hukuk dergýsý
Transkript
hukuk dergýsý
HUKUK DERGÝSÝ YIL: 3 SAYI: 26 / ŞUBAT 2012 Hukuki Makaleler Yüksek Mahkeme Kararları Mevzuat Özetleri Hukuk Haberleri Kültür Sanat YAZILIM TÝCARET LÝMÝTED ÞÝRKETÝ LEGES HUKUK DERGİSİ Leges Yazılım Tic. Ltd. Şti. adına Sahibi ve Sorumlu Müdür Ömer Faruk KAHRAMAN Genel Yayın Yönetmeni: Av. Zehra Birsen YAMAK Av. Aytekin DÜRMELİ Haber Müdürü Bekir ÜSKÜDAR Kültür - Sanat Danışmanı Av. Zehra Birsen YAMAK Yayın Danışmanı Av. Osman Orçun GÜNDÜZ Reklam Koordinatörü Sertaç Koray SUNGUR Satış Direktörü Hasan ORUÇ Yıl : 3 Sayı : 26 ISSN 1309-9620 Yayın Türü: Yaygın Süreli Yayın Her ay yayımlanır. Basıldığı Yer: Yıldız Matbaacılık ve Baskı Sistemleri Ziya Gökalp Mah.42/4 Sok.No:18/2 Zeytinburnu - İSTANBUL - TÜRKİYE Tel.: 0212 558 01 05 – 416 09 39 Yönetim Yeri: 58 Bulvar Cad. 55/3 Sk. No: 28 Çağdaş İş M. K:2/39 Zeytinburnu-İstanbul-TÜRKİYE Tel: 0212 547 60 80 Fax: 0212 547 60 82 www.legeshukukdergisi.com • e-posta: [email protected] Reklam : [email protected] Kapak Tasarım : Oktay KILIÇ Dizgi - Tasarım : Oktay KILIÇ Düzeltmen : Ali KALFA Copyright 2010 - Bu derginin tüm yayın hakları Leges Yazılım Tic. Ltd. Şti.’ye aittir. Her hakkı saklıdır. Alıntılarda kaynak göstermek zorunludur. YILLIK ABONELİK BEDELİ (12 SAYI): PEŞİN 400 TL - VADELİ 450 TL DANIŞMA KURULU uProf. Dr. Tekin AKILLIOĞLU Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi uProf. Dr. Ali AKYILDIZ Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı uProf. Dr. Aydın AYBAY Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kurucu Dekan uProf. Dr. Ufuk AYDIN Anadolu Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı Başkanı uProf. Dr. Abdullah DİNÇKOL Yeni Yüzyıl Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı uProf. Dr. Yücel ERTEKİN Çağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı uProf. Dr. Nüvit GEREK Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı uProf. Dr. Hüseyin HATEMİ Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Anabilim Dalı Başkanı uProf. Dr. Yusuf KARAKOÇ Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı uProf. Dr. İsmail KAYAR Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı uProf. Dr. Ahmet M. KILIÇOĞLU Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Özel Hukuk Bölüm Başkanı uProf. Dr. Nevzat KOÇ İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı uProf. Dr. Erkan KÜÇÜKGÜNGÖR Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi uProf. Dr. Hayrettin ÖKÇESİZ Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi uProf. Dr. Mesut ÖNEN İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hava ve Uzay Hukuku uProf. Dr. Selçuk ÖZTEK Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Usûl ve İcra-İflâs Hukuku Anabilim Dalı Başkanı uProf. Dr. Haluk Hadi SÜMER Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı Başkanı uProf. Dr. Mustafa TOPALOĞLU Beykent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı uProf. Dr. Devrim ULUCAN Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı Başkanı uProf. Dr. Ali Dursun ULUSOY Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi uProf. Dr. M. Fatih UŞAN Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı uProf. Dr. Feridun YENİSEY Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi uDoç. Dr. Şebnem AKİPEK Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi uDoç. Dr. Ali Şafak BALI Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi Ve Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı uDoç. Dr. Ramazan ÇAĞLAYAN Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı uDoç. Dr. Mustafa ÇEKER Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı uDoç. Dr. Mehmet DEMİR Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı uDoç. Dr. M. Macit KENANOĞLU Fatih Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı uDoç. Dr. Köksal KOCAAĞA Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Başkanı uDoç. Dr. Didem ALGANTÜRK LIGHT İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi uDoç. Dr. Tekin MEMİŞ Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi uDoç. Dr. Yüksel METİN Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı uDoç. Dr. Demet ÖZDAMAR Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı uDoç. Dr. Oğuz SANCAKDAR Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı uDoç. Dr. Pervin SOMER Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi uDoç. Dr. Reyhan SUNAY Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Anabilim Dalı Başkanı uDoç. Dr. Kemal ŞENOCAK Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi uDoç. Dr. Metin TOPÇUOĞLU Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Anabilim Dalı uYard. Doç. Dr. Ahmet Haluk ATALAY Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi uYard. Doç. Dr. Mustafa AVCI Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı uYard. Doç. Dr. Mesut AYGÜN Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Uluslararası Özel Hukuk Anabilim Dalı uYard. Doç. Dr. Fatma KOCABAŞ Anadolu Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı uYard. Doç Dr. İbrahim SUBAŞI Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Yüksekokulu Sigortacılık Bölümü İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Öğretim Üyesi uYard. Doç. Dr. Filiz TEPECİK Anadolu Üniversitesi Hukuk Mali Hukuk Anabilim Dalı uYard. Doç. Dr. Esra YAKUT Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı uYard. Doç. Dr. Bülent YÜCEL Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı uM. Handan SURLU Yargıtay Onursal 1. Başkanvekili (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Başkanı) uDerya KONAK (Kırklareli Hakimi) uAv. Türkay ASMA (Ankara Barosu) uAv. Boran ÇİÇEKLİ (İstanbul Barosu) uAv. Murat Volkan DÜLGER (İstanbul Barosu) uAv. Fatma Çağla YAVUZ DÜRMELİ (İstanbul Barosu) uAv. Sadi DÜZGÜN (İstanbul Barosu) uAv. Şerafettin EKİCİ (İstanbul Barosu) uAv. Sema GÜLEÇ (Ankara Barosu) uAv. Aşkın Bora GÜNDÜZ (İstanbul Barosu) uAv. Fikret Koral KAPLAN (İstanbul Barosu) uAv. Seyfettin İSKENDEROĞLU (İstanbul Barosu) uAv. Özgür KARABULUT (İzmir Barosu) uAv. İlker ONAY (İstanbul Barosu) uAv. Nuri POLAT (İstanbul Barosu) uAv. Ali Musa SARIÇİMEN (İstanbul Barosu) uAv. Ali ÜSTÜNBAŞ (Ankara Barosu) İÇİNDEKİLER HUKUKİ MAKALELER Avrupa Birliği Üye Ülkelerinde Miras Hukukuna Ve Vasiyetnamelere Kısa Bir Bakış Pınar ÜNALÇIN (Durağan Noteri)...................................................................................... 13 İcra Ve İflas Hukuku’nda “İvazsız Tasarruflardan Dolayı” İptâl (İİK. Mad. 278) Av. Talih UYAR.................................................................................................................... 53 Türk Vergi Hukuku’nda Vergi Denetimi Ve Vergi Denetiminin Sorunları Av. Necip İlker KARAOĞLAN...........................................................................................73 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Hakkın kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunmayacağı......................... 105 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Usul ve yasaya uygun kararların onanacağı....................................................................... 111 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Kamulaştırma davalarında taşınmazların emsal değerlerinin tesbitinde, serbest alım-satım değerlerinin esas alınacağı .............................................................................. 112 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Hukuk genel kurulunun, yeni hükmün varlığı ya da direnmenin uygun bulunması nedeniyle özel daireye gönderme kararı verdiği hallarde, karar düzeltme yolu kapalı ise dosyanın yerel mahkemeye değil, karar gereğini yerine getirmek üzere özel daireye gönderileceği . ............................................................................................... 114 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Sözleşmenin yorumu.......................................................................................................... 117 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Harca tabi davalarda davanın açılma tarihi harcın ödendiği gündür..................................123 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Bozma üzerine verilen yerel mahkeme kararının, yasal sınırlarda genişletilmiş gerekçeye dayalı olması halinde yeni hüküm sayılmayıp direnme niteliğinde bulunduğu .....127 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Vakıf evladı tarafından açılan galle fazlasının tespit ve tahsili.......................................... 133 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Türk ticaret kanununda yemin............................................................................................ 136 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarafları, dava sebebi ve müddeabihi aynı olan bir dava hakkında birbirine aykırı kesinleşmiş iki hüküm bulunması halinde yargılamanın yenilenmesi talebi üzerine ikinci hükmün iptaline karar verileceği . ........................................................................... 143 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Yurtdışı hizmet borçlanmasında işe başlama tarihinin saptanması.................................... 146 YARGITAY 1. HUKUK DAIRESI Tapu kaydına iyi niyetle dayanarak ayni hak kazanan üçüncü kişinin kazanımı korunur. .156 YARGITAY 2. HUKUK DAIRESI Eksik hasımla yargılama yapılamayacağı..........................................................................159 YARGITAY 3. HUKUK DAIRESI Kanun yolu incelemesi sonucu kesinleşen görev ve yetkiye ilişkin kararların davaya ondan sonra bakacak mahkemeyi bağlayacağı..................................................... 160 YARGITAY 4. HUKUK DAIRESI Baz istasyonlarının türk medeni kanununun komşuluk hakkına ilişkin hükümleri çerçevesinde dava edilebileceği.........................................................................................163 YARGITAY 5. HUKUK DAIRESI Kamulaştırmada bedel tesbitindeki esaslar........................................................................ 167 YARGITAY 6. HUKUK DAIRESI Kefilin sorumluluğunun miktar ve süreyle sınırlı olduğu.................................................. 171 YARGITAY 8. HUKUK DAIRESI Mahkeme içi ikrarların kesin delil olarak bağlayıcılığı......................................................174 YARGITAY 9. HUKUK DAIRESI İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılmasının işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığına zarar vermesi hali, işçinin sözleşmeye derhal son vermesinin haklı nedenini oluşturacağı..........................................................................................................179 YARGITAY 9. HUKUK DAIRESI Terekeden yararlanmaya yönelik taleplerin iştirak hali nedeniyle tüm mirasçılar tarafından elbirliğiyle kullanılması gerekeceği.................................................................. 183 YARGITAY 9. HUKUK DAIRESI Çalışma koşullarının temelini oluşturan emredici hükümlere aykırı olarak işçi aleyhine çalışma koşullarında değişiklik yapılamayacağı..................................................186 YARGITAY 9. HUKUK DAIRESI İş sözleşmesinin tarafların ortak iradesiyle sona erdirilmesinin ikale olarak değerlendirileceği...............................................................................................................199 YARGITAY 10. HUKUK DAIRESI Fiili çalışma saptanmadıkça sadece hizmet akdine dayalı olarak sigortalılığın söz konusu olamayacağı .......................................................................................................... 204 YARGITAY 11. HUKUK DAIRESI Çek taahhütnamesi sözleşmesi uyarınca bankanın, -bir tazminat ödemese dahimüşterisinden riskleri teminat altına alma yetkisine dayalı olarak depo talebinde bulunabileceği.................................................................................................................... 207 YARGITAY 12. HUKUK DAIRESI Aynı alacak için tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla birden fazla icra takibi yapılıp alacağın bu dosyalardan birinde tahsil edilmesi halinde, tahsil harcının yalnızca tahsilat yapılmış olan dosyadan bir defa alınacağı . ..........................................................209 YARGITAY 13. HUKUK DAIRESI Banka kartları ve kredi kartları kanununun kart sahibine yüklediği yükümlülükler..........210 YARGITAY 14. HUKUK DAIRESI Ölünceye kadar bakım sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescili......................................213 YARGITAY 15. HUKUK DAIRESI Her mahkemenin kendi yargılama giderlerini ve avukatlık ücretini başka mahkemenin takdirine bırakamayacağı, son kararıyla hüküm altına almak zorunda olduğu................................................................................................................................. 216 YARGITAY 16. HUKUK DAIRESI Hüküm kurulmasına yeterli olmayan eksik inceleme sonucu kurulan mahkeme hükümlerinin onanmayacağı.............................................................................................. 218 YARGITAY 17. HUKUK DAIRESI Eksik soruşturmaya dayalı olarak hüküm verilemeyeceği................................................. 223 YARGITAY 18. HUKUK DAIRESI Kat mülkiyetinde yöneticinin görevleri.............................................................................. 225 YARGITAY 20. HUKUK DAIRESI Hak düşürücü süre karşısında davanın esası incelenemeyeceği.........................................228 YARGITAY 21. HUKUK DAIRESI Kurum alacaklarında tahsil zaman aşımının borcun doğduğu tarihte yürürlükte bulunan mevzuata göre belirleneceği.................................................................................231 YARGITAY CEZA GENEL KURULU Zincirleme biçimde görevi kötüye kullanma suçu.............................................................240 YARGITAY 1. CEZA DAIRESI Meşru savunmada sınırın heyecan korku ve telaş nedeniyle aşılması............................... 251 YARGITAY 2. CEZA DAIRESI Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasında CMK 231 de aranan şartların değerlendirilmesi gerekceği............................................................................................... 255 YARGITAY 5. CEZA DAIRESI Nitelikli zimmet suçu......................................................................................................... 259 Dava zamanaşımı............................................................................................................... 259 YARGITAY 6. CEZA DAIRESI Sanık hakkında lehe olan kanunun uygulanması gerektiği................................................ 261 DANIŞTAY 10. DAIRE Binaların yangından korunması hakkındaki yönetmeliğin 121/4-g, 167/3. Maddeleri ile Ek-12/ç ve Ek-13’te yer alan çizelgelerin iptali............................................................266 MEVZUAT ÖZETLERİ Kanunlar............................................................................................................................. 283 Bakanlar Kurulu Kararları.................................................................................................. 283 Yönetmelikler..................................................................................................................... 287 Genelgeler..........................................................................................................................292 Tebliğler..............................................................................................................................292 Tüzükler..............................................................................................................................294 Milletlerarası Antlaşmalar.................................................................................................. 295 HUKUK HABERLERİ Avukatın görevini yapmasını engelleyen polise 6 ay hapis................................................ 299 Avukat Kimliği, PTT’de resmi kimlik oluyor....................................................................299 Özel yetkili iki mahkeme Çağlayan’a taşınıyor ................................................................301 “Kabul edilmiş avukatlık yasası taslağı yok”.....................................................................302 MEB, Kasım ayında, eşi hakim olan öğretmenin naklen atamasını yaptı.......................... 305 İthal avukat gerilimi........................................................................................................... 307 Yargıya erkekler hakim!.....................................................................................................307 Avukatlar “Sınav” ve “Nitelikli Staj” İstiyor..................................................................... 309 Yargı, cebe girdi!................................................................................................................ 310 ARAMA İNDEKSLERİ Kanun Maddelerine Göre Arama İndeksi...........................................................................313 Kavramlara Göre Arama İndeksi........................................................................................317 HUKUKİ MAKALELER AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKUNA VE VASİYETNAMELERE KISA BİR BAKIŞ Pınar ÜNALÇIN (Durağan Noteri) İCRA VE İFLAS HUKUKU’NDA “İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI” İPTÂL (İİK. MAD. 278) Av. Talih UYAR TÜRK VERGİ HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI AV. Necip İlker KARAOĞLAN SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 13 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKUNA VE VASİYETNAMELERE KISA BİR BAKIŞ Pınar ÜNALÇIN (Durağan Noteri) Bu çalışma, Türkiye Noterler Birliğinin üyesi bulunduğu Uluslararası Noterler Birliği’nin (Eski adı Uluslararası Latin Noterler Birliği) (UINL) Avrupa İşleri Komisyonunun alt komisyonunun belirli sayıda soru-cevap şeklinde Türkiye’de dahil olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri bazında hazırladığı ve 2000 Eylül’ünde UINL tarafından yayınlanan raporun1 Notarius International 2 dergisinin 2/2001 sayısında karşılaştırmalı hukuk kısmında değiştirilmiş ve kısaltılmış olan R.A.D. URQUHART’ın “The Will in the Member States of the European Union” “Le testament dans les Etats membres de l’Union Européenne” adlı Fransızca yazısı3 ve 27 Avrupa Ülkesinin miras hukuku konuları içeren www.successions-europe.eu4 adlı sitedeki 09.04.2010 tarihinde düzenlenmiş olan bilgiler temel alınarak Almanya, Avusturya, Belçika, Birleşik Krallık (İngiltere, Galler ülkesi ve Kuzey İrlanda), Çek Cumhuriyeti, Fransa, Hollanda, İrlanda, İskoçya, İspanya, İtalya, Lüksemburg, Macaristan, Polonya, Portekiz, Yunanistan olmak 16 ülke üzerinde yapılmıştır. Notarius International adlı dergide yayınlanan yazıdaki raporda Almanya, İngiltere, Belçika, İskoçya, İspanya, Fransa, Yunanistan, İtalya, İrlanda, Lüksemburg, Hollanda, 1 Bu rapor, Dr.Dieter BÖSE, Hannover Noteri (Almanya); R.A.D. URQUHART, Londra Noteri(İngiltere); Jacques de STRYCKER, Mechelen Noteri (Belçika), Prf. Douglas CUSINE, Aberdeen Üniversitesi (İskoçya);Maria de ROCAFIGUERA GIBERT, Barselona Noteri (İspanya); Caroline DENEUVILLE, Paris Noteri (Fransa); Maria LATSOU, Atina Noteri (Yunanistan);Paolo PASQUALIS, San Stino di Livenza Noteri (İtalya);Arthur MORAN, Dublin Avukatı (Solicitor)(İrlanda); Francis KESSLER, Lüksemburg Noteri (Lüksemburg);Micheal TOMLOW, Heerlen Noteri (Hollanda);Benvinda Azevedo Ferreira da SILVA, Porto Noteri (Portekiz); Anne Marie JACOT-OESCH, Le Locle Noteri (İsviçre); Muhsin BİLGE, İstanbul Noteri (Türkiye) tarafından düzenlenmiştir.Orijinal olarak “Stichting tot Bevordering der notariele Wetenschap”, van Eeghenstraat 222, 1071 GM Amsterdam ‘da yayımlanmıştır. 2 Çevirenin Notu: Uluslararası Noterler Birliği’nin hukuk dergisidir. www.notarius-international.org 3 R.A.D. URQUHART,”The Will in the Member States of the European Union-Le Testament dans les Etats Membres de l’Union Européenne”, Scrivener Notary of London, President of the Subcommission of the European Affairs Commission of the UINL Notarius International 2/2001, V:6, p.131-138 ( Bu rapor orijinal olarak “Stichting tot Bevordering der notariele Wetenschap, van Eeghenstraat 222,1071 GM Amsterdam” yayımlanmıştır. Vakıf tarafından basıma izin verilmiştir. Bu yayın için az değiştirilmiş ve kısaltılmıştır.) 4 Ayrıntılı Bilgi için Bkz.www.successions-europe.eu 14 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Portekiz’in yanı sıra İsviçre ve Türkiye olduğu halde, bu çalışmada İsviçre kısmı hiç dikkate alınmamış, Türkiye kısmı ise dipnotlarda bilgi amaçlı bahsedilmiştir. UINL Avrupa İşleri Komisyonunun alt komisyonunun bu raporu hazırlama amacı, Avrupa ülkeleri vatandaşlarının ulusal vasiyetname formlarından en fazla kullandıklarıyla Avrupa vasiyet modeline hangi ölçüde oluşabilmesinin, mümkün olup olmadığını belirlemekti. Bu araştırma da, sınırlı sayıda sorular sorulmuş ve bunlara farklı cevaplar alınmıştır.5 Sonuç olarak; A) Avrupa Birliği ülkelerinde İspanya’nın yüz ağartıcısı istisnası haricinde, hemen hemen tüm ülkelerde kişilerin büyük çoğunluğu vasiyet yapmaksızın ölmektedir. İspanya’da yalnızca insanların %10’nun vasiyetnamesi yoktur.6 Çoğu ülkede, vasiyetname ortak sicili olmakla birlikte, fakat tamamında bulunmamaktadır.7 Vasiyetnamenin normal kullanım amacı ise; yaşayan eşe mirasını veya malvarlığını vasiyet bırakmak veya mirasta ona bir çıkar sağlamaktır.8 B) Milletlerarası Özel Hukuk bakımından ise; Almanya ve İspanya gibi birçok ülke mirasın birliğini öngörmekle birlikte, fakat Fransa ve Birleşik Krallık gibi birçok ülkede tam aksine menkuller için yerleşim hukuku, gayri menkuller için “ lex rei sitae”9 şekilde miras ayırımını öngörmüştür.10 Birçok ülke, Birleşik Krallık haricinde çocuklar lehine mahfuz hisse öngörmüş, Yunanistan ve İtalya gibi bazı ülkeler ise vasiyet özgürlüğü prensibini çocuklar ve/veya eşler lehine mahfuz hisse ile birlikte uygulamaktadır.11 Vasiyetnamenin şekli geçerliliği hakkında birçok ülke Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli Konvansiyonu onaylamış5 URQUHART,… p.131 6 URQUHART,… p.131 ; Raporda Türkiye’de Vasiyetname Bkz.p.133 7 URQUHART,… p.131 ; Raporda Türkiye’de merkezi vasiyetname sicili yoktur.Bkz.s.133. Çevirenin Notu: Raporun düzenlediği tarihten bu yana bu konuda herhangi bir gelişme olmamıştır. yapmaksızın ölenlerin oranı % 99 8 URQUHART,… p.131 ; 9 Çevirenin Notu: “lex rei sitae” …şeyin bulunduğu yer hukuku anlamına gelir. 10 URQUHART,… p.131 ; Raporda Türkiye’de birlik sistemi olduğunu ve istisna olarak gayrimenkullerin bulunduğu yer kuralı uygulandığı belirtilmiştir Bkz.p.134 Çevirenin Notu: 12.12.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 5718 sayılı Yeni Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Kanunu aynı sistemi ve istisnayı uygulamaktadır.Yabancı Hukuk Kanunlar İhtilafı kurallarının başka bir hukuku uygulaması öngördüğü takdirde yalnızca kişi hukuku ve aile hukukuna ilişkin ihtilaflarda dikkate alınacaktır. Atıf(Renvoi) sistemi eski kanuna göre daha dar uygulanmaktadır.(Md.2/3) Uygulanacak hukuku seçme imkanı tanınan hallerde ise;taraflarca aksi açıkça kararlaştırılmadıkça seçilen maddi hukuk hükümleri uygulanır.(Md.2/4) Miras ile ilgili kısım Md.20’de düzenlenmiş ve eski kanunun benzer hükümleri söz konusudur. 11 URQUHART,… p.132 ; SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 15 tır.12 Birçok ülke ise vasiyetçinin eliyle yazılmış vasiyetnameleri talep eder. Birleşik Krallık gibi diğerleri için ise, daktilo ile yazılmış vasiyetnameler daha çok alışkanlık haline gelmiştir. Bunun istisnası ise, neredeyse tüm vasiyetnamelerini noter huzurunda resmi vasiyetname şeklinde yapan İspanya’dır.13 Kabul edilen ehliyet bakımından ise; vasiyetname yapmak için minimum yaş büyük ölçüde ülkeden ülkeye değişmektedir.14 C) Avrupa Birliğindeki yürürlükteki değişik mevzuatlar inceledikten sonra, ulusal hukuklarda önemli değişiklik olmaksızın Avrupa Vasiyetname Modeli’nin yaratılamayacağı sonucu çıkmıştır ve bu da pratikte imkansızdır. İlkin, Örf ve Adet Hukukunu (Common Law ) uygulayan ülkelerde resmi vasiyetname bilinmemektedir. Tam aksine, Common Law ülkelerinde daktilo ile yazılmış vasiyetnameler sık sık kullanılmakta, Medeni Hukuk (Civil Law) ülkelerinde ise bunlar kabul edilmediği gibi15, ne de kullanılmaktadır. Farklı Medeni Hukuk ülkelerinde ise, uygulamalar ülkeden ülkeye değişmektedir. Şartların uyumlaştırılması farklı medeni hukuklarda temel bir reformu gerektirecektir. Öyle görünüyor ki şimdilik uygun değildir. Alt Komisyon üyelerinin çoğunluğunun görüşü, her üye ülkede kamunun hizmetine verilecek bilgilerin kalitesinin ve kapsamının iyileştirilmesidir. Aynı zamanda açıkça ortadadır ki; vatandaşların vasiyetname yapmaları için teşvik edilmeleri ve değişik üye ülkelerde noterlerin ve avukatların bu açıdan onlara yardım etmeleri gerekir.16 Şeklinde sonuç belirtmişlerdir. Avrupa Ülkelerindeki miras hukuku ve vasiyetnamelere gelince ise; 1- ALMANYA Mirasçılık: Almanya’da miras mirasçının herhangi bir müdahalesi olmaksızın “otomatikman” ölüm ile mirasçıya geçer. (§1922,1942 BGB) Alman Hukuku, vasiyet edilen şeyle12 Çevirenin notu: Türkiye 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu onaylamış ve yürürlüktedir. 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnameleri düzenleyen Washington Konvansiyonunu imzalamamıştır. 13 URQUHART,… p.132 ; 14 URQUHART,… p.132, Raporda Türkiye’deki yaşın 15 olduğu belirtilmiştir.(Md.449 MK) Bkz.p.138 Çevirenin Notu: 08.12.2001 tarihli ve 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren Yeni Medeni Kanunun Md.502’de aynı şekilde düzenlemiştir. 15 URQUHART,… p.132 ; Raporda Türkiye’de daktilo ve matbu vasiyetnamelerin kabul edilmediği ifade edilmiştir.(Md.500 MK) Bkz.s.138 Çevirenin Notu: 1 Ocak 2002 tarihinde Yürürlüğe giren Yeni Medeni Kanunun Md.531 hükmü gereğince de resmi şekilde yapılmadığı takdirde, daktilo edilmiş vasiyetnameler geçersizdir. 16 URQUHART…. p.132 16 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 rin doğrudan doğruya vasiyet edilene geçmesini tanımaz (Vindikationslegat) 17 Miras prosedüründe, ölenin son ikametgah adresinin bulunduğu yerdeki Miras Mahkemesi (“Amtsgericht-Nachlassgericht”) yetkilidir. (§343 al.1er FamFG)Mirasçılık Belgesinin verilmesi; mirasın reddine dair beyan gibi tüm miras talepleri de aynı zamanda noter tarafından düzenlenen tutanakla yerine getirilir.Mirasçılık belgesi ve vasiyeti tenfiz memuru belgesi ancak taleple verilir. Vasiyetnamelerde, Miras Mahkemesi ölenin ölümünü öğrendiği tarihten itibaren re’sen vasiyetnameyi açar. (§348 FamFG). Miras Belgesi, üçüncü kişilere karşı hakkını ispat etmek amacıyla kullanılır. (§2353 BGB; 352 s. FamFG)18 Mirasçı, resmileştirmek amacıyla Miras Mahkemesinde verdiği beyanla veya kanuna uygun bir şekilde onaylanan bir beyanla (§1945 BGB) mirası ret edebilir. Mirası ret etme süresi genel olarak 6 haftadır. (§1944, al 1er BGB) Ölenin son ikametgahı yurtdışında ise bu süre 6 aydır. (§1944, al.3 BGB). Mirasçı mirası kabulü, ne de reddi şartlı yapamaz. (§1947 BGB)19 Mirasın resmi defterinin tutulması mirasçıların sorumluluklarını sınırlamak (§1993 ss BGB) amacıyla veya mahfuz hisseli mirasçılar talep ettiğinde (§2314 BGB) söz konusu olabilir.Bunun dışında, defter tutma ne zorunludur ne de uygulanır.20 Kamu otoritesi tarafından mirasın yönetilmesi öngörülmemiştir. Mirasçı veya Miras Alacaklısı alacaklıları tatmin etmek ve mirasçıların sorumluluklarını sınırlamak amacıyla her zaman mirasın borca batık prosedürünü (§1975,1980 BGB) veya mirasın yönetimini (§1975,1981 BGB)talep edebilir.21 Prensip olarak, mirasçı ölenin borçlarından sınırsız olarak sorumludur. (§1967 BGB)22 Vasiyetname: Almanya’da vasiyet etme özgürlüğü mahfuz hisselerle sınırlandırılmıştır. Mahfuz hisseli mirasçılar, ölenin alt soyu(onların yokluğunda ana ve baba(§2309 BGB)) ve yaşayan eşler veya tescil edilmiş partner olup(§2303 BGB,§10 al.6 LPartG), bu mahfuz hisse oranı mirasın yarı kısmına kadar yükselmektedir. Mahfuz hisse mirasçıya yalnızca bir para hakkı verir.23 Mahfuz hisse hakkı ölüm veya mirastan çıkarılma hükmü17 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/how-and-when-do-you-become-...;http://www. successions-europe.eu/fr/germany/topics/which-is-the-competent-authorit.... 18 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/how-and-when-do-you-become-... 19 ; http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/how-and-when-do-you-become-.... 20 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/which-is-the-competent-authorit... 21 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/which-is-the-competent-authorit... 22 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/how-and-when-do-you-become-.. 23 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/restrictions-on-the-freedom-todi..;URQUHART…. p.135 SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 17 nün öğrenildiği tarihten itibaren 3 yıllık zamanaşımı süresi içersinde kullanılmalıdır. (§195,199 al.1er BGB)24 Mirasçılar mahfuz hisselerinden (vasiyetsiz miras gibi) bedelsiz olarak da noter sözleşmesiyle feragat edebilirler (§2346,2348 BGB) 25 Almanya’da vasiyetnameler; resmi vasiyetname (noter huzurunda ) (§2232 BGB); el yazılı vasiyetnameler (vasiyet edenin kendi el yazısıyla yazılmış; tarih ve yeri belirterek; imzalanmış) (§2247 BGB )26 ve istisnai hallerde yapılan özel vasiyetnameler (§§2249 ss BGB )27. Basılı ve daktilo edilmiş imzalı vasiyetnameler kabul edilmediği gibi, yok hükmündedir.( §§ 125 ve 2247/I BG)28 Almanya’da insanların %70 vasiyetname yapmaksızın ölmektedir.29 Vasiyetname yapabilmek için en az 16 yaşında olmak gerekir.( § 2229/I BGB)30 Prensip olarak, şartsız fiil ehliyetine sahip her şahıs resmi senet şeklinde miras sözleşmesi düzenleyebilir.(§2275s.BGB) Ortak vasiyetname yalnızca eşler (§2265 ff BGB)ve tescil edilmiş partnerler (§10, al.4 LPartG) arasında ancak mümkündür.31 Vasiyetnameden; Dönme niyetiyle Dönülmesi (§ 2253 BGB) veya sonradan yapılan değişiklikle (§ 2255 BGB) veya ortadan kaldırılmasıyla (§ 2255 BGB) dönülebileceği gibi; noterdeki bir vasiyetname için ise; resmi yere depo edilmiş vasiyetnamenin vasiyet edene geri verilmesi (§ 2256 BGB) veya yapılan vasiyetnamenin tam aksine sonraki tarihli vasiyetnameyle (§ 2258 BGB) dönülebilir. Vasiyetnamede vasiyeti tenfiz memuru kararlaştırılması gerekli olmamakla birlikte, vasiyet eden tarafından atanabilir.(§ 2197 BGB) Vasiyeti tenfiz memurunun mirası edinme ve vasiyet edenin son arzusuna uygun hükümleri yerine getirme hakkı bulunmaktadır. (§2203BGB) Borçları ödeme, vasiyet edilenlere verme yetkileri hem gayrimenkulleri hem de menkulleri kapsar. (§ 2205 BGB) 32 Almanya’da merkezi vasiyetname sicili yoktur. Resmi senet şeklindeki Ölüme Bağlı Tasarruflar özellikle Sulh Hukuk Mahkemesine (Amtsgerichte-Nachlassgerichte) teslim edilir. El vasiyetnameleri de korunma ve gizli tutulma amacıyla da Mahkemeye tevdi edilebilir.33 24 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/restrictions-on-the-freedom-to-di... 25 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/restrictions-on-the-freedom-to-di... 26 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can...; URQUHART…. p.132;137 27 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can... 28 URQUHART…. p.137 29 URQUHART…. p.133 30 URQUHART…. p.138 31 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can... 32 URQUHART…. p.135 33 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can..; URQUHART…. p.132 18 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Milletlerarası Özel Hukuk; Almanya, Medeni Hukuk ile miras birliği prensibini kabul etmiştir. Ölüm anında ölenin vatandaşlık hukuku uygulanır.(Art.25 EGBGB) Yabancı ülkede bulunan gayrimenkuller için mirasın ayrılması söz konusu olabilir. (Art.3 III EGBGB)34 Ölüme bağlı tasarrufun hükmüyle olmak şartıyla, Almanya’daki gayrimenkuller için hukuk seçimi mümkündür. (Art.25, al.2 EGBGB)35 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylamamıştır. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu ise 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir.36 Yabancı bir ülkenin kanunlar ihtilafı kuralları Alman Hukukuna atıf (renvoi) yapmış ise; o takdirde Alman maddi hukuk kuralları uygulanır.(Art.4, al.1er EGBGB) 37 2-AVUSTURYA Mirasçılık: Avusturya’da miras hakkı mirasçının ölümü ile doğar. Mirasçılara mirasın geçişi ancak özel prosedür sonucunda verilen bir mahkeme kararıyla olur. (§ 797 Allgemeines Bürgerliches Gesetzbuch, ABGB) Ölenin yerleşim yeri Sulh Hukuk Mahkemesi (“ Bezirksgericht”) ölümü öğrendiği tarihten itibaren otomatikman adli prosedüre başlar. ( § 105 Jurisdiktionsnorm, JN ve § 65,66 JN ) Bu prosedürün gerçekleştirilmesi için Mahkeme, Mahkeme Komiseri olarak Notere başvurur. (§1 Gerichtskommissärsgesetz, GKG) Noter, mahkeme vekili olarak, mahkeme adına (“Verlassenschaftsverfahren”) bu miras prosedürünü gerçekleştirir. Avusturya Sistemi, bu sebepten çoğu Avrupa Birliği ülkelerinden farklılık gösterir. Mirasçı, mirası kabul ettiğine dair yazılı beyanda bulunması halinde, ancak mirasın sahibi olduğuna dair miras belgesine sahip olabilir.38 Noter, Mahkeme Komiseri olarak (§1 Abs 2 Z 2 lit b ve §2 Abs 2 Gerichtskommissärsgesetz, GKG) lehe mirasın kabul edildiğinde; ergin olmayan mahfuz hisseli mirasçı bulunduğunda veya başka sebeplerden kişilere hukuki temsilci gerektiğinde; alacaklıları korumak için mirasçının miras malvarlığının bölünmesine izin verildiğinde; arkadan gelen mirasçıyı dikkate almak gerektiğinde; vasiyetname ile özel vakıf kurulduğunda; yaşayan mirasçısı bulunmadığından mirasın devlete intikal etme34 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/which-law-applies_can-i-choose... ;.URQUHART…. p.133 35 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/which-law-applies_can-i-choose.. 36 URQUHART…. p.133 37 http://www.successions-europe.eu/fr/germany/topics/which-law-applies_can-i-choose.. URQUHART…. p.133 38 http://www.successions-europe.eu/fr/austria/topics/which-is-the-competent-authority..; http://www. successions-europe.eu/fr/austria/topics/how-and-when-do-you-become-an... SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 19 si hallerinden birinde veya yetkili kişilerden biri veya miras kayyumu talep ettiğinde (§165 Ausserstreitgesetz, AussStrG) envanter şeklinde mirasın resmi defterini düzenler.39 Avusturya’da Mirasın intikali ve iktisap işlemi (miras sahiplik belgesi) arasında tereke mirasçısız (§547 ABGB) olup, hukuki bir tüzel kişiliği olduğu kabul edilerek, gerekli idari işlemleri yapmaya yetkili temsilciye ihtiyaç bulunmaktadır.(§810 ABGB)40 Avusturya’da Mirasçı mirası ret ettiğine dair beyanını yetkili mahkemeye veya Mahkeme Komiserine (Notere) vererek mirası ret edebilir. (Ausschlagung §805 ABGB)41 Avusturya Hukuku, lehe mirasın kabulünü öngörmektedir. (§802 ABGB) Bu durumda, Mahkeme Komiseri (Noter) tereke malvarlığının envanterini düzenler ve alacaklıları çağırır. (§165 Abs 2 Ausserstreitgestz) Prensip olarak, eğer mirasçı şart koymaksızın mirası kabul beyanında bulunduğu ise; ölenin borçlarından sınırsız olarak borçludur.(§811 ABGB) Bu sorumluluğu mirası tereke defterine göre kabul ettiğini beyan ederek sınırlayabilir. Bu durumda elde ettiği aktif değer oranında ölenin borcundan sorumludur. Miras Ayrılığı söz konusu olduğu hallerde mirasçı, yalnızca miras malvarlığıyla sorumlu olup, şahsen sorumlu değildir. (§812ABGB)42 Vasiyetname: Avusturya hukuku,, ölenin yaşayan eşine, çocuklarına ve ana ve baba’ya mahfuz hisse prensibini kabul ederek vasiyetname özgürlüğünü sınırlamıştır. Çocukların ve yaşayan eşinin mahfuz hissesi yasal miras hissesinin 1/2’sidir. Ölenin çocukları olmadığı takdirde, ancak ana ve babanın mahfuz hissesi söz konusu olabilir. (§762 ABGB) Mahfuz hisse, para olarak değeri saptanan mirasın karşılığı olan alacaktır. Mahfuz hisse, mirasın intikalinden itibaren 3 yıl içinde Mahkeme de açılacak davayla talep edilebilir. Mahfuz hisseden yararlananlar, mahfuz hissesinden miras açılmadan evvel gelecekteki mirasçı ile gelecekteki miras bırakan arasında yapılacak noter sözleşmesiyle vazgeçebilir.Ayrıca, mahfuz hisseli mirasçılar bu haktan vazgeçtiklerini noter senedi (“Notariatsakt”) veya mahkeme tutanağı ile yapabilirler( §551 ABGB)43 Avusturya’da eşler veya evlenmek şartıyla nişanlılar arasında miras sözleşmesi ( §1249 ve devamı ABGB) noterlik işlemleri ile ilgili Kanunun 1nci maddesine uygun olarak( §1 Abs 1 lit a Notariatsaktsgeseltz) noterlik akdi şeklinde yapılır. 2 Tanık veya ikinci bir noterin huzurunda, vasiyetname şeklinde en fazla malvarlığının 3/4 düzenleyecek şeklide yapılabilir44 Avusturya’da vasiyetnameler özellikle; noterde veya mahkemede düzenlenen resmi 39 http://www.successions-europe.eu/fr/austria/topics/which-is-the-competent-authority. 40 http://www.successions-europe.eu/fr/austria/topics/which-is-the-competent-authority. 41 http://www.successions-europe.eu/fr/austria/topics/how-and-when-do-you-become-an... 42 http://www.successions-europe.eu/fr/austria/topics/how-and-when-do-you-become-an... 43 http://www.successions-europe.eu/fr/austria/topics/restrictions-on-the-freedom-to-disp... 44 http://www.successions-europe.eu/fr/austria /topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i... 20 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 vasiyetname; el yazılı vasiyetname ( vasiyet edenin tamamen kendi el yazısıyla yazılmış ve imzalanmış ) ve yazılı vasiyetname (vasiyet eden dışında el ile düzenlenmiş veya daktilo edilmiş 3 tanık huzurunda düzenlenen vasiyetnameler) şeklinde yapılır.45 Eşler ortak vasiyetname yapabilir. ( §583 ve 1248 ABGB)46 Avusturya’da, notere, mahkemeye veya avukata verilen vasiyetnameler, miras sözleşmeleri, mirastan veya mahfuz hisseden vazgeçmeler Avusturya Noterleri Ulusal Konseyi (“Österreichische Notariatskammer”) tarafından elektronik ortamda yönetilen merkezi vasiyetname siciline (“Zentrales Testamentsregister”) noterlik kanunu hükümleri gereğince (§140 b Notariatsordnung) tescil edilirler. Söz konusu sicil, kanun gereğince Avustrurya’daki tek vasiyetname sicilidir. Mahkemeler ve Noterler bu resmi işlemleri tescil etmek zorundadır. (§140 c Abs 2 Notariatsordnung) 47 Milletlerarası Özel Hukuk; Avusturya’da birlik sistemi uygulanmaktadır. Mirasta ölenin vatandaşlık hukuku uygulanır. Mirasa uygulanacak hukuku seçilmesi mümkün olmayıp, herhangi bir istisnaya izin verilmemiştir.48 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylanmamıştır. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu uygulanmaktadır.49 Yabancı Hukuk Avusturya Hukukuna atıf(renvoi)ta bulunduğu hallerde, Milletlerarası Özel Hukuk Kanunu gereğince Avusturya Hukukunun maddi normları uygulanacaktır. ( §5 Abs 2 IPRG)50 3-BELÇİKA Mirasçılık: Belçika’da miras herhangi bir özel işleme gerek olmaksızın, yalnız kişinin ölümü ile miras borçlarının ödenmesi kaydıyla, mirasçılara tüm mallar, hak ve alacaklar otomatikman geçer.(Art.718 ve 724 CC) Mirasçının açık kabulü gerekmemektedir.(Art.778 CC) Belçika, prensip olarak mirası idare etme sistemi yoktur.İstisnai olarak; ihtilaflı veya sahipsiz miraslarda geçici süre yönetici veya kayyum atanır. 51 45 http://www.successions-europe.eu/fr/austria /topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i... 46 http://www.successions-europe.eu/fr/austria /topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i... 47 http://www.successions-europe.eu/fr/austria/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i.. 48 http://www.successions-europe.eu/fr/austria/topics/which-law-applies_can-i-choose-th.. 49 http://www.successions-europe.eu/fr/austria/topics/which-law-applies_can-i-choose-.th. 50 http://www.successions-europe.eu/fr/austria/topics/which-law-applies_can-i-choose-.th. 51 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium/topics/which-is-the-competent-authority..; http://www. SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 21 Ölenin en son yerleşim yeri Belçika’da ise; yabancı ülkedeki gayrimenkuller hariç Belçika yetkilileri miras hususunda yetkilidirler. Miras prosedürleri hususunda özel yetkili bir otorite bulunmamakla birlikte; Sulh Hukuk Mahkemeleri yalnızca ihtilaflı miras paylaşımlarında veya bazı dostane paylaşımlarına müdahale etmektedir. Noterlikler, mirasçılık belgesini vermesinin yanında; ölenin evlilik anlaşması; vasiyetnamesi bulunduğunda veya terekesinin durumu finans açısından karışık olduğu hallerde; miras hukuku konusunda uzmanlıkları nedeniyle başvurulması tavsiye edildiği gibi; tartışmalı miras tasfiyelerinde ve mirasçılardan birinin ayırt etme gücüne sahip olmadığı durumların olduğu bazı dostane miras tasfiyelerinde (Özellikle gayrimenkul paylaşımlarında) noterlerin müdahalesi zorunlu tutulmuştur. Mirasçılar serbestçe noter seçebilirler. Mirasçıların tamamının veya birinin talebiyle terekenin defteri noter tarafından tutulabilir. Ölen hiçbir şekilde mirasçıların bu hakkı kullanmasını engelleyemez. Mirası deftere göre kabul etme ve ergin olmayan mirasçının olduğu hallerde defter tutma zorunludur.52 Mirasçı, imzalamış olduğu mirası ret belgesinin bir örneğini ölenin yerleşim yeri Sulh Hukuk Mahkemesine vererek mirası ret edebilir.(Art.784 ve devamı CC) Mirası ret, bu amaçla düzenlenmiş Mahkemenin özel siciline işlenir. Mirasın ret ile ilgili süre en fazla 30 yıldır. (Art.789 CC) Fakat, mirasın zımnen kabul edildiğinin göz önünde tutulması gerekir.53 Prensip olarak, mirasçı mirastan ileri gelen borçlardan sorumludur.(Art.724 CC) Mirasçı sorumluluğunu resmi tereke defterine göre mirası kabul ettiğine dair mirasın açıldığı yerdeki Sulh Hukuk Mahkemesine vereceği özel beyanla sınırlayabilir. (Art.793 ve devamı CC) Bu durumda, Noter tarafından tereke envanterinin yapılması zorunludur. Mirasçının bu beyanı, özel sicile işlenir ve daha sonra ölenin alacakları ve muhtemel vasiyetname alacaklarının davet edilmesi için resmi gazete de ilan edilir. Noter, ölenin malvarlığını değerleriyle birlikte, aktif ve pasiflerini de gösterecek şekilde analizini yaparak envanteri düzenler.Bununla ilgili usuller Yargılama Kanununda düzenlenmiştir.(Art.1175 ve devamı)Eğer, mirasçı tereke defterine göre mirası kabul ettiği takdirde, elde ettiği aktif oranında mirasın borcundan sorumludur.(Art.802 CC) Yoksa, mirası ret etmiştir.(Art.785 CC)54 Vasiyetname: Belçika hukuku, mahfuz hisse prensibini kabul ederek, ölenin yaşayan eşine, çocuklarına ve ana ve babasına minimum bir kısmı zorunlu olarak tanıyarak, vasiyetname özgürlüğünü sınırlamıştır.Mahfuz hisse; ölenin bir çocuğu (veya alt soyu) varsa mirasın successions-europe.eu/fr/belgium/topics/how-and-when-do-you-become-a.... 52 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium/topics/which-is-the-competent-authority... 53 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium /topics/how-and-when-do-you-become-a... 54 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium/topics/how-and-when-do-you-become-a... 22 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 yarısı; iki çocuk varsa 2/3; üç ve üçten fazla ise 3/4’dir.(Art.913 ve 914 CC) Ölenin Alt soyu ve yaşayan eşi bulunmadığı takdirde ölenin ana ve babanın mahfuz hissesi her biri için 1/4’dür.(Art.915 CC) Yaşayan eşin mirası oluşturan malvarlığının en az 1/2 oranında intifa hakkıdır. Bu oran, en az esas konut olarak kullanılan gayrimenkul ve onun mobilyasının intifa hakkı kadar olacaktır. (Art.915bis CC) Vasiyet eden, mahfuz hisselere uymazsa; mahfuz hisseden yararlananlar tenkis davasıyla bunu ileri sürmek zorundadır.(Art.920 CC).Bu davanın zamanaşımı süresi 30 yıldır. Mahfuz hisseden, ilgilinin ölümünden sonra vazgeçilebilir. (Art.791 CC).55 Miras Sözleşmesi Belçika Hukukunda yasak olmakla birlikte (Art.1130 CC); özellikle Medeni Kanunun Md.918 ve 1388 maddenin 2nci bendindeki gibi, bir çok istisnası bulunmaktadır.56 Belçika’da vasiyetnameler; noterden düzenlenen resmi vasiyetname; el yazılı vasiyetname (vasiyet edenin tamamen kendi el yazısıyla yazılmış, tarih atılmış ve imzalanmış) ve uluslararası vasiyetname ve bazı ayrıcalıklı vasiyetnameler (örneğin askeri vasiyetname; denizde yapılan vasiyetname gibi.. (Art.981 ve devamı CC) ) dir. Vasiyet eden arzusunu serbestçe ve muteber bir şekilde beyan etmeye muktedir olmalıdır. (Art.901-904 CC) Doktor; huzurevi yöneticisi vs.gibi bazı kategorideki insanların lehine vasiyet yapılamaz.(Art.981 ve devamı CC)57 Belçika’da prensip olarak miras kendiliğinden intikal etmekle (Art.724 CC) birlikte; el yazılı vasiyetname veya uluslararası vasiyetname ile külli olarak vasiyet edilenler Sulh Hukuk Mahkemesine başvurarak miras sahiplik belgesi almak zorundadırlar. (Art.1008 CC) Belçika’da Belediye, kamu yararı müesseseleri, vakıf veya dernek gibi bazı kategorideki vasiyet alacaklarının, vasiyeti kabul etmeleri için kamu otoritesi tarafından izin verilmesi gerekmektedir.58 Belçika’da, noter kendi düzenlediği veya kendisine emanet edilen vasiyetnameleri son arzuları içeren merkezi sicile tescil etmek zorundadır. Bu sicili, Belçika Noterleri Kraliyet Federasyonu yönetmektedir. 59 Milletlerarası Özel Hukuk; Belçika’da ayrılık sistemi uygulanmaktadır. Mirasta menkullerde ölüm anında ölenin yerleşim yeri ülke hukuku, gayrimenkullerin bulunduğu yer hukuku uygulanır. Belçika hukuku aynı zamanda mirasta uygulanacak hukukun seçimini mümkün kılmakla birlikte; bu seçim ölenin vatandaş olduğu ülkenin hukuku veya seçim esnasında mutad meskeninin bulunduğu ülkenin hukuku olabilir. Bu hukuk seçimi, hiçbir şekilde mahfuz hisse mirasçısının hissesini ortadan kaldırmak amacıyla kullanılamaz.60 55 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium/topics/restrictions-on-the-freedom-to-di... 56 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-... 57 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-... 58 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium/topics/which-is-the-competent-authority... 59 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-... 60 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium/topics/which-law-applies_can-i-choose-.. SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 23 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonu 11.01.1983 tarihli Kanun ile 21.10.1983’de yürürlüğe girmiştir. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu 20.10.1971’de onaylanmış ve 19.12.1971 tarihinde yürürlüğe girmiştir.61 4- BIRLEŞIK KRALLIK (İNGILTERE, GALLER ÜLKESI VE KUZEY İRLANDA) Mirasçılık: Ölenin menkul ve gayrimenkulleri ölüm ile, vasiyetname hükümlerine rağmen, şahsi temsilcisine geçer. Şahsi temsilci vasiyetname ile kararlaştırılmış ise; “executor” tenfiz memuru; Miras Mahkemesi (“probate court)” tarafından kararlaştırılmış ise “administrator” yönetici olarak adlandırılır.62 Mahkeme, kanunda belirtilen mirastan yararlananlar hiyerarşisine göre yönetici görevlendirir. Yasal veya atanmış mirasçılarda dahil olmak üzere hukuki ehliyeti ve ergin olan herkes atanabilir. 63 Vasiyetname ile vasiyeti tenfiz memuru tayin etmek zorunlu olmamasına rağmen, alışılmış bir uygulamadır.64 Ölenin mirası, şahsi temsilci tarafından yönetilir ve ölenin borçlarını ödedikten sonra, mirastan yararlananlara malları dağıtır ve mülkiyetini geçirir. Şahsi Temsilci, yetkisini gösteren “Grant of Representation”adlı temsil belgesini almadıkça hiçbir işlem yapamaz. 65 Birleşik Krallıkta, mirasın kabul edilmesi gerekmemektedir. Kanunen mirastan yararlananlar, mirastan feragat edebilir.66 Vasiyetname: Birleşik Krallıkta, kesin vasiyetname özgürlüğü bulunmaktadır.67İngiliz Hukuku veya Kuzey İrlanda Hukukunda, vasiyet edenin alt soyuna veya eşine mirasın hiçbir kısmı fikslenmemiştir.68 “Provision for family and dependants” 1975 Kanun ile miras ancak sınırlandırılmıştır. 69 Vasiyet edenin ölüm anındaki yerleşim yeri İngiltere, Galler 61 http://www.successions-europe.eu/fr/belgium/topics/which-law-applies_can-i-choose-.. 62 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/how-and-when-do-you-b... 63 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/which-is-the-competent-a... 64 URQUHART…. p.135 65 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/how-and-when-do-you-b...; URQUHART…. p.135 66 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/how-and-when-do-you-b... 67 URQUHART…. p.135 68 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/restrictions-on-the-freedo... 69 URQUHART…. p.135 24 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Ülkesi veya Kuzey İrlanda ise; ölenin eşi, çocukları veya doğrudan doğruya kısmen veya tamamen ölen tarafından bakılmakta olan tüm diğer kişiler makul maddi bir desteğin vasiyet eden tarafından kendisine vasiyetle sağlanmadığını veya kanunla da mümkün olmadığını belirterek mahkemeye müracaat edebilirler.Mahkeme, mirastan net bir ödemenin yapılmasına veya mülkiyetin geçirilmesine karar verebilir.70 Birleşik Krallıkta, Vasiyet eden en az 2 reşit şahit huzurunda basılı veya daktilo edilmiş yazılı vasiyetnameyi imzalayarak iradesini ortaya koyması ve şahitlerinde aynı zamanda buna tanıklık ettiklerini, vasiyet eden huzurunda imzalamaları şartıyla yapılan vasiyetnameler geçerli olduğu kabul edilmektedir. Birleşik Krallıkta tüm vasiyetnameler noterlikten geçmeksizin, yalnızca vasiyet eden ve iki tanıkla yapılmaktadır. Vasiyetnameler sırf elle değil, matbuu veya daktilo ile de yapılabilmektedir.71Vasiyetname yapma yaşı en az 18’dir.72 Vasiyetnameden, sonraki bir vasiyetle dönme hükmü ile; yeni bir vasiyetnameyle; vasiyet edenin sonraki evliliği ile dönülebilir. 73 Vasiyetname ile genel ve özel olarak bağış yapılabilir.74 Vasiyetnameler için, zorunlu olmayan bir sicil bulunmakla birlikte çok az kullanılmaktadır. 75 Milletlerarası Özel Hukuk; Birleşik Krallık prensip olarak Mirasın ayrılığını uygulamaktadır. Menkuller yerleşim yeri hukuku, gayrimenkullerin bulunduğu yer hukuku (lex rei sitae) uygulanır.76 Vasiyetçi, mirasa uygulanacak hukuku seçemez.77 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylamış fakat yürürlüğe girmemiştir. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu Wills Act 1963 ile yürürlüğe girmiştir.78 Birleşik Krallık Mahkemeleri başka ülkenin hukukunu yetkili kılınmasını içeren atıf (renvoi) kavramının uygulanmasını mümkün bulmaktadır.79 70 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/restrictions-on-the-freedo... 71 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/how-is-a-will-drawn-up-a.... URQUHART…. p.132,137 72 URQUHART…. p.138 73 URQUHART…. p.135 74 URQUHART…. p.135 75 URQUHART…. p.132 76 URQUHART…. p.133 77 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/which-law-applies_can-i... 78 URQUHART…. p.133 79 URQUHART…. p.133 ; SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 25 5-ÇEK CUMHURİYETİ Mirasçılık: Çek Cumhuriyetin’de miras özel bir prosedür ile mirasçılara geçer. Asliye Hukuk Mahkemesine (“okresni soud”) nüfus idaresi tarafından ölüm belgesi yollandıktan sonra, mirasçının talebi olmaksızın adli prosedür şeklinde yapılmaktadır. Miras prosedürlerin tamamı, mahkeme adına Mahkeme Komiseri şeklinde noterler tarafından gerçekleştirilir. Her noter görevini mahkemenin yetki alanında gerçekleştirir. Miras prosedürü için taraflar noter seçemezler. Yetkili mahkeme ölenin yerleşim yeri mahkemesi veya terekenin bulunduğu yer mahkemesidir.(Art.9 ve 88, Loi no.99/1963 Coll.(Medeni Usul Kanunu)) Mahkeme, miras prosedürü için tüm gerekli işlemleri yapmak üzere Mahkeme vekili olarak bölgesinden bir noter görevlendirir. Noterin mahkeme vekili olarak yaptığı tüm işlemler mahkeme işlemleri olarak kabul edilir. (Art.38 Loi no.99/1963 Coll.) Mahkeme vekili olarak, noter tereke defteri tutmak zorundadır. (Art.175m Loi no.99/19633 Coll) Çek Cumhuriyetinde tereke ölüm ile mirasçılara geçer. (Art.460 Loi no.40/1964 (Medeni Hukuk)) Nihai karar verilinceye kadar, mirasçılar terekeyi iştirak halinde yönetirler.Miras prosedürü, noterin Mahkeme Komiseri olarak miras hakkında verdiği nihai teslim kararı ile sona erer.80 Bu karar, kurucu olup, sonradan verilmiş bile olsa sonuçları ölüm tarihinden itibaren geçerlidir. Kişi, tüzel kişi de dahil olmak üzere anne karnındaki çocuk canlı doğmak şartıyla, ölene ve ailesine karşı ölüm anında hak ve borçlara sahip olabilecek durumda ise mirasçı olur.81 Mirasçı, mirası ret hakkı ve sonuçları konusunda Mahkeme vekilinin (noter) kendisini bilgilendirdiği tarihten itibaren en geç 1 ay içinde bildirim şeklinde mirası ret edebilir.Ret Bildirimi mahkeme vekili huzurunda sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. (Art.463-468 Loi no:40/1964 Coll) Çek Hukuku, şartlı olarak kabule imkan vermemiştir.(Art.466 Loi no:40/1964 Coll)82 Prensip olarak, mirasçı ölenin borcundan elde ettiği miras oranında şahsen borçludur. Söz konusu borçlar, ölüm anında onların borcu olmaktadır.(Art.470-471 Loi no:40/1964 Coll) 83 Vasiyetname: Çek Hukuku, ölenin alt soyuna mahfuz hisse tanımıştır. Ölenin eşinin ve üst soyun mahfuz hissesi bulunmamaktadır. Mahfuz hisselerin oranı yararlananların yaşına (ergin olup, olmadıklarına göre) ve mirasçı sayısına göre değişmektedir.Ergin olmayan alt soyun mahfuz hissesi, en az mirastan düşecek pay kadardır.Ergin olan alt soyun mahfuz hissesi ise; mirastan kendi düşecek olan miktarın yarısı kadardır.(Art.479 Loi no.40/1964) Miras prosedürü kapsamında, mahkeme vekili(noter) huzurunda mirasçı80 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/which-is-the-competent-au... 81 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/how-and-when-do-you-bec... 82 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/how-and-when-do-you-bec... 83 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/how-and-when-do-you-bec... 26 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 nın mahfuz hissesi kabul edilir.Mirasçı mahfuz hissesini kullanıp, kullanmayı seçebilir. Mahfuz hisseden yararlananlar, mahfuz hissesinden feragat edemezler.Çek Hukukunda, yalnızca mirasın tamamının kabulü veya reddi bulunmaktadır. Fakat, mirasçılar arasında yapılacak taksim sözleşmesiyle, mahfuz hisseli mirasçı mahfuz hissesinden daha azını kabul edebilir. 84 Çek Cumhuriyetinde vasiyetnameler; resmi vasiyetname (noter huzurunda; vasiyet eden okuma veya yazma bilmiyorsa, iki tanıklı olarak; her ikisini de bilmiyorsa üçüncü bir güvenilir kişi gerekir), el yazılı vasiyetname (vasiyet eden tarafından elle yazılmış, tarih atılmış ve imzalanmış) alograf vasiyetname (vasiyet eden dışında bir başka kişi tarafından veya makineyle yazılmış; vasiyet eden tarafından imzalanarak, iki tanık huzurunda açıkça son arzusu olduğunu belirttikten sonra, tanıklar tarafından imzalanması gerekir).Bütün vasiyetnamelerde gün, ay ve yıl belirtilerek imzalandığı tarihin bulunması gerekir.85 Çek Hukuku, gelecekteki miras ile ilgili sözleşmeleri (miras sözleşmeleri) tanımamaktadır.86 Çek Noterler Birliği tarafından korunan merkez vasiyetname sicili bulunmaktadır. Bu sicil, 2001 yılından beri fiş şeklinde elektronik ortamda tutulmaktadır.Noterlerin düzenlemiş oldukları vasiyetnameler zorunlu olarak, bu sicile tescil edilir.Noter tarafından saklanan el yazılı ve alograf vasiyetnameler talep halinde aynı zamanda sicile tescil edilir.87 Milletlerarası Özel Hukuk; Çek Cumhuriyeti, miras birliği prensibini kabul etmiş ve ölenin milli hukuku uygulanacaktır.(Art.17 Loi no.97/1963 Coll.) Çek hukuku, bu kuralı bozmayarak, miras için uygulanacak hukuku seçme hakkı tanımamıştır.88 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylamamıştır. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu onaylanmamıştır.89 Bağlama kuralı söz konusu ilişki için makul ve adil olduğu takdirde, Çek hukukuna veya bir üçüncü ülke hukukuna atıf(renvoi) yapılmasını Çek Hukuku tanımıştır. (Art.35 Loi no.97/1963 Coll)90 84 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/restrictions-on-the-freedo... 85 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/how-is-a-will-drawn-up-an.... 86 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/how-is-a-will-drawn-up-an.... 87 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/how-is-a-will-drawn-up-an.... 88 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/which-law-applies_can-i-c... 89 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/which-law-applies_can-i-c... 90 http://www.successions-europe.eu/fr/czech-republic/topics/which-law-applies_can-i-c... SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 27 6-FRANSA Mirasçılık: Fransız Hukukun’da miras, kişinin ölümüyle açılır. Mirasçılara, ölenin malları ve borçları ölüm anında geçer. (Art.724 al.1 CC) Bazı mirasçılar (mahfuz hisseli ve yasal mirasçılara) miras geçer(Art.724 al.2 CC), diğer mirasçılar için özellikle de devlet miras sahiplik belgesi için başvurması gerekir.(Art.724 al.3 CC). Genel veya özel olarak lehine vasiyet edilenler gibi, bazı mirasçılara miras doğrudan doğruya intikal etmez. Mirası elinde bulunduran mirasçılardan, bunların talep edilmesi gerekir. Bunların mülkiyeti ancak teslim ile geçer.91 Daha sonra, mirasçıların mirası seçme hakkı ile devam eder.(Art.768 CC) 92 Mirasçı seçme hakkını mirasın açıldığı tarihten itibaren 10 yıl içinde kullanır.93 Fransa’da miras konusunda noter yetkilidir.Mirasta gayrimenkul bulunduğu takdirde, noterin müdahalesi zorunludur. Mirasta gayrimenkul olmadığı takdirde, notere başvuru ihtiyari olmakla birlikte, tavsiye edilmektedir. Mirasta ihtilaf olduğunda, Asliye Hukuk Mahkemesi yetkilidir.Mirasçı olunduğu her türlü imkanla ispatlanır. (Art.730 CC) Hak sahiplerinden biri veya birkaçı talep ettiğinde, herkesçe tanınan bir belge noter tarafından düzenlenir. (Art.730-1 CC) Bu belge, aksi ispatlanıncaya kadar geçerlidir. (Art.730-3 CC)94 Mirası yönetmek için miras vekili atanabilir. (Art.814 CC) Miras vekili bir veya birkaç kişi olabilir. Görevi mirasın tamamı veya bir kısmını özellikle yaşı veya engeli sebebiyle kendi başına mirası yönetemeyen mirasçılardan biri veya birkaçı hesabına ve çıkarına yönetmek ve idare etmektir. Vekil mirasçı olabilir.Müvekkilin ölümünden evvel, vekilliğin kabul edilmesi gerekir. (Art.812-1 CC) Evlilik sözleşmesi veya son arzuları içeren hükümler yoksa, Noterde (Art.812 CC) veya Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından resmi şekilde(Art.812-1-1 CC) düzenlenen işlem ile yapılır.95 Mirasın açıldığı yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesine yapılacak bildirim ile miras reddedilebilir. Mirasın reddi açık olmalıdır.(Art.804 CC ) Mirası ret eden, hiçbir zaman mirasçı olmamış gibi kabul edilir. Ret geriye yürür.(Art.805 CC).Bütün mirasçılar, miras bir başka kimse tarafından kabul edilmemiş ise, retlerini geri çekebilirler.(Art.807 CC) 96 Mirasçı mirası basit ve sırf kabul ettiğinde, bu kabul açık veya zımni olabilir. (Art.782 CC) Mirasçı ölenin borçlarından kendi şahsi malvarlığıyla sorumludur. Kabul iradesi mirasçı dışında bir başka kimse yapamaz. (Art.783 CC) Mirasçı net aktif oranında mirası kabul ettiğini (Art.787 CC) mirasın açıldığı yer Asliye Hukuk Mahkemesinde yapacağı bildirim (Art.788 CC) ile yapar. Böylece, pasif kısmındaki sorumluluğunu 91 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-and-when-do-you-become-an-....; 92 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/which-is-the-competent-authority-.. 93 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-and-when-do-you-become-an-..... 94 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/which-is-the-competent-authority-.. 95 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/which-is-the-competent-authority-.. 96 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-and-when-do-you-become-an-. 28 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 mirastan elde ettiği mallar ile sınırlandırır. Bu bildirimin ekinde miras mallarının envanteri bulunur. Medeni Kanunun 789 maddesinde belirtilen noter de dahil bazı yetkili kişiler tarafından bu miras mallarının envanteri yapılır. Envanter, bildirim tarihinden itibaren 2 ay boyunca Mahkeme de sunulur. Envanter olmadığı takdirde, mirasın basit olarak kabul edildiği addedilir.(Art.790 CC) Söz konusu envanter, mirasın tüm unsurlarını, aktif ve pasifini kapsaması gerekir. Mirasçı, seçimini net aktif oranında kabul şeklinde yapmamışsa; ilk önce mirası basit ve sırf kabul etmiş olduğu kabul edilir. Genel mahiyette mirasa mirasçı olanlar, sınırsız olarak mirasın borçlarından ve yükümlülüklerinden sorumludurlar. Para bağışlanması sebebiyle mirasçı olanlar ise; net aktif oranında yalnızca sorumludurlar. (Art.785 CC). Birçok mirasçı olduğu takdirde, kendisine düşen miras hissesi oranında şahsen borçlarından ve miras yükümlülüklerinden sorumludur.97 Vasiyetname: Fransa’da prensip olarak vasiyet etme özgürlüğü olmakla birlikte yalnızca ölenin eşine, alt soyu lehine tanınan mahfuz hisselerle sınırlandırılmıştır.(Art. 721 ve 912 CC) Üst soyun ve yan soyların mahfuz hisseleri bulunmamaktadır. Ölüm anında, mirasçı bir çocuk bırakmış ise; o takdirde mirasın yarısı; eğer iki çocuk var ise 2/3; 3 ve bunun üzerinde çocuk var ise 3/4 oranında mahfuz hisse söz konusudur. (Art.913 CC) Ölüm anında alt soy olmaksızın yaşayan eş kaldığı hallerde, eşin mirasın 1/4 oranında mahfuz hissesi bulunmaktadır. Mahfuz hisseler, mirasın ¾ oranını aşamaz. Mahfuz hisseli mirasçı, mahfuz hissesini etkileyen doğrudan veya dolaylı bağışlara karşı, tasarruf nisabı oranında indirimi için tenkis davası açabilir.(Art.920 CC) Mirasın açıldığı tarihten itibaren 5 yıl veya zararı fark ettiği tarihten itibaren 2 yıl içinde bu davanın açılması gerekir.(Art.921 CC) 98Mahfuz hisseli mirasçılar, mahfuz hisselerinden feragat edemezler. (Mirası ret etmek haricinde ) Fakat, ergin mahfuz hisseli mirasçılar önceden tenkis davası açma hakkından feragat edebilirler.(Art.929 CC) Bu feragat, 2 noter huzurunda resmi senet şeklinde yapılır. Her feragat eden feragatnameyi ayrı olarak, yalnız noterler huzurunda imzalar.99(Art.930 CC) Fransa’da vasiyetnameler : resmi vasiyetname (2 noter veya 1 noter ve 2 tanık huzurunda ) (Art.971-975 CC); el yazılı vasiyetnameler ( Vasiyet edenin kendi el yazısıyla tümü yazılarak, tarih konulmuş ve imzalanmış) (Art.970 CC)100; gizli vasiyetname (Vasiyet eden veya bir üçüncü tarafından el yazısıyla veya daktilo edilerek hazırlanmış, vasiyet eden tarafından imzalanmış, kapalı ve mühürlü olarak notere iki tanık huzurunda sunulan.)(Art.976 CC) ve Uluslararası Vasiyetname’ (Washington Konvansiyonuna 97 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-and-when-do-you-become-an-.... 98 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dispo.....; 99 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/restrictions-on-the-freedom-to-disp.. 100 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-...; URQUHART . p.132;137; SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 29 uygun olarak yapılan )dir.101 Fransa’da resmi vasiyetnamelerden daha çok el yazılı vasiyetname bulunmaktadır. (Vasiyetnamelerin %77’si) Daktilo edilmiş ve basılı vasiyetname yalnızca resmi vasiyetname ve gizli vasiyetnamelerde mümkündür.102 Fransa’da, eşler arasında bağışlama usulü (Art.1091 CC) çok yaygındır ve vasiyetnameye eş değer olarak kabul edilir. İnsanların %75 vasiyetname yapmaksızın ölmektedir.103 Vasiyetname yapabilmek için en az 16 yaşında olmak gerekir.(Art.903 CC) Bazı hallerde vasi, eczacı veya doktor ve papazların lehine vasiyetname yapılamaz. 104 Vasiyet eden; her zaman vasiyetnamesinden dönebilir.(Art.895 CC)Vasiyet eden, dönme iradesini bir vasiyetname ile veya noter huzurunda yaptığı işlem ile açıkça belirttiği hallerde (Art.1035 CC); yeni vasiyetname hükümleriyle bağdaşmadığı takdirde zımni olarak dönebilir. (Art.1036 CC) 105 Ortak Vasiyetnameler yasaktır. (Art.968 CC). 2007 yılı Ocak ayından beri, Fransa Miras Sözleşmesini (Gelecekteki Miras için Anlaşma olarak adlandırılmaktadır) kabul etmiştir.Bu sözleşmeyle, ileride mirasçı olacak kişi önceden kısmen veya tamamen mirasından bir başka kişi lehine vazgeçebilir. Bu sözleşmenin geçerli olması için,2 noter huzurunda resmi şekilde yapılması gerekir. Ayrıca, kimin lehine yapıldığının belirtilmesi gerekir. 106 Vasiyetnamede vasiyeti tenfiz memuru kararlaştırılması mecburi olmayıp, nadiren atanır. 107Vasiyeti tenfiz memuru, vasiyet edenin son arzusunu yerine getirmek ve dikkat etmek için atanmaktadır. (Art.1025-1034 CC) 108 Fransa ’da, bütün vasiyetnameler özellikle el yazılı vasiyetnameler tescil edilir. Tescil, Son Arzuları İçeren Merkezi Fiş Deposuna (FCDDV) noter tarafından yapılır. Noter tarafından mirasçıların talebiyle ölüm belgesi ibraz edilmek şartıyla, o kişinin vasiyetnamesi aranabilir. 109 Milletlerarası Özel Hukuk; Fransa, prensip olarak Mirasın ayrılığını uygulamaktadır. Menkuller ölenin yerleşim yeri hukuku (“lex domicilii”), gayrimenkullerin bulunduğu yer hukuku (lex rei sitae) uygulanır (Art.3 CC)110 Fransa, miras konusunda uygulanacak hukukun seçimini 101 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-... 102 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-... 103 URQUHART…. p.132 104 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i- ....;URQUHART. p.138 105 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-...; URQUHART…. p.135 106 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-... 107 URQUHART…. p.135 108 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-... 109 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-... 110 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/which-law-applies_can-i-choose-th..; URQUHART…. p.134 30 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 kabul etmemektedir.111 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylanarak, yürürlüktedir. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu onaylanmış ve 19 Kasım 1967 tarihinden itibaren yürürlüktedir 112 7- HOLLANDA Mirasçılık: Hollanda’da miras, mirası kabul etmesi veya ret etmemesi şartıyla herhangi bir özel işleme gerek olmaksızın, mirasçıya geçer. Mirasçının menkulleri sahip olması örneğinde olduğu gibi, miras kabulü zımni de olabilir.113 Mahkeme yalnızca ihtilaflı miras tasfiyelerine ve örneğin fiil ehliyetine sahip olmayan mirasçıların veya vasiyet edenlerin bulunduğu bazı uzlaşmalı tasfiyelere müdahale eder. Miras konusunda ilgili taraflar arasında bir ihtilaf yoksa, Hollandalı tüm noterler miras konusunda yetkilidir. Hollanda’da miras prosedürü yoktur. Her zaman hukuki muamele olarak, Noterler tarafından düzenlenerek (Art.3:31CC), özel olarak imzalanan tüm ilgili taraflar, mirasçılar ve vasiyeti tenfiz memuru için Miras Bildirisi (Art.4:188 CC) bulunmaktadır. Bu belgeyle, mirasçılar veya vasiyeti tenfiz memuru kimliğini doğrulamaktadır. 114 Mirasçılardan biri veya birkaçı tarafından açıkça kabul edildiği takdirde, mirasın resmi defteri tutulur. (Art.4:211 CC) Eğer ergin olmayan küçük mirasçı ise; mirası açık şekilde kabul etmesi gerekir.(Art.4:193 CC) Yasal veya Vasiyet edilene mirasla mülkiyet geçer. (Art.4:182 CC) Mirasçı, ölenin aktif ve pasifin tamamını edinir. Eğer mirasçılar birden fazla ise; herkese ayrı olmak üzere aktifler bölüşülür. (Art.3:186 CC)115 Mirasçı, ölenin mirasını ret edebilir. Bir kez bu seçim yapıldıktan sonra, geri dönülemez ve ölenin mirasının intikal ettiği tarihe kadar geriye yürüyen etkiye sahiptir. (Art.4:190 CC) Mirasın reddi, ölenin son yerleşim yeri Asliye Hukuk Mahkemesine yapılan bildirim ile gerçekleşir. Bu bildirim Ölenlerin Tereke Siciline tescil edilir.116 Prensip olarak, Mirasçı miras borçlarından sınırsız ve şahsen sorumludur.Mirasçı 111 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/which-law-applies_can-i-choose-th... 112 http://www.successions-europe.eu/fr/france/topics/which-law-applies_can-i-choose-th..; URQUHART…. p.134 113 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/how-and-when-do-you-becom...; http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/which-is-the-competent-autho... 114 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/which-is-the-competent-autho... 115 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/which-is-the-competent-autho... 116 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/how-and-when-do-you-becom.... SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 31 sorumluluğunu deftere göre mirası kabul ederek, sınırlayabilir. Eğer, deftere göre mirası kabul veya ret edecekse, mahkeme önünde bildirimde bulunması gerekir. Mahkeme bu seçimi için süre verir. Hollanda Hukuku, mirasçının ölenin aktifinin ötesinde sorumsuz olarak mirası kabul etmeye izin vermektedir. Bu tanınmış olan mirası deftere göre kabul’dür. (Art.4:190 Section 1 ve 195 CC) Tasfiye Memuru, istenilen doğrulamaları yaptıktan sonra, ölenin tereke borçlarının listesini tutarak, resmi veya özel şekilde defterini düzenler veya hazırlar. Bu liste, tereke noterliğinde veya onun yokluğunda Asliye Hukuk Mahkemesinin kaleminde mirasçılar ve ölenin tereke alacaklılarının incelemesine sunulur.(Art. 4:211section3 CC) Mirasçılar, mirası şartsız kabul ettiler ise; ölenin borçlarından sınırsız sorumludur.(Art.4:182CC) Eğer, miras deftere göre kabul edildiyse, mirasçı aktifi ile sınırlı olmak üzere borçtan sorumludur. Ortak mirasçı var ise; mirasçı kendisine düşen miras oranında borcundan sorumludur, şahsen değil117 Vasiyetname: Hollanda; ölenin alt soyuna yasal mirasın yarısı kadar mahfuz hisse tanımıştır. (Art.4:64 CC) Eşin ve üst soyun mahfuz hissesi yoktur. 118 Ölümden itibaren 5 yıl içinde mirasçı mahfuz hisse hakkını kullanmak zorundadır. (Art.4:85 CC) Ölenin mirasının intikalinden evvel yapılacak, her türlü hukuki işlemler yok hükmündedir. (Art.4:4 section 1 CC) Ölenin kısmen veya tamamen intikal etmemiş mirasını düzenleyen anlaşmalar, hükümsüzdür. (Art.4:4 section 2 CC) Mahfuz hisseden yararlanan yalnızca kendi için bu hakkından feragat edebilir.119 Hollanda’da, sıkı şekilde belirtilen şartlar (Art.4:97-107 CC) dahilindekiler dışında, vasiyetnameler noter tarafından yapılan resmi vasiyetname, korunması için notere verilen el yazılı vasiyetname(Art.4:95 CC) şeklinde yapılır.(Art.4:94 CC) Medeni Kanunun 4:4 2nci bölümün hükmü gereğince, miras sözleşmeleri Hollanda Hukukunda yasaktır.120 Mirasın tasfiyesi ya da mirasın yönetimi için vasiyetname ile vasiyeti tenfiz memuru atanabilir. 121 Hollanda’da, noterler düzenledikleri vasiyetnameleri La Haye’deki Vasiyetname Merkez Siciline (“Centraal Testamenten Register”) tescil etmekle yükümlüdürler.122 Milletlerarası Özel Hukuk; Hollanda, miras birliği prensibini kabul etmiş ve ölenin milli hukukunun uygula117 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/how-and-when-do-you-becom...; 118 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/restrictions-on-the-freedom-to..; 119 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/restrictions-on-the-freedom-to..... 120 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-c.... 121 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/how-and-when-do-you-becom.... 122 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-c... 32 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 nacağını (Art.3 HCL 1989)123 ve eğer ölen vatandaşı olduğu ülkede en az 5 yıldan beri yaşamıyorsa, o takdirde ölenin son yerleşim yeri hukuku uygulanacaktır.124 Hollanda Hukuku, vasiyet edenin mirası yönetmek için hukuk seçimi yaptığı tarihteki veya ölüm anındaki milli hukukunu veya yerleşim yeri hukukunu seçebileceğini kabul etmiştir. Gayrimenkuller için, vasiyet eden bulunduğu yer hukukunu da seçebilir.(Art.5 HCL 1989)125 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylamamıştır.126 - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu imzalanmış ve yürürlüktedir.127 8- İRLANDA Mirasçılık: Ölenin menkul ve gayrimenkulleri ölüm ile, vasiyetname hükümlerine rağmen, şahsi temsilcisine geçer. Şahsi temsilci vasiyetname ile kararlaştırılmış ise; “executor” tenfiz memuru; Miras Mahkemesi (“probate court)” tarafından kararlaştırılmış ise “administrator” yönetici olarak adlandırılır.128 Vasiyetname ile tenfiz memuru tayin etmek zorunlu olmamasına rağmen, gereklidir.129 Ölenin mirası, şahsi temsilci tarafından yönetilir ve ölenin borçlarını ödedikten sonra, mirastan yararlananlara malları dağıtır ve mülkiyetini geçirir. 130Şahsi Temsilci, yetkisini gösteren “Grant of Representation”adlı belgeyi almadıkça hiçbir işlem yapamaz. “ Grant Of Representation” talebi Miras Ofisine (“Probate Office”) veya ölüm anındaki yerleşim yerindeki “District Probate Registry”den verilir.131 İrlanda’da, mirasın kabul edilmesi gerekmemektedir. Kanunen mirastan yararlanan123 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/which-law-applies_can-i-choose- the..;URQUHART…. p.134 124 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/which-law-applies_can-i-choo... 125 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/which-law-applies_can-i-choo... 126 URQUHART…. p.134 127 http://www.successions-europe.eu/fr/netherlands/topics/which-law-applies_can-i- choo...;URQUHART…. p.134 128 http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/how-and-when-do-you-become-an... ; http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/which-is-thecompetent-authority-... 129 URQUHART…. p.136 130 http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/how-and-when-do-you-become- an...;URQUHART…. p.136 131 http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/which-is-thecompetent-authority- … SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 33 lar, ölen vasiyetname düzenlememiş ise, kendi mirasından feragat edebilir.132 Vasiyetname: İrlanda’da, kesin vasiyetname özgürlüğü bulunmamakta olup vasiyet edenin yaşayan eşinin mahfuz hissesi vardır. Bu da çocuksuz olursa, mirasın yarısı çocuklu olursa ise mirasın 1/3’dür.133 Çocuklar ise; vasiyet edenin kendilerine karşı ahlaki görevlerini eksik yaptığını ve gelirlerine uygun olarak vasiyetname ile veya başka bir şekilde herhangi bir düzenleme öngörmediğini belirterek mahkemeye başvurur. Mahkeme ise adil bulduğu şekilde çocuklar lehine kararlar alır134 İrlanda’da vasiyetname yazılı olmak ve sayfa ve metnin sonunun vasiyetçi tarafından imzalanması ve bu imzaların iki tanık huzurunda onaylanması şeklinde yapılır.135 El yazılı vasiyetname çok nadirdir. Matbuu veya daktilo edilmiş vasiyetnameler kabul edilmektedir.136 İrlanda’da insanların %30 vasiyetname yapmaksızın ölmektedir.137 Vasiyetname yapma yaşı en az 18’dir.138 Vasiyetnamelerden; evlilik, dönme hükmünü içeren yeni bir vasiyetname, usulüne uygun olarak hazırlanmış dönme ile veya vasiyetnamenin imhasıyla dönülebilir. Vasiyetname ile genel, özel, parasal ve iyiliksever şekilde bağış yapılabilir.139 Vasiyetnameler için, bir sicil bulunmamaktadır.140 Milletlerarası Özel Hukuk; İrlanda prensip olarak Mirasın Ayrılığını uygulamaktadır. Menkullerde yerleşim yeri (lex domicilii) hukuku, gayrimenkullerde ise bulunduğu yer hukuku (lex rei sitae) uygulanır.141 Vasiyetçi, mirasa uygulanacak hukuku seçemez.142 132 http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/how-and-when-do-you-become-an... 133 http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dis...; URQUHART…. p.136 134 http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dis... 135 http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-...; URQUHART…. p.133,138 136 URQUHART…. p.138 137 URQUHART…. p.133 138 URQUHART…. p.138 139 URQUHART…. p.136 140 http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-... ;URQUHART…. p.133 141 http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/which-law-applies_can-i-choose-t...; URQUHART…. p.134 142 http://www.successions-europe.eu/fr/ireland/topics/which-law-applies_can-i-choose-t... 34 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylamamıştır. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu Miras Kanunu 1965 ile yürürlüğe girmiştir.143 İrlanda ’da Atıf (renvoi) uygulanması mümkündür. 144 9- İSKOÇYA Mirasçılık: İskoçya’da İngiltere, Galler Ülkesi ve Kuzey İrlanda’yla aynı kurallar uygulanmaktadır. Ölenin menkul ve gayrimenkulleri ölüm ile, vasiyetname hükümlerine rağmen, şahsi temsilcisine geçer. Vasiyetname ile açıkça vasiyeti tenfiz memuru kararlaştırılmamış ise; Yetkili Mahkeme (“sheriff court”) kanunda belirtilen mirastan yararlananların hiyerarşisine uygun olarak vasiyeti tenfiz memuru “executor dative ” görevlendirir. 145 Vasiyetname ile tenfiz memuru tayin etmek zorunlu olmamasına rağmen, atanmaktadır 146 Ölenin mirası, şahsi temsilci tarafından yönetilir ve ölenin borçlarını ödedikten sonra, mirastan yararlananlara malları dağıtır ve mülkiyetini geçirir. Şahsi Temsilci, yetkisini gösteren “Grant of Representation”adlı temsil belgesi almadıkça hiçbir işlem yapamaz. 147 İskoçya’da, mirasın kabul edilmesi gerekmemektedir. Kanunen mirastan yararlananlar, mirastan feragat edebilir.148 Vasiyetname: İskoçya’da, kesin vasiyetname özgürlüğü bulunmamaktadır.149 Vasiyet edenin alt soyuna veya eşinin yasal hakkı bulunmakla birlikte, bu hak yalnızca mirastaki menkuller için istenebilir. 150 İskoçya’da vasiyetname yazılı ve imzalı olmadıkça geçerli değildir. Vasiyetname senet “deed” şeklinde ve el yazılı olarak yapılabilir. Senet “deed” şeklindeki vasiyetnamenin son sayfası tanık huzurunda imzalanması gerekir. El yazılı vasiyetname, vasiyet 143 URQUHART…. p.134 144 URQUHART…. p.134 145 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/which-is-the-competent-a... 146 URQUHART….p.135 147 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/how-and-when-do-you-b...; URQUHART…. p.135 148 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/how-and-when-do-you-b... 149 URQUHART…. p.135 150 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/restrictions-on-the-freedo... SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 35 edenin kendi eliyle yazılması ve imzalanması gerekir. Ölümden sonra, el yazılı belgenin geçerliliğinin onaylanması için iki tanık sunulmak zorundadır. İskoçya’da istatiksel veri olmamasına rağmen, vasiyetnamelerin çoğu senet şeklinde yapılmaktadır. Basılı vasiyetnameler çoğunlukla kullanılmakta ve geçerli olmakla birlikte kanuna uygun olarak imzalanması gerekmektedir. İskoçya’da insanların %70 vasiyetname yapmaksızın ölmektedir.15112 yaşından küçükler vasiyet etme yeterliliği bulunmamaktadır. 12 yaşında veya üstündekiler bazı hallerde; çoğunluk ise 18 yaşında ve ehil olması şartıyla vasiyetname düzenleyebilir. 152 Vasiyetnameden, ardı ardına gelen vasiyetnameler ile dönülebilir. Normal olarak, dönülme sonraki tarihli bir vasiyetname ile olabileceği gibi, ortadan kaldıran hükmü içeren vasiyetname ile de olabilir.153 Vasiyetname ile genel ve özel olarak bağış yapılabilir.154 Vasiyetnameler için, merkezi bir sicil bulunmamakla birlikte her zaman “Books of Council and Session” tescil edilmektedir 155 Milletlerarası Özel Hukuk; İskoçya prensip olarak Mirasın Ayrılığını uygulamaktadır. Menkuller yerleşim yeri hukuku, gayrimenkullerin bulunduğu yer hukuku (lex rei sitae) uygulanır. 156 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylanmamıştır. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu Wills Act 1963 ile yürürlüğe girmiştir.157 La Haye Konvansiyonu atıf (renvoi) uygulamasını önlemekle birlikte, İskoç Mahkemeleri atıf (renvoi)’ya izin vermektedirler. 158 151 http://www.successions-europe.eu/fr/united-kingdom/topics/how-is-a-will-drawn-up-a.... URQUHART…. p.132,137 152 URQUHART…. p.138 153 URQUHART…. p.135 154 URQUHART…. p.135 155 URQUHART…. p.132 156 URQUHART…. p.133 157 URQUHART…. p.133 158 URQUHART…. p.133 ; 36 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 10-İSPANYA Mirasçılık: İspanya’da miras herhangi bir özel işleme gerek olmaksızın, mirası kabul etmesi veya ret etmemesi halinde mirasçıya(veya vasiyet edilene) geçer. Tereke mallarından birini kullanan veya kendine mal eden mirasçı örneğinde olduğu gibi, mirası kabul zımni de olabilir. Kanun mirası ret etmek için yalnızca süre öngörmüştür. Bu sürenin sonunda, mirasçının mirası kabul ettiği öngörülür.Bu süre, mirasın açıldığı yani ölüm tarihinden itibaren 30 yıldır.Mirasın mülkiyetinin mirasçıya iktisabı için miras sahiplik belgesi gerekir. (Art.440 CC) Mirasçı bunun için mirası kabul beyanını imzalayarak, mirasçılık sıfatını kazanacaktır. Mirasçı olarak hareket ettiğinde miras kabulü zımnidir. (Art.999/3CC)159 Ölen hiçbir şekilde vasiyetname bırakmamışsa ve mirasçısı da bulunmadığı veya mirasçılar arasında mirasın intikalinde veya kabulü konusunda mirasçılar arasında anlaşmazlık olduğu hallerde; yani ihtilaflı durumlarda ölenin son ikametgah adresindeki yer mahkemesi; diğer ihtilafsız işlerde noterler miras prosedüründe yetkilidirler. Ölenin vasiyetnamesi var ise; mirasçılık belgesi için mirasçılar istediği notere başvurabileceklerdir.Eğer vasiyetname yok ise; o takdirde bu konuda ölenin en son ikametgahındaki noter yetkilidir.Mirasın kabulünün resmi şekilde yapılması için noterin müdahalesi zorunludur.160 Noter, mirasın kabul edilmesi veya paylaşılması sırasında mirasçıların talebi doğrultusunda resmi senet şeklinde terekenin resmi defterini düzenler.Bunun yanında mahkeme lehe mirasın kabulü olduğu, ergin olmayan mahfuz hisseli mirasçı bulunduğunda veya başka sebeplerden dolayı bu kişilere hukuki temsilci gerektiğinde; miras malvarlığının bölünmesi gerektiğinde; yaşayan mirasçısı bulunmadığında mirasın devlete intikal etmesi hallerinden birinde veya yetkili kişilerden biri veya miras kayyumu talep ettiğinde envanter şeklinde mirasın resmi defterini düzenler. 161 İspanya’da Mirasın intikali ve iktisap işlemi (miras sahiplik belgesi) arasında tereke mirasçısız (hereditas iacens) olup, hukuki bir tüzel kişiliği olduğu kabul edilerek, gerekli idari işlemleri yapmaya yetkili temsilciye ihtiyaç bulunmaktadır.(Art.1934 CC)162 İspanya’da mirasçı mirası ret ettiğine dair beyanını yetkili mahkemeye veya notere vererek ancak mirası ret edebilir. (Art.988 ve 997 CC)163 İspanya Hukuku lehe mirasın kabulünü öngörmektedir. (Art.1010 ve devamı CC ) Bu durumda Mahkeme Komiseri tereke malvarlığının envanterini düzenler ve alacaklıları çağırır. (Art.1017CC) Prensip olarak, eğer mirasçı şart koymaksızın miras beyanında bulunduğu ise; Ölenin borçlarından sınırsız ve şahsen borçludur.(Art.657,659 ve 660 CC) Bu sorumlu159 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/how-and-when-do-you-become-an-.... 160 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/which-is-the-competent-authority-w... 161 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/which-is-the-competent-authority-w... 162 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/which-is-the-competent-authority-w... 163 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/how-and-when-do-you-become-an-... SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 37 luğu mirası tereke defterine göre kabul ettiğini beyan ederek sınırlayabilir. Bu durumda elde ettiği, aktif değer oranında ölenin borcundan sorumludur. Ortak mirasçılar, miras hisseleri oranında karşılıklı olarak miras borçlarından sorumludurlar.164 Vasiyetname: İspanya’da Medeni Kanun ve Arogana, Balear Adaları; Katalonya, Navarra, Galiçya, Bask Özerk Topluluklarının kanunlarıyla vasiyet etme özgürlüğü mahfuz hisselerle sınırlandırılmıştır.165 Mahfuz hisse sahibi her zaman zorunlu mirasçıdır. Böyle olmakla birlikte, bazı Özerk Topluluklarda, mahfuz hisse sahibinin yalnızca mirasçılardan veya terekeden zorunlu bir alacağı bulunmaktadır.166 Mahfuz hisse sahipleri ölenin eşi, alt soyu ve ana-baba veya onların üst soyudur.(Art.807 CC)167Medeni Kanunun hükümlerine göre en fazla mahfuz hisse oranı mirasın 2/3’dür. Özerk Topluluklara göre, malvarlığının özelliklerine göre mahfuz hisse oranları mirasın 4/5 kadar çıkabilir. Ölenin alt soyu için 2/3 olup; (Bunun 1/3 kesin miras ve 1/3 ise artırma şeklinde “mejora” alt soya serbest şekilde dağıtma şeklinde) (Art.808 CC); Ölenin alt soyu bulunmadığında, anababa veya üst soya 1/2 veya ölenin eşi ile birlikte bunlar mirasçı ise 1/3 oranında mahfuz hisse söz konusu olur.(Art.809 CC) Yaşayan eşe, çocuklarla birlikte mirasçı ise mirasın 1/3 oranında intifa hakkı (Art.834CC); üst soy ile mirasçı ise 1/2 oranında (Art.837CC) ve hiç alt ve üst soy bulunmuyorsa o takdirde mirasın 2/3 oranında mahfuz hissesi bulunmaktadır.168 Mahfuz hisseli mirasçı, mahfuz hissesini artırma davası (Art.815 CC) şeklinde ayni dava için 30; alacak davası için ise 15 yıl içinde (Art.1964CC) mahkemeden hakkını talep edebilir.Süre vasiyet edenin ölümüyle başlar.169 Mahfuz hisseden yararlananlar yalnızca miras bırakanın ölümünden sonra(Art.816 CC) noter senediyle veya Mahkeme kararıyla alt soya etkisi olarak mahfuz hisseden feragat edilebilir. 170 İspanya’da vasiyetnameler; resmi vasiyetnameler (Açık Vasiyetname) ( noter ve 3 tanık )(Art. 679; 694 ve devamı CC); el yazılı vasiyetnameler (vasiyet edenin kendi el yazısıyla yazılmış; tarih atılmış ve imzalanan) (Art.678; 688 ve devamı CC); Kapalı Vasiyetnameler ( Vasiyet eden tarafından düzenlenerek, kapalı bir şekilde notere veya mahkemeye ibraz edilen)(Art.680; 706 ve devamı) 171, Washington Konvansiyo164 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/how-and-when-do-you-become-an-... 165 h t t p : / / w w w. s u c c e s s i o n s - e u ro p e . e u / f r / s p a i n / t o p i c s / re s t r i c t i o n s - o n - t h e - f re e d o m - t o - dispo...;URQUHART…. p.135 166 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dispo... 167 h t t p : / / w w w. s u c c e s s i o n s - e u ro p e . e u / f r / s p a i n / t o p i c s / re s t r i c t i o n s - o n - t h e - f re e d o m - t o - dispo...;URQUHART…. p.135 168 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dispo... 169 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dispo... 170 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dispo... 171 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-r...; URQUHART…. p.132;137 38 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 nuna uygun Uluslararası Vasiyetnameler ve Ani Ölüm tehlikesi olması halinde veya denizde gibi bazı istisnai durumda yapılan vasiyetnamelerdir.Bunların geçerlilik süresi en fazla 4 aydır.172 Vasiyetnamelerin çoğu resmi vasiyetname şeklinde yapılmaktadır. Basılı ve daktilo edilmiş vasiyetname kabul edilmemektedir.(Art.687 ve 688/II CC)173 İspanya’da insanların çoğu vasiyetname yapmakta olup, diğer Avrupa ülkelerinin tam aksine vasiyet yapmaksızın ölenler ancak %10 kadardır.174 Ayırt etme gücüne sahip olmak (Art.662 CC) şartıyla,14 yaşından büyük küçükler ancak resmi vasiyetname yapabilirler, el yazılı vasiyetname için en az 18 yaşında olmak gerekir.175 Vasiyetnameden iradenin açığa vurulmasıyla dönülebilir.(Art.737CC); Bu dönme vasiyetname formalitelerine uygun olmalıdır.(Art.738 CC) Yeni bir vasiyetnameyle açıkça(Art.737 CC) veya zımni olarak sonraki tarihli bir vasiyetname ile(Art.739 CC) veya vasiyetname ortadan kaldırılarak veya imha edilerek (Art.742 CC) de olabilir. Vasiyetname ile Medeni Kanunda öngörülen değişik şekillerde bağış yapılabilir.176 Mirasın tasfiyesi veya yönetimi için vasiyetname ile vasiyeti tenfiz memuru atanması zorunlu olmamakla (Art.892 CC) birlikte, vasiyet eden tarafından genel veya özel olarak atanabilir.(Art.894,901 CC) Vasiyeti tenfiz memurunun yönetim süresi en fazla 1 sene daha uzayabilir. 177 İspanya’da miras sözleşmesi (ortak hukuk ) olarak kabul edilmemiştir, fakat bazı özerk topluluklarda mümkündür178 Noterlerde dahil olmak üzere yabancı ülkede düzenlenen tüm vasiyetnameler İspanya’da merkezi vasiyetname sicili (“Registro General de Actos de Ultima Voluntad”) tescil edilmektedir ve buna elektronik ortamda her noter girebilmektedir.179 Milletlerarası Özel Hukuk; İspanya, Medeni Hukuk ile kesin miras birliği prensibini kabul etmiştir. Ölüm anında ölenin vatandaşlık hukuku uygulanır. (Art.9.8 CC)180 Gayrimenkulün bulunduğu yer hukukunun uygulanacağına dair herhangi bir istisna öngörmemiştir. İspanya hukukunda, mirasa uygulanacak hukukunun seçimi söz konusu değildir. 181 172 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-r... 173 URQUHART…. p.137 174 URQUHART…. p.132 175 URQUHART…. p.138 176 URQUHART…. p.135 177 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-r.. URQUHART…. p.135 178 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-r.. 179 http://www.successions-europe.eu/fr/greece/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-...; URQUHART…. p.132 180 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/which-law-applies_can-i-choose-the..; URQUHART…. p.134 181 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/which-law-applies_can-i-choose-the.. SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 39 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylamamıştır. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu ise 17 Ağustos 1988 tarihinde yürürlüğe girmiştir.182 Yabancı hukuk, İspanya hukukuna atıf (renvoi) yapıyorsa; o takdirde İspanya hukukunun maddi hükümleri uygulanabilir. Yabancı hukuka atıf yapmayı kabul etmemekle birlikte, kendi hukukuna atfı kabul etmektedir.(Art.12 CC)183 11-İTALYA Mirasçılık: İtalya’da miras, mirasın kabul edilmesi şartıyla herhangi bir özel işleme gerek olmaksızın, otomatikman mirasçıya geçer. Mirasçı açık veya zımni (örneğin mirasçının menkulleri sahip olduğu hallerdeki gibi) olmak üzere kabul iradesini bildirir. Kabul iradesi 10 yıllık süre içersinde yapılması gerekir.184 Mirasın açık kabulü resmi senet veya ıslak imza ile yapılan kabul beyanı veya mirasçılık sıfatının alınmasıyla (Art.475 CC) söz konusu olur. Vasiyet edilen şeylerin kazanılması için herhangi bir kabul gerekmemektedir.(Art.649 CC)185 Şartlı veya süreli kabul beyanı geçersizdir.(Art.475 CC) Bunun tam aksine, mirası deftere göre kabul edilmesi mümkündür.(Art.484 ve devamı CC)186 Mirasın reddi, noter veya mirasın açıldığı yerdeki yetkili mahkeme de yapılır. (Art.519 CC)187 Mirası yönetme sistemi yalnızca sahipsiz mallar gibi bazı özel hallerde öngörülür.188 Mirasın defterini tutma, mirasın deftere göre kabul edildiği gibi, bazı usullerde uygulanır.189 Prensip olarak, mirasçı ölenin borçlarından sınırsız olarak sorumludur.Mirasçı sorumluluğunu deftere göre mirası kabul ederek, sınırlayabilir. Bunu ancak mirasın açıldığı yerdeki yetkili mahkemeye veya notere yapabilir.(Art.484 CC)190Eğer, miras def182 URQUHART…. p.134 183 http://www.successions-europe.eu/fr/spain/topics/which-law-applies_can-i-choose-the.. URQUHART…. p.134 184 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/how-and-when-do-you-become-an-heir....; http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/which-is-the-competent-authority-wh... 185 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/which-is-the-competent-authority-wh... 186 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/how-and-when-do-you-become-an-heir.... 187 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/how-and-when-do-you-become-an-heir....; http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/which-is-the-competent-authority-wh... 188 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/which-is-the-competent-authority-wh... 189 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/which-is-the-competent-authority-wh...; 190 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/how-and-when-do-you-become-an-heir....; 40 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 tere göre kabul edildiyse, kanunda öngörülen prosedüre uyması şartıyla mirasçı aktifi ile sınırlı olmak üzere borçtan sorumludur.Ortak mirasçılar, miras hisseleri oranında karşılıklı olarak miras borçlarından sorumludurlar. Medeni Kanunun 471,472 ve 473 maddeleri gereğince küçüklere, ergin küçüklere, ehliyetsizlere, şirketler hariç tüzel kişilere, vakıflara, derneklere mirasın kabulü deftere göre kabul şeklinde yapılması gerekir.Medeni Kanununun 489 maddesi hükmü gereğince, küçüklerin, ehliyetsizlerin deftere göre mirası kabul etme hakkı, ergen olduğu veya yasaklılığının veya ehliyetsizliğin kaldırılmasından itibaren 1 yıl devam eder.191 Vasiyetname: İtalya’da prensip olarak vasiyet etme özgürlüğü olmakla birlikte ölenin eşine, alt ve üst soyu lehine tanınan mahfuz hisselerle sınırlandırılmıştır.(Art.536 CC) 192 Mirasa yabancı bir hukuk uygulanacağı takdirde mahfuz hisse ile ilgili İtalyan normları ve kamu düzeni dikkatli incelenerek, tartışılmalıdır. 193 Ölenin bir çocuğu var ise; mahfuz hisse yarısı (Art.537 CC); birçok çocuğu var ise; mahfuz hisse 2/3; eşi ve bir çocuğu var ise; mahfuz hisse 2/3; birden fazla çocuğu ve eşi var ise; mahfuz hisse 3/4 ‘dür (Art.542 CC) Yalnızca üst soyu var ise; mahfuz hisse ise 1/3’dür. (Art.538 CC) Eş ve üst soy aynı anda olursa ise; eşin mahfuz hissesi 1/2 ve üst soyun ise 1/4 ‘dür.(Art.544 CC) Bütün durumlarda; eşin ölenin veya her ikisinin mülkiyetinde bulunan evlilik ile ilgili konutta döşenmiş mobilyaları kullanma hakkının yanında, eşin oturma hakkı da bulunmaktadır.194 Mahfuz hisse talebi 10 yıl içinde, mahkemeye açılacak tenkis davasıyla ancak söz konusu olur.195 Mahfuz hisseden yararlananlar miras bırakanın ölümünden önce, mahfuz hissesinden feragat edemezler ve hiç kimse ölümden evvel mirası ret edemez. 196 İtalya’da vasiyetnameler : resmi vasiyetname (noter ve 2 tanık ) (Art.601 ve 603 CC); el yazılı vasiyetnameler (Herhangi bir tanık gerekmeksizin vasiyet edenin kendi el yazısıyla yazılarak, tarih atılmış ve imzalanmış) (Art.601 ve 602 CC)197; vasiyet eden tarafından düzenlenmiş ve noter tarafından bazı formalitelerle teslim alınan gizli vasiyetnameler ve Uluslararası Vasiyetname’dir.198 İtalya’da resmi vasiyetnamelerden daha http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/which-is-the-competent-authority-wh... 191 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/how-and-when-do-you-become-an-heir....; 192 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dispos..; URQUHART…. p.136;. 193 URQUHART…. p.136; 194 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dispos... URQUHART…. p.136; 195 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dispos... 196 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dispos... 197 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-re...; URQUHART…. p.133;137; 198 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-re... SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 41 çok el yazılı vasiyetname bulunmaktadır. (Vasiyetnamelerin %70) Daktilo edilmiş ve basılı vasiyetname yalnızca resmi vasiyetname şeklinde yapıldığı takdirde geçerlidir. (Art.606/I ve 604/I CC)199 İtalya’da insanların %90 vasiyetname yapmaksızın ölmektedir.200 Vasiyetname yapabilmek için en az 18 yaşında olmak gerekir.(Art.591 CC)201 Vasiyetnameden; sonrakibir vasiyetname (Art.682 CC) ile veya dönme beyannamesiyle (Art.680 CC) dönülebilir. Vasiyetname ile bir miktar para (Art.670 CC); alacak (Art.658 CC)veya özel bir mal, menkul veya gayrimenkul (Art.649/II,667 CC)bağışlanabilir. Vasiyetnamede vasiyeti tenfiz memuru kararlaştırılması mecburi değildir. (Art.700/I CC) Medeni Kanunun ilgili hükümleri gereğince Vasiyeti tenfiz memuru mirasçılar arasında mirasın paylaşımını yerine getirmek üzere atanabilir. Vasiyet edenin iradesi aksini belirtmemişse; Vasiyeti Tenfiz Memuru miras mallarını alıp, onları yönetir. (Art.7003/II CC) Bu yönetim süresi 1 yılı aşamaz.(Art.703/III CC) 202 İtalya’da miras sözleşmesi yasaktır. Ticari fonların ve şirket ortaklıklarının transferiyle ile aile sözleşmesi yoluyla da ayrıca miras düzenlenebilir.(Art.768 bis/768 octies CC)203 İtalya’da, noter arşivleri arasında Adalet Bakanlığı tarafından yönetilen Roma’da merkezi vasiyetname sicili vardır.204Vasiyet eden talep ettiği takdirde, Noter Vasiyetnameler Tescil Sistemi Kurulmasına dair Bale Konvansiyonun tarafı olan ülkenin örgütünden son arzusunun tescilini talep edebilir.205 Milletlerarası Özel Hukuk; İtalya, Medeni Hukuk ile miras birliği prensibini kabul etmiş ve Ölenin milli hukukuna atıf yapmıştır. (Art.46/I D. I. P).206 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylanmış ve 16 Kasım 1991’de yürürlüğe girmiştir. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu imzalamış fakat onaylamamıştır. Halihazırda İtalya’da 199 URQUHART…. p.137 200 URQUHART…. p.133 201 URQUHART…. p.138 202 URQUHART…. p.136 203 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-re... 204 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-re...; URQUHART…. p.133; 205 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-re... 206 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/which-law-applies_can-i-choose-the..; URQUHART…. p.134 42 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 yürürlükte değildir.207 Italya, vasiyet edenin ölüm sırasında aynı yerleşim yerinde olmak şartıyla, mirasta yerleşim yeri hukukunu seçme hakkını da ayrıca tanımıştır. Bu seçim, mirasın açıldığı sırada yerleşim yeri İtalya’da bulunan mahfuz hisseli mirasçılarının haklarına dokunmadığı takdirde, geçerli olmaktadır. (Art.13 D. I. P) 208 12-LÜKSEMBURG Mirasçılık: Lüksemburg’da mirasın açılması (ölüm) ile mirasın mülkiyeti (ölenin terekesi) doğrudan doğruya mirasçıya geçer.209 Genel olarak kendisine vasiyetname ile miras bırakılan kişi, ölüm anında mahfuz hisseli mirasçı olmadığı takdirde, miras kendiliğinden ona intikal eder.(Art.1006 CC) Aksi halde, vasiyet edilen şeyin kendine teslimini mahfuz hisseli mirasçıdan talep etmesi gerekir. (Art.1004 CC) 210 Ölen evlilik sözleşmesi veya vasiyetname bırakmış ise veya tereke veya finans durumu karışık ise; notere başvurulması tavsiye edilmektedir. Mirasçılar serbestçe noteri seçebilirler. Eğer mirasçılar kendi aralarında uzlaşamazlar ise, ihtilaflı bir hal alırsa o takdirde noter, mirasın paylaşılması için mahkemeye yönlendirir. Mirasçılığın doğrulanması işlemimi miras düzenlemelerine uygun olarak noterler yapar.211 Ölenin mirasın açılmasıyla, mirasçılar mirası ret edebilirler.Mirası ret bildirimi, mirasın açıldığı yerdeki mahkemeye açıkça yapılır ve bu amaçlı özel siciline kaydedilir. Mirasçı, ret bildiriminden miras bir başka kişi tarafından kabul edilmediği ve 30 yıllık süre geçmediği takdirde bu bildirimini geri alabilir. (Art.790 CC) Miras Alacaklarının açılmış bir davası yoksa; Miras tanımaya yönelik olarak medeni kanun gereğince verilmiş olan 3 ay ve ek 40 gün içinde (Art.793-810 CCL) bu seçim hakkını kullanabilir. Seçim yetkisi,30 yıl içinde sona ermektedir.(Art.789 CCL) Mahkeme içtihatları 30 yıl içinde herhangi bir harekette bulunmamış kişiyi, mirası ret etmiş gibi, kabul etmektedir.212 Mirasın aktif kısmının defterinin tutulması, miras alacaklılarını mal kaçırmaktan koruma amaçlıdır ve rehin hakkı kurar.Mirasın resmi olarak defterinin tutulması miras mallarının doğruluğunu saptar.Noter tarafından mirasın defteri tutulur ve daha sonra mirasçılar miras defterine göre mirası kabul etme iradelerini mirasın açıldığı yer mah207 URQUHART…. p.134 208 http://www.successions-europe.eu/fr/italie/topics/which-law-applies_can-i-choose-the..; URQUHART…. p.134 209 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/how-and-when-do-you-beco...; 210 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/which-is-the-competent-auth... 211 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/which-is-the-competent-auth... 212 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/how-and-when-do-you-beco... SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 43 kemesinin siciline tescil ettirirler. Bu bildirim, defter düzenleninceye kadar, hüküm ve sonuçlarını doğurmaz.Miras defteri, ölüm tarihinden itibaren 40 gün ve 3 ay içinde düzenlenmesi gerekir. 213 Hiçbir şekilde tanınan mirasçısının bulunmadığı veya tüm mirasçıların ret edilen miras, devletin mirasa sahip olma başvurusunun bulunmadığı durumlarda, mirasın açıldığı mahkeme söz konusu mirasın mirasçısız olduğunu tüm ilgililere bildirir ve mirasın yönetilmesi için bir kayyum atar. 214 Prensip olarak, mirasçı ölenin borçlarından sınırsız olarak sorumludur.Mirasçı sorumluluğunu deftere göre mirası kabul ederek, sınırlayabilir. Mirasçı, basit ve sırf mirası kabul etmiş ise(Art.724 CCL); o takdirde şahsi malvarlığından miras borçlarını ödemekle yükümlüdür. Eğer, miras deftere göre kabul edildiyse (Art.802 CCL), mirasın borçlarından miras hissesi oranında sorumlu olur ve şahsi malvarlığından herhangi bir ödeme yapmak zorunda kalmaz. 