Mustafa ÖSELMİŞ

Transkript

Mustafa ÖSELMİŞ
www.mustafaoselmis.com.tr
www.mustafaoselmis.com.tr
TIBB-I NEBEVİ 2
Mustafa ÖSELMİŞ
Kitap İçeriği
Önsöz
BİRİNCİ BÖLÜM
1.
2.
3.
4.
5.
Tarihin Önemi
Türk Adı – Türk Milleti
Övülen Millet
Türkler için ne dediler
Türkler Barbar mıdır ? Barbar kimdir ?
İKİNCİ BÖLÜM
1.
2.
3.
4.
5.
Türk Kültürünün Temel Karakteri
Ġslam’dan Önce Türk Medeniyeti
Türk Ġslam Medeniyeti
Türklerde Sanat ve Medeniyet
Türk – Ġslam Medeniyetinin Tesirleri
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1. Ġcatlar KeĢifler
2. Elbisenin Ġcadı
3. Tuzun Ġcadı
4. Çadırın Ġcadı
5. Takvimin Ġcadı
6. Geminin Ġcadı
7. Uçağın Ġcadı
8. Makinenin Ġcadı
9. Araba ve Tekerleğin Ġcadı
10. Kağıt ve Matbaanın Ġcadı
11. Saatin Ġcadı
12. Hayvancılık ve Tarım Alanında Ġcatlar KeĢifler
13. Amerika’nın KeĢfi
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
Müslüman Türklerde Ġlim
Türk Ġslam Medeniyetinin Temellerini Atıp GeliĢtirdiği Ġlim Dalları
Matematik Ġlmi
Fizik – Kimya Ġlmi
Coğrafya Ġlmi
Astronomi Ġlmi
Tıp Ġlmi
AĢı
Mikrop
TIBB-I NEBEVİ 3
Mustafa ÖSELMİŞ
10. Karantina
11. Temizlik
BEŞİNCİ BÖLÜM
1.
2.
3.
4.
5.
Türk – Ġslam Tarihinde EĢitlik ve Ġnsanlık AnlayıĢı
Türk – Ġslam Tarihinde Adalet AnlayıĢı
Ġslam’da ve Türklerde Müsamaha
Türk Ġdaresini Tercih
Cihan Hakimiyeti Ġdeali
ALTINCI BÖLÜM
1.
2.
3.
4.
Türklerin Dini
Türk Ahlak ve Seciyesi
Türk Tarihinde Vakıflar ve Sosyal Tesisler
Bu Hale Neden DüĢtük ?
TIBB-I NEBEVİ 4
Mustafa ÖSELMİŞ
ÖNSÖZ
Tarih boyunca aziz milletimiz bugünkü dünya medeniyetinin meydana geliĢinde asla
küçümsenemeyecek katkılarda bulunmuĢ; ilimde, San’atta, medeniyette, insani yaĢayıĢ ve
düĢüncede insanlık alemine çok Ģey öğretmiĢtir.
Buna rağmen milletimiz, menfi propagandaya, iftira ve yersiz suçlamalara muhatap
olmuĢ, düĢmanları tarafından, sayısız dünya nimetleri sunduğu insanlığa barbar bir millet
olarak tanıtılmıĢtır.
Bir milletin sosyal yapısı, o milletin ilmi, san’atı, fikir yapısı, dünya görüĢü ve tarih
boyunca geçirdiği tekamül, bilinmeden o milleti tanımak mümkün olmaz.
Ne yazık ki bugüne kadar Türk milletinin sosyal ve kültürel yapısı, baĢka milletlere ve
yeni nesle gereği kadar tanıtılıp öğretilememiĢtir. Her Ģeyden önce milli Eğitim yuvaları olan
okullarımız ve bu okullarda okutulan ders kitapları, “milli eğitimi” gerçekleĢtirememiĢtir. Bu
durumda gençlerimiz “Gün eylem günüdür” çağrılarına uyarak ders kitaplarının dıĢında
okuma ve araĢtırmaya yönelememiĢtir. MüzminleĢmiĢ aĢağılık duygusu içinde boĢluğa
itilmiĢtir. Kendi değerlerinden koparılmıĢ, kendi kültürü öğretilmemiĢ bir nesil ve yarı aydın
kadrosu yetiĢmiĢtir. Gönlü gerçek Türklük ve Müslümanlıkla dolu olan gençlerimiz ve gerçek
aydınlarımız ise Rusçu mu olalım, Çinci mi olalım kavgasını sürdüren çevrelerce Ģoven ve
ırkçı ilan edilmiĢ “Türk’üm, Müslüman’ım” demek, Türk ve Müslüman olmakla iftihar etmek
suç sayılmıĢtır.
Türk’ün kültür mazisini, Ģan, Ģeref ve zaferlerle dolu hayatını nesilden nesle aktarması
gereken tarih, yalan, yanlıĢ bilgiler vererek tarihi yapana sadık kalmadığı için, muhteĢem tarih
hazinelerine sahip olduğumuz halde, bugünün nesli dünü bilmiyor. Ecdadına, milletine isnat
ve iftiralarda bulunup kendi devletini yıkmaya çalıĢıyor. Yorgun ellerin, uykusuz gözlerin
mirasına konduğu halde her Ģeyimizi baĢkalarına mal edip, bize ait olan her Ģeye dudak
büküyor. Milli ve manevi mirasımızı geçmiĢin adetleri kabul ediyor; “mezar taĢlarına mı,
çürümüĢ kemiklere mi uyalım?” diyor. Kendi kültürümüzü tanımadığı için yabancı kültürlere
hayranlık duyuyor. Tarihi büyüklerimiz yerine, kendilerine büyüklük yakıĢtıran baĢka
toplumların insanlarını tanıyor.
Kartvizit adamı olma hüviyetinden ileri gidemeyen, halkından, milletinden kopmuĢ bir
grup aydınımız ise, sathi ve sahte görüĢlerle kendi kültürümüzün farkına varamadığı için,
taklid sıtmasına tutularak, sistem arayıĢı içinde yabancı ideolojilerin uĢaklığını yapıyor.
Bu kitapta, Ģerefli tarihimiz ve mazimizden imkan ölçüsünde aziz milletimize karĢı
insafsızca sürdürülen propagandalara cevap teĢkil edecek bazı noktaları yeni nesle ıĢık tutar
ümidiyle izaha çalıĢacağız. Bunu yaparken tarih boyunca üstün bir millet olarak yaĢayan aziz
milletimizin ahlaki, insani meziyetlerini ve insanlığa yaptığı hizmetlerin tümünü iki kapak
arasına sığdırmanın imkansızlığını kıymetli okuyucularımın takdirine bırakıyorum.
Bu eseri, milletine ve devletine hizmet eden büyüklerimize, milletinin var olması
uğruna Ģehitlik mertebesine ulaĢan aziz Ģehitlerimizin ruhlarına ithaf ediyorum. Ruhları Ģad
olsun, mekanları cennet olsun.
MUSTAFA ÖSELMİŞ
TIBB-I NEBEVİ 5
Mustafa ÖSELMİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
A - TARĠHĠN ÖNEMĠ
B - TÜRK ADI – TÜRK MĠLLETĠ
C - ÖVÜLEN MĠLLET
D - TÜRK MĠLLETĠ ĠÇĠN NE DEDĠLER
E - TÜRKLER BARBAR MIDIR ? BARBAR KĠMDĠR ?
TIBB-I NEBEVİ 6
Mustafa ÖSELMİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
A – TARĠHĠN ÖNEMĠ
Tarih, milletlerin kültürlerini, hayat tarzlarını, milli ve manevi bütün değerlerini nesilden
nesle aktararak canlılıklarını devam ettirip, geçmiĢin olayları ile geleceğe yöne veren bir bilim
dalıdır.
Tarihin ne olduğunu, millet hayatındaki önemini bilmeyenler, onu bir masal ve tekrar edilen
can sıkıcı geçmiĢin hatıraları olarak görür ve yeni nesle geçmiĢin hatıralarını yansıtan olaylar
dizisinden ibaret göstermeye çalıĢırlar.
1. Tarih yapmak tarih yazmak :
Tarihi, bir millet yapar ama onu Ģahıslar yazıp değerlendirir. Bu güne kadar Türkler, insanlık
aleminin gözlerini kamaĢtıran tarih yapmıĢlar, fakat tarih yazmamıĢlardır. Birkaç tarihçimizin
dıĢında Türk tarihi ile ilgilenen Türk aydını çıkmamıĢtır. Neslimiz geçmiĢini yabancı yazar ve
kaynaklardan öğrenmeye terk edilmiĢtir. Türklere hayranlık duyan yabancı yazarlar bile
geçmiĢin ezikliği içinde gerçekleri ortaya koymaktan kaçınmıĢ, her Ģeyi kendi anlayıĢları ve
dünya görüĢleri açısından değerlendirerek Türk’ün tarihini yazmıĢlardır.
Bugüne kadar okullarımızda okutulan tarih kitaplarının da doyurucu olduğu söylenemez.
Çünkü Yunan-Roma tarihlerine Türk tarihinden daha çok önem verilmiĢtir. Bunun için yeni
yetiĢen nesillerde milli tarih Ģuuru geliĢmemiĢ ve yabancı hayranlığı doğmuĢtur. Kendi
tarihimiz ve tarih yapan büyüklerimiz unutulmuĢtur.
Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Eğer ecdadın mirasına sahip çıkılamaz, tarih
yazan, tarih yapana sadık kalmazsa tarih, nesillere güç kaynağı olmaktan ve geleceğin
olaylarını renklendirip Ģekillendirmekten uzak kalır.
1. Türk Tarihi :
Türk tarihi çok eski yıllara dayanır. Bunun için Türk’ler, tarihin en köklü ve en zengin bir
milletidir. Hakimiyetleri, kurdukları medeniyetler ve insanlık alemine sundukları hizmetler
bütün ihtiĢamıyla asırlarca devam etmiĢtir. Tarihten Türk’ün izini silip atmak mümkün
değildir.
Bizde tarih denilince yarım asrın içine sıkıĢan bir geçmiĢ akla geliyor. Osmanlı imparatorluğu
yıkılmıĢ, yerine Türk Devleti kurulmuĢ gerisi bizi ilgilendirmiyor. Sanki daha evvel yoktuk.
Kök yok, gövde yok, dal yok nasıl filiz bu ? ..
Türk tarihini, koparılmıĢ bir baĢak gibi kısa bir mazi içine sıkıĢtırmak doğru değildir.
Asırlarca Türk hakimiyeti altında yaĢamıĢ bir millet kuruluĢunun 500. yılını kutlarken bizim
kuruluĢumuzun 50. yılını kutlamamız doğru olmaz. Türk tarihi M.Ö. 2750 yıllarından buyana
kesintisiz devam etmiĢtir. Ne yazık ki aydınımız Türk tarihini hanedan değiĢikliğinden ibaret
olan Osmanlı imparatorluğunun sonunda baĢlatacak kadar tarih Ģuurundan yoksun
TIBB-I NEBEVİ 7
Mustafa ÖSELMİŞ
bırakılmıĢtır. Bugün de ihmallerin ortaya koyduğu gaflet, ihanete dönüĢecek kadar ileri
gitmiĢtir.
GeçmiĢimiz tarihin sayfaları arasında müstesna ve muhteĢem bir yer iĢgal etmektedir.
Tarihimizin hiçbir yerinde yüzümüzü kızartacak ve bize utanç verecek bir olay
kaydedilmemiĢtir. Ecdadımız, kendisiyle övünebileceğimiz tarih mirası bırakmıĢtır.
ġairin dediği gibi :
“ Sinemizde Ģu kan, dinmese bile
MuhteĢem bir mâzi geliyor dile. “
Tür tarihi, adil, kamil, ve dindar ecdadımızın Ģanla Ģerefle dolu unutulmaz zaferlerle süslü bir
tarihtir. Mensubu bulunduğumuz aziz milletimiz tarih boyunca bütün insani meziyetlere sahip
olarak yaĢamıĢ, tarihini de insanlık, adalet, zulme ve zalime karĢı koyma, kahramanlık,
fedakarlık gibi örneklerle süslemiĢtir. Burada Ģu hususu da açıkça belirtelim ki, ecdadın
hatıraları ile yüz yüze iken onlara yüz çevirmek nasıl doğru değilse, yalnız geçmiĢle övünmek
de kafi değildir.
Her Ģey bize, tarihte geliĢerek tarihten miras kalmıĢtır. Milletin bütün fertlerinin bu mirasa
sahip çıkması, onu koruyup, geçmiĢin bağlarını koparmadan bütün canlılığı ile ayakta tutması
lazımdır.
1. Tarih DüĢmanlığı :
Türk tarihi, tarihin hiçbir döneminde bu günkü kadar kendine yabancı kalan neslin
hücumlarına maruz kalmamıĢtır. Bu güne bakıp geçmiĢimizi karanlık gören neslimiz,
ecdadının acı ve tatlı hatıraları ile dolu olan geçmiĢini unutmuĢ, aslını, tarihini, inkar ederek,
yabancılardan çok yalan ve iftira yağdırmaktadır.
MeĢhurdur : “Kendi türküsünü bilmeyen baĢkalarının havasını söyler.” Bu güne kadar elinde
ders kitabından baĢka kaynak olmayan öğretmeni-öğrencisi, bize barbar mantığı ile hücum
eden Batı’nın geçmiĢimizi kötü gösterme gayreti ile yetiĢmiĢtir. Bir de buna milli kültür
hazinesi eserlerimizin korunacağı yerde, dilin yozlaĢtırılarak kovulması ve oluĢturulan
kompleks, meydana getirilen kifayetsizlik eklenecek olursa, elbette düĢmanlıktan baĢka bir
Ģey beklenemezdi.
Tarihimizdeki değerli insanlar tanıtılmadığı, övünülecek hususlar öğretilmediği için, bizde
millilik unutulmuĢ, beynelmilelcilik baĢlamıĢtır. Napolyon öğretilmiĢ, Napolyon’u dize
getiren Cezzar Ahmet PaĢa’nın adından bile bahsedilmemiĢtir. Gençlerimiz Diogones’in
fıçıda yaĢayanını, Bizans komutanı olanını ayrı ayrı tanır. Ama Türk’ün ruh yapısını dünyaya
tanıtan Nasreddin Hoca’yı ve Romenos Diogones’i esir alıp alicenaplık göstererek serbest
bırakan Alpaslan’ı onlar kadar tanımaz. Kendisi yanarken Roma’yı da yakan Neron’u bilir.
Hayatını Türk halkına, ilme medeniyete vakfeden Türk büyüklerini bilmez. Batı klasiklerini,
yunan destanlarını okumuĢtur, fakat kendi milletinin kültür hazinelerinden, Dedekorkut,
Kutadgu Biliğ’den habersizdir. Batı, Abdulhamid’e vatan haini, kızıl sultan” dedi diye 33 yıl
Türk halkına canla baĢla hizmet eden Türk büyüğünün talihsizliklerinin nedenini bilmez.
Bu konuda sözü uzatmaya lüzum hissetmiyorum. Yüzümüzü kızartan bilgi yarıĢmaları
hepimizin gözünün önünde. Bizden olmayan her soruya cevap hazır, bize ait her soruya
TIBB-I NEBEVİ 8
Mustafa ÖSELMİŞ
“cevap yok”
Sahip çıkmadığımız için Ġranlılar “Ġranlı Molla Nasruddin” adı ile Hocamızı çalar, Mevlana’yı
Ġranlı yaparken, Yunanlılar da Karaghıozis, Hatciavatis adları ile Hacivat ve Karagöz’ümüzü
kendilerine mal etmiĢ. TV’ de her hafta Karagöz oynatmaktadır.
Türk’ ün ettiğini Türk’ e kimse etmemiĢtir. Bu gün artık Ģartlar değiĢmiĢtir. Onun için Türk
tarihinin katili Türk olmamalıdır. ġayet olursa bu, derlenip toplanılması mümkün olmayan
çözülmelere yol açacaktır.
d ) GeçmiĢi Unutmak Olmaz :
Bir milletin ömrünün uzun olabilmesi için her Ģeyden evvel kendini tanıması lazımdır;
kendini tanıması için de evvela tarihini bilmesi gerekir.
Bu günün varlığının kökü dünde, yarının gücü bugündedir. Bugüne kadar Türk Milleti, kökü
mazide olan ati olarak devam etmiĢtir. Bu gün de varlığını tarihle olan bağını koparmamakla
devam ettirecektir. Aksi halde geleceği karanlık demektir.
ġairin dediği gibi :
“Mâzi cadı halinde yaĢar, öldürülürse,
Âti kararır altına mazi gömülürse.”
Atalarımız: “Tilki, inini hor görürse uyuz olur” demiĢlerdir.
Mehmed Akif de tarihini ve ecdadını unutmaya yüz tutmuĢ nesle Ģöyle hitap etmiĢtir:
“Kahraman ecdadımızdan sizde bir kan yok mudur ?
Yoksa istikbalinizden korkulur, pek korkulur.”
Tarihini unutan, ecdadını inkar eden milletler, köksüz nesiller yetiĢtirmiĢ ve geçmiĢin
hatalarından kurtulamayarak tarihe sermaye olmuĢlardır. Çünkü kökü kurumuĢ ağacın nasıl
gövdesi de çiçek açıp meyva veremezse, bir millet için de mazisi olmayan bir gelecek
düĢünülemez.
Dünün küçülmesi, tarihin unutulması milletimizin geleceği açısından feci bir manzaradır.
Böyle bir manzara karĢısında Ģair :
“Durma düĢman durma, gücünü artır,
Türklüğün baĢına hakaret yağdır.
Uyuyan bir kavme bu zillet azdır.
Vur eski kölesi, utandır onu,
Bırakma uyusun, uyandır onu.”
Diyerek bir uyanıĢ beklemiĢtir. Allah Ogünleri göstermesin. Ümit ediyoruz ki kendi kendine
uyanıĢı yakındır. Çünkü neslimiz, sonuna kadar her Ģeyi unutup milletine ihanet edecek kadar
nankör değildir. Yabancı beĢikte, yabancı ninnilerle uyutulduğunu bir gün anlayacak,
mahmurluğunu atıp uyanacaktır. ĠĢte o zaman millet düĢmanları kahrolacak, Türk Milleti
yaĢayacaktır.
TIBB-I NEBEVİ 9
Mustafa ÖSELMİŞ
e ) Tarihin Önemi :
Tarih milletin yaĢayan fertleri için güç kaynağıdır. Tarihteki zaferlerimiz ve diğer milletlere
karĢı gerçekleĢtirdiğimiz üstünlük büyüklerimizin tarihten aldıkları derslerle gerçekleĢmiĢtir.
Tarih yaĢarsa millet yaĢar. Çünkü dünü olmayan yarından çok Ģey beklenemez. Geleceğe ait
tasavvurlar gerçekleĢmez. Cüceler devleĢir, devler cüceleĢir.
ġair :
“GeçmiĢ zaman olur ki, hayali cihana değer” derken tarihin önemini ne güzel belirtmiĢtir.
Son zamanlarda tarihin değerleri tanınmıĢ, acı ve tatlı olaylarından ders alınmıĢ olsaydı,
geçmiĢten alınan güçle aziz milletimiz kendisinden beklenmeyeni yapmayacak ve bunalımlara
sürüklenmeyecekti. Deryalara sığmayan milletimizi kökünden koparıp bir bardak suda
ıslamak isteyenlerin emelleri kursaklarında kalacaktı.
Her Ģeye rağmen gene de ümitsiz değiliz. Her milletin tarihinde böyle bunalımlar olmuĢtur. O
milletin gücüne göre bunalımlar atlatılmıĢ yada o milletin sonu olmuĢtur. Türk tarihi bize
yabancı güçler tarafından sun’ i olarak meydana getirilen bunalımların Türk’ ün sağlam
karakterini bozmadığını haber vermektedir.
Bir gün gelecek fert fert uyanıĢlar topluluk halinde gerçekleĢecek kabus gibi saran tarihi
ihanetin iftiraları, yalan-yanlıĢ bilgileri iflas edip aziz Türk Milleti tarihteki yerini alacaktır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 10
Mustafa ÖSELMİŞ
B - TÜRK ADI – TÜRK MĠLLETĠ
Türklerin geçmiĢi çok eskidir. Ġbrahim Kafesoğlu’nun Türk Milliyetçiliğinin
meseleleri adlı eserinde (S.l) belirttiği gibi “Türkler dünyanın en eski ve en büyük
milletlerinden biridir. Son yıllarda Orta Asya’da yapılan arkeolojik araĢtırmalara göre
tarihimiz milattan önce 2750 yıllarına kadar geri gitmektedir. BeĢ bin seneye yakın bir zaman
kesintisiz olarak yaĢamak her millete nasip olmayan bir mazhariyettir.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Ġshak oğlu Ays’ı Türklerin atası olarak gösterir.
Ays’ ın atası da Nuh (AS) oğlu Yafestir. Böyle olunca Türklerin geçmiĢi nuh peygambere
kadar dayanmaktadır.
“Türk” kelimesinin kesinlikle nereden geldiği bilinmemekle beraber bir çok dilci
“Türk” kelimesinin güç ve kuvvet anlamına geldiğinde birleĢmiĢlerdir. KaĢgarlı Mahmud,
Türk adının Türklere Allah tarafından verildiğini, Türk kelimesinin, “gençlik,olgunluk,kuvvet
ve kudret çağı anlamına geldiğini söyler. Ziya Gökalp ise Türk kelimesini “töre”türe”
kelimelerinden “k” ekiyle yapılmıĢ “töreli,nizamlı kavim” anlamına gelen bir ad olduğunu
kabul eder.
Tarihte Türk adı hep güçlülük, kuvvetlilik ve olgunluk anlamlarında kullanılmıĢtır.
“Türk gibi kuvvetli” sözü yakın zamana kadar Batı’ da ölçü olmuĢtur. Türk’e düĢman olan
milletlerin son zamanlarda “Türk” kelimesinin karĢısında kasıtlı olarak koydukları anlamlar
bir tarafa bırakılırsa, tarih boyunca Türklerden güçlü, kuvvetli,efendi ve olgun insanlar olarak
söz edilmiĢtir. Türkler de, özel yaratılmıĢ bir millet olduklarına inanarak cihan hakimiyeti
ideali ile dünyanın idaresinde talip olmuĢ ve yeryüzünden kötülüğü kaldırma amacını
gütmüĢlerdir.
Bazıları gibi Türk adını Osmanlı imparatorluğunun yıkılıĢından sonra baĢlatmak, Türk
tarihini seksen yılın içine sıkıĢtırmak büyük hatadır.
Türk adını devlet adı olarak ilk Göktürkler (552-659) kullanmıĢtır. Ogünden bugüne
“Türk adı milletimize alem olmuĢtur.
Tarih sahnesine çıkıĢından buyana milletimiz insanlığın yüz akı olmuĢ, her devirde
tarihin akıĢını değiĢtirecek değerde hizmetler yapan büyük adamlar yetiĢtirmiĢtir. Bunlar
yalnız Türklük adına değil, bütün insanlık tarihinde yaĢayan Ģahsiyetler olmuĢ, ĢaĢırtıcı ölçüde
sarf edilen gayretler onların kurduğu nizamı yıkıp yok edememiĢtir.
a) Osmanlı diye bir millet yoktur :
Türkler, Milattan önce tarih sahnesine çıkıĢlarından buyana çeĢitli adlarla devletler kurarak
varlıklarını bugüne kadar aralıksız devam ettirmiĢlerdir. Osmanlı imparatorluğu da Türklerin
tarihte kurdukları devletlerden birinin adıdır. Bu devlet, Türklerin tarihte kurduğu en büyük,
en güçlü ve en uzun ömürlü imparatorluktur.
Bu imparatorluk zamanında Türkler, ahlaki ve insani faziletlerin zirvesine ulaĢmıĢ,
medeniyetin göz alıcı örneklerini vermiĢ, her gittiği yere sulh, sukün, huzur götürmüĢ, zalimin
karĢısında, mazlumun yanında olmuĢlardır.
TIBB-I NEBEVİ 11
Mustafa ÖSELMİŞ
Bugün “Osmanlı” adını takıp kötülediğimiz ecdadımız 1299’da dörtyüz çadırlık bir aĢiretten
koskoca bir imparatorluk çıkarmıĢ 1922’ ye kadar Osmanlı hanedanı olarak 623 yıl ayakta
kalmıĢ, üç kıt’ada varlığını devam ettirmiĢ kurucusunun adını almıĢ bir Türk devletidir.
Tarihi ve milli endiĢeye sahip olmayanların iddia ettikleri gibi Türk Milleti, bir asırlık bir
geçmiĢe sahip değildir. Her vesile ile Osmanlılıkla bir ilgimizin olmadığını söyleyen
tarihimizi bir asırlık bir zaman içine sıkıĢtıracak kadar gaflete düĢenler bilmelidir ki, Osmanlı
diye ayrı bir ırk, ayrı bir millet yoktur. Bugünkü son bağımsız Türk devleti, Osmanlı
devletinin yerine kurulmuĢtur. ġu anda sahip olduğumuz her Ģey bize Osmanlı Türkünün
mirasıdır. Osmanlı Türkünü inkar, Osmanlı olan babalarımızı, dedelerimizi inkar etmek kadar
manasız ve utanç vericidir.
Türk Milletinin bugüne kadar varlıklarını devam ettirmelerinin bir çok nedeni vardır.
Bunlardan en önemlisi köklü bir dünya görüĢüne sahip olan Türklerin, teĢkilatçı bir millet
oluĢudur.
Türkler tarih boyunca teĢkilatçı kabiliyetleri, disiplin ve düzenli hayat anlayıĢları ile
varlıklarını sürdürmüĢ, bu konuda baĢka milletlere ilham kaynağı olmuĢtur.
Türkler, tarihin hiçbir devresinde teĢkilatsız ve devletsiz yaĢamamıĢ, dünyanın en huzurlu ve
en uzun ömürlü imparatorluklarını kurmuĢlardır.
Tarihte kurduğu devlet sayısına bakarak Türk Milleti istikrarsız bir millet olarak gösterilemez.
Türkler tarafından kurulan her devlet, adalet ve faziletin temelleri üzerine kurulmuĢtur.
L. Lıgeti, Göktürklerden bahsederken : “TeĢkilatçı kudretine, devlet kurma kabiliyetine ne
kadar hayran olsak azdır. Uygurlar ise göçebe tarihine taze renkler getiriyorlar, medenileĢme
hususunda ĢaĢılacak istidat göstermiĢlerdi” der. (1)
Umumi Türk Tarihi Profesörü Mehmet Altay Köymen’ e göre : “Gerek kurdukları devletlerin
sayısı, gerekse rol aldıkları coğrafi sahaların geniĢliği cihetinden, Türklerle mukayese
edilebilecek baĢka bir kavim tarihte gösterilemez.” (2)
Türkler tarih sahnesine devlet teĢkilatı halinde çıkmıĢlardır. Devlet idealist, bilge, alp kiĢiler
tarafından yönetilmiĢtir.” Bilgelik, Alplik Türk kağanlarının baĢlıca iki özelliği idiler:
Bilgelik, büyük Hun Devletinden beri hükümdarlar için özenilen bir özellik idi. Mete’nin sağ
ve solunda bile, Çinlilerin “Hsıen wang” diye tercüme ettikleri “Bilge Prens” ler yer
alıyorlardı. Hunların bu unvan ve memuriyetleri Göktürk devletinde de devam ediyordu.
Bilge Kağan, kağanlık tahtına oturmadan önce, böyle bir bilge prens idi. Kendi kağan olunca,
yerine ünlü kardeĢi Kül-Tegin bilge prensliğe tayin edildi.
“Bilge” ve “bilgi sahibi olma” Türk kağanlarının baĢta gelen ve önemini hiçbir zaman
kaybetmeyen bir özellikleri idi. Yalnızca Türk kağanlarının bilge olması kafi gelmiyor;
onların etrafındaki büyük memurlar ile komutanlarında bilge olmaları Ģart koĢuluyordu. Eski
Türk yazıtlarının ağzı ile “bilgi bilmez kiĢiler” bilmedikleri için daima felaket ve yenilgilere
sebep olmuĢlardı.” (3)
Türk hakanlarının diğer belirgin özelliği ise, cihana hakim olma ülküsünün yanında, açları
doyurmak, çıplakları giydirmek ve milletini yüceltmek için çalıĢmak olmuĢtur. Orhun
abidelerinde, Bilge Kağan Ģöyle der : “Tanrı yardım etti. Türk hakanı oldum. DağılmıĢ
TIBB-I NEBEVİ 12
Mustafa ÖSELMİŞ
milletimi bir araya topladım. Fakir milletimi zengin ettim. AzalmıĢ milletimi çoğalttım.
Atalarım Bumin Kağana, Ġstemi Kağan’ a layık bir oğul olmaya çalıĢtım. Atalarım Türk
yurdunu öyle sıkı tuttular, öyle bilgelikle, öyle güzel törelerle yönettiler ki, Türk Milleti
bahtiyar oldu.”
Osman Gazi, Türk Milletinin devlet kurmak kabiliyetinin en müĢahhas örneğini vermiĢ,
kurduğu adli, askeri teĢkilati milletin garantisi olmuĢ, üç kıta, yedi iklime hükmetmiĢtir.
Napolyon’un: “ Ordum Türklerden kurulu olsaydı, kısa zamanda dünyayı fethederdim” dediği
sadık, disiplinli ve teĢkilatlı ordu dünyanın hayranlığını kazanmıĢtır.
Du Loir : “Hiç Ģüphesiz ki, ahlak bakımından Türk siyasetiyle, medeni hayatı bütün cihana
örnek olabilecek vaziyettedir” diyerek Türklere olan hayranlığını belirtmiĢtir. Türkler M.Ö.
200 tarihinde imparatorluk kurmuĢ bir millet olarak teĢkilatçılığı ile tanınmıĢtır. Diğer
milletler Türkleri örnek alarak kendilerine düzen vermiĢlerdir.
Bahaeddin Ögel : “Onluk,yüzlük,binlik ve on binlik ordu ve halk düzeni eski bir türk icadıdır.
Latinlerin “Centenaria”, Almanların da “Hundertschaft” dedikleri ordu düzeni, Avrupa’ ya
ancak Attila Hunları ile girmiĢti. Orta Asya’ da ise, bu düzenin geçmiĢleri çok eskidir. Büyük
Hun Ġmparatoru Mete’ nin ordusu bile, yüzlük, binlik ve on binlik bir düzen üzerine
kurulmuĢtu” der. (4)
Cengiz, ordusunun mühim mevkilerine Türkleri getirmiĢti. Hatta bunun için Cengiz’in Türk
olduğunu iddia edenler bile olmuĢtur. Memun, Türk askerlerinin yardımı ile ayakta
durmuĢtur. Halife Mutasım, “Hassa” ordusu adı ile yalnız Türklerden oluĢan bir ordu kurmuĢ
ve Türkleri devlet kademelerinde en önemli mevkilere getirmiĢ, uzun zaman Türkler, Abbasi
devletinin yöneticileri olmuĢlardır.
M.Abdulmelik Fas’ ta yaptığı büyük çaptaki ıslahatta Osmanlı teĢkilatını örnek almıĢtır.
KardeĢi Ahmedu’l-Mansur da Türk askeri teĢkilatını ve mülki sistemini örnek almıĢtı. Bu
Türk modeli sistem 1957 ye kadar Fas’ ta uygulanmıĢtır.
Bir çok Türk padiĢahı gibi çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet XV. Ve XVI.
Yüzyıllarda Avrupa’ da örnek hükümdar olarak nitelendirilmiĢ ve meydana getirdiği
“Merkezi devlet” tipi, Avrupalıların örnek aldığı bir idare tarzı olmuĢtur.
Türklerin varlıklarını koruyabilmesinin diğer bir nedeni de onurlu, inançlı ve kahraman bir
millet oluĢlarıdır. Türkler karakter itibariyle onurlu br millettir. Fakat bu onur, pis, bencil ve
boĢ bir duygu değildir. Kendilerine güven ve Ģahsiyetlerinin ifadesidir.
KaĢgarlı Mahmud, Divanında “Türklerde böbürleme yoktur. Türk, büyük kahramanlıklar ve
fedakarlıklar yaptığı vakit, önemli bir hareket yaptığından habersiz gibi görünür” derken
Türklerin böbürlenmediği ve yaptığı iĢleri sadece bir gurur uğruna yapmadıklarını ifade
etmiĢtir. Ġzmir’ in kurtuluĢunun da Türk askerleri Ġzmir’ e mütevazi bir Ģekilde girmiĢlerdir.
Bu duruma Ģahit olan bir Ġngiliz Gazetecisi Ģöyle der : “ Türkler sanki büyük zafer
kazanmamıĢlar gibi, atlarının üstünde gösteriĢsiz, sanki Anadolu köylüsü geliyor.”
Türklerin gururu, Allah’tan ve Atadan gayri kimsenin önünde eğilmeye müsait değildir.
SavaĢlarda düĢmana esir düĢen Türk askerleri benliklerini unutup esarete kendilerini
alıĢtıramamıĢlardır. Çinlilere esir düĢen ĠĢpara Han, Çin hükümdarı karĢısında ayağa
kalkmayı reddetmiĢ ve “Türklük gururum düĢmanım karĢısında eğilmeme manidir” demiĢtir.
TIBB-I NEBEVİ 13
Mustafa ÖSELMİŞ
“M.Ö. I. Yüzyılda yaĢayan ünlü Türk Hakanı Çi-Çi Çinliler tarafından yapılan teslim
çağrısına Ģu cevabı vermiĢtir : “ Ġstiklalden vazgeçmek atalarımıza karĢı yapabileceğimiz
hiyanetlerin en büyüğüdür. Onların bize geniĢ ülkelerle birlikte emanet ettikleri hürrüyet ve
istiklalimizi adi bir ömür uğruna feda edemeyiz. Hiçbir Türk’ ün alnında esaret damgasını
taĢımaya tahammül göstereceğini de zannetmem.” (5)
Cem sultan Fransa’ ya varır varmaz, Papa, Cem’ i elde edip yeni bir haçlı seferi için fırsat
bildi. Cem’ e Hristiyan olması için teklifte bulundu. Cem bunu kendine hakaret telakki etti.
Dini Ġslam’ a ihanet edemeyeceğini bildirdi. VIII. Ġnnocentius’ un önünde eğilmediği gibi
“Osmanlı tahtına “yapacağı teklifini de Ģu Ģekilde cevap verdi : “Değil Osmanlı tahtının
sultanlığını, dünyanın sultanlığının verseniz dinime, milletime ihanet edemem.”
Gazi Osman PaĢa’ nın savunduğu Plevne düĢtükten sonra Ģehre ilk giren Rus subayı Ģöyle
anlatmıĢtır: “ġehirde sayısız yaralı Türk var. Hepsi de karların üzerinde yatıyordu.
Kendilerine : “Bir ihtiyacınız var mı ? Ekmek verelim mi ? “ diye sorduk. Hepsi de hiçbir
ihtiyaçları olmadığını söylediler, ĠĢte Plevne’ yi bu onurlu insanlar savunmuĢtu.”
Türk töresine göre savaĢ meĢru değildir. SavaĢ mecburiyetten ve anlaĢmaları ihlalden doğar.
Türkler en gergin anlarda bile “Elçiye zeval yoktur ! “ ilkesine bağlılık göstermiĢlerdir. M.Ö.
176’ da Türk hükümdarı Mete, Çin Ġmparatoruna yazdığı mektupta : “Sizinle aramızda olan
geçmiĢin olaylarını unutarak eski anlaĢmayı yenilemek istiyorum, Halkımız sulh içinde rahat
yaĢasın, küçük çocuklar büyüsün, ihtiyarlar ömürlerinin sonunda rahat etsin” demiĢtir. Tarihte
Türklerin kazandıkları bütün zaferlerden önce düĢmanlarına elçi gönderdikleri ve savaĢ değil
sulh istedikleri bir gerçektir. Lakin sulh teklifini reddeden düĢmanlarına karĢı da asla
alçalmadılar. Kılıçlarını da insafsız kullanmadılar, savaĢ dıĢında asla katil olmadılar.
Türk inanç ve töresine göre savaĢ düĢmana korku vermek, kuru kavga ile kan dökmek ve
kendilerini tatmin etmek için değil, zayıfları korumak, zulmü yok etmek, yeryüzünde adaleti
hakim kılmak kötülüğü yok etmek ve birde müdafaadan doğar.
Yunan iĢgali sırasında Yunan askerleri merhametsizce ilerliyordu. Geçtikleri her yer kan,
ceset, kül… Denizli Müftüsü Merhum Ahmet Hulsi Efendi, Denizli Halkına Ģu konuĢmayı
yapmıĢtır: “HemĢehrilerim, Ġzmir’i yunan askerleri iĢgal etti. Bu iĢgale muhalefet ve
düĢmanın taarruzuna karĢı koymak lazımdır. ĠĢgal edilen memleketler halkının silaha
sarılması ve savaĢması farz-ı ayndır. Fetva veriyorum silah ve cephane azlığı veya yokluğu
hiçbir zaman mücadeleye engel teĢkil etmez. Elinizde hiçbir silah olmasa dahi, üçer taĢ alarak
düĢman üzerine atmak suretiyle mutlaka karĢı koyunuz. Biz bir çok ülkelere hükmetmiĢ
fatihlerin torunlarıyız. (orada bulunan Hıristiyanları göstererek ) bunlar da bize birer
emanettir; onlara da dokunmayınız.” (6)
Türk milleti düĢman saldırıları karĢısında karĢı koymasını ve gerekirse ölmesini bilen bir
millettir. DüĢmanlarının çokluğu, tehlikelerin büyüklüğü Türkleri devamlı uyanık ve dinamik
olmaya zorlamıĢtır. Tarihte Türk’ ün idaresini eline almıĢ hiçbir Türk devlet adamı
gösterilemez ki, rahat yatağında ruhunu teslim etmiĢ olsun.
Viyana dönüĢünden sonra TamıĢvar Kalesinin müdafaası Koca Cafer PaĢa’ya verildi. Kale
beĢ sene düĢman tarafından kuĢatıldı. Kaleye hiçbir yardım gelemediği için kale halkı bitkin
durumda idi. DüĢman elçisi teslim olunmasını isteyen bir mektup getirdi. Cafer PaĢa mektubu
okuduktan sonra elçiye çamur gibi bir ekmek gösterdi.
TIBB-I NEBEVİ 14
Mustafa ÖSELMİŞ
-ĠĢte yiyeceğimiz budur. Askerimiz bitkindir. Fakat istediğiniz kale benim değil milletimindir.
Ben ancak muhafazaya memurum. Kaleyi almak isteyen kumandanına söyle. Görüyorsun ben
ihtiyarım, ayağım da sakattır. Kumandanınız ise genç ve dinçtir. Kılıçla ordunun önünde baĢa
baĢ dövüĢelim. Ben ölürsem kale onundur. Ama o ölürse kuĢatmayı bırakıp gideceksiniz”
deyince elçi bir kelime söylemeden ĢaĢkınlık içinde kaleyi terk etti.
Türk askerleri de komutanları gibi ölümden korkmamıĢ, komutanlarına layık olmaya
çalıĢmıĢlardır. Kıbrıs harekatı sırasında bir Türk askeri ağır yaralanır, hastanede vücudundan
kurĢunlar çıkarılıp yaraları sarıldıktan sonra kendi haline bırakılır. Tekrar arandığında
yatağında bulamazlar. HemĢireler onu koridorun sonunda baygın halde bulurlar. Ayılır
ayılmaz :
-Bırakın gideyim arkadaĢlarım cephede savaĢıyorlar, ben burada yatamam tetik çekecek
parmaklarım sağlam” demiĢtir.
Tarihin en yürekli, en kahraman ve en asil tanıdığı Türk Milleti kazandığı zaferlerle
ĢimarmamıĢ ve korkunun ne olduğunu hissetmemiĢtir. KoçiBey’ in ifadesiyle :
“Cem olup derya yüzün tutsa düĢman-u firenk
Nusret-i Hak bizdedir, edemez kimse bizimle cenk.”
diyerek zalime korku, mazluma emniyet vermiĢlerdir. Türkler çocuklarına Ģahsiyet haline
gelmeden, kahramanlık göstermeden ad bile vermezlerdi. Bu da gösterir ki, Türk demek,
Ģahsiyet demek, Türk demek kahramanlık demekti.
I.François’ ya yolladığı mektuba “ Sen ki Fransa vilayetinin padiĢahısın” diye baĢlayan
Kanuni sultan Süleyman, ġarlken’ e gönderdiği mektupta da : “ Bu kadar zamandır erlik
davası yapıp durursun; ne senden ne kardeĢinden nam ve niĢane yok; sizlere saltanat ve erlik
haramdır. Askerinden, belki karından dahi utanmaz mısın ? Belki kadında gayret var sizde
yok; er isen meydana gelesin. Takdir ne ise yerine gele; gel seninle saltanatı Beç Sahrasında
üleĢelim; reaya fıkarası dadi asude olsun; yoksa meydanı arslandan hali buldukça tilki gibi
fırsatla Ģikar almayı erlik sayma. Bu kere dahi meydana gelmezsen avratlar gibi çıkrık alıp
dahi padiĢahlık tacını örünmiyesin ve erlik adını diline getirmiyesin.” (7) diyerek meydan
okumuĢtur.
Niğbolu SavaĢında alınan esirler arasında Fransız kralı ġarl ve Kont Korkusuz Jan da vardı.
Türklere yaptıkları zulüm ve katliamlara rağmen onlara hayatları bağıĢlanmıĢtı.
Türkleri ilk defa tanıyan Korkusuz Jan’ a esaret çok ağır gelmiĢ ve Türklere karĢı bir daha
kılıç kullanmayacağına yemin etmiĢti. Yıldırım Beyazit :
-Jan, aleyhime kılıç kullanmayacağına yemin etmiĢsin, bu yeminini Ģimdi sana iade ediyorum.
Sana hürriyetini de bağıĢlıyorum, tekrar benimle savaĢmak istersen bütün Avrupa
hükümdarlarını ittifaka davet edebilirsin ve ne kadar büyük bir ordu toplayabilirsen bana Ģan
ve muzafferiyet kazandırmak için o kadar fırsat vermiĢ olursun” diyerek Türk’ ün
kahramanlığını tarihe mal olacak Ģekilde ifade etmiĢtir.
Türkler kendilerini Ġslam’ ın emrine vermiĢ ve hayatlarını Ġslam’ ın prensipleri üzerine
kurmuĢlardı. Asker, bey için, han için değil Hak için savaĢıyordu.
TIBB-I NEBEVİ 15
Mustafa ÖSELMİŞ
Napolyon : “Askeri bir Ģeye inandırmaya mecbursunuz” demiĢtir. Türk askerini zafere
götüren neden, Türk askerinin taĢıdığı ideali idi. “Allah-ü Ekber” sesleri ile hareket edince
dağlar tepeler inliyor, düĢman titriyordu. Türk askerinin taĢıdığı ölüm korkusu değil, Ģehitlik,
gazilik arzusu idi. Çünkü inandıkları dinde Ģöyle buyrulmuĢtu :
“Allah yolunda ayağı tozlananların vücuduna cehennem ateĢi dokunmaz.” (Hadis)
“Cennet kılıçların gölgesi altındadır.” (Hadis)
“Allah yolunda öldürenlere ölüler demeyiniz.” (Bakara Suresi : 154)
“Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın cihattan geri kalanlarla Allah yolunda mallarıyla,
canlarıyla savaĢanlar bir olmaz. Allah, mallarıyla ve canlarıyla savaĢanları, derece
bakımından oturanlardan çok üstün kıldı.” (Nisa Suresi : 95)
Peygamber Efendimiz bir gün Ashabına: “ Ah ne olurdu Allah yolunda öldürülmüĢ olsaydım.
Sonra dirilip yine öldürülseydim. Sonra dirilip yine öldürülseydim” buyurdu.
Türk idareci ve padiĢahlarının da Ģan Ģöhret için değil Ģehitlik, gazilik arzusuyla ön safta
savaĢması, Ġslam Dininin emrettiği cihat ve vaat ettiği Ģehitlik ünvanı, Türklerden ölüm
korkusunu silmiĢ, Ģehit olma arzusunu kamçılamıĢtır.
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig adlı eserinde : “Cesur kumandan yüreksiz askeri arslan
yapar. Ölümü unutan düĢmanını yener. Server ve ganimete tapan kumandan için muvaffakiyet
beklenemez” der.
Türkler, rahat yataklarında ölmemiĢlerdir; yatakta ölmeyi zillet, savaĢta ölmeyi izzet kabul
etmiĢlerdir. Alpaslan Malazgirt savaĢından önce beyaz elbisesini giymiĢ ve askerlerine :
“Allahtan ayrılmayınız, yine O’ na tapınız,
Bu beyaz elbisemi ölürsem kefen yapınız. “ demiĢtir.
Türk büyükleri, hayatları boyunca kendi menfaatini, rahat ve istirahatını düĢünmeyip her
zaman milletin menfaatini, devletin varlığını düĢünmüĢlerdir.
II.Murat, padiĢahlıktan çekilerek oğlu Mehmet’ i yerine bırakıp Manisa’ya çekilmiĢti. Bunu
fırsat bilen Hristiyan Avrupa, anlaĢmaları bozup, Türklere verilen sözün hiçbir hükmü
olmayacağını söyleyip yeni bir haçlı ordusu toplayıp saldırıya geçtiler. Sultan Mehmet,
benliği bir tarafa bırakarak tecrübeli babasını “Eğer padiĢah biz isek size emrediyoruz, gelip
ordumuzun baĢına geçin; yok siz iseniz, gelip devletinizi müdafaa ediniz” diyerek vazife
yapmaya davet etmiĢ, O’ da derhal Edirne’ ye gelmiĢ, oğlunu tahttan indirmeyip
baĢkumandan sıfatı ile Ġslam Dinini ve Türklüğü ortadan kaldırma amacı güden Haçlı
saldırısının karĢısına dikilmiĢtir.
Netice olarak Türk’ ü Türk yapan karakter özelliği ve ruh yapısıdır. ġu andaki Türk’ ün bu
hale düĢmesinin nedeni ne Müslüman oluĢu, ne de Türk oluĢudur. Karakter ve ruh yapısının
bozulmasıdır.
Elimizde son bağımsız Türk devleti kalmıĢtır. Beynelmilel Siyonizm ve Komünizm cihan
hakimiyeti davası güderken, “Türk’üm, doğruyum,çalıĢkanım” andını içirdiğimiz çocuklara
geçmiĢine ve milliliğe düĢman etmekle kazanacağımız bir Ģey yoktur.
TIBB-I NEBEVİ 16
Mustafa ÖSELMİŞ
ġairin ifadesiyle:
“Mazi cadı halinde yaĢar öldürülürse,
Ati (gelecek) kararır altına mazi gömülürse.”
Türk çocuğu, geçmiĢin değerlerini ve ecdadını tanırsa, fakir ve öksüz çocuk halinden
kurtulacak büyük adam olmak ve büyük iĢler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
Milletimiz de millilik vasfına dönmeden sağlıklı ve dinamik bir toplum olamayacaktır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
L. Lıgeti, Bilinmeyen Ġç Asya S.1,S33
Prof.Dr.M.Altay Köymen, Selçuklu Tarihi, C.2 –S.13
Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün GeliĢme Çağları, C.2, S.64
Age. C.2, S.111
Prof.Ġbrahim Kafesoğlu, Türk Medeniyeti ve Batıya Tesirleri, Armağan (1958-1959)
S.109
6. Dr. Selahattin Tansel, Mondrostan Mudanyaya Kadar, C.1, S.278
7. Ord.Prof. Ġsmail Hakkı UzunçarĢılı, Osmanlı Tarihi,C.2,S.485
1.
2.
3.
4.
5.
TIBB-I NEBEVİ 17
Mustafa ÖSELMİŞ
C - ÖVÜLEN MĠLLET
Türk Milleti, ahlaki, meziyetleri ve idealleri ile diğer milletlerden üstün bir millettir.
Tarihin hiçbir devresinde Allah’ın gazabını celbedecek kadar yozlaĢıp dejenere olmamıĢtır.
Bu bakımdan iki iftiharımız vardır : Birincisi; Ġslam’la ĢereflenmiĢ olmamız, diğeri ise, insani
meziyetlere sahip Türk olarak yaratılmıĢ olmamızdır.
Bununla beraber Ģunu açıkca belirtmek gerekir ki, iddiamız kuru kuruya bir ırk
üstünlüğü değildir. Çünkü Ġslam’ın ölçülerine göre, Allah’ a inanan takva sahibi bir
Müslüman, azıp sapmıĢ inançsız bir kafirden her zaman üstündür. Ġslam Peygamberi
yakınlarına :
- BaĢkaları amelleri ile bana gelirken siz ecdadınızla övünerek bana gelmeyiniz.
Kıyamet gününde bana en yakın olanınız huyca en güzel olanınızdır, “ buyurmuĢtur.
Tür Milletinin üstünlüğü, laboratuar ırkçılığı olarak değildir. Türk milletinin
üstünlüğü, imanla hidayete ulaĢmıĢ Türklerin manevi ve ruhi alanda Ġslam’a gönül vererek
sağladığı inanç, ahlak ve düĢünce üstünlüğüdür. Anadolu’yu TürkleĢtiren ve ĠslamlaĢtıran
Alpaslan : “ Biz temiz Müslümanlarız, bit’at nedir bilmeyiz. Bunun için Allah halis Türkleri
aziz kıldı” diyerek Müslüman Türk’ ün üstünlük nedenini ifade etmiĢtir.
Müslüman Türkler kötü olmadıkları gibi her kötünün ve kötülüğün karĢısında
olmuĢlar, Allah rızası için çalıĢmıĢ ve Allah rızasına uygun olarak yaĢamıĢlardır. Bunun için
Türklere “Cündullah” yani Allahın ordusu denmiĢ ve Türkler, kötüleri cezalandırmak için
Allah tarafından gönderilmiĢ ve yüceltilmiĢ bir millet olarak kabul edlmiĢtir.
Ġngiltere’ nin Ġstanbul elçilik katibi Rıcaut, “Türklerin Siyasi Düsturları “ adlı eserinde (S.10 11) Ģöyle der : “Ġmparatorluğun uzun ömrünü içte sarsılmaz sebatını ve dıĢta ordularının
mutlu baĢarılarını onu yönetenlerin bilgeliğinden ziyade tabiat üstü bir sebebe dayandırarak
hayran olmamak mümkün değildir. Sanki her Ģeyin en iyisini yapan Tanrı bu güçlü milleti,
Hıristiyanların günahlarını ve kusurlarını cezalandırmak için yüceltmiĢ ve desteklemiĢ gibidir.
“
Müslüman olduktan sonra Türkler, Ġslam’ı en güzel anlamıĢ, yaĢamıĢ ve en çok hizmet
etmiĢ bir millettir. Bu konuda Müslüman Türk Milleti ile mukayese edilebilecek baĢka bir
millet gösterilemez. Bu yüzden Türk Milleti, Allah’ ın ve Resulünün övgüsüne mazhar
olmuĢtur.
Dede Korkut Kitabında Korkut Ata’ nın Peygamber Efendimiz zamanında yaĢadığı ve
ona sahabe olduğu bildirilmiĢtir. Taberi Tarihi, Peygamberin Uhut savaĢında savaĢı “Türk
çadırı” denilen bir çadırdan idare ettiği yazılıdır.
Ebu Davud’ un Süneninde yer alan bir hadislerinde Peygamber Efendimiz Ģöyle
buyurmuĢtur : “Türkler size dokunmadıkça siz Türklere dokunmayınız.”
Kur’an’ da ebced hesabı ile Ġstanbul’un fethinin hicri tarihini gösteren “Belde-i
Tayyibe” ve : Konstantiniyye elbette fetholunacaktır; onu fethedecek kumandan ne güzel
kumandandır. Onun askeri ne güzel askerdir” diyen Ulu Peygamberin övgüsüne mazhar
olmuĢtur milletimiz.
TIBB-I NEBEVİ 18
Mustafa ÖSELMİŞ
KaĢgarlı Mahmud, Divan-ü Lügat-it Türk adlı eserinde : “ Gördüm ki, Tanrı devlet
güneĢini Türklerin burçlarından doğurdu, feleklerin çemberlerini onların ellerinde döndürdü,
“Türk” adını onlara kendisi verdi, Türkleri illere sahip etti, bu asrın sultanlarını onlardan
gönderdi, cihandaki bütün milletlerin dizginlerini de Türklerin eline verdi. “Dedikten sonra
Türkler hakkında söylenmiĢ hadis ve Kutsi hadisler nakletmektedir.
KaĢgalı Mahmud: “ sözüne güvenilir Buhara ve NiĢabur imamlarından duyduğuna
göre Peygamber, Oğuz Türklerinin meydana çıkacaklarını söylediği sırada, “Türk dilini
öğreniniz, Çünkü onların hakimiyeti uzun sürecektir” mealinde bir hadis buyurmuĢ. Bu hadis
doğru ise Türk dilini öğrenmek boynumuza borçtur; doğru değilse o zaman akıl bunu icap et
tirir” der.
Naklettiği bir kutsi hadis ise: “ Benim Türk adını verdiğim ve ġarkta iskan ettiğim bir
ordum vardır. Bir kavme gazaplandığım zaman onları o kavmin üzerine salarım.”
Mealindedir.
Türk Milletinin bariz karakteri, Ġslami ve insanı meziyetlere sahip, ahlak yapısı yüksek
oluĢudur. Ġslam’dan önce Türkler insani temellere bağlı oldukları gibi Müslüman olduktan
sonra da Kur’ an ve sünnette emredilen Ġslami prensiplere son derece bağlı olarak
yaĢamıĢlardır. Beden ve ruh temizliğini imandan saymıĢ, Ġslam’ın emri olan sosyal sosyal
müesseseleri kurup yaĢatmıĢ, aile müessesesinin kutsallığını koruyup devam ettirmiĢlerdir.
Bugün Müslüman milletler arasında Sünnete bağlı, Kur’an’ a sayılı ve Kur’ an’ ı
abdestsiz tutmayan tek millet Müslüman Türk Milletidir. ġehitlik, gazilik arzusu ile
imanından son derece emin olarak Haçlıların karĢısına dikilen. Ġslamı ve Allah’ ın adını
cihana yaymayı görev edinen milletimizdir.
Osman Gazi oğlu Orhan Gazi’ ye vasiyetinde : “Yolumuz Allah yoludur, gayemiz
Allah’ ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir.” Derken
Müslüman Türk Milletinin uğrunda ölüp, yaĢadığı ideali ortaya koymuĢtur.
Yüce imanı, ideali,ahlaki ve insani meziyetlerinin üstünlüğü ile milletimiz, her türlü
övgüye layık bir millettir.
Dede korkut, Türk Milleti için : “Karlı kara dağların yıkılmasın. Gölgeli büyük ağacın
kesilmesin. TaĢkın akan güzel suyun kurumasın. Kâdir Tanrı seni nâmerde muhtaç etmesin.
KoĢar iken akboz atın sendelemesin. VuruĢunda karaçelik öz kılıcın çentilmesin. DürtüĢürken
alaca mızrağın ufanmasın Allah’ın verdiği ümidin kesilmesin.” diye dua etmiĢtir.
Tarihteki üstünlüğünden sonra Tanzimat’tan buyana Müslüman Türk Milleti, sahip olduğu
değerlerden koparılmıĢ, ahlak ve karakter bozukluğuna itilmiĢtir. Aziz Milletimiz, kendisinin
sahip oldu fazilet ve meziyetleri bilmeyenler ve onlara sahip olmayanlar tarafından hakir
görülerek küçültülmeye çalıĢılmıĢtır.
Yeni nesil ise, milletinin değerlerini tanıma imkanı bulamadığı gibi kendi milletine,
kendi dinine, diline, kültürüne ve tarihine düĢman olarak yetiĢtirilmiĢtir. Bununla da
yetinilmeyerek yeni nesle gurur verecek, ölçü olacak ve millilik vasfını kazandıracak, milli
eğitim yuvalarının duvarlarını süsleyen, Türk Milletine hayatlarını vermiĢ olan Türk
büyüklerinin tarihi tablolarına varıncaya kadar düĢman olunmuĢtur.
TIBB-I NEBEVİ 19
Mustafa ÖSELMİŞ
Neticede kendi milletinin büyüklerini tanımayan, milleti ile gurur duymayan Türk
genci, baĢka milletlerin kendi vatanı ve kendi milleti için yaĢamıĢ insanları gözünde ve
gönlünde putlaĢtırmıĢtır.
Türk Milletinin maddi ve manevi varlığına düĢman olanlara Mevlana’nın Fihi Mafih
adlı eserindeki (S.99) bir deyimi ile “Çok fena iĢler yaptın, fakat ya boĢluğundan veya
bilgisizliğinden, bunun kötü olduğunu bilmiyosun”
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 20
Mustafa ÖSELMİŞ
D – TÜRKLER ĠÇĠN NE DEDĠLER :
Türk Milleti tarih boyunca ahlaklı, faziletli, doğruluğu faziletin ve insanlığın temeli saymıĢ,
zeki, çalıĢkan, aktif bir millet olarak yaĢamıĢ, karakter ve belirgin özellikleriyle yabancıları
fazlasıyla etkilemiĢ bir millettir.
Yabancı bilim adamları ve seyyahlar, Türk Milleti için yazdıklarını baĢka bir millet
için yazmamıĢlardır. Türkler için açılan düĢmanlık kampanyasına rağmen itiraflarda
bulunmaktan kendilerini alamamıĢlardır. Daha evvel Türk’ ü kötüleyenler bile Türk Milletini
gördükten ve tanıdıktan sonra övmek zorunda kalmıĢlardır.
Buna rağmen hiçbir övgüye muhtaç olmayacak kadar yüksek karakter sahibi Türk
Milletinin, sahip olduğu faziletleri tam ifade etmekten aciz kalmıĢlardır.
Türkler hakkında yazılmıĢ kitaplar ve söylenmiĢ sözler o kadar çoktur ki biz bunlardan
bazılarını almakla yetineceğiz.
William Pitt The Younger : “Dünyanın en asil ve yiğit yaratıkları, en seçkin ve
karakterli milleti Türklerdir.”
Bismark : “Dünyanın en centilmen milleti, Türk Milletidir.”
Cahiz : “ÇeĢitli mesleklerden kiĢiler bütün meziyetlerini bir araya getirseler bile
alelade bir Türk ile boy ölçüĢemezler. Türklerin ahlaki vasıfları ise maddi değerleri aĢar.
Enerjik, canlı, faal ve zekidirler.”
T.Gautier : “Türkler Ģarkın ve garbın en efendi milletidirler.”
Sir Mark Skyes : “Türk’ ün ruh yapısında dünyanın hayretler içinde kalacağı bir
nitelik gizlidir.”
Patrik Süryani Mikail : “Türklerin meziyetleri vardır. Sahtekarlık, yalan bilmezler ve
doğruluktan ayrılmazlar.”
Fransız Generali Comte de Bonneval : “Haksızlık, dolandırıcılık, tekelcilik, hırsızlık
ve benzeri suçlar Türkler arasında adeta bilinmeyen Ģeylerdir.”
Türk düĢmanı olarak tanınan Fransız Guer : “Ġstanbulda ve Osmanlı Ġmparatorluğunun bütün
Ģehirlerinde görülen emniyet ve asayiĢ, hiçbir tereddüde imkan vermeyecek Ģekilde ortaya
koymaktadır ki, Türkler görülmemiĢ bir Ģekilde ve son derece medenidirler. Uzun süre ve
itham edildikleri suçlandıkları barbarlıkla hiçbir alakaları yoktur.”
Ġngiliz Charles Mac-Fariane : “Türklerin hırsızlığa meyli olmadığını baĢka bir
münasebetle kaydetmiĢtim. Türklerin kendilerine gösterilen itimat ve güvene hiçbir Ģekilde
ihanet ettikleri görülmemiĢtir.”
Du Loir : “Türk’ün siyasi ve medeni hayatı bütün cihana örnek olabilecek
vaziyettedir.” “Türkler yaratılıĢtan iyidirler. Son derece samimi ve mütevazi insanlardır. En
belli vasıfları sadelik, doğruluk ve samimiyet ile benzeri görülmemiĢ bir açık yürekliliktir.
TIBB-I NEBEVİ 21
Mustafa ÖSELMİŞ
Fernand Grenard: “Türkler asla faziletsiz değildir.”
Lamartine : “Türkler yeryüzünün en Ģerefli insanlarıdır.”
Cahız: “Türk eli kolu bağlı olarak bir kuyuya atılsa mutlaka bir çaresini bulup
kurtulur.”
Lamartine : “Türkler seciyeleri pek necip ve yüce, Ģecaatleri bozulması imkanı
olmayan bir kudret halindedir.”
Pierre Loti : “Türk, asillerin asilidir. Yapma olmayan, gösteriĢi bulunmayan bu pek
yüksek asalet ona tabiatın hediyesidir.”
D’Ohsson : “Türkler dünyanın en geniĢ kalpli, en sakin insanlarıdır. Hiç bir Ģey onları
sarsmaz, telaĢlandırmaz.”
Cahız : “Türk, ancak korkulması gerekenden korkar. Ümit edilmeyecek Ģeye karĢı
ümit beslemez.”
Lamartine : “Türkler bir ırk ve millet olarak dünyanın en Ģerefli ırk ve milletidir. Öyle
zannediyorum ki, Türklerin düĢmanı olmak demek, bütün insanlığın düĢmanı olmak demektir.
Tanrı beni böyle bir günah iĢlemekten korusun.”
Ġngiliz yazarı Th Thornton: “Türkler ağırbaĢlı ve düĢüncelidirler. Her zaman ciddi,
sakin görünürler. Bütün eğlenceleri sükunet içinde geçer. NeĢe ve sevincinin Ģamatacı
gösterilerini çılgınlık sayarlar.”
Mu’ tasım zamanında Bağdat’ ta yaĢamıĢ bir Arap yazar Türk’ ün öz hasletlerini Ģöyle
hulasa eder: “Türkler, iĢlerinde basiretli, zekaları üstün, doğruluğuna inandıkları herhangi bir
fikri müdafaa hususunda son derece fedakar insanlardır. YaratılıĢtan halim ve sabırlıdırlar.
Tek ve tok söylerler. Hükümleri katidir. Vefakar olup katiyen yalan söylemezler.”
Türklerin Faziletleri adlı eserinde Cahız: “Türkler baĢlı baĢına hususiyetleri olan
mümtaz bir millettir. Türkler, yılmaz, yıldırır. Korku denilen Ģeyi asla bilmezler. Vatanları
için canlarını seve seve verirler. BaĢladığı bir iĢi baĢaramazsa bunu kendilerine ar telakki
ederler. Hürriyet ve iradesini katiyen kimseye vermezler. Hiçbir vakit hissiyatlarına mağlup
olmazlar, bütün hareketleri doğru ve Ģuurludur. Akıl ve rey tedbirini kendilerine daime hedef
ve rehber ittihaz etmiĢlerdir. Türkler, cömertlikleri, çalıĢkanlıkları, terbiyeleri ve ahlakları ile
temayüz etmiĢ temiz ve yumuĢak huylu, bilgili, azimli,sabırlı, hileye tahammül edemeyen
kimselerdir.”
G.Valbert: “Türkler bir menfaat elde etmek veya göze girmek için asla dalkavukluk
etmezler. Hürmetkar, cesur, ciddi ve sadedirler. Kimseye hakaret etmek istemezler, az ve öz
konuĢurlar. O kadar dürüst ve namusludurlar ki; baĢka türlü olunabileceğini
düĢünmediklerinden daima aldatılırlar.”
Bertrandon De La Bro: “Türkler hakkında kötü bir Ģey söylemek niyetinde değilim.
Zira onları, insanı münasebetlerde daima samimi ve namuslu buldum. Yemek yerken kaç kere
bir fakiri sofraya çağırıp doyurduklarını gördüm. Biz bunu yapmazdık.”
TIBB-I NEBEVİ 22
Mustafa ÖSELMİŞ
Fransız Akademisi Üyelerinden Claude Farrare, Türklerin Manevi Gücü adlı eserinde:
“ Her ne olursa olsun, Türklerin emin bir geleceğe hakları vardır. Türk halkı hor görülecek bir
halk değildir. Ben Türklerden bahsederken belki birazda hissi davranıyorum. Pierre Loti gibi
ben de bu dürüst, vefakar, sade, asil millete gönülden aĢıkım. Hadi diyelim ki, benim hususi
bir sevgim var. Peki büyük bir otorite olan Rene Goursset’ in Asya tarihi adlı harikulade
eserinde yazdıklarına ne diyelim ? Müslümanlara karĢı pek fazla sempatisi olmayan bu
namuslu insan, Türklerin hükümran olmak için yaratılmıĢ bir ırk olduğunu yazar ve tarih
boyunca kaydettikleri baĢarıları hayranlıkla zikreder.
Dr. Rıza Nur, Türk Tarihi adlı serinde: “Bu kadar tarih okudum, Türk kadar kahraman,
mert, iyi yürekli, zeki ve aklı-ı selim sahibi insan, Türk kadar büyük ve yüksek bir tarihe
malik bir millet görmedim. Bu kadar millet tanıdım, bugünkü medeniyet aleminde en yüksek
mevkiye çıkmak için lazım olan kabiliyetleri kendinde ve yurdunda toplamıĢ olanını
görmedim. Türklük bende sönmez, tükenmez bir aĢktır. Her sevginin fevkinde bir sevgi
halinde gönlümde yaĢar. Bütün varlığımı kavrayan bu ilahi ateĢin beni yakması pek tatlıdır;
yaktıkça bana zevk, sevinç verir. Sadece odur ki, beni yaĢatır. Türk yaratılıĢımın Ģükrünü ne
türlü ve nasıl bir hizmetle eda edebileceğimi bilmiyorum. Belki bu Ģükrü birazcık eda eder
diye bu eseri yazıyorum.”
Ġbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri (s.239) adlı eserinde: “ġimdi
daha iyi görülmektedir ki, Türkler orijinal bir kültürün yaratıcısı; töreye bağlı, hak hukukuna
saygılı; eĢitliğe, sevgiye, ve iĢ birliğine dayanan bir cemiyetin temsilcisi; insani düĢünceli,
kudretli, siyaseti olgun, fikren geliĢmiĢ, milli duygusu yüksek, vatanperver, çalıĢkan bir
millettir. Zaten Türkleri yer yüzünde binlerce yıl efendi millet olarak yaĢatan bu meziyetler
değil midir ? ”
Bunlar Türkler hakkında söylenilenlerden bir kaçı… Türklerin dostlarının yanında,
düĢmanlarının da kendileri hakkında söyledikleri bu ve buna benzer sözler, Türkler için iftihar
edecekleri bir husustur.
Unutulmamalıdır ki, bu övgülere sebep olan baĢlıca unsurlar, Türklerin Türk-Ġslam
ahlak ve faziletine sahip olmalarının neticesi idi.
Ne yazık ki, son zamanlarda Türk nesli geleceğin teminatı olarak yetiĢtirilme
gayesinden uzak ele alınmıĢ, Türk-Ġslam ahlak ve faziletinden koparılarak avare bir nesil
olarak yetiĢtirilmiĢtir. Böylece kendini ülke çapında hissettiren ahlaki ve manevi istikrarsızlık
devrine girilmiĢtir. Gençliğimiz, ecdadının inancına, ahlak ve fazilet anlayıĢına düĢman
olmuĢ, geçmiĢte bizi yücelten ve bugün büyük ölçüde muhtaç olduğumuz hasletlere modası
geçmiĢ sapık ideolojiler uğruna sadist duygularla saldırmaya baĢlamıĢtır. Bu haliyle Türk
devleti ve Milleti amansız düĢmanını kendi içinde bulmuĢtur.
TIBB-I NEBEVİ 23
Mustafa ÖSELMİŞ
Tarihte Türk’ ün Türk’ e ettiğini kimse etmemiĢtir. Bu gerçeği göz önünde tutarak,
Türk Milleti ve ferdi eğer varlığını devam ettirmek ve huzurlu yaĢamak istiyorsa kurtuluĢu
Türk’ ün maddi ve manevi varlığına düĢman olan zihniyetlerde değil, Türk-Ġslam ahlak ve
faziletinde aramalı ve her milletin kendi değerleri ile yaĢadığını, kendi milletine, vatanına
hizmet etmek zorunda olduğunu unutmamalıdır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 24
Mustafa ÖSELMİŞ
E – TÜRKLER BARBAR MIDIR ? BARBAR KĠMDĠR ?
Türk tarihi, bugüne kadar bilgisini, zekasını Türk aleyhinde kullanan bir nesil
yetiĢtirmediği gibi son iki asırdaki kadar da dıĢ düĢmanları tarafından mesnetsiz iftiralar ve
yersiz iddialara maruz kalmıĢtır.
Türkler Hıristiyan olmadıkları için Hıristiyan ve Yahudi milletlerin her zaman hıĢmına
ve insafsız saldırılarına uğramıĢtır. Barbar ve ilkel bir millet olarak dünyaya ilan edilmiĢtir.
Ġngiliz devlet adamı Çorçil bile, Türkler’in Hıristiyan olmadığı için insan sayılamayacağını
söyleyecek kadar ileri gitmiĢ, Türkler’e karĢı kin ve nefretini gizleyememiĢtir.
Bugüne kadar Müslüman Türkler’e yapılan iĢkence ve insanlık dıĢı davranıĢlar
dünyaya düĢmanları tarafından Türk mezalimi olarak tanıtılmıĢ, Türk’ ün adı barbarlığa
çıkarılmıĢtır. Yeni nesle ecdadı barbar, kanlı bıçaklı, insanları köleleĢtiren, kan döküp insan
öldüren emperyalist kimseler olarak tanıtılırken, Türk’ ü küçültmek ve kendi barbarlıklarını
gizlemeye çalıĢan milletler, kitap ve ansiklopedilerdeki “Türk” kelimesinin karĢısındaki
anlamlara varıncaya kadar değiĢtirmiĢlerdir. Amerika’nın larusu olarak bilinen Webster’in
Türk maddesi “vahĢicesine ters, zalim bir adamdır” Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. Kendilerinden
methiye beklemediğimiz diğer birçok milletler Türk’ ü “barbar, kaba, her yönü ile berbat “
olarak tanıtmaya çalıĢmaktadırlar. Bunun sebebi, Avrupa uzun zaman o kadar müthiĢ bir
barbarlık içinde yaĢamıĢtır ki, bu yüzden kendi barbarlığını gizlemeye çalıĢmasıdır.
Türk’ e isnat edilen “barbarlık” düĢmanın yalana yaslanan ifadesidir. Tarihte Türkler
asla barbarlık iftirasını doğrulayacak bir davranıĢta bulunmamıĢlardır. BaĢta dinleri ve milli
seciyeleri insanlık dıĢı davranıĢlara müsaade etmez.
Josef Strzygowski, Türklere barbar denmesinin sebebini Ģöyle izah eder: “Türkler ve
Ġslamiyet, sanatları itibariyle barbar veya ilkel midirler ? Hayır Türkler, Avrupalı olmayıp
baĢka milliyete mensup oldukları ve son asırlarda ise her Ģeyi taraflı olarak Avrupa mikyası
üzerinden ölçmek revaçta bulduğu için barbar ve ilkel olarak telakki edilmiĢlerdir.”
Tarihi ezikliğin ve dini husumetin neticesi Batı, Türkleri yanlıĢ tanımıĢ ve yanlıĢ
tanıtmıĢtır. Türklerin eli kanlı bıçaklı olduğu, azınlıklara zulmettiği propagandası hala ısrarla
sürdürülmektedir. Halbuki Türkler iyi muamele ve adil davranıĢları ile yedi iklim, üç kıtaya
hükmetmiĢtir. Bugünde Türk’ e barbar kelimesi yakıĢtırılmıĢtır. Türkler kimseye karĢı
tahripçi olmamıĢlardır. Bu yüzden tarihin sayfalarını kirleten olaylar Türklerin eseri değildir.
AraĢtırmalara görei geçmiĢte ve bugün dünyada yaĢayan azınlıklar içinde en huzurlu ve her
Ģeyinden emin yaĢayanı Türklerin idaresi altında yaĢayan azınlıklardır.
BeĢ bin yıllık Türk tarihi baĢtan sona kahramanlıklar, fedakarlıklar ve insanlığa
sunduğu medeniyet nimetleri ile doludur. Harp ettik. Fakat hiçbir zaman zalim olmadık, kötü
davranmadık, hakkı ve hukuku baĢkaları gibi çiğnemedik. Türk-Ġslam tarihinde zulüm,
yağmacılık yasaktı. Yapanlar ölüm cezası ile cezalandırılırdı.
Türk’ ün insalığa hizmetten, her dinden her milletten insanları Türk bayrağının
gölgesinde mes’ut ve bahtiyar yaĢatmaktan baĢka suçu yoktur. Çin seyyahı Hüan Dzang,
Göktürklerin insanca yaĢadıklarından, misafirperver olduklarından, Çin ve diğer toplulukların
iddia ettikleri gibi barbar bir millet olmadıklarından bahsetmiĢtir. Mete M.Ö. 176’ da
Türklerin barbar olduğuna inanan Çin Ġmparatoru Hiao Wen’ e Ģu mektubu yazmıĢtır :
TIBB-I NEBEVİ 25
Mustafa ÖSELMİŞ
“Sizinle aramızda olan geçmiĢ olayları unutup eski anlaĢmayı yenilemek istiyorum.
Eskiden olduğu gibi halkımız sulh içinde yaĢasın. Küçük çocuklar büyüsün, ihtiyarlar
ömürlerinin sonuna kadar rahat yaĢasın. Milletlerimiz nesilden nesle sulh ve asayiĢten istifade
etsin.”
1932-1933 yıllarında Türkiye’de elçilik görevi yapan Charles H. Sherrill : “
Türkiye’de Amerikan elçisi olarak bulundum. Ama hiçbir zaman kendimi bir büyük elçi
olarak hissetmedim. Türkiye’ de bulunduğum müddet içinde vatanımda imiĢ gibiydim”
demiĢtir.
Daha evvel Türklerin yapılan propagandanın etkisi ile barbar olduklarına inanan
Seyyah Obissiyini, Türkleri tanıdıktan sonra Ģöyle demiĢtir : “Kelimenin tek anlamıyla
bugüne kadar bize barbar diye tanıtılan Müslüman Türkler kadar insaniyet sahibi bir millet
görmedim.”
Bir Fransız yazarı Türkler hakkında Ģöyle der: “Gerek Ġstanbul’ da, gerek
Ġmparatorluğun bütün Ģehirlerinde hüküm süre emniyet ve asayiĢ, hiçbir tereddüde imkan
bırakmayacak surette ispat etmektedir ki, Türkler hiçbir zaman görülmemiĢ derecede
medenidirler. Uzun zaman itham edildikleri barbarlıkla alakaları yoktur.”
Türklerde insana verilen değer büyüktü. Ona zulmedilmez ve kötü davranılmazdı.
1071 Malazgirt meydan muharebesinden sonra yenilgiye uğrayan Romen Diyojen Alpaslan’ın
sorusu üzerine fikrini açıkça belirtmesine rağmen bir konuk gibi muamele gördü. Yurduna
dönmesine izin verildi. Ne yazık ki, kendi adamları ona kötü davrandı. Tahtından indirdiler,
gözlerini oydular. Niğbolu savaĢından sonra Yıldırım Beyazıd, Korkusuz Jan’ a tutsak gibi
davranmadı. Verdiği ziyafette: “Ülkenizde Ģerefli bir askerdiniz, bu lekeyi temizlemek ve eski
Ģerefinizi kazanmak isterseniz her zaman savaĢa hazırım” dedi. Fatih Ġstanbul’ un fethinden
sonra bir bildiri yayınlayarak halkın mal, can, namus ve din güvenliğinin her zaman
korunacağını belirtti. Daha evvel Hıristiyanların yaptığı kötü davranıĢların hiçbiri yapılmadı.
Hiçbir kimsenin malı yağmalanmadı. Çünkü Türk askeri bunu yapacak ruha sahip değildir.
ġimdi bize barbar diyen, kendi barbarlıklarını görmeyenlerin tarih boyunca iĢledikleri
barbarlıklardan bir kaçını lanetleyerek nakledelim :
1204’ te haçlılar Ġstanbul’ u aldıkları zaman “En nefret verici haydutluklardan birini
oluĢturan müthiĢ bir talan baĢladı. Boru sesleri arasında yalın kılıçlarını sallayarak evleri ve
kiliseleri yağmaya koyuldular… bu kötü adamların iĢledikleri dinsizlikleri nasıl
anlatabileceğimi bilemiyorum. Kutsal tasvirleri kırdılar. Din Ģehitlerinin kemiklerini, adını
anmaktan utanç duyduğum kötü yerlere attılar… Bu kıyamet günü habercileri, kıyametin
geliĢine öncülük eden bu günah iĢleyiciler, kiliselerdeki eĢyaları aldılar. Büyük kiliseye karĢı
gösterdikleri hakaret, derin bir korku duymadan tasavvur olunamaz. Bütün ulusların
hayranlığına konu olan mihrabı kırdılar, parçalarını aralarında diğer eĢyalar gibi paylaĢtılar.
Aldıkları kıymetli eĢyaları yüklemek için katırları kilisenin içine soktular. Bu hayvanlardan
kaygan olan döĢeme üzerine düĢenlerini delik deĢik ettiler. Hayvan pislikleri ve kanları ile
kiliseyi kirlettiler. Gezginci zevk ve günah dükkanı bir genel kadın, Patrik kürsüsüne oturdu,
orada Ģarkı söyledi ve dans etti. Genç kızlara ve kendilerini tanrıya adamıĢ rahibelere tecavüz
ettiler.”
Daha sonra bunları anlatan Nikitas Akominatos, Batı Hıristiyanlarının vahĢiliğini, aç
gözlülüğünü, sahtekarlığını o zamana kadar Müslümanların örneğini verdiği ılımlı davranıĢla
TIBB-I NEBEVİ 26
Mustafa ÖSELMİŞ
karĢılaĢtırmaktan kendini alamaz ve Ģöyle der : “Hiç olmazsa Müslümanlar, kadınlarımıza
tecavüz etmiyorlardı. Ahaliyi sefalete sürüklemiyorlardı. Onları sokak ortasında anadan
doğma soymuyorlar, açlıkla ve ateĢle yok etmiyorlardı. Buna rağmen tanrının adını duyunca
istavroz çıkaran ve dinimizi paylaĢan Hıristiyan uluslar iĢte bize bu muameleyi yaptılar” (1)
Venedik’ in seksen, papalığın on Napoli’ nin onyedi ve Rodos’ un ondört kadırgası
gerçek bir haçlı donanması teĢkil ederek zaman zaman Akdeniz ve Ġzmir sahillerine
çıkartmalar yapıyor, yağma, cinayet, ırza geçme olayları birbirini kovalıyordu. BirleĢik
Hıristiyan kuvvetlerine katılan tarihçilerden biri Ģöyle anlatmaktadır.
“Venedikliler ve müttefikleri Rodos Ģövalyeleri Ġzmir’ e girdiklerinde erkekleri
boğazladılar, camilere sığınmıĢ olan kadın ve kızları ihtiraslarına alet etmek için kapılarına
kırdılar. Harekatı idare eden Venedik kumandanı Mocenigo, askerlerinin insani duygularını
uyandırmak yerine yağmayı, kundakçılığı, ve ırza geçmeyi teĢvik ediyordu. Kendisine
getirilecek her Türk’ ün kafası için bir düka altın vaat etmiĢti. Esir alınanlar ise açık
arttırmayla satılıyorlardı. Rodos’ un karĢısına isabet eden kıyı kasabalarının ahalisi kılıçtan
geçirildi. Bağlara ve ağaçlara varıncaya kadar her Ģey yakıldı…” (2)
1475’ te haçlı ordularının eline esir düĢen Türkleri kazığa oturtup, kemiklerinin
yığınları ile galibiyet abideleri yaptıklarını Tarihçi Hammer bizzat ifade etmiĢtir.
“Engizisyon, krala ve papaya meydan okuyan bir kudretle Ġspanya’yı sardı. Kraliyetin
varidatına el koymaktan çekinmiyor, papanın paraya karĢılık beraatlerine hüküm verdiği
kimseleri ateĢte yaktırıyordu. O Sevilla ġehrinin kapılarına her köĢesinde bir insan yakılan,
içleri boĢ birer peygamber heykeli bulunan, taĢtan iĢkence yerleri yaptırdı. Ġniltiler yükseliyor,
yağ kokuları genizleri dolduruyor, dumanlar etrafı bürüyor, her taraf kokuyordu. Fakat ölümü
bekleyenlerin dehĢet veren çehreleri ve kıvranmaları görünmüyordu. Bir Ģehrin yalnız bir tek
1481 senesi içinde, erkek veya kadın, zengin veya fakir olmak üzere 2000 insanın ateĢte
yaktırıldığı, bütün bir milletin alevlere kurban edildiği tespit olunmuĢtur. Bilhassa ilk
senelerde, yani 1480 den 1498’ e kadar Engizisyon’ un baĢı Torquemeda zamanında bütün
Ġspanya bir ocak gibi tütmüĢtü.” (3)
Tarihçi Hammerin ifadesiyle : “Türkler Estergon’ u aldıkları zaman, Ģehrin bütün eski
eserlerine saygı göstermiĢlerdir. ġatolarını, Ģatolarındaki tabloları bütün hakimiyetleri
müddetince aynen muhafaza etmiĢlerdi. Faat Almanlar, Türklerden aldıklar Ģehre girer girmez
yağmaya baĢlayıp bütün eserleri tahrip ettiler.”
É1595’te Mihai, TargoviĢte’ ye girince Ģehri savunan 3500 Türkten paĢa Koçu Bey ve
diğer yüksek rütbeli subaylar, hafif ateĢte çevrile çevrile kızartıldılar ve o akĢam Mihai ve
maiyeti tarafından kemal-i iĢtaha ile ekl olundular. Diğer Türkler kazığa oturtuldu. Bu suretle
kazıklı Voyvoda’ dan 1,5 asra yakın bir zamandan beri, Romenlerin barbarlıkta bir nebze
geriye gitmedikleri anlaĢıldı. Esasen hepsi vahĢi olan Balkan kavimciklerini bu gibi
alıĢkanlıklarından alıkoyan Türk idaresiydi. Hortlak ve vampir hikayelerinin bütün dünyaya
Eflak çevresinden yayılması tesadüf değildir.” (4)
1596’ da Hatvan kalesinde bulunan Türkler yanlarında taĢıyabilecekleri malları alıp
gitme Ģartı ile Almanlara teslim olmuĢtu. Fakat Almanlar, verdikleri sözü tutmayıp kalede
bulunan kadın, çocuk demeyip bütün Türkleri kılıçtan geçirmiĢlerdi. Aynı yıl Eğri ġehri de
Türkler tarafından alınmıĢ ve halk aynı Ģartlarla teslim olmuĢtu. Almanlar Eğri’ den
TIBB-I NEBEVİ 27
Mustafa ÖSELMİŞ
taĢıyabileceği malları alıp çıkıp gitmiĢlerdi. Almanların yaptığı gibi verilen söz unutulmamıĢ
ve kimse öldürülmemiĢti.
