Osmanlı Devleti`nde Madencilik ve Balya

Transkript

Osmanlı Devleti`nde Madencilik ve Balya
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
OSMANLI DEVLETĐ’NDE MADENCĐLĐK VE BALYA MADENLERĐ
MEHMET ÇĐLOĞLU∗
Avrupa’nın “Hasta Adamı”nın içinde bulunduğu koşulların giderek zorlaştığı XIX. yüzyılda,
bozulan düzen ve kaybedilen topraklar devletin elini kolunu bağlamıştır. Ticaretin ve hammaddenin
Avrupa’ya akması devletin varlığını sürdürebilmesi için ön koşul haline gelmiş bulunmaktadır.
Avrupa’nın isteklerini kısmen yerine getiren Osmanlı bürokratları ise bu zaman dilimi içinde birçok
reformu gerçekleştirmekle birlikte ekonomik bağımsızlıklarından ödünler vermek durumunda
kalmışlardır. Tanzimat’la birlikte başlayan değişim süreci birçok alanda olduğu gibi madencilik
sektöründe de kendisini göstermiştir. Yeni kanunlarla birlikte yüzyıllarca süre gelen yönetim
sistemleri değişmiş, Balya ilçesindeki kurşun ağırlıklı madenlerin çıkarılma girişimi de bu zaman
dilimine rastlamıştır. Özellikle Fransız sermayesinin sağladığı destekle kurulan şirketler bu bölgedeki
madenlerin çıkarılıp işlenmesinde önemli roller üstlenmişlerdir. Fransızların giriştikleri bu büyük
sömürü faaliyeti, Balıkesir vilayetine bağlı bu ilçeyi yüz yıl sonra tanınamayacak bir halde getirmiştir.
“XIX. Yüzyılda Balya Madenleri” başlıklı bu makalede, dönemin Osmanlı ekonomisine ve
madencilik sektörüne ışık tutmanın yanında Avrupalı devletlerin ve Avrupa’nın durumuna,
Tanzimat’la birlikte gelen yeni düzene, madenlerin sermaye ile karşılaşmasına, imtiyazların
verilmesinin arkasındaki nedenlere ve gerçeklere, Balya’daki halkın karşılaştıkları sorunlara ve
Fransız sömürüsünden, madenlerin günümüzdeki etkilerine kadar geçen zaman dilimini ele alınacaktır.
Osmanlı Devleti’nde Madenlerin Önemi:
Madenler kuşkusuz Osmanlı Devleti’nin ekonomisi için vergilerin yanında önemli bir kaynağı
oluşturmaktadır. Nakit ihtiyacının büyük bir kısmının karşılandığı bu iki gelir çeşidi devletin kuruluş
aşamasından yükseliş dönemine kadar süregelen politikalarının içinde en önemli noktada
bulunmaktadır. Özellikle madenlerin önemi devletin askeri hamlelerinde kendini bariz bir şekilde
hissettirmiştir. Artan fetihlerin yönlerine dikkat edildiğinde Rumeli ve Anadolu yakasındaki maden
yataklarının ele geçirilmesinin hiçte tesadüf olmadığını anlamaktayız.
Madenler, Osmanlı Devleti için refah kaynakları olarak gösterilebilir. Özellikle kuruluşla
birlikte başlayan para basımı, bu ihtiyacın karşılanmasında madenlerin önemini bir kat daha
arttırmıştır. Devlet para düzenini madenlerin varlığına da borçlu olmakla birlikte madenlerin
yönetimine bu yönde özel bir önem atfedilmiştir. Ekonominin ise madenlerle birlikte ne kadar
döndüğünü aydınlatmak açısından; Kanuni döneminde sadece Gümüşhane madeninden elde edilen
gelirin, devlet bütçesinin % 5’lik bir bölümünü karşıladığını belirtilebilir.1 Bu somut örneğe rağmen
başka kaynaklarda Osmanlı Devleti’nin madenlere gereken önemi vermediğini ve ekonomisinde
önemli bir yer arz etmediği de söylenmektedir.2 Ancak bu düşünceler dönemin tarihsel sürecinin
değerlendirilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Şu bir gerçek ki Osmanlı Devleti son dönemine doğru
ekonomisinde madenlerinin getirilerinden ne kadar az yararlanmaya başladıysa, kuruluşta da
ekonomisinde madenlerin önemli bir yer tutmadığını düşünmek hiçte doğru olmaz.
Kuruluş dönemiyle birlikte çıkarılan madenler çeşitlilik arz etmese de daha sonraki kazı
girişimlerinde farklı materyaller elde edilmeye başlanmıştır. Özellikle altın ve gümüşün bol miktarda
çıkarılması ekonomiye ivme kazandırırken, kalay, kurşun ve demir gibi madenler de ordunun
güçlenmesi açısından devlete önemli bir katkı sağlamıştır. Sınırların Balkanlara doğru genişlemesi
sonucu, maden yataklarının sayısının artması kuşkusuz üretimin de seri hale gelmesini sağlamıştır.
Kuruluş aşamasında ve yükseliş döneminde cihadın verdiği feyzle batıya yayılan Osmanlı fetihlerinin
arka planında ekonomik kaygıların da taşındığını göz ardı etmemek gerekir. Ancak bu kaygı hiçbir
zaman dinin önüne de geçememiştir.
∗
Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Lisans IV. Sınıf Öğrencisi.
[email protected]
1
Neşet Çağatay, “Osmanlı Đmparatorluğunda Maden Đşletme Hukuku”, DTCFD, II / 1 (1943), s.118.
2
Donald Quataert, “19. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Madencilik”, TCTA, C.IV, Đstanbul 1985, s. 914.
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
31
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
Balkanlardaki maden ocaklarının ele geçirilmesiyle farklı bir yönetim tarzıyla karşılaşan
Avrupa birçok kere Osmanlı Devleti’nin madencilik politikasını bir yok etme sistemi olarak görmüş,
bölgedeki madenciliğin sekteye uğratıldığını savunmuştur. Ancak Osmanlı Devleti’nin iyi etüt
edilmesiyle, madenler üzerinde sekteye uğratmak yerine sürekli ve kesintisiz bir üretim için her türlü
tedbirin alındığı görülebilir.
Osmanlı madencilik sektörünün asıl unsurları olan maden ocaklarının tamamına yakını Rumeli
ve Anadolu’daki miri arazi içinde bulunmaktaydı. Madenlerde çalışanların sayıları binleri
bulabilirken, bu işçilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere çalışan kesimin sayısı ise yüz binlerle ifade
edilmektedir. Geniş bir iş koluna sahip madencilik sektörü, bulunduğu bölgede istihdamı arttırmanın
yanında sosyal atılımların oluşmasını da sağlamaktaydı; ancak bölgeye yüksek standartlı bir yaşam
vaat etmemekle birlikte bazen tehlikeleri de beraberinde getirmekteydi. Öyle ki madenlerin giderek
artan önemi ve çevresinde kurulan darphanelerin seri üretime geçmesi eşkıyaların iştahını kabartmıştır.
