İçimizden biri: Aslı Can Kortan

Transkript

İçimizden biri: Aslı Can Kortan
TEKFEN GRUP ŞİRKETLERİ BÜLTENİ
u Ocak-Mart 2011 u Sayı 13
uuu
u
u Tekfen’den haberler
u
u İçimizden biri
u
u Hishtil-Toros’tan “güvenli fide”
u
u Formenlerle 5 Çayı
u
u Sosyal sorumluluk projeleri
u
u İnsan kaynakları
u
u Anılarda kalanlar
“Gelecek, onu inşa edenlerindir.”
4
8
10
16
20
22
24
İçimizden biri: Aslı Can Kortan
İş çıkışı tiyatro
İÇİNDEKİLER
EDİTÖRDEN
TEKFEN
13
Ocak
Mart 2011
no
DİKKAT
13.
SAYI!
3 EDİTÖRDEN
4 HABERLER
GELECEĞİMİZİN GÜVENCESİ SAĞLIKLI FİDELER
Toros Tarım’ın fidecilik alanında faaliyet gösteren iştiraki HishtilToros Fidecilik, tarım sektörünün standart ve kaliteli üretim için ihtiyaç duyduğu fideleri üretiyor. Antalya’da 50 dönüm büyüklüğündeki teknolojik donanımlı seralarında yılda 80 milyon adet normal fide
ve 15 milyon adedin üzerinde aşılı fide üretimi yapan şirketin Genel
Müdürü Alper Tevs, bitki hastalıklarına karşı yaptıkları çalışmalar ve
son yenilikler hakkındaki sorularımızı yanıtladı. Tevs’in anlattıkları,
sağlıklı bir fide üretmenin, bilinmeyen yönleriyle ne kadar ayrıntılı ve
zorlu bir iş olduğunu da ortaya koyar nitelikteydi.
n Kriz Kâhini’nden Türk ekonomisine “yıldızlı” yorum
n Sürdürülebilir gelecek için iki buluşma
n Osman Birgili IPLOCA’da Başkan Yardımcısı
n Eurobank Tekfen’den çifte açılış
n Bitki Besleme ve Gübre Kongresi’ne Toros Tarım desteği
n Patates Sempozyumu
n Ne çekersen onu biçersin
n Tekfen İnşaat’a başbakandan ödül
n Katarlı bakandan şantiyemize ziyaret
8 İÇİMİZDEN BİRİ
n İş çıkışı tiyatro
10 MERCEK
n Hishtil-Toros’tan üreticilere “güvenli fide”
16 DOSYA
n Formenlerle 5 çayı
20 SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİ
n Leyla Akçağlılar’ın adı öğrenci yurtlarıyla yaşayacak
n Feyyaz Berker’den DEİK’e yeni bir katkı
22 İNSAN KAYNAKLARI
AR
Ma
n Tekfen ailesi büyüyor
n Terfi edenler
24 ANILARDA KALANLAR
Tekfen Grup Şirketleri Bülteni / Ocak-Mart 2011 / Sayı 13
u Tekfen Holding A.Ş. adına sahibi: Ahmet İpekçi
u Genel yayın yönetmeni (sorumlu): Dorottya Maria Kiss Kalafat (Tekfen Holding)
u Yayın koordinatörü: Esra Tüzgiray (Tekfen Holding)
u Organizasyon: Nilüfer Özönder (Tekfen Holding)
u Katkıda bulunanlar: Özlem Gündoğdu (Tekfen İnşaat) / Ebru Asal, Sevinç Sevinç (Toros Tarım) / Didem Ak,
FORMENLERLE SOHBET
Bu sayımızdaki 5 Çayı’nda, şantiyelerin düzenli işlemesinde, projelerin hayata geçirilmesinde ve her türlü sorunun giderilmesinde çok
önemli bir role sahip olan formenleri konuk ettik. Bu amaçla Tekfen’in
en deneyimli formenlerinden Çöme Dehşan Başbuğ, Ali Doğan Özbek,
Mural Kılınç, Atabay Topaloğlu ve İdris Nebi Arıoğlu, Katar’daki otoyol
şantiyesinde bulunan “Family Camp”te buluştular. Söyleşimizi Operasyon Genel Müdür Yardımcısı Ayhan Sarıoğlu gerçekleştirdi.
2
Özge Uygan (Eurobank Tekfen) / Şenol Usta (Tekfen Emlak Geliştirme) / Şenol Erton (Tekfen Mühendislik)
Yeni yılda merhaba. T Bülten dördüncü yılına giriyor. Bu sayı 13.
sayımız. On üç sayısı, birçoğunuzun belki de aksine benim uğurlu
sayım. Macaristan’da sutopu oynadığım yıllarda, önce kulüp takımında, sonra da milli takımda çömezlere kala kala bu şapka numarası kalırdı. Bana seçim şansı bırakmadılarsa da, ben inatla şapkamı sahiplendim, benden sonra gelen çömezlere vermeyip, maçlara
hep 13 numarayla çıktım. Uğurlu da gelmişti.
13’ün uğuruyla bu sayımızda yeni bir dizi başlatıyoruz: “İçimizden
Biri…” Bu dizide, Tekfen’de mesai arkadaşımız olan, fakat iş hayatı dışında, bambaşka bir alanda üretken, başarılı, daha da önemlisi mutlu olan, hatta adeta “second life” yaşayan kimseleri keşfedeceğiz. İlk sırada mimar-tiyatrocu Aslı Can Kortan var. Kapağımızı da o süslüyor. Aslı sayesinde çok fiyakalı, sanatsal bir kapağımız
oldu. Aslı’nın bir oyununu izlemeden kendisiyle söyleşi yapmamız
söz konusu olamayacağı için, Esra ile kalktık, bir pazartesi akşamı
Beyoğlu’nun yolunu tuttuk. Vakitli de gittik; ben nasılsa Kumbaracı50 tiyatrosunun yokuşunu gayet iyi biliyorum! Taksiden indik,
sokağa girdik, 50 numaraya geldik, tiyatro yok. Nasıl olmaz! Sorduk soruşturduk, meğer ben Kazancı yokuşu ile karıştırmışım. O
da yokuş, bu da. Haydi, acele bir taksi daha bul, oyuna koşa koşa
yetiştik. Oyunun adı: “Öldün, duydun mu?” Adına bakmayın siz,
öyle iç karartıcı bir şey hiç değil. Epey eğlendik, sonunda da şaşırdık, ama daha fazlasını anlatmayacağım. Tekfen Emlak Geliştirme
Grubu’nun has elemanı Aslı, Karaköy’deki ofislerinde sessiz sedasız, kendi halinde ekip arkadaşlarıyla uyumlu uyumlu çalışır. Sahnede bambaşka. Devlet gibi kadın. Bir ses ki irkilirsin. Zaten rolü
de öyle. Kocası Erkan da oyunda. Aslı eşini bir küvet içinde toprağa gömmüş, oyun boyu konuşturmuyor. Daha ne olsun, tebrikler Aslı!
Beş çayı sohbetimizde ise bir ayıbımızı telafi ediyoruz. Uzun zamandır yapmak istediğimiz, ama bir türlü organize edemediğimiz
“formen sohbeti”ni nihayet yapabildik. Katar’da iki projemizin birden yürümesi ve yanı başındaki Abu Dabi’de de yeni bir projemizin olması imdadımıza yetişti. Bu yıl, Tekfen’de 46. yılını dolduracak olan Dehşan Başbuğ ağabeyimiz, Doha’daki söyleşiye Abu
Dabi’den katıldı. Ayhan Sarıoğlu ağabeyimizin moderatörlüğünde,
inşaat sahalarının patronları formenlerle gerçekleşen sohbetin ve
anlattıkları hikâyelerin tadı damağınızda kalacak, kaçırmayın. Ben
geçen yıl hiçbir şantiyeye gidemedim, özledim vallaha!
Bültenimize ilk kez bir “insert” alıyoruz, bu sefer bedava, gelecek
sefer paralı! Toros Tarım, bu yıl düzenlediği fotoğraf yarışmasına
hepinizi davet ediyor, en güzel karelere en güzel hediyeleri sunuyor. İşim gereği fotoğrafla çokça haşır neşir olduğum için yarışmacılara naçizane önerim, yarışmanın da konusu olan tarım ve insan
ilişkisini olabildiğince gerçek ve kurgusuz yakalamaları. Tıpkı 15.
sayfadaki bebek fotoğrafı gibi. Kendi küçük, fakat büyük ödüle layık bir kare.
Yeni yılınızın dertsiz tasasız ve en önemlisi sağlıklı geçmesi dileğiyle, sevgilerimle...
Dori Kiss Kalafat
[email protected]
Aslı gibi sizin de işinizden başka bir uğraşınız varsa ve bunu da en
iyi şekilde yapmaya gayret ediyorsanız, lütfen bizimle paylaşın, içinizdeki cevheri çok merak ediyoruz.
u Kapak fotoğrafı: Sinem Poyraz
u Yönetim yeri: Tekfen Holding A.Ş.
Kültür Mahallesi, Tekfen Sitesi, Aydınlık Sokak, A Blok, No. 7 Ulus Beşiktaş - İstanbul / Tel: (212) 359 33 00
u Yayına hazırlayan: Kurumsal Yayınlar Araştırma, Danışmanlık, Tanıtım ve Organizasyon Hizmetleri Ltd. Şti.
Ortaklar Caddesi Sonu, Nasuh Bay Apt., B Blok, D. 2 Mecidiyeköy Şişli - İstanbul / Tel: (212) 211 23 79
u Basım: Ofset Yapımevi
Şair Sokak, No. 4 Çağlayan Mahallesi, Kâğıthane - İstanbul / Tel: (212) 295 86 01
Üç ayda bir yayımlanır. Tekfen Holding’in ücretsiz iletişim bültenidir. Yazı ve görsellerin her türlü telif hakları
Tekfen Holding’e aittir.
3
TEKFEN
HABERLER
HABERLER
Kriz Kâhini’nden
Türk ekonomİsİne “yıldızlı” yorum
ROUBINI VE
KONFERANSIN
EV SAHİPLERİ
İ
Dünya finans çevrelerince “kriz kâhini” olarak tanınan ünlü ekonomi
profesörü Nouriel Roubini, Eurobank Tekfen’in davetlisi olarak geldiği
İstanbul’da bir konferans verdi. 20 Ekim günü Esma Sultan Yalısı’nda iş
dünyasıyla bir araya gelen Roubini’nin, Türkiye ekonomisi ve bankacılık
sektörü üzerine yaptığı olumlu değerlendirmeler iş çevrelerini rahatlattı.
E
urobank Tekfen’in, önceki yılın genel bir değerlendirmesini yapmak ve geleceğe ilişkin beklenti ve öngörüleri iş çevreleriyle paylaşmak için her yıl düzenlemeyi planladığı konferans dizisinin ilk konuğu, küresel krizi önceden görebilmesi nedeniyle “kriz kâhini” olarak da tanınan ABD’li ekonomi profesörü Nouriel
Roubini idi. Ünlü ekonomist, 20 Ekim 2010 tarihinde Türk iş dünyasının tanınmış
isimleriyle İstanbul’da bir araya geldi. Toplantının açılış konuşmasını yapan Eurobank
Tekfen Genel Müdürü Mehmet Sönmez, Nouriel Roubini’yi günümüzün ekonomik
koşullarını yorumlamada ve geleceğe dair ipuçları elde etmede, dünyanın en önemli
ekonomistlerinden biri olarak tanımladı.
Nouriel Roubini, Esma Sultan Yalısı’nda düzenlenen buluşmada iş dünyasına
Türkiye’nin ekonomik geleceğine dair olumlu mesajlar verdi. Yaptığı konuşmada
Türk bankacılık sektörünün 2001 krizinden sonra alınan yapısal önlemler sayesinde,
küresel krize hazırlıklı olarak girdiğini söyleyen Roubini, ekonomik reformlar sürdürüldüğü takdirde Türkiye’nin global ekonominin parlayan yıldızları arasına gireceğini
belirtti. Türkiye’nin bu hedefe ulaşabilmesi için küresel ekonomilerle rekabet etmesinin gerekliliği üzerinde duran Roubini, cari açığın ancak bu şekilde azaltılabileceğine
vurgu yaptı. Türkiye’nin, özel coğrafi konumu, genç nüfusu, potansiyel iç talebi, sağlam bankacılık sektörü ve geniş kredi olanakları itibariyle büyük avantajlara sahip olduğunu dile getiren ekonomi profesörü, Türkiye’nin küresel pazarda daha fazla rekabet edebilir bir noktaya gelmesi ve verimliliğini artırabilmesi için eğitim ve teknoloji
altyapısına yönelik yatırımlara öncelik vermesi gerektiğinin de altını çizdi.
Nouriel Roubini kimdir?
Yeşil binaların ele alındığı bir diğer etkinlik de, 15 Ekim’de European Real Es-
tate Society (ERES) ve İTÜ Çevre ve
Şehircilik Uygulama ve Araştırma Merkezi işbirliğinde İTÜ Taşkışla Kampüsü’nde gerçekleştirildi. “Sürdürülebilir Gayrimenkul Geliştirme ve Yeşil Binalar” adını taşıyan seminer, iki ayrı oturumda düzenlendi. İlk oturumda yeşil
bina tasarımları, eğitim ve sertifikalandırma süreçleri ele alınırken, ikinci oturumda Türkiye’de inşa edilmiş ve edilmekte olan yeşil binalar tanıtıldı. Bu oturumda Oğuz Kösebay, LEED Sertifikası
kriterlerine göre daha fazla yeşil, daha
fazla konfor ve verimlilik anlayışıyla tasarlanan Levent Ofis projesi hakkında
bilgi verdi.
Levent Ofis binası Aralık
2010’da tamamlandı.
A
BD’li ekonomist Nouriel Roubini,
1959 yılında İstanbul’da doğdu.
Sırasıyla İran, İsrail ve İtalya’da yaşadı. Daha sonra Amerika’ya giderek
Harvard Üniversitesi’nde uluslararası ekonomi eğitimi aldı ve doktorasını tamamladı. Çok sayıda kitabı ve makalesi bulunan Roubini, çeşitli dönemlerde ABD Hazine
Bakanlığı’na ve IMF’ye danışmanlık
yaptı. Bugün Roubini’nin dünyanın
en popüler ekonomistlerinin başında
yer aldığını söylemek mümkün. Kendisine bu popülariteyi kazandıran,
küresel bir ekonomik krizin geldiğini daha 2006 yılında tahmin etmesi
oldu. Bundan sonra Roubini, “kriz
kâhini” olarak anılmaya başladı.
Osman Birgili IPLOCA’da
Başkan Yardımcısı
T
ekfen İnşaat Kıdemli Genel Müdür Yardımcısı Osman
Birgili, Uluslararası Boru Hatları Müteahhitleri Birliği’nin (IPLOCA) Başkan Birinci Yardımcılığı’na getirildi. Aralarında dünyanın en önemli müteahhitlik firmalarının da bulunduğu, 40 ülkeden 250 üyesi olan ve kendi alanında dünyanın en saygın meslek örgütü sayılan IPLOCA’da geçtiğimiz yıl yönetim kurulu üyeliği ve başkan ikinci yardımcılığı yapan Birgili, 2010-2011 döneminde bu görevine Başkan
Birinci Yardımcısı olarak devam edecek. Birgili, IPLOCA geleneklerine uygun olarak 2011 yılı sonunda başkanlık görevini üstlenecek ve yıllık IPLOCA toplantısı İstanbul’da gerçekleştirilecek.
Ekim ayında İstanbul, yeşil binalar konusunda iki önemli toplantıya sahne oldu. Tekfen Emlak Geliştirme Grubu’ndan Oğuz Kösebay
iki etkinliğin de konuşmacıları arasındaydı.
stanbul’da ekim ayı içinde yeşil binaları konu alan iki önemli etkinlik gerçekleşti. 5-6 Ekim’de Swissotel’de
düzenlenen II. Yeşil Tesisler Konferansı
bu toplantıların ilkiydi. 40 uzman konuşmacının sürdürülebilir geleceğin kurallarını konuştuğu konferansta, yeşil tesislerin geleceğine ilişkin son gelişmeler,
yenilik ve uygulamalar paylaşıldı. Çevresel sürdürülebilirlik ve çevre bilincinin
artırılmasına katkı sağlamayı amaçlayan
etkinliğe ilgi oldukça fazlaydı. Toplantıya Tekfen Emlak Geliştirme Grubu adına Teknik Müdür Oğuz Kösebay ve Mimar Aslı Çalıkoğlu, “Yeşil Ofis Olmak”
başlıklı bir sunumla katıldılar.
Nouriel Roubini,
Eurobank Tekfen
ve Tekfen Holding
yöneticileriyle birlikte:
(Soldan sağa) Mehmet
Sönmez (Eurobank
Tekfen Genel Müdürü);
Ercan Kumcu (Tekfen
Holding Yönetim
Kurulu Üyesi);
Nouriel Roubini
(Ekonomi Profesörü);
Nikolaos Karamouzis
(Eurobank EFG
CEO’su); Reha Yolalan
(Tekfen Holding Başkan
Yardımcısı).
4
SÜRDÜRÜLEBİLİR GELECEK
İÇİN İKİ BULUŞMA
Tekfen adını uluslararası alanda temsil etmekte olan Osman
Birgili’yi yeni görevi dolayısıyla tebrik ediyor ve “IPLOCA’da
yolunuz açık olsun” diyoruz.
IPLOCA’NIN YENİ YÖNETİM KURULU
IPLOCA’nın Başkan Birinci Yardımcısı Osman Birgili (ön sırada soldan
ikinci) diğer yönetim kurulu üyeleriyle bir arada.
Eurobank Tekfen’den
çifte açılış
H
izmet ağını genişletme hedefi doğrultusunda yeni şubeler açmayı sürdüren Eurobank Tekfen, 2010 yılının
son çeyreğinde hizmete giren Esenyurt (İstanbul) ve
GATEM (Gaziantep) şubeleriyle Türkiye genelindeki şube
sayısını 54’e çıkardı.
Bireysel bankacılık ve işletme bankacılığı alanlarında İstanbullu ve Gaziantepli müşterilerinin her türlü bankacılık ihtiyacına
cevap vermek üzere faaliyete geçen Esenyurt ve GATEM şubeleri, küçük işletmeler ve KOBİ’lere yönelik kredi ürünlerinin yanı sıra konut ve tüketici kredileri, mevduat, yatırım ürünleri ve dış ticaret gibi alanlarda hizmet veriyor. Hizmete giren
iki yeni şubeyle birlikte Eurobank Tekfen’in İstanbul’daki şube
sayısı 25’e, Gaziantep’teki şube sayısı ise 2’ye yükseldi.
5
TEKFEN
HABERLER
HABERLER
TOROS TARIM’DAN İKİ ÖNEMLİ SONBAHAR ETKİNLİĞİ
Bitki Besleme ve Gübre
Kongresi’ne Toros Tarım
desteği
İÇİN:
BİLGİ s.com.tr
oro
www.t
ESİ:
U ADR
R
U
V
BAŞ
.Ş.
sal
e Tic. A
Ebru A rım Sanayi v ğü
a
rlü
Toros T lişkiler Müdü
İ
0
la
2
Halk
Kat:
Tower,
Tekfen t, 34394
n
4. Leve UL
B
N
A
T
İS
“NE ÇEKERSEN ONU BİÇERSİN”
Toros Tarım’ın, tüm Tekfen çalışanları ile eş ve çocuklarının katılabilecekleri, “Tarım ve
İnsan” konulu fotoğraf yarışması başladı. “Tarımdan Kareler” adını taşıyan yarışmaya en
güzel fotoğrafları gönderen katılımcılar çeşitli armağanlarla ödüllendirilecek. Yarışmaya
en son 30 Eylül 2011 tarihine kadar eser gönderilebilecek.
T
ürk tarımına desteğini çok yönlü bir şekilde sürdüren Toros Tarım, Tekfen
Grubu çalışanlarına ve ailelerine yönelik olarak “Tarım ve İnsan” konulu bir fotoğraf
yarışması düzenliyor. Tarımın ve tarımsal üretimin insan yaşamındaki önemini görsel olarak öne çıkarmayı amaçlayan yarışmada, insanın toprak, tarımsal alanlar ve çiftçilikle olan
ilişkisini konu alan fotoğraflar yarışacak. Dereceye giren eser sahiplerine birincilik ödülü
için 4.000 TL, ikincilik ödülü için 3.000 TL,
üçüncülük ödülü için 2.000 TL, jüri özel ödülü için 1.500 TL, mansiyon için ise 500 TL
değerinde hediye kartlarının sunulacağı yarışmaya aynı aileden birden fazla kişi eser gönderebilecek. Ancak yarışmaya her fotoğrafçı
en fazla 3 fotoğrafla katılabilecek.
Patates Sempozyumu
B
itki besleme ve gübreleme alanındaki çalışmaların ve çözüm önerilerinin ele alındığı
5. Ulusal Bitki Besleme ve Gübre Kongresi, Ege Üniversitesi’nin 55. kuruluş yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde, 15-17 Eylül 2010 tarihleri