“Alman egemenliğinde yaĢayan Macarların durumu, Almanların tutumu yüzünden pek
kötüydü. Bunlar Türk idaresinden yaĢayan ve Macar milletinin en büyük kısmını teĢkil eden
ırktaĢlarının hürriyet ve refahını görüyor, Türk idaresine geçmek istiyorlardı. Alman
Macarları Tökeli Ġmre’ yi kendilerine prens seçmiĢlerdi. Bu prensin merkezi, Macarları
meskun bir bölge olan güneydoğu Slovakya’nın tek mühim Ģehri Kassa idi. ĠĢte Tökeli
Ġmre’nin 9 ocak 1682’ de Ġstanbul’ a elçi göndererek Almanları tanımadığını ve Türkiye
devletini tek metbuu saydığını diavana bildirmesi, türk – alman savaĢının en büyük sebebi
oldu. Ġmparator I. Leopold, mifrit Katolik bir hükümdardı. Fakat Katolik Macarlara bile çok
kötü muamele ediyor, alman milliyetçiliği siyaseyi güdüyordu. Protestan Macarların
durumuysa feciydi. Almanların bunlara layık gördüğü muamele, zulüm haddini aĢmıĢ ancak
vahĢet kelimesiyle anlatılabilecek bir dereceye gelmiĢti. Tökeli Ġmre Divan’ a gönderdiği
arizada Ģöyle diyordu : “ Nemçe’nin tecavüzü hadden aĢtı; ehl-u iyalimizi gözümüz önünde
fahiĢe gibi kullanıp, baĢlarını bize tutturur oldular; bunları görmektense ölmek yeğdir. Heman
bir taraftan haber verip yürüyesiz! “Mağrur ve büyük bir millet olan, parlak bir tarihi
geçmiĢleri bulunan Macarlar, Alman idaresinden tamamen nefret eder hale gelmiĢlerdi.
Protestan Macarlar arasında ateĢte kızartılanlar vardı. Ellerinden zengin toprakları alınan
Macar asilzadeleri zindanlarda hayatlarını tamamlıyorlardı.” (5)
1688 tarihinde Golumbacz Kalesinin fethinden sonra orada bulunan bütün Türkler,
kadınlar dahil olmak üzere esir alınmıĢ ve hepsi de zorla Hıristiyan yapılmıĢ, Türk kadınları
zorla Alman askerleri ile evlendirilmiĢlerdir.
Ġspanya’ yı ele geçiren medeni(!) Avrupa, camileri ve rasathaneleri tahrif ederek kilise
yapmıĢ, çan kuleleri ve astığı çanlar hala asılı durmaktadır. Barbaros Hayreddin PaĢa
hatıralarını topladığı kitabında, Endülüs Müslümanlarından bahsederken Ģöyle der: “
Müslümanlar yeraltında mescid yapıp gizlice namaz kılıp ibadet ederlerdi. Oğlancıklarına
Kur’ an öğretip gizlice okuturlardı. Kızları olunca, kafirler zorla ellerinden alırlar, Ġslam
çoğalmasın diye birbirlerine verdirmezlerdi. Namaz kılıp, oruç tutup, Kur’ an okuduklarını
bilirlerse aman zaman vermeyip ateĢte yakarlardı. Hasılı bu Müslümanlar nice nice cevr ü
sitemler çekerlerdi.” (6)
1918 müttefiklerinin Türkiye’yi iĢgali sırasında Fransızlar iĢgal ettikleri yerlerde akla
hayale gelmeyecek zulümler yapıp insanlık dıĢı davranıĢlarda bulundular.
“Belinde iki aĢçı bıçağı bulunuyor diye bir Türk aĢçısını bir Fransız subayı
öldürmüĢtü. SarhoĢ Senegalli, Fransız askerleri tramvayda herkesin gözü önünde bir Türk
hanımına sataĢmaktan çekinmemiĢ, iĢe müdahale eden Cemil adındaki Türk polisini de
süngülemek istemiĢlerdir. Türk ailelerinin oturdukları evlerin kapısını çalarak “AyĢe, Fatma
Ġsteriz” diyen Fransızlar görülmüĢtü.” (7)
“Yersiz istek, baskı ve müdahale hususlarında Ġngilizler, Fransızlardan daha ileri
gidiyor ve birer bahane bularak halkı açıkça soyuyorlardı. Ġstanbul’ da zabıta Ģefi binbaĢı
Maxwell, müzede kendisine ikram ediken kahvenin antika fincan zarfını beğendiği için “A bu
zarflar pek güzel ve sanatlı Ģeyler, bunlardan bir tanesini ben yadigar olarak alırım” demek
suretiyle bir baĢka çeĢit soygunculuğun örneğini de vermiĢti.” (8)
TIBB-I NEBEVİ 28
Mustafa ÖSELMİŞ
Bugün Türklere barbar diyen, Türklere ihanet eden ve Türk intikam anıtları dikenlerin
baĢında Ermeniler gelmektedir. Bunların yaptıkları davranıĢlar ise çok daha çirkin ve iğrenç
verici Ģeylerdi.
“Osmanlı Hükümeti, 14 ġubat 1918’ de Erzincan mütarekesini bozdu ve ordusunu
doğuya doğru harekete geçirdi. Bu durum karĢısında Rus kuvvetleri ve onlarla beraber gelmiĢ
olan Ermeniler de çekilmeye baĢladı. Fakat bu çekiliĢ sırasında Ermenilerin Türk Ģehir,
kasaba ve köylerinde Ģimdiye kadar yapmıĢ oldukları yağma, talan, zulüm, iĢkence ev yağma,
ırza geçme ve insan öldürme olayları korkunç surette arttı. 26 ġubat 1918’ de Erzincan geri
alındığı vakit tüyler ürpertici manzaralarla karĢılaĢılmıĢtı. Çünkü burada Ermenilerin bir çok
Türk’ ü kuyulara atıp boğduğu, birçoğunu kilise meydanına toplandıktan sonra öldürdüğü, bir
kısmını da evleriyle birlikte yaktıkları görülmüĢtü. Öldürülenlerin sayısı binden fazla idi.
Bundan baĢka Erzurum’ a doğru çekilen Ermeniler, yol boyunca bütün Türk köylerini yakıyor
ve halkını da öldürüyorlardı. Öldürme iĢi daima iĢkenceden sonra geliyordu. Bu sebeple bir
caminin avlusunda öldürülmüĢ olan Türk kadınlarından bazılarına öldürülmeden önce tecavüz
edilmiĢ bazı kadın ve genç kızların tenasül organlarına fiĢekler sokulmuĢtu.” (9)
Yarım asır önce memleketimizi iĢgal eden yunanlıların diğer düĢmanlarımızdan daha
çok insafsız davrandıklarına ve daha barbar olduklarına bütün dünya Ģahittir.
Ġzmir’in iĢgali sırasında Chrysostomos yunan askerlerine aynen Ģöyle demiĢtir :
“Asker evlatlarım, elen çocukları, bugün ecdat topraklarını yeniden fehetmekle Ġsa’nın
en büyük mucizesini göstermiĢ oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o
kadar sevaba girmiĢ olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara karĢı olan kin ve
nefretimi teskin etmiĢ olacağım. Haydi buyurunuz bütün azizler sizin arkanızda olacak.
Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor.”(10)
Türk bayrağının üzerinde yapılan bu tahrik edici konuĢmadan sonra bütün yunan
askerleri insanlık nedir unutmuĢ bir kabus gibi “Türk mahallelerine saldırdılar; evlere girdiler
ve binden fazla Türk ticarethanesini yağma ettiler. ġehirde korkunç bir hava esiyordu; hiçbir
tarafta güven kalmamıĢtı. Yunanlılar rast geldiklerini kadın çocuk demeden öldürüyorlardı.
Canını kurtarmak umudu ile daha ziraat Bankası medhalindeki merdivenlere sığınmıĢ olan
kadın ve çocukların hepsini öldürmüĢ, banka merdivenlerinden kanlar sel gibi akmıĢtı.
Sayıları belli olmamakla beraber, yakın köyler dahil Ġzmir’ de öldürülenler iki bini geçiyordu.
Kordonboyu ve kıĢla hükümet önü cesetlerle dolu idi. Öldürülenlerden bir çoğu, ayaklarına ve
boyunlarına demir takılmak suretiyle yunanlılar tarafından denize atılmıĢtı. Bu kanlı sahneler
yanında baĢka facialar da görüldü; Türk kadınlarına, subay ailelerine saldırıldı, kocalarının
önünde onlara tecavüz edildi.(11)
Askerler evlere girdiler, analarının kolları arasından aldıkları çocukları analarının
gözleri önünde bacaklarını ayırmıĢ ve süngü ile delik deĢik etmiĢlerdir. Masum Türk halkının
çoğunu iĢkence yapmak suretiyle öldürmüĢler; bunlardan mezarları kendilerine kazdırıldıktan
sonra iĢkence yapılarak öldürülenler olduğu gibi, gazla benzinle yakılarak yakılanlar da
olmuĢtu. Yer yer toplu halde katliamlar olmuĢ halk camilere doldurularak acımasız
yakılmıĢtır. Öldürülen çocuklar süngüye, sırığa takılarak kahkahalarla sokaklarda
dolaĢtırılmıĢtır. Küçük çocuklardan yatalak kadınlara kadar iğrenç tecavüzlerde bulundular.
Yakma yıkma yanında evlerde silah arama bahanesiyle yağmacılık yapmıĢlardır.
TIBB-I NEBEVİ 29
Mustafa ÖSELMİŞ
Bu kara günler sürüp giderken, cefakar Türk halkı zulme karĢı çıkıp yunan askerlerini
yer yer bozguna uğratıyordu. Bunun cezasını da yine masum Türk halkı çekiyordu.
“Yunanlılar Bergama ve malkoç köprüsünde uğradıkları bozgunun acısını Menemen’
de silahsız ve suçsuz ahaliden aldılar. Menemende evlere, dükkanlara hücum ederek yağma
ettiler; kadınların ırzına geçtiler; Türk çocuklarını süngülere takarak gezdirmek suretiyle
Ģenlik yaptılar; ilçe kaymakamı ile binden fazla Türk’ ü Ģehit ettiler. Türklerden bir kısmı
yerli Rum ve Yahudilere birçok vaatlerde bulunmak suretiyle ancak hayatlarını
kurtarabildiler.” (12)
93 Harbinden sonra Rusların ve Bulgar’ların Türk’lere yaptıkları eĢine tarihlerin
kaydetmediği zulümler, umumi katliamlar, tiksinti verecek tecavüzler ve kıyamete kadar
unutulmayacak vahĢet bile Batı ülkelerinin kinini yumuĢatamamıĢtır. Batı, tarihin vahĢetlerini
gözleriyle görmemiĢ gençlerini de Türk düĢmanı olarak yetiĢtirmeyi ihmal etmemiĢtir.
Mesela, Ġngilizlerin Oxford Lügatini açtığımız zaman Türk kelimesinin karĢısında Ģu ifadeyi
buluruz: “Osmanlı ırkından biri…Azgın,yırtıcı,vahĢi ve idaresi güç kiĢi” ĠĢte Batı’ lı genç bu
ifadeleri okuyarak Türk’ ü tanımaya çalıĢıyor…
Bugün Trakya’ da yaĢayan Türklere nefes aldırılmamaktadır. Türkleri sevdiriyor
gerekçesiyle Türk filmlerini yasaklayacak kadar, Türkler Cuma namazı kılmak için camiye
toplandıkları zamanlar buldozerlerle camiler yerle bir edebilecek kadar ileri gidilmekte,
temizlik bahanesiyle yerlerinden yurtlarından edilmektedir. Yapılan Ģikayetler ise hiçbir
netice vermemektedir.
Hala devam eden Yunan Mezalimi, Türkleri piĢirip yiyecek kadar vahĢileĢen Batı’nın
barbarlığı dünya tarihinde silinmeyen kara leke olarak devam edecektir.
Türkler tarihte diğer milletler gibi alçalmamıĢtır ve barbarlıkla nitelendirilebilecek
hiçbir davranıĢta bulunmamıĢlardır. BaĢka milletlerin tarihindeki zulüm ve iĢkence olaylarına
Türk tarihinde rastlamak mümkün değildir. Çünkü Türklerin inancına göre Allah zalimleri
sevmez.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1. Auguste Bailly, Bizans Tarihi,C.2,S.374-375 (1001 Temel Eser)
2. A.de Lamartine, cihan Hakimiyeti,S.555-556 (1001 Temel Eser)
3. Michelet, Rönesans, Ter. Hamdi Varoğlu,S.135
4. Yılmaz Öztuna,Türkiye Tarihi, C.8,S.115-116
5. Öztuna,Age, C.9,S.245
6. Barbaros Hayreddin PaĢanın Hatıraları,C.1,S.105 (1001 Temel Eser)
7. Dr. Selahattin Tansel, Mondrostan Mudanyaya Kadar,C.1,S.68
8. Tansel , Age , s.69
9. Tansel , Age , C.2,S.222-223
10. Tansel , Age , C.1,S.196
11. Tansel , Age , S.199-200
12. Tansel , Age , S.288
TIBB-I NEBEVİ 30
Mustafa ÖSELMİŞ
İKİNCİ BÖLÜM
A – TÜRK KÜLTÜRÜNÜN TEMEL KARAKTERĠ
B – ĠSLÂM’DAN ÖNCE TÜRK MEDENĠYETĠ
C – TÜRK ĠSLÂM MEDENĠYETĠ
D – TÜRKLERDE SANAT VE MEDENĠYET
E – TÜRK ĠSLÂM MEDENĠYETĠNĠN TESĠRLERĠ
TIBB-I NEBEVİ 31
Mustafa ÖSELMİŞ
İKİNCİ BÖLÜM
A – TÜRK KÜLTÜRÜNÜN TEMEL KARAKTERĠ
Yeryüzündeki milletler, kendilerine has kültür temelleri etrafında kümelenen topluluklardır.
Böyle olunca her milletin diğer milletlerden farklı olarak kendine has maddi ve manevi
değerleri, duyuĢ, düĢünüĢ ve olayları ortaya koyuĢ tarzı vardır. Bu farklılığa, her milletin
kendisi açısından o milletin “milli kültürü” denir.
Demek oluyor ki, bir milletin yaĢayıĢ tarzı, dünya görüĢü, örf adet ve gelenekleri, ahlakı,
inancı o milletin maddi ve manevi kültürünü oluĢturur.
Dünya milletleri arasında Türk’lerin varlığını sağlıklı bir Ģekilde devam ettiren ve hiçbir
millete nasip olmayan tarihi bir kültür mirası vardır. Bu kültür, erken teĢekkül etmiĢ, zaruri
olarak ortaya çıkmıĢ, geçmiĢte yaĢanırken olgunlaĢma seyrini insani temellere bağlı olarak
devam ettirmiĢ ve diğer milletler için örnek teĢkil etmiĢtir.
1. Kültür millilik arzeder :
Milletler varlığını, saygınlığını, devletinin sosyal ve iktisadi üstünlüğü kendi kültür
sistemlerine bağlılıkları ile korur ve devam ettirirler. Bir milletin varlığı ve devamı, sadece
yaĢamasından ibaret değildir. Bir millet içte kendi kültürüne bağlı, dıĢta kültürel yönden
bağımsız olduğu müddetçe varlığından söz edebilir ve geleceğe ümitle bakabilir. Çünkü
kültür, milletlerin ruhudur. Milletler onunla yaĢar, onunla ölür. Bugüne kadar maddi ve
manevi değer ölçülerinin toplamı olan kültürünü devam ettirememiĢ ve milli kültürünü
kendisinden sonraki nesle miras bırakamamıĢ milletlerin tarihte yabancı kültürlerin istilasına
uğradıkları tarihi bir gerçektir.
Bugün her milletin bir kültürü ve bu kültür içerisinde geliĢen bir ideali vardır. Bu yüzden
milletleri birbirinden ayıran kültürleridir. Bunun için yeryüzünde yaĢayan insanlar aynı kültür
içerisinde mütela edilemez. Her milletin kendisinde Ģahsiyetini bulduğu ve diğer kültürlerden
değiĢik karakter yapısı arz eden bir kültürlerinin oluĢu da sosyolojik bir gerçektir.
Kültürde beynelmilelcilik ve baĢıboĢluk, kültürün millilik karakterini bozar. Kültürün millilik
karakteri bozulunca da milletin benliği bozulur. Tarihte baĢka milletlerin kültürüne tutkunluk
ve özenti gösteren milletlerin ferdi hayatında olduğu gibi millet topluluğu da çözülüp dağılır.
Bugün XX. Yüzyılın yüz karası olarak esir Türkler üzerinde sürdürülen kültür emperyalizmi,
Türklerin benliğini yok etmeye yöneliktir. Bugün varlıklarını devam ettiremeyen Türkler,
kendi kültürlerini koruyamadıkları ve yabancı kültürlerin etkisinde kaldıkları için
Türklüklerini koruyamamıĢlardır.
Beynelmilel olan kültür değil medeniyettir. Bunun için kültür ile medeniyet birbirleri ile
karıĢtırılmamalıdır. Medeniyet beynelmilel olabilir. Yani bir medeniyetin içerisine baĢka
milletler de girebilir. Mesela “Avrupa medeniyeti” dediğimiz zaman bütün Avrupalıların
Hıristiyanlık temeline dayanarak oluĢturdukları medeniyeti ifade etmiĢ oluruz. Fakat kültür
böyle değildir. Kültür millidir. Her milletin varlığında kendi ifadesini bulur. Bu bakımdan
Türk milletine baĢka milletin gözü ile bakamayız. BaĢka milletin düĢünce tarzını, Batının
hayat anlayıĢını, Roma ahlakını, Hıristiyan inanç ve dünya görüĢünü Müslüman Türk’ ün
TIBB-I NEBEVİ 32
Mustafa ÖSELMİŞ
kültürüne sokamayız. Bizim kültürümüzün dıĢında kalan yabancı ile aynı görüĢü, aynı
düĢünceyi paylaĢamayız. Problemlerimize baĢkalarının gözü ile bakıp, onların kendi
problemleri için hal çaresi olarak gördüğü yolla çözmeye kalkıĢamayız. Çünkü her milletin
problemleri ve çözüm yolları ayrıdır. Bu bakımdan her milletin problemlerine kendi açısından
bakması gerekir.
Bizim problemlerimiz ancak kendi mantığımız ve kendi kültürümüzle çözülebilir. ġimdiye
kadar problemlerimize gayri milli açıdan bakmakla iĢe baĢlayanların baĢarısızlıklarının nedeni
budur.
Bugüne kadar yabancı kültürlerin saldırılarıyla karĢı karĢıya yaĢadık. Bundan sonra milli
kültür mirasımıza sahip çıkar, her konuda milli kültür politikası uygular ve milli kültürümüzü
propaganda etme yoluna gidersek inanıyoruz ki Türk Milleti, kendi dıĢından musallat olan
içinde bulunduğu bunalımları baĢarıyla atlatacaktır.
1. Milli Kültür DüĢmanlığı :
Yeni nesil, çağın beynelmilelci zihniyetine esir doğmuĢ, yabancı kültürlerin ve dünya halkları
kardeĢliği ninnileri ile büyültmeye çalıĢılmıĢtır. Yunanlı, Sokrat ve Aristo’nun torunları
olduklarını inkar etmeyip bununla iftihar ederken, bizde tam tersine yedi iklim, üç kıt’ a
insanına hayat vermiĢ büyük kültür sistemimiz her vesileyle inkar edilmekte, aziz milletimize
canı kanı pahasına hizmetten kaçınmamıĢ büyüklerimiz küçültülerek, kendi milleti için
yaĢamıĢ ve kendi milletine hizmet etmiĢ yabancı insanlar büyütüle gelmiĢtir.
Özünü ve anlamını kaybetmiĢ çirkin iftira ve isnatlarla, deniz suyu içip içip susayan insan gibi
insanlık ve eksikliğin en aĢağı derecesinden milli kültürümüze saldıranların niyeti açıktır. Bu
niyet, Türk Milletinin kültür mirasını yok ederek, milli, ahlaki ve insani değerlerinden
kopararak Türk Milletini yok etmektir.
Milli kültürümüze toprak altında çürümüĢ kemikler, geçmiĢin adetleri gözü ile bakılamaz.
Eğer milletimiz milli kültüründen koparılacak olursa, öz tadını kaybeden bir meyva gibi
maddi bir varlık olarak kalacaktır. Unutulmamalıdır ki bugüne kadar varlığımızı koruyan milli
kültürümüz olmuĢtur. Eğer bugünkü nesil tarihi ve sosyal gerçekleri bir tarafa bırakarak
geçmiĢin adetlerini ve değerlerini hiçe sayacak olursa, gelecekte varlığını devam ettirebilmek
için her Ģeyi sıfırdan baĢlatmak, kendisine Ģekil ve canlılık verecek bir kültür icat ermek
zorunda kalacaktır.
Bir neslin milli kültürünü tanımaması, geleceği açısından korkunç bir felakettir. Zira böyle bir
nesil, kendisi küçülttüğü için küçüklükten kurtulamaz. Cılız nesiller yetiĢtirir. Bunun için
milliliğe karĢı bilerek veya bilmeyerek sürdürülen düĢmanca saldırıları terke, milli realiteyi
kabule milli menfaatlerimiz açısından mecburuz.
1. Milli Kültürümüze Sahip Çıkmalıyız :
Bugün artık milletler savaĢmıyor, kültürler savaĢıyor. Böyle bir anda milli kültürümüze sahip
çıkıp onu korumazsak yabancı kültür emperyalizminin istilasına uğrayacağımız gün “Allah
korusun- yakındır.
TIBB-I NEBEVİ 33
Mustafa ÖSELMİŞ
Bugüne kadar milli kültürümüz sayesinde milli varlığımızı her Ģeye rağmen sürdürdük. Eğer
bundan sonra da var olmak istiyorsak sahipsizliğe terk ettiğimiz milli değerlerimize ve inkara
yeltendiğimiz ecdadımıza sahip çıkmalıyız. Ecdadımızdan devraldığımız kültür mirasımızı
canlı bir Ģekilde devam ettirmeliyiz. Türk Milletinin, Karagöze “Karaghiozis” diyerek bizim
olmaktan çıkarmaya çalıĢan, Barbaros’ a “Barbarossa” adını takıp, damarlarında bir damla
Türk kanı yoktur diyerek dünyaya Rum olduğunu ilan eden Yunanlı gibi, Türk büyüğü
Farabi’yi kendi filozofu olarak benimseyen, Nasreddin Hoca için mezar icad eden Ġranlılar
gibi, Fatih’ in Ġstanbul’ un fethinde kullandığı topu müzelerine koyup seyreden Ġngilizler gibi
kendilerine kültür icad edip, adam çalmalarına ihtiyacı yoktur.
Yabancı kültürlerle karĢı karĢıya bulunduğumuz Ģu anda diğer milletlerin kültürlerinin çöken
yönlerini, insanlık ve ahlak dıĢı taraflarını iyi niyet perdesi arkasına gizlenen kötü emellerini
anlamak ve bilmek zorundayız. Kendi neslimize kültür ve uygarlığımızın varlığından
haberdar etmeye milli kültür kaynağı olan eserlerimizin tozunu üfleyerek okumak ve anlamak
aczinden aydınımızı kurtarmaya mecburuz. Bugüne kadar baĢkalarına, özellikle çöken Roma
ve batmaya yüz tutan Batı’ ya hayranlık içinde düzenlenen festivallerin içinde eriyip gitmek
yerine, milli kültürümüzün üstünlüğünü kabul ettirmek ve tanıtmak milli ödevimiz olmalıdır.
1. Türk Kültürünün Karakteri :
Tarih süreci içerisinde oluĢturulan Türk kültürü, zengin, dinamik oluĢu ile yabancı kültürlere
model olmuĢ ve geçmiĢte küçümsenemeyecek izler bırakmıĢ bir kültürdür.
Türk kültürünün diğer kültürlerde mevcut olmayan bazı özelliklerini kısaca Ģöyle
sıralayabiliriz :
- Türk kültürü milliyetçilik temeline dayanır : Tarih boyunca Türk kültürü, milli düĢünce ve
milli hayatla tam bir uyum sağlamıĢ, yabancı akımlara karĢı Türk Milletinin varlığını
korumuĢtur. Milli kültürümüzün gereği, her Ģey milli menfaatlerin korunmasına bağlanmıĢ,
her fert millet ve devlet için fedakarlık Ģuuru ile görevli tutulmuĢtur.
- Türk kültürü, ümit, Ģevk ve ideal kaynağıdır : Türk kültüründe karamsarlığa, ümitsizliğe yer
yoktur. Hayat, boĢ ve manasız değil milli idealler uğruna yaĢanacaktır.
- Türk kültürü adildir : Türk kültürünün temelinde adalet ve iyilik düĢüncesi hakimdir.
Hakimiyette kaba kuvvet ve zulüm değil, adil nizam ve adil yönetim esastır. Her Ģey halkın ve
insanlığın yararına düzenlenmiĢtir.Uygulamada imtiyazlı sınıf yoktur, eĢitlik prensibi
hakimdir.
- Türk kültürü ahlakidir : Türk kültüründe ahlaksızlık yerilmiĢ, ahlak övülmüĢtür. Böylece
disiplin, ahlaki ve insani değerler ortaya konmuĢ ve korunmuĢtur. Türk kültüründe
baĢkalarına zarar verme ve ahlaksızlık yoktur. Zararlı davranıĢlar “günah” ve “haramla”
sınırlanmıĢ, her hareketin mutlaka hesabının verileceği ve baĢkalarına kötülük edenin kendine
kötülük etmiĢ olacağı inancı hakim kılınmıĢtır.
TIBB-I NEBEVİ 34
Mustafa ÖSELMİŞ
- Türk kültürü sosyal ve dayanıĢmacı bir kültürdür : Türk kültürüne göre tek baĢına
huzur, tek baĢına kurtuluĢ yoktur. Ġnancımıza göre insanlara yardım edilmelidir. Ġnsanların
ihtiyaçlarını gidermek insanlık gereğidir. Kutadgu Bili’ de Ģöyle denmiĢtir : “Tanrının
kullarına faydalı ol, faydalı olan kimselere ancak insan denilir”. Peygamberimizin bir
buyruğunda da : “Ġnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan kimsedir” denilmiĢtir.
- Müslüman Türklerin dünya görüĢüne göre Mülk Allah’ındır. Varlık, belirli zümrelerin
elinde dolaĢan, zulüm ve baskı aracı olarak değerlendirilemez. Mülk Allah’ındır ve Allah’ın
rızasını kazanmak için bir vasıtadır. Bunun içindir ki, misafirperverlik, yardım severlik ilk
çağlardan beri Türklerin en belirgin vasıflarından biri olmuĢtur.
- Türklerin hayat anlayıĢına göre ferdi huzur, ferdi hayat anlayıĢı yoktur. Hayatta
herkesin sosyal görevleri vardır. Bu anlayıĢ içerisinde eser bırakmadan ölen Türk büyüğü
olmamıĢtır. Sebiller, kervansaraylar, aĢevleri, ġifa yurtları, bakımevleri ve diğer vakıf
eserlerinin hepsi iĢte bu anlayıĢın eseridir.
- Türk kültürü insancıldır ve insani değerler taĢır : Türk kültüründe insan kutsal bir varlıktır.
Ġnsanı Allah yaratmıĢtır. Ġnsan bunun için Allah’ın kutsal emanetidir. Yunus’un : “Yaratılanı
severiz yaratandan ötürü” sözü Türklerdeki insanlık anlayıĢının en güzel ifadesidir.
Türk sosyal hayatında insan, hiçbir devirde alçalmamıĢ, zavallı bir varlık durumuna
düĢürülmemiĢtir. Bugün bile birçok milletler insan gerçeğini henüz kavrayamamıĢken, Türk
kültürü, tarih boyunca insani yönü ile temayüz etmiĢ, her bakımdan insana değer vermiĢ ve
insanın ihtiyaçlarını rencide etmeden karĢılayan bir kültür olmuĢtur.
Bundan baĢka Türk kültürü insanı ve insanın değerlerini korumaya yönelik bir kültürdür. Türk
töresine göre ilk çağlarda bile çocukların, kadınların ve ihtiyarların öldürülmesi yasaktır.
Adam öldürmenin ve ırza tecavüz etmenin cezası ölümdür. Ġnsanın baĢkalarının canını
kıyması değil, kendi canını da kıyması en büyük suçlardan biri olduğu bildirilmiĢtir.
1. Türk Kültüründe Kutsal Olan ġeyler :
Türk kültürü yapıcı ve koruyucu bir kültürdür. Yani Türk kültürünün hedefi her zaman insan
olmuĢtur. Türk kültüründe insanı huzurlu, maddi ve manevi varlığı ile bir bütün olarak
yaĢatacak olan Ģeyler kutsal sayılmıĢ ve Türk kültürü bunlara büyük bir önem vermiĢtir.
Türk kültüründe baĢta insan ve insan neslinin devamını, huzurunu sağlayan aile ocağı kutsal
sayılmıĢtır. Uygulamada insan hak ve hukukunun bütün tecavüzlerden korunması,
yağmacılığın ve zulmün yasaklanarak Ģefkat, merhamet ve adaletin emredilmesi insanın
kutsal bir varlık olarak kabul edildiğinin en büyük delilidir. Diğer taraftan sağlam bir
toplumun temeli sıhhatli ve dengeli aile yuvası olacağı içindir ki ailenin devamını sağlayacak
tedbirler tam olarak alınmıĢtır. Türk kültürüne göre aile yuvası baĢta sağlam temeller üzerine
kurulacaktır. Aile ocağında çocuklar, iyi insan, iyi vatandaĢ olarak toplum için yararlı birer
insan olarak yetiĢtirilecektir. Ailenin çözülüp dağılmaması için de ahlak, itaat, karĢılıklı sevgi,
saygı, merhamet, ve ödev duygusu esas alınmıĢtır.
Türk kültüründe kutsal olan Ģeylerden biri de milletin üzerinde yaĢadığı, her türlü hakkı ve
menfaati onun sayesinde sahip olabildiği vatandır. Vatan Türklerin uğrunda canlarıyla,
TIBB-I NEBEVİ 35
Mustafa ÖSELMİŞ
mallarıyla mücadele verdikleri kutsal bir değerdir. Vatanın düĢmanlara karĢı korunması ancak
ona karĢı duyulan sevgi ve bağlılıkla mümkün olduğundan vatan sevgisi ve vatan müdafaası
imandan sayılmıĢ, vatan müdafaasında ölenlere Ģehit, kalanlara gazi gibi Ģerefli ünvanlar
verilmiĢtir.
Vatanımıza karĢı ödevlerimizin baĢında vatanın bütünlüğü ve bölünmezliği dikkat edilmesi
gelir. Vatan kimsenin Ģahsi malı değildir. Her zerresiyle milletin malıdır. Öyleyse herkes
vatanın bütünlüğünü bozacak davranıĢlardan kaçınacağı gibi iç ve dıĢ düĢmanlara karĢı
duracaktır.
Türk kültüründe kutsal sayılan diğer varlık da devlettir. Türklere göre devlet kutsaldır. Ve
milletin var olmasının anlamıdır. Yeryüzünde Türkler devlet Ģuuruna sahip tek millettir.
Tarihte çok sayıda devlet kuran ve devletsiz yaĢamayan Türkler, yıkılan devletlerin yerine
derhal yenisini kurmuĢlardır. Bu sayede varlıklarını kesintisiz devam ettiren yegane millet
olmuĢlardır.
Türklere göre baĢkaları tarafından idare edilmek zillettir. Cihanı Türkler idare etmelidir.
Destan ve mitolojilerimize göre dünyada tek devlet olmalı ve Türkler tarafından idare
edilmelidir.
Devlet saltanat sürülecek yer değildir. Devletin sosyal görevleri vardır. Bunlardan baĢta geleni
iç ve dıĢ düĢmanlara karĢı insanımızın güvenliğinin korunması, iç huzurun temini, adaletin
eĢitliğin sağlanması, milli çıkarların savunulması ve insanın korunmasıdır. Devlet adamı
bunlar için görevlidir.
Devlet, belirli kiĢilerin saltanat süreceği menfaat aleti olamaz. Bugüne kadar Türk devletinin
baĢına geçen Türk büyükleri hep milleti için çalıĢmıĢ rahat yataklarında yatmamıĢlardır. Baba
olarak vazife görmüĢlerdir. “ Devlet Baba” denmesi bundandır.
Dede Korkut Ģöyle demiĢtir : “Bismillahirrahmanirrahim.
Kül tepecik olmaz, lapa lapa karlar yağsa yaza kalmaz, yapağılı yeĢil çimen güzel kalmaz.
Kara koç ata kıymayınca yol alınmaz, kara çelik öz kılıcı çalmayınca hasım dönmez, er
malına kıymayınca adı çıkmaz. Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul babadan görmeyince
sofra çekmez. Oğul babanın yerine yetiĢenidir, iki gözünün biridir. Devletli oğul olsa ocağının
korudur. Baba malından ne fayda baĢta devlet olmasa. Devletsiz Ģerrinden Allah saklasın
hanım sizi…”
Türklerde en çok kutsal olan Ģeylerden biri de töredir. “Ġl gider töre kalır” atasözü
Türklerin törelerine ne derece bağlı olduklarını göstermesi bakımından önemlidir.
Türklerin geleneklerine bağlı bir toplum oluĢları münakaĢa götürmeyen bir gerçektir. En eski
çağlardan bu yana Türk kütlüsü gelenekçi bir kültür olarak bilinir. Türk karakter yapısının
tarih içinde belirmiĢ birer Ģekli olan Türk destanlarında bu durum açıkça görülür. Oğuz Han,
Mete Han, Türk âdet ve örfünün korunması uğruna örfü çiğneyen babalarını öldürmüĢlerdir.
Moha Kağan’ ın Ģöyle dediği yazılıdır : “ Bir evlatla baba arasındaki bağ, hiçbir Ģeyle
mukayese edilemez. Ama ne yapayım ki, aramızda bir de töre var.”
TIBB-I NEBEVİ 36
Mustafa ÖSELMİŞ
Oğuz Han hak dini kabul etmediği ve töreye uymadığı için babasını öldürmüĢtür. Demek
oluyor ki Türklerde Töre kutsaldır. Töreyi bozmak isteyenler asla hoĢ görülmez. Ve cezaları
kim olursa olsun ölümdür.
Bugüne kadar töre, Türk Milletinin varlığının sebebi sayılmıĢ ve her zaman ona sahip
çıkılmıĢtır. ĠĢpara Han Çinli’lere esir düĢmüĢtü. Çin hakanı ĠĢpara Han’ a Türk töresine uygun
düĢmeyen tekliflerde bulununca ĠĢpara Han, bu tekliflere uymayacağını, kılık kıyafetini
değiĢtiremeyeceğini, kendi töresini bırakarak Çin adetlerini benimsemeyeceğini bildirmiĢtir.
Bilge Kağan, Budizm mabedi yaptırmak istemiĢti. Bu istediğini veziri Tonyukuk’ a bildirince
Tonyukuk bu teĢebbüse sert bir Ģekilde karĢı çıkmıĢtır. Sebebi sorulunca da böyle hareketin
Türk’ ün ruh yapısına ve töresine uygun düĢmeyeceğini söylemiĢtir.
Türkler törelerine öyle bağlı yaĢamıĢlardır ki, Cahiz bu gerçeği Ģu sözlerle ifade etmiĢtir
“Türk töresinde her Ģeyin Türk olduğu görülür”
Bugüne kadar Türkler kendi kültürlerinden baĢka bir kültüre, Ġslam dininden baĢka bir dine
asla iltifat etmemiĢlerdir. Türkler, Ġslam dini ve Müslümanlarla karĢılaĢtıktan sonra Ġslam
dinin ruh yapılarına, hayat anlayıĢlarına ve dünya görüĢlerine uygun olduğunu gördükten
sonra Ġslam Dinini kabulde hiç tereddüt etmemiĢlerdir. Bundan sonra da Ġslam’ a gösterdikleri
itibarı, mizaçlarına uygun düĢmeyen diğer dinlere göstermemiĢlerdir. Türklerin Orta Asya’da
Budizm’i, Manihaizmi ve diğer dinleri kabul etmesi için bu dinlerin temsilcileri çok
uğraĢmıĢlardır. Her birinin rahipleri ve din propagandacıları çok mahirane yollarla Türk
hakanlarının otağına kadar sokulabilmiĢler, inançlarını onlara kabul ettirebilmek için bütün
imkanları ile çalıĢmıĢlardır. Fakat bu dinlerden hiçbirisi, Türk halkının dünya görüĢü ve
dinamik yaĢayıĢıyla bağdaĢmadığı için kabul görmemiĢlerdir. Fakat az sayıda yönetici kitle,
Türk töresine aykırı olarak, kesif propagandanın etkisi altında bu dinleri kabul etmiĢlerse de
bu davranıĢ Türk halkı tarafından kabul görmemiĢ ve bir fanteziden ibaret kalmıĢtır.
Mesela, Bilge Kağan, Orkun’da Budha ve Lac-Tse dinleri için bir mabet ister. Bu fikir kayın
pederi ve veziri Tonyukuk’a açar, Bilge Kağan’a “Bu dinlerin insanlara yumuĢaklık ve
miskinlik verdiğini, bu sebeple Türklerin yaĢayıĢlarına ve savaĢçı ruhlarına uygun
gelmeyeceğini” söyler. Bunun üzerine Bilge Kağan mabet yaptırmak fikrinden vazgeçer.
Büyük Uygur Hanlarından Mengü Han, çeĢitli dinlerin mensuplarına huzurunda yaptırdığı din
münakaĢalarını dinledikten sonra onlara hitaben Ģöyle demiĢtir: “Biz sadece bir tek tanrının
varlığına, O’nun sayesinde yaĢadığımıza ve Onun emri ile öldüğümüze inanıyoruz”
TIBB-I NEBEVİ 37
Mustafa ÖSELMİŞ
Ġslam’dan ve kendi kültürlerinden baĢkasına iltifat etmeyen Türkler, bugüne kadar varlıklarını
gerçekçi, akılcı, idealist olan inanç ve kültürleri sayesinde devam ettirmiĢler, hayatlarını ona
göre düzenlemiĢlerdir. Bugün yeryüzünde Ġslam’ın ve Türk kültürünün dıĢında kalıp da
varlığını sürdüren bir Türk toplumunun olmayıĢı, Türklerin Ġslam’ı kabul etmelerinin ve
törelerine uygun yaĢamalarının ne derece isabetli bir karar olduğunu ifade eder.
Netice olarak; maddi ve manevi Türk kültür değerleri, Türk halkının asırlardan beri bağlı
olduğu ve uğrunda mücadele verdiği değerledir. Türk kültür tarihinde hayatın ve maddenin
gaye değil vasıta oluĢu, Türk kültürünün insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap verecek niteliği,
Türk adını ve ihtiĢamını devam ettireceğine inanıyoruz.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 38
Mustafa ÖSELMİŞ
B – ĠSLAMDAN ÖNCE TÜRK MEDENĠYETĠ
Tarihi geliĢimi içinde insanlık medeniyetin nimetlerinden istifade ederek bugünkü
medeniyet seviyesine ulaĢıncaya kadar çok sıkıntılı anlar yaĢamıĢ, gün geçtikçe hayatında,
kullandığı eĢyalarda tekamül göstererek medeniyetler kurmuĢtur.
Dünya medeniyetinin kuruluĢunda Türklerin rolü büyük olmuĢtur. Yani dünya
medeniyetinin temelini Türkler atmıĢtır. Türk medeniyeti, en eski bir medeniyet olarak
Ortaasya’ da doğmuĢ, göçlerle dünyanın diğer ülkelerine, göç eden Türklerle beraber
yayılmıĢtır. Gittikçe geliĢen ve fasılasız olarak devam eden Ortaasya doğumlu Türk
medeniyeti, maddi ve manevi tesirlerini, günümüz Türkleri üzerinde kendine has özellikleri
ile devam ettirmektedir.
Türkler, tarihte diğer milletler gibi baĢka milletlerin omuzlarında varlıklarını devam
ettirmemiĢler, bilakis kendileri ile beraber diğer milletleri de ibtidai yaĢayıĢtan kurtararak
dünya medeniyetinin kuruluĢunda büyük rol oynamıĢlardır. Denilebilir ki, bozkır medeniyeti
bugünkü dünya medeniyetinin baĢladığı hareket noktası olmuĢtur.
Türkler, tarih sahnesine çıktıktan sonra medeniyetsiz, barbar bir hayat
yaĢamamıĢlardır. Ortaasya’ da Türklerin görülmemiĢ derecede medeni ve insani bir hayat
yaĢadıkları yabancı kaynakların bile itiraftan kendini alamadığı bir gerçektir. Çünkü Türklerin
büyük bir mazileri vardır. Bunun için Türk medeniyetinin baĢlangıcı da çok eskilere dayanır.
Türk medeniyetini inkar etmek veya kısır bir medeniyet olarak göstermek doğru değildir. Bu,
gündüzün aydınlığında odanın kalın perdelerini çekip içerdekilere dıĢarısının da karanlık
olduğunu telkin etmek gibi bir Ģey olur.
Türklerin insanlık alemine sundukları medeniyet, diğer medeniyetlerden çok farklı bir
medeniyettir. Türk medeniyeti baĢlangıçtan itibaren kendi gücü ile inkiĢaf etmiĢ müstakil bir
medeniyettir.
Türk medeniyetinin sağlam temellere oturmuĢ olması, milli kültür seviyesinin
yüksekliği, sağlam karakter kudretinin oluĢu, törenin, ahlakın, siyasi kudretin sağlamlığı,
ileriye bakma ve uzun ömürlü olma idealinin bulunması, dilin ve yazının mevcudiyeti gibi
medeniyeti gerçekleĢtiren vasıflara Türklerin baĢka milletlerden daha erken bir zamanda sahip
olmamalarındandır.
a) Türk Medeniyeti Köklü bir Medeniyettir :
Dünya medeniyetinin kurucuları arasında en büyük hissesi bulunan Türk Milleti, tarihte
göçebe ve geri kalmıĢ bir millet olarak gösterilemez.
Türkler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar zamanında büyük bir medeniyet kurmuĢlardı. BaĢka
milletlerde eriĢilemeyen devlet, töre, disiplinli ordu, ideal ve ahlak dolu hayat, sanat ve
edebiyat Türk toplumunun gerçekleĢtirdiği hususlardı. Bu bakımdan Türkler, tarih uydurmak,
ecdadına medenilik yakıĢtırmak zorunda değildir.
Türk medeniyeti, Roma, yunan medeniyetleri gibi aldatıcı ve derme çatma bir medeniyet
değildir. Yapısı sağlam, her Ģeyi ile milli bir medeniyettir. Tarihte kendi kültürüne dayalı
siyasi ve medeni varlığını tarihe kaydettirirken Türkler, bir ıĢık gibi parlayıp sönen medeniyet
TIBB-I NEBEVİ 39
Mustafa ÖSELMİŞ
kurmamıĢlardır. Ayrıca Türkler, baĢka milletler gibi medenileĢtikçe ahlaki çöküĢ, içtimai
bozukluklar içerisine düĢüp alçalmamıĢlardır. Çünkü Türklerin kurduğu medeniyet, ruhsuz,
manasız kuru madde medeniyeti değil, madde ve mananın birleĢtiği insani ve ahlaki bir
medeniyettir.
Tarih boyunca Türkler, kılıcını kana bulamaktan uzak kalmıĢ, kıtalara hükmederken,
milletlere hakim olurken, insanları korumayı, nizam, intizam ve adaleti yaymayı amaç
edinmiĢlerdir. Romalı’nın, Yunanlı’nın zevk aldığı zulümden, vahĢi eğlencelerden zevk
almamıĢtır. Ġnsanları maddeye esir, kula kul etmemiĢ, insana gereken önemi vermiĢtir.
Türk tarihini bilme bahtiyarlığına erenler, Türk medeniyetini inkara yeltenmeyeceği gibi her
türlü taassuptan uzak kalacakları muhakkaktır. Bunun için bugünkü Türk aydınına düĢen
görev, Türk tarihine karĢı gösterilen taassuba karĢı durmak, Türk’ün tarihi gerçeklerini eğri
ağızların sözüne bırakıp, sürüp gelen köhne zihniyetin elinden kurtarmaktır.
b) Ġnsanlık Türklerden Çok ġey ÖğrenmiĢtir :
Türklerin medeniyeti, insanlık üzerinde olumlu etkiler yapmıĢtır. Bu bakımdan çölün
kuraklığında ve tarihin karanlıklarında kaybolup gitmemiĢtir. Türk medeniyeti, tarih boyunca
insanlığa hizmet etmeyi kendilerine görev saymıĢ bir milletin medeniyetidir. Ne yazık ki, bu
güne kadar ne tam anlamı ile sahip çıkılmıĢ, nede tam bir değerlendirmesi yapılmıĢtır. ġairin
dediği gibi :
“Bir ömür gömdük o üç bu’du serap ellere biz ;
ĠĢledik çöllere bülbül ve gül efsaneleri.
Tilkiler, diktiğimiz bağlara sahip çıktı ;
Kargalar topladı hep döktüğümüz taneleri.“
Türk milleti, dünya medeniyet tarihine yeni ufuklar açmıĢtır. “Töre” adı verdikleri
hukuk nizamını kurmuĢlar, aile müessesesini kutsallaĢtırmıĢlar, toprağı ekmiĢ, hayvanları
ehlileĢtirmiĢler ve kendilerine has sanat kabiliyeti ile insanlığın muhtaç olduğu Ģeyleri onların
hizmetine sunmuĢlardır.
Ġlk Ģehircilik ve toprağa bağlı yerleĢik hayat tipi Türklerde görülür. M.Ö.36 yıllarında
Çin kaynakları Hun Ġmparatoru Ci-Ci’ nin yaptırmıĢ olduğu belediye nizamları, inzibat
teĢkilatı, resmi katiplerle kurulan nizam ve intizamın yanında temizliğin önemli yeri vardı.
Yabancıların hayranlıkla bahsettiği hamamlar mevcuttu.
Göktürk Ġmparatoru Ġstemi’yi ziyaret eden Bizans elçisi Zemarkos, altın eĢyalarla
süslü Ġmparator çadırına girince kendi ifadesi ile ĢaĢırıp kalmıĢtır.
El sanatlarının yanda dokumacılık, savaĢ aletleri yapımı da çok ileri gitmiĢti.
Mumyacılık Orta asya’ da Türkler tarafından bilinen Ģeydi. Kırıklar mumya ile sarılırdı.
Türklerin Ortaasya’da a masada yemek yiyip, sandalyede oturdukları, tekerleği icat
edip yük taĢıdıkları, akarsular üzerinden ulaĢımı gerçekleĢtirdikleri bilinen bir gerçeklerdir.
TIBB-I NEBEVİ 40
Mustafa ÖSELMİŞ
Türkler ilk çağlardan beri yemekleri piĢirerek yerlerdi. Çinli’ler Türklerden
bahsederken “Avlarını ve yemeklerini piĢirerek yiyenler” diye bahsederdi. “Çin kaynakları
Hun’ların eti piĢirerek bir nevi çorba yaptıklarını yazmaktadır. Bundan baĢka Türkler sütlü
yemekler de yaparlardı. Ayrıca Hunların hububat ambarları da vardı.” (1)
“Finlerle, Macarların ataları olan Batı Sibiryalılar kendi atalarının çiğ et yediklerini
söylerler ve bununla övünürlerdi. Onlar, daha güneylerindeki Orta asya Türklerine
“yemeklerini piĢirenler” derler ve kendilerini onlardan ayırırlardı.(2)
Türkler Ortaasya’da hayvanları ehlileĢtirmiĢler ve onlardan sürüler meydana
getirmiĢlerdi. Hayvanların etinden, sütünden, derisinden, kemiğinden, yününden istifade
etmeyi herkesten önce baĢarmıĢlardı.
“Muazzam hayvan sürüleri besleyen Türkler kendileri için en hayati olan otlağa sahip
olmak gayesi ile daime mücadele etmiĢler, cesur, muharip ve becerikli olanların etrafındakiler
tabii bir surette çoğalmıĢ, neticede teĢkilat yapmakta, devlet kurmakta son derece mahir ve
muharip bir millet meydana çıkmıĢtır.”(3)
“Uygurlar “maden kömürü” kullanmasını biliyorlardı. Çinli elçi Ģöyle diyordu :
“Ağzından alev ve dumanlar çıkan dağın eteklerinde siyah taĢlar ve kumlar bulunurdu.
Uygurlar bu siyah taĢları alarak ocaklarında yakarlardı. “Bu önemli belge de bize gösteriyor
ki Uygurlar, maden kömürü yakmasını biliyorlardı.”(4)
Netice olarak, Türkler kendilerini insanlığın hizmetine adamıĢ bir millet olup, Tarihçi
Hammer’in dediği gibi : “Tarih Türklerden çok Ģey öğrenmiĢtir. Bu güne kadar Türklerin
insanlığa ve medeniyete yaptıkları hizmetler medeniyetin süsüdür.”
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1- Hüseyin Namık Orkun, Türk Tarihi,C.1,s69,1946,Ank.
2- Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi,C.1,s.52-53
3- Hüseyin Namık, Orkun Türk Tarihi, C.1,s.15
4- Bahaeddin Ögel,Türk Kültürünün GeliĢme Çağları,C.1,s.132
TIBB-I NEBEVİ 41
Mustafa ÖSELMİŞ
C - TÜRK - ĠSLAM MEDENĠYETĠ
1. Ġslamiyet’ten Önceki Durum :
Ġslamiyet gelmeden önce insanlık, gayesinden ayrılmıĢ, baĢta Arap toplumu olmak üzere
bütün insanlık, her alanda bozulmuĢtu. Kuvvetli zayıfı eziyor, analarından hür olarak dünyaya
gelen insanlar köle diye adlandırılarak Allah’ ın verdiği bütün hakları elinden alınıyordu.
Allah’ın haram kıldığı cana kıyılıyor, bilhassa kız çocukları diri diri insafsızca toprağa
gömülüyordu. Toplum evlat, ana baba katilleri ile dolmuĢtu.
Bizzat insanlar tarafından her türlü ahlaksızlığı, haksızlığı meĢru sayan bir düzen kurulmuĢtu;
Faizcilik, tefecilik, kumar, içki, zina almıĢ yürümüĢ, herkes kadından ve paradan baĢka bir Ģey
düĢünemiyordu. Ġnsanlar Allah’ı unutarak kula kul, maddeye esir olmuĢlardı.
Her taraf koyu bir cehalet içerisindeydi; insanlar tanrılarını kendi elleri ile yapıyor ona
tapınıyor, isteği olmayınca da kırıp atıyordu. Bütün hayat falcılık ve büyücülükle
düzenleniyor, hayat denilince, ölümle doğum arasına sıkıĢtırılmıĢ manası akla geliyor ve o
kısmı yaĢanıyordu.
Diğer milletlerin durumları da Arap yarımadasında yaĢayan insanlardan pek farklı değildi.
Yer yüzünde her Ģeyin anlamını kaybetmesi ile beraber, insan da değerini yitirmiĢ, madde
cansızlığında ruhsuzlaĢıp alçalmıĢtı.
b) Ġslamiyet’le Durum DeğiĢiyor :
Bütün kötülüklerin kol gezdiği, manasızlıkların hakim olduğu böyle bir ortamda insanlık bir
kurtuluĢ ve kurtarıcı bekliyordu. Bu sırada insanlığın kurtuluĢu için dinlerin sonuncusu ve en
mükemmeli Ġslam Dini, kurtarıcı olarak da insanlığın Efendisi Hz. Muhammed (SAV.)
gönderildi.
Ġslam’la insanlığın Ģeref ve haysiyetini kırıcı bütün davranıĢlar yasaklandı. Haram, Helal,
günah sevap ölçüleri ile faydalı olan her Ģey emredildi. Ġnsanın yapmaması icap ed en Ģeyler
haram kılındı. Böylece yeryüzünde gayesiz ve sahipsiz dolaĢan insan, yeni bir disiplin ve
hayat görüĢü kazandı. Hayat, dar manasından çıkarılarak ebedileĢtirildi. Ġnsanlık, kendine
hükmeden zararı ve faydası dokunmayan putlardan kurtarılıp, bütün ümitsizlikler,
karamsarlıklar gönüllerden silinerek yerine ideal ve iman geldi.
Tabiat olaylarına tapmaktan, batıl inançlarla hayatını düzenlemekten kurtarılan insanlık,
hakikat ve düĢünce hayatına yükseltildi. Hak, adalet, eĢitlik prensipleri ile insanlık layık
olduğu mevkiye yükseldi. Hayat, sevgi, saygı esasına dayandırıldı. Ġnsanların bir tarağın
diĢleri gibi eĢit oldukları ilan edilip üstünlük fikri, ahlak ve takva yönü ile olduğu benimsendi.
Herkese Allah’ın nimetlerinden eĢit olarak istifade etme hakkı tanındı.
ÇalıĢmak, ibadet sayıldı, tembellik, miskinlik kınandı. Kötülükler yasaklanmakla kalmadı.
Ġyilikler de teĢvik edildi. Bununla da kalınmayıp, sorumsuzluk ve baĢıboĢluk yerine
sorumluluk duygusu esas kılındı; insanın kendisini kurtarması, yalnız kendinin iyi olması
yeterli görülmeyip insana iyiliği emretme, kötülükten sakındırma görevi verildi.
TIBB-I NEBEVİ 42
Mustafa ÖSELMİŞ
c) Ġslam ve Medeniyet :
Ġslam’ın medeniyetle sıkı bir iliĢkisi vardır. Çünkü insanlık tarihinde Ġslam Dini kadar
insanlar üzerinde etkili olan bir nizam, bir sistem olmamıĢtır.
Ġslamiyet, “Nasıl olsa ölüp gitmeyecek miyim” felsefesini yıkarak, telkin ettiği ebedilik fikri
ve kazandırdığı imanla hayatı ölümsüzleĢtirmiĢ, insanı yalnız kendi hayatı için değil, baĢkaları
için de yaĢamasını öğretmiĢtir. Huzuru, Ģahsi çıkarlar ve ferdi hayatta değil toplum huzurunda
aranmasını emretmiĢtir. Ġslam’ a göre insan, baĢkalarının sevincine de kederine de ortak
olacaktır. Biyolojik varlık olarak hayatının sadece zevk ve eğlence yönünü yaĢamayacaktır.
Son nefesinde bile gelecek nesiller için ağaç dikme imkanı varsa o ağacı mutlaka dikecektir.
Ġslami ölçülere göre :
“KomĢusu açken tok yatan olgun Müslüman değildir.”
“Ġnsanların en hayırlısı baĢkalarına faydalı olandır”
“Kendisi için istediğini baĢkaları için de istemedikçe kiĢi iman etmiĢ olamaz.”
“Ġnsanların hayırlısı, dünyası için ahiretini, ahireti için de dünyasını terk etmiyendir.”
Ġdeal ve disiplin olmayan hayatta, insanların düĢünülmediği bir toplumda medeniyetten söz
edilemez. Aletleri yapan, fabrikaları kuran insandır. Medeniyet, insan unsurunun eseridir.
Ahlaklı ve olgun insan yetiĢtirmeden medeniyet kurulamaz. Kurulsa da ayakta duramaz. ĠĢte
yunan, iĢte Roma medeniyeti… TaĢ yığınları, kuru yapıların enkazı…
Medeniyet ölçüsü, nüfus kalabalığı, Ģehirlerin büyüklüğü ve fabrikaların bolluğu değildir. O
medeniyeti kuran insanların idealleri ve ahlaklarıdır. Ġslamiyet, insanlara verdiği hayat görüĢü,
kazandırdığı insani ve ahlaki davranıĢlarla, daha önce aynı insanların kurduğu Cahiliye
Devrini kapatarak insanların problemlerini hallettikten sonra, hayvanların bile huzur içinde
yaĢadığı bir medeniyet kurmuĢtur.
d) Ġslam ve Medeniyeti Ve Müslümanlar :
Ġslam’ın getirdiği prensipler, bütün insanlık alemi için yeni ufuklar açmıĢtır. Kısa zamanda
yayılan Ġslamiyet, Müslüman olan toplumları kısa zamanda medeni bir toplum haline
getirmiĢ, ortaçağ taassubunu yıkmayı baĢarmıĢtır.
Tarihte kurulmuĢ, bugün yalnız adlarından bahsedebildiğimiz medeniyetler, Ġslam medeniyeti
ile sona ermiĢtir. Bugünkü medeniyetlerin ise temelini Ġslam medeniyeti teĢkil etmiĢ ve yeni
medeniyetler Ġslam medeniyetinden doğmuĢtur.
Ġslam’ a gönül veren Müslümanlar, baĢlangıçta zamanın büyük denilen imparatorluklarını
dize getirmiĢ, dünyanın baĢlıca ülkelerine hakim olmuĢlardır. Kısa zamanda devlet haline
gelerek yıktıkları imparatorlukların yerine dünyanın en uzun ömürlü imparatorluklarını,
tarihten sildikleri medeniyetlerin yerine dünyaya ıĢık tutacak Ġslam medeniyetini
kurmuĢlardır.
Yeryüzünde Ġslam’ ı en güzel Ģekilde kafasına sindiren, hayatında uygulayan millet,
Müslüman Türk Milleti olmuĢtur. Yabancı kaynakların Türkler’ den bahsederken sadece
“Müslümanlar” demesi, Türklerin Ġslami en güzel temsil etmelerinden ve Ġslam’ın yayılıĢında
en çok hizmetleri olmasından dolayıdır. Türkler baĢlangıçtan beri medeni bir hayat
TIBB-I NEBEVİ 43
Mustafa ÖSELMİŞ
yaĢamıĢlardır. Fakat Müslüman olmaları ile daha da güçlendiler; rahat yataklarında yatmayıp,
Allah’ ın adını, Allah’ın emri olan hak ve adaleti yeryüzüne yaymayı ve insanlığı Ġslam’la
kurtarmayı kendilerine görev saymıĢlardır.
Ġnsanlığın zulüm ve cehaletten kurtarılmasında Müslüman Türklerin baĢarısı büyük olmuĢtur.
Batı’ da insani hayatın baĢlatılma Ģerefi Müslüman Türklere aittir. Çünkü, Batı Müslüman
Türklerle karĢılaĢtıktan sonra uyanmaya baĢlamıĢtır.
Asr-ı saadetten sonra kurulan Selçuklu ve Osmanlı medeniyeti, bütün dünyanın örnek aldığı
insanlık, ahlak ve fazilet medeniyeti olmuĢ, havyaların bile sağlığı, rahatı için vakıflar
kurulmuĢtu. Denilebilir ki, hiçbir medeniyet, Türk-Ġslam medeniyetinin yapmıĢ olduğu
hamleyi yapmamıĢtır. Bu bakımdan takdire Ģayan, kusursuz ve ölümsüz bir medeniyettir.
Bugünkü Avrupa medeniyetinin kaynağı Türk-Ġslam medeniyetidir. Avrupa tam bir gaflet ve
cehalet içindeyken, Müslüman Türkler medeni bir hayat yaĢıyorlar ve medeniyetin bütün
nimetlerinden istifade ediyorlardı.
Fernand Grenard, Asya’nın YükseliĢi ve DüĢüĢü adlı eserinin 36. sayfasında : “Ġslam
medeniyeti, barbar Avrupa’nın terbiye edilmesinde en hakim rolü oynamıĢtır” der.
Netice olarak : Batı, Müslüman Türklerden aldığı hızla ilerlerken son zamanlarda asırlardan
beri süregelen medeni hayatımız aynı canlılıkla devam ettirilememiĢ ve suç benliğimizden
söküp attığımız Ġslam’ a yüklenmeye çalıĢılmıĢtır. Ġslam’daki geriliğimiz ve kültür
kaynaklarımızın kurutulması bizi dirilttiğimiz Batı’ ya yöneltmiĢtir. Bu durum, geçmiĢin
medeni hayatının kaynaklarına dönülünceye kadar devam edecektir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 44
Mustafa ÖSELMİŞ
D – TÜRKLERDE SANAT VE MEDENĠYET
Tarihte insanlığın ihtiyacı ve medeniyetin icabı olan Ģeylerin icat ve keĢfinde en büyük hissesi
bulunan millet, doğuĢtan mahir ve sanatkar olan Türk Milletidir. Bu güne kadar dünyanın dört
bir bucağını Türk’ ün hünerli elleri süslemiĢ, vahĢi yaĢayıĢ ve Ġlker devirler Türk’ ün istidat
ve kabiliyeti ile kapanmıĢtır.
Türkler fıĢkıran zekaları ile sanat heyecanı duymuĢ, el emeği, alın teri karĢılığında Türk
zevkine uygun eserler ortaya koymuĢlardır. Bunların her bireri Türk’ ün sanat gücünü ve
kabiliyetini ortaya koyan muhteĢem eserlerdir. Madde ve manayı bir araya getirerek ortaya
konulan bu eserler, göz alıcı ihtiĢamı ile hala bütün insanlığın dikkatini çekmekte ve
hayranlığına sebep olmaktadır.
Bugün milli gururumuzu okĢayan Türk sanatının, Türk Kültürünün ürünlerini ve Türklerin
ezeli meziyetlerini, tarihi faziletlerini, yerli olsun, yabancı olsun aklı baĢında kimse inkar
edemez. Ġnkar etse de asırlara renk ve Ģekil veren eserleri yok edemez.
ġairin dediği gibi :
“ġu sebiller, imaretler,
Mermer kervan saraylar, yollar bizim iĢlerimiz
ġu kubbeli memleketler
Medreseler, camiler hepsi bizim eserimiz.”
a) Ġlk Türklerde Sanat ve Medeniyet :
Tarihi kaynaklar incelendiği zaman Türk sanat ve kültür hayatı çok erken çağlarda geliĢmiĢ ve
baĢka milletlere de örnek olmuĢtur.
“Türk Kültürünün bozkır ikliminde orijinal bir sanat tipi yarattığı herkesçe malumdur.”(1)
Türkler tarih sahnesine medeni bir millet olarak çıkmıĢ ve medeni bir millet olarak varlıklarını
devam ettirmiĢlerdir. Çin kaynaklarının verdiği bilgiye göre ilk çağlarda bile Türkler sanat
hususunda büyük kabiliyetlerini ortaya koymuĢlardır.
“Türkler, sanat hususundaki en büyük kabiliyetlerini madencilikte göstermiĢlerdir. Bakır,
kalay, tunç gibi demir de ilk defa Ortaasya’ da Türkler tarafından keĢfedilmiĢ, sonra da
buradan bütün dünyaya yayılmıĢtır. Altay Dağlarının pek çok yerinde keĢfolunan çok eski
zamanlarda iĢlenmiĢ maden ocakları, eritme fırınları, Türklerin madenleri kendileri çıkarıp
kendilerinin iĢlediklerini göstermektedir. Bugüne kadar elde edilen buluntular, Türklerin
madenleri topraktan çıkarmayı, eritmeyi, iĢlenebilecek hale getirmeyi bildikleri gibi onlardan
her nevi alet ve eĢya yapmak kabiliyetine vakıf olduklarını da göstermektedir. Madencilik
sanatının bütün Ģekil ve usullerine aĢina olan Türkler, bilhassa silah yapmak, ok, yay imal
etmek hususunda büyük ilerlemeler göstermiĢlerdir.” (2)
Türklerde harp sanatı çok ileri idi. Ağır taĢlar atan mancınıklar, ok atan yaylar, madenden
yaptıkları kılıç, mızrak ve zırhlar Türklerin düĢmana üstünlüklerini sağlıyordu. Zırhları yalnız
kendileri için yapmıyor, ehlileĢtirerek bindikleri atlara da giydiriyorlardı.
TIBB-I NEBEVİ 45
Mustafa ÖSELMİŞ
Türkler demirci idi. ġamanlık dini, demiri kutsal sayıyordu. Bunun için Türkler yemin etmek
istedikleri zaman demirden yapılmıĢ silah ve aletler üzerine yemin ediyorlardı. Demirciliği
milli sanat haline getiren Türkler, demirden sadece silah değil, ziraat aletleri de yapıyorlardı.
M.Ö. 2000-1000 yılları arasında Türkler, Altaylarda demirden, tunçtan altından kılıçlar,
bıçaklar, yüzük, küpe gibi ziynet eĢyaları yapıyorlardı. Çünkü Türkler madenlere ilk defa
herkesten önce hakim olmuĢlardı. Attila öldüğü zaman cenazesi altın tabuta konmuĢ, daha
sonra gümüĢ tabuta ondan sonra da demir tabuta konularak gömülmüĢtür.
Türklerin madenleri iĢleyen usta elleri, sanatkar kabiliyetleri ile meydana getirdikleri alet ve
silahlar, Türklerin en büyük geçim kaynağı idi. Bir tarihçimizin ifade ettiği gibi :
“Göktürklerin ataları da demirci idi. Onlar en iyi çelikleri iĢlerler ve Ortaasya
Ġmparatorluklarına bunları silah olarak satardı.”(3)
Türklerin hayvan kemiklerinden iğneler, topraktan çeĢitli mutfak eĢyaları, altın, bakır, gümüĢ
ve tunç gibi madenlerden ev eĢyaları, ziynet eĢyaları, ve çeĢitli harp aletleri yaptıkları,
kazıların sonunda meydana çıkmakta, tarihi kaynaklarda ifade edilmektedir.
Tarihte ilk defa demirden saban yapıp bozkırları eken, elde ettiği ürünü, yaptıkları su ve yel
değirmenlerinde öğüten Türkler olmuĢtur. Hayvanları ehlileĢtirerek bozkırlarda sürüler
meydana getiren, onların derisinden, yününden, kemiğinden sanat eserleri meydana getiren
Türkler, asırlar önce kendilerini bütün dünyaya tanıtmıĢ oluyorlardı. “Asya bozkırlarında
muazzam sürüler besliyen Türklerin en eski kültürleri kemik eĢya yapmakla baĢlamıĢtır. Ġlk
Türkler hayvanların kemiklerinden her çeĢit eĢya ve bilhassa silah yapmakta idiler.” (4)
Türk medeni hayatının eserleri, her bakımdan bilgi, ruh ve ince zevk numuneleridir. Arkeoloji
araĢtırmalarının sonunda meydana çıkarılan Türklerin en eski çağlarda toprağı piĢirerek
yaptıkları testiler, çanaklar, çömlekleri sürahiler, küpler ve madeni eĢyalar, Ģekilde
güzelliğinin yanında üzerine yapılan nakıĢlarla bugün bile hayranlık uyandırmaktadır.
b) Türk Sanat ve Medeniyetinin Tesirleri :
Tür zekasının ortaya koyduğu, hünerli ellerin meydana getirdiği eserler her devirde baĢka
milletlerin ilgisini çekmiĢ ve hayatlarına renk, Ģekil vermiĢtir.
Çok erken çağlarda geliĢen Türk medeni hayatı, diğer milletlerin hayatına etki yapmakta
gecikmediği gibi etkisi de kısa devreli olmamıĢtır. Uzun asırlar boyu devam eden Türk
tesirinin izlerini bulmak, eserlerini seyretmek her yerde mümkündür.
“Hun’lar pek erken çağlardan beri göçebe sanatının, Çin Han devri sanatını besleyen unsurları
Çin’ e sokmuĢtur. Böylece Hun’lar, tarihi kültür aracılığı yapan Türk ırkından olan kavimler
dizisini açmıĢlardır.”(5)
Türk’ün sanat ve kabiliyeti Roma ve Çin sanatının kaynağını teĢkil etmiĢ, bir çok konularda
Türkleri taklit etmeye mecbur kalmıĢlardır.
George Motandon: “Çinlilerin ve Romalıların giyinmekten yiyip içmeye kadar her Ģeyi
Türklerden öğrendikleri doğrudur. Ayrıca Çin’lilerin ve Roma’lıların Hun kemerlerini en
büyük ganimet sayması, el sanatlarına hayran kalmaları, Türk’lerin kendilerine üstün
oluĢunun ifadesinden baĢka bir Ģey değildir.”
TIBB-I NEBEVİ 46
Mustafa ÖSELMİŞ
“Göktürk’ler çağında açılmıĢ sulama kanallarından bir çoğunun izleri, zamanımız arkeologları
tarafından bulunmuĢtur. Bunlardan Tötö Kanalı’nın 10km olduğu görülmektedir. Bu kanal,
Rus arkeologlarının tetkiklerine göre, iĢlenmesi son derece güç kayalık bir arazide açılmıĢ, iki
vadi birleĢtirilmiĢti. Yüksek matematik bilgiye dayanan bir su tevzi Ģebekesi bu kanala
bağlanmıĢtı. 1935’ te bu bölgeyi sulamak isteyen Rus’lar, aynen Göktürk kanalını
yenileĢtirmiĢler, daha iyi bir Ģekil olmadığı kanaatine varmıĢlardır. Rus arkeologlarına göre bu
bölgede Türk’ler tarafından M.Ö. I. Asırdan beri çeĢitli bitki ve hububatın ziraatı yapılmıĢtır.”
(6)
c) Türk’ün Sanat Kabiliyeti ÖlmemiĢtir :
Bütün menfi propaganda ve inkar edilen tarihe rağmen Türk’ün tesiri silinip, eserleri yok
edilememiĢtir Bugün dillere destan olan ve bütün dünyanın gözünü kamaĢtıran Taç Mahal,
dünyanın her tarafından toplanan sanatkarlar arasından seçilen Mimar Sinan’ın talebesi
Mehmet Ġsa Efendi’nin eseridir. MüsteĢrik M.Brown’ un “Dünyada Onun kadar çok eser
bırakan bir sanatkar yoktur” dediği, muhteĢem eserleri ile hala ayakta duran mimar Sinan,
dünyanın örnek aldığı bir mimardır. Devri ve eserleri düĢünülecek olursa, O’nun eserlerine
hayal gücü ile bile ulaĢılamadığı görülür. Bugün bile Türk’ün ruhunu, ince zevkini ve
kabiliyetini yansıtan eserleri gerçekten örnek alınacak kadar mükemmeldir. II. Bayezid’ den
III.Murad’ a kadar beĢ padiĢah devrinde 98 Yıl yaĢamıĢ olan Mimar Sinan cihan tarihinde eĢi
görülmeyen bir mimardır.
Daha dün yapılan demir ve betonun ayakta tuttuğu yapılar fırtına ve depremlere karĢı
koyamayıp yerle bir olurken asırlardan beri ayakta duran sanat eserlerimiz her tülü takdirin
üzerindedir.
Tarih boyunca Türk’ün sanat gücünü ve bu gücün ortaya koyduğu eserleri yabancı bir sanatın
kopyası olarak kabul etmek mümkün değildir. Ġlk çağlarda olduğu gibi son zamanlarda da
eserlerimizde Roma, Yunan; Ġran taklidini aramak beyhudedir.
Türk sanat eserleri, kuru yapılar veya resim gibi sadece süslü eserler değildir. Madde ve
mananın birleĢerek yükseltilen eserlerdir.
1974 Ekim ayında Yunanlıların Türklere uyguladığı zulme karĢı çıkıp “Türklerin yok
edilmesini müsaade etmeyeceğiz” diyerek haykırdığı için Türk gazetecisi Selahaddin Galip,
Yunan mahkemelerinde Türk olma suçundan yargılanırken, salonu dolduran Türkleri “bina
yıkılacak” gerekçesi ile salondan atmak isteyen yunan hakimine Türk gazetecisi :
- Merak etmeyin Osmanlı yapısıdır yıkılmaz” diyerek endiĢenin yersiz olduğunu hissi olarak
değil, gerçeğin ifadesi olarak haykırmıĢtır.
Bugün hala yaĢayan örgü, iĢleme ve süsleme gibi alın teri, göz nuru ile ortaya konan
eserlerimizin Ģu anda baĢka milletlerde aynen tatbiki mümkün değildir. Süsleme sanatında
önemli yer iĢgal eden çiniciliğimiz dünyaca meĢhurdur.
Son zamanlarda oluĢturulan dıĢa hayranlık duygusunun milli sanatımızı körelttiği bir
gerçektir. Fakat tekrar ele alınırsa milli sanatımızın eski parlaklığında canlandırılması
mümkündür. Çünkü bugün yapılan bir çok yerli malının üzerine yabancı markaların
konulması, Avrupa’nın en ünlü satıĢ yerlerinde T.M. damgası ile satılan mallarımızın
bulunması henüz milli sanatımızın ölmediğinin delilleridir.
TIBB-I NEBEVİ 47
Mustafa ÖSELMİŞ
New-York’tan alınıp yurda dönünce yabancı kutudan “T.M.” “PaĢabahçe” malları çıkaranlar,
Fransız kumaĢı, Ġngiliz Kostümü diye takım takım alıp terziye “aman” derken “T.M.”
“Sümerbank” yazıları ile irkilenlerin sayısı az değildir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1 - Ġbrahim Kafesoğlu - Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri,s.89
2 – ġemseddin Günaltay – Tarih,c.1,s,35,1939,Ġst.
3 – Bahaeddin Öğel, Türk mitolojisi,c.1,s.38
4 - Hüseyin Namık Orkun, Türk Tarihi : C.1,S.17,1946,Ank.
5 - Prof.Dr.Lazslo Rasonyı,Tarihte Türklük:s.41,1971,Ank.
6 –Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi : C.1,S.156-157.
TIBB-I NEBEVİ 48
Mustafa ÖSELMİŞ
E – TÜRK-ĠSLAM MEDENĠYETĠNĠN TESĠRLERĠ
Bugüne kadar tarih Türklerden ve Ġslamiyet’ten çok Ģey öğrenmiĢtir. Türk Ġslam
medeniyetinin insanlık alemine sunduğu öyle eserler vardır ki, her biri dünya medeniyetinin
hareket noktası ve süsü olmuĢtur.
Medeniyetin özelliği, bütün insanlar için yararlı olmasıdır. Bunun için Türk-Ġslam
bilginleri hayatları boyunca ellerinden geleni yapmıĢ, insanlığa yeni dünya görüĢü ve hayat
anlayıĢı kazandırmıĢlardır.
Bu bakımdan tarihin seyri içerisinde Türk-Ġslam medeniyetinin, dünya medeniyetinin
oluĢmasındaki önemini bilmeden geçmiĢimizi hakir görüp, aĢağılık duygusuna kapılmamız ve
baĢka milletlere hayranlık duymamız doğru değildir.
1. Ġslam’dan Önce Türk Medeniyetinin Tesirleri :
Tarihte ilk medeniyetin ıĢığını yakan Türklerdir. Türkler ilk çağlarda ileri bir medeniyet
oluĢturarak, kendileri ile beraber diğer milletleri de medenileĢtirmiĢler, her fırsatta medeni bir
millet olduklarını ispat etmekten geri kalmamıĢlardır.
“Eski Türk kültürü yalnız insanlığın ulaĢtığı bir medeniyet örneği olarak kalmamaktadır.
Onun daha da mühim olan tarafı, bugün cihanĢümul bir mahiyet arz eden Batı medeniyetinin
doğuĢunda birinci derecede amil oluĢudur” (1)
Türklerin yalnız Batı medeniyetinde değil, dünya medeniyetinde hatıralarını yaĢatan değerli
kalıntılar mevcuttur. Çinliler masa, sandalye yapmasını, hayvanlardan istifade etmesini, askeri
teĢkilatın kurulmasını, savaĢ aletlerinin yapımını ve kullanılmasını, yemeklerini piĢirip
yemeyi, giyinmesini Türklerden öğrenmiĢlerdir. Hatta Çin prensleri Göktürkler gibi giyiniyor
ve saçlarını onlar gibi tarıyorlardı.
Fernand Grenard Ģöyle der : “Romalılar güzel giyinen ilk insan olarak Türkleri gördüler.
Haçlı derebeyleri zerafet, incelik ve terbiyede asil rakiplerine benzemeye çalıĢıyorlardı.
Avrupa ve Romalıların bilmediği iç çamaĢırları, at koĢumları, askerliğe dair birçok hususlar,
Hunlardan iktibas edilmiĢtir. Batı Romanın son imparatoru olan Romulus’ un adına Batı
Ġmparatorluğunu idare eden babası Oreste, Attila’nın eski bir subayı idi. Ve askeri terbiyesini
Türklerden almıĢtı. Ġtalya’ya hakim olan meĢhur Odaacre da Attila’nın nazırlarından birinin
oğluydu.(2)
Bozkır medeniyetinin en eski bir medeniyet örneği olduğunu ve diğer medeniyetlerin
doğuĢunda büyük etkiler yaptığı inkar edilmez bir gerçektir. Avrupa daha yeniye kadar müthiĢ
bir barbarlık içinde yaĢamıĢtır. Sırf bu yüzden kendi barbarlığını görememiĢtir. Gene Fernand
Grenard: “ Avrupalı olduğumuz için Asyalının yaptığı ve yapmaya çalıĢtığını küçük
görüyoruz. Müslümanların medeniyeti, barbar Avrupa’nın terbiye edilmesinde en hakim rolü
oynamıĢtır. Biz pratik sahadaki kıymetli keĢifleri Müslümanlara borçluyuz” der
TIBB-I NEBEVİ 49
Mustafa ÖSELMİŞ
Akif’in de belirtiği gibi :
“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmiĢiz
GelmiĢiz dünyaya insanlık nedir öğretmiĢiz !
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,
Nur olup, fıĢkırmıĢız ta sinesinden zulmetin.”
1. Türk-Ġslam Medeniyetinin Tesirleri :
Dünya nizamı olarak gönderilen Ġslamiyet, insanlığı kurtarma hamlesi içinde gönüllere Ģifa
olmuĢtur. Medeniyeti kurma yolunda Müslümanların attığı adımlar insanlığın yüzünü
güldürmüĢtür.
Ġslam’ın emri ile Müslümanlar, Ģahsi çıkar anlayıĢı ve yalnız kendi dünyalarına menfaat
temini için yaĢayan insanlar olmamıĢtır. Bu sayede dünya, fedakar Müslümanların gayretleri
ile aydınlanmıĢtır.
Avrupa karanlıklar içerisinde cehaletle kucak kucağa yaĢarken Ġslam alemi medeni bir hayat
yaĢamaktaydı. Ġslam aleminin çehresini değiĢtiren Ġslamiyet, Müslümanların eliyle
Avrupa’nın da çehresini değiĢtirmiĢtir. Avrupa kendi kısır mantığı içerisinde yaĢarken onu
derin uykusundan Ġslam medeniyeti uyarmıĢtır. Ġslam medeniyetinin birçok alanda yapmıĢ
olduğu olumlu tesirler, Avrupalının hayatına canlılık katmıĢtır. Bu bakımdan Avrupa
medeniyeti varlığını Ġslam medeniyetine borçludur.
Charles Seignebos : “ġarklılarla temas ile garplılar medenileĢtiler. Batının Müslümanlara
borçlu olduğu Ģeylerin hesabı çoktur.” DemiĢtir. Dr. Sigrid Hunke de Ģöyle demiĢtir : “Batı
aydınlanmasını ancak Ġslam medeniyetinden saçılan ıĢıklara borçludur.” (3) Bugünkü Avrupa
medeniyetinin temeli Müslümanlardan öğrendikleri bilgiler üzerine kurulmuĢtur. Çünkü daha
yeniye kadar “Avrupa büyük devletlerinin hepsi, her bakımdan Asya’nın Müslüman Türk
Ġmparatorluklarından geri ve zayıftı.” (4)
Avrupalıların Müslümanlarla temaslarından bu yana Ġslamiyet, Avrupa’nın fikir hayatına
köklü tesirlerde bulunmuĢtur. Üç kıtaya hakim olan atalarımızın hakimiyeti, kılıç kuvvetine
dayanan bir hakimiyet değil, ilim, adalet ve medeni üstünlüğe dayanan bir hakimiyettir.
Bugüne kadar mucit, kaĢif diye tanıtılan batılı isimler, Ġslam medeniyetini Hıristiyan
Avrupaya nakleden ilim elçilerinden baĢka bir Ģey değildir. Batı’ da “Tecrubi aratırmanın
mucitleri Roger Bacon veya Bacovon Verulam, Leonardo da Vinci veya Galile değillerdir. (5)
“Roger Bacon düĢüncesi ve fikirlerinden dolayı 13. asırda hapse mahkum olmuĢ ve 15 sene
kadar hapiste yatmıĢtır. Müslümanların eserlerini okuyup onlara verdiği önem, gösterdiği
hayranlık karĢısında ölünce “Müslüman öldü” diyerek aforoz edilmiĢtir.” (6)
“GüneĢin doğduğu ülkelerden gelen yüksek Ġslam kültürünün binlerce mil Batı’ya yayıldığını
ve önüne çıkan her ülkeye onu yıkmak yerine geliĢmiĢ medeniyetinin damgasını vurduğu
unutulmamalıdır.” (7) Uzun süren haçlı seferlerinin neticesinde Avrupalılar, Müslüman
Türk’ün alicenaplığını gördü. Türk Ġslam medeniyeti karĢısında hayran kalarak geniĢ ölçüde
istifade etti. Bunun için “Avrupa medeniyetinin doğuĢunda ilk amil olması Ģerefi Hıristiyan
Garb’a değil, Müslüman Ģarka aittir.” (8)
TIBB-I NEBEVİ 50
Mustafa ÖSELMİŞ
Ġslam alimlerinin Avrupanın düĢünce hayatı üzerinde büyük tesirleri olmuĢtur. Mesela,14-15.
yüzyıllarda Avrupa’da Aristotales’in kaldırılarak ibn-i RüĢd’ün eserleri okutulmuĢ, Sicilya
Kralı II.Fredrik Ġslam filozofu Ġbn-i RüĢ’ün çocuklarını sarayına davet ederek onlardan
biyoloji okumuĢtur. 17. asırda Louvain Üniversitesi tıp tedrisatının esasını Razi ve Ġbni
Sinanın eserleri teĢkil ediyordu. Tam 6 asır Batının üniversitelerinde Ġbni Sinanın eserleri ders
kitabı olarak okutulmuĢtu.
Türk Ġslam medeniyetinin en belirgin özelliği, son derece etkileyici ve yapıcı oluĢudur.
Türkler Hindistan ve Pakistan’da hakimiyet kurup, medeniyet bırakmıĢlardır. Eğer Türkler
girdikleri yerlede bugünkü Avrupa devletleri gibi davranmıĢ olsaydı, oralarda kendilerine ait
hiçbirĢey kalmazdı. Nitekim Ġngilizler kovuluncaya kadar Hind Yarımadasında kalmıĢ,
giderlerken yok ettikleri milli kıymetlerinin yerine zorla kendi dillerini bırakabilmiĢlerdir. Bir
Gazneli Mahmud’ un yaptığını yapamamıĢlardır. Hindular, ölülerini su kenarlarında bilhassa
Ganj Nehrinin kenarında yakarlarken, dul kalan kadınları da kocasının cesedine bağlayarak
diri diri yakarlardı. Bu vahĢi adeti Türk kahramanı Gazneli Mahmud yasaklamıĢ ve onlara
medeni bir hayat öğretmiĢtir.
Müslüman Türklerin tesiriyle el bize hayranken bizim ele hayran olmamıza kadar devam
etmiĢtir. Avrupa’ da bir kahvenin içilmeye baĢlanması bile 1669’ da Türk elçisi Müteferrika
Ağa’nın eliyle olmuĢtur. Müteferrika Ağa’nın Fransa’ya geliĢi bütün Fransızların gururunu
okĢamıĢtı. Türk elçisinin kahve içmesini gören aristokratlar onu taklide baĢladılar. Onun
diplomatik misyonu dolayısıyle ona hediye vermekte bütün Fransızlar birbirleri ile yarıĢ
ederek Türk kıyafet ve adetlerini benimsemiĢlerdi.
“Sultan Süleymanın saltanatı devrinde Ġngiltere Kralı olan VIII Henri Ġngiliz adliye sistemini
Türk sistemince doğrultmak ve düzeltmek için Türk mahkemeleri hakkında tatbikat icrasına
memur olarak Türkiye’ye bir heyet göndermekle Osmanlılar hükümdarını ĢereflendirmiĢtir.”
(9)
1896’ da Ahmet Cevdet PaĢa’nın baĢkanlındaki bir heyet tarafından hazırlanan ve Osmanlı
Ġmparatorluğunun temek mevzuatından biri olan “Mecelle” Osmanlı Ġmparatorluğunun
yıkılıĢından bu yana yarım asır daha varlığını Ġsrail gibi bir ülkede sürdürmüĢtür. Ancak 1972
yılında Adalet bakanlığı sözcüsü Uzi sivan : “Mecelle çok mükemmel bir hukuk eseri…”
demiĢtir. Bugünkü anlayıĢ karĢısında Mecelle’nin varlığını 1972 senesine kadar Ġsrail gibi bir
ülkede koruyabilmesi izahı güç bir husustur. Fakat Ģu kadarını belirtelim ki, Ġslam hukuku
canlı ve tatminkar bir hukuktur. Ġlahi vahye dayanır. BeĢeri acz içinde geçerliliğini kaybeden
bir hükmü yoktur. Ayrıca Ġslam baĢlı baĢına bir hukuktur. Onda Ģu veya bu hukukun tesiri söz
konusu olamaz.
