aşağıdaki özellikleri sağlamalıdır: • Güvenli bir şifre en az 8 karakterli olmalıdır, • Şifre, karmaşıklık gereksinimlerini sağlamalıdır; bunun için şifrede en az birer adet büyük harf, küçük harf, rakam ve özel karakter (. , * ! gibi) bulunmalıdır. Örnek : 2h4KdG!f • Güvenli bir şifre, sözlüklerde bulunan bir kelime, isim, şehir veya tarih içermemelidir, yani şifre tamamen anlamsız bir karakter topluluğu olmalı ve asla tahmin edilememelidir. 4. Modeme internet üzerinden hiçbir şekilde erişilememeli. Bunun için varsa modemin firewallunu açın, yoksa yönetim amaçlı http, telnet veya SNMP gibi protokolleri internete kapatın. Mümkünse içerden sadece kendi IP adresinize yönetim için izin verin. 5. Modemde MAC adres filtrelemeyi kullanın. Bu şekilde sadece ağınızda kendi tanımladığınız PC’lerin bağlanmasına izin vermiş olursunuz. 6. Wi-Fi bağlantılarının güvenliğ için güçlü bir kriptolama yöntemi kullanın, sakın WEP kullanmayın, kırılması çok kolay ve birçok sitede yöntemleri bulabilirsiniz. WPA veya WPA2 kullanabilirsiniz. Bunda da en az 40-50 karakterli karmakarışık rastgele bir şifre belirleyin. Bu şifreyi ezbere bilmeniz gerekmiyor, şifreyi modeme yazdıktan sonra kopyalayıp bilgisayarınızda tanımlayacağınız profilde Ağ Anahtarı (PSK: Pre-Shared Key, ön paylaşımlı anahtar) kısmına yapıştırın. Bağlantı yaptıktan sonra ayarlarınızı silmediğiniz sürece bilgisayarınız bu şifreyi bir daha sormaz. KAYNAKLAR : (1) http://www.uekae.tubitak.gov.tr (2) http://pcdersleri.blogsayfasi.com/ 75 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 NOT: Bütün bu önlemlerin birinci amacı Brute Force (Kaba Kuvvet) Ataklarından korunmaktır. Bu tip saldırıların temel mantığı, mümkün olan bütün ihtimallerin sırayla denenmesidir. Sıradan bir brute force programının saniyede milyonlarca şifre deneyebildiğini düşünürseniz basit şifrelerin ne kadar kolay çözülebildiğini de anlamanız zor olmaz. Programın saniyede 1 milyon şifre denediğini varsayarsak, sadece rakamlardan oluşan 1 ile 5 karakter arası bir şifrenin kırılması 1 saniye bile sürmeyecektir çünkü bu şekilde oluşturulabilecek toplam şifre sayısı 99999 adettir. Bu 5 karakterli şifreye sadece bir tane harf eklerseniz bu sayı yüzlerce kat artacağı için kırılma ihtimali de o kadar azalacaktır. 2. ADSL modemde kesinlikle DHCP özelliğini devre dışı bırakın. Yani asla otomatik IP dağıtmayın. Ağınıza bağlanan bir kişi IP ayarlarını otomatik olarak alamasın. 3. Varsayılan yerel ağ IP yapılandırmasını değiştirin. Genelde varsayılan olarak modemde 192.168.1.1, 192.168.2.1, 10.0.0.1 gibi private IP’ler kullanılır. Bu IP’leri 192.168.x.x veya 10.x.x.x şeklinde rastgele değiştirebilirsiniz. Örneğin: 192.168.34.76 veya 10.222.35.98 gibi. 76 YAŞLILIK VE ÖLÜM Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 [ Hazırlayan ] Evrim ELİAÇIK | Psikolog [ Fotoğraflar ] Seyit ÖZDEMİR | Svl. Me. İnsan hayatı evrelere bölündüğünde en basit tanımlamayla çocukluk, yetişkinlik ve yaşlılık olarak üçe ayrılabilir. Yaşlılık da çocukluk ve yetişkinlik gibi bir gelişim evresidir ve genellikle insanların çoğunun emekliye ayrıldığı 65 yaş ve sonrasıyla tanımlanır, yani 65 yaşını aşmış kişiler için yaşlı tabiri kullanılabilir. Tabi bu genel tanımlama 80 yaşına gelmesine rağmen halen etkin çalışan gençyaşlıları veya 50 yaşında emekli olup köşesine çekilmiş erkenden yaşlılık psikolojisine giren kişileri kapsamayabilir. Yaşlılık psikolojisine erken veya geç girmek konusunda elbette bedensel sağlık durumu çok önemli bir belirleyicidir. Bedensel ve zihinsel çöküş, toplumsal yalıtılmışlık, kronik hastalıkların başlaması gibi faktörler kişiyi erken yaşlanmaya götürebilir. Bu konuları araştıran ve yaşlılığı tüm yönleriyle inceleyen bilim dalına Gerontoloji; yaşlıların sağlık sorunlarını