KIRIK İĞNE Hasan, stresli bir iş gününün ardından eve alışılmıştan

Transkript

KIRIK İĞNE Hasan, stresli bir iş gününün ardından eve alışılmıştan
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
KIRIK İĞNE
Hasan, stresli bir iş gününün ardından eve
alışılmıştan erken geldi, duş yaptı ve üzerine
temiz bir şeyler giydi. Soğuk duş, gerginliğine
birebirdi. Suyun teması vücuduna yapışmış statik
elektriği nötralize ediyordu sanki. Atilla'yla
eşini, kendi eşi Ayşe'nin, isteksizce de olsa,
iznini alarak evlerine yemeğe davet etmişti. Ayşe
ikisini de tanımıyordu, Hasan da Atilla'nın eşiyle
daha önce hiç karşılaşmamıştı. Hazırlanmak için
fazla vakti yoktu, 19:30'da geleceklerdi. Bu
davetin bir maksadı da Atilla'ya sistemini
dinletmekti ama açıp ısıtamamıştı bile.
Atilla'yla bir ay önce, "ultra hi-end" müzik
sistemleri satan SupraUltra Audio'nun demo odasında
tanışmışlardı. Atilla reklam ve moda fotoğrafçısı
olduğunu söylemişti. Sokak fotoğrafçılığı ise
hobisiymiş. Diğer bir merakı da müzik ve müzik
sistemleriymiş. Kendi deyimiyle "mütevazi" bir
sistemi varmış. Sohbet koyulaşıp sisteminin
bileşenleri ortaya çıkınca mütevazi olanın
Atilla'nın kendisi olduğu anlaşılmıştı. Müzik
zevkleri de benzeşiyordu: İkisi de Patricia
Barber'ı çok seviyordu örneğin. Hasan da fotoğrafa
meraklıydı ama bir numaralı hobisi müzik
sistemleriydi. Yüksek gelir sınıfından bir insan
olmamakla birlikte tüm birikimini bu merakı için
harcamakta bir sakınca görmüyordu. Müzik sisteminin
maliyeti arabasının iki katıydı. Çocuklarının
olmayışı da elini kolaylaştırmıyor değildi. Her
şeyin en iyisini almak gibi bir zaafı vardı.
—1—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
Herhangi bir cihazla ilgili satın alma kararı
verebilmek için aylarca dergi okur, forumlarda
görüş alışverişinde bulunur, dükkanlarda
kıyaslamalı dinletiler yapardı. Oluşturduğu
sistemle gurur duyuyordu ve şu ana kadar ziyaret
ettiği hiçbir evde daha iyisini dinlememişti.
Merakının en olumsuz yönü ise Ayşe'yle aralarında
önemli bir zıtlaşma yaratmasıydı. Sonuçta hayat
kısaydı ve ertelenmeye gelmezdi, Ayşe'ye yaranmak
için kendini yaşama bağlayan bu en büyük zevkinden
mahrum bırakamazdı.
Atilla'yla aynı mekanda birkaç kez daha
karşılaştılar, birlikte öğle yemeği yediler,
"siz"ler "sen" oldu, arkadaşlıkları pekişti.
Konuları, müzik sistemleri ve fotoğrafla da sınırlı
kalmıyordu: Seyahatler, yemekler, kadınlar, futbol,
politika, çevre konuları kapsama alanlarına
girmişti bile. Hasan'ın bu derece içinin ısındığı,
iyi anlaştığı bir arkadaşı daha önce hiç olmamıştı.
Belki eşler de tanışıp anlaşabilirlerdi.
Hasan ile Ayşe, sekiz yıl önce, talihsiz bir
rastlantı sonucu tanışmışlardı. Cep telefonuyla
sohbete dalmış olan Ayşe önündeki arabanın kırmızı
ışıkta durmuş olduğunu fark etmeyip, arkadan
çarpmıştı. Beklenmedik sarsıntı sonrasında
arabasından inen Hasan karşısında kalın dudaklı,
zarif, entellektüel duruşlu, kadife sesli, uzun
bacaklı, hoş bir kadın görünce yüzündeki şok
kaynaklı karanlık ifade aydınlanmıştı. Ayşe çok
güzel olmayabilirdi ama çekiciydi, en azından
Hasan'a böyle gelmişti. Hasan'dan özür dilemiş ve
—2—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
zararını tümüyle karşılayacağını söylemişti. Hasan
da: "Üzülmeyin, kaza bu, isteyerek yapmadınız ki"
diyerek teselli etmeye çalışmıştı. Birbirlerinin
telefon numaralarını alıp ayrılmışlardı. Hasan iki
gün sonra aradığında Ayşe hemen borcunu sormuştu,
Hasan da: "Küçük bir komplikasyon var, sizi bir
öğle yemeğine davet etsem, yüz yüze görüşebilir
miyiz?" diye cevap vermişti. Bu esrarengiz cevap
karşısında meraklanan Ayşe teklifi kabul etmişti.