“Kanun Romalılar için halk iradesinin ifadesidir, Ġslam hukukunda ise Allah’ın iradesidir.
Roma hukukunun karakteristik özellikleri arasında öyle formaliteler vardır ki, Post Gaius’ ün
Ġnstituones Juris Civilis kitabının mukaddimesinde (s.34-35) Onlardan usandırıcı ve yorucu
formaliteler diye bahseder.”
“Roma hukuku denilen hukuk da sırf Romalıların değildir. Aynı yazar Post’ a göre Romanın
kanunu, Ģark ile temasa girmedikçe, az geliĢmiĢ, iptidai Ģartlar içinde kalmaktan kurtulamadı
ve ġimal Afrika’nın, Suriye’nin ve Küçük Asya’nın mühim ölçüde tesirinde kaldı. Ġslam
TIBB-I NEBEVİ 51
Mustafa ÖSELMİŞ
zuhur ettiği zaman Roma hukuku Romanın Ģark vilayetlerinden kaybolmuĢtu, yerini mahalli
adetlere, rahiplerin, katiplerin hakemliğine terk etmiĢti.” (10)
Netice olarak, tarihteki üstünlüğümüze rağmen Tanzimat’tan sonra bir bunalım içine
itildiğimiz muhakkak. Bugün topyekün Batı’nın kendini inkar edip Müslüman-Türk’ün
medeni vasfını itirafını bekleyemeyiz. Bugüne kadar uyguladığımız yanlıĢ kültür politikası ise
yabancı emellere hizmet etmiĢ, bizi Batı’ya hayran durumuna düĢürmüĢtür. Bu hayranlık
içinde “Garptaki cereyanlara kapılarak yaptığımız ve ilerlemeyi hedef alan çalıĢmalarımızın
neticesiz kalmasının sebebi, Garp medeniyetini doğuran esas sebeplere vâkıf olamayacak
kadar yanılmıĢ bulunmamızdır.” (11)
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1. Ġbrahim Kafesoğlu, türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, s.78
2. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi,C.1, S.254
3. Dr. Sigrid Hunke, Avrupanın Üzerine Doğan Ġslam GüneĢi,S.133
4. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, C.3.S.233
5. Dr. Sigrid Hunke,a.g.e. S.122
6. A.Adnan Adıvar, Tarih Boyunca Ġlim ve Din, S.141
7. Friedrich-Karl Kıenitz, Büyük Sancağın Gölgesinde,S.12
8. Prof. Osman Turhan, türkiyede Manevi Buhran Din ve Laiklik, S.46
9. Prof. Dr. Ahmet ReĢit Turnagil,Ġslamiyet ve Milletler Hukuku, S.17
10. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Ġslam Fıkhı ve Roma Hukuku,S.20-21
11. Said Halim PaĢa, Buhranlarımız, S.90 (1001 Temel Eser)
TIBB-I NEBEVİ 52
Mustafa ÖSELMİŞ
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ĠCATLAR - KEġĠFLER
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ĠCATLAR VE KEġĠFLER
Milletimiz, sanatı seven ve onu hayatının bir parçası kabul eden, tarih boyunca icat ve keĢifler
yaparak yücelmiĢ bir millettir.
Yeryüzünde hiçbir millet bugünkü Türk’ün sahip olduğu mirasa sahip değildir. Dünyanın en
zengin kültür mirasına ve sanat hazinesine sahip olan milletimiz hiçbir konuda Ģan Ģöhret
arzusu, isim yapma sevdası ve para hırsı ile hareket etmemiĢtir. Türkleri harekete geçiren
nedenler Türklerin idealleri, Hakk’ın rızası ve halkın gönül hoĢnutluğu olmuĢtur. Çünkü
Türkler, insanlara faydalı olmayı, insanların ihtiyaçlarını gidermeyi dini ve insani görev
bilmiĢlerdir.
Diğer milletlerde icatlar ve keĢifler konusunda ilmi araĢtırmalara müsaade edilmezken, ilim
adamları düĢüncelerinden dolayı suçlu bulunurken, Türklerin dini ve dünya görüĢü
düĢünmeyi, araĢtırmayı emrediyor ve “Hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır” (Hadis)
“Sizden kim Allah ve Resulüne itaat eder, iyi amel ve hareketlerde bulunursa mükafatı iki
kere veririz. Hem biz ona çok Ģerefli bir rızık da hazırlarız.” (Ahzab Suresi:31) Buyrularak
Müslümanların eser bırakması istenmiĢtir.
Tarihte bir Ģeyin ortaya konuĢu, ya bir ihtiyacın veya yüksek bir gayenin eseri olmuĢtur.
Ġhtiyaç veya gaye insanların kabiliyeti ile birleĢmeyince ortaya konan eser uzun ömürlü
olmamıĢtır. Türk tarihinin icat ve keĢiflerle dolu oluĢu, ihtiyacın yanında kuvvetli bir
kabiliyetin, ince duygu ve zevkin gaye ile birleĢmiĢ olması ile izah edilebilir.
Fakat Tanzimat’tan sonra yabancılaĢmanın getirdiği dejenerasyonla, her fikrin altına yabancı
bir isim, her icat ve keĢfin sonuna yabancı adlar koyma alıĢkanlığı baĢlamıĢtır. Böylece aslan
payını aslan olmayan almıĢ, daha evvel bulunan, bilinen Ģeylere yeni sahipler bulunmuĢtur.
Eğer bir Ģey daha evvel keĢfedilmiĢse, daha sonraki tarihler de kiĢiler tarafından icat edilmiĢ
sayılmaz. Bugün Batıya mal edilen icat ve keĢiflerin çoğu nereden nasıl alındığı ve bulunduğu
belli olmayan icat ve keĢiflerdir. Bir çok Batılı da bir nehri görmek, dağa çıkmak, adayı
görmek gibi basit buluĢlarla büyük mucit veya kâĢif sayılmıĢlardır.
Hani Nasreddin Hoca’ya sormuĢlar :
1.
2.
3.
4.
Bir Ģey icat ettin mi ?
Evet ettim, ama beğenmedim demiĢ.
Nedir o ? diye sormuĢlar.
Karla ekmek yemek, cevabını vermiĢ.
TIBB-I NEBEVİ 53
Mustafa ÖSELMİŞ
ĠĢte Batının icat ve keĢifleri de bu tür beğenilmeyen ve ihtiyaca cevap verecek nitelikte
olmayan cinstendir.
GeçmiĢin inkarı içinde bulunduğumuz bu gün, gerçekten münevver Türk aydınlarına zengin
kültür mirasımızı, milli kabiliyetimizi, dünyaya tanıtmak sorumluluğu beklemektedir. Her
Ģeyin elden çıkmıĢ gibi görünmesi bizi yıldırmamalıdır. Çünkü tarihte aĢılması güç engelleri
metanetle aĢmıĢ, tezgahlanan oyunları bozmuĢ bir millet olduğumuz unutulmamalıdır. Eğer
bize ait olan mirasa sahip çıkıp dünyaya haykırırsak yeniden kendimizi kabul
ettirebileceğimize inanıyoruz.
ġimdi Türk’ün insanlık alemine sunduğu bazı icat ve keĢiflerden bahsetmek yerinde olacaktır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 54
Mustafa ÖSELMİŞ
A) ELBĠSENĠN ĠCADI :
Tarihte hayvanları ilk ehlileĢtiren, evvela derilerinden sonra da yünlerinden elbise yapanlar
Türklerdir. Elbise yapmayı ve giymeyi diğer milletler Türklerden öğrenmiĢlerdir.
Dokumacılık, dericilik, keçecilik sanatların mucidi Türklerdir. “Hayvanların yünlerini
kadınlar bükerek dokurlar, elbiselerini bundan yaparlardı. Bundan baĢka kilim dokurlardı.”
(1) Hatta keçeden çizmeye benzer ayakkabı bile yapmıĢlardı. “Kaya resimlerinden
anlaĢıldığına göre Türkler deri veya keçe çizme giyiyorlardı”. (2)
M.S. I. Yüzyılda yaĢamıĢ olan Çin müverrihi Pan-ku, Türklerin pantolon giydiklerinden,
üzerlerin de uzunca bir kaput aldıklarından, bunun üzerine de kemer taktıklarından bahseder.
Çin seyyahı Hüan-Dzang, Tung-Yapgu Kağan (619-630) zamanında Türklerin ipek elbise
giydiğinden, insanca yaĢadıklarından, misafirperver olduklarından, Çin ve diğer toplumların
iddia ettikleri gibi barbar olmadıklarından bahsetmiĢtir.
Çinliler pantolon giymesini Türklerden öğrenmiĢlerdir. “Çin’ e pantolonu ilk defa Ortaasya
Türkleri sokmuĢlardır.” (3) “Çinliler, Türklerden pantolonu iktibas etmiĢlerdir. Çünkü Çin
kıyafeti ile ata binmek çok zordu. Bu suretle pantolon Avrupa dahil zamanımıza kadar
dünyanın her köĢesine yayılmıĢtır. Türklerden aynı yıllarda at eyerleme sistemi de iktibas
edilmiĢtir ki, sonradan bu husus Avrupalılar tarafından da Türklerden öğrenilmiĢtir.” (4)
Dokumacılık ve elbise yapımı Uygur Türk’leri zamanında en mükemmel Ģekilde devam
etmiĢtir. “Uygurlar zamanında dokumacılık meĢhurdu. Çin dahil Asya’nın her yerine Uygur
kumaĢları ihraç edilirdi.” (5)
“Romalıların iç çamaĢırın ne olduğunu bilmediği devirde Türkler yün gömlek giyiyorlardı.
Romalılar güzel giyinen ilk insan olarak Türkleri gördüler. Haçlı derebeyleri zarafet, incelik
ve terbiyede asil rakiplerine benzemeye çalıĢıyorlardı.(6)
Türkler bu fıtri sanatlarını Müslüman olduktan sonra da devam ettirdiler. Çünkü
Müslümanların kendisinden aldıkları ilhamla hayatlarını düzenledikleri Kur’an-ı Kerim Ģöyle
diyordu: “Davarları da sizin yararınıza Allah yaratmıĢtır. Onlarda sizin için ısıtıcı ve koruyucu
maddeler ve nice nice menfaatler vardır. Onlardan yersiniz de.” (7)
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 55
Mustafa ÖSELMİŞ
B) TUZUN ĠCADI :
Bugün yemeklerimize tad veren tuz, ilk defa Türkler tarafından bulunmuĢ ve Türkler
tarafından kullanılmıĢtır.
Ebul Gazi Bahadır Han’ a göre Yafes’in oğlu Türk’ün büyük Tütek ava çıkar. Avda bir geyik
vurur. Onu piĢirip yerken bir parça et yere düĢer. Onu alıp yiyince çok hoĢ bir tadın olduğunu
fark eder. AraĢtırmaları sonunda orada tuz olduğunu keĢfeder. Böylece tuz elde edilmiĢ ve
yemeklerde kullanma adeti baĢlamıĢtır. (8)
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 56
Mustafa ÖSELMİŞ
C) ÇADIRIN ĠCADI :
Ġnsan yaĢayıĢına en uygun Ģekilde inĢa edilen çadırlar, sonrada evler ilk defa Türkler
tarafından yapılmıĢtır. Böylece insanlar taĢ ve ağaç kovuklarında yaĢamaktan kurtarılmıĢtır.
Ebul Gazi Bahadır Han’a göre ilk çadır evi, Yafes’in oğlu Türk yapmıĢtır.(9) Diğer “Türk
menkıbelerine göre de ilk çadırı yapan Türk Handır” (10)
Türkler çadırı mağaralardan daha sıhhi buldukları ve göç ettikleri yerlere kolaylıkla
taĢınabildiği için tercih etmiĢlerdi. Daha sonra ise yerleĢim bölgelerinde temel üzerine
oturmuĢ, içine güneĢ ıĢığı alan ve ağaçtan ve kerpiçten yapılmıĢ evlerin yapımına geçilmiĢtir.
“Ġlk Türklerin meskeni çadır idi. Çadırlar son derece sanatkarane yapılardı. Ġçi de Türk
kadınlarının dokuduğu halılarla döĢenirdi.” (11) Çadırların içi gibi dıĢı da süslenirdi.
Türklerin çadır hayatı yaĢayan kimseler olduğunu söylemek, ilk Türkleri küçültmek anlamına
gelmez. Türklerin çadır hayatına geçtiği zaman diğer milletlerin mağara ve ağaç kovuklarında
yaĢadığını unutmamak lazımdır. Diğer bir husus da; çadır hayvanları ehlileĢtirerek meydana
getirdikleri sürüleri doyurmak için yaz-kıĢ otlak otlak dolaĢan Türklerin göçebe hayatının bir
gereği idi.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 57
Mustafa ÖSELMİŞ
D) TAKVĠMĠN ĠCADI :
Zamanın tayinini, olayların tesbitine yarayan takvimi bulan ve kullanan Türklerdir.
Türklerin kullandığı takvim, on iki hayvanlı Türk takvimi idi. Bu takvimi Türkler, Ġslam’ı
kabul edinceye kadar kulandırlar. On iki hayvanlı Türk takviminin baĢlangıcı Zeki Veli
Togan’a göre M.Ö. 2000 yıllarına kadar dayanır.
Türklerde çocuklar hangi hayvan yılında doğmuĢlarsa o hayvanın adı unutulmaz, bir yere
kaydedilir ve doğum yılı böylece bilinirdi.
Orhun Abidelerindeki olayların tarihleri ile beraber kaydedilmiĢ olması Türklerin o
zamanlarda tarih ve takvim kullandıklarının delilidir.
Bahaeddin Ögel’e göre : “Türklerde dört unsur, üçerden 12 bölüm meydana getiriyordu. Bu
12 bölümde, bir takvimve zaman biriminden baĢka bir Ģey değildi.” (12)
Türkler, Müslüman olduktan sonra da takdirle karĢılanan çalıĢmalar yapmıĢlardır. Çünkü
Kutsal Kitap Kur’an-ı Kerim bu konuda Ģöyle buyuruyor ve yol gösteriyordu.
“GüneĢi ziyalı, ayı nurlu yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (ayın
hareketlerine çeĢitli) menziller tayin eden O’dur. Allah bunları (boĢ yere değil) sabit bir
gerçek (bir faide) olarak yaratmıĢtır. O, düĢünen bir toplum için ayetlerini böylece birer birer
açıklar.” (13)
“(Ey Muhammed) Sana yeni doğan ayları sorarlar. Deki: O, insanların menfaati için, bir de
hacc için vakit ölçüleridir.” (14)
Romülüs takviminde bir yıl 304 gün, 10 ay olarak tesbit edilmiĢken, Batlamyus bir seneyi 260
gün olarak hesaplarken, El Battani ise bir seneyi 365 gün, 5 saat, 46 dakika ve 47 saniye
olarak hesaplamıĢtır.
Bu konuda sözü fazla uzatmaya lüzum yok “Ömer Hayyam’ın taksim reformu Gregoryen
takvimini fersah fersah geçer.” (15)
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 58
Mustafa ÖSELMİŞ
E) GEMĠNĠN ĠCADI :
Nuh (AS) ın kavmi O’nun nasihatlerini dinlemedi,azdı. Allah Nuh (AS)a bir gemi yapmasını
emretti. Ġnananlar o gemi ile kurtuldular. Ġnanmayanlar ise suda boğularak helak oldu.
Böylece Nuh (AS) tarihte ilk gemiyi yapmıĢ oluyordu.
Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Allah Ģöyle buyurur :
“Bizim nezaretimiz ve vahyimizle gemi yap. Zulmedenler hakkında bana bir Ģey söyleme.
Çünkü onlar suda boğulacaklardır.” (16)
Bu olaydan sonra sal, kayıkla iĢe baĢlayıp gemiyi daha sonra da deniz altını yapanlar Türkler
olmuĢtur. Homere : “ Bir tahta parçasının üzerine binip de enginlere açılabilmek için insanda
tunç kadar sağlam yürek olmalıdır.” DemiĢtir. ĠĢte Türkler tunç kadar sağlam yüreğe sahipti.
Sallar yaparak nehirleri geçen, kayıklar yapıp su gezintileri yapan ilk insanlar Türkler
olmuĢlardı.
“Oğuz Han’ın bir beyi, Ġtil, yani Volga Nehrini geçerken kendisine bir kayık yapmıĢtı. Bu
kayık veya gemi sayesinde, Oğuz Han’ın orduları nehrin karĢı kıyısına geçerek düĢmanı
mağlup etmiĢlerdi.” (17)
Deniz altının icadı konusunda kaynaklara baktığımız zaman Ģu yalancı isimleri görürüz:
“1776’ da David Bushnell, New-York Limanında “Kaplumbağa” adını verdiği denizaltı ile
dalıĢlar yaptı.” “1819’da Coessin KardeĢleri denizlatı yapıp suya daldı. “1870’de Ġngiliz asıllı
Symons, denizaltı denemeleri yaptı” denilirken, 1719da dünyada ilk defa denizaltı denemesi
yapan, Ġstanbulluları ve PadiĢah III. Ahmed’i hayrette bırakan büyük Türk mimarı Ġbrahim
ağa’nın adından bile söz edilmez.
1719 yılında Sultan III. Ahmed, oğullarını sünnet ettirmiĢti. Ġki hafta süren, eğlence ile devam
eden sünnet merasimleri sırasında herkesi ĢaĢırtan bir olay meydana geldi. Deniz altından
Mimar Ġbrahim Ağa’nın yaptığı timsaha benzeyen deniz altı göründü. Etraftaki kayıklar
süratle kaçıĢtı. Timsah tekrar daldı ve bir saat sonra tekrar su üstüne çıktı. Timsah ağzını açtı,
içinden çalgıcılar ve oyuncular çıktı. Ġbrahim Ağa da eğlenceye böylece katılmıĢtı.
Ġlk defa pusulayı yapanlarda, engin denizlerde gemilerini yüzdüren Müslümanlardır.
Kur’an’da Ģöyle buyrulur :
“O (Allah) karanın ve denizin karanlıkları içinde kendiler ile yollarınızı doğrultmanız için,
sizin yararınıza yıldızları yaratandır. Ayetlerimizi bilir kimseler için gerçekten açıkça
bildirdik.” (18)
Müslümanlar pusulanın tanıtılmasında da Batı’ya hocalık yapmıĢlardır.
Bir batılının itirafına göre :
“Amalfili Flavio Gioja, bizde pusulanın mucidi olarak tanınır. Halbuki bu aleti, Flavio Gioja
ilk önce Müslümanlardan öğrenmiĢti… Roger Bacon’ın Haçlı seferlerinde bir muharip olan
hocası Maricourt’lu Petrus, miknatıs ve pusulaya ait bilgileri doğrudan doğruya
Müslümanlardan alarak, haçlı seferlerinden dönüĢünde Fransa’ya getirir ve onları 1269’ da
TIBB-I NEBEVİ 59
Mustafa ÖSELMİŞ
“Epistola de Magnete” sinin içinde Batı’ya sunar. Elli yıl sonra 1320’de Amalfi’li Ġtalyan
(Flavio Gioja) sözde ilk defa pusulayı keĢfetmiĢ görünür…” (19)
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 60
Mustafa ÖSELMİŞ
F) UÇAĞIN ĠCADI :
“Amerika’lı Wright KardeĢler 1903’te bir uçak yapıp uçmayı baĢarmıĢlardır.” Bu söz bize
öğretilmek istenen bilgiler arasında yer alır. Halbuki tarihe göz attığımız zaman insanoğlunun
göklerde uçma arzusunu gerçekleĢtirenlerin Türkler olduğunu görürüz.
IV. Murat zamanında Hezarfen Ahmet Çelebi, kanat takıp Ġstanbul yakasından Anadolu
yakasına boğazı uçarak geçmek suretiyle dünyada ilk uçak denemesini gerçekleĢtirmiĢtir. Bu
hareket, uçak yapımı için baĢlangıç noktası olarak kabul edilir.
Evliya çelebi seyahatnamesinde : “Hezarfen Ahmet Çelebi, ibtida Okmeydanının minberi
üzerine rüzgarın Ģiddetinden kartal kanatlarıyla sekiz-dokuz kerede havada pervaz ederek
talim etmiĢtir. Badehu, sultan Murat Han Sarayburnunda Sinan paĢa KöĢkünden temaĢa
ederken Galata Kulesinin ta zirve-i âlâsından Lodos rüzgarı ile uçarak Üsküdar’da Doğancılar
meydanına inmiĢtir” der.
Tarihte ilk defa füze-roket denemesini yapan, barutu keĢfedip ateĢli silahlarda kullananlarda
Türkler olmuĢtur. Ġstanbul’un kuĢatılmasında kullanılan topların hesap ve planını bizzat Fatih
sultan Mehmet yapmıĢ, Mısır seferinde içi yivli topları ilk defa Yavuz Sultan Selim
kullanmıĢtır. Halbuki Avrupa’ da ancak 1868’de Almanların kullandığı bilinmektedir.
Tarihte ilk defa roketi düĢünen ve roketle havaya yükselen Lagari Hasan Çelebi’dir. Evliya
Çelebi Seyahatnamesinde :
“Lagari Hasan Çelebi, Murat Han’ın “Kaya Sultan” adlı talihli kızı dünyaya geldiği gece
kurban keserek bayram ettiler. Bu lagari Hasan, elli okka barut macunundan yedi kollu bir
fisek yaptı. Sarayburnunda hünkar huzurunda fiĢeğe bindi. Çırakları fitili ateĢlediler. Lagari :
“PadiĢahım! Seni Tanrıya ısmarladım. Ġsa Peygamberle konuĢmaya gidiyorum. “diyerek
Tanrının ve Peygamberin adını anıp göğe yükseldi. Yanında olan fiĢekleri ateĢleyip deniz
yüzünü aydınlattı. Yukarı çıkıp da büyük fiĢeğin barutu kalmayıp yere doğru inerken ellerinde
olan kartal kanatlarını açıp Sinan PaĢa köĢkü önüne denize indi…” (20)
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 61
Mustafa ÖSELMİŞ
G) MAKĠNENĠN ĠCADI :
Descartes(1596-1650), Pascal (1623-1662), Leibniz (1646-1716) gibi Batılı ilim adamları
makine üzerinde düĢünüp hayaller kurarlarken, otomatik makinelerin yapımı 17. yüzyılda
gerçekleĢtirilebilirken, Türklerde otomatik makineler asırlar önce, 1205 tarihinde büyük Türk
bilgini Eb-ül-iz tarafından yapılmıĢtır.
“1205 tarihinde Türk bilgili Eb-ül-iz makimeyi yapmıĢtı. Bu bir adama benziyordu. Elinde
tuttuğu testi içindeki suyu bir kaba boĢaltıyor ve bu kabın içinde bulunan bir Ģamandıra ile
otomatik makine ile adamın eli kolu harekete geçer geçmez tepedeki kuĢ da hareket ediyor ve
ötüyordu.
Dr. Toygar Akman, bu konuda Ģunları yazmaktadır :
“Diyarbakır’ da yayınlanan “Kara Amid” adlı Derginin 1969 yalına ait 2. cildinin 5. sayısını
incelerken “8 Asır Evvel Türk sarayları MakineleĢmiĢtir.” BaĢlıklı bir yazı gözüme çarptı.
Sayfaları karıĢtırdıkça Cizreli Eb-Ül-Ġz adında bir Türk bilgininin, bundan aĢağı yukarı sekiz
yüzyıl önce, Diyarbakır’ da hükümranlık yapan Artuk Türkleri Eb-Ül-Ġz’in yapmıĢ olduğu
otomatik makineleri saraylarında kullanmıĢlardı.” (21)
Dr. Akman, ilginç açıklamalarından sonra Eb-Ül-Ġz’in bu konudaki kitabının Ayasofya
Kütüphanesindeki nüshasının içinden 66 sayfanın çalınmıĢ olduğunu yazıyor.
Ġbrahim Hakkı Konyalı da :
“Eb-Ül-Ġz, otomatik makinelerini Hükümdar Mahmud’ un abdest alırken baĢkalarının su
dökmesinden hoĢlanmadığı için kendisine bu makineleri yaptığını ve hükümdarın bu
makinelerin döktüğü su ile abdest aldığını kaydederek, Hükümdar Mahmud’un Eb-Ül-Ġz’e :
Dünyada eĢine rastlanmayan bir Ģey yaptın, emeğin boĢuna gitmeyecektir” dediğini
yazmaktadır. (22)
TIBB-I NEBEVİ 62
Mustafa ÖSELMİŞ
Burada yer veremediğimiz bugünkü medeniyetin doğuĢuna, insanlığın hayatının tekamülüne
vesile olan, bugün basit gibi görünse de ilk ve baĢlangıç olması bakımından büyük önem
taĢıyan nice nice icat ve keĢifler aziz milletimizin dehasından, idealinden doğmuĢtur.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
Hüseyin Namık Orkun, Türk Tarihi,c.1c.140
Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi,c.1,s.159
Prof. Dr. George Montandan.
Yılmaz Öztuna,a.e.g. c.12, s.258
Öztuna,a.g.e. c.1, s.188
Fernand Grenard, Asyanın YükseliĢi ve DüĢüĢü, s.9
Kur’an-ı Kerim, Nahl Suresi : 5
Ebul Gazi Bahadır Han, Türklerin soy Kütüğü, s.24
Ebul Gazi Bahadır Han, Türklerin, ġecere-i Terakime, s.24
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s.179
Hüseyin Namık Orkun, Türk Tarihi, c.1s.140
Bahaeddin Ögel, Türk mitolojisi,c.1, s.102
Kur’an- Kerim, Yunus Suresi : 5
14- Kur’an- Kerim, Bakara Suresi :189
15- Prof. Dr. M.Hamidullah, Ġslam’a GiriĢ, s.159
16- Kur’an-ı Kerim, Hud Suresi : 37
17- Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C.1, S.77
18- Kur’an- Kerim, En’am Suresi, 97
19- Dr. Sigrid Hunke, Avrupanın Üzerine Doğan Ġslam
GüneĢi, s.49
20- Evliya Çelebi, Seyahatnamesinden Seçmeler, c.1, s.118 (1000 Temel Eser)
21- Bilim Ve Teknik Mecmuası, Sayı:77
22- Kara Amid (Tarih,Turizm,Edebiyat) Dergisi,Sayı:5, Yıl:1969
TIBB-I NEBEVİ 63
Mustafa ÖSELMİŞ
H) ARABA VE TEKERLEĞĠN ĠCADI :
Bugünkü medeniyetin belkemiği araba, tekerlek ve dönen çarklar Türkler tarafından
icat edilmiĢlerdir.
Kendi yükünün hamalı iken arabayı icat eden, tekerleği düĢünen insanın dehası, XX.
Yüzyılın en modern uçağını yapan insanınkinden üstündür. Çünkü baĢlangıç olmadan son
olmaz. Bugünün imkanlarına uçak az bile.
Türkler insanlık hizmetine sundukları “arabayı kullanmaya, arabalarla seyahat etmeye
ta Ġskitler devrinde baĢlamıĢlardır.” Ziya Gökalp
“Arabanın ilk yurdu Asya’dır. Hayvanların evcilleĢtirilmesi ve tekerleğin icadı ilkin
bu topraklarda geliĢmiĢ, araba da bu iki olaya bağlı olarak meydana gelmiĢtir. Çin
kaynaklarına göre M.Ö. 2000 yılından çok önce Asya Türkleri arabayı biliyordu.” (1)
“VI. Yüzyıla ait Çin kaynakları Uygurların hayatını Ģöyle anlatıyordu; Uygurlar sayı
bakımından çok değillerdi. Fakat disiplinleri ile cezaları çok Ģiddetli ve kendileri de çok cesur
idiler. Yüksek tekerlekli arabaları vardı. Göçlerde ve harplerde bu arabalarına çok
güveniyorlardı.” (2)
“Arabayı icadeden Türklerdir.” (3) “Hunlar araba kullanmakta idiler. M.Ö.119 yılında
Çinler ġan-yü’yü muhasara ettikleri vakit hakan, altı katırlı bir araba üzerinde muhasarayı
yararak kurtulmuĢtu. M.Ö. 8 inci yılda Çin hükümdarı ġan-yü’ den bir yer istediği vakit ġanyü bu arazideki dağlarda yetiĢen ağaçlardan çadır ve araba yapmak için istifade ettiklerini
söyleyerek bu talebi reddetmiĢti.” (4)
Çin kaynaklarına göre M.Ö. 1450 yıllarında Çine sokulan arabanın bugün hala
varlığını devam ettiren “kağnı” adı ile yapılıĢı Kankılı Bey tarafından düĢünülmüĢtür. “Kağnı
arabasını Türkler icat etmiĢlerdir.” (5) “Bir savaĢ sonunda Kankılı Bey’e düĢen ganimeti
götürebilmek için bir kağnı yapar. Kendine düĢeni ona yükler ve yola çıkar. Geride kalanlar :
“kanga? Kanga? (Nereye? Nereye?) derler. Oğuz Kağan onu icat eden beye Kanguluğ adını
verir.” (6)
Ebül Gazi Bahadır Han’ a göre Oğuz Han, Tatar halkı ile savaĢmıĢ ve Tatar ordusunu
yenince, Oğuz Hanın askerine o kadar çok ganimet düĢmüĢtürki, bunu götürmeye imkan
TIBB-I NEBEVİ 64
Mustafa ÖSELMİŞ
yoktur. Oğuz Han’ın adamlarından iyi akıllı biri araba yapıp hissesine düĢen malları yükleyip
gitmiĢtir. Araba giderken “Kank” diye ses çıkardığı için onu yapan askere “Kanklı” adını
vermiĢlerdir. (7) Kankılı Bey’in yaptığı bu araba o günden bu güne kadar “kağnı” adı ile
varlığını devam ettirmiĢtir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Meydan Larousse, Araba Maddesi
Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün GeliĢma Çağları,C.1-sh.85,1000 T.E.
Dr. Rıza Nur, Türk Tarihi C.1,sh.44
H. Namık Orkun, Türk Tarihi, C.1,sh.68,1946 - Ankara
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C.1,sh.74-75
Abdulkadir Ġnan, Makaleler ve Ġncelemeler,sh.228
Ebül Gazi Bahadır Han, Türklerin Soy Kütüğü,sh.30,1001 Temel Eser
TIBB-I NEBEVİ 65
Mustafa ÖSELMİŞ
Ġ) KAĞIT VE MATBAANIN ĠCADI :
Kağıt ve matbaa, insanlık tarihinin en önemli icad ve keĢiflerindendir. Biz matbaanın
XV. Yüzyılda Gutenberg tarafından icat edildiğini sanırız. Ġlim ve kültürün insanlık alemine
yayılıĢında en büyük rolü oynayan matbaa, Gutenberg tarafından icad edilmemiĢtir.”
Denilince de her Ģeyin icadını baĢkalarına mal eden zihniyet, kağıt ve matbaanın Çinlilerce
bilindiğini ve kullanıldığını iddia etmektedir.
Medeni bir millet olan Türk’ün tarihine ve Türk’lerden bahseden kaynaklara göz
atılınca, “kağıt”, matbaa”, “harf”, “yazmak” gibi kelimelerin kullanıldığı görülmektedir. Bu
demek oluyor ki, kağıt ve matbaa gibi insalık fikriyatını değiĢtiren iki mühim icat, insanlık
alemine Türkler tarafından hediye edilen nimetlerden iki tanesidir. Bunun için Türk’lere ne
kadar teĢekkür edilse azdır.
Matbaayı bulma ve icat etme Ģerefi, Gutenberg’e ait değildir. Gutenberg’in bulduğu
matbaa değildir. Onun yaptığı tek Ģey, daha çabuk aĢınan tahtadan harflerin yerine madeni
harfler kullanmak olmuĢtur.
Gutenberg’in durumu, bir doktorun diĢi çekip yerine madeni diĢ taktıktan sonra “ben
adam yarattım” demesi kadar gülünçtür.
Gerçek, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin kendini kolay kolay saçmalığa terk
edemez. Gutenberg, her Ģey gibi tekamül edecek olan matbaaya sadece basit bir katkıda
bulunmaktan ileri gidememiĢtir. Bu bakımdan “matbaanın mucidi Gutenberg veya Coster
olmayıp onlar ancak geliĢtiricilerdir.” (1)
“Türklerin matbaaya hizmetleri çok, hem de pek çok eskidir. Bu hususta toplu bir
malumat verebilmek için size Ġstanbul Üniversitesi Arkeoloji Profesörü Helmuth Bosserti’in
ikinci Türk Tarih Kongresine tevdi ettiği “Tab San’atının KeĢfi” adlı tezinin baĢlangıcını
buraya aynen naklediyorum :
“Matbaanın keĢfi adeta Amerika’nın keĢfine benzer. Amerika’yı Kolomb’un
keĢfettiğini herkes bilir. Fakat Kolomb’un bir kıt’ayı bulmasından asırlarca evvel
Norveçlilerin ve ġarki Asya’lıların Ģimali Amerikaya geldikleri çok daha az kimseler
tarafından malumdur. Tıpkı bunun gibi bir çok kimseler Gutenberg’in matbaanın ilk
verimlerini 1450 tarihine doğru beĢeriyete armağan ettiği zehabındadırlar.” (2)
Gutenberg’ten önce matbaa yok muydu ? Bilinmiyor muydu ? XV. Asırda
Gutenberg’in dehası ile mi meydana çıktı ? Evet, Avrupa’da matbaa bilinmiyordu. Avrupa
matbaayı 1455’te Gutenberg’in madeni harflerle, Mainz kasabasında Ġncil’i bastıktan sonra
tanımıĢtır.
Halbuki tarihi kaynaklar tetkik edilince görülecektir ki, “Baskı yolu ile ilk kitap meydana
getirmek usulü Uygur Türk’lerinde vardı. Bugüne kadar gelen Uygurca malzemenin mühim
bir kısmı blok-basma denilen bir Ģekilde vücuda getirilmiĢtir… Avrupa’da ise, modern baskı
tekniğinin baĢlangıcı olan müteharrik harflerle kitap basma iĢi, yani matbaanın icadı XV.
asrın ortalarındadır. Almanya’nın Mainz Ģehrinde Johann Gutenberg tarafından 1440
yıllarında madeni harfler dökülerek ilk baskı denemelerine giriĢilmiĢ ve 1450-1455 yılları
arasında da ilk kitap basılmıĢtır. Kağıt yapma tekniğinin doğudan batıya gelmesi gibi, baskı
tekniğinin de Avrupa’ya Almanya içlerine kadar giren Altınordu kuvvetlerinin beraberlerinde
TIBB-I NEBEVİ 66
Mustafa ÖSELMİŞ
basılı kitap getirmeleriyle geldiği fikri vardır.” (3)
Ġstanbul’ da ilk matbaanın 1727 tarihinde kurulmuĢ olması, Türk’lerin matbaayı bilmediğini
ve bunu Avrupa’dan öğrendiğini ortaya koymaz. Medeni bir topluluk olan Uygur Türklerinde
basım iĢi ve matbaa Avrupa’dan çok daha önce biliniyordu. “Yazma eserler, kağıt üzerine el
ile yazılmıĢ olduğu gibi bütün bir sahife kliĢe halinde hazırlanarak basılmıĢ eserlerde vardır.
Demek oluyor ki, Uygur Türkleri matbaayı Avrupa’dan çok evvel biliyorlardı. Daha sonra,
ayrıca ağaçlardan ayrı ayrı harfler de kullanarak bunlarla kitap tab etmeyi tecrübe etmiĢlerdir.
Yapılan araĢtırmalar neticesinde bu harfler de bulunmuĢtur.” (4) Bundan baĢka “Uygurlar,
kağıttan peçete ve tuvalet kağıdı yapıyorlardı. Avrupa’dan asırlarca önce kağıdı tanıyan
Uygurlar 751’de kağıt yapmasını Araplara da öğretmiĢlerdir. Semerkand’dan kağıt sanayi,
bütün Ġslam dünyasına yayılmıĢtır. XI. Asırda Sicilya ve Ġspanya Müslümanları yoluyla kağıt
Avrupa’ya da girmiĢtir. Uygurlar matbaa da kullanmıĢlardır…” (5)
Kağıt ve matbaa gibi iki büyük keĢif de bir çok Ģeyler gibi ne Çinlilere ne de
Avrupa’lılara aittir. Ġkisi de ihtilafsız Türk’lere aittir. Çinlilere ait olduğu sanılan tabı
san’atının keĢfi Ģerefi doğrudan doğruya Türklere aittir.” (6)
F.Kartır : “Matbaa Türk’lerin icadıdır” derken, Paris Ġslam Enstitüsü Profesörü Risler
de : “KumaĢların üzerine tahta kalıplarla desen basma usulünü haçlılar Müslümanlardan
öğrenmiĢlerdir. Bu bilginin Avrupa’da matbaacılığın teĢekkülüne amil olduğu muhakkaktır”
demiĢtir.”
Avrupa’da taassubun hüküm sürdüğü, cehaletin karabulutlar gibi ufukları kararttığı
devirlerden asırlarca önce Orhun Abidelerini dikmiĢler, basım iĢi ile uğraĢmıĢlar,
kütüphaneleri kitaplarla doldurmuĢlar ve bugün bile Avrupa’nın sıtayiĢle bahsettiği kültür
merkezleri kurmuĢlardır. “Renkli duvar resimleri ile süslü salonlarla ilk olarak Uygur
ülkesinde renkli duvar resimleri ile süslü salonlarla ilk olarak Uygur ülkesinde gerçek
çehresini kazanan minyatür tezyinatlı eserlerle güzel ve hususi surette ciltlenmiĢ kitaplar dolu
kütüphanelerle donatılmıĢ Kara Hoço, BiĢbalık, Bezeklik, Toyok, Murtluk, Yarkent gibi
Uygur Ģehirlerinde çeĢitli münasebetleri tanzim eden resmi müesseseler, noterler,
gümrükçüler ve türlü mahkemeler faaliyet halinde idi.
Bunları tesbit eden Uygurca yazılmıĢ 130 kadar sandık vesika Avrupa müzelerinde tetkike
açık tutulmaktadır. Yine eski Uygur kültür merkezlerinde ele geçen baĢka bir malzeme var ki,
bundan matbaanın aslında bir Türk eseri olduğu anlaĢılmıĢtır. Biz ve bütün medeni dünya
Avrupa kültürünün cihana yayılmasında baĢlıca rol oynayan matbaanın XV. yüzyılda
Gutenberg tarafından ortaya konulduğunu sanırız. Halbuki matbaanın ibtidai Ģekli Uygurlar
tarafından tesis edilmiĢtir. Basım san’atı tarihi ile uğraĢan bilgin Carter’ın tesbit ettiğine göre
en eski matbaa harfleri Uygur dilindedir. Ve Türkçedir. Matbaanın daha önce Çinlilerce
malum bulunduğu yolundaki fikiler doğru değildir. Çünkü silabik karakter taĢıyan Çincenin o
zamanlarda matbaaya tatbik edilmeyeceği ilgililerce açıklanmıĢtır. Buna karĢılık 14 harften
ibaret Uygur Türk alfabesi ile basım tekniğine giriĢ çok kolay olmuĢtur. Turfan, Ġdikut
Ģehirlerinin bulunduğu tarım bölgesindeki araĢtırmalarda meydana çıkan sert ağaçtan mamül
müteharrik hafler, Uygurlar’da matbaanın varlığını ortaya koymuĢ ve bu kazılardan sonradır
ki, basım san’atının Avrupa’ya Uygurlardan intikal ettiği nokta-i nazarı kuvvetlenmiĢtir.
Esasen Türk’lerde yazı, Batı Türklerinin dilince mevcut “bitiğ” (harf,kitap) ve “ir”
(yazmak) kelimelerinin de gösterdiği gibi çok eskiden de vardı. Daha o zamanlarda çeĢitli
TIBB-I NEBEVİ 67
Mustafa ÖSELMİŞ
Türk boyları arasında taammüm ettiği anlaĢılan Türk yazısının en muhtelem abideleri,
bilindiği gibi 726-732-735 yıllarından kalma Orhun Kitabeleridir…”(7)
Matbaa ile beraber Avrupa’dan çok önce “Türk’ler Uygur hanedanı devrinde kağıt
kullanmıĢlardır.” (8) Çünkü kaynak eserlerdeki kayıtlara göre “Uygurların kitapları kağıt
üzerine yazılıp basılıyordu. Bu Çin kağıdından farklıdır. Uygurların kendi kağıt imalatları
olduğu bir gerçektir.” (9) Uygur Türkleri tarafından bilinen kağıt, Avrupa’ya Makro Polo
tarafından tanıtılmıĢtır. Bu da Ġslam medeniyetinin Ġspanya’da kurmuĢ olduğu kağıt
imalathanelerinden sonra olmuĢtur. Samih Nafiz Tansu : “Matbaa ve kağıtçılığın Avrupa’da
inkiĢafı, Ġslam medeniyetinin Ġspanya’daki kağıt imalathaneleri ile sıkı bir Ģekilde münaseveti
vardır. Avrupa’nın karanlığını, cehaletin sislerini dağıtan Endülüs’deki Ġslam medeniyeti,
Ģüphe yok ki, matbaa ve kağıt fikrine hizmet etmiĢtir. Velhasıl Ģatoların, sarayların
duvarlarına tevcih edilen bu kağıt tomarlarından mürekkep gülleler, hakikatlerinden daha
müessir olmuĢ, feodaliteyi ve onunla beraber orta çağı yıkmıĢtır.” (10) diyerek kağıt ve
matbaanın Avrupa’ya Müslümanlar tarafından kurtuluĢ devası olarak sunulduğunu
belirtmiĢtir.
Avrupa, Müslümanlar tarafından kağıt ve matbaanın Avrupa’ya sokulması ile yavaĢ yavaĢ
uyanmaya baĢlamıĢtır. Avrupa’nın uyanıĢında ve Rönesans’ın gerçekleĢmesinde “Ġslamiyet’in
Avrupa’ya getirdiği en hayırlı nimetlerden biri de kağıt olduğunda hiç Ģüphe yoktur.” (11)
“Kağıdı Müslümanlar icat etmiĢlerdir. Eğer Ġslam, kitap, barut, pusula gibi mirasları elinin
altında bulundurmasaydı bizim Rönesans’ın nasıl bir Ģey olacağını göz önüne getirmeliyiz…
Tarihten Müslümanları silerseniz, ilmi Rönesans’ımız yüzyıllarca geri kalmıĢ olur.” (12)
Matbaa, Batı’nın değil, Türk-Ġslam medeniyetinin meyvelerinden biridir. Bir çok
hususlarda olduğu gibi bu hususta da Batı’ ya ve J.Gutenberg’e verilebilecek en ufak bir Ģeref
payesi yoktur.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1. Prof. Dr. Laszlo Rosanyı, Tarihte Türklük Sh.112,1971 Ankara
2. Selim Nüzhet Gerçek, Türk Matbaacılığı Sh.10,C.1, 1939 Ġst.
3. Doç. Dr. Ali F. Karamanlıoğlu, Türk Kültürü Dergisi,Sayı:100,Sh.63.
4. Hüseyin Namık Orkun, Türk Tarihi,C.1 Sh.164,1946 Ankara.
5. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, Cilt 12, Sh.262
6. Selim nüzhet Gerçek, Türk Matbaacılığı C.1,Sh.16,1939 Ġst.
7. Doç. Dr. Ġbrahim Kafesoğlu-Türk Yurdu Dergisi
8. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi C.1 Sh.158
9. Oktay Aslanapa, Türk Sanatı C.1 Sh.9
10. Samih Nafiz Tansu, Tarihte Yeni ve Yakın Zamanlar, Sh.181-182
11. Prof. Jacgues Risler, La civilisation arabe,Sh.170
12. Prof. E.F. Gauiter Mouers en coutumes des Musulman,Sh.249-250,Paris1955
TIBB-I NEBEVİ 68
Mustafa ÖSELMİŞ
J) SAATĠN ĠCADI :
Bu konuda kaynaklara baktığımız zaman çeĢitli isimler ve çeĢitli tarihler görürüz. “Ġlk
diĢli saat 14. asırda Milano’ da yapıldı.” “1540’da ilk saat Almanya’da yapıldı.” “1650’de
Christion Huygens, rakkaslı saati yaptı.” “Kusursuz iĢleyen ilk saat, 1728’de Jon Harrison
tarafından yapıldı.”… Bunlar ansiklopedik bilgilerdir. Bakınız bir saat için ne kadar çok adam
kaĢif olmuĢ…
Her Ģeyi baĢkalarına mal etme akıĢkanlığı burada da kendisi göstermektedir. Halbuki
Avrupa’dan asırlar önce Müslümanlar saati biliyor ve kullanıyorlardı. Mesela; “Harun
ReĢid’in gönderdiği duvar saati Charlemagne’ı hayran bırakmıĢtı.” (1) “Harun ReĢid
tarafından Charlemagne’a hediye edilen duvar saati bakır ve deriden yapılmıĢtı… Zamanı
metal süvariler vasıtasıyla bildirirdi. Bunlar her saat baĢında bir kapıyı açarak saat sayısı
kadar bilyayı bir simbalin üzerine düĢürüyor sonra çekilerek kapıyı kapatıyorlardı.” (2)
Bugün bile insanları hayrette bırakan saatler ve bu saatleri yapan Müslümanlardan
kaynak eserlerde hayranlıkla bahsedilmektedir. “Keskin zekalı Müslümanlar, bilhassa çeĢitli
ve güneĢin saatlerinin icadına da itina gösterdiler. Kürevi trigonometri ve güneĢin gök
yüzünde bulunduğu yer nazarı itibara alınarak, hesaplanan cetvellerin de yardımı ile , günün
zamanlarını böylece daha doğru okumaya muvaffak oldular. Onların bu sahadaki en orijinal
icadı, silindir Ģeklinde taĢınabilen bir güneĢ saati idi. Böylece bir güneĢ saati Reichenau’da
kendisine ulaĢan Hermannus Contractus, eserinde onun ustaca yapısını etraflıca açıklamıĢtı.
Bu ilk güneĢ saati idi. Böyle bir güneĢ saatinin örnekleri, bir müddet sonra Batı’da daha sık
ortaya çıkarlar.
GüneĢ saatlerine Ģekil vermede bilhassa bu saatlerin su, civa,yanan mum veya
ağırlıkların yardımıyla çalıĢmalarında; “Ġslam oyuncakçılığı” kesif bir faaliyet sahası
kazanmıĢtı. Müslüman alet yapıcıları bu arada zil vasıtasıyla her tarafa öğle zamanını
hatırlatan çalar güneĢ saatlerini, bir madeni kupanın içine her saat baĢı, küreler düĢüren su
saatlerini; Zodyaklar sayesinde gezegenleri izleyen veya ayın yarım geçiĢini mütevali
parıldamalarla belirten devran aynaları buldular.
Halife Harun ReĢid’in elçilerinden Abdullah isimli bir Müslüman 807 yılında
Aachen’de Kayzer Büyük Karl’a, Müslümanların harikülade aletlerinden birini sunar.
Kayzer’in tarihçisi Einhard kaleme aldığı Salnamesinde : Saatin pirinçten yapıldığını hayrete
sayan bir hünerle monte edildiğini” bildirir ve devamla : “Bu su saati on iki saatin geçiĢini
hesaplıyor ve saat baĢlarında olmak üzere on iki kürecik düĢürüyordu. Her bir kürecik alttaki
zile çarpınca etrafa ses aksediyordu. Açılan kapılardan aĢağı düĢen kürecikler, bir saatlik
zamanın tamamlanması ile dıĢarı fırlıyorlardı. Bu sıçrayanların sonunda 12 kapıda teker teker
kapanıyordu.” Der (3)
TIBB-I NEBEVİ 69
Mustafa ÖSELMİŞ
Saati Avrupalılardan asırlar önce Müslümanların icat ettiği muhakkaktır. 1205
tarihinde Türk bilgini Eb-Ül-Ġz’in Gazneli Mahmut için yazdığı eserinde saatten uzun uzun
bahsetmesi, (4) bu iddiayı kuvvetlendiren diğer bir delildir.
Büyük bir kabiliyet ve dehanın mahsulü olan bu icadı da diğerleri gibi ucuza satmıĢız.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1. Fernand Grenard, Asyanın yükseliĢi ve DüĢüĢü Sh.212,1000 Temel Eser
2. Will Durant, Ġslam Medeniyeti Sh.37, 1001 Temel Eser
3. Dr. Sigrid Hunke, Avrupanın Üzerine Doğan Ġslam güneĢi,Ter.Servet Sezgin Sh.116177
4. Bakınız, Tarih – turizm – Edebiyat Dergisi, sayı : 5-1969
TIBB-I NEBEVİ 70
Mustafa ÖSELMİŞ
K) TÜRKLERDE HAYVANCILIK VE TARIM :
Tarihte vahĢi hayvanların ehlileĢtirilmesi ve bozkırlarda ziraatın yapılması da Türklere nasip
olmuĢ en büyük inkılaptır.
Ġnsanlık, vahĢi hayvanlara karĢı yaĢama kavgası ve ölüm kalım mücadelesi verirken Türkler,
vahĢi hayvanları ehlileĢtiriyor, onların her Ģeyinden istifade etmenin yollarını araĢtırıyordu.
Hayvanların ehlileĢtirilmesi ve toprağın ekilerek mahsulün yetiĢtirilmesi, basit bir iĢ gibi
görünse de o devirler için büyük bir tarihi baĢarı sayılır. Çünkü hayvanların derisinden,
yününden, kemiğinden ve gücünden istifade, insani hayatın doğmasına sebep olmuĢtur.
Ġnsanlık alemine ıĢık tutan, hayatına renk ve Ģekil veren, tekamül kapılarını açarak
yeryüzündeki medeniyeti ortaya koyan, hayvanları ehlileĢtirdiği gibi insanları da medeni ve
insani hayata alıĢtıran Türklerdir. Bunun için Türkler medeniyetin doğuĢunda ve bugünkü
seviyesine geliĢinde müessir bir rol oynamıĢlardır.
Toprağın ekilip biçilmesi, bunun için aletlerin yapılması ve hayvanların ehlileĢtirilmesi
konusunda kaynaklar Ģu bilgileri vermektedir :
Orta Asya’nın bozkırlarında ilk devlet teĢkilatını kuran, toprağa bağlanan, toprağı süren
topraktan ürün elde eden Türkler, sebze, hububat ve meyve elde etmeyi de baĢarmıĢlardı.
“Çinlilerin rivayetine göre Türkler eskiden beri buğday, arpa, pirinç, darı, mısır ekerlerdi.
Asma, elma, dut fidanları yetiĢtirirlerdi. Araziyi sulamak için pek çok arklar açmıĢlardı.” (1)
Davut peygamberin elinde hamur gibi Ģekil verdiği demire hakim olan Türkler, demiri iyi
iĢlerlerdi; demirden kürek, kazma, demir saban gibi ziraat aletleri yapmıĢlardı. Kaynaklar
Orta Asya’daki Türklerde ziraatin ileri olduğunu, her türlü hububatın yetiĢtirildiğini, bahçeleri
tarlaları sulamak için kanallar açtıklarını haber vermektedir. Hatta Uygurlar zamanında kanal
suları ile elde edilen mahsulün su değirmenlerinde öğütüldüğü bilinmektedir.
“Asya, değirmenleri biliyordu. Yel değirmenlerini de icat etti.” (2) Mesudi de X. Asırda
Türklerin icat ettikleri yel değirmenlerini yakından gördüğünden bahseder.
Ortaasyada en çorak yerler bile açılan kanallar vasıtasıyla sulanarak verimli hale getirilmiĢ ve
muntazam ziraat yapılmıĢtır. Bugün bile toprak altından çıkan arklar, kanallar ve su boruları
insanları hayrette bırakacak kadar ileri teknikte yapılmıĢtır. Uygurların, Göktürklerin açtığı
kanallar bugün bozulmadan durmaktadır. Bunlardan büyük bir hesap iĢine dayanan ve iki
vadiyi birleĢtiren Tötö Kanalı, 1935 senesinde Rus arkeologlarını hayrette bırakmıĢtır. Aynı
vadiyi sulamak için kanal yapma ihtiyacını duyan arkeologlar yeni bir kanal yapmaktan
vazgeçip Tötö kanalını kullanmayı tercih etmiĢlerdir.
“Orta Asya’ da gittikçe artan kuraklık karĢısında ziraatı devam ettirebilmek mecburiyeti,
Türkleri ekip biçmeyi kolaylaĢtıracak bir takım aletler icat etmeye, kanallar açmak suretiyle
ırmak ve göllerden istifade etmeye sevk etmiĢtir.”(3)
Kemerler üzerindeki arklar, vadiden vadiye uzanan kanallar, su boruları kazılar sonunda çıkan
ziraat aletleri yanında “Bend tesislerinin ilk nüvelerini araĢtırmacılar, kanallar, havuzlar
halinde Orta Asya’da Türk medeniyetinin göbeğinde bulmuĢlardır. Buradan Ģekil ve mahiyet
değiĢtirerek göç istikametinde Avrupa’ya kadar yayılmıĢtır. Evvela Ġran’a sonra sıra ile
Mezopotamya, Suriye, Mısır, Ġspanya ve Avrupa’ya ulaĢmıĢtır.” (4)
TIBB-I NEBEVİ 71
Mustafa ÖSELMİŞ
“Medeniyetin beĢiği Orta Asya’dır. Tarihi tetkikler ve arkeolojik araĢtırmalar neticesinde
medeniyetin doğmasına sebep olan ilk eserler orada bulunmuĢtur. Bu arada sulama tesislerine
ait eserlere de tesadüf edilmiĢtir. Ziraatın ve sanayinin temeli orada atılınca, su tesislerinin ilk
temellerini de orada bulmak tabii idi.” (5)
Ziraatte ve Türklerin hayatlarında hayvanların önemi büyüktü. Çünkü hayvanları vahĢilikten
ehlileĢtirerek, insanlığın hizmetine sunan Türklerdi. Diğer milletler hayvanlardan istifade
etmesini Türklerden öğrenmiĢlerdi. “Avrupa araba koĢumunu, binicilik tekniğini Türklerden
öğrendi.” (6) “Hayvanlardan istifade ederek süvari kuvvetleri teĢkil etmeyi, at üzerinde harp
etmeyi Bütün Asya kavimlerine Türkler öğrettiler.” (7)
Medeniyetin her alanında emeği ve eseri olan ecdadımızla ne kadar iftihar etsek azdır. Ġftihar
etmek de en tabii hakkımızdır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s.337
Fernand Grenard, Asyanın YükseliĢi ve DüĢüĢü, s.212
ġemsettin Günaltay, Tarih, C.1,s.34
Vefik Altuğ, Tarihi Su Tesisleri,s.51
V.Altuğ, age. S.22
Fernand Grenard, A.g.e. S.9
Hüseyin Namık Orkun, Türk Tarihi, C.1 S.64
TIBB-I NEBEVİ 72
Mustafa ÖSELMİŞ
K) AMERĠKANIN KEġFĠ :
Amerika kıt’asının keĢfinin ilk Christophe Colomb’un 1492’de yaptığını daha sonra
da Amariko Vespuçi’nin 1507’ de ikinci defa keĢfedip “Amerika” adını verdiğini bilmekteyiz
ki, bize öğretilen bilgi budur.
KeĢif Nasıl oldu ?
“Christophe Colomb, seyahate baĢlamadan önce dinin itirazına uğradı. Colomb
Arapça eserlerden veya (Ġngilizlere göre) Roger Bacon’dan aldığı düĢünceyle dünyanın
yuvarlak olduğunu, onun içinde batıya gidilirse Hindistan’a varılacağını iddia ediyor ve
kendisine böyle bir seyahati sağlayacak bir büyük makam arıyordu. Tekliflerini Cenova,
Portekiz, Ġngiltere bile reddetti. Zavallı Colomb, Portekiz’den kızının elinden tutarak, dilene
dilene Ġspanya’ya geldi. Ġddiasını orada Salamonca Üniversitesi Meclisine havale etti. Meclis
tarafından bu iddia, bütün azizlerin eserleri, Tevrat ve Ġncil’le reddolundu. Fakat 1491 yılında
Kral Ferdinand ve Kraliçe Ġsabella, Endülüs Araplarına karĢı kazandıkları zaferin sadakası
olarak Colomb’un dileğini kabul ettiler.” (1)
Colomb, Venedikli gemicilerle yola çıktı. Yolda korkunç dalgalar ve Cehennem
ağızlarının bulunduğu inancı, gemicileri korkuttu. Bu korku isyana sebep oldu. Colomb çok
güç durumda kaldı. Dönmek üzere olan gemicileri ikna etmek zorunda idi. Gemicilere aynı
istikamette gidiliği takdirde yeni bir kıt’a ile karĢılaĢacaklarını ve bunu Müslümanlardan
öğrendiğini, Müslümanların yalan söylemeyeceklerini anlatıp isyanı bastırmaya muvaffak
oldu. Yola devam edip, ilk kendisinin bulduğunu zannettiği Amerika kıt’asına ulaĢtı.
Colomb’un Amerikaya varmasından önce kıt’a bomboĢ değildir. Yani Colomb, bu
kıtayı ilk bulan ve ulaĢan insan değildir. ġarki Asyalılar buraya çok önceden gelmiĢ ve
yerleĢmiĢlerdi. Bunun için Colomb’un büyük (!) keĢfini gölgelemek için ortaya atılmıĢ bir
iddia değildir.
“Christophe Colomb ve halefleri zamanında Ġlk Avrupalılar oralarda zenci ahaliyi de
bulmuĢlardır.” (2)
“Colomb’un kıt’ayı bulmasından asırlarca evvel Norveçlilerin ve ġarki Asyalıların
ġimali Amerika’ya geldikleri çok daha az kimseler tarafından bilinmektedir.” (3)
Bu durumda Colomb ve Ameriko Vespuçi, Amerika kıt’asının kaĢifi kabul
edilemezler. Çünkü Colomb’u kıt’aya ilk ayak basan insan olarak kabul edemeyiz, ondan
evvel Amerika kıt’ası bilinmeyen bir yer değildi. Orada yaĢayan insanlar vardı. Vespuçi’ye ait
olan Ģey ise “Amerika” ismini koymuĢ olmasıdır.
Cevap bekleyen sorular :
- Batı’nın dünyanın yuvarlaklığını kabul etmediği, asırlar sonra bile dünyanın
yuvarlaklığını kabul edenleri Engizisyon mahkemelerinde ölüme mahkum ettiği halde
Colomb cesaretini kimden ve nereden almıĢtı ?
- Ġlim ve din adamlarını karĢısına almıĢken Colomb, fikrinde neden bu kadar ısrar
ediyor ve yeni bir kıt’aya varacağından emin görünüyordu ?
TIBB-I NEBEVİ 73
Mustafa ÖSELMİŞ
- Durup dururken Colomb’da bu seyahat merakını uyandıran neydi ?
- Yolda isyan çıktığı zaman Colomb, kendi toplumunun kesin olarak habersiz olduğu
dünyanın yuvarlaklığı ve kıt’anın varlığından nasıl o kadar emin olabiliyordu ?
Colomb, kendinden değil, Müslümanların ilminden emindi.
Amerika kıt’ası, Colomb’dan evvel Müslümanlarca biliniyordu :
Yedinci yüzyılda Müslümanlara inen Kutsal Kitap Kur’an-ı Kerimde : “Yer yüzünde
birbirine komĢu kıt’alar vardır” (4) buyrulmuĢtur.
Ġbni Haldun (1333-1378) “Mukaddime” adlı eserinde mevsimlerin meydana geliĢini
izah etmiĢ, dünyayı yedi iklim bölgesine ayırmıĢ ve Amerika kıt’asından bahsetmiĢtir.
Piri Reis, Amerika kıt’asından bahseden ilk coğrafyacıdır. Çizdiği haritalar yakın
zamana kadar çizilen haritalarla kıyas kabul etmeyecek kadar üstündür.
Piri Reis’in ceylan derisi üzerine çizdiği haritada Batı Avrupa, Afrika ve Doğu
Amerika sahilleri açıkca gösterilmiĢtir. Bu harita Müzeler müdürü H. Ethem Eldem tarafından
9 Aralık 1929 tarihinde Topkapı Sarayında bulunmuĢtur. Bu haritanın bulunuĢu, dünyada
derin yankılar uyandırmıĢtır. Bu harita hakkında Mehmet Önder 13 Ocak 1975 tarihli
Tercüman Gazetesinde Ģu açıklamayı yapmıĢtır :
“Bilim dünyasında Piri Reis’in Amerika haritası olarak bilinen ve bugün Topkapı
Sarayı Müzesinde saklanan iki haritadan büyüğü 90 santim boyunda 65 santim enindedir.
YumuĢak bir ceylan derisi üzerine renkli kalemlerle çizilen ve açıklamaları yapılan büyük
harita, üzerindeki bilgilerden anlaĢıldığına göre, 1513 yılının Mart ve Nisan aylarında
Gelibolu’da bizzat Piri Reis eliyle çizilmiĢtir.
Bu harita hakkında bir yazarımızda Ģöyle der :
“Piri Reisin coğrafya sahasındaki ilk eseri, Gelibolu’da telif ederek Yavuz Selim’ e
hediye ettiği dünya haritasıdır. Bu haritanın tamamı maalesef kaybolmuĢtur. Elimizde,
Avrupa ve Afrika’nın kısmen bazı kısımlarını içine alan parçası bulunmaktadır. Harita, deri
parĢömen üzerine renkli olarak çizilmiĢtir. Piri Reis gerek kitabında, gerekse haritalarında,
ilmi zihniyetin icaplarına göre hareket etmiĢtir.” (5)
“Piri Reis’ in Çizdiği harita kopya olamaz :
Piri Reis, çizdiği dünya haritasından bahsederken Ģöyle demektedir :
“Bundan evvel bir harita yaptım, onda bir çok yerleri göstermeyip böylece Hint ve Çin
denizlerini gösterdim ki, yeni yapılan haritalarda Batı’da kimse onu bilememiĢtir. Ben hepsini
kaydedip makamı cennet olası rahmetli Sultan Süleyman Han Hazzerleri’nin kapısına takdim
ettiğimde makbule geçmiĢti.” (6)
Zamanımız tarihçilerinden Yılmaz Öztuna da :
“Piri Reis XVI asrın ilk yıllarında Amerikadan bahsetmiĢ, hatta iki büyük Amerika
haritası çizmiĢtir. Arzın yuvarlak olduğunu Türk bilginleri arasında ilk defa açıkca ileri süren
TIBB-I NEBEVİ 74
Mustafa ÖSELMİŞ
Piri Reis’in Amerika haritaları, aynı yıllarda Avrupa’ da çizilen yeni dünya haritalarından çok
daha doğrudur. Bütün Batılı bilginler, bu noktada birleĢmiĢlerdir.” Der. (7)
“Antartika kıt’asındaki Palmer Yarımadası 1820’de keĢfedilmiĢ kabul edilirken Türk
amirali Piri Reis tarafından 1513’te çizilen dünya haritasında bu yarımada gösterilmektedir.
Güney Amerika Nehirlerinin membaları 16. yüzyılın sonunda keĢfedilmiĢ sayılırk en,
çok daha önce Piri Reis’in yayınladığı haritada apaçık gösterilmiĢtir.” (8)
Bu naklettiğimiz bilgilerden de anlaĢılıyorki, Colomb, Amerika kıt’asına gitmiĢtir,
ama keĢfetme Ģerefi ona ait değildir. Bu konuda Müslüman Türklerin yaptığı çalıĢmalar ve
hizmetler unutulmamalıdır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
o
o
o
o
o
o
o
o
A.Adnan Adıvar. Tarih Boyunca Ġlim ve Din, S.148-149
Prof. Dr. M.Hamidullah, Ġslam’a GiriĢ, S.173
Selim Nüzhet Gerçek, Türk Matbaacılığı, C.1,S.10
Kur’an-ı Kerim, Rad Suresi : 4
Cevdet Türkay, Osmanlı Türklerinde Coğrafya, 1959 Ġst.
Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, S.28
Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, S.210
New-York Post Gazetesinden naklen, 3 Eylül 1973, Tercüman Gazetesi.
TIBB-I NEBEVİ 75
Mustafa ÖSELMİŞ
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
A) MÜSLÜMAN TÜRKLERDE ĠLĠM
B) TÜRK ĠSLAM MEDENĠYETĠNĠN TEMELLERĠNĠ ATIP GELĠġTĠRDĠĞĠ ĠLĠM
DALLARI
TIBB-I NEBEVİ 76
Mustafa ÖSELMİŞ
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
A - MÜSLÜMAN TÜRKLERDE ĠLĠM
Bugün Avrupa’yı ölçü alarak yerimizi, durumuzu tayin eden ve Avrupa ülkelerinden “Ģu
kadar bin sene gerideyiz” diyerek kehanette bulunanlar, Müslüman Türk’ün geçmiĢini ve
geleceğini ortaçağ karanlıkları içinde görmeye çalıĢırlar.
Ortaçağ karanlığı Türklerin ve Müslümanların üzerine değil, Avrupa’nın üzerine çökmüĢ ve
yalnız Avrupa’yı karartmıĢtır. “Ortaçağ” demekle Ġslam’ı ve Türklerin hayatını kastedenler,
ilme karĢı Engizisyon mahkemeleri kuran, düĢünmeyi yasaklayan, ilim adamlarını
cezalandıran Müslüman Türklerin değil Hıristiyan Batı olduğunu bilmelidirler.
Haçlı ordularına mensup Batılı askerler, Müslümanların kurdukları kütüphaneleri ve
medreseleri acımadan yakmıĢlar ve bunu yaparken büyük bir zevk duymuĢlardır. 1492’de
Gırnata alındıktan sonra bütün kitaplar yakıldı. Çıkan alevler, yükselen dumanlar görenleri
dehĢete düĢürdü. Kitaplar “hain” denilerek ateĢe atılıyor ve keyifle yanıĢı seyrediliyordu.
1500’de baĢpiskoposun 5000 kitabı kendi eliyle yaktığı rivayetler arasındadır. Ġmparator
Theodose Ġskenderiye kütüphanesini ve bütün mabetleri yaktırdı. Rivayete göre kütüphanede
300.000 eser kül haline gelmiĢti.
a) ĠSLAM VE ĠLĠM :
Ġslam Peygamberine ilk inen emir “Oku” oldu. Kur’an, ilmi gündüzün aydınlığına, cehaleti de
gecenin karanlığına, bilgini, gözleri gören insana, cahili de gözleri görmeyen köre benzeterek
ilmi esas almıĢ, ilmi övmüĢ, cehaleti yermiĢtir.
Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de :
“Deki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ?” (Zümer:9)
“Kör ile gören, karanlıkla aydınlık bir olmaz” (Fatır : 19-20)
Buyurarak yer yüzünden cahilliğin kalkmasını, insanların okumasını, öğrenmesini ve hakikati
kavramasını emretti.
Mekke’den Medineye göç eden peygamberlerimizin ilk iĢi Medine Mescidini ve yanında
“Suffa” denilen yerleri yapmak oldu. Suffada aile, geçim gibi problemleri olmayan bekar
kimseler kalır, orada yerler içerler ve orada kalırlardı. Sayıları yetmiĢin altına hiç düĢmeyen
bu talebeler her konuda bilgi sahibi olarak yetiĢtirilir. Ġslam’ı ve ilmi yaymak için baĢka
bölgelere talep üzerine veya lüzum görülen yerlere öğretmen olarak peygamber tarafından
gönderilirlerdi. Görevleri, gittikleri yerlerin problemlerini çözmek idi.
Eğtim ve öğretim konusunda bu Suffalar kafi gelmeyince muhtelif yerlerde hazırlık okulları
açıldı. Bu çalıĢmaları da yeterli görmeyen Peygamberimiz savaĢlarda esir alınan okuryazarların serbest kalmaları için on Müslümana okuma yazma öğretmesini Ģart koĢtu.
Hicretin ikinci yılı Ġslam Peygamberi tarafından Medine’de Darul-Kurra (Okuyucular yurdu)
açıldı. Muaz bin Cebel açılan okullara müfettiĢ olarak atandı. Daha sonra Muaz, Yemen’e vali
TIBB-I NEBEVİ 77
Mustafa ÖSELMİŞ
olarak gönderilirken orada eğitim ve öğretimle yakından ilgilenmesi için Ġslam Peygamberi
tarafından kendisine yazılı emir verildi.
Müslümanlar tarafından açılan bütün camiler sadece ibadet için değil, (ilim öğrenmek de
ibadet sayıldığı için) aynı zamanda eğitim-öğretim kurumları olarak vazife görmüĢtür.
Selçuklular ve Osmanlılar zamanında devam eden medreseler Ġslam Peygamberi tarafından
kurulan eğitim kurumlarının devamı sayılır.
Ġslam Peygamberi kendisinden sonraki Müslümanlara :
“Ġlim müslümanın yitiğidir, onu nerede bulursa almalıdır”
“Ġlim öğrenmek kadına da erkeğe de farzdır.”
“BeĢikten mezara kadar ilim öğreniniz.”
“Dünyayı isteyen ilim öğrensin, ahreti isteyen ilim öğrensin. Hem dünyayı hem ahreti
isteyen ilim öğrensin.”
Buyurarak ilmin yaygınlaĢarak devamını istemiĢtir.
Görülüyor ki Ġslamiyet, ilmin karĢısına çıkmamıĢ bilakis ilmin doğmasına,
geliĢmesine ve yayılmasına sebep olmuĢtur.
b) TÜRKLER ĠLME BÜYÜK ÖNEM VERMĠġLERDĠR :
Dünyada Türkler kadar ilme saygı duyan bir millet gösterilemez. Türkler bütün ilimlerin
öğrenilmesini dinlerinin icabı saymıĢ, insanlığa ıĢık tutacak büyük alimler yetiĢtirmiĢtir. Ġbn-i
RüĢtler, Ġbn-i Sina’lar, Ġmam-ı Gazaliler, Farabiler… bütün dünyanın takdirine mazhar olmuĢ
Müslüman Türk alimleridir.
Türk tarihinde kültür hayatına büyük önem verilmiĢ, devlet ve millet, devleti asırlarca ayakta
tutacak, milleti mutlu edecek ellere teslim edilmiĢtir. Selçuklu vezirleri ilmi hüviyetleri ile
tanınmıĢ kiĢilerdi. Divan üyeleri, vezirler ve devlet kademesinde görev alacak kimseler
alimler arasından seçilirdi. Devletin politikası, ulemanın ilmi görüĢlerine dayanıyordu.
Alimler devlete, devlet alimlere sahip çıkmıĢ, her yerde ilim yuvası açmak, kütüphane kurmak
adet haline gelmiĢti.
Osmanlılarda Selçuklulardan devralınan miras devam ettirilmiĢtir. Alimler vergiden muaf
tutulmuĢ, ilim yuvaları insan unsurunu yetiĢtiren yerler halinde çalıĢmıĢ, eser yazan ve
tercüme edenlere eserin ağırlığı kadar altın verilmiĢtir.
Alimler devlet adamlarının yanında yer almıĢ, bir yandan halkla diyaloğu gerçekleĢtirirken
diğer yandan da hatalarından dolayı devlet adamlarını ikaz etmiĢlerdir.
Osmanlı Ġmparatorluğunun kurucusu Osman Bey’in ilk veziri büyük alim Alaaddin PaĢa’dır.
Daha sonraki vezirler de alimler arasından seçilmiĢtir. Bu alimler her zaman padiĢahın
yanında bulunur ve müĢavir olarak vazife görürlerdi. PadiĢah da onlara karĢı bir kusur
iĢlemez, onların önünde saygıyla eğilirdi.
TIBB-I NEBEVİ 78
Mustafa ÖSELMİŞ
c) TÜRKLERDE ĠLME VE ĠLĠM ADAMINA SAYGI :
Türklerde ilerlemenin ve huzurlu yaĢamanın teĢvikçisi olan ilim, hiçbir devirde ihmal
edilmediği gibi ilim adamlarına da asla sırt çevrilmemiĢtir. Ġlim adamları her zaman büyük
küçük her türk tarafından saygı gören insanlar olarak insanlığa hizmet etmiĢlerdir.
Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’ye vasiyetinde “Bilmediğin bir iĢe baĢlama. Bilmediğini
alimlerden sor.“diyerek ilim ve ilim adamlarının terk edilmemesini emretmiĢtir.
Türklere Anadolu’nun kağılarını açan “Malazgirt fatihi Alparslan, bazı kaynakların iddia
ettiği gibi, kültürsüz bir hükümdar değildir. Ayrıca büyük bir bilgin olan ve bir çok eserler
veren Nizam-ül Mülk gibi bir vezire sahipti. 600.000 esere sahip olan Bağdat medresesi bu
kültürlü vezir tarafından kurulmuĢ, Melik ġah da yine onun tarafından sıkı bir eğitimden
geçmiĢtir. Ġmam-ı Gazali, Ömer Hayam gibi düĢünür ve Ģairler o devirde yaĢamıĢtır. Bütün
Selçuk ülkelerinde kurulan Ġslam yüksek okullarında din derslerinin yanı sıra hukuk gibi
sosyal, matematik, astronomi ve tıp gibi de fen dersleri okutulurdu. Sonunda Anadolu da bu
ilim kervanına katıldı. (F.K. Kıenitz, Büyük Sancağın Gölgesinde : S.122)
Ġstanbul’un Fatihi büyük Türk padiĢahının Ġstanbul’daki ilk iĢi de ilmi ele almak ve ilim
yuvalarını yaptırmak oldu. Fatih Camiinin yanında “Sahn-ı Semen” denilen sekiz medrese
yaptırdı. Kaynaklara göre Fatih, Sahn-ı Semen’de ilmi çalıĢmaları izleyebilmek için bir oda
istedi. Medreseye tayin ettiği hocalar : “Bunları siz yaptırdınız ama size bir oda veremeyiz.
Çünkü talebe değilsiniz” dediler. Fatih imtihan edildi. Ġmtihanı kazandıktan sonra hayatı
boyunca ilmi araĢtırma ve çalıĢmaları o odada takip etti. Fatih’in hatırası için bu oda içindeki
minderi ve rahlesi ile beraber 1923 yılına kadar değiĢtirilmeden muhafaza edilmiĢtir.
Sultan MelikĢah devrinde yoksulları, ilim adamlarını ve sanatkarları korumak için bugünkü
Türk parası ile 360 milyon TL.sı konmuĢtu. Bu ödeneği fazla gören Harbiye Nazırı Tacül
mülk, Sultan MelikĢah’a :
- Bu para ordu bütçesine eklense Bizans surlarını açmak mümkün olur” demiĢti. Sultan
MelikĢah :
- Yoksulların ve ilim adamlarının korunması, Bizans surlarını açmaktan daha önemlidir”
cevabını verdi.
Fatih’in babası Molla Gürani’yi hoca olarak tayin ettikten sonra eline bir değnek vermiĢ ve
Manisa’da bulunan oğlu Ģehzade Mehmed’in yanına göndermiĢti. Değneği gören Ģehzade
sordu :
- Bu değnek ne içindir ?
- Bunu devletlü baban verdi. Taki derse muhalefet edersen seni bununla cezalandıracağım.
ġehzade ilk önce Ģaka zannetti. Bir gün derse iyi hazırlanmadığı için dayağı yedi. Bunun için
ġehzade babasına Ģikayette bulundu. PadiĢah II. Murad, Molla Gürani ile anlaĢtı. Bir gün
ġehzade Mehmedin yanında babasına da değnek kaldırınca II. Murat, ġehzade Mehmed’e
dönerek :
- Oğlum çalıĢmaktan baĢka çare yok, bak hocan beni de dövecek, demiĢti.
TIBB-I NEBEVİ 79
Mustafa ÖSELMİŞ
Bundan sonra ġehzade saygıda kusur etmedi. Yanına geldiğinde her defasında ayağa kalktı.
Fatih’in kendisini yetiĢtiren diğer hocası AkĢemseddin’ e karĢı gösterdiği saygı da
dillere destandır. Ġstanbul’un fethi sırasında Fatih hocasının arkasında yürümüĢ Bizans halkı
AkĢemseddin’i padiĢah zannetmiĢti.
Kanuni, Süleymaniye Camiini yaptırırken temel taĢını “Bu iĢe benden daha layıktır” diyerek
büyük alim Ebüssuud Efendi’ye koydurtmuĢtur. Cami bitince de anahtarını teslim ederken
Mimar Sinan’a “Bu camiyi sen yaptın, kapılarını ibadete açmak senin hakkındır” diyerek
Camiyi ibadete Mimar Sinan’a açtırmıĢtır.
Emir Sultan, Yıldırım Beyazıt’ın kızı Hundi Hatunla evlenmek istemiĢ ve Sadrazam Çandarlı
Ali PaĢa’ya aracılık yapmasını rica etmiĢtir. Çandarlı Ali PaĢa :
- Sen fakir bir derviĢsin. Soyunu ve haddini neden bilmezsin ? diyerek isteğini reddetmiĢ ve
hakarette bulunmuĢtu. Hadise Yıldırım’ın kulağına gelmiĢ ve Veziri çağırarak :
- Lala, ġarkın en büyük bilginine ziyade ayıp etmiĢsin. Biz de asalete önem veririz. Ancak
ilmin de aliminde bir asaleti olsa gerektir. Biz ilim sahibi bilgini kendimize damat edinmeyi
münasip buluruz, demiĢ ve kızını Emir sultan’a vermiĢtir.
Bursa’da Molla Fenari mahkemede Yıldırımın Ģahitliğini kabul etmemiĢtir. Yıldırım ise bu
duruma itiraz etmemiĢtir.
Zenbilli Ali Cemali Efendi, Yavuz Sultan Selim’le konuĢurken daima “Allah zalimleri
sevmez” diyerek söze baĢlardı.
Yavuz Sultan Selim, Ġbni Kemal’i çok sever, onun sohbetlerinden ziyade hoĢlanırdı. Birgün
atları ile yolda giderken; Ġbni Kemal’in atının ayağından sıçrayan bir çamur Yavuzun
elbisesini kirletmiĢti. Yavuz’un asabiliğini bilen Ġbni Kemal telaĢlandı. Yavuz :
- Üzülme hocam, ulemanın atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için bir ziynettir.”
Dedikten sonra yanındakilere dönerek ölünce bu çamurlu elbisenin sandukası üzerine
örtülmesini vasiyet etti.
Görülüyorki, bugün bazılarının iddia ettiği gibi Türk padiĢahları zalim, cahil, insanlar
değildir. Bilakis ilmi, alimi seven, saygı duyan, ilim adamlarını yanlarından ayırmayan, ilim
yuvaları kurarak ilmin geliĢmesi için çalıĢan kimselerdi.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 80
Mustafa ÖSELMİŞ
B - TÜRK ĠSLAM MEDENĠYETĠNĠN TEMELLERĠNĠ ATIP GELĠġTĠRDĠĞĠ ĠLĠM
DALLARI
1- Matematik Ġlmi :
Matematiğin temellerini atıp geliĢtiren Türk-Ġslam alimleridir. Cebir, geometri ilimleri
bugünkü durumunu Müslüman alimlerin buluĢlarına borçludur.
9. asırda yaĢamıĢ Ġbn üt-Türk-ül Ceyli matematikle ilgili dört mühim eser yazmıĢtır ki,
kendisine ilminden dolayı “Ebul Fazl” ünvanı verilmiĢtir.
Matematik ilminin meĢhur mucitlerinden biri de Büyük türk bilgini Harizmi’dir. Avrupaya
cebir Ġlmi Harizmi’nin koyduğu isimle geçmiĢtir. Avrupa Rönesansı matematikçileri
Harizmi’yi “Ukelay-ı Seb’a” dan yani yeryüzünde en akıllı insandan biri saymıĢtır.
Harizmi 9. asırda sinüs ve kosinüs cetvellerini düzenledi. Trigonometri’yi buldu. Logaritmayı
icat etti. El-Cebr ü vel’Mukabele adlı eseri matematikçiler için kaynak teĢkil etti.
Cebir adını Müslümanlara borçludur. Bu ilim, Ġslam aleminde büyük bir geliĢme gösterdi. Bu
sahanın büyük ismi belki de ortaçağın en büyük matematik bilgini olan ve El-Harizmi diye
anılan Muhammed Ġbni Musa’dır” (1)
“IX. Yüzyılın ilk yarısında, yani Halife Memunun zamanında Doğunun matematikte
en önemli devri, Muhammed bin Musa el Harezmi ile açılır. Bu zat, adından da anlaĢılacağı
üzere Harezm bölgesinde doğmuĢtu. Suret-ül-arz adıyla bir coğrafya yazan bu zatın HintArap sayılarını ve sayı yazma usulünü önce doğu ve sonra da Avrupalılar arasında yayan ve
ancak Latince tercümesi ortada bulunan aritmetik kitabı ve cebiri yeniden dirilten “Hesab-ül
Cebir vel-Mukabele”si Matematikte devir açacak derecede önemli eserlerdir. Hatta bugün
bütün Avrupa dillerinde mevcut olan “algorithme” yahut “algorisme” kelimesi Elharezmi’nin
isminden bozularak yapılmıĢtır.” (2)
“Muhammed Ġbni Ahmet 976’da yazdığı “Ġlimlerin Anahtarı” adlı eserinde onlu sayılar
kusursuz olarak kullanılırken sırayı bozmamak için yanlarına küçük daire koymanın doğru
olacağını ileri sürdü. Bu küçük daireyi “boĢ” anlamına “sıfır-sıfır” dendi. Batı dillerinde
rakam anlamındaki “chiffre” sözü buradan gelir. Diğer taraftan Latin ilim adamları “sıfır”a
“Zephyrum” dediler. Ġtalyanlarda bunu kısaltarak “Zero” yaptı.” (3)
TIBB-I NEBEVİ 81
Mustafa ÖSELMİŞ
“Bugün kullandığımız “Pi” adedinin mucidi Müslümanlardır. Gıyaseddin CemĢid Risale tülMuhittiyye adlı eserde bunu ölçü olarak veriyor ve ölçü Ģudur : 3,141,592,635,589,743.
Bugün elektronik makinalara yaptırılan hesaplarla bunun arasında en küçük bir ayrılık
bulunamıyor.” (4)
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1.
2.
3.
4.
Will Durant, Ġslam Medeniyeti,S.98 (1001 Temel Eser)
A.Adnan Adıvar, Tarih Boyunca Ġlim ve Din,S.108-109
Will Durant, Ġslam Medeniyeti, S.97-98
Halid Sezgin, Ġnsan ve Medeniyet, S.73
TIBB-I NEBEVİ 82
Mustafa ÖSELMİŞ
2- Fizik-Kimya Ġlmi :
Fizik ilminin kurucusu olan Müslümanlar bu konuda da büyük simalar yetiĢtirmiĢlerdir.
Bundanlar ibni Heysem, fizik ilminin babası sayılır. Molekül nazariyesini ortaya atan, kırılma
kanununu keĢfeden ve Batılı ilim adamlarına hocalık yapan bir dahidir.
Kepler, ıĢığın kırılma konusunda sahip olduğu bilgiyi Ġbni Heysem’den öğrenmiĢtir.