arasında yapıldı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile
gübre sektörü işbirliğiyle organize edilen ve sponsorluğunu Toros Tarım’ın üstlendiği kongreye
sektör temsilcileri, akademisyen ve üreticiler yoğun bir ilgi gösterdiler.
Kongrenin açılış konuşması Toros Tarım Yönetim
Kurulu Başkanı ve Tarımsal Sanayi Grubu CEO’su
Esin Mete tarafından yapılırken, Toros Tarım danışmanlarından Prof. Dr. Habil Çolakoğlu ve Ege
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü Öğretim Üyesi Doç Dr. Eşref
İrget de birer sunum gerçekleştirdiler.
Kongrenin en ilgi çeken sunumlarından biri, Toros Tarım’ın desteği ve Ege Üniversitesi Ziraat
Fakültesi’nin katkılarıyla, Büyük Menderes Ovası’nda 40’ar dekarlık dört ayrı tarlada iki yıl boyunca yürütülen “Farklı taban gübrelerinin mısır
ve pamuk bitkilerinin verim ve besin maddesi alımına etkisi” adlı projenin sonuçlarıydı. Bu proje
kapsamında, formülasyonu Toros Tarım tarafından yapılan gübrelerin, mısır ve pamuk yetiştiriciliğinde yüzde 15-20 oranında daha fazla verim
sağladığını gösteren veriler katılımcılara sunuldu.
6
Sağlıklı patates tohumluğu üretimiyle çiftçinin yüzünü güldüren Toros Tarım,
Kapadokya’da düzenlenen 1. Uluslararası Patates Fizyolojisi ve Agronomi
Sempozyumu’na katıldı.
D
oku kültürü yöntemiyle patates tohumluğu üretmek üzere 2005 yılından bu
yana çalışmalarına devam eden Toros
Tarım, sektöre yönelik destek faaliyetlerine
geçtiğimiz aylarda Kapadokya’da düzenlenen
bilimsel bir toplantıyla bir yenisini daha ekledi.
Toros Tarım’ın destek verdiği Avrupa Patates
Araştırmaları Birliği tarafından düzenlenen 1.
Uluslararası Patates Fizyolojisi ve Agronomi
Sempozyumu, 20-24 Eylül tarihleri arasında
Nevşehir’de toplandı. Sempozyuma bilim ve iş
dünyasının yanı sıra üreticiler de yoğun ilgi
gösterdiler.
2010 yılında Frito Lay firmasına 4.800 ton ve bayilere 1.200 ton olmak üzere, toplam 6.000 ton
sertifikalı patates yumrusu satışı gerçekleştiren
Toros Tarım ise etkinlik süresince kurulu bulunan standı aracılığıyla Adana’daki Agripark tesislerinde sürdürdüğü sağlıklı patates tohumluğu
çalışmaları hakkında katılımcıları bilgilendirdi.
Doğal güzelliğin yanı sıra, Türkiye’de patates
üretiminin en yoğun yapıldığı yerlerden biri
olan Kapadokya’da düzenlenen sempozyumda ağırlıklı olarak bilimsel tarım yöntemleri,
patates bitki fizyolojisi ve verimli ürün yetiştiriciliği konuları ele alındı. Küresel ısınma ve
kuraklık gibi konuların da tartışıldığı toplantıda Türkiye, Romanya, Belçika, Almanya, Hollanda, Japonya, Estonya, Finlandiya ve
İtalya’dan katılan çok sayıda bilim adamı bildiri sundu. Etkinlik kapsamında ayrıca patates
yetiştiriciliğine ilişkin atölye çalışmaları ve
Kapadokya yöresinde bilimsel içerikli geziler
de düzenlendi.
Her yıl binlerce ton patatesin tarlalarda çürümesine yol açan hastalıkların engellenmesi ve
doku kültürü yöntemiyle üreticilere sağlıklı patates tohumluğu temin edilmesi amacıyla Toros Tarım’ın 2005 yılında başlattığı çalışmalar,
Toros Agripark tesisleri bünyesindeki Biyoteknoloji Merkezi’nde yürütülüyor. Burada sağlıklı patates tohumlarından alınan hücreler doku
kültürü yöntemiyle laboratuvar ortamında çoğaltılarak 12 dönüm alan üzerine kurulu seralarda, kontrollü şartlar altında büyütülüp yumru haline getiriliyor. Daha sonra hastalık ve virüs testleri yapılan patates yumruları üreticiye
sertifikalı olarak sunuluyor.
Jüri üyeliğini fotoğraf sanatçısı Ersin Alok,
Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Güler Ertan ve fotoğraf sanatçısı Halim Kulaksız’ın yapacağı yarışmaya 30 Eylül
2011 tarihine kadar eser gönderilebilecek.
Dereceye giren isimler 18 Ekim 2011 tarihinde açıklanacak. Ödül töreni ve yarışmaya gönderilen eserlerin izlenebileceği sergi ise 30
Kasım 2011 tarihinde düzenlenecek. Tüm katılımcılara şimdiden başarılar diliyoruz.
Toros Tarım patates
üreticilerinin yanında
JÜRİ ÜYELERİ HAKKINDA
ERSİN ALOK
1937 yılında doğdu.
1967 yılında profesyonel fotoğrafçılığa
başladı. Kariyeri boyunca 204 kişisel
sergi açtı. Çok sayıda ulusal ve uluslararası ödüle layık görüldü. Bugüne dek 24
kitabı yayımlandı.
HALİM KULAKSIZ
1944 yılında doğdu.
1972 yılında New York
Fotoğrafçılık Enstitüsü’nü bitirdi. Çok sayıda kişisel sergi açtı
ve yarışmalarda ödüller kazandı. Refo Color laboratuvarını kurdu.
GÜLER ERTAN
1940 tarihinde doğdu.
Avusturya’da fotoğrafçılık öğrenimi gördü. Türkiye’nin ilk kadın fotoğraf eğitimcisi olarak Mimar Sinan, Marmara ve Haliç
Üniversitelerinin fotoğraf bölümlerinin
kurulmasında rol aldı. Fotoğrafçılık üzerine çok sayıda kitabı yayımlandı.
TEKFEN İNŞAAT’A
BAŞBAKANDAN ÖDÜL
KATARLI BAKANDAN ŞANTİYEMİZE ZİYARET
Katar Belediyeler ve Tarım Bakanı Abdulrahman El-Thani, 11
Aralık günü Tekfen’in Katar’daki Kuzey Otoyolu Simaisma şantiye
ofisini ziyaret etti. Katar Devlet Otoyol İdaresi Ashgal’ın da
bağlı bulunduğu Bakan El-Thani, ziyareti sırasında Tekfen’in
çalışmalarından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Tekfen İnşaat Genel Müdürü
Ümit Özdemir, 27 Aralık
günü Ankara’da düzenlenen
2010 Yurtdışı Müteahhitlik
Hizmetleri Ödül Töreni’nde
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın elinden ödül
aldı. Törende konuşan
Başbakan Erdoğan, Türk
müteahhitlerin artık devler
liginde liderliğe oynadığını
vurgulayarak, “gururumuz”
dediği dünya çapındaki Türk
müteahhitlik firmalarına
hizmetleri, eserleri ve
Türkiye’ye kazandırdıkları
için teşekkür etti.
7
İÇİMİZDEN BİRİ
TEKFEN
İÇİMİZDEN BİRİ
liyor bu. Bazen de oyunun geçtiği zaman ve
mekân gibi konuları araştırıyoruz. Grubumuzda
her oyun bir proje olarak ele alınıyor. Ben bir rolüm olduğunda, oyundaki yeri üzerinden karakteri çözümlemeye ve diğer karakterlerle olan ilişkisini anlamaya çalışıyorum.
Tiyatro hayatınıza neler kattı?
Tiyatro benim için bir “hobi”nin sınırlarından
çıktı aslında. Başka başka işlerde çalışan bir ekip,
altıdan sonra tiyatro yapıyoruz. Bunu yaparken
de her zaman çıkan işin kalitesine ve söyleyecek
bir sözü olmasına özen gösteriyoruz. Profesyonel
değiliz dememizin sebebi, bu işten para kazanmıyor olmamız. Yaşamı anlamlı kılıyor ve bir nefes
alma alanı yaratıyor tiyatro. Dönüp baktığımızda
çok gurur duyduğumuz, zevk aldığımız anlar ve
izler bırakıyor yaşamımıza.
ALTIDAN SONRA
TİYATROCU
Tekfen Emlak Geliştirme
Grubu mensubu, Altıdan
Sonra Tiyatro grubu
üyesi Aslı Can Kortan,
tiyatro tutkusunu iş
hayatıyla nasıl bir arada
sürdürebildiğini anlattı.
İşle tiyatroyu birlikte nasıl sürdürüyorsunuz?
Grupta herkes çalıştığı için her şey saat altıdan
sonra başlıyor. Zamanı olabildiğince iyi kullanmaya çalışıyorum. Bu artık bir yaşam biçimi oldu,
başka türlüsünü düşünemiyorum. Kendime ve
aileme ayırdığım zamandan gidiyor biraz tabii;
arkadaşlarım da görüşememekten şikâyetçi.
İŞ ÇIKIŞI TİYATRO
A
ltıdan Sonra Tiyatro, bundan 11 yıl önce,
bir grup üniversiteli tiyatrocunun kurduğu
amatör bir topluluk. Üyelerinin tamamı çalışan kişilerden oluşuyor. Bu nedenle provalarını
iş çıkışında yapıyor, oyunlarını altıdan sonra sahneliyorlar. Kumbaracı50 adını verdikleri kendi
sahnelerinde, kendi yazdıkları oyunları oynuyorlar. Grubun neler yaptığını, Tekfen ailesinin bir
mensubu olan Mimar Aslı Can Kortan’a sorduk.
Tekfen ailesi, çok farklı zevklere, farklı
hobilere ve yeteneklere sahip büyük bir
mozaik. Mesai saati sona erdiğinde sıra
bireysel uğraşlara geliyor. Aslı Can Kortan, aramızdan biri. Ama o, aynı zamanda bir tiyatrocu. Kortan, daha lise yıllarında bağlandığı tiyatro tutkusunu, ikinci
bir mesai yapar gibi, her gün saat altıdan
sonra sürdürüyor.
8
Altıdan Sonra Tiyatro kimlerden oluşuyor,
ne kadar zamandır tiyatro yapıyor?
Altıdan Sonra Tiyatro, 1999 yılında, çoğunluğu
İTÜ’den mezun mimar ve mühendisler tarafından kurulan bir grup. Üyeleri öğrencilik yıllarında, İTÜ Güzel Sanatlar Bölümü Tiyatro
Topluluğu’nda, pek çok oyunda rol alan kişilerden oluşuyor. Grubun amacını, “Yaşadığımız çağ
ve topluma ileteceklerimizi sanatsal olarak ifade
etmek ve geleceği tiyatro eliyle biçimlendirmek”
olarak ifade ediyoruz. Bu şekilde amatör tiyatronun samimiyeti ile profesyonel tiyatronun tekniğini aynı potada eritmeye çalışıyoruz. Bu sene 11.
yılımız ve neredeyse her sezon yeni bir oyunla
çıktık seyircinin karşına. Ayrıca Bekleme Salonu,
O.B.E.B., 444 ve Öldün, Duydun mu? oyunları Mitos Boyut Yayınları tarafından, Yiğit Sertdemir
Toplu Oyunları 1 ve 2 adıyla yayımlandı da.
Sizin grupla tanışmanız nasıl oldu?
Ben okul hayatım boyunca, önce Robert Kolej’de,
sonrasında İTÜ Güzel Sanatlar Bölümü Tiyatro
Topluluğu’nda, tiyatroyla yakından ilgilendim.
Altıdan Sonra Tiyatro’yu 1999 yılında oluşturduk. Bu bir “tanışma” değildi; “beraber kurduğumuz bir grup” söz konusu oldu. 2000 yılında ilk
oyunumuzu sahneledik, 2010 yılında ise çok
uzun süredir hayalini kurduğumuz bir şeyi gerçekleştirdik ve kendi sahnemiz olan Kumbaracı50’yi açtık. Burası zamanla hem bizi, hem
de pek çok farklı grubu ağırlayan bir sanat
mekânına dönüştü. Kumbaracı50’de, bizim grubun 5 oyunu dışında 20 civarında farklı grubun
gösterileri de sahneleniyor. Her gece bir oyun var.
Bizim oyunlarımız genelde haftada 4 gece oluyor.
En çok severek oynadığınız rolünüz hangisi?
Yiğit Sertdemir’in yazdığı ve yönettiği O.B.E.B.
(Ortak Bölenlerin En Büyüğü) oyununda canlandırdığım “A.D.” karakteri. İlk olarak 2005 yılında sahneledik, şimdi tekrar oynuyoruz. Her seferinde hem zevk alıyorum hem de çok eğleniyorum.
Oyunlara nasıl hazırlanıyorsunuz?
Bazen yönetmenimizin belirlediği çalışmaları yapıyoruz; doğaçlama veya beden çalışmaları olabi-
Grubunuzu bugünün tiyatro ortamında nereye konumlandırıyorsunuz?
Altıdan Sonra Tiyatro, kendi özgün oyunlarını
yazan, kendi sahnesini açan ve yeni gruplara bu
yönde cesaret veren bir grup. Tanınan ve takip
edilen, hep bir “sözü olan” işlerin yapıldığı bir yer.
Uluslararası Tiyatro Festivali gibi önemli organizasyonlarda yer alıyoruz. Bizim dışımızda işlerini
beğenerek takip ettiğim Semaver Kumpanya, Tiyatrotem, Oyun Atölyesi ve Dot gibi gruplar da
var. Ancak bizim gibi kendi mesleklerinin yanında tiyatro yapmaya çalışan bir grup pek yok; yeni
yeni oluşuyor. Son on yılda yapılan işlerin ve yeni
solukların çoğaldığı bir tiyatro ortamı var.
İş yaşamınıza tiyatro bir katkı sağlıyor mu?
Her zaman aktif ve motivasyonu yüksek hissediyorum kendimi. Yaptığım işlerde hem bir
“profesyonel”in titizlik ve ciddiyetini, hem de bir
“amatör”ün istekli ve özverili tutumunu göstermemi sağlıyor. İş yaşamımın da tiyatroya katkısı
oldu. Kumbaracı50, “sıfır”dan yarattığımız bir
yer. Ben de bir mimar olarak, ilk defa “altıdan öncesini” “altıdan sonraya” taşıma imkânı buldum
burada. Bir mekândan beklediklerimizi ben ve
grubun diğeri mimarı Ebru, tasarıma ve hayata
geçirmeye çalıştık. Tiyatro özelinde ise karşımdaki kişilerde bazen bir yanılsama olabiliyor. Şaka
ile karışık “sen tiyatrocusun, şimdi bize de oynuyorsun” diyorlar. Oysa ben iş hayatımda bazen
gereğinden fazla “olduğum gibi olan” birisiyim.
Sahnede “mış gibi yapmak” dediğimiz, olmadığım biriymiş gibi yapmak, hiç benimsemediğim
bir şey. Hatta çoğu zaman iş yaşamında tiyatrodan daha fazla “rol” yapıldığına tanık oluyorum.
Bundan sonrası için planlarınız nelerdir?
Bundan sonra, kurulan bu yapının yıllarca sürdürülebilmesini sağlamak için çalışacağız. Bizim
grubumuz hiçbir zaman kişilerin öne çıktığı bir
yer değil. Beraber yapmak, her zaman yapılan
her işte en önemli kıstas oldu. Şimdi Kumbaracı50’nin, yeni insanların da içinde olabildiği
ve devam eden bir yapı olması için çalışıyoruz.
Altıdan Sonra Tiyatro nedir?
A
ltıdan Sonra Tiyatro, öğrencilik yıllarında İTÜ Güzel Sanatlar Bölümü Tiyatro
Topluluğu’nda oyuncu, yönetmen, dekoratör gibi görevler alan bir grup tiyatroseverin
1999 yılında kurduğu bir topluluk. Grup üyeleri, yedi yıllık geçmişin sonunda oluşan “üniversite tiyatrosu” birikimini “yarı profesyonel” bir tiyatro kimliğine dönüştürmek için
bir araya gelmeye karar vermişler. Kuruluş
amacını; “sanat ve bilimin ortasındaki köprüde, yaşadığı çağ ve topluma ileteceklerini
sanatsal bir senteze dönüştürmek ve yazdığı özgün eserlerde, geleceği üyesi olduğu kuşağın gözüyle biçimlendirmek” olarak belirleyen grup, amatör tiyatronun samimiyeti ile
profesyonel tiyatronun tekniğini aynı potada
eritmeyi hedeflemiş.
Diğer Tekfen çalışanlarına ne önerirsiniz?
Tekfen’de 7. yılım. Saat altıdan önceki yaşamımda, içinde bulunmaktan gurur duyduğum bir yerde çalışmak beni mutlu ediyor. Çalışma arkadaşlarım ve yöneticilerim hep yanımdalar. Yaptığı işi
ciddiye alan ve hep daha iyisi için çalışan insanlarla beraber olmak, bu anlayışın tüm yaşamınıza
yansımasını sağlıyor. Tek diyebileceğim, “kendilerine ait ve yaşamı anlamlı kılan” iş dışı bir uğraş
edinmenin yaşamı zenginleştirdiğidir. Herkesin
bu zenginliği yaşamına katabilmesini dilerim.
Bugüne kadar çok sayıda ödüle layık görülen grup, Aslı Can Kortan, Ebru Gözdaşoğlu,
Erkan Kortan, Gülhan Kadim, İhsan Dehmen,
Onur Kahraman, Onur Tuna, Seda Özen Yürük,
Selin Girit Koraltan, Seyfi Erol, Yaman Ömer
Erzurumlu ve Yiğit Sertdemir’den oluşuyor.
Grup üyeleri, kuruluşlarının 10. yılında elbirliğiyle Kumbaracı50 adıyla kendi mekânlarını
kurmuş ve kendi yazdıkları oyunları burada
sahnelemeye başlamış. Grubun bugüne kadar
sahnelediği oyunlar: İkiye Bölünen Vikont,
Fail-i Müşterek, 444, Kapıların Dışında, Cyrano de Bergerac, Öldün Duydun mu, O.B.E.B.,
Bekleme Salonu, Ver Elini Yeni Dünya ve Satıcının Ölümü.
Altıdan Sonra Tiyatro ve oyunları hakkında
daha fazla bilgi için: www.altidansonra.com.
9
TEKFEN
MERCEK
MERCEK
H-T Fidecilik bitki sağlığına yönelik yatırımlarıyla
sektöre yeni standartlar kazandırıyor.
Hishtil-Toros’tan üreticilere
“güvenlİ fİde”
T
oros Tarım’ın fidecilik alanında faaliyet gösteren iştiraki Hishtil-Toros Fidecilik A.Ş., tarım sektörünün
standart ve kaliteli üretim için ihtiyaç duyduğu fideleri üretmek amacıyla 1999 yılından beri faaliyet
gösteriyor. Bugün Antalya’da 50 dönüm büyüklüğündeki teknolojik donanımlı seralarında yılda 80 milyon
adet normal fide ve 15 milyon adedin üzerinde aşılı fide üretimi yapan şirket, son yıllarda Türkiye’de sıkça
görülmeye başlayan bitki hastalıklarına karşı örnek teşkil edecek adımlar atıyor. Şirketin Genel Müdürü Alper
Tevs, yaptıkları çalışmalar ve son yenilikler hakkındaki sorularımızı yanıtladı. Tevs’in anlattıkları, sağlıklı bir
fide üretmenin, bilinmeyen yönleriyle ne kadar ayrıntılı ve zorlu bir iş olduğunu da ortaya koyuyor.
Bize Hishtil-Toros Fidecilik’in
kuruluşu ve faaliyetleri hakkında bilgi verebilir misiniz?
Hishtil-Toros, özet olarak fide üretimi yapan bir kuruluş. Artık
Türkiye’de sebzecilik tarımında
büyük ölçüde hazır fide kullanılıyor. Eskiden çiftçiler kendi fidelerini pek de uygun olmayan şartlarda
yetiştirmeye gayret eder, sonra da
tarlalarına veya seralarına dikerlerdi. Ortaya çıkan fideler homojen
olmadığı gibi kayıplar da fazla olur,
gerekli fide adedi genellikle sağlanamaz, üretimin ileri aşamalarında
