ekolojik sabotaj - abdurrahmansaygili.com
Transkript
ekolojik sabotaj - abdurrahmansaygili.com
Radikal Çevreci Hareketin Bir Taktiği EKOLOJİK SABOTAJ Abdurrahman Saygılı ANKARA 2009 1 Hikâyemizin sonu nasıl olur bilinmez, lâkin Ah min’el aşk, Ve min’el garaib, Ve min’el mevt. 2 GİRİŞ Ekolojik Sabotajın (ekotajın) amacını anlamak için, ilk önce, çevre sorunsalının ne olduğunu ve bununla bağlantılı olarak onu ortaya çıkaran tarihsel süreci bilmek gerekmektedir. Çünkü ekotajı uygulayan bireyler ya da gruplar (ekosabotörler), söz konusu eylemlerinin ahlaki bir meşru müdafaa olduğu ileri sürmektedirler1. Ekosabatörler çevresel bozulmasın sebebini; tarihsel süreç çerisinde doğup gelişen kapitalist sisteme ve bu sistem içerisinde oluşan sanayileşmeye, diğer bir deyişle bunların olumsuz etkilerine bağlanaktadır. Zaten çevreci hareket içerisinde yer alan çevrecilerin eleştirileri tam bu noktaya odaklanmaktadır. Ekotajı uygulayanlar geleneksel yapıları zorlayarak çevre sorunlarını gündeme getirmeye çalışmakta ve ayrıca bozulmanın önüne geçebilmek için mevcut sistemin yetersiz olduğunu ileri sürmektedirler. Böylece sistemin sınırlarını zorlamaktadırlar. 1 Dave Foreman-Bill Haywood, Ecodefence: A Field Guide To Monkeywrenching, 3. Edition, Abbzug Press, California 1993, s. 3. 3 BİRİNCİ BÖLÜM ÇEVRE SORUNSALI VE ALGILANMASI Genel Açıklama Kapitalist sistemin ortaya çıkmaya başladığı (filizlendiği) dönem1 moderniteden önceki bir zaman dilimine rastlamaktadır. Ancak doğaya yoğun olarak müdahale edilen dönem geç kapitalist dönemdir ve modernitenin üç evresini2 de içinde barındırır. Doğanın insan eliyle tahribi tam da moderniteye özgü bir olgudur3. Ekolojik yıkım toplumsal ilişkiler ağından soyutlanamayacağından modernitenin yıkım sürecinde oynadığı rolü açıklamak, daha doğrusu modernite ile ekolojik yıkımı ilişkilendirmek kaçınılmaz olmaktadır. İşte bu sebeple, modernitenin açıklanması gereklidir. Modernitenin portresine yönelik böylesi bir analizde, konunun daha net olarak açıklığa kavuşması için, yıkımın aktörlerinin belirtilmesi zorunlu olmaktadır. 1 Kapitalizmin bir sistem olarak on ikinci yüzyılda filizlendiği söylenmektedir. Bkz. Ahmet İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, Birikim, S.104, s.18. 2 Bkz. Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Çev. Bülent Peker-Ümit Altuğ, 2.Baskı, İletişim Yay., İstanbul 1996, s.29. 3 Bkz. John Bellamy Foster, Savunmasız Gezegen-çevrenin kısa ekonomik tarihi, Çev. Hasan Ünder, Epos Yay. , Ankara 2002, s.13. 4 I- Çevre Sorunsalının Ortaya Çıktığı Tarihsel Süreç Marshal Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor isimli kitabında modernitenin geniş ve kapsamlı bir tanımını vermektedir1. Modernite hakkında yapılan böyle bir tanım, aslında onun tanımının yapılmasının ne kadar zor olduğunu göstermektedir. Çünkü modernite hakkında yapılan bir tanım ya da tanımlar, tanımlayıcı olmak bir yana, akılları daha da karıştırmakta ve hatta onun bulanıklığını arttırmaktadır. Marx esas alınarak söylenecek olunursa, modern olmak, “katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği” bir evrenin parçası olmak anlamına gelmektedir2. İşte belki de tüm bu sebeplerle, modernitenin güvenilecek tek yanının güvenilmez olduğu3 şeklinde yorumlara rastlanmaktadır. Bu güvenilmezlik bireylerin sadece karşılıklı ilişkilerinde değil, yaşamlarını devam ettirdikleri doğayla olan ilişkilerinde de görülmektedir. Moderniteyle birlikte, doğaya, insan müdahalesi daha önce görülmemiş derecede artmıştır4. Böyle bir belirleme, gezegenin karşı karşıya kaldığı tehlikelerin köklerini toplumsal sorunlardan soyutlayan ve sorunu salt çevresel bozulmaya indirgeyen görüşlerin geçerli olmadığını göstermektedir. Daha açık bir ifadeyle, “[b]ugün karşı karşıya olduğumuz çevre yıkımının başta gelen nedenleri ne biyolojiktir ne de tek 1 Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, s.11: “[M]odernizm, modern insanların modernleşmenin nesneleri oldukları kadar özneleri de olmak, modern dünyada sıkıca tutunabilecekleri bir yer bulmak ve kendilerini bu dünyada evde hissetmek için giriştikleri çabalar…”. 2 Aktaran Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, s.27. 3 David Harvey, Postmedernliğin Durumu, Çev. Surgun Savran, Metis Yay.,İstanbul 1997, s. 24. 4 J.B.Foster, “son birkaç yüzyıla girinceye kadar insan toplumunun global çevreyle olan ilişkisinin küçük ölçekli olduğundan ve etkilerinin de ihmal edilebilir bir düzeyde kaldığından” bahsetmektedir. Bkz. Foster, Savunmasız Gezegen, s.13. 5 tek bireylerin tercihlerinin bir sonucudur. Bu nedenler toplumsal ve tarihseldir”1. Gerçekten de, kapitalist sistem ve sanayileşme düşüncesinin özünde doğal kaynakların sınırsız olduğu düşüncesi yatmaktadır. Bunun sonucunda ise, süreç içerisinde, doğa tahrip edilmiş ve böylece adım adım yıkımına yol açılmıştır. Bu yıkım ve tahribin aktörleri, kimi zaman devlet kimi zaman da sermayeyi elinde tutan kesim olmuştur. Çevre sorunsalını ortaya çıkaran tarihsel sürecin böyle bir seyir izlediği görülebilir. Çevre sorunsalını insanlık tarihinin belli bir noktasında ortaya çıkan sorunların birleşimi olarak gören bir anlayış bu sorunsalın tam ve doğru bir şekilde anlaşılmasını güçleştirecektir. Çevre sorunlarının tüm yönleri ile doğru şekilde anlaşılması somut çevre sorunlarının belirlenmesini gerekli kılması yanında, bu sorunları ortaya çıkaran sürecin de bilinmesini gerektirir. Çevre sorunsalını etkileyen üç temel öğenin belirlenmesi kendiliğinden sorunsalın bütünsel olarak algılanmasını sağlayacaktır2. Bu temel öğeler bir eşkenar üçgenin eşit kenarları benzetmesi ile;3 somut çevre sorunları, bilimsel çalışmalar ve çevreci hareket şeklinde ifade edilmiştir. Çevre sorunsalına bir çözüm bulmak ya da “ doğa ile toplum arasında sürdürülebilir bir ilişki”4 kurmak için tarihsel süreci 1 Foster, Savunmasız Gezegen, s. 12. Benzer bir açıklama Bookchin’de de vardır: “Bugünkü ekolojik krizin köklerini bulmak istiyorsak sadece tekniğe, demografiye, büyümeye ve sağlıksız refaha bakmak yetmez; bunların altında yatan ve insan toplumunda-sadece burjuva, feodal ve antik toplumda değil, bizzat medeniyet şafağında- hiyerarşi ve tahakkümü üretmiş olan kurumsal, ahlaki ve tinsel değişmelere çevirmeliyiz.” Bkz. Murray Bookchin, “Yoketme Gücünü Yaratma Gücü”, Birikim, S. 57-58, Ocak-Şubat 1994, s.51. 2 Çevre sorunsalı ve bütüncül çevre politikaları hakkındaki açıklamalar için bkz. Nükhet Turgut, “Çevre Hukukunda Çevreci Örgütlere Tanınan Olanaklar”, AÜHFD, Cilt: 45, Sayı: 1-4, 1996, s.104. 3 Bu benzetme için bkz. Nükhet Turgut, Çevre Hukuku (Karşılaştırmalı İnceleme), Savaş Yay., Ankara 2001, s.1. 4 Foster, Savunmasız Gezegen, s.13. 6 dönüştürmek gerekmektedir. Dönüşümü sağlayacak potansiyel radikal toplumsal ilgileri canlı tutmakla mümkündür. Bu dönüşüm sürecinde yapılması gereken “toplumsal sorunlar ile çevresel sorunların birbirlerine bağlı oldukları”1 gerçeğini akılda tutmaktır. Modernite projesi, insan eylemi ile dünyanın düzeni arasında akıl yolu ile kurulabilecek bir denklik ilişkisini tasarlamaktadır. Bilimi ve bilimin uygulamalarını harekete geçiren2, piyasa düzenini kuran akıldır3. Akılcılaşma modernliğin vazgeçilmez bir bileşenidir4. Aydınlanmanın kurucu filozofları akılın egemenliğini kurarak dinin egemenliğinin sona ereceği ve herkesin özgür olacağı bir dünya tasarlamışlardı. Bu filozofların Aydınlanma hareketi ile amaçladıkları, insanları o kötü, iğrenç eski düzen’den kurtararak, aklın egemen olduğu iyi, güzel bir düzene 1 Foster, Savunmasız Gezegen, s. 9; Mine Kışlalıoğlu-Fikret Berkes, Çevre ve Ekoloji, 5. Basım, Remzi Kitapevi, İstanbul 1995, passim; Turgut, Çevre Hukuku, s.44. 2 Alex Callinicos modernliğin “aydınlanma projesinin gerçekleştirildiği, insani ve fiziksel dünyanın bilimsel olarak anlaşılmasının toplumsal etkileşimi düzenlediği bir toplum olarak algılanmaya başlandığından” bahseder. Bkz. Alex Callinicos, Postmodernizme Hayır-Marksist Bir Eleştiri, Çev. Şebnem Pala, Ayraç Yay., Ankara 2001, s.58. Callinicos ile aynı doğrultuda düşünen yazarlardan birisi de Dominique Simonnet’tir. Simonnet ekolojizmin bilimsel araştırmaların mantığına ve çevre felsefesine saldırdığını söyledikten sonra şöyle der: “Aristo mantığı ve yirminci yüzyılda güçlenen bilim felsefesi nesne ile özneyi ve temel bilimlerle sosyal bilimi birbirinden ayırır ve bilimin nesnel ve yansız olduğunu ileri sürer. Bu iki kavram, bilimin yansızlığı ve nesnelliği, çevreciler tarafından şiddetle eleştirilir.”Bkz. Dominique Simonnet, Çevrecilik, Çev. M. Selami Şakiroğlu, İletişim Yay., İstanbul 1990, s.37. 3 Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi, Çev. Hülya Tufan, 3.Baskı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2000, s.13. 4 Touraine, Modernliğin Eleştirisi, s.25. 7 sokmaktı1. Ancak beklenilen sonuç elde Horkheimer'in sözleri ile ifade edilecek olursa: edilemedi. “Aydınlanma filozofları[nın] [...] sonuçta öldürdükleri, kendi çabalarının güç kaynağı olan metafizik ve nesnel akıl kavramı oldu. Gerçeğin doğmasını algılama ve hayatımıza yön verecek ilkeleri belirleme aracı olarak akıl kavramı bir yana atılmıştı.”2 Aydınlanma filozoflarının bu yöndeki düşünceleri, Batı düşünce hayatında bir değişim meydana getirmiştir. Nesnel aklın yerini öznel akıl almıştır. Öznel aklın esas olarak ilgi alanı araçlar ve amaçlardır; yani, baştan kabul edilmiş amaçlara ulaşmak için seçilen araçların yeterli olup olmadığı üzerinde durmaktadır. Bu yüzden, öznel akıl, araçların akla uygun olup olmadığı sorusunu bir yana bırakmıştır. Çünkü amaçlar daha en başında öznel anlamda akla uygundur. Öznel akıl, bir hedefin herhangi bir öznel kazanç ya da çıkardan bağımsız olarak, kendi başına taşıdığı erdemleriyle akla uygun olabileceğini kabul etmemektedir. Oysa nesnel akıl, aklı yalnızca bireyin 1 Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yay., İstanbul 1997, s.14. Aynı yönde açıklamalar için bkz. Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.58. ve Zygmunt Bauman, Yasa Koyucular İle Yorumcular, Çev. Kemal Atakay, Metis Yay., İstanbul 1996, s. 99: “Tarihe ‘Aydınlanma Çağı’ olarak geçen toplumsal entelektüel akım (liberallerin tarih değerlendirmesinin aksine) hakikat, akıl, bilim, akılcılık lehine büyük bir propaganda uygulaması değildi; zihni karışık, baskı altındaki kitlelere bilgeliğin ışığını getirmek gibi soylu bir düş de değildi. Aydınlanma, birbirinden yakından ilişkili olmakla birlikte, farklı iki alanda gerçekleştirilecek bir uygulamaydı. Bu olanlardan ilkini, devletin gücünü ve iddialarını genişletmek, daha önce Kilisenin yerine getirdiği (bir anlamda, devletinkine oranla başlangıç aşamasında ve alçakgönüllü olan) pastoral işlevi devlete aktarmak, devleti toplumsal düzenin yeniden üretimini planlama, tasarlama ve idare eden devletin yönetimi altında olanların toplumsal yaşamını düzenlemeyi ve kurallı hale getirmeyi amaçlayan, terbiye edici eylemin bütünüyle yeri ve bilinçli olarak tasarlanmış toplumsal mekanizmanı yaratmak oluşturuyordu.” 2 Max Horkheimer, Akıl Tutulması, Çev. Orhan Koçak, 4. Baskı, Metis Yay., İstanbul 1998, s.69. 8 zihninde değil, nesneler dünyasında, kısaca insanlararası ve sınıflararası ilişkilerde toplumsal kurumlarda, doğada ve doğanın görünüşlerinde de var olan bir kuvvet olarak görünmektedir. Önceden bir insanın hayatının akla uygun olduğunu belirleyen, insan ve amaçları da dahil olmak üzere tüm varlıkları kapsayan bütünlük ile arasındaki uyumdur. Bundan ötürü, nesnel akıl davranışlarla amaçları birbirine uydurmaya çalışmaz1. Oysa öznel aklın ön plana çıkması bu durumu tamamen değiştirir. Böyle bir değişim sonuç olarak, insan ile doğanın arasındaki dengeyi etkilemiştir. Özerkliği kalmayan nesnel akılın bir araç haline geldiği ve araçsal akılın (öznel akıl) başta kabul edilmiş amaçlara ulaşmak için seçilen araçların yeterliliğini temel aldığı şeklindeki yargının nedenini burada aramak gerekir.2 Öznel akıl, nesne olarak algılanan doğaya kendi başına değer atfetmemektedir. Daha açık bir ifadeyle, kendiliğinden iyi (akla uygun) bir amaç olamaz; iki farklı amaç karşılaştığında hangi amacın üstün olduğunu tartışmak anlamsızlaşır. Bir örnekle açıklanacak olursa; bir tarafta doğayı koruma amacı diğer tarafta ise doğadan yararlanarak onun üzerinden kar elde etme amacı karşı karşıya geldiği zaman, öznel akıl doğaya kendi başına bir değer atfetmediğinden kar elde etme amacı üstün tutulabilecektir ve zaten çoğu zaman tutulmaktadır da. Aslında araçsal akıl anlayışı çevre etiğinde şu an varolan düzene egemen olan antroposantrik (insan merkezli) yaklaşımda içkindir. Antroposantrik yaklaşım mekanik evren görüşünün etik boyutunu yansıtmaktadır. Bu yaklaşımda doğa, 1 Ayrıntılı bilgi için bkz. Max Horkheimer. Weber’in akılcılaştırma kuramı, modernliğin oluşumu hakkında bize önemli bir öngörü sağlar. Callinicos “Weber bir yandan Habermas’ın ‘dünya görüşlerinin akılcılaştırılması’ olarak adlandırdığı dünyasının büyüsünün bozulmasını, amacın doğadan kovulmasına, öte yandan da bir zamanlar bir bütün olan kültürün her biri aynı formel akılcılıkla yönetilen (bilim, sanat, ahlak gibi) farklı alanlara bölünmesini çözümlemiştir” demektedir. Bkz. Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.59. 2 9 insan çıkarları için araç işlevini görmektedir1. Araçsal değer2, bir nesne ya da canlıya, onun kendi başına değerli olduğundan dolayı bir değer yüklemeyen, aksine sadece insanlara yararlı olduğu müddetçe ona bir değer atfeden kavrama verilen addır. Araçsal değer kavramı aslında moderniteye özgüdür3. Araçsal değer doğayı bir araç olarak görüp nesneleştirir. Doğanın bir nesneler kümesinden ibaret olduğu görüşü mekanik evren anlayışı tarafından kabul edilmiştir4. Aydınlanma döneminin ünlü filozof ve bilim adamları olan Descartes, Bacon, Galileo, Newton mekanik evren görüşünü geliştirmişlerdir. Özellikle Descartes doğayı iki ayrı parça olarak düşünmüş; madde ve düşünce şeklinde bir ayrıma gitmiştir. Maddi evren, diğer organizmaların yanında insan organizmasını da içeren ve en küçük parçasına kadar analiz edilerek tamamen anlaşılabilecek bir nesneler kümesidir. Bu görüş Illich tarafından eleştirilmiştir. Illich insanın aygıtla olan ilişkisinin aygıtın insanla ilişkisine dönüşmüştüğü şeklinde bir tespit yapmıştır. Simonnet, Illich’in bu tasvirini açıklamaya çalışmıştır. Ona göre, Illich’in aygıt ile kastettiği sadece pense, çekiç gibi araçlar değil, daha geniş olarak toplumun kullandığı bütün teknikler ve kişiyi sosyal yapıya bağlayan her şeyi içermektedir5. Illich, “dünya bunalımı, makinenin insan yerine geçmesinin yarattığı olumsuzlukların bir yansımasıdır. Artık insan kendi yarattığı teknolojinin ve kurumların sahibi değildir; buna karşılık makineler insanı yönlendirir ve insanın yaşama koşullarını belirler”6 demektedir. Descartes’in düşüncesinin 1 Hasan Ünver, Çevre Felsefesi-Etik ve Metafizik Görüşler, Doruk Yay., Ankara 1996, s.60. 2 Ünver, Çevre Felsefesi, s.59-60. 3 Antroposantrik yaklaşım araçsal değer kavramını kullanır. 4 Ünver, Çevre Felsefesi, s.68. 5 Simonnet, Çevrecilik, s. 29. 6 Bkz. Simonnet, Çevrecilik, s.39. Kışlalıoğlu/Berkes’e göre, insanı doğadan soyutlayan düşünce ve yaklaşımlar çevresel sorunların temel nedenleridir: “[...] Descartes’tan bu yana, sanayileşmeyi odak seçen dünya görüşü ile [...] 10 merkezinde yer alan metafor, kurgulu düzenek (clock work)’tir. Bu düzenek, en yüksek mükemmellik düzeyine ulaşmış devasa bir makinedir. Aslında Descartes'in kurgulu düzenek olarak gördüğü şey, bedenin Kartezyen metaforu ile bir bilgisayar olarak işleyen beyin metaforudur1. Descartes’ın bedenin kartezyen metaforu ile kastettiği şey, tüm doğal olguların ve biyolojik, fiziki, psikolojik, kimyasal olayların niceliksel ve matematiksel ilke ve yasalarla açıklanabileceğidir. Galileo, Descartes, Bacon’ın bilimsel devrimlerinden önce bilimin amacı, var olan düzen içinde uyumlu bir şekilde yaşamak ve doğal düzeni anlamak bilgeliğiydi. On yedinci yüzyıldan bu yana ise bilim, doğayı kontrol etmek ve sömürmek için bilgiyi kullanmaktadır2. Bilimsel devrim sömürüye karşı olan eski organik doğa anlayışını yerle bir etmiş ve doğayı cansız bir makineye dönüştürmüştür3. Bacon’ın doğaya egemen olma isteği modernite ile belirgin bir hal almıştır. Carolyn Merchant “Mining the Earth’s Womb” (Yeryüzünün Rahminde Maden Aramak) adlı makalesinde Bacon'un sesini bize şöyle duyurmaktadır: on yedinci yüzyıl'dan beri Batı insanı, doğaya hükmetmenin yollarını aramış; doğayı yalnızca işletilebilecek, istediği maddeleri üretebilecek bir makine olarak görmüş [...] Doğudaki bütünsellik fikrine karşın, Batı bilimciliğine hakim olan görüş, insan ile doğayı ayırmaya dayanan indirgemeli yaklaşım(dır). Kökü Descartes'a dayanan bu görüşe göre, bilimci doğanın dışında, güçlü ve tarafsız bir gözlemci. Bir makine gibi kabul ettiği doğaya saygı göstermek zorunda da değildir.” Bkz. Kışlalıoğlu/Berkes, Çevre ve Ekoloji, s.245. 1 Ayrıntılı bilgi için bkz. Touraine, Modernliğin Eleştirisi, s.59; Fritjof Capra, “Deep Ecology: A New Paradigm”, Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed. George Session, Shambhala Pub., Boston 1995, s.23; Ünver, Çevre Felsefesi, s.56; Luc Ferry, Ekolojik Yeni Düzen, Çev.Turhan Ilgaz, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2000, s.35-36. 2 Capra, “Deep Ecology”, s.23; Ünver, Çevre Felsefesi, s.52, 55; Marry Mellor, Sınırları Yıkmak, Çev. Alev Türker, Ayrıntı Yay., İstanbul 1993, s.74. 3 Mellor, Sınırları Yıkmak, s.74. 11 “Doğayı adım adım izleyip peşini bırakmayacaksın ve istediğin zaman onu yine aynı yere çekip getirebileceksin [...] Bütün amacı doğrunun araştırılıp ortaya çıkarılması olduğunda takdiri ilahinin kendi örneğiyle gösterdiği gibi, bir insan doğanın her kıyı ve köşesine girip çıkmakta tereddüt etmemelidir.”1 Gerçekte Descartes da Bacon'dan farklı düşünmez. O, kosmos fikrini tamamen reddeder. Doğa ona göre birliğin olmadığı bir yerdir ve bilimsel araştırmaya sunulan bir nesneler kümesinden başka bir şey değildir2. Bacon, Descartes ve diğer düşünürlerin önemi, yukarıda da bahsedildiği gibi, mekanik evren anlayışının doğaya egemen olma ideali için uygun ortamı yaratmış olmalarıdır3. Sonuç olarak söylemek gerekirse on yedi ve on sekizinci yüzyıllarda egemen olan paradigma antroposantrik yaklaşım tabanlıdır4. Porritt 1686’da Isaac Newton'ın yayınladığı “Doğal Felsefenin Matematik İlkeleri” kitabında dünyayı bir tür makine olarak tanımladığından bahsetmekte ve Newton'un geliştirdiği felsefe yönünden doğanın bir metaya, sömürülecek bir faydaya dönüştüğünü söylemektedir5. Bundan birkaç yüzyıl sonra bir adım daha atılmış ve Sanayi Devrimi ile hakim felsefe bilimsel materyalizm olmuştur. Yaşama ait açıklamalar maddeye indirgenmiş, bilimsel olarak kanıtlanamayanın varlığı kabul 1 Aktaran Mellor, Sınırları Yıkmak, s. 74. Aktaran Touraine, Modernliğin Eleştirisi, s.62. Descartes'ın doğayı nesneler kümesi şeklinde görmesi, on dokuzuncu yüzyılda sanayi uygarlığının zihniyet dünyasını, insanın sadece kendisinin nesnelerle olan ilişkisinde tanıması şeklinde evrilmiştir. Bkz. Ömer Laçiner, “Ekoloji, İnsan ve Toplum”, Birikim, S. 57-58, 1994, s.16. 3 Ünver, Çevre Felsefesi, s.68. 4 Ünver, Çevre Felsefesi, s.59, 60; Capra, “Deep Ecology”, s.23. 5 Jonattan Porritt, Yeşil Politika, Çev. Alev Türker, 2. Basım, Ayrıntı Yay., İstanbul 1998, s.108. Benzer yönde bir açıklama için bkz. Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.57-58. 2 12 edilmemiştir. Böylesi gelişmeler ise, kapitalizmin doğa üzerindeki hakimiyetini güçlendirmiştir1. A- Çevre Sorunsalının Ortaya Çıkmasından Önceki Tarihsel Süreç: Feodalizm Çevre sorunsalının ortaya çıktığı tarihsel süreç kapitalizm ve sanayileşmenin tarihsel süreci ile eş zamanlıdır. Bu nedenle, kapitalizm ve sanayileşmenin çevre sorunsalının ortaya çıkmasındaki rolünün anlaşılabilmesi için öncelikle feodalizmin açıklanmasına ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı haklı kılacak nedenlerden ilki, kapitalizmin gelişmesinin, siyasal önkoşulların varlığına dayandığı iddialarıdır2. İkinci ve belki de en önemli neden ise, feodal dönemde ve hatta kapitalizmin temellerinin atıldığı süreç içerisinde dahi, çevre sorunsalının ortaya çıkmamasıdır. Bu çerçevede, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için ilk önce araştırılması gereken kapitalizmin hangi şartlar gereği feodalizm içinde varlığını3 sürdürmek yerine feodal yapılanma dışında gelişme ihtiyacı duyduğudur. Bu soruya verilecek cevap, çevre sorunsalının ortaya çıkışını hazırlayan nedenlerin daha iyi kavranmasına imkân tanıyacaktır. Bu sorunun cevabını feodalitenin yapılanmasında aramak doğru olacaktır. Bu bağlamda feodalitenin yapısının nasıl oluştuğu tespit edilerek cevap netleştirilebilir. Poggi, Batıda feodalizmin ortaya çıkışını üç gelişmeye bağlamaktadır: Batı Roma İmparatorluğunun yıkılması, kabile 1 Porritt, Yeşil Politika, s.108. Porritt, Yeşil Politika, s.26. 3 M. Berman kapitalizmin feodalizmin içinden çıktığını söylemektedir. Bkz. Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, s.242. Benzer yönde bkz. İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.19. 2 13 topluluklarının yer değiştirmesi ve Akdeniz’den başka alanlara kayması1. ticaret yollarının Bu gelişmeler ışığında ortaya çıktığı söylenen feodalite, Avrupa’da ortaçağda egemen olan siyasal bir biçimdi. Niteliksel olarak feodalizm, zayıf bir merkezin olduğu ve küçük ancak hareketli özerk oluşumların birlikteliği şeklinde özetlenmektedir2. Feodalite merkezi iktidarın olmadığı, güvensizlik ve istikrarsızlık ortamının adeta kanıksandığı, ticaretin yok denecek kadar az olduğu bir ortamda var olmuştur. Feodal toplum yapısına göz atıldığında da az önceki belirleme daha net olarak tespit edilebilir. Çünkü feodal ilişkinin doğasını oluşturan vasallık tamamen bu güvensizlik metaforundan kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, merkezi iktidarın çöktüğü bir ortamda güvenlikten söz edilemeyeceğinden; toprak sahipleri topraklarını ellerinde tutmak için bazı adamlara ihtiyaç duymuşlardır. Bu ilişki bir taahhüt sayesinde vasal ile senyör arasında kurulmuştur3. Böyle bir anlaşmanın amacı hem düzenin sağlanması hem de senyörün egemenliğinin devamıdır4. Senyör-vasal ilişkisi, bu iki tarafı toplumun geri kalan kesiminden ayıran bir hiyerarşik ilişkidir5. Yapısal belirlemelerden sonra yukarıda sorulan soruyu tekrar hatırda tutarak, feodalizmden kapitalizme nasıl geçildiği belirlenecek olursa, bu konuda iki farklı görüşün olduğunun belirtilmesi ve bunlara kısaca değinilmesi gerekecektir. Öyleyse bu iki yaklaşımı açıklayalım: 1 Poggi, Modern Devlet, s.33; Mehmet Ali Ağaoğulları-Levent Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, 3. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara1998, s.149; Murat Özyüksel, Feodalite ve Osmanlı Toplumu , 3. Baskı, Der Yay., İstanbul 1997, s.7-47. 2 İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.26. 3 Ağaogulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.159; Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay-Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay., Ankara 1999, s.243. 4 Ağaoğulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.161. 5 Ağaoğulları-Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, s.162. 14 Feodalizmden kapitalizme geçiş, değişim ilişkileri ve mülkiyet ilişkileri bakış açıları şeklinde belirlenebilecek farklı yorumlarla açıklanmaya çalışılmıştır. Sweezy, Wallerstein gibi yazarlarca savunulan değişim ilişkileri paradigması kapitalizmi, feodalizmdeki kendi için üretime karşılık olarak pazar için üretimle tanımlamaktadır. Bu paradigmaya göre kapitalizm, feodalizmde dışsal olarak görülen ticaret ve uluslararası işbölümünün sonucunda doğmaktadır1. Dobb, Hilton ve Brenner'ın mülkiyet ilişkileri paradigmasına göre, kapitalizm, sürekli sermaye birikimini sağlamak amacıyla ve özgür ücretli emeğe dayanarak yapılan üretimdeki sosyal ilişkilerle tanımlanmaktadır. Buna karşılık, feodalizm, serflikvasallık ilişkisindeki kişisel bağımlılık, karşılıklı yükümlülük ve yargı gücü sayesinde zorlanan artık sızdırma ilişkilerine dayanmaktadır. Bu ilişkiler ağı, iç çatışmalar sonucu parçalanmış ve böylece kapitalizme geçilmiştir2. Sonuç olarak, kapitalizmin feodal yapının sınırlarını aşma isteği ve bu isteğini gerçekleştirilmesi altında yatan neden, “mülkiyet haklarını güvence altına alan, mülkiyetin şiddet ve kurnazlıkla el değiştirmesini engelleyen ve sermaye birikimine uzun vadeli bir ufuk kurabilen bir hukuk sistemine”3 duyulan ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. İnselin açıkça ifade ettiği gibi, kapitalizm, “modernliğin açılımları ve sıkıntılarının çelişkili gelişimi ile karşılıklı ilişki içindedir.”4 Kapitalizmin doğayı tahakküm altına alan yapısını çözümlemede, onun kökeninin ne olduğu üzerinde yapılan Marxist tarihsel yaklaşımlardan da bahsetmekte yarar vardır. Kapitalizmi analiz eden Marxist tarihçiler iki görüş ileri 1 Tom Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, Çev. Mete Tunçay, 2. Baskı, İletişim Yay., İstanbul 2001,, s..233. 2 Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, s.238. 3 İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.26. 4 İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.27. 15 sürerek kapitalizmin kökenini bulmaya çalışmaktadır. Genel olarak iki farklı yaklaşımdan bahsedilmektedir. Bunlar, klasik Marxist tarihsel yaklaşımı ve 20.yüzyıl (yeni) Marxist tarih yaklaşımı şeklinde kategorileştirilmiştir. Klasik Marxist tarih anlayışı -ki hakim anlayış budur- kapitalizmi analiz ederken, kapitalizmi bir tarihi gerçeklik olarak alır. Bu yaklaşım, kapitalizmin kaçınılmaz olduğu yönünde fikir beyan ederken bunun feodalizm içinde yer alan gelişmelere bağlamıştır. Şu halde feodalizmden kapitalizme geçiş ‘feodalizm içindeki çelişkiler, sistemin kendisini yeniden üretmesini engellediği zaman gerçekleşmiştir’ şeklinde bir yoruma ulaşılmıştır1. Ancak 20.yüzyılın Marxist tarih anlayışı kapitalizmin kökenine inerek onun bir olasılıklar (rastlantılar) zinciri olduğunu iddia etmiştir. Özellikle Wallerstein'ın iddiası, kapitalizmin kökeninin kaza eseri ortaya çıktığı noktasına odaklanmaktadır. Ona göre, “14-15.yüzyıllarda derin bir bunalım geçiren feodalizmin içinde bir olasılık olan kapitalizm bir kaza eseri egemen olmaya başladı.”2 B- Çevre Sorunsalının Kapitalizm İle Olan Bağlantısı Kapitalizm on beşinci yüzyılın sonlarından itibaren bir dünya sistemi haline gelmiş3, kapitalist gelişme sürecinin her aşamasında doğaya yapılan müdahale aslında doğayı sömürmek amacını taşımıştır. Doğanın sömürülmesi olgusu kapitalizmin ve ona içkin olan mantığın irdelenmesini gerektirmektedir. Öyleyse, bu irdeleme kapitalizmin moderniteden önceki dönemde görülüp görülmediğinin 1 Aktaran İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.24. Aktaran İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s. 24. 