PDF SAYI 63 - Hayat Online

Transkript

PDF SAYI 63 - Hayat Online
“UNIDAY ‘11” Bielefeld’de Gerçekleştirildi
Hasene-IGMG Hilfs- und
Sozialverein e.V.
Başkanı Zeki Toprak
HASENE Kurban Kampanyası 2011
ISLAMRAT Başkanı Ali KIZILKAYA
Dualar Aldığımız En
İslam’ın Tanınması İçin
10 Yasal Bir Engel Yok
21 Güzel Hediyeler Oldu 06
Hayat
OKUSAN
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
Avrupa’daki Kitapçýnýz
Binlerce Kitap, CD, VCD, DVD ve Hediyelik Eþyalar
Tel: 06142-793 0770-71 . Fax: 06142-793 0772
Mobil: 0157-83555560-61 . [email protected]
www.okusan.eu
Aylk Ücretsiz Gazete / Kostenlose Monatliche Zeitung · Say/Nr.: 63 · Yl/Jahre: 8 · Aralk / Dezember 2011 / Muharrem 1433
Huzur Bozucular
Yine Devrede
08
ENERGY
Enerji
İçeceği
1433
Damaklara
Serin
Bir
Tat
Sipariş İçin: 0179-9705472
E-Mail: [email protected]
IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü, İsminin
Irkçı Teröristlerin Ölüm Listesinde
Bulunduğunu Basından Öğrenmesine Tepkili
Küresel
Bunalmn
Kirli
ve Karanlk
Aleti:
ÝSLAMOPHOBIA
Dr. Yusuf IŞIK
Niçin
Öldürü-
5 Mahmut AŞKAR
yorlar
Ana
Dili`nin
Yeri
Hacarabn
Serüvenleri
50
11 Gülseren SARIKAYA 13 M. Salih AYDIN
Erkeğin
Eli
Ağr
Olur...
29 Selma ÖZTÜRK
Evlilik;
Cennette de
Devam
Edecek Bir
Akid
27 M.Hulusi ÜNYE
19
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
editörden
hasbihal hasbihal hasbihal hasbihal hasbihal hasbihal
Sinan AKTÜRK
Huzur Bozucular Yine Devrede
Sevgili dostlar!
Bundan önceki birkaç yazımızda
dünyada yaşanan ekonomik krizin
Almanya`ya da yansımalarının olabileceğini bunun maddi yansımasının yanında toplumu rahatsız edici
boyutlarının da olabileceğini belirtmiştik. İşte bu son yaşanan Neo-Nazi cinayetleri maalesef bizi haklı çıkarttı.
Çünkü özellikle son iki yüzyıldır
yaşanan olayların arka planını incelediğinizde hep böyle gelişmelerin
olduğunu görürsünüz. Ne zaman bir
ekonomik kriz üretilip insanlar bundan etkilenirse muhakkak onun arkasından derin yapılanmaların toplumlar üzerindeki baskıları artmıştır. Tabi baskıları masum isteklerin
ortaya konması şeklinde sunarak
yapmaya çalışmaktadırlar.
Özellikle Almanya`da son yüz
yıl içerisinde yaşanan gelişmeler bu
tür olayların öncesi ve sonrasının
sanki aynı lambadan çıkan ışık gibi
olduklarını görüyoruz. Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı buna en bariz örnekleri teşkil etmektedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı
öncesi Almanya`nın durumuna baktığınızda; yine Almanya iktisadi
kalkınmasını en üst seviyeye getirmiş ve dünyanın sayılı büyük ülkelerinden biri olmaya namzet bir vaziyette idi. Tam bu dönemde yine
Almanya`da Yahudiler tabiri caiz
ise günah keçisi olarak görülüp bu
toplum üzerinde baskılar artırılmaya başlanmıştı. Aynen günümüzde
yabancılar ve özellikle de Türkler
üzerinde son 15 senedir uygulanan
gayri resmi baskı gibi.
Yani o dönemde baskıların odağında Yahudiler vardı, bu dönemde
ise yabancilar ve özellikle de Türkler. Son 20 yıl içerisinde işlenen
Neo-Nazi kökenli cinayetlerin hedefinde yabancıların ve özellikle
Türklerin olması hiç de yadırganmamalıdır. Çünkü bu tür cinayetlerin işlenme sebebi bir yerlere korku
verilmek istenmesidir. Çok fazla de-
taya girmeye gerek yok. Son olarak
Ludwigshafen`da yaşanan yangında
ölen vatandaşlarımızın acısı daha
tazedir. Bizler gazeteci olarak olay
mahallini inceleme fırsatı bulduk.
Binanın olduğu meydanda onlarca
kamera mevcut ama ne hikmetse
olayın olduğu anda bu kameraların
hiçbiri çalışmıyor. Binada çıkan
yangına teknik hiç bir açıklama getirilmiyor. Allahtan T.C. Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan olayın arkasını bırakmıyor ve buralara kadar
gelerek olayın takipçisi oluyor.
Ama yine bakıyorsunuz olay belli
bir süre sonra failleri bulunamadan
kapatılıyor. Tam bunlar unutulurken
bir de bakıyorsunuz birileri tarafından organize edilen bir derin yapı
tarafından bu tür cinayetleri işleyen
bir şebeke oluşturulmuş. Ne hikmetse bu şebeke içerisinde devletin
bilgisi dahilinde ve elemanı olanlar
da mevcut. Ama maalesef işlenen
cinayetler öncesi ve sonrasında hiç
bir bilgi mevcut değil.
Bu bilgilerden sonra şunu söylemek istiyoruz. Özellikle Sayın Başbakan Angela Merkel bu işin peşini
bırakmamalıdır. Failleri ve bu faillerin akıl babalarını mutlaka ortaya
çıkarma noktasında devletin tüm
imkanlarını seferber etmelidir. Tamam Sayın Merkel`in açıklamaları
ve Alman Meclisinin olayları telin
etmesi ve son olarak da Sayın Cumhurbaşkanı Wulff`un öldürülen kişilerin ailelerini konutunda kabul ederek üzüntülerini bildirmesi güzel bir
gelişme olarak kabul edilebilir.
Ama basında çıkan bilgiler doğrultusunda yaklaşık 9000 tabiri caiz ise
serseri mayının toplum içerisinde
kontrolsüzce dolaşmasına müsaade
edilmemelidir. Belki zamanla daha
da dehşet verici bilgilere ulaşılabilinecektir. Ne olursa olsun bu olayın
arkası bırakılmamalıdır. Aynen Türkiye`de Ergenekon yapılanmasına
karşı yapılan hukuki mücadele burada da ivedilikle yapılmalıdır. Yoksa iş işten geçmiş olur. Bu işin sorumluları kim olursa olsun adalet
karşısına çıkartılmalı ve hesap sorulmalıdır.
Almanya`nın huzur ortamının
devam etmesi ve insanların birbirlerine olan saygılarının ve sevgilerinin devam etmesi için buna çok ihtiyaç vardır.
Sevgili dostlar!
Bizler 2 haftalık bir süre ile Hac
vazifemizi yerine getirmek için Kutsal Topraklarda idik. Eşim ve ben
bu vazifemizi yerine getirdik. Bu
vazifemizi yerine getirilmesi noktasındaki katkılarından dolayı başta
IGMG Hadsch Umra Reisen GmbH
Genel Müdürü Hakkı Çiftçi Bey, yine IGMG Hadsch Umra Reisen
GmbH Genel Müdür Yardımcısı Tahir Köksoy Bey ve IGMG Hessen
Bölge Başkanı Mehmet Ateş Bey`e
teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Kutsal Topraklar ve burada bulunan Kutsal Mekanlarla alakalı çok
şeyler söylenebilir. Çoğumuzun bildiği şeyler. Belki bizim buradan
söyleyebileceğimiz; “bu vazifenizi
genç yaşlarda yerine getirmenizdir.
Malumunuz Hac meşakkatli bir ibadet. Bu ibadeti de genç insanların
yapması daha kolay olmaktadır.
Çünkü bizim gördüğümüz yaşlı insanlarımız oldukça zorlanmaktadırlar. Ve tabi imkanlarınız mevcutsa
muhakkak aile fertlerinizle birlikte
gitmenizdir.”
Burada yine Merkez İki Hafta
Kafilesinde görevli Kafile Başkanı
Abdülkadir Namlı ve Grup Başkanı
Abdülaziz Durmaz Hocaefendilere
teşekkürlerimi ve sevgilerimi sunuyorum. İbadetimizi eksiksiz ve sorunsuz yapmamız noktasındaki katkıları büyüktür.
Sevgili dostlar!
Malumunuz yeni bir Hicri Yıla
girmiş bulunuyoruz. 1433. Hicri yıl.
Yani biz müslümanların takvimleri
olarak kabul edilen Hicri Takvimin
1433. yılına girmiş bulunuyoruz.
Bu vesile ile Hicri 1433. yılınızı
en içten dileklerimizle tebrik ediyo-
[email protected]
ruz. Tüm İslam Alemi, bulunduğumuz ülke ve tüm insanlık için güzelliklere vesile olsun diye dua ediyoruz.
Not: Sevgili dostlarım Aydın Ersoy ve Aydın Erbaş kardeşlerimin
kıymetli Babalarının vefatlarını teessürle öğrenmiş bulunuyorum.
Merhumlara Cenab-ı Allah`tan rahmet ve sevdiklerine başsağlığı diliyorum. Sizlerden de birer Fatiha rica ediyorum.
Cenab-ı Allah çalışmalarımızı
bereketlendirsin, þuurlandırsın.
Çalýþmak bizden baþarý Allah`tandýr.
Allah`a emanet olun.
Impressum / Künye
hayat
Aylýk Ücretsiz Gazete
Aralık - Dezember 2011
Muharrem 1433
Sahibi ve Genel Yayýn Yönetmeni
Sinan AKTÜRK
Yayýn Kurulu
Dr. Yusuf Iþýk, Mehmet Ateþ,
Bilal Demiroðlu, Fikret Ekin,
Selma Öztürk, Mahmut Aþkar,
Cengiz Þahbaz, M. Salih Aydýn,
Ayþe Akgün, Sinan Aktürk,
İskender Güngör, Aydın Ersoy
Merkez
Königsbergerstr. 16
61169 Friedberg
Tel: 06031-162411
Fax: 06031-738644
E-Mail: [email protected]
Web: www.hayatonline.eu
Baský: Sunprint GmbH Offenbach
Gazetemizde Yayýnlanan Yazýlarýn ve
Reklamlarýn Ýçeriðinden Sorumlu Deðiliz.
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 3
haber
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
“Sağcı Terör ve Sebeplerinin Eksiksiz
Bir Şekilde Aydınlatılması Gerekiyor”
slam Toplumu Milli Görüş (IGMG)
Genel Başkan Yardımcısı Mustafa
Yeneroğlu, 2000-2006 yılları arasında sekiz Türk, bir Yunan ve bir de
polis memuru olmak üzere on kişinin
katledildiği ırkçı cinayet serisi ile ilgili
olarak yaptığı açıklamada şu ifadelerde
bulundu: “Alman güvenlik birimlerinin
yabancı düşmanlığı içeren olaylara karşı yaklaşımı sorumsuz ve aynı zamanda
endişe vericidir. Almanya’daki ırkçı ve
terörist eylem ve olayların olası tüm sonuçları göze alınarak doğru, dürüst ve
eksiksiz bir şekilde aydınlatılmasını talep ediyoruz.” Yeneroğlu konuyla ilgili
ayrıca şunları söyledi:
Teröristlerin on kişiyi öldürmeleri,
banka soymaları ve bunun üzerine on
üç yıldan uzun bir süre boyunca yakalanamamaları Almanya’da olması ihtimal dışı olaylardan addedilirdi. Özellikle de uluslararası terörizme karşı
gösterilen yoğun ve şiddetli mücadele
bu düşünceyi pekiştiren bir unsurdu.
Ancak söz konusu olan, evinizde
yetişen terörizm olduğunda, maalesef
başka kıstasların geçerli olduğu gözleniyor. Sadece Thüringen Anayasayı
Koruma Dairesi’nde, sözkonusu terör
grubu ve ilişkili oldukları çevreler ile
ilgili bilgiler, 24 dosya doldurmuş olmasına karşın, şimdiye kadar bilinen
suçlu ve şüphelilerin ancak 13 yıl sonra
ortaya çıkarılması, durumu özetleyerek
daha fazla söze gerek bırakmıyor. Yine,
Anayasayı Koruma Dairesi’nin ırkçı
organizasyonlara ajanları aracılığıyla
maddi ve kişisel destek sağlaması da
aynı şekilde konu hakkında daha fazla
yoruma gereksiz kılıyor. Paralel şekilde, katledilenlerin kriminalleştirilmeye
çalışılması ise işin endişe verici diğer
bir boyutunu oluşturuyor. Hatırlanacağı
üzere, öldürülen kişilerin arkasından,
mafyaya karışmalarından kumar borcuna kadar birçok suçlamalarda bulunulmuştu. Geçen tüm yıllar boyunca, benzeri olayların ırkçı bir arka plana sahip
olması ihtimali üzerine hiçbir şekilde
durulmamış olması durumu bütünüyle
özetler niteliktedir.
İ
sayfa 4
Gelinen durumda, elden sadece geride kalanlara başsağlığı ve sabır dilemek geliyor.
Esas itibariyle, NPD’nin yasaklanma sürecinde aşırı sağ kesim içine birçok ajanın sızdırılmış olduğunu tüm
kamuoyu öğrenmişti. NPD’li her 7 yöneticiden birinin, iç istihbaratın ajanlarından biri olduğu ortaya çıkmıştı. Üstelik bazıları söylem ve eylemleri dolayısıyla yasaklama kararına gerekçe teşkil eden kişilerdi. Bu bağlamda doğrudan şu sorular akla geliyor; acaba Anayasayı Koruma Dairesi’ne bağlı bu
ajanların söz konusu terör olaylarında
ne gibi rolleri vardı? Bu olaylara bizzat
katıldılar mı, destek oldular mı ya da
Neo-nazilari gizlediler mi? Veyahut
olayları hafife mi aldılar, görmezden mi
geldiler?
Bu olayların ve bu olayların her türlü arka planının, olaylara yardımcı olmuş kurum ve kişilerin eksiksiz bir şekilde aydınlatılmasının zamanı gelmiştir. Akabinde, yaşananlardan gerekli
sonuçlar çıkarılmalıdır. Ancak bu şekilde, hali hazırda derinden sarsılmış olan
güven ilişkisinin daha fazla zedelenmesinin önüne geçilebilir. Aksi halde bu
olaylar, arkasında tedavisi mümkün olmayan izler bırakacaktır.
Bununla birlikte sadece kamuoyuna
yansıyan suçlara odaklanılmaması ve
NPD içerisinde ve çevresindeki fikrî
tahrikçilerin üzerine gidilmesiyle olayın kapatılmaması gerekmektedir. Salt
aksiyonizmi hedefleyen bir tartışma,
kendisini NPD’nin yasaklanması yönündeki taleplere odaklamakta, ancak
ortalığı kasıp kavuran sağ popülizm
tehlikesinin ırkçılığın asıl kaynağı olduğu gerçeğinin tartışma platformlarına taşınmasını engellemektedir. Yapılan çok sayıda araştırma senelerdir, ırkçı stereotiplerin giderek toplum içine
yayıldığına ve daha normal karşılandığına yönelik uyarılarda bulunurken, diğer taraftan bu söylemler İslam’a yönelik doğal eleştiriler olarak görülüp, cesaretlendirilmektedir. Böylece giderek
daha fazla nefret ve dışlama zemini
oluşturulmaktadır. Sayısız gencin bu atmosferde kolayca radikalleşebilmesi
ise, sağ popülizm bağlamında hiçbir şekilde dikkate alınıp tartışılmamaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen,
en azından politikacı ve gazetecilerden
entegrasyon tartışmalarıyla ilgili yaptıkları açıklamalarda objektif kalmaları
ve her şeyden önce tonlarını iyi ayarlamalarını ümit etmek zorundayız. Zira,
genelleştirici dışlamalar, gruplara yönelik suçlamalar veya azınlıklarla ilgili
tehlike çığırtkanlığı Almanya’da ırkçı
terörizme zemin hazırlayan unsurlardır
ve çoğulcu toplumda bunların yeri yoktur.”
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
Hayat
“Zorla Evlilik Araştırması, Bu
Konudaki Tartışmaların Doğru
Çerçevede Yapılması ve İslam’la
İlişkilendirilmemesine Bir Katkıdır”
slam Toplumu Milli Görüş
(IGMG) Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu;
Federal Aile, Çocuk ve Kadın
Bakanlığı’nın yaptırdığı “zorla
evlilik” araştırması ile ilgili,
“Almanya’da zorla evlilik hakkındaki aktüel araştırma, tartışmanın doğru çerçevede yapılması adına doğru bir adımdır.
Esasen bu araştırma, çözüme
hiçbir katkısı olmayan siyasi
tartışmalardan ve hatta kanunlar çıkarılmadan önce yapılmalıydı” ifadesinde bulundu. Ye-
İ
neroğlu sözlerine şöyle devam etti:
“Araştırma, – yeterli düzeyde olmasa da - konunun doğru çerçevede tartışılmasının temelini atmak adına faydalı olmuştur. Araştırma sayesinde ilk defa, siyasi tartışmalarda işaret edilebilecek, Federal Almanya çapında yapılan zorla evlilikler ile alakalı rakamlar önümüzde
bulunuyor. Şimdiye kadar, zorla evliliklere karşı alınan tedbirler özellikle, ‘esasen belli şehirleri, daha doğrusu belli eyaletleri baz alan nitel araştırmaları’ (s. 13) temel alıyorlardı. Araştırmanın dikkatli fakat
esasa ilişkin temel eleştirisi de bu ifadelerde yer alıyor. Zorla evlilik etrafında yapılan tartışmaların, İslam’la ilişkilendirilmemesine katkı mahiyetinde olması, araştırmanın bir diğer önemli noktasıdır ki, bu husus
şu şekilde ifade edilmektedir: ‘Araştırmalarda zorla evliliklerin belli
dini geleneklere irca edilemeyeceği, zira bu tür evliliklerin, farklı sosyal, etnik ve kültürel bağlamlarda, dünyanın her tarafında -Avrupa’da
da- olduğu konusunda bir fikir birliği vardır.’ (s.36)
Ancak, Federal Aile, Çocuk ve Kadın Bakanı Kristina Schröder ise
araştırmanın sonucunu dikkate almamaktadır. 8 Kasım 2011 tarihinde,
FAZ gazetesindeki yazısında Schröder, ‘Birçok bilim adamı yerinde
bir şekilde konunun kısa ve basit sebepler zincirine dayandırılmaması
konusunda uyarılarda bulunuyor. Buna rağmen konunun dini boyutunu göz ardı edemeyiz. Kültürel arka plan ve insanın eylemleri arasındaki irtibat sosyolojik bir gerçekliktir. Buna rağmen söz konusu irtibat,
konu İslam olduğunda çoğunlukla geçiştiriliyor ya da tanımlamalar
farklılaşıyor.’ ifadelerini kullandı.
Mevcut aktüel araştırmanın bu anlamda geç kalınmış ama gerekli
bir adım olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla araştırmanın siyasiler için,
varolan bir sorun olarak zorla evliliğin yeniden ve doğru bir şekilde
konumlandırılması, entegrasyon ve din politikaları bağlamında kötüye
kullanılmaması için bir başlangıç noktası olmasını ümit ediyoruz. Ancak gerekli ciddiyet olduğu takdirde, İslamî cemaatlerin katkılarının
değeri daha iyi anlaşılacaktır. Aksi takdirde sözkonusu cemaatler de
suça katkı sağlayanlar olarak muamele görecek ve sorunun bir parçası
olarak gösterileceklerdir. Bu ise zararlı sonuçlar doğuracak ve mağdur
olanlara da herhangi bir fayda sağlamayacaktır.
IGMG, – şimdiye dek olduğu gibi – zorla evlilik sorunu ile ilgilenecek ve toplumun bu konuya hassasiyet göstermesi adına katkılarını
sürdürecektir. İdeolojik arka planı olan açıklama denemelerine karşı
devamlı olarak tekrar edilmesi gereken husus, zorla evliliklerin Müslümanların insan tasavvuruna hiçbir şekilde uymadığı gerçeğidir. Her
ikisi (İslam ile zorla evlilik) arasında irtibat kurma gayretleri tartışmanın ciddi düzeyde ele alınmasına katkı sağlamamakta, aksine tartışma
zemininin oluşmasına zarar vermektedir.”
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
dosya
Küresel Bunalımın Kirli
ve Karanlık Aleti:
ÝSLAMOPHOBIA
slâmophobia kelimesi anlam
olarak
“Ýslâm
korkusu”
demektir. Terim olarak, Ýslâm’dan ve Müslümanlardan korkma ve
çekinme ruh halini ifade eder.
Bu kelime ilk kez 1991 yýlýnda
kullanýlmýþ olup 11 Eylül saldýrýlarýyla gündeme getirilmiþtir.
Tarihî kökleri Ýspanya’da Endülüs`ün Müslümanlar tarafýndan fethedilmesine kadar iner. Haçlý seferlerine asker toplamak isteyen kilise
mensuplarýnýn yaptýðý propagandalar
ile fikir zemini Hrýstýyanlýða karþý
tehditler ve tehlikeler üzerinde oluþturulmuþ olan “Ýslâmofobya”, Müslümanlarla Hrýstiyanlar arasýndaki
olumlu iliþkilerin ve diyaloðun
yaygýnlýk kazanmasýyla yüz yýllar
içerisinde azalmýþ iken yaklaþýk on
yýldýr yeniden popülarite kazanmýþtýr.
Bu popülaritesinde Huntington’un ünlü “Medeniyetler Çatýþmasý”
isimli makalesinde Ýslâm Dînini Batý
için bir potansiyel düþmanlýk odaðý
olarak lânse etmesinin önemli bir
etkisi olmuþtur.