açıklamaya ve tedavi etmeye yönelik etkinlikleri içeren tıbbi branşa ise Geriyatri denir. Biz de bu makalemizde fiziksel ve toplumsal değişikliklere bağlı olarak insanın yaşlanma sürecini, yaşlılıkta ruh sağlığını, ölümü ve ölenin ardından kalanların yas sürecini masaya yatıracağız. Yaşlılıkta Bedensel - Zihinsel Değişimler İleri yaşlarla beraber genel fiziksel sağlıkta önemli değişimler görülür. Kalp-damar hastalıkları, solunum hastalıkları ve yüksek tansiyonla ilgili sıkıntılarda artış; tüm duyularda ise yaşa bağlı performans düşüşü görülür. Koku ve tat duyularındaki zayıflama beslenmeyi bozar. Mekân algısındaki azalma bireyin dengesini ve eş güdümünü etkileyebilir. Uzağı görme ve karanlığa uyum sağlama yetenekleri azalır. İşitme kaybı olabilir. Hareket ve motor beceriler; kas gücü kaybı ve kemik yapısındaki düşüşle beraber azalır. Refleksler ve tepkiler yavaşlar. Zihinsel işlevler azalır, bellek kaybı, Alzheimer, demans (bunama) gibi hastalıklar ortaya çıkabilir. Yaşlılığa bağlı bu fiziksel değişimler diğer insanlarla iletişimi ve etkileşimi olumsuz yönde etkiler. Öğrenme ve bellek alanında ortaya çıkan bozukluklar, düşünme yeteneğini ve yaratıcılığı etkileyebilir. Buna karşın sağlık problemleri engellemediği sürece bazı yaratıcılık türlerinin uzun bir yaşamın sonlarına dek sürebildiğini de söyleyebiliriz. Örneğin, Michelangelo St. Peter’in kubbesini 70 yaşında bitirmiştir. Sophokles, Kral Oedipus’u 80 yaşında yazmış, Goethe Faust’u 80 yaşında tamamlamıştır. Handel, Haydn ve Verdi ölümsüz melodilerini 70 yaşından sonra yaratmışlar, Churchill 77 yaşında başbakan olmuş, oyun yazarı George Abbot 92 yaşında kitap yazmış ve 100 yaşında müzikal oyun yönetmiştir. Clint Eastwood, 80 yaşını aşmasına rağmen film çekmeyi sürdürmektedir. Bu örnekler çoğaltılabilir. Yaşlıların hepsinin bunayacağı ve toplumsal hayattan kopuk olacağı gibi bir ön yargı son derece yanlıştır. Yaşlıların cinsellikten uzak kişiler olduğu ön yargısı da yanlıştır. Araştırmalar, yaşlı yetişkinlerin çoğunun, orgazm süresi kısalsa da cinsel tepkiler vermeye yetenekli olduklarını ve cinsel ilgilerini koruduklarını göstermektedir. Yaşlılıkta Toplumsal Değişimler İnsanlar yaşlandıkça yaşamın anlamı, özellikleri ve biçimleri de değişmektedir. Aile ve çevre ile ilişkilerde önemli toplumsal rol değişiklikleri görülür. Söz gelimi 65 yaşına dek iş yerinde altındaki bir sürü çalışanı yöneten yönetici, emekliliğiyle birlikte “patron” rolünden “emekli ev erkeği / kadını” rolüne geçiş yapar. İş yerindeki eski günlerinde olduğu gibi, evde eşine ve çocuklarına hükmetmeye, emirler yağdırmaya kalktığında sorunlar yaşanabilir ve ilk geçiş dönemleri biraz sancılı olabilir. Ama genelde yaşam biçimindeki bu değişiklik yavaş yavaş kabullenilir ve zamanla duruma uyum sağlanır. Emeklilik gelir düzeyinde belirgin bir düşüşü de Yaşlıların toplumsal etkileşimlerini incelediğimizde, arkadaş ilişkilerinin de oldukça önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Birçok araştırma, uzun süreli arkadaşlıkların yaşlılık döneminde korunduğunu gösterse de arkadaşlıkların aile ilişkilerinin yerini dolduramadığı da bilinmektedir. Yine araştırmalar, kadınların nicelik bakımından daha az olsa da erkeklerden daha anlamlı ve derin arkadaşlık ilişkileri kurabildiğini göstermektedir. Erkeklerin daha geniş bir arkadaş çevreleri olsa da arkadaşlık ilişkileri içindeki paylaşımları kadınlara göre daha yüzeyseldir. Yaşlılıkta Ruh Sağlığı Yaşlı kişilerin ruh sağlığını etkileyen birçok önemli faktör vardır. Kronolojik, fizyolojik, psikolojik ve toplumsal yaşlanma kavramları birbirinden farklıdır ve bireyden bireye büyük değişiklikler gösterir. Kişinin kronolojik yaşı çok ilerlemiş olabilir, ancak fizyolojik olarak sağlıklı olup, psikolojik olarak kendini yaşına