3 Foster, Savunmasız Gezegen, s.97; Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.539; Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, s.337; İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.19. 2 16 bilinmesi ve yine kapitalist sistem içinde oluşan sanayileşmeyi bilmeyi gerekli kılmaktadır. Ünlü çevre tarihçisi Donald Worster kapitalizm ile doğa arasındaki ilişkiyi incelerken kapitalizm doğuşu ile doğada meydana gelen değişimi şöyle açıklamaktadır: “[İ]nsanlar çevrelerindeki her şeyi - toprağı, toprağın doğal kaynaklarını, kendi emeklerini- piyasada kar elde etmek için satabilecekleri potansiyel bir mal olarak (görmeye başladılar). İnsanlar piyasaya dışarıdan bir düzenleme ya da müdahale olmaksızın bu malları üretmeye, satın alma ve satma hakkını talep etmek zorundaydılar."1 Kapitalizmin ortaya çıkışı ile doğa insanlık tarihinde daha önce görülmemiş bir ölçekte saldırıya uğramış, yabanıl hayat kaybolmaya başlamıştır2. Foster kapitalizmin özünü kocaman kamyon metaforu ile şöyle açıklamaktadır: “Tek amacı, kendi çıkarlarının peşinde koşmak olan bireyin ve küçük grupların yoğunlaştırılmış enerjisi tarafından iteklenen, hareketli sadece bu kişi ve grupların karşılıklı rekabeti tarafından sınırlanan, kısa vadede piyasanın kişisel olmayan güçleri tarafından, uzun vadede, piyasa başarısız olunca, yıkıcı krizler tarafından kontrol edilen kocaman bir kamyon.”3 (a.b.ç) Modernitenin kapitalizm ile örtüşen yanı4 işte bu yaratıcı yıkıcılık imgesidir. Yaratıcı yıkma imgesi, moderniteyi anlamak açısından oldukça önemlidir, çünkü “tam da modernist projenin uygulanmasının karşılaştığı pratik ikilemlerden türemiştir.”5 1 Aktaran Foster, Savunmasız Gezegen, s.34. Foster, Savunmasız Gezegen, s. 45. 3 Foster, Savunmasız Gezegen, s.34. 4 “Modernliğin belki de kapitalist üretim tarzının küresel gelişimi ve hakimiyeti ile biçimlenmiş bir tür uygarlık olarak düşünmeliyiz.” Bkz. Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.63-64. 5 Harvey, Postmodernliğin Durumu, passim. 2 17 Modernitenin ya da Aydınlanma felsefesinin esas aldığı yeni bir dünya ideali, eskiyi yıkmadan yeniyi zaten yaratamazdı. Edebiyat alanında bunun en güzel örneği hiç kuşkusuz Goethe'nin Faust'udur. Faust geleneksel olanı yıkmaya hazır bir kahramandır Goethe'nin kişileştirmesinde. Faust insanı yoksulluk ve yoksunluktan kurtarmak için doğaya hakim olma ve yepyeni bir doğal manzara yaratma amacını taşımaktadır. Faust bu hedefine ulaşma uğruna her şeyi ve herkesi ortadan kaldırmaya hazırdır1. Schumpeter kapitalist gelişim sürecini anlayabilmek için bu imgeyi kullanmaktadır. Schumpeter, kapitalizmin yaratıcı bir yıkıcılıktan güç aldığını, devrimci olduğunu söylemektedir. Kapitalizm “sürekli hareketten, pazarın sürekli gelişmesinden, yeninin eskimesinden ve yerine yenilerin gelmesinden, daha fazla’dan beslenen bir gerginlikten can alır.”2 Yaratıcı yıkma imgesi modernitenin temel bir koşuludur. Aynı zamanda kapitalizm de bu pratiklerin uygulayıcısı olmaktadır. Bu sistemde, yaratıcı itkiler madde ve emeğin yeni biçimlerde birleştirerek yeni mallar üretme konusunda sınırsız yetenektedir; “yıkıcı itki de, sistemin kendi yörüngesi dışındaki varoluşunun bütün öğelerinin kötüleştirilmesi, dönüştürülmesi ve soğurulmasıdır.”3 Doğa kapitalizm tarafından üretim sürecindeki meta olarak her an yıkılıp yeniden yapılmalıdır4. Bu yapıcı (yaratıcı) yıkıcılık imgesi doğanın sınırsız olduğu düşüncesinde vücut bulur. İçsel bir değer atfedilmeyen ve metalaştırılan doğa ne de olsa maliyeti olmayan bir kar 1 Harvey, Postmodernliğin Durumu, s. 29-30; Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, passim. 2 Aktaran İnsel, “Geçmişten Geleceğe”, s.23; Harvey, Postmodernliğin Durumu, s.30. 3 Foster, Savunmasız Gezegen, s.34. 4 Kapitalist üretim ilişkilerinin tanımlayıcı özellikleri; iş gücünün metaya dönüşümü ve birbirleri ile rekabet içindeki sermayedarların denetlediği üretim araçlarıdır. Bkz. Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.64. 18 aracıdır. Araçsallık salt ulusal sınırları değil uluslararası sınırları da kapsamaktadır. C- Çevre Sorunsalının Sanayileşme ile Olan İlişkisi Antony Giddens modernliğin kurumsal boyutlarını belirlerken bunlar arasında1 kapitalizm ve sanayileşmeyi ayrı iki kurum olarak saymaktadır. Giddens şu soruyu sormakta ve cevabını yine kendisi vermektedir: Modern toplumlar kapitalist mi, endüstriyel midir? Giddens'a göre ne sanayileşme kapitalizmin ne de kapitalizm sanayileşmenin alt türüdür. Bu yaklaşımlar indirgemecidir. Daha doğru bir yaklaşım kapitalizm ve sanayileşmeyi iki ayrı örgütsel küme ya da modern kurumlarıyla ilişkili boyutlar olarak görmelidir2. Giddens kapitalizm ile sanayileşmenin özelliklerini tanımlayarak aralarındaki farkı belirtmeye çalışmaktadır: “Kapitalizm, özel sermaye mülkiyeti ile mülksüz ücretli emek arasındaki ilişki [...] yoğunlaşmış bir meta üretim sistemidir; bu ilişki bir sınıf sisteminin ana eksenini oluşturur. Kapitalizm girişimcilik, fiyatların yatırımcılar, üreticiler ve tüketiciler için aynı işaretleri, oluşturduğu rekabetçi pazarlar için üretime dayanır. Sanayileşmenin ana karakteristiği ise cansız maddi güç kaynaklarının mal üretiminde kullanımıdır; makineler bu üretim sürecinde merkezi rol oynamaktadır. Bir makine, bu tür güç kaynaklarını çalışma aracı olarak kullanarak bir dizi işi 1 Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, 2. Baskı, Çev. Esin Kuşdil, Ayrıntı Yay., İstanbul 1993, s.59-64. 2 Giddens, Modernliğin Sonuçları, s.59. 19 yerine getiren, insan elinden çıkma bir araç olarak tanımlanabilir. Sanayileşme, insan etkinliğinin, makinelerin, ham madde ve ürün girdi ve çıktılarının eşgüdümü için üretimin belli kurallara göre toplumsal örgütlenmesini öngörür.”1 Bu konuda yazan bazı yazarların da kabul ettikleri2 gibi, kapitalizm, sanayileşmeden önceki bir aşamadır ve sanayileşmenin gerçekleşmesi için gerekli ivmeyi hazırlamıştır. Sanayileşme “insan bilgisinde ve doğa üzerinde egemenlik kurma sürecinde, makine üretim tekniğinin kazanılması ve mekanik güç kullanımının öğrenilmesiyle belirlenen evre”3 olarak tanımlanmaktadır. Sanayi Devrimini Foster'a göre4 üç evreye ayrılmaktadır: İlk ya da başlangıç evresine, 1760-1840 yılları arasında, İngiltere ortaya çıkan pamuklu dokuma tezgahları hakim olmuş; 1840-1875'i kapsayan ikinci evreye ise buhar makinesinin kullanımı ve özellikle de demiryollarının inşaası ve yaygın olarak kullanımı damgasını vurmuştur. Son aşama ki buna bilimsel- teknik devrim de denilir- 1800'lerin 1 Giddens, Modernliğin Sonuçları, s. 60. Giddens, Modernliğin Sonuçları, s.64; Foster, Savunmasız Gezegen, passim ve özellikle s.58; Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.320; Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, s.497; Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, s.382. 3 Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.320. Foster, sanayi devriminin bir dizi ekonomik, toplumsal ve ekolojik dönüşümün sonucu olarak ortaya çıkan, büyümede ani bir sıçrama olarak tanımlanamayacağını ifade ettikten sonra onun başlıca öğelerini, fabrika sisteminin gelişmesi, ücretli emeğin yaygınlaşması, makine üretimine artan bağımlılık ve modern sanayi kentlerinin ortaya çıkışı şeklinde özetlemektedir. Bkz. Foster, Savunmasız Gezegen, s.61. 4 Foster sanayi devrimini üçe ayırır. Aksi görüş için bkz. Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, s.496. 2 20 sonlarında başlamış ve çelik, kimya ve elektrik sanayinin gelişmesi ile son bulmuştur1. Bazı yazarlar kapitalizmin bu sınır tanımazlığının kapitalist işletmelerin büyümesine neden olacağını ve böylece iç hizmet sektörlerinin ve bürokratik yapıların da büyüyeceğini; bu büyümenin sağlanabilmesi için makinenin haricinde canlı emeğe de ihtiyaç duyulacağından bahsetmektedirler. Kısaca ekonomik büyüme ne kadar artarsa istihdam da o kadar genişleyecektir. Ancak Marx referans alındığında, kapitalizmin belli sayıda işçi ordusunu yedek olarak elinde tuttuğu gerçeğini dikkate almak gerekir. 1970'lerden sonra işsizliğin yedek ordu ihtiyacını kat kat aştığı yönünda bir tespit de yapılmaktadır2. İşsizliğin artmasının bir sonucu olarak Batı'da adına sınıfaltı ya da en alttakiler denilen bir grup ortaya çıkmıştır3. Sınıfaltı kavramı, fakirleşme ve bununla ilişkili olarak toplumsal zenginliğin paylaşım sorununu ifade etmektedir. Sınıf-altı kavramının 1960'ların sonunda siyasal terminolojiye girdiği düşünüldüğünde, bu kavramın Refah Devleti içinde oluştuğu rahatlıkla ifade edilebilir4. Refah Devletini on sekizinci yüzyıldan beri gelişen bazı dinamiklerle ilişkilendirerek ele almak gerekir5. Refah Devletini açıklayan egemen söylem, 1 Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, s.496. Foster, Savunmasız Gezegen, s.20. Ayrıca Foster yirminci yüzyıla yaklaşırken otomobilin ortaya çıktığından bahseder ve yirminci yüzyılın ikinci yarısında petro-kimyasal maddelerin arttığını, uçakların geliştiğini ve bilgisayarın doğduğunu ekler. 2 Çam, “Sınıf-altı...”, s.217; Marks'ın yedek ordunun işlevi hakkındaki görüşleri için bkz. U. Ulaş Tol, “Dipteki Yoksullar”, 15 Mürekkep, 2000, s.176 dn.5. 3 Bu kavram hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Çam, “ ‘Sınıf-altı’...”, s. 217; Tol, “Dipteki Yoksullar”, s. 176; Zygmunt Bauman; Çalışma, Tüketicilik ve Yoksullar, Çev. Ümit Öktem, Sarmal Yay., İstanbul 1999, passim; Porritt, Yeşil Politika, s.101; Halil Turhanlı, Şenlik, Sanat ve Sabotaj, Çiviyazıları, İstanbul 2002. 4 Çam, “ ‘Sınıf-altı’...”, s.215. 5 “Kelimenin dar anlamıyla refah devleti”, Batı’da II. Dünya Savaşı sonrasında gelişen ve 1970'lerin sonuna doğru çözülmeye başlayarak yerini 21 onun kurumsal ve ideolojik pratiklerinin toplumsal uzlaşmayı yansıttığı yönünde beyanlar vermektedir. Birey-toplum, eşitliközgürlük ve adalet-ilerleme gibi değerler arasındaki çatışmaların aşıldığı altın bir denge durumu yaratmıştır1. Oysa yaygın olan anlayışın aksine refah devleti, “toplumsal eşitsizliklerin ve çatışmaların sonunu getirmemiş, bilakis antogonizmaların (uzlaştırılamaz çelişmeler) toplumsal yaşamın tüm alanlarına nüfuz etmesine sebep olmuştur.”2 İşte yeni toplumsal hareketler, özellikle çevreci hareket, “refah devletinin geç kapitalizm ilişkisinin gündelik hayatta yol açtığı sorunlara karşı bir tepki niteliğinde ortaya çıkarak [...] merkezi kurumların dışında”3 gelişmiştir. Sonuçta, kaçınılmaz olarak, kapitalizmin neden olduğu toplumsal sorunlar doğayla olan ilişkileri de etkilemiştir. Alt sınıfa mensup insanlar kapitalist sistem içerisinde köşeye sıkışmışlar; çevresel sorunlar onların ilgi alanlarının dışında kalmıştır. Ç- Çevre Sorunsalına Bir Çözüm Arayışı: Sürdürülebilir Kalkınma Kapitalizm ve sanayileşme sonucu görülen olumsuzluklar çevre sorunsalına çözüm bulma çabalarını da beraberinde getirmiş; bu çabalar sonucunda, çevre hukukunun önemli yeni sağa bırakan bir dizi siyasi, sosyo-kültürel ve ekonomik pratikler bütünüdür. Bkz. Alev Özkazanç, “Refah Devletinden Yeni Sağa: Siyasi İktidar Tarzında Dönüşümler”, 7 Mürekkep, 1997, s.21. 1 Özkazanç, “Refah devletinden Yeni Sağa”, s. 21. 2 Alev Özkazanç, “Modernliğin Çözülmesi, Toplumsal Dışlanma ve Suç”, III. Ulusal Sosyoloji Kongresi Bildirileri, Yayınlanmamış Bildiri, 2000, s.23. 3 Özkazanç, “Modernliğin Çözülmesi, Toplumsal Dışlanma ve Suç”, s. 23. 22 kavramlarından birisi olan Sürdürülebilir Kalkınma (SK) kavramı ortaya çıkmıştır. SK kavramını oluşturan sözcüklerden birisi de kalkınmadır. Kalkınma kavramında kullanılan kalkınma sözcüğü büyüme kavramından farklı bir anlama sahiptir. Kalkınma, büyüme kavramında olmayan sosyal ve kültürel öğeleri de içeren ve niceliksel göstergelerin yanında niteliksel göstergelere de yer veren bir kavramdır1. Büyüme ise, çevre alanında çevresel bozulma olarak beliren negatif dışsallıkları içselleştiremediğinden çevresel varlıkların piyasada verimli şekilde kullanılamaması sonucunu doğurmakta ve piyasanın başarısızlığına yol açmaktadır. Böylece büyüme ekolojinin ilkelerini yadsıyan sınırsız bir kar anlayışını ve kontrol altına alınmış bir tüketim talebini2 arzulamaktadır. Oysa kalkınma anlayışı ile en azından kaynakların kıtlığının ve bazı kaynakların da yenilenemez olduğunun farkına varılmıştır. Bu durumda kalkınma kavramı tamamen olumlu olarak kabul edilebilecek midir? Buna olumlu bir cevap vermek mümkün görünmemektedir. Bütün bunlara rağmen kalkınma, yine de, büyüme merkezli bakış açısını esas almaktadır. Bu bakış açısına göre, doğa, insanların hizmetine tahsis edilmiş bir araç ve mallar toplamıdır. Dolayısıyla kalkınma anlayışı güçlü bir faydacılık ve antroposantrik tutum içerir ki, bu da klasik faydamaliyet analizini temel aldığını gösterir3. SK kavramı nasıl değerlendirilmelidir sorusu tam da burada sorulması gereken bir soru olarak ortaya çıkmaktadır. J.O'Connor “Sürdürülebilir Kapitalizm Mümkün Mü?” başlığını taşıyan makalesinde sürdürülebilir kalkınma kadar 1 Turgut, Çevre Hukuku, s.177. Turgut, Çevre Hukuku, s.176. 3 Fayda-maliyet analizinin çevre koruma politikası ve hukukundan çeşitli alanlardaki yeri ve değerlendirmesi için bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s. 121122 ve s. 217-220. 2 23 muğlak ve tartışmalı1 kavram sayısının çok az olduğunu söyleyerek; bu kavram karmaşasının sürdürülebilirlik tamlamasının dört anlamda kullanıldığını belirtmektedir: “Sustain(sürdürmek)’in en eski anlamı desteklemek, düşmesine engel olmak / muhafaza etmektedir. Bir diğeri ise ‘yiyecek içecek veya yaşam gereksinimlerini’ sağlamaktadır. Bir başka anlamı ise ‘boyun eğmeden katlanmak’ anlamına gelir. En son ve şu günlerde, en çok kullanılan anlamı ‘çevrenin sürdürülebilirliği’dir.”2 Kavramsal açıklamalar şunu göstermektedir ki, SK kavramı, bakış açısına göre değişiklik gösteren bir niteliğe sahiptir. Sürdürülebilirlik ona yüklenen anlama göre o yönde pratiğe aktarılacaktır. Belki de artık en can alıcı soruyu sormak gerekmektedir: “Kapitalizm, doğaya, sürdürülebilir kalkınmanın gereklerine uygun hale getirecek şekilde yeniden biçim verilebilir mi?” 3 ya da daha doğrudan şu sorulabilir: “Sürdürülebilir Kapitalizm mümkün mü ya da Kapitalizm Sürdürülebilir mi?”4 Şüphesiz bu sorulara biri olumlu diğeri de olumsuz olarak iki cevap verilebilir. K. Marx, Grundrisse'te kapitalizm eleştirisini yaparken modernitenin iki yönlü karakterine vurgu yaparak şunları söylemektedir: “[...] İlk defa, doğa bütünüyle insanlık için bir nesne, bütünüyle bir fayda sorunu halini alır; kendisi için bir güç olarak tanınmaktan uzaklaşır; bağımsız kuralların keşfi, 1 James O'Connor, “Sürdürülebilir Kapitalizm Mümkün Mü?”, Marksizm ve Ekoloji, Der. G.N.Demirer-M.Duran-G.Özgür, Öteki Yay., Ankara 2000, s.15; aynı doğrultuda bkz. Nükhet Turgut, “Sürdürülebilir Kalkınmanın Sağlanmasında Katılımın Rolü”, SBFD, Cemal Mıhçıoğluna Armağan, Cilt. 52, Sayı.1-4, s.701; Turgut, Çevre Hukuku s.171. 2 O'Connor, “Sürdürülebilir Kapitalizim Mümkün Mü?”, s.16. 3 Foster, Savunmasız Gezegen, s.35. 4 Bkz. O'Connor. 24 yalnızca, ister tüketim nesnesi isterse de üretim aracı olsun, insanın gereksinimlerine onu (doğayı) tabi kılacak olan bir hile gibi görür. Bu eğilime koşut olarak, sermaye, ulusal sınırların ve önyargıların, aynı zamanda doğaya tapınmanın, hem de mevcut gereksinimleri geleneksel, sınırlı, yetinmeci, tortulu bir biçimde tatmini ile eski yaşam biçimlerinin yeniden üretiminin ötesine geçer.”1 Sürdürülebilir Kalkınma ile kapitalizm arasında kurulan bağlantı dikkate alındığında, aslında onun neden böyle bir ilişkilendirmeye konu olduğu şeklinde bir sorgulama, SK kavramının kapsamını açıklamayı gerektirir. Çünkü SK “bir denge anlayışını bir uzlaşmayı yansıtmaktadır.”2 Bu uzlaşma nitelemesi, kavramın Kuzey-Güney çatışmasına getirilen bir çözüm ya da dengeleyici bir araç işlevi gördüğü şeklinde açıklamalar yapılmasına neden olmaktadır. Şöyle ki gelişmiş ülkeleri temsil eden Kuzey'in bakış açısı çevreci bakış açısını yansıtırken, azgelişmiş ülkeleri temsil eden Güney ise kalkınmacı bakış açısını benimsemiştir. Kuzey yıllardır kendisinin uyguladığı ve çevrenin bozulmasına yol açan kalkınma modellerinin, şimdi Güney tarafından kullanılmasına karşı çıkarak SK kalıplarını Güneye dayatmaya çalışmaktadır. Güneyin kavramın karşısında durduğu nokta da budur. Daha önceki uygulamalardan tecrübeli olan Güney SK kalıplarını Kuzey'in “yeni bir sömürgecilik aracı”3 olarak kullanmasından korkmaktadır. İşte belki de bu sebeple kapitalizmin sürdürülebileceği endişesi ile SK'nın bir araç olduğu yönünde olumsuz bakış açıları mevcuttur. Ne var ki, bu söylemde bazı haklılık payları 1 Aktaran Callinicos, Postmodernizme Hayır, s.65. Turgut, Çevre Hukuku, s.175 ve 183 dn.29. 3 Turgut, Çevre Hukuku, s.184. 2 25 vardır. Kuzey-Güney çatışmasının alt yapısında, aslında, sanayileşmenin yattığı tartışılmaz bir gerçektir. II- Çevre Sorunsalının Algılanmasını Sağlayan Gerçekler ve Ekolojik Sabotajın Çevreci Hareket İle Bağlantısı A- Somut Çevre Sorunları1 J.Bellamy FOSTER, “Savunmasız Gezegen” kitabında somut çevre sorunlarını uzun bir liste halinde şöyle sıralar: “Aşırı nüfus artışı, ozon tabakasının yok olması, küresel ısınma, türlerin yok oluşu, genetik çeşitliliğin kaybolması, asit yağmurları, nükleer kirlenme, tropikal ormanların yok olması, yüksek ormanların ve sulak alanların yok edilmesi, toprak erozyonu, çölleşme, sel baskınları, kıtlık, göllerin, derelerin ve ırmakların yağmalanması, yer altı sularının çekilmesi ve kirlenmesi, sahil kenarlarındaki deniz sularının ve haliçlerin kirlenmesi, mercan resiflerinin tahribatı, denizlere petrol dökülmesi, balıkçılıkta aşırı avlanma, denizi doldurarak kazanılan toprakların genişlemesi, zehirli atıklar, böceklerin ve zararlı bitkilerin öldürülmesinde kullanılan ilaçların zehirleyici etkileri, iş yerlerinde tehlikelere maruz kalma, kentlerdeki aşırı kalabalıklaşma, yenilenemez kaynakların tükenmesi.”2 Foster'ın da belirttiği gibi, somut çevre sorunlarının listesi oldukça kabarıktır ve bu kabarık listeye her gün yenileri eklenmektedir. Somut çevre sorunları ne salt biyolojik ne de toplumsaldır. Bu sorunlar insan ve insan dışındaki canlı organizmalar ile cansız organizmalar üzerinde olumsuz etkilere 1 Burada somut çevre sorunları ayrıntılı olarak ele alınmayacak, belli başlı sorunlara değinilecektir. Çünkü Nükhet Turgut'unda haklı olarak belirttiği gibi çevre sorunlarının ayrıntılı açıklaması ilgili teknik bilimlerin konusuna girmektedir. Bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s.2. 2 Foster, Savunmasız Gezegen, s.11-12. 26 sebep olmaktadır. Ekolojik sabotaj eylemleri, belli başlı çevre sorunlarına odaklanmaktadır. Bunlardan en önemlisi ormansızlaşmadır. Çok uluslu şirketlerin stratejileri ve hükümetlerin de bu yöndeki politikaları yüzünden ormanlar tahrip edilmektedir. Bu sebeple, eylemler, bu stratejilere ve politikalara odaklanmıştır. Ekotaj taktiğini benimseyen bazı radikal grupların nüfus sorunu konusundaki aşırıya kaçan görüşleri esas alındığında nüfus sorununun da incelenmesi gerekmektedir. Ormansızlaşmanın bir nedeni de küresel ısınma sorunudur. Dolayısıyla bu sorunun da konu açısından incelenmesi yerinde olacaktır. Çevre sorunları esas alındığında akla gelecek ilk sorun kirliliktir. Çünkü kirlilik insanlık tarihinin ilk dönemlerinde de görülen bir çevre sorunuydu. Ancak kapitalizmin ve daha sonra sanayileşmenin gelişimi ile daha önce görülmemiş bir yıkım süreci başlamış oldu1. Zamanla bu yıkım sürecinde yeni sorunlar eklenerek bugünkü duruma gelindi. Soruna kirlilik açısından bakıldığında elektromanyetik kirlilik2, bunun en iyi ve yeni örneğidir. Şüphesiz ki kirlilik dışında da birçok çevre sorunu vardır. Bu sorunların belli başıları şöyledir: 1-Ormansızlaşma Gerçekte ormanların tahribi insanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri varola gelmiştir3. Ormanların tahribi, önceleri, insan ihtiyaçlarını karşılama amacı ile yapılırken, kapitalizmle bu tahrip kar elde etme amacına dönüşmüştür. Hükümetler, kapitalist sistemin gerekleriyle uyum içinde olma amacını taşıdıklarından dolayı politikalarını bu yönde uygulamışlardır. Bunun dışında çokuluslu şirketler sistemin döngüsü içinde olanca güçleri ile meta olarak gördükleri çevresel varlıkları tahribe yönelmişlerdir. Ekolojik dengede 1 Foster, Savunmasız Gezegen, passim; Turgut, Çevre Hukuku, s.2. Bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s.2-3 ve dn.2. 3 Turgut, Çevre Hukuku, s.3; Giddens, Sosyoloji, s.560-561. 2 27 önemli bir yere sahip olan tropikal ormanlar çok uluslu şirketlerin stratejileri yüzünden yok olma tehlikesiyle yüz yüze kalmıştır. “[Çokuluslu şirketler...] özellikle Batı Afrikadaki ormansızlaşmada önemli rol oynamışlardır. Güney Amerikadaki ormanların Batı toplumlarının taleplerini karşılamak üzere muz ve kahve ekilmesi ve hamburgere malzeme sağlamak amacıyla hayvan yetiştirilmesi için yok edilmesi de bu bağlamda belirtilebilir.”1 Ormansızlaşma birçok çevre sorununu da beraberinde getirmektedir. Çünkü çevre sorunları birbirleriyle bağlantılıdır; bir çevre sorunu başka bir çevre sorununun nedeni olabilmektedir. Kısaca söylemek gerekirse, ormansızlaşma, erozyon, toprak kayması, biyolojik çeşitliliğin yok olması ve iklim değişikliği gibi birçok sorunun sebebi durumundadır2. 2- Küresel Isınma Küresel ısınma kavramı aslında iklim değişikliği, sera etkisi gibi çeşitli çevresel sorunları tek bir başlık altında toplamaktadır. Böyle bir bütünleşmenin sebebini bu sorunların birbirleriyle olan bağlantısında aramak gerekmektedir. Üst bir kavram olarak alınan küresel ısınma sorununun özü “yeryüzünün ikliminde çeşitli nedenlerle ortaya çıkan ve eski dönemlere oranla giderek artan bir ısınmanın gerçekleşmesi” şeklinde özetlenebilir3. Küresel ısınma sorununun ortaya çıkması yine insan faaliyetleri sonucunda gerçekleşmiştir. Doğaya çeşitli faaliyetleri ile müdahale eden insanoğlu, bu müdahalelerini artırdıkça kirlilik de artmıştır. Atmosfere yayılan karbondioksit, metan, kloroflorokarbon gibi gazlar yeryüzünün ısısında bir değişikliğe yol açmaktadır. Güneş 1 Turgut, Çevre Hukuku, s.4 dn. 6. Turgut, Çevre Hukuku, s.4; Akın İlkin-Erdoğan İlkin, Çevre Sorunları, TOBBYay., Ankara 1991, s.8. 3 Turgut, Çevre Hukuku, s.6. 2 28 enerjisinin bir kısmı emildiğinden ısının enerjiye dönüşümü engellenir, böylece engellenen enerji yeryüzüne geri verilerek sera etkisi sonucunu doğurur1. Küresel ısınma konusunda Kaplan, dikkati bir başka noktaya çekmektedir. Ona göre2, küresel iklim değişikliği toplumsal yapıda da birtakım etkiler yaratacaktır. Bu görüşe katılmamak mümkün değildir. Çevre sorunlarının özellikleri esas alındığında, bunların sırf doğrudan yol açtıkları etkiler açısından değil, aynı zamanda toplumda meydana getirdikleri değişim bakımından da bu yargının doğruluğu ispatlanmaktadır. 3- Nüfus Nüfus sorunu3 yoksulluk ve toplumsal adalet sorunundan soyutlanamaz4. Tarihsel süreç içerisinde nüfus artışı hızına bakıldığında sürekli artan bir oran ile karşılaşılmaktadır. Bu sebeple, günümüzde, nüfus artışı çok büyük bir çevresel sorun haline gelmiştir5. Porritt, nüfus fazlalığı üzerine iki görüş olduğundan bahsetmektedir. İlk görüş bu konuda üçüncü dünya ülkelerini sorumlu tutmakta ve bu sorunun da onların sorunu olduğunu 1 Giddens, Sosyoloji, s.563; Porritt, Yeşil Politika, s.51-52; İlkin/İlkin, Çevre Sorunları, s.6; Ayşegül Kaplan, Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları, Mülkiyeliler Derneği Vakfı Yay., Ankara 1999, s.44-47; Berkes/Kışlalıoğlu, Çevre ve Ekoloji, s.67. 2 Kaplan, Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları, s.46. 3 Nüfus sorunu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Kışlalıoğlu/Berkes, Çevre ve Ekoloji, s.113-129.; Foster, Savunmasız Gezegen, s.17-19; Mellor, Sınırları Yıkmak, s.120-123; Porritt, Yeşil Politika, s.182-184. 4 Mellor, Sınırları Yıkmak, s.123. Nüfus sorunun diğer sorunlardan soyutlanamayacağı görüşü, çevre hukukundaki bütünsel yaklaşımla yakından ilintilidir. Bütünsel yaklaşım için bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s.44. 5 Aynı yönde bir görüş için bkz. Ortak Geleceğimiz, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu,Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yay., 3. Baskı, Ankara 1991. 29 ifade etmektedir. Diğer görüş ise nüfus fazlalığı sorununun abartıldığını ve bu konuda üçüncü dünya ülkelerine baskı yapılmasının gereksiz olduğunu iddia etmektedir. Porritt'in de haklı olarak belirttiği gibi, ilk tez, şüphe götürür bir tezdir; çünkü aşırı tüketim ve kaynak kullanımındaki savurganlık olgusu esas alındığında bu tezin açıkça yanlış olduğu anlaşılmaktadır1. Nüfus artışını diğer sorunlardan bağımsız bir sorun olarak görme, nüfusları aynı düzeyde kalan ya da düşen ülkelerdeki korkutucu derecede yüksek tüketim düzeyleri sorununun gözden kaçmasına sebep olacaktır. Dünyanın nüfusu artmakta olan bölgelerinde yaşayan pek çok insan çok az miktarda tüketirken, gelişmiş diğer bazı ülkelerdeki insanlar çok büyük miktarlarda tüketim yapmaktadır2. Dünya nüfusu 1600'de beş yüz milyon civarındayken, bugün artık nüfusun yaklaşık olarak altı milyara ulaştığı tahmin edilmekte ve ileriye dönük olarak bu rakamın artacağı söylenmektedir3. Ne var ki dünya nüfusundaki bu artışın neredeyse tamamı az gelişmiş ülkelerdedir. Fakat böylesi bir olgu nüfus sorununun az gelişmiş ülkelere özgülenmesi görüşünü haklı kılmaz. Çünkü nüfus sorunu sadece sayısal değerlere indirgenerek anlaşılamaz. Nüfus sorunu sayısal (niceliksel) değerlerden çok üretim ve tüketim alışkanlıklarının niteliği4 ile yakından ilgilidir. Örneğin gelişmiş bir kapitalist ülkede kişi başına düşen enerji tüketimi, Afrika’nın ücra köşelerinde yaşayan insanların tükettikleri enerjiden seksen kat daha fazladır5. 1 Porritt, Yeşil Politika, s.37-38. Mellor; Sınırları Yıkmak, s.122-123. 3 Foster, Savunmasız Gezegen, s.17; Kışlalıoğlu/Berkes, Çevre ve Ekoloji, s.121. 4 Turgut, Çevre Hukuku, s.37. 5 Foster, Savunmasız Gezegen, s.19; Mellor'da benzer bir görüşü paylaşmaktadır: “Dünyanın zengin ülkelerinde insanlar ortalama olarak 2 30 On dokuzuncu yüzyıla bakıldığında dönemin siyasal iktisatçıları arasında aşırı nüfus konusunda klasik bir tartışmanın başladığı görülmektedir. Bu klasik tartışmada iki ana eksenin olduğu dikkatleri çeker: Bir tarafta Thomas Malthus, öte tarafta ise Karl Marx1. T. Malthus 1798'de yazdığı “Nüfus İlkesi Üzerine Deneme” başlığını taşıyan makalesinde, insan nüfusunun toprağın insanları besleme kapasitesinden daha hızlı biçimde arttığını iddia etmiştir. Malthus, nüfusun büyük çoğunluğunun aşırı yoksullukla yüz yüze olduğunu ve buna çare bulma girişimlerinin zarar getireceğini söylemiştir. Malthus, tarım üretiminin aritmetik diziye, insan nüfusunun ise geometrik diziye göre attığını, bu yüzden nüfusun ve tarım üretiminin besleme kapasitesini er geç aşacağını ifade etmiştir. Böylece nüfus kontrol edilmezse, insan nüfusu geometrik olarak her yirmi beş yılda bir ikiye katlanacaktır2. Malthus'un analizinin büyük kısmı artışı kontrol altında tutan güçlerin çözümlemesi ile ilgilidir. Malthus son kertede en iyi toprakların tümünün en sonunda tarıma açılacağı, dolayısıyla gıda üretiminin de en iyi duruma ancak aritmetik olarak(1, 2, 3, 4,...gibi) ulaşabileceğiı yorumunu yapmıştır. Şu halde başka herhangi bir denetime gerek olmaksızın açlık nüfus artışını sınırlayacaktır. Ancak bundan başka ek denetleyiciler de vardır. Bunlar önleyici ve pozitif denetimler olarak ikiye ayrılmaktadır. Hem önleyici hem pozitif denetimlerin özelliği, nüfus artışı ile geçinme araçları arasında bir denge kurmasıdır. Malthus bunları zenginler ile yoksullar arasındaki farka bağlamakta ve en yoksul ülkelerde yaşayanlara oranla kırk kat daha fazla kaynak tüketmektedir”, Bkz. Mellor, Sınırları Yıkmak, s.122. 