Bunun üzerine askeri bir kesim de bu sayede bölgeye istihdam edilmiş, böylelikle madenin çıkarılma
ve işletilme safhalarının sekteye uğratılmaması sağlanmıştır. Büyük ve emperyalist politikaları olan
devletlerin de faaliyete geçmelerini sağlayan Anadolu madenleri, Osmanlı Devleti’nin son
dönemlerine doğru adeta sömürülmüş, devletin içinde bulunduğu zor koşullar kullanılarak ülke
madenciliğinde oldukça büyük yaralar açılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde Madenlerin Hukuki Durumu:
Madenlerin imtiyaz yolu ile kullanılmasından önce, toprak mülkiyetine göre sahip oldukları
hukuki durumları üçe ayrılır. Birincisi toprak sahibinin, mülkünde bulunan madene sahip olabilmesi,
ikincisi madeni bulanlara mülkiyet hakkının tanınması, üçüncüsü de devlete mülkiyet hakkı tanıyan
görüştür. Her ülkenin maden mevzuatı bu olgulardan birine veya üçüne de uygunluk gösterebilir.3
Osmanlı Devleti’nde Batı tarzında nizamnamelerin yayınlanmaya başladığı, batılı
girişimcilere imtiyazların verilmeye başlandığı döneme kadar genellikle üçüncü şıkkın uygulana
geldiği görülür. Yani bu uygulamada her ne suretle olursa olsun devlet madenler üzerinde her zaman
söz hakkına sahiptir.4 Osmanlı’da toprağın mülkiyet hakkı devlete dayandığından ve her türlü hakkın
devlete ait olduğundan dolayı madenler de millete mal edilmemiş, devletin çıkarları ön planda
tutularak adımlar atılmıştır. Bu şekilde devletin arazi üzerinde yüksek mülkiyet ve denetleme hakkı
sağlanmış, dolayısıyla da toprağı kullanma yetkisi olanlar devletin kiracısı olarak görülmüştür.5
Osmanlı Devleti’nde mülkiyet anlayışının birtakım istisnaları vardır. Gerek öşri olsun gerekse
haraci, memlük topraklarda bulunan madenler için sahibine ait olma hükmü mevcuttur. Devletin bu
türden topraklardan çıkan madenlerden 1/5 oranında aldığı hak, öşri topraklar için zekât, haraci
topraklar içinde haraç niteliğinde olmuştur.6 Bu kişilerin madeni işletmeye güçleri yetmezse başka bir
kişiye yetkilerini devretmeleri mümkündür. Ayrıca 1/5 oranındaki vergi hazineye ulaşmadığı anda
devlet madende kendilerine hak tanımayıp el koyabilmektedir. Ayrıca XIX. yüzyılın ikinci yarısına
kadar özel şahısların maden işletmesi durumunun istisnai olduğunu hatta yasak olduğunu da
belirtmekte fayda vardır. Devlet Tanzimat’a gelinceye kadar madenlerin denetim ve işletme tarzlarını
mevcut teamülleri de göz önünde tutarak kanunnamelerle tespit etmiş, böylelikle herhangi bir sorunun
ortaya çıkmasını engellenmeye çalışılmıştır.7
Osmanlı Devleti madenlerin bulunduğu bir yeri fethettiğinde bölgede daha önce süregelen
işletmeciliği ve bölgenin yapısını göz önüne alarak, üretimin devamı yolunda eskiden beri süregelen
maden kanunlarını esas almış ve daha sonra çıkarılan kanunnamelerle de bölgenin geleneksel yapısını
koruyarak işletimin devamını sağlamıştır. Bu kanunnameler bölgenin eski düzenini muhafaza edecek
3
Fahrettin Tızlak, Osmanlı Döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik, TTK Yay., Ankara 1997, s.4.
Tızlak, a.g.e, s. 4.
5
Osmanlı yönetiminin bu kadar kesin kurallar almasının yanında, Đslâm da ise daha orta yolcu bir durum
bulunmaktaydı. Đslâm da Mülkiyet konusu açık ve gizli olarak ikiye ayrılmıştı. Yeryüzüne yakın olmayan,
yatağında üretildikten sonra hemen kullanılmayan ve kullanılması için yeni bir işleme tabi tutulması gereken
madenler olarak bilinen gizli madenlerin özel mülkiyet hakkına sahip olabileceği kabul edilmişti. Bkz; Hamza
Aktan, Đslâm’da Madenlerin Hukuki Statüsü, Erzurum 1986, s. 40.
6
Hüseyin Nail Kubalı, Eski Maden Mevzuatımız ve Maden Mülkiyeti, Đstanbul 1944, s.795.
7
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.VI., TTK Yay., Ankara 1983, s. 245.
4
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
32
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
şekilde tutulmaya özen gösterilerek hazırlanmıştır. Stratejik özelliklere sahip madencilik sektörünün
kendi kendini yönetebilmesi ve üretimde verimliliğin arttırılması amacıyla çeşitli defalar maden
kanunnameleri yayınlanmıştır.
Osmanlı kanunnamelerinin genel özellikleri dikkate alındığında, maden kanunlarında aynı
hususiyetlerin mevcut olduğu görülecektir. Kanunların oluşmasında en önemli hususun padişahların
emirleri olduğu da bilinmektedir. Nitekim II. Bayezit ve Kanuni tarafından yeni fethedilen ülkelerde
mevcut madenlerde eskiden beri uygulana gelmekte olan Saksonya maden kanunlarının Osmanlı
şartlarına göre yeniden gözden geçirilerek uygulamaya devam edilmesi konusunda emirler verilmiştir.8
Fatih ve II. Bayezid devrindeki kanunların çoğunluğunu da maden kanunları teşkil etmiştir. Đslâm
hukuku hükümlerine göre devlete ait olan bu madenler daha ziyade emanet usulü ile idare olunarak,
hazine namına gelir kaydedilmiş ve tımar sahiplerine terk olunmamıştır. Bu madenleri işleten maden
emirlerinin ellerine ise işletme usullerini tanzim eden yasaknâme veya kanunnameler verilmiştir.9
Buradan da anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti’nde madenler hakkında tek tek her maden için bir
hususi kanun neşretme anlayışının olmadığını ve bu konuda “Kanûn-ı Kadîm”in takip edildiği ortaya
çıkmaktadır.10
Osmanlı Devleti’nde Madenlerin Yönetimi ve Đşletilmesi:
Osmanlı Devleti ve birçok devlet için madenlerin önemi paha biçilemez niteliktedir. Daha
önce de belirtildiği üzere, özellikle ordunun yapılandırılmasında, ekonominin ayakta tutulmasında ve
devletin ömrünü sürdürebilmesinde madenlerin işletilebilmesi ve faydalanılması gereklilik arz
etmektedir. Madenlerin genel kullanımının birinci derecede savaş gereçleri imaline dönük harp sanayi
hammaddesi olması, diğer yandan da değerli madenlerden para basılması şeklinde olmuştur. Harp
sanayisi için vazgeçilmez bir hammadde olması, devletlerin bu madenler üzerinde mutlak egemen
olmaları sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle de bizzat devlet tarafından işletilmiş veya belli bir ücret
karşılığında işlettirilmiştir. Aslında Osmanlı Devleti’nin madencilik politikası tarih boyunca oldukça
karışık bir haldedir, çünkü madenin türü, çıkarılan bölge, içinde bulunulan zaman işletilme tarzlarının
aynı şekilde olmasını engellemiştir. Kimi zaman devlet tekelinde bulunan maden işletmeciliği aynı
dönemde ancak farklı bir coğrafyada girişimcilere verilebilmiştir. Özellikle XIX. yüzyıla gelene kadar
madenlerin çıkarılmasında ve çalışanlarla ilgili düzenlemelerde şer’î hükümler göze çarpmıştır.11
Devlet kendine ait madenleri iltizam ve mukataa şeklinde ehli olan kişilere işlettirmiş, iltizam
işini yürütenlere de mültezim denilmiştir. Madenlerin idaresi ise XVIII. yüzyıla kadar maliye hazinesi
(Hazine-i Âmire) tarafından gönderilen memurlarca sağlanılmış, 1736 tarihinden itibaren de bu işle
Darphane Nezareti ilgilenmeye başlamıştır.12 Darphane bu dönemde şimdiye kadar ki para basma
özelliğinden sıyrılarak kendisine bağlanan evkaf vb. mukataaların idaresi ile ilgilenmeye başlamıştır.13
Darphanenin genişletilen yetkisi bu dönemde para basmanın yanında, madencilik açısından
fonksiyonu sadece yeni bulunan bir madenin kalitesini tespit edip çalıştırılıp çalıştırılmayacağına karar
vermektir. Bunun yanında ülkede ki bütün madenler için bu durum söz konusu olmamakla birlikte,
bazı madenler maden mukataası kalemince idare edilmiştir. Darphaneden yönetim süreci Tanzimat’ın
ilanıyla birlikte yerini Hazine-i Celîle-i Maliye’ye bırakmıştır.14
Bir yerin maden ocağı olarak kullanılması fikri bölgeden getirilen örneklerin incelenmesiyle
başlamakta, maden ocağı olarak kullanılması kararı çıkarsa yakın köylerin ahalisi “reaya”dan ayrılarak
madenlerde çalıştırılmaktadır. Reayanın ve madencilerin ayrılması hususunda çıkarılan hükümlerden
biri şöyledir: “ Haslar (‫ ) ار‬ve Silivri ( ‫ ) ى‬kadılarına hüküm ki Kadimden miri otluk hizmetin
iden reaya taifesinden hala bazı doğancı ve küreci olduk deyu teallül ettikleri ilam olundu Buyurdum
ki göresin ol kimesneler kadimden doğancı oğlu doğancılar ve küreci oğlu küreciler olmayıp reaya
taifesinden olup evvelden miri otluk hizmetin eda edip çiftleri var ise hala olagelene mugayir teallül
8
Tızlak, a.g.e, s.6.
Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri, C.I, Fey Vakfı Yay., Đstanbul 1990 s. 158.
10
Tızlak, a.g.e, s.7.
11
M. Bülent Varlık, “Osmanlı Devleti’nde Madenlerde Çalışma Koşulları”, T.C.T.A, C.IV, Đstanbul 1985, s. 917.
12
Tızlak, a.g.e, s. 10.
13
Yavuz Cezzar, “Tanzimat’a Doğru Osmanlı Maliyesi”, C. IV, T.C.T.A., Đstanbul 1985, s. 928.
14
Cezzar, a.g.m., s. 932.
9
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
33
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
ideler ise anın gibi kimesnelere evvelden olageldiği otlak hizmetin ettirip olagelene muhalif teallü
ettirmeyesin…”15 Buradan da anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti hassas noktalarında kati kuralları
vardır. Burada reaya taifesinin çiftlerini bırakarak madenciyân olamayacakları açık bir dille ifade
edilmektedir.
Madenler, bulunduğu bölgedeki ahaliyle çalıştırıldığı için madencilik babadan oğula geçer bir
nitelik kazanmıştır. “Madenciyân” olarak adlandırılan bu kesim reaya olmadıkları için raiyyet resmi
ödememekle birlikte örfi vergilerden de muaf olmuşlardır. Bütün bu ayrıcalıkların nedeni madende
çalışan taifenin bölgede kalıcı olmasını sağlamak ve göç etmesini engellemektir. Aslında, reayanın
topraktan ayrılması nasıl yasak ise madenciyân tâifesi için de madenden ayrılmak yasaktır. Sadece
ustalar yerlerine vekil bırakarak kısa bir süreliğine madenden uzaklaşabilmektedirler.16 Genel olarak
maden işçileri ve görevliler; madenciyan, kömürcü, tomrukçu, âhenger ve derbentçi olarak gruplara
ayrılmışlardır. Ayrıca ocaklarda meydana gelen anlaşmazlıkları ve suiistimalleri tespit için maden
müfettişleri, maden işletmelerinin kontrolü için Maâdin Nazırı, emirlere uygun işletilmediği taktirde
hem emirleri hatırlatmak ve hem de yapılan hataları düzeltmek için yasakçı kullar, sadece maden
işleriyle meşgul olan Maden Emîni, maden yerlerini tahrir eden muharrir, madenin ölçümüyle ve
tartılmasıyla meşgul olan vezzan veya kantarcılardan oluşmaktadır.17
XIX. yüzyıla doğru gelişen sanayi ve ardından artan hammadde ihtiyacı, daha önce de önemi
olan madenleri artık bir gereklilik şekline büründürmüştür. Tanzimat dönemiyle birlikte başlayan yeni
girişimler ve yayınlanan nizamnameler Osmanlı madenciliğine yeniden ivme kazandırmış, ancak
çaresizce atılan adımlar Osmanlı ekonomisinden çok Avrupalıları memnun etmiştir.
Tanzimat Sonrası Osmanlı Madenciliği:
Genel olarak bu dönem, kapitalist ekonomilerin ucuz işgücü ve hammadde bulabilme yarışı
şeklinde geçmiştir. Bu yarışta gelişmişlik ve az gelişmişlik kavramı sömüren ve sömürülen şeklinde de
belirtilebilir. Verilen borçlar ve karşılığında yabancı sermayeye sonuna kadar açılan ekonomi özellikle
limanlar, demiryolları, kamu hizmetleri ve madenlere yönelik yatırımlarla, Avrupa’nın hammadde
ihtiyacını temin ve karşılığında yine Avrupa’nın mamul maddelerine pazar olma sürecine hizmet edici
nitelikte olmuştur. XIX. yüzyılda madenlerin durumu ise apayrı bir önem arz etmektedir. Osmanlı
topraklarında asırlardan beri işletilmekte olan madenlerin varlığı birçok Avrupalı endüstri kuruluşunun
ve haliyle devletlerin dikkatini çekmiştir. Osmanlı’nın geniş coğrafyasındaki maden çeşitliliği bu
dikkatlerin fiiliyata dönüşmesinde en önemli etkeni teşkil etmektedir.
Yandaki Resim: Osmanlı’da madencilik
faaliyetleri ile demiryolu faaliyetleri birbirini
tamamlayan iki unsurdur. Yabancı sermayenin
demiryollarına
ilgisi
bölgede
bulunan
madenlerle doğru orantılıdır. Yanda Đzmir
demiryolunda poz veren bir grup Đngiliz ve
Fransız görünmektedir.
Daha önce de madenlerin işletilmesi
hususunda belirttiğimiz üzere madenler
Osmanlı Đmparatorluğu’nda Đslâm hükümlerine
göre yönetilmiş, siyasi ihtiyaç ve değişimlerle de paralel olarak yönetimde yeniden yapılandırılmaya
gidilmiştir. Aynı dönemde Osmanlı madenlerine artan Avrupa talebi ve önemli miktarda doğrudan
Batı yatırımları da bu değişiklikleri etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.18 Böylelikle
1839 yılında madenler devlet hazinesine devredilmiş, Tanzimat sonrası ilk yasal düzenleme olan 1858
yılındaki Arazi Kanunnamesi’yle de madenlerin mülkiyeti konusuna açıklık getirilmiş ve kimin
tasarrufunda bulunursa bulunsun bütün madenlerin hazineye intikâl ettirilmesi kararı alınmıştır.19 1861
15
Ahmet Refik, Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri (967–1200), Đstanbul 1931, s. 18–19.
Varlık, a.g.m., s. 917.
17
Akgündüz, a.g.e, s. 164.
18
Quataert, a.g.m., s. 914.
19
Ercüment Balcı, Osmanlı Maden Rejiminde Nizamnameler Dönemi ve Đmtiyazlar, Đstanbul 1994, s. 32.
16
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
34
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
yılında çıkarılan nizamnamede ise yabancı uyruklular dışında şahıslar ve şirketlere maden çıkarma
konusunda birçok imkân sağlanmış, bunun yanında yabancıların sadece madenlere ortak olabilecekleri
de belirtilmiştir.
