Türkiye`nin Nükleer Altyapısının Emniyetini Etkili Bir Biçimde

Transkript

Türkiye`nin Nükleer Altyapısının Emniyetini Etkili Bir Biçimde
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 51
Türkiye’nin Nükleer
Altyapısının Emniyetini
Etkili Bir Biçimde Sağlama
Kabiliyetinin Değerlendirmesi:
Şeffaflık ve Bütünleşik Bir
Yaklaşıma Olan İhtiyaç
Ahmet K. Han
Rektör Danışmanı ve Fakülte Üyesi, Kadir Has Üniversitesi
Yönetim Kurulu Üyesi, EDAM
Mitat Celikpala
Dekan, Sosyal Bilimler Yüksek Okulu, Kadir Has Üniversitesi
Doruk Ergun
Araştırma Görevlisi, EDAM
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 52
GİRİŞ
Türkiye, nükleer enerjiye geçiş için adımlar atmaktadır; bunların sonuncusu
Akkuyu nükleer güç santralinin (NGS) çevresel etki değerlendirmesinin
onaylanması ve böylece tesisin inşasının yolunun açılmış olmasıdır. Bununla
birlikte, nükleer enerji fırsatların yanı sıra riskleri de beraberinde getirmektedir
ve Türkiye’nin, gelecekteki nükleer altyapısının ve bağlantılı operasyonlarının
güvenliğini sağlamak için sağlam bir çerçevesi mevcut değildir.
Kazalar, sabotaj, terör saldırıları ve işletmedeki beklenmeyen aksaklıkların hepsi
insani, ekonomik, ticari ve politik maliyetlere, ayrıca bir prestij kaybına yol
açmaktadır. Bu olaylar zinciri, ülkenin kredi notunun düşmesine yol açabilir ve
konumu ne kadar stratejik ve enerji kaynakları ne kadar zengin olursa olsun, ev
sahibi ülkenin diğerlerinin gözündeki çekiciliğini azaltabilir. Bu nedenle, kritik
elektrik altyapısının (KEA) ve özellikle nükleer santrallerin güvenliği ve emniyeti,
enerji arzının ve talebinin güvenliği kadar önemlidir, çünkü her ikisini de doğrudan
etkileyebilir. Türkiye, nükleer tesislerinin emniyetini yeterli şekilde sağlamak için,
hem genel olarak KEA’nın hem de özel olarak nükleer santrallerin korunmasına
yönelik çok katmanlı ve bütünsel bir çerçeveyi yürürlüğe koymak zorundadır.
Bu çalışma, Akkuyu’yu bir vaka çalışması olarak ele alarak, Türkiye’nin
nükleer altyapısına yönelik olası tehditleri değerlendirmeyi ve bu kritik varlığın
korunmasına yönelik müdahale kabiliyetlerinin yanı sıra, halihazırda oluşturulmuş
olan yasal ve düzenleyici çerçeveyi analiz etmeyi hedeflemektedir. Bu amaçla,
çalışmada ilk olarak kritik enerji altyapısının fiziki güvenliğine yönelik olarak
uluslararası düzeyde oluşturulmuş çerçeveler analiz edilecek, ardından Türkiye’nin
kritik ve nükleer altyapı güvenliğine ilişkin politikaları değerlendirilecek ve son
olarak mevcut çerçeveyi iyileştirmeye yönelik tavsiyeler sunulacaktır.
Kritik Enerji Altyapısının Fiziki Güvenliğinin Yapı
Taşları
KEA’nın fiziki güvenliği çeşitli öngörülebilir, insan kaynaklı ve - doğal afetler
benzeri kestirilemez ve önlenemez mücbir sebepler gibi - öngörülemez faktörlere
bağlıdır. Bu faktörlerin çokluğu ve bazılarının öngörülemez nitelikte olması,
karmaşık ve etkili güvenlik sistemlerinin oluşturulmasını gerektirir. Yerleşim
alanlarına yakın nükleer tesisler, rafineriler ya da boru hatlarında hem inşaat hem
de işletme aşamaları sırasında yangın, kazalar, kasıtlı saldırılar ve çeşitli teknik ve
fiziki sorunlar ile karşılaşılabilir, bu nedenle proje aşamasından başlayıp işletme
aşaması boyunca devam eden süre boyunca kesintisiz olarak KEA’nın güvenliğinin
sağlanması bir mecburiyet haline gelmektedir.
KEA tesislerinin ve sistemlerinin güvenliğine karşı güncel ve muhtemel tehditlere
yönelik çözümler tasarlanırken, yasal, teknik ve idari hususları da barındıran çok
boyutlu bir yaklaşımın izlenmesi gerekir. Farklı kurumların bir arada çalışması
ve uluslararası işbirliği bunu mümkün kılmanın elzem bir boyutudur. Kritik
altyapının güvenliğini sağlamak için, ilgili makamların meseleyi benimsemesi,
yasal bir zemin oluşturması ve politikanın farklı kısımlarına göre sorumlulukları
dağıtması ve bu çabalara eş zamanlı olarak öncülük etmesi gereklidir. Tehdit
ortamı sabit olmadığı ve zaman içerisinde değiştiği için, KEA’ya ve ilgili tesislerin
muhtemel güvenlik açıklarına yönelik tehditler sürekli olarak değerlendirilmelidir.
Müdahale mekanizmaları teknolojik gelişmelere göre şekillendirilmeli, en iyi
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 53
uygulamalar benimsenmeli ve tatbik edilmelidir. Ayrıca, elektronik sistemler
KEA’nın hem işletilmesinde hem de güvenliğinin sağlanmasında çok önemli
hale geldiğinden, elektronik sistemlere yönelik siber tehditler konusunda hem
yerel hem de uluslararası farkındalık arttırılmalıdır. KEA’nın işletilmesinin ve
güvenliğinin tüm boyutlarında insan etkeni de mevcuttur ve bu durum, gereken
şekilde eğitilmiş ve deneyimli bir iş gücü gerektirir. Hem kamu sektörü hem
de özel sektör KEA’da paydaştır, bu itibarla, söz konusu tesislerin sorunsuz ve
güvenli işleyişini sağlamak için düzenli olarak işbirliği yapmaları gereklidir.
KEA ile İlgili Uluslararası Kuruluşlar ve İşbirliği
Çerçevesi
Türkiye nükleer emniyet ve silahların yayılmasını önleme düzenlemelerinin
olduğu gibi, kritik altyapı güvenliğiyle ilgilenen uluslararası düzenlemelerin de
bir parçasıdır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Bakanlar Kurulu,
Kasım 2007’de Madrid’te yapılan on beşinci toplantısının ardından, “Kritik
Enerji Altyapısının Terör Saldırılarından Korunması” başlıklı 6/07 sayılı Kararı
yayınlamıştır. 2006 yılında kabul edilen BM Küresel Terörle Mücadele Stratejisi’ni
ve G8 Küresel Enerji Güvenliği Eylem Planı’nda olduğu gibi AGİT de üyelerine
ulusal düzeyde tüm gerekli önlemleri almaları, KEA’ya yönelik artan terör saldırısı
tehdidinin üzerine eğilmeleri ve üye ülkelere işbirliği yapmaları ve önlemlerini
koordine etmeleri çağrısında bulunmuştur. Ayrıca Genel Sekretere, ilgili uluslararası
kuruluşlar ile işbirliği olanakları araması ve devam eden faaliyetleri tekrarlamadan
en iyi uygulamaların paylaşılmasını kolaylaştırması görevini vermiştir.1
AGİT, 2010 yılında Viyana’da düzenlenen Nükleer Olmayan Kritik Enerji
Altyapısının Terör Saldırılarından Korunması Hakkında Kamu-Özel Uzman
Çalıştayı gibi çabaların ışığında, Nükleer Olmayan Kritik Enerji Altyapısının
(NNCEIP) Siber-uzaydan Kaynaklanan Tehditlere Odaklanan Terör Saldırılarından
Korunması Hakkında İyi Uygulamalar Kılavuzu’nun yayınlanmasına olanak
sağlamıştır. Kılavuz, üye devletlerden kamu ve özel sektör uzmanları ile NATO ve
Avrupa Birliği’nden (AB) uzmanların işbirliği ile Mart 2013’te yayınlanmıştır.2
Konuya NATO da ilgi göstermiştir, bunun bir örneği Güvenliğin Sivil Boyutuna
İlişkin Parlamenter Asamblesi Komitesi’nin 2007 senesinde yıllık oturum raporu
olan “Kritik Altyapıların Korunması” raporunun yayınlanmasıdır.3 Müttefikler,
bir yıl sonra yapılan Bükreş Zirvesi’nde, 2010 Stratejik Konsepti ile birlikte,
Yeni Güvenlik Sorunları Birimi’nde yer alacak Enerji Güvenliği Bölümü’ne
dönüşecek süreci başlatan “NATO’nun Enerji Güvenliğindeki Rolü” raporunu
yayınlamışlardır. Bükreş Zirvesi’nin ardından, “kritik enerji altyapısının ve nakil
alanları ve hatlarının korunması, ortaklar ile işbirliği ve stratejik değerlendirmeler
ile beklenmedik durum planlaması temelinde Müttefikler arasında istişareler
dahil olmak üzere” enerji güvenliğine katkı sağlayacak bir kapasite geliştirilmesi,
İttifak’ın hedefleri haline gelmiştir.4 Ayrıca 2012 yılında, NATO Enerji Güvenliği
Mükemmeliyet Merkezi Litvanya’da akredite edilmiştir.
Bu çabalar, NATO’nun siber güvenlik sağlamaya ve Müttefikler arasında siber
savunma konusundaki işbirliğini geliştirmeye yönelik gittikçe daha iddialı hale
gelen programları ile desteklenmektedir. İttifak, 2014’teki Galler Zirvesi’nde, yeni
bir Geliştirilmiş Siber Savunma Politikası’nı yürürlüğe koymuştur. Yeni politika
uyarınca, üye bir devlete yapılan siber saldırılar, müşterek meşru müdafaa görevi
olarak kabul edilmektedir. Bu saldırıların, Müttefikler’in Madde V (müşterek
müdafaa) altındaki taahhütlerinin işletilmesini gerektirip gerektirmediğine,
duruma göre karar verilecektir. Yeni NATO stratejisi ayrıca NATO Endüstri Siber
Ortaklığı, NATO siber saha (cyber range) kabiliyetlerinin geliştirilmesi ve AB
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 54
gibi uluslararası kuruluşlar ile işbirliği yapılması yoluyla endüstriler ile artan
işbirliğine bağlılık vurgusu yapmaktadır.5
UAEA ve Nükleer Emniyet
Küresel ölçekte nükleer altyapı güvenliği ve standardizasyonu konusunda
çalışan başlıca uluslararası kuruluş Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’dır (UAEA).
Bütünleşik bir yaklaşım kavramı, UAEA’nın çerçevesinin temelini oluşturmaktadır.
UAEA, nükleer emniyeti, “nükleer ya da diğer radyoaktif maddeler ya da bunların
bağlantılı tesisleri ile bağlantılı hırsızlık, sabotaj, izinsiz erişim, yasadışı aktarım
ya da diğer kötü niyetli faaliyetlerin önlenmesi ve tespiti ve bunlara müdahale
edilmesi” olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle ‘fiziki koruma’, nükleer emniyet
konusunda nükleer güvenlikte olduğundan daha büyük bir role sahiptir.