Buluştuklarında Hasan: "Telefonda bahsettiğim
komplikasyon, rakamın sizden talep etmeye
değmeyecek kadar düşük olması" demişti. Ayşe, Güzel
Sanatlar'da resim okumuştu ve bir sanat dergisinin
yazı işleri müdürlüğünü yapmaktaydı. Hasan'ın nazik
jesti çok hoşuna gitmişti. Bilgisayar yazılımı
konusunda kendi firmasını kurmuş olan müzik düşkünü
Hasan, Ayşe'nin fiziğinden olduğu kadar sanatçı
kişiliğinden de çok etkilenmişti. Buluşmalar
buluşmaları, öpüşmeler el ele tutuşmaları izlemiş
ve bir yıl sonra nikâh kıyılmıştı.
Saat 19:33'te kapı çaldı. 19:30 diye konuşmuşlardı
ama genellikle yarım saat geç gelinirdi. Ayşe
aceleyle rujunu sürdü, Hasan hole koşup
ayakkabılarını giydi ve açmakta geciktikleri kapıyı
finiş hattını göğüslemeye çalışan yüz metre
koşucuları gibi son bir hamle yaparak açtılar.
Birlikte salona geçtiklerinde ilk göze çarpan
Hasan'ın haşmetli müzik sistemi oldu. Atilla
"Oooooo, müthiş!" demekten kendini alamadı.
Atilla'nın eşi Pınar, zoraki gülümsemesiyle tutuk
ve çekingen bir görüntü veriyordu. Tabii ilk
—3—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
izlenimlere her zaman güvenilmezdi. Atilla'yla
Pınar'ı, sistemin karşısındaki iki kişilik rahat
divana buyur ettiler. Hasan ile Ayşe ise sisteme
yan dönük konumdaki iki karşılıklı koltuğa
oturdular. İlk dakikalar hatır sormalar, havadan
sudan konuşmalarla geçti. Ayşe içki servisine
başlar başlamaz Hasan kalkıp sistemini açtı.
Çalmaya başlamadan önce bir süre ısınması
gerekiyordu. On dakika sonra plakları arasından
Bill Evans Trio'nun "Waltz for Debby" albümünü
seçti. 1961 yılında New York'ta Village Vanguard
caz kulübünde canlı olarak kaydedilmiş bir albümdü
ve basta da, bu kayıttan kısa bir süre sonra ölmüş
olan, ünlü Scott LaFaro yer alıyordu. Gerçek bir
caz klasiğiydi ve Hasan'ın favorilerindendi. Eşsiz
sisteminde biraz volümlü dinlendiğinde kendinizi
1961'in dumanlı kulüp ortamında hissedebilmek için
fazla zorlanmanız gerekmiyordu. Plağı kabından
çıkartıp pikabının
dönmekte olan platosuna
yerleştirdikten sonra kolu kaldırıp plağın başına
ilerletti ve aşağı inmesini sağlayan küçük levyeyi
kendisine doğru hareket ettirdi. Kol ağır bir
hareketle aşağı iner inmez hoparlörlerden gök
gürültüsünü andırır bir patırtı çıktı ve kol plağın
dışına düştü. Hasan panik içinde koşup kolun ucuna
yerleştirilmiş olan bir servet değerindeki kafaya
baktı ve bir anda başından aşağı kaynar sular
döküldü: İğne kırıktı. Şoku atlatamayarak bir süre
kırık iğneyi seyretti. Sonra kendisini kontrol
etmeye çalışıp misafirlerine döndü: "İğne kırılmış"
dedi. Bu katliamın nasıl gerçekleştiğini misafirler
gittikten sonra Ayşe'yle konuşacaklardı tabii,
hafife alınacak bir olay değildi. Pikabına el
—4—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
sürülmemesi konusunda temizlikçi kadını da Ayşe'yi
de defalarca uyarmıştı. "Çok aksi oldu, mecburen CD
dinleyeceğiz, Atilla'ya sistemin tüm potansiyelini
duyuramamış olacağım maalesef. Rahmetli, yedeği
tutulamayacak kadar değerli bir kafaydı" dedi.