Avrupa Ülkelerinde iþsizlik ve
nüfusun yaþlanmasý gibi yeni durumlarýn beslediði yabancý düþmanlýklarýnýn en önemli öznesi olarak
Müslümanlarda korku giderek bir
paranoyaya dönüþmüþtür. Bu paranoyanýn bazý güç odaklarý tarafýndan
manüple edidiði de düþünülmektedir.
Ýslâm’ý ve Müslümanlarý Avrupa
kültürü ve materyalist hayat tarzý
Ý
için “potansiyel düşman” olarak
gören batý intelijansiyasý içindeki
ýrkçý eðilimler politika belirleyici
odaklarý etkilemektedirler.
Ýslâmofobya, bir taraftan dindar
insanlarýn dinlerini özgürce yaþamalarýný engellerken, diðer taraftan da
gayr-i müslimler ile Ýslâm arasýnda
bir duvar örüyor. Her ne kadar bu
duvar, Ýslâm’a karþý merak ve ilgiyi
artýrsa da, geniþ kesimlerin ön
yargýlarýna da zemin hazýrlýyor.
“Ýnsan bilmediðinin düþmanýdýr”
sözü de bize Ýslâm korkusunun
kaynaðýnda da bilgisizliðin yattýðýný
gösteriyor.
Ýslâmofobya konusundaki tehlikeyi Ýslâm Dünyasý iyi okumak ve
bunu fýrsata dönüþtürecek yapýcý ve
kalýcý çözümler üretmek zorundadýr.
Öncelikli çözüm iki maddeyle özetlenebilir;
- Doðru teblið,
- Doðru temsil.
Týrmanma þeridindeki Ýslamofobya, peþin hükmün ve psikolojik
savaþýn kendisine göre ürettikleri
kavram ve malzemedir. Ýrtica,
kökten dincilik, fundamantalizm,
Ýslâmistlik ve Ýslâmofobya gibi
kavramlar asla mahallî deðil, küresel
bir kavganýn ifade biçimidir.
Ne var ki, bazý aþýrý giden baðnaz
dindarlarýn ve kesimlerin bu kavramlarýn üretilmesine sebep olduklarý da muhakkaktýr. Fakat bu gidiþ,
adeta “çýkmaz yol” olup, durumu
daha da vahim hale getirebilir.
Müslüman entellektüeller baþta
olmak üzere diðer dinlere mensup
saðduyu sahibi entellektüeller, yazar
ve çizerler; Ýslâmofobyanýn süratle
tehlikeli boyutlarý olan bir hastalýk þekline geldiðini belirterek,
karþý çýkýlýp durulmadýðý takdirde, dünya barýþý ve istikrarý için
ciddi bir tehdit teþkil edeceðini ve
bütün inanç ve kültürlerden
toplumlar için tehlikeler oluþturacaðýný söylüyorlar.
Diðer taraftan kýsa adý ÝDSB olan
“Ýslâm Dünyasý Sivil toplum
Kuruluþlarý Birliði” yayýnladýðý
Uluslararasý Ýslâmofobya Konferansý sonuç bildirgesinde bu konuyu
þöyle dile getirmektedirler; Dünyamýz, bilinçli ve maksatlý olarak,
korkularýn hakim olduðu, güvenlik
bunalýmýnýn yaþandýðý, bir arada
yaþama kültürünün törpülendiði bir
dünya haline getirilmek istenmektedir.
Hegemonik güçlerin, çýkar odaklý, hukuk ve insan haklarýný hiçe
sayan politikalarý insanlýðýn huzur
ve barýþýný tehdit etmektedir.
Afganistan, Irak ve Filistindeki
kaos ortamý, Irak’ta yüzbinlerce
insanýn katledilmesi, milyonlarca Filistinlinin mültecî durumuna düþürülmesi, Balkanlar, Keþmir ve Kafkasya halklarýnýn on yýllarca dehþetli
zulümlere maruz býrakýlmasý ve
uluslararasý hukuktan kaynaklanan
haklarýndan mahrum edilmesi ve
benzeri hadiseler hep ayný anlayýþýn
ürünüdür.
Bu politikalar ve uygulamalar
özellikle Doðu Bloku’nun çöküþünden sonra Ýslâm karþýtlýðýndan ve
Ýslâmofobya’dan beslenmektedir.
Korku temelli politikalar ve uygulamalar tarihte pek çok insanlýk dramýna sebebiyet vermiþtir. Þayet geçmiþten ders alýnmazsa ve bugünden
gerekli tedbirler alýnmazsa gelecekte
de Ýslâmofobya`nýn benzer sonuçlarý
olabilir.
Müslümanlarýn maruz kaldýklarý
ayýrýmcý uygulamalar, dindar kiþi ve
gruplara, ibadet mekânlarýna yönelik
sözlü ve fiilî saldýrýlar; Müslümanlarýn temel haklarýndan mahrum
býrakýlmalarý; Ýslâmî deðerler ve
mukaddesler hakkýnda aþaðýlayýcý,
incitici, rencîde edici yayýnlar ve
ifadeler; Dînî deðerlerin yaþanmamasý için yapýlan siyasî, sosyolojik
ve psikolojik baský ve uygulamalar;
siyaset, eðitim, saðlýk, iþ sektörlerinde hizmet alýrken ve hizmet
verirken, Müslümanlarýn dîninden
dolayý maruz kaldýðý her türlü kötü
muamele Ýslâmofobya’nýn kapsamý
içerisinde deðerlendirilmelidir.
Ýslâmofobya,
küresel
bir
Dr. Yusuf IŞIK
bunalýmýn karanlýk ve kirli bir
aletidir. Ýslamofobya, çok kültürlülüðe, çoðulculuða, bir arada
yaþama anlayýþýna ve pozitif
entegrasyona en çok ihtiyacýmýz
olduðu günümüzde, dünya barýþýna yapýlabilecek en büyük ihanettir.
Bunun için Ýslâmofobya, açýk bir
ayýrýmcýlýk ve insan haklarý ihlâlidir.
Ýslâmofobyaya karþý ulusal ve
uluslararasý hukuk mekanizmalarýnda yasalar çýkartýlmalý ve
yaptýrýmgücü yüksek kararlar alýnmalýdýr.
Son yüzyýlda tüm dünyada dine
ve maneviyata karþý büyük bir
yöneliþ olmuþtur. Ýnsanlýk artýk
dünyevîleþmeyi, laikliði ve sekülerleþmeyi sorgulamaya baþlamýþtýr.
Özellikle Ýslâm Ülkelerinin Batýlý
Ülkelere nisbeten ekonomik olarak
geliþmemiþ olmasýna raðmen, Batý’da Ýslâm’a karþý ilginin yüksek
olmasý, Ýslâm’ýn en hýzlý yayýlan din
olmasý ve Ýslâm Ülkelerinde de
dindarlaþmanýn artmasý, bazý çevreleri ürkütmüþtür.
Ýslâmofobya, maneviyata ve
dînî her türlü deðere karþý Ýslâm
üzerinden açýlan globâl/küresel
bir savaþýn adýdýr.
Basýn-Yayýn kuruluþlarý Ýslâmofobya`nýn oluþmasýnda ve yayýlmasýnda en etkili araç olarak kullanýlmaktadýr. Ýslâm ve Müslümanlar
hakkýnda bigisizlik sebebiyle veya
kasýtlý olarak yapýlan þiddetli ve
sürekli yayýnlar, toplumlarda yanlýþ
anlama ve algýlamalara sebep
olmakta, bu yanlýþ anlama ve algýlamalar tüm toplumlarda Ýslâmofobyanýn kökleþmesine sebep olmaktadýr.
Ýslâmofobya’ya karþý mücadeleler siyasî, hukukî ve ekonomik
olarak, uluslar ve uluslararasý
zeminlerde, medya ve eðitim temelli
olarak, profesyönel araçlarla siste-
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 5
dosya
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
matik ve stratejik olarak sürdürülmelidir.
Sistematik dezenformasyon ve
manipülâsyon faaliyetlerine karþý,
sistematik enformasyon çalýþmalarý
kuvvetlendirilmelidir.
Ýslâm Dünyasý, birlik ve dayanýþma þuurunu
artýrmalý “Doðru
teblið/söylem ve iletiþim” ve de
“Doðru ve etkili temsil” prensiplerini hayata geçirmelidir. Gerektiðinde özeleþtiri yapabilmeli; inandýðý ve güvendiði deðerleri uygulamadaki ve kendi insanýna ve baþkalarýna anlatmadaki baþarýsýzlýðýný cesaretle masaya yatýrmalýdýr.
Müslüman milletler, ne zaman
Ýslâm’ýn deðerlerine uygun yaþamýþlarsa ekonomik, siyasî ve sosyolojik
olarak ilerlemiþler; Ýslâm’ýn deðerle-
GMG Sosyal Yardım Derneği
Başkanı Zeki Toprak, bu seneki Kurban Kampanyası ile
ilgili olarak yaptığı açıklamada,
kampanya ile amaçlananın “Allah rızasını kazanmak” olduğunu
söyledi. Toprak ayrıca, “Kurban
kampanyamız ile, Allah’a şükürler olsun ki, milyonlarca insana
ulaştık” ifadesinde bulundu. Toprak sözlerine şöyle devam etti:
“Bu kampanyamızda, toplam 53
ülkede, 127.952 kurban kesilip dağıtıldı. Kesim ve dağıtımın büyük
çoğunluğu Afrika ülkelerinde gerçekleştirildi (76.786). Somali’de
12.258 kurban dağıtılırken, Etiyopya, Kenya ve Nijerya’da 6.000,
6.820 ve 8.932 kurban dağıttık. Afrika ülkelerinde, toplamda ise 28
ülkede dağıtım gerçekleştirdik. Asya ülkelerinde, 16.975’i Pakistan’da olmak üzere, 31.962 kurban
kesim ve dağıtımı yapıldı. Avru-
I
sayfa 6
rinden uzaklaþtýklarýnda ise gerilemiþlerdir. Ýslâm Ülkelerinin dünya
standartlarýnýn altýnda hayat standartlarýna sahip olmasýnýn en büyük
sebebi, Ýslâm’ýn gerçeklerinden uzak
oluþlarý ve Ýslâm’ýn ruhunu, özünü
ve gerçek yüzünü hayatlarýna
aksettirememeleridir.
Ýslâm Ülkelerinin özellikle
sosyo-ekonomik az geliþmiþliði
Ýslam’ýn ve Müslümanlarýn yanlýþ
anlaþýlmasýna ve algýlanmasýna zemin hazýrlamaktadýr. Bu durum ise
Ýslâmofobik politika, yayýn ve
yaklaþýmlara fýrsat vermektedir. Bu
sebepledir ki, halkýnýn çoðunluðu
Müslüman olan ülkelerin sosyoekonomik geliþme süreçleri ve kalkýnma plânlarý hayatî öneme sahiptir.
Ýslâmofobyanýn önüne geçmek
için neler yapýlmalýdýr ?
Ýslâmofobya ile mücadele etmek,
dünya barýþý için herkesin, her
kurumun/kuruluþun ve her hükûmetin esas görevlerinden birisi
olmalýdýr.
Ýslâmofobik basýn-yayýn kuruluþlarý, Müslümanlara karþý ayýrýmcýlýk
uygulayan veya Ýslâm karþýtý davranýþlar sergileyen kurum ve kuruluþlar desteklenmemelidir.
Ýslâmofobya’yý körükleyen, yayýlmasýna sebep olan multimedya
ürünleri ýsrarla boykot edilmelidir.
Tam aksine, Ýslâmofobya ile mücadele eden müsbet multimedya
ürünleri olabildiðince desteklenmeli ve daha etkin hale getirilmelidir.
Reaksiyoner deðil aksiyoner,
Hayat
pasif deðil proaktif eylem ve
ifadelerle, Ýslâm ve Müslümanlarla
ilgili yanlýþ anlama ve algýlarýn
giderilmesi, içe ve dýþa dönük olmak
üzere çift taraflý eðitim faaliyetleri
plânlanmalý ve faaliyete geçirilmelidir. Bunun için siyasî, entellektüel
ve dîni önderlik çok önemlidir.
Ýslâmofobya’nýn Müslümanlara
karþý zulmün yeni bir aleti, karanlýk
kapýlarý açan yeni ve kirli bir anahtar
olmasýna müsade etmemek için
konu hakkýnda uzmanlaþmýþ kadrolar yetiþtirecek kurslar, okullar ve
enstitüler kurulmalý ve desteklenmelidir.
Sonuç olarak; Ýslâm Dünyasýnýn
önde gelen, özellikle bölgesel lider
ve mihver ülkeleri, tarihî sorumluluklarýnýn bilinciyle hareket etmelidirler.
HASENE Kurban Kampanyası 2011
Dualar Aldığımız En
Güzel Hediyeler Oldu
pa’da ise 15.239’u Türkiye’de olmak üzere, toplam 18.922 kurban
dağıtımı yaptık.
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
Kampanyamızın gerekli hassasiyet ve sorumluluk içinde yürütülebilmesi için 282 gözlemci ve gö-
nüllü kardeşimiz dağıtımların organizasyonuna katıldı. Bu kampanyamızda samimiyetle görev yapan gönüllü kardeşlerimize bir kez daha
teşekkür ediyoruz.
Bu vesile ile, kampanyamıza
118.557 kurban bağışı ile katılan
kardeşlerimize de özellikle teşekkür ediyoruz. Bu kardeşlerimizin
bağışları sayesinde bir kez daha
milyonlarca insana ulaşmış olduk.
Bizim için en büyük takdir ve hediye ise kuşkusuz, ulaştığımız milyonlarca insanın duası oldu.”
haber
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
Hayat
IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü, İsminin
Irkçı Teröristlerin Ölüm Listesinde
Bulunduğunu Basından Öğrenmesine Tepkili
slam Toplumu Milli Görüş
(IGMG) Genel Sekreteri Oğuz
Üçüncü, basına yansıyan ve ırkçı teröristlerin ölüm listesinde kendi
isminin de yer aldığına dair haberler
konusunda, “İsmimin ırkçı teröristlerin 88 kişilik ölüm listesinde yer
aldığını basından öğrenmek kaygı
verici. Milletvekilleri Hans Peter
İ
Uhl ve Jerzey Montag’ın bu konuda
bilgilendirilmelerinin üzerinden bir
haftadan fazla geçti. Güvenlik birimlerinin benim gibi bu konuyla
doğrudan ilgili kişileri hangi sebeple bilgilendirmeyerek olayı basına
aktardıkları anlaşılamaz ve sorumsuz bir tavırdır” açıklamasında bulundu. Üçüncü ayrıca şunları söyledi:
“IGMG’nin konuyla ilgili bilgi
istediği Federal Kriminal Dairesi ve
Eyalet Kriminal Dairesi şimdiye kadar medya haberlerini ne doğruladı
ne de yalanladılar. Ancak yerel bir
polis müdürlüğü IGMG’nin belirtilen terör listesinde kurum olarak bulunduğunu doğruladı. Basında terör
grubu ile bağlantılı, onun üzerinde
destekçi ve bilgi sahibi kişinin serbestçe dolaştığından bahsedilmesi
ve resmi rakamlara göre dokuz bi-
nin üzerinde şiddete hazır ırkçının
kontrolsüz bir şekilde rahatça hareket ettiği haberlerinin yer alması durumu gözönünde bulundurulduğunda güvenlik birimlerinin bu tavrı ve
seçmeci bilgilendirme politikası endişe vericidir.
Ayrıca, ırkçı teröristlerin işledikleri cinayetler ve diğer suçlar konusunda hergün ortaya çıkan yeni bilgilerin, güvenlik birimlerinin varolan görmezlikten gelme zihniyetini
değiştirip değiştirmeyeceği sorusu
haklı olarak akla geliyor. Tıpkı,
Zwickau ırkçı terörünün kurbanlarında olduğu gibi Türk kökenlilere
ya da Müslümanların kurumlarına
ve camilere yönelik sürekli artan
saldırılarda, ırkçılık ya da İslam
düşmanlığı motiflerinin kategorik
olarak en baştan yadsınması ise kabul edilemez.
NPD’nin yönetici kadrosunun neredeyse üçte biri casuslardan ve dolayısıyla Anayasa Koruma Örgütleri’nden geçimlerini temin eden insanlardan oluşurken, sözkonusu
partinin kapatılmasına dair yüzeysel
bir tartışmanın yeniden başlatılması
anlamsızdır. Kanaatimizce, daha
çok ırkçı populizm ve ırkçı terör
arasındaki geçişkenlik üzerinde durulmalıdır. Bu olaylar yaşanırken
sadece NPD’ye odaklanmak hazırlıksızlık ve ne yapacağını bilememe
durumundan kaynaklanmaktadır.
Çünkü, İslam ve yabancı düşmanlığı düşüncesinin yaygınlaşması ve
giderek toplumda yayılmasının sorumlusu sadece NPD değil, aksine
ilk planda çokkültürlülük eleştirisi
perdesi altında İslam ve yabancı
düşmanlığına götüren zihni karmaşayı besleyen siyaset anlayışıdır”.
Auf der Bleiche 29 . 42289 Wuppertal . Tel.: 0202 747 659 70 . Fax.: 0202 747 659 71
www.casado.eu . [email protected]
sayfa 8
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
Aytaç Avrupa Großmarkt
Marktstr. 10 . 50968 Köln
Tel.: 0221-3797985
Fax: 0221-3797986
Mobil: 0177-6529370
Depo Market Et Reyonu
Vogesenstr. 1 . 50739 Köln
Depo Market Et Reyonu
Markenstr. 7 . 40227 Düsseldorf
Depo Market Et Reyonu
Marktstr. 247 . 47798 Krefeld
Depo Market Et Reyonu
Münsterstr. 154 . 44145 Dortmund
Mobil: 0177-6529370
YENi YENi YENi YENi
Depo Market Et Reyonu
Friedrich-Ebertstr. 79 . 47119 Duisburg (LAAR)
Mobil: 0177-6529370
IGMG Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Başkanlığı
3. Üniversiteliler Günü UNIDAY ’11 Bielefeld Statdhalle’de Yapıldı
Düşlerimiz Maziye Dayanır
Düşlerimiz Maziye Dayanır.” İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG)
Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler
Başkanlığı’nın düzenlediği Üniversiteliler Günü’nün sloganı idi. İlk bakışta
çelişkili gibi görünse de bu şiar, Avrupa’daki Müslüman öğrencilerin yol haritasının çizgilerinin belirlenmesinde
yol gösterici bir özelliğe sahip.
Zaten, IGMG Gençlik Teşkilatı Başkanı Mesut Gülbahar da, Üniversiteliler Günü öncesinde yaptığı açıklamada
buna işaret ediyordu. “Bu yaklaşım, bilim tarihinde Müslümanların yeri ve İslam sanatının asırlara uzanan gelişimi
ve kemâli gibi konular söz konusu olduğunda özellikle geçerlidir,” diyerek,
Müslüman üniversitelilere de yol gösteriyordu. Gülbahar bunun için, Avrupa’nın mevcut kültürüne Müslümanların katkıları üzerine düşünülüp ve bu
kültüre bugün de Müslümanlar olarak
nasıl katkı sağlayabileceğimiz üzerinde
yoğunlaşılması gerekteğine işaret ediyordu. Üniversiteliler Günü bu anlamda “Avrupa’daki Müslüman gençlerin,
içinde yaşadıkları topluma nasıl ve ne
tür bir katkıda bulunabilecekleri ya da
bulunmak zorunda oldukları, tarihimizdeki örneklerden yola çıkarak, nasıl örnek şahsiyetler olabilecekleri,” sorularına giriş mahiyetinde bir cevap verme
adımı olarak değerlendirilebilir.
IGMG Gençlik teşkilatı bu yıl üçüncüsü düzenlenen Üniversiteliler Günü
UNIDAY ’11 ile Avrupa’daki tüm genç
Müslümanlara bu konularda fikrî bir
“
sayfa 10
zemin oluşturmak ve ihtiyaç duyacakları desteği sağlamak istediğini göstermek istiyor.
Üniday ‘11’in üç önemli misafiri vardı. Bu misafirlerin ikisi konuşmacı olarak programda yer alırken, üçüncü misafir özellikle İslamî düşünme ve İslamî kimlik üzerine vurgu yapan aynı zamanda İslamî kesimin önemli medyacılık uzmanlarından birisi olan Dr. Yusuf
Kaplan idi.
Konuşmacı olarak katılan misafirlerin birincisi bilim ve sanat alanında
Müslümanların dünya kültürüne katkılarını inceleyen araştırmaları ile ünlü
Prof. Dr. Salim el Hassani, ikincisi de
İslam Ülkeleri Parlamenterler Birliği
Genel Sekreterliği de yapan, ama sadece tasavvuf ve tasavvufun önde gelen
isimlerinden Şeyh-i Ekber Muhyiddin’i
Arabî uzmanı olmayıp, tasavvufu İslamî hayatın bir özelliği olarak kabul
eden Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç idi.
Misafirler arasında T.C. Başbakanlık
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Daire Başkanı Kemal Yurtnaç da
yer aldı. T.C. Münster Başkonsolosu
Nafi Cemal Tosyalı da misafirler arasında yer aldı.
Fatih Çiçek’in okuduğu Kur’an-ı
Programı ünlü sunucu Serdar Tuncer
takdim etti.
Sanatsal etkinlik olarak ise Peygamber Efendimizi anlatan, O’nun isimleri
ile O’na medhiyeler sunan çeşitli hilyei şeriflerin yer aldığı hat sanatı sergisi
yer aldı. Üniversiteli gençlerin merakla
izledikleri bu sergi ile de sanata vurgu
yapılıyordu.
Musiki alanında ise Göksel Baktagir
ve ekibi “Doğu Rüzgarı” başlığı altında
tasavvuf ve Türk Sanat Musikisi’nden
nefis parçalarla genç Müslüman üniversitelileri coşturdu.
Kur’an-ı Kerim okunmasını müteakiben IGMG Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Teşkilatlanma Başkanı Taner
Doğan programa katılan bölgeleri yok-
lama yaprak takdim etti.