dengesizlikler ve hasat kaybı yaşanırdı. Şimdi ise bizim gibi firmalara
sipariş verip, tek boy ve istenilen
sayıda bebek bitki alıp tarlalarına,
seralarına dikiyorlar. En basit anlamıyla bizim işimiz bu fideleri yetiştirmek. Burada yabancı bir
ortakla hareket ediyoruz. Ortağımız Hishtil, 1995 yılından bu
yana Türkiye’de faaliyet gösteren bir firma. Bu işi 40 yıldır yapıyorlar. Amerika’da öğrenmişler, teknolojiyi alıp İsrail’de geliştirmişler. Ülkelerinde pazara hâkim olduktan sonra, “Yurtdışında
know-how’ımızı nasıl değerlendiririz?” diye arayışa çıkmışlar ve
ilk duraklarından biri Türkiye olmuş. Türkiye’deki operasyonlarına önce başka bir firmayla başlamışlar. 1999 yılından bu yana
da iş, Toros ortaklığı altında yürütülüyor.
Türkiye’deki diğer gübre üreticileri arasında bu alanda faaliyet gösteren başka firma var mı?
Hayır, yok. Toros Tarım, temel işi gübre olsa da, tarım sektöründe tüm girdileri kucaklayan bir firma. Mesela tohum faaliyetleri
fidecilikten de eski. Tarımsal girdi olarak düşünecek olursak,
fide de tohum gibi çok önemli, hatta tohumla iç içe bir konu.
10
Bunu biraz açar mısınız?
Öncelikle fidenin bir tanımını yapmak lazım. Fide, deyim olarak, bir
yıl içerisinde ekilip hasadı yapılan
ürünler için kullanılıyor genellikle.
Hemen tüm sebze türleri bu şekilde yetiştiriliyor. Ayrıca karpuz, kavun gibi meyveler de sezonluk olduğu için fide sınıfına giriyor. Biz
birçok sebzenin yanında bazı meyvelerin de fidesini üretiyoruz. Bugün sebzecilik büyük oranda hibrit
tohumdan yapılıyor. Hibrit dediğimiz çok pahalı bir tohum. Çünkü
bunlar, genetik bir müdahale olmamakla beraber, verimi yüksek ve
birtakım hastalık dirençleri verilmiş tohumlar. Eskiden, seracılık
Türkiye’de gelişmeden evvel, bütün meyveleri ve sebzeleri sadece
mevsiminde yiyebiliyorduk. Sonradan “turfanda” dediğimiz,
mevsimin dışında da üretim başladı seraların yardımıyla. Ama
turfandalık yetiştirmek için sadece seranızın olması yetmiyor.
Ektiğiniz çeşidin de birtakım dayanıklılık özelliklerinin olması
lazım. Mesela domates için kış döneminde biraz daha soğuğa
dayanabilen, soğuğa rağmen kızarabilen çeşitlere ihtiyacınız var.
Ayrıca domateste olması gereken belli özellikler var. Albenisi olması lazım. Ekonomik değeri açısından veriminin ve raf ömrünün yüksek olması lazım. Bu unsurlar çok önemli. Domates dediğiniz zaman, dünyada binlerce çeşidi var. Tüm bu nitelikleri
sağlamak için bunların hepsinden birtakım özellikler alınıp birleştiriliyor. Bu aslında tam bir köpek eşleştirmesi gibi. Mesela
Doberman diye bir ırk yok. Ama çeşitli türlerin çiftleşmesinden
Doberman benzeri yavrular çıkıyor ortaya. Bu yavrulardan kendi içinde birkaç nesil daha çiftleştirdiğinizde, artık saflaşmış ve
“doğal” bir türe dönüşüyor. Bitkilerde bu tür çalışmalar tabii cid-
di AR-GE ve yatırım gerektiriyor. Binlerce deneme içinden belki bir ya da iki ticari çeşit yakalayabiliyorsunuz. Bu nedenle hibrit tohumlar oldukça maliyetli. Günümüzde üretici, ekmek istediği tohumu fide şeklinde almayı tercih ediyor. Yani üretici adına tohumu biz satın alıyor, bu tohumları fideye dönüştürüp üreticiye sunuyoruz. Bu nedenle de tohum firmalarının en büyük
müşterileri, biz fide firmaları oluyoruz. Hibrit tohum sektörü fidecilik sektörünü geliştiriyor.
Tohum yerine fide kullanmanın ne gibi avantajları var?
Fide kullanımının çiftçiye birçok avantajı var. Her şeyden önce
zamandan ve emekten büyük tasarruf sağlıyor. Hibrit tohumların özelliklerinden ötürü dikim zamanlaması çok önemli. Örneğin temmuz ayının 20’siyle ağustosun 1’i ve ağustos ayının 5’iyle
15’i arasında dikim çok fark ediyor. Bazen 5 günlük bir dikim farkı, bir ay fark yaratabiliyor hasatta. Çiftçi dikim zamanına ve dikmek istediği ticari çeşide karar verdikten sonra bize siparişini veriyor. Diyelim ki 5 Ağustos’a, 2.850 adet X çeşidi domates istiyor.
Normal şartlarda Antalya’nın sıcağında bu kişinin temmuz ayının başında gidip tohumları alması, bunları ekmesi, çıkmasını
beklemesi, onlara bakması lazım. Yapabilir, yapamaz. Bir kısmı
büyük olur, bir kısmı küçük. Bunlar da hasatta, kalitede fark demektir. Fideniz ne kadar homojense, o kadar homojen ürün alırsınız. Fideler arasındaki farklılıklar hasatta iki-üç hafta fark yaratabilir. O iki-üç hafta içerisinde ürünün fiyatı 1,5 liradan 10 kuruşa düşebilir. Bu taraflarına baktığınız zaman, her şeyin vaktinde
olmasını ister çiftçi. Şimdi o sıcak dönemde bütün bunlarla uğraşacağına, dönüp Hishtil-Toros gibi bir firmaya, “Bana 5
Ağustos’ta X çeşitten 2.850 adet fide verin,” deyip yaylasına kaçıyor. Ağustosun başında geliyor, iki-üç günde serasını hazırlıyor,
2.850 tane fide, kutusunda adresine teslim ediliyor. Güzel güzel
dikiyor onları. Hepsi standart. Hepsinin ilk bakımı iyi yapılmış.
Bütün aşıları yapılmış, anne sütü almış bebek gibi düşünün
bunu. Bakımı düzgün olmayan bir bebek birtakım hastalıklardan
çok daha çabuk etkilenir, bağışıklık sistemi daha az gelişmiş olur.
Aynı mantık. Hepsi canlı sonuçta. Fidelere bizim seralarımızda
doğal olarak en iyi şartlarda bakılıyor. En ufak bir uygunsuzlukta
kendini bırakan, ölen bir fide değil; dirayetli, yaşamak için gücü
olan ve birtakım hataları tolere edebilen bir fide kazanılıyor.
Tüm bunlar öncelikle çiftçinin ekonomik riskini azaltıyor. Hazır
fidenin en büyük avantajlarından biri bu. Tabii bir de aşılı fide
konusu var ki, o da apayrı bir avantaj paketi oluşturuyor.
BEREKETİN SIRRI
BU SERALARDA
Hishtil-Toros Fidecilik,
tarım sektörünün
ihtiyaç duyduğu
yüksek verimli ve
hastalıklardan ari
fideleri Antalya’da 50
dönüm büyüklüğündeki
teknolojik donanımlı
seralarda üretiyor.
Aşılı fidenin özelliği ve farkı nedir?
Aşılı fide daha farklı bir uygulama ve hastalıklara karşı bir önlem
olarak iki farklı fidenin bir araya getirilmesinden ortaya çıkan bir
ürün. Topraktan bulaşan bir takım hastalıklara ve özellikle de
kök çürüklüğü veya çökerten olarak bilinen “fusarium” adlı
mantara karşı kimyasal mücadeleye alternatif olarak geliştirilen
ve son 10 yılda dünyada kullanımı hızla artan bir çözüm. Aşılı fideler çıkmadan önce toprakları fusarium’dan arındırmak için
metil bromid kullanılırdı. Ancak bu kimyasal, topraktaki iyi
kötü her şeyi yok ediyor. Aynı zamanda ozon tabakasına da zarar
veriyor. Dolayısıyla kullanımı son on yıl içinde kademeli olarak
tüm dünyada sonlandırıldı. Bu durum özellikle domateste ve
karpuzda fusarium’un ciddi tehdit oluşturmaya başlaması demekti. Bu şartlarda bir alternatif geliştirmeniz gerekiyor.
Adana’da mesela “çökerten” derler buna. “Karpuz çöktü” derler.
Kısa sürede tüm tarlayı bitirir. Fusarium’un etkisidir bu. Giriyor,
içinden öldürüyor bitkiyi. Karpuz için “vezir de eder rezil de”
derler, hakikaten öyledir. Daha ürüne dönüşmeden tarlasındaki
ürünü kaybetmesi, bir çiftçinin başına gelebilecek en kötü olaydır. İşte bu noktada aşılı fide devreye giriyor. Kökleri bu tür
mantarlara dayanıklı çeşitlerin üzerine ticari bitkiler aşılanarak
11
TEKFEN
MERCEK
MERCEK
ürüne dayanıklılık kazandırılıyor. Aslında mantık çok basit. İki
ayrı fide dikiliyor. Belli bir dönemde ikisi alınıp, birinin altıyla
diğerinin üstü birleştiriliyor. Yani bir tür kaynak yapılıyor. Mantık basit, ama fiiliyatta bu işi doğru bir şekilde yapmak ve işe yarar neticeler elde etmek hiç de sanıldığı gibi kolay değil.
milyon fide şeklinde büyüdü pazar. Domateste de aşılı fide kullanımı normal fide alternatifine göre daha maliyetli olsa da, hastalıklara karşı sağladığı çözüm ve güçlü kök yapısı sayesinde
daha uzun bir zaman aralığında hasada devam edebilme imkânı
sunması, ürüne ciddi bir talep yarattı.
Ne çeşit bitkilerde aşılı fide kullanılıyor?
Mesela karpuz, kavun, hıyar gibi cucurbitaceae (kabakgiller) familyasından bitkiler aşılı fide olarak üretilebiliyor. Ama bu familya içerisinde Türkiye’de ve dünyada halen en büyük potansiyel karpuzda. Bunlar kabak bitkisinin kökleri üzerine aşılanıyor,
çünkü kabak çok arsız ve dayanıklı bir kök yapısına sahip. Kavun
ve hıyar da aynı şekilde kabak üzerine aşılanıyor. Bir de solanaceae (patlıcangiller) familyasından domates ve patlıcan var. Ticari domates çeşidi, kökleri dirençli ve geneli yabani olan anaç
domates çeşitlerinin üzerine, patlıcanlar da yine domates veya
patlıcan anaçları üzerine aşılanıyor. Biberde ise halihazırda ticari boyutta bir çözüm üretilebilmiş değil. Biz, saydığımız bu
ürünlerin tamamında üretim yapıyoruz. Adet olarak bakarsak
aşılı karpuz birinci, aşılı domates ikinci, aşılı patlıcan üçüncü,
aşılı hıyar dördüncü sıradadır.
Biraz da bize bu işin tekniğinden söz eder misiniz? Bu alandaki know-how’ınızı nereden alıyorsunuz?
Fide yetiştirmek oldukça karmaşık bir süreç. Kontrol edilmesi
gereken çok fazla sayıda değişken var. Bir kere fidenin olma süresi bitkinin cinsine ve mevsime göre değişir. Mesela domates fidesi haziran ayında 24 günde hazır olurken, bu süre temmuzda 26,
ağustosta 28, eylülde 30-33, kış aylarında ise 40 güne kadar çıkar.
Dolayısıyla her ay üretim süresi değişir. Bizde tabii her ürün için
takip edilen ayrı bir protokol vardır. Yazın ve kışın ürüne hangi
uygulamalar yapılır, yetiştirme süresi kaç gündür, hangi dönemde ne tür özel uygulamalar gerekir, hangi sera şartları sağlanmalıdır, tüm bunlar önceden belirlenmiştir. Türlerin farklı ekim ve
çimlenme şartları vardır. Kışın ısıtma sistemleri devreye girer.
Orada da kontrollü olmanız lazım. Mesela karpuz 18, domates
14, marul 10 derece sıcaklık ister. Buna göre seraların ısılarını
ayarlamanız ve kapasiteyi bu unsurları göz önünde bulundurarak
kullanmanız gerekir. Tesisimizde tüm
üretim ortamlarının iklim şartları otomatik sistemlerle kontrol ve kayıt edilir.
Türkiye’de aşılı fideye talep ne düzeyde?
Bugün Türkiye’de dikilen karpuzun herhalde yarısı aşılı fidedir. Bu durum geçtiğimiz 6 yıl içerisinde oluştu. Pazar çok
hızlı bir şekilde büyüdü, halen de büyümeye devam ediyor. Bu, Türkiye için
yeni bir kavram ve gelişiyor. Esasen dünyada da fazla geçmişi yok. Japonlar geçen yüzyıldan beri bazı sınırlı uygulamalar yapıyorlarmış bu alanda. Ama tabii
bugün kullandığımız tekniklerle yapılması son 15 yılın, bu sektörün büyümesi
de son 10 yılın hikâyesi. Bugün dünyanın her kıtasında aşılı fide kullanılıyor ve
bu pazarın büyüklüğü artık milyar dolarlarla ifade ediliyor.
Bugün Türkiye’de dikilen
karpuzun herhalde yarısı
aşılı fidedir. Bu durum
geçtiğimiz 6 yıl içerisinde
oluştu. Pazar çok hızlı bir
şekilde büyüdü, halen de
büyümeye devam ediyor.
Aşılı fide kullanmak çiftçiye somut olarak ne kazandırıyor?
Öncelikle, korkulan belli hastalıklara çözüm getirmesi. Ancak
işin ekonomik boyutuna da bakmak lazım. Bazı ürünlerde matematik, işimizi çok kolaylaştırıyor. Aşılı karpuz bunlardan bir tanesi. Çiftçi geleneksel olarak 1 dönüme 750 tane normal fide
koymak yerine 250 tane aşılı fide koyuyor. Çünkü kök o kadar
arsız ki, zaten o alanı dolduruyor. İyi bir çiftçinin 750 tane fideden alacağı ürün ortalamada 6-8 ton ise, 250 tane aşılı fideyle bu
10-13 tona çıkıyor. Kök, meyveyi büyütüyor çünkü. Aşılı fide fiyat olarak normal fidenin yaklaşık 3 katı. Fakat alt alta koyup hesapladığınız zaman, aşılı fide daha pahalı bir ürün olmasına karşın, çok daha ekonomik hale geliyor. Birincisi, aynı verimi çok
daha az sayıda fideyle sağlayabiliyorsunuz. Ayrıca tarlanızı her
sene kullanabiliyorsunuz. Mesela fusarium nedeniyle Adana’da
bir tarlada bir yıl ekim yaptıktan sonra en az üç yıl o tarlaya giremezsiniz. Bu nedenle üretici gidip başka arazileri kiralamak durumunda kalıyor. Bir de ona para ödüyor. Ama aşılı fidede her
yıl aynı araziye dikim yapabiliyorsunuz. Böyle bir avantajı da
var. Bütün bunlar, esas amaç olarak hastalıktan korunmak için
alınan ürünün artıları. İşte bu nedenle aşılı karpuz fidesinin yararlarını görenler hemen bu yöne döndüler. Kullanım hızla arttı.
İlk yıl 20 bin deneme, bir sonraki yıl 2 milyon, bir sonraki yıl 10
12
Biz HTF olarak bütün bu genel resimde
Hishtil’in know-how’ını kullanıyoruz.
Tabii HTF’nin de 10 küsur yıllık geçmişi
sayesinde oluşmuş hatırı sayılır bir
know-how’ı ve tecrübesi var. Çünkü eldeki bilgiyi Türkiye şartlarına uyarlamak
ve devamlı geliştirmek zorundasınız.
Düşünün ki Türkiye’de yedi tane iklim
kuşağı var. Bu bölgelerin her birinde
ürünler farklı zamanlarda ve şartlarda dikiliyor. Dolayısıyla ürün farklı bölgelerde farklı tanımlarda istenebiliyor. Biraz
büyük, biraz diri, az yapraklı, çok yapraklı, açık yeşil, koyu yeşil… Bu noktada da detaylı üretime girmeniz gerekiyor. Yani biraz daha detaylı ürün tanımı oluşturmak gibi bir mecburiyet
oluşuyor. Oysa bizi seri üretim yapan bir fabrika gibi düşünebilirsiniz. Bu tür uyarlamalar ciddi vakit kaybı yaratıyor. Bir domates fidesi dediğiniz zaman, en az bin tane ticari çeşidi var. Genel
ürün protokolü değişmemekle birlikte bunların içinde güçlü
olan var, güçsüz olan var, az çimlenen var, çok çimlenen var, aşıya daha uygun olan var, olmayan var, çift gövde geliştirmeye iyi
tepki veren var, vermeyen var. Tüm bunları bilmeniz, ekim yaparken bunlara dikkat etmeniz gerekiyor. Bu kadar çok değişken
olduğu için ürün kartı “domates” olarak değil de, üretici firmanın çeşit ismi bazında “domates Linda,” “domates Alida” şeklinde açılıyor. Böyle binlerce ürün kartımız var. Ama işin esas güç
tarafı, bu kadar detaya indiğimiz halde, standartları elde etmekte zorlanmamız. Çünkü kullandığımız tohumlar da yıldan yıla,
hatta bir partiden diğerine değişiklik gösterebiliyor. Mesela aynı
ürün için gelen iki partiden biri %88 çimlenme yapıyor, bir sonrakinde %84 çıkıyor. Bu farklılıklar üretimin performansına
doğrudan yansıyor. Saydığım tüm parametreleri aynı anda görebilen ve yöneten deneyimli ve uyumlu bir ekibimiz olduğu için
şanslıyız. Bu şekilde HTF olarak her yıl yaklaşık 30.000 adet siparişten oluşan on milyonlarca fide üretiyoruz. Gururla belirt-
meliyim ki HTF, aşılı fide adet üretiminde dünyanın sayılı firmalarından biri durumunda. Kalitemiz ise tartışılmaz. Sadece
Türkiye pazarında değil, dünya çapında en üst kalitede üretim
gerçekleştiriyoruz. Fide, örnek teşkil edecek bir takım çalışmasının ürünüdür. Tüm departmanlar ürünün ve hizmetin kalitesi
için çalışır. Ürün hassastır ve dünyaya yeni gelmiş tüm canlılar
gibi ilgi bekler, ruhundan anlamanızı bekler. HTF’de işler bu felsefe doğrultusunda yürütülüyor. Başarımızın sırrı da burada.
Verimin artmasına yönelik olarak çiftçilere ne gibi destekler
veriyorsunuz?
Tarımın her alanında olduğu gibi burada da çiftçinin bilinçlendirilmesi çok önemli. Çünkü işin zorluğunun bir başka tarafı da
sahada yaşanan problemler. Başarı için özellikle ekim ve bakım
şartları çok önemli. Üretici fideyi kurutmuş olur, yanlış diker,
yanlış ilaç uygular, vs. Peki bu fideyi kimden aldı? Fideciden
aldı. Yani döner dolaşır fideciye gelir bu iş. Biz ayrı bir teknik departman oluşturmaya karar verdik, sırf bu işle iştigal etmek üzere. Bu ekip satış öncesinde, satış sırasında ve sonrasında çiftçiye
destek veriyor. Sahada dikim öncesinde geziyor, çiftçiye kritik
