güneş arkasına baktı
Transkript
güneş arkasına baktı
GÜNEŞ ARKASINA BAKTI Akşama yaklaşan saatleri severim. Neden severim? Aklıma hep çocukluk günlerimi getirir de ondan. Çocukluk günlerim ise yazla sarmaş dolaş canlanır belleğimde. Sıcak hava sık sık bunaltsa bile yaz benim için özgürlük demekti çünkü. Bütün bir yıl beklemiş olurdum yazın gelmesini. Kapısından içeriye adım atınca bir kuş gibi havalanacağımı düşünürdüm. Bir kuş gibi, bir daha dönmemek üzere zamanı geride bırakacağımı. Neden böyle düşünürdüm? Zaman ile başım dertte olurdu sürekli. Karşıma sürekli onu çıkarırlardı. Okuldan dönerken biraz geciksem, “Zamanı biliyor musun!” diye çıkışırlardı. Canımın çektiği bir şeyi isteyecek olsam, “Zamanı değil!” denirdi. Çok merak ettiğim bir şeyi sorduğumda, “Zamanı gelince öğrenirsin!” yanıtını alırdım. Can sıkıcı yasaklardan, kısıtlamalardan kurtulmak istesem, verilen yanıt yine değişmezdi: “Büyüdüğün zaman!” 7 Buna karşılık, zaman bir türlü geçmek bilmezdi. Ne saatler çabucak ilerleyip akşama ulaşır, ne günler hızlı hızlı akıp haftaların, ayların geçmesine yol açardı. Bana öyle gelirdi ki, bir tek yaz boyunca değişirdi bu. Yaz boyunca saatler de günler de eskisi gibi ayak sürmezdi artık. Önlükleri, yakaları, eldivenleri çıkarıp atınca, sanki kışlık giysiler altında büzülüp kalmış olan kanatlarım yeniden kıpırdanmaya başlardı. Güneşe, denize, kırlara, biri daha bitmeden öbürünü özlediğimiz oyunlara beni alıp uçurmak üzere. Zamanın yaz boyunca hızlanması hem sevinç verirdi bana, hem hüzün. Sevinirdim; çünkü boyum uzayacaktı, büyümek için bir adım daha atacaktım yaz sonunda. Hüzünlenirdim; çünkü özgür günler çabucak tükenip yeniden kışla burun buruna bırakacaktı beni. Kış ise, yeniden zamanı karşıma çıkaran o yasaklar, kısıtlamalar ve yaza kadar sürecek o uzun bekleyiş değil miydi? Bu iki duygu arasında sık sık bocalayıp durduğum halde, yazları her sabah sevinçle uyanırdım. Yapmayı özlediğim şeyler o kadar çoktu ki, bir an önce günün kollarına atılmak isterdim. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamazdım o yüzden. Öylesine dalıp giderdim ki, kimi zaman eve uğramayı, yemek yemeyi bile unuturdum. 8 9 Saatler akşama yaklaştığında, birden bir durgunluk çökerdi üstüme. Tatlı bir yorgunluk içinde bulurdum kendimi. Sanki gürül gürül akan bir ırmak birden yavaşlamış gibi olurdu. Bir yerlerde dönüp durduğu işitilen tekerleklerin hızı birden kesiliverirdi. Sesli işleyen saatlerin tiktakları bile ağırlaşırdı akşama doğru. O sırada ben de suskunlaşır, nerede bulunuyorsam orada öylece devinimsiz kalırdım. Gün boyunca yaşadıklarım, bir daha geçmeye başlardı gözlerimin önünden. Gelecek günleri de düşünmeye dalardım aynı anda. Yaşadıklarım nedense bir daha yaşanamayacak kadar güzel görünürdü. İlerde yaşayacaklarım ise bir türlü canlanmazdı gözümde. Güneş usul usul çekilip giderken, boğazımızda bir acılığın yavaş yavaş yükseldiğini duyardım. Bir süre, suskun ve devinimsiz beklerdim öylece. Bir ses, bir işaret çıkıp gelsin de beni bu acıdan kurtarsın diye. Kimi akşamlar, beklediğim gerçekleşirdi. Yüzü batıya dönük evlerin camları, batan güneşin son ışıklarıyla birden parlayıverdi. Aynı anda, anneannemin sözü de çınlardı kulağımda: “Güneş arkasına baktı, yarın hava güzel olacak!” Son ışıkların camlarda parlaması ve anneannemin sözü, ortada ne hüzün bırakırdı ne yorgunluk. Üstüme çöken durgunluğun yerini bir anda devinim, suskunluğun yerini de coşku alırdı. Her şey yeniden eski hızına kavuşur, yaşayacağım günler gözümde uçuşmaya 10 başlardı. Akşam karanlığını ürkmeden, dipdiri karşılayabilirdim artık. Akşama yaklaşan saatleri hâlâ seviyorsam, şimdi çok gerilerde kalan çocukluk günlerimi bana yeniden anımsattığı için. Ne zaman o günlerin bir daha yaşanamayacak kadar güzel olduğunu düşünüp hüzünlensem, anneannemin söylediği gibi güneşin yine arkasına bakacağını, güneş arkasına bakınca da yarının güzel olacağını bildiğim için. O günlerde yaşadığım şeyleri hem torunumla