1 Foster, Savunmasız Gezegen, s.59. 2 Foster, Savunmasız Gezegen, s.67; Mellor, Sınırları Yıkmak, s. 120-121; Kışlalıoğlu/Berkes, Çevre ve Ekoloji, s.120. 31 büyük farkın da zenginlerin yoksullara göre daha büyük ahlaksal ölçüler gösterdiğini söylemektedir1. K. Marx, Malthus'un tartıştığı problemlerin birincil olarak toplumsal nedenleri olduğunu iddia etmişti. Marx aşırı nüfusun tarihsel bir ilişkiler ağı olduğunu; ve bu ilişkiyi belirleyenin de üretim ilişkileri olduğunu ifade etmekteydi. Ona göre nüfus politikalarını yönelten en önemli yasa “göreli artık nüfus yasası ya da işsizlerden oluşan yedek emek ordusuydu.”2 Nüfus hakkında bugün yapılan tartışmalara bakıldığında radikal çevrecilerin çoğunun Malthus'un görüşlerini esas aldığı gözlemlenebilir. Hatta “MissAntropy” başlıklı bir makalede Manes, AIDS'in insan nüfusunu azalttığı için yararlı olduğunu savunacak kadar ileri gitmiştir3. Şüphesiz ki nüfus sorunu üzerinden yapılan tartışmalarda Manes'in görüşlerini kabul etmek ne çevre etiği ne de siyaset bilimi açısından tutarlıdır. Bu görüşe kısaca insan düşmanlığı (antropoenemy) denilebilir. Malthus'un teorisini kabul etmek nüfus sorununa yanlış bir yerden bakmak anlamına gelir. Çünkü onun teorisinin en zayıf yanı besin tedarikine yol verdiğini söylediği aritmetik ortalama dır. Tarımdaki gelişmeler Malthus'u yalanlamıştır; aksine teknoloji sayesinde bugün tarım ürünleri de geometrik artış gösterebilmektedir4. 1 Önleyici denetim, doğum oranını azaltan ve kısırlığı, cinsel perhizi ve doğum kontrolünü içeren denetimlerdir. Pozitif denetimler ise ölüm oranını arttıran ve yoksulluğu, öldürücü salgın hastalığı içeren denetimlerdir. Bkz. Foster, Savunmasız Gezegen, s.68 ve Ünver, Çevre Felsefesi, s.92. 2 Foster, Savunmasız Gezegen, s70. 3 Bu görüş neo-malthusçuluk olarak adlandırılabilir. Geniş bilgi için bkz. Mellor, Sınırları Yıkmak, s. 118. 4 Foster, Savunmasız Gezegen, s.69; Kışlalıoğlu/Berkes, Çevre ve Ekoloji, s.120. 32 B- Bilimsel Çalışmalar ve Etkileri 1 “İnsanlar her yerde, doğanın olağan durumunu bozan ve karıştıran bir faildir. İnsanın ayağını bastığı her yerde doğadaki uyumun yerini uyumsuzluk alır. […] [B]ütün organik varlıklar arasında yalnız insan, özünde yıkıcı bir güç olarak görünür ve o, karşısında doğanın direnmekte bütünüyle güçsüz kaldığı enerjilerini kullanır.”2 George Perkin Marsh'ın bu sözleri, onun ilk modern çevreci olarak düşünülmesine sebep olmuştur3. “Man and Nature”(İnsan ve Doğa) 1864'te yazıldığına göre, Marsh'ın "öncülerden birisi"4 olduğu şeklindeki nitelendirmeye şaşırmamak gerekir. Çünkü Foster’ın vurguladığına göre Marsh'ın çalışması, “insan eylemleri sonucunda dönüştürülmüş bir doğa” üzerine yazılmış en ayrıntılı ve sistematik çalışmadır. O, doğa sorununu insanlık tarihi içine dahil etmiştir5. Marsh'ın bakış açısı doğayı insanların dışında görmemiş ve insanın doğanın şekillendiricisi olduğunu vurgulayan bir çizgiyi takip etmiştir6. O halde doğa insanların dışındaki bir gerçeklik olarak olarak değil, aksine insanların dönüştürdüğü bir ürün olarak görülmüştür. Marsh “İnsan ve Doğa” eseri ile “insan medeniyetinin çevre üzerindeki yıkıcı etkisini açıklayan ilk kavramsal tanımlamayı” yapmıştır7. 1 Bilimsel çalışmalar ve etkileri hakkında eşkenar üçgen benzetmesi çerçevesinde bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s. 9. 2 J. S. Marshall, Man and Nature, s.ıx, 35-36, 42-43'den aktaran Foster, Savunmasız Gezegen s.84. 3 George Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, Deep Ecology for the Tewenty-First Century, Ed. George Session, Shambhala Pub., Boston 1995, s.165. 4 Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, s. 165. 5 Foster, Savunmasız Gezegen, s.83. 6 Foster, Savunmasız Gezegen, s.83. 7 Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, s.165. 33 G. P. Marsh'ın çalışmasının önemi onun insanın doğayı sömürmesine karşı belki de bilimsel olarak sınır koymaya çalışan ilk düşünür olmasıdır. Bu da çevre sorunsalının algılanmasında bilimsel çalışmalar ve bilim adamlarının eşkenar üçgenin bir kenarında yer almasının başlangıcı olması açısından önemlidir. Bu başlangıç diğer bazı çalışmaların önünü açmış ve Aldo Leopold 1940'ta “Land Country Almanac”ı yazmıştır. Leopold bu çalışması ile yeryüzü etiği kavramını oluşturmuştur. Yeryüzü etiği, 1970'lerin çevresel etik yaklaşımlarının felsefi altyapısının filizlenmesini sağlamıştır1. Burada Leopold, yaşam topluluklarımızda, toprakların, suların, hayvanların ve bitkilerin varlıklarını devam ettirmeleri için biyotik haklarının var olduğunu savunmuştur2. Böylece o, topluluğun sınırlarını genişletmeye çalışmıştı3. Leopold doğayı korumanın kar elde etme amacından önce gelmesi gerektiği noktasına vurgu yapmıştı. Bu süreç içerisinde Rachael Carson'un 1962'de yazdığı “Silent Spring (Sessiz İlkbahar)” kitabı modern çevreci hareketin başlangıcı olmuştur4. Carson'un kitabının, Nükhet Turgut’un belirttiği gibi, “gerek [...] ilk çevreciler üzerinde, sorunların farkına varmaları bakımından, gerek aktif çevreciliğin hız kazanması ve kapsamının giderek genişlemesi, kısaca söylenirse çevreciliğin azınlığın ilgi alanından çıkarak kitle hareketine dönüşmesi yüzünden önemli rolü olmuştur.”5 “Sessiz ilkbahar” yayımladığı 1962 yılında çok ses getiren bir kitap olmuş ve Amerika'da en çok satan kitap olarak yaklaşık otuz iki hafta zirvede kalmıştır. Hatta hakkında “modern çevreciliğin kurucu olayı ve kutsal kitabı” şeklinde 1 Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, s. 169. Foster, Savunmasız Gezegen, s.88. 3 Foster, Savunmasız Gezegen, s.88. 4 Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, s. 170; Turgut, Çevre Hukuku, s. 13. 5 Turgut, Çevre Hukuku, s.13. 2 34 nitelendirmeler yapılmıştır1. “Sessiz Bahar”ın ana teması, teknolojinin olumlu yanının olduğu kadar bir de olumsuz bir yanının olduğu, eğer teknolojinin olumsuz yanının gelecekte de böyle kullanılması veya umursanmaması durumunda insanoğlunun yaşama savaşı ile yüz yüze kalacağı şeklinde özetlenmektedir2. Carson “Sessiz Bahar”da asıl olarak Batı antroposantrizminin(insan merkezciliğinin) bir eleştirisini yapmıştır. Carson, “doğanın kontrolü”nü, “felsefe ve biyolojinin buzul çağında doğan küstah bir sözcük” olarak nitelemiş ve “doğanın varlığı(nın) insanoğlunun rahatlığı için” olduğunu süvunmuştur3. Öyleyse modern çevreci hareketin Carson ile başlangıcı, derin ve bitmek tükenmek bilmeyen bir ekosantrizm(doğa merkezcilik) ile karakterize edilmiştir. Çevre sorunsalının sorgulanması aşamasında daha pek çok bilimsel çalışmadan ve bilim adamından bahsedilebilir4. Burada önemli olan nokta bu çalışmaların ve bilim adamlarının sorunsalın çözümüne kazandırdıkları ivme ile ilgilidir. Bu ivme sayesinde çevreci hareketin ilk kadrosu çevre sorunsalını politik gündeme taşıyabilmiştir. C. Çevreci Hareket 1. Çevreci Hareketin Ortaya Çıkışı C. Pierson “Modern Devlet” adını taşıyan kitabının ilk sayfasına, bir müstehcenlik davasına bakan ABD Temyiz mahkemesi (Supreme Court) yargıcının pornografiyi tanımlamakta zorlandığı halde yine de ısrarla gördüğümde 1 Ramachandra Guha, Environmentalism-A Global History, Longman Pub., 2000, s.3,69-79. 2 Turgut, Çevre Hukuku, s.10; Session, “Prafece”, Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed. George Session, Shambhala Pub., Boston 1995, s. x. 3 Session, “Prafece”, s. x; Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, s. 172. 4 Arne Naess en önemli bilim insanlarından birisidir. 35 tanırım şeklindeki kolaycılığını aktararak başlamaktadır1. Şüphesiz yargıç kolaycılığa kaçmış gibi görünse de aslında onu bu yola sevk eden şey pornografi kavramının tanımlanmasının zor oluşu ve belki de bir tanımlama yapmanın beraberinde getireceği tehlike olabilir. Çevreci hareketin tanımlanması söz konusu olduğunda böyle bir kolaycılık, zorluk veya tehlike daha belirgin hale gelmektedir. Çünkü çevreci hareket, içinde farklı birey ve grupları barındıran “politik, toplumsal ve coğrafi açıdan geniş yelpazeli”2 bir harekettir. Hareket sözcüğü anlık olmanın ötesinde bir nitelik taşıyan bir takım itilimler anlamını3 içerdiği için çevreci hareketin niteliğine uygundur. Bu sebeple çevreciler örgüt sözcüğünü kesinlikle kabul etmemekte, çevreciliğin dinamik ve sınırları olmayan bir yapısı olduğunu ifade etmektedir. Ancak son zamanlarda çevreci hareketin bu dinamikliğini kaybederek kurumsallaştığı yönünde göstergeler olduğu ifade edilmektedir4. Kurumsallaşma, çevreci hareketin niteliği dikkate alındığında, olumsuz bir sonuca sebep olabilir. Çünkü, hareketin kurumsallaşması, eşit konumda olan bireyler arasında bir hiyerarşinin doğumuna sebep olabilir niteliklidir. Her türlü hiyerarşik yapıya karşı duran çevreci hareketin kurumsallaşması, doğa ile insan arasında hiyerarşik bir yapının mevcudiyetini iddia edenler tarafından kuşkusuz eleştiriye maruz kalacaktır. Oysa, çevreci hareketin insan ile doğa arasındaki hiyerarşiyi dahi kabul etmediği düşünüldüğünde 1 Christopher Pierson, Modern Devlet, Çev. Dilek Hattatoğlu, Çiviyazıları, Yay., Ankara 2000, s.1. 2 Mellor, Sınırları Yıkmak, s.35. 3 Immanuel Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, Çev. Necmiye Alpay, 2. Baskı, Metis Yay, İstanbul 1996, s.56. 4 Bkz. Christopher Rootes, “Environmental Movement:From the Local to the Global”, Environmental Movements, Local, National and Global, Ed. C. Rootes, Frank Cass Pub., London 1999, passim. Rootes makalesinin sonuç bölümünde çevreci hareketin artan bir şekilde kurumsallaştığını söylemenin pek makul olmadığından bahsetmektedir. 36 çevrecilerin bireyler arasındaki bir hiyerarşik yapılanmayı kabul etmesi düşünülemez. Ayrıca, kurumsallaşma karar alma sürecine katılımı, daha açık bir ifadeyle, demokratik bir sürecin işlemesini zorlaştırabilecektir. Bununla birlikte, kurumsallaşmaya olumlu bir bakış açısı ile de yaklaşmak da mümkündür. Çünkü kurumsallaşma, kamuoyu önünde etkin ve güçlü bir duruş sağlayacaktır. Böylece, çevreci hareket, düşüncelerini daha büyük kitlelere ulaştırma şansına sahip olacaktır. Bu yönde bir tartışma Almanya’da da yapılmakta ve çevreci hareketin artık zirveye ulaştığı ve bu sebeple bir durgunlaşma ya da etkisini azaltma dönemine girdiği söylenmektedir1. Ne var ki bu görüşe katılmak mümkün değildir. Şöyle ki; genel olarak yeni toplumsal hareketler ve özellikle çevreci hareket tamamen kurumsallaşabilecek nitelikte değildir ve hala kimliklerini kazanmaya devam etmektedirler2. Diğer toplumsal hareketler gibi çevreci hareketin farklı bireyleri, eğilimleri, gelenekleri ve ideolojileri içinde barındırdığı yönündeki görüşlerin3 çevreci hareketin kurumsallaştığı ve dinamikliğini kaybettiği şeklindeki iddiaları çürüttüğü rahatlıkla ifade edilebilir. 1 Rootes, “Environmental Movement”, s.3. Rootes, “Environmental Movement”, s.6. 3 Guha, Environmentalism-A Global History, s.4; Mellor, Sınırları Yıkmak, s.35. Karş. görüş için bkz. Celal Ertuğ, “Yeşillerden Ne Haber?”, 5 Ağaçkakan, Ocak 1993, s.5'te çevreci hareketin hiçbir ideolojiden kaynaklanmayan yeni bir hareket şeklinde tanımlandığından bahsetmektedir. Oysa böyle bir yoruma ulaşmak mümkün değildir. Çünkü çevreci hareket içinde birçok ideolojiyi barındırmaktadır. Belki de farklı ideolojilerin aynı harekette birleşmesi böyle bir yoruma sebep olmuştur. Tanıl Bora'nın da haklı olarak belirttiği gibi “sağ-sol” ideolojileri reddeden “üçüncü yolcu” söylem yeşillerin çizgisinin ideoloji dışına taşınmasına neden olmaktadır. Tanıl Bora, “Avrupada Yeşil Hareketin Bunalımı ve Türkiyede Yeşillik”, 5 Ağaçkakan, Ocak 1993, s.6. 2 37 Çevreci hareket yeni toplumsal hareketler içerisinde önemli bir yer tutmaktadır1. Çevreci hareket, diğer yeni toplumsal hareketler gibi, öğrenci hareketlerinin yol açtığı birikim sonucunda oluşmuştur: “Öğrenci hareketlerinin asıl önemli etkisi sonraki dönemlerin toplumsal hareketlerinin filizleneceği birikimi oluşturmasında yatar”2. Çevreci hareketin ekoduvarları yıkarak3 kitlesel bir muhalefet şekline dönüşmesinin 1960’lı yılların sonlarına rastladığı şeklinde bir belirleme yapılmasının sebebi de budur4. Bu muhalefete yol açan öğrenci hareketleri işte bu yüzden incelemeye değerdir. 1 Bkz Amin/Arrlıghı/Frank/Wallerstein, Yeni Toplumsal Hareketlerin Krizi, Çev. E. A, Alan Yay., İstanbul 1993; Rootes, “Environmental Movement”, s. 6; Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, s. 30. 2 Turgut, Çevre Hukuku, s.15. Aynı yönde bkz. Nükhet Turgut, Çevre ve Yurttaşlar, Savaş Yay., Ankara 1993, s. 20; Rootes, “Environmental Movement”, s.1. 3 Bu şekilde bir niteleme için bkz. Mellor, Sınırları Yıkmak, s.49 ve Rik Scarce, Eco-Warriors, Understanding the Radical Environmental Movement, Noble Press Inc., Chicago 1990, s.7-10. Scarce eko-duvarların yıkılan Berlin Duvarının bir çeşidi olduğunu söylemektedir. 4 Bu yöndeki belirlemeler için bkz. Rootes, “Environmental Movement”, s.1; Guha, Environmentalism-A Global History, s.1-3; Bob Edwards, “With Liberty and Environmental Justice for All: The Emergence and Challenge of Grossnots Environmentalism in the United States”, Ecological Resistance Movements, The Global Emergence of Radical and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press, Albany 1995, s.35. Şahin Alpay, Toplum ve Bilim Dergisinin öğrenci olaylarını konu aldığı sayısında yer alan makalesinde 1968’in hazırlayıcısı olduğunu söylediği 1960’ların dünyasından şöyle bahsetmektedir: “Kapitalist Batı dünyası, savaş sonrasında giderek hızlanan bir büyüme ile ekonomide ‘altın yılları’ yaşıyordu. Buna karşılık aydınlar arasında liberal demokrasiye duyulan inanç önemli ölçüde sarsılmıştı. Eleştirilere göre: Liberal demokratik düzen hiç de John Stuart Mill’in öğretisine uygun bir gelişme göstermiyordu. Bireylerin karar verme süreçlerine giderek daha etkin bir şekilde katıldığı, bireyleri giderek folistiren katılımcı bir demokrasi yerine, büyük çoğunluğun gittikçe politikadan uzaklaştığı, sıradan bireylerin siyasi ve iktisadi kararlara etkisinin sıfıra yaklaştığı bir demokrasi hakim olmuştu. Demokrasi, (partilerde örgütleşmiş) elitler arası rekabete, bir seçimden diğerine kadar ülkeyi hangisinin yöneteceğini belirleyen bir mekanizmaya indirgemiştir.” 38 Öğrenci hareketi (olayları) ABD’de Kaliforniya Üniversitesi’nin Berkeley kampüsünde ortaya çıkan, ilk başlarda ırksal eşitlik için öğrencilerin üniversitelerde giriştikleri barışçıl mücadelelerin siyah ırkın kendi haklarını savunmaya başlaması sonucu düzenin eleştirisine yöneldiği ve Vietnam Savaşı vb. olaylarla somutlaşan Amerikan emperyalizmiyle mücadeleye dönüşen protesto hareketleridir1. 1968 Hareketi belirli bir ideolojiyi esas alan ve bir itici güç tarafından yönlendirilen veyahut planlanmış, örgütlenmiş bir hareket olmak bir yana; kendiliğinden ortaya çıkan bağımsız ve doğal bir harekettir2. Öğrenci hareketinin belirli bir ideolojiyi esas almamasından bahisle onun ideolojik bir nitelik taşımadığını söylemek doğru değildir. Çünkü bu hareket ideolojik nitelikte bir baş kaldırının en iyi örneğini teşkil etmektedir. Hareketin yeşerdiği alanın üniversite olması bunun kanıtıdır. “Öğrenciler içinde bulundukları kapitalist düzeni tüm yönleriyle yıkmak için, öncelikle bu düzenin kendilerinin de ait oldukları bir kurumunu, yani üniversiteyi hareketlerinin başlangıç noktası olarak almışlardır”3. Hareketin mantığı gayet anlaşılırdır; çünkü üniversitenin kapitalist sistemin kendi varlığını idame ettirebilmek, geleceğini güvence altına almak için, gereksinim duyduğu devletin ideolojik aygıtlarından birisi olduğu söylenmektedir4. Bkz. “68 Kuşağı Üzerine Bir Deneme”, 41 Toplum ve Bilim, Bahar 1988, s.168. 1 Nükhet Turgut, Siyasal Muhalefet-Batı Demokrasileri-Sosyalist ÜlkelerTürkiye, Birey ve Toplum Yay., Ankara 1984, s.150-151. Benzer yönde açıklamak için bkz. Toplum ve Bilim, ‘bu sayıda…’, 41 Toplum ve Bilim, Bahar 1998, s.5. 2 Turgut, Siyasal Muhalefet, s. 3 Turgut, Siyasal Muhalefet, s.156. 4 Luis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Yusuf AlpMahmut Özışık, 4. Baskı, İletişim Yay., İstanbul 2000, s.33. Ayrıca bkz. Turgut, Siyasal Muhalefet, s.161. 39 Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA), Althusser esas alınarak ifade edilirse, üst yapı kurumları olarak kabul edilmektedir. Üst yapı alt yapı tarafından belirlenen ve ona karşı görece bir özerkliği olan ve bir karşılık olarak etkisi olan etkinlik göstergesidir. Bu üst yapı ve alt yapı şeklindeki etkinlik göstergelerinin devlet teorisinde esaslı yerleri vardır. Ayrıca devletin temel işlevini tanımlayan devletin baskı aygıtı da bu resmi tamamlamaktadır1. DİA’ların en belirgin özelliği ideolojiyi kullanmalarıdır. Şüphesiz devletin her aygıtı hem ideolojiyi hem de baskıyı kullanır; ama devletin baskı aygıtı kendi hesabına baskıya tümüyle öncelik verirken, DİA’lar kendilerinin yeniden üretimini sağlamak ve kendilerinin dışarıya sundukları değerler ile ideolojiyi kullanmaktadırlar2. DİA’lar, özellikle bunlardan birisi olan üniversite, devletin baskı aygıtından yararlanarak üretim ilişkilerinin yeniden üretimine, yani kapitalist sistemin kendini tekrar tekrar üretimine olanak sağlamaktadır3. 1968 öğrenci hareketi işte bu DİA’lardan; kapitalist sistem içinde yer alan ve onu dönüştürme, ilerletme ve yenileme işlevi gören üniversitelerde patlak vermiştir. Böylece üniversitelerdeki sorunlardan, kapitalist ve teknokratik düzene, emperyalizme ve hatta Batı uygarlığına karşı muhalefet belirmiştir4. Ancak konumuz açısından asıl önemli olan 1968 hareketinin, zaman içersinde başka hareketlere yol açması, kısaca o dönemde varolmayan ya da yeni yeni beliren bazı muhalefet hareketleri ve biçimlerini yaratmasıdır5. Bu yaratım eski toplumsal hareketlerden yeni toplumsal hareketlere doğru bir değişime neden olmuştur. 1 Geniş bilgi için bkz. Althuser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, passim. 2 Althuser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, s.35. 3 Althuser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, s.39. 4 Turgut, Siyasal Muhalefet, s.155. 5 Murat Belge, “68 ve sonrasında Sol Hareket”, 41 Toplum ve Bilim, Bahar 1988, s.155. 40 Toplumsal hareketlerin klasik sosyolojik analizi bu hareketlerin ortaya çıkışını iki şekilde açıklamaktadır. Bunlar ya yapısal kriz sonucu ortaya çıkmıştır ya da ortak inançların bir ifadesidir1. Böyle hareketler doğdukları kültürlerden köklenmiştir. Doğdukları toprakların politik yaşamlarının kültürel birikiminin işaretini taşımaktadırlar2. Örgütlü ve kalıcı sistem karşıtı hareketler ilk olarak on dokuzunca yüzyılda gerçekleşmiştir3. On dokuzuncu yüzyılda iki çeşit sistem karşıtı hareket ortaya çıkmıştı: toplumsal hareketler ve ulusal hareketler. Toplumsal hareketler ya da diğer adıyla işçi hareketlerinin odak noktası proletarya ile burjuvazi arasındaki çatışmalar iken, ulusal hareketler ezilen halk ile egemen arasındaki hakların eşitsizlikçi, ezici ve adaletsiz şekilde dağıtılmasına odaklanmaktaydı. Bu iki hareketin ortak noktası örgüt aşamasına gelmekte kararlı olma ve devlet iktidarını ele geçirme hedefiydi4. Sistem karşıtı hareketler, bünyesinde bir ikilemi de barındırmaktadır. Çünkü sistem karşıtı hareketlerin amacı devlet iktidarını ele geçirmekti, ama bu amaç sistemi çökertme potansiyeline sahipken aynı zamanda geri tepme riskini de içinde barındırmaktaydı. Açıkça söylenecek olursa iktidarı ele geçiren sistem karşıtı hareketler iktidar içinde eriyebiliyor veya bizatihi iktidar haline gelebiliyorlardı. 1 Kenan Çayır, “Toplumsal Sahnenin Yeni Aktörleri: Yeni Sosyal Hareketler”, Yeni Sosyal Hareketler, teorik açılımlar, Yayına Haz. Kenan Çayır, Kaknüs Yay., İstanbul 1999, s.13. 2 Martha F. Lee, Earth First! Environmental Apocalypse, Syracuse University Press, New York 1995, s.1. 3 Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, s.57; Immanuel Wallerstein-Giovani Arrighi-Terece K. Hopkins, Sistem Karşıtı Hareketler, Çev. C. Koref- B. Somay-S. Sökmen, Metis Yay., İstanbul 1995, s. 10-35; Rudolf Heberle, “Types and Functions of Radical Movemets”, International Encyclopedia of the Social Sciences, Volume 14, Ed. David Sills, The Mcmillan Company and The Free Press, America 1968, s.439. 4 Çayır, “Toplumsal Sahnenin”, s.16. 41 Yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkışı hakkında farklı görüşler mevcuttur. Touraine’e göre, yeni toplumsal hareketler post-endüstriyel toplum içerisinde ortaya çıkmıştır ve iktidarı ele geçirmek fikrinden vazgeçerek sivil ilişkileri dönüştürmeyi amaçlamışlardır1. Offe ise yeni toplumsal hareketlerin refah toplumu modeline yönelen tehditlerle oluştuğuna vurgu yapmıştır2. Yeni toplumsal hareketler eski toplumsal hareketlerde olmayan bazı özelliklere sahiptir. Başka bir deyişle eski toplumsal hareketlerin belirleyici özelliği olduğu söylenen iktidarı ele geçirme istenci yeni toplumsal hareketlerin özellikleri arasında olup olmadığı önem arz etmektedir. Bu istenci açıklamak için kavramsal bir belirleme yapmak gerekmektedir. Sistem karşıtı hareket terimi yukarıda verilen bilgiler ışığında yeni toplumsal hareketleri tam olarak karşılamamaktadır. Çünkü sistem karşıtı kavramı iktidarın içinde bir sesleniş izlenimi vermektedir. Daha açık bir ifade ile sistem karşıtı demekle iktidarın meşruiyetini sorgulayan bir bakış açısından uzaklaşmış olunmaktadır. Sistem karşıtı olmak, sistem ile bir diyaloga girmek anlamına gelmekte, nihai amaç sistemi ele geçirerek onu törpülemekten ibaret olmaktadır. Oysa bir kez iktidar ele geçirildiğinde, yani sistem içerisine entegre olunduğunda, sistem çarklarına entegre olan fikri kendi dişlileri arasına katmaktadır. Kısaca iktidar üzerinden düşünmek, iktidarı sürekli ve egemen kılmaktır. Fakat yeni toplumsal hareketleri, özellikle çevreci hareketin radikal kanadını, sistem karşıtı hareket olarak görmek, onları statikleştirmek anlamına gelecek ve eski toplumsal hareketlerden farklı yanlarını görmezlikten gelmeye neden olabilecektir. 1 2 Çayır, Toplumsal Sahnenin Yeni Aktörleri, s. 16. Aktaran Çayır, “Toplumsal Sahnenin”, s.16-17. 42 Kanımca sistem karşıtı terimi yerine sistem dışı terimi yeğlenmelidir. Çünkü yeni toplumsal hareketler1 sistemin içine sızarak iktidarı ele geçirmeye çalışmamakta, aksine sistem dışından müdahalede bulunarak sistemin çarklarını parçalamaya çalışmaktadır. Eğer iktidar dönüştürülmek isteniyorsa onu fethederek değil, bundan farklı olarak yani daha farklı bir amaçla hareket edilmelidir. Sistem dışı terimi veya sistem dışı hareketler işte bunu hedef almaktadır. Radikal çevreci hareketin eylem biçimi olan ekotaj, geleneksel mülkiyet anlayışını değiştirmek için uygulanan ve iktidarı ele geçirme amacını esas almayan bir taktik olup, sistem dışı bir eylem şeklinin en iyi örneğini teşkil etmektedir. Çevreci hareketi ortaya çıkaran ve onun gelişmesine neden olan etmenlerden birisi de çevre sorunsalıdır. Çevre sorunsalının 1960’lar sonlarında algılanmaya başlanması ile çevreci hareketin ortaya çıktığı dönem böylece paralellik göstermektedir. Çevreci hareketin ortaya çıkması ve gelişimine koşut olarak daha önce onlar için kullanılan sözcüklerin bile 1 Geniş açıklama için bkz. Çayır, s.17 vd. Yeni Toplumsal Hareketler iki paradigma ile açıklanır. Bunlar kaynak mobilizasyon paradigması ile yeni toplumsal hareket paradigmasıdır. Bu konuda ayrıntıya girilmeyecektir. Paradigmaların ayrıntılı açıklaması için bkz. Çayır, “Toplumsal Sahnenin Yeni Aktörleri”, s.20-27; Shelder Kamieniecki-S. Bulaire Colemen-Robert O. Vos, “The Effectiveness of Radical Environmentalists”, Ecological Resistance Movements, The Global Emergence of Radical and Popular Enviromentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press, Albanis 1995, s.318-319. Bauman Offe’nin belirttiği şu paradoksu alıntılar: “Yeni toplumsal hareketler tam da eski hareketlerin taleplerini karşılayabilecek siyasi yönetim, maddi üretim ve bilimsel teknoloji ile yenilikle ilgili kurumsal düzenlemeleri eleştirilerinin hedefi haline getirdiler…” ve yeni toplumsal hareketler boşaltılmış, özel alanı doldurmak istedikleri tespitinde bulunur. Ona göre bu hareket ‘mevcut sıkıntısı’ köklerine inme ve kamusal alanda herhangi bir değişiklik yapabilecek faili oluşturma şansından yoksun bıraktılar.” Zygmunt Bauman, Siyaset Arayışları, Çev. Tunçay Birkan, Metis Yay., İstanbul 2000, s.116-117. Oysa bu görüşe katılmak mümkün değildir. Yeni toplumsal hareketler hiçbir zaman fail arama saiki ile hareket etmemişlerdi. 43 değiştiği ifade edilmiştir1. Çevreci hareketin ortaya çıktığı zaman dilimine 1960’lar cevabını veren bazı yazarlar2 aynı zamanda 1962’de yayımlanan ‘Sessiz İlkbahar’ın da bu noktada hakkını vermektedirler3. Eğer “çevreci hareketin etkinlik, nitelik ve yoğunluk yönleri dikkate alınarak tarihlendirilirse, 1970’in başlangıç olduğu”4 saptaması yapılmaktadır. Ancak bu saptama popüler çevreci hareketin çekirdeğinin görmezden gelinmesi anlamına gelmemektedir. Nitekim çevreci hareketin çekirdeği veya kökeni on dokuzuncu yüzyıla kadar geri götürülür5. 1970’den önceki döneme bakıldığında çevreci hareketten önce muhafazacılık (conservatism) sonra da korumacılık (preservatism) şeklinde bir seyir izlediği söylenmektedir6. Muhafazacılar doğal kaynakları ekonominin gözetiminde korumayı hedefliyorken, korumacılar doğaya müdahaleden sakınarak ve yasaklar çerçevesinde bir koruma anlayışı benimsiyorlardı. Muhafazacılık ve korumacılık hareketleri arasındaki nüansı göz ardı ederek genel olarak korumacılık başlığında konuya bakıldığında bu hareketlerin doğal kaynakları, ancak toprağın planlı toplumsal düzenlenmesiyle, yani kamusal mülkiyetle korunabileceği şeklinde bir yaklaşıma sahip oldukları belirtilebilir7. Korumacı hareketin gelişimi türlerin soylarındaki 1 Turgut, Çevre Hukuku, s.13. Guha, Environmentalism, s.3; Edward, “With Liberty”, s.35; Session, “Ecosentrism”, s.163-167; Foster, Savunmasız Gezegen, passım ve Ünver, Çevre Felsefesi, passim. 3 Lakshman D. Gruswamy-Brent R. Hendricks, International Environmental Law, West Pub. Go. USA 1997, s.3’te “Sessiz ilkbahar”ın uluslararası çevre hukuku oluşumunu etkilediğinden bahsetmektedirler. 4 Turgut, Çevre Hukuku, s.13. 