Bütün bunları kendi kendine konuşur bir edayla ve
kısık bir sesle söylemişti. Demo değeri taşımasına
pek bakmaksızın eline geçen ilk CD'yi çalmaya
başladı. Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibiydi,
keyfi fena hâlde kaçmıştı: Beş bin dolarlık kaybına
mı, evdeki insanlara söz geçiremeyişine mi, evine
ilk kez gelen Atilla'ya sistemini doğru düzgün
dinletemeyişine mi ya da hepsine birden mi
yanmalıydı? Sesi soluğu kesildi, köşesinde cezalı
gibi oturmaya başladı. Bu arada Atilla ile Ayşe
arasında koyu bir sohbet başlamıştı: Ayşe'nin
dergisinden, kavramsal sanattan, yeni akımlardan,
bienallerden, sergilerden, küratörlerden,
galerilerden, meslektaşlarından, fotoğraftan,
özetle görsel sanatla ilgili her şeyden
konuşuyorlar ve zaman zaman kahkahalar atıyorlardı.
Yaz köşesi-Kış köşesi şeklinde bir ayrışma
oluşmuştu: Kış köşesinin iki temsilcisinden biri
olan Pınar konuşmalarla ilgileniyor gibi görünüyor
ve zaman zaman yüzünde hangi konuyla ilgili olduğu
pek anlaşılamayan ince bir tebessüm beliriyordu.
Sahiplerinin seyahate çıktıkları bir evde yaşanıyor
izlenimi yaratmak için farklı odalarında ışıkların
belli aralıklarla rasgele yakılıp söndürüldüğü
izlenimi veren bir duruşu vardı. Diğer figür ise
Hasan'dı: O da dinlermiş gibi yapıyordu ama hiç
tebessüm etmiyordu, kışın en karanlık günlerini
temsil etme rolünü üstlenmişti.
—5—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
Bu görüntü yemek süresince de devam etti. Hasan
zaman zaman kalkıp CD'yi değiştiriyor ama kimse
müzikle ilgili görünmüyordu. Yemek sonrasında
misafirler biraz daha oturup tekrar görüşme
dilekleriyle öpüşerek ayrıldılar.
Hasan artık konuşabilirdi, yargılama sürecini
başlattı:
"Söyler misin nasıl becerdin bu işi?"
"Hangi işi?"
"Bir de anlamamazlıktan geliyorsun, nasıl kırdın bu
güzelim iğneyi?"
"Ne saçmalıyorsun, haberim bile yok, zaten yanından
bile geçmiyorum bu abuk sisteminin."
"Temizlikçi kadının yaptığını mı söylüyorsun?"
"O da yapmaz, çünkü bin kere tembihli."
"Demek kendi kendine oldu."
"Belki Ludvig yapmıştır."
"Kedinin bir pençesiyle kapağı kaldırıp diğer
pençesiyle de iğneye saldırı düzenlediğini iddia
ediyorsun yani. Hiç gülecek halim yok, kusura
bakma. Bu iğnenin kaç para olduğunu biliyor musun?"
dedi ve laflar ağzından çıkar çıkmaz söylediğine
pişman oldu.
"Bilmiyorum tabii. Bu aletlerin fiyatlarını benden
hep gizledin, hadi söyle de öğrenelim o zaman."
"Atilla'yla da çok iyi anlaştınız bakıyorum" dedi
imalı bir şekilde. Hem zor soruyu savuşturmuş hem
de farklı kanattan yeni bir atak başlatmıştı.
"Ne demek istiyorsun sen?"
"Demek istiyorum ki, bütün gece kıkırdaşıp flört
ettin en yakın arkadaşımla."
—6—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
"Yetti artık yaaa! Yok iğneyi kırmışım, yok flört
etmişim, suçlamalar, suçlamalar, suçlamalar… Kırk
yılın başında yaptıklarımla ilgilenen, beni anlayan
bir kişi çıktı, biraz sohbet ettik. Bunu da çok mu
görüyorsun bana? Senelerdir bana 'bugün neler
yaptın' diye sormuyorsun. Hiç ilgini çekti mi benim
hayatım? Varsa yoksa o lanet müzik sistemin! İşten
gelip dosdoğru karşısına geçip oturuyorsun, tek
kelime konuşmuyoruz."