göre çok daha genç hissedebilir. İleri yaşına rağmen hala üretmeyi ve çalışmayı sürdürerek toplumsal anlamda etkin roller üstlenmeyi sürdürebilir. Veya bunun aksine kronolojik yaşı genç olmasına rağmen erkenden emekli olup toplumsal anlamda kendini inzivaya çeken, fizyolojik-psikolojik olarak kendini olduğundan çok daha yaşlı hisseden kişiler de vardır. İşte bu gibi kişilerde bir şeyler üretmeme ve hayattan bir beklentisi kalmama durumunun, ruhsal sağlık üzerinde olumsuz etkileri olabilir. Hayatta bir amacı kalmayan, hiçbir şey üretmeyen, pasif bir yaşantı süren bir yaşlının depresyona, bunalıma, kedere, kaygılara, paranoid 77 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Yaşlanma sürecinin insanın kişiliğine de olumlu / olumsuz etkileri vardır. Yaşlılığı ve ölüm kavramını olgunlukla karşılayan bilge yaşlılar olduğu gibi; kendisiyle barışık olmayan, yaşlandığına kızan, ölümden korkan huysuz yaşlılar da vardır. beraberinde getirir. Gelir azalması, ailenin yaşam düzeyinde de değişimlere neden olabilir. Bu ekonomik güçlük yaşlı çiftin sağlıkları bozuldukça daha da belirginleşir. Bu durumla beraber, önceden büyüklerin desteklediği evlatlar, şimdi büyüklerine yardım etmeye başlarlar. İnsanlar yaşlandıkça akraba oldukları insan sayısı da artmakta, aileye yeni üyeler, yeni kuşaklar eklenmektedir. Bu durum yaşlıların yeni toplumsal roller kazanmalarına sebep olur. Örneğin babalık ve annelik rollerine ek olarak dedelik ve ninelik rollerine de sahip olurlar. Bu roller yaşlıların, özellikle de ninelerin torunlarına karşı yapmaları gereken birçok sorumluluğu da beraberinde getirir. Evlatlarına torunun bakımında yardım etmek, torunu parka götürmek, onunla oynamak gibi… düşüncelere kapılma ve psikosomatik hastalıklardan etkilenme olasılıkları çok daha yüksektir. Tüm bu ruh sağlığı bozuklukları ve amaçsızlık, bunama sürecini de hızlandırabilir. Bu açıdan yaşlı bakım evlerinin (huzurevlerinin) yaşlılara verdiği edilgen destek yeterli değildir. Yaşlıları pasifize etmeyecek önlemlere gerek vardır. Hareketsizlik, bütün gün televizyon izlemek, hiç spor yapmamak, sürekli ilaç tüketmek gibi durumlar yaşlıları edilgenliğe itmekte, ruh sağlıkları üzerinde olumsuz etkilerde bulunmaktadır. Oysa yaşlılara uygun spor aktiviteleri, sanatsal etkinlikler, ve grup psikoterapisi gibi uygulamalar onları daha etkin kılabilmekte, yaşam sevinçlerini artırabilmektedir. 78 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Yaşlılık dönemindeki ruh sağlığı üzerinde belirleyici etkisi olan önemli bir olgu da yaşam doyumu, yani kişinin yaşamdan ne istediği ile ne elde ettiğinin karşılaştırmasından elde edilen sonuçtur. Tüm yaşamını boşa geçmiş bir hayat olarak değerlendiren ve amaçlarını gerçekleştirememiş olduğunu düşünen yaşlılarda yaşam doyumundan bahsedilemez; amaç ve hedeflerini büyük ölçüde gerçekleştirdiğini düşünen yaşlıların ise yaşam doyumu duygusu yüksektir ve bu duygu kişinin boşa yaşamadığı hissiyle onu yaşlılık döneminde mutlu ve huzurlu kılar, ruhsal rahatsızlıklardan korur. Yaşlılar, stresle başa çıkmada da büyük sorunlarla karşılaşabilirler. Yaşlıların karşılaştığı sağlığın bozulması, eşin ölümü, gelir azalması gibi stres yaratan durumlar arttıkça ve yaşlının denetim duygusu azaldıkça stres daha yıkıcı bir hale gelmektedir. Yaşlanan bağışıklık sistemi de yaşlı kişileri stresin etkilerine daha açık hale getirmektedir. Stresin etkisini azaltan en önemli etkenlerden biri toplumsal destektir. Aile ve arkadaş çevresi yaşlı kişilere hem toplumsal kimliğin sürdürülmesi olanağını hem de maddimanevi destek sağlamaktadır. Özellikle geleneksel toplumlarda bu desteğin çok güçlü olduğu, gelişmiş toplumlarda ise daha fazla kurumsallaştığı bilinmektedir. Toplumdan yalıtılmışlık, yaşlı kişiler için son derece yıkıcı