5 Turgut, Çevre Hukuku, s.13-14; Arif Künar, “Yeşiller Nereye?”, 5 Ağaçkakan, Ocak 1993, s.3. 6 Bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s.13; Guha, Environmentalism, s.3; Porritt, Yeşil Politika, s.19; Foster, Savunmasız Gezegen, s.79 vd; Dave Foreman, “New Conservation Movement”, Deep Ecology For The Twenty-First Century, Ed. George Session, Shambhab Pub., Boston 1995, s.50-54. 7 Foster, Savunmasız Gezegen, s.79. 2 44 tükenme oranında ortaya çıkan hızlı artış sonucu olmuştur. Soyların tükenmesinin en büyük düşmanı o zamana göre demir yollarıydı. Doğa koruma hareketinin eleştiri alanının büyük bir kesimini demiryolları oluşturmaktaydı1. Doğa koruma hareketinin niteliği zamanla değişmeye başlamış ve şirketlerin doğayı tahrip etmesine karşı çıkmak ise, doğal kaynakların uzun vadede kar amacına yönelik kullanılmalarını düzenleme ve rasyonalize etme yönünde bir uğraşa dönüşmüştür2. Porritt çevreci akımları üçe ayırarak, ilk akımın doğa korumacıları ya da gelenekçileri oluşturduğunu belirtmektedir. Porritt, korumacı akımın taraftarlarını on dokuzuncu yüzyılın liberalizminin mirasçıları olduğunu ve düzenin ya da geleneksel yapının yeniden yapılanmasına önem verdiklerini ifade etmektedir: “Endüstriyalizme karşı değiller, toplumu değiştirme niyeti olmaksızın iyi görünen kısımların kötüleşmesine engel olma amacını taşırlar.”3 Sonuç olarak çevreyi koruma faaliyetleri çevreci hareketin alt yapısını hazırlamışlar, hareketin doğuşu için gerekli olan ivmeyi sağlamışlardır. Ancak bu hareketleri çevreci hareket kavramına dahil etmek çevreci hareketin özüne uygun olmayacaktır4. Çünkü çevreci hareket özünde insanların yıllardır doğayı bencilce kullanmalarının sonucunda çevrenin bozulduğunun bilincine varma, çevrenin kendi başına bir değeri olduğunu hesaba katma, dahası var olan endüstriyel uygarlığı çevre sorunsal bağlamında tüm yönleriyle sorgulama yatmaktadır5 1 Foster, Savunmasız Gezegen, s.86. Porritt, Yeşil Politika, s.19. 3 Porritt, Yeşil Politika, s.19. 4 Turgut, Çevre Hukuku, s.14. 5 Turgut, Çevre Hukuku, s. 14. 2 45 2. Çevreci Hareketin Düşünsel Yapısı Çevreci sözcüğü, gerçekte, hareketin bütün kollarını göstermek için kullanabilecek genel bir başlıktır. Çevreci hareket niteliği gereği “geniş kapsamlı, karmaşık ve heterojen”1 bir yapıya sahip olduğundan bir birinden çok farklı tonları içinde barındırmaktadır. Bir başka anlatımla çevreci hareketin geniş yelpazesi sayesinde birçok farklı grup aynı anda bu hareketin içerisinde yer alabilmiş; bir birinden oldukça değişik kimliklere sahip bu gruplar yan yana aynı soruna, farklı stratejileri ve taktikleri uygulayarak eleştiri getirebilmişlerdir. Earth First! (Önce Dünya!) grubu çevreci yelpazenin en koyu ucunda yer alırken Nature Conservasy (Doğa Korumacılığı), en açık tonlardan birsidir. Bu iki grubun aksine The Wilderness Society’nin (Yabanıl Hayat Derneği) tam ortada bir yeri vardır2. Aynı zamanda çevreci hareket ülkeden ülkeye yani coğrafi olarak da farklıklılar göstermektedir. O halde çevreci sözcüğünün kullanımı ile çevreci hareketin içindeki farklı kollardan en öne çıkan kolların kastedildiğini anlamak gerekmektedir. Bunlara da pragmatik çevreci hareket ile radikal çevreci harekettir. Çevreci Hareket içersinde yer alan kolların odak noktası; doğanın tahribi ve bu tahribe karşı girişilen mücadeledir. Farklı olan yanları ise, bu mücadelede uyguladıkları stratejiler, taktikler ve genel olarak eleştirel yaklaşımlarının kapsamıdır. Bu sebeple çevreci hareket; radikal çevrecilik (ekolojizm, yeşiller, derin ekoloji) ve pragmatik çevrecilik (reformizm, sığ ekoloji) olarak iki ana kola ayrılabilir3. İşte bu iki kategorinin en büyük stratejik farklılığı, parlamenter muhalefet ile 1 Turgut, Çevre Hukuku, s.16. Mellor, Sınırları Yıkmak, s.36. 3 Bkz. Andre Gorz, Kapitalizm, Sosyalizm, Ekoloji, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yay., İstanbul 1993, s. 116-118; Murray Bookchin, Ekolojik Bir Topluma Doğru, Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yay., İstanbul 1998, s. 34, 78-80, 104-106. 2 46 parlamento dışı muhalefet1 şekillerinden hangisini seçtikleri noktasında düğümlenmektedir. Son olarak vurgulamak gerekirse, “bütün çevrecilerin radikal olduğunu varsaymak oldukça yanlıştır, çünkü politikanın kendisinde olduğu gibi çevreci harekette de ince görüş ayrılıkları vardır.”2 a- Pragmatik Çevreci Hareket Pragmatik çevreci hareket strateji olarak ılımlı bir muhalefet şeklini seçerek sistemi sorgulamaksızın çevrenin korunması veya daha doğru bir deyişle çevrenin yapısının daha fazla bozulmaması yönünde bir uğraş vermektedir. Pragmatistler, kimi zaman dava açma yoluna giderek kimi zaman da lobicilik vb. yollarla, ama tamamıyla sistem içerisinde kalarak, doğaya yönelen müdahaleleri eleştirmektedir. Çevreci hareketin pragmatik kanadı çevre sorunsalını ortaya çıkartan tarihsel süreç kısmında belirtilen doğanın tahribine neden olan kapitalist sistemi sorgulamak yerine, daha somut örnekler üzerinden hareket ederek, var olan yapının yeniden oluşumunu hedef alan indirgemeci bir politika izlemektedir. Bu yöndeki bir düşünceyi kabul etmek, kanaatimce, tutarlı görünmemektedir. Çünkü kapitalizm piyasa mekanizmasını kullanarak kar elde etme amacıyla doğaya müdahale etmektedir. Böylece doğa kapitalist sistem tarafından tahrip edilmektedir. Pazar mekanizması içerisindeki ilişkiler sürekli yayılma hedefi taşımaktadırlar. Kapitalizmin bu yayılma amacı bazı zayıf yasal kurallarla sınırlandırılmaya çalışılmıştır3. İşte tam bu noktada pragmatist çevrecilerin benimsedikleri muhalefet stratejisinin önemi ortaya çıkmaktadır. Pragmatistler lobicilik gibi taktikleri kullanarak, çıkarılacak yasalarda 1 Geniş bilgi için bkz. Turgut, Siyasal Muhalefet, s.135-190. Porritt, Yeşil Politika, s.19. 3 Bu görüş için bkz. Mellor, Sınırları Yıkmak, s.27, 28; Gorz, Kapitalizm, Sosyalizm, Ekoloji, passim. 2 47 kuralların çevreci düşüncenin esas alınmasını sağlayabilirler. Böyle bir tarz benimsendiğinde, pragmatist çevrecilikten radikal çevreciliğe doğru bir yaklaşma olabilecektir. Aslında pragmatistlerin benimsedikleri stratejide ve buna göre eyleme geçmelerinde belirleyici faktör etik yaklaşımlarıdır. Pragmatist çevreci hareketin benimsediği yaklaşım, modern dünyada egemen olan antroposantrik (insan merkezci) yaklaşımdır. Antroposantrik yaklaşım evrenin merkezinde insanın bulunduğunu ve kendinden bir değer atfedilecek tek varlığın insan olduğunu esas alan etik bir kuramdır. Bu yaklaşım insan dışında olan varlıkların kendinden bir değere sahip olmadığını iddia etmekte ve onları insan ihtiyaçlarını gidermek için kullanılabilecek araçlar olarak görmektedir. Antroposantrik yaklaşım çevresel varlıklara bir değer atfetmediğinden, onlara verilen bir zarar karşısında insanların menfaatlerinde meydana gelebilecek bir azalma ölçüsünde bu zarara müdahale edecektir. Çünkü insan dışındaki varlıklar insanın yararlanması içindir, kısaca insan doğanın efendisi ve hakimidir. Böylece insan merkezci yaklaşım insan ile doğa arasında bir çeşit hiyerarşik düzen kurarak doğaya karşı sorumsuz ve sömürgeci bir tutum benimsemiştir. İnsan ancak kendi çıkarı izin verdiği ölçüde eylemlerini sınırlamaktadır ki bu da eleştirilebilir. İşte antroposantrik yaklaşıma yöneltilebilecek bu temel eleştiri, yaklaşımın insan ile insan olmayan varlıklar arasındaki ilişkide doğaya olan müdahaleyi salt insan çıkarları söz konusu olduğunda sorgulaması şeklinde özetlenebilir. Dolayısıyla doğanın bir değeri olmadığı şeklindeki bir nitelendirme, doğanın tahribine yüzeysel bir karşı çıkış şeklinde anlaşılacaktır. Bu da somut sorunların çözülmesinde bütünsel bir bakış açısını değil indirgemeci bir bakış açısını esas almaktır. 48 b- Radikal Çevreci Hareket aa. Radikal Çevreci Hareketin Kavramsal Çerçevesi Radikal hareket ya da ekolojizm, pragmatik çevreci hareketin aksine, katı bir muhalefet şeklini tercih etmekte ve daha kökten bir yaklaşımla, kapitalist sistemi sorgulayarak doğanın korunması, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi amacına ulaşmaya çalışmaktadır. Radikal sözcüğünün semantik açıdan incelendiğinde birbiriyle paradoks olan iki anlamının olduğu görülür: köktenci (fundemantalist) ve aşırı uç (ekstrem)1. Çevreci hareketin radikal kanadı her iki anlamı da içinde barındırmaktadır. Bir yönüyle doğaya karşı girişilen haksız uygulamalara ödün vermez bir şekilde karşı durulurken, diğer yönüyle de uyguladığı taktiklerle aşırılığı ifade etmektedir. Özellikle ekotaj söz konusu olduğunda bu aşırılık en üst seviyede olmaktadır. Çünkü radikaller bu taktikle geleneksel hukukun, yani burjuva hukukunun yapı taşlarından biri olan mülkiyetin meşruiyetini sorgulamaktadırlar2. Radikal çevreci hareket çevre sorunlarının temel dinamiklerini tanımlamaya ve onları değiştirmeye çalışmaktadır3. Özetle radikaller çevre sorunlarının merkezinde yer alan sebebin Batı Uygarlığının egemen etik yaklaşımı olan antroposantrik yaklaşım olduğunu düşünmekte ve bu paradigmayı değiştirmeyi umut etmektedirler4. Öyleyse ekolojik direniş, “insan ve insan dışındaki dünyayı yeniden uyumlaştırmak için gerekli adaptasyonu sağlayan 1 Scarce, Eco-Warriors, s.10. Tartışmalar için bkz. Scarce, Eco-Warriors, s.206-210. 3 Al Gedicks, “International Native Resistance To The New Resource Wars”, Ecological Resistance Movements, The Global Emergency of Radical and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press, Albany 1995, passim. 4 Mellor, Sınırları Yıkmak, s.174-175. 2 49 1 kendini savunmanın evrimsel ifadesi” dir denilebilir. Radikaller teori ve pratikleriyle yaşam veren yeryüzü imgesini ön plana çıkarmaya çalışmaktadır. Radikal hareketin temeli, ekolojik bilinç ve biyolojik çeşitlilik şeklinde özetlenebilir2. Radikalleri aşırı olarak nitelendirilen taktiklere sevk eden şey, ön-sezgisel bir ekolojik bilinçtir. Radikal çevrecilerin ekolojik sorunlara duyarlılığı her şeyin ölçüsünün insan olduğu şeklindeki sığ antroposantrik bakış açısının tam aksidir. Radikaller, bu dünyanın bir parçası olan bizlere, ancak dünyadaki rolümüzün doğada diğer türlerden ne daha az ne de daha fazla önemli olduğunu anlarsak gelecek yıllarda mutlu ve sağlıklı bir yaşam süreceğimizi söylemektedirler. Ayrıca insan türünün ve diğer bütün türlerin yaşamlarını devam ettirebilecekleri, mevcut sanayileşmiş toplumun işleyişinden çok daha farklı ekolojik bir toplum ve 3 dünyanın var olduğuna, bizleri, ikna etmeye çalışmaktadırlar . Şu anki mevcut paradigma doğayı, savaşmak, fethetmek ve egemen olmak için gerekli olan bir nesneler kümesi olarak görmektedir. İşte bu geleneksel görüş insanlar ile doğa arasında bir EKO-DUVAR inşa etmiştir. Burada önemli olan nokta ekoduvarın tek taraflı olarak kapitalistlerce değil, komünistlerce, salt Batı Uygarlığı tarafından değil, ayrıca Doğu Uygarlığı tarafından da bir Berlin Duvarı misali inşa edilmiş olmasıdır4. Radikallere göre “[...] dünyayı egemenliği altına alan teknomaninin taarruzuna karşı artık yer altına inme zamanı gelmiştir. 1 Paul Wagner, “In Defense of Banner Hangers: The Dark Green Politcs of Greenpeace”, Ecological Resistance Movements, The Global Emergency of Radical and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press, Albany 1995, s.301. 2 Scarce, Eco-Warriors, s.10. 3 Brain Taylor, “Introduction: The Global Emergence of Popular Ecological Resistance” Ecologcial Resistance Movements-The Global Emergence of Radical and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press, Albany 1995, s.1. 4 Scarce, Eco-Warriors, s.7. 50 Eko-duvarları yıkmanın tek yolu bireysel yaşamımızda ve topluluk içinde eylemde bulunmaktan geçmektedir.” 1 Radikaller, günümüz toplumundaki insanların eskiden sahip oldukları değerleri değiştiren ve sadece maddi gereksinimler ortaya çıkaran modern bir tüketim toplumunun var olduğuna dikkat çekmektedirler. Sanayi toplumunun temelini oluşturan Batı bilimsel rasyonalizmi insanların tinsel gereksinimlerini 2 yadsımıştır Radikaller materyalizme sürüklenişin hem nedeni hem de sonucu olarak insanları maddi değerler fazlaca yönlendirilerek tinsel değerlerin kaybolmasında olduğunu savunmaktadırlar. Tinsellik radikal politikanın temel noktasıdır3. Özetle radikaller, kendilerini doğanın bir parçası olarak görmekte ve bundan dolayı uzlaşmayı reddetmektedirler. Çünkü uzlaşmak ödün vermek anlamına gelmektedir. Doğayı korumak kişisel bir sorumluluk gerektirdiği için bu sorumluluktan vazgeçmeyi, yani süregiden yaşamın ve evrimin 4 sigortasından feragat etmeyi etik açıdan doğru bulmazlar . Radikal hareket modern topluma köklü ve sert eleştiriler getirmiştir. Bu eleştirilerden hem kapitalizm hem de reel sosyalizm nasibini almıştır. Çünkü her ikisi de doğayı hiçe sayarak onu kullanmış ve hatta neredeyse eşit oranda sömürmüştür. Radikal hareketin politikası, sınırlarını kendisinin belirlediği bir politikadır. Radikal hareketin politikası, modern sanayi toplumundaki merkezileşmeye karşıdır ve bu yüzden ademi 1 Scarce, Eco-Warriors, s.8. Mellor, Sınırları Yıkmak, s.63. 3 Bkz. Brain Taylor “Earth First! And Global Narrativistes of Popular Ecological Ressitance” Ecological Resistance Movements-The Global Emergence of Radical and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press, Albany 1995, s.15. 4 Scarce, Eco-Warriors, s.11. 2 51 merkezileşmiş bir yapıyı savunmaktadır. Radikal politikanın merkezine toplumsal adalet fikri oturmuştur. Radikaller için, toplumsal adalet fikri doğanın tahribine dur diyebilecek bir imkandır. Ekoloji biliminin öğrettiği gibi doğada her etki bir tepki doğuruyorduğu için toplumsal yapılardaki adaletsizlik de bir tepki olarak doğanın bozulmasını yol açacaktır. Bu da bütünsel bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Hiçbir sorun, toplumsal veya ekolojik olsun, birbirinde soyutlanamaz, biri diğerine indirgenemez. Son bir nokta da radikallerin, radikal olmayan diğer bireyler ya da gruplar ile olan ilişkileridir. Radikal olmak, doğayı koruma amacı taşıyan ve radikal olmayan bireyleri ya da grupları reddetme anlamına gelmemektedir. Radikallerin önemi, radikal olmayan diğer gruplara da yol açma çabası içinde olmalarıdır. Yani radikaller aşırı bir görünüm çizerken veya aşırı taktikler uygularken özellikle ılımlı bir muhalefeti benimseyen pragmatik çevreci gruplara bu yolu sonuna kadar kullanma olanağı tanımış olmaktadırlar. Bu uygun bir yer teorisi (niche theory) nin önemli bir taktiğidir1. bb. Radikal Hareketin Nitelikleri Radikal çevreci hareketin pragmatik çevreci hareketten birçok farklı özelliği vardır. Oysa çevreci harekette yer alan bu farklılıklar yanında radikal hareket ve pragmatik hareketin kendi içlerinde de çeşitli farklılıklar, benzerlikler ve ortak noktalar vardır. Burada radikal hareketin içindeki farklılıklar ayrıntılarıyla dikkate alınmayarak radikal hareketin içerisindeki tüm grupların üzerlerinde anlaştıkları niteliklere değinilecektir. Radikal hareketin nitelikleri2 şöyle sıralanabilir: 1-Radikal çevreciler çevre sorunlarına çözüm ararken uzlaşma yolunu tercih etmek yerine doğrudan eylem yolunu 1 2 Bkz. Scarce, Eco-Warriors, s. 9. Scarce, Eco-Warriors, s.10; Lee, Earth First!, s.9. 52 kullanmaktadırlar. Doğrudan eylemi kullanırken, hukuk kurallarını da ihlal etmektedirler. İşte bu noktada iki taktik ortaya çıkmaktadır: Sivil İtaatsizlik ve Ekotaj. Radikalleri pragmatik çevrecilerden ayıran da kullandıkları ekotaj taktiğidir. 2-Radikal çevrecilerin protestolarının ve eylemlerinin amacı ekolojik çeşitliliği korumaktır. Ekolojik çeşitlilik ile kastedilen ekosistemlerin canlı ve cansız varlıklarıdır. İnsan doğaya müdahale ederek ekolojik çeşitliliği azaltmakta ve insanın yaptığı tahribat sonucu bu çeşitlilik eko-çöplüğe dönüşmektedir. 3-Radikaller, herhangi bir hiyerarşik yapılanma olmaksızın, dağınık bir biçimde hareket etmektedirler. Radikal hareket örgüt kavramını reddederek hareket kavramına vurgu yapmaktadır. Radikaller üye olmak yerine katılımcı olmayı tercih etmektedir. Hiyerarşik bir yapılanma göstermedikleri için daha önceden planlanmış, tartışılmış ve karar verilmiş eylemlerde bulunmamaktadırlar. Radikaller içinde liderlik mevkiine de yer yoktur. Liderler yerine öncülerin olduğu kabul edilmektedir. Kısaca radikal hareketin içinde yer alan her eylemci eşit konuma sahiptir. Nasıl ki dünyadaki tüm türler eşitse bireyler de eşittir. 4-Radikal çevreciler ekonomik açıdan kötü durumdadırlar. Genellikle yoksuldurlar. Ancak bu onların tercihidir. Bunun sebebi çevresel bozulmaya doğrudan neden olabilecek işleri yapmaktan kaçınmalarıdır. 5-Radikal çevrecilerin en ayırt edici özelliği gerçekleştirdikleri eylemlerin ya da protestoların çevreyi bozan uygulamaları sona erdireceğini düşünmemeleridir. Deyim yerinde ise bu konuda oldukça ümitsizdirler. Fakat asıl 53 beklentileri dikkate alındığında gerçekleştirdikleri anlaşılacaktır1. niçin bu eylemleri 6-Radikal çevreciler ılımlı muhalefet şekillerine karşı değildirler. Radikaller, özellikle, dava açma yolunu desteklemektedirler. Ancak hukuk sistemi içerisindeki usuli gecikmeler sonucu çevresel varlıklar zarar görebilmekte ve sonradan düzeltilemeyen durumlar ortaya çıkabilmektedir. İşte bu halde radikaller aşırı olarak nitelendirilen taktikleri uygulayarak çevreye zarar veren faaliyeti durduran bir mahkeme kararı alıncaya kadar çevresel zararı önlemiş olmaktadırlar. cc. Radikal Hareketin Uyguladığı Strateji ve Taktik Strateji, bütün faaliyet sürecinin üzerinde yükseldiği ve sonunda çözüldüğü zaman, bütün ilişkileri ve süreci değiştirecek olan en temel soruna, son hedefe yönelmiş işlerin genel planlaması ve yürütülmesi anlamına gelmektedir. Değiştirildiği veya çözüldüğü zaman bütün süreci değiştirecek temel sorun, aynı zamanda sürecin temel çelişkisini oluşturmaktadır. Bu durumda temel çelişkiyi çözmeye yönelik işlerin yürütülmesi için yapılan bütün planlar, kullanılan araçlar ve hareket tarzlarının toplamı stratejiyi ortaya çıkarmaktadır2. Stratejinin gerçekleştirilmesi için yapılan ara işlerin, geçirilen ara süreçlerin her birine ya da birkaçının toplamından meydana gelen tutarlı bütüne taktik denilir. Taktikler stratejinin genel amacına, genel yapısına uygun olarak seçilmeli, uygulanan her genel taktik, stratejik hedefin gerçekleşmesi 3 yolunda atılmış bir adım olmalıdır . 1 Bu beklentiler hakkında bkz. aşa. ekotajın amacı. İlhan Akdere, Marksizm’de Temel Kavramlar, 4. Baskı, Evrensel Basım Yayım, İstanbul 1995, s. 63. 3 Akdere, Marksizm’de Temel Kavramlar, s. 64. 2 54 Radikaller çevresel sorunları çözmek için strateji olarak doğrudan eylem yolunu kullanmaktadır. Bookchin’e göre doğrudan eylem “üretimden örgütlenmeye, eğitimden yayın faaliyetlerine hayatımızın her alanını nasıl yöneteceğimizi öğrenmemiz demektir”1. Doğrudan eylemi radikallerin kullandıkları bir araç olarak düşünmek bu stratejinin asıl işlevini göz ardı etmek demektir. Çünkü doğrudan eylem, bir ahlaki ilke, ideal hatta çevresel bozulmaya karşı duyarlılığın 2 ifadesidir . Doğrudan eylemi benimsemelerinin sebebi, sistem içinde hareket eden stratejilerin başarısız olduğuna inanılmasıdır. Bu stratejiler bitmek bilmeyen davalar, duruşmalar, dilekçeler vb. ile çevre sorunlarına çözüm bulamadılar. Radikaller radikal strateji olarak doğrudan eylemi seçtiklerinde taktik olarak da çatışmalı (confrontational) 3 taktikler kullanacaklardır . Radikal çevreciler doğal çevreye zarar veren faaliyetlere bir tepki olarak ingiliz anahtarı (monkeywrenching) simgesini kullanmaktadırlar. Bu simge yabanıl alanların ve doğal çeşitliliğin tahribine mukavemet 4 etmenin bir aracı işlevini görmektedir . Ekotaj taktiği de bu mukavemetin en iyi örneğidir. Daha sonra açıklanacağı gibi Edward Abbey’in “The Monkey Wrenching Gang” (İngiliz Anahtarı Çetesi) adlı romanından esinlen bu simge ile doğanın tahribine neden olan kapitalist sistemin kapalı kapılarını açma imkanının olduğu gösterilmeye çalışılmaktadır. Birçok radikal çevreciye göre, sivil itaatsizlik gibi bazı taktikler çevrenin korunmasında önemsiz (merely) bir yere sahiptir5. Çünkü onlar, sivil itaatsizlik gibi taktiklerin geleneksel hukuk kurallarının meşruiyetini sorgulamadığını ve sistem içinde 1 Bookchin, “Yoketme Gücünü Yaratma Gücü”, s.57. Bookchin, “Yoketme Gücünü Yaratma Gücü”, s.55. 3 Lee, Earth First!, s.9. 4 Lee, Earth First!, s.9. 5 Scarce, Eco-Warriors, s.6. 2 55 yeniden yapılanmaya gitmeyi amaçladığını iddia etmektedirler. İşte bu yüzden birçok radikal ön- ilke (foreswear) olarak mülkiyete zarar veren ekotaj taktiğini yeğlemektedir. 56 İKİNCİ BÖLÜM EKOLOJİK SABOTAJIN TEMELLERİ-UYGULAMA ŞEKİLLERİ VE UYGULAYAN GRUPLAR Genel Açıklama “İngilizanahtarcılığı” (monkeywrenching), “ekotaj” (ekotage), “gece çalışması” (night work), “pericilik” (elfs) ve “ekosavunma” (ecodefense); bütün bunlar doğayı korumak amacıyla, çevreye zarar veren veya vermesi muhtemel eylem ve/veya işlemleri durdurmayı/engellemeyi/ortadan kaldırmayı temel almış doğrudan eylemin radikal bir taktiği olan ekolojik sabotajla aynı anlama gelen kavramlardır. Ekotajı düşüncesizce yapılmış bir eylem dizisi olarak görmek, onun alt yapısında yer alan felsefeyi gözden kaçırmak anlamına gelecektir. Ekotajın ne zaman ortaya çıktığı tartışmaları bir yana, asıl değinilmesi gereken ekotajın kökeninin nerelere kadar uzandığını tespit etmektir. Çünkü ekotaj on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan, Türkçeye eksik bir biçimde de olsa makine kırıcılık olarak çevrilecek Luddizm hareketine kadar köklendirilebilir. Ekotajın birkaç amacı olduğu söylenebilir. Bunlardan birisi ekotajın esas amacı, diğerleri de amacın türevleri şeklinde belirtilebilir. Kısaca ekotajın temel amacı, doğanın korunmasıdır. Bununla ilgili türev amaçlar ya da eleştirel alanlar, özel mülkiyetin sorgulanması, çevresel varlıkların geleneksel hukuk kuralları çerçevesinde korunmak zorunda kalması durumunda kamu hukukuna ilişkin kuralların temel alınarak korunması şeklinde özetlenebilir. 57 Ekotajın ilkeleri, geleneksel hukuk kurallarının meşruiyetini sorgulamak, sembolik şiddet içeren eylemlerde bulunmak, önceden belirlenmiş hedeflere yönelme ve örgütlü bir hareket niteliğine sahip olmama şeklinde belirlenebilir. Radikal bir taktik olması sebebiyle ekotajı uygulayan grupların da bu özellikte olduğu kolaylıkla söylenebilir. Ekotajı uygulayan grupların, Greenpeace (Yeşil Barış) muaf tutulmak kaydıyla, radikal oldukları yönündeki iddia doğru olarak kabul görebilir. Bu radikal gruplar her biri belirli çevresel soruna yönelik eylemlerde bulunurlarken bütünsel bir bakış açısından uzaklaşmamışlar, aksine çevre sorunlarını bir bütün olarak görüp, eylemlerinin başarılı olması için belirli sorunlara odaklanmışlardır. Ağaçları çivilemek (Tree-spiking), engelleme (blocage), reklam panolarını kullanılmaz hale getirme (billboard bandits) belli başlı uygulama şekilleridir. Kanımca, Sam Love ve David Obst'un “Ekotage!” (Ekotaj) isimli kitabında verilen çocuk kaçırma, mektup yazma, vb. örnekleri ekotajın uygulama şekillerinden değildir. Çünkü böylesi örnekler ekotajın amacından uzaklaşarak, onun adi bir suç niteliğine bürünmesine yol açabilir. Nitekim kamuoyunda bazı çevrelerde ve özellikle hükümet yetkililerinde böyle bir nitelendirmeye gitmektedirler. Ekotajın, yeni bir çeşit terör eylemi olduğu yönünde iddiada bulunmaktadırlar. Ekotaj sivil itaatsizliğin de ötesine geçen bir adım olarak düşünülebilir. Çünkü ekotaj, iktidarın geleneksel hukuk kurallarının meşruiyetini sorgulamada kuvvetli bir araçtır. 58 I- Ekotajın Anlamı ve Tanımı Ekotaj, ekoloji ve sabotajın birleşmesi ile meydana gelmiş bir sözcüktür. Bu sözcüğü semantik olarak inceleyebilmek için ona oluşturan bu iki sözcüğün anlamını bilmek gerekmektedir. Ekoloji sözcüğü 1889'da Alman bilimadamı Ernest Haeckel tarafından, Yunanca oikos (ev) ve logos (bilim) köklerinden türetilmiştir. Ekoloji, canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı olarak tanımlanmaktadır1. Ekoloji önceleri bilim dalı olarak kabul edilirken daha sonraları bir düşünce akımının, sosyo-politik hareketin doğuşuna hizmet etmiştir2. Sabotaj ya da sabote etmek sözcüğü ise Fransızca kökenli olup, sabot ve age sözcüklerinden türemiştir. Yani, Fransızca sabot, tahtadan yapılmış ayakkabı anlamına gelirken, -age tahtadan yapılmış ayakkabılarla (sabotlarla) makinelere verilen zarar anlamında kullanılmaktadır. Kısaca sabotaj, tahtadan yapılmış ayakkabılarla makinelere zarar vermektir3. Bu sözcük on dokuzuncu yüzyılda işçilerin tahtadan yapılmış ayakkabıları ile çalıştıkları işyerlerindeki makineleri tahrip etmeleri olgusu sonucu ortaya çıkmıştır4. Ekoloji ile sabotajın birleşmesiyle oluşan ekotaj, genellikle, yaşam sistemlerine zarar vermeksizin icra edilebilir taktik şeklinde belirlenebilir. Bir başka deyişle ekotaj çevresel bozulmayı önlemek için uygulanan sabotajdır5. Ekotaj ekolojik krize neden olan etkinlikleri protesto etme temelinden hareket ederek uygulanan 1 Berkes/Kışlalıoğlu, Çevre ve Ekoloji, s. 16, 36; Simonnet, Çevrecilik, s. 8. Simonnet, Çevrecilik, s. 8. 3 Abbey, The Monkey Wrenching Gang, s. xıı; Sam Love/David Obst, Ecotage!, Pocket Books pub., New York 1972, s. 5. 4 Bkz. yuk. Luddizm. 5 Taylor, “Earth First!”, s. 14; Love/Obst, Ecotage!, s. 89. 2 59 çevresel değerlere duyarlı sabotaj eylemleri olarak da nitelendirilebilir1. Ekotajın ne olduğunu açıklamaya ve onun uygulama şekillerini de gösterecek bir tanım vermeye çalışalım. Ekotajı bir katalizör olarak düşünmek doğru bir yaklaşım olacaktır; çünkü bu, doğaya karşı yürütülen tahrip edici, yok edici insan faaliyetlerini ve davranışlarını değiştirmeye ve doğayı koruma yönünde bir bilincin oluşmasına yardım edebilecek eylemler toplamıdır. Ekotaj, doğanın kötü amaçlarla kullanımını değiştirebilecek ve bu yıkıma karşı çıkabilecek taktikler, uygulamalardır2. Ekotaj, sistem içinde sıkışıp kalmış bireyleri taciz etmek için kullanılabilecek, bir nevi gerilla savaşına yol açan bir rehber olarak asla düşünülemez. Çünkü, ekotaj bireysel ve toplumsal davranışlarımız yanında aslında iktidarı elinde tutanların düşüncelerine ve davranışlarına odaklanmaktadır. Ekotaj, doğaya karşı işlenen suç ya da suçlara karşı bir duruş, bir sosyal baskı şeklinde görülmelidir3. Ekosabotörlerin ekotajı, yasal araçların artık yetersiz kaldığında, son çare olarak uygulamaları da bu tezi kanıtlamaktadır4. İşte bu noktada ekotajın bir meşru müdafaa olduğu savunulmaktadır. Edward Abbey, “Ecodefence: A Field Guide to Monkeywrenching” (Ekosavunma: İngilizanahtarcılığının Bir Kılavuzu) adlı kitaba yazdığı önsözde bunu açıkça gözler önüne sermektedir: “Bir yabancı bir baltayla kapıyı zorlarsa, aileni ve seni öldürücü silahlarla tehdit ederse, ve her ne olursa olsun senin evine girmek için diretirse, o ahlâk ve hukuk 1 Demirer/Torunoğlu/Duran, “Radikal Çevreci Hareket”, s.111. Love/Obst, Ecotage!, s. 180-181. 3 Love/Obst, Ecotage!, s. 14-17. 4 Mattehew Lyon, “Introduction To Third Edition”, Ecodefence: A Field Guide to Monkeywrenching, Ed. Foreman/Haywood, 3. Edition, Abbzug Press, California 1996, s. 3. 