IGMG Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Başkanı Celal Tüter, İslam’ın Avrupa medeniyetine yaptığı katkıları kısaca değerlendirdiği konuşmasında
şunları söyledi:
İslam, Avrupa medeniyetine Yunan ve
Roma medeniyeti ile birlikte katkı yapmıştır. Endülüs, İslam medeniyetine yeni bir hamle ve yenibir dinamizm getirmiş, Avrupa’ya da etki etmiştir. Endülüs bu açıdan önemli olduğu gibi, diğer
yandan da Sicilya vardır. Bu dönemde
dünyanın günümüzde kullandığı rakamlar dünyaya yayılır. Üniversiteler
burada Yunanca’dan Arapça’ya tercümeler yaparlardı. Daha sonra bu bilgiler Avrupa’ya yayılırdı. Aydınlanma
sürecinin önce İtalya’dan başlaması,
takdir edersiniz ki o kadar tesâdüf değildi. Balkanlardaki tarihimiz de unutamayız. Bu tarihimizin canlı hatıralarını hâlâ Saraybosna’da, Mostar’da
görürsünüz.
Devamı Sayfa: 12`de
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
dosya
Mahmut AŞKAR
Niçin Öldürüyorlar...
Bu ülkede Türk olmak,
sabır ve tahammül işidir. Yakın çevremde işçi statüsünde çalışanlardan zaman zaman
işyerinde uğradıkları
haksızlıkları, hatta hıristiyan yabancılar
içinden müslüman yabancıları daha fazla ezmelerini dinledikçe,
oturduğumyerde ben
isyan edecek noktaya
geliyorum. Bu kadar
ayırımcılık reva mı, bu
insanlara? Eşit muamele görmemekten,
dışlanmaktan dolayı
gururuna düşkün Türk,
derdini içine ata ata artık psikolojik hastalıklara düçar oldu.
apalı toplumların düşmanları, kendi içlerinde ve kendilerinden olurlar. Aşiret, kabile veya sülalelerarası rekabet, husumet veya kıskançlıklar yüzünden
çıkan kavgalarda insan hayatının
kaybolması, işin tabiatındandır. Taşrada; küçük kasabalar veya köylerde
yaşamış olanlara bu durum pek yabancı gelmez. Yerine göre kabilenin
yerine göre de ailenin reisi, yeni yetmelere dostlarını ve düşmanlarını
işaret eder; onlar hakkında telkinde
K
bulunur. Böylece daha çocuk yaşından itibaren kişi, dostları ve düşmanları hakkında hem bilgilendirilmiş,
hem de yönlendirilmiş olur: Felancılar bizden, filancılar bizden değil!
Elli sene evvelindeki köy çocukluk hayatımdan dönüyorum 21. yüzyılın dünyaya açık ülkesi Almanya’ya... Türk azınlık olarak elli yıldan beri bu ülkenin neredeyse her
köyü ve kasabasında varsınız. Sömüren, ezen; siyasi, iktisadi, hukuki
ve insani hakları gasp eden, kötüye
kullanan kesimden değilsiniz. Göçmen olarak yerleştiğiniz ülke topraklarının birliği ve bütünlüğüne karşı
hain emeller peşinde değilsiniz. İçiçe, birlikte yaşadığınız toplumun kamu düzenini değiştirmeğe yönelik
ideolojileriniz yok... Mensubu olduğunuz azınlığın siyasi/iktisadi/hukuki menfaatlerini gerçekleştirmek için
baskı gruplarınız, lobicileriniz yok!
Tam tersine; siyasî/hukukî/iktisadî haklarını yerine göre istediği hâlde alamayan, yerine göre de istemesini bilmeyen, verilenle yetinen bir
azınlık olarak toplumun en alt tabakasına aitsiniz. Dün, geldiğiniz anavatanda nasıl ki maddî-manevî varlığınızla devlete “baba” diyerek teslim oluyor, güveniyorduysanız; bugün de yenivatanınızda aynı ihlas ve
samimiyetle başınızdaki devlete
bağlısınız. Dua ederken, kendinizin
olmasa bile, zürriyetinizin yenivatanı ve vatandaşlarının huzur ve selameti için de dilekte bulunuyorsunuz.
Bütün bunlara rağmen, siz şimdiye kadar hep “öteki” olarak görülmekle kalmadınız; üstüne üstlük, bir
de ötekilerin ötekisi, “kötü öteki”
olarak zihinlere, körpe dimağlara ilmik ilmik işlendiniz. Dün, Hz. İsa’yı
çarmıha geren bizim atalarımız değildi. Bugün, imrenilecek, kıskanılacak kadar en üstlere turmanmış bir
Türk azınlıktan da söz edilemeyeceğine göre, bu düşmanlık niye?...
Dün, Yahudileri hedef gösterenler,
“Alman, işte düşmanın!” diyenler
gibi, bugün de Almanya’daki Türk
azınlığı hedef gösteren, düşman ilan
edenler var. Yapılan birçok kamuoyu
araştırmasında, Antisemitizm’in yerini İslamafobi’nin aldığı herkes tarafından biliniyordu.
Zaten öteden beri var olan ve
ideolojik varlığını düşman gördüğü,
kendi ırkından olmayan “öteki”ne
borçlu olan ırkçı Neo-Nazizmin yeniden palazlanmasına, zararsız gibi
görünen Türk/Müslüman aleyhtarlığı ortam hazırlamıştır. Okula giden
çocuktan tutun da, günlük hayatın
her safhasında özellikle Türk/Müslüman kökenliler az veya çok ayırımcılığa maruz kalmışlar ve elli yıllık geçmişe rağmen maalesef bu süreç artarak devam ediyor. Türk görünümlü bir erkeğin ve başörtülü bir
kadının özellikle akşamın geç saatlerinde, genç Almanların kalabalık oldukları semtlerde elini kolunu sallayarak dolaşması artık son derece
riskli ve cesaret isteyen bir davranıştır.
Almanya’da yaygın ve olağanlaşmış bir ayırımcılık sözkonusu iken,
bunu örtbas etmenin, görmemezlikten gelmenin ve hele sadece NeoNazilerle yabancı düşmanlığını sınırlamaya kalkışmanın kendisi, Almanya’ya yapılacak en büyük kötülüklerden birisidir.
Bu ülkede Türk olmak, sabır ve
tahammül işidir. Yakın çevremde işçi statüsünde çalışanlardan zaman
zaman işyerinde uğradıkları haksızlıkları, hatta hıristiyan yabancılar
içinden müslüman yabancıları daha
fazla ezmelerini dinledikçe, oturduğumyerde ben isyan edecek noktaya
geliyorum. Bu kadar ayırımcılık reva mı, bu insanlara? Eşit muamele
[email protected]
görmemekten, dışlanmaktan dolayı
gururuna düşkün Türk, derdini içine
ata ata artık psikolojik hastalıklara
düçar oldu. Üçüncü nesil Türklerle
konuşun, onları size ötelenmenin ve
ötekileştirilmenin ne ve nasıl olduğunu anlatsınlar...
Bira masalarında, evlerde, işyerlerinde, tv ekranları, gazete sütunları, kitap sayfalarında dillere pelesenk
olmuş bir tukaka azınlık hâline getirilmişsiniz. Sizi aşağılayan, karalayan, düşman gösteren her kitap
“bestseller” listesine giriyor. Sadece
Türk/Müslüman azınlık üzerinden
meşhur olan Thilo Sarrazin’in kitabının satış sayısının iki milyona doğru turmandığını duymuş olmak bile
tedirginliğimizin artmasına ve uykularımızın kaçmasına yeterli sebeptir.
“Müslümanı Avrupalılaştırmak”
adlı kitabımızın takdiminden bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Kendisinden sonra gelen nesillerine bile sahip çıkamayan Göçmen
Türk’ü işaret ederek; “Bunlar bizi
İslâmlaştıracaklar!” türünden yapılan yaygara, zamanla kitleleri harekete geçirecek derecede Anti-Müslüman bir ideolojik mahiyet kazandı.
Halbuki o, yeni vatanında kültürel
kimliğini yitirmeden, birlikte yaşadığı toplumla kucaklaşmayı, ona intibak etmeyi ve çokkültürlü istikbâli
beraberce inşa etmeyi hedefliyordu.
Fakat bu niyetini kamuoyu vicdanına bir türlü seslenemeyen Müslüman/ Türk Göçmen, ani tepkilerle
değil; bundan sonra seviyeli ilmî
araştırmalar, kitaplar, konferanslarla ve film, tiyatro, resim, müzik gibi
sanat etkinlikleriyle kendisini yerliçoğulcu topluma anlatmalıdır.
Henüz daha çok geç kalınmış değil; hiç olmazsa Batı Avrupa’ya
Türk İşgücü Göçümüzün 50. Yılında
biraz gayrete ve insafa gelip buna
bismillah diyebiliriz.”
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 11
haber
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
Sayfa 10`un Devamı
Şimdi kendimize bakıyoruz. Avrupaya yeni gelen nesil ya aynîleşti ya da
kendi kendilerine yaşadı. Kendileri gibi düşünen insanları bir araya gelenleri getirip ibadethaneler açtılar. “Bizlerin kaybolması” ndan korkmuşlardı.
Peki niye korkmuşlardı? Çünkü etrafını
tanımıyor ve etrafına yabancıydılar. Ve
korumaya önem verdikleri değerleri
vardı. O zaman biz ne yapacağız? İnsan, inançlarını savunması gerektiği
yerde savunamazsa, korunma ihtiyacı
duyar. Ama bizler, “biz varız, buradayız” diyerek bu korkuya kapılmıyor,
geçmişimize de bakarak, var olduğumuzu, bu toplumlara katkı yapmak istediğimizi söylemek istiyoruz. Bizim geleneklerimize bağlı kalmamız, bizim samimiyetimizi ve kendimize güvenimizi
temsil ediyor.
Şu anda 260 ayrı alanda okuyan bu
kadar üniversitelimiz burada. Mevlana’nın pergel örneğindeki gibi pergelin
sabit ayağı bizim geçmişimiz, hareketli
ayağı da bugünümüz Avrupa’dır. Avrupa’nın dilini, kültürünü, toplumunu bilen insanlar olarak, üzerinizdeki görev
çok büyük.”
IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü, programa katılan üniversiteleri selamlayıp katılımları için teşekkür ettikten sonra dünyadaki son gelişmelerin
kısa bir tahlilini yaptı. Üçüncü özetle
şöyle konuştu:
Şu anda, ABD’de, Türkiye’de Avrupa’da, Kuzey Afrika’da, Arab yarımadasında her nesle nasib olmayan tarihî
olaylara tanıklık ediyoruz. Daha bir
kaç ay önceleri “bunlar mümkün değil” diyebileceğimiz olaylar gerçekleşiyor. Reytingleri sarsılmaz olan gelişmiş ülkeler faiz batağında boğulurken,
bir yandan da daha düne kadar dost ve
makbul lider sayılan, adeta koruma altında tutulan Arap despotlar tek tek
devriliyor. Muhammed Buazizi adındaki bir genç akademisyenin nelere vesile
olduğunu, nefeslerimiz tutularak birlikte izliyoruz. Rivayet edilir ki despotlar,
Facebook, El Cezire ve Cuma namazlarını yasaklamayı bile düşünmüşlerdir.
Sosyal medyanın zaten farkındayız.
Ama çoğu zaman bir ritüel sorumluluk
olarak algıladığımız Cuma namazının
asıl fonksiyonunu, toplu ibadetin, cemaat bilincinin, şuurlu bir idrakinin bilincine tekrar farkına vardık. Bugün
programımızın sloganı olan “Düşlerimiz Maziye Dayanır” da bir türlü irtibat kuramadığım gibi anlaşılabilir.
Takdir edersiniz ki, bütün bu anlattıklarımın bir irtibat noktası vardır. Zira
bundan tam 20 yıl önce Doğu Bloku denilen Demir Perde ülkeleri tek tek yıkılırken Müslümanlar olarak yine tarihe
tanıklık etmiştik. Hatırlayın, dünya iki
kutuplu bir dünya idi. Kapitalizm yeryüzünde herkese daha güzel bir hayat
vaad ediyordu. Artık savaşlar bitecek,
küresel tüketim pastasından pay alarak
herkes mutlu olacaktı. Bunun sömürü-
sayfa 12
yü esas alan bir sistemle olamayacağını her ne kadar söylemiş olsak da, kimse bizi dinlemedi. Bizler, oyunun dışında kalanlar olarak sadece seyrettik,
müşahede ettik. Faizle, sömürü ile olmaz dedik. İşgalle, savaşla olmaz, adaletsizlikle, çifte standartla olmaz dedik,
kimse dinlemedi. Keşke dinlemiş olsalardı.
Demek ki sesimiz cılız çıktı. Donanınımız azdı. Bunun için bir çok gelişmeye seyirci kaldık, hatta bazen gelişmelerin objeleri haline geldik. Ama
şimdi açık söylüyorum. Artık aynı lüksümüz yok. Aktör ve öncü olmak durumundayız. Bu ise donanımı tam, toplumsal etkinliği yüksek bir kitle ile, yani sizlerle mümkün olacaktır. Zira faiz
batağından daha fazla faizle kurtulmaya çalışanlara, Arap bankalarını güdümlü demokrasilerle yeni despotlarla
formatlamaya çalışanlara, 11 Eylül terör saldırılarının 10. Yılında Müslümanalrı adeta bir cadı avına tâbi tutanlara, Almanya’ya göçümüzün 50. Yılında, bu ülkenin geçmişine ve geleceğine
katkı sağlayan ve sağlayacak olanlara
ikinci sınıf insan muamelelesi yapanlara, Üstad Necip Fazıl’ın ‘Durun kabalalıklar, bu cadde çıkmaz sokak haykırsam kollarımı makas gibi açacak’ diyorum.
Müslümanların gelişmelere seyirci
kalmalarının bedeli çok ağır oldu.
Dünyanın hali ortada. Silahlanma almış başını gidiyor. Somali başta olmak
üzere ülkeler açlıktan kırılıyor. Şimdi
yeni bir sese ve toptan çözümlere ihtiyaç var. Çözümler taptaze çözümler aslında. Kökleri mazide, yani, dinimizin
kültürümüzün, medeniyetimizin derinliklerinde. Bundan dolayı, geçmişimizle de yüzleşerek, yeni reçeteler ortaya
koymak durumundayız. İslam Toplumu
Millî Görüş çatısı altında, hayatlarımızı Kur’an ve Sünnet’le barıştırarak, kişisel gelişimimizi önemseyerek, toplumsal sorumluluklar üstlenerek bir
iyilik ve adalet dalgası başlatarak, tarihin bu dönüm noktasında, tarihin seyrine müsbet bir etki yapma imkanına sahip olduğumuzu hatırlatmak istiyorum.
T.C. Başbakanlık Yurt Dışı Türkler
ve Akraba Topluluklar Daire Başkanı
Kemal Yurtnaç da UNIDAY ‘11’de bir
konuşma yaptı. Kemal Yurtnaç Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile
Başbakan Radımcısı Bekir Bozdağ’ın
da selamlarını iletti. Yurt Dışı Türkler
ve Akraba Topluluklar Daire Başkanlığını’nın faaliyetlerini anlatan Yurtnaç
bu programa katılan üniversitelileri
tebrik etti ve eğitimin çok önemli olduğuna işaret etti.
İslam Ülkeleri Parlamenterler Birliği Genel Sekreteri ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç da konuşmacılar arasında idi. Kılıç tam da bir
“tasavvuf ehli” gibi bir konuşma yaptı.
Kılıç şöyle konuştu:
Bizim için burada “Hangi İslam”
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sorusu önemlidir. Zira günümüzde İslam, İslam diyen çok kimse var. Fakat,
İslam adına işlenen cinayetleri de maalesef görüyorsunuz. Kim İslam diyorsa,
hemen ardından bir araştırma yapın.
İslam’ın emrine uyarak bunu diyenin
İslam’ı anlayışının köküne bakın, o zaman hangi İslam’dan bahsettiğini anlarsınız.
Burada sakın ha milliyetçi bir söylemle konuştuğumu düşünmeyin. Ama,
Anadolu İslam’ını bu yüzden önemsiyorum. Ben bunu Anadolu derken bir
mekan olarak kasdediyorum. Demek istediğim, Anadolu İslam’ının dokusunda yer alan İslam analayışını, o hamuru karan, o hamuru yoğuran büyüklerin düşünce sistemlerini analiz etmeniz
gerektiğine işaret içindir.
İslam anlayışında bazı kırılmalar
yaşadık. Bu kırılmaları sizler düzelteceksiniz. Babalarınızdan, dedelerinizden bunu beklemeyin, Onların derdi,
sizlerin maddî sıkıntıya düşmeden okumanızdı. Ama onlar sizlerden bir şeyler
bekliyor. Çünkü bizim geleneğimiz,
hem Batı’yı hem de doğuyu bilen, ama
bunları analiz ve sentez eden bir gelenekti. Daha son bir iki gün içinde bir
diktatörün sonunu gördük. Biz bir hukuka tâbi, yasaları olan bir topluluğuz.
Çapulcu değiliz. Bir suçlu yakalandıktan sonra önce mahkemeye çıkarılır cezasını mahkeme verir. İşte bu bir kırılmadır. Anadolu İslam anlayışı, Yunus
Emre’nin inandığı İslam böyle değildi.
Şunu unuymayın ki, Batı da Doğu
da birer izafîdir, görecelidir, relatiftir.
Batı’lı da insandır, doğulu da. Hatta
ağaçlarla da ortak özelliklerimiz vardır. Anadolu İslam anlayışı ile yoğrulmuş olanlar, bir ormandan ağaç keserken bile diğer ağaçların rahatsız olmaması için baltasını vururken dikkat
ederdi.
Ben Müslümanım diyorsanız, Anadolunun büyük İslam ustalarını tanımak zorundasınız. Bunu samimî bir izdırap, bir içten gelen duygu olarak
paylaşmak istiyorum. Maalesef İslamî
hasssasiyete sahip bizler, İslam anlayışındaki kırılmalardan dolayı başka bazı İslam anlayışlarını okuduğumuz kadar, Millî Görüş İslam’ının Pîrlerini de
okumalı ve tanımalıyız. Anadolu’nun
İslam ustalarının anlayışına göre İslam
dört derecelidir. Bunun ilk ikisi izafîdir.
Daha sonra gelecek olan o iki dereceye
varmak için gerekli derecelerdir. Birincisi normatiftir, hukuktur. Bu, Bab-i Şeriat’tır. Bazı pratikler, şekle ihtiyaç
duyduğu için, bu şekli düzenler. O şeriattır. Ama, neden, niçin sorusunun arayışına başlamak için uzun yolculuğa çıkılır. Buna yol denir: Tarikat. Bu yolların ikisi de beraber ve ciddî olarak izlenirse merkeze varır. Buna bilgi kapısı; marifet denir. Bilgi’ye eren, hâlâ da
bilen ve bilinenin bir olduğu hakikat
kapısına giderdi. Bu dört dereceli din
anlayışı başka dinlerde çok görülmeyen bir husustur. Yukarıya doğru ayrı-
Hayat
lıkların birleştiğini görürsünüz.
Sizler dünyaya ışık tutucu kişiler olmalısınız. Görüyorsunuz, hangi İslam
formatı Herat şehrini güller şehri yaptı
da, hangi İslam formatı kan şehri yaptı
sorusuna cevap bulmalısınız.
Dikkat edin: Osmanlı parçalanınca,
sadece coğrafya parçalanmadı, zihniyetler parçalandı, İslam anlayışı parçalandı. Bu anlayışı sizler yeniden inşa
etmelisiniz. Sırf muhalif söylemleriniz
bir anlam ifade etmez. İktisat ve felsefe
projen var mı? Sadece muhalif söylemle, sadece Batı’yı tenkid ederek, bir yere varamazsın. Projeniz nerde? Unutmayın, insanlığın ortak değerleri vardır. Alman felesefe geleneğini öğrenin,
ama Davudî Kayserî’yi ve Niyazî Misrî’yi, Muhyiddin-i Arabî’yi de öğrenin
ve kendinizi bir kaynakla sınırlamayın.
Gaye, Hakk’ın rızasını kazanmaktır.
Bilin ki, bütün ilimler tek bir hedefte
toplanmalıdır. Ve, bütün ilimler Allah’a
giden yolu açmıyorsa, o zaman sizin
ilimler hiyerarşinizde bir problem var
demektir. Bu problemi çözecek de sizlersiniz.”
Prof. Dr. Salim el Hassani İngilizce,
Türkçe ve Almanca olarak gençleri selamladı. Konuşmasından önce sunduğu
İslam bilim tarihi ile ilgili bir filmle
gençlerin coşkulu tezahüratlarına mazhar oldu.
Hassani konuşmasında, İslam ülkelerinin bir kısmı dahil Avrupa ülkelerinin özellikle “Karanlık Çağ” dediği
dönemde İslam dünyasında bilim ve sanatın zirveye ulaştığını ve Müslümanlar olarak bu geçmişin iyi bilinmesini
ve geleceğe bu geçmişten hareketle
yön verilmesi gerektiğini söyledi. İlmin
ve sanatın bütün insanlığın ortak ürünü
olduğunu ve gelecekte de İslam kültür
ve medeniyetinin insanlığa kazandıracak çok şeyi olduğunu bildiren Hassani, bunun için Avrupa’da yaşayan ve
üniversitelerde okuyan Müslüman ögrencilere büyük görevler düştüğünü
söyledi. “Geçmişimiz, farklı kültürlerle
ortak yaşam için bir örnektir” diyen
Hassani, Avrupa’daki Müslümanların
toplumsal barış için de görevleri olduğunu, Müslüman gençlerin sahih bir
imanın yanı sıra ‘amel-i salih’e de sahip olmalarının şart olduğunu söyledi.
Daha sonra IGMG Gençlik Teşkilatı Bölge Üniversiteliler Başkanlıkları
arasında en başarılı çalışmaları yapan
bölgelere başarı ödülleri takdim edildi.