bir duygudur. Bu sebepten elden ayaktan düştüğünde bir huzurevine yatırılıp, evlatları tarafından hiç ilgilenilmeyen, ziyaret edilmeyen yaşlıların stres düzeyleri yüksektir ve ruhsal sağlıkları bu durumdan oldukça olumsuz etkilenir. Şüphesiz huzurevleri toplum için çok gerekli kurumlardır ve modern toplumun oldukça önemli bir ihtiyacını karşılamaktadır. Çalışan evlatların evde yalnız bırakacağı yaşlıların ev kazalarıyla kendilerine ve eve zarar verme riski huzurevlerindeki bakımla önlenmiş olur, fakat bu durum yaşlı ebeveyni huzurevinde unutup, hafta sonlarında bayramlarda, özel günlerde bile ziyaretine gidilmeyen bir hale dönüşürse yaşlının ruhsal sağlığı açısından faydadan çok zarara yol açar. ÖLÜM Ölüm kavramı da artık insanın gelişim sürecinde tıpkı doğum, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık kadar doğal bir süreç olarak görülmektedir ve bir tabu değildir. Ölüm, insanoğlu için doğumdan itibaren tek mutlak gerçektir ve ölümden kaçamayacağının bilincinde olan tek yaratık olan insana varoluşsal bir kaygı yaşatmaktadır. Ölme Süreci Ani gelişmeyen ölümlerde söz gelimi uzun vadede ölüme sebep olan hastalıklar sonucu ölüme doğru ilerleyen ve ne olup bittiğinin farkında olan kişilerde ölme süreci çeşitli evrelerden geçer. Araştırmacı E. Kübler Ross, ölmekte olan 200’den fazla hastayla yaptığı görüşmelere dayanarak bu evreleri saptamıştır: 1. Yadsıma ve Yalıtma: İlk evrede kişi, ölümün yakın olduğunu inkar eder, yadsır. İlk tepki “Hayır, ben değil, doğru olamaz” şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kimi hastalar hastanede bir yanlışlık yapıldığına, örneğin tıbbi testlerin başka hastaların testleriyle karıştığına inanmak isterler. Kimileri daha olumlu bir tanı duyabilme umuduyla başka doktorlara gitmeyi denerler. Bu inkar tepkisi beklenmeyen haberin şokuyla başa çıkmada sağlıklı bir yol olarak görülebilir. 2. Öfke: İkinci tepki “Neden Ben?”biçiminde ortaya çıkmaktadır. Buradaki temel duygu öfke, haset ve küskünlüktür. Aile için bu öfkeyle başa çıkmak, hastanın bakış açısını anlamak çok zordur. 3. Pazarlık: Bu evrede tanrıyla, doktorla ya da başkalarıyla pazarlık ederek ölüm ertelenmeye çalışılır. Bu evre, hasta için kısa vadede yardımcı bir evredir. 4. Depresyon: Bu evrede hasta, artık ölmekte olduğunu inkar edemez ve öfkenin yerini depresyon alır. Hasta sevdiği her şeyi ve herkesi bırakma sürecine girmiştir. Bu süreç sessiz ve sakin geçebileceği gibi bazı sakinleştirici müdahalelerin gerekebileceği daha tepkisel davranışlarla da devam edebilir ve ciddi destekler gerektirebilir. Kübler Ross, bu evrelerde umudu önemli bir etken olarak görmektedir. Yeni bir ilaç, hastalıkla ilgili bir araştırmada bir son dakika başarısı, yeni bir tedavi yöntemi gibi düşünceler hastaların son aylarına ve haftalarına kadar koruduğu düşüncelerdir. Bu umut sadece iyileşme umudu değildir, aynı zamanda ölümü kabul ederek ölme umududur. Bu umut, hem ölümü hem de ölüm kederini daha insancıl ve anlamlı kılmaktadır. Ölümü Karşılama Herkes ölümü gerçekçi biçimde kabul etmek zorundadır. Bu kabul, kişinin duygusal olgunlaşmasının da belirtisidir. İnsanların ölüm karşısındaki bilinç düzeyleri bireyden bireye farklılıklar göstermektedir. Duk Üniversitesi araştırmacılarının 60-94 yaşları arasındaki 140 yaşlıyı inceledikleri araştırmada yaşlıların % 5’inin ölümü hiçbir zaman düşünmediği, % 25’inin haftada bir kereden az düşündüğü, % 20’sinin Yas Ölüm nedeniyle sevdiği bir insandan yoksun kalan kişinin içinde bulunduğu duruma yas denir ve şiddetli ruhsal acı ve kederi kapsar. Acılı duyguların hafifletilebilmesi için duygusal destek süreci çok önemlidir. Aile ve arkadaş desteği gören kişiler, yasla beraber gelişen fiziksel ve ruhsal bozuklukları daha az göstermektedirler. Zorlu yas süreçlerinde psikolojik yardım almanın da faydası büyüktür. Yas Süreci Çeşitli Evrelerden Oluşur 1. Şok ve Uyuşukluk: Kişinin sevdiği insanın vefatını ilk öğrendiği anda yaşamaya başladığı bu evre birkaç hafta sürebilmektedir. 