2 60 kurallarının evrensel olarak suç şeklinde tanımladığı şeyi işliyor demektir. Böyle bir durumda herkes ev halkını, kendisini ve ailesini, mülkiyetini korumak hakkına ve yükümlülüğüne sahiptir. Bu hak ve yükümlülük evrensel olarak tanınmış, adil sayılmış ve bütün medeni toplumlar tarafından kabul görmüştür. Saldırıya karşı kendini savunmak temel kurallardan birisidir ki bu sadece insan toplumu için değil, yaşamın kendisi için de, salt insan yaşamı için değil, bütün yaşam sistemleri için de geçerlidir.”1 Abbey'in sözlerinden de anlaşıldığı üzere, ekotaj bir meşru müdafaa olarak görülmektedir2. Bu iddia meşru müdafaanın esasını açıklamayı gerektirmektedir. Şu halde meşru müdafaanın esasını açıklayan düşüncelere değinmekte yarar vardır. Meşru müdafaanın esasını açıklayan düşünceler, objektif ve sübjektif düşünceler şeklinde ikili ayrıma tabii tutulmuştur. Bu düşünceler de kendi aralarında alk kategorilere ayrılmıştır. Kategoriler üzerinde bir fikir birliği yoktur. Burada, kısaca, doktrinin kullandığı bütün kategorilere değinilmeye çalışılacaktır. Sübjektif düşünceler beş ana başlık halinde açıklanmaktadır3. Bunlar; tabi hak düşüncesi, manevi cebir düşüncesi, saikte meşruluk düşüncesi, cezalandırılamayan hareket düşüncesi, kendini koruma içgüdüsü düşüncesi şeklinde belirtilebilir. Tabi hak düşüncesi, meşru müdafaayı, tabi bir hak olarak görmektedir. Bu düşünceye göre, kişi haksız 1 Edward Abbey, “Forward!”, Ecodefence: A Field Guide to Monkeywrenching, Ed. Foreman/Haywood, 3. Edition, Abbzug Press, California 1996, s. 3. 2 Aynı yönde bir görüş için bkz. Carrie Lane, “Ecotage”, http://electronicsoap.box/es/ecotage/organie.htm., 12. 11. 2001, s.1. 3 Bkz. Muharrem Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, Seçkin Yay., Ankara 1995, s. 29-37. 61 bir saldırıya uğrarsa kendini savunma hakkına sahiptir. İnsanlar tabiat halinden toplum haline geçerken yaptıkları bir sözleşmeyle tabi müdafa haklarından feragat etmişler, yani bu haklarını topluma devretmişlerdir. Ancak, toplum bir tehlike karşısında bireyi koruyamazsa, bu hakka birey tekrar sahip olacak ve böylece kendini haksız bir saldırıya karşı savunabilecektir1. Buna karşılık manevi cebir düşüncesini kabul edenler, saldırıya uğrayan ya da tehlikeye karşı savunmada bulunmak zorunda kalan bir kişinin soğuk kanlılığını yitireceğini, bu yüzden kasıtlı hareket etme ehliyetine ve irade serbestisine sahip olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Böylece kişi kusurlu sayılmayacağı için saldırıya karşı kendisini savunması cezalandırılamayacaktır2. Saikte meşruluk düşüncesinin temeli, haksız bir saldırıya karşı kendini savunan kişinin saikinin meşru olması fikridir. Savunmada bulunan kişinin amacı, başkasına saldırmak değil, aksine haksız bir saldırıya karşı kendini korumaktır. Kendisini koruyan bir kişinin de cezalandırılması düşünülemez3. Cezalandırılamayan hareket düşüncesi meşru müdafaada bulunan kişinin kusurlu olduğunu, ancak fiilinin maksada uygun oluduğu için cezalandırılmadığını savunmaktadır. Bu düşünceye göre, savunma amacıyla bile yapılmış olsa suç teşkil 1 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 29-31; Sulhi Dönmezer/Sair Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C. II, 7. Bası, İÜHF Yay., İstanbul 1981, s. 124-126; Faruk Erem, “Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, Adliye Ceridesi, S. 8, 1943, s. 606; Faruk Erem/Ahmet Danışman/Mehmet Emin Artuk, Ceza Hukuku, 14. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara 1997, s.566; Pulat Gözübüyük, “Modern Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, Adliye Ceridesi, S.1, 1942, s. 589 dn. 2. 2 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 31-32; Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 127-127; Erem/Danışman/Artuk, Ceza Hukuku, s.567. 3 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 33-34; Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 130-131; Erem/Danışman/ Artuk, Ceza Hukuku, s.566-567; Erem, “Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 607. 62 eden fiili işlemek hukuk düzenine aykırılık teşkil etmektedir1. Meşru müdafaanın hukuki esasını açıklayan subjektif teorilerden sonuncusu kendini koruma içgüdüsü düşüncesidir. Buna göre, haksız bir saldırıyla karşı karşıya kalan kişi, buna işgüdüsel olarak tepki gösterir ve karşı koyar. İşte hukuk düzeni de bu fiili cezalandırmamalıdır. Çünkü kişi cezalandırılsa da içgüdüsünün ona emrettiği şeyi yapacaktır2. Görüldüğü gibi sübjektif teoriler meşru müdafaayı açıklarken kişinin fiilini esas almaktadır. Oysa objektif teoriler meşru müdafaayı açıklarken kişiyi esas almamakta, hak, hukuk ve kamu gibi kavramları kullanmaktadır. Objektif düşünceler yedi ana başlık halinde açıklanmaktadır3: Haksızlığın butlanı düşüncesi, hakların çatışması düşüncesi, tali kamu savunması düşüncesi, kötülüğün kötülükle karşılanması düşüncesi, yetki devri düşüncesi, hukuk için mücadele düşüncesi, toplumsal zararın yokluğu düşüncesi. Haksızlığın butlanı düşüncesi, haksız bir saldırının hakkı inkâr ettiğini buna karşılık savunmanın da bu inkârı red anlamında algılanması gerektiğini ileri sürmüştür. Dolayısıyla kişi hakkını teyit ettiği için cezalandırılmayacaktır4. Hakların çatışması düşüncesine göre, iki hak çatıştığı zaman bunlardan birisinin feda edilmesi gerekecektir. Meşru müdafaa halinde üstün tutulması gereken hak savunma fiilini gerçekleştiren kişinin hakkıdır. Devlet bu haklardan üstün olanı, yani savunanın hakkını korumak zorundadır5. Bir başka düşünce, 1 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 34-35; Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 127. 2 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 36-37; Erem, “Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 607. 3 Bkz. Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 37-49. 4 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 37-38; Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 131; Erem/Danışman/ Artuk, Ceza Hukuku, s.567. 5 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 38-39; Erem/Danışman/ Artuk, Ceza Hukuku, s.567. 63 tali kamu düşüncesi, kişisel savunmayı asli kamusal savunmayı ise tali nitelikte görmektedir. Çünkü bu düşüncede olanlara göre, kamusal savunma bireysel savunmanın yetersizliğini gidermeye ve onun aşırılığını önlemeye yöneliktir. Şu halde, kamusal savunma etkisiz ve yetersiz olduğunda bireysel savunma etkin duruma geçmektedir1. Meşru müdafaanın aslında bir haksızlık olduğunu ileri süren kötülüğün kötülükle karşılanması düşüncesi, bunun gerekçesini cezalandırma hakkının sadece devlete ait olması şeklinde açıklamaktadır. Ayrıca, bu düşünceye göre, iki kötülüğün karşılaşması ile çatışma bitmiş ve devlete yapacak bir iş kalmamıştır. Bundan sonra haksızlığın ortadan kaldırılması ahlaki bir kefarettir2. Yetki devri düşüncesinin esası ise, kısaca, devletin saldırıya uğrayana ya da bir üçüncü kişiye yardım edemediği hallerde meşru müdafaa fiilini gerçekleştirene yetkisini farazi ve şartlı olarak devretmesidir3. Jhering’in savunduğu hukuk için mücadele düşüncesi hukukun kaynağını mücadeleye indirgemektedir. Dolayısıyla meşru müdafaa da hukuk için mücadelenin bir şeklidir4. Son düşünce ise, toplumsal yararın yokluğu düşüncesidir. Antolisei, meşru müdafaa halinde işlenen fiilin toplumsal bir zarara sebep olmadığını söylemektedir. Toplum saldırıya uğrayanın hakkını saldırganın hakkından üstün tuttuğu için savunma fiili 5 cezalandırılmamaktadır . 1 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 40-41; Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 124-126; Erem/Danışman/ Artuk, Ceza Hukuku, s.568. 2 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 41-42; Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 129. 3 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 43-45; Erem/Danışman/ Artuk, Ceza Hukuku, s.568. 4 Aktaranlar Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 45-46; Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 131-132; Erem/Danışman/ Artuk, Ceza Hukuku, s.568-569. 5 Aktaran Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 47-49. 64 Bütün bu belirlemelerden sonra ekosabotörlerin meşru müdafaanın esasını açıklayan düşüncelerden tabi hak düşüncesine daha yakın oldukları söylenebilir. Ancak şu da hemen belirtilmelidir ki, tabi hak düşüncesi çevresel varlıklara karşı yönelen saldırıları savunmada, ekosabotörlere, bir çerçeve sunmamaktadır. Çünkü, tabi hak düşüncesi de diğer düşünceler gibi bireyi esas almaktadır. Aksi bir düşünce, tabi hak düşüncesinin çerçevesini genişletmek ve hatta onun yanlış anlaşılmasına neden olabilecektir. Meşru müdafaa “...özünde, insanda varolan kendini koruma içgüdüsünün hukuken tanınmasından ibarettir.”1 Dolayısıyla geleneksel hukuk kurallarının tanımladığı meşru müdafaa ile Abbey'in savunduğu doğa lehine meşru müdafaa anlayışı uyuşmamaktadır. Bu noktada, pozitif hukuk açısından, bir savunma fiilinin meşru müdafaa olarak kabul edilebilmesi için gerekli şartların ne olduğu bilinmelidir. Meşru müdafaanın şartları, saldırıya ve savunmaya ilişkin olarak iki grupta incelenmektedir. Saldırıya ilişkin şartlark, üçlü bir ayrıma tabi tutulmaktadır: Mevcut bir saldırı olmalı, saldırı haksız olmalı ve saldırı nefse veya ırza yönelik olmalıdır2. Bazı hukuk düzenleri nefse ve ırza yönelik saldırıları da meşru müdafaa kapsamına almaktadır. Mal için meşru müdafaanın kabulü konusunda çok yoğun tartışmalar 1 Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Üçüncü Baskı, Savaş Yay., Ankara 1994,s.71. 2 Ayrıntılı bilgi için bkz. İsmail Doğanay, “Meşru Müdafaa”, Adalet Dergisi, S. 5, Mayıs 1947, s. 387-394; Ahmet Erdoğdu, “Meşru Müdafaa”, Adalet Dergisi, S. 3, Mart 1950, s. 349-355; Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 71-112; Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 133-143; Gözübüyük, “Modern Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 591-592; Erem, “Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s.607-611. 65 yapılmış, bunu kabul edenler kadar karşı çıkanlar da olmuştur1. Tartışmalar ceza hukuku tekniği üzerinde yoğunlaşmamış, ceza siyaseti ve mülkiyet hakkı üzerindeki kişisel görüşlerde odaklanmıştır. Bir yazara göre2, hukuk müdafaayı bazı haklar veya durumlar için değil, hukuk düzenindeki bütün haklar için meşru saymalıdır. Çünkü aksi halde, bazı haklar veya durumların niçin bu kapsamın dışında tutulduğu yönünde objektif ve bilimsel bir açıklama yapılamayacaktır. Bu görüş, nefse ve ırza karşı müdafaa ile mala karşı müdafaa arasında bir fark görmemektedir. Çevresel varlıklar açısından konuya bakıldığından konu daha da karmaşıklaşmaktadır. Çevresel varlıklara yönelik bir saldırıya karşı meşru müdafaayı mala karşı meşru müdafaa kapsamında değerlendirmek birçok sorunu beraberinde getirecektir. Mal ile neyin kastedildiğinin açıklanması gerekecek3, özel hukukla ceza hukukunun bu kavramı ne şekilde nitelendirdiği önem taşıyacaktır4. Ayrıca, ceza kanunlarına bakıldığında, özellikle Türkiye açısından, mala karşı meşru müdafaanın genel bir kural olarak kabul edilmediği görülecektir. Meşru müdafaanın savunmaya ilişkin şartları, kısaca, savunmanın zorunlu olması ve savunmayla saldırı arasında bir oran bulunması şeklinde özetlenebilir5. 1 Bkz. Erem, “Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 614-616; Gözübüyük, “Modern Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s.593597. 2 Bkz. Gözübüyük, “Modern Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 597. 3 Bkz. aşa. Ekotajın amacı ve eleştiri alanı. 4 Bu konuda bir karşılaştırma için bkz. Hamdi Öner, “Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nun Meşru Müdafaaya İlişkin Hükümleri Arasında Mukayese”, Adliye Ceridesi, S. 1939. 5 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 120-132; Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, s. 127-127; Erem, ““Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 609-613; Gözübüyük, “Modern 66 O halde, bu söylenenler ışığında, hukuk düzeninin, gerçekte, yalnız insan hareketlerini değerlendirdiği ve normların yalnız insanlara hitap ettiği değerlendirmesi yapılabilir1. Oysa, çevre siyaseti ve hukuku bu yerleşik yapıya bir alternatif sunmaktadır. Çevre siyaseti ve hukukunun amacı, “geniş anlamıyla, çevresel öğelerin korumasıdır” şeklinde açıklanmaktadır2. Bu korumaya insanların da dahil olduğu tartışmasız bir gerçektir3. O halde “çevre hukukunun, hukukun geleneksel kural, kavram ve araçlarını sorgulayarak, onların sınırlarını zorlayarak”4 geliştiği esas alındığında doğayı savunmaya yönelik bir eylemin, üçüncü kişi lehine meşru müdafaaya benzer bir korumadan yararlandırılması düşünülebilir. Ancak unutmamak gerekir ki böyle bir bakış açısı, hukukun sınırlarını zorlamak anlamına gelecektir. Ekotajı yüksek bir ahlâk yasasına uygun olarak gerçekleşmiş bir eylem olarak görerek ve doğayı bir çeşit üçüncü kişi sayarak hukuka uygun hale gelebileceğini iddia etmek pozitif hukukta kabul görmeyecektir. Zira, meşru müdafaa, aslında, hukuka aykırı bir davranışı, sadece hukukun tanıdığı özneler açısından hukuka uygun hale getiren hukukî bir olanaktır. Manes şu sözleriyle ekotajı meşru müdafaa olarak görmektedir: “Varlıklarımız, içinde yaşadığımız biyolojik topluluğu kuşatan daha büyük bir varlığa aitse, öyleyse ağaçlara, kurtlara, nehirlere yapılan bir saldırı, hepimize yapılmış demektir. Yerin müdafaası bir meşru müdafaa biçimi haline gelir, bu noktada en etik ve yasal sistemler bir ağaca çivi Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, s. 592-593; Erdoğdu, “Meşru Müdafaa”, s. 355-357; Doğanay, “Meşru Müdafaa”, s. 394-399. 1 Bkz. Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 82. 2 Turgut, Çevre Hukuku, s.101. 3 Bu yönde açıklamalar için bkz. Nükhet Turgut, Çevre Hukuku, s. 102. 4 Turgut, Çevre Hukuku, s.55. 67 çakmak ya da bir lastiği patlatmak için büyük bir zemin olacaktır.”1 Şüphesiz, geleneksel ceza hukuku anlamında meşru müdafaa söz konusu olduğunda, yukarıdaki görüş beraberinde birçok teorik sorunu gündeme getirecektir. Sorun, geleneksel hukukun tanımladığı özneden kaynaklanmaktadır ki, o da insandan ya da bireyden bir başkası değildir. Kendine yönelen bir saldırıyla karşı karşıya kalan bir öznenin, savunması orantılı olmak şartıyla, bu saldırıya karşılık vermesi haklı ve gerekli olacaktır. Ancak hem Abbey hem de Manes'in belirtmiş olduğu gibi yaşam salt insan yaşamına odaklanamaz. Çünkü yaşam, salt insan yaşamı olarak kabul edilse bile, insanın doğal çevrede yaşadığı dikkate alınarak doğa meşru müdafaanın dolaylı bir öznesi olarak kabul edilebilir ve her şeye rağmen hukukun sert kalıpları zorlanabilir. Ancak özellikle belirtmek gerekir ki bu, mevcut hukuk sistem içerisinde sadece teorik bir tartışma olarak kalacaktır. Mahkemelerin doğa lehine meşru müdafaayı kabul eden bir bakış açısını benimseyerek bunu kararlarına yansıtmaları düşünülemez. Sistem içinde düşünüldüğünde arzu edilebilir olan; yasama organının doğayı koruma amacıyla yapılan kimi eylemleri meşru müdafaa kapsamına sokan bir yasalaştırma yapmasıdır. Bu görüşümüzün, Özen’in meşru müdafaanın bütün hakları kapsayan bir meşruiyet nedeni olarak görülmesi gerektiği şeklindeki ifadesi ile paralellik taşıdığını düşünmekteyiz: “[M]eşru müdafaa, hukuk düzenlerinde ya belirli tür haklar için kabul edilen bir hukuka uygunluk nedeni olarak öngörülmekte ya da haklar arasında bir derecelendirme yapmaksızın hukukça korunan tüm hakları kapsayan bir 1 Lindsay Hart, “Radikal Doğrudan Eylemi Savunurken”, Jon Purkis-James Bowen, 21. Yüzyıl Anarşizmi, Çev. Ş. S. Kaya, Ayrıntı Yay., İstanbul 1997, s.84. 68 meşruiyet nedeni sayılmaktadır. Kanaitimizce, bunlardan birinin veya diğerinin kabul edilmesi siyasi tercih sorunudur ve dolayısıyla kanun koyucuya aittir. Ancak, kanun koyucu, ceza hukuku bilimindeki gelişmeleri gözönünde bulundurmalı ve bu gelişmelere uygun değişiklikleri yapmalıdır. Ceza hukukunun bugünkü gelişimi karşısıda meşru müdafaa da haklar arasında bir derecelendirme yaparak onu sadece belirli haklar bakımından kabul etmenin” doğru olmadığını düşünüyoruz1. Demek ki ekotaj, birçok teorik ve hukukî sorunun tartışılabileceği somut bir örnektir. Ekotaj birçok eylem çeşidini bünyesinde barındırmaktadır. Bunlar, avcı gemilerine zarar vermekten, denek hayvanları üzerinde kullanılan ekipmanı parçalamaya ve hatta ağaçların kesilmesini önlemek için ağaçlara çivi çakmaya kadar uzanan bir grup eylemdir. Aşağıda bahsedildiği gibi kundaklama (aroson), reklam panolarını kullanılmaz hale getirme ve engelleme gibi daha birçok ekotaj çeşidi vardır2. Sonuç olarak, bu söylenenler ışığı altında Lindsay Hart ekotajı şöyle tanımlamaktadır: “Kasten bir yasaya karşı gelen, eylemcinin çevreye zarar ya da hasar verdiğine inandığı bir işlem ya da eylemi durdurmak, bozmak ya da yavaşlatmayı amaçladığı bir protesto eylemi. Aynı zamanda protestonun odak 1 Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, s. 97. Scarce, Eco-Warriors, s. 13; John Atwell, “Earth First! and the Environmental Defense Fund: A Comparison of Web Pages Equals a Comparison of Philosophy”, www.law.uiowa.edu/library.php, 12.11.2001, s.1. 2 69 noktasındakilerin mülklerine zarar veren ya da yok eden bir eylem.”1 Hart'ın tanımında birkaç nokta öne çıkmaktadır. İlk önce bir yasaya kasten karşı gelinmeli, çevreye zarar verdiğine inanılan bir işlem ya da eylem olmalı ve bu işlem ya da eylemi durdurulması/ bozulması/ yavaşlatılması amaçlanmalı, son olarak da bu durdurma/ bozma/ yavaşlatma mülkiyette bir zarara ya da değerinde azalmaya neden olmalıdır. Bu tanım doğru olmakla birlikte bazı noktaları kapsamamaktadır. O halde daha kapsamlı bir tanım şöyle yapılabilir: Ekotaj, bir kişi ya da grubun çevreyi korumak için çevreye kasten zarar veren veya vermesi muhtemel olan bir işlem ve/veya eylemi engellemek/durdurmak/ortadan kaldırmak amacıyla çevreye zarar veren faaliyetleri yapanların özel kişi ya da kamu tüzel kişilerinin mülkiyetlerine karşı geleneksel hukuk kurallarını ihlal ederek sembolik bir şiddet uyguladıkları doğrudan eylemin radikal taktiğidir. II- Ekolojik Sabotajın Ortaya Çıkışı Ekotajın kökeni, bazı yazarlar tarafından 1800'lerin başlarına kadar geriye götürülmektedir2. Bunun sebebi, 1800'lerde ortaya çıkan ve adına Makine kırıcılık ya da Luddite (makine kırıcılık/makine düşmanlığı) denilen kavramdan kaynaklanmaktadır. Luddizm, isminin Ned Ludlam olduğu tahmin edilen Leicestershire'li bir işçinin bir gün sıkıcı işinden bunalarak, çekiçle, çalıştığı fabrikadaki makineleri parçalamasıyla başlayan bir harekettir. Scarce'in da belirttiği 1 Hart, “Radikal Doğrudan Eylemi Savunurken”, s. 84. Scarce, Eco-Warrior, s.12; Turhanlı, Şenlik,Sanat ve Sabotaj, s.20; Turgut, Çevre Hukuku, s.25 dn.65; Douglas Brinkey, “Introduction”, The Monkey Wrench Gang, Edward Abbey, Perennial Pub., New York, s. xx. 2 70 gibi, Ned Ludlam adlı işçi belki de hiç varolmamış, çevreci hareketi başlatan bir lokomotif işlevi gören bir efsane olabilir1. Her ne olursa olsun bu eylem ya da efsane işçilerin işverenlerinin iş makinelerine karşı isyanına ve daha sonra onları takip edeceklere General Ludd (General Ludd) ya da Luddites (makine kırıcılar) denilecek olan bir işçi birliğinin oluşmasına önayak olmuştur. İşte o zamandan beri ludizm bir teknofobi ya da sabotör anlamına gelmiştir. Ekotaj da doğayı savunmak için teknolojiye zarar veren çevresel Ludizm olarak anılmaktadır2. O halde ekotajın kökenini makine kırıcılık’ta ramak gerekmektedir. Çünkü teknolojik gelişmenin eğilimlerine karşı çıkmak sanayi toplumunun dışına çıkmayı savunmakla aynı anlama gelecek ve böylece ekotaj ile Ludizm aynı anlamda kullanılmış olacaktır3. Ancak makine kırıcılığın ve doğru anlaşılması gerekmektedir. Ludizmi, sadece, bir gün işinden sıkılan bir işçinin makineleri kırması olarak görmek , hem ekotajın hem de ludizmin yanlış anlaşılmasına sebep olabilecektir. Nitekim bu hareketin altında yatan güdü sanayileşme, kapitalizm, yabancılaşma ve dolayısıyla doğanın tahribi ile yakından ilintilidir. İşçileri böyle bir eylemler dizisine sevk eden şey, vasıflı işçi olarak sahip oldukları hakların ellerinden alınması ve teknolojinin yaygın kullanımında kendilerine söz söyleme imkanının tanınmamasıdır. İşte bunun içindir ki onlar dokuma tezgahlarını parçalamaya başlamışlardı4. Ludizmin kapitalizmin gelişme sürecinde, belli bir anda doğduğu söylenebilir. Ancak Ludizm, tarihi durdurmaya çalışan ve insanlığın ilerlemesini engellemeyi deneyen bir grup insanın bilinçsizce yaptığı bir hareket olarak görülemez. Ludizme ve 1 Scarce, Eco-Warriors, s.12. Scarce, Eco-Warriors, s. 12. 3 Porrit, Yeşil Politika, s.59. 4 Porrit, Yeşil Politika, s.128. 2 71 ekotaja yöneltilen en temel eleştiri, böylesi eylemlerin teknolojiye açık bir düşmanlık besledikleri şeklinde belirtilebilir. Ludizmin ne ilk kadrosu ne de şu an neo-luddite (yeni makine kırıcılar) denilen ekosabotörler, teknolojinin ekolojik bir toplumun gelişmesinde önemli bir yeri olduğuna inanmaktadırlar. Ludizm teknolojiye karşı bilinçli ve etik bir karşı çıkış olarak kabul edilmelidir. Ludizm yaşayan bir gerçek, bir ruh, bir düşünce şeklidir1. Bunun kanıtı da makine kırıcıların ortaya attıkları sorularda görülebilir: “Kalkınmanın bedeli nedir ve bu bedeli ödeyenler kimlerdir?” , “Kalkınma kimlerin yararınadır, kimlere zenginlik ve mutluluk getiriyor?”, “Kalkınma ve teknoloji nötr kavramlar mıdır?”, “Sınıflı bir toplumda teknoloji tarafsız olabilir mi?”2 Makine kırıcıların bu soruları sormuşlardı ve hala da sormaya devam etmektedirler. Çünkü makinenin insan hayatından neler götürdüğünün bilincindedirler. Şöyle ki; makinenin her iki işlevini de bilmektedirler: Üretimi arttırmak ve işçileri disiplin altına almak. Makine kırıcıların tecrübelerinden öğrenilecek çok şey vardır. Kirkpatric Sale, almamız gereken dersleri sekiz başlık altında öğretmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir3: Teknoloji asla tarafsız değildir; aksine ızdırap vericidir. Sanayileşme daima geçmişi belirsizleştiren bir yıkım sürecidir. yıkan, geleceği de Sanayileşmeye karşı direniş, ahlâki prensipler ile donatılmış olmalı ve sisteme derin eleştiriler getirme amacını taşımalıdır. Böyle bir direniş son derece gereklidir. 1 Turhanlı, Şenlik, Sanat ve Sabotaj, s. 20-22. Turhanlı, Şenlik, Sanat ve Sabotaj, s. 24. 3 Kirkpatrick Sale, “Lessons from the Luddites”, http://greenfield.fortunecity.com/crawdad/213/lessons, 12.11.2001, s. 13. 2 72 Politik olarak, sanayileşmeye direniş; kamu bilinci ve tartışmasına sadece 'makine sorunu'nu değil aynı zamanda sanayi toplumunun uygulanabilirliğini de yerleştirmelidir. Radikaller işçi sınıfını kendilerine yakın görmüşlerdir; bu sınıfın yaşamlarını angaryalarla dolduran yeni teknolojilere karşı itirazda bulunmuşlar ve onların yanında saf tutmuşlardır. Belki de bu sebeple onlara çevresel makine kırıcılar adı verilmektedir. Hatta ekotaj taktiğini uygulayan sabotörler neoluddites (yeni makine kırıcılar) olarak adlandırılmaktadır1. O zaman 1800'lerde başlayan ve günümüzde de devam eden bu hareketin girdiği macerayı belirlemek gerekmektedir. Ekotaj taktiğinin kökenini oluşturan Ludizm'in hedef alanını makineleri tahrip oluşturmaktaydı. Ekotaj da bu noktada genel olarak teknolojiyi ve çevreye zarar verdiğine inanılan iş makinelerini hedef almaktadır. Şu halde ekotaj bir taktik olarak ne zaman doğmuştur şeklinde bir soru ortaya atılabilir. Ekotaj bazı yazarlar2 tarafından Edward Abbey'in “The Monkey Wrench Gang” (İngilizanahtarı Çetesi) romanı esas alınarak belirlenmeye çalışılmaktadır. Bazı başka yazarlar ise, ekotajı, romanın yazıldığı 1975'ten öncelere dayandırmaktadırlar3. Bob Edward 1967 ve 1968'de Kentucky'nin doğusunda kömür alanlarında ortaya çıkan direnişten bahsetmektedir. Bu direnişte buldozerlerin önünde barikatlar kurulmuş ve madencilikte kullanılan ekipmana 2 milyon dolar zarar verilerek kömür madenciliği zarara uğratılmıştır4. 1972 yılında bu direniş şiddetini arttırmıştır. Sam Love ve David Obst 1972 1 “Neoluddizm” kavramı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Kirkpatrik Sale, “The Neo Luddites”, http://greenfield.fortunecity.com/crowdad/213, 12.11.2001. 2 Turhanlı, Şenlik, Sanat ve Sabotaj, s. 31; Taylor, “Earth First!”, s.13. 3 Edward, “With Liberty”, s. 47; Love- Obst, Ecotage!, passim; G. DemirerE. Torunoğlu-M. Duran, “Radikal Ekolojik Akımlar Üzerine Düşünceler”, Ve Kirlendi Dünya, Haz. G. Demirer ve diğerleri, 2. Basım, Öteki Yay., Ankara 1999. 4 Edward, “With Liberty”, s. 47. 73 yılında Ecotage! (ekotaj) adını verdikleri bir çevresel eylem kitabı hazırladılar. Bu kitapta eylemcilerin çevreyi savunmada yararlanacakları ciddi öneriler yerine, muzipçe rasyonalize edilmiş örnekler yer almaktadır1. Ancak belirtmek gerekir ki ekotaj eylemleri esas olarak Abbey'in romanından sonra görülmeye başlamıştır. Abbey'in kitabı bir kurgu (fiction) tarzındadır. Romanda, Arizona çölünün çevresinin fabrikalar ve benzeri inşaatlarla bozulan doğal ortamını, yani ortaya çıkan çevresel zararı tersine çevirmekle durdurmak amacıyla hareket eden ve bunu sabotaj yolunu kullanarak gerçekleştirmeye çalışan bir grup çevreci anlatılmaktadır. Abbey, bir çevreciydi ve 1962 yılında Glen Kanyon Barajının inşa edilmesi ile çevresel bozulmanın had safhaya ulaşmasından rahatsız olmuştu. Abbey inşa edilen bu barajın doğaya verdiği zararın farkına varılması amacıyla anti-kahramanlar karakterize ederek “İngilizanahtarı Çetesi” yazdı. “İngilizanahtarı Çetesi”, özetle, amaçladıkları eylemleri gerçekleştiren birbirinden oldukça farklı bireylerden oluşmuş bir grup sabotörü anlatmaktadır2. Bu romanı sadece bir kurgu tarzında değerlendirmek doğru bir bakış açısı olmayacaktır. Bron Taylor’ın da söylediği gibi bu roman 1980'lerde kurulan “Earth First!” (Önce Dünya!-EF!) adlı radikal çevreci grubun kutsal kitabı sayılmış ve onların ekotaj taktiğini örnek aldıkları temel kaynak olmuştur3. Hatta EF!!'li bir grup sabotör Abbey'in kitabında anlattığı Glen Kanyon Barajının havaya uçurulması eylemini sembolik olarak uygulamışlardır4. EF!'li dört -beş kişiden oluşan bu sabotör grubu çuvallara doldurdukları plastik kalıplarla barajın en 1 Roy Halliday, “Review: Ecotage”, http://royhalliday.home.mindspring.com/ecotage.html, 12.11.2001. 2 Edward Abbey, The Monkey Wrench Gang, Perennial Pub., New York 2000. 3 Taylor, “Earth First!”, s. 13-14. Ayrıca bkz. Brinkey, “Introduction”, s. xxii; Mellor, Sınırları Yıkmak, s.106. 4 Bu sembolik eylem için bkz. Taylor, “Earth First”, s.14; Lee, Earth Firt!, , s. 26-27; Scarce, Eco-Warriors, s. 57-58. 