Başarı ödülünü erkeklerde birinci sırada Hamburg, ikinci sırada Güney Hollanda ve üçüncü sırada da Hannover
Bölgeleri aldı. Başarı ödülünü genç
kızlarda birinci sırada Köln, ikinci sırada Paris ve üçüncü sırada da Hessen
Bölgeleri aldı. Başarı ödüllerinin takdiminden sonra da tasavvuf ve Türk Sanat Musikisi’nden örneklerin sunulduğu “Doğu Rüzgarı” programına geçildi.
Göksel Baştagir’in yönettiği sanat bölümü büyük bir coşku ile izlendi.
Uniday ’11 programı, tekrar
Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetlerin
okunması ile sona erdi.
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
dosya
Gülseren SARIKAYA
Ana Dili’nin Yeri
İlk ve İkinci Dil Arasındaki İlişki Üzerine
Çocuklar ikinci dil öğrenirlerken yeni algılama/tanımlama taslakları geliştirebilir veya mevcut algılama/tanımlama yeteneklerini değiştirebilirler. Çocuklar ilk dillerini öğrenirlerken meselâ (burda, şurada,
orada) gibi vurgulamaların
kullanımlarını öğrenirler
ki, bu sistemi ikinci dili
öğrenirlerken de kullanabilirler. Zira ikinci dilin
öğrenilmesi, ilk dilin öğrenilmesi üzerine kurulur ki,
o zaman da ikinci dilin
öğrenilmesinin özellikleri
kuvvetli bir şekilde birinci
dilden etkilenir.
lmanya’daki göçmen çocuklarının desteklenmesi
konusunda yapılan tartışmalarının bir yönünü, bu çocukların dile hakimiyetleri konusu oluşturuyor. Bu konudaki temel iddia
ise şu: Almanca dilbilgisi ne kadar
erken öğrenilirse, çocukların okul
ve meslek hayatına uyumu o kadar
başarılı olur. Böylece, ilk dilin önemi sıklıkla ihmal ediliyor. Buradan
hareketle bu yazımızda ilk ve ikin-
A
ci dil arasındaki ilişkileri değerlendireceğiz.
İlk veya birinci dil, resmî bir
ders olmadan, yani doğumdan itibaren çoğunlukla ailevî ortamda
öğrenilen ve ana dili olarak isimlendirilen dil şeklinde tanımlanır.
Bir süt çocuğunun konuşmaya başlamasının ilk dönemi err, gurr seslerini (Alm. Gurrlaute) çıkarttı ve
gımıldama denilen seslerle başlar.
Buna agulama dönemi de denir.
Daha sonra ise çeşitli seslerle özellikle b, p seslerinin çıkarıldığı ve
bapılama dönemi (Alm. Lallperiode) ile konuşma gelişir. 10 ila 12.
aylarla 18. ay arasında ise kesin anlamlar ifade eden tek kelimelik
cümlelerle ilk konuşma birimleri
ortaya çıkar. İki kelimelik dönem
diye tanımlanan konuşma dönemi
ise hemen hemen 18. ayda başlar.
Bu dönemdeki konuşmalar telgraf
diline benzer. Çocuğun kelime hazinesi işte bu dönemde çok önemli
bir gelişme kaydeder. Çocuklar iki
buçuk ya da 3 yaşlarında üç ya da
daha fazla kelimeden oluşan cümleler kurmaya başlar. Böylece yetişkinlerin kullandığı, giderek karmaşıklaşan gramatik yapılı dil modeline doğru yaklaşmaya başlarlar.
Anlaşılır bir ses gelişimi de 3-4
yaşları arasında hızlı bir ilerleme
kaydeder. Bu ilerleme 8 yaşında
bütünüyle tamamlanır. Çocuğun
gramatiğe hakimiyeti, kelime ya da
cümlelerin gerçek anlamlarına olan
hakimiyetine göre biraz daha uzun
sürer. Kelimelerin çift anlamlarıyla, fizikî özellikleri ve bunun aktardığı anlamlar birbiri ardına elde
edilir.
İkinci dile gelince. İkinci dil,
(ana dilinden sonra) ikinci olarak
öğrenilen dile denilir. Küçük çocuklarda, yönlendirme ve zorlama
olmadan sürekli bir dil öğrenme
merakından bahsedilir.
Bunun örneklerini misafir işçiler denilen ilk göçmenlerde de görmek mümkümdür. Ki bunlar, dil
bilgilerini karşılıklı iletişim ve sosyal ilişkiler sayesinde herhangi bir
yapılandırmaya oturtmadan elde
ederler. Buna karşın, yönlendirmeli bir dil öğreniminden daha bahsedilir ki, yurt dışında okuyan öğrencilerin yapılandırılmış derslerde
öğrendiği ve dil bilgisini yerleştirmek veya klasik şekilde olduğu gibi, okulda yabancı dil derslerinde
öğrenilen dil bahsedilen yönlendirmeli dil öğrenimi tanımına girer.
Buradaki dil öğrenim sürecinin
hem yapısı hem de süreci kişiden
kişiye oldukça farklılık arzeder.
Çünkü, örneğin yaş ve motivasyon
gibi belirli faktörler burada önemli
bir rol oynar.
İkinci bir dilin öğrenilmesinde,
ilk dilin (ana dili) oynadığı rolle ilgili çeşitli varsayımlar bulunur. Bu
varsayımlardan ikisini inceleyelim.
Varsayımın birincisi şöyle der:
İkinci dilin başarılı bir gelişme
göstermesi için belirli bir seviyeye
çıkmaması gerekir. Ama bir başka
varsayıma göre de, ikinci dilin öğrenilmesinin çocuğun zihinsel gelişimi üzerinde pozitif bir etki yapabilmesi için, ilk dile yeteri kadar
hakim olunması gerekir. (Edina
Caprez- Krompàk, Entwicklung
der Erst-und Zweitsprache im interkulturellen Kontext, 2010:49,
[email protected]
66) İkinci dilin öğrenilmesi için,
birinci dilde okuma-yazma bir ön
şart değildir. Çünkü çocuklar dili
yalnızca sesli bir bilgi edinimi ile,
başkaları ile iletişim kurarken öğrenirler. Başlangıçta yazılı bir edinim yoktur.
Daha küçük yaşlarda bir ikinci
dil (meselâ Almanca) öğrenme durumunda olan göçmen çocukları
gibi hususî durumlarda, birinci dilin gelişmiş olmasının ikinci dilin
öğrenilmesine olumlu etki yaptığı
da tesbit edilmiş durumdadır. Tecrübî araştırmalar da, ikinci dilin
öğrenilmesinde birinci dile olan
hakimiyetin olumlu etkilerinden
bahsetmektedir. İki dilli bir çocuğun her iki dile hakimiyeti de eksik
ise, o çocuğun, genelde çevresi ile
alıcı ve üretici münasebetleri zayıflar. Zira çocuk, her iki dilde de yeteri kadar kendisini ifade edemez.
Çocuklar ikinci dil öğrenirlerken yeni algılama/tanımlama taslakları geliştirebilir veya mevcut
algılama/tanımlama yeteneklerini
değiştirebilirler. Çocuklar ilk dillerini öğrenirlerken meselâ (burda,
şurada, orada) gibi vurgulamaların
kullanımlarını öğrenirler ki, bu sistemi ikinci dili öğrenirlerken de
kullanabilirler. Zira ikinci dilin öğrenilmesi, ilk dilin öğrenilmesi
üzerine kurulur ki, o zaman da ikinci dilin öğrenilmesinin özellikleri
kuvvetli bir şekilde birinci dilden
etkilenir.
Demek oluyor ki, her iki dil arasında bir bağlantı söz konusudur.
Edina Caprez-Krompàk’ın araştırmasında, birinci dilin ikinci dil
üzerinde olumlu bir etkisi bulunduğu ortaya konulmuştur. Araştırmaya göre, geldiği ülkenin dil ve kültür derslerine katılan öğrenciler,
ikinci dildeki bilgilerini ölçen test-
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 13
dosya
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
lerde, bu derslere katılmayan öğrencilere göre daha iyi sonuçlar elde ediyorlar. Buradan hareketle,
yukarıda da belirtilen derslere katılım gibi ilk dilin öğrenilmesi konusunda verilecek olan desteklerin,
ikinci dilin öğrenilmesine olumlu
bir etki yapacağı sonucuna varılıyor.
İlk dilde bir dil yapısı edinilip,
ikinci dilin de bu dil yapısı üzerine
kurulması halinde, desteklenmiş
bir ilk dil öğreniminin, ikinci dilin
öğrenilmesine olumlu bir etki yaptığı görülüyor. Frankfurter Allgemeinen Zeitung gazetesindeki bir
makalede iki dil öğrenimi ve bunun teşvik edilmesine yönelik yapılan araştırma değerlendiriliyor. Bu
dil öğrenimi araştırması gösteriyor
ki, 3-4 yaşlarında ikinci bir dilin
öğrenilmeye başlanılması, temel
gramatiğin önemli ölçüde gelişmesi için bir fırsat oluyor. Hatta ilgili
Hayat
Deutschunterricht in Theorie und Prakişilerde ikinci dil, bir buçuk ya da
xis(DTP). Deutsch als Zweitsprache.
iki yılda oldukça iyi gelişiyor. ÇoBaltmannsweiler: Schneider.
cuklar eğer bu dönemde dili öğre- • Caprez- Krompàk E. (2010). Entwicknemezlerse, genellikle bir iletişim
lung der Erst-und Zweitsprache im interkulturellen Kontext. Münster: Waximkanından da mahrum kalıyorlar.
mann.
Bu araştırma da gösteriyor ki, ana
• Heuchert L.(1989). Materialien zur indilinin iyi bir şekilde ögrenilmesi
terkulturellen Erziehung im Kindergarkaçınılmazdır. Ve böylece ikinci
ten. (Hrsg.): Robert Bosch Stiftung.
Zweisprachigkeit. Berlin: VWB-Verl.
bir dilin öğrenilmesi de garanti alfür Wiss. u. Bildung.
tına alınmış olur.
• Klein, W. (1992). Zweitspracherwerb.
Kaynaklar:
• Ahrenholz B.; Oomen-Welke (2010).
Eine Einführung (3. Auflage). Frankfurt
am Main: Athenäum.
Aşırı Sağ Terör Hücrelerin İşlediği
Seri Cinayetlere İlişkin Açıklama
lmanya’da geçtiğimiz günlerde
Jena’da ortaya çıkan aşırı sağ terör hücreleri, neofaşist “Nasyonalsosyalist Yeraltı Grubu” ve onun arkasındaki adamlar, göçmenleri ve özelde
Müslümanları derinden endişelendirmiştir. Yaşanan bu durum ve olayların günden güne daha fazla meydana çıkan detayları ve arka planı karşısında yaşanan
çaresizlik ve belirsizlik, göçmenlerin ve
Müslümanların devlete karşı olan güvenlerini oldukça sarsmaktadır. İnsanların
planlı ve kasıtlı bir şelilde katledilmiş olması, birey ve devletin, temel demokrasi
anlayışına o denli muhalif bir durum ki,
böyle birşeyin yaşanmış olması bu anlayışı da derinden etkilemektedir. Farklı
ırk ve dine mensup insanlara özelde de
mabedlerine Almanya’da geçtiğimiz
günlerde sıkça saldırılarda bulunulmuştur. Bu saldırılar ya başka ülkelere işaret
ederek geçiştirilmiş ya da önemli sayılmamıştır. DİTİB bu saldırılar karşısında
her seferinde ve genel çerçevede tepkisini ortaya koyarken, bazı olayların altında
toplum ve bunun idari birimlerine kadar
varan yapısal bağlantıların ve uzantıların
olduğunu tahmin edemezdi.
DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. Ali
Dere bu durum karşısındaki duygularını;
“Olaylarda öldürülenlerin bizlerde, çoğunun da Türk kökenli olmaları hasebiyle yarattığı acı, bu durum karşısında katlanarak tazelendiği gibi bir de olayların
bu tür bir arka planının olmasını öğrenmiş olmamız, bizim için ağır bir durumdur. Derin bir üzüntü ve şok içerisindeyiz. Bu durum karşısında bir an önce
mağdurlarla dayanışma sağlayacak ve
göçmenlerin ihtiyaçlarına cevap verecek
kalıcı çözüm, yapıcı öneriler ve gerekli
tedbir mekanizmaların devreye sokulmasını ümit ediyoruz. Bu tüyler ürpertici cinayet serisinin karşısında duyduğumuz
şoku atlatabilmek için günümüzdeki gelişmelere bakmak gerekmektedir.” şeklinde ifade etti.
Demokrasinin özünde, özellikle Batılı demokrasi uygulamalarında ve söylemlerinde sadece demokratik prensipler
ve onların uygulamalarının öngördüğü
siyasi katılım hakkı ve siyasi örgütlenme
A
sayfa 14
değil, bilakis demokrasinin bu temel
yaklaşımı ile insanları eşit bireyler yapması, onları eşitlik ve özgürlük zemininde temel insan haklarına sahip, yaşadıkları toplumların bir parçası olarak katılım
sağlayabilmeleri ve onunla etkileşim içerisinde olabilmeleri amaçlanır. Bu cümleden demokratik devlet, her bir bireyini
koruma, onu hukuk ihlalinden ve şahısların saldırılarından koruma, ayrıca bunun
için gerekli tedbirleri alma durumundadır.
Ne yazık ki, pek çok Avrupa ülkesinde insanların doğuştan eşitliğini ve eşdeğer bir onura sahip olduğu temel ilkesini
hiçe sayan, ayrıştırıcı, saldırgan ve şiddetten çekinmeyen, insanların arasına
korku salan aşırı sağ akımların siyasi arenada yer bulup gelişebilmeleri, bir müddettir kaygı ile izlenilmekteydi.
Son olarak tüm Avrupa, Oslo’da gerçekleştirilen saldırı ile sarsılmıştı. Burada da yine tüyler ürpertici olan, çok sayıda insanın hayatını kaybetmesinin yanı
sıra saldırının uzun zamandır planlanmış
ve büyük bir soğukkanlılıkla gerçekleştirilmiş olmasıydı. Oslo saldırısından sonra başka olaylardan alışkın olduğumuz
gibi karşı önlemler alınmadı. Başka olaylarda hemen uygulanan anti-terör paketlerini burada göremedik. Almanya’daki
olayların karşısında da devlet kurumlarının umursamaz tutumu ağır sonuçlar doğurarak cinayet serisine ön ayak olmuştur. Aşırı sağ grupların kendi aralarındaki bağlarını da güçlendirerek artık Avrupa çapında organize olmuş olmaları, buna karşı koyabilmek için yine Avrupa çapında bir işbirliği gerektiğinin işaretidir.
Aşırı sağın özellikle de şiddet yanlısı aktörleri ve faaliyetleri artık mahalli boyutları aşarak ulusal ve uluslararası platformlardaki parti kurma ve teşkilatlanmalarıyla boy göstermektedir. Avrupa
Birliği’nin, politikaları çerçevesinde ve
ilgili komisyonlarında bu konuyu ele almasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Aşırı sağ ideolojilerin bu olayla tekrar gözler önüne serilen şiddet yanlılığı
karşısında duyulan derin kaygı ve şok,
bazen insanlarda kalıcı bir travmaya da
dönüşebilmektedir.
Her seferinde ve her biri için ayrı ay-
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
rı üzüldüğümüz Almanya’nın farklı şehirlerinde planlanarak göçmenlere yönelik hunharca işlenen cinayetlerin, uzun
bir süre faili meçhul kaldıktan sonra tesadüfen aydınlatılmış olduğunu, bunların
arkasında aşırı sağcı yapılanmaların sistematik eylemlerinin yer aldığını, bu konularda yetkili birimlerin mazur görülemez ihmallerinin bulunduğunu eş zamanlı öğrenmek insanı üzüntünün ötesinde gerçek anlamda şaşkına çevirmektedir.
Almanya’nın kendi ifadesiyle bir göç
ülkesi olduğu ve burada halen on milyon
civarında göçmenin yaşadığı dikkate alınacak olursa, yaşanan gelişmeler ve hergün bir başkasının ortaya çıktığı ihmaller
bu göçmenlerin sadece nasıl bir yaşam
mücadelesi verdiklerini değil, aynı zamanda nasıl bir yaşam tehdidi altında olduklarını gözler önüne seriyor.
Son gelişmeler karşında bazı duyarlı
kesim, siyasetçi ve dini kurum yetkililerinin yaptıkları itiraf ve eleştiriler anlamlı bir dönüm noktasının başlangıcı olabilir. Bunu kısa vadede alınacak önlemler
gösterecektir. Ayrıca başta hükümet olmak üzere kişi ve kurumların ve diğer
sosyopolitik ve dini kurum ve kuruluşların, medya, toplum ve aydınların bundan
sonra ne tür kalıcı önlem ve düzenlemeler yapacakları Almanya’da yaşayan
göçmenlerce yakından takip edilecektir.
Yapılması beklenilen düzenlemeler
ve özellikle 21.11.2011 Pazartesi günü
Berlin’de toplanacak zirve bağlamında
entegrasyon kavramının ve özelde toplumun algısındaki içeriğinin ve ele alınış
tarzının, göçmen kesimi sürekli yetersizlikler ve sorunlarla tanımlar halinden
kurtulup bu kesimin sorunlarını ve yaşadıkları realiteyi tanıyan ve bunlara eğilerek bir çözüm arayışı içerisine giren bir
konsepte dönüştürülmesi beklenilmektedir. Bununla da kalmayıp uyum politikaları insanların sorun, ihtiyaç ve sıkıntılarını görüp, göçmen kesimin günlük hayatında yaşadığı haksızlık ve saldırılar karşısında göz yummamalıdır.
Göçmen kesimin ayrıca sürekli yetersizlikler ve sorunlarla, hatta sorunların
kaynağı ve sorun yaratan olarak tanımlanır olması, bu kitle hakkında son derece
dışlayıcı ve ayrıştırıcı bir genel algıyı
beslemektedir. Uyum tartışmalarının
göçmen kesimden çok Müslümanlara
odaklı olup, onları dini uygulamaları ve
anlayışlarında gayri reşit telakki etmesi
ve bunlara kendi düşünce ve hedeflerini
gerçekleştirmeye çalışılması da bu olumsuz algıyı ayrıca besleyip bu haliyle din
hürriyeti kavramının yaklaşım, tanımlama ve konumlandırma açısından sitematik bir şekilde içini boşaltmaktadır.
Böyle bir tutum sadece din hürriyeti
kavramının içini boşaltmak ve tarafsızlık
ilkesini ihlal etmekle kalmayıp, aynı zamanda Müslümanları yetersiz ve sorunlarla tanımlamaktadır. Bunu da toplumun
hayat realitesini oluşturmaya katkı sağlayan birçok alanda müşahede etmekteyiz.
Örneğin Eyaletler düzeyinde İslam Din
Dersi uygulamasının başlatılması, Üniversite’lerde İslam İlahiyatı Kürsülerinin
kurulması ya da camii inşaatı bağlamında yapılan tartışmalarda olduğu gibi.
Müslümanların eşit seviyede algılanıp,
onlarla yine eşit seviyede biraraya gelmeyi sağlayabilecek din hürriyetinin sınırları, bu örneklerde zorlanmakta hatta
ihlal edilmektedir.
Topluca ele aldığımızda da bu durum,
bireyin eğitim, meslek, sosyal hayat gibi
alanlarda katılımını zorlaştırıp, topluma
katılmasına, onun bir parçası olmasına
engel olmaktadır. Buradan nemalanan bir
“üstü kapalı” ırkçılık ise genellemelerin
ve önyargıların zeminini oluşturup kendisi de bu zemine takılı kalmaktadır.
Her ülkenin geleceği ve huzuru, tesis
edilecek olan toplumsal birlikteliğe bağlıdır. Özellikle de yoğun göç alan ülkelerde göçmenlerin eşit haklara sahip olmaları ve kendilerinin birey olarak saygı
görmeleri, ayrıca bu konuda genel bir
“toplumsal duyarlılığın” ve diğergamlığın var olması bu bağlamda büyük önem
arzetmektedir.
Bizleri derinden üzen bu tür olayları
bir kez daha yaşamamayı ve her gün biraz daha aydınlanan olayların kalıcı önlemlerin alınmasına vesile olmasını ümit
ederken, söz konusu cinayetlerde hayatlarını kaybedenleri bir kez daha rahmetle
anıyor, kederli ailelerine başsağlığı ve
metanet diliyoruz.
DİTİB Yönetim Kurulu
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
dosya
“İslam düşmanlığı ve medyada
İslam algısı” konulu 7. Dış
İlişkiler Kursu gerçekleştirildi
İslam düşmanlığı ve medya- ması üzerine çalışıldı. Bu yapılırda İslam algısı” konulu 7. Dış ken içerik, redaksiyon çalışmaları,
İlişkiler Kursu gerçekleştiril- fotoğraf ve video gibi hususlar
üzerinde duruldu.
di
Dış İlişkiler Kursu’nun yedinci
Ayrıca “kaliteli medya”nın
buluşmasında İslam düşmanlığı ve özellikleri üzerinde ağırlıklı olarak
medya konusu ele alındı. İslam duruldu. “Dışilişkiler çalışmalaToplumu Milli Görüş Genel Sekre- rında metinler” adlı çalışma gruter Yardımcısı Engin Karahan’ın bunda ise “newsletter” oluşturulurİslam düşmanlığının tarihi ve se- ken dikkat edilecek en önemli nokbepleri üzerine yaptığı sunumun talar üzerinde duruldu ve farklı
ardından Alman medyasında İs- “newsletter” örnekleri üzerine kolam algısı üzerine konuşuldu.
nuşuldu. “Camide Dışilişkiler Ça3 Ekim’deki Açık Cami Günü lışmaları” adlı çalışma grubu ise
(TOM) değerlendirilmesi ile baş- Kerpen Camii’nde çalışmasını
layan kursta, katılımcılar yaptıkla- gerçekleştirdi. Bu Açık Cami Gürı çalışmalar, hazırlıklar ve günün nü’nün detaylı olarak değerlendirnasıl geçtiği ile ilgili tecrübelerini, diği bir çalışma oldu.
tekliflerini aktardılar. Ardından
Akşam devam eden programda
katılımcı Nursen Elemenler idare- Almanya İslam Konseyi Başkanı
sinde Tarık Ramazan’ın “Avru- Ali Kızılkaya ile biraraya gelindi.
pa’da Müslüman Olmak” başlıklı Katılımcılar İslam Konseyi, Alkitabı üzerine konuşuldu. Müzake- manya Müslümanları Koordinasrede öncelikle İslam’ın Avrupa yon Konseyi, diğer İslami cemaatbağlamında yeniden tanımlanması ler ve Almanya İslam Konferansı
tartışmaları konu edildi.
hakkında sorularını yöneltme imArdından çalışma grupları bö- kanı buldular. Dış İlişkiler Kursu
lümüne geçildi. Medya çalışma katılımcılarını topluma aktif katıgrubunda internet sitesi kurulması lım ve toplumsal aktörler olarak
ile ilgili öğrenilenlerin uygulan- yer edinmeleri konusunda motive
“
eden Kızılkaya, bu yönde gösterilen gayretlerle ilgili de, “Başarı bizim elimizde değil, fakat onun için
gayret etme tamamen bizim elimizde” dedi.