1869 yılında Fransız Maden Kanunu esas alınarak hazırlanan Maadin Nizamnamesi’nde alınan
kararlar, o döneme kadar üzerinde durulmamış konuları içermesi bakımından önemlidir. Söz konusu
nizamnamenin 61. maddesi ile zorunlu çalışma yasaklanmış, 64. madde ile de iş kazalarına karşı
alınması gereken önlemler belirlenmiştir. 66. madde ile maden mültezimleri madenlerde doktor ve ilaç
bulundurmakla yükümlü kılınmış, ayrıca kaza halinde ödenecek tazminatın miktarı saptanmıştır.20
Çıkarılan nizamnamelerin yürütülebilmesi ve madenlerin işletilebilmesi için “Orman, Maadin ve
Ziraat Nezareti” kurulmuş, “Nezaret Nazırı”, “Vükela Heyeti” dışında bırakılarak, madenler konusu
artık hükümetin işi olmaktan çıkarılıp, özerklik kazandırılmıştır. Böylelikle devletin yüzyıllardır
koruyup benimsediği madenler, keyfi davranışlara sahne olabilecek ve ehli olmayan kişilerce
yönetilebilecek bir hal almıştır. Madenlerin işletilme hakkı bir yana çıkarılması için gerekli olan
nitelikli eleman ve araç gerecin Osmanlı Devleti’nde bulunamaması, dönemin sermayesiyle ünlü
Avrupalı devletlerini bölgeye çekmiş, böylelikle yabancı sermayenin Osmanlı madencilik sektörüne
girmesi kaçınılmaz bir hale gelmiştir.21
Yandaki Resim: Osmanlı madenleri önce
demiryolları vasıtasıyla iç bölgelerden kıyılara
taşınıyor, sonrasında limanlar vasıtasıyla
Avrupa’ya taşınıyordu. Yanda bir kartpostalda
Kadıköy iskelesi.
1861
Maden
Nizamnamesi’yle
madenler konusunda yabancı sermayenin
sadece ortaklık yapabileceği, herhangi bir
maden de menkul tasarrufu yapamayacağı
belirtilmiştir. Ancak öncesinde Islahat
Fermanı’nda yapılan girişimlerle ve sonrasında
1862 Paris Antlaşması’yla Osmanlı Devleti’ne
karşı alınan (Hicaz hariç), her istedikleri yerde
taşınmaz mal edinme hakkı, hükümetin yayınladığı nizamnameyle de kabul görmüştür. Bu hakkın
verilmesinin kısa bir süre sonrasında da yabancılar gayr-ı menkul elde etmeye başlamışlardır.22 Önceki
yıllarda sadece ortaklıkla varlık gösteren yabancı sermaye artık şahsen veya şirket olarak madenlerde
faaliyet gösterebilmiştir. 1861, 1869, 1886 ve 1906 tarihli nizamnamelerin genel özellikleri de tıpkı
daha öncekiler gibi yeni oluşumları ve süregelen idareyi yeni ilaveler ve çeşitli düzenlemelerle takviye
etmektir.
Balya Madenleri ve Fransız Đşletmesi:
Bağlı olduğu Balıkesir ilinin doğusunda ve engebeli bir bölümünde bulunan Balya, dik
yamaçlı ve derin vadilerle ayrılmış bir coğrafi yapıya sahiptir. Yüzölçümü 952 km², denizden
yüksekliği ise 230 metredir.23
20
Varlık, a.g.m., s. 918.
Balcı, a.g.e., s. 33–34.
22
Balcı, a.g.e., s. 35-36.
23
Balya ilçesinin ne zaman kurulduğu ve ilçenin adının nerden geldiği hakkında net bilgiler olmamakla birlikte
çeşitli kaynaklarda birkaç önemli noktaya değinilmektedir. Kuşkusuz Anadolu’nun verimli toraklarının tarihi
M.Ö 8000 ile 3000 yıllarına kadar dayanmakta ve haliyle Balıkesir coğrafyasının da geçmişi bu tarihlerle
ilişkilendirilmektedir. Balya çevresinde ise bulunan mağara ve kale kalıntıları incelendiğinde burasının M.Ö.
3000 yıllarına uzanan bir geçmişe sahip olduğu görülmektedir. Bölgede özellikle Frigler, Yunan site devletleri,
Bergama Krallığı, Truva devletleri, Roma ve Bizans imparatorluklarının etkileri görülür. “Kadıköy Kalesi”
olarak bilinen bölgedeki kale harabelerinin Romalılar döneminden kaldığı rivayet edilir. 1071 yılından itibaren
bölge Türkler tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra Karesi Beyliği’nin sınırları
içinde yer alan Balya coğrafyası beyliğin Osmanlılara ilhak edilmesiyle uzun yıllar Osmanlı egemenliğinde
kalmıştır.
21
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
35
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
Dünyanın en eski madenlerinden bir olan Balya madenleri 1200 yıllık geçmişe sahiptir.
Romalılar döneminde Balya madenlerinin işletildiği ve adının da “Kristiyan” olarak geçtiği
bilinmektedir.24 Ayrıca 1544 tarihli Bursa mahkeme kayıtlarında da “Kristiyan” madeni olarak
işletilmiş olduğuna dair belgeler bulunmaktadır. Đsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın “Karesi Vilayeti
Tarihçesi” adlı eserinde eski zamanlarda Balya civarında maden ihracatıyla meşhur “Periharaks”
adında bir yerin bulunduğu kaydedilmekte25 ve madenin çıkarıldığı bölgeye Ergasteri denildiği
belirtilmektedir26. Perikles zamanından beri Balya çevresinde kurşun, gümüş, çinko gibi madenlerin
çıkarıldığı rivayet edilmekle birlikte kesin olarak hangi tarihte işlenmeye başlandığı bilinmemektedir.
Madenin Karesi Beyliği zamanında işletilip işletilmediği de bilinmemekle birlikte bu konuda herhangi
bir vesika mevcut değildir. Belgelerin dışında halk arasında madenin Cenevizliler zamanında da
işletilmiş olduğuna dair rivayetlere rastlanmaktadır.
“Balya” ismi, Latince kökenli bir sözcük olup “yerleşim yeri” anlamına gelmektedir. Bölgeye
Balya isminin burada maden çıkarılmasıyla birlikte verildiği ihtimali mevcuttur. 1800 yılından önce
“Gümüşoba Köyü” adı ile anılan bölgede, kurşun madeninin imtiyazının Fransızlarca alınmasından
sonra nüfus artmış ve bunun üzerine Alidemirci Köyü’nde bulunan Bucak teşkilatı 1807 yılında
Gümüşoba Köyü’ne nakledilmiştir. Madenlerin burada ambalajlanması üzerine Gümüşoba Köyünün
isminin Balya olarak değiştirildiği rivayet olunmaktadır. Balya madenlerinin Fransızlarca işletildiği
yıllarda Kadılık olan Balya’nın adının burada Kadı olan Balibey’den geldiği de bir başka rivayettir.27
Balya ile ilgili eldeki en eski kayıt Hüdavendigar Sancağı’na bağlı olduğu döneme ait 1544
tarihli bir belgedir. Bu tarihten sonraki kayıt ise 1651 tarihli Kütahya Beylerbeyliği Mutasarrıfının bir
emridir. Bu belgeye göre; Balya madeninin Bali Bey adında bir mültezimin olduğu vurgulanmaktadır.