hem sizinle paylaşmak için bu kitabı yazdım. Onu okuyunca, yaşadıklarımın bana niye bir daha yaşanamayacak kadar güzel göründüğünü, anneannemin sözünden niye bu kadar etkilendiğimi umarım anlayacaksınız. Kemal Özer 10 Haziran 2000 Semizkumlar 11 “ÖYLE BİR ANNEANNEN OLDUĞU İÇİN ŞANSLISIN” Çocukluğumu geçirdiğim ev, İstanbul’un eski semtlerinden birindeydi. Bir yanıyla Aksaray’a, bir yanıyla Lâleli’ye yakın. Bir yanıyla da deniz kıyısına, Yenikapı’ya... Üç yolun kavşağındaydık sanki. Seslerini duymasak bile denizden gemilerin geçtiğini bilirdik. Kıyıya her indiğimizde, uzaktan da olsa onları görür, içlerinde bizim de bulunduğumuzu, bizi alıp başka denizlere götürdüklerini düşlerdik. Deniz kıyısından aynı zamanda demiryolu geçtiği için, trenler bizim yaşamımızda daha gerçek bir yer tutardı. İstediğimiz zaman binip bir başka semte gidebilirdik çünkü. Sesi hep evimizin içinde olurdu. Sürekli kulak kabartırdık düdüğünün uzunlu kısalı ötüşüne. Gecenin ıssızlığında ya da rüzgâr denizden karaya estiği zamanlarda, tekerleklerin demiryolundan geçişi bile ulaşırdı bize. Çarpa çarpa, belli aralarla. 12 Kavşağında bulunduğumuz üçüncü yol, sokağımızın indiği caddedeki tramvay yoluydu. Tramvayın Yedikule’den gelip Aksaray’a yöneldiği dönemeçte tekerleklerin çıkardığı gıcırtı, evimizin içinden de kulaklarımızdan da eksik olmazdı hiç. Yürüyerek gidecek kadar yakın olmayan her semte bizi o götürdüğü için, yaşamımızdaki yeri çok özeldi. Elimizi uzattığımızda değecek kadar yakınlık duyardık ona. Her istediğimizde hazır olduğunu bilirdik çünkü. Yaşama alanımızın üst sınırı Lâleli’den sonra bizi alıp yeni yeni dünyalara doğru yolculuğa çıkaracağını da bilirdik. Yaşadığımız alan, bizi hem birbirimize benzetir, hem de başkalarından ayrı kılardı. Bunun böyle olduğunu, o alanın dışına çıktığımızda, konukluk ya da alışveriş için başka bir semte gittiğimizde anlardık. Oralarda sanki başka türlü davranırdı karşılaştığımız insanlar. Bakışlarına bile yansırdı bu. Çoğunlukla bize “Kim bunlar?” diye baktıklarını, hatta yadırgadıklarını ayırt ederdik. Niye böyle olurdu, bizi onlardan ayıran neydi? Ayrı sokaklarda yaşıyor olmak mı? Biz aynı sokakta yaşayanlar birbirimizi tanırdık çünkü. Aynı eğlence yerlerine gider, aynı heyecanları duyar, aynı konuları konuşurduk. Birinin bir sorunu varsa herkes onunla ilgilenirdi. Zaten evle sokak arasında o zamanlar bir sınır da bulunmazdı. Odadan odaya nasıl geçilirse, evden sokağa ya da sokaktan eve öyle geçilirdi: Çoğu zaman terlikle ve kapıyı tıklatmadan. Birçok şey gibi sokak da ortak kullanılırdı. 13 Aynı sokakta yaşayanların böyle birbirine benzemesi, benim ayrıca hoşuma gidiyordu. Çünkü kalabalık evlerde, değişik insanlarla bir arada bulunmak bana hep güzel, heyecan verici görünmüştü. Belki kardeşlerim yoktu, ailem benimle birlikte yalnızca dört kişiydi de ondan. Üstelik babam tren sürücüsü olduğu için ancak iki günde bir gelirdi eve, anneannem ise yaşlı olduğu için çok seyrek dışarıya çıkardı. Bir süre sonra, aynı sokakta yaşayan ve birbirine benzeyen insanlar arasında da kimi ayrılıklar bulunduğunu ayırt ettim. Örneğin babamın her gün eve gelmemesi beni benzerlerimden ayrı kılıyordu. Oyun arkadaşlarım, babaları geldikçe evlerine çekiliyor, beni sokakta bir başıma bırakıyorlardı. Yadırgayacaklarını düşünüp buna üzülürken, bir süre sonra anladım ki benim durumum onların gözüne bir ayrıcalık olarak görünüyor. Hele bana imrendiklerini, “Keşke bizim babamız da her akşam eve gelmese” dediklerini duyduğumda kulaklarıma inanamamıştım. Ama beni asıl şaşırtan, onların anneannem için söyledikleri oldu. Bir gün, belki yorulmuş, bir oyuna biraz ara vermiştik. Kendi kendimize oturup konuşurken, söz nasıl oraya geldi bilmiyorum. Hep birlikte yüzüme bakıp “Öyle bir anneannen olduğu için şanslı sayılırsın” demişlerdi. Gizli bir sevinç duyarak nedenini öğrenmeye çalışmıştım hemen. Birçok şey sıralamışlardı. Bunların hepsi de bana göre olağandı: İyi masal anlatmak, iyi 14