Bu ayki kursun sunumları toplantının ikinci gün olan Pazar günü gerçekleşti. IGMG Genel Sekreter Yardımcısı Engin Karahan,
İslam düşmanlığının sebepleri ve
tarihi kökenleri üzerine bir sunum
yaptı. Sözlerine birlikte yaşadığımız Almanların korkularını anlama çağrısı ile başlayan Karahan,
“İslam hakkında basmakalıp yargıların çoğu yüzyıllardır mevcut.
Birçok politikacı ders kitaplarındaki belli bazı imajlar ile yetiştiler.
Bu sayede sabit fikirlere sahip oldular” derken,“Entellektüel olanlarının birçoğunun dahi İslam hakkındaki bilgileri çok aşağı seviyelerde” değerlendirmesinde bulundu.
Tarihte İslam’ın yayılma sürecinin şiddet ile bağdaştırılması ile
ilgili “zorla din değiştirme, zorla
vaftiz ve göç ya da ölüm arasında
tercihte bulunmaya zorlanma gibi
unsurlar içeren Hristiyan yayılma-
sının bir nevi bugüne yansıtılmasıdır” değerlendirmesinde bulundu.
Hristiyanlar açısından bakıldığında İspanya’nın geri alınmasının
yüzyıldan fazla sürdüğü, Müslümanların anlaşmalar sebebiyle
1492’ye kadar dinlerini büyük ölçüde özgür yaşayabildikleri, fakat
aynı özgürlüklerin Yahudi azınlık
için olmadığını, zorla vaftiz edildikleri ve farklı muamelelere tabi
tutulduklarını anlattı ve ekledi
“Aslında daha sonra Endülüs’teki
Müslümanların aynı kaderi paylaşacakları belliydi”.
Daha sonra Avrupa’da İslam’ın
imajı konusuna değinen ve bunun
geçmişteki peygamberlik anlayışının güçlü izlerini taşıdığını belirten Karahan, “İslam putataparlık
olarak görülmedi, aksine hristiyani
bir yanlış öğreti, yani dinde bir
sapkınlık olarak görüldü” dedi.
Karahan İslam’ın “öteki” olarak
yansıtıldığını, bunun siyasi güç çatışmalarının faydasına olduğunu
ifade etti. “İslamlaşma” söylemi
ile sorunları başka mecralara çekerek, ilgililerin meseleyi kendilerinden uzaklaştırmaya yönelik entegrasyon politikalarını eleştiren
Karahan, esasen yapısal nitelikte
olan sorunların, bu yolla yatırım
meselesi olduğu, dini sebeplere
dayandığı, dolayısıyla Müslüman
ailelerden ve camilerden kaynaklı
sorunlar olduğu iddia edilerek
bunlara indirgendiğini ifade etti.
Soru faslında ise gidişat üzerinde
konuşulurken, Necla Kelek ve
Thilo Sarrazin gibi esasen temelden yoksun yaklaşımların toplumda niçin karşılık bulduğu üzerine
görüş alışverişinde bulunuldu.
Ardından İslam’ın Almanya’da
nasıl algılandığı üzerine tartışıldı.
Yapılan ilk tespit İslam’ın bu algıda hiçbir rolü olmadığı, aksine
başka bazı önemli konuların gündeme gelmemesini sağlamak için
kullanıldığı idi. Katılımcılar FOCUS, STERN ve SPİEGEL dergilerinin İslam hakkındaki sayılarını
kapaklarını incelediler.
Sonuç olarak bu hususlarda tartışmaların Orta Doğu ve diğer meselelerde olduğu gibi dinileştirildiği ifade edilirken, klişelerin kullanılmamasına dikkat edilmesi, karalamalarda bunun başka şeyler
için kullanıldığının gözden kaçırmamak gerektiği şeklinde değerlendirmelerde bulunuldu.
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 15
haber
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
GMG Kuzey Bavyera Bölgesine bağlı olarak faaliyet gösteren
Hof Ayasofya Camii Genişletilmiş İdareciler Toplantısı ve TİES
Proğramı (Teşkilat idarecileri Eğitim Semineri) yaptı.
Cemiyet Başkanı A.Can Yazgaç’ın Başkanlığında Ana teşkilat
yöneticileri, Şube Gençlik Teşkilatı
Başkanı Tahir Şerbet Başkanlığında
Şube Gençlik Teşkilatı idarecileri,
Şube Kadınlar Teşkilatı Başkanı ve
Çalışma arkadaşları, Şube Kadınlar
I
sayfa 16
Hayat
IGMG Hof Ayasofya Cemiyetinde TiES Programı
Gençlik Teşkilatı Başkanı ve genç
idarecilerin hazır bulunduğu TİES
çok verimli geçti.
IGMG Kuzey Bavyera Bölge
Teşkilatlanma Başkanı Ahmet
Turan Bilir ile IGMG Kuzey Bavyera Bölge Eğitim Başkanı Ali Sait
Küçük`ün organize ettiği proğram
açılış Kur’an-ı Keriminin okunmasıyla başladı.
Ahmet Turan Bilir`in proğram
hakkında bilgilendirmesinin ardın-
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
dan Cemiyet Başkanı Ahmet Can
Yazgaç bir selamlama konuşması
yaparak katılımcılara hoş geldiniz
dedi ve proğramı düzenleyen IGMG
Kuzey Bavyera Eğitim Başkanlığına teşekkürün ardından, proğramın
hayırlı olması dileklerini bildirdi.
Proğramda IGMG Kuzey Bavyera Bölge Başkanı Bilal Demiroğlu
‘Temel Esaslar ve Teşkilat Modelimiz” isimli iki seminerin birbirine
bağlı
olarak
sunumunu
gerçekleştirdi.
Daha sonra IGMG Kuzey Bavyera Bölge Eğitim Başkanı Ali Sait
Küçük, “Teşkilatçılıkta ve idarecilikte karşılaşılan hastalıklar ve tedavi yolları” başlıklı bir sunumunun
ardından soru ve cevaplarla devam
edildi.
Soru ve cevaplardan da anlaşıldıki, proğram çok verimli geçti. Kapanış Kur’an-ı Kerim ve dualarla
son buldu.
haber
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
GMG Rhein Neckar Saar Bölgesinin
her yıl düzenlemiş olduğu gibi bu sene
de Toplu Sabah Namazları programlarına Müslümanlar yoğun ilgi gösterdi.
Walldorf Şubesinin ev sahipliğinde yapılan
Sabah Namazları programı bir sezon boyunca değişik Camilerde Pazar günleri yapılmaya devam edilecek.
Program ile ilgili IGMG Rhein Neckar
Saar Bölge Başkanı Yaşar Cimşit yapmış
olduğu açıklamada; “müslümanların her
yıl olduğu gibi bu sene de hazırlamış olduğumuz programla Bölgemizde bulunan camilerimizde Pazar günleri Toplu Sabah
Namazları kılınacaktır. Yoğun bir katılımın
olduğunu müşahade ederek topluca Namaz
ve Duadan sonra Ev sahibi Cemiyetimizin
ikram etmiş olduğu kahvaltı ile çok bereketli bir hafta sonu geçirmiş oluyoruz.
Aynı zamanda Gençlerimizin katılımı
bizleri daha fazla memnun etmektedir. Bu
faaliyetle hem Camilerimizin hafta sonu
yoğun bir katılım ile şenlenmesini ve aynı
zamanda Müslümanların birbirini görerek
kardeşlik bağının güçlenmesine vesile olmaktadır.
Toplu olan ibadetlerin bereketi ve feyzi
daha fazla sevaba nail olacaktır. Bundan
dolayı Müslüman kardeşlerimizi Sabah
Namazları programlarımızı takip etmelerini öneririz” dedi.
Eller Sabah Namazında I
Toplu Olarak Dua’ya Açıldı
IGMG
Eğitim Başkanlığı’ndan
Dört Yeni Kitap
7 ve 8 yaş grubuna yönelik Temel Bilgiler Hazırlık Serisi 1 ve 2 kitapları çıktı.
Kitaplar Avrupa’daki çocuklarımızın Türkçeleri gözönünde bulundurularak; kolay anlayabilecekleri
bir dil, üslup ve metod uygulanarak, didaktik ve
pedagojik bir yapıda hazırlandı.
Türkçe dersinin önemine binaen Türkçe dersine
daha fazla ağırlık verilmiştir. Türkçe dersinin yanısıra seviyeye uygun, temel olarak İtikat, İbadet, Siyer ve Ahlak konuları işlendi.
IGMG Eğitim Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen ‘Hikayeler Yarışıyor’ yarışmasında dereceye
giren hikayelerden birisi olarak yayınlanan ‘Karlı Bir
Park Macerası’ hikaye kitabı çıktı.
Hikayelerde Avrupa’da yaşayan çocuklarımız
kendi çevrelerinden inanç ve kültürlerini yansıtan
değişik motifler bulacaklardır.
Gençlik Eğitim Serisinin 2. Kitabı olan ‘Güzel Konuşma ve Yazma’ kitabı çıktı.
İslam Toplumu Milli Görüş Eğitim Başkanlığı Eğitim
Müfredatları dahilinde belirli bir eğitim seviyesi kazandırılmış gençlerin ana dillerini destekleyici ve
güzel konuşma, güzel hitap etme becerilerini geliştirebilecekleri bu çalışmanın ana hatları Gençlik
Teşkilatı Eğitim Birimi ile birlikte hazırlanılmış olan
faydalanabilecek önemli bir çalışma olmuştur.
Sipariş İçin
Bu kitap sayesinde Avrupa’da yetişmiş gençlerimiz
Türkçe dilini daha iyi konuşabilme, yazabilme becerisi kazanacak ve kendisinden sonraki nesillere
sağlıklı bir dil aktarımında etkin olacaklardır.
sayfa 18
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
Hayat
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
dosya
M. Hulusi ÜNYE
Evlilik; Cennette de
Devam Edecek Bir Akid
Evliliğin diğer bir
önemli yararı da sahih
nesebin korunmasıdır.
Meşrû evliliğin bir an
için kalktığını düşünecek olursak toplumda
ebeveyni belirsiz, edep
ve erkandan yoksun,
hiçbir fazilete sahip olmayan neslin ortaya saçılmasını görürüz. Ayrıca toplumun ahlâk
açısından çözülmemesine ve bozulmamasına
yardımcı olan tedbirlerden en önemlisi
meşru evliliklerdir.
vlilik, bir erkekle bir kadın
arasında dinimizin kabul ettiği prensipler dahilinde yapılan akid (anlaşma) olarak tarif
edilir. Evlilik, dinimiz nazarında
ibadet olarak da kabul edilir. Bu
akid, öyle bir akiddir ki, Fıkıh kitaplarımızın bazılarında; “Bizim
için Hz. Adem’den bu güne kadar,
meşrû olarak devam edegelen ve
Cennette de devam edecek olan iki
şey vardır; bunlardan birincisi, evlenme; diğeri imandır” diye yazıl-
E
mıştır.1
Evlilik, dinimizde meşru yani
helal bir anlaşmadır ve birçok sebeble bu akde ihtiyaç vardır.
Kur’an-ı Kerim’de Yaratıcımız
olan Allah Celle; “Kaynaşmanız
için size kendi (cinsi)nizden eşler
yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu
bunda, iyi düşünen bir kavim için
ibretler vardır.”2 buyurarak evlilik
müessesesinin kurulmasının Kendisinin varlığının işareti saymıştır.
“Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli
olanları evlendirin. Eğer bunlar
fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.”3
ayetinde ise durumu müsait olanların evlenmesini emretmiştir. Buna
karşılık olarak kurulmuş olan aile
müessesesinin yıkılması Allah’ın
sevmediği helallerden sayılmıştır.
Evlilik müessesesinin kurulması
konusunda Peygamber Efendimiz
(s.a.v) ise daha kati ifadeler kullanarak şöyle buyurmuştur: “Evlenmeye gücü yetip de evlenmeyen
benden (benim ümmetimden) değildir.”4
Çünkü evlilik, İslam’ın vadettiği dünyada ve ahirette saadete bizi
ulaştıracak vesilelerden biridir. Bu
nedenledir ki, “Evlilikle meşgul ol-
mak kendini nâfile ibadetlere vermekten daha faziletlidir. Çünkü evlilikte nefsi haramdan koruma ve
çocuk yetiştirme gibi önemli hususlar vardır” denilmektedir.5
İslâm’ın temel esaslarından biri
de evliliğin fıtri bir olgu olarak kabul edilmesidir. Bundan dolayı,
dünyadan elini eteğini çekerek yalnız başına yaşama ve evlenmeme;
insanın yaratılışı ile çatıştığı, onun
nefsi isteklerine ve karakterine ters
düştüğü için İslam, bütün bunları
hoş görmemiştir. Konu ile alakalı
olarak bir başka hadis-i şerifte “Allah’a yemin olsun ki ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve
O’ndan en fazla sakınanızım; fakat
ben zaman zaman oruç tutar ve iftar ederim; namaz kılar ve uzanıp
yatarak istirahatte bulunurum; kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden (benim ümmetimden) değildir”6 buyurulmuştur.
Gerçekten de Allah Resulu’nün
hayatına baktığımızda onun, toplumu aşırıya kaçacağı konularda
kontrol altında tutmak ve insan nefsini düzeltmek gibi hususlarda ne
denli titizlik gösterdiğine şahit oluruz. Onun bu konuda titizlik göstermesinin temelinde, insanın fıtri
gerçeğinin anlaşılması ve beşeri arzu ve isteklerine cevap verme duygusunun yattığını görürüz. Böyle
olunca evlilik ve benzeri İslâmi
akidler sayesinde hiçbir ferd yaratılışının ötesine geçemez, gücü ve
imkanının dışında gayret sarf edemez; tam aksine orta yolda, sağa
sola sapmadan yürür.
Evlilikte ayrıca sosyal maslahat
ve yararlar söz konusudur. Bu maslahat ve yararların başı insan neslinin korunmasıdır. Zira evlilik sayesinde, insan nesli çoğalarak devam
eder ve nesiller birbirini izler. Bu
suretle de insanın yeryüzü halifeliği devam eder. “Allah size kendi
nefislerinizden eşler yarattı, eşleri-
[email protected]
nizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı...”7 ayeti bunu gayet
güzel bir şekilde izah buyurmaktadır.
Evliliğin diğer bir önemli yararı
da sahih nesebin korunmasıdır.
Meşrû evliliğin bir an için kalktığını düşünecek olursak toplumda
ebeveyni belirsiz, edep ve erkandan yoksun, hiçbir fazilete sahip
olmayan neslin ortaya saçılmasını
görürüz. Ayrıca toplumun ahlâk
açısından çözülmemesine ve bozulmamasına yardımcı olan tedbirlerden en önemlisi meşru evliliklerdir.
Evlilik kurumunun sağlıklı bir
şekilde devam etmesi de önemlidir.
Onun için de daha evliliğe ilk adım
atılırken Peygamberi uyarılara kulak vermek gerekir. Buhâri ve
Müslim’in beraberce nakletmiş oldukları bir hadis-i şerifte, evlenilecek bir insanda dört meziyet arandığını ve en önemli meziyetin de
“dindarlık ve güzel ahlaka sahip
olmak” olduğunu öğreniyoruz.8
Dindarlık ve güzel ahlaka sahip olması gereken sadece kadın veya
sadece erkek olmayıp, hem kadının
hem de erkeğin her ikisinin de bu
özelliklere sahip olması arzulanır.
Hatta bu vasıfların damat adayında
öncelikle bulunmasının lüzumu da
ifade edilmiştir ki bu hususta İmam
Gazzali (rhm) şöyle der: “Kadına
eş seçiminde daha duyarlıklı davranmak gerekir. Çünkü kadın nikah
sebebiyle bir yerde hürriyetinin bir
kısmını kocasına devretmiştir. Bir
insan kızını fasık, facir ve alkolik
birisiyle evlendirirse dinde cinayet
işlemiş, kızına ait sıla-i rahmi kesmiş olmakla Allah’ın gazabına ulaşır”.9 Kızını nasıl bir erkekle evlendirmesinin uygun olduğunu soran bir kişiye Hz. Hasan (ra) Efendimiz, “Onu takva ehli birisi evlendir. Severse ikram eder, sevmez-
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 19
dosya
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
se ona zulmetmez” buyurmuştur.
Evlilik kurumu oluşturulurken,
yukardaki hususlar göz önünde bulundurulmakla birlikte, “Allah’ın
emri, Peygamberin sünneti” dile
getirilerek başlayan kız isteme adeti, İslami kurallara dikkat ederek
nişan ve düğün yapmak suretiyle
hayırlı işi neticelendirmek de gerekir. Nişan ve düğünler konusunda
aslında çok uzun bir örf ve adet
oluşmasına rağmen, her alanda olduğu gibi, bu konuda da başka kültürlerin etkisi altında kaldığımız
bir gerçektir.
Anadolu’da “Ölüye giden ağlar,
düğüne giden oynar” diye bir atasözümüz var. Meşru çerçevede nişan ve düğünlerde eğlenmenin cevazına imkan sağlayan sünnetten
işaretler de söz konusudur. Bir bayKamuoyuna Duyurulur
Büyük ve haklı bir ilgiyle izlenilen Köln Merkez Camii’nin inşaatı son aşamasına doğru giderken DİTİB, projenin mimarı Paul
Böhm ile anlaşmasını “önemli nedenlerden dolayı” derhal feshetme yoluna gitmiştir.
Alman basınında anlaşmayı
feshetmesiyle ilgili türlü spekülasyonların yürütüldüğünü gören
DİTİB, bu spekülasyonların önüne geçmek amacıyla 27.10.2011
tarihinde bir basın toplantısı düzenleyerek anlaşmanın feshini gerektiren nedenleri açıklamıştır:
“Senenin başında mimar Paul
Böhm ile anlaşılan hedeflere ulaşılamayacağı kanaatine varan, zira
inşaat aşamalarında gecikmelerin
yaşanıp terminlerin sürekli ileriye
atıldığını, inşaat maliyetinin katlandığını, ayrıca inşaatta kubbe
yüzey beton dilimlerindeki renk
uyumsuzluğu, yine beton dilimlerin simetrisinde sapmalar, cam
cepheleri taşıyacak olan çelik
konstrüksüyonun yanlış monte
edilmiş olması, caminin özellikle
ana giriş cephesindeki beton dilimlerde simetri hataları gibi
önemli derecede hata ve eksikliklerin yapılmış olduğunu gören DİTİB, bunun üzerine, gerekli incelemeleri yapması üzere önce
Arndt Plus Bilir Kişi Bürosu’nu,
ardından Buse Heberer Fromm
Avukatlık Bürosu’nu görevlendirmiş, bu uzmanlar neticede gecikme, maliyet artışı ve inşaat hataları gibi şikayet konularının çoğunun Paul Böhm Mimarlık Bürosayfa 20
ram gününde bizzat Efendimiz
(as)’ın bulunduğu ortamda Medineli genç kızların destan şiirlerini
musiki ile terennüm etmeleri, yine
Mescid-i Nebevi’de kılıç kalkan
ekibinin gösteri yapması bunlardan
bir kısmıdır. Ayrıca Hz. Aişe
(ra)’dan gelen “Nikahı ilan ediniz
ve bu ilan işini camide yapınız, düğünde def çalarak bu ilanı her tarafa yayınız” hadisi ile “Haram ve
helal olan kadın erkek birleşmesini
def sesi ayırır” hadisinden nişan ve
düğünlerde bir nevi musiki aleti
olan “def”in kullanılabileceğini
öğreniyoruz. Yine Hz. Aişe (ra) validemizin aktardığı bir hadis-i şerifte, içinde gayr-i meşru sözlerin
yer almadığı şiirlerin de musiki ile
okunabileceğini görüyoruz. Hz.
Aişe (ra) validemiz şöyle anlatıyor:
“Bir gün bir Ensar kardeşimizin
düğününden gelmiştim. Peygamberimiz (as), “Ey Aişe, düğünde
“lehv” (şarkı, türkü) yok mu idi?
Çünkü Ensar “lehv”i (şarkı ve türküyü) sever” diye sordu. Ben “Ya
Rasulallah neler söyleyebilirdik?”
diye sordum. Şöyle şöyle söyleyebilirdiniz dedi ve şunları ifade buyurdu: “Biz size geldik, size geldik,
bize selam verin biz de size selam
verelim. Kırmızı altınlar olmasaydı, sahralar boşalmazdı; esmer
buğday olmasaydı, kızlarımız serpilmezdi.”
Bütün bunlardan anlıyoruz ki,
nişan ve düğünlerimizde hikmetli
ve güzel nasihatlerde bulunan şiirleri, def ve benzeri çalgı aletleri eşliğinde icra etmenin herhangi bir
sakıncası yoktur.