III. Selim zamanında ise maden işletilmektedir, fakat şehrin nüfusunun azalması ve paralelinde
üretimin düşmesi üzerine bölgeye Gönen ve çevre köylerden iskân yapıldığı gibi Gönen ile beraber iki
üç kazanın da Balya’ya bağlandığı bilinmektedir.28
XIX. yüzyıla gelinceye kadar işleyişi neredeyse hiç aksamayan Balya madenleri, XIX.
yüzyılda ise artan talebi karşılayamayacak bir duruma gelmiştir. Alınan imtiyazlarla Osmanlı pazarını
adeta istila eden Avrupalı girişimcilerin artan talepleriyle birlikte yeni keşfedilen geniş kurşun
yatakları, ilave fırınların açılmasıyla birlikte kapasitesinin üzerinde bir üretime sahne olmuştur. Şu bir
gerçektir ki XIX. yüzyıl’ın Osmanlı Devleti için en önemli özelliği yabancı sermayenin topraklarına
yaptığı akındır. Özellikle teknik üstünlüğün sağlanmasıyla teknolojisini destekleyecek hammaddelerin
arayışı içine giren Avrupalı devletler, kendi coğrafyalarındaki kaynakların sınırlı olmasından dolayı
gözlerini Afrika ve Asya’daki topraklara çevirmişlerdir. Bu iki kıtanın ortasında bulunan Osmanlı
Devleti ise hali hazırda madenlerini teknik imkânsızlıklardan dolayı işletememesinden dışarıdan
gelecek bir girişimi gözler konumdadır. Devletin XIX. yüzyılda madenlerini işletmedeki acizliği ve
bunun karşılığında uğradığı zarar neticesinde madenleri imtiyaza vermek zamanın koşullarına göre
belki de en doğru adım olarak görülebilir; ancak uzun vadeli bakıldığında, değişimin kendi kendine
yetebilir hale geldiğinde kendi sermayesiyle işletilmesi sadece Osmanlı Devleti dönemiyle kalmaz,
günümüzün Türkiye Cumhuriyeti’nin bile maden işletebilme özelliklerini yapılandırmasında yardımcı
olabilir, ekonomisinde madenlerin gelirlerinden kar edebilen bir yapıya kavuşmasını sağlayabilir bir
konuma ulaşılabilirdi.
Balya madenlerinin yabancı kuruluşlarla birlikte anılması 1839–1849 yılları arasında milliyeti
belli olamayan “Balya Maden Đşletmeleri” ile başlamıştır. Yeni keşfedilen bir kaynak olma özelliğiyle
çıkarılmayı bekleyen tonlarca maden, artık Avrupalı devletlerin niyetlerinin Balıkesir toprakları
üzerinde de hissedilmesine sebep olmuştur. 1868 yılında Alman Reiser adlı bir kişi tarafından
keşfedilen Balya madenlerinin işletme hakkı aynı şahıs tarafından alınmış ve daha sonra “Lorium”
şirketine devredilmiştir. Böylelikle, Balya madenlerine ilk yabancı sermayenin girişi sağlanmıştır.29
24
Kamil Su, Balıkesir Madenleri, Đstanbul 1939, s.6.
Su, a.g.e., s. 6.
26
Hikmet Aydın, Tarih, coğrafya ve Sosyolojik Yönden Balya, Ilıca, Şamlı Yöreleri, s.38.
27
Su, a.g.e., s.6.
28
http://bote.balikesir.edu.tr/~bote0007/balya/balya.html.
29
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=38207.
25
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
36
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
1876 yılında Balya madeninin işletilme hakkını doksan dokuz yıllığına Fransız “Riyol” şirketine veren
Osmanlı Devleti, işletilecek madende sadece simli kurşun madeninin ihracı ihalesini yapmış, diğer
madenlerin ihracını engellenmiştir. Şayet belirtilen madenin dışında çıkarılan maden olur ise maden
nizamnamesi gereğince hükümete rüsum (vergi) vermesi şartı koşulmuştur. Balya madenleri,
Avrupalıların bildiği, dünyanın yeni yatırım alanı olan bir maden halini almaya başlarken, bu sayede
Osmanlı toprakları da şimdiye kadar görmemiş olduğu ilkleri Balya madenleri sayesinde görmüştür.
1892’de Koca Gümüş ve Kara Aydın mevkilerinde tespit edilen simli kurşun madenlerinin
4.500.000 Frank sermaye ile kurulan “Balya Karaydın Şirketi” tarafından çıkarılmaya başlanmasıyla
birlikte, Fransızlar bölgeye geçici yatırımlarıyla yerleşmeye başlamışlardır. Fransız kökenli bu şirket
Balya'dan kurşun, çinko, gümüş çıkarmakla kalmamış; Mancılık' ta kömür, Patlak' ta kurşun, çinko ve
manganez madenlerini de işletir hale gelmiştir.30 Yerli sermayenin araç gereç yokluğu ve maden
konusunda Avrupalılar kadar olmayan deneyimi Fransızların bölgeye gelmesiyle daha da iyi
anlaşılmış, artan üretimle birlikte birer birer fire veren makineler artık yerlerini yenilere bırakırken, o
döneme kadar görülmemiş derecede madeni bir arada gören fırınlar çiftlenmeye başlamıştır.
Sanayi devrimi ve demiryolları birbiriyle özdeşleşen iki kavram olarak karşımıza çıkarken,
Balya’nın ve sahip olduğu madenlerin de demiryolları ile ayrı bir ilişkisi vardır. Đlk zamanlarda
çıkarılan madenin nakliyesi deve, katır, araba ile yapılırken, daha sonra Balya’dan Palamutluk
mevkiine kadar 62 km uzunluğunda ve 60 cm genişliğinde dar bir dekovil hattının yapıldığı
bilinmektedir. Bölgeye kadar hayvanla çekilen dekovillerle nakledilen madenler buradan Akçay
iskelesine arabalarla nakledilmiştir. Daha sonra ise ulaşımı hızlandırmak adına Palamutluk’tan Akçay
iskelesine kadar demiryolu inşası Fransızların sahip olduğu “Balya Kara Aydın Şirketi” tarafından
yapılırken, XIX. yüzyılda Osmanlı topraklarındaki demiryolu yapımında da en öne çıkan devlet Fransa
olmuştur. Madenin işletildiği dönemde yaklaşık 200 km’lik demiryolu ağının bölgeye kuran
Fransızlar, ayrıca Anadolu’daki ilk tren yolu olma
özelliğine de sahip olan bu yolu Çanakkale
boğazına kadar uzatmışlardır.31 Önceleri Gönen
üzerinden Bandırmaya taşınıp oradan gemilere
yüklenilen madenler 1800’lü yıllarla birlikte
Akçay ve Edremit yolları kullanılarak limanlara
ulaştırılmıştır. Bunun yanında bazı vesikalara göre
de ihraç edilen madenin Bandırma iskelesinden
Đstanbul’a taşındığı da anlaşılmaktadır.
Yandaki Resim: Balya Kara Aydın şirketi hisse
senedi örneği.
Fransızların demiryollarının yapımında
attığı adımlar oldukça stratejik olmakla birlikte
çıkarları açısından önem arz etmektedir. Yıllardan
beri süregelen politikaları ile sömürge devletinin
en güzel örneği olan Fransa, Balya’daki
demiryollarının yapımından işletilmesine kadar
tek bir amaçla hareket etmiştir. Büyük bir hızla
işletilen madenler, ortasından geçen bir
demiryoluyla durmaksızın taşınırken, limanlara
gelen vagonlarında gemilere hammaddeyi
boşaltılması ve gemilerin Avrupa’ya doğru hızla yola koyulması zaman kaybı böylelikle sıfıra
indirilmiştir. Öyle ki bu sistemin gururunu yaşayan Fransızlar madenin işletilmesini resmileştiren hisse
senetlerinde bile sağlı sollu madenlerin arasından geçen bir demiryolunu resmetmişlerdir. Tek
kelimeyle zamana karşı yarışan işletmeciler böylelikle demiryolunun taşıma kapasitesinden ve
hızından verimli bir şekilde yararlanmaya çalışmışlardır.