“Muhammed ibni Heysem ıĢığın Ģeffaf cisimlerden geçerken kırılma olayı ile ilgili çalıĢmalar
yaptı. Büyütücü mercekleri keĢfetmeye çok yaklaĢtı. Roger Baconi Witelo ve diğer Avrupalı
ilim adamları ancak üç asır sonra mikroskop ve teleskopu keĢfederken El-Heysem’in
eserlerine çalıĢmalarına istinat etmiĢlerdir.” (1)
“Robert Grosteste (Ölm.1235), XIII. Yüzyılda ilk defa fizik deneyleri ile ilgilenmiĢ ve
mercekler üzerinde düĢünmeye baĢlamıĢtır ki, bu iĢ için kaynağı Ġbnül-Heysam’ın (365-1039)
Kitab-ül Mezazır adlı meĢhur eseridir.” (2) R.Grosteste’nin öğrencisi olan Roger Bacon,
olayların bilinmesi, ilimlerin öğrenilmesi için Müslümanların eserlerinin ve dillerinin
bilinmesi gerektiğini söylediği için Oxford Üniversitesinin karıĢmasına sebep olmuĢ ve halk
sokaklarda “Bacon Müslüman oldu” diye bağırmıĢ, kilise tarafından aforoz edilmesine sebep
olmuĢtur.
Roger Bacon, ıĢığın yansıma kanunu, kırılma olayı, küresel aynaların iĢleyiĢi üzerinde durdu.
Ona bazı Ģeylerin bulucusu gözü ile bakıldı. Oysa Roger Bacon’un bilgileri Ġslam aleminden
alınmıĢ ve öğrenilmiĢ bilgilerdi.
Descartes, ıĢığın hızının sonsuz olduğunu iddia etmiĢti. Ġbni Sina ıĢık konusunda, ıĢığın gözle
duyulması ıĢık kaynağından bir takım ufacık cisimlerin kopup göze çarpmasıyla meydana
geliyorsa, ıĢığın hızının sonsuz olamayacağını söylemiĢtir.(3)
Roger Bacon’un faydalandığı diğer bilgin de El-Hazini’dir. El-Hazini, cisimlerin özgül
ağırlıkları hakkında faydalı bilgiler verdiği gibi suyun cisimleri özgül ağırlıkları hakkında
ağırlığının daha fazla olduğu teorisini ilk defa olarak ileri sürmüĢtür ki, bu teori sonradan
Roger Bacon tarafından geniĢletilmiĢtir.(4)
Bu konuda kendisinden gururla bahsedebileceğimiz büyük bilginlerin biri de Biruni’dir.
Biruni (973-1051) bilhassa trigonometri ve tecrübi fizik alanındaki çalıĢmalarıyla batı
rönesansı, ilmi ve teknik geliĢimlerin temelinde yatan en büyük Ģahsiyettir.
Birüni, 23 katı, 6 sıvı maddenin özgül ağırlıklarını kendisinin icat ettiği ve “konik alet” adını
verdiği bir alet yardımı ile ölçmeye baĢarmıĢtır. Ve herhangi bir cismin özgül ağırlığının
taĢırdığı suyun hacmine tekabül ettiğini ifade etmiĢtir. Artezyen kuyularının çalıĢmalarını
inceleyen ve ne Ģekilde çalıĢtığını açıklayan da Biruni’dir.
“Biruni, yalnız Ġslam aleminin değil, bütün dünyanın ortaçağda yetiĢmiĢ en büyük ilim
simalardan biridir. Felsefe, Tıp, Matematik, Astronomi, Kronoloji, Metroloji (ölçüler bahsin)
de pek büyük ihtisas ve maharet göstermiĢtir.
Biruni’nin sıcak su ile soğuk su arasındaki ağırlık farkını 0,041677 olarak tesbite muvaffak
olduğunu söylersek, kendisinin ne kadar mahir bir tecrübeci olduğunu ifade etmiĢ oluruz.
Altının, zümrüdün, izafi sıkletlerini Biruni daha o zamanlar tayin etmiĢtir.” (5)
TIBB-I NEBEVİ 83
Mustafa ÖSELMİŞ
Diğer ilim dalları gibi kimya ilminin de kurucuları Müslümanlardır. Kimyevi eczacılık
Müslümanların icadıdır. Kimya sanayinde Müslüman bilginlerin baĢardıkları, boyacılık,
dericilik keĢfettikleri asit sülfirik, alkol, asit, nitrik, amonyak, nitrat, civa… hatırlanacak
olursa Ġslam bilginlerinin kimya ilmine ne derece büyük hizmetlerde bulundukları meydana
çıkacaktır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1.
2.
3.
4.
5.
Will durant, The Age of Faith
A.Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde Ġlim, Sa. 48
A.Adnan Adıvar, Tarih Boyunca Ġlim ve Din, Sa. 112-504
Adıvar, Age. Sa. 120
Ġslam Ansiklopedisi, C.2, BĠRUNĠ
TIBB-I NEBEVİ 84
Mustafa ÖSELMİŞ
3- Coğrafya Ġlmi :
Harezmi, KaĢgarlı Mahmut, Piri Reis, Evliya Çelebi, Katip Çelebi coğrafya sahasında
isim yapmıĢ Müslüman Türk alimleridir.
Harezmi, Süret-ül Arz adlı eseri ile, Ali bin Abdurrahman Acaibül Mahlukat-ı ile, XI.
Yüzyılda KaĢgarlı Mahmut, Divan-i Lugat-it Türl adlı eserinin sonuna ilave ettiği Türk cihan
haritası ile, Piri Reis çizdiği iki dünya haritası ile coğrafya ilminin temellerini atmıĢ,
haritacılığın geliĢmesine en büyük katkıyı yapmıĢlardır. Bugün en güzel harita yapma
sisteminin Türklerde ve Türkiye’de oluĢu, Türklerin coğrafya ilminde ne derece ileri
gittiklerini gösterir.
Bugüne kadar Türkler tarafından çizilmiĢ haritalar bütün dünya otoritelerinin dikkatini
çekecek kadar doğruluk ve mükemmelliktedir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 85
Mustafa ÖSELMİŞ
a) Dünya hakkındaki görüĢler :
Kopernik’in güneĢin merkez olup dünyanın ve gezegenlerin güneĢ etrafında
döndüğünü, dünyanın yuvarlaklığını söyleyen ilk insan olduğu doğru değildir. Olsa olsa ancak
Batı için doğru olabilir.
Galile (1564-1642) XVII. Yüzyılda “dünya dönüyor” dediği için kilise tarafından
cezalandırılınca “Zannederim ki, bu dünyada cehlin ilme karĢı duyduğu kin ve nefretten daha
feci bir kin ve nefret yoktur” demesi Avrupa’nın ne durumda olduğunu ifade eden en güzel
delildir.
“Ġslam bilginlerinden Biruni (973-1051) dünyanın yuvarlaklığını hiç tereddüt etmeden
kabul ederek, her Ģeyi arzın merkezine çeken yer çekim kuvvetini tespit etti. Dünyanın hergün
kendi mihveri ve her yıl güneĢ etrafında döndüğünü ispatladı. Bundan altı asır sonra Galile
dünyanın döndüğünü söylemiĢtir.” (1)
Ġslam dünyasında ilim ve hür düĢüncenin geliĢtiği çağlarda Hıristiyan Batı cehaletin
karanlığı ve tassubu içindeydi. 16. yüzyılda yaĢayan Kopernik, Müslüman Türk alimlerinin
eserlerinden ve fikirlerinden istifade ederek elde ettiği bilgileri kilisenin taassubundan
korkarak ölünceye kadar sır olarak saklamıĢtır. Yazdığı eserin ölümünden sonra
yayınlanmasını istemiĢtir. Ölümünden sonra yayınlanan kitabı 18. yüzyıla kadar kilisenin
yasakladığı kitaplardan biri oldu.
Biruni, dünyanın büyük Ģehirleri için yapılmıĢ enlem-boylam levhalarını neĢretmiĢ,
dünyanın yuvarlaklığını, hem kendi hem de güneĢ etrafında döndüğünü kopernik ve diğer
batılı bilginlerden asırlar önce açıklamıĢtır. Bu fikri ortaya attığı zaman bazı kimselerin
“Dünya dönüyorsa kayaların, ağaçların fırlaması gerekmez mi ? ” sorularını yerçekimi
kuvveti ile cevap vermiĢ ve yerçekimini ispatlamıĢtır.
Biruni, Gazneli Mahmud’a güneĢin aylarca batmadığı bir bölgeyi görmüĢ olduğunu
söyleyip darıltmıĢtı. Razi, bu hadiseyi izah ederek Sultanı ikna etti.
Bugüne kadar okullarımızda gençlere okuttuğumuz tarih kitaplarında Ģöyle
deniliyordu : “Kopernik (1473-1543) dünyanın yuvarlaklığını ispat etmiĢ, güneĢ sistemi
hakkında teoriyi ileri sürüp bu husustaki ortaçağ zihniyetini yıkmıĢtır.”
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 86
Mustafa ÖSELMİŞ
b) Dünyanın yuvarlaklığı ve dönmesi :
Bugün hala Ġslam’dan habersiz olan bazı kimselerin Ġslam inancına göre dünyanın düz
kabul edildiği ve öküzün üzerinde durduğu sözleri ancak bilgisizliğin eseridir.
Dünyanın yuvarlaklığını Ġslam ve Ġslam bilginleri ortaya koymuĢtur. Öküzün üzerinde
durduğuna gelince : Ġslam tarihinde Ģöyle bir olay olmuĢtur. Bir gün bir zat Peygamber
Efendimize gelerek :
1. ġu anda dünya nerededir, diye sormuĢ ve Ģu cevabı almıĢtır :
2. Öküzün üzerindedir.
Buradaki öküz boğa burcudur. Burçlar, gökyüzünde sabit oniki takım yıldızdır. Dünyamız
hareket ederken her ay bunlardan geçer. Bu soru Peygamberimize sorulduğu zaman
dünyamızın boğa burcunun üzerinde olduğu hesaplanmıĢtır. Peygamberimizin ulu-orta söz
söylemesi düĢünülemez. Çünkü Peygamberimiz diğer konularda olduğu gibi bu konuda da
bilgisiz değildi.
Peygamberimizin oğlu Ġbrahim vefat ettiği gün güneĢ tutulmuĢtu. Halk bu olayı
Ġbrahim’in ölümü ile izaha çalıĢıyordu. Peygamberimiz onlara Ģu cevabı verdi :
- GüneĢ ile ay Allah’ın büyüklüğüne delalet eden alametlerden iki alamettir. Onlar ne bir
kimsenin ölümü, ne de yaĢaması ile tutulurlar.”
Bu konuda Kur’an’da Ģöyle buyrulur :
“GüneĢ kendi mihveri etrafında belirli bir vakit için hareket eder. Ayın da hareketine
menziller (Miktarlar) takdir ettik, Ne güneĢin aya yetiĢip çatması mümkün olur, ne de gece
gündüzü geçer. Hepsi (güneĢ,ay,yıldızlar) bir felekte yüzerler, devirlerini tamamlarlar.” (2)
“Biz yeri bir beĢik, dağları birer kazık yapmadık mı ?” (3)
“Sen dağları görür, onları yerinde durur sanırsın.Halbuki onlar bulutlar gibi geçer
giderler.” (4)
Bilgileri Kur’an’a ve Hadislere dayanan Ġslam bilginleri, Avrupa’dan asırlarca önce
dünyanın yuvarlak olduğunu, hem kendi hem güneĢ etrafında döndüğünü ispat etmiĢlerdir.
Mesela bunlardan Gazali (Ölm.1111) : “Ay tutulması, dünyanın ay ile güneĢ arasına
girmesinden ileri gelir. Çünkü ay ıĢığını güneĢten alır. Dünya yuvarlaktır. Gök her taraftan
onu kuĢatmıĢtır. Eğer ay, dünyanın gölgesine düĢerse güneĢin ıĢığını alamaz. GüneĢ tutulması
da ayın, güneĢe bakanla güneĢ arasına girmesinden ibarettir.” (5)
Muhyid’din-l Arabi de : “Allah dünyayı küre halinde yarattı. Dünya küre Ģeklindedir.
Ve ekseni etrafında dönmektedir. Bu dönüĢünde gece gündüz meydana gelir.” (6)
Ġslamiyet’ten önce Türklerde dünyanın döndüğüne inanılırdı. “Eski Türk mitolojisine
göre dünya dönüyordu. Dünyanın bu dönüĢü, hem kendi hem de kutup yıldızı ekseninde
meydana geliyordu.” (7) Bu inanç Türklerin Müslüman olmasından sonra kuvvetlendi ve
TIBB-I NEBEVİ 87
Mustafa ÖSELMİŞ
geliĢti. Dünyanın çevresini bugünkü ölçülere en yakın (24 Mil) olarak bulanlar ġakiroğulları
adında üç Müslüman Türktür.
Dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü Avrupalılar Müslümanlardan öğrendi.
Kristof Kolomb, Galile dünya hakkındaki bilgilerine Müslüman Türklere borçludur.
“Müslümanların dünyanın yuvarlaklığına dair Coğrafi bilgileri Avrupa’ya intikal etmesi idi
Colomb Hindistan’a garptan dolaĢarak varmayı düĢünemez ve Amerika’yı keĢfedemezdi.” (8)
Avrupa’da taassup devam ederken Osmanlı Türklerinde ilmin zirveye tırmandığını
görüyoruz. “Murat III. Zamanında Mahmut bin Ali Sipahi-Zade’nin (ölm.1588) Evzab-ül
Mesalik ilk Marifet –il Memalik adıyla önce Arapça sonra Sadrazam Mehmet PaĢanın emriyle
Türkçe yazdığı eser dikkate değer, Önsözde yeryüzünün küre biçiminde olduğunu anlatır,
sonraki bölümlerde denizler, gözler, ırmaklar, dağlar ve Ģehirlerden bahseder. Küre biçiminde
olan dünyanın önce suyla kaplıyken, sonradan ancak yüksek yerlerin suyun dıĢında kalarak
karaları meydana getirdiğini yazar.” (9)
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
Will Durant, Historie de La civilisation L’age de la Foi,C.1,S.313
Yasin Suresi : 38-39-40
Nebe suresi : 6-7
Neml Suresi : 88
Gazali, Tehafutu’l Futuhat
Muhyid-din’l Arabi, Futuhat
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C.2.S.186-191
Prof. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, C.2,S.199
A.Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde Ġlim, S.83-84
TIBB-I NEBEVİ 88
Mustafa ÖSELMİŞ
4- Astronomi Ġlmi :
Ġslam’da ve Ġslam aleminde astronomi :
Astronomi çalıĢmalarını Kopernik, Galile gibi Batı alimleri ile baĢlatmak doğru
değildir. Ġslam ülkelerinde astronomi çalıĢmaları Ġslam Peygamberi ile baĢlar.
Ġnsanlara yol gösterici olarak inen Kur’an-ı Kerim, insanoğlunun bilmediği konularda
yeni yeni bilgilerle inmiĢtir. Bu konuda birkaç ayeti delil olarak gösterelim :
“Yıldızlarla insanlar yollarını doğrulturlar.” (Nahl Suresi : 16)
“Andolsun biz gökte burçlar yapmıĢ ona ibretle bakanlar için donatmıĢızdır.” (Hicr
Suresi:16)
“Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ardı ardına geliĢinde düĢünenler için
deliller vardır.” (Al-i Ġmran Suresi :190)
“Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı, nasıl bina etmiĢiz !” (Kaf Suresi : 6)
“O (Allah) karanın ve denizin karanlıkları içinde kendileri ile yollarınızı doğrultmanız
için, sizin menfaatinize yıldızlar yaratandır. Biz ayetlerimizi düĢünen ve bilen kimseler için
gerçekten apaçık bildirdik. “(En’am Suresi : 97)
Kendilerine bu ayetler inen Müslümanlar, gök cisimleri ve gök cisimlerinin hareketleri ile
ilgilenmiĢ, oruç, namaz, hacc vakitlerini tayin etmiĢlerdir.
Ġslam aleminde 8. yüzyılda ilmi bir hüviyete bürünen 9. yüzyılda iyice hızlanmıĢ ve
araĢtırma merkezleri kurulmuĢtur. Cündi ġapur’da kurulan rasathanede gözlemler yapılmıĢ,
elde edilen bilgileri kapsayan eserler neĢredilmiĢtir. Halife Memun zamanında (813-833)
Bağdat’ta ġemmasiye ve ġam’da Kassasiyun rasathaneleri yaptırılmıĢ, bu rasathanelerde
Yahya bin Mansur, Harezmi gibi alimler gözlemler yapmıĢlardır. Harezmi, gezegenleri
yerlerini ve dolanım sürelerini gösteren cetveller hazırlamıĢtır.
Battani’nin Fırat Nehri kenarında özel bir rasathanesi vardı. Burada asrolop, gnomon,
yatay ve düĢey güneĢ saati, küre, paralaktik cetveller ve duvar kadranı gibi aletler vardı.
Harezmi tarafından güneĢ tutulması ile ilgili hesaplar yapılmıĢ, yıldızların haritaları çizilerek,
hareketleri gösterilmiĢtir.
“Halife Memun, güneĢ lekelerini incelemek üzere astronomlardan bir heyet kurdu.
Dünyanın yuvarlaklığından emin olan bu alimler, güneĢin vaziyetini tesbit etmek suretiyle bir
arz derecesini ölçtüler. Bunların ölçüsü vaziyetini tesbit etmek suretiyle bir arz derecesini
ölçtüler. Bunların ölçüsü 56 2/3 mil çıktı. Bugünkü hesabımızdan ancak yarım mil fazla idi.
Bu astronomlar tamamıyla ilmi esaslara göre hareket ediyorlardı. Tecrübe ile sabit olmayan
hiçbir Ģey kabul edilmezdi. Fergani’nin yazdığı (Miladi 860) Astronomi kitabı Avrupa’da
yediyüz yıl esas kabul edilmiĢtir.” (1)
El-Kindi (ölm.873) hayatı boyunca kendini tabii ilimlerle astronomi çalıĢmalarına
verdi. Bu konuda önemli neticeler elde etti.
TIBB-I NEBEVİ 89
Mustafa ÖSELMİŞ
10. yüzyılda yeniden büyük rasathaneler devri baĢladı. ġeref-ül Devle, Bağdat’ta
sarayının bahçesinde yaptırdığı rasathane devrin en hassas aletlerle donatılmıĢtı.
El-biruni (973-1048) gezegenlerin hareketleri üzerinde durdu. Gecenin ve gündüzün
meydana geliĢi, uzayıp kısalmaları ve dünyanın hem kendi etrafında hem de güneĢ etrafında
döndüğünü açıkladı. Biruni’den beĢ asır sonra Batı’da Kopernik aynı Ģeyleri tekrar ettiği
halde kendini kabul ettiremiyor ve susmayı tercih ediyordu.
Türk tarihinde astronominin tarihi çok eskidir. “Eski Türkler göğe çok önem
vermiĢlerdi. Çünkü oların gökleri Çin ve Hindistan’da olduğu gibi bulutlu değildir. Gece ve
gündüz parlak bir gök Türklerin kalplerini ve gözlerini kendine çekiyordu. Çünkü eski
Türkler zamanlarını, yollarını ve hatta iklim Ģartlarının değiĢip değiĢmeyeceğini gökteki
yıldızlara bakarak öğrenirlerdi. Bunun için de geniĢ ve iyi geliĢmiĢ bir yıldız bilgisine sahip
olmaları gerekiyordu.” (2)
“Uygurlarda yüzyılların tecrübesi ile tababet de teessüs etmiĢ olup bu mevzua dair
yazılmıĢ olan eserler de elde edilmiĢtir. Daha sonra hey’ete dair yazılmıĢ olan eserler de elde
edilmiĢtir. Daha sonra hey’ete dair bir eser de vardır ki 1308 yılında vücuda getirilmiĢ olup
yıldızların harekatından bahseder. Bu eserin vermiĢ olduğu malumat Berlin Rasathanesi
tarafından tetkik edilmiĢ ve hepsinin de doğru olduğu anlaĢılmıĢtır. Ayrıca 1202’de yazılmıĢ
bir eserde yıldızların güneĢe göre harekatını tespit etmektedir.” (3)
Tarih boyunca Türk kültürünün bir parçası olarak devam eden astronomi ilmi
Selçuklular zamanında da devam etmiĢ ve yeni geliĢmelerin baĢlangıcı olmuĢtur. 11. yüzyılın
en mühim rasathanesi, Selçuk Sultanı MelikĢah tarafından Ġsfahan’ da kurulmuĢ olan
MelikĢah Rasathanesidir. Vezir Nizm-ül Mülk medreseyi bir yüksek tahsil müessesesi olarak
açtıktan sonra en değerli ilim adamlarını burada topladı.
12. ve 13. yüzyıllar da rasathanecilik bakımından önemli bir dönem olmuĢtur. Nasır el
Tusi tarafından Meraga Rasathanesi en hassas aletlerle donatıldı. Buradan gök cimleri
incelendi. Önemli bilgiler elde edildi ve eserler yazıldı.
Astronomi ilmi Fatih Sultan Mehmet zamanında zirveye ulaĢtı. Fatih, Ġstanbul’u aldıktan
sonra burayı ilim ve sanat merkezi haline getirdi. Üniversite olarak vazife gören medreselerde
astronomi derslerine büyük önem verildi. Büyük alimler yetiĢti.
Uluğ Bey’den ve Kadızade’den ders almıĢ, onların teveccühüne ve sevgisine mazhar
olmuĢ Ali KuĢçu, o devrin en büyük astronomi alimidir. Ġlme düĢkün olan Fatih tarafından
Ayasofya Medresesine hoca tayin edilmiĢtir. Burada astronomi alanında çok verimli
çalıĢmaları olmuĢtur. Fatihin daveti üzerine “Ġstanbul’ a vardığında zamanın en meĢhur
bilginlerinden Hoca Zade ve baĢkaları tarafından Üsküdar’da karĢılanmıĢ ve kadırga içinde
Hoca Zade ile gitgel dalgaları üzerine bir tartıĢmaya giriĢmiĢtir.” (4)
“Bizde ilim olarak astronomi, tarihimizin çok güçlü bir devrinin çok yönlü bir padiĢahı
olan Fatih Sultan Mehmet’in Ġstanbul’u fethinden sonra doğu aleminin Ģöhretli bir astronomu
olan Ali KuĢçu’nun Ġstanbul’a geliĢi ile baĢlar.
Ali KuĢçu, Timurlengin torunu Uluğ Bey’in 1420 yılında Semerkand’da kurduğu
rasathanenin ikinci müdürü ve aslen Bursalı olan Kadı Zade’nin öğrencisi idi. Uluğ bey 1449
TIBB-I NEBEVİ 90
Mustafa ÖSELMİŞ
yılında oğlu tarafından öldürüldükten sonra zamanının en büyük ve Ģöhretli rasathanesi olan
bu rasathane dağılmıĢ ve Azerbaycan’a geçen Ali KuĢçu da Ġran ġahı tarafından elçi olarak
Ġstanbul’a gönderilmiĢtir. Zamanın PadiĢahı olan Fatih Sultan Mehmet, Ali KuĢçu’ya büyük
itibar göstermiĢ, Ali KuĢçu, PadiĢahın Ġstanbul’da kalması teklifini kabul etmiĢ ve Fatih
Sultan Mehmet de kendisini Ayasofya Medresesine müderris tayin etmiĢtir. Böylece bizde de
ilmi astronominin ilk temelleri atılmıĢtır.” (5)
Astronomi ilmine büyük katkılarda bulunan diğer Türk büyüğü de Uluğ bey’dir. Uluğ
Bey, “Ruh, zeka bakımından sayan-ı dikkat bir insandı; usta bir Ģair, alim bir din adamı,
yüksek bir matematikçiydi. Etrafında parlak alimler, edebiyatçılar ve sanatkarlar vardı. Uzun
Müddet naib olarak bulunduğu Semerkandı muhteĢem abidelerle süsledi, bir rasathane kurdu.
Buraya kapanıp “Astronomik Cetveller”i üzerinde çalıĢmayı çok severdi; bu cetveller,
doğrulukları bakımından daha öncekilerden çok üstündü.” (6)
“Uluğ Bey’in ilmi çalıĢmalarını gösteren en kudretli tarafı, matematik ve bilhassa
astronomiye ait değerli faaliyetleridir. Uluğ Bey, biri Semerkandda diğeri Buhara’da olmak
üzere iki büyük medrese yaptırdı. Semerkand’daki medresenin idaresini, Hocası Bursalı Kadı
Zade’ye verdi. Uluğ Bey’in bu medreseye tayin ettiği müderrislerin hemen hepsi astronomi ve
matematik ilimlerinde devrinin en büyük alimleri idi.
Semerkand medresesi, sadece Ġslami ilimlerin okutulmasını değil, müsbet ilimlerin de
öğrenilmesini vazife edinmiĢ bir ilim müessesi idi. Bu medresenin büyük kapısının üzerindeki
kemer, sema ve yıldızları içine alan kabartma tezyinatı ile gökyüzünü tasvie ediyordu. ġüphe
yokki, bu tezyinar Uluğ Bey tarafından medresede müsbet ilimlerin okutulacağına bir iĢaret
olmak üzere yaptırılmıĢtı.” (7)
Müslüman Türklerde astronomi diğer ilimler gibi bu derece ilerlemiĢken Hıristiyan
Batı baĢını kaldırıp gök yüzüne bakamıyordu. Astronomi ilmi Batı’ya Müslüman Türklerin
uğurlu elleri ile girmiĢ ve Batı’da ilmi mirasımız olmuĢtur. Haçlı orduları Sevil Ģehrini
zaptedince daha evvel orada Müslümanlar tarafından yapılan, en hassas aletlerle donatılan
rasathanenin ne iĢe yaradığını tahmin bile edememiĢlerdi. Çünkü Batı, yıldızları ancak fal için
kullanıyor ve iĢlerini ona göre tayin ediyorlardı.
Günümüzde bile astronominin ülkemizde çok ileri bir durumda olduğu söylenebilir.
Bugün Kandilli ve Ege Üniversitesi Rasathaneleri bütün uygulama ihtiyacımıza cevap
vermekte ve milletler arası astronomi sahasında milletimizin göğsünü kabartmaktadır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Will durant, Historie de la civilisation L’age le Foi, S.310
Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün GeliĢme Çağları, C.1, Sa.12
Hüseyin Namık Orkun, Türk Tarihi, C.1,Sa.165
A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde Ġlim, Sa.41
Prof. Dr. Nüzhet Gökdoğan, Bilim ve Teknik Mecmuası, Sayı : 72, Sa.2
Fernand Grenard, Babur,Sa.10 (1000 Temel Eser)
Türk Kültürü Dergisi, Sayı:3 Sa.43-44
TIBB-I NEBEVİ 91
Mustafa ÖSELMİŞ
5- Tıp Ġlmi :
Tarih boyunca Türklerde ve Ġslamiyette insana büyük değer verilmiĢtir. Türkler’de ve
Ġslam’da hiçbir zaman insan horlanmamıĢ ve insana asla aĢağı bir varlık gözü ile
bakılmamıĢtır.
Ġslamiyet, insan sağlığının ve sıhhatinin korunmasını esas almıĢ, insanın sağlığını ve
sıhhatini korumasını, insana baĢta gelen görev olarak yüklemiĢtir. Böylece, hayati bir ilim
olan tıp ilmi, Müslümanlar arasında geliĢmiĢ ve Müslümanların uğurlu elleri ile insanlığa
miras bırakılmıĢtır.
1. Yakın zamana kadar Batı :
19. asrn baĢlarına kadar Batı’da akıl ve Ruh hastaları, Ģeytanla iĢbirliği yapmıĢ, lanetlenmiĢ,
insanlık dıĢı yaratıklar olarak kabul edilmiĢtir. Hastaların taĢa tutulup öldürülme, ölünceye
kadar zincire vurulma veya diri diri yakılmak suretiyle vücutlarına giren Ģeytanın çıkarılma
yoluna gidilmiĢtir.
Diğer hastalıklara tutulanlar da, lanetlenmiĢ kiĢiler olarak kabul ediliyor ve
iĢkencelerle karĢılık görüyordu. Hastalıklar, bazı sihirli kuvvetlere bağlanıyor, hastalıklar,
kötü ruhların ve yıldızların eseri olarak açıklanıyordu.
Kilisenin inancına göre insanı tanrı yaratmıĢtı, ona insan dokunamazdı. Bunun için
insan vücuduna dokunmak yasaklanmıĢtı. Bilgi vasıtalarına baĢvurmak, hastalıklar için tedbir
almak, ilaç kullanmak tanrıya isyan etmek olarak ilan edilmiĢti. Ġlim adamları insan yapısı ve
hastalıklar konusunda yazmaktan ve araĢtırmaktan men edilmiĢ, bu yasağa uymayanlar ağır
cezalarla cezalandırılmıĢtır.
Gizli gizli hastalıkları tedavi etmeye çalıĢanların ücretlerini hastanın varisleri ödemek
zorunda kalıyordu. Çünkü konulan yasaklar, tıbbın geliĢmesini önlemiĢ, hastalıkların
yayılmasına yol açmıĢ olduğundan, en basit hastalıklar bile korku ve dehĢet saçmaktaydı.
“Kont Dedo öyle yağ bağlamıĢtı ki, bunun müthiĢ sıkıntısını çekiyordu. Doktoru ona
karnını yarıp fazla yağları çıkarma tavsiyesinde bulundu. Bu ameliyat tabii Kont’un ölümüne
sebep oldu. 1190” (1)
“Galvin, Cenevre’de Aragon’lu Michel Servetur adındaki ilahiyatçı bir hekimi hafif
ateĢ üzerinde piĢire piĢire yaktırmıĢtı. Harvey’den önce ciğerlerde kan dolaĢımını keĢfeden bu
zavallı hekimin tek günahı Hıristiyanlık akidelerinde Galvin’in düĢündüğü gibi düĢünmekten
ibaretti.” (2)
“Tarihte ençok kan döken kurumlarından olan Katolik kilisesi, “kilise kan dökmekten
nefret eder” düsturuna uyarak ölülerin teĢhirini önleyen gülümç bir sebep daha ortaya attı.
Hatta yukarıda zikrettiğimiz 1281 yılı ruhani meclisi, yine bu sebeple keĢiĢlere cerrahi
ameliyat yapmayı yasaklamıĢtı.” (3)
1416 yılında doktor olma arzusu ile Viyana Üniversitesine gelen bir cerrah, arzusunun
yüzsüz bir hareket sayılması sebebiyle geri çevrilmiĢti.
TIBB-I NEBEVİ 92
Mustafa ÖSELMİŞ
“13. yüzyıl baĢlarında papa III. Honorius, hekimliği hakir gördüğü için rahipler sınıfının
doktorluk yapmasını yasak etmiĢti.”
“Würzburg’fa 1298 yılında toplanan ruhaniler meclisi, din adamlarına sadece cerrahlık
yapmak değil, cerrahi ameliyatlarda hazır bulunmayı da yasak etmiĢti. Bu yüzden cerrahlık
uzun zaman ayıp sayıldı.”
“Bugünde bazı doktorların kullandıkları bir usül hakkında, 1300 yıllarında
Montpellier’ de tıp hocalığı yapan Arnoldus Villanovanus’un Ģu sözlerine rastlıyoruz :
“Ġdrarda bir Ģey bulamadığınız takdirde karaciğer obstruction’u olduğunu söylersiniz. Hasta
tutarda baĢ ağrılarından Ģikayet ederse, karaciğer bozuk da ondan dersiniz. Amma
“obstruction” kelimesini kullanmayı sakın ihmal etmeyiniz. Çünkü hastalar bunun ne demek
olduğunu anlamazlar. Manasını hastaların bilmedikleri kelimeleri kullanmanız mühimdir.” (4)
1. Ġslam Aleminin Durumu :
18. yüzyıl Avrupa’sında hastalar tedavi değil, iĢkence, merhamet değil lanet görürken,
hastaların bedenine mikrop değil, Ģeytan veya kötü ruhların girdiği kabul edilip, hastalıkların
yıldızların eseri olduğu zannedilirken, hastalıklar karĢısında acz gösterilip kendiliğinden
geçmesi beklenirken 7. yüzyılda insanlığa kurtarıcı olarak gönderilen Ġslam Peygamberi,
hastalıkların nedenini ve tedavi Ģekillerini açıklamıĢ, bununla da yetinmeyerek Ģu sağlık
kurallarını ortaya koymuĢtur :
“Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Allah hiçbir dert vermemiĢtir ki, devasını da vermemiĢ
olsun.”
“Ġhtiyarlık müstesna Allah hiçbir hastalık yaratmamıĢtır ki, ilâcını da yaratmamıĢ olsun.”
“Bir yerde veba olduğunu iĢittiğiniz zaman o yere girmeyiniz ve bulunduğunuz yerde veba
zuhur ederse o yerden çıkmayınız.”
“Tozlardan topraklardan kaçınınız onlardan hastalık illeti ârız olur”
“Sağlam deveyi hasta olan devenin yanına sokmayınız”
“Beden ilmi, din ilminden üstündür”
“Dünyada iki nimet vardır, sıhhat ve huzur, halbuki insanların çoğu bunlara dikkat etmez.”
“Sünnet olunuz, çocuklarınızı sünnet ettiriniz”
“FahiĢelere, delilere çocuklarınızı emzirtmeyiniz.”
“Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız”
“Perhiz bütün devanın baĢıdır”
“Suyu deve gibi bir nefeste içmeyiniz.”
TIBB-I NEBEVİ 93
Mustafa ÖSELMİŞ
“Yemeklerinizi çok sıcak yemeyiniz, yemeğe üflemeyiniz.”
Bunlar gibi daha birçok sözle sağlıklı kalmanın yollarını öğütlemiĢ, hastalıklardan korunma
yollarını göstermiĢ ve her derdin devası olduğunu, eli-kolu bağlı yatmayıp devanın aranmasını
emretmiĢtir.
Peygamberimizin kendisi de ateĢli hastalıklarda derin kuyular kazdırmıĢ soğuk su tulumları
kullanmıĢ, zehirlenmelerde mideyi boĢaltmak için kusturmuĢ, veremlilerin dağlara çıkıp süt
içmelerini söylemiĢ, sıtma hastalığının önüne geçebilmek için bataklıkları hurma fidanı
diktirerek kurutma yoluna gitmiĢ, her evde lağım çukurları kazılmasını emretmiĢtir. Ayrıca
kan alma ve dağlama usüllerini uygulamıĢ ve hasta hayvanları bile tedaviye çalıĢıp, uyuz
develere katran sürdürmüĢtür. Kendisine hastayım diye gelenleri çeĢitli otlardan ilaç elde eden
ve hastalara uygulayan, Haris bin Kelede’ye göndermiĢtir.
Hepsinden önemlisi; abdest almak, namaz kılmak, oruç tutmak, gusletmek gibi emirler, içki,
zina gibi yasaklarla gelmiĢtir.
Ġslam Peygamberinin getirdiği prensipler dahilinde hareket eden ve O’na bağlı olarak yaĢayan
Müslümanlar ilk hastaneleri, eczaneleri, dispanserleri kurdular. Hastalıkları ve ilaçları
keĢfettiler.
“Tarihte ilk dispanserleri, ilk eczaneleri açanlar Müslümanlardır. Ġlk eczacılık okulunun
kurucuları ve eczacılık hakkındaki eserlerin yazarları da yine Müslümanlar olmuĢtur.
Müslüman hekimleri, banyonun Ģiddetle taraftarıydılar. Bilhassa nöbetlerde ve buhar banyosu
Ģeklinde bu usule baĢvuruyorlardı. Çiçek ve kızamık hastalıklarına karĢı Ġslam hekimlerinin
geliĢtirdikleri tedavi Ģekline bugün bile eklenecek fazla bir Ģey yoktur.” (5)
Müslümanlar eczaneleri, dispanserleri kurduktan sonra ameliyatlar yapmıĢlar, tıp ilmine
ölmez eserler ve isimler bırakmıĢlardır.
Horasan’ın Rey Ģehrinde doğan büyük Türk bilgini Ebu Bekir Razi (850-932) çiçek ve
kızamık aĢıları üzerinde çalıĢmalar yaptı, kaytan aĢısını buldu. Kalp sektelerinde kan alma
yoluna gitti, ateĢli hastalıklarda soğuksu kullandı ve idrar yollarındaki taĢları ameliyatla aldı
veya ilaçlarla parçalama yoluna gitti. “Çiçek ve kızamık hastalıklarını ilk tetkik eden odur.
Razi’nin bu keĢifleri tıp aleminin Ģaheserleri sayılır. Bu keĢifler, 19. asra kadar tesirlerini
yaĢattı. Razi bütün Avrupa Üniversitelerinde Ġbn-i Sina ile müvazi olarak okutulurdu.” (6)
“Hiç Ģüphesiz ki Razi, ortaçağda Batı ve Doğunun büyük bir Klinik hocasıydı. Kendisinin en
önemli eseri, Kimyayı tıpta uygulaması ve tıpta Galenos’un baĢladığı gözlem esasını bir kat
daha kuvvetlendirmiĢ olmasıdır. Özellikle çiçek ve kızamık hastalıkları hakkındaki
incelemeleri, Doğu tıp eserleri arasında zamanı için bir Ģaheserdir. En büyük eseri Elhavi
adıyla yazdığı ve Latinceye Continens diye tercüme olunan büyük tıp ansiklopedisidir.” (7)
Tıp denince akla gelen en büyük isim Ġbn-i Sina’dır Ġbni Sina (980-1037) Batı’da Avicenna
adı ile tanınır ve doktorların sultanı olarak bilinir. “Ġbni Sina, 16 yaĢına vardığı zaman tıp
ilmini tamamıyla öğrenmiĢ bulunuyordu. Bir çok yaĢlı tabipler onun yanına geliyor ve onunla
birlikte çalıĢıyorlardı. Ġbni Sina hastaları da ziyarete baĢlayarak klinik iĢlerinde de ihtisas
sahibi oldu. 18 yaĢına vardığı zaman büyük ve meĢhur eseri olan Kanun’u yazdı. Sonra
felsefenin dört doktrinine göre ġifa adlı eserini yazdı” (8)
TIBB-I NEBEVİ 94
Mustafa ÖSELMİŞ
Batının “Avicenna” adını takarak LatinleĢtirmek istediği Ġbni Sina’nın Kanun ve ġifa adlı
eserleri 12. yüzyıldan 18. asrın ortalarına kadar Batıda temel ders kitabı olarak okutulmuĢtur.
Bir batılı yazar Kanun kitabı için : “Hiçbir tıbbi eser bu kadar okunmamıĢtır” diyerek eserin
mükemmelliğini ifade etmiĢtir.”
“Ġbni Sina’nın tıpta hem doğuda hem batıda çok önem kazanmıĢ ve yıllarca ders kitabı yerini
tutmuĢ olan Kanun’u 12. asırda Latinceye çevrilince, o zamana kadar batıda yazılan eserler ve
söylenen sözlerin hepsi itibardan düĢmüĢ, aralıksız altı asrı aĢkın bir zaman Batı’da esas ders
kitabı olarak okunmuĢtur. Razi’nin ve Ġbni Sina’nın resimleri Paris Tıp Fakültesinin holünde
asılmıĢ Batı üniversitelerine hakim olan eserleri defalarca tercüme ve tab edilerek tedrisatta
esas ittihaz edilmiĢtir.
Ġbni Sina, eserlerinde 800 ilacın adından, nasıl yapıldığından ve hangi hastalıklarda
kullanıldığından bahseder. 16 yaĢında. Tıp diplomasını alan Ġbni Sina, 17 yaĢında emir Nuh
bin Mansuru tedavi etmiĢtir. Ruh hastalıkları üzerinde durmuĢ, delilere Ģefkat ve merhametle
muamele edilmesini tavsiye etmiĢtir.
Ġlk Ģeker hastalıkları üzerinde duran, hastaların idrarındaki Ģekeri keĢfeden ve idrardaki Ģeker
tahlilini yapan, ameliyatlardan önce Ģuruba afyon karıĢtırarak hastaya içiren, ceninin ana
rahminden iç adalelerin tazyiki ile çıktığını ilk ifade eden, kanın gıdaya taĢıdığını ve kanın
fonksiyonunu ilk keĢfeden Ġbni Sina’dır.
“Aristo, kanın kalpten çıktığını gördü, fakat kanın kalbe döndüğünü göremedi. Ġbni Sina
küçük ve büyük deveranları vezihen sezip meydana çıkardı. Aristo ve Galien, kanı ruhun
makarı telakki ettiler. Ġbni Sina ise, doğru olarak kanın gıdaya taĢıyan bir mayi olduğunu
keĢfetti.” (10)
Bundan baĢka Ġbni sina, cerahatsız yara tedavi usulünü ortaya koydu. Ġçme suları üzerinde
durdu. Ġyi su olmayınca kaynatma ile tasfiye etme yoluna gitti. Civa ile tedavi usulünü o
buldu. Ağrıları hafifletmek için Ģuruba afyon, ban otu, Hindistan cevizi karıĢtırarak
ameliyatlar yaptı.
Avrupa 14. asırda hastane mefhumunu idrak edebilmiĢken, Ġslam aleminde 10. asırda yalnız
Kurtuba’da elli hastane mevcuttu. “Avrupa’da akıl hastalarının XIX. Yüzyıla kadar hasta
değil, Ģeytanla iĢbirliği yapmıĢ insanlar olarak muamele gördüklerini, hatta diri diri ateĢte
yakıldıklarını kaydetmek icap ed er.” (11)
Müslüman Türklerde ise lanet değil, merhamet, eziyet değil Ģefkat görmüĢ ve akıl hastaları
için ayrı hastaneler kurulmuĢtur. DarüĢĢifa denilen bu yerlerde çeĢitli yollarla tedavi ve
hayatlarının sonuna kadar insanca muamele görmüĢlerdir.
Ġngiliz doktoru John Heward 1788’de darüĢĢifalara hayran kalmıĢtır. Dr. Kraft Ebing, 1897’de
yazdığı eserinde : “Batı akıl hastalarını tedavi etmeyi Türklerden öğrenmiĢtir” diyerek Ġslam
tıbbının ne derece geliĢmiĢ ve Batı üzerinde etkili olduğunu belirtmiĢtir.
Atalarımız “az ye, az uyu, az konuĢ” atasözünü, asırlarca Avrupa’ya ilham kaynağı olan Ġslam
tıbbının özünden çıkarmıĢlardır. Büyük Ġslam alimleri : “Çok uyuyan gözden, çok yiyen
karından, faydasız sözden sana sığınırım Allah’ım” diye dua etmiĢlerdir. Sümrtebni Cündüp
(ra), çok yemek yiyen ve sonra da kusan oğluna: “Eğer bu hal üzere ölmüĢ olsaydın vallahi
namazını kılmazdım” demesi düĢündüren bir husustur.
TIBB-I NEBEVİ 95
Mustafa ÖSELMİŞ
Ġmam-ı ġafi Hz.lerinin : “Ġlm-i tıbbın yok olması, ilmin üçte birinin elden çıkmasıdır” demesi
de Ġslam’ın tıbba verdiği önemi belirtir.
Ġslam’ı ruhlarına sindiren ve hayatlarında uygulayan atalarımız da “Hekimsiz, hakimsiz yerde
durulmaz” diyerek insan sağlığına büyük bir önem vermiĢlerdir. Seyyah Ġbni Batuta :
“Suriye’de bereket, Anadolu’da sağlık gördüm” demiĢtir.
Dünyada ilk tıp eğitimi modern manada Selçuklular zamanında 1205 tarihinde Kılıçaslan oğlu
Keyhüsrev tarafından kurulan tıp okulunda baĢlar. Bundan sonra 1217’de sivas’ta DarüĢĢifa
kurulmuĢ, hastalara verilen ilaç ve yapılan masraflar vakıflar tarafından karĢılanmıĢtır.
Kayıtlara göre evlerinde yatan hastaların ayağına kadar gidilir ve hasta iyi oluncaya kadar
eline harçlık verilirdi.
1339’da Bursa’da Yıldırım DarüĢĢifa’sı kurulmuĢtur.
Ġstanbul’un fethinden sonra, Ġstanbul’u bir ilim ve kültür merkezi haline getiren Fatih Sultan
Mehmet tarafından 8 fakülteyi içine alan “Sahn-ı Semen” denilen devrin en büyük ilim ve
kültür müessesesi olan Sahn-ı Semenden biri tıp fakültesi idi. Burada hem öğrenim hem de
tedavi yapılırdı.
Fatih Hastanesinden Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Ģöyle söz eder :
“Fatih Hastanesi : 70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. Dersiam hekim baĢı vardır. Gidip
gelenden biri hasta olsa hastaneye götürülüp ona bakarlar, uygun ilaçlarla tedavi ederler. Ġpek,
altın iĢlemeli, bürümcük gecelikleri vardı. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir.
Evkafı öylesine sağlamdır ki, vakıfnamesinde “Eğer mutlaka keklik, turaç ve sülün kuĢlarının
eti bulunmazsa, bülbül, serçe ve güvercin piĢip hastalara bol bol verilsin” diye yazılıdır.
Hastalara, divanelere deliliklerinin geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiĢtir.”
(12)
Devamla Evliye Çelebi diğer hastanelerden de Ģöyle bahseder :
“Süleyman Han Hastanesi : Bu Ģifa yurdu öyle bir deva ocağıdır ki, Allah’ın emriyle hasta üç
günde Ģifa bulur. Çok üstad cerrahları vardır. Bu sığınılacak yeri anlatmakla dil aciz kalır.”
(12)
“Sultan Ahmed Han Hastanesi : Bunun da evkafı sağlamdır. Yoksulların ve divanelerin
çoğunu Ģifa yurduna getirirler. Zira bunun da havası güzel ve memurları sevimli ve iyi
adamlardır ki, hastalara daima can ve gönülden hizmet ederler.” (12)
14 Mart 1827’de türk Tıbbıyesini kuran Mahmut II Tıbbiyenin açılıĢ fermanında Ģöyle der :
“Çocuklar bu yüce binaları tıp okulu olmak üzere hazırlatarak adına Mekteb-i Tıbbıye-i
Aliyei ġahane dedim. Burada insan sağlığına hizmet gibi aziz bir iĢ görüleceğinden bu okulu
bütün öteki okullardan üstün tuttum” (13)
“Türkiye’de ordunun veteriner hekim ihtiyacının karĢılamak amacı ile 1842 tarihinde
Ġstanbul’da ilk veteriner okulu açılmıĢtır.” (14)
TIBB-I NEBEVİ 96
Mustafa ÖSELMİŞ
Tıp tarihinde ilk diploma merasimi 20 Eylül 1843 tarihinde Galatasaray Tıbbıyesinde
yapılmıĢtır. Devrin padiĢahı Sultan Abdülmecid merasimde bulunmak ve imtihanları
dinlemek üzere gelmiĢ, talebelerin oturmalarını söylemiĢtir. ( O zamanlar Osmanlı
padiĢahının huzurunda Kırım hanlarının dıĢında kimse oturmazdı.) Ġlk imtihana Salih efendi
girmiĢ, besmele çekerek sualleri cevaplandırmıĢ ve tıp tarihinin bir numaralı diplomasını
almaya hak kazanmıĢtır. Kendisine bu baĢarısından dolayı “Muallimlik” bugünkü deyimle
Profesörlük ünvanı verilmiĢ, tıp ilmine bu ünvanla hizmet etmiĢtir.
GeçmiĢte olduğu gibi bugün de Türk tıbbı ileri seviyededir. Milletimize milyonlara mal olan
tahsilden sonra yabancı ülkelere giden, yeni buluĢları ile tıp ilmine katkılarda bulunan
doktorlarımız, baĢka ülkelerde “tedavisi imkansız” denildiği halde, memleketimizde tedavi
edilip, Ģükran ifadesinde bulunan hastalar bunun delilidir.
Türkiyenin tıp dalında sağladığı baĢarılar hala dünya sağlık teĢkilatı tarafından takdirle
karĢılanmaktadır. 1972 senesinde Türkiye, tüberküloz sahası tatbikatı eğitim merkezi sahası
olarak seçilmiĢ, çeĢitli ülkelere mensup 14 yabancı doktor Türkiye’de verem savaĢ eğitimi
görmek üzere gelmiĢ ve 20 gün eğitim görmüĢlerdir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
AhmetGürkan, Ġslam Kültürünün Garbı MedenleĢtirmesi, S.69
A.Adnan Adıvar, Tarih boyunca Ġlim ve Din, S.147
Adıvar, Age.S.154
Gürkan, Age.S.68-69
Will Durant, Ġslam Medeniyeti, S.105, (1001 Temel Eser)
Gürkan, Age. S.235
Adıvar, Age.S.109
Abül Feraç Tarihi,C.1S.294-295,Ter.Ömer Rıza Doğrul
Adıvar,Age. S.112
Gürkan, Age. S.236
Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, S.308
Evliya Çelebi Seyahatnamesinden Seçmeler,C.1S.98 (1000 Temel Eser)
Cevdet PaĢa Tarihinden Seçmeler, C.2, S.224
Prof. Dr. Nihal Erk,Bilim ve Teknik Mec.Sayı:72,S.36
TIBB-I NEBEVİ 97
Mustafa ÖSELMİŞ
AġI - MĠKROP - KARANTĠNA :
1822’de dünyaya gözlerini açan Louis Pasteur, aĢıyı bulan, temizlik kurallarını ortaya koyan
modern tıbbın öncüsü, bakteriyoloji ilminin temellerini atan büyük alim, mikrobun kaĢifi…
ĠĢte yeni nesil Pasteur’ü böyle bilir.
Ġslam aleminde 7. yüzyıldan itibaren aĢı bilinen bir husustur. Bir doktorumuz yazdığı
eserinde Ģöyle diyor.
“160 Hicri senesinde ölen ve 500 kadar telif eseri olan Tavas’lı Musa Ġbn-i Abu Hayyam’ın
El-Halis isimli kitabında, göz hastalıklarında, boğaz anjinlerinde Resulullah’ın su tavsiyesi
yazılıdır.
“Mantarları alınır, rutubetli karanlık bir yerde üç gün muhafaza ediniz, üstünde küf hasıl olur.
demir bir ĢiĢ alınız, kızdırınız, soğuduktan sonra üç defa küfe sürünüz, göze sürme çeker gibi
sürünüz ve küfü boğaza tala ediniz.” (1)
Razi (850-932) çiçek ve kızamık hastalıkları üzerinde durmuĢ bu konuda kitap yazmıĢtır.
Müslümanlar çiçek ve kızamık hastalıklarına erken keĢfettikleri aĢı ile karĢı koymuĢ öldürücü
ve korku salan hastalıklar olmaktan çıkarmıĢlardır. “Penisilin ve asper gelius’un küf
maddesini, yük eĢeklerinin koĢum takımlarıyla mantarlardan elde ediyorlar, bunları iĢleyerek
iltihabı yaralarda kullanıyorlardı. Boğaz iltihabında ise, küflü ekmeğin yeĢilimsi tozunu
hastanın boğazına kuvvetle üflüyorlardı. Mikro organizmanın iltihapları durdurucu tesirlerinin
Müslümanlar tarafından bu derece erken öğrenilmesinin hayranıyız.” (2)
Hastalıklar Avrupa’da ölüm ve dehĢet saçarken Türklerde keĢfedilen aĢı sayesinde kolaylıkla
önlenebiliyordu. Bu konuda memleketimizde uzun müddet kalmıĢ olan Lady Montagu Ģöyle
diyor :
“Bizde pek çok yaygın ve zalimane olan çiçek hastalığını burada keĢfettikleri bir aĢı ile
önlüyorlar. Bir çok koca karının san’atları sırf bu ameliyatı yapmaktır. “devamla bu aĢıların
ceviz kabukları içinde saklandıklarını yazıyor.” (3)
TIBB-I NEBEVİ 98
Mustafa ÖSELMİŞ
Türkiye’de durum bu iken bugün medeni sayılan ülkelerde aĢı bilinmediği gibi hastalıklara
karĢı ilaçla tedaviye karĢı çıkılıyordu. “Amerika’da aĢı aleyhtarlığı otuz yıl kadar Ģiddetle
devam etmiĢtir. Önce 1721 yılında Bostan Ģehrinde Dr. Boylston isminde bir zat, ilk aĢı
ameliyesini kendi oğluna uygulamıĢsa da, Ģehrin büyükleri bu ameliyeyi bir daha tekrar
etmekten doktoru men ettikleri gibi, bunun bir insanı zehirlemekten farkı olmadığını, bu
sebeple doktorun adam öldürmeye teĢebbüsten sanık olarak muhakeme edilmesi lazım
geldiğini iddiaya kadar vardılar. Hatta Boylston’un hayatı uzun zaman tehlikede kaldı.
Geceleri evinden çıkamaz hale geldi. (4)
Netice olarak Tıp tarihinde aĢıyı bulma ve kullanma Ģerefi Müslümanlara aittir.
Müslümanların yaptığı keĢifler, Avrupa tıbbına ilham kaynağı olmuĢtur.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
1.
2.
3.
4.
Dr. Münir Derman, Allah Dostu Der ki, S.78
Dr. Sigrid Hunke, Avrupanın Üzerine Doğan Ġslam GüneĢi, S.202
Lady Montagu, 1 Nisan 1717, Edirne tarihli Mektubundan
A.Adnan Adıvar, Tarih Boyunca Ġlim ve Din, S.276-277
TIBB-I NEBEVİ 99
Mustafa ÖSELMİŞ
1. MĠKROP :
18. yüzyıl Avrupasında yıldızlar, Ģeytanlar ve kötü ruhlar hastalıkların sebebi olarak
görülüyor ve hastalıklarla mücadele edilmediği gibi, hastalıkların nedenleri de
araĢtırılmıyordu. Böylece en basit hastalıklar bile salgın hale geliyor ve ölüm saçıyordu.
Ġslam aleminde ise asırlar önce hastalıklar üzerinde durulmuĢ, hastalıkların nedenleri
ve tedavi Ģekilleri araĢtırılmıĢtır. Çünkü Ġslam Dini, insanların kendi elleri ile kendilerini
tehlikeye atmamalarını, her derdin bir dermanı olduğunu bildirmiĢ ve insanların tedavi
olunmalarını emretmiĢ, her konuda olduğu gibi hastalıklar konusunda da açıkça değil iĢaretler
yolu ile bilgiler verilmiĢtir.
Hastalıklardan ve hastalıkların nedenlerinden açıkça bahsedilemezdi. Çünkü Ġslamiyet her
devre hitap etme özelliğine sahiptir. Eğer açıkça bahsedilseydi, Ġslam’ın hükümleri her
devirde geçerliliğini koruyamazdı. Bedeviye hitap ettiği gibi medeniye de hitap eden Ġslam,
bazı konularda açık hükümler ortaya koymuĢ olsaydı, Ġslam’la ilk karĢılaĢan insanların
kafaları, akılları almayacak, tenkitler olacak ve Ġslam’ı kabul etmeyeceklerdi. Daha sonra da
demode olacaktı. Bundan baĢka çalıĢmaya, gayrete, akla ve ilme iĢ kalmayacaktı.
Diyelim ki, mikrop konusunda Ġslam, VII. Yüzyılda bir avuç pis suda binlerce canlı mikrop
vardır. Hastalıkların sebepleri bunlardır demiĢ olsaydı. Araplar bakıp göremeyecek ve bunu
anlamayacak, dolayısıyla Ġslam’ı kabul etmeyecekti. Bunun için Ġslam bazı konuları açıklıkla
değil, iĢaretle hükümler ortaya konmuĢtur.
Ġslam Peygamberi :
“Tozlardan, pisliklerden sakınınız. Zira onlardan Nemse denilen illet arız olur.”
“Vebadan aslandan kaçar gibi kaçınınız.”
“Hiçbir hastalığın kendi kendine sirayeti yoktur. “buyurarak hastalıkların kendi kendine değil
Nemse denilen illet yolu ile meydana geldiğini veba mikrobunun aslana benzediğini ifade
etmiĢtir.
622 tarihinde Mekke’den Medine’ye göç eden Ġslam Peygamberi, Medine’de sıtma
hastalığının yaygın olduğunu görmüĢ ve bataklıkların hastalığın nedeni olduğunu söyleyip, 30
bin hurma fidanı diktirerek bataklıkları kurutmuĢtur. Daha sonra mikropların barındığı ve
yayılmasına sebep olduğu pisliğe karĢı çıkmıĢ, temiz olmayı, temizliğe dikkat etmeyi
emretmiĢtir.
X. asırda yaĢamıĢ büyük Türk bilgini Ġbni sina, 12. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar Batı’da ders
kitabı olarak kabul edilmiĢ, Batı tıbbına ilham kaynağı olan “Kanun” adlı eserinde hastalıklar
ve tedavi Ģekilleri üzerinde durmuĢ ve ilaçların elde ediliĢinden bahsetmiĢtir. Sağlıklı su elde
edebilmek için suyun kaynatılmasını tavsiye etmiĢtir. En önemli husus da hastalıkları
meydana getiren mikroplardan bahsetmiĢ ve : “ Hastalıkları yapan bir kurttur. Ne yazık ki onu
görecek elimizde mevcut bir aletimiz yoktur. Temizlik bu gibi kurtlardan ileri gelen
hastalıkların önünü alır” demiĢtir.
TIBB-I NEBEVİ 100
Mustafa ÖSELMİŞ
Bu konuda kayda değer bir kiĢi de Fatih gibi bir eser yetiĢtiren AkĢemseddin’dir.
AkĢemseddin Maddet-ül-Hayat adlı eserinde hastalıklar ve sebepleri üzerinde durmuĢ,
mikroplardan bahsetmiĢ, mikropları tarif etmiĢtir. Hatta mikropların kuluçka sürelerini de
açıklamıĢtır. Yalnız “mikrop” adını kullanmamıĢtır. “Küçük canlı varlıklar” deyimini
kullanmıĢtır.
“AkĢemseddin, bilhassa bulaĢıcı hastalıklar üzerinde durmuĢtu. Çünkü o devirde salgınlar
büyük tahribat yapmaktaydı. Nihayet araĢtırmaların sonunda vardığı neticeyi “Maddet-ülHayat” adlı eserinde Ģöyle ifade etmiĢtir : “Hastalıkların insanlarda teker teker peyda
olduğunu sanmak hatadır. Hastalık insandan insana bulaĢma yolu ile geçer. Bu bulaĢma ise,
gözle görülemeyecek kadar küçük, lakin canlı tohumlar vasıtasıyla olur.”
ĠĢte böylece bu büyük Türk hekimi beĢ yüz yıl evvel mikrop teorisini ortaya koymuĢtur.
Pastör aynı neticeye “hem de teknik araçların yardımcılığıyla- ancak dört yüz yıl sonra
ulaĢabilmiĢtir. Buna rağmen teori ona mal edilmiĢtir.” (1)
Ġslam Peygamberinden, Ġbni Sina’dan ve AkĢemseddin’den sonra Pastör mikrobun kaĢifi
sayılamaz. Bu konuda ona verebileceğimiz bir Ģeref payesi yoktur. Çünkü Pastör’ün bulduğu
Ģey mikrobun kendisi değil, “Mikrop” kelimesidir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1. Ahmet Gürkan, Ġslam Kültürünün Garbı MedenileĢtirmesi, S.244
TIBB-I NEBEVİ 101
Mustafa ÖSELMİŞ
e) KARANTĠNA :
Karantina son yüzyılın icadı değildir. Türk tarihinde ve Ġslam tarihinde çok eskiden bilinen ve
uygulanan korunma Ģekli idi.
Ortaasya Türklerinde salgın hastalıkların yayılmasını önlemek için hasta en yakınlarından bile
ayrı tutulur ve karantina altına alınırdı. Bu iĢ için “Kamların hastalık ve ölüm zamanlarında
vazifeleri çok ehemmiyet kazanırdı. Bir kimse hasta olunca ona evinin yakınında bir çadır
kurlur, çadır üzerine iĢaretler konularak baĢkalarının yaklaĢmamaları belirtilirdi.” (1)
Ġslam tarihinde de karantinanın Ġslam Peygamberi ile baĢladığını görüyoruz. Ġslam
Peygamberinin :
“Cüzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız” buyurarak salgın ve bulaĢıcı hastalıklara
tutulanlardan uzak durulmasını ermemiĢ olması, Müslümanların salgın hastalıklara karĢı
tedbirli olmalarını sağlamıĢtır.
Diğer bi hadislerinde de :
“Bir yerde veba olduğunu iĢitirseniz sakın oraya girmeyiniz. Sizin bulunduğunuz yerde veba
zuhur ederse oradan da çıkmayınız.” Buyurarak korunma ve tedbirin nasıl olacağını ifade
etmiĢtir.
“Sakın hasta olan deveyi sağlam olan devenin yanına sokmayınız” buyuran Ġslam Peygamberi
hastalıkların hastalardan yakınlık yolu ile geçtiğini, hasta olmamak için hastalara
yaklaĢılmaması gerektiğini belirtmiĢtir.
Hz. Ömer (ra) ġam’a gittiğinde, ġam’da veba salgını bulunduğunu iĢitir iĢitmez derhal geri
dönmüĢtür. Hatta Ebu Ubeyde :
- Ya Ömer, Allah’ın kazasından mı kaçıyorsun ? Deyince Hz. Ömer Ģu cevabı vermiĢtir.
- Evet, Allah’ın kazasından yine Allah’ın kaderine kaçıyorum ve iltica ediyorum.
Ġslam’da alınyazısı ne yapalım, yazılmıĢsa olur düĢüncesi değil, tedbir almak ve korunmak
esastır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1. Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi,C.1, S.56
TIBB-I NEBEVİ 102
Mustafa ÖSELMİŞ
f) TEMĠZLĠK :
Temizlik, sağlık ve sıhhat için ilk Ģarttır. Sağlık ve sıhhat ise hayat için en gerekli Ģeydir.
Kanuni Sultan Süleyman :
“Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”
Derken sıhhatin insan için önemini belirtmiĢtir.
Ġnsanlığa ve medeniyete ayak uydurmakta geciken Avrupa, daha düne kadar
yıkanmayı bilmiyor, temizliği dine aykırı buluyordu. En önemlisi tuvalet yoktu.
Batı yıkanmayı haçlı seferlerinden dönen muharip askerlerin dönüĢlerine kadar
reddediyordu. Ne kendileri yıkanır, nede elbiselerini yıkarlardı. Giyilen elbise, eskiyip
giyilmez hale gelinceye kadar sırttan çıkarılmazdı. Haçlı saldırıları sırasında Türklere esir
düĢen askerlerin kokularına Türkler tahammül edemedikleri için onları yıkanmaya mecbur
tutmuĢlardı.
Hıristiyanlığın Kutsal kitabı Ġncil’de : “YıkanmamıĢ ellerle yemek insanı kirletmez”
(1) denilmektedir.
“Tanrının emirlerine itaat ederek yaĢamaya önem veren Hıristiyan sofular, ortaçağın
ilk devirlerinde yıkanmazlardı. Azizelerden Elisabeth yıkanma zevkinden öylesine
kaçınıyordu ki, kokmaya baĢlamıĢ, etrafındakiler bu kokuya dayanamaz hale gelince onu
yıkanmaya zorlamıĢlardı. Kadıncağız su ile temasa gelir gelmez fırlayıp kaçtı. ĠĢlediği
günahtan dolayı tevbe ve istiğfara baĢladı.” (2)
“Rahipler beden temizliğini ruh temizliğine aykırı sayıyor ve vücutlarını yıkamaktan
çekiniyorlardı. Onların nazarında insanların en müttekisi temizlikten en uzak olan, necaset ve
kötülüklere en çok giren kimseydi. Rahip Ethines der ki : “Rahip Antoni ömrü boyunca
ayaklarını yıkama günahını irtikab etmemiĢtir. Rahip Abraham’ın yüzüne veya ayağına elli
sene su değmemiĢtir. “Ġskenderiye Rahibi bir müddet sonra piĢman olarak der ki : “Yazıklar
olsun ! Bir zamanlar yüzün yıkanmasını haram addederdik. ġimdi ise haramlara giriyoruz.”
(3)
“XVI. Yüzyılın en ünlü heykelcisi Michalengelo’ya babası bir mektubunda Ģöyle
yazıyordu : “Yıkanmaktan sakın. Her tülü hastalık sudan gelir. Gerekirse adam tut, kirlerini
kazıt ama, sakın yıkanma ! “
XVII.XVIII. yüzyıl Fransasında insanlar yalnız doğup vaftiz edildikleri zaman suya
girerlerdi. Kadınlar, erkekler ağır kokular sürerek kir kokularını örtmeye çalıĢırlardı.” (4)
“18. yüzyılın sonlarında Versailles’i basan ihtilalciler Kraliçe Marie Antoinette’in
banyosunu görünce, Kraliçeye “Bu lüzumsuz ve kimsenin kullanmadığı lüksten dolayı lanet
etmiĢ ve çok ĢaĢırmıĢlar, banyoya girerek eğlenmiĢlerdir.” (5)
XVIII. yüzyılın alimlerinden J.J. Ruso saatlerce lazımlık üzerinde oturma adetindeydi.
Bu halde edebi münakaĢalar yaptığı ve misafirlerini lazımlık üzerinde karĢıladığı olurdu. Bu
durum o günün Fransa’sında ayıp sayılmazdı.
TIBB-I NEBEVİ 103
Mustafa ÖSELMİŞ
“J.J. Rousseau saatlerce lazımlıka otururdu. Orlean Dükü etrafında hizmetkarları, lazımlığa
kurulmuĢ Noailles Dükünü o vaziyette kabul etmiĢti.” (6)
“Ġnsan, sokaklarda ancak ortadan yürürse baĢına bir Ģey dökülmesinden masum kalırdı. Her
an bir pencere açılır, “Gare Leau” ihtarını iĢitmemiĢ olmak bedbahtlığına uğrayan Ģahıs bir
oturak, yahut kirli bir kova muhteviyatını baĢından aĢağı giyerdi.” (7)
Sokakları kirleten, herkesi rahatsız eden pis kokular karĢısında yetkililer Paris’te halkın
evlerde lağım çukurları açılmasını, lazımlıkları pencerelerden sokaklara dökmemesi kararını
aldılar. Fakat bu karara uyan olmadı. Halk eski alıĢkanlıklarından kurtulamıyor, lazımlıkları
sokaklara döküyordu. “1780’de halkın protestosu üzerine polis, oturak vesair kapların
pencerelerden sokağa dökülmesini yasak etti.” (8)
“Türkler haklı olarak temizliğimiz konusunda bizi tenkit ediyorlar. Ġspanya’da (hiçbir erkek
ve kadın ömründe iki defadan fazla yıkanmamıĢtır” (9)
Avrupa’da olduğu gibi Türklerde de durum aynı değildir. Türkler temizliği çok seven
bir millettir. Tarih boyunca kendisi temiz, elbisesi temiz, oturduğu yer temiz olarak
yaĢamıĢlardır. Türklerde “aslan yatağından belli olur” atasözü meĢhurdur.
Türklerin hayatında temizlik hayat anlayıĢları ve dinleri icabı mühim yer iĢgal ederdi.
“Avrupa’nın ancak XVIII. Yüzyılda yıkanmaya alıĢmasına karĢılık Bizanslı Priscos’un da
dikkatini çektiği gibi V. Yüzyılda Attila’nın ordugahında hamamlar mevcuttu.” (10)
“Türkler öteden beri temiz bir millettir. Ġslamlığın temizliğe ait hükümlerini de büyük
titizlikle benimsediler. Ġstanbul’u aldıktan sonra binlerce hamam yaptılar. Her evde hamam
bulunduğu gibi, Mesela XVII. Yüzyılda yalnız Ġstanbul’da 168 çarĢı hamamı vardı. Türk
hamamları XVIII. Yüzyıldan beri Batı’ya örnek olmuĢ, onlara yıkanmayı, temizliği
öğretmiĢtir.” (11)
“Yıkanma kültürünün, Batı’ya nazaran Doğu’da daha eski olduğunu unutmamalıdır.
Türk kültürünün bu hususta da Batıya tesir yaptığına hayret edilmemelidir.” (12)
“Türklerin yaĢama tarzlarında çok temiz oldukları, temizlik ve ibadet hususunda çok
titiz davrandıkları bir gerçektir. Yıkanırken kullandıkları suyun vücutlarının kirlerini
temizlediği gibi günahlarını da alıp götürdüğüne inanırlar.” (13)
1554-1562 yıllarında Türkiye’de Avusturya Sefiri olarak vazife gören Ogier Ghiselin
De Busbecg, bir dostuna yazdığı 1 Haziran 1560 tarihli mektubunda Ģöyle demiĢtir. :
“Türkler vücut temizliğine çok dikkat ederler. Kirli, pis olanlardan tiksinirler, vücut
pisliği onların nazarında ruhun pisliğinden daha fenadır. Bundan dolayı sık sık yıkanırlar.
Türkler temizliği çok severler. Kire tahammül edemezler. Sofradan kalkar kalkmaz ellerini
ağızlarını yıkarlar.”
D’Ohsson da Türklerden Ģöyle bahseder :
“Yemeklerin baĢında ve sonunda dinin emrettiği Ģekilde kısa bir dua okunur. Sofraya
hiçbir zaman eller yıkanmadan oturulmaz. Sofradan kalkınca da sakal ve bıyık mutlaka sabun
köpüğü ile temizlenir.” (14)
TIBB-I NEBEVİ 104
Mustafa ÖSELMİŞ
“Türkiye’de hiçbir kimse evde yere tükürmediği gibi, sokakta da tükürmez. Bu iĢ için
mendil kullanır; evlerde ise bir sehpaya yahut koridorlarda bir köĢeye konan fayans veya
porselen hokkalar bu iĢi görür.(15)
1655 tarihinde Ġstanbul’a gelen Jean de Thevenot : “Türkler çok yaĢıyorlar, az
hastalanıyorlar. Zannediyorum ki, bu muhteĢem sıhhatinin sebebi Türklerin yıkanmayı,
temizliği çok sevmeleridir. Türkler sık sık yıkanırlar ve mutedil yer içerler. Hem miktarı hem
de çeĢidi az yemek yerler, ekseri de asla Ģarap içmezler. Beden hareketlerine de ehemmiyet
verirler.”
“Türkler çok yıkanıyorlar, bundan ötürüdür ki, hem temiz hem de sıhhatlidirler.
ġehirlerde birçok hamamlar var. Hatta en sefil ve bakımsız bir kasabada bile hiç olmazsa bir
hamam bulunur.” (16) Dedikten sonra Türk hamamlarını tasvir etmekte ve buralarda hırsızlık
denilen Ģeyin hiç görülmediğinden söz etmekte, “Edep yerlerinin görünmesi Türklerde en
büyük ahlaksızlık sayılır” demektedir.
Yakın zamana kadar yıkanma, temizlik gibi insan sağlığı için gerekli olan hususların
bilinmediği Avrupa’da mendil de bilinmiyordu.
“XVIII. yüzyılda bile mendil kullanmak, kibarlar arasında lüzumlu sayılmıyordu.
MareĢal Turenne’in (1611-1675) hazır bulunduğu bir mecliste yüksek rütbeli bir asilzade olan
Hauterive De L’Aubespine yemek esnasında bir parmağıyla burun deliğini kapayarak öbür
delikteki sümüğü ok hızıyla Ģömineye püskürtüverdi. Bir tabanca sesine benzeyen infilak
karĢısında Ravigny, hazırunun pek hoĢuna giden bu cümleleri kullandı. “Azizim
yaralanmadınız ya.” (17)
“Avrupa’ya en geç ve en güç girebilen Ģey olan mendildir. Fransız Mondandon,
Alman Von le Coq, Rus Bartold vesaire gibi alimler burun mendilinin Avrupa’ya ancak XVI.
Asırda Venedik yolu ile intikal edebildiğine müttefiktirler. Orta asya Türklerinin mendil
kullandıkları Türkistan fresklerinden baĢka KaĢgarlı Mahmud’un kaydı ile ve XI. Asırda
Anadolu’ya yerleĢip bugünkü Türkiye devletini kuran Oğuz Türklerinin de mendilsiz
olmadıkları selçuknamelerle sabit olduğu halde, bu kadar basit ve zaruri bir Ģeyin
Anadolu’dan Avrupa’ya tam beĢ asırda, yani Ġstanbul’un fethinden bir asır kadar sonra
geçebilmiĢ olması pek ĢaĢılmayacak bir Ģey olmasa gerek ! “ (18)
Mendil Türkler tarafından çok önce kullanılmıĢ ve Avrupa mendil kullanmayı
Türklerden öğrenmiĢtir. “KaĢgarlı Mahmud’un belirttiği üzere Türkler burun temizlemek için
cepte ipek bir kumaĢ parçası (mendil) taĢıyor ve buna”Ulatu” adını veriyorlardı. Nitekim
KaĢgarlı Türklerin ütü yapmayı bildiklerini ve bizzat bu kelimeyi kullandıklarını söyler.
Avrupalılar mendil kullanmayı XV. asırda Türklerden öğrenmiĢlerdi.” (19)
Türklerin dini Ġslam, temizlik dinidir. Ġslam Dini her Ģeyden önce insan sağlığının ve
sıhhatinin korunmasını esas almıĢtır. Ġslam’ın en güzel kurallarından biri temizliktir. Hatta
temizlik, dinimizce imanın yarısı sayılmıĢtır. Çünkü Allah nimetlerinin en güzeli olan sıhhati
kulunda görmek ister. Ġnsanın her türlü sorumluluğunu yerine getirebilmesi için sıhhatli
olması Ģarttır. Bunun için Ġslam, geleceğin insanının bile muhtaç olduğu kurallar koymuĢtur.
Mesela; namaz kılmak, kur’an okumak, camiye girmek için abdest almak, taharet, etek ve
koltuk altı tıraĢı olmak, yemeklerden evvel ve sonra elleri, ağzı yıkamak, gusletmek, sünnet
olmak, misvak kullanmak gibi Allah’ın emirleri ve Peygamberin öğütleri bu kurallardan
bazılarıdır.
TIBB-I NEBEVİ 105
Mustafa ÖSELMİŞ
Bu konuda Allah’ın bazı buyrukları Ģunlardır :
“Allah temizleri ve temizlenenleri sever.” (Tevbe : 108)
“Allah hem çok tevbe edenleri sever, hem de çok temizlenenleri sever.” (Bakara : 222)
“Muhakkak ki O Kur’an çok Ģerefli bir Kur’andır. Onu tam bir surette temizlenmiĢ
olanlardan baĢkası el süremez.” (Vakıa : 77-79)
“Ey iman edenler, namaza kalktığını zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi
ve baĢlarınıza meshedip, her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayınız. Eğer cünüp iseniz boy
abdesti alınız.” (Maide : 6)
“Giydiğin elbiseni her çeĢit pislikten temiz tut.” (Müddessir : 4)
Ġslam Peygamberinin bazı öğütleri de :
“Size gelmesi ihtimali olan tehlikelere karĢı koruyucu tedbirler alınız”
“Temizlik imandandır”
“Temizliğe devam ediniz ömrünüz uzun olsun.”
“Suyun kasesi bin altına olsa da yıkanma imkanınız varsa her gün yıkanınız.”
“Yemeğin bereketi evvel ve sonra elleri, ağzı yıkamaktadır.”
“HoĢlanmadığım üç Ģey vardır : Cimrilik, Tembellik ve pislik.”
“Evlerinizin önünü ve çevrenizi temiz tutunuz.”
“Eğer ümmetime güçlük olmasaydı her namaz vaktinde misvak (diĢ fırçası kullanmayı
emrederdim.”
“SararmıĢ diĢ ve kokmuĢ ağızla yanıma gelmeyiniz.”
“Misvak kullanmaya devam ediniz, onda on haslet vardır:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
Ağzı temizler,
Rabbi razı eder,
Melekleri ferahlandırır,
Gözü canlandırır,
DiĢleri temizleyip beyazlatır,
DiĢ etlerini kuvvetlendirir,
DiĢ aralarında akalan artıkları temizler,
Yemeği hazmettirir,
Balgamı keser,
Meleklerin hazır olmalarına sebep olur, namazın ecrini artırır ve Ģeytan o kimseden
uzaklaĢır.”
TIBB-I NEBEVİ 106
Mustafa ÖSELMİŞ
“Sünnet olunuz, çocuklarınızı sünnet ettiriniz.”
Ġman kadar sağlık konularına da önem veren Ġslam Dini, Müslümanların bu kurallara
uymasını ve erkeklerin sağlıkları için sünnet olmalarını emretmiĢtir.
Tıp otoritelerinin bugün sağlık tedbiri olarak nitelendirdiği Ġslam’ın sünnet olma emri
sağlık ve temizlik sembolüdür. 12 Temmuz 1972 tarihinde Prof. W. Kiessling : “Kanseri
önlemek için bütün Alman çocuklarını Müslümanlar gibi sünnet ettirmeliyiz” demiĢtir. ĠĢte
Ġslam’ın bazı kiĢilerce çocuklara acı vermek olarak değerlendirilen bir emrinin on dört asır
sonra Batılı bir profesör tarafından sitayiĢkar ifadesi…
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
Ġncil, Matta, Bab:15/20
Ahmet Gürkan, Ġslam Kültürünün Garbı MedenileĢtirmesi, S.69
Abul Hasan Ali NEdevi, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti,
S.135,
Tercüme: Ġ.Düzen, M.Topuz
Hayat Ansiklopedisi, “Hamam” Maddesi
Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, C.11,S.274
Gürkan, Age.71
Age.S.70
Age.S.71
Manuel Serrano Y.Sanz,Türkiye’nin Dört Yılı, S.175, (1000Temel Eser)
Doç. Dr. Ġbrahim Kafesoğlu, türk yurdu Dergisi
Hayat Ansiklopedisi, “Hamam” Maddesi
Prof. Gaze Feher, Türk Kültürünün Avrupaya Tesiri,S.317
Rıcaut (Ġngiliz Elçilik Katibi), Türklerin siyasi Düsturları,S.317
D’Ohsson, 18 Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler,S.32, (1001 Temel Eser)
Age.S.64-65
Ġstanbul ve Türkiye,S.28-29, Çev.ReĢad Ekrem Koçu
Gürkan,Age.S.67
Ġsmail Hami DaniĢmend, Türklük Meseleleri, S.99
Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi,C.1,S.113
TIBB-I NEBEVİ 107
Mustafa ÖSELMİŞ
BEŞİNCİ BÖLÜM
A) TÜRK – ĠSLAM TARĠHĠNDE EġĠTLĠK VE ĠNSANLIK ANLAYIġI
B) TÜRK – ĠSLAM TARĠHĠNDE ADALET ANLAYIġI
C) ĠSLÂM’DA VE TÜRK TÖRESĠNDE MUSAMAHA
D) TÜRK ĠDARESĠNĠ TERCĠH
E) TÜRK CĠHAN HAKĠMĠYETĠ ĠDEALĠ
TIBB-I NEBEVİ 108
Mustafa ÖSELMİŞ
BEŞİNCİ BÖLÜM
A – TÜRK ĠSLAM TARĠHĠNDE EġĠTLĠK VE ĠNSANLIK ANLAYIġI
Tarihte Ġslam’ın ve Türk hakimiyetinin dıĢında insan, yerini ve değerini hiçbir zaman
bulamamıĢ, çoğu zaman değiĢik vasıflı hayvan olarak ele alınmıĢtır. Ġnsan, gerçek değerini
Ġslamla ve Türk kültürü içinde bulmuĢtur. Çünkü, Ġslam’ın insanı ele alıĢı ve Türklerin bakıĢı
diğer toplumlardan çok farklıdır.
Ġslam inancı ve Türk düĢüncesine göre insan, basit ve anlamsız bir varlık değildir. Ġnsanı
Allah yaratmıĢtır. Ġnsan Allah’ın kuludur. Yusuf Has Hacip, Kudatgu Bilig adlı eserinde :
“Allah insanı yarattı; seçerek yüceltti; ona fazilet verdi; bilgi, akıl ve anlayıĢ verdi” diyerek
insanın yüce bir varlık olduğunu belirtmiĢtir. Bunun için Ġslam’da ve Türklerde insana son
derece önem verilmiĢtir. Ġnsana saygısızlığı, Allah’a karĢı yapılan büyük saygısızlık olarak
kabul etmiĢlerdir. Hiçbir zaman insanı hayvan soyundan kabul edip alçaltmadıkları gibi,
insanı yüceltirken de asla tanrılaĢtırmamıĢlardır. Kendileri insanların önünde eğilmedikleri
gibi, diğer insanları kul köle edinip kendi önlerinde eğilmelerine de müsaade etmemiĢlerdir.
Ġslam’ın ilk devrinde HabeĢistan’a göç etmek zorunda bırakılan Müslümanlara papaz,
HabeĢistan Ġmparatorunun huzurunda diz çöküp selamlamalarını söyleyince, insanları
tanrılaĢtırmak ve putlara tapmaktan kurtulan Müslümanların baĢkanı Cafer (ra) : “Biz
Müslümanlar, ancak, Allah’ın huzurunda diz çökeriz. Ġnsanın önünde, eğilmeyiz” cevabını
vermiĢtir. Türk hükümdarı ĠĢpara Han, Çin hükümdarının önünde, Cem Sultan sürgün olduğu
halde papanın önünde bütün ısrar ve zorlamalara rağmen eğilerek selam vermeyi reddetmiĢtir.
Çünkü Türk-Ġslam geleneğine göre kula kulluk yoktur. Ġstanbul’un fethinden sonra Fatih
Sultan Mehmet, önünde diz çöküp yerlere kapanan papa ve Hıristiyan halka, ayağa
kalkmalarını söyleyip insan önünde alçalmalarına rıza göstermemiĢtir.
Türkler, insanlara duydukları saygının gereği yabancılara kendi insanından farklı bir muamele
yapmamıĢlardır, kendi halkına uyguladıkları adaleti baĢkalarında da aynen uygulamıĢlardır.
Böylece yabancılar Türk idaresinde yaĢamak istemiĢler, Türk himayesine sığınanlar memnun
kalmıĢlar, hatta esaret bile kendilerine ağır gelmemiĢtir.
BeĢ yıl kadar Türkiye’de kalan Ġsveç Kralı DemirbaĢ ġarl, kız kardeĢine yazdığı mektupta
Türk’ün insanlık anlayıĢını Ģu sözlerle dile getirmiĢtir :
“Poltava’da esir oluyorum. Bu benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ Nehri önünde tehlike
daha kuvvetli olarak belirdi. Önümde su, akamda düĢman, tepemde cehennemler püsküren
güneĢ !... Su beni boğmak; düĢman beni parçalamak; güneĢ beni eritmek istiyordu. Gene
kurtuldum. Fakat bugün esirim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateĢin ve suyun yapamadığını
onlar yaptı, beni esir ettiler. Ayağımda zincir yok. Zindan da değilim. Hürüm, istediğimi
yapıyorum. Lakin gene esirim, Ģefkatin, alicenabın, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni
iĢte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar Ģefkatli, bu kadar alicenab, bu kadar asil ve bu kadar
nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaĢamak, bilsen ne kadar tatlı !..”
a) EĢitlik Geleneği :
Türkler, insanları herkesin uymak zorunda olduğu Ġslam prensipleri ve Türk töresi ile idare
etmiĢlerdir. Bu idarenin himayesinde tarihin hiçbir devrinde imtiyazlı bir sınıf olmamıĢtır.
TIBB-I NEBEVİ 109
Mustafa ÖSELMİŞ
Herkesin eĢitliği prensibi ile hangi cinsten, hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun insanların
güvenliği ve eĢitliği sağlanmıĢtır.
Bugünün insanı hak, adalet ve eĢitlik namına neye sahipse hepsini Ġslam sayesinde
elde etmiĢtir. Ġslam insanlar arasında eĢitliği, insanlar arasında kardeĢliği emreder. Bu eĢitlik
ve kardeĢlik emri kuru laftan ibaret değildir. Ġslama göre “insanlar bir tarağın diĢleri gibi
müsavidirler” Ġnsan olarak kimsenin üstünlüğü yoktur. Üstünlük imanda ve takvadadır. Kul
olarak herkesin sorumlu tutulması zengin, fakir, kadın, erkek ayrımının gözetilmemesi, bir
iĢçi ile devlet baĢkanının omuz omuza Allah’ın huzurunda secdeye varması kısa da olsa
Ġslam’ın eĢitlik konusundaki geleneğini ifade eder.