UAEA literatürü, nükleer emniyet kültürünün, kurumun temelinde yatan tema
olduğunu önermektedir. UAEA’ya göre, nükleer emniyet kültürü “bireyler,
kuruluşlar ve kurumların, nükleer emniyeti desteklemek ve geliştirmek için bir yol
görevi gören özellikleri, tavırları ve davranışlarının birleşimi... Nükleer emniyet
kültürünün temelini, muteber bir tehdit bulunduğunun ve nükleer emniyetin önemli
olduğunun kabul edilmesi oluşturur.” şeklinde tanımlanmaktadır Böyle bir kültürün
oluşturulması “nihai olarak bireylere bağlıdır: politika yapıcılar, düzenleyiciler,
yöneticiler, çalışanlarlar - ve belli bir dereceye kadar - vatandaşlar... Bir nükleer
emniyet kültürü kavramı - ve teşvik edilmesi ile geliştirilmesi - uluslararası rehberlik
oluşturulması ve kamu sektörü ile özel sektör de dâhil olmak üzere ilişkili her
kesimin farkındalık düzeylerinin arttırılması hedefiyle düzenlenir”.6
UAEA, nükleer emniyet ve güvenlik kültürü anlayışı temelinde, kapsamlı bir
nükleer emniyet rejimi kurulmasını istemekte ve böyle bir rejimin oluşturulmasına
yönelik küresel standartları geliştirmeyi amaçlamaktadır. Kurumun görüşüne
göre, “Bir nükleer emniyet rejimi, aşağıdakileri içeren bir dizi unsuru ve faaliyeti
kapsar: mevzuat ve düzenlemeler; istihbarat toplama; radyoaktif maddelere ve
ilgili yerlere ve tesislere yönelik tehditlerin değerlendirmesi; idari sistemler; çeşitli
teknik donanım sistemleri; müdahale kabiliyetleri ve risk hafifletme faaliyetleri.”7
Böylesi kapsamlı, küresel bir rejimin oluşturulması öncelikle devletlerin
sorumluluğuna girmektedir; ancak aynı zamanda, hükümetlerin nükleer
endüstri ile işbirliği yapmasını da gerektirmektedir. İlişkilerin karmaşık yapısı ve
uluslararası işbirliğinin kaçınılmazlığı, UAEA’yı nükleer güvenliğe ve emniyete
yönelik riskleri dört grup halinde sınıflandırmaya sevk etmiştir: emniyet riskleri,
üretim ve işletme ile ilgili riskler, ticari ve mali riskler ve stratejik riskler. Oak Ridge
olayı, nükleer santrallere yönelik fiziki emniyet risklerini ele almak için bütünleşik
bir yaklaşımın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Emniyet Kültürü ve İnsan Faktörü: Y-12 Oak Ridge
Örneği
Nükleer emniyet konularında sorumluluk daha çok hükümete ve düzenleyici
makamlara aittir; bu da düzenlemeleri ve bunların uygulanmasını, nükleer altyapı
emniyetinin en önemli boyutu haline getirmektedir. Amerika Birleşik Devletleri
muhtemelen dünyadaki en donanımlı düzenleyici yapıya sahiptir. Yalnızca
ABD Nükleer Düzenleme Komisyonu bile yaklaşık 3.900 çalışana ve 1 milyar
doların üzerinde bir bütçeye sahiptir. Enerji Bakanlığı tarafından çıkarılanlar gibi
federal yönetmelikler ve ABD Deniz Kuvvetleri’nin yönetmelikleri gibi askeri
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 55
yönetmelikler, Amerika Birleşik Devletleri’nin nükleer düzenleme kabiliyetlerini
daha da arttırmaktadır.8
Ancak bunların tümü, biri 83 yaşındaki bir rahibe9 olmak üzere hepsi 50 yaşın
üzerindeki üç protestocuyu, Temmuz 2012 tarihinde dış çeper güvenliğini
aşarak Y-12 Oak Ridge Ulusal Güvenlik Kompleksi’ndeki Yüksek Oranda
Zenginleştirilmiş Uranyum Materyalleri Tesisini çevreleyen alana erişmekten
alıkoyamamıştır. Y-12 kompleksinin daha önce ABD’deki en güvenli tesislerden
biri olarak kabul edilmekteydi; tesisin güvenliği için sadece o yıl için 150 milyon
doların harcandığını belirtmekte fayda vardır.10
ABD Enerji Bakanlığı’nın olayla ilgili soruşturması, tesisin güvenlik personeli ve
yönetiminin “...alarmlara müdahale etmede yetersizlik... telafi edici önlemlere aşırı
güven, emniyet protokollerini anlamama [ve] zayıf iletişim” sergilediğini ortaya
koymuştur.11 Aslına bakılırsa, protestocular tesis bekçisinin aracına yaklaşmış ve
bekçi onları fark etmeden önce kendileri “teslim” olmuşlardır; bunun ardından
bekçi, protestocuların “başıboş dolaşmalarına ve sırt çantalarından çeşitli eşyalar
çıkarmalarına”12 izin vermiş ve bir güvenlik şefi olay yerine geldikten sonra bile
bölgeyi emniyete almak için herhangi bir önlem almamıştır. Ayrıca, emniyet
donanımının bakımı ve onarımı zamanında tamamlanmamış ve bunların
yokluğunun nükleer tesisin emniyeti üzerindeki toplam etkisi pek dikkate
alınmamıştır. Sorun; bakım, onarım ve risk yönetimi maliyetlerinin telafi edici
önlemlere aşırı güvenilmesine ve donanımın hiç onarılmamasına yol açabilecek
olması ihtimali ile daha da kötüleşmiştir.13 Denetleme süreci, “üç ayda bir
hazırlanan saha ofisi raporları, yüklenicilerin kendi yaptıkları değerlendirmelerin
sonuçlarına dayalı olduğundan” bu eksiklikleri belirlemede başarısız olmuştur.14
Y-12 olayı, nükleer tesislerin emniyetini sağlamanın hiç durmayan bir operasyon
olduğunu açıkça hatırlatmaktadır. Hem emniyet önlemlerinin hem de beklenmedik
durum planlarının zamanında denetlenmesi, sınanması ve güncellenmesi
gereklidir. Ayrıca denetleyicinin teknik kapasitesi ve bağımsızlığı da çok önemli
hususlardır, nitekim bu olay sadece yüklenicinin kendi yaptığı değerlendirmelere
ve emniyet önlemlerine güvenmenin yeterli olmayacağını açıkçagöstermektedir..
2012-2014 yılları arasında ABD’nin nükleer cephaneliğinin nasıl korunduğu
konusunda yapılan bazı incelemeler önemli sorunlar olduğunu ortaya
çıkarmıştır; bu sorunların arasında patlama kapılarının açık bırakılması15, sertifika
sınavlarındaki bir kopya çekme skandalı16 ve personelin uyuşturucu kullanması
da bulunmaktadır17. Tüm bunlar, emniyet önlemleri ne kadar sağlam olursa olsun,
insan faktörünün nükleer tesislerin emniyetinin sağlanmasının önemli bir parçası
olduğunu ve nükleer santrallerin insan hatalarına karşı bağışıklığı olmadığını
gözler önüne sermektedir. Yetkin personel çalıştırılması, bu personelin uygun
şekilde eğitilmesi ve performanslarının düzenli olarak ve sıkı bir biçimde gözden
geçirilmesi, nükleer santrallerin emniyetini sağlamanın elzem parçalarıdır.
Benzer şekilde insan faktörü, en alt seviyedeki işletmeci ve personelden, en üst
seviyedeki düzenleyicilere ve karar vericilere kadar uzanan emniyet kültürü
çatısının en önemli parçasıdır. Her bir bireyin amelleri ve görevleri tabiatı
itibariyle diğerlerininkinden farklı olabilecek olsa da, işletimin genel çerçevesi
içindeki her bir birey emniyet ile ilgili ortak değerler ve uygulamalar konusunda
eğitilmeli ve bunlara uymaları teşvik edilmelidir. Bu değerler ve uygulamalar,
emniyet konularına iştirak etmeyi ve bu konularda sorumluluk almayı, hem
içerideki hem de dışarıdaki kişiler ile hassas bilgileri paylaşırken dikkatli olmayı,
endişe uyandıran davranışları ve faaliyetleri zamanında bildirmeyi ve koruyucu
önlemlere uymayı içermektedir, ancak bunlarla sınırlı değildir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 56
TÜRKİYE’DEKİ KRİTİK ENERJİ
ALTYAPISI
Nükleer altyapının emniyeti, Türkiye için nispeten yeni bir gündem maddesidir.
Mevcut ve planlanan petrol ve doğal gaz boru hattı projeleri, kritik elektrik
altyapısının (KEA) emniyeti konusunu, ulusal tartışmaların ön sıralarına taşımıştır.
Bölgesel istikrarsızlık ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK) gibi terör örgütlerinin olası
saldırıları nedeniyle KEA’ya yönelik tehditler, öncelikle petrol ve doğal gaz boru
hatlarının emniyetini bir endişe konusu haline getirmiştir.
PKK, 5 Ağustos 2008 tarihinde, Erzincan ilinin Refahiye ilçesi yakınında BaküTiflis-Ceyhan boru hattına saldırarak sadece nakliye gelirlerinde günlük 5 milyon
dolar tahmini bir zarar yol açtığını iddia etmiştir. Bununla birlikte daha yeni
iddialar, bu emniyet ihlalinin suçlusu olarak Rusya kaynaklı bir siber saldırıya
işaret etmektedir.18 Bu acil sorunlara rağmen Türkiye, çoğu kesimin ülkenin
emniyet sistemindeki en temel eksikliklerden biri olduğunu öne sürdüğü tamamen
bütünleşik bir KEA güvenlik ve emniyet çerçevesini henüz benimsememiştir.
Türkiye, kritik ulusal altyapıyı (KUA) tanımlamak ve başlangıçta Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve daha yakın zamanda Başbakanlık
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından öncülük edilen
kapsayıcı bir siber güvenlik politikası konusunda ilerleme kaydetmek için çaba
göstermiştir.19 Bu çabalar şu ana kadar, KUA’nın savunulması için kapsamlı bir
strateji oluşturulması bir yana, KUA’nın açık bir tanımını dahi yapmamıştır. Bu
nedenle Türkiye bu konuda Avrupalı ve okyanus ötesi emsallerinin gerisinde
kalmaya devam etmektedir. Yine de bu durum, doğru kullanılması halinde
Türkiye’ye, diğer ülkelerin deneyimlerini ve en iyi uygulamalarını bir araya
getirme ve sağlam politikalar hazırlamak için bunları Türkiye’ye özgü coğrafi,
sosyal ve çevresel koşullar ile birleştirme fırsatı sağlayabilir.
Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından
hazırlanan bir tavsiye raporu, kritik altyapıyı aşağıdaki şekilde tanımlamaktadır:
“zarar görmesi ya da işlevsiz hale gelmesi durumunda ekonomik, ticari, siyasi
ve sosyal hayatın normal seyrinde ciddi aksama ve sorunlara yol açacak,
toplumsal düzeni ve ulusal güvenliği aksatacak tesis ve sistemler (unsurlar)”20.
Kritik altyapı ile ilgili modern ve kapsamlı bir düzenlemenin yürürlüğe konmasına
yönelik ilk adım Mart 2009’da, Başbakanlık himayesindeki e-Mevzuat Çalışma
Grubu tarafından atılmıştır. Çalışma grubu, 7 Ağustos 2009 tarihinde “e-Devlet
ve Bilgi Toplumu Kanun Tasarısı Taslağı”nı hazırlamıştır. Bu belgede kritik altyapı
ve kritik bilgi altyapısı terimleri doğrudan geçmemiş olmakla birlikte, kanun
taslağı kritik bilgi sistemini tanımlamakta, ancak daha ötesine geçmemektedir. 2013
yılında, kritik ulusal altyapının daha kapsamlı bir tanımı, Siber Güvenlik Kurulu
tarafından, 25 Mart 2013 tarih ve 2013/4890 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca
yürürlüğe giren “Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve 2013-2014 Eylem Planı”nda
oluşturulmuştur. Kritik altyapı, tavsiye belgesine benzer şekilde, aşağıdaki şekilde
tanımlanmaktadır:
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 57
İşlediği bilginin gizliliği, bütünlüğü ya da erişilebilirliği bozulduğunda,
- Can kaybına,
- Büyük ölçekli ekonomik zarara,
- Ulusal güvenlik açıklarına veya kamu düzeninin bozulmasına
yol açabilecek bilişim sistemlerini barındıran altyapılar.21
Bu düzenlemelerin oldukça taze ve kritik altyapıya yönelik tehditleri ele alma
fikrinin yeni olduğu dikkate alındığında, Türkiye’deki kritik altyapı unsurları
hakkında geniş ve kapsamlı bir politika oluşturulması halen emekleme aşamasında
olduğu görülmektedir.
1981 yılında onaylanan ve 1983 yılında yürürlüğe giren 2565 sayılı “Askeri
Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu”, dolaylı olarak kritik altyapıların
korunması ile ilgilenen ilk düzenleme olarak görülebilir.22 Bu kanundaki
21. madde, askeri yasak bölgeleri ve güvenlik bölgelerini ayrıntılı olarak
listelemektedir. Dâhil edilen bölgeler, “yurt savunmasına veya yurt ekonomisine
önemli ölçüde katkıda bulunan ve kısmen dahi tahripleri veya geçici bir zaman
için faaliyetten alıkonmaları halinde milli güvenlik veya toplum hayatı bakımından
olumsuz sonuçlar doğurabilecek kamu veya özel kuruluşlara ait” bölgelerdir.23
Yönetmelikte kullanılan terminoloji, kritik altyapılar ve bunların güvenliği için
standart bir tanım kümesi sağlayabilirdi. Bu yasa Genelkurmay Başkanlığı’na ve dolayısıyla devlete - bu bölgeleri kurma ve kaldırma yetkisi vermektedir. Söz
konusu kanunun konunun sadece askeri ve güvenlik yönlerine odaklanması ve
süreç içindeki diğer aktörlere sadece kısıtlı bir rol vermesi, başlıca noksanıdır.
Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı ve Nabucco doğal gaz boru hattı gibi çok uluslu
projeler, Türkiye’nin KEA’sının güvenliğinin, standart düzenlemeler yerine belirli
bir proje için tasarlanmış duruma özel uluslararası antlaşmalar ile düzenlendiğini,
bunun ise yetkilerin ve sorumlulukların dağıtılmasında farklı ölçütlerin
uygulanmasına yol açtığını göstermektedir.
Bu durum, usullerde ve kurumsal kültürde benzerliklerin geliştirilmesini
sağlayacak eşgüdümlü çabaların yokluğuna delalet etmektedir. Mevcut
teşkilat yapısı içinde özellikle bu konu ile ilgilenen özel bir organın ya da
birimin bulunmaması belirsizlik yaratmakta ve sayıca artmakta olan KEA
unsurlarınıngüvenliğini ve emniyetini tehlikeye atmaktadır. Nükleer enerjinin
Türkiye’nin enerji karışımına dâhil edilmesi kuşkusuz ilgili zorlukların artmasına
neden olacak ve kapsamlı ve eşgüdümlü bir çaba gereksinimini kaçınılmaz
hale getirecektir. Politika planının bütünleşik bir çerçeveye odaklanması
gerekmekle birlikte, KEA’nın güvenliğini sağlamaya yönelik bir strateji, nükleer
altyapının özelliklerini de dikkate almalıdır. Nükleer enerjinin kendine özgü
yönleri, konu ile ilgilenen kurumlar genelinde kapsamlı bir nükleer güvenlik ve
emniyet kültürünün benimsenmesini gerektirmektedir. UAEA, nükleer emniyet
kültürünün, “muteber bir tehdit bulunduğunun ve nükleer emniyetin önemli
olduğunun kabul edilmesini” gerektirdiğinin altını çizmektedir.24 Kurum ayrıca,
emniyetin fiziki ve siber boyutlarını eş zamanlı olarak dikkate alan “bütünleşik bir
yaklaşım” gerekliliğini vurgulamaktadır.
Türkiye, 1959 yılında Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezindeki
(ÇNAEM) TR-2 Araştırma Reaktörünün kurulmasından bu yana nükleer emniyet
ve güvenlik konularında kayda değer ölçüde bilgi ve deneyim edinmiştir.
ÇNAEM, Ulusal Radyasyon Acil Durum Eylem Planı Taslağına göre radyasyon
acil durumu açısından tehlike sınıflandırmasında 2. kategoride yer almaktadır..25
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 58
Ancak Türkiye, büyük ölçekli nükleer enerji konusunda deneyime sahip değildir.