215 Vasiyetname: Lüksemburg’da prensip olarak vasiyet etme özgürlüğü olmakla birlikte ölenin alt soyu lehine tanınan mahfuz hisselerle sınırlandırılmıştır. Ölenin eşinin ve üst soyunun mahfuz hissesi yoktur 216 Ölenin bir çocuğu var ise; mahfuz hissesi mirasın yarısı; iki çocuğu var ise; mahfuz hisse mirasın 2/3; 3 veya daha fazla çocuğu var ise; mahfuz hisse mirasın 3 /4 ‘dür. (Art.913 CCL) 217 Mahfuz hisseden ölümden evvel feragat edilemez. Ölümden sonra ise; mahfuz hisseden mirasın açıldığı yerdeki mahkemede yapılacak açıkça feragat edildiğine dair bildirim ve bunun için öngörülen özel sicile tescil edilerek yapılır. 218 Lüksemburg’da Medeni Kanununun 969 ncu maddesi vasiyetnamelerin 3 şekilde resmi (kamu) vasiyetname (noter ve 2 tanıkla veya 2 noterle )(Art.971 CCL); el yazılı vasiyetnameler (Vasiyet edenin kendi el yazısıyla yazılarak, tarih atılmış ve imzalanmış) (Art.970CC )219; Gizli Vasiyetname (Vasiyet eden veya bir üçüncü tarafından el yazısıyla veya daktilo edilerek hazırlanmış, vasiyet eden tarafından imzalanmış, kapalı ve mühürlü olarak noterlere veya notere iki tanık huzurunda sunulan) (Art.976 CCL)’dir.220 Lüksemburg’da el yazılı vasiyetnameden daha çok resmi vasiyetname bulunmakta213 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/which-is-the-competent-auth. 214 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/which-is-the-competent-auth... 215 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/how-and-when-do-you-beco....; 216 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/restrictions-on-the-freedom-t..; URQUHART…. p.136;. 217 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/restrictions-on-the-freedom-t... 218 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/restrictions-on-the-freedom-t... 219 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-...; URQUHART…. p.133;138; 220 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-... 44 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 dır.221 Daktilo edilmiş ve basılı vasiyetname resmi vasiyetname ve gizli vasiyetname şeklinde yapıldığı takdirde geçerlidir.222 Lüksemburg’da insanların %90 vasiyetname yapmaksızın ölmektedir. Evlilik anlaşmalarını, eşler arasındaki mirası düzenlemek için kullanılmaktadır.223 16 yaşından büyük ergin olmayan küçük, erginin düzenleme hakkı olduğu mirasın yarısını ancak vasiyetname ile düzenleyebilir.(Art.903,904 CCL)224 Vasiyetnameden; sonraki tarihli bir vasiyetname veya noterden yapılan dönme beyanıyla dönülebilir. (Art.1035 CCL).225 Vasiyetnamede vasiyeti tenfiz memuru kararlaştırılması mecburi olmamakla beraber, çok nadir atanır. (Art.1025 CCL). Vasiyeti Tenfiz memurunun görevi, mirasın idaresi ve gözetimidir. (Art.1031 CCL) Vasiyet eden, vasiyeti tenfiz memuruna mirasın intikal etme görevini de verir.(Art.1026 CCL) 226 Açılmamış miras için yapılacak yani yaşayan insanın gelecekteki mirası ile ilgili istisnalar hariç, her türlü hukuki işlemler yok hükmündedir.(Art.791,1130 ve 1600 CCL) Bu istisnalardan bazıları, evlilik anlaşmalarıdır.227 Lüksemburg’da, merkezi vasiyetname sicili bulunmaktadır. Bu sicili yönetimini Lüksemburg Sicil ve Domen İdaresi yönetmektedir. Tescil Noter veya şahıslardan gelen talepler doğrultusunda tescil yapılmaktadır. 228 Milletlerarası Özel Hukuk; Lüksemburg, prensip olarak Mirasın ayrılığını uygulamaktadır. Menkuller ölenin yerleşim yeri hukuku (“lex domicilii”), gayrimenkullerin bulunduğu yer hukuku (lex rei sitae) uygulanır 229 Lüksemburg, miras konusunda uygulanacak hukukun seçimini kabul etmemektedir.230 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylamamıştır. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu onaylamış ve 13 Haziran 1978’den beri yürürlüktedir.231 221 URQUHART…. p.138 222 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-... 223 URQUHART…. p.133 224 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-...; URQUHART…. p.138 225 URQUHART…. p.136 226 URQUHART…. p.136 227 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-... 228 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-...; URQUHART…. p.133; 229 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/which-law-applies_can-i-cho..; URQUHART…. p.134 230 http://www.successions-europe.eu/fr/luxembourg/topics/which-law-applies_can-i-cho... 231 URQUHART…. p.134 SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 45 13-MACARİSTAN Mirasçılık: Macaristan’da miras ölüm ile açılır. Ölenin malvarlığı ölüm anında mirasçıya geçer. ( §673 PTK) Mirasın açık kabulü gerekmemektedir. Eğer, mirasçı zamanında mirası ret etmezse, o takdirde mirası kabul ettiği addolunur. Mirasın kabul veya reddi yetkili noter önünde yapılan bildirimin konusudur.232 Miras prosedürü ihtilafsız bir prosedür olup, noterin alacağı bir karar ile sona erer. Yetkili noter, Asliye Hukuk Mahkemesi hesabına işlemleri yapar. Ölenin son yerleşim yerindeki noter, miras prosedüründe yetkilidir. Yetkili noter, resmi veya yazılı talep ile ölümden haberi olduğunda miras prosedürü başlamış olur. Miras defteri noter veya kamu otoritesi tarafından yetkilendirilmiş memur tarafından düzenlenir. Miras Prosedürüyle ilgili Kanununda (§4 du He.6/1958 IM miras posedürü ile ilgili Kararname) birçok hallerde miras defteri düzenlenmesi zaruridir. Mirasçılar arasında ergin olmayan küçük var ise; mirasçılara başka sebeplerden yasal temsilci seçilmesi gerekiyorsa; mirasın mirasçıları tanınmıyorsa; mirasçılar, vasiyeti tenfiz memuru, alacaklılar veya başka yetkililer mirasın defterinin tutulmasını talep ettilerse; veya muhtemel olarak miras borçları mirasın aktifini aştığı haller bunlara örnek olarak gösterilir. 233 Macaristan’da miras için bir vasiyeti tenfiz memuru veya yönetici seçilmesi zorunlu değildir. Mirasçılar, terekeyi bizzat kendileri yönetebilirler. Vasiyet eden, vasiyetnamenin icrası veya terekenin yönetimi için vasiyeti tenfiz memurunu prosedürün sonuna kadar atayabilir.( §77-80 He.6/1958 IM miras prosedürü ile ilgili Kararname) Vasiyeti tenfiz memuru, mirasçıların vekili olarak hareket eder.234 Mirasçılığı ispatlayan, bölge mahkemesinin kararlarıyla aynı değerde olan noter kararıyla miras prosedürü kapanır.235 Medeni Hukuk hükümleri gereğince gelecekteki mirasçılar mirasın tamamından veya bir kısmından vasiyet edenle birlikle yazılı bir sözleşmeyle feragat edebilir. Vasiyetname örneğinde olduğu gibi, irade eksikliği veya yanlışlığı sebebiyle bu sözleşmeye itiraz edilebilir.( §603 PTK) Mirasın reddi aynı zamanda mahfuz hisseden de feragat demektir.( §605(1) PTK) Vasiyet edenin ölümünden sonra da, mirasçılar aynı zamanda mirası ret edebilir.( §674(1)-(2) PTK)236 Macaristan hukuku, mirasçılara mirası deftere göre kabul etme imkanı tanımamıştır. Mirasçılar ölenin borçlarından alacaklılara karşı intikal eden miras değerinden sorumludurlar. (§679(1) PTK). Ortak mirasçılar ölenin malvarlığı borçlarından müştereken sorumludurlar. (§683(1) PTK)237 232 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/how-and-when-do-you-become-a.... 233 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/which-is-the-competent-authority... 234 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/which-is-the-competent-authority... 235 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/which-is-the-competent-authority... 236 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/how-and-when-do-you-become-a... 237 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/how-and-when-do-you-become-a... 46 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Vasiyetname: Macaristan hukuku vasiyet etme özgürlüğünü her mahfuz hisseli mirasçılar için yasal miras hissesi olarak belirlemiştir. Bunlar, ölenin eşi ve onun alt soyu ve alt soyu yoksa ölenin ana-babasıdır. Mahfuz hisse, terekenin ekonomik değerinin bir kısmını rehin eden bir borçtur. (§661(1) PTK) Ölenin eşinin mahfuz hissesi mirasın sınırlı orandaki intifa hakkıdır. (§665(1)-(2) PTK).Genel ilke olarak, mahfuz hisse para olarak ödenir. Bu durumda, mirasın açıldığı tarihten itibaren 5 yıl içinde bir hak olarak istenebilir. Ölen mahfuz hisseyi belirli bir şey olarak öngördüyse, o takdirde bu isteme hakkı zamanaşımına uğramaz. (§324(1); §325(1); §115(1) PTK). Mahfuz hissesi olan mirasçılar, vasiyet edenle birlikte yazılı sözleşme ile haklarından feragat edebilirler. (§603, §325(1); §115 (1) PTK) 238 Macaristan’da vasiyetnameler; resmi vasiyetname(§625(1) PTK), (noter veya mahkeme huzurunda), el yazılı vasiyetname(§629(1) a) PTK) (vasiyet eden tarafından elle yazılmış, ve imzalanmış) alograf vasiyetname (§629(1) b PTK), (vasiyet eden dışında bir başka kişi tarafından yazılmış; vasiyet eden tarafından imzalanarak, iki tanık huzurunda bu imzanın kendisine ait olduğu beyanı içeren ) ve sözlü vasiyetnameler(§634-635 ve 651(3) PTK), (İstisnai hallerde,3 ay gibi sınırlı bir müddetle geçerlidir.) Macaristan’da ortak ve karşılıklı vasiyetnameler yasak ve yok hükmündedir. (§644 PTK) Vasiyet edenin bakımını sağlama yükümlülüğü kaydıyla miras sözleşmesi akdedilebilir.Miras sözleşmesinde vasiyet eden diğer tarafı mirasçı olarak atar, o da miras verenin bakımını üstlenmeyi veya ölünceye kadar irat vermeyi yüklenir. Yalnızca vasiyet edenin sözleşmeye vasiyet hükümleri koyma hakkı bulunmaktadır. (§655 PTK )Yazılı vasiyet hükümleri miras sözleşmesinin geçerliliğinde uygulanır. Yazılı vasiyetnamelerin şekli hükümleri, miras sözleşmesinde de geçerlidir(§656 PTK).Vasiyet edenler tarafından serbestçe bu sözleşmeden dönülebilir veya değişiklik yapılabilir (§658 PTK )Yalnızca alt mirasçılar, kendi aralarında vasiyet edenin gelecekteki mirası ile ilgili sözleşme imzalayabilirler. (§660 PTK ) 239 1993 yılından beri Ulusal Macar Noterler Odası tarafından elektronik ortamda yönetilen Ulusal Vasiyetname Siciline (VONY)vasiyetname ve ölüme bağlı tasarruflar tescil edilebilir. Sicil talepleri, Noterler aracılığıyla yapılabilir.Noterlerin düzenlediği veya noterlere emanet edilen vasiyetnameler otomatikman bu sicile tescil edilir. 240 Milletlerarası Özel Hukuk; Ölüm anında ölenin kişisel statüsüne uygulanacak hukuk mirasa uygulanır.( §36(1) 13 no. lu 1979 tarihli Milletlerarası Özel Hukuk Kanun Hükmündeki Kararnamesi) Kişisel Statüye uygulanan hukuk milli hukuktur. Kural olarak uygulanacak hukukun seçimi söz konusu değildir. Ölen yabancı ülke vatandaşı ise; mirasçılar noter önünde 238 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/restrictions-on-the-freedom-to-di... 239 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-... 240 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-... SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 47 Macar maddi hukukunun uygulanmasını isteyebilir.241 Macaristan, Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu imzalamamış olmakla birlikte, Macaristan hukukunda benzer hükümler bulunmaktadır.( §3613 no. lu 1979 tarihli Milletlerarası Özel Hukuk Kanun Hükmündeki Kararnamesi) 242 Macaristan’da atıf (renvoi) müessesesi olarak yabancı bir hukuk, Macaristan hukukunun uygulanacağına karar verirse, Macaristan hukuku uygulanabilir. (§4 13 no. lu 1979 tarihli Milletlerarası Özel Hukuk Kanun Hükmündeki Kararnamesi) 243 14-POLONYA Mirasçılık: Polonya’da miras herhangi bir özel işleme gerek olmaksızın, mirası ret hakkı saklı kalmak üzere, otomatikman mirasçıya geçer. Mirasçının açık kabulü gerekmemektedir. Mirasçı, ölümü ve hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten itibaren 6 aylık süre içersinde mirası ret edebilir. Mirasın kabulüyle ilgili beyanın depo edilmesinden evvel veya bu sürenin sona ermesinden evvel hiçbir şekilde Noter veya Mahkeme Mirasçılık Belgesi düzenleyemez. Talep eden, vasiyet edenin en son mutad meskeninin bulunduğu yerdeki Mahkemeye veya Notere başvurur.244 Prensip olarak, mirasçı ölenin borçlarından şahsen sınırsız olarak sorumludur.Mirasçı sorumluluğunu deftere göre mirası kabul ederek, sınırlayabilir.Bu durumda, yetkili Mahkemeye veya Notere beyanda bulunması gerekir.Ortak mirasçılar, miras borçlarından müştereken sorumludurlar.245 Vasiyetname: Polonya hukuku vasiyet etme özgürlüğünü ölenin eşi, alt soyu (çocuklarının veya torunlarının) ve ölenin ana-babası lehine olarak mahfuz hisselerle sınırlandırmıştır. Mahfuz hisseden yararlananlar, bunu ileri sürmek zorundadır. Mahfuz hisseler, mirasın 2/3’nü geçmez.Miras açılmadan evvel, mahfuz hisseden yararlananlar mahfuz hisseli mirasçı ile miras veren arasında akdedilmiş noter sözleşmesiyle mahfuz hisselerinden feragat edebilir.246 Polonya’da vasiyetnameler; noterden düzenlenen resmi vasiyetname; vasiyet ede241 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/which-law-applies_can-i-choose-.. 242 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-... 243 http://www.successions-europe.eu/fr/hungary/topics/which-law-applies_can-i-choose-.. 244 http://www.successions-europe.eu/fr/poland/topics/which-is-the-competent-authority-....; http://www.successions-europe.eu/fr/poland /topics/how-and-when-do-you-become-an.... 245 http://www.successions-europe.eu/fr/poland/topics/how-and-when-do-you-become-an.... 246 http://www.successions-europe.eu/fr/poland/topics/restrictions-on-the-freedom-to-dis... 48 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 nin tamamen kendi el yazısıyla yazılarak, imzalanmış el yazılı vasiyetname ve 2 tanık huzurunda pek yakın ölüm korkusu olması halinde sözlü vasiyetname şeklinde yapılır247 Polonya’da şimdilik vasiyetnamenin tescil edilme imkanı bulunmamaktadır. 248 Milletlerarası Özel Hukuk; Ölüm anında ölenin vatandaşlık hukuku uygulanır. Polonya hukukunda, mirasta uygulanacak hukukun seçimi mümkün olmadığı gibi, bu kurala aykırı gelen hükümler de kabul edilmemektedir.249 15- PORTEKİZ Mirasçılık: Portekiz’de miras ölüm ile açılır. Miras mirasçının kabulü şartıyla geçer. Mirasın kabulü miras malları tasarruf edilmesi halindeki gibi, zımni veya yasal süresi içinde reddin yapılmaması şeklinde olabilir. Mirasçı ölüm olayını ve mirasçı olduğunu öğrendiğinden itibaren 10 yıl içersinde kabul iradesinde bulunabilir250 Miras ölüm halinde ve ölenin son yerleşim yerinde açılır.(Art.2031 CC) Miras usulünde ihtilaflı miras işlerinde yargılama otoriteleri yetkili olup, ihtilafsız işlerde noterler yetkilidir. Yargılama haricindeki sistemde, noterin mirasçılık belgesini (“Habilitação de herdeiros”) düzenlemesiyle başlar (Art.82-88 Noterlik Kanunu) ve mirasın paylaşımıyla devam eder. Serbestçe noter seçilebilir.18 Ocak 2010 tarihinden itibaren noterlerde miras defteri de dahil olmak üzere miras ile ilgili her talepte yetkilidirler. Yargılama Sisteminde; Mirasın açıldığı yer mahkemesi, mirasçılık belgesinin düzenlenmesi (Art.371-377 Medeni Usul Kanunu) gibi, miras defterinin tutulmasında ve diğer miras ile ilgili her türlü talepte yetkilidir. 251 Portekiz’de, mirasın iktisabı için talep edilen (kabul) işlemi ile intikali arasında miras malvarlığı sahipsiz miras (hereditas iacens)(Art.2046 CC) hükmünde olup, “cabeça-de-casal” tarafından yönetilir.(Art.2079 CC)252 Mirasın reddi, noter senedi “Pep údio de herança” (Art.2062-2067 CC)veya mahkeme de yapılır. Portekiz hukuku mirası kabulünü basit veya deftere göre kabul şeklinde öngörmüştür.(Art.2052 CC)253 Prensip olarak, mirasçı ölenin borçlarından sorumludur.Mirasçı sorumluluğunu def247 http://www.successions-europe.eu/fr/poland/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-... 248 http://www.successions-europe.eu/fr/poland/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-... 249 http://www.successions-europe.eu/fr/poland/topics/which-law-applies_can-i-choose-t... 250 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/how-and-when-do-you-become-a... 251 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/which-is-the-competent-authority... 252 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/which-is-the-competent-authority... 253 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/how-and-when-do-you-become-a... SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 49 tere göre mirası kabul ederek, sınırlayabilir.Bunun için mirasçı beyanda bulunmak zorundadır.Mirasçı basit bir şekilde kabul ettiğinde, ölenin borçlarından yalnızca murisin malvarlığı ile sorumludur. (Art.2071/2 CC) Eğer, miras deftere göre kabul edildiyse, mirasçı mirastan elde ettiği aktif ile sınırlı olmak üzere borçtan sorumludur.(Art.2071/1 CC) Ortak mirasçılar, miras hisseleri oranında karşılıklı olarak miras borçlarından sorumludurlar.254 Vasiyetname: Portekiz’da prensip olarak vasiyet etme özgürlüğü olmakla birlikte ölenin eşine, alt ve ana ve babaya, kardeşlere (kuzenlerde dahil olmak üzere 4ncü dereceye kadar) lehine tanınan mahfuz hisselerle sınırlandırılmıştır.(Art.2156 CC)255 Mahfuz hisse mirasın 2/3 aşamaz. Ölenin ne alt ve ne de üst soydan mirasçısı olmadığı takdirde eşinin mahfuz hissesi mirasın 1/2 sidir.(Art.2158 CC) Ölenin çocuğu ve eşi var ise; mahfuz hisse 2/3’dir. Ölen mirasçı olarak yalnızca çocuk bıraktı ise; 1 çocukta 1/2, birden fazla çocukta 2/3’dür.(Art.2159 CC) Ölen eş ve ebeveyn bırakmış ise; mahfuz hisse mirasın 2/3’dür.Ölen mirasçı olarak yalnızca anne-baba bırakmış ise; 1/2 oranında yalnızca büyükanne-büyükbaba ve onların üst soylarını bırakmış ise 1/3 oranın mahfuz hisse söz konusudur. 256 Mahfuz hisse 2 yıl içinde, mahkemede talep edilmelidir.(Art.2178 CC)257 Mahfuz hisseden yararlananlar yalnızca miras bırakanın ölümünden sonra, mahfuz hissesinden noter senediyle (“Répúdio de herança”) veya mahkeme önünde feragat edebilirler. 258 Portekiz’de vasiyetnameler : noter tarafından düzenlenen resmi vasiyetname (Art.2205 CC); notere teslim edilen kapalı vasiyetname(Art.2206), özel şekilde hazırlanan askeri vasiyetname (Art.2210 CC), deniz vasiyetnamesi (Art.2215 CC) ve Uluslararası Vasiyetname (Washington Konvansiyonu)’dur. El yazısı vasiyetnameler Portekiz Hukukunda kabul edilmez. 259 Portekiz’de vasiyetnamelerin %99 resmi vasiyetnamedir. Daktilo edilmiş ve basılı vasiyetname kabul edilmez. (Art.2204 ve 2205 CC)260 Portekiz’de insanların %80 vasiyetname yapmaksızın öldüğü tahmin edilmektedir.261 Vasiyetname yapabilmek için en az 18 yaşında olmak gerekir.(Art.2189 CC)262 254 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/how-and-when-do-you-become-a... 255 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/restrictions-on-the-freedom-to-di..; URQUHART…. p.136;. 256 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/restrictions-on-the-freedom-to-di... 257 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/restrictions-on-the-freedom-to-di... 258 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/restrictions-on-the-freedom-to-di... 259 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can...; URQUHART…. p.133;138; 260 URQUHART…. p.138 261 URQUHART…. p.133 262 URQUHART…. p.138 50 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Vasiyetnameden bir başka vasiyetname ile açıkça (Art.2312 CC) veya zımni olarak (Art.2313 CC) dönülebilir. Birçok değişik şekillerde vasiyet etme imkanı vardır. (Art.2249 CC) Vasiyetnamede vasiyeti tenfiz memuru kararlaştırılması mecburi değildir. (Art.2320 CC) Medeni Kanunun ilgili hükümleriyle sınırlı olmak üzere vasiyet edenin verdiği görevleri yerine getirecektir.(Art.2325 CC) Prensip olarak, cenazeyle ilgilenecek, vasiyetin hükümlerinin yerine getirilmesini gözetecek ve aile şefi olarak çalışacaktır.(Art.2326 CC) 263 Portekiz’de eşler ve evlenmek şartıyla nişanlılar arasında noter senedi olarak miras sözleşmesi yapılır.264 Portekiz’de, Adalet Bakanlığında vasiyetname merkez sicili “ Conservatória dos Registos Centrais” bulunmaktadır. Noterler, her vasiyetname hakkında bu sicile fiş yollar ve bildirici mahiyettedir.265 Milletlerarası Özel Hukuk; Portekiz, Medeni Hukuk ile miras birliği prensibini kabul etmiş ve Ölenin öldüğü andaki milli hukukudur. (Art.62 CC). Portekiz Hukuku, bu kuralın bozulmasına izin vermemiş olup, hiçbir şekilde ölen mirasına uygulanacak hukuku seçemez 266 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylamış ve 9 Şubat 1978’den beri yürürlüktedir. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu imzalamış fakat yürürlükte değildir.267 Portekiz’de, yabancı hukukun uygulanması kamu düzeninin temel prensiplerini etkilemediği takdirde, milletlerarası özel hukukunun atıf müessesesi uygulanmaktadır. (Art.16 CC) 16- YUNANİSTAN Mirasçılık: Yunanistan’da miras herhangi bir özel işleme gerek olmaksızın, otomatikman mirasçıya geçer. Mirasçının açık kabulü gerekmemektedir. 263 URQUHART…. p.136 264 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-.. 265 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-..; URQUHART…. p.133; 266 http://www.successions-europe.eu/fr/portugal/topics/which-law-applies_can-i-choose-..; URQUHART…. p.134 267 URQUHART…. p.134 SAYI : 26 AVRUPA BİRLİĞİ ÜYE ÜLKELERİNDE MİRAS HUKUKU VE VASİYETNAMELER 51 Mirasçı, ölümü ve hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten veya mahkeme tarafından vasiyetnamenin ilanından itibaren başlamak üzere yasal 4 aylık süre içersinde mirası ret edebilir. Mirasçı yabancı ülkede oturuyorsa, bu süre 1 yıldır. Vasiyet eden veya noter bu süreyi başka şekilde belirleyemez. Mirasın geçmesi için bu sürenin bitmesi beklenmez. Gayrimenkuller için notere; menkuller için vergi servisine başvurmak gerekmektedir.268 Prensip olarak, mirasçı ölenin borçlarından sınırsız olarak sorumludur.Mirasçı sorumluluğunu deftere göre mirası kabul ederek, sınırlayabilir.Bu durumda, ölenin yerleşim yerinin bulunduğu Asliye Hukuk Mahkemesinde beyanda bulunması gerekir.Ortak mirasçılar, miras hisseleri oranında karşılıklı olarak miras borçlarından sorumludurlar.269 Vasiyetname: Yunanistan’da vasiyet etme özgürlüğü mahfuz hisselerle sınırlandırılmıştır.Ölenin alt soyu ve yaşayan eşleri için mirasın yarı kısmına kadar yükselmektedir.Ölenin alt soyu bulunmazsa, mahfuz hisse üst soya geçmektedir (Art.1825 ff.CC)270 Vasiyetname özgürlüğü kamu düzeni hükümleriyle de sınırlandırılmıştır. (Art.174 ve 178 CC)271 Mahfuz hisseden yararlananlar miras bırakanın ölümünden sonra, Sulh Hukuk Mahkemesinde tek taraflı vereceği beyan ile mahfuz hisseden feragat edebilir. 272 Yunanistan’da vasiyetnameler; resmi vasiyetname (noter ve 3 tanık veya bir başka noter ve bir tanık huzurunda (Art.1724 CC); el yazılı vasiyetnameler (vasiyet edenin kendi el yazısıyla yazılmış; tarih atılmış ve imzalanmış) (Art.1721/I CC)273 İstatiksel veri olmamasına rağmen, resmi vasiyetnameden daha çok el yazılı vasiyetname bulunmaktadır. Daktilo edilmiş vasiyetname kabul edilmemektedir.(Art.1718 ve 1719 CC)274 Yunanistan’da insanların %70 vasiyetname yapmaksızın ölmektedir.275 Vasiyetname yapabilmek için en az 18 yaşında ve akli melikelerinin yerinde olması gerekir. (Art.1719 CC)276 Vasiyetnameden; sonraki tarihli bir vasiyetname (Art.1763 ve 1764/I CC),3 tanık ve noter huzurunda yapılacak beyan ile(Art.1763/II CC), el vasiyetnamesi ise; onun imhasıyla (Art.1765 CC) dönülebilir. Vasiyetname ile değişik şekillerde bağış yapılabilir. 268 http://www.successions-europe.eu/fr/greece/topics/which-is-the-competent-authority-....; http://www. successions-europe.eu/fr/greece/topics/how-and-when-do-you-become-an.... 269 http://www.successions-europe.eu/fr/greece/topics/how-and-when-do-you-become-an.... 270 http://www.successions-europe.eu/fr/greece/topics/restrictions-on-the-freedom-to-disp...; URQUHART…. p.135 271 URQUHART…. p.136 272 http://www.successions-europe.eu/fr/greece/topics/restrictions-on-the-freedom-to-disp... 273 http://www.successions-europe.eu/fr/greece/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-r...; URQUHART…. p.133;137 274 URQUHART…. p.137 275 URQUHART…. p.133 276 URQUHART…. p.138 52 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 (Art.1967 ff. CC) Vasiyetnamede vasiyeti tenfiz memuru kararlaştırılması gerekli olmamakla birlikte, vasiyet eden tarafından atanabilir.(Art.2017 CC) Vasiyeti tenfiz memuru vasiyetin hükümlerini yerine getirir.(Art.2020/I CC), mirası yönetir (Art.2020/II CC) ve kendi hakkı olarak mirası iktisap edemez.277 Yunanistan’dan merkezi vasiyetname sicili yoktur. Noterler, zorunlu olarak altı aylık dönemlerde kendisinin düzenlediği veya kendisine emanet edilen vasiyetnamelerin listesini Asliye Hukuk Mahkemesine bildirir.278 Milletlerarası Özel Hukuk; Yunanistan, Medeni Hukuk ile miras birliği prensibini kabul etmiştir. (Art.28 CC) Ölüm anında ölenin vatandaşlık hukuku uygulanır.279 Yunanistan hukukunda, mirasta uygulanacak hukukun seçimi mümkün olmadığı gibi, bu kurala aykırı gelen hükümler de kabul edilmemektedir.280 Uluslararası Anlaşmalar olarak; - 28 Ekim 1973 tarihli Uluslararası Vasiyetnamenin şekli ile ilgili Uniform kuralları düzenleyen Washington Konvansiyonunu onaylamamıştır. - Vasiyetnamenin şekline dair hükümlere ilişkin Kanunlar ihtilafıyla ile ilgili 1961 tarihli La Haye Konvansiyonu ise 19 Kasım 1967 tarihinde yürürlüğe girmiştir.281 Atıf (renvoi) tanınmıyor ve ehliyet konusunda atıf kabul edilmektedir. 282 277 URQUHART…. p.136 278 http://www.successions-europe.eu/fr/greece/topics/how-is-a-will-drawn-up-and-can-i-...; URQUHART…. p.133 279 http://www.successions-europe.eu/fr/greece/topics/which-law-applies_can-i-choose-th.. URQUHART…. p.134 280 http://www.successions-europe.eu/fr/greece/topics/which-law-applies_can-i-choose-th.. 281 URQUHART…. p.134 282 URQUHART…. p.134 ; SAYI : 26 İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI İPTÂL (İİK Md. 278) 53 İcra ve İflas Hukukunda “İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI” İPTÂL (İİK. mad. 2781) Av. Talih UYAR İİK. mad. 278’de, ‘borçlu tarafından yapılan “bağışlama” ve “ivazsız” (karşılıksız) tasarruflar’ın hangi koşulların gerçekleşmesi halinde iptâl edilebileceği’ belirtilmiştir. I- Kanunun öngördüğü belli bir süre içinde, borçlu tarafından yapılan bağışlamalar (BK. md. 234) ve ivazsız (karşılıksız) tasarruflar (İİK. mad. 278) alacaklarının iptâl davasına yol açabilir. Bu hükmün kabulünü gerektiren düşünce, borçlunun alacaklılarını, borçludan karşılıksız olarak bir hak ya da mal iktisap etmiş olan üçüncü kişilere karşı korumak2 başka bir deyişle, alacaklıların yararlarını, bu üçüncü kişilerin yararlarına tercih etmektir. Bu bakımdan, “borçlunun ivazsız tasarrufu yaptığı sırada, aciz halinde bulunup bulunmaması” ve “borçluda alacaklarına zarar verme veya bunlardan bir kaçını kayırma kastının bulunup bulunmaması” ve “ ivazsız tasarruftan yararlananların iyiniyetli olup olmaması (borçlunun durumunu bilip bilmemesi)” açılacak olan iptal davasında herhangi bir rol oynamaz.3 4 1 İvazsız tasarrufların butlanı MADDE: 278 - “Mûtat hediyeler müstesna olmak üzere hacizden veya haczedilecek mal bulunmaması sebebiyle acizden yahut iflasın açılmasından haczin veya aciz vesikası verilmesinin sebebi olan yahut masaya kabul olunan alacaklardan en eskisini tesis edilmiş olduğu tarihe kadar geriye doğru olan müddet içinde yapılan bütün bağışlamalar ve ivazsız tasarruflar batıldır. Ancak, bu müddet haciz veya aciz yahut iflastan evvelki iki seneyi geçemez. Aşağıdaki tasarruflar bağışlama gibidir. 1. Karı ve koca ile usul ve füruu, neseben veya sıhren üçüncü dereyece kadar (bu derece dahil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki yapılan ivazlı tasarruflar, 2. Akdin yapıldığı sırada, kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler, 3. Borçlunun kendisine yahut üçüncü bir şahıs menfaatine kaydı hayat şartile irat ve intifa hakkı tesis ettiği akitler ve ölünceye kadar bakma akitleri.” 2 UMAR, B. Türk İcra ve İflas Hukukunda İptâl Davası, 1963, s: 64 - PEKCANITEZ, H./ATALAY, O./ÖZKAN, M.S./ ÖZEKES, M. İcra ve İflas Hukuku, 7. 2009, Bası, s:697-GÜRDOĞAN, B. İflâs Hukuku Dersleri, 1966, s: 224-SARISÖZEN, İ. İcra ve İflâs Hukukuna Göre İptâl Davalarında Yargılama Usulü (ABD. 1977/1), s:53 3 UMAR, B. a.g.e. s:64 - GÜRDOĞAN, B. a.g.e. s:224 - AKYAZAN, S. İcra ve İflâs Kanunundaki Yargı ve Değişik Hükümler Üzerinde İnceleme ve Açıklamalar, 1965, s:183 - OLGAÇ, S. Yargıtay İçtihatlarının Işığı Altında İcra ve İflâs Hukukunda İptâl Davaları (Recai Seçkin’e Armağan, s:464) - ANSAY, S.Ş. Hukuk, İcra ve İflâs Usulleri, 1960, s:327 - KURU, B. İcra ve İflâs Hukuku, C:4, 1997, s:3423 - KURU, B. İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı, 2004, s:1200; 1201 - MUŞUL, T. İcra ve İflâs Hukuku, 3. Baskı, 2008, s:1317 - ALTAY, S. Türk İflâs Hukuku, C:1, 2004, s:677 KARATAŞ, İ./ERTEKİN, İ. Tasarrufun İptâli Davaları, 1998, s:135; 138 - ULUKAPI, Ö. İcra ve İflâs Hukuku, 2007, s:285 - KOSTAKOĞLU, C. Takip Hukukunda İptâl Davaları (Ad. D. 1989/6, s:25 - Yasa D. 1989/8, sh:1051) - AKKAYA, T. İcra ve İflâs Hukukunda İptâle Tabi Tasarruflar (İİK. m. 277-284) “Eskişehir Bar. D. Ekim/2006, s:26” 4 Bknz: 17. HD. 25.5.2009 T. 827/3565; 25.5.2009 T. 590/3557; 11.5.2009 T. 364/3009; 4.5.2009 T. 204/2811 vb. 54 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 II- Borçlunun “bağışlama” ve “ivazsız tasarruflarının” iptal konusu olabilmesi için, hacizden (İİK. mad. 86) veya haciz edilecek mal bulunmaması sebebiyle acizden (İİK. mad. 105) veya iflâsın açılmasından (İİK. mad. 165) itibaren geriye doğru iki sene içinde yapılmış olması gerekir. Aynı zamanda bu sürenin, hacizin veya aciz vesikasının verilmesine sebep olan alacağın yahut iflâs halinde, masaya kaydedilmiş olan alacaklardan en eskisinin doğum tarihinden öteye geçmemesi gerekir.5 Kanun bu suretle, geriye doğru gidecek olan süreyi sınırlandırmış olup, ileriye doğru bir süre tayin etmediğinden,6 borçlunun kendisi hakkında aciz vesikası verildikten sonraki tasarrufları da iptâl davasına yol açar. Ancak bu durumda beş yıllık genel “hak düşürücü süre” (İİK. mad. 284) saklıdır. Uygulamada kısaca “son iki sene içinde yapılan tasarruflar” diye nitelendirilen bu tasarrufların, ne zaman yapılmış olanlarının iptâl edileceği İİK. mad. 278/I’de hiç de açık olmayan bir ifade ile belirtilmiştir. Bu ifadeyi şu şekilde açıklayabiliriz: Bu madde uyarınca bir ivazsız tasarrufun iptâl edilebilmesi için, öncelikle; tasarrufun, “haciz” (İİK. mad. 86) tarihinden veya -haciz edilecek mal bulunamamışsa veya haczedilen malların takdir edilen kıymetlerine göre, borcu karşılamayacağı anlaşılmışsa (İİK. mad. 105/II) yahut malların satış bedeli, alacaklının alacağına tamamen yetmemişse (İİK. mad. 143/I)- “aciz” tarihinden veya “iflâsın açılması” (İİK. mad. 165) tarihinden, geriye doğru iki sene içinde yapılmış olması gerekir. Şu halde; a) Alacaklı borçlu hakkındaki takibinin kesinleşmesi üzerine hacize (veya takip kesinleşmeden mahkemeden ihtiyati haciz kararı alarak ihtiyati hacze) gitmiş ve alacağına yeter ölçüde mal haciz etmişse, bu durumda borçlu aciz halinde olmadığı için iptal davası açamayacak, ancak ileride, bu malların satılması üzerine, alacağı tamamen karşılanmazsa, o zaman icra dairesinden “aciz belgesi” (kesin aciz belgesi)7 (İİK. mad. 143) alarak, bu belgeye göre iptâl davası açabilecektir. Bu durumda, iki senelik sürenin başlangıcı, “kesin aciz belgesinin düzenlenme tarihi” değil; kesin aciz belgesinin (borç ödemeden aciz belgesinin düzenlendiği (verildiği) icra takibindeki haciz (ihtiyati haciz) tarihi olacaktır.8 9 Yani, bu haciz (ya da ihtiyati haciz) tarihinden geriye doğru iki sene içinde yapılan tasarruflar -takip konusu alacağın doğumundan sonra olmaları 5 Bknz: 15. HD. 11.7.2006 T. 3271/4693; 2.3.2005 T. 5544/1162; 11.6.2004 T. 2584/3054; 21.1.2004 T. 3401/293 vb. 6 BELGESAY, M.R. İcra ve İflâs Hukuku (Sentetik Bölüm), C:2, 1953, s:163 - GÜRDOĞAN, B. a.g.e. s:225 - UMAR, B. a.g.e. s: 63. 7 Ayrıntılı bilgi için bknz: UYAR, T./ UYAR, A./UYAR, C. İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, 4. Baskı, 2011, “s: 1544” 8 KURU, B. İcra ve İflâs Hukuku, C:4, 1997, s:3439, dipn. 80 9 Karş: AKYAZAN, S. age. s: 182 - KOSTAKOĞLU, C. agm (Ad. D. 1989/6, s:25 - Yasa D. 1989/8, s:1051) - AKŞENER, H.S. Tasarrufun İptali Davaları, 2007, s:360. (Bu görüşe göre; “buradaki aciz tarihi’nden maksat aciz belgesinin alındığı tarih’dir....) SAYI : 26 İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI İPTÂL (İİK Md. 278) 55 koşulu ile- iptale tâbi olacaktır.10 11 b) Borçluya hacize giden alacaklı, borçlunun hiç haczi mümkün malına rastlamamış ise, bu durumda düzenlenen “haciz tutanağı” ‘kesin aciz belgesi’ (İİK. mad. 105/I), hükmünde olacaktır. Buna karşın, alacaklının veya haciz ettirdiği malların kıymeti, alacağını karşılayacak düzeyde değilse, bu durumlarda düzenlenen “haciz tutanağı” ‘geçici aciz belgesi’12 (İİK. mad. 105/II) niteliğinde olacaktır. Alacaklı her iki durumda da, yani gerek ‘kesin aciz belgesi’ hükmünde olan (İİK. mad. 105/I) ve gerekse ‘geçici aciz belgesi’ niteliğinde bulunan (İİK. mad. 105/II) haciz tutanağına dayanarak iptâl davası açabilecek ve bu takdirde, borçlunun iptâl konusu olabilecek tasarrufları için, geriye doğru hesaplanacak süreye, “geçici aciz belgesi” niteliğindeki haciz tutanağının düzenlendiği tarih, başka bir deyişle “haciz tarihi” başlangıç teşkil edecektir... c) Eğer borçlu iflâs etmişse, borçlunun iptâle tâbi tasarrufları için yasanın öngördüğü iki senelik süreye “iflâsın açılma tarihi” (İİK. mad. 165) başlangıç olacaktır. Bu vesile ile şu hususu da belirtelim ki, İİK. mad. 278/I’de “iflâsın açılma tarihi”nin (İİK. mad. 165) “geriye doğru iki yıllık süre”nin başlangıç tarihi olarak öngörülmüş olması isabetli olmamıştır. Çünkü; borçlu, aleyhine açılan iflâs davasını uzatarak, hakkında “iflâs kararı” verilmesini geciktirerek, İİK. mad. 278’de (3) bent halinde öngörülen tasarrufların iptâl edilmesini önleyebilir. Bu nedenle, maddedeki “iki yıllık süre”nin, “iflâsın açılma tarihi” bakımından -örneğin; üç ya da dört yıl olarak- uzatılması isabetli olacaktır... Bu madde uyarınca, borçlunun ivazsız tasarruflarının iptâl edilebilmesi için, ayrıca, tasarrufun -az önce belirttiğimiz “haciz”, “aciz” ve “iflâsın açılma” tarihlerinden itibaren geriye doğru gidilmek suretiyle- “haczin veya aciz belgesi verilmesinin sebebi olan alacaktan yahut iflâs halinde masaya kabul edilen alacaklardan en eskisinin tesis edildiği tarihe kadarki dönem içinde” yapılmış olması da gerekir. Tasarrufun, bu madde gereğince iptâl edilebilmesinin -zaman bakımından- gerçekleşmesi gereken bu koşulları şöyle bir örnekle13 açıklamak mümkündür: 1.3.2008 tarihinde doğmuş bir alacak için 1.3.2011 tarihinde borçlunun malları haciz edilmiş ve 1.7.2011 tarihinde bu mallar satılarak alacaklıya açık kalan miktar için “aciz belgesi” verilmiş olsun. İvazsız tasarruf, haciz tarihi olan 1.3.2011 tarihinden geriye doğru iki yıl içinde yani 1.3.2006-1.3.2011 tarihleri arasında yapılmışsa, iptâl davasına konu olur. Alacağın doğum tarihi 1.3.2009 değil de örneğin, 1.3.2010 tarihi olsa idi, ancak; 1.4.2010-1.3.2011 tarihleri arasında yapılanlarla 1.3.2011’den sonra yapılan ivazsız tasarruflar dava konusu olabilecektir... Buraya kadar yaptığımız açıklamadan ve verdiğimiz örnekten anlaşıldığı gibi, bu 10 Bknz: 15. HD. 11.7.2006 T. 3271/4693 11 Bu konuda ayrıca bknz: İleride; dipn. 12 civarı 12 Ayrıntılı bilgi için bknz: UYAR, T./ UYAR, A./UYAR, C. a.g.e “s: 1544” 13 GÜRDOĞAN, B. a.g.e. sh: 225, dpn. 627 56 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 madde uyarınca, “borçlunun ivazsız tasarrufları”nın iptâl edilebilmesi için, iptâli istenen ivazsız tasarrufun, davacı-alacaklının alacağının doğumundan sonra yapılmış olması gerekmektedir. Başka birdeyişle, davası-alacaklı, borçlunun, kendi alacağının doğumundan öncesi ivazsız tasarruflarının iptâlini -bu maddeye dayanarak- isteyemeyecektir. Davacının, borçlunun -zaman itibariyle- bu tür ivazsız tasarruflarının da iptalini isteyebilmesine, az önce açıklanan İİK. mad. 278/I hükmü engel gözükmektedir... Buna rağmen, doktrinde bazı yazarlarca14 “...Alacaklının alacağının doğum tarihi, iptâle tâbi tasarruftan sonra olsa bile, alacaklının iptâl davası açma hakkı vardır” şeklinde görüş ileri sürülmüştür... Bir dönem, iptal davaları konusunda verilen kararları temyizen incelenmiş olan Yargıtay 13. HD. de bu doğrultuda içtihatta bulunmuştu15 . Buna karşın, doktrinde , bazı yazarlarca16 “tüm iptâl davalarının açılabilmesi için, davacı -alacaklının alacağının, dava (iptâl) konusu tasarruftan önce doğmuş olması gerektiği” de ön koşul olarak ileri sürülmüş17 ve yakın zamana kadar tasarrufun iptâli davaları sonucunda verilen kararları temyizen incelemiş olan Yargıtay 15. HD.18 ve bugün bu kararları temyizen inceleyen Yargıtay 17. HD.19 de bu görüşü benimsemiştir... Ayrıca, uygulamadaki önemi nedeniyle belirtelim ki; Yüksek mahkeme20 “‘tasarruf tarihi’nden, ‘aciz vesikası’ veya ‘iflâsın açıldığı’ tarihe kadar iki yıllık süre geçmiş olsa dahi, mahkemece hemen davanın bu nedenle reddedilmeyip, İİK 284’deki beş yıllık hak düşürücü sürenin de geçmiş olup olmadığının irdelenmesi gerekeceğini” belirtmiştir... Buradaki “iki yıllık süre”, “fevkalâde mühlet”in devamı süresince uzatılır (İİK. mad. 323/II). Keza bu süre, borçluya verilen “konkordato mühleti” (İİK. mad. 287) kadar geriye doğru uzatılır.21 III- Maddedeki “bağışlama” sözcüğü ile, “BK. mad. 234 vd’da düzenlenen kurum” kastedilmiş olduğundan, “kumar borcunun ifası” geçerli bir ifa (BK. mad. 505/ II) olup,22 bu ifa, bir “bağışlama” sayılmadığından,23 borçlunun kumar borcunu ifa et14 BERKİN, N. İflâs Hukuku, 1972, s: 499 - BERKİN, N. İflas Hukuku Rehberi, 1980, s:110 - ÜSTÜNDAĞ, S. İflâs Hukuku 8. Bası, 2009, s:284 15 Bknz: 13. HD. 25.6.1979 T. 3011/3730 16 KOSTAKOĞLU, C. Takip Hukukunda İptal Davaları (Ad. D. 1989/6, s: 21 vd.; Yasa D. 1989/8, s:1048 vd.) KURU, B. age. C: 4, s: 3417 vd. - KURU, B. El Kitabı, 2004, s: 1199 17 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bknz: UYAR, T./ UYAR, A./UYAR, C. a.g.e “s: 1562 vd.” 18 Bknz: 15. HD. 17.7.2007 T. 3604/4931; 10.3.2005 T. 6645/1365; 10.3.2005 T. 6646/1364; 14.12.2004 T. 5965/6501; 23.9.2004 T. 3966/4595; 23.6.2004 T. 367/3525 vb. 19 Bknz: 17. HD. 1.7.2010 T. 2225/6230; 28.6.2010 T. 5748/6015; 15.6.2010 T. 4384/ 5517 vb. 20 Bknz: 17. HD. 29.3.2010 T. 1965/2775; 25.2.2010 T. 10674/1656; 25.2.2010 T. 10666/1653; 22.12.2009 T. 9835/8773 vb. 21 KURU, B. age. C:4, s: 3443 22 AKEV, S. Türk Hususi Hukukunda Kumar ve Bahis, 1964, s: 409 vd. 23 GÜRDOĞAN, B. a.g.e. s: 225 SAYI : 26 İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI İPTÂL (İİK Md. 278) 57 mesinden zarar gören alacaklıları, bu maddeye (İİK. mad. 278/II) dayanarak, bunun iptalini isteyemezler.24 Bilindiği gibi “bağışlama” “bağışlayanın, bağışlananı karşılıksız olarak zenginleştirmek amacıyla, kendi malvarlığından kazandırıcı bir işlemde bulunması”dır (BK. mad. 234). Uygulamada çok sık karşılaşılan belli başlı “bağışlama” şekilleri şunlardır: Borçlunun, başka bir kişide olan alacağını, karşılıksız olarak üçüncü bir kişiye temlik etmesi, borçlunun karşılıksız bono ve çek düzenlemesi, danışıklı (muvazaalı) icra takibi üzerine icra dairesine giderek, kanuni sürelerden feragat edip, gerçekte mevcut olmayan bir borcu kabul etmesi, kendi borçlusunu ibra etmesi, başkasının borcunu ödemesi vb.25 Burada iptale tâbi olan “elden bağışlama”lardır (BK. mad. 237). “Bağışlama vaadi”nin iptali için dava açmaya gerek yoktur. Çünkü; “bağışlama vaadi”, bağışlamayı vade eden kişinin (borçlunun) borcunu yerine getirmekten aciz olduğunun aciz belgesi ile kanıtlanması ile veya iflas etmesi ile kendiliğinden son bulur (BK. mad. 245/ son)26 Maddedeki “ivazsız tasarruf” terimi ile, daha genel olarak “borçlunun hiç bir karşılık olmaksızın başkalarını zenginleştiren tek taraflı hukukî işlemleri” kastedilmiştir.27 Yani bu son durumda, borçlu hiçbir hukukî yükümlülüğü bulunmadığı halde, bir karşı edim almadan, kendisi edimde bulunmakta, daha kısa bir belirtişle, borçlu malvarlığından çıkan şey karşılığında, mukabil bir şey almamaktadır.28 Örneğin; borçlunun, borcunu ödeyemeyeceği bilinen bir kimse yararına taşınmazında ipotek kurması, böyle bir kimseye kefil olması, bu madde anlamında birer “ivazsız tasarruf” sayılır.29 Bir tasarrufun “ivazlı”mı “ivazsız”mı olduğu konusunda çıkabilecek uyuşmazlıkta, isbat yükü kime düşer? Bir görüşe göre30, isbat yükü, davacı alacaklıya değil, davalıya düşer. Çünkü, tasarrufun dışında kalmış olan davacı, ivazsızlığı isbat hususunda büyük güçlükle karşı karşıyadır. Halbuki, tasarruf gerçekten ivazlı idi ise, işlemin taraflarından biri olan davalı, bu hususu çok daha kolay isbat edebilir. Diğer bir görüşe göre31 ise, tasarrufun ivazsız olduğunun isbat yükü, davacıdır. Çünkü, tasarrufun ivazsız olduğu olayından, kendi lehine bir hukukî sonuç (yani iptal edilebilirlik durumu) doğrduğunu öne süren ve mahkemeden bu sonuca uygun bir istemde bulunan odur. İptâl davası açan alacaklı, iptâli istenen tasarrufa oranla üçüncü kişi durumunda olduğundan 24 Bknz: 15. HD. 14.5.1990 T. 800/2146 25 GÜNEREN, A. age. Tasarruf İptal Davaları, 2008, s:330 26 KURU, B. age C:4, s:3523 - KURU, B. El Kitabı, s: 1200 27 GÜRDOĞAN, B. a.g.e. s: 225 28 ÜSTÜNDAĞ, S. age. s: 289 29 AKYAZAN, S. age. s: 183 30 JAEGER, C. (Naklen; UMAR, B. a.g.e. sh: 66, dipn. 12). - ŞİMŞEK, E. İcra ve İflâs Kanunu (Açıklamalar ve İçtihatlar), 1989, s: 862 31 UMAR, B. a.g.e. s: 66 - Aynı görüşte: YILDIRIM, M.K. İcra ve İflas Hukukunda İptal Davaları, 1995, , s: 182 58 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 tasarrufun iptâle tâbi olduğunu her türlü delille –bu arada, tanıkla– isbat edebilir.32 IV- Kanun, bazı tasarrufları, iptâl davasına konu olmak bakımından “bağışlama” ile bir tutmuştur. Böylece, bu tasarrufların “bağışlama” sayılmaları konusunda “aksinin isbatı mümkün olmayan bir kesin karine” kabul edilmiştir.33 “Bağışlama hükmünde olan ve bu nedenle iptâle konu olan tasarruflar” şunlardır: 1- Karı ve koca, usul ve füru, neseben veya sıhren üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil)hısımlar ve evlât edinenle evlâtlık arasında yapılan ivazlı tasarruflar. (İİK. mad. 278/III-1). Bu hükmün kabulüne, bu tür tasarrufların çok kez muvazaalı olması ve muvazaanın isbatının alacaklı için çok güç olması gerçeği yol açmıştır.34 Ayrıca belirtelim ki, madde bu şekle 3494 sayılı Kanun ile –25.11.1988 tarihinde– yapılan değişiklik sonucunda gelmiştir. Daha önce madde metninde yer alan “ikinci dereceye kadar hısımlar” sözcükleri, “uygulamada borçlunun, üçüncü derece dahil hısımlarıyla da anlaşmak suretiyle mallarının haczinden veya iflâs etmeden önce, alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla yaptıkları ivazsız tasarrufları, başka bir isim altında gizledikleri görüldüğünden, bunun önlenmesini teminen akrabalık derecesi ikinci dereceden üçüncü dereceye çıkarılmıştır” gerekçesiyle “üçüncü dereceye kadar hısımlar” şeklini almıştır. Yüksek mahkeme bu hükümle ilgili içtihatlarında; - “‘Borçlu’ ile ‘kardeşi’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/III-1 uyarınca– iptale tabi olduğunu”35 - “‘Borçlu ana (baba)’ ile ‘oğlu (kızı)’ arasındaki tasarrufların iptale tabi olduğunu”36 - “‘Borçlu’ ile ‘eniştesi’ arasındaki tasarrufların –İİİK. 278/III-1 uyarınca– iptale tabi olduğunu”37 - “‘Kayınpeder’ ile ‘damadı’ ve ‘gelini’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/III-1 uyarınca– iptale tabi olduğunu”38 32 KURU, B. Hukuk Muhakemeleri Usulü, C:2, 2001, s: 2013 33 GÜRDOĞAN, B. a.g.e. s: 266 - ARAR, K. İcra ve İflâs Hükümleri, C:2, 1944, s:224 - BERKİN, N. Rehber, s:112 - BERKİN, N. İflâs Hukuku, s: 507 - SARISÖZEN, İ. a.g.m. s: 54 - OLGAÇ, S. a.g.m. s: 464 - KURU, B. Hukuk Muhakemeleri Usulü, C:2, 2001, s:1383 - GÜNEREN, A. a.g.e. s: 336 - KARATAŞ, İ./ERTEKİN, E. age. s: 138 - OLGAÇ, S. Yargıtay İçtihatlarının Işığı Altında İcra ve İflâs Hukukunda İptal Davaları (Dr. A. Recai Seçkin’e Armağan, 1974, s:464) 34 UMAR, B. age. s:67 35 Bknz: 17. HD. 8.6.2010 T. 2935/5293; 29.12.2009 T. 8454/9125; 10.12.2009 T. 6297/8203; 24.11.2009 T. 7350/8041 vb. 36 Bknz: 17. HD. 24.6.2010 T. 2105/5924; 23.11.2009 T. 8104/7775; 28.9.2009 T. 6353/5739; 15.9.2009 T. 4443/5401 vb. 37 Bknz: 17. HD. 1.4.2010 T. 987/2958; 30.3.2010 T. 1406/2876; 24.12.2009 T. 6676/8844 vb. 38 Bknz: 17. HD. 23.11.2009 T. 9619/7794; 25.11.2008 T. 3796/5542; 13.11.2008 T. 1909/5307 vb. SAYI : 26 İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI İPTÂL (İİK Md. 278) 59 - “İİK.nun 278/III-1 uyarınca, bu bentte belirtilen ‘yakın akrabalar’ (hısımlar) arasındaki tasarrufların ivazlı dahi olsa ‘bağışlama’ niteliğinde olup, hükümsüz olduğunu”39 - “‘Borçlu’ (dayı, amca, hala, teyze) ile ‘yeğeni’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/ III-1 uyarınca– iptale tabi olduğunu”40 - “‘Borçlu’ ile ‘eşi’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/III-1 uyarınca– iptale tabi olduğunu”41 - “‘Borçlu’ ile ‘kuzeni’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/III-1 uyarınca– iptale tâbi olduğunu”42 - “‘Borçlu’ ile ‘bacanağı’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/III-1 uyarınca– iptale tâbi olduğunu”43 - “‘Borçlu’ ile ‘baldızı’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/III-1 uyarınca– iptale tabi olduğunu”44 - “‘Borçlu’ ile ‘dünürü’ arasındaki tasarrufların -İİK. 278/III-1 uyarınca- iptâle tabi olduğunu”45 - “ ‘Borçlu’ ile ‘yengesi’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/III-1 uyarınca– iptale tâbi olduğunu”46 - “‘Borçlu’ ile ‘görümcesi’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/III-1 uyarınca – iptale tâbi olduğunu”47 - “İİK. 278/III-’1’in (ve 280’nin) uygulama alanı bulduğu durumlarda ‘tasarruf konusu taşınır/taşınmazların değerlerinin tesbitlerine gerek (zorunluluk) bulunmadığını”48 - “İİK 278/III-1 uyarınca ‘yakın hısımlar’ arasındaki tasarrufların ip-tâl edilebilmesi için, borçlu ile işlemde bulunan üçüncü kişinin kötüniyetli olduğunun ayrıca isbat edilmesi olmasına gerek bulunmadığını”49 - “İptâle tabi tasarrufun yapılmasından sonra taraflar boşanmış dahi olsalar, karı 39 Bknz: 17. HD. 6.11.2008 T. 1903/5142; 7.10.2008 T. 1702/4470; 24.3.2008 T. 5509/460 vb. 40 Bknz: 17. HD. 22.3.2010 T. 706/2549; 11.2.2010 T. 10736/1045; 28.12.2009 T. 7328/8978 vb. 41 Bknz: 17. HD. 23.2.2010 T. 10103/1439; 1.2.2010 T. 9601/617; 18.1.2010 T. 6390/15 vb. 42 Bknz: 17. HD. 8.7.2010 T. 1975/6630; 14.9.2009 T. 3526/5318; 25.5.2009 T. 1624/3567; 12.6.2008 T. 738/3226 vb. 43 Bknz: 17. HD. 6.4.2009 T. 5119/2079; 17.4.2008 T. 360/2021; 17.9.2007 T. 3738/2618 vb. 44 Bknz: 17. HD. 13.10.2009 T. 3906/6275; 10.3.2008 T. 4366/1138; 15. HD. 26.1.2005 T. 4752/262 vb. 45 Bknz: 17. HD. 11.2.2008 T. 5526/512 46 Bknz: 17. HD. 8.6.2009 T. 3878/4030; 30.10.2007 T. 4572/3276 47 Bknz: 17. HD. 1.10.2007 T: 3744/2879 48 Bknz: 17. HD. 12.7.2007 T. 2781/2472 49 Bknz: 17. HD. 24.5.2007 T. 1737/1785; 15. HD. 15.9.2004 T. 3861/4166 60 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 koca arasındaki tasarrufun iptaline karar verilmesi gerekeceğini”50 - “‘Borçlu’ ile ‘kayınvalidesi’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/III-1 uyarınca– iptale tabi olduğunu”51 - “‘Borçlu’ ile ‘eski bacanağının kardeşi’ arasındaki tasarrufların -taraflar arasında İİK. 278/III-1 maddesinde belirtilenderecede bir akrabalık bulunmadığından- iptale tabi olmadığını”52 - “‘Dayı’ ile ‘hala çocukları’ arasındaki akrabalık bağı dördüncü dereceden olduğundan, İİK. 278/III-1 uyarınca iptale tabi olmadığını”53 - “Üçüncü dereceye kadar hısımlar arasında yapılan ivazlı tasarrufların bağışlama hükmünde olup, batıl sayıldığını”54 - “Borçlu ile amcası ve ablası arasındaki satış işleminin ‘bağışlama’ niteliğnde olup, iptale tabi olduunu”55 - “Bedeli borçlu tarafından ödendiği halde alacaklılardan mal kaçırmak amaıyla borçlunun eşi adına yapılan satışın iptalinin, alacaklılar tarafından istenebileceğini”56 - “Baba, oğul ve damat arasındaki tasarrufun ‘bağışlama’ hükmünde olup, iptale tabi olduğunu”57 - “Borçlu tarafından ‘oğlu’na ve onun tarafından da -iyiniyet iddiasında bulunamayacak durumda bulunan- ‘yakın komşu’suna yapılan satışın iptale tabi olduğunu”58 - “Borçlu (dede) ile ‘torunu’ arasındaki tasarrufların –İİK. 278/III-1 uyarınca- iptale tabi olduğunu”59 - “Borçlu tarafından parası ödenerek satın alınan ancak borçlunun isteği üzerine karısı adına tapuya tesçil edilen taşınmaz hakkında iptal davası açabileceğini, çünkü kocanın bu işleminin gerçekte karısı yararına yapılmış ‘bağış’ niteliğini taşıyacağını”60 belirtmiştir. 2- Yapıldığı sırada borçlu aleyhine ivazlar arasında açık bir nisbetsizlik bulunan akitler. (İİK. mad. 278/III-2). Buradaki “akit” terimi aldatıcıdır. Bunu “tasarruf” olarak anlamak gerekir.61 Çünkü, dava konusu olacak işlem, akit gereğince yapı50 Bknz: 15. HD. 5.6.2003 T. 1856/3025; 18.4.1995 T. 2064/2310 51 Bknz: 15. HD. 11.2.2010 T. 9628/1052; 12.2.2009 T. 4040/585; 15. HD. 25.3.2002 T. 5608/1323 52 Bknz: 15. HD. 21.11.2001 T. 3321/5346 53 Bknz: 15. HD. 22.1.2001 T. 31/332 54 Bknz: 15. HD. 22.11.1995 T. 6447/6796; 27.4.1993 T. 1450/1955 55 Bknz: 15. HD. 13.5.1994 T. 1731/3111 56 Bknz: 15. HD. 29.4.1993 T. 2212/2029 57 Bknz: 15. HD. 5.3.1992 T. 917/1106 58 Bknz: 15. HD. 5.3.1992 T. 459/1114 59 Bknz: 17. HD. 13.5.2010 T. 3336/4503; 12.10.2009 T. 4217/6216; 9.2.2009 T. 143/466 60 Bknz: 15. HD. 21.10.1988 T. 2561/3344; 26.4.1984 T. 775/1466 61 KURU, B. a.g.e. s: 381 - GÜRDOĞAN, B. a.g.e. s: 227 SAYI : 26 İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI İPTÂL (İİK Md. 278) 61 lan kazandırıcı işlemdir. Bu nedenle, gerek süre ve gerekse ivazların karşılaştırılması bakımından, kazandırıcı işlemin yapıldığı tarihteki değer esas alınmalıdır.62 İvazlar arasındaki nisbetsizlik önemli olmalı ve tarafların yeterli bir dikkat ile anlayabilecekleri63 ölçüde bulunmalıdır. Fakat, ivazlar arasındaki bu nisbetsizliğin davalı tarafından bilinmiş olması aranmaz.64 Yüksek mahkemeye göre65 “tasarrufa konu taşınmazın tapuda belirtilen (gösterilen) satış bedeli ile, taşınmazın tasarruf tarihindeki -serbest piyasa rayicine görebelirlenen gerçek değeri arasında bir misli veya daha fazla fark bulunması halinde ‘edimler arasında fahiş farkın bulunduğu’nun kabulü gerekir.” Yine yüksek mahkeme66 “İİK.nun 278/III-2’deki bedeller arasındaki nisbetsizliğe ilişkin hükmün ‘borçlu ile borçludan tasarrufa konu malı satın alan kişi arasındaki tasarruflarda’ iptal nedeni olabileceğini, aynı malı üçüncü kişiden satın almış olan başka kişiler (dördüncü kişiler) hakkında bu hükmün uygulanmayacağını, bu kişilerin ayrıca kötüniyetli oldukları isbat edilmedikçe bu kişilere yapılan tasarrufun iptaline karar verilemeyeceğini” vurgulamıştır... Buna karşın “borçlu ile üçüncü kişi arasındaki, İİK’nun 278. maddesinde sayılmış olan tasarruflar mutlak olarak iptâle tabi olduğundan, tasarruf konusu malı borçludan satın/devir almış olan üçüncü kişinin iyiniyetli ya da kötüniyetli olması veya alacaklıya zarar verme kasdını taşıyıp taşımaması” önem taşımaz…67 68 Borçlunun üçüncü kişi yararına yaptığı “hayat sigortası sözleşmesi” nedeniyle -son iki yıl içinde- ödediği primler de iptâl davasına konu olabilir. Ancak, primlerin ne oranda indirilmesi gerektiği konusunda doktrinde69 görüş birliği yoktur. Sulh sözleşmelerinin varlık ve geçerliliğine ilişkin iddialar, bütün sözleşmelerde de olduğu gibi, ancak onun taraflarınca ileri sürülebilir. Üçüncü kişiler ancak bir haksız eylem olarak kendilerine yönelmiş veya böyle olmasa bile kendilerini zararlandırma amacıyla yapılmış olan sulhlere karşı muarazada bulunabilirler... Sulh bir sözleşme olduğuna göre, İcra ve İflâs Kanununun 277 ve sonraki maddeleri uyarınca üçüncü 62 UMAR, B. a.g.e. s: 64 - GÜRDOĞAN, B. a.g.e. s: 227 63 ANSAY, S.Ş. a.g.e. s: 328 - ARAR, K. a.g.e. s: 224 - GÜRDOĞAN, B. a.g.e. s: 227 - OLGAÇ, S. a.g.m. s: 464, dipn. 28 64 UMAR, B. a.g.e. s: 67 - GÜRDOĞAN, B. a.g.e. s: 227 - KURU, B. a.g.e. C:4, s: 3437 - KARATAŞ, İ/ ERTEKİN, E. age. sh: 142 - YILDIRIM, M.K. age., s:184 - AKKAYA, T. agm. s:28 65 Bknz: 17. HD. 8.7.2010 T. 4667/6627; 1.7.2010 T. 3110/6224; 24.6.2010 T. 2044/5925; 22.6.2010 T. 3180/5799 vb. 66 Bknz: 17. HD. 15.4.2010 T. 10440/3517; 18.1.2010 T. 7065/16; 15.12.2009 T. 7071/8461 vb. 67 Bknz: 17. HD. 26.4.2010 T. 3086/3835 - 17. HD. 25.5.2009 T. 827/3565; 25.5.2009 T. 590/3557; 11.5.2009 T. 364/3009 vb. 68 Bu konuda ayrıca bknz: ÖZTEK, S. Tasarrufun İptâli Davalarında Ortaya Çıkan Bazı Sorunlar ve Yargıtay’ın Bu Sorunlara İlişkin Uygulaması (Prof. Dr. Ergun Önen’e Armağan, 2003, s:319 vd.) 69 Ayrıntılı bilgi için bknz: BOZER A. Sigorta Hukuku, s: 36 vd. - AKYOL, Ş. Tam Üçüncü Şahıs Yararına Sözleşme, 1978, s: 165 vd. 62 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 kişilerin iptâl davası açabilecekleri kabul edilmelidir.70 Yüksek mahkeme, bu hükümle ilgili içtihatlarında; - “Borçlu ile üçüncü kişi arasındaki yapılan satışta ‘edimli arasında aşırı fark bulunmaması’ ve ‘üçüncü kişinin, borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak (ya da; alacaklılarına zarar vermek) amacıyla hareket ettiğini bilebilecek kişilerden olduğu’ iddia ve ispat edilememesi halinde, açılan tasarrufun iptali davasının reddine karar verilmesi gerekeceğini”71 – “‘Tapuda gösterilen satış bedeli’ ile ‘taşınmazın gerçek değeri’ arasındaki farkın ödendiği” iddiasının kanıtlanması konusuyla ilgili olarak; - a) “Davalı üçüncü ve dördüncü kişilerin, dava konusu taşınmazların gerçek satış bedelini haricen ödediklerini banka dekontları ile kanıtlamaları (ve bu kişilerin kötüniyetli olduklarının davacı-alacaklı tarafından kanıtlanmamış) olması halinde, açılan tasarrufun iptali davasının reddedilmesi gerekeceğini”72 - b) “Taşınmazın üzerindeki ipotek ya da haciz ile birlikte satılmış olması ve ipotek veya haciz bedellerinin davalı-üçüncü kişi tarafından ödenmiş olması halinde, tapuda gösterilen satış bedeline bunların da eklenmek suretiyle taşınmazın gerçek satış bedelinin belirlenmesi gerekeceğini”73 - c) “‘Borçlu’ ile ‘üçüncü kişi’ arasında yapılan satışta, edimler arasında ‘aşırı fark’ (tapudaki satış bedeli ile gerçek değeri arasında bir misli ya da daha fazla fark) bulunması ve bu farkın ya da; taşınmazın tasarruf tarihindeki, bilirkişilerce saptanan gerçek değerinin) ödendiğinin üçüncü kişi tarafından ‘yasal ve inandırıcı delillerle’ kanıtlanamaması halinde, tasarrufun iptali davasının kabulüne karar verilmesi gerekeceği”74 - ç) “Dava konusu taşınmazı borçludan satın almış olan üçüncü kişi tarafından, tapudaki satış bedeli dışında ipotek bedelinin de bankaya yatırılmış olması, kalan bedelin kredi kullanılarak borçluya ödenmiş olması ve satış bedelinin rayiç değerlere uygun olması halinde, açılmış olan tasarrufun iptali davasının reddine karar verilmesi gerekeceğini”75 - d) “Dava konusu taşınmazın konut kredisi ile –taşınmaz üzerinde banka lehine ipotek kurularak- satın alındığının ileri sürülmesi halinde, bunun araştırılarak, alınan kredinin borçlu-davalıya ödendiğinin saptanması durumunda ‘bedeller arasında fahiş fark bulunmadığı’ göz önüne alınarak delillerin değerlendirilmesi gerekeceğini”76 - e) “Aktif tablosunda gösterilen satış bedeli dışında banka havalesi ile ancak satış tarihinden sonraki tarihlerde yapılan ödemeler ve haricen düzenlenen satış pro70 MÜDERRİSOĞLU, F. Avukatlıkta Vekalet ve Ücret Sözleşmesi, 1974, s: 9, 106. 71 Bknz: 17. HD. 29.3.2010 T. 855/2770 72 Bknz: 17. HD. 22.3.2010 T. 506/2544; 23.11.2009 T. 6255/7783; 26.5.2009 T. 591/3624 vb. 73 Bknz: 17. HD. 23.11.2009 T. 6288/7786; 13.4.2009 T. 5903/2309 74 Bknz: 17. HD. 16.11.2009 T. 6122/7526; 9.11.2009 T. 9177/7286; 20.10.2009 T. 4959/6609 vb. 75 Bknz: 17. HD. 15.9.2009 T. 2443/5395 76 Bknz: 17. HD. 5.2.2009 T. 3887/415 SAYI : 26 İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI İPTÂL (İİK Md. 278) 63 tokolünün her zaman düzenlenmesi mümkün olduğundan- alacaklıdan mal kaçırma amacını gerçekleştirmeye yönelik olabileceğinden, açılmış olan iptal davasının reddini gerektirmeyeceğini”77 - f) “Borçlu ile üçüncü kişi arasındaki satışın ‘gerçek’ bir satış ve ödenen satış bedelinin ‘gerçek’ bir satış bedeli olduğunun -dosyadaki banka dekontundan ya da bankanın cevabi yazısından- anlaşılması halinde, açılmış olan tasarrufun iptali davasının reddi gerekeceğini”78 - g) “Satışa yakın tarihlerde alıcının (davalı üçüncü kişinin) bankadan para çekmek suretiyle yaptığı ödemelerin ‘dava konusu taşınmaz satışına ilişkin olduğu’nun kabulü gerekeceğini”79 - “Mahkemece ‘inşaat mühendisi’, ‘hukukçu’ ve ‘emlak alım satım işlerinde uzman olan kişi’lerden oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla yerinde keşif yapılarak, dava konusu taşınmazın tasarruf tarihindeki gerçek değerinin saptanması gerekeceğini”80 - “Davaya konu taşınmaz üzerinde ‘fen memuru’, ‘emlak uzmanı’ ve ‘inşaat mühendisi’nden oluşan bilirkişi kurulu marifetiyle yerinde keşif yapılarak, taşınmazların tasarruf tarihindeki gerçek değerlerinin saptanması gerekeceğini”81 - “Dava açıldıktan sonra, tapuda gösterilen satış bedelinin, beyanname verilerek arttırılmasının, sonuca etkili olmayacağını”82 - “Dava konusu şirket paylarının, tasarruf tarihindeki değerleri saptanarak, satış değeri ile gerçek değeri arasında fahiş fark bulunup bulunmadığı araştırılmadan ‘dava konusu şirketin borca batık olması nedeniyle, satışından alacaklıların zarar görmeyeceği’nin kabul edilerek, davanın reddedilemeyeceğini”83 - “Davalı-üçüncü kişinin kötüniyetli olduğunun kanıtlanmaması ve tasarrufa konu taşınmazın tapudaki satış bedeliyle gerçek bedeli arasında fark bulunmaması halinde, tasarrufun iptali davasının reddine karar verilmesi gerekeceğini”84 - “Davalılar arasında el ve işbirliği kanıtlanmadıkça, rayiç kasko değeri üzerinden yapılan satışın iptaline karar verilemeyeceğini”85 - “Dava konusu taşınmazın gerçek değerinin davalı-üçüncü kişi tarafından ödenmiş olduğunun, sunulan belgelerden anlaşılmış olması halinde, tasarrufun iptali davasının reddine karar verilmesi gerekeceğini”86 77 Bknz: 17. HD. 15.11.2007 T. 3238/3665 78 Bknz: 17. HD. 23.10.2007 T. 3598/3170; 20.9.2007 T. 3241/2721 79 Bknz: 17. HD. 17.7.2007 T. 3126/2525 80 Bknz: 17. HD. 11.2.2010 T. 355/1048 81 Bknz: 17. HD. 17.12.2009 T. 6793/8514 82 Bknz: 17. HD. 10.12.2009 T. 3947/8201 83 Bknz: 17. HD. 12.11.2009 T. 8068/7497 84 Bknz: 17. HD. 29.9.2009 T. 4693/5796 85 Bknz: 17. HD. 29.9.2009 T. 3364/5794 86 Bknz: 17. HD. 16.6.2009 T. 1309/4305 64 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 - “Davalı üçüncü kişi tarafından, üzerindeki intifa hakkı ile birlikte, borçludan satın alınmış olan taşınmazın değerinin intifa hakkı da değerlendirilerek saptanması gerekeceğini”87 - “Çıplak mülkiyeti, borçlu tarafından üçüncü kişiye satılmış olan daire hakkında açılan tasarrufun iptali davasında, daire üzerindeki intifa hakkının taşınmazın satış değerine etkisi araştırılmadan karar verilemeyeceğini”88 - “Alıcının, satış tarihine yakın tarihlerdeki banka hareketleriyle, ‘satış bedelini ödediğini’ isbat edebileceğini”89 - “Dava konusu aracın gerçek değeri ile satış bedeli arasında fahiş fark bulunmaması halinde –İİK. 278/III-2 uyarınca- tasarrufun iptali davasının reddi gerekeceğini”90 - “Davada ileri sürülen maddi olgu ve bulgulara uyan maddeleri bulup uygulamak ve hukuki nitelendirmeyi yapmak, HUMK. 76 uyarınca hakimin doğrudan görevi olduğundan, İİK. 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal nedenlerinin her davada ayrı ayrı değerlendirilerek iptal davasının sonuçlandırılması gerekeceğini”91 - “‘Satış bedeli’ ile ‘satış tarihindeki gerçek değer’ arasında ‘pek aşağı bir bedel farkı’ bulunmadığından, iptal nedeni olamayacak satışlar”92 - “Tasarrufa konu taşınmaz üzerinde ipotek (ya da haciz) bulunması halinde, mahkemece tapudan satış bedelinin sorulmasından sonra bu bedele satış tarihinde taşınmaz üzerinde bulunan ipotek bedellerinin de eklenerek bulunacak tutar ile yerine bilirkişi incelemesi yapılarak taşınmazın satış tarihindeki gerçek değerinin tesbit edilerek arada ‘aşırı fark’ bulunup bulunmadığının araştırılması gerekeceğini”93 - “Verilen kesin süreye rağmen keşif ve bilirkişi incelemesi için gerekli giderlerin davacı-alacaklı tarafından yatırılmaması halinde, mahkemece, ‘açılmış olan iptâl davasının reddine’ karar verilmesi gerekeceğini”94 - “Tasarrufa konu taşınmazın tapuda gösterilen satış bedeli ile tasarruf tarihindeki gerçek rayiç değeri arasında fahiş bir fark bulunmaması ve dolayısı ile çek İİK 278/ III-2 maddesinin uygulanma olanağının bulunmaması halinde, davanın hemen reddedilmeyip olayın İİK. 280 bakımından da irdelenmesi gerekeceğini”95 - “Tasarrufa konu taşınmazın tapuda düzenlenmiş olan akit tablosunda belirtilen değeri ile tasarruf tarihindeki keşif sonucu belirlenen değeri arasında büyük fark bu87 Bknz: 17. HD. 13.4.2009 T. 5562/2306 88 Bknz: 17. HD. 23.3.2009 T. 5899/1629 89 Bknz: 17. HD. 24.2.2009 T. 4728/874 90 Bknz: 17. HD. 9.2.2009 T. 4630/464 91 Bknz: 17. HD. 19.1.2009 T. 2224/10 92 Bknz: 17. HD. 25.12.2008 T. 3555/5754; 2.6.2008 T. 1212/2901; 17.1.2008 T. 3995/128 vb. 93 Bknz: 17. HD. 27.5.2008 T. 337/2835; 13.5.2008 T. 947/2566; 6.5.2008 T. 1515/2403 vb. 94 Bknz: 17. HD. 6.11.2007 T. 3752/3438 95 Bknz: 17. HD. 10.7.2007 T. 3405/2424 SAYI : 26 İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI İPTÂL (İİK Md. 278) 65 lunması halinde, aradaki farkın borçlu davalıya ayrıca ödenmiş olduğunu kanıtlama yükümlülüğünün davalı üçüncü kişiye düştüğünü”96 - “Tasarrufa konu taşınmazın tasarruf tarihindeki gerçek değerinin ‘emlak piyasasından anlayan uzman bir bilirkişi aracılığı ile’ taşınmazın başında keşif yapılarak serbest piyasa rayicine göre belirlenmesi gerekeceğini”97 - “Tasarrufun iptali davalarında, dava konusu taşınmazın/taşınır ‘keşif tarihindeki’ değil, ‘tasarruf tarihindeki’ gerçek değerinin bilirkişi vasıtasıyla saptanması gerekeceğini”98 - “Taşınmaz üzerindeki -ödendiği saptanan- ipotek bedelinin, satış bedeline ilave edilebilmesi için, bu bedelin taşınmazı ipotekli olarak satın alanlar tarafından ödenmiş olması gerekeceğini”99 - “Satışın kısa aralıklarla yapılmış olmasının ‘satın alan kişinin’ (kişilerin) değil, olsa olsa ‘onlara satan kişinin’ kötüniyetli olduğunu göstereceğini”100 - “Tasarrufun iptali davalarında İİK.nun 278/III-2 hükmünün uygulanabilmesi için, yerinde keşif yapılmasının gerektiğini”101 - “Tasarruf tarihine göre yerinde değer takdiri yapılmadan satışın gerçek değerde olduğu kabul edilerek, ‘davanın reddine’ karar verilemeyeceğini”102 - “Dosyadaki tapu kaydı ve akit tablosu örneğinde, dava konusu taşınmazın cinsinin ‘arsa’ olarak belirtilmiş olmasına rağmen, kıymet takdirine ilişkin bilirkişi raporunda taşınmaza ‘bina’ olarak kıymet takdir edilmiş olması halinde, satış tarihinde taşınmaz üzerinde ‘bina’ olup olmadığının mahkemece araştırılması gerekeceğini”103 - “Yirmiyedi milyara ipotek edilmiş olan taşınmazlar için, bilirkişi tarafından takdir edilmiş olan sekiz milyarlık değerin inandırıcı sayılmayacağını”104 - “Davalılar tarafından ‘satın alındıktan sonra dava konusu taşınmazda tamirat yaptırılarak değerinin arttırıldığı’nın ileri sürülmüş olması halinde, mahkemece bu husus araştırılarak bilirkişiden ek rapor alınmadan uyuşmazlığın sonuçlandırılamayacağını”105 96 Bknz: 17. HD. 14.5.2007 T. 2167/1646; 14.5.2007 T. 1713/1644; 15. HD. 5.7.2005 T. 1269/4009; 4.4.2002 T. 5945/1586 vb. 97 Bknz: 15. HD. 23.1.2007 T. 5878/255 98 Bknz: 15. HD. 5.7.2006 T. 2846/4195; HGK. 7.12.2005 T. 15-621/695; 15. HD. 29.1.2004 T. 6565/493 vb. 99 Bknz: 15. HD. 2.3.2006 T. 4452/1184 100Bknz: 15. HD. 11.5.2005 T. 532/2327 101 Bknz: 17. HD. 5.2.2008 T. 5954/418; 15. HD. 19.1.2004 T. 6490/193; 11.12.2000 T. 4997/5463 102 Bknz: 17. HD. 27.9.2007 T. 3228/2830; 15. HD. 17.12.2003 T. 4474/6082; 13.11.1996 T. 4326/6005 103 Bknz: 15. HD. 3.10.2002 T. 2438/4396 104Bknz: 15. HD. 18.9.2002 T. 3326/3957 105Bknz: 15. HD. 17.1.2001 T. 5202/285 66 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 - “Davalı üçüncü kişinin (alıcının), tapuda -araba satışlarından; noter senedinde- gösterilen satış bedelinin üzerinde borçlu-satıcıya bir bedel ödediğini -yani; gerçek satış bedelinin, resmi sözleşmede gösterilen bedel olmadığını- iddia ve ispat edebileceğini”106 - “Tasarruf tarihine göre yerinde değer takdiri yapılmadan tapudaki değerler esas alınarak, satışın gerçek değerde olduu kabul edilerek ‘davanın reddine’ karar verilemeyeceği”107 belirtmiştir. 3- Borçlunun kendi ve üçüncü kişi yararına, kaydı hayat koşulu ile irat (BK. mad. 507-510) veya intifa hakkı (MK. mad. 794) kurduğu sözleşmelerle, ölünceye kadar bakma sözleşmeleri (BK. mad. 511-519) (İİK. mad. 278/III-3) Eğer borçlu, “ölünceye kadar bakma sözleşmesi” yaparken, gerçekte malvarlığının tümünü ya da bir kısmını alacaklılarından kaçırmak amacıyla hareket etmiş ve böyle yaptığı “ölünceye kadar bakma sözleşmesi” aynı zamanda bir “gizli bağışlama” niteliğinde bulunuyorsa, borçlunun alacaklıları, bu tasarruf hakkında “bağışlama” sebebine dayanarak, bu madde gereğince iptâl davası açabilirler.108 Yüksek mahkeme109 “olayda ayrıca muvazaa bulunduğunun isbatına gerek kalmadan, ölünceye kadar bakma sözleşmelerinin mutlak olarak iptaline karar verilmesi gerekeceğini” belirtmiştir… Bu hükme dayanarak, iptâl davası açılabilmesi için burada da “ivazlar arasında eşitsizlik olmasının gerekip gerekmediği” konusunda duraksama olmuştur. Genellikle, doktrinde,110 Federal Mahkeme tarafından da benimsenen görüş benimsenerek, “bu konuda böyle bir gereklilik olmadığı” kabul edilmektedir. Federal mahkeme,111 “lehtarın, borçlunun durumunu bilmese veya bilmesine imkân olmasa ve karşılıklı edimler arasında nisetsizlik bulunmasa dahi, bu işlemin iptâli gerektiğini” belirtmiştir. V- Yukarıdaki tasarruflar iptâle tâbi ise de, şunlar iptâle tâbi değildir; a- “Mutad hediyeler” dolayısı ile iptâl davası açılamaz (İİK. mad. 278/I). Örneğin; nişanlanma, evlenme, yaş günü, sünnet vb. ilişkiler nedeniyle verilen hediyeler hakkında iptâl davası açılamaz. Bir görüşe göre; “borçlunun karısı ve çocukları lehine kendi hayatını sigorta ettir106Bknz: 15. HD. 6.12.1995 T. 6650/7242; 28.12.1994 T. 4690/682; 12.10.1993 T. 3466/3982 107Bknz: 15. HD. 20.12.1994 T. 6154/7729 108 TUNÇOMAĞ, K. Ölünceye Kadar Bakma Akdi, 1959, s: 163 vd. 109 Bknz: 13. HD. 16.4.1974 T. 640/925 110 UMAR, B. a.g.e. s: 68 - YILDIRIM, M. K. a.g.e. s: 185 - KARATAŞ, İ./ERTEKİN, E. a.g.e. s: 143. 111 BRAND, E. (Çev. ARAS, F.A.) İptal Davası (İsviçre Federal Mahkemesi İcra ve İflas Dairesi İçtihatları) s: 9, No. 12. SAYI : 26 İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI İPTÂL (İİK Md. 278) 67 mesi, ahlaki bir görev olduğundan, ‘bağışlama’ olarak kabul edilemez”…112 Hediyenin “mutad olup olmadığı” örf ve âdete, ilgililerin kişisel durumlarına ve bulundukları çevreye göre tesbit ve takdir edilir. Verilen hediye, borçlununekonomik ve sosyal durumu ile orantılı değilse, borçlunun bu tasarrufu iptâl edilir.113 b- “Bağışlama vaadi veya ifa edilmemiş bir taahhüt” iptale konu olmaz. Sadece “tasarrufi işlemler” iptale konu olduğundan, “borçlandırıcı işlem” olan bağışlama vaadi, İİK. mad. 278/I’de öngörülen iki senelik süreden önce yapılmış ve fakat tasarrufi işlem iki senelik süre içinde yapılmışsa, tasarruf iptal edilir.114 c- “Ahlaki bir borcun ifası için verilen şeyler” (BK. mad. 234/III) de -”ivazsız” sayılamayacağı için- iptal davasına konu olamaz.115 VI- Uygulamadaki önemi nedeniyle ayrıca belirtelim ki; “davada ileri sürülen maddi olgu ve bulgulara uygun maddeleri bulup uygulamak ve hukuki nitelendirmeyi yapmak, HUMK. 76. uyarınca hakimin doğrudan görevi olduğundan, İİK. 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal nedenlerinin her davada ayrı ayrı değerlendirilerek iptal davasınınn sonuçlandırılması” gerekir (Bu konuda bknz: 17. HD. 25.5.2009 T. 785/3563; 25.11.2008 T. 3756/5534) VII- İcra ve İflas Kanununda -mad. 278- öngörülen borçlunun “ivazsız tasarrufları”nın iptali için gerçekleşmesi gereken koşullar hakkında yaptığımız yukarıdaki açıklamalar, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında(ki) Kanun’da düzenlenen “ivazsız tasarrufların iptali için”de -kural olarak- aynen geçerlidir. Gerçekten, bu konu anılan Kanunda “ivazsız tasarrufların hükümsüzlüğü” kenar başlıklı 27. madde116 ile “bağışlama sayılan tasarruflar” kenar başlıklı 28. madde117 de -İİK. mad. 278 hükmüne paralel şekilde- düzenlenmiştir. 6183 sayılı Kanun açısından da, borçlunun ivazsız tasarruflarının iptal edilebilmesi için, bunların “geriye doğru iki yıl içinde” yapılmış olması gerekir. Ancak, burada iki yıllık sürenin başlangıcı ‘ödeme müddetinin başladığı tarih’ olarak öngörülmüştür. 112 BRAND, E., a.g.e. s: 10, No: 14 - AKYAZAN, S. a.g.e. s: 182. 113 UMAR, B. a.g.e. s: 66 - ÖNDER, A. İptal Davası (Ad. Ceridesi, 1942/6, s: 932) - OLGAÇ, S. a.g.m. s: 463 - YILDIRIM, M. K. a.g.e. s: 177 114 KURU, B. a.g.e.C4, s: 3423 - KURU, B. El Kitabı, s: 1200- ANSAY, S. Ş. Hukuk, İcra ve İflas Usulleri, s: 327 BERKİN, N. a.g.e. s: 508. 115 BERKİN, N. a.g.e. s: 506 - BERKİN, N. Rehber, s: 112 - ALTAY, S. a.g.e. s: 676 - OLGAÇ, S. a.g.m. s: 413 116MADDE: 27 - “Amme alacağını ödememiş borçlulardan, müddetinde veya hapsen tazyikine rağmen mal beyanında bulunmayanlarla, malı bulunmadığını bildiren veyahut beyan ettiği malların borcuna kifayetsizliği anlaşılanların, ödeme müddetinin başladığı tarihten geriye doğru iki yıl içinde veya ödeme müddetinin başlamasından sonra yaptıkları bağışlamalar ve ivazsız tasarruflar hükümsüzdür.” 117MADDE: 28 - “Yirmi yedinci maddenin tatbiki bakımından aşağıdaki tasarruflar bağışlama hükmün- dedir: 1. Üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan hısımlarıyla, eşler ve ikinci dereceye kadar (bu derece dahil) sıhri hısımlar arasında yapılan ivazlı tasarruflar, 2. Kendi verdiği malın, akdin yapıldığı sıradaki değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler, 3. Borçlunun kendisine yahut üçüncü bir şahıs menfaatine kaydı irat şartiyle irat ve intifa hakkı tesis ettiği akitler.” 68 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Yani, İİK. mad. 278/1’de yer alan ‘haciz’, ‘aciz’ kavramlarının yerini burada ‘ödeme müddetinin başladığı tarih’ kavramı almıştır.118 “Kamu alacağının ödenmesi” konusu, 6183 sayılı Kanunun 37. maddesi ile Vergi Usul Kanununun 111. maddelerinde düzenlenmiştir. Bir kamu alacağından dolayı 6183 sayılı Kanuna göre iptal davası açılabilmesi için –ileride; “dördüncü bölüm”, §g’de daha ayrıntılı biçimde açıklayacağımız gibi– herşeyden önce, doğmuş olan kamu alacağının “kesinleşmiş ve muaccel (ödeme günü geçmiş) olması” gerekir. Kamu alacağının ödeme süresinin son günü, borcun ‘vade tarihi’dir (mad. 37/III). Vade tarihinde ödenmeyen ve böylece muaccel hale gelen kamu alacağı için, kamu idaresince icra takibi yapılabilir. Borçlunun “ivazsız tasarrufları” hakkında, 6183 sayılı Kanuna göre iptal davası açılabilmesi için, bu tasarrufun sadece “ödeme müddetinin başladığı tarihten itibaren geriye doğru iki yıl içinde yapılmış olması” –’zaman koşulu’ olarak– yeterlidir. Acaba ayrıca, ‘kamu alacağının, iptal konusu “ivazsız tasarruf”tan önce doğmuş olması’ gereklimidir? Bu konunun doktrinde tartışmalı olduğunu görüyoruz. Bir görüşe göre,119 iptal davası açılabilmesi için –İİK. mad. 278’e göre açılan iptal davalarında olduğu gibi– kamu alacağı, tasarruftan önce doğmuş olmalıdır. Buna karşın katıldığımız diğer bir görüşe göre120 ise “Hükümet gerekçesinde de ifade edildiği üzere, ileride doğacak kamu borçlarını ödemeyecek derecede malvarlığını önceden azaltan kişinin yaptığı bu tasarrufların kamu idaresine karşı geçersiz sayılması kamu yararı yönünden gerekli görülmüştür. Ayrıca kanun tasarının TBMM’de görüşülmesi sırasında da bu husus tartışılmış ve “kamu alacağını doğuran olayın doğumundan önce yapılan tasarrufların maddenin kapsamı dışında bırakılması” teklifi reddedilmiş ve madde bugünkü şekilde kabul edilmiştir. Bu nedenle, 6183 sayılı Kanuna göre yapılan icra takiplerine dayalı iptâl davalarında, “kamu borcunun ödenmesi gereken tarihten itibaren geriye doğru iki yıl içinde veya ödeme müddetinden sonra yapılan ivazsız tasarruflar, borcun doğum tarihine bakılmaksızın iptâli konu olur. Kanımızca da, 6183 sayılı Kanunun 27. maddesinde, İİK. mad. 278/I’e paralel bir hüküm yer almadığından ve mutlak olarak “ödeme müddetinin başladığı tarihten itibaren geriye doğru iki yıl içinde yapılan ivazsız tasarrufların iptâl edileceği” öngörüldüğünden, kanunda yer almayan bir kısıtlamanın, tasarrufun iptâli koşulu olarak ayrıca aranması hukuk tekniğine de aykırı olur…121 Yüksek mahkeme bu konudaki içtihatlarında -birinci görüş doğrultusunda- “6183 sayılı Kanuna dayanılarak açılan tasarrufun iptali davalarında ‘iptal kararı’ verile118 ASKAN, F. Kamu İcra Hukukunda İptâl Davaları, 2007, s:37 - TOKTAŞ, M. Kamu Alacağının Korunmasında Tasarrufun İptali Davaları, 2009, s:91 119 ŞİMŞEK, E. Amme Alacakları Tahsili Usulü Kanun Şerhi, 1990, s: 224. - Aynı görüşte; ÖZMEN, İ. 6183 Yasadan Kaynaklanan Tasarrufun İptali Davaları (Tür. Not. Bir. Huk. D. Mayıs/2009, s: 142, s:52) - GERÇEK, A. Kamu Alacaklarının Takip ve Tahsil Hukuku, 2010, s:168 120 KOSTAKOĞLU, C. 6183 sayılı Kanuna Göre Amme Alacaklarının Tahsili Yönünden İptâl Davası (Yarg. D. 1991/12, s: 13 vd. - Yasa D. 1990/9, s:1237 vd.) 121 ASKAN, F. a.g.e. tez, s:54 SAYI : 26 İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI İPTÂL (İİK Md. 278) 69 bilmesi için, davacı-idarenin kamu alacağının ‘dava konusu tasarruftan önce’ doğmuş olması gerekeceğini” belirtmiştir.122 6183 sayılı Kanunun 27. maddesinde, İİK. mad. 278/I’den farklı olarak, “‘mutad hediyeler’in iptâl davasına konu edilemeyeceği” ayrıca belirtilmemişse de, bunların -İcra ve İflâs Kanununa göre açılan iptâl davalarında olduğu gibi- iptâl dışı bırakılması isabetli olur.123 6183 sayılı Kanunun 28. maddesinde “bağışlama sayılan tasarruflar” İİK. mad. 278/III hükmüne paralel olarak öngörülmüştür. Bu düzenleme yapılırken, iki kanun arasında üç konuda -içerik bakımından- farklılık meydana gelmiştir: 1) Madde 28/1’de “ikinci dereceye kadar sıhri hısımlar arasındaki” ivazlı tasarruflar, “bağışlama hükmünde” kabul edilmişken, İİK. mad. 278/III-1’de -3494 sayılı yasa ile yapılan değişiklik sonucu- “üçüncü dereceye kadar sıhri hısımlar arasındaki” ivazlı tasarruflar “bağışlama hükmünde” sayılarak, maddenin kapsamı genişletilmiştir. Bu nedenle, İİK. mad. 278/III-1’deki bu değişikliğin, 6183 sayılı Kanunun 28/1. maddesine de yansıtılması -kanunda değişiklik yapılarak- isabetli olacaktır... 2) Madde 28/1’de “evlatlık ile evlat edinen arasındaki” ivazlı tasarrufların, bağışlama hükmünde olduğu” belirtilmemiş, buna karşın, ayni husus İİK. mad. 278/III-1’de yer almıştır. Bu nedenle, 6183 sayılı Kanunun 28. maddesi açısından, “evlatlık ile evlat edinen arasındaki ivazlı tasarruflar”ı, “bağışlama” sayma olanağı yoktur. Bu kişiler arasındaki ivazlı tasarruflar ancak 6183 sayılı Kanunun 30. maddesindeki koşullar çerçevesinde, iptâl davasına konu olabilecektir.124 3) Madde 28/3’de borçlunun yaptığı “ölünceye kadar bakma akitleri”nin “bağışlama hükmünde olduğu” belirtilmemişken, ayni husus İİK. mad. 278/III-3’de açıkca öngörülmüştür. Bu nedenle, borçlunun yaptığı “ölünceye kadar bakma sözleşmeleri”ni, ancak 6183 sayılı yasanın 30. maddesindeki koşullar çerçevesinde ip-tâl ettirebilmek mümkün olacaktır. 6183 sayılı Kanuna (mad. 28, 29) göre açılan iptâl davaları için yukarıda belirtilen özellikler çerçevesinde, “borçlunun ivazsız tasarruflarının iptâli” konusunda -İİK. mad. 278 bakımından daha önce yapılan açıklamalar burada da aynen geçerlidir. Özellikle, “borçlunun ivazsız tasarrufu yaptığı sırada aciz halinde bulunup bulunmaması”, “borçluda alacaklılarına zarar verme veya bunlardan birkaçını kayırma kasdının bu122 Bknz: 17. HD. 9.10.2007 T. 3034/3030; 15. HD. 5.10.2004 T. 2573/4847; 2.4.2002 T. 1363/1549; 1.4.2002 T. 4.10.1999 T. 2389/3628 vb. 123 Aynı görüşte: ŞİMŞEK, E. a.g.e. sh: 225 124 ŞİMŞEK, E. a.g.e. sh: 229 70 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 lunup bulunmaması” ve “ivazsız tasarruftan yararlananın iyiniyetli olup olmaması”125 bu kanuna göre açılacak iptâl davalarında da rol oynamaz. Yüksek mahkeme, konumuzla -yani; 6183 sayılı Kanunun 27 ve 28. maddesi ileilgili içtihatlarında; - “6183 sayılı Kanun uyarınca, kamu alacağından dolayı damat ile kayınvalide arasındaki tasarrufun iptali için dava açılabileceğini”126 - “‘Borçlu’ ile ‘kardeşi’ arasındaki tasarrufların, 6183 sayılı Kanunun 28/1 uyarınca iptale tabi olduğunu”127 -”6183 sayılı Kanun uyarınca, kamu alacağından dolayı dede ile torun arasındaki tasarrufun iptali için dava açılabileceğini”128 - “Borçlu ile babası arasındaki tasarrufların iptali için, 6183 sayılı Kanuna göre –kamu alacağından dolayı- iptal davası açılabileceğini”129 - “6183 sayılı Kanunun 28/2. maddesi uyarınca, tasarrufun iptali davası açılabilmesi için, dava konusu taşınmazın ‘tapudaki satış değeri’ ile ‘gerçek değeri’ arasında ‘bir misli ya da daha fazla fark’ bulunması gerekeceğini (ancak bu durumda, farkın ‘fahiş’ olarak kabul edilerek tasarrufun iptaline karar verilebileceğini)”130 - “6183 sayılı Kanunun 28/2. maddesine göre açılan tasarrufun iptali davalarında, ‘borçlu’ ile ‘üçüncü kişi’ arasında yapılan satışta, edimler arasında aşırı fark (tapudaki satış bedeli ile gerçek değeri arasında bir misli ya da daha fazla fark) bulunması ve bu farkın (ya da; taşınmazın tasarruf tarihindeki bilirkişilerce saptanan gerçek değerinin) ödendiğinin üçüncü kişi tarafından ‘yasal ve inandırıcı delillerle’ kanıtlanamaması halinde, mahkemece, tasarrufun iptali davasının kabulüne karar verilmesi gerekeceğini”131 - “6183 sayılı Kanun uyarınca, kamu alacağından dolayı, karı-koca arasındaki tasarrufun iptali için açılan davada, ‘tasarrufun iptaline’ karar verilmesi gerekeceği”132 - “‘Borçlu’ ile ‘babası’ arasındaki tasarrufların, 6183 sayılı Kanunun 28/1. maddesi uyarınca iptale tâbi olduğunu”133 - “Tapu Sicil Müdürlüğünde düzenlenen akit tablosu suretine göre taşınmaz ipotekle yükümlü olarak satılmış ise de, dosya kapsamına göre ipotek bedelinin satıştan önce davalı borçlu tarafından ödendiği anlaşıldığından, bu durumda taşınmazın tapuda 125GÜNEREN, A. age. s:742 - Aynı doğrultuda; Bknz: 15. HD. 21.12.1987 T. 2436/4535- 13. HD. 25.6.1979 T. 3011/3770 126 Bknz: 17. HD. 16.3.2010 T. 5889/2301; 29.12.2009 T. 8717/9128; 25.5.2009 T. 614/3560 127Bknz: 17. HD. 18.2.2010 T. 10484/1317; 1.10.2009 T. 7132/5860; 3.7.2008 T. 741/3717 vb. 128 Bknz: 17. HD. 2.2.2010 T. 9900/706 129 Bknz: 17. HD. 24.6.2010 T. 2105/5924; 21.1.2010 T. 14/185 130 Bknz: 17. HD. 24.12.2009 T. 6695/8848; 1.10.2009 T. 4958/5858; 1.10.2009 T. 6872/5869 131Bknz: 17. HD. 23.11.2009 T. 7917/7792; 14.1.2008 T. 5524/46; 25.9.2007 T. 3274/2799 132 Bknz: 17. HD. 28.9.2009 T. 5861/5737; 9.2.2009 T. 484/467; 15. HD. 20.11.1989 T. 3401/4848 133 Bknz: 17. HD. 25.5.2009 T. 825/3564; 9.10.2007 T. 3034/3030 SAYI : 26 İVAZSIZ TASARRUFLARDAN DOLAYI İPTÂL (İİK Md. 278) 71 gösterilen satış bedeli ile keşifte tespit edilen gerçek bedeli arasında bir mislinden fazla fark bulunması nedeniyle 6183 sayılı Yasa’nın 28/2 maddesi hükmünce yapılan işlem “bağış niteliğinde olduğundan “davanın kabulüne” karar verilmesi gerekeceğini”134 - “Tasarrufun iptâli davalarında, dava konusu taşınmazın/taşınırın tasarruf tarihindeki gerçek rayiç değerinin ne olduğunun ‘keşif’ yapılarak ve ‘bilirkişi’ aracılığı ile belirlenmesi gerekeceğini”135 - “Borçlu” ile ‘yeğeni’ arasındaki tasarrufların, 6183 sayılı Kanunun 28/1. maddesi uyarınca iptale tâbi olduğunu”136 - “Sıhri (kayın) hısımlığının eşlerden biri ile diğerinin kan hısımları arasında karşılıklı olarak kurulan bir bağ olduğu ve evlenmenin ortadan kalkmasıyla bu hısımlık ortadan kalkmayacağından, borçlu ile (önceki) gelini arasındaki tasarruf işleminin -6183 sayılı Kanunun 27. ve 28. maddeleri uyarınca- iptale tabi olduğunu”137 - “Borçlu ile işlemde bulunmuş olan üçüncü kişinin ‘tapuda gösterilen’ miktar dışında ayrıca diğer davalı borçluya ödemede bulunmuş olduğunu iddia ve isbat etmiş olmadıkça -tapuda gösterilen satış bedeli ile taşınmazın satış tarihindeki gerçek değeri arasında fahiş bir fark bulunması halinde- yapılan satış işleminin iptaline karar verilmesi gerekeceğini”138 - “Borçlunun ‘ödeme süresinin başladığı tarihten geriye doğru iki yıl içinde’ veya ‘ödeme süresinin başlamasından sonra’ yaptığı bağışlamalar ile ivazsız tasarrufların hükümsüz olup, 6183 sayılı Kanunun 28/2 gereğince de ‘kendi verdiği malın akdin yapıldığı sıradaki değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler’in bağışlama hükmünde olacağını”139 - “6183 sayılı Kanunun 28/2 hükmünün ‘borçlu’ ile ‘ondan dava konusu taşınır/ taşınmazı devralan üçüncü kişi’ hakkında uygulanabileceğini; ‘üçüncü kişi’ ile ‘ondan devralan dördüncü kişi’ arasındaki tasarruflarda bu hükmün uygulanamayacağını (Bu durumda ancak dördüncü kişinin kötüniyetli olduğu kanıtlanırsa, tasarrufun iptaline karar verilebileceğini)”140 - “Kamu (vergi) borcunun doğumundan sonra, borçluya ait payı, borçludan, akit tablosunda gösterilen bedeli ödemeden geri almış olan üçüncü kişi hakkında açılan iptal davasının kabulü gerekeceğini”141 - “Kamu alacağından dolayı- ‘enişte kayınbirader’, ‘kardeş gibi yakın akrabalar 134Bknz: HGK. 19.3.2008 T. 15/244-252 135 Bknz: 17. HD. 29.1.2008 T. 5645/363; 19.7.2007 T. 1733/2554 136Bknz: 17. HD. 8.11.2007 T. 3027/3502; 19.7.2007 T. 3713/2548 137 Bknz: 15. HD. 19.11.2003 T. 4277/5571 138Bknz: 15. HD. 29.5.2002 T. 1468/2870; 15.5.1997 T. 2247/2588; 20.5.1988 T. 1869/2117 vb. 139Bknz: 15. HD. 11.1.2001 T. 5642/184 140 Bknz: 15. HD. 27.11.1997 T. 5099/5076 141 Bknz: 15. HD. 6.3.1994 T. 6060/1483 72 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 arasındaki- ‘bağışlama’ hükmünde olan tasarrufların iptale tâbi olabilmesi için, ‘ödeme süresinin başladığı tarihten geriye doğru iki sene içinde veya ödeme süresinin başlamasından sonra’ yapılmış olması gerektiğini”142 - “6183 sayılı Kanunun 27. maddesindeki “ödeme müddetinin başladığı tarihten geriye doğru iki yıl içinde yapılan tasarruflar”dan maksadın ‘Vergi Mahkemesindeki davanın kesinleşmesinden sonra başlayacak olan yeni bir ödeme müddeti olmayıp, ilk normal ödeme müddetinden geriye doğru iki yıl içerisinde yapılmış olan tasarruflar’ olduğu”143 - “6183 sayılı Kanun uyarınca, kamu alacağından dolayı açılan iptal davalarında, satışa konu aracın, satış tarihindeki gerçek değerinin bilirkişilere tesbit ettirilerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekeceğini”144 belirtmiştir... * 28/02/2011 Av. Talih Uyar 142 Bknz: 15. HD. 18.3.1996 T. 1130/1408; 9.11.1992 T. 5656/5193 143Bknz: 15. HD. 16.1.1995 T. 6377/76 144Bknz: 15. HD. 30.11.1988 T. 2727/4089 SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 73 TÜRK VERGİ HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI AV. Necip İlker KARAOĞLAN GİRİŞ Vergiler devletlerin kamu harcanmalarını finanse etmekte kullandıkları vazgeçilemez gelirlerden biridir. Ülkemizde de sürekli olarak gelişen ve değişen sosyal ve ekonomik şartlara paralel olarak devletlerin artan kamusal harcamalarına en önemli kaynağı vergiler oluşturmaktadır. Bir ülkede vergi sisteminin başarısından söz edebilmek için vergi yasalarının uygulanışı kadar, vergilerin zamanında ve eksiksiz ödenmesi, vergilemenin de etkin bir şekilde denetlenmesi gerekmektedir. Çalışmamızda öncelikle genel olarak vergi kavramlarından söz edilmiş, ardından vergi denetimi konusu detaylı olarak ele alınmıştır. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde vergi denetimine, Türk Vergi Hukuku’nda vergi denetiminin amaçlarına, bu denetimi gerçekleştirebilecek kurumlara değinilmiştir. Son olarak da vergi denetiminin sorunlarına yer verilmiştir. 74 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 1. GENEL OLARAK VERGİ Vergiler, devletlerin kamunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere belirli kurallar çerçevesinde aldığı ekonomik değerlerdir. Bu ana başlık altında verginin çeşitli tanımlarına, tarihsel süreç içerisindeki gelişimine, sınıflandırılmasına ve önemine yer verilmiştir. 1.1.Verginin Tanımı Vergi; devletin ekonomik, mali ve sosyal amaçlı kamu giderlerini finanse etmek üzere gerçek ve tüzel kişilerden mali güçlerine göre, karşılıksız olarak ve belirli kurallar dahilinde alınması zaruri olan ekonomik değerlerdir1. Ricardo’ya göre vergi, ödeyenlerin gelir ya da servetlerinden yaptıkları bir fedakarlıktır2. Vergi, kamu giderlerini karşılamak üzere gerçek ve tüzel kişilerden alınan ekonomik değerlerdir ve bir tarafta vergi alacaklısı, diğer tarafta vergi borçlusu olmak üzere iki tarafı bulunmaktadır. Bu ilişki esas itibariyle bir alacak borç ilişkisidir ve taraflara bazı görev, yetki ve sorumluluklar yüklemektedir. Vergi, toplumu oluşturan her bir bireyi çok yakından ilgilendiren ekonomik bir olgudur. Bireylerin hak ve özgürlükleri ile çok yakın ilgisi olması nedeniyle egemenin tek yanlı vergileme eylemine karşı büyük savaşlar verilmiş ve bu savaşlar 1215 Magna Carta ile büyük bir zafer ile sonuçlanmıştır. Manga Carta, bu anlamda büyük bedeller ödenerek kazanılmış muhteşem bir hukuk zaferidir. 1215 tarihinden itibaren kral, egemen, hükümran, devlet adı her ne olursa olsun buyurgan vergi konusunda herhangi bir düzenleme yapacaksa çok özenli davranma çabası içinde olmuştur. Bu gelişim süreci insanlar vergi alanında çağdaş hukuk kurallarına kavuşmuştur3. Vergi, “devletin kamu harcamalarının finansmanını karşılamak üzere toplumu meydana getiren fert ve kurumlardan ödeme güçlerine göre, karşılıksız ve zorunlu olarak aldığı ekonomik değerdir” şeklinde tanımlanmaktadır4. “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi resim, harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırları içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir”5. Jaze’e göre modern devletlerde vergi kişilerden toplumsal menfaati sağlayan masrafları karşılamak üzere ve vergiyi ödemekle yükümlü kişilerin teşkilatlanmış siyasi bir topluluğun üyesi olmaları nedeniyle değişmez kurallara talep edilen parasal kıymetlerdir6. 1 Fevzi Devrim, Kamu Maliyesine Giriş, İzmir: İlkem Ofset, 2002, s.190. 2 Macit İnce, Devlet Borçlanması, Kalite Matbaası-Ankara, 1976, s.196. 3 Ahmet Erol, Vergi Hukukunda Kavram, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Ocak 2006, s.7. 4 Osman Pehlivan, Vergi Hukuku, Derya Kitabevi, Trabzon, 2004, s.108. 5 Mualla Öncel, Ahmet Kumrulu ve Nami Çağan, Vergi Hukuku, 12. bs., Ankara, Turhan Kitapevi, 2005, s.15. 6 Aytaç Eker ve Kamil Tüğen, Kamu Maliyesine Giriş, Tolga Matbaası., 6.Baskı, Ankara, 1995, s.153. SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 75 1.2.Tarihsel Süreçte Vergi İlk çağlarda devletler mutlak hükümdarlıklarla yönetilirdi ve devlet bireyden mutlak olarak üstün ve ona hakimdi. Ayrıca devlet gücünü Tanrıdan aldığı için tanrısal yetkilere de sahipti. Zamanla hakimiyet ülkeyi Tanrı adına yöneten mutlak hükümdarların eline geçmiş ve bu dönemde hakimiyetine dayanan hükümdar halk üzerinde dilediği gibi baskı kurmuş, onları tahakküm altına almıştır7. “Kişisel hak ve hürriyetler çok sınırlı olduğu için insanları zorla çalıştırmak, malını, eşyasını ve imkanlarını kamu hizmetleri için almak ve onlara borç ve haraç yüklemek oldukça kolay olmuştur”8. Vergiye tarihin bilinen en eski dönemlerinden beri rastlanmasının yanında vergi hukukunun doğması ve gelişmesi o kadar gerilere gitmemektedir. İlkçağlarda hükümdarlar, ülkeleri üzerindeki mülkiyet hakkına istinaden üstün yetkilere sahipti. Mutlak iktidarın halk tarafından sınırlandırmak istenen ilk yetkisi, vergilendirme yetkisidir. Mutlak iktidarın vergilendirme yetkisinin sınırlandırılması, bunun hukuki bir düzene bağlanması, demokrasi yolunda atılan en önemli adımlardan biridir9. Mutlakiyetçi dönemde kralın vergilendirme gücüne karşı ilk tepki 1215 yılında İngiltere’de ortaya çıkmıştır. Magna Carta (Büyük Şart) adı verilen bu fermanla birlikte kral ile soylular ve din adamları arasında yapılan bir anlaşmaya göre “kralın yetkileri ve parlamentoda temsil edilen sınıfların yetkileri birbirlerine karşı sınırlandırılmış ve özellikle parlamento vergi konulmasına karar verilmesinde yetkili kılınmıştır. Ayrıca bu belgede kral tarafından keyfi olarak fertlere mali yüküm getirilemeyeceği, vergilerin konmasında kral için önceden senyörlerin ve ruhbanların onayını alma zorunluluğu açıklanmıştır”10. Magna Carta’nın paraya ihtiyaç duyulan zamanlarda ihlal edilmesi, İngiliz halkının 1215’de kazandıkları hakları krala anımsatmak amacıyla Haklar Dilekçesi kaleme alınmıştır. Haklar Dilekçesi İngiltere’de halk hareketine bağlı olarak vergilendirme yetkisinde sınırlama getiren ilk anayasal belge sayılmaktadır11. Amerika’nın bağımsızlık savaşının nedenlerinden birisi de, İngiltere’nin Amerika’daki sömürgelerinin vergilendirme yetkisine müdahale etmesi olmuştur12. 15 Aralık 1791 tarihinde Bill of Rights’ın (Haklar Beyannamesi) 10 maddesi ABD Anayasası’nın 11–17 maddeleri olarak onaylanmış ve anayasanın değişik maddeleri olarak Anayasa’ya eklenmiştir. Haklar Beyannamesi’nin 4. maddesi vergilendirme ile ilgili hükümler içermektedir. Madde hükmü ile parlamentonun izni olmadıkça vergilendirme yapılamayacağı üzerinde durulmuştur13. 7 Bedri Gürsoy, “1876 Anayasasının Mali Hükümleri”, Fadıl H.Sur’un Anısına Armağan, AÜSBF Yayın No:522, Ankara, 1983, s.178. 8 Hakan Ay, Maliye Tarihi (Ders Notları), İzmir, 2003, s.8. 9 Kamil Mutluer, Vergi Genel Hukuku, 2.Baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008, s.32. 10 Gülsen Güneş, Verginin Yasallığı İlkesi, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2008, s.31. 11 Özcan Özbey, İnsan Hakları Evrensel İlkelerinin Avrupa Mahkemesinde Uygulaması, Ankara: Adalet Yayınevi, 2004, s.22. 12 Nami Çağan, Vergilendirme Yetkisi, Kazancı Hukuk Yayınları, İstanbul, 1982, s.21. 13 U.S Constitution, “U.S. National Archives & Records Administration”, http://www.archives.gov/exhibits/charters/ 76 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Fransa’da ise 1789 devrimine kadar feodal beylerdin keyfi ve acımasız vergileri nedeniyle isyanlar çığ gibi büyümüştür. Devrim ile birlikte isyanlar doruk noktasına ulaşmış ve kral tahttan indirilmiştir. Ulusal Meclis ilk olarak halkın rızası olmadan hiçbir vergi alınamaz ilkesini koyan bir yasa çıkartmış, bu yasayla birlikte feodal beylerin ve kilisenin sahip oldukları vergilendirme yetkileri ve vergi ayrıcalıkları ortadan kaldırılmıştır. Ulusal Meclis aynı yıl (1789) sınıf ayrıcalıklarını ortadan kaldıran ve mutlakiyet rejimine son veren “İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesi”ni ilan etmiştir. Bu bildiride vergi ödevi ile ilgili maddeler şunlardır: Madde 13. Kamu gücünün sürdürülmesini sağlamak ve idarenin giderlerini karşılamak için herkesin vergi vermesi kaçınılmazdır. Vergi tüm yurttaşlar arasında, olanakları ölçüsünde, eşit olarak dağıtılır. Madde 14 Tüm yurttaşların bizzat ya da temsilcileri aracılığı ile verginin gerekliliğini belirlemeye, vergilemeye serbestçe rıza göstermeye, vergi gelirlerinin kullanılmasını izlemeye ve verginin miktarını, matrahını, tahakkuk biçim ve süresini belirlemeye hakkı vardır14. Osmanlı İmparatorluğunda da vergilendirme ile ilgili pek çok isyan çıkmıştır. 1925 yılında bir köylüye fazladan 200 akçe vergi salınması nedeniyle aşırı vergilendirmeye karşı olan kesimin ayaklanmasına (Baba Zünnun ayaklanması) yol açmıştır15. Osmanlı Devleti, İslami kurallar çerçevesinde yönetilen teokratik bir devlet olarak padişaha “mutlak itaat” edilen bir yönetime sahipti. Bu nedenle devlet otoritesinin sınırlandırılması düşüncesi yerleşmemiştir. İslam dininin vergilendirmeye ilişkin öngördüğü birtakım kurallar vardır ve bu kurallar çerçevesinde alınan vergilere şer’i vergiler adı veriliyordu16. Osmanlı Devleti, tarım ekonomisine dayalı bir yapıya sahip olduğundan gelirlerinin büyük bir kısmını toprağın işlenmesine bağlı olmuştur. Osmanlı Devletinde toprak düzeni, askeri sistemle iç içe bir şekildedir. Tımar (dirlik) adı verilen toprak sisteminde vergi gelirlerinin önemli bir bölümü belli kamu görevlilerine tahsis edilmiştir. Çoğu zaman vergi toplama yetkisi dirlik sistemi içerisinde yer alan sipahi adı verilen askerlere bırakılırdı17. 18. yüzyılda ise vergi tahsilini devlet ve yükümlüler açısından güvence altına alabilmek için halk tarafından seçilen ve “ayan” adı verilen kişiler yapmıştır. Ayanlar başlangıçta halkı kesenekçilere karşı korumak için var olmuş, ancak daha sonra ayanlar kesenekçilerle anlaşarak, kendileri de iltizam gelirlerinden pay almaya başlamışlardır18. Devlet otoritesi zayıflamaya başlayınca ayanların bölgesel güçleri artmış ve köylü constitution.html, (Erişim Tarihi: 24.09.2011). 14 Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Beta Yayınları, İstanbul, 1986, ss.564-566. 15 T.İ.B., Sınıflı Toplum Devlet ve Vergiler, 1.Baskı T.İ.B Yayınları No:14, Aslımlar Matbaası, Ankara, 1976, s.51. 16 Niyazi Berkes, Yüz Soruda Türkiye İktisat Tarihi, C:1, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 2.Baskı, Gerçek, Yayınevi, İstanbul, 1972, s.127. 17 M. Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, 5.Baskı, Hars Yayınları, İstanbul, 2005, s. 396. 18 Çağan, Kumrulu, Öncel, a.g.e., s.9. SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 77 artık devlet yerine ayanların buyruğu altına girmiştir. 1808 yılında ise padişah ile ayanlar arasında Sened-i İttifak adı verilen bir belge imzalanmıştır. Bu belge ile birlikte padişahın vergilendirme gücü, ayanlar lehine sınırlandırılmıştır19. Sened-i İttifak padişahın vergilendirme gücünün sınırlandırılması yönünden Magna Carta ile benzerlik göstermektedir. Tanzimat Fermanı ile padişahın vergilendirme yetkisini denetlemesi için “Meclis-i Ahkâm-ı Adliye” kurulmuş olsa da, bu meclisin padişahı cezalandırması mümkün değildi. 28 Şubat 1856 yılında Islahat Fermanı ilan edilirken, fermanda vergilerin keyfi olmaması, mükelleflerin ödeme güçlerini dikkate alması, sınıf ve mezhep ayrımı yapılmadan vergilerin tarh ve tahsil edilmesi ve vergilerin toplanmasında iltizam usulünün kaldırılması gerektiği vurgulanmışsa da gerek Tanzimat Fermanında gerekse Islahat Fermanında vurgulanan bu ilkeler uygulamaya geçememiştir20. Osmanlı’da hürriyet düşüncesi, mülkiyet kavramı, eşitlik ve güvenlik ilkeleri 1876 Anayasası ile ortaya konabilmiştir. Bu Anayasa insan hakları bakımından önemidir ve vergilendirmeye yönelik olarak üç madde içermektedir21. Anayasa’nın 20. maddesinde, “Kararlaştırılan yükümler kendi kanunlarına göre tüm uyruklar arasında herkesin kudreti oranında salınır ve bölüştürülür” hükmü ile verginin “mali güç” ölçütüne göre alınacağı hükme bağlanmıştır. 25. maddede “Bir kanuna dayanmadıkça vergi ve resim adı ile ve diğer bir adla hiç kimseden para alınamaz” hükmü getirilmiştir22. 1921’de “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” adını taşıyan Anayasa olağan üstü dönemde çıkarıldığında hak ve özgürlükler ile vergilendirmeyle ilgili herhangi bir hüküm içermemiştir23. Yeni Türk Devleti kurulduktan sonra çıkarılan 1924 Anayasası birey hak ve özgürlüklerine geniş bir biçimde yer vermiştir. 1924 Anayasasında vergilemeye ilişkin bazı hükümlere yer verilmiştir. 84. maddeye göre: “Vergi, devletin genel giderleri için halkın pay vermesi olarak tanımlanmıştır. 85.madde hükmü ile de “Vergilerin ancak kanunla salınıp, alınabileceği belirtilmiştir”24. 1949 ve 1950 yıllarında Alman yasalarından ilham alınarak Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi ve Vergi Usul Kanunu kabul edilmiştir. 1960–1970 yılları arasında daha fazla kamu gelirine ihtiyaç duyulmuş ve Motorlu Taşıtlar Vergisi, İşletme Vergisi gibi yeni vergiler kabul edilmiştir. 19 Çağan, a.g.e., s.33-34. 20 Hayri R.Sevimay, Cumhuriyete Girerken Ekonomi, Kazancı Yayınları, İstanbul, 1995, s.26. 21 Ahmet Kumrulu, “Vergi Hukukunun Bir Kısım Anayasal Temelleri”, Ankara: AÜHF. Dergisi, C.XXXIV, S.1–4, Olgaç Matbaası, 1981, s.149. 22 Orhan Aldıkaçtı, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, 3.Baskı, İstanbul: İÜHF Yayın No: 252, Fakülteler Matbaası, 1978, s.63. 23 Bumin Doğrusöz, “Yargı Karaları Işığında Vergilerin Kanuniliği İlkesi Açısından Türk Vergi Mevzuatının Değerlendirilmesi”, XIII. Türkiye Maliye Sempozyumu 14-16 Mayıs 1998 Bodrum, İstanbul: M.Ü. Maliye Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın No: 12, 2000, s.154. 24 Anayasa Mahkemesi, 1924 Anayasası, www.anayasa.gov.tr, (Erişim Tarihi: 29.08.2011). 78 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 1961 Anayasasında vergileme açısından 1924 Anayasasından farklı tek bir hüküm eklenmiştir. Bu da kanunda belirtilen yukarı ve aşağı sınırlar içerisinde, ölçü ve esaslara uygun olmak şartıyla, vergi, resim ve harçların muafiyet, istisna ve oranlarına ilişkin değişiklik yapma yetkisi Bakanlar Kuruluna verilmiştir. 12 Eylül Askeri Müdahalesi sonrasında hazırlanan 1982 Anayasasının “Temel Hak ve Ödevler” kısmının “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan 73. madde, sosyal hukuk devleti ilkesi doğrultusunda, vergi ödevine egemen olan temel anayasal kuralları düzenlemektedir25. Bu maddeye göre; -Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. -Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. -Vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. -Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir. 1.3.Vergilerin Sınıflandırılması Vergiler çok çeşitli şekillerde sınıflandırılabilir. Ancak uygulamada en fazla görülen sınıflandırma dolaylı-dolaysız, spesifik-ad valorem, kişisel-nesnel, gelir-servet-harcamaları üzerinden alınan vergiler şeklinde yapılmaktadır26. Bu sınıflandırmalar aşağıda başlıklar halinde kısaca açıklanmıştır. 1.3.1. Dolaylı - Dolaysız Vergiler Vergilerin dolaylı ve dolaysız olarak ikiye ayrılması konusundaki kıstaslar kısaca şöyle özetlenebilir27. Genel fiyat seviyesini etkileyen vergiler dolaylı, genel fiyat düzeyini etkilemeyen vergiler ise dolaysız vergilerdir. Nispi fiyatları değiştirmeyen vergiler dolaysız, değiştiren vergiler dolaylıdır. Yansıma ölçütüne göre, yansıtılamayan ve bu nedenle konulduğu kişi ya da kurumlar üzerinde kalan vergiler dolaysız, yansıtılarak yükü başkalarına aktarılan vergiler ise dolaylıdır. Gelirin elde edilmesine ilişkin işlemleri vergilendiren vergiler dolaysız, bu gelirlerin harcanması işlemlerini vergilendiren vergiler ise dolaylı vergilerdir. 25 Nurettin Bilici, Vergi Hukuku, 12.B., Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2006, s.37. 26 Kenan Bulutoğlu, ‘Kamu Maliyesi’, Sermet Matbaası, İstanbul 1996, s.25-27. 27 MEGEP (Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi), Muhasebe Finansman Vergi, Ankara, 2007, s.9. SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 79 Türk Vergi Sistemi içerisinde yer alan dolaysız vergiler şunlardır: Gelir Vergisi Kurumlar Vergisi Emlak Vergisi Veraset ve İntikal Vergisi Motorlu Taşıtlar Vergisi Buna karşılık, dolaylı vergiler kategorisini şu vergiler oluşturmaktadır; Mal ve Hizmetlerden Alınan Vergiler Dahilde Alınan Katma Değer Vergisi Ek Vergi Taşıt Alım Vergisi Akaryakıt Tüketim Vergisi Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi (BSMV) Damga Vergisi Harçlar Dış Ticaretten Alınan Vergiler Gümrük Vergisi Akaryakıt Gümrük Vergisi Tek ve Maktu Vergi İthalden Alınan KDV 1.3.2. Spesifik - Ad valorem Vergiler Bu ayrım vergi borcunun hesaplanma biçimine dayanmakta, ağırlık, hacim, uzunluk vs. gibi ölçüler üzerinden hesaplanan vergiler spesifik, matrah değeri üzerinden hesaplanan vergiler ise ad valorem vergiler olmaktadır. Maktu resim ve harçlar spesifik vergilere, gelir, kurumlar ve KDV ad valorem vergilere örnek olarak verilebilir28. Günümüzde, spesifik tarifelerin uygulandığı vergilerin sayısı aşağıdaki nedenlerden dolayı azalmıştır: Spesifik tarifelerin gelir, kurumlar ve KDV gibi belli vergi türlerine uygulanma imkanının olmaması. Spesifik vergilerin fiyat hareketlerini izlemede çok yetersiz kalması. Fiyat değişmelerinde, konulan verginin nisbi ağırlığının hiç arzu edilmeden değişmesi. 28 MEGEP, a.g.e., s.10. 80 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 1.3.3. Kişisel-Nesnel Vergiler Mükellefin kişisel durumunu, diğer bir ifadeyle, kişinin evli ya da bekar oluşunu, çocuklarının bulunup bulunmamasını, sakatlık halini vb. durumları dikkate alan vergiler kişisel, bunu dikkate almayan vergiler ise nesnel vergilerdir29. Gelir ve veraset vergileri kişisel vergilere, mal ve hizmetlerden alınan vergiler ise nesnel vergilere örnek olarak verilebilir. 1.3.4. Gelir -Servet- Harcamalar Üzerinden Alınan Vergiler Günümüzde, en çok kullanılan ayırımlardan birisi de vergi matrahının niteliğine göre yapılan ayırımdır. Bu ayırıma göre, verginin matrahını gelirin oluşturması gelir üzerinden alınan vergiler, verginin matrahını servetin oluşturması servet üzerinden alınan vergiler ve verginin matrahını harcamaların oluşturması ise harcamalar üzerinden alınan vergiler grubunu oluşturmaktadır30. Gelir üzerinden alınan vergilere gelir ve kurumlar vergisi, servet üzerinden alınan vergilere emlak, motorlu taşıtlar, veraset ve intikal vergisi, harcamalar üzerinden alınan vergilere de mal ve hizmetler üzerinden alınan vergiler örnek olarak sayılabilir. Vergi ödeme gücünün bir göstergesi olması yanında, kamu hizmetlerinin gerçekleştirilmesi için gerekli finansmanı sağlayabilmek bakımından günümüzde harcamaların da vergilendirilmesi yoluna gidilmektedir. Harcamaları kısarak tasarrufları, dolayısıyla sermaye birikimini teşvik edici bir yapıya sahip olan harcamalar üzerinden alınan vergileri, genel harcama vergisi ve satış vergileri olmak üzere iki grup altında incelemek mümkündür. 