74 yüksek noktasına tırmanmışlar ve bu plastik kalıpları barajın duvarlarından aşağı bırakarak, sanki bir bomba patlamış sanısı uyandıran gürültü yapmışlardır. Bu gösteri amaçlı eylem ve benzerleri zamanla yerini daha ciddi eylemlere bırakarak, yabanıl hayata zarar veren teşebbüslerin faaliyetlerini durdurmaya (engellemeye) yönelmiştir. III- Ekotajın Amacı ve Eleştirel Alanı Modern kapitalist toplumda gelişen özel mülkiyet hakkının kutsallığı düşüncesiyle, kişilere, mülklerine yönelik olarak yapılan ve rızalarına dayanmayan müdahaleleri defetme olanağı tanınmıştır. Mülkiyete yönelik bir ekosabotaj eylemi bu kutsallığı ihlal ettiği gerekçesiyle cezai yaptırım ile karşılaşmaktadır. Şu halde, kısaca, ekotajın amacını daha iyi açıklamak için kapitalizmde merkezi bir öneme sahip olan mülkiyeti açıklamak gerekmektedir. Ancak, mülkiyet kavramını açıklamadan önce mal/eşya kavramının ne olduğunu bilmek gerekmektedir. Doktrinde, şey, mal, eşya kavramlarının farklı anlamlarda kullanıldığından söz edilmektedir1. Mal şöyle tanımlanmaktadır; “para ile ölçülebilen ve başkalarına devredilebilen varlıklardır.”2 Mallar, hukuki açıdan, maddi mallar ve gayri maddi mallar olarak ikiye ayrılmaktadır. İşte bu noktada maddi mallara eşya denilmekte, kısaca, elle tutulup gözle görülebilen şeyler olarak nitelendirilmektedir. Geleneksel hukuk, eşyaları, taşınır eşya-taşınmaz eşya, özel mülkiyete tabi olabilen –özel mülkiyete tabi olamayan eşya, sahipli eşyasahipsiz eşya şeklinde bir ayrıma tabi tutmuştur. Gayrimaddi mallar, zeka ve düşünce ürünü olan eserlerdir. Özel hukuk, 1 Bkz. Kemal Oğuzman/Özer Seliçi, Eşya Hukuku, 7. Bası, Filiz Kitabevi, İstanbul 1997, s. 4 dn. 12. 2 Kemal Gözler, İdare Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, Bursa 2002, s. 547. Aynı yönde bkz. Turgut Akıntürk, Medeni Hukuk, Savaş Yay., Ankara 1991, s. 30. 75 maddi mallar üzerinde kişilerin sahip olduğu mutlak haklara ayni hak demektedir. Bu ayni haklarda, mülkiyet hakkı ve sınırlı ayni hak olarak ikiye ayrılır1. Mülkiyet hakkının, konumuz açısından önem taşıdığı için, kısaca, açıklanması gerekmektedir. Mülkiyet, hak sahibine sahip olduğu eşyayı, kullanma (usus), ondan faydalanma (fructus) ve onunla ilgili her türlü tasarrufta bulunma (abusus) yetkilerini veren sınırsız bir ayni haktır2. Mülkiyet, özel mülkiyet ve kamusal mülkiyet şeklinde kategorize edilmektedir. Özel mülkiyet, özel kişilere ait olan, kişinin özel yararı için kullanma yetkisine sahip olduğu taşınır ve taşınmaz mallar üzerindeki yetkidir. Kamusal mülkiyet ise, kamu yararına tahsis edilmiş ve kamu hukukuna ve özel hukuka bütün mallar üzerindeki yetkidir. Özel mülkiyette, malik sahip olduğu mallardan başkalarının yararlanmasını engelleme yetkisine sahiptir. Malik, mülkiyetini nasıl kullanacağını düzenleyen kurallara bağımlı olsa da bir dışlama erkine sahiptir. Mülkiyet, hukukî açıdan bir kişi ile nesne arasındaki yasal ilişkiyi belirlemek üzere kullanılan bir kavramdır. Bu halde mülkiyet, sahibi belli bir dönem içinde mülkü üzerindeki iddiasından vazgeçmedikçe sona ermeyen bir yasal ilişkidir. Mülkiyet, özel mülkiyet ve kamusal mülkiyet şeklinde kategorize edilmektedir. C.B. Macpeherson'a göre özel mülkiyet ile kamusal mülkiyet arasındaki en önemli fark; özel mülkiyetin, malike, mülkiyetin kullanımından başkalarını dışlama hakkını tanırken, kamusal mülkiyetin dışlama hakkını elinde bulundurana vermemesidir. Dolayısıyla özel mülkiyetin sahibi bu hakkını istediği gibi kullanabilmektedir. Yani, 1 Oğuzman/Seliçi, Eşya Hukuku, s. 6; Akıntürk, Medeni Hukuku, s. 30 vd.; Sefa Reisoğlu, Türk Eşya Hukuku, C.I, 5. Bası, Ankara 1977, s. 3; Aydın Zevkiler, Medeni Hukuk, Savaş Yay., Ankara 1992, s. 43. 2 Bkz. Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 547, s.547; Oğuzman/Seliçi, Eşya Hukuku, s. 18; Akıntürk, Medeni Hukuk, s. 31. 76 mülkiyetini devredebilmekte, kiraya verebilmekte ve hatta terk edebilmektedir1. Konumuz açısından asıl önemli sorun bu noktada ortaya çıkmaktadır: Ekosabotörlerin eylemleri ile korumayı amaçladıkları çevresel varlıklar mülkiyet açısından nereye yerleştirilebilecektir? Çevresel varlıklar özel mülkiyet statüsünde kabul edilecek olursa, özel hukuktaki geleneksel eşya kategorisine dahil edilip bu hukukî rejim içerisinde mi korunacaktır? Yoksa özel hukuk rejimi içerisinde bahsedilen özel mülkiyete tâbi olmayan şeyler kategorisine mi dahil oldukları kabul edilecektir? Bu durumda bireysel aidiyete dayalı koruma yolundan değil genel menfaate dayalı kamu hukuku rejimine tâbi bir korumadan bahsedilecektir. Hemen belirtmek gerekir ki, burada bahsedilen çevresel varlık sözcüğü, en geniş anlamda kullanılmıştır. Şöyle ki, “ [...] varlık kelimesinin yaygın olarak kullanıldığının aksine fiziksel nitelikli varlıklardan başka görünümsel ve estetik nitelendirmeleri de içerir kabul edildiği için, en geniş anlamda, hatta çevre kavramına denk düşer anlamda kullanılmıştır.”2 Eğer çevresel varlıklar özel hukukta yer alan geleneksel eşya ayrımından yararlanılarak korunursa, bu varlıkların korunması hak sahibi olan tek tek bireylerin iradesine bırakılmış olacaktır. Şu halde böyle bir koruma rejiminde çevresel varlıklar, hak sahibi bireyin ona verdiği değerle sınırlı olarak korunmuş olacaktır. Çünkü kişi, özel mülkiyetine ait bir şeyi, eşyayı, malı dilediği şekilde kullanma yetkisiyle donatılmıştır3. 1 Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Andrew Reeve, “Mülkiyet”, Blackwell'in Siyasal Düşünce Ansiklopedisi II (K-Z), Haz. David Miller, Çev. Bülent Peker-Nevzat Kıraç, Ümit Yay., Ankara 1995, s.156-160; Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, s. 519-521. 2 Turgut, Çevre Hukuku, s. 75 dn. 10. 3 Turgut, Çevre Hukuku, s. 82. 77 Çevresel varlıklar kamusal mal olarak nitelendirildiğinde özel mülkiyete konu olmayacak, aksine, herkesin kullanımına açık olacaktır. Böylece devredilmez ve zamanaşımı ile kazanılamaz sayılacaktır. Böylece kamu hukuku karakterli kurallarla korunacaktır1. Burada kamu malı-kamusal mal kavramlarının açıklanması gerekmektedir. Sahiplerine göre mallar, özel kişilere göre mallar ve kamu tüzel kişilerine göre mallar (kamu malları) şeklinde ikiye ayrılmaktadır2. Doktrinde kamu malı ile kamusal mal arasında bir terminoloji sorunu bulunmaktadır. Bu tartışmalara girmeksizin, kısaca, kamu malı ile kamusal mal arasındaki ayrıma değinmekte yarar vardır. Kamu malları, kamu tüzel kişilerinin ellerinde bulunan, kamu hizmetlerinin ifasına ve kamunun yararlanmasına tahsis edilen mallardır3. Kamu malları, özel malların ve kamusal malların her ikisini de kapsamaktadır4. Oysa kamusal mallar kavramı ile kamu tüzel kişilerinin sadece kamu hukukuna tabi malları kastedilmektedir5. Bu ayrımı göz ardı ederek, yani dar anlamda kamu malı terimini (kamusal mal) kullanarak şöyle bir tanım yapılabilir: “Kamu malları, kamu tüzel kişilerinin kamu yararına tahsis edilmiş olunan mallarıdır6. Konunun ayrıntılarına girmek bu tezin sınırlarını aşacağı için çevresel varlıkları kamusal mal olarak nitelendirilmesinin nasıl bir hukuki koruma sağlayacağına değinmekte fayda vardır. Çevresel varlıklar kamusal mal olarak değerlendirilirse kamu mallarının tabi olduğu koruma rejiminden 1 Turgut, Çevre Hukuku, s. 85. Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 548-549. 3 Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 548; Akın Dürel, İdare Hukuku Dersleri, AÜHF Yay., No: 447, Ankara 1979, s.9. 4 Lütfi Duran, “Kamusal Malların Ölçütü”, Amme İdaresi Dergisi, S. 19, s. 49. 5 Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 548. 6 Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 550. 2 78 yararlanacaklardır. Böylece çevresel varlıklar, yukarıda da bahsedildiği gibi, devredilemeyecek, dolayısıyla kamulaştırılamayacak, haczedilemeyecek, zamanaşımı ile kazanılamayacak ve üzerlerinde sınırlı ayni haklar tesis edilemeyecektir. Bunlara ek olarak çevresel varlıklar koruma kolluğundan da yararlanacaktır. Başka bir ifade ile maddi durumlarının bozulmaması için gerekli önlemler alınacak ve kalitesinin bozulmasına karşın cezai yaptırımlar konulacaktır1. Ancak çevresel varlıklar kamusal mal olarak nitelendirilse bile etkin bir korumadan yararlanacakları sonucuna varılamaz2. Bu yüzden çevresel varlıkların geleneksel hukukun getireceği çözümler çerçevesinde korunması yerine çevre hukukunun geliştireceği çözümler çerçevesinde korunması gerekmektedir. İşte bu noktada, çevresel düzenlemeler çerçevesindeki yeni eğilimler ortaya çıkmıştır3. Bu eğilimlerden birisi mamelek kavramıdır. Mamelek, “maddi ve maddi olmayan varlıkları içine alan” bir kavram olarak tanımlanmaktadır4. Bu kavramın çevresel varlıkların bütünsel yapısını karşılayacağı düşünülmüştür. Mamelek kavramının çeşitli uluslararası düzenlemelerde5 ormanlar ya da doğal kaynaklar, denizler, kıyılar ya da doğal veya peyzaj değeri olan kıyısal özel bölgeler, sit alanları, kültürel varlıklar, tehlikede olan türler ve göçmen kuşlar gibi çok sayıda varlığın korunmasına ilişkin olarak kullanıldığı ifade edilmiştir.6 Aynı şekilde, ortak varlık sözcüğünün de mamalek kavramının anlamını yansıttığı söylenmektedir7. 1 Gözler, İdare Hukuku Dersleri, s. 563-568. Turgut, Çevre Hukuku, s. 86. 3 Bkz. Turgut, Çevre Hukuku., s.86-96. 4 Turgut, Çevre Hukuku, s. 86. 5 1982 tarihli Deniz Hukuku Sözleşmesi; Dünyasal, Kültürel ve Doğal Mamelekin Korunması Sözleşmesi vb. aktaran Turgut, Çevre Hukuku, s. 87 dn. 29. 6 Bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s. 87. 7 Bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s. 88. 2 79 Mamelek ya da ortak varlık kavramı kabul edildiği takdirde çevresel varlıklar, bireysel kullanımın konusu olmaktan çıkacak; özel mülkiyet hakkına ve bazı ticari girişim özgürlüğüne sınırlamalar getirilebilecektir1. Ayrıca kamusal varlık ile mamelek kavramı da örtüşmektedir. Çevresel varlıklar kamusal varlıklar olarak yorumlandığında2, “[…]özel mülkiyet alanında bulunan ama genel menfaati ilgilendiren çevresel varlıkları da içine alacak bir niteliğe kavuşmuş olacaktır[…]”3 Bu çerçevede, burada bir belirleme yapmak gerekecektir: Kamusal varlık olarak kabul edilmiş olan çevresel varlıkları korumada kim yetkili ve sorumlu olacaktır? Bir yazarın da belirttiği gibi, yetkilinin ve sorumlunun kimliklerinin belirlenmesinin sebebi, “[…]çevresel varlıkları yalnızca özel mülkiyet ya da bireysel aidiyetin getireceği sakıncalara karşı değil, aynı zamanda devletin kamusal varlıklara ilişkin mevcut düzenlemeler çerçevesindeki girişimlerine karşı korunmaları[…]”4 zorunluluğuydu. Bu zorunluluk çevresel gardiyanların aranması sonucunu doğurmuştur. Çevresel gardiyanlar çevresel varlıkları gözetim ve denetim altında tutarak onları koruma görev ve yetkisine sahip olacaklardır. İşte ekotajı uygulayan gruplar da bu kavrama dâhil edilebilir. Ekotaj çevreye zarar veren faaliyetlerde bulunanlara karşı ekonomik bir savaş yürütme amacını esas alan eylemlerdir. Ekipmana zarar vermek, araştırmaları engellemek, ağaçları 1 Turgut, Çevre Hukuku, s.89. Böyle bir yorum için bkz. Turgut, Çevre Hukuku, s.90. 3 Turgut, Çevre Hukuku, s.90: “[…]Bu açıdan özel mülkiyet hakkı sahiplerine varlığın fiziki yapısını değiştirmeme ve varlığı bu yapıyı değiştirecek durumlardan koruma ve yetkili birimlerce denetim-gözetim için izin verme yükümlülükleri getirilmesi söz konusu olmaktadır.” 4 Turgut, Çevre Hukuku, s. 90. 2 80 çivilemek gibi yöntemleri kullanmalarının ardında yatan amaç, kapitalizmin ulaşmaya çalıştığı kar elde etme güdüsünün sonuçsuz kalmasını sağlamaktır. Yani kar elde etme amacına yönelmiş bir faaliyeti, karsız hale getirmek ve zorlaştırmaktır. Böylece doğayı tahrip bir nevi önlenmiş olacaktır1. Bir başka deyişle, ekotajın amacı; çevreye zarar verecek projeleri engelleyerek çevreyi korumaktır. Böylece bu tür projelerin maliyetleri ekonomik olarak arzu edilemez bir şekilde artacak ve bu şekilde proje ekonomik açıdan istenilemez bir duruma getirilmiş olacaktır. Sonuç’ta da faaliyetten vazgeçilmesi sağlanarak çevrede meydana gelecek muhtemel zararların önüne geçilmiş olacaktır2. Böyle bir yolla çevreyi koruma amacı, ekotajın türev amaçlarından biri olarak belirlenebilir. Ancak ekotajın amacı salt bununla kısıtlanamaz; amaçlardan birisi de çevre sorunlarına medyanın ilgisini çekmektir3. Ekosabotörler medyanın ilgisini çekmek yoluyla çevresel bozulmanın toplumun ortak belleğinde yer etmesini sağlayarak kamusal bilincin oluşmasını amaçlamaktadır. Özellikle Greenpeace (Yeşil Barış) insanların belleğine çevresel bozulmanın örneklerini imgeler halinde yerleştirmiştir. Sokaktaki herhangi birine Greenpeace size neyi hatırlatıyor? diye sorulduğu zaman bu kişi çevre sorunlarının çoğunu sıralayabilmektedir. Ekosabotörlerin eleştirisi, temelde, özel mülkiyete yöneliktir. Bu nedenledir ki ekotaj özel mülkiyete zarar veren eylemler olarak özetlenmektedir. Ancak, bu çevreyi bozan kamu tüzel kişilerinin mülkiyetlerinin zarar vermeyeceği 1 Taylor, “Earth First!”, s. 14. Lee, Earth First!, s. 53; Young, “Monkeywrenching”, s. 201; Taylor, “Earth First!”, s. 14; Love/Obst, Ecotage!, s. 101; Hart, “Radikal Çevreci Hareketin Radikal Taktiği”, passim. 3 Love/Obst, Ecotage!, s. 39,43,161,163; Sam Love, Earth Tool Kit, Pocket Books Pub., New York 1971, s. 32. 2 81 anlamına gelmemektedir. Ekotaj, özellikle, çevrede ciddi bir zarara yol açabilecek şirketlerin etkinliklerine odaklanarak, bunların özel mülkiyetlerine zarar vermektedir. Böylece şirket için finansal bir zarar ortaya çıkmakta ve malvarlığında bir değer kaybı meydana gelmektedir1. Yukarıda da açıklandığı gibi çevresel varlıkların özel mülkiyet rejiminden yararlanılarak korunmaları ve hatta özel mülkiyete konu edilmeleri düşüncesi ekotajı uygulayanlarca kabul edilemez sayılmaktadır. Kimi çevresel varlıklar, somut düzenlemeler çerçevesinde, bireysel mameleklere dahil edilseler dahi ekosabotörler bu yaklaşımı reddettiklerinden, yine çevresel varlıkları koruma adına, bireylerin özel mülklerine kasıtlı olarak zarar verme yolunu seçmektedirler. Bunun sebebi gayet açıktır: Özel mülkiyet burjuva hukukunun kavramsallaştırdığı ve kapitalist zihniyetin temelini oluşturan bir nitelemedir. Bu yöndeki her eylem onu değersizleştirme amacını güdecektir. Özel mülkiyete saygı duyulmamalıdır; çünkü özel mülkiyet bizatihi kendisi kirlilik sorunun bir sebebidir2. Ekosabotörler çevresel gardiyan olarak kabul edilirse, çevresel varlıkları özel mülkiyetin sebep olabileceği sakıncalardan korumak için, özel mülkiyeti reddettikleri iddiası ileri sürülebilir. IV- Ekotajı Biçimlendiren Felsefi Görüş: Derin Ekoloji Ekotajı, ilk bakışta, doğrudan eylem stratejisinin bir taktiği olarak nitelendirmek mümkündür. Ancak böyle bir niteleme ekotajın esas aldığı felsefenin gözden kaçırılmasına yol açacaktır. Ekotajı, mevcut düzeni bu düzenin hoşgörmediği eylemler yoluyla sorgulayan bir terim olarak görmek onu sadece bir protesto şekli kabul etmek anlamına gelecektir ki, bu ekotajın altyapısının ve işlevinin eksik anlaşılması sonucunu doğuracaktır. Ekotaj özel bir konuya yönelik olan ve dışsal bir 1 Steve Jones, “Ecotage: A Practical or Punishable Means of Environmental Activism?”, http://darwin.bio.uci.edu, 12.09.2001. 2 Halliday, “Review”, s. 1. 82 otoritenin zımnen onaylanmasını da içine alan bir eylem şeklindeki "protesto"dan farklı olarak yerleşik otoriteye karşı geniş tabanlı bir muhalefet biçiminde özetlenebilecek bir "direniş" olarak kavranmalıdır. Bu kavrayış benimsendiği takdirde ekotajı biçimlendiren bir felsefenin olup olmadığının sorgulanması gerekecektir. Şu durumda ekotaj taktiğini uygulayan gruplar incelendiğinde benimsedikleri felsefi görüşün, aslında, bu eylemlerinin alt yapısını oluşturduğu şeklinde bir belirleme yapılabilir. Bu altyapısal felsefi görüş ise, "derin ekoloji"dir. Derin ekoloji, 1972 yılında Norveçli filozof Arne Naess tarafından literatüre kazandırılmış felsefi bir persfektiftir1. Arne Naess, katıldığı bir toplantıda, bu terimi kullanmış ve derin ekoloji ile sığ ekoloji adını verdiği kavramların farkını açıklamıştır. Naess daha sonra bu terimi felsefi bir bakış açısı olarak geliştirmiş ve derin ekolojik hareketin doğuşuna neden olmuştur. Naes derin ekolojinin temelini onun derin sorular sormasına bağlamaktadır. Ona göre derin ekoloji kavramındaki "derin" sıfatı niçin ve nasıl sorularını sormamız gerektiğini bizlere hatırlatır. Örneğin, ekoloji bir bilim olarak belirli bir ekosistemin en iyi şekilde sürdürülebilmesi için ne çeşit bir topluma gereksinim olduğu yönünde bir soruyu sormayacaktır. “Bu şekilde bir soru”, demektedir Arne Naess, “değer teorisine, politikaya ve etiğe ait bir soru olarak düşünülmüştür.”2 Oysa derin ekoloji bu soruların ekoloji biliminin sorması gerektiğini savunur. Naes bu noktada adına "ekosofi" dediği ekolojik düşünce şeklini ileri sürmektedir. Ekosofi, ekoloji ile felsefenin 1 Lee, Earth First!, s. 11; Fritjof Capra, “Deep Ecology- A New Paradigm”, Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed. George Session, Shambhala Pub., Boston 1995, s. 20; Scarce, Eco-Warriors, s. 35; Mellor, Sınırları Yıkmak, s. 104. 2 George Session, “Introduction”, Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed. George Session, Shabhala Pub., Boston 1995, s. 4. 83 birleşmesi ile oluşturulmuş bir kavramdır1. Sofi, eski Yunanca'dan gelir ve "bilgelik" anlamındadır ve etik, normlar ve uygulamalar ile ilişkilidir. Ekosofi ise bilimde bilgeliğe doğru yönelen bir değişim anlamına gelmektedir. Naes, derin ekolojinin akademik duyarlılığa uygun bir felsefe olmadığını, bir ideoloji olarak da kurumsallaştırılamayacağını2 ifade etmiştir. Derin ekoloji, teori (felsefe) ile praksisin (eylem) birleştiği iyi bir örnektir. Derin ekolojinin başlıca ilgi alanı büyük bir paradigma değişimi meydana getirmektir. Bu değişim, modern sanayileşmiş toplumun, ekolojik yıkıma neden olan, yolunun yönünü değiştirip, onu yeniden yönlendirmek için3 değerlerde ve yaşam tarzlarında bir farklılaşmaya neden olacaktır. Derin ekoloji hareketi hem insanlar ile doğal dünya arasındaki ilişkinin bir felsefesini hem de doğanın savunulmasında doğrudan eylem stratejisini kapsamaktadır. Bu doğrultuda derin ekolojiyi, felsefe olarak derin ekoloji ve doğrudan eylem olarak derin ekoloji biçiminde, ikiye ayırmak mümkündür. Derin ekolojinin temel felsefi ilgi alanı, egemen dünya görüşü olan insan merkezciliğini reddetmektir. Naes bu noktada derin ekolojiyle sığ ekoloji arasında bir sınır çekmiş ve her iki kavramı karşılaştırarak derin ekolojiyi savunmuştur. Düşünür, 1960'larda yeşil hareketin iki kanadından bahsederek, Bu bağlamda, kirlilik, kaynaklardaki azalma ve gelişmiş ülkelerdeki insanların refahı ve sağlık sorunları ile ilgili "Dar" (shallow) bir antroposantrik-teknokratik çevreci hareket ve 1 Ayrıntılı bilgi için bkz. Arne Naes,”The Deep Ecological Movement”, Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed. George Session, Shabhala Pub., Boston 1995, s. 79-83. 2 Naes, “The Deep Ecological Movement”, s. 70. 3 Session, “Prafece”, s.ix. 84 ekosantrik (derin, uzun dönemdeki kaygıları temel alan ekoloji hareketi) hareket şeklinde bir ayrım yapmaktadır. Sığ ekoloji insanları doğanın dışında ya da üstünde görmekte, bütün değerlerin kaynağının insan olduğunu ve doğaya atfettiği değerle doğayı sadece insanın araçsal kullanıma mal etmektedir. Oysa derin ekoloji’de insanları doğal çevreden ayrı tutmaz. Dünya nesneler toplamı olmayıp temel olarak birbirine bağlı ve birbirine bağımlı bir olgular ağıdır. Derin ekolojiye göre yaşayan bütün varlıkların değeri vardır ve bu varlıklardan birisi olan insan da yaşam ağında sadece bir parçadır1. Derin ekoloji Batı'nın felsefi paradigmasına kesin bir karşı çıkıştır. Çevre sorunsalının ortaya çıktığı tarihsel süreç kısmında bahsedilen araçsal değer kavramı, söz konusu derin ekoloji hareketi olduğunda, özünde değer kavramına tekabül eder. Doğaya artık insan yararı göz önünde tutularak bir değer atfedilmemekte doğanın bizatihi bir değeri olduğu ve bu yüzden korunması gerektiği yönünde bir düşünce benimsenmektedir. Oysa sığ ekoloji egemen dünya görüşü ile paralellik göstermektedir. Bu durumda sığ ekoloji ile derin ekoloji arasındaki farklılıklar şöyle özetlenebilir2: Sığ ekoloji doğadaki çeşitliliğin insanoğlu için değerli bir kaynak olduğunu söylemektedir. Derin ekoloji ise doğal çeşitliliğin kendiliğinden bir değere sahip olduğunu savunmaktadır. Sığ ekolojiye göre 'değer atfetme' salt insan için olabilir. Oysa derin ekoloji değer atfetmeyi sadece insana özgüleyen bir bakış açısını ırkçı bir önyargı ifadesi olduğu gerekçesiyle eleştirmektedir. 1 Capra,”Deep Ecology”, s. 20. Günseli Tamkoç, “Derin Ekolojinin Genel Çizgileri”, 57-58 Birikim, OcakŞubat 1994, s. 89. 2 85 Sığ ekoloji kirliliği durdurmanın koşulunu ekonomik büyümenin tehdit altında olmasına bağlamaktadır. Derin ekoloji ise kirliliği durdurmayı ekonomik gelişmeye bağlamak bir yana kirliliğin meydana gelmesinin baş aktörünün ekonomik büyüme politikaları olduğunu iddia etmektedir. Sığ ekoloji nüfus artışının ekolojik dengeyi bozmasını gelişmekte olan ülkelere bağlamaktadır. Derin ekoloji ise nüfus artışının ekosistemi tehdit ettiğini kabul etmekle birlikte sanayileşmiş ülkelerdeki tüketim alışkanlıklarının daha önemli sonuçlar doğurduğunu vurgular. Sığ ekoloji kaynakların insanlara yararlılığı ölçüsünde korunması fikrini savunurken derin ekoloji kaynakların tüm yaşayan organizmalar için gerekli olduğu düşüncesini benimsemektedir. Özetlemek gerekirse derin ekoloji, insanın kendisini doğada bir yabancıymış gibi görmemesini, aksine canlı ve cansız her şeye eş değer saymasını savunmaktadır. Derin ekolojideki konuya ilişkin iki temel çelişkiden bahsetmeden önce Naes'in ortaya attığı sekiz temel ilkeye de değinmek gerekmektedir1: 1. Yeryüzündeki canlı ve cansız varlıkların hepsi bizatihi bir değere sahiptir. 2. Ekosistem bir bütün olarak değerlidir ve türlerin devamı sürdürülmelidir. 1 Tamkoç, “Derin Ekolojinin Genel Çizgileri”, s.88; A. Mc Laughlih,”The Heart of Deep Ecology”, Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed. George Session, Shabhala Pub., Boston 1995, s. 86-89; Lee, Earth First!, s. 153; Naess, “The Deep Ecological Movement”, s. 68-70. 86 3. İnsanlar doğadan yararlanırlarken yaşam gereksinimleri ölçüsünde hareket etmelidir. 4. Ekosistemdeki yaşam dengeli olmalıdır. 5. İnsanlar doğaya aşırı müdahale ettiklerinin bilincine varmalıdırlar. 6. İnsan davranışlarındaki değişim ekonomik, teknolojik ve ideolojik kurumları etkileyecektir. 7. Yaşamın niteliği önemlidir. 8. Derin ekoloji ilke olarak kabul olunduğunda büyük ölçekte değişiklikler ortaya çıkacaktır. Yukarıdaki ilkeler benimsendiğinde insan ile doğa uyum içinde devinebileceklerdir. Ancak, derin ekoloji bazı çelişkiler taşımaktadır. İlk çelişki ekomerkezcilik ile biomerkezcilik arasındadır. Çünkü ekomerkezcilikte insan doğa ile karşılaştırıldığında daha değersiz olarak algılanmakta ve doğanın parçası değil de doğanın düşmanı şeklinde nitelendirilmektedir. Kısaca derin ekoloji ekomerkezciliği bu yönüyle benimsediğinde açıkça anti-hümanizme kaymaktadır. Bu da nüfus sorunu söz konusu olduğunda daha belirgin görülmektedir1. Bir diğer çelişki ise doğanın yaradılış değeri fikriyle insanın kendini gerçekleştirme amacı arasındaki ilişkidir. Bu ikisi karşılaştığında hangisine öncelik tanınacağı ve eğer ilki tercih edilirse insanın kendini nasıl gerçekleştireceği bir sorun olarak ortaya çıkacaktı2. 1 2 Bkz. yuk. çevre sorunları Mellor, Sınırları Yıkmak, s.104-105. 87 V- Ekotajı Uygulayanların Benimsediği İlkeler A-Geleneksel Sorgulamak Hukuk Kurallarının Meşruiyetini Klasik Tabiî Hukuka göre doğa, yeryüzünde olan her şeyi kapsamakta, yalnızca fizikî ve maddesel nesneleri değil, insan ve insanın yarattığı tüm sosyal kurumları ve özellikle onu yönlendiren aklı da içine almaktadır1. Oysa modernite ile, özellikle mekanik dünya görüşü savını ileri süren Descartes ve sonraları Kant'ın görüşleri, doğa devinimsiz olarak kabul edilmiş, evrendeki tek anlam ve değer kaynağının akıl olduğu kabul edilmiştir2. Descartes ve Kant'ın tezleriyle hukuk olgu ile özdeşleştirilmiş ve hukuk ‘salt olgu’nun ürünü olarak kabul görmüştür. Bunun sonucu olarak da olgusal alanda var olan kurallar akla, ahlâka ve adalete aykırı bile olsalar hukukun kendisi sayılmıştır3. Descartes ve Kant'a kadar hukuk; “ ‘bir kez konulmuş ve bundan böyle de geçerli olacak kurallar’ olarak değil, adil olan anlamında (juste, dikaion)”4 kullanılmıştır. Hukukun doğadan koparılarak olgulara bağlanması gerektiği şeklindeki anlayış Kelsen'in Saf Hukuk Kuramı ile doruğa ulaşmıştır. Kuram, hukukun nasıl olması gerektiği sorusunun sözde bir soru olmasından hareket ederek hukukun “nasıl olduğunu” belirlemeyi kendine amaç edinmiştir5. Bu amaç hukukun doğadan ayrılması sonucunu doğurmaktadır. Cahit Can'ın da haklı olarak belirttiği gibi: 1 Cahit Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, Seçkin Yay., Ankara 2002, s. 185. 2 Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.178. 3 Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.179 4 Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.184. 5 Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.243. 88 “[H]ukuk, yalnızca ve yalnızca, insan davranışlarını düzenleyen bir normlar sistemidir. Hukuk, karşılıklı insan davranışlarının normatif düzeni olarak tanımlanıp salt normlara ilişkin bilgi ve tanımlarla sınırlandırıldığında; hukuk doğadan, normatif bir bilim olarak hukuk bilimi de gerçek süreçler ve ya olgular arasındaki nedensellik ilişkilerini araştıran diğer bilimlerden ayrıştırılmış olacaktır.”1 Kelsen'in ve diğer modernistlerin bu yöndeki düşünceleri insanlığın geçmiş yaşam deneyimini hiçe sayarak teori uğruna yaşam pratiğini bir kenara atmaktadır. Carbonnier bu görüşü şöyle eleştirmektedir: “Bir hukuk kuralı; sonsuz biçimde yinelenmiş toplumsal deneyimler özeti”dir2. Ekotaj bugün egemen olan geleneksel hukuk kurallarını bu noktada sorgulamaktadır. Hukuk saf normlar toplamından ibaret değildir. Normlar olgulardan hareket edilerek konulmakta oysa hukuk toplumsal pratiklerimizin sonucunda var olan durumları değiştirme potansiyeline sahip önermeler toplamından ibaret olmaktadır. Doğaya yapılan müdahaleye karşı 1970'lerden önce hukuksal alanda çok az düzenleme mevcutken 1970'li yıllardan sonra çevreci hareketin politik gündeme ağırlığını koymasıyla hukukî düzenlemelerin sayısı artmıştır. Doğayı korumaya yönelen bu düzenlemeler ile doğa hukukî düzenlemelerin konusu haline gelmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, doğayı korumaya yönelik düzenlemeler hem niteliksel hem de niceliksel olarak istenilen düzeyde değildir. Ekosabotörler mevcut düzenlemelerin bu yetersizliği karşısında kamuoyunun ilgisini çekerek bir tartışma ortamı yaratmayı arzulamaktadırlar. Burjuva hukukunun temel yapı 1 Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.244-245. Jean Carbonnier, Sociologie Juridique, P.U.F., Paris 1978, s.43'ten aktaran Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, s.256. 