Örneğin Akkuyu Nükleer Santrali (NGS), aynı taslak plana göre 1. kategori
olarak belirlenmiştir.26 Türkiye, bu deneyim eksikliğini telafi etmek için adımlar
atmadıkça, –sahipleri ekseriyetle uluslar arası olan boru hattı şebekelerine,
hidroelektrik santrallerine ve mevcut rafinelerine dayanan saha içi ve saha dışı
KEA emniyeti konusundaki uzmanlığına güvenmesi gerekecektir. Yine de bu
yaklaşım, nükleer santrallerin emniyetini sağlamanın kendine özgü zorluklarını
dikkate alamayacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin kabiliyetlerini geliştirmek için
en iyi yaklaşım, Türkiye’nin kendi kurallarını oluşturmak için bir temel olarak
uluslararası en iyi uygulamalardan yararlanmasıdır.
Nükleer Altyapının Fiziki Güvenliği ve Emniyetine
İlişkin Mevcut Düzenlemeler: Akkuyu ve Sinop
Mevcut düzenlemeler uyarınca, kritik ulusal altyapının saha içi fiziki güvenliği,
7 Ekim 2004 tarihinde kabul edilen Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun’da
belirtildiği gibi özel güvenlik şirketleri tarafından sağlanacaktır.27 Bu kanuna
göre, bireyler ya da şirketler güvenlik şirketleri kiralayabilir ya da özel güvenlik
komisyonu tarafından karar verilmesi ve vali tarafından onaylanması durumunda
güvenlik birimleri kurabilir. Özel güvenlik komisyonları, vali yardımcısının
başkanlığı altında her bir ilde kurulacak komisyonlardır. Komisyonun üyeleri
şunlardır: il emniyet müdürü, il jandarma komutanı, ticaret odası temsilcileri ve
sanayi odası temsilcileri. Bir şirketin hem kendi içinde güvenlik birimleri kurması
hem de bir güvenlik şirketi kiralamasının önünde herhangi bir yasal engel yoktur.
Asgari personel miktarını ve özelliklerini, silahları, ekipmanı ve gerekirse diğer
teçhizata dayalı güvenlik önlemlerini belirleme yetkisi özel güvenlik komisyonuna
aittir.
Genel olarak kritik ulusal altyapının saha içi güvenliği, Türk güvenlik güçlerinin
teknoloji, istihbarat ve özel kuvvetler unsurları ile işbirliği içinde sağlanmaktadır.28
Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma ve Emniyet Genel Müdürlüğü saha dışı
güvenlik sağlayabilir ve saha içi güvenlik önlemlerini denetleyebilir, ancak özel
düzenlemeler mevcut olmadığı sürece, bu kurumların yetkisi özel kurumlara ait
tesislere saha içi güvenlik sağlanmasını kapsamamaktadır.
Halihazırdaki koşullarda Akkuyu ve Sinop santrallerini inşa eden şirketler,
kendi güvenlik önlemlerine kendileri karar vereceklerdir. Büyük olasılıkla, saha
içi güvenlik sağlayıcısı olarak bir şirket kiralayacaklardır. Bu karar, Türkiye’nin
nükleer düzenleyicisi olan TAEK, proje şirketinin kendisi ve Türk güvenlik güçleri
tarafından onaylanacak ve denetlenecektir.29 Mevcut kabiliyetleri göz önünde
bulundurulduğunda TAEK’in denetlemeler için de Türk güvenlik güçlerinin
varlıklarına ve uzmanlığına itimat etmesi muhtemeldir. Politika çevrelerinde,
denetlemelerin yapılmasına dair usullerin oluşturulması ve sorumlulukların
paydaşlar arasında hatları net bir şekilde dağıtılması adımlar atılmaya devam
etmektedir. Kurumların farklı öncelikleri olabileceği ve bu nedenle birbirleriyle
çelişen denetleme değerlendirmeleri yapabilecekleri dikkate alınırsa, paydaşlar
arasında bir “komuta zinciri” olmaması durumunda, proje şirketinin kimin
kriterlerine uyması gerektiği ile ilgili sorunlar bir ihtilaf kaynağı olabilir. Bu
tür sorunları her seferinde eldeki duruma göre çözmeye çalışmak bürokratik
çekişmeler nedeniyle gecikmelere yol açabileceğinden, ilgili kurumlar için
hiyerarşik bir yapı ve belirgin sorumluluk alanları oluşturulması daha yeğdir.
Tesisin saha içi güvenliğinin sağlanması, çok taraflı eşgüdüm ve işbirliği gerektirir.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 59
Mevcut koşullar altında, saha içi fiziki güvenliği özel güvenlik şirketlerinin
sağlayacağı öngörülmektedir; bu da özel Türk ve Rus şirketlerinin kendi
hükümetlerinin onayına tabi olarak işbirliği yapmalarını gerektirmektedir. Görevin
ehemmiyeti dikkate alındığında, söz konusu şirketlerin yetkinliğinin, bu şirketlerin
seçilmesi için temel kıstas olması gerektiğinin altı çizilmelidir.
Nükleer santrallerin emniyet önlemlerine ilişkin kapsamlı ve ayrıntılı
düzenlemelerin ve kuralların yokluğunda, bu tesisler boru hatları gibi diğer
kritik ulusal altyapılardan farklı görülmezler. Bu durumda, nükleer ve radyolojik
materyallerin taşıdığı fıtri riskler ve bunları koruyamamanın doğurabileceği vahim
etkiler gözden kaçırılacaktır. Dahası, emniyet gerekliliklerinin oluşturulmasından
ve denetimden sorumlu bir yönetim makamının yokluğunda, Akkuyu ve
Sinop’taki emniyet önlemleri farklı ve vakaya münhasır ölçütlere tabi olacaktır.
Akkuyu ile ilgili olarak Türkiye ile Rusya arasında imzalanan resmi
anlaşmada, tesisin emniyetinden sadece uluslararası anlaşmalar bağlamında
bahsedilmektedir.30 Anlaşma, her iki tarafında imzaladığı, aşağıdakileri
içeren ancak bunlarla sınırlı olmayan sözleşmeleri ve anlaşmaları belirterek
başlamaktadır: Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (1 Temmuz
1968), Nükleer Kazaların Erken Bildirimine İlişkin Sözleşme (26 Eylül 1986),
Nükleer Güvenlik Sözleşmesi (17 Haziran 1994), Nükleer Maddelerin Fiziksel
Korunması Sözleşmesi (26 Ekim 1979) ve 6 Ağustos 2009 tarihinde Türkiye ile
Rusya arasında imzalanan Nükleer Bir Kazanın Erken Bildirimine ve Nükleer
Tesisler Hakkında Bilgi Değişimine İlişkin Anlaşma. Türkiye-Rusya Akkuyu
anlaşması, UAEA’nin Kullanılmış Yakıt İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin
Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşmesine (5 Eylül 1997) atıfta bulunmaktadır.
Ayrıca nükleer donanımın, maddelerin, nükleer olmayan özel donanımın, ilgili
teknolojilerin ve bunların yan ürünlerinin, Rusya topraklarında bulundukları
süre içinde Sovyetler Birliği ile yapılan NPT güvence denetimi anlaşmalarına
(21 Şubat 1985) ve Türkiye topraklarında bulundukları süre içinde Türkiye ile
yapılan NPT güvence denetimi anlaşmalarına (30 Haziran 1981) tabi olacakları
vurgulanmaktadır.
Türk düzenlemeleri ile ilgili yegane iki referans, Madde 7.2 ve Madde 8.1’dedir.
Madde 7.2, Türk tarafının, ulusal güvenlik sebebiyle, belirli kişilerin nükleer
tesis sahasına erişimlerini reddetme hakkına sahip olacağını belirtmektedir.
Madde 8.1, nükleer santralin, nükleer güvenlik ve koruma ile ilgili Türk
kanun ve düzenlemeleri ile uyumlu olarak lisanslanacağını ve denetleneceğini
belirtmektedir. Ayrıca Madde 6.4’te, tedarik zinciri için yeni personel istihdam
edilirken, proje şirketinin nükleer santralin genel ve özel emniyet gereksinimlerini
dikkate alacağı belirtilmektedir.
Türkiye’nin Japonya ile yaptığı anlaşma aynı uluslararası anlaşmalara
dayanmaktadır, ancak fiziki güvenliği daha açık bir şekilde vurgulamaktadır.31
Anlaşmanın 5inci maddesinde, her iki tarafın nükleer güvenliği iyileştirmek için
iki tarafın da taleplerini karşılayan düzenlemeler yapabileceği ve nükleer güvenliği
ve acil durumlara hazırlıklılık kabiliyetlerini arttırmak için iki taraflı toplantılar
yapabileceği belirtilmektedir. Madde 6.1, her iki Tarafın “kendi kriterlerine göre
fiziki koruma tedbirleri uygulayacaklarını” eklemekte ve anlaşmanın eklerinden
birinde asgari koruma standartları sağlamaktadır. Madde 6.3, fiziki koruma
tedbirlerinin yeterliliği konusunda taraflar arasında istişare yapılmasının yolunu
açmakta; Madde 6.4 ise tarafların, Nükleer Terör Eylemlerinin Önlenmesine
Yönelik Uluslararası Sözleşme’den kaynaklanan yükümlülüklerine uygun
şekilde hareket edeceklerini belirtmektedir. Yukarıda belirtilen ek, nükleer
maddelerin miktarına ve ışınlanma niteliğine dayalı olarak üç adımlı bir fiziki
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 60
koruma düzeyleri sınıflandırması sağlamaktadır; bu sınıflandırma, UAEA’nın
Nükleer Materyal ve Nükleer Tesislerin Fiziki Korunması belgesinde sunulan
sınıflandırmanın tam bir kopyasıdır.32
Nükleer yakıt ve atıkların taşınmasının güvenliğinin de özel şirketler tarafından
sağlanması gerekecektir, ancak ayrıntılar şu anda belirsizdir. 8 Haziran 2005
tarihinde kabul edilmiş bir Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yönetmeliği olan
Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği, UAEA’nın Radyoaktif
Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği TS-R-1 baskısına dayanmaktadır.33
Bu belge, fiziki emniyetinden çok radyoaktif maddelerin güvenliği ile ilgilidir.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından yapılan bir basın
açıklamasına göre, nükleer yakıtın taşınması sırasındaki güvenlik denetimleri
Bakanlık ve TAEK tarafından gerçekleştirilecektir.34 Nükleer yakıtın taşınması ve
elleçlenmesi ile ilgili güvenlik önlemleri, Ön Güvenlik Analiz Raporu’nda (PSAR)
açıklanacaktır.35
Risk arttırıcı olarak Türk Boğazları
AB, 2014 İlerleme Raporunda, atık yönetimi ile ilgili olarak, “Kullanılmış Yakıt
İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşme’ye
katılmanın uygun bulunduğuna dair kanunun halen parlamento tarafından
onaylanmayı beklediğini” belirtmiştir.36 Öte yandan, şu ana kadar çıkanların
en sonuncusu olan kendi 2013 İlerleme Raporunda, Türkiye’nin Avrupa Birliği
Bakanlığı, atık yönetimi ve ilgili konulardaki bir dizi adım ve mevzuatı da içeren
ve onay ve yapılandırma “sürecinde olan” çeşitli çabaları ve düzenlemeleri
listelemiştir.37 Bununla birlikte kendi web sitesine göre, söz konusu Birleşik
Sözleşme henüz Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmamıştır.38
Akkuyu nükleer santral anlaşmasında atık yönetimine, konunun proje şirketinin
sorumluluğunda olduğunu belirten bir ifadede değinilmiştir.39 Greenpeace’in
Çevresel Etki Değerlendirme Raporu’na ilişkin değerlendirmesinde, atık
yönetiminin halen “gizlilik” içinde ele alındığı belirtilmiştir40; hem siyasi
muhalefet hem de bazı uzmanlar mevcut belirsizliği katı bir şekilde eleştirmekte41
ve bu durumu, nükleer santrale giren ve çıkan yakıt ve atığın taşınmasının da
içinde bulunduğu bir dizi ilave güçlüğün habercisi olarak görmektedirler.42
Nükleer yakıt ve atığın Akkuyu nükleer santraline/santralinden taşınması ve
lojistik yönetimi, çok önemli konular olacaktır. Nükleer atığın uygun bir şekilde
yönetilmesi, güzergahlara, taşıma yöntemlerine ve nükleer yakıtın ve atığın
depolanmasına bağlı olarak özel bir planlama gerektirir.
Nükleer yakıtın ve atığın en savunmasız olduğu zaman taşıma esnasındadır. 1998
yılında Greenpeace eylemcileri, karışık oksit yakıtı (MOX) taşıyan bir gemiye
Panama Kanalı’ndan geçerken binerek, yük gemilerinin dar deniz kanallarından
geçerken ne kadar savunmasız olabileceklerini göstermişlerdir. Greenpeace
eylemcileri, gemiye yaklaşmak için gecenin karanlığından yararlanmışlardır.
Gemi güverte nöbetçisi, protestocuları kanalın güvenlik personeli sanmış ve gafil
avlanmıştır.43 Eylemciler, herhangi bir direnişle karşılaşmadan gemiye çıkmayı
başarmışlardır.
Rusya’nın Mersin’deki Akkuyu nükleer santraline yakıtı taşımak ve atıkları almak
için deniz yolunu kullanacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle Rusya, Çanakkale
Boğazı’na ve Türkiye’nin demografik ve mali merkezinin tam ortasında bulunan
İstanbul Boğazı’na büyük ölçüde bel bağlayacaktır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 61
Türkiye uluslararası nükleer silahların yayılmasının önlenmesi düzenlemelerine
taraftır ve UAEA’nın hem Nükleer Materyallerin Fiziki Korunmasına İlişkin
Sözleşme’sini hem de Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği’ni
imzalamıştır. UAEA, düzenlemelerini yenilemeye, özgül tavsiyelerde bulunmaya
ve bu bağlayıcı belgelerin her ikisinin de güvenlik gerekliliklerini güncellemeye
devam etmektedir. Türkiye devleti bu belgelere dayanarak, Enerji Bakanlığı
tarafından çıkarılan Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği gibi
bir dizi yönetmelik hazırlamıştır.44 Türkiye, Denizde Can Güvenliği Uluslararası
Sözleşmesi Bölüm VII’de yapılan değişiklikler yoluyla 1 Ocak 2004 tarihinde
yürürlüğe giren ve bağlayıcı hale gelen Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün (IMO)
Uluslararası Denizcilik Tehlikeli Yükler Kodu’na da taraftır. Aynı anlaşmadaki
Bölüm VII’ye ekli diğer bir bağlayıcı anlaşma, Paketli Işınlanmış Nükleer Yakıt,
Plütonyum ve Yüksek Düzeyli Radyoaktif Atıkların Gemilerde Güvenli Taşınması
Hakkında Uluslararası Kod’dur (INF Kodu).