30
31
Su, a.g.e., s.12.
http://www.ttb.org.tr/halk_sagligi/ges_rpr_04.htm
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
37
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
Balya’da çıkarılan madenin, özellikle simli kurşunun oldukça yüksek piyasa değeri vardır.
Đngilizlerin buharlı gemileri için Zonguldak’taki kömür madeni ne derecede önem arz ediyorsa,
Balya’daki kurşun madeni de ekonomik gelirin yanı sıra askeri teknoloji olarak da Avrupalı sermaye
ve özellikle Fransa için o denli önem arz etmiştir. Madende çalışan halkın belirttiklerine göre; Balyada
çıkan kurşunun işlenmeye gerek duyulmadan hemen tüfeğe koyulup ateş edilebilecek kadar sağlam ve
kullanıma hazır olduğuna anlaşılmaktadır.
Ekonomik değeri giderek fazlalaşan ve çalışan nüfusu artan bir maden ocağında beklenmeyen
durumların olması söz konusu değildir. Bir maden ocağında ve çevresinde her şey sırasıyla yaşanacak
şekilde sistematiktir. Beklenen olayların içinde ilk sırayı alan eşkıyalık hareketleri de madenlerin
çıkarılmasıyla doğru orantılı ve önemli hareketlerden biridir. Özellikle maden işçilerinin darp
edilmesi, sık sık bölgeyi rahatsız eden çetelerin artması ve darphanelerin basılması, zorunlu güvenlik
tedbirlerinin alınmasını gerekli kılmıştır. Mesela bir vesikada madene yapılmış olan tecavüzün
şikâyetnamesinden şöyle bahsedilmektedir: “Eyalet-i Anadolu’da vaki Balya ve Bigadiç kazalarında
olan sim madenleri berveçh-i malikâne beratı âlişan uhdemde olup aherden müdahale icap etmez iken
Bigadiç kazasına tabi Panayır nam karyede sakin Sohtaoğlu Osman ve havasına tabi Türkmen
oğulları ve birkaç nefer yaramazlar ile kariye-i mezburede olan maden kârhanesini basıp ve malı miri
olan mühimmatı garet ve yağma ve hâlâ Balya kazasında Timurcular karyesinde Sinan oğlu Mehmet
ve oğlu Mustafa ve Kel Hamza nam şaki birkaç eşkıyalar ile maden işçilerimizi ahzu darp ve hapis ve
bi-gayrı hakkın dahi Maden karyesinde sakin olduğum hanemde iki atımı sirkat eyleyip
gadretmelerile…”32 Bu şikâyetnameden de anlaşılacağı üzere madenin sadece şirketlerin iştahını
kabartmakla kalmayıp eşkıya çetelerinin de ilgisini çekmiştir. Merkezden uzaklığın yarattığı güvenlik
problemi Osmanlı Devleti’nin Anadolu’daki diğer madenlerinde de görülmüştür, ancak daha sonra
devlet madenlerin ve çalışanların güvenliğini sağlamak adına bu bölgelere korucular ve askerler
gönderdiği de bilinmektedir.
Bir diğer tahmin edilen olay bölgenin istismar durumudur. Madenlerin doğrudan sağladığı
gelirlerin yanında dolaylı yollardan da sağladıkları gelirler söz konusu olmaktadır. Ocak sahiplerinin
kurdukları bakkal tarzı işletmelerde gıdaların oldukça yüksek fiyatlara satılması kuşkusuz ağır koşullar
altında çalışan ve yeterli ücret alamayan madencileri ayrıca beslenme zorluğu içinde bırakmıştır. Öyle
ki işçiler ödeyemeyecekleri borçlar altına girmişler ve bu borçlar babadan oğla geçmiştir.33 Đşçilerin
ücretlerini dışarıya kaptırmamaya çalışan yabancı maden işletmecileri ise kurdukları eğlence
tesisleriyle de yeni bir yaşam tarzının temellerini atmış oluyorlardı. Özellikle Fransız işletmesiyle
birlikte bölgede başlayan Batılı yaşam tarzı oldukça popüler bir hal almıştır. Đşçiye verdiği parayı geri
almanın yollarını bulan Fransız işletmesi, barlarıyla, pavyonuyla, alışveriş yerleriyle bölgeye tüketim
alanlarını açmış ve böylelikle sadece işçileri çekmekle kalmamış, eğlence amacıyla çevre illerden
seçkin aileler ve şahısları da bölgeye çekmeyi başarmıştır. Özel olarak Avrupa’dan getirilen
dansçılarla sergilenen revü gösterileri ise Đstanbul’daki sosyetenin bile bölgeye gelmesini sağlamıştır.
Böylelikle kendi halinde kendine yeter şekilde üretim yapan kırsal Balya kazası, maden yatakları
sayesinde tarihte bir daha göremeyeceği kadar kozmopolit ve cazip bir hal almıştır. Bölgenin
günümüze gelene kadar kullanılan altyapısı da bu döneme rastlamaktadır. Artan önem ve nüfusun
beraberinde getirdiği itibar ile Balya, Osmanlı topraklarında şimdiye kadar görülmeyen yeniliklerin
olmasını sağlarken, barındırdığı nüfusa da yetebilir bir şehir halini almıştır. 1901 yılında Fransızların
getirdiği jeneratörle başlayan elektrik kullanımı daha sonra Mancılık’daki kömür madeninden çekilen
hatla devam ettirilmiştir. Tarihimizde elektriği kullanan ilk ilçe unvanını alan Balya daha sonra da
yabancılar tarafından yapılan ilk hastahanenin kuruluşuna sahne olmuştur. Böylesine hızlı gelişen
Balya bir yandan gösterişin, yükselişin sembolü olurken, diğer yandan ise çaresizlik, imkânsızlık ve
hainliklerin de görüldüğü bir yer halini almıştır.
Maden bölgesinde görülmesi en muhtemel olaylardan bir diğeri ise rüşvettir. Balya’nın
sömürülmesinde Osmanlı bürokratlarının olduğu kadar, bölge halkının da payı yok değildir, ancak bu
durumu zamanın getirdiği koşulları göz önüne alarak değerlendirmek mutlaka en sağlıklı olanıdır.
Zaten adı çıkan bir şahsiyet dışında grup psikolojisi ve günü kurtarmak adına yapabilecekleri fazla bir
şeyin olmadığını düşünerek hareket eden ve milli değerlerden uzak birkaç aileyle sınırlıdır. Đşte bu
32
33
Su, a.g.e., s. 9–10.
Varlık, a.g.m., s. 920.
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
38
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
dönemde öyle bir şahsiyet var ki içinde bulunduğu koşulun adeta somut örneğidir. Bu kişi bölgenin en
iyi bilinen işbirlikçisi olan “Muhtar Bey”dir. Görevi arzuhalcilik olan bu şahıs bölge halkının sorunları
için resmi dilekçeler yazarken bir yandan da bu dilekçeleri işleme koymayarak görevini ifa etmiştir.
Özellikle madenin neden olduğu zehirli dumanların rüzgârsız havada ilçeye çökmesiyle birlikte kimse
dışarı çıkamamış, hayvanlar sakat doğum yapmış, insanlar da sağlıklarından olmuşlardır. Đşte bu
olumsuz koşulların hüküm sürdüğü zaman dilimi içerisinde şikâyet dilekçelerinin yoğunlukla
yazdırıldığı arzuhalci Muhtar Bey, bu dilekçeleri işi itibariyle, gitmesi gereken yere yollamayarak
ortadan kaldırmıştır. 1930’lu yıllarda vuku bulmuş bu olay 1940’ta Balya madenlerinin
devletleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır ve Muhtar Bey’in Fransızların maaşlı adamı olduğu
öğrenilmiştir.34 Bunun yanında halkın belli bir kesimi ise Fransız şirketinin verdiği çevresel tahribattan
dolayı her ay hava parası veya sus payı adı altında ücretler almışlardır. Bunlarla de yetinmeyen
Fransızlar maden işçilerine de herhangi bir isyanda bulunmamaları için para vermişler, nüfuzlu
kişilerle de vukuğa gelebilecek isyanları bastırabilme için ortaklık planları yapmışlardır.