2 89 taşlarından biri olan özel mülkiyet kavramı1, ona yönelen, sabotaj eylemleriyle sorgulanmaya başlanmış ve hatta bu sabotaj eylemleri sonucu çevresel varlıkların özel mülkiyetin konusuna dahil olamayacakları yönünde savlar ortaya atılmıştır. Ekotaj geleneksel hukuk kuralları esas alınarak incelenirse hukuka aykırı bir eylem (illegal) olarak kabul edilebilecektir. Oysa adalet düşüncesini temel alan bir yaklaşım, bu eylemleri insan yaşamına zarar vermedikçe meşru bir müdafaa olarak görecektir. Kısaca ekotaj, hukuk sisteminin gelenekselliğini yıkma potansiyeline sahip ve kimi durumlarda bunu başarmış bir doğrudan eylem taktiğidir. Ekosabotörler, kendilerini, egemen hukuk ve etik kurallarının sınırlarını genişletmeye çalışan ve bunun için gerekli bilgiyi (doğanın tahrip edilişini) kamuoyuna vermeye çalışan bir işle meşgul olan kimseler olarak görürler2. B-Şiddet İçermeyen Eylemlerde Bulunmak Ekotaj doğal çeşitliliğin ve yabanıl hayatın tahribi karşısında şiddet kullanmayan bir direniş şeklidir. Ekosabotörler, asla insanlara ve diğer yaşayan organizmalara karşı şiddet uygulamamıştır. Ekotajın asıl hedefi yeryüzündeki yaşam şekillerine zarar veren araçları ve makineleri tahrip etmektir. Ekotaj uygulanırken ‘dikkat’ en üst seviyede tutulmuştur. Şiddet ‘bir başka insanî varlığa kasıtlı olarak fiziksel zarar vermek’ şeklinde tanımlanmaktadır3. Şiddet onu uygulayan kişi 1 Burjuva hukuku ve özel mülkiyet kavramını sorgulayan kapsamlı bir çalışma için bkz. Evgeny Pasukanis, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, Çev. Onur Karahanoğulları, Birikim Yay., İstanbul 2002. 2 Young, “ Monkeywrenching'“, s. 205. 3 David Riches,”Şiddet Olgusu”, Antropolojik Açıdan Şiddet, Der. David Riches, Çev. Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., İstanbul 1989, s. 14. 90 tarafından meşru görülse bile ona maruz kalan veya tanık olan tarafından gayri meşru olarak nitelendirilecektir. Gerçekte şiddet de belirli eylemleri yapanlardan çok onların tanığı ya da kurbanlarına ait bir tehlikedir1. Şiddet kişi tarafından belli bir amaca ulaşmak için bir araç olarak kullanılabileceği gibi bir strateji olarak da kullanılabilir. Bu noktada tüm şiddet edimlerinde ortak olan ‘çekirdek amaç’ kavramını açıklamak gerekmektedir. Çekirdek amaç aktör ile tanık arasındaki siyasî ilişkidir. Çekirdek amacın önemi şiddetin meşruluğunu, özünü oluşturmasıdır; yani, ona aslî anlamı vermesidir2. Şiddet metaforik olarak da kullanılabilir. Şiddet edimi o eylemdeki asıl amacın algılanmasın sağlamak için yapılabilir. Örneğin doğayı tahrip eden insan faaliyetlerini sorgulama amacını taşıyan bir aktör doğaya zarar verdiğine inandığı faaliyetleri kamuoyunun bilincine yerleştirmek için o faaliyette kullanılan ekipmana yönelik olarak sembolik şiddet edimlerinde bulunabilir. Ekosabotör bunu amaçlayan bir şiddet edimi uygulamaktadır. Bu taktiği uygulayan bireyler ve/veya gruplar şiddetin ahlâki açıdan yanlış olduğunda hemfikirdirler; ama mülkiyete yönelik şiddet yaşam ile kıyaslandığında önemsiz kalmaktadır. Scarce'a göre şiddetin tanımı canlı veya cansız doğal varlıklar üzerinde zarar veren uygulamalar şeklinde yapılmalıdır. İşte bu tanımın pratik göstergesi, makine gibi doğaya zarar veren teçhizata şiddet uygulanmasının haklı olduğu şeklindeki inançta ortaya çıkmaktadır. Makinelere yönelik şiddet “özel mülkiyete zarar vermek olarak kabul edilmez; çünkü böyle bir şiddet edimi ‘mülkiyet kazanımı’ndan (property enhancment) başka bir şey değildir”3. 1 Riches,”Şiddet Olgusu”, s. 12. Riches,”Şiddet Olgusu”, s. 15-18. 3 Scarce, Eco-Warriors, s. 12. 2 91 Şiddet uygulanmama birçok ekosabotörün açıkça kabul ettiği bir ilkedir1. Dolayısıyla ekotaj çok dikkatli uygulanmalıdır. Çünkü şiddet edimi birçok durumda aktörün denetimini aşabilmekte2 ve araç amacın meşruiyetini yok edebilmektedir. Şiddet eşyaya yönelse de orantılı olmalı ve sembolik bir özellik taşımalıdır. Bu sebeple, özellikle, Hayvan Kurtuluş Hareketinin (Animal Liberation) kullandığı "kundaklama" yöntemi çok tehlikeli ve risklidir. Bu gibi uygulamalar doğayı koruma amacını aşan bir sonuca neden olabilir. C- Eylemin Yöneldiği Hedefler Önceden Belirlemek Ekotaj uygulanmadan önce ekosabotörler eylemlerini yöneltecekleri hedefleri, yani ekotaj yapılacak ekipmanı ya da alanı belirlemekte ve keşif gezisine çıkmaktadırlar. Bir başka deyişle, tahrip edilecek ekipmanın hangi koşulda olduğu, bu ekipmanın çevresinde zarar verilebilecek herhangi bir canlı organizmanın olup olmadığı eylemde bir kaç gün önce incelenmektedir. Bu güvenli bir ekotaj için gerekli bir koşuldur; çünkü, ekotaj yapılacak alan ya da ekipman daha önce incelenmediği takdirde ekotaj başarısız olabileceği gibi istenilen amacın dışına çıkarak herhangi bir canlıya da zarar verebilir. Ekosabotörleri eğitmeye yönelik kapsamlı bir kitap olan Ecodefense'da bu konuya çok geniş bir yer verilmiş ve başarılı bir ekotaj için yapılması gerekenler belirtilmiştir3. Bu ilke ekotajı vandalizmden ayırır. Çünkü vandalizm, eşyaya yönelik olarak düşüncesizce ve güvenlik koşulunu dikkate almayan bir eylemdir. Ekotaj ise önceden belirlenmiş hedeflere yönelen etik bir tavrı esas alan bir eylemdir. Nesnelere 1 “Ben şiddetsizliği savunuyorum. Asla kimseyi yaralamam.” Bkz. Love/Obst, Ecotage!, s. 155. 2 Hannah Arendt, “Şiddetsizlik Üzerine”, 6-7 Cogito, 4.Baskı, Yapı Kredi Yay., Kış-Bahar 1996, s. 10. 3 Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 233-337. 92 amaçsızca bir şiddet yöneltmeyerek vandalizmden ayrı bir görünüm sergilemektedir. İşte bu sebeple ekotaj vandalizm değildir.1 D- Örgütlü Bir Hareket Niteliğine Sahip Olmama Ekotaj merkezî bir yönlendirme veya örgütleme olmaksızın yapılmalıdır. Bu sebeple ekotaj genel olarak bireylerin ya da küçük grupların kısıtlı bir zaman dilimi için birlikte hareket etmeleriyle uygulanmaktadır. Bu ilke aslında çevreci hareketin radikal kanadının bir özelliğini yansıtmaktadır. Ekotaj örgütlü bir hareket niteliği alırsa hiyerarşik bir yapılanma içinde uygulanan bir taktik haline gelebilir. Böyle bir niteliğe sahip olan bir taktik meşruiyetini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. VI- Ekotajı Uygulayan Gruplar A- Greenpeace (Yeşil Barış) Greenpeace çevreci topluluklar içinde rahatsız edici bir yere sahiptir. Bunun sebebi Greenpeace'e yüklenilen anlam ile ilgilidir. Bazı çevrecilere göre Greenpeace oldukça radikalken, diğerlerine göre Greenpeace yeterince radikal değildir. İlk görüşü savunanlar Greenpeace'in uyguladığı doğrudan eylemlerin oldukça fazla çatışmayı içerdiğini ve bu eylemlerin çevreyi koruma çabalarını baltaladığını iddia etmektedirler: Eylemcilerin balina avlamakta kullanılan zıpkınlar ile balinaların arasına girerek öldürülmelerini önlemeleri, dev fabrikaların borularından paraşütle atlamaları ve nükleer test alanlarına balonlar ile inmeleri gibi eylemler çevrecilik ile ilişkilendirilemez. Çünkü bunlar büyük politik ideallerin çok ötesindedir. Diğer görüş ise radikal çevrecilere aittir. Onlara göre Greenpeace yeterince radikal değildir. Greenpeace belli çevresel tehditlere değinir; bu doğrudur ama bu tehditleri 1 Lee, Earth First!, s. 54. 93 çözme yönünde bir çaba harcamaz. Çevresel yıkımı destekleyen veya onu bizzat gerçekleştiren iktidar yapıları pankart açma şeklindeki doğrudan eylemlerle ne değiştirilebilir ne de etkilenebilir1. Her iki görüşün de bazı noktalarda haklı olduklarını kabul etmemiz gerekmektedir. Değerlendirmeyi daha sonraya bırakarak, Greenpeace öyküsünü ve doğrudan eylem stratejisinin ekotaj taktiği ile ne kadar örtüştüğünü açıklamaya çalışalım. Greenpeace'in öyküsü, 1969'da, Alaska'nın batı kıyısı açıklarında bulunan Amçitka Adası yakınlarında yapılması planlanan bir nükleer deneye karşı çıkmak için ‘Dalga Yapmayın Komitesi’nin (Don't make a wave commitee) kurulmasıyla başlar. Bu komite, Jim Bahle, Paul Cate ve Irving Stowe tarafından kurulmuştur ve daha sonra Greenpeace adını almıştır. Bahl ve Stowe Sierra Kulübünün üyesidir. Bu klubün gelişen olaylar karşısında hiçbir girişiminde bulunmayışı ve ABD kamuoyunun bu konudaki bilgisizliği gibi sebepler yüzünden bir gemi kiralayıp nükleer denemeyi kamuoyuna duyurmaya karar vermişlerdir. Asıl amaçları “tanıklık etmek”2 denilen bir eylemi gerçekleştirmekti. Böylece nükleer denemelere kamuoyunun dikkatini çekmiş olacaklardı. Daha sonra ‘Dalga Yapmayın Komitesi’ adının yeterli anlamı ifade etmediği gerekçesiyle, daha kapsamlı bir isim arayışına girişilerek ‘Greenpeace’ ismi keşfedildi. Greenpeace bir nükleer denemeye karşı çıkarak faaliyetine başlamakla birlikte gün geçtikçe toksik atıklar, asit yağmuru, 1 Wapner, “In Defence”, s. 300. Tanıklık etmek, karşı çıkılacak bir faaliyetin yürütüldüğü yere gidilerek, sadece orada bulunmakla oluşturulmuş bir muhalefet şeklidir. Bkz. Michael Brown-John May, Yeşil Barışın Öyküsü, Çev. Sabir Yücesoy, Metis Yay., İstanbul 1992, s.16 ve Wapner, “In Defence”, s. 305-307. 2 94 kanguru kıyımı, balina avcılığı gibi sorunlara dikkat çekmeyi amaçlayan daha birçok protesto kampanyasında sesini duyurmuştur. Greenpeace zamanla hiyerarşik bir örgüt haline gelmiş, uluslararası bir boyut kazanarak bir çeşit çok uluslu şirket haline dönüşmüştür. 1980’lerde Greenpeace'te kopuşlar olmuş Sea Sheped (Deniz Çobanları, SS), Paul Watson öncülüğünde radikal bir grup olarak Greenpeace'ten ayrılmıştır. Bu noktada Greenpeace'in radikal olup olmadığı yönünde tartışmaların sayısı artmıştır. Greenpeace'e yöneltilen eleştirilerden birisi onun çevre sorunları hakkındaki politikaların değiştirilmesinde ne gibi bir yarar sağladığı şeklindedir. Pankart açmak ile mevcut politikalarda ne değiştirilebilir? Kaldı ki böylesi doğrudan eylemler radikal olmayan bir politika anlamına gelmektedir. Bir diğer eleştiri, Greenpeace'in üye sayısının çokluğuna yönelmiştir. Greenpeace her yıl üyelerine binlerce mektup gönderir. Oysa bu mektuplar ya açılmaz ya da açılıp cevaplanmadan çöpe atılır. Böylece daha çok atık birikimine yol açar ki, bazıları buna ekolojik sapkınlık dahi demektedir. Eleştirilerden bir başkası da Greenpeace'in lobicilik taktiğine gereğinden fazla bel bağlamasıdır. Sonuçta Greenpeace'i radikal olmamak ile suçlamak ya da reformist damgası vurmak, eleştirilerinden bazılarında haklılık payı olsa da, aşırı kolaycılığa kaçmak olur. Çünkü Greenpeace'in hem hukusal platformada uluslararası sözleşmelerin içeriklerini etkilediği düşünüldüğünde hem de radikal hareketin başlangıcı olduğu hatırlandığında onu radikal olarak nitelendirmek pek de yanlış olmayacaktır1. Greenpeace'in kullandığı taktikler dikkate alınarak onun ekotajı uygulayıp uygulamadığını belirlemek gerekir. Greenpeace 'in temel ilkesinin eylemlerinde kişilere ya da mala 1 Wapner, “In Defence”, s. 314; Lee, Earth First!, s. 10. 95 karşı şiddet uygulamamak olduğu görülür. Ekotajın genellikle eşyayı tahrip ettiği düşünüldüğünde Greenpeace 'in bu taktiği uygulamadığı şeklinde bir sonuca ulaşılabilir. Ama böyle bir sonuç, onun bazı eylemleri incelendiğinde bütünüyle doğru olmayacaktır. Örneğin Greenpeace eylemcilerinin, Lahey'de, lastik botlarıyla “Pasific SWAN” isimli atom atığı yüklü bir gemiyi ve yine atom artığı taşıyan “Schelbeborg” ve “Rijnborg” adlı Hollanda bayraklı gemileri engellemesi, Rijnborg'un yüklenme vincine tırmanmaları; nükleer atık taşıyan bir kamyonun lastiklerinin söndürmeleri; bir kağıt fabrikasının atık borusunun tıkanması vb. ekotajın uygulama şekillerindendir. Greenpeace engelleme ve atık su borularını tıkama gibi özünde mülkiyete zarar veren eylemleri uygulamaktadır. Ama yine de bunlar, diğer grupların faaliyetlerine oranla, daha az zarar veren eylemlerdir. Belki de Scarce'ın belirttiği gibi Greenpeace radikalizmin köprüsünü kurmaktadır1. Fakat Greenpeace mülkiyete zarara (property destruction) karşı olduğunu açıklamaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, mülkiyete zarar ile mala karşı zararın farklı olmasıdır. Kanımca, Greenpeace'in aldığı tavır mala karşı doğrudan zararlara yöneliktir; yani, makineleri tahrip Greenpeace'in onaylamadığı bir ekotaj şeklidir2. B- Earth First! (Önce Dünya! EF!) EF! Grubu 1980'de özellikle doğal yaşamın korunması konusunda mevcut çevreci grupların yeterince yol alamadığını düşünen bir grup insan tarafından kurulmuştur3. EF!'nin E. Abbey'in “The Monkey Wrench Gang” adlı romanından etkilenerek kurulduğu yönünde yaygın bir inanış vardır. Daha önce de bahsedildiği gibi Abbey'in kurgu tarzındaki bu romanı 1975'te yazılmıştı. Romanda Arizona Tucson'un varoşlarını 1 Scarce, Eco-Warriors, s. 47-56. Karşı görüşler için bkz. Lee, Earth First!, s. 10. 3 Taylor, “Earth First!”, s. 13. 2 96 faaliyetlerinde amansızca kullanan şirketlere karşı doğal ortamının bozulmasını önlemeyi amaçlayan ‘uzlaşma yanlısı olmayan’ (no compromise)1 ve yasadışı taktikleri kullanmaktan çekinmeyen eko-Raider olarak bilinen bir grubu anlatmıştır. Bu romandaki grup reklam panolarını yok etmekten buldozerleri çalışmaz hale getirmeye kadar varan taktikleri uygulamakta ve böylece büyümeye yönelik projeleri engellemekte, kısaca özel mülkiyete zarar vererek ekotajın amacını gerçekleştirmektedir. Abbey'in romanı dört birey üzerinde kurgulanmıştır ki, bunlar yabanıl hayatı savunmak için gerekli olan her türlü aracı kullanmaya karar vermişlerdir. Roman, Whiteman ve Thoreou'nun kısa sözleriyle açılır: “Daha çok diren, daha az itaat et, şimdi değilse hiçbir zaman”. The Monkey Wrench Gang'da eko-savaşçılar birkaç araştırmayı engellerler, ağır makinelere zarar verirler ve birkaç köprüyü havaya uçururlar. Ancak asıl büyük amaçları Glen Canyon Barajını havaya uçurmaktır. İşte, EF!'nin bu romandan etkilendiği yönündeki görüşlerin nedeni, onun ilk hedef olarak Glen Canyon Barajını seçmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu baraj çevresel hareketin bir sembolüdür. Çünkü o doğanın tahrip edilmesine göz yuman geleneksel politikanın eseridir. 1981'in baharında Kolarado köprüsünde yetmiş beş EF!!'li toplanarak Glen Canyon Barajının yanında göstermelik bir protesto eylemi başlattılar. Bu tipik bir geleneksel protesto izlenimini veriyordu. Ama bu görünürdeki protestonun asıl amacı güvenlik kuvvetlerini meşgul ederek küçük bir grubun asıl eylemi gerçekleştirmesine olanak sağlamaktı. Tıpkı The Monkey Wrench Gang'daki gibi dört adam ve bir kadın 1 “No Compromise” kavramı çevreci hareket içindeki radikal kanada özgülenmiştir. Radikaller doğayı savunurken ona müdahale edenler ile asla uzlaşmayacaklarını söylemektedirler. Çünkü onlara göre, her uzlaşma bir ödün verme anlamına gelmektedir ve doğa ödün verilemeyecek kadar tahrip edilmiştir zaten. Bu kavram için bkz. Lee ve Scarce. 97 beraberlerinde taşıdıkları paketlerle baraja tırmandılar; barajın en yüksek yerinden bu paketleri aşağı bıraktılar. Baraj etrafına patlamayı andıran bir ses yayıldı. Bu eylem tamamen sembolikti. Çünkü kendilerine monkeywrencher (ekosabotör) diyen bu kişiler isteselerdi barajı havaya uçurabilirlerdi. Oysa onlar sadece bir bomba patladığı izlenimini uyandırma yolunu seçmişlerdi. Bu eylem EF!'lilerin ve ekosabotajın şiddete karşı olduğunun da açık bir kanıtıdır. EF! grubunun başlıca amacı da doğal hayatın korunmasıdır. Bu noktada EF! hareketinin eylemelerinin şiddet içermeyen, belli hedeflere yönelmiş ve çoğu zaman sembolik niteliklerde olduklarını söylemek gerekmektedir1. EF! hareketinin üç temel kolondan oluşan ahlâki, ekolojik ve politik iddiaları vardır: Ahlâki iddiaya göre; insan dışındaki yaşam da değerlidir ve bu yaşam insana yararlılığının dışında kendinden bir değere sahiptir. Her türün 'gerçek bir değeri' vardır ve her birinin 'evrimsel yazgısının' gerçekleştirmesine izin verilmelidir. İnsanlar da diğer türlerle aynı değere sahiptir. İşte bu sav ekotajın alt yapısını oluşturmaktadır2. EF!'nin ekolojik iddiası ise şu an içinde bulundukları durumun emsali görülmemiş bir hal aldığını ve eğer böyle gidecek olursa tüm ekosistemin çökebileceğini, daha doğru bir deyişle ekolojik zincirin parçalanarak diğer ekosistemlerin de yok olma sürecine gireceğini ifade etmektedir. Bu sav ekoloji biliminin verileri ile de ispatlanmıştır. Eylemlerin görünüm noktası olan politik iddiaya göre temsilî demokrasi kavramı bir göz boyamadır. Gerçek demokrasi ekonomiyi elinde bulunduranlar tarafından tahrip edilmiştir3. Temsilî demokrasi artık çökmüştür. Temsilciler bizleri temsil etmektense onların kampanyalarına mali destekte 1 Lee, Earth First!, s. 54. Bkz. yuk. ekotajın benimsediği felsefi görüş: Derin Ekoloji. 3 Taylor,”Earth First!”, s. 14-17. 2 98 bulunan küçük bir azınlığı, kapitalistleri temsil etmektedir. Politika sadece zenginlerin oynadığı bir oyun haline gelmiştir1. EF!'nin ekotajı bir taktik olarak benimsediği yönünde resmi bir açıklama bulunmamaktadır. EF! hareketinin en azından resmi söyleminde ekotaj kabul edilebilir bir taktik değildir2. EF! hareketinin içindeki guruplar ekotajı savunmazlar; ama hiçbir birey de açıkça ekotajın sakınılması gereken bir taktik olduğunu söylemez. Daha açık olarak söylenirse, bazı EF!'li bireyler aktif bir ekosabotör olmalarına karşın EF! hareketi ekotajı resmi olarak ne savunmakta ne de desteklemektedir. Ancak yine de EF! Journal'da “Sevgili Ned Lud” ve “Yeryüzünün Gece Haberleri” başlıklı haberler düzenli olarak yayınlanmaktadır3. EF! lobicilik, dava açma ve mektup yazma gibi taktiklerin gerekli ama yeterli olmadıklarını savunmaktadır. Bu yüzden EF! şiddet içermeyen doğrudan eylemin tüm şekillerini uygulamaktadır4. Fakat EF!'nin tercihi radikal doğrudan eylem şekilleridir5. EF! yapısal olarak incelendiğinde, hem resmi yayın organındaki açkılamalar hem de EF! ile ilgili makale ve kitaplarda EF!'nün bir örgüt değil hareket olduğu, hiyerarşik bir yapılanma göstermediği, üyelerinin olmadığı, sadece EF!'ler şeklindeki nitelendirmelerin yapıldığı bir grup olarak kabul edildiği görülecektir6. EF! diğer çevreci gruplara kıyasla daha özel bir yere sahip farklı bir harekettir7. EF! çevreci hareketin içindeki radikal bir 1 Abbey,”Forward!”, s. 3. Lee, Earth First!, passim. 3 “Monkeywrenching: What's up with that?” 4 “How to form an EF! Group”, www. enviroline.org, 12.11.2001, s.1. 5 Atwell, “Earth First! and…”, s.1. 6 “Atwell, “Earth First! and...”, s. 2; Lee, Earth First!, s. 33, 67, 134. 7 Lee, Earth First!, s. 8; Jones, “Ecotage”, s. 1. 2 99 kanat da olsa çevreci hareket içindeki diğer gruplarla bazı noktalarda benzemekte ve belirli ortaklıkları paylaşmaktadır1. EF! hareketi “niche theory”sini (uygun bir yer bulma teorisi) kullanmaktadır. Bu teori, EF!'nin oluşumunun ardındaki akıl yürütme şeklini ifade etmektedir. Şöyle ki, EF! aşırıya kaçan taktikleri benimseyerek, böylece daha az radikal görünen büyük gruplara sistem içerisinde bir yer sağlayacak ve çevreyi koruma her platformda mümkün olacaktır2. EF!'ye getirilen eleştirilerin en önemlisi EF'nin ekotajı benimsemesi ya da kullanması sebebiyle grubun ve gruplar içindeki bireylerin terörist oldukları yönündeki iddiadır. Bazı çevreler ekotaj ile terörizmi eşanlamlı olarak görmektedir. Hatta ekotaj, FBI'ın ekoterörizm dediği bir suç olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla EF!, AL (Animal Liberation) ve SS (Sea Shephard) gibi radikal gruplar da ekoterörün uygulayan gruplar olarak FBI'ın kara listesine alınmıştır. EF! ve diğer radikal grupların şiddet uyguladıkları ya da ekoterörist oldukları iddialarının aksine şiddet bu radikal gruplara ve grubun içerisinde yer alan bireylere uygulanmaktadır. Bunun en bilinen örneği EF!'nin iki üyesini Jüdi Bari ve Darrly Cherry'e karşı bombalı saldırıda bulunulmasıdır3. Sonuç olarak EF! sivil itaatsizlik ve ekotajın öncü kurucusu olmuştur. EF!'nin kurucusu Dave Foreman'ın çeşitli vesilelerle belirttiği gibi EF!, dava açma gibi yasal bir yolda sivil 1 Lee, Earth First!, s. 5, 8. Scarce, Eco-Warriors, s. 7. 3 Bu konuda bkz. Taylor, “Earth First!”, s. 28 dn. 11.; Taylor, “Popular Ecological Resistance and Radical Environmentalism”, Ecological Resistance Movements, Ed. B.R. Taylor, State University of New York Press, New York 1995, s. 343; Lee, Earth First!, s. 137; Scarce, EcoWarriors, s. 84. FBI bunu kendi lehine çevirmek için J. Bari ve D. Cherry'in bir bomba yapımı sırasında yaralandıklarını iddia etmiştir. 2 100 itaatsizlik ve ekotaja doğru yönelen ve bir çok doğrudan eylemi kapsayan bir alet kutusundaki araçların hepsinin kullanılması gerektiğine inanmış radikal bir harekettir1. C-Animal Liberation (Hayvan Kurtuluşu, AL) Rick Scarce’in “Eco Warriors”(Ekoloji Savaşçıları) adlı kitabı kurtların spor amaçlı olarak avlanmasını engellemeye çalışan bir grup Friends of Wolves (Kurtların Dostları) üyesinin av alanına paraşütle atlamalarından bahsederek başlamaktadır2. Bu grubun amacı nesilleri tehlikeye giren kurtların eğlence amaçlı olarak öldürülmelerini engellemektir. Medyanın ilgisi bu yöne çekilerek av izninin iptaline yönelik mahkemeden bir karar alınıncaya kadar kurt sürülerinin yaşamları kurtarılmaya çalışılacaktır. Ekotajın özü ve amacı düşünüldüğünde bu eylem bir ekotaj örneği olarak görülebilir. Friends of Wolves radikal bir grup olarak değerlendirilemese de, hayvanlara yönelik eğlence amaçlı faaliyetleri engellemede ve durdurmada önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir. Ancak hayvanları koruma söz konusu olduğunda en öne çıkan grup Animal Liberation ve onun İngiliz kanadı Animal Liberation Front (Hayvan Kurtuluşu Cephesi)’tur. AL harekei 1970’lerin ortalarında ABD’de doğmuştur. Herry Spina adlı bir aktivist geleneksel Hayvan Refahı Hareketi (Animal Welfare Movement) ve Hayvan Kurtuluş (Animal Liberation) felsefesi arasında bir köprü inşa etmeye girişmiştir. Ona göre geleneksel gruplar, hayvanların vivisection (hayvanların henüz ölmeden canlı iken açılıp, üzerlerinde araştırma yapılması) tekniğinde, bilimsel çalışmalarda ve eğlence aracı olarak kullanılmalarını yeterince sorgulamıyorlardı. Spina felsefi konuşmalar yapmaktansa eylemin tercih edilmesini savunarak 1976 ‘da hayvanların da 1 2 Jones, “Ecotage,” s. 1. Scarce, Eco-Warriors, s. 1. 101 insanlar gibi hakları olduğunun savunan eylemler yapma kararını verdi ve 1979’a kadar avcılığı hedef alan sabotajlar içeren, labarotuvar ve mezbahanelerin cam ve çerçevesini kırma şeklinde, bir dizi eylem başlattı1 AL, hayvanların eğlence amacıyla kullanılmasını, tarımda aşırı zorlanmalarını ve onlar üzerinde deneyler yapılmasını sona erdirmek ve avcılığı önlemek için çalışan ekotajı savunan ve uygulayan radikal bir gruptur2. Bazılarına göre AL’nin eylemleri ılımlı olarak başlamış, ama daha sonra bombaların bile kullanıldığı, işi mülkiyete ve kişilere saldırıya kadar götüren eylemlere dönüşmüştür3. AL hayvanların katledilmesi sonucu çevrede meydana gelen maliyetlere, genetik olarak değişikliğe uğratılmış hayvanlarım çevre üzerindeki yol açtığı belirsizliğe ve bazı insanların omuzlarını süsleyen kürklerin aslında ekosistemin biyolojik çeşitliliğinde ortaya çıkan dengesizliğe yol açmasına, yani tüm bu sorunlar ile ilgili olarak beliren ekolojik etkilere yoğun bir şekilde dikkat çekmiştir. AL’ler diğer radikal çevreciler gibi aynı ortak kaygıyı yani, insan dışındaki varlıklar ve yabanıl alanların bütünlüğünün sağlanması kaygısını taşımaktadır.4 AL hareketinin içersinde yer alan bireyler diğer radikal gruplarda daha radikal bir biçimde her birimizin içindeki Eko-Duvarlarla mücadele etmektedir. Onlar, hayvanların insanların amaçları için kullanımına karşı yasal ya da yasa dışı protestolarla meşgul olan kimselerdir5. İnsan dışındaki varlıkların da yaşam hakları vardır. AL’nin eylem alanı EF!! ve SS ‘den farklı 1 Scarce, Eco-Warriors, s. 119. Scarce, Eco-Warriors, s. 122 3 Scarce, Eco-Warriors, s. 10; Lee, Earth First!, s. 9. 4 Anna Bramwell, The Fanding of the Greeens, Yale University Press, London 1994, s. 132. Kanımca bu bakış açısı kısmen yanlıştır. Çünkü AL mülkiyete zarar vermeyi amaçlaması yanında kişilere yönelik zarar doğuran bir eylem yaptığını ispatlayacak hiçbir delil elde edilmemiştir 5 Scarce, Eco-Warriors, s. 117. 2 102 olarak kırsal alanlara da yönelir. AL’nin ilgi alanı dört kategoride toplanmaktadır: -Vivisection -Hayvanların tarımda aşırı zorlanması -Avcılık ve tuzak kurma faaliyetleri -Hayvanların eğlence amaçlı kullanımı.1 Hayvanlar üzerinde araştırmalar yapmanın tarihi yüzlerce belki binlerce yıl geriye gitmektedir. Yaşayan varlıkların vücutları üzerinde bilimsel çalışmalar “ Akıl Çağı” nın başlarında yoğunlaşmış ve o çağdaki filozoflar, özellikle Descartes, insanın dışındaki canlıların acı çekme duygularının olmadığını ispatlamak için ilk modern vivisector (canlı açıcılar) destekleyen görüşler iler sürmüşlerdir2. AL ekoloji uygulayan grupların başında gelmektedir. AL hareketi içindeki kimseler, bireysel ya da küçük gruplar halinde labarotuvarlarda hayvanlar üzerinde test yapmaya yarayan ekipmana zarara vererek onları kullanılmaz hale getirmektedir. Denek hayvanlarını serbest bırakarak onlar lehine meşru müdafaa da bulunduklarını iddia etmektedirler. Hayvanlar üzerinde yapılan bilimsel araştırmaları engellemek ya da durdurmak için Texas Teknik Üniversitesindeki labarotuvarlardaki ekipmana yetmiş bin dolarlık zarar vermişlerdi. AL bunun gibi birçok labarotuvar ya da araştırma merkezini, ekotajın uygulama şekillerinden olan “kundaklama” (aroson) yoluyla, bir daha kullanılamaz hale getirmiştir3. 1 Scarce, Eco-Warriors, s. 116. Scarce, Eco-Warriors, s. 119. 3 Bkz. yuk. çevre sorunsalını ortaya çıkaran tarihsel süreç içerisinde. Mekanik dünya görüşü bunun en iyi örneğini teşkil etmektedir. Çünkü mekanik dünya görüşü, akıl yetisine sahip olmayan canlıların madde olduğunu ve hiçbir duygu ve duyumların olamayacağını iddia eder. Scarce, 2 103 EF!’ye yapılan eko terörizm suçlaması AL’ye de yöneltilmiş ve hatta bu konuda “Hayvanlar Üzerinde Araştırama Yapan Teşebbüse Karşı Yönelen Terörist Eylemler” başlıklı bir kongre yapılmıştır. Bu kongre sonucunda 29 sayfalık bir rapor hazırlanmış1 ve hayvanları korumak amacıyla mücadele eden grupların eylemleri terörist eylemler olarak nitelendirilmiştir. Bugün insanların uğradıkları hastalıklar bizim yaşam şeklimizin ve çevreye yönelik yıkıcı faaliyetlerimizin sonucunda meydana gelmiştir. Eğer bizle bu hastalıkları önlemek istiyorsak hayvanlar üzerinde test yapmak yerine daha kalıcı bir çözüm bulmak zorundayız. Kısaca çevreye yönelen müdahalelerimizde kaçınacak yolları inşa etmeye başlamalıyız2. D- Sea Shepherd (Deniz Çobanları, SS) Vancouver’daki British Colombia Raoute ajansı şöyle bir haber geçiyordu: “Radikal bir ABD’li çevreci grup Kanada’nın batı kıyısındaki yaşlı yağmur ormanlarının kesilmesini önlemek için eğitimli sabotörler gönderilecektir.” 3 Bu haber Sea Shepherd Conservation Society (Deniz Çobanları Koruma Topluluğu) tarafından doğrulanıyor ve yapılan açıklamaya göre Clayaquot Sound on Vancove Island’a bir botla kereste elde etmekte kullanılan teçhizatı sabote etmek ve ağaç kesimini durdurmak için eğitimli ekotaj ajanlarından oluşan bir tayfa gönderiliyordu. Eco-Warriors, s. 122. Aynı yönde bkz. Capra, “Deep Ecological Movement”, s. 21-22. 