konularda bilgi veriyor, hatta dikim sırasında yanında bulunmaya gayret ediyor. Yağmurdan veya başka bir sebepten dolayı dikimin gecikmesi halinde fidelerin nerede, hangi şartlar altında
tutulduğuna bakıyor, gerektiğinde müdahale ediyor. Yani yapılan hataları en aza indirmek için çabalıyor. Bu nedenle 3-4 kişilik
bir ekip oluşturduk. Bu gezici ekip Türkiye’nin her noktasına
ulaşıyor ve teknik destek sağlıyor, sorun çözüyor, yeni yöntemleri ve teknolojileri tanıtıyor.
Yaptığınız iş mevsimlik bir iş olduğundan zamanlama çok
önemli. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
Evet, bu işin de günün sonunda en önemli kısmı fideyi istenen
şekilde ve gününde teslim edebilmek. Bütün çabamız bunun
için. Çünkü özellikle aşılı fidede, bilhassa da yaz döneminde,
birkaç günlük dikim farkı bile hasatta önemli fark yaratıyor. Üreticinin fidesini geciktirirseniz müşteri memnuniyetini yakalayamazsınız. Dolayısıyla sadece ürününüzün kalitesi yetmiyor.
Operasyon olarak da çok düzgün bir hizmet veriyor olmanız lazım. Bizim yapımızda, tecrübeli ekiplerimiz sezon önceleri hazırlıklarını en ince detaya kadar tamamlar ve sezon başladığında
herkes ne yapacağını bilir. İki tane yoğun dönemi vardır bu işin.
Birinci yoğun dönem şubat-mayıs dönemidir. Şubatta Adana’da
karpuzla başlar. Daha sonra karpuz havanın ısınmasına bağlı olarak mayısa kadar bütün ülkeye kademeli olarak yayılır. Tabii
yine ilkbahar dönemi bütün Türkiye’de açık tarla dikimlerinin
olduğu zamandır. Açık tarla domates ağırlıklıdır, ama diğer
ürünler de vardır içinde. Bunun yoğunluğu bize aralık ayından
itibaren düşer. Birinci sezon açık tarlayla biter. Haziran-temmuz
bir hayli düşük dönemdir. Belli bölgeler ve ürünler dışında çok
fazla dikim olmaz. İkinci yoğun sezon ağustos-ekim dönemidir.
Yaz dönemi sera ürünleridir hep. Sera ürünü olunca sahil bandını konuşuyoruz artık. Sahilde çiftçi tercihe bağlı olarak “güzlük”
ve “baharlık” olarak iki ekim de yapabilir, tek ekim de.
Hastalıklardan korunmak için ne yapmak lazım?
Hibrit tohum sektörünün gelişmesi, tüm avantajlarına karşın,
bazı problemleri de beraberinde getirdi. Endemik dediğimiz,
belirli bir yere has olan bazı hastalıkların tohum yoluyla kolaylıkla dünyanın diğer bölgelerine de taşınmasına yol açtı. Şu anda
dünyada bu konuda hakikaten ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Örneğin Amerika’nın bir bölgesinde bulunan bir bakteri, orada üreti-
TEKNOLOJİNİN EN ÜST DÜZEYDE KULLANILDIĞI
BİR ÜRETİM MERKEZİ
Hishtil-Toros Fidecilik’in Antalya’daki üretim merkezi, bu alanda dünyadaki en ileri uygulamaları
bünyesinde barındırıyor. Tohumlar makineler tarafından tek bir standartta toprağa ekiliyor (üstte);
özel tasarımlı hijyenik viyollerde büyütülüyor (ortada); aşılandıktan sonra özel koşullarda yoğun
bakım uygulanıyor (altta).
13
MERCEK
TEKFEN
MERCEK
AŞILI FİDELER
ÇİFTÇİNİN YARININI
GARANTİYE ALIYOR
Normal fidelere
göre daha verimli ve
hastalıklara karşı çok
daha dirençli olan
aşılı fideler, tecrübeli
personel tarafından
tek tek işlemden
geçiriliyor. Aşılı
fideler, hastalıkların
yol açtığı kayıplara
karşı çiftçileri kötü
sürprizlerden koruyor.
len tohumlar yoluyla dağılıp dünya ölçeğinde ciddi birtakım
problemlere neden olabiliyor. Tohum tek araç değil. Dünya ticaretinin artmasıyla ürünlerle birlikte bazı zararlılar da kıtadan kıtaya atlayabiliyor. Mesela “tuta absoluta” diye bir zararlı var şu
an. İlk kez Güney Amerika’da görüldü. Ürünün dolaşımıyla
önce Avrupa’ya geldi, oradan da hızlı bir şekilde buraya. Bir tür
güve, bitkinin içerisinde gelişiyor ve zarar veriyor. Türkiye’ye yayılımı domatesle oldu. Türkiye topraklarında hem başka ülkelerden gelen, hem de ülkemizde var olan hastalıkların çeşitli şekillerde yayılmakta olduğu bir gerçek. Mesela “Clavibacter michiganensis” diye bir hastalık var. Bir bakteri. Yine domateste etkin.
Türkiye fideliklerinin toplam üretiminin yarısından fazlasının
domates olduğu düşünülürse, bu tür hastalıklar ciddi kayıplar
yaratabilir. Yaratmaya da başlamış durumda; hem üreticilere,
hem firmalara, hem de ülke ekonomisine. Bununla ilgili ne kadar dikkat etsek de tam olarak bir önlem alınamıyor. Bu hastalık
aşılı domateste daha çok görülüyor, çünkü üretim aşamasında
kesme işlemleri fidelerde açık yaralar oluşturuyor. Ameliyatlı bir
hastanın hastalık kapma riskinin daha yüksek olması gibi. Ancak
asla aşılı fidelerle sınırlı değil. Bakterinin temel taşınma şekli kullandığımız tohumlar olsa da, mekanik her türlü yolla bulaşarak
hızla yayılıyor. Bunlar bildiğiniz bakteriler. İnsanın boğazını şişiren bakteriler gibi. İlacı antibiyotik ama bitkilerde kullanımı yasak. Dünyanın öbür ucunda endemik olan bir hastalık, tohumlarla her tarafa ulaşıyor. Ulaştığı yerde de gerekli tedbirler alınmazsa hızla yayılıyor. Biz, bu durum karşısında ciddi önlemler
almamız gerektiğini gördük. Çünkü bakterinin tohumdan geldiğini tahmin ediyorsunuz, ama teknoloji hastalıklı tohumları çoğunlukla tespit edemiyor. Halihazırda yürürlükte olan yönetmeliklerdeki tohum analizi yöntemleri ve numune adetleri de yeterli değil. Her yıl milyarlarca tohum kullanılıyor. Fide işçilerinin genelinin kendi seraları var. Kendi seralarındaki hastalığı taşıyabilirler mesela. Havadaki toz bile taşıyıcı olabilir. Seranın
üzerine düşer, oradan içeri akar. Biz, artan bu risk karşısında konuyu daha kapsamlı olarak ele alma vaktinin geldiğini düşünerek, bazı çalışmalara başladık. Hollandalılar, Fransızlarla birlikte
risk karşısında harekete geçerek Kasım 2009’da, GSPP (Good
14
Seed and Plant Practices/İyi Tohum ve Bitki Uygulamaları) olarak adlandırılan yeni bir protokolün taslağını geliştirdiler. Bu
bakteriye karşı, sırf bu bakteriden ari domates bitkisi yetiştirmek
için ortaya konmuş bir çalışma prensibidir bu protokol. İlk aşamada tohum ve fide üreticileri için düşünülmüş. Sera üreticilerinin de sisteme dahil olmaya başlaması uzun vadeli bir beklenti.
Biz de bu protokolü benimseme kararı aldık. Çok önemli bir
adımdı bu, hem bizim için, hem de Türkiye tarım sektörü için.
Bu protokol ne gibi uygulamaları içeriyor?
Önce ayrıntılı bir risk analizi yaptık. Tesisin hangi bölümlerinde,
hangi aşamalarda, ne gibi risklerimiz var, onları tespit ettik. Mesela çimlendirme odası dediğimiz odalarımız var, ekimhane var,
ekim makinesi var, aşılama odası var. Burada bir sürü insan oturuyor, fideler geliyor, kesilip biçiliyor. Fide, doğal olarak orada
büyük bir travma yaşıyor. O fideyi tekrar canlandırmak için yoğun bakım ünitesine alıyorsunuz. Maruz kaldığı stresi atsın, yaraları iyileşsin diye, alttan ısıtıyorsunuz, üstten soğutuyorsunuz, el
bebek gül bebek bir ortam yaratıyorsunuz. Bu yerlerin hepsinde
hastalık bulaşma riski var. Dolayısıyla tüm bu bölümleri tek tek
elden geçirdik. İlk etapta toplam kapalı alanımızın yarısını protokole uyarlama kararı aldık. Bu bölüm içerisinde yeni ve tam teşekküllü bir üretim hattı kurduk. Bölümü üç bölgeye ayırdık,
renk kodlarına göre: Sarı bölge, yeşil bölge, kırmızı bölge. Buralarda çalışan personelin giriş çıkış prosedürlerini, bir bölgeden
diğerine geçiş kurallarını belirledik. Tüm personele özel kıyafetler aldık. Bugüne kadar personel önlüklerle çalışıyordu ve seralar
arasında serbest gezebiliyordu ki bu durum halen dünyada fide
üretiminde kullanılan yöntemdir. Şimdi sisteme tek noktadan giriş var. Burası kırmızı kilit. Bu bölümden içeriye tüm personel tamamen soyunup, her gün temizlenen özel kıyafetleri ve terlikleri
giydikten sonra geçebiliyorlar. Eller, ayaklar ayrı ayrı dezenfekte
ediliyor. İçeriye, ameliyathaneye girer gibi giriyorlar. Ayrıca bu
bölümü dışarıdan tümüyle tecrit ettik. Seraların üzerini plastik
kapladık, ama sıcaklığı engellesin diye o plastiğin altına termal
perdeler koyduk. Fidecilikte sulama üstten, ucunda püskürtme
uçları olan özel sulama ekipmanlarıyla yapılır. Püskürtme sıra-
sında doğal olarak sıçramalar oluyor, dolayısıyla bir fidenin üs- nın az olduğu bir sektörde, özellikle belli noktadaki personelitündeki hastalığın diğerine bulaşma riski oluşuyor. Özellikle bu mizi korumaya çalışıyoruz. Çünkü insanla yapıyorsunuz bu işi.
bakteriler sabahları yaprak uçlarında biriken çiğde bulunuyor. Makineler yapmıyor. Burada olabildiğince eğitimli insanlar olÜstten sulama yaptığınızda hastalığı bir anda yayabiliyorsunuz. ması gerekiyor. Bu nedenle çalışanlarımızı düzenli eğitime tâbi
Hasta bir insanın, birinin yüzüne hapşırması gibi. Bu nedenle tutuyoruz. Tecrübeye önem veriyoruz. Örneğin aşılama işini
önlem olarak alttan sulama yapmak gerekiyor. Ancak bu yeni bir hep aynı ekibe yaptırmaya gayret ediyoruz. Şu anda yaklaşık 100
kavram ve ticari uygulamaları yaygın değil. Kurduğumuz alttan kişilik sabit bir ekibimiz var. Dönemsel olarak 400 kişiye kadar
çıkabiliyor bu sayı. Genel çalışma ve
sulama sistemi özel bir tasarım ve dünyaüretim kalitesi standardımız, sektörün
da fazla örneği yok. Üretim tepsilerini
tüm diğer temsilcileri için de bir örnek
havuzların içine koyuyorsunuz, alttan suGelişmiş memleketlerle
teşkil ediyor, çıtayı belirliyor.
lanıyor. Bulaşma riski ciddi oranda azaltılıyor. Tabii bu işlemlerin protokolleri de ticari ilişkiler arttıkça, kalite
Anladığımız kadarıyla siz hastalıklaoluşturuldu. İçeri giren personel bir daha
ve sağlık standartlarının
rı bu sektördeki en büyük tehdit olamesai bitimine kadar sistem dışına çıkda önemi artıyor. Biz
rak görüyorsunuz.
mıyor, çıkarsa da geri giremiyor. Bu sebeple sistem içerisinde yemekhane ve
çalışmalarımızı bu anlayış Çok doğru. Aslında hem bir tehdit, hem
bir fırsat. Fırsatlar ve tehditler biraz iç içe
dinlenme alanları da mevcut. Bir bakıma
tesis içinde tesis kurduk diyebilirim. Bu, doğrultusunda sürdürüyoruz geçmiş durumda. Hishtil’in sahibi, aynı
zamanda yönetim kurulu başkanımız,
bizim için de yeni bir öğrenme süreci. Fave sürekli geleceğe yatırım
Yehezkel Dagan, çok öngörülü bir şahsikat her yönüyle bir ilki gerçekleştirdiğiyapıyoruz.
yettir. O çok net bir şekilde söylemişti,
mizi söyleyebilirim. Şu anda dünyada bu
bundan dört-beş sene önce. “Şu anda
işi yapan dört-beş fidelik ya var ya yok.
Türkiye’deki rekabet içerisinde birçok
GSPP sisteminin bir asgari standardı var,
ama bir üst sınırı yok. Kurduğumuz sistemin asgari standartların firma çok yeni kuruldu. Bunlar henüz hiçbir hastalıkla tanışmahayli üzerinde olmasını tercih ettik. Hedefimiz 2011 yılında bel- dı. Beş-altı sene sonra şartlar çok değişecek” demişti. Şu anda o
li başlı Hollandalı ve Fransız kuruluşlarla aynı anda ve dünyada sürece girmiş bulunuyoruz. Bu, büyük bir tehdit ve üzücü bir
durum. Ama aynı zamanda fırsat da burada. Çünkü buna karşı
ilk olarak GSPP sertifikalı fide üretimi gerçekleştirmek.
önlemini geliştirenler, kaliteye ve standartlara önem verenler
Sektöre kazandırdığınız başka yenilikler var mı?
farkı yaratacak ve kalıcı olmayı başaracaktır. Tüketiciler de biBulunduğumuz sektör, hemen hiçbir standardın bulunmadığı linçleniyor diğer taraftan. Her gün daha fazla bilgi talep ediyorbir sektör. Biz bu sektör içinde bazı standartların, kalite anlayışı- lar. Örneğin Global G.A.P. sertifikası. Bunun esprisi nedir? Siz
nın yerleştirilmesine çalışıyoruz. Daha önce de belirttiğim gibi marketten domates alıyorsunuz ve tüketici olarak diyorsunuz ki,
genel know-how’ımızı dışarıdan alıp bunu Türkiye şartlarına “Bu domatesin tohumunu kim, hangi şartlarda üretmiş, hangi fiuyarlamak için bütün detayları burada geliştiriyoruz. Bu nokta- delikte üretilmiş, üretiminde hangi ilaçlar, neler kullanılmış?
da bu tecrübelerin ne kadar kayıt altına alındığı, ne kadar siste- Bunları bilmek istiyorum.” Bu tür bilgilere erişmek tüketicinin
me dahil edildiği, ne kadar korunduğu önem kazanıyor. O ne- hakkı aslında. İş zincirlere kaydıkça, karakucak düzeninden çıkdenle sürekli sistemimizi geliştiriyoruz. Bir sene önce yaşanmış tıkça, ihracat konuşuldukça, gelişmiş memleketlerle ticari ilişkiolan hataların tekrarlanmaması için bunların önlemlerini alıyo- ler artırıldıkça, kalite ve sağlık standartlarının da önemi artıyor.
ruz. Öğrenimlerimizi ve deneyimlerimizi protokol ve prosedür- Şu anda Global G.A.P. sertifikası bizden başka sadece bir fidelerimize adapte ediyoruz. En önemlisi de elemanlarımızda fazla likte var Türkiye’de. Biz çalışmalarımızı bu anlayış doğrultusunsirkülasyon olmamasına gayret ediyoruz. Zaten yetişmiş elema- da sürdürüyoruz ve sürekli geleceğe yatırım yapıyoruz.
GELECEĞİN GÜVENCESİNİ SİMGELEYEN KUTUDA BENZERSİZ BİR UYKU
2
007 yılında Hishtil-Toros’da sıhhi tedbirleri artırmaya yönelik çalışmalara hız vermeye başlamıştık. Grubumuzun tasarımı olan patentli ve tek kullanımlık üretim tepsilerimizi piyasaya sürmeye hazırlanıyorduk. Ancak bu işin
ana temasını hakkıyla yansıtacak slogan ve resim konusunda bir kararsızlık vardı. Birçok öneriye rağmen tam istediğimizi bulamamıştık. Arkadaşlarımız ağırlıkla, “Hishtil-Toros: Geleceğinizin Güvencesi” sloganı üzerinde duruyorlardı. Slogan anlamlıydı; zira fide, ürünün ilk aşaması olduğundan, hakikaten üreticinin o sezondaki geleceğini belirleyebiliyor. Ancak bu sloganın, uygun bir görselle desteklenmediği takdirde çok sıradan kalacağına dair teredüttleri-
miz vardı. Bu sırada, Çukurova Bölgesi satışından sorumlu arkadaşımız Kubilay Kaçar’dan, tarla ziyaretleri sırasında Erdemli’nin yayla köylerinden Tapureli’de çekilmiş bir fotoğraf aldık. Fo-
toğrafta, teslimat kutumuzun içerisinde mışıl mışıl uyuyan bir bebek görülüyordu. Tarlada çalışan
bir Anadolu annesi, en değerli varlığını uyutup
kutumuzun güvencesine emanet etmişti. “Geleceğinizin Güvencesi” sloganını bundan daha anlamlı kılacak bir resim olamazdı. Gözlerimize
inanamadık, çok da duygulandık tabii. Cep telefonu kamerası ile çekilmiş bu fotoğraf kesinlikle bir mizansen değil, tamamen gerçek bir anın
görüntüsüydü ve slogan böylece tamamlanacaktı. Ancak bebeğe baktıkça, böylesine masum bir
anın ticari bir amaç için kullanılmasına hiçbirimizin gönlü elvermedi. Nihayetinde yolumuza başka bir sloganla devam ettik, fotoğrafı da HTF arşivinde güzel bir anı olarak muhafazaya aldık.
15
TEKFEN
DOSYA
FORMENLERLE KATAR’DA BULUŞMA
Bu sayımızdaki 5 Çayı’nda, şantiyelerin
düzenli işlemesinde, projelerin hayata
geçirilmesinde ve her türlü sorunun
giderilmesinde çok önemli bir role sahip
olan formenleri konuk ettik. Bu amaçla
Tekfen’in en deneyimli formenlerinden
Çöme Dehşan Başbuğ, Ali Doğan Özbek,
Mural Kılınç, Atabay Topaloğlu ve
İdris Nebi Arıoğlu, Katar’daki otoyol
şantiyesinde bulunan “Family Camp”te
buluştular. Söyleşimizi Operasyon
Genel Müdür Yardımcısı Ayhan Sarıoğlu
gerçekleştirdi. Fotoğrafları da şantiye
çekimleri için Katar’da bulunan
fotoğrafçı Gülnur Sözmen yaptı.
DOSYA
FORMENLERLE 5 ÇAYI
Tekfen çalışanlarının formenlerin
ne yaptıklarını öğrenebilmeleri için
biraz görevlerinizden bahsedebilir
misiniz?
bize katıldı. Genel formenlerimizden Hüseyin Özbek’in oğludur.
Gencecik bir çocuktu, şimdi genel
formen oldu.
Dehşan Başbuğ: Ben genel formenim. Bizim başlıca görevlerimiz şantiyenin yönetimi, personel temini,