2. Yadsıma ve İnanmama: Kişinin sevdiği insanın öldüğünü inkar ettiği ve bu gerçeğe inanmadığı evre kişinin ruhsal sağlığına bağlı olarak aylarca sürebilmektedir. 3. Özleme, Hasret Çekme ve Depresyon: Genellikle 5- 14 gün arasında doruk noktasına çıkan bu evredeki yaygın duygular ağlama, insanlardan uzak durma, hayata karşı genel bir ilgisizliktir. Bu duygulara ölenin anısına bağlanma, korku, öfke, uykusuzluk, iştahsızlık da eşlik edebilir. 4. Yeni Koşullara Uyum Sağlama: Bu dönemde birey insanlarla ve etkinliklerle yeniden ilgilenir, yeni bir denge kurmaya çalışır. Kimileri için bu evre 6-8 hafta, kimileri için aylar hatta yıllar sürebilmektedir. 5. Kimliğin Yeniden Yeniden Kurulması: Kişi yeni ilişkiler kurar ve sevdiği biriyle yeni roller üstlenir. KAYNAK: 1. Bekir Onur, Gelişim Psikolojisi - Yetişkinlik, Yaşlılık, Ölüm; İmge Kitabevi, 5.Basım, Eylül 2000 FOTOĞRAFLAR: 1. Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığı Huzurevi Ziyareti Fotoğrafları. 79 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 5. Kabul Etme: Bu evrede hasta, artık yaklaşan sonunu kabul eder ve derin derin düşünmeye başlar. Genelde bir duygu boşluğu bu sürece eşlik eder. aklına ölümün haftada bir kez geldiği, % 50’sinin ise ölümü günde en az bir kere anımsadığı ortaya çıkmıştır. Aynı araştırmada yaşlıların ölüme farklı anlamlar yükledikleri de bulunmuştur. Kimi yaşlılar ölümü bedensel yaşamın sona erip yeni bir yaşamın başladığı başka bir dünyaya geçiş olarak görürken, kimileri daha önce ölmüş sevilen bir kişiyle yeniden birleşme inancını dile getirmektedir. Her iki grup için de ölüm daha iyi bir varoluş durumuna geçiştir. Ölümün bir ceza olduğunu dile getirenler ise çok azdır. Ölümü bir son olarak görenler de vardır. ATATÜRK’ÜN DONANMAYA VE DENİZCİLİĞE VERDİĞİ ÖNEM [ Hazırlayan ] Ahmet ÖZKURT | Svl. Me. Türklerin denizle olan bağlantısı Çaka Bey’in 1081 yılında Ege kıyılarında beyliğini kurarak İzmir’de ilk tersaneyi kurması ile başlar. Daha sonrasında ise bu süreç, Bizans donanması ile mücadele edebilecek bir güce erişene kadar sürmüş; ancak bir süre sonra Haçlı Seferleri bu gelişmeleri durma noktasına getirmiştir. 80 Osmanlı Devleti’nin kurulması ile yeniden canlanmaya başlayan denizcilik faaliyetleri, 1327 yılında Karamürsel’de kurulan tersane ile yükselişe geçmiş ve “Kaptan-ı Derya” terimi Osmanlı Devlet hiyerarşisinde yerini almıştır. Osmanlı devrinde ilk ciddi çalışmalar Yıldırım Beyazıt devrinde başlamış, II.Beyazıt devrinde imparatorluk donanmasının alt Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 yapısı kurulmuş ve Kanuni devrinde ise en üst seviyeye yükselmiştir. Osmanlı donanmasının merkez üssü “Tersane-i Amire” olmuştur. Ülkemizde tersanecilik faaliyetleri Osmanlı Devleti’nin Ege ve Akdeniz’deki hükümranlığı dönemi ile başlamaktadır. Osmanlı Devleti’nin Yükselme Döneminde dünyanın en güçlü donanmasına sahip olan Türk deniz kuvvetleri, 18.yüzyıldan itibaren teknolojik olarak yenilenme gayretine girmiş, ancak dünyanın hızlı değişimine ayak uyduramayarak Cumhuriyet Dönemine güçlü bir miras bırakamamıştır. Milli Mücadele yıllarında Umur-ı Bahriye Müdürlüğü, 1 Mart 1921 tarihinde Bahriye Dairesi Reisliğine dönüştürülmüş ve bütün şubeleri Milli Müdafaa Vekaletine bağlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na katılan Yavuz ve Hamidiye zırhlılarının onarım ve havuzlama çalışmaları için İzmit Körfezi’nde yer tespiti yapılarak Gölcük’te 1926 yılından itibaren tersane kurma çalışmalarına başlanmıştır. Atatürk, 1 Kasım 1937 yılında TBMM’nin beşinci