Türkiye, bu uluslararası düzenlemelere ek olarak, kazaları önlemek için İstanbul
Boğazı’ndan geçen gemiler için ilave kurallar uygulamaktadır. Bir kaçını saymak
gerekirse, bu kurallar trafik ayırma planlarını, bir kılavuz kaptanın eşlik etmesini
ve Türk makamlarına geminin yükü ve seyir planı hakkındaki ayrıntıları verilmesi
ön şartını içermektedir. 1990’lar boyunca Türkiye ve Karadeniz’e kıyısı olan diğer
ülkeler arasında bir ihtilaf kaynağı olan bu yasalar bazı anlaşmazlıklara yol açmış
ve bu anlaşmazlıklar, IMO’nun araya girmesi ve görece Türkiye’nin duruşu ile
aynı doğrultuda olan bir orta yol bulması ile çözülmüştür.45
İstanbul Boğazı’nın Asya ve Avrupa yakaları arasındaki mesafe gerçekten çok
darlaşmaktadır. Bir bakış açısı vermek gerekirse, örneğin bir RPG’nin etkili
menzili 300 ila 500 metre arasında değişirken, İstanbul Boğazı 760 metreye kadar
darlaşmaktadır; diğer bir deyişle, tehlikeli madde taşıyan bir gemi, sahile 380
metre kadar yakın olacaktır. Üstelik, Türk makamlarının Boğaz trafiği üzerinde örneğin tehlikeli bir yük taşıyan bir gemi geçerken kaza riskini en aza indirmek
için Kuzey-Güney trafiğini geçici olarak durdurmak gibi - bazı kısıtlamalar
uygulamasına rağmen, kentin Asya ve Avrupa yakaları arasındaki trafik çoğu
zaman tam olarak durmamaktadır.46 Küçük turistik tekneler çoğu kez yasaklara
pek kulak asmamaktadır, bu nedenle sahil güvenliğin kullanılması yoluyla toptan
bir yasak koymak tatbik edilebilir olmayabilir.47
Deniz kıyısı boyunca uzanan alanlar, evler, demirleme yerleri ve küçük balıkçı
limanları ile doludur; bunların tümü, sabotajcılar tarafından Boğazlar’daki yüksek
değerli hedeflere patlayıcılarla dolu küçük sandallar ya da küçük saldırı tekneleri
ile saldırmak için kullanılabilir. Dahası, bir dökülme durumunda, nükleer ve
radyolojik materyalin kontrol altına alınması ve denizden temizlenmesinin önünde
teknolojik engeller bulunmaktadır, dolayısıyla sabotajcıların ciddi miktarda
tahribata yol açmak için yük gemisini havaya uçurması ya da batırması şart
değildir.
Öte yandan, gizlilik yoluyla güvenlik sağlama yöntemlerinin tümünün eksik
yönleri vardır. Gizlilik, gemi tehlikeli madde taşımıyormuş gibi davranarak ve
trafiğin serbestçe akmasına izin vererek sağlanabilir. Yetkililer, yükün radyoaktif
niteliğini gizlemeyi ancak yine de trafiği durdurmayı da seçebilirler. Ayrıca,
aldatma amaçlı gemiler gönderilerek ve trafik aralıklarla durdurularak da gizlilik
sağlanabilir. Trafiğin serbest akışına izin vermek bir kaza olması riskini arttırır
ve su üzerinden gelen bir saldırıya müdahale etme kabiliyetini kısıtlar. Türk
makamları trafiği geçici olarak durdurduğunda, bu haber Boğazlar’dan geçmeyi
planlayan tüm gemilere iletilir48, dolayısıyla olası saldırganları yüksek değerli bir
hedef olduğuna dair uyarır. Aldatma amaçlı gemiler kullanılması, trafiğin daha
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 62
sık durdurulması anlamına gelecektir; bu da Boğazları kullanan taşıma şirketleri
için seyahat maliyetlerini arttıracak ve muhtemelen IMO’ya Türkiye aleyhine
şikayetlerde bulunulmasına yol açacaktır.
Rus şirketi, bir önlem olarak gemilerini silahlı muhafızlar ile koruyabilir. Bu, daha
önce görülmemiş bir uygulama değildir. 1999 yılında, Fransa’dan Japonya’ya giden
446 kg’lik bir karışık oksit yakıtı sevkiyatına, içinde taarruz tüfekleri, tabancalar,
kurşun geçirmez yelekler, gaz maskeleri ve üç tane 30mm top ile donatılmış on
üç silahlı İngiltere Atom Enerjisi Kurumu üyesi bulunan bir sürat teknesi eşlik
etmiştir.48 İlaveten, Türk Sahil Güvenliği’ne, Boğazlar’dan geçiş sırasında gemilerin
yükünü koruma görevi verilmesi de ihtimaller arasındadır. Bazı durumlarda,
bir geminin güvenli geçişini sağlamak üzere Türk Deniz Kuvvetleri de göreve
çağrılabilir.
Nükleer ve radyoaktif maddelerin taşınması hakkındaki mevcut yerel ve
uluslararası yasal çerçeve, tüm risklerden ve üçüncü tarafların göreceği
hasarlardan göndericiyi, yani işletme şirketini sorumlu tutmaktadır.49 Bununla
birlikte, olay sonrası yasal sonuçların ve telafi edici uygulamaların, nükleer
risklerin ve kazaların yönetilmesinin temelini oluşturmaktan uzak olduğu
tartışmasızdır. Nükleer maddelerin Boğazlar yoluyla taşınmasının fıtri risklerinin
ciddiyetinin anlaşılması mühimdir. Emniyet açısından bakıldığında, kara ya da
deniz yoluyla bir saldırının gelebileceği konumların çokluğu ve Boğazlar’daki
deniz trafiğini etkili bir biçimde durdurmanın tabiatında yatan zorluklar, tehlikeli
madde taşıyan gemileri saldırıya açık kılmaktadır. Radyoaktif yakıtın ya da atığın
denize sızması, İstanbul’un 14 milyonun üzerinde olan nüfusunu tehdit edebilir,
ulusal ekonomiye önemli zararlar verebilir ve bir çoğu dış ticaretleri için günlük
olarak Boğazlar’a bel bağlayan Karadeniz’e kıyısı olan devletlere zarar verebilir.
Bu nedenle, hükümetler ve işletmeler, Sinop ve Akkuyu için yapılacak atık ve
yakıt sevkiyatı ile ilgili sorunları mümkün olan en kısa süre içinde ele almalıdır.
Özbek’in50 belirttiği gibi, taşıma sorununa bulunacak çözüm, daha kapsamlı bir
Çevresel Etki Değerlendirmesi’nin (ÇED) hazırlanmasını içermeli ve Türk Sahil
Güvenliği, Donanması ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın
aktif katılımını gerektirmelidir. Yetkili makamlar ister Boğazlar’ın kullanılmasına
karar versin isterse başka bir alternatif bulsun, olası bir saldırının sonuçları çok
yıkıcı ve onarılamaz olacağından, saldırılara saldırı esnasında karşılık vermeye
yönelik önlemlerden ziyade proaktif savunma önlemleri alınması çok önemlidir.
Bir geminin yükünün korunması sorumluluğu tamamen yükleniciye bırakılsa
bile, Türk makamlarının personel sayısı, ekipman ve varlıklar gibi savunma
önlemlerine yönelik asgari gereklilikleri belirli standartlara oturtması gereklidir.
Sivil ve Askeri Müdahale Kabiliyetleri
Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer (KBRN) kazalara müdahalenin
eşgüdümünün sağlanmasından, 2009 yılı 5902 Sayılı Kanun uyarınca Başbakanlık
altında kurulan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) sorumludur.51
AFAD’a ayrıca dekontaminasyon yapma ve müdahale ekiplerini ve araçlarını
her zaman hazır tutma görevleri de verilmiştir.52 İstanbul dahil olmak üzere
on bir şehirde 7/24 esasına göre kurulan birer KBRN ekibinde yirmi kişi görev
yapmaktadır; KBRN müdahale kabiliyetlerinin Mersin’i de kapsayan on beş kente
daha kazandırılması için çalışmaların sürdüğü söylenmektedir. Ayrıca, AFAD’ın İl
Afet ve Acil Durum Müdürlükleri altında 7/24 esasına göre sekiz kişilik ekipleri de
faaliyet göstermektedir.53
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 63
AFAD altında bir KBRN Çalışma Grubu faaliyet göstermekte ve risk
değerlendirmesi, hazırlık faaliyetleri ve müdahale önlemleri ile ilgilenmektedir.
Bu grup iki nükleer enerji mühendisi, bir sivil savunma uzmanı, bir kimya
mühendisi, bir kıdemli biyolog, bir ekonomist ve bir veri hazırlama ve kontrol
operatöründen oluşmaktadır. Söylenenlere göre, nükleer enerji mühendislerinin
ikisi de nükleer güvenlik, nükleer santral kazaları, risk değerlendirme ve
beklenmedik durum planlaması konularında eğitilmiştir.54 AFAD’ın KBRN
Kapasitesi Arttırma Faaliyetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kabiliyetlerinin
geliştirilmesini kapsamakla birlikte, Genelkurmay Başkanlığı kendi kabiliyetlerinin
geliştirilmesinden sorumludur ve AFAD ile sadece koordinatör olarak işbirliği
yapmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) radyolojik ve nükleer kabiliyetlerinin
geliştirilmesi, 1950’lerin sonlarına kadar uzanmaktadır. İlgili birlik, on yıllar
boyunca TSK altında bir KBRN okulu olarak çalıştıktan sonra, 2003 yılında
Genelkurmay Başkanlığı NBC Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı olarak
yeniden düzenlenmiştir. Okula ek olarak, 1998 yılında bir KBRN Savunma Taburu
kurulmuştur. Tabur, 2006 yılında okul ile birleştirilmiştir; okul ise bir yıl sonra
Genelkurmay Başkanlığı KBRN Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı olarak
yeniden düzenlenerek şimdiki yapısına kavuşturulmuştur. Şu anda Konya ilinde
bulunmaktadır ve elli beş personele sahip olduğu belirtilmektedir.55
Okul, acemi erler için 10 haftalık eğitim kursları düzenlenmektedir. Ayrıca Milli
Savunma Bakanlığı’na ve Genelkurmay Başkanlığı’nın KBRN kabiliyeti edinme
ve modernizasyon programlarına teknik destek sağlamaktadır. Bunlara ek olarak,
sivil personele bir ila beş hafta süren eğitimler vermekte ve KBRN savunması
konusunda üniversitelerde seminerler, atölyeler ve konferanslar düzenlemektedir.56
TSK komutası altında iki tür KBRN savunma kuvveti vardır. Bunların biri, üç
dekontaminasyon mangası ile üç keşif mangasından oluşan KBRN Savunma
Taburu’dur. Savunma taburunun başlıca amaçları KBRN savunmasını yönetmek,
KBRN ile ilgili düzenlemelerin ve kılavuzların hazırlanmasına yardımcı olmak ve
TSK bünyesindeki üç kuvvetin hepsine eğitim vermektir. Ayrıca, bu mangaların
varlığının ana sebebi, savaş sırasında muharebe alanında orduya yardımcı
olmaktır. Bunlar, yüksek KBRN riski bulunan alanlarda harekat yapmak üzere
eğitilmiştir ve manga seviyesinde harekat yapma kabiliyetine sahiptir.
İkinci grup ise bölük büyüklüğünde bir kuvvet olan ve bağımsız olarak harekat
yapma kabiliyetine sahip mangalardan oluşan KBRN Özel Müdahale Kuvveti’dir
(ÖMK)57. Özel Müdahale Kuvveti, TSK’nın KBRN tespit, teşhis, savunma ve
müdahale kabiliyetinin omurgasını oluşturmaktadır ve sivil faaliyetlere de
yardımcı olabilir. Başlangıçta, ÖMK’ler çift görevli58 personelden oluşmaktaydı;
yani KBRN çalışmalarına zamanlarının tamamını ayıramıyorlardı ve çoğu kez
birkaç yıl sonra tayin oluyorlardı, bu da gerçekten uzmanlaşmış ve deneyimli
KBRN müdahale ekiplerinin bulunmamasına yol açıyordu. Ayrıca, Türkiye’nin
KBRN mevzuatı ve planlamasının tamamı NATO’ya uygun olmakla birlikte,
Türkiye’nin KBRN ekipmanı oldukça yakın bir zamana kadar birinci sınıf değildi59.
Bu durum, birliğin 2012’de Konya’ya yerleşmesi ile iyileşmiştir. Personel daimi
hale gelmiş ve ekipman, son teknoloji ile yenilenmiştir. Halihazırda TSK’nın KBRN
doktrini, ekipmanı ve kabiliyetleri NATO ile uyumludur. ÖMK, havadan nakil
kabiliyetine sahiptir ve Türkiye sınırları içindeki herhangi bir olaya 24 saatten az
bir zaman içinde müdahale edebilir.60
KBRN ÖMK, sivil müdahalelere yardımcı olmak için de kullanılabilir. AFAD’ın
Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer Tehlikelere Dair Görev yönetmeliğine
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 64
göre, TSK, “Ulusal KBRN Risk Analizi”ni Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Orman ve Su İşleri
Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ve valilikler ile birlikte
koordine ve takip etmekten sorumludur. TSK ayrıca talep üzerine sivil KBRN
savunma ve müdahale çabalarına yardımcı olma sorumluluğunu da taşımaktadır.