işlerin proje bazında yönetilmesi,
kontrolü ve üretim yapılmasıdır. Kısaca, bizim işimiz işçilerin seçiminden çalıştırılmasına kadar tüm süreci kapsar. İşçilerimizin sorunlarıyla
devamlı ilgilenir, bir problem olduğu zaman üstlerimizi bilgilendiririz.
Mural Kılınç: Ben mekanik montaj
formeniyim. Formenin birçok görevi var. Sadece işi yapmak, yaptırmak
değil. Onun dışında birlikte çalıştığı
işçi arkadaşlarının kalacakları yerden, sağlık problemlerine kadar her
türlü konuyla ilgilenmek, işi sağlıklı
yapmak, güvenli bir şekilde yapmak,
doğru yapmak, tüm bunlar bizim işimiz.
Ayhan Sarıoğlu: Ben Dehşan Ağa’yla
84’ten bu yana birçok projede çalıştım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, herkesin hep memnun olduğu, herkesin birlikte çalışmak istediği kişilerden biri olmuştur. Dehşan
Ağa’nın koyduğu taşı hiçbirimiz, sorumluluğumuz, mevkiimiz ne olursa olsun kaldırmadık, etrafından dolaştık. Bana göre bu, onun yerini ifade eder.
Atabay Topaloğlu: Ben elektrik genel formeniyim. Bizim görevimiz,
bize verilen ünitelerdeki işlerin aksamadan yapılmasını sağlamak. Çalışanların tüm sorunlarıyla ilgilendiğimiz gibi malzemeden de sorumluyuz. Bir gün önceden, bir gün sonra
yapılacak işlerin malzemelerini hazırlamak, işi aksatmadan yürütmek
bizim sorumluluğumuzda.
Doğan Özbek: Ben de genel formenim. Başlıca görevlerimize ekleyeceğim şey şu olabilir: Biz işçiden tut,
diğer formen arkadaşlara kadar, her
çalışanın önünü açarız, destek veririz, yetişemedikleri yere yetişiriz.
Tecrübemizi işe katarız.
Ayhan Sarıoğlu: Doğan kardeşimiz,
Yumurtalık-Kırıkkale
projesinde
16
İdris Arıoğlu: Ben de mekanik grup
formeni olarak görev yapmaktayım.
Formen, şirketin üst kademesindeki
yetkililerimizle işçiler arasındaki
köprüdür. İşi kalitesine uygun yapmakla mükellefiz biz.
Ayhan Sarıoğlu: Ben İdris’le ilgili hemen bir anekdotumu anlatmak isterim. İdris bizde 85-86 gibi çalışmaya
başlamıştı. Irak-Türkiye Boru Hattı’
nda beraber çalışmaya başladık.
“Double-joint” şantiyesi. Gerçekten
başladığımızda ürktüğümüz, sorun
yaşayacağımız bir işti. İdris’i sorumlu yaptık. Hatta orada formen yaptık. O, işini kimsenin hayal edemeyeceği kadar başarıyla yapmıştı.
Aranızda çok uzun senelerdir Tekfen ailesinde olan isimler var. Nasıl başladınız Tekfen’de çalışmaya?
Ayhan Sarıoğlu: Ben YumurtalıkKırıkkale Boru Hattı’nda başladım.
O zaman formenler daha da etkindi.
Turgut Usta gelmişti hiç unutmuyorum. Biraz da duygusaldı rahmetli.
Ben tanımıyordum onu daha. Umduğu gibi ilgi göstermemişim herhalde. Kızmış, küsmüş. Sonra anladım,
gittim gönlünü aldım. Yeni tanıyor
olmama rağmen elini öptüğümü hatırlıyorum. İyi ki de yapmışım. Nerede ağır bir iş var, hep birlikte çalışmışızdır sizinle, yardım istemişizdir.
Dehşan Başbuğ: 64’ün başı veya 63
sonu. Ereğli Demir Çelik Fabrikaları
Çöme Dehşan
Başbuğ
Tank İşleri
Genel Formeni
(Abu Dabi)
inşaatında bir Fransız şirketi için çalışıyordum. O zaman, Tekfen’in Baraj Şantiyesi’nin şantiye şefi Müfit
Sami Erbilgin’di. Müfit Bey inşaata
gelir gider, bizi izlerdi. Bir gün birisine bir not bırakmış benim için, “Telefon etsin bir görüşelim,” diye. Gittim postahaneden telefon ettim.
“Bekle, kırmızı bir Ford pikap gelecek, seni alıp buraya getirecek,” dedi.
Araba geldi, gittik, Müfit Bey beni
karşıladı. Dedi ki, “Bak, bütün burada görünen makineleri biz alacağız.
Seni de onlarla beraber buraya getirmek istiyoruz.” Ben, “Buradaki işim
bitince Bartın’a döneceğim, onun
için söz vermeyeyim,” dedim. “Yok!”
dedi, “Oradaki işin bitince buraya
geleceksin, biz seni memnun edeceğiz.” Benim de kafamda eve gitmek,
nişanlanmak gibi şeyler var o zaman.
Bana zorla “Peki,” dedirtti. Bir yılbaşıydı zannederim, kıştı yani. Bana
dediler ki, “Sen İskenderun’a gideceksin.” “İskenderun neresi?” dedim.
“Merak etme biz seni göndereceğiz,”
dediler, “Ama önce Ankara’ya gideceksin.” “Peki!” dedim. O zaman şirketin
merkezi
Ankara’daydı.
Ankara’da Günay (Ünlüsoy) Bey’le
tanıştık. “Teşekkür ederiz,” dedi Günay Bey. “Barajda güzel çalışmalar
olmuş. Ben seni Necati (Akçağlılar)
Bey’le de görüştüreceğim,” dedi. Necati Bey ara sıra gelirdi şantiyeye.
Sonra İskenderun projesinden bahsetti. “Barajdaki gibi oradaki işlerimiz de inşallah iyi olacak,” dedi.
“Ama oraya gitmeden senin bir ödemen var, sana onu verecekler,” dedi.
Ben daha önce hiç böyle bir şey duymamıştım. Orada ilk defa prim aldım. Benim Tekfen’le tanışmam bu
şekilde oldu.
Doğan Özbek: 1986’da başladım ben
de. Askerlikten sonra makine operatörü olarak işbaşı yaptım Bozova
Şantiyesi’nde. İbrahim Yörükoğlu
formendi. Biz de arkada kapatma yapıyorduk. Ama yeterince toprak bulamıyorduk. Mardin Mazıdağı’na kadar olan bölümde en büyük sıkıntımız, toprak olmuştu. Hat bittikten
sonra Adıyaman-Karakuş Boru
Hattı’nda görev aldım. AdıyamanKâhta’da çalıştım. Daha sonra, Irak’a
gittim, Basra’da çalıştım.
Mural Kılınç: Ben yeniyim. Mart
2003’te girdim Azerbeycan’daki
Platform Projesi’ne. Odur budur kesintisiz çalışıyorum Tekfen’de.
Atabay
Topaloğlu
Elektrik Genel
Formeni
(Katar)
Atabay Topaloğlu: Ben başlayalı 4
yıl oldu. 1971’de Ereğli Demir Çelik
Fabrikası’nda çalışırken tanımıştım
Tekfen’i. Sonra ticaretle uğraştım, bu
işe ara verdim. Şimdi Tekfen’deyim
ve bundan da mutluyum.
İdris Arıoğlu: Ben Endüstri Meslek
Lisesi mezunuyum. Tekfen’e imalat
montajcı olarak sınavla girmiştim,
11 Haziran 1979’da. İlk montajda
başladık, şimdi muhtelif şantiyelerde
mücadelemize devam ediyoruz.
Siz mühendisle işçi arasındaki köprü konumundasınız. Sorunların çözülmesinde, projelerin en üst verimlilikte ve en az hatayla gerçekleştirilmesinde ne gibi katkılar sağlıyorsunuz?
Dehşan Başbuğ: Biz projeyi önce işçilere kendimiz tarif ederiz. Değişik
bir şeyle karşılaşırsak mühendislerle
beraber yorumlarız, değerlendiririz.
Ama önce kendimiz, tecrübelerimizle değerlendirir, anlatırız. Nasıl yapılacağını, neler gerekeceğini beraberce değerlendiririz. Üretimin nasıl
hızlanacağını görürüz. İşin akışında
bir sorun varsa, onu önce kendimiz
çözmeye çalışırız. Formen teknik tarafı olan, projeyi okuyan, onu algılayan, onu uygulayan ilk teknik personeldir. Dolayısıyla projeyi tecrübesiyle okuyarak edindiği bilgileri projeye katan ve bunu işçiye aktaran birinci derecedeki sorumlu elemandır.
Doğan Özbek: Mesleğim icabı yeni
bir işe, bir imalata başlayacağımız zaman, mühendisin verdiği işi operatöre, işçiye tecrübelerim doğrultusunda doğru bir şekilde anlatmaya çalışıyorum. Gerekirse kendim çıkıp
gösteriyorum, “Böyle yapacaksın”
diye.
Mural Kılınç: Bizim işimiz hep projeyle. Projeyi iyi bilmek gerekiyor.
Mühendis arkadaşlarla önceden bir
hazırlık yapıyoruz işle ilgili. Bütün
projeler elimizde oluyor. Uygulama-
ya gelince, tabii ki sahadaki ekiple
beraber, gerekirse birlikte çalışarak
uyguluyoruz. Yapacağımız işin risklerini değerlendiriyoruz. Tehlikeleri
ortadan kaldırıyoruz. Uygun işe uygun alet, uygun adam vermek önemli. Sahaya gittiğin zaman sorunlarla
karşılaşabiliyorsun. Bunları üstlere
bildirmek ve tedbirini almak lazım.
Atabay Topaloğlu: Sahada projeyi
iyi takip ederek, yapılacak işlerin önceden önünü açarak işleri kolaylaştırmak bizim işimiz. İşçilerin işlerini
emniyetli bir şekilde yapmalarını
sağlıyoruz. Mümkün olduğunca iş
başlamadan projeyi incelemek, bir
ön hazırlık yapmak, malzeme veya
projede herhangi bir aksaklık varsa iş
başlamadan bunları gidermek önemli.
İdris Arıoğlu: Bahsettiğimiz köprüyü sağlam bir şekilde kurmak ve “İşi
en iyi nasıl yaparım, en sağlıklı nasıl
çözerim, zamandan nasıl kazanırım,
nasıl kazasız belasız bitiririm” sorularını çözerek üstüyle, sahadaki amiriyle, birebir montaj yapacağı elemanla birlikte hareket etmektir esas
olan.
Tekfen iş güvenliğine çok önem veren bir şirket. Pek çok kazasızlık
başarısına imza atıyor. Bunu neye
bağlıyorsunuz? Bu başarının sırrı
nedir?
Ayhan Sarıoğlu: Dünyada iş güvenliği konusunda özellikle bizim uğraş
sahamız olan taahhüt sektöründe
büyük gelişmeler var. Hepimizin en
çok sorun yaşadığı, en çok önünün
kesildiği şey “güvenlik.” Güvenlik
planları yapılmadan iş başlatılamaz.
Eğer bu alanda dünyada söz sahibi
olmak istiyorsak, iş yapmak istiyorsak, bu güvenlik planlarını yerine getirmemiz gerekiyor. O açıdan şirketimiz Türkiye’de ve Ortadoğu’da
önemli bir yere sahip.
Dehşan Başbuğ: Güvenlik çok
önemli. 20-25 sene öncesine gittiğimiz zaman, bunun ne kadar önemli
olduğunu daha da iyi anlıyoruz. Bazen bize göre biraz abartılı olsa da,
çok önemli. İş bittiği zaman bakıyorsun, “Oh!” kimsenin burnu bile kanamamış. Hem bizim için, hem şirketimiz için, hem de memleketimiz
için iyi bir şey. Bizim bu işe katkımız,
önce eğitim. Önce kendimiz eğitim
alıyoruz, önce kendimize uyguluyoruz. Bunun yararını da bildiğimiz,
gördüğümüz için karşıya samimiyetle anlatıyoruz. Bu da başarıyı getiriyor.
Doğan Özbek: İşçilere söylediğimiz
şey, “Emniyet kuralları senin eve dönüş garantindir; çocuklarına, memleketine dönebilme garantindir.”
Araçtan sıçrayan bir taşın, başında
baret olmadığı için, ölümcül yaralar
açabildiğini gördük biz.
Mural Kılınç: Tekfen’de çalıştığım
müddetçe güvenlik konusunda epey
eğitim aldım, bilinçlendim, çalıştığım arkadaşlara aktardım. Tolerans
yok, “Boş ver” yok! Tekfen her türlü
ekipmanı sağlıyor. Gaz maskesinden
tutun da kulaklığa kadar, hiçbir eksiğimiz yok. Ama yeni işçiler genel
olarak bilinçsiz. Türkiye’de gelişmemiş güvenlik anlayışı. Bu durumda
onları biz eğitiyoruz.
Mural Kılınçalın
Borucu Formeni
(Katar)
Atabay Topaloğlu: Mesleğim elektrik olduğu için güvenlik daha da
önem kazanıyor. Biz arkadaşlarımıza
işe başlarken şunu diyoruz, “İş çok
önemli. Size çok acele yapın diyebiliriz. Ama bunu hiçbir zaman güvenliğinizi almadan yapmayın. İş ne kadar
önemliyse, sağlığınız da o kadar
önemli.” Bunu da bizden amirlerimiz
istiyor, şirketimiz istiyor. Güvenlik
konusunda hiçbir şeyden taviz verilmiyor.
İdris Arıoğlu: Şirketimizde güvenlik
kuralları çok öncelikli. Bir insanın
şantiyede kazasız belasız iş yapmasında en büyük etkenlerden biri, güvelik kurallarına uymak. Bunu uygulatmak ise bizlerin görevi.
Ayhan Sarıoğlu: Küçücük ihmallerden dolayı yaralanan insanları, kaybettiğimiz işgücünü, makine gücünü
düşündüğümüzde, bu kuralların uygulanması gerekliliğini hiç yargılamadan, hiç düşünmeden kabul etmek gerekir diye düşünüyorum.
17
DOSYA
DOSYA
vamlı değişim içerisinde. Ben bunu
bariz olarak görüyorum. Çalıştığımız
bölgelerde diğer ülkelerin firmaları
da var, onları da görüyoruz. Tekfen’de
maaşlar hep aynı zamanda verilir. Bu
hiçbir zaman değişmedi, 10’undan
10’una. 1986’da da ayın 10’unda veriliyordu, şimdi de ayın 10’unda veriliyor. Hiçbir zaman aksamıyor bu.
Bir keresinde bir yapı operatörü, diğerine “Ali Usta, şu firmada şu kadar
ücret veriyorlar, niye gitmiyorsun?”
diye sordu. “Yahu,” dedi öbür operatör, “Niye gideyim? Üç aşağı olsun
Tekfen’den olsun. Orada maaşımı
alacağımın garantisi yok.”
Mural Kılınç: Teknoloji geliştikçe
Tekfen de gelişti, yenilikler getirdi.
Hayatınız şantiyelerde geçiyor. Bunun güzel ve zor yönleri neler?
Dehşan Başbuğ: Sevmeden hiçbir iş
olmaz. Seveceksin ki işini iyi yapasın. Şantiyeci olmamızdan pek rahatsız da değiliz. Başta aileler biraz rahatsız oluyor, ama ona da alışılıyor.
Evden uzakta olmak bizi kısmen etkiliyor ama eşimizi, ailemizi daha
fazla etkiliyor. Şu an buradan izne
gitmek zor değil, çok kolay. Ama
dönmesi çok zor. Giderken gidiyorsun güle oynaya, ama dönmeye yakın başlıyor tabii bu mevzular. Aslında bunun zorluğunu bize değil de,
hanımlara sormak lazım. Yaşlandıkça zorluklar biraz daha artıyor tabii.
Herhalde en önemli, en büyük mutluluklardan biri üretmektir, yaratmaktır. Hiçbir şeyin olmadığı bir
yere gidiyorsunuz, dönerken bir geriye dönüp bakıyorsunuz ki, birçok
şey üretilmiş, birçok şey hayata geçirilmiş. “Bunu ben yaptım, burada
ben çalıştım,” diyorsunuz ve bu da
insanda büyük bir tatmin yaratıyor.
Doğan Özbek: Ben de memnunum
tabii. Bundan 5-10 sene önce
Arabistan’da çalışırken şartlar daha
zordu. Bir ya da iki senede bir izne
gidebiliyorduk, çoluk çocuk hasreti
oluyordu, çocuklarımız büyüyordu,
sonradan görüyorduk ki boy atmışlar. Ben 5 buçuk senedir Katar’dayım.
“Gurbet” demiyorum buraya artık.
Ulaşım kolaylaştı. Mesela benim
hala oğlum Kars’ta çalışıyordu
BTC’de. Aynı gün telefonlaştık, ben
buradan çıktım, İstanbul üzerinden
18
Ankara’ya gittim. O, benden 10 saat
sonra gelebildi Kars’tan. İnternet var
artık. Karşıda gençlerimizi görebiliyoruz, hanımları görebiliyoruz.
Mural Kılınç: İşimi severek yapıyorum. İnsanın ailesiyle sürekli görüşemiyor olması kötü tabii. Akşam evine gidemiyorsun. Ama başka da bir
kötü yanı yok şantiyenin.
Atabay Topaloğlu: Ben de memnunum. Bir tesisi yapıp çalıştırmak, çalıştığını görmek, ürettiğini görmek
insana büyük mutluluk veriyor. Tabii
mutlaka sıkıntıları var. Biz bardağa
dolu tarafından bakıyoruz. Hem ülkemize, hem devletimize, hem şirketimize katkımız olduğunu düşünerek mutlu oluyoruz.
İdris Arıoğlu: Şantiyecilik bana göre
işini sevmek demektir. İnsan işini severek yaptığı zaman, zamanın nasıl
geçtiğini fark edemiyor. Bana göre
her şantiyede insan kendini tamamen yeniliyor. Dünyaya tekrar gelsem yine şantiyeci olmak isterim.
Ayhan Sarıoğlu: Ben Irak-Türkiye
Boru Hattı sırasında ayda bir, iki
ayda bir gidiyordum eve. Arabanın
sesini duyan çocuklar kapıya fırlarlardı. Bir hasret bir hasret, çok güzel
olurdu. Şimdi otoyola başladım. Birinci gece beni aynı şekilde karşıladılar; ikinci gece de kısmen, ama şöyle
bir iki dakika gecikerek karşıladılar;
üçüncü gece yarı yarıya; dördüncü
gece hiç karşılamadılar. Yani hasretin
de kavuşma tarafı güzel.
Tekfen’in geçmişteki ve bugünkü çalışma şartları ve standartları arasında ne gibi farklılıklar var?
Dehşan Başbuğ: Sene 68, rahmetli
Günay Bey bizleri merkeze çağırdı
bir toplantı için. Bizi bir salona aldılar, koltuklara oturttular. Feyyaz
(Berker) Bey, Nihat (Gökyiğit) Bey,
Necati Bey, Günay Bey, Necdet (Bozdoğan) Bey var. Biz koltuklarda oturuyoruz, onlar kapıya kadar sandalyelerde oturuyorlar. Bir de personel
müdürü, ortada masada oturuyor.
Şirketin genel bir değerlendirmesini
yapıp bize anlatıyorlar, bizim neler
yapacağımızı anlatıyorlar. Genelde
Feyyaz Bey konuşmuştu. Dedi ki,
“Sizler çok çalışmayın, kendinizi parçalamayın, ama normal işin akışında
gayret sarf edin. Fazla mesai yaptırmayın, siz de yapmayın. Evinize gidin, evinize vakit ayırın, ailenize vakit
ayırın, hiç kimseyi rahatsız etmeyin.
Bir de emniyetinize dikkat edin.” Bize
böyle bir öğüt verdi. Tabii o zamanlar
bu kadar rahatlık yoktu. Ofislerimiz
yoktu, şantiyeler pek düzenli değildi.
Anlayış dışında, o günle bugün arasında dünya kadar farklılık var. Ama
anlayışta eskiden ne ise, bugün de
öyle. Bize söylenen, “İş kalitesinden
kesinlikle taviz yok!” idi. O zaman
Necati Bey, kulakları çınlasın, her geldiğinde, “Aman, işin kalitesini bozmayın, en iyisi olacak, malzemenin
en iyisi kullanılacak,” derdi. Devamlı
bunları söylerdi. Bu hiç değişmedi.