dönem, üçüncü toplanma yılını açarken yaptığı konuşmada, Türkiye’de denizciliğe önem verilmesi gerekliliğini şu sözlerle dile getirmiştir: “En güzel coğrafi vaziyette ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek Yüce Önderimiz 1924 yılında yaptığı bir konuşmasında; “Tarihte büyük deniz komutanlarımız vardır. Fakat modern donanma teşekkülüne teşebbüs ettikten sonra bu gibi kahramanlıklara, parlak hareketlere pek rastlanmaz. Milli Mücadele esnasında donanmamızın toplu olarak kullanılmasına imkan yoktu. Bununla beraber, ayrı ayrı ve vatanseverce hizmetler pek çoktur.” diyerek, Ulusal Kurtuluş Mücadelemizde denizcilerimizin kahramanlıklarını anlatmıştır. Atatürk, her alanda olduğu gibi deniz kuvvetlerinde de güçlü olabilmenin en önemli şartını çağdaşlaşma temeline oturtmuştur. Üç tarafı denizlerle çevrili topraklarımızda Bağımsızlık Mücadelemizin başarıya ulaşabilmesi için deniz kuvvetlerimizin daima modern bir yapıya kavuşturulması gereğini vurgulamıştır. O, bu konuda 1924 yılında yaptığı konuşmada; “Hudutlarının mühim ve büyük kısımları deniz olan Türk Devleti’nin donanmasının da mühim ve büyük olması gerekir. O zaman Türk Cumhuriyeti, daha gönlü rahat ve emin olacaktır. Mükemmel ve güçlü bir Türk donanmasına sahip olmak gayedir. Buna ilk gidiş noktası, harp gemileri tedarikinden evvel onları başarı ile sevk ve idareye sahip komutanlara, subaylara, uzmanlara sahip olmaktır.” demiştir. Eldeki imkanlar ölçüsünde kısa sürede yeni bir donanma oluşturmak için elinden geleni 81 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 Cumhuriyet Döneminde Türk donanmasının yeniden yapılandırma faaliyetleri Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, donanmanın TBMM emrine girmesi ve Cumhuriyet Donanması adını alması ile hızlanmıştır. Bu yoldaki çalışmalar daha sonra hız kaybetmeden devam etmiş ve 16 Ocak 1928 tarihinde çıkarılan bir yasa ile Bahriye Vekaleti, Milli Savunma Bakanlığına bağlı Deniz Müsteşarlığına dönüştürülmüştür. kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz, denizciliği, Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.” Bu sözden hareketle, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren her alanda gerçekleştirilen büyük atılım ve gelişmeler çerçevesinde deniz kuvvetlerimize yönelik yoğun çalışmaların yapıldığını görmekteyiz. yapacağını belirten, Türk donanmasına ve komuta heyetine her fırsatta güvenini belirten Atatürk, 20 Eylül 1924 tarihinde Hamidiye Kruvazörü’nün hatıra defterine şunları yazmıştır; “Hamidiye Kruvazörü, geçmişten hatıra kalan, donanma unsurları içinde, Türk Cumhuriyeti’nin denizlerde faaliyete geçen ilk gemisi oldu. Beş seneden beri özlemini çektiğim deniz hayatını bana yaşatan, bu gemi oldu. Türk donanması kumanda ve subay heyetini bu gemide ve buna refakat eden Peyk-i Şevket torpido kruvazöründe tanıdım. 82 Temas ettiğim, ruhu genç, düşüncesi genç bu gelecek komutan ve subayları bize bahriyemiz için kuvvetli ümitler doğurdu. Bu kıymetli, kararlı, arzulu heyeti, yadigar-ı mazi olan bu gemi içinde bırakmakla yetinilemez. Onları, hak etmiş oldukları gelişime ulaştırabilmek için, bugünün gereklerine kavuşturmak lazımdır. Sınırlarının önemli ve büyük olması gerekir. O zaman Türk Cumhuriyeti daha güvenli ve emin olacaktır. Mükemmel ve yeterli bir Türk donanmasına sahip olmak hedeftir. Bunun ilk çıkış noktası savaş gemisi tedarikinden önce onları başarıyla sevk ve idareye yeterli komutanlara, subaylara, uzmanlara sahip olmaktır. Hamidiye’de ve Peyk-i Şevket’te tanıdığım arkadaşlar, hedefe yürüyebileceğimizin canlı ve kıymetli delilleridir. Bugün için bu güzide heyet büyük ilgi ile korunacaktır. Mevcut büyük, küçük gemilerimizden yalnız kullanılabilir olanlar tefrik ve ihya edilebilir. Donanmamızın genelinde, etkin ve etkin