Ġslam, Müslüman olmasıyla kölelikten hürriyetine kavuĢan Bilal ile Ebu Cehil’in aynı safta
durmasını ve aynı haklara sahip olmasını istediği için Ebu Cehil Müslüman olmamıĢtır. “Daha
evvel köle olanla ben bir mi olacağım” demiĢtir.
Bir gün Müslüman olmak isteyen bir zat Peygamber Efendimize ziyarete gelmiĢtir. Huzuruna
girince titremeye baĢladı. Bu durumu gören Peygamberimiz :
-Korkma ben hükümdar değilim, KureyĢ’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum”
demiĢtir.
Halka “Ben sizden biriyim, hiç birinizle sorumluluk derecesinden baĢka bir farklılığım
yoktur” diyen Hz. Ömer (ra) zamanında Gassan Hükümdarı Cebele Müslüman olmuĢtu.
Güzel giyimi ve etrafında hizmetçileri ile beraber Kabe’yi tavaf ederken biri eteğine basınca
Cebele fena halde sinirlenmiĢ ve bir tokat atmıĢtı. Adam durumu Hz. Ömer’e Ģikayet etti. Hz.
Ömer (ra) Cebele’ye davacıdan özür dilemesini veya davacının da ona tokat atacağını
bildirince Cebele, kendisinin hükümdar, davacının ise haltan biri olduğunu, kendisinin onunla
bir tutulamayacağını söyledi. Hz. Ömer, Ġslam hukukunun insanlar arasında fark
gözetmediğini belirtince Cebele ertesi güne kadar karar için müsaade istedi ve o gece
Bizans’a kaçtı.
b) Kadın – Erkek EĢitliği :
Tarihçi Hammer : “Tarihin hiçbir sayfasında kadının hukukuna Ġslamiyet kadar riayet eden bir
din yoktur” demiĢtir. Ġslamiyet gelmeden önce kadın horlanan bir varlıktı. Kendisinden
Ģeytandan kaçar gibi kaçılır, diri diri toprağa gömülür, mal gibi alınıp satılır, her türlü hak ve
hürriyetlerden mahrum, zevk ve eğlence gözü ile bakılan bir varlıktı.
Diğer milletlerde de durum bundan farklı değildir. Kadın daima ikinci sınıf bir vatandaĢ,
hiçbir zaman hakka sahip olmayan, dosta sunulabilen, satılabilen maldan farksız bir insandı.
Hayatı erkeğinin hayatına bağlı idi. Kanunlar, gelenekler kadının bütün haklarını elinden
almıĢ, erkeğin sahip olduğu haklardan hiçbirine sahip değildi.
Yakın zamana kadar “kadınların ruhu var mıdır, yok mudur ? “ konusunu birbiri ile tartıĢan
Hıristiyan din adamları kadınların seciyelerinin zayıf, ahlaklarının fena olduğunu, hiçbir
kötünün kadından daha kötü olmadığını, kadınların erkeklerin nefsine Ģeytanı sokan
kötülüklerin kaynağı olduğu konusunda birleĢmiĢlerdir.
Ġnsanlar arasında sınıf farkı gözetmeyen Ġslamiyet, kadını da erkek gibi, insan kabul ederek
kadına yapılan hakareti kınamıĢ ve kadını evinin sultanı yapmıĢtır.
TIBB-I NEBEVİ 110
Mustafa ÖSELMİŞ
Bu konuda Ġslam’ın birkaç emrini izaha lüzum görmeden nakledelim :
“Onlardan birine kızı olduğu müjdelendiği zaman, pek öfkelenerek yüzü kararır. Verilen
müjdenin tesiriyle insanlardan gizlenir. Acaba o çocuğu zillet ve horluğa katlanarak yaĢatsın
mı, yoksa toprağa mı gömsün ? Ne kötü düĢünüyor, ne kötü hükmediyorlar?” (Nahl Suresi :
58-59)
“Erkek olsun kadın olsun kimsenin amelini boĢa çıkarmayız” (Ali Ġmran S.195)
“Erkeklerin kazançlarından hisseleri olduğu gibi kadınların da kazançlarından hisseleri vardır.
(Nisa suresi : 31)
“Ġlim öğrenmek kadına da erkeğe de farzdır.” (Hadis)
“Cennet anaların ayakları altındadır.” (Hadis)
“Sakın kızlardan ikrah etmeyiniz. Kötü muamele etmek konusunda Allah’tan korkunuz.”
(Hadis)
“Veda hutbesinde de : “Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah’tan korkmanızı
tavsiye ederim… Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onlarında sizin üzerinizde hakları vardır.”
Ġslam’ın emri gereğince Türkler, kadına gereken saygıyı göstermiĢler, aile içerisinde kadının
yeri ve kadına verilen önem diğer milletlerde görülmeyen bir seviyeye ulaĢmıĢtır. Batıda
olduğu gibi evlilik onun değerini düĢürmemiĢ aksine kadının Ģeref ve haysiyetini korumuĢ,
kendisinden her zaman saygıyla bahsedilmiĢtir.
c) Ġmtiyazlı Sınıf :
Türk Ġslam tarihinde imtiyazlı sınıf yoktur. Herkes eĢittir. Ġnsanlar arasında ayrıcalık, irsi hak
tanınamaz. BaĢka toplumlarda olduğu gibi idareciler sınıfı, asiller sınıfı, din adamları sınıfı
gibi sınıflar yoktur. Asiller için, zenginler için ayrı mezarlar yapılmamıĢtır. Çünkü diğer
toplumların yapısında merhamet nedir bilinmez. Ġnsanlık onlara göre değildir. ġimdiye kadar
insanla ya imha etmek yada esir etmek için savaĢmıĢlardır.
Batı düzeni feodal bir düzendir. Devlet idaresi, köleci devlet anlayıĢı esasına dayanır. Ġnsanlar
arasında eĢitlik gözetilmemiĢtir. Bazı sınıfların doğuĢtan kazanılan imtiyazları vardı. Bu
imtiyaz hayatları boyunca devam ettiği gibi çocuklarına da geçerdi.
Türk tarihine baktığımız zaman asilzadelik mevcut değildir. Toplum sınıfsızdır, halk eĢitlik
ilkesine bağlı olarak idare olunur. Türk töresinde Mete Han zamanında bile esir, efendisi
hakkında dava açma hakkına sahip olmuĢtur.
Türk devlet adamları imtiyazlı bir sınıf değildir. Onlar da bir insandır. Halk tarafından
tanrılaĢtırılmadıkları gibi, onlar da kendilerini tanrı ilan etmemiĢlerdir. Ġnsanları köleleĢtirip
onların üzerinde saltanat sürmemiĢlerdir. Devlet adamı sadece resmi sıfatı ile üstündür. Bu
sıfat da irsi değil, baĢarının karĢılığı elde edilir.
Devlet, belli zümrelerin saltanat aleti değildir. Hakim olanlar ise kiĢiler değil yasalardır.
PadiĢahlar imtiyazlı kiĢiler kabul edilip yasaların uygulamasının dıĢında tutulamaz. Türk
TIBB-I NEBEVİ 111
Mustafa ÖSELMİŞ
devlet adamları baĢka milletlerin kralları ve imparatorları gibi mutlak yetkilere sahip değildir.
Uymak zorunda oldukları prensipler, fikirlerini almak zorunda olduğu kiĢiler vardır.
Diktatörlük söz konusu değildir.
Yıldırım gibi bir padiĢaha “yaptırdığın cami çok güzel, ama dört köĢesinde dört meyhane
eksik” deyip ayyaĢlığını yüzüne vuran, mahkemede Ģahitliğini reddeden Emir Buhari vardı.
Molla Ali Cemali, Yavuz Sultan Selim’in huzuruna her giriĢinde “Allah zalimleri sevmez”
hadisini okurda öyle girerdi.
1470 yılında Fatih sultan Mehmet tarafından yaptırılan Fatih Medresesi tamamlanınca Fatih,
kendi eliyle tayin ettiği hocalardan kendisine bir oda isteyince hocalar kendisine Ģu cevabı
verdi :
- Sultanımız, her ne kadar burayı siz yaptırdıysanız, biz burada size bir oda veremeyiz.
Verebilmemiz için ya hoca, ya da talebe olmanı gerekir.”
Bunun üzerine Fatih, imtihana girdi, kazandı ve böylece bir oda sahibi oldu.
Türk devlet adamları kendi menfaatlerini düĢünen, zevk, ve eğlencesine bakan halkın üstünde
bir üst sınıf değildir. Halka karĢı büyük sorumlulukları vardır. Ġmtiyaz tanımaksızın herkesin
hakkını korumak, açları doyurmak, çıplakları giydirmek ve halkın acı ve tatlı günlerini
beraber yaĢamakla görevlidir. Devlet yönetimi eĢitlik ilkesine dayalı olarak yürütülür. Kanuni
Sultan Süleyman’ın “Kanunnamesi” mutlak eĢitlik ilkesine dayanmaktaydı. Kanunname,
insanlar arasında sınıf ayrıcalığı gözetmeksizin eĢit olarak yargılanmayı temek kural kabul
etmiĢti. Fatih Sultan Mehmet, Rum ustasıyla adil Türk mahkemesinde yargılanmıĢ ve suçlu
bulunmuĢtu.
Netice olarak her bakımdan Türk toplumu bir bütünlük arz eder. Sınıf ve ayrıcalıklara asla yer
verilmemiĢtir.
d) Köle Sınıfı :
Kölelik, aslına bakılırsa insanlık tarihi kadar eskidir. Fakat Roma ve Yunan medeniyetlerinin
geliĢtirdiği bir sınıf olarak kalıntı halinde daha sonraki tarihlerde devam etmiĢtir.
Roma’da halk : 1- Asiller, 2- Avam, 3- Rahipler, 4- Köleler olmak üzere dört sınıfa ayrılmıĢtı.
Ġmtiyazlı sınıfların hakimiyeti fazla idi. Her türlü hakkın sahibi oldukları gibi köle sınıfına da
sahipti. Kölelik resmen kanunla kabul edilmiĢti. Kölenin eĢyadan farkı yoktu. Efendisi
tarafından hayvana yapılan muameleye eĢ muamele görürdü. Efendisi köleyi isterse döver,
isterse öldürür, isterse de esir pazarlarında bir mal gibi satabilirdi.
“Roma Ġmparatorluğunda kölelere davranıĢın özelliği, katılık ve vicdansızlıktı. Köleler
gündüzleri derebeyliklerde çalıĢtırılırlar, akĢam olunca da zincire vurularak geceyi
geçirmeleri için mağaralara tıkılırlardı. BaĢlarında daime, güçlü, azgın ve kötü yürekli
muhafızlar bulunurdu. Onlara verilen cezalar ise kırbaçlamak ile çarmıha gerilmek arasında
değiĢirdi. Bundan baĢka köleler, vahĢi hayvanlarla boğuĢturulmak suretiyle, yahut arenalarda
kesif halk kalabalığı önünde yırtıcı aslanlar ile dövüĢtürülerek hür adamların eğlenceleri için
de kullanılırdı.” (1)
TIBB-I NEBEVİ 112
Mustafa ÖSELMİŞ
Yunanlıların ataları Dorlar, bugünkü Yunanistan’a geldiğinde Yunanistan’da (asiller,iĢçiler ve
köleler olmak üzere) üç sınıf halk vardı. Asiller, imtiyazlı bir sınıf olarak toprak sahibi olmuĢ,
iĢçiler ve köleler ise bu topraklarda efendileri için çalıĢmıĢlardı.
Aristo ve Eflatun, köle sınıfını kabul etmiĢler ve toplum için kölelerin varlığını zaruri
görmüĢlerdir. Eflatun, köle sahiplerini savunurken, Aristo da bir kısım insanların emir
vermek, bir kısmının da emir verilmek için yaratıldığını, kölelerin ise boyun eğmek için
yaratılmıĢ, hür insanların iĢlerini gören ehli hayvan, canlı alet olduklarını söylemiĢtir. Eflatun
ve Aristo’nun çocukları borçlu olan insanlardan borcunu ödemeyenleri ve savaĢlarda esir
aldıkları kimseleri köleler edinmiĢ, onların tanınması için kulaklarını kesip alınlarına
damgalar vurmuĢlardır.
984’te Beranger’in elçisi Luitpard, Bizans Ġmparatoruna esirler takdim etmiĢti. Ġtat etmeyen
veya kendilerine reva görülen zulüm neticesi bu esirlerin çoğunun azaları eksikti. Hatta
aralarında hadımlar da vardı. Çünkü o gün için bu tür köleler muteberdi.
AnlayıĢa göre, kölenin iĢlediği hata sonunda bazı organlarını keserek öldürmekten
vazgeçmek, köleye yapılabilen en büyük lütuf sayılırdı.
Bu durum daha sonra Yunan ve Roma kültüründen etkilenen toplumlarda da asillerin, devlet
adamlarının ve güçlülerin kanunu olarak hüküm sürmüĢtür. “17. yüzyılda Rusya’da Köylü
efendisinin mutlak esiriydi. Efendisi bir köylüyü öldürdüğü zaman, para cezası bile vermezdi.
Çünkü toprağa bağlı köle durumunda olan köylünün, fiilen toprağa bağlı hayvandan farkı
yoktu. Çarın otoritesi mutlaktı…” (2)
Avrupa’da ise köleler servet olarak telakki edilir, kurulan esir pazarlarında mal gibi alınıp
satılırdı. Ġnsan sayılmaz, hiçbir insanlık hak ve hürriyetlerinden istifade edemezdi.
Türk ve diğer Ġslam ülkelerinin insana bakıĢından utanan Avrupa, kanunla insan ticaretinin ve
köleliğin önüne geçmeye çalıĢmıĢtır. Ġngiltere 1807’de köle ticaretini, 1838’de de köleliği
yasaklayan kanun çıkardı. Fransa’da ise kölelik 1849’da, Amerika’da da 1865’de resmen
kaldırıldı. “Köle” adını taĢıyan insan kalmadı ama, kölelere yapılan muamele Batı insanının
sadist ruhundan sökülüp atılamadı. Bir insanın köle olması için adının illa köle olması
gerekmez.
e) Ġslam Köleliğe KarĢıdır :
Ġslam’da ne despot vardır, ne de köle. Allah’ın kulu insan vardır. Kölelik, Ġslam’ın icadı değil,
eski medeniyetlerin kökleĢmiĢ kalıntısıdır. Ġslamiyet geldiği zaman insanların bir kısmı
efendi, bir kısmı da köle idi. Bu ayrılığı kaldırmak ve insanlar arasında eĢitliği sağlamak için
köklü tedbirler getirildi. Ġlk olarak bazı Müslümanların ve Müslüman olmaları beklenen
birçoklarının köleleri olduğu için kesin bir dille yasaklanmamıĢ, efendi ile köleyi aynı haklara
sahip kılmıĢ, ikisini beraber aynı sofraya oturtmuĢ, Allah katında kul olarak insanların bir
tarağın diĢleri gibi eĢit olduğunu ilan etmiĢtir.
Peygamberimiz : “Elinizin altındakiler sizin kardeĢlerinizdir. Allah onları size emanet
etmiĢtir. Bunun için onlara yediğinizden yediriniz, giydiğinizden giydiriniz. Onlara güçlerinin
yetmeyeceği zahmetli iĢler yüklemeyiniz. Onlara bir iĢ buyurursanız yardımcı olunuz”
buyurarak insanın insana zulmetmesini yasaklamıĢtır.
Köleyi dövmeyi, öldürmeyi de yasaklamıĢtır. “Kölesine kötü muamele de bulunan cennete
giremez”, Kölesini öldüreni öldürünüz, kölesini hapsedeni hapsediniz, kölesini hadımlaĢtıranı
TIBB-I NEBEVİ 113
Mustafa ÖSELMİŞ
hadımlaĢtırınız”, “Kimse kimseye kölem demesin” buyuran Ġslam Peygamberi köle sınıfı diye
bir sınıf kabul etmediğini belirtmiĢ ve köle geleneğini cahiliye adeti olarak nitelendirmiĢtir.
Kur’an-ı Kerim’de : “Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, fakirlere, yakın ve uzak komĢuya,
yolculara, kölelerinize, iyilik edin” (Nisan Suresi : 36) Emri ile Müslümanlar kimseye kötülük
etmeyeceklerdir.” Kendileri için sevdiğini baĢkaları için de sevmedikçe gerçek Müslüman
olamayacaklardır.”
Hz. Ömer (ra) dan rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz Ģöyle buyurmuĢtur : “Kim
kölesinin yüzüne bir tokat atsa veya onu dövse, onun kefareti köleyi azat etmesidir.”
Peygamberimiz bir gün kölesini döven birine :” Köleni azat etmelisin” demiĢtir. Ebu Mesud
der ki: “Kendime ait kölemi dövüyordum. Arkamdan bir ses duydum, Baktım ki, Resulullah
(SAV) Ģöyle diyordu: “Allah’ın senin üzerindeki kudreti, senin bu köle üzerinde olan
kudretinden daha fazladır.”
Ġslam tarihinde esirlere ve kölelere her zaman iyi davranılmıĢtır. Esirler baĢka milletlerde
olduğu gibi köleleĢtirilmemiĢ, hoĢ tutulmuĢ, evlere misafir dağıtılır gibi dağıtılmıĢtır. Bedir
savaĢının esirleri on Müslüman’a okuma-yazma öğretmesi Ģartı ile serbest bırakılmıĢtır.
“Analarından hür doğan insanları köleler edinmeyiniz” diyen Hz. Ömer (ra) Kudüs’e giderken
deveye hizmetçisi ile beraber binmiĢ, sıra hizmetçide olduğu için Ģehre o halde girmiĢtir.
Ġnsanlık tarihi ile beraber baĢlayan köleliğin kaldırılması için Ġslam ne lazımsa yapmıĢtır.
Müslüman olduktan sonra hürriyetlerine kavuĢan insanları ordunun baĢına komutan,
Medine’ye Vali yaparak yüceltmiĢtir. Köle azat etmek büyük ibadet sayılmıĢ, günahlara
kefaret için köle azat etmek Ģart koĢulmuĢtur. Peygamberimiz köle azat etmeyi teĢvik etmekle
yetinmemiĢ, bizzat para ile köle satın alıp azat etmiĢtir. Kur’an-ı Kerim’de (Tevbe:60)
köleleri hürriyetlerine kavuĢturmak için harcanmak üzere her sene bütçeden tahsisat ayırma
emredilmiĢtir. Zekatın bir kısmı köle azat etmek için kullanılacaktır. ĠĢte bu emirler karĢısında
Müslümanlardan servet harcayanlar olmuĢtur.
Ġslam Dininin eĢitlik emri en mükemmel tatbiki Ģeklini Türklerin sosyal hayatında bulmuĢtur.
Türk tarihinde asilzadelik gibi, kölelik gibi doğuĢtan imtiyazlı veya insani haklarını kaybetmiĢ
sosyal sınıf yoktur. Ġnsanlar arasında hiçbir ayrım gözetilmez. Makam vardır, mevki vardır,
rütbe vardır, ama bunların hepsinin üstünde sorumluluk duygusu ve adalet ve eĢitlik
anlayıĢına dayanan töre vardır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1. Dr. RaĢit El-Beravi, sosyalist sistem,S,18
2. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi,C.10,S.47
TIBB-I NEBEVİ 114
Mustafa ÖSELMİŞ
B– TÜRK ĠSLAM TARĠHĠNDE ADALET ANLAYIġI
Adalet, hak sahibine hakkını vermek, haksızlıktan kaçınmak, haksızlığı düzeltmek ve ölçülü
hareket etmek anlamlarına gelir. Adaletin zıddı, zulüm ve insafsızlıktır.
Tarihte adalet temeline dayanan idareler uzun ömürlü olmuĢ ve idare edilenler için kelimenin
tam manasıyla huzurun gerçekleĢmesini sağlamıĢtır. Sağlanan huzur içinde düĢmanlıklar,
menfaat çarpıĢmaları ve çözülmeler gibi felaketler görülmemiĢtir.
XX. Yüzyılın insanı sömüren kapitalizmin ve Komünizmin aç gözlülüğüne karĢılık, adil Türk
idaresi tarih boyunca mazlum insanların arzuları olmuĢ ve Türkler, kurtarıcı olarak
beklenmiĢtir. Çünkü Türkler hiçbir konuda emperyalist bir zihniyet taĢımamıĢ, kılıçlarını
çekip zulüm ve baskı ile insanlık Ģeref ve haysiyetini lekelememiĢlerdir. Girdikleri yerleri
harabeye çevirmemiĢler, fethettikleri ülkelerin kültür kaynaklarını kurutmamıĢlardır. Aksine
adalet anlayıĢları ile zayıfları ve mazlum insanları kendi zalim idarecilerinin zulmünden
kurtarmıĢlar, adaletle onları korumuĢlardır.
Türkler’ in siyaseti, adaletsizlik değil, adaleti yaymak, zulmü yok etmek idealine dayanır.
Bunun için Türklerin en çok sevdikleri Ģey adalet olmuĢtur. Asla adalet ve insafı elden
bırakmamıĢlardır. Bugün YunanlılaĢtırılmaya, RuslaĢtırılmaya ve ÇinlileĢtirilmeye çalıĢılan
esir Türklerin ızdırap verici manzaraları gibi vahĢet ve zulmün benzerine Türk tarihinde
rastlanamaz.
Türkler hakkında ileri sürülen yersiz isnat ve iftiraların tarih tetkik edilirse asılsız ve
mesnetsiz oldukları kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Bu konuda William Pih, Ģöyle der: “Türkler hiçbir adaletsizlik yapmamıĢlardır. Fakat hep
bunun kurbanı olmuĢlardır.”
Tarih Ģahittir ki, Türkler bütün insanlara karĢı daima merhametli davranmıĢlar ve ihsanda
bulunmuĢlardır. Türklerin merhameti ve ihsanı, yalnız kendi ırk ve dindaĢlarına değil, diğer
bütün milletlere ve dinlere mensup insanlara da Ģamil olmuĢtur. Türklerde zulüm yoktur, cebir
yoktur. Hakimiyetleri altında yaĢayan insanları dil,din,örf ve adetleri, can, mal, ırz ve namus
emniyetleri ile beraber korudukları bir hakikattir. Türkler iktidarlarının uzandığı yerlerde
harabelerin arasından geçip, Ģan ve Ģöhrete ulaĢan bir millet olmamıĢlardır.
Daha evvel Türklere insanlık dıĢı davranıĢlarda bulunan düĢmanlarını bile yendikten sonra
halkı tutsak saymamıĢlar, Ģehri yağmalamamıĢlar, onlara Türklüğe yakıĢır Ģekilde
davranmıĢlardır. Türk’lere zulmeden barbar insanlara asalet dersi vermiĢlerdir.
Burada karĢılıklı bir-iki olayı karĢılaĢtırmakta fayda vardır :
Haçlılar Kudüs’ü alınca 70.000 müslümanı kılıçtan geçirmiĢken bir sene sonra Kudüs’ü alan
Selahaddin-i Eyyubi bir tek Hıristiyanın burnunu bile kanatmamıĢtır. Müslümanlar arasında
Ġsa (AS) dan saygı ile bahsedilirken, Ġncil’e iman, iman esaslarından sayılırken Hıristiyanların
Ġslam Dinine, Ġslam Peygamberine dolayısıyla Müslümanlara duydukları kin ve nefret, onları
kudurtacak hale getirmiĢtir.
II. Murat’ın Selanik seferi sırasında Hıristiyanlardan hiçbiri hayatları karĢılığında dinlerini
değiĢtirmeye zorlanmadı. Kiliseleri kapatılmadı. Dini inançlarına ve hürriyetlerine
dokunulmadı. Türk-Ġslam siyasetinin gereği olarak zulme kalkıĢılmadı.
TIBB-I NEBEVİ 115
Mustafa ÖSELMİŞ
II. Sultan Selim tarafından gerçekleĢtirilen Kıbrıs’ın fethinden sonra gönderilen hattı
hümayunda Türk-Ġslam siyasetinin icabı olarak Ģöyle denilmiĢtir.
“Kıbrıs Beylerbeyine, Kadısına ve Defterdarına Hüküm ki :
Kıbrıs adası, aslanca dövüĢen ordularım tarafından yeni alınmıĢ bir diyar olduğundan yerli ve
fakir halka, harp icabı maddi ve manevi zarara uğramıĢ olup bu yüzden ızdırap çekmektedir.
Onlara adaletle, Ģefkatle muamele ediniz. Rahatlık içinde yaĢasın, iĢ ve güçlerine sahip olup
kazançlarına baksınlar. Az zamanda kalkınarak refah ve saadete ermeleri için mahkemelerde,
vergi alınmasında, velhasıl her türlü devlet iĢinde koruyunuz. Onlar bize koruyucu Allah’ın
bir emanetidir. Devletin Ģanına onları korumak ve himaye etmek yaraĢır. Her biri ırzından,
canından, malından emin olarak gönül rahatlığı içinde yaĢasın, iĢ ve güçlerine sahip olup
kazançlarına baksınlar. Benim adaletim bunu icap ettirir. Bu emrimin yerine getirilmesi için
her biriniz uyanık ve dikkatli olunuz. Aksini duyarsam, beyan oluna özrünüz kabul olmak
ihtimali yoktur, ona göre gaflet etmeyesiniz.”
A.de Lamartine (1001 Temel Eser ) Sona Doğru adlı eserinde Batının gösterdiği vahĢet
örneklerinden birini naklederken der ki : “Uyvar önlerine gelen Lorraine Dükü 19 Ağustos
1685 günü yapılan bir saldırıdan sonra kaleyi düĢürdü. Türklerin kalenin burçlarına diktikleri
beyaz teslim bayrağını görmemezlikten gelen almanlar, Türk erkeklerini kılıçtan geçirdiler.
Kadınları çocukları Hıristiyan ordusunun kumandanlarına sattılar. PaĢanın kesik baĢını ise
Viyana kapısına astılar.”
Türkler, diğer milletler gibi zalim olmamıĢlardır. Eğer ülkeleri fethettikten sonra himayeleri
altına adlıkları insanlara gaddar davransalardı, asırlarca süren hakimiyetlerini devam
ettiremezlerdi.
Halide Edip Adıvar, 23 Mayıs 1919’da Sultan Ahmet’te yapılan mitingde “Türklere zalim
diyenler öyle günah iĢliyorlar ki, tarihin karĢısında onların günahlarını bütün denizlerin
bitmez tükenmez suları bile yıkayamayacaktır” demiĢ. Türklere yapılan isnat ve iftiraları
reddederek, misliyle istilacı ve emperyalist milletlere iade etmiĢtir.
Türkler, insanlık anlayıĢlarının gereği olarak insana büyük değer vermiĢi ona hizmet etmeyi
kutsal görev bilmiĢtir. Ġnsanlığın idaresinin Türklere verildiğine inandıkları için insan zavallı,
aciz ve horlanan varlık durumuna düĢürülmemiĢtir. “Ġnsan”, “adalet”, “Müsamaha” Türk
düĢüncesinde kutsal kavram olmuĢ, zulüm ve haksızlığa asla yer verilmemiĢtir. Ayrıca Türk
kültüründe köleci devlet anlayıĢı yoktur. Türk devlet adamları saltanat sürüp insanları
ezmemiĢlerdir. SavaĢların sonunda mağlup milletler öldürülmemiĢ, malları yağmalanmamıĢ
ve onların üzerinde zalim bir baskı rejimi kurulmamıĢtır. Oğuz Han, mağlup ettiği milletlere
“Askerlerim mallarınızı yağmaladılar mı, size baskı yaptılar mı ?” diye sorar, “Hayır”
cevabını alınca da Allah’a Ģükrederdi. Ondan sonra da merhametle, adaletle davranırdı. Türk
töresine göre yağmacılığın ve zulmün cezası çok ağırdı. Askerlerden herhangi biri yağmacılık
yapacak olsa derhal idam edilirdi.
Melik ġah için tarihçi Mathieu: “Kalbi Hıristiyanlara karĢı Ģefkatle dolu idi. Fethettiği
ülkelerin halkına baba gibi davranırdı. Bu yüzden Rumlar ve Ermeniler Onun idaresine kendi
rızaları ile girdiler” der.
Türk idaresi, kılıç kuvveti ve zulüm üzerine kurulmadığından Alpaslan, Bizans halkı
tarafından kurtarıcı olarak karĢılanmıĢtır. I. Murad zamanında Balkan milletleri, Latin
kilisesine bağlanma yerine, adil Türk idaresini tercih etmiĢlerdir. II. Murat, bir ferman
TIBB-I NEBEVİ 116
Mustafa ÖSELMİŞ
yayınlayarak: “Tebaamdan Müslüman olanları camide, Hıristiyan olanları kilisede, Musevileri
de havrada görmek isterim” derken din ve vicdan konusunda Türk düĢüncesini açık bir
Ģekilde ortaya koymuĢtur.
Türkler, zulme ve adaletsizliğe karĢı her zaman keskin kılıç olmuĢlardır. KaĢgarlı
Mahmut: “Türkler ile beraber olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her
arzularına eriĢtirildi. Türkler himayelerine aldıkları milletleri kötülerin Ģerrinden korudu” der.
Bu doğrudur. Türkler en güçlü oldukları devirlerde bile kimseye kötü davranmamıĢlar, hatta
kendilerine karĢı ettikleri yemini bozanlara karĢı bile verdikleri sözde durmuĢlardır.
Fethettikleri yerleri adaletle fethetmiĢler, beyleri tarafından zulümle incitilmiĢ halk, Türkleri
kurtarıcı olarak karĢılayıp adil idarelerine sığınmıĢlardır.
Türk atları Vistül’den su içmeyince bize adalet yoktur” diyen Lehliler gibi birçok ülke
insanı Türk adaletinin özlemini duymuĢtur. Çünkü Türk idaresi altında herkes mutlu yaĢamıĢ,
kendi idarecilerinin ve dindaĢlarının zulmünden bıkanlar için Türk idaresi sığınak olmuĢtur.
“Adil”, “Müsamahakar”, “Sözüne sadık”, “Merhametli” gibi sözlerle kendisinden
bahsedilen Türklerin Ģefkat ve insanlık hissini inkara imkan yoktur. Türk adaleti sayesinde
herkes sulh sükun içinde yaĢamıĢtır. Daha da ileri giderek diyebiliriz ki, sürüye çoban,
hazineye bekçi gerekmemiĢ, kurtla kuzu aynı yerden su içmiĢtir.
Türkler, hangi dinden, hangi milletten olursa olsun haksızlığa uğrayan herkese açık
divanlar kurmuĢ, halka zulmettiği sabit görülen Ferhat PaĢa, padiĢahın damadı olduğu halde
idam edilmiĢtir. Kanuni’ye : “PadiĢahım bizim iĢlerimizi adalet üzerine görmen senin
vazifendir. Bu kutsal görevi yerine getirmezsen seni Allah’a Ģikayet ederim” diyen köylü
azarlanmadığı gibi atını bir Hıristiyan’ın ekin tarlasında doyuran yeniçeri ağası en ağır ceza
ile cezalandırılıyordu. I. Murat, Konya’yı muhasara etmiĢ ve kimsenin malına canına
iliĢilmemesini emretmiĢti. Fakat birkaç asker yağma yapınca sultan Murat’ın emri ile idam
edilmiĢtir.
II.Murat, hazineyi zenginleĢtirme teklifinde bulunan vezirine nasıl zenginleĢtireceğini
sorar. Vezir, halktan bazılarının fazlasıyla zengin olduğunu ve bunların parlarının bir
miktarının alınabileceğini söyleyince PadiĢah, fena halde hiddetlenmiĢ, vezirin vazifesinden
alındığını bildirirken yanındakilere :
-Bizim askerimiz gazi askerdir. Bir padiĢah haram yer ve askerine haram yedirirse,
asker harami olur” der.
Yer yüzünde Türkler kadar adalet ve hakkaniyet gösteren bir baĢka millet
gösterilemez. Adaletin muhteĢem tablolarını çizen Türklerin bu ayrıcalığının nedeni karakter
yapılarının sağlamlığı ve Ġslam’a bağlılıkları ile izah edilebilir.
Türkler, Kur’an’a ve Ġslam Peygamberine sonsuz bağlılık göstermiĢlerdir. Emredilen
adalet ilkelerini kusursuz yerine getirmiĢler, sosyal adaletsizlikten ve zulümden uzak,
Müslüman Türk olarak yaĢamıĢlardır.
Ġslam ayrıcalığı ve imtiyazlı sınıfı ortadan kaldırmıĢ, eĢitliği ve adaleti getirmiĢti. Bu
konuda birkaç dini emri zikretmekle yetineceğiz :
TIBB-I NEBEVİ 117
Mustafa ÖSELMİŞ
Mahzun kabilesinden Fatıma adlı bir kadın hırsızlık etmiĢti. Soylu bir kadın olduğu
için ona verilen ceza KureyĢlilerin ağrına gitti. Affı için Hz. Peygambere Üsame’yi aracı
olarak gönderdiler. Hz. Peygamber, iltiması kabul etmedi. Üsame’nin isteğini reddetti. Ve
dedi ki : “Sizden evvelkiler soylu biri çaldığı zaman onu affettiler, zayıf biri çaldığı zaman
onu cezalandırdılar. Allah’a yemin olsun ki, Muhammed’in kızı Fatıma da çalsa muhakkak
elini keserim.”
Bir hadislerinde de adaletin önemini Ģöyle belirtmiĢtir :
“Bir saat adaletle hükmetmek, 60 sene nafile ibadetten hayırlıdır.”
Kur’an-ı Kerim’de adaletle ilgili birkaç ayette Ģöyledir :
“ġüphesiz ki Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya yardım etmeyi emreder.
TaĢkınlıklardan, kötülüklerden, zulüm ve azgınlıktan nehyeder. Size öyle öğütler verir ki,
iyice dinleyip, anlayıp tutasınız.” (Nahl Suresi :90)
“Hükmettiğin zaman onların arasında adaletle hükmet. Allah, adaletle hükmedenleri
sever.” () Maide Suresi : 42 )
“Ey iman edenler, verdiğiniz ahitleri yerine getiriniz.” (Maide S.1)
“Harbediniz, fakat zulmetmeyiniz.” (Kasa S.77)
“Allah haddi aĢanları, adaletten ayrılanları sevmez.” (Bakara S.190)
“Allah zalimleri sevmez.” (Al-i Ġmran S.59)
“Ġnsaf ve adalet dairesinde hükmet, çünkü Allah doğruları ve insaf edenleri
sever.”(Maide S.45)
“Görülüyor ki, Türklerin adalet anlayıĢı, inançlarının gereği olmuĢtur, Ayetler ve
hadislerin ıĢığı altında Türk-Ġslam tarihi adalet örnekleri ile dolmuĢ, Türk idaresi altında
yaĢayan herkes mutluluk ve emniyet içinde hayatlarını sürdürmüĢlerdir.
Ġnsanlara mutluluk kaynağı olan adalet örneklerinden birkaçını burada zikretmek
yerinde olacaktır :
Büyük Selçuklu Ġmparatoru Melik ġah’ın karĢısına bir köylü çıkar ve: “Memurların
zulmünden yandık yıkıldık” diye Ģikayet eder. Melik ġah atından inip köylüye :
-Yakama yapıĢ, beni sarayıma kadar götür” der.
Köylü olmaz dediyse de PadiĢah ısrar etti. Köylü yakasından tuta tuta saraya getirdi.
Nizamülmülk hayretle padiĢaha :
-Sultanım bu ne ? Bunu niçin yaptırdınız ? “ diye sorunca Allah’ın huzuruna bu
Ģekilde götürme hakkına sahiptir. Orada verecek cevabım olmayacağından cezamı burada
çekiyorum.”
TIBB-I NEBEVİ 118
Mustafa ÖSELMİŞ
Gazneli Mahmud’un huzuruna Müslüman olmayan biri gelerek ağlar ve :
-Sultanım, güçlü kuvvetli biri evime girip beni dıĢarı attı. Evde eĢim var, adaletinize
sığınıyorum, der.
Sultan, yanına birkaç adam alarak mazlumun evine gider. Karalıkta ıĢık yaktırmayıp,
kılıcı ile zorbayı öldürür. IĢığı yaktırıp adamın kim olduğunu görünce de Allah’a Ģükreder. Ev
sahibi bütün bunların sebebini sorunca da Ģu cevabı verir :
-Korkum Ģu idi. Benim nüfuzumdan biri olabilirdi. IĢığı yaktırmadım, belki onu öldürmeye
elim varmaz diye. Onu görünce de tanımadığım biri olduğu için Allah’a Ģükrettim.”
Osman Gazi Cuma günleri halkın Ģikayetlerine bakardı. Bir Cuma günü Germiyanlı
bir Türk ile Bilecik Rum tekfuruna bağlı bir Rum arasındaki anlaĢmazlıktan doğan davaya
bakmıĢ, neticede Rum’u haklı görerek onun lehine karar vermiĢti. Osman Gazi’nin HıristiyanMüslüman farkı gözetmeden adalet dağıtması, adaleti her Ģeyden üstün tutması baĢarılarının
sırlarında biri idi. Bu üstün adalet anlayıĢı altı asır devam edecekti.
Osman Gazi ölürken oğlu Orhan Gazi’ye Ģöyle vasiyet etti :
“Allah’ın buyruğundan gayri iĢ, iĢlemeyesin, bilmediğini din alimlerinden sorup
öğrenesin. Ġyice bilmeyince bir iĢe baĢlamayasın. Sana itaat edenlere adaletle muamele edip
hoĢnut tutasın. Asla zalim olma. Alemi adaletle Ģenlendir. Cihadı terk etmeyerek beni Ģad et.
Askerine ve malına gururlanıp Ģeriat ehlinden uzaklaĢma. Bizim yolumuz Allah yolu,
maksadımız ise Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik davası değildir.”
Emir Sultan Bursa kadısıdır. Bursa halkından biri, diğerini mahkemeye verir ve dava
konusu olayı bizzat gören Yıldırım Beyazıt’ ı da Ģahit gösterir. Mahkeme günü padiĢah ismi
ile “Murat oğlu Beyazıt…” diye çağrılır.
Emir Sultan Buhari, Ģahidi aĢağıdan yukarı süzdükten sonra der ki :
Ġçki içmeyi akıĢkanlık haline getirmiĢ olan birinin muhakemesi ve Ģuuru yerinde
olmadığından dinen Ģahitliği kabul edilmez. Eğer baĢka Ģahidiniz varsa onu dinleyelim.
“Adalet mülkün temelidir” sözünün anlamını çok iyi bilen Yıldırım Beyazıt, adaletin
önünde baĢını önüne eğerek çıkıp gider.
Ġstanbul’un fethinden sonra mahkumları serbest bırakan Fatih’in huzuruna hapisten
çıkmak istemeyen iki papaz getirilir. Bizans düzeni olmayan bir yerde hapisten çıkmamaya
yemin eden papazlara Fatih :
-Memleketi geziniz, Eğer bir haksızlık görürseniz o zaman yalnızlığa çekilip, hayata
küsünüz” der.
DolaĢmaya baĢlayan papazlar, Bursa’da bir davaya tanık olurlar, Bir Müslüman, bir
Yahudi’den at satın alır. At hastalıklı çıkınca Müslüman, Bursa kadısına gider. Fakat kadı
makamında bulunmadığı için hayvan ölür. Durumu öğrenen kadı :
TIBB-I NEBEVİ 119
Mustafa ÖSELMİŞ
Ġlk geldiğinizde yerimde bulunsaydım, atı sahibine iade eder, paranızı verdirirdim. Suç
bende, o halde atın bedelini ben ödüyorum” der.
Papazlar daha sonra Ġznik’e gelir. Burada baĢka bir olaya Ģahit olurlar :
Ġki Müslüman arasında tarla alıĢveriĢi olmuĢ, tarlayı alan, tarlada bir miktar altın
bulmuĢtur. Altını vermek ister. Daha evvelki sahibi “Ben tarlamı her Ģeyi ile sattım, alamam”
der. Mesele kadıya kalmıĢtır. Altınları ikiye taksim eder.
ġahit oldukları olayların etkisiyle ĢaĢkına dönen papazlar, Fatih’in huzuruna döner.
Yanıldıklarını ve Hıristiyanların herhangi bir haksızlığa uğrayacaklarına inanmadıklarını ifade
ederler.
Ġstanbul’un fethinden sonra Fatih Ayasofya’ya giderken bir Rum karĢısına çıkıp.
Kermiyenzade Ali ġirinoğlu tarafından dövüldüğünü söyleyip Ģikayetçi olur. Fatih, derhal
muhakeme edilmesini ister. Neticede Ali ġirinoğlu suçlu görülür ve cezalandırılır. Rum tekrar
Fatih’e gelir, teĢekkür eder ve : Sende bu adalet ve kadılar varken bütün dünyayı fethedersin.”
der.
Fatih Sultan Mehmet, Fatih Camiini yaptırıyordu. Rum ustası Ġpsilanti, sütunları fazla
kesmiĢti. Bu duruma fena halde kızan Fatih, Rumun elini kestirdi. Rum usta, davacı oldu.
Ġstanbul Kadısı, Sarı Hızır Efendi idi. Davacı ve davalıyı ismen çağırdı. Fatih bir yere
oturmak isteyince kadının Ģu ihtarı ile karĢılaĢtı.
-Oturma beğüm ! Hasmınla omuz omuza dur !
Ġkisini de dikkatle dinleyen kadı, Fatih’in elinin kesilmesine karar verdi. Ġbsilanti,
kısastan vaz geçerek tazminat ödemesini istedi. Kadının kararı ile Fatih, hayatta olduğu
müddetçe Ġbsilanti’ye günde on akçe ödeyecekti. Fatih kendiliğinden tazminatı yürmi akçeye
çıkardı. Önemli miktarda mal bağıĢladı. Kadı Sarı Hızır Efendinin huzuruna dönerek, ona :
-Ben PadiĢahım diye iltimas edip, adaleti yerine getirmeseydin (kılıcını göstererek)
baĢını bununla uçuracaktım” deyince Kadı :
-Sen de padiĢahım diye karĢıma çıkıp, adaletin kutsallığını ihlal etseydin (minderinin
altından çıkardığı hançeri göstererek) vallahi bende bunu kalbine saplayacaktım” diye karĢılık
verir.
Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine giderken bir tüccardan borç para almıĢtı. DönüĢte
tüccarın öldüğü anlaĢıldı. Tüccarın iki küçük varisi kalmıĢtı. Defterdar, borç alınan paranın
hazineye aktarılmasını teklifinde bulununca Yavuz Sultan Selim Ģu karĢılığı verdi :
-Ölüye rahmet, malına bereket, çocuklarına afiyet, zalime lanet.”
Kanuni Sultan Süleyman’a bir ihtiyar kadın gelerek, evinin soyulduğunu söyleyip
Ģikayette bulundu. PadiĢah sordu :
-Evin soyulduğu sırada sen evinde değil miydin ?
Kadın cevap verdi :
TIBB-I NEBEVİ 120
Mustafa ÖSELMİŞ
-Evimdeydim. Fakat derin uykuya dalmıĢım. “PadiĢah :
-Etrafta hırsızların olduğunu bildiğin halde neden o kadar derin uykuya daldın?”
deyince kadın :
“Ben derin uykuya daldığım zaman, sizin baĢımızda uyanık olduğunuzu
düĢünmüĢtüm” Ģeklinde cevap vermiĢti. Kanuni, bu cevap karĢısında irkilmiĢ ve
yanındakilere zararın ödenmesini emretmiĢtir.
Netice olarak, Türk adaletinin örnekleri yazmakla bitmez. Mesele Ģu ki Türkler
dinlerinin emri ve Allah korkusunun sağladığı adaletle insanları idare etmiĢlerdir, millete
zahmet çektirmemiĢ ve yabancıya zulmetmemiĢlerdir. Hep Ġlahi adaletin tecelli edeceğine
inandıklarından, adalet ve doğruluktan asla ayrılmamıĢlardır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 121
Mustafa ÖSELMİŞ
C– ĠSLAMDA VE TÜRK TÖRESĠNDE MÜSAMAHA
Ġslam, Cahiliye devri adetlerini ve insanların baĢına korkunç felaketler giren her türlü
davranıĢı yasaklayarak insanlar için huzur ve mutluluk olmuĢtur.
Ġslam; insana olduğu kadar onun hak ve hürriyetlerine de büyük önem vermiĢ ve
insanlık Ģerefi için temek kaynak olmuĢtur. Ġnsanlara karĢı sert muamele, gasp, tecavüz ve
zulüm gibi her türlü insanlık dıĢı davranıĢı kesinlikle yasaklanmıĢtır. Dinlerinin emri ile
Müslümanlar, kafirlerin Ġslam’a girmelerini çok arzu ettikleri halde asla zor
kullanmamıĢlardır. “Dinde zorlama yoktur” ayeti ile “KolaylaĢtırınız güçleĢtirmeyiniz,
müjdeletiniz nefret ettirmeyiniz” hadisine uyarak mütecaviz bir tutum izlememiĢlerdir. Dört
kitabı, bütün dinlerin peygamberlerini kabul ve tasdik etmiĢler analarından hür olarak doğan
insanları köleler edinmemiĢlerdir. Ġnsanlara hür yaĢama, hür inanma ve hareket etme hakkını
tanımıĢlardır.
Ġslam kılıç dini değildir. Kur’an-ı Kerim’de Allah Ģöyle buyurmuĢtur: “Sizinle
dövüĢenlerle Allah yolunda siz de dövüĢün, fakat tecavüz etmeyin. Allah tecavüz edenleri
sevmez.” (1)
Ġslam Peygamberi, Halid Bin Velid’i harp için değil, Ġslam’ı anlatmak için bir kabileye
göndermiĢti. Halid Bin Velid ve arkadaĢının kılıç kullandığını duyan Ġslam Peygamberi,
kıbleye dönerek : “Ya Rabbi ! Halid’in yaptığından beriyim ! “sözünü üç defa tekrar etmiĢ,
daha sonra olay mahalline Hz. Ali’yi göndererek yalnız insanların değil öldürülen hayvanların
da diyetini vermiĢtir.
Hz. Ömer (ra) Kudüs’ün fethinden sonra verdiği beratta, kiliseleri mesken ittihaz
edilemeyeceğini, içinde bulunan eĢyaların hiçbir Ģekilde tahrip ve müsadere olunamayacağını,
dini hususlarda cebir ve tazyik gösterilmeyeceğini, canların, malların her türlü taarruzdan
emin olacağını belirtmiĢtir.
Ġslam, Ģiddet dini değil, Ģefkat ve merhamet dinidir. Allah’ın yarattıklarına Ģefkat,
merhamet ve adaletle muamele edilmesini emretmiĢtir. Peygamberimiz (SAV) Ģöyle
buyurmuĢtur: “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz; insanlara merhamet etmeyene Allah
merhamet etmez; Allah’ın yarattıklarına Ģefkatle muamele ediniz.”
Kudüs’e giderken deveye hizmetçisi ile beraber nöbetleĢe binen Hz. Ömer (ra),
Müslümanları, Yahudileri öldüren ve yakan haçlılar gibi davranmayıp Hıristiyanlara
beklemedikleri anlayıĢ ve hoĢgörü ile davranmıĢtır. Hatta Hıristiyanlara gösterdiği anlayıĢ ve
hoĢgörüden cesaret alan Kudüs Patriği O’nu namaz kılmaz üzere Sen Konstantin Kilisesine
götürmüĢ, fakat Hz. Ömer, burada namaz kılmayı kabul etmemiĢtir. Patrik, bu davranıĢın
sebebini sorduğunda Hz. Ömer’in verdiği cevap :
-Eğer ben bu kilisede namaz kılarsam, belki ilerde Müslümanlar burayı camiye
çevirebilirler” Ģeklinde olmuĢ ve Patrik’i ĢaĢırtmıĢtır.
Ġslam’da af ve insan hayatının korunması esastır. Ġslam Peygamberi, kendisini
zehirlemek isteyen Beni Nadir kabilesinden bir Yahudi kadını, Amcası Hz. Hamza’yı öldürüp
Ģehit vücuduna saldıranı, fetihten sonra kendisine ve Müslümanlara zulmeden Mekke’lileri
hep bağıĢlamıĢtır. Onlara karĢı kin güdüp düĢmanlık göstermemiĢtir. Harp meydanında
dolaĢırken Peygamberimiz, bir kadın cesedi görmüĢtür. Bunun üzerine durmuĢ ve : “Bu kadın
TIBB-I NEBEVİ 122
Mustafa ÖSELMİŞ
öldürülmemeli idi” diyerek derhal Halid bin Velid’e haber göndererek, kadınları ve
çocukların öldürülmemesini emretmiĢtir.
Bir hadislerinde de : “Bir milletle savaĢıp onları yenersiniz, onlar da kendi hayatları ve
çocuklarının hayatlarının emniyeti için size belli bir teminat vermeyi kabul ederlerse, sakın
tespit edilen miktardan bir kuruĢ fazlasını almayın çünkü haramdır.” buyurmuĢlardır.
Halife Hz. Ömer’de ordu ve kumandanlara verdiği emirde Ģunları söylemiĢtir :
“Kimseye zulmetmeyiniz; Allah zalimleri sevmez, SavaĢta korkak olmayınız, kuvvetinizi
gaddarlık suretiyle kullanmayınız, zafere ulaĢınca haddi aĢmayınız, insaf ve adaletten
ayrılmayınız, ihtiyarları, çocukları ve kadınlar öldürmeyiniz.”
Ġslam’ın kesin ve açık emirleri karĢısında Müslümanlar adaleti ve insanlığı asla elden
bırakmamıĢlarıdır. Ebu Ubeyde, Ürdün’e geldiğinde Hıristiyanlar : “Siz bize
zulmetmiyorsunuz. Bugüne kadar Rumlardan çok zulüm gördük. Sizi daha çok seviyoruz”
diyerek Müslümanların idaresinden memnun olduklarını belirtmiĢlerdir.
Halid Bin Velid, (Hasta,kadın,.çocuk ve din adamlarının dıĢında) Hire halkı ile
anlaĢma yapınca onlara : “Eğer sizi himaye edersek, cizye almak hakkımızdır. Himaye
edemezsek aldığımız vergiyi hak etmiĢ olmayız” demiĢtir. Hz. Ömer (ra) da Herakliyus’un
Müslümanlara karĢı kurduğu orduya karĢı çıktığı için, Müslümanlara vergi verdikleri için
himaye olunan Suriyeli Hıristiyanlara : “Biz sizden aldığımız verdi karĢılığında sizin ırzınızı,
malınızı, canınızı koruyacaktık. Bu durumda sizi korumayacağız. Onun için aldığımız
verdileri iade ediyoruz” demiĢ, ne alındıysa noksansız geri vermiĢtir. Böyle bir davranıĢ
karĢısında Hıristiyanlar, kendi dindaĢlarına karĢı Müslümanların baĢarısı için dua etmiĢler ve
yardımda bulunmuĢlardır.
a) Türklerde Müsamaha :
Türk töresinde ahlaka, hoĢgörü ve müsamahaya geniĢ yer verilmiĢtir. Bunun için
Türkler tarih boyunca ahlaki, insani değerlerin koruyucusu ve uygulayıcısı olmuĢlardır. Her
Ģeyi insanın yararına ve insanın haklarını korumaya yönelik düzenlemiĢlerdir. Ġnsanın
benliğini yitirmeden hayatını sürdürmesi için çalıĢmıĢlardır.
Kim olursa olsun insanlara vakar ve haysiyetlerine yakıĢır ölçüler içinde, insan
haysiyetine uygun davranmıĢlardır. Fethettikleri ülkelerin insanına ve Türk adaletine
sığınanlara nazik muamelede bulunmuĢlar, insanlara cebir ve Ģiddetle değil, hakanların bile
uymak zorunda olduğu Türk töresi ile ayrı milletlerin, ayrı dinlerin insanlarını sulh ve sükun
içinde adaletle idare etmiĢlerdir. O kadar müsamahalı davranmıĢlardır ki, bu durum yabancı
milletlerin uzun müddet Türklere bağlı kalmasını sağladığı gibi “Kemliğe kemlikle muamele
edilmez” diyen Türkler, insanlık dıĢı davranıĢlarda bulunan düĢmanlarını utandırmıĢtır.
Türk töresine göre alınan esirlerin öldürülmesi yasaktır. Esire yemek veren kim olursa
olsun o yemekten evvela kendisi yiyecektir. Esire ve malına asla zarar verilmeyecektir. Hor
görülüp adi iĢlerde kullanılmayacaktır. Kötü muameleye maruz kalan efendisi aleyhinde dava
açabilecektir. Her türlü mabede hürmet edilecektir.
Türkler, ellerinde kılıç mağlup milletleri kılıçlarının ucu ile zor kullanarak onlara ait
hiçbir Ģeyi TürkleĢtirme hareketine giriĢmedikleri gibi , imha amacı da gütmemiĢlerdir.
DüĢmanlarına beklemedikleri Ģekilde anlayıĢ ve insanlık göstermiĢler mecbur olmadıkları
TIBB-I NEBEVİ 123
Mustafa ÖSELMİŞ
iltifatlarda bulunmuĢlardır. Kendi idarecilerinin vermedikleri hakları onlara vermiĢler,
gelenekleri, inançları yok edilmemiĢ, geniĢ bir din ve vicdan hürriyeti tanınmıĢtır.
J.J.Rousseau, emile adlı eserinde Türk müsamahakarlığını Ģöyle ifade etmiĢtir :
“Türkler dinleri icabı kendi dinlerine düĢman olanlara bile müsamahakar ve
misafirperverdirler.”
Türkler yıkıcı, zorbacı, istilacı olsaydı, Türklerin hakimiyet kurdukları yerde diğer
dinlere mensup az insan kalırdı. Haçlılar gibi kitle halinde kılıçtan geçirme, sağ kalanları ise
zorla vaftiz edip Hıristiyan yapmak gibi cinayet ve vahĢete yönelmemiĢlerdir. Türk
hakimiyeti altında dinlerini, örf ve adetlerini aynan korumuĢlardır. Türkler aĢağıdaki
misallerde olduğu gibi insan haklarına saygı göstermenin, din ve vicdan hürriyetine değer
vermenin açık örneklerini göstermiĢlerdir.
13 Aralık 1084’de Süleyman ġah, General Plaretos’u yenip Antakya’ya girince Ģehirde
umumi af ilan etmiĢ, esirleri serbest bırakmıĢ ve hemen Cuma namazı kılmak zorunda
kaldıkları kilisenin karĢılığı olarak iki kilise yapabileceklerini bildirerek ibadetlerine engel
olmadığı halkın minnet ve Ģükranını kazanmıĢtır.
Selçuklu devrinin baĢından beri, Türk hakimiyetinde cami, kilise havra yan yana
bulunuyordu. “Hıristiyan azınlıklar Selçuklu devleti hudutları içinde Müslümanlarla her ne
kadar aynı haklara sahip olmamıĢlarsa da hiçbir zaman Bizans’ta olduğu gibi dinsiz avına tabi
tutulmamıĢlardır. Ġdareleri altındaki Rum ve Ermenilerin hiçbir dini inancına karıĢmayan
Türkler, büyük bir tolerans göstermiĢlerdir.” (2)
Tarihçi Yedeon : “Ortodoks Hıristiyanların himaye edilmesi, rahat yüzü görmesi
ancak sultan Mehmed’in Ġstanbul’u fethi ile baĢlar” demiĢtir. Gerçekten harp sonunda
Ġstanbul’u alan Fatih, diğer millerlerde adet olduğu gibi katliam yapmamıĢ, yerli halkı dilinde,
dininde serbest bırakmıĢ, mülkiyet haklarına dokunmamıĢtır. Bundan baĢka sürüp giden
Katoliklerin Ortodokslara karĢı baskısını kaldırmıĢtır.
Kanuni lütuf ve yardımları ile Rum halkını üstün hayat seviyesine ulaĢtırmıĢ, oğlu II.
Selim ise, bugün masum yavrular dahil Türkleri katlederek insanlık ve minnettarlıklarının
derecelerini gösteren Rumları, fethettiği Kıbrıs’a yerleĢtirip her türlü hak ve hürriyeti onlara
vermeyi insanlık görevi bilmiĢtir. Bugün Rumların iddia ettiği gibi Türkler kötü niyetli
insanlar olsaydı, Türkiye’de ve Kıbrıs’ta bir tek Rum kalmazdı.
Malazgirt’te esir ettiği Ġmparatorlarının hayatını bağıĢlayan Alpaslan’dan bu yana Rumlar,
Türklerden Ģefkati yardım ve himaye görmüĢlerdir. Son Kıbrıs harekatı sırasında Rum
esirlerine Adana ve Mersinde yapılan muameleyi gören yabancı gazeteci radyo ve televizyon
muhabirleri, Kızılhaç temsilcileri Rumların iddialarından dolayı baĢlarını önlerine eğmiĢler ve
Türkler hakkında daha evvelki yazdıklarından dolayı piĢmanlık ifadesinde bulunmuĢlardır.
Aynı kiĢiler daha sonra Kıbrıs Rum kesiminde toplu katliamların sonunda açılan çukurlarda
Türk cesetleri çıkarılırken bozulmuĢ, Türk komutanın :
- Ne o iğrendiniz mi ? sorusuna Ģu cevabı vermiĢlerdir :
- Evet, ama ölülerinizden değil, insanlık ve medeniyet adına iĢlenen Ģu vahĢetten !..
TIBB-I NEBEVİ 124
Mustafa ÖSELMİŞ
Türkler, kendilerine yapılan her türlü zulüm ve vahĢeti unutarak Türk’ün haysiyetine
yakıĢır bir Ģekilde davranmıĢlardır. “ Avrupa Katolik kilisesinin yanında diğer kiliselerin
kurulması olayları, kan gövdeyi götürme pahasına olurken, Türkler dini bakımdan büyük bir
müsamaha gösteriyorlardı. Osmanlı devletinin kuruluĢundan beri onunda idaresine giren halk,
dilediği gibi din törenleri yapabilirdi. Bu serbestlik Avrupalıları o kadar kıskandırmıĢtır ki,
reformun babası olan Lüter, Almanya üzerinde Türk idaresinin kurulmasını bile istemiĢtir.”
(3)
Yavuz Sultan Selim, din ayrılığını kaldırmak amacı ile Anadolu’da yaĢayan Hıristiyan
halka Ġslam’ı kabul ettirmeyi düĢünmüĢtü. Bu düĢüncesini ġeyhülislam Molla Ali Cemali’ye
açtı. ġeyhülislam, bu davranıĢın Ġslam’a uygun düĢmeyeceğini belirterek :
1. Hayır, olmaz. Dinde zorlama yoktur” cevabını vermiĢtir.
1715’te Girit Adasının fethinden sonra Türkler, yerli halkı iĢlerinde, dini ayin ve ibadetlerinde
tamamen serbest bırakmıĢlardır. “Adanın fatihleri olan Türkler, yerli ahalinin cemaat iĢlerine
karıĢmayarak, onları dini merasimlerini ifade ve ruhani müesseselerini idarede tamamen
serbest bıraktılar. Dini bakımdan böyle mutlak bir hürriyete sahip olan Girit reayası, aynı
zamanda hertürlü tetkik ve teftiĢten vareste kalarak, mektepleri ile adet ve göreneklerinin
tanzim ve idaresi hususları da kendilerine bırakıldı. Anadilleri her türlü müdahaleden masun
kaldı.” (4)
Türkler, insanla değil, zulüm ve adaletsizlikle savaĢtıkları için insana zarar vermemeyi
özellikle dikkat etmiĢler, insana karĢı kan dökme ihtirası gütmemiĢlerdir. Ġnsana kutsal
emanet olarak değer vermiĢlerdir. Bu yüzden insana karĢı saldırgan olmamıĢlar, insanlara
verdikleri sözü Allah’a verilen söz kabul etmiĢler ve insanlarla yaptıkları hiçbir anlaĢmayı
bozmamıĢlardır. Ġnsanlık ve ahlak dıĢı muamele söz konusu olmadığı için yerli halktan
birçoğu Türk uyruğuna kendi isteği ile geçmiĢtir. Anadolu’nun fethi sırasında Bizans’ın
zulmü altında Rum ve Ermeni azınlıklar, Türklere kucak açmıĢlardır. Türklerin girdiği
yerlerden göç etme müsaadesi verildiği halde, Türk idaresine meftun olan halkın pek azı,
Ģahsi nedenlerle göç etmiĢtir.
“Bursa’nın zabtını müteakip halka karĢı gösterilen yumuĢaklık ve teslim Ģartlarına
riayet edilmesi, Ġznik’in tesliminde de gösterildi. ġehir ve kaleyi teslim alan Orhan Bey,
halktan arzu edenlerin eĢyalarıyla beraber gitmesine müsaade etti. Hatta bu müsaade daha ileri
giderek Ġznik halkının kendi tebaasından olmak ve yalnız cizye vermek Ģartıyla adet ve
ananelerini muhafaza edebileceklerini ilan etti. Ġznik muhafızı olan Rum Beyi deniz yoluyla
Ġstanbul’a gittiyse de halktan çoğu gitmedi. Harp sahasına yakın olduğu için muvakkat bir
müddet beylik merkezi Ġznik’e naklolundu.” (5)
Ġstanbul’un fethinden sonra “HaĢmetle Ģehre giren ve doğru Ayasofya’ya giden genç
hükümdarı, burada toplanmıĢ olan halk ve papazlar karĢılarında gördükleri vakit ağlayarak
yerlere kapandılar. PadiĢah onlara sükut etmelerini söyledikten sonra Patrik’e : “Ayağa kalk !
Ben Sultan Mehmet, sana ve arkadaĢlarına ve bütün halka söylüyorum ki, bugünden itibaren
artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız.” Dedi” (6)
Ayasofya’ya giren Türk ordusu “Her sınıf ve cins insanın sımsıkı buraya dolmuĢ olduğunu
gördü. Ortaçağların bütün müstevli orduları böyle bir topluluğu zaferlerinin mahsulü telakki
TIBB-I NEBEVİ 125
Mustafa ÖSELMİŞ
eder ve affetmekten baĢka onlar hakkında her Ģeyi reva görürdü. Fakat yine ortaçağların bu
muzaffer ordusu kendilerine iki aya yakın bir zaman her türlü düĢmanlığı gösteren bu insan
yığınına karĢı, insanlığın üstünde bir merhamet ve Ģefkat hissi duydular ve yirminci yüzyılın
bu anında dahi en medeni millerlerde bile görmeye hasret kaldığımız bir asaletle bu aciz insan
kütlesine kılıçlarını çekmek lüzumunu duymadılar. Ġnsanlık tarihi bu zamana kadar hemen
hemen böyle bir Ģey kaydetmemiĢti. Bu suretle Bizans!ın bütünü affedilmiĢ oluyordu. Böyle
olunca Ģehirde umumi bir katl yapılmamıĢtır. Çünkü Osmanlılar zaferlerini, Timurvari, suçsuz
insanları öldürmek suretiyle kirletmek istemiyorlardı. “ (7)
Türk örf, adet ve ananesinin bir gereği olaran insanlığa sunulan müsamahakar davranıĢlar, her
türlü kötülüğü, adaletsizliği yasaklayan Ġslam’ın emri olduğu ve Türklerin de ona göre hareket
ettikleri unutulmamalıdır. Tarihin adını deliye çıkardığı Sultan Ġbrahim, kardeĢi dördüncü
Murad ölünce kendisini tahta oturtmak isteyen Sadrazama : “Dur Lala” deyince orada
bulunanların hepsi ĢaĢırmıĢtı. Genç adam tahta oturmadan ellerini kaldırarak Ģu duayı etti :
-“Ya Rab… Sana hamd ederim ki, benim gibi zayıf kuluna bu makamı layık gördün. Bu
makamda cihana hükmeden bir kudrete sahip olacağım. Ya Rab… ben bu kudreti kötüye
kullanır, kullarını zulüm altında inletirsem, masum insanların üstünde bir kabus olursam, o
zaman sen kahredici azamet ve kudretinle beni yok et. Masum insanları benim zulüm ve
iĢkencemden kurtar...”
Ve sonra “Bismillah” deyip tahta çıkıp oturdu.
ĠĢte Türk tarihinde zulüm ve adaletsizlikten bu inanç ve sorumluluk duygusu sayesinde uzak
kalınmıĢtır. Bugün Ayasofya’nın kapalı, Patrikhanenin açık olması, azınlıklar içinde en rahat
yaĢayanların Türkiye’deki azınlıkların oluĢu ve Kıbrıs harekatı sırasında katil insanlara
gösterilen insanlık geleneksel Türk müsamahasının her Ģeye rağmen sürdüğünün delilleridir.
Kıbrıs’ta toplu katliamlar yapan Rumlar, Türkler gelince yaptıklarının karĢılığını beklerken
türk’ün geleneksel müsamahası ile karĢılaĢmıĢlar ve masum insanlara yaptıkları vahĢi
hareketlerden utanç duyduklarını ifade etmiĢlerdir.
Diğer bir olay da BeĢparmak Dağlarında bir komanda erimiz, bir Rum askerini ayağından
vurarak esir alıyor. Rum askeri az bildiği Türkçe ile “Mehmet bana su verir misin ?” diyor.
Mehmetçik, matarasını çıkarıp uzatıyor. Rum askeri gülünce, Mehmetçik neden güldüğünü
soruyor, cevap olarak :
- Eğer ben seni esir almıĢ olsaydım ve sen benden su istemiĢ olsaydın, sana su vermez,
tabancamı çıkarır ağzından vururdum” diyor.
b) Tek Taraflı Sürdürülen Müsamaha :
Hiçbir millet ve Türklerin himayesinde yaĢayan azınlıkların hiçbiri Türkler tarafından zulüm
görmemiĢtir. Her zaman adil, müsamahakar Türklerin ihsanı ile karĢılaĢmıĢlardır.
ġunu açıkça belirtmek gerekir ki, Türklerin müsamahası tek taraflı olarak devam etmiĢ, iyi
muamele ettiği kimselerin her fırsatta hainlik ve nankörlükleri ile karĢılık görmüĢtür.
Denilebilir ki Türkler, haddinden fazla adil ve müsamahakar olmalarının kurbanı olmuĢtur.
Dünyanın diğer ülkelerinde yaĢayan Ermeniler rahat nefes alamazken uygulanan politika
sonunda bir çoklarının Ermeni oldukları unutturulmuĢken, bugün Türklere barbar diyenlerin
TIBB-I NEBEVİ 126
Mustafa ÖSELMİŞ
baĢında Ermeniler gelir. Kendilerini mazlum ve masum insanlar olarak göstererek, zalimken
mazlum rolü oynayarak saldırgan dille Türkiye aleyhinde geniĢ bir kampanya açmıĢlardır.
Dünyanın çeĢitli ülkelerinde Türk intikam anıtları dikmiĢler, küçük hesaplar uğruna bazı
kiĢileri de kendi gayeleri uğruna kullanmaktadırlar.
“Fatih Sultan Mehmet, Ġstanbul’u fethettikten bir müddet sonra Ermenilerin Bursa’daki
Ruhani reisleri Ovakim’i Ġstanbul’a getirterek, Rum Patrikhanesi yanında bir de Ermeni
Patrikhanesi tesisine müsaade etti. Rum patriğine verdiği hak ve imtiyazları aynen Ermeni
patrikliğine de lutfetti.” (8) Tarih boyunca ayrım gözetilmeden Türk halkı ile aynı haklara
sahip olarak yaĢadıkları halde, hayali Ermeni katliamları hikayeleri uydurarak iğrenç
hareketlere baĢvurmaktadırlar.
Ermenilerin “Kızıl Sultan” dedikleri Abdulhamid zamanında Ermeniler, Ġngiliz ve Rus
silahları ile Osmanlı Bankasına saldırıp, masum Müslüman-Türk halkını Ģehit ettiler. Bankayı
kuĢatan Ermenilerle Türk askerleri arasında çatıĢma oldu. Birçok insan Ģehit oldu.
Avrupa basını ve siyaseti bütün açıklığı ile aleyhimize döndü. Türklerin Ermenileri
öldürdükleri söyleniyor ve sefirler Abdulhamid’e gelerek “Türk katliamını (!) protesto etmiĢti.
Abdulhamid :
- Ermeniler, tebayı Ģahanem olan Müslüman halka bu silahlarla saldırmıĢlardır. Bunların
fabrikası memalik-i Ģahanemde yoktur.” Deyip Ermenilere verilen silahları gösterir. Daha
sonra da :
- Teb’am bu sopalarla nefsini müdafaa etmiĢlerdir. Bunlar ise bizim ormanlarımızdan tedarik
edilir” diyerek sopaları gösterir. Sefirlerin söyleyecekleri bir Ģey kalmadığından hürmetle
selamlayıp çıkıp giderler.
Eti, kemiği Türk sofrasında meydana gelen Ermeniler, iĢgal kuvvetlerini sevinçle karĢılamıĢ
onlarla birlik olup yediği sofraya ihanet etmiĢtir. Kendilerinden yardım değil, sadece ihanet
etmemeleri istendiğinde “bizim Türklere ödeyecek hiçbir minnet borcumuz yoktur” deyip
Yunanla, Ġngiliz’le, Fransız’la birleĢip katliama, ırz namus tecavüzüne, mal yağmasına
giriĢmiĢlerdir.
MaraĢ’a tayin edilen Fransız valisi Ģerefine Ermeniler ziyafet vermiĢlerdi. Ziyafette Fransız
subayı, bir Ermeni kızını dansa davet etti. Ermeni kızı :
- Türk bayrağının dalgalandığı bir yerde sizinle dans edemem dedi. Ve MaraĢ kalesindeki
Türk bayrağının indirilmesini istedi. Ancak Türk bayrağı indirilip Fransız bayrağı çekilince
dans teklifini kabul etti.
Bu sebepsiz kin, karĢılıksız intikam duygusu hala kasıtlı olarak sürdürülmektedir. Ocak
1972de Los Angeles BaĢkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’i görev
baĢında Ģehit eden 77 yaĢındaki Mıgırdıç Yanıkyan, mahkemede verdiği ifadede “Ġki kötüyü
temizledim. Ġntikam aldım” demiĢ, Türklere karĢı açılacak yeni bir savaĢın öncüsü
olacağından söz etmiĢtir.
ĠĢgal kuvvetlerinin himayesi altında Türklere karĢı yapmadıkları rezalet kalmamıĢtır.
Ermenilerin her hareketine göz yumulmuĢ, hatta Türklerle evlenip Müslüman olan Ermeni
kadınları tekrar zorla Hıristiyan olmaya zorlanmıĢtır. “Burası artık Türklerin değildir”
TIBB-I NEBEVİ 127
Mustafa ÖSELMİŞ
denilerek Türklerin bütün hakları ellerinden alınmıĢ, Müslüman ölüler Hıristiyan usulü ile
gömülmüĢ, Müslüman çocukları zorla vaftiz edilmiĢ, vaftiz edilmeyi reddedenler ise derhal
öldürülmüĢler veya yerlerinden yurtlarından sürülüp çıkarılmıĢlardır.
Diğer Hıristiyan milletlerin Ermenilerden kalır tarafı yoktu. “Ġzmir’in iĢgal edildiği gün, “Ey
Türkler, ay yıldızı artık gökte göremeyeceksiniz” diye bağıran Yahudiler de görülmüĢtür.
Ayrıca Durdoğlu adındaki Yahudi, Ġzmir’in iĢgalinden sonra yüksek rütbeli Yunan
subaylarına bir ziyafet vermiĢ ve iĢgalin ne mesud bir hadise olduğunu söylemiĢtir.” (9)
“Gerek iĢgal günleri, gerek sonraları katliamlar yapıyorlar yağmalarında ve Türk ırzına
tasallutlarında büyük canavarlıklar gösteriyorlardı. Tecavüze uğramamıĢ hane, yağma
edilmemiĢ dükkan ve ev kalmıyordu. Palikaryalar, sokakta Türklerin feslerini alıp ayak
altında çiğniyor, Müslümanların Allah’ına küfür ediyor, Kur’an yapraklarını abdesthanelere
asıyor, kadınların çarĢaflarını çıkarıp zorla “Zito Vezizelos ! “ (yaĢasın Venizelos) diye
bağırtıyor, her türlü hakaretler yapıp eğleniyorlardı.” (10)
Harp icabı, düĢmanlık gereği davranmaktan da öte vahĢetler ve cinayetler iĢleyen bu insanlar
(!)dan baĢka türlü bir davranıĢ beklenemezdi. Yaptıkları her Ģeyi ancak kendilerine yakıĢır
biçimde yapmıĢlardı.
Son olarak Müslümanların ve Hıristiyanların insanlık anlayıĢını ortaya koyması
bakımından tarihi iki hadiseyi nakletmekle yetineceğiz :
“Ġspanya kralı “Müslümanları ne yapalım, onlarla beraber yaĢamamızda bir sakınca
var mıdır ?” diye papazlara sormuĢtu. Papazların cevabı Ģu oldu :
- Biz Hıristiyan’ız, onlar ise Müslüman’dır. Onlar bizim felaketimize sevinirler,
Müslümanların felaketine üzülürler, Müslümanların galibiyeti için dua ederler. Biz
Muhammedilere düĢmanız. Bu düĢmanlık asla aramızdan kalkmaz. Bizim aramızda Mesih
kullarından baĢkası olmamalıdır. Müslümanlar toplanıp günde beĢ vakit namaz kılarlar, bu ise
bize çok dokunuyor. Onların bizim aramızda durması hatadır. Onlardan kim Hıristiyan olursa
ne güzeldir. Hıristiyan olmayanı ateĢte yakarım dersin ve dönmeyeni yakarsın.”
Demeleri üzerine Kral, bir emir çıkararak ne kadar kız, oğlan Müslüman çocuğu varsa
kiliselere taksim edilerek Ġncil öğretilmesini, büyüklerden de Hıristiyan olmayanların
yakılacağını bildirdi.
TIBB-I NEBEVİ 128
Mustafa ÖSELMİŞ
Kralın bu fermanını öğrenen Müslüman halk : “Biz oğlumuzu, kızımızı vermeyiz.
Müslüman olarak birimiz kalıncaya kadar cenk ederiz. Ölenimiz Ģehit, kalanımız gazi olur”
(11) diyerek boyun eğmediler. Fakat daha sonra kilise-kral iĢbirliği sonunda Ġspanya’da bir
tek Müslüman kalmadı.
Fransız tarihçisi Albert Malet’in ifadesiyle :
“Türkler 17. asra kadar, iki yüz sene Avrupa için devamlı bir tehlike oldular.
Macaristan’ı fethettiler, Viyana’ya kadar ilerlediler, orayı da kuĢattılar. Bununla beraber,
Türkler yendikleri milletlere dinlerini, kanunlarını, adetlerini ve dinlerini kabul ettirmek için
zorlamadılar. Onları kendi bünyelerinde eritmeyi ve hepsini tek millet haline getirmeyi
denediler. Yalnız hükümetleri yıkmakla ve vergi almakla kaldılar. Onların kiliselerini,
okullarını, dillerini, yaĢayıĢlarını ve kanunlarını olduğu gibi bıraktılar.” (12)
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1. Bakara suresi, Ayet :190
2. F.K.Kıenitz, Büyük Sancağın Gölgesinde,S.129 (1001 Temel Eser)
3. Doçent A.M. Mansel, DoçC.Baysun,Prof.E.Z.Karal, Yeni ve Yakın Çağlar
Tarihi,S.84
4. Prof. Cemal Tukin, Ġslam Ansiklopedisi, IV.794
5. Ord. Porf. Ġsmail Hakkı UzunçarĢılı, Osmanlı Tarihi,C.1,S.121
6. Dr. Selahattin Tansel Osmanlı Kaynaklarına göre Fatih Sultan Mehmed’in Siyasi ve
Askeri Faaliyetleri, S.103, Ġst.1971
7. Age.S.101-102
8. Ermeni Mezalimi,S.29-30 , Veysel Eroğlu
9. Tansel, Mondrostan Mudanyaya, C.1,S.193-194
10. Dr. Rıza Nur, Türk Tarihi,C.1.S.193-194
11. Barbaros Hayrettin PaĢa Hatıraları,C.2,S.96-97 (1001 Temel Eser)
12. Kadir Can Kaflı, Türkiyenin Kaderi, s.46
TIBB-I NEBEVİ 129
Mustafa ÖSELMİŞ
D – TÜRK ĠDARESĠNĠ TERCĠH
Türkler, tarih boyunca uzun ömürlü devletler kurmuĢ, kıt’alara hükmetmiĢ ve bir çok
millet idare etmiĢtir.
Ġnsanlara adaletle idare etme görevinin Allah tarafından kendilerine verildiğine inanan
Türkler, inandığı idealleri her gittiği yere götürmüĢ ve zulmü kaldırarak adaleti hakim
kılmıĢtır. Böylece onların özlediği huzuru ve güveni sağlayarak gönlünü kazanmıĢlardır.
Orhun Abidelerinde Bilge Kağan Ģöyle der : “Atalarım Türk ülkesini öylesine sıkı
tuttular, öyle bilgelikle, öyle güzel törelerle idare ettiler ki, Türk Milleti bahtiyar oldu.
Atalarıma tabi olan bütün yabancı milletler, Çinliler, Tibetliler, Moğollar bile onların çağında
yaĢadıkları hayatı unutmadılar.
Türklerin idare anlayıĢları ve davranıĢ Ģekilleri, diğer milletler üzerinde asırlarca Türk
hakimiyetinin devamını sağlamıĢtır. Türk askerleri savaĢ bittikten sonra çiğnenen ekinlerin,
bozulan bağ bahçenin ve telef olan malların bedelini ödemiĢ, savaĢ esnasında mecbur kalıp
koparıp yedikleri meyvelerin parasını ağaçlara bağlamıĢlardır. SavaĢ sonunda alınan esirlere
yapılan iyi muamele, onlara kendi yakınlarını ve memleketlerini unutturmuĢtur. Sulhta, ve
harpte yağma, ırza geçme, çocuklara ve kadınlara zulüm gibi Ġslam’a ve insanlığa zıt hiçbir
davranıĢta bulunulmamıĢtır. Bugün Cezayir’in Osmanlı Ġmparatorluğuna ilhakının bayram
olarak kutlanmasındaki tılsım, Tunus’un tarihinden bahsederken Osmanlı hakimiyetini saadet
devri olarak görmesinin sebebi budur.
Türkler emperyalist gayelerle değil, kurtarıcı olarak ülkeleri fethetmiĢ ve yerli halkı
adaletle muamele etmiĢtir. Ülkeleri fethederken gösterdiği müsamaha her zaman kılıçlardan
etkili olmuĢ, yalnız kafirlerin zulmünden bıkan Müslüman halk değil, kendi idarecilerinin
zulmünden ezilen Hıristiyan halk tarafından da Türkler, kurtarıcı olarak beklenmiĢtir. Hatta
bir çok zamanlar kendi ordularını ve memleketlerini terk ederek kurtarıcı, gözü ile baktıkları
Türklerin safına geçmiĢlerdir.
Verdikleri her sözde duran, zulmetmeyip merhametle davranan, mal, can, ırz ve namus
emniyeti sağlayan Müslüman Türkleri gören Hıristiyanlar, kendi dindaĢlarının zulmüne karĢı
kalelerinin kapılarını Müslüman Türklere açmıĢ ve Türk idaresini tercih etmiĢlerdir. Zulme,
iĢkenceye doymayan idarecilerinden tiksinti duyup, Türklerin baĢarısı için dua edip Türk
himayesinde insanca yaĢamayı arzulamıĢlardır. Türkler hangi dinden olursa olsun insanların
insanlık hak ve hürriyetlerini yok etmemiĢ, hak ve hürriyetleri yok edilenler Türklere
sığınmıĢtır.
Hıristiyan idaresi altında zulüm ve baskıdan baĢka bir Ģey görmeyen “Orta Doğulu
Yahudiler, kendilerini Hıristiyanlardan kurtaran Müslümanları kurtarıcı olarak karĢıladılar.
Her Ģeyden önce Müslümanların idaresinde daha fazla hürriyete sahiptiler. Kudüs’te
istedikleri Ģekilde ibadet edebiliyor, Ġslam idaresi altında, Asya’da, Mısır’da ve Ġspanya’da
büyük bir refaha kavuĢabiliyorlardı. Halbuki Hıristiyan idaresi altındayken bu refahı
akıllarından bile geçiremezlerdi.” (1)
“Türklerin asayiĢ getirdiğini ve büyük bir imparatorluğun tebaaya temin edeceği her
türlü refah ve saadetten nasip alacaklarını bilen halk, Ġranlı olsun, Arap olsun, Hıristiyan
olsun, Yahudi olsun, Selçuklu hakimiyetini dört gözle bekler olmuĢtu.” (2)
TIBB-I NEBEVİ 130
Mustafa ÖSELMİŞ
Alpaslan Anadolu’yu fethetmeden yerli halkın gönlünü fethetmiĢti.Bunun için
Hıristiyan ahali, Müslüman Türklere kucağını açıyor ve “Tanrı Türklere yardım etsin,
düĢmanlarını hor ve hakir etsin. Türk bayrağı daima üstümüzde dalgalandırsın” diye dua
ediyordu.
Orhan Gazi Bursa’yı aldıktan sonra meydanlarda büyük kazanlarla yemekler piĢirtmiĢ,
yemekleri halka bizzat kendi eliyle dağıtmıĢ ve adli makamlara emir vererek Müslümanhıristiyan ayrımı gözetmemelerini emrettiği için yerli halk üzerinde kolaylıkla Türk
hakimiyetini kurmuĢtur.
Hıristiyanlar ise Gırnata’yı aldıktan sonra Ġspanya’da bulunan yüz binlerce Yahudi’nin
Hıristiyan olması için zorlamıĢtır, Hıristiyan olmayacak olurlarsa Ġspanya’yı terk edeceklerini
bildirmiĢlerdir. Yahudiler Hıristiyan olmayınca mallarına el konarak Portekiz’e kovulmuĢlar,
Portekiz kralı da 1496-1497’de Hıristiyan olmaları için baskı yapınca 200.000 civarında
Yahudi, insanca yaĢayabileceklerine inandıkları için Türk topraklarına göç etmiĢlerdir. Fakat
Portekizliler Hıristiyan yapacaklarına inandığı küçük çocukları ana ve babaları ile bırakmayıp
alıkoymuĢlar, sonra da bu çocukları gerçekten Hıristiyan olmadılar diye zulmetmiĢ ve
birçoklarını da öldürmüĢlerdir.
I. Murad zamanında Balkanlar Latin kilisesine bağlanma yerine vicdan hürriyeti
tanıyan Türk idaresinde kalmayı tercih etmiĢlerdir.
Fatih Sultan Mehmet, Rumeli’de fetihlere devam ederek Sırbistan sınırına gelmiĢti.
Ortodoks olan Sırp Kralı Brankoviç, Katolik olan Macarlar ile Müslüman Türkler arasında
kaldı. Biri Fatih’e, diğeri Macar kralı Hunyad’a iki elçi heyeti gönderip “Sırbistan idarenize
terk edilirse Sırp milletinin mezhepleri hakkında ne gibi müsaade de bulunacaksınız ?” diye
sordu. Hunyad : “Sırbistandaki Ortodoks kiliselerini yıkıp Katolik kiliseleri yaptıracağım”
dedi. Fatih ise : “Her caminin yanı baĢında bir Ortodoks kilisesi yapılmasına, burada herkesin
kendi dinine göre ibadet etmesine müsaade ederim” diye cevap verdi.
1570’de Kıbrısın fethi sırasında Rumlar ve Ortodoks mezhebine bağlı yerli halk, tam
bir bağımsızlık ve hürriyet tanıdığı için Türk ordusunu kurtarıcı olarak karĢılamıĢtır. Zira
Venedikliler, halka hayvan muamelesi yapıyor ve vicdan hürriyetini tanımıyorlardı.
“XVI.ncı asırda papalığın tahakkümü ve zulmü karĢısında din hürriyetine kavuĢmak
isteyen Almanya Protestanları adil Osmanlı idaresinin imdada yetiĢmesini arzu ediyorlardı.”