Doğan Özbek: Tabii günümüzün teknolojisiyle beraber firmamız da de-
Atabay Topaloğlu: Sosyal haklarımız
da gelişiyor. Şirketimiz dünyaya ayak
uyduruyor, her türlü yenilikten faydalanıyoruz.
İdris Arıoğlu: Şirketimizin en büyük
özelliklerinden bir tanesi kaliteden
asla taviz vermemesi. 1979-85 yılları
arasında imalatçı olarak işe başladığımda, o zamanki formenim, rahmetli Celal Türk, beni sıkı sıkıya
uyarmıştı: “İşini seveceksin ve kaliteye uygun yapacaksın.” Tekfen’in
prensibinin bu olduğunu bana 79 yılında bizzat aşılamıştı.
İdris Nebi
Arıoğlu
Mekanik
İşler Formeni
(Katar)
Biz sabah erkenden başladık. Boruyu çektik, yerine getirdik, bağladık
dozerleri, ama indirmek için kesmek
lazım tabii. Daha önceden satırları
hazırlamıştık, ipleri vurup vurup koparacağız. Ben başladım bir tarafından kesmeye. “Tak tak” vurup kesiyorum. İniyorum suyun altına, ayaklarımı kilitliyorum, başlıyorum vurmaya. Ben yarıya doğru geldim, vuruyorum vuruyorum kopmuyor! Bir
baktım ki elimde satır yok. Çok heyecanlandım; heyecanlanınca da fazla duramıyorsun aşağıda. Neyse ki
satırdan bir kaç tane almıştık, böyle
şeyler olabilir diye. O gün gece yarısına kadar devam ettim o işe. Biz işi
bitirdik, üç gün sonra dalgıçlar geldi.
Ali Doğan
Özbek
Kazı Dolgu İşleri
Genel Formeni
(Katar)
Doğan Özbek: Benim hiç unutamadığım bir iş var. Toplam 80 km’lik bir
güzergâh vardı önümüzde, ama bunun 50 km’si kum dağlarıydı. Boğuşuyorduk resmen kumla. Bir ekip
kurmuştuk, tıpkı Karayolları’nın yol
açma, kar temizleme ekipleri gibi
bekliyorlardı gece gündüz. Kaynakçıların önünü açıyorlardı, çünkü geceden fırtına gelip kapatıyordu. Çok
uzun zaman taşla, kayayla uğraştığımız için orası çok zor gelmişti bana.
Hayatınızdaki en zor ya da en heyecan verici proje hangisiydi? Bu proje sizde nasıl anılar bıraktı?
Atabay Topaloğlu: Rabigh’te hava
ayırma ünitesini yapmıştık. Havanın
%70’i azottan oluşurmuş ve ayrıştığında zehirli bir gaza dönüşürmüş.
İnsan teneffüs ettiğinde ciğerlerini bu
gaz doldurur, oksijen almasını engellermiş. Hiç bilmiyorduk, öğrendik.
Dehşan Başbuğ: Projelerin çoğu zorlayıcı olmuştur. 1968 senesi Batman
Garzan Çayı’nın dere geçidini yapıyoruz. Yan yana iki hat var. Hatları
döşedik, kaynağı bitti, testi bitti, bütün her şey hazır. Cumhuriyet Bayramı geliyor. Muhakkak atmamız lazım, kanal da hazır. Dalgıçlar bekleniyor bekleniyor, yok! İbrahim Erözen o zaman topografımız, rahmetli
Turgut Usta da var. Sonunda ben dedim ki, “Bunu ben keserim, dalgıca
gerek yok!” Konuşuldu karar verildi.
İdris Arıoğlu: Irak-Türkiye 2. Boru
Hattı projesi. O zaman 25 yaşlarındayım. 12 TIR dolusu malzeme peyderpey geliyor şantiyeye. Gelen her
sandığın büyüklüğü 2,5 metreye 8
metre. İki tane de Amerikalı var, sistem operatörleri. Her gün, fotoğraf
makinesi gibi, “Bunlar ne iş yapıyor?”
diye fotoğraf çekiyorum resmen. Ben
o esnada tam 12 kilo zayıflamışım.
Aradan iki ay geçti. Dehşan Ağabey,
Ayhan Bey, Necati Bey, haziranın ilk
haftasıydı geldiler, “Bu sistem niye
devreye girmedi, niye çalışmıyor?”
dediler. Sanki ben o sistemin uzmanıyım! Bana soru soruyorlar. Sustum
kaldım. Sınav yapacaklar. Kim güzel,
kim kaliteli kaynak yapıyor, ona bakacaklar. Amerikalıların yaptığı kaynakların hepsinden bozuk iş, bizim yaptığımızdan süt gibi kaynak çıkıyor. O
zaman şirket bildiğim kadarıyla otomatik film çekme makinesini yeni almıştı. Tabii bizim filmler tamam çıktı. Ben dedim ki, “Bir daha kaynatsınlar.” Bunlar yine beceremediler ve iki
saat sonra bir taksiye bindirilip
Adana’ya gönderildiler. O zaman Ayhan Bey bana dönüp dedi ki, “Bu sistemi bundan sonra siz yürüteceksiniz
ve kesinlikle bir sorun çıkmayacak.
Bana bu sözü verir misin?”
Dehşan Başbuğ: Zannederim 69’lar
filandı. Garzan-Batman arasında 20
inçlik bir boru hattı inşa ettik 24 km
uzunluğunda, testini yapıyoruz. Bir
gece şantiye şefimiz Necdet Bozdoğan ile saati kontrole gidiyoruz. Yanımızda bir de kontrolden bir kişi var.
Hattın başı tam derenin içerisinde,
ulaşmak için bir rampa iniyoruz. Altımızda Land Rover’ımız var, Necdet
Bey de önde oturuyor. Oraya tam
yaklaştığımızda, bir bekçi silahını
ateşledi. Necdet Bey sanki koltukta
kayboldu. Çok korktuk tabii. Bekçi
geldi sonra, “Aaa! Siz misiniz?” dedi.
O zamanlar zaten o tarafta gece dışarı
çıkmak, yol gitmek korkulu bir şeydi.
Doğan Özbek: Bir projede kum dağlarında dozerler çalışıyor. Ramazan Çevik diye bir ekip başımız var, Mardinli, Türkçesi çok zayıf. Öğlene doğruydu, Ramazan’ı yanıma aldım, kum
dağlarında ilk tecrübemiz. Dozerler
çalışıyor, biz ön tarafında kum dağlarını atlaya atlaya gidiyoruz. Kazıkları
arıyorum ben. Derken bir kum dağının tepesinde battık. Batınca dedim
ki, “Ramazan, lastiğin havasını 20’ye
düşüreceğiz.” Tabii ben onun ayarını
biliyorum, ama Ramazan bilmez.
“Havayı birlikte indireceğiz. Ben tamam deyince dur!” dedim. Böylece
ikimizinki de aynı ayarda olacak. Başladık, lastiklerin havasını indiriyoruz.
Tam o sırada Hüseyin Sakar’dan telefon geldi. Uzadı konuşma. Ben
Ramazan’ı unuttum tabii. Ben hava
indirmeyi bıraktım, o fukara devam
etmiş. Telefon bitti, “Tamam mı Ramazan?” dedim. “Tamamdır ağabey
bitti,” dedi. “İyi” dedim, şöyle
Ramazan’ın tarafına bir döndüm ki
ne göreyim, janta kadar inmiş lastik.
“İyi yapmışsın Ramazan,” dedim.
Dozerler bizden 3-4 km geride. Asfalta da 8 km uzaktayız. Yürüyemeyiz, çok zor, sıcak. Daha sonra öğrendik tabii kumda önemler almayı.
Mural Kılınç: Şantiyede jeneratör çalıştırıyoruz. Sürekli başında bir kişi
var, Hintli bir Müslüman, çok pejmürde biri. Bunu ben sıkı sıkıya tembihledim, çünkü hava çok sıcak, yangın filan olup da bir şey tutuşursa hemen müdahale etmesi için birinin
yanında olması lazım diye. “Bir ihtiyacın olursa hemen çağır, birini verelim, sen git ihtiyacını gör,” dedim.
Namaza gidiyor ya! Kontrole geldim, baktım yok. Bekledim, geldi.
“Sen” dedim, “niye haber vermedin?
Burada birine emanet etmeden gidiyorsun.” “Ben” dedi, “Allah’a emanet
edip öyle gidiyorum.”
İdris Arıoğlu: Yine Irak 2. Boru
Hattı’nda, işin ortalarında küçük bir
nişan yapmıştık. Bu esnada düğün
yapma günümüzü de kesinleştirdik
tabii. Zaman yaklaşınca bir gün Ayhan Bey’e gittim, “Kaynak bitiyor
ağabey, ben düğün yapacağım,” dedim. “Tamam” diye bana hafif yollu
bir söz verir gibi oldu. Kaynağı bitirdik, “Sana tayin var,” deyip beni
Kırkmustafalar köyünün oraya verdi.
Sonra “Sen nişanlısın, bari bir git
gel,” dedi. İşin zaten bitim aşamasına
gelmişiz, ben davetiye bastırmışım,
arabada. Tam heveslenirken, “Dur!”
dedi, “testi de beraber yapalım.” Düğün zaten bir buçuk ay gecikmişti.
“Tamam” dedim, “onu da yapalım.”
Teste başladık, 2-3 ay gibi bir sürede
bitirdik. Tabii sıkıntıdan benim ağzım hep uçuklamış. Bana dedi ki o
zaman, “İyi bir kuaföre falan git,
makyajını falan güzel yaptır, damat
gibi ortaya çık.” Düğünüm beş ay ertelenmişti işte böyle.
Ayhan Sarıoğlu: Yumurtalık-Kırıkkale Boru Hattı’nda çalışıyoruz. Bizde Aldo vardı İtalyan, kulakları çınlasın, çok şey öğrendik biz ondan. Aldo
şoförüne diyor ki, “Git biraz ‘cement’
getir.” Çimento yani. Şoför de gidiyor, bir pikap samanla geliyor. Biz
testi yaptık. Bir tane ezik çıktı boruda. Gittik orayı açtık, gördük ki işçinin biri taşı kırmamak için o samanı
bir torbaya doldurmuş, o taşın üstüne samanı yastık yapmış, saman da
ezilmiş, taş olduğu gibi gömülmüş.
Tekfen ailesinin gözden ırak çalışan
mensupları olarak, diğer çalışanlara ne mesaj vermek istersiniz?
Dehşan Başbuğ: Herkesin çok iyi çalışması, kurallara uyması, verimli olması önemli. Muhakkak herkesin
gayretini göstermesi lazım. Her yerde muhakkak önce kendisi başarılı
olmaya çalışmalı. Üretken olmalı.
Kendi kendini yetiştirmeli.
Doğan Özbek: Evet. Özveri, sabır,
çok çalışmak, çalışkan olmak... Hepsi de çok önemli.
Mural Kılınç: Çalışmak, birbirine
saygılı olmak, toleranslı davranmak...
Atabay Topaloğlu: Diğer formen arkadaşlarım adına da bize söz hakkı
verildiği için çok teşekkür ediyorum.
Şirketimizin gelişmekte, büyümekte
olduğunu görerek, dürüstçe çalışmaya devam edeceğiz ve bundan da
mutluluk duyacağız.
İdris Arıoğlu: Gelecek nesillere özverili çalışma, işine sahip çıkma, dürüst olma, astla üst arasındaki diyaloğu en iyi şekilde sağlayıp şirketimizi
daha da ileriye götürme nasihatinde
bulunabilirim.
Ayhan Sarıoğlu: Bizim çalışmamızda
özverinin çok büyük bir rolü var. Bunun da ilk ayağı formenlerdir. Şantiyecilik yaşamının en fazla özveride
bulunanları, sanırım formenlerdir. O
açıdan, yaratılmış olan birçok şeyde
sizin katkılarınız çok önemli ve fazladır. Gelecek kuşaklarda da bu özverinin artarak devam etmesi zorunluluğu vardır. Bir de sanırım sürekli öğrenmenin ve öğrenileni diğerlerine
öğretmenin çok büyük önemi var.
Öyle zannediyorum ki, bu düşünce
bizlerde olduğu müddetçe ve gelecek
insanlara aktarıldıkça önümüz açık
olacaktır. İnşallah daha birçok projede başarılı çalışmalar yaparız. Teşekkür ederim geldiğiniz için. Burada
tüm Tekfen camiasındaki formenleri
çok iyi bir şekilde temsil ettiniz.
Ayhan Sarıoğlu
Operasyon
Genel Müdür
Yardımcısı
19
TEKFEN
SOSYAL SORUMLULUK
SOSYAL SORUMLULUK
Leyla Akçağlılar’ın adı
öğrenci yurtlarıyla yaşayacak
T
2008 yılında kaybettiğimiz, Tekfen
Holding ve Tekfen Vakfı Yönetim
Kurulu Üyesi Leyla Akçağlılar’ın
özel koleksiyonu, elde edilen tüm
gelir Çağdaş Yaşamı Destekleme
Derneği’ne bağışlanmak üzere
28 Kasım 2010 tarihinde
gerçekleştirilen bir müzayedeyle
satışa sunuldu. Müzayededen
elde edilen 2 milyon 579 bin TL
tutarındaki gelirle, iki adet kız
öğrenci yurdu inşa edilecek.
AYŞE LEYLA AKÇAĞLILAR (1957-2008)
A
nkara’da, 1957 yılında doğan Leyla Akçağlılar, Saint
Michel Fransız Lisesi’nden mezun olduktan sonra Université
Paris IX Dauphine’de işletme
ve iktisat eğitimi gördü. Aynı
dönemde Paris Cordon Bleu’de
mutfak sanatı eğitimi aldı. Tekfen Holding’de üstlendiği çeşitli koordinasyon görevlerinin
ve yönetim kurulu üyeliklerinin dışında, Tekfen Holding’in
devraldığı S Restaurant’ın ve Akmerkez’de açılan S Café’nin işletmeciliğini yürüten Leyla Akçağlılar, Butterfly Pastanesi’nin
de kurucu ortağıydı. Mutfak sanatına tutkuyla bağlı olan Akçağlılar, bu alandaki deneyimlerini “Cordon Bleu,” “Ne Yiyelim?”,
Nerede Nasıl Yiyelim?”, “Butterfly’dan Özel Tatlar” ve “Böbrek Yetersizliğinde Doğru Beslenme” adlı kitaplarda toplamıştı.
20
ekfen Holding’in kurucularından
Necati ve Cansevil Akçağlılar’ın
kızları ve Tekfen Holding Yönetim
Kurulu Üyesi Leyla Akçağlılar’ın özel koleksiyonu, adını yaşatmak ve onun çok
önem verdiği kız çocuklarının eğitimine
katkıda bulunmak amacıyla 28 Kasım
2010 tarihinde Conrad Otel’de gerçekleştirilen bir müzayedeyle satışa sunuldu.
Portakal Sanat ve Kültür Evi tarafından
düzenlenen “Leyla Akçağlılar Koleksiyonu ve Özel Koleksiyon Müzayedesi” ile
elde edilen gelir, Leyla Akçağlılar’ın adını
taşıyan kız yurtları yapılması için Çağdaş
Yaşamı Destekleme Derneği’ne (ÇYDD)
bağışlandı.
türk ilke ve devrimlerinin ışığında genç
Türkiye’yi eğiterek çağdaş bir topluma
ulaştırmak gayesiyle kurulan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni seçtiklerini
belirtti.
Leyla Akçağlılar’ın kız kardeşi ve Tekfen
Holding Yönetim Kurulu Üyesi Defne
Akçağlılar, eğitime katkı için gerçekleşen
müzayedeye ilişkin olarak, Portakal Sanat ve Kültür Evi Yönetim Kurulu Başkanı Rafi Portakal ile birlikte düzenlediği
basın toplantısında, müzayede kararının
Leyla Akçağlılar isminin yaşatılması için
tüm aile fertleri tarafından ortak olarak
alındığını açıkladı. Leyla Akçağlılar’ın
uzun yıllar boyunca yardıma muhtaç
gençleri sessizce okuttuğunu, öğrencilere
her zaman destek olduğunu ve hatta hepsinin dersleriyle ayrı ayrı ilgilendiğini
söyleyen Defne Akçağlılar, elde edilen
gelirin bağışlanmasına yönelik olarak, faaliyetlerini takdirle takip ettikleri, Ata-
Katılımın ve ilginin büyük olduğu müzayede son derece başarılı geçti. Koleksiyonun en ilgi çeken parçaları Hoca Ali
Rıza’nın “Boğaziçi” ve Ayvazovski’nin
“Deniz ve Gemiler” adlı tablolarıydı. Müzayedede ayrıca Macar Herend ile Fransız Limoges ve Daum porselenleri ile çeşitli gümüş objeler, hat sanat eserleri, halılar ve mobilyalar yer aldı. Satışa sunulan
parçaların hemen tamamı yeni sahiplerini bulurken, 196 parçadan oluşan koleksiyonun 193’ü müzayedeye katılanlar tarafından fiyat artırımı yapılarak satın alındı. Müzayede sonucunda elde edilen toplam 2 milyon 579 bin TL tutarındaki gelir, iki adet kız öğrenci yurdunun inşası ile
bakımına kaynak sağlayacak.
Gerçekleşen müzayede ile, Türkiye’de ilk
kez özel bir koleksiyonun tamamı, aile
fertleri tarafından müzayede yoluyla satışa sunularak sosyal bir amaç için bir derneğe bağışlanmış oldu. Defne Akçağlılar,
basın toplantısında bu noktaya da vurgu
yaparak, “Müzayedenin katılımcıları tekliflerini salt koleksiyonlarını zenginleştirmek için değil, aynı zamanda hayırlı bir
amaç için de verecekler,” dedi.
Feyyaz Berker’den
DEİK’E YENİ BİR KATKI
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu - DEİK’in kurucularından, uzun yıllar icra
kurulu başkanlığı yapmış, şeref üyesi Feyyaz Berker’in sponsorluğunda
hazırlanan DEİK kitaplarının ikinci cildi yayımlandı.
K
urucularından biri olduğu DEİK’in dünden bugüne uzanan başarı öyküsünü
kitaplaştırmak üzere geçtiğimiz yıl bir proje başlatan Feyyaz Berker, DEİK’in
ilk 12 yılını anlatan birinci kitabın ardından kuruluşun 1997-2010 yılları arasındaki çalışmalarını içeren ikinci kitabını da geçtiğimiz günlerde yayımladı. Kitapta,
DEİK’in son 13 yıl içinde iş konseyleri ve ülkeler bazında gerçekleştirdiği faaliyetler
detaylı bir şekilde ele alınıyor.
Mehmet Altun tarafından kaleme alınan belgesel kitabın bu cildinde, Türkiye’nin son
10 yıl içinde kat ettiği aşamalar ve elde edilen başarılar Küresel Güç Olma Yolunda
Türkiye alt başlığıyla mercek altına alınırken, DEİK’in bu sürece katkıları ayrıntılı bir
şekilde işleniyor. Ayrıca kitabın son bölümünde, çok sayıda işadamı, siyasetçi, bürokrat ve özel sektör temsilcisinin, cumhuriyetin 100. yıldönümünün kutlanacağı 2023
yılına ilişkin beklenti, vizyon ve önerileri yer alıyor.
Yaklaşık bir yıl süren araştırma ve hazırlık süreci sonucunda ortaya çıkarılan ve 492
sayfadan oluşan kitap kapsamında, DEİK arşivlerinin yanı sıra dönemin gazete, dergi
ve yayınları tek tek incelendi. DEİK’in çalışmalarında görev alan ya da DEİK’le yakın
ilişkisi bulunan 115 kişiden söyleşi ya da mektup yoluyla bilgi ve görüş alındı. Böylece 90’lı yılların son dönemine ve yeni milenyumun ilk on yılına ait önemli siyasi ve
ekonomik gelişmeler, dönemin tanıkları tarafından DEİK perspektifinden değerlendirildi. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, eski bakanlardan Ali Coşkun ve Emre Gönensay gibi isimler, kitaba katkı sağlayan kişilerden yalnızca bazılarıydı.
DEİK’İN “TEKFENLİ” ŞEREF ÜYELERİ
Tekfen’in kurucu ortaklarından Feyyaz Berker
ve Nihat Gökyiğit, kuruluşundan bugüne kadar
DEİK’in gelişmesinde ve Türkiye’nin yararına
önemli işler yapmasında hayati rol oynamış
iki isim. Her ikisi de DEİK şeref üyesi olan