KBRN müdahale birliğine olan talebin gittikçe artması üzerine TSK, daha sonra
sivil makamların yardım için doğrudan KBRN ÖMK’lere başvurmak yerine ilk
olarak TSK’ya başvurmasını gerektiren bir koşul eklemiştir. Silahlı Kuvvetler aynı
zamanda “KBRN silahları, maddeleri ve bu özelliklere sahip atıklar kullanılarak
yapılan kaçakçılık, terör ve sabotaj eylemleri hakkındaki istihbaratı, duyumları ve
haberleri bildirme” görevini de taşımaktadır.61
Mevcut yetkilerine göre, TSK özel şirketlere yardım etme sorumluluğu
taşımamaktadır. Bu nedenle, ülkenin gelecekteki nükleer santralleri için yakıt
ve atık sevkiyatını korumak için KBRN ÖMK kaynaklarının kullanılması
düşük bir olasılıktır.62 Nükleer santralde gerçekleşebilecek beklenmedik durum
planlarının hazırlanması için Silahlı Kuvvetler’in KBRN kaynakları kullanılabilir
ve kullanılmalıdır; ancak kaynakların şu andaki boyutu nükleer santrallerin
emniyetini sağlamak için tek başına yeterli değildir. ÖMK’nın kabiliyetlerinin
en doğru biçimde kullanılacağı şekil nükleer santrallerin fiziki emniyetinin
sağlanması değildir. Nükleer faaliyetlere yapılacak bir saldırıdan kaynaklanan
hasarlar çok ciddi ve geri döndürülemez olabileceğinden, güvenlik önlemleri
bulunmasının başlıca amacı her şeyden önce nükleer bir tesise yapılacak saldırıları
önlemek ve saldırganları nükleer bir felakete neden olduktan sonra değil önce
engellemektir. Bu durum, önleyici savunma tedbirleri alınmasından sorumlu daimi
bir personelin belirlenmesi ile eğitilmesini ve sorumlu kurumlar arasında açık bir
komuta zincirinin oluşturulmasını daha da önemli bir hale getirmektedir.
Aynı nedenle, nükleer tesisleri ve maddeleri korumak için alınan savunma
tedbirleri ile önleyici tedbirler kusursuz olmalıdır. Bu bakımdan başarı kriteri,
saldırıların çoğunu değil hepsini engellemektir. Hükümetin ve güvenlik güçlerinin,
nükleer emniyet yöntemleri ile ilgili sıfır tolerans politikaları benimsemeleri
gereklidir.
Türk düzenleyici kurumları, saha içi savunma ve emniyet önlemlerinin çevredeki
tehdit ortamını yansıtacak şekilde oluşturulmasını sağlamalıdır, ancak devlet
öncelikle saha dışı müdahaleyi organize etmekten ve saha içi önlemleri takviye
etme kabiliyetlerini planlamaktan sorumludur. Türk güvenlik güçlerinin, bir
önceki bölümde daha derinlemesine incelenen ve oldukça düşük ihtimalli
olduğu değerlendirilen, devlet kaynaklı aşırı tahripkar saldırılar haricindeki olası
saldırganlara karşı kendisini koruyabileceği düşünülmektedir. Saldırganların
uzun namlulu tüfekler, roketatarlar, mayınlar, el yapımı patlayıcılar taşıyan
bombalı araçlar gibi çeşitli silahlar ve başarılı olmalarını sağlayacak taktikler ile
donatılmış az sayıda kişiden oluşması daha olasıdır. Bu nedenle, önemli olan saha
dışı müdahalenin ve Jandarma öncülüğündeki takviye kuvvetlerinin büyüklüğü
değil, daha ziyade bunların müdahalesinin çabukluğu, sahada bulunan ve ilk
müdahaleyi yapan kişiler ile kesintisiz iletişim halinde olmaları ve karmaşık
asimetrik tehditler ile başa çıkabilme yetenekleridir. Büyük ve hantal bir sabit
birlik yığılması yerine bir ani müdahale kuvveti kullanılması, savunma ekonomisi
açısından da daha mantıklı olacaktır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 65
ORTAK BİR SORUMLULUK
ALANI OLARAK İÇERİDEN
KAYNAKLANAN TEHDİT
Türkiye devleti ve proje şirketlerinin tesis dışı ve içi güvenliği sağlamak
konusunda net çizgilerle ayrılmış ve birbiriyle çok az noktada kesişen
sorumluluklara sahip oldukları bir senaryo genel itibariyle mümkündür.
Aynı durum, o kadar olmasa da, nükleer yakıt ve atıkların taşıma sırasındaki
güvenliğinin sağlanması için de geçerli olabilir. Fakat tarafların işbirliği yapmaya
mecbur olacakları ve ortak sorumluluğa sahip olacakları önemli bir alan vardır; bu
alan, tesiste çalışacak ve buradan itibaren içeride çalışanlar olarak anılacak olanlar
başta olmak üzere, nükleer operasyonda yer alacak personel ile ilgilidir.
İçeride çalışanların herhangi bir sabotaj ya da hırsızlık teşebbüsüne dahil olmaları, bu
teşebbüslerin başarı olasılığını çok büyük oranda arttırır. İçeride çalışan “meselesi”,
nükleer tesisler de dahil olmak üzere tüm teşkilatlarda her zaman mevcut olan bir
risktir. Olaydan sonra geriye bakıldığında son derece açık görünebilecek tehlike
emareleri olsa bile, tehditlerin zamanında belirlenmesi her zaman kolay değildir.
Bu nedenle, güvenlik sisteminin yalnızca belirli bir unsuruna yoğun bir şekilde
odaklanan, tek boyutlu ve tek katmanlı bir güvenlik düzenlemesine güvenilmesi
tavsiye edilmemektedir. Bu tür görünüşte zaafı bulunmayan düzenlemeler mevcut
olduğunda bile, kurallara uyulmayacağı ya da kuralların göz ardı edilebileceği
olasılığının her zaman mevcut olduğunun akılda tutulması önemlidir. Ayrıca, bu tür
ihlaller her zaman kötü niyetli olmayabilir; bunlar, “diğer karmaşık nedenlerden”
doğabilir ve sadece kendileri risk oluşturmakla kalmaz, içerideki ve/veya dışarıdaki
kötü niyetli kişiler için fırsatlar yaratabilir ya da gelecekte kullanılabilecek fırsatlara
işaret edebilirler. İçeride çalışanların, büyük zararlara neden olmak için saldırılara
doğrudan katılmalarına gerek yoktur. Dışarıdan bir kuvvet tesisin zayıflıklarını
belirleyene ve taşınan nükleer maddelere ya da tesisin kendisine saldırmak için
en uygun zamanı hesaplayana dek, zaman boyunca yavaş yavaş ufak tefek hassas
bilgiler sağlayabilirler. Ayrıca tesis çalışanları, inşaat işçileri ve bakım işçileri
başlangıçta sadık çalışanlar olabilirler, ancak daha sonra “akılları çelinebilir” ya
da zor yoluyla mecbur bırakılabilirler. Kurum kültürü ve çalışan memnuniyeti, bu
açıdan çok belirleyici olabilecek diğer unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Neticede
Bunn ve Sagan’ın işaret ettiği gibi, “tehditler farklı ve karmaşık şekillerde ortaya
çıkmaktadır” ve riskleri ve sistemi “mümkün olduğunca gerçekçi bir şekilde” sürekli
olarak değerlendirmek ve sınamak önemlidir.64
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kimlik sorgulaması ve askeriyenin ve emniyet
güçlerinin topladığı istihbarat, içeriden tehdit oluşturabilecek çalışanların Türk
nükleer santrallerine kendilerini yerleştirip yerleştirememesinde belirleyici bir rol
oynayacaktır; ancak bu yöntemlerin sorunu çözmesi ya da içeriden kaynaklanan
tehditleri ve doğacak riskleri tamamen ortadan kaldırması beklenemez. Ayrıca,
Akkuyu’daki bazı tesis çalışanları Rus kökenli olacaktır, bu da Türk kurumlarının
Rus mevkidaşları ile işbirliği yapmasını gerektirmektedir. Tesis çalışanları zamanla
içeriden tehdit oluşturabilecek kişilere dönüşebileceğinden, Türk ve Rus kurumları
arasındaki işbirliği, ayrıca proje şirketi ile - tesisin inşaat ve işletme aşamaları
boyunca saha içi güvenliği sağlaması için kiralayacağı - güvenlik şirketi arasındaki
işbirliği çok önemli bir role sahiptir. Bu durum Sinop NGS için de geçerli
olacağından, Türk devleti ve ilgili kurumları, bu alandaki işbirliğinin çerçevesi
konusunda mevkidaşları ile görüşmeye başlamalıdır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 66
Derinlemesine Güvenlik: Mevcut Kurumsal Engeller
Nükleer bir santrale saldıracak kadar cüretkar ve yetkin olan saldırganlar, tesis
tasarımındaki içsel zayıflıkları ve tesisin operatörleri tarafından uygulanan güvenlik
rutinlerini titizlikle inceleyecek ve bunlardan yararlanmayı deneyeceklerdir.
Bu nedenle, herhangi bir emniyet kültürünün çok önemli özelliklerinden birisi,
hatta belki de en önemlisi, kendi kendini değerlendirme ve denetleme yetisidir.
Mütecaviz ve müdafi kuvvetlere ayrılarak gerçekçi senaryolar uyarınca yapılacak
canlı kuvvet (force on force) tatbikatları gibi sağlam değerlendirme ve denetleme
usullerinin yokluğunda, bu içsel kör noktalar, istismar edilebilir fırsatlar olarak
kalacaktır. Bunun olmamasını sağlamak için, emniyet önlemlerinin etkililiğinin
ölçülmesine yönelik ölçütler oluşturulmalıdır. Bu noktada, başlıca paydaşlar olarak
değerlendirilmesi gereken Türk kurumları arasında, Genelkurmay Başkanlığı,
Jandarma Genel Komutanlığı (ve buna bağlı olarak İçişleri Bakanlığı), Milli Savunma
Bakanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ve Başbakanlık vardır. Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nı (MİT) da içeren diğer ilgili
devlet kurumları tamamlayıcı bir rol oynayabilir. Küresel nükleer sektöründen,
nükleer güce sahip devletlerden ve uluslararası kuruluşların önerilerinden alınan
dersler, bu ölçütlerin oluşturulması için önemli rehberler olacaktır.
İkinci görev, söz konusu ölçütlerin karşılanıp karşılanmadığının düzenli aralıklarla
katı bir şekilde değerlendirilmesidir. Bu, Türkiye’deki mevcut kurumsal bağlamda
sorunlu olacaktır. Öncelikle TAEK’in bağımsızlığı tartışmalıdır. Örneğin TAEK
başkanı doğrudan Başbakan tarafından seçilmekte ve Cumhurbaşkanı, Başbakan
ve Enerji Bakanı tarafından ortak olarak atanmaktadır. Politik makamlar, TAEK
bütçesi ve teşkilatı üzerinde hakimiyete sahiptir. Bu koşullarda, herhangi bir
düzenleyici kurum kağıt üzerinde bağımsız görünse bile, politik baskılar nedeniyle
fiilen bağımsız olmayabilir. Bunların ötesinde, örneğin Atiyas, düzenleyici
kurumun şeffaflığının ve hesap verebilirliğinin (TAEK bunların ikisine de sahip
değildir), bağımsızlığını sağlayan önemli bileşenler olduğunu öne sürmektedir.
Dahası, Atiyas’a göre, bir düzenleyici kurumun kararlarının kamuoyu denetimine
açık olması, söz konusu kurumun işini ciddiye almasına neden olmakta ve
kararlarının genel kalitesini arttırmaktadır65.
Mevcut bürokratik sistemin içinde kemikleşmiş bir kuruma bu görevin verilmesi,
muhtemelen günümüzde Türk karar verme mekanizmalarında adeta bir salgın
gibi yaygın grup düşüncesinin devamı ile sonuçlanacaktır. Bu iş ister TAEK’e yetki
verilerek isterse ayrı bir yetkili kurum kurularak yapılsın; nihai hedef, bağımsız
(bütçe, üyelerinin atanması üzerindeki hükümet kontrolü ve nükleer proje
şirketlerinin nüfuzu bakımından), politik etkilere karşı bağışıklığa sahip ve tesis
işletmecileri tarafından yolsuzluğa itilmeye dayanacak kadar şeffaf olan bir kurum
yaratılması olmalıdır.
Yetkinlik, bu görevin layıkıyla yerine getirilmesi için elzem ölçütlerden birisidir.
Bu bakımdan kaygılandırıcı olgulardan bir tanesi, Türkiye’de nükleer güvenlik ve
emniyet konusunda bilgili teknokratların, güvenlik personelinin, bilim insanlarının
ve yetkililerin sayısının son derece sınırlı olmasıdır. Bilgi sahibi insanların
noksanlığı, tesisin emniyet ve güvenlik usullerini değerlendirme ve denetleme
görevi verilen kurumun yetkinliğini kısıtlayacaktır.
2012 yılında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayesinde yapılan bir
nükleer teknoloji transferi konferansının sonuç raporuna göre, 1962 ile 2010
yılları arasında, nükleer alanda eğitim veren okullardan sadece 315 lisans, 615
yüksek lisans ve 135 doktora öğrencisi mezun olmuştur.66 Ayrıca, bu öğrencilerin
bir kısmı, nükleer sahada çok az pratik işleve sahip olan alanlara ya da diğer
çalışma ya da meslek alanlarına kaymışlardır. Türkiye’nin Rusya ile yaptığı
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 67
anlaşmanın bir parçası olarak Türk öğrenciler Rus üniversitelerinde bu alanlarda
eğitilmekte olmakla birlikte, bu öğrencilerin çoğu tesisin işletiminde istihdam
edileceğinden, bağımsız bir düzenleyici ve denetçinin kabiliyetlerine etkili bir
biçimde katkıda bulunamayacaklardır. TAEK, bu kabiliyete sahip olmadığından,
değerlendirme süreci için birkaç kez dışarıdan hizmet almıştır; bunun son örneği
Çek Cumhuriyeti menşeli UJV Rez, a.s. şirketi ile yapılan ve Ağustos 2014’te
sonuçlandırılan “Akkuyu nükleer santrali için inşaat ruhsatı başvurusunun
incelenmesi ve değerlendirilmesinde teknik destek hizmetleri alınması” üzerine
yapılan anlaşmadır.67 Bu, kısa vadede uygulanabilir bir seçenek olabilir, ancak
nükleer santrallerde alınan güvenlik önlemleri ile ilgili bilgilerin hassas niteliği
nedeniyle uzun vadede uygulanabilir değildir. Düzenlemelerin düzgün bir
şekilde uygulanmasını sağlamaya ek olarak, hem daha hassas nükleer güvenlik ve
emniyet önlemlerinin hazırlanması, hem de herhangi bir kriz senaryosunda acil
durum müdahale önlemlerinin koordine edilebilmesi için, yerli kabiliyetlere sahip
olunması çok önemlidir.