(3)
“Ġlk haçlı seferinde Rainaud’un kumandasındaki askerler Selçuklu Sultanı ile
karĢılaĢınca Rainaud ve askerleri haçlı orduları Saflarından ayrılarak Türkler arasına girip
Müslüman olmuĢlardır.
Gazneli Mahmut, Hindistan’a birçok Ģey götürmüĢ, Ġslam’ı, Türklüğü ve kendini kabul
ettirerek Türk hakimiyetini tam 332 yıl sürdürürken, Türklerden sonra gelen Ġngilizlerin
siyasetine karĢı halk isyan etmek zorunda kalmıĢtır.
Türk tarihindeki fetihlerin, akıl almaz büyümenin nedenleri araĢtırıldığı zaman
fethedilen ülke halkının Türk idaresini arzuladığı ve kendi idarecilerinin dejenere olmuĢ
siyasetinden bıkmıĢ ve zulmünden usanmıĢ olduğu görüĢmektedir. Bu nedenle kendi
idarecilerine boyun eğmek yerine Türklerin adil idaresini tercih etmiĢlerdir.
TIBB-I NEBEVİ 131
Mustafa ÖSELMİŞ
Fatih Sultan Mehmet, Ġstanbul’u kuĢattığı sırada Bizans idaresinin insanlık dıĢı
uygulamasından iyice usanmıĢ olan Hıristiyan halk : “Kardinal külahı görmektense, Osmanlı
sarığını tercih ederiz” diyorlardı.
“Barbaros Toulonda kaldığı müddetçe Ģehre Türk bayrağı çekildi. ġehir ve civarı, o
yılki verdiği Türk memurlarına ödediler. ġehirde beĢ vakit ezan okundu. Bu hadisenin
hatırasına Toulon Belediye Sarayına üzerine bir Fransız Ģairinin bir kıtasının yazıldığı bir
tablo asıldı. Bu kıtanın son iki mısrası Ģöyledir : “Bu gördüğünüz hepimizin imdadına gelmiĢ
olan Barbaros ve ordusudur !” (5)
1854’te Türk ordusu mağlup ettiği Rus ordusunu kovalayarak Eflak’ı ele geçirdi. Daha
sonra da BükreĢe girdi. Rus istilasının ne demek olduğunu dokuz aylık zulüm devrinde
görmüĢ olan Romenler, kilisede Ģükran ayini yaptılar. Bir roman heyeti Türk komutanını
ziyaret etti. Daha önce kendilerine velinimetlik yapmıĢ, adil Türklerin avdetinden duydukları
minnet ve Ģükranı belirttiler. Bu sırada orada bulunan Ġngiliz ordusunun müĢahidi Albay L.
Tuthaym, bu olayı Ģöyle anlatır.
“Romenlerin sevinç göz yaĢları samimi ve gönüldendi. Halk bana Ruslardan
çektiklerini anlattı. Bir ihtiyar Romen ise Ģöyle dedi :
-Bizim felaketimiz Türklerin gidiĢiyle baĢlayacak. Tanrı Türkleri baĢımızdan eksik
etmesin.” Ben bir milletin sevinç gözyaĢları dökmesini o gün BükreĢ’te gördüm.
Can, mal, namus emniyeti ve inanç hürriyetini Türk idaresinde gören ayrı dinlerin,
ayrı milletlerin Türkleri kendilerini idare etmeleri için bizzat davet etmiĢler ve “geliniz,
ülkemizi alınız, insanca yaĢayalım” diyerek mektuplar göndermiĢlerdir. Zevk ve sefasına
düĢkün, kendi halkına zulmeden ve kendi halkının malını yağmalayan idarecilerinin,
derebeylerinin, despot Ģövalyelerinin gürültüsünden baskı ve insanlık dıĢı davranıĢlarından
bıkan halk, Türklere savaĢtan önce teslim olmuĢlardır.
1382’de Yanya Despotu Thomas tarafından Türkler Arnavutluğa davet edilmiĢlerdir.
Rumeli Beylerbeyi Kara TimurtaĢ PaĢanın 1383’teki Arnavutluk seferi, Arnavut beylerinin
daveti üzerine yapılmıĢtır.
1388 tarihinde Mora Despotu Katolik Latinlerin zulmüne karĢılık Türkleri memleketine davet
etmiĢtir.
1395’te Yunanistan’ın Salona Piskoposu bir ruhani heyetle kilise namına Yıldırım Beyazıt’ten
memleketlerinin Türk idaresine alınmasını rica etmiĢtir.
1458’de Fatih tarafından Atina dükalığının alınması, zulümden bıkan halkın kendilerini
insanca yaĢatacağına inandıkları Fatih’ e iki defa murahhaslar göndermesinden sonra
olmuĢtur.
Atalarımızın idaresi hakkında Lehliler : “Türk atları Vistül’den su içmeyince bize adalet
yoktur.” demiĢlerdir.
Ġç ve dıĢ düĢmanların sürdürdüğü ihanetler sonunda Türk askerleri geri çekilmek
zorunda kalınca Polonya halkı askerlerimizin atlarının ayaklarını öperek : “Adil Türkler ne
TIBB-I NEBEVİ 132
Mustafa ÖSELMİŞ
olur bizi bırakıp gitmeyin “ diyerek çığlıklar atmıĢlardır. Bazıları da : “Burayı fethetmeyi,
Allah Müslüman Türklere tekrar nasip etsin” diye dua etmiĢlerdir.
Ġkinci dünya savaĢının son günleri yaklaĢırken 1944’te Roman Diktatörü General
Antonesku, Ankara’ya gizli bir haber göndererek :
“Türk orduları Romanya’yı iĢgal etsin. BükreĢ’te hakiki fatihler gibi
karĢılanacaklardır. Ruslar topraklarımıza girerlerse bir daha çıkmazlar. BaĢta Türkiye olmak
üzere bütün dünyanın baĢına dert olurlar” diye yazmıĢtır.
1971 Aralık’ta Ġsrail’in iĢgal ettiği topraklarda periĢan bir hale düĢen Araplar, bir Türk
gazetecisine : “KeĢke Osmanlı hakimiyetinde yaĢasaydık” demiĢtir.
9-1-1974 tarihinde Uganda devlet baĢkanı : “Türkler, sıcak, imanlı ve kuvvetli
kucaklarını yıllar yılı ezilen, hor görülen siyah Müslümanlara açmalıdır” Ģeklinde
konuĢmuĢtur.
Eritre’li Müslümanların yok edilme tehlikesi ile karĢı karĢıya bulunduğunu belirten
Eritre sözcüsü Osman Salih, Ġstanbul’da yapılan Yedinci Ġslam Ülkeleri Konferansı sırasında
BAYRAK Gaztesine verdiği özel demeçte aynen Ģöyle demiĢtir :
“Osmanlı Ġmparatorluğunun yönetimi altında 300 yıl mutlu bir hayat yaĢadık.
Eritreliler, Osmanlı idaresinde kendilerini hiçbir zaman esaret veya koloni idaresi altında
hissetmemiĢlerdir. 1952’de çekilen Ġtalyanlar ise tam bir sömürge idaresi kurmuĢlardır.”
Türkler tarihin hiçbir döneminde emperyalist bir gaye taĢımamıĢtır. Fethedilen veya
Türk idaresini tercih eden ülkelerde Türkler, bugün Batının uyguladığı sömürü düzenine
benzer bir düzen kurmamıĢlardır. Bu sebepten Türk idaresi her zaman beklenen bir idare
olmuĢtur. Bugün Batı siyasetinin oyununa gelen Ġslam Ülkeleri ve hak ve hürriyetleri
kısıtlayan beynelmilel Komünizmin zulmü altında inleyen milletler Türk hakimiyetinin
özlemini çekmiĢtir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
1.
2.
3.
4.
5.
Will Durant, Ġslam Medeniyeti,S.56 (1001 Temel Eser)
Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi,C.2,S.34
Prof. Osman Turan, Türk cihan Hakimiyeti Tarihi Mefkuresi,C.1,S.11
C.L.J. de Guignes, Historie Generale des Huns Tures des Mogols,S.15
Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi,C.6,S.28
TIBB-I NEBEVİ 133
Mustafa ÖSELMİŞ
E – TÜRK CĠHAN HAKĠMĠYETĠ ĠDEALĠ
Cihan hakimiyeti ideali, bir ırkın veya bir milletin dünyaya hakim olma ve bütün
insanları kendi dünya görüĢü ve kendi sosyal yapısından doğan kültür ve idealleri ile yönetme
esasına dayanır. Bu esasa göre, bütün insanlık tek bir millet olacak ve bu milleti cihan tahtına
oturmuĢ bir devlet idare edecektir.
Cihan hakimiyeti idealinin dünya tarihinde canlı örneklerini Komünizmde,
Yahudilik’te ve Türklerin ideallerinde görüyoruz. Hissi davranmama kaydı ile açıkça ifade
etmek gerekirse, cihan hakimiyeti tahtına talip olanlar arasında cihan tahtına layık olan tek
millet, Türk Milletidir. Cihan hakimiyeti idealinin en insani ve en ideal olanı da Türk cihan
hakimiyeti idealidir.
Bugün dünyaya yayılmak ve dünyaya hakim olmak politikası güden Komünizmin
ideali hiç de insani değildir. GeçmiĢi ve bugünü göz atılacak olursa kan, zulüm ve sadizmin
korkunç örnekleriyle doludur. Yalanları olsun, vaatleri olsun hiçbir zaman hiçbir yerde
gerçekleĢmemiĢtir. Girdiği her yere zorla girmiĢ ve cehennem sahneleri sergilemiĢtir. Bugüne
kadarki uygulamalar, insan hak ve hürriyetlerini kısıtlayıcı, insana ve insanın değerlerine
iltifat etmeyen sömürge ve sömürü esasına dayanan bir görüĢ arz eder.
Cihan tahtına oturma hayali ile bugüne kadar varlığını sürdüren Yahudilikte de cihan
hakimiyeti komünizm’de olduğu gibi insanlığın mutluluğu ve huzuru üzerine değil, Yahudi
olmayan insanların yoklu ve köleliliği üzerine kurulacaktır.
Bu konuda Yahudilere ümit kaynağı olan Tevrat’ın Yahudilerin ideallerini besleyen
emirlerinden birkaçını ibret için zikredelim :
“Ayak tabanınızın bastığı yer sizin olacak.” (Tevrat/Tesniye)
“Ve o gün, yerin o bir ucuna kadar Rabbinin öldürdüğü adamlarla dolacak, onlar için
dövünülmeyecek ve onlar toplanıp gömülmeyecekler, toprağın yüzünde gübre olacaklar.”
(Tevrat/Yeramya)
“Sana kulluk etmeyen hakim ve ülke yok olacak ve o milletler tamamen harap
olacak.” (Tevret/ĠĢaya)
“Çünkü Rabbin bütün milletlere öfkesi var, onların boğazlamaya verdi ve öldürülmüĢ
olanları dıĢarı atılacaklar ve leĢlerinin bütün kokusu çıkacak ve kanları ile dağlar eriyecek ve
gökler tomar gibi dürülecek ve bütün onların ordusu asmadan yaprak dökülür gibi
dökülecekler.” (Tevrat/ĠĢaya)
“Ele geçen her adamın gövdesi delik deĢik edilecek ve tutulan her adam kılıçla
düĢecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilecek ve karıları
kirletilecek.” (Tevrat/ĠĢaya)
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yukarıdaki verdiğimiz örneklerde görülüyor ki,
Yahudilik ve Yahudiler, Yahudi olmayanlar için hiç de iyi niyetli değillerdir. Yahudi cihan
hakimiyeti idealine göre bütün insanlar ya öldürülecek yada Yahudilerin hizmetçisi ve kölesi
olacaklardır. Ancak böylece Yahudi cihan hakimiyeti gerçekleĢecektir.
a) Türk Cihan Hakimiyeti Ġdeali :
TIBB-I NEBEVİ 134
Mustafa ÖSELMİŞ
Türkler tarih sahnesine güçlü bir devlet ve millet olarak cihan hakimiyeti ideali ile
beraber çıkmıĢ, tarih boyunca bu ideallerini gerçekleĢtirmek için çalıĢmıĢlardır. Ġlk çağlardan
beri cihan hakimiyeti, milli ideal haline geldiği için nereye gittilerse orada evvela devlet ve
sonra hakimiyet kurmuĢlardır.
Türkler, diğer milletlerin idaresini ellerine alırken hiçbir zaman emperyalist bir
zihniyet gütmemiĢlerdir. Kan dökme, yağmalamak gibi insanlık dıĢı cinayet ve vahĢet
örnekleri sergilememiĢlerdir. Her yerde hak, adalet, eĢitlik ve müsamaha esasına dayanan,
herkesin gönlünü fetheden insani idare uygulamıĢlardır. Çünkü Türklerin amacı, cihan tahtına
oturarak insanları kul köle edinmek değildir. Türklerin amacı her zaman insanlığın mutluluğu
için insanlar arasından zulmü kaldırmak ve yeryüzünde iyiliği, hak ve adaleti hakim kılmak
olmuĢtur.
b) Ġslam’dan Önce Türk Cihan Hakimiyeti Ġdeali :
Türk cihan hakimiyeti ideali Türklerle beraber ortaya çıkmıĢtır. Bu ideale göre cihan tahtının
tek sahibi Türkler olmalıdır. Türklerden baĢka hiçbir millet cihan tahtına layık değildir. Türk
inancına göre dünyada tek bir hükümdar olmalıdır. Diğer milletler hükümdarlığa layık
olmadıkları için Türk idaresinde yaĢamalıdır.
Ġlk çağlarda bile, güneĢin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün dünyanın Türkler
tarafından Türk töresine göre idare edilmesi gerektiğine inanılırdı. Gene Türklerin inancına
göre, Türklere cihanı idare etme görevi Tanrı tarafından verilmiĢtir. Buna sadece Türkler
değil, Türklerle beraber diğer milletler de inanıyorlardı.
Kaynaklara göre, Tanrı Türkleri özel bir amaçla yaratmıĢtı. Bu inancı Mehmet Emin
Yurdakul Ģöyle ifade etmiĢtir :
“Ey milletim, sen bundan tam beĢ bin yıl evvel
Altaylarda yaĢarken,
Tanrım sana dedi ki; “Ey Türk ırkı, bu yerden
GüneĢlere süzülen kartal gibi, uç yüksel !..
Senin her bir kuvveti ram edici ellerin
Bütün mağrur baĢlara yıldırımlar saçacak ;
Sana Çin’in, Ġran’ın, Hind’in, Mısır’ın her yerin
Er isteyen tahtları kollarını açacak…”
Bu inanç Orhun abidelerinde de Ģu sözlerle ifade edilmiĢtir :
“Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında ikisi arasında insanoğlu yaratılmıĢ,
insanoğlunun üzerine atalarım Bumin Han, Ġstemi Han oturarak Türk Milletinin ilini, töresini
tutuvermiĢ, düzenleyivermiĢ…”
Türk Milletinin adı, sanı yok olmasın diye Babam Kağan’ı, Anam Hatun’u yükseltmiĢ
olan Tanrı, il veren tanrı, Türk Milletinin adı, sanı yok olmasın diye… Türk kavmi batmasın
diye, feda olmasın diye üstteki tanrı derimiĢ…”
Türk hükümdarları da dünyayı idare etmek için Tanrı tarafından gönderilmiĢtir. Türk
hükümdarları, kendilerinin Tanrı tarafından gönderildiklerine ve Tanrının buyruğu ile
TIBB-I NEBEVİ 135
Mustafa ÖSELMİŞ
hükümdar olup tahta çıktıklarına inanırlardı. Bunun için Türklerde tahta çıkmanın kutsal bir
anlamı vardı. Türk hükümdarları kendilerini Tanrının dünyayı idare etmek için tahta
çıkardığına inanır, yüklendikleri vazifenin de kutsal olduğunu kabul ederlerdi. Ve Tanrının
buyruğunu kusursuz yerine getirmeye çalıĢırlardı.
Gene Türklerin inancına göre, baĢka milletlerin Türk hakimiyetini kabul etmeleri de
Tanrı buyruğu sayılır, Türk hakimiyetini kabul etmeyenler Tanrıya isyan etmiĢ olduğundan
cezalandırılırdı. Hatta Avrupalılar bile Atila’nın Tanrı tarafından kendilerini cezalandırmak
için gönderildiğine inanıyor ve Atila’ya “Tanrının kırbacı” diyorlardı.
Türklerde “Kağan” kelimesi, bütün dünyanın hükümdarı anlamında kullanılırdı. Türk
kağanları da kendilerinin bütün insanlığın hamisi ve babası olduklarına inanırlardı. Bunun için
yedirirler, içirirler, büyük ziyafetler vererek mallarını yağmalatırlar ve halka baba gibi
davranırlardı. Yani kendilerinin tanrı tarafından tahta oturtulmasından sonra tek sorumlu kiĢi
olduklarını kabul ederlerdi.
Türkler hakanlarına “Acun Beyi” ünvanını verdikleri Alp Er Tunga’dan sonra hep
“Dünya hakimi” adını vermiĢlerdir. Mesela Mete Han kendisinin tanrı tarafından tahta
çıkarıldığına inanıyor ve kendini dünyanın hakanı olarak kabul ediyordu. Bunun için
gönderdiği mektuplarda : “Tanrının tahta çıkardığı Hun Milletinin büyük Tan-yu’su” ifadesini
kullanırdı. KaĢgarlı Mahmud’a gönderdiği mektupta : “Göklerin sahibi, yeryüzü ülkelerinin
hakimiyetini bize verdi.” diye yazmıĢtır.
Oğuz Han Destanına göre Türkler, yeryüzünü bir tek devlet, Oğuz Kağanı da bu
devletin hükümdarı kabul ediyorlardı. Oğuz Han tahta çıkınca : “Ben bütün dünyanın
kağanıyım, bundan böyle herkes bana itaat edecektir” dedikten sonra oğullarına ve beylerine
dönerek : “GüneĢ tuğumuz, bayrağımız olsun; gökte çadırımız” demiĢtir. Daha sonra
babasının yerine tahta geçen Oğuz Kağan bütün milletlere elçiler göndererek : “Ben artık
bütün dünyanın kağanıyım” diyor ve bütün dünyanın hakanı olduğunu ilan ediyordu.
Göktürkler de, Türk devletinin dünya imparatorluğu olduğuna inanıyor, Türk hakanın
oturduğu yeri de dünyanın merkezi kabul ediyorlardı. Göktürk hükümdarlarından Tardu Han,
Bizans imparatoruna yazdığı mektupta : “Yedi iklim ve yedi ırkın büyük kağanından Bizans
imparatoruna…” diye baĢlamıĢtır. Diğer Göktürk hükümdarları da Çin imparatorlarına
gönderdikleri mektuplarda : “Tanrı tarafından gönderilmiĢ, yeryüzünün kağanı” ifadesini
kullanırken Çin Ġmparatorları da gönderdikleri cevaplarda “Kutsal kağan” ifadesini
kullanmıĢlardır.
Bu gelenek Selçuklu ve Osmanlı Ġmparatorlukları zamanında da devam etmiĢtir.
PadiĢahlar için “Cihan padiĢahı” denmiĢ, “Allah’ın gölgesi”, “Allah’ın vekili” gibi ünvanlar
verilmiĢtir.
Alparslan : “Biz temiz Müslümanlarız, sapıklık nedir bilmeyiz. Bunun için Allah halis
Türkleri aziz kıldı” derken üstün ve seçkin bir miller olduğunu ifade etmiĢtir.
Türk geleneğine göre Halife, Sultan Tuğrul Bey’e kılıç kuĢatırken ona : “Doğunun ve batının
padiĢahı, dinin direği “demiĢ kılıçı beline takmıĢtır. Kanuni Sultan Süleyman, devlet
adamlarına gönderdiği mektularda : “Hak Teala’nın taç giydiren sultanlar sultanı Sultan
Süleyman Han…” diye baĢlamıĢtır. Fatih Sultan Mehmed de : “Yeryüzü tek millet, Ġstanbul
da merkez olmalıdır” demiĢtir.
TIBB-I NEBEVİ 136
Mustafa ÖSELMİŞ
Bütün bunlar gösteriyor ki, Türk cihan hakimiyeti ideali, Türklerle beraber doğmuĢ,
Türkler Müslüman olduktan sonra da bütün canlılığı ile yaĢamıĢ, Ġslam dininin cihad emri ile
daha da kuvvet kazanarak devam etmiĢtir.
Buna sebep de cihangirlik vasfının Türklere yakıĢır olması, Türklerin doğuĢtan asker,
emir vermek ve idare etmekte pek mahir olmalarındandır. Tarihçi Yılmaz Öztuna’nın ifade
ettiği gibi : “Türklerin en büyük vasfı, bir toplumun baĢına geçmekteki istidatlarıdır.
DoğuĢtan hükümdar ve komutan olmak, emir vermek ve toplumları idare etmek için
yaratılmıĢlardır.” (Türkiye Tarihi Cilt:2, Sayfa 37)
Ġbni Hassul, Türklerin idare etmekteki kabiliyetlerinin doğuĢtan olduğunu ve Allah’ın
Türklere bir ihsanı olduğunu belirterek Ģöyle der : “Türkler emir vermek ve baĢkalarını idare
etmek için yaratılmıĢlardır.”
Yusuf Has Hacib de, Kutadgu, Bilig adlı eserinde :
“Körü-berse imdi bu Türk beğleri
Ajun beğlerinde bular yeğleri”
Diyerek Türk beğlerinin dünya beğleri arasında en iyileri olduğunu ifade etmiĢtir.
KaĢgarlı Mahmud ise : “Dünya milletlerinin idaresi Türklerin eline verildi. Tükrkler
tanrı tarafından bütün milletlere üstün kılındı. Allah’ın devlet güneĢini Türklerin üzerine
doğdurduğunu gördüm. Allah onların mülklerini gökyüzüne çıkardı ve onlara “Türk” adını
vererek dünyaya hakim kıldı. Onları hükümdar edip halkın dizginlerini onların eline verdi.
Türkler de kendilerine sığınanları aziz ettiler.” Dedikten sonra Divan-ı Lügat it-Türk adlı
eserinde de Türkler hakkında Ģu hadisleri nakleder :
“Türk dilini öğreniniz. Çünkü onların hakimiyeti uzun sürecektir.”
“Benim doğuda “Türk” adını verdiğim bir ordum vardır. Bir kavme gazaplandığım
zaman O kavmin üzerine onları salarım.”
c) Müslüman Olduktan Sonra Türk Cihan Hakimiyeti Ġdeali :
Türkler Müslüman olduktan sonra da cihan hakimiyeti ideali ile yaĢamıĢlardır. Hatta
bu ideal, Ġslam Dininin cihad emri ile daha da canlılık kazanmıĢtır. Türkler Müslüman olur
olmaz, Müslümanların liderliğine talip olmuĢlar, Ġslam’ın bayrağını ellerine alarak onu
yüceltmiĢler ve üç kıtada Ģerefle dalgalandırmıĢlardır.
Türklerin cihan hakimiyetine memur edildiklerine inanan Ġslam ülkeleri de Türklerin
liderliğini kabul etmiĢ, bazıları idarelerini Türklere teslim etmiĢtir. Diğer taraftan Ġslam
ülkelerini temsil için halifelik, Peygamber Efendimizin kutsal emanetleri ve Kabe’nin anahtarı
Türklere teslim edilmiĢtir.
Selçuklu ve daha sonra da Osmanlı sultanları “Cihan PadiĢahı”, baĢka bir ifadeyle
“Doğu ve Batının hakimi” sayılıyordu. Bu bakımdan Türklerin yaptığı savaĢlarda Türkleri
kurtarıcı ve hamileri olarak gören azınlıklar, Türkleri lider kabul eden Ġslam ülkeleri,
Türklerin galibiyet ve hakimiyeti için dua ediyorlardı. Mesela; Malazgirt meydan
muharebesinden önce bütün Ġslam ülkelerinde Müslüman Türklerin zaferi için dua etmiĢler,
Cuma hutbelerinde niyazda bulunmuĢlardır.
TIBB-I NEBEVİ 137
Mustafa ÖSELMİŞ
Türklerin liderliği konusunda Ġslam ülkelerinin düĢüncesi değiĢmemiĢtir. 1980 Aralık
Ayında Ürdün’ün Ankara Büyük Elçisi Faysal El Hamud, Türkiyeyi Ġslam ülkelerinin lideri
görmek istediklerini belirterek özetle Ģöyle demiĢtir : “Türklerin liderliği yeni bir Ģey
olmayacaktır. Türkler tarihten gelen bu sorumluluklarını devam ettirmelilerdir.
“Arap aleminin gözü Türkiye üzerine çevrilmiĢtir. Türkiye’nin büyük insan gücü, bilgi
birikimi ve teknolojik deneyleri vardır. Arapların lehine atılan bu son adımdan sonra, bunların
mutlaka Arap toplumlarına yansıyacağına inanıyoruz. Ayrıca bu durum Türklerin orta
doğudaki ekonomik etkinliğini de arttıracaktır…” (Bayrak Dergisi, 22 Aralık 1980)
Türklerin cihan hakimiyeti inancı, kılıçlarını çekip ülkeler fethetmek, fethettikleri
ülkelerin insanlarına emir vermek ve kuru bir cihangirlik arzusundan kaynaklanmıyordu.
Türklerin arzusu, bütün insanlığa gönderilmiĢ olan son din Ġslam’ı yaymak “yeryüzünde fitne
kalmayıncaya kadar savaĢınız” buyuran Allah’ın buyruğunu yerine getirmek, “Allah yolunda
ayağı tozlananlara cehennem ateĢi haram kılınmıĢtır” diyen peygamberin müjdesine nail
olmak ve yeryüzünde adaleti hakim kılarak insanları kılıçlarının gölgesinde rahat ve huzur
içinde yaĢatmaktı.
Selçuklu Sultanı Sancar bu durumu açıkça Ģöyle ifade etmiĢtir : “Biz daima gaza ve
cihad ederiz. Zulmün ve adaletsizliğin önüne set çekeriz. Allah dünyayı bizim tasarrufumuza
vermiĢtir. Bütün emirler ve hükümdarlar bizim memurlarımızdır.”
Türklerin düĢüncesine göre cihan kendilerine emanet edilmiĢti. Bunun için ülkeleri
zorla fethedip, insanlarını öldürmezlerdi. Kötü davranarak insana saygısızlık edemezlerdi.
Zira insana iyi muamele ve saygı Allah’ın emri idi.
Tarih boyunca Türklerin savaĢı, savaĢtıkları ülkelerin insanlarıyla olmamıĢ, halka
zulmeden idarecilere, uygulanan adaletsizliğe ve insan yaratılıĢına uygun düĢmeyen
sistemlere karĢı olmuĢtur. Kanuni Sultan Süleyman, Almanya seferine çıkmadan Ferdinant’a
bir mektup göndermiĢ ve özetle Ģöyle demiĢtir : “Hayli zamandır erlik davası edip, merdi
meydanım dersin. Birkaç kere üzerinize vardım ortalarda görülmediniz. Avretinden,
askerinden utanmaz mısın ? Beç sahasına gel de Allah’ın takdiri ne ise yerini bulsun. Saltanatı
paylaĢalım. PaylaĢalım da reaya ve fukara da asude bir hayata kavuĢsun.”
SavaĢlardan sonra Türkler, girdikleri yerlere kan selleri içinde değil, “Aman diyene
kılıç kalkmaz” düĢüncesiyle girdikleri için yerli halk tarafından kurtarıcı olarak
karĢılanmıĢlardır. Zaferden zafere koĢarken her gittikleri yere insanlık götürmeyi hem dini
hem de insani görev bilmiĢlerdir..
Dünyanın en huzurlu ve en uzun ömürlü imparatorluğunu kuran Osman Gazi hayatının
sonunda oğlu Orhan Gazi’ye vasiyetinin bir bölümünde Ģöyle demiĢti : “Adil ve merhametli
ol. Bütün insanları eĢit olarak muamele ve himaye et. Allah’ın adını yeryüzüne yay. Eğer bu
vasiyetime uymazsan ahrette iki elim yakanda olacaktır.”
Bu vasiyete yalnız Orhan değil, bütün osmanoğulları uymuĢ, bunun için rahat
yataklarında yatmayıp gaza ve cihad yaparak ömürlerini geçirmiĢlerdir.
Fatih Sultan Mehmed; “Dünyada bir tek din, bir tek devlet, bir tek padiĢah olmalı ve
Ġstanbul da cihan payitahtı olmalıdır” demiĢti. Bu nedenledir ki, Osmanlı padiĢahlarının
TIBB-I NEBEVİ 138
Mustafa ÖSELMİŞ
gayreti ile imparatorluk yıkılıncaya kadar Türk devleti bütün Müslümanların ve mazlumların
merkezi olma hüviyetini korumuĢtur.
“Cihan hakimi” ünvanına hak kazanan padiĢahların ideali, hep cihan hakimiyetini
gerçekleĢtirme yolunda olmuĢtur. Hayatları boyunca bunun için çalıĢmıĢlar, buna inanmıĢlar
ve bu uğurda cihad ve gaza yapmıĢlardır. Mesela; Yavuz Sultan Selim, cihan hakimiyeti için
sabahlara kadar düĢünür, çoğu zaman dünya haritasının üzerinde uyur kalırdı. Mısır
seferinden önce Peygamberimizin : “kalkıp gelsin, kutsal toprakların hizmeti ona verilmiĢtir”
daveti üzerine Mısır seferine karar vermiĢti.
Türk padiĢahları, cihan hakimiyeti idealini gerçekleĢtirmek için yaptıkları savaĢlardan
önce “Ya Rabbi bu ordu senin ordundur, onu koru ve düĢmanlarına karĢı muzaffer kıl” diye
dua etmiĢlerdir.
Osmanlı imparatorluğu kurulduğu sırada EskiĢehir-Bilecik-Kütahya arasında 2000 km
karelik küçük bir toprağa sahipti. 350 yıl sonra ise bu toprakların büyüklüğü yirmi bin katına
ulaĢmıĢtır. Ve Osmanlı, üç kıtaya, yedi denize hakimiyet kuran cihan imparatorluğu haline
gelmiĢtir.
Vaktiyle Osmanlı devleti ile Avrupa devletleri arasında hudut tesbiti için bir komisyon
kurulur. Avrupa devletleri murahhasları, Osmanlı devletinin hudutlarını gösterir bir harita
isterler. Türk temsilcileri :
-Yoktur, derler, Bu cevap Avrupa murahhaslarının canını sıkar ;
-Tembellik etmiĢsiniz, diye söylenirler, Bizimkiler de :
-Ne münasebet diye atılırlar. Biz bu ülkeleri arĢınla almadık, kılıçla aldık, efendiler
derler.
Bütün bunlar, Türklerin tarih boyunca kendilerini cihan devleti kurmaya memur
saydıklarını gösterir. Tarih incelendiği zaman görülecektir ki, Türk Milleti, Ġslam’a hazırlık
devirlerinde bu ideale bağlı olduğu gibi; Müslüman olduktan sonra da bu ideali
yaĢatmıĢlardır. Bu idealle hakimiyet kurmuĢlar, kurdukları hakimiyetler sırasında ayrı din, dil
ve ırka bağlı olan insanların kendi toplum sistemleri içersinde yaĢamasına imkan verilmiĢtir.
Eğer, Türklerin insanlığa sunduğu idare Ģekli, adil, insani olmasaydı, biç bu kadar yaĢayabilir
miydi ? Mesela, “Üzerinde güneĢ batmaya Ġmparatorluk” denen Ġngiliz Ġmparatorluğu ancak
insani ve adil olmadığı için 19. asrın baĢından 20. asrın ikinci yarısına kadar ayakta
kalabilmiĢtir.
Türk cihan hakimiyeti idealinin dayandığı temellerin insani olması, Türk cihan
hakimiyeti idealinin asırlar boyu yaĢamasını sağlamıĢ ve Müslüman Türklerin baĢarılarının
sırları olmuĢtur.
d) Türk Cihan Hakimiyeti Ġdealinin Dayandığı Temeller :
Türk Cihan hakimiyeti idealini kısaca insani ve Ġslami temeller olmak üzere iki ana
bölümde toplayabiliriz :
1) Ġnsani Temeller :
TIBB-I NEBEVİ 139
Mustafa ÖSELMİŞ
Türk kültürüne ve Ġslam inancına göre insan, Yüce Allah’ın yaratıp yükselttiği
kutsal bir varlıktır. Bu kutsal varlık olan insan, Allah tarafından Türklere emanet edilmiĢtir.
Bunun için Türkler hep insanların huzuru ve mutluluğu için çalıĢmıĢlardır, Ġnsana hizmeti
kutsal görev saymıĢlardır. Hangi dinden, hangi milletten olursa olsun insanı hor görmemiĢler,
zulüm ve kötü muamele ile insanı alçaltmamıĢlardır. Ġnsanlık anlayıĢları ve insana verdikleri
değerle insanı yüceltmiĢlerdir.
Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig adlı eserinde, Türklerin insana verdikleri değeri
Ģöyle ifade etmiĢtir :
“Tanrının kullarına faydalı ol. Ancak insanlara faydalı olan kimselere insan
denilir.”
Tarih boyunca Türkler insanlara adalet ve merhametle muamele etmiĢlerdir.
Ordunun ve milletin baĢına geçen idareciler, insanlara iyi davranılması için kesin emirler
vermiĢlerdir. Mesela Oğuz Han, kazandığı zaferlerin sonunda yerli halka : “Oğullarım Ģehri
yağladılar mı ? Halka zulmettiler mi ? diye sorar “Hayır” cevabını alınca da Allah’a
Ģükrederdi. Türk töresinde yağmalamanın ve zulmetmenin cezası ölümdü. Tarih boyunca
kimseye zulmedilmediği için yabancılar kendi idarecilerinin zulmünden bıkıp, kendi
arzularıyla Türk idaresini tercih etmiĢlerdir. Türkler de kendilerine sığınan insanları Tanrı
emaneti kabul etmiĢ ve insanca yaĢamaları için büyük fedakarlıklarda bulunmuĢlardır.
Türkler savaĢırken köleci devlet anlayıĢı ve emperyalist zihniyetle
savaĢmamıĢlardır. Fethettikleri ülke halkına huzur, refah, adalet götürmüĢlerdir. Halkı her
konuda serbest bıraktıkları halde memleketini terk edip giden olmamıĢ, Türk idaresi altında
yaĢamayı tercih etmiĢlerdir Hatta Türkleri kurtarıcı kabul ettikleri için kendi idarecilerine
karĢı Türklerle omuz omuza savaĢmıĢlardır.
Ayrıca Türkler tarihin hiçbir devrinde istilacı ve barbar bir millet olmamıĢlardır.
Türk tarihi tetkik edilecek olursa, bugün dünya insanlarının kardeĢliğini savundukları halde
insanlara kan kusturan yüzlerini kızartacak zulüm örnekleriyle dolu olduğu görülecektir.
Bugün hümanist geçinen Avrupa’nın savaĢları hep saldırı, sömürü, istila ve imha
arzusundan doğan savaĢlar olmuĢtur. Dünyaya yayılma politikası güden Komünist Rusya,
emperyalist emellerini ne derse desin sosyalizm maskesi ile gizleyemez. ġu anda sömürdüğü
ülkelerin insanlarının dramı cehennem tablosu arz etmektedir. Ġnsanların tek ümidi ise bir gün
bu acıklı durumdan kurtulmak olmuĢtur.
Türk tarihinin muhteĢem zaferleri ve fetihleri asla emperyalist arzularla
gerçekleĢmiĢ zafer ve fetihler olmamıĢtır. Türkler her gittiği ülkeye medeniyet taĢımıĢ,
fethettikleri ülkeleri her yönü ile imar etmiĢlerdir. Ġnsanları bunaltan Ortaçağı kapatarak yeni
çağlar açmıĢlardır. Ġnsan tabiatına uymayan sistemlerden ve kendi idarecilerinin zulmünden
bıkanlar defalarca Türkleri kurtarıcı olarak davet etmiĢler, Türkleri kendi topraklarında sevgi
gösterileriyle karĢılamıĢlardır.
Emperyalist olmadıkları gibi emperyalist saldırılara karĢı mazlum insanları
savunan Türkler, her yerde herkese adaletle davranmıĢlardır. Çünkü Türklerin inancına göre
kutsal yaratık olan insanın huzurunu sağlama ve cihana düzen vereme görevi Yüce Allah’ın
kendilerine verdiği görevdi.
TIBB-I NEBEVİ 140
Mustafa ÖSELMİŞ
Oğuz Destanında Oğuz Han: “Adem topraktan yaratılmıĢtı ve sonunda toprak
oldu. Biz de hepimiz toprak olacağız. Ġnsan ne kadar güçlü olursa olsun bunu unutmamalı ve
iyilk yapmalı, kötülük değil.” Derken Yusuf Has Hacib de : “Kendi menfaatini düĢünme,
halkın menfaatini düĢün, yükü kendin taĢı halka yükleme” diyerek Türklerin insanlık
düĢüncesini dile getirmiĢtir.
Türklerin savaĢları, etrafa korku vermek, güçlerini düĢmanlarını yenmekle
ispatlamak ve gururlarını tatmin etmek için yapılmamıĢtır. Türklerin bütün gayeleri,
haksızlığın, zorbalığın yok edilerek, yeryüzünde adil bir düzen kurulmasıydı.
Türklerin fetih arzuları gerçekleĢtikçe zulümden kurtulan insanlar, Tanrının
kendilerini koruması ve zalim idarecilerini cezalandırması için Türkleri gönderdiğine inanıyor
ve Türklere bağlanıyorlardı.
Bu durumun sonucunu KaĢgarlı Mahmut Ģöyle ifade etmiĢtir :
“Türkler ile beraber olan kavimler aziz oldular. Türkler tarafından her arzularına
eriĢtirildiler… Türkler himayelerine aldıkları milletleri kötülerin Ģerrinden korudular.”
Türklerin bilhassa Osmanlıların ülkeleri zorla fethettikleri, gittikleri yerlerde
insanları öldürdükleri, böylece emperyalist bir düzen kurdukları iddiaları mesnetsiz birer
yalandır. Bu tür iddialar düĢman propagandasından baĢka bir Ģey değildir.
Türkler baĢka ülkeleri hiçbir zaman sömürge olarak görmemiĢlerdir.. Bunun için
Türk idaresi altında yaĢayan milletler kendi idarecilerinden görmediklerini görmüĢlerdir. Türk
hakimiyeti boyunca memnun kaldıkları bir hayat yaĢamıĢlar, Türklerden sonra her zaman
Türk idaresinin özlemini duymuĢlardır.
Türklerin en belirgin özelliği, zayıfları himaye etmeleri ve zalimleri
cezalandırmaları idi. Ayrı dinden, ayrı milletten olmalarına rağmen yabancı halka baba gibi
davranmıĢlardır. Hatta gönderdikleri bir mektup üzerine düĢmanlarının bile yardımına
koĢmuĢlardır.
Fransız kralı II. Henri, Charle-Ounitle harbe baĢlayınca Kanuni Sultan Süleyman’a
bir mektup yazmıĢ ve Ģöyle demiĢti :
“ġimdiki halde Fransa’nın hiçbir Ģeyi kalmamıĢtır. PadiĢah-ı Alem-penah
Hazretleri’nden baĢka hiçbir yerde de ümit yoktur. Nitekim bundan önce de bir çok defalar
PadiĢah-ı Alem-Penah Hazretlerinin yardımı görülmüĢtür. Eğer biraz para ve mal yardımı
yapılırsa, Fransa bundan ebediyete kadar minnettar kalacak ve Türk cömertliği bir kere daha
cihana nam verecektir. Bu yardım, PadiĢah-ı Cihan Hazretleri için lâ Ģey mesabesindedir.”
(Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi,Cilt6, Sayfa:64)
Asırlarca Türk adaletinin gölgesinde barınan insanlar, insanlıklarından hiçbir Ģey
kaybetmemiĢlerdir. Eğer bugün bazı çevrelerin iddia ettikleri gibi Türkler, emperyalist ve
imha politikası uygulamıĢ olsalardı, altı asırlık bir hakimiyet sonunda Türklerin hakim
oldukları yerlerde bir tek Hıristiyan ve TürkleĢmeyen bir millet kalır mıydı ?
Tarih okunsun. Orhan Gazi Ġznik’i alınca halka adaletle muamele etti. Bunun
üzerine halkın : “Ne olurdu daha evvel Tükler bize bey olsaydı” dediğini tarihler kaydeder.
TIBB-I NEBEVİ 141
Mustafa ÖSELMİŞ
Fatih Sultan Mehmet Ġstanbul’un fethinden sonra kendisini kurtuluĢ sevinci ve
çiçek demetleriyle karĢılayan halka beklediklerinden daha iyi davranmıĢtı. Ġstanbul’u
Türklerden tekrar geri almak isteyen Haçlı orduları hazırlanırken gizlice bu hazırlığı
bildirmek ve durumu anlatmak için gelen casuslara Hıristiyan alimlerden biri : “Eğer
Ġstanbul’u almak için tekrar savaĢ ederseniz, bizi karĢınızda bulursunuz” cevabını vermiĢtir.
2) Dini Temeller :
Ġslam’dan önce de kendilerini Allah’ın cihan hakimiyetine memur ettiğine inanan
Türkler, Müslüman olduktan sonra Ġslam’dan aldıkları güçle dünya üstünde dünya kurmuĢlar,
hakimiyetlerini geniĢleterek bugünkü topraklarımızdan tam ondokuz misli fazla topraklara
hükümran olmuĢlardır.
Müslüman Türklerin cihan tahtına sahip olma yolunda takip ettikleri politika, hiçbir
zaman kuru toprak kavgası ile topraklarını geniĢletmek politikası olmamıĢtır. Müslüman
Türklerin gayeleri, ilahi rızayı kazanmak, yeryüzünde küfür ve fitneyi yok ederek “Ġlay-ı
Kelimetullah” Allah’ın adını yer yüzüne yaymak, zalimlerin korkulu rüyası ve mazlumların
kurtarıcısı olmak ilkesine dayanır.
Zira Ġslam Dini, cihadı farz kılmıĢtır. Bunun için Türkler, Müslüman olmak ve
Müslüman kalmak için verdikleri tarihi karardan sonra Ġslam’ın cihad farizasını yerine
getirebilmek için Allah yolunda durmadan at koĢturmuĢlardır. Hiçbir Selçuklu ve Osmanlı
PadiĢahı rahat yatağında ruhunu teslim etmemiĢlerdir. Hepsi de mallarıyla, canlarıyla Allah
yolunda cihad etmiĢlerdir. Her sıkıntı karĢısında Allah’ın azabından daha çetin, cehennem
ateĢinin daha sıcak olduğunu düĢünerek hiçbir zahmet ve fedakarlıktan çekinmemiĢlerdir.
Kur’an-ı Kerim’deki Cenab-ı Allah’ın :
“Size savaĢ açanlarla siz de Allah yolunda savaĢın. Haddi aĢmayın. Muhakkak ki
Allah, haddi aĢanları sevmez.” (Bakara Suresi, ayet :190)
“Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve bütün din Allah’ın oluncaya kadar inanmayanlarla
harbedin. Eğer vazgeçerlerse onları bırakın…” (Enfal Suresi, ayet : 39) emirleri gereğince,
Türkler, insafı, adaleti ve merhameti elden bırakmadan küfür ve kötülüklerle sırf Allah rızası
için savaĢmıĢlardır.
Bu konuda Türk-Ġslam tarihinden vereceğimiz Ģu misaller, Türk cihan hakimiyeti
idealinin dayandığı temel ve yönelik olduğu hedefi açık olarak ortaya koyacaktır sanırım.
Tuğrul Bey ordusu ile Hemedan’a giderken büyük alim Baba Tahir ile Baba Cafere
rastlar. Tuğrul Bey derhal atından inip ikisinin de elini öper. Baba Tahir :
- Ey Sultan, Allah’ın kullarına ne yapmak istiyorsun ? diye sorar.
Tuğrul Bey Ģöyle cevap verir :
- Allah ne emretmiĢse.
Baba Tahir, Kur’an’dan “Allah muhakkak adaletle davranmayı ve ihsanda bulunmayı
emreder” anlamındaki ayeti okur. Ve bu emri yap” der.
TIBB-I NEBEVİ 142
Mustafa ÖSELMİŞ
Gözleri yaĢaran Tuğrul Bey :
-Öyle yapacağım.
Deyince, Baba Tahir, Sultanın elinden tutar. Abdest aldığı ibriğin kapağını parmağına
takar ve :
-Bunun gibi dünya ülkelerini eline verdim. Adaletli ol.” Der.
Osmanlı Ġmparatorluğunun kurucusu Osman Gazi, Hayatının sonunda görev ve
sorumluluklarını oğlu Orhan Gazi’ye Ģöyle vasiyet eder :
-“Baka Orhan !... Bizim kavgamız kuru bir cihangirlik kavgası değildir. Gaza ve
cihada devam ediniz. Ġslam’ın kuvvetlenmesine çalıĢınız. Livay-ı ġerifi yüksek tutunuz.”
“Ruhumu ferahlandıran sen kederlenme, dünyadan üzgün ve gözü açık ayrılmıyorum.
Sözlerimi iyi dinle ve unutma.”
“Adil ol, merhametli ol. Bütün halkı eĢit olarak himaye et. Ġslam Dini yaymaya çalıĢ,
taptığımız Allah’tır, Kitabımız Kur’an-ı Kerim’dir. Haksızlık edersen ahrette iki elim yakanda
olacaktır. Daima haklıların yanında ol. Bu soy daha yüzyıllarca devam edecek ve askerimiz
dünyayı dize getirecek cesarettedir. Yeni bir devlet kurduk, onu yüceltmek, yaĢatmak sizin
elinizdedir. Bu da kalplerinizdeki iman gücüne bağlıdır. Kitabı elden bırakma. Daima Allah’a
Ģükredip, devamlı bu nurlu yoldan yürü.”
Gaza ve cihadlarıyla “Fatih” ünvanını alan Sultan Mehmed, Uzun Hasan’a hücuma
hazırlandığı sırada Uzun Hasan Fatih’e bir elçi heyeti gönderdi. Aralarında Uzun Hasan’ın
annesi Sara Hatun da vardı.
Fatih’in “ana” diye hitap ettiği Sara Hatunla beraber yola çıkılmıĢtı. Fatih’in ve
ordusunun Trabzon’a ulaĢabilmek için yolda çekilen zahmetleri gören Sara Hatun, Fatih’ e :
-Evlat, Trabzon nedir ki, bu kadar zahmet niye ? deyince Fatih :
-Ana, Trabzon’a gidiĢten maksat, kale fethedip servet kazanmak değildir. Maksadımız
buraları Müslümanlara vatan yapmaktır. Allah’ın rızasını ve cihad sevabını kazanmak içindir.
Bunun için bu sıkıntıların daha fazlasını çeksek yeridir.” DemiĢtir.
e) Ġdealin Zayıflaması :
Ġki asır öncesine kadar Türkler, dini, milli ve insani idealleri ile dünyanın yarısında
Türk bayrağını dalgalandırmıĢtı. Bu durumu Ģair M.C. Kuntay “Kimdir” adlı Ģiirinde Ģöyle
ifade etmiĢtir :
“Maziye sor, ecdadımı söyler sana kimdi ;
Bir bitmez ufuktum, küre vaktiyle benimdi.”
Nihayet Tanzimat’la beraber Batı kopyacılığı ile benliğinden ve ideallerinden
koparılan Türk milletinin inanç ve idealleri de imparatorluğun zayıflamasıyla beraber
zayıfladı. DüĢman, bu durumu fırsat bilerek Türk Milletini can çekiĢen hasta ilan edip,
TIBB-I NEBEVİ 143
Mustafa ÖSELMİŞ
mirasını paylaĢmak için maddi ve manevi yönden saldırıya geçti. Çar I. Nikola, Ġngiliz Elçisi
Sir Hamilton Seymura : “Kollarımızın arasında hasta bir adam var. Mirasını Ģimdiden
paylaĢalım sonra ölürse birbirimize düĢeriz.” demiĢti.
Osmanlı Ġmparatorluğunun zayıflamasından sonra, daha evvel Türk hakimiyeti
altında insanca yaĢayan ülke insanları acımasızca sömürgeleĢtirildi. Sinsi oyunlarla Türklerle
Türklerin, Müslüman’la Müslüman’ın arası açıldı. Hatta Anadolu topraklarının dıĢında
gözümüzün olmadığı ilan ettirilerek burnumuzun dibindeki adalar dahil, yüce bir ideal uğruna
Ģehit kanlarıyla sulanan topraklar terk ettirildi.
En büyük yıkım ve gevĢeme ise dini inançların zayıflatılmasıyla olmuĢtur. ĠĢin en
acı tarafı da yarı aydınımızın öç alma arzusunda olan düĢmanın oyununa gelmesi ve Türk
Milletini Hıristiyan Batı’ya uydu durumuna getirme çabalarının dini ve milleti ideallerin
zayıflamasına sebep olmuĢ olmasıdır. Bu zayıflama ise insanımızın değiĢmesini ve
ideallerinin yozlaĢmasını kolaylamıĢtır.
Bu durumda bazı yarı aydın ve yönetici kesimin zevk ve eğlenceden baĢka bir Ģey
düĢünmemesi, hatta zevk ve eğlencelerini kısıtladığı için Ramazan ayının geliĢi ile beliren
düĢüklük gösterilerinin sergilenmesi, pasifize olmayı ve zaafları kökleĢtirmiĢtir.
Bütün bunlara rağmen Ģunu açıkça itiraf edelim ki, bütün gevĢemeler ve zaaflar,
beliren yok oluĢ emareleri, milletimizin tarihi kararlarını ve yüce ideallerini tamamen yok
edememiĢtir.
f) Netice :
Ġnanıyoruz ki, milletimiz gelecekte yine cihangir olmaya layık bir millettir.
Türk Milleti tarihte bütün maddi güçleri hükümsüz bırakan inanç ve idealleriyle
düĢmanlarını yenerek insaf ve merhamet kanatlarının altında barındırmıĢlardır. Bu durum,
Türk inanç ve düĢüncesinin olgunluğunun delilidir. Bu bakımdan kehanette bulunmuyoruz
ama iddia ediyoruz ki, Türk Milleti, kurtuluĢu kendinde aradığı ve kendi ideallerine sahip
çıktığı gün tekrar cihan tahtına da sahip olacaktır. Büyük alimi Ġsmail Hakkı Bursalı’nın
dediği gibi : “Dünyada ahir tasarruf Türk’ündür.”
Bugün kurtarıcı rolü oynayan sistemlerin mutlak sonu gelecek, kurtuluĢ arayan
insanların acıları Türk hakimiyeti ile son bulacaktır. Zaman buna gebedir.
Bugünkü içine zorla itildiği haline bakılıp, geleceğin cihangir milleti yanlıĢ ve
kasıtlı kararlarla ne Batının uydusu, ne de Komünist ülkelerin sömürgesi yapılamaz. Eğer
kurtuluĢ aranıyorsa, Türk Milleti kendine dönmek, geçmiĢte kendini büyük kılan değerlerine
sarılmak mecburiyetindedir.
Kesin olarak bilinmelidir ki, milletimiz bugün hakir olmuĢsa, buna sebep Türk ve
Müslüman olması değildir. Türk Milletini hakir gören ve geri kalıĢını Türk olmasında
arayanlara Abdulhak Hamit Ģu cevabı vermiĢtir :
“Sen Türk adını anıyorken biraz eğil,
Türk’ün sebep sukutuna Türk olması değil !..”
TIBB-I NEBEVİ 144
Mustafa ÖSELMİŞ
Milletimiz bugünkü durumuna millet düĢmanlarının ihaneti ve taklitçilik sevdası
ile öz benliğinden koparılması neticesinde gelmiĢtir. Dönüm noktasında bulunduğumuz Ģu
anda artık gerçekler iyi görülmeli, dost-düĢman iyi tanınmalı bize hiçbir fayda sağlamayacak
yıkıcı, bölücü sevdalardan vazgeçilmelidir.
Milletimizin düĢüncesi, insani idealleri sağlamdır. Bu düĢünce ve ideale sahip
çıkacak olursak ecdadımızın ulaĢtığı cihangirlik mertebesine ulaĢmamız için hiçbir engel
yoktur. Yeter ki kurtuluĢu kendimizde arayalım. KurtuluĢu kendimizde aradığımız gün
Allah’ın devletimizi daim, milletimizi ebedi ve yolunda mücadele verenleri muzaffer
kılacağına inancımız tamdır.
Allah devletimize, aziz milletimize zeval vermesin. Yeni nesli cihan tahtına layık
kılsın.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 145
Mustafa ÖSELMİŞ
ALTINCI BÖLÜM
A) TÜRKLERĠN DĠNĠ
B) TÜRK AHLAK VE SECĠYESĠ
C) TÜRK TARĠHĠNDE VAKIFLAR VE SOSYAL MÜESSESELER
D) BU HALE NEDEN DÜġTÜK ?
TIBB-I NEBEVİ 146
Mustafa ÖSELMİŞ
ALTINCI BÖLÜM
A – TÜRKLERĠN DĠNĠ
Müslüman olmadan önce Türkler, çeĢitli dinleri kabul etmiĢlerdir. Bunlardan
ġamanizm, Türklerin ilk dini olmuĢtur.
ġamanizm, tek tanrı inancının hakim olduğu bir dindir. Türklerin kendi dinlerini kabul
etmesini çok isteyen diğer dinlerin temsilcileri, çok uğraĢtıkları halde kendi dinlerini Türklere
kabul ettirememiĢlerdi. Bir defasında diğer dinlerin temsilcilerini dinledikten sonra Mengü
Han : “Biz sadece bir tek Tanrının varlığına, Onun sayesinde yaĢadığımıza ve onun emri ile
öldüğümüze inanıyoruz” demiĢ kendi dinlerinin daha ileri seviyede olduğunu, bu yüzden din
değiĢtirmeye niyetleri olmadığını belirtmiĢtir.
Türklerde Tek Tansı inancının yanında, Tanrının her Ģeyin yaratıcısı, hayır ve Ģerrin
tayin edicisi olduğuna inanılırdı. Dünya hayatının geçiciliği, ölümün yok olmak demek
olmadığı ve ebediliğe geçiĢ olduğu esastı.
Türklerin bir bölümü tarafından inanılan diğer bir din de Budizm dini idi. 572
tarihinde Göktürk Kağanı Tabo Kağan zamanında bazı Türklerin Budizm’i din olarak kabul
ettiklerini kaynaklardan öğreniyoruz. Fakat Budizm, halk tarafından rağbet görmemiĢ, ancak
bazı devlet adamları tarafından benimsenmiĢti. Bunun için Budizm, Türklerin resmi dini
olmamıĢtı. Daha sonra 840 tarihinde Uygur Türkleri tarafından resmi din olarak kabul edildi.
Budizm’in en belirgin özellikleri Ģunlardır : Budizm her Ģeyden önce hareketli bir din
değildir. Bir yaratıcı ve ahret inancı olmadığı için dinde ayin ve ibadet de yoktu. Her Ģeyin
boĢ ve geçici olduğunu kabul eden pasif bir dindir. Züht hayatı ile arzuları söndürmek ve yok
etmek esasına dayanır. Hayat, ızdırap vericidir; doğmak da ölmek de ızdıraptır. Avlanmak et
yemek, savaĢmak gibi Türklerin yaĢayıĢına ve karakterine uymayan bazı yasaklar ihtiva
etmekteydi.
Budizm’den sonra Türklerin kabul ettikleri diğer bir de Maniheizm dini olmuĢtur.
Uygur Kağanı Bugu Kağan zamanında Mani rahiplerinin gayretleriyle Maniheizm dini
Türklerin bir bölümü arasında yayılmıĢtır.
Bu dinlerin hiç biri Türk’ün idealine, dünya görüĢüne ve yaĢayıĢına uymadığı için
Türkler arasında hiçbir zaman toptan kabul görmemiĢ, milli din olma özelliğini taĢımadıkları
için de milli din olarak benimsenmemiĢtir.
Tarih boyunca hareketli, teĢkilatçı ve savaĢçı millet olan Türkler, Ġslam dinine
gelinceye kadar hiçbir dini dinamik hayatlarına ve mizaçlarına uygun bulmamıĢlardır. Vezir
Tonyukuk, Türkler arasında Buda dinini yaymak isteyen Bilge Kağan’a bu dinin insana
miskinlik verdiğini, Türklerin yaĢayıĢlarına ve ideallerine yabancı olduğunu söylemiĢ ve
fikrinden vazgeçirmiĢtir.
Karakterleri icabı Ġslam’dan baĢka hiçbir dine iltifat etmeyen Türkler adeta Ġslam için
yaratılmıĢ ve Ġslam’ı kabul etmeye hazır olarak beklemiĢlerdir.
a) Türklerin Müslüman Olmaları :
TIBB-I NEBEVİ 147
Mustafa ÖSELMİŞ
Ġslam’dan baĢka bir din, Türklerin ruh yapısına uygun olmadığı için Türkler
Müslümanları görüp, Ġslam’ı tanıdıktan sonra toptan Müslüman oldular. Türkler Müslüman
olduktan sonra Ġslam Dini’ni hayatlarının ve ideallerinin tek sembolü olarak kabul ettiler.
Ġslam prensipleri ile Türk inanç ve düĢüncesinin tam bir uygunluk göstermesiyle Türkler,
daha önceki hayatlarının ve dinlerinin Müslüman olduktan sonra asla özlemini duymadılar.
Çünkü Türkler, ahlakları, sosyal yapıları ve düĢünce tarzları ile Ġslam’a hazırdılar. KomĢuları
domuz eti yerken Türkler yemiyordu. Ġslam’ın büyük günah saydığı zina, Türkler arasında
cezası ölüm olan büyük bir suç telakki ediliyordu. Diğer taraftan Ġslam Dini’nin emrettiği
ahlak ilkeleri ise Türk toplumunun baĢta gelen özelliği idi. Yani Türklerin Ġslam’a ters düĢen
bir yönü yoktu. Bu sebeple Türkler Ġslam Dinini her bakımdan kolayca benimsemiĢlerdir.
Türklerin Müslüman olmalarını kolaylaĢtıran diğer sebepler de Ģu hususlar olmuĢtur :
Daha önce Türklerin Tek Tanrıya inanmıĢ olmalarının Ġslam’ın tek Allah inancı ile
gösterdiği benzerlik, Türklerin Müslüman olmalarında baĢlıca neden olmuĢtur. Daha önce de
belirttiğimiz gibi Türkler Müslüman oluncaya kadar tek Tanrı inancına sahip olarak
yaĢamıĢlardır. Bu inanç Türk düĢüncesinin temelini teĢkil ediyordu. Türklere göre her Ģeyi
yaratan ve her Ģeyin sahibi tek kutsal varlık Tanrı idi. Mengü Han, çeĢitli dinlerin
temsilcilerini büyük bir dikkatle dinleyip onlara :
“Biz yalnız tek bir tanrının varlığına, O’nun sayesinde yaĢadığımıza ve O’nun emri ile
öldüğümüze inanıyoruz” demesi Türk inancının ifadesi idi.
Türklerin inancına göre Tanrı, Ģekli bilinmeyen, ezeli, ebedi ve güçlü bir varlıktı.
Destanlarda, kitabelerde tanrının Ģekli hakkında hiçbir ifade yoktu. O hiçbir Ģeye benzemez,
ancak kendine benzerdi.
Dede Korkut’ta “Ölümsüz mabut” diye geçen, ezeli ve ebedi olduğu bildirilen Tanrı
hakkında Ģöyle deniliyordu :
“Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin
Aziz Tanrı sen anadan doğmadın
Sen babadan olmadın, kimsenin rızkını yemedin
Kimseye güç etmedin, bütün yerlerde birsin
Sen daim ve baki olan Tanrısın.”
Göktürk kitabelerinde de Tanrının gücünün her Ģeyin üstünde olduğu belirtilmiĢ ve
“Tanrı lütfettiği, güç, kuvvet verdiği için…” denilmiĢti.
Türklerde ten Tanrı inancı ile beraber dünya hayatının geçici, ölüm ötesi hayatın ebedi
olduğuna inanılırdı. Ölümden sonra mezar bekleme yeri olarak kabul edilirdi. Bunun için ölen
bir kimse, kıymetli eĢyaları ile beraber gömülür ve mezarda cenaze, istirahat için oturan insan
gibi oturtulurdu.
Bundan baĢka Ġslam Dini, Puta tapmayı yasaklıyor ve insanın hiçbir Ģekilde
alçalmasına müsaade etmiyordu. Ġnsan onuruna saygıya dayanan akli, mantıki bir dindi. Bu ve
Ġslam Dini’nin milli değerlere bağlılığı, cihadı emretmesi, vatan sevgisini imandan sayması,
vatanına töresine bağlı ve esareti zillet sayan Türklerin milli karakterlerine uygun olan Ġslam’ı
kabul etmelerini sağlamıĢtır.
TIBB-I NEBEVİ 148
Mustafa ÖSELMİŞ
Bu konuda kolaylık sağlayan diğer bir hususta, bazı kaynaklara göre Ġslam
Peygamberinin Türkleri övmesi ve Abbasiler baĢta olmak üzere Müslümanların Türklere
hayranlık duyup son derece iyi davranmaları, Türkleri temiz insanlar olarak görüp
güvenmeleri, hatta devlet kademelerinde önemli görevler vermiĢ olmalarıdır.
Türklerin Müslüman olmalarında herhangi bir Ģekilde zorlanmıĢ olmaları söz konusu
değildir. “EĢeği Müslüman olsa da Ömer Müslüman olmaz” diyen Hz. Ömer, nasıl
Müslümanların sağlam inancı ve Kur’anın büyüleyici etkisi ile Müslüman olmuĢ ise, Türkler
de Ġslam’ın yüceliği karĢısında Müslüman olmuĢlardır. Türklerin kılıç zoru ile Müslüman
olduğu iddiası yalandır. Çünkü Türkler o zaman da güçlü idi. Zillete düĢmüĢ ve hakir olmuĢ
bir millet değildi. Bu yüzden Ġslam’ı zorlama ile değil, kendi irade ve istekleriyle kabul
etmiĢlerdir.
Türklerin Müslüman olmalarıyla, Allah Türkleri Ġslam’la ĢereflendirmiĢ Ġslam’ı da
gerçekten onu yaĢayacak, hizmet edece, yayacak Türklerle muzaffer kılmıĢtır.
b) Ġslamsız Türk DüĢünülemez :
Ġslamiyet, Türklerin hayatında en köklü müessesesi olmuĢtur. Türkün karakteri ile
Ġslam’ın prensipleri arasındaki uygunluk, Türklerin çok çabuk olgunlaĢmasına sebep olmuĢ
aynı zamanda Ġslam’ın köklü tedbirleri sayesinde Türkler bozulup yok olmaktan
kurtulmuĢlardır.
Demek oluyor ki, Türkler, Ġslam’ı kabul etmekle varlıklarını ve geleceklerini garanti
altına almıĢlardır. Böyle Ġslamiyet Türklerin milli ve manevi varlığının teminatı olmuĢtur.
Öyleyse Türklük mü ? Müslümanlık mı ? tartıĢmasına lüzum yoktur. Nasıl insanın
canlılığı bedenle ruhun birliğinden ibaretse, Türklükle Ġslamiyet de böyledir. Bunun için
Türk’ü Ġslam’dan, Ġslam’ı Türk’ten ayıramayız. ġu anda Ġslam’ı anlayan, yaĢayan ve temsil
eden tek millet Müslüman Türk Milletidir. Ġslam Dini de X. Asırdan beri Türkler için en
büyük kuvvet kaynağı olmuĢ ve Türkler Ġslam’la benliğini bulmuĢlardır. Türk’ün milli
değerleri Ġslam’la yüceltilmiĢ ve Ġslam’la yaĢatılabilmiĢtir. Türk tarihinde Türk
Milliyetçiliğinin geliĢmesi Ġslam sayesinde olmuĢtur. Ġslam prensiplerinin sınırlayıp sağladığı
tertemiz bir hayatla da milli ideallerin gerçekleĢmesine imkan hazırlanmıĢtır.
Türklerin islamı kabul etmeleri, Türk tarihinin dönüm noktası olmuĢtur. Ġslam’ı kabul
etmeyen Türkler, benliklerini tamamen kaybedip yabancı din ve kültürlerin tesiriyle yok olup
giderken Müslüman olan Türkler ise Ġslam’ın diriltici prensipleriyle Türklüklerini ve Milli
benliklerini korumuĢ, küçük bir cemaat halinde yaĢamaktan kurtulup dünyanın en büyük , en
huzurlu ve en uzun ömürlü imparatorluklarını kurmuĢlardır.
Türklerin Müslüman olmakla gösterilebilecek hiçbir kayıpları olmamıĢtır. Musa
peygamberden bu yana gittikleri her yerden kovuldukları, yaptıkları bütün savaĢlarda
yenildikleri halde milli dinleri olan Yahudilik sayesinde bugüne kadar Ġsrail nasıl yok
olmamıĢsa, Türkler de varlıklarını Ġslam sayesinde koruyup devam ettirmiĢlerdir.
Türkler için Ġslam’ı kabul etmek, Türk tarihinin en mesut ve en önemli hadisesi
olmuĢtur. Ġslam imanı ve disiplini Türklere bambaĢka bir ruh vermiĢtir. Ġslam’la beraber
gönüllere sükun, insanımıza huruz gelmiĢtir. Ahlak ve iman hayatı baĢlamıĢtır.
TIBB-I NEBEVİ 149
Mustafa ÖSELMİŞ
c) Türklerin Ġslam’a Hizmetleri:
Türkler, hak din olan Ġslam’ı kabul ettikten sonra tamamıyla onu benimsemiĢler,
Ġslam’ın fedakar koruyucusu ve kahraman mücahidi olmuĢlardır. Ġman ettikten sonra aldıkları
kutsi vazifenin heyecanı ile Türkler, Allah’ın adını cihana yaymak, yeryüzündeki her türlü
fitne ve fesadı yok etmek için yerlerinde bir an bile durmamıĢ, rahat yataklarında
yatmamıĢlardır.
Denilebilir ki Türkler Ġslamiyet’ten, Ġslamiyet de Türklerden kuvvet almıĢtır.
Müslüman olmakla Türkler :
1.
2.
3.
4.
Milli birliklerini korumuĢlardır
Ġslamiyet Türkleri canlı ve diri tutmuĢtur.
Türklerin hayat tarzları ve dünya görüĢleri değiĢmiĢtir.
Türklerin idealleri değiĢmiĢtir. Allah’ın rızası ve insanların gönül hoĢnutluğunu
kazanmak için yaĢamaya baĢlamıĢlardır.
Türkler Ġslam’ın prensipleri ile Ġmparatorluklar kurmuĢlardır. Böylece hem millet hem de
devlet gücü ile Ġslam’a büyük ölçüde hizmetlerde bulunmuĢlardır.Ġslam’ın bayrağı Arapların
yorgun ellerinden Türklerin ellerine geçmiĢ ve Türkler tarafından yükseltilmiĢtir. Asırlarca
Türkler Ġslam’ın kılıcı ve bayraktarı olmuĢlardır.
Her alanda Türklerin Ġslam’a olan bağlılıkları ve hizmetlerinin sonucu “Müslüman”
tabiri artık yalnız Türkler için kullanılmaya baĢlandı.
Ġslam’ı korumak ve yaymak için her Ģeyden önce en iyi Ģekilde ona uymak ve
prensiplerini yaĢamak lazımdı. ĠĢte Türkler bunu ihmal etmediler. Türkler, Ġslam’ın her
emrine titizlikle uydular. Ġslam’ın kutsal kitabı Kur’an’a en büyük saygıyı gösterdiler.
Ġnançları uğruna Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. Kurdukları adil idare ve
Ġslam’ın insana verdiği değer ölçüleriyle gösterdikleri muamele, bu sebeple Türklere kurtarıcı
olarak kucaklarını açan insanlar Ġslam’a ısınmıĢlar ve Müslüman olmuĢlardır.
Ġslam Dini Arap yarımadasında doğmuĢtur ama, Allah’ın adını yeryüzüne yaymayı
görev bilen Türkler tarafından dünyaya yayılmıĢtır. Bugün Ġslam’ı yayma bahtiyarlığına
eriĢen Türklere karĢı Müslüman ülkelerinin gösterdiği sevgi ve muhabbetin sebebi,
kendilerinin yapamadığını Müslüman Türklerin yapmıĢ olmasındandır. Bir baĢka sebep de
Ġslam ve Müslüman düĢmanı olan Hıristiyan Batı’nın saldırıları karĢısında Türklerin yıkılmaz
bir kale oluĢudur.
Ayrıca Abbasiler zamanında iç isyanların ve mezhep kavgalarının bastırılmasında,
Haçlı saldırılarının püskürtülmesinde Türklerin büyük rolü olmuĢtur.
Türk hükümdarı Gazneli Mahmud, Ġslam Dinini yaymak için Hindistan’a on yedi
büyük sefer yapmıĢ, bu seferlerin sonunda ele geçirilen yerlerde Ġslam Dininin yayılmasını
sağlamıĢtır. Daha sonra Hindistan’da kurulan Türk hakimiyeti ile de bugün yüz milyonu aĢkın
insanın Müslüman olması gerçekleĢtirilmiĢtir.
Alparslan’ın Bizanslılarla yaptığı savaĢları kazanması, Anadolu’nun kapılarını
Türklere açmıĢ, böylece Anadolu’nun TürkleĢmesi ve ĠslamlaĢması sağlanmıĢtır. Daha
TIBB-I NEBEVİ 150
Mustafa ÖSELMİŞ
sonraki yıllarda Osmanlılar zamanında Viyana kapılarına kadar Türklerin eline geçmesi,
Ġslam Dininin Avrupa’ya yayılmasını ve bütün dünyanın Ġslam’ı tanımasını gerçekleĢtirmiĢtir.
Ġslam’ın kılıcı Türklerin eline geçtikten sonra Ġslam’ın bayrağı fedakar Türklerin
elinde yükselmiĢtir. Mezhebimizin kurucusu Ġmam-ı Azam Hazretleri, Hac esnasında Allah’a
niyazda bulunurken : “Ey Allah’ım benim içtihadım doğru ve mezhebim hak ise bana yardım
et; Çünkü ben senin rızan için Resulünün ġeraitini takrir ettim” demesi üzerine hatiften bir ses
: “Sen doğru söyledin Kılıç Türklerin elinde bulundukça senin mezhebine zeval yoktur”
cevabını vermiĢtir.
Zira Türklerin Müslüman olduktan sonra yaptığı her Ģey, Allah’ın rızası ve Allah’ın
adının bütün dünyaya yayılması idealine dayanıyordu. Buna bir örnek verecek olursak :
Trabzon seferi esnasında çekilen zahmetleri gören Uzun Hasan’ın annesi Sare Hatun,
Fatih Sultan Mehmed’e :
-Oğul Trabzon için bu kadar zahmet değer mi ? Bunca zahmet nedendir ?
Deyince Fatih :
-Ana bu zahmet yalnız Trabzon için değildir. Biz Ġslam’ın kılıcını elimizde tutuyoruz.
Eğer biz bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur. Biz bu zahmet karĢılığında
gazi ünvanını hak ederiz; eğer bugün veya yarın bu gayeye eriĢemeden ölürsek, Allah’ın ve
Peygamberinin katında yüzümüze nasıl bakılır ? “ cevabını vermiĢtir.
Büyük Selçuklu Ġmparatoru Melik ġah, tahta çıktığı zaman ülke içinde Ġslam birliğini
sağlamak, fitneleri yatıĢtırmak için kardeĢiyle savaĢa mecbur kalmıĢtı. Buna mecbur kaldığı
için Veziri Nizam’ül-Mülk ile beraber camide durumun düzelmesi ve Cenab-ı Allah’ın
kendisini affetmesi için dua etti. Vezirinin gönülden dua ettiğini görünce, ona niçin ve nasıl
dua ettiğini sordu. Veziri Nizam’ül-Mülk :
-Cenab-ı Hak’tan yalnız Ģunu diledim : Mücadeleyi siz kazanın ve milletin baĢında siz
kalın…” diye dua ettim. Cevabını alan Melik ġah, ben ise Ģöyle dua ettim :
-Yarabbi, iki kardeĢ dövüĢüyoruz. Ġçimizden hangimiz milletin baĢına geçmeye layıksa ve
ikimizden hangimiz millet ve ümmet için, din ve devlet için daha hayırlı olacaksa zaferi ona
ihsan et.” Dedim diyerek bir asalet örneği vermiĢtir.
Yavuz Sultan Selim, son anlarını yaĢıyordu. Hekimi Hasan Can’a sordu :
-Nasılım, ne haldeyim ?
Hasan Can üzgün bir tavırla cevap verdi :
-PadiĢahım, Allah’a kavuĢmak zamanıdır, O’na teveccüh ediniz.
Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim :
-Ya bunca zamandır sen beni kiminle sanıyordun ? ġimdiye kadar Allah’a teveccühümüzde
bir kusur mu sezdin ?
Bu inanç ve bağlılıkla Türkler, Türklüğü ve Müslümanlığı ortadan kaldırmak için giriĢilen her
türlü saldırının ve bilhassa Haçlı sürülerinin karĢısına dikilmiĢ sel gibi Müslüman Türk kanı
akıtarak düĢmanlarını ağır yenilgilere uğratmıĢ, Ġslam’a karĢı giriĢilen her türlü saldırının
TIBB-I NEBEVİ 151
Mustafa ÖSELMİŞ
karĢısına dikilmiĢtir. Bu gerçeği 1972 Temmuzunda Cezayir’de toplanan Ġslam Kongresinde
Suudi Arabistan temsilcisi Ģu sözlerle ifade etmiĢtir :
“Eğer Türkler olmasaydı, mukaddes topraklar Haçlıların ayakları altında kalacaktı. Bu nasıl
unutulur ? “
Türklerin Ġslam’a yaptıkları hizmetlerin geçmiĢte olup bugün durduğu söylenemez. Açıkça
diyebiliriz ki, bugün Ġslam’ı en iyi anlayan, Ġslam’ın prensiplerini en iyi Ģekilde uygulayan ve
Allah yolunda cihadı ter etmeyen tek millet, Türklerdir. Hal böyleyken Ġslam ülkeleri arasında
“Türklerin Ġslam’ı terk ettikleri ve dinsiz oldukları “propagandası, Müslümanları parçalamak
ve Ġslam ülkelerini Türklere düĢman etmek isteyenlerin oyunudur.
Kore’ye giden Türk mücahitleri, koyu Budist olan Kore’liler arasında Müslümanlık ve
Türkoloji gibi iki büyük iz bırakmıĢlardır. O zamana kadar bir tek Müslüman’ın bulunmadığı
Kore’de bugün bütün dünyada olduğu gibi Ġslamiyet büyük bir hızla yayılmaktadır.
Bizim Anadolu Gazetesinin (24.10.1969) verdiği bir haber de bu gerçeği ortaya koyuyordu.
Haber aynen Ģöyle idi :
“Bir hafta kadar yurdumuzda incelemelerde bulunan 15 kiĢilik Güney Kore Ticaret
heyetinin üyesi, Ġslam Federasyonu baĢkanı H.Sabri Suh Jung-Kıl, Türk tugayının Kore’ye
gelmesinden ve kahramanca savaĢmasından sonra Kore’de Ġslam’ın hızla yayılmaya
baĢladığını söylemiĢ ve tarihte olduğu gibi Ġslamiyet halen Türklerin öncülüğü ile
yayılmaktadır” demiĢtir. Ayrıca Kore’de bulunan 5000 Müslüman’ın 1951 yılından sonra
Müslüman olduğunu belirtmiĢtir.
Türk Milleti, asırlarca Ġslam’ın hizmetkarı olmuĢ, bilhassa Batı alemi misli
görülmemiĢ bir bataklıkta yaĢarken Türkler bütün insanlığa mutlu ve canlı bir hayat mesajı
sunmuĢlardır. Hala bütün Ġslam alemi Haçlı seferlerinin muhatabı olan Türklere geçmiĢin
Ģükranını duyar. Türklere tarihte oynadığı rolün özlemi içinde Ġslam’ın temsilcisi ve Ġslam
ülkelerinin lideri gözü ile bakar. Çünkü bugün bile Ġslam’ı en güzel anlayıp yaĢamaya çalıĢan
bir millet varsa o da Müslüman Türk Milletidir.
Türkler, dünya görüĢü Ġslam’a en uygun ve dinlerini ihmal etmeyen bir millettir.
Allah’ın adını duyup “Celle Celalühü” demeyen, Peygamberin adını anıp da salavat
getirmeyen Türk’ e az rastlanır. Bir Müslüman Türk, Allah’ın adını boĢ yere ağzına almaz.
TIBB-I NEBEVİ 152
Mustafa ÖSELMİŞ
Dini konularda laubalilik göstermez. Peygamberin sünnetlerini titizlikle yerine getirir. Türkler
Kur’an-ı belden aĢağı tutmaz. Kur’an bulunan yerde yatmaz. Hatta ayaklarını uzatıp oturmaz.
Kur’an-ı abdestsiz eline almaz.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır Fethinden döndüğü 25 Temmuz 1518 tarihinden
Halifeliğin kaldırıldığı 3 Mart 1924 tarihine kadar 405 yıl, 7 ay, 9 gün bir saniye ara
verilmeden Topkapı Sarayı Hırka-i Saadet Dairesinde aralıksız okunmuĢtur.
ġu anda Peygamber Efendimizin ve O’nun cennetle müjdelenen Ashabının emanetleri,
Sancak-ı ġerif, Yüce peygamberimizin mehdine mazhar olmuĢ aziz Milletimizin sahip olduğu
Anadolu topraklarındadır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 153
Mustafa ÖSELMİŞ
Netice:
Türklerin X. Asırdan beri milli dinleri Ġslam Dini olmuĢtur. Türkler Ġslam dininden
baĢka bir dine iltifat etmemiĢlerdir.
Türklerin Ġslam’ı kabul etmeleri, Türk ve Ġslam tarihinin bir dönüm noktası olmuĢtur.
Aktif bir din olan Ġslam Dini sayesinde Türkler, dünyanın en güçlü imparatorluğunu
kurmuĢlardır. Ġslamdan aldıkları güçle Ġslam’a hizmet etmiĢler, Cihad emri ile Ġslam’ı
koruyup yaymıĢlardır.
Türkler asırlarca Ġslam ülkelerinin itimadını kazanıp, onların liderliğini yapmıĢlardır.
Bugün de itimada layık, liderlik vasfına sahiptirler.
TIBB-I NEBEVİ 154
Mustafa ÖSELMİŞ
B – TÜRK AHLAK VE SECĠYESĠ
Dünya kurulalıdan bu yana gelmiĢ geçmiĢ her milletin inancından, milli kültüründen,
hayat ve dünya görüĢünden doğan milli bir ahlakı olmuĢtur. ġimdiye kadar tarihe sermaye
olan milletler ahlaki bozuklukları nedeniyle yok olmuĢ, bugün varlığını devam ettiren
milletler de ahlaklarının sağlamlığı sebebiyle ayakta kalmıĢlardır.
Türkler, tarihin akıĢı içerisinde sağlam inanç ve kültür kaynaklarından oluĢan güzel
ahlaklarıyla, tarih boyunca yaĢama imkanı bulmuĢlar, devletleri yıkıldığı halde ahlakları
yıkılmadığı için kısa zamanda teĢkilatlanarak yıkılan devletlerinin yerine bir yenisini
kurmuĢlardır.
Ahlakının sağlamlığı sayesinde milletimiz hiçbir devirde sefalete, yoksulluğa
sürüklenmemiĢ, manevi medeniyetten sonra maddi medeniyet ve istikrarlı, huzurlu bir toplum
düzeni kurmuĢtur. Böylece Türk Milleti, tarihin mezarlığına gömülen milletler gibi yok olma
Ģanssızlığı gibi bir acı felakete uğramamıĢtır. Varlığını sürdürürken insanlık yönünden Türk
medeni hayatı, yaĢayan milletlere örnek teĢkil etmiĢtir.
Türklere sempati ve hayranlık duyan milletler, Türklerin ortaya koyduğu akıllara
durgunluk veren insani ve ahlaki üstünlüklerini tılsımlara, tabiat üstü kuvvetlere bağlarken,
bazı milletler de Türklere karĢı duydukları kin ve nefretin sonucu, Türklerin barbar ve kaba
insanlar oldukları konusunda düzme iftiralarda bulunmuĢlardır. Fakat Türkler, üstün vasıfları
ve yaĢayıĢlarıyla kanlı fetihler yapan barbar, hunhar bir millet olmadığını her zaman her yerde
ispatlamıĢ ve dini husumetin aleyhlerinde oluĢturduğu her iftirayı asılsız bırakmıĢlardır.
Yapılacak sathi bir tetkik bile Türk Milletinin insanlıktan yoksun, iptidai bir millet
olduğu yolunda uydurulmuĢ iftiraların asılsızlığını ortaya koymaya yetecektir. Bu konuda
Türkleri tanıdıktan sonra söylediklerinden piĢmanlık duyanların itirafları, Türk düĢmanı
oldukları halde yabancıların Türkler hakkındaki hayranlık ifadeleri, beklemedikleri halde
bizzat Ģahit olduktan sonra anlattıkları olaylar ve bütün bunları içine alan sayısız eserler
ortadadır.
ġimdi bu eserlerden ve Türkler hakkında söylenmiĢ yabancılara ait sözlerin birkaçını
nakletmekle yetinelim :
Türkler namuslu, insanlardır. Bunun böyle olduğu birçok yabancı dost ve düĢman
tarafından açıkça ifade edilmiĢ, yabancı kaynaklarda Türkler namuslu insanlar olarak
belgelenmiĢtir. T.H.Gatuier : “Türkler saffet ve sadelikle tanınırlar. Namuskarlıkları herkesin
malumudur. Türk’ün sözü dünyanın en sağlam senet ve imzaları kadar muteberdir.” Derken
Arap Mütefekkiri Cahiz de : “Türkler pek namuslu insanlardır. Ne harpte, ne sulhta hile
yapmazlar, fırsattan istifadeye tenezzül etmezler, özleri ve sözleri doğrudur” demiĢtir. Ġngiliz
Müellifi Th.Thornton ise Türklerin namuskarlığını Ģu sözlerle ifade etmiĢtir : “Namuskarlık
Türk tüccarının belirgin özelliğidir. Hilekarlıklarına hiçbir tedbirin fayda vermediği
Yahudi’den, Rum’dan, Ermeni’den Türk’ü ayırt eden bu özelliktir. Rumlarla karıĢık olmayan
Türk köylerinde hayatın masumluğu ve geleneklerin sadeliği çok ilgi çekicidir. Hilekarlıkla
dolandırıcılık oralarda tamamıyla meçhuldür”
Patrik Süryani Mikail meĢhur Vakaayi’namesinde Ģöyle der : “Türklerin meziyetleri
vardır. Hilekarlıkla, sahtekarlık bilmezler ve doğruluktan ayrılmazlar. Karı-koca ihanetinden
çekinirler, onun için Türkler arasında zina ender bir Ģeydir.” (1)
TIBB-I NEBEVİ 155
Mustafa ÖSELMİŞ
Baltacı Mehmet PaĢa Prut seferinde meĢhur seyyah A.de La Matraye’nin yazdığı
seyahatnamenin 258 nci sayfasında : “Hırsızlara gelince, bunlar Ġstanbul’da son derece
nadirdir. Ben Türkiye’de takriben ondört sene kaldığım halde, bu müddet zarfında hiçbir
hırsızın orada ceza gördüğünü iĢitmedim. Yol kesen haydutların cezası kazıktır. Ben bu
memlekette geçirdiğim müddet zarfında yalnız altı haydudun kazıklandığını iĢittim. Onlarda
bu Rum cinsindendi, diye yazılıdır.” (2)
On sekizince yüzyıl baĢlarında Osmanlı ülkesini dolaĢan yazar A de La Montraye,
“Asya ve Afrika” adlı eserinde eski Türk seciye ve ahlakını belgeleyen açıklamalarda
bulunur. HaĢmetli dönemlerimizde ülkemizi dolaĢan her Avrupalı gibi o da hayran kalmıĢ,
gördüklerini eserinde anlatmıĢtır. AĢağıda yazarın hatıralarından bir parça sunuyoruz :
“Türklerin namuskarlığını teslim etmek suretiyle kendim için vazife bildiğim hakkın
yerine getirilmesinde bir an bile tereddüt edemem. Bir çok tanıdıklarımın ve bilhassa daimi
dalgınlığımdan dolayı herkesten fazla benim baĢıma gelmiĢ bir hal vardır. ÇeĢitli
dükkanlardan öte beri satın alırken para vermek için boynumdan çıkardığım kesemi veya
vakti anlamak için çıkardığım saatimi eĢya yığınları arasında unuttuğum çok olmuĢtur. Bazen
de vereceğim paranın iki mislini bıraktıktan sonra dükkancının mallarını kaldırıp yanlıĢ
verdiğim parayı görmesine vakit kalmadan çekilip gittiğim olurdu. ĠĢte bu dalgınlığıma
rağmen Türk dükkanlarında hiçbir zaman tek bir meteliğim kaybolmamıĢtır. Çünkü bu gibi
durumlarda dükkancılar peĢimden adam koĢturmuĢlar ve hatta dalgınlığım neticesini
anladıktan sonra dükkana dönmemiĢsem unuttuğum Ģeyi iade etmek için kaldığım Beyoğlu’na
kadar gönderip bir çok defalar beni aramıĢlardır.” (3)
Aynı yazar devamla :
“Osmanlı Türkleri diğer faziletleri kadar namuskarlık, dürüstlük ve doğruluk
Kur’an’ın hükümlerine dayanan meziyetleri itibarıyla da Ģayanı takdirdirler. Ġçtimai nizamın
Osmanlılar arasında kurmuĢ olduğu münasebetlerin hepsine temiz yüreklilikle hüsnü niyetin
hakim olduğu anlaĢılmaktadır. VatandaĢları birbirine karĢı taahhüt altında bulundurmak ve
bunların hükümlerini icra ettirebilmek için baĢka memleketlerde olduğu gibi her zaman tahriri
ve sikalara ihtiyaç yoktur.”