1.3.4.1. Genel Harcama Vergisi Genel harcama vergisi, matrahı tüketim olan kişisel ve dolaysız bir vergidir. Tüketim üzerinden alınan vergiler dolaylı ve nesnel olmalarına rağmen, dolaysız bir vergi olan genel harcama vergisi kişisel nitelikte olup gelir vergisinin bir alternatifidir. Vergi kişilerin tıpkı gelir vergisinde olduğu gibi verecekleri yıllık beyannamelere göre kendilerince ya da vergi idarelerince hesaplanmaktadır. Beyannamelerde kişinin harcamalarını bulmak için, bir yıl içinde elde edilen gelire sahip olunan sermaye mallarının satışından elde edilen meblağlar, banka hesaplarındaki azalmalar vs. gibi ilaveler yapılarak bulunan, değerden sermaye malları için yapılan harcamalar ile devletin uygun göreceği bazı harcamalar ve yıl içindeki tasarruflar düşülmektedir31. 29 MEGEP, a.g.e., s.10. 30 Metin Erdem, Doğan Şenyüz ve İsmail Tatlıoğlu, Kamu Maliyesi, 3. Basım, Ekin Kitabevi, 2003, s.90. 31 Birol Aydemir, Türkiye’de katma değer vergisi uygulamasının değerlendirilmesi ve efektif katma değer vergisi oranlarının hesaplanması. Ankara: DPT. Yıllık Programlar ve Konjonktür Değerlendirme Genel Müdürlüğü, Ağustos 1996, http://ekutup.dpt.gov.tr/vergi/aydemirb/kdv.html , (Erişim Tarihi: 04.10.2011). SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 81 1.3.4.2. Satış Vergileri Genel harcama vergisinden farklı olarak, harcamaların fiilen yapılması sırasında alınan satış vergileri nesnel ve dolaylı vergilerdir. Satış vergileri sınırlı sayıda mal üzerine konulan özel satış vergileri, veya ilke olarak, tüm malların üzerine konulan genel satış vergileri olarak sınıflandırılmaktadır. 1.3.4.2.1. Özel Satış Vergileri Üretimden veya üretimin belli bir aşamasından genel olarak alınmayıp, tek tek bazı ürün ve hizmetler üzerinden, genellikle de tüketim aşamasında alınan vergiler özel satış vergileri olarak adlandırılmaktadır. Finansman temin etmek amacı dışında, talebi kontrol edilmek istenen mallara da uygulanan özel satış vergileri, uygulama kolaylığı nedeniyle, geleneksel toplumlarda tercih edilen bir vergi olmuştur. Gümrük vergileri ile alışkanlık yapan maddeler üzerinden alınan vergiler özel satış vergilerine örnek olarak verilebilir. 1.3.4.2.2. Genel Satış Vergileri İlke olarak, alışveriş konusu tüm malları kapsayan genel satış vergileri toplu satış vergileri ( tek aşamalı) ve yaygın satış vergileri (çok aşamalı) olmak üzere ikiye ayrılırlar32. 1.3.4.2.2.1. Toplu Satış Vergileri Toplu satış vergileri bir malın üretim (imalat), toptan satış veya perakende satış aşamalarından yalnız birisini kavramaktadır. Buna göre de, sırasıyla imalat satış vergisi, toptan satış vergisi ve perakende satış vergisi adını almaktadır. 1.3.4.2.2.2. Yaygın Satış Vergileri Üretimlerinden tüketicinin eline geçinceye kadar, malları ve hizmetleri her aşamada vergilendiren yaygın satış vergileri, ciro ve katma değer vergisi olmak üzere iki ana biçimde uygulanmaktadır. Ciro Vergisi; bu vergide belli bir aşamadan diğerine geçen mallar satış değerleri üzerinden vergiye tabi tutulmaktadır. Çok yaygın bir alanda uygulandığı ve her satışta tekrarlandığı için yayılı muamele vergileri düşük vergi oranları ile fazla vergi toplamak gücü taşımaktadır. Ciro vergisinin önemli özelliği satış değerini vergilerken eskiden ödenmiş verginin de yeniden vergisini almak suretiyle “verginin piramitleşmesine” neden olmasıdır33. 32 Ahmet Polatlı, Vergiler, http://www.makaleler.com/bilim-makaleleri/vergiler.htm, (Erişim Tarihi: 01.10.2011). 33 Aydemir, a.g.e. 82 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Katma Değer Vergisi; Üretim - tüketim zincirinin bütün aşamalarında uygulanan fakat matrahının her bir aşamada yaratılan katma değer olması nedeniyle, ciro vergisinin aksine vergi piramitleşmesine neden olmayan bir vergidir. 1.4.Vergiye İlişkin Temel Kavramlar Bu başlık altında vergiye ilişkin temel kavramlardan, verginin matrahı, vergiyi doğuran sebep, vergi sorumlusu ve vergi muaflığı kavramlarına aşağıda kısaca değinilmiştir. Verginin Matrahı: Verginin, üzerinden hesaplandığı değer veya miktardır. Vergiyi Doğuran Sebep: Vergi alacağı vergi yasalarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun oluşumu ile doğar. Vergi alacağı mükellef bakımından vergi borcunu oluşturur. Vergi Sorumlusu: Vergi sorumlusu, vergi kanunlarına göre mükellef olmamakla birlikte, verginin, alacaklı vergi dairesine ödenmesinden sorumlu olan kişidir. Sorumluluk uygulaması, verginin tahsilinin güvenliğini sağlamaya yönelik bir uygulamadır. Vergi Muaflığı: Vergi kanunlarına göre mükellef sayılan bir gerçek veya tüzel kişinin, çeşitli ekonomik, sosyal ve siyasal sebeplerle, vergi dışı bırakılmasıdır. Vergi Ehliyeti: Mükellefiyet ve vergi sorumluluğu için yasal ehliyet şart değildir. Vergiyi doğuran olayın kanunlarla yasak edilmiş bulunması mükellefiyeti ve vergi sorumluluğunu kaldırmaz34. 1.5.Vergilendirmenin Amaçları Bu başlık altından vergilendirmenin amaçları, mali amaçlar yönünden, maliye politikaları açısından, ekonomik hedefler açısından ve sosyal politikalar açısından ele alınarak incelenmiştir. 1.5.1.Mali Amaçlar Yönünden Vergilemenin mali amacı; kamu harcamalarını karşılamaktır. Vergi artışlarının, kamu harcamalarındaki artışlarla uyumlu bir biçimde gerçekleşmesi gerekir. Aksi durumda, vergi gelirlerinin çeşitli düzenlemelerle arttırılmasına veya kamu harcamalarının azaltılmasına çalışılır. Kamu harcamalarının azaltılması seçeneği toplumun gelişen ekonomik ve sosyal yapısı içinde uygulanması kolay bir yol değildir. 1.5.2.Ekonomik Hedefler Açısından Vergilemenin ekonomik amacı; vergiler, belirlenen ekonomik hedeflere ulaşmada etkin bir rol oynar. Çünkü vergiler devletin ekonomiye müdahale ettiği önemli araçlarından biridir. Vergi politikasının bu yönde oluşturulması, işletilmesi ve gerekli deği34 http://assets.garanti.com.tr/assets/pdf/tr/ozel_bankacilik/vergi_kitapcigi_2011pdf.pdf , Vergi Kitapçığı, (Erişim Tarihi: 02.10.2011). SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 83 şikliklerin yapılması gereklidir. 1.5.3. Sosyal Politikalar Açısından Vergilendirmenin sosyal adalet sağlamadaki rolü, vergilendirmenin sosyal amaçlarındandır. Sosyal devlet, toplumda zayıf olan kesimi koruyucu önlemler alan devlettir. Vergi adaletine ulaşma bakımından doğrudan etkisi bulunan indirimler, bağışıklıklar ve istisnalar; farklı boyutlarda olmak üzere tüm vergi sistemlerinde kabul edilmiştir. Söz konusu indirimler ve istisnalar iyi ve gerçeklere uygun biçimde düzenlenmişlerse vergi adaletini sağlamada olumlu yönde etkilemektedir35. 2.TÜRK HUKUKUNDA VERGİ DENETİMİ 2.1.Türkiye’de Vergi Denetim Süreci Vergi denetleme süreci planlama aşamasıyla başlar, planlamanın ardından denetlenecek bildirimlerin seçilmesi ve denetleme hazırlığından sonra uygun görülen denetleme yönteminin belirlenmesiyle denetleme başlamaktadır. Denetleme işlemlerinin tamamlanmasıyla birlikte rapor ve tutanak düzenlenir. Vergi denetiminin amaca uygun olarak yapılabilmesi için çalışmalar bir plan dahilinde yürütülmektedir. Vergi denetleme planı hazırlanırken göz önünde bulundurulması gereken bazı faktörler vardır. Bunlar; denetim elemanı sayısı, bu denetim elemanlarının planlanan dönemde çalışabilecekleri ortalama iş günü sayısı, denetleme türlerine göre öngörülen ortalama çalışma süresi, vergi mükelleflerinin sayısı, denetleme oranı ve denetlemenin dağılımı gibi faktörler göz önünde bulundurulur. Vergi bildirimlerinin tamamının denetlemeye tabi tutulması bildirimlerin sayılarının fazla olması nedeniyle mümkün değildir. Vergi denetlemesinde amaç gerçeğe uygun olmayan bildirimlerin tespit edilmesidir. Bu nedenle denetlemeye alınacak olan bildirimlerin seçimi önemlidir. Vergi denetlemelerinin planlı yapılması zorunluluğu, denetlenecek bildirimlerin seçiminin belli yöntem ve sistem dahilinde yapılması gereğini ortaya çıkartmıştır. Denetlenecek bildirimlerin gelişigüzel seçilmesinde başarı rastlantılara bırakılmış demektir. Bu durum, bazı mükelleflerin defalarca denetlenmesine, bazılarının bekli de hiç denetlemeye tabi tutulamamasına neden olabilecektir36. Denetleme elemanları, seçilen mükelleflerin kendilerine bildirilmesinden sonra mükellef, mükellefin yer aldığı iş kolu, çalışma koşulları ve denetleme sırasında yararlı olabilecek konularda bilgi toplarlar. Bu hazırlığın yapılması denetleme elemanlarına zaman kazandırır ve denetlemenin başarısına katkı sağlar. 35 Pehlivan, a.g.e., s.38-39. 36 Abdurrahman Akdoğan, Vergi İncelemesi, Ankara İ.T.B.A. Maliye ve Vergi Hukuku Enstitüsü Yayınları, Ankara 1979, s.85. 84 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Denetlemenin gerçekleşmesi ise satışların denetlenmesiyle başlar, ardından giderler ve son olarak gelirler denetlenir. Denetlemenin sonunda denetleme elemanı mükellef ile bir konuşma yaparak, işletmenin kayıt, belge, defter tutma durumları ile vergi ilişkileri bakımından düzenli bulunup bulunmadığını mükellefe açıklar. Vergi denetleme raporu hazırlanır. Vergi denetleme elemanları yaptıkları vergi denetlemelerde araştırma işlevini yerine getirirken elde ettikleri bulguları iyi bir şekilde delillendirmek durumundadırlar. Çünkü vergi denetleme elemanları bu bulgularını ayrıca, vergi idaresi lehine işleyen maddi ve şekli vergi hukuku normlarına dayandırarak matrah farkı hesaplayabileceklerdir. Vergiyi doğuran olaya ilişkin normlardan yararlanan taraf, vergi yönetimi olduğundan, bu husustaki ispat yükü vergi idaresi (denetleme elemanı) üzerindedir37. 2.2.Vergi Denetiminin Tanımı Vergi denetimi; vergi yasaları ve vergiye tabi tutulan yükümlülerin ve vergi işlemlerinin tam olarak kavranabilmesini sağlayan ve vergi idaresi ile yükümlülerin mevcut vergi sisteminde yer alan ilke ve kurallara uygun davranıp davranmadıklarını belirlemeye yönelik olan ve vergi idaresi tarafından yapılan işlemlerin tümü olarak tanımlanabilir. Bunun yanında vergi denetimi; yükümlüler ve idarenin vergi yasalarının çizdiği sınırlar içerisinde davranmasını sağlayabilme, vergi adaleti içerisinde potansiyel vergi kaynaklarının tamamının vergilenerek en yüksek düzeyde vergi toplanabilme, ayrıca uygulamada karşılaşılan sorunların çözümüne yönelik olarak vergi sistemine değişiklik önerebilme işlevlerine sahiptir38. Vergi denetimleri denetçinin statüsüne göre iç denetim ve dış denetim olarak ele alınabilir. 2.2.1.İç Denetim 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu iç denetim faaliyetinin kurulması ve iç denetimin, iç denetçiler tarafından yapılmasını öngörmüştür. Söz konusu kanunun 66. maddesi, Türkiye’de iç denetim merkezi uyumlaştırma birimi olarak Maliye Bakanlığı’na bağlı İç Denetim Koordinasyon Kurulu’nun kurulmasını hükme bağlanmıştır. İç Denetim Koordinasyon Kurulu’nun başkan ve üyeleri 30.06.2004 tarihinde göreve başlamıştır 39. Maliye Bakanlığı’nda iç denetim yetkisine sahip olanlar şunlardır: Maliye müfettişleri, Bütçe kontrolörleri, Muhasebat kontrolörleri, 37 Nezih Şeker, Hukuksal Yapısıyla Vergi İncelemesi, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş,İstanbul 1994,s.404. 38 Maliye Hesap Uzmanları Derneği, Denetim İlke Ve Hesapları, Cilt:1, İstanbul: Acar Matbaacılık, 1996, s.98. 39 Ramazan Aktaş, İç Denetim Merkezi Uyumlaştırma Birimi (İç Denetim Koordinasyon Kurulu), Mali Hukuk Dergisi, (132), Kasım-Aralık 2007, s.1. SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 85 Gelirler kontrolörleri, Milli emlak kontrolörleri, Personel genel müdürlüğü kontrolörleri, TASİŞ (Tasfiye İşleri Döner Sermaye İşletmeleri Genel Müdürlüğü) kontrolörleri, Muhasebe denetmenleri, Vergi denetmenleri, Milli emlak denetmenleri. 2.2.2.Dış Denetim Dış denetim; işletmenin, kendi elemanı olmayan bağımsız denetçiler tarafından denetlenmesidir. Dış denetim; kendi içinde bağımsız denetim, kamu denetimi ve yüksek denetim olarak üçe ayrılmıştır. 2.2.2.1.Bağımsız Denetim Bağımsız denetimde, denetimin konusunu muhasebe verileri oluşturmaktadır. Kaydedilen bilgilerin ilgili dönemin mali-ticari işlemlerini olması gerektiği gibi yansıtıp yansıtmadığı, muhasebe ilkelerine uygun olarak işlenip işlenmediği denetlenir40. 2.2.2.2.Kamu Denetimi Kamu denetimi; görev ve yetkilerini ilgili yasalardan alan ve kamu adına, kamunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere devlet kurumları içerisinde örgütlenmiş olan kişi ve kurumlarca gerçekleştirilen denetimlerdir. Kamu kontrol kurumları; Sayıştay, Devlet Denetleme Kurumu ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurumu’dur. 2.2.2.3.Yüksek Denetim Yüksek denetim; Kıta Avrupa’sı ülkelerinde ve Türkiye’de Sayıştay tarafından yapılır. Anglosakson ülkelerinde, Genel Denetçi ya da Komptrolör ve Genel Denetçi diye adlandırılan ve bir başkanın idaresinde, yürütme organı içinde bulunan bir kamu kurumu tarafından yürütülmektedir41. Yüksek denetim parlamento adına yapılmakta ve klasik denetimin yanında performans denetimini de içermektedir. 2.3.Vergi Denetiminin Amaçları Vergi denetiminin mali, ekonomik, sosyal ve hukuki amaçları vardır. bu amaçlara aşağıda başlıklar halinde kısaca değinilmiştir. 40 İbrahim Organ, Vergi Denetimi Ve Türkiye Uygulaması, Ankara: Gazi Kitabevi, 2008, s.13. 41 Mehmet Karakaş, Yüksek Denetim: Tanımı, Özellikleri, Örgütlenmesi Ve İngiltere’deki Uygulaması, Vergi Sorunları Dergisi, (196), Ocak 2005, s.209. 86 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 2.3.1.Mali Amaçlar Vergi denetimi sayesinde beyan dışı kalmış gelirler tespit edilip önlenmekte, böylece devletin ekonomik ve sosyal görevlerini yerine getirmesi amaçlanmaktadır. Ülkedeki mevcut vergi potansiyelinin değerlendirilmesi, vergi dışında tutulan kaynakların ortaya çıkarılması ve vergilerin gerçeğe uygun şekilde alınması devletin mali açıdan rahatlatmaktadır. Bu açıdan, vergi denetiminin doğrudan ve dolaylı fonksiyonları, devlete önemli mali imkânlar sağlamaktadır42. 2.3.2.Ekonomik Amaçlar Uygulamaya giren ger vergi uygulanmaya başlandığında doğrudan bir amaç gözetilsin veya gözetilmesin birtakım ekonomik etkiler yaratır. Söz konusu bu etkiler ekonomi karar mercilerinin ve fertlerin vergilerden önceki duruma göre davranışlarını değiştirmeleri sonucu ortaya çıkar ve nispi fiyatlar değişir. Devletler, iktisadi kalkınmanın sağlanmasıyla da gelir dağılımının düzeltilmesi gibi amaçlarla vergiden giderek daha fazla yararlanmaya başlamışlardır. Büyük ölçüde vergi kayıplarının söz konusu olduğu toplumlarda beklenen etkiler gerçekleştirilmez. Vergi kaçırma imkânı olanlar ek olarak elde ettikleri fonları devletin önceliklerinden farklı bir şekilde ve istedikleri gibi kullanmaktadır43. 2.3.3.Sosyal Amaçlar Ülkede sosyal ve ekonomik refahın gerçekleştirilmesi, herkesin belirli bir gelir düzeyine ulaşmasıyla mümkün olabilmektedir. Vergiler, yapıları ve uygulanışları nedeniyle, gelir dağılımının dengelenmesinde önemli etkiler yapmaktadır. Yükümlülerin vergi kaçırmalarını önlemeye çalışan vergi denetimi, bu yönüyle sosyal adaleti de sağlayıcı niteliktedir44. 2.3.4.Hukuki Amaçlar İsteyerek ya da istemeyerek vergi kayıplarına neden olan mükellefler hiç vergi vermemek ya da daha az vergi vermek suretiyle, vergi adaletinin gerçekleşmesi için öngörülen hedefleri bütünüyle alt üst edebilirler. Bu bozucu etkilerin önlenmesi ancak vergi denetimleri ile sağlanmaktadır. Vergi denetimleri sonucu ortaya çıkan uyuşmazlıklar, konunun hukuki kurallar içinde çözümlenmesini sağlamış olacaktır45. 42 Vergi Denetmenleri Derneği, Kamu Giderlerinin Finansmanı Kayıtdışı Ekonomi Ve Vergi Denetimi, No:14,Vergi Denetmenleri Derneği Eğitim Yayınları Serisi, 2007, s.165. 43 Recai Dönmez, Teoride Ve Uygulamada Vergi Afları, Eskişehir, 1992, s.51. 44 Vergi Denetmenleri Derneği, Kamu Giderlerinin Finansmanı Kayıtdışı Ekonomi Ve Vergi Denetimi, No:14,Vergi Denetmenleri Derneği Eğitim Yayınları Serisi, 2007, s.167. 45 Akdoğan, a.g.e., s.8. SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 87 2.4.Vergi Denetiminin Fonksiyonları Vergi denetiminin istenilen amaçları gerçekleştirmede üç önemli fonksiyonu vardır. Bunlar; eğitici fonksiyonlar, önleyici fonksiyonlar ve araştırma fonksiyonlarıdır. 2.4.1. Vergi Denetiminin Eğitici Fonksiyonu Vergi denetiminin fonksiyonlarından birisi eğiticiliktir. Vergi denetim elemanı, yalnızca vergi kaybını ortaya çıkaran ve mükellefi cezalandıran kişi değil, bununla birlikte, panel ve konferanslar yoluyla vergi konusunda aydınlatma ve biçimlendirme hizmeti veren bir kişi olmalıdır. Bu konu denetim elemanının eğitim sorunu olup, denetim elemanının mesleğe girişinden başlayarak tüm meslek hayatı boyunca eğitiminde süreklilik göstermesi gerekmektedir46. 2.4.2. Vergi Denetiminin Önleyici Fonksiyonu Vergi denetiminin önleyici fonksiyonu, denetim sonrasında uygulanan cezanın, yükümlüler açısından caydırıcı olması hatalı ve hileli işlemleri azaltan ve vergi inceleme amaçlarını etkin bir şekilde gerçekleştiren fonksiyondur. Önlemenin gerçekleşmesi, mükelleflerin belirli zamanlarda incelemeye tabi tutularak kontrol altında bulundurulmalarına bağlıdır. Eldeki imkanların koyduğu sınırlamalara göre gerçekleştirilebilecek olan bu kontrol, vergi inceleme sonuçları açısından önem taşımaktadır. Bu şekilde vergi kaybına yol açan işlemlerin mükellefe yapılacak uyarılarla önlenmesi söz konusu olacaktır47. 2.4.3. Vergi Denetiminin Araştırma Fonksiyonu Vergi denetiminin araştırma fonksiyonunda en önemli aracı vergi incelemeleridir. Vergi incelemesi, vergiyi ödemekle yükümlü olan kişilerin ödedikleri verginin doğruluğunun araştırılması ve tespit edilmesiyle, mükelleflerin defter ve belgeleri ile beyanları üzerinde yapılan incelemeler sonucunda ödenmesi gereken vergiyi vergi idaresine tarh ettirmeyi öneren yazılı bir denetim türüdür. 2.5.Türkiye’de Vergi Denetim Kurumları 2.5.1.Hesap Uzmanları Kurulu Hesap Uzmanları Kurulu, 28 Mart 1945 tarih ve 4709 sayılı kanunla Maliye Bakanı’na bağlı olarak kurulmuştur. HUK’ un merkezi Ankara’da olup, Hesap Uzmanları Kurulu; merkezde bir kurul 46 Organ, a.g.e., s.44. 47 Akdoğan, a.g.e., s.10-11. 88 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 başkanı, başhesap uzmanları, hesap uzman muavinleri ve kurul bürolarından oluşmaktadır. HUK denetiminin kapsamı, 4709 Sayılı Kuruluş Kanunu ile Maliye Bakanlığı’nın kuruluş ve görevleri hakkındaki 178 sayılı KHK’ da belirlenmiştir. Buna göre hesap uzmanlarının başlıca görevleri şunlardır: Gelir kanunlarının verdiği yetkiye dayanarak gerçek kişi ve kurumlar nezdinde vergi incelemesi yapmak, Diğer mali mevzuat gereğince her türlü dışdenetim işlerini yapmak ve sonuçlarını izlemek, Vergi politikasının oluşumuyla ilgili çalışmalara katılmak, vergi sistem ve tekniğinin geliştirilmesi, uygulamadaki tereddüt ve aksaklıkların giderilmesi hususunda araştırmalar yapmak ve önerilerde bulunmak, vergi reform çalışmalarına katılmak, Ekonomik ve mali yaşamdaki gelişmelere uygun olarak Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun, Türk Parası Kıymetini Koruma Kanunu, Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu, Dış Ticaret ve Teşvik Mevzuatı, Bankalar Kanunu, Sermaye Piyasası Kanunu, Menkul Kıymetler Borsası Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, Finansal Kiralama Kanunu, Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, İktisadi Kamu Kuruluşları, Dernek ve Vakıflarla ilgili mevzuatın gerekli kıldığı özel ihtisas ve deneyimi gerektiren alanlarda inceleme ve araştırmalar yapmak, Maliye Bakanı tarafından verilen diğer görevleri yapmak. 2.5.2.Maliye Teftiş Kurulu Maliye Teftiş Kurulu, bir başkan ile maliye başmüfettişi, maliye müfettişi ve maliye müfettiş yardımcılarından oluşmaktadır. Ayrıca bu kurul bakanın emri veya onayı üzerine, bakan adına görev yapar. MTK’nın görev ve yetkileri, Maliye Bakanlığı’nın teşkilat ve görevleri hakkındaki 178 sayılı KHK ve 543 sayılı KHK’nın değişik 20. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre MTK’nın görevleri şöyledir: Genel ve özel bütçeli dairelerle fonlar, döner sermayeli kuruluşlar, kuruluş ve statüsü ne olursa olsun sermayesinin en az yarısı devlete ait olan kuruluşlar ve bu daire ile kuruluşların birlikte veya ayrı ayrı sermayelerinin en az yarısına iştiraki olan kuruluşları teftiş etmek, İmtiyazlı şirketlerle sermayesinde (a) bendinde yer alan kuruluşların iştiraki bulunan kuruluşları, yetkili makamların isteği ve Maliye Bakanı’nın izni ile teftiş etmek, Dernek, vakıf ve sendikaları mali yönden teftiş etmek, Çeşitli kanun, tüzük, yönetmelik ve kararların Maliye Bakanı’na ve Maliye Müfettişleri’ne tanıdığı teftişve inceleme yetkilerini kullanmak. SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 89 2.5.3.Gelirler Kontrolörleri Gelirler Kontrolörleri; Türkiye genelinde vergi incelemesi yapma, gelir idaresi merkez ve taşra teşkilatının bütün işlemlerini teftiş etme, maliye memurları hakkında soruşturma yapma, 4208 sayılı kanun kapsamında kara para aklama eylemlerini araştırma ve diğer bazı kanun ve kararlarla kendilerine verilen denetim işlerini gerçekleştirme görev ve yetkileri ile donatılmış merkezi denetim birimidir48. Gelirler Kontrolörleri, 05.05.2005 tarih ve 5345 sayılı kanunla kurulan Gelir İdaresi Başkanlığı’na bağlı olarak, Gelirler Kontrolörleri Daire Başkanlığı altında örgütlenmişlerdir. Gelirler Kontrolörleri’nin görev ve yetkileri şunlardır: Gelir İdaresi Başkanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı’nın bütün işlerini teftiş etmek ve incelemek (Gelir İdaresi merkez birimlerinin teftişi; Gelir Müdürlüğü, İstihbarat Arşivleri, Vergi Dairesi, Takdir Komisyonları ve Uzlaşma Komisyonları’nın teftişi, Vergi dairelerine ait para, kıymetli kağıt, mal ve eşyanın saklanmasına mahsus kasa, depo, ambar ve benzerlerinin muhtevasını saymak ve tespit etmek, Maliye Memurları hakkında soruşturma yapmak, Teftiş ve soruşturmayla ilgili mahrem de olsa her türlü defter, belge ve yazıları incelemek, Harçlar Kanunu uyarınca yurtiçinde ve yurtdışında, harçları tahsile yetkili memurların hesaplarını teftiş ve kontrol etmek, Vergi Usul Kanunu hükümleri gereğince, vergi kanunları açısından mükellefler hakkında her türlü vergi incelemesi yapmak, 4208 sayılı Kanun kapsamına giren kara para aklama suçunun araştırmasını ve incelemesini yapmak, Kanunlar, özel anlaşmalar gibi mevzuatla yürütülmesi Gelir İdaresi Başkanlığı’na verilen işlerin kapsamına giren konularda inceleme ve araştırmalar yapmak, uygulanan kanun, tüzük, kararname ve yönetmelik, karar genel tebliğ ve muktezalar hakkında görüş ve önerilerde bulunmak, Kanun, tüzük, kararname ve yönetmeliklerde verilen diğer görevleri yerine getirmek, Bakanlık Makamı veya Gelir İdaresi Başkanlığı’nca istenen diğer işleri yapmak, Maliye Bakanlığı ve Gelir İdaresi personelinin, üniversite, Maliye Lisesi, Maliye Kursu öğrencilerinin ve mükelleflerin eğitimini sağlamak, Ayrıca diğer kamu kurum ve kuruluşlarında eğitim görevleri ile mali ve ekonomik konularda etüt ve araştırma yapma görevleri de vardır. 48 Fatih Acar, Gelir İdaresinin Ve Vergi Denetiminin Yeniden Yapılandırılması, Vergi Sorunları Dergisi, (169), Ekim 2002, s.205. 90 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 2.5.4.Vergi Denetmenleri Vergi Denetmenleri Maliye Bakanlığı’na bağlı Gelirler İdaresi Başkanlığı bünyesinde görev yapan denetim elemanlarıdır. Vergi Denetmenleri’nin görevleri, Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü Vergi Denetmenleri Görev, Yetki, Çalışma ve Atama Yönetmeliği’nin 3. Bölüm 8. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre Vergi Denetmenlerinin görevleri şunlardır: 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na göre vergi incelemesi ve denetim yapmak, Yetkili merciler tarafından verilen teftiş ve soruşturma görevlerini ifa etmek, Yetkili makamlarca kanun, kanun hükmünde kararname, kararname, tüzük, yönetmelik ve diğer mevzuat uyarınca verilecek işleri yapmakla görevlidirler. 2.5.5.İlin En Büyük Mal Memuru Defterdar, bulunduğu ilde Maliye Bakanlığı’nın en büyük memurudur. Defterdarlar, il ve ile bağlı ilçeler teşkilatının amiri olup, işlemlerin kanun hükümlerine göre yürütülmesi, denetlenmesi, merkez ve taşradan sorulan soruların cevaplandırılması, kanuna aykırı hareketi görülenler hakkında takibatta bulunulması, merkez ve merkeze bağlı ilçelerdeki maliye memurlarının sicillerinin tutturulması ile görevli ve sorumludurlar. 2.5.6.Vergi Dairesi Müdürleri Vergi Dairesi Başkanlıkları’nın Kuruluş ve Görev Yönetmeliği 4’ünci maddesine göre Vergi Dairesi Başkanlıkları; yetki alanı içindeki mükellefi tespit eden, vergi ve benzeri mali yükümlülüklere ilişkin tarh, tebliğ, tahakkuk, tahsil, terkin, tecil, iade, ödeme, muhasebe ve benzeri işlemleri yapan, bu işlemlere ilişkin olarak yaratılan ihtilaflarla ilgili yargı mercileri nezdinde talep ve savunmalarda bulunan, gerektiğinde itiraz, temyiz ve tashihi karar talebinde bulunan, yargı kararlarının uygulanması işlemlerini yürüten, vergi uygulamalarını geliştiren ve iyileştiren, mükelleflere kanunların uygulanması ile ilgili görüş bildiren, mükellefleri hak ve ödevleri konusunda bilgilendiren ve uygulamalarında mükellef haklarını gözeten, mükellef hizmetleri ile bilgi işlem, istatistik, bilgi toplama, insan kaynakları yönetimi, satın alma, kiralama, vergi inceleme ve denetim, uzlaşma, takdir ve benzeri görevleri ve işlemleri yürüten dairelerdir. 2.6. Vergi Denetimin Türleri 2.6.1. Yoklama VUK’ un 127. maddesinde Yoklama, mükellefleri ve mükellefiyetle ilgili maddi olayları, kayıtları ve mevzuları araştırmak ve tespit etmek olarak tanımlanmaktadır. VUK yoklamayı, mükellefi ve mükellefiyetle ilgili maddi olayları, kayıtları ve konuları araştırmak ve tespit etmek şeklinde tanımlamıştır. Bu tanıma göre, yoklamaya yetkili olanlar için son derece geniş yetkiler verildiği görülmektedir. Yoklama, vergi idaresinin mükellef hakkında yaptığı bilgi toplama faaliyetleri yanında kayıt ve belge SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 91 düzeninin kontrolünü de içeren bir vergi güvenlik önlemi mahiyetini almış bulunmaktadır49. VUK’ un 128. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca; Vergi dairesi müdürleri, yoklama memurları, yetkili makamlarca yoklama işi ile görevlendirilenler, vergi incelemesine yetkili olanlar, gelir uzmanları yoklama yetkisine sahiptir. VUK’nun 130-131 ve 132’inci maddelerine göre, yoklama her zaman yapılabilir. Yoklamanın amacı, vergilendirmeyi etkileyen ve vergi dairesinin dışında gerçekleşen olayları ortaya çıkararak vergi adaleti ve sosyal adaleti gerçekleştirip hazineye ek gelir sağlamaktır. 2.6.2. Vergi İncelemesi Vergi incelemesi; mükellefin işlem ve hesaplarının, muhasebe ilkeleri ve vergi hukuku yönünden eleştirisel bir gözle, yetkili uzman kişilerce denetlenerek; hata, noksanlık ve hilelerin ortaya çıkarılması suretiyle ödenmesi gereken verginin doğruluğunun tespit edilmesi ve sağlanmasına yönelik bir denetim türüdür50. Vergi incelemesinin amacı, Vergi Usul Kanunu’nun 134. maddesine göre, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamaktır. Vergi incelemesinde sadece, vergi kayıp ve kaçağı tespit edilmez, aynı zamanda ödenmesi gereken vergilerin doğruluğu araştırılıp, tespit edilerek, vergi mükellef ve sorumlularının doğru vergi ödemeleri de sağlanmaktadır. 2.6.2.1. Vergi İncelemesinin Türleri 2.6.2.1.1. İncelemenin Kapsamı Bakımından Vergi incelemesi kapsam bakımından tam inceleme, kısa inceleme ve sınırlı inceleme olarak üçe ayrılmaktadır. Tam inceleme; bir vergi mükellefinin tabi olduğu bir vergi türüne ilişkin, vergilendirme dönemi bazında tüm faaliyet ve işlemlerinin yasalara uygunluğunun araştırılması, matrah unsurlarının tümünün incelenerek, ödenmesi gereken verginin doğrulunun saptanması şeklinde tanımlanır. Örneğin, sadece ticari ve zirai kazançları bulunan bir gelir vergisi mükellefinin bir hesap döneminde hem ticari hem de zirai faaliyetlerinin incelenmesi durumunda tam vergi incelemesi söz konusudur51. Tam inceleme; vergi inceleme türleri arasında en gelişmişi olup, bir işletmenin geçmiş bir hesap dönemine ait tüm kayıt ve hesapların incelenmesidir. Kısa inceleme; vergi matrahını oluşturan unsurlardan bir veya birkaçının, bir ver49 Fazıl Tekin ve Ali Çelikkaya, Vergi Denetimi, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2007, s.111. 50 Şeker, a.g.e., s.1. 51 Maliye Hesap Uzmanları Derneği, Denetim İlke Ve Hesapları, İstanbul: Yıldız Ofset, 2004, s.133. 92 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 gilendirme döneminde belirli bir yönünü kapsamaya yönelik olarak yapılan incelemelerdir. Sınırlı inceleme; bir vergilendirme döneminde bir vergi türüne ilişkin olmak üzere matrah unsurlarından sadece belli bir kısmına ilişkin ve belli bir konu ile sınırlı olmak üzere yapılan incelemedir52. 2.6.2.1.2. İncelemenin Sürekliliği Bakımından Vergi incelemenin sürekliliği bakımdan, sürekli inceleme ve devresel inceleme olarak ikiye ayrılmaktadır. Sürekli inceleme, incelemeye alınan kuruluşların belli bir dönem esas alınarak birkaç yıl arayla incelenecek şekilde ve her inceleme bir önceki incelemenin bitim tarihinden başlayacak şekilde sürekli olarak incelenmesidir53. Devresel inceleme, mükelleflerin, zaman aşımı süresi içinde hiç değilse bir kez incelenmesidir. Bu inceleme şekline genellikle sürekli incelemenin güçlükleri nedeniyle başvurulmamaktadır54. 2.6.2.1.3. İncelemenin Yöntemi Açısından Vergi incelemenin yöntemi açısından, olağan vergi incelmesi ve aramalı vergi incelemesi olarak ikiye ayrılmaktadır. Olağan vergi incelemesi, mükelleflerden bilgi ve belge alınarak başlanır. Bu inceleme yönteminde mükelleflerden yardım alınarak inceleme sonlandırılır. Bu tür inceleme literatürde “olağan vergi incelemesi” diye bilinir. Aramalı vergi incelemesi, alınan ihbarlar veya yapılmakta olan incelemeler sırasında, vergi kaçırdığına dair emareler bulunan vergi mükellefi ve onunla ilişkili üçüncü şahıslar nezrinde yapılan ve bünyesinde “arama ve el koyma” tedbirlerini de barındıran bir inceleme türüdür55. 2.6.2.1.4. İncelemenin Kaynağı Açısından Vergi incelemenin kaynağı açısından, normal vergi incelemesi ve karşıt inceleme olarak ikiye ayrılmaktadır. Normal vergi incelemesi, herhangi bir ihbar olmaksızın ve yükümlünün defter ve belgelerde hata veya hile yaptığına dair kesin kanıt olmaksızın, önceden belirlenmiş ilke ve kriterlere göre yürütülen incelemedir. Karşıt inceleme, yürütülmekte olan incelemeler dolayısıyla tespit edilen konularda, başka mükellefler nezrinde yapılan vergi incelemeleridir. 52 Maliye Hesap Uzmanları Derneği, Denetim İlke Ve Hesapları, Cilt:1, İstanbul: Acar Matbaacılık, 1996, s.102. 53 Şeker, a.g.e., s.122. 54 Akdoğan, a.g.e., s.15. 55 Emrah Akın, Aramalı Vergi İncelemesinde Temel Kişi Hakları Bağlamı, Yaklaşım Dergisi, (167), Kasım 2006, s.1. SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 93 2.6.2.1.5. Yükümlü Sayısı Bakımından Vergi incelemesi yükümlü bakımından toplu inceleme ve münferit incelemeler olarak ikiye ayrılmaktadır. Toplu incelemeler, belirli sektör ve işkollarında faaliyet gösteren işletme ve mükelleflerin topluca incelenmesi olup, bunlar arasında dikey ve yatay ilişkilerin dikkate alınmasına göre yatay kesit incelemeleri veya dikey kesit incelemeleri olarak iki şekilde yürütülmektedir56. Münferit incelemeler ise önceden belirlenen ilkelere göre ferdi olarak incelemeye alınması kararlaştırılan mükelleflerin hesaplarının incelenmesidir57. 2.6.2.2. Vergi İncelemesine Tabi Olanlar VUK’ un 137. maddesine göre, defter ve hesap tutmak, evrak ve vesikaları muhafaza ve ibraz etmek zorunda olan gerçek ve tüzel kişiler vergi incelemesine tabidir. Bu durumda defter ve belge tutmak zorunda olan; Ticaret ve sanat erbabı, Ticaret şirketleri, İktisadi kamu müesseseleri, Serbest meslek erbabı, Dernek ve vakıflara ait iktisadi işletmeler, Çiftçiler, incelemeye tabidir. 2.6.2.3. Vergi İncelemesine Yetkili Olanlar Vergi Usul Kanunu’nun 135. maddesine dayanarak, vergi incelemesine yetkili olanları aşağıdaki şekilde saymak mümkündür: Hesap Uzmanları ve Hesap Uzman Yardımcıları, İlin en büyük Mal Memuru, Vergi Denetmenleri ve Vergi Denetmen Yardımcıları, Vergi Dairesi Müdürleri, Maliyet Müfettişleri, Maliye Müfettiş Muavinleri, Gelirler Kontrolörleri, Stajyer Gelirler kontrolörleri, GİB’na bağlı merkez ve taşra teşkilatında müdür kadrolarında görev yapanlar. 56 Tekin ve Çelikkaya, a.g.e., s.149. 57 Tekin ve Çelikkaya, a.g.e., s.150. 94 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 2.6.2.4. Vergi İncelemesinin Yapılacağı Yer İncelemenin yapılacağı yer Vergi Usul Kanunu’nun 139. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre: “Vergi incelemeleri, esas itibariyle incelemeye tabi olanın işyerinde yapılır. İşyerinin müsait olmaması, ölüm, işin terk edilmesi gibi zaruri sebeplerle incelemenin yerinde yapılması imkânsız olur veya mükellef ve vergi sorumluları isterlerse inceleme dairede yapılabilir. Bu takdirde incelemeye tabi olanın lüzumlu defter ve vesikalarını daireye getirmesi kendisinden yazılı olarak istenir. İncelemenin dairede yapılması halinde istenen defter veya vesikaları, belli edilen zamanda mazeretsiz olarak getirmeyenler, bunları ibraz etmemiş sayılırlar. Haklı bir mazeret gösterenlere, defter ve vesikalarını daireye getirmesi için münasip bir mühlet verilir.” 2.6.2.5. Vergi İncelemesinin Zamanı VUK’un 138. maddesine göre, vergi incelemesinin ne zaman yapılacağının önceden haber verilmesi zorunlu değildir. İnceleme, neticesi alınmamış hesap dönemi de dahil olmak üzere, tarh zaman aşımı süresi sonuna kadar her zaman yapılabilir. Önceden inceleme yapılmış veya matrahın re’sen takdir edilmiş olması, yeniden inceleme yapılmasına ve gerekirse tarhiyatın ikmaline engel değildir. 2.6.2.6. Vergi İncelemesinin Sonlandırılması Vergi incelemesinin ne kadar zamanda tamamlanacağına ilişkin yasada bir hüküm yoktur. Bu nedenle yapılan vergi incelemeleri, incelenen şirketlerin durumuna göre farklı zamanlarda sonlandırılmaktadır. Bu durumda incelemenin süresinin sınırlandırılamaması incelemenin süresiz olduğu anlamına gelmemeli; çünkü inceleme süresi uzadıkça maliyeti de artmaktadır. Bu nedenle inceleme makul bir sürede tamamlanmalıdır. 2.6.2.7. Vergi İnceleme Raporu VUK’ta vergi inceleme raporları hakkında doğrudan bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak VUK’nun 5. maddesinde “Sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenledikleri veya kullandıkları vergi inceleme raporuyla tespit olunanlar”, 30. maddesinde de “Re’sen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanunî ölçülere dayanılarak tespitine imkân bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır.” denilerek inceleme raporundan bahsedilmiştir. 2.6.3. Arama VUK’nun 142. maddesine göre, ihbar veya yapılan incelemeler dolayısıyla, bir mükellefin vergi kaçırdığına delalet eden emareler bulunursa, bu mükellef veya kaçakçılıkla ilgisi görülen diğer şahıslar nezdinde ve bunların üzerinde arama yapılabilir. SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 95 Buna göre arama; büro, satış mağazası, depo, fabrika gibi işyerleri ile ev, apartman, katı, villa, sayfiye evi, otel odası gibi yerlerde ve kaçakçılıkla ilgili görülen mükellefin yakınları, yanında çalışanlar, iş münasebeti bulunan kimseler eşliğinde yapılabilir58. VUK’nun 142. maddesine göre aramanın yapılabilmesi için; vergi incelemesi yapmaya yetkili olanların buna lüzum göstermesi, gerekçeli bir yazı ile arama kararı vermeye yetkili sulh yargıcından bunu istemesi ve sulh yargıcının istenilen yerlerde arama yapılmasına karar vermesi şarttır. VUK’nun 143. maddesine göre; arama yapılan hallerde inceleme, çabuk bir şekilde ve her işten önce yapılır. İnceleme sırasında vergi ile ilgisi olmayan evraklar, tutanak ile mükellefe verilir. Arama sonucunda el konulan defter ve belgeler üzerinde mükellef inceleme yapabilir ve bunların kopyalarını çıkarabilir. 2.6.4.Yaygın ve Yoğun Vergi Denetimi Bu denetimin amacı; vergiye neden olan olayın gerçek yönüyle kayıtlar arasında bağlantı kurarak vergi kaybına yol açacak suçların önlenmesidir. Başka bir deyişle yaygın ve yoğun vergi denetimlerinin amacı, vergisel olayların zamanında kavranması, belge düzeninin yerleşmesi ve sağlıklı bir şekilde işlemesi, vergi kayıp ve kaçağının önlenmesi ve mükellefleri eğiterek yapılabilecek hataların önüne geçilmesidir59. Mükellefleri belge düzenine uymaya zorlayan yaygın ve yoğun vergi denetimi, vergi incelemelerinin sağlıklı yapılması için önemli bir yöntemdir. Ülkemizde ticari işlemlerin genellikle kayıt dışı olarak belgesiz gerçekleştiği ve bu tür işlemlerin vergi kaçakçılığının kaynağını oluşturduğu düşünüldüğünde önemi daha da ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla yaygın ve yoğun denetimlerin etkinleştirilmesi kamu gelirlerinin önemli ölçüde artmasına katkı sağlayacaktır60. Yoklamaya yetkili olanların vergi kanunlarının uygulanması ile ilgili olarak yetkileri vardır. Bunlar; a) Maliye ve Gümrük Bakanlığınca belirlenmiş usuller dâhilinde özel yetki verilmiş olmak kaydıyla günlük hâsılatı tespit etmek, b) 3100 Sayılı Kanunun kapsamına girip ödeme kaydedici cihaz kullanmak mecburiyetinde olanların bu mecburiyete uyup uymadıklarını, bu cihazları belli edilmiş esaslara göre kullanıp kullanmadıklarını ve günlük hâsılatı tespit etmek, c) Günü gününe kayıt yapılması zorunlu defterlerin iş yerlerinde bulundurulup bulundurulmadığını, tasdikli olup olmadığını usulüne göre kayıt yapılıp yapılmadığını, vergi kanunları uyarınca düzenlenmesi icap eden belgelerin usulüne göre düzenlenip düzenlenmediği ile kullanılıp kullanılmadığını, faturasız mal bulunup bulunmadığını, levha asma veya kullanma mecburiyetine uyulup uyulmadığını tespit etmek, kanunî defter ve belgeler dışında kalan ve vergi kaybının bulunduğuna emare teşkil eden def58 Tekin ve Çelikkaya, a.g.e., s.189. 59 Sami Kazıcı, Vergi Kaçakçılığına Teorik Yaklaşım Türkiye’de Vergi Denetimi ve Vergi İstihbarat Arşivi Uygulaması, Vergi Dünyası Dergisi Sayı 146. Ankara, 1993, s.25. 60 Kemal Kılıçdaroğlu, Yaygın Vergi Denetimi ve Karşılaşılan Sorunlar, Vergi Dünyası Dergisi Sayı 1. Ankara, 1981, s.17. 96 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ter, belge ve delillerin tespit edilmesi halinde bunları almak, d) Nakil vasıtalarını, Maliye ve Gümrük Bakanlığının belirleyeceği özel işaretle durdurmak ve taşıtta bulundurulması icap eden taşıt pulu, yolcu listesi, fatura veya sevk irsaliyesi, yolcu bileti ile taşıma irsaliyelerinin muhtevası ile taşınan yolcu ve malların miktar ve mahiyetlerini ölçmek, tartmak, saymak suretiyle tespit etmek, e) Taşıma irsaliyesi, sevk irsaliyesi ve faturanın taşıtta bulunmaması halinde bu belgelerin ibrazına kadar nakil vasıtalarını trafikten alıkoymak, taşınan malın sahibi belli değilse tespitine kadar malı bekletmek ve muhafaza altına almak. 2.7.Türkiye’de Vergi Denetiminin Sorunları Türkiye’de vergi denetiminin sorunları arasında aşağıdaki faktörler sayılabilir; Vergi kanunlarının sayısının çokluğu ve bu kanunlarda çok sık değişiklik yapılması, Vergi kanunlarının değiştirilmesi ve uygulanması için hazırlık döneminin tanınmaması, Vergi cezalarının uygulanamaması ve sık sık vergi aflarının çıkarılması, Vergi mükelleflerinin vergi ödeme bilinci düşüklüğü, Ülkemizde vergi denetimi, kamunun diğer tüm birimlerinde olduğu gibi, genellikle hata yapıldıktan ve işler iyi ya da kötü bir şekilde sonuçlandıktan sonra yapılan bir işlem olarak görülmektedir. Mükelleflerin denetiminin özü, kayıtların denetimi haline gelmiştir. Kayıtların denetimi ise hem vergi hem de denetim yüklerinin kayıtlı mükelleflerin üzerinde yoğunlaşmasına sebep olmuştur61. 2.7.1.Mevzuattan Kaynaklanan Sorunlar Vergi mevzuatımızda birtakım belirsizlikler ve boşlukların olması, vergi kanunlarının sıkça değişmesi, sistemin karmaşık bir yapıya sahip olması nedeniyle farklı yorumlara yol açması, ülkenin ekonomik ve sosyal şartlarına uygun olmaması gibi sebepler etkin bir vergi denetimine engel olmaktadır62. Ülkemizde birçok reform teşebbüsleri ve aflar nedeniyle vergi mevzuatımız gittikçe mükelleflerin anlamayacağı karmaşık bir yapıya sahip olduğundan çoğu mükellef istemeden hatalar yapabilmektedir. 2.7.2.Vergi Afları Vergiyi, belirli bir indirim yapılmak suretiyle verginin ödenmesini sağlamak amacıyla, uzlaşma müessesesi ilk olarak 1963 yılında Türk Vergi Sistemine girmiş ve 1987 yılında kapsamı birçok vergi affını da içerisine alacak şekilde genişletilerek uygulan61 Nazmi Karyağdı, Toplam Kalite Yönetimi Ve Türk Vergi İdaresi, No:51, Ankara: A.S.O Yayını, 2001, s.133. 62 Mehmet Akbay, Vergi İncelemeleri ve Vergi Denetimi. 1990 Yılına Girerken Türkiye’de Denetiminin Etkinlikle Verimliliği Sempozyumu. Maliye ve Gümrük Bakanlığı Araştırma Planlama Koordinasyon Kurulu Yayın No: 1990/308, s.230. Ankara. SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 97 mıştır. Uzlaşma müessesinin varlığı vergi denetimini olumsuz yönde etkilemektedir. Uzlaşma müessesesi, denetimin etkin olması için verilen cezaların caydırıcılık etkisini çok büyük bir oranda ortadan kaldırmaktadır. Uzlaşma müessesinin varlığı mükellefleri ödemedikleri vergiyi cezasıyla birlikte, faizini de ortadan kaldıracak indirimler yapılarak taksitler şeklinde ödemesine çoğu zaman olanak tanımaktadır. Sağlanan bu olanaklar mükelleflerin zihninde “nasıl olsa ileride kolaylıkla öderim” gibi bir düşünce yaratmaktadır. Bu da denetimden beklenen etkinliğin ve denetimin caydırılıcık rolünün yok olmasına neden olmaktadır. 2.7.3.Vergi Ödeme Bilincinin Düşüklüğü Ülkemizde çeşitli nedenlerle mükelleflerin vergi ödeme bilinçleri oldukça düşüktür. Vergi bilincinin oluşturulması amacına yönelik olarak, vergi mükelleflerine güvenilmesinin ve mükelleflerin vergilerini gönüllü olarak ödeyebilmelerini sağlayacak tedbirlerin alınması gereklidir63. Vergi bilincinin oluşturulamamasına ilişkin olarak söylenebilecek önemli husus, toplanan vergilerin harcanmasına ilişkin mükelleflerde olumsuz düşünceler bulunmaktadır. Nitekim yapılan bir ankette, mükelleflerin, vergisini eksik beyan etmelerinin temelinde yatan temel düşüncenin “ödediği verginin yolsuzluklarla çarçur edildiği ve kendisine hizmet olarak dönmediği” şeklinde bir inancın egemen olduğu görülmektedir64. 2.7.4.Örgütlenmeden Kaynaklanan Sorunlar Bütün organizasyonlarda önemi tartışılmaz bir konu olan örgütlenme sorunu vergi denetimi için de büyük bir önem taşımaktadır. Ülkemizde Maliye Bakanlığı’nın fonksiyonlarının artması ve yaygınlaşması gerekçesiyle arttırılan denetim birimlerinin sayısı, bir yandan mükerrer denetime ve kaynak israfına, diğer yandan da denetim kargaşasına ve denetim birimleri arasında koordinasyonsuzluğa sebep olmaktadır65. Uluslararası Para Fonu (IMF) Türkiye Raporunda belirttiği üzere gelir idaresinin Maliye Bakanlığından ayrılarak, ayrı bir müsteşarlık şeklinde örgütlenmesini önermektedir. Vergi denetiminin dağınık bir yapıda olması temel sorun alanlarından biri olarak gösterilmektedir. Raporda önerilen teşkilat modeline göre müsteşara bağlı bir iç denetim birimi olmalı; vergi inceleme hizmeti iki hizmet birimi içinde yerine getirilmelidir. Bunlardan birisi “büyük ölçekli işletmeler bölümü”, diğeri de “vergi inceleme bölümü”dür. Hesap uzmanları büyük ölçekli işletmeler bölümü içinde yer almalı ve münhasıran büyük ölçekli işletmelerin vergi bakımından incelenmesiyle meşgul olma63 Mehmet Tosuner ve Zeynep Arıkan, Resen Vergilendirme ve Sorunlar. Vergi Sorunları Dergisi Sayı 177. İzmir, 2003, s.68. 64 Nazmi Karyağdı, Toplam Kalite Yönetimi ve Türk Vergi İdaresi. Ankara Sanayi Odası Yayın No: 51. Ankara, 2001, s.146. 65 Devlet Planlama Teşkilatı, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Vergi Özel İhtisas Komisyonu Raporu. DPT Yayını No: 2597 – ÖİK: 608. Ankara, 2001. 98 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 lıdır. Gelirler kontrolörlerinin bir kısmı iç denetim biriminde bir kısmı da vergi inceleme bölümünde görevlendirilmelidir. Vergi inceleme bölümü merkezî, bölgesel ve yerel düzeyde; küçük-orta ölçekli şirket ve gerçek kişilerin incelenmesinden sorumlu olmalıdır. Maliye müfettişlerinin vergi incelemesi yetkisi kaldırılmalı ve bunların görevleri kamu kurumlarının vergi dışındaki işlemlerinin denetimiyle sınırlandırılmalıdır66. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ Günümüzde tüm devletler, kamu harcamalarına en kuvvetli kaynağı vergilerden sağlamaktadır. Vergileme işleminin tarihi seyri içerisinde, önceleri herhangi bir sınırlandırmaya tabi olmadan keyfi vergi toplama erkini elinde bulunduran otoritenin herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın vergileme işlemini yaptığını görürken, zaman içerisinde, sosyal hukuk devleti anlayışının benimsenmesi ile birlikte vergileme işlemlerinin de artık belirli sınırlar dahilinde toplandığını görüyoruz. Devletin vergi toplama erki kanunlarla sınırlandırılarak, olası keyfi uygulamaların önüne geçilmeye çalışılmıştır. Tüm hukuk sistemlerinde benimsendiği gibi hukukumuzda vergi hukuku kapsamında vergi denetimine özel bir yerilmiştir. Vergi denetiminin amacı,vergi kaçakçılığı ile mücadele etmektir. Vergileme işlemlerinde Devletin (vergi idaresini) kendisine aktarılan bilgilerin doğruluğunu incelemesi zorunludur. Bunun için en etkili yöntemi denetimdir. Denetim mekanizması, vergi gelirinin artışına imkan sağlayabileceği gibi borçlanmanın da azalmasına olanak sağlar. Vergi denetiminde maksat, beyan sistemini doğru ve etkin bir şekilde işletilmesinin denetim ile sağlanmasıdır. Türkiye’de yıllar itibariyle bakıldığı zaman gelir üzerinden alınan vergilerin harcamalar üzerinden alınan vergilerin yüzde olarak çok da altında kaldığı görülmektedir. Bunda denetim mekanizmasının işleyişinde sorunlar olduğu söylenebilmektedir. Türkiye’de denetim oranına bakıldığında %2-%4 gibi çok düşük rakamlar göze çarpmakta olup, bunun da mükellefin vergi kaçırmasına zemin oluşturduğu ve kayıtdışı ekonomiye temel hazırladığı yine bununla birlikte vergi gelirlerinin düşmesini arttırdığı çok açık ortadadır. Denetim mekanizmasında birçok sorun göze çarpmaktadır. Türkiye’de vergi bilincinin düşük olması, vergi mevzuatının karışık yapıda ve her geçen gün değişen nitelikte olması, çıkarılan vergi aflarının mükellefi vergi ödememeye itmesi, denetim görevlileri açısından mevcut kadroların %64 gibi bir oranda boş kalması, vergi denetiminin etkinliği azaltmaktadır. Her ne kadar teknolojik gelişmeleri takip edebilme, teknolojiden yararlanabilme açısından ülkemizde gelişmeler sağlanmışsa da başta kamu kurumları olmak üzere diğer özel kurum ve kuruluşlarla bilgiye ulaşma konusunda entegrasyon sağlanabildiğinden bahsetmek oldukça güçtür. Sorunun büyüklüğü ve ciddiyeti; köklü çözümlere giderilerek, mükelleflerin vergi konusunda bilinçlendirilmesi sağlanarak, 66 International Monetary Fund (IMF) Turkey: The Agenda for Tax Reform, Washinton, 2000. SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 99 adil vergileme ve kayıtdışı ekonominin kayıt altına alınarak ve bu konuda alınacak tüm tedbirlerin uygulanması için dirayet gösterilerek çözümler sağlanmalıdır. KAYNAKÇA Acar, F. Gelir İdaresinin Ve Vergi Denetiminin Yeniden Yapılandırılması, Vergi Sorunları Dergisi, (169), Ekim 2002. Akbay,M. Vergi İncelemeleri ve Vergi Denetimi. 1990 Yılına Girerken Türkiye’de Denetiminin Etkinlikle Verimliliği Sempozyumu. Maliye ve Gümrük Bakanlığı Araştırma Planlama Koordinasyon Kurulu Yayın No: 1990/308, Ankara. Akdoğan,A. Vergi İncelemesi, Ankara İ.T.B.A. Maliye ve Vergi Hukuku Enstitüsü Yayınları, Ankara 1979. Akın, E. Aramalı Vergi İncelemesinde Temel Kişi Hakları Bağlamı, Yaklaşım Dergisi, (167), Kasım 2006. Aktaş,R. İç Denetim Merkezi Uyumlaştırma Birimi (İç Denetim Koordinasyon Kurulu), Mali Hukuk Dergisi, (132), Kasım-Aralık 2007. Aldıkaçtı, O. Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, 3.Baskı, İstanbul: İÜHF Yayın No: 252, Fakülteler Matbaası, 1978. Anayasa Mahkemesi, 1924 Anayasası, www.anayasa.gov.tr, (Erişim Tarihi: 29.08.2011). Ay, H. Maliye Tarihi (Ders Notları), İzmir, 2003. Aydemir, B. Türkiye’de katma değer vergisi uygulamasının değerlendirilmesi ve efektif katma değer vergisi oranlarının hesaplanması. Ankara: DPT. Yıllık Programlar ve Konjonktür Değerlendirme Genel Müdürlüğü, Ağustos 1996, http://ekutup.dpt.gov. tr/vergi/aydemirb/kdv.html , (Erişim Tarihi: 04.10.2011). Aydın, M.A. Türk Hukuk Tarihi, 5.Baskı, Hars Yayınları, İstanbul, 2005. Berkes, N. Yüz Soruda Türkiye İktisat Tarihi, C:1, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 2.Baskı, Gerçek, Yayınevi, İstanbul, 1972. Bilici, N. Vergi Hukuku, 12.B., Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2006. 100 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Bulutoğlu, K. ‘Kamu Maliyesi’, Sermet Matbaası, İstanbul 1996. Çağan, N. Vergilendirme Yetkisi, Kazancı Hukuk Yayınları, İstanbul, 1982. Devlet Planlama Teşkilatı, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Vergi Özel İhtisas Komisyonu Raporu. DPT Yayını No: 2597 – ÖİK: 608. Ankara, 2001. Devrim, F. Kamu Maliyesine Giriş, İzmir: İlkem Ofset, 2002. Doğrusöz, B. “Yargı Karaları Işığında Vergilerin Kanuniliği İlkesi Açısından Türk Vergi Mevzuatının Değerlendirilmesi”, XIII. Türkiye Maliye Sempozyumu 14-16 Mayıs 1998 Bodrum, İstanbul: M.Ü. Maliye Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın No: 12, 2000. Dönmez,R. Teoride Ve Uygulamada Vergi Afları, Eskişehir, 1992. Eker A. ve Tüğen, K. Kamu Maliyesine Giriş, Tolga Matbaası., 6.Baskı, Ankara, 1995. Erdem, M., Şenyüz D. ve Tatlıoğlu, İ. Kamu Maliyesi, 3. Basım, Ekin Kitabevi, 2003. Erol, A. Vergi Hukukunda Kavram, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Ocak 2006. Güneş, G Verginin Yasallığı İlkesi, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2008. Gürsoy, B. “1876 Anayasasının Mali Hükümleri”, Fadıl H.Sur’un Anısına Armağan, AÜSBF Yayın No:522, Ankara, 1983. Göze, A. Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Beta Yayınları, İstanbul, 1986. International Monetary Fund (IMF) Turkey: The Agenda for Tax Reform, Washinton, 2000. İnce, M. Devlet Borçlanması, Kalite Matbaası-Ankara, 1976. Karakaş,M. Yüksek Denetim: Tanımı, Özellikleri, Örgütlenmesi Ve İngiltere’deki Uygulaması, Vergi Sorunları Dergisi, (196), Ocak 2005. Karyağdı,N. Toplam Kalite Yönetimi ve Türk Vergi İdaresi. Ankara Sanayi Odası Yayın No: 51. Ankara, 2001. Karyağdı,N. Toplam Kalite Yönetimi Ve Türk Vergi İdaresi, No:51, Ankara: A.S.O Yayını, 2001. Kazıcı, S. Vergi Kaçakçılığına Teorik Yaklaşım Türkiye’de Vergi Denetimi ve Vergi İstihbarat Arşivi Uygulaması, Vergi Dünyası Dergisi Sayı 146. Ankara, 1993. Kılıçdaroğlu,K. Yaygın Vergi Denetimi ve Karşılaşılan Sorunlar, Vergi Dünyası Dergisi Sayı 1. Ankara, 1981. Kumrulu, A. “Vergi Hukukunun Bir Kısım Anayasal Temelleri”, Ankara: AÜHF. Dergisi, C.XXXIV, S.1–4, Olgaç Matbaası, 1981. Maliye Hesap Uzmanları Derneği, Denetim İlke Ve Hesapları, Cilt:1, İstanbul: Acar Matbaacılık, 1996. Maliye Hesap Uzmanları Derneği, Denetim İlke Ve Hesapları, İstanbul: Yıldız Of- SAYI : 26 TÜRK HUKUKU’NDA VERGİ DENETİMİ VE VERGİ DENETİMİNİN SORUNLARI 101 set, 2004. MEGEP (Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi), Muhasebe Finansman Vergi, Ankara, 2007. Mutluer, K. Vergi Genel Hukuku, 2.Baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008. Organ,İ. Vergi Denetimi Ve Türkiye Uygulaması, Ankara: Gazi Kitabevi, 2008. Öncel, M., Kumrulu A. ve Çağan, N. Vergi Hukuku, 12. bs., Ankara, Turhan Kitapevi, 2005. Özbey, Ö. İnsan Hakları Evrensel İlkelerinin Avrupa Mahkemesinde Uygulaması, Ankara: Adalet Yayınevi, 2004. Pehlivan, O. Vergi Hukuku, Derya Kitabevi, Trabzon, 2004. Polatlı, A. Vergiler, http://www.makaleler.com/bilim-makaleleri/vergiler.htm, (Erişim Tarihi: 01.10.2011). Sevimay, H. R. Cumhuriyete Girerken Ekonomi, Kazancı Yayınları, İstanbul, 1995. Şeker,N. Hukuksal Yapısıyla Vergi İncelemesi, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş,İstanbul 1994. T.İ.B., Sınıflı Toplum Devlet ve Vergiler, 1.Baskı T.İ.B Yayınları No:14, Aslımlar Matbaası, Ankara, 1976. Tekin F. ve Çelikkaya, A. Vergi Denetimi, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2007. Tosuner M. ve Arıkan,Z. Resen Vergilendirme ve Sorunlar. Vergi Sorunları Dergisi Sayı 177. İzmir, 2003. U.S Constitution, “U.S. National Archives & Records Administration”, http://www. archives.gov/exhibits/charters/constitution.html, (Erişim Tarihi: 24.09.2011). Vergi Denetmenleri Derneği, Kamu Giderlerinin Finansmanı Kayıtdışı Ekonomi Ve Vergi Denetimi, No:14,Vergi Denetmenleri Derneği Eğitim Yayınları Serisi, 2007. Vergi Kitapçığı http://assets.garanti.com.tr/assets/pdf/tr/ozel_bankacilik/vergi_ kitapcigi_2011pdf.pdf , , (Erişim Tarihi: 02.10.2011). 102 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI YARGITAY HUKUK SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 105 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/4-410 Karar: 2011/511 ♦♦ HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASININ HUKUK DÜZENİ TARAFINDAN KORUNMAYACAĞI ÖZET: Davacılar vekili, davalı şirketin kayıt maliki, diğer davalının sürücüsü olduğu otobüs ile desteğin içinde bulunduğu ambulansın çarpışması sonucu desteğin hayatını kaybettiğini iddia ederek destekten yoksun kalma tazminatının davalılardan tahsilini istemiştir. Davalılar, davacıların A... O... S... Şirketinden bilirkişi raporunda belirtilenden fazla para aldıklarını, alınan bu paranın faiz istemlerini karşıladığını, davacıların maddi tazminat taleplerinden vazgeçtiklerini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece bilirkişi raporu dikkate alınarak istemin kısmen kabulüne karar verilmiş, davalılardan B. Ş. vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece mahkeme kararı bozulmuştur. Mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca; Uyuşmazlık: davalıların belirlenen destekten yoksun kalma tazminatının tamamından mı, yoksa faiz alacağından mı sorumlu olduğu noktasında toplanmaktadır. Davacılar, desteklerinin dava konusu trafik kazasında vefat etmesi üzerine Asliye Hukuk Mahkemesinde destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat istemi ile kayıt maliki B. Ş., sürücü T. B., sigorta şirketi ve desteğin içinde bulunduğu ambulansın kayıt maliki Sağlık Bakanlığı ile ambulans şoförü aleyhine tazminat davası açmışlardır. Mahkemece, destekten yoksun kalınan miktarın belirlenmesi için bilirkişi raporu alınmış, davacılar vekili bilirkişi raporunun ibraz edildiği celsede mahkeme huzurunda “…A... O... S... AŞ’den bilirkişinin belirlediği rakamdan bir miktar fazla para aldık. A... ... AŞ hakkındaki davayı takip etmiyoruz. Davalı B... T... AŞ ve T. B. hakkındaki davamızı da maddi tazminat açısından takip etmiyoruz; ancak kaza tarihinden ödeme tarihine kadar geçen süre için B... T... AŞ ve T. B.’den faiz isteğimiz devam etmektedir” şeklinde imzalı beyanda bulunmuştur. Takip eden celsede ise davacılar vekili ıslah dilekçesi vermiş; maddi tazminat yönünden davayı ıslah ettiklerini beyanla, maddi tazminat yönünden ıslah taleplerinin kabulüne, taleplerinin yükseltilmesine, bu miktar davalı sigorta şirketi tarafından 106 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ödendiğinden şimdilik bilirkişi raporunda belirtilen miktar üzerinden hadisenin oluş tarihinden, ödeme tarihine kadar olan süre için kanuni faizin davalılardan tahsilini istemişlerdir. Aynı Mahkeme huzurunda davacılar vekili “tüm davalılar açısından maddi tazminat talebimizi atiye terk ediyoruz; ancak zamanaşımı süresi içerisinde dava açma hakkımızı saklı tutuyoruz. Sağlık Bakanlığı ve İ. G. ile ilgili manevi tazminat isteğimizi atiye bırakıyoruz, diğer davalılar T. B. ve B. Ş.’nden manevi tazminat talebimize devam ediyoruz” şeklinde beyanda bulunmuştur. Mahkemece; tüm davalılar açısından maddi tazminat isteği atiye bırakıldığından maddi tazminat davasının açılmamış sayılmasına; davalılardan Sağlık Bakanlığı ve İ. G. aleyhine açılan manevi tazminat isteği de atiye bırakıldığından manevi tazminat davasının da bu davalılar açısından açılmamış sayılmasına; davacı tarafın diğer davalılar hakkındaki manevi tazminat davasının kısmen kabulüne, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş; kararın davacılar vekili tarafından sadece manevi tazminat yönünden temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesince, davacılar yararına hükmolunan manevi tazminat miktarı arttırılmak suretiyle karar düzeltilerek onanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesinde alınan bilirkişi raporunda destekten yoksun kalınan tazminat miktarı anne için ve baba için belirlenmiş; davacılar rapora açıkça itiraz etmemişler ve davalı B. Ş.’ne ait aracın sigortacısı olan şirketten davacı anne için ve davacı baba için tazminat almışlardır. Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında; bazı üyelerce, davacılar vekilinin Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki beyanının, feragat niteliğinde olmadığı, davasını atiye terk etmiş davacının her zaman yeniden dava açabileceği, bu nedenle de eldeki davayı açmasında hukuki engel bulunmadığı ileri sürülerek direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu savunulmuşsa da çoğunlukça bu görüşe itibar edilmemiştir. Bu azınlık görüşü karşısında çoğunlukça; “davacının atiye terk ettiği davayı her zaman yeniden açabileceğinin doğru olduğu, davayı açmasına da bir engel bulunmadığı, ancak 2002 yılında açılmış bir davada alınan bilirkişi raporunda tespit edilen miktara itiraz etmeyen ve zarar miktarının fazlasını aldığını açıkça kabul eden davacı tarafın, 2008 yılında tekrar destekten yoksun kalma tazminatı istemesinin TMK’nun 2.maddesi anlamında hakkın kötüye kullanılması olduğu “ görüşü kabul edilmiştir. Zararın tamamı karşılanmadığı sürece, kalan bölümünü her zaman dava konusu yapılabilirse de tazminat hukukunun amacı dikkate alındığında davacıların haklarını kötüye kullanıp kullanmadıklarının da ayrıca, değerlendirilmesi gerekir. Somut olayda, destekten yoksun kalma tazminat miktarı sigorta poliçesi kapsamını aşmamış, davacılar mahkemece belirlenen bu miktara itiraz etmedikleri gibi davalı sigorta şirketinin ödemesini kabul etmiştir. Davalının sigortacısı, davacının zararı- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 107 nın tamamını karşılamıştır. Bu durumda, salt atiye terk beyanını kabul etmemesinden dolayı davalı taraf aleyhine bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Bu nedenle davacıların eldeki davayı açmalarında tazminat hukuku anlamında bir engel yok ise de bu hakkın kullanılmasında dürüst davranılmaması ve sonucunda da hakkın kötüye kullanımı söz konusu olup; Özel Dairece belirtildiği şekilde davalının sadece faiz istemi ile sorumlu tutulması gerekirken mevcut şekilde karar verilmesi doğru değildir gerekçeleriyle Yerel Mahkemenin direnme kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 4721/m.2, 3 DAVA : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Davacılar vekili, davalı şirketin kayıt maliki, diğer davalının sürücüsü olduğu otobüs ile desteğin içinde bulunduğu ambulansın çarpışması sonucu desteğin hayatını kaybettiğini iddia ederek destekten yoksun kalma tazminatının davalılardan tahsilini istemiştir. Davalılar, davacıların A... O... S... Şirketinden bilirkişi raporunda belirtilenden fazla para aldıklarını, alınan bu paranın faiz istemlerini karşıladığını, davacıların maddi tazminat taleplerinden vazgeçtiklerini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece bilirkişi raporu dikkate alınarak istemin kısmen kabulüne karar verilmiş, davalılardan B. Ş. vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda belirtilen gerekçe ile mahkeme kararı bozulmuştur. Mahkemece önceki gerekçeler ile direnilmiş; davalı vekili hükmü temyiz etmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davacıların Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesindeki beyanları ve dosya kapsamı dikkate alındığında davalıların belirlenen destekten yoksun kalma tazminatının tamamından mı, yoksa faiz alacağından mı sorumlu olduğu noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak öncelikle; Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan destekten yoksun kalma davasının eldeki davaya etkili yönlerinin açıklanmasında fayda bulunmaktadır: Davacılar, desteklerinin dava konusu trafik kazasında vefat etmesi üzerine Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/893 esas sırasında destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat istemi ile kayıt maliki B. Ş., sürücü T. B., sigorta şirketi ve desteğin içinde bulunduğu ambulansın kayıt maliki Sağlık Bakanlığı ile ambulans şoförü aleyhine tazminat davası açmışlardır. Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yapılan yargılama sırasında destekten yoksun kalınan miktarın belirlenmesi için bilirkişi raporu alınmış, davacılar vekili bilirkişi raporunun ibraz edildiği 18.3.2004 tarihli celsede mahkeme huzurunda “…A... 108 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 O... S... AŞ’den bilirkişinin belirlediği rakamdan bir miktar fazla para aldık. A... ... AŞ hakkındaki davayı takip etmiyoruz. Davalı B... T... AŞ ve T. B. hakkındaki davamızı da maddi tazminat açısından takip etmiyoruz; ancak kaza tarihinden ödeme tarihine kadar geçen süre için B... T... AŞ ve T. B.’den faiz isteğimiz devam etmektedir” şeklinde imzalı beyanda bulunmuştur. Takip eden celsede ise davacılar vekili ıslah dilekçesi vermiş; maddi tazminat yönünden davayı ıslah ettiklerini beyanla, baba için 12449 TL anne için ise 14192 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini istemiş; dilekçesinin netice kısmında ise “yukarıda açıklandığı üzere maddi tazminat yönünden ıslah talebimizin kabulü ile baba C. için 12449 TL’ sı anne S. için 14192 TL’ sına yükseltilmesine, bu miktar davalı sigorta şirketi tarafından 27.2.2004 tarihinde ödendiğinden biz şimdilik bilirkişi raporunda belirtilen miktar üzerinden hadisenin oluş tarihi 07.06.2002 gününden ödeme tarihi olan 27.02.2004 tarihleri arasındaki kanuni faizin davalılardan tahsilini istiyoruz” ibarelerine yer vermiştir. Aynı Mahkeme huzurunda 13.3.2007 tarihli celsede davacılar vekili “tüm davalılar açısından maddi tazminat talebimizi atiye terk ediyoruz; ancak zamanaşımı süresi içerisinde dava açma hakkımızı saklı tutuyoruz. Sağlık Bakanlığı ve İ. G. ile ilgili manevi tazminat isteğimizi atiye bırakıyoruz, diğer davalılar T. B. ve B. Ş.’nden manevi tazminat talebimize devam ediyoruz” şeklinde beyanda bulunmuştur. Mahkemece; tüm davalılar açısından maddi tazminat isteği atiye bırakıldığından maddi tazminat davasının açılmamış sayılmasına; davalılardan Sağlık Bakanlığı ve İ. G. aleyhine açılan manevi tazminat isteği de atiye bırakıldığından manevi tazminat davasının da bu davalılar açısından açılmamış sayılmasına; davacı tarafın diğer davalılar hakkındaki manevi tazminat davasının kısmen kabulüne, davalılardan tahsili ile davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, karar verilmiş; kararın davacılar vekili tarafından sadece manevi tazminat yönünden temyizi üzerine Yargıtay 4.Hukuk Dairesince, davacılar yararına hükmolunan manevi tazminat miktarı arttırılmak suretiyle karar düzeltilerek onanmıştır. Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesinde alınan 08.3.2004 tarihli bilirkişi raporunda destekten yoksun kalınan tazminat miktarı anne için 12167 TL, baba için 12167 TL belirlenmiş; davacılar rapora açıkça itiraz etmemişler ve 26.2.2004 tarihinde davalı B. Ş.’ne ait aracın sigortacısı olan şirketten davacı anne için 14192 TL davacı baba için 12449 TL tazminat almışlardır. Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında; bazı üyelerce, davacılar vekilinin Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki beyanının, feragat niteliğinde olmadığı, feragat beyanın açık olması gerektiği, davacıların atiye terk beyanına karşılık davalılar vekilinin bu beyanı kabul etmeyerek, kararı maddi ve şekli anlamda kesin hüküm haline getirme hakkının bulunduğu, ancak davalı vekilinin bu hakkını kullanmadığına göre davasını atiye terk etmiş davacının her zaman yeniden dava açabileceği, bu nedenle de eldeki davayı açmasında hukuki engel bulunmadığı ileri sürülerek direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu savunulmuşsa da çoğunlukça bu görüşe itibar SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 109 edilmemiştir. Bu azınlık görüşü karşısında çoğunlukça; “davacının atiye terk ettiği davayı her zaman yeniden açabileceğinin doğru olduğu, davayı açmasına da bir engel bulunmadığı, ancak 2002 yılında açılmış bir davada alınan bilirkişi raporunda tespit edilen miktara itiraz etmeyen ve zarar miktarının fazlasını aldığını açıkça kabul eden davacı tarafın, 2008 yılında tekrar destekten yoksun kalma tazminatı istemesinin TMK’nun 2.maddesi anlamında hakkın kötüye kullanılması olduğu “ görüşü kabul edilmiştir. Buna göre; davacıların haklarından feragat etmesi gibi bir durum somut olay yönünden bulunmamakla, zararın tamamı karşılanmadığı sürece, kalan bölümünü her zaman dava konusu yapılabilirse de tazminat hukukunun amacı dikkate alındığında davacıların haklarını kötüye kullanıp kullanmadıklarının da ayrıca, değerlendirilmesi gerekir. Hemen belirtmelidir ki, hakkın kötüye kullanımı kurumu hukukun şekilciliğinden doğan sertliği gidermek maksadıyla ortaya çıkmıştır. Zira teknik gerçekler dolayısıyla belli kalıplara sokulmuş olan hukuk kuralları tarafından kişilere tanınan yetkilerin olduğu gibi kullanılması, diğer kişiler ve toplumlar için çoğu kez katlanılması güç olan sonuçlar doğurabilecektir. İşte bu noktada TMK’nun 2/II .maddesi önem taşımakta olup, bu hüküm hukukta ortaya çıkabilecek bu gibi gerçek olmayan kanun boşluklarının giderilmesi amacını gütmektedir. Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nun 2/I hükmü herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Medeni Kanununa göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil; hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır. Hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı, “dürüstlük kurallarına aykırı davranılıp davranılmadığı” ile ilgili olduğuna göre dürüstlük kuralının da burada kısaca açıklanması uygun olacaktır: Medeni Kanunun 3. maddesinde düzenlenen iyiniyet “hakların kazanılması” ile ilgili olduğu halde, Medeni Kanunun 2. maddesinde yer alan dürüst davranma “hakların kullanılması” ve “borçların yerine getirilmesinde” söz konusu olur. Dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, namuskar, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekalı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır. O halde bir hak sahibi hakkını kullanırken veya bir borçlu borcunu yerine getirirken yukarıda belirtilen ilkelere uygun hareket etmek durumundadır; aksi halde, haklarını kötüye kullandıkları sonucuna varılabilecektir. Somut olayda, davalı B. Ş.nin maliki olduğu, diğer davalı şirkete sigortalı aracın 110 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 karıştığı kazada davacıların desteği ölmüştür. Ankara 6. Asliye Hukuk mahkemesinde görülen dava sırasında belirlenen destekten yoksun kalma tazminat miktarı sigorta poliçesi kapsamını aşmamış, davacılar mahkemece belirlenen bu miktara itiraz etmedikleri gibi davalı sigorta şirketinin ödemesini kabul etmiştir. Davacılar rapor tarihi itibariyle belirlenen destekten yoksun kalma tazminatı miktarını alarak zararını karşılamış;bu yolla davalı B. Ş. adına da, poliçe kapsamı miktarı ile sigorta koruması altındaki ödeme yapılmıştır. Her ne kadar davalı şirket vekilinin, davacının atiye terk beyanını kabul etmeyerek davanın esası hakkında karar verilmesini sağlama olanağının bulunduğu savunulabilir ise de, aracını sigorta ettirmiş olan davalının, meydana gelen zararın sigorta poliçesi kapsamında gidermiş olmasını dikkate alınarak, davacının atiye terk beyanı hakkında olumlu veya olumsuz bir beyanda bulunmaması hayatın olağan akışına uygun kabul edilmelidir. Bir başka deyişle davalının sigortacısı davacının zararının tamamını karşılamıştır. Artık bu durumda, salt atiye terk beyanını kabul etmemesinden davalı taraf aleyhine bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Bu nedenle davacıların eldeki davayı açmalarında tazminat hukuku anlamında bir engel yok ise de bu hakkın kullanılmasında dürüst davranılmaması ve sonucunda da hakkın kötüye kullanımı söz konusu olup; Özel Dairece belirtildiği şekilde davalının sadece faiz istemi ile sorumlu tutulması gerekirken mevcut şekilde karar verilmesi doğru değildir. O halde, yukarıda açıklanan bu değişik gerekçelerle usul ve yasaya bulunan direnme kararının bozulması gerekir. SONUÇ : Davalı Bektaşlar Şirketi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, yukarıda gösterilen değişik gerekçe ile H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.07.2011 gününde oyçokluğu ile karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 4721/m.2 TÜRK MEDENİ KANUNU Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. 4721/m.3 TÜRK MEDENİ KANUNU Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 111 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/4-418 Karar: 2011/513 ♦♦ USUL VE YASAYA UYGUN KARARLARIN ONANACAĞI ÖZET: Dava, kişilik haklarının ihlali nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Özel Dairece Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. Mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararının temyizi üzerine: Hukuk Genel Kurulunca; Uyuşmazlık; dava konusu yazının içeriği, kullanılan söz ve ifadeler itibariyle davacının kişilik haklarına saldırının söz konusu olup olmadığı, davacı yararına manevi tazminata hükmetme koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. Somut olayda, dava konusu yazı; bütünü ile incelendiğinde davalının kamuoyunu aydınlatma görevi sınırları içinde beyanda bulunduğu ve davacının kişilik değerlerine bir saldırıda bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekmiştir. DAVA : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Dava, kişilik haklarının ihlali nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, davanın reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davacı vekili temyize getirmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu yazının içeriği, kullanılan söz ve ifadeler itibariyle davacının kişilik haklarına saldırının söz konusu olup, olmadığı; diğer bir deyişle davacı yararına manevi tazminata hükmetme koşullarının oluşup, oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. Somut olayda, dava konusu yazıda davalıya atfen yer alan ifadeler bir bütün olarak ele alındığında, davalının Adalet Bakanı olarak genel beyan ve yorumda bulunup kendi görüşünü belirttiği, davacının adının geçmediği, soruşturmanın sağlıklı yürütülmesi ve neticeye ulaşılması için Bakanlık olarak üzerlerine düşen her türlü görevi yerine getireceklerini ifade ettiği ve suç örgütleriyle ilgili hassasiyetlerini dile getirdiği, belirgindir. 112 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Böylece dava konusu yazı; bütünü ile incelendiğinde davalının kamuoyunu aydınlatma görevi sınırları içinde beyanda bulunduğu ve davacının kişilik değerlerine bir saldırıda bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Hal böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, yukarıda ve mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delilerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir. SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 13.07.2011 gününde oyçokluğuyla karar verildi. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/5-425 Karar: 2011/521 ♦♦ KAMULAŞTIRMA DAVALARINDA TAŞINMAZLARIN EMSAL DEĞERLERİNİN TESBİTİNDE, SERBEST ALIM-SATIM DEĞERLERİNİN ESAS ALINACAĞI ÖZET: Dava, kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın idare adına yol olarak terkini istemine ilişkindir. Yerel mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairece; Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. Yerel Mahkeme kararında direnmiştir. Hukuk Genel Kurulunca; Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, mahkemece yapılan incelemenin ve alınan bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek nitelikte olup olmadığı noktasındadır. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 113 Mahkemenin, ilk keşif sonucu düzenlenen rapora taraf vekillerinin itirazı üzerine, raporda emsal olarak ele alınan taşınmazın Kamulaştırma Kanununa göre emsal alınamayacağı gerekçesi ile yeniden emsal araştırması yaparak, ikinci keşfe karar verdiği; ikinci keşif sonucunda da serbest alım satıma konu taşınmazları emsal kabul ederek değerlendirme yapan bilirkişi raporunu aldığı ve sonuçta da bu rapora göre karar verdiği dosya kapsamıyla belirgindir. Özel Daire bozma ilamında, alınan diğer rapor dikkate alınmadan mahkemece alınan ilk rapora göre değerlendirme yapılmış ve işaret olunan eksiklere değinilmiştir. Serbest alım-satımlar üzerinden emsal değerlendirmesi içeren ikinci raporun, Kanunun aradığı yöntem ve ilkelere uygun, denetime elverişli, hüküm kurmaya yeterli olduğu açıktır görüşüyle direnme kararının onanması gerekmiştir. İlgili Kanun/Madde: 2942/m.11-g DAVA : Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Dava, kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın idare adına yol olarak terkini istemine ilişkindir. Yerel mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; taraf vekillerinin temyizi üzerine bu karar Özel Dairece; yukarıya başlık bölümüne aynen alınan nedenlerle ve hükme esas alınan bilirkişi raporunda somut emsal kabul edilen taşınmaz satışının kamulaştırma sonucu olmakla serbest alım satıma ilişkin bulunmadığından emsal olarak kabul edilemeyeceğine işaret edilmek suretiyle araştırmaya yönelik olarak bozulmuştur. Yerel mahkeme; özel dairece dosyada birinci keşif ve rapor esas alınmak suretiyle inceleme yoluna gidildiği, ikinci keşif ve raporun dikkatten kaçtığı, bu nedenle de inceleme eksikliği varmış düşüncesiyle kararın bozulması yoluna gidildiği, yapılan incelemenin yeterli ve usulüne uygun olduğu gerekçesi ile, önceki kararında direnmiştir. Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, mahkemece yapılan incelemenin ve alınan bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek nitelikte olup olmadığı noktasındadır. Mahkemenin, 12.06.2009 tarihinde yapılan ilk keşif sonucu düzenlenen 17.06.2009 tarihli rapora taraf vekillerinin itirazı üzerine, raporda emsal olarak ele alınan taşınmazın Kamulaştırma Kanunu’nun 11/g maddesi uyarınca emsal alınamayacağı gerekçesi ile yeniden emsal araştırması yaparak, ikinci keşfe karar verdiği; 13.11.2009 tarihinde icra olunan bu ikinci keşif sonucunda da serbest alım satıma konu taşınmazları emsal kabul ederek değerlendirme yapan 24.11.2009 tarihli bilirkişi raporunu aldığı ve sonuçta da bu rapora göre karar verdiği dosya kapsamıyla belirgindir. Hemen belirtmelidir ki, bozma ilamında, yapılan diğer araştırma ve işlemler ile alı- 114 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 nan diğer rapor dikkate alınmadan mahkemece alınan ilk rapora göre değerlendirme yapılmış ve işaret olunan eksiklere değinilmiştir. Oysa, yukarıda aktarılan dosya kapsamına göre mahkemenin aldığı tek rapor bu olmadığı gibi, hükme esas alınan 24.11.2009 tarihli raporda da bozma ilamında aktarıldığının aksine serbest alım-satımlar emsal olarak değerlendirilmiştir. Şu hale göre; serbest alım-satımlar üzerinden emsal değerlendirmesi içeren ve hükme esas alınan 24.11.2009 tarihli bu raporun, Kanunun aradığı yöntem ve ilkelere uygun, denetime elverişli, hüküm kurmaya yeterli olduğu da çok açıktır. Bu nedenle, mahkemece yapılan inceleme ve araştırma yeterli olup; usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir. SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 13.07.2011 gününde oybirliği ile karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 2942/m.11-g KAMULAŞTIRMA KANUN Madde 11 – (Değişik: 24/4/2001 - 4650/6 md.) g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini, YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/10-548 Karar: 2011/528 ♦♦ HUKUK GENEL KURULUNUN, YENİ HÜKMÜN VARLIĞI YA DA DİRENMENİN UYGUN BULUNMASI NEDENİYLE ÖZEL DAİREYE GÖNDERME KARARI VERDİĞİ HALLARDE, KARAR DÜZELTME YOLU KAPALI İSE DOSYANIN YEREL MAHKEMEYE DEĞİL, KARAR GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEK ÜZERE ÖZEL DAİREYE GÖNDERİLECEĞİ SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 115 ÖZET: Direnme kararları üzerine verilen Hukuk Genel Kurulu kararlarına karşı karar düzeltme yolunun açık olup olmadığı hususu, öncelikle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/1 ve 442/A maddeleri çerçevesinde değerlendirilir. Hukuk Genel Kurulunca; Hukuk Genel Kurulunun, yeni hükmün varlığı ya da direnmenin uygun bulunması nedeniyle daireye gönderme kararı verdiği hallerde karar düzeltme yolu kapalı ise dosya yerel mahkemeye değil, karar gereği yerine getirilmek üzere doğrudan Özel Daireye gönderilir. Özel Dairenin kararda işaret olunan incelemeleri yapmak üzere dosyayı esasına alarak; takibi işlemleri yapması gerekir. Hal böyle olmasına karşın sıklıkla Özel Dairelerce bu dosyalar ya tekrar Hukuk Genel Kuruluna ya da yapacağı herhangi bir işlem olmadığı halde yerel mahkemeye gönderilmekte; yapılacak işlemler bu yolla uzamakta ve aksamaktadır. Eldeki dosya irdelendiğinde: Hukuk Genel Kurulu kararının İş Mahkemesince verilen karara ilişkin bulunduğu, bu tür kararlara karşı karar düzeltme yolunun kapalı olduğu açıktır. Hukuk Genel Kurulunca; Yerel Mahkemenin, davacı sigortalının hakkında verilen hükümle ilgili direnme kararı uygun bulunarak, Özel Daire bozma nedenine göre, yaşlılık aylığı tahsis koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini ve diğer temyiz itirazlarını incelemediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verildiğine göre Özel Dairece, kararda işaret olunan inceleme yapılmalıdır. Hal böyle iken, Özel Dairece, açıklanan hususlar gözden kaçırılarak, hiçbir işlem yapılmadan, direnme kararının varlığından bahisle, dosya tekrar Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir. O halde; dosya, temyiz itirazları incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmelidir. Hukuk Genel Kurulu’nun “direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin yaşlılık aylığı tahsis koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğine ve diğer yönlere ilişkin temyiz itirazlarının Özel Dairesince incelenmesi” yönündeki kararının gereğinin yerine getirilmesi için dosyanın Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmiştir. İlgili Kanun/Madde: 1086/m.440-1, 442-A DAVA : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek, dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Bilindiği üzere, direnme kararları üzerine verilen Hukuk Genel Kurulu kararlarına karşı karar düzeltme yolunun açık olup olmadığı hususu, öncelikle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/1 ve 442/A maddeleri çerçevesinde 116 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 değerlendirilir. Hukuk Genel Kurulu kararına karşı karar düzeltme yolunun açık olması halinde dosya yerel mahkemeye gönderilerek taraflara tebliği ve karar düzeltme hakkının kullanılabilmesi için gerekli sürenin verilmesi sağlanır ve karar düzeltme talebinde bulunulması halinde buna ilişkin işlemler yerel mahkemece tamamlanarak dosya, Hukuk Genel Kuruluna karar düzeltme incelemesi yapılmak üzere gönderilir. Bu inceleme sonunda verilecek karar kesindir. Yerel Mahkeme bu halde kararın mahiyetine göre takibi işlemleri yapar. Örneğin ; karar bozma ise mahkemece buna uyularak karar verilir. Şayet onama ise karar kesinleştirilir. Eğer yeni hükmün varlığı ya da direnmenin uygun bulunmasına ilişkin ise bu halde de kararda işaret olunan daireye gerekli inceleme yapılmak üzere gönderilir. Özel Kanunları gereği baktıkları işler karar düzeltmeye tabi olmayan daire kararlarına direnilmesi üzerine verilen veya bizatihi kararın mahiyeti gereği karar düzeltme yolu kapalı olan Hukuk Genel Kurulu kararlarına ilişkin yapılacak işlemlerde bu husus gözetilmek üzere Hukuk Genel Kurulu’nun kararının mahiyetine göre işlem yapılır. Hukuk Genel Kurulunun kararına karşı karar düzeltme yolu kapalı ise; bu durumda dosyada verilen kararın özelliğine göre dosya ya yerel mahkemeye ya da doğrudan Özel Daireye gönderilir. Özellikle Hukuk Genel Kurulunun, yeni hükmün varlığı ya da direnmenin uygun bulunması nedeniyle daireye gönderme kararı verdiği hallerde karar düzeltme yolu kapalı ise dosya yerel mahkemeye değil, karar gereği yerine getirilmek üzere doğrudan Özel Daireye gönderilir. Böyle bir durumda Özel Dairenin kararda işaret olunan incelemeleri yapmak üzere dosyayı esasına alarak; takibi işlemleri yapması gerekir. Hal böyle olmasına karşın sıklıkla Özel Dairelerce bu dosyalar ya tekrar Hukuk Genel Kuruluna ya da yapacağı herhangi bir işlem olmadığı halde yerel mahkemeye gönderilmekte; yapılacak işlemler bu yolla uzamakta ve aksamaktadır. Oysa, yargı mercileri ellerine gelen işi, mümkün olan en süratli şekilde ve en doğru biçimde sonuçlandırmak zorunluluğundadır. Yukarıdaki açıklamalar ışığında eldeki dosya irdelendiğinde: Hukuk Genel Kurulu kararının İş Mahkemesince verilen karara ilişkin bulunduğu, bu tür kararlara karşı karar düzeltme yolunun kapalı olduğu açıktır. Hukuk Genel Kurulunca; ( ... Yerel Mahkemenin, davacı sigortalının, Almanya’da ilk defa sosyal sigorta giriş tarihinin 506 Sayılı Kanunun 108.maddesine koşut olarak Türk sosyal sigortalarına giriş tarihi olarak kabulü ile daha önce sigortalı olarak Türkiye’de tescili olmayanların 506 Sayılı Kanunun Geçici 81.maddesinin yürürlük tarihinden sonra, yürürlük tarihinden öncesine ait devreye ilişkin olarak yapacakları borçlanmaların; Geçici 81.madde uygulamasında gözetilmesi gerektiğini benimseyerek yaptığı değerlendirme ve bu de- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 117 ğerlendirme sonucu verdiği direnme kararı uygun bulunarak; Özel Daire bozma nedenine göre, yaşlılık aylığı tahsis koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini ve diğer temyiz itirazlarını incelemediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesine... ), Karar verildiğine göre Özel Dairece, kararda işaret olunan inceleme yapılmalıdır. Hal böyle iken, Özel Dairece, açıklanan hususlar gözden kaçırılarak, hiçbir işlem yapılmadan, 23.06.2011 gün ve 2011/9086 -2011/9288 sayılı kararla, direnme kararının varlığından bahisle, dosya tekrar Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir. O halde; dosya, açıklanan hususlarda temyiz itirazları incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmelidir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulu’nun “direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin yaşlılık aylığı tahsis koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğine ve diğer yönlere ilişkin temyiz itirazlarının Özel Dairesince incelenmesi” yönündeki kararının gereğinin yerine getirilmesi için dosyanın 10.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 13.07.2011 gününde oybirliği ile karar verildi. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/11-314 Karar: 2011/525 ♦♦ SÖZLEŞMENİN YORUMU ♦♦ TARAFLAR ARASINDA DÜZENLENEN SÖZLEŞMENİN, FATURA İÇERİĞİNİN KESİNLEŞMESİ VE FATURANIN TARAF DEFTERLERİNE KAYDEDİLMİŞ OLMASI NEDENİYLE DEĞİŞTİĞİNİN KABULÜ GEREKECEĞİ 118 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ÖZET: Dava, sözleşmeye dayalı alacak istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Yerel Mahkeme kararı Özel Dairece bozulmuştur. Yerel Mahkemece kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca; Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; davalı tarafından düzenlenen faturanın kısmi fatura niteliğinde olup olmadığı; davacı tarafça ticari defterlerine kaydedilmiş olmasının, fatura muhteviyatı itibariyle davalı şirket tarafından davacının mağazasına müşteri getirildiği, kişi başına hesap yapıldığı ve hizmet bedelinin de belirlendiği ve sözleşme koşullarının da bu duruma göre değiştirildiği anlamına gelip gelmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Sözleşme uyarınca davalı Ltd. Şirket tarafından dava konusu fatura düzenlenmiş, fatura içeriğinde; “3016 kişi için 25 Euro bedelden hesaplama yapılarak 75.400 Euro ( TL olarak 130.155,48 ) mağazanıza müşteri getirme bedeli” açıklamasına yer verilmiştir. Söz konusu faturanın hem davacı hem de davalı defterlerinde kayıtlı olduğu, mahkemece alınan tarihli bilirkişi raporlarıyla belirgin olup; bu konuda bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır. Davacı şirket, faturanın tarafına gönderilmesinden sonra defterine kaydetmiş ve içeriğine de itiraz etmemiştir. Davalı şirket ise, aynı sözleşmeye dayanarak fazla hizmete yönelik bu fatura dışında ayrıca bir fatura düzenlemiş de değildir. Vergi Usul Kanununa göre; satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır. Türk Ticaret Kanununa göre, bir faturayı alan kimse sekiz gün içinde bir itirazda bulunmamışsa münderecatını kabul etmiş sayılır. Yapılan işin miktarı, fiyatı, tutarı, nevi, bedel gibi hususlar faturada bulunması gereken asli unsurlardandır. Davalı şirket tarafından düzenlenen faturada başkaca fatura edilmeyen borç olduğuna ya da bunun kısmi borcu içerdiğine ilişkin açık bir kayıt bulunmamaktadır. Bulunması gereken zorunlu unsurları kapsayan, alan tarafın itirazına uğramayan, her iki tarafın defterine de kaydedilen faturanın tarafları bağlayacağının ve sözleşme hükümlerinin de fatura içeriğine göre değiştiğinin kabulü gerekir. Kaldı ki, Vergi Denetmeni tarafından düzenlenen Şirketin vergi inceleme raporunda, davalı şirket yetkilisinin davacı şirketle yapılan çekişme konusu hizmetle ilgili olarak; toplam tahsilatın avans niteliğinde olduğu, hizmet ifası olmadığı, bu nedenle bu tutarın iade edilmesi gerektiği, ancak şirket iflas durumunda olduğundan ödeyemedikleri beyanında bulunduğu da görülmektedir. Bu beyan da sözleşme içeriğinin taraflarca değişikliğe uğratıldığını ortaya koymaktadır. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 119 Öte yandan davacı yan, getirilen müşteri sayısının daha az olduğunu iddia etmişse de, Özel Dairece yapılan bozma incelendiğinde taraflar arasında yapılan sözleşmenin davalı şirket tarafından düzenlenen fatura içeriğine göre müşteri sayısının ve kişi başı ücretin değiştiğinin kabulü gerektiğinin bozma ilamında belirlendiği, bozma ilamına karşı davacı vekilinin karar düzeltmeye gelmemekle müşteri sayısının davacı şirket yönünden de davalı lehine usuli kazanılmış hak oluştuğu Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında dile getirilerek kabul görmüştür. Mahkemece yapılacak iş; bozma ilamında ve yukarıda açıklandığı üzere taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin, fatura içeriğinin kesinleşmesi ve faturanın taraf defterlerine kaydedilmiş olması nedenleriyle değiştiğinin kabulü ile davalı şirket tarafından düzenlenen fatura içeriğindeki gibi müşteri ve kişi başı ücretten hesaplama yapılarak; davacı tarafın ödediği belirlenen avanstan davalı şirketçe ödenen miktar düşülmek suretiyle sonucuna göre bir karar vermek ve varsa davacının alacağının tahsiline hükmetmek olmalıdır. Sonuçta; Hukuk Genel Kurulu’nca da yukarıdaki ilave gerekçelerle benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. İlgili Kanun/Madde: 213/m.229, 230 6762/m.23 DAVA : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Dava, sözleşmeye dayalı alacak istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; davacı vekili tarafından temyizi üzerine hüküm,Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur. Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle direnilmiş; karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir. Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; davalı C... - T... T... S... İşl. Ve San. Ltd.Şti tarafından düzenlenen 8.4.2005 tarihli faturanın kısmi fatura niteliğinde olup olmadığı; davacı tarafça ticari defterlerine kaydedilmiş olmasının, fatura muhteviyatı itibariyle davalı şirket tarafından davacının mağazasına 3016 müşteri getirildiği, kişi başına 25 Euro’dan hesap yapıldığı ve hizmet bedelinin de 75.400 Euro olduğunun benimsendiği ve sözleşme koşullarının da bu duruma göre değiştirildiği anlamına gelip gelmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Dosyada bulunan 18.10.2004 tarihli, tarafları Mağaza - C... Kuyum ve acente-K... T... ( C... T... T... S... İ... ve San. Ltd. Şti. ) olan sözleşmede; 01.11.2004-30.04.2005 tarihleri arasında mağazaya davalı şirket tarafından 18 yaşın üzerinde 5000 kişinin getirileceği; yolcu başına 95 Euro tahsil edileceği; 25.10.2004 tarihinde 50.000 Euro, 120 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 17.11.2004 tarihinde 50.000 Euro, 17.12.2004 tarihinde 50.000 Euro, 02.01.2005 tarihinde 50.000 Euro olmak üzere 200.000 Euro avans ödemesi yapılacağı, kararlaştırılmıştır. Sözleşme uyarınca davalı C... - T... Ltd. Şirketi tarafından 8.4.2005 tarihli faturanın düzenlenmiş, fatura içeriğinde; “3016 kişi için 25 Euro bedelden hesaplama yapılarak 75.400 Euro ( TL olarak 130.155,48 ) mağazanıza müşteri getirme bedeli” açıklamasına yer verilmiştir. Söz konusu faturanın hem davacı hem de davalı defterlerinde kayıtlı olduğu, mahkemece alınan 06.11.2006 ve 18.2.2008 tarihli bilirkişi raporlarıyla belirgin olup; bu konuda bir uyuşmazlık ta bulunmamaktadır. Davacı şirket, faturanın tarafına gönderilmesinden sonra defterine kaydetmiş ve içeriğine de itiraz etmemiştir. Davalı şirket ise, aynı sözleşmeye dayanarak fazla hizmete yönelik bu fatura dışında ayrıca bir fatura düzenlemiş de değildir. Bilindiği üzere fatura 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 229.maddesine göre; satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır. Diğer taraftan, Türk Ticaret Kanunu’nun 23. maddesinin birinci fıkrasında; “Ticari işletmesi icabı bir mal satmış veya imal etmiş veyahut bir iş görmüş yahut bir menfaat temin etmiş olan tacirden, diğer taraf kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini isteyebilir.” denilmekte, ikinci fıkrasında da; “Bir faturayı alan kimse, aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde münderecatı hakkında bir itirazda bulunmamışsa münderecatını kabul etmiş sayılır.” hükmü yer almaktadır. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu’nun 27.06.2003 tarih ve 1/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda fatura üzerine yazılan kayıtların etkisi ayrıntısıyla irdelenmiş; faturada bulunması gerekmeyen bir hususun faturada gösterilmesi halinde buna itiraz edilmemesinin faturayı alanı bağlamayacağı; faturada yer alması gereken asli unsurların faturaya yazılması halinde ise, alanın bunlara itiraz etmemesi durumunda bu hususu kabul etmiş sayılacağı benimsenmiştir. Hemen burada faturanın münderecatından ( zorunlu içeriğinin ) ne anlaşılması gerektiğinin açıklanması yararlı olacaktır: Konunun düzenlendiği Vergi Usul Kanunun 230. maddesinde faturada en az bulunması gereken bilgiler; ( 1. Faturanın düzenlenme tarihi seri ve sıra numarası; 2. Faturayı düzenleyenin adı, varsa ticaret unvanı, iş adresi, bağlı olduğu vergi dairesi ve hesap numarası; 3. Müşterinin adı, ticaret unvanı, adresi, varsa vergi dairesi ve hesap numarası; 4. Malın veya işin nev’i, miktarı, fiyatı ve tutarı; 5. ( Değişik bent: 04/12/1985 3239/19 md. ) Satılan malların teslim tarihi ve irsaliye numarası.. ) olarak belirtilmiştir. Görülmektedir ki, yapılan işin miktarı, fiyatı, tutarı, nevi, bedel gibi hususlar faturada bulunması gereken asli unsurlardandır. Davalı şirket tarafından düzenlenen 08.04.2005 tarihli faturada sözleşmede kararlaştırılanın aksine müşteri sayısı 3016, kişi başı ödenecek ücret ise 25 Euro olarak SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 121 faturaya kaydedilmiş ve bu fatura itiraza konu olmaksızın tarafların defterlerine kaydedilmiştir. Faturada başkaca fatura edilmeyen borç olduğuna, ya da bunun kısmi borcu içerdiğine ilişkin açık bir kayıt da bulunmamaktadır. Bu haliyle, bulunması gereken zorunlu unsurları kapsayan, alan tarafın itirazına uğramayan, her iki tarafın defterine de kaydedilen faturanın tarafları bağlayacağının ve sözleşme hükümlerinin de fatura içeriğine göre değiştiğinin kabulü gerekir. Kaldı ki, Vergi Denetmeni tarafından düzenlenen 30.03.2009 tarihli, davalı C...-T... Ltd. Şirketinin vergi inceleme raporunda, davalı şirket yetkilisinin davacı şirketle yapılan çekişme konusu hizmetle ilgili olarak; “... Söz konusu ödemelerden ( Davacı şirketçe yapılan ) yalnızca toplam 75.865 Euro’luk kısmının kendilerince tahsil edildiği, bu tahsilat için kendilerinin de 08.04.2005 tarih ve 444088 sayılı fatura tanzim ettikleri, toplam 27.672 Euro tutarlı tahsilatın ise avans niteliğinde olduğu, hizmet ifası olmadığı, bu nedenle bu tutarın S... …A.Ş.’ye iade edilmesi gerektiği, ancak şirket iflas durumunda olduğundan ödeyemedikleri...” beyanında bulunduğu da görülmektedir. Bu beyan da sözleşme içeriğinin taraflarca değişikliğe uğratıldığını ortaya koymaktadır. Öte yandan,davacı yan getirilen müşteri sayısının daha az olduğunu iddia etmişse de, hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece yapılan bozma incelendiğinde taraflar arasında yapılan 18.10.2004 tarihli sözleşmenin davalı şirket tarafından düzenlenen 08.04.2005 tarihli fatura içeriğine göre müşteri sayısının 3016; kişi başı ücretin ise 25 Euro olarak değiştiğinin kabulü gerektiğinin bozma ilamında belirlendiği, bozma ilamına karşı davacı vekilinin karar düzeltmeye gelmemekle müşteri sayısının davacı şirket yönünden de 3016 olduğu yönünde davalı lehine usuli kazanılmış hak oluştuğu Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında dile getirilerek kabul görmüştür. O halde, mahkemece yapılacak iş; bozma ilamında ve yukarıda açıklandığı üzere taraflar arasında düzenlenen 18.10.2004 tarihli sözleşmenin, fatura içeriğinin kesinleşmesi ve faturanın taraf defterlerine kaydedilmiş olması nedenleriyle değiştiğinin kabulü ile davalı şirket tarafından düzenlenen 08.04.2005 tarihli fatura içeriğindeki gibi 3016 müşteri ve 25 Euro kişi başı ücretten hesaplama yapılarak; davacı tarafın ödediği belirlenen avanstan davalı şirketçe ödenen miktar düşülmek suretiyle sonucuna göre bir karar vermek ve varsa davacının alacağının tahsiline hükmetmek olmalıdır. Sonuçta; Hukuk Genel Kurulu’nca da yukarıdaki ilave gerekçelerle benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.07.2011 gününde oyçokluğu ile karar verildi. 122 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 6762/m.23 TÜRK TİCARET KANUNU Ticari işletmesi icabı bir mal satmış veya imal etmiş veyahut bir iş görmüş yahut bir menfaat temin etmiş olan tacirden, diğer taraf, kendisine bir fatura verilmesini ve bedeli ödenmiş ise bunun da faturada gösterilmesini isteyebilir. Bir faturayı alan kimse aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde münderecatı hakkında bir itirazda bulunmamışsa münderecatını kabul etmiş sayılır. Şifahen, telefon veya telgrafla yapılan mukavelelerin veya beyanların muhtevasını teyit eden bir yazıyı alan kimse, aldığı tarihten itibaren sekiz gün içinde bir itirazda bulunmamışsa teyit mektubunun yapılan mukaveleye ve beyanlara uygun olduğunu kabul etmiş sayılır. 213/m.229 VERGİ USUL KANUNU Fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır. 213/m.230 VERGİ USUL KANUNU Faturada en az aşağıdaki bilgiler bulunur: 1. Faturanın düzenlenme tarihi seri ve sıra numarası; 2. Faturayı düzenleyenin adı, varsa ticaret unvanı, iş adresi, bağlı olduğu vergi dairesi ve hesap numarası; 3. Müşterinin adı, ticaret unvanı, adresi, varsa vergi dairesi ve hesap numarası; 4. Malın veya işin nev’i, miktarı, fiyatı ve tutarı; 5. (Değişik : 4/12/1985 - 3239/19 md.) Satılan malların teslim tarihi ve irsaliye numarası, (Malın alıcıya teslim edilmek üzere satıcı tarafından taşındığı veya taşıttırıldığı hallerde satıcının, teslim edilen malın alıcı tarafından taşınması veya taşıttırılması halinde alıcının taşınan veya taşıttırılan mallar için sevk irsaliyesi düzenlemesi ve taşıtta bulundurulması şarttır. Malın, bir mükellefin birden çok iş yerleri ile şubeleri arasında taşındığı veya satılmak üzere bir komisyoncu veya diğer bir aracıya gönderildiği hallerde de, malın gönderen tarafından sevk irsaliyesine bağlanması gereklidir. Bu bentte yazılı irsaliyeler hakkında fiyat ve bedel ile ilgili bilgiler hariç olmak üzere, bu madde hükmü ile 231 inci madde hükmü uygulanır. İrsaliyelerde malın nereye ve kime gönderildiği ayrıca belirtilir. Şu kadar ki nihai tüketicilerin tüketim amacıyla perakende olarak satın aldıkları malları kendilerinin taşıması veya taşıttırması halinde bu mallara ait fatura veya perakende satış fişinin bulunması şartıyla sevk irsaliyesi aranmaz.) SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 123 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/12-434 Karar: 2011/522 ♦♦ HARCA TABİ DAVALARDA DAVANIN AÇILMA TARİHİ HARCIN ÖDENDİĞİ GÜNDÜR. ♦♦ DAVA DİLEKÇESİNİN BİR BAŞKA MAHKEME ELİYLE GÖNDERİLMESİNDE HARCIN GÖNDEREN MAHKEMEDE ALINDIĞI TARİH DAVANIN AÇILDIĞI TARİHTİR ÖZET: Dava, takip dayanağı senetteki imzaların davacıya ait olmadığı gerekçesiyle ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir. Yerel Mahkemece istemin kabulüne karar verilmiştir. Özel Daire, davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle Yerel Mahkemenin kararını bozmuştur. Yerel Mahkemece; direnme kararı verilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca; Uyuşmazlık, davanın hangi tarihte açıldığı ve bu tür davalar için 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 168. maddesinde öngörülen beş günlük sürenin somut uyuşmazlıkta dava tarihi itibariyle dolup dolmadığı noktasındadır. Davanın açıldığı tarihin belirlenmesi harca tabi olup olmamasına göre değişiklik gösterir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda, “dava, dava dilekçesinin mahkeme kalemine kaydı tarihinde açılmış sayılır” denilmektedir. Dava harca tabi ise, davacı gerekli harçları ödedikten sonra dava dilekçesi mahkeme kalemindeki ilgili deftere kaydedilir; dava harca tabi değilse hakimin havalesi üzerine deftere derhal kaydı gerekmektedir. Dilekçenin başka bir mahkemeye gönderilmek üzere verilmiş olması halinde de kalemce harcı hesaplanıp, tahsil edilecek ve ilgili deftere kaydını takiben de dilekçede muhatap gösterilen mahkemeye gönderilecektir. İcra Mahkemelerine yapılan başvurulardan da niteliğine göre harç alınmaktadır. Somut uyuşmazlık bu açıdan incelendiğinde; İcra mahkemesinden ödeme emrinin iptali istemli eldeki talep de, hukuki nitelikçe takip hukukuna ilişkin bulunmakla, maktu harca tabi olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Davacı vekili tarafından “İzmir İcra Mahkemesine Gönderilmek üzere Karşıyaka İcra Mahkemesine” hitaben yazılan dilekçenin; 18.05.2009 tarihinde başvurma 124 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 harcı ile peşin karar ve ilam harcının bu mahkemece tahsil edildiği dosya kapsamı ile belirgindir. O halde, davacı tarafça, dava harcı da yatırılmak suretiyle 18.05.2009 tarihinde davanın açıldığının kabulü gerekir. Özel Daire kararında dava tarihi olarak kabul edilen 03.06.2009 tarihi ise, dava dilekçesinin kendisine gönderildiği İzmir İcra Mahkemelerince kayda alındığı ve tevzi edildiği tarih olup, dava tarihi olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Özel Dairenin davanın bu tarihte açıldığına yönelik tespiti hataya dayanmaktadır. Hal böyle olunca; davacı tarafça, dava harcı yatırılmak suretiyle 18.05.2009 tarihinde açılan davanın beş günlük yasal süre içinde olduğu belirgin olmasına göre, Mahkemece işin esasının incelenmiş olması ve bu kararda direnilmesi usul ve yasaya uygundur. Ne var ki, Özel Dairece işin esasına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmemiştir. Bu nedenle, dosyanın işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Dairesine gönderilmesi gerekir şeklinde karar verilmiştir. İlgili Kanun/Madde: 2004/m.168-3-4-5-6 DAVA : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Dava, takip dayanağı senetteki imzaların davacıya ait olmadığı gerekçesiyle ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin kabulüne karar verilmiş; Özel Dairenin yukarıda ayrıntıları yazılı, dava tarihinin 03.06.2009 olduğu saptamasına dayalı olarak davanın reddi gerektiğine ilişkin bozma kararı üzerine, yerel mahkemece; davanın 18.05.2009 tarihinde açıldığı, beş günlük sürenin dolmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davanın hangi tarihte açıldığı ve bu tür davalar için 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 168. maddesinde öngörülen beş günlük sürenin somut uyuşmazlıkta dava tarihi itibariyle dolup dolmadığı noktasındadır. Dava açılmasının, hem maddi hukuk, hem de usul hukuku bakımından doğurduğu bazı sonuçlar vardır ( Örneğin, davacının, davalının rızası olmaksızın davasını takipten vazgeçememesi, zamanaşımının kesilmesi vb. gibi ). Hal böyle olunca, davanın açıldığı zamanın belirlenmesi her dava açısından büyük önem taşır. Bu nedenledir ki, eldeki uyuşmazlığın çözümünde de öncelikle, davanın açıldığı tarihin belirlenmesi, önem taşımaktadır. Bilindiği üzere, davanın açıldığı tarihin belirlenmesi harca tabi olup olmamasına göre değişiklik gösterir. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06.02.1984 gün ve 1983/7 E., 1984/3 K. sayılı kararında her iki hal için davanın açıldı- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 125 ğı tarihin nasıl belirleneceği ayrı ayrı karara bağlanmıştır: 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 178. maddesinde, harca tabi olsun veya olmasın, “Dava, dava dilekçesinin mahkeme kalemine kaydı tarihinde açılmış sayılır” denilmektedir. Bu hükümdeki “dilekçenin mahkeme kalemine kaydı” sözü dava dilekçesinin mahkeme kalemindeki ilgili deftere ( esas, muhabere veya tevzi defteri ) kaydı anlamındadır. Ne var ki, bir dava açılırken yapılması gerekli işlem, sadece dava dilekçesinin mahkeme kalemindeki deftere kaydı işleminden ibaret değildir. Kayıttan önce yapılması gereken işlemler de vardır. Gerçekten, dava dilekçesi önce hakime verilir. Hakim, dilekçeyi, üzerine verildiği tarihi yazıp imzalamak suretiyle, mahkeme kalemine havale eder. Şayet dava harca tabi ise, davacı 492 sayılı Harçlar Kanunu hükümleri uyarınca gerekli harçları da ödedikten sonra dava dilekçesi mahkeme kalemindeki ilgili deftere kaydedilir; dava harca tabi değilse hakimin havalesi üzerine deftere derhal kaydı gerekmektedir. Nitekim, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun yürürlüğe girdiği günden bu yana yerleşmiş uygulama bu yoldadır. Hemen belirtmek gerekir ki, yukarıda açıklanan işlemlerin aynı günde yapılıp bitirilmesi halinde, davanın o gün açılmış sayılacağında herhangi bir duraksama yoktur. Dilekçenin başka bir mahkemeye gönderilmek üzere verilmiş olması halinde de aynı kural geçerli olup; dilekçeyi alan mahkemenin hakimi dilekçeyi havale edecek, harca tabi dava söz konusu ise kalemce harcı hesaplanıp, tahsil edilecek ve ilgili deftere kaydını takiben de dilekçede muhatap gösterilen mahkemeye gönderilecektir. Burada davanın açıldığı tarih dilekçenin ilk verildiği mahkeme nezdinde harcın yatırıldığı tarih olup, muhatap mahkemeye intikal tarihi dava tarihi olarak kabul edilemez. Yeri gelmişken, harca tabi davalarda, dava açılırken alınacak harca ilişkin açıklama yapmakta da yarar vardır: Karar ve ilam harcının dayanağını teşkil eden, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun yargı harçlarını düzenleyen birinci kısmının “Mükellefiyet” başlıklı birinci bölümünde yer alan “Mevzuu” başlıklı 2. maddenin birinci cümlesinde ; “ Yargı işlemlerinden bu kanuna bağlı ( 1 ) sayılı tarifede yazılı olanları, yargı harçlarına tabidir. “ hükmü yer almaktadır. Bu madde ile atıf yapılan ( 1 ) sayılı tarifede ise “Yargı Harçları” dört başlık altında düzenlenmiş; ( A ) Mahkeme harçları başlığı altında da ( A-I ) de başvuru harcı, ( A-II ) de celse harcı, ( A-III ) de karar ve ilam harcı, yer almıştır. Yine, kanunda ve tarifede her harcın ilişkin bulunduğu işlem, alınma şekli ile şartları ve oranları ayrı ayrı hükme bağlanmıştır. ( A-III ) bölümünde düzenlenen karar ve ilam harcı; nispi ve maktu olmak üzere iki başlığa ayrılmaktadır. Maktu karar ve ilam harcı, konusu belli bir değerle ilgili olmayan davalarda söz konusu iken; nispi karar ve ilam harcı ise, konusu belli bir değeri konu alan davalarla ilgilidir. 126 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Vurgulamakta yarar vardır ki, harca tabi davalarda; dava açılırken başvurma harcı ile karar ve ilam harcının dörtte biri peşin olarak alınır ve dava dilekçesi ancak harç alındıktan sonra esas defterine kaydedilir. Bu halde, davanın açıldığı tarih de harcın yatırıldığı tarih olarak kabul edilir. Bilindiği üzere, İcra Mahkemelerine yapılan başvurulardan da niteliğine göre harç alınmaktadır. Bu başvurulardan ( özellikle şikayet - m. 16 - ve itirazın iptali m.68 ve 68a- için ) başvurma harcı alınır. İcra mahkemelerinde oturum harcı alınmaz. İcra mahkemesi kararları kural olarak maktu karar ve ilam harcına tabidirler. İcra mahkemelerinde görülmekle birlikte nispi karar ve ilam harcına tabi davalar da bulunmaktadır ( örneğin. istihkak davalarında, m.97-99 ve 228 ). Özellikle belirtilmelidir ki, İcra Mahkemesinin görev alanına giren İtirazın kaldırılması ( m. 68 ve 68a ) ve şikayet ( m.16 ) başvuruları usul hukuku anlamında “dava” niteliği taşımamaktadır. Nispi harcın, ancak davalarda esas hakkında karar ( hüküm ) verilmesi halinde alınması söz konusu olduğundan, itirazın kaldırılması ve şikayet ile ilgili kararlar nispi değil, maktu harca tabidir ( B. Kuru, İcra Ve İflas Hukuku El Kitabı, 2004 Baskı, s.110 ). Somut uyuşmazlık bu açıdan incelendiğinde; İcra mahkemesinden ödeme emrinin iptali istemli eldeki talep de, hukuki nitelikçe takip hukukuna ilişkin bulunmakla, burada “bir davanın esası hakkında bir karar verilmesi” söz konusu olmadığından, maktu harca tabi olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Davacı vekili tarafından “İzmir İcra Mahkemesine Gönderilmek üzere Karşıyaka İcra Mahkemesine” hitaben yazılan tarihsiz dilekçenin; 18.05.2009 tarihinde hakim tarafından havale edildiği ve aynı tarihte başvurma harcı ile peşin karar ve ilam harcının bu mahkemece tahsil edildiği dosya kapsamı ile belirgindir. O halde, davacı tarafça, dava harcı da yatırılmak suretiyle 18.05.2009 tarihinde davanın açıldığının kabulü gerekir. Özel Daire kararında dava tarihi olarak kabul edilen 03.06.2009 tarihi ise, dava dilekçesinin kendisine gönderildiği İzmir İcra Mahkemelerince kayda alındığı ve tevzi edildiği tarih olup, dava tarihi olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Özel Dairenin davanın bu tarihte açıldığına yönelik tespiti hataya dayanmaktadır. Hal böyle olunca; davacı tarafça, dava harcı yatırılmak suretiyle 18.05.2009 tarihinde açılan davanın beş günlük yasal süre içinde olduğu belirgin olmasına göre, Mahkemece işin esasının incelenmiş olması ve bu kararda direnilmesi usul ve yasaya uygundur. Ne var ki, Özel Dairece işin esasına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmemiştir. Bu nedenle, dosyanın işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Dairesine gönderilmesi gerekir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan dosyanın işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için 12. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 13.07.2011 gününde oybirliği ile karar verildi. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 127 İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 2004/m.168-3-4-5-6 İCRA İFLAS KANUNU 3. Takibin müstenidi olan senet kambiyo senedi vasfını haiz değilse, beş gün içinde mercie şikayet etmesi lüzumu, 4. (Değişik bent: 09/11/1988 - 3494/31 md.) Takip müstenidi kambiyo senedindeki imza kendisine ait olmadığı iddiasında ise bunu beş gün içinde açıkça bir dilekçe ile icra mahkemesine bildirmesi; aksi takdirde kambiyo senedindeki imzanın bu fasıl gereğince yapılacak icra takibinde kendisinden sadır sayılacağı ve imzasını haksız yere inkar ederse sözü edilen senede dayanan takip konusu alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkum edileceği ve merciden itirazının kabulüne dair bir karar getirmediği takdirde cebri icraya devam olunacağı ihtarı. 5. (Değişik bent: 06/06/1985 - 3222/21 md.) Borçlu olmadığı veya borcun itfa edildiği veya mehil verildiği veya alacağın zaman aşımına uğradığı veya yetki itirazını sebepleri ile birlikte beş gün içinde icra mahkemesine bir dilekçe ile bildirerek merciden itirazın kabulüne dair bir karar getirmediği takdirde cebri icraya devam olunacağı ihtarı. 6. (Değişik bend: 17/07/2003 - 4949 S.K./45. md.) İtiraz edilmediği ve borç ödenmediği takdirde on gün içinde 74 üncü maddeye, itiraz edilip de reddedildiği takdirde ise üç gün içinde 75 inci maddeye göre mal beyanında bulunması ve bulunmazsa hapisle tazyik edileceği, mal beyanında bulunmaz veya hakikate aykırı beyanda bulunursa ayrıca hapisle cezalandırılacağı ihtarı. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/17-427 Karar: 2011/519 ♦♦ UZAMIŞ ZAMANAŞIMI SÜRESİ OLAY TARİHİNDEN İTİBAREN İŞLEMEYE BAŞLAR ANCAK ZARAR VEYA FAİL UZAMIŞ ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN BİTMESİNDEN SONRA ÖĞRENİLMİŞ İSE DAVANIN ÖĞRENME TARİHİNDEN İTİBAREN SÜRESİNDE AÇILMASI GEREKECEĞİ ♦♦ BOZMA ÜZERİNE VERİLEN YEREL MAHKEME KARARININ, YASAL SINIRLARDA GENİŞLETİLMİŞ GEREKÇEYE DAYALI OLMASI HALİNDE YENİ HÜKÜM SAYILMAYIP DİRENME NİTELİĞİNDE BULUNDUĞU 128 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ÖZET: Dava, trafik kazasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Dairece hüküm bozulmuştur. Yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca; Yerel mahkemece bozma sonrası verilen hükmün, gerçekte yeni hüküm olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış, yeni hüküm olmayıp direnme niteliğinde bulunduğu oyçokluğuyla kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay yönünden zamanaşımına başlangıç olarak kabul edilecek tarihin tespiti, noktasında toplanmaktadır. 818 sayılı Borçlar Kanununun 41.maddesinde haksız fiil, 60.maddesinde bu hallerde uygulanacak zamanaşımını düzenlemiştir. Zarara uğrayanın zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren bir ve her halde haksız fiil tarihinden itibaren on yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Ceza kanunlarına göre müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olması halinde tazminat davasına da o müruru zamanın tatbik olunacağı belirtilmiştir. 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109.maddesinde bu davaların zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı, davanın cezayı gerektiren bir eylemden doğması ve ceza kanununun bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmesi halinde, bu sürenin, maddi tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olacağı hükme bağlanmıştır. 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/II.maddesine göre, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin tazminat talebiyle açılacak davalarda uygulanabilmesi için, eylemin ceza kanununa göre suç sayılması gerekli ve yeterlidir. Ceza Kanunu’nda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresi, olay tarihinden itibaren işlemeye başlar. Ancak, zarar veya onun faili, uzamış zamanaşımı süresinin bitmesinden sonra öğrenilmiş ise, davanın, öğrenme tarihinden itibaren, 2918 Sayılı Kanunun 109.maddesindeki iki yıllık süre içerisinde açılması gerekir. Açıklanan bu maddi hukuk kuralları, somut olay ortaya konularak değerlendirildiğinde; Tazminat isteminin dayandırıldığı eylemin, tarihinde yürürlükte bulunan Ceza Kanunu’na göre suç oluşturduğu konusunda uyuşmazlık yoktur. Kaza tespit tutanağına göre, dava dışı sürücü R. P.kontrolsüz şekilde kavşağa girerek, dava dışı sürücü G. G.’ın idaresindeki araca çarpmış, G.G. de direksiyon hakimiyetini kaybedip yaya kaldırımı yerine yolda yürüyen davacılara çarpmıştır. Asliye Ceza Mahkemesi’nin kararı ile davacıların yaralanmalarına sebep olmak suçundan sürücülerin cezalandırılmalarına karar verilmiş, hüküm, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 129 Davacılar tarafından, dava dışı sürücüler aleyhine açılan maddi ve manevi tazminat davası sonunda verilen Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı ile dava dışı sürücülerin kusurları oranında davacılara maddi ve manevi tazminat ödemelerine karar verilmiş, bu hüküm de temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Yargılama sırasında, Asliye Hukuk Mahkemesince alınan, Adli Tıp Kurumu raporuyla, dava konusu kaza nedeniyle davacı G. B.’ın, %22 oranında meslekte kazanma gücünden kaybettiği tespit edilmiş, davacılar, vekillerine bu raporun okunmasıyla, zararın kapsamını öğrenmişlerdir. Davacılarda meydana gelen zararın derecesi ve Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri dikkate alındığında, somut olayda 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109.maddesinin uygulanması gerektiği açıktır. Zamanaşımı süresinin hangi tarihten itibaren başladığı noktasına gelince; Uzamış zamanaşımı süresi, olay tarihinden itibaren işlemeye başlar. Ancak, zarar veya onun faili, uzamış zamanaşımı süresinin bitmesinden sonra öğrenilmiş ise, davanın, öğrenme tarihinden itibaren, 2918 Sayılı Kanunun 109.maddesindeki iki yıllık süre içerisinde açılması gerekir. Buna göre, tazminat isteminin dayandırıldığı trafik kazası 06.02.2003 tarihinde meydana gelmiş, dava dışı sürücüler aleyhine açılan Asliye Ceza Mahkemesinin ceza davası, 18.11.2004 tarihinde kesinleşmiş, maluliyet, yani zarar ise 06.06.2007 tarihinde öğrenilmiş, eldeki dava ise 07.08.2009 tarihinde, yani, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/I. maddesinde öngörülen iki yıllık sürenin ve beş yıllık uzamış ceza zamanaşımı süresinin bitiminden sonra açılmıştır. Zamanaşımı nedeniyle davanın reddine ilişkin yerel mahkeme kararı usul ve yasaya uygun görülüp onanmıştır. İlgili Kanun/Madde: 818/m.41, 60 2918/m.109 DAVA : Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Dava, trafik kazasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Davalı G... S... A.Ş. vekili, zamanaşımı definde bulunmuştur. Yerel mahkemece, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacılar vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkemece önceki kararda ısrar edilmiş, hükmü, davacılar vekili temyize getirmiştir. Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında, öncelikle, yerel mahkemece direnme öncesi verilen ilk kararın gerekçesinde, sadece Borçlar Kanunu’nun 60.maddesinin irdelenip tartışıldığı, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109.maddesinin 130 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ise hiç irdelenmediği, direnme kararında ise Borçlar Kanunu’nun 60.maddesi ile birlikte bozma ilamına dayanak yapılan 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109. maddesinin tartışıldığı gerekçesiyle, yerel mahkemece bozma sonrası verilen hükmün, gerçekte yeni hüküm olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır. Mahkemenin ilk kararında yer almamakla birlikte dairenin bozma ilamındaki saptamaya cevap niteliğinde sonraki kararda yer alan açıklamaların gerekçenin güçlendirilmesine yönelik olup, temelinde tamamen değiştirilmiş bir gerekçeden söz edilemeyeceği, bu nedenle temyize konu kararın yasal sınırlarda genişletilmiş gerekçeye dayalı olduğu ve şu haliyle yeni hüküm olmayıp direnme niteliğinde bulunduğu oyçokluğuyla kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir. İşin esasına gelince; Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay yönünden zamanaşımına başlangıç olarak kabul edilecek tarihin tespiti, noktasında toplanmaktadır. Belirtmelidir ki, trafik kazası sonucunda bir kimsenin yaralanmasına neden olunması, ona karşı işlenmiş bir haksız fiil niteliğindedir. 818 sayılı Borçlar Kanunu ( BK )’nun 41.maddesine göre haksız fiil, gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız surette bir başkasına zarar verilmesi halidir. Aynı kanununun 60.maddesi ise bu hallerde uygulanacak zamanaşımını düzenlemiştir. Buna göre, haksız fiilden zarar gören kişinin, haksız fiil nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararının tazmini istemiyle açacağı dava, zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren bir ve her halde haksız fiil tarihinden itibaren on yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise bu davanın, ceza kanunlarına göre müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olması halinde tazminat davasına da o müruru zamanın tatbik olunacağı belirtilerek, zamanaşımı süresinin bu gerekçeyle uzayacağı kabul edilmiştir. Buna karşılık, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109.maddesinin ilk fıkrasında, yine bir haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin tabi bulunacağı zamanaşımı süresi yönünden Borçlar Kanunu’nun 60. maddesindeki düzenlemeden farklı, özel bir hüküm getirilmiş; “motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar” şeklindeki bu hükümle, Borçlar Kanunu’nun 60. maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresi, bu tür tazminat davaları yönünden iki yıl olarak düzenlenmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, davanın cezayı gerektiren bir eylemden doğması ve ceza kanununun bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmesi halinde, bu sürenin, maddi tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olacağı hükme bağlanmıştır. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 131 Borçlar Kanunu’nun 60.maddesi ile 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/II.maddesi zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden birbiriyle uyumlu olmakla birlikte, zamanaşımı süresi yönünden birbirlerinden ayrılmaktadır. Trafik kazalarından doğan tazminat talepleri bakımından zamanaşımı süresi Borçlar Kanunu’nun 60.maddesine göre bir yıl; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/II.maddesine göre ise iki yıl olarak düzenlenmiştir. 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/II.maddesine göre, ceza kanununda öngörülen daha uzun ( uzamış ) zamanaşımı süresinin tazminat talebiyle açılacak davalarda uygulanabilmesi için, eylemin ceza kanununa göre suç sayılması gerekli ve yeterlidir. Ancak, fail hakkında mahkumiyet kararı verilmesi veya bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması şartı aranmamaktadır. Ceza Kanunu’nda öngörülen daha uzun ( uzamış ) zamanaşımı süresi, olay tarihinden itibaren işlemeye başlar; sürenin işlemeye başlaması için, zarar görenin, zararı ve onun failini öğrenmesi koşulu aranmaz. Ancak, zarar veya onun faili, uzamış zamanaşımı süresinin bitmesinden sonra öğrenilmiş ise, davanın, öğrenme tarihinden itibaren, 2918 Sayılı Kanunun 109.maddesindeki iki yıllık süre içerisinde açılması gerekir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun 16.04.2008 tarih ve 2008/4-326 E.-325 K.; 06.02.2008 tarih ve 2008/4-69 E-101 K.; 12.03.2008 tarih ve 2008/4-248 E.-240 K.; 20.12.2006 tarih ve 2006/4-801 E.-813 K.sayılı, ilamlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır. Açıklanan bu maddi hukuk kuralları, somut olay ortaya konularak değerlendirildiğinde; Eldeki davadaki tazminat isteminin dayandırıldığı eylemin, aynı zamanda olay tarihinde yürürlükte bulunan Ceza Kanunu’na göre suç oluşturduğu konusunda uyuşmazlık yoktur. 06.02.2003 tarihli kaza tespit tutanağına göre, dava dışı sürücü R. P.’un sevk ve idaresindeki araç, kavşağa kontrolsüz şekilde girdiği esnada, dava dışı sürücü G. G.’ın sevk ve idaresindeki araca çarpmış, çarpmanın şiddeti ile sürücü G. G., direksiyon hakimiyetini kaybedip yaya kaldırımı yerine yolda yürüyen davacılara çarpmış, olayda, sürücü R. P., birinci derecede, sürücü G. G., ikinci derecede kusurlu bulunmuş, yaya davacılar da yol içinde yürüdüklerinden kusurlu bulunmuştur. Hatay 2.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 12.10.2004 gün ve 2003/293 E. 2004/898 K. sayılı, kararı ile Sürücüler, R. P. ile G. G.’ın, tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu davacılar G. B. ve N. B.’ın yaralanmalarına sebep olmak suçundan cezalandırılmalarına karar verilmiş, hüküm, temyiz edilmeksizin 18.11.2004 tarihinde kesinleşmiştir. Davacılar tarafından, dava dışı sürücüler aleyhine açılan maddi ve manevi tazminat davası sonunda verilen Hatay 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 28.04.2008 gün ve 2005/82 E. 2008/125 K. sayılı kararı ile dava dışı sürücüler R. P. ile G. G.’ın, kusurları oranında davacılara maddi ve manevi tazminat ödemelerine karar verilmiş, bu hüküm 132 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 de temyiz edilmeksizin 19.03.2009 tarihinde kesinleşmiştir. Bu dosyada yapılan yargılama sırasında, Hatay 2.Asliye Hukuk Mahkemesince alınan, Adli Tıp Kurumu 3.İhtisas Kurulu’nun 09.05.2007 tarihli raporuyla, dava konusu kaza nedeniyle davacı G. B.’ın, %22 oranında meslekte kazanma gücünden kaybettiği tespit edilmiş, davacılar, vekillerine 06.06.2007 tarihli celsede bu raporun okunmasıyla, 06.06.2007 tarihi itibariyle zararın kapsamını öğrenmişlerdir. Davacıların zararı öğrenmesi ( ıttılaı ), davacıların kanunun açıkladığı anlamda zarar veren olayın sonuçlarını, gidişatını, kesinleşen durumunu ve zararın kapsamını belirleyebilecek bilgiye sahip olması anlamına gelir. Zarar tamamlanmadan zarar gören açısından zararın belli olduğu kabul edilemez. Zararın tamamlanması ise tüm sonuçları ile bilinmesi ile mümkündür. Davacılarda meydana gelen zararın derecesi ve Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri dikkate alındığında, somut olayda 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109.maddesinin uygulanması gerektiği açıktır. Zamanaşımı süresinin hangi tarihten itibaren başladığı noktasına gelince; Uzamış zamanaşımı süresi, yukarıda da açıklandığı üzere olay tarihinden itibaren işlemeye başlar. Ancak, zarar veya onun faili, uzamış zamanaşımı süresinin bitmesinden sonra öğrenilmiş ise, davanın, öğrenme tarihinden itibaren, 2918 Sayılı Kanunun 109.maddesindeki iki yıllık süre içerisinde açılması gerekir. Buna göre, tazminat isteminin dayandırıldığı trafik kazası 06.02.2003 tarihinde meydana gelmiş, dava dışı sürücüler aleyhine açılan Hatay 2.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2003/293 Esas 2004/898 Karar sayılı ceza davası, 18.11.2004 tarihinde kesinleşmiş, maluliyet, yani zarar ise 06.06.2007 tarihinde öğrenilmiş, eldeki dava ise 07.08.2009 tarihinde, yani, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/I. maddesinde öngörülen iki yıllık sürenin ve beş yıllık uzamış ceza zamanaşımı süresinin bitiminden sonra açılmıştır. O halde, yukarıda açıklanan gerekçelere göre, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine ilişkin yerel mahkeme kararı usul ve yasaya uygun olup, onanmalıdır. SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 13.07.2011 gününde oyçokluğuyla ile karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 818/m.41 BORÇLAR KANUNU Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur. Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur. SAYI : 26 818/m.60 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 133 BORÇLAR KANUNU Madde 60 – Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz. Şukadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur. Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman ile sakıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir. 2918/m.109 KARAYOLLARI TRAFİK KANUNU Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar. Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir. Zamanaşımı, tazminat yükümlüsüne karşı kesilirse, sigortacıya karşı da kesilmiş olur. Sigortacı bakımından kesilen zamanaşımı, tazminat yükümlüsü bakımından da kesilmiş sayılır. Motorlu araç kazalarında tazminat yükümlülerinin birbirlerine karşı rücu hakları, kendi yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdikleri ve rücu edilecek kimseyi öğrendikleri günden başlayarak iki yılda zamanaşımına uğrar. Diğer hususlarda, genel hükümler uygulanır. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/18-429 Karar: 2011/515 ♦♦ VAKIF EVLADI TARAFINDAN AÇILAN GALLE FAZLASININ TESPİT VE TAHSİLİ ÖZET: Dava, vakıf evlatları tarafından açılan intifa hakkının ( galle fazlasının ) tespiti ve tahsili istemine ilişkindir. 134 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Yerel Mahkemece dava dilekçesinin yetki yönünden reddine karar verilmiştir. Özel Dairece mahkemenin davaya bakmakla yetkili olduğuna işaretle karar bozulmuştur. Yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca; Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu Vakfın galleye müstehak evlatları tarafından açılan intifa hakkının tespit ve tahsiline ilişkin davada yetkili mahkemenin vakfın kurulduğu yer mahkemesinde mi yoksa mazbut vakıf olması nedeniyle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ikametgahı mahkemesinde mi görüleceği noktasında toplanmaktadır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında temyize konu bu kararın yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır. Heyetçe, direnme kararı olduğuna karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuş; bu nedenle direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir. İlgili Kanun/Madde: 1086/m.429 DAVA : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Dava, vakıf evlatları tarafından açılan intifa hakkının ( galle fazlasının ) tespiti ve tahsili istemine ilişkindir. Yerel Mahkemece; mazbut H... S... oğlu K... E... M... E... V...’ndan dolayı davacılara ait gelir hakkının tespiti ve tahsili talebine ilişkin davada Vakıflar Genel Müdürlüğü yazıları itibariyle dava konusu Vakfın İstanbul ilinde kurulduğunun ihtilafsız olduğu, davalı Vakıflar Genel Müdürlüğü vekilinin süresi içerisinde verdiği cevap dilekçesi ile yetki itirazında bulunduğu, davanın niteliği itibariyle vakfın kurulu olduğu yer merkezinde görülmesi gerektiği kanaatine varılarak davalı vekilinin yetki itirazının kabulüne, dava dilekçesinin yetki yönünden reddine, davaya bakmaya İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin yetkili olduğuna karar verilmiştir. Yüksek Özel Daire’ce; yukarıda açıklanan gerekçelerle, mahkemenin davaya bakmakla yetkili olduğuna ve bu yönden verilen red kararının isabetsiz olduğuna işaretle karar bozulmuştur. Yerel mahkemece; Vakfın, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından idare edildiği noktasında taraflar arasında çekişme olmadığı gibi dosya kapsamı ile de sabit ve mahkemenin de kabulünde olduğu, ancak davaya konu Vakfın İstanbul’da kurulduğu,dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere vakfın tüzel kişiliğinin halen devam ettiği, Vakıflar SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 135 Genel Müdürlüğü tarafından vakıf evlatlarının mütevellilik talebi olmadığından niyabeten ( vekaleten ) idare edildiği, toplanan delillerden anılan vakfın ayrı bir bütçesi olup, gelir giderleri, borçları ve vakıf evlatlarına yapılan ödemelerin bu bütçeden karşılandığı, dolayısıyla dava konusu vakfın mal varlığının Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmediği, bununla birlikte Vakıf evlatları tarafından açılan davaların İstanbul Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp neticelendiği,Vakfın niyabeten ( vekaleten ) Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından idare ediliyor olmasının mazbut vakıf olduğunu göstermeyeceği gibi, husumetin Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne yönlendirilmiş olmasının da yetkili Mahkemenin Ankara Mahkemeleri olduğunu göstermeyeceği, dolayısıyla bozma ilamının dava konusu vakfın mahiyetine ve vasfına uygun olmadığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir. Bu karar davacılar vekilinin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulu’nun 10.11.2010 tarihli kararıyla; mahkemece kısa kararın hüküm fıkrası ile gerekçeli hüküm fıkraları çelişkili olup yerel mahkeme kararının işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulmakla, usulünce yeniden direnme kararı verilmiştir. Davacılar vekili hükmü temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık; Dava konusu Vakfın galleye müstehak evlatları tarafından açılan intifa hakkının tespit ve tahsiline ilişkin davada yetkili mahkemenin vakfın kurulduğu yer mahkemesinde mi yoksa mazbut vakıf olması nedeniyle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ikametgahı mahkemesinde mi görüleceği noktasında toplanmaktadır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında işin esası incelenmeden evvel, mahkemece ilk kararda verilen yetkisizlik kararının gerekçesi olarak, davanın niteliği itibariyle mazbut Vakfın kurulduğu yer mahkemesinde görülmesi gerektiği görüşü yer aldığı halde, bozma sonrası kararında, vakfın ayrı tüzel kişiliğinin ve mal varlığının bulunduğu, mütevellisinin bulunmaması nedeniyle niyabeten ( vekaleten ) idare edildiği gerekçesine dayanılması karşısında, temyize konu bu kararın yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır. Heyetçe, ilk karar ve bozma kapsamı itibariyle vakfın mazbut vakıf olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmadığı, mahkemece niyabeten yönetildiğinin belirtilmesinin ilk hükümden ayrıldığı anlamına gelmediği, bu haliyle ortada yeni hüküm bulunmadığı, temyize konu kararın 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429/3. maddesi anlamında direnme kararı olduğu, temyiz incelemesinin Kurulca yapılması gerektiği oybirliği ile karara bağlanarak işin esasının incelenmesine geçilmiştir. İşin esasına gelince; Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi kurulun çoğunluğunca usul ve yasaya aykırı bulunmuş; bu nedenle direnme kararının bozulmasına oyçokluğu ile karar verilmiştir. 136 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerle H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.07.2011 gününde oyçokluğu ile karar verildi İLGİLİ MEVZUAT MEİTNLERİ 1086/m.429 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU (Mülga) (Değişik madde: 16/07/1981 - 2494/24 md.;Değişik madde: 26/09/2004 - 5236 S.K./16.mad) İlk derece mahkemelerinin ve bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin kesin olarak verdikleri kararlarla, istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlara karşı, yürürlükteki hukuka aykırı bulunduğu ileri sürülerek Adalet Bakanlığı veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulur. Temyiz istemi Yargıtayca yerinde görüldüğü takdirde, karar kanun yararına bozulur. Bu bozma, kararın hukukî sonuçlarını ortadan kaldırmaz. Bozma kararının bir örneği Adalet Bakanlığına gönderilir ve Bakanlıkça Resmî Gazetede yayımlanır. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/19-426 Karar: 2011/516 ♦♦ DEFTERİ USULÜNE UYGUN TUTULMUŞ BULUNAN TACİRİN BİRBİRİNİ TEYİT EDEN KAYITLARININ DİĞER TARAF ALEYHİNE DELİL OLACAĞI ♦♦ TÜRK TİCARET KANUNUNDA YEMİN ÖZET: Dava, satım sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsiline yönelik olarak başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Yerel Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairece, bedelinin belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisinin doğru görülmediğine işaretle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 137 Yerel mahkemece, savunmanın aksine, taraflar arasında akdi ilişkinin mevcut olduğu, kısmi ödemeden sonra kalan miktar yönünden başlatılan takibe haksız olarak itiraz edilmek suretiyle takibin durdurulduğu kanaatine varılarak, davacı şirketin delil vasfına haiz ticari defter ve kayıtları dikkate alınarak TTK’nun 83. maddesi uyarınca eda edilen yemine de dayanılarak, davanın kısmen kabulüne ilişkin önceki kararda direnilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık; davacının teslimini kanıtladığı malın miktar ve bedelinin belirlenmesi noktasında toplanmaktadır. Eldeki uyuşmazlık yönüyle satış bedelinin miktarı itibariyle, teslim savunmasının 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288.maddesi uyarınca yazılı delille kanıtlaması zorunlu bulunduğu gibi, aynı Kanun’un 293.maddesinde gösterilen, tanıkla kanıtlama olanağının tanındığı hallerden herhangi birinin varlığı da, davacı tarafça ileri sürülmemiştir. Yine, somut olayda, davalı vekili tanık dinletmesine muvafakat etmediğini açıkça bildirmiştir. Davacı satıcı, dava konusu satılanı davalı alıcıya teslim etmiş olduğu yönündeki savunmasını yazılı delille kanıtlamak zorundadır. Mahkemenin buna rağmen dinlediği tanıkların beyanlarına itibar edilemez. Davacı tarafından davalı adına tanzim edilmiş bulunan faturanın davalı şirket adresine iadeli taahhütlü posta ile gönderildiği, ancak davalının hanede bulunulmadığı belirtilerek tebliğ edilemediğine göre davacının tebliğ edilmeyen fatura deliline de dayanamayacağı açıktır. Ancak, dava dosyasında davalı adına tanzim edilmiş mal teslimi ile ilgili belgede 35 top 10.649 metre kumaşın yazılı olduğu altında S. H. imzasının bulunduğu, diğer tarihli mal teslimi ile ilgili belgede 71 top 21.495 metre kumaşın yazılı olduğu altında F. A. imzasının bulunduğu görülmüştür. İstanbul Sigorta İl Müdürlüğü tarafından gönderilen yazıda, bordrolar ile aylık prim belgelerinin incelenmesinde S. H. isminin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Uzman bilirkişi raporunda “29.01.2004 tarihli 21 top 21.495 metre malın teslimi ile ilgili belgedeki imzanın davalı şirket ortağı M. F. A.’ın eli mahsulü olduğu tespit edilmiştir. Davacı tarafın defterleri usulüne uygun tutulduğundan kesin delil vasfına haiz olup, davacı kendi defterlerine göre davalıdan alacaklıdır. 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu ( TTK )’nun 86. maddesine göre, taraflardan birinin defterleri kanuna uygun olup da, diğerininki olmaz veya hiç defteri bulunmaz yahut ibraz etmek istemezse; defterleri muntazam olan tacirin birbirini teyid eden defterlerindeki kayıtlar, diğeri aleyhine delil olur. Defterler usulüne uygun tutulmamış dahi olsa aleyhine delil teşkil edeceği kuşkusuzdur. Ticari defterlerle ispat usulünde diğer koşulların bir arada bulunduğunu tespit eden mahkeme, ticari defterleri lehine delil sayılan tarafa TTK. Md. 83 doğrultusunda son olarak verdiği tamamlayıcı yemin davacı tarafından eda ve yeminde sebat edil- 138 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 miştir. Davalı yan önce ticari ilişkiyi inkar ederek S. H.’ín şirket çalışanı olmadığını, F. A.’a ait olduğu iddia edilen imzanın da sahte olduğunu savunmuş ise de F. A. imzasının sahte olmadığının anlaşılması karşısında F. A. imzası ile teslim alınan malın hatalı çıkması üzerine iade edildiğini, S. H. imzası ile teslim alınan bir mal bulunmadığını ve kendi çalışanları olmadığını belirterek kabul etmemiştir. Önemle vurgulanmalıdır ki, satım sözleşmesinde malın teslim edildiği kişinin teslim almaya yetkili olması gerekir. Ancak yetkili olmamasına rağmen daha önce değişik zamanlarda, aynı veya değişik kişilerden mal teslim almış ise zımnen yetkili kılındığının kabulü gerekir. Davacı şirket tarafından davalı şirket ortağına 21.495 metrelik mal teslim etmiş olduğu, yaklaşık 20.000 metre kumaşın iade edildiği konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Ancak davacının sunmuş olduğu 09.04.2004 tarihli 10.649 metrelik malın S. H. isimli şahsa teslim edildiğine ilişkin sevk irsaliyesi davalı yan tarafından kabul edilmemiştir. Şu hale göre, mahkemece, 09.01.2004 tarihli irsaliyede malı teslim alan S. H.’in davalı adına mal teslim almaya açık ya da zımni olarak yetkili kılınıp kılınmadığı, davalı çalışanı olup olmadığı, davalı şirketin diğer ticari ilişkilerinde de yer alıp almadığı, buna ilişkin belgelerde imzası bulunup bulunmadığının yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde araştırılıp incelenmesi ve oluşan sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde verilen direnme kararının bu değişik nedenle bozulması gerekmiş; bozma nedenine göre diğer hususlar şimdilik inceleme dışı bırakılmıştır denilerek Yerel Mahkemenin ısrar kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 6762/m.83, 86 1086/m.288, 293 DAVA : Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Dava, satım sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsiline yönelik olarak başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Yerel Mahkemece; taraflar arasında mevcut akdi ilişki kapsamında davalıya ham kumaş satışı yapıldığı davalının kısmi ödemede bulunduğu, davacı şirketin usulüne uygun tutulmuş ve sahibi lehine delil vasfına haiz ticari defter ve kayıtları dikkate alınarak sabit görülerek, TTK nun 83 maddesi uyarınca eda ettirilen yemine nazaran davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Yüksek Özel Daire’ce; davacının kısmen ödeme iddiası da gözetilerek teslimini SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 139 kanıtladığı malın miktar ve bedelinin belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisinin doğru görülmediğine işaretle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkemece, fatura ve sevk irsaliyeleri kapsamlarıyla da doğrulanan tanık anlatımlarından, davalı tarafa saten dokuma kumaşın ham olarak satıldığı ve bu kumaş üzerinde boya-terbiye işlemleri yaptırıldığı, savunmanın aksine, taraflar arasında akdi ilişkinin mevcut olduğu, davalı yanın imza itirazının da yerinde olmadığı, kısmi ödemeden sonra kalan miktar yönünden başlatılan takibe haksız olarak itiraz edilmek suretiyle takibin durdurulduğu kanaatine varılarak, davacı şirketin usulüne uygun tutulmuş ve sahibi lehine delil vasfına haiz ticari defter ve kayıtları dikkate alınarak TTK’nun 83. maddesi uyarınca eda edilen yemine de dayanılarak, davanın kısmen kabulüne ilişkin önceki kararda direnilmiş; hükmü davalı vekili temyiz etmiştir. İlk karar, bozma ve direnme kararlarının kapsamı itibariyle taraflar arasındaki akdi ilişkinin varlığı ve iade edilen mallar konusunda özel daire ile yerel mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık; kısmen ödeme iddiası da gözetilerek davacının teslimini kanıtladığı malın miktar ve bedelinin belirlenmesi noktasında toplanmaktadır. Öncelikle, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır: 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “İki Tarafın Hak Ve Vazifeleri” başlıklı 182.maddesi; “Beyi bir akittir ki onunla bayi, satılan malı müşterinin iltizam ettiği semen mukabilinde müşteriye teslim ve mülkiyeti ona nakleylemek borcunu tahammül eder. Hilafına adet veya mukavele mevcut değil ise bayi ile müşteri borçları aynı zamanda ifa etmekle mükelleftirler. Hale göre tayini mümkün olan semen, tesmiye edilmiş hükmündedir.” Hükmü yer almaktadır. Bu noktada satılanın tesliminin ispatı önem arz etmekte; bu bağlamda eldeki uyuşmazlık yönüyle tesliminin tanıkla kanıtlanıp kanıtlanamayacağı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Hemen belirtmelidir ki, satılanın tesliminin “hukuki işlem” niteliğinde olup, buna ilişkin savunmanın hangi delillerle kanıtlanabileceğinin belirlenmesinde, hukuki işlemlerin varlığının kanıtlanmasına ilişkin genel usul hukuku kurallarının ( 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288 ve devamındaki hükümler ) göz önünde tutulması gerekir. Bunun sonucu olarak ta; herhangi bir hukuki işlem gibi, teslim de anılan hükümdeki senetle ( yazılı delille ) ispat kuralı çerçevesinde, ilişkin bulunduğu malın miktar ve değerine göre belirlenmelidir ( Kuru Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 1990 5.basım,C:2,S:1534, S:1603, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06.11.2002 gün 140 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 2002/13-875 E., 2002/885 K. sayılı ilamı da bu yöndedir. ). Somut olaya gelince; Eldeki uyuşmazlık yönüyle satış bedelinin miktarı itibariyle, teslim savunmasının 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288.maddesi uyarınca yazılı delille kanıtlaması zorunlu bulunduğu gibi, aynı Kanun’un 293.maddesinde gösterilen, tanıkla kanıtlama olanağının tanındığı hallerden herhangi birinin varlığı da, davacı tarafça ileri sürülmemiştir. Yine, somut olayda, davalının, teslim savunması yönünde davacının tanık dinletmesine açık bir muvafakati olmadığı gibi; tersine, davalı vekili, buna muvafakat etmediğini açıkça bildirmiştir. Bu durumda, davacı satıcı, dava konusu satılanı davalı alıcıya teslim etmiş olduğu yönündeki savunmasını yazılı delille kanıtlamak zorundadır. Mahkemenin buna rağmen dinlediği tanıkların beyanlarına itibar edilemez. Davacı tarafından davalı adına 31.03.2004 tarih 910216 numaralı 11.445 metre kumaşla ilgili olarak 34.699.207.139.-TL.lık fatura tanzim edilmiş olduğu, bu faturanın üzerinde 29.01.2004 tarih ve 183915 numaralı irsaliyenin yazılı olduğu, bu faturanın davalı şirket adresine iadeli taahhütlü posta ile gönderildiği, ancak faturanın hanede bulunulmadığı belirtilerek iade edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının tebliğ edilmeyen fatura deliline de dayanamayacağı açıktır. Ancak, dava dosyasında davalı adına tanzim edilmiş 09.01.2004 tarihli mal teslimi ile ilgili belgede 35 top 10.649 metre kumaşın yazılı olduğu altında S. H. imzasının bulunduğu, diğer 29.01.2004 tarihli mal teslimi ile ilgili belgede 71 top 21.495 metre kumaşın yazılı olduğu altında F. A. imzasının bulunduğu görülmüştür. SSK Başkanlığı Sigorta İşleri Genel Müdürlüğü İstanbul Sigorta İl Müdürlüğü tarafından gönderilen 24.03.2006 tarih 031530 sayılı yazıları ekindeki davalı şirkete ait 2002/1,2,3 dönemi, 2003/1,2,3 dönemi ve 2004/2 dönemi dönem bordroları ile 2004/5 ve 2004/12. aylara ait aylık prim belgelerinin incelenmesinde S. H. isminin bulunmadığı anlaşılmaktadır. 05.06.2006 havale tarihli uzman bilirkişi raporunda “29.01.2004 tarihli 21 top 21.495 metre malın teslimi ile ilgili belgede atılı olup davalı şirket ortağı M. F. A.’a izafe edilen imzanın M. F. A.’ın eli mahsulü olduğu tespit edilmiştir. Mahkemece hükme esas alınan 24.03.2008 tarihli bilirkişi kurulu raporu ile davacının kendi defterlerinde davalı ile olan hesabı incelendiğinde davacı şirketin davalı şirketten 15.02.2004 ve 02.03.2004 tarihlerinde 5.000,00 USD çek ve 5.000,00 USD nakit olmak üzere toplam 10.000,00 USD avans aldığı ve bu tutarların Türk Lirası karşılığı olarak ( - ) 13.130.050.000.-TL’yi davalı alacağı olarak hesaba işlendiği, bu avans ile ilgili olarak da davacı tarafından davalı adına 31.03.2004 tarihinde 910216 nolu 34.699.207.139.-TL tutarlı fatura tanzim edildiği ve hesaba davalı borcu olarak kaydedildiği, bu işlemlerin sonucunda da takip tarihi olan 24.05.2004 itibari ile davacının davalı şirketten 21.569.157.139.-TL alacaklı olduğu, davalı tarafından ibraz edilen ticari defterlerinin incelenmesinde davacının takip konusu yaptığı fatura ve yine SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 141 davacının dilekçesinde davalıdan aldığını iddia ettiği ( 5.000 USD çek + 5.000 Nakit ) toplam 10.000 USD ile ilgili herhangi bir borç ve alacak kaydının olmadığının görüldüğü, ayrıca yine inceleme günü davalı şirkete ait 2004 yılı Yevmiye defterinin kapanış maddesinde de davacı şirket ile ilgili herhangi bir kaydın olmadığı belirtilmiştir. Davacı tarafın defterleri kesin delil vasfına haiz olup, davacı kendi defterlerine göre davalıdan alacaklıdır. 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu ( TTK )’nun 86. maddesine göre, taraflardan birinin defterleri kanuna uygun olup da, diğerininki olmaz veya hiç defteri bulunmaz yahut ibraz etmek istemezse; defterleri muntazam olan tacirin birbirini teyid eden defterlerindeki kayıtlar, diğeri aleyhine delil olur. Defterler usulüne uygun tutulmamış dahi olsa aleyhine delil teşkil edeceği kuşkusuzdur. Ticari defterlerle ispat usulünde diğer koşulların bir arada bulunduğunu tespit eden mahkeme, ticari defterleri lehine delil sayılan tarafa TTK. Md. 83 doğrultusunda son olarak verdiği tamamlayıcı yemin davacı tarafından eda ve yeminde sebat edilmiştir. Defter sahibi, mahkemenin kendisine verdiği tamamlayıcı yemini ederse mahkeme bu yemin ile bağlıdır. Yani ticari defterdeki kayıt sahibi lehine kesin delil teşkil eder. Ancak, defterdeki kayıtlara dayanak yapılan belgelerin de kayıtları doğrulaması gerekir. Buna göre, davacı toplamda 32.144 metrelik mal teslimi yapılmış olduğunu, davalının bu malların bir kısmını iade edildiğini, davalının iade etmediği malların toplam 11.445 metre olduğunu iddia etmektedir. Davalı yan önce ticari ilişkiyi inkar ederek S. H.’ín şirket çalışanı olmadığını, F. A.’a ait olduğu iddia edilen imzanın da sahte olduğunu savunmuş ise de F. A. imzasının sahte olmadığının anlaşılması karşısında F. A. imzası ile teslim alınan malın hatalı çıkması üzerine iade edildiğini, S. H. imzası ile teslim alınan bir mal bulunmadığını, Servet Hançer’in kendi çalışanları olmadığını belirterek kabul etmemiştir. Önemle vurgulanmalıdır ki, satım sözleşmesinde malın teslim edildiği kişinin teslim almaya yetkili olması gerekir. Ancak yetkili olmamasına rağmen daha önce değişik zamanlarda, aynı veya değişik kişilerden mal teslim almış ise zımnen yetkili kılındığının kabulü gerekir. Davacı şirket tarafından davalı şirket ortağına 21.495 metrelik mal teslim etmiş olduğu, yaklaşık 20.000 metre kumaşın iade edildiği konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Ancak davacının sunmuş olduğu 09.04.2004 tarihli 10.649 metrelik malın S. H. isimli şahsa teslim edildiğine ilişkin sevk irsaliyesi davalı yan tarafından kabul edilmemiştir. Şu hale göre, mahkemece, 09.01.2004 tarihli irsaliyede malı teslim alan S. H.’in davalı adına mal teslim almaya açık ya da zımni olarak yetkili kılınıp kılınmadığı, davalı çalışanı olup olmadığı, davalı şirketin diğer ticari ilişkilerinde de yer alıp almadığı, buna ilişkin belgelerde imzası bulunup bulunmadığının yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde araştırılıp incelenmesi ve oluşan sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken 142 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 eksik inceleme ile yazılı şekilde verilen direnme kararının bu değişik nedenle bozulması gerekmiş; bozma nedenine göre diğer hususlar şimdilik inceleme dışı bırakılmıştır. SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen değişik gerekçe ve nedenlerle HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz nedenlerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.07.2011 gününde, oyçokluğu ile karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 6762/m.83 TÜRK TİCARET KANUNU Mahkeme, aşağıdaki hükümler gereğince, defter münderecatını sahibi lehine hükme medar görmüşse kanaatini kuvvetlendirmek için o kaydın doğru olduğuna ve davacının halen davalıda yerine getirilmesi gereken hakkı bulunduğuna dair defter sahibine tamamlayıcı bir yemin verir. Taraflardan biri hasmın ticari defterlerinin münderecatını kabul edeceğini mahkeme huzurunda beyan etmiş iken hasmı ticari defterlerini ibrazdan imtina ederse, mahkeme, defterlerin ibrazını istemiş olan tarafa iddiasının sıhhati hakkında bir yemin verir. 6762/m.86 TÜRK TİCARET KANUNU Taraflardan birinin defterleri kanuna uygun olup da diğerininki olmaz veya hiç defteri bulunmaz yahut ibraz etmek istemezse; defterleri muntazam olan tacirin birbirini teyit eden defterlerindeki kayıtlar, diğeri aleyhinde delil olur. Hasım taraf, aleyhinde delil ittihaz olunan kaydın aksini muteber delillerle ispat edebilir. 1086/m.288 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU (Değişik madde: 16/07/1981 - 2494/20 md.) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri dörtyüz milyon lira yı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma (ibra) gibi herhangi bir sebeple dörtyüz milyon lirada n aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz. 1086/m.293 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU Aşağıdaki hallerde her halde şahit ikame olunabilir: 1 - Usul ve füru, birader ve hemşire veya karı koca ve kayınpeder ve valide ile damat ve gelin arasındaki muameleler, 2 - Cürümden mütevellit olsun olmasın tazminatı müstelzim fiiller, 3 - Yangın veya kazayı bahri veyahut düşman istilası gibi senet alınması gayrimümkün veya fevkalade müşkül hallerde yapılan muameleler. 4 - Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müteamil olmıyan muameleler, 5 - Akitlerde hata, hile, gabin, cebir ve ikrah vukuu. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 143 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/20-411 Karar: 2011/510 ♦♦ TARAFLARI, DAVA SEBEBİ VE MÜDDEABİHİ AYNI OLAN BİR DAVA HAKKINDA BİRBİRİNE AYKIRI KESİNLEŞMİŞ İKİ HÜKÜM BULUNMASI HALİNDE YARGILAMANIN YENİLENMESİ TALEBİ ÜZERİNE İKİNCİ HÜKMÜN İPTALİNE KARAR VERİLECEĞİ ♦♦ KESİN HÜKMÜN SONUÇLARI DAVADA TARAF OLARAK YER ALANLAR İÇİN SONUÇ DOĞURACAĞINDAN, DAVADA TARAF OLMAYANLARIN YARGILAMANIN İADESİ TALEBİNDE BULUNAMAYACAKLARI ÖZET: Dava, yargılamanın yenilenmesi istemlidir. Karar düzeltme isteği Hukuk Genel Kurulunca değerlendirilmiştir. 1- Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.05.1952 gün ve 1951/876 E., 1952/411 K. sayılı hükmü yönünden yapılan incelemede; Yargılamanın iadesi talebinde bulunan ‘Hazine’, bu dosyada taraf olarak yer almadığından, anılan dosyada verilen hüküm Hazine hakkında kesin hüküm oluşturmayacağından, bu dosyaya dayanarak yargılamanın iadesi talebinde bulunması da olanaklı değildir. Bu yöne ilişkin direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, kararın bu değişik gerekçe ile onanması gerekirken,Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca bozulduğu anlaşıldığından, anılan bozma kararının Antalya Asliye Hukuk Mahkemesin direnme kararının bozulmasına ilişkin bölümünün kaldırılarak, direnme kararının onanmasına karar verilmiştir. 2- Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.11.1972 gün ve 1970/198 E., 1972/1269 K. sayılı hükmü ile Antalya Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 12.09.1967 gün ve 1967/353701 sayılı hükmü yönünden yapılan değerlendirmede ise; Özel Daire bozmasında, mahkemece yapılacak araştırma sonucunda, yargılamanın iadesine konu olan dosyalardaki taşınmazların aynı taşınmazlar olduğunun belirlenmesi halinde davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği ibaresi yer almış ise de, Hukuk Genel Kurulu Kararı’nda, açıkça taşınmazların aynı taşınmaz olduğunun anlaşılmasından sonra, HUMK’nun 445/10. maddesindeki şartların oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi, bundan sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerektiğine işaretle yerel mahkeme kararının bozulduğunun belirgin olmasına göre, HUMK.nun 440. maddesinde yazılı sebeplerden hiç birisine dayanmayan ve yerin- 144 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 de olmayan karar düzeltme isteğinin oyçokluğu ile reddi gerekmiştir. İlgili Kanun/Madde: 1086/m.237 1086/m.445-10 DAVA : Hukuk Genel Kurulu’nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Eldeki dava yargılamanın yenilenmesi istemli olmakla, bu talebe dayanak alınan dava dosyaları ayrı ayrı ele alınarak; karar düzeltme istemi değerlendirilmiştir. 1- Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.05.1952 gün ve 1951/876 E., 1952/411 K. sayılı hükmü yönünden yapılan incelemede; Yargılamanın iadesi, olağanüstü bir kanun yoludur. Bu nedenle de, böyle bir istekte bulunulabilmesi için dayanılacak sebepler 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ( HUMK )’nun 445.maddesinde tahdidi olarak gösterilmiştir. Tarafları, dava sebebi ve müddeabihi aynı olan bir dava hakkında birbirine aykırı kesinleşmiş iki hüküm bulunması halinde; kesin hüküm ( m.237 ) bulunması nedeniyle yargılamanın yenilenmesi talebi üzerine, ikinci hükmün iptaline karar verilir ( m.445/10 ). Hemen belirtmelidir ki, kesin hükmün sonuçları ancak davada taraf olanlar hakkında uygulanır. Somut olayda ise; yargılamanın iadesi talebinde bulunan ‘Hazine’, talebine dayanak olarak gösterdiği dosyalardan, Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.05.1952 gün ve 1951/876 E., 1952/411 K. sayılı dosyasında taraf olarak yer almamıştır. O nedenledir ki, anılan dosyada verilen hüküm Hazine hakkında kesin hüküm oluşturmayacağından, bu dosyaya dayanarak yargılamanın iadesi talebinde bulunması da olanaklı değildir. Açıklanan nedenlerle bu yöne ilişkin direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, kararın bu değişik gerekçe ile onanması gerekirken,Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.11.2006 gün ve 2006/711 Esas, 2006/739 Karar sayılı kararıyla bozulduğu anlaşıldığından, anılan bozma kararının Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.05.1952 gün ve 1951/876 E., 1952/411 K. sayılı dosyanın değerlendirilmesine ilişkin direnme kararının bozulmasına ilişkin bölümünün kaldırılarak, direnme kararının açıklanan bu yön itibariyle onanmasına, oybirliği ile karar verilmiştir. 2- Antalya 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 14.11.1972 gün ve 1970/198 E., 1972/1269 K. sayılı hükmü ile Antalya Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 12.09.1967 gün ve 1967/353-701 sayılı hükmü yönünden yapılan değerlendirmede ise; Düzeltilmesi istenen Hukuk Genel Kurul ilamında gösterilen gerektirici nedenlere SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 145 ve özellikle de; her ne kadar Özel Daire bozmasında, mahkemece yapılacak araştırma sonucunda, yargılamanın iadesine konu olan dosyalardaki taşınmazların aynı taşınmazlar olduğunun belirlenmesi halinde davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği ibaresi yer almış ise de, Hukuk Genel Kurulu Kararı’nda, açıkça taşınmazların aynı taşınmaz olduğunun anlaşılmasından sonra, HUMK’nun 445/10. maddesindeki şartların oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi, bundan sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerektiğine işaretle yerel mahkeme kararının bozulduğunun belirgin olmasına göre, HUMK.nun 440. maddesinde yazılı sebeplerden hiç birisine dayanmayan ve yerinde olmayan karar düzeltme isteğinin oyçokluğu ile reddi gerekmiştir. SONUÇ : 1- Yukarıda ( 1 ). bentte açıklanan değişik nedenlerle Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 09.05.1952 gün ve 1951/876 E., 1952/411 K. sayılı dosyanın değerlendirilmesine ilişkin direnme kararı usul ve yasaya uygun olup; karar düzeltme istemlerinin kısmen kabulü ile; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.11.2006 gün ve 2006/711 Esas, 2006/739 Karar sayılı bozma kararının buna ilişkin bölümünün kaldırılarak, direnme kararının açıklanan bu yön itibariyle değişik gerekçe ile ONANMASINA oybirliği ile, 2- Yukarıda ( 2 ). bentte açıklanan nedenlerle davalılar M. A. E. ve M. Ç. vekili ile davalı M. T. E.’in karar düzeltme isteminin REDDİNE, oyçokluğu ile, 3- Karar düzeltme talepleri kısmen kabul edilmiş olmakla takdiren karar düzeltme isteyenler aleyhine ceza tayinine ve harç alınmasına yer olmadığına, 13.07.2011 gününde karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 1086/m.237 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir. Kaziyei muhkeme, mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır. 1086/m.445-10 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU Katiyen verilen veya katiyet iktisap etmiş olan kararlar hakkında aşağıdaki sebeplere binaen iadei muhakeme talep olunabilir: 10 - İki tarafı ve sebebi müddehit bir dava hakkında sadır olan bir ilama mugayir yeni bir ilam suduruna sebep olabilecek bir madde yokken yine o mahkeme veya diğer bir mahkeme tarafından evvelki ilamın hükmü hilafında bir hüküm ve karar verilmiş olup da her iki ilamın katiyet kesbetmesi. 146 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Tarih: 13.7.2011 Esas: 2011/21-430 Karar: 2011/512 ♦♦ YURTDIŞI HİZMET BORÇLANMASINDA İŞE BAŞLAMA TARİHİNİN SAPTANMASI ♦♦ ULUSLAR ARASI SÖZLEŞMELERİN KANUN HÜKMÜNDE OLDUĞU ANAYASAL ZORUNLULUKTUR ÖZET: Dava, yaşlılık aylığına hak kazanıldığının ve aylık bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir. Davacı vekili, davacının 3201 sayılı Kanun uyarınca borçlanma ile kazanılan sigortalılık süreleri dikkate alınarak, sigortalılık başlangıç tarihinin yurtdışında ilk defa işe girdiği tarih olduğu ve buna göre belirlenecek sigortalılık süresi ile 506 sayılı Kanunun Geçici 81. maddesi uyarınca yaşlılık aylığına hak kazandığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Kurum vekili davacının talebinin yasaya aykırı olduğunu savunmuştur. Yerel mahkemece, sigortalılık süresinin yurtdışında ilk defa çalışmaya başladığı tarih dikkate alınarak belirlenmesi gerektiğinden bahisle davacının tahsis talep tarihi itibariyle yaşlılık aylığına hak kazandığının tespiti ile yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmiştir. Özel Daire hükmün bozulmasına karar vermiştir. Yerel Mahkemece ilk kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca; I- İlk uyuşmazlaık;Davacının sigortalılık başlangıç tarihinin 3201 sayılı Kanuna göre mi yoksa Türk-Alman Sosyal Güvenlik Ek Sözleşmesine göre mi belirleneceğine ilişkin uyuşmazlık yönünden; Davacının çalışmalarının geçtiği Almanya ile imzalanan Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine uyarınca yurtdışında ilk defa çalışmaya başladığı tarih olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Anayasamızın 90/son maddesine göre; yöntemine göre yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Uluslararası sözleşmenin bir kuralına, uygulanma açısından yasal güç tanımak Anayasal bir zorunluluktur. Somut uyuşmazlığın açıklanan bu ilke kapsamında değerlendirilmesi sonucunda; davacının yurtdışında ilk defa çalışmaya başladığı tarih olarak kabul edilmesi gerekmektedir. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 147 Yerel Mahkemenin, davacı sigortalının, Almanya’da ilk defa sosyal sigorta giriş tarihinin 506 Sayılı Kanunun 108. maddesine koşut olarak Türk sosyal sigortalarına giriş tarihi olarak kabulü yerindedir. II-İkinci uyuşmazlık yönünden; 506 sayılı Kanuna 4447 sayılı Kanun ile eklenen, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ve sonrasında 4759 sayılı Kanun ile bir bölümü değişikliğe uğrayan Geçici 81. madde oluşturmaktadır. Anılan madde uyarınca, “sigortalılık süresi”nin “kaç yıl” olduğu dikkate alınarak kademeli şekilde belirlenmektedir. Yaşlılık aylığı tahsisi için aranan koşullardan biri olan sigortalılık süresi, sigortalının sosyal güvenlik mevzuatına tabi olarak ilk defa çalışılmaya başladığı sigortalılık başlangıç tarihi ile aylık talep tarihi arasındaki süredir. Burada, 4759 Sayılı Kanunun kabul edildiği 23.05.2002 tarihinde geçerli sigortalılık süresinin hesabında, 4759 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra yapılacak borçlanma ile kazanılan sürenin dikkate alınıp alınamayacağı hususu önem taşımaktadır. 3201 Sayılı Kanun uyarınca yurt dışı hizmet borçlanması, yurt dışında geçmiş sürelerin Türkiye’de geçmiş gibi değerlendirilmesi imkanını tanımaktadır. İkili uluslararası sosyal güvenlik sözleşmelerinde özel hüküm bulunmayan veya sözleşme imzalanmayan ülkelerdeki çalışmalarını borçlananlar yönünden sigortalılık başlangıcının ve dolayısıyla sigortalılık süresinin nasıl hesaplanacağı ise 3201 Sayılı Kanunun 5. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, Türkiye’de tescili bulunan sigortalılar yönünden sigortalılık başlangıcı, tescil tarihinden itibaren borçlanılan süre kadar geriye gidilerek bulunacak tarih; tescili olmayanlar yönünden ise, borcun tamamen ödendiği tarihten borçlanma süresi kadar geriye gidilerek bulunacak tarihtir. Yerel Mahkemenin, davacının yaşlılık aylığına esas sigortalılık süresinin hesabında, daha önce sigortalı olarak Türkiye’de tescili olmayanların 506 Sayılı Kanunun Geçici 81. maddesinin yürürlük tarihinden sonra, yürürlük tarihinden öncesine ait devreye ilişkin olarak yapacakları borçlanmaların; Geçici 81. madde uygulamasında gözetilmesi gerektiğini kabulle ve bu yolla 3201 sayılı Kanun uyarınca borçlanarak kazandığı sigortalılık süresini de dikkate alarak, davacının yaşlılık aylığına hak kazanıp kazanmadığının 506 sayılı Kanunun Geçici 81. maddesindeki koşullara göre belirlemesi ve bu değerlendirme ile ilk kararda direnmesi usul ve yasaya uygundur. Ne var ki, Yüksek Özel Daire bozma nedenine göre, somut uyuşmazlıkta yaşlılık aylığı tahsis koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini ve diğer temyiz itirazlarını incelemediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiğine karar verilmiştir. İlgili Kanun/Madde: 506/m.60, Geçici Madde 81, 108 3201/m.5 2709/m.90 148 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 DAVA : Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Dava, yaşlılık aylığına hak kazanıldığının ve aylık bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir. Davacı vekili, davacının 3201 sayılı Kanun uyarınca borçlanma ile kazanılan sigortalılık süreleri dikkate alınarak, sigortalılık başlangıç tarihinin yurtdışında ilk defe işe girdiği tarih olduğu ve buna göre belirlenecek sigortalılık süresi ile 506 sayılı Kanunun Geçici 81. maddesi uyarınca yaşlılık aylığına hak kazandığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Kurum vekili davacının, 14.08.1973-31/05/1977 tarihleri arasında kalan ve Bağ-Kur’ a borçlanılan toplam prim ödeme gün sayısının 5811 gün olduğunun doğru olmadığını, 5754 sayılı kanunun 79. maddesiyle değişik 3201 sayılı Kanunun 4.maddesinde aynen “ Sosyal Güvenlik Sözleşmesi yapılmış ülkelerdeki hizmetlerini, bu kanuna göre borçlananların sözleşme yapılan ülkede ilk defa çalışmaya başladıkları tarih, ilk işe giriş tarihi olarak dikkate alınmaz.” Hükmünün getirildiğini, belirtilen nedenle de davacının talebinin yasaya aykırı olduğundan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Yerel mahkemece, Türk-Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin 29/4. maddesinde yer alan; bir kimsenin Türk sigortasına girişten önce bir Alman Rant Sigortasına girmiş bulunması halinde, Alman Rant Sigortasına girişi, Türk Sigortasına giriş olarak kabul edileceği hükmüne göre yurt dışında çalışma başlangıç tarihinin sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabulü ile davacının 506 sayılı Kanunun 4759 sayılı Kanun ile değişik Geçici 81. maddesinin ( B ) fıkrası uyarınca tahsis talep tarihi itibariyle sigortalılık süresinin yurtdışında ilk defa çalışmaya başladığı tarih dikkate alınarak belirlenmesi gerektiğinden bahisle davacının tahsis talep tarihi itibariyle yaşlılık aylığına hak kazandığının tespiti ile yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire; yukarıda belirtilen gerekçelerle hükmün bozulmasına oybirliğiyle karar vermiş, Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle ilk kararda direnilmiş, direnme hükmü davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen iki uyuşmazlık gelmektedir. Bunlardan ilki; davacının sigortalılık başlangıç tarihinin 3201 sayılı Kanuna göre mi yoksa Türk-Alman Sosyal Güvenlik Ek Sözleşmesine göre mi belirleneceği noktasında toplanmaktadır. İlk uyuşmazlığın çözümünden sonra varılacak sonuca göre çözümü gereken ikinci uyuşmazlık ise; 3201 sayılı Yurtdışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanuna dayalı olarak, 4759 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra borçlanma yapılması halinde; yaşlılık aylığı tahsis koşullarının 506 sayılı Kanunun Geçici 81. maddedeki kademeli geçiş şartlarına göre mi, yoksa 506 sayılı Kanunun 4759 sayılı Kanunla deği- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 149 şik 60. maddesi hükümlerine göre mi belirleneceği noktasında toplanmaktadır. I-İlk uyuşmazlık yönünden, diğer bir anlatımla davacının sigortalılık başlangıç tarihinin 3201 sayılı Kanuna göre mi yoksa Türk-Alman Sosyal Güvenlik Ek Sözleşmesine göre mi belirleneceğine ilişkin uyuşmazlık yönünden; Konuyla ilgisi bakımından öncelikle sigortalılık süresinin başlangıcı kavramına açıklık getirilmelidir. 506 sayılı Kanunun 108. maddesi uyarınca malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı Kanunlara veya bu Kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir. Yurt dışında çalışan Türk vatandaşlarının sigortalılık başlangıcı yönünden, bulundukları ülke ile yapılan ikili uluslararası sosyal güvenlik sözleşmelerinde açık hüküm bulunmayan veya hiç sözleşme yapılmayan ülkelerde bulunanların durumu 3201 Sayılı Kanunun 5. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan madde uyarınca borçlanma konusu hizmetlerinden sonra Türkiye’de tescili bulunan sigortalılar yönünden sigortalılık başlangıcı, tescil tarihinden itibaren borçlanılan süre kadar geriye gidilerek bulunacak tarih olacak, hiç tescili olmayanlar için de, borcun tamamen ödendiği tarihten borçlanma süresi kadar geriye gidilerek bulunacak tarih olacaktır. Öte yandan, davacının çalışmalarının geçtiği Almanya ile 02.11.1984 tarihinde imzalanan Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29. maddesinin 4. bendi hükmü uyarınca yurtdışında ilk defa çalışmaya başladığı tarih olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Şu duruma göre, karşımıza, aynı konu hakkında bir tarafta iç hukuk alanında kabul edilen bir yasa kuralı diğer tarafta uluslararası sözleşmede yer alan farklı bir düzenleme çıkmaktadır. Bu sorun kurallar kademelenmesindeki ( Normlar Hiyerarşisindeki ) sıralamaya göre çözümlenmesinde kuşku bulunmamaktadır. Öncelikle belirtilmelidir ki; Anayasamızın 90/son maddesinde öngörüldüğü üzere; yöntemine göre yürürlüğe konulmuş uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Öyle ki bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine dahi başvurulamaz. Anayasa; böylece uluslararası sözleşmenin bir kuralını iç hukuk açısından “Yasa” gücünde görmüş “normlar hiyerarşisi” yönünden daha alt sırada kabul etmemiştir. Bu durumda denilebilir ki, uluslararası sözleşmenin bir kuralına, uygulanma açısından yasal güç tanımak Anayasal bir zorunluluktur. Somut uyuşmazlığın açıklanan bu ilke kapsamında değerlendirilmesi sonucunda; 02.11.1984 tarihinde imzalanan ve 05.12.1984 tarihli 3241 sayılı Kanunla onaylanıp 01.04.1987 tarihinde yürürlüğe giren ve yöntemine göre yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşme olarak 3201 sayılı Kanunun 5. maddesinden önce uygulanma önceliğine sahip bulunan 30 Nisan 1964 tarihli Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29. maddesinin 4. bendi hükmü uyarınca yurtdışında ilk defa çalışmaya 150 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 başladığı tarih olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Açıklanan hukuksal nedenler karşısında; Yerel Mahkemenin, davacı sigortalının, Almanya’da ilk defa sosyal sigorta giriş tarihinin 506 Sayılı Kanunun 108. maddesine koşut olarak Türk sosyal sigortalarına giriş tarihi olarak kabulü yerindedir. II-İkinci uyuşmazlık konusunu teşkil eden; 3201 sayılı Yurtdışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanuna dayalı olarak, 4759 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra borçlanma yapılması halinde; yaşlılık aylığı tahsis koşullarının 506 sayılı Kanunun Geçici 81. maddedeki kademeli geçiş şartlarına göre belirlenip belirlenemeyeceğine ilişkin uyuşmazlık yönünden yapılan değerlendirmede: Uyuşmazlığın kaynağını 506 sayılı Kanuna 4447 sayılı Kanun ile eklenen, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ve sonrasında 4759 sayılı Kanun ile bir bölümü değişikliğe uğrayan Geçici 81. madde oluşturmaktadır. Anılan madde uyarınca, yaşlılık aylığı bağlama koşulları, 4447 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 08.09.1999 ve 4759 sayılı Kanunun kabul edildiği 23.05.2002 tarihindeki “sigortalılık süresi”nin “kaç yıl” olduğu dikkate alınarak kademeli şekilde belirlenmektedir. Yaşlılık aylığı tahsisi için aranan koşullardan biri olan sigortalılık süresi, sigortalının sosyal güvenlik mevzuatına tabi olarak ilk defa çalışılmaya başladığı sigortalılık başlangıç tarihi ile aylık talep tarihi arasındaki süredir. Burada, 4759 Sayılı Kanunun kabul edildiği 23.05.2002 tarihinde geçerli sigortalılık süresinin hesabında, 4759 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra yapılacak borçlanma ile kazanılan sürenin dikkate alınıp alınamayacağı hususu önem taşımaktadır. Bu hususun çözümü için yurt dışındaki vatandaşların sosyal güvenliklerinin sağlanması bakımından getirilen “yurt dışı hizmet borçlanması” mevzuatının da değerlendirilmesi gerekmektedir. Yurt dışındaki vatandaşların sosyal güvenliklerinin sağlanmasına yönelik ilk düzenleme, 1978 yılında çıkarılan 2147 sayılı “Yurt Dışında Çalışan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Çalışma Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunu” olup, bilahare halen yürürlükte bulunan ve önceki Kanundan yararlananların kazanılmış haklarını saklı tutan 3201 sayılı “Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiştir. 3201 Sayılı Kanun uyarınca yurt dışı hizmet borçlanması, yurt dışında geçmiş sürelerin Türkiye’de geçmiş gibi değerlendirilmesi imkanını tanımaktadır. Bu Kanun hükümlerine göre borçlanılan yurt dışı çalışma süresi, bedelinin ödenmesi halinde, ait olduğu devrede dikkate alınarak, tahsis istemi yönünden bir değerlendirme yapılmalıdır. İkili uluslararası sosyal güvenlik sözleşmelerinde özel hüküm bulunmayan veya sözleşme imzalanmayan ülkelerdeki çalışmalarını borçlananlar yönünden sigortalılık başlangıcının ve dolayısıyla sigortalılık süresinin nasıl hesaplanacağı ise 3201 Sayılı SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 151 Kanunun 5. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, Türkiye’de tescili bulunan sigortalılar yönünden sigortalılık başlangıcı, tescil tarihinden itibaren borçlanılan süre kadar geriye gidilerek bulunacak tarih; tescili olmayanlar yönünden ise, borcun tamamen ödendiği tarihten borçlanma süresi kadar geriye gidilerek bulunacak tarihtir. Ancak bu kabule göre, Türkiye’de sigortalı olarak tescili bulunanlar 506 sayılı Kanunun Geçici 81. maddesinin sigortalının lehine olan kademeli geçiş hükmünden yararlanırken, tescili bulunmayanların ise daha sonra yurt dışı hizmet borçlanması yolu ile kazanılan sigortalılık süresinden yararlanamaması şeklinde bir adaletsizlik ortaya çıkmaktadır. 4956 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra borçlananların, borçlandığı sürelerin Geçici 81. maddenin 4956 sayılı Kanun ile değişikliğe uğradığı 23.05.2002 tarihindeki sigortalılık süresinin hesabında dikkate alınmayarak, Geçici 81. maddeden yararlandırılmaması, 3201 Sayılı Kanun ile sigortalılara tanınmış olan hakların ortadan kaldırılmasını sonucunu da doğurmaktadır. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 29.09.2010 gün ve 2010/10471 E. 2010/439 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/10-472 E.2010/440 K.; 20.10.2010 gün ve 2010/10-499 E. 2010/532 K; 29.09.2010 gün ve 2010/21-302 E., 2010/438 K; 06.04.2011 gün ve 2010/10-692 E. 2011/71 K; 20.04.2011 gün ve 2011/10-159 E. 2011/201 K.; 20.04.2011 gün ve 2011/10-169 E. 2011/209 K.; 20.04.2011 gün ve 2011/10-168 E.2011/208 K.; 27.04.2011 gün ve 2011/21-25 E. 2011/224 K; 27.04.2011 gün ve 2011/10-7 E, 2011/228 K; 29.04.2011 gün ve 2011/10-172 E. 2011/248 K. sayılı ilamlarında da vurgulanmıştır. Açıklanan hukuksal nedenler karşısında; Yerel Mahkemenin, davacının yaşlılık aylığına esas sigortalılık süresinin hesabında, daha önce sigortalı olarak Türkiye’de tescili olmayanların 506 Sayılı Kanunun Geçici 81. maddesinin yürürlük tarihinden sonra, yürürlük tarihinden öncesine ait devreye ilişkin olarak yapacakları borçlanmaların; Geçici 81. madde uygulamasında gözetilmesi gerektiğini kabulle ve bu yolla 3201 sayılı Kanun uyarınca borçlanarak kazandığı sigortalılık süresini de dikkate alarak, davacının yaşlılık aylığına hak kazanıp kazanmadığının 506 sayılı Kanunun Geçici 81. maddesindeki koşullara göre belirlemesi ve bu değerlendirme ile ilk kararda direnmesi usul ve yasaya uygundur. Ne var ki, Yüksek Özel Daire bozma nedenine göre, somut uyuşmazlıkta yaşlılık aylığı tahsis koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini ve diğer temyiz itirazlarını incelemediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davalı Kurum vekilinin yaşlılık aylığı tahsis koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğine ve diğer hususlara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 21. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 13.07.2011 gününde oybirliği ile karar verildi. 152 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 3201/m.5 YURTDIŞI BORÇLANMA KANUNU 5-Aylık bağlanabilmesi için ; 26574 sayılı resmi gazetede yanyınlanan yönetmeliğin 2.maddesine göre ;kanuna göre değerlendirilen sürelerin dikkate alınabilmesi için; a)Yurda kesin dönülmüş olması b)Tahakkuk ettirilen döviz borcunun tamamının ödenmiş olması. c)Borcun ödenmesinden sonra yazılı talepte bulunulması Şarttır. 506/m.60 SOSYAL SİGORTALAR KANUNU Yaşlılık aylığından yararlanma esas ve şartları aşağıda gösterilmiştir. (Değişik : 25.08.1999 – 4447 / 6 md. Y.T. 08.09.1999 ) A) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra ilk defa sigortalı olarak çalışmaya başlayanların yaşlılık aylığından yararlanabilmesi için ; a) Kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olması ve en az 7000 gün veya, b) Kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olması, 25 yıldan beri sigortalı bulunması ve en az 4 500 gün, Malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmaları şarttır. Eski Şekli : (Değişik: 06.03.1981 – 2422/6.md.)Yaşlılık aylığından yararlanma esas ve şartları aşağıda gösterilmiştir. A) Sigortalının; a) Kadın ise 50, erkek ise 55 yaşını doldurmuş olması ve en az 5000 gün veya, b) Kadın ise 50, erkek ise 55 yaşını doldurmuş olması, 15 yıldan beri sigortalı bulunması ve en az 3600 gün yahut, c) Kadın ise 50, erkek ise 55 yaşını doldurmamış olmakla beraber, kadın ise 20, erkek ise 25 yıldan beri sigortalı bulunması ve en az 5000 gün, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olması şarttır. B) (Değişik: 11/12/1981- 2564/1 md.) a- 50 yaşını doldurmamış olmakla beraber en az 20 yıldan beri sigortalı olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca tespit edilen maden işyerlerinin yeraltı iş* yerlerinde sürekli çalışan ve bu işlerde en az 5000 gün malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödeyen sigortalılara yazılı talepleri üzerine yaşlılık aylığı bağlanır. b- 50 yaşını doldurmamış olmakla beraber en az 25 yıldan beri sigortalı olarak (B/a) fıkrasında sözü edilen iş* yerlerinin yeraltı münavebeli işlerde çalışan ve bu işlerde en az 4000 gün malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödeyen sigortalılar da (...) 8100 gün prim ödemiş sigortalılar gibi yaşlılık aylığından yararlanırlar. (...)”25 yılı doldurmuş ve” bu ibare 4447 sayılı yasa ile metinden çıkarılmıştır. 5000 rakamı da 8100 olarak değiştirilmiştir.(01.01.2000 den geçerlidir.) C) (Değişik: 29.07.2003 – 4958/ 34 md. Y.T. 06.08.2003) a) Sigortalı olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten önce bu Kanunun 53 üncü maddesine göre malul sayılmayı gerektirecek derecede hastalık veya arızası bulunan ve bu nedenle malullük aylığından SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 153 yararlanamayan sigortalılar, yaşları ne olursa olsun en az 15 yıldan beri sigortalı bulunmak ve en az 3600 gün malullük , yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak şartıyla yaşlılık aylığından yararlanırlar. b) Sakatlığı nedeniyle vergi indiriminden yararlanmaya hak kazanmış durumda olan sigortalılardan; ilgili mevzuatı uyarınca, I. derece sakatlığı olanlar yaşları ne olursa olsun en az onbeş yıldan beri sigortalı bulunmak ve en az 3600 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak, II. derece sakatlığı olanlar yaşları ne olursa olsun en az onsekiz yıldan beri sigortalı olmak ve en az 4000 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak, III. derece sakatlığı olanlar yaşları ne olursa olsun en az yirmi yıldan beri sigortalı olmak ve en az 4400 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmaları şartıyla yaşlılık aylığından yararlanırlar. Sakatlığı nedeniyle vergi indiriminden yararlanması dolayısıyla yaşlılık aylığına hak kazanarak yaşlılık aylığı alanlar Kurumca kontrol muayenesine tabi tutulabilir. D) (Değişik: 11/12/1981- 2564/1 md.) a- 50 yaşını dolduran ve erken yaşlanmış olduğu tespit edilen, b- 50 yaşını dolduran ve malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi çalışmalarının en az 1800 gününü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca tespit edilen maden işyerlerinin yeraltı işlerinde geçirmiş bulunan, Sigortalılar da (A) bendinin (a) veya (b) fıkralarında belirtilen diğer şartlarla yaşlılık aylığından yararlanırlar. E) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca tespit edilen maden işyerlerinin yeraltı veya yeraltı münavebeli işlerinde en az 1800 gün çalışmış bulunan sigortalıların, bu işlerdeki prim ödeme gün sayıları toplamına dörtte biri eklenir ve toplamı, bunların Malüllük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları primi ödeme gün sayısı olarak kabul edilir. 01/04/1954 tarihinden beri yeraltı veya yeraltı münavebeli işlerde çalışmış olan sigortalılar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır. F) (Değişik : 29.07.2003 - 4958 / 34 md. Y.T. 06.08.2003)Bu kanuna göre sigortalı olarak tescil edilmiş bulunanların, er olarak silah altında veya Yedek Subay Okulunda geçen sürelerinin tamamını veya bir kısmını, kendilerinin veya hak sahiplerinin yazılı talepte bulunmaları halinde ve bu Kanunun 78 inci maddesi ile belirlenen prime esas kazancın alt sınırının talep tarihindeki tutarı üzerinden hesaplanacak malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerini tebliğ tarihinden itibaren altı ay içinde ödemeleri şartı ile borçlandırılır, altı ay içinde primi ödenmeyen borçlanma süre*leri hizmetten sayılmaz. Ancak Kanunla kurulmuş bulunan diğer sosyal gü*venlik kuruluşları mevzuatına göre sigortalı veya iştirakçi olanlar hakkında yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz. Sigortalıların grev ve lokavtta geçen süreleri, grev ve lokavtın sona ermesinden itibaren altı ay içinde kendilerinin veya hak sahiplerinin yazılı talepte bulunmaları halinde ve bu Kanunun 78 inci maddesi ile belirlenen prime esas kazancın alt ve üst sınırları arasında olmak suretiyle, talep tarihindeki tutarı üzerinden hesaplanacak malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi, tebliğ tarihinden itibaren altı ay içinde ödemeleri şartı ile borçlandırılır. Borçlandırılan sürenin karşılığı olan gün sayısı sigortalının prim ödeme gün sayısına katılır. Bu kanuna göre tespit edilen sigortalılığın başlangıç tarihinden önceki süreler için borçlandırılma halinde, sigortalılığın başlangıç tarihi, borçlandırılan gün sayısı kadar geriye götürülür. Aylık bağlanmasına askerlik, grev ve lokavt borçlanması ile hak kazanılması durumunda kendilerine, borcun ödendiği tarihi takip eden aybaşından itibaren aylık bağlanır. G) Bu maddenin uygulanmasında; 18 yaşından önce Malüllük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarına tabi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Ancak, bu tarihten önceki süreler için ödenen malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir.(*) (*) Bu maddenin uygulanmasında geçici 54. maddeye bakınız. H) Bu maddede belirtilen yaşlılık aylıklarından yararlanabilmek için sigortalının çalıştığı işten ayrıl- 154 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ması ve yazılı istekte bulunması şarttır. 506/GEÇİCİ MADDE 81 SOSYAL SİGORTALAR KANUNU Geçici Madde 81-(Ek :25.08.1999 - 4447 / 17 md. Y.T. 08.09.1999) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte; A) Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce yürürlükte bulunan hükümlere göre yaşlılık aylığı bağlanmasına hak kazanmış olanlar ile sigortalılık süresi 18 yıl ve daha fazla olan kadınlar ve sigortalılık süresi 23 yıl ve daha fazla olan erkekler hakkında, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yürürlükte bulunan hükümler uygulanır. B) 23.05.2002 tarihinde; (Değişik : 23.5.2002 - 4759 / 3 md. Y.T. 01.06.2002) a) (A) bendi kapsamında olanlar hariç sigortalılık süresi 18 (dahil) yıldan fazla olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 40 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 23 yıldan (dahil) fazla olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 44 yaşını doldurmaları ve en az 5000 gün, b) Sigortalılık süresi 17 (dahil) yıldan fazla, 18 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 41 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 21 yıl 6 ay (dahil) dan fazla, 23 yıldan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 45 yaşını doldurmaları ve en az 5000 gün, c) Sigortalılık süresi 16 (dahil) yıldan fazla, 17 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 42 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 20 yıl (dahil) dan fazla, 21 yıl 6 aydan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 46 yaşını doldurmaları ve en az 5075 gün, d) Sigortalılık süresi 15 (dahil) yıldan fazla, 16 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 43 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 18 yıl 6 ay (dahil) dan fazla, 20 yıldan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 47 yaşını doldurmaları ve en az 5150 gün, e) Sigortalılık süresi 14 (dahil) yıldan fazla, 15 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 44 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 17 yıl (dahil) dan fazla, 18 yıl 6 aydan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 48 yaşını doldurmaları ve en az 5225 gün, f) Sigortalılık süresi 13 (dahil) yıldan fazla, 14 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 45 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 15 yıl 6 ay (dahil) dan fazla, 17 yıldan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 49 yaşını doldurmaları ve en az 5300 gün, g) Sigortalılık süresi 12 (dahil) yıldan fazla, 13 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 46 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 14 (dahil) yıldan fazla, 15 yıl 6 aydan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 50 yaşını doldurmaları ve en az 5375 gün, h) Sigortalılık süresi 11 (dahil) yıldan fazla, 12 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 47 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 12 yıl 6 ay (dahil) dan fazla, 14 yıldan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 51 yaşını doldurmaları ve en az 5450 gün, I) Sigortalılık süresi 10 (dahil) yıldan fazla, 11 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 48 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 11 (dahil) yıldan fazla, 12 yıl 6 aydan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 52 yaşını doldurmaları ve en az 5525 gün, j) Sigortalılık süresi 9 (dahil) yıldan fazla, 10 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 49 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 9 yıl 6 ay (dahil) dan fazla, 11 yıldan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 53 yaşını doldurmaları ve en az 5600 gün, k) Sigortalılık süresi 8 (dahil) yıldan fazla, 9 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 50 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 8 (dahil) yıldan fazla, 9 yıl 6 aydan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 54 yaşını doldurmaları ve en az 5675 gün, l) Sigortalılık süresi 7 (dahil) yıldan fazla, 8 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 51 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 6 yıl 6 ay (dahil) dan fazla, 8 yıl dan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 55 yaşını doldurmaları ve en az 5750 gün, SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 155 m) Sigortalılık süresi 6 (dahil) yıldan fazla, 7 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 52 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 5 (dahil) yıldan fazla, 6yıl 6 aydan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 56 yaşını doldurmaları ve en az 5825 gün, n) Sigortalılık süresi 5 (dahil) yıldan fazla, 6 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 53 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 3 yıl 6 ay (dahil) dan fazla, 5 yıldan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 57 yaşını doldurmaları ve en az 5900 gün, o) Sigortalılık süresi 4 (dahil) yıldan fazla, 5 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 54 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 2 yıl 8 ay 15 (dahil) günden fazla, 3 yıl 6 aydan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 58 yaşını doldurmaları ve en az 5975 gün, p) Sigortalılık süresi 3 (dahil) yıldan fazla, 4 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 55 yaşını doldurmaları ve en az 5975 gün, r) Sigortalılık süresi 2 yıl 8 ay 15 (dahil) günden fazla, 3 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 56 yaşını doldurmaları ve en az 5975 gün, Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş bulunmaları şartı ile yaşlılık aylığından yararlanabilirler. C) (Değişik :23.5.2002 - 4759 / 3 md. Y.T. 01.06.2002) a) 23.5.2002 tarihinde 15 yıllık sigortalılık süresini kadın ise 50, erkek ise 55 yaşını doldurmuş ve 3600 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş bulunanlara istekleri halinde yaşlılık aylığı bağlanır. b) 23.5.2002 tarihinde (a) bendinde öngörülen şartları yerine getiremeyenlerden bu şartları; ba) 24.5. 2002 ile 23.05.2005 tarihleri arasında yerine getirenler kadın ise 52, erkek ise 56 yaşını doldurmuş olmaları, bb) 24.5. 2005 ile 23.05.2008 tarihleri arasında yerine getirenler kadın ise 54, erkek ise 57 yaşını doldurmuş olmaları, bc) 24.5. 2008 ile 23.05.2011 tarihleri arasında yerine getirenler kadın ise 56, erkek ise 58 yaşını doldurmuş olmaları, bd) 24.5. 2011 tarihinden sonra yerine getiren kadınlar 58, 24.05.2011 ile 23.05.2014 tarihleri arasında yerine getiren erkekler 59 yaşını doldurmuş olmaları, be) 24.5. 2014 tarihinden sonra yerine getiren erkekler 60 yaşını doldurmuş olmaları, Şartı ile yaşlılık aylığından yararlanabilirler. 506/m.108 SOSYAL SİGORTALAR KANUNU Madde 108 – Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihdir. Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile, sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih, tahsis için istekte bulunmuş olmayan sigortalılar için de ölüm tarihi arasında geçen süredir. TÜRKİYE ALMANYA SOSYAL GÜVENLİK SÖZLEŞMESİ m.29/4 (4) Bir kimsenin Türk sigortasına girişinden önce bir Alman rant sigortasına girmiş bulunması halinde, Alman Rant Sigortasına girişi, Türk Sigortasına giriş olarak kabul edilir. 156 LEGES Hukuk Dergisi 2709/m.90 ŞUBAT 2012 TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletler arası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. Ekonomik, ticarî veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur. Milletler arası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur; ancak bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz. Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Tarih: 28.6.2011 Esas: 2011/1773 Karar: 2011/7695 ♦♦ TAŞINMAZ MÜLKİYETİNİN KAZANILMASI TESCİLLE OLUR ♦♦ TAPU KAYDINA İYİ NİYETLE DAYANARAK AYNİ HAK KAZANAN ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN KAZANIMI KORUNUR. ÖZET: Dava, tapu iptal tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Özel Dairce; Dava konusu taşınmazın davacı belediye tarafından kısmen kamulaştırıldığı. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı gereğince taşınmazın idare adına tesciline karar verildiği, kararın kesinleştiği, bilahare anılan taşınmazın kayıt maliki tarafından davalıya satıldığı anlaşılmaktadır. Davalı ile önceki kayıt malikinin dede ve torun SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 157 oldukları, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde kamulaştırma yapıldığının taşınmaz maliklerince ve etraftaki kişiler tarafından bilindiği hususu tanık beyanları ile sabittir. T.M.K.’nun 705. maddesinin 1. fıkrasında kural olarak taşınmaz mülkiyetinin tescille kazanılacağı belirtildikten sonra, 2. fıkrasında belirtilen mahkeme kararı kamulaştırma ve diğer sayılan durumlarda mülkiyetin tescilden önce kazanılacağı hususu düzenlenmiştir. Bu durumda, davalının taşınmazın kamulaştırıldığını ve kamulaştırma nedeniyle mahkemenin tescil kararını bilen ve bilmesi gereken konumunda olduğu dikkate alındığında iyi niyetli malik konumunda olduğu kabul edilemez. Diğer bir deyişle davalının T.M.K.’nun 1023. maddesi delaletiyle 1024. koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek ve hatalı gerekçe ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması bozmayı gerektirmiştir. İlgili Kanun/Madde: 4721/m.705, 1023, 1024 DAVA : Taraflar arasında görülen davada: Davacı, 416 ada 8 parsel sayılı taşınmazın belediye tarafından acele el koyma suretiyle kamulaştırıldığını. Kozan 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1991/23 esas, 75 Karar Sayılı kararı ile taşınmazın belediye adına tesciline karar verildiğini, ancak kayıt maliki Mehmet’in taşınmazı davalı torununa satış suretiyle devrettiğini, bu nedenle taşınmazın tapuda tescil işlemlerini yaptıramadıklarını ileri sürerek, tapu iptal tescil isteğinde bulunmuştur. Davalı, taşınmazı kamulaştırma işleminden 10 yıl sonra tapuda bedeli karşılığı dedesinden satın aldığını, kendisine herhangi bir tebligat yapılmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davalının tapu kaydına güvenerek taşınmazı satın aldığı, kötü niyetli olduğunun ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 28.06.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat Yusuf Bilgili ile temyiz edilen vekili Avukat Onur Tekin geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi Uğur Şentürk tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Dava, tapu iptal tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine 158 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 karar verilmiştir. Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; dava konusu 416 ada 8 parsel sayılı taşınmazın davacı belediye tarafından kısmen kamulaştırıldığı. Kozan 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.02.1991 gün 1991/23 Esas, 75 Karar sayılı kararı gereğince taşınmazın idare adına tesciline karar verildiği, kararın 09.04.1991 tarihinde kesinleştiği, bilahare anılan taşınmazın 24.08.2000 tarihinde kayıt maliki M. G. tarafından davalıya satıldığı anlaşılmaktadır. Davalı ile önceki kayıt malikinin dede ve torun oldukları, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde kamulaştırma yapıldığının taşınmaz maliklerince ve etraftaki kişiler tarafından bilindiği hususu tanık beyanları ile sabittir. Bilindiği üzere, T.M.K.’nun 705. maddesinin 1. fıkrasında kural olarak taşınmaz mülkiyetinin tescille kazanılacağı belirtildikten sonra, 2. fıkrasında belirtilen mahkeme kararı kamulaştırma ve diğer sayılan durumlarda mülkiyetin tescilden önce kazanılacağı hususu düzenlenmiştir. Bu durumda, davalının taşınmazın kamulaştırıldığını ve kamulaştırma nedeniyle mahkemenin tescil kararını bilen ve bilmesi gereken konumunda olduğu dikkate alındığında iyiniyetli malik konumunda olduğu kabul edilemez. Diğer bir deyişle davalının T.M.K.’nun 1023. maddesi delaletiyle 1024. koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek ve hatalı gerekçe ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. SONUÇ : Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 28.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 4721/m.705 TÜRK MEDENİ KANUNU Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır. 4721/m.1023 TÜRK MEDENİ KANUNU Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 159 4721/m.1024 TÜRK MEDENİ KANUNU Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur. Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Tarih: 11.7.2011 Esas: 2011/11536 Karar: 2011/11972 ♦♦ EKSİK HASIMLA YARGILAMA YAPILAMAYACAĞI ÖZET: Evlat edinme işlemleri tamamlamadan küçüğün anne ve babası evlenmiştir. Mahkeme anne ve babanın hasım gösterilmediği davada evlat edinmeye karar vermiştir. Özel Dairece; Evlat edinme işlemleri tamamlanmadan küçük Ela’nın anne ve babası, evlenmiş, çocuk ile baba arasında soy bağı ilişkisi kurulmuştur. Velayet sahibi ana ve babaya husumet yöneltilip, gösterdikleri takdirde delilleri toplanıp sonucu uyarınca karar verilmesi gerekir. Eksik hasımla yargılama yapılıp yazılı hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir. İlgili Kanun/Madde: 4721/m. 282-2-3, 292, 335-1 DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Çocuk ile baba arasında soy bağı ana ile evlilik, tanıma veya hakim hükmüyle kurulur. Soy bağı ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulur. ( TMK. md. 282/2-3 ) Evlilik dışında doğan çocuk ana ve babasının birbiriyle evlenmesi halinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tabi olur. ( TMK. md. 292 ) Ergin olmayan çocuk ana ve babasının velayeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velayet ana ve babadan alınamaz. ( TMK. md. 335/1 ) 160 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Evlat edinme işlemleri tamamlanmadan küçük Ela’nın anne ve babası, evlenmiş, çocuk ile baba arasında soy bağı ilişkisi kurulmuştur. Velayet sahibi ana ve babaya husumet yöneltilip, gösterdikleri takdirde delilleri toplanıp sonucu uyarınca karar verilmesi gerekir. Açıklanan husus üzerinde durulmadan eksik hasımla yargılama yapılıp yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.07.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 4721/m. 282-2-3 TÜRK MEDENİ KANUNU Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur. 4721/m.292 TÜRK MEDENİ KANUNU Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur. 4721/m. 335-1 TÜRK MEDENİ KANUNU Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan alınamaz. YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Tarih: 11.4.2011 Esas: 2011/1556 Karar: 2011/5983 ♦♦ KANUN YOLU İNCELEMESİ SONUCU KESİNLEŞEN GÖREV VE YETKİYE İLİŞKİN KARARLARIN DAVAYA ONDAN SONRA BAKACAK MAHKEMEYİ BAĞLAYACAĞI SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 161 ♦♦ 5510 SAYILI KANUNDAN DOĞAN UYUŞMAZLIKLARLA İLGİLİ DAVALARIN İŞ MAHKEMELERİNDE GÖRÜLECEĞİ ÖZET: Davacı, davalı kurumun sigortalısı olan E.’nin ameliyatında kullanılan ortopedik tıbbi malzemelerin müvekkili şirket tarafından temin edildiğini, kurumun tıbbi malzemelerin bedelini ödemediğini, bu bedelin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı kurumdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, yasal mevzuat uyarınca ödemelerin ancak evrakların aslının teslim edilmesi halinde ödeme yapılabileceğini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairece; Dava İş Mahkemesinde açılmışsa da, görev yönünden reddedilerek hüküm Yargıtay denetiminden geçmeden kesinleşmiş ve dosya Sulh Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir. Görev tayininde, taraflar arasındaki uyuşmazlığın hangi hukuki sebebe dayandığına bakmak gerekir. Dosya kapsamına göre dava, davacının Sosyal Güvenlik Kurumu ile yaptığı bir sözleşmeye dayanmamaktadır. Uyuşmazlığın temeli, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sigortalısına sağlamakla yükümlü olduğu sağlık yardımlarının ödenilmesi isteğidir. Davacı şirketin davasında haklı olup olmadığı, aktif dava ehliyetinin bulunup bulunmadığı ancak sağlık sigortasının kapsam ve koşullarını düzenleyen sosyal güvenlik mevzuatı çerçevesinde belirlenebilir. Bundan ayrı davacının, bu konuda aktif dava ehliyeti bulunup bulunmadığı sorunu, uyuşmazlığın sosyal güvenlik hukukundan kaynaklanmış olması gerçeğini ortadan kaldırmaz. İş mahkemesince verilen görevsizlik kararı Yargıtay’ın denetiminden geçmeden kesinleştiği için sulh hukuk mahkemesini bağlamaz. Görev konusu kamu düzenine ilişkin olup mahkemece re’sen gözetilmesi gerektiğinden ve davanın her aşamasında dikkate alınabileceğinden, davaya bakmakla görevli olan mahkemenin iş mahkemesi olduğu düşünülmeksizin davanın esası hakkında hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır denilerek Yerel Mahkeme kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 5510/m.101 1086/m.25-son DAVA : Dava dilekçesinde 1.466,36 lira alacağın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 162 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü: KARAR : Davacı vekili dilekçesinde, davalı kurumun sigortalısı olan E.’nin ameliyatında kullanılan ortopedik tıbbi malzemelerin müvekkili şirket tarafından temin edildiğini, ödemenin yapılabilmesi amacıyla sigortalı tarafından müvekkil şirkete vekaletname verilmesine ve ameliyata ilişkin evrakların davalı kuruma iki kez sunulmasına rağmen, davalı kurumun ortopedik tıbbi malzemelerin bedelini ödemediğini ileri sürerek; 1.466,36 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı kurumdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde; teslim edildiği bildirilen evrakın davalı kuruma ait birimlerde bulunamadığı hususunun davacı şirkete bildirildiğini, yasal mevzuat uyarınca ödemelerin ancak evrakların aslının teslim edilmesi halinde yapılabileceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, davalı kurumun sigortalısının tedavisinde kullanılan tıbbi malzemelerin bedelinin tahsili istemine ilişkin olup, Ankara Birinci İş Mahkemesinde açılmış ise de, dava konusu uyuşmazlığın 506 sayılı Yasa’nın uygulanmasından doğmadığı, tedavi gören sigortalının davacı şirkete tedavisinde kullanılan malzemelerin bedelinin tahsili açısından vekalet verdiği, dava hakkının ise devredilmediği, bu nedenle davanın mahkemenin görev alanına girmediği gerekçe gösterilerek dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmiş, bu kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi üzerine dava, sulh hukuk mahkemesine gönderilmiştir. İş Mahkemeleri, 5521 sayılı Kanun ile kurulmuş olan istisnai nitelikte özel mahkemelerdir. 5510 sayılı Kanun’un 101. maddesi bu kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların İş Mahkemelerinde görüleceğini hükme bağlamıştır. Somut olayda mahkemenin görevini belirlerken, taraflar arasındaki uyuşmazlığın hangi hukuki sebebe dayandığına bakmak gerekir. Dosya kapsamına göre dava, davacının Sosyal Güvenlik Kurumu ile yaptığı bir sözleşmeye dayanmamakta olup, sözleşmeden kaynaklanan bir borç bulunmamaktadır. Uyuşmazlığın temelinde, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sigortalısına sağlamakla yükümlü olduğu sağlık yardımlarının ödenilmesi isteği vardır. Davacı şirketin davasında haklı olup olmadığı, aktif dava ehliyetinin bulunup bulunmadığı ancak sağlık sigortasının kapsam ve koşullarını düzenleyen sosyal güvenlik mevzuatı çerçevesinde belirlenebilir. Bundan ayrı davacının, bu konuda aktif dava ehliyeti bulunup bulunmadığı sorunu, uyuşmazlığın sosyal güvenlik hukukundan kaynaklanmış olması gerçeğini ortadan kaldırmaz. Diğer taraftan, HUMK’nın 25/son maddesi uyarınca iş mahkemesince verilen gö- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 163 revsizlik kararı Yargıtay’ın denetiminden geçmeden kesinleştiği için sulh hukuk mahkemesini bağlamaz. Şu halde, görev konusu kamu düzenine ilişkin olup mahkemece re’sen gözetilmesi gerektiğinden ve davanın her aşamasında dikkate alınabileceğinden, davaya bakmakla görevli olan mahkemenin iş mahkemesi olduğu düşünülmeksizin davanın esası hakkında hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır. SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup, bu nedenlerle yerinde olan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), 11.04.