Düzenleyici çerçeve, daha üst boyutta tehdit ve risk yönetimine yönelik bir
çerçeve sağladığından, hayati öneme sahip hale gelmektedir. Rosatom temsilcileri
de Türkiye’nin bu konudaki eksikliklerini dile getirmişlerdir.68 TAEK internet
sitesinde, radyoaktif ve nükleer emniyet konusunda birkaç düzinenin üzerinde
yönetmelik, yönerge, yasa ve direktif mevcuttur.69 İnternet sitesine göre, nükleer
beklenmedik durum planları hakkında şu anda beklemede olan iki taslak
yönetmelik vardır. Bunların ilki, Nükleer Tesisler İçin Ekipman Tedarik Sürecine ve
İmalatçıların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, ikincisi
ise URAP, yani ulusal radyasyon acil durum planıdır. Türkiye’nin gelecekteki
nükleer programını yönlendiren yönetmeliklerin çoğu uluslararası standartlara
uygundur ve Türkiye’nin nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve nükleer
güvenlik taahhütleri ile aynı doğrultudadır. Nükleer tesisleri inşa edilene ve
devreye girene dek ülkenin daha birkaç yıl süresi olduğu dikkate alınırsa, ilgili
makamların gerekirse yeni düzenlemeler hazırlamak için bol miktarda vakti vardır.
Ancak düzenlemeler, buz dağının sadece görünen kısmıdır. Tıpkı proje şirketinin
önceden belirlenmiş güvenlik önlemlerine layıkıyla uymasının sağlanmasında
olduğu gibi, ülkenin nükleer programının tüm boyutlarını yönlendiren
düzenlemeleri uygulatma yetisi, belki de düzenlemeleri oluşturmaktan daha
önemlidir. Bu durumda uygulatma yetisi, yönetici kurumun, nükleer santral ile
ilgili özel şirketlerin yanısıra devlet kurumları üzerindeki fiili gücüne bağlıdır.
Aslına bakılırsa, bu yetkili kurumun, düzenlemelerde belirlenen koşulların
karşılanmasını sağlamak için ilgili bakanlıkları, devlet kurumlarını ve güvenlik
güçlerini etkileyebilmesi gereklidir. Halihazırda bu gereklilikleri karşılayabilecek
bir Türk kurumu yoktur. Örneğin, görünüşe göre nükleer konularda birincil yetkili
TAEK’tir ve KBRN acil durum müdahalesinden AFAD sorumludur; ancak bunların
ikisi de, belirli bir beklenmedik durum senaryosunda, olası bir tehdide müdahale
etmek için gerçek kabiliyete sahip olan askeriyeye harekete geçmesi yönünde
emir verme yetkisine sahip değildir. Bu itibarla, kurumlar arasındaki işbirliği,
mevcut yatay karar verme ve uygulatma yapısındaki bürokrasi ve yetki dağılımı
sorunları nedeniyle güçleşmektedir. Türkiye’de ABD Ulusal Güvenlik Bakanlığı
gibi düzenlemeleri dikey olarak uygulatabilecek bir kuruluş bulunmadığından,
Türkiye’de güvenlik konusu, güvenliğe ilişkin alışılagelmiş düşünce şekli ve
uygulama kalıplarının dışına çıkmamaktadır.
Öngörülen yetkili kurum, devlet kurumlarına ve özel işletmelere sözünü
geçirmeye ek olarak, nükleer santralin işletimi ile ilgili kamu hizmeti kuruluşlarına
ve dağıtım şirketlerine de talimatlar verebilmelidir. Bu kurumlar, mali kaygılardan
ötürü öncelikle nükleer santralleri mümkün olduğunca çabuk işletime alma ve
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 68
mümkün olduğunca uzun bir süre işletimde tutma ile ilgileneceklerdir. Acil bir
durumda, kamu hizmeti şirketlerinin, halk sağlığını finansal maliyetlerden önde
tutacakları kesin bir şekilde varsayılamaz. Özel şirketler, bir krize müdahale
ederken varlıklarının koruyabildikleri kadarını korumaya çalışacaklardır ve
ekipmanlarını feda etmelerini gerektiren tesiri kuvvetli önlemler almayabilirler. Bir
çıkar çatışması olması durumunda, kamu sağlığına ve güvenliğine öncelik verecek
güçlü bir kuruma ihtiyaç duyulmaktadır. Bunu yapabilmesi için, söz konusu
kurumun şirketler üzerinde, örneğin nükleer santralin çalışmasını durdurma ya da
yüklenici izinlerini iptal etme yetkisi gibi, yaptırım gücüne sahip olması gereklidir.
“Nükleer Düzenleme Kurumu” isimli bir kurumun kurulmasını öngören yeni
“Nükleer Enerji Kanunu”nun Başbakanlık’ın gündeminde olduğu belirtilmektedir.
İddialara göre, bu yeni yetkili Kurum’a, bu çalışmada savunulan yetkilere çok
benzer görünen yetkiler verilecektir. Kurumun, başkanı ve üst düzey yöneticileri
görevden alınacak olan TAEK’in yerini alacağı ve TAEK’in sadece araştırma
amaçlı bir kuruluşa dönüştürüleceği varsayılmaktadır. Söz konusu Kurum diğer
herhangi bir kamu kurumuna ve bireye karşı sorumlu olmayacak ve tam idari
ve mali bağımsızlığa sahip olacaktır. Ayrıca, yeni Kurumun kararları kati olacak
ve uygunluğu denetlenemeyecektir. Teklif, yeni düzenleyici kurumun, 4734
Sayılı Kamu İhale Kanunu’na, 2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu’na ve 5018 Sayılı
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na tabi olmayacağını da belirtmektedir.
“Nükleer enerji ve radyoaktif atık tesislerine yer seçimi... lisans, izin, inşaat, işletme
ve işletmeden çıkarılma gibi konular” ile ilgili şartları belirleyecektir. Ayrıca,
“nükleer kazalar” konusundaki sorumluluk hususu da, yükümlülüğü ekseriyetle
operatöre yükleyen uluslararası normlara ve kurallar vasıtasıyla çözülmüş
görünmektedir.70 İddialara göre, kanunun, nükleer silahların, patlayıcıların ve
radyoaktif serpinti cihazlarının üretimini, ithalini, ihracını ve bulundurulmasını
yasaklayarak nükleer silahlanmanın men edilmesi ve suç sayılması hakkında bir
hüküm içeriyor olması da takdir edilmelidir.71
Bu olumlu değişikliklere rağmen, bu kanun teklifi Akkuyu’yu Kamu İhale Kanunu
ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu gibi çeşitli yasa ve düzenlemelerden
muaf tutmaktadır. En iyi uluslararası uygulamaları karşılayan bir emniyet ve
güvenlik rejimine sahip olmak için, ülkenin yeni istisnalar yaratılmasına ve
kuralların daha da esnetilmesine değil, daha fazla şeffaflığa ve tek tipliğe ihtiyacı
olduğu açıktır. Şeffaflık meselesi, kanunun gizliliği düzenleyen kısımları söz
konusu olduğunda da öne çıkmaktadır. Görünüşe göre bu kanun teklifi, mevcut
taslağıyla, Türkiye’nin şu anda şeffaf olmayan nükleer kültürünü düzeltmek için
pek bir şey sağlamamaktadır. Teklif edilen çerçeve ile ilgili kaygıların çoğunun
büyük ölçüde Türkiye’deki politik ve kamu yönetimi kültürü ile, kısmen de
mevcut hükümetin ve liderliğinin kendine has özellikleriyle ile ilgili olduğu açıktır.
Belirtilen Nükleer Enerji Kanunu ile öngörülen şekilde ya da başka şekilde, ülkenin
nükleer programının yönetim şeklinde reform yapılması gereklidir. Ancak, tek
başına bu da yeterli olmayacaktır. Mikro düzeyde, nükleer santraller ülke için
kritik tesislerdir; ancak makro düzeyde bu santraller aynı zamanda kritik ulusal
altyapının ayrılmaz parçalarıdır ve toplam KEA/KUA çerçevesinden bağımsız
olarak değerlendirilemezler.
Büyük ölçekli beklenmedik durum planlamasına yönelik günümüzdeki
yaklaşımlar, yoğun olarak 17.000 kişinin ölümüne yol açan ve yarım milyon
insanı evsiz bırakan 1999 İzmit depreminden çıkarılan derslere dayanmaktadır.
KEA ile ilgili hiçbir mevcut güvenlik riskinin, Türkiye’nin nükleer altyapısına
yapılacak bir saldırının vehameti ile mukayese edilemeyeceği vurgulanmalıdır.
Nükleer enerjinin zorluklarının farkında olan ve bunları içselleştirmiş kifayetli bir
emniyet kültürünün var olduğu söylenemez. Genel zihniyet, daha ziyade toptan
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 69
bir yaklaşıma işaret etmektedir. Örneğin, KEA’ya yönelik güvenlik tehditleri ile
mücadele etmekle görevli Türk kurumlarında hakim olan kültür, enerji santralleri
tarafından işletilen bilgi sistemlerini ve iletim hatlarını kapalı sistemler olarak ele
almaktır. Şu anda, KEA’ya yapılacak bir saldırının ciddiyeti, münferit sistemlerce
üretilen ya da taşınan enerjinin miktarına dayanan bir formül kullanılarak
değerlendirilmektedir. Bu formül ayrıca, ulusal elektrik şebekesinin, belirli bir
miktarda enerjiyi telafi edebilmesi ya da yerini doldurabilmesi ile KEA tarafından
toplamda sağlanan enerji miktarını da kıyaslamaktadır. Böylesi bir yaklaşımın
nükleer santrallere yapılacak saldırılardan kaynaklanabilecek hasarın boyutunu
neredeyse tamamen ihmal ettiği ve bunun yerine tehdit değerlendirmesini
sadece bir arz ve talep formülü üzerine oturttuğu inkar edilemez.72 Bu nedenle
Türkiye’nin mevcut zihniyeti, UAEA tarafından benimsenen nükleer emniyet
kültürüne ya da emniyete bakış açısındaki derinliğe uymamaktadır.
Ayrıca, halihazırda ulusal düzeyde kritik altyapı için eşgüdüm sağlayıcı bir
yapı yoktur. Tüm kurumlar ve bakanlıklar, kendi yetki alanlarına girdiğini
düşündükleri konular ile uğraşmaya çalışmaktadır. Bu tür bir yaklaşımın önemli
bir menfi etkisi, sadece kurumlar arasında çıkar çatışmaları yaratması değil, aynı
zamanda kaçınılmaz olarak, hiç kimsenin gerektiği şekilde sorumluluk almadığı
“gri bölgelerin” ortaya çıkmasına neden olmasıdır. Örneğin boru hatlarının
güvenliğinden ve korunmasından hem jandarma hem de polis sorumludur. Bununla
birlikte düzenlemenin yasal çerçevesi, mevcut Ev Sahibi Ülke Anlaşması’dır. Ancak –
ülkenin nükleer anlaşmaları için böyle bir anlaşmanın yapıldığı, en azından şimdilik,
bilinmemektedir. Bu nedenle, nihai sorumluluğun kimlerde olduğu belirsizdir. Bu
zorlukların üstesinden gelmek için, ulusal düzeyde kritik altyapının korunmasıyla
görevlendirilmiş olan etkili ve bağımsız bir koordine edici kurum kurulması
gereklidir. Bu kurumun, ancak karar verme sürecinde kilit rol oynayacak tüm
paydaşlardan girdi aldığı ölçüde etkili olabileceği ortadadır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu temel sorunlar, aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1) Nükleer emniyet kültürü oluşturulması ve teşvik edilmesi ile
derinlemesine bir savunma stratejisi kurulması ihtiyacının kabul edilmesi,
2) Kritik elektrik altyapısı / ulusal altyapının tanımlanması ve
önceliklendirilmesi,
3) Yetki ve sorumlulukların sahipliği ve paylaşılmasıyla ilgili net usullerin
belirlenmesi, ulusal ve uluslararası yükümlülüklerin uygulanmasını
denetlemek için gerçekten bağımsız ve yetkin bir düzenleyici kurum
kurulması,
4) Nükleer işbirliği çerçevesinde Rusya ve Japonya ile ilişkilerin yönetilmesi.
Nükleer maddeler ve altyapı, yüksek riskli hedeflerdir. Tek bir saldırının, ülkenin
nüfusu, ekonomisi ve tabiatı üzerinde muazzam bir etkisi olabilir. Savunma
önlemlerinin kısıtlı olduğu nükleer ve radyolojik maddelerin nakliyatı sırasında
ve maddeler birden fazla güzergahta aktarıldığında, risk artmaktadır. Bu gibi
alanlarda, saldırı, savunmaya göre bir avantaja sahiptir ve maddeler Türk Boğazları
gibi yüksek öncelikli alanlardan geçerken risk özellikle yüksektir. Bu nedenle,
Türkiye’nin nükleer altyapısının savunulması için başarı ölçüsü sonuca ulaşan
saldırıların sayısının az olması değil, saldırıların hiçbirinin sonuca ulaşmamasıdır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 70
Bu nedenle, önleyici tedbirlere öncelik veren istihbarat odaklı bir müdafaa yaklaşımı,
nükleer santralin fiziki savunmasının aşılmazlığı kadar önemlidir. Bu gerçeğin
en iyi örneği, içeride çalışanlardan kaynaklanan tehditlerdir. Faillerin halihazırda
içeride olması durumunda, en aşılmaz savunmalar bile işe yaramaz. Kurum içi ve
kurumlar arası işbirliği, iç ve dış saldırılara karşı müdafaanın önemli bir parçasıdır.