olmayan unsurlardan mütevazı bir bahriye vücuda getirmek imkanına inandım. Bunun için Cumhuriyet Hükümeti’nin, tedbir ve girişimleriyle şahsen ilgili olacağım. Esaslı ve Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 kıymetli bir çıkış noktası bulduktan sonra muazzam hedefe yürümek ve ona sahip olmak elbette kolay olacaktır.” Atatürk, 1 Mart 1923 tarihinde yaptığı bir konuşmada; “Zamanında bütün deniz kuruluşlarının ve mühimmat depoları ile hareket üslerimizin ve gemi inşa tezgahlarımızın İstanbul’a sıkıştırılmasındaki sakınca, bu savaş sırasında tamamen açığa çıkmıştır. Düşmanın kuşatmasına ve sahip olduğu deniz kuvvetlerine karşın, deniz kuvvetleri mensuplarımız birkaç gemi ile harikalar yaratarak hiçbir şey kaybetmeden deniz ulaştırmasını sağlamış, değerli görevler yapmışlardır.”demiştir. Atatürk’ün İstanbul dışında yeni bakım ve inşa üsleri kurma çabası onun yaşamının son yıllarında meyvesini vermeye başlamış ve bu yolda Atatürk, oluşturulacak olan donanmanın kendi iç bünyesinde bağımsız olarak yapılanması gereğini işaret ederek, o günün ekonomik şartlarını göz önünde bulundurarak, gemilerin bakım onarım ihtiyaçlarının karşılanmasını ve donanmanın mutlaka çağı yakalaması gerektiğini belirtmiştir. Bu dönemde denizcilik faaliyetlerinin gelişimi de hızlandırılmıştır. Atatürk, milletine hizmet etmeye başladığı ilk gençlik günlerinden itibaren donanmamızdaki eksiklikleri gören ve bunun sıkıntılarını yaşayan biri olarak, deniz sorunlarına ilgisizliğin acı sonuçlarını iyi değerlendirmiştir. Bu yüzden ekonomik kalkınma çabaları yanında, deniz kuvvetlerinin güçlenmesi için büyük çaba harcamış ve bugünkü modern deniz kuvvetlerinin temelini atmıştır. Üç tarafı denizlerle çevrili olan topraklarımızın korunması ve komşu ülkeler ile kuvvet dengesinin oluşturulması, her alanda olduğu gibi deniz kuvvetleri açısından da zorunlu bir durumdur. KAYNAKLAR : * Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Raşit Metel, Atatürk ve Donanma Atatürk Haftası Armağanı 10 Kasım 2007 83 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 1936 yılında, “Deniz silahlarına ehemmiyet veriyoruz. Denizcilerimizin iyi silahlı ve iyi eğitimli olarak hazırlanmaları büyük emelimizdir.”diyen Atatürk, her fırsatta deniz gücünün önemine işaret etmektedir. Dış pazarlardan satın alınan gemiler ile donanmanın yapılamayacağını, donanmanın, sadece kıyıları koruyacak bir kuvvet değil, bundan daha önemli olarak deniz yollarının güvenliğini sağlayacak bir kuvvet olduğunu, Anadolu’da yaşadıkça buna ihtiyacımız olduğunu ve önce çekirdek bir donanma yaparak, deniz sanayi ve ticaretimizi geliştirmemiz gerektiğini her fırsatta dile getiren Atatürk, 1 Kasım 1924 tarihindeki bir konuşmasında; “Efendiler! deniz kuvvetlerimizi, köklü ciddi suretle düzeltmek düşünülmelidir. Bu hususta özellikle seçkin elemanları çok iyi yetiştirip, onlardan ülkenin acil ihtiyaçlarında yararlanmak ve bu arada ülkenin gücü üstündeki hayallerden kaçınmak gerekir.” Gölcük Tersanesinin kuruluşu önemli bir adım olmuştur. Özellikle Almanya ile ortaklaşa yapılan denizaltılarımız ile birlikte “Kendi gemini kendin yap” sözü anlam kazanmış ve Cumhuriyet yıllarının ilk önemli atılımları gerçekleştirilmiştir. 1937 yılında isimleri bizzat Atatürk tarafından “Saldıray, Batıray, Atılay, Yıldıray” olarak konan dört adet denizaltının iki tanesi Taşkızak tersanemizde yapılmıştır. ZİYARETLER VE ETKİNLİKLER 13-16 MAYIS 2013 AZERBAYCAN DSH SAHİL MUHAFAZASI REİSİ TUĞGENERAL EFQAN NAĞIYEV VE BERABERİNDEKİ HEYETİN ZİYARETİ Azerbaycan Devlet Serhad Hizmetleri Sahil Muhafaza Reisi Tuğg. Efqan NAĞIYEV ve beraberindeki heyet Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahını ziyaret etmiştir. 