1 Report to Congress on the Extent and Effects of Domestic and International Terrorism on Animal Enterprises, http://www.cdfe.org/ecoterror.html, 12.11.2001. 2 Scarce, Eco-Warriors, s. 124. 3 Jon Ferry, “U.S. Environmentalists threaten logging sabotage”, www.enviroline.org., 12.11.2001. 104 Sea Shepherd’ın öyküsü 1978 yılında Greenpeace ‘ten kopuşla başlamıştır. Greenpeace’in yönetim kurulu üyesi olan kaptanı Paul Watson Greenpeace’in, deniz hayvanlarına karşı yönelen şiddete karşı hareketsiz kalması sebebiyle bu örgütten ayrıldı1. P. Watson ‘un amacı yabanıl hayatın kutsallığı için savaşmaktı. Watson: “Biz ağaçları çivileyeceğiz (tree spiking) ve kereste kesiminde kullanılan teçhizata saldıracağız , işte böylece biz Clayoquot Sound’ın doğla bütünlüğünü korumuş olacağız” demiştir2. S.S hukuk kurallarını ihlal eden ekotajı uygular. Çünkü Sea Shepherd ‘a göre, “adalet hukuktan çok daha önemlidir.” S.S. ‘nin uyguladığı ekotaj avcı gemilerini batırma şeklindedir. Söylendiği kadarıyla SS şimdiye dek beş balina avcı gemisini batırmıştır3. SS sadece balina avcılığına karşı değil, aynı zamanda kanunsuz balıkçılığa ve denizi kirletenlere karşı da ekotaj uygulamaktadır. Sea Shepherd’ın eylemlerindeki mantık şu olmuştur: SS bireylerin deniz çevresini korumak için yasal olarak yetkilendirildiğine inanmaktadır. Bu yetki de Dünya Doğa Şartı Ek E, Bölüm III’ te düzenlenmiştir: “Devletler ve yetkileri olmak koşuluyla diğer kamu otoriteleri, uluslararası örgütler, bireyler, gruplar ve şirketler c) Çevrenin koruması ve doğanın muhafaza edilmesi için mevcut yasal hükümleri uygulanmalı e) Ulusal yetki alanları içinde doğayı muhafaza etmeli ve güvence altına almalı”dır. 1 Scarce, Eco-Warriors, s.100. Ferry, “U.S. Environmentalists”, s. 1. 3 Taylor,”Earth First! and...”, s. 24 dn.10.. Bu sayı Ecodefence'da 6 olarak gösterilmektedir. Bkz. Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 352. 2 105 P.Watson 1993’te mahkemede kendisine yöneltilen suçlamaya karşı Dünya Doğa Şartı’nı kullanmıştır. Jüri Watson ’ı suçsuz bulmuştur1. Sea Shepherd Greenpeace ’in de yaptığı gibi insanların düşüncelerine o vahşet karelerini yerleştirmiş; kısaca medyanın ilgisini çekerek kamuoyunun belleğine deniz ve okyanuslardaki çevresel bozulmayı yerleştirmiştir2. Sea Shepherd da ekoterörist bir grup olarak suçlanmıştır. Watson bu suçlamaya terörist olmadıklarını terra-istic (yeryüzü taraftarı) olduklarını söyleyerek cevap veriştir3. “Mülkiyete karşı şiddet uyguluyoruz” diyor Watson, “ama, insan yaşamına veya başka bir yaşama karşı asla.”4 VII-Ekotajın Uygulama Şekilleri A-Ağaçları Çivilemek( Tree Spiking) Tree Spiking, ağaçların kereste ticaretinde kullanılmak üzere kesilmesini önleyerek kereste ticaretini durdurmak ya da engellemek için ağaçlara çiviler çakılması şeklinde basitçe tanımlanabilir. Tree Spiking ‘in hedefi kereste ticaretinde kullanılacak ağaçların kesimini durdurarak şirketleri mali açıdan zor duruma sokmaktır5. Çiviler ağaçlara zarar vermezken onları kesmekte kullanılan ekipmanın ağaçlara zarar vereceği kesindir. Ekosabotörlerin kullandıkları çiviler 1 Gray Wolf-Hummingbird, “Marine Monkeywrenching”, Ecodefence: A Field Guide to Monkeywrenching, Dave Foreman-Bill Haywood, 3. Ed., Abbzug Press 1993, s. 342-343. 2 Scarce, Eco-Warriors, s. 104. 3 Scarce, Eco-Warriors, s. 113. 4 David Rothenberg, “Have A Friend of Lunch: Norwegian Radical Ecology Versus Tradition”, Ecological Resistance Movements, Ed. B.R. Taylor, State University of New York Press, New York 1995, s. 216. 5 Scarce, Eco-Warriors, s.75; “Tree Spiking, Nailing the Trees to Save the Forest”, http://environmentalist.com/mbody.htm, 12.11.2001; Foreman, Ecodefence, s. 18. 106 teçhizatın bozulmasına sebep olur. Ağaçları çivilemekte kullanılan seramik/metal çiviler özenle seçilmiş boyutları daha önce belirlenmiştir. Tree Spiking’de iki temel yol vardır: İlki, çivilerin ağaçların gövdelerinin alt tarafına yerleştirilerek testerelerin dişlilerinin kırılmasına yol açmasını sağlanmasıdır. Ancak tree spiking bu tipine yönelik bir itiraz vardır. Çünkü böyle bir çivileme testereyi kullanan oduncuların yaralanmasına sebep olabilecektir ki bu yönde bazı iddialar da mevcuttur1. Tree Spiking’deki ikinci yol ise, ağaçların yüksek yerlerine çiviler çakarak ağaçların üst taraflarından kesilmelerini önlemedir. Tree Spiking ’in ilk şekline getirilen eleştiri bu şekle de yöneltilmiştir2. Kısaca özetlenecek olursa tree spiking kereste endüstrisini ekonomik zarara uğratmaya yönelmiş ve özellikle EF! grubunun kullandığı bir ekotaj şeklidir. Bu eylem şekline karşı Amerika Birleşik Devletlerinde “Anti- Spiking Yasası” hazırlanmış ve bu yasada ‘kereste endüstrisine zarar veren aletlerin kullanılması sonucu özel mülkiyette bir zarar meydana gelir ya da herhangi bir kişi yaralanır yahut ölüm tehlikesine maruz kalırsa, bu aletleri kullananlar para ve hapis cezasıyla cezalandırılacaktır’ şeklinde bir düzenlemeye gidilmiştir. B-Engelleme (Blocage) Engelleme, kereste ticareti, madencilik, petrol ve faz taşımacılığı,enerji alanlarının inşası, baraj yapımı gibi doğaya 1 Foreman, Ecodefence, s. 18 ve Scarce, Eco-Warriors, s. 76-77. Ecodefence'da tree-spiking teknikleri ayrıntılı olarak açıklanmış, hangi boyutta çiviler kullanılırsa tree-spiking'in daha etkili olacağı tartışılmış ve güvenlik şekilleri belirtilmiştir. Bkz. Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 1851. 2 107 doğrudan veya dolaylı olarak zarar verebilecek faaliyetler’de kullanılan yolları kapatarak yahut bu yollardan geçecek araçların zarar görmelerine neden olacak araçları yollara koyarak, bu faaliyetleri gerçekleştirenlerin mülklerinde bir eksilmeye neden olmaktır. Çünkü yollar, kereste ticareti, madencilik petrol ve gaz taşımacılığı ve inşaat gibi faaliyetleri gerçekleştirmeye olanak sağlayan yerlerdir. Engelleme aynı zamanda bu faaliyetlerin nesnesi olan yolların yapımını ya da geliştirilmesini de kapsamaktadır1. Engelleme 1970 ve 1980’lerde çiftçilerin kereste ticaretinde yararlanılan yolların kullanılmalarını engellemeleri ile başlamıştır2. Bazı yazarlar bu tarihi 1967 – 1968’e kadar götürmektedir; Kentucky’ nin doğusundaki kömür havzalarına karşı yürütülen direnişi örneklemektedirler. Bu direnişte direnişçiler yolları kapatarak buldozerleri engellemişlerdir3. Engelleme sadece Kuzey Amerika’da uygulanan bir yöntem değil, diğer birçok ülkede uygulanan bir ekotaj şeklidir. Engelleme örnekleri Kanada’dan Malezya’ya kadar uzanır. 1991 baharında Quebec Eyaletinde yerleşik olan Cree Kabilesi üyelerinden 600 tanesi La Grande nehri üzerinde inşa edilecek olan barajı engellemek için inşaat alanına girmiş ve baraj inşaatı çalışmasını saatlerce durdurmuştur4. Bu kişileri böyle bir eyleme yönelten sebep, Quebec istinaf mahkemesinin aldığı bir karardır. Baraj inşaatının durdurulması için yapılan bir başvuruya cevaben istinaf mahkemesi şöyle bir karar vermişti: “Baraj inşaatını durdurmak için artık çok geçtir. 1 Love/Obst, Ecotage!, s. 87; Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 88-115 Larry Lohmann, “Visitor to the Commons: Approaching Tailand's 'Environmental' Struggles from a Western Starting Point”, Ecological Resistance Movements, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press, New York 1995, s. 122. 3 Edwards, “With Liberty”, s. 47. 4 Gedicks, “International...”, s. 93. 2 108 Birkaç bin yerlinin kaygısı enerjiye ihtiyaç duyan milyonlarca tüketiciden daha az önemlidir.” Bu halde ekotaj yasal araçların kullanılmasının yetersiz olduğu durumlarda başvurulacak son çaredir. Yukarıdaki örnekte bahsedilen mahkeme kararına karşı başvurulacak hukuki yollar, sonuç doğursa bile, baraj inşaatının doğada meydana getireceği tahribatla kıyaslandığında anlamsızlaşacaktır. Böylesi örnekler çoğaltılabilir. Malezya’da Peron Kabilesi kereste endüstrisinde kullanılmak üzere topraklarına gelen ve ağaçlarını kesen kereste tacirlerine bir mesajla uyarıda bulunmuş, bu uyarıları dikkate alınmayınca kereste kesiminde kullanılan yollara barikat kurularak faaliyet durdurulmuştur1. İşte burada ekotaj taktiği haklı bir gerekçeden hareketle uygulanmıştır. Peron Kabilesi üyeleri “engelleme”yi uygulamadan önce gönderdikleri uyarı mesajında şöyle demekteydiler: “Ya ormanlarımızın kıyımını durdurun ya da biz onu korumak adına size yönelik olarak güç kullanacağız. Ormanlar bizim yaşam alanlarımız. Yabancılar gelmeden önce de biz burada yaşıyorduk. Yiyeceklerimizi oradan elde ediyoruz. Yaşadığımız hayat kolay değil, ama mutlu bir şekilde yaşıyoruz. Şimdi kereste şirketleri nehirlerin akıntısını değiştiriyorlar ve ormana zarar veriyorlar. Balıklar kirli nehirlerde yaşıyorlar[...] Eğer taleplerimize cevap vermezseniz, biz de yaşam alanlarımızı koruyacağız. Bu bizim mesajımız.”2 Bu bir kimsenin ya da kabilenin yaşam alanına yönelen haksız bir müdahaleye karşı yapılan kişinin ya da grubun kendini savunma hakkının iyi bir örneğidir. Ancak Peronluların bu direniş kırk iki blokajcının tutuklanmasından sonra hükümet kereste ticaretinde kullanılan yol güzergâhında “engelleme” yapmayı yasaklayan bir kanun 1 2 Gedicks, “International...”, s. 95-96. Gedicks, “International...”, s. 96. 109 tasarısını meclise sunmuş ve bu kanun tasarısı meclisçe kabul edilip kanunlaşmıştır. Kanuna göre “engelleme” nin cezası 2 yıl hapis ve 6 bin dolar para cezasıydı1. C-Reklam Panolarını (Billboard Bandits) Kullanılmaz Hale Getirme Ekotajın bu şekli ekosabotöre propaganda imkanı tanımaktadır. Propaganda kampanyası bir mesaj verme amacını taşıması yanında sınırsız kalkınmadan yana olanların umursamaz politikalarının geçerliliğinin sorgulanmasını da sağlamaktadır2. A.B.D.' de 1965 tarihli Anayolları Güzelleştirme Yasası reklam endüstrisini olumsuz olarak etkilemiş, bu yasa ile anayollar üzerindeki estetik görüntüyü bozan reklam panolarının kaldırılması öngörülmüştür. Ancak reklam endüstrisi Washington’da yaptığı lobicilik faaliyetleri ile yeniden panolarının dikilmesinin yolunu açmıştır3. Ekosabotörler doğal çevreyi bozan bu endüstriye karşı ekotajı kullanmışlar ve hem doğanın estetik görünüşünü güzelleştirmeyi hem de şirketlerin faaliyetler karsız hale getirerek bu reklam şeklinden onları vazgeçirmeyi amaçlamışlardır4. Reklam Panolarını kullanılamaz hale getirme Sam Love ve David Obst’un “Ecotage!” (Ekotaj) isimli kitaplarında yasadışı bir taktik olarak kabul edilmiştir. Bu kitapta, etkili bir reklam panosuna zarar verme operasyonu için gerekli olan yöntemler belirtilmekte, bu taktiğin uygulamasında önce eylem alanının incelenmesinin gerekli olduğu ifade edilmektedir. Etkili bir ekotaj için dört ya da beş kişiye ihtiyaç olduğu söylenmektedir 1 Gedicks, “International...”, s. 95; Scarce, Eco-Warriors, s. 14, 150-152. Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 210. 3 Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 211. 4 Ayrıntılı bilgi için bkz. Foreman/Haywood, Ecodefence, s. 210-232. 2 110 Ancak daha iyi bir ekotaj için en az on kişinin olması gerektiği belirtilmektedir1. Reklam panolarına yönelen ekotajın amacı, özetle, şirketler zarar vermekten ibarettir. 1 Love/Obst, Ecotage!, s. 25-33. 111 SONUÇ Ekotaja yönelik olarak kamu otoritelerinin tepkisi, genellikle, sert önlemler alma ve ekotajın demokratik bir süreçte yeri olmadığını katıltama şeklinde belirmiştir. Radikal çevrecilerin uyguladıkları taktikleri mevcut sistemi yıkmayı amaçladığı gerekçesiyle eleştirilmiş ve terör eylemleri olarak gösterilmek istenmiştir. FBI, bir web sitesinde ekotajı bu bağlamda tanımlamış ve radikallere yönelik bazı ithamlara yer vermiştir. Buna ekoterörizm, “doğayı kurtarmak adına işlenen her suçtur.”1 Oysa çeşitli ülkelerin hukuki düzenlemeleri esas alındığında bu nitelendirmenin doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü, Fransa’da ekolojik terörizm diye adlandırılan çevre suçu FBI’ın tanımlamasına uymamaktadır. Bu ülkenin Ceza Yasası’nın 422-425. Maddeleri arasında gösterilen fiilleri işleyenlerin suçları ekoterörizm olarak nitelendirilmektedir. Buna göre, bu suçun failleri, sanayi kesimindeki kişiler olmaktadır. Suç, atmosfere, suya, toprağa ve yeraltına insanların, flora ve faunanın veya doğal çevrenin sağlığını tehlikeye koyacak şekilde madde bırakılmasıdır2. Timoty Schofield ise, ekoterörizmi şöyle tanımlamaktadır: “Çevresel terörizm, düşmanca amaçlarla doğanın gücünden yararlanmaktır. Çevresel terörizm su ya da tarımsal kaynakların kasten kirletilmesi gibi çevreyi doğrudan hedefleyen ve kimyasal veya biyolojik silahların atmosfere 1 “Indictment information and http://www.cdfe.org/indict.html, 12.11. 2001, s. 1. 2 Nükhet Turgut, Çevre Hukuku, s. 639. Warrants, 112 salınması gibi yıkıcı bir amaçla çevreyi kullanmayı kapsamaktadır”1. Ekotajın terörist bir eylem olduğu yönündeki suçlamanın sebebi, bu eylemi gerçekleştirenlerin doğaya karşı süregelen şiddeti kendi kişisel yöntemleriyle sona erdirmeye çalışmalarıdır. Böylece ekosabotörler, iktidarın ve geleneksel hukuk kurallarının meşruiyetini tanımamış veya sorgulamış olmaktadırlar. Bu bağlamda, bu sorgulamayı bertaraf edebilmek için, yetkili otoriteler, ekotajın yasa dışı olduğu yönünde bir söylemde bulunmaktadırlar. Oysa ekotaj, demokratik süreci güçlendirici bir eylemler dizisi olarak görülmelidir. 1 Timothy Schofield, “The Environment As An Ideological Weapon: A Proposal To Criminalize Environmental Terrorism”, 26. B. C. Rev., 1998-1999, s. 620. 113 KAYNAKÇA “68 Kuşağı Üzerine Bir Deneme”, 41 Toplum ve Bilim, Bahar 1988. “How to form an EF! Group”, www. enviroline.org, 12.11.2001. “Tree Spiking, Nailing the Trees to Save the Forest”, http://environmentalist.com/mbody.htm., 12.11.2001. A. Mc Laughlih, "The Heart of Deep Ecology", Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed. George Session, Shabhala Pub., Boston 1995. Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yay., İstanbul 1997. Ahmet Erdoğdu, “Meşru Müdafaa”, Adalet Dergisi, S. 3, Mart 1950. Ahmet İnsel, "Geçmişten Geleceğe", Birikim, S.104. Akın Dürel, İdare Hukuku Dersleri, AÜHF Yay., no: 447, Ankara 1979. Akın İlkin-Erdoğan İlkin, Çevre Sorunları, TOBBYay., Ankara 1991. Al Gedicks, “International Native Resistance To The New Resource Wars”, Ecological Resistance Movements, The Global Emergency of Radical and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press; Albany 1995. Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi, Çev. Hülya Tufan, 3.Baskı, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2000. 114 Alev Özkazanç, Modernliğin Çözülmesi, Toplumsal Dışlanma ve Suç, III. Ulusal Sosyoloji Kongresi Bildirileri, Yayınlanmamış Bildiri, 2000. Alev Özkazanç, Refah Devletinden Yeni Sağa: Siyasi İktidar Tarzında Dönüşümler, 7 Mürekkep, 1997. Alex Callinicos, Postmodernizme Hayır-Marksist Eleştiri, Çev.Şebnem Pala, Ayraç Yay., Ankara 2001. Bir Amin/Arrlıghı/Frank/Wallerstein, Yeni Toplumsal Hareketlerin Krizi, Çev. E.A, Alan Yay., İstanbul 1993. Andre Gorz, Kapitalizm, Sosyalizm, Ekoloji, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yay., İstanbul 1993. Andrew Reeve, "Mülkiyet", Blackwell'in Siyasal Düşünce Ansiklopedisi II (K-Z), Haz. David Miller, Çev.Bülent PekerNevzat Kıraç, Ümit Yay., Ankara Anna Bramwell, The Fanding of the Greeens, Yale University Press, London 1994. Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, 2. Baskı, Çev. Esin Kuşdil, Ayrıntı Yay., İstanbul 1993. Arif Künar, “Yeşiller Nereye?”, 5 Ağaçkakan, Ocak 1993. Arne Naes,"The Deep Ecological Movement", Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed.George Session, Shabhala Pub., Boston 1995. Aydın Zevkiler, Medeni Hukuk, Savaş Yay., Ankara 1992. Ayşegül Kaplan, Küresel Çevre Sorunları ve Politikaları, Mülkiyeliler Derneği Vakfı Yay., Ankara 1999. Bob Edwards, “With Liberty and Environmental All: The Emergence and Challenge of Environmentalism in the United States”, Resistance Movements, The Global Emergence Justice for Grossnots Ecological of Radical 115 and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press, Albany 1995. Brain Taylor “Earth First! And Global Narrativistes of Popular Ecological Ressitance” Ecologcial Resistance MovementsThe Global Emergence of Radical and Popular Environmentalism, Ed. R. R. Taylor, State University of New York Press; Albany 1995. Bran Taylor, “Introduction: The Global Emergence of Popular Ecological Resistance” Ecologcial Resistance MovementsThe Global Emergence of Radical and Popular Environmentalism, Ed. R. R. Taylor, State University of New York Press; Albany 1995. Cahit Can, Toplumsal İnsanın Evrensel Doğası ve Cinsel Suçlar, Seçkin Yay., Ankara 2002. Carrie Lane, “Ecotage”, http://electronicsoap.box/es/ecotage/organie.htm, 12.11.2001. Celal Ertuğ, “Yeşillerden Ne Haber?”, 5 Ağaçkakan, Ocak 1993. Christopher Pierson, Modern Devlet, Çev. Dilek Hattatoğlu, Çiviyazıları, Ankara 2000. Christopher Rootes, “Environmental Movement:From the Local to the Global”, Environmental Movements, Local, National and Global, Ed. C. Rootes, Frank Cass Pub., London 1999. Dave Foremen, “New Conservation Movement”, Deep Ecology For The Twenty-First Century, Ed. George Session, Shambhab Pub., Boston 1995. David Harvey, Postmedernliğin Durumu, Çev. Surgun Savran, Metis Yay.,İstanbul 1997. 116 David Riches, "Şiddet Olgusu", Antropolojik Açıdan Şiddet, Der. David Riches, Çev. Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., İstanbul 1989. David Rothenberg, "Have A Friend of Lunch:Norwegian Radical Ecology Versus Tradition", Ecological Resistance Movements, The Global Emergence of Radical and Popular Enviromentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press, New York 1995. Dominique Simonnet, Çevrecilik, Çev. M. Selami Şakiroğlu, İletişim Yay., İstanbul 1990. Douglas Brinkey, "Introduction", The Monkey Wrench Gang, Edward Abbey, Perennial Pub., New York. Edward Abbey, “Forward!”, Ecodefense: A Field Guide to Monkeywrenching, Foreman/Haywood, 3. Edition, Abbzug Press, California 1996. Edward Abbey.The Monkey Wrench Gang, Perennial Pub., New York 2000. Egveny Pasukanis, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, Çev. Onur Karahanoğulları, Birikim Yay., İstanbul 2002. Faruk Erem, “Türk Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, Adliye Ceridesi, S. 8, 1943. Faruk Erem/Ahmet Danışman/Mehmet Emin Artuk, Ceza Hukuku, 14. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara 1997. Fritjof Capra, “Deep Ecology:A New Paradigm”, Deep Ecology for the Twenty-First Century, Shambhala Pub., Boston 1995. Fritjof Capra,"Deep Ecology-A New Paradigm", Deep Ecology for the Twenty-First Century, Ed.George Session, Shambhala Pub., Boston 1995. 117 G.Demirer-E.Torunoğlu-M.Duran, "Radikal Ekolojik Akımlar Üzerine Düşünceler", Ve Kirlendi Dünya, George Session, “Ecocentrism and the Antropocentric Detour”, Deep Ecology for the Tewenty-First Century, Ed.George Session, Shambhala Pub., Boston 1995. George Session,"Introduction", Deep Ecology for the TwentyFirst Century, Ed.George Session,Shabhala Pub., Boston 1995. George Session,"Prafece", Deep Ecology for the TwentyFirst Century, Ed.George Session, Shabhala Pub., Boston 1995. Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman AkınhayDerya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay., Ankara 1999. Gray Wolf-Hummingbird,"Marine Monkeywrenching", Ecodefense: A Field Guide to Monkeywrenching, Dave Foreman-Bill Haywood, 3. Ed., Abbzug Press 1993. Günseli Tamkoç,"Derin Ekolojinin Genel Çizgileri", 57-58 Birikim, Ocak-Şubat 1994. Halil Turhanlı, Şenlik, Sanat ve Sabotaj, Çiviyazıları, İstanbul 2002. Hamdi Öner, “Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nun Meşru Müdafaaya İlişkin Hükümleri Arasında Mukayese”, Adliye Ceridesi, S. 1939. Hannah Arendt, "Şiddetsizlik Üzerine", 6-7 Cogito, 4.Baskı, Yapı Kredi Yay., Kış-Bahar 1996. Hasan Ünver, Çevre Felsefesi-Etik ve Metafizik Görüşler, Doruk Yay., Ankara 1996. Immanuel Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, Çev. Necmiye Alpay, 2. Baskı, Metis Yay, İstanbul 1996. 118 Immanuel Wallerstein-Giovani Arrighi-Terece K. Hopkins, Sistem Karşıtı Hareketler, Çev. C.Koref- B.Somay-S. Sökmen, Metis Yay., İstanbul 1995. İlhan Akdere, Marksizm’de Temel Kavramlar, 4. Baskı, Evrensel Basım Yayım, İstanbul 1995. İsmail Doğanay, “Meşru Müdafaa”, Adalet Dergisi, S. 5, Mayıs 1947. James O'Connor, “Sürdürülebilir Kapitalizm Mümkün Mü?”, Marksizm ve Ekoloji, Der. G.N.Demirer-M.Duran-G.Özgür, Öteki Yay., Ankara 2000. John Atwell, "Earth First! and the Environmental Defense Fund: A Comparison of Web Pages Equals a Comparison of Philosophy, www.law.uiowa.edu/library.php, 12.11.2001. John Bellamy Foster, Savunmasız Gezegen-çevrenin kısa ekonomik tarihi, Çev. Hasan Ünder, Epos Yay., Ankara 2002. Jon Ferry, "U.S. Environmentalists threaten logging sabotage", www.enviroline.org., 12.11.2001. Jonathan Porritt, Yeşil Politika, Çev. Alev Türker, 2. Basım, Ayrıntı Yay., İstanbul 1998. Kemal Gözler, İdare Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları, Bursa 2002. Kemal Oğuzman/Özer Seliçi, Eşya Hukuku, 7. Bası, Filiz Kitabevi, İstanbul 1997. Kenan Çayır, “Toplumsal Sahnenin Yeni Aktörleri: Yeni Sosyal Hareketler”, Yeni Sosyal Hareketler, teorik açılımlar, Yayına Haz. Kenan Çayır, Kaknüs Yay., İstanbul 1999. Kirkpatrick Sale, "Lessons from the Luddites", http:/greenfield.fortunecity.com/crawdad/213/lessons, 12.11.2001. 119 Kirkpatrik Sale, "The Neo Luddites", http://greenfield.fortunecity.com/crowdad/213, 12.11.2001. Lakshman D. Gruswamy-Brent R. Hendricks, International Environmental Law, West Pub. Go. USA 1997. Larry Lohmann, "Visitor to the Commons: Approaching Tailand's 'Environmental' Struggles from a Western Starting Point", Ecological Resistance Movements, The Global Emergence of Radical and Popular Enviromentalism, Ed.B.R.Taylor,State University of New York Press, New York 1995. Lindsay Hart, “Radikal Doğrudan Eylemi Savunurken”, Jon Purkis-James Bowen, 21. Yüzyıl Anarşizmi, Çev. Ş. S. Kaya, Ayrıntı Yay., İstanbul 1997. Love, Earth Tool Kit, Pocket Books Pub., New York 1971. Luc Ferry, Ekolojik Yeni Düzen, Çev.Turhan Ilgaz, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2000. Luis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Yusuf Alp-Mahmut Özışık, 4. Baskı, İletişim Yay., İstanbul 2000. Lütfi Duran, “Kamusal Malların Ölçütü”, Amme İdaresi Dergisi, S. 19. Marry Mellor, Sınırları Yıkmak, Çev. Alev Türker, Ayrıntı Yay., İstanbul 1993. Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Çev. Bülent Peker-Ümit Altuğ, 2.Baskı, İletişim Yay., İstanbul 1996. Martha F.Lee, Earth First! Environmental Apocalypse, Syracuse University Press, New York 1995. 120 Mattehew Lyon, “Introduction To Third Edition”, Ecodefense: A Field Guide to Monkeywrenching, Foreman/Haywood, 3. Edition, Abbzug Press, California 1996. Max Horkheimer, Akıl Tutulması, Çev. Orhan Koçak, 4. Baskı, Metis Yay., İstanbul 1998. Mehmet Ali Ağaoğulları-Levent Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, 3. Baskı, İmge Kitabevi, Ankara1998. Michael Brown-John May, Yeşil Barışın Öyküsü,Çev. Sabir Yücesoy, Metis Yay., İstanbul 1992. Mine Kışlalıoğlu-Fikret Berkes, Çevre ve Ekoloji, 5. Basım, Remzi Kitapevi, İstanbul 1995. Muharrem Özen, Türk Ceza Hukukunda Meşru Müdafaa, Seçkin Yay., Ankara 1995. Murat Belge, “68 ve sonrasında Sol Hareket”, 41 Toplum ve Bilim, Bahar 1988. Murat Özyüksel, Feodalite ve Osmanlı Toplumu , 3. Baskı, Der Yay., İstanbul 1997. Murray Bookchin, “Yoketme Gücünü Yaratma Gücü”, Birikim, S.57-58, Ocak-Şubat 1994. Murray Bookchin, Ekolojik Bir Topluma Doğru, Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yay., İstanbul Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Üçüncü Baskı, Savaş Yay., Ankara 1994. Nükhet Turgut, “Çevre Hukukunda Çevreci Örgütlere Tanınan Olanaklar”, AÜHFD, Cilt: 45, Sayı: 1-4, 1996. Nükhet Turgut, “Sürdürülebilir Kalkınmanın Sağlanmasında Katılımın Rolü”, SBFD, Cemal Mıhçıoğluna Armağan, Cilt. 52, Sayı.1-4. 121 Nükhet Turgut, Çevre Hukuku (Karşılaştırmalı İnceleme), Savaş Yay., Ankara 2001. Nükhet Turgut, Çevre ve Yurttaşlar, Savaş Yay., Ankara 1993. Nükhet Turgut, Siyasal Muhalefet-Batı DemokrasileriSosyalist Ülkeler-Türkiye, Birey ve Toplum Yay., Ankara 1984. Ortak Geleceğimiz, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu,Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yay., 3. Baskı, Ankara 1991. Ömer Laçiner, “Ekoloji, İnsan ve Toplum”, Birikim, S. 57-58, 1994. Paul Wagner, “In Defense of Banner Hangers: The Dark Green Politcs of Greenpeace”, Ecological Resistance Movements, The Global Emergency of Radical and Popular Environmentalism, Ed. B. R. Taylor, State University of New York Press; Albany 1995. Pulat Gözübüyük, “Modern Ceza Hukukunda Mal İçin Meşru Müdafaa”, Adliye Ceridesi, S.1, 1942. Ramachandra Guha, Environmentalism-A Global History, Longman Pub., 2000. Report to Congress on the Extent and Effects of Domestic and International Terrorism on Animal Enterprises, http://www.cdfe.org/ecoterror.html, 12.11.2001. Rik Scarce, Eco-Warriors, Understanding the Radical Environmental Movement, Noble Press Inc., Chicago 1990. Roy Halliday, "Review: Ecotage", http://royhalliday.home.mindspring.com/ecotage.html, 12.11.2001. 122 Rudolf Heberle, “Types and Functions of Radical Movemets”, International Encyclopedia of the Social Sciences, Volume 14, Ed. David Sills, The Mcmillan Company and The Free Press, America 1968. Sam Love-David Obst, Ecotage!, Pocket Books Pub., New York 1972. Sefa Reisoğlu, Türk Eşya Hukuku, C.I, 5. Bası, Ankara 1977. Shelder Kamieniecki-S. Bulaire Colemen, -Robert O. Vos, “The Effectiveness of Radical Environenmentalists”, Ecological Resistance Movements, The Global Emergence of Radical and Popular Enviromentalism, Ed. B.R. Taylor, State University of New York Press, Albanis 1995. Steve Jones, "Ecotage: A Practicalor Punishable Means of Environmental Activism?, http://darwin.bio.uci.edu, 12.9. 2002. Sulhi Dönmezer/Sair Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C. II, 7. Bası, İÜHF Yay., İstanbul 1981. Tanıl Bora, “Avrupada Yeşil Hareketin Bunalımı ve Türkiyede Yeşillik”, 5 Ağaçkakan, Ocak 1993. Taylor, “Popular Ecological Resistance and Radical Environmentalism, Ecological Resistance Movements”, Ecological Resistance Movements, The Global Emergence of Radical and Popular Enviromentalism, Ed. B.R.Taylor, State University of New York Press, New York 1995. Tom Bottomore, Marksist Düşünce Sözlüğü, Çev. Mete Tunçay, 2. Baskı, İletişim Yay., İstanbul 2001. Toplum ve Bilim, ‘bu sayıda…’, 41 Toplum ve Bilim, Bahar 1998. Turgut Akıntürk, Medeni Hukuk, Savaş Yay., Ankara 1991. 123 U. Ulaş Tol, “Dipteki Yoksullar”, 15 Mürekkep, 2000. Zygmunt Bauman, Siyaset Arayışları, Çev. Tunçay Birkan, Metis Yay., İstanbul 2000. Zygmunt Bauman, Yasa Koyucular İle Yorumcular, Çev. Kemal Atakay, Metis Yay., İstanbul 1996. Zygmunt Bauman; Çalışma, Tüketicilik ve Yoksullar, Çev. Ümit Öktem, Sarmal Yay., İstanbul 1999. 124 125