Ayrıca, nükleer santral çalışanlarının bazılarının yabancı kökenli olduğu dikkate
alındığında, yükleniciler ve yabancı ülkelerin istihbarat kurumları ile işbirliği
yapılması zorunludur. Bu, ülkedeki mevcut istihbarat ve emniyet kültüründe önemli
bir değişiklik yapılmasını gerektirmektedir. Bu gruplar, kurumsal hiyerarşi, komuta
zinciri, yetkileri başkasına devretme ve sorumluluk üstlenme ile ilgili konularda
genellikle aynı fikirde değildir. Aslına bakılırsa bu konular bir rekabet kaynağıdır ve
işbirliğinin tam potansiyeline erişmesini engellemektedir.
Bu kurumsal yapıları oluşturabilecek net bir yasal çerçevenin bulunmaması ve
düzenlemelerin belirsizliği, işbirliği eksikliğini daha da kötü bir hale getirmektedir.
Ayrıca, önleyici planların Emniyet Genel Müdürlüğü operasyonlarında bir
yeri olsa da, bunlar askeri zihniyette önemli bir rol oynamamaktadır. Güvenlik
güçlerinin müdahalelerini planlarken başvurabilecekleri birçok düzenleme vardır;
bunlar arasında doğrudan nükleer emniyet ile ilgili olanların yanı sıra, 1988
Sabotajlara Karşı Koruma Yönetmeliği73 ve Terörle Mücadele Kanunu74 gibi daha
geniş bir çerçeve sağlayan düzenlemeler mevcuttur. Ancak bu kanunların daha
çok sabit, koruyucu önlemler öngördüğünün belirtilmesi önem taşımaktadır. Türk
yasama organları, kritik ulusal altyapı politikalarını hazırlarken, istihbarat odaklı
bir savunma kültürünün içerilmesi için somut planlara yer vermelidirler.
Bununla birlikte, istihbarat ve önleyici eylemler, her saldırıdan korunmayı garanti
etmez. Bir tesisin fiziki tehditlere karşı korunması söz konusu olduğunda, Türk
güvenlik güçlerinin genel kabiliyetleri - herhangi bir saldırıya karşı ilk müdahaleyi
yapacak olan saha içi güvenlik güçlerinin yetkinliğine kıyasla - ikinci derecede
önem taşıyacaktır. Saha içi emniyet, diğer kritik enerji altyapısı alanlarının mevcut
uygulamalarına ve Rusya ile Türkiye arasındaki hükümetler arası anlaşma ile
sağlanan mevcut çerçeveye bağlı olarak, büyük olasılıkla ilgili proje şirketleri
tarafından sözleşme yapılacak özel Türk güvenlik şirketi tarafından sağlanacaktır.
Bu durum muhtemelen radyoaktif ve nükleer kargonun nükleer santrale/
santralden taşınması sırasında da geçerli olacaktır. Mevcut yasal ve düzenleyici
belirsizlikler, durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır.
Saha içi güvenliğin sağlanması proje şirketlerinin sorumluluğunda olsa da,
nükleer santrallerin emniyetini sağlamak için kamu makamlarının daha kapsamlı
bir yaklaşım geliştirmeleri gereklidir. Birincisi, bu makamlar, saha içi güvenlik
personelinin temel kabiliyetlerine, sayısına, teçhizatlarına ve davranış kurallarına
yönelik olarak, 11 Eylül saldırılarının ardından ABD tarafından kabul edilenlere
benzer kapsamlı şartlar oluşturmalıdır. İkincisi, devlet kurumları söz konusu
güvenlik personelinin uygun eğitime sahip olmasını ve tercihen, düşük olasılıklı
ama yüksek etkili saldırı senaryoları da dahil olmak üzere gerçekçi beklenmedik
durum senaryolarına dayanan düzenli canlı kuvvet (force-on-force) tatbikatları
yapmalarını sağlamalıdır. Üçüncü olarak devlet, aşağıdakileri içeren ancak
bunlarla sınırlı olmayan konulardaki yasal belirsizlikleri açıklığa kavuşturmalıdır:
proje şirketleri, saha içi güvenlik şirketleri, Türk güvenlik güçleri ve Türk idari
organları arasındaki iletişimin koordine edilmesinden hangi devlet kurumunun
sorumlu olacağı, saha içi güvenlik güçlerinin ne ölçüde hazır olduğunun
denetlenmesinden kimin sorumlu olacağı. Bu sorular ve Türk güvenlik güçleri
ile özel güvenlik personeli arasındaki işbirliğinin yapısı, nükleer ve radyolojik
maddelerin taşınmakta olduğu zamanlar için de geçerlidir. Bunlara ek olarak,
istihbarat paylaşımı konusu da bir başka belirsizlik kaynağıdır. Saha içi ve saha dışı
güvenlik güçleri ile her iki ülkenin istihbarat kurumlarının eyleme dönüştürülebilir
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 71
istihbaratları paylaşmalarının gerekeceği kesindir ancak şu anda bunu mümkün
kılmak için bilinen herhangi bir mekanizma mevcut değildir.
Üstün askeri teknolojiye erişime sahip ve terör örgütleri ile mücadelede onlarca
yıllık deneyimi olan Türk güvenlik güçleri, NATO’daki en büyük ikinci ordu olarak,
olası saldırganları püskürtmek için son derece iyi donanımlıdır. Saha içi güvenlik
güçlerine yardımcı olacak biçimde saha dışı müdahaleye destek sağlayabilirler.
Bu durumda sorun güvenlik güçlerinin boyutu değil, bu güçlerin hızlı müdahale
kabiliyetleri, muhtemel tehditlere karşılık vermek üzerine aldıkları eğitim, çeşitli
beklenmedik durumlara yönelik teçhizatları ve saha içi ilk müdahaleyi yapan güçler
ile kesintisiz iletişim halinde olmaları gibi diğer etkenlerdir. Bu durumda en önemli
nokta, saha dışından müdahale eden güvenlik güçlerinin, nükleer santrallere özgü
tehditleri içeren ve saldırganların yetkin olduğunu öngören çeşitli senaryolar ile başa
çıkmak için eğitimli olmaları ve düzenli olarak tatbikat yapmalarıdır.
Türkiye KBRN senaryoları ile başa çıkmak üzere eğitilmiş bazı sivil ve askeri
personele sahip olsa da, bu personelin çoğu KBRN saldırıları gerçekleştikten
sonra alınacak önlemlere dair eğitilmiştir ve bu nedenle mevcut kabiliyetleri
ile önleyici/ihtiyari güvenlik tedbirlerinde etkili bir rol oynayamayabilirler.
En azından saha dışı ve saha içi müdahale güçlerinin eğitimi, denetlenmesi ve
belki desteklenmesi için ilaveten bir rol üstlenebilecek tek kuvvet, Genelkurmay
Başkanlığı’nın KBRN Özel Müdahale Kuvveti’dir.75 Bununla birlikte KBRN ÖMK,
sınırlı boyutu ve sorumluluklarının çokluğu nedeniyle, özellikle nükleer santraller
ile ilgili beklenmedik durumlara müdahale etmek için eğitilmiş bir hızlı müdahale
kuvvetinin yerini tutamaz. Etkili bir saha dışı güvenlik gücünün, askeriye,
Jandarma Genel Komutanlığı ve polis ile iletişiminin olması, devlet istihbaratını
paylaşması, saha içi güvenlik personeli ile eş güdümünün bulunması ve gerekirse
çevredeki güvenlik güçlerinden destek isteyebilmesi gerekecektir.
Türk makamları, kritik ulusal altyapıyı tanımlamaya ve mevcut anlayışı yeni
bir çerçeveye oturtmaya yönelik çabaları hızlandırmalıdır. KUA’nın çoğu özel
şirketlere ait olduğu ya da bu şirketler tarafında işletildiği ve elektrik şebekesi
gibi daha büyük sistemlerle bütünleşmiş olduğundan, KUA’nın korunmasına
yönelik çabalar, özel sektörün katılımını da içermektedir ve her bir paydaştan
net beklentiler barındırmaktadır. Operatörün, tesisin fiziki emniyetinin
sağlanmasındaki mühim rolü dikkate alındığında, devlet, kendi kurallarını sektör
ile istişare ederek geliştirmelidir.
Bu çalışmada gösterildiği gibi, Türkiye’nin nükleer istekleri ile ilgili sorunlar çok
çeşitlidir. Sivil toplumun gözetim için aldığı etkili inisiyatiflerin noksanlığı ile ciddi
bir nükleer karşıtı lobi bulunmamasının birleşimi, kamu sektörü inisiyatiflerinin
savsak olmasına yol açmıştır. Bu aşamada Türkiye, nükleer kritik altyapının
zorlukları ile ilgili özel koşulları büyük ölçüde göz ardı eder gibi görünmektedir.
Türkiye petrol boru hatları ve elektrik şebekeleri gibi diğer KEA türlerini korumada
deneyime sahip olmakla birlikte, büyük ölçekli beklenmedik durum stratejileri
ve kriz yönetimi konularında deneyimi azdır. Rusya ile yapılmış olan anlaşma,
Türkiye’ye petrol boru hattı güvenliği için yürürlükte olan mevcut yapıları ve
prosedürleri kopyalama imkanı vereceğe benzememektedir. Türk devletinin, nükleer
tesislerin diğer KUA’dan hangi açılardan farklı olduğunu belirlemesi ve gelecekteki
nükleer santrallerine özgün zaaflara ve risklere odaklanması gereklidir.
Genel itibariyle, Türk devlet kurumları, Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısı
ile ilgili karar verme sürecinde daha aktif olmalıdır. Kısmen mevcut bürokratik
belirsizlik nedeniyle, Türk güvenlik güçleri ve düzenleyici kurumları, ülkenin
nükleer geleceğine ilişkin tartışmaya dahil olarak bu tartışmaya katkıda
bulunmamışlardır. Bunun en iyi örneği, Türkiye’nin Akkuyu ÇED raporunu,
önce nükleer yakıtın nasıl taşınacağını ve bunun hangi güvenlik önlemlerini
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 72
gerektireceğini açıklığa kavuşturmadan onaylamasıdır. Bu konular sadece
ekonomik ve lojistik kaygılardan çok daha büyük olduğundan, Türkiye, olaylar
önüne çıktıkça karar vermek yerine bu kararların alınmasında daha aktif bir
rol oynamalıdır. Türkiye, Ön Güvenlik Analiz Raporu’nda (PSAR), taşıma
güzergahları olarak Türk Boğazları’nın ve diğer alternatiflerin kullanılmasına
yönelik ayrıntılı planlara yer verilmesini sağlamalıdır. Tasarım, inşaat, devreye
alma, işletme, doğal afetler, terör, arz güvenliği, nükleer atık, faaliyet durdurma
ve işletmeden çıkarma ile ilgili risklerin ve tehditlerin sorumluluğu Rus işletme
şirketine ait olmakla birlikte, bu operasyonların herhangi birisinin aksaması ya da
işletmeci ülkenin sorumluluklarını yerine getirememesi Türkiye için zararlara yol
açabileceğinden, hükümet sadece Rus şirketinin iyi niyetinin ve bağlılığının devam
etmesine güvenemez ve pasif kalamaz.
Düzenleyici kurum, ekonomik kazançlardan önce insan güvenliğine önem
veren bir emniyet kültürü oluşturulmasının ilk ve en önemli adımıdır. Bunu
sağlayabilmesi için, düzenleyici kurumun sıkı emniyet önlemlerinin alınması
konusunda ısrarcı olması ve proje şirketlerinden, kamu hizmetleri kuruluşlarından,
dağıtım şirketlerinden ve devlet kurumlarından gelebilecek baskılara direnmesi
gereklidir. Daha da önemlisi, düzenleyici kurum, kamu ve özel kurumları gereken
şekilde davranmaları konusunda zorlayabilmelidir. Benzer şekilde, tesisin işletimi
sırasında düzenlemelerin tam olarak uygulanmaması durumunda, düzenleyici
kurum tesisi durdurup mühürleyebilmeli, ya da en uç durumlarda, gerekli
önlemler uygulamaya konana dek proje şirketinin ruhsatını iptal edebilmelidir.
Düzenleyici kurumun gücünü ve dirençliliğini sağlayacak unsurlar, bağımsızlık,
hesap verebilirlik ve şeffaflıktır. Kamuoyu denetimine izin verilmesi, kamuoyunun
düzenleyici kurumun kararlarının kaliteli olmasını sağlayan paydaşlara ve
denetçilere dönüştürülmesiyle eştir. Ayrıca şeffaflık, kamuoyunun konuya
ilişkin söz hakkı olmasına olanak vererek, düzenleyici kurumun siyasi baskılara
karşı yalıtılmasına yardımcı olur. Bu durum, iktidardaki AKP hükümeti nükleer
santralleri ulusal çıkarlar açısından olmazsa olmaz gördüğünden ve düzenleyici
kurumların bağımsızlığını desteklemesiyle ünlü olmadığından, konu ile
özellikle alakalıdır. Düzenlemelerin kabul edilmesinden daha acil olan bir husus,
güvenlikten sorumlu yetkililerin KUA’nın ve özellikle nükleer santrallerin karşı
karşıya olduğu zorluklarla başa çıkma kültürlerinin dönüştürülmesine duyulan
ihtiyaçtır. Aşılması gerekilen bir diğer büyük güçlük, denetleyici kurumun
kabiliyetlerinin desteklenmesi gerekliliğidir. Yeni düzenin kaçınılmaz olarak
üstesinden gelmesi gerekeceği bir mesele, TAEK’in kabiliyetlerini bünyesine
katarken kendi kabiliyetlerini geliştirmek, ancak bunu yaparken halihazırda
TAEK’in sahip olduğu kabiliyetleri sıfırdan geliştirmeye çalışarak verimsizliğe yol
açmamak olacaktır. Düzenleyici bir kurum olarak kendi gücünü oluşturmaya ve
kendi bağımsızlığını sağlamaya ek olarak, işin daha yetkin bir biçimde ele alınması
için TAEK’in bilimsel ve teknolojik uzmanlığının güçlendirilmesi gereklidir. Bu
çabalar için dışarından hizmet alınması, sadece geçici bir önlemdir. Türkiye,
kendi yerli bilimsel ve teknolojik kabiliyetlerini arttırmalı ve ülkenin uzun vadede
politika dikte edebilmesi için bilgi birikimi oluşturmalıdır.