"Yine abartıyorsun, senelerdir sormamışım, daha
neler!"
"Peki söyle bakalım, bu soruyu en son ne zaman
sordun?"
Hasan kendini köşeye sıkışmış hissetti. Ayşe
haklıydı galiba, hatırlamıyordu, demek ki uzun
zaman geçmişti. Ama kırık iğneden ötürü kendini
mazlum hissettiği anda tali bir tartışmadaki
yenilgisini kabullenecek değildi.
"Neyse sen yarın temizleyici kadını iyice sıkıştır
ve doğruyu söylet. Bu pikaba bir daha kesinlikle el
sürmesin, yoksa bir daha bu eve giremez."
**********************
Atilla fotoğrafa lise çağında başlamıştı. İlk
zamanlarda eline geçen tüm fotoğraf dergilerindeki
resimlere uzun uzun bakmış, iyi fotoğrafı anlamaya,
tanımaya çalışmıştı. Fotoğraf çekmek hem çok kolay
hem de çok zordu. Gözü gören ve düğmeye basmayı
beceren herkes fotoğraf çekebilirdi. Günümüzde,
teknolojinin gelişimiyle, bu iş daha da
kolaylaşmıştı. İnternet alemi ve Atilla'nın çevresi
kendisini fotoğrafçı sanan amatörlerle doluydu.
—7—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
Kompozisyon, kadraj, tonlamalar, netlik gibi
kriterlerin tümünün doğru olması fotoğrafı iyi
yapmak için yeterli değildi. Fotoğrafı iyi yapan
ama sanatla ilgili bütün konularda olduğu gibi
tanımlaması pek de kolay olmayan bazı sihirli
özellikler vardı. Örneğin, öpüşen bir çift eğer
yaşlı bir kadının meraklı bakışlarıyla birlikte
yakalanmışsa veya öpüşmelerinde forma dayalı farklı
bir estetik, bir tuhaflık varsa değerli bir
fotoğraf oluşturabilirdi. Robert Doisneau'nun ve
Henri Cartier-Bresson'un öpüşme resimleri buna iyi
birer örnekti. Bu fotoğrafların bazıları
yakalanarak çekilmiş, bazıları oluşturulmuş,
bazıları da yakalandığı an teknik nedenlerle
çekilemediği için sonradan oluşturulmuştu. Robert
Doisneau öpüşen çifti görmüş ama o anda
yakalayamamış, arkalarından gidip öpüşmeyi tekrar
etmelerini rica etmiş ve sanki yakalanmış hissi
veren o ünlü fotoğrafını bu şekilde çekmişti.
Atilla için fotoğrafta iyi sonuca varan her yöntem
mübahtı, çekim sonrası bilgisayarda yapılan
iyileştirmeler veya efektler de buna dâhildi.
Güzel Sanatlar'ın Fotoğraf bölümünden mezun olmuştu
ve hayatını moda ve reklam fotoğrafları çekerek
kazanmaktaydı. Hobisini mesleğe dönüştürmüş olması
fotoğrafa karşı heyecanını azaltmamıştı: Onun için
moda ve reklam fotoğrafları iş, sokak fotoğrafı ise
keyifti. Sokak fotoğrafı sokağın fotoğrafı değildi,
sokaktaki insanın, onun muhtelif hâllerinin,
yaşamın fotoğrafıydı. Doisneau gibi yakalayıp
tekrar ettirmediğiniz sürece tekrarı mümkün olmayan
o çok özel anın tablolaştırılmasıydı. Her şeyin bir
—8—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
sonu olduğuna inandığı için anın dondurulup
"sonsuzlaştırılması" betimlemesini kullanmaktan
kaçınırdı. Şans faktörü yok değildi tabii ama şansı
da kovalamak, yaratmak gerekiyordu. Örneğin güzel
bir arka plan yakaladıysanız, hayal ettiğiniz
kompozisyonun oluşması için ayakta veya oturarak
saatlerce beklemeniz gerekebilirdi. Atilla,
deneyimli bir sokak fotoğrafçısıydı ve iyi bir
kareyi gördüğü anda tanırdı. Buna rağmen birçok kez
hazırlıksız yakalanıp hayatının en güzel
fotoğrafını kaçırmıştı. Sokak fotoğrafçılığı
sayesinde, farkındalığı artıyor, normalde
göremeyeceği şeyleri görüyor, sokakta geçen zamanı
anlam kazanıyordu. Özellikle ilk kez ziyaret ettiği
bir şehirde elinde fotoğraf makinasıyla kare avına
çıkıyor olmak büyük bir keyifti.