Berker ve Gökyiğit, 2008 yılında DEİK’in 20. yıl
kutlamaları sırasında şükran plaketlerini alırken:
(Soldan sağa) Rifat Hisarcıklıoğlu (TOBB ve
DEİK Yönetim Kurulu Başkanı), Kürşad Tüzmen
(Devlet Eski Bakanı), Feyyaz Berker, Rona Yırcalı
(DEİK İcra Kurulu Başkanı) ve Nihat Gökyiğit.
DIŞ EKONOMİK İLİŞKİLER KURULU (DEİK)
T
ürkiye’nin yabancı ülkelerle olan ekonomik ve ticari ilişkilerini izlemek ve bu ilişkilerin geliştirilmesine yardımcı olmak amacıyla 1985 yılında temelleri atılan DEİK, Türk iş dünyasının yurtdışı ile daha fazla entegre olmasına ve iş olanaklarını araştırarak yeni pazar olanaklarını değerlendirmesine yardımcı olmayı amaçlayan bir kuruluş. DEİK, ürün ve hizmet ticareti konusunda işbirliğinin geliştirilmesinin yanında, özellikle Türkiye’deki yatırım ortamının yurtdışında tanıtılması, yabancı yatırımcıların Türkiye’de uzun vadeli yatırımlara teşvik edilmesi, Türk işadamlarının yurtdışındaki Türk
yatırımlarının teşvik edilmesi ve hatta çeşitli lobi faaliyetlerinin sürdürülmesi yönünde de çalışmalar gerçekleştiriyor.
Çeşitli ülkelerin işadamı örgütleriyle iki taraflı iş konseyleri kuran ve çalışmalarını ikili bazda sürdüren DEİK bünyesinde, bugün itibariyle 87 iş konseyi faaliyet gösteriyor. DEİK’in
son yıllarda en dikkat çeken girişimlerinden biri de, dünyanın
değişik yerlerinde yaşayan Türk girişimci ve profesyonellerini bir araya getirerek, etkin bir “Türk diasporası” oluşturulmasını sağlamak.
21
TEKFEN
İNSAN KAYNAKLARI
İNSAN KAYNAKLARI
Tekfen ailesi büyüyor
Aramıza katılan tüm çalışma arkadaşlarımıza hoş geldiniz diyoruz.
22
DİDEM AK
Eurobank Tekfen Genel Müdürlük
Kurumsal İletişim Bölüm Başkanı
ÖZGÜR AK
Eurobank Tekfen İzmit Şubesi
Şube Müdürü
DURAN ALTIN
Eurobank Tekfen Mersin Şubesi
Şube Müdürü
FAYAT KUŞ
Eurobank Tekfen GATEM Şubesi
Şube Müdürü
VEDAT ÖZALP
Eurobank Tekfen Merter Şubesi
Şube Müdürü
1970 yılında Ankara’da doğan Didem
Ak, İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü
mezunu. 27 Eylül 2010 tarihinden itibaren Eurobank Tekfen’de Kurumsal İletişim Bölüm Başkanı olarak göreve başlayan Ak, bugüne kadar sırasıyla Türk
Philips, Demirbank, HSBC, Akbank, Deutsche Bank ve Alternatifbank’ta çeşitli
görevler üstlendi. İşinden artan zamanlarında çocuklarıyla vakit geçirmeyi seven Ak, kitap çevirileri yapıyor, kürek
sporuyla ve resimle ilgileniyor.
1971 yılında İzmit’te dünyaya gelen Özgür Ak, Boston Vrije University Brussel’daki işletme eğitiminin ardından Maryland-Bowie State
University’de aynı alanda yüksek lisans yaptı. İngilizce dışında Flamanca ve Fransızca bilen Ak’ın bankacılık geçmişinde İş Bankası, Citibank ve
TEB’de aldığı görevler yer alıyor. 21
Eylül 2010 tarihinde İzmit Şubesi şube
müdürü olarak Eurobank Tekfen’e katılan Ak, iş dışında çocuklarıyla birlikte
zaman geçirmekten keyif alıyor.
1966 yılında Kırşehir’de doğan Duran Altın, Anadolu Üniversitesi İktisat
Bölümü’nden mezun oldu. 11 Kasım 2010
tarihinde Eurobank Tekfen’de başladığı Mersin Şubesi şube müdürlüğü görevinden önce Kentbank, Fortisbank ve
HSBC’de çeşitli görevler üstlendi. Bir
doğa tutkunu olan Altın’ın hobileri arasında spor yapmak, özellikle de tenis ve
futbol oynamak yer alıyor. Kitap okumayı seven Altın’ın bir diğer ilgi alanı da
seyahat etmek.
1973 Kilis doğumlu olan Fayat Kuş,
Harran Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nü bitirdi. 1998 yılından başlayarak Fortisbank’ta çeşitli görevlerde bulundu. Kuş, 20 Eylül 2010 tarihinde Eurobank Tekfen ailesine GATEM
Şubesi şube müdürü olarak katıldı.
1970 yılında İstanbul’da doğan Vedat Özalp, İstanbul Üniversitesi İktisat
Bölümü’nden mezun oldu. 1994 yılında
başladığı bankacılık hayatında önce Esbank daha sonra Yaşarbank ve Anadolu Bankası’nda çeşitli görevler üstlendi. Kasım 2010’da Eurobank Tekfen ailesine Merter Şubesi şube müdürü olarak katılan Özalp’in ilgi alanlarının başında basketbol geliyor.
ARSLAN ARAR
Toros Tarım Özel Ürünler
Tarla Üretim Koordinatörü
BATTAL ARSLAN
Eurobank Tekfen Güneşli Şubesi
Şube Müdürü
ALİ AYLA
Tekfen Mühendislik
Proses Bölüm Müdürü
EMRAH RODOP
Eurobank Tekfen Esenyurt Şubesi
Şube Müdürü
EROL SARPDERE
Eurobank Tekfen Konya Şubesi
Şube Müdürü
MEHMET UYKUR
Eurobank Tekfen Alanya Şubesi
Şube Müdürü
1959 yılında Merzifon’da doğan Arslan
Arar, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak İlmi Bölümü’nde lisans
ve yüksek lisans eğitimini tamamladı.
Türkiye Şeker Fabrikaları, Gömeç Tohumculuk ve Fritolay’de çeşitli pozisyonlarda bulunan Arar, 25 Ekim 2010
tarihi itibariyle Toros Tarım bünyesinde Tarla Üretim Koordinatörü olarak
göreve başladı. Sıkı bir spor izleyicisi
ve Fenerbahçeli olan Arar, fırsat buldukça ailesi ile sinemaya ve tiyatroya
gidiyor, seyahat etmekten hoşlanıyor.
1966 yılında dünyaya gelen Battal Arslan İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Sırasıyla Esbank, Finansbank, ABN-AMRO
Bank ve RBS The Royal Bank’ta çeşitli görevler üstlendi. 21 Eylül 2010 tarihinden itibaren Eurobank Tekfen’de Güneşli Şubesi şube müdürü olarak görevine başlayan Arslan, koyu bir Fenerbahçe taraftarı, belgesel ve tarih meraklısı.
1959 yılında İstanbul’da doğan Ali Ayla,
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden kimya mühendisi olarak mezun oldu. Daha
sonra Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nde yüksek lisans
eğitimini tamamladı. Petkim ve Foster Wheeler gibi şirketlerde çeşitli pozisyonlarda çalışan Ayla, 11 Kasım 2010
tarihi itibariyle Tekfen Mühendislik’te
Proses Bölüm Müdürü olarak göreve
başladı. Yüzmekten ve uzun yürüyüşler
yapmaktan keyif alan Ayla, vakit buldukça seyahat etmekten hoşlanıyor.
1979 yılında Kırklareli’nde dünyaya gelen Emrah Rodop, Uludağ Üniversitesi
İşletme Bölümü’nden mezun oldu. 2004
yılında başladığı bankacılık hayatında
Dışbank ve Fortisbank’taki yöneticilik
tecrübeleri yer alıyor. 22 Ekim 2010 tarihinde Eurobank Tekfen ailesine Esenyurt Şubesi şube müdürü olarak katılan
Rodop, spor müsabakalarını izlemeyi ve
balık tutmayı seviyor. Finans, ilgi alanları arasında önemli bir yer tutuyor.
1972 yılında Konya’da doğan Erol
Sarpdere, Selçuk Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Kasım
2010’dan bu yana Eurobank Tekfen’in
Konya Şubesi’nde şube müdürü olarak
çalışmakta olan Sarpdere, daha önce
sırasıyla Kentbank, Tekstilbank, Anadolubank ve Garanti Bankası’nda çeşitli görevler üstlendi.
1971 yılında Antalya’da doğan Mehmet
Uykur, Dokuz Eylül Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri
Bölümü’nü bitirdi. Uykur’un bankacılık
yaşamında Garanti Bankası ve Fortisbank tecrübeleri yer alıyor. 8 Ekim 2010
tarihinde Eurobank Tekfen ailesine katılan Uykur, Alanya Şubesi’nde şube müdürü olarak görev yapıyor. ERGUN ERK
Eurobank Tekfen İkitelli Şubesi
Şube Müdürü
NİHAL GÖKÇEK
Tekfen Emlak Geliştirme Grubu
Muhasebe ve İdari İşler Müdürü
GÜLSÜM GÜNER
Eurobank Tekfen Kozyatağı Şubesi
Şube Müdürü
1959 doğumlu Ergun Erk, Ortadoğu Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü’nden
mezun. 1985 yılında ABN-AMRO Bank’ta
başladığı iş hayatına Dışbank, Koçbank
ve ING Bank’ta devam etti. 21 Eylül
2010 tarihinde Eurobank Tekfen’de İkitelli Şubesi şube müdürü olarak göreve
başlayan Erk, öğrencilik yıllarında yıldız
ve genç takım liglerinde oynadığı basketbolu bugün hobi olarak sürdürüyor.
Bir motosiklet tutkunu olan Erk, stresten arınmak için motoruyla şehir dışına
günübirlik geziler yapıyor.
1977 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Nihal Gökçek, Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü’nden mezun oldu.
Etap Endüstri ve Yatırım Holding ile
Anel Grup’ta üstlendiği çeşitli görevlerden sonra Ekim 2010 tarihinde Tekfen Emlak Geliştirme Grubu’nda çalışmaya başlayan Gökçek, Muhasebe ve
İdari İşler Müdürlüğü görevini üstlenmiş bulunuyor.
1974 yılında İzmir’de dünyaya gelen
Gülsüm Güner, Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’nden mezun
oldu. 1996 yılında İktisat Bankası’nda
başladığı iş yaşamını Finansbank ve
ABN-AMRO Bank’ta sürdüren Güner, Kasım 2010 tarihinden itibaren Eurobank
Tekfen’in Kozyatağı Şubesi şube müdürlüğü görevini üstlendi.
ÇİMEN ÖZDAMAR
Eurobank Tekfen Genel Müdürlük
Kurumsal Bankacılık Global
Müşteriler Bölüm Başkanı
1974 yılında İzmir’de dünyaya gelen Çimen Özdamar, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde gıda mühendisliği eğitimi aldı. Yapı Kredi Bankası,
TEB ve Akbank’ta çeşitli görevler üstlenen Özdamar, 1 Aralık 2010 tarihinde
Kurumsal Bankacılık Global Müşteriler
Bölüm Başkanı olarak Eurobank Tekfen ailesine katıldı.
Terfi edenler
Terfi eden çalışma arkadaşlarımızı kutluyor, kendilerine yeni görevlerinde başarılar diliyoruz.
ADI SOYADI
ŞİRKETİ
ESKİ UNVANI
YENİ UNVANI
Alper Anlıatamer
Toros Tarım
İç Anadolu Bölge Pazarlama
ve Satış Temsilcisi
Batı Akdeniz Bölge Müdürü
Mete Halli
Toros Tarım
Akdeniz Bölge Pazarlama
ve Satış Temsilcisi
Trakya Bölge Müdürü
Yücel Odabaş
Satış Elemanı
Bölge Müdürü
Tekfen Endüstri
23
TEKFEN
ANILARDA KALANLAR
[YIL 1978]
Gözlerini “kaynak almayan” adam
CMP-Tekfen ortak taahhüdü, eski adı İPRAŞ olan, şimdiki
TÜPRAŞ’ın depolama tanklarının montajını bitirmek üzereydik. Bir sabah Fransız vatandaşı Moşedayan bana “Seni ofisten
çağırıyorlar” dedi. Ofise vardığımda şantiye şefimiz Fazıl Bey
beni kapıda karşılayarak odasına aldı. “Seni çok ucuza sattım”
dedi. “Ben sizin tasarrufunuzdayım şefim, alırsın da satarsın da”
diyerek esprisine karşılık verdim.
O zamanlar Tekfen ailesinden bir fert olmak gerçekten bir ayrıcalık idi. “Ben oraya gitmem, buraya gitmem” gibi bir lüksümüz asla ve asla yoktu. Prosedürler tamamlandı. Yine TÜPRAŞ
ikinci tevzii inşaatına transfer oldum. Tekfen, işi bu sefer tek başına almıştı. İşin kapasitesi çok büyüktü. Transfer dosyamı koltuğuma alıp yeni şantiyeme gittim. Daha varır varmaz, “Seni Erhan Öner Bey odasında bekliyor,” dediler. Ben odasını sorarken
kendileriyle koridorda karşılaştık. “Şantiyemize hoş geldin, seni
beraber çalışacağın mühendis arkadaşımla tanıştırayım,” diyerek “Temel” diye seslendi. Kısa bir tokalaşmadan sonra birlikte
imalat yapacağımız üstü açık çalışma alanımıza vardık. Birer elini omzumuza koyarak, “Bakın çocuklar size çok önemli bir görev
veriyorum. Bu işe başladık fakat üç ay kadar programın gerisindeyiz. İnanıyorum ki siz bu işi zamanından önce bitireceksiniz,”
dedi. Temel Kum Bey önce gözlüklerini iki eliyle düzeltti, sonra
sağ elini bıyığını düzeltir gibi hafif sıvazladı. Bir şeyler söyleyeceğini anlayan Erhan Bey fırsat vermeden, “Hadi bakalım kolay gelsin!” diyerek ayrıldı yanımızdan.
İmalathanemizin güneyi denize sıfır. Küçücük bir iskelenin başında. Kuzeyinden yol geçiyor. Biz Temel Bey ile kısa zamanda tek vücut gibi olduk, kırk beş kişilik bir ekip oluşturduk.
İşe öyle bir başladık ki, elemanlarımız sanki Malazgirt Meydan
Muharebesi’nin aslanları gibi saldırıyorlardı işe. Yoldan geçenler
durup seyretmeden edemezlerdi. Şantiye şefimiz Gürkan Özsoy
Bey pek işimize karışmazdı. Biz şantiyenin içinde ayrı bir birim
gibi, sanki doğrudan Erhan Bey’e bağlıydık. Kısa bir zaman sora
Gürkan Bey ayrıldı, yerine bugün Libya şantiyesinde proje müdürümüz olan Sebahattin Tümer Bey geldi. Aradan iki ay geçti.
Bugün genel müdür yardımcımız olan Gürbüz Alp Kireç Bey işe
başladı. Sebahattin Bey, diğer sahalarda işi savsaklayan birilerini
yakaladığı an kolundan tuttuğu gibi bizim sahanın kenarına, küçük iskelenin başına getirir, avazının çıktığı kadar bağırmaya başlardı. İskelenin üzerinde güneşlenen martılar Sebahattin Bey’in
narası ile bir anda neye uğradıklarını anlamadan “caruk curuk”
sesleriyle havalanır, Sebahattin Bey’in üzerinde bir tur attıktan
sonra kayıplara karışır, iskeleye korkudan birkaç gün uğrayamazlardı.
Gürbüz Bey piposunu tellendirir, “Arkadaşlar sizi kutluyorum,
çok harikasınız” diye samimi duygularını ayda birkaç kez tekrarlardı. İşin başındaki Erhan Ağabeyimiz, değerli büyüğümüz, sanki ellerini omuzlarımıza koyarak, ikimize de tarifi mümkün olmayan bir enerji ışınlamıştı. Biz kayıp zamanı işin ortalarında yakalamıştık. Her şey dört dörtlük gidiyordu. Yalnız ülkemiz büyük sıkıntılar içindeydi, kutuplara bölünmüştü. Her düzgün giden işe çomak sokup ülkeyi kaosa sürüklemek istiyorlardı. İşin
diğer yarısını alan firmanın elemanlarını greve sürüklediler. Sıra
Tekfenimize gelmişti. Sebahattin Bey’in korkusuz, gözü pek davranışları, Gürbüz Bey’in otoriter, çoğu zaman da babacan yaklaşımları, bizim sahamızda kırk beş artı iki kişinin tek vücut olup
işine kilitlenmesi, özel yetiştirilmiş, içimize bir şekilde sızmış
olan grev tellallarının hevesini kursağında bıraktı.
Grev demek, çıkmaz bir yoldu. İş zamanında teslim edilemezse
dolar bazında günlük cezası vardı. Ayrıca Tekfen’in siciline işlenmiş bir kara leke olacaktı. Aradan otuz küsur sene geçti, şu anda
Libya’nın Büyük Sahra Çölü’nde, dünyanın belki de en zor işini başarmak üzereyiz. Sebahattin Tümer Bey, proje müdürümüz.
Yaklaşık on sekiz aydır beraber çalışıyoruz. O günlerdeki gibi bağırdığına hiç tanık olmadım. Keşke diyorum, bağırsa da bana bağırsa. O zamanlar bir gün bir malzeme talebi için kapısını çaldım, bana bağırmaya başladı, “Sizin kaynağınızı ben maskesiz yaparım!” diye. Kendisiyle bir elektrodu maskesiz bakarak, sonuna kadar yakmak üzere gömleğine iddiaya girdik. Amperi yükseltip, 4 mm’lik elektrodu penseye bağlayıp, “Buyrun şefim, ben de
sizi maskeyle kontrol edeceğim,” dedim. Gerçekten maskesiz bir
elektrodu sonuna kadar yaktı. Peşinden “Ne haber!” dedi. “Tamam şefim, yarın sabah işe gelebilirseniz iddiayı kazanacaksınız.
Yarın görüşürüz,” diye ayrıldım. Ben aklım sıra gömleği kazandım diye seviniyorum. Akşam evde otururken aklıma geliyordu,
“Şimdi Sebahattin Bey’in gözlerini kaynak almıştır,” diye arada
bir gülüyordum. Hanım soruyordu, “Hayrola sen kendi kendine
neden gülüyorsun?” diye. Sabah oldu, durağa gittim, servis aracını bekliyorum. Servis aracımız da 63 model, burunsuz Ford Thames. Onun içindeki huzur, onun içindeki mutluluk, onu anlatmaya yetmez, o anı yaşayanlar bilir.
İlk duraktan Sebahattin Bey biniyor, ikinci duraktan ben biniyorum. Minibüs durağa yaklaştı, sabahın altı otuzu. Ben Sebahattin Bey’in gözlerine bakıyorum. Sabahın köründe kahkahayı
atarak, “Aslanım, ben kutubum kutup, benim gözümü kaynak almaz. Gömleği işportadan istemem, marka olacak” dedi. “Tamam
şefim, helal olsun kazandınız,” diye kutladım ve gömleği aldım.
Başka birisi olsa, o gece gözlerine bir avuç tuz atmış gibi uyuyamazdı. Sebahattin Bey’in bu sırrını hâlâ çözebilmiş değilim.
Tüm Tekfen ailesine selamlarımla.
Kıyametler kopar mahşer kurulur.
İçimde kopar, deli fırtınalar.
Gün olur iş biter, hasret de biter.
Yer sarı, Gök mavi, Sahra Çölü’nde.
Memleket hasreti yüreğim dağlar.
Cennet Vatan’ım hep, gözümde tüter.
Ürküten sessizlik, herşey durulur.
Kumlar dolmuş gözlerime, kan ağlar.
Bir tatlı tebessüm herkese yeter.
Yer sarı, Gök mavi, Sahra Çölü’nde.
Yer sarı, Gök mavi, Sahra Çölü’nde.
Yer sarı, Gök mavi, Sahra Çölü’nde.
Yusuf Bağdat, Libya
[email protected]