“Osmanlı Türklerinin methü sena edilebilecek meziyetlerinden biri de verdikleri söze
umumiyetle sadık olmaları, insanları aldatmaktan ve emniyeti kötüye kullanmak ile insanların
safdilliliğinden istifadeye kalkıĢmaktan veya istismar etmekten vicdan azabı duymalarıdır. Bu
konuda Müslüman ile Müslüman olmayan arasında hiçbir fark gözetmezler. Zira her türlü
gayri meĢru kazançları Ġslamiyet bakımından kötü sayarlar ve meĢru bir surette kazanılmıĢ bir
servetin ne bu dünyada, ne de öteki dünyada hiç kimseye hayrı olmayacağına kesin olarak
inanırlar.” (4)
Türk tarihi baĢtan sona ahlaki faziletlerle doludur. Türk tarihinin baĢlangıcından
itibaren asalet, Türklerin ruhu olmuĢ ve bu ruh Türk topraklarında gerçekleĢen saadetin
kaynağını teĢkil etmiĢtir. Türklerin ahlaklarının üstünlükleri karĢısında aĢırı Türk
düĢmanlıklarına rağmen yazar ve düĢünürler, kendilerini mest eden gerçekleri itiraf etmek
zorunda kalmıĢlardır. Bunlardan Türk ve Ġslam düĢmanlığı ile tanınan Fransız yazarı Guer :
“Gerek Ġstanbul’da, gerek Osmanlı Ġmparatorluğunun bütün Ģehirlerinde hüküm süren
emniyet ve asayiĢ hiçbir tereddüde imkan bırakmayacak surette ispat etmektedir ki Türkler
hiçbir zaman görülmemiĢ derecede medenidirler” demekten kendini alıkoyamamıĢtır.
TIBB-I NEBEVİ 156
Mustafa ÖSELMİŞ
Alman elçisi Bucbecq de : “Bu muazzam kalabalık içinde imrenilecek diğer bir husus
da nizam ve sessizliktir. Aralarında hiçbir bağrıĢma, gürültü ve uğultu olmaz. Halbuki bizde
birkaç kiĢi bir araya geldi mi gürültüden durulmaz” demiĢtir.
Türkleri iyi tanıyan Fernand Grenard da Türklerdeki asayiĢ ve nizamı Ģu sözlerle ifade
eder : “Hükümete düĢen vazife sadece asayiĢ ve nizamı temin etmekten ibarettir. Bu vazifeyi
de yabancı müĢahitlerin takdirini çekecek Ģekilde icra eder. Sokakta silah taĢımak yasaktır.
Kavga olmaz, anlaĢmazlıklar seyrektir. II. Henri’nin sefiri olan M.D’aramon’un sekreteri Jean
Chesneau Ģöyle yazıyor : “Ġnzibat öyle düzenli, sükunet öyle büyük ki, gözüyle görmeyenin
buna inanmasına hemen hemen imkan yoktur… Geceleri Ģehri muhafaza etmek için elinde
fener ve baston taĢıyan bir kiĢi, tek baĢına dolaĢır. Ve Paris’te yanında okçularıyla dolaĢan
nöbetçi kumandanından daha fazla korku verir.” (5)
A.L.Castellan 1811 yılında yayınladığı eserinde Türklerin dürüstlüğünü Ģöyle dile
getirmiĢtir.
“Dostlarımızdan biri, içinde bin kuruĢ bulunan bir torba ile Ġstanbul’dan Beyoğlu’na
dönüyordu. Tophane iskelesine çıkarken torba yırtılır, paralar dökülüp rıhtımın üzerine dağılır
ve hatta bazıları yuvarlanır. Halk hemen üĢüĢür, herkes bulabildiği kadar toplar. Torbanın
sahibi olanları büyük bir endiĢe ile izler; fakat her taraftan gelip paraları deniz kıyısındaki
torbaya koyduklarını görünce içi rahatlar. Hatta kayıkçılar suya dalıp denize düĢenleri de
çıkarırlar. Avrupa’lı dostumuz bütün bunlara karĢı cömertlik göstermek isterse de kimse
bahĢiĢ almaya yanaĢmaz. Zaten o kalabalığa bahĢiĢ yetiĢmez. ĠĢte bunun üzerine hamalın biri
torbayı yüklenip dostumuzun evine götürür. Zavallı adam büyük bir merak içinde parasını
hemen saymıĢ, bin kuruĢun tam olarak torbada olduğunu görünce hayretler içinde kalmıĢ.
Gözlerine inanamamıĢ ve parayı bir kere daha saymıĢ, tek bir kuruĢun bile eksik olmadığını
hayretler içinde görmüĢ.
Halkın en yoksul tabakasında incelikle zarafetin bu derecesi acaba yalnız Türklere mi
münhasırdır ? Her halde Ģurası gerçek ki, bu durum hiç değilse büyük bir hakkaniyetle hüsn-ü
niyet Ģuurunun Türk Milleti’ne Ģeref veren bir ifadesi demektir.” (6)
“Batılı seyyahlardan A.de La Montraye Ģöyle demektedir : Din ayrılığından
Müslümanlarla Hıristiyanlar birbirlerinden nefret ederler. Fakat bu nefret Türkiye’de hiçbir
kötülüğe sebep olmaz. Çünkü Türkler kendi dinlerinden olmayan hiç kimseyi inanç ve
imanından ötürü rahatsız etmezler. Eğer dini kin denilen Ģey bizde aynı Ģekilde kalsa veyahut
atılgan Ģekiller almasaydı, Avrupa milletleri kendilerini daha mutlu sayabilirlerdi.” (7)
“Fransız Generallerinden Conte de Bonneval diyor ki : “Haksızlık, faizcilik,
stokçuluk, ihtikar, hırsızlık gibi suçlar Türkler arasında bilinmez. Bu memlekette yaĢayan
Hıristiyanlar özellikle Rumlar öyle değillerdir. Sık sık çarpıldıkları cezalara rağmen
ahlaksızlıklar içerisinde yaĢarlar.” (8)
“Ġngiltere’nin Ġstanbul elçilerinden James Forter de Türk köylüsünün saf ve temiz
ahlakının bozanların Rumlar olduğunu Ģöyle açıklıyordu : “Türklerle Rumların karıĢık
yaĢadığı köylerde Rumların, Türklerin ahlakını bozduklarını, Türklerin sahtekarlığı
Rumlardan öğrendiklerini, Türk aileler arasında fitne fesat tohumlarının Rumlar tarafından
ekildiğini, Türkler arasındaki davalara Rumların sebep olduklarını, kadıların Rumlar
tarafından rüĢvete alıĢtırıldığını, kadının himayesini sağladıktan sonra haksızlıklarına alet
TIBB-I NEBEVİ 157
Mustafa ÖSELMİŞ
ederek Rumları zengin edecek ortamı hazırladıklarını…”(9) kaydederek Türkler arasında
görülen bazı kötü davranıĢların Rumlar tarafından sokulduğunu belirtir.
Fransız seyyahı Du Loir da diyor ki : “Rumlar da aynı memlekette dünyaya geldikleri
halde mizaç itibarıyla Türklerden o kadar farklıdırlar ki, atalarının kötü huylarına, yani hile,
düzenbazlık ve benlik, gurularına mirasçı olmuĢlardır. Tam tersine Türkler son derece samimi
ve alçak gönüllü insanlardır.” (10)
Türkler beraber yaĢadıkları azınlıklar arasında güzel ahlakları ile tanınmıĢlardır. M.de
Thvenot, Osmanlı ülkesinde yaptığı bir seyahatten sonra kaleme aldığı seyahat notlarında
Ģöyle der :
“Türkler arasında faiz ve karaborsa büyük bir günah sayıldığı için bu türlü iĢlere pek
rastlanmaz. Çok dindar, gayet Ģefkatli ve insaniyetlidirler. Din gayretleri son derece yüksek
olduğu için bütün Türkler Ġslamiyet’i bütün kainata baĢtan baĢa yaymak isterler. Eğer bir
Hıristiyan’a karĢı hürmet ve sevgi duyacak olurlarsa Müslüman olmasını rica ederler.”
“Türkler çok hürmet besledikleri padiĢahlarına sadıktırlar, gözleri kapalı olarak itaat
ederler. PadiĢahına ihanet edip Hıristiyanlarla iĢbirliği eden Türk’e rastlanmaz.”
“Birbirleriyle vuruĢup dövüĢme bilmezler ve Ģehirlerde kılıç taĢımazlar; hatta askerler
bile hançer taĢımakla yetinirler. Türkler arasında birbirine meydan okuyan azdır.
Memleketlerinde düello bilinmez. Bunun sebebi de Hz. Muhammed’in iki büyük ihtilaf
kaynağı olan içki ve kumarı yasak eden hakimane siyasetidir. Onun için temiz ahlaklı Türkler
hiç Ģarap içmezler. Gerek içki içenler; gerek afyon ve esrarla kendinden geçenler saygı
görmezler.”
“Oyunlara gelince birçok oyun oynarlar, ama bunlar karĢılıksızdır. Bundan dolayı da
dövüĢmezler. Eğer aralarında kavga çıkacak olursa; o sırada ilk önlerine çıkan kimse hemen
aralarını bulur. Veya Ģikayetçi taraf arkadaĢını hakim huzuruna davet edip Ģahitler getirir.
Öteki taraf mahkemeye gitmekten kaçınmaz. Çünkü kaçındığı takdirde suçunu itiraf etmiĢ
olur. Hakimin huzurunda her iki taraf da delillerini arz eder. Haksız çıkan mahkum olur ve
eğer hak etmiĢse çok defa sopa cezası yer.” (11)
“XVIII asırda Ġngiltere’nin Ġstanbul Sefiri bulunan Sir James Porter bakınız ne diyor :
“Türkiye’de yol kesmek vak’alarıyla ev soygunculukları ve hatta dolandırıcılık,
yankesicilik vak’aları adeta meçhul gibidir. Harp halinde olsun, sulh halinde olsun yollarda
evler de emindir.”
“Türkler hırsızlığı, ister insanlığa yakıĢmaz menfur bir hareket, bir Ģerefsizlik ve
alçaklık saydıklarından, ister kanunlardan korktuklarından yapmamıĢ olsunlar, Ģurası
muhakkaktır ki Türkler tarafından iĢlenmiĢ yankesicilik, dolandırıcılık ve soygunculuk
vak’aları son derece nadirdir.”
“Bu kadar geniĢ bir Ġmparatorluğun bir ucundan öbür ucuna bir çok yollardan
gidilebildiği için yakayı ele vermeksizin hırsızlık yapmak da, adam öldürmekte mümkün
olduğu halde, kimse bu fırsatlardan faydalanmayı düĢünmemektedir.” (12)
TIBB-I NEBEVİ 158
Mustafa ÖSELMİŞ
“Ġstanbul’da birkaç sene kalıp tetkiklerde bulunduktan sonra intibalarını Paris’te
neĢreden tarihçi A. Ubicini de o devrin Türkiye’sindeki emniyet ve huzuru Ģöyle anlatır :
“Bu muazzam taht Ģehrinde dükkancı namaz vakitlerinde dükkanını açık bırakıp gider
ve geceleri de evlerin kapıları basit bir mandalla kapatılır. Böyle olduğu halde senede üç dört
hırsızlık vak’ası bile olmaz.”
“Halbuki ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ve Beyoğlu’nda hırsızlık ve cinayet
vak’aları duyulmayan gün yoktur.” (13)
“Türk ahlakının temel unsurlarından biri de doğruluk ve dürüstlük anlayıĢıdır. Bu
anlayıĢ Türklerin tarih boyunca mümeyyiz vasfı olmuĢ, hiçbir dönemde doğruluktan
ayrılmamıĢlardır.
Orhan Gazi’nin kardeĢi Ali, bilgin ve erdemli bir sadrazamdı. Onun sadrazamlığı
sırasında bir köylü olan Ahmet Ağa, Mehmet Ağa’ya tarlasını satmıĢtı. Mehmet Ağa tarlasını
sürerken bir küp altın buldu. Kendi kendine düĢündü.
-Allah var, Ben Ahmet Ağa’dan altınların bedelini vererek değil, toprağın bedelini
vererek satın aldım. Altınlar benim için haramdır. Altınları götürüp sahibine vermeyi
kararlaĢtırdı.
Ahmet Ağa, altınları kabul etmedi. Durum kadıya ve sadrazama intikal etti. Altınlar
devlet hazinesine alındı. Bu durum karĢısında Ali PaĢa :
-Ben, bu kadar ahlak ve erdemli insanlara vezirlik edemem, onların erdemi,
benimkinden üstündür, diyerek sadrazamlıktan ayrılmıĢtır.
Ġbret dolu diğer bir olay olay da Ģudur : Yavuz Sultan Selimin Mısır seferi pek çok
masraflara sebep olmuĢtu. Hele askerin gönlünü hoĢ etmek için dağıtılan para hazineyi güç
duruma sokmuĢ, hatta tüccardan borç alınmıĢtı.
Tüccar, hükümetten parasını alamadan ölmüĢ, geride iki çocuğu mirasçı bırakmıĢtı.
Devrin maliye bakanı bu durumdan devletin faydalanması için padiĢaha bir yazı sundu.
Alacaklının öldüğünü, pek çok mal bıraktığını, çocuklarının ise bu paraya ihtiyacının
olmadığını bildirdi.
Yavuz Selim bu haksızlığa razı olmamıĢtı. Kağıdın kenarına Ģu satırları yazdı : “Ölüye
rahmet, malına bereket, çocuklarına afiyet, bu kağıdı yazana da lanet.” (14)
Jon Davenport, Türk tüccarının doğruluk anlayıĢını Ģu sözlerle anlatır :
“Türk’ün dükkanı önünde durarak bir Ģeyin fiyatını sorsanız size 50 veya 100 kuruĢ
der. ġayet buranın adetlerine aĢina değilseniz ve pazarlığa baĢlarsanız, onun size vereceği
cevap pazarlığı kabul etmemek ve çubuğunu tüttürmeye baĢlamaktır. Ne kadar ısrar ederseniz
ediniz, Türk bir para indirmez. Hıristiyanlarla Yahudiler bambaĢkadır. 100 kuruĢtan 80’e, 60 40 hatta daha aĢağı inerler. Bir kaide olarak Ermeni’ye istediği paranın yarısını, Rum’a üçte
birini Yahudi’ye dörtte birini veriniz. Fakat Müslümanlarla alıĢ-veriĢ ettiniz mi istediği
fiyattan emin olunuz ve istediğini veriniz.” (15)
TIBB-I NEBEVİ 159
Mustafa ÖSELMİŞ
Türk dostu Fransız asıllı Pierre Loti, bir Rum kızının kendisine Ģu satırları yazdığını
söyler :
“Hıristiyan dünyası dinle ilgili konularda Türkleri örnek almalıdır. Çünkü onlar bizden
daha fazla din kurallarına uymaktadırlar. Biz Hıristiyanlara, çalmak, hile ve düzen kurmak
dinimizce yasaklanmıĢtır. Buna rağmen, hırsızlığı da hile ve düzeni de pekala yapıyoruz.
Halbuki Türkler asla… Mesela, bir yaĢlı Türk size bir kilo elma tarttığı zaman, tartıda
aldatmıĢ olmak korkusuyla fazladan bir elma daha verir. Bunu hangi Avrupalı yapar ? Aksine
tarttığı Ģeyi daha da ağırlaĢtırmak için parmağını o tarafa kaydırır.” (16)
AĢık paĢazade Tarihinde nakledilen bir olayla devlet adamlarının halka zulmettiği ve
askerine haram yedirmediği Ģöyle anlatılır :
“Murat Han Gazi’nin (Sultan II. Murat) huyu ve adeti o idi ki; Bursa’da yoksullar için
imaret ve ulema için medrese yaptırdı. Edirne’de ve baĢka Ģehirlerde de yaptırdı. Her yıl
Kudüs, Halillürrahman, Mekke ve Medine yoksullarına 3500 filöri (O zamana ait bir para
birimi) gönderirdi. Ankara bölgesinde Balıkhisarı adlı büyük bir subaĢılık köyleri Mekke
yoksullarına vekfetmiĢti. Bulunduğu Ģehirlerde her yıl 1000 filöriyi kendi elliyle Seyyid’lere
paylaĢtırırdı. Cuma sadakasını da ölünceye kadar kesmedi.”
“Acem ülkesinden bir hakim geldi. Fazlullah derlerdi. Sultan Murat Gazi’ye
yaklaĢarak sonunda vezir oldu. Beytullah’a (Kabe’ye) gönderilen para yine her yıl
gönderiliyordu. PadiĢah dedi ki :
-Fazlullah ! parayı yine Halilürrahman’a, Kudüs’e, Mekke ve Medine’ye gönder ki
Molla yeğen (zamanın büyük alimlerinden) hacca niyet etmiĢ, parayı o alsın. Medine
yollarına versin ki, onlar, hacılar oraya varıncaya kadar beklemektedirler.
Hazinede para bulunmadı. Halil PaĢa’dan ödünç aldılar. PadiĢah :
-Halil ! sakın rüĢvet parası verme !” dedi Halil PaĢa :
-Devletli Sultanım ! Babamdan miras kalan paradır,” dedi.
Fazlullah gördü ki padiĢahın helal mala ihtiyacı olur, dedi ki :
-Devletli Sultanım ! PadiĢahlara hazine gerektir. Eğer Sultanım buyurursa hazine
toplayayım” PadiĢah :
-Nasıl toplarsın ? dedi. Fazlullah dedi ki :
-Sultanım ! Bu memleketim halkında çok mal vardır. PadiĢahlara adettir ki o maldan
bir sebeple padiĢahın hazinesine getireler. “PadiĢah sordu :
-Bu dediğin mal ne gibi yerlerden hasıl olur ?”
Fazullah dedi ki :
-Bu memleket halkının çoğu zekat vermez. O halde bütün memleketinden bu halkın
zekatlarını zorla almak gerektir. Bu sebeple çok mal toplanır.”
TIBB-I NEBEVİ 160
Mustafa ÖSELMİŞ
PadiĢah ona Ģöyle cevap verdi :
Bre hey ebleh köftehor !. Bu ne sözdür ki söylersin ? Zekat ve sadaka yoksullarındır.
Ben zekat yemeye mi layıkım ki, Müslümanlardan zorla zekat alayım ve yiyeyim ? Benim
memleketimde üç helal lokma vardır. Benim elimdedir. Bu üç helal lokma baĢka ülke
padiĢahlarında yoktur. Birisi gümüĢ madenleri, biri kafirlerden alınan haraç, biri de
gazalardan alınan ganimet maldır. Bu benim tanrı yardımı gören askerim, bu helal lokma ile
yaĢar. Bunlara bu zorla alınan lokma anca haram olur. Askerime haramı yedirip haram kabul
etmem.”
O zaman Fazlullah’ı azletti. Bir cevapla hakaret edip yanından uzaklaĢtırdı.”
Ecdadımızın doğruluk ve namuskarlıkları hakkında Ġsveç’in Ġstanbul sefiri Mouradgea
d’Ohsson Ģunları yazar :
“Müslüman Türk meĢru yollar dıĢında hiçbir kazanç temin etmemekle mükelleftir.
Haksız kazanılmıĢ bir maldan faydalanmaya kalkıĢmak Allah’ın nazarında caniyane ve
menfur bir hareket sayılır. Osmanlı Türkleri, diğer faziletleri kadar namuskarlık, dürüstlük ve
doğruluk gibi Kur’an’ın en kuvvetli ahkamına dayanan meziyetleri itibarıyla da Ģayanı
takdirdirler. Türklerin medh-ü sena edilecek meziyetlerinden biri de verdikleri söze
umumiyetle sadık olmaları, insanları aldatmaktan ve emniyeti su-i-istimal ile insanların sadedilliliğinden istifadeye kalkıĢmaktan vicdan azabı duymalarıdır. Her türlü gayri meĢru
kazançları Ġslamiyet bakımından yasak sayarlar. Doğru yoldan kazanılmamıĢ bir servetin ne
bu dünyada, ne öteki dünyada hiç kimseye hayrı olmayacağına kesin olarak inanırlar. (17)
Ecdadımızın ahlakının bu kadar güzel, seciyesinin üstün oluĢunun nedeni, manevi
değerlerin baĢ tacı yapılmasından, dini inanç ve bağlılıklarının tam olmasındandı. Dinlerinin
emri karĢısında Türkler, diğer milletlerin felaketine sebep olan kötülüklerden uzak kalmıĢlar,
ahlaksızlık ve namusluluklarına leke sürecek fenalıklardan nefret etmiĢlerdir.
Türkler, üstün ahlaklı olmalarını dinlerine borçludurlar, Türk yaĢama tarzı, insanın
eğitiminden sonra Kur’an’ın emirleri ve Peygamberin tavsiyelerine bağlı idi. Çökme
dönemine gelinceye kadar dillerinden “Haram” “Helal” sözleri hiç düĢmezdi. Ġnançlarına göre
fert olarak bir insanın kötülük ve kötülerden uzaklaĢıp iyi bir insan olması yetmez. Bu yolla
ahlaksızlıklardan kurtulmak büyük bir iĢ değildir. Esas olan ahlaksızlıklardan uzak kalıp iyi
ahlak sahibi olduktan sonra kazanılan iyi ahlakı diğer insanlara aktarmaktır. Türkler arasında
ahlaklı insan denilince yalnız ahlaklı olan insan değil, güzel ahlakı yayan ve kötülüklerin
karĢısında olan insan kast edilirdi. ĠĢte bu sebeple Türk ahlakı devamlı ve umumi idi.
Türklerin inançları tam, ahlakları sağlam olduğu için saadet devirlerinde herhangi bir
kötülük gönüllerde değil vatan sathında yer bulamıyordu. Alparslan : “Biz temiz
Müslümanlarız; bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allah halis Türkleri aziz kıldı” derken
Türklerin azizliğini inançlarının yüceliğine bağlamıĢtır.
Bir Batılı yazar da : “Umumiyetle Türkleri övme hususunda medeni ve dini kaidelere
bağlılıklarını; bu bağlılığın nefislerine hakim olmalarını sağladığını rahatça söyleyebiliriz”
der. (18) A. Brayer ahlaklılıklarını ve nedenini Ģöyle anlatır :
“Müslüman Türkler arasında kibir ve gurur adeta meçhuldür. Zira Kur’an’ın Ģiddetle
men ettiği temayüllerden biri de bunlardır. Bu konuda Kur’an der ki : “Sakın yeryüzünde
TIBB-I NEBEVİ 161
Mustafa ÖSELMİŞ
azametle yürüme. Kibir ve gururlu olandan Allah nefret eder. Hareketlerinde mütevazi ol,
yavaĢ sesle konuĢ…”
Türkleri yi tanıyan bir yazarda bu konuda Ģunları yazmıĢtır :
“Türkler, esasları Kur’an-ı Kerim’de çok bariz Ģekilde anlatılan dürüstlük,
namusluluk, doğruluk, hususunda aynı derecede övülmeye layıktır. Kendi aralarındaki içtimai
düzenin bütün münasebetlerinde iyi niyet ve dürüstlüğün onlara hakim olduğu görülür.
Mesela Türkiye’de baĢka yerde olduğu gibi birbirlerine karĢı taahhüde giren vatandaĢların
durumunu tespit etmek, konulan Ģartları garantiye almak konusunda yazılı taahhütlere lüzum
yoktur. Türkleri methetmek için hiç tereddütsüz Ģunu söyleyebiliriz : Onlar verdikleri sözün
kölesidir. Onların birini aldatması, emniyeti suistimal etmesi yahut karĢısındakinin saflığından
faydalanması asla düĢünülemez.”
“Ġçtimai düzeni ve vatandaĢlar arasındaki fazileti muhafaza etmeye yarayan bu
inançlar Kur’an-ı Kerim’in Ģu ayetleri ile ilgilidir : “Kimseyi aldatmayın; ölçüde hata
etmeyin, dikkatle tartın, sözlerinizde, yeminlerinizde” gerçekten ayrılmayın. Hatta sonuç
kendinize karĢı bile olsa… KonuĢmalarınızda ve alıĢveriĢinizde hileden sakının, baĢkalarının
malını haksız olarak gasp edenler barsaklarını yakacak bir ateĢle besliyorlar demektir.” (19)
Türklerin faziletlerini anlatmak için kitaplar yazan Arap Mütefekkiri el Cahiz :
“Türkler yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, kovuculuk, yapmacık, yerme riya,
dostlarına karĢı kibir, arkadaĢlarına karĢı fenalık, bid’at nedir bilmezler. ÇeĢitli fikirler onları
bozmamıĢtır. Hile-i ġer’iyye ile baĢkalarının malını helal saymazlar…” (20)
Allah korkusu, ahlak anlayıĢı baĢta devlet adamları olmak üzere herkesin bağlı olduğu
hususlardı.
Selahaddin-i Eyyubi hayatının sonunda oğlu Melik Efdal’i çağırarak Ģu vasiyeti
yapmıĢtır :
“Oğlum, sana her iyiliğin kaynağı olan Allah korkusu ile doğru yoldan ayrılmamayı
vasiyet ederim. Allah’ın buyurduklarını yerine getirmekte kusur etme ki kurtuluĢ ondadır.
Kanı gözyaĢı bil, kimsenin kanıyla elini kirletme. Çünkü kan hiçbir zaman uyumaz. Halkının
güvenliği ve mutluluğu için daima gözün açık bulunsun. Durumlarını araĢtırmaya çalıĢ ki,
bütün halk Allah’ın emanetidir. Komutanlarına değer ver. ArkadaĢlarına iyi davranmaya çalıĢ.
Aklından çıkmasın ki, benim bu kadar kuvvete ve yüksekliğe eriĢmem hep davranıĢlarımın
iyiliğiyledir. Hepimizin bir gün öleceğini düĢün de kimse için sürekli kin tutma. Herkesin
hakkına riayet et. Çünkü Allah Rahman ve rahimdir. Allah’a karĢı iĢlenen hatalar bir tevbe ile
bağıĢlanabilir, fakat kulların hakları, sahipleri razı edilmedikçe affedilmez.”
Yavuz Sultan Selim’e hayatının son anında Hasan Can :
-PadiĢahım, Allah ile olunacak zamandır.” Deyince Sultan Selim Ģu cevabı vererek
dünyaya gözlerini kapamıĢtı :
-Ya bizi bunca zamandır kiminle bilirdin ?”
Kanuni Sultan Süleyman bir sefer dönüĢünde, bir köylü atının dizginlerini tutar ve
padiĢaha :
TIBB-I NEBEVİ 162
Mustafa ÖSELMİŞ
-Sultanım, askerlerine söyle ekinlerimi çiğniyorlar, yoksa seni Ģikayet ederim, der.
Kanuni gülümseyerek sorar :
-Beni kime Ģikayet edersin ? Köylü ciddi bir tavırla :
-ġeriate, Allah’a der.
Bu cevap karĢısında padiĢahın göz pınarları yaĢla dolar ve askerine geri dönmesi için
emir verir.
Türk ahlakının sağlamlığını ve üstünlüğünü sağlayan hususlardan biri de kötülüklerin
kınanması ve ahlaksızlıkların cezalandırılması idi. Bunun sonucu olarak Türkler, ahlakın
güzel örneklerini vermiĢlerdir.
Milli kültürlerinin ortaya koyduğu, dinlerinin telkin ettiği ahlaki emirler, içinde
yaĢadıkları toplumda kötülük örnekleri görmemeleri ve Türklerin iyiliği emretmek,
kötülükten sakındırmak konusunda hassas olmaları, Türklerin kötülük yapmamaları
hususunda birinci derecede amil olmuĢtur.
Her türlü kötü davranıĢlara karĢı daime toplumun nefreti büyük olmuĢtur. Böylece en
basit kötülükler bile Türk toplum hayatında yer bulamamıĢtır. Her vesileyle insan Ģahsiyetini
alçaltan davranıĢlar Ģiddetle kınanmıĢ, insanın korunması ve toplumun sağlığı göz önünde
tutulmuĢtur. Yalan, zina, içki, kumar, hırsızlık, kötü duygu ve düĢünceler insan saadetini
gölgeleyen insanlık dıĢı davranıĢlar olarak belirlenmiĢtir.
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı eserinde bu konuda Ģöyle der :
“ġarap içe, fesada karıĢma uzak dur, zina yapma, fısk ve fücur ile kara yüzlü olma.”
“Bu iki hareketten mübarek saadet kaçar, bunlar insana fakirlik yolunu açar.”
“Ġçki insanı bin türlü günaha teĢvik eder; saadet zinadan kaçar ve zaninin yüzüne
tükürür.”
“Kötü arkadaĢa yaklaĢma, sana zarar getirir; kötülük yılandır, dikkat et seni sokar.”
Güzel ahlak, Türk toplum hayatında önemli yer iĢgal etmiĢ ve toplum ruhunun
bozulmaması için ihtimam gösterilmiĢtir.
Türkler’de namus ve Ģeref her devirde hayattan üstün tutulmuĢtur. Bugüne kadar
namusu, kirletilmiĢ, tecavüze uğramıĢ bir Avrupalı kadının kendi canına kıydığı
görülmemiĢtir. Halbuki Türkler tarih boyunca namusları için yaĢamıĢ ve namusları için
ölmüĢlerdir.
Milli mücadeleye katılmıĢ bir gaziden dinlemiĢtim : Yunan iĢgalinde Sultaniye köyüne
baskın yapan Yunan askerleri içip içip Türk kadınları ile alem yapma isteğine hiçbir kadın
cevap vermemiĢ, onların iğrenç arzularına alet olmamıĢtır. Emine adlı genç bir kadın
kendisini sürükleyen iki Yunan askerini av tüfeği ile vurup ekmek bıçağı ile de intihar
etmiĢtir. Yunan komutanı hafifliği ile tanınan bir kadını çağırmıĢ, bunun üzerine kadın bir
tencerede sarımsak kaynatıp üzerine döktükten sonra gitmiĢ ve kovulmasını sağladıktan sonra
da Allah’a ĢükretmiĢtir.
TIBB-I NEBEVİ 163
Mustafa ÖSELMİŞ
Türkler Batı insanını sefalete iten davranıĢlara çöküĢ döneminin baĢlangıcı olan
Tanzimat’a kadar iltifat etmemiĢlerdir. Mesela dans konusunda Ġngiltere’nin Ġstanbul
büyükelçisi Mr. Porter Ģöyle der :
“Türkler dansı kendileri için insanlık Ģeref ve haysiyetini lekeleyen, insanın en bayağı
ve iptidai taraflarına hitap eden basit bir maharet telakki ederler. Dans etmek için ya deli
yahut sarhoĢ olmak gerektiğine inanırlar.”
Türkler, ahlaksızlık yapmadıkları ve ahlaksız olmadıkları gibi baĢkalarının yaptığı
ahlaksızlara da lakayt kalmazlardı. Çünkü her türlü kötülüğü insan tabiatına yakıĢmayan
bayağı bir hareket sayarlardı. Ġnsanlık ve ahlak dıĢı davranıĢlardan herkes tiksinti duyar, bir
kötülük görüldüğü zaman toptan karĢı çıkılırdı.
Türk toplumu ahlaksızlıklar, kavgalar, gürültüler ve huzursuzluklarla dolu bir toplum
olarak değil, faziletli insanların oluĢturduğu bir toplum olarak tanınmıĢtır. Ahlaksız
kimselerin toplumda itibarı ve yeri olmamıĢtır. Kutadgu Bilig adlı eserinde Yusuf Has Hacib,
bu durumu Ģöyle ifade etmiĢtir.
“Ahlakı haris, kendisi iğrenç, yaratılıĢı acul, utanmaz, hiddetli, öfkeli, adi, sarhoĢ ve
gaddar insanlar padiĢah hizmetine yaramazlar.”
Türk seciye ve ahlakını bozacak davranıĢlardan Ģiddetle kaçınan Türkler, kötülere ve
kötülüklere karĢı sert ve ağır cezalar koymuĢlar, bu cezaları adilane bir Ģekilde
uygulamıĢlardır.
Türklerin ahlaksızlıklara karĢı takındıkları tavır ve uyguladıkları cezalar suçların
iĢlenmemesinde önemi büyük olmuĢtur.
Türklerin diğer toplumlardan farklı olarak uyguladıkları bu cezalar, hem maddi hem
de manevi olurdu. Manevi cezalar genellikle kınama, ilgiyi kesme ve tecrit Ģeklinde olurdu.
Maddi cezalar ise iĢlenen suçun çeĢidine göre dayak, hapis, para cezası, mallarının
müsaderesi, meslekten men ve ölüm cezası gibi cezalardı.
Türk tarihinde iĢlenen bazı suçlara karĢı verilen cezalar Ģu Ģekilde olurdu : Hırsızlık
yapmanın cezası ağırdı. Eğer hırsızlık büyük olursa cezası da ölüm olurdu. “Haydutluk
edenlerin baĢları kesilir, hırsız çocukların kesilen baĢları babalarının boynuna takılır, baba
kafayı ömrünün sonuna kadar boynunda taĢırdı.” (21)
“Hunların çok sıkı kanunları vardı. Kan gütmek adeti yoktu. Biri herhangi birisini
öldürür ise katil de idam olunurdu. Küçük cezalar kırbaçla dövülerek yerine getirilirdi. Büyük
hırsızlık vesair iĢlerde idam cezası tatbik olunurdu. Hırsızın ailesi aynı derecede mes’ul idi.
Hapis cezası ancak on gün kadar sürerdi. Bütün Hun ülkesinde mahpuslara pek az tesadüf
olunmakta idi.” (22) Bu ağır cezalar devam ettiği sürece Türk ülkesinde suçlar da pek nadir
olarak görülmüĢtür. Ne zaman ki cezalar hafiflemiĢ ve suçları cezalandırma mevkiinde olan
kimseler tarafından suçlar iĢlenmeye baĢlamıĢ iĢte o zaman suçlar ve suçlular artmıĢtır.
Mesela Rüstem PaĢa, Osmanlı tarihinde ilk rüĢvet alan veziri azamdır. Tarihler onun
“Vaz-ı irtiĢa” “Mucid-i Bünyan-ı rüĢvet” olduğunu yazmaktadır. Bundandır ki, Rüstem PaĢa
çok büyük servet sahibi olmuĢtur.
TIBB-I NEBEVİ 164
Mustafa ÖSELMİŞ
Rüstem PaĢa hakkında Ģu değerlendirme gayet yerindedir : “Kanuni’nin temsil ettiği
azamet devrinde kadın nüfuzuyla rüĢvet mikrobunun devlet bünyesine girmesi, Rüstem
PaĢa’nın vezareti ile olmuĢtur. Damat Rüstem PaĢa iĢte bu ili fenalığın ilk mümessilidir.” (23)
Zina suçuna gelince : Zina etmenin cezası da ölümdü. Zina yapan erkek evli ise kendi
kılıcı ile öldürülür, ikisi de bekar olup evlenirlerse cezadan kurtulurlardı. Eğer evlenmezlerse
o zaman ikisi de öldürülürlerdi.
Milli varlığı, insani meziyetleri öldüren ve körelten zina, Türk tarihinin baĢından
itibaren tepki ile karĢılanmıĢtır. Çünkü namus Türklerde en çok önem verilen değerlerin
baĢında geliyordu. Zina edenler yabancı olsalar bile ağır bir Ģekilde cezalandırılırlardı. Türk
sınırları dahilinde zina yapan Çinli Prenses Göktürk kağanı tarafından halkın gözleri önünde
kılıçla öldürülmüĢtür. Çünkü Göktürk töresinde ırza tecavüzün cezası idamdır.
Oğuz destanında zina yapanların gözlerine mil çekildiğinden bahsedilir.
“Türkler arasında zina en büyük cürüm sayılır ve zina eden her iki suçlu da ölüm
cezasına çarptırılırdı.” (24) “Uygurlarda zina yapan kimseye üç yüz değnek cezası ile birlikte
maddi ceza da verilirdi. Eğer kadın dul ise, üç yüz değnekten sonra erkek onu nikahlamaya
mecburdu.” (25)
Göktürklerde “FuhuĢ meçhuldür. Evli bir kadına tecavüzün cezası idamdır. Genç kıza
tecavüz ise, genç kız evlenmeyi kabul etmediği takdirde ceza aynıdır. Hırsızlık yapan
çaldığının on mislini öder, ödeyemezse hürriyetini kaybederdi.” (26) Türk töresinde bu tür
cezaların sonucu olmalı ki “Vamvery’ye göre eski Türkçe’ de alüfte, piç (veledi zina)
sözlerine rastlanmazdı” (27)
Görülüyor ki, Türk tarihinde suçlar cezasız kalmamıĢ, herkes kötülüklerden mes’ul
tutulmuĢtur. Türk ahlakının yüceliğini sağlayan disiplin ağır cezalarla sağlanmıĢ ve bu
disiplin sayesinde Türkler varlıklarını sürdürüp ayakta kalabilmiĢlerdir.
Meslek ve ticaret hayatına gelince, Türk ticaret hayatında ahlaksızlıklar hemen hemen
yok gibiydi. Eksik tartıp pahalıya satanlar falakaya yatırılırdı. Hırsızın çaldığı malın boynuna
takılıp sokaklarda gezdirildiği gibi hile yapanlarında boyunlarına tahta gülle takılıp teĢhir
edilirdi.
Esnaf ve zanaatkarlar arasında cahil kimse yoktu. Kötü niyetli insan azdı. Ġhtiraslarla
ruhlar kirletilmiyordu. Esnaf teĢkilatı sayesinde bütün faaliyetler tanzim edilir, devlet
kuvvetlerinin müdahalesi olmadan esnaf kendi kendini idare edip denetliyordu. Böylece en
küçük bir mesleki suistimal, yolsuzluk ve ahlaka aykırı bir harekete fırsat verilmiyordu. Din
ve ahlak kurallarına aykırı davrananlar ağır cezalarla cezalandırılıyordu. Yolsuzluk, hile,
hilekar gibi davranıĢlar karĢısında esnafa ve zanaatkara suçunun durumuna göre Ģu cezalar
veriliyordu :
1.
2.
3.
4.
5.
6.
Geçici bir süre, iĢinden men etmek
Sanatından uzaklaĢtırma.
Dayak cezası
Para cezası
Yolsuz cezası (Medeni münasebetleri kesme)
Ġkaz ve nasihat
TIBB-I NEBEVİ 165
Mustafa ÖSELMİŞ
7. Malların müsaderesi (28)
Türk ticaret ahlakını bozmak için gayri Müslimlerin bilhassa Yahudi asıllı kiĢilerin büyük
gayretleri olmuĢtur. Bunların gayeleri Müslüman esnafı iflas ettirmek ve Türk ahlakını
bozmak idi. Bu konuyla ilgili iki misal vermekle yetineceğiz.
Hristo isimli gayri Müslim bir bakkal sattığı malları Ģeriat yoluyla gösterilen fiyat
haddi üzerinden vermeyip emre aykırı Ģekilde yüksek fiyatla satıyor ve eksik tartıyordu.
Bütün ikazlara rağmen durumunu düzeltmemiĢti. En son okka baĢına fiyat haddi 16 para olan
zeytin yağını 18 paraya sattığı tesbit edildi. Ceza olarak Hristo dükkanının önünde asılmıĢ ve
diğer gayri Müslimlere ibret olsun diye cesedi birkaç gün bekletilmiĢtir. (29)
17. asırda Yahudi Yafes oğlu Salamon, eline geçirdiği bir hüccet sayesinde gümüĢ
iĢletmeciliği sanatına baĢladı. Sanatında hile yaptığı için Müslüman esnaf Salamon’u
aralarından kovup dükkanını kapattı. Salamon sarayla temastan sonra Bursa kadısından aldığı
izinle dükkanını yeniden açtı. Yine som altın ve halis gümüĢ iĢletmeciliğine hile karıĢtırarak
rekabete baĢladı.
Bu durum karĢısında Müslüman esnaf mahkemeye baĢ vurup Salamon’un hilelerini
ispat ederek Salamon’un dükkanının kapatılmasını ve kendisinin de sanatından men
edilmesini sağladı. (30)
ĠĢlenen suçlara karĢı gösterilen tepkilerle Türk ahlakı çöküĢ döneminin baĢlangıcı olan
Tanzimat’a kadar yozlaĢtırılmadan korundu. Ancak Türk’ün üstünlüğünü ve manevi gücünü
kırmak, ahlakını dejenere etmek ve yıkmak için çalıĢan gayri Müslimlerin gayreti, suçlulara
verilen cezaların hafifletilmesiyle suçlar arttı. Bu halin devamı ile de huzurlu, haĢmetli
dönemler geride bırakılarak çöküĢ dönemine girildi.
BUHRANLARIMIZIN KAYNAĞI BATI :
Türkler ahlakları zayıf, idealleri sakat olduğu için bugünkü duruma düĢmüĢ değillerdir.
Türklerin çöküĢünü hazırlayan ve zorlayan sebep, Türklerin kendi ahlaklarını bırakarak çöken
Batı’nın kokuĢmuĢ ahlakına yönelmeleridir. Türklerdeki çöküĢ emareleri iki asır önce çöken
Batı’ya yönelmekle baĢlamıĢtır. Ġslam inancının Türk ahlak ve töresine bağlılığın
zayıflamasıyla eski dinamizm ve huzur da zayıflamıĢtır. Tanzimat’la beraber çöken Batı’nın
kokuĢmuĢ ahlak ve düĢüncesine yönelen azınlığın Müslüman Türk ile Hıristiyan Batı’yı
kaynaĢtırma arzuları, Batı’nın gayri insani sistemlerinden doğan huzursuzlukları, uzlaĢmayan
bir tehlike olarak bünyemize sokmuĢ ve Müslüman Türk’ün ahlak yapısını bozmuĢtur.
Halbuki Türk ahlak ve seciyesi hiçbir zaman Batı’nın ahlakı ile uyuĢamaz ve uzlaĢamazdı.
Çünkü Türk ahlakı Batı ahlakından insani yönden mukayese edilemeyecek kadar üstündü.
Batı’nın ahlakı ise baĢtan buhranlı doğmuĢtu. Batı en buhranlı anlarını yaĢarken Türkler
güven dolu, huzurlu bir hayat yaĢıyorlar ve inanç, samimiyet, mes’uliyet, fedakarlık
duygularıyla insanlığın zirvesine ulaĢmıĢlardı.
Batılıların kendi diliyle ifade ettiği gibi : “Türkler hiçbir zaman, Avrupa sosyetelerinde ve
ailelerinde görülen laubaliliğe ve ahlaksızlığa düĢmemiĢlerdir.” (31)
TIBB-I NEBEVİ 166
Mustafa ÖSELMİŞ
“Türklerin dinlerine bugünkünden daha sıkı bağlı oldukları devirlerde Osmanlı
Ġmparatorluğuna gelmiĢ ve dolaĢmıĢ bulunan Avrupalı seyyahlar, yazıp bıraktıkları
seyahatnamelerde, kendi vatandaĢlarına umumiyetle Ģöyle tavsiyelerde bulunmuĢlardır :
“Türkiyeye giderseniz sakın Hıristiyan esnaftan alıĢ-veriĢ etmeyin ve Hıristiyanların
iĢlettikleri hanlarda kalmayın. Çünkü ırzınız, namusunuz, malınız tehlikeye düĢer. Müslüman
esnaf sizi mister, mösyö, sinyor diye kolunuzdan, eteğinizden çekmez. Dükkanında oturur,
gittiğiniz takdirde size misafir muamelesi eder. Kahve ikram eder, pazarlık etmez, aldatmaz
da “ demektedirler. ĠĢte Elizabeth Graven, ĠĢte Madame Montegu, ĠĢte Busbesq.
O Busbesq ki, muhteĢem Süleyman devrinde Avusturya elçisi olarak memleketimize gelmiĢ
ve Türklerden pek çok zamandır dayak yemekte olan bir milletin çocuğu bulunduğu için bizi
hiç sevmemiĢtir; ve bunu da kitabında Ģöyle açıkca söyler. Fakat gene de zaman zaman :
“Maalesef Müslümanlar bizden çok ahlaklı, çok merhametli, çok sabırlı ve bilhassa çok
teĢkilatçı… Onları bu cinsten vasıflara sahip gördükçe öfkemden çıldırıyorum. BaĢımıza daha
neler gelecek onu düĢünüyorum” demekteydi. (32)
Batı dünyası ahlaksızlıklar üzerine kurulmuĢtur. Geleceği bakımından da çöküĢü kesindir.
Türkler ahlaki ve insani değerlere sahipken Batı, insan yaĢayıĢına uygun düĢmeyen
ahlaksızlıklar içinde yüzmüĢtür.
Mesela tarihte Romalılarda, Yunanlılarda ve Roma-Yunan düĢüncesine sahip bütün Batı
ülkelerinde kötü insanlar saygı görmüĢ, namuslu insanlar hürmet ve itibardan mahrum
kalmıĢtır. Zina, hırsızlık suç sayılmamıĢ, fuhuĢ ve hırsızlık tanrıları icat edilerek halk zorla
ahlaksızlığa sevk edilmiĢtir.
Dinleri insan yapısına uygun prensipler ortaya koymadığı için utanç verici vahĢet tabloları
çizilmiĢtir. Papazların evlenmesi yasaklanmıĢ, fakat papazların yapmadıkları rezalet
kalmamıĢtır. Manastırlar, kiliseler fuhuĢ yuvası olmuĢtur. Papazlar kan dökmenin günah
olduğunu ilan edip bakirelik hakkının kendilerine ait kılmıĢlardır. Defalarca kilisede erkekle
erkeğin nikahını dünya evine sokmuĢlardır.
Heliogabal hayatı boyunca kadın elbisesi giymiĢ ve kadın olabilmek için zamanın
doktorlarına servet vaad etmiĢtir. Ġktisaden zamanın en kuvvetli imparatorluğu olan Roma,
ahlak buhranından yıkılmıĢtır.
Niğbolu meydan muharebesinde mağlup olan haçlı ordularının arasında bir sürü fahiĢe
görülmüĢtür.
Evlilik esaret kabul edildiği için kadınlar evlenmeden istediği erkekle serbestçe ilgi
kurabilirdi. Buna hiçbir yasak yoktu. Evlenmeden bir kız baĢkası ile yatar, kısır olmadığını
isbat için çocuk sahibi olabilirdi. Bir erkek karısını baĢkalarına sunabilir ve ondan çocuk
sahibi olmasını isteyebilirdi. Veya karısını satabilir, kiraya verebilirdi. Kadınların birden fazla
kocası olduğu çokça görülürdü. Kendini korumayan kadını kimse koruyamazdı. Bazı erkekler
evlerinden ayrılırken karılarına “iffet kemeri” denilen kilitli bir demir çember takar ve
anahtarını yanına almak zorunda kalırdı.
Hırsızlık yasak değildi; hırsızlık tanrıları vardı. Ana-babalar evlatlarının iyi hırsız olabilmeleri
için hırsızlık tanrılarına yalvarırdı. Hırsızlık geçim kaynağı olduğundan, hırsızlık yapmayan
TIBB-I NEBEVİ 167
Mustafa ÖSELMİŞ
delikanlıya kolay kolay kız verilmezdi. Bir erkeğin geçimini çalıĢarak meĢru yoldan
sağlaması güçsüzlüğünün ve korkaklığının ifadesi sayıldığından ayıptı. Yunan mitolojilerinde
bir çok hırsızlık hikayeleri anlatılmıĢ ve hırsızlık övülmüĢtür.
Batı’da doğruluğun ve namuskarlığın yeri yoktur. Kimse namustan, Ģereften söz edemez. Batı
tarihi namuskarlığın iflasıyla doludur. Din adamları papazlar bile Hıristiyan hükümdarlarına :
“Kafirlere verilen sözün asla muteber olmadığını Ġncil namına beyan edip Müslümanlarla
yapılan bütün anlaĢmaları bozmuĢlardır.
“1444 Temmuzunun 12. günü Szegedin’de Macar Kralı ile Osmanlı PadiĢahı arasında sulh
akdolunmuĢtu. Muahede iki taraftan yeminle teyit olunmuĢ Vladislas Ġncil üzerine, Sultan
Murat da Kur’an üzerine yemin etmiĢlerdi. On yıl müddetle akdolunan muahedenin tarihi
üzerinden henüz on gün geçmiĢti ki Papanın elçisi Kardinal Julien Cesarini kralla meclisin
azasına, mukaddes teslis Celil-üs-Ģan Meryem-i Betül aziz (saint) Etienne ve Ladislas
namlarına olarak yeniden ettirdiği yeminle muahedeyi iptal etmiĢti. Kardinal Julien sözü
tutmakta mecburiyet olmadığını iddia etti.” (33)
Bugün her vesileyle insan sevgisini dillerinden düĢürmeyen sözde hümanist Batı,
insan eti yiyecek kadar yamyamdır. Eflak Voyvodasının eline esir düĢen Müslüman Türkler
ĢiĢe geçirilip kızartılarak yenmiĢlerdir. Haçlı ordularına katılan askerler Türk kanı içmiĢ ve
çocukları suda haĢlayarak yemiĢlerdir. Son senelerdeki bazı uçak kazalarında sağ kalanlar
evvela ölüleri daha sonra da birbirini yemiĢlerdir. Daha sonra bunu gururla anlatırken bunun
sadece bir organ nakli olduğunu belirtmiĢlerdir. Geçen sene “5’i rahip 6 kiĢi öldürdükleri
adamın etini yemiĢlerdir.” (34)
Batı’nın dünü ile bu günü aynıdır hatta geçmiĢin büyüyen bunalımları içinde
kıvranmaktadır. Her yönü ile hataları yüzünden yıkılan milletleri unutturacak feci bir manzara
arz etmektedir. FuhuĢ almıĢ yürümüĢ, evlilik dıĢı iliĢkiler rekor seviyeye ulaĢmıĢtır. Bugün
ortalama Batı ülkelerinde %50’nin üstünde genç kız bakire değildir. Evli olmayan anneler
büyük saygı görür. Küçük yaĢta ve orta dereceli okullarda uygulanmakta olan seks eğitimi
gençleri küçük yaĢlardan itibaren fahiĢeliğe itmektedir. Hatta öz kardeĢiyle iliĢki kuran, öz
babalarından hamile kalan genç kızların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Ġngiltere’de 1977
Aralık ayında evlilik dıĢı yaĢayanlara normal bir aileye tanınan bazı haklar tanınarak
ahlaksızlık temyiz mahkemesince meĢrulaĢtırılmıĢtır. (35)
“Prof. Melvin Zelnik ve Prof. John Kanter tarafından John Hopkins Üniversitesince
yapılan bir inceleme, Amerikalı genç kızlar arasında evlilik öncesi cinsel faaliyetlerin son beĢ
yılda %30 oranında arttığını ortaya çıkarmıĢtır. (36)
Ġngiltere’de genç kızlar okula gitmemek için hamile kalmaktadırlar. Bu ülkede henüz
reĢit olmayan annelerin üçte ikisi gayri meĢru çocuklar dünyaya getirmektedirler. Ġngiltere’de
bırakın Londra’yı taĢrada bile 16 yaĢından küçük genç kızların arasında bakire olanların sayısı
parmakla gösterilecek kadar azdır. Son olarak Ġngiliz Parlamentosunda iki üyenin sevici
olduğu Ġngiliz gazetelerinin manĢetlerine geçmiĢtir. Üstelik bu iki sevici parlamenter bunu
övünerek açıklamıĢlardır. ĠĢçi Partisi üyesi bu iki hanım millet vekili bir bayan arkadaĢıyla
yaĢayabilmek için geçen sene kocalarından boĢandıklarını ifade ettikten sonra sevici
olduklarını ve bununla da gurur duyduklarını söylemiĢlerdir. (37)
TIBB-I NEBEVİ 168
Mustafa ÖSELMİŞ
20 milyonun üstünde homoseksüelin bulunduğu Amerika da 1971 Haziran ayında
10.000 homoseksüel New-York’un en kalabalık caddelerinde hürriyet ve hak isteğiyle
yürümüĢlerdir.
Londra’da bir parkta baĢka bir adamla uygunsuz vaziyette yakalanan ve seks hayatını
anlatan bir “Best-Seller” yayınladıktan sonra kiliseden uzaklaĢtırılan homoseksüel keĢiĢ,
Hıristiyanlık ile homoseksüelliğin birbiriyle bağdaĢtığını iddia etmiĢtir. KeĢiĢ Antonio Reig;
en önemli görevi umut vermek olan kilisenin homoseksüellere yardım etmediğini belirterek
bu yüzden bir kitap kaleme aldığını belirtmiĢtir.(38)
ĠĢte kurtuluĢu uyuĢturucu madde alıĢkanlığında, sekste, Ģeytana tapmakta, ölümde
arayan çöken Batı’nın dramı… Bize kurtarıcı olarak gösterilen Batı…
NETĠCE :
Milletler, hayatlarını anlamlı kılan milli ve manevi değerlerinin üstünlükleriyle
benliklerini korur varlıklarını devam ettirirler. Değerleri kaybolan milletlerin yaĢama garantisi
yoktur. ĠĢte Roma, Yunan, Bizans ve aynı yolun yolcusu Batı.
Eğer Türk Milleti olarak varlığımızı sürdürmek istiyorsak kendimizi, yıkılan Roma ve
Yunan medeniyetinin enkazı olan Batı’ya teslim etmekten vazgeçmeliyiz. “Batı” kelimesini
büyülü bir kelime olmaktan çıkarmalı ve Batının kesin çöküĢünü görmeliyiz. Bilmeliyiz ki
Batıda doğup geliĢen her türlü akım bizim için zararlıdır.
GeçmiĢte olduğu gibi bugün de Batı çeĢitli sapıklıklar ve ruhi dengesizlikler içerisinde
kıvranmaktadır. Batı’ya kurtarıcı olarak sarıldığımız günden itibaren milletimiz Batı’nın
kıskacına düĢerken aynı zamanda ızdırabın içine sürüklenmiĢtir.
Ġnsanlığın yanlıĢ değerlendirildiği Batı düĢüncesi içinde ahlak ve insanlık
kaybolmuĢtur. Medeni ülkeler olarak örnek verilip, sürekli propagandası yapılan Batı ülkeleri,
insanlık ve ahlak açısından tam bir safahat ve çıkmazın içindedir. Ġntihar vak’aları, cinsi
sapıklıklar, homoseksüellik, insanı köleleĢtiren seks ve uyuĢturucu madde alıĢkanlığı, Ģeytana
tapma gibi sapıklıklar son hadde ulaĢmıĢ, Batı’yı tehdit eder duruma gelmiĢtir. Bir çok ilim
adamı Batı’nın çöküĢünü haber verirken Batı insanı, iğrenç yaĢayıĢtan, sonu gelmeyen
çılgınlıklardan, kendilerini tatmin etmeyen Batı düĢüncesinden bıkmıĢ, huzur ve kurtuluĢ
aramaktadır.
TIBB-I NEBEVİ 169
Mustafa ÖSELMİŞ
Ġki asırdan bu yana milletçe büyük bir tahriple karĢı karĢıyayız. Eğer dıĢarıdan
kaynaklanan bu tahrip karĢısında kendimize gelip, milletimizin özünden koparılmasına
müsaade etmezsek pek yakında aydınımız baĢta olmak üzere kendi insanımızla beraber arayıĢ
içinde olan Batı insanı da kurtulmuĢ olacaktır. Ġnsani ve medeni olmayan Batı düĢüncesinin
yerini, huzur kaynağı olan Türk-Ġslam kültür ve medeniyeti alacaktır.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
Ġsmail Hami DaniĢmen, Garp Menbalarına göre Eski Türk Seciye ve Ahlakı S.7
DaniĢmend, Age.S.9
Ahmet Gürkan, Ġslam Kültürünün Garbı MedenileĢtirmesi S.224
Gürkan, Age. S.225
Fernand Grenard, Asyanın YükseliĢi ve DüĢüĢü,S.122-123 (1000 Temel Eser)
DaniĢmend,Age,S
Age,S.86
Aeg.S.14
Aeg.S61
Aeg.S.75
Gürkan,Age.S.174-175
Samiha Ayverdi, Misyonerlik karĢısında Türkiye,S.74-75
Ayverdi,Age.S.75
Dr. Selahaddin Tansel, 100 Tarih 100 Fıkra
Jon Davenport, Hz. Muhammed ve Kur’an-ı Kerim, Tercüme : Ömer Rıza
Doğrul,S225
16. Pieerre Loti, Can ÇekiĢen Türkiye,S.71 (1001 Temel Eser)
17. DaniĢmend, Age.S.18-19
18. D’ohsson, 18. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, S.263 (1001 T.E.)
19. D’ohsson, Age, S.189-190
20. El-Cahiz, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri,S.77, Çev Ramazan
ġeĢen.
21. Bahaeddin Öğel, Ġslamdan Önce Türk Kültür Tarihi,S.209
22. H .N.Orkun, türk Tarihi,C.1,S.67
23. Ġ H.DaniĢmend, Kronoloji, II.S.249
24. Prof Osman Turhan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi,C.1,C.131
25. Turan, Age,C.1,S.132
26. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi:C.1,S.166
27. Prof. Dr. Lazslo Rosanyı, Tarihte Türklük,S.58
28. Abdullah Yaman, Ġlim Kültür ve Sanatta GERÇEK Mec.Nisan 1974, Sayı:6,S.39 -40
29. Tarih-i Sami, Vukuat-ı Zaptiye,S.208
30. Dr. Osman ġevki Uludağ,Belleten,C.1,S.758’den özet olarak
31. D’Ohsson,Age.S.213
32. Ayverdi, Age.S.52
33. Prof. Dr. Ahmet ReĢit Turnagil, Ġslamiyet ve Milletler Hukuku,S.105
34. Bayrak Gazetesi, 9 Eylül 1977
35. B.Anadolu Gazetesi, 2.12.1977
36. Bayrak Gazetesi, 11.4.1977
37. Bayrak Gazetesi, 7.5.1978
38. Bayrak Gazetesi, 22.1.1978
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
TIBB-I NEBEVİ 170
Mustafa ÖSELMİŞ
C- ECDAD YADĠGARI VAKIFLARIMIZ
1-7 Aralık vakıflar haftası olarak ayrılmıĢtır. Daha önceki 365 gün ve gece hizmet
gören vakıfları anma günleridir.
Bizde bir Ģeyi unutturulmak isteniyorsa, belirli gün veya hafta ayırıp bazı kurum ve
kuruluĢlara havale ediliveriyor. Bazı günlere sıkıĢtırılıyor, iĢte gün ayırdık, hafta ayırdık
yetmiyor mu ? deniliyor.
Bugüne kadar sahip çıkmadığımız “Benimdir” demediğimiz her Ģey elimizden
avucumuzdan çıkıp gitmiĢtir.
GeçmiĢin tarihi mirasına sahip çıkmadık. Bunun içindir ki, sebil toplumu idik, rezil
toplum haline geldik. DayanıĢma ve yardımı öngören kültürümüz, geleneklerimiz, en önemlisi
de fakire yardımı farz kılan, insani görev olarak emreden dinimiz unutuldu, unutturuldu.
Atalarımızı fedakar yapan, harekete geçiren neydi ? Tek sebep dinimizdi, inançları idi.
Ġnsanın gönül hoĢnutluğu ve ilahi rıza idi.
Kur’an Ģöyle buyuruyordu :
“Siz hayıra ne harcarsanız Allah onun yerine baĢkasını verir.” (Sebe Suresi :39)
“Sakınanlar ve arınmak isteyenler, verdiğimiz maldan Allah yolunda harcarlar”
(Bakara :3)
“Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Siz hayır iĢlerinde yarıĢın” (Bakara :148)
“Ġnsanların öyleleri vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendilerini ve mallarını
feda ederler” (Bakara : 207)
“Sevdiğiniz Ģeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe eriĢemezsiniz. Her ne
harcarsanız Allah onu hakkı ile bilir” (Al-i Ġmran : 92)
“Bu konuda bu ayetler sadece birkaç örnektir.
Allah Resulü de Ģöyle buyurmuĢtur :
“Ġnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olandır”
“KomĢusu açken tok yatan gerçek mü’min değildir”
“Fakirlik küfür olayazdı” buyurarak inananları hayra çağırmıĢ, teĢvik etmiĢ ve
fakirliğin giderilmediği takdirde ne büyük tehlike oluĢturacağını ifade etmiĢtir.
Bu gibi Cenab-ı Allah’ın ve Resulünün emir ve teĢvikleri Müslüman dedelerimizi gece
rahat yataklarında yatırmamıĢ gündüz de boĢ durdurmamıĢtır.
Vahdettin : “ KuĢ tüyü yatakta yatmadım, gece gündüz çalıĢtım. Zira koltukla teneĢir
arasındaki kısa mesafeyi hiç hatırımdan çıkarmadım” demiĢtir.
TIBB-I NEBEVİ 171
Mustafa ÖSELMİŞ
Bizans elçisi Halife Ömer’i arıyordu. Onu fakir bir kadının yapılmakta olan evine
kerpiç taĢırken buldu. Her tarafı çamur, toz topraktı.
-Nasıl olurda Halife bir kadının evine kerpiç taĢır ? diyerek hayretini gizleyememiĢti.
Aldığı cevap :
-Biz fakirlere, muhtaçlara yardım ederiz” oldu.
Yabancılardan bir grup gelmiĢ, Hz. Peygamberi arıyordu. Orada bulunanlara baktılar,
fark edemediler, sordular
-“ Efendiniz kim ? “
Oturan Müslümanlara ikram dağıtmakta olan Allah Resulü bu sorunun muhatabıydı,
cevap verdi :
- “Efendi, hizmet edendir “
Yavuz Sultan Selim Cuma günü herkes gibi hasırın üzerine okunan hutbeyi
dinliyordu. Ġmam, kendisi için :
- Hakim’ül Harameyn (Mekke ve Medine’nin hakimi) deyince Yavuz Sultan Selim
yerinden fırlayarak :
-Hadim’ül Harameyn (Mekke ve Medine’nin hizmetçisi) diyerek düzeltmiĢti.
Allah Resulüne göre ve Allah Resulüne gönül verenlere göre hizmet etmeyen efendi
olamazdı. Evet Müslüman hizmet edendir. Hizmet edilen değil, Müslüman lokomotiftir,
vagon değil. Çünkü Allah’ın rızası Allah’ın kullarına hizmettedir.
Allah Resulünün ve Ona gönül verenlerin insan anlayıĢını bir olayla anlatmak
istiyorum :
Ebu Hureyre’nin (ra) rivayetine göre; bir adam Peygamber Efendimiz’ e (SAV)
gelerek ;
-Ey Allah’ın Resulü ! Ben açım dedi
Resulüllah Efendimiz hanımına haber salarak yiyecek bir Ģeyler göndermesini istedi.
Fakat Mü’minlerin Annesi :
“ - Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, evde sudan baĢka bir
Ģey yok” dedi.
Peygamber (SAV) ashabına dönerek :
“ – Bu gece bu Ģahsı kim misafir etmek ister ? “ diye sordu.
Ensardan biri :
TIBB-I NEBEVİ 172
Mustafa ÖSELMİŞ
“ – Ben misafir ederim, Ya Rasülallah!” diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve
varınca hanımına :
“ – Evde yiyecek bir Ģey var mı ? diye sordu. Hanımı :
“ – Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir Ģey var” dedi. Sahabi
“ – Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafir içeri
girince de lambayı söndür. Biz de sofrada yiyormuĢ gibi yapalım” dedi. Sofraya oturdular.
Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar. Sabahleyin o sahabi Peygamber’in (SAV) yanına
gitti. Onu gören Sallallahu aleyhi ve selem Ģöyle buyurdu :
“ – Bu gece misifirinize yaptıklarınızdan Allah Teala ziyadesiyle memnun oldu”
(Buhari, Menakıbu’l Ensar, 10)
Ġslam’ın iyi anlaĢılıp yaĢandığı dönemlerde hep bu anlayıĢ vardı. Çünkü fakirin
düĢünülmediği bir yerde Allah’ın rızası yoktur. Ġslam, bütün canlıların sigortasıdır. Ġslam’da
yardım sadece insana Ģamil değildir. Hayvanlara, bitkilere kadar uzanmıĢtır.
Halife Ömer (ra), Konaklayan kervana gece zarar gelmesin diye etrafında gözcülük
yaparken, bir çocuğun ağlamasını iĢitti. O tarafa varıp, Kadına :
- “Sustur, çocuk ağlamasın” dedi.
Biraz sonra çocuk gene ağladı. Bu defa :
- “Çocuğunu niye ağlatıyorsun, acımıyor musun ?” deyince Kadın :
1. “Sütüm yetmiyor, çocuğum aç” demiĢti.
Hz. Ömer, ihtiyaç sahibi emzikli kadınlara maaĢ bağladı. Ġslam tarihinde kendini sorumlu
hisseden herkes refahı ve mutluluğu için çalıĢmıĢtır. Hizmetten hizmete koĢmuĢtur.
Avrupa’da ruh hastaları, içine Ģeytan girmiĢ diye yakılırken, zincire vurulurken
Müslümanlar tedavi merkezleri açmıĢ, Ģefkatle muamele etmiĢ, onları müzikle, hikaye ve
masal anlatmakla oylamıĢlardır. Yani her insana değer vermiĢlerdir. Böylece insanın
problemlerini aĢmıĢlar, hayvanların problemlerini de çözmüĢler ve bitkilere kadar
uzanmıĢlardır. Bunun içindir ki, atalarımız insanlığa götürdükleri hizmetlerle, hayvanlara olan
farklı davranıĢları ile bütün dünyanın takdirini toplamıĢlardır.
a) Vakıf Nedir ?
Vakıf, kiĢinin menkul veya gayri menkul bir değeri olan malını kendi isteği ile hiçbir
beklentisi olmaksızın hayır ve yardım gayesi ile Allah rızası için bağıĢlamasıdır.
Vakıf, insanı kurtarma konusunda çaresiz kalan diğer sistemlere karĢı Ġslam’ın
getirdiği bir çaredir.
Vakıf, Ġslam’a müslümana yakıĢan asil ve soylu bir iĢtir. Ġnsanlığın toplumun sigortasıdır.
BaĢkalarına yardım etme ve faydalı olma fikrine dayanır. Dil, din, ırk gözetmesizin ihtiyaç
sahibine uzanan yardım elidir.
TIBB-I NEBEVİ 173
Mustafa ÖSELMİŞ
Vakıf, insanlık tarihinin yüz akıdır. Müslümanlar bununla ne kadar iftihar etseler
azdır. Faydalı olma duygusu ile geliĢen vakıf, bilhassa Türk-Ġslam tarihinde insan anlayıĢının
sembolü olmuĢtur. Müslüman Türk dünyasının iyilik, güzellik, Ģefkat abideleri ve içtimai
yardım müesseseleri olarak asırlarca insanlığa hatta diğer canlılara da hizmet etmiĢtir.
b) Vakfın BaĢlangıcı ? :
Tarihe baktığımı zaman Ġslam’dan önce Türklerde sosyal güvenlik faaliyetlerinin
olduğunu görürüz. Mesela; Uygur Türklerinde vakıf kuruluĢlarına benzer yardım
kurumlarının olduğu bilinen bir gerçektir.
Destanlardan, kitabelerden anladığımıza göre Türk beyleri hep sade bir hayat
yaĢamıĢlardır. Mal biriktirme sevdasına kapılmamıĢlardır. Halka zaman zaman mallarını
yağmalatmıĢlardır. Orhun Kitabelerinde açların doyurulması, çıplakların giydirilmesiyle
övünülmüĢtür.
Oğuz Türklerinde ölenin mallarının fakirlere dağıtılma, hayvanlarının kesilip halka
ziyafetler çekilme adeti vardır.
Türk tarihinde hep yardım etme ve faydalı olma fikri hakim olmuĢtur. Servetler zevk
aracı yapılmamıĢtır.
Batı’da ise 19. yüzyıldan itibaren sosyal sigorta faaliyetleri görülmeye baĢlanmıĢ, ilk
defa da 1883 yılında Almanya’da sigorta iĢlemleri baĢlamıĢtır.
Ġslam tarihinde ise vakıf ilk Ġbrahim Peygamber zamanında görülür. Ġbrahim
Peygamber Kabe’yi, insanlara vakfetmiĢtir. Daha sonra insanlığa son peygamber olarak gelen
Hz. Muhammed zamanında canlı bir biçimde göze çarpar.
Hz. Peygamber Medine’deki yedi hurma bahçesinin hasılatını fakirlere, Fedek
hurmalığını Ġslam Dininin müdafaası için Hayber hurmalığını üçe ayırıp birini ailesine ve
muhacirlere, ikisini Müslümanlara vakfetmiĢtir.
Hz. Peygamber ilmi geliĢmeler için Suffa açmıĢtır. Yatılı bölge okulu durumunda olan
bu Suffa’da kalanların her ihtiyacını karĢılamıĢtır. Hatta onlarla yemiĢ içmiĢtir.
Hz. Peygamber bir hadislerinde : “Ġnsanların en hayırlısı insanlara en çok faydalı
olandır” buyurmuĢtur.
Bir gün susuzluktan ölmek üzere olan köpeği sulayıp ölümden kurtaran kimseyi
Peygamber, cennetle müjdelemiĢtir.
Bir hadislerinde de Kıyametin kopma sırasında elindeki fidanı dikecek kadar fırsatı
olana onu mutlaka dikmesini ve yaĢ ağacın kesilmemesini tavsiye etmiĢtir.
Hz. Ömer (ra) yeni doğan çocuklara, kimsesizlere, Ģehit ailelerine ödenek ayırmıĢtır.
Peygamberin örnek olması ve tavsiye etmesi, Sahabe, Tabiin devrinde hayır ve faydalı
olma anlayıĢının yaĢatılması, daha sonraki devirlerde vakfın devamını sağlamıĢtır.
TIBB-I NEBEVİ 174
Mustafa ÖSELMİŞ
Vakıflar, Allah’ın emirleri ve Peygamberin teĢvikinden doğmuĢtur. GeçmiĢteki
uygulamalara bakarsak tamamen Allah rızası kazanma ve faydalı olma arzusuna dayanır.
Hayır eserlerinin çoğunda “Rızaenlillah” yazılıdır. Yaptıranın adı yoktur. Amel defterinin
kapanmasını istemeyen, ölümsüzlüğü malda değil, ruhta arayan iman sahiplerinin hayır iĢi
olarak günümüze kadar gelmiĢtir.
c) Ġnsan AnlayıĢımız :
Türk kültüründe insana hiçbir milletin kültüründe verilmeyen önem verilmiĢtir. Türk
tarihinde insan, seçkin bir varlık olarak ele alınmıĢtır. Kutsal bir varlık olarak insana gereken
önem verilmiĢtir.
Diğer kültürlerde dil, din ve ırk ayrımı yapılarak, insan aĢağılanırken, Türk kültüründe
insan hep saygı gören bir varlık olarak muamele görmüĢtür. Daima korunmaya, yüceltilmeye
çalıĢılmıĢtır. Ġnsanın kendini alçaltmaması sağlanırken baĢkaları tarafından da alçaltılmaması
için tedbirler alınmıĢtır. Mesela, kötüler, kötülüğe yönelenler, baĢkalarını kötülüğe teĢvik
etmeye yeltenenler, Ģiddetle cezalandırılmıĢtır. Böylece insanın alçalmasına imkanlar
ölçüsünde müsaade edilmemiĢtir.
Büyük Selçuklu sultanı MelikĢah devrinde yoksulları, ilim adamlarını ve sakatları
korumak için devlet bütçesine bugünün parası ile 360 milyon lira ödenek konmuĢtu. Harbiye
Nazırı Tacül Mülk bir gün sultana :
- Bu ödenek ordu bütçesine eklense idi, Bizans suralarını açmak mümkün olurdu.”
DemiĢti de, sultan MelikĢah Ģu cevabı vermiĢti :
-Ġnsanların korunması Bizans surlarını açmaktan daha önemlidir.”
Halbuki Ġstanbul’un fethi, her sultanın her padiĢahın vazgeçilmez arzusu olmuĢtur.
Feth eden komutan ve askerleri övülmüĢtü. Ama insan sevgisi daha ağır basıyordu.
Selçuklular zamanında insanın korunması ve doyurulması, Bizans surlarının
aĢılmasından daha önemli görülmüĢtür. Fakirlerin listesi yapılmıĢtır, servet sahibi kimseler
servetini insan yararına harcamıĢlardır.
Osmanlılar zamanında aĢevleri, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, musluklar, sebilleri
sarınçlar, odalar, Ģifa yurtları hep insanın yüz akı eserler olarak hizmet vermiĢtir.
Yetimlere, dullara, ihtiyarlara ve sakatlara maaĢ bağlanmıĢ, zayıf himaye görmüĢ,
ayrım gözetilmeden zekat, sadaka ve hayır dağıtılmıĢ, zenginler borcunu ödeyemeyen
fakirlerin borcunu ödemiĢ, borç yüzünden hapse girenler kurtarılmıĢ, sakatlar, hastalar,
düĢkün kimseler, sürekli yardım görmüĢtür. Evlenme çağındaki yoksul kızlara çeyiz
hazırlanmıĢ, evlerde hizmetçilik yapan kızların kırdığı tabakların, bardakların ücreti ödenmiĢ,
hastaların tedavi giderleri karĢılanmıĢ ve çalıĢamadığı süre içinde maaĢ bağlanmıĢtır.
Ağaçların bakımı, dikimi, kuĢların hayvanların, mezarlıkların bakımı ihmal edilmeden
sürdürülmüĢtür. Yani hayır hasenat insana, hayvana, ağaca, ölüye, diriye Ģamil olmuĢtur.
Bu yüzden Osmanlı toplumunda aç yoktur, dilenci yoktur, hırsız yoktur. Günlerce para
harcamadan, emniyet içinde gece-gündüz ülkenin bir ucundan öbür ucuna yolculuk
yapılabilmiĢtir. Bu olayı bizzat yaĢayan yabancı seyyahlar yazmıĢtır.
TIBB-I NEBEVİ 175
Mustafa ÖSELMİŞ
Burada iki ayrı toplumun uygulamasını sunmak istiyorum. Bunlardan birincisi, Fatih
Sultan Mehmet’in vasiyetinden bir bölüm :
“Ben ki Ġstanbul Fatihi Abduaciz Fatih Sultan Mehmet. Bizatihi alun terimle kazanmıĢ
olduğum akçelerimle satun aldığım Ġstanbul’un TaĢlık mevkiinde bulunan beĢ dükkanımı
aĢağıdaki Ģartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. ġöyle ki : Bu gayri menkulatımdan elde
olunacak nemalarla Ġstanbul’un her sokağında ikiĢer kiĢi tayin eyledim. Bunlar ki ellerinde bir
kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları
gezeler, bu sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu dokelerki, yevmiye 20’Ģer akçe
alsunlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabib ve 3’de yara sarıcı tayin ve nasbeyledim. Bunlar ki, ayın
belirli günlerinde Ġstanbul’a çıkalar, bilaistisna her kapıyı vuralar o evde hasta olup
olmadığını soralar. Var ise ve Ģifa orada mümkün ise Ģifayap olalar. Değil ise kendilerinden
hiçbir karĢılık beklenmeksizin Darülacezeye kaldırılarak orada salah buldurulalar.”
“Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vaki olabilir. Böyle bir hal
karĢısında bırakmıĢ olduğum 100 silah, ehli erbaba verile, bunlar ki hayvanatı vahĢiyelerin
yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda Balkanlara çıkıp avlanalar ki, zinhar hastalarımızı
gıdasız bırakmayalar”
Ġkincisi de : Yıl 1982 Nisan ayı. Daha evvelki anlaĢmalara göre Ġsrail, Sina çölünü
Mısır’a terk ederken yapmıĢ olduğu yer altı ve yerüstü yapıların hepsini yakmıĢ, yıkmıĢ ve
imha etmiĢtir. “Ben çöl aldım, çöl teslim ederim” demiĢtir.
Kıtalardan, çöllerden çekilen atalarımızı insanlık, hiçbir Ģeye zarar vermeden
çekildiğini seyretmiĢtir. Bugün bazı ülkelerin Osmanlı özlemi boĢuna değildir.
d) Yardımın Önemi :
Cenab-ı Allah Kur’an’da :
“Sevdiğiniz Ģeylerden sarf etmedikçe iyiliğe eriĢemezsiniz, Her ne sarf ederseniz
Ģüphesiz Allah onu bilir. “(Al-i Ġmran Suresi : 92)
“Gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun; öğütlerini dinleyin, emirlerine itaat edin,
hayır için harcayın. Nefisleriniz için hayır yapın. Kim nefsinin cimriliğinden kurtulursa iĢte
onlar azaptan kurtulanlardır.” (Teğabün suresi : 16)
Buyurarak varlık sahiplerine insanı koruma ve kollama görevini vermiĢtir.
Hayır severlik, Türk Ġslam düĢüncesinin gereğidir. “Sen çalıĢ, ben yiyeyim”, “Biri
leğen tutuyor, diğeri kusuyor” sözlerinin müĢahhas örneğine dayanıĢmacı Türk kültür
hayatında rastlamak mümkün değildir. Çünkü Ġslam’ın telkin ettiği hayat anlayıĢı, kendi
hayatını istediği Ģekilde yaĢamak, zenginin malını dilediği gibi saçıp savurmak Ģeklinde
değildir. Kimse malını “mal benim değil mi” düĢüncesiyle israf etme hakkına sahip
kılınmamıĢtır.
Ġslam’da kuvvetliler yaĢar, zayıflar yok olur düĢüncesi yoktur. Aksine insanların
ihtiyacını gidermek, malla yapılan ibadet sayılmıĢtır.
TIBB-I NEBEVİ 176
Mustafa ÖSELMİŞ
Ġnancımıza göre insana yardım etmekle zengin, malın Ģükrünü eda etmiĢ olacaktır.
Zira mal bir emanettir. Belirli bir zaman içinde insanları sınamak için verilmiĢtir.
Varlık sahibi insan, mal benim deyip israf edemez, dilediğince harcama yapamaz.
Zenginin malında fakirin hakkı vardır. Ġnancımıza göre tek baĢına huzur aramak, malı cimrilik
edip baĢkalarına faydalandırmamak Ġslam’ın ruhuna terstir. Ġslam Dini inananları kardeĢ ilan
etmiĢtir. Peygamberimiz “Ġnsanlara merhamet etmeyene merhamet edilmez” buyurmuĢtur.
Ayrıca inancımızda çıkar karĢılığı yardım olmaz. KarĢılık bekleyerek yapılan iyilik,
iyilik değildir. ĠĢe yaramaz bir Ģeyin baĢkalarına verilmesi de hayır olmaz. Bir Ģeyler isteyip el
açana “hayır” diyemeyip vermek zorunda kalındıysa, bu yardım değildir. Gerçek yardım,
istetmeden ihtiyacın tam olarak giderilmesidir. GösteriĢ için yapılan yardımların karĢılığı
Allah’tan beklenemez. Ġstemeyenler aranıp bulunacaktır.
Türk - Ġslam geleneğinde sadaka ve zekatın dıĢında (Karzı hasen) karĢılıksız yardım
vardır. Ev yapana, düğün edene, sünnet yapana, okuyana, askere, iĢ kurana yardım yapılır.
Kurban eti üç parçaya bölünür. Ölen için fakir fukara yedirilir içirilir. Ölen için hayır yapılır.
Allah rızası için açılan hiçbir el geri çevrilmez. Çünkü islamda faydalandırmak esastır. Yakın
zamana kadar inancımızın süsü sadaka taĢlarını baĢka bir dinde baĢka bir toplumda görmek,
göstermek mümkün değildir. Hatta hayal etmek bile düĢünülemez. Koyan el bilinmez, alan el
belli değildir.
Yusuf Has Hacip : “Eğer uzun ömürlü olmak istersen cömert ol, yabancıya ikram et,
yedir, içir, iyi muamele et.” demiĢtir.
Cimrilik dinimizde kınanmıĢ ve yasaklanmıĢtır. ġeytan insanı fakir düĢmekle
korkutarak cimrileĢtirir. Mescit kuĢu Salebe’yi ve daha nicelerini mal fitnesi ve cimrilik helak
etmiĢtir.
Peygamberimiz ilk Cuma hutbesinde : “Yarım hurma ile de olsa cehennemden kendini
korumaya gücü yeten hemen o hayrı iĢlesin” demiĢtir.
Ġslam, vaat etmemiĢtir. Çözüm getirmiĢtir. Müslümanı cömertliği ölçüsünde
Müslüman saymıĢtır. Bencillik ve egoizm yerine paylaĢmayı emretmiĢtir. Ensarla
Muhacirlerin arasındaki kardeĢlik ve dayanıĢma örnek teĢkil eder.
Çevreci geçinenlerin kulakları çınlasın… Bugün bazılarının sevdiği gibi insan lafla
sevilmez. Lafla peynir gemisi yürümez.
e) Ġnsanın Korunması Fitnenin Önlenmesi Esastır :
Vakıfta gaye, Ġnsan Ģahsiyetinin, insan haysiyetinin korunmasıdır, geliĢtirilmesidir.
Manevi hayatımızda insan kutsaldır. Ġnsana ait ne varsa her Ģey kutsaldır. Ġnsan için
yapılan fedakarlıklar ibadet sayılırken, insana yönelik zulüm, sövmek, insanı hakir görmek,
ardından dedikodu etmek, iftira atmak, insanı öldürmek yasaklanmıĢtır.
Peygamberimizin naklettiğine göre Kıyamet günü Allah Ģöyle buyuracak :
TIBB-I NEBEVİ 177
Mustafa ÖSELMİŞ
-Ey insanoğlu, hastalandım beni ziyaret etmedin
Kul diyecek ki :
-Seni nasıl ziyaret edebilirdim ?
ġanı yüce Allah buyuracak :
-Bilmiyor muydun ki, falan kulum hastalanmıĢtı da ziyaretine gitmedin. Eğer onu
ziyaret etseydin beni ziyaret etmiĢ olacaktın.