84 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 16 MAYIS 2013 MEHMET KOCABAŞ’IN “YETENEKLERİ NASIL SEÇERİZ,NASIL YÖNETİRİZ?” KONULU KONFERANSI Sahil Güvenlik Komutanlığı karargahında, Yenilikçi ve Yaratıcı Yönetim Projesi kapsamında Sn. Mehmet KOCABAŞ tarafından “Yetenekleri Nasıl Seçeriz, Nasıl Yönetiriz?” konulu konferans verilmiştir. 11-14 HAZİRAN 2013 UKRAYNA SINIR BİRLİKLERİ SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI TÜMA.MYKOLA ZHYBAREV VE BERABERİNDEKİ HEYET’İN ZİYARETİ Ukrayna Sınır Birlikleri Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Mykola ZHYBAREV ve beraberindeki heyet Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığını ziyaret etmişlerdir. 85 HAZİRAN2013 SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI KARARGAHINDA KÜTÜPHANE’NiN YERİNİN DEĞİŞMESİ Sahil Güvenlik Komutanlığı karargahında hizmet veren kütüphane, okuyucularına daha iyi hizmet verebilmesi için yeni yerine taşınmıştır. Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 24 BERABER EĞLENELİM, BERABER ÖĞRENELİM KARİKATÜR 86 [ Hazırlayan ] İlyas KOÇAK | (E) Dz. Kur. Kd. Alb. Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 TEŞEKKÜR MEKTUPL ARI 87 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 BERABER EĞLENELİM, BERABER ÖĞRENELİM ŞİİR 88 [ Hazırlayan ] Mahmut BAL | Svl. Me. Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 BERABER EĞLENELİM, BERABER ÖĞRENELİM BULMACA 1 [ Hazırlayan ] Servet ALTAN | SG İda. Kd. Bçvş. 2 3 4 5 6 7 8 9 10 SOLDAN SAĞA 1. Pişmemiş et...Kumluk yer, Kumul.... 2. Keten...Hastalık anlamında eski sözcük.... 3. Ürkme,Ürkü...Bahçe çiti veya duvarı.... 4. Taharri... Adın durum eklerinden biri.... 5. Çok eski bir tarihi anlatırken kullanılan sözcük...Geri dönme.... 6. Esin...Şem.... 7. Asfalta benzeyen inorganik bir madde.... 8. Ağaç dalalrının tomurcuk yeri...Yemek listesinden seçilerek ısmarlanan yemek.... 9. Dünya işlerinden elini çekmiş kişi...Meta.... 10. Hitit devrinde arazi ölçüsü birimi... Seylab...Eski Mısır’da insanoğlunun hayati dayanağı olan üretici güç/ Mezopotamya’da kullanılmış eski bir hacim ölçüsü birimi.... 1 2 3 4 5 YUKARIDAN AŞAĞI 1. Arıtımevi.... 2. Mermerdeki sert damarlı kısım...Sıcak suda haşlama.... 3. Yüzde veya elde leke...Ahırda hayvan yiyeceği konulan yer, Yemlik./Derviş selamı...Koku.... 4. Bir şeyin zahmetini çekme.... 5. Hoyrat, Nadan, Nobran, Anif, Kubal, Zahit...Balçık.... 6. Sınır nişanı... Bir tuğla türü.... 7. Yasmık.... 8. Görgüsüz, Kaba.... 9. Peygamberleri Hud’u dinlemedikleri için Tanrı tarafından yok edilen kavim...Çatı, Ruf, Sakaf./ Dansta kavalyenin eşi...Tabaklanmış ceylan derisi.... 10. Aparay, Cihaz, Aparat, Aygıt...Bulaştırma.... 6 7 8 9 10 SUDOKU [ Hazırlayan ] Tolga DEMİRCAN | SG İda. Üçvş. 7 8 4 6 3 3 7 2 1 7 7 6 9 4 3 5 1 8 2 9 2 8 4 6 1 9 7 3 5 5 1 3 2 8 7 6 9 4 9 2 6 3 4 1 5 7 8 8 4 5 7 6 2 3 1 9 3 7 1 9 5 8 4 2 6 6 3 2 8 7 4 9 5 1 4 5 8 1 9 3 2 6 7 1 9 7 5 2 6 8 4 3 2 1 9 8 5 9 ZORLUK ÇOK ZOR 1 9 7 8 6 5 8 DİLBİLGİSİ GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ 1 TÜRKÇEMİZİ DOĞRU KULLANALIM aidat brüt dekoder enteresan fiyat gaflet hafıza : ödenti : kesintisiz : çözücü : ilginç : eder : aymazlık, algı : bellek [ Hazırlayan ] Dent. ve Değ. Bşk. lığı input komplike link manşet rölyef teori zümre : girdi : karışık, dolaşık : bağlantı : üstbaşlık : kabartma : kuram : takım, bölük 1 M 2 3 4 5 6 7 8 T E K L İ L 2 U M U 3 T U T 4 A A U U L İ Ç A N A K N T S A B A Ş K E A L M A Ç A R K A N 9 T Ü Z Y S İ 5 8 O S 6 7 İ 9 I R İ L A K İ M V A N A M E T 89 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013 5 Sudoku (Rakam Yerleştirme diye de bilinir) standart olarak 9x9 boyutlarında bir diyagramda çözülür ve her satır, her sütun ve her 3x3’lük karede 1’den 9’a rakamların birer kez yer alması gereklidir. 90 Sahil Güvenlik Dergisi ° Ağustos 2013