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 5510/m.101 SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür. 1086/m.25-son HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU (Mülga) Bölge adliye mahkemesince veya Yargıtayca verilen merci tayini kararları ile kanun yolu incelemesi sonucunda kesinleşen göreve veya yetkiye ilişkin kararlar, davaya ondan sonra bakacak mahkemeyi bağlar. YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Tarih: 20.6.2011 Esas: 2011/7024 Karar: 2011/7211 ♦♦ ELEKTRONİK HABERLEŞME KANUNUNA VE YÖNETMELİĞİNE UYGUN ŞEKİLDE KURULAN BAZ İSTASYONLARININ SOYUT İDDİALARLA KALDIRILMASINA KARAR VERİLEMEYECEĞİ ♦♦ BAZ İSTASYONLARININ TÜRK MEDENİ KANUNUNUN KOMŞULUK HAKKINA İLİŞKİN HÜKÜMLERİ ÇERÇEVESİNDE DAVA EDİLEBİLECEĞİ 164 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ÖZET: Taraflar arasındaki el atmanın önlenmesi davasından dolayı yerel mahkemece verilen karar, Özel Dairece onanmış olup, davalı tarafça karar düzeltilmesi istenmesi üzerine; KARAR : Baz istasyonları, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 37. maddesine dayanılarak BTK tarafından bu konuyu düzenleyen Yönetmelik’teki yer, ölçü ve limit değerlere göre verilen güvenlik sertifikası gereğince kurulmaktadır. BTK tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikte, Türkiye’de geçerli olacak sınır değerleri; İngiltere, Amerika, Kanada, ICNIRP ve Avrupa Birliği’nin kabul ettiği değerin yaklaşık 1/4’ü olarak belirlenmiştir. Sağlığa zarar veriyor iddiası haricinde baz istasyonlarının sertifikada belirtilen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olarak kurulmadığına ilişkin talep ve itirazların mevzuat gereğince BTK’ya yapılması gerekmektedir. Bu kurumun verdiği kararın uygun bulunmaması halinde idari yargıda dava açılması gerekir. Keza davacı, baz istasyonunun limit değerlere ve güvenlik mesafelerine uygun olmasına rağmen zararlı olduğunu iddia ediyorsa, idari yargıda idareye karşı yönetmeliğin iptali davası açması gerekir. Sağlığa zarar veriyor iddiası ile baz istasyonunun kaldırılması, MK’nın 737. maddesinde düzenlenen komşuluk hukukuna göre adli yargıda açılacak dava ile istenebilir. Bu davada davacının baz istasyonunun sağlığına zarar verdiğini ve baz istasyonunun yönetmelikte belirtilen limit değerlere uygun bulunmadığını ispatlaması gerekir. Bu şekilde adli yargıda açılan davalarda mahkemece, tarafların delil ve belgeleri toplandıktan sonra uzman bilirkişiler marifetiyle keşif yapılarak, alınacak bilirkişi raporu ve tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Dosya kapsamına göre davaya konu baz istasyonunun limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca baz istasyonunun soyut değerlendirmeler dışında davacının sağlığına zarar verdiği teknik, ilmi ve inandırıcı delillerle kanıtlanamamıştır. Şu durumda davanın reddine karar verilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden davanın kabul edilmiş olması bozmayı gerektirmiştir. İlgili Kanun/Madde: 4721/m.737 5809/m.37 DAVA : Taraflar arasındaki elatmanın önlenmesi davasından dolayı yerel mahkemece verilen kararın; Dairemizin 01.02.2011 gün ve 2010/14491-2011/929 sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalılardan T... İletişim Hizmetleri A.Ş. vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla HUMK’nın 440-442. maddeleri uyarınca tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 165 incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : Dava, sağlığa zarar verdiği iddiası ile davalı şirkete ait baz istasyonunun kaldırılması talebine ilişkindir. Mahkemece dava kabul edilmiş; karar, Dairemizce onanmış; davalılardan T... İletişim Hizmetleri A.Ş. karar düzeltme istemiştir. Baz istasyonları temel olarak, alıcı/verici antenler sayesinde elektro-manyetik dalgayı ( sinyali ) alma ve gönderme işlemi yapan cihazlardır. Baz istasyonları; konuşma trafiğinin az olduğu kırsal alanlarda 35 km’lik bir mesafe içinde hizmet verebilen ( macro ), konuşma trafiğinin daha yoğun olduğu şehir içlerinde 1-2 km’lik bir mesafe içinde hizmet verebilen ( mikro ) ve bina içleri ve alışveriş merkezleri gibi yerlere kurulan çıkış güçleri oldukça düşük olan ( piko ) çeşitlerinden oluşur. Cep telefonlarının sağlıklı çalışabilmesi için; baz istasyonlarının bal peteği benzeri şeklinde bir yapıda ve her bir peteğin içinde de en az bir baz istasyonunun kurulu bulunması gereklidir. Her baz istasyonu belirli sayıda abone konuşturabilir. Bu nedenle insanların yoğun yaşadığı yerlerde konuşma trafiğinin bir kesintiye uğramaksızın karşılanabilmesi için daha çok sayıda baz istasyonunun kurulması gerekmektedir. Baz istasyonunun şehir dışına çıkartılması halinde, hücresel yapı oluşturulamaması nedeni ile, sinyallerin abonenin cep telefonuna ulaşabilmesi için çok yüksek elektromanyetik dalgalar oluşturması gerekecektir. Aynı zamanda kullanıcı cep telefonu da baz istasyonuna sinyali yeteri seviyede ulaştırabilmek için daha fazla güç kullanacağından daha fazla insanın daha fazla elektromanyetik alana maruz kalması kaçınılmaz olacaktır. Baz istasyonlarının insan sağlığına etkileri konusunda başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere, Uluslararası İyonlaştırmayan Radyasyondan Koruma Komisyonu ( ICNIRP ), Elektrik Elektronik Mühendisleri Enstitüsü ( IEEE ),... vb birçok ulusal ve uluslararası kuruluş çalışmalar yapmakta ve bu çalışmaların neticesinde birtakım sınır değerler belirlenmiş bulunmaktadır. Mevzuat gereğince baz istasyonlarının sağlığa ve çevreye zarar vermeyecek şekilde; nerede, nasıl, hangi ölçü ve limitler dahilinde kurulacağını belirlemek ve kurallarını koymak işlemleri, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığı’nın ( BTK ) görev ve yetkisindedir. Baz istasyonları, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 37. maddesine dayanılarak BTK tarafından bu konuyu düzenleyen Yönetmelik’teki yer, ölçü ve limit değerlere göre verilen güvenlik sertifikası gereğince kurulmaktadır. BTK tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikte, Türkiye’de geçerli olacak sınır değerleri; İngiltere, Amerika, Kanada, ICNIRP ve Avrupa Birliği’nin kabul ettiği değerin yaklaşık 1/4’ü olarak belirlenmiştir. Sağlığa zarar veriyor iddiası haricinde baz istasyonlarının sertifikada belirtilen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olarak kurulmadığı, başlangıçta uygun kurulsa dahi sonradan sertifikadaki limit değer ve güvenlik mesafelerine aykırı davranıldığı gerekçesi ile kaldırılmasına ilişkin talep ve itirazların mevzuat gereğince BTK’ya ya- 166 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 pılması gerekmektedir. Bu kurumun uygulama ve verdiği kararın uygun bulunmaması halinde idari yargıda dava açılması gerekir. Keza davacı, baz istasyonunun limit değerlere ve güvenlik mesafelerine uygun olmasına rağmen zararlı olduğunu iddia ediyorsa, idari yargıda idareye karşı yönetmeliğin iptali davası açması gerekir. Sağlığa zarar veriyor iddiası ile baz istasyonunun kaldırılması, MK’nın 737. maddesinde düzenlenen komşuluk hukukuna göre adli yargıda açılacak dava ile istenebilir. Bu davada davacının baz istasyonunun sağlığına zarar verdiğini ve baz istasyonunun yönetmelikte belirtilen limit değerlere uygun bulunmadığını ispatlaması gerekir. Kanıtlanmayan mücerret ( soyut ) “uzun vadede zarar verir, baz istasyonu yakın mesafede, görünce moralim bozuluyor,... vs gibi” nedenlerle dava açılması ve kabulü hukuka ve yasalara uygun değildir. Bu şekilde adli yargıda açılan davalarda mahkemece, tarafların delil ve belgeleri toplandıktan sonra dava konusu baz istasyonunun yönetmelikte belirtilen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olup olmadığı, davacının sağlığına zarar verip vermediği konusunda uzman bilirkişiler marifetiyle keşif yapılarak, alınacak bilirkişi raporu ve tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Dosya kapsamı ve yukarıda belirtilen ilke ve bilgiler gözönüne alındığında davaya konu baz istasyonunun limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca baz istasyonunun soyut değerlendirmeler dışında davacının sağlığına zarar verdiği teknik, ilmi ve inandırıcı delillerle kanıtlanamamıştı. Şu durumda davanın reddine karar verilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden davanın kabul edilmiş olması bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Karar düzeltme isteğinin kabulüne, Dairemizin 01.02.2011 gün ve 2010/14491 Esas, 2011/929 Karar sayılı onama ilamının kaldırılmasına ve kararın yukarıda yazılı olan nedenlerle ( BOZULMASINA ) ve karar düzeltme talep eden davalı T... İletişim Hizmetleri A.Ş.’den önceki onama kararımızla alınan harç ile peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 20.06.2011 gününde oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY : Temyiz ilamında bildirilen gerektirici nedenler karşısında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun değişik 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin reddi gerektiğini düşündüğümüzden sayın çoğunluğun kararına katılmıyoruz. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 5809/m.37 ELEKTRONİK HABERLEŞME KANUNU (1) Radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin ilgili kanununda belirtilen hükümler saklı kalmak kaydıyla, Kurum düzenlemelerinde belirtilen ve işletilmesi için frekans tahsisine ihtiyaç gösteren telsiz cihaz veya sistemi kullanıcıları, telsiz kurma ile kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesi almak zorundadır. Bu kapsamdaki kullanıcılar telsiz cihaz veya sistemlerini Kurum düzenlemeleri ve telsiz ruhsatnamesinde belirtilen SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 167 esaslara uygun olarak kurmak ve kullanmak mecburiyetindedirler. (2) Telsiz kurma ve kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesi verilmesi, izin ve telsiz ruhsatnamesinin süresi, yenilenmesi, değişikliği ve iptali ile ilgili usul ve esaslar ile bu çerçevede öngörülen telsiz cihaz veya sistemlerinin kurulması, kullanılması, nakli, işletme tipinin değiştirilmesi, devri ve hizmet dışı bırakılmasında kullanıcıların tabi olacağı hususlar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Yetkilendirmeye tabi bulunmayan telsiz kurma ve kullanma izinleri en fazla beş yıl için verilir. Süresi içerisinde yenilenmeyen telsiz kurma ve kullanma izni ve telsiz ruhsatnamelerinde belirtilen cihaz ve sistemler için tahsis edilen frekanslar iptal edilir. Kurum tarafından yetkilendirilmiş olmak suretiyle telsiz hizmeti sunan işletmecilerin sistemlerine dahil telsiz cihazı kullanıcıları, telsiz kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesinden bu Kanunun 46 ncı maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde muaftırlar. (3) Kurum düzenlemelerinde belirlenen ve işletilmesi için frekans tahsisine ihtiyaç duyulmayan özel amaçlar için tahsis edilmiş frekans bantlarında ve çıkış gücünde çalışan Kurumca onaylı telsiz cihaz ve sistemleri, herhangi bir telsiz kurma ve kullanma iznine ve telsiz ruhsatnamesine ihtiyaç göstermeksizin kullanılabilir. (4) Ulusal ve uluslararası kuruluşların belirlediği standart değerleri dikkate almak suretiyle telsiz cihaz ve sistemlerinin kullanımında uyulacak elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerinin belirlenmesi, kontrol ve denetimleri münhasıran Kurum tarafından yapılır veya yaptırılır. Bu işlemler ile ilgili usul ve esaslar, Sağlık Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığının görüşleri de dikkate alınmak suretiyle Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelik ile belirlenir. Yönetmelik ile belirlenen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun bulunan ilgili tesisler başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Kurum tarafından güvenlik sertifikası düzenlenmesini müteakip kurulur ve faaliyete geçirilir. 4721/m.737 TÜRK MEDENİ KANUNU Herkes, taşınmaz mülkiyetinden doğan yetkileri kullanırken ve özellikle işletme faaliyetini sürdürürken, komşularını olumsuz şekilde etkileyecek taşkınlıktan kaçınmakla yükümlüdür. Özellikle, taşınmazın durumuna, niteliğine ve yerel âdete göre komşular arasında hoş görülebilecek dereceyi aşan duman, buğu, kurum, toz, koku çıkartarak, gürültü veya sarsıntı yaparak rahatsızlık vermek yasaktır. Yerel âdete uygun ve kaçınılmaz taşkınlıklardan doğan denkleştirmeye ilişkin haklar saklıdır. YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ Tarih: 12.7.2011 Esas: 2011/4996 Karar: 2011/12987 ♦♦ KAMULAŞTIRMADA BEDEL TESBİTİNDEKİ ESASLAR ♦♦ KAMULAŞTIRMADA MÜLKİYETİN İDAREYE GEÇMESİ MAHKEME KARARIYLA OLACAĞI 168 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ÖZET: Taraflar arasındaki kamulaştırma bedelinin tesbiti ve kamulaştırılan taşınmazın Hazine adına tescili davasının kabulüne dair verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sonucunda Özel Dairece; Bilirkişiden alınan raporlar ve yapılan inceleme hüküm kurmaya yeterli değildir. Malik olmayan davalı hakkında davanın husumetten reddi, tapu maliki olan kişinin davaya dahil etmesi için davacı idareye süre verilmesi gerekirken malik olmayan davalı hakkında karar verilmesi, Taşınmazın yüzölçümü ile verim çağına gelmiş bulunan ağaçların sayısı dikkate alındığında taşınmazın kapama karışık meyve bahçesi olarak değerlendirilmesi gerekir. Dava konusu taşınmazın tamamındaki verim çağına gelmiş olduğu saptanan ağaçların cins ve yaşları itibariyle kapama karışık meyve bahçesi olarak getireceği net gelirin hesaplanması, Yasaya ve Yargıtay uygulamalarına aykırı biçimde hesaplama yapan rapora göre kamulaştırma bedeline hükmedilmesi, Kamulaştırma Kanununun 25. maddesi uyarınca mülkiyetin idareye geçmesi, mahkemece verilen tescil kararı ile olacağından, enkaz bedelinin düşülmemesi gerektiğinden değişik oranlarda enkaz bedeli indirilmek suretiyle bedel tesbiti, Ağaçların toplam alanı teknik olarak kamulaştırılan alandan büyük olmasına karşın sınırlara yakın dikildiğinden bahisle yasal olmayan gerekçe ile değer azalışı verilmesi, Doğru görülmemiştir, denilerek Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 2942/m.10, 11-1-f, 25 DAVA : Taraflar arasındaki 4650 sayılı Yasa ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tesbiti ve kamulaştırılan taşınmazın Hazine adına tescili davasının kabulüne dair verilen yukarıda tarih ve numaraları yazılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi taraf vekillerince verilen dilekçeler ile istenilmiş, davacı idare vekilince de temyiz dilekçesinde duruşma isteminde bulunulmuş olmakla, duruşma için belirlenen 12.07.2011 günü temyiz eden davacı idare vekilleri ve davalı vekilinin yüzlerine karşı duruşmaya başlanarak temyiz isteminin süresinde olduğu görülüp, taraf vekillerinin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra, dosyadaki belgeler okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Dava, 4650 sayılı Yasa ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma bedelinin tesbiti ve kamulaştırılan taşınmazın Hazine adına tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 169 Bilirkişi incelemeleri yaptırılmıştır. Alınan raporlar ve yapılan inceleme hüküm kurmaya yeterli değildir. Şöyle ki; 1-Davalı Y. B. tapu maliki olmadığından hakkındaki davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilip, tapu maliki Y. Z. B.’ın davaya dahil etmesi için davacı idareye süre verilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği düşünülmeden, eksik inceleme sonucu malik olmayan davalı hakkında karar verilmesi, 2-Davacı idarece tanzim edilen Kıymet Takdir Komisyonu raporu ile yargılama aşamasında alınan bilirkişi raporlarından, dava konusu taşınmazın üzerinde değişik cins ve yaşta ağaç bulunduğu, bunlardan büyük çoğunluğunun da yaşı ve cinsi itibariyle verim çağına gelmiş çeşitli meyve ağaçları olduğu anlaşılmıştır. Taşınmazın yüzölçümü ile verim çağına gelmiş bulunan ağaçların sayısı dikkate alındığında taşınmazın kapama karışık meyve bahçesi olarak değerlendirilmesi gerekir. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 4650 sayılı Yasa ile değişik 11/1-f maddesine göre arazilerde, taşınmazın değerinin tesbitinde kamulaştırma ( değerlendirme ) tarihindeki mevki ve şartlarına göre, olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirin esas alınacağı ön görülmektedir. Yasanın bu maddesi uyarınca, dava konusu taşınmazın tamamındaki verim çağına gelmiş olduğu saptanan ağaçların cins ve yaşları itibariyle dekar başına ortalama verim miktarları ve 2010 yılına ait üretim ve dekar başına masrafları ile hasat dönemindeki toptan kg. satış fiyatlarının öncelikle İlçe ve İl Tarım Müdürlüğünden getirtilmesinden sonra, bu verilere göre kapama karışık meyve bahçesi olarak getireceği net gelirin hesaplanması ve hesaplanan bu net gelire kapital faiz uygulanmak suretiyle m2 bedelinin tesbit edilmesi, tesbit edilecek bu bedel içerisinde karışık meyve bahçesi dışında kalan diğer ağaçların değerinin de bulunduğu dikkate alınarak ayrıca bu ağaçların bedelinin dahil edilmemesi gerektiği düşünülmeden, yasaya ve Yargıtay uygulamalarına aykırı biçimde hesaplama yapan rapora göre kamulaştırma bedeline hükmedilmesi, 3-Kamulaştırma Kanununun 25. maddesi uyarınca mülkiyetin idareye geçmesi, mahkemece verilen tescil kararı ile olacağından, ağaç bedelleri hesaplanırken enkaz bedelinin düşülmemesi gerektiği gözetilmeden, değişik oranlarda enkaz bedeli indirilmek suretiyle bedel tesbiti, 4-Ağaçların toplam alanı teknik olarak kamulaştırılan alandan büyük olmasına karşın sınırlara yakın dikildiğinden bahisle yasal olmayan gerekçe ile değer azalışı verilmesi, Doğru görülmemiştir. SONUÇ : Taraf vekillerinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenle HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, taraflara karşılıklı olarak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 825,00-TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacı idareye 825,00-TL vekalet ücretinin de davacı idareden alınarak davalıya verilmesine, taraflardan peşin alınan temyiz harçlarının istenildiğinde ödeyenlere iadesine ve temyize başvurma harçlarının Hazineye irad kaydedilmesine, 12.07.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. 170 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 İLGİLİ MEZVUAT METİNLERİ 2942/m.10 KAMULAŞTIRMA KANUNU (Değişik: 24/4/2001 - 4650/5 md.) Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister. Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, dava dilekçesi ve idare tarafından verilen belgelerin birer örneği de eklenerek taşınmaz malın malikine meşruhatlı davetiye ile veya idarece yapılan araştırmalar sonucunda adresleri bulunamayanlara, 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 28 inci maddesi gereğince ilan yoluyla tebligat suretiyle bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur. ta; Mahkemece malike doğrudan çıkarılacak meşruhatlı davetiyede veya ilan yolu ile yapılacak tebligat- a)Kamulaştırılacak taşınmaz malın tapuda kayıtlı bulunduğu yer, mevkii, pafta, ada, parsel numarası, vasfı, yüzölçümü. b)Malik veya maliklerin ad ve soyadları, c) Kamulaştırmayı yapan idarenin adı, d) 14 üncü maddede öngörülen süre içerisinde, tebligat veya ilan tarihinden itibaren kamulaştırma işlemine idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara karşı düzeltim davası açabilecekleri, e) Açılacak davalarda husumetin kime yöneltileceği, f) 14 üncü maddede öngörülen süre içerisinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal davası açanların, dava açtıklarını ve yürütmenin durdurulması kararı aldıklarını belgelendirmedikleri takdirde, kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tescil edileceği, g) Mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına hangi bankaya yatırılacağı, (1) Bu kısım başlığı; “Kamulaştırma Bedeli, Tebligat, Dava Hakkı ve Bilirkişiler” iken, 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle metne işlendiği şekilde değiştirilmiştir. (2) Bu bölüm başlığı; “Kamulaştırma Bedelinin Tespiti” iken, 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle metne işlendiği şekilde değiştirilmiştir. (3) Bu madde başlığı; “Kıymet takdiri komisyonları” iken, 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanunun 5 inci maddesiyle metne işlendiği şekilde değiştirilmiştir. 2942/m.11-1-f KAMULAŞTIRMA KANUNU f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini 2942/m.25 KAMULAŞTIRMA KANUNU Hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi, mal sahibi için 10 uncu madde uyarınca mahkemece yapılan tebligatla başlar. Mülkiyetin idareye geçmesi, mahkemece verilen tescil kararı ile olur. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 171 Mahkemece verilen tescil kararı tarihinden itibaren taşınmaz mal sahibinin, kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz malda yeni inşaat veya ekim yapmak veya mevcut inşaatta esaslı değişiklikler meydana getirmek gibi kullanma hakları kalkar. Bundan sonra yapılanların değeri dikkate alınmaz. YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ Tarih: 18.7.2011 Esas: 2011/1533 Karar: 2011/8238 ♦♦ KEFİLİN SORUMLULUĞUNUN MİKTAR VE SÜREYLE SINIRLI OLDUĞU ♦♦ KİRA SÖZLEŞMELERİNDE KEFİLİN SORUMLULUĞUNUN UZAYAN DÖNEMLERDE DE DEVAM EDEBİLMESİ İÇİN KEFİLİN, HANGİ SÜREYLE, HANGİ MİKTARLA SORUMLU OLDUĞUNUN SÖZLEŞMEDE AÇIKÇA BELİRTİLMESİ GEREKECEĞİ ÖZET: Davacı alacaklı tarafından davalı kiracı borçlu ve müteselsil kefil hakkında kira alacağının tahsili amacıyla tahliye istekli olarak başlatılan icra takibine vaki itiraz üzerine davacı icra mahkemesinden itirazın kaldırılması ve tahliye isteminde bulunmuştur. Mahkemece davalıların itirazının kısmen kaldırılmasına ve davalı kiracının tahliyesine karar verilmesi üzerine karar, davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Özel Dairece; Her ne kadar sözleşmede özel koşullar bölümünün 7. maddesinde kefilin sorumluluğunun kiracı kiralayan ilişkisi devam ettiği müddetçe devam edeceği ve bir yıl ile sınırlı olmadığı kararlaştırılmış ise de, kefilin uzayan dönemdeki sorumluluğunun azami hangi süreyle ve hangi miktarla sınırlı olacağının açıkça gösterilmiş olması da şarttır. Ne kadar uzayacağı belirsiz bir kira süresine ilişkin olan ve kefili sınırsız bir sorumluluk altına sokan sözleşme hükümleri geçerli değildir. Bu nedenle taraflar arasındaki kira sözleşmesinde kefilin gerek sorumlu olacağı süre, sözleşmenin düzenlendiği tarihten itibaren bir yılla sınırlıdır. Kefil yönün- 172 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 den davanın reddine karar verilmemiş olması bozmayı gerekmiştir denilerek, davalı kiracının temyiz itirazlarının reddi ile kararın tahliye ve alacak yönünden davalı kiracıya ilişkin kısmının ONANMASINA, davalı kefilin alacağa yönelik temyiz itirazının kabulüne karar verilmiştir. İlgili Kanun/Madde: 818/m.484 6570/m.11 DAVA : İcra mahkemesince verilmiş bulunan karar davalılar tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Davacı alacaklı tarafından davalı kiracı borçlu ve müteselsil kefil hakkında kira alacağının tahsili amacıyla tahliye istekli olarak başlatılan icra takibine vaki itiraz üzerine davacı icra mahkemesinden itirazın kaldırılması ve tahliye isteminde bulunmuştur. Mahkemece davalıların itirazının kısmen kaldırılmasına ve davalı kiracının tahliyesine karar verilmesi üzerine karar, davalılar tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dosya kapsamına, toplanan delillere ve kararın dayandığı gerekçeye göre davalı kiracı L... Dış Tic. ve Metal San. Ltd. Şti.’nin temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Davalı müteselsil kefilin alacağa ilişkin temyiz itirazlarına gelince; Davacı tarafından 11.06.2010 tarihinde borçlular kiracı ve kefil hakkında başlatılan icra takibinde 01.05.2002 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesine dayanılarak 01.05.2010-01.05.2011 tarihleri arası 31.200,00 TL kira alacağı ve tahliye istenmiştir. Kira sözleşmesinin özel koşullar bölümünün 7. maddesinde taraflar arasında kira ilişkisi bulunduğu sürece kefilin sorumluluğunun devam edeceği 1 yıl ile sınırlı olmadığına ilişkin hüküm yer almaktadır. Her ne kadar sözleşmede özel koşullar bölümünün 7. maddesinde kefilin sorumluluğunun kiracı kiralayan ilişkisi devam ettiği müddetçe devam edeceği ve bir yıl ile sınırlı olmadığı kararlaştırılmış ise de, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.03.2006 gün ve 2006/6-78 Esas, 2006/88 Karar sayılı kararında da kabul edildiği gibi BK’nın 484. maddesi hükmü gereğince, yazılı şekilde düzenlenmiş, süresi ve ödenecek kira paralarının miktarı açıkça gösterilmiş bir kira sözleşmesini kiracının kefili sıfatıyla imzalayan kişi; sözleşmede gösterilen kira süresi boyunca, kiracının ödemekle yükümlü olduğu kira paralarından, kefil sıfatıyla kiralayana karşı sorumludur. Zira, böylesi bir durumda, kefilin sorumluluğu süre ve miktar itibariyle belirlidir. Kira süresinin, 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkındaki Kanun’un 11. maddesi gereğince uzadığı hallerde, uzayan kira süresi bakımından kefilin sorumluluğunun devam edebilmesi için; öncelikle bu hususun ( kefilin sorumluluğunun uzayan dönem için de devam edeceğinin ) sözleşmede açıkça kararlaştırılmış olması gerekir. Bunun yanında, kefilin uzayan dönemdeki sorumluluğunun azami hangi süreyle ve hangi miktarla sınırlı olacağının açıkça gösterilmiş olması da şarttır. Ne kadar uzayacağı belirsiz bir kira süresine ilişkin olan ve kefili sınırsız bir sorumluluk altına sokan sözleşme hükümleri geçerli değildir. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 173 Bu nedenle taraflar arasındaki kira sözleşmesinde kefilin gerek sorumlu olacağı süre, gerekse azami miktar gösterilmemiş olduğu için kefilin sorumluluğu sözleşmenin düzenlendiği tarih olan 01.05.2002 tarihinden itibaren bir yıl süreyle sınırlıdır. Davacının başlatmış olduğu icra takibi ile kefilin sorumlu olduğu bu dönemden sonra gelen 01.05.2010-01.05.2011 tarihleri arası kira bedeli, sorumluluk süresi içinde bulunmadığından kefil hakkında bu kira alacağına hükmedilmesi doğru değildir. Bu durumda mahkemece, kefil yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ : Yukarıda 1 nolu bentte yazılı nedenlerle davalı kiracının temyiz itirazlarının reddi ile kararın tahliye ve alacak yönünden davalı kiracıya ilişkin kısmının ( ONANMASINA ), 2 nolu bentte yazılı nedenlerle davalı kefilin alacağa yönelik temyiz itirazının kabulü ile kararın kefil yönünden ( BOZULMASINA ) ve onanan kısım için temyiz harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 18.07.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 818/m.484 BORÇLAR KANUNU (Mülga) Kefaletin sıhhati, tahriri şekle riayet etmeğe ve kefilin mes’ul olacağı muayyen bir mikdar iraesine mütevakkıftır. 6570/m.11 GAYRIMENKUL KİRALARI HAKKINDA KANUN Madde 11 - Kiracı kira müddetinin bitmesinden en az on beş gün evvel mecuru tahliye edeceğini yazı ile bildirmediği takdirde sözleşme aynı şartlarla bir yıl uzatılmış sayılır. YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Tarih: 12.4.2011 Esas: 2010/4983 Karar: 2011/2095 ♦♦ EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİNDE, MAL REJİMİ SONA ERDİĞİNE, EŞLERİN BİRBİRİNDEN TALEP EDECEKLERİ AYNİ HAKLARI BULUNMAYIP, DEĞER ARTIŞ PAYI VE KATILMA 174 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ALACAĞI ŞEKLİNDE ŞAHSİ HAKLARININ BULUNDUĞU ♦♦ MAHKEME İÇİ İKRARLARIN KESİN DELİL OLARAK BAĞLAYICILIĞI ÖZET: Davacı ile davalı aralarındaki katılma payı alacağı davasında Yerel Aile Mahkemesi davanın reddine karar vermiştir. Özel Dairce; Dava, evlilik birliği içinde alınan ve davalı adına tapuya tescil edilen apartman dairesi üzerinde mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde değer artış payı ve katılma alacağı isteğine ilişkindir. Davalı, dava konusu taşınmazın evlilik birliği içinde alındığını ancak, davacının boşanma davası sırasında haklarından feragat ettiğini savunmuştur. Mahkemece, boşanma davasının yargılaması sırasında davacı Mehmet’in “...boşanma nedeniyle eşimden herhangi bir nafaka, maddi ve manevi tazminat, yargılama gideri ve vekalet ücreti istemiyorum. Karşı taraftan herhangi bir eşya ve başkaca alacağa ilişkin haklarımdan feragat ediyorum...” şeklindeki beyanının kendisini bağlayacağı ve karar kesinleştikten sonra alacak talebinde bulunamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Taraflar anlaşmalı şekilde boşanmışlardır. Eşler arasında başka mal rejimi seçilmediğinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Dava dilekçesi, dosya kapsamına göre davacının, taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde alınan taşınmazla ilgili tapu iptali ve tescil, yerinde görülmediği takdirde değer artış payı ve katılma alacağı isteğinde bulunduğunu göstermektedir. Eşlerden biri, diğerine ait malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuş ise, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur. Katılma rejiminde; eşlere tanınan hak, ayni bir hak olmayıp, şahsi bir haktır. Sadece mal rejimi sona erdiğinde, eşlerin edinilmiş mallara ilişkin artık değerler üzerinde karşılıklı alacak hakkı vardır. Davacının evlilik birliğinde edinilen taşınmazla ilgili davalıdan ayın isteme hakkı bulunmayıp, değer artış payı veya katılma alacağı istemesi mümkündür. Ancak taraflar arasında görülen boşanma dava dosyasında davacı ve davalı karşılıklı olarak birbirlerinden boşanma nedeni ile nafaka, maddi ve manevi tazminat, yargılama gideri ve vekalet ücreti istemediklerini ayrıca herhangi bir eşya ve başkaca alacakla ilgili haklarından feragat ettiklerini ifade ettikleri görülmektedir. Eldeki davada çözülmesi gereken sorun, boşanma davası sırasında davacının fera- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 175 gat beyanının açılan mal rejiminin tasfiyesi davası bakımından davacıyı bağlayıp bağlamayacağı, mal rejimi tasfiyesi ile ilgili açılan davada değer ifade edip etmeyeceğidir. Boşanmanın mali sonuçları üzerinde anlaşma şartı, boşanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat, yoksulluk ve iştirak nafakası talep haklarına ilişkindir. Anlaşmada ayrıca yer verilmemişse tarafların aralarındaki akdi ilişkiyi tasfiye ettikleri kabul edilemez. Mal rejiminin tasfiyesi anlaşmalı boşanma kapsamında değildir. Ne var ki, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin isteklerin boşanma davasına ait anlaşma protokolü kapsamına alınmasını engelleyen bir hüküm de bulunmamaktadır. Diğer yandan bir davada yapılan mahkeme içi ikrar, başka bir davada da geçerli olup, kesin delil teşkil eder. bu beyanını yok sayarak talepte bulunması hakkın kötüye kullanılması anlamına gelmektedir. Mal rejiminden kaynaklanan talepler boşanmanın fer’ilerinden olmadığından ayrıca dava konusu edilebilirler. Somut olayda, boşanma dava dosyasındaki bu beyan mahkeme içi ikrar niteliğinde olup; böylece, görülmekte olan davada kesin delil niteliğini taşıdığı ve ayrıca davacının bu ikrarına rağmen eldeki davayı açarak tamamen aksini ileri sürmekle dürüstlük kuralına aykırı davrandığının ve bu durumun hakkın kötüye kullanılması teşkil ettiğinin kabulü gerekir. Ayrıca davacının beyanında geçen “eşya” kavramının taşınmaz ve taşınır mallar ile boşanmanın fer’i niteliğinde olmayan mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan “değer artış payı ve katılma alacağı” taleplerini de kapsadığında duraksamamak gerekir, denilerek Yerel Mahkeme kararı onanmıştır. İlgili Kanun/Madde: 4721/m.2, 166-3, 174, 175, 202, 225-2, 227 DAVA : Mehmet ile Funda aralarındaki katılma payı alacağı davasının reddine dair ( Kahramanmaraş İkinci Aile Mahkemesi )’nden verilen 10.05.2010 gün ve 10/384 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARAR : Davacı Mehmet vekili tarafından davalı Funda aleyhine açılan davanın yapılan yargılaması sonunda mahkemece, davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosya kapsamı ve davacı vekilinin verdiği dilekçeleri dikkate alındığında davanın evlilik birliği içinde alınan ve davalı adına tapuya tescil edilen 3935 ada 3 parsel üzerindeki binanın 7. kat 42 numaralı dairesi üzerinde mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde değer artış payı ve katılma alacağı isteğine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Davalı, dava konusu taşınmazın evlilik birliği içinde alındığını ancak, davacının boşanma davası sırasında haklarından feragat ettiğini açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, taraflar arasında görülen ve kesinleşen boşanma davasının yargılaması 176 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 sırasında 04.03.2008 tarihli yargılama oturumunda davacı Mehmet’in “...boşanma nedeniyle eşimden herhangi bir nafaka, maddi ve manevi tazminat, yargılama gideri ve vekalet ücreti istemiyorum. Karşı taraftan herhangi bir eşya ve başkaca alacağa ilişkin haklarımdan feragat ediyorum...” şeklindeki beyanının kendisini bağlayacağı ve karar kesinleştikten sonra alacak talebinde bulunamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Taraflar 17.02.1992 tarihinde evlenmiş, 19.10.2007 tarihinde açılan boşanma davasının anlaşmalı şekilde TMK’nın 166/3. maddesine göre kabulüne ilişkin hükmün 07.04.2008 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Eşler arasında başka mal rejimi seçilmediğinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı ( 743 sayılı TMK’nın 170. m. ), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe kadar ( 4721 sayılı TMK’nın 225/2. m. ) yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir ( 4721 sayılı TMK’nın 202. m. ). Dava konusu 3935 ada 3 parsel üzerindeki binanın 7. kat 42 nolu bağımsız bölümü, 16.09.2005 tarihinde satış yoluyla davalı Funda adına tescil edilmiştir. Dava konusu taşınmazın alım tarihi itibarıyla taraflar arasında “edinilmiş mallara katılma rejimi” geçerlidir. Eşler arasındaki mal rejimi TMK’nın 225/2. maddesine göre boşanma davasının açıldığı 19.10.2007 tarihi itibariyle sona ermiştir. Dava dilekçesi, dosya kapsamına göre davacının, taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde alınan taşınmazla ilgili tapu iptali ve tescil, yerinde görülmediği takdirde değer artış payı ve katılma alacağı isteğinde bulunduğunun kabulü gerekir ( TMK m. 227, 231 ). Eşlerden biri, diğerine ait malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuş ise, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur ( TMK m. 227 ). Eşlerden birine ait edinilmiş mallar üzerinde, diğer eşin mülkiyet veya diğer bir ayni hak talebi söz konusu değildir ( TMK m. 231/1, 236/1 ). Yani katılma rejiminde; eşlere tanınan hak, ayni bir hak olmayıp, şahsi bir haktır. Sadece mal rejimi sona erdiğinde, eşlerin edinilmiş mallara ilişkin artık değerler üzerinde karşılıklı alacak hakkı vardır ( TMK m. 236 ). Açıklandığı gibi davacı Mehmet’in evlilik birliğinde edinilen taşınmazla ilgili davalı Funda’dan ayın isteme hakkı bulunmayıp, değer artış payı veya katılma alacağı istemesi mümkündür. Bu açıklamalar karşısında mahkemece davanın reddine karar verilmiş olmasında tapu iptali ve tescil isteği bakımından bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Terditli olarak istenen değer artış payı ve katılma alacağı isteğine gelince; az yukarıda da açıklandığı gibi mal rejiminin tasfiyesi sonunda davacının davalıdan değer artış payı ve katılma alacağı istemesi mümkündür. Ancak taraflar arasında görülen ve 07.04.2008 tarihinde kesinleşen Kahramanmaraş Aile Mahkemesi’nin 2007/1314 Esas 2008/252 Karar sayılı dava dosyasında 04.03.2008 tarihli yargılama oturumunda davacı Mehmet ve davalı Funda’nın karşılıklı olarak birbirlerinden boşanma nedeni ile nafaka, maddi ve manevi tazminat, yargılama gideri ve vekalet ücreti istemediklerini SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 177 ayrıca herhangi bir eşya ve başkaca alacakla ilgili haklarından feragat ettiklerini ifade ettikleri ve bu hususun mahkeme kararı gerekçesi ile hüküm kısmında yer aldığı görülmektedir. Kural olarak tarafların boşanma davasındaki nafaka, maddi ve manevi tazminat ( TMK’nın m. 174, 175, 182 ) bakımından anlaşmaları boşanmanın eki niteliğindeki taleplerle ilgili olup, boşanma davasının eki niteliğinde olma- yan-mal rejiminden kaynaklanan alacak davasını kapsamaz. Ancak eldeki davada çözülmesi gereken sorun, boşanma davası sırasında davacı Mehmet’in “Karşı taraftan herhangi bir eşya ve başkaca alacağa ilişkin haklarımdan feragat ediyorum” şeklinde beyanının açılan mal rejiminin tasfiyesi davası bakımından Mehmet’i bağlayıp bağlamayacağı, mal rejimi tasfiyesi ile ilgili açılan davada değer ifade edip etmeyeceğidir. TMK’nın 166/3. maddesindeki boşanmanın mali sonuçları üzerinde anlaşma şartı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesinde düzenlenen boşanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat, 175. maddesinde düzenlenen yoksulluk ve 182. maddesinde düzenlenen iştirak nafakası talep haklarına ilişkindir. Anlaşmada ayrıca yer verilmemişse tarafların aralarındaki akdi ilişkiyi tasfiye ettikleri kabul edilemez. Görüldüğü üzere, mal rejiminin tasfiyesi anlaşmalı boşanma kapsamında değildir. Başka bir anlatımla boşanmanın mali sonuçları hususunda taraflarca kabul edilecek düzenleme, mal rejiminin tasfiyesine yönelik istemleri içermez. Ne var ki, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin isteklerin boşanma davasına ait anlaşma protokolü kapsamına alınmasını engelleyen bir hüküm de bulunmamaktadır. Diğer yandan bir davada yapılan mahkeme içi ikrar, başka bir davada da geçerli olup, kesin delil teşkil eder ( Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı baskı, İstanbul 2001, C:2, s:2045 ve HUMK’nın 236/1. m. ). Açıklanan maddi ve hukuki olgular birlikte değerlendirildiğinde; davacı Mehmet’in boşanma davasında 04.03.2008 tarihli duruşmadaki beyanı HUMK’nın 236/1. maddesinde öngörülen mahkeme içi ikrar niteliğinde olup; görülmekte olan davada davacı aleyhine kesin delil teşkil ettiği ve 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında öngörülen yazılı belge mahiyetinde bulunduğu, her türlü kuşku ve duraksamadan uzaktır. Davacı Mehmet boşanma davası sırasında 04.03.2008 tarihli duruşmada aralarındaki anlaşmaya göre boşanmaya karar verilmesini istediğine ve davalı kadının da bu anlaşmadaki düzenlemeye güvenerek boşanmayı kabul ettiğine göre; bundan sonra davacının bu beyanını yok sayarak görülmekte olan bu davayı açıp, talepte bulunması 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde düzenlenen “Dürüst Davranma” kuralına da aykırılık teşkil etmekte; eş söyleyişle hakkın kötüye kullanılması anlamına gelmektedir. Yukarıda yapılan açıklamaların sonucu olarak; mal rejiminden kaynaklanan talepler boşanmanın fer’ilerinden olmadığından ayrıca dava konusu edilebilirler. Somut olayda, davacının boşanma dosyasındaki 04.03.2008 tarihli duruşmadaki beyanı, boşanma kararının gerekçe ve hüküm kısmında bu beyandan bahsedilmiş oluşu dikkate alındığında, boşanma dava dosyasındaki bu beyan mahkeme içi ikrar niteliğinde olup; böylece, görülmekte olan davada kesin delil niteliğini taşıdığı ve ayrıca davacının 178 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 bu ikrarına rağmen eldeki davayı açarak tamamen aksini ileri sürmekle dürüstlük kuralına aykırı davrandığının ve bu durumun hakkın kötüye kullanılması teşkil ettiğinin kabulü gerekir. Ayrıca davacı Mehmet’in beyanında geçen “eşya” kavramının taşınmaz ve taşınır mallar ile boşanmanın fer’i niteliğinde olmayan mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan “değer artış payı ve katılma alacağı” taleplerini de kapsadığında duraksamamak gerekir. Diğer yandan davacının doğmamış haktan feragat edemeyeceği ileri sürülebilirse de; boşanma nedeniyle eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının dava tarihi itibarıyla sona ermekte olup ( TMK’nın 225/2. m. ), mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkı boşanma dava tarihi itibarıyla doğar ancak bu hakkın dava yolu ile kullanılabilmesi, tasfiyeye karar verilebilmesi için boşanma davasının olumlu sonuçlanarak kesinleşmesi gerekir. Bu durumda davacı Mehmet’in beyanının boşanma davasının yargılaması devam ederken yapıldığı anlaşıldığına göre doğmamış haktan söz etmek de mümkün değildir. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddi ile usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ( ONANMASINA ), 12.04.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 4721/m.2 TÜRK MEDENİ KANUNU Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. 4721/m.166-3TÜRK MEDENİ KANUNU Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir. 4721/m.174 TÜRK MEDENİ KANUNU Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir. 4721/m.175 TÜRK MEDENİ KANUNU Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 179 4721/m.202 TÜRK MEDENİ KANUNU Eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır. Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kanunda belirlenen diğer rejimlerden birini kabul edebilirler. 4721/m.225-2TÜRK MEDENİ KANUNU Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hâllerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer. 4721/m.227 TÜRK MEDENİ KANUNU Eşlerden biri diğerine ait bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur ve bu alacak o malın tasfiye sırasındaki değerine göre hesaplanır; bir değer kaybı söz konusu olduğunda katkının başlangıçtaki değeri esas alınır. Böyle bir malın daha önce elden çıkarılmış olması hâlinde hâkim, diğer eşe ödenecek alacağı hakkaniyete uygun olarak belirler. Eşler, yazılı bir anlaşmayla değer artışından pay almaktan vazgeçebilecekleri gibi, pay oranını da değiştirebilirler. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Tarih: 3.3.2011 Esas: 2011/2356 Karar: 2011/5968 ♦♦ İŞ SÖZLEŞMESİNİN KONUSU OLAN İŞİN YAPILMASININ İŞİN NİTELİĞİNDEN DOĞAN BİR SEBEPLE İŞÇİNİN SAĞLIĞINA ZARAR VERMESİ HALİ, İŞÇİNİN SÖZLEŞMEYE DERHAL SON VERMESİNİN HAKLI NEDENİNİ OLUŞTURACAĞI ÖZET: Davacı, davalıya ait gemide gemi sörveyörü ve ISM/ISO baş tetikçisi olarak çalışmakta iken bel fıtığı rahatsızlığına dayalı aldığı rapor gereğince şirketten ayrılma isteğini belirttiği, şirketin de kabul ettiği, sağlık nedeni ile ayrılmak istemesine rağmen şirket tarafından kıdem tazminatının ödenmediği iddiası ile kıdem tazminatı alacağının hüküm altına alınmasını istemiştir. Davalı, davacının sağlık sorunlarından bahsederek istifa ettiğini, sağlık sorununun 180 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 24/1-a fıkrasına girmediğinin tartışmasız olduğunu savunmuştur. Mahkemece, davacının, iş akdinin sağlık nedeni ile haklı olarak feshedildiği, tazminata hak kazanamayacak şekilde feshedildiği iddiasının davalı işveren tarafından ispat edilemediği, kıdem tazminatına hak kazandığı” gerekçesi ile isteğin kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairece; Hastane tarafından verilen rapor ile rahatsızlığının gemideki işini yapmasına engel olmadığı belirtilmiştir, ancak rapor alınmak için hastaneye yazılan müzekkerede ve raporda davacının yaptığı işin niteliği belirtilmemiştir. Dolayısı ile 4857 Sayılı Kanunun 24/I-a maddesince de davacının iş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması, işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı ve yaşayışı için tehlikeli olup olmadığı hususu açıklığa kavuşturulmamıştır. Mahkemece yazılacak müzekkerede davacının yaptığı işin niteliği ve mahiyeti de açıklanarak iş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı ve yaşayışını için tehlikeli olup olmadığı hususu tereddüde yer vermeden ortaya konulacak şekilde sağlık raporu alınmalıdır. Alınacak raporun sonucuna göre, davacı işçinin yaptığı işin sağlığı ve yaşayışı için tehlikeli olduğunun belirlenmesi durumunda şimdiki gibi isteğin kabulüne, aksi halde davacı işçinin yaptığı fesih haksız olması nedeni ile kıdem tazminatı isteğinin reddine karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir” denilerek Yerel Mahkemenin kararının bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozmaya uyularak bozma doğrultusunda İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesine müzekkere yazılmış ise de verilen raporda meslek hastalığı olmadığı belirtilmiş, müzekkerede belirtilen şekilde bir tespit yapılmamıştır. Bu kez mahkemece, “davacının mesleği ile ilgili hastalığının bulunmadığı, sağlık nedeni ile iş akdini feshinin haklı olmadığı, kıdem tazminatına hak kazanamadığı kanaati ile isteğin reddine” karar verilmiştir. Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece hükmüne uyulan bozma kararı gereğince yeterli inceleme ve araştırma yapılmamıştır. Yapılması gereken iş davacının ileri sürdüğü rahatsızlığa göre ilgili sağlık kuruluşuna sevki ile yaptığı işin niteliği ve mahiyetine göre iş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı ve yaşayışı için tehlikeli olup olmadığı hususunun tereddüde yer vermeden ortaya konulacak şekilde sağlık raporu alınarak sonucuna göre karar vermekten ibarettir. Eksik inceleme karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir. İlgili Kanun/Madde: 4857/m.24-1-a SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 181 DAVA : Davacı, kıdem tazminatı ile ücret alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, isteği reddetmiştir. Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakim tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Davacı, davalıya ait gemide gemi sörveyörü ve ISM/ISO baş tetikçisi olarak çalışmakta iken 02.05.2005 tarihinde istifa dilekçesi verdiği, dilekçesinde 30 Haziran 2005 tarihi itibari ile işten ayrılmak istediğini bildirdiği, davalı şirketin ise 31.05.2005 tarihinde ayrılabileceğini bildirdiği, 31.05.2005 tarihinde işten ayrıldığı, bel fıtığı rahatsızlığı olduğu, görevi gereği boru şeklindeki yerlere girip kontroller yapması gerektiğini, aldığı rapor ile şirketten ayrılma isteğini belirttiği, şirketin de kabul ettiği, sağlık nedeni ile ayrılmak istemesine rağmen şirket tarafından kıdem tazminatının ödenmediği iddiası ile kıdem tazminatı alacağının hüküm altına alınmasını istemiştir. Davalı, davacının 02.05.2005 tarihinde istifa dilekçesi verdiği, istifası şirketçe uygun görüldüğünden işten ayrıldığını, 4857 Sayılı Kanun’un 24. maddesinin 1.bendinin a fıkrası uyarınca iş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin netliğinden doğan bir sebeple işçinin istifasının haklı bir nedene dayandığını kabul ederek kıdem tazminatı alabileceğini, davacının sağlık sorunlarından bahsederek istifa ettiğini, sağlık sorununun 24/1-a fıkrasına girmediğinin tartışmasız olduğunu, işin yürütümünün davacının ne sağlığı, nede yaşayışı için tehlikeli olmadığını, davacının başından beri bunu bildiğini, isteğin yerinde olmadığını savunmuştur. Mahkemece, 13.01.2010 tarihli 2009/132 E., 2010/5 K. Sayılı karar ile, ” Davacının davalı şirketin ofis merkezindeki gemilerin yola uygunluk kontrolü işini yaptığı, davacının, iş akdinin sağlık nedeni ile haklı olarak feshedildiği, tazminata hak kazanamayacak şekilde feshedildiği iddiasının davalı işveren tarafından ispat edilemediği, kıdem tazminatına hak kazandığı “ Gerekçesi ile isteğin kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalı tarafından temyizi üzerine Dairemizce yapılan inceleme sonunda 18.03.2010 tarihli 2010/8165 E. 2010/7207 K. Sayılı ilam ile, “Mahkemece, dosyaya ibraz olunan sağlık belgeleri eklenerek Sağlık Bakanlığı İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesine müzekkere yazılarak davacının rahatsızlığının gemideki işini yapmasına engel olup olmadığı yönünde rapor düzenlenmesi istenmiştir. Hastane tarafından verilen 19.01.2007 tarihli 135-A no.lu rapor ile rahatsızlığının gemideki işini yapmasına engel olmadığı belirtilmiştir. Rapor alınmak için yazılan müzekkerede ve raporda davacının yaptığı işin niteliği belirtilmemiştir. Dolayısı ile 4857 Sayılı Kanunun 24/I-a maddesince de davacının iş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması, işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı ve yaşayışı için tehlikeli olup olmadığı hususu açıklığa kavuşturulmamıştır. Bu durumda, mahkemece yazılacak müzekkerede davacının yaptığı işin niteliği ve 182 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 mahiyeti de açıklanarak iş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı ve yaşayışını için tehlikeli olup olmadığı hususu tereddüde yer vermeden ortaya konulacak şekilde sağlık raporu alınmalıdır. Alınacak raporun sonucuna göre, davacı işçinin yaptığı işin sağlığı ve yaşayışı için tehlikeli olduğunun belirlenmesi durumunda şimdiki gibi, aksi halde davacı işçinin yaptığı fesih haksız olması nedeni ile kıdem tazminatı isteğinin reddine karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir” Gerekçesi ile bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyularak bozma doğrultusunda İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesine müzekkere yazılmış ise de verilen raporda meslek hastalığı olmadığı belirtilmiş, müzekkerede belirtilen şekilde bir tespit yapılmamıştır. Bu kez mahkemece, “davacının mesleği ile ilgili hastalığının bulunmadığı, sağlık nedeni ile iş akdini feshinin haklı olmadığı, kıdem tazminatına hak kazanamadığı kanaati ile isteğin reddine” karar verilmiştir. Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece hükmüne uyulan bozma kararı gereğince yeterli inceleme ve araştırma yapılmamıştır. Yapılması gereken iş davacının ileri sürdüğü rahatsızlığa göre ilgili sağlık kuruluşuna sevki ile yaptığı işin niteliği ve mahiyetine göre iş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı ve yaşayışı için tehlikeli olup olmadığı hususunun tereddüde yer vermeden ortaya konulacak şekilde sağlık raporu alınarak sonucuna göre karar vermekten ibarettir. Eksik inceleme karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 03.03.2011 gününde oybirliği ile karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 4857/m.24-1-a İŞ KANUNU Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir: I. Sağlık sebepleri: a) İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olursa. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 183 YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Tarih: 3.2.2011 Esas: 2009/3432 Karar: 2011/2311 ♦♦ TEREKENİN KORUNMASINA YÖNELİK TALEPLERİN FERDİ OLARAK YAPILABİLECEĞİ ♦♦ TEREKEDEN YARARLANMAYA YÖNELİK TALEPLERİN İŞTİRAK HALİ NEDENİYLE TÜM MİRASÇILAR TARAFINDAN ELBİRLİĞİYLE KULLANILMASI GEREKECEĞİ ÖZET: Dava, murisin ölüm nedeni ile hak kazanılan kıdem tazminatının miras hissesine düşen payının davalıdan tahsiline ilişkindir. Davalı taraf, intihar nedeni ile ölüm halinde kıdem tazminatına hak kazanamayacağını, kıdem tazminatının iştirak halinde mülkiyet esasına dayalı olduğundan tüm mirasçıların birlikte dava açmaları gerektiğini savunmuştur. Mahkemece veraset ilamına göre kıdem tazminatı payının bölünebilir olduğu kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairece; Mirasçının kendi payına yönelik dava açma hakkının bulunup bulunmadığı noktasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Miras bırakanın davacılar dışında başka mirasçılarının da bulunduğu dosyaya sunulan veraset ilamından anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanununda, mirasçıların terekeye el birliği ile sahip olacakları, sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf edecekleri, el birliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkının ortaklığa ait malların tamamına yaygın olacağı hükme bağlanmıştır. Ayrıca Türk Medeni Kanunu, mirasçılardan biri ya da bir kısmının başvurabileceği yasal yolları “terekedeki hakların korunması” ile sınırlı tutmuştur. Somut olayda, davacının kıdem tazminatını kendi payına ilişkin kısmının ödenmesi istemi “terekedeki hakların korunması” ile ilgili olmayıp terekedeki haktan yararlanmaya yönelik bulunmaktadır. Böyle bir durumda ana kural gereğince birlikte hareket etme gereği vardır. Bu durumda kıdem tazminatının tahsili konusunda tüm mirasçıların birlikte dava açması veya miras ortaklığına temsilci atanması yahut iştirak halinde mülkiyetin müşterek mülkiyete dönüştürülmesi gerekmektedir. Davacının kendi mirasçılık payı- 184 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 nı talep yönünden aktif dava ehliyetinin bulunulmadığı dikkate alınmaksızın hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. İlgili Kanun/Madde: 4721/m.640-4, 644, 701-2 DAVA : Davacı vekili, müvekkilinin miras bırakanı olan A.’ın 01.05.198731.05.1987 ve 01.05.1989 - 26.03.2006 tarihleri arasında da davalıya ait iş yerinde çalıştığını, son olarak aylık net 1.600.000 TL ücret aldığını ileri sürerek ölüm nedeni ile hak kazanılan kıdem tazminatının miras hissesine düşen miktarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, intihar nedeni ile ölüm halinde kıdem tazminatına hak kazanamayacağını, kıdem tazminatının iştirak halinde mülkiyet esasına tabi bir miras hissesi olduğunu, tüm mirasçıların birlikte dava açmaları gerektiğini belirterek, davanın reddini istemiştir. Mahkemece veraset ilamına göre kıdem tazminatı payının bölünebilir olduğu kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmiştir. KARAR : Hüküm süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, muris A. A.’ın ölümü üzerine mirasçılarından olan davacı tarafından veraset ilamı ibraz edilerek, miras bırakanın hak kazandığı kıdem tazminatının kendi payına ilişkin kısmının ödenmesi istemine ilişkindir. Taraflar arasında murisin hak kazandığı kıdem tazminatı açısından mirasçının kendi payına yönelik dava açma hakkının bulunup bulunmadığı noktasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Miras bırakanın davacılar dışında başka mirasçılarının da bulunduğu dosyaya sunulan veraset ilamından anlaşılmaktadır. TMK 640/II maddesinde; “miras bırakanın ölümü ile birlikte paylaşmaya kadar mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklığın meydana geleceği, mirasçıların terekeye el birliği ile sahip olacakları, sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf edecekleri” Aynı maddenin IV maddesine “Mirasçılardan her birinin, terekedeki hakların korunmasını isteyebileceği, sağlanan korumadan mirasçılardan hepsinin yararlanacağı” öngörülmüştür. TMK, 701/II maddesinde ise “ el birliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkının ortaklığa ait malların tamamına yaygın olacağı” hükme bağlanmıştır. TMK. Mad. 640/IV hükmü, mirasçılardan biri ya da bir kısmının başvurabileceği yasal yolları “terekedeki hakların korunması” ile sınırlı tutmuştur. Açılan dava veya başvurulan yasal yolun bu nitelikte olmadığı durumlarda ana kural ( TMK. Mad. 701/II ) geçerli olup, bir ya da bir kısım mirasçının istemi, sıfat yokluğundan reddedilecektir. Somut olayda, davacının kıdem tazminatını kendi payına ilişkin kısmının ödenmesi SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 185 istemi “terekedeki hakların korunması” ile ilgili olmayıp terekedeki haktan yararlanmaya yönelik bulunmaktadır. Böyle bir durumda ana kural gereğince birlikte hareket etme gereği vardır. Bu durumda kıdem tazminatının tahsili konusunda tüm mirasçıların birlikte dava açması veya miras ortaklığına temsilci atanması yahut TMK’nın 644. Maddesi uyarınca iştirak halinde mülkiyetin müşterek mülkiyete dönüştürülmesi gerekmektedir. Davacının kendi mirasçılık payını talep yönünden aktif dava ehliyetinin bulunulmadığı dikkate alınmaksızın hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 03.02.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 4721/m.640-4, TÜRK MEDENİ KANUNU Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır. 4721/m.644 TÜRK MEDENİ KANUNU Bir mirasçı, terekeye dahil malların tamamı veya bir kısmı üzerindeki elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesi isteminde bulunduğu takdirde sulh hâkimi, diğer mirasçılara çağrıda bulunarak belirleyeceği süre içinde varsa itirazlarını bildirmeye davet eder. Elbirliği mülkiyetinin devamını haklı kılacak bir itiraz ileri sürülmediği veya mirasçılardan biri belirlenen süre içinde paylaşma davası açmadığı takdirde, istem konusu mal üzerindeki elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesine karar verilir. Terekeye dahil diğer hakların ve alacakların paylar oranında bölünmesi hususunda da yukarıdaki hükümler uygulanır. 4721/m.701-2TÜRK MEDENİ KANUNU Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır. 186 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Tarih: 11.7.2011 Esas: 2009/19275 Karar: 2011/23293 ♦♦ ÇALIŞMA KOŞULLARININ TEMELİNİ OLUŞTURAN EMREDİCİ HÜKÜMLERE AYKIRI OLARAK İŞÇİ ALEYHİNE ÇALIŞMA KOŞULLARINDA DEĞİŞİKLİK YAPILAMAYACAĞI ♦♦ ÇALIŞMA KOŞULLARINDA İŞÇİ ALEYHİNE ESASLI DEĞİŞİKLİK YAPILMASININ İŞÇİNİN KABULÜNE BAĞLI OLDUĞU ♦♦ ÇALIŞMA KOŞULLARINDAKİ DEĞİŞİKLİĞİN İŞVERENİN YÖNETİM HAKKI ÇERÇEVESİNDE OLABİLECEĞİ DURUMLAR ♦♦ ÇALIŞMA KOŞULLARINDA ESASLI DEĞİŞİKLİĞİ KABUL ETMEYEN İŞÇİNİN İŞ SÖZLEŞMESİNİN İŞVERENCE FESHİ HALİNDE, IŞÇİNİN İHBAR VE KIDEM TAZMİNATINI TALEP HAKKI DOĞACAĞI, BUNA KARŞILIK İŞÇİ TARAFINDAN İŞ SÖZLEŞMESİNİN FESHİ HALİNDE, İHBAR TAZMİNATI TALEP EDİLEMEYİP KIDEM TAZMİNATI İSTENEBİLECEĞİ ÖZET: Davacı kıdem, ihbar tazminatı isteklerinde bulunmuştur. Davalı davanın reddini savunmuş, Mahkemece istek gibi hüküm kurulmuştur. Özel Dairece; Taraflar arasında uyuşmazlık konusu, çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. İş Hukuku’nun en tartışmalı alanlarından biri, işçinin kabulüne bağlı olmayan değişiklik ile işverenin yönetim hakkı arasındaki ince çizginin ortaya konulmasıdır. Çalışma koşulları bakımından geriye gidişin işçinin rızası hilafına yapılamaması gerekir. 4857 sayılı İş Kanununa göre çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşverenin ücret ödeme borcu, işin nerede ve ne zaman görüleceği, işyerindeki çalışma süreleri, yıllık izin süreleri, ödenecek ücretin ekleri, ara dinlenmesi, evlenme, doğum, öğrenim, gıda, maluliyet ve ölüm yardımı gibi sosyal yardımlar da çalışma koşulları arasında yerini alır. İşçiye özel sağlık sigortası yapılması ya da işverence primleri ödenmek kaydıyla bireysel emeklilik sistemine dahil edilmesi de çalışma koşulları kavramına dahildir. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 187 Anayasada öngörülen çalışma yerini serbestçe seçme hakkı, çalışma hakkı ve ödevi, özel koruma ile dinlenme hakkı, sendika kurma hakkı, toplu iş sözleşmesi yapma hakkı ile grev ve lokavt hakları iş ilişkisine etkileri olan Anayasal haklardan en belirginleri olarak karşımıza çıkar. Uygulamada, yazılı olarak yapılan iş sözleşmelerinde çoğunlukla ayrıntılı düzenlemelere yer verilmemektedir. Çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik olduğu konusunda ispat yükü işçidedir. Anayasa, kanunlar, toplu iş sözleşmesi, bireysel iş sözleşmesi, personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ve işyeri uygulamaları bir bütün olarak çalışma koşullarını belirler. Buradaki temel sorun normların çatışması halinde ortaya çıkar. Özellikle, çalışma koşullarını belirleyen kaynaklar piramidinin üst sıralarında mutlak emredici olarak düzenlenen bir hususun, işçi lehine olsa da daha alt sıradaki kaynaklarla değiştirilmesi mümkün değildir. Bunun dışında mutlak emredici hükümlerin bulunmadığı hallerde çalışma koşullarını belirleyen kaynaklar arasında çatışma durumunda, işçinin yararına olan düzenleme ya da uygulamanın, çalışma koşulunu oluşturduğu kabul edilmelidir. Çalışma koşullarında değişiklik, işverenin yönetim hakkı ile doğrudan ilgilidir. İşveren işyerinin kârlılığı, verimliliği noktasında işin yürütümü için gerekli tedbirleri alır. İş görme ediminin yerine getirilmesi şeklini ve zamanını, hizmetin niteliğini işveren belirler. İşverenin yönetim hakkı, taraflar arasındaki iş sözleşmesi ya da işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinde açıkça düzenlenmeyen boşluklarda uygulama alanı bulur. İşyerinin devri de işverenin yönetim hakkının son aşamasıdır. İşyeri devri kural olarak çalışma koşullarında değişiklik olarak nitelendirilemez. Zorunlu nedenlerle fazla çalışma işçinin kabulüne bağlı değildir ve yasal sınırlar gözetilerek işçinin işverence verilecek talimatlara uyması gerekir. İşverenin yönetim hakkı kapsamında kalan ya da geçerli nedene dayanan değişiklikler, çalışma koşullarında esaslı değişiklik olarak nitelendirilemez. İşçinin davranışlarından kaynaklanan geçerli nedenlerle de çalışma koşullarının değiştirilmesi mümkün görülmelidir. Çalışma koşullarında değişiklik konusunda işçinin rızasının yazılı alınması yasa gereğidir. Aynı zamanda işverence değişiklik teklifinin de yazılı olarak yapılması gerekir. İşçinin değişikliği kabulü, sadece bu işlem yönünden geçerlidir. Yazılı olarak bir kabul olmamakla birlikte işçinin değişikliği kuşkuya yer vermeyecek biçimde kabul anlamına gelen davranışlar içine girmesi halinde ise, işçinin bu davranışı, 22. maddenin 2. fıkrası anlamında çalışma koşullarında anlaşma yoluyla değişiklik olarak değerlendirilmelidir. İşçiye yapılan değişiklik önerisi altı iş günlük sürenin geçmesinden yazılı olarak kabul edilmediği sürece işçiyi bağlamaz. Fesih bildiriminin şarta bağlanamayacağı kuralının istisnasını, gerçekleşmesi muhatabın iradesine bırakılan iradi şart oluşturur. İradi şartın tipik örneğini, fesih 188 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 bildiriminin sonuç doğurmasının değişiklik önerisinin kabulü veya reddi şartına bağlanmasıdır. Bu anlamda, fesih bildiriminin geciktirici veya bozucu şarta bağlanması mümkündür. İşçinin değişiklik önerisini kabul etmesi halinde iş sözleşmesinin feshinin, geçersiz olacağının açıklandığı durumlarda, bozucu şarta bağlı değişiklik feshi söz konusudur. Belirtilen uygulama biçiminde, işveren işçinin sözleşmesinin bildirim süresine uygun olarak feshedildiğini bildirmekle birlikte, çalışma koşullarında değişiklik önerisini getirmekte ve değişikliğin kabul edilmesi durumunda feshin geçersiz olacağını açıklamaktadır. Bu durumda da işçiye en az altı iş günü süre tanınmalı ve bozucu şarta bağlı bildirim yazılı olarak yapılmalıdır. İşçinin değişiklik teklifini kabul etmesi halinde, fesih geçersiz olur ve iş ilişkisi yeni çalışma koşullarında çalışma şeklinde devam eder. Aksi halde fesih, bildirimin işçiye tebliği ile birlikte geçerli olur ve bildirim önelinin geçmesiyle iş ilişkisi sona erer. Değişiklik feshine gidebilmek için işçinin yeterliliğinden, davranışından veya işletme gereklerinden kaynaklanan geçerli bir nedenin bulunması gereklidir. Geçerli bir nedenin varlığı tespit edilmezse, değişiklik feshi geçersiz kabul edilmelidir. İşçiye, mümkünse, onun açısından en az olumsuzluk teşkil eden teklifte bulunulmalıdır. Şüphesiz, işverenin önerdiği değişiklik teklifinin feshin tek alternatifi olduğu; başka içerikte bir değişiklik önerisinin yapılmasının mümkün olmadığı sonucuna varılırsa, işçi tarafından teklifin kabul etmesinin beklenebilir olup olmadığının denetimi yapılmaz. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesinde çalışma koşullarında esaslı değişiklik sebebiyle işçinin iş sözleşmesini haklı olarak feshedebileceği öngörülmemiştir. Bununla birlikte çalışma koşullarının değiştirilmesi aynı zamanda koşullarının uygulanmaması anlamına geldiğinden, aynı Yasa’nın 24/11- f bendinde belirtilen hal, işçinin haklı fesih nedenleri arasında sayılmıştır. Bu durumda işçinin ihbar tazminatı talep hakkı doğmazsa da, kıdem tazminatı ödenmelidir. Bununla birlikte, çalışma koşullarında esaslı değişikliği kabul etmeyen işçinin iş sözleşmesinin işverence feshi halinde, işçinin ihbar ve kıdem tazminatlarını talep hakkı doğar. Somut olayda; davacının davalı tekstil işyerinin raşel bölümünde makineci olarak çalışırken, bu bölümdeki makinelerin satılması üzerine yuvarlak örgü diye tanımlanan bölümde görevlendirildiği, dosya üzerinden görüş bildiren bilirkişinin yeni bölümde iş şartlarının ağırlaştığını belirttiği, bunun üzerine mahkemece; iş şartlarının ağırlaştırılmasını kabul etmeyen ve yeni makinelerde çalışmayarak yedi gün güvenlik kulübesinde oturan davacının iş sözleşmesinin işverence feshinin haklı nedene dayanmadığı kabul edilmiştir. Davacının iş sözleşmesinde işyerinin üretim, imalat, paketleme vs gibi tüm bölümlerinde çalışacağı yazılıdır. Davalı iki bölüm arasında hiçbir teknik farklılık olmadığını savunmaktadır. Bilirkişi tarafından işyerinde önceki ve sonraki makineler üzerinde bizzat görülerek keşif yapılmadan, salt davacı tanık anlatımları tekrarlanarak, önceki makinenin bir kez yüklendikten sonra sadece kontrolünün gerektiği, SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 189 örgü makinesinde ise sürekli ipi doldurmak gerektiği, bu nedenle yeni işi daha fazla efor ve özen gerektirdiğinden iş şartlarında ağırlaşmanın söz konusu olduğu gibi farazi ve hayatın olağan akışına da uymayan bilirkişi raporu ile yetinilerek sonuca gidilmesi ve dava dilekçesindeki talebin hizmet süresi yönünden aşılması hatalı görülerek Yerel Mahkeme kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 1086/m.74 4857/m.17, 18, 21, 22, 24-II-f, 42 DAVA : Davacı, kıdem ve ihbar tazminatı, izin ve fazla çalışma ücret alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır. Hüküm süresi içinde davalılardan G... Gen. Mak. Teks. San. Tic. Ltd. Şti. tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Davacı kıdem, ihbar tazminatı isteklerinde bulunmuştur. Davalı davanın reddini savunmuştur. Mahkemece istek gibi hüküm kurulmuştur. Kararı yasal süresi içinde davalı G... Ltd. Şti. temyiz etmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalı G... Ltd. Şti. vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Taraflar arasında uyuşmazlık konusu, çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. İş Hukuku’nun en tartışmalı alanlarından biri, çalışma koşullarının tespiti ile bu koşulların uygulanması, değişiklik yapılması, en nihayet işçinin kabulüne bağlı olmayan değişiklik ile işverenin yönetim hakkı arasındaki ince çizginin ortaya konulmasıdır. İş Hukuku, işçi haklan yönünden sürekli ileriye yönelik gelişimci bir karaktere sahiptir. Bu anlayıştan hareket edildiğinde, işçinin haklarının iş ilişkisinin devamı sırasında daha ileriye götürülmesi, iş hukukunun temel amaçları arasındadır. Çalışma koşulları bakımından geriye gidişin işçinin rızası hilafına yapılamaması gerekir. İş ilişkisinden kaynaklanan ve işin yerine getirilmesinde tabi olunan hak ve borçların tümü, “çalışma koşulları” olarak değerlendirilmelidir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesinde, “işveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli 190 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21. madde hükümlerine göre dava açabilir” düzenleme, çalışma koşullarındaki değişikliğin normatif dayanağını oluşturur. Çalışma koşullarının değişikliğinden söz edebilmek için öncelikle bu koşulların neler olduğunun ortaya konulması gerekir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesinden de yola çıkılarak, Anayasa, yasalar, toplu ya da bireysel iş sözleşmesi, personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ile işyeri uygulamasından doğan işçi ve işveren ilişkilerinin bütünü, çalışma koşulları olarak değerlendirilmelidir. İş sözleşmesinin esaslı unsurları olan işçinin iş görme borcu ile bunun karşılığında işverenin ücret ödeme borcu, çalışma koşullarının en önemlileridir. Bundan başka, işin nerede ve ne zaman görüleceği, işyerindeki çalışma süreleri, yıllık izin süreleri, ödenecek ücretin ekleri, ara dinlenmesi, evlenme, doğum, öğrenim, gıda, maluliyet ve ölüm yardımı gibi sosyal yardımlar da çalışma koşulları arasında yerini alır. İşçiye özel sağlık sigortası yapılması ya da işverence primleri ödenmek kaydıyla bireysel emeklilik sistemine dahil edilmesi de çalışma koşulları kavramına dahildir ( Yargıtay 9. HD 27.10.2008 gün 2008/29715 E., 2008/28944 K. ). Kanunların içinde ve üstünde bir yere sahip olan Anayasa’da çalışma koşullarına ilişkin birtakım genel düzenlemeler yer almaktadır. Anayasa’nın güvence altına aldığı temel hak ve özgürlükler ile sosyal ve ekonomik haklar, bütün çalışma koşullarının oluşumunda ve çerçevelerinin belirlenmesinde etkilidir. Bu açıdan Anayasa’nın temel hak ve özgürlükler ile sosyal ve ekonomik hakları çalışma koşulları belirlenirken gözönünde bulundurulmalıdır ( Yargıtay 9. HD 18.07.2008 gün 2007/23508 E., 2008/20604 K. ). Anayasa’nın 48. maddesinde öngörülen çalışma yerini serbestçe seçme hakkı, 49. maddedeki çalışma hakkı ve ödevi, 50. maddedeki çalışma şartları bakımından öngörülen özel koruma ile dinlenme hakkı, 51. maddedeki sendika kurma hakkı, 53. maddedeki toplu iş sözleşmesi yapma hakkı ile 54. maddedeki grev ve lokavt hakları iş ilişkisine etkileri olan Anayasal haklardan en belirginleri olarak karşımıza çıkar. Anayasal temeli olan yıllık izin hakkı yönünden bir örnek vermek gerekirse, işverenin işçinin bu dinlenme hakkını kısıtlayan uygulamalara gitmesi durumunda, çalışma koşulları işçi aleyhine ağırlaştırılmış olmaktadır. Çalışma koşullarını belirleyen kaynaklardan en önemlisi şüphesiz 4857 sayılı İş Kanunu olmaktadır. İşçinin ücretinin alt sınırının gösterildiği ( m. 39 ), günlük ve haftalık çalışma sürelerinin belirlendiği ( m. 41 ve 63 ), hangi hallerde günlük ve haftalık iş sürelerini aşan çalışmaların yapılabileceğinin ve bu durumda ödenmesi gereken ücretlerin ve daha pek çok konunun açıklandığı İş Kanunu, çalışma koşullarının temelini oluşturur. İş ilişkisinde bu gibi emredici hükümlerin dışında ve işçi aleyhine bir uygulamaya gidilemeyeceği gibi aksine uygulama iş koşulu haline gelmez. Örneğin tam süreli SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 191 bir iş sözleşmesi ile çalışan bir işçiye sürekli olarak asgari ücretin altında ücret ödenmiş olması iş koşulunu oluşturmaz. Hafta Tatili Kanunu, Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun gibi kanun hükümleri de çalışma koşullarının belirlenmesinde etkilidir. Toplu iş sözleşmesi de, çalışma koşullarının belirlenmesinde önemli yeri bulunan bir hukuk kaynağıdır. Çalışma koşullarının işçi lehine olarak de-ğiştirilebileceği ve bunun iş sözleşmesi hükmü olarak geçerli olduğu 2822 sayılı Yasa’nın 6. maddesinde öngörülmüştür. Toplu iş sözleşmesini düzenleyen taraflarca toplu iş sözleşmesi hükümlerinin değiştirilmesi mümkündür. Ancak Dairemizin kökleşmiş uygulamasına göre toplu iş sözleşmesinde yapılacak olan değişiklik geçmişe etkili olamaz ( Yargıtay 9. HD 21.02.2006 gün 2005/38473 E., 2006/4428, Yargıtay 9. HD 18.07.2008 gün 2007/23508 E., 2008/20604 K. ). Toplu iş sözleşmesinin tarafları arasında çoğunlukla “protokol” adı altında yapılan bu değişiklikler, yapıldıkları tarihten ileriye dönük olarak sonuçlarını doğurur ( Yargıtay 9. HD 18.02.2009 gün, 2007/36366 E., 2009/2936 K. ). Borçlar Hukuku’nda olduğu gibi İş Hukuku’nda da kural, ( BK 19/1 ) sözleşme serbestisidir. Taraflar iş ilişkisinde dikkate alınması gereken kuralları yasalarla belirlenen emredici hukuk kurallarına aykırı olmamak kaydıyla serbestçe belirleyebilirler. 1475 sayılı İş Kanunu’nda yazılı sözleşmede bulunması gereken unsurlar gösterildiği halde, 4857 sayılı İş Kanunu’nda bu yönde bir kurala yer verilmemiştir. Bu noktada iş sözleşmesinde bulunması gereken öğeler yönünden de bir serbestinin olduğu söylenebilir. Çalışma koşullarında değişikliğe dair sözleşmenin de kural olarak yazılı biçimde yapılması gerekmez. Uygulamada, yazılı olarak yapılan iş sözleşmelerinde çoğunlukla işçinin yerine getireceği iş, unvanı, ücret ve ekleri belirtilmekle birlikte, çalışma koşullarının tespitine yönelik ayrıntılı düzenlemelere yer verilmemektedir. Bu noktada çalışma koşullarının tespiti ve değişikliğin yapılıp yapılmadığı konularında ispat sorunlarını beraberinde getirmektedir. Çalışma koşullarında işçi aleyhine esaslı değişiklik olduğu konusunda ispat yükü işçidedir. Çalışma koşullarının belirlenmesinin ardından, yapılmak istenenin, değişiklik olup olmadığı ve en sonunda işçi aleyhine olduğu işçi tarafından kanıtlanmalıdır. İş ilişkisinin taraflarının iş sözleşmesinde, gerektiğinde işverence çalışma koşullarında değişiklik yapabileceğine dair düzenlemelere gitmeleri halinde, işverenin genişletilmiş yönetim hakkından söz edilir. Bu halde işveren, yönetim hakkını kötüye kullanmamak ve sözleşmedeki sınırlara uymak kaydıyla işçinin çalışma koşullarında değişiklik yapma hakkını sürekli olarak kazanmış olmaktadır. Örneğin, işçinin gerektiğinde işverene ait diğer işyerlerinde de görevlendirilebileceği şeklinde sözleşme hükümleri, işverenin bu konuda değişiklik yapma hakkını saklı tutar. Anılan hak objektif olarak kullanılmalıdır. İşçinin iş sözleşmesinin feshini sağlamak için sözleşme hükmünün uygulamaya konulması, işverenin yönetim hakkının kötüye kullanılması niteliğindedir ( Yargıtay 9. HD 07.07.2008 gün, 2007/24548 E., 2008/19209 K. ). 192 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Çalışma koşullarını belirleyen kaynaklar arasında, iş sözleşmesinin eki sayılan personel yönetmeliği veya işyeri iç yönetmeliği gibi belgeler de yerini alır. Bu nedenle işçinin açık veya örtülü onayını almış personel yönetmeliği, iş sözleşmesi hükmü niteliğindedir. İşyerinde öteden beri uygulanmakta olan personel yönetmeliğinin kural olarak işçi ile iş ilişkisinin kurulduğu anda işçiye bildirilmesi gerekir. Daha sonra yapılacak olan değişikliklerin de işçiye duyurulması, bağlayıcılık açısından gereklidir. İşveren tarafından kanuni ve sözleşmesel bir zorunluluk olmadığı halde, işverence işyerinde uygulana gelen işyeri uygulamaları da çalışma koşullarının belirlenmesinde etkindir. İşyerindeki uygulamaların tüm işçiler yönünden toplu bir nitelik taşıması mümkün olduğu gibi, eşit konumda olan bir ya da birkaç işçi açısından süregelen uygulamalar da çalışma koşullarını oluşturabilir. Çalışma koşullarının değiştirilmesi, işçiye hiç iş verilmemesi ya da daha az iş verilmesi şeklinde de ortaya çıkabilir. İşçinin parça başı ücret usulüne göre çalıştığı durumlarda bu durumun işçi aleyhine olduğu tartışmasızdır. Ancak işçiden iş görmesinin istenmemekle birlikte, ücret ve diğer ayni ve sosyal haklarının aynen devam ettirilmesi de çalışma koşullarında değişiklik anlamına gelebilir. Gerçekten, işçinin çalıştığı sürece kendisini geliştirme imkanına sahip olduğu kabul edilmelidir. İşçinin işyerinden kaynaklanan geçerli nedenlerle sürekli olarak işyerinin değiştirilmesi şeklinde bir uygulamanın varlığı halinde, başka işyerlerinde zaman zaman görevlendirilmesi çalışma koşulları arasındadır. Böyle bir durumda işçinin bir başka işyerinde görev verilmesi, kural olarak, çalışma koşullarında değişiklik niteliğinde sayılamaz. Örneğin işçinin çeşitli şantiyelerin proje müdürü olması halinde ve sürekli olarak değişik yerlerde kurulu bu şantiyelerde görev yapması halinde, işverence kabul edilebilir sınırlar dahilinde aynı türdeki bir başka görevlendirmeyi reddedemez. Çalışma koşullarını belirleyen faktörler arasında yukarıdan aşağıya doğru bir sıralama yapmak gerekirse; Anayasa, kanunlar, toplu iş sözleşmesi, bireysel iş sözleşmesi, personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ve işyeri uygulamaları bir bütün olarak çalışma koşullarını belirler. Buradaki temel sorun normların çatışması halinde ortaya çıkar. Özellikle, çalışma koşullarını belirleyen kaynaklar piramidinin üst sıralarında mutlak emredici olarak düzenlenen bir hususun, işçi lehine olsa da daha alt sıradaki kaynaklarla değiştirilmesi mümkün değildir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21. maddesinin son fıkrası hükmü bu konuda örnek olarak verilebilir. Feshin geçersizliğinin tespiti üzerine işverenin bir aylık işe başlatma süresi, işe başlatmama tazminatının alt ve üst sınırı ile boşta geçen sürenin en çok dört ayla sınırlı olduğu yönündeki yasa hükümleri yasada mutlak emredici olarak belirlenmiş ve işçi lehine de olsa değişiklik yolu kapatılmıştır. Bunun dışında mutlak emredici hükümlerin bulunmadığı hallerde çalışma koşullarını belirleyen kaynaklar arasında çatışma durumunda, işçinin yararına olan düzenleme ya da uygulamanın, çalışma koşulunu oluşturduğu kabul edilmelidir. Örneğin yasada haftalık 45 saati aşan çalışmaların %50 zamlı olarak ödeneceği kuralına rağmen, SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 193 işverenin bu yönde hiç ödeme yapmamış olması, çalışma koşullarının fazla çalışmanın ödenmeyeceği yönünde ortaya çıkmasını gerektirmez. Aynı şekilde işverenin %50 zamlı ücret yerine daha az bir oranda ödeme yapmış olması da, işçi aleyhine olmakla bağlayıcılık taşımaz. Buna karşın, işçiye fazla çalışma ücretlerinin %100 zamlı ücret üzerinden ödenmesine dair iş sözleşmesi ya da süreklilik gösteren işyeri uygulaması geçerli olup, işçiye fazla çalışma ücretlerinin %100 zamlı olarak ödenmesi yönünde çalışma koşulu ortaya çıkmış olur. Çalışma koşullarında değişiklik, işverenin yönetim hakkı ile doğrudan ilgilidir. İşveren işyerinin kârlılığı, verimliliği noktasında işin yürütümü için gerekli tedbirleri alır. İş görme ediminin yerine getirilmesi şeklini ve zamanını, hizmetin niteliğini işveren belirler. İşverenin yönetim hakkı, taraflar arasındaki iş sözleşmesi ya da işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinde açıkça düzenlenmeyen boşluklarda uygulama alanı bulur. Aynı şekilde işyerinin devri de işverenin yönetim hakkının son aşamasıdır. İşyeri devri kural olarak çalışma koşullarında değişiklik olarak nitelendirilemez. Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre, işyeri devrinin çalışma koşullarını ağırlaştıran bir yönü olup olmadığı araştırılmalıdır ( Yargıtay 9. HD 11.07.2008 gün 2007/23953 E., 2008/19878 K., Yargıtay 9. HD 27.10.2005 gün 2005/5396 E., 2005/34825 K. ). İşçinin acil ve arızi durumlarda görev tanımının dışında çalıştırılması ve fazla mesai yaptırılması olanaklıdır. İşverenin yönetim hakkı bu tür olağanüstü durumlarda daha geniş biçimde değerlendirilmelidir. Örneğin işyerinde yangın, sel baskını veya deprem gibi doğal afetler sebebiyle önleyici tedbirlerin alınması sırasında işçinin işverenin göstereceği her türlü işi, iş güvenliği tedbirleri ve insanın dayanma gücü dahilinde yerine getirmesi beklenir. Öte yandan, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 42. maddesi çerçevesinde zorunlu nedenlerle fazla çalışma işçinin kabulüne bağlı değildir ve yasal sınırlar gözetilerek işçinin işverence verilecek talimatlara uyması gerekir. İşverenin yönetim hakkı kapsamında kalan ya da geçerli nedene dayanan değişiklikler, çalışma koşullarında esaslı değişiklik olarak nitelendirilemez. Geçerli neden işçinin verimi ile davranışlarından ya da işyeri gereklerinden kaynaklanabilir. Örneğin işçinin çalıştığı bölümde objektif olarak ortaya konulan performans kriterlerine göre verimsizliğinin saptanması ve hatta işverence bu yönde verilen eğitime rağmen sonuç alınmaması durumunda işverence işçinin başka bir işte görevlendirilmesi mümkündür. İşçinin davranışlarından kaynaklanan geçerli nedenlerle de çalışma koşullarının değiştirilmesi mümkün görülmelidir. Şoför olarak istihdam edilen işçinin sık sık trafik cezası alarak işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, ya da sürücü belgesine mahkeme kararıyla geçici olarak el konulması gibi durumlarda, işverenin işçiyi geçici ya da sürekli olarak başka bir işte görevlendirebileceği kabul edilmelidir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesinin ikinci fıkrasında, çalışma koşularının, tarafların karşılıklı uzlaşmaları ile değiştirilmesinin her zaman mümkün olduğu kurala bağlanmıştır. 194 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Çalışma koşullarında değişiklik konusunda işçinin rızasının yazılı alınması yasa gereğidir. Aynı zamanda işverence değişiklik teklifinin de yazılı olarak yapılması gerekir. İşçi çalışma koşullarında yapılmak istenen değişikliği usulüne uygun biçimde yazılı olarak ve süresi içinde kabul ettiğinde, değişiklik sözleşmesi kurulmuş olur. İşçinin değişikliği kabulü, sadece bu işlem yönünden geçerlidir. Bir başka anlatımla işveren işçinin bir kez vermiş olduğu değişiklik kabulünü, daha sonraki dönemlerde başka değişiklikler için kullanamaz. İşçinin değişikliği kabul yazısının işverene ulaşma anına kadar bu değişiklikten vazgeçmesi mümkündür. Yazılı olarak bir kabul olmamakla birlikte işçinin değişikliği kuşkuya yer vermeyecek biçimde kabul anlamına gelen davranışlar içine girmesi halinde ise, işçinin bu davranışı, 22. maddenin 2. fıkrası anlamında çalışma koşullarında anlaşma yoluyla değişiklik olarak değerlendirilmelidir. İşyerinde müdür unvanını taşıyan bir işçinin daha alt bir göreve verilmesi ve işçinin bu yeni görevini benimseyerek çalışması durumu buna örnek olarak verilebilir. İşçiye yapılan değişiklik önerisi altı iş günlük sürenin geçmesinden yazılı olarak kabul edilmediği sürece işçiyi bağlamaz. Bu sürenin geçirilmesinden sonra, işçinin değişiklik önerisi kabul etmesi, işverene işçi tarafından yöneltilen yeni icap olarak kabul edilir. İşveren iş sözleşmesini ancak altı iş günlük sürenin geçmesinden sonra feshedebilir. İşçinin altı işgünü geçmesinden sonra yaptığı kabul beyanı üzerine işverenin iş sözleşmesini feshi, kendisine yöneltilen yeni icap beyanının örtülü olarak reddi anlamına gelir. İşçi çalışma koşullarında esaslı değişikliği kabul etmez ve işyerinde çalışmaya devam edilirse, değişiklik gerçekleşmemiş ve sözleşme eski şartlarla devam ediyor sayılır. Bu durumda işveren, değişiklik teklifinden vazgeçerek sözleşmenin eski şartlarda devamını isteyebilir ya da çalışma koşullarında değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak koşulu ile sözleşmeyi feshedebilir. Fesih bildiriminin şarta bağlanamayacağı kuralının istisnasını, ger-çekleşmesi muhatabın iradesine bırakılan iradi şart oluşturur. İradi şartın tipik örneğini, fesih bildiriminin sonuç doğurmasının değişiklik önerisinin kabulü veya reddi şartına bağlanmasıdır. Bu anlamda, fesih bildiriminin geciktirici veya bozucu şarta bağlanması mümkündür. Geciktirici şarta bağlı fesih bildiriminde, işveren, fesih bildiriminin, işçinin değişiklik önerisini reddetmesi veya zamanında kabul etmemesi durumunda hüküm ve sonuçlarını doğuracağını ifade ederek, değişiklik fesih bildiriminde bulunabilir. Feshin hüküm ve sonuçları değişiklik önerisinin işçi tarafından reddi ve kabul edilmemesi durumunda doğar. Geciktirici şarta bağlı değişiklik feshinde, değişikliğin yazılı olarak kabulü için altı günden az süre tanınamaz. Aynı zamanda değişikliğin dayanağı ile fesih için geçerli neden işverence yazılı olarak açıklanmalıdır. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 195 İşçinin değişiklik önerisini kabul etmesi halinde iş sözleşmesinin feshinin, geçersiz olacağının açıklandığı durumlarda, bozucu şarta bağlı değişiklik feshi söz konusudur. Belirtilen uygulama biçiminde, işveren işçinin sözleşmesinin bildirim süresine uygun olarak feshedildiğini bildirmekle birlikte, çalışma koşullarında değişiklik önerisini getirmekte ve değişikliğin kabul edilmesi durumunda feshin geçersiz olacağını açıklamaktadır. Bu durumda da işçiye en az altı iş günü süre tanınmalı ve bozucu şarta bağlı bildirim yazılı olarak yapılmalıdır. İşçinin değişiklik teklifini kabul etmesi halinde, fesih geçersiz olur ve iş ilişkisi yeni çalışma koşullarında çalışma şeklinde devam eder. Aksi halde fesih, bildirimin işçiye tebliği ile birlikte geçerli olur ve bildirim önelinin geçmesiyle iş ilişkisi sona erer. Değişiklik feshinde geçerli neden denetimi iki aşamalı olarak yapılmalıdır. İlk olarak, iş sözleşmesinin muhtevasında değişikliği gerekli kılan geçerli neden bulunmalıdır. Dolayısıyla, İş Kanunu’nun 18. maddesinde fesih için aranan geçerli nedenler, değişiklik feshinde de aynen bulunmalıdır. Bir başka anlatımla, değişiklik feshine gidebilmek için işçinin yeterliliğinden, davranışından veya işletme gereklerinden kaynaklanan geçerli bir nedenin bulunması gereklidir. Dolayısıyla, İş Kanunu’nun 18. maddesinde belirtilen geçerli nedenlere ilişkin denetim burada da aynen yapılmalıdır. Denetimin ağırlığı ve ölçüsü farklılık arz etmez. Yapılacak denetimde, söz konusu madde anlamında geçerli bir nedenin varlığı tespit edilmezse, ikinci aşamaya geçmeden değişiklik feshi geçersiz kabul edilmelidir. İş sözleşmesinin değiştirilmesini gerektiren bir geçerli nedenin varlığının tespiti halinde, ikinci aşamada, fiilen teklifi edilen sözleşme değişikliğinin kanuna ve toplu iş sözleşmesine uygun olup olmadığı; ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığı ve işçiden bu teklifi kabul etmesinin haklı olarak beklenebilip beklenemeyeceğinin; bir başka anlatımla, kendisine yapılan değişiklik teklifini kabullenmek zorunda olup olmadığı denetiminin yapılması gerekir. Demek ki, değişiklik feshinin geçerliliğine ilişkin denetiminin ikinci aşamasında, değişiklik teklifinin denetimi söz konusudur. Bu bağlamda esas itibarıyla ölçülülük denetimi yapılmalıdır ( Yargıtay 9. HD 07.07.2008 gün 2007/24548 E., 2008/19209 K. ). Denetim, somut olayın özelliklerine göre yapılmalıdır. Buna göre, değişiklik feshi, ancak, çalışma şartlarının değiştirilmesi için uygun ve daha hafif çare olarak gerekli ve takip edilen amaca göre orantılı ise, ultima ratio olarak gündeme gelebilir. Çalışma şartlarının değiştirilmesini gerektirmeyecek veya daha hafif çalışma şartlarının önerilmesini gerektirecek ve aynı amaca, aynı şekilde ulaşılmasını mümkün kılacak organizasyona yönelik veya teknik ya da ekonomik alana ilişkin başka bir tedbirin mevcut olmaması gerekir. İşveren ayrıca, mümkünse, sözleşmenin değiştirilmesine ilişkin olarak daha az radikal olan bir teklifte bulunmalıdır. Değişiklik teklifi, iş hukukuna ilişkin eşit davranma ilkesini ihlal ediyorsa, bu teklife işçi katlanmak zorunda olmadığından, değişiklik feshi geçersiz sayılır. İş sözleşmesinin içeriği birkaç unsur açısından değiştirilmesi teklif edilmişse, işçi tarafından kabul etmesinin beklenebilir olup olmadığının denetimi her bir unsur açısından ayrı ayrı gerçekleştirilmelidir. Değiştirilmesi teklif edilen birkaç unsurdan sadece 196 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 birisinin kabulünün işçi açısından beklenemez olduğuna karar verilirse, değişiklik feshinin tamamının geçersizliğine hükmedilmelidir. Mahkeme, sözleşme değişikliğinin kısmen geçerli kısmen geçersiz olduğuna karar veremez. İşçiye, mümkünse, onun açısından en az olumsuzluk teşkil eden teklifte bulunulmalıdır. Şüphesiz, işverenin önerdiği değişiklik teklifinin feshin tek alternatifi olduğu; başka içerikte bir değişiklik önerisinin yapılmasının mümkün olmadığı sonucuna varılırsa, işçi tarafından teklifin kabul etmesinin beklenebilir olup olmadığının denetimi yapılmaz. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 22. maddesinde çalışma koşullarında esaslı değişiklik sebebiyle işçinin iş sözleşmesini haklı olarak feshedebileceği öngörülmemiştir. Bununla birlikte çalışma koşullarının değiştirilmesi aynı zamanda koşullarının uygulanmaması anlamına geldiğinden, aynı Yasa’nın 24/11- f bendinde belirtilen hal, işçinin haklı fesih nedenleri arasında sayılmıştır. Bu durumda işçinin ihbar tazminatı talep hakkı doğmazsa da, kıdem tazminatı ödenmelidir. Bununla birlikte, çalışma koşullarında esaslı değişikliği kabul etmeyen işçinin iş sözleşmesinin işverence feshi halinde, işçinin ihbar ve kıdem tazminatlarını talep hakkı doğar. Somut olayda; davacının davalı tekstil işyerinin raşel bölümünde makineci olarak çalışırken, bu bölümdeki makinelerin satılması üzerine yuvarlak örgü diye tanımlanan bölümde görevlendirildiği, dosya üzerinden görüş bildiren bilirkişinin yeni bölümde iş şartlarının ağırlaştığını belirttiği, bunun üzerine mahkemece; iş şartlarının ağırlaştırılmasını kabul etmeyen ve yeni makinelerde çalışmayarak yedi gün güvenlik kulübesinde oturan davacının iş sözleşmesinin işverence feshinin haklı nedene dayanmadığı kabul edilmiştir. Davacının iş sözleşmesinde işyerinin üretim, imalat, paketleme vs gibi tüm bölümlerinde çalışacağı yazılıdır. Davalı iki bölüm arasında hiçbir teknik farklılık olmadığını savunmaktadır. Bilirkişi tarafından işyerinde önceki ve sonraki makineler üzerinde bizzat görülerek keşif yapılmadan, salt davacı tanık anlatımları tekrarlanarak, önceki makinenin bir kez yüklendikten sonra sadece kontrolünün gerektiği, örgü makinesinde ise sürekli ipi doldurmak gerektiği, bu nedenle yeni işi daha fazla efor ve özen gerektirdiğinden iş şartlarında ağırlaşmanın söz konusu olduğu gibi farazi ve hayatın olağan akışına da uymayan bilirkişi raporu ile yetinilerek sonuca gidilmesi hatalıdır. 3- Davacı dava dilekçesinde iş sözleşmesinin 23.03.2007 tarihinde feshedildiğini belirttiği halde hizmet süresinin 02.04.2007 tarihine kadar hesaplanması HUMK’nun 74. maddesine aykırıdır. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten ( BOZULMASINA ), peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 11.07.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 197 İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 4857/m.17 İŞ KANUNU Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir. İş sözleşmeleri; a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra, b) İşi altı aydan birbuçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört hafta sonra, c) İşi birbuçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı hafta sonra, d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için, bildirim yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra, Feshedilmiş sayılır. Bu süreler asgari olup sözleşmeler ile artırılabilir. Bildirim şartına uymayan taraf, bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır. İşveren bildirim süresine ait ücreti peşin vermek suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşverenin bildirim şartına uymaması veya bildirim süresine ait ücreti peşin ödeyerek sözleşmeyi feshetmesi, bu Kanunun 18, 19, 20 ve 21 inci maddesi hükümlerinin uygulanmasına engel olmaz. 18 inci maddenin birinci fıkrası uyarınca bu Kanunun 18, 19, 20 ve 21 inci maddelerinin uygulanma alanı dışında kalan işçilerin iş sözleşmesinin, fesih hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda işçiye bildirim süresinin üç katı tutarında tazminat ödenir. Fesih için bildirim şartına da uyulmaması ayrıca dördüncü fıkra uyarınca tazminat ödenmesini gerektirir. Bu maddeye göre ödenecek tazminatlar ile bildirim sürelerine ait peşin ödenecek ücretin hesabında 32 nci maddenin birinci fıkrasında yazılan ücrete ek olarak işçiye sağlanmış para veya para ile ölçülmesi mümkün sözleşme ve Kanundan doğan menfaatler de göz önünde tutulur. 4857/m.18 İŞ KANUNU Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. Altı aylık kıdem hesabında bu Kanunun 66 ncı maddesindeki süreler dikkate alınır. Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz: a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak. b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak. c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip için işveren aleyhine idari veya adli makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak. d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler. e) 74 üncü maddede öngörülen ve kadın işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek. f) Hastalık veya kaza nedeniyle 25 inci maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık. 198 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 İşçinin altı aylık kıdemi, aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir. İşletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri hakkında bu madde, 19 ve 21 inci maddeler ile 25 inci maddenin son fıkrası uygulanmaz. 4857/m.21 İŞ KANUNU İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur. Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler. Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir. İşçi işe başlatılırsa, peşin olarak ödenen bildirim süresine ait ücret ile kıdem tazminatı, yukarıdaki fıkra hükümlerine göre yapılacak ödemeden mahsup edilir. İşe başlatılmayan işçiye bildirim süresi verilmemiş veya bildirim süresine ait ücret peşin ödenmemişse, bu sürelere ait ücret tutarı ayrıca ödenir. İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur. Bu maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri sözleşmeler ile hiçbir suretle değiştirilemez; aksi yönde sözleşme hükümleri geçersizdir. 4857/m.22 İŞ KANUNU İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir. Taraflar aralarında anlaşarak çalışma koşullarını her zaman değiştirebilir. Çalışma koşullarında değişiklik geçmişe etkili olarak yürürlüğe konulamaz. 4857/m.24-II-f İŞ KANUNU f) Ücretin parça başına veya iş tutarı üzerinden ödenmesi kararlaştırılıp da işveren tarafından işçiye yapabileceği sayı ve tutardan az iş verildiği hallerde, aradaki ücret farkı zaman esasına göre ödenerek işçinin eksik aldığı ücret karşılanmazsa yahut çalışma şartları uygulanmazsa. 4857/m.42 İŞ KANUNU Gerek bir arıza sırasında, gerek bir arızanın mümkün görülmesi halinde yahut makineler veya araç ve gereç için hemen yapılması gerekli acele işlerde, yahut zorlayıcı sebeplerin ortaya çıkmasında, işyerinin normal çalışmasını sağlayacak dereceyi aşmamak koşulu ile işçilerin hepsi veya bir kısmına fazla çalışma SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 199 yaptırılabilir. Bu durumda fazla çalışma yapan işçilere uygun bir dinlenme süresi verilmesi zorunludur. Şu kadar ki, zorunlu sebeplerle yapılan fazla çalışmalar için 41 inci maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları hükümleri uygulanır. 1086/m.74 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU Kanunu Medeni ile muayyen hükümler mahfuz olmak üzere hakim her iki tarafın iddia ve müdafaalariyle mukayyet olup ondan fazlasına veya başka bir şeye hüküm veremez. Tahakkuk edecek hale göre talepten noksan ile hüküm caizdir. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Tarih: 13.4.2011 Esas: 2009/49584 Karar: 2011/11186 ♦♦ İŞ SÖZLEŞMESİNİN TARAFLARIN ORTAK İRADESİYLE SONA ERDİRİLMESİNİN İKALE OLARAK DEĞERLENDİRİLECEĞİ ♦♦ İŞÇİ VE İŞVEREN İRADELERİNİN FESİH KONUSUNDA BİRLEŞMESİNİN, BİR TARAF FESHİ NİTELİĞİNDE DEĞERLENDİRİLEMEYECEĞİ ÖZET: Davacı vekili, müvekkilinin davalı işyerinde çalıştığını, baskı altında müvekkilin elinden dilekçe alınarak iş sözleşmesini fesih ettiklerini, davalı tarafından geçerli ve haklı bir neden olmadan feshedildiğini belirterek, feshin geçersizliğine, davacının işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılma halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücret ve diğer hakların belirlenmesini istemiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairece; Taraflar arasındaki iş ilişkinin bozma sözleşmesi sonucu sona erip ermediği hususu temel uyuşmazlığı oluşturmaktadır. Bozma sözleşmesi yasalarımızda düzenlenmiş değildir. Sözleşmenin doğal yollar dışında tarafların ortak iradesiyle sonra erdirilmesi yönündeki işlem ikale olarak değerlendirilmelidir. 200 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 İşçi ve işveren iradelerinin fesih konusunda birleşmesi, bir taraf feshi niteliğinde değildir. İkale sözleşmesi akdetmeye yönelik icap, fesih olarak değerlendirilip, feshe tahvil edilemez. Bozma sözleşmesinin şekli, yapılması, kapsam ve geçerliliği Borçlar Kanunu hükümlerine göre, buna karşılık iş sözleşmesinin bozma sözleşmesi yoluyla sona erdirilmesi, İş Hukukununa göre yorumlanacaktır. Bir işçinin bozma sözleşmesi yapma konusundaki icap veya kabulde bulunmasının ardından işveren feshi haline özgü iş güvencesi hükümlerinden yararlanmak istemesi ve yasa gereği en çok bir ay içinde işe iade davası açmış olması hayatın olağan akışına uygun düşmez. İrade fesadı denetimi dışında tarafların bozma sözleşmesi yapması konusunda makul yararının olup olmadığını da irdelemesi gerekir. Bozma sözleşmesi yoluyla iş sözleşmesi sona eren işçi, iş güvencesinden yoksun kaldığı gibi, kural olarak feshe bağlı haklar olan ihbar kıdem tazminatlarına da hak kazanamayacaktır, işsizlik sigortasından da yararlanamayacaktır. Somut olayda, davacı tarafından davalının bankaya hitaben el yazısı ile yazdığı yazıda kıdem ve ihbar tazminatlarımın tarafıma ödenmesi suretiyle iş sözleşmesinin feshini talep ettiği, kıdem ve ihbar tazminatları ödenerek sözleşmesi feshedildiği anlaşılmıştır. Davacının iş akdinin kendisinden gelen talep üzerine sonlandırıldığı, davacıya ihbar ve kıdem tazminatları ödendiği gibi maaş tutarı ekstra ödeme yapıldığı, davacının iş akdinin sonlandırılmasına yönelik talebin irade fesada uğradığını kanıtlayamadığını, iş akdinin davacı talebi üzerine fesih edilmesi karşısında işe iadesine karar verilmesi hatalı görülerek Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 818/m.23, 24, 31 4857/m.20-3 DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, isteği hüküm altına alınmıştır. Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin 13.03.2003 - 13.04.2009 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığını, Şube yetkililerinin müvekkili üzerinde baskı kurarak, kıdem ve ihbar tazminatının ödeneceği koşuluyla müvekkilin elinden dilekçe alarak, iş sözleşmesini fesih ettiklerini, müvekkilinin sözleşmenin feshine razı olması hayatın olağan akışına aykırı olduğunu sözleşmenin davalı tarafından geçerli ve haklı bir neden olmadan feshedildiğini belirterek, feshin geçersizliğine, davacının işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılma halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücret ve diğer hakların belirlenmesini istemiştir. Davalı vekili, davacının serbest iradesi ile iş aktinin tazminatlarının ödenmesi kay- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 201 dıyla feshedilmesini talep ettiğini, müvekkilin, işçinin talebi üzerine iş aktini feshettiğini, davacının ihbar ve kıdem tazminatlarının yanı sıra ayrıca 1 aylık ücreti kadar menfaat sağlandığını, belirttiği nedenlerle haksız açılan davanın reddine karar verilmesini belirtmiştir. Mahkeme tarafından, şirket tarafından bazı evrakları kendisine imzalanmasının istendiğini, müdürüne güven duyarak bu şekilde imza attığı, iyi niyetle imzalanması istenen belgeleri imzaladığı, 6 yıla yakın çalışması olan davacının makul bir neden olmadan aleyhine sonuç doğuracak nitelikte bu şekilde bir belgeyi imzalamasının hayatın olağan akışına uygun görülmediği, bu nedenle davacının talebi ile fesih yapıldığı yolundaki davalı savunmasına iştirak edilmediği, davacının davasındaki haklı olduğundan davanın kabulüne karar vermiştir. Karar davalı vekil tarafından temyiz edilmiştir. Taraflar arasındaki iş ilişkinin bozma sözleşmesi sonucu sona erip ermediği hususu temel uyuşmazlığı oluşturmaktadır. Bozma sözleşmesi ( ikale ) yasalarımızda düzenlenmiş değildir. Sözleşme özgürlüğünün bir sonucu olarak daha önce kabul edilen bir hukuki ilişkinin, sözleşmenin taraflarınca sona erdirilmesinin de mümkündür. Sözleşmenin doğal yollar dışında tarafların ortak iradesiyle sonra erdirilmesi yönündeki işlem ikale olarak değerlendirilmelidir. İşçi ve işveren iradelerinin fesih konusunda birleşmesi, bir taraf feshi niteliğinde değildir. İş Kanunundaki bu fesih türü yer almasa da, taraflardan birinin karşı tarafa ilettiği iş sözleşmesinin karşılıklı feshine dair sözleşme yapılmasını içeren bir açıklamanın ( icap ) ardından diğer tarafın da bunu kabulü ile bozma sözleşmesi ( ikale ) kurulmuş olur. Bozma sözleşmesinde icapta, iş ilişkisi karşı tarafın uygun irade beyanı ile anlaşmak suretiyle sona erdirmeye yönelmiştir. Bu sebeple, ikale sözleşmesi akdetmeye yönelik icap, fesih olarak değerlendirilip, feshe tahvil edilemez. Bu anlamda bozma sözleşmesinin şekli, yapılması, kapsam ve geçerliliği Borçlar Kanunu hükümlerine göre saptanacaktır. Buna karşılık iş sözleşmesinin bozma sözleşmesi yoluyla sona erdirilmesi, İş Hukukunu yakından ilgilendirdiği için ikalenin yorumunda iş sözleşmesinin yorumundan olduğu gibi genel hükümler dışında İş Hukukunda yararına yorum ilkesi göz önünde bulundurulacaktır. Bozma sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 23-31. maddeleri arasında düzenlenmiş olan irade fesadı hallerinin bozma sözleşmeleri yönünden titizlikle ele alınması gerekir. Bir işçinin bozma sözleşmesi yapma konusundaki icap veya kabulde bulunmasının ardından işveren feshi haline özgü iş güvencesi hükümlerinden yararlanmak istemesi ve yasa gereği en çok bir ay içinde işe iade davası açmış olması hayatın olağan akışına uygun düşmez. İş ilişkisi taraflardan her birinin bozucu yenilik doğuran bir beyanla sona erdirmeleri mümkün olduğu halde, bu yola gitmeyerek kaşılıklı anlaşma yoluyla sona erdirmelerinin nedenleri üzerinde de durmak gerekir. Her şeyden önce bozma sözleşmesi yapma konusunda icapta bulunanın makul bir yararının olması gerekir. İş ilişkisinin bozma an- 202 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 laşması yoluyla sona erdirildiğine dair örnekler 1475 sayılı İş Kanunu ve öncesinde hemen hemen uygulamayla hiç yansımadığı halde, iş güvencesi hükümlerinin yürürlüğe girmesinin ardından özellikle 4857 sayılı İş Kanunu sonrasında giderek yaygın bir hal almıştır. Bu noktada, işveren fesihin karşılıklı anlaşma yoluyla fesih gibi gösterilmesi suretiyle iş güvencesi hükümlerinin dolanılması şüphesi ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla irade fesadı denetimi dışında tarafların bozma sözleşmesi yapması konusunda makul yararının olup olmadığını da irdelemesi gerekir. Makul yarar ölçütü, bozma sözleşmesi yapma konusunda icabın işçiden gelmesi ile işverenden gelmesi ve somut olayın özellikle dikkate alınmalıdır. Dairemizin 2008 yılı kararları bu yöndedir. ( Yargıtay 9.HD. 21.4.2008 gün 2007/ 31287 E, 2008/9600 K. ) Bozma sözleşmesi yoluyla iş sözleşmesi sona eren işçi, iş güvencesinden yoksun kaldığı gibi, kural olarak feshe bağlı haklar olan ihbar kıdem tazminatlarına da hak kazanamayacaktır. Yine 4447 Sayılı Yasa kapsamında işsizlik sigortasından da yararlanamayacaktır. Bütün bu hususlar, İş Hukukunda hakim olan ibranamenin dar yorumu ilkesi gibi, hatta daha da ötesinde, ikale sözleşmesinin geçerliliği noktasında işçi lehine değerlendirilmenin gerekliliği ortaya koymaktadır. Tarafların bozma sözleşmesinde ihbar ve kıdem tazminatı ile iş güvencesi tazminatı hatta boşta geçen süreye ait ücret ve diğer haklardan bazılarını ya da tamamını kararlaştırmaları da mümkündür. Bozma sözleşmesinin geçerliliği konusunda bütün bu hususlar dikkate alınarak değerlendirmeye gidilmelidir. Somut olayda, davacı tarafından 13.04.2009 tarihli davalı bankaya hitaben el yazısı ile yazdığı yazıda kıdem ve ihbar tazminatlarımın tarafıma ödenmesi suretiyle iş sözleşmesinin feshini talep ettiği, talebi dikkate alınmak suretiyle kıdem ve ihbar tazminatları ödenerek 13.4.2009 tarihi itibariyle sözleşmesi feshedildiği anlaşılmıştır. Davacının iş akdinin kendisinden gelen talep üzerine sonlandırıldığı, davacıya ihbar ve kıdem tazminatları ödendiği gibi maaş tutarı ekstra ödeme yapıldığı, davacının iş akdinin sonlandırılmasına yönelik talebin irade fesada uğradığını kanıtlayamadığını, iş akdinin davacı talebi üzerine fesih edilmesi karşısında işe iadesine karar verilmesi hatalıdır. Bu nedenle 4857 sayılı İş Yasasının 20/3 maddesi uyarınca yerel mahkeme kararının bozularak ortadan kaldırılması ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulması gerekmiştir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan gerekçe ile; 1 ) Yerel mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA, 2 ) Davanın REDDİNE, 3 ) Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına, 4 ) Davacının yaptığı yargılama giderinin üzerine bırakılmasına, davalının yaptığı 61.20 TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine, 5 ) Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 1.100 TL ücreti vekaletin davacından alınarak davalıya verilmesine. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 203 6) Davalı tarafından yaratılan temyiz harcının istek halinde kendisine iadesine, 13.04.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 4857/m.20-3 İŞ KANUNU Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir. 818/m.23 BORÇLAR KANUNU Akit yapılırken esaslı bir hataya duçar olan taraf, o akit ile ilzam olunamaz. 818/m.24 BORÇLAR KANUNU Esaslı hatalar, hulasatan şunlardır: 1 - Hata ettiğini iddia eden tarafın bir akit hakkında rizasını beyan ederken başka bir akit kastetmiş olması. 2 - Hata ettiğini iddia eden tarafın akitte makudun aleyhi teşkil eden şeyden gayri bir şey kastetmiş yahut üzerine borç alırken başlıca nazara aldığı şahıs ta yanılmış olması. 3 - Hata ettiğini iddia eden tarafın taahhüt ettiği ıvazın kasdettiği şeyden ehemmiyetli surette çok ve mukabil ıvazın ehemmiyetli surette az olması. 4 - Hata ettiğini iddia eden tarafça akdin lüzumlu vasıflarından olarak nazara alınmasına ticari doğruluğun müsait olduğu şeylerde hata edilmiş olması. Akdin yalnız saiklerine taalluk eden hata, esaslı değildir. Adi hesap yanlışlığı, akdin sıhhatini ihlal etmez. Bunlar tashih olunmakla iktifa olunur. 818/m.31 BORÇLAR KANUNU Hata veya hile ile haleldar olan yahut ikrah ile yapılan akit ile mülzem olmayan taraf bu akdi ifa etmemek hakkındaki kararını diğer tarafa beyan yahut verdiği şeyi istirdat etmeksizin bir seneyi geçirir ise, akde icazet verilmiş nazariyle bakılır. Bu mehil, hata veya hilenin anlaşıldığı veya korkunun zail olduğu tarihten itibaren cereyan eder. Hile ile haleldar olmuş yahut ikrah ile yapılmış olan bir akde icazet, zarar ve ziyan talebinden feragati istilzam etmez. 204 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Tarih: 14.7.2011 Esas: 2011/10672 Karar: 2011/11473 ♦♦ FİİLİ ÇALIŞMA SAPTANMADIKÇA SADECE HİZMET AKDİNE DAYALI OLARAK SİGORTALILIĞIN SÖZ KONUSU OLAMAYACAĞI ÖZET: Dava, sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairece; İşyerinde söz konusu tarihte bir gün süreyle hizmet akdine dayalı olarak geçen ve Kuruma bildirilmeyen çalışmanın ve bu tarihin sigortalılık başlangıcı olduğunun tespiti istemine ilişkin davada, yapılan inceleme ve araştırma hüküm kurmaya elverişli olmadığı, Sigortalı statüsünde bulunmayan bir kimsenin sigortalılık süresinden söz edilemez. Olağan olarak sigortalılık niteliği, hizmet akdinin kurulması ve çalışmaya başlanması ile edinilir. Kuruma verilen işe giriş bildirgesi, kişinin işe alındığını gösteren yazılı kanıt niteliğinde ise de, eylemli çalışmanın varlığının ortaya konulması açısından kuşkusuz tek başına yeterli kabul edilemez. Fiili çalışma saptanmadıkça, sadece hizmet akdine dayanılması halinde dahi sigortalılık söz konusu olmadığı Somut olay değerlendirildiğinde; davalı Kuruma yazı yazılarak hizmetin geçtiği ileri sürülen işyerinin ne zaman hangi işveren adına 506 sayılı Kanun’a göre tescil edildiği araştırılmalı, ilgili vergi dairesine yazı yazılarak işverenin vergi kayıt durumu sorulmalı, işverence Kuruma, taraflar arasında çekişme konusu olan günü içerir dört aylık dönemsel sigorta primleri bordrosu verilmiş ise getirtilip bordroda bildirimi yapılan sigortalılar tanık sıfatıyla dinlenmeli, bordro verilmediği anlaşılır ise bu kez aynı çevrede faaliyet yürüten işverenler ile bunların çalıştırdığı kişiler yöntemince saptanarak bilgi ve görgülerine başvurulmalı, elde edilen bilgi ve belgelerin tanık anlatımlarında belirtilen olgularla örtüşüp örtüşmediği de irdelenip sonucuna göre hüküm kurulmadığı nedenleriyle Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 506/m.2, 6, 108 DAVA : Dava, sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti istemine ilişkindir. Mahkeme- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 205 ce, davanın kabulüne karar verilmiştir. Hükmün, davalı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Tolga Özmen tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi: KARAR : 478... sicil numaralı işyerinde 09.12.1986 tarihinde çalışmaya başladığı yönünde davacı adına düzenlenen işe giriş bildirgesinin aynı gün yasal hak düşürücü süre içerisinde davalı Kuruma verildiği anlaşılmakta olup, anılan işyerinde söz konusu tarihte bir gün süreyle hizmet akdine dayalı olarak geçen ve Kuruma bildirilmeyen çalışmanın ve bu tarihin sigortalılık başlangıcı olduğunun tespiti istemine ilişkin davanın mahkemece yapılan yargılamasında, söz konusu bildirgenin varlığına ve bildirgedeki imza yönünden benzerliğin tespit edilemeyip fotoğrafın davacıya ait olduğu saptama ve görüşünü içeren adli tıp uzmanı bilirkişi raporuna dayanılarak talep kabul edilmiş ise de, yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm kurmaya elverişli olmadığı belirgindir. Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Kanun’un 108. maddesinde sigortalılık süresi düzenlenmiş olup, sigortalı statüsünde bulunmayan bir kimsenin sigortalılık süresinden söz edilemez. Olağan olarak sigortalılık niteliği, 506 sayılı Kanun’un 2’nci maddesine göre hizmet akdinin kurulması ve 6’ncı maddesi gereğince çalışmaya başlanması ile edinilir. Sigortalılığın zorunlu, kişiye bağlı, devredilemez niteliği gereğince bu tür davalar kamu düzenine ilişkin olup, özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunludur. Yöntemince düzenlenip yasal süresinde Kuruma verilen işe giriş bildirgesi, kişinin işe alındığını gösteren yazılı kanıt niteliğinde ise de, eylemli çalışmanın varlığının ortaya konulması açısından kuşkusuz tek başına yeterli kabul edilemez. 506 sayılı Kanun’un 2, 6 ve 108’inci maddelerindeki düzenlemelerde de belirtildiği gibi, sigortalılığın oluşumu yönünden çalışma olgusunun varlığı zorunludur ve fiili çalışma saptanmadıkça, sadece hizmet akdine dayanılması halinde dahi sigortalılık söz konusu olamayacağı gibi, bu kapsamda çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalıdır. Bu yasal düzenleme ve açıklamalar ışığı altında inceleme konusu dava değerlendirildiğinde; davalı Kuruma yazı yazılarak hizmetin geçtiği ileri sürülen işyerinin ne zaman hangi işveren adına 506 sayılı Kanun’a göre tescil edildiği araştırılarak anılan Kanun hükümleri kapsamında bulunduğu tarihler ile yürütülen faaliyet belirlenmeli, dava konusu yapılan tarih yönünden ilgili vergi dairesine yazı yazılarak işverenin vergi kayıt durumu sorulmalı, işverence Kuruma, taraflar arasında çekişme konusu olan günü içerir dört aylık dönemsel sigorta primleri bordrosu verilmiş ise getirtilip bordroda bildirimi yapılan sigortalı/sigortalılar tanık sıfatıyla dinlenmeli, tüm aramalara karşın bu kişiye/kişilere ulaşılamaz veya bordro verilmediği anlaşılır ise bu kez aynı çevrede faaliyet yürüten işverenler ile bunların çalıştırdığı kişiler yöntemince saptanarak bilgi ve görgülerine başvurulmalı, belirdiği takdirde anlatımlar arasındaki çelişkiler giderilmeli, çalışma olgusu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı biçimde araştırılarak elde edilen bilgi ve belgelerin tanık anlatımlarında belirtilen olgularla örtüşüp örtüşmediği 206 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 de irdelenip sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu, tanık dahi dinlenmeksizin, davanın kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 14.07.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 506/m.2 SOSYAL SİGORTALAR KANUNU (11/7/1964 tarih ve 506 sayılı Kanunun hükmüdür.) Bir hizmet akdine dayanarak, bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar, bu kanuna göre sigortalı sayılırlar. Çarşı ve mahalle bekçileri bu kanun hükümlerine tabidirler. Bu kanunda belirtilen sosyal sigorta yardımlarından sigortalılar ile bunların eş ve çocukları ve sigortalıların ölümlerinde bu kanuna göre hak sahibi kimseleri yararlanırlar. 506/m.6 SOSYAL SİGORTALAR KANUNU Çalıştırılanlar, işe alınmalariyle kendiliğinden “Sigortalı” olurlar. Sigortalılar ile bunların işverenleri hakkında sigorta hak ve yükümleri sigortalının işe alındığı tarihten başlar. Bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez. Sözleşmelere, sosyal sigorta yardım ve yükümlerini azaltmak veya başkasına devretmek yolunda hükümler konulamaz. 506/m.108 SOSYAL SİGORTALAR KANUNU (17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun hükmüdür.) Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 207 YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Tarih: 23.5.2011 Esas: 2009/13161 Karar: 2011/6176 ♦♦ ÇEK TAAHHÜTNAMESİ SÖZLEŞMESİ UYARINCA BANKANIN, -BİR TAZMİNAT ÖDEMESE DAHİ- MÜŞTERİSİNDEN RİSKLERİ TEMİNAT ALTINA ALMA YETKİSİNE DAYALI OLARAK DEPO TALEBİNDE BULUNABİLECEĞİ ÖZET: Davacı vekili, müvekkili banka ile davalı müşteri arasında çek taahhütnamesi imzalanarak davalıya çek yaprakları verildiğini, davalının keşide ettiği bir kısım çeklerin karşılıksız çıktığını, davacı elindeki 47 adet çek yaprağının iadesine, bunun mümkün olmaması halinde bankanın sorumluluk miktarının davalı tarafından depo edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Özel Dairece; Çek yapraklarının karşılıksız çıkması durumunda davacı bankanın ödemek zorunda bulunduğu tazminata ilişkin olarak bu bedelin depo edilmesi talebinin reddi doğru olmamıştır. Taraflar arasındaki çek taahhütnamesi sözleşmesi hükümleri uyarınca riskleri teminat altına alma yetkisi davacı bankaya davalı tarafından tanınmış bir hak olup, açıkça ”depo” ibaresi yer almasa da sözleşme içeriğine göre davacı banka henüz tazminat ödemese dahi bu yönde davalı müşterisinden teminat isteme hakkına sahip olduğunun kabulü gereklidir denilerek Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 3167 Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun DAVA : Taraflar arasında görülen davada Malatya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 30.03.2009 tarih ve 2009/76-2009/133 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Davacı vekili, müvekkili banka ile davalı müşteri arasında çek taahhütnamesi imzalanarak davalıya çek yaprakları verildiğini davanın keşide ettiği bir kısım 208 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 çeklerin karşılıksız çıktığını, davacının elinde bulunan ve müvekkili bankaya iade etmediği çek yapraklarının da karşılıksız çıkması halinde bankanın sorumlu olduğu bedeli ödemek zorunda kalacağını ileri sürerek, davacı elindeki 47 adet çek yaprağının iadesine, bunun mümkün olmaması halinde bankanın sorumluluk miktarı olan 20.445.00 TL’nin davalı tarafından depo edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı davaya yanıt vermemiştir. Mahkemece; iddia ve dosya kapsamına göre, çek yapraklarını nasıl iade edileceğinin 3167 sayılı yasada düzenlendiği, davacı bankanın çek yapraklarının iadesini isteyemeyeceği ve banka tarafından ödenen bir çek tazminatı bulunmadığı ihtimale dayalı olarak depo edilme kararı verilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. 1 ) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2 ) Dava banka müşterisine teslim edilen çek yapraklarının iadesi veya bankanın her bir çek yaprağı için karşılıksız çıkması durumunda tazminle yükümlü olduğu bedelin ihtiyaten depo edilmesi istemine ilişkindir. Çek yapraklarının karşılıksız çıkması durumunda davacı bankanın ödemek zorunda bulunduğu tazminata ilişkin olarak bu bedelin depo edilmesi talebinin yazılı gerekçeyle reddi doğru olmamıştır. Zira, taraflar arasındaki 12.11.2007 tarihli çek taahhütnamesi sözleşmesi hükümleri uyarınca riskleri teminat altına alma yetkisi davacı bankaya davalı tarafından tanınmış bir hak olup, açıkça ”depo” ibaresi yer almasa da sözleşme içeriğine göre davacı banka henüz tazminat ödemese dahi bu yönde davalı müşterisinden teminat isteme hakkına sahip olduğunun kabulü gereklidir. Bu nedenle mahkemece davalı elinde bulunan ve henüz iade edilmeyen çek yapraklar için bankanın sorumlu olduğunu tazminat miktarının depo edilmesine ilişkin talebin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesis yerinde görülmediğinden kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir. SONUÇ : Yukarda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle kararın davacı yararına BOZULMASINA, 23.05.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 209 YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Tarih: 18.10.2011 Esas: 2011/3662 Karar: 2011/19138 ♦♦ AYNI ALACAK İÇİN TAHSİLDE TEKERRÜR OLMAMAK KAYDIYLA BİRDEN FAZLA İCRA TAKİBİ YAPILIP ALACAĞIN BU DOSYALARDAN BİRİNDE TAHSİL EDİLMESİ HALİNDE, TAHSİL HARCININ YALNIZCA TAHSİLAT YAPILMIŞ OLAN DOSYADAN BİR DEFA ALINACAĞI ÖZET: Yerel Mahkeme kararının temyizi üzerine Özel Dairece; Alacaklı vekilinin icra mahkemesine başvurusunda, borçlu aleyhine başlatılan icra takiplerinin aynı alacak için ve tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla yapıldığını, borcun diğer icra takip dosyasında ödendiği ve bu dosyada tahsil harcı alındığını belirterek, bu dosyada borçlunun adına kayıtlı taşınmazlar üzerindeki hacizlerin tahsil harcı alınmaksızın kaldırılması talebi üzerine icra müdürlüğünce tahsil harcı yatırılması gerektiğine ilişkin verilen kararın iptalini istediği anlaşılmıştır. Aynı alacak için tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla birden fazla takip yapılması mümkündür. Bu durumda icra takiplerinden birinde alacağın tahsil edilmesi halinde, diğer takip dosyası da infaz edilmiş olacağından tahsil harcı yalnızca tahsilat yapılan takip dosyasından ve bir defa alınır, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken reddi isabetsizdir denilerek Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 492/m.23 DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Alacaklı vekilinin icra mahkemesine başvurusunda borçlu aleyhine başlatılan Adana 4. İcra Müdürlüğü’nün 2010/1226 ve 2010/1227 Esas sayılı icra takiplerinin aynı alacak için ve tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla yapıldığını, borcun 2010/1226 Esas sayılı icra takip dosyasında ödendiği ve bu dosyada tahsil harcı alındığını belirterek 2010/1227 Esas sayılı icra takip dosyasında da bu dosyada borçlu olan Şemseddin Kıyak adına kayıtlı taşınmazlar üzerindeki hacizlerin tahsil harcı alınmaksızın kaldırılması talebi üzerine icra müdürlüğünce tahsil harcı yatırılması gerektiğine 210 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ilişkin verilen kararın iptalini istediği anlaşılmıştır. 492 Sayılı Harçlar Kanunun 23. maddesi uyarınca “Her ne sebep ve suretle olursa olsun, icra takibinden vazgeçildiğinin zabıtnamaye yazılması için vazgeçilen miktara ait tahsil harcının yarısı alınır. Ancak haczedilen mal, satılıp paraya çevrildikten sonra vazgeçilirse tahsil harcı tam olarak alınır.” Öte yandan, hacizlerin kaldırılması istemi, alacağın haricen tahsil edildiğine teşkil edeceğinden, hacizlerin kaldırılması için anılan yasa hükmüne uygun olarak tahsil harcının ödenmesi zorunludur. Aynı alacak için tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla birden fazla takip yapılması mümkündür. Bu durumda icra takiplerinden birinde alacağın tahsil edilmesi halinde, diğer takip dosyası da infaz edilmiş olacağından tahsil harcı yalnızca tahsilat yapılan takip dosyasından ve bir defa alınır. O halde mahkemece borçlu tarafından aynı alacak için tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla yapılan 2010/1227 Esas sayılı icra takip dosyası için tahsil harcı alınması açıklanan nedenlerle yerinde olmadığından şikayetin kabulü gerekirken yazılı gerekçe ile reddi isabetsizdir. SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 18.10.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 492/m.23 HARÇLAR KANUNU Her ne sebep ve suretle olursa olsun, icra takibinden vazgeçildiğinin zabıtnameye yazılması için vazgeçilen miktara ait tahsil harcının yarısı alınır. Ancak haczedilen mal satılıp paraya çevrildikten sonra vazgeçilirse tahsil harcı tam olarak alınır. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Tarih: 7.7.2011 Esas: 2011/2709 Karar: 2011/11207 ♦♦ BANKA KARTLARI VE KREDİ KARTLARI KANUNUNUN KART SAHİBİNE YÜKLEDİĞİ YÜKÜMLÜLÜKLER SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 211 ÖZET: Davacı, banka kartı ile ATM’de işlem yapmak isterken kartın bloke olduğunu ve geri alamadığını, kartını kullanıma kapattırmış ise de, bu arada başkaları tarafından kullanılarak hesabından para çekildiğini, gerekli güvenlik önlemlerini almayan davalı bankanın olaydan dolayı sorumlu olduğunu belirterek, hesabından çekilen paranın tahsili istemiyle dava açmıştır. Mahkeme davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir. Özel Dairece; Mahkemece, alınan bilirkişi raporuna göre davalı bankanın kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir. ATM cihazlarında yeterli önlem ve güvenlik tedbirlerini almayarak, banka kartının kötü niyetli üçüncü kişilerce ele geçirilmesine olanak veren davalı Banka, kusurlu ve davacının zararından sorumludur. Bununla beraber, 5464 sayılı Kanunun 16. maddesinde, Banka kartları ve şifrelerinin özenle korunması ve bilgilerinin saklanması hususunda, kart sahiplerine de görev ve sorumluluk yüklenmiştir. Haksız olarak elde edilen kredi kartının kullanımı, aynı zamanda kart şifresinin de bilinmesi ile mümkündür. Somut olayda, davacının da, kart şifresini kötüniyetli üçüncü kişilerin öğrenmesine imkan vermesi ve olayı müteakip Bankayı aramakta gecikmesi nedeniyle müterafik kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda tarafların kusur oranları belirlenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği nedenleriyle Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 5464/m.16 DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Davacı, davalı Bankanın Kazasker Şubesi mudisi olup TL, USD ve EU hesapları bulunduğunuzu hesaplara bağlı tek bir banka kartı bulunduğunu, 9.10.2007 tarihinde ATM’ye gittiğini, kartı soktuktan sonra kartın bloke olduğunu, akabinde bankayı arayarak kartın kullanıma kapatılması talimatı verdiğini, ATM’de telefon ve kamera bulunmadığını, ertesi gün bankaya gittiğinde kartın kullanıma kapatılmadığını ve para çekildiğini öğrendiğini,üç saat içinde hesaptan 4.000TL para çekildiğini, davalının buna ses çıkarmadığını, bankanın görevini ifa etmediğini, ihtirazi kayıtla ödediğini ileri sürerek, fazlası saklı kalmak üzere 3.660 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı, davacının 10.10.2007 tarihinde Telefon Bankacılığı birimini arayarak kartının cihazda kaldığını bildirdiğini, görevlinin sisteme girdiğinde kartın ATM’de kalmış olarak görünmediğini tespit ettiğini, yapılan para çekme işleminin şifre güvenliği aşı- 212 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 larak yapıldığını, olayla kendilerinin ilgilerinin olmadığını savunarak, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, alınan bilirkişi raporuna göre davalı bankanın kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir. Yukarda kısaca özetlendiği gibi davacı, banka kartı ile ATM’de işlem yapmak isterken kartın bloke olduğunu ve geri alamadığını, kartını kullanıma kapattırmış ise de, bu arada başkaları tarafından kullanılarak hesabından para çekildiğini, gerekli güvenlik önlemlerini almayan davalı Bankanın olaydan dolayı sorumlu olduğunu belirterek, hesabından çekilen paranın tahsili istemiyle eldeki davayı açmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, ATM cihazlarında yeterli önlem ve güvenlik tedbirlerini almayarak, banka kartının kötü niyetli üçüncü kişilerce ele geçirilmesine olanak veren davalı Banka, kusurlu ve davacının zararından sorumludur. Bununla beraber, 5464 sayılı Kanunun 16. maddesinde, Banka kartları ve şifrelerinin özenle korunması ve bilgilerinin saklanması hususunda, kart sahiplerine de görev ve sorumluluk yüklenmiştir. Kartı sahibi, Banka ile sözleşme imzaladığı ve kartın kendi zilyetliğine geçtiği andan itibaren anılan yasa gereğince, gerek kendisine tevdi edilen kartını, gerekse bu kartın kullanılması ile ilgili bilgileri koruma ve saklama ile yükümlü olduğu gibi, kartın veya bu bilgilerin kaybolması veya çalınması halinde de, durumu derhal kart çıkaran kuruluşa bildirmekle de sorumludur. Haksız olarak elde edilen kredi kartının kullanımı, aynı zamanda kart şifresinin de bilinmesi ile mümkündür. Somut olayda, davacının da, kart şifresini kötüniyetli üçüncü kişilerin öğrenmesine imkan vermesi ve olayı müteakip Bankayı aramakta gecikmesi nedeniyle müterafik kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda mahkemece, yukarda açıklanan ilkeler doğrultusunda tarafların kusur oranları belirlenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz edilen hükmün, davalı yararına BOZULMASINA, 07.07.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 5464/m.16 BANKA KARTLARI VE KREDİ KARTLARI KANUNU Kart hamili, kendisine tevdi edilen kartı ve kartın kullanılması bir kod numarası, şifre veya kimliği belirleyici başka bir yöntemin kullanılmasını gerektiriyorsa bu bilgileri güvenli bir şekilde korumak ve başkaları tarafından kullanılmasına engel olacak önlemleri almak, kartın kaybolması, çalınması veya iradesi dışında gerçekleşmiş herhangi bir işlemi öğrenmesi halinde kart çıkaran kuruluşu derhal haberdar etmek zorundadır. Kart hamili adresinde meydana gelen değişiklikleri, değişiklik tarihinden itibaren onbeş gün içinde kart çıkaran kuruluşa bildirmekle yükümlüdür. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 213 YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Tarih: 11.4.2011 Esas: 2011/3612 Karar: 2011/4713 ♦♦ ÖLÜNCEYE KADAR BAKIM SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİLİ ♦♦ TEMLİKİN EMSAL BAKIM SÖZLEŞMELERİNDEKİ BEDELLERE UYGUN OLUP OLMADIĞININ MAHKEMECE ARAŞTIRILMASI GEREKECEĞİ ÖZET: Dava, ölünceye kadar bakım sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davalılardan biri davayı kabul etmiştir. Bakım alacaklısı mirasçılarından bir kısım davalılar sözleşmenin muvazaalı düzenlendiğini, diğer davalılar da, davacının ailenin tek erkek evladı olup sözleşmenin muvazaalı düzenlendiği yolunda savunmada bulunmuşlardır. Mahkemece, dava dışı yaklaşık 10 kadar taşınmazın muvazaa nedeniyle tapu kayıtlarının iptali ve tescil davasının devam ettiği, davacıya 220 ada 3 parsel sayılı taşınmazın tapudan devredildiği, bakım hizmetleri karşılığında fahiş bir orantısızlığın bulunduğu, amacın bakıp gözetme koşulu taşımadığı, muvazaalı nitelik taşıdığı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Dairece; Ölünceye kadar bakım sözleşmesinin muvazaalı olarak yapıldığı her zaman ileri sürülebilir. Muvazaa irade ile beyan arasında kasten yaratılmış aykırılıktır. Böyle bir savunma ileri sürülmüşse, mahkemece dayanılan sözleşmedeki tarafların gerçek ve müşterek amaçlarının Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi hükmünden yararlanarak açıklığa kavuşturulması gerekir. Bu gibi durumlarda ölünceye kadar bakım sözleşmesinin ivazlı olarak ( bedel karşılığı ) değil de bağış amaçlı veya mirasçıların bazılarından mal kaçırmak amacı ile yapıldığı kabul edilmelidir. Mahkemece yapılması gereken iş; tarafların gerçek iradelerinin açıklığa kavuşturulması bakımından yönteme uygun inceleme ve araştırma yapmak, bunun için de mahkemece bakım sözleşmesinin alacaklısı olan murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumunun ne olduğu, içinde yaşadığı ailenin genel durumu, muris ile aile arasındaki ilişkilerin gidişi, murisin elinde bulunun mal varlığının miktarı, temlik edilen malın murisin tüm malvarlığına oranı, yine temlikin emsali bakım sözleşmelerindeki bedel olarak kararlaştırılanlara uygun olup olmadığı, tarafların bu konudaki 214 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 delilleri incelenerek bağış amacının üstün tutulmuş bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir. Ayrıca, sözleşmenin konusu neyse bakım bedeli karşılığı odur. Başka bir taşınmazın da davacıya tapudan devredilmiş olması onun bakım bedeli olarak kabulünü gerektirmez ve davalı iştirakçi paydaşlardan birinin de davayı kabul dilekçesinin değerlendirilmemiş olması doğru görülmeyerek Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 818/m.18 DAVA : Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 11.03.2008 gününde verilen dilekçe ile ölünceye kadar bakma sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 24.03.2010 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı Hasan Uysal vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: KARAR : Dava, ölünceye kadar bakım sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davalı Seher, 25.04.2008 tarihli dilekçesi ile davayı kabul ettiğini beyan etmiştir. Bakım alacaklısı mirasçılarından davalı Semiha ve Ümmühani vekili, davacı ve diğer kardeşleri ile yakınları aleyhine 2005/405 Esas sayılı dosyada muris muvazaasına dayalı dava dışı taşınmazlarla ilgili açılan davanın derdest bulunduğunu, sözleşmenin muvazaalı düzenlendiğini, davanın reddini savunmuştur. Diğer davalılar vekili, davacının ailenin tek erkek evladı olup, sözleşmenin muvazaalı düzenlendiğini beyanla davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, dava konusu taşınmazın 2005/405 Esas sayılı dosyada dava konusu olmadığı ancak, dava dışı yaklaşık 10 kadar taşınmazın muvazaa nedeniyle tapu kayıtlarının iptali ve tescil davasının devam ettiği, davacıya 220 ada 3 parsel sayılı taşınmazın tapudan devredildiği, bakım hizmetleri karşılığında fahiş bir orantısızlığın bulunduğu, amacın bakıp gözetme koşulu taşımadığı, muvazaalı nitelik taşıdığı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir. Ölünceye kadar bakım sözleşmeleri taraflara hak ve borçlar yükleyen sözleşmelerden olup, bakım borcuna karşılık bir taşınmazın devri kararlaştırıldığında, bakım alacaklısının ölümünden sonra onun mirasçıları mülkiyeti geçirme borcu ile yükümlüdürler. Bu yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde, sözleşmeye dayanılarak tapu iptali ve tescil istemi ile dava açılabilir. Bakım borçlusunun bakıp gözetme yükümlülüğü aksi kararlaştırılmadığı sürece, bakım alacaklısını ailesi içerisine alıp konut temini, besleme-giydirme, hastalığında tedavi, manevi yönden de her türlü yardım ve desteği sağlama gibi ödevleri kapsar. Bu SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 215 görevlerin yerine getirilmesi halinde ölünceye kadar bakım sözleşmeleri tarafların a kişisel hak sağladığı için tapu iptali ve tescil davasını, bakım borçlusu ya da onun külli halefleri bakım alacaklısının mirasçılarına karşı açabilirler. Kuşkusuz, ölünceye kadar bakım sözleşmesinin muvazaalı olarak yapıldığı her zaman ileri sürülebilir. Kısaca ifade etmek gerekirse, muvazaa irade ile beyan arasında kasten yaratılmış aykırılıktır. Böyle bir savunma ileri sürülmüşse, mahkemece dayanılan sözleşmedeki tarafların gerçek ve müşterek amaçlarının Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi hükmünden yararlanarak açıklığa kavuşturulması gerekir. Zira bu gibi durumlarda ölünceye kadar bakım sözleşmesinin ivazlı olarak ( bedel karşılığı ) değil de bağış amaçlı veya mirasçıların bazılarından mal kaçırmak amacı ile yapıldığı kabul edilmelidir. O halde mahkemece yapılması gereken iş; tarafların gerçek iradelerinin açıklığa kavuşturulması bakımından yönteme uygun inceleme ve araştırma yapmak, bunun içinde mahkemece bakım sözleşmesinin alacaklısı olan murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumunun ne olduğu, içinde yaşadığı ailenin genel durumu, muris ile aile arasındaki ilişkilerin gidişi, murisin elinde bulunun mal varlığının miktarı, temlik edilen malın murisin tüm malvarlığına oranı, yine temlikin emsali bakım sözleşmelerindeki bedel olarak kararlaştırılanlara uygun olup olmadığı, tarafların bu konudaki delilleri incelenerek temlikte bakıp gözetme koşulunun değil, bağış amacının üstün tutulmuş bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir. Ayrıca, sözleşmenin konusu neyse bakım bedeli karşılığı odur. Başka bir taşınmazın ( 220 ada 3 parselin ) davacı ya tapudan devredilmiş olması onun bakım bedeli olarak kabulünü gerektirmez. Açıklanan bu yönlerin gözardı edilmesi doğru olmadığından noksan inceleme ve araştırmaya dayalı kararın bozulması gerekmiştir. Kabule göre de; davalı iştirakçi paydaşlardan Seher’in davayı kabul dilekçesinin değerlendirilmemiş olması doğru görülmemiştir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 11.04.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 818/m.18 BORÇLAR KANUNU (Mülga) Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz. 216 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Tarih: 13.9.2011 Esas: 2011/4886 Karar: 2011/5075 ♦♦ HER MAHKEMENİN KENDİ YARGILAMA GİDERLERİNİ VE AVUKATLIK ÜCRETİNİ BAŞKA MAHKEMENİN TAKDİRİNE BIRAKAMAYACAĞI, SON KARARIYLA HÜKÜM ALTINA ALMAK ZORUNDA OLDUĞU ÖZET: Dava, iş bedelinin iadesi istemi ile açılmış; mahkemece, dava dilekçesinin görev yönünden reddine, uyuşmazlığın çözümünde Sulh Hukuk Mahkemesinin görevli olduğuna karar verilmiş ve verilen karar davalı vekilince, sadece davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmemiş olması ile temyiz edilmiştir. Özel Dairece; Davada, davalı yükleniciye ödendiği ileri sürülen 2.300.00 TL iş bedelinin tahsili istenmektedir. Uyuşmazlığın çözümünde Sulh Hukuk Mahkemesi görevlidir. Mahkemece, dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmiş olması doğrudur. Ancak; Davalı, davanın yargılamasında, vekille temsil olunmuştur. Davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmemiş olması doğru olmamıştır. Kararın bu sebeple bozulması gerekir ise de; mahkemece düşülen, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, “davanın mahkemenizde devam, etmesinin görevsizlik kararı ile olduğu, davacının bu hususta bir hatasının bulunmadığı anlaşıldığından, aleyhine vekalet ücreti hükmedilmesine yer olmadığına” içerikli hüküm fıkrasının karardan çıkarılmasına ve yerine “karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesaplanan nisbi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine...” cümlesinin yazılmasına ve kararın değiştirilmiş bu şekliyle düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. İligili Kanun/Madde: 1086/m.8-1, 417, 426 DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Dava, iş bedelinin iadesi istemi ile açılmış; mahkemece, dava dilekçesinin görev yönünden reddine, uyuşmazlığın çözümünde Sulh Hukuk Mahkemesinin gö- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 217 revli olduğuna karar verilmiş ve verilen karar davalı vekilince, sadece davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmemiş olması ile temyiz edilmiştir. Davada, davalı yükleniciye ödendiği ileri sürülen 2.300.00 TL iş bedelinin tahsili istenmektedir. HUMK.nın 8/1. maddesi gereğince dava değerine göre uyuşmazlığın çözümünde Sulh Hukuk Mahkemesi görevlidir. Mahkemece, anılan mahkemenin görevli olması sebebiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmiş olması doğrudur. Ancak; Davalı, davanın yargılamasında, vekille temsil olunmuştur. 29.05.1957 tarih ve 4/16 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince, karşı tarafa yükletilmesi gereken ve yargılama giderlerinden olan vekalet ücretine diğer yargılama giderleri gibi mutlak olarak talep olunmaksızın mahkemece doğrudan hesaplanıp hükmedilmesi gerekir. HUMK.nun 417 ve 426. maddeleri gereğince her mahkeme kendi yargılama giderleriyle Avukatlık ücretini başka bir mahkemenin takdir ve hükmüne bırakmayıp, son kararı ile birlikte hüküm altına almak zorundadır. Bu hukuksal nedenler gözetilmeden mahkemece, davalı yararına, karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 7/1. maddesi gereğince vekalet ücreti hesaplanıp hükmedilmemiş olması doğru olmamıştır. Kararın bu sebeple bozulması gerekir ise de; mahkemece düşülen, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden HUMK.nın 438/V1I. maddesi gereğince kararın düzeltilerek onanması uygun görülmüştür. SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüne ve “Davanın mahkemenizde devam, etmesinin görevsizlik kararı ile olduğu, davacıma bu hususta bir hatasının bulunmadığı anlaşıldığından, aleyhine vekalet ücreti hükmedilmesine yer olmadığına” içerikli hüküm fıkrasının karardan çıkarılmasına ve yerine “Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 7/1. maddesi gereğince hesaplanan 138,00 TL nisbi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine...” cümlesinin yazılmasına ve kararın değiştirilmiş bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, fazla alınan temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, 13.09.2011 gününde oybirliği ile karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 1086/m.8-1 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU Sulh mahkemesi: I - İflas davalarıyla vakfa ilişkin davalar hariç olmak üzere, mamelek hukukundan doğan değer veya miktarı beş milyar lirayı geçmeyen davaları 1086/m.417 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU Kanunen musarrah olan hallerden maadasında masarifi muhakemenin aleyhinde hüküm verilen taraftan istifa olunmasına karar verilir. Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa mahkeme her birini 218 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 masrafla ilzam veya bu masrafı aralarında takdir ettiği surette taksim eder. Hakim huzurunda tetkik olunan davalara ait masarifi muhakeme iki taraf beyninde mukaveleye göre ve böyle bir mukavele yoksa ahkamı sabıkaya tevfikan hükmolunur. 1086/m.426 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU Lehine hüküm verilen taraf için tahsil olunacak masarifi muhakeme miktarı hükümde gösterilmek lazımdır. Tahkikatın hitamına kadar olan masarifi muhakemenin miktarı iki taraftan her biri canibinden verilecek müfredat pusulası üzerine tahkikat hakimi ve muhakeme celsesi masrafları da mahkeme tarafından takdir olunur. YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ Tarih: 8.3.2011 Esas: 2011/1582 Karar: 2011/1109 ♦♦ 3402 SAYILI KADASTRO KANUNUNA GÖRE ÇEKİŞMELİ TAŞINMAZLARIN TAPU İPTALİ VE TESCİLİ DAVALARINDA EDİNME KOŞULLARININ EKSİKSİZ İNCELENMESİ GEREKTİĞİ ♦♦ HÜKÜM KURULMASINA YETERLİ OLMAYAN EKSİK İNCELEME SONUCU KURULAN MAHKEME HÜKÜMLERİNİN ONANMAYACAĞI ÖZET: Kadastro sırasında taşınmaz, tapu kaydı nedeniyle davalı Hazine adına tespit edilmiştir. Davacı, yasal süresi içinde irsen intikal ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne, çekişmeli taşınmazın kadastro tespitinin iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiştir. Özel Dairece Mahkemece, davacı yararına edinme koşullarının oluştuğu kabul edilerek hüküm kurulmuş ise de, mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulama karar vermeye yeterli bulunmamaktadır. Toprak Tevzi Komisyonu çalışmaları sonucunda düzenlenen dağıtım haritası dosya içinde bulunmadığı gibi, mahallinde yapılan keşfe katılan uzman fen bilirkişi tarafından da dağıtım haritası ile kadastro paftasını çakıştırman şekilde gösteren kroki düzenlenmemiştir. Dosya içerisinde sadece SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 219 hem kişilere dağıtılan hem Hazine’ye bırakılan hem de orta malı mera olarak ayrılan taşınmazlar olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar, davacı vekili tarafından irsen intikal ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak dava açılmış ise de, yargılama sırasında toplanan delillerden çekişmeli taşınmazın bulunduğu köydeki taşınmazların, öncesinde belirtmelik tutanağında belirtilen tapu kaydı maliklerine ait olup, zaman içinde satışlarla davacı tarafa geçtiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, Hazineye ait tapu kaydının kapsamında kalan taşınmazların öncesinin ne olduğu, mera olup olmadıkları aynı adalara bitişik, mera olarak tespit edilen taşınmazlardan nasıl ayrıldıkları, toprak tevzi komisyonunca kişilere ait tapu kayıtları miktarınca yer bırakılıp bırakılmadığı, bırakılmışsa bu taşınmazların akibetlerinin ne olduğu, kişilere ait tapu kayıtlarının zemine uygulanma ve çekişmeli taşınmazları kapsama imkanının olup olmadığı tartışılıp değerlendirilmeden karar verilmiştir. Eksik araştırma, inceleme ve uygulama ile karar verilemez. Mahallinde keşif yapılmalı ve davacı tarafça zilyetliğe dayanılması nedeniyle çekişmeli taşınmazın öncesinin ne olduğu, kimler tarafından hangi tarihten beri ne şekilde kullanıldığı, öncesinin mera olup olmadığı ve mera olan taşınmazlardan ne şekilde ayrıldığı gibi hususlar da tek tek ve olaylara dayalı olarak yerel bilirkişi ve tanıklardan sorulup saptanmaya çalışılmalıdır. Yerel bilirkişi ve tanık sözleri arasında doğabilecek çelişkiler gerektiğinde yüzleştirme yapılarak yöntemince giderilmeye çalışılmalı tespite aykırı sonuçlara ulaşılması halinde tüm tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilerek aykırılığın giderilmesine çalışılmalıdır. Sağ olan belirtmelik bilirkişileri ve ihtiyar heyeti üyelerinden belirtmelikte belirtilen hususlar ve taşınmazın öncesi hususunda bilgi alınmalıdır. Hazine dayanağı 12.10.1963 tarih 109 numaralı tapu kaydının uygulandığı taşınmazlar bir bütün olarak düşünüldüğünde, bu bütünü çevreleyen komşu taşınmazların dayanaklarını oluşturan ve dosya içine getirtilecek kayıtlar ile bilirkişi ve tanıkların sözleri denetlenmelidir. Gerektiğinde çektirilecek fotoğraflarla desteklenmiş ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınmalıdır. Hazine ile kişiler arasında çekişmeli olan taşınmazlar bir bütün olarak düşünüldüğünde, komşu taşınmazlara ilişkin mera çekişmesi olduğu da gözetilerek, bütünün içindeki taşınmazlar yönünden aralarında fiili ve hukuki irtibat olması nedeniyle davaların birleştirilerek görülmesine gerek olup olmadığı üzerinde durulmalı, bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek, ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Mahkemece, bu hususlar göz ardı edilerek eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması isabetsiz görülerek Yerel Mahkeme kararı bozulmuştur.. İlgili Kanun/Madde: 3402/m.14, 46 DAVA : Taraflar arasında kadastro tespitinden doğan dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, 220 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, gereği görüşüldü: KARAR : Kadastro sırasında 105 ada 7 parsel sayılı 14468.40 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, tapu kaydı nedeniyle davalı Hazine adına tespit edilmiştir. Davacı, yasal süresi içinde irsen intikal ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne, çekişmeli taşınmazın kadastro tespitinin iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece, davacının dava konusu taşınmaz üzerinde evveline uzanan ve doğru temele dayanan tapu kayıtlarının bulunduğu, bu kayıtlara itibar edilmese bile Hazine tapu kaydının 1963 yılında oluşumundan önce davacı yararına 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. ve 46. maddelerinde düzenlenen edinme koşullarının oluştuğu kabul edilmek suretiyle hüküm kurulmuş ise de, mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulama karar vermeye yeterli bulunmamaktadır. Çekişmeli taşınmazın bulunduğu bölgede 1963 yılında 53 numaralı toprak komisyonunca çalışma yapılmıştır. Dosya içinde bulunan 17.06.1963 tarihli belirtmelik tutanağına göre, 12 numaralı parselin kadim köy merası olduğu, 5 numaralı parselin ibraz edilen sabit hudutlu kayıtlarla sahibine ait olduğu açıklandıktan sonra; 1, 2, 3, 4, 6, 7, 8, 9, 10 ve 11 numaralı parsellerin hizalarında yazılan tapu ve vergi kayıtlarının zemin üzerindeki hudutlarının tespitine imkan olmadığından tefriklerinin mümkün olmadığı, ölçü neticesinde tespit edilen ve sabit görülen hudutlar tarafından miktarları kadar yerin ayrılacağı belirtilmiştir. Toprak Tevzi Komisyonu çalışmaları sonucunda düzenlenen dağıtım haritası dosya içinde bulunmadığı gibi, mahallinde yapılan keşfe katılan uzman fen bilirkişi tarafından da dağıtım haritası ile kadastro paftasını çakıştırman şekilde gösteren kroki düzenlenmemiştir. Ancak uzman fen bilirkişisi tarafından dosyaya sunulan rapor ve eki krokide çekişmeli taşınmazın 17 numaralı dağıtım parselinin ve Hazine adına oluşan 12.10.1963 tarih 109 numaralı tapu kaydının kapsamında kaldığı bildirilmiştir. Dosya içerisinde sadece 1 ila 26 numaralı taşınmazları gösteren ilk sayfaları bulunan dağıtım cetvelinin ilk sayfasının incelenmesinden hem kişilere dağıtılan hem Hazine’ye bırakılan hem de orta malı mera olarak ayrılan taşınmazlar olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar, davacı vekili tarafından irsen intikal ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak dava açılmış ise de, yargılama sırasında toplanan delillerden çekişmeli taşınmazın bulunduğu köydeki taşınmazların, öncesinde belirtmelik tutanağında belirtilen tapu kaydı maliklerine ait olup, zaman içinde satışlarla davacı tarafa geçtiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, Hazineye ait 12.10.1963 tarih 109 numaralı tapu kaydının kapsamında kalan taşınmazların öncesinin ne olduğu, mera olup olmadıkları aynı adalara bitişik, mera olarak tespit edilen taşınmazlardan nasıl ayrıldıkları, toprak tevzi komisyonunca kişilere ait tapu kayıtları miktarınca yer bırakılıp bırakılmadığı, bırakılmışsa bu taşınmazların akibetlerinin ne olduğu, kişilere ait tapu kayıtlarının zemine uygulanma ve çekişmeli taşınmazları kapsama imkanının olup olmadığı tartışılıp değerlendirilmeden karar verilmiştir. Eksik araştırma, inceleme ve uygulama ile karar verilemez Doğru sonuca ulaşılabilmesi için toprak tevzi komisyonu çalışmaları sonucunda düzenlenen SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 221 dağıtım haritası ile dağıtım sonucu oluşan tüm kayıtlar dosya içine getirtildikten sonra komşu köylerde oturan ve davada yararı bulunmayan, elverdiğince yaşlı kişiler arasından seçilecek üç kişiden oluşacak yerel bilirkişi kurulu ve tarafların aynı şekilde bildirecekleri tanıklar, sağ olan tüm belirtmelik bilirkişileri ve ihtiyar heyeti üyeleri ile tüm kadastro tespit bilirkişileri, üç kişiden oluşacak ziraatçı bilirkişi kurulu ve üç kişiden oluşacak fen bilirkişi kurulu hazır olduğu halde mahallinde yeniden keşif yapılmalıdır. Keşifte, öncelikle kişilerin dayanağını oluşturan T.evvel 1289 tarih 21 ila 25 numaralı sicillerden gelen tapu kayıtlarının kapsamında kaldığı kabul edilerek bırakılan yerler belirlenmelidir. Kişiler tarafından T.evvel 1289 tarih 21 ila 25 numaralı sicillerden harici satın alma ve temliklerle gelen haklara da dayanılması nedeniyle bu tapu kayıtlarının gerçek kapsamlarını belirlemek amacıyla, bu kayıtların köyü, mevkisi ve tüm sınırları tek tek okunarak mahalline uygulanmaya çalışılmalı, bilenemeyen hudutlar konusunda taraflara tanıkla kanıtlama olanağı tanınmalıdır. Davacı tarafça zilyetliğe dayanılması nedeniyle çekişmeli taşınmazın öncesinin ne olduğu, kimler tarafından hangi tarihten beri ne şekilde kullanıldığı, öncesinin mera olup olmadığı ve mera olan taşınmazlardan ne şekilde ayrıldığı gibi hususlar da tek tek ve olaylara dayalı olarak yerel bilirkişi ve tanıklardan sorulup saptanmaya çalışılmalıdır. Yerel bilirkişi ve tanık sözleri arasında doğabilecek çelişkiler gerektiğinde yüzleştirme yapılarak yöntemince giderilmeye çalışılmalı tespite aykırı sonuçlara ulaşılması halinde tüm tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilerek aykırılığın giderilmesine çalışılmalıdır. Sağ olan belirtmelik bilirkişileri ve ihtiyar heyeti üyelerinden belirtmelikte belirtilen hususlar ve taşınmazın öncesi hususunda bilgi alınmalıdır. Hazine dayanağı 12.10.1963 tarih 109 numaralı tapu kaydının uygulandığı taşınmazlar bir bütün olarak düşünüldüğünde, bu bütünü çevreleyen komşu taşınmazların dayanaklarını oluşturan ve dosya içine getirtilecek kayıtlar ile bilirkişi ve tanıkların sözleri denetlenmelidir. Mahkemenin keşifle ilgili gözlemi keşif tutanağına geçirilmelidir. Keşfe katılacak ziraatçı bilirkişi kurulundan çekişmeli taşınmaz ile aynı kayıt kapsamında kalan taşınmazların tarımsal niteliğini bildiren, komşu taşınmazlarla karşılaştırmalı değerlendirmeyi içeren çekişmeli taşınmazlar üzerinde sürdürülen zilyetliğin şekli ve süresini açıklayan, çekişmeli taşınmazların öncesinin mera olup olmadığı ile bütüne komşu mera parsellerinden nasıl ayrıldığını irdeleyen, gerektiğinde çektirilecek fotoğraflarla desteklenmiş ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınmalıdır. Fen bilirkişi kurulundan da keşif ve uygulamayı izleyip, denetlemeye olanak veren, yerel bilirkişi ve tanıklarca gösterilen sınırların işaretlendiği, toprak tevzi dağıtım haritası ile kamulaştırma haritası ve kadastro paftasını çakıştırman şekilde gösteren, gerektiğinde mera parselleri ile aynı kayıt kapsamında kalan taşınmazların konumlarını yan kesit krokisi ile gösteren ayrıntılı rapor alınmalıdır. Hazine ile kişiler arasında çekişmeli olan taşınmazlar bir bütün olarak düşünüldüğünde, komşu taşınmazlara ilişkin mera çekişmesi olduğu da gözetilerek, bütünün içindeki taşınmazlar yönünden aralarında fiili ve hukuki irtibat olması nedeniyle davaların birleştirilerek görülmesine gerek olup olmadığı üzerinde durulmalı bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek, ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir. SONUÇ : Mahkemece, bu hususlar gözardı edilerek eksik inceleme sonucu yazılı 222 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 şekilde karar verilmiş olması isabetsiz; Hazine vekilinin temyiz itirazları bu nedenlere yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 08.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 3402/m.14 KADASTRO KANUNU Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir. (Değişik fıkra: 03/07/2005-5403 S.K./26.mad) Sulu veya kuru arazi ayrımı, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümlerine göre yapılır. 4342 sayılı Mera Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereği 3402 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacak işlemlerde Kadastro Komisyonlarına konu uzmanı Ziraat Mühendisi dâhil edilir. Taşınmaz malın, yukarıdaki fıkranın kapsamı dışında kalan kısmının zilyedi adına tespit edilebilmesi için, birinci fıkra gereğince delillendirilen zilyetliğin ayrıca aşağıdaki belgelerden birine dayandırılması lazımdır. A) 31/12/1981 tarihine veya daha önceki tarihlere ait vergi kayıtları, B) Tasdikli irade suretleri ile fermanlar, C) Muteber mütevelli, sipahi, mültezim temessük veya senetleri, D) Kayıtları bulunmayan tapu veya mülga hazinei hassa senetleri veya muvakkat tasarruf ilmuhaberleri, E) Tasdiksiz tapu yoklama kayıtları, F) Mülkname, muhasebatı atika kalemi kayıtları, G) Mubayaa, istihkam ve ihbar hüccetleri, H) Evkaf idarelerinden tapuya devredilmemiş tasarruf kayıtları. 3402/m. 46 KADASTRO KANUNU Kadastrosu yapılacak veya daha önce tapulama veya kadastrosu tamamlanmış bulunan yerlerde, 766 sayılı Kanunun 37 nci maddesi veya 4753 sayılı Kanun ile ek ve tadilleri uyarınca Hazine adına kaydedilen taşınmaz mallar bu Kanun hükümlerine göre doğan iktisap şartlarına istinaden zilyetleri adına tespit ve tescil olunur. Hazine adına tescil edilmiş taşınmaz mallardan iskan suretiyle veya toprak tevzii suretiyle verilen yerler (işlemleri tamamlanmamış olsa dahi) başka bir şart aranmaksızın, hak sahipleri adına tespit ve tescil olunur. Bu şekilde hak sahipleri adına tespit ve tescil işlemleri gerçekleşinceye kadarki süre içinde evvelce tahakkuk ettirilenler de dahil olmak üzere ecrimisil alınmaz. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Hazinenin mülkiyetinden çıkmış bulunan veya amme hizmetine tahsis edilen taşınmaz mallar hakkında bu madde uygulanmaz. İlgililerin, daha önce kadastrosu yapılan yerlerde bu maddeye dayanan talep ve dava hakkı, bu Kanunun yürürlüğe girmesi tarihinden itibaren 2 yıl geçmekle düşer. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 223 YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Tarih: 21.3.2011 Esas: 2011/659 Karar: 2011/2504 ♦♦ EKSİK SORUŞTURMAYA DAYALI OLARAK HÜKÜM VERİLEMEYECEĞİ ÖZET: Davacı vekili, müvekkili şirkete ait halk otobüsünün, davalıların malik ve sürücüsü oldukları araçların tam kusurlu olarak neden olduğu kaza sonucu hasarlandığını belirterek, kaza tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairece; Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir. Haksız fiil niteliğindeki trafik kazası nedeniyle tazminat sorumluları, zarar görenin gerçekten uğradığı zararı tazmine mecburdur. Alınan bilirkişi raporu hüküm vermeye elverişli değildir. Bu durumda mahkemece, dosyadaki tüm deliler birlikte değerlendirilmek suretiyle, davacı aracının riziko tarihi itibariyle gerçek değerinin tespiti ile tamirinin ekonomik olup olmadığı, hurdaya ayrılmasının gerekip gerekmediği, tamir ekonomik değilse, aracın kaza tarihindeki 2. el piyasa rayiç değerinden sovtaj bedelinin mahsubu ile gerçek hasar ve zarar miktarının belirlenmesi yönünden, İTÜ veya Karayolları Genel Müdürlüğü gibi kuruluşlardan seçilecek uzman bilirkişi kurulundan ayrıntılı ve gerekçeli tazminat raporu alınıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmeyip Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün, süresi içinde davalılar Halil ve Hasan D. tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARAR : Davacı vekili, müvekkili şirkete ait halk otobüsünün, davalıların malik ve sürücüsü oldukları araçların tam kusurlu olarak neden olduğu kaza sonucu hasarlandığını belirterek, davalıların trafik sigortasından tahsil edilen miktarlar indirildikten sonra, ıslah ile arttırılmış 6.425.00 TL hasar bedeli, 1.625.00 TL kira geliri kaybı, 3.750.00 TL değer kaybı ve 200.00 TL tespit-çekici gideri olmak üzere toplam 12.000.00 TL’nın, 224 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 kaza tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar Yavuz ve Uğur M., Halil D., kusur oranına ve tazminat miktarına itiraz ederek, davanın reddini savunmuştur. Davalı Kemal K., kusura itiraz ederek, davanın reddini savunmuştur. Diğer davalılar, duruşmaya gelmemiş ve davaya cevap vermemiştir. Mahkemece, toplanan delillere, benimsenen bilirkişi raporuna ve tarafların kusur durumuna göre, davanın kısmen kabulü ile, 11.800.00 TL’nın, 29.10.2005 olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, fazla istemin reddine karar verilmiş; hüküm, davalılar Halil ve Hasan D. tarafından temyiz edilmiştir. 1 - Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde, özellikle oluşa uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına göre, davalılar Halil ve Hasan D.’nin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2 - Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir. Haksız fiil niteliğindeki trafik kazası nedeniyle tazminat sorumluları, zarar görenin gerçekten uğradığı zararı tazmine mecburdur. Dosyada mevcut tespit raporunda, davacı aracının tamiri için gereken parça ve işçilik bedeli KDV dahil toplam 39.022.50 TL ve değer kaybı 10.000.00 TL’dır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise, aracın tamirinin ekonomik olup olmadığı, pert total işleme tabi tutulmasının gerekip gerekmediği değerlendirilmeden, tespit raporunda belirtilen tamir masraflarına göre inceleme yapılarak hasar ve zarar hesaplanmıştır. Alınan bilirkişi raporu hüküm vermeye elverişli değildir. Bu durumda mahkemece, davalı araçlarının trafik ve ihtiyari mali sorumluluk sigortacısı Axa Sigorta A.Ş’nden açılan hasar dosyaları, ekspertiz raporları, varsa davacı aracının hasarlı halde çekilmiş fotoğrafları v.s. getirtilerek, dosyadaki tüm deliler birlikte değerlendirilmek suretiyle, davacı aracının riziko tarihi itibariyle gerçek değerinin tespiti ile tamirinin ekonomik olup olmadığı, hurdaya ayrılmasının gerekip gerekmediği, tamir ekonomik değilse, aracın kaza tarihindeki 2. el piyasa rayiç değerinden sovtaj bedelinin mahsubu ile gerçek hasar ve zarar miktarının belirlenmesi yönünden, İTÜ veya Karayolları Genel Müdürlüğü gibi kuruluşlardan seçilecek uzman bilirkişi kurulundan ayrıntılı ve gerekçeli tazminat raporu alınıp, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalılar Halil ve Hasan D.’nin sair temyiz itirazlarının reddine; ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalılar Halil ve Hasan D.’nin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün adı geçenler yararına BOZULMASINA ve peşin harcın istek halinde temyiz eden davalılar Hasan ve Halil D.’ye geri verilmesine, 21.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 225 YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ Tarih: 17.1.2011 Esas: 2010/12768 Karar: 2011/167 ♦♦ ANAYAPIYA ZARAR VEREN BİR BOZUKLUĞUN GÜÇLENDİRİLMESİ VE ONARILMASI GEREKTİĞİNDE KAT MALİKLERİNİN RIZASININ ARANMAYACAĞI ♦♦ KAT MÜLKİYETİNDE YÖNETİCİNİN GÖREVLERİ ÖZET: Davacı dava dilekçesinde; 1 numaralı bağımsız bölümün maliki olduğunu, binanın 40 yıl önce temelsiz olarak yapılması nedeniyle, meydana gelen deprem sonrasında duvarlarda ağır çatlaklar oluştuğunu, zeminin çöktüğünü, balkonların ana binadan ayrıldığını, üst kat pervaz betonlarının bahçeye düştüğünü, Belediyesi’nce hazırlanan raporda da binanın depreme karşı yüksek riskli olduğunun ve güçlendirilmesi gerektiğinin belirtildiğini, kat maliklerinin ise binanın güçlendirilmesine yanaşmadığını, bu sebeple; güçlendirme için gereken 15.000 TL’nin mahkemece belirlenecek tevdi mahalline yatırılmasına karar verilmesini ve ayrıca, güçlendirme için kendisine yetki verilmesini istemiştir. Mahkemece; davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Özel Dairece; Kat Mülkiyeti Yasasında, anagayrımenkulün onarım ve güçlendirme projesine ve tekniğine uygun biçimde yapılması konusunda kat maliklerinin rızası aranmayacağı Dosya içerisinde bulunan bilirkişi kurulu raporunda; binanın güçlendirilmesi için ne gibi işlemlerin yapılması gerektiği açıklanmadığı Mahkemece, deprem yönetmeliklerinin esas alınacağı güçlendirme projesinin hazırlatılması, bunun belediyeden onayının sağlanması, bilirkişi kurulunca proje kapsamında güçlendirme için yapılması gereken işlemler ve giderlerin hesap edilmesi, anataşınmazın korunması, onarımı ve bakımı işlerinin yöneticinin görevleri arasında olduğu, yöneticinin bu işi kat maliklerinden toplayacağı avansla yapacağı dikkate alınarak, mahkemece, bilirkişinin saptadığı güçlendirme maliyetinin kat maliklerinden avans niteliğinde olarak toplanması, yapım masraflarının daha fazla olması durumunda kalan kısmın da kat maliklerinden alınması suretiyle güçlendirme yapması hususunda öncelikle yöneticinin görevlendirilmesi, bunun için yöneticiye uygun bir süre verilmesi, yöneticinin yerine getirmemesi halinde davacının yetkili kılınması gerekirken buna uyulmamış olması karşısında Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. 226 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 İlgili Kanun/Madde: 634/m.19, 20-b, 35 DAVA : Dava dilekçesinde 15.000 TL güçlendirme masrafının kat maliklerinden tahsili, binanın güçlendirilmesinin yapılması için izin verilmesi istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılardan Fatma, Tomris ve Mete vekili tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü: KARAR : Davacı dava dilekçesinde; 1 numaralı bağımsız bölümün maliki olduğunu, binanın 40 yıl önce temelsiz olarak yapılması nedeniyle, meydana gelen deprem sonrasında duvarlarda ağır çatlaklar oluştuğunu, zeminin çöktüğünü, balkonların ana binadan ayrıldığını, üst kat pervaz betonlarının bahçeye düştüğünü, B... Belediyesi’nce hazırlanan raporda da binanın depreme karşı yüksek riskli olduğunun ve güçlendirilmesi gerektiğinin belirtildiğini, kat maliklerinin ise binanın güçlendirilmesine yanaşmadığını, bu sebeple; güçlendirme için gereken 15.000 TL’nin mahkemece belirlenecek tevdi mahalline yatırılmasına karar verilmesini ve ayrıca, güçlendirme için kendisine yetki verilmesini istemiş, mahkemece; davanın kısmen kabulü ile binanın bilirkişi raporu doğrultusunda güçlendirilmesi için yönetime 30 gün süre verilmesine, yapılmazsa davacı tarafından yapılmasına, 7.100 TL tutarındaki güçlendirme masrafının kat maliklerinden avans olarak tahsiline karar verilmiştir. 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası’nın 19. maddesinin ikinci fıkrasında “...ortak yer ve tesislerdeki bir bozukluğun anayapıya veya bağımsız bir bölüme veya bölümlere zarar verdiğinin ve acilen onarılması gerektiğinin veya anayapının güçlendirilmesinin zorunlu olduğunun mahkemece tespit edilmiş olması halinde, bu onarım ve güçlendirmenin projesine ve tekniğine uygun biçimde yapılması konusunda kat maliklerinin rızası aranmaz.” hükmüne yer verilmiştir. Dosya içerisinde bulunan bilirkişi kurulu raporunda; dava konusu anataşınmazın 12.06.1968 tarihli mimari projesine uygun olarak yapıldığı, davacıya ait 1 numaralı bağımsız bölümde yer döşemelerinde kırılmalar olduğu, duvarlarda çatlaklar oluştuğu, bu çatlaklar nedeniyle bazı duvarların askıda kaldığı, bazı kolon ve kirişlerin arasının açıldığı, bodrum katta ve üst katlarda hasar olmadığı, davacının bağımsız bölümündeki hasarın, inşaat sırasında arka cephedeki 4,6 metrelik kısmın dolguya oturtulup zamanla çökmesinden kaynaklandığı, binanın 2007 tarihli Deprem Yönetmeliği’nde belirlenen esaslar dairesinde deprem güvenliğinin belirlenmesine yönelik hesap ve tahkiklerin yapılması ve sonuçlarının İTÜ Döner Sermaye İşletmesi esaslarına göre hazırlanmış bir teknik raporla bildirilmesi işinin 7.100 TL’ye mal olacağı belirtilmiştir. Yukarda açıklanan bilirkişi kurulu raporunda; binanın güçlendirilmesi için ne gibi işlemlerin yapılması gerektiği açıklanmadığı gibi, mahkemece bu güçlendirmeye ilişkin herhangi bir proje de çizdirilmemiştir. Kaldı ki, kat maliklerinden tahsiline karar verilen 7.100 TL, binanın güçlendirilmesi için yapılması gereken işlerin bedeli değil, SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 227 deprem güvenliği ile ilgili hesap ve araştırmalara yönelik teknik raporun düzenlenmesi işi için İTÜ Döner Sermaye İşletmesine ve proje bürosuna verilecek bedeldir. Bu sebeple mahkemece, deprem yönetmeliklerinin esas alınacağı güçlendirme projesinin hazırlatılması, bunun belediyeden onayının sağlanması, bilirkişi kurulunca proje kapsamında güçlendirme için yapılması gereken işlemler ve giderlerin hesap edilmesi, anataşınmazın korunması, onarımı ve bakımı işlerinin Kat Mülkiyeti Yasası’nın 35. maddesinin ( d ) bendi uyarınca yöneticinin görevleri arasında olduğu, yöneticinin bu işi kat maliklerinden toplayacağı avansla yapacağı dikkate alınarak, mahkemece, bilirkişinin saptadığı güçlendirme maliyetinin kat maliklerinden avans niteliğinde olarak, Yasa’nın 20/b maddesi uyarınca toplanması, yapım masraflarının daha fazla olması durumunda kalan kısmın da kat maliklerinden alınması suretiyle güçlendirme yapması hususunda öncelikle yöneticinin görevlendirilmesi, bunun için yöneticiye uygun bir süre verilmesi, yöneticinin yerine getirmemesi halinde davacının yetkili kılınması gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK’nın 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 17.01.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 634/m.19 KAT MÜLKİYETİ KANUNU Kat malikleri, anagayrimenkulün bakımına ve mimarı durumu ile güzelliğini ve sağlamlığını titizlikle korumaya mecburdurlar. (Değişik ikinci fıkra: 14/11/2007-5711/8 md.) Kat maliklerinden biri, bütün kat maliklerinin beşte dördünün yazılı rızası olmadıkça anagayrimenkulün ortak yerlerinde inşaat, onarım ve tesisler, değişik renkte dış badana veya boya yaptıramaz. Ancak, ortak yer ve tesislerdeki bir bozukluğun anayapıya veya bağımsız bir bölüme veya bölümlere zarar verdiğinin ve acilen onarılması gerektiğinin veya anayapının güçlendirilmesinin zorunlu olduğunun mahkemece tespit edilmiş olması halinde, bu onarım ve güçlendirmenin projesine ve tekniğine uygun biçimde yapılması konusunda kat maliklerinin rızası aranmaz. Kat maliki kendi bağımsız bölümünde anayapıya zarar verecek nitelikte onarım, tesis ve değişiklik yapamaz. Tavan, taban veya duvar ile birbirine bağlantılı bulunan bağımsız bölümlerin bağlantılı yerlerinde, bu bölüm maliklerinin ortak rızası ile anayapıya zarar vermeyecek onarım, tesis ve değişiklik yapılabilir. Her kat maliki anagayrimenkule ve diğer bağımsız bölümlere, kusuru ile verdiği zarardan dolayı diğer kat maliklerine karşı sorumludur. 634/m.20-b KAT MÜLKİYETİ KANUNU (Değişik birinci fıkra: 13/4/1983 - 2814/9 md.) Kat maliklerinden her biri aralarında başka türlü anlaşma olmadıkça b) Anagayrimenkulün sigorta primlerine ve bütün ortak yerlerin bakım, koruma, güçlendirme ve onarım giderleri ile yönetici aylığı gibi diğer giderlere ve ortak tesislerin işletme giderlerine ve giderler için 228 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 toplanacak avansa kendi arsa payı oranında; 634/m.35 KAT MÜLKİYETİ KANUNU Yöneticinin görevleri, yönetim planında belirtilir; yönetim planında aksine hüküm olmadıkça, yönetici aşağıdaki işleri görür: a) Kat malikleri kurulunca verilen kararların yerine getirilmesi; b) Anagayrimenkulün gayesine uygun olarak kullanılması, korunması, bakımı ve onarımı için gereken tedbirlerin alınması; c) Anagayrimenkulün sigorta ettirilmesi; d) Anagayrimenkulün genel yönetim işleriyle korunma, onarım, temizlik gibi bakım işleri ve asansör ve kalorifer, sıcak ve soğuk hava işletmesi ve sigorta için yönetim planında gösterilen zamanda, eğer böyle bir zaman gösterilmemişse, her takvim yılının ilk ayı içinde, kat maliklerinden avans olarak münasip miktarda paranın toplanması ve bu avansın harcanıp bitmesi halinde, geri kalan işler için tekrar avans toplanması; e) Anagayrimenkulün yönetimiyle ilgili diğer bütün ödemelerin kabulü, yönetim dolayısiyle doğan borçların ödenmesi ve kat malikleri tarafından ayrıca yetkili kılınmışsa, bağımsız bölümlere ait kiraların toplanması; f) Anagayrimenkulün tümünü ilgilendiren tebligatın kabulü; g) Anagayrimenkulü ilgilendiren bir sürenin geçmesinden veya bir hakkın kaybına meydan vermiyecek gerekli tedbirlerin alınması; h) Anagayrimenkulün korunması ve bakımı için kat maliklerinin yararına olan hususlarda gerekli tedbirlerin, onlar adına alınması; i) Kat mülkiyetine ilişkin borç ve yükümlerini yerine getirmiyen kat maliklerine karşı dava ve icra takibi yapılması ve kanuni ipotek hakkının kat mülkiyeti kütüğüne tescil ettirilmesi; j) Topladığı paraları ve avansları yatırmak ve gerektiğinde almak üzere muteber bir bankada kendi adına ve fakat anagayrimenkulün yönetici sıfatı gösterilmek suretiyle, hesap açtırılması; k) Kat malikleri kurulunun toplantıya çağırılması. YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Tarih: 14.6.2011 Esas: 2011/3501 Karar: 2011/7422 ♦♦ HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE KARŞISINDA DAVANIN ESASI İNCELENEMEYECEĞİ SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 229 ÖZET: Davacı açmış olduğu davada, kendisine kök murisinden kalan parsellerde Hazine adına kayıtlı bulunan taşınmazların tapusunun iptali ile payı oranında adına tescilini istemiştir. Mahkemece 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmiş olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Özel Dairece; Dava, 2/B madde uygulama alanı sınırları içinde bırakılan taşınmazların tapusunun iptali ve tesciline ilişkindir. Çekişmeli taşınmazların bulunduğu yerde tespit tarihinden önce 1966 yılında Kazıklı serisi içinde orman kadastrosu yapılmış ve kesinleşmiştir. Daha sonra 1980 yılında yapılıp, 07.01.1983 tarihinde ilan edilerek kesinleşen aplikasyon ve 1744 sayılı Yasa ile değişik 2. madde; 1993 yılında yapılıp 14.06.1994 tarihinde ilan edilerek kesinleşen 3302 sayılı Yasa ile değişik 2/B madde uygulaması vardır. Bir davada hak düşürücü süre varsa dava dinlenemeyeceğinden işin esasının incelenemeyeceği ve kadastrodan önce var olan tapu kaydı ya da kesin hükmün tartışma konusu yapılamayacağı, tapu kaydına dayanılarak yasanın öngördüğü süre içinde orman kadastrosuna itiraz edilmesi gerektiği, aksi takdirde tapu kaydının veya kesin hükmün bulunması, orman kadastrosunun kendiliğinden geçersiz olması sonucunu doğurmayacağı gözönünde bulundurularak, davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığından, usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına karar verilmiştir. İlgili Kanun/Madde: 6831/m.11 DAVA : Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasının yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARAR : Davacı 05.02.2009 tarihinde açmış olduğu davada, K... köyü sınırları içinde kalan ve kendisine kök muris Alibeyoğlu Molla Mehmet’in oğlu Murat ve Teslime’den kalan 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170 ve 171 ada 1 parsellerde Hazine adına kayıtlı bulunan taşınmazların tapusunun iptali ile payı oranında adına tescilini istemiştir. Mahkemece, 6831 sayılı Yasa’nın 11. maddesi gereğince tapulu taşınmaz maliklerine orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanak ve kararlara karşı askı ilan tarihinden itibaren 10 yıllık hak düşürücü süre içinde dava açma hakkı tanındığı, davacı tarafça belirtilen bu sürenin geçirilmiş olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, 2/B madde uygulama alanı sınırları içinde bırakılan taşınmazların tapusunun iptali ve tesciline ilişkindir. Çekişmeli taşınmazların bulunduğu yerde tespit tarihinden önce 1966 yılında Ka- 230 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 zıklı serisi içinde orman kadastrosu yapılmış ve kesinleşmiştir. Daha sonra 1980 yılında yapılıp, 07.01.1983 tarihinde ilan edilerek kesinleşen aplikasyon ve 1744 sayılı Yasa ile değişik 2. madde; 1993 yılında yapılıp 14.06.1994 tarihinde ilan edilerek kesinleşen 3302 sayılı Yasa ile değişik 2/B madde uygulaması vardır. Davacı, Medeni Yasa’ya göre mülkiyet hakkının bütün ayni haklar gibi, hak düşürücü süreye bağlı olmadığını ileri sürülerek dava konusu taşınmazları önce orman sınırları içine alan, sonra Hazine adına orman sınırları dışına çıkartan çalışmaların iptalini istenmekte ise de, 3373 sayılı Yasa’nın yürürlüğünden önce yapılan ve ilan edilen orman kadastro işlemlerine karşı 3373 sayılı Yasa ile tapulu taşınmazlar için getirilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanmayacağı, kaldı ki; ilan ve dava tarihine göre 10 yıllık sürenin dahi geçirilmiş olduğu, orman kadastrosu ile 2. madde ve 2/B madde uygulamalarının kesinleştiği, yine Hukuk Genel Kurulu’nun 20.03.1996 gün ve 1995/201086-174 sayılı kararında kabul edildiği gibi, hak arama özgürlüğünün sınırsız olarak kabulü kamu düzenini aksi yönde etkileyeceği, hak düşürücü süre ile mülkiyet hakkı değil, hak arama özgürlüğü belli bir süre ile sınırlandırıldığı, bu sürelerin doğrudan doğruya kamu düzenini ilgilendirmeleri nedeniyle davanın hangi aşamasında olursa olsun dava engellerinden olması nedeni ile mahkemelerce kendiliğinden ilk önce incelenmesi gerektiği, bir davadan hak düşürücü süre varsa dava dinlenemeyeceğinden işin esasının incelenemeyeceği ve kadastrodan önce var olan tapu kaydı ya da kesin hükmün tartışma konusu yapılamayacağı, tapu kaydına dayanılarak yasanın öngördüğü süre içinde orman kadastrosuna itiraz edilmesi gerektiği, aksi takdirde tapu kaydının veya kesin hükmün bulunması, orman kadastrosunun kendiliğinden geçersiz olması sonucunu doğurmayacağı göz önünde bulundurularak, SONUÇ : Davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığından, davacının temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ( ONANMASINA ), 14.06.2011 günü oybirliği ile karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 6831/m.11 ORMAN KANUNU Madde 11 - (Değişik: 5/6/1986 - 3302/6 md.) (Değişik: 22/5/1987-3373/5 md.) Orman kadastro komisyonlarınca düzenlenen tutanakların askı suretiyle ilanı, ilgililere şahsen yapılan tebliğ hükmündedir. Tutanak ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren altı ay içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve bu Kanunun 2nci maddesine göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı ile hak sahibi gerçek ve tüzelkişiler itiraz edebilir. Bu müddet içinde itiraz olmaz ise komisyon kararları kesinleşir. Bu süre hak düşürücü süredir. Ancak, tapulu gayrimenkullerde tapu sahiplerinin, 10 yıllık süre içerisinde dava açma hakları mahfuzdur. Sınırlamaya itiraz davaları her türlü harç ve resimden muaftır. Hak sahibi gerçek ve tüzelkişiler tarafından açılacak sınırlamaya itiraz davalarında hasım Orman Genel Müdürlüğü, bu Kanunun 2 nci maddesine göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine karşı açılacak itiraz davalarında ise hasım Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğüdür. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 231 Kadastrosu yapılıp kesinleşen devlete ait ormanlar, tapu dairelerince hiçbir harç, vergi ve resim alınmaksızın hazine adına tapuya tescil olunur. Sınır noktalarındaki taş, beton, kazık ve diğer işaretler Orman Genel Müdürlüğünce korunur. 6831/m.2-B ORMAN KANUNU B) 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık,fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları, Orman sınırları dışına çıkartılır. Orman sınırları dışına çıkartılan bu yerler Devlete ait ise Hazine adına, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ise bu müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları dışına çıkartılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi yapılır. Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz. Bu madde hükümleri; muhafaza ormanı, milli park olarak ayrılan, izin ve irtifak hakkı tesis edilen ormanlık alanlarda ve 3 üncü madde ile orman rejimi içine alınan yerlerde bu niteliklerin devamı süresince, yanan orman sahalarında ise hiçbir şekilde uygulanmaz. (Ek: 22/5/1987 - 3373/1 md.) Bu maddenin (B) bendi ile orman sınırları dışına çıkarılıp, 2924 sayılı Kanunun 11 ve 12 nci maddeleri gereğince fiili durumlarına göre ifraz edilerek bedeli karşılığı satılacak yer, yapı ve tesisleri kullananlardan, satış işlemleri tamamlanıncaya kadar ecri misil alınmaz. YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Tarih: 8.3.2011 Esas: 2010/1916 Karar: 2011/2023 ♦♦ KURUM ALACAKLARINDA TAHSİL ZAMAN AŞIMININ BORCUN DOĞDUĞU TARİHTE YÜRÜRLÜKTE BULUNAN MEVZUATA GÖRE BELİRLENECEĞİ ÖZET: Uyuşmazlık, H... Müh. Mak. ve İnş. San. Tic. Ltd. Şti’nin ortağı ve müdürü olan davacının payını devrettiği 26.11.1996 tarihinden önceki döneme ait prim, idari para cezası ve gecikme zammından tahsil zamanaşımı hukuksal nedenine dayalı 232 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 olarak sorumlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece takibe konu alacağın 10 yıllık tahsil zamanaşımına tabi olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir. Özel Dairece; Zamanaşımı süresi bakımından 08.12.1993 tarihinde yürürlüğe giren 3917 sayılı Kanun’un getirdiği düzenlemenin geçerli olduğu döneme ilişkin prim ve gecikme zammı alacakları yönünden zamanaşımına ilişkin süre 5 yıldır. Öte yandan, süresinde ödenmeyen prim ve diğer Kurum alacaklarının bizzat Kurumca cebren takip ve tahsil edilebileceği 506 sayılı Yasa’nın açık hükmü gereğidir. Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahsın ödeme emrine karşı tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlemine bakan vergi itiraz komisyonu ( İş Mahkemesi ) nezdinde itiraz edebileceği bildirilmiştir. Bu 7 günlük itiraz süresi hak düşürücü süre olup süreyi geçiren borçlunun artık menfi tespit, istirdat gibi aynı konuda hiçbir mahkemede dava açması mümkün değildir. Davacının, 16.09.1996 ve 26.11.1996 tarihlerinde Kuruma başvurarak şirketteki payını devrettiğini bildirmesi üzerine Kurumun davacının devir tarihine kadarki prim ve diğer borçlardan sorumlu olduğunu, devir tarihinden sonraki borçlardan sorumlu olmadığını kabul ederek davacıdan prim, idari para cezası ve gecikme zammını talep ettiğini yazılı olarak bildirdiği, borcun 7 gün içinde ödenmemesi halinde takip yapacağını bildirmesi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık, 26/11/1996 gününe kadarki Kurum alacaklarından pay devrinden önceki döneme ait prim, idari para cezası ve gecikme zammından Kurum alacağının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır. Kurum alacaklarında tahsil zamanaşımı borcun doğduğu tarihte yürürlükte bulunan mevzuata göre belirlenir. 1995/11. ay ile 26.11.1996 dönemine ilişkin prim, idari para cezası ve gecikme zammı alacakları için tahsil zamanaşımı süresi 5 yıl olup zamanaşımı süresinin başlangıcı ise alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılbaşıdır. Ödeme emrinin tebliği veya Kanunda sayılan diğer nedenlerle tahsil zamanaşımı kesildikten sonra takip eden yılbaşından itibaren yeniden işlemeye başlar. Yeniden işlemeye başlayan 5 yıllık zamanaşımı süresi dolmuş ise davacının bu borçlardan sorumlu olmadığının kabulü gerekir. Somut olayda, 5 yıllık zamanaşımı süresinin 01/01/2007 tarihinde dolduğu, davanın 04/07/2007 günü açıldığı ve böylece dava tarihi itibariyle 5 yıllık tahsil zamanaşımının dolduğu anlaşılmakla davacının payını devrettiği 26.11.1996 tarihinden önceki prim ve diğer alacaklardan tahsil zamanaşımı hukuksal nedenine dayalı olarak sorumlu olmadığına karar verilmesi gerekirken tahsil zamanaşımının 10 yıl olduğu kabul edilmek suretiyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görülerek Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 506/m.80 6183/m.58-1, 102, 103 818/m.125, 128,132 SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 233 DAVA : Davacı, Kurumun 14.06.2007 tarih ve 065048 sayılı işleminin iptaliyle, borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar vermiştir. Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Sezai Öztürk tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi: KARAR : Davacı, davalı Kurumun 14.06.2007 tarihli 065048 sayılı işleminin iptalini, davalı Kuruma borçlu olmadığının tespitini istemiştir. Uyuşmazlık, H... Müh. Mak. ve İnş. San. Tic. Ltd. Şti’nin ortağı ve müdürü olan davacının payını devrettiği 26.11.1996 tarihinden önceki döneme ait prim, idari para cezası ve gecikme zammından tahsil zamanaşımı hukuksal nedenine dayalı olarak sorumlu olmadığının tespiti ( olumsuz tespit ) istemine ilişkindir. Mahkemece takibe konu alacağın 10 yıllık tahsil zamanaşımına tabi olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmiş ise de zamanaşımı süresine ilişkin değerlendirmede hataya düşüldüğü görülmektedir. Bu yönüyle davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa’nın 80. maddesinde 3917 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik uyarınca, Kurumun süresi içerisinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gereği öngörülmüş; 3917 sayılı Kanun’la yapılan bu değişiklik aynı Kanun’un 8. maddesi hükmüne göre 08.12.1993 tarihinde yürürlüğe girmiş; daha sonra, 24.06.2004 tarih ve 5198 sayılı Kanun’la aynı maddede yapılan değişiklik sonucunda Kurum alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanun’un 102. maddesinin de uygulanma olanağı bulunmadığı düzenlemesi getirilmiş ve düzenleme 06.07.2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu durumda, zamanaşımı süresi bakımından 3917 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 08.12.1993 tarihinden önceki dönemle, 5198 sayılı Kanun’un yürürlüğü sonrasına ilişkin prim ve gecikme zamları yönünden Sosyal Güvenlik Kurumu’nun alacak hakkı, Borçlar Kanunu’nun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Giderek, zamanaşımının başlangıç tarihi ise yine Borçlar Kanunu’nun 128. maddesi gereğince alacağın muaccel olduğu tarihtir ve zamanaşımının kesilmesi ve durdurulmasına ilişkin Borçlar Kanunu’nun 132. ve ardından gelen maddeleri de burada aynen geçerlidir. 08.12.1993 tarihinde yürürlüğe giren 3917 sayılı Kanun’un getirdiği düzenlemenin geçerli olduğu döneme ilişkin prim ve gecikme zammı alacakları yönünden ise, 6183 sayılı Kanun’un zamanaşımına ilişkin 102. ve ardından gelen maddeleri geçerlidir. Bu yönde 102. madde hükmüne göre zamanaşımı süresi 5 yıl olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı ise alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılbaşıdır. 6183 sayılı Kanun’un 103. maddesinde ise zamanaşımını kesen haller sayılmış olup kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. 234 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Öte yandan, süresinde ödenmeyen prim ve diğer Kurum alacaklarının bizzat Kurumca cebren takip ve tahsil edilebileceği 506 sayılı Yasa’nın açık hükmü gereğidir. Cebren tahsil ve takip esasları 6183 sayılı Yasa’da gösterilmiştir.506 sayılı Yasa’nın 80/7. maddesinde Kurum alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Yasa’nın uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde alacaklı sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesinin yetkili olduğu, 6183 sayılı Yasa’nın 58/1. maddesinde de kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahsın ödeme emrine karşı tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlemine bakan vergi itiraz komisyonu ( İş Mahkemesi ) nezdinde itiraz edebileceği bildirilmiştir. Bu 7 günlük itiraz süresi hak düşürücü süre olup süreyi geçiren borçlunun artık menfi tespit, istirdat gibi aynı konuda hiçbir mahkemede dava açması mümkün değildir. Çünkü 6183 sayılı Yasa’da İİK.’nun 72. maddesine koşut bir hüküm yer almamaktadır. 6183 sayılı Yasa İİK.’na nazaran özel bir yasa olup uygulama önceliğine sahiptir. ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.04.2001 gün ve 2002/21-201-297, 24.03.2004 gün ve 2004/10-164170 sayılı kararları ). Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacıya gönderilen ödeme emrine konu prim borcunun 1995/112003/8 aylarına, idari para cezasının ise 1996 yılının 2. ayına ait olduğu, davacının, şirketteki paylarının tamamını 16.09.1996 ve 26.11.1996 tarihlerinde devrettiği ve pay devrinin Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nin 17.06.1997 günlü nüshasında ilan edildiği, davacının 15.12.2006 tarihinde Kuruma başvurarak şirketteki payını devrettiğini bildirmesi üzerine Kurumun davacının devir tarihi olan 26/11/1996 gününe kadarki prim ve diğer borçlardan sorumlu olduğunu, devir tarihinden sonraki borçlardan sorumlu olmadığını kabul ederek 14/06/2007 gün ve 65048 sayılı yazı ile davacıdan prim, idari para cezası ve gecikme zammı olmak üzere toplam 5.271,23 TL talep ettiği borcun 7 gün içinde ödenmemesi halinde 6183 sayılı Yasa gereğince takip yapacağını bildirdiği ve bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık, 26/11/1996 gününe kadarki Kurum alacaklarından 506 sayılı Yasa’nın 80/12. maddesine göre şirket ortağı ve müdürü sıfatıyla müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu tartışmasız olan davacının, pay devrinden önceki döneme ait prim, idari para cezası ve gecikme zammından zamanaşımı hukuksal nedenine dayalı olarak sorumlu olup olmadığı, diğer bir deyişle Kurum alacağının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır. Kurum alacaklarında tahsil zamanaşımı borcun doğduğu tarihte yürürlükte bulunan mevzuata göre belirlenir. 08/12/1993 tarihinde yürürlüğe giren 3917 sayılı Kanunun getirdiği düzenlemenin geçerli olduğu 1995/11. ay ile 26.11.1996 dönemine ilişkin prim, idari para cezası ve gecikme zammı alacakları için tahsil zamanaşımı süresi 5 yıl olup zamanaşımı süresinin başlangıcı ise alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yılbaşıdır. Ödeme emrinin tebliği veya Kanunda sayılan diğer nedenlerle tahsil zamanaşımı kesildikten sonra takip eden yılbaşından itibaren yeniden işlemeye başlar. Yeniden işlemeye başlayan 5 yıllık zamanaşımı süresi dolmuş ise davacının bu borçlardan sorumlu olmadığının kabulü gerekir. Somut olayda; ödeme emrinin SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 235 21/11/2001 tarihinde davacıya tebliğ edildiği, davacının süresi içinde zamanaşımının dolduğu iddiası ile ödeme emrinin iptali davası açmadığı ve ödeme emrinin kesinleştiği, davacının 22/11/2001 günü mal beyanında bulunduğu, tahsil zamanaşımını kesen en son halin mal beyanı olması nedeniyle zamanaşımının 01/01/2002 tarihinden itibaren yeniden işlemeye başladığı, bu tarihten sonra zamanaşımını kesen başkaca bir halin bulunmadığı, 5 yıllık zamanaşımı süresinin 01/01/2007 tarihinde dolduğu, davanın 04/07/2007 günü açıldığı ve böylece dava tarihi itibariyle 5 yıllık tahsil zamanaşımının dolduğu anlaşılmakla davacının payını devrettiği 26.11.1996 tarihinden önceki prim ve diğer alacaklardan tahsil zamanaşımı hukuksal nedenine dayalı olarak sorumlu olmadığına karar verilmesi gerekirken mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yerinde olmayan gerekçeyle tahsil zamanaşımının 10 yıl olduğu kabul edilmek suretiyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 08.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 506/m:80 SOSYAL SİGORTALAR KANUNU (Değişik: 1/12/1993 3917/1 md.) İşveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur. (Ek fıkr a: 9/4/20034842/32 md.) Prim borçlarının, katma değer vergisi iade alacağından mahsubu suretiyle deödenmesi mümkündür. Bu takdirde katma değer vergisi iade hakkı sahibi; kendisinin, mal ya da hizmet satın aldığı veya iştirak ya da ortaklık ilişkisi içinde bulunduğu işverenlerin prim borçları için de mahsup talep edebilir. Kurumun bağlı olduğu Bakanlık, Maliye Bakanlığının uygun görüşü ile bu uygulamadan faydalanacak işverenleri, iştigal konusu, işletme türü ve işletme büyüklüğü itibariyle belirlemeye ve lehine mahsup talebinde bulunulan işverenlerin prim borcu ödeme süresini otuz günü aşmamak üzere uzatmaya yetkilidir. 77 nci maddenin (a) fıkrası gereğince hak edilen ve fakat ödenmemiş olan ücretler üzerinden hesaplanacak primler hakkında da yukarıdaki hüküm uygulanır. Kuruma fiilen ödenmeyen prim tutarları Gelir ve Kurumlar Vergisi uygulamasında gider yazılamaz. (Değişik beşinci fıkra: 22/2/2006 – 5458/6 md.) Kurumun, süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı, diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır. Şu kadar ki; Kurumun prim ve diğer alacaklarının süresi içinde ve tam olarak ödenmemesi halinde, ödenmeyen kısmına, sürenin bittiği tarihten itibaren ilk üç aylık sürede her ay için % 3 oranında gecikme cezası, ayrıca her ay için bulunan bu tutarlara ödeme süresinin bittiği tarihten başlamak üzere borç ödeninceye kadar, her ay için ayrı ayrı Hazine Müsteşarlığınca açıklanacak bir önceki aya ait YTL cinsinden iskontolu ihraç edilen Devlet iç 236 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 borçlanma senetlerinin aylık ortalama faizi, bileşik bazda uygulanarak gecikme zammı hesaplanır. Ancak ödemenin yapıldığı ay için gecikme zammı günlük hesaplanır. Yapılacak takip sonunda tahsilinin imkânsız veya tahsili için yapılacak giderlerin alacaktan fazla olacağı anlaşılan 20 YTL’ye kadar (20 YTL dahil) Kurum alacakları, tahsil zamanaşımı süresi beklenilmeksizin Kurum Yönetim Kurulunca terkin edilebilir. Kurum Yönetim Kurulu, bu miktarı on katına kadar artırmaya, terkin yetkisinin tamamını veya bir kısmını yetki sınırlarını da belirterek Kurum Başkanına, Genel Müdürlere ve Sigorta İl/Sigorta Müdürlerine devretmeye yetkilidir. Bakanlar Kurulu ilk üç ay için uygulanan gecikme cezası oranını iki katına kadar artırmaya veya bu oranı % 1 oranına kadar indirmeye, yeniden kanunî oranına getirmeye ve uygulama tarihini belirlemeye yetkilidir. Yetkilerin kullanılmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle tespit edilir. Kurum alacaklarının tahsilinde 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir. Yetkili iş mahkemesine başvurulması alacakların takip ve tahsilini durdurmaz. Dava ve icra takibi açılmış olsa bile,prim ve diğer alacakların ödenmemiş kısmı için gecikme zammı tahsil olunur. (Değişik : 29/9/1999 KHK 578/1 md.) Yangın, su baskını ve deprem gibi tabii afete uğrayan ve bunu belgeleyen işverenler ile isteğe bağlı sigorta ve topluluk sigortasına devam edenlerin hadisenin vukua geldiği tarihten itibaren üç ay içinde talepte bulunmaları halinde mevcut prim borçları ile afetin meydana geldiği tarihten itibaren tahakkuk edecek üç aylık prim borçları hadisenin vuku bulduğu tarihten itibaren bir yıla kadar ertelenebilir. Prim borcunun ertelendiği süre zamanaşımından sayılmaz ve ertelenen kısmına gecikme zammı uygulanmaz. Sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzelkişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Bu Kanuna ek 24 üncü maddesinde belirtilen Kurum ve Kuruluşlar tarafından süresi içinde kuruma ödenmeyen sosyal yardım zamları için bu madde hükümleri uygulanır. 6183/m.58-1, 102, 103AMME ALACAKLARININ TAHSİLİ USULÜ HAKKINDA KANUN Madde 58 – Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur. Madde 102 – Amme alacağı, vadesinin rasladığı takvimi yılını takib eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar. Para cezalarına ait hususi kanunlarındaki zamanaşımı hükümleri mahfuzdur. Zamanaşımından sonra mükellefin rızaen yapacağı ödemeler kabul olunur. Zamanaşımının kesilmesi: Madde 103 – Aşağıdaki hallerde tahsil zamanaşımı kesilir: 1. Ödeme, 2. Haciz tatbiki, 3. Cebren tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan her çeşit tahsilat. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 237 4. Ödeme emri tebliği, 5. Mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının bildirilmesi, 6. Yukardaki 5 sırada gösterilen muamelelerden her hangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumlar mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması, 7. İhtilaflı amme alacaklarında kaza mercilerince bozma kararı verilmesi, 8. Amme alacağının teminata bağlanması, 9. kaza mercilerince icranın tehirine karar verilmesi, 10. İki amme idaresi arasında mevcut bir borç için alacaklı amme idaresi tarafından borçlu amme idaresine borcun ödenmesi için yazı ile müracaat edilmesi. 11. (Ek: 25/12/2003-5035/5 md.) Amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması. Kesilmenin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Zamanaşımının bir bozma kararıyla kesilmesi halinde zamanaşımı başlangıcı yeni vade gününün rastladığı; amme alacağının teminata bağlanması veya icranın kaza mercilerince durdurulması hallerinde zamanaşımı başlangıcı teminatın kalktığı ve durma süresinin sona erdiği tarihin rastladığı; takvim yılını takip eden takvim yılının ilk günüdür. 818/m.125, 128, 132 BORÇLAR KANUNU Madde 125 - Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir. Madde 128 - Müruru zaman alacağın muaccel olduğu zamandan başlar, alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi ise müruru zaman bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder. Madde 132 - Aşağıdaki hallerde müruru zaman cereyan etmez ve cereyana başlamış ise inkıtaa uğrar: 1 - Velayet devam ettiği müddetçe çocukların baba ve analarına karşı olan alacakları hakkında. 2 - Vesayet devam ettiği müddetçe vesayet altında bulunanların vasi veya Sulh Hakimi ve Mahkemei Asliye Hakimleri zimmetinde olan alacakları hakkında. 3 - Nikah devam ettiği müddetçe karı kocadan birinin, diğeri zimmetinde olan alacakları hakkında. 4 - Hizmet mukavelesinin devam ettiği müddetçe hizmetçilerin, istihdam edenlere karşı olan alacakları hakkında. 5 - Borçlu alacak üzerinde intifa hakkını haiz olduğu müddetçe. 6 - Alacağı, bir Türk mahkemesi huzurunda iddia etmek imkanı olmadığı müddetçe. Müruru zaman, tatil eden sebeplerin zail olduğu günün hitamından itibaren başlar veya tevakkuftan evvel başlamış olan cereyanına devam eder. 238 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 239 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI YARGITAY CEZA 240 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 YARGITAY CEZA GENEL KURULU Tarih: 21.12.2010 Esas: 2010/4-217 Karar: 2010/262 ♦♦ ZİNCİRLEME BİÇİMDE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU ÖZET: Zincirleme biçimde görevi kötüye kullanma suçundan sanığın beraatine ilişkin, Yargıtay Ceza Dairesince verilen hüküm, Yargıtay C. Savcısı tarafından temyiz edilmekle, Ceza Genel Kurulunca; Sanığın Vali olarak görev yaptığı sırada usulsüz silah taşıma ruhsatı verdiği ve bu şekilde zincirleme biçimde görevini kötüye kullandığı iddiasıyla açılan kamu davası sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılamayı yapan Yargıtay Ceza Dairesince suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle sanığın beraatine karar verilmiş, verilen hüküm, Yargıtay C. Savcısı tarafından atılı suçun oluştuğu görüşüyle temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, atılı görevi kötüye kullanma suçunun oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir. İl Valileri tarafından can güvenliği nedeniyle silah taşıma ruhsatı verilmesine ilişkin kurallar 6136 sayılı Yasa ve Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Yönetmelikte düzenlenmiştir”. “İl Valileri; a ) Yaptıkları iş, sosyal, ekonomik, kültürel ve mesleki faaliyetleri ya da bulundukları yer ve zaman itibarıyla can güvenliklerin ciddi ve harici tehdit ve tehlikelere maruz kalacağı kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılan Türk vatandaşları ile karşılıklılık esasına göre ülkemizde çalışma ve ikamet izni sahibi yabancı uyruklu şahıslara, ...Talepleri halinde silah taşıma ruhsatı verebilir, şahısların can güvenliklerinin ciddi ve harici tehditlere maruz kalacağının kuvvetle muhtemel olup olmadığı hususu Valiler tarafından takdir edilir...” İçişleri Bakanlığının Genelgesinin “Ruhsat vermeye yetkili makam” başlıklı maddesinde valiliklerin; “ancak kendi idarelerinde ikamet eden, görev yapan veya mesleki faaliyet yürüten kişilere silah ruhsatı vermeye yetkili oldukları” belirtilmiştir. İncelenen dosya içeriğine göre; Sanığın yargılamaya konu edilen eylemi, Bayburt Valisi olarak görev yaptığı dönemde M. A., K. A ve O. D. isimli kişilere can güvenliklerinin tehlikede olduğu gerekçesiyle silah taşıma ruhsatı onayı vermesinden ibarettir. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 241 Adı geçen kişilerin silah ruhsat dosyalarının incelenmesinde: 1- ) M. A.’un, can güvenliğinin tehlikede olduğuna dair müracaatı olmadığı gibi bu konuda herhangi bir bilgi, belge ve somut delilinde elde edilemediğinin tespit edildiği hususlarının yer aldığı yazının Valilik Makamına sunulduğu, sanık vali tarafından aynı tarihte “silah taşıma ruhsatı verilsin” şeklinde onaylandığı, adı geçen şahsın silah taşıma ruhsatını teslim aldığı, daha sonra şikayet üzerine yapılan araştırmada, adı geçenin il merkezinde oturmadığı, elektrik, su aboneliğinin ve emlak vergisi kaydının bulunmadığı, adrese dayalı nüfus kayıt sisteminde adresinin “Fransa” olarak gösterildiği, silah ruhsatı almak için gösterilen adreste bir uzman çavuşun kiracı olarak oturduğunun saptandığı, bunun üzerine sanığın yerine atanan vali tarafından silah taşıma ruhsatının iptal edildiği ve dosyasının bulundurma ruhsatı verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesi amacıyla Ankara Emniyet Müdürlüğüne gönderildiği, 2- ) O. D.’nun silah taşıma ruhsatı almak için Bayburt Valiliğine dilekçe ile başvurduğu, yapılan idari soruşturmada şahsın oturduğunu beyan ettiği adreste kapıyı kimsenin açmadığı, ancak mahalle muhtarı Ş. A.’ın şahsın bu adreste oturduğunu ve oto alım satımı yaptığını söylediği, can güvenliğinin tehlikede olduğuna dair müracaatı olmadığı gibi bu konuda herhangi bir bilgi, belge ve somut delilin elde edilemediğinin tespit edildiği hususlarının yer aldığı yazının Valilik Makamına sunulduğu, sanık vali tarafından “silah taşıma ruhsatı verilsin” şeklinde onaylandığı, adı geçenin silah taşıma ruhsatını teslim aldığı, daha sonra şikayet üzerine yapılan araştırmada, adı geçen şahsın il merkezinde oturmadığı, elektrik, su aboneliğinin ve emlak vergisi kaydının bulunmadığı, nüfus kaydında adresinin Rize İli Pazar İlçesi olarak gösterildiği, silah ruhsatı almak için gösterilen adreste başka bir kişinin oturduğunun saptandığı, bunun üzerine sanığın yerine atanan vali tarafından silah taşıma ruhsatının iptal edildiği ve dosyasının bulundurma ruhsatı verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesi amacıyla Rize Emniyet Müdürlüğüne gönderildiği, 3- ) K. A’ın silah taşıma ruhsatı almak için Bayburt Valiliğine başvurduğu, yapılan idari soruşturmada şahsın oturduğunu beyan ettiği adreste kapıyı kimsenin açmadığı, ancak mahalle muhtarı Ş. A.’ın şahsın bu adreste oturduğu ve oto alım satımı yaptığını söylediği, can güvenliğinin tehlikede olduğuna dair müracaatı olmadığı gibi bu konuda herhangi bir bilgi, belge ve somut delilin elde edilemediğinin tespit edildiği hususlarının yer aldığı yazının Valilik Makamına sunulduğu, sanık vali tarafından “silah taşıma ruhsatı verilsin” şeklinde onaylandığı, adı geçen şahsın silah taşıma ruhsatını teslim aldığı, silah taşıma ruhsatında bile adresinin Çankaya/ Ankara olarak gösterildiği, daha sonra şikayet üzerine yapılan araştırmada, adı geçen şahsın il merkezinde oturmadığı, elektrik, su aboneliğinin ve emlak vergisi kaydının bulunmadığı, adrese dayalı nüfus kayıt sisteminde ise adresinin Ankara olarak kayıtlı olduğu, bunun üzerine sanığın yerine atanan vali tarafından silah taşıma ruhsatının iptal edildiği ve dosyasının bulundurma ruhsatı verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesi amacıyla Ankara Emniyet Müdürlüğüne gönderildiği, 242 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Anlaşılmaktadır. Sanık vali tarafından, 2006 yılında 3 ve 2007 yılında ise 15 olmak üzere toplam 18 kişinin silah taşıma ruhsat talebine onay verilmemiş, bunlardan 6 adedinin red sebebi ise Bayburt İlinde oturmamaları olarak gösterilmiştir. Tanık A. Y. Tanık S. T. Tanık F. Ö. Tanık Ş. A. Tanık A. P. Olay hakkındaki bilgilerini beyan etmişlerdir. Sanık aşamalarda özü itibarıyla birbirleriyle uyumlu olarak ve özetle; “adı geçen kişilere silah taşıma ruhsatlarının mevzuata uygun olarak verildiğini, asla bir menfaat temin etmediğini, Devletin ve üçüncü şahısların zarara uğramadığını, 2008 yılında ruhsatların iptal edildiğini, şahısların taşıma ruhsatı ile aldıkları silahları sadece taşıdıklarını, silahı satarak paraya çevirmediklerini, herhangi bir suçta kullanmadıklarını, bu nedenle bu kişilerin haksız bir kazanç elde etmediklerini, atılı suçun unsurlarının oluşmadığını, beraatine karar verilmesi gerektiğini” savunmuştur. 765 sayılı TCY’nın 240. maddesindeki suçun oluşumu için norma aykırı davranış yeterli iken, 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte, bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması gerekmektedir. Can güvenliği nedeniyle silah taşıma ruhsatı verilmesi yetkisi 6136 sayılı Yasanın 7. ve anılan Yönetmeliğin 7/a maddesi uyarınca İl Valilerine aittir. Hatta 01.05.2002 tarihinde yapılan değişiklikle 7/a maddesi kapsamında İl Valilerinin takdir yetkileri daha da genişletilmiştir. Yapılan değişiklikle bu maddeye eklenen “ancak ( a ) bendinde geçen şahısların can güvenliklerinin ciddi ve harici tehditlere maruz kalacağının kuvvetle muhtemel olup olmadığı hususu Valiler tarafından takdir edilir” ibaresinden bu konuda Valilere sınırsız bir yetki dolayısıyla da keyfilik tanındığı düşünülemez. Dosyadaki tüm bilgi ve belgeler değerlendirildiğinde; Bayburt Valisi olan sanığın can güvenliği nedeniyle taşıma ruhsatı almak için başvuruda bulunan M. A., K. A ve O. D. isimli kişilerin can güvenliklerinin tehlikede olduğu yönünde bir başvurularının bulunmamasına, bu konuda herhangi bir somut bilgi ve belgenin olmamasına ve Bayburt İlinde fiilen oturmadıklarını bilmesine karşın silah taşıma ruhsatı onayı vermesi eylemlerinde, takdir yetkisinin sınırlarını aşıp kendisine verilen yetkiyi kötüye kullandığının kabulü gerekir. Hatta, sanığın Bayburt İlinde oturmadığını bildiği bu kişilerin silah taşıma ruhsatı alabilmeleri açısından gerekli olan “Bayburt İlinde ikamet etmeleri” koşulunu şekli olarak yerine getirebilmek amacıyla sürece bizzat müdahalede bulunması ve bunun sonucunda taşıma ruhsatı onayı vermesi bu konudaki yetkisini kullanış tarzını göstermektedir. 5442 ve 6136 sayılı Yasalar ile ilgili Yönetmelik hükümleri ve İçişleri Bakanlığı Genelgesi birlikte değerlendirildiğinde, İl Valilerinin silah ruhsatı verme yetkisini SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 243 ancak yetkili ve sorumlu oldukları yönetim biriminde oturan kişilerle sınırlı olarak kullanabilecekleri, başka illerde oturan kişilere ruhsat vermeye hiçbir şekilde yetkilerinin bulunmadığı açıktır. Bu durumda, 5237 sayılı TCY’nda kamu görevlisi sayıldığında kuşku bulunmayan sanık valinin kendisine yasalar ve yönetmelikle verilen görevleri yerine getirirken görevin gereklerine aykırı davrandığı ortadadır. Kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunduğu konusunda bir iddia ve belirleme bulunmamasına rağmen olayımızda, ilgili Yasa ve Yönetmelik hükümleri uyarınca silah taşıma ruhsatı alma olanağı bulunmadığı açıkça ortada olan kişilere görevinin gereklerine aykırı davranarak silah taşıma ruhsatı onayı vermesi suretiyle, bu kişilere haksız kazanç sağlama koşulu gerçekleştiğinden sanığın eylemleri 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesinde öngörülen suçu oluşturur. Bu itibarla, sanığın Yasa ve Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak üç kişiye silah taşıma ruhsatı onayı vermesi şeklindeki eyleminin zincirleme olarak görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmasına karşın Özel Dairece mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesinde isabet bulunmadığından kararının bozulmasına karar verilmiştir. Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Genel Kurul Üyesi; Özel Daire beraat kararının onanması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır. İlgili Kanun/Madde: 5237/m.257-1 DAVA : Zincirleme biçimde görevi kötüye kullanma suçundan sanığın beraatine ilişkin, Yargıtay 4. Ceza Dairesince oyçokluğuyla verilen 27.05.2010 gün ve 40-16 sayılı hüküm, Yargıtay C. Savcısı tarafından “atılı suçun oluştuğu” görüşüyle temyiz edilmekle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 25.10.2010 gün ve 5 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. KARAR : Sanık M.’un Bayburt Valisi olarak görev yaptığı sırada Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Yönetmeliğin 7/a maddesi kapsamında can güvenliği nedeniyle toplam üç kişiye anılan Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak usulsüz silah taşıma ruhsatı verdiği ve bu şekilde zincirleme biçimde görevini kötüye kullandığı iddiasıyla açılan kamu davası sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılamayı yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle sanığın beraatine karar verilmiş, verilen hüküm, Yargıtay C. Savcısı tarafından atılı suçun oluştuğu görüşüyle temyiz edilmiştir. Görüldüğü gibi Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, atılı görevi kötüye kullanma suçunun oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir. İl Valileri tarafından can güvenliği nedeniyle silah taşıma ruhsatı verilmesine ilişkin kurallar 6136 sayılı Yasa ve Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında 244 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Yönetmelikte düzenlenmiştir. 6136 sayılı Yasanın 7. maddesinde ( 23.06.1981 gün ve 2478 sayılı Yasanın 3. maddesi ile değişik ); “ Ateşli silahları ancak; ... 5. Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikte belirlenecek esaslara göre valiler tarafından verilecek izin vesikasını alanlar, Taşıyabilirler veya mesken ya da işyerinde bulundurabilirler” hükmü bulunmaktadır. Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin “Can güvenliği nedeniyle silah taşıma ruhsatı verilmesi” başlıklı 7/a maddesinde ise ( 02.12.1999 gün 1999/13749 sayılı yönetmelik ile değişik ); “ İl Valileri; a ) Yönetmeliğin 8 ve 9 uncu maddeleri kapsamına girmeyen, ancak yaptıkları iş, sosyal, ekonomik, kültürel ve mesleki faaliyetleri ya da bulundukları yer ve zaman itibarıyla can güvenliklerinin ciddi ve harici tehdit ve tehlikelere maruz kalacağı kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılan Türk Vatandaşları ile karşılıklılık esasına göre ülkemizde çalışma ve ikamet izni sahibi yabancı uyruklu şahıslara, ... Talepleri halinde silah taşıma ruhsatı verebilir...” hükmü yer almakta iken 01.05.2002 tarih ve 2002/4158 sayılı Yönetmelik ile bu madde; “İl Valileri; a ) Yaptıkları iş, sosyal, ekonomik, kültürel ve mesleki faaliyetleri ya da bulundukları yer ve zaman itibarıyla can güvenliklerin ciddi ve harici tehdit ve tehlikelere maruz kalacağı kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılan Türk vatandaşları ile karşılıklılık esasına göre ülkemizde çalışma ve ikamet izni sahibi yabancı uyruklu şahıslara, ...Talepleri halinde silah taşıma ruhsatı verebilir. Ancak ( a ) bendinde geçen şahısların can güvenliklerinin ciddi ve harici tehditlere maruz kalacağının kuvvetle muhtemel olup olmadığı hususu Valiler tarafından takdir edilir...” biçiminde değiştirilmiştir. Öte yandan, İçişleri Bakanlığının 25.06.1998 gün ve 129 sayılı Genelgesinin “Ruhsat vermeye yetkili makam” başlıklı 7. maddesinde valiliklerin; “ancak kendi idarelerinde ikamet eden ( Yönetmelik madde 4, 7 ve 10 ), görev yapan ( madde 8 ) veya mesleki faaliyet yürüten kişilere ( madde 9 ) silah ruhsatı vermeye yetkili oldukları” belirtilmiştir. İncelenen dosya içeriğine göre; Sanığın yargılamaya konu edilen eylemi Bayburt Valisi olarak görev yaptığı dönemde M. A., K. A ve O. D. isimli kişilere can güvenliklerinin tehlikede olduğu gerekçesiyle silah taşıma ruhsatı onayı vermesinden ibarettir. Adı geçen kişilerin silah ruhsat dosyalarının incelenmesinde: 1- ) M. A.’un, Bayburt İli Demirözü İlçesi Gökçedere Köyü nüfusuna kayıtlı olduğu, 05.06.2006 tarihinde can güvenliğinden dolayı silah taşıma ruhsatı almak için Bayburt Valiliğine dilekçe ile başvurduğu, Bayburt Şeyhhayran Mahallesi O... Caddesi R... SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 245 Apartmanı No: ... sayılı yeri adres olarak gösterdiği, yapılan idari soruşturmada şahsın belirtilen adreste bir yakınının yanında oturduğu ancak buna karşın can güvenliğinin tehlikede olduğuna dair müracaatı olmadığı gibi bu konuda herhangi bir bilgi, belge ve somut delilinde elde edilemediğinin tespit edildiği hususlarının yer aldığı 08.06.2006 gün ve 2613 sayılı yazının Valilik Makamına sunulduğu sanık vali tarafından da aynı tarihte “silah taşıma ruhsatı verilsin” şeklinde onaylandığı, adı geçen şahsın 19.06.2006 tarihinde silah taşıma ruhsatını teslim aldığı, daha sonra şikayet üzerine yapılan araştırmada, adı geçenin il merkezinde oturmadığı, elektrik, su aboneliğinin ve emlak vergisi kaydının bulunmadığı, adrese dayalı nüfus kayıt sisteminde adresinin “Fransa” olarak gösterildiği, silah ruhsatı almak için gösterilen adreste 2007 yılından bu yana bir uzman çavuşun kiracı olarak oturduğunun saptandığı, bunun üzerine sanığın yerine atanan vali tarafından 14.05.2008 tarihli onay ile silah taşıma ruhsatının iptal edildiği ve dosyasının bulundurma ruhsatı verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesi amacıyla Ankara Emniyet Müdürlüğüne gönderildiği, 2- ) O. D.’nun Rize İli Pazar İlçesi Subaşı Köyü nüfusuna kayıtlı olduğu, 10.05.2006 tarihinde can güvenliğinden dolayı silah taşıma ruhsatı almak için Bayburt Valiliğine dilekçe ile başvurduğu, Bayburt Esentepe Mahallesi B... Sokak No:... sayılı yeri adres olarak gösterdiği, yapılan idari soruşturmada şahsın oturduğunu beyan ettiği adreste kapıyı kimsenin açmadığı, ancak mahalle muhtarı Ş. A.’ın şahsın bu adreste oturduğunu ve oto alım satımı yaptığını söylediği, can güvenliğinin tehlikede olduğuna dair müracaatı olmadığı gibi bu konuda herhangi bir bilgi, belge ve somut delilin elde edilemediğinin tespit edildiği hususlarının yer aldığı 08.06.2006 gün ve 2402 sayılı yazının Valilik Makamına sunduğu sanık vali tarafından da aynı tarihte “silah taşıma ruhsatı verilsin” şeklinde onaylandığı, adı geçenin 13.06.2006 tarihinde silah taşıma ruhsatını teslim aldığı, daha sonra şikayet üzerine yapılan araştırmada, adı geçen şahsın il merkezinde oturmadığı, elektrik, su aboneliğinin ve emlak vergisi kaydının bulunmadığı, nüfus kaydında adresinin Rize İli Pazar İlçesi olarak gösterildiği, silah ruhsatı almak için gösterilen adreste başka bir kişinin oturduğunun saptandığı, bunun üzerine sanığın yerine atanan vali tarafından 14.05.2008 tarihli onay ile silah taşıma ruhsatının iptal edildiği ve dosyasının bulundurma ruhsatı verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesi amacıyla Rize Emniyet Müdürlüğüne gönderildiği, 3- ) K. A’ın Rize İli Pazar İlçesi Subaşı Köyü nüfusuna kayıtlı olduğu, 18.05.2006 tarihinde can güvenliğinden dolayı silah taşıma ruhsatı almak için Bayburt Valiliğine dilekçe ile başvurduğu, Bayburt Esentepe Mahallesi B... Sokak No: ... sayılı yeri adres olarak gösterdiği, yapılan idari soruşturmada şahsın oturduğunu beyan ettiği adreste kapıyı kimsenin açmadığı, ancak mahalle muhtarı Ş. A.’ın şahsın bu adreste oturduğu ve oto alım satımı yaptığını söylediği, can güvenliğinin tehlikede olduğuna dair müracaatı olmadığı gibi bu konuda herhangi bir bilgi, belge ve somut delilin elde edilemediğinin tespit edildiği hususlarının yer aldığı 08.06.2006 gün ve 2613 sayılı yazının Valilik Makamına sunulduğu sanık vali tarafından da aynı tarihte “silah taşıma ruhsatı verilsin” şeklinde onaylandığı, adı geçen şahsın 19.06.2006 tarihinde silah taşıma ruh- 246 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 satını teslim aldığı, silah taşıma ruhsatında bile adresinin Çankaya/Ankara olarak gösterildiği, daha sonra şikayet üzerine yapılan araştırmada, adı geçen şahsın il merkezinde oturmadığı, elektrik, su aboneliğinin ve emlak vergisi kaydının bulunmadığı, adrese dayalı nüfus kayıt sisteminde ise adresinin Ankara olarak kayıtlı olduğu, bunun üzerine sanığın yerine atanan vali tarafından 14.05.2008 tarihli onay ile silah taşıma ruhsatının iptal edildiği ve dosyasının bulundurma ruhsatı verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesi amacıyla Ankara Emniyet Müdürlüğüne gönderildiği, Anlaşılmaktadır. Sanık vali tarafından, 2006 yılında 3 ve 2007 yılında ise 15 olmak üzere toplam 18 kişinin silah taşıma ruhsat talebine onay verilmemiş, bunlardan 6 adedinin red sebebi ise Bayburt İlinde oturmamaları olarak gösterilmiştir. Tanık A. Y. kovuşturma evresinde talimatla alınan ifadesinde; “Olay tarihinde Bayburt İlinde İl Emniyet Müdürünün koruması idim. Rutin olarak vali beyin makamında pazartesi ve cuma günleri il asayiş toplantıları olurdu. Yine tarihini bilmediğim bir toplantı zamanı vali beyin özel kalem müdürü iki şahsı göstererek ‘bunlar vali beyin tanıdıkları, burada emlak işi yapacaklar, onun için nüfus kayıtlarının buraya alınması gerekiyor, sen bunları mahalle muhtarına götür’ diye bana söyledi. Aynı zamanda bunlardan birisi benim hemşerim olduğu için, ben de kendilerini Esentepe Mahallesi Muhtarının yanına götürdüm. Ellerinde nakil ilmühaberleri vardı. Bütün daire amirleri ve muhtarların bende zaten telefonları vardı, hepsi ile tanışıyoruz, polis memuru olarak zaten görevim insanlara yardımcı olmaktır. Beni bu konuyla ilgili kimse zorlamadı, ben de kimseye zorla bir iş yaptırmadım, sadece görevimi yaptım”, Tanık S. T. C. Savcılığı ifadesi ile aynı doğrultudaki duruşma ifadesinde; “Suç tarihinde Bayburt Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyordum. Bayburt Valisi de M. idi, İl Emniyet Müdürü henüz göreve başlamadığı için vekaleten Emniyet Müdürlüğüne bakıyordum. Olay günü de her zaman yapılagelmekte olan asayiş toplantısına katılmak üzere Valiliğe gitmiştim. Orada toplantıya katılmak için valinin özel kalem müdürünün yanında otururken, iki şahıs vali beyin odasından çıktı. Özel kalem müdürünün yanına gelen iki şahıs aralarında bir şeyler konuştular. Ancak ben ne konuştukları ile ilgilenmedim. O iki şahısla konuştuktan sonra özel kalem müdürü bana bu iki şahsın Esentepe Mahallesi Muhtarlığına gideceklerini ancak muhtarlığı bilmediklerini, yardımcı olup olamayacağımı sordu, ben de şoförüme şahısları götürmesini söyledim. Daha sonra asayiş toplantısına girdim. Toplantı bittikten sonra Vali Bey bana “sen kal” dedi, Jandarma komutanımız çıktı, ben kaldım. Vali bey bana “az önce çıkan şahısları gördün mü” diye sordu, Ben de gördüğümü söyledim. Bunun üzerine bana “bu şahıslar silah müracaatında bulunacaklar, işlemi başlatın, ben söz verdim” dedi. Ben de müracaat olması halinde gereken işlemleri başlatacağımı söyledim. Zaten bizim müracaat halinde yapmamız gereken rutin işlemlerimiz vardır. Ben bu dosyayı birebir takip etmediğim için diğer ayrıntılarını tam olarak bilemiyorum. Ancak onlar gereken müracaatı yapmışlar. İşlemler tamamlandıktan sonra benim imzam olmaksızın valinin onayına sunulmuş. Benim imzamın bulunmamasının sebebi o tarihte yeni emniyet mü- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 247 dürünün göreve başlamış olmasıdır. Bana Vali Bey’in bu olayla ilgili özel bir talimatı olmadı. Silah taşıma ruhsatı talebinde bulunacak olan şahıslardan bir tanesinin Ankara Gölbaşı’nda taşocağı çalıştırdığını daha sonradan duymuştum. Esentepe Mahallesinin bağlı olduğu Merkez Karakoluna kontrol için gittiğimde oradaki yanlış hatırlamıyorsam Ramazan isimli soyadını hatırlamadığım idari memur bana silah taşıma ruhsatı talebinde bulunan şahısların o bölgede oturmaması nedeniyle olumsuz rapor hazırladığını bana söylemişti. Ben de kendisine “gerçek durumu ne ise onu yazın herhangi bir yanlışlık yapmayın” talimatı verdim. Netice itibariyle de olumsuz görüş bildirilerek rapor hazırlanmış. Ancak bu olumsuz rapora rağmen valilik tarafından olur verilmiş...”, Tanık F. Ö. yargılama aşamasında C. Savcılığındaki ifadesiyle uyumlu olarak; “Ben 2004 -2007 yılları arasında Bayburt Valiliği Özel Kalem Müdürü olarak görev yaptım. Görev yaptığım sırada il valimiz M.’tu. İddiada geçen O. D. ve K. A isimli şahıslar odama gelerek vali bey ile görüşmek istediklerini söylediler. Ben de kendilerini vali beyin sekreterine yönlendirdim. Hatırladığını kadarıyla benim odamda 2 -3 dakika kadar kaldılar. Daha sonra vali beyle görüştüler mi bilemiyorum. Yine valimiz M.’un bana bu kişiler hakkında herhangi bir talimatı olmadı. Şahıslar odama geldiğinde bana vali beyi tanıdıklarını ve vali bey ile görüşmek istediklerini söylediler, aramızda başkaca herhangi bir konu konuşulmadı. Ben bu şahısları daha önce Bayburt ilinde hiç görmedim, Bayburt’ta herhangi bir iş yapıp yapmadıklarını bilmiyorum. Ben kesinlikle A. Y. isimli kişiye “bu arkadaşlar vali beyin tanıdıkları, burada galeri açıp araç alım satımı yapacaklar, buraya taşınacaklar, Esentepe Mahallesi Muhtarını bularak bu arkadaşlara ev ayarlaması, nakillerinin yapılması hususunda yardımcı olmasını söyle” şeklinde bir söz söylemedim”, Tanık Ş. A. önceki beyanlarıyla uyumlu olarak yargılama aşamasında; “Ben 10 yıl Esentepe Mahallesi Muhtarı olarak görev yaptım. Bir gün daha önceden vali beyin koruması olduğunu zannettiğim ancak olaydan sonra öğrendiğime göre Bayburt İl eski emniyet müdürü B. G.’ün şoförü olan polis memuru A. isimli kişi yanıma geldi ve ‘vali beyin yakın dostları, arkadaşları Bayburt’ta iş yapmaya gelecek onlara ikametgah vereceksin’ diye vali beyin talimatı olduğunu söyledi. Ben de ikametgahı şahısların kendisine verebileceğimi söyledim. Ertesi gün A. isimli polis memuru iki kişi ile birlikte muhtarlığıma geldi. Burada bu şahısların K. A ve O. D. isimli şahıslar olduğunu öğrendim. Kendilerine öncelikle nakil ilmühaberlerini getirmelerini, Bayburt’ta ev tutmalarının gerekli olduğunu anlattım. Onlar da bir başka gün nakil ilmühaberlerini getirdiler. Birisi benim kardeşimin evini kiraladı, kardeşim adına evi kiraya ben verdim. Diğer evi de amcam A. A. kiraya verdi. Ben nakil ilmühaberi getirdikleri ve Bayburt’ta da oturmaya başladıkları için ikametgah düzenledim. Şahıslar muhtarlıkta konuşurken Bayburt’ta iş yapacaklarını ayrıca silah ruhsatı için müracaat edeceklerini bunun için ikametgaha ihtiyaçları olduğunu söylüyorlardı. Ben daha sonraki günlerde Emniyet Müdürü B. G.’e bu şahısların yeterli süre Bayburt’ta oturmadıkları halde kendilerine vermiş olduğum ikametgah ile silah ruhsatı için müracaat edeceklerini söyledim. O da bana ‘bakarız’ diye ilgileneceğini söyledi. Bu iki şahıs yaklaşık bir ay sonra tekrar yanıma geldiler ve 248 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 önceki ikametgah adreslerine nakil istediler. Ben de tekrar Rize Pazar İlçesine kişilerin ikametgah nakillerini gerçekleştirdim ve emniyette bu nakli onayladı”, Tanık A. P. önceki beyanlarıyla uyumlu olarak yargılama evresinde; “Vali M. valilikten ayrılmadan önce beni valiliğe çağırttı, hatırladığım kadarıyla 2007 yılı idi. Vali beyin odasına girdiğimde yanında İl Emniyet Müdürü Burhan Gümüş’de vardı. Vali bey bana M. A. adına düzenlenmiş ikametgah ilmühaberini göstererek ‘A. Bey bu ikametgah ilmühaberini nasıl verdin’ diye sordu. Ben de ‘bu ikametgah ilmühaberini şahsın mahallemde oturduğuna dair verdim’ dedim. Silah ruhsatı ile ilgili olduğunu bilmediğimi ve şahsa da bu ikametgah ile silah ruhsatına müracaat edemeyeceğini söylediğimi vali beye söyledim. Vali M. Bey bu ikametgah ilmühaberini Emniyet Müdürüne verdi. Ben Valilikten çıkıp Muhtarlığa gittim ve ilgili şahıs ile ilgili evrakların asıllarını alarak tekrar Valiliğe geldim, evrakların asıllarını vali beye teslim ettim. Vali M.Bey bana ‘bu evraklar bende kalsın, ben sana daha sonra gönderirim’ diye söyledi. Daha sonra bu evraklar iki polis memuru tarafından muhtarlığıma teslim edildi. Vali bey bana bu ‘ikametgahı nasıl düzenledin’ diye sorduğunda ben de N. K. isimli tanıdığım kişinin oğlu O.’ın muhtarlığa gelerek M. A. isimli şahsın kendilerinin akrabası olduğunu, şu an kendi evlerinde oturduğunu, misafir olarak bulunduğunu bu nedenle ikametgah istemesi üzerine M. A. isimli şahsı görmediğim halde ikametgah ilmühaberini düzenlediğimi vali beye söyledim” şeklinde beyanda bulunmuşlardır. Sanık aşamalarda özü itibarıyla birbirleriyle uyumlu olarak ve özetle; “adı geçen kişilere silah taşıma ruhsatlarının mevzuata uygun olarak verildiğini, bildirdikleri adreste oturduklarına dair muhtarlarca verilen ikametgah ilmühaberlerinin dosyasında da mevcut olduğunu, M. A. isimli şahsın Valiliğe müracaatı üzerine vali yardımcısının havalesi ile dosyanın Emniyet Müdürlüğüne intikal ettiği ve gerekli işlemler yapıldığını, 2006 yılı Mayıs ayının 10 undan sonra resmi bir toplantı ve sağlığı ile ilgili bir operasyon için öğlen Ankara uçağına yetişmek üzere yarım gün mesai yaptığı sırada K. A ve O. D. adlı şahısların makama gelerek kendisine Bayburt’a yerleşip ikametgahlarını nakil ettirdiklerini, oto ve emlak alım satımı yaptıklarını, silah taşıma ruhsatı için müracaat edeceklerini söylediklerini, her vatandaşa olduğu gibi müracaatlarını yapmalarını ve durumun belirttikleri gibi olması halinde yardımcı olabileceğini söylediğini, aynı gün il asayiş toplantısı bitiminde Emniyet Müdür Vekiline makamdan az önce çıkan şahısların silah taşıma talebinde bulunduklarını, durumlarının incelenmesini söylediğini, Emniyet Müdür Vekilinin söylediklerinin doğru olması halinde yardımcı olabileceğini belirttiğini, Ankara’ya giderek İbni Sina Hastanesinde ameliyat olup 20 gün sonra Bayburt’a döndüğünde her üç şahsa ait ruhsat dosyalarının Emniyet Müdürlüğünce hazırlanmış olduğunu, onaya sunulan yazılarda adı geçenlerin mani bir hallerinin bulunmadığı ve belirtilen adreslerde ikamet ettiklerinin tespit edildiğini, bu konudaki yönetmeliğin 16. maddesinde belirtilen silah taşımayı engelleyen hallerden birine düşmediklerine dair tespite göre izin verdiğini, ruhsatlarla ilgili olarak hiç kimseye telkinde bulunulmadığını ve emir vermediğini, asla bir menfaat temin etmediğini, Devletin ve üçüncü şahısların zarara uğramadığını, 2008 yılında ruhsatların iptal edil- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 249 diğini, şahısların taşıma ruhsatı ile aldıkları silahları sadece taşıdıklarını, silahı satarak paraya çevirmediklerini, herhangi bir suçta kullanmadıklarını, bu nedenle bu kişilerin haksız bir kazanç elde etmediklerini, atılı suçun unsurlarının oluşmadığını, beraatine karar verilmesi gerektiğini” savunmuştur. 5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinde düzenlenen “görevi kötüye kullanma” suçu; 765 sayılı TCY’nın 240. maddesinde yer alan “görevde yetkiyi kötüye kullanma”, 230. maddesindeki “görevi ihmal”, 228. maddesinde düzenlenen “görevde keyfi davranış” ve 212/1. maddesinde düzenlenmiş olan “basit rüşvet alma” suçlarının karşılığını oluşturmaktadır. 5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinin, suç ve Özel Dairenin karar tarihinde yürürlükte bulunan şekline göre; 1. fıkrasındaki görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu, kamu görevlisinin yasada ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması ile oluşur. Görüldüğü gibi, 765 sayılı TCY’nın 240. maddesindeki suçun oluşumu için norma aykırı davranış yeterli iken, 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte, bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlanması gerekmektedir. Can güvenliği nedeniyle silah taşıma ruhsatı verilmesi yetkisi 6136 sayılı Yasanın 7. ve anılan Yönetmeliğin 7/a maddesi uyarınca İl Valilerine aittir. Hatta 01.05.2002 tarihinde yapılan değişiklikle 7/a maddesi kapsamında İl Valilerinin takdir yetkileri daha da genişletilmiştir. Ancak İl Valileri, Yönetmeliğin 7/a maddesinde belirtildiği gibi, “yaptıkları iş, sosyal, ekonomik, kültürel ve mesleki faaliyetleri ya da bulundukları yer ve zaman itibarıyla can güvenliklerinin ciddi ve harici tehdit ve tehlikelere maruz kalacağı kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılan Türk Vatandaşları ile karşılıklılık esasına göre ülkemizde çalışma ve ikamet izni sahibi yabancı uyruklu şahıslara” bu madde kapsamında taşıma ruhsatı verebilme yetkisine sahiptirler. Yapılan değişiklikle bu maddeye eklenen “ancak ( a ) bendinde geçen şahısların can güvenliklerinin ciddi ve harici tehditlere maruz kalacağının kuvvetle muhtemel olup olmadığı hususu Valiler tarafından takdir edilir” ibaresinden bu konuda Valilere sınırsız bir yetki dolayısıyla da keyfilik tanındığı düşünülemez. Devlet kurumlarının yaptıkları araştırmalar, toplanan belge ve bilgiler ile objektif ölçütler gözönünde tutulmak suretiyle, kişisel öngörü ve mesleki birikimlerden de yararlanılarak takdir hakkı yetkisi kullanılmalıdır. Valilerin bu hususta kullanacakları takdir hakkının denetime açık olacak gerekçeleri içermesi keyfiliğin önüne geçilebilmesi açısından zorunludur. Bu açıklamalar ışığında dosyadaki tüm bilgi ve belgeler değerlendirildiğinde; Bayburt Valisi olan sanığın can güvenliği nedeniyle taşıma ruhsatı almak için başvuruda bulunan M. A., K. A ve O. D. isimli kişilerin can güvenliklerinin tehlikede olduğu yönünde bir başvurularının bulunmamasına, bu konuda herhangi bir somut bilgi ve belgenin olmamasına ve Bayburt İlinde fiilen oturmadıklarını bilmesine karşın silah 250 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 taşıma ruhsatı onayı vermesi eylemlerinde, takdir yetkisinin sınırlarını aşıp kendisine verilen yetkiyi kötüye kullandığının kabulü gerekir. Hatta, sanığın Bayburt İlinde oturmadığını bildiği bu kişilerin silah taşıma ruhsatı alabilmeleri açısından gerekli olan “Bayburt İlinde ikamet etmeleri” koşulunu şekli olarak yerine getirebilmek amacıyla sürece bizzat müdahalede bulunması ve bunun sonucunda taşıma ruhsatı onayı vermesi bu konudaki yetkisini kullanış tarzını göstermektedir. 5442 ve 6136 sayılı Yasalar ile ilgili Yönetmelik hükümleri ve İçişleri Bakanlığı Genelgesi birlikte değerlendirildiğinde, İl Valilerinin silah ruhsatı verme yetkisini ancak yetkili ve sorumlu oldukları yönetim biriminde oturan kişilerle sınırlı olarak kullanabilecekleri, başka illerde oturan kişilere ruhsat vermeye hiçbir şekilde yetkilerinin bulunmadığı açıktır. Bu durumda, 5237 sayılı TCY’nda kamu görevlisi sayıldığında kuşku bulunmayan sanık valinin kendisine yasalar ve yönetmelikle verilen görevleri yerine getirirken görevin gereklerine aykırı davrandığı ortadadır. 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesindeki “görevde yetkiyi kötüye kullanma” suçunun, suç ve karar tarihinde yürürlükte bulunan şekli açısından; kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunduğu konusunda bir iddia ve belirleme bulunmadığından, olayda bu öğelerin gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Ancak olayımızda, ilgili Yasa ve Yönetmelik hükümleri uyarınca silah taşıma ruhsatı alma olanağı bulunmadığı açıkça ortada olan kişilere görevinin gereklerine aykırı davranmak suretiyle silah taşıma ruhsatı onayı vermesi suretiyle, bu kişilere haksız kazanç sağlama koşulu gerçekleştiğinden sanığın eylemleri 5237 sayılı TCY’nın 257/1. maddesinde öngörülen suçu oluşturur. Öte yandan Ceza Genel Kurulunca ulaşılan bu sonuca göre; Özel Daire kararından sonra 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6086 sayılı Yasanın 1. maddesi ile 5237 sayılı TCY’nın 257. maddesinde yapılan değişikliklerin de Özel Dairece gözönünde bulundurulması yasal bir zorunluluktur. Bu itibarla, sanığın Yasa ve Yönetmelik hükümlerine aykırı olarak üç kişiye silah taşıma ruhsatı onayı vermesi şeklindeki eyleminin zincirleme olarak görevi kötüye kullanma suçunu oluşturmasına karşın Özel Dairece mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesinde isabet bulunmadığından kararının bozulmasına karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Genel Kurul Üyesi; Özel Daire beraat kararının onanması gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; 1- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 27.05.2010 gün ve 40-16 sayılı kararının BOZULMASINA, 2- Dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.12.2010 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 251 İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ ATEŞLİ SİLAHLAR VE BIÇAKLAR İLE DİĞER ALETLER HAKKINDA YÖNETMELİK Madde 7- (Değişik madde: 01/05/2002 - 2002/4158 S.Yön./1. md.) İl valileri; a) Yaptıkları iş, sosyal, ekonomik, kültürel ve mesleki faaliyetleri ya da bulundukları yer ve zaman itibarıyla can güvenliklerinin ciddi ve harici tehdit ve tehlikelere maruz kalacağı kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılan Türk vatandaşları ile karşılıklılık esasına göre ülkemizde çalışma ve ikamet izni sahibi yabancı uyruklu şahıslara, 5237/m.257-1TÜRK CEZA KANUNU (1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) menfaat , sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) altı aydan iki yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılır. YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Tarih: 14.7.2011 Esas: 2010/939 Karar: 2011/4508 ♦♦ KASTEN ADAM ÖLDÜRENİN MÜEBBET HAPİSLE CEZALANDIRILACAĞI ♦♦ MEŞRU SAVUNMADA SINIRIN HEYECAN KORKU VE TELAŞ NEDENİYLE AŞILMASI ÖZET: Kasten adam öldürmekten yargılanan sanığın Ağır Ceza Mahkemesince hükümlülüğüne karar verilmiştir. Özel Dairece; Olay günü patlatılan bomba nedeniyle bir kişinin ölüp, bir kişinin de yaralandığı, bu olayın şüphelisi olarak düşünülen, sivil araçla ve kıyafetle orada bulunan iki as- 252 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 keri görevlinin olayın hemen sonrasında yöre halkı tarafından yakalanıp, araçlarına, silahlarına ve diğer eşyalarına el konulduğu, bombalama eylemi nedeniyle olay yerinde kalabalık insan gruplarının oluştuğu, bu grupların bombalama eylemini bahane ederek kamu binalarına saldırıda bulundukları, bu sırada yaşanan olaylardan haberdar olmayan, Şemdinli Üçüncü Dağ ve Komanda Taburunda piyade uzman çavuş olarak görev yapmakta olan sanığın, bu olaydan bir gün önce idari izinli olarak, eşinin sağlık sorunları nedeniyle gittiği Van ilinden yanında eşi, çocukları olduğu halde, kendisine ait otomobille ilçeye döndüğü, ilçe girişinde gruplar halinde, yüzleri maskeli olan kişileri gördükleri, sanığın güvenlik kuvveti mensubu olduğunun fark edildiği, önde bulunan gruba önceki yaşanan olayların etkisiyle “bu polis, durdurun, yakın yakın arabayı” diyerek bağırdıkları, bunun üzerine öndeki grubun sanığın bulunduğu araca yaklaşıp, arkadaki grupla birlikte aracı çember içerisine aldıkları, grubun ellerine geçirdikleri taş ve sopalarla araca vurdukları, tekme attıkları, aracı salladıkları, vurma sonucu aracın arka ve sol yan camının kırıldığı, aracın ilerleyemez olduğu, sanığın, sol eline aldığı tabanca ile elini açık olan sol ön camdan dışarı çıkararak herhangi bir hedef gözetmeksizin rastgele ateş etmeye başladığı, aynı zamanda kalabalığın arasından sağ eliyle kullandığı aracıyla ilerlediği, bu atışlar sırasında kalabalık içerisinde bulunan maktulün aldığı isabet sonucu yaşamını yitirdiği, kalabalık içinde bulunan dört kişinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde, bir kişinin de TCK’nın 86/1. maddesi kapsamında kalacak şekilde yaralandıkları, maktul ve mağdurların vurulma sırasında bulundukları yerlerin bile saptanamadığı, sanığın, tabancasıyla ateşi sonucu kısmen dağılan grubun içerisinden aracıyla hızla uzaklaşarak görev yaptığı tabur lojmanına gidebildiği olayda; Sanığın, kendisinin ve yanında bulunan eşi ile üç çocuğunun vücut bütünlüğüne yönelmiş, gerçekleşen haksız bir saldırıyı meşru savunma koşulları içinde, ancak içine düştüğü heyecan, korku ve telaş nedeniyle meşru savunma sınırını aşarak maktulü öldürdüğü anlaşıldığı halde; TCK’nın 27/2 ve CMK’nın 223/3-c maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi yerine, yazılı şekilde delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek TCK’nın 81, 21/2, 29, 62. maddeleri ile hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiştir. İlgili Kanun/Madde: 5237/m.21-2, 27-2, 29, 62, 81 5271/m. 223-3-c DAVA : A.’yi olası kastla kasten öldürmekten sanığın yapılan yargılanması sonunda, Hükümlülüğüne ilişkin ( Malatya İkinci Ağır Ceza Mahkemesi )’nden verilen 18.05.2009 gün ve 194/148 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık müdafii ile müdahiller vekili taraflarından istenilmiş, sanık müdafii duruşma da talep etmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığı’ndan tebliğname ile Dairemize gönderilmekle, kararda açıklanan nedenle duruşmasız, müdahillerin temyizi üzerine incelendi ve aşa- SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 253 ğıdaki karar tespit edildi: KARAR : 1- Sanık hakkında hükmolunan ceza süresi dikkate alındığında, sanık müdafiinin duruşmalı inceleme isteminin CMUK’nın 318. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir. 2- 09.11.2005 günü saat 12.00 sularında Ş... ilçesi C... caddesinde bulunan Ö... pasajında patlatılan bomba nedeniyle bir kişinin ölüp, bir kişinin de yaralandığı, bu olayın şüphelisi olarak düşünülen, sivil araçla ve kıyafetle orada bulunan iki askeri görevlinin olayın hemen sonrasında yöre halkı tarafından yakalanıp, araçlarına, silahlarına ve diğer eşyalarına el konulduğu, bombalama eylemi nedeniyle olay yerinde kalabalık insan gruplarının oluştuğu, bu grupların bombalama eylemini bahane ederek kamu binalarına saldırıda bulundukları, bazı araçları yaktıkları, yolların bir kısmını ağaç direklerle bariyer yapmak suretiyle kapatıp, direkleri, lastik ve benzeri eşyaları yaktıkları, ilçede meydana gelen bu eylemden güvenlik güçlerini sorumlu tuttukları, güvenliği sağlamaya çalışan kolluk kuvvetlerine mukavemet gösterdikleri, şüpheli olduklarını düşündükleri iki askeri görevli ile araçlarında bulunan silahlar ve diğer eşyalarını güvenlik kuvvetlerine teslim etmedikleri, el koydukları aracı yaktıkları, bunun üzerine halkın mukavemetini güç kullanarak kırmayı başaran güvenlik kuvvetlerinin, iki askeri görevliyi kalabalıktan kurtararak İlçe Emniyet Müdürlüğüne götürebildikleri, başkaca olay yeri tespiti, delil toplanması ve güvenliğin sağlanması işlemi yapamadan olay yerinden ayrılmak zorunda kaldıkları, bu arada kalabalık insan gruplarının sayılarının zaman ilerledikçe arttığı, ilçede güvenlik zafiyetinin oluştuğu, saat 16.30 sularında ilçede görevli Cumhuriyet Savcısı tarafından söz konusu araç üzerinde delil toplanması amacıyla keşif yapılmasına karar verilip, heyet halinde olay yerine gidildiği, keşif yerine 60-70 metre uzaklıkta yine kalabalık bir insan grubunun cadde üzerinde beklemeye, ateş yakmaya devam ettikleri, mevsim ve coğrafi şartlar itibariyle havanın iyice kararmış olduğu, tanık olarak dinlenen Cumhuriyet Savcısı’nın anlatımına göre; keşfi bekleyen grubun bulunduğu yerden kimliği belirlenemeyen kişilerce uzun namlulu silahlarla havaya ateş açıldığı, hatta keşif heyetinin hemen yakınında bulunan ve yöre halkından olan Emin isimli şahsın, keşif yapılan araç içerisinde bulunan uzun namlulu silahı alarak şarjörünü taktığı ve kurma kolunu çekip, Cumhuriyet Savcısına ve yanındakilere doğrulttuğu, ancak keşif yerinde bulunan diğer kişilerce zor kullanılarak engel olunduğu, keşfin güvenlik sebebiyle yapılamaz duruma geldiği, bu sırada yaşanan olaylardan haberdar olmayan, Şemdinli Üçüncü Dağ ve Komanda Taburunda piyade uzman çavuş olarak görev yapmakta olan sanığın, bu olaydan bir gün önce idari izinli olarak, eşinin sağlık sorunları nedeniyle gittiği Van ilinden yanında eşi, beş, sekiz ve on yaşında olan üç çocukları olduğu halde, kendisine ait 42 ... ... plaka sayılı otomobille ilçeye döndüğü, ilçe girişinde gruplar halinde, yüzleri maskeli olan kişileri gördükleri, yolların direklerle kısmen kapatılmış, tekerleklerin yol ortasında yakılmış olduklarını görüp, endişelendikleri, bir yandan da ne olup bittiğini anlamaya çalıştıkları, bir fırsatını bulup, kısmen kapalı olan yolların bir bölümünü geçtikleri, kalabalığın bir kısmının otomobilin arkasında kaldığı, sanığın, aracının plakasının yabancı olması nedeniyle 254 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 halk tarafından önceki olayla bağlantısı olduğunun düşünülebileceğinden endişe duyarak, aracının ön uzun farlarını kullandığı, ancak arkada kalan grupça aracın plakasının görülüp, sanığın güvenlik kuvveti mensubu olduğunun fark edildiği, önde bulunan gruba önceki yaşanan olayların etkisiyle “bu polis, durdurun, yakın yakın arabayı” diyerek bağırdıkları, bunun üzerine öndeki grubun sanığın bulunduğu araca yaklaşıp, arkadaki grupla birlikte aracı çember içerisine aldıkları, sanığın etrafını saran gruba “ben polis değilim, yapmayın” demesine karşın grubun ikna olmayarak ellerine geçirdikleri taş ve sopalarla araca vurdukları, tekme attıkları, aracı salladıkları, vurma sonucu aracın arka ve sol yan camının kırıldığı, aracın ilerleyemez olduğu, bir yandan da kalabalığın bulunduğu yerden silah seslerinin yükseldiği, araç içerisinde bulunan sanık ve ailesinin saldırı nedeniyle korktukları, aracın arka bölümünde oturan yaşı küçük çocukların, “baba biz ölmek istemiyoruz” diye bağırdıkları, kalabalık gruptan bazı kimselerin, kırılan camlardan ellerini araca sokup, sanık ve beraberindekileri çekiştirdikleri, sanık ve eşinin çaresiz şekilde birbirlerine ne yapılması gerektiğini sordukları, sanığın, sol eline aldığı tabanca ile elini açık olan sol ön camdan dışarı çıkararak herhangi bir hedef gözetmeksizin rastgele ateş etmeye başladığı, aynı zamanda kalabalığın arasından sağ eliyle kullandığı aracıyla ilerlediği, bu atışlar sırasında kalabalık içerisinde bulunan maktulün sağ spina illiaka ve sol ön kolundan isabet aldığı, sağ spina illiakadan aldığı isabet sonucu yaşamını yitirdiği, kalabalık içinde bulunan dört kişinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde, bir kişinin de TCK’nın 86/1. maddesi kapsamında kalacak şekilde yaralandıkları, maktul ve mağdurların vurulma sırasında bulundukları yerlerin bile saptanamadığı, sanığın, tabancasıyla ateşi sonucu kısmen dağılan grubun içerisinden aracıyla hızla uzaklaşarak görev yaptığı tabur lojmanına gidebildiği olayda; Sanığın, kendisinin ve yanında bulunan eşi ile üç çocuğunun vücut bütünlüğüne yönelmiş, gerçekleşen haksız bir saldırıyı meşru savunma koşulları içinde, ancak içine düştüğü heyecan, korku ve telaş nedeniyle meşru savunma sınırını aşarak maktulü öldürdüğü anlaşıldığı halde; TCK’nın 27/2 ve CMK’nın 223/3-c maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi yerine, yazılı şekilde delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek TCK’nın 81, 21/2, 29, 62. maddeleri ile hüküm kurulması, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafii ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükmün tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak ( BOZULMASINA ), 14.07.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 5237/m.21-2 TÜRK CEZA KANUNU (2) Kişinin, suçun kanunî tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi hâlinde olası kast vardır. Bu hâlde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 255 5237/m.27-2 TÜRK CEZA KANUNU (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez. 5237/m.29 TÜRK CEZA KANUNU Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir. 5237/m.62 TÜRK CEZA KANUNU - (1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir. (2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir. 5237/m.81 TÜRK CEZA KANUNU Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. 5271/m. 223-3-c CEZA MUHAKEMESİ KANUNU Meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması, YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Tarih: 13.7.2011 Esas: 2009/49963 Karar: 2011/25398 ♦♦ HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINDA CMK:231 DE ARANAN ŞARTLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKCEĞİ ♦♦ SAVUNMALARIN ALINDIĞI DURUŞMA TUTANAKLARININ ZABIT KATİPLERİ TARAFINDAN İMZALANMASI ZORUNLULUĞU ♦♦ UYGULAMA MADDELERİNİN HATALI YAZILMASININ BOZMA NEDENİ OLDUĞU 256 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ÖZET: Sanığın babası ile tartışan mağdurun üzerine, köpeğini salarak mağduru ısırması olayında Yerel Mahkeme kasten yaralama suçundan sanıklar hakkında hüküm kurmuştur. Özel Mahkemece; Silahtan dolayı artırım yapılırken uygulama maddesinin 86/3-e yerine, 86/3-a olarak hatalı yazılması, Sanığın kasten yaralama suçundan cezalandırılmasına karar verildiğinin belirtilmemesi suretiyle hükümde karışıklığa sebebiyet verilmesi, Sanıkların savunmalarının alındığı duruşma tutanağının zabıt katibi tarafından imzalanmaması Sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceği konusunda, kanunun aradığı hususların değerlendirilmemesi, yeterli gerekçe gösterilmeden CMK’nın 231/5-6 maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi, bozmayı gerektirmiştir. İlgili Kanun/Madde: 5237/m. 86-3-a, 86-3-e 5271/m.219-1, 231 DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü: KARAR : Sanığın babası ile tartışan mağdurun üzerine, köpeğini salarak mağduru ısırması sonucunda doktor raporuna göre, basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiği olayda, suçta araç olarak kullanılan köpeğin, mağdura ait adli raporda gösterilen yaralanmanın meydana geliş biçimi ve ölçütleri ile vücutta meydana getirdiği tahribatın ağırlığı itibariyle, araç olarak kullanılan köpeğin silah sayılmasında bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki bu yönde bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiş, yapılan duruşmaya, toplanan delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun oluşan kanaat ve takdirine göre, sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak; 1- Gerekçeli kararda kasten yaralama suçundan hüküm kurulması sırasında silahtan dolayı artırım yapılırken uygulama maddesinin 86/3-e yerine, 86/3-a olarak hatalı yazılması, 2- Hükmün gerekçe kısmında sanığın kasten yaralama suçundan cezalandırılmasına karar verildiği belirtilmiş ise de; kısa kararda ve hüküm fıkrasında hangi sanığın kasten yaralama suçundan cezalandırılmasına karar verildiğinin belirtilmemesi suretiyle hükümde karışıklığa sebebiyet verilmesi, 3- Sanıkların savunmalarının alındığı 06.12.2007 tarihli duruşma tutanağının 1. sayfasının zabıt katibi tarafından imzalanmaması suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 219. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 257 maddesinin 1. fıkrasına aykırı davranılması, 4- Sanık hakkında 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceği değerlendirilirken, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum olup olmadığı, mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılıp varılmadığı ve suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilip giderilmediği hususlarının değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden CMK’nın 231/5-6 maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık ve o yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı istem gibi ( BOZULMASINA ), 13.07.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 5237/m. 86-3-e TÜRK CEZA KANUNU (3) Kasten yaralama suçunun; e) Silâhla, 5237/m. 86-3-a TÜRK CEZA KANUNU (3) Kasten yaralama suçunun; a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı, 5271/m. 219-1 CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (1) Duruşma için tutanak tutulur. Tutanak, mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır. Duruşmada yapılan işlemlerin teknik araçlarla kayda alınması halinde, bu kayıtlar vakit geçirilmeksizin yazılı tutanağa dönüştürülerek mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır. 5271/m. 231 CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (1) Duruşma sonunda, 232 nci Maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır. (2) Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir. (3) Beraat eden sanığa, tazminat isteyebileceği bir hâl varsa bu da bildirilir. (4) Hüküm fıkrası herkes tarafından ayakta dinlenir. (5) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar veri- 258 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 lebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. (7) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez. (8) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak; a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine, b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına, c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine, karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur. (9) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir. (10) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir. (12) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir. (13) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir. (14) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md;Değişik fıkra: 23/01/2008-5728 S.K./562.mad) Bu maddenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümleri, Anayasanın 174 üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlarla ilgili olarak uygulanmaz. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 259 YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ Tarih: 10.5.2011 Esas: 2008/817 Karar: 2011/3828 ♦♦ NİTELİKLİ ZİMMET SUÇU ♦♦ DAVA ZAMANAŞIMI ÖZET: Zimmet, dolandırıcılık, resmi evrakta sahtecilik ve özel evrakta sahtecilik suçlarından sanıkların yapılan yargılanmaları sonunda; kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına dair, Ağır Ceza Mahkemesinden verilen hükümlerin temyizinde Özel Dairece; Olay tarihinde T.C. Ziraat Bankası Silvan Şubesi müdürü olan sanık, sahte fatura ve belgelere dayanarak çok sayıda çiftçi adına haksız şekilde tahakkuk ettirilen sahte tediye fişleri…. şubesinin zilyetliğindeki paralar üzerinde muhafaza ve denetim yükümlülüğünün bulunması nedeniyle suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK. nun 202/2. maddesine uyan “nitelikli zimmet” suçunu oluşturacağı, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanundaki düzenlemelerden dolayı T.C. Ziraat Bankası personelinin memur gibi cezalandırılma olanağının bulunmaması nedeniyle, bu tarihten önce işlenen zimmet suçlarında 4389 ve 5411 sayılı Bankalar Yasası ile 765 sayılı TCK.nun 202. maddesi uyarınca karşılaştırma yapılarak lehe hükmün belirlenmesi gerektiği de gözetilerek, yargılamaya devamla sanıklar hakkında esasa ilişkin hükümler verilmesi yerine “ödenen paraların bankanın malvarlığına dahil olmadığı bu nedenle eylemlerin kül halinde özel belgede sahtecilik ve kamu kurumu aleyhine dolandırıcılık suçlarını oluşturacağından” bahisle zamanaşımı nedeniyle kamu davalarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesi, hatalı bulunarak Yerel Mahkemenin kararı bozulmuştur. İlgili Kanun/Madde: 765/m.202 5237/m. 64 5271/m.223-8. DAVA : Zimmet, dolandırıcılık, resmi evrakta sahtecilik ve özel evrakta sahtecilik suçlarından sanıkların yapılan yargılanmaları sonunda; kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına dair, Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 28.05.2007 gün ve 1997/161 Esas, 2007/259 Karar sayılı hükümlerin süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi katılan vekili tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü: 260 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 KARAR : Hükümden sonra temyiz incelemesi sırasında sanık M.Ç.’nin öldüğü UYAP ortamından temin edilen nüfus kaydından anlaşıldığından, bu hususun Nüfus Müdürlüğünden sorularak kesin olarak belirlenmesini müteakip 5237 sayılı TCK.nun 64 ve 5271 sayılı CMK.nun 223/8. maddeleri uyarınca mahkemesince bir karar verilmesi lüzumu , olay tarihinde T.C. Ziraat Bankası Silvan Şubesi müdürü olan sanık S.Ö.’ye isnat olunan sahte fatura ve belgelere dayanarak çok sayıda çiftçi adına haksız şekilde tahakkuk ettirilen kimyevi gübre destekleme paralarını katılan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı hesabından çiftçiler adına düzenlenmiş tediye fişlerini sahte imzalarla imzalamasına müsaade ettiği gübre bayii sanık S.K.’ye ve diğer bir kısım sanıklara ödemesi eylemlerinin sübutu halinde sanığın banka şubesinin zilyetliğindeki paralar üzerinde muhafaza ve denetim yükümlülüğünün bulunması nedeniyle suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK.nun 202/2. maddesine uyan “nitelikli zimmet” suçunu oluşturacağı, bu itibarla; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun Dairemizce de benimsenen 04.05.2010 gün ve 2009/223-104 sayılı Kararında belirtildiği üzere, suç tarihinden sonra 25.11.2000 tarihinde yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanundaki düzenlemelerden dolayı T.C. Ziraat Bankası personelinin memur gibi cezalandırılma olanağının bulunmaması nedeniyle, bu tarihten önce işlenen zimmet suçlarında 4389 ve 5411 sayılı Bankalar Yasası ile 765 sayılı TCK.nun 202. maddesi uyarınca karşılaştırma yapılarak lehe hükmün belirlenmesi gerektiği de gözetilerek, yargılamaya devamla sanıklar hakkında esasa ilişkin hükümler verilmesi yerine “ödenen paraların bankanın malvarlığına dahil olmadığı bu nedenle eylemlerin kül halinde özel belgede sahtecilik ve kamu kurumu aleyhine dolandırıcılık suçlarını oluşturacağından” bahisle zamanaşımı nedeniyle kamu davalarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesi, SONUÇ : Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK. nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 10.05.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 765/m.202 TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (Değişik: 21/11/1990 - 3679/7 md.) Görevi sebebiyle kendisine tevdi olunan veya muhafaza, denetim veya sorumluluğu altında bulunan para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları zimmetine geçiren memura altı yıldan oniki yıla kadar ağır hapis ve meydana gelen zararın bir misli kadar ağır para cezası verilir. Yukarıdaki fıkrada gösterilen cürüm, dairesini aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmiş ise faile oniki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç misli kadar ağır para cezası verilir. Zararın, kovuşturma yapılmadan önce tamamiyle ödenmiş olması halinde yukarıdaki fıkralarda yazılı cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte biri indirilir. Meydana gelen zararın ödenmemesi halinde mahkemece ödettirilmesine re’sen hükmolunur. Bu fiiller kamu bankaları aleyhine işlenmiş ise faile verilecek ceza üçte bir oranında artırılır. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 261 5237/m. 64 TÜRK CEZA KANUNU (1) Sanığın ölümü hâlinde kamu davasının düşürülmesine karar verilir. Ancak, niteliği itibarıyla müsadereye tâbi eşya ve maddî menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunabilir. (2) Hükümlünün ölümü, hapis ve henüz infaz edilmemiş adlî para cezalarını ortadan kaldırır. Ancak, müsadereye ve yargılama giderlerine ilişkin olup ölümden önce kesinleşmiş bulunan hüküm, infaz olunur. 5271/m.223-8. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (8) Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir. Ancak, soruşturmanın veya kovuşturmanın yapılması şarta bağlı tutulmuş olup da şartın henüz gerçekleşmediği anlaşılırsa; gerçekleşmesini beklemek üzere, durma kararı verilir. Bu karara itiraz edilebilir. YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Tarih: 19.7.2011 Esas: 2007/12538 Karar: 2011/35533 ♦♦ SANIK HAKKINDA LEHE OLAN KANUNUN UYGULANMASI GEREKTİĞİ ♦♦ “DEĞER AZLIĞI” 5237 SAYILI YASAYA ÖZGÜ AYRI VE YENİ BİR KAVRAMDIR ÖZET: Yerel Mahkemece sanık hakkında verilen hüküm temyiz edilmekle Özel Dairece; Sanığın yakınanın aracının camını kırarak değeri dosya kapsamından anlaşılamayan eşyaları çalması nedeniyle eylemine uyan 765 sayılı TCYsı ve 5237 sayılı Yasaya göre mala zarar verme suçuyla ilgili olarak uzlaşma koşulları da değerlendirilerek uygulama yapılıp, verilmesi gereken cezalar ayrı, ayrı tespit edilip, sonuç cezalar karşılaştırılarak lehe olan yasa belirlenerek uygulama yapılması gerekirken, yazılı şekilde uygulama yapılması, Eylemin 5237 sayılı Yasanın 142/1-b maddesindeki suçu oluşturduğu gözetilmeden yazılı biçimde karar verilmesi, 262 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Eylemin işleniş saati belirlenip sonucuna göre, 5237 sayılı TCK’nun 143. maddesiyle uygulama yapılması gerektiğinin gözetilmemesi, “değerin azlığının” 5237 sayılı Yasaya özgü ayrı ve yeni bir kavram olduğu, somut olayda çalınan malların değeri belirlenmeden, bu maddeye sevk amacının dışında yorumlar getirilerek anılan madde uyarınca cezadan indirim yapılması, Hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar 53/1ddenin 1. fıkrasında öngörülen hakları kullanmaktan yoksun kılınmasına, aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca da kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından, söz konusu yasaklamanın koşullu salıverilen sanık hakkında uygulanmamasına karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde uygulama yapılması, 5237 sayılı TCY’nın 7/3. maddesinin açık hükmü karşısında, mükerrirlere ilişkin infaz hükümlerinin uygulanamayacağının düşünülmemesi, Kefaletle serbest bırakılan ve tüm duruşmaları takip eden sanığa kefalet parasının iadesi konusunda bir karar verilmemesi, Bozmayı gerektirmiştir. İlgili Kanun/Madde: 765/m.81-2-3, 493-1, 522 5237/m.7-3, 142-1, 145 DAVA : Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü: KARAR : Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimin takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. 1- 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesi uyarınca, sanık yararına olan hüküm önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle bulunacağından, sanığın yakınanın aracının camını kırarak değeri dosya kapsamından anlaşılamayan dizüstü bilgisayar, kitap, gözlük kabı ve albümü çalması nedeniyle eylemine uyan 765 sayılı TCY’nın 493/1, 522 ( pek fahiş olması halinde ), 81/2-3. maddeleriyle 5237 sayılı Yasanın 142/1- b, 53, 151/1, 53. maddeleri uyarınca, mala zarar verme suçuyla ilgili olarak uzlaşma koşulları da değerlendirilerek uygulama yapılıp, her iki Yasaya göre denetime olanak sağlayacak şekilde uygulanan Yasa maddeleriyle, verilmesi gereken cezalar ayrı, ayrı tespit edilip, sonuç cezalar karşılaştırılarak lehe olan yasa belirlenerek uygulama yapılması gerekirken, yazılı şekilde uygulama yapılması, 2- Kabul ve uygulamaya göre de; a- Sanığın yakınanın aracının camını kırarak hırsızlık suçunu işlediğinin anlaşılması karşısında; eylemin 5237 sayılı Yasanın 142/1-b maddesindeki suçu oluşturduğu gözetilmeden yazılı biçimde karar verilmesi, SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 263 b- Yakınanın 00.30 sıralarında olayı farkettiğini, sanığın da suçu kabul etmediğini belirtmesi karşısında; öncelikle yakınandan aracını hangi saatte park ettiği sorularak eylemin işleniş saati belirlenip sonucuna göre, 5237 sayılı TCK’nun 143. maddesiyle uygulama yapılması gerektiğinin gözetilmemesi, c- 5237 sayılı TCK.nun 145. maddesindeki “malın değerinin azlığı” kavramının, 765 sayılı TCK.nun 522. maddesindeki “hafif veya “pek hafif ölçütleriyle her iki maddenin de cezadan indirim olanağı sağlaması dışında benzerliği bulunmadığı, “değerin azlığının” 5237 sayılı Yasaya özgü ayrı ve yeni bir kavram olduğu, Yasa koyucunun amacı ile suçun işleniş biçimi ve olayın özelliği de gözetilmek suretiyle, daha çoğunu alma olanağı varken yalnızca gereksinimi kadar ve değer olarak da gerekiyorsa ceza vermekten vazgeçilebileceği ölçüdeki düşük değerler esas alınmak, yasal ve yeterli gerekçeleri de açıklanmak koşuluyla uygulanabileceği düşünülmeden somut olayda çalınan malların değeri belirlenmeden, bu maddeye sevk amacının dışında yorumlar getirilerek anılan madde uyarınca cezadan indirim yapılması, d- Sanığın, TCK’nun 53. maddesinin 2. fıkrası uyarınca hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen hakları kullanmaktan yoksun kılınmasına, aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca da kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından, söz konusu yasaklamanın koşullu salıverilen sanık hakkında uygulanmamasına, karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde uygulama yapılması, e- 5237 sayılı TCY’nın 7/3. maddesinin açık hükmü karşısında, 01.06.2005 tarihinden önce işlenen suçlar nedeniyle aynı Yasanın 6. ve 7. fıkralarında düzenlenen mükerrirlere ilişkin infaz hükümlerinin uygulanamayacağının düşünülmemesi, 3- Kefaletle serbest bırakılan ve tüm duruşmaları takip eden sanığa kefalet parasının iadesi konusunda bir karar verilmemesi, SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş sanık savunmanının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle istem gibi BOZULMASINA, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 Sayılı CMUK.nun 326/son maddesinin gözetilmesine, 19.07.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ 765/m.493-1 TÜRK CEZA KANUNU 1 - Hırsızlığı işlemek veya çalınmış malı başka yere kaldırmak için duvar, kapı, pencere, demir parmaklık, kasa ve sandık gibi şahısları veya malları muhafaza için sağlam maddelerle ve muhkem surette yapılmış şeyleri yıkmak, devirmek, kırmak, delmek veya mahvetmek veyahut suni vasıtalarla veya şahsi çeviklik sayesinde bertaraf edilebilen maniaları kaldırarak veya aşarak hane ve sair yerlere girmek suretiyle işlenirse; 264 LEGES Hukuk Dergisi 765/m.522 ŞUBAT 2012 TÜRK CEZA KANUNU Onuncu babda beyan olunan cürümlerin işlenmesinde cürmün mevzuu olan şeyin veya ika edilen zararın kıymeti pek fahiş ise mahkeme cürme mahsus olan cezayı yarısına kadar artırır ve eğer hafif ise yarısına ve eğer pek hafif ise üçte birine kadar eksiltir. Kıymet tayini için cürmün mevzuu olan şeyin yahut vakı zararın cürüm işlendiği zamandaki kıymeti nazarı dikkate alınır.Yoksa failin istihsal eylediği menfaat hesap edilmez. Eğer fail aynı neviden olan cürümlerden dolayı mükerrer bulunur veya bu babın ikinci faslında yazılı cürümlerden birini işlemiş olursa cezayı tenkise mahal yoktur. 765/m.81-2-3TÜRK CEZA KANUNU Yeni suç evvelki mahkumiyete sebep olan suç cinsinden ise hükmedilecek ceza altıda birden üçte bire kadar artırılır. İkinci suç için tayin edilecek cezaya tekerrürden dolayı zammı lazımgelen miktar, hiç bir suretle evvelki suç için hükmedilmiş olan cezaların en ağırından ziyade olarak tayin olunamaz. 5237/m.7-3 TÜRK CEZA KANUNU (3) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./2.mad) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır. 5237/m.142-1TÜRK CEZA KANUNU (1) Hırsızlık suçunun; a) Kime ait olursa olsun kamu kurum ve kuruluşlarında veya ibadete ayrılmış yerlerde bulunan ya da kamu yararına veya hizmetine tahsis edilen eşya hakkında, b) Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında, c) Halkın yararlanmasına sunulmuş ulaşım aracı içinde veya bunların belli varış veya kalkış yerlerinde bulunan eşya hakkında, d) Bir afet veya genel bir felâketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla hazırlanan eşya hakkında, e) Adet veya tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılmış eşya hakkında, f) Elektrik enerjisi hakkında, İşlenmesi hâlinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. 5237/m.145 TÜRK CEZA KANUNU Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./16.mad) Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 265 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI DANIŞTAY 266 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 DANIŞTAY 10. DAİRE Tarih: 4.5.2011 Esas: 2008/3133 Karar: 2011/1728 ♦♦ BİNALARIN YANGINDAN KORUNMASI HAKKINDAKİ YÖNETMELİĞİN 121/4-G, 167/3. MADDELERİ İLE EK-12/Ç VE EK13’TE YER ALAN ÇİZELGELERİN İPTALİ ÖZET: Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin akaryakıt bayileri ile ilgili kısmının bir takım yükümlülükler getirdiği, akaryakıt istasyonları için güvenlik tedbirlerinin ortak bir düzenleme ile belirlenmesi gerekirken TS 12820 Akaryakıt istasyonları Emniyet Gerekleri Standardında ayrı, dava konusu Yönetmelikte ayrı düzenlenmesinin doğru olmadığı, iptali istenilen maddelerde belirlenen asgari güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardına göre belirlenmesi gerektiği halde düzenlemelerin standarda uygun olarak yeniden yapılması gerektiği iddialarıyla iptali istenilmektedir. Yönetmelikte hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır. Danıştay Tetkik Hakimi Fuat Kara düşüncesi: Yönetmelikte yer verilen güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardında yer alan mesafelere göre daha güvenlikli bir seviyede olduğu ve daha güncel verilerle hazırlandığı anlaşıldığından, yangınların ve olası bir yangın anında can ve mal kaybının en aza indirilmesi ve yangın anında ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldırmak amacıyla kamu güvenliği, imar mevzuatı gereğince uyulması gereken yapı çekme mesafeleri gözönünde bulundurularak akaryakıt istasyonları yönünden uyulması gereken asgari güvenlik mesafelerini ve tedbirlerini belirleyen Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin dava konusu madde ve hükümlerinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir. Danıştay Savcısı : Ergün Özcan Düşüncesi : Davacı tarafından, Yönetmeliğin akaryakıt bayileri ile ilgili kısmının bir takım yükümlülükler getirdiği, akaryakıt İstasyonları için güvenlik tedbirlerinin ortak bir düzenleme ile belirlenmesi gerekirken TS 12820 Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standartında ayrı, dava konusu Yönetmelikte ayrı düzenlenmesinin doğru olmadığı, iptali istenilen maddelerde belirlenen asgari güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardına göre belirlenmesi gerektiği halde dava konusu madde hükümlerinde standart hükümlerinin esas alınmadığı gibi belirtilen standarda da herhangi SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 267 bir atıf yapılmadığı dolayısıyla Yönetmeliğin iptali istenilen maddelerindeki düzenlemelerin, standarta uygun olarak yeniden yapılması gerektiği öne sürülerek dava konusu maddelerin iptali istenilmektedir. TS 12820 standardında yer verilen asgari emniyet mesafeleri incelendiğinde, söz konusu standartta 2002 yılında bazı mesafeler daha yüksek iken 2004 ve 2006 yıllarından yapılan değişiklikler ile bu mesafelerin düşürüldüğü, standardın en son hali ile dava konusu Yönetmelikteki asgari emniyet mesafeleri karşılaştırıldığında Yönetmelikte yer verilen güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardında yer alan mesafelere güre daha güvenlikli bir seviyede olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla dava konusu Yönetmelik hükümlerinin TS 12820 standardına göre eksik ve yangından korunma tedbirleri ve diğer tedbîrler yönünden yetersiz olduğu yolundaki davacı iddialarında isabet görülmemektedir. Öte yandan Bakanlar Kumlu Kararı ile yürüdüğe konulan dava konusu Yönetmeliğin normlar hiyerarşisi açısından TS 12820 standardından daha üst bir norm olması nedeniyle anılan standart hükümlerine uyulması gerektiğine ilişkin davacı iddiasına da itibar etme olanağı bulunmadığı gibi Yönetmeliğin 5/3,101/1 ve 121/1 maddeleri incelendiğinde, Yönetmelikle tanımlanmamış ve açıklık gereken hususlar ile Yönetmelikle hüküm bulunmayan hallerde Türk Standartları ile Avrupa Standartlarına ve diğer ilgili standartlara uyulacağının belirtilmesi nedeniyle davacının TS 12620 standartına atıf yapılmadığı yönündeki savı da yerinde değildir. Bu durumda, Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin dava konusu madde ve hükümlerinde, dayanağı Yasa hükümlerine, kamu yaran ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenle, davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmüştür. Danıştay Onuncu Dairesince; 7126 sayılı Sivil Savunma Kanunu’nun Ek-9 maddesinde; “Kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşlar; yangınla mücadele için mevcut personelden ekiplerini kurmak, yangın önleme ve söndürme planlarını hazırlamak, kuruluşun özelliğine göre gerekli araç, gereç ve malzemeyi hazır bulundurmak zorundadır. Gerçek kişiler de yangınla mücadele için gerekli önlemleri alır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin hususlar içişleri Bakanlığı İle Bayındırlık ve Iskan Bakanlığınca müştereken hazırlanıp Bakanlar Kurulu’nca yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir.” kuralı getirilmiş; 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 33. maddesinde ise; Bakanlığın kanunla yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetleri; tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve diğer idari metinlerle düzenlemekle görevli ve yetkili olduğu belirtilmiş; benzer bir düzenleme de Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 30/A maddesinde yer almıştır. Mevzuat hükümlerine dayanılarak, “kamu kurum ve kuruluşları, özel kuruluşlar ve gerçek kişilerce kullanılan her türlü yapı, bina, tesis ve işletmenin, tasarımı, 268 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 yapımı, işletimi, bakımı ve kullanımı safhalarında çıkabilecek yangınların en aza indirilmesini ve herhangi bir şekilde çıkabilecek yangının can ve mal kaybını en aza indirerek söndürülmesini sağlamak üzere, yangın öncesinde ve sırasında alınacak tedbirlerin, organizasyonun, eğitimin ve denetimin usul ve esaslarını belirlemek” amacıyla çıkarılan ve 19.12 2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin dava konusu 120/2-b maddesinde, depolama tankları İle ilgili düzenlemelere yer verilerek bu konuda Ek-12/Ç’deki değerlere atıf yapılmış, 121/2 maddesinde, servis istasyonları kurulurken EK-13’de verilen uzaklıklara uyulacağı öngörülmüş, 121/4-g maddesinde, istasyonda bulundurulması gereken tekerlekli yangın söndürme cihazının adeti, ağırlığı ve bulundurulması gereken mesafeler belirlenmiş, 121/4-ğ maddesinde, yönetmeliklere ve standartlara uygun yıldırımdan korunma tesisatı yapılacağı, hükme bağlanmış, 122.maddesinde ise, genel olarak yangından korunma işlemleri sayma yoluyla belirtilmiş, 167/3-maddesinde. tehlikeli maddelerin depolanması ve kullanılması İle ilgili olarak yeraltı tankının kapasitesine göre pompanın, nefesliğin ve dolum ağzı ile tank cidarının komşu arsa ve yola uzaklık mesafelerine yer verilmiş, 167/4-maddesinde ise bu Yönetmeliğin yürüdüğünden önce yapı ve işletme ruhsatı almış tehlikeli maddelerle ilgili yerlerde, asgari emniyet mesafeleri hariç tutularak yangın güvenliği ve diğer hususlarda bu Yönetmelik hükümlerinin esas alınacağı kurala bağlanmış, Ek-12/C’de yeraltı tankları ile ilgili, EK-13’de ise akaryakıt servis istasyonları ile ilgili asgari emniyet mesafeleri çizelge ile belirlenmiştir. Dava konusu Yönetmeliğin 120/2-b ve d, 121/2, 121/4-ğ, 122, 167/4.maddeleri île 120/2 ve 121. maddelerin eksik düzenleme nedeniyle iptali isteminin incelenmesi; Dava konusu düzenlemelerde, kamu yararı amacına ve kamu güvenliği ilkesine aykırılık yoktur. Diğer taraftan, Yönetmeliğin 5/3, 101/1 ve 121/1 maddelerinde; Yönetmelikle tanımlanmamış ve açıklık gereken hususlar ile Yönetmelikte hüküm bulunmayan hallerde Türk Standartları ile Avrupa Standartlarına ve diğer ilgili standartlara uyulacağının belirtilmesi nedeniyle davacının eksik düzenleme bulunduğu yönündeki iddiası yerinde görülmemiştir. Dava konusu Yönetmeliğin 121/4-g, 167/3. maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’t» yer alan çizelgelerin İptali İsteminin incelenmesi; 132 sayılı Türk Standartları Enstitüsü Kuruluş Kanununun 4.fıkrasında, bu standartların İhtiyari olduğu, standardın ilgili olduğu Bakanlığın onayı ile mecburi kılınabileceği, bir standardın mecburi kılınabilmesi için “Türk Standardı” olmasının şart olduğu, mecburi kılman standartların Resmi Gazetede yayımlanacağı düzenlenmiştir. 3143 sayılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda, Türk Standartları Enstitüsünce hazırlanan ve Bakanlıkça ilgili konularda mecburi uygulamaya konulması uygun görülen standartları Bakan onayı ile uygulamaya koymak ölçüler ve Standartlar Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 269 132 Sayılı Yasa uyarınca. Türkiye’de Standard hazırlamakta tek yetkili kuruluş olan ve bu konuda gerekli teknik donanım ve personele sahip Türk Standartlar Enstitüsü tarafından konuyla ilgili kurumların, kuruluşların ve kişilerin olumlu görüşleri alınarak hazırlanan ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından Mecburi Standard olarak yayımlanan TS 12820 “Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standardı” bağlayıcı niteliktedir. Akaryakıt istasyonları emniyet gereklerinde değişiklik yapılması ancak yayımlanan mecburi standartda yapılacak değişiklik ile mümkün olup; standart yürürlükte iken başka bir düzenleyici işlem ile bu konuda değişiklik yapılmasına olanak bulunmamaktadır. Esasen 7126 sayılı Sivil Savunma Kanunu ile yangınla mücadele konusunda Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle kamu kurum ve kuruluştan ile özel kuruluşların, gerçek kişilerin almaları gereken önlemlerin genel olarak belirlenmesi öngörülmüş; Bakanlar Kuruluna akaryakıt istasyonlarının emniyet gerekleri konusunda standart koyma gibi bir görev ve yetki verilmemiştir. Oysa 132 sayılı Yasaya göre çıkarılan TS 12820 “Akaryakıt istasyonları Emniyet Gerekleri Standardı” mecburi satandardının düzenlediği Özel konu itibariyle yasadan sonra gelen üst norm niteliği dikkate alındığında akaryakıt istasyonlarının emniyet gerekleri ile ilgili konuda özel düzenleme yapma, standart koyma görev ve yetkisi olmayan, yangınla mücadele için alınacak önlemlerle ilgili genel düzenleme yapması gereken Bakanlar Kurulunun, değişmediği sürece özel nitelikteki mecburi standarda uygun düzenleme yapması zorunludur. Bu itibarla, dava konusu Yönetmeliğin 121/4-g, 167/3. maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’te yer alan çizelgelerde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Bu nedenlerle, dava konusu Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin 121/4-g, 167/3. maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’te yer alan çizelgelerin İPTALİNE oyçokluğuyla, dava konusu İptal edilen Yönetmelik hükümleri dışında kalan Yönetmelik hükümleri yönünden davanın REDDİNE oybirliğiyle, bu karara karşı tebliğ tarihini izleyen otuz gün İçerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz isteminde bulunabileceğinin taraflara bildirilmesine, karar verildi. İlgili Kanun/Madde: BİNALARIN YANGINDAN KORUNMASI HAKKINDA YÖNETMELİK m. 120, 121, 122, 123, 124 İstemin Özeti : 19.12.2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin 120/2-b ve d, 120/2, 121, 121/2, 121/4-g, 121/4-ğ, 122, 167/3 ve 167/4. maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13te yer alan çizelgelerin, Yönetmeliğin akaryakıt bayileri ile ilgili kısmının bir takım yükümlülükler getirdiği, akaryakıt istasyonları için güvenlik tedbirlerinin ortak bir düzenleme ile belirlenmesi gerekirken TS 12820 Akaryakıt istasyonları Emniyet Gerekleri Standardında ayrı, dava konusu Yönetmelikte ayrı düzenlenmesinin doğru olmadığı, iptali istenilen maddelerde belirlenen asgari güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardına göre 270 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 belirlenmesi gerektiği halde dava konusu madde hükümlerinde standart hükümlerinin esas alınmadığı gibi belirtilen standarda da herhangi bir atıf yapılmadığı, dolayısıyla Yönetmeliğin iptali istenilen maddelerindeki düzenlemelerin standarda uygun olarak yeniden yapılması gerektiği iddialarıyla iptali istenilmektedir. Savunmaların Özeti: Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan dava konusu Yönetmeliğin normlar hiyerarşisi açısından TS 12820 standardından daha üst bir norm olması nedeniyle anılan standardın Yönetmeliğe uygun hale getirilmesi gerektiği. Yönetmeliğin 5/3, 101/1 ve 121/1 maddelerinde, Yönetmelikle tanımlanmamış ve açıklık gereken hususlar ile Yönetmelikle hüküm bulunmayan hallerde Türk Standartları ile Avrupa Standartlarına ve diğer ilgili standartlara uyulacağının belirtildiği, her türlü ticari kaygıdan ve şahsi menfaatten uzak olarak, kamunun menfaati ve güvenliği gözetilerek hazırlanan Yönetmelikte hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır. Danıştay Tetkik Hakimi : Fuat Kara Düşüncesi : Dava, 19.12.2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin 120/2-b ve d, 120/-2, 121, 121/2, 121/4-g, 121/4-ğ 122, 167/3 ve 167/4.maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’ün iptali istemiyle açılmıştır. Yönetmelikte yer verilen güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardında yer alan mesafelere göre daha güvenlikli bir seviyede olduğu ve daha güncel verilerle hazırlandığı anlaşıldığından, yangınların ve olası bir yangın anında can ve mal kaybının en aza indirilmesi ve yangın anında ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldırmak amacıyla kamu güvenliği, imar mevzuatı gereğince uyulması gereken yapı çekme mesafeleri gözönünde bulundurularak akaryakıt istasyonları yönünden uyulması gereken asgari güvenlik mesafelerini ve tedbirlerini belirleyen Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin dava konusu madde ve hükümlerinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir. Danıştay Savcısı : Ergün Özcan Düşüncesi : Dava; 19.12.2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin 120/2-b, 120/2, 121, 121/2,121/4-g. 121/4-g, 122,167/3 ve 167/4.maddeleri İle Ek-12/Ç ve EK-13’ün iptali istemiyle açılmıştır 7126 sayılı Sivil Savunma Kanunu’nun Ek-9. maddesinde; “Kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşlar, yangınla mücadele için mevcut personelden ekiplerini kurmak, yangın önleme ve söndürme planlarım hazırlamak, kuruluşun özelliğine göre gerekli araç, gereç ve malzemeyi hazır bulundurmak zorundadır. Gerçek kişiler de yangınla mücadele için gerekli önlemleri alır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin hususlar İçişleri Bakanlığı ile Bayındırlık ve Iskan Bakanlığınca müştereken hazırlanıp Bakanlar Kurulu’nca yürürlüğe konulacak SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 271 yönetmelikle düzenlenir.” kuralı getirilmiş, 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 33. maddesinde ise, Bakanlığın kanunla yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetleri; tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve diğer idari metinlerle düzenlemekle görevli ve yetkili olduğu belirtilmiş; benzer bir düzenleme de Bayındırlık ve Iskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 30/A maddesinde yer almıştır. Yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerine dayanılarak, “kamu kurum ve kuruluşları, özel kuruluşlar ve gerçek kişilerce kullanılan her türlü yapı, bina, tesis ve işletmenin, tasarımı, yapımı, işletimi, bakımı ve kullanımı safhalarında çıkabilecek yangınların en aza indirilmesini ve herhangi bir şekilde çıkabilecek yangının can ve mal kaybını en aza indirerek söndürülmesini sağlamak üzere, yangın öncesinde ve sırasında alınacak tedbirlerin, organizasyonun, eğitimin ve denetimin usul ve esaslarını belirlemek” amacıyla çıkarılan ve 19.12 2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin deva konusu 120/2-b maddesinde, depolama tankları İle ilgili düzenlemelere yer verilerek yeraltı tanklarının depo sahasına alt olmayan arsa ve araziden uzaklığının en ez 1 m olması şartı getirilerek bu konuda Ek-12/Ç’deki değerlere atıf yapılmış, 121/2 maddesinde, servis istasyonları kurulurken EK-13’de verilen uzaklıklara uyulacağı öngörülmüş, 121/4-g maddesinde, istasyonda bulundurulması gereken tekerlikti yangın söndürme cihazının adeti, ağırlığı ve bulundurulması gereken mesafeler belirlenmiş, 121/4-ğ maddesinde, yönetmeliklere ve standartlara uygun yıldırımdan korunma tesisatı yapılacağı, hükme bağlanmış, 122.maddesinde ise, genel olarak yangından korunma İşlemleri sayma yoluyla belirtilmiş, 167/3-maddesİnde. tehlikeli maddelerin depolanması ve kullanılması ile ilgili olarak yeraltı tankının kapasitesine göre pompanın, nefesliğin ve dolum ağzı ile tank cidarının komşu arsa ve yola uzaklık mesafelerine yer verilmiş, l67/4.maddesinde ise bu Yönetmeliğin yürürlüğünden önce yapı ve işletme ruhsatı almış tehlikeli maddelerle ilgili yerlerde, asgari emniyet mesafeleri hariç tutularak yangın güvenliği ve diğer hususlarda bu Yönetmelik hükümlerinin esas alınacağı kurala bağlanmış, Ek-12/Ç’de yeraltı tankları ile ilgili, EK-13’de ise akaryakıt servis istasyonları ile ilgili asgari emniyet mesafeleri belirlenmiştir. Davacı tarafından, Yönetmeliğin akaryakıt bayileri ile ilgili kısmının bir takım yükümlülükler getirdiği, akaryakıt İstasyonları için güvenlik tedbirlerinin ortak bir düzenleme ile belirlenmesi gerekirken TS 12820 Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standardında ayrı, dava konusu Yönetmelikte ayrı düzenlenmesinin doğru olmadığı, iptali istenilen maddelerde belirlenen asgari güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardına göre belirlenmesi gerektiği halde dava konusu madde hükümlerinde standart hükümlerinin esas alınmadığı gibi belirtilen standarda da herhangi bir atıf yapılmadığı dolayısıyla Yönetmeliğin iptali istenilen maddelerindeki düzenlemelerin, standarta uygun olarak yeniden yapılması gerektiği öne sürülerek dava konusu maddelerin iptali istenilmektedir. TS 12820 standardında yer verilen asgari emniyet mesafeleri incelendiğinde, söz 272 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 konusu standartta 2002 yılında bazı mesafeler daha yüksek iken 2004 ve 2006 yıllarından yapılan değişiklikler ile bu mesafelerin düşürüldüğü, standardın en son hali ile dava konusu Yönetmelikteki asgari emniyet mesafeleri karşılaştırıldığında Yönetmelikte yer verilen güvenlik mesafelerinin TS 12820 standardında yer alan mesafelere güre daha güvenlikli bir seviyede olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla dava konusu Yönetmelik hükümlerinin TS 12820 standardına göm eksik ve yangından korunma tedbirleri ve diğer tedbirler yönünden yetersiz olduğu yolundaki davacı iddialarında isabet görülmemektedir. Öte yandan Bakanlar Kumlu Kararı ile yürüdüğe konulan dava konusu Yönetmeliğin normlar hiyerarşisi açısından TS 12820 standardından daha üst bir norm olması nedeniyle anılan standart hükümlerine uyulması gerektiğine ilişkin davacı iddiasına da itibar etme olanağı bulunmadığı gibi Yönetmeliğin 5/3, 101/1 ve 121/1 maddeleri incelendiğinde, Yönetmelikle tanımlanmamış ve açıklık gereken hususlar ile Yönetmelikle hüküm bulunmayan hallerde Türk Standartları ile Avrupa Standartlarına ve diğer ilgili standartlara uyulacağının belirtilmesi nedeniyle davacının TS 12620 standardına atıf yapılmadığı yönündeki savı da yerinde değildir. Bu durumda, yangınların ve olası bir yangın anında can ve mal kaybının en aza indirilmesi ve yangın anında ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldırmak amacıyla kamu güvenliği, İmar mevzuatı gereğince uyulması gereken yapı çekme mesafeleri ve mülkiyet haklan gözönünde bulundurularak akaryakıt istasyonları yönünden uyulması gereken asgari güvenlik mesafelerini ve tedbirlerini belirleyen Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin dava konusu madde ve hükümlerinde, dayanağı Yasa hükümlerine, kamu yaran ve hizmet gereklerine aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenle, davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmüştür. TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince duruşma için önceden taraflara bildirilmiş bulunan 3.5.2011 tarihinde davacıyı temsilen Av. Ömür Kasımay ila davalı idarelerden Başbakanlığı temsilen Hukuk Müşaviri Tuba Erpek’in, İçişten Bakanlığı temsilcisi Hukuk Müşaviri Bekir Şahin Tütüncü’nün ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı temsilcisi Hukuk Müşaviri Suna Kotan’ın geldiği, Danıştay Savcısının hazır olduğu görülmekle açık duruşmaya başlandı Taraflara usulüne uygun söz verilip dinlendikten, Danıştay Savcısının düşüncesi alındıktan ve taranana son kez söz verildikten sonra duruşmaya son verildi, dava dosyası incelenip gereği görüşüldü: KARAR : Dava, 19 12.2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin 120/2-b ve d, 120/-2, 121, 121/2, 121/4-g, 121/4-ğ, 122, 167/3 ve 167/4.maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’ün iptali istemiyle açılmıştır. 7126 sayılı Sivil Savunma Kanunu’nun Ek-9 maddesinde; “Kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşlar; yangınla mücadele için mevcut personelden ekiplerini kurmak, yangın önleme ve söndürme planlarını hazırlamak, kuruluşun özelliğine göre gerekli araç, gereç ve malzemeyi hazır bulundurmak zorundadır. Gerçek kişiler de yangınla mücadele için gerekli önlemleri alır. SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 273 Bu maddenin uygulanmasına ilişkin hususlar içişleri Bakanlığı İle Bayındırlık ve Iskan Bakanlığınca müştereken hazırlanıp Bakanlar Kurulu’nca yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir.” kuralı getirilmiş; 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 33. maddesinde ise; Bakanlığın kanunla yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetleri; tüzük, yönetmelik, tebliğ, genelge ve diğer idari metinlerle düzenlemekle görevli ve yetkili olduğu belirtilmiş; benzer bir düzenleme de Bayındırlık ve iskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında 180 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 30/A maddesinde yer almıştır. Yukarıda aktarılan mevzuat hükümlerine dayanılarak, “kamu kurum ve kuruluşları, özel kuruluşlar ve gerçek kişilerce kullanılan her türlü yapı, bina, tesis ve işletmenin, tasarımı, yapımı, işletimi, bakımı ve kullanımı safhalarında çıkabilecek yangınların en aza indirilmesini ve herhangi bir şekilde çıkabilecek yangının can ve mal kaybını en aza indirerek söndürülmesini sağlamak üzere, yangın öncesinde ve sırasında alınacak tedbirlerin, organizasyonun, eğitimin ve denetimin usul ve esaslarını belirlemek” amacıyla çıkarılan ve 19.12 2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin dava konusu 120/2-b maddesinde, depolama tankları İle ilgili düzenlemelere yer verilerek bu konuda Ek-12/Ç’deki değerlere atıf yapılmış, 121/2 maddesinde, servis istasyonları kurulurken EK-13’de verilen uzaklıklara uyulacağı öngörülmüş, 121/4-g maddesinde, istasyonda bulundurulması gereken tekerlekli yangın söndürme cihazının adeti, ağırlığı ve bulundurulması gereken mesafeler belirlenmiş, 121/4-ğ maddesinde, yönetmeliklere ve standartlara uygun yıldırımdan korunma tesisatı yapılacağı, hükme bağlanmış, 122.maddesinde ise, genel olarak yangından korunma işlemleri sayma yoluyla belirtilmiş, 167/3-maddesinde. tehlikeli maddelerin depolanması ve kullanılması İle ilgili olarak yeraltı tankının kapasitesine göre pompanın, nefesliğin ve dolum ağzı ile tank cidarının komşu arsa ve yola uzaklık mesafelerine yer verilmiş, 167/4-maddesİnde ise bu Yönetmeliğin yürüdüğünden önce yapı ve işletme ruhsatı almış tehlikeli maddelerle ilgili yerlerde, asgari emniyet mesafeleri hariç tutularak yangın güvenliği ve diğer hususlarda bu Yönetmelik hükümlerinin esas alınacağı kurala bağlanmış, Ek-12/C’de yeraltı tankları ile ilgili, EK-13’de ise akaryakıt servis istasyonları ile ilgili asgari emniyet mesafeleri çizelge ile belirlenmiştir. Dava konusu Yönetmeliğin 120/2-b ve d, 121/2, 121/4-ğ, 122, 167/4.maddeleri ile 120/2 ve 121. maddelerin eksik düzenleme nedeniyle iptali isteminin incelenmesi; Yangınların ve olası bir yangın anında can ve mal kaybının en aza indirilmesi ve yangın anında ortaya çıkabilecek riskleri ortadan kaldırmak amacıyla alınacak tedbirleri belirleyen dava konusu düzenlemelerde, kamu yararı amacına ve kamu güvenliği ilkesine aykırılık yoktur. Diğer taraftan, Yönetmeliğin 5/3, 101/1 ve 121/1 maddelerinde; Yönetmelikle tanımlanmamış ve açıklık gereken hususlar ile Yönetmelikte hüküm bulunmayan hallerde Türk Standartları ile Avrupa Standartlarına ve diğer ilgili standartlara uyulacağının belirtilmesi nedeniyle davacının eksik düzenleme bulunduğu yönündeki iddiası yerin- 274 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 de görülmemiştir. Dava konusu Yönetmeliğin 121/4-g, 167/3. maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’t» yer alan çizelgelerin İptali İsteminin incelenmesi; 132 sayılı Türk Standartları Enstitüsü Kuruluş Kanununun 1.maddesinin 1.fıkrasında, Her türlü madde ve mamuller ile usul ve hizmet standartlarını yapmak gayesiyle Türk Standartları Enstitüsünün” kurulduğu belirtilmiş, 3. fıkrasında, yalnız Türk Standartları Enstitüsü tarafından kabul edilen standartların “Türk Standardı” adını alacağı hükme bağlandıktan sonra aynı maddenin 4.fıkrasında, bu standartların İhtiyari olduğu, standardın ilgili olduğu Bakanlığın onayı ile mecburi kılınabileceği, bir standardın mecburi kılınabilmesi için “Türk Standardı” olmasının şart olduğu, mecburi kılman standartların Resmi Gazetede yayımlanacağı düzenlenmiştir. Aynı Yasanın 2/A-B-C maddesinde, Her türlü standartları hazırlamak veya hazırlatmak, Enstitü bünyesinde veya hariçte hazırlanan standartları tetkik ve uygun bulduğu takdirde Türk Standartları olarak kabul etmek, kabul edilen standartları yayınlamak ve ihtiyari olarak uygulanmalarını teşvik etmek, mecburi olarak yürürlüğe konmalarında fayda görülenleri, ilgili bakanlığın onayına sunmak Türk Standartları Enstitüsünün görevleri arasında sayılmış olup, Yasanın 6.maddesinde, Enstitüce hazırlanan Standartların kabulünün ve bunlardan zorunlu olarak yürürlüğe konmaları gerekenlerin Teknik Kururca belirleneceği öngörülmüştür. 3143 sayılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2/g maddesinde, Sanayi Mamullerinin standartlarını hazırlamak veya hazırlatmak, normlarım temin veya tespit etmek ve kalite kontrolünü yapmak veya yaptırmak, gerektiğinde sanayi mamullerinin fiyatlarını tespit etmek Sanayi ve Ticaret Bakanlığının görev ) olarak belirlenirken aynı Yasanın 14/a maddesinde, Türk Standartları Enstitüsünce hazırlanan ve Bakanlıkça ilgili konularda mecburi uygulamaya konulması uygun görülen standartları Bakan onayı ile uygulamaya koymak ölçüler ve Standartlar Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır. TS 12620 “Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standardı”, Türk Standarttan Enstitüsü’nün Petrol İhtisas Grubu tarafından, motorlu kara ve deniz taşıtlarına akaryakıt ikmalinin yapıldığı sabit istasyonlar ile ilgili emniyet gereklerini belirlemek amacıyla, milli ihtiyaç ve imkanlarımız ön planda olmak Üzere, milletlerarası standartlar ve ekonomik ilişkilerimiz bulunan yabancı ülkelerin standartlarındaki esaslar da gözönünde bulundurularak ve bilimsel kuruluşlar, üretici/imalatçı ve tüketici durumundaki konunun ilgililerinin görüşleri alınarak hazırlanmış; Teknik Kurulca standart olarak kabul edilmiş, mecburi Standard tebliği olarak yayınlamak üzere Sanayi ve Ticaret Bakanlığının onayına sunulmuş ve anılan Bakanlıkça söz konusu standart 20.5.2007 tarih ve 26527 sayılı Resmi Gazetede “Mecburi Standard Tebliği” olarak yayınlanmıştır. TS 12820 Akaryakıt istasyonları Emniyet Gerekleri Standardının “Asgari Emniyet Mesafeleri” başlıklı 4.2.9 maddesinde, akaryakıt istasyonlarında uygulanacak asgari emniyet mesafelerinin Çizelge 2’ye uygun olması gerektiği belirtildikten sonra aynı maddede söz konusu mesafeler ve İlgili açıklamaların bulunduğu Çizelge-2’ye, SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 275 “Yangın Kontrolü” başlıklı 4.12 maddesinde, her akaryakıt istasyonunda, her dağıtım birimi adasının yanında ve her binanın içerisinde TS 862-7 EN 3-7 ‘ye uygun en az 1 adet 6 kg’lık kuru kimyevi tozlu, ilâve olarak istasyon içerisinde farklı yerlerde ancak doldurma ağzına 7 m’den yakın, 30 m’den uzak olmayacak şekilde 2 adet en az 30 kg’lık tekerlekli, söndürme kapasitesi en az 89 B olan kuru kimyevi tozlu yangın söndürücü olması, ayrıca her 6 dağıtım birimi için ilave 1 adet 30 kg’lık veya daha büyük, kuru kimyevi tozlu tekerlekli yangın söndürücü olması gerektiği, diğer taraftan yangın söndürücülerin her pompadan, dağıtım biriminden, tank doldurma borusu ağzından, yağlama veya servis yerinden 30 m’den daha uzakta olmaması gerektiği kuralına yer verilmiştir. Aktarılan mecburi standart kurallarında belirtilen asgari emniyet mesafeleri ve yangın kontrol tedbirlerinden farklı olarak standardın yayımlanmasından sonra 10.12.2007 tarih ve 26735 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürüdüğe giren dava konusu Yönetmeliğin 121/4-g maddesinde “İstasyonda, her dispanser adasının yanında ve her binanın içerisinde, TS 862-EN 3’e uygun en az 1 adat 6 kg’lık kuru kimyevi tozlu, ilave olarak istasyon içerisinde farklı yerlerde ve fakat doldurma ağzına 7 m’den yakın ve 25 m’den uzak olmayacak şekilde, asgari 89 B söndürme etkisi olan en az 2 adet 50 kg’lık kuru kimyevi tozlu tekerlekli yangın söndürme cihazı olması şarttır.”, 167/3. maddesinde. “121 inci madde, mevcut akaryakıt istasyonlarında, bir yeraltı tankı kapasitesi 10 metreküpü geçmiyor ise, pompanın, nefesliğin ve dolum ağzının komşu arsa ve yola olan mesafesi 5 m’den ve tank cidarının komşu arsaya ve yola olan en yakın mesafesi 3 m’den az olmayacak şekilde uygulanır.” hükmüne, Ek-12/Ç’de yeraltı tankları ile ilgili asgari emniyet mesafelerini belirten çizelgeye. EK-13te ise akaryakıt servis istasyonlarında olması gereken asgari emniyet mesafelerini belirten çizelgeye yer verilmiştir. 132 Sayılı Yasa uyarınca Türkiye’de Standard hazırlamakta tek yetkili kuruluş olan ve bu konuda gerekli teknik donanım ve personele sahip Türk Standartlar Enstitüsü tarafından konuyla ilgili kurumların, kuruluşların ve kişilerin olumlu görüşleri alınarak hazırlanan ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından Mecburi Standard olarak yayımlanan TS 12820 “Akaryakıt İstasyonları Emniyet Gerekleri Standardı” bağlayıcı niteliktedir. Akaryakıt istasyonları emniyet gereklerinde değişiklik yapılması ancak yayımlanan mecburi standartda yapılacak değişiklik ile mümkün olup; standard yürürlükte iken başka bir düzenleyici işlem ile bu konuda değişiklik yapılmasına olanak bulunmamaktadır. Esasen 7126 sayılı Sivil Savunma Kanunu ile yangınla mücadele konusunda Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle kamu kurum ve kuruluştan ile özel kuruluşların, gerçek kişilerin almaları gereken önlemlerin genel olarak belirlenmesi öngörülmüş; Bakanlar Kuruluna akaryakıt istasyonlarının emniyet gerekleri konusunda standart koyma gibi bir görev ve yetki verilmemiştir. Nitekim dava konusu yönetmeliğin 121 inci maddesinde de, Bakanlar Kurulu kendisini standart koyma konusunda görevli ve yetkili saymadığı için servis istasyonları kurulurken Yönetmelikte yer almayan hususlar hakkında, Karayolları Kenarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönet- 276 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 melik ve ilgili standart hükümlerine uyulacağı belirtilmiştir. Ancak anılan belirlemenin aksine aynı yönetmeliğin 121/4-g, 167/3, Ek Ek-12/Ç ve EK-13’te yer alan çizelgelerde mecburi standarttan farklı kurallara yer verilmiştir. Oysa 132 sayılı Yasaya göre çıkarılan TS 12820 “Akaryakıt istasyonları Emniyet Gerekleri Standardı” mecburi satandardının düzenlediği Özel konu itibariyle yasadan sonra gelen üst norm niteliği dikkate alındığında akaryakıt istasyonlarının emniyet gerekleri ile ilgili konuda Özel düzenleme yapma, standart koyma görev ve yetkisi olmayan, yangınla mücadele için alınacak Önlemlerle ilgili genel düzenleme yapması gereken Bakanlar Kurulunun, değişmediği sürece özel nitelikteki mecburi standarda uygun düzenleme yapması zorunludur. Bu itibarla, dava konusu Yönetmeliğin 121/4-g, 167/3. maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’te yer alan çizelgelerde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, dava konusu Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğin 121/4-g, 167/3. maddeleri ile Ek-12/Ç ve EK-13’te yer alan çizelgelerin İPTALİNE oyçokluğuyla, dava konusu İptal edilen Yönetmelik hükümleri dışında kalan Yönetmelik hükümleri yönünden davanın REDDİNE oybirliğiyle, dava kısmen iptal, kısmen ret ile sonuçlandığından, aşağıda dökümü yapılan 135,50 TL yargılama giderinin yarısı olan 67,75 TL’nin davacı üzerinde bırakılmasına, yargılama giderinin kalan kısmı olan 67,75 TL ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 2.200,00-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, bu karara karşı tebliğ tarihini izleyen otuz gün İçerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz isteminde bulunabileceğinin taraflara bildirilmesine, 04.05 2011 tarihinde karar verildi. İLGİLİ MEVZUAT METİNLERİ BİNALARIN YANGINDAN KORUNMASI HAKKINDA YÖNETMELİK Madde 120 - Yanıcı sıvıların depolandığı depo binaları en az 120 dakika yangına dayanıklı şekilde yapılmış olmalıdır. Bir kapalı hacimde en fazla 30.000 litre AI sınıfı veya 150.000 litre AII ve/veya B sınıfı yanıcı sıvı depolanabilir. Depolama taşınabilen kaplarda yapılıyor ise, bu miktarlar sırasıyla AI sınıfı için 20.000 litre ve AII ve/veya B sınıfı için 100.000 litredir. Aynı hacimde çeşitli tehlike sınıflarına ait sıvılar birlikte depolanıyorsa, toplam depolanacak miktar en yüksek tehlike sınıfına göre alınır. Toplam miktar hesaplanırken bir litre AI’in beş litre AII ve/veya B ve 200 litre AIII sınıfa eşdeğer olduğu kabul edilir. a) Buna göre, 1) AI + ( AII ve/veya B ) /5, 2) AI + AIII /200, 3) AI + ( AII ve/veya B )/5 veya + AIII /200, toplam miktarları 30.000 litre değerini aşmamalıdır. b) Depo hacimleri 1. tehlike bölgesidir. Depo hacminden dışarıya açılan kapı ve pencerelerden ve SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 277 diğer açıklıklardan itibaren 5 m yarıçapındaki bölge, döşemeden 0.8 m yüksekliğe kadar 2. tehlike bölgeleridir. c) Depo hacimlerine işi olmayanların girmesi yasaklanacak ve bu yasak uygun bir levha ile belirtilecektir. Komşu hacimlere boru geçişlerinin ve tavan deliklerinin yanıcı olmayan yapı malzemeleri ile buhar hava karışımı geçmeyecek şekilde tıkanması zorunludur. Depo binaları konutlara ve insanların bulunduğu hacimlere bitişik olamaz. Çatılar, 120 dakika yangına dayanıklı tavanlarla depo hacimlerinden ayrılmalıdır. Döşemeler depolanan sıvı için geçirgen olmamalı ve yanıcı olmayan malzemeden yapılmalıdır. Dökülen yanıcı sıvının atık su çukurlarına, kanallara, borulara, boru ve tesisat kanallarına sızması önlenmelidir. Kapılar en az 120 dakika yangına dayanıklı olmalıdır. Depo hacimleri yeteri kadar havalandırılmalı ve elektrikle ve teknik kurallara uygun şekilde aydınlatılmalıdır. Doğal çekim yetişmiyor ise, döşeme düzeyinde etkili, saatte en az 5 defa hava değişimi yapılabilen bir düzen kurulmalıdır. Açıkta yerüstü depolama Madde 121 - Açıkta yerüstü depolamada aşağıda belirtilen hususlar dikkate alınır. a)Tank mesafeleri Açıkta kurulu yerüstü tankların meskûn yerlerden, kara ve demir yollarından uzaklığı (Değişik: 11/6/2004/25489 RG) Tablo 6’da verilen esaslara göre seçilir. b) Havuzlama 1) Havuzlama hacmi, aynı büyüklükte tanklar kurulu ise bir tankın hacmine, çeşitli boylar var ise en büyük tankın hacmine eşit olmalıdır. 2) Havuzlama hacmi, taşınabilir tankların toplam hacimlerinin % 75’i veya en az bir adetin hacmine eşit olmalıdır. 3) Karma depolama yapılırsa (1) ve (2) de verilen esaslara göre yapılan hacimlerin toplamına eşit olmalıdır 4) Ham petrol ve karbonsülfür depolandığında, havuzlama hacmi toplam hacme eşit alınır. 5) Ham petrol ve karbonsülfür dışındaki, AI, AII ve B sınıfı yanıcı sıvılar toplam hacim 30.000 litreyi geçmediği sürece tek havuzlama bölgesinde depolanabilir. 6) Ham petrol veya karbonsülfür için depolanan hacim 15.000 m³ ve havuzlama yüzeyi 700 m² yi geçmediği sürece, bir havuzlama bölgesi yapılabilir. 7) (1) ve (2) de verilen esaslar, AIII sınıfı sıvılar, AI ve AII ve/veya B sınıfı sıvılarla beraber depolandığında da geçerlidir. 8) Havuzlama bölgesi hafriyatla veya setlerle yapılabilir. Sızdırmazlığı sağlayan folyo dışında tüm malzeme yanmaz olmalıdır ve cidarlar yangın halinde sızdırmaz kalmalıdır.Folyolar yanıcı ise yangına karşı korunmalıdır. 9) Tanklar yüksekliğinin 4/5 inden daha alçak olan set ve duvarlardan en az 3 m uzaklıkta olmalıdır. Ölçüm tank cidarından yapılacaktır. 10) Havuzlama hacimlerinin set ve duvar depolarından boru geçiyorsa, bunlar sızdırmaz şekilde yerleştirilmeli ve ayrıca havuzlama hacminden su boşaltma imkanı bulunmalıdır. Akıntılar kapanabilir ve yanıcı sıvıyı ayırabilen düzenle donatılmış olmalıdır. 11) Havuzlama hacmi içinde bölmeler yapılmış ise bunların yüksekliği dış duvarların yüksekliğinin 4/5 inden daha az olmalı ve kanal varsa üstü açık olmalıdır. (ızgara konulabilir) 12) Havuzlama bölgesinde, tanklar dışında yalnız armatür, boru ve pompalar bulunabilir. c) Koruma bölgesi 278 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 1) Yerüstü tanklarında yapılan depolamada tankların çevresinde koruyucu uzaklık bırakılması gereklidir. Bu uzaklıklar Tablo 5’de verilen değerlere göre seçilir. 2) Depolama taşınabilir kaplarla yapılıyorsa, bu uzaklıklar aşağıdaki çizelgeye uygun olarak seçilir. Depolanan Hacim Koruyucu Bölge Genişliği 3 10-30 m 10 m 30-100 m3 20 m 200 m den büyük 30 m 3 Uzaklıklar depolanan kap topluluğun dış sınırlarından itibaren ölçülür. 3) Koruyucu bölge genişliği tank cidarından itibaren ölçülür ve en az 2/3 ünün havuzlama bölgesi dışında olması gerekir. Ölçümde havuzlama duvarının iç kenarının üstü esas alınır. 4) Gerekli olan emniyet, havuzlama bölgesi dışında kurulu, yangına 120 dakika dayanıklı, tankın en az 4/5’i yüksekliğinde bir duvar veya set ile sağlanıyorsa, koruyucu bölge itfaiyenin görüşü alınarak daha dar tutulabilir. 5) Koruyucu bölgede, depo işletmesinin yapılabilmesi için gerekli olan tesis ve binalar, havuzlama bölgesi dışında olmak şartıyla kurulabilir. d) Tehlike bölgeleri 1) Aşağıdaki maddelerde aksi belirtilmediği sürece tank cidarından itibaren 5 m’lik bir uzaklık, zeminden 0.8 m. yüksekliğine kadar 2. tehlike bölgesidir. 2) Yanıcı sıvılar bir havuzlama bölgesi içinde depolanmış ise, bu bölge havuz setinin üst kenarının 0.8 m üstüne kadar 1. tehlike bölgesidir. 3) Yanıcı sıvıların yerüstünde, açıkta depolandığı arazi, genel trafik akışına açık olmamalıdır. 4) Depolama sahasına işi olmayanların girişi yasaklanmalı ve bu yasak uygun bir levha ile ilan edilmelidir. Depolama tankları Madde 122 - Yeraltı tankları ve yerüstü tankları ile taşınabilir kapların doldurulduğu ve boşaltıldığı yerler aşağıda belirtilen hususları taşıyacaktır. a) Yeraltı tankları 1) Yeraltı tankı, yeraltına tamamen gömülü, üzerindeki toprak tabakası en az 60 cm olan ve ayrıca üstü en az 10 cm’lik bir beton tabakası ile örtülen tank demektir. 2) Yeraltı tanklarının depo sahasına ait olmayan arsa ve araziden uzaklığı en az 1 m olmalıdır. Tankların meskûn yerlerden ve kendi aralarındaki uzaklık SPG için (Değişik: 11/6/2004/25489 RG) Tablo 6’ya göre de ölçülmelidir. 3) Yeraltı tanklarının içi 0. tehlike, bakım işlerinin yapıldığı kanal veya kapak bölmesi 1.tehlike bölgesidir. 4) Yeraltı tankları beklenen mekanik etkilerde ve yangın halinde sızdırmaz kalabilmelidir. 5) Korozyona dayanıklı olmayan malzemeden yapılmış yeraltı tankları, korozyon tehlikesine karşı, dışından zedesiz ve zarar görmemiş bir izolasyon tabakası ile korunmalıdır. 6) Tanklar kamuya ait boru ve diğer şebekelerden en az 1 m uzaklığa yerleştirilmelidir. 7) Tank, toprak doldurulmadan önce, en az 200 mm kalınlığında, yanmaz ve izolasyonuna etki etmeyen bir tabaka ile örtülmelidir. 8) Tanklar tesis edilecekleri yerde imal edilemeyecek ise, izolasyonun sağlamlığı ve yerleştirilirken sağlam kaldığı yetkili bir kişi tarafından tank yerleştirilirken tespit edilmelidir. Tankların zedelenmeden, hazırlanan çukura yerleştirilebilmeleri gerekir. 9) Tankların kapatılmaz bir havalandırma borusu bulunmalıdır ve bu boru doldurma esnasında gaz SAYI : 26 YÜKSEK MAHKEME KARARLARI (Yargıtay) 279 sıkışmasına meydan vermeyecek ebatta olmalıdır. Bölmeli tanklarda bu şart her bölme için geçerlidir. Havalandırma boruları kapalı hacimlere açılmamalı ve zeminden en az 4 m yüksekte açık havaya çıkmalıdır. Boru uçları yağmur ve yabancı madde girişine karşı korunmalıdır. b) Yerüstü tankları 1) Yerüstü tanklarının içi 0. tehlike bölgesidir. 2) Yerüstü tankları beklenen mekanik etki ve yangın halinde sızdırmaz kalmalıdır. 3) Tank cidarları dıştan korozyona maruz ise ve korozyona dayanıksız malzemeden yapılmış ise uygun şekilde bu etkilerden korunmalıdır. 4) Tanklar içerdikleri sıvı nedeniyle içerden korozyona maruz ise tankların içi de uygun şekilde korunmalıdır. 5) Tanklar ve bölmeli tanklarda her bölme havalandırma boruları ile donatılmalıdır. 6) Birkaç tank, ayrı tehlikeli gruba ait sıvılar içermiyorlar ise veya karışmalarından tehlikeli bir reaksiyon beklenmiyor ise ortak boru hattı üzerinden havalandırılabilirler. 7) Her tank veya tank bölmesinde sıvı seviyesini gösteren bir düzen bulunmalıdır. Gösterge olarak cam veya benzeri borular kullanılıyor ise, bu borular çabuk kapatılabilir bir vana ile donatılmalı ve vana yalnız ölçüm için açılmalıdır. 8) Tankın sıvı hacmine bağlanan her boru bir vana ile kapatılabilmelidir. Vanalar kolay ulaşılır ve görülen bir şekilde, tanka yakın olarak düzenlenmelidir. 9) AI, AII ve/veya B sınıfı sıvıların doldurulduğu tanklar, elektrostatik yüklemeye karşı emniyete alınmalıdır. c) Taşınabilir kapların doldurulduğu ve boşaltıldığı yerler 1) Taşınabilir veya araç üstü tankların doldurulup boşaltıldığı yerlerdeki teçhizatta, tankın elektrostatik yüklenme tehlikesini önleyecek önlemler alınmalıdır. 2) Dolum ve boşaltma yapılan yerlerde, akan sıvının yerüstü, yeraltı su kaynaklarına ve kanalizasyona karışması önlenmelidir. 3) Dolum yapılan yerlerin 15 m yarıçapa ve zeminden 0.8 m yüksekliğe kadar ve dolum ağzından itibaren 5 m yarı çapa ve ağızdan 3 m yüksekliğe kadar olan civarı 1. tehlike bölgesidir. 4) Boşaltma yapılan yerler ve boşaltma esnasında açılan hava tahliye ağzından (domlardan) yanıcı buharların çıkabileceği açıklıkların 5 m yarıçapa ve zeminden 0,8 m yüksekliği kadar olan civarı 2. tehlike bölgesidir. Akaryakıt servis istasyonları Madde 123 - Servis istasyonları kurulurken yürürlükteki “Karayolları Kenarında Yapılacak ve Açılacak Tesisler Hakkında Yönetmelik” hükümlerine uyulur. Servis istasyonları kurulurken Tablo 5 ve Tablo 6’da verilen uzaklıklara uyulur ve yeterli havalandırma sağlanır. İkmal kolonlarının içi 1. tehlike bölgesidir. Kolonların orta noktalarından 1 m yarıçaplı çevresi kolon yüksekliğine kadar 2. tehlike bölgesidir. Yakıt depolaması yapılırken aşağıda belirtilen gereklere uyulur. a) Servis istasyonlarında akaryakıt ancak 122 nci maddenin (a) bendinde belirtilen yeraltı tanklarında depolanabilir. b) Akaryakıt satış ve/veya akaryakıt satış ve servis yerlerinde TS 12263 esas alınacaktır. İkmal kolonları ve ikmal sistemleri devrilmeye ve araçların çarpmalarına karşı emniyete alınmalıdır. Bunlar zemin seviyesinin altına ve özellikle bodrumlara konulamaz. İkmal kolonunun 5 m yarıçaplı çevresinde daha alt kotlardaki hacimlere giden kanal, boru ve tesisat açıklıkları bulunmamalıdır. 