Benzer belgeler

PDF indir. - Tekfen Holding

PDF indir. - Tekfen Holding Murat Gürgenci’nin ta kendisi. Şahane bir sohbet ve güneşli bir cumartesi günü yapılan foto çekiminin ardından ortaya çıkan röportajı zevkle okuyacağınızdan eminim. Murat Gürgenci’ye de buradan, ‘t...

Detaylı

FLAG FOOTBALL SAMSUN`A ÇIKARMA YAPTIK MİKROKREDİ İLE

FLAG FOOTBALL SAMSUN`A ÇIKARMA YAPTIK MİKROKREDİ İLE 13’ün uğuruyla bu sayımızda yeni bir dizi başlatıyoruz: “İçimizden Biri…” Bu dizide, Tekfen’de mesai arkadaşımız olan, fakat iş hayatı dışında, bambaşka bir alanda üretken, başarılı, daha da önemli...

Detaylı

Feyyaz - Toros Tarım

Feyyaz - Toros Tarım 13’ün uğuruyla bu sayımızda yeni bir dizi başlatıyoruz: “İçimizden Biri…” Bu dizide, Tekfen’de mesai arkadaşımız olan, fakat iş hayatı dışında, bambaşka bir alanda üretken, başarılı, daha da önemli...

Detaylı

Tekfen Holding Faaliyet Raporu 2014

Tekfen Holding Faaliyet Raporu 2014 Diğer yandan Tarımsal Sanayi Grubumuz, yıllardır elde ettiği başarılı sonuçlara bir yenisini ekleyerek, 2014 yılında gübre endüstrisinde meydana gelen küresel ve yerel dalgalanmalardan kendini koru...

Detaylı