Hayat
Müslümanlar biraz daha hassas
davranmak suretiyle, İslam’ın çizdiği helal dairesi içinde kalarak eğlenebilir, geçmişte olduğu gibi bugün de kendilerine yakışan nişan ya
da düğün merasimleri düzenleyebilirler. Ve böylece temelleri sağlam
bir aile binası kurmuş oluruz.
Kaynaklar:
1 İbn Âbidin, III, 3
2 Rum, 30:21
3 Nûr, 24:32
4 Beyhaki ve Taberani
5 İbn-i Âbidin, III, 3
6 Buhâri, Nikâh, 1; Müslim, Sıyâm
74, 79
7 Nahl, 16:72
8 Buhâri, Sahih, VI, 123; Müslim,
Sahih, II. 1086
9 İhya-u Ulumiddin, Nikah ve
Adabları Bölümü
DiTiB’den Önemli Duyuru
su’ndan kaynaklandığını tespit etmiştir.”
DİTİB bunun üzerine bilir kişi
bürosu tarafından hazırlanan ve
çok sayıda hata ve eksiklikleri sıralayan raporu geçtiğimiz Temmuz ayında Paul Böhm’e tebliğ
ederek kendisini bu raporda zikredilen hataları düzeltmesi, aksi takdirde anlaşmanın feshedileceği
konusunda uyarmıştı. Kendisine
verilen mühleti boşa geçirip hataları düzeltmeyen mimarla DİTİB
sonunda yollarını ayırma durumunda kalmıştır.
Alman basınında, bu haklı gerekçeleri açıklamamıza ve inşaat
sahibi olarak ancak mimarın zik-
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
redilen teknik hatalarını düzeltmeme konusundaki ısrarından dolayı ve bizlere bundan doğacak
zararlardan kaçınmak adına böyle
bir yola başvurma durumunda
kaldığımızı izah etmemize rağmen, spekülasyonlar ve çarpıtılan
haberler halen devam etmektedir.
Bu haberlerin asılsız olduğunu,
inşaatın durmadığını ve durmayacağını, hatta çalışmaların halihazırda DİTİB’in mimar ve mühendisler ekibinin koordinesinde ve
ihalesi verilen tüm inşaat şirketleriyle devam ettiğini, iddia edilenin aksine şantiyede görevli mimar, mühendis ve teknik ekip dahil hiç bir inşaat şirketine borcu-
muzun olmadığını, taraflara paralarının hakedişe göre ödenmiş olduğunu, kimsenin haklı bir talebinin kalmadığını, ayrıca teknik sorunların inşaatın durdurulmasını
gerektirmediğini, zira bunun ancak statikle ilgili bir sorunun yaşanması durumunda söz konusu
olabileceğini, inşaatta ise geçtiğimiz Ramazan ayında camimizin
bir kısmını ibadete açtığımız/açabildiğimizden de anlaşılacağı üzere statik sorununun olmadığını,
bunun Belediye İnşaat Dairesi
(Bauaufsichtsamt) tarafından aldığımız inşaatın bir kısmını hizmete açma izniyle de onaylanmış
olmasını bu vesileyle hatırlatmak
isteriz.
Diyanet İşleri Türk İslam Birliği, değerli vatandaş ve cemaatimizin hayırlarıyla yapılan bu projemizde meydana çıkan hataların
bizlere fatura edilmemesi adına
böyle bir adıma başvurma durumunda kalmıştır, bu konuyla ilgili
haklarını ve haklarımızı sonuna
kadar da arayacaktır. Sizlerle ve
sizler için yola çıktığımız bu hizmet yarışında, sizlere karşı olan
sorumluluk bilincimizin bir gereği olarak attığımız bu adımda projemizi öngörülen tarihe yetiştirecek şekilde hareket ettiğimizi bilmeniz de bu durumda bizleri mutmain edecektir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur
DİTİB Yönetim Kurulu
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
dosya
İslam’ın Tanınması İçin
Yasal Bir Engel Yok
lmanya’daki müslümanların
üçte birinden fazlasının yaşadığı ve 320 bin müslüman öğrencinin bulunduğu Kuzey Ren Vesfalya (KRV) eyaletinde İslam din
dersleri yasa tasarısı meclisteki son
virajlarını alıyor. Tasarının sahibi
SPD-Yeşiller hükümeti ve destek veren anamuhalefet CDU, yıl sonuna
kadar tasarıyı yasalaştırıp, 2012 başından itibaren uygulamaya koymayı
planlıyor.
Ancak, anayasanın 7. maddesi 3.
bendinin öngördüğü, resmen tanınmış
inanç grubu, dini cemaatin din dersinin içeriğini belirleme yetkisini oluşturulacak danışma kuruluna (Beirat)
devreden tasarıya müslümanlar kuşkuyla bakıyor. Hükümet tarafından,
“geçiş çözümü” olarak nitelendirilen
tasarının uygulamasının bitmesi konusunda her hangi bir tarih zikredilmemesi ise, formülün kalıcı olabileceği şüphelerini akla getiriyor. Tasarıyı, konuyla ilgili ilk sesini yükselten
isim olan Almanya İslam Konseyi (Islamrat) Başkanı Ali Kızılkaya ile konuştuk.
Arkadaşımız Ziver Ermiş`in Zaman Gazetesinde de çıkan röportajını
sunuyoruz.
Ali Bey, öncelikle sizi ve Almanya İslam Konseyi’ni daha yakından
tanıyabilir miyiz?
1963’te Kayseri’de doğdum. 37
senedir Almanya’dayım. Eğitimimi
A
Almanya’da aldım. Bremen Üniversitesi’nde okudum. Islamrat, yani İslam
Konseyi 1985 yılında Almanya’daki
Müslümanları tek çatı altında toplamak ve dini ihtiyaçlarını daha iyi bir
şekilde gidermek, Alman devletine
karşı Müslümanlar adına muhatap olmak için kuruldu. Tabi bizden sonra
başka kuruluşlar da kuruldu. Kardeş
kuruluşlar oldu, onlarla da beraber çalışıyoruz.
Kuzey Ren Vestfalya’da eyalet
Okul-Eğitim Bakanlığı ile İslami
çatı kuruluşu Almanya Müslümanlar Koordinasyon Konseyi (KRM)
arasında İslam din derslerinin verilmesi konusunda anlaşma sağlandı. Fakat hükümetin bunu uygulamak için ayrı yasal düzenleme talebine siz diğer tüm inanç gruplarına
uygulanan yasa bize de uygulansın
diyerek karşı çıktınız. Bu noktaya
nasıl gelindi? Orada İslami kuruluşlara yasa tasarısı için adeta boş
kağıda mı imza attırıldı?
Tabi boş kağıda imza atmamız
mümkün değil. Göçün 50. yılında Almanya’da Müslümanların konumuyla
ilgili geçmişten bugüne baktığımızda
şunu görüyoruz; Öncelikle yasadaki
“cemaat” tabiri Türkiye’deki anlamda
değil, inanç grubunu kurumsal temsil
anlamında kullanılıyor. Almanya’da
İslami kuruluşlar, Almanya tarafından
hukuk tabiriyle cemaat olarak algılanmak istenmiyor. Oysa yasal olarak
buna engel bir şey yok. İslami kuruluşlar olarak temel uğraşı alanımız İslam din dersi değil. İslam din dersi
çok önemli olmakla beraber, Müslümanların Alman toplumunda hem birey olarak, hem de din olarak İslam
dininin eşit muamele görmesi. Burada
öne çıkan konu ise İslam din dersi. Almanya’da din dersi bir haktır. Anayasa’nın 7. maddesi 3. fırkasına göre dini cemaatle devlet mutabakat içinde,
içeriğini dini cemaat belirleyerek,
devlet de alt yapısını sağlayarak, din
dersi verir. Bu haktan şu anda, resmi
istatistiklere göre 800 bine yakın Müslüman öğrenci bu hakka teorik olarak
sahip. Ama pratikte mahrum. 20-30
senedir bunun mücadelesi veriliyor.
Ama hiç bir sonuç alınamamıştı.
Sonunda KRV’de somut bir şey çıkınca herkesi heyecanlandırdı.
Alman İslam Konferansı’nda, İslam din dersi, İslami cemaat hukuki
anlamda dini cemaat kabul edilmeden
kuruluşlarla yapılmasını tavsiye eden
bir fikir ortaya atıldı. O gün, konferansa katılan bütün İslami kuruluşlar
bunu reddetmesine rağmen, konferansın sonuç bildirgesine alındı. CDU hükümetinin bu projesi KRV hükümeti
tarafından önümüze getirildi. Bütün
İslami kuruluşlar buna mesafeli yaklaştık.
Mesafeli yaklaştık diyorsunuz
ama imza attınız. Neden imzaladınız?
Şubat ayında bakanlıkla anlaşma
üzerine yapılan ortak açıklamayı iyi
okumak lazım. Hükümet, biz KRV’de
yaşayan öğrencilere din dersi vereceğiz, dini cemaat sorunu çözülmedi diyordu. Dini kuruluşlara mesafeli, tereddütlü bir yaklaşım var. Ortak bildiride bizim dini cemaat olduğumuzu,
bunun böyle bilinmesi gerektiğini ifade ettik. Orda alınan karar şu; biz bu
süreç içinde müzakereler yoluyla,
ümit ediyoruz ki; dini cemaat artık kabul ederler.
Hükümet tarafının savunduğu
şey, müslümanların cemaat olarak
kabul edilmesi zaman alacak. Ama
İslam din dersleri acil, bunu çözelim. Bunu çözmek ötekine engel değil. Hazırlanan tasarıda nasıl bir
mahsur, bir engel görüyorsunuz ki,
karşı çıkıyorsunuz? Müslümanların cemaat olarak tanınmasını engelleyecek mi?
Birincisi, bir hakkın teslim edilmemesi. Yani siz dini cemaat olduğunuz
halde bunu zamana bırakmak. İkincisi; bunu bir kanun şeklinde hazırlamak sizi, dolaylı olarak dini cemaat
olmadığını hükümet nazarında tescil
edilmiş bir görüntü veriyor. Tabi karşı
taraf bunun öyle okunmamasını söylüyor ama, bu iş yürürlüğe girdiği zaman muğlak ifadeler çeşitli yorumlara
sebep vererek müslümanların konumunu zayıflatabilir. Üçüncüsü de;
özel bir kanuna gerek yok. Böyle bir
kanun yapmadan müslüman kuruluşlarla bir anlaşma yoluyla yapılması
mümkün. Kısmen Aşağı Saksonya
Eyaleti’nde ilerleme var. Bu yasa
müslümanları temsil, resmi muhatap
konusunda, geleceğimizi adeta ipotek
altına alır mı, almaz mı? Bunu da iyi
düşünmek lazım. Biz iyi niyetle, yasada hakkımızı fazla kısıtlamayan bir
yöntem bulmalarını ümit ediyoruz.
Meclisteki uzmanları dinleme toplantısında (Anhörung) pozisyonumuzu
söyledik. Dikkat ederseniz dini cemaat olarak okullarda din dersi tecrübesi
olan Hıristiyan kiliseler bu yasaya
eleştirel yaklaşıyorlar.
Daha önce başka farklı inanç
gruplarına din dersi hakkı verilirken ayrı bir yasal düzenlemeye gerek görülmedi. Kaldı ki tasarıyla,
dini cemaatin yetkileri oluşturulacak danışma kuruluna (Beirat) devredilmiş olmuyor mu?
Zaten yetki o kurula devrediliyor.
Bu din devlet ilişkilerini düzenleyen
yasa ile çelişiyor. Hatta anayasa ile de
çelişiyor. Çünkü, dini cemaatin, temsil ettiği müslüman kitle adına kullandığı yetkiyi başkalarıyla paylaşmaya
zorlanıyor.
Beirat formülü, hükümet açısından
da uygulaması zor bir formül değil
mi? Dört bağımsız üye konusunda
önerilecek her ismi İslami kuruluşların kabul etmesi mümkün olmayacak.
Sizin istediğinizi de hükümet istemeyebilir.
Onu uygulama gösterecek. Çok
sıhhatli bir çözüm olmadığını zaten
söylüyoruz.
O zaman bu yasa tasarısı, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğine karşı çıkanların önerdiği “İmtiyazlı ortaklığa” benziyor diyebilir
miyiz?
Şöyle diyelim, imtiyazlı ortaklık
görüntüsünde bir şey. Tam üyelik değil. Çünkü siz dini cemaat olduğunuz
halde dini cemaat olarak muamele
görmüyorsunuz. Ama dini cemaate
yakın yetkileri kullanacaksınız. İyi niyet var, bir şeyler yapılmak isteniyor.
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 21
dosya
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
Bazı haklar teslim edilmek isteniyor,
ama neden hak edilen şekilde verilmiyor. Bunu sormak lazım. Elbette İslami kuruluşların ufak tefek eksikleri
var. Ancak bunların özel yasayı gerektirecek boyutta olduğunu düşünmüyorum.
Tasarı konusunda uzman dinlemesi Anhörung’da uzmanların tutumunu nasıl buldunuz?
Uzmanlar, özellikle hukukçular bu
işe çok mesafeli yaklaşıyorlar. Hatta
bizim tezlerimizi tamamen desteklediğini söyleyebiliriz. Sadece hukukçular değil, kilise hukukçuları, kilise
yetkilileri de, bu durumun olsa olsa
geçici olarak katlanılabilir bir eksik
uygulama, bir farklı uygulama görüyorlar.
Geliştirilen formül “geçiş çözümü, geçici çözüm” olarak nitelendiriliyor. Fakat, “Yasa şu tarihe kadar geçerlidir, o tarihten sonra İslami kuruluşlar şu şartları yerine getirmişse cemaat olarak tanınır ve o
uygulamaya geçilir” gibi bir tabir
yok. 2018’de uygulamaya bakılacak
deniliyor sadece. Dolayısıyla kalıcı
olabileceği endişesi mi var?
Zaten endişelerimizin başında bu
geliyor. Şu ana kadar gördüğümüz,
müslüman kuruluşların dini cemaat
olup olmadığı yaklaşımı genelde hukukiden çok siyasi duruştan bakıldığındandır. Almanya müslümanları
gerçek anlamda entegre etmek istiyorsa, o zaman gerçekten eşit muamele
yapmak zorunda. Anayasa nasıl öngörüyor, başka dini cemaatler nasıl yapıyorsa o yetki bize de verilsin. Daha
fazla yetki istemiyoruz.
Bütün bu eksik taraflarına rağmen İslam din derslerinin verilmeye başlanması pozitif -bir gelişme
değil midir? Yoksa 30 yıl daha mı
bekleyeceksiniz dedi hükümet size?
Bu çok zor bir karar. Siyah beyaz
değil. Ne kadarına katlanırsınız, ne
kadar süre katlanırsınız? Çocuklarımız gerçekten bu din dersinden artık
mahrum kalmasın. Nesiller okulları
bitirdi hala din dersi görmeden. Biz
istiyoruz ki; bu haktan hiç bir çocuk
mahrum kalmasın. Ama kendimizi
dara sokup, baskı altında hissedip de
artık bir şeyler olsun, ne olursa olsun
mantığı çok mesuliyetli bir yaklaşım
olmaz.
Ali Bey, hem Milli Görüş, hem
de Islamrat olarak söylemlerinizin
çok sert olduğuyla, olaylara çok kötümser veya negatif bakmakla eleştiriliyorsunuz.
Maksadımız bağcıyı dövmek değil. İslam konferansı eleştirimizde
haklı olduğumuzu görüyorum. İslam
konferansı şu anda önemini kaybettiği
gibi, kalan kısmıyla sadece güvenlik
zirvesine dönüştü. Bu ne müslümanla-
sayfa 22
rın istediği, ne de adil düşünen insanların kabul edebileceği birşey.
Tasarı yasalaşacak, İslam din
dersleri önümüzdeki yıl başlayacak
gibi görünüyor. Yasada son tarih olmasa da, 2018 yılından sonra da bu
şekilde devam eder ve geçici olmazsa, bizzat hükümet anayasayı çiğnemiş olmayacak mı? Bu süreç başladığı zaman ister istemez yoluna girmeyecek mi?
Bu süreçte önemli olan müslüman
kuruluşların birlik ve beraberliği. Dini
cemaati dahil etmeden anayasaya uygun şekilde din dersi verilmesi mümkün değil. Müslümanların ortak tavır
sergilemesi önemli.
Buradan şunu mu çıkarmalıyız;
oluşturulacak Beirat’a, müslümanların aleyhinde birileri önerilirse,
resti çekeriz mi diyorsunuz?
Müslümanların yüzde 100 aleyhine olan bir şeyi hiç birimiz kabul etmeyiz. Onun şansı olmaz. İslami kuruluşlar, yani dini cemaat olmadan din
dersi mümkün değil, anayasa da bunu
öngörüyor çünkü.
Dini cemaat olarak tanınmak
da, televizyon denetleme kurullarında yer almak, vergi toplamak gibi hakları hemen beraberinde getirmiyor. Sonuçta bütün bunlar bir
süreç meselesi değil midir?
Önemli olan size bir hakkın verilmesi. Bu hakkı kullanıp kullanamayacağınız ayrı bir konu. Mesela size din
dersi hakkı verildi, yeterince öğretmeniniz yok. O zaman öğretmen yetiştirmeye başlarsınız. Ama dini cemaat
statünüz kabul görmeden ve gereği
yapılmadan diğer hazırlıkları yapamıyorsunuz.
İslami kuruluşların dini cemaat
özelliğini taşımadığı bildiriliyor.
Ama Almanya Alevi Birlikleri
(AABF), dini cemaat olarak tanınabiliyor. DİTİB, Milli Görüş gibi İslami kuruluşlar AABF kadar dini
hizmet vermiyor mu, üyesi mi yok?
Siyasette maalesef bu örnekte olduğu gibi çok açık çifte standart uygulanabiliyor. Farklı titizlik gösterilebiliyor.
Biz bunu hükümet partileri
mensuplarına sorduğumuz zaman
onlar, “İslami kuruluşların teolojik
olarak bir birinden pek bir farkları
yok. O zaman niye ayrı ayrı teşkilatlanmışlar. Alman kamuoyu farklı teşkilat olmalarının nedeninin politik olduğunu düşünüyor” diyerek
tanımanın önündeki engeller arasında gösterdiler. Siz ne diyeceksiniz?
Buradaki dini kuruluşların hepsi
dini faaliyet yapıyor, cami faaliyeti
yapıyor. İyi niyetle yaklaşması lazım
siyasetin. Bu kuruluşlar dün kurulmuş
kuruluşlar değil. Hepsi cami bazında
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
dini faaliyet yapıyor.
Müslüman kuruluşlar tek tek,
biri, ikisi, dördü tanınsa mı daha
iyi, KRM çatısı altında mı tanınsalar daha iyi? Çünkü bazı politikacılar KRM’nin bir tüzüğünün bile olmadığını, tanınmasının mümkün
olmadığını söylüyorlar. KRM’nin
neden dört yıldır bir tüzüğü yok?
Biz birlik ve beraberlik içinde ancak sorunları çözebileceğimize inanıyoruz. KRM’nin kuruluş felsefesi
eyaletlerde ortak dini cemaat oluşturmaktı. Bu konuda maalesef hedefimizi yakalayamadık. Ama başarılı olmak istiyorsak, ki herkes istiyordur,
bunu gerçekleştirmemiz ve eyaletlerde ortak dini cemaat yapısını oluşturmamız lazım. Hem tartışmaların önünü keseriz. Şu anda alternatifler çok
olduğu iddiasıyla bazı çözümler tıkanabiliyor.
Soruma tam cevap vermediniz;
neden dört yıldır bir KRM tüzüğü
oluşturamadınız?
KRM’nin maksadı, kendisinden
ziyade eyaletlerde cemaat oluşturmaktı. Örneğin KRV’de ortak bir dini
cemaat oluşturmak. Tüzüğümüz yok
ama iç tüzüğümüzde diyor ki;
KRM’nin gayesi eyaletlerde dini cemaat oluşturmak, mevcut dini cemaat
varsa bunları takviye ederek ortak tüzükte birleştirerek, mevcut dini cemaat yapısını desteklemek. Çok gayret
ettik ama, bu hedefimizi çeşitli sebeplerden dolayı yakalayamadı.
Engel nedir?
Biraz daha zaman istiyor anlaşılan.
Bazı kuruluşlarımız bu konuda biraz
daha zamana ihtiyaç duyuyor.
İslam din dersleri ve İslam ilahiyat kürsülerinde Alman tarafının
asıl istediğinin Alman veya Avrupa
İslam’ı, “Euro İslam” söylemiştiniz.
Alman basınında da benzer içerikli
yazılar yayınlandı. KRV’deki tasarı
için Alman basını, “Müslümanlardan çok Hıristiyanlar istiyor” şeklinde haber yayınladı. Bu konuda
ne düşünüyorsunuz?
Elbette Almanya bunu resmen
söylemese de, Euro İslam veya Alman İslam’ı istediği gözleniyor. Geneldeki uygulamaya bakarsanız, entegrasyondan çok ıslah politikası bunlar. İslam Konferansı yapıyorsunuz,
İslam eleştirmeni olarak bilinen, kısmen İslam’a düşmanca tavır takınan
insanlarla oturup cami hayatını tartışıyorsunuz. Camiye gidip gitmediği
meçhul insanlar, sizin camilerinizin,
vaazların nasıl olması gerektiğini tartışıyor. Bunlar güven arttırıcı girişim
ve politikalar değil. Bilim adamlarının da dillendirdiği şekilde; ıslah etmek için uğraşıyorlar. İslah etme iddiası bile rencide edici bir şey. Neyi,
kimi ıslah ediyorsunuz? İncitici bir tu-
Hayat
tum.
Euro İslam’la nasıl bir İslam arzu ediliyor?
Almanya’nın “değerleriyle” çelişmeyen, yani basit ifadeyle suya sabuna dokunmayan bir şeyin arzu edildiğini görüyoruz, hissediyoruz. Sadece
Euro İslam değil, bir nevi kontrollü
yani.