Atilla, Pazar sabahı omuzuna makinasını asıp sokağa
çıktı. Nadiren insansız resim çekerdi ve etrafta
fazla insan olmayışı işini kolaylaştırmıyordu. Bir
sokaktan diğerine geçerken Hasanların evinin
sokağında olduğunu farketti. Üç gün önce evlerine
gitmişlerdi. Sokaktan aşağı yürümeye başladı.
Hasanların evi biraz ilerdeydi. Arkadaşının evinin
önüne geldiğinde kafasını kaldırıp oturdukları kata
doğru bakınca birden kalp atışları hızlandı: "İşte
hayatımın fotoğrafı" dedirtecek bir kare karşısında
duruyordu. Hemen arkasından insan yönü ağır basınca
fotoğrafçılık refleksiyle kamerasına giden elini
çekti. İlk anda pencerenin dışında duran kadını
tanıyamamıştı. Ayşe olduğunu anlayınca çılgına
dönmüş gibi bağırmaya başladı: "Ayşeeee… sakın
yapma… gir içeri… N'olur vazgeç… Ayşeeee duyuyor
—9—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
musun?"
Ayşe apartmanın beşinci katındaki pencerenin dış
eşiğinde ayakta duruyordu. Ufukta sabit bir noktaya
bakıyordu sanki. Sol eliyle açık pencerenin
çerçevesine tutunarak dengesini sağlıyordu.
Kafasını oynatmadan gözlerini aşağı döndürerek
seslenenin kim olduğunu anlamaya çalıştı ve "Atilla
sen misin?" dedi.
"Evet benim. Yukarı geliyorum. Lütfen vazgeç, içeri
gir."
"Tamam gel, açıyorum kapıyı" dedi Ayşe ve küçük
adımlarla ilerleyerek pencereden içeri girdi.
Atilla rahat bir nefes aldı ve üst katlarda duran
asansörün gelmesini beklemeden basamakları üçer
üçer atlayarak beşinci kata çıktı. Ayşe kapıyı
açmış bekliyordu.
Atilla, içeri adımını atar atmaz nefes nefese
sordu:
"N'apmaya çalışıyordun? İntihar mı edecektin?"
"Bilmiyorum. Belki intihar denemesi denebilir.
Ölüme yakın hissetmek, yaşamla ölüm arasında gidip
gelmek nasıl bir şeydir bakıyordum. Henüz cesaret
edememiştim. Yalnızca kendimi sınıyordum yapabilir
miyim diye."
"Neden gerek duydun buna?"
"Başıma gelenleri bir bilsen."
"Anlatmak istersen dinlerim."
"Peki, hadi gir içeri, oturalım. Bir şey içer
misin?"
*******************
Hasan, Atillaların geldikleri akşam, yatmadan hemen
—10—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
önce pikabının kırık iğnesini kafasıyla birlikte
söküp, son derece şık bir mücevher kutusu
görünümündeki dışı ahşap oyma, içi kırmızı kadife
ve saten kaplı kutusuna yerleştirip çantasına
koymuştu.
Ertesi gün öğle arasında, kırık iğneyi kutusuyla
birlikte cebine atıp ofisinden çıktı. SupraUltra
Audio'ya gitmeden önce yakındaki AVM'deki İtalyan
lokantasına girdi ve boş bir masaya oturdu. Bir
pizza yiyip kalkacaktı. Garsonu beklerken, gözü yan
masada karşı çaprazda oturan kadına takıldı. Yapılı
sarı saçlı, muhtemelen yapılı göğüslü, bol
makyajlı, gösterişli bir sahne sanatçısını
andırıyordu. Pek tipi sayılmazdı ama gözü kayıyordu
ister istemez. Hasan çapkın değildi, karısını
aldatmayı
aklından hiç geçirmemişti. Bir arkadaşı
başka bir kadına bakarken karısı tarafından
uyarılınca: "Yemek zorunda değilim ama menüye
bakabilirim" demişti.
Bu benzetme Hasan'a 'girmeyi
hiç düşünmediği bir lokantanın sokağa asılı
menüsünü incelemek' şeklinde uyarlanabilirdi.