Adaletsiz işletim şekli de muhtemel problemlerden biridir. Özellikle yabancı sermayenin
beraberinde getirdiği mühendisler bölgedeki yerli işçinin oldukça üzerinde bulunan yaşam standardı
ile kuşkusuz köylünün ve çalışanların tepkisini çekmekteydi. Özellikle yönetici kesimden oluşan
Fransızların, yaşam alanları yerli işçilerden çok farklıydı. Yaşam alanlarının farklı olması, çiftlik
evlerinde yaşıyor olmaları, çalışanları mutlaka etkilemiştir. Bunun yanında çalışma koşullarının
ağırlığı ve aldıkları 85 kuruş yevmiyeyle hayatlarını idame ettirmekte zorluk yaşayan madenciler
herhangi bir zam talebinde bile bulunmamışlar, bulunsalar da karşılığında işten çıkarılacaklarına dair
cevaplar almışlardır. Nitekim Osmanlı tarihindeki ilk işçi grevi de böylelikle başlamış bulunmaktadır.
Đkinci Meşrutiyeti takip eden aylarda Balya ameleleri yevmiyelerinin arttırılmasını isteyerek yönetime
çıkmışlar, sayıları 3000’i geçen amelelerin talebi reddedilince, işlerini bırakma tehdidinde
bulunmuşlar ancak maden müessesesinin: “başka amele bulur çalıştırırız” diye işçileri önemsememesi
ve hatta hemen hemen hepsi esnaftan oluşan kır bekçisi, kolcu ve bahçıvanlardan bulduğu elli altmış
kişiyle maden istihsal işine devam etmek istemesi üzerine gerginlik hat safhaya tırmanmıştır. Yeni
işçilerin madenci olmadıklarını, çalışmaya da haklarının olmayacağını belirterek isyana başlayan
amelelerin ve şirketin durumunun telgrafla hükümete bildirmesi üzerine, Balıkesir-Gönen redif
taburları bölgeye yollanmış, böylelikle amelelerle asker karşı karşıya gelmiştir, ancak işçiler duyarlı
iki şahsiyet olan mahkeme Başkâtiplerinden Kemalettin Talip ve Jandarma Kumandanı Yüzbaşı
Şevket tarafından gizlice idare edilmiş ve böylelikle askerler vuku bulması muhtemel bir çarpışmanın
önüne geçmişlerdir. Ancak yatıştırılamayan ameleler topladıkları binlerce imzayı telgraflarla
Selanik’te bulunan Đttihat ve Terakki merkezine yollamışlar ve haklarının savunulmasıyla birlikte
merkezden birinin gönderilmesini istemişlerdir. Bu gelişmeler sonrasında Balya’ya gelen Sudi adında
bir mebus şirketle amelenin arasını bulmuş, ayrıca bölgeye Đttihat ve Terakki’nin bir şubesini
açmıştır.35
Bu olay da kısa süre sonra unutularak süregelen şartlar pekte bir değişikliğe uğramadan devam
etmiştir. XX. yüzyılın başlarında tüm Osmanlı ülkesinde yaklaşık 25.000 sürekli işçi bulunmakla
birlikte; tuz ve taş ocaklarında çalışanların sayısı ise 30.000 civarındadır. Sürekli işçilerin yaklaşık
üçte biri Zonguldak kömür havzasında, 2.500’ü Ege yöresinde, 1.500 kadarı da Balya Karaydın
madeninde çalışmışlardır. Çalışma koşullarının iyileşmesi bir yana giderek zorlaşması söz konusu
olurken, iş kazalarında ki ölüm oranlarında da artışlar göze çarpmaktadır. 1920’lerde özellikle
Balya’da kazalar sonucu her yıl yaklaşık 20 kişi hayatını kaybetmiştir. Đttihat ve Terakki’nin yarı
resmi sözcüsü durumunda bulunan Tanin Gazetesinin yazarı Ahmet Şerif’in Toroslar’daki Bolkar dağı
isimli kurşun madeninde çalışanların durumunu anlatan yazısı dönemin Osmanlı madenciliğinin pekte
farklı olmadığını yansıtmaktadır:
“… Madenciler kazma ve kürekleriyle mağaralara girerler, içerde don yağı yakarlar. Sarı bir
toprak halinde olan cevheri çuvallara koyarak katırlarla kasabaya naklederler. Cevher oradan izabe
fırınına girer. Fırın pek adi ve basittir. Arkasından iki işçi tarafından hareket ettirilen körükle işler…
Madenin durumu pek üzüntü vericidir. Gerek cevherin hazırlanış şekli, gerek işlemlerin yapılışı iki bin
yıl öncekinin aynıdır… Madenciler de sefalet içinde bulunuyorlar, bir madencinin günlük ücreti beş
34
35
http://www.radyoilkhaber.com/test/ks.asp?prg=read&yzrno=74&id=2
Su, a.g.e,. s.16.
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
39
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
kuruşu geçmez. Halbuki o, mağaralarda çalışacak, geçilmez yerlerde yürüyecek ve bütün gün ateş
karşısında körük çekecek. Mağaralara inip çıkarken düşmek ve çığ düşmesine uğramak gibi tehlikeler
ise devamlı olmaktadır…” Maden de son derece pislik ve yoksulluk hüküm sürüyor. Halk çok defa
bakla ve patates yer. Her evin önünde abdesthaneler vardır ki, pislikler meydandadır, dereye akar,
sulara karışır…”36 Bu bilgilerden sonra madencilik sektörünün öncesiyle sonrasıyla her halükarda ne
kadar ağır şartlar içerdiği görülmektedir.