Peki, Islamrat’ın İslam Konferansı ve ilahiyat danışma kurulundan dışlanmasıyla, “Biz ne dersek
dinleyin, yoksa sonunuz bu olur”
mesajı mı veriliyor?
Yani burada dolaylı bir müdahale
var. Yönlendiriyorsunuz. Kendinize
daha yakın diye düşündüğünüz, beklentilerinize daha yakın gördüğünüz
bir dizayn yaparsanız, bu uzun vadede
çok kabul göreceğini düşünmüyorum.
Müslüman teşkilatların eksiklerinden bahsetmiştiniz. Size göre en
büyük eksikler nelerdir?
Bir çok sorunlar var. Öncelikli olarak birlik ve beraberlik. Haksız uygulamalara karşı beraber tavır alırsanız,
kamuoyunda daha çok ciddiye alınırsınız. Sadece söylem yetmiyor, bir duruş, bir tavır gerekiyor. Bensiz yapılmayacak bir işe katılıp da, o haksızlığın benim bulunduğum ortamda karara bağlanmasına fırsat ve adeta meşruiyet vermemem lazım. İslami kuruluşların katılmadığı bir konferansa,
İslam Konferansı ismini bile kullanmakta zorlanırlar.
Islamrat ve ZMD 90’lı yıllarda
tanınma konusunda bir dava açmış
ve kazanmış. Onu anlatabilir misiniz?
ZMD ile beraber din dersi için
KRV Eğitim Bakanlığı’na dava açtık.
2005 yılına kadar sürdü. Federal İdare
Mahkemesi’ne kadar gitti kademe kademe. KRV hükümeti, çatı kuruluşları dini cemaat olamaz diye bizim müracaatımızı reddetmişti. Federal İdare
Mahkemesi; “çatı kuruluşlar da dini
cemaat olabilir, sen tekrar incele” dedi. KRM oluşmaya başlayınca biz, daha geniş kitleyle müracaat ederek, bu
işi mahkeme yoluyla değil de, siyaset
yoluyla çözelim diye, iyi niyet göstererek davayı dondurduk. Hükümet din
dersi vereceğiz diye koalisyon anlaşmasına koyunca biz de ümitlendik.
O yolla da bu hak alınabilir o zaman?
Anayasa çerçevesinde bütün yollar
açık.
KRV’de bundan sonraki duruşunuz ne olacak?
Yasayı beklemek lazım. Yasadan
ümidimiz, öne sürdüğümüz eksikliklerin giderilmesi ve müslümanları tatmin edici bir noktaya gelmesini ümit
ediyoruz. Bizim taleplerimiz hep anayasa çerçevesinde. Fazla şey, ayrıcalık istemiyoruz, eşitlik istiyoruz.
haber
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
asene – IGMG Hilfs- und Sozialverein e.V. 2011 Kurban Kampanyası
bağlamında Somali’de 12.258 adet
kurban kesildi. 15 kişilik ekibin kesim gönüllüsü olarak bulunduğu Somali - Mogadişu’da,
Avrupa’lı Müslümanlar’ın kurban bağışları
açlık ve kıtlıktan ölümlerin yaşandığı bölgenin
insanlarıyla, Somali’li kardeşleriyle paylaştırıldı. Hamza Ocakdan’ın ülke sorumlusu olarak görev yaptığı Hasene 2011 Kurban Kampanyası’nda gönüllü olarak Somali’de bulunan Dursun Kaya kendi yaşadığı bayramlarla,
Somali’deki bayramı kıyaslıyor. Kaya’nın Somali’de yaşadığı bayram izlenimlerini aktarıyoruz:
“Bugün Bayram. Türkiye‘de, Pakistan‘da,
Endonezya ve Somali‘de; Dünyanın dört bir
yanında. Küçükken bayramları ayrı hissederdim içimde ve ayrı teneffüs ederdim bayram
havasını.
Yatmadan önce bayram için alınan elbiseleri önceden hazırlardım çocuk heyecanı ile,
yatağımın baş ucuna; bu hep böyle oldu benim
hayatımda. Değişen sadece yıllar ve giydiklerimin yaşıma uygun olması idi. Ancak bayram
sabahı hissettiğim o içimi ısıtan hava hep aynı
kaldı. Çünkü bugün Bayramdı.
Çocuklarım olduğunda baba ve annemin
H
Somali’de Güzel Bayramların Hayalini Kurmak
bana yaşatmaya çalıştığı güzel bayram havalarını ben de çocuklarıma yaşatmak için gayret
ettim; çünkü bugün Bayramdı.
Bayram namazından sonra eve geldiğimde
çocuklarımın gözleri önünde eşimle bayramlaşır, ardından da çocuklarımız ellerimizi öperdi. Ellerimizi öpen bayram harçlığını alır ve
mutlu olurdu. Çünkü bugün Bayramdı.
Bayram hep böyle geçti hayatımda ve aynı böyle geçtiğini zannederdim tüm İslam dünyasında. Ta ki Hasene – IGMG Hilfs- und Sozialverein e.V.‘ın 2011 Kurban Kampanyası
Gönüllüsü olarak Mogadişu’ya gidene kadar.
Somali’nin başkenti Mogadişu’da kamplarda
yaşayan, yüzbinlerin yaşadığı çadırlardaki
bayrama şahit olunca halin hiç de böyle olmadığını anladım. Bir düşünün; Üzerinde yırtık,
pırtık ve devamlı giyilmekten kararmış elbiselerden başka giyecekleri bir şeyleri olmayan,
bizlerden bir şeyler alabilmek için koşarak yanımıza gelen şu çocuklar hangi bayramlık elbiselerini akşamdan hazırlasınlardı ki!
Hangi bayramlık elbisenin hayalini kursun; daha küçük yaşta yokla tanışan, ailesinin
hayatta kalma mücadelesini kavrayacak yaşa
geldiğinde ise anne ve babasıyla aynı kaderi
paylaşan bu çocuklar, ki anne babaları da hayatta kalmışlarsa tabii. Ama bugün Bayramdı.
Küçücük ve üstü eski püskü parça bezlerle örtülü bir çadır ortamında sıkışarak yatmak
zorunda kalan bir ailenin annesi hangi bayram
temizliğinin hayalini kursundu ki! Ama bugün
Bayramdı.
Kendilerine yardım için giden bizlerin vereceği küçücük bir şekeri alabilmek için gözünü bizlerin el hareketlerine odaklamış bir baba, evladına vereceği bayram harçlığının hayalini nasıl kursundu ki! Ama bugün Bayramdı.
İnanın; burada Somali’de özellikle yüzbinlerin yaşamaya çalıştığı bu kamplarda hayal kurmak o kadar uzak, o kadar lüks, o kadar
ulaşılmaz ki!
Yaklaşık biner ailenin yaşadığı, içinde dört
tarafı kapalı bir tuvaletin dahi olmadığı kamplarda yaşayan iffetli ve vakur hanım, erkek
kardeşlerimiz hangi düzgün yuvanın hayalini
kursun ki!
Kurban etlerini dağıttığımız kamplarda,
dağıtılacak kurban etlerini, bayram şekerlerini
alabilmek için sıraya girmiş ve sırasını halsizliğinden toprak üzerinde uzanarak bekleyen
biçare ninem nasıl diğerlerine umut olsun ki!
Ümitli olmak insanı canlı ve hareketli kılar; hayata bağlar. Buralarda hayata tutunabilmek için mücadele veren kardeşlerimize Avrupa’lı Müslümanlar’ın emanetlerini paylaştığımızda bizlere ilgileri, çocukların etrafımızı sarıp bir şeyler istemeleri içlerindeki ümidin bir
işareti olsa gerek.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” ve
“Mü’minler birbirini sevmekte, birbirlerine
acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut
gibidirler. Vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa, diğer azaları da bu yüzden ateşlenir
ve uykusuz kalır“ hadisi şerifleri gönlümüzün
ve zihnimizin en müstesna yerine gelip oturuyor.
Somali’li kardeşlerimizin dini hassasiyetleri yüksek. Sıkça Kur’an okuyorlar. Oldukça
çok hafız olduğu bilgisini aldım. İyiki bu bayramda onların yanında olmuşuz. Dualarına şahit oldum.”
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 23
haber
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
Hayat
ATİB; Deprem Bölgesi Van ve Erciş’e Yardım Götürdü
illet olarak bizi derin acılara boğan Van ve
Erciş depreminin yaralarını sarmak ve depremzede vatandaşlarımızı yalnız bırakmamak için başlatılan yardım kervanına ATİB camiası
da anında dahil oldu.
Teşkilat bünyesindeki üye derneklerin camilerinde
başlatılan depremzedelere yardım kampanyası, kısa
M
zamanda beklentilerin üzerinde bir ilgi gördü. Yardımsever insanlar birbiriyle yarışırcasına imânlarını
zorlayarak, Van ve Erciş civarındaki depremzedelere
nakdi yardım topladılar.
ATİB Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Çubukçu
ve ATİB Kuzey Ren Vestfalya Bölge Başkanı Tibyan
Taşkın, toplanan yardımları bizzat birinci elden ve ye-
rinde ihtiyaç sahiplerine dağıtmak üzere Kurban Bayramı’ndan önce yola koyuldular. Resimlerde de görüleceği gibi, enkaz yığınları arasında ve kış şartlarına
rağmen çadırlarda yaşama mücadelesi veren vatandaşlarımızı ziyaret ettiler, yemek kuyruğunda bekleyenleri görüntülediler.
Bölgeyi halkını çok iyi tanıyan ve kendileri de bölgeden ATİB dostlarıyla birlikte Mehmet Çubukçu ve Tibyan Taşkın, çadır çadır dolaşarak depremzedeler için toplanan para yardımlarını ihtiyaç sahiplerine bizzat elden teslim ettiler. Bazen
gereğinden fazla bağış olarak gelen giyim ve ev
eşyasının yanında ATİB’in nakit yardımı yapmış olmasına deprem mağdurları, daha çok
makbule geçti, dediler.
Göçün 50. Yılında
Tedirginliğimiz
Devam Ediyor
zellikle Türklere yönelik seri cinayetlerin
arkasından Neo-Nazilerin çıkmasıyla, yeniden gündeme gelen ırkçı saldırılarla ilgili, ATİB Genel Başkanı Selahattin Saygın'ın aşağıdaki basın açıklamasını dikkatinize sunuyoruz:
Bugün (16 Kasım 2011), 16 Kasım 1995 yılında BM/UNESCO üyesi 185 ülkenin imzasıyla ilan
edilen "Uluslararası Hoşgörü Günü"nün kuruluş
yıldönümür. Farklı etnik kökenden, kültürden veya renkten olan insanların birbirini olduğu gibi kabullenmesi, farklılıkları hoşgörmesi ve barış içinde yaşamasına atfedilen bir günde, sekiz Türk ve
bir Yunanlının daha ırkçı saldırılara kurban gittiklerini öğrenmiş olmak bizi dehşete düşürdü.
Almanya'ya Türk İşgücü Göçünün 50. Yılını
çeşitli etkinliklerle kutlarken, Solingen ve
Mölln'lerin acı bir hatıra olarak mazide kalmasını
temenni etmiştik. "Döner Cinayeti" olarak kamuoyuna lanse edilen seri cinayetlerin, farklılıklara tahammülü olmayan ve kanlı geçmişinden ibret alamamış Irkçı-Faşistler tarafından işlenmiş olması,
bu ülkenin Türk kökenli azınlığını daha da tedirgin
etmektedir.
Her ırkçı, yabancı düşmanı saldırı ve cinayetin
ardından yaptığımız açıklamada, "rüzgar eken, fırtına biçer" atasözüne dikkat çekmiş ve; bir taraftan
Türk/Müslüman düşmanlığı farklı kesimlerde ve
değişik bahanelerle körüklenirken, diğer taraftan
polisiye tedbirlerle ırkçılığın önüne geçemezsiniz,
demiştik. Geldiğimiz nokta ATİB olarak bizi maalesef haklı çıkarmıştır.
Yetkili ve sorumlu kişi ve kuruluşlardan beklentimiz; sivrisinekle uğraşmaktan ziyade, nihayet
bataklığı kurutmanın çaresine bakılmasıdır. Kendimize yeni vatan edindiğimiz bu ülkede artık ötekilenmeyen, dışlanmayan vatandaş muamelesi görmek istiyoruz.
Selahattin Saygın
ATİB Genel Başkanı
Ö
sayfa 24
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
haber
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
İnternet bankacılığında m-TAN
ve TAN-Generator devri başlıyor
lmanya'da internet bankacılığı işlemlerini yapmak için kullanılan ve postayla
gönderilen “TAN Listesi” uygulaması
yeni yılla birlikte birçok banka tarafından kaldırılacak. Ancak pek çok müşteri henüz bunun yerine hangi yöntemin kullanılacağını henüz bilmiyor.
TAN numaraları internet bankacılığında havale, otomatik ödeme ve bilgi değişikliği gibi birçok işlem için kullanılabiliyor. Şu ana kadar ge-
A
çerli en güvenli yöntem olan TAN listeleri bilgisayar korsanları tarafından kırılabildiği için pek
çok banka kısa mesaj (SMS) ile “m-TAN” numarası gönderilmesi ya da TAN üretici cihaz
(TAN-Generator) kullanılmasını benimsemeye
hazırlanıyor. Başta Sparkasse, Volksbank ve Rautsche Bank gibi bazı bankalarda ise hem TAN
iffeisenbank olmak üzere birçok banka 1 Ocak
listesi hem de yeni yöntemlerin birlikte uygula2012'den itibaren postayla TAN listesi göndernacağı belirtildi.
meyi kaldıracak. Tasarruf Kasaları ve Ciro Hesaİnternet bankacılığında kullanılmaya başlanabı Birliği'nden (DSGV) yapılan açıklamada, Decak uygulamalardan biri olan m-TAN şu şekilde
işliyor: Müşterinin daha önce bankasına
bildirdiği cep telefonu numarasına her sanal bankacılık işlemi için kısa mesaj yoluyla bir numara gönderilecek. Müşteri güvenliği açısından çekilecek tutar ve banka
hesap bilgileri bir kez daha bu mesajda yer
alacak. m-TAN uygulamasının olumlu tarafı dünyanın her yerinde kullanılabiliyor
olması ve ek bir cihazı yanında taşımayı
gerektirmemesi. Olumsuz tarafı ise bankaların SMS yoluyla gönderdikleri her TAN
numarası başına 7 ila 10 Cent arasında ücret alması. TAN numarası üreten TAN-Generator adı verilen cihazın olumlu tarafı ise
müşterinin bu cihaza sadece bir kez 15 Euro ödemek zorunda olması ve cihazın pilini değiştirmek ya da bozulma ihtimali dışında başka bir masrafının olmaması. Bu
arada aynı cihazı başka bankaların kartlarıyla kullanmak da mümkün oluyor. Yani
birden çok bankada hesabı olanların birkaç
tane cihaz alması gerekmeyecek. Bu cihazla bilgisayar başında işlem yaparken ekSayın Müşterilerimiz;
randa çıkan bir matriks sembolü taranarak
yeni bir TAN kodu üretmek mümkün olu20.08.2009 tarihinden itibaren hizmet veren AMC-Rüsselsheim büromuzda sizin
de ilginizi çekebilecek yeniliklerimizden bir tanesini daha sizlere duyurmak
yor.
istiyoruz.
Uzmanlar m-TAN yönteminde bilgisayar korsanlarının aynı anda hem cep telefoBundan böyle her ayın ilk Perşembe günü saat 14:30`dan 18:00`a
nunu hem de bilgisayarı kırmasının çok zor
kadar ücretsiz yemek kursları yapılacaktır.
olduğunu belirterek bu yöntemin oldukça
güvenli olduğunu ifade ediyor. Ancak yeni
AMC ürünlerimizin sayısız avantajlarından sadece bir kaç tanesi:
akıllı telefonlarda aynı anda bankacılık iş Su ve yağ ilave etmeden pişirme
lemi yapıp hem de TAN numarasının bura Daha sağlıklı beslenme ve pratik pişirme
ya gelmesi sağlanabildiği için bazı banka Zaman ve enerji tasarrufları
lar bu yönteme izin vermiyor. Diğer yan Dünyanın en tasarruflu AMC Navigenio fırın ve ocağı ile pişirme olanakları
dan kod üreten TAN-Generator cihazı m Ve AMC Secuquick ile üç kat daha hızlı ve hafif pişirme imkanları
TAN'a kıyasla daha da güvenli kabul ediliBu ve birçok AMC avantajlarını tanımak, hoş bir ortamda yemek pişirmek ve
yor. Çünkü bu durumda korsanın müşteriyeni insanlarla tanışmak istiyorsanız, o zaman Rüsselsheim Mainzerstraße
nin kartını ve cihazını internet bankacılı18`deki büromuza sizleri de bekleriz.
ğında kullanılan giriş kodlarıyla birlikte
ele geçirmesi gerekiyor. Vaktinin çoğunu
Saygılarımla.
yollarda geçirenler için m-TAN'ı tavsiye
eden uzmanlar, güvenliği daha çok önemseyenler için de TAN-Generator'u öneriyor.
Bu arada tüketiciyi koruma uzmanları ise
bankaların daha güvenli olan bu yöntemlerin maliyetini müşteriden çıkarmasını eleştiriyor. Çünkü şu ana kadar birçok bankada
geçerli olan ücretsiz hesap sahibi olma
devri böylece kapanmış oluyor.
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 25
sayfa 26
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
Özel Köșe
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
Selma ÖZTÜRK
Erkeğin Eli Ağır Olur...
ile içinde şiddet, kadına karşı yapılan zulüm, işkence ve
baskı toplumsal bir problem
olmaktan ziyade aynı zamanda siyaseti ve hukuk dünyasını da meşgul
eden ciddi bir problemdir. Kocaları
tarafından dövülen ve böylece şiddete maruz kalan kadınlar kendilerine yapılan haksızlıklara, başka çareleri olmadığı için, boyun eğmek
mecburiyetinde kalıyorlar. Sayısı
hiç de az olmayan bu kadınlar anca
kaderlerine küsme lüksüne sahiptirler, kocalarına değil.
Karısına karşı olsun, çocuğuna
karşı olsun şiddet uygulayan erkeklerin sayısı Türkiye’de ve başka ülkelerde maalesef oldukça yüksektir.
Bu erkeklerin ille de cahil veya bilinçsiz kişiler olmaları gerekmiyor.
Oldukça medeni ve görgülü görünen, yüksek tahsile sahip olan erkekler bile karılarına veya evlatlarına
karşı korkunç bir derecede şiddet
uyguluyabiliyorlar. Yani “karısını
döven erkek öyküsü” eskilere dayanan, mazide kalmış veya sadece kırsal kesimin bir problemi değildir.
Pekiyi aile içinde şiddet nelere
yol açabiliyor ve ne tür tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor? Aile içinde
şiddet hiç kuşkusuz bir hanenin huzursuzluğuna ve gerginliğine sebep
oluyor. İsterseniz senaryoyu bir göz
önüne getirelim: Bir kadın (genç de
olsa, yaşlı da olsa, taze evli de olsa,
yıllardır kocasıyla evli de olsa) kocası tarafından sürekli dövülüyor.
Yüzüne olsun, sırtına ve omuzlarına
A
olsun, bütün vücut bölgelerine dayaklar atılıyor. Dayaktan yerlere yatıyor ve bu müdafaasız durumunu
kullanan koca onu o halinde rahat
bırakacağına, daha da karısının üstüne yükleniyor ve onu ölürcesine
ayaklarıyla bile tekmeleyebiliyor. O
an öfke ve hırs kendisini öyle bir
sarmış ki, hakimiyetini kaybetmiş
ve uyguladığı şiddetin nasıl bir sonuç getirdiğini bile hesaba alamıyor.
Gözünü kan bürümüşcesine... İç organlarını mı zedeler, onu hayati tehlikeye mi atar. Bunları o an idrak etmiyor bile. Bu dayak yiyen zavallı
kadın ise kocasına karşı buruk, kırık
ve kindar oluyor. Zamanla gördüğü
şiddeti, o tamamen darmadağın olmuş bir psikoloji içinde, belki unutuyor veya unutur gibi oluyor.. Derken... Gelen yeni bir dayak zinciri
bütün öfkeyi yeniden alevlendiriyor
ve kadın yaşadığı zulmü bir türlü
unutamıyor. Kocası ona bunu unutturmuyor çünkü. Elini açıp, öyle bir
indiriyor ki suratına, beş parmağının
da izi kalıyor kadının suratında. Ve
bütün bu karı koca arasında yaşananlar maalesef karı koca arasında
kalmakla bitmiyor. Bu gerginlik evdeki çocuklara da sirayet ediyor ve
onlar da ister istemez bu şiddet sahnelerine şahid oluyorlar. O körpecik
ruhlarına bu sahneleri unutulmama
şartıyla kaydediyorlar.
Kendim de şahid olduğum bir
öykü: Altı yaşında bir erkek çocuğu
babasının annesini dövdüğüne sürekli şahid olduğu için, babasına
karşı kin besliyor, onu hiç sevmediğini, ondan nefret ettiğini söylüyor
ve büyüdüğünde kendisi de babasını
döveceğini yemin ediyor. Çocuk babasının bu tatsız ve vahşi eylemlerine canlı tanık. “Babam annemin gözüne bir çakıyor...Yere yapıştırıyor.”
diye anlatıyor olup bitenleri. Annesini sevdiği için, babasının bu hareketini kınıyor. Bücürüğün elinden şu
an fazla bir şey gelmediği için kinini, nefretini ve annesinin intikamını
sonrasına bırakıyor ve büyüyene kadar da içindeki baba nefretini taşımaya devam ediyor. “Büyüyünce
ben de babamı döveceğim” demekle
yetiniyor yavrum şimdilik.