Türkiye’nin yeni düzenlemeleri yürürlüğe sokmak için hala zamanı olsa da mevcut
kabiliyetleri ve düzenlemeleri mümkün olan en kısa sürede, tercihen Akkuyu’da ilk
taş yerine konmadan önce güçlendirmesi ve yeniden yapılandırması gereklidir. Tesis
ile ilgili güvenlik ve emniyet zorlukları, ilk nükleer santral devreye girmeden önce
başlamaktadır. İnşaat planı kusursuz olsa bile, kasıtsız hatalar ya da içerideki kötü
niyetli kişilerin yapabileceği kasıtlı yanlışlıklar, tesisin performansı ve uzun vadede
ülkenin nükleer emniyeti için zararlı olacaktır. Bu nedenle Türkiye ve ortakları,
emniyet önlemlerine, daima ülkenin nükleer projeleri ile ilgili her konudan daha
fazla öncelik vermelidir. Türkiye’nin uluslararası kuruluşlar ile işbirliğinin devam
etmesi, ülkenin nükleer geleceğinin selameti için hayati önem taşıyacaktır.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 73
1_ Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı 30 Kasım 2007 Bakanlar Kurulu, “KARAR No.
6/07 KRİTİK ENERJİ ALTYAPISININ TERÖR SALDIRILARINDAN KORUNMASI”
MC.DEC/6/07
2_ http://www.osce.org/secretariat/103500
3_ http://www.nato-pa.int/default.asp?SHORTCUT=1165
4_ Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatının (NATO) web sayfası: Improving NATO’s
capabilities (4 Kasım 2014) 1 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir:
http://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_49137.htm?selectedLocale=en
5_ Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatının (NATO) web sayfası: Galler Zirvesi
Deklarasyonu (5 Eylül 2014) 2 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir:
http://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_112964.htm
6_ IAEA, Nuclear Security Culture, Implementing Guide, IAEA Nuclear Security Series
No.7, Viyana, 2008, s. 19.
7_ A.g.e.
8_ U.S. NRC “WHO WE ARE AND WHAT WE DO” 25 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki
adresten erişilmiştir: http://pbadupws.nrc.gov/docs/ML1424/ML14241A663.pdf
9_ CNN “Nun, two others in federal court for nuclear breach”
10_ U.S. Department of Energy Office of Audits and Inspections, (2012, Ağustos)
“Special Report: Inquirt into the Security Breach at the National Nuclear Security
Administration’s Y-12 National Security Complex” DOE/IG-0868
11_ A.g.e., s. 2-3
12_ A.g.e.
13_ A.g.e., s. 5
14_ A.g.e., s. 8
15_ NTI, (23 Ekim 2013) “U.S. Missileers Left Blast Doors Open in Security Breach”
16_ NTI (5 Mayıs 2014) “One third of missileers implicated in cheating scandal back in
training”
17_ The New York Times (28 Kasım 2014) “Wrestling with an aging arsenal”
18_ Jordan Robertson ve Michael Riley, “Mysterious ’08 Turkey Pipeline Blast Opened
New Cyberwar Era”, Bloomberg, 10 Aralık 2014, Erişilebileceği adres: http://
www.bloomberg.com/news/2014-12-10/mysterious-08-turkey- pipeline-blastopened-new-cyberwar.html
19_ AFAD (Ekim 2014) “2014-2023 Kritik Altyapıların Korunması Yol Haritası
Belgesi” Erişilebileceği adres: https://www.afad.gov.tr/Dokuman/TR/12320141010111330-kritikaltyapi-son.pdf
20_ Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Kritik Enerji Altyapı Güvenliği Projesi
Sonuç Raporu, Ankara, 2011
21_ Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, “Ulusal Siber
Güvenlik Stratejisi ve 2013-2014 Eylem Planı” s. 8
22_ Askeri YasakBölgeler
ve
Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliği,
Madde21
(2): “ Bu bölgeler,
Genelkurmay Başkanlığı’nın lüzum
göstermesi veya Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ni veya İçişleri
Bakanlığı’nın göstereceği lüzum üzerine Genelkurmay Başkanlığı’nın uygun
görmesi kaydıyla Bakanlar Kurulu’nca kurulabilir veya kaldırılabilir.”
23_ “Askerî Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliğinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik” No. 2237 Resmi Gazete No: 28088 (18 Ekim 2011)
24_ IAEA, Nuclear Security Culture, Implementing Guide, IAEA Nuclear Security
Series No.7, Viyana, 2008, s. 19.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 74
25_ TAEK, Ulusal Radyasyon Acil Durum Eylem Planı Taslağı (URAP), AFAD, 2014, s.
4.
26_ A.g.e.
27_ RG: 25606. Kanun No: 5188
28_ Kahramanmaraş’taki bir yetkili (1) ile görüşme, 05 Ağustos 2011.
29_ Eski bir kıdemli boru hattı güvenlik yetkilisi ile telefon görüşmesi, 28 Kasım 2014
30_ “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında
Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine
ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” Kanun No. 2010/918 (12 Mayıs
2012) Resmi Gazete 6 Ekim 2010 No: 27721
31_ “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Nükleer
Enerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanımına Dair İşbirliği Anlaşması” 10 Eylül 2013
32_ INFCIRC/225/Rev. 4, (Haziran 1999)
33_ Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği (RG:25869 08/07/2005)
34_ T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı web sayfası (1 Aralık 2014) “Akkuyu NGS
Hakkında Basın Açıklaması” 5 Şubat 2015 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir:
http://www.csb.gov.tr/turkce/index.php? Sayfa=faaliyetdetay&Id=1189
35_ Anadolu Ajansı (1 Aralık 2014) “Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED raporuna
onay”
36_ Türkiye İlerleme Raporu 2014, Avrupa Komisyonu, SWD 2014 (307) Son, 8 Ekim
2014, s. 38.
37_ Türkiye Tarafından Hazırlanan 2013 Yılı İlerleme Raporu, Yapılan Çalışmalar ve
Kaydedilen İlerlemeler, Avrupa Birliği Bakanlığı, 2013, s. 93 – 94.
38_ Kanun Tasarısı Bilgileri; erişildiği tarih: 29 Aralık 2014; erişildiği yer:http://www.
tbmm.gov.tr/develop/owa/ tasari_teklif_sd.onerge_ bilgileri?kanunlar_sira_
no=94242.
39_ “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında
Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine
ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” 2010/918 (12 Mayıs 2010); İsmail
Altunsoy, “Nükleerde Süper Yetkili Üyeleri, Başbakan Seçecek”, Zaman, 25 Nisan
2014.
40_ “Nükleer Süreci Gizleniyor”, Birgün, 25 Ağustos 2014; “Akkuyu Nükleer Santrali
ÇED Raporu Hâlâ Eksiklerle Dolu”, 7
Temmuz 2014, 21
Ağustos
2014 tarihinde aşağıdaki adresten
erişilmiştir: http://www.greenpeace.
org/turkey/tr/news/ced-raporu-hala-eksiklerle-dolu-070714/
41_ Özgür Gürbüz, “Nükleer Yalanlar mı Radyasyon mu Daha Tehlikeli”, Perspective,
Sayı: 2, Ekim 2012, Heinrich Böll Stiftung, s. 36.
42_ Dolunay Özbek, Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi
Bağlamında, Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması, Greenpeace,
s. 2-3.
43_ Nuclear Control Institute, Greenpeace 6 Kasım 1998 tarihli “Sayın
Madeleine Albright’a mektup”; 29 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki adresten
erişilmiştir:http://www.nci.org/k-m/mox11698.htm
44_ Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği (RG:25869 08/07/2005)
45_ Özbek, D. “Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi
Bağlamında Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması”
46_ Dolunay Özbek ile kişisel görüşme, 27 Kasım 2014, İstanbul.
47_ A.g.e.
48_ A.g.e.
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 75
49_ Özbek, D. “Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi
Bağlamında Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması”
50_ Yerel ve uluslararası yasal çerçeve, düzenlemeler ve anlaşmalar bakımından
nükleer kazaların sorumluluğu konusunda kapsamlı bir analiz için bkz. N. Kağan
Kocaoğlu, “Nükleer Tesis İşletenin Hukuki Sorumluluğu: Karşılaştırmalı ve
Uluslararası Özel Hukuk Analizi, Ankara Barosu Dergisi, Yıl 68, No.: 2, 2010, s. 33 –
112.
51_ Özbek, D. “Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi
Bağlamında Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması”
52_ AFAD bu görevde Genelkurmay, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, TAEK, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı tarafından desteklenmektedir.
53_ T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (2013, Aralık) “Türkiye
Afet Müdahale Planı (TAMP)
54_ T.C. Başbakan Yardımcılığı, “No: 56453462-610-41: Ankara Milletvekili Sayın
Özcan Yeniçeri Tarafından Verilen (7/31760) Sayılı Soru Önergesine Verilen
Cevaplar” (08 Ocak 2014)
55_ A.g.e.
56_ Bugün (22 Nisan 2014) “TSK’nın Konya’daki stratejik KBRN birliği kapılarını ilk
kez BUGÜN’e açtı”
57_ “TSK KBRN Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı” bölümü (21 Nisan 2013),
Türkiye Radyo ve Televizyonu 1 “Savaşta Barışta Türk Ordusu” programı, 25
Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki adreste bulunan Youtube sayfasından erişilmiştir:
http://www.youtube.com/watch?v=IlDx_MEF29o
58_ Emekli Albay Bilgin Orhan Orgun ile 28 Kasım 2014 tarihinde kişisel görüşme,
İstanbul. Albay Orgun, TSK’nın KBRN birliğinde on yıldan fazla bir süre hizmet
vermiştir.
59_ A.g.e.
60_ A.g.e.
61_ A.g.e.
62_ Başbakanlık (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı)’tan: Kimyasal, Biyolojik,
Radyolojik ve Nükleer Tehlikelere Dair Görev Yönetmeliği, Resmi Gazete no: 28281
(3 Mayıs 2012)
63_ Emekli Albay Bilgin Orhan Orgun ile 28 Kasım 2014 tarihinde görüşme
64_ Matthew Bunn ve Scott D. Sagan, A Worst Practices Guide to Insider Threats:
Lessons from Past Mistakes, Cambridge, MA, American Academy of Arts and
Sciences, 2014.
65_ Nükleer bir düzenleyici kurum olarak TAEK’in kapsamlı bir analizi için lütfen
bkz. Atiyas, I.; Sanin, D. (2012, Aralık) “Bölüm V: Nükleer Enerji için Düzenleyici
Otorite: Ülke Deneyimleri ve Türkiye için Öneriler” Nükleer Enerjiye Geçişte
Türkiye Modeli – II, Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi
66_ “Türkiye 2023 Uluslararası Nükleer Teknoloji Transferi Kongresi Sonuç
Raporu ve Bildirgesi” (2 Ekim 2012) İstanbul, s. 4. 20 Ekim 2013 tarihinde
aşağıdaki
adresten
erişilmiştir: http://www.tasam.org/tr- TR/
Icerik/4894/turkiye_2023_uluslararasi_nukleer_teknoloji_transferi_kongresi_
sonuc_raporu_ve_bildirgesi
67_ TAEK web sayfası (19 Ağustos 2014) “Announcement for Procurement of Technical
Support Services for Review and Assessment of Construction License Application
Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti
/ 76
of Akkuyu NPP” 30 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir:
http://www.taek.gov.tr/en/latest-news/337-news-flash/1304-announcementfor-procurement-of-technical- support-services-for-review-and-assessment-ofconstruction-license-application-of-akkuyu-n-pp.html
68_ Abide Gülel, “Dünyanın öteki ucunda Akkuyu Tartışması!”, 10 Aralık 2014;
24.12.2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://enerjigunlugu.net/
dunyanin-oteki-ucunda-akkuyu-tartismasi_11254.html#.VLLZUF7fPLS.
69_ Türkiye Atom Enerjisi Kurumu: Mevzuat. 27.11.2014 tarihinde aşağıdaki adresten
erişilmiştir: http://www.taek.gov.tr/belgeler-formlar/mevzuat/
70_ Türkiye, OECD’nin Nükleer Enerji Alanında Üçüncü Taraf Sorumluluğuna
İlişkin Paris Sözleşmesine ve bu sözleşmenin her iki değişikliğine, ayrıca Viyana
Sözleşmesi ile Paris Sözleşmesinin Uygulaması ile ilgili 1988 Ortak Protokolü’ne
taraftır. Akkuyu hakkındaki IGA’nın 16ncı maddesi konuyu ele almaktadır ve
üçüncü taraf sorumluluğu sorunlarının “Türkiye’nin taraf olduğu ve olacağı
uluslararası anlaşmalara ve belgelere ve Türk Tarafının ulusal yasalarına ve
düzenlemelerine” göre çözüleceğini belirtmektedir; Bkz. “Milletlerarası Anlaşma”,
Karar Sayısı: 2010/ 918, Sayı 27721, Resmi Gazete, 6 Ekim 2010.
71_ İsmail Altunsoy, “Nükleerde milyarlarca dolarlık iş Kamu İhale Kanunundan
muaf”, Zaman, 30 Aralık 2014. Dilek Gedik, “Nükleer santralde de her şey
Başbakan’a bağlı”, Taraf, 30 Mayıs 2014. “Nükleer Enerji Yasası Değişiyor mu?”,
29 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.yapi.com.tr/
Haberler/nukleer-enerji-yasasi- degisiyor-mu_119810.html
72_ Adının gizli kalması koşuluyla konuşan, “Kritik Enerji Altyapılarında Bilgi
Sistemleri Güvenliği” konusunda aktif bir uzman ile görüşme, 29 Nisan 2014.
73_ Resmi Gazete no. 20033 (28.12.1988)
74_ Resmi Gazete no. 20843 3713 sayılı Kanun; 12 Nisan 1991
75_ Emekli Albay Bilgin Orhan Orgun ile 28 Kasım 2014 tarihinde kişisel görüşme.

Benzer belgeler