Bir madenin karşılaşabileceği problemler olan istismar, rüşvet ve adaletsizlikten sonra son
olarak da malum konu olan çevrenin tahribine değinmek gerekir. Balya bölgesi madenleriyle ünlü
olduğu; yani antik çağlardan bu yana gümüş, kurşun ve çinko gibi madenlerin çıkarılmasıyla
işletmecilerin gözdesi olmuş, 1940’lı yıllara kadar durmadan işletilmiştir. Ve bu durmaksızın
işletmenin sonucunda şu anda dört milyon tonluk bir atık denizi halini almıştır. Balya’da insan ve
çevre tahribatının ulaştığı boyutlar korkunç derecelere ulaşmıştır.37 Günümüzde, Yatağan termik
santralinde oluşan ve bölgenin dumanlar altında kalmasına neden olan çevre felaketi Balya
madenlerinin işletildiği dönemde de bu coğrafyada gerçekleşmiştir. Daha önce belirtildiği gibi alınan
duman paraları belki de bu sorunun üzerinin örtülmesini sağlamış, ancak 1935’te Fransızların bölgeyi
terk etmeye başlamalarıyla birlikte Balyalılar gerçekle yüz yüze gelmişlerdir. On kilometrelik alan;
yüzlerce bomba atılmış yanmış, yıkılmış bir şekilde duruyordu. Halk dere ve göllerden zehir aktığını,
toprağın artık tarım yapılamayacak şekilde bozulduğunu da ancak bu dönemde anlamıştır. Madenin
çıkarıldığı dönemde görülen problemler; hayvanların sakat doğum yapması ve ani ölümleri olarak
görülse de sonraki yıllarda insan üzerinde ne gibi kalıcı hasarlar verdiği görülmeye başlayan sağlık
problemleriyle gün yüzüne çıkmıştır. Ani rahatsızlanmanın ardından iki üç ay gibi kısa sürede
ölümlerin yaşanması, kansızlık, hipertansiyon, kalp hastalıkları ve akciğer kanserlerinin de yoğun
olarak görülmesi durumun vahametini göstermektedir. Kadmiyum, kurşun, çinko ve arsenik gibi
canlıların sağlığı açısından büyük risk taşıyan bu madenler günümüzde bile yok edilememiş etkileriyle
bölgenin yeterince değerlendirememesine neden olmaktadır. Zira ölümlerin olmasında da bu
madenlerin rolü çok büyüktür. Çevrede alıcı olan su ve toprakla karışması sonucu insanların ve
hayvanların farkında olmadan ya sakat kalmalarına veya ölümlerine neden olan bu madenler,
Fransızların ilçenin kenarından geçen dereye ve kenarlarına depoladıkları atıklar sayesinde Kocadere
yolu ile Manyas Gölü'ne akmıştır. Çok değil yaklaşık on yıl önce madenin yakınlarında ki bir dereden
su içen sürüdeki kırk kadar koyunun telef olması, bunun yanında "Ağuluburun" adı verilen mevkiden
otlanan hayvanlarda da ölümlerin görülmesi bölgenin ne denli kimyasal reaksiyon gösterdiğinin
kanıtıdır.38 Bütün kirliliğin nedeni olarak görülen kötü işletim tarzı kuşkusuz Fransızların
sorumluluğundaki Balya Karaydın Şirketi’nin önderliğinde bölgede kendini göstermiştir. Kısacası
madenin verdiği en büyük zarar çevreye ve insanların geleceğine olmuş, bölgede hastalıklar ve kanser
nedeniyle gerçekleşen ölümlerle günümüze kadar gelmiştir.
Sonuç:
XIX. yüzyıl boyunca süregelen tarihsel değişim, günümüzün çağdaş dünyasının
oluşmasında bekli de en önemli gelişmelere sahne olmuştur. Hiçbir yüzyılda bu dönemde ki kadar
ekonomik bazlı hareket edilmemiş ve hiçbir dönemde bu yüzyılda ki kadar değişim rüzgârları
esmemiştir. Modern dünyanın emperyalizmle tanışmasının ve yeni düzenin kuşkusuz en önde gelen
devletlerinin temellerinin de atıldığı bu dönemde, sanayinin gelişmesiyle birlikte; rekabet, pazar, iş
gücü, hammadde gibi şimdiye kadar pek fazla kullanılmayan kelimeler devletler için hayatiyet arz
eden iktisadi kavramlar olarak karşımıza çıkmıştır. Đşte bu gelişmeler ışığında ele aldığımız XIX.
yüzyıl hiç kuşkusuz üzerinde yaşadığımız topraklarda bitmek tükenmek bilmeyen çıkar çatışmalarına
sahne olurken, yatırımların ardı sıra da sömürü düzeni olarak da kendini hissetmiştir. Đncelemeye
çalıştığımız Balya madenleri ise tıpkı Anadolu’nun diğer bölgelerinde ki gibi yabancı şirketler
tarafından işletime tabi tutulmuş ve bir sömürü yarışının içinde kendini buluvermiştir. Bu sömürünün
halk ve devlet tarafından engellenememesi, koşulların öncelikli olarak hayatta kalmaya endeksli
olmasından kaynaklanmıştır. Stratejik olarak atılan adımlar belki de Osmanlı Devleti’nin ömrünü
36
Varlık, a.g.m, s. 920.
http://www.antimai.org/bs/tmini010903.html.
38
http://www.istabip.org.tr/bg/bg18092003.html.
37
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
40
T.C. BALIKESĐR ÜNĐVERSĐTESĐ F.E.F. KARESĐ TARĐH KULÜBÜ BÜLTENĐ 2007/1
—————————————————————————————————————
uzatmış, erken bir yok oluş gerçekleşmemiştir. Ancak verilen tavizlerde ülke ekonomisinin mihenk
taşları olan madenler birer birer elden çıkmıştır.
XIX. yüzyıldaki ihtiraslı hallerinden şu anda pek bir iz taşımayan ve hayalet bir şehri andıran
Balya, Fransız şirketlerinin yaptıkları yatırımların arkasında ki sömürü anlayışını ancak şimdi
çaresizlikle ve yok olmuşlukla anlamaktadır. 1878'den 1940'a kadar 400.000 ton kurşunun çıkarılıp
Fransa’ya yollandığı altmış yıl boyunca bölgede birçok asayiş olayının vuku bulması, aynı dönemde
istismarların artması ve sonunda zehirli atıklarla bölgenin baş başa bırakılması Fransa’nın işletme
geleneğinden bir kesit olarak bölgenin tarihine geçmiştir.
Orta Asya’dan madenci kimliğiyle yola çıkan Türklerin, günümüzde geldiği nokta, çağın
gereklerini yeterince uygulayamayan, madenciliğe ve onun ekonomiye sağladığı değerin farkına
varamayan bir yapıdadır. Binlerce ton rezerviyle Anadolu topraklarını baştan sona kat eden çeşitli
cevherlerin şu an bile yeterince işlenemiyor olması tarihten alınamayan dersin bir göstergesi olmakla
birlikte, kullanılmayan her maden yatağı, birer Balya vakası olma ihtimalini taşımaktadır.
KAYNAKÇA
AKGÜNDÜZ, Ahmet; Osmanlı Kanunnameleri, C. I, Fey Vakfı Yay., Đstanbul 1990, ss. 158- 164.
AKTAN, Hazma, Đslâm’da Madenlerin Hukuki Statüsü, Erzurum 1986.
AYDIN, Hikmet, Tarih, Coğrafya ve Sosyolojik Yönden Balya, Ilıca, Şamlı Yöreleri.
BALCI, Ercüment, Osmanlı Maden Rejiminde Nizamnameler Dönemi ve Đmtiyazlar, Đstanbul 1994, ss.
32-36.
CEZZAR, Yavuz, “Tanzimat’a Doğru Osmanlı Maliyesi”, T.C.T.A, C. IV, Đstanbul 1985, ss. 928- 932.
ÇAĞATAY, Neşet, “Osmanlı Đmparatorluğunda Maden Đşletme Hukuku”, A.Ü.D.T.C.F. Dergisi, C.
II, S. I, 1943.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C. VI, TTK Yay., Ankara 1983.
KUBALI, Hüseyin Nail, Eski Maden Mevzuatımız ve Maden Mülkiyeti, Đstanbul 1944.
QUATAERT, Donald, “19. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Madencilik”, T.C.T.A, C. IV, Đstanbul
1985, ss. 914-916.
REFĐK, Ahmet, Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri, Devlet Matbaası, Đstanbul 1931.
SU, Kamil; Balıkesir Madenleri, Đstanbul 1939.
TIZLAK, Fahrettin, Osmanlı Döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik, TTK Yay., Ankara
1997.
VARLIK, M. Bülent, “Osmanlı Devleti’nde Madenlerde Çalışma Koşulları”, T.C.T.A, C. IV, Đstanbul
1985, ss. 917-920.
http://www.antimai.org/bs/tmini010903.html
http://bote.balikesir.edu.tr/~bote0007/balya/balya.html
http://www.istabip.org.tr/bg/bg18092003.html
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=38207
http://www.radyoilkhaber.com/test/ks.asp?prg=read&yzrno=74&id=2
http://www.ttb.org.tr/halk_sagligi/ges_rpr_04.htm
Mehmet Çiloğlu, Osmanlı Devleti’nde Madencilik ve Balya Madenleri
41

Benzer belgeler