Yıllardır kocası tarafından dövülen bir kadın anlatıyor: “30 yıllık evliyiz. Beni o günden bu güne her fırsatta dövüyor. Benimle alakalı olmayan konularda bile öfkesini benden çıkartıyor. Borçlusundan parasını alamadı diye, yolda arabasının tekeri patladı diye beni dövdüğünü bilirim.” Ve neler neler... Akıl almaz
gerçekler. Şu sebeplere bakın, Allah
aşkına! Bu anlattıklarım hangi vicdana sığar?
Bir hukukçu olarak ceza hukukunda şiddet konusunda çok kafa
yordum. Kendi bedenimin üzerinde
böyle bir şiddeti hiç yaşamadığım
için, kendimi o kadınların yerine koyuyorum ve o onların acılarını hissetmeye çalışıyorum. Yüzümde bir
tokat acısı. Suratımda bir yumruk ve
ardından mor bir göz ve onun sızısı.
Saçımdan tutup da beni sürükleyen
ardında da kafamı bütün gücüyle
duvara defalarca vuran, acıma duygusuna sahip olmayan vahşi bir insan... Ne müdaafasız bir durum.
Hiç bir basit suç kadına el kaldırmaya sebep değildir. Öyle sudan bahanelerle, gerekçelerle kendilerini
müdafaa etmeye kalkmasınlar bu öfkesini karısından çıkartan erkekler:
“Yahu, kendime hakim olamadım.
Ben aslında karımı çok severim. İşte
bir anlık (bir anlık mı, bir kaç anlık
mı belli değil) boşlukta bulundum.
Çok pişmanın. Ahmet’e, Mehmet’e
[email protected]
kızdım, avrada giriştim.” gibi müdaafalar sunuyorlar. Karısını hastanelik döven, onun ruh dünyasını alt
üst eden, dengesini bozan ve kapanılmaz yaralara sebep olan bu erkekler kendilerine “emanet edilen”
bu kadınların hakkını nasıl ödeyecekler? Kendilerinin o anda zalim,
hanımlarının da mazlum durumuna
düştüklerinin farkında değiller mi?
Rasulullah`ın da hadisinde gördüğümüz gibi asıl pehlivanlık güreşte
yenmek değildir. Asıl pehlivanlık
öfkesine sahip olmaktır.
Olaya bir de dini açıdan bakalım.
Allah Rasulu veda hutbesinde kadınları erkeklere emanet ediyor ve
onların kocaların üstünde haklarının
olduğunu söylüyor. Kendi sünnetine
(uygulamasına) gelince: Zevcelerinin (hanımlarının) hiç birine karşı
bir gün olsun, elini kaldırmamıştır,
onları dövmemiştir. Bilakis onlara
oldukça şefkatli ve duygusal yaklaşmıştır. Hatta aralarındaki rekabeti ve
kıskançlığı (bilhassa Hz. Aişe ve
Hz. Hafsa arasındaki rekabet) hafifleştirmeye çalışmıştır. Mekke müşriklerine kızdı ve hiddetlendi diye,
içindeki sinirini eşlerinden mi çıkarsaydı? Bir gün beklenen vahi gelmedi ve gecikti diye, gelip de bunu hanımlarından mi bileydi? Savaşta sorunlar çıktı diye, karılarına mı çatsaydı? HAYIR, Rasulullah herşeye
rağmen hiç bir zaman bu şiddet yöntemini tercih etmemiştir ve şiddeti
kesinlikle red etmiştir.
“Erkeğin eli ağır olur.” der anneannem. Tecrübe konuşuyor olması
gerek. Lakin bir insanın elinin ağırlığı hiç bir zaman onun üstünlüğü
anlamına gelmez. Bilakis!
Anadolumuzda bir tabir vardır:
“Erkeğin kötüsü karısını, kadının
kötüsü de çocuğunu döver” diye.
Karısını sebepsizce döven erkeklerin kulağına küpe olacak bir tabirdir bu.
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 27
dosya
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
Hayat
Ahmet Faruk ÇAĞLAR
Krizdeki Ekonomik Sistem
Kapitalizm Süreçten Bir Kez Daha
Kendini Onararak Çıkabilecek mi?
[email protected]
ünya bir kez daha ekonomik
kriz söylentileri ile çalkalanıyor. Gündemin, dolayısıyla
gündemimizin en önemli konusu, bu
kez Avrupa menşeli olması beklenen
ekonomik kriz. Peki bu kriz de başarıyla atlatılabilinecek mi? Muhtemelen
evet! Daha önceki (1929’daki,
1974’deki ya da 2008’deki) krizler
gibi, mevcut sistem (sadece ekonomik
olmayan) krizinden yine kendini yenileyerek/onararak çıkacak.
Krizin sebepleri ve olası çözüm yollarına dair “ekonomik” bir tahlile girişecek değiliz. Ancak, kriz devam ederken, dünya nüfusunun ihtiyacı olan üretimin 7 katı üretim yapıldığını, buna
rağmen dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun fakirlik içerisinde yaşadığını
hatırlatmaktan da imtina etmeyeceğiz.
Ve bütün bu tüketim çılgınlığına ve bu
çılgınlığın başına açtığı işlere rağmen, tüketebileceklerinin birkaç mislini üretmeye kriz esnasında da, krizden sonra da devam edecek insanoğlu, tıpkı krizden önce olduğu gibi
(krizden önceki birkaç asır boyunca olduğu gibi).
Kriz korkusu, malum, bir kısım Avrupa ülkelerinin borçlarını ödeyemeyecek olması endişesinden kaynaklanıyor.
Durum, hemen bu devasa borçların hangi insafsız “tefecilere” olduğu sorusunu akla getiriyor. Cevap ise kolayca bulanabilir cinsten; çoğu yine Avrupalı sermaye sahiplerine. Ee öyle ise çözüm de
kolay olsa gerek diye düşünecek oluyoruz. Ancak çözümün bu denli kolay olabileceğini düşünecek kadar naif oluşumuz, bir kez daha yanılmamıza yol açıyor. Zira, her zamanki gibi (bu kez Avrupalı) sermaye sahipleri, verdikleri
borçlardan asla feragat etmeyecek, paralarıyla daha çok para kazanmaktan asla vazgeçmeyecekler. Kriz sonucu yüz
binlerce insanın “ekmeğinden’’ olup işsiz kalacak olması, yüz binlercesinin ise
dolaylı olarak etkilenecek olması kimsenin fikrini değiştirmeyecek, kendilerinden önce, aynı durumla defalarca kar-
D
sayfa 28
şı karşıya kalmış olan sermaye sahibi
“dedeleri’’nin fikrini değiştirmediği
gibi. Nitekim aynı hırs, sanayileşme dönemi boyunca, 19. yy’ın ortalarına kadar ortalama insan ömrünün 37’ye kadar düşmesine yol açmış, çocukların çalıştırılmasını sınırlayan (8 yaşından
küçük çocukların çalıştırılmasını yasaklayan) ilk yasa 1841 yılında, Fransa’da kabul edilmişti. Asırlar boyunca
insanlar günde 18 saat çalışmak zorunda bırakılmış, 3-5 yaşındaki çocuklar vücutlarının küçük olması nedeniyle, ebeveynlerinin giremediği maden ocaklarında kullanılmıştı, bütün bu trajedi ise
dönemin sermaye sahiplerine, kendilerini biraz daha az kâr etmek zorunda olduklarını hissettirmedi. Bu bağlamda,
Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi adlı eserinde, Romantik Döneme giriş için aktardığı cümleler tam da söylemek istediklerimizi özetler nitelikte:
“Duyarlığa sahip kişi, yoksunluk çeken
tek bir köylü ailesi de görse gözyaşlarına boğulacak; fakat köylülerin bir sınıf olarak payına düşeni artırma yolundaki iyi düşünülmüş tasarılara soğuk davranacaktı…’’
İnsan tabiatı itibariyle aç gözlüdür,
ya da İbn-i Atâ’nın tabiriyle, cibilliyeti icabı edepsizdir. Aç gözlülüğünü dizginlemesi, nefsini terbiye etmesi gerekir. Bunu yapmadığında, yapamadığında ise başına geleceklerden yine, bizzat kendisi sorumlu olacaktır, bu ilk insandan beri böyledir (ve son insana kadar da böyle olacaktır). Dolayısıyla, kriz
sebebiyle meydanlara dökülen, işlerini kaybetme korkusuyla (yani, her
geçen gün artan “refah’’ seviyelerinin
düşmesi korkusuyla) kendini yönetenlere kin kusan insanlar, en az kendilerini yönetenler kadar suçlu olduklarını hatırlamalı. Kimsenin açgözlülüklerini doyurduğu için, onlara bu imkanları sağlayanlara kızma hakkı yok.
Varsa da bu hak, kendilerine kızabilecekleri ölçüde var.
Anlaşıldığı üzere, beklenen bu krizin sebebinin, herhangi bir afet ya da
olağanüstü bir durum değil. Krizin temel sebebi, çok kabaca, birilerinin ödeyebileceklerinden fazla borç almış olmasından ya da birilerinin birilerine öde-
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
yebileceklerinden fazla borç vermiş
olmasından kaynaklanıyor. Öyleyse,
bir krizin eşiğine gelinceye kadar kimse farketmedi mi, göremedi mi bu
“işin” sonunun buraya varacağını?
Muhtemelen gördü, ama “çaktırmadı”
ve dahi görmek istemedi. Her geçen gün,
daha “zengin” bir hayat sürülüyorken,
değirmenin suyunun nereden geldiğinin
ne önemi olabilirdi? Esasen sistem de,
değirmenin suyunun nereden geldiğini
kimsenin bilmesini istemiyordu (ve istemez). Önemli olan değirmenin dönmeye devam etmesidir. Kapitalizm
için, bisikletin tekerleklerinin (değirmen
gibi) sürekli dönmesi gereklidir, ancak
neden döndüğü, bu dönüşün bisiklet sahibini nereye çıkaracağı sorusu asla akla getirilmemelidir. Akla böyle bir sorunun gelmesi, pedalı çevirmek hususunda bir tereddüte yol açabilir ve bu
tereddüt ise tekerleri artık dönmeyen bisikletin düşmesi demektir. Pedal sürekli çevrilmelidir, üretim sürekli devam
etmelidir. Peki ya neden? Nedeni insanları ilgilendirmemelidir. Sorulabilecek
tek soru nasıl sorusudur, pedalın nasıl
daha hızlı çevrilebileceği sorusu…
Bu artık bizim için de böyle değil
mi? Son yıllarda, övündüğümüz yegane başarımız hangisi? Konuştuğumuz
tek konu, konuşmamızı süsleyen rakamlar neye, hangi alana dair? Bildiniz, ekonomiye… On yıl öncesine kadar kendimizden, durumumuzdan utanırdık (!),
son yıllarda ise artık kim olduğumuzu gururla söyleyebiliyoruz, her yerde bizim başarılarımız konuşuluyor, ne
de olsa artık ekonomimiz daha güçlü,
artık daha çok paramız var. Artık hem
onlar bizi, hem biz kendimizi daha çok
“adam” hissedip, “adam” yerine koyabiliriz.
Eskiden değerimizi ne kadar az şeye sahip olduğumuz, ne kadar az şeye
ihtiyaç duyduğumuz belirlerdi. Bir
lokma ile bir hırkanın aynı cümlede bir
araya gelmesi bu dünya tasavvurunun
neticesiydi. Sadece bizim için değil, Eflatun için de önemli olan; hayatta en
çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktı. Artık insanlar ne
kadar çok şeye sahip olurlarsa o kadar
değerli hissediyorlar kendilerini, ve ta-
bii güçlü. Hangimizin en büyük amacı, çoluğuna çocuğuna daha “zengin’’
bir gelecek hazırlamak değil? Ne de olsa biz çok büyük ekonomik sıkıntılar
çekmiştik, en azından çocuklarımız ekonomik olarak güçlü olmalı, “ele güne”
karşı yoksunluklarından, yoksulluklarından dolayı mahçup olmalılar. Onlar da, diğerleri kadar güçlü (zengin)
olmalı, onlar kadar “iyi” yaşamalılar.
Böylesine masum düşünüyor olmanın
nesi yanlış olabilir ki? Ne acı değil mi?
Bizden sonraki nesillere bırakacağımız
en değerli şeyin maddi imkanlar olduğuna her geçen gün daha çok ikna oluyoruz.
Kapitalizm yarasına, yani kendine
pansuman yapmayı bu kez de becerecek muhtemelen. Yüzyıllardır karşılaştığı her sıkıntıyı avantaja çevirmeyi bildiği gibi, bu sıkıntı da aşılacak. Zira
dünyanın en zeki, en yetkin isimleri (aralarındaki bizim zeki çocuklarla birlikte) krizden çıkış yollarına dair çözümler üretmeye çalışıyor. Tökezleyen ekonomiler bu krizden ders çıkarıp (tıpkı
bizim ekonomimiz gibi), ileride daha
çok üretmeye, tüketmeye, borçlanmaya, dolayısıyla zenginleşmeye devam ederken, insanlar bu zenginliğin
aslında onları mutlu etmediğini, edemediğini akıllarının ucuna dahi getirmiyor. Bu “zenginlik”ten her geçen gün
daha çok pay alan, kendilerini, alamayanlara nasıl alabileceklerini öğretmekle görevli addeden bizler gibi ve bizlerin yardımıyla…
Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
dosya
M. Salih AYDIN
Hacarabın Serüvenleri 50
Hacarap Hacda
Tam da hac dönemi şimdi Hacarap`tan ufak bir olay anlatayım.
Belki de daha önce yazmış olabilirim ama yeri gelmişken tekrar yazayım istedim.
Hacarap küçük oğlu ile hacca gitmişti. Bütün görevlerini yerine getirdikten sonra sıra şeytan taşlamaya
gelir. Küçük oğlu ile şeytan taşlamaya giderler. Şimdi Hacarap bütün
heyecanı ile bir dalar. Bu anamın
hakkı bu babamın hakkı bu hak da
benim hakkım.
Taşlama bittikten sonra küçük
oğlu bir bakar ve babasına:
-Baba bu da ne ihramın üstü başka altı başka.
Hacarap üstüne bir bakarki o zaman anlar heyecandan ihramları
başka bir hacıyla değiştiğini.
Hayata Tutunmak
Hayatın duvarlarından sımsıkı
sarılmak varken niçin hayata küsüyoruz. Bu yaşamdan alacağımız hasatı toplamak uzun yolculuğumuza
hazırlamak onun için de hayata sımsıkı sarılmak zor ve güçsüz halimizde bile zorluklara gülerek hayata devam diyebilmektir. Güneş hava bulutlu da olsa her sabah doğar. Öyle
ise hayatın duvarlarından tutunmaya
var mısınız?
Müslüman ibadetlerinden
taviz vermemeli.
Müslüman ibadetlerinden taviz
vermemeli derken, Müslüman’ın
RAB’bini sevdiğini ispat etmek için
büyük bir armağanı olmalıdır. Hiçbir zaman of bile çekmeden bütün
lmanya’da 1 Ocak
2002’den bu yana
yürürlükte bulunan
ve başta çok çocuklu aileler
olmak üzere çalışanlara yaşlılık dönemine kadar tasarruf
etme imkânı sağlayan Riester Emeklilik Sigortası (Riester-Rente) yapılan araştırmalarda iyi not alamadı.
Sosyal Demokrat Parti’ye (SPD) yakınlığı ile bi-
A
inancı ve bağlılığı ile teslim olduğunun bir işaretini vermeli. Hediyesini
öyle bir paketlemeli ki onunla sevdiğinin hoşuna gitmeli. Bu saf güzelliği ile sevdiğini inandırmalı. Bağlantı olmaz hatlarda parazit olursa irtibat kesilir. İşte bu berraklıkla bütün
şüphelerden bertaraf olarak namazını RAB’bine tertemiz lekesiz teslim
etmeli. Bütün ruhunu nefis putundan
temizleyip kendini secdede affettirmeli. Bütün benliğini yok edip kendini RAB’bine adayarak onun huzurunda mutluluk ve huzur duymalı.
Kendini ve dünyalık bütün problemlerini bir kenara koyorak, O’na tevekkül etmeli. Bütün huzuru orada
secdede duymak o manevi duygu ile
bütünleşerek ruh aleminde verdiği
sözü tutmak. Hasretini özlemini secdede bütünlemek. Bütün arzularını o
an Yüceler yücelerine sunmak. O
kapının kulu olduğunu bütün azalarınla hissederek bildirmek. Yaratıcının yüceliğine sığınarak günahlarından arınmak. Ey RAB’bim Sana ne
söyleyeyim Sen bütün varlığımın
sahibisin günahlarım da sevablarım
da senin ilminde, şu gecenin vaktinde herkes sevdiğine gitti ben de sana
geldim ya RAB’bim; çünkü benim
sevdiğim Sensin. Derken O’nun herşeyi bildiğini ve herşeyimize vakıf
olduğunu itiraf edebilmek. Gözlerimden akan kanlı yaşlarla, sana kul
olduğumun nişanı diyerek teslimiyetini ilan etmek ve öyle de olmak.
Ey namaz sen benim şahidim ol diyerek namazı şahid olarak gösterebilmek eğer hak etmişsek. Tabii ahiret hesabımızında doğru olması eksi
olmaması gerek. Teslim olduğumuzun ifadesi olması gereken Kelime-i
Tevhid baş şiarımız olarak her an dilimizde zikr olması gerek. Zekatlarımızı ve fitrelerimizi vererek malın
dünyada kalacağını beynimize yazarak hacca giderek mahşeri prova etmemiz gerek. İslam tarihini de okuyarak olaylardan ibret almamız gerek, geleceğimizi ona göre ayarlamamız açısından. Fakat bütün bunları yapıyormuyuz? İslam`a ne kadar
yakınız? Ne kadar İslam hakkında
bilgiliyiz? Kaynakları ne kadar araştırdık? Evet biz İslam adına ne yaptık! Atalarımızdan miras aldığımız
kadar mı Müslümanız? Bütün bu
gerçeklere bir set çektik herşeyi
kendi istek ve arzularımıza göre
ayarladık. Hatta cenneti bile kendi
isteklerimize göre ayarladık. Sanki
bazı guruplara İslam`ı parselledik.
Bir yerlerden kendimize kurtarıcılar
peydah ettik. Şeksiz şüphesiz dedik
ama acabaları biryerlere yapıştırıp
şirke girdik. Rızkı veren ALLAH’tır
derken başımızdaki para babalarından rızık bekler bir hal aldık. Zekatı
verirken verebildikse ellerimiz titredi, kurbanın en kötü yerini fakire en
iyi yerlerini zenginlere ve dost zannettiğimiz kişilere yedirdik. Dünyalık işlerimizi yatırlardan istedik hatta ısmarladık. Şeyhlere el pençe divan durup onlardan medet umduk.
Vahdet nerede, Vahiy bunu mu emrediyor? Bu durumda imanımızda
haşa bir arıza olmuyor mu? Eğer biz
ibadetlerimizi katıksız yapmaz isek
dualarımız kabul olur mu? (Yani
şüpheli, samimiyetsiz, alışkanlık ne
“Riester Emekliğinin Getirisi
Yastık Altından Fazla Değil”
linen Friedrich Ebert Vakfı
(FES) ve Alman İktisadi
Araştırmalar
Enstitüsü
(DIW) tarafından ortaklaşa
gerçekleştirilen araştırmada
devletin cazip koşullarla tasarruf etme vaadiyle başlattığı uygulamanın son on yıl-
da beklenen maddi getiriyi
sağlamadığı ortaya çıktı.
Haftalık haber dergisi Spiegel’e açıklamada bulunan
DIW uzmanlarından Kornelia Hagen, “Riester tasarrufu yapanların birçok durumda elde edeceği kazanç, pa-
ralarını yastık altında saklamış olmalarıyla neredeyse
aynı görünüyor” diye konuştu. FES ile DIW’in gerçekleştirdiği ortak araştırmanın çarpıcı sonuçları yarın kamuoyuna duyurulacak.
[email protected]
derseniz) Elbet olmaz. Acaba helali
haramı gözettik mi? Hayır! Öyle ise
ALLAH’ın rızası herşeyin helalinden ve hakiki iman samimiyet ve ihlastan geçtiğini bilerek katıksız imanımızla tescil etmeliyiz. Geleceğimiz olan gençleri geleceğe göre donanımlı ve İslam kardeşliğinde yoğurmak bizim yatırımımız olması
gerek. Ve bütün bu güzellikleri bizleri örnek alacak olan evlatlarımıza
yaşayarak bizzat öğretmeliyiz. Hayat zor ve kısa bu kısa hayatta gerçeklerin yaşanması seni ebedi alemde huzura kavuşturacaktır. Öyle ise
dertlerimizle dertlenelim yoksa bizi
ebedi dertler bekliyor.! Açık hesaba
çekileceğimiz o günde hesabın çetin
olacağı o günde nasıl hesap vereceğimizi vakit varken bin sefer düşünelim. Bin sefer tartalım ve kararımızı verelim. Çünkü hala zamanın
var geç kalmadın. Vesselam……
Benim ayağım senin
yüzünden temiz
Yeri gelmişken tam üsteki konu
hakkında sevdiğimiz abilerimizden
biri başından geçen gerçek bir hikayesini anlatmıştı burada paylaşalım.
Şimdi abi anlatıyor:
-İzin bitti geri dönüyorum. Gümrükteyim abdest ihtiyacımı gidermek için lavobaya gittim. Abdestimi
alıyorum sıra ayaklarımı yıkamaya
geldi. Arkamdan abdestsiz namazsızın biri:
-Bre adam pis ayaklarını lavobada mı yıkıyorsun indir ayağını. Adama şöyle bir baktım Ve:
- Be adam benim ayaklarım günde 5 defa yıkanıyor benim ayaklarım senin yüzünden daha temiz diye
cevap verince adam soluksuz orayı
terkeder gider. Tabii anlayana.
Nasip olursa gelecek sayıda buluşmak üzere ALLAH’a emanet
olun.
Selam ve dua ile.
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
sayfa 29
bulmaca
sayfa 30
Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433
Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir
Hayat

Benzer belgeler