8 m yarıçaplı çevredeki akıntı kanallarında yağ ayırma düzeni olmalıdır. Bo- 280 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 şaltma hortumunun uzunluğu en fazla 6 m olabilir ve sabit olarak tutturulmuş olmalıdır. Boru ve kabloların geçtiği kanallarda yanıcı buhar karışımlarının oluşması önlenmelidir. (örneğin, kum doldurularak) Boşaltma ünitesi depo dolduğunda otomatik olarak kapanan bir vana (tabanca) ile donatılmalıdır veya vananın açma kolunda sabitleştirme düzeni bulunmamalıdır. Otomatik kapanan vanalar, doldurma deliğinden kaymalarını önleyen bir düzenle emniyete alınmalıdır. Her ikmal kolonu için en az 2 adet B sınıfı yangın türüne uygun 6 kg’lık yangın söndürücü bulundurulmalıdır. Kapalı büro hacimleri dışındaki çalışma bölgesinde sigara içilmesi yasaktır ve bu uygun bir şekilde ilan edilmelidir. Araç motoru ve kaloriferi çalışırken yakıt verilmesi yasaktır ve bu husus ayrıca ilan edilir. Genel yangından korunma işlemleri Madde 124 - Yanıcı sıvıların depolandığı, doldurulduğu ve nakledildiği tesisler yeterli yangın önleme sistemleri ile donatılmalı ve daima göreve hazır olacak şekilde tutulmalı ve bakılmalıdır. Gerekli düzen deponun durumuna göre sabit, hareketli veya kısmen hareketli olabilir. Söndürücü olarak özellikle hafif köpük, karbondioksit, kuru toz ve su düşünülebilir. Yağmurlama tesisleri, bir tank yangınında, komşu tankın ısınarak patlamasını, önleyecek kapasitede olmalıdır. Yanıcı sıvıların naklinde kullanılan cihazlar (örneğin pompalar) bir yangın halinde, hızlı ve engelsiz bir şekilde ulaşılabilecek bir yerden kontrol edilebilmelidir. Bu şart diğer sınıf sıvılarla beraberce depolanan A III sınıfı yanıcı sıvılar için de geçerlidir. Alevin geri tepmesini önleyen armatürler için TSE kalite belgesi aranır. Bu armatürler mümkün olduğu kadar tanka yakın ve kolay bakım yapılabilecek şekilde düzenlenmelidirler. Tanklar ve tanklarla iletken şekilde bağlanmış tesis bölümleri, toprağa karşı bir gerilime sahip olmayacak şekilde kurulmalıdır. Topraklama hatlarının bağlantı uçları, birleşme noktaları kolay ulaşılabilecek şekilde düzenlenmeli ve gevşemeye karşı emniyete alınmalıdır. Bu hususta ayrıca programlama ile ilgili yönetmelik hükümlerine uyulacaktır. Tank ve bağlı bölümleri yalnız başına topraklayıcı hat olarak kullanılamaz. Topraklayıcı hat malzemesi, tank ve borularda korozyon yapmayacak malzemeden seçilmelidir. Bina içinde veya dışında kurulmuş tanklar paratoner tesisi ile donatılmalıdır. Tankların dolumu sırasında, tanktan dışarı çıkan buhar hava karışımı orada çalışanlara ve başkalarına zarar vermeyecek şekilde açık havaya atılmalıdır. Yapısal nedenlerle bu karışımın uygun bir yerden dışarı atılması mümkün değilse, karışımın uygun bir hortum veya boru hattı ile, yanıcı sıvıyı boşaltan tanka geri beslenmesi gerekir. Madde 101 - Yönetmeliğin bu Kısmındaki hükümler tehlikeli maddelerin depolanması, doldurulması, kullanılması, üretilmesi ve satışa sunulması ile ilgili işlemleri kapsar. Madde 5-3 Yeni yapılan ya da proje tadilatıyla kullanım amacı değiştirilen yapılarda bu Yönetmelikte öngörülen esaslara göre imalat yapılmadığının tespiti halinde bu eksiklikler giderilinceye kadar binaya yapı kullanma izin belgesi ve/veya çalışma ruhsatı verilmez. MEVZUAT ÖZETLERİ r Kanunlar r Bakanlar Kurulu Kararları r Yönetmelikler r Genelgeler r Tebliğler r Tüzükler r Milletlerarası Antlaşmalar SAYI : 26 KANUNLAR / BAKANLAR KURULU KARARLARI 283 KANUNLAR TARİH KANUN NO 13.01.2012 1.Mükerrer 6266 14.01.2012 6264 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Orta Doğu Sinkrotron Işığı Deneysel Bilim ve Uygulamaları Uluslararası Merkezi Statüsüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetlerarası Çerçeve Andlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında İkili Ticari ve Ekonomik İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine İlişkin Çerçeve Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gürcistan Hükümeti Arasında Kara Gümrük Geçiş Noktalarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu 6265 26.01.2012 KANUN 6267 6268 6269 6270 6271 BAKANLAR KURULU KARARLARI TARİH KARAR NO 03.01.2012 2011/2471 05.01.2012 2011/2630 07.01.2012 2012/2641 KONUSU Bazı Üniversitelere Bağlı Olarak Fakülte ve Yüksekokul Kurulması Hakkında Karar Resmi İstatistik Programı (2012-2016)’nın Kabul Edilmesi Hakkında Karar İstanbul İli, Ümraniye İlçesinde Bulunan Bazı Alanlarda Yürütülecek İyileştirme, Yenileme ve Dönüşüm Uygulamaları Kapsamında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Maliye Bakanlığının Yetkilendirilmesine İlişkin Karar 284 LEGES Hukuk Dergisi 10.01.2012 2011/2534 2011/2535 2011/2536 2011/2541 2011/2542 2011/2543 2011/2605 2012/2663 2012/2664 11.01.2012 2012/2665 2011/2519 2011/2544 2011/2545 2011/2546 2011/2547 ŞUBAT 2012 4/11/2011-14/11/2011 Tarihleri Arasında Bitlis’te Yaşanan Don Afeti ile 23/10/2011 Tarihinde Van’da Meydana Gelen Deprem Nedeniyle Zarar Gören Bitlis’teki Gerçek ve Tüzel Kişilerin Düşük Faizli Kredi Borçlarının Ertelenmesine İlişkin Karar Gaziantep İli, Şahinbey İlçesi, Kızılhisar ve Bağlarbaşı Tapulama Sahası İçerisinde, Gaziantep-Kilis Yolunun Güneyinde Kalan Alanın Kilis Yolu Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı İlan Edilmesi Hakkında Karar Gaziantep İli, Şahinbey İlçesi, Kızılhisar Tapulama Sahası İçerisinde, Burç Kavşağından Başlayarak Halep Bulvarı İstikametinde Devam Eden Alanın Halep Bulvarı Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı İlan Edilmesi Hakkında Karar Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslarda Değişiklik Yapılmasına Dair Esaslar Hakkında Karar İstanbul Kültür Üniversitesi Rektörlüğüne Bağlı Olarak Eğitim Fakültesi Kurulması Hakkında Karar Kamu Kurum ve Kuruluşlarındaki Geçici Mahiyetteki İşleri Yürütmek Üzere Geçici Personel İstihdamı ve Bu Personele Ödenecek Ücretler Hakkında Karar Bazı Yükseköğretim Kurumlarına Bağlı Olarak Enstitü, Fakülte ve Yüksekokulların Kurulması ile Bazı Fakülte ve Yüksekokulların Kapatılması Hakkında Karar Kamu Personelinin Maaşlarının Hesabına Esas Tutulan Katsayıların Yeniden Tespiti ve İlgili Mevzuatı Uyarınca İstihdam Edilen Sözleşmeli Personelin Ücretlerinin Artırılması, Devlet Memurlarına Ödenecek Zam ve Tazminatlar ile Bazı Kararlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Karar 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli (I) Sayılı Cetvele Unvan Eklenmesi ve Bazı Kararlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Karar Sözleşmeli Personele Ek Ödeme Yapılmasına Dair Karar Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu Kesintileri Hakkında Karar Sinyalizasyon, Elektrifikasyon, Haberleşme ve Emniyet Tesisleri Tevsii ve Yenileme Projesi Kapsamında Bazı Taşınmazlar ve Üzerindeki Muhdesatın Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar Bandırma-Bursa-Ayazma-Osmaneli Projesi Kapsamında Yapılması Planlanan Hızlı Tren Demiryolu Hattının İnşası Amacıyla Bursa-Yenişehir Arasındaki Bazı Taşınmazlar ile Üzerindeki Muhdesatın Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar Kocaeli-Köseköy Lojistik Merkezinin Yapımı Amacıyla İhtiyaç Duyulan Taşınmazlar ile Üzerindeki Muhdesatın Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar Kahramanmaraş-Türkoğlu Lojistik Merkezinin Yapımı Amacıyla İhtiyaç Duyulan Taşınmazlar ile Üzerindeki Muhdesatın Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar SAYI : 26 BAKANLAR KURULU KARARLARI 2011/2550 2011/2586 2011/2595 2011/2603 2011/2635 2011/2653 2012/2638 2012/2640 2012/2642 2012/2643 2012/2648 14.01.2012 2012/2683 15.01.2012 2012/2651 2012/2652 2012/2658 2012/2672 2012/2673 285 Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatını Oluşturan Birimlerin Nitelik, Kurulduğu Şehir ve Ülke, Görev Alanı, Akredite Edildiği Ülkeler ve Bağlı Bulunduğu Misyonlar Hakkındaki 13/4/1999 Tarihli ve 99/12770 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararında Değişiklik Yapılmasına İlişkin Karar TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Rektörlüğüne Bağlı Olarak Tıp Fakültesi Kurulması Hakkında Karar 4458 Sayılı Gümrük Kanununun Bazı Maddelerinin Uygulanması Hakkında Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bünyesinde Düzenlenen Hizmet İçi Eğitim, Kurs ve Seminer Faaliyetlerinde Ücretle Okutulacak Ders Saatlerinin Sayısı, Ders Görevi Alacakların Nitelikleri ve Diğer Hususların Tespitine İlişkin Esaslar Hakkında Karar Malatya Erhaç Havaalanının Daimi Yolcu Giriş-Çıkış Hava Hudut Kapısı Olarak Tespiti Hakkında Karar Rize İli, Hemşin İlçesinde Bulunan Alanın “Hemşin Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı” İlan Edilmesi Hakkında Karar Mersin-Mut Projesi Kapsamındaki Mut Ovası Sulaması 2. Kısım İkmali İşinin Yapımı Amacıyla Bazı Taşınmazların Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar Ekonomi Bakanlığında Çalıştırılacak Kadro Karşılığı Sözleşmeli Personel Hakkında Hizmet Sözleşmesi Esasları Hakkında Karar “Aşağı Göksu II. Merhale Projesi” Kapsamındaki Göksü Sol Sahil Cazibe Sulaması ve Drenaj Pompa Binası İnşaatı İşinin Yapımı Amacıyla Bazı Taşınmazların Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar Ilısu Barajı ve HES (GAP) Projesi Kapsamında Bazı Taşınmazların Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığında Çalıştırılacak Kadro Karşılığı Sözleşmeli Personel Hakkında Hizmet Sözleşmesi Esasları Hakkında Karar Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurulu Başkan ve Üyelerinin Aylık Ücretlerinin Belirlenmesine İlişkin Karar Fatih Üniversitesi Rektörlüğüne Bağlı Olarak BiyoNano Teknoloji Enstitüsü Kurulması Hakkında Karar Beyhanı ve Kaleköy Barajlarının Yapımı Nedeniyle Baraj Gölü Altında Kalacak Olan Palu-Genç-Muş Arasındaki Mevcut Demiryolu Hattının Deplase Edilmesi Amacıyla İhtiyaç Duyulan Taşınmaz ile Üzerindeki Muhdesatın Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörlüğüne Bağlı Olarak Elbistan Teknoloji Fakültesi Kurulması Hakkında Karar Bakanlıklararası Ortak Kültür Komisyonunun Çalışma Esas ve Usulleri ile Bu Komisyon Tarafından Yurtdışında Görevlendirilecek Personelin Nitelikleri ile Hak ve Yükümlülüklerinin Belirlenmesine İlişkin Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar İkili Anlaşmalar Çerçevesinde Bazı Tarım ve İşlenmiş Tarım Ürünleri İthalatında Tarife Kontenjanı Uygulanmasına İlişkin Kararlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar 286 LEGES Hukuk Dergisi 2012/2675 2012/2684 16.01.2012 2011/2632 17.01.2012 2011/2431 2011/2596 2012/2657 2012/2682 24.01.2012 2012/2688 2012/2693 25.01.2012 2012/2687 27.01.2012 2012/2697 28.01.2012 2012/2690 2012/2692 2012/2698 2012/2700 2012/2701 2012/2708 2012/2721 31.01.2012 2012/2706 ŞUBAT 2012 Sürekli Görevle Yurt Dışında Bulunan Memurlara Ödenecek Aylıklara İlişkin Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar Işık Üniversitesi Rektörlüğüne Bağlı Olarak Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Kurulması Hakkında Karar Meteoroloji Genel Müdürlüğünün Merkez ve Taşra Teşkilatında Düzenleme Yapılması Hakkında Karar Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarına Ait Bazı Kadrolarda Düzenleme Yapılması Hakkında Karar Kültür ve Turizm Bakanlığının Doğrudan Merkeze Bağlı Taşra Teşkilatı Olarak İzmir İlinde İzmir Yenileme Alanı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü Kurulması Hakkında Karar Arazi Toplulaştırılması Hakkında Karar Bazı Yerleşim Birimlerinin “Uygulama Alanı” Olarak Tespiti, Bazı Yerleşim Alanlarında Dağıtılacak Toprak Normunun Belirlenmesi ve Bazı Yerleşim Birimlerinin Bakanlar Kurulu Kararı Kapsamından Çıkarılması Hakkında Karar 8/1/2002 Tarihli ve 4736 Sayılı Kanunun 1 inci Maddesinin Birinci Fıkrası Hükmünden Muaf Tutulacakların Tespitine Dair Karar 6772 Sayılı Kanun Kapsamına Giren Kurumlarda Çalışan İşçilere 2012 Yılında Yapılacak İlave Tediyenin Ödenmesi Hakkında Karar Bazı Mahalli İdare Birliklerinin Kurulmasına İzin Verilmesi Hakkında Karar Mal ve Hizmetlere Uygulanacak Katma Değer Vergisi Oranlarının Tespitine İlişkin Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar Belgesiz İhracat Kredileri ile Vergi Resim ve Harç İstisnası Hakkında Kararda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Karar Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun, Anten Teknik Hizmetler ve Verici Tesis İşletme Anonim Şirketine Ortak Olmasına İlişkin Karar Bahçeşehir Üniversitesi Rektörlüğüne Bağlı Olarak Sağlık Bilimleri Fakültesi Kurulması Hakkında Karar Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumuna Ait Dolu Kadroların Derecelerinin Değiştirilmesi Hakkında Karar Adana İli, Seyhan İlçesinde Bulunan ve Mahalle Adları ile Ada ve Parsel Numaraları Gösterilen Taşınmazların Kentsel Dönüşüm ve Yenileme Çalışmaları Kapsamında Seyhan Belediyesi Tarafından Acele Kamulaştırılması Hakkında Karar Kocaeli İli, Kartepe İlçesinde Bulunan, Sınır ve Koordinatları Gösterilen Alanın Kartepe Kent Merkezi Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı İlan Edilmesi Hakkında Karar Pamuk İpliği İthalatında Korunma Önlemi Uygulanmasına İlişkin Karar Ankara İli, Beypazarı İlçesinde Bulunan Bazı Alanların Kurtuluş 1. Bölge Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje Alanı İlan Edilmesi Hakkında Karar SAYI : 26 YÖNETMELİKLER 287 YÖNETMELİKLER TARİH 01.01.2012 02.01.2012 04.01.2012 05.01.2012 06.01.2012 07.01.2012 08.01.2012 09.01.2012 KONUSU Maltepe Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Tahkim Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Maltepe Üniversitesi Sağlık Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Sığır Vebası, Koyun ve Keçi Vebası, Domuzların Veziküler Hastalığı, Mavi Dil Hastalığı, Geyiklerin Epizootik Hemorajik Hastalığı, Koyun Keçi Çiçeği, Veziküler Stomatitis, Sığırların Nodüler Ekzantemi, Afrika Domuz Vebası, Klasik Domuz Vebası ve Rift Vadisi Hummasına Karşı Korunma ve Mücadele Yönetmeliği Sağlık Bakanlığı Taşra Teşkilatı Yatak ve Kadro Standartları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Sağlık Bakanlığı Taşra Teşkilatı İdari ve Hizmet Birimleri Kadro Standartları Yönetmeliği Kadir Has Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği Hafif Yolcu ve Ticari Araçlardan Çıkan Emisyonlar (EURO 5 ve EURO 6) Bakımından ve Araç Tamir ve Bakım Bilgilerine Erişim Konusunda Motorlu Araçların Tip Onayına İlişkin Yönetmelik ((AT) 715/2007)’te Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik İstanbul Kültür Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Personelinin Yurtdışı Sürekli Göreve Atanmasına İlişkin Yönetmelik Uçak Mürettebatı Belgelerinin Düzenlenmesine Ait Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Abant İzzet Baysal Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliği Akdeniz Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Bursa Teknik Üniversitesi Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği Bursa Teknik Üniversitesi Döner Sermaye İşletmesi Yönetmeliği Çankaya Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitim ve Öğretim Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Çocuk ve Genç Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği İnönü Üniversitesi Niyazî-i Mısrî Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Din İşleri Yüksek Kurulu Uzman ve Uzman Yardımcılığı Sınav ve Atama Yönetmeliği Diyanet İşleri Uzman ve Uzman Yardımcılığı Sınav ve Atama Yönetmeliği Yurtdışına veya Uluslararası Kuruluşlara Geçici Görevli veya Aylıksız İzinli Olarak Gönderilecek Emniyet Teşkilatı Personeline İlişkin Yönetmelik Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğü ve Bağlı Ortaklıkları Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği Belediye İtfaiye Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Elektrik Piyasasında Faaliyet Gösteren Üretim ve Dağıtım Şirketlerinin Lisansları Kapsamındaki Faaliyetlerinin İncelenmesine ve Denetlenmesine İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Ardahan Üniversitesi Yaz Okulu Yönetmeliği 288 LEGES Hukuk Dergisi 10.01.2012 11.01.2012 12.01.2012 13.01.2012 14.01.2012 ŞUBAT 2012 Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Araştırma, Etüt ve Proje Yaptırma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik Köy Korucuları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Mahalli İdarelere İlk Defa Atanacaklara Dair Sınav Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik 2011/2473 Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Teşkilât Yönetmeliğinin Değiştirilmesine Dair Yönetmelik Halk Kütüphaneleri Yönetmeliği Muğla Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitim-Öğretim Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Muğla Üniversitesi Yaz Öğretimi Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik Takograf Cihazları Muayene ve Damgalama Yönetmeliği Profesyonel Turist Rehberliği Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Gedik Üniversitesi Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği Kırklareli Üniversitesi Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Mevlana Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Turgut Özal Üniversitesi Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Türk Hava Kurumu Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Türk Hava Kurumu Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Türkçe Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (KARAELMAS TÖMER) Yönetmeliği Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği Sağlık Bakanlığı Taşra Teşkilatı İdari ve Hizmet Birimleri Kadro Standartları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Türk Süsleme Sanatları ve Geleneksel El Sanatları Kursları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Sivil Havacılıkta Emniyet Yönetim Sistemi Yönetmeliği (SHY-SMS) Dicle Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi (Araştırma Hastanesi) Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Özel Eğitim Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği İstanbul Medeniyet Üniversitesi Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği 2011/2489 Tazminatlı Havyan Hastalıkları ve Tazminat Oranlarına Dair Yönetmelik Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik Hayvan Hastalıklarında Tazminat Yönetmeliği Büyükşehir Belediyeleri Koordinasyon Merkezleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayın Seçme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik SAYI : 26 16.01.2012 17.01.2012 18.01.2012 19.01.2012 20.01.2012 21.01.2012 YÖNETMELİKLER 289 Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Alacaklarının Takip ve Tahsiline İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik Beykent Üniversitesi Sürekli Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Lisans Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik Sağlık Bakanlığı Atama ve Nakil Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Afyon Kocatepe Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliği Aksaray Üniversitesi Üniversite Sanayi İşbirliği Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Atılım Üniversitesi İngilizce Hazırlık Okulu Yönetmeliği Bingöl Üniversitesi Uzaktan Algılama ve Coğrafi Bilgi Sistemleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Gümüşhane Üniversitesi Döner Sermaye İşletmesi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Canlı Hayvan Ticareti Yapan Satıcıların Çalışma ve Denetlenmesi ile İlgili Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik Kuduz Hastalığından Korunma ve Kuduz Hastalığı ile Mücadele Yönetmeliği Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Makina Mühendisleri Odası Mekanik Tesisat Fenni Mesuliyet Hizmetleri Yönetmeliği Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Petrol Mühendisleri Odası Serbest Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Hizmetleri Uygulama, Tescil, Denetim ve Asgari Ücret Yönetmeliği Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Mersin Üniversitesi Çocuk Koruma Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Ondokuz Mayıs Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Yönetmeliği Sabancı Üniversitesi Lisans Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği Sabancı Üniversitesi Temel Geliştirme Yılı Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği Adlî Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tasnifi, Tescili ve Müzelere Alınmaları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Mustafa Kemal Üniversitesi Üniversite-Sanayi İşbirliği Geliştirme Koordinasyon Uygulama ve Araştıma Merkezi Yönetmeliği Yıldız Teknik Üniversitesi Önlisans ve Lisans Eğitim-Öğretim Yönetmeliği Yıldız Teknik Üniversitesi Lisans Eğitim Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik Yıldız Teknik Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Önlisans Eğitim Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik Bulaşıcı Hayvan Hastalıkları ile Mücadelede Uygulanacak Genel Hükümlere İlişkin Yönetmelik Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği Sayıştay Denetim Geliştirme ve Eğitim Merkezi Yönetmeliği 290 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Konya Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Yönetmeliği Konya Üniversitesi Öğretim ve Sınav Yönetmeliği Konya Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliği İstanbul Üniversitesi Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönet23.01.2012 meliği Siirt Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik 2011/2606 Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü Genel Direktörlüğünün Yönetim ve De24.01.2012 netim Şekilleri ile Örgütlenmesi Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Ürünlerin Ülkeye Girişinde Veteriner Kontrollerinin Düzenlenmesine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Spor Toto Teşkilat Başkanlığı Reklam Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik 2012/2680 Millî Güvenlik Bilgisi Öğretimi Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına 25.01.2012 Dair Yönetmelik Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik Motorlu Araçların ve Bunlar İçin Tasarlanan Römorklar, Sistemler, Aksamlar ve Ayrı Teknik Ünitelerin Genel Güvenliği ile İlgili Tip Onayı Yönetmeliği (661/2009/AT) Türkiye Elektrik İletim A.Ş. Teftiş Kurulu Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayii A.Ş. (TÜLOMSAŞ) Genel Müdürlüğü Sözleşmeli Personel Sicil Amirleri Yönetmeliği Aksaray Üniversitesi Önlisans, Lisans Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliği Avrasya Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliği Düzce Üniversitesi Sanayi ve İş Dünyası İşbirliği Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Konya Üniversitesi Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği Sakarya Üniversitesi Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği Bartın Üniversitesi Önlisans ve Lisans Eğitim Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinde Deği26.01.2012 şiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik İstanbul Kültür Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Maltepe Üniversitesi Sağlık Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik 27.01.2012 Doğuş Üniversitesi Önlisans ve Lisans Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliği Doğuş Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi Yönetmeliği İstanbul Teknik Üniversitesi Kültür ve Sanat Birliği Öğrenci Kulüpleri Yönetmeliği Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği Mardin Artuklu Üniversitesi Döner Sermaye İşletmesi Yönetmeliği 28.01.2012 Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Döner Sermaye İşletmesi Yönetmeliği Orman ve Su İşleri Bakanlığı Çalışma Grupları Yönetmeliği Tersane, Tekne İmal ve Çekek Yerleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketi Teftiş Kurulu Yönetmeliği 22.01.2012 SAYI : 26 29.01.2012 30.01.2012 31.01.2012 22.12.2011 23.12.2011 24.12.2011 YÖNETMELİKLER 291 Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulu Yönetmeliği Fırat Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik İstanbul Teknik Üniversitesi Önlisans Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği Süleyman Demirel Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Sinop Üniversitesi Çocuk Eğitimi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yönetmeliği Sinop Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi Yönetmeliği Su Hayvanlarının Sağlık Koşulları ile Hastalıklarına Karşı Korunma ve Mücadele Yönetmeliği Savunma Sanayii Güvenliği Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Bozok Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliği Süleyman Demirel Üniversitesi Tarımsal Araştırma ve Uygulama Merkezi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Çevre ve Şehircilik Uzmanlığı Yönetmeliği Atların Enfeksiyöz Anemisi Hastalığına Karşı Korunma ve Mücadele Yönetmeliği Evcil Hayvan Genetik Kaynaklarının Tesciline İlişkin Yönetmelik Evcil Hayvan Genetik Kaynaklarının Korunması ve Sürdürülebilir Kullanımı Hakkında Yönetmelik Hayvanların Tanımlanması ile Veteriner Biyolojik Ürünlerin Uygulama Ücretleri Yönetmeliği Hayvan Sağlığı Kabini Açılış, Çalışma ve Denetlenme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Ruam Hastalığına Karşı Korunma ve Mücadele Yönetmeliği Büyükşehir Belediyeleri Özürlü Hizmet Birimleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Vaizlik, Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin-Kayyımlık Kadrolarına Atama ve Bu Kadroların Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği Çiftlik Hayvanlarının Refahına İlişkin Yönetmelik Sığırlarda Löykoz Hastalığına Karşı Korunma ve Mücadele Yönetmeliği Şarbon Hastalığına Karşı Korunma ve Mücadele Yönetmeliği Zoonozlar ve Zoonotik Etkenler, İlgili Antimikrobiyal Direnç ve Gıda Kaynaklı Salgınların İzlenmesi Yönetmeliği Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Bilim Kurulunun Çalışma Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Hayvan Satış Yerlerinin Ruhsatlandırılma ve Denetleme Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik Hayvanların Nakilleri Sırasında Refahı ve Korunması Yönetmeliği İnsan Tüketimi Amacıyla Kullanılmayan Hayvansal Yan Ürünler Yönetmeliği Sperma, Ovum ve Embriyo Üretim Merkezlerinin Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkında Yönetmelik Risk Değerlendirme Komite ve Komisyonlarının Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik 292 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Veteriner Tıbbi Ürünler Hakkında Yönetmelik Veteriner Tıbbi Ürünlerde Yapılacak Değişikliklerle İlgili Yönetmelik GENELGELER TARİH 05.01.2012 11.01.2012 KONUSU En Az Gelişmiş Ülkelere Yönelik Ekonomik ve Teknik İşbirliği Paketi ile İlgili 2012/1 Sayılı Başkanlık Genelgesi Genel Sağlık Sigortalısı Gelir Tespiti İşlemleri ile İlgili 2012/4 Sayılı Başbakanlık Genelgesi TEBLİĞLER TARİH 01.01.2012 03.01.2012 04.01.2012 05.01.2012 07.01.2012 KONUSU Devlet Memurları Kanunu Genel Tebliği (Seri No: 161) (666 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname Hükümlerine İlişkin) Türk Patent Enstitüsünce Uygulanacak Olan Ücret Tarifesine İlişkin Tebliğ (BİK/TPE: 2012/1) 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Uygulama Tebliği (Yükseköğretim Kurumlarına İlişkin) (Sıra No: 1) Türk Gıda Kodeksi Ekmek ve Ekmek Çeşitleri Tebliği (No: 2012/2) Türk Gıda Kodeksi Koyulaştırılmış Süt ve Süttozlarının Kimyasal Analizi İçin Numune Alma Metotları Tebliği (No: 2012/3) Türk Gıda Kodeksi Gluten İntoleloransı Olan Bireylere Uygun Gıdalar Tebliği (No: 2012/4) Türk Gıda Kodeksi Belirli Gıdalarda Dioksinlerin ve Dioksin Benzeri Poliklorlu Bifenillerin Seviyesinin Resmi Kontrolü İçin Numune Alma, Numune Hazırlama ve Analiz Metodu Kriterleri Tebliği (No: 2012/5) Türk Gıda Kodeksi Yenilebilir Kazein ve Kazeinatların Kimyasal Analizi İçin Numune Alma Metotları Tebliği (No: 2012/6) Türk Gıda Kodeksi Gıdaların Ait Olduğu Partiyi Tanımlayan İşaretler veya Numaralar Hakkında Tebliğ (No: 2012/7) İşkolu Tespit Kararı (No: 2011/138) Elektrik Piyasasında İletim ve Dağıtım Sistemlerine Bağlantı ve Sistem Kullanımı Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Tebliğ Fuel Oil Türlerine İlişkin Teknik Düzenleme Tebliği (Akaryakıt Seri No: 24) Özelleştirme Yüksek Kurulunun 4/1/2012 Tarihli ve 2012/01 Sayılı Kararı SAYI : 26 08.01.2012 10.01.2012 11.01.2012 12.01.2012 13.01.2012 14.01.2012 17.01.2012 18.01.2012 19.01.2012 20.01.2012 TEBLİĞLER 293 Kamu Sosyal Tesislerine İlişkin Tebliğ (Sayı: 2012-8) 2872 Sayılı Çevre Kanunu Uyarınca Verilecek İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (No: 2012/1) Yapı Malzemelerinin Tabi Olacağı Kriterler Hakkında Yönetmelik Kapsamında Türk Standardları Enstitüsü’nün (TSE) Gerçekleştireceği Ulusal Teknik Onay Uygunluk Değerlendirme Faaliyetleri ve Yapı Malzemeleri Yönetmeliği Kapsamında Avrupa Teknik Onay Faaliyetleri Hakkında Tebliğ (No: MHG/2012-01) İthalatta Gözetim Uygulanmasına İlişkin Tebliğ (No: 2012/1) Özelleştirme Yüksek Kurulunun 9/1/2012 Tarihli ve 2012/2 Sayılı Kararı 2011 Yılı Aralık Ayına Ait Dahilde İşleme İzin Belgelerinin (D1) Listesi 2011 Yılı Aralık Ayına Ait Yurt İçi Satış ve Teslim Belgelerinin (D3) Listesi 2011 Yılı Aralık Ayına Ait Hariçte İşleme İzin Belgelerinin (H) Listesi 2011 Yılı Aralık Ayına Ait Vergi, Resim ve Harç İstisnası Belgelerinin (Y) Listesi Firma Talebine İstinaden İptal Edilen Dahilde İşleme İzin Belgeleri Listesi Re’sen Kapatılan Dahilde İşleme İzin Belgeleri Listesi 2872 Sayılı Çevre Kanunu Uyarınca Verilecek İdari Para Cezalarına İlişkin Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (No: 2012/2) Hayvan Pazarlarının Ruhsatlandırılma ve Denetleme Usul ve Esasları Hakkında Tebliğin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Tebliğ 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Uygulama Tebliği (Sıra No: 2) Taşınır Mal Yönetmeliği Genel Tebliği (Sayı: 3)’nde Değişiklik Yapılması Hakkında Tebliğ Tıbbi Cihaz Yönetmeliği Kapsamında UDEM Uluslararası Belgelendirme Denetim Eğitim Merkezi Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinin Onaylanmış Kuruluş Olarak Görevlendirilmesine Dair Tebliğ Tıbbi Cihaz Yönetmeliği Kapsamında Alberk QA Uluslararası Teknik Kontrol ve Belgelendirme Limited Şirketinin Onaylanmış Kuruluş Olarak Görevlendirilmesine Dair Tebliğ Özelleştirme Yüksek Kurulunun 9/1/2012 Tarihli ve 2012/3 Sayılı Kararı UDEM Uluslararası Belgelendirme Denetim Eğitim Merkezi Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinin Onaylanmış Kuruluş Olarak Görevlendirilmesine Dair Tebliğ (SGM: 2011/6)’de Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (SGM: 2012/1) Çiftçi Kayıt Sistemine Dâhil Olan Çiftçilere Mazot, Gübre ve Toprak Analizi Destekleme Ödemesi Yapılmasına Dair Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (No: 2012/9) İşkolu Tespit Kararı (No: 2012/1) Damızlık Harici Hayvanların İthalatında Kontrol Belgesi Düzenlenmesi İçin Aranacak Belgeler Hakkında Tebliğ (No: 2012/8) Yetki Belgesi ve Sertifika Bedelleri ile Sertifika Bedellerinin Yetkilendirilmiş Kurumlara Ödenecek Bölümü Hakkında Tebliğ (No: 2012/1) 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanununun 10 uncu Maddesine ve 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü ve 17/7 nci Maddelerine Göre 2012 Yılında Uygulanacak Olan İdarî Para Cezalarına İlişkin Tebliğ (No: 2012/2) Kurumlar Vergisi Genel Tebliği (Seri No: 5) Gider Vergileri Genel Tebliği (Seri No: 89) Katma Değer Vergisi Genel Tebliği (Seri No: 116) Gelir Vergisi Genel Tebliği (Seri No: 282) Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği (Sıra No: 412) Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği (Sıra No: 413) 294 LEGES Hukuk Dergisi 21.01.2012 24.01.2012 25.01.2012 26.01.2012 27.01.2012 28.01.2012 31.01.2012 ŞUBAT 2012 İşkolu Tespit Kararı (No: 2012/3) Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ Kamu İhale Tebliği (No: 2012/1) Hafif Yolcu ve Ticari Araçlardan Çıkan Emisyonlar (Euro 5 ve Euro 6) Bakımından ve Araç Tamir ve Bakım Bilgilerine Erişim Konusunda Motorlu Araçların Tip Onayı ile İlgili Uygulama Usul ve Esaslarına İlişkin Tebliğ (Tebliğ No: SGM-2009/22)’de Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (No: SGM-2012/3) İşkolu Tespit Kararı (No: 2012/2) İthalatta Korunma Önlemlerine İlişkin Tebliğ (No: 2012/2) İthalatta Korunma Önlemlerine İlişkin Tebliğ (No: 2012/1) Özelleştirme Yüksek Kurulunun 24/1/2012 Tarihli ve 2012/13 Sayılı Kararı Özelleştirme Yüksek Kurulunun 24/1/2012 Tarihli ve 2012/14 Sayılı Kararı Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 25/1/2012 Tarihli ve 2012/ÖİB-K-01 Sayılı Kararı Özelleştirme Yüksek Kurulunun 24/1/2012 Tarihli ve 2012/5-6-7-8-9-10-11 ve 12 Sayılı Kararları İşkolu Tespit Kararı (No: 2012/4) 2011 Yılı Aralık Ayına Ait Yatırım Teşvik Belgeleri Listesi Tıbbi Sülük (Hirudo Verbana) 2012 Yılı İhraç Kotasının Tahsisi Hakkında Tebliğ (No: 2012/10) 5201 Sayılı Kanun Gereğince Kontrole Tâbi Tutulacak Harp Araç ve Gereçleri ile Silah, Mühimmat ve Bunlara Ait Yedek Parçalar, Askerî Patlayıcı Maddeler, Bunlara Ait Teknolojilere İlişkin Liste (2012 Yılı Listesi) Marka Tescil Başvurularına Ait Mal ve Hizmetlerin Sınıflandırılmasına İlişkin Tebliğ (TPE: 2012/2) İthalatta Haksız Rekabetin Önlenmesine İlişkin Tebliğ (No: 2012/1) İthalatta Haksız Rekabetin Önlenmesine İlişkin Tebliğ (No: 2012/2) Gümrük Genel Tebliği (Gümrük İşlemleri) (Seri No: 88) Devlet Memurları Kanunu Genel Tebliği (Seri No: 162) Çek Defterlerinin Baskı Şekline, Bankaların Hamile Ödemekle Yükümlü Olduğu Miktar ile Çek Düzenleme ve Çek Hesabı Açma Yasağı Kararlarının Bildirilmesine ve Duyurulmasına İlişkin Tebliğ (Sayı: 2010/2)’de Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Sayı: 2012/1) Gayrimenkul Yatırım Ortaklıklarına İlişkin Esaslar Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: VI, No: 32) Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 30/1/2012 Tarihli ve 2012/ÖİB-K-02 Sayılı Kararı TÜZÜKLER TARİH 2011/2607 2011/2666 KONUSU Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Tüzüğünün Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Tüzük İstanbul Liman Tüzüğünün Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Tüzük SAYI : 26 MİLLETLER ARASI ANTLAŞMALAR 295 MİLLETLERARASI ANTLAŞMALAR TARİH KARAR NO 03.01.2012 06.01.2012 12.01.2012 2011/2562 2011/2580 2011/2624 13.01.2012 2011/2510 2012/2645 14.01.2012 2011/2585 2011/2625 2012/2639 KONUSU Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası ile Türkiye Halk Bankası Arasındaki Özel Sektör Yenilenebilir Enerji Verimliği Projesi ile İlgili Kredi ve Garanti Anlaşmaları Özel Sektör Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Projesi Ek Kredisi ile İlgili Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. ile Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası Arasındaki Kredi ve Garanti Anlaşmaları Özel Sektör Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Projesi Ek Kredisi ile İlgili Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. ile Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası Arasındaki Kredi ve Garanti Anlaşmaları Pazara Hazırlık Teklifi İçin Hibe Anlaşması Pazara Hazırlık Ortaklığı (PMR) Çoklu Donör Fonu ile İlgili Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası ile Yapılan Anlaşma Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Lüksemburg Büyük Dükalığı Hükümeti Arasında Kültür, Eğitim, Bilim, Basın-Yayın, Gençlik ve Spor Alanlarında Uygulama Programı’nın Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti ile İsviçre Konfederasyonu Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması ve Eki Protokol’ün Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Brezilya Federatif Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ve Eki Protokol’ün Onaylanması Hakkında Karar Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi’nin Beyanlarla Birlikte Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğünce Yürütülmekte Olan Ankara-İstanbul Hızlı Tren Projesi’nin Ek Finansmanı Amacıyla Avrupa Yatırım Bankası ile İmzalanan Krediye İlişkin Sözleşme’nin Yürürlüğe Girmesi Hakkında Karar Türk Kamu Görevlilerinin Avrupa Komisyonu’nda Görevlendirilmelerine İlişkin Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Avrupa Komisyonu Arasında Mutabakat Zaptı’nın Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Milli Savunma Bakanlığı ve Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı Arasında NATO Evrensel Silah Arayüzü Hassas Güdüm Kiti Gösterim Projesi Düzenlenmesi ile İlgili Olarak NATO Hava Silahlanma Grubu (NAFAG) Gösterim Projelerinin Geliştirme ve Uygulanması Konulu Mutabakat Muhtırası Kapsamında Gösterim Projesi Düzenlenmesi No.5’in Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Avrupa Komisyonu Arasında Türkiye Cumhuriyeti’ne Yönelik AB Mali Yardımına İlişkin İşbirliği ve Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) Beşinci Bileşeni-Kırsal Kalkınma Bileşeni (IPARD) Kapsamındaki Yardımın Uygulanması İçin Kurallar Hakkında Anlaşma’da Değişiklik Yapılmasına İlişkin Mektup Teatisi Yoluyla İmzalanan Anlaşmanın Onaylanması Hakkında Karar 296 LEGES Hukuk Dergisi 15.01.2012 2011/2561 16.01.2012 2011/2560 2011/2563 2011/2575 2011/2582 20.01.2012 2011/2655 2012/2662 2011/2668 2011/2669 24.01.2012 2012/2695 ŞUBAT 2012 Türkiye Cumhuriyeti ile Çek Cumhuriyeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması’nın Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Planlama Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptı’nın Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kapıköy ve Razi Kara Hudut Kapılarının Ortak Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptı’nın Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Ekvator Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ticaret İşbirliği Anlaşması’nın Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Pakistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gençlik Alanında İşbirliği Protokolü’nün Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuveyt Devleti Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması’nın Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Afganistan İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Afganistan Kara Harp Okulu Öğrencilerine Türkiye’de Verilecek Yaz Kampı Eğitimine İlişkin Mutabakat Muhtırası’nın Onaylanması Hakkında Karar Türkiye-Azerbaycan Uzun Vadeli Ekonomik ve Ticari İşbirliği Programı ve İcra Planı’nın Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Brezilya Federatif Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında Karşılıklı İdari Yardım Anlaşması’nın Onaylanması Hakkında Karar Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi ve Vergi Kaçakçılığını Önleme Anlaşması ile Eki Protokolün Onaylanması Hakkında Karar HUKUK HABERLERİ r Avukatın görevini yapmasını engelleyen polise 6 ay hapis r Avukat Kimliği, PTT’de resmi kimlik oluyor r Özel yetkili iki mahkeme Çağlayan’a taşınıyor r “Kabul edilmiş avukatlık yasası taslağı yok” r MEB, Kasım ayında, eşi hakim olan öğretmenin naklen atamasını yaptı r İthal avukat gerilimi r Yargıya erkekler hakim! r Avukatlar “Sınav” ve “Nitelikli Staj” İstiyor r Yargı, cebe girdi! SAYI : 26 AVUKATIN GÖREVINI YAPMASINI ENGELLEYEN POLISE 6 AY HAPIS AVUKATIN GÖREVİNİ YAPMASINI ENGELLEYEN POLİS MEMURU 6 AY HAPSE MAHKÛM OLDU Küçükçekmece Çocuk Büro Amirliğinde bir çocuğun kimlik tespitine CMK Servisi tarafından için görevlendirilen Av. Hüsamettin Akbulut’un suça sürüklenen çocukla yaptığı görüşme notlarının polis memuru tarafından incelenmek istemesi üzerine tartışma yaşanmış ve avukatın görevini yapması engellenmiş. Av. Hüsamettin Akbulut tarafından görevini yapmasına engel olduğu ve görevini kötüye kullandığı iddiasıyla polis memuru İ.E. hakkında Küçükçekmece Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunmuştu. Polis memuru İ.E. hakkında Küçükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinde “Görevini Kötüye Kullanmak” iddiasıyla kamu davası açılmıştı. İstanbul Baro Başkanlığı açılan kamu davasına müdahil olarak katılmış ve Avukat Hakları Merkezi tarafından kamu davası takip edilmiştir. Küçükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda şüpheli polis memurunun suçunu sabit görerek TCK 251/1 maddesi gereğince işleyiş biçimini de göz önüne alarak altı ay hapis cezasıyla cezalandırıldı. HUKUK HABERLERİ 299 AVUKAT KIMLIĞI, PTT’DE RESMI KIMLIK OLUYOR AVUKAT KİMLİKLERİ, PTT İŞYERLERİNDE YAPILAN PARASAL İŞLEMLERDE GEÇERLİ KİMLİK OLARAK KABUL EDİLECEK Avukat kimliklerinin kimlik tespitinde esas belge olarak kabul edilmemesi nedeniyle Trabzon Barosu’nca Başbakanlık ve Maliye Bakanlığı aleyhine açılan davada Danıştay 8. Dairesinin temyizi üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun ilamı ile Danıştay 8 ve 10. Dairelerden oluşturulacak ortak kurul tarafından konunun karara bağlanması kararlaştırıldı. Konuyu bu açıdan değerlendiren PTT Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına yazdığı 10 Ocak 2012 tarih ve 0245 sayılı yazıda, Danıştay nezdinde 8. ve 10. Dairelerden oluşturulacak kurul tarafından uygulamaya yön verecek nitelikte bir karar verilene kadar avukat kimliklerinin PTT işyerlerinde yapılan parasal posta işlemlerinde geçerli kimlik olarak kabul edileceğini bildirdi. Yazıda ayrıca, PTT Genel Müdürlüğü Parasal Posta İşletme Dairesi Başkanlığınca 3 Ocak 2012 tarih ve 125 sayılı tebliğle avukat kimliklerinin geçerli kimlik kapsamına alındığı bilgisinin tüm PTT Başmüdürlüklerine bildirildiği ve personele imza karşılığı tebliğ edildiği de belirtildi HAZİNE AVUKATLARININ 659 DERDİ! Hazine avukatları yeni düzenlemeler- 300 LEGES Hukuk Dergisi den dertli. 659 sayılı KHK yürürlüğe girmesiyle birlikte, 4353 sayılı Kanun’da hüküm altına alınmış bulunan “avukat olmayan yerlerde davanın tarafı olan idarenin amirinin davada idayeyi temsil yetkisi”de kaldırılmış oldu. Bu doğrultuda yetki devrini yapıp yapmama konusunda yetki, Milli Savunma Bakanlığı’nda Bakan, diğer bakanlıklarda müsteşar ve genel müdürlüklerde ise genel müdürde. KHK 02.11.2011 tarihinde yürürlüğe girmesine rağmen, üst yöneticiler yetki devri yapmamaktadırlar. Hukukihaber’e gelen bilgilere göre, sadece Gelir İdaresi tarafından taşraya yetki devri yapılmış durumda. Yani genel olarak yetki devri taşraya hala yapılmamıştır. 659 sayılı KHK ya kadar tüm genel idarenin avukatlığını yürüten Hazine Avukatlarının araç ihtiyacı karşılanmayıp mutat vasıta ile dava takibi yapmaları istenildiğinden bilhassa kış aylarında ulaşımın çok güç olduğu yerlerde dava takibini imkansızlıklarla yürütmeye calıştıklarını belirten Hazine Avukatları dertli. ARAÇ VE YAKIT SORUNU Defterdarların insiyatifine bırakılan araç görevlendirilmesinin ise; defterdarlıklara maliyenin akaryakıt ödeneği ve araç göndermediği gibi gerekçelerle neredeyse hiç yapılmadığı gelen şikayetler arasında. Bu konuda, Hizmet satınalma yoluna da gidilmediğinden çözümsüzlük hüküm sürmektedir. Hukukihaber.net’e konu ile ilgili açık- ŞUBAT 2012 lama yapan hazine avukatları; ÇOK AYRILAN OLDU “Hazine avukatlarının iş yükü zaten çok fazla idi, 659 sayılı KHK ile iş yükü artırıldı. Hazine Avukatlarından hakimliğe 44 kişi geçti, önceden hakim savcılık yapan hazine avukatları da geri döndü, hakimlik sınav sorusu iptalinden sonra geçenler de oldu takriben 50-60 arası geçen oldu. Süreyi dolduranlardan yaşı genç olduğu halde emekli olanlar ve süresi gelmediği halde noterliğe geçen ve serbest avukatlığa geçenler dikkate alındığında Hazine avukatlığında bir yaprak dökümü değil dal kırılması yaşanmakta. YETKİ KARMAŞASI 659 sayılı KHK ile getirilen ve daha çok idarecilere verilen yetkiler ise tam bir kargaşa doğurmuş durumda. 4353 sayılı kanunda bulunan dava ve icra takipleri ile ilgili doğrudan yazışma yetkisi 659 ile kalktığından yazışma artık 5442 sayılı kanuna göre vali ve kaymakamlar aracılığı ile yapılır hale geldi. Bazı vali ve kaymakamlar hazine avukatına veya muhakemat müdürüne imza yetkisini devretti. Bazıları devretmedi, şu anda bir kargaşa hakim. Ancak daha garip bir durum var Bakanlıkların da artık doğrudan avukata veya muhakemat müdürüne dava ve icra takibi ile ilgili yazma yetkisi yok. Onlar da 5442 sayılı kanun 9 ncu maddeye göre valilik aracılığı ile yazışma yapmak zorundalar. Bu arada 6100 sayılı kanun ile sürelerin iki haftalık kesin süre haline geldiğini de unutmamak lazım. Yeni çıkan kanun ve kanun hükmünde SAYI : 26 HUKUK HABERLERİ 301 kararnameler problemleri çözeceği yerde yeni problemler doğuruyor diyebiliriz. ÖZEL YETKILI IKI MAHKEME ÇAĞLAYAN’A TAŞINIYOR YETKİ DEVRİ MESELESİ Diğer taraftan Maliye Bakanlığı müsteşarı yetkisini Baş Hukuk Müşavirine o da astlarına devretti. İllerin büyüklüğüne göre vazgeçme yetkisi muhakemat müdürlerine devredildi. Muhakemat müdürleri müsteşar adına yetkiyi kullanır hale geldiler ancak 659 sayılı KHK daki bir Harcama yetkilisinin teklifi ibaresi problem doğurmaya başladı. İllerde harcama yetkilisi defterdar. 178 sayılı KHK ya göre muhakemat müdürü defterdarın emri altında, idari olarak amir olan memuruna teklifte bulunacak. Bunu aşmak için bazı deftedarlar yetkilerini müdürlere devretmek durumunda kaldılar, bazıları devretmediler. 659 dan önce taşrada bulunan daireler işlerini doğrudan hazine avukatlarına gönderirlerdi, şimdi önce bakanlık veya genel müdürlüklerinin hukuk müşavirliklerine gönderecekler, onlar biz takip edemeyiz derlerse Maliye Bakanlığı ve bağlı muhakemat müdürlüğü veya avukatına gönderecekler. Uzun karışık ve problemli bir süreç.” şeklinde sorunlarını ifade ettiler. www.hukukihaber.net Önemli soruşturma ve davalara ev sahipliği yapan Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde bulunan özel yetkili İstanbul 13. ve 14. Ağır Ceza Mahkemeleri, Çağlayan’da yeni açılan Adalet Sarayı’na taşınacak. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde görevli özel yetkili 13 ve 14. ağır ceza mahkemelerinin Çağlayan’da yeni açılan İstanbul Adalet Sarayı’nı taşınmasına karar verdi. Savcılığın bu kararı, adliyede görev yapan kimi hakim ve savcıların talebi doğrultusunda, hakim ve savcılara danışarak aldığı öğrenildi. Özel yetkili görevli hakim ve savcıların, adliyedeki makam odalarının darlığı ve aynı odada 2-3 kişinin kalması nedeniyle taşınma talebinde bulundukları ifade edildi. Taşınmasına karar verilen özel yetkili İstanbul 13 ve 14. Ağır Ceza mahkemelerindeki önemli davalar bundan sonra Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda mahkemelere tahsis edilen duruşma salonlarında görülecek. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen ve kamuoyunca bilinen en önemli davalardan biri olan Hrant Dink cinayeti dava duruşmalarının ise güvenlik gerekçesiyle yine Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde yapılacağı ve duruşmalara burada devam edileceği dile getirildi. Toplam, 6 özel yetkili ağır ceza mahkemesinin bulunduğu Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde, iki mahkemenin Çağlayan’a taşınmasıyla birlikte İstanbul 9, 10, 11 ve 12. Ağır Ceza mahkemelerinden oluşan 4 mahkemedeki davalar, 302 LEGES Hukuk Dergisi yine Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde görülecek. Bir süre önce, ‘’şike iddiaları’’ ve ‘’Odatv’de yapılan aramalara ilişkin’’ davaların da aralarında bulunduğu önemli davalara bakan İstanbul 15, 16 ve 17. Ağır Ceza mahkemelerinin açıldığı Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda, iki mahkemenin de taşınmasıyla birlikte bundan sonra 5 özel yetkili ağır ceza mahkemesi görevli olacak. “KABUL EDILMIŞ AVUKATLIK YASASI TASLAĞI YOK” Türkiye Barolar Birliği(TBB), Avukatlık Kanunu’nun bugünkü haliyle avukatlık mesleğinin gereksinimlerini karşılamaktan “bir hayli uzak olduğuna” dikkat çekerken, “Kimi barolar tarafından iddia edilenin ve gösterilmek istenilenin aksine Türkiye Barolar Birliği yönetimi tarafından sonuçlandırılmış ve kabul edilmiş bir avukatlık yasası taslağı yoktur” açıklamasında bulundu. TBB’den yapılan açıklamada, Avukatlık Kanunu’nun 42 yıllık bir yasa olduğu ve yine son değişiklikten bugüne değin 10 yıl gibi bir zaman geçtiği hatırlatıldı. Gerek dünyada, gerekse Türkiye’de avukatlık mesleğinin yapısını ve uygulamasını etkileyen pek çok yeni değişim ve gelişme olduğuna dikkat çekilen açıklamada, yasanın bu haliyle bu gereksinimleri karşılamaktan bir hayli uzak bulunduğunun yadsınamaz bir gerçek olduğu vurgulandı. Bu gereksinimi ve barolardan gelen istemleri dikkate alan yönetimin Avukatlık ŞUBAT 2012 Kanunundaki değişiklikler konusunda 12-13 Kasım 2011 tarihinde bir toplantı düzenlendiği belirtilen açıklamada, “Bu bağlamda kimi barolar tarafından iddia edilenin ve gösterilmek istenilenin aksine Türkiye Barolar Birliği yönetimi tarafından sonuçlandırılmış ve kabul edilmiş bir “Avukatlık Yasası Taslağı’ yoktur” denildi. Toplantı öncesinde, gerek dünyada, gerekse Türkiye’de barolar ve avukatlar arasında ve hemen her platformda görüşülen, konuşulan ve tartışılan hususların üst ve alt başlıklar haline getirilerek baro başkanlarına toplantıda tartışılacak konu başlıkları olarak bildirildiği, herhangi bir itiraz gelmemesi nedeniyle de toplantının bu başlıklar ekseninde sürdürüldüğü belirtilen açıklamada, şöyle devam edildi: “Bu toplantıda Birliğimiz tarafından tartışmaya açılan konu başlıkları hakkında hiçbir görüş bildirilmemiş, açıklama yapılmamış ve yalnızca dinleme ve not alma ile yetinilmiştir. Baro Başkanlarının katılımı ile ve kamuoyuna kapalı olarak yapılan bu toplantıda tartışmaya açılan ve görüşülen hususlar ne yazık ki Bir Sayın Baro Başkanı tarafından basın aracılığı ile ve üstelik saptırılmak suretiyle kamuoyuna taşınmıştır. -”65 YAŞIN ÜZERİNDEKİLERİN AVUKATLIK YAPMAMASI GİBİ BİR KONU YOK”Baro başkanları arasında yapılan ve kamuoyuna kapalı olan bu toplantı tüm baro başkanlarının hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmadan özgürce düşüncelerini açıklayacağı bir toplantı olduğundan görüşülen ve konuşulan hususların basın aracılığı ile SAYI : 26 kamuoyuna üstelik saptırılarak taşınması etik olmadığı gibi Avukatlık Kanunu’nun 36/1. maddesi anlamında ve kapsamında bir meslek suçudur. Örneğin 12-13 Kasım 2011 tarihinde yapılan Baro Başkanları Toplantısı’nda tartışmaya açılan alt ve üst başlıklar arasında 65 yaşın üzerindeki avukatların avukatlık yapamayacaklarına ilişkin bir konu başlığı yoktur. Ancak bir baro başkanı tarafından avukatlık mesleğine kabulün 65 yaş ile sınırlandırılması gerektiği söylenmiş, latife olarak da 65 yaşın üzerindekilerin avukatlık yapmaması gerektiği ifade edilmiş ve bu husus toplantıya katılan baro başkanları tarafından şakalaşma konusu olmuştur.” Avukatlık Kanunu’nun düzenlenmesinden 10 yıl gibi uzunca bir süre geçmiş olmasına karşın “Avukatlık Ortaklığı Modeli”nin avukatlarca yeterli ilgiyi görmediğine dikkat çekilen açıklamada, “O nedenle yeni bir avukatlık ortaklığı/şirketi modeli geliştirme gereksinimi ortada bulunmaktadır. Bu gereksinim nedeniyle 12-13 Kasım 2011 tarihli Baro Başkanları Toplantısı’nda tartışılacak konu başlıkları arasında yabancı avukatlık ortaklıkları konusu da yer almıştır” denildi. -”TBB’NİN SUÇLANMASI TAKDİRİNİ KAMUOYUNA BIRAKIYORUZ”Yabancı sermayeyi teşvik mevzuatı çerçevesinde Türkiye’de faaliyet göstermek isteyen yabancı avukatlık ortaklıklarına danışmanlık hizmet yapma olanağının Avukatlık Kanunu’nun 44. maddesinde 2 Mayıs 2001 tarihinde yapılan değişiklikle mümkün hale geldiğinin altı çizilen açıklamada, bu değişikliğin liderliğini ise o tarihte Ankara Barosu Başkanı, yönetim HUKUK HABERLERİ 303 kurulu üyesi ve delegesi olanların yaptığına işaret edildi. Aynı kişilerin imzasının bulunduğu bir bildiri ile Türkiye Barolar Birliği yönetiminin suçlanmasının takdirinin kamuoyuna bırakıldığına vurgu yapılan açıklamada, şöyle denildi: “Baroların yönetim ve delege organları baro politikalarını yürütmekle sorumlu ve yükümlü olan birimleridir. Baroların disiplin kurulları ise gerektiğinde baro başkanı, yönetim kurulu üyeleri ile delegelerini disiplin hukuku bağlamında kovuşturmakla, denetleme kurulları ise baro yönetimlerinin harcama ve tasarruflarını denetlemekle görevli organlarıdır. Bu konumları itibarı ile her iki organın da tarafsız ve bağımsız olmaları, hiçbir şekilde yönetim ve delege organları ile birlikte hareket etmemeleri ve bütünleşmemeleri gerekmektedir. Hal böyleyken Ankara Barosu tarafından yayınlanan 23 Kasım 2011 tarihli bildiri altında Ankara Barosu’nun Disiplin ve Denetleme Kurulu üyelerinin de imzalarının olması bu organların tarafsız ve bağımsız olmadıklarını göstermesinin yanı sıra, Avukatlık Kanunu’nun düzenlediği organların ayrılığı ve bağımsızlığı ilkesine de aykırıdır.” Avukatlık Kanunu’na aykırı olmasına karşın bugün Türkiye’de fiilen avukatlık şubelerinin var olduğu bildirilen açıklamada, “Örneğin Ankara Barosu tarafından yayınlanan 23 Kasım 2011 tarihli bildiri altında imzası bulunan bir sayın delege Türkiye’de faaliyet gösteren İngiltere merkezli bir yabancı avukatlık ortaklığının Ankara temsilcisi/şubesidir. 12-13 Kasım 2011 tarihli Başkanlar Toplantısı’nda görüşülecek olan konu başlıkları arasında avukatlık bürosu şubelerine ilişkin konuya yer verilerek bu konuyu tartışmaya 304 LEGES Hukuk Dergisi açmak, bugün yasal olmayan avukatlık bürosu şubelerine karşı eylem ve işlem başlatma yetkisi bulunan baroların bu konuyu görmezden gelmelerinden daha mı ağır suç oluşturmaktadır?” ifadesinde bulunuldu. -”’DÜN DÜNDÜR, BUGÜN BUGÜNDÜR’ ANLAYIŞININ SOMUT İFADESİ”Bugün Türkiye’de avukatlık mesleğine giriş yaşının 22-24 aralığında olduğu belirtilen açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “Bunun daha yukarıya çekilmesine gereksinim duyulup duyulmadığı, staj süresinin bir yıldan iki yıla çıkarılıp çıkarılmaması, halen uygulanmakta olan hukuk öğretim ve eğitiminin yerine 5 yıllık öğretim ve eğitimi kapsayan Bologna süreci ve yine ABD’de uygulanmakta olan hukuk fakültesinin ikinci fakülte haline getirilmesi gibi modelleri ile avukat yardımcılığı statüsü konuları da tartışılmak üzere 12-13 Kasım 2011 tarihli toplantıda tartışılacak konu başlıkları arasına konulmuştur. Birlik Yönetimimizin bu konuda belirginleşmiş bir görüşü bulunmamakla birlikte, İngiltere, Almanya gibi kimi kıta Avrupası ülkelerinde avukatların yüksek mahkemelerde iş takip etmeleri belirli bir meslek yaşı şartına bağlandığı, böyle bir düzenlemenin ülkemizde uygulanabilirliğinin tartışılması gerektiği düşünülmüştür. Ankara Barosu başkanı iken yazdıkları makalelerde, yaptıkları konuşmalarda bu modeli savunanların, Ankara Barosu delegesi sıfatıyla altına imza koydukları 23 Kasım 2011 tarihli bildiride bu kez buna karşı çıkmaları “dün dündür, bugün ŞUBAT 2012 bugündür’ anlayışının somut ifadesidir. Daha trajik/komik olan husus ise 12-13 Kasım 2011 tarihli toplantıda yaptığı konuşmada avukatların yüksek mahkemelerde iş takip etmelerinin belirli bir meslek yaşı şartına bağlanmasına destek veren Ankara Barosu Başkanı’nın daha sonra kamuoyuna yaptığı açıklamalarda bunu yadsıması ve tam aksini ifade etmesidir.” Baro seçimlerinde nispi sistemin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun Türkiye’de Barolar ve avukatlar arasında tartışılan bir konu olduğu anlatılan açıklamada, barolar ve avukatlar arasında bu sistemi savunanlar olduğu kadar buna karşı olanların da olduğu kaydedildi. Açıklamada, “Bu husus göz önüne alınarak baro seçimlerinde nispi sistemin uygulanıp uygulanmayacağı bu sistemin yarar ve zararları konusu tartışılacak başlıklar arasına alınmıştır. Bu suretle bugüne kadar adliye koridorlarında ve kapalı kapılar arkasında konuşulan bu konuya açık ve saydam bir tartışma zemini sağlanmıştır. Toplantıda görüşülen sair konu başlıkları da birliğimizin görüşü olmayıp demokratik bir ortamda 78 baro başkanının özgürce düşüncelerini açıklaması için tespit edilmiştir. Birliğimiz ileride bu çalışmalar ışığında ülke ve meslek gereksinimleri de dikkate alınarak kendi çalışma sonuçlarını açıklayacak medeni cesarete sahip olup bununla ilgili sorumluluğunun bilincindedir” denildi. Anka SAYI : 26 MEB, KASIM AYINDA, EŞI HAKIM OLAN ÖĞRETMENIN NAKLEN ATAMASINI YAPTI Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer her yerde ve her vesileyle, eş durumu atamalarının ne kadar zararlı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ancak, bakanlık MEB’in Teşkilat Kanununda yer alan hükümlere de aykırı olarak, Kasım ayı içinde, eş durumu ataması yaptı. Bakanlık, bu atamanın “Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına Yönetmelik” hükümlerine uygun olarak yapıldığını iddia edebilir. Bu görüş doğru olsa dahi, şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Eşi hakim, savcı, emniyet mensubu ve mülki idare amiri olan öğretmenlerin eş durumu nakli eğitim öğretimi etkilemeyecek ama eşi normal memur olanların eş durumu özründen nakli, eğitim öğretimi etkileyecektir. Yeni çıkarılan 652 sayılı KHK hükümleri çerçevesinde Milli Eğitim Bakanının verdiği demeçlere bakılırsa özür durumu atamaları yılda bir kez yapılacaktı. Bu konuyla ilgili olarak Bakan Dinçer bir çok basın yayın organında demeçler vermiştir. Ancak, Bakanlık tarafından yapılan yeni bir eş durumu ataması bütün dengeleri değiştirerek sistemi farklı bir mecraya çekti. Aşağıda bütün yönleriyle bu konuya yer vererek bundan sonra yaşanacak yeni sürecin nasıl işleyeceğinden bahsedeceğiz. Önce Bakanın bu konudaki demeçlerine bakalım. Bakanın vermiş olduğu bir demeçte şu açıklamalarda bulunduğunu görüyoruz. “Bakan Dinçer, özür grubu atamaları ile ilgili başka bir soru üzerine, “Her yıl HUKUK HABERLERİ 305 çocuğunuzun öğretmeni değişse idi hoşunuza gider miydi? Dönemin tam ortasında çocuğunuzun öğretmeni bırakıp gitse idi hoşunuza gider miydi?” diye sordu. Dinçer, şöyle devam etti: “Öğretmenlerimiz niçin Şubat’ta özür grubuna dayalı olarak tayin talep ediyorlar. Gelin hep birlikte kısmen de fedakarlık yaparak, bu ülkenin bütün çocuklarına kendi çocuğumuz için istediğimiz hakları ve fırsatları verelim.” Öğretmenlerin dönem ortasında hangi gerekçe ile olursa olsun bir başka okula geçmelerinin doğru olmadığını vurgulayan Dinçer, “Bu yüzden de bu talepte bulunacak arkadaşlarımızın 3 ay daha sabretmelerini tavsiye ediyorum.” dedi. Öğretmenliğin kısmen fedakarlık gerektiren bir meslek olduğunu kaydeden Dinçer, “Eğer biz buna hazır değilsek, ona hazır olacak bir alt yapıyı onlara kurmak için çaba sarf edeceğim. Ama onlar da bize destek versinler. Hem özür grubundaki atamaları hem de yıllık atamaları yılda bir kere yapacağız, okullar açılmadan önce yapacağız. Okullar açıldığı zaman herkes nerede olacağını bilecek ve yıl boyunca orada çalışacak.” şeklinde konuştu.” Görüleceği üzere, Bakanın açıklamaları yoruma yer bırakmayacak kadar açık ve net. Sayın bakan daha önce de, 2012 yılı yarıl yıl tatilinde özür durumundan naklen atama yapılmayacağını belirtmişti. Sayın Bakanı bu konuda bu kadar net konuşmaya sevk eden yasal dayanak ise 652 sayılı KHK nın 37 nci maddesiydi. 652 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin atama başlıklı 37 nci maddesinde; “…Öğretmenlerin Bakanlıkça belirlenen hizmet bölge veya 306 LEGES Hukuk Dergisi alanlarında en az üç eğitim öğretim yılı görev yapması esastır. Bunların yer değiştirme suretiyle atamaları her yıl yapılan atama plan ve programları çerçevesinde eğitim öğretim faaliyetlerini etkilemeyecek şekilde sonuçlandırılır. Bakanlıkça belirlenen özür gruplarına bağlı yer değiştirmeler ise yaz tatillerinde yapılır. Öğretmenlerin yer değiştirme suretiyle atamalarında uyulacak temel ilkeler, özür grupları, hizmet bölgeleri ve alanları, hizmet puanı ve diğer hususlara ilişkin usûl ve esaslar yönetmelikle belirlenir.”hükümlerine yer verildiğini görüyoruz. Ayrıca, bu KHK’nın düzenleyici işlemler başlıklı Geçici 6 ncı maddesinde ise; hükmünü görüyoruz. “Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin uygulanmasına ilişkin düzenlemeler bir yıl içinde yürürlüğe konulur. Bu düzenlemeler yürürlüğe girinceye kadar mevcut düzenlemelerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” Maddelerin birlikte değerlendirilmesi ve sonuç Bu maddeler birlikte değerlendirildiğinde bu KHK ya aykırı olmayan yönetmelik hükümleri uygulanacaktır. Şuan uygulamada olan “Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde” ise bu KHK ya aykırı çok fazla hüküm bulunmakta olduğundan bu Yönetmelikteki özür grubu atamalarının uygulanmayacağı aşikardır. Madde metninde, özr gruplarının bakanlıkça belirleneceği ve yönetmelikle düzenleneceği açıklanmış olmasına rağmen, şuana kadar Öğretmenlerin atama ve yer değiştirmelerini düzenleyen yönet- ŞUBAT 2012 melik çıkarılmadığı için Bakanlıkça belirlenen özür gruplarının neler olduğunu da bilemiyoruz. Bu özür durumlarının neler olduğu yönetmelikle belirlenmeden ise özür durumları dikkate alınarak atama yapılamayacaktır. O zaman bu yönetmelik çıkarılmadan mazerete dayalı öğretmen atamaları yapılabilir mi? KHK da geçen “Bakanlıkça belirlenen özür gruplarına bağlı yer değiştirmeler ise yaz tatillerinde yapılır.” hükmü ile “Öğretmenlerin yer değiştirme suretiyle atamalarında uyulacak temel ilkeler, özür grupları, hizmet bölgeleri ve alanları, hizmet puanı ve diğer hususlara ilişkin usûl ve esaslar yönetmelikle belirlenir.”hükmünün KHK’ya yeni konulması nedeniyle; yeni yönetmelikle hangi özür gruplarının yılda bir kez ve yaz tatilinde yapılması gerektiğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu hususlar belirlenmeden ise özür grubu atamaları yapılamasının mevzuata aykırı olacağı açıktır. Bu noktada kimse eski yönetmelik hükümleri geçerlidir dememelidir. Şayet eski yönetmelik hükümleri geçerli ise, bir yıl süreyle yapılacak atamalarda bu kadar gürültü çıkarılmasına ve Bakanın bu şekilde demeç vermesine gerek kalmazdı. Aşağıda belgesini yayımladığımız, nakil atama örneğinde görüleceği üzere, bir öğretmenimiz eş durumundan atanmıştır. Burada atanan öğretmenimizi afişe etme gibi bir amacımız bulunmadığından, ona ilişkin özel bilgileri gizledik. Yapmış olduğumuz araştırmaya göre bu atama oğru olup, öğretmenimiz eşi hakim olduğundan, eş durumundan atanmıştır. Yukarıda yapılan atamanın mevzuata aykırılığından bahsettik. Ancak, Sayın SAYI : 26 Bakan, atamanın mevzuata uygun olduğunu da iddia edebilir. Bu halde manşet spotunda belirtilen şu çelişki ortaya çıkacaktır: Eşi hakim, savcı, emniyet mensubu ve mülki idare amiri olan öğretmenlerin eş durumu nakli eğitim öğretimi etkilemeyecek, ama eşi normal memur olanların eş durumu özründen nakli, eğitim öğretimi etkileyecektir. Bir kaç ay önce yaptığımız öneriyi bir kez daha tekrarlıyoruz: Durumunu ve şartlarını 2012 yılı Şubat ayına göre düzenleyen çok sayıda öğretmen bulunmaktadır. Bu öğretmenleri rahatlatan bir düzenleme yapılmalıdır. “Eğitim öğretimin aksamaması” yönündeki kaygılar, önemli bir kamusal yarar düşüncesini göstermektedir. Bu düşünceyi önemsiyoruz. Ancak bu ilkeyi hayata geçirirken, hiç kimsenin hakkı yenmemelidir. memurlar.net HUKUK HABERLERİ 307 tokluğuna köle gibi çalıştırılır’ uyarısında bulundu. Taslağın, 7 bölgeden 2’şer barodan oluşacak bir komisyonla şekillendirilmesini isteyen Feyzioğlu, ‘Aksi halde, vatandaşların avukatlık hizmetine ulaşma imkanı ortadan kalkar’ diye konuştu. Feyzioğlu’na göre yabancı avukatlık şirketlerine izin verilmesi, sadece Türk avukatlarını olumsuz etkilemekle kalmaz, aynı zamanda avukatlardan makul ücretlerle hizmet alan tüm vatandaşların da artık bu hizmetlere ulaşamaması sonucunu doğurur. AKŞAM YARGIYA ERKEKLER HAKIM! İTHAL AVUKAT GERILIMI Yargının savunma ayağına ilişkin yeni kanun hazırlıkları avukatları gerdi. Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanarak tartışmaya açılan, ‘yabancı avukatlık’, ‘kıdemli avukatlık’ ve ‘uzun staj süreci’ gibi konularda düzenlemeler içeren ‘Avukatlık Yasa Taslağı’ Ankara Barosu’ndan tepki gördü. Ankara Barosu Başkanı Avukat Metin Feyzioğlu, ‘Yabancı avukatlık şirketlerine, hiçbir kısıtlama olmaksızın avukatlık hizmeti izni verilirse, Türkiye’de avukatlık hizmeti yabancı şirketlerin eline geçer. Türk avukatları, bu şirketlerde boğaz Türkiye genelindeki 12 bin 24 hakim ve savcının yüzde 75,7’si erkeklerden, yüzde 24,3’ü de kadınlardan oluşuyor. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunun istatistiklerine göre, Türkiye genelindeki 7 bin 604 hakim ile 4 bin 443 savcının yüzde 75,7’si erkek, yüzde 24,3’ü ise kadın. Hakimler arasında 2 bin 558 kişi ile kadınların oranı yüzde 33,6 iken, savcılar arasında 370 kişi ile kadınların oranı yüzde 8,3. Adli yargıda, kadınlar hakim olarak yüzde 36,7, savcı olarak da yüzde 7,5 oranlarıyla temsil ediliyor. Danıştay üyelerinin yüzde 24,7’sini, tetkik hakimlerinin yüzde 39,5’ini, savcı- 308 LEGES Hukuk Dergisi larının yüzde 45,7’sini, Yargıtay üyelerinin yüzde 15’ini, tetkik hakimlerinin yüzde 34,9’unu, savcıların yüzde 13,4’ünü kadınlar oluşturuyor. İdari yargıdaki 167 kadın hakim, yüzde 18,7’lik bir orana denk gelirken, Anayasa Mahkemesinde hakim sınıfından raportör kadroda ise 5 kadın hakim yüzde 21,7’lik bir oran oluşturuyor. Toplamda yüzde 35,7 ile kadınların en çok yer aldığı yargı alanı Danıştay olurken, Danıştayı yüzde 25,3 ile Yargıtay, yüzde 24,1 ile adli yargı, yüzde 21,7 ile Anayasa Mahkemesi ve yüzde 18,7 ile idari yargı izliyor. HUKUKÇU GÖRÜŞLERİ Konuya ilişkin AA muhabirinin görüştüğü İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi avukat Aydeniz Alisbah Tuskan, yargıda yüzde 24,3’lük kadın oranının, Türkiye şartlarında ve diğer mesleklerle karşılaştırıldığında çok kötü bir rakam olmadığını ifade etti. Savcılığı kadınların tercih etmediğini, bu nedenle oranın bu kadar düşük olduğunu kaydeden Tuskan, barolarda kadın oranının yüzde 40’larda olduğunu belirtti. Tuskan, ‘’Ama karar mekanizmalarında kadınlar var mı? Karar mekanizmalarında kadınlar ne kadar yer alıyor? HSYK’da kaç kadın var? Mesela mahkeme başkanlarının kadın olması lazım, kadın Yargıtay daire başkanlarının bulunması lazım. Karar alma mekanizmalarındaki kadınlar çok az’’ dedi. Mardin’de 13 yaşındaki bir kızın tecavüze uğramasına ilişkin davada Yargıtayın verdiği kararı hatırlatan Tuskan, bu kararda 13 yaşındaki bir kızın rızasından ŞUBAT 2012 bahsedildiğini belirterek, ‘’Bu erkek egemen anlayışın yansımasıdır’’ dedi. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığından emekli olan Neylan Feke de eskiden belli bir tarihe kadar hakimliğe kadınların yüzde 5 oranında alındığını belirterek, bu durumun, mesleğe o süre boyunca az sayıda kadının girmesine neden olduğunu kaydetti. Feke, meslekte kadının yüzde 24,3 temsil edilmesinin iyi bir oran olarak kabul edilemeyeceğini, ancak eskiyle karşılaştırıldığında daha iyi olduğunu ifade etti. Hakimliğin, zor, külfetli ve fedakarlık isteyen bir meslek olduğunu kaydeden Feke, hakimlik ya da savcılık mesleğine, 5. bölgeden başlandığını, kıdem ilerledikçe, diğer bölgelere geçişin sağlandığını belirterek, üniversiteyi bitirmiş genç bir kadının, özellikle Türk aile yapısı dikkate alındığında, 5. bölgede bulunan yerlerde hakim ve savcı olarak çalışmasının zor bir iş olduğunu söyledi. Feke, hakim olmuş kızıyla görev bölgesine giden aileler tanıdığını, bazı kadın hakimlerin de zor şartlar nedeniyle meslekten ayrılmak mecburiyetinde kaldığını anlattı. ‘’HAKİMLİK ERKEK MESLEĞİ OLARAK TANINIYOR’’ Bazı mesleklerin toplumda erkek mesleği olarak tanındığını belirten Feke, ‘’Ben İstanbul’da ilk kadın ağır ceza mahkemesi başkanıyım. ‘Bu kadar erkek varken, niye bir hanım’ diye bir sürü söylentiler oldu. Genel düşünce bu. Yine duruşmalarda benim yüzüme baka baka sanıklar ‘Hakim bey’ diyordu. Ben uyardığımda ‘hakime SAYI : 26 hanım’ diyor, ama bir süre sonra ‘Hakim bey’ demeye devam ediyor. Cemiyet olarak da buna alışmış insanlar, her yerde hakimi erkek göre göre. Aynı şeyi yakın zamanda bile asliye cezada, sulh cezada çalışan kadın hakim arkadaşlar söylediler.’’ Kendisinin İstanbul’a geldiği 1980’li yıllarda İstanbul Adliyesinde 5 kadın hakimin bulunduğunu belirten Feke, yıllarca ceza alanında çalışan tek kadın hakim olduğunu ifade etti. Neylan Feke, şartların değişmesi nedeniyle bundan sonra mesleğe daha fazla kadının gireceğini umduğunu belirterek, gözlemlediği kadarıyla da son yıllarda daha fazla kadının mesleğe girdiğini söyledi. Eski Bakırköy Cumhuriyet Başsavcısı avukat Celil Demircioğlu da çalışma hayatı boyunca kadın hakimlerin mesleklerinde çok titiz davrandıklarını gördüğünü belirterek, yargıdaki kadın oranın artmasından yana olduğunu kaydetti. Demircioğlu, kadınların yargıdaki oranlarının artmasının mesleğe de olumlu katkıları olacağını düşündüğünü sözlerine ekledi. Avukat Ömer Kavili de ‘’Bu kadar açık fark, uzun yıllar süren erkek egemenlikten kaynaklanıyor. Fakat sayının hiçbir önemi yok. Özellikle yargıçlık mesleğinde adalet fikri eğitim sürecinde iyi verilmediği için erkek veya kadın cinsinden olması sonuç itibariyle neticeyi değiştirmiyor. Bu nedenle kadınlar lehine pozitif bir yapılabilirse de çözüm bu değildir. Kadınlar lehine olağanüstü bir ayrımcılık yapılmalı, ancak bu yapılınca her şey çözülecekmiş sanılmamalı. Türkiye’deki hukuk düzeninin sorunu cinsiyette değildir. Mesele, HUKUK HABERLERİ 309 eğitimleri nitelikli, o göreve layık, o görevi hak etmiş kişilerin atanıp atanmaması meselesidir’’ diye konuştu. AA AVUKATLAR “SINAV” VE “NITELIKLI STAJ” İSTIYOR Adana Barosu Başkanı Aziz Erbek, hukuk fakültesini bitiren hemen herkesin cebinde avukatlık izin belgesinin olduğunu belirterek, “O istemese bile, kendiliğinden konuyor. Bu böyle olmamalı” dedi. Erbek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, avukatlık mesleğinin geçmişte olduğu gibi, bugün de hem Türkiye’de hem de dünyadaki diğer ülkelerde en saygın ve önemli mesleklerinden birisi olduğunu ifade etti. Avukatlığın, avukatın şahsı nedeniyle değil, mesleğin özelliği nedeniyle önemli olduğunu vurgulayan Erbek, “Avukatlığı önemli kılan, kutsal ‘savunma hakkı’nın kullanılmasıdır” dedi. Her meslek gibi, avukatlığın da sorunları bulunduğunu kaydeden Erbek, “Gerekli olan sayının çok üstünde avukat olması nedeniyle, bu sayısal çokluğa göre iş sağlanamıyor. Hukuk eğitimi veren fakültelerdeki eğitimin derinliğinin olmaması, mezun olan kişilerde avukatlık mesleğiyle ilgili güçlü bir algı yaratamıyor ve en önemlisi, avukatlığa kabulde sınav uygulaması yok” diye konuştu. 310 LEGES Hukuk Dergisi -Avukatlık SınavıErbek, 2002 yılında yürürlüğe giren Avukatlık Kanunu’nda sınav zorunluluğunun olduğunu hatırlatarak, “Ancak uygulamaya başlanacağı sırada bu hüküm kaldırdı. Anayasa Mahkemesi kararı iptal etti fakat düzenleme yeniden yapılmadığı için bir boşluk var. Bugün hukuk fakültesini bitiren hemen herkesin cebinde ‘avukatlık izin belgesi’ var. O istemese bile, kendiliğinden konuyor. Bu böyle olmamalı. Sınav olmalı, hatta sınav yetmez, bir geçiş süreci konulmalı. Örneğin, 2 sene staj olmalı, belli davaları belli kıdeme sahip avukatlar alabilmeli. Böylece hem pratik anlamda mesleki tecrübe, hem de teorik anlamda yeterlilik şartı gözetilmeli” diye konuştu. Söz konusu zaafın giderilmesi için baroların ciddi şekilde çalışma yaptığını ifade eden Erbek, “Örneğin, 12-13 Kasım tarihlerinde Ankara’da Türkiye Barolar Birliği başkanlığında ve bütün baro başkanlarının katılımıyla, konusu sadece avukatlık sınavı olan bir toplantı yapılacak. Biz acilen avukatlık sınavının hayata geçirilmesini istiyoruz” dedi. Erbek, avukatlık sınavının uygulamaya konulmasının yanında, avukatlık stajının da daha nitelikli hale getirilmesi gerektiğini vurgulayarak, şöyle devam etti: “Bu olmazsa, yargı çöker. Savunmayı temsil eden avukatların zayıf olduğu, yeterince mesleğe hazırlanamadığı bir yargıda, tam anlamıyla adil yargılama gerçekleştirilemez. Adil yargılamanın gerçekleşmediği yerde de toplumsal barış, huzur ve sükun temin edilemez. Savunmayı temsil eden mesleğin güçlendirilmesi adaletin işleyişine büyük katkı ya- ŞUBAT 2012 pacaktır. Avukatların mesleğini yaparken donanımlı ve haklarla donatılmış olması, ülkedeki yargı sistemine olan toplumsal güveni güçlendirecektir.” AA YARGI, CEBE GIRDI! Adalet Bakanlığının, vatandaşların davalarını, duruşma günlerini, haklarında dava açılıp açılmadığını cep telefonundan öğrenebilmeleri için başlattığı kısa mesaj servisine kaydolanların sayısı 500 bini geçti. Adalet Bakanlığının kısa mesaj servisine üye olan vatandaşlar ve avukatlar, davalarını, duruşma günlerini, haklarında dava açılıp açılmadığını veya icra takibi gibi işlemleri cep telefonundan takip ediyor. Bakanlığın, vatandaşların zaman kaybını önlemek için başlattığı kısa mesaj servisine 500 binden fazla kişi üye oldu. Konuyla ilgili bilgi veren Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanı Mesut Orta, bakanlığın uygulamaya koyduğu ve Avrupa’da da ilk niteliği taşıyan Ulusal Yargı Ağı Projesi’nin (UYAP) amacının hızlı, etkin, güvenilir, adil, verimli, şeffaf ve etik değerlere uygun bir yargılama mekanizması yaratmak olduğunu söyledi. Orta, bu kapsamda 2008 yılında faaliyete geçirilen UYAP SMS Bilgi Sistemi aracılığıyla vatandaşların adliyeye gitmeden kendileri hakkında açılmış davaları, icra takiplerini, cep telefonları aracılığıyla takip etmelerine imkan sağlandığını anlattı. SAYI : 26 Adli ve idari mahkemeler ile icra daireleri gibi birimlerce gerçekleştirilen işlemlerin onaylandıkları anda otomatik olarak ilgili kişilere SMS olarak gönderildiğini kaydeden Orta, “Bu suretle yargı işlem bilgilerinin taraflara zaman ve mekan sınırı olmadan en hızlı şekilde bildirilmesi, bilgilere her an her yerden ulaşılabilmesi sağlanıyor ve vatandaşların hak kaybına uğraması engelleniyor. Yargılama aşamasının tüm süreci şeffaf hale geliyor, şeffaflık sayesinde otomatik denetim sağlanıyor ve yargılama aşamasındaki bir işlemden, aracısız olarak önce kendisinin haberi olması sağlanıyor” diye konuştu. -Abone sayısı 500 bini geçtiUYAP SMS Sistemine ilginin yoğun olduğunu, sisteme abone olanların sayısının 500 bini geçtiğini belirten Orta, sadece adliyelerde işi olan vatandaşların değil, tüm vatandaşların sisteme abone olmasının yararlı olacağını söyledi. Orta, “İlla adliyede bir davanız, icra takibiniz olması gerekmez. Bu adeta bir sigorta, kasko sistemi gibi düşünülmeli. Nüfus cüzdanınız çalınabilir veya bilmediğiniz bir nedenle hakkınızda takip başlatılabilir, eğer bu servise aboneyseniz hakkınızda işlem yapıldığı takdirde sistem otomatik olarak size mesaj gönderir. Bir davada yanlışlıkla taraf olabilir, hakkınızda yanlışlıkla bir takip başlayabilir. Vatandaşların bundan erken haberdar olması bir takım önlemler alınması konusunda büyük fırsatlar sunacaktır. Orta, SMS sistemine abone olmanın çok kolay olduğunu ifade ederek, “Bunun için vatandaşlarımızın TC kimlik numaralarını yazdıktan sonra boşluk bırakıp, HUKUK HABERLERİ 311 ABONE yazmaları yeterli. Bu mesajı 4060’a gönderen herkes sisteme üye olur. Kamu hizmeti amacıyla hayata geçirilen hizmetin sürekliliğini sağlamak, sistem performansını lüzumsuz kullanımlarla düşürmemek için, UYAP tarafından kullanıcıya gönderilen bilgi SMS’ler 1 TL olarak ücretlendiriliyor.” diye konuştu. Abone olmak için herhangi bir ücret alınmadığını, ancak daha sonra gelen mesajlardan 1 lira ücret alındığını belirten Orta, “Adliyelerdeki yoğunluk oldukça fazla. Günde 60 bin civarında yeni dava ve icra dosyası geliyor. Bu çok büyük bir rakam. Vatandaşlarımızın bu dosyaların bilgilerini almak için adliyelere gitmeleri, karmaşıklık, kalabalık içinde sonuca ulaşmaları zahmetli olabilir. Devletimiz açısından da büyük yatırımlar gerekiyor. Bunu kolaylaştırmak için bu sistemi geliştirdik.” dedi. Sistemin tamamen elektronik ortamda UYAP sistemi üzerinden kurulduğunu, girilen verilerden ilgili kişiye bildirimin otomatik olarak yapıldığını anlatan Orta, sistem sayesinde vatandaş ve avukatların adliyelere gelmeden haklarındaki adli işlemlerden haberdar olduğunu ve davalarını takip edebildiklerini ifade etti. Orta, tarafların dava konusunu, taraflarını, duruşma günlerini, dosyanın hangi aşamada olduğunu, karar verilip verilmediğini, temyizden dönüp dönmediğini kısa mesaj ile öğrenebildiğini kaydetti. Mesut Orta, “1 Nisan 2008’de hizmete giren sistem, avukat ve vatandaşların adliyelere giderek ilgili oldukları dosya ya da işlemler hakkında bilgi almak için harcadıkları zaman, emek ve masrafı ortadan kaldırıyor. Sistem sayesinde yargıya etkin erişim sağlanıyor, yargı birimlerinin ilgili 312 LEGES Hukuk Dergisi iş için harcadığı iş gücü kaybı engelleniyor. Çok büyük kazançlara yol açıyor” dedi. -Televizyon dizilerinde sistem tanıtılıyorAbone sayısını yeterli olmadığını, istedikleri oranda tanıtım yapamadıklarını belirten Orta, sistemin tanıtılması ve vatandaşlara duyurulması için televizyon dizilerinin içinde replikler geçirerek sistemin anlatılmasına çalıştıklarını söyledi. Orta, ilgilere sistemi dizi içinde replikler halinde kullanıp kullanamayacaklarını sorduklarını, böylelikle şu ana kadar 4 dizide sistemin tanıtıldığını kaydetti. Ayrıca vatandaşlar ve avukatların gelen SMS bilgi içerik detaylarını, yargı birimlerine gitmelerine gerek kalmadan ulaşabilmeleri için UYAP Vatandaş ve Avukat portalları kurulduğunu belirten Orta, vatandaşların internet üzerinden e-imzasız, e-imza ile ya da mobil imza ile UYAP Vatandaş Portalına bağlanarak tüm Türkiye genelindeki davalarını takip edebildiklerini ve dava dosyalarını ayrıntılarıyla inceleyebildiklerini ifade etti. Orta, avukatların da Avukat Bilgi Sistemi ile internet üzerinden, yetkileri dahilinde sistemdeki vekaleti bulunan dava dosyalarını inceleyebildiklerini, bu dosyalardan suret alabildiklerini, elektronik imza ile sistemdeki dava dosyalarına evrak ekleyip yeni dava dosyası açabildiklerini ve on-line harç ödeyebildiklerini sözlerine ekledi. AA ŞUBAT 2012 SAYI : 26 KANUN MADDELERİNE GÖRE ARAMA İNDEKSİ 313 KANUN MADDELERİNE GÖRE ARAMA İNDEKSİ AMME ALACAKLARININ TAHSİLİ USULÜ HAKKINDA KANUN (6183) Madde 58-1......................................................................................................................... 236 Madde 102.......................................................................................................................... 236 Madde 103.......................................................................................................................... 236 ATEŞLİ SİLAHLAR VE BIÇAKLAR İLE DİĞER ALETLER HAKKINDA YÖNETMELİK ............................................................................................................................................ 251 BANKA KARTLARI VE KREDİ KARTLARI KANUNU (5464) Madde 16............................................................................................................................ 212 BİNALARIN YANGINDAN KORUNMASI HAKKINDA YÖNETMELİK ............................................................................................................................................ 276 BORÇLAR KANUNU (818) Madde 18............................................................................................................................ 215 Madde 23............................................................................................................................ 203 Madde 24............................................................................................................................ 203 Madde 31............................................................................................................................ 203 Madde 41............................................................................................................................ 132 Madde 60............................................................................................................................ 133 Madde 125.......................................................................................................................... 237 Madde 128.......................................................................................................................... 237 Madde 132.......................................................................................................................... 237 Madde 484.......................................................................................................................... 173 CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (5271) Madde 219-1....................................................................................................................... 257 Madde 223-3-c................................................................................................................... 255 Madde 223-8....................................................................................................................... 261 Madde 231.......................................................................................................................... 257 ELEKTRONİK HABERLEŞME KANUNU (5809) Madde 37............................................................................................................................ 166 GAYRIMENKUL KİRALARI HAKKINDA KANUN (6570) Madde 11............................................................................................................................ 173 HARÇLAR KANUNU (492) Madde 23............................................................................................................................ 210 314 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU (1086) Madde 8-1........................................................................................................................... 217 Madde 25-son..................................................................................................................... 163 Madde 74............................................................................................................................ 199 Madde 237.......................................................................................................................... 145 Madde 288.......................................................................................................................... 142 Madde 293.......................................................................................................................... 142 Madde 417.......................................................................................................................... 217 Madde 426.......................................................................................................................... 218 Madde 429.......................................................................................................................... 136 Madde 445-10..................................................................................................................... 145 İCRA İFLAS KANUNU (2004) Madde 168-3-4-5-6............................................................................................................. 127 İŞ KANUNU (4857) Madde 18............................................................................................................................ 197 Madde 21............................................................................................................................ 198 Madde 20-3......................................................................................................................... 203 Madde 22............................................................................................................................ 198 Madde 24-1-a..................................................................................................................... 182 Madde 24-II-f..................................................................................................................... 198 Madde 42............................................................................................................................ 198 KADASTRO KANUNU (3402) Madde 14............................................................................................................................ 222 Madde 46............................................................................................................................ 222 KAMULAŞTIRMA KANUNU (2942) Madde 10............................................................................................................................ 170 Madde 11-g......................................................................................................................... 114 Madde 11-1-f...................................................................................................................... 170 Madde 25............................................................................................................................ 170 KARAYOLLARI TRAFİK KANUNU (2918) Madde 109.......................................................................................................................... 133 KAT MÜLKİYETİ KANUNU (634) Madde 19............................................................................................................................ 227 Madde 20-b......................................................................................................................... 227 Madde 35............................................................................................................................ 228 ORMAN KANUNU (6831) Madde 2-B.......................................................................................................................... 231 Madde 11............................................................................................................................ 230 SAYI : 26 KANUN MADDELERİNE GÖRE ARAMA İNDEKSİ 315 SOSYAL SİGORTALAR KANUNU (506) GEÇİCİ MADDE 81.......................................................................................................... 154 Madde 2.............................................................................................................................. 206 Madde 6.............................................................................................................................. 206 Madde 60............................................................................................................................ 152 Madde 80............................................................................................................................ 235 Madde 108.......................................................................................................................... 155 Madde 108.......................................................................................................................... 206 SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI (5510) Madde 101.......................................................................................................................... 163 TÜRK CEZA KANUNU (5237) Madde 7-3........................................................................................................................... 264 Madde 21-2......................................................................................................................... 254 Madde 27-2......................................................................................................................... 255 Madde 29............................................................................................................................ 255 Madde 62............................................................................................................................ 255 Madde 64............................................................................................................................ 261 Madde 81............................................................................................................................ 255 Madde 86-3-a..................................................................................................................... 257 Madde 86-3-e..................................................................................................................... 257 Madde 142-1....................................................................................................................... 264 Madde 145.......................................................................................................................... 264 Madde 257-1....................................................................................................................... 251 TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 81-2-3..................................................................................................................... 264 Madde 202.......................................................................................................................... 260 Madde 493-1....................................................................................................................... 263 Madde 522.......................................................................................................................... 264 TÜRK MEDENİ KANUNU (4721) Madde 2.............................................................................................................................. 110 Madde 2.............................................................................................................................. 178 Madde 3.............................................................................................................................. 110 Madde 166-3....................................................................................................................... 178 Madde 174.......................................................................................................................... 178 Madde 175.......................................................................................................................... 178 Madde 202.......................................................................................................................... 179 Madde 225-2....................................................................................................................... 179 Madde 227.......................................................................................................................... 179 Madde 282-2-3................................................................................................................... 160 Madde 292.......................................................................................................................... 160 Madde 335-1....................................................................................................................... 160 316 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 Madde 640-4,...................................................................................................................... 185 Madde 644.......................................................................................................................... 185 Madde 701-2....................................................................................................................... 185 Madde 705.......................................................................................................................... 158 Madde 737.......................................................................................................................... 167 Madde 1023........................................................................................................................ 158 Madde 1024........................................................................................................................ 159 TÜRK TİCARET KANUNU (6762) Madde 23............................................................................................................................ 122 Madde 83............................................................................................................................ 142 Madde 86............................................................................................................................ 142 TÜRKİYE ALMANYA SOSYAL GÜVENLİK SÖZLEŞMESİ Madde 4.............................................................................................................................. 155 TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI (2709) Madde 90............................................................................................................................ 156 VERGİ USUL KANUNU (213) Madde 229.......................................................................................................................... 122 Madde 230.......................................................................................................................... 122 YURTDIŞI BORÇLANMA KANUNU (3201) Madde 5.............................................................................................................................. 152 SAYI : 26 KAVRAMLARA GÖRE ARAMA İNDEKSİ 317 KAVRAMLARA GÖRE ARAMA İNDEKSİ 0–9 3402 SAYILI KADASTRO KANUNUNA GÖRE ÇEKİŞMELİ TAŞINMAZLARIN TAPU İPTALİ VE TESCİLİ DAVALARINDA EDİNME KOŞULLARININ EKSİKSİZ İNCELENMESİ GEREKTİĞİ ........................................ 218 5510 SAYILI KANUNDAN DOĞAN UYUŞMAZLIKLARLA İLGİLİ DAVALARIN İŞ MAHKEMELERİNDE GÖRÜLECEĞİ............................................... 161 A ANAYAPIYA ZARAR VEREN BİR BOZUKLUĞUN GÜÇLENDİRİLMESİ VE ONARILMASI GEREKTİĞİNDE KAT MALİKLERİNİN RIZASININ ARANMAYACAĞI .......................................................................................................... 225 AYNI ALACAK İÇİN TAHSİLDE TEKERRÜR OLMAMAK KAYDIYLA BİRDEN FAZLA İCRA TAKİBİ YAPILIP ALACAĞIN BU DOSYALARDAN BİRİNDE TAHSİL EDİLMESİ HALİNDE, TAHSİL HARCININ YALNIZCA TAHSİLAT YAPILMIŞ OLAN DOSYADAN BİR DEFA ALINACAĞI ........................ 209 B BANKA KARTLARI VE KREDİ KARTLARI KANUNUNUN KART SAHİBİNE YÜKLEDİĞİ YÜKÜMLÜLÜKLER............................................................. 210 BAZ İSTASYONLARININ TÜRK MEDENİ KANUNUNUN KOMŞULUK HAKKINA İLİŞKİN HÜKÜMLERİ ÇERÇEVESİNDE DAVA EDİLEBİLECEĞİ........ 163 BİNALARIN YANGINDAN KORUNMASI HAKKINDAKİ YÖNETMELİĞİN 121/4-g, 167/3. MADDELERİ İLE Ek-12/Ç ve EK-13’te YER ALAN ÇİZELGELERİN İPTALİ............................................................................. 266 BOZMA ÜZERİNE VERİLEN YEREL MAHKEME KARARININ, YASAL SINIRLARDA GENİŞELTİLMİŞ GEREKÇEYE DAYALI OLMASI HALİNDE YENİ HÜKÜM SAYILMAYIP DİRENME NİTELİĞİNDE BULUNDUĞU .................................................................................................................. 127 C-Ç ÇALIŞMA KOŞULLARINDA ESASLI DEĞİŞİKLİĞİ KABUL ETMEYEN İŞÇİNİN İŞ SÖZLEŞMESİNİN İŞVERENCE FESHİ HALİNDE, iŞÇİNİN İHBAR VE KIDEM TAZMİNATINI TALEP HAKKI DOĞACAĞI, BUNA KARŞILIK İŞÇİ TARAFINDAN İŞ SÖZLEŞMESİNİN FESHİ HALİNDE, İHBAR TAZMİNATI TALEP EDİLEMEYİP KIDEM TAZMİNATI İSTENEBİLECEĞİ............................................................................................................ 186 318 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 ÇALIŞMA KOŞULLARINDA İŞÇİ ALEYHİNE ESASLI DEĞİŞİKLİK YAPILMASININ İÇÇİNİN KABULÜNE BAĞLI OLDUĞU......................................... 186 ÇALIŞMA KOŞULLARINDAKİ DEĞİŞİKLİĞİN İŞVERENİN YÖNETİM HAKKI ÇERÇEVESİNDE OLABİLECEĞİ DURUMLAR............................................. 186 ÇALIŞMA KOŞULLARININ TEMELİNİ OLUŞTURAN EMREDİCİ HÜKÜMLERE AYKIRI OLARAK İŞÇİ ALEYHİNE ÇALIŞMA KOŞULLARINDA DEĞİŞİKLİK YAPILAMAYACAĞI................................................. 186 ÇEK TAAHHÜTNAMESİ SÖZLEŞMESİ UYARINCA BANKANIN, -BİR TAZMİNAT ÖDEMESE DAHİ- MÜŞTERİSİNDEN RİSKLERİ TEMİNAT ALTINA ALMA YETKİSİNE DAYALI OLARAK DEPO TALEBİNDE BULUNABİLECEĞİ......................................................................................................... 207 D DAVA DİLEKÇESİNİN BİR BAŞKA MAHKEME ELİYLE GÖNDERİLMESİNDE HARCIN GÖNDEREN MAHKEMEDE ALINDIĞI TARİH DAVANIN AÇILDIĞI TARİHTİR........................................................................ 123 DAVA ZAMANAŞIMI....................................................................................................... 259 DEFTERİ USULÜNE UYGUN TUTULMUŞ BULUNAN TACİRİN BİRBİRİNİ TEYİT EDEN KAYITLARININ DİĞER TARAF ALEYHİNE DELİL OLACAĞI.............................................................................................................. 136 “DEĞER AZLIĞI” 5237 SAYILI YASAYA ÖZGÜ AYRI VE YENİ BİR KAVRAMDIR.................................................................................................................... 261 E-F EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA REJİMİNDE, MAL REJİMİ SONA ERDİĞİNE, EŞLERİN BİRBİRİNDEN TALEP EDECEKLERİ AYNİ HAKLARI BULUNMAYIP, DEĞER ARTIŞ PAYI VE KATILMA ALACAĞI ŞEKLİNDE ŞAHSİ HAKLARININ BULUNDUĞU....................................................... 173 EKSİK HASIMLA YARGILAMA YAPILAMAYACAĞI................................................ 159 EKSİK SORUŞTURMAYA DAYALI OLARAK HÜKÜM VERİLEMEYECEĞİ.......... 223 ELEKTRONİK HABERLEŞME KANUNUNA VE YÖNETMELİĞİNE UYGUN ŞEKİLDE KURULAN BAZ İSTASYONLARININ SOYUT İDDİALARLA KALDIRILMASINA KARAR VERİLEMEYECEĞİ ............................ 163 FİİLİ ÇALIŞMA SAPTANMADIKÇA SADECE HİZMET AKDİNE DAYALI OLARAK SİGORTALILIĞIN SÖZ KONUSU OLAMAYACAĞI .............................. 204 H HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE KARŞISINDA DAVANIN ESASI İNCELENEMEYECEĞİ.228 HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASININ HUKUK DÜZENİ TARAFINDAN SAYI : 26 KAVRAMLARA GÖRE ARAMA İNDEKSİ 319 KORUNMAYACAĞI......................................................................................................... 105 HARCA TABİ DAVALARDA DAVANIN AÇILMA TARİHİ HARCIN ÖDENDİĞİ GÜNDÜR...................................................................................................... 123 HER MAHKEMENİN KENDİ YARGILAMA GİDERLERİNİ VE AVUKATLIK ÜCRETİNİ BAŞKA MAHKEMENİN TAKDİRİNE BIRAKAMAYACAĞI, SON KARARIYLA HÜKÜM ALTINA ALMAK ZORUNDA OLDUĞU....................................................................................................... 216 HUKUK GENEL KURULUNUN, YENİ HÜKMÜN VARLIĞI YA DA DİRENMENİN UYGUN BULUNMASI NEDENİYLE ÖZEL DAİREYE GÖNDERME KARARI VERDİĞİ HALLARDE, KARAR DÜZELTME YOLU KAPALI İSE DOSYANIN YEREL MAHKEMEYE DEĞİL, KARAR GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEK ÜZERE ÖZEL DAİREYE GÖNDERİLECEĞİ ...... 114 HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINDA CMK:231 de ARANAN ŞARTLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKCEĞİ.................................. 255 HÜKÜM KURULMASINA YETERLİ OLMAYAN EKSİK İNCELEME SONUCU KURULAN MAHKEME HÜKÜMLERİNİN ONANMAYACAĞI............... 218 I-İ İŞÇİ VE İŞVEREN İRADELERİNİN FESİH KONUSUNDA BİRLEŞMESİNİN, BİR TARAF FESHİ NİTELİĞİNDE DEĞERLENDİRİLEMEYECEĞİ..................................................................................... 199 İŞ SÖZLEŞMESİNİN KONUSU OLAN İŞİN YAPLMASININ İŞİN NİTELİĞİNDEN DOĞAN BİR SEBEPLE İŞÇİNİN SAĞLIĞINA ZARAR VERMESİ HALİ, İŞÇİNİN SÖZLEŞMEYE DERHAL SON VERMESİNİN HAKLI NEDENİNİ OLUŞTURACAĞI........................................................................... 179 İŞ SÖZLEŞMESİNİN TARAFLARIN ORTAK İRADESİYLE SONA ERDİRİLMESİNİN İKALE OLARAK DEĞERLENDİRİLECEĞİ............................... 199 K KAMULAŞTIRMADA BEDEL TESBİTİNDEKİ ESASLAR......................................... 167 KAMULAŞTIRMADA MÜLKİYETİN İDAREYE GEÇMESİ MAHKEME KARARIYLA OLACAĞI.................................................................................................. 167 KANULAŞTIRMA DAVALARINDA TAŞINMAZLARIN EMSAL DEĞERLERİNİN TESBİTİNDE, SERBEST ALIM-SATIM DEĞERLERİNİN ESAS ALINACAĞI .......................................................................................................... 112 KANUN YOLU İNCELEMESİ SONUCU KESİNLEŞEN GÖREV VE YETKİYE İLİŞKİN KARARLARIN DAVAYA ONDAN SONRA BAKACAK MAHKEMEYİ BAĞLAYACAĞI...................................................................................... 160 KASTEN ADAM ÖLDÜRENİN MÜEBBET HAPİSLE CEZALANDIRILACAĞI...... 251 320 LEGES Hukuk Dergisi ŞUBAT 2012 KAT MÜLKİYETİNDE YÖNETİCİNİN GÖREVLERİ.................................................. 225 KEFİLİN SORUMLULUĞUNUN MİKTAR VE SÜREYLE SINIRLI OLDUĞU......... 171 KESİN HÜKMÜN SONUÇLARI DAVADA TARAF OLARAK YER ALANLAR İÇİN SONUÇ DOĞURACAĞINDAN, DAVADA TARAF OLMAYANLARIN YARGILAMANIN İADESİ TALEBİNDE BULUNAMAYACAKLARI ............................................................................................. 143 KİRA SÖZLEŞMELERİNDE KEFİLİN SORUMLULUĞUNUN UZAYAN DÖNEMLERDE DE DEVAM EDEBİLMESİ İÇİN KEFİLİN, HANGİ SÜREYLE, HANGİ MİKTARLA SORUMLU OLDUĞUNUN SÖZLEŞMEDE AÇIKÇA BELİRTİLMESİ GEREKECEĞİ ..................................................................... 171 KURUM ALACAKLARINDA TAHSİL ZAMAN AŞIMININ BORCUN DOĞDUĞU TARİHTE YÜRÜRLÜKTE BULUNAN MEVZUATA GÖRE BELİRLENECEĞİ............................................................................................................. 231 M-N MAHKEME İÇİ İKRARLARIN KESİN DELİL OLARAK BAĞLAYICILIĞI.............. 174 MEŞRU SAVUNMADA SINIRIN HEYECAN KORKU VE TELAŞ NEDENİYLE AŞILMASI.................................................................................................. 251 NİTELİKLİ ZİMMET SUÇU............................................................................................ 259 O-Ö ÖLÜNCEYE KADAR BAKIM SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİLİ............................................................................................................................. 213 S SANIK HAKKINDA LEHE OLAN KANUNUN UYGULANMASI GEREKTİĞİ........ 261 SAVUNMALARIN ALINDIĞI DURUŞMA TUTANAKLARININ ZABIT KATİPLERİ TARAFINDAN İMZALANMASI ZORUNLULUĞU................................ 255 SÖZLEŞMENİN YORUMU.............................................................................................. 117 T TAPU KAYDINA İYİ NİYETLE DAYANARAK AYNİ HAK KAZANAN ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN KAZANIMI KORUNUR. ............................................................... 156 TARAFLAR ARASINDA DÜZENLENEN SÖZLEŞMENİN, FATURA İÇERİĞİNİN KESİNLEŞMESİ VE FATURANIN TARAF DEFTERLERİNE KAYDEDİLMİŞ OLMASI NEDENİYLE DEĞİŞTİĞİNİN KABULÜ GEREKECEĞİ .117 TARAFLARI, DAVA SEBEBİ VE MÜDDEABİHİ AYNI OLAN BİR DAVA HAKKINDA BİRBİRİNE AYKIRI KESİNLEŞMİŞ İKİ HÜKÜM SAYI : 26 KAVRAMLARA GÖRE ARAMA İNDEKSİ 321 BULUNMASI HALİNDE YARGILAMANIN YENİLENMESİ TALEBİ ÜZERİNE İKİNCİ HÜKMÜN İPTALİNE KARAR VERİLECEĞİ ............................... 143 TAŞINMAZ MÜLKİYETİNİN KAZANILMASI TESCİLLE OLUR............................. 156 TEMLİKİN EMSAL BAKIM SÖZLEŞMELERİNDEKİ BEDELLERE UYGUN OLUP OLMADIĞININ MAHKEMECE ARAŞTIRILMASI GEREKECEĞİ .213 TEREKEDEN YARARLANMAYA YÖNELİK TALEPLERİN İŞTİRAK HALİ NEDENİYLE TÜM MİRASÇILAR TARAFINDAN ELBİRLİĞİYLE KULLANILMASI GEREKECEĞİ.................................................................................... 183 TEREKENİN KORUNMASINA YÖNELİK TALEPLERİN FERDİ OLARAK YAPILABİLECEĞİ............................................................................................................ 183 TÜRK TİCARET KANUNUNDA YEMİN....................................................................... 136 U ULUSLAR ARASI SÖZLEŞMELERİN KANUN HÜKMÜNDE OLDUĞU ANAYASAL ZORUNLULUKTUR .................................................................................. 146 USUL VE YASAYA UYGUN KARARLARIN ONANACAĞI........................................111 UYGULAMA MADDELERİNİN HATALI YAZILMASININ BOZMA NEDENİ OLDUĞU........................................................................................................... 255 UZAMIŞ ZAMANAŞIMI SÜRESİ OLAY TARİHİNDEN İTİBAREN İŞLEMEYE BAŞLAR ANCAK ZARAR VEYA FAİL UZAMIŞ ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN BİTMESİNDEN SONRA ÖĞRENİLMİŞ İSE DAVANIN ÖĞRENME TARİHİNDEN İTİBAREN SÜRESİNDE AÇILMASI GEREKECEĞİ................................................................................................................... 127 V VAKIF EVLADI TARAFINDAN AÇILAN GALLE FAZLASININ TESPİT VE TAHSİLİ............................................................................................................................. 133 Y YURTDIŞI HİZMET BORÇLANMASINDA İŞE BAŞLAMA TARİHİNİN SAPTANMASI................................................................................................................... 146 Z ZİNCİRLEME BİÇİMDE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU............................. 240