Garsona deniz mahsullü pizzasını sipariş edip
beklerken pantolonunu geren gösterişli iğne
kutusunu cebinden çıkartıp masanın üzerine koydu.
Biraz sonra, yan masadaki kadın kendisine
"Nişanlınız çok şanslı olmalı" türünden bir laf
atmıştı galiba. Ne dediğini tam anlayamamıştı.
"Pardon, çok iyi anlayamadım" dedi.
"Mücevher kutusunun ihtişamına bakılırsa,
nişanlınız çok şanslı olmalı" diye tekrar etti
kadın.
Hasan biraz geç intikalle: "Oooo, haaaa, bunu
—11—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
kastediyorsunuz galiba" dedi ve kutuyu avucunun
içine aldı.
"Tabii ki onu kastediyorum, kim bilir ne müthiş bir
şey vardır içinde."
Hasan gülmeye başladı ve: "Hiç sandığınız gibi
değil" dedi.
"Ya nedir?"
"Bir pikap iğnesi, bakın göstereyim" dedi. Kalkıp
kadının yanına gitti ve kutunun kapağını açtı.
"Ayol bu ne böyle?"
Birlikte kutunun içine bakıyorlardı ki, Hasan
omuzunun sırt tarafında bir el hissetti. İri el
önce onu geri doğru çekti, sonra yüz seksen derece
döndürdü, diğer el yakasına yapıştı ve saliseler
sonra burnunun üzerine inen kafa darbesinin verdiği
korkunç acıyla bilincini kaybetti.
*************************
Ayşe çay yaparken seslendi:
"İnternette bir sürü intihar sitesi olduğunu
biliyor muydun?"
"Hayır, nereden bileyim."
"Neler var neler! Farklı yöntemler, en garantili
olanlar, acılılar, acısızlar, her bir yöntemin ölüm
oranları, ne istersen var."
"İnanılır gibi değil. Oturup inceledin galiba?"
"Doğumumuza karar veremiyoruz ama istersek
sonumuzun kendi elimizde oluğunu bilmek rahatlatıcı
değil mi? Bir tür özgürlük hissi."
"Öyle diyorsan öyledir ama bildiğim kadarıyla
yalnızca depresyonda olan veya psikozu olan bir
kişi intihar edebiliyor, normal, sağlıklı bir kafa
—12—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
böyle bir karar veremiyor."
"Ben de o yüzden atlayamadım zaten."
"Peki anlat bakalım neden böyle bir işe giriştin."
"Belki inanmayacaksın ama benim Hasan'ın bir
sevgilisi varmış. AVM'deki İtalyan lokantasında
kadına aldığı mücevheri verirken kocası çıkagelmiş
ve Hasan'ı hastanelik etmiş. Adam bununla da
yetinmeyip hastaneye gitmiş ve Hasan'ın
kayıtlarından benim telefonumu bulmuş. Beni arayıp
olup biteni anlattı. Hasan'ın burnunu kırmış ama
peşini bırakmayacağım diyor. Tam bir rezalet!"
"İnanılır gibi değil!"
"Sonra Hasan burnu sarılı bir durumda eve geldi ve
bana çok farklı bir hikaye anlatmaya kalktı ama
inanmadım tabii."
"Eeee, ne yaptın peki?
"Eve almadım, topla eşyalarını git dedim. Küçük bir
valiz yapıp gitti. Şimdilik bir otelde kalıyormuş.
Sonra birkaç kez telefonla aradı ama konuşmadım.
Yakında ayrılırız. Hepsi bu. Çok kötü hissediyorum
tabii. Bu kadar senelik birliktelik,
alışkanlıklarımız, en güvendiğin insan tarafından
aldatılıyor olmak… Ayrılık fikrine henüz
alışamadım."
"Ve ölmek istedin."
"Evet."
"İnan hiç değmez, çok gençsin, güzelsin, bir
mesleğin var, daha kimler gelir geçer. İnişler,
çıkışlar, dayanma gücümüzün azaldığı zamanlar da
oluyor tabii ama hayat yine de yaşamaya değer.
Hayat bize verilmiş bir ödül."
"Aman ne ödül, ne ödül!"
"Neyse, iyi olmaya bak, ben tekrar geleceğim, yine
—13—
kirik_igne - 9/3/13 - 4:15 PM
sohbet eder dertleşiriz, olur mu?"
"Tamam olur."
"Hadi hoşçakal."
"Hoşçakal."
—14—

Benzer belgeler