Yine Allah buyuracak :
-Ey Ademoğlu, acıktım da beni doyurmadın
Kul derki :
1. Ay Allah’ım seni nasıl doyurabilirdim ? Sen alemlerin Rabbisin.
Allah buyurur :
1. Bilmiyor musun ki, falan kulum senden yiyecek bir Ģeyler istemiĢti de vermemiĢtin.
Eğer yoksulu doyurmuĢ olsaydın Ģimdi benim rızamı onun yanında bulacaktın.
Allah tekrar buyurur :
1. Ey Ademoğlu, senden su istemiĢtim, bana su vermedin ?
Kul derki :
1. Sen varlık aleminin Rabbisin sana nasıl su verebilirdim ?
Allah buyurur :
- Falan kulum senden su istemiĢti de ona su vermemiĢtin. Eğer ona su vermiĢ olsaydın,
Ģimdi onu yanında bulacaktın.
Yunus Emre : “Yaratılanı severin yaratandan ötürü” derken, Halife Ömer, fakirin
yiyeceğini sırtında taĢımıĢtır. MelikĢah, zulüm gördüğünü iddia eden birini yakasına
yapıĢmasını istemiĢtir. Alparslan ihtiyaç sahiplerine maaĢ bağlamıĢtır. Osmanlı devlet
adamları tebdil kıyafet gezip ihtiyaç sahiplerini tespit etmiĢleri varsa zulüm onu önlemiĢlerdir
: “Allah’ın kullarına zahmet çektirmek olmaz” demiĢlerdir. Ġnsanlığın yararına daha çok eser
bırakabilmek için yarıĢ etmiĢlerdir. Miras bırakma yarıĢı yapmamıĢlardır.
TIBB-I NEBEVİ 178
Mustafa ÖSELMİŞ
Allah iyiliği emretmiĢ, kötülüğü yasaklamıĢtır. Ġyiliği emretmeyi, kötülüğü
yasaklamayı, müslümana görev vermiĢtir. Ġnsandan insanı sorumlu tutmuĢtur. Gerektiğinde
elle, dille, kalple kötülüğe karĢı çıkmayı imanın gereği saymıĢtır.
Varlık sahipleri görevlerini yapmazsa, insan alçalır. Ülke genelinde dilencilik,
hırsızlık artar. Zina çoğalır. Gayri meĢruluk meĢrulaĢır. Faizciye, tefeciye gün doğar. Zulüm
artar, insani duygular körelir. Ġnsan katılaĢır; Ģefkat, merhamet ve fedakarlık duyguları
unutulur. Herkes kendi hayatını yaĢar, kendi derdine düĢer.
f) Vakıf Ruhuna Muhtacız :
Yardım, dayanıĢma, ikram etme gibi duyguların iyice zayıfladığı, insanın insanı değil,
insanın kendini düĢündüğü günümüzde vakıf ruhuna muhtacız. BaĢkalarının derdini kendi
derdimiz saydıracak inanca muhtacız…
Ata yadigarı eserlerin geçmiĢte verdiği hizmete muhtacız… Sebile muhtacız… Hayrat
hasenata muhtacız… Ġnfak etmeye de muhtacız…
Batı kültürünün etkisi ile sebil toplumundan rezil toplum haline geldik. Yardım
etmeyen, cömert davranmayan kınanırken, Ģimdi bencil toplum haline geldik. Hayır hasenata
garip bakılıyor. Hanlar, kervansaraylar, eğlence yerleri, kumarhaneler olmuĢtur. Eski kiliseleri
tamir edelim derken vakıf eserlerimiz kaybolup gitmiĢtir. Atalarımız yapmıĢ, biz devam
ettirememiĢiz.
Daha dün sebil edilen servetler bugün çarçur ediliyor. Ġnsanın huzur ve mutluluğu için
boĢ lafı, insandan daha çok sevilen kedileri, köpekleri bırakıp önce insanı sevmeliyiz. Bunu
yapacağımız fedakarlıklarla ispatlamalıyız.
Her Ģey insan içindir, insanın mutluluğu için bir vasıtadır. Herhalde insan, çevre ve
çevredekilerden daha az değerli değildir.
Ġslam “önce insan” der. Her Ģey insandan geçer. Ġstenirse toplum hayatımızı, sevgi ve
dayanıĢma ile cennete çevirebiliriz.
Toplumdaki zenginle fakir arasındaki uçurumu giderip kini, nefreti sevgiye saygıya
dönüĢtürebiliriz.
Vakıf ruhu, bizim toplumumuzda mevcut. Ġstenirse ve önü açılırsa, vakıf hizmetleri
devam edecektir. Ġnsanımıza hedef gösterilmediği gibi zaman zaman önü kesilmiĢ, vakıf
hizmeti görmek suç sayılmıĢ, hayır anlayıĢı cezalandırılmıĢtır.
Bugün kendi imkanları ile ve hayır seven insanımızın desteği ile insana hizmet etmeye
çalıĢan, canla baĢla çalılan sınırlar ötesinde, okyanuslar ötesinde hizmet veren kardeĢlerimiz
vardır. Allah yardımcıları olsun, Rabbim hizmetlerini daim etsin.
g) Vakıfların Ġfa Ettiği Görevler :
Vakıf düĢüncesi, asırlarca Ġslam toplumunu ayakta tutan dinamiklerden biridir. Allah,
iyiliği yardımlaĢmayı insana faydalı olmayı emreder.
Vakıf ruhunda insan sevgisi vardır. Temelinde hayır duygusu yatan vakıflar, varlık
sahiplerine yük yüklemiĢtir, ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karĢılama sorumluluğu vermiĢtir.
TIBB-I NEBEVİ 179
Mustafa ÖSELMİŞ
Hatta devletin ulaĢamadığı yerlere ve kiĢilere vakıflar ulaĢmıĢ, devletin yapamadığını vakıflar
yapmıĢtır.
Vakıflarımız gördüğü vazifelerde, kadın-erkek, Müslim-gayri Müslim arasında, ırklar,
mezhepler, tarikatlar, ibadet eden etmeyenler arasında hiçbir ayrım yapmamıĢtır. Kim olursa
olsun hayır hizmetlerinden herkes eĢit ölçüde yararlanmıĢtır. Böylece vakıflarımız ve
verdikleri hizmetler sosyal barıĢı sağlamıĢ, insanları birbirine yaklaĢtırmıĢtır. Kötülüklere
karĢıda, koruyucu aĢı gibi olmuĢtur.
Ecdadımızın bu Ģekilde yapmaya sevk eden güç, inançları gelenekleri ve ilahi rıza idi.
Ġnancımızda hayır, iyilik yapmak, zekat, sadaka vermek, karĢılıksız vermek dini vecibedir.
ġefkat ve merhametleri yalnız insanlara Ģamil olmayıp hayvanlara ve bitkilere de Ģamildi. Zira
onları da Allah yaratmıĢ ve onlarında merhamete Ģefkate ihtiyacı vardı. Hayvanlara eziyet
günahtı, “YaĢ kesen baĢ kesmiĢ olurdu.”
Hayvanlara fazla yük yükletilmez. KuĢçulardan kuĢ satın alınarak azad edilir. KuĢların
yuvaları bozulmaz. Özellikle kuĢ evleri yapılır. Sakat, hasta hayvanlar korunurdu. Kediler,
köpekler için bile Ģifa evleri açılmıĢtı.
Bu görevlerin yapılabilmesi için vakıf kurulurdu. ÖdemiĢte halen kurulu olan vakıf
faaliyet halindedir. “Hacı Bayramlar” adı ile faaliyet gösteren vakıf sakat leyleklere bakıyor”
(Zaman 12.20.1992)
Ayrıca Gurebahane-i Laklakan adı ile Bursa’da da bir vakıf kurulmuĢtur.
Osmanlıda, Selçukluda sokakta gezen kedi köpek yoktur, her kasap durumuna göre
belirli sayıda kedi-köpek beslemek zorundadır.
Hayrı bizzat yapamayanlarda hayra vesile olurlardı. Çünkü peygamberimiz : “Bir
iyiliğe sebep olan o iyiliği bizzat iĢlemiĢ gibi olur” buyurmuĢtur.
Müslüman-Türk Toplumunda Vakıflar ġu Gayelerle KurulmuĢtur :
1- Dini ihtiyaçlar için Vakıflar :
Kur’an, tefsir, fıkıh, hadis gibi Ġslami ilimlerin öğrenimini temin için
Cumalarda ve Ramazan aylarında devamlı vaaz edilmesini sağlamak için,
Ramazan günleri akĢam namazından önce camide iftar için hurma zeytin temini,
ÖlmüĢ kimsesiz, fakir Müslümanların cenazelerinin kaldırılması ve onlar için Kur’an,
mevlid okutulması,
5. Cami, Mescid ve Kur’an kursu yaptırmak için,
6. Kabristanların bakımı ve tamiri için kurulan vakıflar.
1.
2.
3.
4.
2- Sosyal Yardımlar için Vakıflar :
1. Ġmaret, hastane, eczane, sebil, kervansaray, kütüphane, medrese ve odaların giderlerini
karĢılamak için,
2. Yolların tamiri, köprü yapımı ve su getirtilmesi için,
TIBB-I NEBEVİ 180
Mustafa ÖSELMİŞ
3. Fakir çocukların sünnet ettirilmesi, evlenme çağına gelenlerin evlendirilmesi, borcunu
ödeyemeyenlerin borçlarının ödenmesi için,
4. Hastaların bakımı ve tedavilerinin sağlanması,
5. Esirlerin hürriyetlerine kavuĢturulması için kurulan vakıflar.
3- Vatanın savunulması, ordunun bakım ve donatımı, kale yapımı gayesi ile kurulan vakıflar.
4- Hayvan ve ağaçların korunması için kurulan vakıflar:
1.
2.
3.
4.
Ağaçların dikilmesi, budanması ve sulanması için,
Meraların sulanması, korunması için
KuĢlara yem temini için
Hasta hayvanların tedavisi için kurulan vakıflar.
Vakıf Hizmetleri genel olarak Ģu Ģekilde idi :
- Sünnet ettirilemeyen fakir çocukların sünnet ettirilmesi ve evlenme çağına gelen yoksul,
kimsesiz gençlerin evlenme masraflarını karĢılayan vakıfların da olduğunu söylersek, vakfın
ne derece yaygın hale geldiği daha kolay anlaĢılacaktır sanırız.
- Rumeli Kazaskeri Esad Efendi, 1845’te iki vakıf kurmuĢtu : Biri evlenme çağındaki
fakirlere çeyiz temin ediyor, diğeri de kenar mahallelerdeki sokakların tamiri ve bakımı için
giderleri kaĢılıyordu.
- Çanak, çömlek, testi, bardak… gibi Ģeyleri karıp da ustalarından veya efendilerinden dayak
yemekten korkarak ağlayan çırak ve hizmetçilerin zararını telafi için vakıf.
- Sokağa atılmıĢ, sahipsiz kedilere ciğer temin eden vakıf
- Sivas’ta kıĢın kardan ve buzdan dolayı yiyecek bulamayan kuĢlar için yem vakfı
- Kütüphane araĢtırması yapanlara kalem ve kağıt temin eden vakıf.
- Hizmetçi kızların kırdığı tabakların tazmin edilmesi, böylece Ģahsiyetlerinin incitilmesinin
önlenmesi
- Bayram günlerinde Ģehir ve kasabalarda top atılarak çocukların sevindirilmesi
- Yoksul kızlara çeyiz verilmesi ve düğünlerin yapılması
- ÇalıĢamayacak kadar yaĢlanan ya da sakatlanan kiĢilere yardım için fonlar kurulması
- Borçları yüzünden hapsedilenlerin borçlarının ödenmesi
- Hamallar için “dinlek” taĢları yapılması
TIBB-I NEBEVİ 181
Mustafa ÖSELMİŞ
- AlıĢ-veriĢ edenlerin aldatılmasını önlemek üzere çarĢı ve pazarlara ölçek ve kantarlar
konulması
- Et fiyatlarının kıĢ aylarında yükselmemesini sağlayacak tedbirler alınması
- KıĢ aylarında kuĢların beslenmesi
- Ġlkbaharda gelen leylekler için yuvalar hazırlanması, kırılan ayaklarını tedavi edecek
imkanın sağlanması
- Islah edilmiĢ koyunluklar kurulması
- YaĢlı hayvanlar için otlaklar ayrılması
- Yollarda ve mezarlıklardaki ağaçların bakımı
- ÇalıĢamayan yaĢlılar ve sakatların bakımı
- Sadaka TaĢları
- Ġhtiyaç sahiplerine akĢam karanlığında yemek götürülmesini temin eden vakıflar.
Vakıf eseri bırakmadan ölen bir büyüğümüz olmamıĢtı. ġu anda yürüdüğümüz yollar,
içtiğimiz sular, geçtiğimiz köprüleri istifade ettiğimiz her Ģey onların eseridir. Onların hepsine
minnettarız, hepsinden Allah razı olsun. Sadaka-i cariyeleri kıyamete kadar devam etsin.
Hoca Sadedin Efendi’nin Tacü’t Teravih adlı eserindeki kayda göre, Orhan Gazi,
Bursa’da yaptırdığı Cami yanında yoksullar ve bilginler için gerekli tabhane, ribat ve imaret
yaptırmıĢtır. Ayrıca öğrencilerin kalacağı odalar yapılmıĢ, kurulan vakıftan öğretmen, öğrenci
ve yoksullara, imarette çalıĢanlara maaĢ bağlanmıĢtır.
MelikĢah, yoksulların, sakatların listesini tutturdu. Gayri Müslimlerin fakir olanları da
bu listeye dahil edilir, onlar da yardımdan mahrum edilmezdi.
Alparslan, ihtiyaç sahiplerine maaĢ bağlar, yoksulları korurdu. Ramazan aylarında
yoksullara maaĢtan ayrı bir de sadaka dağıtırdı. Bu yardımlar yapılırken ayrıcalık yapılmaz.
Kimsesiz çalıĢamayan sakatlar, aĢ evlerinde karınlarını doyururdu.
Osmanlı PadiĢahları da aynı geleneği devam ettirdiler. Ġnsan yararına eser bırakmadan
ölen Osmanlı devlet adamı olmadı. Tebdili kıyafet edip halkın arasına girerler, dertlerini
dinlerler ve Ģikayet konusu olan aksaklıkları giderirlerdi.
Üçüncü Selim bir gün tebdil gezmiĢ, saraya dönünce sadrazama Ģunları yazmıĢtır :
“Bugün tebdil gezerken halkın fırınlarda toplandığını gördüm. Biri : “yiyecek ekmek
bulamıyoruz” diyordu. Vicdanım titredi. Derecesiz müteessir oldum. Bunun çaresini tez elden
bakasın. Milletime, ibadet ehline zahmet çektirmek bize layık değildir. Ben ve sen onlar
sayesinde hükümran oluruz. Bizim nimetimiz onlardır.”
TIBB-I NEBEVİ 182
Mustafa ÖSELMİŞ
Dünya üzerinde pek çok devlet adamı ve saltanat ailesi gelip geçmiĢtir. Fakat
içlerinden hiç birisi Osmanlılar gibi bazı özel hasletlere sahip değildirler. ĠĢte ilk Osmanlı
padiĢahlarının adetleri :
Osman Gazi : Her üç günde bir aĢ piĢirtir, yoksulları toplayıp yedirirdi. Çıplakları getirtip,
sırtlarına elbise giydirirdi. Dul hatunlara dahi, sadaka vermekten hiç vazgeçmezdi.
Orhan Gazi : Bir imaret yaptırdı. Yoksullar gelip, istedikleri an “aĢ” yediler. Tek dileği o
yoksulların duasını almaktı. Ulemayı toplamak için de okul yaptırdı. Toplanıp ilim okudular
ve okuttular. Çok sevdiği derviĢler için de, ibadet ve ikamet edecekleri yerler yaptı. Nitekim
“Geyikli Baba” Cami ve zaviyesi bunlardandır.
Muradı Hüdavendigar : Orhan Gazi’nin oğlu Hünkar’ın huyu ve adeti : Babası gibi O da
çeĢitli imaretler, medreseler ve camiler yaptırdı. Çok sevdiği DerviĢlere, O dahi zaviyeler
yapıverdi. YeniĢehirdeki PostumpuĢ gibi… Hüdavendigar Gazi hangi Ģehirde olsa, Cuma
günü namazdan sonra, yoksullara sadaka olarak para dağıtırdı.
Yıldırım Beyazıd Han : O da babası ve dedesinin yaptığı imaretlerden ziyadesini yaptı. Cami
ve Mescidleri dahi, ziyadesiyle yaptırdı. Onlardan fazla olarak bir de (Ebu Ġshak) zaviyesi
yaptırdı. Yıldırım Gazi dahi, her mübarek Cuma günü bulunduğu Ģehirde sadaka verirdi.
Çelebi Sultan Mehmed Han : Yoksullar için Bursa’da, bir büyük imaret yaptırdı. Bir de
büyük medrese yaptırdı. Her yıl Mekke ve Medine fukarasına, çok mal gönderirdi. Kendi
memleketinde, Medine yoksulları için birçok mülkleri vakfetmiĢti. Bulunduğu Ģehirlerde
Cuma sadakasını da vermeyi ihmal etmezdi.
İkinci Murad Han Gazi : Bursa’dan sonra Edirne ve baĢka Ģehirlerde dahi, yoksullar için
imaret ve Ulema için Medrese gönderirdi. Ankara bölgesinde, Balıkhisarı adlı büyük bir
SubaĢılığın köylerini; Mekke yoksullarına vakfetmiĢti. Bulunduğu Ģehirde her yıl 10.000
altını, kendi mübarek elleriyle Seyyidlere paylaĢtırırdı. Cuma sadakasını da, ölünceye kadar
kesmedi.
“ Kanuni devrinde Vezir-i Azam Damad Ġbrahim PaĢa yeni fethedilmiĢ Mısır’ı
teĢkilatlandırmak için Kahire’ye teftiĢe gitmiĢti. ġehirdeki bütün sakat, dul, kimsesiz, yetim
ve fakirlerin listesini yaptırıp her birine maaĢ dağıttı; bu arada 1000’e yakın yetim, fakir
çocuğa maaĢ bağlandı” ( Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi C.10, S.333)
1777’de elsiz ayaksız bir çocuğu olan bir Ġstanbulluya günde 10 akçe maaĢ tahsis
edilmiĢti. (Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi C.10, S.333)
Haseki hastanesi Ġstanbul’un en eski sağlık vakfıdır. Halen Ġstanbul belediyesi
tarafından iĢletilmekte olan hastane Kanuni Sultan Süleyman eĢi Hürrem Haseki Sultan
tarafından yaptırılmıĢtır.
Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in oğlu Orhan Bey savaĢa gitmediği
zamanlar kendi yaptırdığı imarette yoksullara yemeği bizzat dağıtırdı.
Evliya Çelebi’nin Sokullu Mehmed PaĢa vakfiyesindeki misafirhane ile alakalı vermiĢ
Ģu malumat ne kadar güzeldir.
TIBB-I NEBEVİ 183
Mustafa ÖSELMİŞ
“…Eğer gece yarısı taĢradan misafir gelirse kapıyı açıp içeri alalar. Hazırda
bulunandan yemek ikram edeler. Fakat cihan yıkılsa geceleyin içerden dıĢarıya bir kimse
bırakmayalar. Sabahleyin ayrılma vakti geldiğinde de hancılar tellallar gibi :
<< - Ey Ümmet-i Muhammed ! Malınız, canınız, atınız ve elbiseleriniz tamam mıdır,
bir ihtiyacınız var mıdır ? >> diye nidada bulunalar. Misafirler hep birden :
<< - Tamamdır. Allah Teala, hayır sahibine rahmet eyleye >> dediklerinde kapıcılar
Ģafak vaktinde kapıların iki kanadını açarak ve :
<< -Gafil gitmeyin ! Dikkat edin, Yolunuzu kaybetmeyin ! Tanımadığınız kimseleri
arkadaĢ edinmeyin ! Yürüyün, Allah kolay getire !... diye dua ve nasihat ile uğurlayalar.”
Bir mü’minin ruhi derinliğini gösteren Es’ad Efendi’nin Ģu vakfiyesi de, ne kadar
ilginçtir.
“Kıymetli ve hayırsever devlet adamlarının geçmediği ve geçmeyeceği sokaklara ve
iskelelere yerleĢmiĢ olan son derece yaĢlı ve fakir kimselere veya bir hastalık sebebiyle iĢ
yapmaya kudreti olmayan acizlere odun, kömür ve diğer ihtiyaç maddeleri tedarik edile !
Kimsesiz ve yoksul kız çocuklarından evlenme çağına gelenlerin de çeyizleri alına !”
Batılı seyyah Hunke’nin Müslüman hastanesinde yatmakta olan bir gencin babasına
yazdığı mektubundan aldığı Ģu bölümler, vakıf hassasiyetinin gönülleri saran ne kadar bariz
bir misalidir :
“Babacığım ! Benim paraya ihtiyacım olup olmadığını soruyorsun. Taburcu edilirsem,
hastaneden bana bir kat yeni elbise ve hemen çalıĢmaya baĢlamak zorunda kalmayayım diye
de beĢ altın verecekler. Onun için süründen davar satmana gerek yok. Ama beni burada
görmek istiyorsan hemen gel ! Canım buradan çıkmak istemiyor. Yataklar yumuĢak, çarĢaflar
bembeyaz, battaniyeler kadife gibi. Her odada çeĢme var. Soğuk gecelerde bütün odalar
ısıtılıyor. Bizleri tedavi edenler, çok Ģefkatli ve merhametli kimseler. Hemen her gün midesi
hazmedenlere kümes hayvanları ve koyun kızartmaları veriliyor. Sen de sonuncu tavuğum
kızartılmadan önce gel beraber yiyelim !
Hastanelerde fakirlere ilaç ücretsizdi. Sadece duvarda : “Ġhtiyacı olmadan ilaç alanın
Allah derdini artırsın” uyarısı yeterli idi. Kimse ihtiyacı olmadan ilaç almazdı
II. Beyazıd devri müelliflerinden Kantakasin klasik eserinde o devir için Ģöyle der :
“Küçüğü ve büyüğü ile Türk ileri gelenleri cami ve hastane yaptırmaktan geri durmazlar ve
baĢka bir Ģey düĢünmezler. Onları zengin vakıflarla techiz ederler. Yolcuların konaklaması
için kervansaraylar yaptırırlar. Yollar, köprüleri imaretler yaptırırlar. Türk büyükleri bizim
senyörlerimizden daha çok hayır sahibidirler. Son derece misafir severler. Türk, Hıristiyan ve
Yahudileri misafir ederler. Onlara yiyecek, içecek ve et verirler. Bir Türk karĢısında yemek
yemeyen bir adamla –adam Hıristiyan ve Yahudi bile olsa- yemeğini paylaĢmamayı çok ayıp
sayar.
g) En Önemli sosyal Müesseseler :
Sosyal müesseseler, bir milletin sosyal yapısının, kültür sisteminin ifade Ģekilleri ve
konuĢan dilleridir.
TIBB-I NEBEVİ 184
Mustafa ÖSELMİŞ
Türk tarihinde topluma öncülük etmesi bakımından en büyük sosyal müesseseler
padiĢahlar tarafından yapılmıĢ, bunu diğer devlet adamları takip etmiĢtir. Bunun sonucu
olarak Selçuklu ve Osmanlı topraklarının her yanı sosyal müesseselerle donatılmıĢtır.
ġimdi diğer toplumlarda hayal bile edilemezken Türk toplumunda bütün canlılığı ile
görev yapan sosyal müesseselerden kısaca söz etmek yerinde olacaktır.
1- ĠMARETLER :
Ġlk Ġmaret, 1336’da Orhan Gazi tarafından Ġznik’te kuruldu. AĢık PaĢazade tarihinde :
“Osman Gazi, ayda bir defa taam (yemek) piĢirtip fakirlere yedirirdi. Yoksulları giydirirdi.
Dul kadınlara verirdi. Orhan Gazi Ġmaret yaptı. Kim fakirler geleler her gün taam yiyeler.
Onun oğlu Gazi Hüdavendigar da imaret yaptı. Her Cuma sadakalar verirdi. Onun oğlu
Beyazıt Han da imaretler yaptı ve Cumaları sadakalar verirdi.” denilmektedir. Orhan Gazi,
yoksullara yemek dağıtmayı çok sevdiği için imaretin açılıĢında ilk yemek yemeye gelelere
kendi eliyle yemek dağıtmıĢtır.
Kayıtlara göre Ġstanbul’un fethinden önce Ġznik’ te 7, Bursa’da 28 tane imaret vardı.
Ġstanbul’un fethinden sonra ilk imaret Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırıldı. Vakıf
Ģartlarına göre imarette sabah akĢam her gün iki defa yemek piĢirilir ve 320 okka koyun eti
kullanılırdı. Bu imarette günde binden fazla insan yemek yerdi. I. Murad’ın Ġznik’te yaptırdığı
imaretten ise bir günde iki bin kiĢi yemek yiyordu. 1586’da Süleymaniye imaretinin bütçesi
bugünkü para ile 238 milyon lira idi.
Seyyah Du Loir imaretlerden söz ederken Ģöyle der : “Bütün Türkiye’de “imaret”
denilen misafirhaneler vardır. Bunlarda hangi dine mensup olursa olsun bütün fakirlere
ihtiyaçları nisbetinde yardım edilir. Ġhtiyaçlarını söylemekten sıkılan fakirlerin sıkıntılarını
misli görülmemiĢ bir alaka ve gizlilikle tahkik edip giderirler.”
“Bazı imaretlerde yabancı diyarlardan gelen misafirlere varıĢlarında 100, ayrılıĢlarında
300, Anadolulu fakirlere de 10 dirhem harçlık veriliyordu.” (Prof. Dr. O. Turan, Türk Cihan
Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi C.1, S.183)
Merhamet ve cömertliğin en büyük meziyet sayıldığı Türk topraklarında kurulan
imaretlerde yoksullar ve misafirler arasında ayrım gözetilmeden herkes yemiĢ, içmiĢ ve her
türlü ihtiyacı karĢılanmıĢtır.
2- HANLAR – KERVANSARAYLAR – ODALAR :
Mutlu dönemlerimizden kalma sosyal müesseseler arasında yer alan hanla,
kervansaraylar ve odalar, toplumumuzun sahipsiz, dağınıklıktan uzak medeni bir toplum
olduğunu gösteren delillerdir.
Bu müesseseler tam bir teĢkilat halinde yakın zamana kadar huzur kaynağı olmuĢtur.
Konak, ikmal ve emniyet yerleri olarak her türlü ihtiyacın karĢılandığı bu hayır
müesseselerinde yerli, yabancı kim olursa olsun üç gün ücretsiz yer, içer, yatar, kalkar,
hayvanların bakımı dahil bütün ihtiyaçları giderilerek misafir edilirdi. Zengin, fakir,
Müslüman, Hıristiyan ayrımı gözetilmezdi. Büyük titizlikle herkesin emniyeti sağlanırdı.
AkĢam olunca kapılar kapatılır, herkes yatar, sabah olunca da herkes uyandırılır, eĢyalar
kontrol edildikten sonra kapılar tekrar açılırdı.
TIBB-I NEBEVİ 185
Mustafa ÖSELMİŞ
“MuhteĢem kervansarayların Müslüman- Hıristiyan ve zengin-fakir farkı gözetmeden
yaprıkları yüksek hayır ve insanlık hizmetleri hayranlık verecek mahiyette olup tarihte
emsalleri yoktur. Bu yüksek medeniyet tesislerinde yolcuların ve ticaret kafilelerinin her türlü
ihtiyacı meccanen görülürken insan ve hayvanların tedavisi için tabip ve baytarlar bulunuyor;
yolcuların temizlenmesi için hamam, namaz kılması için mescid, fakirlere ayakkabı,
hayvanların nallanması hep vakıf hesabınca sağlanıyordu. Yolcuların ekmek, et, yağ ve
pirinçle yapılan yemekler, hastanın muayyen günlerinde verilen tatlıları vakfiye Ģartlarına
göre idi.” (A.g.e. : C.2, S.183)
Seyyah Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde, Osmanlıların sosyal hizmetlerinden
bahsederken yol üzerlerindeki konaklama yerleri olan kervansarayları Ģöyle anlatır :
“AkĢama dek kervansarayın kapıları açık dururdu. Gün karardıkta kapılar kapanır,
kapıcılar kapının arkasında yatarlardı. Gece bir yolcu geldikçe kapıları açarlar yolcuları içeri
alırlar. Vakıftan hayvanlarına yem, kendilerine yiyecek çıkarırlardı. Ama içeriden dıĢarıya
kimseyi çıkarmazlardı. Sabah olup kapılar açılmazdan önce bir görevli :
1. Ey Ahali ! Maldan, candan bir eksikliği olan var mı ? diye bağırır. Yolcular :
1. Allah hayır sahibine hayatta ise selamet, ölmüĢ ise rahmet eylesin, bir eksiğimiz yok
derlerse, kapılar açılırdı. Kervansaray görevlisi son olarak :
2. Öyle ise buyurun ! Allah gidenlere selamet, kalanlara rahat versin. Ey yolcu kardeĢim
! Yolunda durma, herkes ile yoldaĢ olma, yüzüne güleni dost sanma, Haydi Allah
yardımcın, erenler yoldaĢın olsun ! diyerek yolcuları uğurlardı.”
Bir Fransız yazarı, misafirhanelerin durumunu kısaca Ģöyle ifade eder : “Anadolu’nun en ücra
köĢelerinde gezmiĢ, hanlarda yatıp kalkmıĢ olanlara sorun. Bir defa kim olursa olsun misafir
oldu mu gerekli iyi muameleyi görür” (Fransız Akademisi üyesi Claude Farrare, Türklerin
Manevi Gücü, Sayfa :16)
Giderleri devlet ve vakıflar tarafından karĢılanan hanların ve kervansarayların yanında
yolcuları barındıran odalar da vardı. Bunlar yolcuların ve hayvanların ihtiyaçlarını karĢılayan
bir konaklama yeri olarak vazife görürdü. Yolcu hangi saatte gelirse gelsin kapıyı açık, ıĢığı
yakar yakmaz sıcak yemeği hazır bulurdu.
BaĢka toplumlarda bir benzerini görmemizin mümkün olmadığı bu odaların bir
bölümü de hoĢ sohbetlerin yapıldığı, insanların kucaklaĢıp dertleĢtiği ve meselelerin müzakere
edilip tarihi kararların alındığı yerlerdi.
3- HASTANELER :
Türk toplumunda insan sağlığına büyük önem verildiği için sağlık merkezlerinin
kuruluĢu ve çalıĢtırılması da titizlikle yürütülmüĢtür. Bunlardan bir kaçını örnek verecek
olursak :
1217’de sivas’ta DarüĢĢifa (ġifa Evi) kurulmuĢtur. Burada hastalara verilen ilaç ve yapılan
masraflar vakıflar tarafından, yetmeyen kısmı devlet tarafından karĢılanırdı. DarüĢĢifaya
gelemeyip de evlerinde yatan hastaların ayağına kadar gidilir, hastalar iyi oluncaya ve
çalıĢmaya baĢlayıncaya kadar da ellerine harçlık verilirdi.
TIBB-I NEBEVİ 186
Mustafa ÖSELMİŞ
1399’da Yıldırım Beyazit Bursa’da, II. Murat Edirne’de Zamanında büyük hizmetler görmüĢ
olan hastaneler yaptırmıĢlardır. Edirne’deki hastane daha ziyade cüzamlı hastalar içindi.
II. Beyazid’in Edirne’de yaptırdığı külliyenin en önemli bölümlerinden biri DarüĢĢifa idi. Göz
hastalıklarına ait kliniği, akıl ve ruh hastalarına ait bölümü dünya çapında Ģöhret kazanmıĢtır.
Ġki asır büyük hizmetler gören bu hastanede ünlü doktorlar görev yapmıĢtı. Bazı hastaneler
müzikle tedavi edilirken bazıları da telkinle tedavi edilirdi. Hastalar için tam perhiz uygulanır
ve en güzel yemekler çıkarılırdı. Eczanesinde ise fakirlere ücretsiz ilaç ve verilirdi. PadiĢahın
fakir olmadığı halde ilaç alanların gerçekten fakir düĢmesi için ettiği beddua eczanenin
duvarına asılı olduğu için bu bedduadan korkulur, hiçbir yolsuzluk olmazdı.
Ġtalyan Ruh Hekimi Mongeri Pere, Türklerde insana verilen önemi ve bu uğurda
yapılan hizmetleri övgüyle bahsederken derki :
“Bir memlekette insanlık, devletin halka gösterdiği ilgi ve hayır müesseselerinin
bolluğu ile ölçülürse, Ġstanbul, Avrupa’dan üç asır önce bu insani hareketin öncüsü olmuĢtur.
Zira fakir ve aciz evleri, dinlenme yerleri, deli Ģifa evleri takdire değer bir bilgiyle
yapılmıĢtır.” (Ord. Prof. Rasim Adasal Psikozlar.37)
Bu konuda Fatih Sultan Mehmet’in vasiyetnamesi akıllara durgunluk verecek nitelikte olup
bugün bile önemini kaybetmediği gibi ihtiyacını duyduğumuz bir Ģekildedir. Vasiyetnamenin
bir bölümü aynen Ģöyledir :
“Ben ki Ġstanbul Fatihi Abdü aciz Fatih Sultan Mehmet. Bizatihi alun terimle
kazanmıĢ olduğum akçelerimle satun aldığım Ġstanbul’un TaĢlık mevkiinde bulunan beĢ
dükkanımı aĢağıdaki Ģartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. ġöyle ki : Bu gayri
menkulatımdan elde olunacak nemalarla Ġstanbul’un her sokağında ikiĢer kiĢi tayin eyledim.
Bunlar ki ellerinde bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli
saatlerinde bu sokakları gezeler, bu sokaklara tükürenlerin tükürükleri üzerine bu tozu
dokelerki, yevmiye 20’Ģer akçe alsunlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabib ve 3’de yara sarıcı tayin
ve nasbeyledim. Bunlar ki, ayın belirli günlerinde Ġstanbul’a çıkalar, bilaistisna her kapıyı
vuralar o evde hasta olup olmadığını soralar. Var ise ve Ģifa orada mümkün ise Ģifayap olalar.
Değil ise kendilerinden hiçbir karĢılık beklenmeksizin Darülacezeye kaldırılarak orada salah
buldurulalar.
Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vaki olabilir. Böyle bir hal karĢısında
bırakmıĢ olduğum 100 silah, ehli erbaba verile, bunlarki hayvanatı vahĢiyelerin yumurtada
veya yavruda olmadığı sıralarda Balkanlara çıkıp avlanalar ki, zinhar hastalarımızı gıdasız
bırakmayalar”
“Ayrıca külliyemde bina ve inĢa eylediğim imarethanede Ģehit ve Ģühedanın harimleri ve
Medine-i Ġstanbul fukarası yemek yiyeler, Ancak yemek yemeye veya olmaya bizatihi
kendüleri gelmeyü yemekleri güneĢin loĢ bir karanlığında kimse görmeden kapalı kaplar
içerisinde evlerine götürüle.” ( Prof. Dr. Naci Bor)
ĠĢte vasiyet böyle. Sanırız bu konuda fazla söz söylemeye lüzum yok.
TIBB-I NEBEVİ 187
Mustafa ÖSELMİŞ
4 - SEBĠLLER :
Sebiller, hastalıksız Türk toplumunun canlılığına can katan, anlamı büyük hayır
kurumlarından biridir.
Umuma ait yerlerde, bilhassa yol üzerlerinde devlet adamları ve zenginlerin yaptırdığı sabit
sebillerin yanında bir vakıftan maaĢ alan veya sevap kazanma amacı ile sırtında su dağıtan
sebilciler vardı. Bunlar ilahiler söyleyerek her susayana soğutulmuĢ su dağıtırlardı.
Ayrıca sebillerde bayram, Cuma ve kandil günlerinde halka parasız Ģerbet dağıtılırdı.
Anayollar üzerinde hayrat olarak ayran dağıtanlara da çokça rastlanırdı. Türkiye’ye gelen bir
Fransız seyyahı böyle bir Ģeyi hayatında ilk defa gördüğü için hafızası almamıĢ, yolda ayran
dağıtan köylünün deli olup olmadığını sormuĢtur.
Seyyah Du Loir, Seyahatnamesinde sebillerden söz ederken : “Bazı Türkler yol üzerlerinde
hayrat olarak çeĢmeler yaptırırlar. ġehir içerisinde de sebiller yaptırmıĢlardır. Herkes
buralardan parasız su içebilir. Sebilhanelerde maaĢlı çalıĢan memurlar vardır. Görevleri su
isteyenlere su vermektir” der. (Ġ Hami DaniĢmend Eski Türk Ahlak ve Seciyesi : 90)
Türk toplumunda bugün bile su indirme büyük hayır iĢlerinden sayılır. Köyleri birbirine
bağlayan yollar üzerinde yaptırılan musluklar, kıĢın temizlenerek doldurulan yazın
hayvanların ve insanların su içtikleri sarnıçlar, mağaza ve dükkanların önüne konulan
soğutucular hep sebil geleneğinin devamıdır.
5 – CAMĠLER – MEDRESELER - KÜTÜPHANELER :
Her mahallede kerpiç evlerin arasında yükselen muhteĢem camiler ve camilerin, görevlilerin
masraflarını karĢılamak için yaptırılan dükkanlar, ilmi ihtiyacı karĢılamak için devlet adamları
tarafından yaptırılan medreseler, cami ve medreselerin yanında kurulan kütüphaneler,
kütüphanelerin idaresi ve kitapların korunması için kurulan vakıflar, Türk toplumunun sağlıklı
bünyesinden doğan sosyal müesseselerdir.
Sınıfta Kaldık !.. :
Bugün insanlık, bilhassa Avrupa, Amerika sınıfta kalmıĢtır.
- LeĢ yiyicinin önünde ölmek üzere olan çocuğun resmini çekip, ödül almak için
yardım etmeyi düĢünmeyip stüdyoya koĢan Medeni Avrupalı (!) geçenlerde çıldırarak
ölmüĢtür.
- Bugün Afrikada 60 Milyon insan açlık sınırında ölümle pençeleĢmektedir.
Milyonlarca insan açlıktan ölüyor. Avrupa, Amerika bütçelerinin yarısını insanlığı yok eden
silah yapımına harcıyor. Masum çocuklar, günahsız kadınlar, eli ayağı tutmayan ihtiyarlar
ölüyor, kimin umurunda ? Sınıfta kaldık !...
- Zenginimiz lokantada içip içip tabakların üstünde tepiniyor, ceket yakıyor, kırdığı
tabak baĢına para ödüyor, ceketi yakan garsona yakma ücreti ödüyor. Böylece zenginliğini
ispata çalıĢıyor… Sınıfta kaldık !..
Esnafımız : “Acıma acınacak hale gelirsin”, “Merhametten maraz doğar” sözlerini
çerçeveletip duvarına asmıĢ, ihtiyaç sahiplerini görmüyor, onlardan rahatsız oluyor.
TIBB-I NEBEVİ 188
Mustafa ÖSELMİŞ
Ġnsanımız çok kazanma çok miras bırakma sevdasında. Gelsin de nereden gelirse
gelsin. Helal, haram fark etmiyor. Sınıfta Kaldık…
- Gıdasızlıktan, ilaç alamamaktan ölenler var,
- KıĢı odunsuz, kömürsüz geçirenler var.
1. Her taraf dilenci dolu.
1. Gasp, hırsızlık, dolandırıcılık almıĢ baĢını gidiyor
1. Zenginimiz yardımı düĢünmüyor hortumlamayı düĢünüyor… Sınıfta Kaldık…
Osmanlıdan sonra dram yaĢanıyor. Koyan elin, alan elin belli olmadığı sadaka taĢlarının
ancak adını biliyoruz. O da birkaç kiĢi.
- Yollarda su, Ģerbet akıtan sebil toplumundan rezil toplum haline getirildik. Daha önce bütün
canlılara yeten millet kendine yetemez hale gelmiĢtir. Yani Aziz millettik, zelil millet haline
geldik… Sınıfta Kaldık…
Sakarya depreminde vakıflarımız harekete geçti çadırlar kuruldu, yardımlar baĢlatıldı. “Hayır,
kapatın çadırları, durdurun yardımları” dendi. Ġnsanımız çamurdan, açlıktan ve çadırdan
kurtulamadı. Misyonerlerin tuzağına düĢtü. Üç bin kadar insan Hıristiyan oldu. Ġmanını
koruyamadı, ahlakını koruyamadı.
Buna sebep neydi ? Vakıfların yardım etmesi istenmedi. Sınıfta kaldık !...
ĠĢin acı tarafı ecdadımız, dedelerimiz yaptı biz devam ettiremedik. Hatta onların yaptığı
binaları bile koruyamadık. Kilise, havra restore ettik, tarihi binalarımız çürüdü, yıkıldı yandı
gitti onları koruyamadık. Sınıfta Kaldık…
ĠĢin kötüsü, köpek sevdik, maymun sevdik, kuĢ, balık ve yılan sevdik ama insan sevemedik.
Birkaç ailenin gelirini evimize soktuğumuz hayvana harcadık, kapımızı çalan ihtiyaç sahibini
kovduk. Sınıfta Kaldık…
Korkarım yarın ecdat bizden davacı olacaktır. Yakamıza yapıĢacak, benim eserlerimi niye
yaĢatmadın ? diyecektir.
Toplum olarak geçmiĢteki vakıfların verdiği hizmete muhtacız. Yalnız biz değil insanlık
muhtaç, hayvanlar muhtaç, bitkiler muhtaç…
Son zamanlarda vakıf eserlerini bile yağmaladık. Allah’tan korkmadık. Ayakta tutmamız
gerekirken harap olup gitmesine seyirci kaldık. Sınıfta Kaldık…
Atalarımız : “Üç Vav’ dan sakının” derlerdi.
TIBB-I NEBEVİ 189
Mustafa ÖSELMİŞ
1. Vallahi’den,
2. Vakıf malından,
3. Vasiyetin yerine getirilmemesinden,
Süleyman peygamber, kuĢları çağırmıĢ ama bir kuĢ gelmemiĢ, Süleyman (as) kızmıĢ. KuĢ da
ona demiĢ ki :
1. “Bak vakıf malından bir parça alırım, malının üstüne atarım, seni yakarım.”
Büyüklerimiz vakıf malının tozundan bile kaçarlardı. Biz hak gözetmedik, hukuk gözetmedik.
Sınıfta Kaldık !…
Bize düĢen nedir ?
1. Ecdat yadigarı vakıf eserlerinin korunması,
2. Vakıf hizmetlerinin devam ettirilmesi
3. Vakıf hizmetlerinin devamı için yeni vakıf eserlerinin kurulmasıdır
En güzel sadaka-i cariye vakfetmek ve vakıf hizmeti görmektir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 190
Mustafa ÖSELMİŞ
D – BU HALE NEDEN DÜġTÜK GERĠ KALIġIMIZIN SEBEPLERĠ
GeçmiĢimize göre bugün olmamız gereken yerde değiliz. Hemen hemen her alanda
geri durumdayız. Ġleri olmamız gereken konularda da geriyiz. Dünya sıralamasında kendimizi
kabul ettirdiğimiz bir konu yok. Teknolojide geriyiz, tarım ülkesiyiz diyoruz, tarımda da
geriyiz. Ġnsan haklarında bile geriyiz.
Bu durumda geri kalıĢımıza neden aranmıĢ, fakat doğru bir teĢhis konamamıĢtır. Bazı
çevreler durumu bahane ederek geri kalıĢ sebebini dine yüklemiĢ, suçu da Müslümanlara
yüklemiĢtir. Ġslam incelenmeden, Ġslam’ın evveline bakmadan hüküm veriliyor.
Cihana ün salmıĢ, dünya medeniyetine ıĢık tutmuĢ bir milletken bu hale neden düĢtük?
Son zamanlarda hep bu soru zihinleri kurcalamıĢ ve çeĢitli çevrelerce değiĢik cevaplar
aranmıĢtır. Batı hayranı olanlar geri kalıĢımızın sebebini kayıtsız Ģartsız Batı’ya teslim
olmamakta görürken, dinimizi tanımayanlar veya ona düĢman olanlar ise, sebep olarak
dinimizi göstermeye çalıĢmıĢlardır. Bazı beyni sulanmıĢ ve aziz milletimizin kültür
değerlerini tanımayanlar da, geri kalıĢımızın sebebini domuz eti yemememizde, su gibi içki
içmememizde, ahlakımıza, tarihimize ve milli kültür değerlerimize bağlı kalmamızda
aramıĢlardır.
Hülasa bu konuda fetva veren çok olmuĢ, ama halimize tam bir teĢhis koyan
çıkmamıĢtır.
Biz burada bir yandan bu iddiaları cevaplandırırken bir yandan da geri kalıĢımızın
nedenlerini ortaya koymaya çalıĢacağız.
a ) GERĠ KALIġIMIZIN SEBEBĠ HIRĠSTĠYAN OLMAYIġIMIZ MI ?
Hıristiyanlık Ne diyor ?
Hiçbir yorum yapmadan mukayese etme bakımından Ġncil’den birkaç örnek vermek
istiyorum :
“Gök’ün kuĢlarına bakın, onlar ne ekerler, ne biçerler, nede ambarlara toplarlar; ve
semavi babanız onları besler. Siz onlardan daha değerli değil misiniz ? Ve sizden kim kaygı
çekmekle boyunun ölçüsüne bir arĢın katabilir ? Ve niçin esvaptan ötürü kaygı çekiyorsunuz ?
Kır zambaklarının nasıl büyüdüklerine iyi bakın, ne çalıĢırlar nede iplik eğirirler; Size derim :
Süleyman bile bütün izzetinde bunlardan biri gibi giyinmiĢ değildi. Fakat bugün mevcut olup
yarın fırına atılan kır otunu Allah böyle giydirirse, sizi daha çok giydirmez mi ? Ey az
imanlılar, Ġmdi ne yiyeceğiz ? Yahut ne içeceğiz ? Yahut ne giyeceğiz diye kaygı çekmeyin.
Çünkü milletler bütün bu Ģeyleri ararlar; çünkü semavi babanız bütün bu Ģeylere muhtaç
olduğunuzu bilir. Fakat önce Onun melekutunu, selahını arayın; ve bütün bu Ģeyler size
arttırılacaktır. Bundan dolayı yarın kaygı çekmeyin; zira yarınki gün kendisi için kaygı
çekecektir. Kendi derdi güne yeter. (Matta Ġncili Bap:6:26…34)
Luka Ġncili Bap: 14’de gerçek Hıristiyan olabilmek için insanların kendi ve dünya
varlıklarından vazgeçmeleri istenir.
TIBB-I NEBEVİ 191
Mustafa ÖSELMİŞ
12. Bapta da, Dünya için kaygı çekmemeyi, Tanrının bir Hıristiyanı ekip biçmeyen,
kileri, ambarı olmayan kargalardan daha çok sevdiği, çalıĢmayan, iplik eğirmeyen,
kendiliğinden büyüyen zambaklara bakılmasını, yarın kuruyacak bir otu böyle giyindiren
Tanrının insanları daha iyi giyindireceği ifade ediliyor. Ve neniz varsa satın, sadaka verin.
Kendinize eskimeyen keseler, göklerde eksilmeyen hazineler yapın; Orada hırsız yaklaĢmaz,
güvede bozmaz,” denilmektedir.
Yuhanna Ġncilinde de :
“Fani olan yiyecek için değil, fakat ebedi hayatta baki olan yiyecek için çalıĢın”
(Bap:6/27)
“Ġsa Onlara dedi ki : Hayat ekmeği benim, bana gelen asla acıkmaz ve bana iman eden
asla susamaz.” (Bap:6/35) denilmektedir.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 192
Mustafa ÖSELMİŞ
b ) DĠNĠMĠZ YÜZÜNDEN MĠ GERĠKALDIK ? (BĠZĠ ĠSLAM MI GERĠ BIRAKTI )
Bizim dinimiz yüzünden geri kaldığımızı ileri sürenler vardır. Bugün Ġslam’ı geri
kalıĢımızın sebebi olarak gösteremeye çalıĢanların fikirlerine iĢtirak etmek mümkün değildir.
Dinimizi Ģu veya bu sebeple itham edenlerin, dinimizi bilmedikleri, Kur’an’ı okumadıkları
muhakkaktır.
Hatayı kendimizde değil de kendimizin dıĢında aramak, hatalarımızdan dolayı Ġslam’a
saldırmak, kabahati Ġslam’da aramak bir hezeyandır. Sadece hezeyan değil, Ġslam’la uzaktan
yakından hiçbir ilgileri olmayan insanların Ġslam’a yaptıkları en büyük iftiradır.
Ġslamiyet, ilmin, irfanın, çalıĢmanın, ilerlemenin ve medeni hayat yaĢamanın
karĢısında değildir. Bunun için bugün Ġslam’ın kötüleyebileceğimiz bir tarafı yoktur. Ġslam’ı
bilmeyenler veya yanlıĢ anlayıp uygulayanlar vardır. Bu durumda da hatayı Ġslam’a yüklemek
insafsızlık ve düĢmanlık olur. Çünkü Ģahıslar, Ġslam’ın ölçüsü ve temsilcisi değildir. Onu
kiĢilerle değerlendirip, kiĢilerle küçültemeyiz.
Ġslam’ın gayesi, insanın mutluluğudur. Bunun için insanı mutlu kılacak Ģeyleri
emretmiĢ, mutsuz kılacak Ģeyleri de yasaklanmıĢtır. Okumak, araĢtırmak çalıĢmak ibadet
sayılmıĢtır. Ġslam, ilerlemeye mani bir din değildir; Ġslam nazarında ancak alın teri ile
kazanılan Ģey helaldir. BaĢkasına yük olmak, tembel tembel oturmak, alın teri dökmeden
kazanmak haramdır. Ġslamiyet faizi, dilenciliği, Ģans oyunlarını yasaklarken toplumda
herkesin çalıĢmasını istemiĢtir. Ġslamiyet “tembel tembel yat rızkın gelir” dememiĢ, fakirliği
övmemiĢ” bir hırka bir lokma” düĢüncesine karĢı çıkmıĢtır. Peygamberimiz (SAV) de her
vesile ile ilk önce küfürden ardından da fakirlikten korunması için hep Allah’a dua etmiĢ ve
korumasını istemiĢtir. Bir hadislerinde de : “Ġki günü eĢit olan zarardadır” buyurarak” fasılasız
çalıĢmayı emretmiĢtir.
Ayrıca Ġslamiyet, donuk bir din de değildir. Hayat aleminin değiĢen safhalarına göre temsil
kabiliyetine sahip ve her devirde geçerliliğini koruyan yegane bir dindir. Denilebilir ki,
Ġslamiyet, bugünkü fikri inkiĢafımızın seviyesinden daha yüksek bir dindir. Böyle bir din
geriliğimizin sebebi olarak gösterilebilir mi ?
Ġslam denilince, yalnız ibadet etmek olarak anlayan, Ġslam’ın sosyal, ekonomik, siyasi
yönünü bilmeyenlerin Ġslam’a saldırmaları ve Ġslam’ı bugünkü geriliğimize sebep göstererek
dinsiz bir hayat sürmemizi tavsiyeleri son yarım asrın mahsulüdür.
Ġslam’ın değiĢen hayat Ģartlarına ayak uyduramadığı için kendisine inanları çağın
gerisinde bıraktığı doğru değildir. Ġslam, çölde yaĢayan bedevinin ihtiyaçlarına cevap verdiği
gibi imparatorlukların ihtiyaçlarına da cevap veren bir dindir. Dünyanın en ileri, en medeni
milleti iken de müslümandık, hem de nasıl müslümandık. O zaman Ġslamiyet ilerlemeye mani
değilken Ģimdi mi geri bırakmıĢtır. O zamandan bugüne Ġslamiyet herhangi bir değiĢikliğe
uğramamıĢtır.
Ġslamiyet bizi geriletmemiĢtir. Biz islama bağlılıkta geriledik. Yani bugünkü
geriliğimiz, dindeki geriliğimizdendir. Bugün dinde ileri değiliz ki geriliğimizi dine
bağlayalım. Eğer bugün dinde, ileri, teknikte ve sanayide geri olsaydık, geriliğimizin sebebini
Ġslam’a bağlayanların haklı oldukları düĢünülebilirdi.
Milli Ģairimiz Mehmet Akif’in dediği gibi :
TIBB-I NEBEVİ 193
Mustafa ÖSELMİŞ
“ÇalıĢ, çalıĢ dedikçe din çalıĢmadın durdun
Onun hesabına bir çok yalanlar uydurdun”
Tarihteki inkiĢafımızın sebebi dinimizdi. Bugünkü sefaletimizin sebebi ise dinimiz
değil tembelliğimizdir. Yine Akif’in belirttiği gibi :
“Demek Ġslam’ın ancak namı kalmıĢ Müslümanlarda,
Bu yüzdenmiĢ demek hüsran-ı milli son zamanlarda”
Dinden kopmuĢken, hakiki, samimi Müslüman olmadan din bizi nasıl geri bırakmıĢ olabilir.
Bu güne kadar geriliğimizi Ġslam’a bağlayanların iddiaları, kendilerinin dinle ilgisi olmadığı
kadar gerçekle ilgisi olmayan iddialardır.
Dinde ileri olduğumuz dönemlerde üç kıtaya hakimdik. Dünya bizden yardım
görüyordu. ġu anda dinde geriyiz çok geriyiz. Bizim terk ettiğimiz din bizi nasıl geri bırakmıĢ
olabilir ?
Ġslam’da ilim ibadetten önce gelir, Ġlim kadına da erkeğe de farzdır. Ġslam’da çalıĢmak
ibadet sayılır.
Charles Mismer Ģöyle der :
“Hıristiyanlar alim olunca Hıristiyanlıkla alakaları kesilir. Müslümanlar da cahil
olunca Ġslam’la
alakaları kesilir.”
Batı : “Rönesans’ı Ġslam’a borçluyuz” diyor.
Bizimkiler baktılar batıda din düĢmanlığı var, onlarda din düĢmanlığına baĢladılar.
Ama dinler ayrıydı bunun farkında değillerdir.
1860’lı yıllarda Ġslam’ın bizi geri bıraktığı iddiaları ortaya çıkınca Ziya PaĢa Ģöyle
diyordu.
“Ġslam imiĢ devlete Pa-yend-i terakki
Evvel yoğ idi iĢbu rivayet yeni çıktı”
Bu iddia Ġslam’ı yıkma ve Ġslam dıĢı ahlak yerleĢtirme gayretinden baĢka bir Ģey
değildi.
Müslüman olmaya karar veren ve Muhammed ismini alan Avusturyalı gazeteci bakın
bugünkü Ġslam aleminin durumunu nasıl izah ediyor :
“Ġslam alemini incelemem neticesinden Ģunun farkına vardım ki, Ġslam aleminin
gittikçe bozulması, zayıflaması, adeta çöküntüye uğramasının en büyük sebebi,
Müslümanların dinlerine, gittikçe kayıtsız kalmalarıdır. Müslümanlar, tam Müslüman
oldukları müddetçe daime yükselmiĢler, Müslümanlığı bırakmaya baĢlayınca, aĢağılara
düĢmüĢlerdir.
Halbuki bir memleketin bir milletin, bir cemiyetin yükselmesi için ne lazımsa,
Müslümanlıkta mevcuttur. Bütün medeniyet esasları onda vardır. Ġslam dini, hem çok ilmi,
TIBB-I NEBEVİ 194
Mustafa ÖSELMİŞ
hem de çok pratiktir. Koyduğu esaslar, mantıki ve herkes tarafından kolay anlaĢılabilen,
uygulanabilen, içinde; ilme fenne, insan tabiatına uymayan tek bir unsur bile bulunmayan
kaidelerdir. Onda lüzumsuz hiçbir Ģey yoktur…
Ben, Müslümanlıkta, Hıristiyanlıkta bulamadığım her Ģeyi buldum. Müslümanlığın
hangi kaidesinin, hangi esasının bana daha yakın geldiğini söyleyemem. Çünkü onun her
kaidesine, her esasına hayranım. Müslümanlık, muazzam bir abidedir. Onun tek parçasını bile
ondan ayırmak kabil değildir. Bütün parçalar birbiri ile bir nizam içinde kenetlenmiĢ ve
perçinlenmiĢtir.
Parçaların arasında muazzam bir ahenk vardır. Hiçbir eksiği yoktur. Her Ģeyi yerli
yerindedir. Belki, bu son derece takdire layık intizam, beni Ġslam dinine bağlayan bir amildir.
ĠĢte ben, bütün kalbimle ve aĢkımla Ġslam dinine sarıldım ve o da bir daha çıkmamak üzere
kalbime yerleĢti.”
Cumhuriyetin ilk yıllarında Tevfik RüĢtü Mecliste Ģöyle demiĢtir :
-“ Dinimiz TeĢkilat-ı Esasiyemiz’de apaçık yazılmalıdır.
Kendisine :
- TeĢkilat-ı Esasiye de dinimiz yazılıdır. Sen hangi dini yazdıracaksın, Hıristiyanlığı
mı ?
Mahmut Esad söz alır :
-Evet. Çünkü, Ġslamiyet terakkiye manidir, bu dinle yürümez,” der. Kendisine
- Bu Avrupa’nın uydurmasıdır denir. (Ahmet Kabaklı, Temellerin DuruĢması : (55-56)
Geriliğimizin sebebi, dindeki geriliğimizdendir. Din bizi geri bırakmamıĢtır. “Yat uyu,
çalıĢma dememiĢtir. ÇalıĢma deseydi o zaman din geride bıraktı denilebilirdi. Nasıl
Hıristiyanlık ilerleme sebebi olarak gösterilemezse, Ġslam’da geri kalıĢ sebebi gösterilemez.
Avrupa ortaçağ karanlıklarında iken sebebi gösterilemez. Avrupa ortaçağ karanlıklarında iken
Hıristiyan’dı. Bizde ileri olduğumuz dönemlerde Müslüman’dık.
Kanuni döneminde, Fatih döneminde koyu müslümandık. 4. Murad : “Verin verin Rus
Çar’ınada verin, Leh kralına da !” diyordu
YaklaĢık üç asırdır önce duraklama sonrada gerileme dönemine girilmiĢtir.
- SanayileĢme engellenmiĢtir.
- Devletle millet çatıĢma içerisine sokulmuĢtur.
- Halk çeĢitli adlarla bölünmüĢtür
- DıĢ güçlerin uyuĢturucu telkinleri ( Bir lokma hırka gibi )
- Ġstilalar, yıllarca süren savaĢlar (Adı yemendir gülü çemendir, giden gelmiyor acep nedendir
?)
TIBB-I NEBEVİ 195
Mustafa ÖSELMİŞ
- AĢılanan taklit ve aĢağılık duygusu
- Güdümlü yöneticiler
- Milli eğitim yapılamaması
- Komünizmin baĢ düĢman gösterilip, düĢmanların unutturulması.
- Bir yılın ortalama 120 gününün tatil olarak geçirilmesi
- Teknik geliĢmeye ayak uyduramayıĢımız ve hep baĢkalarından beklememiz
- Maddi geliĢme, kalkınma hesapları yapılırken manevi ve ahlaki geliĢmenin göz ardı edilmesi
gibi nedenlerle geri kaldık.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 196
Mustafa ÖSELMİŞ
c ) GERĠLĠĞĠMĠZE SEBEP MÜSLÜMAN TÜRK OLUġUMUZ MU ?
Ġnanç ve ideallerimizden kopmuĢ aydınlara ve milletimizi yok etmek isteyen millet
düĢmanlarına göre milli ve manevi değerlerimize bağlı kaldığımız için geriyiz. Bunlardan da
bazılarına göre Kapitalist Batıya, bazılarına göre de komünist sisteme yönelmediğimiz için
geri kaldığımız ileri sürülmektedir.
Geriliğimize sebep olaran Türk ve Müslüman olmamız gösteriliyor. Dinimize ve milli
ideallerimize yersiz iftira ve haksız isnatlarda bulunuyor. Dikkat edilirse bu tür isnat ve
iftiralar da bulunanların, milli ideallerimizden kopmuĢ ve dinimizi tanımayan kimseler olduğu
açıktır.
Bu Ģekilde düĢünenle kendi dilimiz kendi ifademizle değil de baĢka ifadeyle cevap verelim :
Filozof Reimarus : “Türklerin dini Müslümanlığı, Ģu veya bu Ģekilde itam edenlerin büyük bir
ekseriyetinin Kur’an-ı okumamıĢ olduğundan eminim” derken, Gobineau da : “Ġslami
emirlerin ilerlemeye mani olduğunu göstermek isteyenlerin fikirlerine iĢtirak etmek güçtür.
Bunun aksi daha mantıklı görünüyor” demiĢtir.
Bu sözlere ilaveye gerek duymuyorum. Bizim geriliğimizin tarihi, tanzimatla baĢlar. Yani,
dini, milli, inanç ve ideallerimizden koparılıp uzaklaĢtırılmaya baĢladığımız Tanzimatla.
Burada Ģu soruları sormak yerinde olacak. Tanzimattan önce bizden ileri, bizden güçlü hangi
millet vardı ? Hangi ülkenin insanı, insanımızdan daha mutludur ? Bugün mirasçısı olma
seviyesine bile ulaĢamadığımız ilim ve medeniyet abideleri kimin eseridir ? Bugün ileri
sayılan ülkelerin insanımızın hayat seviyesi nedir ? UyanıĢları ne zaman, nasıl olmuĢtur ? ĠĢte
bu soruların cevabını veremeyen kimseler, zorla itildiğimiz hale bakıp geriliğimizin sebebini
dinimizde ve Müslüman Türk olmamızda aramakla büyük hata etmektedirler.
GeçmiĢe baktığımızda; Müslüman Türk’ün özüne sıkıdan sıkıya bağlı olduğu, dininde ve
ülküsünde ileri olduğu dönemlerde böyle bir iddia yoktur. Bu durumu Ziya PaĢa Ģu beytiyle
dile getirmiĢtir:
"Ġslam imiĢ devlete Pa-yend-i terakki
Evvel yoğ idi iĢbu rivayet yeni çıktı”
Peyami Safa ise bu iddialara Ģöyle cevap verir :
“Bizim din yüzünden geri kaldığımızı ileri sürenler vardır. Hakikatte biz her sahada
olduğu gibi dinde de geriyiz. Geriliğimizi dine bağlayanlar, dinde niçin geri olduğumuzu aynı
sebebe atfedebilirler mi ? Eğer dine bağlılıkta, dini öğretim ve teĢkilatta çok ileri, teknikte ve
sanayide geri olsaydık, bu geriliğin sebebini dinde bulanların haklı olduklarını
düĢünebilirdik.”
“Rusların dinsiz oldukları için teknikte ve endüstride ileri gittiklerini yazanlar da
vardır. Bundan daha yanlıĢ ve mesnetsiz bir demagoji olamaz. Dindar Amerikalıların, laik
olmayan Ġngilizlerin ve Almanların ilerlemelerini inkar etmek lazım gelir.”
“Hakikatte laikliğin ilimle, teknikte, endüstri ile alakası yoktur. Medeniyetlerin tarihi
de açıkça gösteriyor ki, en ileri memleketlerde din ilerlemeye mani olmamıĢtır.” (Bak.1000
T.E. sayfa 92-93)
TIBB-I NEBEVİ 197
Mustafa ÖSELMİŞ
Neden geri kaldık ? Bunu araĢtırırken evvela suçu Ġslam’da bulacak Müslümanlara
yükleyeceksek, Müslüman kime denir ? Biz gerçekten Müslüman mıyız ? Ġslam’ın gerçek
manasını kaç kiĢi biliyor ? Ġslam’ın emirlerini tam olarak kaç kiĢi yerine getiriyor ? Bu
sorulara dürüst cevap vermeliyiz. Ve Ģunu iyi bilelim ki, Ġslam’ın bize yüklediği görevleri
yerine getirmeden geriliğimizin vebalini Ġslam’a yüklemek gaflet olur.
Ġslam’ın özü ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan kimselerin ihmal ve
kusurlarından doğan hataları, Ġslam’a yüklemekle bir netice elde edilemez. III. Selim
zamanında Nizam-ı Cedit askerlerinden kaputu gavur icadıdır ve günahtır diye giymeyenlere,
neyin günah, neyin sevap olduğunu sorulunca, giymemekte direnenlerden cevap veren
olmamıĢtır.
Dinimiz, toplum yararına olan her türlü yeniliğe açıktır. Topluma zarar veren Ģeylerin
de karĢısındadır. Mesela, Ġslam’da içtihad kapısı kapanmamıĢtır. “Ġlim Çin’de bile olsa
alınacaktır”, “BeĢikten mezara kadar ilim öğrenilecektir” ve “Ġki günü eĢit olan zarardadır”
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 198
Mustafa ÖSELMİŞ
d ) DĠNĠMĠZ ÇALIġMAYI ĠBADET SAYMIġTIR :
Ġslam Dini, gayret, fazilet ve canlılık dinidir. ÇalıĢmayı aksatan Ģeyleri yasaklamıĢtır.
Dünya ve ahret iĢlerinde ihmal ve tembelliği asla hoĢ görmez. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı
Kerim’de Ģöyle buyurur :
“Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah lütfundan rızık isteyin; Allah’ı çok anınki, saadete
eriĢesiniz.” (Cuma Suresi :10)
“ Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık, ve gündüzü çalıĢasınız diye aydınlık olarak
yarattığımızı görmediler mi ? Doğrusu bunda, inanan milletler için dersler vardır.” (Neml
Suresi: 86)
“ Allah’ın sana verdiği Ģeylerde, ahret yurdunu da gözet, dünyadaki payını da unutma”
(Kasas Suresi : 77)
Yüce Peygamberimiz de, Ġnsanın insana yük olmamasını, kimsenin kimsenin sırtından
geçinmemesini emrederek Ģöyle buyurmuĢtur :
“ Allah’ım, acizlikten, tembellikten sana sığınırım.”
“ Ümmetim üzerine en çok korktuğum Ģey çok yemeleri, çok uyumaları ve
tembelliktir.”
“ Ġnsanın ipini alarak dağdan odun taĢıyarak satıp geçinmesi, dilenmesinden
hayırlıdır.”
“ Hiç ölmeyecekmiĢ gibi dünya için, yarın ölecekmiĢ gibi ahret için çalıĢınız.”
“Helal rızık kazanmak uğrunda yorulup da yatanlar, günahları af olunmuĢ olarak
uykuya varırlar.”
“Kıyamet günü en Ģiddetli azaba uğrayacak olan kimseler, ömürlerini tembellik içinde
geçirenler ve baĢkalarının sırtından geçinenlerdir.”
“ Ġki günü eĢit olan zarardadır”
“Hiç kimse kendi elinin emeği olan yiyecekten daha hayırlı bir Ģey yememiĢtir.”
Görülüyor ki, Allah’ın ve Peygamberin emirlerine göre Müslüman durmadan
çalıĢacaktır. Ayrıca hac ve zekat, yardımlaĢma gibi mali ibadetleri yerine getirebilmek için
varlık sahibi olacaktır.
Hz. Ömer, kendisinden bir Ģeyler isteyen sağlam bir dilenciye :
- Ben oduncunun oğlu Ömer’im. Babam ihtiyaç sahibi idi. Dilenmedi, dağdan odun
taĢıyıp onu sattı” demiĢtir. Bir gün de namaz vakti dıĢında bir gurup insanın camide
oturduklarını gördü.
1. Siz niçin böyle zillete düĢerek tembel tembel oturuyorsunuz ? deyince
TIBB-I NEBEVİ 199
Mustafa ÖSELMİŞ
1. Biz mütevekkil (Tevekkül eden) kimseleriz” cevabını alınca öfkeyle :
1. Hayır hayır sizler mütevekkil değil, müteekkil, yani baĢkalarının yardımı ile
geçinmeyi adet edinmiĢ yiyici kimselersiniz. Allah’a yemin ederim ki, çalıĢmayan
kimselere gökten ne altın yağar, ne de gümüĢ” diyerek onların o halini kınamıĢ ve boĢ
oturmaktan men etmiĢtir.
Kısacası Ġslam, bir lokma, bir hırkayı kafi görmez. Bir lokma, bir hırka düĢüncesi, yukarıda
örnekleri görüldüğü gibi Ġslam düĢüncesiyle bağdaĢmaz. Her Müslüman görevini yerine
getirecek, ailesinin ve toplumun refahı için gücü nisbetinde çalıĢacaktır. Peygamberimiz : “En
hayırlınız, insanlara en çok faydalı olanınızdır” buyurarak baĢkalarına faydalı olmayı
emretmiĢtir.
Buna rağmen biz,
- Kur’an “Oku” dedi biz okumadık.
Ġslam çalıĢ dedi, biz çalıĢmadık.
Ġslam çalıĢmak ibadettir, dedi biz ibadetten kaçtık. Peygamber : “Ġki günü eĢit olan
zarardadır” dedi biz zarara rıza gösterdik. Biz çalıĢma, yat anladık.
Eğer dinimiz, tembelliği, dilenciliği, baĢkalarının emeği ile geçinmeyi hoĢ karĢılasaydı. Bir
lokma bir hırkayı yeterli görseydi. Diğer dinler gibi çalıĢmayın Rabbiniz sizin rızkınızı verir
deseydi. O zaman geriliğimizin sebebi dinimiz gösterilebilirdi.
Ali KuĢçu, Uzun Hasan’ın elçisi olarak Fatih Sultan Mehmet’e elçi olarak gelir. Fatih bakar ki
bilgili kafası çalıĢıyor, yanında kalmasını teklif ediyor. Ali KuĢçu, bir görevle geldiğini, geri
döneceğini söyler. Fatih, geri döndüğü takdirde ülke sınırları içinde her adımına bir altın
vereceğini söylüyor.
Bugün Avrupa, doktorlarımızı, mühendislerimizi, ilim adamlarımızı çalıyor, imkanlar tanıyor
kendine hizmet ettiriyor.
Bir pehlivan gücü kuvveti yerinde olduğu halde hep yeniliyormuĢ, bir gün hocasına sormuĢ.
1. Hocam ben hep neden yeniliyorum ?
2. “ Ha Ģimdi oldu. Bundan sonra yenilmezsin” demiĢ.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~
TIBB-I NEBEVİ 200
Mustafa ÖSELMİŞ
e ) GERĠLĠĞĠMĠZĠN BĠRKAÇ SEBEBĠ :
Her Ģeyin mutlaka bir sebebi vardır. Geriliğimizin bazı sebepleri Ģunlar olabilir :
1. DıĢ etkiler
2. GeliĢmeleri yakından takip edemeyiĢimiz. Olaylar olduktan sonra farkına varmamız
3. Ġsrafçı bir toplum oluĢumuz. Çok uyuyan, çok yiyen ve çok harcayan bir hayat
yaĢamamız
4. OkumayıĢımız, düĢünmeyiĢimiz ve düĢünmekten alıkonmamız
5. Zamanı kullanmasını bilmememiz
6. Resmiyetteki formalitelerin çok ve lüzumsuz oluĢu
7. Kafamızda karnımızda hep gelecek yatması; yaparız; ederiz, daha var dememiz.
8. GeçmiĢle bağlarımızı koparmamız
9. Fen derslerinin medreselerden kaldırılması
10. Sun’i problemlerin gündemden eksik olmaması
11. AraĢtırmacı ruhun ölmesi, icat keĢif yapanların desteklenmemesi
12. Ġslam’dan kopuĢumuz
13. Taklit, moda hastalığı
14. Batı’ya bağımlı hale geliĢimiz (Elden gelen öğün olmaz, olsa da karın doymaz)
15. Milli bir idealimizin olmayıĢı
16. Vasıflı insan yetiĢtiremememiz.
Kendimizi inkar dönemine girmeden, her yönü ile dinlerine bağlı olan Müslümanlar, diğer
milletlerden üstün ve ileri durumda idiler. BaĢkalarına tarih boyunca insanlık ve medeniyet
dersi vermiĢlerdi. Fetihler, zaferler, kıt’aların hakimiyeti ve hep birbirini takip etmiĢti.
Müslüman halk, dinlerinden aldıkları güçle çok dinamikti. Ġslam’ın verdiği büyük bir hareket
vardı. Selçuklular, Osmanlılar Ramazan ve Kurban Bayramlarının dıĢında her gün çalıĢırlardı.
Ne zamanki dinden uzaklaĢtık. Önceki güç, üst kademelerdekileri çabuk gevĢekliğe sevk etti.
Bu durumdan yararlanan düĢman, miras paylaĢmak için seferlere baĢladı. Bir yandan da
bünyemize yabancı fikirler soktu. Mezhep kıĢkırtıcılığı, bölücülük faaliyetleriyle Ġslam
dünyasını sarstı. GeçmiĢin değerlerini, asırların mirasını inkar ve yeni neslin bir önceki
nesilden koparılması, Müslümanları ölü bir hayatın içine itti.
Hiçbir devirde boĢ durmayan düĢmanın faaliyetlerinden birkaçını ifade etmekte yarar vardır :
- DüĢman yıllarca insanımızı Ģekilcilik, özenti, taklitçilik ve teferruatçılıkla meĢgul etmiĢtir.
Ġsrafa yönelik modanın peĢinden koĢturmuĢtur.
- Müslümanların arasına olmadık meseleler, oyunlar ihdas ederek ihtilaflar sokmuĢ, birliği,
beraberliği bozarak sürtüĢmelere neden olmuĢtur.
- Köprülü Mehmet PaĢa zamanında, Hızır yaĢıyor mu ? YaĢamıyor mu ? diye büyük
münakaĢalar olmuĢ, din adamları, cami cemaati birbirine girmiĢtir.
- Bursa ulu Camide bir kiĢi çıkıp bütün peygamberlerin eĢit olduğunu söylemiĢ, bu
konuda uzun tartıĢmalar ve münakaĢalar olmuĢ, Süleyman Çelebi Merhum, “Vesilet’ün –
Necat” adlı eseri yazmıĢtır.
TIBB-I NEBEVİ 201
Mustafa ÖSELMİŞ
- Hilafet, Tarikat meseleleri sürekli kurcalanmıĢ, Müslümanlık yerine tarikatçılık ön
plana alınmıĢtır.
- Müslüman mısın ? Türk müsün ? Hem Müslüman’ım, hem Türküm diyenlere, önce
Türk müsün, Müslüman mısın ? gibi garip sorularla asıl mesele unutturulmuĢtur.
Ġnsanımız sağ, sol diye ikiye bölünmüĢ, aynı Allah’ın huzurunda, aynı safta omuz
omuza namaz kılmıĢlar, dıĢarıya çıkar çıkmaz birbirine düĢman olmuĢlardır.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
AkĢam namazının farzı neden önce kılınır ?
Cennetteki meyvelerin tadı nasıldır ?
Cennette kaç yaĢında olacağız ?
ġüpheli Ģeyler sağ elle mi yenir ? Sol elle mi ?
Mezarlıktaki ağaçların meyveleri yenir mi ? Yenmez mi ?
ġapka giyilir mi ? Giyilmez mi ?
TartıĢmalarının yanında çalıĢma ile ilgili bir sürü hurafeler…
Sayısı belli olmayan bayramlar. Cuma iĢ yapılmaz. Salı iĢe baĢlanmaz, yoksa sallanır
kalır, diye haftanın iki gününü zehir etmiĢlerdir.
- Bir zamanlar Kayseri alimleriyle, Konya alimleri, tesbih duasının sonunda “Sübhane
Rabbike” mi denecek ? “Sübhane Rabbine” mi denecek diye öyle tartıĢmalara girmiĢler ki,
yıllarca sürmüĢ. Her iĢi bırakıp bu konuda iki deve yükü eser yazmıĢlardır.
- Son zamanların bir tartıĢması : Cuma namazı kılınır mı ? Kılınmaz mı ? Faiz yenir mi,
Yenmez mi ? ġu ülkede yenir Ģurada yenmez… Evvela bu konularda açık ayet vardır kimse
konuĢamaz. Sonra Müslüman her yerde ve her zaman müslümandır. Allah’ın yasakları her
zaman her yerde geçerlidir. TartıĢma ortamı yaratmanın anlamı ne ? Mesele iĢ yapmaktan
alıkoymak, düĢünmekten alıkoymak ve birliği beraberliği bozmaktır.
- Fırında, değirmende çalıĢan müslümana, üzerindeki un tozlarıyla tuvalete nasıl gidersin ?
diyerek onu oradan uzaklaĢtıran, Eczacıya, Allah’ın cerdiği derde derman aramak günah değil
mi ? diyerek onu ilaç yapmaktan, satmaktan soğutan, Sarrafa, altın erkeğe haram değil mi ?
sen nasıl bu iĢi yaparsın ? diyerek sarraflıktan vaz geçirip bu iĢleri eline alan düĢman, bu ülke
insanının mutluluğunu, refahını hiçbir zaman istememiĢtir.
- Her dönemde kendilerinden kalkınmamız için yardımcı olmalarını, akıl verip yol
göstermelerini istediğimiz sözde müttefiklerimiz, bize üretim yapıp duran uçak fabrikasını
kapattırmıĢlardır. Bize siz sanayileĢmeyiniz. Tarım ülkesisiniz. Tarlalarınızı ekin. Tavuk
yetiĢtirin. Ġnek besleyin. Diyerek yol göstermiĢlerdir… Rehberi karga olanın burnu pislikten
kurtulur mu ? Tabi ekmiĢiz, beslemiĢiz, yetiĢtirmiĢiz ama kalkınmamıĢız…
Avrupa’da ilk araba çıktığı zaman Pazar aranır. Ġlk akla Osmanlı imparatorluğu ve
PadiĢah gelir. Arabayı getirirler, Abdülhamid’i saraydan bindirip camiye getirirler. ÇıkıĢını
beklerler. Beğenip beğenmediğini sorarlar. Aralarında Ģu konuĢma geçer.
1.
2.
3.
4.
5.
Bu arabayı ne ile getirdiniz ?
Gemiyle.
Tekrar gemiyle geri götürün.
Aman efendim, beğenmediniz mi ?
Beğendim. Bir parçası kırılsa, bozulsa biz ne yapacağız ?
TIBB-I NEBEVİ 202
Mustafa ÖSELMİŞ
6. Biz derhal getiririz, onarırız, derler.
Abdülhamid, arabayı götürmelerini ister. Hemen Sanat Okullarına yazılan yazıda araba
fabrikasında çalıĢtırılmak üzere iki ahlaklı ve zeki öğrencinin gönderilmesini ister. Zaman
buna yetmemiĢtir.
Ġngilizlere gemi sipariĢini bizimle beraber veren Japonya, gemiyi teslim alır almaz, gemide
gemi yapmaya baĢlamıĢtır. Bizim oradaki görevlilerimiz ise kadeh nasıl kaldırılır ? Kadeh
nasıl tokuĢturulur ? Dans nasıl edilir ? derken atı alan Üsküdar’ı geçmiĢtir.
Sonuç olarak; geriliğimiz dindeki geriliğimizdendir. Çoğumuzun hakkında hiçbir Ģey
bilmediği ve hayatımızda yer vermediğimiz din bizi nasıl geri bırakmıĢ olabilir ?
Eğer dinin emirlerini yerine getirmekten dünya için iĢ yapma fırsatı bulamasaydık ve
Ģöyle diyelim : Dinde ileri olsaydık da, diğer hususlarda geri olsaydık, O zaman din bizi geri
bırakmıĢ olabilirdi. Aksine dinde o kadar geriyiz ki, Camiye yalnız ölümüz gider. Ġslam ne
demektir ? Müslüman kime denir bunu çok az insan bilir. Bakın Avrupa’ya. Avrupa dindardır.
Din aleyhinde yayın yapmak, konuĢmak yasaktır. Herkes kiliseye gider. Duasız sofraya
oturmaz. Her insan vaftiz olur. Herkes kiliseye vergi verir. Kiliseye gelmeyeni, vergi
veremeyeni kilise aforoz eder. Kilisesiz bir mahalle, bir köy yoktur. Dizilerde, filmlerde hep
papaz, kilise, Ġsa, Meryem, dua ve ibadet gibi Ģeyler geçer. Çocuk duasız okula baĢlama z.
Devlet adamı vazifeye baĢlarken Ġncil üzerine yemin eder.
Avrupa’da dindarlık ayıp değildir. Herkes yeryüzündeki dinler hakkında bir Ģeyler bilir.
Alman askerlerinin kemerlerinden “Önce Allah sonra biz”, Amerikan dolarında “Biz Allah’a
güveniyoruz” yazılıdır. Astronotlar Ay’da ilk iĢ olarak Ġncil okumuĢ ve dünyadakilere ilk söz
olarak : “Buradan Tanrının varlığını çok daha güzel müĢahede ediyoruz” olmuĢtur. Bizde
böyle Ģeyler olsa kıyametler kopar.
ĠĢte geriliğimizin sebebi. Dinde geri olduğumuz için geriyiz.
Adamın biri yoksul düĢmüĢ, kör numarası yapıp gözlükleri takmıĢ bir köĢe baĢına mendil
açmıĢ, bir miktar para birikince biri bakmıĢ kör, avuçlamıĢ paraları hızlı hızlı koĢmaya
baĢlamıĢ. Arkadan bir taĢ beline, aldırmamıĢ, yürümüĢ. Bir taĢ daha kafasına… DönmüĢ – “
Bu kör atıĢı değil demiĢ.
Bizde olan olayların hiçbiri tesadüfi değil hepsi planlı, hesaplı düĢman oyunu…
Asırlarca haçlı saldırıları tahribat yaptı. Tamiratı bizi meĢgul ederken batı yakamızı
bırakmadı. Bizi istediği gibi yönlendirdi. Kendi hayatlarını, dünya görüĢünü bize empoze etti.
Kendini mahveden Ģeyleri bize kurtarıcı diye Ģifa diye takdim etti. Ġslam ülkelerine baĢ
olmamızı engelleyip, kendine kuyruk yaptı…
Bizi diriltecek kimseleri bize bırakmadı. Beyin göçü yoluna gitti. Eritemediklerini meĢgul etti.
Benim bir arkadaĢım Almanya’da 10 yıl lületaĢını inceledi !...
Bir ilim adamımızda 15 yıl hangi hayvan yumurtlar, hangi hayvan yavrulayarak neslini devam
ettirir, bununla meĢgul edildi. Dosyalar dolusu sonucu açıklamak üzere çıktığı kürsüde
konuĢmanın konusunu açıklayınca bir vatandaĢ “bunda ne var hocam, kulağı içinde olanlar
TIBB-I NEBEVİ 203
Mustafa ÖSELMİŞ
yumurtlar, kulağı dıĢında olanlar yavrular” deyince bir müddet düĢünen Prof. “doğru” demiĢ
ve kürsüden inmiĢtir.
Batı bize kestirme yolu unutturdu.
1821 yılında ihanetleri yüzünden patrikhanenin kapısına asılan patrik Gragoryos’un Rus Çar’ı
Alensandr’a yazdığı mektupta Türkleri maddeten ezmek, yıkmak mümkün değildir. Manen
yıkmak lazımdır dediği gibi bizi manen erittiler. ĠğdiĢ ettiler.
Soruyorum :
Bugün devlet hangi mucidin elinden tutuyor ? Hangi ilim adamına sahip çıkıyor ? Kime
destek oluyor ?
Beyin göçü milli kayıptır. Fatih’in Ali KuĢçu için yaptığını bugün baĢka ülkeler yapıyor
Bize verilen hiçbir nimeti son zamanlarda yerinde kullandığımız söylenemez. Hani ne derler
“El-alemin bize ettiği Ģey ne kadar büyük olursa olsun, bizim kendimize ettiğimiz hepsinden
daha büyüktür.”
Bir ideal iyi yaĢanmaz ve iyi temsil edilmezse yaĢayamaz, geliĢemez.
~~~~~~~~~
~~~~~~~~
~~~~~
~~